ABD Ulusal Terörizmle Mücadele Merkezi 2011 Raporu
Transkript
ABD Ulusal Terörizmle Mücadele Merkezi 2011 Raporu
İÇİNDEKİLER Sayfa Yönetici Özeti ................................................................................................................................... 2 Giriş ……...……………………………………………………………………....…………….….... 7 1. Bush Döneminde Terörle Savaş – Obama Döneminde Uyumlu İşbirliği ….........................…..... 9 2. 11 Eylül 2001 Sonrası Gerçekleştirilen Yapısal ve Hukuki Değişiklikler …............................……10 a. PATRIOT Yasası ……………………………………………………………………….10 b. İçgüvenlik Bakanlığı …………………………………………………………………....….11 c. İstihbarat ve Bilgi Paylaşımı ……………………………………………………….....……11 3.Teröristle Mücadele ve ABD …………………………………………………………………….1 3 a. Afganistan …………………………………………………………………………….......13 b. Irak ……………………………………………………………………………..……....... 17 4. Obama Dönemindeki Uygulamalar ve ABD’nin Uluslararası İmajı ……................………........ 23 5. ABD’nin Terörle Mücadele Stratejisi ve Geleceğe İlişkin Projeksiyon ….....................……...... 25 6. Sonuç ………………………………………………………………………………………........... 29 Ek: 1 Mart 2003 Tezkeresi ………………………………………………………………....….......... 30 YÖNETİCİ ÖZETİ ABD’nin 11 Eylül terör saldırılarına verdiği tepkiyi temel olarak 3 dönem içinde incelemek mümkündür. Birinci dönem; terör saldırılarından hemen sonra “teröre karşı savaş” konseptini yansıtan “ya bizimlesiniz ya da bize karşısınız” anlayışıyla özetlenen bir terörle mücadele politikasıdır ki bu dönem, ABD’nin “yalnız git - go alone” uygulamalarını içermektedir. Bu dönem, 2001- 2006 yılları arasındaki dönemdir. İkinci dönem ise Irak işgalinin ilerleyen yıllarında ABD’nin, uluslararası işbirliğine daha fazla önem verme gereksinimi duymasıyla birlikte, hem terörle mücadele hem de uluslararası güvenliği ilgilendiren diğer hususlarda daha fazla ortaklık arayışına girdiği dönemdir. Üçüncü dönem ise ABD’nin, uluslararası işbirliğini “dünyanın sorunlarını tek başına ABD çözemez, bu sorunları birlikte çalışarak çözmeliyiz” anlayışının uygulamaya yansıtılmaya çalışıldığı dönemdir. Birinci ve ikinci dönem, ABD Başkanı George W. Bush’un yönetimde olduğu zaman dilimini içerirken üçüncü dönem ise 2 ABD’nin 44. Başkanı Obama ile başlayan dönemdir ki bu dönemde hem terörle mücadele konsepti hem de bu konseptin yansıması olan söylemlerde önemli değişimler olmuştur. Obama yönetiminin uluslararası ilişkiler genelinde ve terörle mücadele özelinde işbirliği sorunlarını birlikte çözme yörüngeli yaklaşımları Türkiye tarafından daha geniş bir düzlemde ele alınmalıdır. Bu Türkiye’nin ABD endeksli politikalar geliştirmesi değil, Türkiye’nin kendi sorun alanlarında ABD’nin yeni yaklaşımından yararlanma olarak değerlendirilmelidir. ABD’nin Irak’taki askeri varlığını azaltması, kısa ve orta vadede yerel ve uluslararası mücadelelere gebe olmakla birlikte uzun vadede daha büyük ve kontrolü güç çatışmalara da neden olabilir. Oluşacak olan vakumda, Türkiye’nin bölge ülkeleri ile olan diplomatik ilişkileri daha kapsamlı ve alana yönelik olmalıdır. Türkiye, Irak’ın kuzeyindeki Türkmenler ve Kürt yönetimi kadar Şii gruplarla da daha derin ilişkiler geliştirmek zorundadır. Ülkenin yeniden inşası sürecinde Güney Irak’a yönelik de kalkınma projelerinde Türkiye’nin öncü rol alması önemlidir. Ancak konunun terör çerçevesinde değerlendirilmesi durumunda Afganistan, Irak ve İran dışında önemli bir sorun bölgesi de Pakistan olmuştur. Pakistan’daki Taliban oluşumları, Pakistan’ın istikrarsız bir ülke olmasına neden olmuş ve terör saldırılarının merkezi haline gelmiştir. Pakistan’daki saldırıların durdurulması ve bu saldırıların kaynağının kurutulmasına yönelik olarak yürütülen silahlı mücadele kısa vadede çözüm gibi görülse de uzun vadede Pakistan için önemli bir istikrarsızlık kaynağı olma durumundadır. Bunun yanında ABD’nin, Taliban ve El Kaide unsurlarını hedef alma gerekçesiyle Pakistan-Afganistan sınırı ve Pakistan’ın içlerinde düzenlediği hava saldırıları ve operasyonlar, Pakistan’ın işini daha da zorlaştırmaktadır. Zira bu saldırılar, radikal grupların istismar alanlarını genişletirken, mücadele söylem ve eylem alanlarını daraltmaktadır. Türkiye’nin Afganistan’daki NATO bayrağı altında görev yapan askeri varlığının “askeri olmayan”, “yeniden inşa” ve “kalp ve zihinlerin kazanılmasına” yönelik çalışmaları devam etmeli, özellikle askeri operasyonlarda kesinlikle yer alınmamalıdır. Zira askeri operasyonlara katılma Türkiye’nin sadece Afganistan’daki değil, tüm genişletilmiş Orta Doğu’da konumunu olumsuz olarak etkileyecektir. Ülkemizin bölgede var olan “çatışmasız çözüme katkı sağlayan ülke” durumunu tamamen değiştirecektir. Sadece El Kaide, Taliban ya da bunlarla bağlantılı aşırı grupların değil, bölge halkının da bakışını son derece olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Son dönemde Nijeryalı varlıklı bir ailenin çocuğu olan 23 yaşındaki Abdülfaruk Ömer Abdülmuttalip’in ABD’ye uçan Delta Havayolları’na ait bir uçakta terör saldırısı teşebbüsü ABD’deki güvenlik aktörlerinin ve kamuoyunun tüm dikkatlerini bu ülkeye çekmiştir. Her ne kadar Yemen, terör bağlamında ABD için yeni bir ülke olmasa da ABD kamuoyunda, Yemen’e karşı (Yemen yönetimini hedef almasa da) farklı bir askeri seçenek yoğun olarak gündemde tartışılmaktadır. Ancak salt güvenlik odaklı terörle mücadele stratejisinin uzun vadede ABD açısından kesin çözüm olamayacağı, Afganistan, Irak ve kısmen de olsa Pakistan’da görülmüştür. Bunun Yemen’de aynı sonucu doğurmayacağını söylemek ya da tahmin etmek ise oldukça zordur. Obama döneminde başlayan ABD’nin bozulan imajını düzeltme çabası, küresel düzlemde terör örgütlerinin ABD’yi hedef alma gerekçelerini zayıflatacaktır. Uluslararası ölçekte, Obama yönetiminin söylem düzeyi böyle bir ortamın oluşturulması noktasında da uygun bir yapıdadır, bununla birlikte olası bir terör eylemi, Obama yönetiminin yapıcı yaklaşımlarını da önemli ölçüde test edecektir. 3 4 5 6 ABD’NİN AFGANİSTAN VE IRAK’TA TERÖRLE MÜCADELE POLİTİKASI GİRİŞ Amerika Birleşik Devletleri’ni hedef alan ve 11 Eylül 2001 tarihinde düzenlenen terör eylemleri, hem hazırlanış ve gerçekleştiriliş biçimleri hem de ABD’nin, ulusal ve uluslararası düzlemde yaşadığı psikolojik çöküntü açısından eşine rastlanmayan sonuçlar doğurmuştur. Günümüzde ABD’nin uygulamaya koyduğu bir dizi olağan dışı terörle mücadele stratejilerini başlatan 11 Eylül saldırıları, sadece ABD ve El Kaide terör örgütü ile sınırlı kalmamış, bir anlamda küresel düzeyde birbirini tetikleyen tsunamiler oluşturmuştur. Afganistan işgali ile başlayıp Irak işgali ile devam eden süreç, terörle mücadele dışındaki alanları da etkileyen bir duruma girmiştir. ABD’nin 11 Eylül terör saldırılarına verdiği tepkiyi temel olarak üç dönem içinde incelemek mümkündür. Birinci dönem; terör saldırılarından hemen sonra “teröre karşı savaş” konseptini yansıtan “ya bizimlesiniz ya da bize karşısınız” anlayışıyla özetlenen bir terörle mücadele politikasıdır ki bu dönem, ABD’nin “yalnız git - go alone” uygulamalarını içermektedir. Bu dönem, 2001- 2006 yılları arasındaki dönemdir. İkinci dönem ise Irak işgalinin ilerleyen yıllarında ABD’nin, uluslararası işbirliğine daha fazla önem verme gereksinimi duymasıyla birlikte, hem terörle mücadele hem de uluslararası güvenliği ilgilendiren diğer hususlarda daha fazla ortaklık arayışına girdiği dönemdir. Üçüncü dönem ise ABD’nin, uluslararası işbirliği “dünyanın sorunlarını tek başına ABD çözemez, bu sorunları birlikte çalışarak çözmeliyiz” anlayışının uygulamaya yansıtılmaya çalışıldığı dönemdir. Birinci ve ikinci dönem ABD Başkanı George W. Bush’un yönetimde olduğu zaman dilimini içerirken, üçüncü dönem ise ABD’nin 44. Başkanı Barak Obama ile başlayan dönemdir ki bu dönemde hem terörle mücadele konseptinde hem de bu konseptin yansıması olan söylemlerde önemli değişimler olmuştur. Her üç dönemin aralarında önemli farklar olduğu kadar önemli bazı ortak noktalar da bulunmaktadır. Bu benzerlikler ve farklılıklar incelendiğinde ABD’nin terör sorununu çözmede reaksiyonel yaklaşımlar sergilediğini belirtmek doğru bir tespit olacaktır. Bu çalışmanın amacı, ABD’nin terörle mücadele süreçlerini Başkan Bush ve Başkan Obama dönemlerindeki değişimleri de karşılaştırarak analiz etmektir. 7 8 BUSH DÖNEMİNDE TERÖRLE SAVAŞ - OBAMA DÖNEMİNDE UYUMLU İŞBİRLİĞİ ABD’nin terörle mücadele anlayışının gelişimine dikkat edildiğinde bunun daha çok tepkisel bazı unsurları içerdiği gözlerden kaçmayacaktır. Küresel bir güç olarak ABD’nin global/yerel sorunlar karşısında benimsediği aktif ya da pasif roller ya da ulusal çıkarlar ABD’yi bazı çevrelerin hedefi haline getirebilmektedir. Filistin-İsrail sorununda daha pasif veya bazılarınca İsrail’in kaygılarına daha duyarlı tutumu da ABD’nin uluslararası alanda eleştirilmesine neden olmuştur. ABD’nin dış politika tercihleri terör örgütlerinin eylemlerini meşrulaştırma nedenlerinin başında gelmektedir. Bölgelerinde yaşanan sorunlardan ve bu sorunların devamından ABD’yi sorumlu tutan El Kaide gibi terör örgütleri ABD çıkarlarını ve ABD vatandaşlarını hedef almaktadırlar. ABD’nin terörle mücadele konseptinde bir paradigma değişimi yaşanmasına neden olan 11 Eylül 2001 tarihindeki saldırılardan sonra dönemin ABD Başkanı George W. Bush tarafından uluslararası terörizme savaş ilan edilmiştir. Bush yönetimi, terör örgütlerini ve destekçilerini toplu bir güç olarak değerlendirmiş ve ancak bir başka toplu güçle bu tehdidin bertaraf edileceğini düşünmüştür. Buna karşılık mücadelenin temeli, salt güvenlik boyutlu olan ‘teröristle savaş yaklaşımı’ ile sınırlı kalmıştır. Bush yönetiminin ikinci döneminin son bölümünde ise terörle mücadelenin başarılı olması için “insanların kalp ve zihinlerinin kazanılması gerektiği” düşüncesi hâkim anlayış olmaya başlamıştır. Bir diğer ifadeyle terörle mücadele konusunda savaş konsepti ve bu anlayışın beraberinde getirdiği silahlı mücadelenin başatlığı seçeneği, yerini daha fazla diplomasi ve uluslararası işbirliğine bırakmıştır. Obama’nın başkanlığı döneminde ABD’nin diğer ülkelerdeki popülerliği artmaya başlamıştır. Ayrıca yeni ABD yönetiminin bölgesel ortak seçim tercihlerinde bazı değişikliklerin yaşandığı da dikkatlerden kaçmamıştır. Örneğin son dönemlerde Türkiye-ABD yakınlaşmaları ve Obama’nın Türkiye’ye önerdiği “Model Ortaklık” birlikteliği de Türkiye’nin Irak’tan çıkma arifesinde bulunan ABD yönetimince, bölgesinde birincil güç olarak kabul edildiğini düşündürmektedir. Kısaca yeni yönetim kademeleriyle ABD, Bush döneminin zorun gücüne dayanan ve “ya bizimlesiniz ya da onlarla” dikotom kolaycılığından sıyrılmış, yumuşak güç kullanımını önceleyen ve seçtiği saygın uluslararası aktörlerle yeni bir anlayışla terör bataklığını kurutmaya niyetlenmiştir1. Bu niyetini başarıyla gerçekleştirebilmesi ise öncelikli olarak bu konudaki samimiyetlerine, daha sonra da diplomasiye dayanan yeni müdahale stratejilerinin başarısına bağlıdır. Olması muhtemel saldırılardan sonra iç kamuoyunu tatmin telaşına düşmeden, uzun soluklu ve yumuşak gücün kullanıldığı bir stratejiyle, soğukkanlı olarak ve Türkiye gibi bölgesel güçlerin desteğiyle yola çıkılması ABD açısından yaşamsal öneme sahiptir. 1 Cinoğlu, H. & Özeren, S. (2009). ABD‘nin Yeni Terörle Mücadele Konsepti: Savaş Yerine Uyumlu İşbirliği mi? (285-314). Uzakdoğudan Yeni Kıtaya Terörle Mücadele. Editörler; S. Özeren & İ. Bal. USAK Yayınları: Ankara. 9 11 EYLÜL 2001 SONRASI GERÇEKLEŞTİRİLEN YAPISAL VE HUKUKİ DEĞİŞİKLİKLER 11 Eylül saldırılarının ABD’de üç büyük yapısal ve hukuki reformu tetiklediğini görmekteyiz. Bu reformlar; PATRIOT Kanunu’nun yasalaşması, İçgüvenlik Bakanlığının kurulması (Department of Homeland Security) ve 2004 İstihbarat Reformu ve Terörizmin Engellenmesi Kanunu’nun kabul edilmesidir. Fakat yeni kurulan bu yapılara karşı bazıları, hali hazırdaki hantal bir işleyişi olan bürokrasi merdivenine bir basamak daha eklendiği yönünde eleştirilerde bulunmaktadır. A) PATRIOT Yasası 10 Sayıları 15’den fazla olan yasal düzenlemeyi kökünden değiştiren PATRIOT Yasası (Terörü Engellemek İçin Gerekli Şartlar Kanunu) 2001 yılında onaylanarak yürürlüğe girmiştir2. Bu kanun tasarısı Başkan tarafından 11 Eylül saldırılarının tam 45 gün sonrasında imzalanarak kanunlaşmıştır. İşte bu yüzden üzerinde yeterince tartışılmadan çok acele çıkartılmış yasal bir düzenleme olduğu şeklinde eleştirilmiştir3. Bu tasarı ayrıca, insan hakları ihlali ve özel yaşamın dokunulmazlığı ilkesiyle çelişebilecek uygulamaların önünü açma potansiyelinden dolayı da çokça eleştiri almıştır. Bazılarına göre, e-mail iletişimini de kontrol yetkisi altına alan hükümetin, insanların okuduğu kitapların bile listesine izin almadan ulaşabilecek olması, devletin daha fazla alanda kendini hissettireceği anlamına gelebilmektedir. PATRIOT Yasası’nın getirdiği başka bir yenilik de, hükümetin internet ya da başka türden bir ağ üzerinden makul şüphe olmadan da takip etme yetkisi vermesidir. Herhangi bir soruşturmada makul şüphenin bulunması zorunluluğu ABD Anayasasının değiştirilmiş dördüncü maddesinde belirtilen en temel insan hakları arasındadır. Bunun yerine yeni yasa, eğer soruşturmada kullanılacağına inanılıyorsa kolluk kuvvetlerini; kişilerin bağlandıkları internet adreslerini, bağlanılan zaman dilimini, süreyi ve e-mail adreslerini alması konusunda yetkilendirmiştir4. Teröristleri soruşturmakla ilgili olarak, örneğin, kanun suç soruşturması yapan insanlara depolanmış her türden elektronik mesajları ve e-mailleri bir arama izniyle kontrol etme yetkisi vermektedir. Ancak, eğer bu e-mailler uzak bir yerde depolanmışsa ve 180 günden daha öncesine ait ise herhangi bir arama izni almadan kolluk güçleri direkt ve sahibini bilgilendirmeden bu mesajların içeriğine bakabilmektedirler5. Ancak destekleyicilerine göre ise bu kanun güvenlik alanında mevcut boşlukları dolduracak nitelikte bir yasa olarak görülmektedir. Bu yasanın en temel amacı, topluma zarar verme potansiyelinde olan kişi ve grupları çok kısa bir sürede teşhis etmek ve bunları mahkemelerin önüne çıkarabilmektir. Bu kanun aslında terör ve terörle ilgili konularla mücadele maksatlı çıkartılmış olmasına rağmen, kara para aklama, dinleme yapma, arama izinlerinin yetki alanlarının arttırılması, Uluslararası İstihbarat Takip Kanunu (FISA), çeşitli bilgisayar teknolojilerini kullanarak soruşturmaların yürütülmesi gibi alanlarda da bağlayıcı hükümler içermektedir. Kanunla gelen en önemli farklılık ise federal ve yerel kolluk güçlerine herhangi bir terör örgütü üyesi olmasından şüphelenilen kişilerin dinlenmesi ve takip edilmesinde sıra dışı yetkileri tanımasıdır. Fakat yetkileri bu kadar genişletilmiş kurumların insan hakları konusunda gösterebilecekleri zafiyetler de doğal olarak dikkatlerden kaçmamıştır. 2 EPIC. (2002). PATRIOT Act. http://epic.org/privacy/terrorism/hr3162.html, 3 Surveillance Under the USA PATRIOT Act. http://www.aclu.org/national-security/surveillance-under-usa-patriot-act 4 18 U.S.C. § 2702 : US Code - Section 2702: Voluntary disclosure of customer communications or records. http://codes.lp.findlaw.com/uscode/18/I/121/2702 5 18 U.S.C. § 2702 : US Code - Section 2702: Voluntary disclosure of customer communications or records. http://codes.lp.findlaw.com/uscode/18/I/121/2702 B) İç Güvenlik Bakanlığı (Department of Homeland Security) 2002 yılında bir yasayla kurulmasına rağmen İçgüvenlik Bakanlığı uzun süren tartışmaların sonucunda ancak 2003 yılında aktif faaliyetlerine başlayabilmiştir. Yirmi iki kurumun bir çatı altında toplanmasıyla oluşturulmuş olan bu Bakanlık, 180.000’e yakın personeliyle ABD’de bulunan en büyük federal kurumlarından birisi durumundadır. Bu kurumun, İç Güvenlik Bakanlığı Stratejik Planına göre üç temel misyonu bulunmaktadır6. Birincisi, ABD sınırları içerisinde bir daha terör saldırısı olmamasını sağlayarak bu ülkede yaşayan insanlara daha güvenli bir ortam oluşturmak. İkincisi, ülkeyi terör saldırılarına kapalı hale getirmek. Üçüncüsü ise terör saldırıları neticesinde verilmesi muhtemel zararları azaltmak ve diğer kurumlara stratejik destekler sunmaktır7. İçgüvenlik Bakanlığı, her türden felaket ve acil durumlara hazırlık olması bakımından diğer kurumların personeline hazırlık ve müdahale eğitimleri vermekle de görevlendirilmiştir8. Bu kurumun seyahat ve taşımacılık alanlarında da yetki ve sorumlulukları bulunmaktadır. Bazılarınca temel insan haklarına saygısızlık olarak görülen ABD’ye giren herkesin fotoğraf ve parmak izlerinin alınması buna örnektir. Yeni kanunla, bu kuruma göçmenlikle ve göçmenlerin ABD’de çalışmalarıyla ilgili bazı yetkiler de verilmiştir. Bu örgütün başka bir sorumluluğu da gerek yerel gerekse federal kurumlara, terörle veya afetlerle mücadele konularında yeni bulunan teknolojik gelişmeleri kazandıracak mali çalışmalar yapmaktır. Yukarıda sayılan görevlerin yerine getirilmesinde İçgüvenlik Örgütüne gerekli gördüğü kişi veya kurumlarla direkt iletişim kurarak, onların katkılarını alma kolaylığı da tanınmıştır. C) İstihbarat ve Bilgi Paylaşımı 11 Eylül 2001 saldırılarının ABD’nin istihbarat yapılanması üzerinde de ciddi etkileri olmuştur. Bunun ana nedeni olarak, gerçekleştirilen terör saldırılarının mevcut istihbarat yapılanmasının etkisizliğinden gerçekleşebildiği, dolayısıyla benzer trajedilerin bir daha yaşanmaması için bu yapılarda ciddi reformlara gidilmesi zorunluluğu görülmekteydi9. ABD yönetimince işe istihbarat toplama ve işleme yetkisi bulunan tüm kurumlar arası iletişimin seviye ve kalitesini artırmayla başlandı. Bunu sağlamak maksadıyla 2005 yılında Ulusal İstihbarat Direktörlüğü (Director of National Intelligence) kurulmuştur10. Bu kurum, ABD’de istihbarat birimlerinin en üst birimi olarak Ulusal İstihbarat Programına göre faaliyetlerini yürütmektedir. Ayrıca bu kurumun başkanı; ABD Başkanının, Ulusal Güvenlik Konseyi’nin ve İç Güvenlik Bakanlığı’nın ulusal güvenlik bağlamında istihbaratla ilgili her konuda başdanışmanı olarak görevlendirilmiştir11. Ulusal İstihbarat Direktörlüğünün altında ise Ulusal İstihbarat Konseyi (National Intelligence Council) kurulmuştur. Bu Konsey, toplanan ulusal ve uluslararası istihbarat bilgilerinin analizinden, hükümete geleceğe yönelik eylemsel strateji ve öneriler hazırlamaya kadar geniş bir yelpazede işlevi olan bir kurumdur. Diğer bir ifadeyle ABD hükümetine strateji ve öngörü sunan bir düşünce kuruluşudur12. 6 Pillar, SYF. R. (2001). Terrorism and U.S. Foreign Policy. Washington D.C.: Brookings Institution 7 Pillar, SYF. R. (2001). Terrorism and U.S. Foreign Policy. Washington D.C.: Brookings Institution 8 Securing Our Homeland: U.S. Department of Homeland Security Strategic Plan, Washington, 2004. 9 The 9/11Comission Report: Final Report of the National Commission on Terrorist Attacks Upon the United States, (2004), official government edition, U.S. Government Printing Office 10 Perl, R. (2003). Terrorism, the Future, and U.S. Foreign Policy. Congressional Research Service 11 National Intelligence Council (NIC), http://www.dni.gov/nic/NIC_home.html 12 National Intelligence Council (NIC), http://www.dni.gov/nic/NIC_home.html 11 12 TERÖRİSTLE MÜCADELE VE ABD ABD’nin teröristle mücadelesi Afganistan işgali ile başlamış ve bu işgal süreci Irak ile devam etmiştir. Bu bölümde Afganistan ve Irak işgali hakkında ayrıntılı bilgi verilecektir. AFGANİSTAN ABD tarafından Afganistan’a özgürlük getirme adı altında (Operation Enduring Freedom) ilk operasyonlar 11 Eylül 2001 saldırılarından dört hafta sonra 7 Ekim 2001 tarihinde Amerikan ve İngiliz hava kuvvetlerinin bombalamaları ile başlamıştır. Avustralya da bu operasyonlara destek vermiştir. ISAF içinde yer alan NATO ülkeleri: ABD Belçika Çek Cumhuriyeti Fransa İspanya Kanada Lüksemburg Polonya Slovakya Yunanistan Almanya Bulgaristan Danimarka Hırvatistan İtalya Letonya Macaristan Portekiz Slovenya Arnavutluk İngiltere Estonya Hollanda İzlanda Litvanya Norveç Romanya Türkiye ABD’nin öncülüğünde başlayan bu operasyonlardan beş hafta sonra 14 Ararlık 2001 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi acil bir toplantı çağrısında bulunmuştur. Akabinde BM Güvenlik Konseyinin 20 Aralık 2001 tarih ve 1386 sayılı kararı ile Afganistan’da güvenliğin sağlanması ve ISAF içinde yer alan NATO üyesi olmayan ülkeler: yeniden yapılandırılması (politik, ekonomik ve Avustralya Azerbaycan fiziki yönden) amacıyla isteyen ülkelerin (co- Avusturya Bosna Hersek Ermenistan alition willing) katılımı ile ISAF (In- B.A.E. Gürcistan İrlanda ternational Security Finlandiya İsveç Makedonya Singapur Assistance ForÜrdün Yeni Zelanda ce) adı altında Ukrayna bir görev gücü oluşturulmasına karar verilmiştir13. Yine bu karar gereğince, İngiltere’nin oluşturulacak gücün 6 aylığına liderliğini yapması teklifi kabul edilerek diğer üye ülkelerin de katkıda bulunması teşvik edilmiştir14. BM Güvenlik Konseyinin 23 Mayıs 2002 tarih ve 1413 sayılı kararı ile ISAF’ın görev süresi uzatılmış ve komutası İngiltere’den Türkiye’ye geçmiştir15. Kuruluşundan itibaren ISAF’ın, Afganistan’daki Taliban ve El Kaide’ye karşı yürütülen operasyonlardan bağımsız hareket etmesi öngörülmüştür. Ancak yetki karmaşasını çözmek amacıyla da bölgedeki ABD Merkez Komutanlığının ISAF üzerinde operasyonel otoritesi olmasına karar verilmiştir16. Afganistan’da bulunan ISAF güçlerinin komuta ve kontrolü 11 Ağustos 2003 tarihinden itibaren NATO’ya verilmiştir. NATO’nun görevi devralmasından itibaren ISAF’a destek veren ülke sayısı gün geçtikçe artarak 43’e ulaşmıştır. Halen ISAF’a NATO üyesi olan 28 ülke ve NATO üyesi olmayan 15 ülke destek sağlamaktadır17. Kuruluşunda 5000 olan ISAF görev gücüne bağlı askerlerin sayısı 70.000’i bulmuştur18. NATO’nun Afganistan’daki rolü ve görevi ülke genelinde güvenlik ve asayişin sağlanmasında Afgan Hükümetine yardım etmek ve ülkenin yeniden inşasında gerekli desteği vermek olarak belirlenmiştir19. Bu görevi de BM öncülüğünde kurulan ISAF görev gücü aracılığı ile yerine getirmektedir. 13 United Nations Security Council Resolution 1386 (2001), Adopted by the Security Council at its 4443rd meeting, on 20 December 2001. 14 United Nations Security Council Resolution 1386 (2001), Adopted by the Security Council at its 4443rd meeting, on 20 December 2001 15 United Nations Security Council Resolution 1413 (2002), Adopted by the Security Council at its 4541st meeting,on 23 May 2002. 16 Birleşik Krallık Daimi Temsilciliğinin BM Güvenlik Konseyi Başkanlığına Mektubu (Letter from the Permanent Representative of the UK to the President of the Security Council), B.M. Doküman No: S/2001/1217, 19 Aralık 2001 (U.N. Document S/2001/1217, 19 December 2001), 1386 nolu BM Güvenlik Konseyi Kararında atıfta bulunulmuştur. 17 http://www.nato.int/ISAF/structure/nations/index.html 18 http://www.nato.int/cps/en/natolive/topics_8189.htm 19 http://www.nato.int/cps/en/natolive/topics_8189.htm 13 Afganistan’da ABD öncülüğündeki operasyonlara destek veren ve ISAF bünyesinde bulunan ülkelerden 2001-2009 yılları arasında toplam 1567 kayıp verilmiştir. Bu kayıplardan 947’si Amerikan, 245’i İngiliz ve 375’i diğer ülkelerdendir20. Grafik 1: Afganistan’daki kayıpların yıllara göre dağılımı (www.icasualties.org adresinden alınan verilerden uyarlanmıştır.) 14 Yukarıdaki grafikte de görüleceği üzere Afganistan’da başta ABD olmak üzere İngiltere ve diğer ülkelerin verdiği kayıplarda yıllar geçtikçe bir artış trendi görülmektedir. Bu rakamlar kendi kendini açıklayıcı nitelikte olup yorum ve çıkarımları okuyucunun takdirine bırakılmıştır. En fazla kayıp veren ülkeler sırasıyla ABD, İngiltere ve Kanada’dır. Bu ülkeleri Fransa, Almanya, Danimarka, İspanya, İtalya ve Hollanda izlemektedir. Türkiye’den bugüne kadar verilen kayıp sayısı 2’dir. Grafik 2: Afganistan’daki kayıpların ülkelere göre dağılımı (www.icasualties.org adresinden 21 Ocak 2010 tarihi itibari ile alınan verilerden uyarlanmıştır. 2010 yılı sayıları dahildir.) 20 http://www.icasualties.org adresinden alınmıştır. Öte yandan operasyonların başladığı günden itibaren Sivil ölümlerin devamı terörizme karşı verilen Afganistan’da ABD liderliğinde yapılan saldırılar veya di- savaşın meşruluğuna ciddi şekilde zarar verrenişçilerin eylemleri sonucu hayatını kaybeden sivillerin mekte ve Afgan insanının uluslararası topluma sayısının, kesin olarak bilinmemekle birlikte, 40-50 bin karşı duyduğu güveni zedelemektedir. civarında olduğu tahmin edilmektedir. BM’nin resmi haber sitesinde (UN News Center) yer alan 31 Tem- Hamid Karzai muz 2009 tarihli bir haberde BM Afganistan Yardım Misyonu’nun (UNAMA) bir raporuna atıfta bulunularak 2009 yılının ilk 6 ayında yaşanan sivil ölümlerinin bir önceki yılın ilk altı ayına göre %24’lük bir artış göstererek operasyonların başladığı tarihten bu yana en yüksek seviyeye çıktığı ifade edilmektedir21. Obama yönetiminin Irak işgaline son verilmesi yaklaşımına karşın Afganistan’daki durum hakkında karar verme noktasında zorlandığı görülmektedir. Zira artan askeri kayıplar kamuoyunda bu işgalin anlamsız ve maliyetinin de hem parasal açıdan hem de insan kaybı açısından her geçen gün anlamsızlaştığına dair yorumların22 artmasıyla birlikte askerin sayısının artmaması durumunda Afganistan’da başarının zor olduğunu söyleyenlerin sayısı da az değildir23. Son dönemde Afganistan’a ilave askeri güç gönderilmesi tartışmaları devam ederken Taliban güçlerinin artan saldırıları ABD ve diğer koalisyon güçlerinin daha fazla kayıp vermesine neden olmaktadır. Yapılan 2009 seçimlerinin ilk turunda eski Dışişleri Bakanı Abdullah Abdullah ile yarışan Karzai, ilk turda en çok oyu almasına rağmen seçimde yolsuzluk yapıldığı gerekçesiyle seçimlerin tekrarlanmasına karar verilmiştir. Abdullah Abdullah’ın seçimlerden çekilmesiyle birlikte seçimler tekrar yapılmaksızın Karzai’nin ikinci dönem devlet başkanlığı da başlamış oldu. Ancak ABD, ülkede görülen yolsuzluk olaylarından dolayı Karzai’yi açıkça uyararak, yolsuzluğun önüne geçilmesini aksi takdirde ABD’nin Afganistan yönetimine olan yaklaşımının artık eskisi gibi olmayacağını en üst düzeyde dile getirmiştir24. Afganistan hakkındaki stratejisini 01 Aralık 2009 tarihinde açıklayan Obama, Afganistan’a ilave 30 bin asker gönderileceğini kamuoyu ile paylaşmıştır25. Yine bu doğrultuda Afganistan’a gönderilecek askeri güç, daha küçük birlikler ve gruplar halinde “ele geçir ve tut” stratejisi güderek ülke genelinde alan kazanmayı hedeflemektedir26. Asker sayısını arttırma kararına karşın ABD Başkanı Obama, Afganistan’daki askeri varlığın 2011 yılı ortalarından itibaren azaltılacağı sözünü de strateji planını açıklarken vermektedir27. Obama’nın strateji planı kısaca; • Taliban’ın toprak açısından kazanımlarını geri almak, • Afgan halkını daha iyi korumak ve halkın güvenliğini sağlamak, • Afganistan hükümeti üzerinde daha fazla baskı uygulayarak kendi ordusunu oluşturmasını ve ülkeyi daha iyi yönetmesini sağlamak ve • Pakistan’da faaliyet gösteren El Kaide terör örgütüne yönelik operasyon ve saldırıları arttırmak olarak özetlenebilir28. 21 UN News Center, Civilian casualties in Afghanistan keep rising, finds UN report, http://www.un.org/apps/ news/story.asp?NewsID=31636&Cr=afghan&Cr1=civ ilian, 31 July 2009 22 Poll: Most Americans oppose more troops for Afghanistan. 23 Envoy Questioning More Troops in Afghanistan Was Military Hawk Under Bush. http://www.foxnews.com/politics/2009/11/12/envoy-questioning-troop-afghanwar-hawk-raising-doubts-conflict/?test=latestnews 24 Hillary Clinton calls for Hamid Karzai to halt Afghan corruption, 16 Nov 2009, http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/asia/afghanistan/6577546/HillaryClinton-calls-for-Hamid-Karzai-to-halt-Afghan-corruption.html 25 Obama approves Afghanistan troop increase. (2009). http://edition.cnn.com/2009/POLITICS/02/17/obama.troops/index.html 26 Obama to announce Afghanistan troop strategy Tuesday. (2009). http://edition.cnn.com/2009/POLITICS/11/25/obama.afghanistan/index.html 27 Obama Adds Troops, but Maps Exit Plan. (2009). http://www.nytimes.com/2009/12/02/world/asia/02prexy.html?_r=1 “Obama Afganistan’ın çoğunda Taliban’ın kazançlarını azaltmak, Afgan halkını daha iyi koruyabilmek, Afgan hükümetine etkin bir ordu kurması için baskıda bulunmak, daha etkin bir hükümet kurmak ve El Kaide ile etkin mücadele için yeni bir strateji başlattı. (Obama set out a strategy that would seek to reverse Taliban gains in large parts of Afghanistan, better protect the Afghan people, increase the pressure on Afghanistan to build its own military capacity and a more effective government and step up attacks on Al Qaeda in Pakistan)”. 28 Obama Adds Troops, but Maps Exit Plan (Obama yen, asker gönderiyor ama çıkış planını da açıklıyor). (2009). http://www.nytimes.com/2009/12/02/world/ asia/02prexy.html?_r=1 15 16 IRAK 11 Eylül saldırılarından sonra ABD hükümeti ısrarla Irak’taki Saddam rejimini kitle imha silahları geliştirmekle itham ederek müttefik ülkelerin güvenliği için acil bir tehdit unsuru olduğunu ve bir an önce müdahale edilmesi gerektiğini iddia etmekteydi. Irak hükümeti ile Birleşmiş Milletler üzerinden yürütülen diplomatik ilişkiler devam etmesine rağmen ABD hükümeti Irak ile yürütülen müzakerelerde “diplomasi başarısız kalmıştır29” diyerek kendi Kongresine Irak’ı işgal edeceğinin ilk sinyalini vermiş ve 20 Mart 2003’te İngiltere ile birlikte Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu (Operation Iraqi Freedom) adı altında askeri harekâta başlamıştır. BM Silah Denetçisi Hans Blix’in BM Güvenlik Konseyine hitaben yaptığı 7 Mart 2003 tarihli sunumda “yapılan denetlemelerde birtakım problemlerle karşılaşsak da tüm Irak’ta daha önceden haber vermeden istediğimiz denetlemeyi yapabiliyoruz”, “denetlemelerle ilgili görevimizi bitirmemiz için ne kadar zamana ihtiyaç var diye sorarsanız……yıllar veya haftalar değil sadece birkaç aya ihtiyacımız var30” demesine Hans Blix BM Güvenlik Konseyi , 07 Mart 2003 rağmen bu konuşmadan sadece 13 gün sonra Irak’ın işgali başlamıştır. Bu, incelemelerin, anlaşmazlık olmaksızın sürdüğü anlamına gelmemelidir; ancak bulunduğumuz noktada profesyonel ve habersiz denetimlerimizi tüm Irak’ta yapabiliyoruz ve havadan da istihbari çalışmalarımızı arttırdık…. Geriye kalan silahsızlanmamaya ilişkin işlemleri yapmamız ne kadar sürer? Bu yıllar ya da haftalar sürmez ama aylar sürebilir. Irak’ın işgalinin ana sebebi kitle imha silahları geliştirmesi iddiası olmakla beraber yan sebepler olarak da Irak hükümetinin El-Kaide terör örgütü ile ilişki içinde olduğu ve Filistinli intihar bombacılarına yardım ettiği şeklindeki iddialar da ortaya atılmıştır. Ancak ne kitle imha silahlarının ne de diğer ilişkilerin varlığı ispat edilememiştir. Ayrıca bu işgale insani bir kılıf da giydirilerek Irak halkını Saddam diktatörlüğünden kurtarmak ve Irak’ı demokratikleştirerek insan haklarını tüm Irak’ta hâkim kılmak gibi argümanlarla da dönemin ABD Başkanı Bush tarafından Irak’ın işgalinin sebepleri arasında telaffuz edilmiştir31. Irak’ın ilk işgalinde başta Amerikan ve İngiliz askeri birlikleri olmak üzere Avustralya, Danimarka, İspanya ve Polonya’dan az da olsa askeri birlikler yer almıştır. ABD’ye ve İngiltere’ye ek olarak başlangıçta 4 ülkenin destek verdiği bu işgale daha sonradan 36 ülke iştirak ederek Irak’taki Çok Uluslu Gücün (Multi National Force. MNF-I) içinde yer almışlardır. Ancak sayıları ABD birliklerine göre çok az olan diğer ülke birlikleri Irak’taki şiddet olayları yüzünden çoğunlukla dışarı çıkmamayı tercih etmişlerdir. Zaman geçtikçe kendi ülkelerindeki politik baskılar nedeniyle başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere32 bir çok ülke MNF’den birliklerini çekmek durumunda kalmışlardır. Bundan dolayı ABD hükümeti 1 Ocak 2010 tarihi itibari ile Irak’taki Çok Uluslu Güç (MNF-I) terimi yerine Iraktaki ABD Güçleri (United States Forces-Iraq, USF-I) tabirini kullanma kararı almıştır33. 29 http://www.cnn.com/2003/ALLPOLITICS/03/19/sprj.irq.bush/index.html 30 http://www.guardian.co.uk/world/2003/feb/14/iraq.unitednations1 31 Başkan Bush’un American Enterprise Institute’de yaptığı konuşma, 26 Şubat 2003, http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2003/02/2003022611.html 32 Avrupa Reform Merkezi tarafından yapılan Irak Savaşı ve ABD Dış Politikasına yönelik halk anketleri sonuçları, http://www.cer.org.uk/pdf/back_brief_springford_ dec03.pdf 33 General Odierno’nun Kongre’deki 30 Eylül 2009 tarihli ifadesi, http://armedservices.house.gov/pdfs/FC093009/Odierno_Testimony093009F.pdf 17 Tablo 1a. Çok Uluslu Güç (MNF)’te Yer Alan Ülkeler ve Ayrılma Süreçleri 18 Tablo 1b. Çok Uluslu Güç (MNF)’te Yer Alan Ülkeler ve Ayrılma Süreçleri Yıl Ayrılan Ülke 2004 1.Dominik Cumhuriyeti 5.İzlanda 2.Filipinler 6.Macaristan 2005 9.Hollanda 10.Portekiz 2006 11.İtalya 12.Japonya 2007 14.Danimarka 15.Slovakya 2008 16.Arnavutluk 20.Çek Cumhuriyeti 24.Kazakistan 28.Moğolistan 32.Tonga 17.Azerbaycan 21.Ermenistan 25.Letonya 29.Moldova 33.Ukrayna 18.Bosna Hersek 22.Güney Kore 26.Litvanya 30.Polonya 19.Bulgaristan 23.Gürcistan 27.Makedonya 31.Singapur 34.Avustralya 38.Romanya 35.Elsalvador 36.Estonya 37.İngiltere 2009 3.Honduras 7.Tayland 4.İspanya 8.Yeni Zelanda 13.Norveç Irak’ta işgalin başladığı 20 Mart 2003’ten itibaren 2009 yılı sonuna kadar başta ABD ve İngiliz askerleri olmak üzere Çok Uluslu Güce katkıda bulunan ülkelerden toplam 4688 asker hayatını kaybetmiştir34. Bu kayıplardan 4370’i Amerikan, 179’u İngiliz ve 139’u diğer ülkelerdendir. Grafik 3’ten de görüleceği üzere MNF’nin verdiği kayıplar (özellikle de ABD’nin verdiği) kayıplar 2004-2007 yılları arasında en üst düzeye çıkmış 2008 yılından itibaren azalma eğilimi başlamıştır. 19 Grafik 3: Irak’daki kayıpların yıllara göre dağılımı (www.icasualties.org adresinden alınan verilerden uyarlanmıştır.) Grafik 4: Irak’taki kayıpların ülkelere göre dağılımı (www.icasualties.org adresinden 21 Ocak 2010 tarihi itibari ile alınan verilerden uyarlanmıştır. 2010 yılı sayıları dahildir.) 34 http://www.icasualties.org adresinden alınmıştır. RAND araştırma şirketinin 2008 yılında yaptığı bir araştırma verilerine göre ABD Ekim 2001’den itibaren Afganistan’da ve Irak’ta yürüttüğü askeri operasyonlara toplam 1.64 milyon askerini göndermiştir35. Aynı araştırma, Irak ve Afganistan savaşlarının bu savaşlara iştirak edip dönen askerler üzerinde yaptığı etkiyi incelemiş bu savaşların görünen etkisi olan asker kayıpları, kalıcı yaralanmalar ve fiziki hasarlardan ziyade bu askerlerin savaş sonrası yaşadığı post-travmatik stres, depresyon, travmatik beyin hasarı vb. görünmeyen sonuçlarının daha kalıcı, toplumda ve aileler üzerinde daha derin etkiler bıraktığını iddia etmektedir. Sivil Kayıplar ABD’nin Irak’ı işgalinden ve işgale bağlı olarak yaşanan şiddet olaylarından kaynaklanan sivil ölümlerin sayısı 2003 yılından günümüze kadar 103 bini aşmıştır36. Grafik 5’te Irak’ta gerçekleşen sivil ölümlerin yıllara göre dağılımı verilmiştir. 20 Grafik 5: Irak’ta yaşanan işgalden ve işgale bağlı şiddet olaylarından kaynaklanan sivil ölümlerin yıllara göre dağılımı (www.iraqbodycount.org/database adresinden 21 Ocak 2010 tarihi itibari ile alınan verilerden uyarlanmıştır.) Irak’taki savaşa bağlı olarak gerçekleşen 103 bin sivilin ölümüne Afganistan’daki 50 bin civarındaki sivilin ölümü de eklendiğinde 11 Eylül saldırılarından sonra ABD öncülüğünde başlatılan operasyonlar 150 binden fazla sivilin hayatına mal olmuştur. Yaralanan ve yaralandıktan sonra hayatını kaybeden sivillerle ilgili olarak ise sağlıklı bir veri bulunmamaktadır. Ancak bu sayının da yüz binlerle ifade edilmesi yanlış bir tahmin olmayacaktır. Öte yandan bu ölümler sonucunda yıkılan aileler, yetim kalan çocuklar, evsiz-yurtsuz kalan şahıslar da göz önüne alındığında yaşanan maddi ve manevi zararların sayılarla ifade edilemeyeceği çok açıktır. 35 Terri Tanielian ve Lisa H . Jaycox (Eds.). 2008. Invisible Wounds of War, Psychological and Cognitive Injuries, Their Consequences, and Services to Assist Recovery. RAND Corporation, Arlington, VA. 36 www.iraqbodycount.org/database adresinden alınmıştır. 21 22 OBAMA DÖNEMİNDEKİ UYGULAMALAR VE ABD’NİN ULUSLARARASI İMAJI ABD’nin 44. Başkanı olan Obama, yönetime geldikten sonra ilk Başkanlık Direktifini terörle mücadele alanında vermiş ve Guantanamo üssünün kapatılması ile ilgili süreci başlatmıştır. Buna göre Guantanamo üssünün bir yılı geçmemek kaydıyla en uygun zamanda kapatılması emrini veren Obama, bu işlemlerin yürütülmesi için de Adalet Bakanı’nın koordinesinde, Dışişleri Bakanı, İç Güvenlik Bakanı, Ulusal Güvenlik Direktörü ve Genel Kurmay Başkanı (asil üyeler) ve yeteri kadar uzmandan oluşan bir kurul kurdurmuştur. Uluslararası kamuoyu tarafından şaşkınlıkla karşılanan ve ABD’nin terörle mücadele çabası çerçevesinde güvenlik birimlerinin yapacağı sorgulamalarda işkenceyi uygun gören yaklaşımlar Obama tarafından yasaklanmıştır. Obama Başkan olmasının hemen sonrasında ortaya koyduğu insan hak ve özgürlüklerine karşı saygılı duruşu ve bunu realize etmek amacıyla attığı adımlarla dünyada birçok ulusun sempatisini kazanmaya başlamıştır. Obama, Türkiye ve Mısır’da yaptığı açıklamalarda da küresel sorunların ancak ve ancak birlikte çalışarak çözüleceğine vurgu yaparak aktif katılımlı bir işbirliği önerisi ile uluslararası kamuoyunun karşısına çıkmıştır. Obama yönetimi iktidara gelişinden itibaren özgürlükleri gözeten bir iç ve dış politika izleyeceğini deklare etmiştir. Bunun yanında bölgesel ve küresel sorunların çözümünde savaş konsepti (war on terrorism) yerine nitelikli işbirliği yaklaşımına geçildiği de bu yeni yönetim tarafından her fırsatta dillendirilmektedir. Başkan Obama’nın hemen her uluslararası platformda “sorunları birlikte çözeceğiz”, ”uluslararası işbirliğini önemsiyoruz”, “her şeyi ABD’den beklemeyin” gibi söylem ve yaklaşımları da Obama yönetiminin izleyeceği ulusal ve uluslararası politikalar hakkında önemli ipuçları vermektedir. Obama uluslararası alanda Bush yönetiminin ortaya koyduğu politika ve uygulamaların tam tersini yapmaktadır. Bu mevcut durumun gerektirdiği yeni bir dönem de olabilir, Obama ekibinin temel yaklaşımı da. Ama her halükarda bu yeni bir uluslararası yaklaşım ve politikadır. Başta ABD’nin Irak’taki askeri varlığını azaltma ve İsrail-Filistin sorununun çözümüne yönelik George Mitchell aracılığıyla yürüttüğü çabalar, Obama’nın Türkiye ile başlayan Mısır37 ve Afrika’ya yönelik ziyaretlerinde ortaya koyduğu yaklaşımlar, Obama yönetiminin bölgesel politikalarını özetlemektedir. İç ve dış politikaya yönelik olarak Guantanamo üssündeki hapishanenin kapatılma kararı da bu çerçevede ele alınmalıdır. Türkiye ziyareti sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada “ABD, İslam’la savaş içinde değildir, asla da olmayacaktır”38 açıklaması da imaj tamirinin önemli satır başları arasında yer almıştır. Obama yönetiminin bölgedeki sorunları çözmeye yönelik adımları olumlu ya da olumsuz bir şekilde ülkemizi etkileyecektir. Bunlar aynı zamanda ülkemizin uluslararası alandaki konumunu güçlendirecek yeni fırsatlar da sunmaktadır. Ancak bu fırsatların değerlendirilmesi, ABD yönetiminin ülkemizin öncelikli sorunlarına bakışına bağlıdır. Türkiye’nin öncelikli güvenlik sorunlarından olan PKK terörü ile mücadelede güvenlik endeksli çözümde ABD’nin daha aktif rol alması talep edilmelidir. Örneğin örgütün önde gelenlerine yönelik operasyonel (onları pasifize etmeye yönelik) faaliyetler gibi. 37 Remarks By The President On A New Beginning Cairo University Cairo, Egypt (Başkan’ın (Obama) Yeni Bir Başlangıç hakkında Mısır Kahire Üniversitesinde verdiği demeç). (2009). http://www.whitehouse.gov/the_press_office/Remarks-by-the-President-at-Cairo-University-6-04-09/ 38 Remarks By President Obama To The Turkish Parliament Turkish Grand National Assembly Complex Ankara, Turkey (Başkan Obama’nın TBMM’deki konuşması). (2009). http://www.whitehouse.gov/the_press_office/Remarks-By-President-Obama-To-The-TurkishParliament/ 23 24 ABD’NİN TERÖRLE MÜCADELE STRATEJİSİ VE GELECEĞE İLİŞKİN PROJEKSİYON • Obama yönetiminin uluslararası ilişkiler genelinde ve terörle mücadele özelinde işbirliği sorunlarını birlikte çözme yörüngeli yaklaşımları Türkiye tarafından daha geniş bir düzlemde ele alınmalıdır. Bu, Türkiye’nin ABD endeksli politikalar geliştirmesi değil, Türkiye’nin kendi sorun alanlarında ABD’nin yeni yaklaşımından yararlanma olarak değerlendirilmelidir. • ABD’nin Irak’taki askeri varlığını azaltması, kısa ve orta vadede yerel ve uluslararası mücadelelere gebe olmakla birlikte uzun vadede daha büyük ve kontrolü güç çatışmalara da neden olabilir. Oluşacak olan vakumda, Türkiye’nin bölge ülkeleri ile olan diplomatik ilişkileri daha kapsamlı ve alana yönelik olmalıdır. Türkiye, Irak’ın kuzeyindeki Türkmenler ve Kürt yönetimi kadar Şii gruplarla da daha derin ilişkiler geliştirmek zorundadır. Ülkenin yeniden inşası sürecinde Güney Irak’a yönelik kalkınma projelerinde Türkiye’nin de öncü rol alması önemlidir. • Suriye ile gelinen noktadaki olumlu hava, Irak-Suriye ilişkilerindeki gerginliği çözmede de kullanılabilir. Irak’ta son dönemde meydana gelen terör saldırıları, Irak toplumunun vicdanını yaralamaktadır. Bu tür olaylar sonrası oluşabilecek psikolojik hava orta ve uzun vadede Suriye-Irak ilişkilerini daha da gerebilir ve hatta çatışma durumuna getirebilir. Türkiye’nin en başından itibaren izleyeceği yapıcı, birleştirici, diyalog sağlayıcı katkısı bu çatışmayı engellemekle kalmaz, Türkiye’nin bölgedeki konumunu daha etkin hale getirir. • Bölgesel olarak Orta Doğu coğrafyasında, süper güç, tek merkezli güç yerine ortaklıkların etkinliği artacaktır. Türkiye gibi sert güç yerine yumuşak güç odaklı dış politika izleyen ülkeler, çatışma odaklı değil çatışma yönetimi odaklı yaklaşımların tercih nedeni durumuna gelecektir. • Orta Doğu siyasal anlamda gerginliğin kaynağı olma potansiyelini hala korumaktadır. İran’ın nükleer silah sahibi olma çabaları gelecekte bu bölgede meydana gelebilecek olası çatışmanın temel nedenlerinden olabilecektir. Bunun yanında yıllardır devam eden İsrail-Filistin sorunu, bölgede çatışma kaynaklarından biri olmaya devam edecektir. • Ancak konunun terör çerçevesinde değerlendirilmesi durumunda Afganistan, Irak ve İran dışında önemli bir sorun bölgesi de Pakistan olmuştur. Pakistan’daki Taliban oluşumları, Pakistan’ın istikrarsız bir ülke olmasına neden olmuş ve terör saldırılarının merkezi haline gelmiştir. Pakistan’daki saldırıların durdurulması ve bu saldırıların kaynağının kurutulmasına yönelik olarak yürütülen silahlı mücadele kısa vadede çözüm gibi görülse de uzun vadede Pakistan için önemli bir istikrarsızlık kaynağı olma durumundadır. • Bunun yanında ABD’nin, Taliban ve El Kaide unsurlarını hedef alma gerekçesiyle Pakistan-Afganistan sınırı ve Pakistan’ın içlerinde düzenlediği hava saldırıları ve operasyonlar, Pakistan’ın işini daha da zorlaştırmaktadır. Zira bu saldırılar, radikal grupların istismar alanlarını genişletirken, mücadele söylem ve eylem alanlarını daraltmaktadır. • Türkiye’nin yeni enerji hatlarında en önemli geçiş güzergahı olması, Türkiye-ABD, Türkiye-AB ve TürkiyeBölge ülkeleri (Kafkasya ve Rusya dâhil) ilişkilerinde yeni tanımlamaları da beraberinde getirmektedir. 25 • Günümüzde Taliban ve El Kaide ile askeri yöntemlerle mücadelede dikkat edilmesi gereken nokta, bu iki grubun bir tutulmaması gerektiğidir. Bu tür bir ayrım, gelecekte Taliban’la anlaşabilmeyi de olanaklı kılacaktır. Zira ABD için Afganistan’daki daha fazla askeri kayıpların Obama yönetimini zorda bırakması büyük olasılıktır. • Türkiye’nin Afganistan’daki NATO bayrağı altında görev yapan askeri varlığının “askeri olmayan”, “yeniden inşa” ve “kalp ve zihinlerin kazanılmasına” yönelik çalışmaları devam etmeli, özellikle askeri operasyonlarda kesinlikle yer alınmamalıdır. Zira askeri operasyonlara katılma Türkiye’nin sadece Afganistan’daki değil, tüm genişletilmiş Orta Doğu’daki konumunu olumsuz etkileyecektir. Ülkemizin bölgede var olan “çözüme çatışmasız katkı sağlayan ülke” durumunu tamamen değiştirecektir. Taliban ya da diğer aşırı grupların değil, bölge halkının da bakışını son derece olumsuz bir şekilde etkileyebilecektir. • Türkiye’nin son dönemde uluslararası alanda yapmış olduğu diplomatik atılımlar ülkemizi uluslararası ilişkilerde belirleyici bir konuma getirmiştir. Çatışmasız diyalog yoluyla sorunlara çözüm arayan ülkemiz, bölgedeki tarihsel ve kültürel geçmişten gelen olumlu ve etkili rolüne devam etmelidir. 26 • ABD’nin Afganistan’a daha fazla asker gönderme kararı, olası askeri kayıpların ABD kamuoyuna açıklanma zorluğu ve bunun Obama yönetimi üzerinde oluşturacağı baskı, ABD’nin Afganistan’dan daha çabuk ama az bir zararla çekilme yönünde bir strateji geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte istikrara kavuşmamış bir Afganistan’ın oluşturacağı siyasal vakumun sadece bu bölgeyi etkileyeceğini beklememek gerekir. Bu da Afganistan ölçeğinde, ABD’nin içinde bulunduğu zor durumu açıklamaktadır. • Son dönemde Nijeryalı varlıklı bir ailenin çocuğu olan 23 yaşındaki Abdülfaruk Ömer Abdülmuttalip’in ABD’ye uçan Delta Havayolları’na ait bir uçakta terör saldırısı teşebbüsü ABD’deki güvenlik aktörlerinin ve kamuoyunun tüm dikkatlerini bu ülkeye çekmiştir. Her ne kadar Yemen, terör bağlamında ABD için yeni bir ülke olmasa da, ABD kamuoyunda, Yemen’e karşı (Yemen yönetimini hedef almasa da) farklı bir askeri seçenek yoğun olarak gündemde tartışılmaktadır. • ABD’de küresel ekonomik krizle birlikte birinci sıradaki yerini kaybeden terörün 2010 yılında tekrar eski yerini alacağına dair güçlü işaretler ortaya çıkmıştır. • Ancak salt güvenlik odaklı terörle mücadele stratejisinin uzun vadede ABD açısından kesin çözüm olamayacağı, Afganistan, Irak ve kısmen de olsa Pakistan’da görülmüştür. Bunun Yemen’de aynı sonucu doğurmayacağını söylemek ya da beklemek ise oldukça zordur. 27 28 SONUÇ ABD’nin terör saldırılarına 11 Eylül 2001 düzeyinde hedef olması, hem ABD kamuoyunda hem de politika yapıcılar üzerinde psikolojik bir çöküntü oluşturduğu bu alanda çalışan akademisyen ve uygulayıcıların genel görüşüdür. Psikolojik etkinin en önde gelen yansıması da ABD’nin teröre karşı yalnızlaştırma politikasındaki aşırı söylemleridir. O kadar ki bu söylemler aslında kısa vadede etkili gibi görünmekle birlikte orta ve uzun vadede ABD’yi dünya kamuoyunda yalnızlaştırmıştır. Ancak ABD yönetimi bir anlamda bu yanlıştan Bush döneminin son yıllarında dönmeye karar vermiş ve daha uzlaşıcı bir işbirliği arayan söylemler geliştirmeye başlamıştır. Bu çerçevede öne çıkan adımlarından birisi de Türkiye-ABD ilişkilerindeki yumuşama ve sonrasında sergilenen yakınlaşmadır ki bu özellikle de Mart 2003 tezkere (EK -1 de ayrıntılı bilgi sunulmuştur) krizinden sonraki ilk normalleşmenin de başlangıcıdır. ABD’nin terörle mücadele başlığı altında güvenlik odaklı uygulamaya koyduğu temel stratejik adımlar; • Afganistan’ın işgal edilmesi, • Irak’ın işgal edilmesi, • NATO’nun terörle mücadele çerçevesinde daha aktif hale getirilme çabası, • İkili ve çok taraflı oluşumlarda terör ve terörle mücadele konularına daha fazla vurgu yapılması, • Terörün finansmanı noktasında BM düzeyinde girişimlere ağırlık verilmesi, • G-8, APEC gibi uluslararası kuruluşlarda prensipte de olsa terörle mücadele konusunda kararlılığın dillendirilmesi, • Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin desteğini alarak özellikle hava ulaşımı güvenliği konusunda etkin uygulamaların yaşama geçirilmesi, olarak listelenebilir. Obama döneminde başlayan ABD’nin bozulan imajını düzeltme çabası, küresel düzlemde terör örgütlerinin ABD’yi hedef alma gerekçelerini zayıflatacaktır. Uluslararası ölçekte, Obama yönetiminin söylem düzeyi böyle bir ortamın oluşturulması noktasında da uygun bir yapıdadır ve bununla birlikte olası bir terör eylemi, Obama yönetiminin yapıcı yaklaşımlarını da önemli ölçüde test edecektir. 29 EK: 1 MART 2003 TEZKERESİ 11 Eylül terörist saldırılarından sonra ABD’nin terörle mücadele kapsamında yürüttüğü çalışmaların en önemli sonuçlarından bir tanesi hiç şüphesiz ki Irak’ın işgali olmuştur. Bu işgal süresince Türk-Amerikan ilişkilerinde kayda değer bir yoğunluk olmuş ancak bu yoğunluk 1 Mart 2003 tarihinde T.B.M.M. tarafından kabul edilmeyen tezkere ile ciddi bir darbe almıştır. 25 Şubat 2003 tarihinde zamanın hükümeti tarafından T.B.M.M.’ye sunulan ve kamuoyunda “1 Mart Tezkeresi” olarak isimlendirilen tezkerenin tam ismi “Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine, yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının altı ay süreyle Türkiye’de bulunmasına ve muharip unsurların Türkiye dışına intikalleri için gerekli düzenlemelerin yapılmasına Anayasanın 92nci maddesi uyarınca izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresidir39”. Bu tezkere ile “gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı hükümetçe belirlenecek şekilde, (1) Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine ve bu kuvvetlerin gerektiğinde belirlenecek esaslar dairesinde kullanılmasına, (2) Uluslararası meşruiyet kuralları çerçevesinde, en fazla 62 000 askerî personelin ve hava unsurları 30 olarak 255 uçak ve 65 helikopteri aşmamak kaydıyla yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının, hükümetin tespit edeceği mücavir bölgelerde geçici olarak konuşlandırılmak üzere 6 ay süreyle Türkiye’de bulunmasına; bu amaçla Türkiye’ye gelecek yabancı kara kuvvetlerinden destek unsurları dışındaki muharip unsurların geçici olarak konuşlandırıldıkları bölgelerden Türkiye dışına intikallerinin en kısa sürede tamamlanması ve yabancı hava ve deniz kuvvetleri ile özel kuvvetler unsurlarının muhtemel bir harekâtta kullanılmalarını sağlayacak şekilde konuşlanmaları ve yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasını üst uçuş amacıyla kullanmaları için gerekli düzenlemelerin yapılmasına; bu yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’ye gelişiyle ilgili hazırlıkların yürütülmesine, Türkiye ülkesinde tabi olacakları statü ve Türk Silahlı Kuvvetleriyle işbirliği esas ve usullerine ilişkin düzenlemelerin hükümetin belirleyeceği esaslar çerçevesinde yapılmasına, Anayasanın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesi40” istenmiştir. Tezkere konusunda kamuoyundaki yanlış algılama tezkerenin T.B.M.M. tarafından reddedildiği şeklindedir. Aslında reddedilmemiş, Anayasa’nın 96. maddesinde öngörülen salt çoğunluğa ulaşılamadığı için kabul edilmemiştir (264 kabul, 250 ret, 19 çekimser). Tezkerenin kabul edilmemesi ABD tarafında büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı yaratmıştır. O zamana kadar Türk tarafı ile gerçekleştirilen sıkı pazarlıklar sonucu yapılan tüm hazırlıklar geçersiz duruma düşmüş ve tüm planlar alt üst olmuştur. Böyle bir karar çıkacağını hiç beklemeyen ABD, bu karardan sonra Akdeniz açıklarında beklettiği tüm savaş gemilerini geri çevirmek ve Arap yarımadasının güneyinden dolaştırmak zorunda kalmıştır. Türk hava sahasını, limanlarını ve topraklarını kullanamayan ABD’nin uğradığı ekonomik zararların yanı sıra Irak’ta yaşadığı başarısızlığın en önemli etkenlerinden birinin 1 Mart Tezkeresi’nin kabul edilmemesi olduğunu söylemek yanlış bir ifade olmayacaktır. Bu olayla birlikte Türk-Amerikan ilişkilerinde gerginlikler yaşandığı gözlemlenmiştir. Hatta kamuoyunda “çuval olayı” olarak bilinen olayın da ABD tarafından tezkereye karşı misilleme olarak yapıldığını savunanlar olmuştur. 39 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:22, Cilt:6, Yasama Yılı: 1, 39uncu Birleşim, 1.3.2003 Cumartesi 40 a.g.e. Tezkerenin kabul edilmemesiyle ilgili olarak yorum yapanları, kararı destekleyenler ve eleştirenler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Kararı destekleyenlerin genel argümanı hükümetin ve meclisin istemeden de olsa Türkiye’yi Irak bataklığına sürüklenmekten ve Irak sorununun bir parçası olmaktan kurtardığı şeklindedir. Bu argümanı kullananlar, tezkere kabul edilmiş olsaydı Türkiye’nin şu anda çok daha farklı bir konumda farklı konuları tartışıyor olabileceğini savunmaktadırlar. Öte yandan, tezkerenin kabul edilmemesini zamanın hükümetinin bir basiretsizliği ve başarısızlığı olarak görenlerin sayısı da az değildir. Bu görüşü savunanlar Türkiye’nin Irak denkleminde dışarıda kaldığını, tezkere çıkmış olsaydı PKK ile mücadelede şu anda çok farklı bir konumda olunabileceğini, Kandil Dağı’nın kontrol altına alınmış olunacağını, Amerika ile ilişkilerin de zedelenmemiş olacağını iddia etmektedirler. Eski Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin de bu görüşü savunanlardandır. Çetin’e göre tezkerenin kabul edilmemesi hem Türkiye’nin yanı başındaki olaylara ilgisiz kaldığı görüntüsü verdiği için hem de Ortadoğu’daki gelişmelere paralel olarak kendi çıkarları açısından (Irak’ta söz sahibi olma ve terörle mücadele) yanlış olmuştur ve önemli bir fırsatı kaçırmıştır41. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök bir gazeteye verdiği röportajda tezkerenin kabul edilmemesini bir “Anayasal kaza” olarak yorumlamış ve “AKP grup kararı alsaydı 1 Mart tezkeresi geçerdi” yorumunda bulunmuştur. Özkök’ün konuşmasından TSK’nın tavrının tezkerenin geçmesi yönünde olduğu ve tüm hazırlıkların bu yönde yapıldığı anlaşılmaktadır. Özkök, buna rağmen Genelkurmay Başkanı olarak oylama öncesi konuşmasının doğru bir davranış olmayacağını, meclisin üzerine irade koyamayacağını ifade etmiştir42. O dönemde tezkere öncesi hazırlık aşamasında ABD ile müzakerelerde bizzat görev alan Emekli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı da tezkerenin kabul edilmemesini eleştirenler arasındadır. Bölükbaşı görüşlerini “1 Mart tezkeresi, 1 Mart’ta yaşanıp bitmedi. Sürecin bir parçasıydı. Bugün karşımıza çıkan dış güvenlik tehditleri, terörün tırmanması, ortadan kalkan kırmızı çizgilerimiz gerçeklerinden soyutlanarak ele alınamaz. 1 Mart tezkeresinin TBMM tarafından kabul edilmemiş olmasının otomatik bir sonucu sayılmasa bile iç ve dış güvenlik tehditleri, tezkere kabul edilseydi bu kadar cesaretle karşımıza çıkabilir miydi?” şeklinde ifade etmektedir.43 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da CNN Türk’te Taha Akyol’un konuğu olduğu bir programda tezkerenin geçmemesini bir hata olarak değerlendirmiş ve bu durumu “Denklemin dışında kaldık. Keşke 1 Mart tezkeresi geçseymiş. Tezkerenin bu şekilde neticelenmesini doğru bulmadım. Bunlardan ibret alıp gelecekte aynı hataya düşmemek gerekir”44 şeklinde ifade etmiştir. Üzerinden geçen 6 yıl kimin haklı olduğu konusunda karar vermek için yeterli olmamakla birlikte konu hakkında daha sağlıklı değerlendirmeler yapmak için makul bir süre olarak değerlendirilebilir. Bu çerçevede yapılacak analizlerde aşağıdaki hususların dikkate alınmasında yarar olduğu düşünülmektedir. 41 TÜRKSAM’dan Prof. Dr. Mustafa Özcan Ültanır’ın Hikmet Çetin ile yaptığı 31 Ağustos 2007 tarihli söyleşi. www.turksam.org/tr/yazdir1331.html adresinden ulaşılabilir. 42 Milliyet Gazetesi, 1 Ekim 2007 43 Habertürk Ankara Temsilcisi Taki Doğan, Sabah Gazetesi Yazarı Metehan Demir, Star Gazetesi Ankara Temsicisi Şamil Tayyar, Washington Times Gazetesi yazarı Tülin Daloğlu ve Gazeteci Mahmut Bulut, Basın Kulübü’nde Deniz Bölükbaşı’yla yaptığı söyleşiden alınmıştır. 44 Milliyet, 3 Mart 2007, 1 Mart tezkeresinde ibretlik sonuç hangisiydi? 31 Tezkere’nin hazırlanması sürecindeki genel kanaat ABD’nin Irak’ta fazla zorlanmadan çok çabuk bir sonuç alacağı yönünde idi. Irak’ta bu denli bir direniş olacağı bir çok kişinin öngörüsünde yer almıyordu. ABD’nin Irak’taki işi çok kısa sürecek ve var olduğu öngörülen bir siyasi plan (ABD tarafında) kapsamında Irak demokratikleşecek ve müttefik ülke askerleri en kısa sürede işini bitirip ülkeden çekilecekti. ABD Irak’ı Saddam’ın istibdat rejiminden kurtaracak ve ülkede insan haklarını hâkim kılacaktı. 11 Eylül saldırılarının hemen sonrasında terörle mücadele alanında oluşturulan uluslararası atmosfer ve diğer ülkelerden gelen kayıtsız şartsız desteğin aynı şekilde devam edeceği görüşü hâkimdi. ABD’de iktidarı elinde bulunduran Cumhuriyetçilere verilen halk desteğinin uzun süre devam edeceği düşünülüyordu. Aradan geçen süre gösterdi ki, ABD Irak’ta ummadığı bir direnişle karşılaştı ve kendisini içinden çıkılması zor bir bataklıkta buldu. Ülkedeki etnik ve mezhepsel ayrılıkların körüklediği problemler, ABD’nin elinde var olduğu öngörülen planların akim kalmasına neden oldu. Ülkeye demokrasi ve özgürlük getirmek yerine birçok masum insan hayatını kaybetti. Bunun yanı sıra ülke Ebu Gureyb gibi bir insanlık suçuna sahne oldu. Ayrıca, ilk başlarda tüm dünyayı arkasına alan ABD zamanla bu desteğin azaldığına şahit oldu. Asker cenazeleri ülkelerine geldikçe hükümetler baskılara dayanamayıp söylem değişikliğine gitmek durumunda kaldılar. 32 Askerlerini Irak’tan çekmeye veya sayısını azaltmaya kendilerini mecbur hissettiler. Terörle mücadelede ABD’nin öncülük ettiği şiddet yanlısı yöntemlerin yerine alternatif arayışlar gündeme gelmeye başladı. Öte yandan ABD’de de ulusal destek azalmaya başladı ve 2008 yılında Demokratlar iktidara gelerek terörle mücadelede söylem değişikliği başlattı. Bugün itibari ile içinde bulunduğumuz şartlar göz önüne alındığında, 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesini “Türk-Amerikan ilişkilerinin bozulmasının miladı mı, Türkiye’nin bağımsızlık onurunu kurtardığı tarih mi yoksa Türk demokrasisinin Amerika’ya karşı çıkış günü”45 mü olduğu sorusu ülke kamuoyunda uzun zaman tartışılmıştır. Ancak son dönemde Mart tezkere krizinden Türkiye’nin galip çıktığı yorumları hem ulusal hem de uluslararası medyada yoğun olarak yer almaya başlamıştır46. 45 Cengiz Çandar, Tercüman Gazetesi, 1 Nisan Şakası 1 Mart Yalanı, 01 Nisan 2005 46 Matthews, O., & Dickey, C. (2009). Triumph of the Turks. http://www.newsweek.com/id/224676