Sayı 18 / Aralık 2009 - İletişim Fakültesi
Transkript
Sayı 18 / Aralık 2009 - İletişim Fakültesi
Deniz Sipahi Tuğrul Eryılmaz Geçen sayımızdan itibaren tanıtmaya başladığımız İEÜ İletişim Fakültesi Danışma Kurulu üyelerimizden bu ay ki konuğumuz Hürriyet Gazetesi Ege Bölge Temsilcisi Sn. Deniz Sipahi. Sinema – Sahne Sanatlarını bitirmesine rağmen çocukluktan bu yana hayalini kurduğu gazetecilik mesleğini başarıyla yürüten İzmirli gazeteci Deniz Sipahi, İzmir hakkında son dönemde yaşanan gelişmeler hakkında gazetemize çarpıcı açıklamalarda bulundu. 8’de Medya ve İletişim Bölümü mutfağının biricik ve değerli “aşçı”sı Tuğrul Eryılmaz ile kısa ama dopdolu bir röportaj... Gazateciliğinin yanı sıra bu sezon üç diziye birden danışmanlık yapan Tuğrul Hoca ile “Bu Kalp Seni Unutur mu? adlı diziyi konuşup, genç gazetecilerin karanlık geleceğiyle ilgili dertleştik. 4’de Ünivers http://univers.ieu.edu.tr İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi İletişim üstadına veda Dünya İnsan Hakları Günü 10 Aralık Aralık2009 Yıl2 Sayı18 Ceylan Kavi B ir iletişim öğrencisinin dinledikleriyle hayatına katabileceği şeylerden yoksun olsam da, hakkında okuduklarımla ve eserleriyle yetinmeye çalışmam gerektiği kanısına vardığım değerli bir insan Ünsal Oskay. İletişim alanında olmazsa olmaz, bilmezsen yarım olduğun Frankfurt Okulu’nun, yaptığı çalışmalarla Türkiye’de filizlenip köklenmesini sağlamış bir akademisyen üstelik. Yani bizlerin bu ünlü okulun hocaları Walter Benjamin ve Theodor Wiesengrund Adorno ile ilk kez tanışmasını sağlayan şahsiyet, daha ne olsun… 17 Ekim’de Oskay’ın hayatını kaybettiği haberlerini ekranlarda ve gazetelerde büyük manşetlerle, flaş haberlerle gördüğümde, Türkiye’nin iletişim ve sosyoloji alanındaki üstatlarından birinin yitip gittiğini anladım. Ertesi gün yapılan cenaze töreninde, geride kalanlar ve onu tanıyanlar için Oskay’ın önemi, katılan güruhtaki isimlerin söyledikleri son sözlerden yüksek vurgularla hissediliyordu. Çok kısaca! hayatı… İletişim dehası Oskay, 1939 yılında Şanlıurfa’da doğdu. Üniversite eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (nam-ı diğer mülkiye) tamamladı. 1959 yılında, yani henüz 20 yaşındayken, ilk yazısı o zamanlar ikinci yeni şiirinin yeşermesini sağlayan ve ikinci yeni şairlerinin ürettiklerine yer bulabildikleri Pazar Postası gazetesinde yayınlandı. 1966-1968 yıllarında ABD’de Stanford Üniversitesi İletişim Araştırmaları Merkezi’nde yüksek lisans-konuk öğrenci olarak eğitim gördü. Sonrasında, üniversite yıllarının geçtiği Ankara’ya ve Ankara Üniversitesi’ne geri döndü. SBF Basın ve Yayın Yüksek Okulu’nda asistanlığa başla- Bu ay ki sayımızda okulumuzdan yeni mezun olmuş ve mezun olduğu ilk yıl İstanbul’da Octagon-Sports Marketing Agency ‘de çalışmaya başlayan Ceylan Kavi ile İletişim Fakültesi ve özellikle Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümünden yeni mezun olacak arkadaşlarımız için özel bir röportaj hazırladık. Kampüs2 Hakan Boyav Ünsal Oskay dı. 1972 yılında TRT Toplumsal Araştırma Büyük Ödülü’nü kazandı. Aynı yıl, Kültür Değişimi Modelleri teziyle doktorasını tamamladı. 1982’de “19. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri”tez çalışmasıyla doçent; 1989 yılında ise profesör oldu. 1990’lı yıllarda Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Bölüm Başkanlığı ve 2000-2002 arasında İletişim Fakültesi Dekanlığı yapan Oskay, 2002 yılında Marmara Üniversitesi’nden emekliye ayrıldı. Bunun yanında çeşitli dönemlerde Ankara SBF Basın ve Yayın Yüksek Okulu’nda, Bursa Akademisi’nde, Anadolu Üniversitesi’nde, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ve Kültür, Beykent ile Yakın Doğu gibi özel üniversitelerde hocalık yaptı. Siyaset bilimi, iletişim teorileri, sosyoloji, estetik ve sosyal teori konularında çok sayıda eserin Türkçe’ye çevrilmesini sağlayan Oskay, girişte de değindiğim üzere eleştirel teoriye dayalı Frankfurt Okulu’nun popüler kültür konusundaki çalışmalarının Türkiye’de tanınmasına yazıları ve çevirileriyle büyük katkıda bulundu. Akademik alandaki başarılarının ve gayretlerinin yanında, medyanın dördüncü kuvvet olma özelliğini de kullanan Oskay’ın makale ve incelemeleri, Oluşum, Forum, Akis, 7 Gün, Devrim, Yeni Gündem, Somut, Birikim, Argos, Varlık, Hürriyet Gösteri gibi birçok bilim ve sanat kaynaklı dergide yayımlandı. Bunun yanında ilk yazısından sonra gazetelerle ilişkisini koparmayarak Son Baskı, Yeni Tanin, Akis ve Milliyet’te çalıştı. (devamı 8. sayfada) İletişim’den bir panel daha İ letişim Fakültesi tarafından geçtiğimiz yıl ilk defa Medya-Siyasetİktidar başlığı altında düzenlenen ve bu yıl Medya-Kültür-İktidar ilişkisine odaklanan panel 17 Kasım’da ikinci defa düzenlendi. Geçen yıl akademisyenlerin ve gazetecilerin söz aldığı panelin bu yıl ki konukları İEÜ İletişim Fakültesi öğretim üyeleri Yrd. Doç. Dr. Nuran Erol Işık, Yrd. Doç. Dr. Zafer Yörük ve İbrahim Cansızoğlu, Fulda Üniversitesi’nden Prof. » Dr. Volker Hinnenkamp ve Karlstad Üniversitesi’nden Yard. Doç. Dr. Christian Christensen’di. İki bölümden oluşan panelin ilk kısmında Işık ve Yörük ‘Mustafa’, ‘Devrim Arabaları’ ve ‘Osmanlı İmparatorluğu’ filmleri üzerinden kültürel hafıza, tarih ve post-kemalizmi konuştular. İkinci bölümde sözü devralan Hinnenkamp, Almanya’da yaşayan Türk gençlerin dil üzerindeki etkilerine odaklandı. Christensen ise konuşmasında ‘Twitter dev- Muhteşem bir yüz. Biraz Fransız, biraz Jean Reno. Çok karakteristik, güçlü, şeytani bir ifade. Serin ve sakin. Hiçbir fazlalığı olmayan bir oyunculuk. “Hanımın Çiftliği” dizisinin Berber Reşit’i, “Barda” filminin Patlak’ı Hakan Boyav ile... Medya8 Uğur Mumcu Bu sayıda 93’ yılında arabasına bomba konularak öldürülen devrimci demokrat gazetecimiz Uğur Mumcu’yu sizlere tanıtacağız. Mumcu’nun fail-i meçhul kalan bu suikastının arkasındaki sırrının sebeplerinin belki de O’nun yazılarında gizlendiğini göreceğiz. Dosya10 rimi’ diye nitelendirdiği yeni teknolojinin siyasi yaşamdaki yankılarına yer verdi. Son olarak Youtube jenerasyonu gençler ve yeni medyayı analiz eden Cansızoğlu konuşmasını ‘Afterschool’ adlı film ile örneklendirdi. Panelin sonunda sözü devralan ve kapanış konuşmasını yapan İletişim Fakültesi Dekanı Sevda Alankuş, bu panellerin sürekli hale geleceğini ve toplumu ilgilendiren geniş yelpazede pek çok konuyu ele alacaklarını belirtti. Selin Bayraktar İletişim2 z Kampüs3-4 z Gündem5 z English6 z İnceleme7 z Medya8 z Kültür-Sanat9 z Dosya10 z Rehber11 z Spor12 Blues Bugüne kadar 77 grup, 227 sanatçı, 19 yılda 286 konserle 335.894 müziksevere ulaşan, Türkiye’nin ilk ve tek blues festivali olan “Efes Pilsen Blues Festivali” 20. yılında 20 şehirde blues severlerle buluştu. Kültür-Sanat9 02 İletişim Aralık2009 Yıl2 Sayı18 http://univers.ieu.edu.tr “İyi Çocuklar”a en iyi örnek: Tuğrul Eryılmaz Yıllardır gazetecilik alanındaki üretkenliği ve iletişim sektöründeki onlarca kimliğiyle, Medya ve İletişim Fakültesi’nin üretken akademisyeni Tuğrul Eryılmaz ile danışmanı olduğu televizyon dizisi “Bu Kalp Seni Unutur mu” hakkında konuştuk. Ekstralar da cabası... Daha önce hiç bu tip bir teklif almış mıydınız? Hatırla Sevgili dizisinden böyle bir öneri gelmişti, ama o zamanlar gazetede sürekli çalışıyordum ve zaman ayıramayacağım için kabul edememiştim. Yani hayatımda ilk defa dizi işlerine bulaştım. Geçtiğimiz günlerde katıldığınız bir televizyon programında kendinizi “düz gazeteci” olarak tanımladınız. Fakat başarılı bir dönem dizisinin danışman kadrosunda bulunmanız sadece bu kimliğinizle olmasa gerek... Ben 12 Eylül döneminde gazetecilik yapıyordum, üstelik de sol yayın organlarında çalışıyordum. Ayrıca 12 Eylül başladığında üniversitede hocaydım, öğrencilerim dayak yiyordu ve sonunda üniversiteden istifa etmek zorunda kaldım. Yani ben o dönemi derinlemesine yaşamış bir insanım, bu kadar sıfatın bana yettiğini düşünüyorum. Peki diziyi beğendiniz mi? Beğendim. Ben olsam varoşları ve akademiyi senaryoya daha fazla katardım. Yani senaryo daha çok devlet ve militanları arasında bir kavgaya sıkışmış gibi görünüyor. Ama sanıyorum senaristler bir süre sonra konuyu genişletip varoşlara ve fabrikalara yayacaklar. Televizyon en etkili popüler kültür araçlarından biri olduğu için, onun da kendine göre bir raconu var; asıl derdi izlenmek. Bu yüzden kimi öğeler yavaş yavaş hikayeye dahil oluyor. Bu dizilerde çalışmanın sizin için avantajları oldu mu? Ben 60 yaşımda yeni birşey öğreniyorum. Medyanın her yerine bulaşmışım ama televizyon dizisi nasıl çekilir onu bilmiyordum. İnanmayacaksın ama sık sık montaj öğrenmeye gidiyorum. Bu çok işime geldi tabii. Senaryoya nasıl bakılır, senaryo neden zayıftır... Yani bir nevi öğrenci gibi oldum ben de. Ben onlara yakın tarihimizi hatırlatırken, onlar da bana bunları öğretiyorlar. Danışma kurulunun değişik siyasi ideolojilere sahip kişilerden oluşması hala tartışma yaratıyor. İlk öğrendiğinizde siz bunu nasıl yorumladınız? Aslında o kadar da çok görüş yok; sağ görüşten biri var, tutucu olan var, daha liberal solcularımız var, bir de Ertuğrul Kürkçü ve be- nim gibi Marksist olduğunu iddia edenimiz var. İlk tepkim “Olur mu canım böyle şey?” olmuştu. Ama sonra baktım ki oluyormuş; çünkü herkes kendi yaşadığı olayları anlatıyor, sonra senarist yapacağını yapıyor zaten. Yapımcı Tomris Giritlioğlu çok eskiden arkadaşımdır, hep ortak bir projede çalışalım isterdi, ben de mesleğimden memnunum diye ertelemiştim hep. Ama Tomris biraz baskı yapınca, yeni bir meslek öğreneceğim konusunda beni ikna edince ve başka dizilere de katılmanı sağlayacağım deyince, bir tür rüşvet, kabul ettim artık. Peki bu kadroyla çalışırken farklı görüşlerden kaynaklanan sorunlar çıkıyor mu? Tabii oluyor, zaman zaman kostümlere kadar varıyor tartışmalar. Düzgün birşey olmasını istediğimiz için bu tartışmalar hiç bitmeyecek. Ama kendi aramızda belli bir sorun olmuyor. Zaten genelde herkes yazarak bildiriyor. Her hafta bir araya geliyoruz ve kahvelerimizi içip birbirimize kibar davranıyoruz. Yani Fehmi Koru ve benim aramda çok ortak birşey yok ama bir süre sonra gayet makul bir adam olduğunu fark ediyorsun. Birbirimizi anlamaya çalışıyoruz. inanmam için arkasından Mamak ve Metris de geldi. Onlar hala sürüyor aslında, hiçbiri hesaplaşılamadı. Adam başka bir dil konuşuyor neden Türkçe konuşmak zorunda olsun ki... Ama gayet de oluyormuş. Dizide Kürtçe konuşulan sahnelerde reytinglerimiz oldukça arttı, demek ki halk da bunu reddetmiyor. Önemli olan televizyon gibi bir araçta becerebildiğin kadar doğruyu söylemek. Yani, medyanın gündemi yaratarak insanları uyutmak ve bilinçsizleştirmek fonksiyonunun yanında, bu dizilerle televizyonun gerçekleri göstermek için bir araç olarak kullanıldığını söylüyorsunuz. Dizinin birçok eksiğine rağmen bu açıdan başarılı görüyorum; aptal kutusu denen bir araçla birdenbire geçmişteki gerçeklere yakınlaşılabiliyor. Yani bu aptal kutusu her zaman da insanları aptallaştırmaya çalışmıyor. İnsanların kendileriyle biraz da olsa yüzleşmesini sağlıyor. Bunu bir dizinin başarması da çok önemli; çünkü en iyi filmi 40-50 bin kişi izliyorsa, bunu televizyonda milyonlar seyrediyor. Bu müthiş birşey, bence bu da tarihi bir olaydır. Dizide çok sarsıcı sahneler var. Fakat yine de anlatılanlar gerçeklerin hepsi değil sanki. Sizin hiç kısıtlandığınız zamanlar oluyor mu? Aslında sen kendi kendini kısıtlıyorsun. Yani televizyonda insanlara göstereceğin şiddetin de bir sınırı olmak zorunda. Mesela Diyarbakır Cezaevi’nde yatmış olan bir adam da “Öyle şeyler oldu ki bunları size anlatamayacağım” diyor. Yani şiddeti yaşayan adam, hatırlamak bile istemediği şeyleri anlatmaktan kaçıyor. Elbette bir denge kurmak zorunda kalıyoruz, fakat yine de televizyonun çizdiği sınırları zorluyoruz. “Türkiye’de işkence vardır, bunu asker de yapar, polis de yapar, adam karısına da yapar. Artık bunu konuşun ve saklamayın.” diyoruz. Daha önce Çemberimde Gül Oya ve Hatırla Sevgili dizilerinin de izlenme oranları oldukça yüksekti. Benim merak ettiğim şey, o dönemlerde insanlar bu olayların ardından askeri darbenin gelmesine sevinerek bir daha asla o zamanları hatırlamak istemediler ve hafızalarını sildiler. Peki insanların bu dizilere olan ilgisini bu durumda siz neye bağlıyorsunuz? Düzgün bir senaryo ve başarılı, tanınmış oyuncular bunda etkilidir. Ama ben bu dizinin izlenmesindeki en önemli faktörün insanların yakın tarihi en az çarpıtılmış olarak izlemek istemeleri olduğunu düşünüyorum. Yakın tarihi herkes bilmek ister. Ben de 80 ve sonrasında doğmuş olsam bu diziyi izlerdim. Sonuçta bu diziler kuşaklar arası kopukluğu bir ölçüde ortadan kaldırıyor. Peki şiddet dışında, o zamanlarda uygulanan politikalar veya yaşanmış olaylar konusunda kendinizi sansürlediğiniz zamanlar oluyor mu? Şu an gündemde olmaması daha iyi olur dediğiniz şeyler mesela... Örneğin Kürt meselesi. Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan şiddet üzerine ilk defa Kürtler’den isyanlar geldiği zaman ve orada yaşananlar inanılmazdı. Doğru olduğuna Sizce bu diziler, 80 sonrası kuşağın o günleri ve olayları öğrenmesine yardımcı oluyor mudur? Bunu ileride göreceğiz. Tüm eksikliklerine rağmen bu cesur bir dizi, hala birşeyler söylemeye çalışıyor. Dizinin sonunda, Diyarbakır Cezaevi’nde ölenler diye bir liste bile yayınlandı. Bunu bana 10 sene önce söyleselerdi “Dalga mı geçiyorsun Türkiye’deyiz” der- Selin Bayraktar ve Tuğrul Eryılmaz dim, ama demek ki olabiliyormuş. Gençler konusuna gelirsek, biz işimizi yapıyoruz ve birşeyler alıp almamak onların elinde, ben sadece yanlış anlaşılmasını istemem. Ama şu örneği verebilirim; Çemberimde Gül Oya ve Hatırla Sevgili gibi dönem dizilerinden sonra o dönemleri anlatan kitap satışları patlama yaptı, gençler merak ettiler ve okumaya başladılar. Yine de Türkiye’de bazı gençler hala Kenan Evren’i eski ve sıradan bir cumhurbaşkanımız zannediyor. Bu üniversitelerde bile oluyor. Hamaseti çok seviyoruz, “Biz Türkler şurdan geldik, şuraya gidiyoruz, yaşasın şanlı tarihimiz!” demeye bayılıyoruz ama 20 sene öncesi karanlık... Bu bakımdan faydalı olacağını düşünüyorum. Demem o ki bu işler diziyle, kitapla olmaz, bunlar sana sadece bir yol açar; herşeyi en iyi kendileri bulacaklardır. Peki bizim jenerasyondan bahsetmişken, bir röportajınızda “İyi çocuklar artık gazeteci olmak istemiyorlar” demişsiniz. Bunun işsizlikten ve genel anlamda medyadaki kötü havadan kaynaklandığını söylemişsiniz, ki o röportajdan sonra hava daha de kötüleşti. Peki gazeteci olmak isteyen iyi çocuklara öneriniz nedir? Benim tavsiyem şu: İyi çocuklar ısrarla gazeteci olmayı denesinler. Kimsenin lafına bakmasınlar ve kendi tokatlarını kendileri yesinler. Gidip sağlam bir şekilde gazetecilik yapmaya çalışsınlar, denemek için zamanınız var. Bakarsınız iki üç sene sonra olmadı, siz de diğer tüm iyi çocuklar gibi reklamcı veya bankacı olursunuz. Ama birçok üniversitede ders verdiğim için biliyorum, en iyisi bile “Hocam bize gazetecilikte galiba iş yok, hiç değilse üniversitede kalayım” diyor. Halbuki biz öyle değildik, benim o zamanlar -70’lerde- gazeteci olmak için girmediğim sınav kalmadı. Şimdi öyle değil, iyi çocuklar hakikaten gelmiyorlar. Sadece çok kafayı takmış ve idealistse geliyor, ama o da hızla kayboluyor çünkü şimdi idealist olmak ayıp oldu Türkiye’de. Tabii bir de sömürü var, 5-6 ay parasız çalıştırıyorlar, sonra da seni beğendik ama kadromuz yok diyorlar. Halbuki “Kardeşim sen bu işe uygun değilsin” dese bu insana koymaz, bize de koymamıştı. Ama diğer türlü bu çok yaralayıcı birşey. O zaman kendini haksızlığa uğramış hissediyorsun. Bir de genç olduğunda insan daha kırılgan oluyor. Ama gençlerin öfkesini dışarıya atması ve denemeye devam etmesi şart. http://univers.ieu.edu.tr İzmir’den İstanbul’a Ceylan Kavi’nin büyük başarısı Bu ay ki sayımızda okulumuzdan yeni mezun olmuş ve mezun olduğu ilk yıl İstanbul’da Octagon-Sports Marketing Agency‘de çalışmaya başlayan Ceylan Kavi ile İletişim Fakültesi ve özellikle Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümünden yeni mezun olacak arkadaşlarımız için özel bir röportaj hazırladık. Ceylan Kavi Özge Üçtop: Okulda aldığın eğitimin çalıştığın sektördeki izdüşümü nedir? Ceylan Kavi: Öncelikle okuldan aldığım eğitimin ve bana sağladığı sosyal etkinliklerin beni bu sektöre başarılı bir şekilde hazırlamış olduğunu gördüm. Halkla İlişkiler ve Reklamcılık alanı iletişim becerilerinin en üst planda tutulduğu çok önemli bir sektör. Yani sadece iyi bir stratejik pazarlama bilgisine sahip olmak iş hayatında başarıyı getirmemekte. İnsanlarla kurduğumuz iletişim, ikna yeteneğimiz, araştırmacı, sürekli kendini yenileyen düşünme yapısı ve yabancı dilimiz bu sektörde ilerlemenin ana taşları. Üniversiteden aldığım temel sunum teknikleri, üzerinde yoğun olarak çalıştığımız sosyal sorumluluk kampanyaları, reklam kampanyaları ve bunun gibi büyük projeler sayesinde iş hayatımda zorluk çekmiyorum. Üniversite hayatımda hep yakındığım bu projelerin, bana çok iyi bir altyapı sağlamış olduğunu iş hayatına girdiğimde fark ettim. İş hayatında ve okul hayatında ne gibi farklılıkların olduğunu düşünüyorsun? Okul hayatından iş hayatına atılırken neler hissettin? Daha başlarındayım ama gördüm ki iş hayatı ve okul hayatı apayrı iki dünya. İş hayatında en önemli konunun ‘’zaman’’ olduğunu anladım. Zamanı doğru ve etkili bir biçimde kullandığımız taktirde ilerlememiz mümkün. Üniversite yıllarımdaki gibi bu işi yarın da yapsam olur ya da sınavdan bir önceki gün çalışma gibi rahatlık maalesef olmuyor. Ben Sportsnet bünyesi altında Türkiye’nin ilk ve tek spor odaklı iletişim yapan reklam ajansında çalışıyorum. Bu ajansın spor, sponsorluk, pazarlama departmanındayım. İşimiz gereği markalara, yoğun olarak teklif sunumları hazırlıyoruz. Büyük markalarla çalışmak ciddiyeti ve doğru zamanda doğru iletişimi yapmayı gerektiriyor. Onun için de sıkı bir iletişim çalışması oluyor. Toplantılara girmek, patronuna raporlar hazırlamak, büyük markalara önemli projelere sponsor olmaları için büyük teklif sunumları hazırlamak, onları ikna etmek için her türlü görsel ve teknik materyallerle donanımlı olarak çalışmak çok ayrı bir duygu. Bu işe başladığımda sıkıntılarım da oldu. Yeni bir şehir, yeni bir çevre ve kendi ayakları üzerinde durmak. İşte o an “bu hayat benim” ve “ben yön vereceğim” diyorsunuz. Hayatınızın sorumluluğu artık size veriliyor. Peki şu an çalıştığın iş ortamından memnun musun? Çalıştığım iş ortamı, tasarımı ve insanlarıyla rengarenk, eğlenceli ve dinamik bir ortam. Ajans eski milli voleybolculardan ve basketbolculardan oluşmakta. Hangi departmana gitseniz milli voleybolcular ve basketbolcularla karşılaşıyorsunuz. Onlardan spor pazarlama iletişimini öğrenmek ve sporun içinde olmak tarif edilemez bir duygu. Ben de eski voleybolcu olduğum ve sporun içinde büyüdüğüm için orada geçirdiğim her gün bana ayrı bir mutluluk ve heyecan veriyor. Uluslararası çalışan bir ajans olduğumuzdan dolayı yurtdışı bağlantılarımız yoğun bir şekilde yürüyor. Ünlü yöneticiler ve sporcularla tanışma fırsatını yakalıyorum. Eğitimini gördüğüm bu alanı sporla beraber tadabilmek çok güzel bir şey. Mezun ve aynı zamanda iş sahibi olmuş biri olarak bizim mezun adaylarımıza ne tür tavsiyelerde bulunabilirsin? Kendimce önerebileceğim birkaç şey var, kısa ve öz söylemek gerekirse: Araştır, kendini yenilikleri takip ederek geliştir ve yine araştır. Evet, belki garip gelecek ama bu çok önemli. Gelişen ve değişen hayat şartlarını ve yenilikleri takip etmek, etrafımızdaki fırsatları nasıl kullanmamız gerektiğini bize gösterir. İş hayatına girmeden önce aldığımız eğitimin yanında kendimizi bireysel olarak geliştirmek de çok önemli. Bu asla sonu olan bir şey değil. Kendimizi diğerlerinden farklı göstermek, araştırarak ve yaratıcı stratejiler üreterek elde ediliyor. Şunu unutmamak gerekir, hayat hep mücadele gerektirir ve o kadar çok rakibimiz var ki, farklı olmak için hep kendimizi geliştirmeli ve içinde bulunduğumuz pazarı iyi analiz etmeliyiz. Sen de biliyorsun ki günümüzdeki iş olanakları çok kısıtlı. Buna göre senin bu işteki geleceğini nasıl yorumlarsın? Yaptığı işten zevk alan, üreten bir insan için yaşadığı başarı duygusu bir bağımlılıktır. Bu duyguyu her zaman yaşamak için, bir önceki günden daha iyi olma ihtiyacı içinde olan bir insan, diğer negatif unsurların tasasını daha az hisseder. Bir Octagon Sports Marketing Agency çalışanı olarak, bu sektörün avantajlarının ve dezavantajlarının ne olduğunu bize söyleyebilir misin? Bu beş aylık sürecimi değerlendirecek olursam iletişim sektörü, sponsorluk pazarlama ve alanında avantajları olduğu kadar dezavantajları da olan bir sektör. Şöyle bir bakarsak günümüz teknolojisinin durmadan gelişmesi ve çeşitli kuruluşlarının ürünlerini daha çok satabilmesi, aynı alanda iş yapan diğer firmalarla rekabete girmesi, reklamcılık sektörüne yeni boyutlar kazandırmıştır. Bu buluşlar tüketicinin dikkatini çekerek ürünün daha çabuk satılmasına yol açmıştır. Bu rekabet ortamı pazarında farklılaşmak ve uzun süreli, bilinirliliği yüksek projelere imza atmak zor hale gelmiştir. Özellikle benim iş alanım olan sponsorluk yönetiminde ülkemizi derinden vuran ekonomik kriz işleyişi yavaşlatmıştır. PR-Etkinlik projelerianlamında önceki senelere nazaran markaların proje girişimleri azalma göstermektedir. Ama yeniden iyileşmeye başlayan bu pazar büyük projeleri de yanında getirmeye başlamıştır. Avantajları bakımından da bakıldığında spor pazarı fırsatlarla dolu bir sektör. Sürekli kendini yenileyen dinamik yapısı ve hızla büyüyen bir sektör oluşuyla büyük yatırımları peşinde getirmektedir. Özellikle ajansımızda izlediğimiz 360 derece spor iletişimi stratejisiyle büyük projelere de imza atılıyor. Spor pazarına yapılan yatırımların, hem sosyal sorumluluk bazında hem de spora yapmış olduğu yatırımlarla markalarına olumlu ve başarılı bir imaj yaratmalarına katkı sağlamış oluyoruz. Bu da markaların kendi pazarında farklılaşmaları için önemli bir fırsat ve avantaj yaratmakta. Ekonomi’nin Sultanları tutulmuyor A ROMA Bayanlar Voleybol 3. Ligi’nde mücadele veren İzmir Ekonomi Üniversitesi Bayan Voleybol Takımı, oynadığı sekiz maçı da kazanarak namağlup unvanıyla liderliğini koruyor. Sezona aldığı seri galibiyetlerle harika bir başlangıç yapan takımımız, geçtiğimiz haftalarda grubun güçlü takımlarından biri olan Gazi Gençlikspor’u deplasmanda set vermeden 3-0’ lık skorla dize getirmeyi başardı. Ligin sekizinci haftasında ise Balçova Spor Salonu’nda konuk ettiği ligin iddialı takımlarından İzmir BŞB’yi 25-20, 25-21 ve 25-11’lik setlerle 3-0 mağlup eden Ekonomi’nin Sultanları’na Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya, İEÜ Rektörü Prof. Dr. Atilla Sezgin ve İEÜ Genel Sekreteri Levent Gökçeer de destek verdi. Maçın ardından gazetemize konu- Kampüs 03 Aralık2009 Yıl2 Sayı18 şan Spor Koordinatörümüz Vehbi İşgören geçen sezon kıl payı kaçırdığımız 2. Lig hedefine bu sezon mutlaka ulaşacağımızı söylerken, kaptanımız smaçör Gözde Karluk ise çok önemli bir rakibi daha yendiklerini ve bu sezon sonunda gülen tarafın İEÜ olacağını söylerken kalan zorlu maçlarda taraftarlardan destek istedi. Radyo İzmir Ekonomi Yayında http://comm.ieu.edu.tr/radyo/radyo_index.html Radyomuzu dinlemek için; http://www.ieu.edu.tr ON AIR butona tıklayınız. 100 kişiye sorduk... Domuz gribi aşısı olmayı düşünüyor musunuz? %8 Evet %90 Hayır %2 Kararsız Üniversitemizde vize haftası olmalı mı? %64 Evet %36 Hayır Twitter’dan haberiniz var mı? %48 Evet %52 Hayır Ünivers İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi Sahibi Prof.Dr. Attila Sezgin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof.Dr. Sevda Alankuş Yayın Kurulu Öğr.Gör. Burak Doğu Araş. Gör. Nükhet M. Tayaz Yazı İşleri Seray Özbiçer, Halil Türkden Sarphan Uzunoğlu, Hakan Gözütok, Selin Bayraktar, Erman Gönülşen, Gizem Güngör Aralık Sayısı Bölüm Editörleri Öğr.Gör. Burak Doğu Araş.Gör. Nükhet M. Tayaz Görsel Yönetmen Öğr.Gör. Burak Doğu Tasarım Hakan Gözütok Yer İzmir Ekonomi Üniversitesi Balçova http://univers.ieu.edu.tr Yerel, aylık süreli yayındır. Aralık 2009 Basım Yeri: Yılmaz Matbaacılık ve Form 2826 Sokak No: 52 Kat: 3/301 I. Sanayi Sitesi İzmir (232) 459 97 18 pbx » 04 Kampüs Kısa Kısa İEÜ hayat boyu öğrenme •günlerine evsahipliği yaptı Hayat Boyu Öğrenme Günleri’nde (LLP) dokuz farklı ilden 17 farklı kuruluş projelerini sergiledi. Eş zamanlı seminerlerden oluşan toplantıda, bilgi toplumu haline gelerek istihdam yaratmanın yolları, topluluk içindeki eğitim ve öğretim sistemleri arasında karşılıklı işbirliği sağlayarak gelecek kuşaklara sağlıklı bir çevre bırakmanın önemi tartışıldı. Etkinlik kapsamında kurulan proje stantlarını tek tek ziyaret etti. Her bir proje hakkında bilgi alan Prof. Dr. Sezgin, tüm katılımcılara teşekkür ederek, “Hayat Boyu Öğrenme Günleri’ne ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyduk. Projelerin kalkınmaya katkısı katlanarak devam edecek” diye konuştu. ODİSSİ, İzmir Ekonomi •Üniversitesi’ni büyüledi Geleneksel Hindistan dansı Odissi’nin en önemli temsilcilerinden Rajashree Chintak Behera ve ekibi İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde unutulmayacak bir gösteriye imza attı. Chintak Behera, sunduğu dans gösterisiyle izleyenleri büyüledi. Behera’nın ekibi ise en güzel Hint ezgilerini İzmir Ekonomi Üniversitesi Konferans Salonu’na taşıdı. Sergilediği farklı dansların her birinin mitolojisini izleyenlere anlatan Behera, Odissi’yi ise şöyle tanımladı: “Hindistan tapınaklarında gözlerden uzak tanrıya yakarış olarak yapılan Odissi’yi, Tanrı’nın en büyük yardımcısı Devdası bir adak ya da ritüel için sadece Orissa tapınağı çevresinde gerçekleştirirdi. Odissi, Hindistan’ın 8 klasik dans formundan lirik, duruş ve ifadelerle en ağırbaşlı dansı olarak kabul edilir ”. Gösterinin sonunda İzmir Ekonomi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Cemali Dinçer, sanatçılara teşekkür plaketi sundu. Dansı, Hindistan Fahri Başkonsolosu Turgut Koyuncuoğlu, İzmir Vali Yardımcısı Mustafa Aydın, RTÜK Bölge Müdürü Cengiz Karakaşoğlu, ve Modacı Zuhal Yorgancıoğlu izledi. dolu dizgin •İzmirİEÜÜniversiteler Platformu kapsamında düzenlenen Agora Kupası’nda İzmir Ekonomi Üniversitesi rakip tanımıyor. İzmir Ekonomi Üniversitesi Basketbol Takımı son olarak rakibi Dokuz Eylül Üniversitesi Erkekler Basketbol Takımı karşısında 8458’lik galibiyet elde etti. Yaşar Üniversitesi’yle olan bir önceki karşılaşmadan da 6359’luk üstünlükle ayrılan İzmir Ekonomi Üniversitesi son karşılaşmadan sonra ikide iki yapmış oldu. Öte yandan geçtiğimiz gün yine Agora Kupası kapsamında İzmir Ekonomi Üniversitesi Bayan Voleybol Takımı ve Dokuz Eylül Üniversitesi Bayan Voleybol Takımıy’la karşı karşıya geldi. İzmir Ekonomi Üniversitesi 3 seti de alarak rakip tanımadığını gösterdi. İzmir Ekonomi Üniversitesi Bayan Voleybol takımı geçtiğimiz hafta da Yaşar Üniversitesi’ni 3-0 mağlup etmişti. Geleceğin tasarımcıları •hünerlerini sergiledi İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarımı Bölümü öğrencileri, ünlü moda tasarımcısı Bora Aksu önderliğinde hazırladıkları “Drape Atölye Çalışması”nı Moda Tasarımı Bölümü’nde düzenlenen kokteyl ile sergiledi. Drapaj tekniği kullanılarak, titizlikle hazırlanan 40 sıra dışı kıyafet davetlilerden büyük ilgi ve beğeni gördü. Çalışmalarını Londra’da sürdüren ve 2003 yılından bu yana Londra Moda Haftası’nın resmi listesinde yer alan tasarımcı Bora Aksu, Moda Tasarımı Bölümü eğitmenleri Angela Burns, Özge Dikkaya Göknur ve Berrin Gönen ile sürecin tüm aşamalarını değerlendirdiklerini söyledi. http://univers.ieu.edu.tr Aralık2009 Yıl2 Sayı18 İzmir’de yetişen bir gazeteci: Deniz Sipahi Geçen sayımızdan itibaren tanıtmaya başladığımız İEÜ İletişim Fakültesi Danışma Kurulu üyelerimizden bu ay ki konuğumuz Hürriyet Gazetesi Ege Bölge Temsilcisi Sn. Deniz Sipahi. Erman Gönülşen: Kişisel biyografinizden kısaca bahseder misiniz? Deniz Sipahi: İzmir’de doğdum. İzmir Özel Saint Joseph Fransız Ortaokulu’nu ve İzmir Özel Tevfik Fikret Lisesi’ni bitirdim. Ardından Dokuz Eylül Üniversitesi SinemaTelevizyon-Sahne Sanatları Bölümü’ne gittim. Aynı bölümde de yüksek lisans yaptım. Bitirme tezi olarak Aziz Nesin’in sinemaya ve tiyatroya uyarlanmış eserlerini, yüksek lisans tezi olarak da İzmir’in kent kimliğini inceledim. Gazeteciliğe Yeni Asır’da stajyer olarak başladım, ekonomi muhabirliği yaptım. Haftalık ekonomi gazetesi Gözlem’in ilk kadrosunda yer aldım. Türk medyasının duayen isimleriyle oralarda çalıştım. Yeni Asır ve Gözlem’den sonra gazeteciliğe Ege Bölgesi’nde çıkan Gazete Ege ile devam ettim. Önce yazı işleri müdürlüğü ardından Genel Yayın Yönetmenliği yaptım. 1999 yılında o dönemde Hürriyet Gazetesi’nin Ege Bölge Temsilcisi olan Nedim Demirağ’ın davetiyle Hürriyet’te Yazı İşleri Müdürü ve aynı zamanda Temsilci Yardımcılığı olarak görev yaptım. 2004 yılında tekrar Doğan Grubu’na döndüm. Doğan Gazetecilik’in Ege Bölge Temsilcisi Bülent Zarif ’in davetiyle Milliyet, Posta, Radikal, Fanatik sonra da Vatan Gazeteleri’nin Ege Bölge Temsilci Yardımcılığı görevlerini üstlendim. Gazete Ege’de başladığım günlük yazılarıma da Milliyet Gazetesi’nde devam ettim. Dönem dönem Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege Üniversitesi’nde Halkla İlişkiler ve Gazetecilik Bölümleri’nde “Medyayla İlişkiler” ve “Haber Değerlendirme” dersleri verdim. Halen de İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde Danışma Kurulu Üyeliğim devam ediyor. Ve en sonunda da…1999’da görev yaptığım Hürriyet’e yeniden geri dönüş oldu. Hakan Tartan’ın Konak Belediye Başkanı olmasından sonra boşalan Ege Bölge Temsilciliği’ne getirildim. Sinema - televizyon - sahne sanatlarını bitirmişken neden gazete? Çocuk yaşta sorulur, “Ne olacaksın?” diye. Ben kendimi bildiğim günlerden bu yana hep gazeteci olmak istedim. İlkokulda da, üniversiteye girişte de… Ama benim hedefim hukuk okuyup gazetecilik yapmaktı. gazetecidir. Yine Hürriyet’in İnternet Yayın Yönetmeni Fatih Çekirge de İzmir’den İstanbul’a giden bir gazetecidir. Bu kentin yetiştirdiği insan saymakla bitmez. İzmir medyası büyük sıkıntılarına rağmen hala güçlüdür. Türkiye’nin hiçbir bölgesinde olmayan rekabet İzmir’de vardır. Deniz Sipahi Yanlış bir tercih listesi yaptığım için aradan sinema, televizyon ve sahne sanatları çıktı. Bundan da çok mutsuz değilim. Aldığım eğitim gazetecilikte bana çok yardımcı oldu. Medya artık çok yönlü bir uğraş haline geldi. Ama işin özü haber… Habercilik… Haberi biliyorsanız; medyanın farklı alanlarında da görev yapabilirsiniz. İyi bir gazeteci televizyonda da çalışabilir, internet medyacılığında da, radyolarda da. Önemli olan haberdir, haberden kopmamaktır. Bugünün televizyoncuları genellikle yazılı medyada yetişen insanlardır. İnsanlar sevdiği ve bildiği işleri yapmalı. Ve yaptığı işe aşık olmalılar, tutkuyla bağlanmalılar. Çünkü gazetecilik artık 24 saat istiyor. Gazetecilik bir yaşam biçimidir ve bana en fazla uyan meslektir. Ege Basınında önemli kuruluşlarda önemli mevkilerde görev aldınız. İzmir yerel basının şu anki durumunu nasıl görüyorsunuz? Ben İzmir’i iyi bir laboratuara benzetiyorum. İzmir’de başarılı olan Türkiye’de başarılı olur, dünyada başarılı olur. Bu söylediklerim Türk medyası için de geçerlidir. İzmir’den yetişmiş bir çok dostumuz bugün iyi yerlerde çalışıyorlar. Hürriyet’ten yine örnek vereyim. Türkiye’nin en fazla okunan yazarlarından biri Yılmaz Özdil Yeni Asır’da yetişmiş bir DTP - İzmir kapışması hakkında ki görüşleriniz ve “Faşist İzmir” söylemi hakkındaki düşünceleriniz neler? İzmir’in faşist olmadığını, olamayacağını herkes biliyor. Aynı zamanda İzmir ne solcu, ne sağcı bir kenttir. İzmir’i anlatmak için ancak şu kelimeleri kullanabilirim. Demokrat, çağdaş, ilerici bir kent. Hayata hoşgörüyle bakan bir kentin uçlarda olması da düşünülemez. Türkiye hassas bir dönemden geçiyor. Sakin, aklı selim davranan İzmir’in duyarlılıklarını da anlamak gerekir diye düşünüyorum. Herkes Güneydoğu’yu, Doğu Anadolu’yu konuşuyor. Peki ya İzmir’in, İzmirlilerin, Egelilerin beklentileri… Biraz da madalyonun öteki yüzünden bakmak gerekiyor. Ama gerçek olan şu ki… İzmir bu tanımlamaların hiçbirini hak etmiyor. İzmir’in spor tarihini yakından bilen biri olarak son dönemlerde İzmir futbolunun girdiği darboğazı nasıl yorumlarsınız? Türkiye’de ilk futbolun ve ligin olduğu kent İzmir’dir. Sporda ilkleri yapan bir kentin Süper Lig’de bir takımının olmaması büyük bir eksikliktir. Ben sporu sadece spor olarak görmüyorum. Toplumları barıştıran, kaynaştıran en önemli araçlardan biri spordur. Spor ekonomisi de giderek büyüyor. İzmir’in bu gelişmelerden daha fazla yararlanamaması üzücüdür. İzmir futbolunun gelişebilmesi için daha iyi statlara ihtiyacımız bulunuyor. Bugün spor tesisleri sadece maça gidilen, gelinen yerler olmaktan çoktan uzaklaştı. Artık aileler hafta sonlarını bu modern tesislerde geçiriyorlar. İzmir’de Alsancak Stadı da, Atatürk de bu beklentileri karşılayamıyorlar. Federasyon Başkanı’nın bir İzmirli ve içimizden biri olan Mahmut Özgener’in olması büyük bir şanstır. Bunu iyi değerlendirmek gerekir. Statlar düzeldikçe, kentten katkı arttıkça takımlarımız da zirveyi zorlayacaktır. Bundan çok eminim. Eski konsey başkanı ile konsey üzerine Öğrenci Konseyi Seçimleri ile ilgili eski başkan Murat Dede ile sohbet ettik. Geçtiğimiz bir sene içerisinde konsey olarak çalışmalarından bahsetti ve yeni göreve geleceklere tavsiyelerde bulundu. Halil Türkden: Son bir yılda Murat Dede ve ekibi neler yaptı. Kısaca özetleyebilir miyiz? Murat Dede: Göreve geldiğimiz günden bu yana çok sıkı bir çalışma içerisindeydik. Son derece organize ve sistematik bir şekilde çalıştık. Kulüplerin sorunlarıyla ilgilenen bir ekibimiz vardı, sosyal faaliyetler ile ilgilenen ayrı bir ekibimiz vardı, afişleri bastıran ekip, asan ekip, tasarımını yapan ayrı bir ekip vardı. Üniversitenin yetişemediği alanlarda öğrencilerin dertlerini halletmek için çabaladık. Örneğin, bursu yatmayan öğrenciler bile yanımıza geldi. Gerekli görüşmeyi yaptık ve bursu yattı. Daha bunun gibi birçok sorunlarla bizzat ilgilendik. Bir diğer konu ise bahar şenlikleri. Geçtiğimiz yıl krizden dolayı okulumuz bahar şenliği düzenleyemeyecekti. Çok eleştirilen ve hatta konuşma için çıktığımda yuhalandığım şenlikler için, bizzat Ekrem Demirtaş ile görüşüp maddi destek istedik. Başka üniversitelerde öğrenci konseylerinin işi değil şenlik düzenlemek. Her gün tıklım tıklım dolan bahçemizde, büyük bir çabayla ve özveriyle ekip olarak üstesinden geldik bu organizasyonun da. Yurtta mutfak istemek gibi, kütüphanenin alt katının kullanılabilir olmasını istemek gibi, öğrenciler ucuz çıktı alabilsin ve sıra beklemesin diye kioslar koymak gibi çalışmalarımız oldu. İnsanların çabaladıklarında gerçekten bir şeyler yapabildiklerini görünce, biz de anladık ki eğer çabalarsak insanlar bize güvenir ve daha fazla iş yaparız ve böylece daha büyük bir kitle arkamızda olur. Seçimlerde aday olmaya niyetli arkadaşlara önerileriniz nelerdir? Öncelikle kendileri için değil, arkadaşları için bir şeyler yapmaya gelsinler. Hatırlarsanız, geçen yıl 760 öğrencinin katıldığı bir futbol turnuvası yaptık. O 760 öğrenciyle turnuva yaparken okul bizim yanımızda değildi. Tabii ki her alana yetişemiyor onlar da haklı olarak, dolayısıyla okul her zaman konseyin yanında olamıyor, tüm bunlara hazırlıklı olmalı gelecek öğrenciler. Her şartta çözüm üretebilmeli ve beyin fırtınalarına hazır olmalılar. Aynı şekilde “SOKAK” organizasyonunu yaparken okul yanımızda değildi. Birçok okul yetkilisi bize yapamayacağımızı söyledi. Murat Dede Biz sponsorları kendimiz bulduk, mekânların hepsiyle anlaştık ve “bu sokağı dolduracağız” dedik.10 Ağustos’tan beri sırf bu organizasyon için o sokaktaydık. Sadece Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan yanımızda oldu. Okulumuzun şu zamana kadarki en büyük organizasyonlarından biriydi ve çok iyi bir reklam oldu okul için. Öğrenci Konseyi’nin önceki yıllara göre çok daha aktif olduğunu bu yıl gördük, umarım bu yükselişi bizden sonra geleceklerde de görürüz. Tüm katılımcı arkadaşlara ve yeni konsey ekibine bol şans ve başarılar diliyorum. http://univers.ieu.edu.tr Aralık2009 Yıl2 Sayı18 25 Kasım: Hak günü ve yine biber gazı Türkiye’nin dört bir yanında yaklaşık 2 milyon kamu emekçisi, toplu sözleşme ve grev hakkı ile AKP hükümetinin ekonomi politikalarını protesto etti. Öğretmenler, sağlık çalışanları, vergi dairelerindeki memurlar ve demiryolları çalışanları başta olmak üzere çok sayıda memur 25 Kasım’da bir gün iş bırakarak alanlara çıktı. Kamu-Sen ve KESK tarafından düzenlenen iki ayrı mitingle iş bırakma eylemine destek verildi. İstanbul’da konuşan KESK Başkanı, “toplu görüşme” değil, eşit koşullarda toplu iş sözleşmesi masası kurulmasını istediklerini, hükümetin bundan kaçtığını söyledi. Grevin ardından açıklama yapan Evren, eyleme toplumun, demokratik kamuoyunun da onay verdiğini, hükümetin toplu sözleşme ve grev haklarını tanımaması halinde işçi-memur ortaklaşa bir genel grev örgütleyebileceklerini belirtti. Kamu-Sen Başkanı Bircan Akyıldız ise hükümeti sert bir dille eleştirerek “Masayı yok sayan, bizleri görmeyen, duymayan Başbakan, bugün mü toplu görüşme masasının önemini kavramıştır? Bunca zamandır siyasi iradeden ciddiyet bekleyen memurlarımız için artık sözün bittiği yere gelinmiştir. Hakkımızı istiyoruz.” diye konuştu. Yoğun ka- Demokratik Açılım Paketi tartışmaları TBMM’ye taşındı. CHP’li milletvekilleri açılım görüşmelerinin 10 Kasım’da yapılmasını protesto eden Atatürk posterleri ve pankartlar açtığı görüşmelerde farklı görüşlerden milletvekilleri arasında sık sık tartışmalar çıktı. İstanbul 1. Bölge Bağımsız Milletvekili Ufuk Uras’ın konuşması AKP ve DTP sıralarından alkış alırken CHP’li ve MHP’li vekiller Uras’ın konuşmasını sık sık bölmeye çalıştı. Ayrıca, konuşmacıların tamamı ekonomik sorunların bölgedeki demokrasiye etkisine değinirken Uras sorunu yalnızca ekonomik olarak değerlendirmenin hata olacağını belirtti. DTP grubu adına söz alan Ahmet Türk ise bir Kürt olarak Türkiye’de yaşamak üzerine yaptığı konuşmada açılıma muhalif milletvekillerine hitaben “Eğer eşit yurtaş olduğumuzu, hiçbir sorunumuz olmadığını düşünüyorsanız lütfen biraz empati yapın. Bu haksızlığa karşı çıkmazsanız insanlık onurunuzu koruyabilir misiniz?” diyerek AKP’nin açılım sürecini, DTP’nin ve Kürt halkının bakış açısından uzakta yürüttüğü eleştirisini yaptı. PKK’nın Kuruluş Yıldönümünde Yine Olay Var PKK’nın 31. kuruluş yıldönümü nedeniyle başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye’nin farklı yerlerinde eylemler düzenlendi. Göstericiler ile polis arasında yaşanan çatışmada polis yine biber gazı ve tazyikli su kullandı. Hakkari Yüksekova’da polisin müdahelesine eylemciler taş atarak cevap verdi. Diyarbakır’da yapılan eylemlerde AKP ve Şura-Der binalarına molotofkokteyli atılmasını İslamcı dernekler protesto etti. Yaklaşık 100 kişinin katıldığı gösteride Hizbullah örgütünün bayrakları açıldı. Sözde Değil Özde Eşit Yurttaşlık İçin 200 Bin Kişi Kadıköy’deydi Alevi Bektaşi Federasyonu, Hacı Bektaşi Veli Derneği ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin çağrısıyla dün 8 Kasım 2009’da İstanbul Kadıköy’de bir araya gelen 200 bini aşkın kişi Aleviler için eşit yurttaşlık istedi. Çeşitli parti ve sivil toplum kuruluşlarının da desteklediği mitingdeki öncelikli talepler zorunlu din dersinin kaldırılması, Alevi köylerine cami yapılmasının durdurulması, cemevlerinin ibadethane sayılması Karpuz Kabuğundan Gemi Yapmayı Başaran Adam... Yakın dostları tarafından ‘dahi sinemacı’ olarak adlandırılan yönetmen Ahmet Uluçay (55) 30 Kasım’da hayatını kaybetti. Uluçay, “Karpuz Kabuğundan tılımın olduğu Ankara’da polis eylemcilerin üzerine biber gazı sıktı. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü nedeniyle Türkiye’nin çeşitli illerinde eylemler yapıldı. Ankara Kadın Platformu ve bazı sivil toplum örgütlerinin kadın üyeleri, yürüyüş istekleri karşısında polisin barikatını bulunca otur- Siyaset TBMM’de Demokratik Açılım Müsameresi Gündem 05 ma eylemi yaptı. Bu sırada DTP Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ile KESK’e bağlı sendika üyesi kadınlar da eyleme destek verdi. Polis ve grup arasında yaşanan arbede sırasında polis, biber gazı ve cop kullandı. Üç saat süren eylemin ardından, kadına yönelik şiddetin sona erdirilmesi taleplerini içeren Türkçe ve Kürtçe basın açıklamalarının yapılmasıyla grup dağıldı. Sayfa: Selin Bayraktar, Sarphan Uzunoğlu ve Sivas’taki Madımak Oteli’nin müze yapılmasıydı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in “Dersim İsyanı’nda Analar Ağlamadı mı?” sözü 71 yıllık tarihi yarayı kanattı. CHP’nin sadık seçmen kitlesi olarak bilinen Aleviler isyan etti. Tunceli’de (Dersim) ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde protestocular ellerinde Onur Öymen’i Hitler şeklinde gösteren pankartlarla sokağa çıktı. Bir Tuncelili olarak Dersim Olayları’nı en iyi bilenlerden biri olduğunu söyleyen CHP Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Onur Öymen’in sözleriyle ilgili olarak “Öymen gereğini yapmalıdır” açıklamasında bulundu. CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın önüne Aleviler tarafından siyah çelenk bırakılırken CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin yuhalandı. CHP il teşkilatı üyeleri ve Aleviler arasında tartışma çıktı. lunu, İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu’nun verdiği rapor açtı. Daha önce “Cezaevinde kalmasında sakınca yok” raporu veren kurul, tepkiler üzerine son olarak verdiği raporda “Hastanın kanser tedavisine cevap vermediği, bu nedenle Anayasa’nın 104/b maddesi kapsamında kaldığı mütalaa olunur” dedi. Zere’nin babası Haydar Zere, “Kızımın hastalığından dolayı üzüntülüyüm. Habere sevinçliyim. Ama çok beklettiler. Erken bırakılsaydı kızımın kurtulma şansı olabilirdi. Hasta birçok mahkum var, keşke onları da en azından düzelene kadar bıraksalar. Bunu isterim” diye konuştu. Ahmet Uluçay Gemiler Yapmak” isimli uzun metrajlı filmiyle pek çok uluslararası festivalden ödül kazanan ve beğeni toplamıştı. Sinemayla ilkokul sıralarındayken köye gelen bir seyyar sinemacı sayesinde tanıştı ve daha 12 yaşındayken arkadaşı ile sinema makinesi yapmak için yola koyuldu. Uluçay, tam üç yıl uğraştı ve filminde de anlattığı gibi bir ahırda köylü halkına film göstermeye başladı. Sinemaya yaşamını adayan Uluçay, yıllarca geçim derdiyle uğraştı, kamyon şoförlüğü, inşaat işçiliği ve tavukçuluk gibi pek çok işte çalıştı. İki çocuk babası olan Uluçay, “Bozkırda Deniz Kabuğu” filminin çekimlerine 2007 yılında başlamış, ancak sağlık sorunları nedeniyle film yarım kalmıştı. İzmir’de DTP konvoyuna saldırı Erol Zavar Ölümü Değil Özgürlüğü Bekliyor İnsan Hakları Kötü Siyasetin Bedeli: 17 Gazeteci Katledildi Filipinler’de mayıstaki başkanlık seçimi öncesi bir kampanya konvoyundaki siyasilerle gazetecileri hedef alan saldırıda 57 kişi katledildi. 24 kadın ve en az 17 gazetecinin öldürüldüğü saldırı, rakip aşiretin güneydeki Maguindanao eyaleti valiliğine aday koymasını engellemek için yapıldı. Olayların sorumlusu belediye başkanı Andal Ampatuan tutuklanırken, vahşi siyasetçinin tecavüz, uzuv kesme ve ceseteleri toplu mezarlara atma gibi insanın kanını donduran eylemleri de tanıklar tarafından kanıtlandı. Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF), olayı sert bir şekilde kınadıktan sonra, “Tarihte gazetecilik mesleği, bir günde hiç bu kadar ağır bir bedel ödememişti” açıklaması yaptı. Güler Zere Artık Özgür ‘Güler Zere ölmesin’ kampanyası sonunda sonuç verdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yaklaşık bir yıldır kanser tedavisi gören Güler Zere’yi ‘sürekli hastalık’ gerekçesiyle affetti. Çankaya Köşkü’nden yapılan açıklamada, Zere’nin yanı sıra Nurettin Ateş, Şirin Aydın ve Fehmi Akar isimli hasta hükümlüler için Anayasa’nın 104. maddesindeki yetkisini kullandığı duyuruldu. Yakalandığı ağız ve çene kanseri hastalığının son evresine ulaştığı belirtilen Zere’ye af yo- “Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” suçundan ötürü 2001 yılından beri hapiste olan ErolZavar ölümle mücadele ediyor. Avukatı, Erol Zavar’ın 19. kez mesane kanseri nedeniyle ameliyat masasına yatacağını belirterek, ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanun gereği serbest bırakılmasını talep etti. Zavar’ın hastalığı yakınlarının ve demokratik kitle örgütlerinin uzun uğraşları sonucu ilk kez cezaevine girdikten üç yıl sonra tespit edilmişti. Güler Zere’nin serbest bırakılmasının ardından Erol Zavar ve yakınlarının umutları artarken, avukatı geçen zamanın Erol Zavar’ın aleyhine işlediğini belirtti. İsviçre’nin Minare Seçimi İsviçre’de minare tartışması ülkeyi referanduma taşındı. İktidar ortağı sağcı İsviçre Halk Partisi (SVP), minarelerin siyasal İslam’ın iktidar talebini temsil ettiği iddiasıyla 100 bin imza toplayarak öneri getirdi. 2.5 milyona yakın seçmenin oy kullandığı halk oylamasında 26 kantonda kullanılan toplam 1 milyon 534 bin 54 minarelere karşı oy kullanırken 4 kantonda 1 milyon 135 bin 108 seçmen minarelerin zararı olmadığı tercihini yaptı. İzmir’in Hatay semtinde DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ü karşılamak üzere oluşturulan araç konvoyundaki partililerle bir grup arasında kavga çıktı. Üçyol semtinde meydana gelen olayların konvoya taş atılmasıyla başladığı belirtildi. Çıkan kavgada ikisi polis beş kişi yaralanırken DTP’yi protesto eden grup “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” şeklinde slogan atıp, İstiklal Marşı’nı okudu. Polis olaylara hakim olabilmek için havaya ateş açarken konvoydaki araçların ve polis otomobillerinin camları kırıldı. Olaylar meydana geldiği sırada MHP İzmir İl Başkanlığı ve DTP İzmir İl Başkanlığı önünde toplanan gruplar ise parti teşkilatlarının talimatıyla olay çıkmadan dağıldılar. Saldırıdan sonra Taraf Gazetesi “İzmir’de Taş Devri” başlığını atarken, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ise “Bu İzmir üzerinde oynanan bir oyundur. İzmir´e komplodur. Maşalık yapmak için İzmir´e faşist diyenler, kafasını bir yere bırakanlar, kiraya veren insanlardır. İzmir´e faşist diyenlerin makamları, şöhret ve ünleri ne olursa olsun kınıyorum” dedi. 06 English http://univers.ieu.edu.tr Aralık2009 Yıl2 Sayı18 This time, media, culture, and power are discussed T he panel organized last year for the first time under Media-PoliticsPower title by Faculty of Communication is organized for the second time this year on November 17 under MediaCulture-Power title. This year, the guests of the panel were IUE Faculty of Communication lecturers Assoc. Prof. Nuran Erol Işık, Asst. Prof. Zafer Yörük and İbrahim Cansızoğlu, Prof. Dr. Volker Hinnekamp from Fuld University Germany, Assoc. Prof. Christian Christensen from Karlstad University. In the first part of the panel made up of two sessions, Işık and Yörük talked about cultural memory, history and post-kemalism over the movies ‘Mustafa’, ‘Devrim Arabaları’ and ‘Osmanlı İmparatorluğu’. In the second part, Hinnenkamp focused on the effects of Turkish people living in Germany on the language. Christensen talked about the reflections of the new technology that is called ‘Twitter Revolution’ on the political life. Lastly, Cansızoğlu, The designers of the future showed their skills İ zmir University of Economics Department of Fashion Design students exhibited the “Drape Workshop Study” prepared under the leadership of Bora Aksu with a cocktail organized in Department of Fashion Design. The 40 extraordinary clothes prepared meticulously by using drape technique won the recognition of the guests. Bora Aksu, who works in London and who takes place in the official list of London Fashion Week since 2003 pointed out that they evaluated all the phases of the process with Department of Fashion Design instructors Angela Burns, Özge Dikkaya Göknur and Berrin Gönen. Social responsibility success of Izmır University of Economics IEU Department of Public Relations and Advertising students Ceren Güven, Pınar Ekler, Başak Özkan and Selen Erdurak participated in the competition with a project on “Conversion of Waste Vegetable Oil to Biodiesel” and took their awards in the ceremony that took place in İstanbul Hilton Hotel. GREEN PROJECT Ceren Güven stated that 796 students from 23 universities attended the competition and said, “Before starting, we examined all the projects that had attended the competition before. We all know that the global contamination today is the biggest threat of the near future. So we chose the subject of our project that would contribute to this issue and that was never made before.” Başak Özkan said, “We are very proud to have stood out among our rivals and won an award on Public Relations. I believe that we represented our school in the best way in İstanbul.” IUE Dean of Faculty of Communication Prof. Dr. Sevda Alankuş, Instructor Selin Türkel, Visiting Faculty Member of Department of Public Relations and Adverti- sing Assoc. Prof. Nilay Başok Yurdakul and Research Assistant Gül Coşkun attended the ceremony to support the students. who analyzed the Youtube generation and new media, exemplified his speech with the movie entitled “Afterschool”. Dean of Faculty of Communication Sevda Alankuş made the closing speech and said these panels would continue and they would discuss many subjects that concerned the society. Sultans of Economics are unstoppable İ zmir University of Economics maintained its leadership in Ladies Aroma 3rd Volleyball League Group A. by winning all eight games they played. Our team that started the season with a streak of wins has defeated one of the strongest teams in the group, Gazi Gençlikspor with a 3-0 score. Balçova Mayor Mehmet Ali Çalkaya, İzmir University of Economics Rector Prof. Dr. Attila Sezgin and İzmir University of Economics Secretary General Levent Gökçeer gave support to the Sultans of Economics that had a game with İzmir Metropolitan Municipality Ladies Volleyball Team in the eighth week of the league and defeated them by a 3-0 score (25-20, 25-21, 25-11). İzmir University of Economics Sports Coordinator Vehbi İşgören stated that this season they wanted to join the second league, which was lost by a hair’s breadth last year, and the captain Gözde Karluk said that they had defeated another important rival and wanted support for the remaining tough games. http://univers.ieu.edu.tr Travel 07 Aralık2009 Yıl2 Sayı18 From Paul’s perspective: Yenifoça S tanding by the road, waiting and carefully watching for a Foça bus, I was receiving some final Turkish lessons and pointers from a Turkish friend of mine. It was rather foolish of me to begin a trip out of Izmir with such poor planning, but I was frustrated. Here I was, an incoming university student, fresh from America, living in Turkey, and I hadn’t even seen any of “the sites.” After living here for a month, most people assumed that I had already seen the famous, tourist-attracting venues. When I discovered that I was going to have an extra long weekend, I made up my mind to explore. The day before I wanted to leave, I talked to some people, and decided on a destination: Foça. Before I continue, let me say a little more about myself. I have lived in 5 different American States, and visited many more. Outside of America, I have been to Canada, Mexico, Belize and Guatemala. I love to travel. When I found out I had the opportunity to study abroad this year, I immediately started to use the internet to research possible destinations, reading for hours at a time. Here in Izmir, there is an American family that I had never met, but many of my friends knew, and I ended up connecting with them. The more they told me about their experiences in the 5 years that they have lived here, the more I wanted to come. I could tell from their stories that if I didn’t come to Turkey when I had the chance, I would be seriously missing out. I made up my mind: I would go to University in Izmir. So there I was, standing by the road. I had a sleeping bag, a camera, and a change of clothes. My friend told me to ride the bus all the way until the end, “and wait until the driver tells you to get off. That’s how you know you are there.” He was also attempting to teach me a few helpful phrases, such as “Fiyat ne kadar?” As we watched the oncoming traffic, a bus caught my attention, but I dismissed it as the one I would need to ride because although it did say FOÇA on the front, it was preceded by another word, YENI. As it passed by us, though, my friend whistled and waved at the driver, and it slowed down, so we ran to catch it. My friend, out of breath, wheezed out, “This will work! Have fun!” And I boarded the bus. My disappointment at being rerouted to a new destination dissolved as soon as I arrived. Yenifoça is such a beautiful place! The bay is so blue, and the assortment of boats lined up along the dock is so rustic, giving the scene a welcoming, neighborly atmosphere. As I explored on foot, through the inner streets and out on the waterfront, I couldn’t help but fall in love with the place. I am not the standard tourist. I prefer to stay off the beaten track, and if I go somewhere which does have a distinct appeal to tourists, I like to go in the off-season. In October, Yenifoça is wonderful. No crowds, just peaceful silence along the sea, with only a few fisherman plying their trade to remind you that you aren’t on your own private bay. My favorite part of my day in Yenifoça was as evening was coming on. I had enjoyed a delicious meal of pide ve çorba for lunch, and I wasn’t very hungry, so I stopped by a fruit market and bought some “mandalina and üzüm”. Sitting on bench, facing the bay, as the sun was sinking down to eventually touch the mountains at my back, life was, for a moment, perfect. 08 Medya Seray Özbiçer İç Mimarlık ve Çevre T. 70 GÜNDE DEVRİALEM Dünyanın merkezinde bir yer...”Ben”. Kendi odağından resmini çekiyor 70 gün boyunca... Bakmak nedir, bilmeden; etrafını sıradanlaştırarak kendi yüceliğini sınıyor. İçindeki karanlığın dışına çıkabilse bir; görecekleri karşısında nutku tutulacak halbuki, bilmiyor. Sabun gibi, sudan bahaneleriyle köpük köpük aslında teni. Birbirinden ilginç sokaklarda biraz dolaşsa da kir tutsa kılıfı, mucizelere sürüklense yemyeşil bir nehrin durgun sularında. Şüphe demir atsa yüreğine ve sonra boğazına kadar battığı murdar yalnızlığını inceden inceye soysa , çıkarsa… Dünyanın merkezine gitmek... Gidip de keşfetmek ya da keşif nedir bilememek. İyiden bir soğuk yemek gibi titretir insanı, içimize işleyecek soğuktan da değil; korkularımız titretir içimizi! Korkar insan, korkar Ben’ini bulamayınca. Uzak bir yer sanır ve yüksüz çıkar yoluna. Karşılaşır soytarılar ve onların açmazlarıyla. Uçurumun dibindeki merdiven küçülür gittikçe sen. Halbuki herhangi birisi olsan ve atlasan bisikletine. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir zamana pedal çevirsen. Birisi olsan ve hissetsen vücudunun tutuşan etlerini sonra sıyrılsan soyutlanarak çevirdikçe pedalını. Uzaklaşsan kendine; yaklaşa yaklaşa Berlin’e. İstanbul olsa bir diğer adresin ama hiç gitmediğin; gidip de kaybolmadığın sokakları ve insanlara sahip İstanbul olsa bu sefer keşfedeceğin. Filipinlerin başkenti Manila’nın bir buçuk milyonu aşkın insanına sorsan cevapsız sorularını. Bataklıkta yetişen “Mangrov”un çiçek açması gibi açsan yaprak yaprak Manila’da derdini tasanı. Tam inanmaya başlamışken masallara, işitsen “Mendoza”nın Buenos Aires’i kurduğu gün sevinçten attığı çığlıkları. Sidney’e doğru çevirdiğin zaman pedallarını fark etsen dünyanın en eski yerleşim birimlerinden birinde yumacaksın gözlerini diğer bir gün için. Gözlerin kapalıyken kendi Batı’na; Darling Limanı’nda, limanın geçmişi gibi sen de 221. yaşını kutlamayı dilesen ve Avustralya’ nın enfes şaraplarından yudumlayabilsen. Tatlı bir sarhoşluk sarsa seni, saatler sabaha karşı beşi gösterdiğinde, 1906 yılında. San Andreas fay hattı anlatsa sana kalbinin kaç şiddetinde attığını o gece. Şahit olsan çirkin gökdelenlerin saniyede yok oluşlarına. Diğer adresin New York olsa. “Hiç Uyumayan Şehir” bugüne kadar içinde uyuyan caddeleri, sokakları ve içinde yaşayan suskun insanları uyandırsa. 24 saat çalışan bir metronun vagonlarında tanışsan onlarla; tanısan içindeki bin bir parçayı. Missisipi Nehri’nde yıkansa pedal çevirmekten kirlenmiş ayakların ve şehrin dışında, banliyölerde yaşayan beyazlara inat, konuşabilsen şehrin merkezindeki zencilerle. Trafikten ve ulaşımın pahalılığından sızlanan insanlar tanısan Detroit’de. Bisiklet ile gezmek deli işi olmaktan çıksa tıkanmış bir trafikte. Çelikten şehirlerin günlükleri kalemler yerine ampuller ile yazılır deseler sana ve inansan Pittsburgh’un havasını kokladığında. İçindeki nehirler gibi kesişen bir şehre aşık olsan, güneyinden tepelerine tırmansan ve yol alsa tekerleklerin Teksas’ a, oradan da Kızılderililerin dilinde “geniş ve güzel bir nehir” anlamına gelen Ohio’ da...Amerika’nın sıradan yaşamlarına konuk olsan, ırkçılığı kemiklerinde hissetsen. Balıklar sarhoş olsa Ohio’da! Birisi olmak için illaki “Ben” olman gerekmiyorken, birkaç adım da ulaşabilirsin birbirinden farklı öykülerin anlatıldığı satırlara ve şehirlere. 70 gün süren bir yolculuğun tadı damağınızda; anlatılan hikayeler, yaşanan hayal kırıklıkları, çocukluk rüyaları ve rastgele insanlarla yapılan röportajların anlatıldığı ve kendi odağından başka başka insanları resimlemek isteyen herkes kendi “ben”inden uzaklaşarak David Byrne’ nın gözünden “Talking Heads”... ile Dünyanın merkezinde herhangi bir yerine gidebilirken hapsolmak içimize, niye? http://univers.ieu.edu.tr Aralık2009 Yıl2 Sayı18 Biraz Fransız, biraz Jean Reno! Muhteşem bir yüz. Biraz Fransız, biraz Jean Reno. Çok karakteristik, güçlü, şeytani bir ifade. Serin ve sakin. Hiçbir fazlalığı olmayan bir oyunculuk. Birkaç satırla Hakan Boyav… şamatacı ve gürültülü birisi. Kendimde en çok sevdiğim tarafım da bunlar zaten, hayatı hızlı yaşamayı seviyorum. Hakan Boyav Halil Türkden: Sinemalarda son olarak International ve Vali filmleriyle karşımıza çıktınız, şu sıralar sanırım Adana da Hanımın Çiftliği için çekimlerdesiniz. Çok kaliteli bir ekip ile çalışıyorsunuz kanımca. Nasıl gidiyor çalışmalar? Hakan Boyav: Hanımın Çiftliği önemli bir dizi. Kaliteli bir dönem dizisi. Ama dönem dizisi çekmek kolay olmuyor. Bu yüzden çok çalışmak zorundayız. Pek çok dizinin bölümü dört günde biterken biz yedi gün 15 saat çalışıyoruz. Özellikle Vali ve Hırsız Polis de olmak üzere, dizilerde ve filmlerde sizi genellikle ağır ve karanlık rollerde görmeye çok alıştık. Özellikle “Vali” filminde, elinde plastik su şişesiyle ve kamyonetiyle bir seri katili oynadınız. Sakin, serinkanlı, halden anlar ve aklı başında bir karaktere bürünüyorsunuz. Acaba Hakan Boyav gerçek hayatta da böyle biri mi? Hayır. Gerçek hayatta Hakan Boyav, komik, İzmir toprağından bir Ankara çocuğu diyebilir miyiz Hakan Boyav için? Evet, beni iki şehir tanımlayabilir: İzmir ve Ankara. Ankara benim olgunlaşmamı ve hayatı gerçek anlamıyla tanımamı sağlayan şehirdir. İzmir için projem basit; İzmir doğumluyum. Lise ve üniversiteyi orada okudum. Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır. Elbette ki, bir İzmirli olarak, bir şekilde İzmir’de yaşayacağım . 20 yılı aşkın süredir tiyatronun içerisindesiniz. İnsanlar sizi dizi ve filmlerdeki oyunculuklarınızdan tanıyor fakat bir de yönetmen Hakan Boyav var. Son derece başarılı bir çalışma “Rezervuar Kanişleri”. İzmirli tiyatroseverler yoğun ilgi gösterdiler oyununuza. Karikatürist yanınız bence bu çalışmada çok işe yaramıştır, ne düşünüyorsunuz? Yönetmenlik, seyirciler için yeni ama benim için yeni bir şey değil. İlk rejimi 1989/90 yılında Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda yapmıştım. Devlet tiyatrolarında 4 tane reji yaptım. Son yıllarda ise her yıl mutlaka iki değişik kentte reji yapıyorum. Tiyatroda artık rejisör olarak kariyerime devam ettiğim söylenebilir. Bu seçim, oyuncular benimle çalışmayı sevmeye devam ettikçe sürecektir sanırım. Doğrudur ... Rejilerimde, karikatüristliğimin yoğun etkisi olmuştur. Normaldir, sık sık komik ve şamatacı Hakan’a başvuruyorum. Aynı zamanda koyu bir Ankaragücü taraftarı olan Hakan Boyav acaba nasıl oluyor da bu kadar halkın içinde kalabiliyor? Halkın içinde büyüyen bir ağaç gibisiniz. Hakan Boyav, Ankara tribünlerinde sık görülebilen, barlarda gençler tarafından sıkça rastlanan samimi ve içten bir kişilik. Hatta Darius Vassell’i karşılamak için taraftarlarla beraber havalimanındaydınız. Nasıl oluyor da diğerleri gibi kaprisli ve havalı bir arazide değil de, halkın içinde yetişebiliyor bu ağaç? Fildişi kulesine kapanan ve insan içine çıkmayan artistlerden değilim, olamam da. Zaten, tiyatro sanatçılarının büyük bir çoğunluğu da benim gibidir. Biz oyuncuyuz. Oynayacağımız karakterleri inandırıcı, ilginç ve doğru oynayabilmek için en büyük silahımız gözlemdir. Gözlemleyebildiklerimizi heybemize atarız ve günü geldiğinde, rolü geldiğinde, heybemizden çıkartırız. Toplumdan, insanlardan kopuk, fildişi kulenize kapanarak gözlem yapamazsınız. Sadece yanlış oynanan roller yapabilirsiniz. Bir diğer taraftan, ben 10 yaşımda babamı kaybettim, yalnız büyüdüm sokaklarda. Dolayısıyla, sokaklar benim evimdir. Bırakın fildişi kulesinde yaşayan şöhreti, apartman çocuğu bile değilim. Ben, sıradan yaşamaya gayret eden bir tribün çocuğuyum. Siyah camlı transporter veya jipim yok, olmayacak da. Zaten param pulum da yok, bisikletim var o yeter.(gülüyor) Sporla çok iç içe olan biri olarak Ankaragücü’ne değinmeden edemeyeceğim. Bu yıl çok geniş ve kaliteli bir kadro kuruldu. Yıllardır özlediğimiz o Ankaragücü geri dönecek sanırım bu sene. İlk beş çok uzak gelmiyor bana, ne dersiniz? Ayrıca Ankaraspor skandalıyla ilgili görüşünüzü alabilir miyim? Ankaragücü, doğru ve iyi yoldadır. Çok yakında özlenen başkent sahalarda olacaktır. Bir iki yıl sonra, Türkiye çok şaşıracak. Nerden çıktı bu şampiyon diye. Telaşları da bundandır zaten, ama korkunun ecele faydası yok. Büyük Ankaragücü’nün ayak sesleri duyulmaktadır, buna inancım tam. İşimden fırsat ve zaman bulabildikçe tribündeki yerimi alıyorum. ...Ünsal Oskay Son birkaç söz… Oskay hakkında sözlüklere akan yorumlar ve ölümünden sonra yazılan köşelere şöyle bir baktığımda, öznel anlamda medyanın genel anlamda ise hayatın biz “çocuk yaşta” insanları kandırıcı özelliklerine sonuna dek isyan ettiğini gördüm. Kural yapıcı her türlü varlıktan nefret eden bir kural yıkıcı, ezber bozan bir doğaçlama üstadı ve deliliğine övgüler toplayan bir hümanist… Hem derslerinde, hem de dost meclislerinde ağzından çıkan her bir cümlenin ayrı bir fenomen olduğu ise su götürmez bir gerçek. Ben o sözleri ne yazık ki duyamadım Ünsal Hoca’nın gerçek zamanlarında; ama yine de onu okurken tanıyıp söylediklerine kulak verince hem gülümsüyor, hem de üzülüyorum yarım kalmış sözlerine. Onun gittiği bilinmeyen uzak diyar için en anlamlı sözü oğlu Çınar Oskay söylemiş: “Eğer gerçekten bir Ünsal Oskay tanrı varsa, ondan tek bir isteğim var. Babamı Melville’in, Cervantes’in, Ece Ayhan’ın, Âşık Veysel’in, Baudelaire’in, Walter Benjamin’in yanına götür. Babamın başını okşasınlar. Ona sarılsınlar…”, dileğimiz bir, başka söze ne hacet… Çok daha fazlası var ama kısıtlı satırlarımıza sığdırmaya çalıştığımız “Ünsal Hoca deyişleri”nden bir kaç satır: “20 yaşına gelip de Marx okumamış olan eşşektir, Marx okuyup marxist olmayan eşşoğlueşektir” “Ben böyle düşüneceğim, siz şöyle düşüneceksiniz. Ama yan yana geldiğimizde gırtlak gırtlağa gelmeyeceğiz. Coğrafya bir, yemeklerimiz bir. Pastırmalı fasulyeyi kim sevmez yahu?!” *Oğlu Çınar Oskay ile bir diyaloğu Ç.O.: Bizim için artık çok geç. Sizin kadar okumamız, yazmamız mümkün değil. Ü.O.: Çınar, evet, belki bizim kadar okuyamazsın. Ama o dönem farklı bir dönemdi. Bu senin suçun değil. O insanlar bronz heykeller gibiydi. Şimdi her şey plastik. Akademisyenler bile. Selin Bayraktar http://univers.ieu.edu.tr Kültür-Sanat 09 Aralık2009 Yıl2 Sayı18 Blues etkisi, müzik severlerin ruhunu sardı 20. yılını kutlayan Efes Blues Festivali Shemekia Copeland, Terry Evans ve Ray Schinnery gibi önemli isimlerle son durağı İzmir’de blues severleri Hilton’da buluşturdu. Bugüne kadar 77 grup, 227 sanatçı, 19 yılda 286 konserle 335.894 müziksevere ulaşan, Türkiye’nin ilk ve tek blues festivali olan “Efes Pilsen Blues Festivali” 20. yılında 20 şehirde blues severlerle buluştu. Her yıl olduğu gibi festival bu sene de efsanevi isimleri ağırladı. Mükemmel sesiyle Amerikalı ünlü gitarist ve şarkıcı Johnny Copeland’ın kızı Shemekia Copeland, folk ve delta-blues’ın bir numaralı sesi Terry Evans, “Master Showman” ve mükemmel vokalleriyle anılan Ray Schinnery verdikleri konserlerle blues fırtınasını Türkiye’de estirdiler. Festivalin son durağı ise 20-21 Kasım tarihlerinde İzmir Hilton Otel’de yaşandı. Biletleri günler öncesinde biten konser, İzmirli müzikseverlere muhteşem bir müzik BİR ÇOCUĞUN KALBİ şöleni yaşattı. Hilton’daki festival öncesi İzmir Ekonomi Üniversitesi blues sanatçılarını ağırladı. Öğrencilerin sorularını yanıtladıktan sonra, mini bir konser veren grup üyeleri konsere gidenler için ısınma, gitme- yenler için ise teselli oldu. 20 yılında coşkusundan hiçbir şey kaybetmeyen Türkiye’nin en uzun soluklu festivallerinden olan “Efes Pilsen Blues Festivali” daha uzun yıllar devam edecek gibi gözüküyor. Gizem Güngör “İzmir’in Çarşıları” hayat buluyor İ zmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İzmir Ticaret Odası işbirliği ile çekilen “İzmir’in Çarşıları” isimli belgesel program dizisinin ilk bölümü 25 Kasım’da SKY TV’de yayına girdi. Programın Genel yönetmenliğini İEÜ İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevda Alankuş ve proje sorumluluğunu Öğr. Gör. Serkan Şavk üstlendi. Proje sorumlusu Serkan Şavk programın asıl amacının İzmir Saat Kulesi çarşı kültürünün yeniden canlandırılmasına katkıda bulunmak olduğunu belirtti. İletişim Fakültesi akademik kadrosu ve öğrencileri tarafından hayata geçirilen belgeselin ilk iki bölümünde Kemeraltı Çarşısı’na yer veriliyor. Belgeselin birinci bölümünde Kemeraltı Çarşısı’nın tarihi ve kültürel yönleri işlendi. 9 Aralık’ta SKY TV’de gösterilecek olan belgesel program dizisinin ikinci bölümünde ise Kemeraltı Çarşısı’nın İzmir için ekonomik ve turistik önemi işlenecek. Proje sorumlusu Serkan Şavk; belgeselin diğer bölümlerinde, Karşıyaka Çarşısı, Gıda Çarşısı ve Mimar Kemalettin Moda Merkezi gibi İzmir için önem taşıyan başka çarşıların tanıtımına devam edileceğini. Belgesel kapsamında çarşıların tarihine, sorunlarına ve mevcut sorunların çözüm yollarına da yer verileceğini söyledi. Feyzi ??? Sulu Boya - Cihat Hazardağlı Suluboya/The Watercolor Yönetmen: Cihat Hazardağlı Senaryo: Cihat Hazardağlı Yapım: 2009,Türkiye, 84dk Tür: Animasyon Tuvalin beyazperdede hayat bulduğu Suluboya, Türkiye’nin basılan ilk dijital filmi olma özelliğini taşıyor. Ünlü karikatürist-illüstratör Cihat Hazardağlı’nın üç yıl boyunca üzerinde çalıştığı filmde çizimler, maketler ve fotoğraflar dijital efektli suluboya tekniğiyle buluştu. Film, resme çok yetenekli olan 12 yaşın- Halil Türkden Medya ve İletişim Bölümü daki Marco’nun babasının onu üç sokak ressamıyla tanıştırmasıyla başlar. Marco, bu üç ihtiyar ressamla birlikte sanatı, ressamların büyüttüğü 18 yaşındaki Lorella ile de aşkı ve cinselliği keşfeder. Lorella’ya aşık olan Marco, ondan resim dersleri almaya başlar ancak Lorella suluboya sanatını küçümseyen bir sanat koleksiyoncusuna aşıktır. Marco da geleceğin en ünlü suluboya koleksiyoncusu olmaya karar verir ve bu amaçla çıktığı yolda buldukları hayatını değiştirir. Haluk Bilginer, Savaş Dinçel, Cansel Elçin, Asu Emre, Altan Erkekli, Tamer Karadağlı, Tuba Ünsal, Selçuk Yöntem, Ayşenur Yazıcı, Serra Yılmaz ve çocuk oyuncu Sarp Alemdaroğlu’nun rol aldığı filmin müziklerinde Fazıl Say’ın imzası var. Filmin çekiminden sonra hayatını kaybeden Savaş Dinçel’i ise Müjdat Gezen seslendirdi. Suluboya İngilizce dublaj ve Türkçe altyazılı olarak 13 Kasım’da sinemaseverlerTüre Şahin le buluştu. Dünya çocuk nüfusunun en çok okuduğu kitap olan Çocuk Kalbi, Edmundo De Amicis’in oğlunun trajik intiharından sonra bulduğu not defterine dayanmaktadır. Türkiye dâhil birçok ülkede ders kitabı olarak okutulan ve benim ilkokul yıllarımda ara tatilde okuyup özet çıkarmamız istenilen o muazzam kitaptan söz edeceğim biraz. Öncelikle kitap üzerine yapılan birkaç eleştiriden bahsedeceğim. Ünlü düşünce adamlarından Umberto Eco, kitabın tamamıyla faşizm propagandası yaptığını belirtmiş ve ağır bir dille Amicis’i eleştirmiştir. Din adamları tarafından ise, kitapta çocuklara “kutsal bakışı “yeterince aksettiremediği için, kitap içerisinde başkahraman Enriko’nun arkadaşlarını betimleyişleri ise eşcinselliği özendirici olabileceği için ağır eleştirilere uğramıştır.. İşte bu eleştirilerin çevresinde dönerek, Enriko’nun o muazzam sınıfına kısa bir yolculuk yapalım. İlk önce biraz bencil davranarak, kendi kahramanım Garrone’den yola çıkacağım. Garrone, yaşından büyük gösteren ve çelimsiz Nelli de dahil olmak üzere güçsüz çocukları haylazlardan daima koruyan, bir bakıma sınıfın Robin Hood’udur. De Rossi ise okuduğu her sınıfın birincisidir ve yakışıklı bir beyefendidir aynı zamanda.Haylaz Coretti, geleceğin tüccarı Garoffi, duvarcının oğlu, daima asık ve kederli yüzlü Franti, iyi giyimli Carlo Nobis, sınıfa yeni gelen Kalabriyalı çocuk..ve daha ismi ilkokul sıralarına kalemtraşlarımızın jiletleriyle kazınmış diğer İtalyan öğrencileri. Kitabın başkahramanı, anlatıcısı ve bana göre gerçek yazarı (günlüklerin sahibi o olduğu için) olan Enrico örnek bir evlattır. Şimdi gelelim günümüzün Enricolarına. Yalnızlığın kol gezdiği bir çağ yaşıyor çocuklar. Onların yalnızlıklarını onlara hatırlatacak birileri bile yok çevrelerinde. Her sabah kalktığımızda Tom& Jerry izlerdik, izdivaç programları değil. Şimdilerde çizgi filmler ya çok erken saatlerde yayınlanıyor ya da Tom’un Jerry’i kovalayışını kablolu yayında, parası olan izleyebiliyor. Ispanağın gücünü fakir bir ailenin çocuğu öğrenemeyecek mi Temel Reis’ten? Koşarken düşüp yaraladığımız dizlerimiz vardı bizim. Hani nerede koşabilecek sokak? Otobanlar, asfaltlar, kaldırımlar bahçelerimizi daralttığı günden beri dizlerimize oksijenli su süremiyoruz artık. Kabuklaşan yaralar, saklambaçta sobelenen ebeler, cips paketlerini daha açmadan parmaklayarak taso yoklayan eller yok artık. Önlüklerimizin yakalarındaki çizgi kahramanları göremiyorum artık, ve hamburgerler, beslenme çantamızdaki kızarmış ekmeklerin yerini çoktan kapmış bile. Bilmiyorum yalnızlığı tanımlayabildim mi, günümüz çocuklarının yaşadığı kocaman bir yalnızlık. Biz sıralarımızın üzerine sevdiğimiz kızların ismini kazırken, bize söylenen şey, devletin malını bizden sonra gelecek çocuklarımıza sağlam bir biçimde bırakmamız gerektiğiydi. Devletin veya bizlerin çocuklarımıza bıraktığı ne kaldı geride acaba artık? Bence sadece sıralara yazılmış Ayşeler Aliler kaldı. Önümüze bakarsak ne kadar yüksek bir teknolojiye doğru yürüdüğümüzü görebiliriz ve çok da memnunuz açıkçası. Fakat geriye baktığımızda ve ileride bu ülkede çocuk sahibi olmayı düşündüğümüzde bu karamsar tabloyu bir daha gözden geçirmemiz gerekecek. Mutlaka okunması gereken bir kitap. Varsın faşizmi, eşcinselliği ya da dinsizliği bu kitapta öğrensinler. Yeter ki samimi bir şeyler okuyabilsin çocuklar. 10 Dosya Aralık2009 Yıl2 Sayı18 http://univers.ieu.edu.tr Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi…. Bu sayıda 93 yılında arabasına bomba konularak öldürülen devrimci demokrat gazetecimiz Uğur Mumcu’yu sizlere tanıtacağız. Mumcu’nun fail-i meçhul kalan bu suikastinin arkasındaki sırrının sebeplerinin belki de Onun yazılarında gizlendiğini göreceğiz. T am da bir gazeteciye yakışır bir biçimde yazılarını korkmadan yazdı. Susturulmaya çalışıldı, hemen hemen hergün tehdit mektupları aldı. Yılmadı ya da O’nu yıldıramadılar… Sordu, sorguladı, sorgulattı. Adalet onun temel ülküsü ve kaygısıydı. Kimseyi dili, dini ırkı ve siyasi görüşü ile yargılamadı ve de yargılatmadı. Onun için tek bir çıkış yolu vardı Türkiye’nin ; ve bağıra bağıra söyledi söyletti KEMALİZM… Korktular… Fakat Uğur Mumcunun dediği gibi: “Korkaklar bin kere, cesurlar bir kere ölür”. Öyle de oldu… Mumcu, bir Pazar günü aramızdan çok gürültülü bir biçimde ayrılmak zorunda kaldı. Geride yazdığı yazılarla, söylediği bir çok gerçekle bugünkü Türkiye’nin planını çizerek gitti. Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi 24 Ocak 1993’te arabasına bomba konularak öldürülen Uğur Mumcu’ya aitti bu sözler. Kitlelere mal olmuş, devrimci ve demokrat bir gazeteciydi, hayatı boyunca bir kişiye yapılan haksızlığı, bütün topluma yapılmış sayan Mumcu, ölümüne kadar olan süreçte kalemi ile bunun savaşını verdi. Cesurdu , korkusuzca yazıyor, konusuyor, haykırıyordu. Sorguluyor , arıyor ve buluyordu. Yapılan haksızlıkları oyunları ve arkasında yatan tüm gizli gerçekleri gün ışığına çıkarıyor ve yavaş yavaş belki de bilmeden sonuna doğru kendi gerçeğini yazıyordu. Ben Ankaralıyım . . . ‘Korkak bin kere ölür, cesur bir kere ölür. . .’ demişti öldürülmeden, çeyrek yüzyıl önce. Hemen hemen her yazısında Mustafa Kemal’in inançlı günlerine dönme çağrıları yapıyordu Ankara’dan, Ankara’yı seviyordu; hem yaşadığı kent; hem de bir simgeydi Ankara onun için, Uğur Mumcu’ya göre Ankara, aydınlanma çoşkusu ile büyüyen gelişen bir kentti. Yenilgiyi içine sindiremeyen emperyalistler, Ankara’yı başkent olarak tanımamakta direnmişlerdi geçmişte ama Kemalistlerin direnişi baskın çıkmıştı. Sakıncalı Piyade ! Uğur Mumcu, Mamak cezaevinde yedek subay öğrencisi olarak girmiş, kendi deyişi ile ‘Ne onbaşı ,ne çavus’ sadece Er çıkmıstır. Mumcu Tuzla Piyade Okulu disiplin kurulu tarafından, içinde bulunduğu kötü hal ve düşünceler yüzünden subay okulundan er olarak çıkmıştır. Sakıncalı piyade kitabında Mumcu şöyle Uğur Mumcu yazmıştı, ‘Okul disiplin kurulu , kötü hal ve düşünce sahibi olduğumuzu nasıl saptayıvermişti? Oysa bir kere çağırıp şöyle boyumuz posumuz nasıl, ona bile bakmamışlardı… Karar alındı: Gazeteci Sakıncalı piyade , askerlik sonrası kararını alır; o artık gazetecidir. Üniversiteden ayrılır ve Yeni Ortam gazetesinde köşe yazısı yazmaya başlar (1974). Sorunları dile getirirken öte yandan sorulara yanıt bulmaktadır. Tüm anti-laik ve antidemokratik oluşumları belgelere dayanarak ortaya çıkarması ile tüm dikkatleri üzerine çekmiştir. O artık cesur ve zeki bir gazeteci olarak izlenmeye başlanır. Ateşle Oynamaya Başlar Cumhuriyet gazetesinde çalıştığı sırada öte yandan da ANKA ajansında çalışmaktadır. ANKA ajansında bir apartman dairesinde yaklaşık otuz kişinin çalıştığı ajansın duvarında “masa oturanındır” yazar. Böylesi bir yerde Mumcu en ağır yazılarını, eleştirilerini ortaya koyar. 17 Aralık 1977 ) yazısında böyle diyordu Mumcu. Bu sözlerinin ardından 1979 yılında ‘Çıkmaz Sokak’ adlı kitabında; yaşanan olayları karşıt görüşlü öğrenciler arasındaki çatışma gibi göstermenin yalnışlığını kanıtlar. ‘Kan Damlası ‘ adlı yazısında da …’ yahu adam ölüyor, adam … ‘ Vicdanlarınızı, artık çıkarın şu seçim sandıklarından diye feryat ediyordu. Sorgulayan Bir Gazetecinin Sorgulanmayan Ölümü . . . ? Mumcu , bir gece uykusundan terler içinde uyanır. Onun o telaşlı kalkışı ile eşi Güldal Mumcu da uyanır ve sorar , “Ne oldu Uğur” ? “Bir rüya gördüm Güldal, korkunç bir patlama oluyor ve bacaklarım yok oluyor ve ben bunları yukardan seyrediyorum”der. Güldal Mumcu ürker fakat belli etmez. Susma Ey halkım . . . Ankara’da mevsim yazdan güze doğru yol alırken, Mumcu üç ay sonra yaşamını noktalayacak suikastı rüyasında görmüştür Ertesi sabah kalkar ve 24 ocak 1993 13.25’e kadar yazmaya hep devam eder. ‘Görüyorsunuz bütün bunları ve susuyorsunuz. Ne için ? Ne için be ? . . . Bu kan selinden, vicdanlarınıza bir damlacık olsun kan sıçramıyormu ? ( Cumhuriyet, Suikastın sonrasında yüze yakın ihbar, sözde değerlendirilir. Bu sırada hükümetler kurulur, hükümetler düşer, fakat Mumcu suikastında soruşturma hazırlığı dahi yapılmaz. Mumcu’nun faili meçhul cinayetlerle ilgili yaptığı araştırmalar aklımıza gelir ve Aksoy cinayeti ile ilgili söylediği şu sözleri yazar; ‘Devletin görevi bu gibi cinayetlerin kanıtlarını bulmak deği lmidir? Devlet islami hareket adına uçuşlarına susturucu takılmış cinayetlerle cinayet işleyen çetelere karşı bu kadar mı çaresizdir ? Yoksa devlet dediğimiz şu büyük aygıta takılan daha başka susturucular var da biz mi bu susturucuları görmüyoruz? Bir pazar günüdür Mumcu’nun yolculuğu… Hergün bin kere ölen korkakların bir kere öldürdüğü cesur gazetecinin ölmeden çeyrek yüzyıl önce söylediği gibi; ‘ KORKAK BİN KERE ÖLÜR, CESUR BİR KERE … Korkakların bin kere öldürüldüğü ülkemizde , Uğur Mumcu gibi faili meçhul bırakılan, asla çözülmeyen ya da çözülmek istenmeyen fakat bir kere ölen cesur gazetecimiz Uğur Mumcu’yu saygı ile anıyoruz. http://univers.ieu.edu.tr • SİNEMALAR, FİLM GÖSTERİMLERİ Rehber 11 Aralık2009 Yıl2 Sayı18 Yeni Türkü 25 Aralık Cuma 25 TL Fransız Kültür Merkezi İşte Özgür Dünya Yönetmen; Ken Loach Tür; Dram 2008, İngiltere, İtalya, Almanya, İspanya 11-17 Aralık 2009 • TİYATRO İzmir Devlet Tiyatrosu Rezervuar Kanişleri Konak Melek Ökte Sahnesi 10, 11 Aralık Aşk Öldürür Konak Melek Ökte Sahnesi 15-26, 29, 30 Aralık Barut Fıçısı Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi 10-13, 17-20 Aralık Kirli 31 Aralık Cuma 30 TL Feridun Düzağaç 8 Ocak Cuma 25 TL İzmir Sanat Büyük Salon Oda Müziği Konseri 23 Aralık Çarşamba 20.00 Fransız Kültür Merkezi Smadj featuring ErikTruffaz,Talvin Singh 16 Aralık Çarşamba Saat: 20.30 Soysuzlar Çetesi Yönetmen; Quentin Tarantino Brad Pitt, Eli Roth, Diane Kruger Tür; Savaş / Dram, 153” 18-24 Aralık 2009 • FESTİVAL • Sergi 15. Gezici Festival 4-20 Aralık Kuşlar Mahkemesi Selahattin Akçiçek Sahnesi 11, 17, 18, 24, 27 Aralık İzmir Barok (Yeni yıl konseri) 29 Aralık Salı Saat: 20.30 Milyoner Yönetmen; Danny Boyle Tür; Dram / Suç / Romantik 2008, İngiltere, 120” 25-31 Aralık 2009 • Yeni Yıl Özel Konseri Serap Tamay ve Sanart Ensemble 28 Aralık Pazartesi 20.00 İsmet İnönü Sanat Merkezi Emre Orhun Fransız Kültür Merkezi 9 - 16 Aralık Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü Karma Fotoğraf Sergisi 18 Aralık-11 Ocak Yer: Abacıoğlu Hanı, Kemeraltı Çarşısı Konak KONSER Ozee Sıla 11 Aralık Cuma 25 TL Teoman Karşıyaka Oda Tiyatrosu 15, 16, 22, 23, 29, 30 Aralık Düş Sokağı Sakinleri Sakarca • 18 Aralık Cuma 25 TL 26 Aralık Atatürk Kültür Merkezi Narlıdere Kültür Merkezi 15 Aralık GÖSTERİ Peter Pan Çocuk Müzikali 23 Aralık Atatürk Kültür Merkezi 12 Spor Aralık2009 Yıl2 Sayı18 İzmir Futbolu’na can suyu http://univers.ieu.edu.tr Erman Gönülşen Medya ve İletişim Bölümü DURAKLAMA ANLARI T ürk Ekonomi Bankası’na ait “Bonus İzmirim Card” ile İzmir Ticaret Odası Eğitim ve Sağlık Vakfı’na aktarılan kaynaktan İzmir takımlarının başarılarına gerçekleşecek para transferinin tanıtım toplantısı okulumuzun konferans salonunda düzenlendi. Tanıtım toplantısına İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş, İEÜ Rektörü Prof. Dr Atilla Sezgin ve İzmir takımlarının kulüp başkanları katıldı. Kredi kartının yanı sıra Bonus İzmirim kartın artık bir sosyal sorumluluk projesi haline geldiğini belirten TEB Bireysel ve İşletme Bankacılığı Genel Müdür Yardımcısı Cemal Kişmir, kartla yapılacak alışverişlerden kart kullanıcılarına hiçbir ek yük getirmeden İzmir takımlarına kaynak fonu aktaracaklarını açıkladı. İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı ve İTO Baş- kanı Ekrem Demirtaş yaptığı konuşmada, İzmir’in son yıllarda Süper Lig’den uzak kaldığını, son dönemlerde bu şansın play off finallerinde kaçtığını hatırlatarak, ”Bu yeni projeyle Altay, Karşıyaka ve Bucaspor’a 45’er, İzmirspor ve Altınordu’ya ise 20’şer bin aktarıyoruz. Toplamda ilk etapta 150 bin beş takıma paylaştırılacak”diye konuştu. İzmir Basketbolunda yeni bir soluk B eko Basketbol Ligi’nin İzmirli yeni ekibi Bornova Belediyespor lige heyecan katmaya devam ediyor. Oynadığı 6 maçta 4 galibiyet elde eden kendi evinde maç kaybetmeyen ve geçtiğimiz haftalarda aldığı Türk Telekom galibiyetiyle gündeme oturan Bornova Belediyespor’da her şey yolunda. Geçtiğimiz yıl Türkiye Basketbol 2. Ligi play off müsabakasında Trabzonspor’u devirip büyük bir sürprize imza atarak Beko Basketbol Ligi’ne adını yazdıran yeşil beyazlı ekip, bu yıl ilk kez mücadele verdiği ligde aldıkları çarpıcı sonuçlarla otoritelerin dikkatini çekmeyi başardı. Sezona Türkiye Kupası Grup elemelerinde B Grubu’nda başlayan Bornova Bld, Türk Telekom ile birlikte sekizli finale kalmayı başarırken, üzerindeki endişe bulutlarını kaldırdı. İzmir basketboluna yeni bir soluk kazandıran yeşil beyazlılarda, bu başarıda sezon başında gerçekleşen nokta yabancı transferlerinin büyük bir payı var. Özellikle pota altında Shipp ve Brown, oyun kurucu mevkiinde ise Koljevic takımın göze batan isimleri. Sezona belki de ligde kalmak parolasıyla başlayan Bornova Bld’de şimdiki hedef ise ligi ilk sekiz içinde bitirmek. Komşunun “Türkleri” İzmirli futbolseverler Süper Lig’de bir İzmir temsilcisinin mücadele edememesinden dert yanarken, temelleri yüz yıllar önce İzmir ve İstanbul da atılan iki Yunan takımı, AEK ve Panionios günümüzde Yunanistan Süper Ligi’nde mücadele veriyor. Kökenleri ülkemize dayanan bu iki takımın tarihlerine bir göz atalım: P ANİONİOS, yaklaşık 119 yıl önce 1890 yılında İzmir‘de kurulan bir futbol takımıdır. Tam adı Panionios Gymnastikos Syllogos Smyrnis olan takım Kurtuluş Savaşı’nın en kanlı döneminde İzmir’deki varlığını sürdürememiş ve takımın kurucuları Atina’nın biraz dışında bulunan Nea Smyrni (Yeni İzmir) ismini verdikleri bir köye göç ettikten sonra faaliyetlerine burada devam ederler. İzmir’de faaliyet gösterdiği dönemde Panionios İzmir’in siyah-beyazlı temsilcisi Altay ile çok yakın ilişkiler içindeydi. Hatta o kadar yakınlardı ki, her iki takım aynı sahayı kullanır, sık sık aralarında dostluk maçları yaparlar- dı. Altay ve Panionios takımının oyuncuları çok iyi arkadaşlardı, maçalara çıkarken hep el ele çıkıp dostluk mesajları verirlerdi. Günümüzdeki Panionios ise Yunanistan Ligi’nde şampiyonluğu bulunmasa da, 1979 ve 1998 yıllarında iki kez Yunanistan Kupası’nı ve 1998’de Balkan Kupası’nı havaya kaldırma sevincini yaşadı. AEK’in kuruluş macerası ise, İzmir’den Yunanistan’a giden Rumların kurduğu Pera Takımı’nın İstanbul’dan giden Rum futbolcuları bünyesine katmasıyla başlar. Fakat, Peralı ve Kurtuluşlu olan bu futbolcular, başka bir çatı altında kendilerini ifade etmek istediler. Önce bir çok İstanbullu Rum gencin üye olduğu, Kostas Spanudis başkanlığında dernek kuruldu. Bu derneğin amacı İstanbullu sporcuları tek çatı altında toplamaktı. . Derneğin ismi konusunda hemen hemen tüm üyeler aynı fikirdeydi. AEK (Athlitiki Enosi Konstantinopoleos) yani; İstanbul Spor Birliği. Hemen bununu bir yıl ardından 1924 yılında futbol kulübünü kurdular ve böylece günümüzde izlediğimiz AEK kurulmuş oldu . AEK Kulübünün renkleri ve amblemleri de İstanbul’u çağrıştırıyor. Kulübün renkleri Beyoğluspor’un renkleri olan sarı-siyah AEK’nın da renkleri de oldu. Yunanistan’da pek çok başarılar kazanmış kulübün Avrupa Kupaları’ndaki en büyük başarısı ise 1976 yılında Juventus’a 0-1 ve 1-4 lük skorlarla yenilerek elendiği “UEFA Kupası” UEFA Kupası yarı finalidir. Bank Asya 1. Ligi’nde yavaş yavaş ilk yarının sonlarına geldiğimiz haftalarda ligi domine edecek takımlar belli olmaya başladı. İlk dört sırada yer alan Konyaspor, Karabükspor, Altay ve Kartal sezona başladığı teknik ekiplerle yola devam ederek bunun meyvesini toplarken, sürekli yazılarımda belirttiğim “istikrar” kelimesi ne yazık ki İzmir futbolunda Altay dışında anlam bulmadı. Yeni bir teknik direktör ayrılığı da geçtiğimiz ay Karşıyaka’da yaşandı. Reha Kapsal’la yolları ayıran Kaf-Kaf, Ümit Turmuş’la sezon sonuna kadar anlaştı. Bu ay öne çıkan başlık ne yazık ki yine bir antrenör ayrılığı olurken, takımlarımızın geçen ayki performanslarını inceleyelim: ALTAY, bu sezon tartışmasız İzmir’in en başarılı, en istikrarlı temsilcisi. Gerek ortaya koydukları futbolla, gerekse mücadeleyle bulundukları yeri hak eden bir ekip. Giresunspor deplasmanında 3-1’den maçı 4-3’lük galibiyete getirmeleri Süper Lig’e çıkmak isteyen bir takımın haykırışı gibiydi. Kaybedilen Bucaspor maçının bir iş kazası olduğunu Gaziantep Bld maçında gördük. Bireysel olarak oyuncu performanslarına göz attığımızda, Burak Çalık geçen ayki yazımda bahsettiğim gibi bu ayki performansıyla da yavaş yavaş Süper Lig takımlarının dikkatini çekmeyi başardı. Genç oyunculardan Cenk Ahmet, sezon başında Beylerbeyi’nden bedelsiz gelip, bu sezon gösterdiği performansıyla Altay’a bir piyango oldu. Türkiye Kupası’nda Fenerbahçe’yle aynı grupta mücadele verecek temsilcimize başarılar. BUCASPOR’un, iyi başladığı Bank Asya serüveninde bu yıl tek eksiği deplasmanda puan alamaması. İç sahada bir şekilde etkili gol ayaklarıyla sonuca gitmeyi bilen sarı-lacivertli ekip, deplasmanda bir türlü istenilen sonuçları alamıyor. Kaybedilen Karşıyaka debisinin ardından cezalı ve sakat oyuncunun çok olmasına rağmen kazanılan Altay derbisi biraz olsun moral oldu. Mersin deplasmanında eksik kadroyla ve şansız penaltı golüyle mağlup olsalar da, hala ilk altı içinde oldukları unutulmamalı. KARŞIYAKA, Reha Kapsal’la bir buçuk yıllık süreçte takımın play-off oynamasına rağmen umduğunu bulamayan yönetim, kötü gidişin faturasını her takımda olduğu gibi teknik adama kesip yolları ayırdı. Bu tür kan değişiklikleri ilk haftalarda takıma olumlu hava katsa da önemli olan uzun vadede neler olacağıdır. Kısa vadede Karşıyaka, Rizespor’u deplasmanda 2-0 yenerek kan değişimin olumlu sonuç verdiğini gösterdi. GÖZTEPE, bu sezon bir iyi bir kötü performansını sürdüren sarı-kırmızılılarda, play- off şansının hala devam etmesi taraftarlarının tek tesellisi.n Göztepe, bu yıl kolay rakiplere özellikle iç sahada puan vermekten vazgeçmezken, gol atmakta da bir hayli sıkıntı çekiyor. Eyüpspor maçında kendi saha ve coşkulu seyircisi önünde gol bulamayan Göz-Göz, tecrübeli oyunculardan kurulu Sarıyer deplasmanında altın değerinde üç puanı Ali Mumcu ve suskun golcü Hüseyin Kartal’la alarak play-offa kalma yolunda önemli bir adıma attı.
Benzer belgeler
Sayı 15 / Haziran 2009 - İletişim Fakültesi
gitseniz milli voleybolcular ve basketbolcularla karşılaşıyorsunuz. Onlardan spor pazarlama iletişimini öğrenmek ve sporun içinde
olmak tarif edilemez bir duygu. Ben de eski
voleybolcu olduğum ve s...
Sayı 17 / Kasım 2009 - İletişim Fakültesi
gençler ve yeni medyayı analiz eden
Cansızoğlu konuşmasını ‘Afterschool’
adlı film ile örneklendirdi. Panelin sonunda sözü devralan ve kapanış konuşmasını yapan İletişim Fakültesi Dekanı
Sevda Alan...