12 - Dergi Bursa
Transkript
12 - Dergi Bursa
Aralık 2012 - Ocak 2013 Fiyat›: ¨ 10 12 www.dergibursa.com.tr K E N T R E H B E R İ V E Y A Ş A M D E R G İ S İ Bursa’da “zaman”ın fotoğrafları A.HAMDİ TANPINAR - TRUVA - LİZBON - DAĞYENİCE GÖLETİ - SAAT KULESİ - BURSA MÜZELERİ ZAMAN 1 arka plan Yıl: 2 Sayı: 12 / Aralık - Ocak 2013 ISSN: 2146 - 1457 Yerel Süreli Yayın (2 Aylık) www.dergibursa.com.tr İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni Engin Çakır (Sorumlu) [email protected] Yazarlar Ayşegül Alkış, A.Kadir Kılınç, Dilek Şen Emine Civanoğlu, Gökay Öngör, Özlem Şenkoyuncu, Özgür Çakır, Özgür Taşkıran, Sezai Evans www.dergibursa.com.tr Yayıncı / Yapımcı / Yönetim Yayın ve Reklam Koordinatörü Emine Korku [email protected] Grafik Tasarım Photo Graphica Creative [email protected] Enise Güleryüz Çekirge Mah. Selvili Cad. No:12 Çelebi 2 Apt. D.1 Osmangazi / BURSA T. (0224) 233 87 11 www.photographica.com.tr [email protected] Fotoğraf Engin Çakır, Özgür Çakır Sezai Evans Çorbada Tuzu Olanlar Dilek Yıldız Karakaş, Melis Gökçer, Neslihan Tunalı Reklam İletişim / Abonelik [email protected] [email protected] T. (0224) 233 87 11 Baskı Dağıtım www.furkanofset.com.tr www.seckurye.com.tr Dijital Yayıncılık Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergi Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir. Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir. 2 3 editör notu Kendinizi zamana bırakın Ne vakit hata yapsak, çıkmaza girsek, bir şeylerin olmasını istesek, inansak, korksak hep ona danışırız. Onun kulağına fısıldarız dileklerimizi. Yaralarımız olsa onun sağmasını bekleriz. Başımıza ne gelse ondan bilir, ondan umar, onunla yaşarız. Mevlana bile şöyle der: “Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla... Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...” Vakitlice üzerine çok düşündüğüm, onunla yatıp, onunla kalktıklarım bugün hayatımdalar... “Zaman” harcadığım her detay “değerli” benim için. Hani diyorlar ya “vakit nakittir” diye, tam da demek istediğim bu işte. Bunca hengamenin arasında algılamaya çalıştığımız tek şey “zaman” aslında. Her “an” kaybettiğimiz şeyler kadar kazandığımız şeyler de var. Bir düşünün; an geliyor kalp kırabiliyoruz. Sevdiğimizi hissedebiliyoruz. Hatalar ve doğrular yapıp sonuçlarını bir anda fark edebiliyoruz. Anlık yaşadığımız her şey bize bir şekilde etki ediyor. Belki hastalanıyoruz, umutlanıyoruz ya da. Göreceli bir süreçle hepimiz farklı algılıyoruz geçen saatleri. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü okuduğumdan beri -ki çok küçüktüm- imkan olsa da saatlerimizi birbirine ayarlayabilseydik diye düşünmüşümdür hep. Yine de 4 zamandan farklı etkilenirdik. Çünkü zaman her birimize Noel Baba gibi farklı hediyeler getirir. Kimimiz üzülür kimimiz ise sevinirdik olanlara... Yaşam için 13 satır yazan Gabriel Garcia Marquez “Bitti diye üzülme, yaşandı diye sevin” diyordu bir maddede. Not defterime yazdığım bir cümle olmuştu. Biten çok şey oluyor hayatımızda. Bu yüzden dikkat edilmesi gereken yegane şey bence emek verip zaman harcadığımız şeylere sahip çıkabilmek. Kaybetmenin insana verdiği acıyı önlemenin bir yolu yok çünkü. İnsan zaman harcadığı şeyleri kaybedince üzülüyor ya da zaman harcayamadığı... Zaman ne yarışılacak bir şey ne de bulunabilecek. Önemli olan onu yaşarken kaybetmemek. Umudu olan insan zamana inanan insandır. Üzülmüş insan da zamana inanır. Hayat herkese hak ettiği kadar zaman tanımıyor. Hatta göreceli bir bakış açısıyla “hiç vakti olmayan” bizlere zaman yetmiyor. Mesela spor için vakit bulamıyoruz ama bütün dizilerin kadrosunu sayabiliyoruz. Çekinmeyin söyleyin; haftada kendinize ne kadar zaman ayırıyorsunuz? Peki ya değer verdiğiniz insanlara? Vücudunuza ya da geçtim bunları, ruhunuza? Sahi kim çaldı bu zamanı? Arsen Lupen mi? Keyifli okumalar. Editör notu: Zamanın ötesinde, keyifli bir yolculuk için hazırsanız bu sayıdaki temamız “zaman...” Elimizden geldiğince zamana yaklaşmaya çalıştık. Bursa ile zamanın bağlarını aradık. Bulabildiysek vakit ayırıp haber verirsiniz artık... https://twitter.com/#!/editornotu [email protected] ır k a Ç n i g En 5 plan plan tek karede Bursa Bursa’da zamanın yansımaları 10 Bursa dokusu Zamanın içindeki Bursa - Dilek Yıldız Karakaş 26 detaylı bakış “Enerji” saçan tarih - Kabına sığmayan Osmanlı kültürü 34 dosya Zamanı okuyan adam - A. Hamdi Tanpınar 44 detay Hangi zamana ayarladık saatleri 46 mevsim Bursa’da “zaman”ın fotoğrafları 48 yakın plan Zamanı seyr-i alem 54 manevi Bir adağın eseri 56 yakın yerler Şehre yakın, zamandan öte - Dağyenice Göleti 58 gezi-yorum Binlerce yıllık “hile dolu” aşk hikayesi 66 uzaktaki yakın Akdeniz’e kıyısı olmayan Akdenizli - Özgür Çakır 74 odak noktası Fotoğraftaki “zaman algısı” 88 g.zaman kipinde Tellerine artık “kuş konmayan” iletişim 94 tema Vakti geldiği zaman 98 bilgi hapı Uçan zaman olunca 104 kitabi Zaman, nerede ne renge döner belli mi olur - E. Civanoğlu 106 semboller An - Abdulkadir Kılınç 108 zamansız Kimine göe “zaman” - Neslihan Tunalı 110 serbest yazı “Hazine” - Özlem Şenkoyuncu 112 köşe Zamansız öten horoz - Dilek Şen 114 eğitim rehberi Zamansız zamanlar ve annelik - Melis Gökçer 116 eğitimin psikolojisi Zamanın çocukları - Ayşegül Alkış 118 hobi kulübü Modelcilik “sabır meselesi” - Özgür Taşkıran 120 film şeridi Zaman içindeki film şeridi 122 evrensel sanat Metaforik gerçek kişi - Vladimir Kush 126 çizgi üstü Zamanın ötesindeki şehir - Gökay Öngör 128 armoni “Siyah bir veda öpücüğü” - Cem Adrian 130 efsane kareler Yeşilçam’ın “güzelleri” ve “jönleri” 134 rehber bursa Bursa’nın yaşam rehberi 148 www.dergibursa.com.tr 6 7 8 9 tek karede bursa Tophane’den Fomara Meydanı’na doğru / Bursa - 02.09.2009 Zaman aşımı Zamana bırakmadık mı her şeyi? O da bize tüm sevgileri, acıları ve umutları bıraktı. Şehir de kendini zamana bırakır. Her gün yeni bir insan geçer üzerinden. Her şey ışık hızıyla gerçekleşir sanki, zaman aşımına uğrar ve değişir. 10 11 tek karede bursa Tirilye / Bursa - 25.10.2009 Zamanın yıprattığı 12 Özgün yapıları, cumbalı balkonları, işlemeli ahşap doğramaları ve yüksek duvarlı bahçeleriyle sivil mimari örneği "Eski Bursa Evleri", betonarme yapılardan bunalan kent sakinlerini, yaşanmışlığın verdiği sıcaklıkla hala tarihsel yolculuklara çıkarıyor. Ancak karşı koyamadıkları şey zaman, onları yıpratıyor. Onlar da zamana direniyor, tıpkı Tirilye’deki bu konak gibi. 13 tek karede bursa Zaman alır Gelip size zamandan söz ederler. Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler. Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır. Murathan Mungan Soğanlı Botanik Bahçesi / Bursa - 18.05.2006 14 15 tek karede bursa Sabrın “armağanı” Bin yılı aşkın bir geçmiş saklı çini sanatının ardında. Anadolu’nun topraklarındaki tüm sırlarla iç içe geçmiş onlarca hikaye... Selçuklulardan, Osmanlı’ya toprağın tüm ayrıntıları onunla hayat buluyor. İznik çinileri ise tıpkı yüzyıllar öncesindeki kadar ahenkli ve değerli hala... Sabrın en güzel örneklerinden bir tanesi. İznik / Bursa - 09.03.2011 16 17 tek karede bursa 600 yıllık akşamüstü güneşi Türkiye'nin en yaşlı çınarlarından bir tanesi olan doğa harikası İnkaya Çınarı aynı zamanda Bursa'nın anıt ağaçları arasında en çok tanınmış olanı. Diğer ismiyle Doğu Çınarı tam 6 asır yaşında. Bursa’da yüzyıllardır güneşin doğuşunu ve batışını izliyor. 35 metrelik bu dev, zamana 3-4 metre kalınlığındaki kolları ile sarılırken; çapı 9 metreyi aşan gövdesiyle kucaklıyor misafirlerini... İnkaya Çınarı / Bursa - 06.10.2012 18 19 tek karede bursa Ulu Cami / Bursa - 02.09.2009 5 vakit Bursa 20 Ulu Cami, Bursa’nın en görkemli camisi ve en önemli tarihi yapılarındandır. Evliya Çelebi’nin ifadesi ile Bursa’nın Ayasofyası’dır. Bursalılar günde 5 vakit en değerli mabetlerine akın ederler. Ne zaman gelseler Bursa’yı tadarlar, kendilerini zamana bırakırlar. 21 tek karede bursa Zamana açılan kapı Bursa’nın fatihi Orhan Gazi, babası Osman Gazi'nin 1326'da vefatı üzerine 36 yaşında Osmanlı Beyliği’nin başına geçmişti. Bu kapı Orhangazi Türbesi’nin kapısı. Tarihe “kapı” aralıyor. Orhangazi’nin öyküsünü anlatıyor. Ağabeyi Alâeddin Paşa daha çok kendisini ilme, Orhan Gazi ise politikaya, devlet işlerine ve savaşa vermişti. Onlar iki kardeş el ele vererek Osmanlı Devleti’ni sağlam temellerle kurmaya çalıştılar. İki kardeş arasındaki âhenkli çalışmalar, kendilerinden sonrakilere örnek oldu. 1346'da Bizans İmparatoru VI.Yoannis Kantakuzinos'un kızı Teodora ile evlendi. Ayrıca, Yarhisar Tekfur'unun kızı Holofira, Bilecik tekfuruyla evlendirilirken, düğün basılıp Holofira esir alındı ve Orhan Gazi ile evlendirildi. Müslüman olduktan sonra adı Nilüfer Hatun olarak değiştirildi; bu evlilikten, ileride Osmanlı Devleti'nin üçüncü hükümdarı olacak Murad Hüdavendigar doğdu. Orhan Gazi, babasından kalan küçük ülkeyi büyük bir devlet haline getiren, beylikten hükümdarlığa doğru giden güçlü bir devlet adamıydı. Orhangazi Türbesi, Tophane / Bursa - 20.12.2009 22 23 tek karede bursa Zamana kapanan kapı Çok yara almış belli ki. Çok günler görmüş geçirmiş... Ununu elemiş, eleğini asmış sanki. Sonunda dayanamamış kapatmış kendini bu kapı. Birileri zincirlemiş geleceği, geçmişi tutsak tutarken. İzleri kalmış geçmişin, 700 senelik Cumalıkızık’ta. Tarihi bir kapı zamana teslim olmuş... Cumalıkızık / Bursa - 30.07.2008 24 25 bursa dokusu Bursa Kent Müzesi Hüsnü Züber Evi Müzesi Merinos Tekstil ve Sanayi Müzesi İslam Eserleri Müzesi Zamanın içindeki “Bursa” Zamanı donduran ve onunla var olan Bursa müzeleri, tarihe ışık tutan yegane zaman tünelimiz. Bilinen ilk insandan bu yana Bursa’nın geçmişinden günümüze geçirdiği “her evre” en güzel şekliyle Bursa müzelerinde yaşam buluyor. Size kalan onlara biraz “vakit” ayırmak... Bursa’da günümüzde bilinen ilk insan izlerini; Orhaneli yolunda bulunan Şahinkaya Mağarası’ndaki son buluntular ile Paleolitik Çağ’a (M.Ö.100.000 - M.Ö.40.000)ve ilk yerleşim alanı Akçalar Köyü Aktopraklık Höyüğü’ndeki buluntular ile de Geç Neoilitik Çağ’a (M.Ö. 6.000) 26 tarihlendirmek mümkün. İşte bu ilk ayak izlerinden bugüne değin çoğu önemli medeniyete ev sahipliği yapmış kent merkezi ve çevresi, insanlık tarihi açısından pek çok iz bulunabilecek önemli bir potansiyele sahip... Bu köklü ve zengin tarihi geçmiş, kültürel değerler, yaşam biçimi ve gelenekleri Dilek Yıldız Karakaş Bursa Kent Müzesi Sanat Tarihçisi ile zengin bir somut olmayan kültürel miras birikimine de sebep olmuş... Özellikle Roma, Bizans ve Osmanlı’nın zengin kültürel mirası ile yoğrulmuş olan bu kent, günümüze taşınan mimari eserleri ile de açık hava müzesi görünümünü doğal olarak kazanmış... Bursa’da tüm bu mirasın gelecek Anadolu Arabaları Müzesi kuşaklara aktarılıp korunmasında öncülük eden müzelerin sayısı ise azımsanmayacak kadar çok. İstanbul, Ankara ve İzmir’den sonra en çok müzeye sahip olan kent olma özelliğini taşıyan Bursa’da 19 müze bulunuyor. Türkiye’de örnek çalışmaları ile pek çok müzenin kuruluşuna öncülük etmiş, yol göstermiş olan Bursa Kent Müzesi Avrupa’daki müzeler arasında saygın bir yere sahip olan Avrupa Müze Akademisi’nin kurucu üyesi ve Türkiye temsilcisi... Akademi her yıl yaptığı toplantılar ile Avrupa’nın müzecilik vizyonuna yön veriyor. Türkiye’de ve dünyada takip edilen bu toplantı ve seminerlerdeki kazanımlar Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin halihazırda işlettiği müzeler ile hazırlanmakta olan müzelerde uygulama fırsatları yaratıyor. Bursa’da hayata geçirilen müzecilik projeleri ile özellikle Türkiye’de yeni yeni uygulanmaya başlanan modern müzecilik anlayışının öncü uygulamaları gerçekleştirilmeye başlandı. Bu uygulamalar ile Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin bünyesinde bulunan müzeler; yalnızca seyredilen değil, paylaşılan, öğrenmeye ve halkın katılımına açık, süreli sergiler, etkinlikler, toplantılar, konferanslar, atölye ve eğitim çalışmaları ile müzelerin canlılığını her zaman koruyan kurumlar olması amaçlanıyor. Böylece bu müzeler yeni işlevler yüklenerek, ziyaretçi ile tek yanlı değil karşılıklı ilişkiyi, etkileşimi, açıklığı ve işbirliğini hedefliyor. Toplumla birlikte yaşamayı, düşünmeyi, üretmeyi kentlilerin yaşamını ve geleceğini yeniden tasarlama isteklerini perçinlemeyi ilke haline getiren bu anlayıştaki müzelere halkın ilgisi de oldukça yoğun. Müzelerin yıllık ortalama ziyaretçi sayısı 250 bini aşmış durumda. Bursa müzeleri, pazartesi hariç her gün ziyarete açık. Artık Bursa’da yenidünya düzeninde modern müzecilik anlayışıyla yeni teknolojiler kullanılarak, insan odaklı projelendirilen müzeler ve kültür merkezleri ile tarihi kültürel zenginlikler ortaya konacak. Bu merkezler ile çağdaş bir toplumun ihtiyaçlarına cevap verir düzeyde, toplumun yaşam kalitesini yükseltmek arzusunda vizyonlu müzeler hedefleniyor. Bursa’da Kültür Bakanlığı’nın denetiminde, şahıs ya da kurumlara bağlı olarak hizmet veren 12 adet özel müze bulunuyor. Bunlardan Bursa Kent Müzesi, Hünkar Köşkü Müzesi, Merinos Tekstil Sanayi Müzesi, Merinos Enerji Müzesi ve Karagöz Müzesi Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne, Ormancılık Müzesi Orman Bakanlığı’na, Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları Müzesi Koleksiyoner Esat Uluumay’a, Anadolu Arabaları Müzesi Tofaş’a, Hüsnü Züber Evi Müzesi Koleksiyoner 27 bursa dokusu Atatürk Köşkü Müzesi Hüsnü Züber’e, Basın Müzesi Bursa Gazeteciler Cemiyeti’ne, Gemlik Celal Bayar Müzesi Celal Bayar Vakfı’na, İnegöl Kent Müzesi İnegöl Belediyesi’ne bağlı olarak hizmet veriyor. Bursa Arkeoloji Müzesi Bursa Arkeoloji Müzesi, Bursa’da 1972 yılından beri hizmet veren, Bythia ve Mysia bölgelerinde bulunmuş M.Ö. 3000’den Bizans Devri sonlarına kadar olan devirlere ait eserlerin sergilendiği müzedir. Reşat Oyal Kültür Parkı içinde yer alır. Müzede 25 bin eser yer alır, 2 bin kadarı sergileniyor. Müzede sergilenen eserler arasında; Yortan kültürüne ait pişmiş toprak mezar buluntuları, Antandros Nekropol’ünden figürinler, kap kacak ve süs eşyaları, Karacabey’in Şükraniye Köyü’nde bulunmuş dünyadaki üç örnekten biri olan Greko-Pers mezar steli Roma 28 dönemine ait taş eserlerin yanı sıra Zeus ve Herakles tasvirleri, Kybele heykelleri, Athena ve Apollon’un bronz büstleri, değişik formdaki keramik kaplar bulunuyor. Bizans dönemine ait gümüş, bronz ve pişmiş toprak eserler ile Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait altın, gümüş ve bronz sikkelerin yer aldığı Bursa Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde de zengin bir stel koleksiyonu sergileniyor. Atatürk Köşkü Müzesi Çekirge yolu üzerinde, Çelik Palas Oteli’nin bahçesinde, 19. yüzyıl sonlarında yapıldığı sanılan, çatı katıyla birlikte üç katlı kâgir bir köşktür. Bir süre Albay Mehmet Bey tarafından kullanılmış. Bursa’yı ikinci ziyareti sırasında, Belediye Başkanı Hasan Sami Bey’in girişimleriyle 12.000 liraya satın alınarak Atatürk’e armağan edilmiş. Atatürk de binayı 1938’de Belediye’ye armağan etmiş. Cumhuriyet’in 50. yılında, 29 Ekim 1973’te Kültür Bakanlığı tarafından Atatürk Müzesi olarak halkın ziyaretine açılan bu tarihi köşk; Bursa’daki sivil mimarinin en güzel örneklerinden. Uhyi Bey adlı şahıs tarafından yaptırılan bu tarihi köşkün, XIX. yüzyıl Fransız mimarlık sanatının etkisiyle yapıldığı görülüyor. Balkonlar ve alınlık saçaklarında ahşap işçiliğinin en güzel örneklerini görmek mümkün. 3 katlı müzenin salon ve odaları, Atatürk’ün kullandığı eşyalarla birlikte sergileniyor. Köşkün bahçesinin doğu tarafında; iç tarafı ve çatısı ince kalem işiyle bezenmiş bir “kameriye” yer alıyor. Türk ve İslam Eserleri Müzesi (Yeşil Medrese) İlk Osmanlı medreselerinden olan Yeşil Medrese, Sultaniye Medresesi adıyla da tanınıyor. Birçok ünlü bilgin Mudanya Mütakere Müzesi yetiştiren medrese, 1414-1424 yılları arasında yapılmış. Binada 12. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar maden, keramik ahşap, işleme, silah, el yazması kitaplar, İslami sikke, kitabeler ve mezar taşları ile etnografik malzemeler teşhir ediliyor. Müzenin içinde yer alan dershane ve odalarda; Hacivat ve Karagöz için ayrılmış geleneksel gölge oyunu ile ilgili eşyalar, Bursa yöresine ait hamam eşyaları, Bursa tekke ve dergâhlarına ait çeşitli eşyalar; altın, gümüş ve bronz sikkelerle Osmanlı nişan ve madalyaları, ateşli silahlara ait koruyucu zırhlar, çeşitli hat sanatı ustalarına ait levhalar, kitaplar ile Şeyh Hamdullah ve Hafız Osman gibi büyük ustalara ait hat sanatı örnekleri, çeşitli bakırdan yapılmış mutfak ve kahve eşyaları sergileniyor. İbn Hilâl İbn el-Bavvab tarafından 975/76 yılında yazılan dua kitabı, 14. yüzyıla ait zengin tezhipli Bakara suresi, 1323 tarihli bir Kur’an-ı Kerim, Sultan II. Murad’a ait Kur’an-ı Kerim, Memluk Sultanı’nın Yıldırım Bayezid’e hediye ettiği ceylan derisi ile ciltlenmiş Kur’an-ı Kerim ile 15. yüzyıl İznik çini tabakları, Türk-İslam Eserleri Müzesi’nin en önemli objeleri arasında yer alıyor. Adeta açık hava müzesi olarak düzenlenen bu tarihi mekânın bahçesinde ise, XV.yüzyıldan XIX.yüzyıla kadar Bursa’nın değişik yerlerinde bulunan seçkin mezar taşı örnekleri teşhir ediliyor. Mudanya Mütareke Evi Müzesi 11 Ekim 1922 tarihinde TBMM Hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında Türk-Yunan savaşına son veren ateşkes anlaşmasının imzalandığı, Mudanya sahil yolu üzerinde yer alan 19. yüzyıl başlarına ait yalı, 1937 yılından beri müze olarak kullanılıyor. Müzede Kurtuluş Savaşı ve mütarekeye ait çeşitli belge ve malzemeler ile döneme ait eşyalar sergileniyor. Bursa Kent Müzesi Bursa Kent Müzesi, 2004 yılından bu yana kentin eski adliye binasında hizmet veren, Bursa’nın 7000 yıllık zaman diliminde geçirdiği değişim ve dönüşümlerin sergilendiği müze... Üç kattan oluşan müze çağdaş, yaşayan kent müzelerine uygun olarak düzenlenmiş. Giriş katında bulunan galerilerde Bursa’nın 7000 yıl önce Neolitik dönemdeki ilk ayak izlerinden başlayıp, Roma, Bizans, Osmanlı dönemleriyle günümüze kadar gelen bir zaman koridorunda Bursa’nın tarihine tanıklık edebilirsiniz. Üst kattaki tematik galeri Bursa’da doğmak ve büyümekle başlar ve Bursa’da yaşamı, kaplıcaları, yemek kültürünü, ünlüleri, Karagöz ve Hacivat’ı ile diğer kültürel zenginlikleri anlatır. 29 bursa dokusu Bodrum katta bulunan bir diğer tematik galeri ise “El Sanatları Çarşısı” adını taşır. Bu galeri 18. yüzyılda Bursa’ya gelen Avrupalı seyyahların çektiği dönemin Bursa Çarşısı fotoğrafları kaynak edinilerek hazırlanmış. Koridor şeklinde düzenlenmiş olan galeride tamamen dükkan canlandırmalarına yer veriliyor. Avrupa Müze Forumu’nun 2006 Mayıs ayında Portekiz’in Lizbon kentinde düzenlenen “2006 Yılı Avrupa Müzesi” ödül töreninde Bursa Büyükşehir Belediyesi Bursa Kent Müzesi; müzenin yapmış olduğu etkinliklerle kent kültürüne sağladığı katkı nedeniyle Avrupa’nın ödüllü müzeleri arasına girmiş ve Avrupa standartlarında bir müze olduğunu kanıtlamıştır. Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi Bursa Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi, Bursa’da tekerleğin at arabasından otomobile gelişimini sergileyen bir müze. Türkiye’nin ilk ve tek Anadolu arabaları müzesi. Yıldırım Umurbey semtinde toplam 17.000 metrekarelik bir alanı kapsayan eski bir ipek fabrikası restore edilerek Haziran 2002’de ziyarete açıldı. Bursa’da bir mezarda bulunan ve daha önce Bursa Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmekte olan 2600 yıllık bir savaş arabası müzede sergilenen en önemli eserlerden birisi. 1430 tarihinde yapılan ve 2008 yılı Şubat ayında Koç Vakfı’nın finansal desteğiyle restore edilerek Tofaş Bursa Anadolu Arabaları Müzesi bünyesine katılan Umurbey Hamamı, Tofaş Sanat Galerisi olarak kültür yaşamına kazandırıldı. Hüsnü Züber Evi Müzesi Muradiye semtinde Devlet Misafirhanesi ve daha sonraları Rus Konsolosluğu olarak hizmet veren 19. yüzyıl Osmanlı evidir. 19. ve 20.yüzyılın eşyaları ile döşenmiş olan ev bu yılların özelliklerini yansıtan eşyalar Osmanlı-Türk kültür ve medeniyetinin zenginliğini gözler önüne seriyor. Ayrıca sanatçı Hüsnü Anadolu Arabaları Müzesi 30 Karagöz Müzesi Züber’in dağlama (pyrogravure) adı verilen teknikte çeşitli eşyalarda tahta üzerine yakma tekniğiyle yaptığı desen kompozisyonlarıyla oluşturduğu koleksiyonu da sergileniyor. Hüsnü Züber Evi, 1993 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne Hüsnü Züber tarafından bağışlandı ve halen Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından özel müze statüsüne kavuşması ile ilgili çalışmalar devam ediyor. Karagöz Müzesi 2007 yılında 10’uncu yılı münasebetiyle Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından müzeye dönüştürülen Karagöz Sanat Evi; Karagöz sanatını yarınlara tüm pırıltısı ile ulaştırabilmek için yeni bir misyon üstlenmiş ve modern müze anlayışı ile yeniden düzenlenerek sanat severlerin hizmetine ve ziyaretine hazır hale getirilmiş. Müzede; gölge oyunun tarihçesi panolar ile anlatılmakta, çeşitli koleksiyonlardan derlenen orijinal Karagöz tasvirleri teşhir ediliyor. Karagöz Müzesi, Bursa’da düzenli olarak Karagöz gösterisi yapılan tek mekan. Ayrıca müze içerisindeki sanat atölyesinde Karagöz gölge oyunu tasvirleri yapım kursu ve gölge oyunu oynatımı konusunda ücretsiz kurslar verilerek yeni gölge oyunu ustaları yetiştiriliyor. Ormancılık Müzesi Türkiye’nin ilk ve tek ormancılık müzesidir. Çekirge caddesi üzerinde Saatçi Köşkü olarak bilinen yapıda 1989’da açılan müzede; hayvan ve bitki fosilleri, haberleşme ve orman mühendisliği aygıtları, harita ve fotoğraflar, ormancılık tarihi ile ilgili belgeler başta olmak üzere yaklaşık üç bin kadar eser sergileniyor. İki katlı müzede; insan siluetini andıran bir ceviz ağacı kesiti 250 milyonluk fosiller ile 8 milyon yıllık tortul tabaka üzerindeki çınar yaprağı mutlaka görülmesi gereken ilginç eserler bulunuyor. Müzede, ormanda yaşayan hayvanlar da unutulmamış, 31 bursa dokusu mumyalanmış hayvan örnekleri de sergileniyor. Bursa Basın Müzesi Bursa basını ve matbaacılığın gelişiminin tarihsel bir süreç içinde, objelerle birlikte sunulduğu Basın Müzesi’nde, gazetelerin ve öteki medya organlarının kullandığı çeşitli araçlar, ilk hallerinden en gelişmiş modellerine değin canlandırmalarla sergileniyor. Bursa’da yazılı basının köklü geçmişi ve günümüze gelinceye kadar geçirdiği aşamaların tarihsel süreç içinde gözler önüne serildiği müze, Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından Bursa’ya kazandırıldı. 17. Yüzyıl Osmanlı Evi Müzesi Muradiye semtinde II. Murat Külliyesi’nin karşısında bulunan ahşap evin yerinde, evvelce Sultan II. Murad’ın bir köşkü olduğu sanılıyor. Dolayısıyla bu ev aynı zamanda Fatih Sultan Mehmed’in doğduğu ev olarak biliniyor. Günümüzde müze olarak kullanılan iki katlı ev; plan ve süslemeleri bakımından 17. yüzyıl özelliklerini taşımakta olup, Bursa’da halen ayakta kalan en eski evlerden... Bahçeye açılan eyvanlı bir sofa ve iki odadan oluşan planda alt kat odaları alçak tavanlı kışlık odalar. Tüm odalar 17. yüzyıl süslemelerinin en güzel ve karakteristik özelliklerini gösteriyor. Evin belki de en önemli ve renkli Basın Müzesi 32 bölümü olan “Harem Odası”, dışarıya açılan on dört pencere ile aydınlanıyor. Bu odada, dönemin çeşitli el işlemeleri, sedef kakmalı ahşap ev gereçleri ve porselen eşyalar sergileniyor. Merinos Tekstil ve Sanayi Müzesi Sanayi mirasının korunması bağlamında Türkiye’deki en güzel örneklerden bir tanesi... 1935 yılında bizzat Atatürk’ün girişimleri ile kurulmuş olan Sümerbank Merinos Yünlü Dokuma Fabrikası 1938’de yine Atatürk’ün katıldığı açılış töreniyle hizmete açılmıştı. Cumhuriyet Türkiye’sinin sanayi devrimi sembollerinden olan biri olan fabrika 1960’lı yıllarda Bursa ekonomisine en fazla katkıda bulunan işletmelerden biri olmuştu. Çeşitli nedenlerle 2004 yılında üretimi durdurulan fabrikanın kurulu olduğu alan Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne devredilmişti. 2011 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye’de tekstil sanayinin hafızası konumunda olan Merinos Fabrikası’nın müze ortamında yaşatılması kararı alınmış ve proje uygulamaya konmuştur. Modern müzecilik anlayışıyla düzenlenen ve işletme kurgusu hazırlanan müze 2012 yılında kapılarını ziyarete açtı. 3 kattan oluşan müzede; Merinos koyununu yetiştirip yününü elde etmekten, bu yünün işlemlerden geçip kumaş oluncaya kadarki serüveni çeşitli canlandırmalar ile anlatılıyor. Hünkar Köşkü Müzesi Bursa’da Uludağ’ın eteklerindeki Temenyeri’nde, Abdülmecit devrinde av köşkü olarak yapılan, Bursa ziyaretleri sırasında Atatürk’ün de konakladığı, 2003 yılında ziyarete açılan bir müzedir. Atatürk’ü ağırlamış olduğu için Atatürk Köşkü ve Cumhuriyet Köşkü adları ile de anılır. 1859’da inşa edilmiş. İki katlı köşk, 19 günde tamamlanmış. Mimarisi Fransız ampir üslubunda yapılmış olan köşkün içindeki süslemeler 19. yüzyıl özelliklerini taşıyor. Tavan kalem işi süslemeleri, Bursa seyir panoramasına hakim bahçesi, dönemi yansıtan orijinal eşyaları ve Atatürk odası ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. İznik Müzesi (Nilüfer Hatun İmareti) Sultan I. Murad'ın annesi Nilüfer Hatun'un anısına 1388 yılında inşa ettirilmiş... İmaret olarak kullanılan yapı, yoksullar için her gün yemek dağıtılan bir hayır kurumuydu. Cumhuriyet döneminde değişik gereksinmeler için depo olarak kullanılmış, 1960 yılında müze olarak hizmete açılmıştı. Müzede sergilenen eserleri, İznik ve çevresinden elde edilen ve bilimsel kazılarda çıkarılan eserler oluşturuyor. Müze bahçesinde; Roma, Bizans, Osmanlı dönemi eserleri sergileniyor. Bu eserler, sütun başlıkları, lahitler, kabartmalar, korkuluk levhaları, ambonlar, steller, yazıtlar, çörtenler, kuyu bilezikleri ve İslâmî mezar Osmanlı Evi Müzesi Hünkar Köşkü Müzesi taşlarından oluşuyor. Kapalı teşhirde ise, arkeolojik, etnografik, sikke ve İznik çinileri sergileniyor. İnegöl Kent Müzesi 2009 tarihinde ziyarete açılan İnegöl Kent Müzesi’nde, İnegöl’ün tarihi, sosyal hayatı ve kültürü aktarılıyor. Müzenin birinci ve ikinci katında İnegöl civarında şimdiye kadar tespit edilmiş ilk yerleşim alanı olan Cumatepe Höyüğü’nden (M.Ö 3000) günümüze kadar İnegöl’ün 5000 yıllık tarihi anlatılıyor. Müzenin üçüncü katında ise sağlık, turizm, spor, ipek böcekçiliği, tütüncülük, mutfak kültürü, köy odası, çeyiz odası ve berber bölümleri gibi sosyal yaşam tarihi bulunuyor. Müzenin ön binasındaki üçüncü katında ise İnegöl’ün sosyal, siyasal ve ekonomi tarihinden arşivlenerek, araştırmacıların hizmetine sunulduğu kent belleği ile idari bölüm hizmet veriyor. Ayrıca müzede kişisel sergiler için sergi salonu ve 100 kişi kapasiteli çok amaçlı salon bulunuyor. Celal Bayar Müzesi Gemlik Umurbey’de doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın adını taşıyan müzede Celal Bayar’a ait eşyalar sergileniyor. Müzenin 20.000’in üzerinde kitap, yazma, gazete, süreli yayınlar ve fotoğraf koleksiyonlarından oluşan bir de kütüphanesi bulunuyor. Bu kütüphane XX. yüzyıl Türkiye’sinin siyasi tarihine ışık tutacak nitelikte. Celal Bayar Müzesi’nin yanında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından yaptırılan bir de anıt mezarı bulunuyor. Yenişehir Şemaki Evi Müzesi İran'ın Şemaki Kasabası’ndan Anadolu'ya gelerek Yenişehir'e yerleşen Şemaki Ailesi tarafından 18. yüzyılda yaptırılmış. Konak olarak adlandırılabilecek ev, iki katlı. Zemin katta taşlık, sağ tarafında mutfak ve kiler, sol tarafında iki oda yer alıyor. Mutfak duvarına bitişik ahşap merdivenle üst kata çıkılıyor. Burada eyvanlı bir sofa, sofaya açılan bir "baş oda" ile biri küçük diğeri büyük iki oda daha yer alıyor. 33 detaylı bakış “Enerji” saçan tarih 34 Cumhuriyetin ilk yıllarında Bursa ve Türkiye ekonomisine “enerji” veren Merinos Fabrikası, bugün endüstri mirasına dönüşen unsurlarıyla geleceğe ışık tutuyor… Enerji Müzesi Avrupa standartlarında müzecilik vizyonuyla projeleri hazırlanmış pek çok Bursa müzesinden sadece bir tanesi... Merinos Tekstil Fabrikası’na elektrik üretimini sağlayan binada Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan müze, tekstil fabrikası kapandıktan sonra yıllarca atıl durumda kalmış olan elektrik santrali ve içindeki makinalar ile tekrar hayat buldu. Müzede elektrik enerjisinin tarihi ile medeniyetin gelişimi ve değişiminin yansıtılması hedefleniyor. Elektrik enerjisi olgusunu gündelik hayat ve sanayileşme-üretim gereçleriyle önemsetmek müzenin bir başka amacı... Müzede elektrik santralinin gerçek işlerliğinin yanı sıra Bursa’da elektrik tarihi, elektrik öncesinde kullanılan aydınlanma araçları ve oldukça teknik bir konu olan elektrik enerjisinin üretim safhaları animasyon ve canlandırmalar ile özellikle çocuk ziyaretçilerin ilgisini çekerek aktarılmaya çalışılıyor. Müze binası zamanında yalnızca elektrik enerjisi üretmiş olsa da müzenin günümüzdeki eğitimlerinde her türlü enerji kaynağı konu edilmiş ve bunların verimli kullanımına yönelik maketli anlatım ve video gösterimleri ziyaretçilerin izlenimine sunuluyor. Müzeye gelen bir ziyaretçi termik santral, elektrikli otomobil teknolojisi, barajlar, güneş ve rüzgâr enerjisi hakkında bilgi sahibi olabiliyor. Ayrıca enerji kullanımında canlılara ve çevreye duyarlılık sağlanması konulu belgesellerin gösteriminin yapıldığı, mini video odaları oluşturulmuş... Dünyada küresel ısınmaya ve iklim değişimine sebep olan enerji konusunda farkındalık yaratmayı görev bilen müze, çocuklara yönelik eğitim çalışmaları ile de bu görevi gerçekleştirmeyi planlıyor. Bu çalışmalar ile müze; enerjinin verimli, etkin, güvenli, zamanında ve çevreye duyarlı şekilde üretilip tüketilmesi konusunda toplumun duyarlılığını artırmak gibi bir sosyal sorumluluk misyonu üstleniyor. 35 detaylı bakış Kabına sığmayan Osmanlı kültürü Türkiye’deki ilk kıyafet müzesi olan Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları Müzesi, tüm Osmanlı coğrafyasından yüzlerce değerli eseri sergiliyor. Şair Ahmet Paşa Medresesi içinde yer alan müzede, şu an 100 kıyafet yer alıyor. 200 kıyafet ise yer sıkıntısı nedeniyle depoda bekliyor. Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır Osmanlı Devleti’nin ilk önemli başkenti olan Bursa, değeri yeterince bilinmese de çok kıymetli bir müzenin de ev sahibi... Bu önemli değerin mimarı ise Bursalıların yakından tanıdığı bir isim; Esat Uluumay. 1960’lı yıllarda kılıç kalkan oynarken, dünyada pek çok yer görme şansını bulan ve bu sırada her yerden yöresel kıyafetleri toplamaya başlayan Esat Uluumay için 50 sene boyunca Kafkasya’dan Macaristan’a, Irak’tan Yemen’e kadar olan tüm Osmanlı coğrafyasından topladığı eserlerle oluşturduğu müze, çok büyük bir anlam taşıyor. Muradiye Külliyesi'nin hemen karşısında, Şair Ahmet Paşa Medresesi içinde yer alan müze, Eylül 2004'ten bu yana ziyaretçilerini ağırlıyor. 1999 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile Bursa Valiliği aracılığıyla Esat 36 Uluumay’a tahsis edilen müzede dört ana koleksiyon bulunuyor. Osmanlı el sanatları ile bezeli halk kıyafetlerinin yanı sıra bu müzeyi farklı kılan üç ana koleksiyon daha bulunuyor. Osmanlı halk gümüş takıları ve ekonomisi zayıf yörelerde aksesuar olarak kullanılan boncuk eşyalar sadece bu değerli müzede yer alıyor. Esat Uluumay’ın büyük çabalar sonucunda topladığı eserler arasında ayrıca, kaybolan el sanatlarından örnekler bulmak da mümkün. Demir ve metal üzerine gümüş kakma sanatı ve ahşap üzerine gümüş tel kakma sanatları bunların başlıcaları… Ayrıca ahşap ve taş üzerine kurşun kakma sanatı ile yapılan eserler ve altın ile civanın işlenmesi ile gerçekleşen tombak işçiliği ve kaybolan bir diğer sanat olan gümüş savat işçiliği de eşsiz eserler arasında… Esat Uluumay, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın desteğiyle restore edilen Şair Ahmet Paşa Medresesi’nin iç avlusunun üzerini kapatarak daha fazla kullanım alanına kavuşturulmasını istiyor. Bu konuda Bursa Valisi Sn. Şehabettin Harput öncülüğünde Bursa Valiliği’nden de destek sözü almış durumda. Ayrıca yine Bursa Valiliği’nin desteğiyle müzenin bir bölümünü Osmanlı Kahve Müzesi yapabilmek için Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurumu’ndan izin bekliyor. Esat Uluumay aynı zamanda Anadolu Folklor Vakfı kurucu üyelerinden. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden eserler yer alan müzede yaklaşık 500 parça da gümüş halk takısı bulunuyor. Türk kahvesi, Türk hamamı, Türk atçılığı ve biniciliği ile ilgili eşsiz eserlerin bulunduğu müzede 37 detaylı bakış ayrıca; boncuklu kıyafet aksesuarları, oyalar, keseler, seccadeler, bohçalar, yazmalar, yağlıklar, Anadolu ve Rumeli çorapları, Bursa ipeklileri, erkek ve kadın başlıkları, heybeler, Yörük çuvalları, çeşitli silah ve bıçaklar, levhalar, kapı aksesuarları, mutfak eserleri mangallar, musiki aletleri ve Osmanlı silahları da yer alıyor. Esat Uluumay için her takının, cepkenin veya kıyafetin ayrı bir anısı var. Anneannesinden dedesine, annesinden babasına kadar her eserde geçmişini bulabiliyor ve müzede geçirdiği saatler içerisinde kendisini çok mutlu hissettiği aşikâr… Müzede Bursa manzarasına nazır bir çay bahçesi de bulunuyor. Özel olarak yaptırdığı dönen mankenlere kıyafetleri giydirerek sergileyen Esat Uluumay, sergileyebildiği kıyafetlerden daha fazlasını depolarda tuttuğuna dikkat 38 çekerek, "Medresenin bütün odalarında birbirinden güzel Osmanlı dönemine ait Türk halk kıyafetlerini sergiliyorum. Elimde geçmiş dönemdeki askerlerin kullandığı orijinal kıyafetler de bulunuyor. Ancak sergileyebileceğim alan kalmadı. Şu anda müzemizde 100 tam kıyafet ile 500 civarında takı ve aksesuar sergiliyorum. Eğer ki kapalı alanları arttırabilirsek, depoda bulunan 200 kıyafeti de sergileme imkânına kavuşabilirim" diyor. Bunca eseri sevgi ve bilgiyle topladığını söyleyen Halk Bilimcisi Esat Uluumay tarafından bir ömür adanarak oluşturulmuş bu müze geçmişten günümüze Osmanlı halkının kıyafet kültürünü tüm zarafetiyle aktarması sebebiyle birçok müzeden de farklılaşıyor. Her motif ve desenin bilgilerle bezendiği müze, pek çok araştırma için de ciddi bir kaynak oluşturuyor. Birçok yörede kullanılan cepkenler, yelekler, takkeler, pilav tengerleri, çoraplar, iğne oyasından yapılmış saatpara-mühür keseleri, Roma, Bizans ve Selçuklulardan Osmanlılara kadar kadın ve erkeklerde kullanılan tüm takılar, halhallar, köstekler, kuran keseleri, pazubentler, kemerler, tepelikler, enfiye kutuları, hamaiyiller, savatlı gümüşler, altın taşıma çantaları, eğerler, tütün tabakaları, kamçılar, terlikler, kına tasları, hamam tasları, insan ve eşyada kullanılan boncuklu eşyalar, takılar, nalınlar ve gelin kıyafetleri müzenin eser yelpazesi içerisinde... Müzede Bursa ve köylerinde kullanılan keçeden erakiyeler, Bursa seccadeleri, Bursa işi işlemeli bohçalar, Bursa yazmaları, oyalı ipek Bursa krepleri de ayrı ve önemli bir yer tutuyor. Kısaca Uluumay Müzesi, tüm sanatseverleri ve Bursalıları müzenin mistik atmosferinde 39 detaylı bakış ağırlamak için eşsiz bir imkân sunuyor. Bursa'nın sınırlarını aşarak; Times, Cornucopia, Textile Forum gibi önemli dergilerin objektiflerinden dünya arenasına çıkan bu değerli müze maalesef ki Bursa'da yerli halktan daha fazla yabancıların ilgisini çekiyor. Avrupa, Avustralya ve Amerika’dan birçok tekstil, moda ve stilistlik bölümü öğrencileri ve hocaları ziyarete geliyor. Fakat Bursa’da yaşayıp bu değerli müzenin varlığını bile bilmeyenler var. Bursa, her köşesi tarih kokan geçmişiyle, geleceğe ışık tutabilecek birçok mekâna ve bilgi birikimine sahip. Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları Müzesi, bunlardan sadece bir tanesi… 40 41 zaman tüneli Hayata “zaman”ın gözünden bakmak Sezonun trendi şahane bir saate mi sahip olmak istersiniz yoksa sofistike mekanizmasıyla hayranlık uyandıran el işçiliği ürünü klasik bir saate mi? Karşınızda; empati kuran, sizi anlayan, kendisi için beğenmeyeceği bir saati asla size önermeyecek olan, lüks saat sektöründe perakendeciliğin esaslarına bağlı, kendisinin aynası niteliğinde ekibi ile Korupark AVM’deki Permun mağazasında çok sevdiği Bursalılara hizmet eden bir şahsiyet bulunuyor. O’nun için zaman, dünyadaki en kıymetli şey. Mustafa Akpınar Genevieve Tour ve Robert W. Lent’in 2009 yılında kaleme aldıkları “Selling Luxury” isimli yapıtlarında anlattıkları gibidir lüksün yaşamımızdaki yansıması: “Hepimiz birer lüks müşterisiyiz. Hepimiz kendi bireysel lüksümüze sahibiz...” Pencerenin 42 önündeki iskemleden, şehrin manzarasını izlemektir kimisine göre lüks, mis kokulu kahve eşliğinde... Kimisine göre ise en sevdiği sanatçıyı canlı izleyebilmektir. Bazen en sevdiğin restoranda yediğin özel bir akşam yemeğidir lüks, bazen de o en beğendiğin çantayı alabilmektir sonunda... Lüks o ya da bu şekilde hep hayatımızdaydı ve hayatımızdaki varlığını hep sürdürecek... Zaman en büyük lükstür örneğin, yıllardır, dünyaca bilinen üst düzey saat ve aksesuar markalarını Bursalıların hizmetine sunan Permun’un kurucusu Mustafa Akpınar’a göre. Lüks saat sektöründeki 30 yılı aşkın tecrübesi, mağazasının müdavimi olan dostları bildiği müşterilerin kendisine olan güveni ve sadakati, dünya standartlarındaki kaliteyi yakalama arzusu ve azmi ile Mustafa Akpınar, saat alışverişlerinde gözü kapalı güvenebileceğiniz nadir profesyonellerden. İnsanoğlu, dünyada var olduğundan bu yana zamanı ölçebilme gayreti içinde olmuş ve günümüz saatlerindeki hassasiyeti yakalayabilmek ise büyük ustaların dehaları ve keşifleri sayesinde gerçekleşebilmiştir. Bu konuda bilgi birikimine sahip olan kişiler bu harika mekanizmalara ve ustalarına hayranlık duyarak, etkilendikleri ve beğendikleri saatlere sahip olmak isterler. Bu durum da zamanla hobi haline dönüşür. Ancak birçok saat birbirinden farklı ve nadide özelliklere sahiptir. İçlerinden birinde muhakkak sizi çeken, etkileyen, hayatınızdan bir parça bulursunuz. Bu parçaların hepsi bir saatte toplanamıyor ne yazık ki, bundan dolayı da farklı saatler, farklı duygular hissettiriyor insanlara. Bu da nadide sanat eserleri niteliğindeki saatler için koleksiyonerlerin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Mustafa Akpınar, dünya üzerindeki hiçbir saatin tek başına en iyi saat olarak nitelendirilemeyeceğini söylüyor. Hepsinin farklı yönleri, farklı tasarımları, ustalıkları var. Farklı kitlelere seslenir tüm saatler. Bir saat, kitlesine doğru bir şekilde ulaşmışsa, başarısı kanıtlanmış demektir. Tek bir markaya bağlı kalınamaz O’na göre, hepsi ayrı ayrı güzel ve özeldir. Ve tek saatle, saat meraklılarını tatmin etmek de mümkün değildir. Bu yüzden Mustafa Akpınar dünyada kaliteyi, ihtişamı, profesyonelliği, ustalığı, yüksek hayal gücünü ve öncülüğü ilke edinmiş, şaheser niteliğinde, yenilikçi saat ve aksesuar markalarını Permun bünyesinde barındırıyor ve güneşin her yeni güne doğuşunda değişen ve yenilenen dünya trendlerini özenle takip ederek repertuarını genişletiyor. Sedef kadran, değerli taşlarla süslenmiş bir bezel, markaya has stilleri taşıyan bir kayış, kronograf, tourbillion, solar GPS ya da dünyaca ünlü sporcuların kullandığı gibi üstün mekanizmalı bir saat... İşte dünyaca ünlü Cartier, IWC, Franck Muller, Corum, Montblanc, Hermes ve daha birçok üst düzey marka, markaların prestjine uygun sunum kalitesi ayrıcalığı ile Permun mağazalarında müstakbel sahiplerini bekliyor. 43 dosya Bursa'da Zaman Bursa'da bir eski cami avlusu, Küçük şadırvanda şakıyan su; Orhan zamanından kalma bir duvar... Onunla bir yaşta ihtiyar çınar Eliyor dört yana sakin bir günü. Bir rüyadan arta kalmanın hüznü İçinde gülüyor bana derinden. Yüzlerce çeşmenin serinliğinden Ovanın yeşili göğün mavisi Ve mimarilerin en ilâhisi. Bir zafer müjdesi burda her isim: Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın. Güvercin bakışlı sessizlik bile Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle. Gümüşlü bir fecrin zafer aynası, Muradiye, sabrın acı meyvası, Ömrünün timsali beyaz Nilüfer, Türbeler, camiler, eski bahçeler, Şanlı hikâyesi binlerce erin Sesi nabzım olmuş hengâmelerin Nakleder yâdını gelen geçene. Bu hayalde uyur Bursa her gece, Her şafak onunla uyanır, güler Gümüş aydınlıkta serviler, güller Serin hülyasıyla çeşmelerinin. Başındayım sanki bir mucizenin, Su sesi ve kanat şakırtısından Billûr bir âvize Bursa'da zaman. Yeşil türbesini gezdik dün akşam, Duyduk bir musiki gibi zamandan Çinilere sinmiş Kur'an sesini. Fetih günlerinin saf neşesini Aydınlanmış buldum tebessümünle. İsterdim bu eski yerde seninle Başbaşa uyumak son uykumuzu, Bu hayal içinde... Ve ufkumuzu Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk, Havayı dolduran uhrevî âhenk. Bir ilâh uykusu olur elbette Ölüm bu tılsımlı ebediyette, Belki de rüyâsı büyük cetlerin, Beyaz bahçesinde su seslerinin. 44 44 Karışan saatler içinde Karışan saatler içinde hâtırana Bazı sabahlarla ikindiler yan yana, Değişik gülleri sanki tek bir baharın; Bâkir hülyasıyla beyaz ve ürkek yarın, O sükût bahçesi, ufkunda kuş yerine Hasret kanat çırpar düşünen ellerine... Ne içindeyim zamanın Ne içindeyim zamanın Ne de büsbütün dışında; Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında, Bir garip rüya rengiyle Uyumuş gibi her şekil, Rüzgarda uçan tüy bile Hep aynı nağmede çılgın dolaşan yaylar, Benim kadar hafif değil. Bir yıldız kervanı gibi haftalar, aylar Hep aynı hayalin peşinde bu yolculuk, Başım sukutu öğüten Hep gül yangını ve bahar sıtması ufuk... Uçsuz, bucaksız değirmen; Içim muradıma ermiş Tenha bir ucunda gecenin bir sır gibi Abasız, postsuz bir derviş; Fısıldanan adın kardeş, dost ve sevgili, Durgun havuzların süsü ten rengi çiçek Koku bende bir sarmaşık Bir mevsim cümbüşü içinde süzülerek Olmuş dünya sezmekteyim, Ömrün gecesinde ve kader rüzgârında Mavi, masmavi bir ışık Bir ürperme olur çıplak omuzlarında... Ortasında yüzmekteyim Zamanı okuyan adam 61 senelik yaşamına zaman ile iç içe geçmiş onlarca mısrayı sığdırmış bir üstattı Ahmet Hamdi Tanpınar. Edebiyatla bağları tüm yaşamını şekillendirdi. Türk romanına, öyküsüne ve şiirine derin izler bıraktı. "Ne içindeydi zamanın, ne de büsbütün dışında…” “Bu hülya adamının” geçmişe ve geleceğe o kadar çok mektubu vardı ki, zaman bile onu nereye koyacağını bilemedi! Tanpınar için şiir, hayatının en büyük ihtirasıydı fakat asıl yeteneği şiir estetiğine göre yazdığı diğer eserlerinde görüldü. İlk şiiri 1920’de yayımlandı. Geniş okuyucu kitlesi ise onu lise kitaplarına ve antolojilere giren "Bursa'da Zaman" şiiri ile tanıdı. Bu şiirin Bursa ile bağları da büyük oldu. Çünkü buram buram Bursa vardı şiirde. Tarihi ve doğal güzellikleriyle sere serpe bir Bursa okuyorduk şiirde. Gençlik yıllarında Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'in önce öğrencisi sonra da dostu olmuştu, Batı edebiyatından Paul Valéry ile Marcel Proust'u kendisine üstat olarak seçmişti. Edebiyatta güzellik ve mükemmeliyete ön planda yer veren bu yazarlara göre edebiyat, tıpkı resim ve musiki gibi "güzel sanat"tı. Onlardan farkı, boya ve ses yerine, insanı ve hayatı anlatmada bu iki vasıtadan çok daha zengin olan “dili” kullanmasıydı. Tanpınar altmış kadar şiirinden ancak otuz yedisi ile, tek şiir kitabını ölümüne yakın çıkardı: Şiirler (1961; Bütün Şiirleri adıyla genişletilmiş olarak 1976). Şiirlerinde bir imaj ve müzik kaygısı taşıyordu, hikâye ve romanlarında da, başta “zaman” teması olmak üzere, psikolojik anları, bilinçaltını aradığı ve yansıttığı görüldü. Onun için zaman birçok şeyden “öte” bir kavramdı. A.Hamdi Tanpınar 23 Haziran 1901'de İstanbul'da doğdu. Siirt rüşdiyelerinde, Vefa, Kerkük ve Antalya sultanilerinde öğrenim gördü. Baytar mektebini bırakarak girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden 1923 yılında mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara liseleriyle, Gazi Eğitim Enstitüsü ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı, aynı akademide estetik ve sanat tarihi dersleri verdi (1932 - 1939). 1939 yılında İstanbul Üniversitesi'ne Yeni Türk Edebiyatı Profesörü olarak atandı. Maraş Milletvekili olarak 19421946 yıllarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bulundu. Bir süre Milli Eğitim Müfettişliği yaptıktan ve Güzel Sanatlar Akademisinde eski görevinde çalıştıktan sonra 1949 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne yeniden döndü. Hayatı boyunca sağlığından şikâyetçi olan Tanpınar, 23 Ocak 1962 günü geçirdiği kalp krizi ile Haseki Hastanesi'ne kaldırıldı. Ertesi sabah, ikinci bir krizle hayata veda etti. Namazı Süleymaniye Camii'nde kılınan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın cenazesi Rumeli Hisarı Kabristanı'nda, hocası ve dostu Yahya Kemal'in yanı başına defnedildi. Mezartaşı üzerinde çok bilinen şiirinin iki mısrası yazıldı: "Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında". ESERLERİ Romanlar / Huzur (1949), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1962), Sahnenin Dışındakiler (1973), Mahur Beste (1975), Aydaki Kadın (1986), Ayna (1950) Şiirler / Şiirler (1961) Denemeler / Beş Şehir (1946), Yahya Kemal (1962), Edebiyat Üzerine Makaleler (1969) (ölümünden sonra derlenmiştir), Yaşadığım Gibi (1970) (ölümünden sonra derlenmiştir) İnceleme / XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (1949, 1966, 1967) Hikâyeler / Abdullah Efendinin Rüyaları (1943), Yaz Yağmuru (1955), Hikâyeler (yazarın ölümünden sonra derlenmiş olan bu kitap, iki kitabındaki hikâyelerin yanı sıra daha önce kitaplaşmamış hikâyeleri de içerir) 45 45 detay “Ne kadar garip mahlûklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından bahsederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?” 46 Saatleri Ayarlama Enstitüsü Ahmet Hamdi Tanpınar Hangi zamana ayarladık saatleri Hiciv, mizah, gözlem, kurgu ve öngörünün ne demek olduğunu ele güne gösteren Saatleri Ayarlama Enstitüsü; yazıldığı tarihin üzerinden yarım asır geçmesine rağmen hala geçerliliğini koruyor. Bu anlamda “zamansız bir zaman kitabı” niteliği taşıyor. Kara-mizah ile ironik bir üslup kullanılarak oluşturulmuş Saatleri Ayarlama Enstitüsü doğu-batı arasındaki gidiş gelişleri ve tereddütleri mükemmel bir dille anlatıyor. Anlatım, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kendine has simgeci anlatımıyla birleşip, zaman zaman gelişen olaylarla birlikte başkalaşıyor. İnsanların popülerliğe ve paraya verdiği önemin, insanların nasıl bir anda yüz değiştirebileceğinin altı çiziliyor. Diğer bir ifade ile Saatleri Ayarlama Enstitüsü, aynı zaman diliminde yaşayan farklı kesimlerin prototiplerini incelemiyor; aynı insanların farklı dönemlerini, değişim süreçlerini inceliyor. İlk olarak 1954’te tefrikalar halinde yayımlanan daha sonra 1962'de kitap haline getirilen Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Türk Klasikleri dendiğinde akla ilk gelen eserlerden birisi... Başkarakter Hayri İrdal'ın anıları şeklinde kaleme alınmış. Enteresan hurafeler ve batıl inançlarla dolu çocukluğunu fakirlik ve sıkıntılarla geçiren İrdal, bu süre zarfında saatçi çıraklığı yapıyor. Askere gidip geldikten sonra hayatının bu mistik evresinden bir nebze kurtulmuş olsa da yokluk yakasını hiçbir zaman bırakmıyor. Bu esnada bir aile dostları vesilesiyle başı belaya giriyor ve bir süre Adli Tabip Dr. Ramiz'in psikanaliz tedavisine maruz kalıyor. Tedavisinin bittiği ve karısını kaybettiği için ikinci evliliğini yaptığı sıralarda ise doktor vasıtasıyla bir diğer kahramanımız Halit Ayarcı ile tanışıyor. Gerçek hayatta günümüzde de sık sık karşılaştığımız insanlardan olan biraz hayalperest biraz üçkağıtçı Ayarcı, Hayri İrdal'ın saat bilgisinden esinlenerek meşhur Saatleri Ayarlama Enstitüsü'ne can veriyor. Teorik olarak amacı ülkedeki tüm saatleri aynı ayara getirerek, saatler arasındaki farktan doğan kaybı engellemek olan bu kuruluş, pek çok kişiye çıkar sağlamaktan başka bir amaç gütmüyor elbette. Enstitü sayesinde lüks ve konfora kavuşan İrdal ise gerçek ve yalan arasında sürekli bocalıyor... Şiirlerinde sembolist bir yaklaşımı olan Ahmet Hamdi Tanpınar, bu eserini de şiirlerinden ayrı tutmamış ve alt iletiler, göndermeler ve metaforlarla bezemiş. Sembolizm ile ülkenin girdiği yenilenme süreci vasıtasıyla bireyin, dolayısıyla bir bütün toplumun, doğu ile batı kültürü arasında ikilemde kalmasını hiciv yöntemiyle eleştirmiş. Toplum ve insanın medenileşme çabasından ziyade geçmiş ve gelecek arasında ikilemde kalması veya Tanpınar'ın esasında hayatın gerçeğini, varoluşu araştırdığı gibi düşünceler de alt anlamlardan bazıları. Saatleri Ayarlama Enstitüsü için sembolizmin ışığında farklı anlamlara bürünebilen bir roman demek de mümkün. 47 mevsim Bursa’da “zaman”ın fotoğrafları 48 48 Ocak Uludağ - 2.Oteller Bölgesi, 2006 Şubat Uludağ’ın zirvesi, 2008 Mart Nisan Mudanya sahilinden, 2011 Emir Sultan, 2005 49 49 mevsim Mayıs Haziran 50 50 Uludağ - Sarıalan, 2000 Karacabey Yolu, 2009 Temmuz Ağustos İnkaya Köyü yamaçlarından, 2012 İznik Gölü, 2007 51 51 mevsim 52 52 Eylül Mudanya’da gündoğumu, 2009 Ekim Kent Ormanı, 2011 Kasım Aralık Kazancı Köyü - İnegöl, 2008 Doğancı Köyü, 2012 53 53 yakın plan Zamanı seyr-i âlem Şehrin siluetinin en önemli unsurlarından bir tanesi olan Tophane Saat Kulesi, Bursa’da “zaman” denince akla ilk gelen Bursa simgesi. Panoramik bir Bursa sefası sunan Tophane’de; Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucuları, İstiklal Savaşı Şehitleri ve Tophane’ye ismini veren top bataryaları da var. Zamanı durdurmuş dönüm noktaları... Bu “keyif” noktası, tüm Bursalılar için apayrı bir anlam taşıyor. Mavi saatlerde gidilir en çok Tophane’ye. Alacakaranlıkta pembe ile lacivertin iç içe geçmiş görüntüsü tüm Bursa’yı sarmışken, “onu” seyredecek en güzel noktadır. Tüm Bursa’yı ayaklarınız altına almışken, o güne dek ovada yaşadıklarınızı hatırlarsınız. Evinizin nerede olduğunu; uzakta gördüğünüz yolların, büyük yapıların, yeşillik alanların tam olarak nereler olduğunu anlamaya çalışırsınız. Şehir merkezini doğusunu ve batısını tek bir açıda, kolayca görebilirsiniz. Tophane aslında bir park... Aynı zamanda içerisinde şehitlikler ve türbeler barındırıyor. Parkın girişinde Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey ile devletin ikinci sultanı Orhan Bey’in türbeleri ve bu türbelerin yanında İstiklal Savaşı Şehitleri Anıtı bulunuyor. Bu yüzden Tophane hem tarihi hem de duygusal anlamlar da taşıyor Bursa halkı için… Tophane Parkı’nın içindeki tarihi dokuların başlıca aktörü 1906 yılında yapılmış olan 6 katlı Bursa Saat Kulesi… Ramazan ayında iftar vaktini bildiren Ramazan topu bu 54 saat kulesinin önünden atılıyor. Saat Kulesi ve park bu nedenle Tophane ismiyle anılıyor. Kule, aynı yerde daha önce Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılan ve bilinmeyen bir tarihte yıkılan saat kulesinin yerine yapılmış. Bu kule kare planlı ve dört katlı idi. Kesme taştan yapılan kulenin ikinci ve üçüncü katlarında bir balkon bulunuyordu. Kulenin her cephesinde sivri kemerli birer pencere, yanında da birer niş vardı. Kulenin üçüncü katında Bursa’ya bakan yüzünde yuvarlak kadranlı bir saat bulunuyordu. Bu kule yıkıldı ve günümüze gelemedi. Bugünkü saat kulesi ise, yine aynı yerde Vali Reşit Mümtaz Paşa ve Belediye Reisi Mehmet Emin Bey zamanında 2 Ağustos 1904’te yapımına başlandı, 31 Ağustos 1905’te de tamamlandı. Kule, II. Abdülhamit’in tahta çıkışının otuzuncu yıldönümü olan 31 Ağustos 1906 günü Vali Reşit Mümtaz Paşa tarafından törenle tekrar hizmete sokuldu. 65 x 4.65 metre planlı saat kulenin içinde, 89 basamaklı ahşap merdivenler var ve 33 m. yüksekliğinde... Her katın cephesinde yuvarlak kemerli dörtgen bir pencere, en üst katın her bir yüzüne ise birer saat yerleştirilmiş… Şu an ise gerçeği yerine elektronik bir saat takılmış. Ağırlıklarla çalışan bu saatin çanının çapı ise 90 cm. Bursa Belediyesi’nce yangın gözetleme amacıyla da kullanılmış. Bu kule Bursa tarihinin belki de en eski gözlemcisi. Tüm Bursalılar için bir sefa noktası Tophane. Yaz kış demeden, vakit buldukça nefes aldıkları bir yer. Kimi zaman manzara izleyip kendini dinlemek, kimi zaman türbeler ve İstiklal Savaşı Şehitleri için dua etmek için duygusal bir mabet. Yüz yıllardır zamana hükmeden top atışları ile Bursa’nın “dört mevsimidir” Tophane. Panoramik bir zaman tüneli sefası... 55 manevi Bir adağın eseri Türk İslam dünyasının en eski camilerinden birisi olan Ulu Cami, gerek mimarisi gerekse özenli sanat eserleri ile Bursa’nın en önemli tarihi eseri belki de. Tarihinden günümüze uzanan değerleri, yaşanmışlıkları ve çok özel dokuları… Ulu Cami Sultan Bayezid’ın adağıyken, Bursa’nın tarihi oldu. Tüm tarihse bir adağın eseri… 56 56 Sene 1396, Eylül ayının sonları… Osmanlı orduları yeni bir savaş için hazırlık yapıyor. Karşılarında Macaristan, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu, Fransa, Eflak, Lehistan, İngiltere Krallığı, İskoçya Krallığı, Eski İsviçre Konfederasyonu, Venedik Cumhuriyeti, Genova Cumhuriyeti ve St. Jean Şövalyelerinden oluşan güçlü bir Haçlı ordusu var. Ama inançları tam olan Osmanlı ordusu uğruna mücadele ettiği toprakların gerçek sahibinin kim olduğunu göstermekte kararlı… Osmanlı’nın Sultanı ise dördüncü hükümdar Yıldırım Bayezid… Savaştan önce bir adak adıyor. Tanrıya yalvarıyor ve “Savaşı kazanırsam 20 tane cami yaptıracağım” diyor. İnançla ve istekle gittikleri savaş tarihteki yerini alıyor ve ismi zafer olarak anılıyor; Niğbolu Zaferi… Zaferden sonra damadı Emir Sultan’ın önerisi ile 20 cami yerine 20 kubbeli tek bir cami yaptırmaya karar kılıyor ve Ulu Cami’nin tarih sahnesine çıkması bu olayla şekilleniyor. 57 57 yakın yerler Şehre yakın, zamandan öte Diyelim ki küçük bir hafta sonu gezisi yapmak istiyorsunuz. Bursa’ya yakın daha önce tanışmadığınız bir mesire yeri arayışındasınız. Hava güzel ve içiniz kıpır kıpır... Amaçlarınız arasında piknik yapmak belki biraz da balık tutmak var. Aradığınızı buldunuz, yakın yerler köşemizin konuğu: Dağyenice Göleti... 58 58 Dağyenice Göleti 59 59 yakın yerler 60 61 yakın yerler 62 62 63 63 yakın yerler Dağyenice için Bursa’ya “uzak olmayan” şirin bir dağ köyü tanımlaması çok da yanlış olmaz. Aslında her geçen gün genişleyen şehir sebebiyle belki de artık Bursa’nın bir mahallesi bile sayılabilir… Beşevler kavşağından Orhaneli istikametine ilerlediğinizde yaklaşık 3 kilometre sonra geniş bir yoldan sağa sapıyorsunuz. Bu yol hem Misi Köyü(Gümüştepe)’ne hem de Dağyenice Köyü’ne gidiyor. Dağyenice'ye gitmek için mezarlıktan sonra tekrar sağa saparak devam etmelisiniz. Gölete köyün içinden geçtikten sonra ulaşıyorsunuz. Orhaneli Yolu’na biraz daha devam edip Doğancı Köyü sapağından dönüp köyü aşarak da gölete ulaşmak 64 mümkün. Yollar toprak olduğu için yağış olmayan günleri tercih etmek yol şartlarından etkilenmemek için önemli. Ancak ulaşımın kolaylaşmasıyla birlikte sakinliğin azalacağı da bir gerçek… Gölet çevresinde hiçbir tesis yok, bu sebepten yiyecek ve içeceklerinizi yanınızda götürmeniz gerekiyor. Dağyenice Göleti, akarsuyun önüne set çekilerek oluşturulmuş yapay bir gölet. Gölün yapay olmasından ötürü sular altında kalarak kuruyan ağaçların yarattığı manzaralar ise gölü görülmeye değer kılan yegane unsur. Doğal güzelliği balıkçıların da dikkatini çekmiş olmalı ki hafta sonları göl kenarında çok sayıda balıkçıya rastlamak mümkün. Dağyenice Köyü'ne Türkiye'nin ilk ve en büyük entegre Termal Sağlık Turizm Merkezi'nin kurulması da planlananlar arasında. Bu konuda Bursa Valiliği’nin çalışmaları sürüyor. Termal sulara 20 km uzaklıkta olmasına rağmen etkileyici doğasıyla termal merkez oluşturmaya çok müsait olan bu köy için önemli yatırımlar düşünülüyor. Türkiye’nin 2023 yılı hedefi olan 5 milyon turistten en az 500 binini Bursa’ya kazandırmak isteyen Bursa Valiliği termal turizmi bu yapının içerisinde önemli saydığı için böyle bir merkezin Bursa’ya çok şey katacağını düşünüyor. Bu sebepten köyde termal su arama çalışmaları da sürüyor. Ancak projenin akıbeti ile ilgili net öngörüler henüz yok... 65 gezi-yorum Binlerce yıllık “hile dolu” aşk hikayesi Homeros’un İlyada destanında bahsedilen Truva Antik Kenti, Kaz Dağı eteklerinde mitolojik bir aşk hikayesini de gizliyor. Sonu uzun yıllar süren bir savaş ile gelen bu aşk, asırları aşmış bir “aldatma” oyunuyla bugün daha büyük bir efsane... 66 66 Truva 67 67 gezi-yorum Marmara Denizi ile Çanakkale Boğazı ve Edremit körfezi arasında kalan ve Biga Yarımadası olarak bilinen toprakların, antik çağlardaki adı Troas’tı. Bu bölgenin en bilinen antik kenti ise Troya... Çanakkale’de, Tevfikiye Köyü’nün batısında, "Hisarlık Tepesi"nde bulunan bu kent bugün Türkiye’nin en önemli turizm noktalarından bir tanesi. Tahta atın mistik öyküsü Truva Savaşı mitolojiden kısa bir tanımla; Kaz Dağı’ndaki tanrıçalar arası güzellik yarışması sonucu, dünyanın en güzel kadının aşkını kazanan Priamos'un oğlu Paris’in, 68 Yunan Kraliçesi Hellen'i kaçırmasıyla başlayan ve Troya'nın yıkılmasına yol açan, Homeros’un İlyada'sına da konu olmuş savaştır. Truva Antik Kenti’nde göreceğiniz büyük tahta at, binlerce yıl önce yaşanmış olan bu savaşın sadece bir simgesi. Efsaneye göre; Troyalılarla Akhalar, Troyalı Helen ile Paris’in aşkı yüzünden savaşır. 10 yıl süren savaşlardan sonra Akhalar kazanmak üzereyken, baş tanrı Zeus Troya’nın yardımına koşar ve Akhalar yenilir. 10 yıl süren savaştan sonra bıkkın ve yorgun olan ve yenilgiyi kabullenemeyen Akhalar yeni bir fikir ile pes etmezler. Zekası sebebiyle savaş tanrıçası Athena tarafından da sevilen Odysseus'un aklına tahtadan bir at yapma fikri gelir. Plana göre Akhalar savaştan çekiliyor gibi gözüküp, geride çok büyük bir tahta at bırakırlar. Odysseus ve diğer seçkin komutanlar atın içine gizlenirken, diğerleri denize açılıp gemileri Bozcaada'nın arkasına, Troyalıların onları göremeyeceği bir şekilde gizlenirler. Planın yürümesi için, görevi tahta atın Truva’nın surlarından içeri girmesini sağlamak olan bir Akhalı askeri atın yanında bırakırlar. Akhaların çekildiğini gören Truvalılar, şaşkınlık içinde batı kapısının önündeki dev tahta atın yanına giderler. Bu sırada ortaya çıkan Sinon ismindeki Akhalı asker, ağlayıp sızlanarak Yunanlılardan nefret ettiğini ve kendisinin kaçarak kurtulduğu yalanını söyler. Tahta atın tanrıça Athena için yapılmış kutsal bir sunak olduğunu, kente alınmadan yok edilirse Athena’nın öfkesinin Troya üzerine çekileceğini, içeri alınıp korunursa da tanrıçanın lütfunun Troyalılara yöneleceğini anlatır. Bu sırada Akhalar şehrin kapılarından çekilirler. Barış özlemiyle yanıp tutuşan Truvalılar bu yalana inanırlar ve tahta atı içeri alırlar. Gece barış kutlamalarıyla coşan ve alkolün etkisiyle sızan Truvalılar, atın içindeki Akhalı savaşçılara gafil avlanırlar. Akhalı askerler gizlice kentin kapılarını da açarlar. Akha ordusu girip kenti yok eder ve insanları katleder. Truva'nın baştan sona yakıldığı bu korkunç katliam sonrasında Akha Kralı Menelaus Helen’i alarak Yunanistan'a yelken açar.” Troya, M.Ö 3. ve 2. bin yıllarda canlı bir kültür kenti, yerleşik tarım topluluklarını yöneten bir krallığın merkeziydi. M.Ö 13. yüzyılın sonlarına doğru olan Troya Savaşı’nın sonunda yakılan şehir yeniden imar edildi. M.Ö 1000 yıllarında ise terk edildi. M.Ö 700 dolaylarında Yunanistan’dan gelen göçmenler Troya’ya yerleşmeye başladılar. Bu yeni yerleşim “İlion” adıyla M.S 5. yüzyıla değin sürdü. M.Ö 6. yüzyıl sonundan başlayarak bölgeye sırasıyla Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Pergamon Krallığı ve Romalılar egemen oldu. Kazılar sonucunda Troya’da üst üste kurulmuş, yedi ayrı kültürü temsil eden 4 mimari katın oluşturduğu 9 yerleşme saptandı. Troas Bölgesi'nin bir kısmı 1996 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından "Troia Tarihi Milli Parkı" olarak ilan edildi. Böylelikle "Homeros'un Doğası", ziyaretçilerin Troia kalesinden çevreye baktıklarında gördükleri doğal çevre (yaklaşık 12x12 km) özel bir şekilde korunuyor. Atın bulunduğu alanı geçip ilerleyince 69 gezi-yorum kapalı alandaki müze ve arkasından açık alandaki antik şehir kalıntıları görülebiliyor. Çanakkale şehir merkezinde sergilenen at ise Troy filminde kullanılan atın ta kendisi. Helen’in Hazineleri evinde... 3000 yıldan fazla bir zamanı yansıtan antik kent 1870’lerde Alman Arkeolog Heinrich Schliemann tarafından keşfedilmişti. Troia 1998 yılında ise "UNESCO Dünya Kültür Mirasları Listesi"ne alındı. Helen’in Hazineleri diye bilinen ve Heinrich Schliemann’ın bir kısmını kaçırdığı Kral Priamos Hazineleri’nden 24 altın parça 140 yıl sonra çıktığı topraklara döndü. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Truva Antik Kenti’nden kaçırılan 24 parça altın takının, ABD’deki Penn Müzesi ile işbirliği kapsamında Türkiye’ye iade edildiğini açıkladı. Günay şöyle konuştu: “Bunların bir kısmı Almanya’daydı, savaş sırasında da Rusya’ya gitmiş. Troya kazılarından çıkanların bazıları şu anda Puşkin Müzesi’nde sergileniyor. Biz onları da almak için yoğun çaba gösteriyoruz.’’ Eserler böylelikle Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne dönüş yaptı. 4 bin 500 yıl öncesine ait olan eserler bundan böyle vatanında sergilenecek. Türkiye’ye gelen 24 takının 10’unu küpe ile broş, 1’ini de diadem (taç) oluşturuyor. Takılar arasında 2 bilezik, 70 10 pendant (kolye ve zincir ucu) ve yüzük ile 1 adet de kolye bulunurken, takılarda genelde fantastik stilinin egemen olduğu görülüyor.” Türkler Truvalı! 15. yüzyılda Osmanlı Türkleri'nin Avrupa'da büyük bir güç kazanmaya başlamasıyla birlikte Rönesans dönemi hümanist düşünürleri Türklerin soyları hakkında fikir yürütmeye başlamıştı. En büyük görüş ise Türklerin Truvalıların soyundan geldiği iddiasıydı. Birçok Rönesans düşünürü eserlerinde Truva şehri Yunanlar tarafından ele geçirildikten sonra Asya'ya kaçan Truvalı bir grubun, yani Türklerin Anadolu'ya geri dönerek Yunanlardan intikam aldığı anlatırlardı. Daha eski tarih olan 12. yüzyılda, Tyreli William, Türklerin göçebe kültüründen geldiklerini belirterek köklerinin Truva'ya dayandığını belirtmişti. İstanbul'un fethinden önce İspanyol Pero Tafur 1437'de İstanbul’a uğradığında insanlar arasında "Türkler Truva'nın intikamını alacaklar" sözünün dolaştığını söyler. 1453’te İstanbul’un muhasarası sırasında kentte bulunan Kardinal İsidore yazdığı bir mektupta Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’ten "Troyalıların Prensi" şeklinde söz etmişti. Fatih Sultan Mehmed'in vakanüvisi Kritovulos, Fatih'in Midilli seferi sırasında Çanakkale'de Truva kalıntılarının bulunduğu bölgeye gelerek burada Truva savaşı kahramanları hakkında hayranlık hislerini belirterek onları methettiğini belirtmiştir. Kritovulos, Fatih'in başını sallayarak Truva medeniyetiyle ilgili şu sözleri sarf ettiğini yazmıştır: “Allah beni bu şehrin ve halkının dostu olarak bugüne kadar sakladı. Biz bu şehrin düşmanlarını yendik ve onların vatanlarını aldık. Burayı Yunanlılar, Makedonyalılar, Teselyalılar ve Moralılar ele geçirmişlerdi. Bunların biz Asyalılara karşı kötülüklerini aradan birçok devir ve yıl geçmesine rağmen onların torunlarından aldık.” Aynı şekilde Sabahattin Eyüboğlu “Mavi ve Kara” adlı denemeler kitabında Yunanlılara karşı Kurtuluş Savaşı'nı yöneten Mustafa Kemal Atatürk’ün yanındaki bir subaya ‘'Dumlupınar’da Truvalıların öcünü aldık’' dediğini iddia eder. Hollywood gözüyle Truva Truva, bugün dünyadaki en ünlü antik kentlerden bir tanesi. Elbette bu kadar ünlü olmasında 2004 yapımı Troy filminin de etkisi çok büyük. Filmin konusu ise şöyle: “Eski Yunan'da, Truva Prensi Paris ve Sparta Kraliçesi Helena arasındaki aşkın sonucunda iki ülke arasında savaş çıkmıştır. 71 gezi-yorum Truva Prensi Paris (Orlando Bloom) ile Sparta Kraliçesi Helen (Diane Kruger) birbirlerine aşıktır. Paris'in Helen'i, kocası Kral Menelaus'tan (Brendan Gleeson) çalması kabul edilemeyecek bir hakarettir. Aile onuru, Menelaus'a yapılan bu yanlış hareketin kardeşi Agamemnon'a (Brian Cox) da yapıldığını öngörmektedir. Mikene Kralı olarak büyük bir güce sahip olan Agamemnon, Helen'i Truva'dan geri getirerek kardeşinin şerefini kurtarmak 72 için kısa sürede Yunanistan'ın tüm ordularını bir araya toplar. Aslında, Agamemnon'un onur peşinde koşmasının amacı Truva'nın kontrolünü ele geçirerek büyük imparatorluğunu daha da güçlendirmektir. Duvarlarla çevrili Truva şehri, Kral Priam'ın (Peter O'Toole) yönetimindedir. Güçlü oğlu Prens Hektor'un (Eric Bana) savunduğu duvarları aşmayı daha önce hiçbir ordu başaramamıştır. Truva'ya karşı girilecek savaşın zafer ya da yenilgiyle sonuçlanmasını belirleyecek olan anahtar kişi ise yaşayan en büyük savaşçı olduğuna inanılan kibirli ve asi görünüşlü, yenilmez Aşil'dir (Brad Pitt). Agamemnon ve ordusuyla birlikte Truva kapılarına saldırmasına neden olan şey de isminin sonsuza dek yaşaması için duyduğu doymak bilmez açlıktır; savaşa katılmasındaki tek sebep adını tarihe yazdırmaktır. Sonunda onun da yazgısını belirleyecek olan şey aşktır.” 73 uzaktaki yakın Akdeniz’e kıyısı olmayan Akdenizli Özgür Çakır Dergi Bursa’nın “zaman” temalı bu sayısında rotamızı kıta Avrupa’sının en batısına; Keşifler Çağı’nda altın zamanını yaşamış olan Portekiz’in başkentine; eski zaman efendilerinin, Fado’nun, acıya ve hüzne bulanmış ağıtların kraliçesi Amelia Rodrigues’in, Vasco Da Gama’nın, şair Fernando Pessoa’nın, 25 Nisan Devrimi’nin, tramvayların ve hatta Quaresma’nın şehri Lizbon’a çeviriyoruz. Baskın Batı Avrupa kültürünün tam anlamıyla ağırlığını koyamadığı, Avrupa’nın dip köşesinde yer alan Portekiz’in başkenti Lizbon, tıpkı İstanbul gibi karışık bir yapıya sahip. Eski ile yeninin, planlı kentleşme ile düzensiz yapılaşmanın, fakirlik ile zenginliğin iç içe olduğu ve insanın kendisini zaman zaman Avrupa kentinden çok İstanbul’un bir semtinde 74 gibi hissettiği bir yer. Avrupa değil, Asya değil, Afrika değil ama hepsinden biraz var sanki. Eski şehirdeki daracık Arnavut kaldırımı sokaklar, çinilerle bezeli bitişik nizam eski yapılar, sokakların iki yanındaki balkonlara karşılıklı gerilmiş iplerde sallanan çamaşırlar, camdan cama dedikodu yapan yaşlı kadınlar, çanlarını çınlata çınlata o daracık sokakları arşınlayan ama aslında çoktan müzelik olmuş tramvaylar, yürümekten yorulunca bir kahve molası ve sohbet için davetkar iskemlelerini sokağa çıkarmış Barok dekorlu kafeler, kaldırımlarda kurulan yemek masaları, köşe başlarındaki çalgıcıların melodileri, deniz ürünleri ağırlıklı sofraları ve enfes Portekiz Lizbon şaraplarıyla Lizbon, yorulmuş ruhunuzu sakinleştirebilmek, iyileştirebilmek ve kendine getirebilmek için en doğru adres. İber Yarımadası’nın Atlas Okyanusu’na bakan yüzünde, Tagus Nehri’nin okyanusla buluştuğu kıyıda, 1255’ten bu yana başkent olan bu yedi tepeli şehrin adı Portekizce “Lisboa” yazılıyor, “Lişbuua” olarak okunuyor. Portekizce İspanyolcaya benzeyen bir dil olarak bilinse de İspanyolcadaki ‘yazıldığı gibi okunma’ hali Portekizce için pek geçerli değil. İnsanlar konuşurken ş’ler, ç’ler, j’ler, g’ler havalarda uçuşuyor. Yani İspanyolca da biliyor olsanız, yazılı metinler dışında tahmin ya da akıl yürütme ihtimaliniz pek yok. Yine de özellikle yarımadanın diğer sakinleri olan İspanyollara kıyasla burada insanların çok arkadaş canlısı ve yardımsever olmaları sayesinde, dil bilmemek çok da önemli bir soruna dönüşmüyor. Türk Hava Yolları’nın haftanın birkaç günü gerçekleştirdiği karşılıklı tarifeli uçuşları ile İstanbul’dan Lizbon’a uçuş yaklaşık 4 buçuk saat sürüyor. Lufthansa’nın aktarmalı uçuşları dışında alternatif arayışına girmeye ve Portekiz Hava Yolları’nı araştırmaya gerek yok çünkü Star Alliance üyesi olan THY ile TAP Portugal Hava Yolları’nın uçuşları ortak. Tabi belirtmeye gerek var mı bilmiyorum ama Avrupa Birliği üye ülkesi olan Portekiz için Schengen vizenizin de olması gerekiyor. Konaklama için her bütçeye uygun alternatifler mevcut. Tercih sizin ancak benim önerim şehrin yenilenmiş modern bölgesi olan Tagus Nehri kıyısındaki Expo bölgesi yerine Bairro Alto, Chiado ya da Alfama gibi tarihi dokunun korunduğu eski şehirdeki hostel ya da küçük otellerden biri olacaktır. Bu sayede hem daha ekonomik bir seçim yapmış olacaksınız hem de nostaljik tramvay hattının uzağına düşmeyeceksiniz. Lizbon’u Lizbon yapan ve yazının devamında ballandıra ballandıra anlatacağım şeyler de yürüme mesafenizde bulunuyor olacak böylece. Yazının başında yedi tepeli olduğundan bahsetmiştim ve bunun sizde kuvvetli bir İstanbul çağrışımı yaptığının da farkındayım. Sadece yedi tepe üzerinde kurulmuş olması değil, Boğaziçi’ni andıran Tagus Nehri ve üzerindeki köprüler, dar sokaklarını kat eden tramvaylar, sokak aralarında aniden beliren deniz ve ‘boğaz’ manzarası, bizdekini andıran araç plakaları, eski şehrin karmaşası, kırmızı ışıklara aldırmayan sürücüleri, kestane kebap satan seyyar satıcıları ve çatılarda üst üste yığılmış antenleri ile Lizbon gerçekten de İstanbul’un küçük kardeşi gibi. Kendinizi zaman zaman ufukta Süleymaniye silueti ararken bulursanız şaşırmayın. 75 uzaktaki yakın Lizbon, tarihi binlerce yıl öncesine dayanan; Finikeliler, Romalılar, Endülüs Emevileri ve daha pek çok medeniyetin izini taşıyan, tarihteki ilk küresel imparatorluğa 13. yüzyıldan beri başkentlik yapan bir şehir. Şehrin hafızasındaki en korkunç doğa olayı, 1755 yılında Lizbon’u yıkan ve imparatorluğun çöküş dönemini başlatan büyük deprem. Tarihi kayıtlara geçen ilk büyük tsunami de aynı zamanda; yıkılan binalardan kaçıp sahile toplanan ve çekilen okyanus ile nehir sularını şaşkınlıkla izleyen on binlerce kişiyi yutan tsunami. Şehrin hafızasına kazınan bu hüzünlü olaydan mı, şehrin sokaklarına yayılan Fado ezgilerinden mi ya da geleneksel siyah kıyafetler içindeki kadınlardan mı bilinmez ama Lizbon’u tanımlayan 76 duygulardan biri de romantizmin yanında ağır bir hüzün... Uçak yolculuğu, pasaport kontrolü, havaalanından otele varış, yerleşme, hazırlanıp yollara düşme derken tatilin ilk gününün iyi ihtimalle öğleden sonra ya da akşamüstünü etmiş olduğumuzu hesaba katarsak, şehirle tanışmanın en güzel ve romantik yolu 360 derece şehir manzarası sunan kaleye çıkmak olmalı. Castelo São Jorge’ye tabanvayla varabileceğiniz gibi yakınsanız Praça da Figuera’dan yani Figuera Meydanı’ndan 37 numaralı otobüsle de ulaşabilirsiniz. Malesef tarihi tramvay hattı kaleye dek uzanmıyor. Ancak nostalji yapmak isteyenler, kalenin yakınlarında Alfama bölgesindeki bir durakta inerek yolun kalan kısmını yürüyerek de kaleye ulaşabilirler. Giriş ücreti 5 Avro olan kalenin manzarası, ücretin karşılığını fazlasıyla veriyor doğrusu. Kaleye çıkmadan önce turizm ofislerinden ya da otelinizden bir harita edinmenizi öneririm. Bu sayede şehrin genel yerleşim planı hakkında fikir sahibi olabilir ve gezi rotanızı belirleyebilirsiniz. Kale içinde MÖ 6. yüzyıla dek dayanan ve çok sayıda medeniyete ait kalıntılar mevcut. Şehrin eski yerleşim bölgesi parklar, kırmızı çatılar, büyük meydanlar ve dar sokakları kat eden tramvaylarla; Boğaz’ı andıran Taglus Nehri ise üzerindeki iki büyük köprü, hareket halindeki büyük gemiler ve karşı yakadaki devasa İsa heykeli ile harika bir manzara vaat ediyor. 77 uzaktaki yakın Kalenin tam arkasında bulunan Alfama semti ise Fado müziğinin yaşadığı mahalle. Daracık sokaklar, bakımsız ama “azulejo”larla yani çinilerle bezeli duvarları sayesinde estetiğini koruyan evler, binadan binaya uzatılmış çamaşır iplerine dizili çamaşırlar, futbol oynayan çocuklarla dolu minik meydanlar, dar merdivenler, duvarları süsleyen grafitiler, marketlerin önünde bulunan pirinç, fasulye çuvalları 78 ile bakkallar... 1755’teki büyük depremden etkilenmeyen Alfama semti, iki masalı, dört sandalyeli küçük bar ve restoranları, dört bir yandan yükselen Fado ezgileri ve ansızın beliren tramvayların çan sesleriyle, uzun saatler hatta bıraksalar günler geçirebileceğiniz samimiyet ve sıcaklıkta bir yer. Seyahatiniz salı ya da cumartesi günlerinden birine denk gelmiş ise Alfama bölgesine kurulan meşhur “Fiera Da Ladra” yani Hırsızlar Pazarı’nı kaçırmayın. Vaktiniz ve enerjiniz varsa bu pazara dalmak ve nostaljinin dibini bulmak mümkün. Turist olduğunuz aşikâr olacağına göre pasaport ve cüzdanınızı sağlam yerde tutmanız ve yankesicilere karşı tedbiri elden bırakmamanız gerektiğinin altını da çizelim. Bu eski ve gizemli semtin eğri büğrü kıvrıntılı dar yokuşlarından kendinizi aşağı bırakınca Casa Do Fado isimli müzeyle karşılaşacaksınız. Bu müzeyi gezmenizi öğütlemek için değil, Fado restoranlarının konumlandığı bölgeyi bulduğunuzun altını çizmek için söyledim. Yaşayan bir kültür ve insanlık mirası olan Fado müzelerde değil tam da yeri ve zamanı gelmişken Fado restoranlarından birinde keşfedilmeli. Hazır Fado müziğinin anavatanı olan şehirde iken doğal ortamında dinleme fırsatını kaçırmamalısınız. Portekizlilerin geleneksel akşam etkinliği Fado. Kelimenin kökü Latincedeki “fate”den geliyor ve kader, alınyazısı ya da akıbet anlamına geliyor. Okyanus kıyısındaki Lizbon’da denize gönderdikleri kocalarının geri dönmemesi üzerine Portekizli kadınların yaktığı ağıtlar Fado’nun başlangıç hikâyesi. Sözler, denize açılıp uzaklara giden ve hatta geri dönmeyen kocaları, sevgilileri anlatıyor; kavuşamayanların acısını ve biraz da özlemin buruk tadını... Evet Fado ağlamaklıdır fakat dik başlıdır. Bu yüzden Fadistalar yani Fado sanatçıları da coşkulu ve gururlu bir duruşla, dinleyicilerinden derin bir saygı bekleyerek söylerler şarkılarını. Sadece bir müzik türü değil, belli bir kültürü, ritüelleri, terbiyesi ve kuralları olan bir 79 uzaktaki yakın 80 sosyalleşme ve vakit geçirme biçimi aslında. Fado restoran ve barlarında sanatçılar yemekten sonra gece 11’e doğru sahne aldığında çoğunluğu küçücük olan bu mekanların tıka basa olduğunu görünce şaşırmayın. Müzisyenler sahne olarak kapı girişini kullanacaklar. Kapılar kapanacak, yabancılar girmeyecek ve belli yıkılmış bir kadın, hayli çirkin, hayli geçkin, ağlamaklı, çığlık çığlığa şarkı söyleyecek. Belki zayıf incecik elli, incecik belli, kalın dudaklı olmayacak ama sesi bir tokat gibi patlayacak kulaklarınızda. Yüzünüz al al olacak, içiniz hüzün dolu, kahır dolu, gözleriniz kanlı. Sakın kendinizi şaraba verip hesabı istemeye kalkmayın. Fado’nun çok sıkı kuralları var ve içerideki herkes bu kurallara uymak zorunda. Muteber bir Fado kulübünde yemeğe zamanında gelmek, sanatçı şarkısını söylerken kesinlikle konuşmamak, yemeğe dokunmamak, çatal-bıçak sesi –zinhar- çıkarmamak, garsona el kol hareketi yapmamak, şarkıcı ve gitaristlerin olduğu tarafa dikkatinizi yöneltmek bu kuralların bazıları. Aksi şekilde davranırsanız uyarılırsınız, benden söylemesi. Fadistalar şarkı söylerken, yemek servisi yapılmıyor ve kimse de yerinden kalkmıyor. Aslında bunun sebebi sadece saygı ve kurallar değil, dinlediğiniz şarkılar da yerinize mıhlayacak ve içinize işleyecek türden. Dinlerken sözleri anlamayacaksınız ama sanatçının gözlerinden yaşlar süzülürken anlamını bilmeseniz de etkileneceksiniz. Tabi iyi bir Fado kulübünden beklentiniz kesinlikle iyi bir yemek olmamalı. Yemek işin bahanesi, asıl amaç seçkin bir Fado sanatçısı dinlemek olmalı. Ödeyeceğiniz hesap daha çok bunun için, unutmayın. “Peki ne yiyeceğiz?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Tabi ki başta balık olmak üzere her şey… Etin de en lezzetlisi Lizbon’da ama deniz ürünlerinin çeşitliliği ve ucuzluğu cezbediyor. Denizci ve haliyle balıkçı bir millet olan Portekizliler balık yemeklerini “bol kepçe” usulü servis ediyorlar. Diyelim midye sipariş ettiniz, midyeleriniz 15 dakikada hazırlanıp 30 cm yüksekliğinde bir kova ile önünüze konuyor. Meyve istediğinizde koca bir ananas ve iki adet mango bir porsiyon olarak önünüze geliyor. Kaşif ruhlu olan Portekizlilerin tarih boyunca sömürgelerinden getirdikleri her şey; baharatlar, domates, sarımsak, patates ve zeytin her yemeğe girmiş neredeyse. Bir de Mağriplilerden ve Araplardan öğrendikleri pişirme teknikleri var. Meyvelerle balıkları birlikte pişirmek gibi. Çok değişik tatlar sunuluyor, ama 81 uzaktaki yakın favoriler Morina ve Bacalhau denilen küçük bir balık. Yemeğin yanında elbette ki Porto şarabı. Restoranlarda şarap listesi ansiklopedi fasiküllerini çağrıştırabilir, hazırlıklı olun. Beyaz ve kırmızı şarabın dışında yeşil şarap “vinho verde” denenebilir. Ayrıca yine Lizbon’un özel tatlarından olan bir tür vişne likörü “ginja” da tadılmadan dönülmemeli. İspanyol mutfağı gibi ağır, Fransız mutfağı kadar sofistike değil Portekiz mutfağı. Herkesin bildiği basit malzemelerle yaratıcı ve hafif kombinasyonlar oluşturmuşlar. Bu yüzden çok yeseniz de yemekten sonra tatlıya yer bırakmanız mümkün. Bademden “maracuja”ya kadar her meyvenin “mousse” şeklinde tatlısı mevcut. Ayrıca “pudin” adı verilen krem karamel tarzında hazırlanmış tatlı balıkçıların demirbaşı. Kaleyi ve Alfama bölgesini keşfetmiş olduğunuza göre ertesi günü efsanevi 28 numaralı tramvay hattı 82 eşliğinde eski şehrin diğer bölgelerini keşfetmeye ayırabiliriz. Lizbon’da birkaç adet nostaljik tramvay hattı mevcut. Ancak bunların en meşhurları ve şehrin neredeyse bütün turistik noktalarını ziyaret edeni 28 numaralı olan. Kalenin de üstünde yer alan ve harika manzaralı bir başka “miradouro” yani seyir terası barındıran Graça bölgesinden eski şehrin diğer ucundaki Basilica da Estrela’ya uzanan bu hat Graça, Alfama, Baixa, Chiado ve Bairro Alto semtlerini geçerek Jardin da Estrela yani Estrela Bahçeleri’ne dek uzanıyor. Tramvay hattı boyunca indi bindiler yaparak şehrin önemli turistik noktalarını görebilirsiniz. Bunlardan ilki meşhur Sé Katedrali. Arap hâkimiyetinin olduğu dönemde yapılmış olan caminin yerine inşa edilen katedralin yanında 13. yüzyıldan kalma bir manastır kalıntısı da mevcut. Bugün restorasyonu devam eden bu kalıntının temellerinde Arap sanatının izlerini görmek mümkün. Zaten katedralin bulunduğu Alfama bölgesinin ismi de bu bölgede sıcak su kaynağı olduğu için Arapçadaki Al-hama, yani “sıcak su”dan gelmekte... Sé Katedralinin biraz ilerisinde Baixa bölgesi mevcut. Şehrin tek düzayak yeri olan Baixa’nın kelime anlamı da “alçak yer.” Depremden sonra kurulmuş olan ve şehrin diğer yerlerine göre daha iyi planlanmış mimari yapısı ile dikkati çeken bu bölge sahil kenarındaki meşhur Praça do Comércio’dan tren istasyonunun bulunduğu Rossio Meydanı’na dek uzanıyor. Hareketli fakat düzenli meydanları var: Praça dos Restauradores ve Praça da Figueria. Şehrin ticari caddesi Avenida da Liberdade ile alışverişin merkezi de burası. Turist olmanın tadını çıkarmak isteyenler için şehrin en “turistik” restoranlarının da “turistik” hesapları ile müşterilerini burada beklediğini belirtmeli. Baixa bölgesi şehrin yüksek muhitlerine asansörlerle bağlanmış. Aslında sadece bu bölge değil tepelerin üzerine kurulu Lizbon’un genelinde de hayatı kolaylaştırmak için yüzyılı aşkın süredir asansörler kullanıyor. Bunlardan bir kısmı gerçek asansör görüntüsünde, bazıları da funiküler sistemi andıran mini tramvaylar şeklinde. Bu asansörlerden en meşhuru Elavador de Santa Justa, yani Santa Justa Asansörü. Şehrin önemli sembollerinden biri olan bu asansör aşağıdaki sırayı beklemeyi göze alanlara tepedeki kafe kısmında muhteşem bir şehir manzarası vaat ediyor. Üstteki çıkışta sağda Lizbon’un Asmalı Mescit’ini ve beyaz şarapla yapılmış sangriayı deneme şansını, solda ise Arkeoloji Müzesi’ni bulmanız mümkün. Biraz ilerlerseniz Chiado isimli alışveriş merkezleri ve mağazaların ağırlıklı olduğu bölgede 28 numaralı sarışın güzel tekrar karşınızda. Chiado metro istasyonunun yakınında Rua Garret yani Garret Caddesi üzerinde Fernando Pessoa’nın sağlığında sıkça takıldığı kafe Brasiliera'da bir kahve molası verip şairin heykeli ile hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra tramvay hattındaki yolculuğumuza devam edebiliriz. Biraz ileride solda görebileceğiniz dar yokuştan “Boğaziçi” manzarasına doğru inen küçük funiküler hattı şehrin bir diğer meşhuru Elevador da Bica. Nasılsa turist olduğunuza göre denemekte fayda var. Bu funikülerle aşağı inip sonra sağdaki merdivenlerden çıkarsanız ulaşacağınız meydanda bir başka panoramik Lizbon manzarası vaat eden Miradouro de Santa Catarina bulunuyor. İsmini aldığı Santa Catarina Katedrali’nin sağ tarafında ise meşhur Bairro Alto bölgesi. Portekizce yüksek bölge anlamına gelen Bairro Alto, Lizbon’un gece hayatının merkezi. Gündüz “yukarki mahalle” tadındaki bölge güneş batınca bilhassa gece yarısından sonra Lizbon gençlerinin, Erasmus öğrencilerinin ve turistlerin karnaval alanına çevirdikleri; her çeşit bar, kalburüstü restoranlar ve Fado kulüplerinin de bulunduğu Lizbon’un Beyoğlu’su. Barların çok küçük olması ve oturacak yerin de olmaması nedeniyle gençler içkilerini alarak sokaklarda dolaşıyor. Barlar sadece alkol temini için. Gece gönüllü amatörlerin türlü animasyonları ise sabaha kadar. Özellikle hafta sonları beş metre ilerleyebilmek için kırk dakika uğraşmanızı gerektirecek kadar da kalabalık olabilir ve bütün ara sokakları birbirine benzediğinden promiliniz de yüksekse kaybolmanız kaçınılmazdır. Adım başı yaklaşarak “haşhiş?” diye ısrarla soran zenci sokak satıcılarını fazla ciddiye almayın. Polisler de ciddiye almayınca tuhaf karşılamayın, çünkü sattıkları şey haşhaş ya da kokain değil, en fazla nane. Şaşırmayın, benden söylemesi. Bairro Alto ziyaretini geceye bırakarak 83 uzaktaki yakın Belém (Beleyng şeklinde okunuyor) bölgesine doğru yola çıkmanın ve gün batımında Portekiz’in kaşif ruhlu denizcilerine selam durmanın vaktidir. 15 numaralı tramvay hattı ile ulaşabileceğiniz bu anıtlar bölgesinin öne çıkanı Torre de Belèm, yani Belém Kulesi. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan 1515 tarihli bu anıt kule büyük depremde ayakta kalabilmiş nadir yapılardan biri. Portekizlilerin altın çağının ve dünya denizlerine hükmettikleri zamanların yadigârı… Eskiden denizin ortasında olan yapı bugün sanki “keşifler tam burada başlar” der gibi Tagus nehrinin kıyısını bekliyor. Gün batımına çok yakışan Belèm kulesinin yanı başındaki marinayı geçtikten sonra şehir yönünde birkaç yüz metre ileride dev bir yelken üzerine işlenmiş insan figürlerinin olduğu devasa heykel ise Padrão dos Descobrimentos, yani Kâşifler Anıtı. 1960 yılında yapılan 52 metre yüksekliğinde, yelkenleri açık bir karavele benzeyen beton blok şeklindeki bu devasa yapı önde coğrafi keşiflerin destekçisi Prens Henry ve başta Vasco Da Gama olmak üzere dönemin tarihe 84 geçmiş kâşifleri, sanatçıları ve bilim adamlarının rölyeflerini barındırıyor. Önündeki büyük meydanda zemine işlenmiş devasa dünya haritasında ise tarihleri ile Portekizli denizcilerin ulaştıkları kıyılar ve rotaları yer alıyor ve insan ister istemez bu kadar güçlü ve büyük bir imparatorluğun nasıl olup da İber Yarımadası’nın köşesine sıkışıp kaldığını sorgulayıveriyor zihninde. Bölgenin bir diğer büyük ve önemli anıtı ise Jerónimos Katedrali. Hindistan yolculuğuna çıkmadan önce burada dua ettiği iddia edilen Vasco Da Gama ve üç önemli Portekiz edebiyatçısının (Luïs Van De Camóes, Alexander Herculano ve Fernando Pessoa) mezarları beyaz taşlardan yapılmış olan bu devasa manastırda yer alıyor. Buraya kadar gelip uğramadan dönülmemesi gereken duraklardan biri de yine tarihi bir mekân, ancak bir pastane: Pastés de Belém. 1837’de açılmış olan bu mekân dışarıdan görünenin aksine iç içe geçmiş odalarıyla oldukça büyük bir pastane. Kapıdaki kuyruğa aldanıp vakit kaybetmeyin. O kuyruk paket yaptırıp çıkmak isteyenler için. Mekânın en meşhur tatlısı da ismini pastaneden alan, dışı milföy hamuru, içi yumurtalı muhallebi tadında bir krema olan fırınlanmış bir tür tart. Tarçın ya da pudra şekeri ile servis edilen Pastés De Belém mutlaka tadılmalı. Bir tane ile de yetinmeyin derim, ki zaten benim dememe gerek yok. Efsaneye göre bu tatlı ilk olarak Jerónimos Manastırı’nın rahipleri tarafından yapılmaya başlamış. Bu ünlü tartın tarifini sadece üç kişi biliyormuş ve bu üç kişi sabahın yedisinde hamuru ve kremayı hazırlayıp diğer çalışanlara pişirmeleri için veriyormuş. Tarifin öğrenilmemesi için de bu pastanenin başka bir şubesi yokmuş. Tabi yerseniz... Turumuzun son gününde rotamızı şehir dışına doğru çeviriyoruz. Lizbon bir kadayıfsa bu kadayıfın kaymağı da daha batıda yer alan Sintra-Cascais bölgesi ve özellikle Unesco tarafından dünya mirası listesinde yer alan Sintra kenti. Bairro Alto’da fener söndürme saatinizin çok geç vakte kalmadığını umarak sabah erkenden yola çıkmanızı öneririm. Baixa bölgesinin sonunda yer alan Rossi tren istasyonundan 12 Avro karşılığında alacağınız günlük limitsiz tren+otobüs bileti ile LizbonSintra-Cabo da Roca-Cascais-Lizbon turu yapacağız. 45 dakika süren bir tren yolculuğu ile Sintra’ya ulaşmak mümkün. Asıl hedefimiz Pena Sarayı. Bu yüzden siz en iyisi 434 nolu otobüsü bulun ve turunuza Palacio de la Pena yani Pena Sarayı’ndan başlayın. Tepede kurulu olan Pena Sarayı’na doğru kıvrıla kıvrıla çıkan dar orman yolu üzerinde önce, turistik tarihi bir belde olan Sintra kasabasını ve sonra bölgedeki diğer tarihi yapıları göreceksiniz. Yol boyunca yer yer yüz metreyi bulan Kuzey Amerika kökenli devasa ağaçlar, ilginç heykeller ve bahsettiğim tarihi binalarla boyut değiştirmeye ramak kalmışken Pena Sarayı’nın alt kapısına varacaksınız. Saray biletleri yakınındaki 1200 yıllık bir başka yapı olan Mooriş Kalesi ile birlikte ya da tek başına satılıyor, tercih sizin. Sarayın alt kapısında araç değiştirip tramvay vagonuna benzer bir servis aracı ile Pena Sarayı’na ulaşacaksınız. “Bu kadar zahmete değecek mi?” dediğinizi duyar gibiyim ama başınızı kaldırıp Pena Sarayı ile göz göze geldiğiniz an, kendinizi bir masalın içinde bulacaksınız. Bir prensesin oyun evi mi, saray mı, cami ya da kilise mi, gözetleme kulesi mi, yoksa bunların hepsi mi birden anlaşılması zor. Ama eklektik bir mimari stilde inşa edilmiş olan bu bina ahir ömrünüzde göreceğiniz en tuhaf, en ihtişamlı, en gizemli ve en akılda kalıcı mimari yapılardan biri olacak, o kesin. Açık bir havada muhteşem bir manzara vaat eden bina eğer sisli bir gününe denk geldiyseniz yarasaların uçuştuğu bir korku filmi setindeymişsiniz hissi verebilir. Yukarıya doğru tırmanmak çok iyi bir fikir olmasa da Pena turunuzu bitirdikten sonra Sintra’nın güzelliklerini keşfetmek üzere yaklaşık 45 dakikalık bir yürüyüşle aşağıya doğru pekala yürüyebilir, orman havası alabilir ve mekanın tadını çıkarabilirsiniz. Masallar diyarı Sintra’yı arkanızda bırakıp Cabo da Roca’ya doğru yol almanın vaktidir. Sintra-Cabo da Roca arası otobüsle yaklaşık 30 dakika sürüyor. Meyliniz varsa romantizmi iliklerinize dek hissedebileceğiniz bu nokta Avrupa kıtasının en batı ucu, toprağın bittiği, denizin başladığı yer. Yarım saatlik bir yürüyüşle tepede yer alan eski bir kaleden Atlas Okyanusu’nu seyredebilir, eğer maceracı iseniz ve hava da müsaitse kıyıya dik inen kayalıklar arasındaki daracık patikaları takip ederek okyanus kıyısına inebilir, buradaki saklı plajları keşfedebilir ve uçsuz bucaksız okyanus önünde yeryüzünün yaratılışına tanıklık ediyor gibi yaşadığınız anın, aldığınız nefesin sesini duyabilirsiniz. Okyanusla vedalaşıp şehre dönüş yolunda vakti ve enerjisi olanlar Lizbon’un sayfiye yerleri olan malikâneleri, plajları, birinci sınıf servis veren otelleri, casinoları ve golf kulüpleri ile ünlü Cascais ve Estoril’de vakit geçirebilirler. İstediğiniz durakta inip tadını çıkarmak serbest. Nasılsa günlük tren biletiniz cebinizde. Yine yazının sonuna geldik, sayfalar geçti ama anlatacaklarım yine yarım kaldı. Siz iyisi mi bu okuduklarınızı “Lizbon’a giriş” sayın ve kış aylarında da ılıman iklim yapısını koruyan bu şehre seyahat planınızı yapın. 28 numaralı sarışın, Pasteis de Belém, Fadistalar ve Vasco Da Gama ile onlarcası sizi bekliyor ve her şeyi ile Lizbon görülmeyi hak ediyor. 85 uzaktaki yakın Lizbon’dan instagram kareleri Instagram fotoğrafları: Burçin Dermenci, Emir Kurtaran, İrem İlyas, Serpil Tekin, Özgür Çakır 86 87 odak noktası Fotoğraftaki “zaman algısı” Çoğunlukla bir “an” olarak tarif ederiz fotoğrafı. Gerçekte olan da budur zaten, zamanın içindeki bir an dondurularak çıkarılıp alınır. Oysa zaman, anın algısından çok daha fazla bir “akış” olarak değerlendirilmelidir. Fotoğraf, zamanı kimi zaman dondurur kimi zaman onunla birlikte akar. 88 Bugüne dek fotoğrafçıların üzerine en çok çalışma sergilediği konudur belki zamanın akışı. Milyonlarca fotografik deneme “zaman” için yapılagelmiştir. Bir kısmı “seri fotoğraf” olarak adlandırılırken, bir kısmı sadece bir “an” fotoğrafı olarak hayat bulmuştur. Seri fotoğraflar tamamlanmışlık, metafiziksel bir kapanış etkisi yaratırken; gerçeklikle ilgili yapılan vurgu döngüsel gerçeklikte son bulur. Serideki her bir fotoğraf tek başına bir gerçekliği anlatır. Ardından gelen bir diğer fotoğraf ise kendinden önceki fotoğrafın gerçekliğini sorgulatır. Bir fotoğrafın gerçekliğinden bahsederken onun zaman içerisindeki akışını bir bütün olarak görmek gerekir. Fotoğrafta karşılaştığımız bu döngüsellik gerçekte zamanın ta kendisidir. Zaman problemi bizi Antik çağ filozofları Heraklitos ve Parmenides’e kadar götürür. Bu karşıtlık “değişim”e karşı “süreklilik” fikrinin varlığını gösterir. Döngüsel zaman algısı, bir yolculuğu simgeler. Bu yolculuk aslında hakikate ulaşmaya çalışılan bir yolculuktur. Bir gerçeklikten yola çıkıp sonuca varma isteğidir. Çevremiz sürekli hareket halindedir. Günlük etkinliklerimiz, bir işle meşgul olmamız, çalışmamız, hobilerimiz, eğlenmemiz hep hareket içerir. Peki ya fotoğrafta hareket tespitinin püf noktaları nelerdir? Hareketli nesnelerin çekimi, doğal bazı zorluklar içerir. Bu zorlukların tespiti için temel fotoğraf çekim bilgisine ek olarak bazı teknikler ve dikkat edilecek hususlar vardır. Akla ilk olarak hızlı hareketin çok olduğu sporlar gelir. Bunun yanı sıra günlük hayatta etrafımızda her zaman çok kısa sürede olup biten, hızlı hareket içeren bir çok etkinlik, nesne gözümüzün önünde akar. Devamlı hareket halindeki çocuklar, sokakta hızla hareket eden araçlar, insanlar, bir sirkteki akrobatlar, haldeki satıcılar, köpeğimiz, katıldığımız bir eğlence ortamı, düğünler, sosyal etkinlikler vs. hepsi buna birer örnektir. Bu olayları ve anları yakalamak, bulunduğumuz andaki havayı, atmosferi, kendi yorumumuzla aktarmak için iki ana unsur vardır: çekilen konu hakkında bilgi sahibi olmak ve temel hareket fotoğrafı tekniklerini bilmek ve uygulamak... Bunlar özetle şöyledir; - Hareketi dondurmak (doğru enstantane) - Pan yapmak (düşük enstantaneyle hareketi takip etmek) - Netleme (takip ederken sürekli netleme ya da önceden netleme) yapmak - Kritik hareket anını (hareketi anlatacak anlam bütünlüğü) yakalamak - Zamanlama (deklanşöre basacağımız anı kestirmek) 89 odak noktası 90 Hareket fotoğrafı tekniklerinde başvuracağımız en etkili yöntemler ise; yüksek enstantane ile hareketi dondurmak ve düşük enstantane ile belirgin bir hareketi/hızı yansıtmak olacaktır. Bu iki seçenekten birini, çektiğimiz nesnenin hareketini tahmin ederek olası bir kompozisyonu yakalayacak şekilde takip etmemizle birleştirdiğimizde başarılı bir sonuç için gereken ana koşullar sağlanmış olur. Kullandığımız tekniklerin arzu edilen sonuçları sağlaması ise ancak fotoğrafçının zihinsel katkısı ile mümkün olur. Konuya ve çekim tekniğine odaklanmak sonuca olumlu etki edecektir. Çekim öncesinde yapılmış bir zihinsel hazırlığın sonuca etkisi yadsınamaz. Hareketli etkinlik/nesne ile ilgili önceden bilgi sahibi olmak, çekebileceğimiz kareleri önceden kafamızda canlandırmak, hangi 91 odak noktası teknikleri kullanacağımızı planlamak, ekipmanımızı buna göre seçmek ve ayarlamak, nihai olarak nasıl bir fotoğraf elde edeceğimizi hayal etmek, tüm bu hazırlığın bir parçasıdır. Hızlıdan çok daha hızlıya kadar seyredebilecek bir etkinlik anında nerede durulacağı, ne zaman deklanşöre basılacağı, hangi anların önemli olduğu ve kaçırılmaması gerektiği, ne gibi karelerin çekilebileceği vb. sonuca doğrudan etki eden unsurların önceden kestirilmesi gerekir. Ayrıca hareketli anın en önemli noktasını yakalayacak şekilde fotoğraf çekmek, estetik ve anlam olarak bütünlüğü sağlar. 92 Hareket fotoğrafçılığında “zamanlama” her şey demektir. Kritik anı, hareketi bakaçta gördüysek kaçırmışız demektir. Hareket anını yakalayabilmek için kareye aktarmak istediğimiz hareket anının çok kısa bir süre öncesinde deklanşöre basmamız gerekir. Çektiğimiz konu hakkında bilgi sahibi olmak tahmin ve planlama muhakememizi güçlendirir, anlık zaman zarfında yakalanması güç olan kompozisyonları elde etmemize yardımcı olur. Fotoğraftaki zaman algısı tüm bunların ışığında daha anlaşılabilir olur. 93 geçmiş zaman kipinde Tellerine artık “kuş konmayan” iletişim İlk Mors ağını kuran Western Union şirketinin de internetin hızına dayanamayarak telgraf bölümünü kapatmasıyla iyiden iyiye tarih olan telgraf, Türkiye’de farklı algılarla birlikte yaşıyordu. Özellikle Kurtuluş Savaşı döneminde hayati önem kazanan tellerin dili, şimdilerde sadece tozlu bir hatıra oldu bizlere… Hazırlayan: Sezai Evans Amerikan İç Savaşı’ndan bu yana, Mors alfabesinden mesajları müşterilerine yetiştiren Western Union telgraf bölümünü kapattı ve nostalji kokan bir devir daha geride kaldı. Telgraf da ancak bu kadar dayanabildi. Gelişen teknolojinin ezip geçtikleri kervanına o da katıldı. Sonuç olarak telgraf sessizce hizmetten kalktı. Bugünlerde PTT e-telgraf dönemini yürütse de çok da rağbet olduğu söylenemez. Halbuki neler görmüştü telgraflar. Ne savaşlar, ne müjdeler, ne büyük tehditler. Çağın gidişatına yön veren birçok haber onun sayesinde taşınmıştı diğer bölgelere… Enigma ile Alman İmparatorluğu’nun 2.Dünya Savaşı’nda sağladığı istihbarat akışının çözümlenmesi, tarih kitaplarının hala odak noktasıdır. Düğünlerin içerisinde bile bir tattı telgraflar. Eskiden telgraf bölümü olurdu düğünlerde. Biri mikrofonu kapar gelemeyenlerin gönderdiği telgrafları okurdu ve herkes dikkat 94 kesilirdi. Telgrafın söyledikleri her zaman ciddiye alınırdı. Tarih kitaplarında ismi sıkça geçerdi. Çünkü çok şey anlatmıştı muhatabına o paslı teller. Günümüzde ise sadece resmi makamların taziye aracı olarak yaşamını sürdürüyor. Telgraf nasıl çekilir, telgrafı çeken alet nasıl bir görünümdedir hatırlayan bile çok az… Müzelerde, eski konakların bodrum katlarında, hafızaların kaybolmak üzere olan derinliklerinde telgraflar… Telgraf en basit anlatımıyla şöyle biliniyor: İki merkez arasında, kararlaştırılmış işaretlerin yardımıyla yazılı haberlerin veya belgelerin iletimini sağlayan bir telekomünikasyon düzeni... Hikâyesi ise bir yolculukta başlamış. 1832 yılında Amerikalı ressam Samuel Morse, bir yolculuk sırasında kendisine elektro mıknatıstan söz eden bir yolcuyla tanışmış… Telgraf üstünde zaten çalışmaları olan Morse, bu sefer elektro mıknatıslı telgraf için çalışmaya başlamış ve ortaya telgrafın atası çıkmış. 1835 yılında, ilk elektromıknatıslı telgraf hayata geçmiş ama bu sistem pek başarılı değilmiş. Daha sonra Morse ve yardımcısı Vail bunu daha da geliştirmişler. Nokta ve çizgilerden oluşan bir kodlama sistemi ortaya çıkarmışlar ki bu da nam-ı diğer kodlama sistemi, daha sonra tüm dünyada kabul gören Mors alfabesi olmuş... 95 geçmiş zaman kipinde O yıllarda telgraf en popüler iletişim aracı olmuş. İlk telgraf hattı ise 1843 yılında Washington, D.C. ile Baltimore, Maryland arasına çekilmiş. Fazla değil, 169 sene öncesine gittiğinizi hayal edin. Şehirleri, insanları birbirine bağlayan yegâne iletişim aracının mektup olduğu zamanlara... Ne internet ya da televizyon ne de telefon var. Telgraf ilk elektrik akımıyla çalışan iletişim aracı olarak tarihteki yerini aldığında büyük bir ilgiyle karşılanmıştı. Çok uzunca bir süre popülerliğini korudu ama o da zamanın akışı 96 içerisinde tarih sahnesinden adım adım uzaklaştı ve bugün tozlu raflarda.... Nasıl çalışırdı? Elektrikli telgraflar, bir verici, bir alıcı ve ikisi arasına çekilmiş elektrik hattından meydana geliyordu. Vericiye Maniple denirdi. Maniple telgraf şebekesindeki elektrik akımını açıp kapayan anahtarlardı. Manipleye basınca devre tamamlanır ve telgraf şebekesinden akım geçerdi. Karşı tarafta ise alıcılar vardı. Alıcılar, elektromıknatıs bobinlerden yapılmışlardı. Elektro mıknatısın karşısında ileri geri hareket edebilen madeni bir çubuk vardı. Bu çubuk elektro mıknatıstan akım geçtiği zaman hareket eder, çubuğun ucundaki mürekkepli kalem bir kağıt şerit üzerine nokta (.) veya çizgi (-) şeklinde şekiller çizerdi. Sesle çalışan alıcılar da vardı. Bunlar kağıt bir şeride yazı yazmak yerine, sert bir cisme vurarak tıkırtı çıkarırlardı. Tecrübeli telgraf operatörleri, bu tıkırtıları dinleyerek mesajı çözerlerdi. Burada kısa tıkırtı nokta (.), uzun tıkırtı çizgi (-) anlamına gelmekteydi… 97 tema Vakti geldiği zaman 98 Zaman denince aklınıza ne geliyor? Üzerine kolayca beyin fırtınası yapılabilecek bir kavramken zaman; algılaması en zor olanıdır aynı zamanda... Her söz bir kenarından “zamana” tutunur. Göreceli bir “algı”dır. Hazırlayan: Sezai Evans Bilim dünyası, “hareket eden cisimler ve meydana gelen değişimler arasında yaptığımız belirli bir sıralamadan doğan bir kavramdır” diye tanımlıyor zamanı. Zaman kavramı, tarih boyunca felsefenin ilgi alanlarından biri olmasının yanı sıra matematik ve fizik çalışmalarının da önemli alanlarından biri oldu. Zaman diye bahsettiğimiz algı, bir anı bir başka anla kıyaslama yöntemi olarak basitçe de tanımlanabiliyor. Örneğin bir cisme vurduğumuzda belirli bir ses çıkar. Tekrar vurduğumuzda yine bir ses çıkar. Kişi, birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye “zaman” der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasındaki bir bilgidir. Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmazsa, zaman algısı da olmaz. Beynimiz belirli bir sıralama yöntemine alıştığı için zamanın hep ileri aktığını düşünürüz. Oysa bu, beynimizin içinde verilen bir karar ve dolayısıyla tamamen izafi... Gerçekte zamanın nasıl aktığını ya da akıp akmadığını asla bilemeyiz. Bu da zamanın mutlak bir gerçek olmadığını, sadece bir algı biçimi olduğunu gösterir. Zaman içinde olduğumuz 3 mekân ve 1 zaman boyutlu uzay-zamanının soyut olan boyutu olarak da kabul edilir. Zaman olgusu fizikte 't' (Latince zaman anlamına gelen tempus kelimesinin baş harfi) harfiyle tanımlanır. Zaman beyinde saklanan birtakım hayaller arasında kıyas yapılmasıyla var olur. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapmaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz. Bir insanın “ben otuz yaşındayım” demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu düşünmez, sadece yaşadığı tek bir “an” ile muhatap olur. Zaman mutlak değildir, meydana gelen olaylara göre farklı algılanan göreceli bir kavramdır. Nobel ödüllü genetik profesörü ve düşünür François Jacob, “Mümkünlerin Oyunu” adlı kitabında zamanın geriye akışı ile ilgili şunları anlatır: “Tersinden gösterilen filmler, zamanın tersine doğru akacağı bir dünyanın neye benzeyeceğini tasarlamamıza imkan vermektedir. Sütün fincandaki kahveden ayrılacağı ve süt kabına ulaşmak için havaya fırlayacağı bir dünya; ışık demetlerinin bir kaynaktan fışkıracak yerde bir tuzağın (çekim merkezinin) içinde toplanmak üzere duvarlardan çıkacağı bir dünya; sayısız damlacıkların hayret verici işbirliğiyle suyun dışına doğru fırlatılan bir taşın bir insanın avucuna konmak için bir eğri boyunca zıplayacağı bir dünya. Ama zamanın tersine çevrildiği böyle bir dünyada, beynimizin süreçleri ve belleğimizin oluşması da aynı şekilde tersine çevrilmiş olacaktır. Geçmiş ve gelecek için de aynı şey olacaktır ve dünya tastamam bize göründüğü gibi görünecektir.” Zamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en büyük fizikçisi sayılan Albert Einstein’ın ortaya koyduğu “Genel Görecelik Kuramı” ile de doğrulanmış... Lincoln Barnett, Evren ve Einstein adlı kitabında bu konuda şunları yazar: “Salt uzayla birlikte Einstein, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe akan şaşmaz ve değişmez bir evrensel zaman kavramını da bir yana bıraktı. Görecelik kuramını çevreleyen anlaşılmazlığın büyük bölümü, insanların zaman duygusunun da renk duygusu gibi bir algı biçimi olduğunu kabul etmek istemeyişinden doğuyor… Nasıl uzay maddi varlıkların 99 tema olasılı bir sırası ise, zaman da olayların olasılı bir sırasıdır.” Zamanın öznelliğini en iyi Einstein’in sözleri açıklar: “Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar ‘daha önce’ ve ‘daha sonra’ ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir benzamanı, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili olur.” Einstein, Barnett’in ifadeleriyle, uzay ve zamanın da sezgi biçimleri olduğunu, renk, biçim ve büyüklük kavramları gibi bunların da bilinçten ayrılamayacağını gösterir. Genel Görecelik Kuramı’na göre “zamanın da, onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden ayrı, bağımsız bir varlığı yoktur. Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır. Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal bir saat yoktur. Lincoln Barnett’in belirttiği gibi “rengi ayırt edecek bir göz yoksa, renk diye bir şey olmayacağı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey değildir” Zamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte her şey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür. Zamanın göreceliği, bilimsel yöntemle de ortaya konmuş somut bir gerçektir. Einstein’ın Genel Görecelik Kuramı ortaya koymaktadır ki zamanın hızı, bir cismin hızına ve çekim merkezine uzaklığına göre değişir. Hız arttıkça zaman kısalmakta, sıkışmakta; daha ağır daha yavaş işleyerek sanki “durma” noktasına yaklaşır. Einstein’ın araştırmasındaki örneğine göre aynı yaştaki ikizlerden biri dünyada kalırken, diğeri ışık hızına yakın bir hızda uzay yolcuğuna çıkar. Uzaya çıkan kişi, geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni uzayda seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır. Aynı örnek bir baba ve oğul için de düşünülebilir; “eğer babanın yaşı 27, oğlunun yaşı 3 olsa, 30 dünya senesi sonra baba dünyaya döndüğünde oğul 33 yaşında, baba ise 30 yaşında olacaktır.” Zamanın izafi oluşu, saatlerin yavaşlaması veya hızlanmasından değil; tüm maddesel sistemin atom altı seviyesindeki parçacıklara kadar farklı hızlarda çalışmasından ileri gelir. Zamanın kısaldığı böyle bir ortamda insan vücudundaki kalp atışları, hücre bölünmesi, beyin faaliyetleri gibi işlemler daha ağır işler. Kişi zamanın yavaşlamasını hiç fark etmeden günlük yaşamını sürdürür. Zaman, ışık hızı ile de dolaysız bir ilişki içinde. Maddenin ışık hızına yaklaşması durumunda zamanının yavaş akması, ışık hızında durması ve ışık hızı ötesinde de tersine akması; takyonlar denilen atom altı parçacıkların ışıktan hızlı hareket ettiği ve zamanlarının gelecekten geçmişe doğru aktığı veya içinde bulunduğumuz uzay-zamandan başka sonsuz sayıda da ihtimalin olabileceği hipotezleri de modern fiziğin ve rölativite teorisinin temelini oluşturan konulardan... Yılları ve günleri ilk olarak birimlere bölenler ise Sümerler oldu. Mısırlılarla devam eden zamanı doğru ölçme çalışmaları, Yunan ve Roma medeniyetlerinde iyice geliştirildi. Eski Mısır rahiplerine göre zaman; enerjinin yok oluş ya da bir diğer anlamı ile enerjinin dönüşüm süreciydi ve sonsuz olan tanrıyı simgeliyordu... Beynimizde muhafaza edilen birtakım bilgiler arasında kıyas yaparak zaman 100 algısına ulaşırız. Hafızamız olmasa, beynimiz de bu yorumları yapmaz ve dolayısıyla zaman diye bir algı da oluşamaz. Hatta hafızamız olmasa, şu ana kadar yaşadığımız yıllara dair bir bilgi de beynimizde bulunmaz ve bizim için yalnızca şu ‘an’ olur. Aynı şekilde, gece yatağımızda yatarken susamamız, kalkıp elektrik düğmesine basmamız, mutfağa ilerlememiz, bardağı raftan alıp içine su doldurmamız ve içmemiz; kısacası yatağımıza tekrar yatana kadar geçen süreç, yalnızca beynimizde yer alan bilgilerdir. Tüm bunlara göre zaman, -kim bilir belki de- sadece bir bilgiden ibarettir... Kur’an’daki zaman ayetleri "Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız." (İsra Suresi, 52) "Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar…" (Yunus Suresi, 45) "Dedi ki: 'Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz.'" (Müminun Suresi, 112114) "... Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac Suresi, 47) "Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir." (Secde Suresi, 5) 101 tema Sözlük anlamlarıyla “zaman” - Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: “Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım.”- Ö. Seyfettin. - Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: “ Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir.”- A. İlhan. - Belirlenmiş olan an. - Çağ, mevsim:” Gül zamanı. Çocukluk zamanı .”- . - Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler, vakit . - Dönem, devir : “ Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi.”- H. Taner. - Gök bilimi Olayların oluş ve akış sırasını belirleyen, düzenli ve dönemli gök olaylarını birim olarak kullanan sanal bir kavram . - Dil bilgisi Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı: “Geldi, gelmiş, geliyor, gelecek, gelir.” - Jeoloji Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri . Atasözleri, deyimler ve birleşik sözlerdeki “zaman” Zaman almak - Sürmek, devam edip zamanı geçirmek Zamana uymak - Davranışlarını içinde bulunulan günün şartlarına uydurmak Zaman bırakmak - Bir iş için süre ayırmak Zamanı avlamak - Uygun zamanı bulmak 102 Zamanı geçirmek - Oyalanmak Zamanı geçmek - O şey artık gerekli ve yerinde olmaktan çıkmak, mevsimi geçmek Zaman kazanmak - Vakit kazanmak Zaman kollamak - Bir işin sırasını beklemek, uygun bir fırsat beklemek Zaman öldürmek - Boş şeylerle vakit geçirmek Zaman tanımak - Bir iş için yeterli zaman vermek, bitmeyen bir iş için süreyi uzatmak Zaman vermek - Bir iş için belli bir süre ayırmak Zaman aşımı - Süre aşımı Zaman ayarlı - Zamana uyumlu olarak hazırlanmış olan Zaman belirteci - Zaman zarfı Zaman bilimi - Kronoloji Zaman birimi - Tekrarlanan gök olaylarına dayanılarak seçilen zaman aralığı Zaman dizini - Tarihsel olayların zaman bakımından sırası Zaman eki - Fiillerde kullanılan ve zaman kavramı veren ek: -ecek (geleceğ-im), -miş (piş-miş-ti), -iyor (seviyor), -di (gel-di) vb. Zaman tüneli - Bilim kurguda değişik zamanlar arasında geçişin sağlandığına inanılan yer Zaman zaman - ara sıra Zaman zarfı - Bir fiilin anlamını zaman kavramı ile sınırlandıran zarf, zaman belirteci açık zaman - Tutkalın yüzeye sürülmesi ile malzemelerin sıkıştırılması arasında geçen süre Ahir zaman - Son zaman. Dünyanın son günleri, kıyametin kopmak üzere bulunduğu günler veya yıllar Aman zaman - Fırsat, çıkar yol Aman zaman dedirtmemek - Aman vermemek Art zamanlı - Evrim açısından ele alınan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik Bir zaman - Geçmiş zamanda, eskiden, vaktiyle Dar zaman - Çok kısa bir süre, dar vakit. mecaz Zorluk, üzüntü, sıkıntı ve yokluk içinde geçen süre, dar vakit Eş zamanlı - Başlamalarıyla bitmeleri arasında geçen zaman eşit olan (olaylar), senkronik: aynı zamanda oluşan. Evvel zaman - Çok önceden, çok eskiden, önceleri Her zaman - Ara vermeden, sürekli, daima, sık sık İkinci zaman - İkinci Çağ Kimi zaman - Ara sıra Ölü zaman - Ölü saat Aynı zamanda - Hem de, bununla birlikte Çift zamanı - Tarla sürme zamanı İftar zamanı - İftar vakti İkindi zamanı - İkindi vakti Yıldız zamanı - Dünyanın yıldızlara göre tam bir dönüş süresini temel alan zaman Bir zamanlar - Zamanında, vaktiyle, eskiden, bir keresinde Vakti zamanında - Vaktiyle 103 bilgi hapı Uçan zaman olunca... İnsanların “biyolojik saatleri” olduğunu duymuşsunuzdur. Uyku saatleri, vücut ısıları ve birçok özelliği bu biyolojik saate göre değişkenlik gösterir. Konumuz biyolojik saatin tepetaklak olduğu bir durum, nam-ı diğer jetlag... Jet-lag için biyolojik saatin bozulması sonucu vücutta meydana gelen olumsuz durumların genel ismi denebilir. Genellikle hızlı yer değiştirmelerde meydana gelir. En güzel örneği de bilindiği üzere uçak seyahatleridir. Diyelim ki; Türkiye’den Arjantin’e giden birisi bu duruma düşebilir. Gece 02:00’da yola çıkan bu kişi yaklaşık 18 saat sonra Arjantin’e varabilir. Vardığında saat akşam 20:00 olacaktır. Ancak Arjantin ile aramızda 6 saatlik ülke saati farkı olduğu için orada saat henüz öğlen 14:00’dır. Bu durum sonucunda öğlen vakti uykumuz gelecektir. Vücudumuzun bir çok fonksiyonu yeni saate uyum sağlamakta zorlanacaktır. Jet Lag’da vücut, zaman karşısında “geri kalır” da denebilir. Zaten “Lag” kelimesi İngilizce “değeri kalma, geç kalma” anlamları taşıyor. Dünya kendi etrafında dönüşünü 24 saatte tamamladığından dünya üzerinde her biri 1 saat olarak belirlenmiş 24 zaman bölgesi bulunur. Türkiye ile Arjantin arasında 104 6 zaman bölgesi vardır. Bundan dolayı İstanbul’da saat 20:00 iken Arjantin’de 14:00’dır. NASA bu konuda birçok araştırma yapmış ve sonucunda insan vücudunun tek bir zaman bölgesi değiştirmesi ile oluşacak yeni duruma alışmasının 1 günü alabileceği saptamış. Bu durumda Arjantin’e giden yolcunun vücudunun yeni duruma alışması 6 günü bulacaktır. Jet Lag her uçak yolculuğunda görülmez. Jet Lag hastalığı doğu ya da batı yönlü olan uçuşlarda gerçekleşir. Kuzey-Güney şeklindeki yer değiştirmede jet Lag olmaz. Çünkü meridyenler arası zaman farkı 4 dakikadır. Meridyenler doğu-batı yönünde dikey bir şekilde uzandığından zaman farkı doğu-batı yönlü olur. Paraleller arasında zaman farkı yoktur. Bundan dolayı kuzey- güney şeklinde ne kadar mesafe alırsak alalım zaman bölgesi geçmediğimiz için saat sabit kalır. Jet Lag olayının en sık görülen belirtileri ise aşırı yorgunluk, uyku sorunu, iştahsızlık, baş ve midede meydana gelen ağrılardır. Jet Lag’dan sonra ise seyahat eden kişilerde kalp atışlarında bazı düzensizlikler olabilir. Ayaklarda aşırı şişlik, şaşkınlık ve korku durumları olabilir. Fiziksel, zihinsel ve duygusal bakımdan etkilenilir. Doğu’ya doğru yapılan uçuşların ise insanları daha çok zorladığı biliniyor. Çünkü insan vücudu biyoloji saatini hızlandırmada daha çok zorlanıyor. Örneğin Endonezya / Japonya yönüne yapılacak seyahatlerde kişiler doğuya doğru hareket ediyor. Burada saat Türkiye saatine göre daha ileride olduğu için vücut biyolojik saatini de ileriye almak zorunda kalıyor. Bu durum biyolojik saati geriye almaktan daha zor gerçekleşiyor. Jet Lag’dan etkilenme oranı kişiden kişiye değişiyor ancak hayatı düzenli olan, genellikle rutin işler yapan kişiler bu olaydan daha çok etkileniyor. Ayrıca kişiler uçak seyahatindeki beslenme durumuna göre Jet Lag’dan farklı derecelerde etkilenebiliyor. Jet Lag’dan en az etkilenenler ise çocuklar... 105 kitabi Zaman, nerede ne renge döner belli mi olur Emine Civanoğlu “Cellatlar, hazineler ve şehrin altındaki, en çok da tam evlerinin bulunduğu semtin altındaki korkunç dehlizler... Çekyatın altındaki nefesin yerini alan, yeraltındaki dehlizler... Hem de şu tek göz odanın sırtını dayadığı duvarın hemen altından geçen dehlizler... Hüsran bunları düşünürken birden o korkunç olasılığı fark etti. Geceleri duyduğu nefes sesi belki de çekyatın altından değil, yerin altından, o derin, o uçsuz bucaksız yılan kıvrımlı dehlizlerden geliyordu. Belki de tam Hüsran'ın yattığı yerin altından, bir zamanlar içinden altınlar ve oluk oluk kanlar akan kapkaranlık bir dehliz geçiyordu.” Küçükken uykudan önce ya da sabahın ılık koynunda kimlerden dinlediniz masalları? Masalın kendi kadar masalı anlatanın hayal ustalığı da önemli. Sesi dağların tepelerindeki uğultulara, çakalların bağırışlarına karışan, tedirgin adımlarımızın hevesli âşıklar gibi gözü kara cesareti ile bizi gözlerindeki esrarlı kuyuya doğru çeken bir masal anlatıcınız oldu mu? Bin yaşında gibi görünen ama anlatırken kanı deli bir ergenin iştahıyla masal kahramanlarını ete kemiğe büründüren bir delisi var mıydı mahallenizin? O büyülü masalları anlatan nesiller yok artık sanıyorsunuz değil mi? Onlar masallardaki o sekiz kanatlı kartalların sırtında başka 106 dünyalara, başka zamanlara gittiler sanıyorsunuz. O masallar bir daha anlatılmayacak sanıyorsunuz. Doğru, gittiler hem de çoktan ama bence birisi geri geldi. Mine Söğüt’ü bence onlar gönderdiler; bize o büyülü masalları anlatmaya devam etsin, hayatın efsunlu yanlarına yüzümüzü sürecek cesareti bize usul usul versin diye onu geri gönderdiler. Onu geri gönderdiler ki biz geceleri yatakların altında türlü oyunlar çeviren oynaşıklardan, önünden geçip gittiğimiz ve içinde normal hayatlar yaşanıyor sandığımız apartmanların cinlere bile akıl oynattıran gizlerinden, üç harflilerin bize beş harfli kılığında gözlerini diken yüzlerinden, karanlığın yazılarından haberdar olalım. Kırmızı Zaman’ı okurken kendini zamanın olmadığı bir yerde gibi hissedecek ve kitabı elinden her bırakışında bedeninin mevcut zamanına dönmekte biraz zorlanacak oluşun bundan. Zaman’ın peşinden sen de o dehlizlerden geçecek, bir Çingene delikanlının ateşli kanını senin kendi damarlarında dolaşıyor zannedecek olman da bundan. Mine Söğüt diyor ki; "Bu romandaki İstanbul, efsaneler, insanlar, balıklar, kayıklar, iskeleler, saraylar, dehlizler, kesik başlar, mezarlar, hastaneler, morglar, denizkızları, cinayetler, katiller, cellatlar, deliler yani her şey uydurmadır. Yok eğer 'Bunların hepsi gerçek, Haliç'te kırmızı bir kayık durur ve içinde Zaman Dayı yaşar, eski mezarlarda kesik cellat kafaları yatar, küçük kızlar mezar taşlarına dünyanın en güzel şiirlerini yazarlar, genç bir adam paramparça bir baba arar, her şeyi gören bir kambur hep susar ve İstanbul'un altında sır dolu dehlizler var diyen birisi çıkar da beni yalanlarsa, ne mutlu bana." “Oğlu Zobi'ye gelince... O yakışıklı bir Çingene delikanlısı olarak komşu gavur mahallelerin yanına yaklaşılması imkansız, porselen tenli güzellerinden birine dokunabilme ve dokunmakla da kalmayıp onu gebe bırakmış olma onurunu bir kaç yıl göğsünü gere gere Lonca'da taşıdı. Zengin ama çirkin Yahudi oğlanların, güzeller güzeli Çingene kızları kirlettiği çok görülmüştü ama beş parasız bir Kıpti’nin, zengin evin prenses kızının koynuna girdiği pek görülmüş şey değildi.” Duvarlara dokunup acaba gizli bir kapı var mıdır diye yoklamak, çocukluğa ve deliliğe mi yakışır sadece. Ya varsa? Ya her an sırtımızı yasladığımız o duvar, küçük dilimizi yutturacak kadar garip bir yere açılan o bin yıllık kapıysa. Arada sırada bir umut duvarları yoklayanlarla, onların sadece duvar olduğuna inananlar arasında fotoğrafların kanıtlayamayacağı uçurumlar vardır. Onlar her gün aynı sokaktan gidip gelseler de birbirlerinin dünyaları hakkında pek fikirleri yoktur. Kırmızı Zaman, Mine Söğüt’ün kırmızı ve kesik ve başka kimselerde olmayan ve ucu ruhumun etinde tatlı izler bırakacak kadar sivri ve ele sığmayacak kadar büyük ve mezarlık taşından oyulup içine cennet kurşunu konularak yapılmış kaleminin, yaslandığımız o duvara çizdiği bir işaret aslında. ‘Git bak, belki orada başka bir dünya vardır, belki mezar taşlarına birileri gizli gizli şiirler yazıyordur, belki aklın küçük bir kazanın içinde kaynarken yüreğini soğutacak o serin ırmaklar sana yakın bir yerde akıyordur, belki onun da sana söyleyecekleri vardır ama kargaların tanrısı epey önce yüreğinin dilini kesmiştir de sana bakınca konuşamıyordur, belki ölü bir yılan gibi duran o halatın ucu sahici bir özgürlüğün dalına bağlıdır.’ diyen bir işaret aslında. Kırmızı Zaman’da her kapı, her duvar, her ağaç kavuğu seni daha önce görmene imkân bile olmayan yerlere çıkarabilir; cesaretin varsa bunu yapabilir. Her kitabında, her hikâyesinde, her masalında olduğu gibi Mine Söğüt Kırmızı Zaman’da da okurunu fazla ön yargılı olma hali ile yüzleştiriyor. Okuduklarına şaşırdıkça sen de bu yüzleşmenin altına ‘kabulümdür’ diye imza atacak kıvama geliyorsun. ‘Ben öyle sanıyordum’ dediğin anları düşün; öyle dediğin ve işin aslının öyle olmadığı anları. Sanmadan yaşayamaz tabii insan ama Kırmızı Zaman da dahil Mine Söğüt’ün kitapları bu sanma hallerinin bazen nasıl da için için yanma hallerine dönüşebildiğini anlatıyor. ”Ama kayık, kaderini bizzat yazdı. Mezbaha kıyısından uzaklaşıp, kana yaraşır kırmızısıyla kendi yolunu kendi buldu; Zaman'ın delikten çıktığı gecenin sabahı karşı kıyıya vardı. Bu karşılaşmada tanrısal bir şey vardı. Haliç'in tembel dalgaları kan renkli kayıkla, dehlizlerden gelen kan tarihli adamı buluşturmayı görev saydı.” Kürek çekenler ve geniş sularda derine dalanlar bilirler, bunun sonu yoktur, gittikçe gidesin gelir, gitmezsen aklın hep orada kalır ve sana huzur vermez. Biraz daha, bir adım daha, birkaç metre daha, bir köşe daha, öbür sokağa kadar, birkaç kürek daha; sonra bırakacağım ve döneceğim… Asla öyle olmaz. Kırmızı Zaman, insanın korkularına rağmen merakının şehvetine nasıl sımsıkı sarıldığını anlatıyor. Korktuğumuzun başımıza gelmesine engel olamayacağımızı ve o zaman geldiğinde neler olacağını anlatıyor. Bundan sonra kambur bir adam gördüğümde asla eskisi gibi, ‘normal’ olarak geçip gidemeyeceğim yanından. 107 semboller Aztek güneş tanrısı Tonaiuth / Maya takvimi An Aslında zaman yoktur, an vardır. Zaman anların birbiri ardına eklenmesi (zamlanması) ile oluşur. Algımızı zamandan an’a indirebilirsek daha yoğun yaşayabiliriz belki. Anların birikmesi ile saatler, günler, haftalar ve aylar oluşur. Bir gün Güneş'in doğduğu zamandan ertesi gün doğacağı zamana kadar geçen süredir. Bir ay ise Ay'ın aynı evresinin gökyüzünde tekrar göründüğü zamana kadar geçen süredir. Abdulkadir Kılınç 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 108 ocakşubatmartnısan mayıshazirantemmuz ağustoseylülekim k a s ı m a r a l ı k ocakşubatmartnısan mayıshazirantemmuz ağustoseylülekim k a s ı m a r a l ı k Farsça altıya kadar saymasını biliyoruz: Yek, dü, se, cihar, penç, şeş. Peki 7 nedir? Farsça yedi “heft”dir (veya hefte). Yedi günlük “hafta” ismi de buradan alınmıştır. Pazar Farsça yemek yeri anlamındaki ba-zar’dan, Salı İbranice üçüncüden, Çarşamba Farsça dördüncü gün anlamındaki cehar-şenbeden, Perşembe 5. Gün anlamındaki penç-şenbeden, Cuma Arapça toplanma anlamındaki cemden gelmiş. Bir hafta olarak kabul edilen yedi günlük sürenin kaynağı tam olarak bilinmiyor. En kuvvetli tez bu sürenin Ay'ın evrelerinden kaynaklandığına dayanır. Ay'ın dört evresinin (yeni ay, ilk dördün, dolunay, son dördün) sürelerine en yakın olan tam gün sayısı yedidir. Daha sonraları dinlerde göklerin yedi kat oluşuna inanış, müzikteki ana nota ve tabiattaki ana renk sayılarının da yedi oluşu bu sayının gizemini iyice arttırmıştır. Takvimde yedi günlük haftanın resmiyet kazanması ise milattan sonra 327 yılında Roma İmparatoru I. Constantinus'un çıkardığı bir emirle olmuştur. Tevrat'ın yaratılış (tekvin) anlayışına göre Tanrı evreni 6 günde yaratmış, yedinci günde de (cumartesi) dinlenmiştir. Hıristiyanlar haftayı Tevrat'taki şekliyle kabul etmişler. İslam dininin doğuşundan sonra da yine yedi günlük hafta süresi benimsendi. Hz. Muhammed'in müminleri mescitte toplayıp, namaz kıldığı, hutbede devlet ve günlük işleriyle ilgili açıklamalar yaptığı altıncı gün (cuma) dinlenme günü olarak kabul edildi. Türkiye Cumhuriyeti'nde 27 Mayıs 1935 tarihinde yayımlanan bir kanunla tatil günü cumadan pazara alındı. gelir. Temmuz, Sümerlerin bereket tanrısının adıdır. Festivallerinin adı da Dumuzi’dir. Dam, Sümerce kadın demektir. Eski Mısır’da Dama; bir araya gelme, Damuzu kadının erkek arkadaşı demektir. Eylül, Süryanicedir. Üzüm ayı anlamına geliyor. Hint-Avrupa dillerinde yedinin karşılığıdır. Kasım, Arapça'da ayıran- bölen anlamında; Aralık, Türkçe, iki zaman arasındaki boşluk anlamındadır. Günümüzde kullandığımız ay isimlerinin geldikleri yerler şöyle. Ocak ayının ismi, Eski Roma’da Januarius idi. Janua kapı-giriş demekti. Biz bu aya Türkçe ateş (odak/ocak) anlamında Ocak ismini vermişiz. Şubat, Süryanicedir (şabat-şobat). Eski Roma’da Februarius idi. Februum, arındırma demektir. Februa, Romalıların günahlarına kefaret olarak kurban kestikleri arındırma festivaline verilen isimdir. Mart, Roma’da Martius idi. Mars, Romalıların savaş tanrısının adı. Aslında senenin ilk ayı imiş. Ancak 1582’de Papa XIII. Gregorius’un düzenlediği yeni takvimde ilk ay olarak Ocak belirlenmiştir. Nisan, BabilSüryani dillerindeki adıdır (nisannanisannus). Güneşli-güneşlenme gibi manalara gelir. Mayıs, Roma’da Maius’dur. Maia, Merkür’ün annesi ve Roma’da bitkileri büyüten tanrının adıdır. Haziran, ismi Süryanicedir, sıcak demektir. Roma’daki adı Junius. Gençlik, genç anlamlarına Bugün kullandığımız takvimin de oluşum öyküsü ilginç. Roma imparatorluğu zamanında yılın son ayı Februarius yani Şubat, yılbaşı ise Mart'tır. Böylece Şubat ayı dört yılda bir 30 gün diğer yıllarda 29 gün olmuş. Sezar bir de doğduğu aya kendi ismini vermiş ve ismi Julius (July) olmuş. Daha sonra imparator olan Augustus da Sezar’ı kıskanıp sonraki aya kendi ismini vermiş: Augustus (August). Ancak Sezar'ın ayı 31 gün çekerken, Augustus'un ayı 30 gün çekiyormuş. Bunun üzerine Augustus da emir vermiş. Yılın son ayından bir gün alın benim ayıma ekleyin diye. Böylece Şubat'tan 1 gün daha alınmış, o günden sonra Şubat ayı dört yılda bir 29 gün, diğer yıllarda 28 gün, Sezar'ın ayı Temmuz ve Augustus'un ayı Ağustos da peş peşe 31 gün çeker olmuş. Kaynakça:Metin Üskes, www.wikipedia.com 109 zamansız Kimine göre “zaman” Neslihan Tunalı “Bir eylemin içinde geçtiği, geçmekte olduğu ya da geçeceği süre” diye ifade ediliyor zaman... Yüzyıllardan beri felsefenin, matematiğin ve bilimin temel ilgi alanlarından bir tanesi. Zamanın geçişini ölçmek için eskiden güneş saatleri, su saatleri ve kum saatleri kullanılırdı. Günümüzdeyse elektrikli saatler, sarkaçlı saatler ve atom saatleri kullanılıyor. Günümüz saatleriyle ölçülen zamanla güneş saatiyle ölçülen zamanın ifadesi aynı değildir. Çünkü, güneş saati hep aynı hızla çalışmaz. Güneş saatiyle zamanın ifadesi Güneş’in gökyüzündeki konumuna göre belirlenir. Ancak, günümüz saatlerinde, bir yıldaki güneş günlerinin ortalaması alınarak bir günün saat cinsinden değeri bulunmuştur. Buna ortalama güneş günü denir. Ortalama güneş gününe göre ölçülen zaman da ortalama zaman olarak adlandırılır. Güneş saatiyle ölçülen zamanaysa görünür zaman denir. Görünür zamanla ortalama zaman arasındaki farka da zaman denklemi adı verilir ve bu fark 16 dakikadır. Bu zamanların dışında yıldız zamanı denilen ve yıldızlara göre ölçülen 110 zaman ifadeleri de vardır. Dünya, güneşin çevresinde dolandığından, yıldız zamanı öteki zamanlardan farklıdır. Yıldızların gökyüzünde bir kez dolanıp yeniden başlangıçtaki konumlarına geri dönmeleri için geçen zamana yıldız günü denir. Bir yıldız günü, ortalama güneş gününden biraz kısadır. Bu fark, dünyanın güneş çevresindeki dolanım süresi olan 24 saati bulur. Tüm bu zamanların dışında “ninemin zamanı” vardır ki bundan yaklaşık 63 yıl öncesine tekabül eder... Annemin zamanı da 35 yıl öncesine. Her birinde şimdiye göre, yokluklar da anlatılır zenginlikler de… Ninemin zamanıyla annemin zamanının ortalaması ise daha insancıl daha sosyal bir toplumun hikayeleriyle doludur. Hepimiz özlüyoruz şimdi o hikayeleri, şahit olduklarımızı anlatırken. Burnumuzun direği sızlıyor, dinlediklerimizi bu yıllara aktarırken özeniyoruz. Ama nedendir bilinmez tüm bu duygulara rağmen artık hiç birimiz öyle değiliz. Özellikle 30- 45 yaş arası nesil, zamanı sevmek açısından çok arada kalmış bir nesil. Bir yanı hala o eski zamanın tadını arzularken, diğer yanı bu yeni bireysel toplumun rahatlığını seviyor. Kolayına geliyor ama zaman konusunda diğer yaş gruplarından daha mutsuz galiba… Ya da bana mı öyle geliyor. Ne dersiniz? Cumalıkızık, Bursa - 30.06.2008 111 serbest yazı Özlem Şenkoyuncu “Hazine” 112 Zaman en değerli hazinedir derler, üstelik herkesin sahip olduğu tek hazine. Herkes için aynı fakat içerik, kişiye yarattığı değer ve yaşananlar herkes için çok farklı… Kimisi için unutulmaz dakikalar, kimisi için bir daha hatırlanmak istenmeyen hatıralar yüklüdür. Kimisi için geçmek bilmez, kimisi için ise ardından atlı kovalarcasına geçer gider… ve üretim modelini hatta bir vizyonu anlatmaktadır. Kalitenin artık birçok firma için sıradan olduğu günümüzde işi zamanında teslim edebilmek için tüm üretim ve yönetim süreçleri gözden geçirilmiş ve geçtiğimiz yüzyıla göre bambaşka iş modelleri doğmuştur. Zamanını iyi yönetenin kazandığı günümüzde “Just in time” her firma için iş hedefi olmuştur. İş dünyası için de zaman çok kıymetlidir. En önemli maliyet kalemi olarak tüm üretim ve süreç planlamalarında başroldedir. Az zamanda yüksek verimlilik her işverenin hayalidir, hedefidir. Bu yüzden zaman yönetimi eğitimleri, zamanı doğru kullanma seminerleri, zaman etütleri iş hayatının önemli bir parçası olmuştur. İşi en güzel, en doğru şekilde yapmak tabi ki önemlidir ama en önemlisi zamanı verimli kullanarak işi istenen zamanda bitirebilmektir. “Just in time” belki de iş dünyasında yüzyılımızın en önemli sloganlarındandır. Bu iki kısacık kelime çok geniş bir iş yönetim İş dünyası için çok kıymetli olan adeta parayla değeri ölçülen zaman insanların hayatında da her ne kadar maddiyatla ifade edilmese de hazine kadar değerli. Eğer mutlu ve huzurlu geçirdiğimiz, her anını dolu dolu yaşadığımız ve sevdiklerimizle her anını paylaştığımız bir zaman geçirdiysek en değerli hazineye sahibiz. Zaman sürekli ileriye doğru akan bir nehir gibi. Aynı suyun aynı yerden akma olasılığı olmadığı gibi zamanın da bir daha geri gelme olasılığı yok. Yaşadığımız an benzersiz, bir eşi yok. Zamanımızın nasıl geçtiği ise çoğu zaman bize bağlı. Zamanımızı yönetmek bizim en büyük lüksümüz. Herkes kendi zamanının yöneticisi aynı zamanda. Zamanımızı ne denli verimli, karlı, değer yaratan ve mutlu bir şekilde geçiriyorsak, o kadar başarılı bir yöneticiyiz demektir. Zaman tükendikçe değeri artan bir hazinedir aynı zamanda. İçi ağzına kadar doluyken gözümüzde pek değerli değildir. Düşüncesizce harcar; bol bol, hak eden etmeyen herkese dağıtırız. Sandıkta ne kadar az zaman kalırsa bizim için değeri de o kadar artar. Hele son dakikaların değeri hiçbir para birimiyle ölçülemeyecek kadar yüksektir. Birey olarak en değerli hazinemiz zamanın bekçisi ve yöneticisi olduğumuzu unutmayalım ve hiç kimsenin bizim zamanımızı çalmasına izin vermeyelim. Dergi Bursa okuyucularına hayal ettiği, hedeflediği hayatı yaşamaya yetecek kadar uzun ve mutlu bir zaman dilimi diliyorum… 113 köşe Dilek Şen Zamansız öten horoz Hayatın akışı içerisinde zaman öylesine yoğun ve akışkan bir hal almıştır ki, kimi zaman dönüp ardımıza baktığımızda pek çok şey için geç kaldığımızı, pek çok değerin ellerimizden kayıp gittiğini fark ederiz. Bu öylesi bir fark ediştir ki, ne zaman büyüdük ve ne zaman kirlendi dünya replikleri ile kendi kendimize söylenir, yetmez sağımıza solumuza dert yanarız. Yaşı kemale henüz ermeden zamanın hızından muzdarip olanlara karşın daha olgun büyüklerimiz; bıyık altından gülerken, biz sizin zamanınızda diye söze başlar, şimdi devir değişti diyerek cümlelerini virgülle nefeslendirirler. Evet devir değişti, zaman eskisinden daha hızlı, daha yoğun yaşanıyor, tükettiğimiz her şey gibi, tek kullanımlıklarını seçtiğimiz modernizm ürünleri gibi “an”ımızı da tüketiyoruz hoyratça. Yapacak çok işimiz, görüşecek çok dostumuz, söyleyecek çok sözümüz var ama hep bir yerinden eksik kalıyor resmimiz. Yetmiyor, çünkü hiçbir yerini tamamlamaya zaman ve bu yoksunluklar içinde elimizden kayıp gidenlerin döküntüleriyle yetinmek kalıyor bize. Yamalı hayatlar yaşamaya başlıyoruz ışıltılı kostümlerimizin altında. Yarım bırakılmış hikayelerin sonu belirsiz cümleleriyle süslüyoruz sohbetlerimizi ve hep korkuyoruz aslında yetişemediğimiz için yanından vakitsizce geçtiğimiz güzelliklerin en büyük kaybımız olmasından. Seçtiğimiz yollar ve önceliklerimizle 114 ertelediğimiz hayallerimiz ve kaybettiklerimizin bir gün önümüze çıkmasından da korkuyoruz. Biliyoruz evet her şeyi pek iyi bildiğimiz gibi, her seçimin bir vazgeçiş olduğunu; ve vazgeçtiklerimizin asla kaybolmadan ardımızda dipdiri var olduğunu. İşte bu yüzden tam da bu yüzden içinizden gelen güzelliklere zaman ayırın, akıntısına kapılmış olduğunuz zaman nehrinde arada bir durup nereye gittiğinizi, yanınızda kimleri götürdüğünüzü, kimlere yoldaş kimlerle sırdaş olduğunuza bir bakın. Göreceğiniz hiçbir şey henüz kaybedilmediyse bir nebze telafisi var demektir, tek korkum baktığınızda en çok yanınızda olsun istediklerinizin çoktan başka bir yolu seçmiş olmasıdır. Geri dönüşü olmayan kayıplara mahal vermeden zaman ayırın sevdiklerinize, kendinize ve hayallerinize. Yarın sevdikleriniz sizden çok uzakta, enerjiniz bugünün çok altında olabilir ve hayallerinizi gerçekleştirmek için hiçbir zaman vakit bulamayabilirsiniz. Keşke diyeceğiniz kayıplar yaşamadan hayatın akışında “Zamansız Öten Horoz” olun, bir yere gitmek için aylarca plan yapıp vakit geldiğinde heyecanınızı yitirmiş olmaktan iyidir, işlerinizin yoğunluğu nedeniyle vakit ayırmadığınız sevdiklerinizin yokluğuna sarılmaktan çok daha iyidir, “hep …. yapmak isterdim” demekten ziyadesiyle iyidir. Bunca güzelliği es geçerek hayat sürecinin akışında kaybolmayın; daha çok sevin, daha çok dokunun, daha çok konuşun ve daha çok vakit ayırın sevdiklerinize, kendinize, hobilerinize. * Bundan iki yıl önce beni görmek istediğini söyleyen uzun süredir görmediğim Can Dostum Çağatay’ a o gün işim uzadığı için hafta içinde görüşelim demiş olmasaydım, yüzünü bir kez daha görebilir, bir kez daha ona sarılabilirdim. Oysa şimdi yokluğunun içimdeki boşluğuyla yazıyorum bu yazıyı, ruhu şad olsun. 115 eğitim rehberi Zamansız zamanlar ve annelik Zamanın hızını anlamakta zorlanıyorsanız, kendinizden birkaç kopya yaratıp her şeye ve herkese yetebilmeyi umuyorsanız, ailenize ve dostlarınıza zaman ayırmak isterken çoğu zaman bir telefon görüşmesini bile aceleye getiriyorsanız, rolleriniz birbirine girmeye başladıysa ve “ben kimim” diye sormaya bile zaman bulamıyorsanız “zamansızlık zamanı” olan çağımızda yaşıyorsunuz demektir. Peki yaşam rollerinizden birisi annelikse? 116 Psk. Melis Gökçer düşüncesi pek çok anneyi vicdan azabı diye tanımladıkları bir duygu içine hapsediyor. Çağımızda pek çok anne ve çocuk, biri kapının bir tarafında, diğeri kapının diğer tarafında gözyaşı döküyor. Eve geldiğinde onu bekleyen sorumluluklar çalışan annenin yoluna çıkınca, zamansızlık annelerin suçluluk duygularını körüklüyor. Ancak araştırma verileri, çalışan annelerin çocukları ile çalışmayan annelerin çocukları arasında bu duyguları karşılayacak olumsuzlukta bir fark bulamıyor. Suçluluk duygusu ile zamansızlığı telafi etmeye çabalayan anneler kendilerini hırpalarken çocuklarının gelişimini olumlu etkilemeyen bazı davranışları (her istediğini yapmak ve almak, eve gelince tüm zamanı ona ayırmak gibi) sergileyebiliyorlar. Bu noktada zamansızlıkla mücadelede size yardımcı olabilecek bazı noktaları paylaşmalıyız. Öncelikle çağımızın anneliği ile klasik anneliği birbiriyle kıyaslamayın. Çünkü çocuklarınız da klasik zaman çocuğu değil... Onlar da zamanın hızına uygun uyaranlarla büyüyorlar. Önceliklerinizi belirleyin ve uzun vadeli düşünün, isteklerinizin gerekliliğini sorgulayın ve eminseniz devam edin. Çağdaş yaşam ile birlikte kadınlar iş hayatında daha fazla yer almaya başladı. Yayın organları bireysel yatırımların önemini ve özgürlük mitlerini sıklıkla paylaşıyor. Pek çok kadının bilinçli bir seçimi olan annelik de bu roller arasında en önemli yerini alıyor. Çağdaş anneler sıklıkla iyi bir gelecek için çalıştıklarını belirtirken, çocuklarının ilk kelimelerini duyamamanın, ilk adımlarını görememelerinin üzüntüsü ile boğuşuyorlar. Tekrar yaşanması mümkün olmayan süreçleri kaçırdığı Rutinleri, özel durumları evdeki herkesin göreceği bir takvime not edin. İşe başlamadan bu takvime bakın gereksiz koşuşturmaların zamanınızın çoğunu aldığını unutmayın. İkincil önemli işleri bir yakınınıza devredin ya da bir yakınınızla dönüşümlü yapın. Her şeyin kusursuz olması gerekmediğini, keyifle acelesiz yenen yemeklerin önemini, o sırada olacak paylaşımların tadını hayal edin. Biyonik insan olmadığınızı ve çeşit çeşit yemeği paylaşmaktansa farklı duyguların paylaşımının daha uzun vadeli yararlar sağladığını unutmayın. Çocuğunuzla geçireceğiniz zamanı birlikte planlayın. Sizin ilginizi çekmek için koşuşturmasını beklemeyin. Belirlenen zamanlara sadık kalın ve o zamanlarda ona gerçek duygularınızı ifade etmeye çalışın: “Bugün oldukça yorgun hissediyorum ama seninle bu paylaşımda bulunmak beni dinlendiriyor, bugün dinlenmeli oyun oynarsak sevinirim. Yarın da seninkini oynarız.” Ailenin diğer üyelerine, okuluna, iş yerinize düşen sorumluluklar olduğunu unutmayın. Siz tüm yükü kucaklamaya çalışırken dışarıda yardım için bekleyenlerin olabileceğini unutmayın. Keyifsiz sorumlulukları da paylaşın ki keyifli anlara zaman kalsın. Rollerinizin birini çok önemserken, diğer rollerinizi unutmayın. Rolleriniz sizin ihtiyaçlarınız sonucu belirlendi. Eğer o rollere (eş) bir şekilde zaman ayırmazsanız, sizin de ihtiyacınız olan o rolün getirisi olan şey (ilgi ve paylaşım) hep eksik kalacaktır. Çocuğunuzu da ailenin bir ferdi olarak görün. Ona minik sorumluluklar vererek hem sorumluluk bilincinin gelişmesine yardımcı olur, hem de onunla geçireceğiniz zamanın süresini arttırmış olursunuz. Kendinizi tüm rollerden arınmış olarak düşünmeyi ve kimi anlar içinizdeki ses ne diyorsa onu dinlemeyi ihmal etmeyin. O ses sizin en gerçek parçanızdır. Gereklilikler listesinde kendinize kısa da olsa bu zamanı ayırın. Mutlu annenin mutlu çocuklar için gereklilik olduğunu, sevgi, şefkat, anlayışın gelişimi için bunlara sizin de ihtiyacınız olduğunu unutmayın. Çocukların sevginizi en içlerinde hissetmek için gerçek “AN”lara ihtiyacı olduğunu ve “AN”ların zam”AN”ın içinde gizli olduğunu hatırlayın. 117 eğitimin psikolojisi Zamanın çocukları Psk. Ayşegül Alkış Zaman algısı çocukların öğrenmede, anne babaların ise öğretmekte zorlandıkları bir alan... Çünkü çocuklar için soyut bir gelişimsel beceridir. Zaman, döngüsel, değişmeyen bir sistemdir, kendisini saat, gün, ay ve yıl olarak tekrar eder. Çocukların döngü ve devamlılık becerilerini 9 yaşına kadar tam olarak kazanamadığı görülür. Fakat 9 yaşına kadar çocuklar sık sık duydukları bir “zaman” kavramına takılı kalırlar. Örneğin, 2-4 yaş çocuğu için zaman, anne-babanın eve geldiği, parka gittiği,yemek yediği, uyuduğu zamanlardır. Ayrıca bu yaşta yavaş yavaş “saat” kavramının kullanıldığını keşfederler. 5 yaştan itibaren gün ve saat kavramı daha iyi oluşur. Çocuklar için bu zamanlar kısaca, önce, şimdi ve sonra’dır. Yaşla birlikte zaman algısı gelişir ama zamanı yönetme, zamanı doğru kullanma, zamanın akış hızı gibi konularda çocuk yetersiz kalır. Genel bir kanıya göre 9-10 yaş çocukları zaman konusunda plan yapabilmektedir. Peki zaman kavramının gelişmesi için aileler ne yapabilir: • Doğduğu andan itibaren özellikle fiziksel ihtiyaçlarının bir rutin haline dönüşmesi önemlidir. Hemen hemen aynı saatlerde uyutmak, yemek yemek, yıkanmak gibi. Çünkü çocukların biyolojik saati buna göre oluşacaktır. • Okulöncesi dönemde sık sık, öncesonra oyunu oynanabilir. “Yatmadan önce mi kitap okuruz, sonra mı? Dışarı çıkmadan önce mi paltomuzu giyeriz, dışarı çıktıktan sonra mı?” gibi. • Okulöncesi dönemde dışarı çıkma, 118 oyuncak alma gibi etkinlikleri bir tablo haline getirerek (tabloda resim de kullanabiliriz) “Yarın oyuncak günü, bugün gezme günü” gibi gösterebiliriz. • Günlük yaşamını bir tablo haline getirerek çocuğumuza sunabiliriz. Büyük bir kartona ilk olarak bir yatak resmi, sonra kahvaltı tabağı resmi, sonra oyuncak, TV resmi vb. yapıştırabilir, her bir etkinlikten sonra, “Bu bitti, şimdi bu, önce bunu yapmalıyız, sonra bunu” denilerek zaman geçişleri gösterilebilir. Bu tabloda ayrıca “sabah-öğle-akşam” gibi zaman terimlerini de kullanabilirsiniz. • İlkokul 1. Sınıftan itibaren ödev ve çalışmalarda zaman tutmak, hem çocuğa hem anne-babaya ortalama bir çalışma süresi hakkında bilgi verecektir. Ortalama süreye bakıp “Ödevlerin için 1 saat ayıralım” dendiğinde, çocuk için uygun bir zaman dilimi ayrılmış olunacaktır. Bu zaman dilimini belirtmek için saate işaret koymak, bazen saat kurmak denenebilir. • Ödül ve alışverişte ise aylık-haftalık tablolar büyük çocuklar için iyi olacaktır. Planlama açısından uzun süreli zaman dilimleri daha yükse beceri gerektirmektedir. • Çocukların yanında kendi planlarınızı anlatmak, zaman yönetiminizi paylaşmak öğretici olacaktır. Buzdolabına ya da evdeki bir panoya yapıştıracağınız, saatlik-günlük planlar örnek olacaktır. • Evde her zaman takvim bulunması, önemli günlerin işaretlenmesi, çocuğun doğum günü, önemli görevlerini yerine getireceği günler (gösteri, bayram, ziyaret gibi) birlikte işaretlenebilir. • Belirlenen hedef günler için (10 gün sonra bayram gelecek, 1 hafta sonra tatile gideceğiz) bir kartona-kağıda o günü belirten kadar boş kutu çizilerek, her geçen gün için bir X işareti konulabilir. • Çocuk zamanı doğru kullandığında ödüllendirilebilir, “bugün daha çabuk ödevini yaptın, bugün geç kalmadın” gibi. Ödüllerin küçük ama motive edici olması önemlidir, bir çikolata, sevdiği çizgi filmden bir bölüm fazla izleme gibi. • Doğru-yanlış zaman kavramı da önemli bir kavramdır. Özellikle çocuklarda zorlanılan bir konudur. Annenin işi varken çocuğun sürekli gelip ondan bir şey istemesi gibi. Burada “Şimdi hava çok soğuk, dışarı çıkmak için doğru zaman mı? Arkadaşının başı ağrıyor, bu oyun için doğru zaman mı?” gibi sorularla küçük denemeler yapılabilir. Bu zaman kavramı gelişince çocuklarda erteleme davranışı daha rahat gelişmektedir. Çocuklarınızla birlikte keyifli zamanlar geçirmeniz dileğiyle… 119 hobi kulübü Modelcilik “sabır meselesi” Özgür Taşkıran Bu köşenin konusu bundan böyle modelcilik türlerinin daha detaylı olarak incelenmesi... İlk olarak statik modelcilikten başlıyoruz. Modelcilik derin bir kültür ve zamana karşı bir sabır meselesi aslında. Her ne kadar ülkemizde yaşı ilerlemiş insanların çocukluklarını yaşayamamış olmasına vurgu yapılsa ve hafife alınsa dahi konu bu boyutun oldukça ötesinde... Öncelikle yapacağımız modeli tanıtmakla işe başlayalım. Modelimiz Tamiya firmasına ait 1/32 ölçekli Supermarine Spitfire Mk. VIII modeli. Son yıllarda piyasaya sürülmüş mühendislik olarak en etkileyici, sıra dışı, detay kalitesine sahip ve son derece güzel bir model. Eğer 2. Dünya Savaşı dönemine ait uçakları seviyor ve bunları modellemekten zevk alıyorsanız kaçırmamanızı öneririm. Dipnot olarak da yeni başlayan bir modelci için uygun olmadığını, eğer hobiye yeni başlıyorsanız parça sayısı daha az ve yapımı daha kolay bir model ile başlangıç yapmanın daha iyi bir seçim olacağını da belirtmeliyim. 120 Yapmayı planladığınız modeli eğer profesyonel bir kalitede inşa etmeyi düşünüyorsanız mutlaka gerçek araca ait fotoğraf ve bilgileri araştırmanızı öneririm. Bu araştırmalar modelinizin gerçeğine en yakın doğrulukta ortaya çıkmasında büyük katkı sağlayacaktır. Fakat böyle bir kaygı taşımıyorsanız modelinizi kutu içeriğinde size sunulan yapım kılavuzundaki yönlendirmeler doğrultusunda bitirmenizde herhangi bir sakınca yoktur. uçağın üretiminin başlanmasından üretimin sonlandırılmasına kadar geçen sürede 36 farklı tipte 27.700 adet üretilmiş. Savaş esnası ve sonrasında 32 farklı ülkenin hava kuvvetlerinde hizmet vermiş... Ülkemiz de bu uçağı envanterinde bulunduran kullanıcılardan bir tanesi. Bu uçağı modellemek isteyen okurlarımız yapmayı planladığı varyant ile ilgili bilgilere çeşitli kaynaklardan ulaşabilirler. 2. Dünya Savaşı’nda büyük rol oynamış İngiliz üretimi Spitfire ailesinden Supermarine Spitfire Mk. VIII. Spitfire ailesinden dedim çünkü Araştırmalarınızı tamamladıysak, artık ikinci basamak olan inşa aşamasına geçebiliriz. Bu aşamada bence en önemli detay, yapım kılavuzunu iyice inceleyerek, fiziksel anlamda modelinizi inşa etmeye başlamadan önce kafanızda modeli inşa etmeye başlamak ya da bu süreci planlamaktır. Bu planlama sürecinden sonra modelinizin yapım aşamalarına geçmek modelinizi daha rahat ve kolay inşa etmenizi sağlayacak. Bu bahsettiklerim yapım kılavuzunu bir kenara bırakmanız anlamını taşımaz, tecrübe ile sabittir ki hiçbir zaman kılavuza %100 oranında güvenmemelisiniz. Parça birleşimlerinin sağlamasını mutlaka yapmalısınız. Başlangıç olarak yapıştırıcı(plastik yapıştırmak için özel üretilmiş), yan keski, model bıçağı ve 400’lük kum zımpara yeterli olacaktır. Kılavuzlarda (uçak maketleri için düşündüğümüzde) başlangıç genel olarak kokpit yapımı ile başlar. Kokpit montajına başladığınızda eğer kitin verdiğinden daha fazla detay isterseniz bunları ister elinizde yapabilir ya da After Market olarak tabir edilen detay setlerinden temin ederek bunları modelinizde kullanabilirsiniz. Kılavuz talimatları size bazı parçaları boyadıktan sonra yapıştırmanızı söyleyebilir. Fakat kullandığınız yapıştırıcının boyanmış yüzeylerde etkisi azaldığı gibi boyayı da yüzeyden sökecektir. Bu sebeple bu tarz parçaları yapıştırırken CA (Cyano Acyrlat) ya da en bilinen adı ile Japon yapıştırıcısı kullanabilirsiniz. Ya da yukarıda bahsettiğim gibi iyi bir planlama ile bu sorunu bertaraf etmenin yolunu arayabilirsiniz. Kokpit montajı ve boyaması bittikten sonra bu alanların eskitilmesi ve kirletilmesi aşamasına geçmelisiniz. Eğer yapmayı planladığınız bu modelin referans fotoğraflarına baktığınızda hem kokpitin hem de genel olarak uçağın tümünde belli bir kirlenme eskime olduğunu göreceksiniz. Modelinizin de gerçekçi görünebilmesi için boyanmış yüzeylerin belirli teknikler ile eskitilmesi ve kirletilmesi gerekecektir. Bir sonraki sayıda bu teknikleri ve boyama aşamalarını takiben kokpitin alacağı şekli anlatacağım. Her ne kadar burada anlattıklarım ve anlatacaklarım görsel anlamda desteklense de, bu teknikleri kavrayabilmek ve uygulayabilmek ilk etapta zor olacak ve tam anlamı ile uygulanabilmesi biraz zaman alacaktır. Bu nedenle motivasyonunuzu bozmayın. Bırakın zamanla taşlar yerine otursun. Bir sonraki sayıda görüşmek ümidi ile hoşçakalın. 121 film şeridi Zaman içindeki film şeridi Sinema tarihinde “zaman” kavramını en çok zorlayan, üzerine hayaller kurmamızı sağlayan, aynı anda hem nostalji yaşatıp hem de merak duygusunu tetikleyen Geleceğe Dönüş filmi; “zaman yolculuğu” temasını işleyen gelmiş geçmiş en kült film serilerinden bir tanesiydi. 122 Geleceğe Dönüş filmi ilki 1985 yılında olmak üzere (diğerleri 1989-1990) üçlü bir seri olarak çekildi. Film Marty Mcfly'la Dr.Brown'un zaman içindeki maceralarını konu alıyordu ama bizim hayatımıza etkisi çok daha göz kamaştırıcıydı. Zamanın içerisinde seyahat etme fikri dahi ışıltılı geliyordu. 18'li yaşlarda tipik bir Amerikan genci olan Marty ile çılgın profesör Dr.Brown’un maceraları bizi büyüsüne almıştı bile. Macera Marty’nin doktorun keşfettiği zaman makinesiyle tanışmasıyla başladı. 1955 yılında lisede okuyan anne ve babası ile tanışan Marty, yanlışlıkla annesinin romantik anlamda ilgisini çekti. Anne ve babasının aşık olmasını engellediği için hatasını telafi edip, 1985 yılına geri dönmek zorunda kaldı ve bunları düzeltmesi gerekiyordu. İş karmaşıklaştıkça filme ilgimiz de artıyordu. İşin püf noktası belirsiz ve etki edilebilecek bir zaman kavramının yaratmış olduğu gizemdi aslında. Filmin ikinci serisinde ise Marty ile Dr.Brown bu sefer 2015 yılındaydı. Burada Marty'nin çocuklarının yaptığı bir hatayı düzeltmek istediler ama bunu yaparken başka hatalar da yaptılar ve zamanın kırılmasına neden oldular. Marty ve Dr.Brown bu sefer zamanı tekrar kendi çizgisine getirmek zorunda kaldı... Filmin üçüncü ve son serisinde ise Dr.Brown'un yıldırım çarpmasıyla zaman devrelerinin karışması ve bunun üzerine 1885 yılına gitmesi ve orada geçen olayları konu alıyordu. Başrollerinde Michael J. Fox'un “Marty McFly”, Christopher Lloyd'un “Dr. Emmett Brown” olarak yer aldığı filmde, Crispin Glover, Lea Thompson ve Thomas F. Wilson da yan rollerdeydi. Macera, komedi ve bilimkurgu türlerini içeren bu muhteşem filmin yapımcılığını bir sinema efsanesi Steven Spilberg, yönetmenliğini de Robert Zemeckis üstlendi. Film gösterime girdikten sonra, 380 milyon $ hasılat ve çok iyi yorumlar alarak yılın en başarılı filmlerinden biri oldu. Hugo Ödülleri'nde En İyi Dramatik Sunum ve Saturn Ödülleri'nde En İyi Bilim-Kurgu Filmi ödüllerini kazandı, ayrıca Akademi Ödülleri, BAFTA ve Altın Küre adaylıkları aldı. Ronald Reagan, 1986'daki State of the Union Address'te ve 2007'deki Kütüphane Kongresi'nde filmden cümleler söyledi. İlk filmin başarısının ardından iki devam filmi gösterime girdi. Ayrıca animasyon serisi hazırlandı ve tema parkı açıldı. Geleceğe Dönüş’ün, 2007 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verildi. Filmin senaryosunun yaratıcıları Zemeckis ve Gale, 17 yaşındaki Marty’nin, ailesinin de 1950'lerde 17 yaşında olduğunu düşünerek öykünün matematiğini 1955 yılına kurdu. O çağda Rock'n Roll'un doğması ve varoşun genişlemesi ise hikâyeye lezzet kattı. Aslında Marty McFly uyanık bir korsan kasetçiydi ve zaman makinesi de buzdolabıydı ve eve dönebilmesi için de Nevada'daki bir atom bombası test alanındaki güce ihtiyacı vardı. Zemeckis, "çocukların kendilerini buzdolabına kilitleyebileceği ihtimali" ve filmin sonunun çok masraflı bulunmasından dolayı bu fikirden vazgeçti. Araba 1955 yılına gittiğinde onu gören çiftçilerin uçan daire sanmasını isteyen ikili, en uygun aracı aradı ve en sonunda tasarımın çok 123 film şeridi beğendikleri Delorean'da karar kıldı. Marty'ye arkadaş olarak Dr.Brown karakterini yaratan Zemeckis ve Gale bu dostluğu inandırıcı kılmak için filmin açılışındaki devasa amfiyi kullandı. Geleceğe Dönüş 1980'lerde çekilmiş en iyi aile filmlerinden bir tanesiydi. Etkisi zaman içinde artarak ilerledi ve bugün bir efsane. Bu teknolojik ama romantik komedi filmi hepimize yakın geliyordu. Zamana teslim ettiğimiz algılarımızı, filme hipnotize ediyor bizi kendine hayran bırakıyordu... Kısa kısa... * Geleceğe Dönüş, IMDB sitesinde 10 üzerinden 8.3 puanın sahibi ve "En İyi 250 Film" listesinde 103. sırada. * Geleceğe Dönüş'ün ZX Spectrum, Commodore 64, Amstrad CPC ve Nintendo konsolları için Electric Dreams ismiyle video oyunu hazırlandı. 124 * Geleceğe Dönüş, Akademi Ödülleri'nde En İyi Müzik Kurgusu dalında ödül kazandı. * Geleceğe Dönüş, Film, Hugo Ödülleri'nde En İyi Dramatik Sunum ve Saturn Ödülleri'nde En İyi BilimKurgu ödüllerini kazandı. Film ayrıca Michael J. Fox'un performansı ve görsel efektleri ile iki dalda daha Saturn Ödülü kazandı. * Film, Entertainment Weekly'in "En İyi 50 Lise Filmi" listesinde 28. oldu. * Geleceğe Dönüş, 2006'da Empire Dergisi'nin düzenlediği "En İyi 201 Film" listesinde aldığı oylar ile 20. sıraya yerleşti. * Marty'yi annesi ile yaşadığı durumdan kurtarmak için "It's like I'm kissing my brother (Onu öptüğümde erkek kardeşimi öpmüş gibi hissettim)" repliğini yazıldı. * İlk filmin VHS kaseti çıktığı dönemde, serinin yeni çıkacak olan diğer filmlerine dikkat çekmek amacıyla filmin sonuna "To be continued..." ("Devam edecek...") yazısı eklendi. Geleceğe Dönüş filmi için reklam metinleri * “O” doğmadan önce sıkıntıya düşen tek gençtir. * 17 yaşındaki Marty McFly bu gece erkenden evine gitti, 30 yıl öncekine evine... * Marty McFly kendi zamanını yaşardı. Şimdi tek soru, hangi zamanda olduğu? * Marty McFly ile tanışın. O zaman engelini aştı. Anne ve babasının tanıştığı güne gitti. Ve belki de kendi doğumunu engelledi. * Marty McFly sadece zaman engelini aştı. Bunu düzeltmesi için sadece bir haftası var. 125 evrensel sanat Vladimir Kush Metaforik gerçek kişi Sürrealist bir ressam ve heykeltıraş olan Kush, her şeye rağmen kendisini ve sanatını "metaforik realizm" olarak tanımlıyordu. Metaforik anlatımlar sadece sanatına değil kişiliğine de yansımıştı. Gerçeküstücülük 20.yy.ın başlarında Avrupa’da ortaya çıkan bir sanat akımıydı ve etkileri derin izler de bıraktı… Şair ve ressamlar I. Dünya Savaşı’nın yol açtığı yıkımlar karşısında; dehşete kapılmış, akılcı tutuma karşı tavır alarak, bilinçdışının uçuk dünyasına yönelmeye başlamışlardı. Hatta 1924 senesinde Gerçeküstücülük Bildirgesi’ni yayınladılar ve ana düşünceleri şunu savunuyordu: 126 “Düşünce, aklın denetimi olmadan ve ahlâk gibi engelleri hiçe sayarak ortaya konanadır.” Yapıtlarında nesneleri alışılmamış biçimlerde betimleyen bu sanatçılar, çoğunlukla düşlerin gizemli dünyasını dile getirmeye çalıştılar. Bazen de nesneleri kendi doğal ortamlarından çıkartarak şaşırtıcı, düşsel bir ortama taşıdılar. Bunda en bilinen Salvador Dali olsa da Vladimir Kush’un ortaya koyduğu eserler Sürrealizm’in yol haritasını ortaya koydu. Monet, Botticelli, Bosch, Van Gogh, Dürer, Schinkel, Vermeer ve Dali sanat okulundayken Kush'un tarzından etkilenen sanatçılardan bazıları oldu. Vladimir Kush, 1965 doğumlu bir Moskovalı… Fırçayı eline alıp ilk çizimlerini gerçekleştirdiğinde sanatsal yeteneği açık bir şekilde ortadaydı. Üstelik bu farklılığının farkına varılması çok çabuk oldu, kush henüz 3 yaşındaydı. Sık sık babasının kucağına oturup babasının başladığı çizimleri bitirmeye çalışıyordu. 7 yaşına geldiğinde Rusya'da bir sanat okuluna başladı. Sanat okulu pek çok açıdan ona yeni ufuklar açabilecek bir nitelikteydi. Gününün ilk yarısını normal okulda geçirdikten sonra, kalan zamanını sanat sınıflarında çalışarak harcardı. 17 yaşında iken Moskova Sanat Enstitüsü'ne girdi. 18'inde zorunlu olarak orduya hizmete gittiğinde askeri görevlerden çok duvar resimleri ve tuval çizimleri ile meşgul oldu. Kush, Cézanne stili çizimle uğraşıyordu ama belli bir süre sonra bu stilden sıkıldı ve sürreal çizimlere yöneldi. İlk sürreal resmini 14 yaşındayken bitirdi. Empresyonizmin farklı stillerini denedi. Salvador Dali'nin çalışmalarının olduğu bir kitabı gördüğünde Dali’nin tarzını beğenmedi çünkü stilinde kullandığı belli bir kalıp yoktu. Babası bilim adamı olduğu için onun tarzından etkilenmişti. Gerçekçi çizimler yapmanın sanatçının asıl yeteneği ve çizimi olduğuna inandı. İzleyicilerin imkansız resimleri bile metaforlar içinde görünce kabul ettiğine inandı. Ona göre izleyiciler bu resimler sayesinde farklı bakış açılarını keşfederlerdi. Yaptığı farklı çalışmalarla dünyaca ünlenmişti. 1987 senesinde resimlerini Sanatçılar Derneği'nde sergilemeye ve satmaya başladı. ABD Elçiliği tarafından personellerinin birer portresini resmetmesi için davet edildi. Çalışmaya başladı ama KGB'nin kendisinin ordudayken okuduğu kitaplardan dolayı Amerikalılarla ilişkilerinden şüphelenmesi üzerine işini yarıda bıraktı. Daha sonra çalışmalarını iki Rus sanatçısıyla beraber Almanya'da sergiledi. Oradan Los Angeles'a gitti ve orada kaldı. Bir süre için, çalışmalarını yapmak üzere küçük bir ev garajı kiraladı, fakat onları sergileyecek bir yer bulamadı. Parasını, Santa Monica iskelesi'nde insanların resimlerini çizerek kazandı. Biriktirdiği parasıyla Hawaii'ye giden bir bilet aldı ve uçuş gününe kadar Santa Monica'nın sahilinde uyudu. Yaptığı eserler kadar kişiliği de uçuktu. Eserleriyse metaforik gerçek bir kişiyi anlatıyordu. Gerçekti ve gerçeklerin üstündeydi. Mecazi olarak yaşadı. 127 çizgi üstü Zamanın ötesindeki şehir Genç adam, saate uzun müddet bakmadan keyifle yürüyordu Heykel’de. Ne mutluydu ki hiç acelesi yoktu. Bir yere yetişmek için dışarı çıktığında, sanki dünya tüm rengini yitirirdi onun için. Öyle anlarda, ne şu baloncunun, ne çocukların, ne de Kültürpark’taki ağaçların bir güzelliği vardı. Hep darlığını çektiğimiz şu “zaman”dı bizim gözümüzü kapatan. Örneğin, Kültürpark’taki ağaçların gövdeleri düz, çocuklar yaramaz, baloncuysa kurnaz görünebilirdi acelesi olan bir insana. Bir defasında vaktini iyi değerlendirmek adına, elinde küçük bir kent rehberi ile oradan oraya koşturan, şehrin bütün tarihi ve ünlü yerlerini görmek telaşıyla belediye binasının önündeki merdivenlerden bir aşağı bir yukarı çıkan zavallı, iki genç turist görmüştü genç adam. Aslında ikisinin de gözlerinin görmediğini, dahası bunun farkında da olmadıklarını düşünmüş, onlar adına üzülmüştü. Ona göre, bir şehirde ister bir turist olun, ister bir tutsak, zamanı unutmalısınız. Caddenin kaldırımlarında en sevdiğiniz hızda yürümeli, yürürken insanların yüzlerine tek tek bakmalı, güzel olanları seçmelisiniz. Yüzlerden biri 128 zihninize kazınmalı. Ertesi gün onu bir çay bahçesinde karşı masada otururken bulmalı, yıllar önce görmüş olabileceğinizden şüphelenmelisiniz. Veya kaldırımın kenarında durup, az önce yanından geçtiğiniz, boncuklu takılar satan şu ihtiyar adamı bir süre seyretmelisiniz. Hava çoktan kararmıştır. Yine de endişe etmeyin. Zaten o da henüz Heykel’de olduğuna ve bir şeyler satabilme umudunu taşıdığına göre henüz akşamdır ve eve gitmek için çok geç değildir. Hala çalışmakta olan taksi dolmuşların ışıklı tabelaları hayatın devam ettiğini gösterir. Gecenin erken saatlerinde Setbaşı ışıklı, gürültülüdür. Köprüye doğru iyice daralan kaldırımda insanlar birbirlerinin ayaklarına basarak yürür. Kısacası, şehir size saati tam olarak söylemez, sadece sezdirir. Eğer ille öğrenmek istiyorsanız kolunuzu ceketinizin yeninden hızla çıkarıp sert bir edayla saatinize bakıp öğrenebilirsiniz elbette. Fakat saatin ne kadar geç olduğunu görüp üzüleceğinize şüphe yoktur. Genç adam da yürürken zamanı, saati unuttuğu nispette bu şehri ve insanları sevdiğini, onun bir parçası olabildiğini hissediyordu. Biliyordu ki hem insanları hem de şehirleri sevmek için saati unutmak, ona uzun zaman hiç bakmamak gerekiyordu. 129 armoni “Siyah bir veda öpücüğü” Cem Adrian Alışılmışın dışında cesur tarzı ve benzersiz müzik yeteneğiyle her geçen gün artan bir hayran kitlesi edinen Cem Adrian’ın yeni albümü “Siyah Bir Veda Öpücüğü...” Kendine özgü tarzı ve tavrı ile müzik çalışmalarına devam eden Cem Adrian “Siyah Bir Veda Öpücüğü” albümünün tüm baskılarını, siyah ruj sürerek tek tek öptü. Besteleri, şarkı sözleri ve çok özel sesiyle 12 şarkıdan oluşan bu albümden dikkat çeken notlar ise şöyle: “Siyah Bir Veda Öpücüğü”nde, tüm şarkılar Adrian imzası taşıyor. “Siyah Bir Veda Öpücüğü”ndeki besteler; piyano ve keman ağırlıklı ezgileri ve etkileyici sözleriyle sanatçının özgün tarzını bir kez daha ortaya koyuyor. Albümde, Nisan ayında hayatını kaybeden, Türkiye’nin en önemli kadın müzisyenlerinden Ayten Alpman’ın Cem Adrian ile çok özel bir düeti de yer alıyor. “Hani Bazen” adlı şarkı Ayten Alpman’ın son kaydı olması nedeniyle, 130 tüm müzik dünyası ve Cem Adrian için büyük anlam taşıyor. Adrian’ın, prodüktörlüğünü de üstlendiği “Siyah Bir Veda Öpücüğü” albümünün tüm kayıtları sanatçının kendisi tarafından gerçekleştirildi. Stil ve tema çalışmasının Cem Adrian ve Hümeyra Uçan tarafından yapıldığı albümün fotoğraf çekimleri ise, Boğaç Dalkıran ve Semih Kanmaz tarafından gerçekleştirildi. Albümün, Burak Ertaş yönetmenliğinde “Yalnızlık” şarkısına çekilen ve olay yaratan ikinci klibi ise geçtiğimiz ay yayınlandı. Albümde 12 şarkı bulunuyor. Cem Adrian 30 Kasım 1980 – Edirne doğumlu. Yugoslav kökenli bir ailenin çocuğu olan Cem Adrian, müzik çalışmalarına ortaokul yıllarında başladı ve ilk kayıtlarını yine o tarihlerde yaptı. 18 yaşında başladığı radyoculuk hayatına 6 yıl devam etti, bu süre içinde tiyatro ve fotoğrafçılık eğitimi aldı. Çalıştığı radyonun kayıt stüdyosunda kendine ait yaklaşık 250 şarkı kaydetti. 2003 yılında İstanbul'da Fatih Karabektaş ile kurdukları Mystica isimli etnik müzik grubunda solist ve dansçı olarak çeşitli mekanlarda sahne aldı. 2004 sonbaharında Demet Sağıroğlu vasıtasıyla tanıştığı Fazıl Say'ın davetiyle Bilkent Üniversitesi Sahne Sanatları Fakültesi'nde özel öğrenci statüsünde eğitime başladı. 2005 Şubat ayında "Ben Bu Şarkıyı Sana Kısa kısa * Adrian sahne soyadını doğduğu ve büyüdüğü Edirne şehrinin antik çağlardaki ismi olan Hadrianoupolis' ten esinlenerek aldı. * Sesi 7 oktavlık bir aralığa sahip, bu sesin yaklaşık 4.5 - 5 oktavlık bölümünü şarkı söylerken kullanabiliyor. * Ses telleri normal bir insanın 3 katı uzunluğunda. Diskografi 2005 Ben Bu Şarkıyı Sana Yazdım - 2006 Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti - 2008 Essentials / Seçkiler - 2008 Emir 2010 Kayıp Çocuk Masalları - 2012 Siyah Bir Veda Öpücüğü 131 armoni Yazdım" isimli ilk albümünü yayınladı. Bu albüm 1997 ve 2003 yılı arasında Edirne'de kaydettiği amatör demo çalışmaların ve 2004 Ekim ayında Fazıl Say'la verdiği ilk akademik konserinden kayıtların bir derlemesiydi. 2005 yılında Babylon konserler dizisi başta olmak üzere Türkiye'de verdiği konserlerini, 2005 Eylül ayında Hamburg Müzik Sezonu'nun açılışında Fazıl Say, Bremen Jazz Festivali'nde Burhan Öcal ve Fazıl Say'la sürdürdü. 2006 Ocak ayında prodüktörlüğünü kendisinin üstlendiği ve 2006 yılı Aralık ayında 2. albümü 15 parçadan oluşan “Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti” piyasaya çıktı. Albümde konuk olarak; Umay Umay, Denizhan ve Suicide yer aldı. 132 2006 yılı sonundaki “Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti” albümünün tanıtım konseri performansı ve Hayal Kahvesi konserler dizisi başta olmak üzere Türkiye'nin birçok ilinde verdiği konserlerini, üçüncü albüm projesine kadar devam ettirdi. Ayrıca Gökhan Çevir ile çalıştı. Bu süre zarfında birçok konser, canlı yayın ve programa katıldı. Emir albümü kayıtları sürerken, 2007 yılı sonunda kayıtlarına başlanan, sadece piyano kullanılarak hazırlanan serinin ilk albümü olan “Essentials / Seçkiler – Etnik” 2008 yılı Haziran ayında piyasaya çıktı. 2007 yılı Temmuz ayında çalışmalarına başlanan, prodüktörlüğünü kendisinin üstlendiği, albüm kayıtlarından, şarkı sözüne, müziklerinden, aranjelerine kadar kendisinin yaptığı dördüncü profesyonel çalışması “tanrının emri aşkı” anlatan "Emir" albümü 26 Aralık 2008 tarihinde piyasaya çıktı. Albümde konuk olarak; Hayko Cepkin ve Pamela Spence yer aldı. 5.stüdyo albümü olan, "insanın dönüp dolaşıp varacağı yerin yine kendisi olduğunu" vurguladığı "Kayıp Çocuk Masalları" 25 Aralık 2010 tarihinde piyasaya çıktı. 12 parçadan oluşan albümün tüm şarkılarının söz ve müziği Cem Adrian'a aitti. Albümde Murat Yılmazyıldırım ve Aylin Aslım ile düetleri yer aldı. Son olarak 18 Eylül 2012 tarihinde 6. stüdyo kaydı olan “Siyah Bir Veda Öpücüğü” adlı albümünü çıkarttı. 133 efsane kareler Yeşilçam’ın “güzelleri” Filiz Akın Gülşen Bubikoğlu Hülya Koçyiğit Fatma Girik Müjde Ar Türkan Şoray Yeşilçam, 1917’de başlayan Türk sinemasının simgesiydi. Bunun nedeni, ülkemizdeki ilk kurumsal nitelikteki film şirketlerinin, İstanbul Beyoğlu'nda bulunan Yeşilçam sokakta kurulmuş olmasıydı. Bu ifade Amerikan sinemasının simgesi Holywood'a eşdeğer bir simgeydi. 90'lı yıllardan sonraki genç kuşak yönetmenler Yeşilçam kalıplarından uzak ve farklı yapımlarla Türk sinemasının seyrini değiştirdi ve Yeşilçam yerini “Türk Sineması”na bıraktı. Yeşilçam’dan geriye ise onunla özdeşleşmiş isimler ve nostalji dolu onlarca film kaldı. En göz kamaştıranlar ise elbette ki Yeşilçam’ın güzelleriydi... 134 135 efsane kareler Yeşilçam’ın “jönleri” Kadir İnanır Tarık Akan Cüneyt Arkın Ayhan Işık Ediz Hun Kartal Tibet Hepimiz Yeşilçam filmleri ile büyüdük. Onun yıldızlarıyla ağladık, onlarla güldük... Onların “nayır, nolamaz” naraları eşliğinde büyülü bir dünyanın içerisindeydik. Çoğunlukla mutlu sonlar izledik. Yeşilçam’ın olmazsa olmazları ise onun jönleriydi. Her biri efsaneleşmiş bu oyuncular Yeşilçam’ın vazgeçilmezleriydi. Onları efsaneleştiren ise “karizma”larıydı... 136 137 kitap önerileri Şarkını Söylediğin Zaman İnci Aral Zaman Haritası Felix J. Palma 138 Zaman Çarkı Ken Grimwood Yaralı Zaman Ferit Edgü Y. Akın Öngör Benden Sonra Devam Zaman Bisikleti Bilgin Adalı Zaman Kapısı Ulysses Moore Aynadaki Zaman Cemil Kavukçu Geniş Zamanlar Ayşe Kulin Yaşanmayan Zaman Jean - Paul Sartre Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü albüm önerileri Celine Dion Sans Attendre Yasemin Mori Deli Bando Orhan Gencebay Bir Ömür Billie Holiday All of Me Jehan Barbur Sarı Fikret Kızılok Zaman Zaman Kylie Minogue The Abbey Road Sessions Gripin Yalnızlığın Çaresini Bulmuşlar Sıla Vaveyla Cem Adrian Siyah Bir Veda Öpücüğü Adele Skyfall 139 film önerileri 140 Benjamin Button David Fincher 2009 / 2sa 46dk / ABD Dram, Fantastik, Romantik Zaman Tüneli Simon Wells, Gore Verbinski 2002 / 1sa 36dk / ABD Fantastik, Macera, Aksiyon 12 Maymun Terry Gilliam 1995 / 2sa 9dk / ABD Dram, Bilimkurgu, Gerilim Zamana Karşı Andrew Niccol 2011 / 1sa 49dk / ABD Bilimkurgu, Gerilim Geleceğe Dönüş Robert Zemeckis 1985 / 1sa 56dk / ABD Bilimkurgu, Macera, Komedi Kelebek Etkisi Eric Bress, J. Mackye Gruber 2004 / 1sa 53dk / ABD Dram, Fantastik Akıl Defteri Christopher Nolan 2001 / 1sa 53dk / ABD Gerilim Zaman Tükeniyor Carl Franklin 2004 / 1sa 54dk / ABD Polisiye Deja Vu Tony Scott 2007 / 2sa 10dk / ABD Polisiye, Fantastik Zaman Yolcusunun Karısı Robert Schwentke 2009 / 1sa 47dk / ABD Dram, Fantastik, Romantik Siyah Giyen Adamlar 3 Barry Sonnenfeld 2012 / 1sa 45dk / ABD Komedi, Aksiyon, Bilimkurgu blog önerileri yemek blogları www.kahveaskina.blogspot.com www.lezize.blogspot.com www.panpankedi.blogspot.com www.mybeautifulcookbook.com www.pecetedennotlar.com www.cafeportakal.blogspot.com www.sutumesarellemekarisma.blogspot.com 141 dil bilgisi Türkçe sözlüğü Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere. 142 düzen (çalgı için) Fr. accord akort oyuncu (erkek) Fr. acteur aktör güncel Fr. actuel aktüel yıllık Fr. almanach almanak sarmak Fr. emballage ambalaj denge Fr. balance balans sıra Fr. banc bank şekerleme Fr. bonbon bonbon direniş Fr. boycott boykot doğrudan Fr. directe direk denetim Fr. contrôle kontrol süzgeç Fr. filter filtre kumsal Fr. plage plaj simge Fr. symbole sembol 143 dil bilgisi Sözdeyimi Deyim yerindeyse, deyimlerimiz “kan kaybediyor”. Her geçen gün azalan kelime hazinemiz güç kaybettikçe güzel Türkçemiz de can cekişiyor. Sözünüze renk katmanız için en ahenkli deyimleri derledik. Saat başı galiba! Bir toplantıda, herkesin dalıp sustuğunda bu durumu fark eden bir kimsenin söylediği söz. Saat gibi işlemek Aksamadan, ara vermeden çalışmak. Saat on bir buçuğu çalmak Yaşı çok ilerlemiş olmak. Saati saatine uymamak Durumu, huyu sık sık değişmek. Aman zaman bilmemek Fırsat vermemek. Zaman ile yarışmak Hızlı hareket etmek. Kaçmaktan kovalamaya vakit olmamak Önemli işler yüzünden başka işlere yetişememek. Vaktini şaşmamak Her şeyi tam zamanında yapmak. İki elim yanıma gelecek Doğru söylendiği kanıtlanmak istendiğinde “öleyim ki doğru söylüyorum” anlamında kullanılan bir söz. Geçmişini kurcalamak Geçmişini araştırarak kötü amaçlı kullanmak için birisiyle ilgili bilgi edinmek. Şeytan geçmiş gibi Birkaç kişinin konuştuğu sırada kısa bir süre sessizlik olması durumunda kullanılan bir söz. Zamanı dolmak Bir iş için ayrılan süre sona ermek. Zaman öldürmek Boş şeylerle vakit geçirmek. Kaynak: Türk Dil Kurumu 144 145 dil bilgisi Atasözlüğü Günden güne kaybolan atasözlerimizi gündemde tutalım istiyoruz. Bizden gelen, bize ait her şeye, hep birlikte sahip çıkalım. Hatırlayalım, hatırlatalım ve unutmayalım diye sizin için 13 tane atasözü seçtik. Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez Aç hiçbir mazeretle susturulamaz, çocuk da istediği şeyi hemen elde etmek ister. Her zaman eşek ölmez, on köfte on paraya olmaz İstenilen şeyi kolayca elde etme imkânı ortaya çıkınca fırsat kaçırılmamalıdır. Her zaman gemicinin istediği rüzgâr esmez Olaylar herkesin istediği biçimde meydana gelmez. Sakla samanı, gelir zamanı Gereksiz görülen şey ileride gerekli olabilir. Zaman sana uymazsa sen zamana uy Yaşadığın zamanın koşulları ve çevrendekilerin davranışları senin tutumuna uygun değilse sen onlara uymalısın. Çiftçinin karnını yarmışlar, kırk tane “gelecek yıl” çıkmış Çiftçinin ürünü her yıl bir afete uğrar, o da hep gelecek yıla umut bağlar. Atlıya saat olmaz Elinde bol imkânlar olan kimse, uzun bir süre içinde yapılabilecek işi çok kısa bir zamanda yapabilir. Ala keçi her vakit püsküllü oğlak doğurmaz Değerli bir şeyden her zaman istenilen verim alınmaz. Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz Kişi yalnızca kendi kazancına güvenmeli, başkasının yardımını beklememelidir. Fırsat her vakit ele geçmez Fırsat insanın eline çok seyrek geçtiği için çıkan fırsat iyi değerlendirilmelidir. Terazi tartıyla, her şey vaktiyle Her şeyin bir ölçüsü ve zamanı vardır. Geçmişe mazi, yenmişe kuzu derler Geçmişte kalan olayların üzerinde durulmasında bir yarar yoktur. Tencere tencereye “yüzün kara” demiş, çömlek utancından yere geçmiş Kötülük, kusur yönünden sen, benden daha betersin. 146 147 guidebursa RESTORAN / RESTAURANT IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS Al-Sahara Cha Cha Restoran Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50 Anadolu Lezzet Dünyası E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03 Beceren Botanik Parkı T. 211 52 60 Bademli Et Mangal Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu No: 307 T. 244 84 60 CP Steak House Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Dababa Esentepe Mah. Gürler Cad. No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00 Double U Cafe & Restaurant FSM Bulvarı No:139/8 T. 243 99 17 Gurme / Bademiçi Bademli Mah.No.79 Mudanya T. 549 01 09 Kadife A la Carte Almira Hotel U.Hasan Bul. No:5 T. 250 20 20 Kahve Beyaz Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 34 47 Kaju Eat & Drink FSM Bulvarı No.46 / A T.249 80 09 Kapı Restoran Odunluk Mah. Lefkoşa Cad. Orhaneli Yolu No.23 T. 452 20 07 Kamelya Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 35 66 Kavis Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47 T. 444 40 00 Keyf-i Ala Restoran FSM Bulvarı Tuna Cad.No.112 T.249 04 02 Placia Restaurant Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40 Olimpik Konak Restaurant Konak Mah. Balcı Sok. No:6 T. 453 30 40 Otantik Gemi Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00 Panaroma Çelik Palas Hotel T. 233 38 00 Sishet Restaurant Çamlıca Mah. Lefkoşe Cad. No: 86 T. 452 52 62 Sunset The Roof Restaurant & Bar Crowne Plaza T. 800 0 800 Yazı E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı T. 548 00 28 148 “Life guide of Bursa” Çağrışan Et Mangal Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00 Çiçek Izgara Belediye Cad. No:15 T. 221 65 26 Korupark AVM T. 241 29 88 İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00 Hayat Lokantası Merinos Parkı T. 272 27 77 Marrakech Ocakbaşı Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No.53 T. 452 97 07 Park Izgara Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01 DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE / SEA FOOD & BAR Uludağ Kebapçısı Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51 Kent Meydanı AVM T. 255 55 56 Zeugma Restoran Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27 HAZIR YEMEK / FAST FOOD Big Mammas FSM Bulvarı T. 247 44 55 Kükürtlü T. 236 89 91 Ertuğrulkent T. 413 38 93 Burger King T. 444 54 64 Dominos Pizza Altıparmak T. 222 90 40 Bademli T. 241 58 00 Beşevler T. 453 46 04 FSM Bulvarı T. 453 00 76 Özlüce T. 413 15 00 Çekirge T. 234 99 22 Yıldırım T. 362 60 60 Hobi Paket Büfe Altıparmak T. 221 11 63 Beşevler T. 451 11 00 İhsaniye T. 246 00 55 Özlüce T. 413 73 13 Arap Şükrü Çetin Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53 Kentucky Fried Chicken 444 35 55 Cafeman Balıkçısı Agora İş Merk. Kulealtı Bademli T. 549 10 14 La Piatto Cafe- Pizza & Macaroni FSM Bulvarı No.90 / A T. 444 21 58 Deniz Tabağı Arap Şükrü Sk. T. 222 19 19 Mariza Altıparmak T. 225 12 25 FSM Bulvarı T. 451 44 44 Saki Rum Meyhanesi E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89 KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA Dürümcü Bekir Usta Setbaşı T. 220 11 01 Çekirge T. 233 88 18 FSM Bulvarı T. 243 75 75 Bademli T. 549 28 28 İskender Kebap Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76 Carrefour AVM T. 452 10 62 Korupark AVM T. 241 21 10 Kebapçı Yavuz İskender Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20 As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30 Köy Tesisleri Mudanya Yolu T. 244 99 01 İ.Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90 Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15 Zafer Plaza AVM T. 221 15 33 Tavacı Recep Usta Odunluk Mah.Erdoğan Biyücel Cad.No.5 / 1 T.452 40 04 Mc Donald’s T. 444 62 62 Rosso Bianco Pizza & Steakhouse Korupark AVM T. 241 27 50 PASTANE / PATISSERIE Aslı Börek Carrefour T. 452 66 86 Kent Meydanı AVM T. 251 40 02 Metro Market T. 441 37 20 Geçit Evke Plaza T. 241 80 88 Osmangazi Metro T. 272 03 03 Zafer Plaza T. 223 79 79 Uludağ Ünv.T. 442 88 26 Bread House Anatolium AVM T. 261 30 27 Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07 FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27 Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05 Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87 Çınar Pastanesi Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49 FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98 Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76 “Bursa’nın yaşam rehberi” Durak Muhallebicisi Çekirge Meydanı T. 235 08 08 İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09 Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19 Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80 Kahve Mania FSM Bul. No:116 T. 245 02 22 K Bar Çekirge Cad. T. 233 44 22 Lusso FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30 Kafe Pi Bursa Angels Çekirge Cad. No.114 T.234 62 00 Pascal Nilpark AVM T. 240 02 04 Kafkas Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99 Carrefour AVM T. 452 49 99 Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10 FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00 İzmir Yolu T. 413 22 20 Kent Meydanı AVM T. 255 67 00 Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51 As Merkez Karşısı T. 261 52 61 Korupark AVM T. 241 49 29 Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25 Terminal T. 261 58 02 Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70 Saklıbahçe 1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59 Rıhtım FSM Bulvarı Kamuran Sitesi T. 451 24 77 Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77 Konak Mah. Beşevler Cad. T. 452 66 28 Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00 Çekirge Meydanı T. 236 83 58 Şale Karagöz Cad. Kükürtlü T. 233 18 27 Un-Pa Çekirge Meydanı T. 236 73 65 Bilginler Cad. Mehtap Sitesi T. 452 26 72 Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17 Uzay Pastanesi Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55 Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04 Saygınkent AVM T. 413 43 06 FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44 Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97 KAFETERYA / CAFE Caribou Coffee Korupark AVM içi T. 241 21 62 Cafe Crown Carrefour AVM T. 451 21 45 Kent Meydanı T. 255 30 00 Korupark AVM T. 242 06 24 Coffe and Beyond FSM Bulvarı T. 247 22 37 Eat’N Joy FSM Bulvarı Anı Sit No:16 T. 247 60 60 Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99 Gönül Kahvesi Nostaljik Tren İst.Beşevler T. 452 82 16 FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06 Gren Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64 Siesta Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05 Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01 Starbucks Carrefour AVM T. 453 20 76 Kent Meydanı T. 255 37 39 Korupark AVM T. 241 27 60 Kükürtlü T. 233 39 55 Zafer Plaza AVM T. 220 00 46 Tesadüf FSM Bulvarı T. 241 58 58 Time FSM Bulvarı No:151 T. 242 41 40 White Label Cafe FSM Bulvarı No:78/11 Nilüfer T. 249 09 04 BAR – BİSTRO / BAR BISTRO Angaje Lounge & Brasserie Nilpark AVM T. 246 77 44 Kat 3 Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72 Kent Meydanı AVM T. 255 55 22 Keyifli Bar FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86 Kırmızı Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53 T. 452 97 07 Kios Bar Holiday Inn Görükle T. 442 85 40 Konak 18 Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07 Kupa Kızı Pub FSM Bulvarı T. 242 11 22 Kulüp Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78 La Luz Korupark AVM T. 243 93 98 Leman Kültür FSM Bulvarı T. 240 20 00 Mirano Korupark AVM T.24313 80 Boo Live Geçit No:639 T. 244 88 78 Mox Lounge FSM Bulvarı T. 240 22 42 Bongo Bar Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34 Mualla FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16 Bordeaux Rouge 16140 - Nilüfer - Bursa T. 249 73 73 Malt Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72 Benzin FSM Bulvarı No:147 / A T. 243 47 43 Picante Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34 Cadde Üstü FSM Bulvarı T. 246 66 74 Cadde Üstü Üni. Görükle T.483 67 77 Pronto Sport Cafe & Bistro Saygınkent AVM Ertuğrulkent T.413 70 80 Caka Teras Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09 Resimli Holiday Inn Görükle T. 442 88 15 Cariye Bar Bademli Girişi Agora İş Merkezi No:48 T. 244 01 50 Şey Pub Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25 Cha Cha Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50 Demo FSM Bulvarı No:59 T. 452 26 96 Exit Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70 Highout Oulu Cad.Oylum Carşısı T. 233 00 60 Kahve Dünyası Anatolium AVM T. 261 14 50 Korupark AVM T. 241 23 45 Zafer Plaza AVM T. 225 29 29 rehberbursa Ivory Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90 Jazz Bar Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54 Shakespeare Bistro Korupark AVM T. 241 29 59 Suare Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01 Veni Vidi Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99 Wamtes Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22 The Winston Brasserie Dr.Rüştü Burlu Cad.No.11 T.233 13 48 149 guidebursa OTEL / HOTEL Adapalas *** 1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90 Artıç *** Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05 Almira ***** Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20 Anatolia **** Çekirge Meydanı T. 233 94 00 “Life guide of Bursa” Montania **** İstasyon Cad. Mudanya T. 544 60 00 Otantik Club (Butik) Botanik Parkı T. 211 32 80 Otantik Gemi (Butik) Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34 Tiara Termal Çekirge Meydanı 1.Murat Cad. No.5 T.444 28 05 ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER Baia **** Y.Yalova Yolu As Merkez Yanı T. 275 45 00 Beceren (Butik) Botanik Parkı T. 211 52 60 Boyugüzel (Butik) Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99 Büyükyıldız **** Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90 Central **** U.Hasan Bul. No:55 T. 273 55 00 Çelik Palas ***** Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Crowne Plaza ***** Odunluk Mh. Akpınar Cad. No:17 T. 444 33 16 Divan **** Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07 Gold **** Konak Mahallesi Lefkoşe Caddesi No:7 T. 452 55 22 Gönlüferah **** 1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10 Hilton ***** Yeni Yalova Yolu Cad. No.347 T.500 05 05 Holiday Inn **** Uludağ Üni. Görükle Kampüsü T. 442 85 40 İbis Hotel *** Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00 Kervansaray *** Fomara Meydanı T. 220 00 00 Kervansaray Termal ***** Çekirge Meydanı T. 233 93 00 Kırcı **** Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00 Kitapevi (Butik) Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60 Kent **** Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20 Marigold ***** 1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00 150 Anatolium Y. Yalova Yolu No.487 T. 261 12 22 As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu T. 261 51 51 Carrefour İzmir Yolu T. 219 73 00 Kent Meydanı S.Garaj Mah. T. 255 43 63 Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35 Özdilek Y. Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00 Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. T.225 39 00 SAĞLIK / HEALTH Acıbadem FSM Bulvarı No.1 T. 444 55 44 Biyofiz Tıp Merkezi Karaman Mah.Kültür Cad.Biçen Sok.No.10 Nilüfer T.246 66 66 Bursa Anadolu İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09 Bursa Göz Merkezi Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69 Bursa Vatan Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40 Çekirge Kalp ve Aritmi Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00 Dentatürk Diş FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00 Doruk Özel Bursa Hastanesi Zübeyde Hanım Cad. No.5 Çekirge T. 444 04 53 Doruk Yıldırım Hastanesi Ankara Cad. No.221 Yıldırım T. 444 04 55 Dünya Göz Hastanesi Kükürtlü Mah. Emir Abdülkadir Cad. No: 58 T. 444 44 69 Esentepe Tıp Merkezi Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46 Jimer Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67 Konur Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40 Medical Park Bursa Fomara Meydanı T. 444 44 84 Medicabil Mudanya Yolu Küre Sok. Fethiye T. 444 81 12 Osmangazi Tıp Merkezi Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05 Rentıp Dr. Mehmet Oktay Sok. No:8 Fethiye T. 249 77 00 Retina Göz Merkezi Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01 Rommer FTR Dal Merkezi Kükürtlü Cad. No.54 T. 239 49 26 Turkuaz Diş Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22 KUAFÖR / COIFFEUR Ahmet Albayrak Korupark AVM T.241 31 12 Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35 Bademli T. 548 00 80 Emma Nilüfer Hatun Cad. T. 452 67 50 Enis Aslan Kükürtlü Cad. T. 233 00 51 Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90 Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60 Sacha Kükürtlü Mah. Manolya Sk. No.67 T.233 59 79 Kent Meydanı AVM T. 255 63 64 FSM Bulvarı T. 453 38 55 Bademli T.549 11 42 - 43 Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98 ÇİÇEKÇİ / FLORIST Aşşk Çiçek Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00 Bursa Çiçekçilik FSM Bulvarı T. 452 47 32 Lis Çiçek Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96 Koru Çiçek Korupark AVM T.241 54 74 Pelit Çiçekçilik & Peyzaj Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62 TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM & TRANSPORTATION Kamil Koç T. 444 05 62 Nilüfer Turizm T. 444 00 99 U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00 Burkon Turizm Çekirge Cad. T. 233 40 00 Plaza Turizm Oulu Cad. No.33 T. 234 58 58 Şentürkler Turizm Çekirge Cad. No.51 T. 235 66 66 İDO Bursa Satış Noktaları Kent Meydanı AVM T. 255 44 60 Korupark AVM T. 242 19 49 Mamis Restaurant T. 211 23 81 Park Plaza T. 244 94 01 Plaza Tur T. 234 58 58 Görükle Kampüsü T. 442 91 25 Zafer Plaza AVM T. 225 39 08 SİNEMA / CINEMA Korupark Cinetech T. 242 93 83 Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88 Setbaşı Prestige T. 221 48 06 Kent Meydanı T. 255 30 84 As Merkez Avşar T. 261 57 67 Akpınar K. M. T. 243 73 43 Altıparmak Burç T. 221 23 50 AFM Carrefour T. 452 83 00 B. Manço K.M. T. 366 08 36 TAKSİ / TAXI Altıparmak T. 222 16 44 Ataevler T. 441 88 00 Bademli T. 549 24 90 Beşevler T. 451 28 28 Çekirge T. 236 71 04 Çelik Palas T. 233 27 79 Dallas T. 233 81 22 Doğumevi T. 236 67 06 İhsaniye T. 247 47 33 Kükürtlü T. 235 12 96 Nilüfer T. 245 05 98 Uludağ T. 222 35 14 151 genel sağlık Laparoskopik Cerrahi’nin avantajları Op.Dr. Selim Mısırlıoğlu Doruk Sağlık Grubu Açık cerrahide uygulanan ameliyat prensipleri ile “Laparoskopik Cerrahi”deki prensipler hemen hemen aynıdır. Laparoskopi’de teknolojik gelişmelere paralel olarak kullanılan aletlerin hareket ve fonksiyonlarının artması ile açık cerrahide yapamadığımız manevraları yapabilme imkanına kavuşuyoruz. Tecrübeli cerrahların elinde Laparoskopik Cerrahi’de yan etki ve komplikasyonlar açık cerrahiye göre çok daha az görülür. Açık cerrahideki geniş ameliyat izleri yerine Laparoskopik ameliyatlarda ufak birkaç çizik şeklinde ameliyat izi kalır. Hastalarımız geniş ameliyat kesisinden kaynaklanan ameliyat yeri fıtıklarına daha az maruz kalır, daha çabuk iyileşir, daha az ağrı kesiciye 152 Halk arasında “kapalı ameliyat” olarak isimlendirilen Laparoskopik Cerrahi, karın içine küçük bir kesiden yerleştirilen, trokar dediğimiz bir kanal içinden kamera ile karın içinin ameliyathanede üst düzey monitörle görüntülenmesi ve daha sonra yerleştirilen yeni küçük kanallardan özel cerrahi aletlerle ameliyatın yapılmasıdır. ihtiyaç duyar ve daha kısa sürede normal yaşamına dönerler. Bugün mide fıtığının, safra kesesi taşı ve iltihaplarının tedavisinde Laparoskopik Cerrahi altın standarttır. Kasık fıtıkları, karın ameliyatlarına bağlı oluşmuş kesi yeri fıtıkları, zayıflama ameliyatları, karaciğerin bir bölümünün alınması, karaciğer kist hidatikleri, yemek borusu ameliyatları, kalın barsak ameliyatları, böbreküstü bezi, dalak ameliyatları, travma ve travma dışı karın içi tanısal girişimlerde de Laparoskopi kendine geniş bir kullanım alanı bulma konusunda hızla ilerler. Son yıllarda üç boyutlu kamera ve monitörle yapılan Laparoskopik Cerrahi, ameliyathanede hasta üzerine yerleştirilen cihaz üzerinden internet veya kablo ile cerrahın başka bir oda veya ülkeden ameliyat yaptığı robotik cerrahi, karına tek bir trokar yerleştirilerek karında tek kesinin bulunduğu Laparoskopik ameliyat metodu (SİLS), karın üzerinde hiçbir ameliyat kesisinin olmadığı, karnın doğal açıklıklarından karın içine ulaşılarak (ağız içinden mideye ulaşılıp mide delinerek karın içine girilerek yapılan veya vajinanın dip bölgesinden karın içine ulaşılması gibi) yapılan ameliyatlar (NOTES) kendine 21. yüzyıl cerrahisinde yer bulmaya çalışmaktadır. Sağlıklı bir yaşam dilerim.
Benzer belgeler
09 - Dergi Bursa
A.HAMDİ TANPINAR - TRUVA - LİZBON - DAĞYENİCE GÖLETİ - SAAT KULESİ - BURSA MÜZELERİ
ZAMAN
11 - Dergi Bursa
A.HAMDİ TANPINAR - TRUVA - LİZBON - DAĞYENİCE GÖLETİ - SAAT KULESİ - BURSA MÜZELERİ
ZAMAN