Yol ve Yolcu
Transkript
Yol ve Yolcu
( 5.Bölüm: sh. 666-860 ) YOL Yaşayan “yolda” yaşar hep ömrünce Arayan yol arar uç uç gönlünce ! İnsan tek Hakk’a koşar yol görünse Bazen sarpa sarar sonuç tam önünde ! Yol var yokuşlara sarılıp gider Yol var inişlere dolanıp iner ; Çık yukarı ister aşağıya in ! Vesile-i vuslat firâk-ı enîn Şu an ruhta duymak uyanmak Hakk’a ; İdrâk “yolda olmak” kavuşmak için ! Yaşamak güzel şey diyorlar amma , Sonuç çok korkunç şu ölüm olmasa ! Ölüm belli yalnız ömrüm belirsiz Sanki bir sonraki an mı “şok”-sürpriz ? Zor sorunun cevabı kolay yorumsa Dinle “iç dil” -vicdan neler diyorsa Kur’an anlamıyla doğru okunsa , Vahyin lisanıyla konuşmak kalbin Nabzıyla yaşamak korku ufkunda Irak görünse de ölüm pek “yakîn” Aslında her nefes niyet uğrunda , Her işi de buna göre kişinin ! Yolda rota ruhta hassas pusula Kim ki vicdanıyla her nefesinin İnşirahıyla da minnet borcunda , Hakk’a tevekkülen teennî emin; Basamakları var merdivenlerin ! ………………………………. Kimi yol yanlıştır uzaklaştırır , Doğrusu ol Hakk’a yakınlaştırır ! Neden kimi uzak kimi-ne yakın Her adım ötesi uzak ve yakın ! Hasret çilesinde tadı vuslatın , Rabbim “mârifetullah” hazz-ı “Kevser ” Ruh neşvesi şiirce yudumlanır ! Duyarak yudumlandıkça nefesler Bir dem gelir yol da yolcu da biter ! (Bkz. Feyizlerden Damlalar , sh. 54 / No. 233: “Dünya Hissi – Ahiret Hissi : Hiss-i dünya bu âlemdeki fâni , hasis şeylere erişmek için bir merdivendir. Hiss-i Dinî ise ebedî âlemdeki ulvî şeylere ulaşmak için bir merdi vendir. Kim neyi isterse, merdivenini oraya dayasın ; bu hisleri birbirine karıştırmasın.” Sh.59 / No.255: “Muhabbet Mesleği : Müminlerin mesleği muhabbettir. Muhabbet bağı devam ettikçe korkma malı. Dinimiz muhabbete vesile olan her şeyi emretti , tavsiye etti. Selâmı yaymak , yemek yedirmek , hediye leşmek , gece namazı , gıyâben duâ , hep muhabbete vesile olan şeylerdir. Muhabbeti zedeleyen her şeyi , dini miz haram etti , yasak etti.” Sh.59 / No.256: “Uzak-Yakın fark etmez : Habl-i muhabbet kopmadıkça , iştiyâk harâreti sönmedikçe, uzakta olmuş – yakında olmuş fark etmez.” / “Yanımdaki Yemen’de, Yemen’deki yanımda !”) 666 (Bkz. Zaman G. 12 Şubat 2000 / sh. 20: “… / Gül yaprağında bir yağmur damlası / … Bediüzzaman’a çok muhabbeti vardı. / İrşadla görevli kişi Sami Efendi (M. Sami Ramazanoğlu*)’dir ; ona gidiniz. Biz sâdece iman hakikatlerini yazmak ve yaymakla memuruz.”) YOLCU “Küll-ü mâdin baîd / Küll-ü âtin garîb” 1. Selâm olsun uzaktaki yakın dosta , (Her geçen uzak , gelecek yakın*) oysa ; Aldırmadan doğan güne akan suya , İniş-yokuş yaklaşırken ıssızca ıraktan Kader yüküyle beli bükülür her adımda Nice yol nice yolcu boylu boyunca üryan Yorulmadan koşuyor önümde ardımda Meçhul Yaşamalar (*) gibi Mor ufuklara hayran ! Gelirken sevdâlı gelir de Giderken hicranlı gider Sonrasıyla sonsuzca ! 2. Zamanların akışında Mekânların yokuşunda Ufukların son ucunda , Bana geliyor belki bu sevda Benden gidiyor sanki bu hicran Hemen hiç tanışmadan Hiç de vedâlaşmadan Hakikat rüzgârında Hayâl bulutlarıyla Savrulup yoğrulsa da Daha gelirken gider Sonrasıyla sonsuzca ! 3. Bencileyin garip yolcu Yoksa yoldaşım bu yol mu ? Gaflette barınan kasvet , Ömrünce dert nice zahmet Ölüm mü korkunun ruhu ; Bedenden arınmak zor mu ? (“… min emr-i Rabbî ”) sırrınca , Yakınken şah damarından O ancak şuurun nuru ; Rabbim ruh hikmet-i hayret Gönlüm vuslatına hasret , Yol da yolcu da gider Sonrasıyla sonsuzca ! 4. Sonunda bir yolbaşında , Canlar gelir biraraya ; 667 Bütün yollar varır Hakk’a Yûnusleyin aradıkça , Nice gün geçer gider Sonrasıyla sonsuzca ! (Bkz. Kur’an: 15*99. “Sana şaşmaz ve kesin bilgi (yakîn*) gelinceye kadar / ölünceye dek Rabbine ibadet et.” 56*95. “İşte budur , o tartışmasız , o kesin gerçek ! / 96. Artık , o yüce Rabbinin adını tesbih et.” 69*51. “Ve o , kesin bilgi’nin tam gerçeğidir. / 52. Hadi artık , yüce Rabbinin adını tesbih et.” 74*1-56 Müddessir : 47. “Nihayet, tartışılmaz ve karşı çıkılmaz bilgi önümüze dikildi.” 102*1. “Aldatıp oyaladı o çokluk yarışı sizleri. / 2. Öyle ki ziyaret edip saydınız kabirleri. / 3. Ama iş öyle değil ; yakında bileceksiniz. / 4. Hayır , hayır ! İş öyle değil. Yakında bileceksiniz. / 5. İş sizin bildiğiniz gibi değil ! Ne olurdu şaşmaz ve aldatmaz bir bilgiyle bilseydiniz. / 6. Yemin olsun , o cehennemi mutlaka görecek siniz. / 7. Yine yemin olsun , onu gözünüzle apaçık göreceksiniz. / 8. Sonra o gün , nimetten kesinlikle sorguya çekileceksiniz.”) SÂLİK Ömrüm gönlümce gündem ! 1. Özüm gönül ateşinden Yanan aşkımın duygusu ! Sözüm ölüm ötesinden Kaçan aklımın korkusu ! 2. Bu ne ufuksuz kör dünya Ne de uykusuzca rüya ! Bir var-bir yokmuş görünen Hayâl aynasında güya ! 3. İki dünya var içimde Biri baştan sona ölüm ! Öteki ruh bilincinde Ölümsüzce gizli bölüm ! 4. Gönlüm yol arayan vicdan Hak aşk canyakıcı bedel ! Ölüm soluklayan zaman Toprak kan akıcı beden ! 5. Adım adım nev-hevesle Dağlar delen Ferhat gibi ! Yudum yudum her nefesle Şiirleşen vuslat dili ! 6. Herşey fıtratın koynunda Çağlar akar su misâli ! Nefsin yuları boynunda Keyfe mâ-yeşâ’ her hâli ! 7. Akıl şaştı gönül taştı Nice sınırları aştı ! 668 Hasret müntehâ’dan öte Vuslat sırrına ulaştı ! 8. Nice hicaplar art-arda Her adımda gizli varta ! Hakk’a vuslatın aşkıyla Her sâlik kendi yolunda ! (Bkz. Zaman G. 28 Şubat 2000 / sh. 20: Fasıldan Fasıla (Fethullah Gülen): “İnsan yetiştirmek … / Tasavvuf : Mükâşefe (-i ayn*), İlahî nurların , sâlik’in kalb ufkunu aşarak , onun bütün letâifini ihâta etmek sûretiyle bütü nüyle duygularda hissedilip yaşanması mertebesidir. Tabir-i diğerle o , medlûlü deliller üstü duymanın , zevk etmenin ünvânıdır. / … Mârifet tecellisi / Ruhanî seyahat : … ve mükâşefenin değişik televvünlerinden …”) HUZUR 1. Alnında secde izi en yakın destan neslin Adıyla canlı tarih oldun en son yâdımda ! Binüçyüzoniki’li Dedem “el-hâc” Hü-Seyin* Ruhlarınız şâd-olsun “hacı” Fâdim-anam’la ! 2. Rabbim sana muhtâcım Yalnız sensin penâhım ! Ve işte her şiirde Sözcüklerin dilince Sürekli yakarışım ! Her şeyin ötesinde Gönülden arayışım ! Ne ki her nefesimde Tek dileğim son çağrım : Al şu bedeni benden Saf ruhu ver yeniden Güzelleşsin hayatım ! Nûrun alâ-nur* doğsun Doğsun da dolsun kalbime ! Ruhum aşkınla doysun Cennet sığsın hayâlime ! Vüs’at bahş-et, idrâkime Lütfunu yakından duysun ! Hidâyet lütf-et de gönlüme Her dem (“Gâlû belâ !”) olsun ; Ruh ilk kez “Evet!” diyen de İçten misâkına uysun , Sonuna dek katlanayım ! Her dem benlik “ belâ ” dolsun , Kat kat artsın da içimde Savt savt taşsın dış dilime , Cümle âleme duyursun Son kez münâcaatım işte ! Ya ben kime baş-vurayım , Sığındım inâyetine ! 669 Şu cinnetten kurtulayım Yanayım aşk ateşinde Nûra pervane olayım ! Öleyim de bedenimle , Her dem ruhen haşr-olayım ; Tek huzûra kavuşayım ! (Bkz. Mesnevî’nin Özü / sh. 619: “Şeriat (din) bir şem’a (mum / ışık) gibidir , yol gösterir. Fakat şem’a-yı ele almakla yol alınmaz. Yola düzülmek lâzımdır ki , işte tarikat budur. Yol alınıp da maksada ulaştın mı , o da hakikat olur. / Eğer hakikatler meydana çıksaydı şeriatler bâtıl olurdu , demişlerdir. Çünkü şeriattan maksad , hakikat’e vusûl’dür. / Şeriat , ilim ; tarikat , amel ; hakikat ise vusûl (Tanrı’ya vâsıl olmak) / … vusûlden evvel şeriatı terk-etmek dalâlettir.”) (Bkz. İslâm Estetiği ve İnsan , sh.100 / dipnot: “İslâm’da trajedinin niçin bulunmadığını aslında Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın şu mısra’ları (Marifetname*) çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır : Hak şerleri hayr eyler Zannetme ki gayr eyler Arif anı seyr eyler Mevlâ görelim n’eyler N’eylerse güzel eyler !”) İşte bu teslimiyet tevekkül-ü basîretiyle bakıyor ve görüyor , can-kulağıyla dinliyor ve işitiyor , ruhen duyarak algılıyor ve içten sezinleyerek anlıyorsak herhalde tam anlamınca da inanıyoruz ve imanımızla da şehâdet edi yoruz ki , toprağın bağrında ve insanın ruhunda mayalanan şu yaşamakça şuurun nükte-i ruh hakikatinin özü ve özeti belli nihayet tam mütevekkilâne teslimiyet duygusal düşünce ve eylemlere temel oluşturan hüsn-i niyet yani iyimserlikten ibaret güzel âkıbet niyazına uygun yorumsamaların en gerçekçi ifadesi itibariyle (Bkz. Rah metli Nurettin Topçu’nun da eserlerinde belirttiği gibi; “Biz hangi kabukta döğüşürsek dövüşelim , zafer daima Allah-ın’dır.”) elbette kesin bilgi ve gerçek sonuç: (2*156. “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn”) Kur’an inancına bağlılık yolundan başka hiçbir anlayışta huzur ve necat yoktur asla ! // Bkz. Elmalılı Tefsiri , Cilt-1 / sh. 3-50 ve 50-150 “Besmele ve Fatiha’nın tefsiri”) kim merak duyacak da anlamak için okumak zahmetini zevk-i irşad telâkki edip bu tavsiyenin ne kadar doğru ve yararlı olduğunu bizzat tadarak kavramış ve bunun nasibine ermiş olacak; kendini test etmeli değil mi bilginin değerini içten duyumsamaya yatkın nasibdar ruh her can okuyucu ? Bütün bu yaşamakça çerçevesinde benim de tek derdim sürekli kendi nefsimi içten test-etmek konusunda bu na benzer referanslara uygun okumalar yaparak gönlümün neşvesine erdirici şiirsel duyarlılık kazanmaya yararlı kitap bilgileri ışığında daha doğru yorumsamacılık kavrayışımı geliştirmenin yolunu ve yöntemlerini içimdeki “iç dil” lügat-ı tefekkürümce keşfettirecek “keramet-i sekînet” disiplini irâde terbiyesinden ibaret derin nükte-i hayatın sırr-ı mîsak* kavramını çözümlemek isteyen hemen herkes gibi benlik gizemini irdelemek için öncelik hangi kaynaktan aydınlanmak gerektiğini bilmek ve bencileyin bunu önemseyene de bildirmek görev değil mi ? İşbu “misyon” dışında acaba başka haklı izah tarzı var mı , “İmam-Hatip’li olmak” konusunun ruhunu yorumla mak bakımından ? Nitekim 09 Mayıs’ta Bursa’ya gittim ve şöyle bir programa katılarak gerçekten bu misyonun gerekçesini yeniden hissettim bir araya gelince pek çok dost meslekdaşlarımla. 10-11 Mayıs 2008 / iki günlük program münasebetiyle bir araya toplandığımız Bursa İ-H. Lisesi’nde görev yapmış “emekli öğretmen” arkadaş larımızla yıllar sonra tekrar görüşmenin mutluluğu yanında ayrıca topluma hizmet duygumuzu vurgulayan bazı konuşmalar ortak gaye ve misyonumuzun önemini belirtici ve günümüz şartlarına göre sonuçlarıyla değerlendici olduğundan gayet derin ve içten duygular yaşattığından dolayı bizlere bu ortamları sağlayanlara da minnettarız. İnşallah gelecek yıllarda yine böyle bir araya gelmek ümidiyle, fakat “Mezunlar Günü” öncesi eskiler ve yeniler olarak daha uygun tarihte toplanmak kararına vardık. Allah sağlık verir ve tekrar nasip ederse, Bursa İ-H. Lisesi merkez binada acaba kimlerle buluşacağız ya da daha doğrusu ancak Allah bilir hangimiz buna imkân bulacak ? 670 KARINCA-LAR ! (Kur’an: 27*19) 1. Ne hışır çalışkan toplum Ne çılgın barışçıl sürü Öyle dost ki hepsi de Ömrünce hergün gönüllü Hep birbirine yardımcı Fark yok aralarında Ne yerli ne yabancı Tıpkı her dünyalı gibi Hepsi birbirinin aynı Her yaratık bir başka Hepsi birbirinden ayrı Karıncaların dünyası Topraktaki koloniler Her biri kendi yolunda Kimi yaya kimi atlı Bir ötekisi kanatlı Sanki tesbih sırasıyla Dev bir ordu nizamında Ağırlıklar taşımakta Aynen insanlara benzer Kimi de cüce darı’ya Hepsi mutlu birarada Kendi yuvasına döner Kadını erkeği çocuklarıyla Yediden yetmişe cumhur-cemaat ! 2. Kimi yağmurdan kaçar Kimi güneşe koşar Kimi kalmış arada Yolunu şaşırsa da Bir yol bulur sonunda Nasıl da çoğalmış böyle Maşallah binlerce aile Hepsi tam cumhuriyetçi bunlar ! 3. Erat kıtaları gibi başları dik Ayakları güçlü ve adımları sert Rutbeli rutbesiz hiç belli değil ! Hani ağa kim patron ya da mafya Ne yeraltında ne de üstünde Sularda boğulsa ateşte yansa Kimileri ezilse ayak altında Çabucak bir gizli telâş sâdece Doğrudan merkeze bağlı Sıra sıra erat ırgat kim varsa Hiç fark etmez o sırada Hızlıca haberleşip toparlanınca 671 Sakın ilişmeyin onlara ; Onlar insanlara ibret ! 4. Ey insanlar aranızda Minnacık karıncalarla Gayet doğalken benzerlik Sakın hor bakmayın da Sakınarak yaklaşın hele Zulmetmeyin acımasızca Basıp geçmeyin üstelik Bakıp geçmeyin hissizce O mübarek yaratıklara ! O saygın toplumculara O uyanık demokratlara Selâm durun selâm Çoluk-çocuk kim varsa ! 5. Hani bazıları var ki , Öyle hırsla çabalar ki ; Nesine gerek bunca azık ? Gayet net anlaşılır rızık Ağzında kocaman bir darıcık ! O kadar küçük ki bazıları Sanki ne gözü var ne kulağı Ne midesi ne de barsakları ! Bağırsak ya da mırıldansak Sesimizi tam duyar mı ? Nedir yaşı-başı Hani gözyaşları Var mı yok mu belirsizce Ve daha nice haşarat ?! 6. Diyelim ki sinek ya da örümcek Aceb nasıl onların dünyaları ? Ne hikmet işte suda balık Havada kuş sürülerine inat Yeryüzü de çok kalabalık ! Öyle çilekeş cefakâr sabırlı Her biri öyle bir başka ki , İnsan ders-ibret almalı ! Karıncalar hep toprakta Toprak kadar mütevâzi ! 7. Hayâllerden daha öte Göklerde uçmasa da Uçmak için ne kol-kanat Ne de teknolojileri yoksa Bak arılar çiçek-çiçek Dere-tepe dolaşırken Petek petek üsâre renk 672 Öz toplayıp bal yapsa da Onlar için baldan tatlı Toprak kadar kutsal emek ! Her emek hep yemek için Yerinde en yüce değer ! Değmez mi her zahmetine Emek ekmek gibi kutsal Yaşamakça özgün mesaj Çalışmak yaşamak demek ! 8. Nice fikir işçileri İşine kafa yorarken Çok kimse bedeniyle Zorluklara katlanıp Tarım tecim muhtelif Faydalı işler yaparken Nasıl mutlu besbelli Didinerek uğraşırken Giyim-kuşam derdine Ve boğaz tokluğuna Her çabasıyla insan Sosyal refah uğrunda Uygarlaşmak yolunda Tıpkı karıncalar gibi Ölümü unutacak kadar çalışkan ! 9. Tam cumhuriyetçi toplum Arılar karıncalar kuşlar Sinek semek her tür canlı Kanıtlarken Yaradan’ı* Hepsi insanlara örnek ! İçgüdüsel yetenekle Açık gönül idrâkince Allah vahyine bağlıyken Hayat kavga görünse de Mütekabil muâvenet Tam adalet var özünde ! Her an muztar zorunlu hâl Birbirini yer canlılar ! Zaman nâçar işbu minvâl (Fülan nümand türab hordî-) Diyecekler tek ihtimâl : (Filân öldü , toprak yedi …) Zaten hisseder her vicdan “Ten türab olur ruh nihan” Topraktakiler aslında ! 10. Ne güzel ibret var karıncalarda Hiç düşmanlık yok aralarında Üstelik ne başlarında kavuk 673 Ne de eğninde bozalak kaftan Hiçbiri değil dalkavuk Ne saç-sakal ne şalvar cübbe Ne gerici-ilerici kavgası Ne laik-yobaz çatışması Ne de düşmanca bahâne Ne emperyal kandırmaca Ne de kalleşçe entrika Nifak olmasa olmaz zaten tefrika Onların hayatı da “bıçak sırtında” İşte pür-telâş curcuna ! 11. Rabbim ne büyük ne yüce Gerçek ne derin mûcize Sûre-i Neml’in mesajı ! (“Fe tebesseme dâhiken min kavliha”) Ancak tek saltanatın eşsiz sanatı Aman ne küçük karınca A-ha şuncağız ömründe Koskocaman başıyla Hatta öncüleri de var ! ……………………. Nice insan ki düşünmez Altmışüç’ten geçkin yaşta Daha öte bir yol bilmez Kafası çok daha büyük Bilmem kaç yaş daha yaşlı Onlar da aynı dünyada Kader yolcusu iken Yorgun adımlarıyla Bir küçük zavallı Karınca kadar ! (Bkz. Tecrid-i Sarih , Cilt-12 / sh. 178-9: Sevgili Peygamberimiz (sas)’in tekmil sinn-i ömrüne telmihen.) (Bkz. İslâm Tarihi “Zaman G.” Cilt-2: Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer de 63 yıl yaşamışlardır.) (Bkz. Medya Aynasında Fethullah Gülen , Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları-İst. 1999 / sh. 396: Aydın Bolak / Sonsöz: “… Hazreti Türkistan* diye anılan Hoca Ahmed Yesevî’nin; Peygamber Efendimiz 63 yaşında vefat etti diye 63 yaşında toprağın içine girip, tâ vefatına kadar günyüzü görmeyecek derecede İslâm’a ve Rasû lü’ne sâdık olan Hoca Ahmed Yesevî’nin kol kol Horasan Erenleri* adıyla Anadolu’ya doğru yayıldıkları devri anlatıyordu …”) NEDEN Anlam tam bir bütünken Sözcükler parça parça ! Bu neden böyle derken İdrâk kader kadarsa Sağanak bile olsa Buluttan dökülürken Yağmur hep damla damla ! 674 Bu neden böyle derken İçten duy düşünürken Hakk’a yönelip ağla ! Beden taşınmaz yükken Ruhunu unutma asla ! Bu neden böyle derken Kur’an nuruyla anla ! …………………… Anlam tam bir bütünken Sözcükler parça parça ! Ruh tenden sökülürken Can çok tatlı o anda ! Bu neden böyle derken Kur’an idrâke ayna ! İLK IŞIK (41*9-12: “De ki : Siz yerküreyi iki günde yaratan’a nankörlük edip O’na ortaklar koşuyorsunuz. Âlemlerin Rabbi’dir O.” // Ayrıca , 19*59. “fi-sitteti eyyâm” hakkında / Bkz. Kur’an-ı Kerîm’den Ayetler ve İlmî Gerçekler , Haluk Nurbaki ,Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. // Hadis Ansiklopedisi , Prof.Dr. İbrahim Canan “Zaman G.” Cilt-5 / sh. 327-370: “Alemin Yaratılışı Bölümü”) Akıl ölçüde durmaz / Zaman ne demek sorar ! // Soru cevapsız kalmaz / Zaten açık kitap var ! Aşk gizli içten niyaz / İdrâk iştiyak kadar ! // Akıllar kavrayamaz / Zann-ı merak yorum-lar ! 1. Ol Zâtı’na temâşâ Hak Cemâli-ne ayna “Suların yüzünde” ilk Öncesi öncesizlik ! Tam (“fi-sitteti eyyâm”) Halk (“altı günde”) tamam ! 2. Mutlak aşk ki , ilk ışık Bir bilinmez başlangıç ! İkinci gün “oluşum” Üçüncüsü “değişim” Dördüncüsü “gelişim” Beşinci gün cümle can “Cümle zerrât-ı cihan” Altıncısında “insan” Sonrası sonrasızlık ! 3. Sonsuzlukta ilk ışık Yokluğun ilk gözyaşı ! Öz varlıkta sıkışık Çokluğun uyanışı ! 4. İlk sevgi tam aydınlık Öncesiz yaradılış ! Her boyut sınırsızlık Sonrasızlığa akış ! 675 5. Yalnızlığın büyüsü “Kendine yeterli güç” Güzelliğin öyküsü Yücelikte tek övünç ! 6. Çekirdek kök meyvası Göz her güzele kayar ! Meyva kökün yuvası Söz hep özüne uyar ! 7. İlk emrinde (“Kün !”) derken (“Fe-yekûn”) oldu evren ! Bir “toz bulutu” hemen “Buhar / duman” serpilen ! 8. İlk söz hikmet ışığı Tek dilekte çift örnek ! Öz güzellik bakışı İlle kendini görmek ! 9. Her güzellik yankısı Gönül gözünde ışık ! Öz gerçeklik hangisi Hayâllerle karışık ! 10. Yeryüzü alçak dünya Göklerin kucağında ! Güneş ay ve yıldızlar Mavi boşluk burcunda ! 11. “Anâsır-ı erbaa” Süzülüp arındıkça Heykelleşti canlı ruh Bedenin kıvamında ! 12. Kaderin kördüğümü Damla damla duygular ! Kıvrım kıvrım düş gücü Sonsuzluğu yudumlar ! 13. İlk ışıkta öz sevgi İslâm’ın son elçisi ! Güzelliğin simgesi Âlemlerin dengesi ! 14. Aklın maverâsında Çelişkisiz mantıkla “Sümme verâ-ül’verâ ” Kader denen muammâ ! 676 15. Sonsuzluk yörüngesi Öncesizlik öncesi Sonrasızlık sonrası İnsan Hakk’ın aynası ! 16. (“Korku hikmetin başı”) Gizli bilgi kaynağı Vahyin dili kulağı Gönül ister Allah’ı ! 17. Bilmek ve bulmak ister Aramak sormak ister Sonuna varmak ister Varsa ötesi nice ?! 18. Sonsuzluğa son olmaz , Akıl sınırda durmaz ; Varlık yoklukta kalmaz , Yoksa ötesi nice ?! 19. Benlik şuuru varlık Akıl yolu karanlık ! Her soruya tek cevap Gönülde aşk aydınlık ! 20. Her başlangıç sonuçta Her sonuç ilk doğuşta ! Ötelerce aramak , Ne ilk ne de son uçta ! 21. İç içe kilitlendi , Zaman-mekân tek boyut ! Göklerle kenetlendi , Somutlaşan net soyut ! 22. Dip-doruk öz benlik ki , Kaç kaçabilirsen kaç ! Güzelcik* son söz gizli , Aç açabilirsen aç ! 23. Ruhları ürpertmeyen Hak aşkıyla ötmeyen Gözyaşları dökmeyen Ne hayır gelir dilden ! 24. Dipleri kurcalayan Her düşünce karışık ! Gökleri kucaklayan Gönüllerde ilk ışık ! 677 (Bkz. Hak Dini Kur’an Dili , Cilt-3 / sh. 2172-76: “Buna göre altı gün’de demek , mikdarı binlerce seneye bâliğ olur altı vakıtta demektir. Fakat maksudi beyan …” / sh.2174: “… şu neticelere …” / sh.2176: “Ancak bu tedrîc in evveli hilkatte altı gün’e tahsisi meselesi …”) (Bkz. Mesnevi’nin Özü / sh. 842: “Hilkatte tedrîc’in hikmeti : …” 2) “Ay’ın geceden geceye tedrîcen büyümesi bizim için bir derstir. // Teennî insanı feraha götürür.” 3) “Tencere yavaş yavaş kaynar. // Coşarcasına kaynayan taamdan hayır gelmez.”) (Bkz. Kitab-ı Mukaddes yani Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedid (Osmanlı Türkçesi / yazısı :) an-asıl muharrer bulundu ğu İbranî ve Kildanî ve Yunanî lisanlarından bi-t’terceme Maarif-i Umumiye Nezaret-i Celîlesi’nin … ruhsatna mesiyle / ve İngiliz ve Amerikan Beybıl Şirketleri* masârıfıyla / İstanbul’da / Boyacıyan Agob Matbaası’nda tab’olunmuştur. -1885 / sh. 2-3: “Tekvîn-il mahlûkat”)* (Bkz. Sahih-i Buharî / Tecrid , cilt-8 / sh. 228: “Anâsır-ı erbaa , hayatın kıvâmı olması , beşeriyetin hayatî menfeatleri anâsır-ı erbaa’da mündemiç bulunması …”) (Bkz. Sonsuza Yürüyüş, Hekimoğlu İsmail // sh.15: “Allah , 92 çeşit atomu alfabe gibi kullanarak , kâinat kitabı nı yazmıştır. / … Bu 16 element toprakta aynen vardır , insanın yapısı toprağın aynıdır. / … Toprak olan insan da , atom ve molekül yapısı asla bozulmuyor.”) (Bkz. Edebiyat Terimleri Sözlüğü // sh. 306-7: “Yaradılış: Evrenin , dünyanın ve insanın yaradılışını , bilimden önce mitoloji ve dinler açıkladı. Orta-Asya Türk mitolojisi göğü ve yeri Tanrı sayıyor , insanoğlunun yerle gök arasında yaratıldığını ekliyor ; yalnız , kimin eliyle ve nasıl yaratıldığını açıklamıyor. Bozkurt ve Ergenekon* efsanelerinde Türk soyunun yaradılışında ve tükenmek üzereyken gene çoğalmasında Kurt* yardımı anlatılıyor. Oğuz destanına göre, Oğuz Han’ın bir karısı da ağaçtan doğmadır. Daha sonraları Asya Dinlerinin açıklamaları na inanıyoruz. Müslüman olduktan sonra da Yaradılış konusundaki inancımız Kur’an-ı Kerim’e uyuyor. İslâmiyette şeriatla tarikat , bu konuda da birbirlerinden ayrılıyorlar. Şeriat , Yaratan’la yaratılanı ayrı ayrı ; tarikat , yaratanla yaratılanı iç içe görüyor. Tasavvufa göre, vucûd-i mutlak* âlem-i kitman’da iken , Kemâl-i mutlak ve cemâl-i mutlak olduğu için , görünmek istedi ve kendisi için bir ayna olan evreni yarattı. Nasıl ayna da görülen gölge, asıl varlığın kendisi değilse, evren de Allah’ın kendisi değil , yankısı (yansıması-) dır. Tasav vufun devir nazariyesi de yaratıklar arasında bir şeref sırası (-sıralaması-) kabul ediyor. Gene tasavvufa göre insan , Allah’ın gözbebeği sayılıyor. (Der ki ) Şeyh Galib: “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen , // Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen !” Edebiyatımızda sözü çok edilen yaradılışla ilgili başka bir inanış da Allah’ın , yalnız Muhammed Peygamber’in yüzüsuyu hürmetine “sırr-ı levlâke …(*)” ya da “hakikat-i Muhammediyye(*)” evreni yaratmış olmasıdır.”) KADER 1. Ben miyim yoz benlikte gizlenen gölge-varlık Neden gözbebeğimde bir noktacık karanlık ? Bir anlık aydınlıkta gönül dolusu ilham , Bir zaman diliminde yıllarca sabah akşam ! 1-1. Sonsuzluk özleminde kader bir İlahî sır , Her sorunun içinde cevap ezelden hazır ! 2. Yaratan yalnız kendi iç benlik yankısında Aratan yine kendi arayan karşısında ! Bu şirk-işmam kuruntu her benlikte ikilik , Çokluk yokluk kuşkusu gerçek varlıkta birlik ! 2-2. Var mı yok mu ötesiz kör akılda boş inat , Bu bir anlık şaşkınlık ömür-boyu nakarat ! 3. Her hâlinde insan bu yine hep aynı yer-gök 678 Duygu uykusuz korku aynı kaynakta her kök ! Ölüm aynı rüyanın gözkapağı ardında , Sonsuzluğun aşkı var bu bestenin raksında ! 3-3. Bir anda yücelse de düşünce sonsuzluğa , Baş eğdirse her secde Din diliyle kuşkuya ! 4. Ruhta her an kıyamet her akşam sabah mahşer Sanki paslı bir kilit tarihten gelen haber ! Tarih yoksa talih mi nedir bu oldu-bitti , Kaderin avucunda zaman nereye gitti ? 4 -4. Bir bitmeyen senfoni gönlümdeki heyecan , Dayanmaz bu hâle can her canhavli helecan ! 5. İnsan kör uykulardan ah uyansa uyansa , Anlamsız kuşkulardan ah kurtulsa kurtulsa ! Kader girdabı ruhta akıl bocaladıkça , Bâri aradığını ilk nisyânında bulsa ! 5-5. Bu yolda her düşünce gizli ölüm tuzağı , Önünü görmeyince nasıl görsün uzağı ?! 6. Kendini görsün de ilk , şu ilk yalansız ayna Gözlerde her zerrecik göklerden farksız dünya ! Sen ki (“hasîmün mübîn”) şeytanlaşmış maskara “Haydi akıldan belâ , hiç durma çal çal oyna !” 6-6. Tantana hızlı güya gökte zamansız rüya , Al sana sırlı ayna işte yalansız dünya ! 7. Bir anlık aydınlıkta gönül dolusu ilham , Hiç bitmeyen senfoni gönlümdeki heyecan ! Bir zaman diliminde yıllarca sabah akşam , “Fikrimin gül dikeni ” kadere mahkûm insan ! 7-7. Ne gözlerdeki gizli ne gönüldeki açık , Gözler gönüldeki(*)’ni görebilse azıcık ! 8. Nefsin zebûnu ruh mu kaderin kör kuyusu , Ne gözlerdeki gizli ne gönüldeki açık ?! Hiç rüyasız olur mu bu derin yol uykusu , Gözler gönüldeki’ni görebilse azıcık ?! 8-8. Hiç şiirsiz olur mu yol uykusunda zaman , Hiç bilinçsiz ölür mü son duygusunda insan ?! 9. Nice gün yorgun-argın uyudum hem uyandım , Her uyanışta şuur nefsin dar kümesinde ! Ne ölgün durgun dalgın kahroldum hep zorlandım , 679 Her davranışta gurur sesin zor nefesinde ! 9-9. Yırtsan da kaçamazsın beden-ince zırhı var , Yırtınsan açamazsın ruhun nice sırrı var ! (Bkz. Mehmed Feyzi Efendi’den Feyizli Sözler –Sohbetler / sh. 97-98: “Hz. İbrahim’in Rabbini bulması : Semâvat ve arzın melekûtu kendine inkişaf edince, delîle hâcet kalmadı. Çünkü şek (şüphe) kalktı ortadan. / … Sûre-i en’âm : 6*79. âyet ( … ) dedi ve Rabbisine teveccüh etti. İstidlâle hâcet kalmadı. Çünkü her şeyin melekûtu yedullah’tadır.”) (Bkz. Sadeleştirilmiş Elmalılı Tefsiri , Cilt-1 / sh. 262 : “Şüphe yok ki …” / Alttan 15. satırdan başlayıp tam sayfa sonuna kadar özet: / “… meleksiz bir damla yağmur bile düşmez.”) (Bkz. Kur’ân-ı Hakîm ve açıklamalı Meâli , Prof. Dr. Suat Yıldırım “Zaman G.-1998 / sh. 136-137: En’âm sûresi , 6*74 -83. âyetler ve açıklama: “… Hz. İbrahim Aleyhisselâm’ın , Allah’ın varlığını ve birliğini delillere dayanarak ortaya koyması anlatılmaktadır. Müfessirlerin çoğuna göre, Hz. İbrahim , muhataplarını irşad ve onla ra istidlâl , yani delillere dayanarak tahkikî îmana ulaşma yolunu göstermek için bu diyaloğa girmiştir. 78. âyet te nakledilen ve onun şirkten berî (uzak ve temiz) olduğunu bildiren sözü de buna delildir.” / 6*75. “Biz İbrahim’e şirkin çirkinliğini gösterdiğimiz gibi îmanında yakîne, kesinliğe ulaşması için göklerin ve yerin muhteşem hükümranlığını da öylece gösteriyorduk.” / …”) (Bkz. Sahih-i Buharî Muhtasarı , Cilt-1 / sh. 135-138: Dipnot-2 / Hadis-118: “Ebû Eyyûb-i Ensârî ” )* (Bkz. Hadis Ansiklopedisi “Zaman G.” Cilt-1 / sh. 94: Hadis-36. “Vesvese” )* (Bkz. İrade Hürriyeti ve İmam Maturidî / sh. 152: “Vesvese Hadîsi ” –Dipnot , 32: Abdullah bin Mes’ud (r.a)’ dan rivayet olunmuştur. “Hz. Peygamber (s.a)’e vesvese (hk.da) soruldu da , O da : -İmanın hâlis olanı-dır. / cevabını verdi.” Ayrıca , Sh. 246: “… agnostik bir îzah” )* (Bkz. Hak Dini Kur’an Dili “Türkçe Tefsir ” , Cilt-3 / sh. 2133: “… kavli İlâhîsiyle ihtar buyurulan gâyeyi nazarı mülâhazaya almayıp yalnız madde ve unsura itibar etmek isteyen İblis, Âdem’de toprak , kendisinde ateşten başka bir mâhiyyet görmemiş ve diriden ölü , ölüden diri halkeden ve havass-u mezâyâyı eşyâyı hazîne-i kereminden bahş’eyleyen Hâlik Teâlâ’yı (sanki) maddeye mahkûm gibi farzeylemiştir. Hiç düşünme miştir ki , tıyn (-toprak) ile nâr (-ateş)’ın havassındaki fark da mücerred tahsîsi hâlika medyun olan bir hilkat farkından başka bir şey değildir. Bundan anlaşılır ki , âlim geçinenlerin bir çoğunda görülegelen maddeye kasr-ı nazar , meslek-i mesâlik-i İblis’tendir.” ) İşte bu açıklamaya göre, demekki ; “Şeytan tam materyalisttir ve bu karakteri bakımından bütün bütün maddeci , sırf dünyacı ve ibâhiyeci egoizm* mantığına dayandırılan felsefe meslek (-mektep / ekol*)lerinin de babasıdır.” denebilir. (Bkz. İrşâd Ekseni , M. Fethullah Gülen “Zaman G.-1998” / sh. 6: “Hz. İbrahim (s.a)’den sonra insanlık tekrar çıktığı zirveden yavaş yavaş aşağıya inmeye ve yeniden yozlaşmaya yüz-tuttu. Her şeyi maddede arayan ve onda bulmaya çalışan bir zihniyet , yeniden gelip baş-köşeye kuruldu. Bir ucu yirminci asra kadar uzanan bu felâketin , nasıl korkunç bir şey olduğunu , zannediyorum biz bugün daha iyi anlamaktayız.” )* İBRETLİ SONUÇ ! 1. 80’den hemen önce , Ah neler neler oldu ! CHP hükûmette , Azgın sol devrim yolu ! 2. “Altmışsekiz” deyince , Bil ki anarşist solcu ! En-çıfıt döneminde , Yoz Eğitim* kudurdu ! 3. O yıllar hicran dolu , (-Bkz. 1980 Öncesinde Okullar, www.on-mat.com Bursa-2008 // Kitap isteme adresi: P.K. 29 Heykel-Bursa // Hüseyin Zeren ,Tel. 05363687183* Not: Tamamı (184 sayfa) muhteviyatta toplam (56 çeşit) soru ve cevaplar, belge olarak gösterilmiş; ayrıca , ara-notlarla bazı açıklama ve eleştirilere ilave vesika niteliğinden dolayı (sh. 152-184: önemli örnek fotokopi-ler ) aynen kitabın sonuna dercedilmiştir. / Türk Milli Eğitim politikalarının belli bir dönemini belgelendiren titiz bir çalışma yaptığını bizzat yazarın kendi beyanından anlayınca hakikaten meraklanıp okudum. Yalnız “solcu aydınlarımız” değil , kanaatimce geçmişten ders almak bakımından herkes merak duymalı ve bu yakın tarihin acı ibretleriyle yüzleşmek için okumalı bilhassa 1980 öncesi milletin solculuk ideolojisi “anarşi” teröründen neler 680 İşte meş’ûm mâcera ! Ne salvolar savurdu , Memed Abi* Bursa’da ! 4. İzmir’de deprem oldu , Bir tek ev yıkıldı da ; Her ikisi de öldü , Solcu karı ve koca ! 5. Yakından tanıyordu , Tarihçi Lütfi hoca*; Bir yandan şaşıyordu , Bu ibretli sonuca ! 6. Demekki bu olayda , Kader onları buldu ! Rest çek haydi kolaysa , Kimler neydi ne oldu ! neler çektiğini ve yıllar sonrası bunun sonuçlarını sağlıklı değerlendirmek gereğini içtenlikle kavrayabilmek konusunda. // Sh. 6-13: “Giriş” ve de sh.150-151: “Sonuç” bölümlerini iktibasen nakletmek istiyorum aynen. GİRİŞ (1.) Şer kuvvetlerin Türkiye’mizin kaderini değiştirme, onu çöküşe doğru sürükleme çalışmaları; Milli Eğitim’de eğitimin ve millîliğin yok oluşu* şeklinde kendini göstermiştir. Gerek şiir, edebiyat ve sanatın şer (*/ 1. Şer kuvvet; milletimizin dinine, tarihine, kültürüne ve her türlü kutsal değerlerine saldıran kişi , legal ve illegal kuruluş.) lehine kullanılışında , gerekse din , ahlak ve tarihin tahribinde son on yıl içinde (1970-1980 yılları arası*) Milli Eğitim’in başı çektiğine şahit olmaktayız. Bundan dolayıdır ki , Cumhuriyet devri aydını-nın en belirgin vasfı millî kültürden kopuk olması dır. / “Bir milletin şiir, edebiyat ve sanatı , o milletin yüksek irade ve duygu larını yansıtan , fikir ve ideal gücünü harekete geçiren bir kuvvettir.” Halbuki günümüz vitrinlerine baktığımızda değişik bir manzara ile karşıla şıyoruz. Millî ve insanî kavramlarla alay eden , parça parça veya konuları nın tamamına kadar sapıklık içinde bulunan , ağza alınmayacak galiz küfür lerle dolu “yapıtlar (!)ın” edebî eserler olarak tanıtıldığını görmekteyiz. Bu edebî (-edebiyat alanında*) sapıklık ; insan denilen ilâhî varlığı , âdi ve de gayesiz bir hayata sürüklediği gibi onu sanat kabiliyetinden de mahrum bırakmaktadır. Halbuki … (-Dikkat ! devamı … Bkz. / sh. 481-483*) KISSADAN HİSSE 1. Bir zamanlar bir küçücük kuş varmış , Kanatlanmış uçmak için göklerde … Çırpındıkça yağmur yağmış ıslanmış ; Artık bugün o kuştan yeryüzünde , Kuş yüreği kadar bir mezar kalmış ! 2. Demekki kıssadan hisse , Gözümle ölümü gördüm ! Her can kuşu ölecekse , Sözümle ölümü övdüm ; Ölümle ömrümü gömdüm , Misal şu can kuşum gönlüm ! 3. Bu bir ömürlük kıssa ötesi hep rivayet , Aslından ayrı insan etmez mi hiç şikâyet ?! Ölümde ölümsüzlük gizli ruhum sırr-ı can , Her lâhza haşr’olur da yine bekler kıyâmet ! (Bkz.İslâm Estetiği ve İnsan / sh.354: “Bu arada İslâm şiir geleneğine Şirazlı Şeyh Sâdî kanalından bağlanmaya çalışan bir şair vardır ; Mehmet Âkif. Bir yandan onun “kıssadan hisse” anlayışını sürdürmeye çalışan Âkif , bir yandan da Fransız natüralizmine bağlanarak … / … pozitivist ve materyalist fikirlerle beslenen Batıcılığın karşı sında İslâm imanının gür sesli bir temsilcisi olarak büyük bir misyonun sahibi olmuştur.”) (Bkz. Safahat / Hatıralar : “5.nci …” ve Hakkın Sesleri : “6.ncı manzûme”) GÖLGE (Kur’an: 13*15 ve 16*48) 1. Rabbim hakikat nurundan İç dünyamız aydınlansın ! 681 2. Tutsak benliğimde tuzak Akıl hikmetine şaşkın ! Ve göz gördüğüne uzak Gönül sevdiğine yakın ! 3. Hep sonsuzluk karşısında İnsan var-yok arasında ! Her kuş kendi yuvasında Yeter ki mutlu yaşasın ! 4. Her bilinçte bilgisizlik Boşluk hiçlik ve dilsizlik Olmaz böyle gerçeksizlik Varlık yoklukta mı kalsın ?! 5. Şu âlemin dehrindeyim Güya kendi hâlindeyim ! Ölüm dehşetine rağmen Kaderimin emrindeyim ! 6. A-yâ can ten cevfindeyim Rabbim kudret elindeyim ! Hem ben iken de sendeyim Bendeyim de secdendeyim ! 7. Kader hep kudret eserin Ya ben kimim kiminleyim ? Kalem kelâm hepsi senin Ayet âyet seninleyim ! 8. A-benim cânım Efendim , Kader de kudret de senin ! Ya ben neyim neredeyim , Kalem de kelâm da senin ! 9. Azıcık saz özücük söz , Bak nedir vicdan biline ! Yazıcık yaz okucuk göz , Hak ne der Kur’an biline ! 10. Sazı sözü dinledin mi , Ayet hadis belledin mi ? Kâfir İslâm’eyledin mi , Hani nefsin kayır bâri ?! 11. Hikmetli varlık yokluktan Nisbetli azlık çokluktan ! Nakz-ı muhâl zıdlık Hak’tan İbretli benlik kulluktan ! 682 12. Nankör benliğimden öte Her duyguda aynı korku ! Tam günortasında gece Acı ölüm tatlı uyku ! 13. Benlikdeki her başkalık “Ümitle korku arası” Nihilistçe karamsarlık Hasta ruhun başbelâsı ! 14. Eyvah ne korkunç hezeyan Yazık ne çâresiz tuğyan ! Boş boşuna yaşamaktan Haydi öl kurtulacaksan ! 15. Hep yaşamak ihtirâsı , Ölüm de bunun cezâsı ! Her gaflet sudan bahâne , Kadere bühtan sezâ mı ? 16. Hakikat olur mu Hak’sız , Merdivenler basamaksız ? Her ne ise evvel-âhir , Yaşamak ölmekten farksız ! 17. Bu varlık her ne hikmetse Işıksız olmaz ki gölge ! Her tür canlı ölecekse Farkımız kalmaz ki sözde ! 18. Ayrıcalık görünüşte Aşk ne tekil ilk özünde ! Kalabalık gözönünde Bak ne çoğul son sözünde ! 19. Her soruya aynı cevap Hem “min-el’bâb ile-l’mihrâb” Hem her vicdanda ıstırap Akıl bî-tâb gönül harap ! 20. Tohum nemlenir çimlenir , Beden ölür ruh dirilir ! Techiz tekfin defn’edilir , Toprak haşrin meşheridir ! 21. Hem ağlar hem de sevinir , İki gözpınarım tek dil ! Mevta kabrinde sevilir , Tut ki söz merâmım değil ! 683 22. Sorma sakın her delili , Akla “yakîn” kader belli ! Tut ki sor mahşer meşheri , Açık Kur’an âyetleri ! 23. Her zor sorunun cevabı , Yine kendisi değil mi ? Sonsuzluğun sırlarını , Sınırlı akıl bilir mi ? 24. İnsan her fennin ustası , Tekerlek ve motor gücü ! Teknoloji hârikası , Bilgisayar son öncüsü ! 25. Ne mûcizevî hârika , Medeniyet Hakk’ın sırrı ! Tek alâmet-i fârika , Nihayet aklın sınırı ! 26. Her adımda menzili Hak , Her yudumda bir başka tad ! Her bir nefesinde mûtad , Can sırrının aşkı vuslat ! 27. Her an gönül aynasında Hak tecellî mevecâtı ! Gölgelerin arkasında Işığın gerçek dünyası ! 28. Güneş gibi ayan-beyan Gölge-benlik’te sen varsın ! Rabbim mârifet nurundan İç dünyamız aydınlansın ! (Bkz. Kaside-i Bürde Tercümesi , Ömer Faruk Harman , Gençlik Basımevi-İst.1977 / sh. 86; Beyit-80: Açıklaması : … ve sadece “Dehr ” olarak kullanılması , Cenab-ı Hakk’a tâ’zîm içindir.”) TOHUM Heyhât! İdrâk meflûç akılda hezeyan Sorarsın hayretle aynaya baktıkça ! Nur-u vahye meclûp ruhunla uyansan Âşinâsın hâlet-i îkanla Hakk’a ! Derk-i vicdanla ancak Hakk’a sığınsan İstirşâd sohbet-i ihvân’la Yûnus’ca ! …………………………………… Üstad konuşurken çömezler susmalı , Edeb’in kemâlinde her ilmin sırrı ! 684 Hangi hakikat aradığın pür-dikkat , Nasıl bir duygu yüreğindeki rikkat ? Bunca göz kulak kesildin de ne oldu , Var mı bu iki şüpheden başka yok mu ? Hikmet sözün özünde ibret gözünde , Ne varsa yerde gökte hepsi gönülde ! Yüce bir sezgi ötelerin sesinden Çılgınca sevgi sonsuzluk özleminden ! Yok mu-yâ bütün ruhunla göklerdesin , Şu ölümlü bedenle yeryüzündesin ! İşte seni bekliyor toprak sessizce , Ah bir inanabilsen sevildiğine ! Tâhâ yol arkadaşım hele bir dinle , Gönül hep sohbet ister kahve bahâne ! Göklerin rahmetinden ıslanır yerler , Yeniden bahar bekler yaz kış mevsimler ! Niye bu korku toprakta çürümekten , Neden bu kuşku mezara yürümekten ? İki de bir sus payı : “ölüm var ölüm” Sözlerini dinlerken içten düşündüm ! Ne fezâya uçmak ne arza saklanmak , (“Eyne-l’mefer ”) çâre mi makina’laşmak ?! Hayâl kuş misâli nereye götürsün , O hangi mekân ki sığınsan ölürsün ?! Şu koskoca dünyaya sığmadın gitti , Ölümsüzlük büyüsü ruhunda gizli ! Aşk sırrını bu akılla bilemezsin , Secdeye gel nasıl olsa geleceksin ! Öleceksin sonunda dirilmek için , Sen de bir tohum gibi “acbüzzeneb”-sin ! İster her tohum yine hâlen toprakta Kalsın da filizlensin ölümden sonra ! İlk önceden hiç yokken nasıl varsın-yâ , Rabbimin “ol”-emriyle ne hayret dünya ! Ayetlerle nice hakikat bilinir , İnsan her an ölür de tekrar dirilir ! İşte bu hikmet tam murâd-ı İlahî , Ölmek ne demek kök fıtrat-ı garîzî ! Dirilmek için öleceksin sonunda , Acbüzzeneb*-sin gizemin tohumunda ! (-Ey yol arkadaşım: Mavişehir-Karşıyaka / İzmir’de mukim ve M…..’un üst katında “kahve” ticaretiyle meşgul- Tâhâ ; genç filozof, saf-temiz sohbetimiz anısına candan armağan şu şiir ruhsal mesaj duyuracaksa sana yürekten selâm! HK*) (Bkz. Kur’an Tarihi ve Kur’an Hakkında Ansiklopedik Bilgiler , Osman Keskioğlu , Nebioğlu Yayınevi-İst. 1953 / sh. 11: “Müellifin Önsözü : … Zat-ı Kibriya O’nu ruhlara nur kılmıştır.”) (Bkz. Mesnevi’nin Özü / Mukaddime; Sh. XLVIII*) (Bkz. Muvazzah İlm-i Kelâm , Ömer Nasuhi Bilmen / sh. 259*) (Bkz. Hak Dini Kur’an Dili “Elmalılı Tefsiri” , Cilt-6 / sh. 4503: “Kuyruk kemiğinin ucundan ba’si (ölümden sonraki dirilişi) gösteren ma’ruf “Acbüzzeneb” hadisi de bunu ifâde etmiştir.”) (Bkz. Arapça-Türkçe Lügat “el-Mevârid” / Mevlüt Sarı , Sh. 252 ve 971: “Her âzâ (uzuv / organ) çürüyecek ; ancak , kuyruk sokumu (bel kemiği / omuriliğin kökü*) müstesna.” // “Her insanın vücûdunu toprak yiyecektir. Ancak , acbüzzeneb* denilen kuyruk kökü / sokumu kemik müstesna. İnsan bu kemikten yaratılmış olduğu gibi 685 öldükten sonra da bundan terekküp ederek hayat bulacaktır.” / Hadis-i şerif )* (Bkz. Mesnevi’nin Özü: “Şu hâlde insan tamamiyle dağılsa -yani maddî vücûdu eriyip çürüyüp toprakta yahut buharlaşıp da havada kaybolsa- dahi eczâ-i asliyesinden Hâlik’ın onu tekrar iâde edeceği … / Nitekim Kıyamet sûresi’nde: (“İnsan kemiklerini biraraya toplayamayacağımızı mı sanıyorlar. Evet, biz onun parmak uçlarını bile düzeltmeğe kaadiriz.”) Yine diğer bir âyette: (“İnsan kendisinin başıboş mu bırakılacağını zannediyor.”) Şimdi bu mühim meseleye dair bir de Hazret-i Pir’in … sandukaları üzerindeki gazellerinin bir beytinde şöyle denilmektedir : (“Hangi tane yere sokuldu da bitmedi. İnsan tanesi hakkında bu şüphe nereden geliyor ? ” )* İnsanı ister yere gömsünler , ister denizde boğulsun , ister hayvan yesin , … (her ne şekilde ölürse ölsün*) niha yet yine kâinatın içindedir. Yine binbir med ve cezir’le umûmî kâinata karışıyor. Oradan tekrar neşv ü nemâ bul mayacağını nereden kestiriyoruz. Tanrı her şeye kaadir’dir. / Tasavvuf erbabına gelince, Mevlânâ şu mesnevîle rinde: (“Sabahleyin kalkınca nasıl aklımız başımıza geliyorsa herkesin canı da tekrar bedenine avdet edecektir. Bizim uykumuz ve uyanmamız, ölümle haşrin iki şahididir.”) buyuruyorlar. / Sonra Cenab-ı Pîr; haşir ve kıya metin bu âlemde her şeyde her an vukua gelmekte olduğunu beyan ediyorlar. Şöyle ki , erbab-ı tasavvuf ; her şeyin bir hâlden diğer bir hâle inkılâp ve intikalini bir “ölüm ve haşir ” olarak alıyorlar.” )* (Bkz. Zaman G. 13 Şubat 2000 / sh. 15: “ah min-el’Aşk ” ) İskender Pala ile M. Mehmet Gündem’in bu röpor tajını yenibaştan içine sindire sindire okumak , “Aşk sırrını bu akılla bilemezsin // Secdeye gel nasıl olsa gele ceksin !” (*) mısra’larını daha içten anlamak , daha derinden hissetmek olacaktır , okuyucu için de! Nitekim , (“Aşk sayesinde insan ebedîlik kazanır ve lâ-mekân* olur. Aşk bir hiçliktir tasavvuf neşvesinde. Fakat o hiçlik te kendinizi “hiç”-hissettikçe var olursunuz ve hiçlik büyük bir varlığa sebep olur. Can verirsiniz; ama can ver dikten sonra yaşamaya başlarsınız, kendinizi feda edersiniz; feda olduktan sonra şöhret olursunuz. / Aşkın has bahçesi-Divan Edebiyatı öncelikle bir gönül edebiyatıdır, mücerrettir, bütün Ortaçağ edebiyatları gibi Rahmanî dir, alegoriktir ve o ölçüde ruhun , gönlün isteklerine cevap verir. Bütün bunların hepsine baktığımız zaman kar şımıza lirizm*çıkar. Lirizm aşkın , şiir de lirizmin ta-kendisidir. Şiir lirik olunca ister istemez aşkı söyleyecek tir, alegori ve Rahmanîlik de bunu besleyen alt unsurlardır.Dolaysıyla bizim Divan Edebiyatımızın aşktan başka bir şeyden bahsetmesi onun tâli (ikincil) görevleri arasındadır. Onun has bahçesinde âşık ve mâşuk vardır. Bun lara bir de rakip eklenir.Aşk iki şeyle ayakta duruyor,fakat bunların arasına daima rakip giriyor ve onu bölüyor. Bu rakibin görevi aşkı çoğaltmaktır. Bu edebiyatın güzelliğini biz gözle göremeyiz, kelimelerde de bulamayız; ama gönlümüzde hissederiz, gönülde hissedilen şey aşk’tır. /… Post-modern döneme geçerken şiirimiz de değiş ti , anlayışlarımız da değişti , dünyamız da değişti. / … Artık toplum için şiir, toplum için sanat gibi bir söylem var. Toplumu belirli bir yere götürmek için edebiyatçıların , sanatçıların , şairlerin de katkıları olması istendi. Daha önceden gönül terbiyesine, gönüle hitap eden sanat ve sanatçı artık toplumun neredeyse siyasi işlerine bile el-atmak zorunda kalan insanlar olmaya başladı.Bu durumda konular çeşitlendi , konular çeşitlenince aşka daha az yer ayrıldı.Bu sadece şiirimizde edebiyatımızda böyle değil, sosyal hayatımızda da böyle oldu.Aşk neredeyse hayattan dışlandı.En azından aşk artık hayatın merkezinde değil. Modernite aşkı dışladı , modernite gönlü dışla dı; materyalizm , sanayi devrimi* duyguları dışladı. Artık aşk ile iş görenlerin sayısı çok az.”) YOL SERENCÂMI 1. Her ses iç nefes duyulmaz tını Herkes güç heves der yâ kasdını ! Var der yok demez sorsan adını Aşkından görmez gözler yakını Hiç kimse bilmez oysa bahtını ! 2. Şair dil sever Mecnûn’ca hâli Hep Leylâ diye arar Mevlâ’yı ! İz güder gider hani yâ gayri Arz mütevâzi semâ havâi Toprak su ister ateş havayı ! 3. 686 Dil gönüller sırrı kırsa aynayı Sızılar iniler kamu vicdanı ! Ruhlardaki yangın sarsa bacayı O tek “Kırık Mızrap” deşikler bağrı Öz sîneler gizler her ıstırâbı ! 4. Bayır çayır gezer yaban doğayı Hiç mi korkmaz ürkmez kurt çakal ayı ? Hey gidi pis bit’ler saran dünyayı Duysa da dinlemez at eşek nalı Bulsa da put yapar satar parayı Yer içer yoz itler tam hınzırcası Bilmez düşünmezler murdar haramı Ne versen yer yutar sat anasını ! 5. Cangıl-cungul ses “Kenîsa” çanı Anlamaz sanma güzel ezânı ! Hiç dert değilken daha sonrası Kaç adım saymaz yoz alacalı Dil hatır sormaz kem sıracalı Can iflah olmaz yol serencâmı Öz açıklanmaz söz karıncalı ! FARKLI TARZ 1. Korktum şeytandan Hakk’a sığındım Kaçtım düşmandan Dost’a yaklaştım ! 2. Bu ne-hârından aydım uyandım Ne leyâlinden sandım aldandım ! Ne bu-hârından yandım usandım Ne hayâlinden korktum saklandım ! 3. Yakından baktım hâlime şaştım Sularla aktım yellerle uçtum ! Bedenden kaçtım ruha yaklaştım Gönlümü açtım işte ben buyum ! 4. Hak nüktesiyle doldukça taştım Tek olmak için ne çok uğraştım ! Ne yollar gittim yakıncalaştım Yakîn’e erdim Hakk’a ulaştım ! 5. Ten libâsından canım sarındım Dar cidârından bıktım katlandım ! Can anâsırdan yazgım yakıncım Farklı tarz zorlandım kanatlandım ! 6. Ne tam anladım ne de anlattım Yaşamakça aşk meşk-i can taddım ! (Bkz.Feyizler-8 / Tuzaklar ve Uyarılar “Tamamı: 484 sayfa”) 687 NASİP Dolaşıp türlü yoldan Ol nasip buldu insan ! Özün var-gücü O’ndan Sözün son burcu Kur’an ! TARİH “Kabristan” / Aklımca baktım her şu anlık kader sırr-ı nokta anlamında O’nun nükte-i fıtrat tarz-ı hikmet tecelliyât takdîrâtını gördüm.Ve sayısız âyetler sergileyen ne acip-“benlik kümesi” işbu vücûd-u fenâ âlem-i beden evrenine hükmeden tek gerçek Kudret-i Mutlaka* adına ve hatta O’na rağmen “Ben” diyen kim ? Çok düşündüm çok. Sonra dik tuttum kalemi ve ilk noktayı koydum , mücerretten müşahhası ayıran ilk nokta ! Tabiatınca canlı kalem yürüyordu noktalarla çoğaltılan boyutlarda. Art arda noktacıklardan oluşan nice çizgiler harf ve sayılar biçiminde sürekli uzadıkça sanki arabesk gibi girift sonsuzluğa açılıp gidiyordu. / Hep düşündüm hep. Bu kalem meşkinin nihayetine dek gelişigüzel de olsa sanat tarzınca aklıma uygun ya da aykırı mantıkla yazmak çizmek ve ille de belirtmek istiyordum her düşüncemi. Ve son noktaya dek varmak ,müntehâ-yi mâsivâ dan öte en yüce gerçek kavrayış sırrının sınırına yani salt hakikat tam mutlak varlık ki , “illâ-Hû” sonsuz soyut* tek Zat-ı Hakk’ın idrâk kemâline ulaşmak gâye-i yegâne iken sanki ilk ve son nokta arasındayım. / Adem’den kıyâmete mukadder yörüngesinde dönecek dünyamızın hemen herkese göre “Ben” merkezli insiyak yazgısını tamamlamak ve mahşer’den önce “levh-ı mahfuz”-daki içerik konuların nice ayrıntılarını okumak kudreti hiç kimseye verilmemişken nasıl oluyor da ömrümüzden ibaret tarihimizi kendi gönlümüzün içinden veya dıştan geçmişe yönelik bakışımızla hep tersinden yazıyoruz. Oysa yaşamakça’ya göre, bunun doğrusu şudur : “Tarih deyince, hemen her şeyi kendi aslına dönüştüren fıtrat yasalarıyla Hz. Adem’in hamuru mesabesi (17*61-65) şu mübarek toprakta (36*33-35) yoğrularak mayalanan canlı her beden için ,yine bu hikmetlerin beyanı bazı âyetler (36*12 , 30-32 , 54 -70 ve 78.) ışığında tamamen kader sırrına bağlı nice zamanların tekmil serencâmı bakımından arz ve semâlar arası kapsamda (78*6. “E-lem nec’al-il’arda mihâden …”) süâl tarz-ı ifhâmıyla tam dünya kadar büyük bir “lâhd-i mihâd” döşek tâbut-mezar ve içindeki kalıntılar, yani “kabristan” gelir aklıma!)* TARİH 1. Gökyüzünde yıldız kayar Yeryüzünde insan ölür ! Her akşam son güneş batar Ve yıldız yıldız bölünür ! 2. Baştan sona her noktada Ancak “O Var !” sonsuz zat Tek kudret belli O var ! Her nefes “illâ-Hû !” nüktesi İşte evrensel lügat tam Zaman öyle bir âyet ki , Tarih hakikat tercüman Bedensel her ruh canla başla Hep O’na tesbihat soluklar ! Her tarihsel bilinç gerçek Öyle açık “yakîn” net ki , Nice yorumsuz sânihat Tamamen nur-u şuûnat Tek O var ! 3. Günyüzlü nice canlar 688 Nice akşamlar ölürken Yeniden doğacaklar ! Her sabah tan vakti erken Bir yeni güneş doğarken Yeni günlere selâm ! 4. Göklerin yüreğinde Derinleşen heyecan Korkmaz günışığından ! Solgunlaştıkça ölgün ve üzgün Gözlerde değişen renk İçten baygın ve süzgün Zaten hep böyle bir bütün Herşey ölümcül görünür , Gönül aldanışından ! 5. Daha kaç yıl nice renk Nice yıldız ve insan Ne tam canlı yaşayacak Ne de dimdik ayakta ! Hep Rahman’a yaslanacak Hak “lika’ullah” aşkıyla Sararıp solgunlaşacak Görünse görünmese de Demekki iç dünyamızca Can noktacık öz “süveydâ” (Gönlün gizi işbu karanlık ayna!) Şiir ruh hikmet-i ilhâm Yaşamakça gönlüm mesaj Şu dış dünya ayna-misâl Nur-u şuur ruh-u tarih Her güneş yatay bakacak Ufukların ötesine ! 6. Daha kaç yıl nice renk Nice yıldız ve insan Ne tam canlı yaşayacak Ne de dimdik ölecek ! Gerçek gönlüme yansıyan Tek anlık tarih-i zaman Nice çelişkisiz âhenk Her güneş dönüp gidecek Ruhlarda ufuklaşan Ölümün ötesine ! 7. Her sabah zamana uyandıkça Ve ölüm mahşere doğru aktıkça Kanatlanan nice duygu düşünce Korkmaz günışığından ! Suların yüzünde aşk şavkıdıkça Gül beyaz sûretler solgunlaştıkça 689 Göklerde değişen renk Gönül aldanışından ! 8. Ruhu taşımaktan mı yorgun bu beden Neden memnun değil en son hâlinden ? Kıyamet bekleyen her an Can bedeli ölüm var yâ ! Ruh gizemini yansıtan Her beden görkemli ayna ! 9. Aşksız yaşanmaz elbette Işıksız olmaz ki gölge ! Nur ruhum ummân bedende Derin “gavsiyyet” düşünce ! 10. Gece gündüz yüzyüze Pırıl pırıl gökyüzü ! Yıldızlarla gözgöze Cıvıl cıvıl yeryüzü ! ………………….. Bütün evren elele İnsanla gönül gönüle Birbirinden habersizce İç içe yaşıyor da İçten gülümsüyorsa Hepsi de tam insanca Sanki hiç aldırmayan Zamanların ardında Aldatan tabiatla şuur arası tezat ! Oysa hiç şaşmayan fıtrat yasalarında Hak adına hiç tezatsız hakikat ! İç dil nice değişmeyen söz sanat Tenakuz ruhiyat marazasında Şiirlerde hiç bitmeyen nakarat ! 11. Bu vâdide her yol sarp Her yanda tam dik yamaç Sırat köprüsüne benzeyen hayat Görünüşte lâyemut ve serâzad Desâis-i nefsâniyetle mâlûl Her kul Allah’a muhtaç ! Kuytularda unutulan tek amaç Sanki “kıldan ince, kılıçtan keskin” İnleyen acılarla ürperten vahşetlerin Kimi ihânetler kadar hazin Nice zulmün anıtlaşan izleri Mâzideki hüsrandan farksız ki âti , Ah işte tarihin gizli derinlikleri Beşikten mahşere dek kokuşan kanlı vâdi ! 12. 690 Karanlık mecrâlarda ne de korkunç mâcera Şu yüzkarası tarih hep baştan sona mezar ! Dünya hercümercinde daha ne olacaksa , Kur’an beyyinâtınca her zulmün cezası var ! 13. Yalan mı Adem-Havva , bilinmeyen hangisi Değişmeyen zaman mı yoksa bu gerçekler mi ? Bilinen bilinmeyen nice çağlar boyunca Her olayın zamanı evrensel boyutlarda ! Sûreta hiç değişmez zannedilse de mîzac* Değişmeye mübtelâ ruhta dinmez ihtilaç ! (“Kurt’un oğlu da Kurt olur sonunda , Büyütülse de bir insan yanında !”- Şeyh Sâdi*) Fert kendi milletinin modelidir aslında Uygarlık hevesiyle hızlandıkça her adım Her nereye yönelse çılgınca her atılım Ruhun maddeyi râm’eden cehdi , Tarihi sayfa sayfa ürpertti ! 14. Köklü dal yapraklı çiçek Renk renk bu ne canlı âhenk ! Tek “kalem-i Kudret” gerçek Kader ruh-u tarihe denk , Tekmil “levh-ı mahfuz” demek ! 15. Nice semboller demeti Her meyva tadından belli ! Her safha hayat sayhası İniletti her bir yanı ! Milletlerin yarışı Sistemlerin savaşı Sanki erkeğin kadınla Ve gözün gözlükle aldanışı ! 16. Hiç anlamsız olur mu gözleri boyayan renk Hiç Allah’sız kalır mı gökleri yutan âhenk ?! İnsanı kucaklayan kaderini yoğuran … Hayatı yorumlayan tek kitap var ki Kur’an ! 17. Günyüzlü nice canlar ölürken her gün akşam Yine ertesi sabah güneşle nasıl doğmaz ?! Gözlerde değişen renk gönül aldanışından , Ne yıldız ne de insan günışığından korkmaz ! 18. Akıbet cancağızım ölecek kesin Ve sönecek gözlerimdeki ışık ! Tarih ne derse desin , Kader’in hükmü açık ! (Bkz. Rüya Dünyamız , Hakkı Şinasi Çoruh , Kitapçılık Tic.Ltd. Ş. Yayınları-İst.1968 / sh. 205 ve 218: 691 Hz.Osman’ın Rüyası / Dipnot: Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde, Şam’a gittiğinde Humus kasabası’ndan söz-ederken şöyle diyor : “Yukarıda iç kaledeki Sultan Camii , kasabanın en eski camii olup, Hz. Osman’ın kûfi hat ile kendi eliyle yazdığı Mushaf-ı Şerif bu cami’de-dir. Hz. Osman bu Mushaf-ı Şerif’te Kur’an tilâvet ederken şehit edilmiştir ki , Bakara Sûresi’nde: (2*137.“… fe se-yekfiyke-hüm’ullâhü ve hüve’s-semîu’l-alîm”) âyet-i kerîmesi üzerinde kan bulaşığı vardır.” / Bugün , bu Kur’ân-ı Kerîm , İstanbul’da Süleymaniye Camii’nin karşısındaki İslâm-Türk Eserleri Müzesi’nde bulunmaktadır.Ve üzerinde “kan lekeleri” izi vardır. İlgili âyetin meâli: (“… Bu takdirde de Allah onlara karşı sana yeter ve O gereğince işiten ve bilendir.”) Sh.218: Hz.İmam-ı Şafiî’nin Rüyası / … O daima şöyle derdi: “Tarih okuyanın aklı çoğalır.”) Not: Tarih hikmet-i hakikatini içyüzüyle ya da arka planıyla doğru okumak konusunda aklıma geliveren nitekim şu iki örnek gayet düşündürücü yorumsamalara kaynak gösterilebilir bence: kim nasıl anlarsa “sağ-sol” olarak kendince anlasın artık “Kurtlar Vadisi” ve devamı “Irak” veya müteâkip “Pusu” senaryolarındaki içerik kanlı olaylar ve vurgulu diyaloglar arasında “tarih , hülâsa-i hayat; Türk-İslâm millet-i medeniyetini derin felsefesiyle eleştirip beka-i devlet düsturlarından özet dersler …” her birimizi ilgilendiren nükteler öğütlemekte ve de güncel gerçekleri içten kavrayıp basiretle yorumlamayı da öğretecek kıymette değil mi ? / Bir başka anlamlı ve belki de derin bakışıyla akademik perspektif bakımından kendince iddiâlı bir güzel-eleştirel çalışma da daha henüz yayın lanmamış bir tarih hülâsası mahiyetinde asıl adı “Pir Sultan” ancak konuların bütünleşen çerçevesi itibariyle de İslâm’ın başlangıç döneminden günümüze dek Türk devletlerinin iç çatışmaları hakkında gayet tutarlı izahatın dan anladığım kadarıyla belirtmek istiyorum ki , Ege Ü. Ed. Fak.’den emekli yakın dostum* Y.Doç.Dr.Haydar Deligöz’ün “doktora tezi” -şifahi sohbetinden sezinlediğime göre- ilginç bir muhtevâ ortaya koymakta. / HK* İNSAN BU ! (Şöyle içten dışa bakınca , gözlerdeki ışık yansımasıyla şekillenen çıplak hayâllerin zihnimizde oluşturduğu devâsa heyûla’nın dışa vuran heykelimsi imajları , acaba gönlümüzdeki gizli gerçeklerin gölgesi mi ? Yoksa tam göründüğü biçimdeki somut gerçekliği mi ? / İşte hayâller kadar gizli ya da hakikat kadar açık bir dünyada doğrudan her beden kendi ruhunun dili ! Nitekim her gölge-varlık kendi kanıtı ışık diliyle konuşuyor da zaten kendine özgü varlık hakikatinin gölgesiyle tam özünü anlatıyor sanki. Konuşulan dil değil mi şiirin bedeni ? Üstelik ruh bedensiz ve şiir dilsiz kalır mı hiç ?! Cevap bu sorunun özünde gizli. Daha ne demeli , bilmem ?!)* 1. Maziyi omuzlayan Atiyi mahmuzlayan Hâlini umursayan , Vaktini ömür sayan Şimdi ayık yaşayan Sanki “iç dil” ruh-u can Neden beden dış lisan ? Vecle-i “îykan” vicdan İdrâk kalbdeki irfan , Bedensiz ruh mu insan ? Tam içten algılayan , Canlı beden ruh şu an ! 2. Gelgelelim insan bu yâ , Tek tek birbirinden güzel ! Her beden sanki fabrika , Tam dizayn eşsiz model ! 3. Sanırsın ki ilk bakışta tekdüze Oysa başlıbaşına orijinal ! 692 O andaki anlayış net düşünce Fiziko-şimik sistem dijital ! 4. Geçmişin kuruntusu Geleceğin korkusu , Benliğin sorumlusu Nitekim işin sonu … Var mahşere dek yolu Zaman ölüm soluğu ! Her ruh ebed yolcusu Her şimdi benim ben bu ! 5. Bakış açısına ayarlı her göz , Hem gönül elektro-manyetik iklim ! Kelâmullah bile ilk bakışta söz , O’nu başka sözlerden ayıran kim ? 6. Bilgisayar donanımlı her ne varsa , Mûcize kadar hızlı ve gayet açık ! Öz gücünü kanıtlıyor sonsuzca , Bilimsel teknoloji çağdaş aydınlık ! 7. Dön de bak hele yeniden şu insan yapısına , Akla hayâle sığmazken evrensel boyutlarda ; Kur’an beyanı ruhun iştiyak ihtişamınca , Bilim gözüyle “hakikat” işte açık ortada ! 8. Bilim gözüyle hakikat işte açık ortada , Her an bir başka boyutta kendini arayan varlık ! Çıplak göz görmese de ince ayrıntısıyla , İnsan bu aşk ruhuyla gerçek ölümsüz artık ! 9. İçindeki hak ışıkta derinlik Ölümlü beden evrensel ayna ! Rabbim’in sanatı ruhta incelik Uyanık benlikte uykusuz rüya ! 10. Herkes seziyor ki iklim yabancı Başka dünyasıyla sanki uzaylı ! İçten insiyak kök gerçek anlamlı , İnsan bu-ya tek Allah’ın sanatı ! İNSAN DOĞASI Mesnevî’nin Özü / sh. 662: “Rabbim’in şu âyeti (“E-lem neşrah…”) senin gönlünü açmadı mı ; O hâlde için sıkılıyor da başka şerh arıyorsun niçin ? Her nefes “İn ney çün …” içinde gönlünün açılmasına bak ki , Sana (“Onlar görmezler ”) diyen âyetin kınaması gelmesin !” 693 1. Temsil-tarz sor hayatı , Kalem yaz der kelâmı ! Hem bil-farz zor san’atı , Âlem söz der merâmı ! 2. Terk et lâf-ı güzâfı , Hem-an serd’et merâmı ! Derk et hatâ-sevâbı , Zaman şerh’eder ânı ! 3. Hatta acz-i mizâcı , Sezer gönül erbâbı ! Ya da edeb îcâbı , Yazar güncel lisânı ! 4. Dil gönül tercemânı , İlkyaz ve sonbaharı ; Bülbülün gül aşkını , Anlar gönül adamı ! 5. Ruhun gerçek mezarı , Beden kabir hayatı ! Herkesin tek tasası , Her an daha sonrası ! 6. Dört his , aklın çarmıhı ; Horoz şehvet , kaz hırsı ; Karga tamahkârlığı , Tâvus tavr-ı mansıbı ! 7. Hayatın kargaşası , Tam tufeylî yasası ! Herkesin tek tasası , Bohem insan doğası ! (Bkz. Soyut Toplum / sh. 115: “OBD insanı , her zaman işe işkence nazarıyla bakmıştır.” / Modern insan artık kendisini çevresinin oluşumuna esas teşkil etmiş olan bir parçası olarak görmemektedir. )* MÜTHİŞ EĞLENCE 1. Korkunç ya da müthiş hangi kelime Daha uygun sez de sen öyle söyle ! Nedense günlerin yarısı gece , Zamana aldanmak müthiş eğlence ! 2. Geçmişin aynası tarih diliyle Burçları yıkılmış kaleler gibi ! Tozlu sayfalarda gömütleştikçe İnsanlık onuru kökten silindi ! 694 3. Çok merak ettinse soruştur “ben”-i , Geç benlikten zorla da belleğini ! (“Kaş … derken göz …”) desem anlarsın hemi , Anladın-yâ (… / “Leb derken leblebiyi !”) 4. Kasvetli ruhların aradığı sır , Dünyayı döndüren bilmem kaç asır ! Gizemli acılar derinleştikçe , Aç kurtlar sürüsü durmaz saldırır ! 5. Yeryüzünde açlık hiç değişmedi , Azgın çalkantılar çağlar boyunca ! Barışa susayan önce kan içti , Yaktılar yıktılar böyle hunharca ! 6. Ana yüreğinde bitmez acılar , Tarihçi yeniden mezarlar kazdı ! Kan isyan ihtilâl , doymaz tanrılar ; Şair filozoflar ağıtlar yazdı ! 7. Ağıtlarda destan töreleştikçe , Yaşasın tek nutuk gözde kahraman ! Kağıtlarda ferman törenleştikçe , Anıtlaşsın buyruk sözde can kurban ! 8. Tarihin gömütü kanlı yeryüzü , Som inanç ışığı yitmez gözlerde ! Bilim güneşinin bitmez gündüzü , Görkemli gelecek artık göklerde ! 9. Hep sonuna baksan içten uyansan , Şok korkuya Kur’an şifâ beyanla ! Duyarak okusan kalben anlasan , Can yoluna kurban aşkla îmanla ! 10. Ne doğu ne batı güneşsiz kalmaz , Nedense günlerin yarısı gece ! Sabahı bekleyen uykuya dalmaz , Zamana aldanmak korkunç eğlence ! RÜYADAKİ HAYÂL Has dostum Nusret Vardar’a ! Gecenin ortasında gördüm güneşi , Ne ay vardı görünürde ne de yıldız ! Hakikat “şuuraltı-” hayâl’in eşi , İşte ruh gözüyle gündüz gibi mehtap Besbelli rüyâdaki hayâlden farksız ! 695 (Bkz.Feyizlerden Damlalar, sh. 54 / No.230: “Rüyâ-yı sâliha hayâlden ibaret değildir.Hakikati vardır.(39*42.) Rüyâ’yı ruh görür. Ruh cesedden tedbîrini kısmen kesince, yükselmeye başlar ; rüya görür. Ölümde (ruh-) tedbîrini (bedenle ilişkisini) tamamen keser. Ruh gözüyle ruh görüyor. Ruh gidiyor, ruh işitiyor, ruh geziyor.”) HAKİKAT YAŞAMAK Yaşamakça* demek rüyamsı gerçek ! 1. Ah ne mâzi ne hâl ne de istikbâl , Zaman tatlı rüya hepsi de hayâl ! Hayâl bile olsa şu an yaşamak , Yine bu hayâlde bir hakikat var ! 2. (“Külle-mâ fi-l’kevni vehmün ev hayâl …”) Bu bir renkli rüya hepsi de gerçek ! (“… ev akûsün ev merâyâ ev zılâl …”) Aslında hayâl de hakikat demek ! -Sevgili Anneciğim’e … Ne mazi ne şu hal ne de istikbal , Yalansız sergüzeşt hepsi de hayâl ! Gerçek göz önünde inkârı muhâl , Yaşamak dediğin nîm-nefes kadar ! (Konya , 22 mart 1963*) (“nîm-nefes: yarım cansoluğu.” ) (Bkz. Feyizlerden Damlalar , Sh. 62 / No. 269: “Dünyada hiçbir hakikat yoktur ki , muârızları bulunmasın. Herkesin sözüne bakılmaz.”)Saçmalamaktan farksız görünen nice sözlerin özünde derin nükte-i idrâk yok mu ? Şu gerçek hayat kimi hayâlperest bakışlarla bir tatlı yalan ya da rüya gibi (“Oluşta her ne varsa bir vehim veya hayâl // Yahut yankılar , yansımalar veya görüntüler ya da gölgeler !..”) benzeri görünse de yine hepsi geçici ve aldatıcı bir bilinmezlik biçiminde (derin düşünce “Vahdet-i Vücûd” diliyle madem Muhyiddin İbn-i Arabî’ce*) algılanmasından dolayı bazı gerçek-dışı imajlar çağrıştıran kavramlarla nitelendirilen nice fantastik kuramların nihilist teeyyüsattan ibaret yalanlarını da yalanlayan öyle acımsı tadınca açık gerçekler var ki , gerek şehâdet ve gerekse mugayyebat-misâl âlemleri karşısında sanki hiç şeksiz “yakîn”-itmi’nânıyla aldanmaz ve aldatmaz ayna kadar berrak ruhların ibret nazar-ı basîret vicdanlarına uyanan bütün canlılığıyla ve olanca açıklığıyla işte hem gözlerde hem de gönülde ! VUSLAT YOLU Dem dolu belli iştiyak Can kadehinde tecellî ! 1. Her an kriz her şu dem şok , Olacak hemen olmaz ki ! Hem can titiz istesem çok , Çabucak çilem dolmaz ki ! 2. Vuslat yolu çileli aşk , Rabbim bu nice teennî ! İdrâk-i dem ki iştiyak , Can kadehinde tecellî ! (Bkz.İslâm Estetiği ve İnsan / sh. 350: “Evet , bunlar manevî bir dünyada cereyan eden şairlik çilesidir. (…) Gelenek dünyası , çok boyutlu ve cepheli bir dünya olarak , şairin okuludur. Bu okuldan geçmek zorundadır şair ; aşkla , sevgiyle, çileyle.”) Gelenek dünyası şiir okulu // Tarz-ı kadim muhkem mesaj üslûbu ! Gönlümce her şiir ruhun yorumu // Şairce öz “iç dil” söz vuslat yolu ! 696 İLTİCA Hâl-i hayretle firâr ki riddet-i irticâ , Tâğut hevâya mağlup yaşayan korkak şeytan ! Madde-perest ne anlar ki haşyet-i ilticâ , Soyut havada bulut yaratan ancak Rahman ! GÖNÜL DOSTU Hangi söz anlatacak özü bana , Öz zann-ı kafa mı her sözü başka ?! Gerçek gönül dostu bulamadıkça , Gönül sırlarını açmak boşuna ! (Bkz. Sahih-i Buharî Muhtasarı , Cilt-1, sh. 117 / Dipnot: 1-2 “No. 99-100: İlm-i Esrâr ” / Sırların ilmi*) (Bkz. Feyizlerden Damlalar , sh. 62-63 / No. 271: “Dört türlü sır : Alâ-merâtibin (sırasıyla) dört türlü sır vardır :1. Esrâr-ı kader; 2. Esrâr-ı risâlet; 3. Esrâr-ı ülemâ; 4. Esrâr-ı ümerâ. / Esrâr-ı kader inkişaf etse, Enbiyâ’nın risâletinin bir anlamı kalmaz. Esrâr-ı risâlet inkişaf etse, ülemâ’nın bir kıymeti kalmaz. Esrâr-ı ülemâ inkişaf etse, ümerâ’nın bir kıymeti kalmaz. Ümerâ’nın esrârı inkişaf etse, kanun-nizam kalmaz; nizâm-ı âlem bozulur. Şimdi (şu zamanda) ümerânın bileceğini , kahveci çırakları bile biliyor. Bunlar kıyamet alâmetlerindendir.”) İMAN NURU Varlık hikmetini bilmedikçe , Ha varsın ha yoksun ne farkı var ? Kalbe iman nuru girmedikçe , Dünya senin olsa neye yarar ?! (Allahümme nevvir gulûbena ve gubûrena ve ukûlena ve uyûnena ve umûrena ve menâzilena ve’rham fi-d’dâ reyni bi-nûr’il-Kur’ân.Yâ Rahman ya Rahıym ya Keriym ya Vedûd yâ Allah! Yâ “lâ ilâhe illâ …” ente-l’emân! Neccinâ min-en’nâri ve-n’nîran! …bi-rahmetike yâ erham-er’râhimîn! … bi şefâat-i seyyid-il’mürselîn; âmin!) AYDINLIK Karanlık gecenin bitmesiyle sabah olmaz , Ardından aydınlık yeniden başlamadıkça ! Gökler arza boşalsa küfrün boşluğu dolmaz , Yüce Rabbim kalbe îmân bağışlamadıkça ! TEVBE İçimdeki şiiri yaşarken her nefeste , Her nağmesi ıstırap her bestesi nedâmet ! Bunca günah hevesi varken şu yoz nefiste , Tevbe yerine geçmez Kelime-i Şehâdet ! Not: İstanbul’da emekli psikolog Orhan bey ve Bursa’da emekli öğretmen Resul bey kardeşlerimin ısrarla sordukları bir konuyu doğrudan kendi ruhiyatımca analiz ve öz benliğimde test ettikten sonra , sanırım şiir diliyle cevaplamak isterken nefis terbiyesine bağlı içtenlik “gerçek tevbe” hakkında anlayışımı da açıkladım. 697 SON NEFES ŞEHADET ! (17 Ağustos 1999 / saat: 03.03*) Leyl-i saat üç üçte sarsıyorken zelzele Hepsi kırkbeş saniye ey o an asr-ı dehşet ! Yedi nokta dört güçte şiddetinden gelse de Belki son nefes diye hey can fart-ı şehâdet ! …………………………………………… Belki son nefes diye heyecan-ı şehâdet Belki son nefes diye hem can lâfz-ı şehâdet Belki son nefes diye her can lâfzı şehâdet Belki son nefes diye hep can lâfzı şehâdet Belki son nefes diye her an asl-ı şehâdet Belki son nefes diye heman fasl-ı şehâdet Belki son nefes diye candan savt-ı şehâdet ! MEÂL-İ “ZİLZAL” (“İzâ zülzilet-il’arz…”) uyandırırken Kur’an , Haydi tefsirini yaz yazabilirsen o an ! (“Yevme izin …”) ibret tarz utandırırken vicdan , Meâl-i “zilzâl” biraz duyabilirsen uyan ! (Bkz. Kur’an-ı Kerîm Açıklamalı Meâli “Diyanet / heyet” Sûre: 99 / Dipnot-1: Deprem demek olan “zilzâl” , sûrenin ilk âyetinde geçer. (… 8 âyettir.) Kıyametin kopmasından , insanların yeniden dirilip hesap vermelerin den , herkesin –iyi ya da kötü- ettiğini bulacağından bahseder.) VAİZ ŞAİR ! (Kur’an: 16*98-100 ve 125) Önceden vaiz iken şimdi de şair miyim ; Bunca söz neye yarar yürek berkiltmeyince ?! Hani Yûnus’leyin (“bu kuş dilidir neyleyim”) (“Öğütlemez”) kaamûslar dilincek (“ötmeyince !”) (Bkz. Edebiyat Terimleri Sözlüğü / sh.122: “Garâbet”: “Ey şi’r miyânında satan lâfz-ı garîbi , Dîvan-ı gazel nüsha-i Kaamûs değildir !” – Nâbî )* GİBİ Yüreğimdeki iman avucumda “kor ” gibi , Sınırsız ötelerle evren bana dar gibi ; Yaşı belirsiz dünya vefasız bir yar gibi , Gelmek sanki kolay da gitmek niye zor gibi ?! GİBİYİM Ne aldığım benim ne de verdiğim , Ne diri bedenim ölü benliğim ! 698 Sallayıp da suya salıverdiğim , Oltaya takılan balık gibiyim ! HER KİM … Her rek’atte tam hatimle tilâveti Kur’an olsa , Her bir âyet meâlinde nadîde te’vîlat bulsa ; Allâme üstâdım diye nice deste dîvan yazsa , Her kim Zât’ı nasıl bile ciltlerle kitap okusa ?! SECDEGÂH Başını göklere kaldıran gurur , Karşısında yalçın zirveler bulur ! Dolgun başaklar gibi olgun başlar , Her beş vakit secdegâha râm’olur ! …………………………………. Beden mekân secdegâh-ârâm olur ! DOĞAL CEVAP SAF ŞİİR Ey dünya “yalan dünya” Yoz benlikte nicesin , Yaşlı mısın genç misin ? Şaşmaz yörüngedesin Belli dönek değilsin ! Her an dönersin dünya , Nereye gitmektesin ? Cennet gibisin amma , Cehennem üstündesin ! İçinde kızgın “mağma” Lavlar püskürtmektesin ! Bilsin görsün aslında Cümle sekenelerin ! Canlı cansız sırtında Ağırlık yüklenmişsin ! Sanki sırat-ı ukbâ , Misâl-i sefine’sin ! Zamanın sularında Değişen iklimlerin , Tek sebebi sen misin ? Bizi hangi limana Alıp götürmektesin ?! Mahşere giden yolda Sen nasıl bir benliksin ? Sırtlanmışsın ne varsa , Ne alâmet bineksin ! Ne şu ne bu vasıta , Tek kendine benzersin ! Ne kadar anlatsak da Herkes baksın kendince , Görünen herşey Ben’ce ! Som altın değerinde , Şiirimsi ifâde ! …………….. Şu an cannefes sözlerim Meşk-i şiir ruhsal zevkim ! Adresim: İzmir-Menderes Özdere* beldesi’ndeyim ! Mâlum yarın “Hıdırellez” İlkyaz zaten güzel mevsim ! Açık gözlemlerim idrâke yetmez , Bahar “renk cümbüşü” düşüncelerim ! Bak , Kardelen Takvimi’nce Yine “dün” olacak “bugün” İbret “yeniden diriliş” işte , Doğal örnek gayet açık gözönünde Basiret-i vicdan “nur-u iman” nükte-i irfan neymiş , görün ! Nitekim doğal çevremiz sürekli renklendikçe Demekki “Doğa Takvimi” bilgiler gerçek pek özgün ! Toprak gizemiyle çiçeklendikçe güzelleşmekte her gün , Gönlüm her gün gece-gündüz sanki içten niye üzgün ? Oysa müştak kalbim aşk kokusuyla Hak korkusuyla baygın Nasıl da “acûl / zalûm-cehûl” benlik kör insiyak tutkusuyla azgın Mizac-ı helû* tabiatınca huysuz sabırsız zavallı nefs-i emmâre , İnsan nefsaniyeti “iç dil” hiss-i insiyakınca can nüktesi şiirsel her sözcük Güya dünya-hayat tadınca canım tıpkı kan-kırmızı güllere benzer öpücük ! Yenibaştan nice duygusal anlar yaşarken işte şu sözcüklerle düşünmeliyiz: “Erguvanlar, mor salkımlar, leylaklar … / Süs ayvaları çiçek açar. 699 Anlamaz kölelerin ! Dönek mizaçlı hasta Sapıklar cennetisin ! Dönerken durmazına Zamanın mekiğisin ! Her beden yapısında Görünen benlik-desin ! (“Sümme kellâ …”) açıkça (“E-lem nec’al-il’arda …”) (“Mihâden”) âyetisin ! Her an dönersin dünya , Asla dönek değilsin ! Mahşere giden yolda Şaşmaz yörüngedesin ! Zamanın sularında , Nuh’tan kalan gemi’sin ! Her kim yaşını sorsa , Doğal cevap verirsin ! Dönerek en sonunda Kıyameti beklersin ! Kur’an beyyinâtınca , Rabbim’in emrindesin ! Kafur ağacının kokulu , yeşilimsi sarı , çiçek kümeleri … Avcı üzümleri pembe, vazo şeklinde, salkımımsı çiçekler açar. Dün-Bugün-Yarın (Brunfelsia , pauciflora , floribunda*) boru şeklinde kümeler halinde çiçekler … Müge çan şeklinde ve çok güzel kokulu … / İğdeler (eleagnus*) … / Akasyalar (acacia*) … / At kestaneleri birden yeşerir, sonra da çiçeklenir. Ada Çayı çiçek açmadan … / Ahududu (Rubus idaeus) yaprakları toplanır. Enginar, bakla , madımak , semizotu , papatya , ebegümeci , domates , salatalık , çilek , yeşil erik , malta eriği , dut yeme zamanı . Mayıs “gül ayı” demektir. Fasulye, bamya , mısır tohumları ekilebilir. Olgunlaşan çilekler sabah erkenden toplanır. Kadife, ateş çiçeği , zinnia ve petunya gibi … Yaz çiçeklerinin dikimi tamamlanır. / Sardunya ve küpe çiçekleri … çeliklerinden çoğaltılabilir. / Palmiye, hurma , yucca , nolina gibi bitkiler uygun bir yer varsa … ay sonunda dışarı alınabilir. Mayıs sonunda zeytin ağaçları çiçeklenir. İğdeler çiçeklenir mis gibi kokar. / Ihlamurlar tomurcuklanır. / …” Ayrıca hangi balıklar avlanır bu sıra ve nasıl pişirilir, ne zaman yenir ? Velhasıl “… bilmek için ille de öğrenmek” gerekir. Bunca doğal güzellik gerçek saf şiir , Ruhumu ürperten “cannefes” salt dil ! Tam yanıbaşımda dağ hemen önümde deniz , FİTNECİ Yeryüzünde her şu an sanki gökyüzündeyiz ! (Kur’an: 22*72) vvvvvvvvvvvvvvvvvvv (-Özdere, 05 Mayıs 2010*) Ateist militan* dinsiz fitneci , vvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvv Dindarlara “dinci” diyen sen misin ? Zangoç salyongozcu , A-“kara dinli” Sen aziz değilsin A-rezil nesin ?! ÖLÜ KURBAĞA (Bkz. 18*100-106) 1. Hiç gördünüz mü suda Sırtüstü yatan kurbağa Ne de rahat uyumakta ! Hiç cansız zavallıcık İhtimâl son solukta ! Bir derdi mi var yoksa Debelenip durmakta Aman ne garip varlık ! İnsan da hani olur-ya , Hiç beklenmedik bir anda Belki de ölecek hasta ! 2. Artık ne desek boşuna , O çoktan ölmüş baksan-a ! Neydi o kulak şişirip bağırmak Vakt-i kerâhette vırak vırak ! 700 Oysa Hakk’ın emrince Zor işi zamana bırak ! Aklın nasıl hükm’ettiyse , Hep aynen olacak sanma ! Mütevekkil çalış amma , Kadere rızâ’dan sapma ! Sabret hayatta sakın şaşırma ; Akıbet her canlı illâ ölür-ya , Artık o da cansız ölü kurbağa ! GÜBRE Kuru tohum kabuğunda , Özündeki tadı olmaz ! Birarada bulunsa da , Gül diye gübre koklanmaz ! YALANSIZ ACI Hayâl ufkunda dünya “dikensiz gül bahçesi” Zaman tuzaklarında her köşe aldatıcı ! Mârifetle yoğrulan saf vicdan Hakk’ın sesi , Hayat soluklarında ölüm yalansız acı ! NEFRET Işıklar yanar söner nedir sönmeyen hikmet , Yeni doğuşlar sanki ölümlerden habersiz ! İyilik ve sevgiyi boğmak isteyen nefret , Karanlıkta bekleyen ihanet kadar sessiz ! TAŞLAMA-(L’ART) SANAT ! ( Bkz.Kur’an: 21*11-35 … ) 1. Pardon! Bir ayağım Beyaz Saray’da , Öteki “Kızıl Meydan” ortasında ! Vaşington Kremlin Pekin* duyar da , Semâ nasıl duymaz arz sallanınca ?! 2. Gökler nasıl duymaz yer sarsılınca , Semi’ nasıl duymaz kul yakarınca ?! Mahşere inanmaz basiret yoksa , Basîr’e aldırmaz sapkınlaşınca ! 3. Kasâvet arttıkça can daraldıkça , Seyr’eyle dünyayı şu renkli camda ! Haydi uzay yolcusu hazırlan da , Ölüme git ömrün tamamlanınca ! 4. Tarz-ı kadim masalcısı Mevlânâ , 701 Demişse: “Tek ayağım Şeriatta !” Tarz-ı cedid işte bu hakikatta , Tut ki Mesnevî dolusu irticâ (!) 5. Hep yanlış telâffuz işte bu nokta , Aslında doğrusu Hakk’a ilticâ ! Gönlünde teyakkuz uyandırana , Hiç geriye dönmek var mı zamanda ?! 6. En büyük sen misin ey Amerika , Mülevvessin ontoloji bazında ! Gerzek misin anlasana ey Rusya , İflâs ettin teknoloji hızında ! 7. Saldıracak şer-mülevves ne olsa , Ortam zulmün nüfuzuyla sarılsa ! Tıkınacak her murdar leş ne bulsa , Yıkılacak dünyası tam sarsılsa ! 8. Dokunma yârin zülfüne , Ne gönül tanır ne hatır ! Aldanma sâkin yüzüne , Yüzüne gül fır-fırlatır ! 9. Dolanma nârin beline , Hem kırılır hem kırıtır ! Dadanma sakın nazına , Hem kıvırır hem sırıtır ! 10. Anlasam da merâmı ne , Ne öldürür ne güldürür ! Dokunsam zülf-i yârine , Ne ördürür ne öptürür ! 11. Soysam tâ yarı beline , Yarısı yukarda yine ! Oraya varınca işte , Demez mi burda işin ne ?! 12. Pâyi dâman zülfü harman , El-etek nazından aman ! Olsam saç ucuna kurban , Gel diyecek kes korkmadan ! 13. Zülf-i yâr baştan ayağa , Tel-tel taraklamak gerek ! Yar ağyâr ayaktan başa , Tek-tek tartaklamak gerek ! 14. Dokunma yârin zülfüne , ……………………………………………………………….. (Bkz. Sözcü G. 06 Kasım 2008 / sh. 9: “Obama* tarih yazdı / İşte dünyanın yeni patronu …” // “Amerikan rüyası gerçek oldu / Kendisini bekleyen onbinlerce kişilik taraftar topluluğuna , kurşun geçirmez camların arkasından seslenen Obama , zafer konuşması yaptı. ( … )” // Amerika ve Türkiye ilişkilerinde tehlike! ( … ) // Erdoğan’dan Obama yorumu / Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , Obama’nın zaferini kutlarken “siyah-beyaz diye bir sorunun kalma dığını” söyledi. Erdoğan şöyle konuştu: “ …” / … Amerika’ya gide ceğini de açıklayan Başbakan , “Obama ile de görüşeceğiz. Umarım hayırlı bir geleceğe vesile olur.” dedi. // Kenya’daki ataları , sevinci ne ortak oldu / … // George Bush* gaflarıyla hafızalarda kalacak / ABD’de Barack Obama’nın seçim zaferiyle fiilen noktalanan G.W. Bush dönemi , tüm dünyada ‘derin izler bırakan’ bir 8 yıl oldu. B.* bu süre içerisinde, başta açtığı 2 büyük savaş olmak üzere pek çok kararın altına imza attı. ABD ile Avrupa ve Müslüman / İslâm*ülke lerinin arasını açmakla suçlanan , Irak ve Afganistan işgallerini baş latan Bush , seleflerinin yaptığı gafların toplamından fazla gaf(-)a imza atmıştı. ( … ) ABD başkanı olarak tarihe geçti.” )Yorumsuz! …………………………………………………………………….. (Bkz. Zaman G. 13 Kasım 2008 / sh. 19: Nihal B. Karaca , “Böyle rüyaya böyle proje / …” ) wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww Medya gündemleri işte her gün üzücü ya da düşündürücü pek çok konular ve toplum moralini bozmaya yönelik kötü haber-yorumlar bombardımanından farksız. (Bkz. Vatan G. 21 Aralık 2008: Sanki kitap gibi bize zevk verecek kalite var mı ; misal , hangi yazılara daha farklı ilgi duymakta ve önemseyip beğenerek okumaktayız ? Zannımca cansıkıcı da olsa doğrudan ruhumuza uygun buldukları mız ola ki içten duygu ve düşünce dünyamızı test ve keşf-etmek konusunda da yararlı. Bazı yazılar hakikat tam uyarıcı ve vurgula yıcı içerik.*// sh. 4: Güncel-‘Sigara hapı intihara yol açıyor’-uyarı sı / Sağlık Bakanlığı , Türkiye’de de sigarayı bırakmak için kullanı lan Champix adlı ilaç için doktorlara ve eczacılara uyarı mektubu gönderdi. Mektupta , “FDA, Kanada ve Avrupa İlaç Ajansına ulaşan pazarlama sonrası bildirimlerde Champix kullanan hastalarda ciddi nöropsikiyatrik semptomlar (davranış değişiklikleri , ajitasyon , dep resif duygu-durum , intihar düşüncesi ve eylemi ) meydana geldiği bildirilmiştir ”-denildi. ( … )Mektupta ,“Champix , sigara bıraktırma da etkili olan ve reçete ile satılan bir ilaçtır.”-deniliyor. // Hapşırmak cinsel istek belirtisi olabilir / İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmada bazı insanların seks istedikleri sırada hapşır 702 Ne gönül tanır ne hatır ! Aldanma sakın sözüne , “Ya kırk katır ya kırk satır !” 15. Çocuk sen neden pek safsın , Bak ne acımasız dünya ! Bu işlere ermez aklın , Bari birazcık kurcala ! 16. Sağdan sola kaymaktasın , Sanatın politik çaba ! Yaşlandıkça korkmaktasın , Saltanatın bitik baba ! 17. Şapkayı kaldır havaya , Selâmın benzer şakaya ! Düşman alırken alaya , Cümle dostlara merhaba ! 18. Hem gezer sefâ sürersin , Ne evlâ atsız araba ! Herkesler ne derse desin , Aldırma evlâtsız baba ! 19. Pervâsız gezip dolaşma , Anarşi her an pusuda ! Aman kavgaya bulaşma , Devrimci fitne uykuda ! 20. Selâvatsız adım atma , Her an can hülkumda ola ! Patavatsız attım tutma , Bağışlayan başka anla ! 21. Hem Mevlâ yazdıysa boza Pişer mi ense kökünde ? Musallâ taşı’nda hâlâ Şişer midense önünde ! 22. İşte her kim-senin hâlin , Bir bilen* bin diyen çıkar ! İşitse derdim hin-hâin , Pir sezen dilimden çakar ! 23. Ne yar ne diyar ki dünya Asla havsalaya sığmaz ! Gönül ukbâ’ya uyansa , Zinhar tağut’laşıp azmaz ; Adam-madam putlaştırmaz ! 24. dıkları ortaya çıktı. Royal Society of Medicine isimli dergide yayın lanan araştırmada , deneklerden 17’si seks düşündüklerinde ve seks yapmak istediklerinde hapşırdı. Üç deneğin de orgazm olduktan son ra hapşırdığı belirlendi. Araştırmayı yapan kulak-burun-boğaz uzmanı Dr. Muhammed Butta , “Henüz bu konuda tam bir bilgimiz yok ama elimizde örnekler ve denekler var. Bu araştırılması gereken bir konu.” dedi. / Dış Haberler // sh. 5: “2060’a kadar rahatız / … Kütahya Dum lupınar Üniversitesi (DPÜ) Mühendislik Fakültesi Makine Mühendis liği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım , dünyaya yakın olduğu için Ay’ın yanı sıra Merkür , Venüs , Mars , Satürn ve Jüpiter gezegenlerinin hareketlerinin , depremle ilgisinin bulunduğunu söyle di. / Her ay takviminin başlangıcında …”(Dikkat! Bu yazının tamamı ilginç-bilimsel kehanet tez-tesbitler ortaya koymakta ve deprem hak kında farklı görüşler açıklamakta*) Sh. 6: [email protected] / Artık öteki Türkiye’nin insanıyız … // sh. 9: Kurban Bayramı’nda kartla geçen yıldan yüzde 23 fazla harcadık / Dokuz günlük Kurban Bayramı tatilinde kredi kartları ile 886 milyar 597 bin YTL harcama yapıldı. / Bankalar-arası Kart Merkezi (BKM) Kurban Bayramı ve Bayram tatili dönemine ilişkin kredi kartı kullanım verilerini açıkladı. Buna göre, … 7-12 Aralık döneminde, kredi kartlarıyla 11 milyon 668 bin 517 adet işlem gerçekleştirildi. Bu döneme ait harcamaların toplamı da 2007 yılına göre % 23 artarak , 886 milyon 597 bin 141 YTL’ye ulaştı. // Sh. 11: Türk Telekom’dan teknoloji destekli eğitime kaynak / … Türk Telekom Genel Müdürü Paul Doany konuyla ilgili yaptığı açıklamada , “Türkiye’nin bilgi toplumuna dönüştürülmesinde en önemli önceliklerden biri eğitim. Bu nedenle, sosyal sorumluluk projelerimizde en büyük payı eğitime ayırıyoruz” dedi. // Yiğit Bulut “[email protected]” AB, Diyarbakır Belediyesi , milyon euro’ lar … / Bu “kelimeler ” nasıl biraraya geldi diyorsanız, aktarmaya çalı şayım… Bir devlet kurumunda görevli bir dostumdan bir dosya geldi. İçinde oldukça çarpıcı iddialar var… İddialar “çok ciddi” ama bunlara geçmeden “ bazı tespitler ” yapmam gerekli … Bildiğiniz gibi son dö nemde AKP ile DTP arasında “yerel seçim” öncesi kıyasıya “çekişme” yaşanıyor. Kimilerine göre … ( … ) Not: Son bir soru ile bitirmek istiyorum; sizce PKK’nın “uyuşturucudan elde ettiği para” Türkiye’ye en kolay nasıl gelir ? Türkiye’de “sivil toplum” örgütleri kurarsınız , sonrasında Avrupa’dan “o parayı hibe” adı altında gönderirsiniz ! Uyuyan güzellere duyurulur ! // Sh. 16: ABD vizesi için Gülen soru su! / … Altı aydır aynı uygulama var ( … ) [email protected] : Bu rapor ezberleri bozuyor / “Türkiye’de Farklı Olmak” başlıklı araş tırmanın sonuç bölümü , ( … ) Cemaat Baskısı ( … ) // sh.17: Türkiye nereye koşuyor! ([email protected] ) … İşte sonucu. // sh.18: [email protected] : Hayatımızın her anında izleniyoruz , peki ya yarın ? / … ( Bu gece yılın en uzun gecesi. / … ) Eki: Pazar-Vatan / Onlarınki sıra dışı bir aşk hikayesi / Eşimi akıl gücüyle görüyorum , diğer yarımı onda buldum / Sanatçı Metin Şentürk … Gözlerini çocuk ken kaybeden … / sh. 8-9: “Elif Ergu’nun röportajı” / -Tavlayı nasıl oy nuyorsunuz ? “-Tüm taşları aklımda tutuyorum. Biraz akıl gücü gereki yor. Benim gözüm aklıma vurmuş.” / -Film nasıl izliyorsunuz ? “-Bayı lırım film seyretmeye, hele de yolculuklarda… Filmleri “radyo tiyatro 703 Gönül Hakk’a tam uyansa , Fani dünyaya aldanmaz ! Tam ruhuyla kanatlansa , Aşktan başka yol aramaz ! 25. (“Küll-ü nefsin zâikatü-l’mevt”) Can boğazdan haçan dönmez ! Sanmasın ki her canlı fert , Tûfanlardan kaçan ölmez ! 26. Bu hâl-minvâl sürüp gitmez , Gider sananlar aldanır ! Derhal ihtilâl de yetmez , Düzenbazlar yararlanır ! 27. Baş ola tam Başbuğ ola , Atatürk “Bozkurt” oldu ya ! Başında taç tuğ yoksa da , İşte her Türk Alper-Tunga ! 28. Nice “Ruh Adam” yok mu yâ , Kurt gibi diş izi kalır ! Saygıyla ansam çok mu yâ , Yurtta sözü hatırlanır ! 29. Kavim kardaş her ülküdaş , Ne dura gün bugün işte ! Nazım yoldaş ölse de baş , Sol cenah dünkü bilinçte ! 30. Bilen bilir biz hep biriz , Topyekün Türk Milleti’yiz ! Ne diyen desin kardeşiz , (Biriz , iriyiz , diriyiz !) Zaten aynı gemide’yiz ! 31. Dil din töre tarihimiz , Kürt Said , Arnavut Akif ! Hiç ayrımcılık gütmeyiz , İnsanlık tarihi şahit ! 32. Gönüllerde iman varsa , Dert biter derman aransa ! Keder kader hak fermansa , Yeter ilk ders Kur’an olsa ! 33. Hele yâr zülf-i yâr da kim , Kör doğru bakar da görmez ! Şehlâ nâçar hem nitekim , Nankör asla Hakk’a dönmez ! su” dinler gibi izlerim. Tüm karakterleri kafama yazarım. Sadece aksi yon ve bilim-kurgu’dan uzak duruyorum.” / -Araba nasıl kullanıyorsu nuz ? / “-İnanılmaz iyi araba kullanırım. 10 yaşında el frenini indirir , düz kontak yaptırırdım arabaya.” / -Nasıl iyi giyinebiliyorsunuz ? / “Çocukluğumdan gelen hastalık derecesinde bir takıntı bu. Kumaştan , kreasyondan ve renklerden anlarım , sorarım , takip ederim. Şık olmak beni heyecanlandırır.” ( … ) // Tuğrul Tunalıgil’in röportajı , sh. 6 : Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal: “-Türkiye’de 3500 yabancı casus var ” / Son üç ayda iki Çeçen komutan İstanbul’da faili meçhul şekilde öldürüldü. Ve gözler yeniden istihbarat örgütlerine çevrildi. Bu konuda uzman olan Altundal’a göre, “Casuslar savaşı Türkiye topraklarında yapılıyor. Son yıllarda özellikle Arap istihbarat örgütleri ülkemizde ak tif durumda. Peki MİT ne yapıyor ? Hiç!..” ( … ) Sh. 12-13: Sanem Al tan “[email protected]” Yaptığı eleştirilerle her zaman dikkati çeken Ahmet Hakan’la gündemdeki en ateşli konuları konuştuk / Bana bu soru ları ısrarla niye soruyorsunuz ? / … Yazılarındaki sert üslubuyla dikkat çeken , her kesime gönderdiği sivri mesajlarla hem tepki hem takdir top layan Ahmet Hakan’ı bu kez Sanem Altan köşeye sıkıştırdı. Ergenekon , AKP, Erdoğan , Deniz Feneri , CHP, Türk Silahlı Kuvvetleri , sağcı ba sın gibi konuları sordu , bakın ne cevaplar aldı : ( … ) Sh. 16: Dünya hali “[email protected]” Kemal Yıldırım: Keşke!.. / “Nesimi’ ye sordular ki yârin ile hoş musun // Hoş olayım olmayayım o yâr benim kime ne …” / Şartlar bazen namüsait tezahür etse de ünlü Ozan Nesimi’ nin dizelerine uyanların sayısı , uymayanların ya da uyamayanların çok ça üstünde. / Bundan da anlaşılacağı gibi madalyonun öbür yüzünü çevi rip “kıvıramayan”-ları irdeleyeceğiz. Bakalım kimlermiş o cenahtakiler ? Birbirlerini iyi tanımadan “evet” diyenler. Ya da “incir çekirdeği”-örneği nizâ çıkartıp evlilik sonlandıran , nişan bozan yeni yetmeler vesaire! / O hallerde olanların safına katılmak veya “ah keşke” demek istemeyen ler … İşte size “ilişki uzmanları”-nca kotarılan “sevgiliye sorulması gere ken” sorulardan bazıları./ Birbirimizi gerçekten dinliyor muyuz, düşünce ve şikayetlerimizi dürüstçe değerlendiriyor muyuz ? / Çocuk sahibi olup olmayacağımız konusunda konuştuk mu ? / Birbirimizin inançları ve ma nevi ihtiyaçları konusunda hemfikir miyiz ? / Birbirimizin arkadaşlarını seviyor ve onlara saygı duyuyor muyuz ? / Birbirimizin maddi sorumlu lukları ve hedefleri hakkında fikir sahibi miyiz ? / Evin nasıl idare edile ceği konusundaki beklentilerimizi daha önce hiç konuştuk mu ? / Gerek fiziksel gerek ruhsal sağlık geçmişimiz hakkında birbirimize dürüst dav randık mı ? / Birbirimize karşı beklediğimiz ölçülerde şefkatli miyiz ? / En önemlisi de açık ve rahat bir şekilde birbirimizin cinsel ihtiyaçları ya da korkuları hakkında konuşabiliyor muyuz ? // Böylesi hallerde “ailelerin” durumu da çok önemli tabii ki … Peşrev çekmeden , örneklerden bir kaçını sıralayalım. / Birbirimizin ailesine değer veriyor ve saygı gösteri yor muyuz ? / Evliliğimiz sırasında ikimizin de bırakmak için hazırlıklı olmadığımız şeyler var mı ? / Eğer aramızdan biri kariyer için uzak bir yere gitmek zorunda kalsa , buna hazırlıklı mıyız ? / İkimiz de birbirimiz in evlilik taahhüdüne güveniyor muyuz ? / Hangi zorlukla karşılaşırsak karşılaşalım , aramızdaki bu bağ (-lılık)’ın her şeyi çözeceğine inanıyor muyuz ? / Dedikoduları kulak arkası edebileceğimize dair söz veriyor mu yuz ? ( ……. ) Hasılı kelam , hayal kırıklığı yaşamak istemiyorsanız bun 704 34. ları birbirinizle “açıkça” paylaşmaktan çekinmeyin. / Paylaşamıyor ve Al da bak aynaya diye düğümü kavi atmıyorsan karşına dikilecek şey, seni hiç terk etmeyecek İster eline Kur’an ver ! olan “yalnızlık”-tır. / Ümit Yaşar Oğuzcan’ın dizelere döktüğü gibi … Dangalak hani ya niye “Önce çaresizlik çaldı kapıları / Sonra yoksulluk / Bütün âşina çehreler Der gözüne soksan göster ! silindi aynalardan / Bir anda boşaldı dünya / Yapayalnız kaldık …” // 35. Çareyi de aklı erenlerin önerilerine sarılmakta bulursun. Onlar da sıralar Hayrı Hakk’ın göremeyen emeklerinin karşılığını … / “İlişkilerinde mutlu olanlardan çok mutsuz Ne yar ne zülf-i yar bize ! evliliği ya da ilişkisi olan arkadaşlarınızı dinleyin … / Strese neden olabi Gayri haddin bilemeyen leceği için yatarken mutlaka metal takılarınızı çıkartın. / Yalnız olarak Allah hakkını ne bile ! uyandığınızı görmemek için yatağınızın karşısında ayna bulundurmayın. 36. Hiç kimseye yalnız kalmaktan sıkıldığınızı söylemeyin …” / Hoş olayım O, (“… bi Ahkem-il’hâkimiyn”) olmayayım , o yâr benim kime ne … / Keşke herkes hallerini böyle Niye sebbeden (söven) bile hür ? dillendirebilse.” )Yaşamakça* nice örnek kalemlerden özet divan sanki! Oysa sağlam(-muhkem) bil pek kesin , **************************************************** Kral’a sövsen , hapse gir ! … (Arap şairi* işte bu iki durum farkını aynen böyle belirtmiş!) 37. Şovmen ağzıyla gargara , Konuşacak sürçe lisan ! Doğada değişmez yasa , Korkutacak sertçe vursan ! 38. Ummadık taş mı baş yarmaz , Her hakikat atalardan ! Olmadık lâf mı hoş olmaz , Meşhur galât lügatlardan ! 39. Sokaklarda kümelenir , Azgınlaşan salma itler ! Yan bakınca pirelenir , Tekme sallasan panikler ! 40. Dünya âlem hem ne âlem , Hani ya ne desem bilmem ! Darıca söz israf etmem , Ruha fedâ şu baş beden ! 41. Yaşanmazken tek başına , Baş bedeninden ayrılmaz ! Her baş başkasından başka , Beden başsızken sayılmaz ! 42. Hoş olmaz göz selâmıyla İyilik başa kakılmaz ! Boşboğaz söz edâsıyla Sürpriz şaka yapılmaz ! 43. Baş boş durmaz işte hikmet , Her neye hükm-edersen et ! Her yol kaderden ibaret , İçten niyet “ermek” kısmet ! 705 44. Âlem bilsin bitmez işim , Dem bu dem amma yaşlandım ! Hâlen dersin tek bildiğim , Ben ölmem daha yaşarım ! 45. Anladım sen de mevtâsın , Git kendine mezar beğen ! Aldattım deme aldandın , Anlar mısın zor nükteden ?! 46. Beğendiğin sözü söyle , Demek işin özü böyle ! Yüreğin közü gözlerde , Bakarken yakar aldırmaz ! 47. İyilikten hiç ayrılmaz , Asla kötü yola sapmaz ! Sarsaklıktan da hoşlanmaz , Mizâcım babamdan miras ! 48. Şu halk kimin umurunda , Su yüzüstü aksın güya ! Rabbim hak dâvâ uğrunda , Bizi de yaksın yakarsa ! 49. Dilim şiirim sanatım , Bozkurt soy-kut ay-kır at’ım ! Devletim tek saltanatım , Türk Yurdu bayındır bahtım ! 50. Söz “kaht-ı ricâl” hülâsa Ağlamam bahtıma asla ! Gözüm açık gönlüm ayna , Sır saklamam bak da anla ! 51. Dert-şikâyet biter sanma , Gizli serrişte arama ! Hû* desem de yeter amma , Bil ki işbu tam muammâ ! 52. Soldan yaz git solcu bilsin , Veleddâllîn* yolcu densin ! Artist-turist kimlerdensin , “Eski köye yeni âdet !” 53. Siyaset mesleğim işte , Meydanlarda nutuk atma ! İcazet ehliyim diye , Uluorta caka satma ! (-Nice ebleh hayvan nesnâs // Zor nükteden hiç anlamaz !) - SOL’CU* YOLDAŞ (!) (“Âsım’ın nesli” -değilsin , Zift-devrimci* pis cenâbet!) …………………………… (Kof söylemler ezberlettin , Marksist cinnet tam felâket!) …………………………… 706 54. Örgütçü ozan* şer-şefsin , Neslimi yaktı nefesin ! Anarşist engerek neslin , Ne zehir-zemberek âfet ! 55. Halk kimi isterse sevsin , Düzenbaz sol sahte dil renk ! Yaban dillerden devşirdin , İşte gözgöre hiyânet ! 56. “Bu ne hâince hengâme” Dünya yıkılsa kime ne ? Âsi olursan Rabbine , Ölüm en yakın kıyamet ! 57. Sen sus el keramet desin , Bilir hâlini yârenin ! Hâl ne ki tam hâlvettesin , İnançsızlık sosyal gaflet ! 58. Merâmını dillendirdin , Derdi çileyi sevdirdin ! Üstadlara beğendirdin , Şikâyetin ne nihayet ?! 59. Aşkını ozanlar bilsin , Yuvanı bozanlar gitsin ! Sırrını çözenler gelsin , Gelsin gitsin bitsin her dert ! 60. Ozanca her günkü derdin , Olmazına gönüllendin ! Gül aşkıyla ülkü derdin , Dermânı Hak’tan inâyet ! 61. Gece bitsin gün belirsin , Rabbim hâlimi bilirsin ! Şu kemter kulun neylesin , Medet Rehberim Muhammed ! 62. Meh cemâlini gösterdin , Hem hil’atini geydirdin ! Mestâne Güzelcik* için , El ver yol göster himmet et ! 63. Şehinşâhım Efendim’sin , Medet şiirim elversin ! Hem-dil’im ne derse desin , Gül şefâat işte himmet ! (Marksist çete* kin ürettin , Boş slogan , yoz siyaset!) ………………………. (Merhum Menderes’in ihtilâlcilere sert tepkisini belirten ifâde!) (Ne demek hem ne haddine, Düşün nükteyi idrâk-et!) ……………………….. (Ne dert dostlar herkes bilsin , Toplumsal hastalık riddet !) (Bkz. Zaman G. 16 Ekim 2008 / sh. 15: “… Dağlarca* öldü , dünya ıssız kaldı / … Türk şiirinin en yaşlı çocuğu F. H. Dağlarca , 94 yaşında ömrünü tamamladı. ( … ) “Uzun yaşamışsın derler bana // Bilmezler seni uzun beklediğimi.” ) …………………………………………………………………….. 707 (Bkz. Kur’an-ı Kerîm Açıklamalı Meâli “Diyanet / Heyet” sh. 553-4: “el-Cuma’ / 62*1-11” / Dipnot: 2-5 : “Hz. Peygamber , Arapların dışındaki milletlere de peygamber olarak gönderilmiştir. Çünkü Peygamberimizin nübüvvet ve risaleti evrensel ve süreklidir. O, kıyamete kadar gelecek bütün insanlara peygamber olarak gönde rilmiştir. // … Allah’ın dostları âhireti tercih eder. Ölüm ise âhiretin başlangıcıdır. // …” ) ÂLEME İBRET ! 1. Ne ruhu yaşatmak için bedeni , Ne beden için ruhu öldürmeli ! Hayat dengesini bozmak isteyen Her fesat ocağını söndürmeli ! 2. Devlet fesatçılara gücünü göstermeli , Her türlü anarşist’e haddini bildirmeli ! 3. Haksızca öldüreni hakkınca öldürmeli , Zâlimi diri diri toprağa gömdürmeli ! İşte böyle adâlet olur âleme ibret , Her zulmün ocağını kökünden söndürmeli ! 4. Mağdur ve mazlûmları gözetsin tam garanti , Hak adına olmalı Devlet’in adâleti ! TEMİZ ELLER* 1. Suya sabuna dokunmayan pisler , Pis ellerini çeksin üstümüzden ! Artık iş başına gelsin temizler , Dünya korksun yeniden gücümüzden ! 2. Bilsin bu düzeni kirleten eller , Bu pisliği “temiz eller (*)” temizler ! 3. Dünya korksun da yeniden gücümüzden Temiz sularda boğulsun gitsin pisler ! Pis ellerini çeksin de üstümüzden Artık suyun başına gelsin temizler ! 4. Yıllardır bu millete musallat kör zihniyet Acımasız sol sulta yoz siyaset çetesi ! Bürokratik mengene masonik gizli devlet Tam faşist-kapitalist hepsi sahte devrimci ! 5. Bitsin gitsin sosyal ortamları kirleten eller , İşitsin halk vicdanını derinden dinleyenler ! Dirilsin millet tarih ruhunda “iç dinamikler ” Bilinç ancak kültür mayamız zaten öz değerler ! 6. Kendi pisliğinde boğulsun gitsin artık pisler , Haydi tam iş başına gelsin tertemiz kişiler ! 708 (Bkz. Kur’an: 3*179. “Allah müminleri de şu bulunduğunuz hâl üzere bırakacak değildir ; sonunda murdarı temizden ayıracaktır.” / ve âyetin devamı : “Bununla beraber Allah , size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah , elçilerinden dilediğini ayırt eder. O halde Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder , takvâ sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.” // Dipnot-1: Tefsirlerde bu âyetin “Ey Muham med ! Bize kimlerin iman edip kimlerin etmediğini bildir.” diyen kâfirlere cevap teşkil ettiği belirtilmektedir.) HER ŞU AN ! 1. (Hâ fi-d’dehri leylen ve lâ nehârâ Hayyen ve yemûtü mütevâliyâ ! Hatt-el’âne küll-ü kevnin fesâdâ Ve lâkin lâ-yemûtü vahyen lenâ !) 2. Ne ki âlemde gece var gündüz yok ; Her diri sürekli ölüyor işte ! Şimdiye dek her oluş bir bozuluş ; Vahiy bakımından ölmüyor bizce ! (Bkz. el-Mu’cem-ül’Müfehresü li elfaz’il-Kur’ân-il’Keriym , Muhammed Fuad Abdülbâki , Sh. 746-7: Evhâ’dan Vahyühü’ye kadar 77 âyette zikrolunan aynı kökten iştikaklar , Vahy’in anlam açılımları !) (Bkz. Kaside-i Bürde, el-Bûsirî / Tercüme ve şerhi : Âbidin Paşa , Gençlik Basımevi-İst. 1977, Sh. 89 / Beyit-84: “Allah’ın şânı yücedir. Vahiy, çalışmakla elde edilemez. (O, Allah vergisidir.) Hiçbir peygamber de gayb’den verdiği haberde yanılmaz , hatâ etmez.”) KİM MÜDRİK ? 1. (Men ya’lem müdriken fi-l’hâli hakâika Men ya’mel lillâhi bi-s’sıdkı sâdıka ! E-leyse hâzâ vücud-üd’dünyâ fenâ’ ; Ve şe’n-ü hâzihi-l’fenâi zıll-ül’beka’ !) 2. Kim müdrik biliyor şu an gerçekleri , Kim Hak için tam doğru iş ettikleri ? Değil mi şu dünya varlığı geçici , Bu fenâ gerçeklik mi bekâ gölgesi ?! HEME HESTEM 1. (Gerçi hestî bîmenend ki yek deryâ büzürk-est ; Heme hestem yek katre-i ân deryâ kûçük-est ! Vaktî ki hem în-katre der-ân hâmûş hâhed-şod ; Angâh heme în-hestem ki ez-hestî şode-est !) 2. Her ne ki bir büyük denizse de eşsiz varlığın senin ; Benim varlığım da bir küçük damlasıdır o denizin ! Zaman gelecek o denizde sâkinleşecek bu damla ; Şu varlığım da senin varlığından olmuştur o anda ! HAKİKAT DENİZ / Bkz.Hadis Ansiklopedisi ,Cilt-5 / sh.338: “Yedinci semânın ötesinde bir deniz var. /…”) 709 (Bkz. Tarikatlar , Dr. Hasan Küçük , Sh.121: “Yûnus’un esasen çoğu zaman zâhir ehli ve fakihlerle işi yoktur. Çünkü onlar sırf akıl yoluyla Hakk’ı bilmek ve O’na vâsıl olmak iddiâsındadırlar. Hâlbuki bu gidiş çok zor , tehlikeli ve karanlıktır da.Yûnus’a göre bu iş ancak vecd* ve İlâhî aşk yoluyla mümkün olabilecektir./ Dipnot: Hakikat bir denizdir şeriat anın gemisi , Çoklar gemiden çıkıp denize dalmadılar ! Dört kitabı şerh’eden hakikatte âsi’dir , Zira tefsîrin edip mânâsın bilmediler !” ) BİŞNEV ! 1. (Men ravem ez-pesem âyed Nâgehân dâmânem-râ gîred : Bişnev merg-râ ferâmûş me-kun Hemîşe me-râ yâd-kun gûyed !) 2. Ben giderim o gelir ardımca , Ansızın tutar da eteğimi : “Dinle, ölümü (asla) unutma !” Der ki : “dâima hatırla beni !” GİRİFTEM 1. (Ez-tû şefkatem nihan ne-giriftem Negâhem hayrân-râ ser-tû giriftem Hemîşe bâ-tû berâber bûdem Der fevk-ı serem tû-râ giriftem !) 2. Şefkatimi senden esirgemedim , Hayran bakışımı üstünde tuttum ! Daima seninle birlikte idim , Seni başımın da üstünde tuttum ! ÂMUZGÂRÎ 1. (Tû behterîn âmuzgârî Ki be-men aşk-râ âmuhtî Çi be-men aşk-râ âmuhtî ?!) 2. Sen çok iyi bir öğretmensin , Çünkü bana aşkı öğrettin ! Niye bana aşk’ı öğrettin ?! (Bkz. Sonsuz Nur , Cilt-2 / sh. 370-3: “İlme iştiyak” ) (Bkz. Feyizlerden Damlalar , Sh. 156 / No. 846: İlmin kendine has zevki : İlmin de kendine mahsus bir zevki vardır. İmam-ı Âzam* Efendimiz : “Eğer sultanlar , bizim içinde bulunduğumuz , ilimden aldığımız zevki bir bilseler , üzerimize ordular gönderirler de elimizden alırlardı.” diyor. “Ama ne çâre! Anlayamadıkları için zevki başka yollarda arıyorlar.” //Ayrıca , Bkz. Feyizli Sözler-Sohbetler , Sh.66-8: “Aşk’ın hakikati nedir ? ” ) NÎST ! (Zist zişt nîst : ) Hayat çirkin değildir ! 710 Ömr-ü hayatımın dış renk kemiyetini belirleyen iç âhenk keyfiyetini belirtmek istediğim yıllarıma bedel şu Yaşamakça çalışmalardan özet diyebilirim ki , içerik olarak “kanun-u fıtrat” tabirine uygun nazm-ı Kur’an tereşşuhâtıyla uyanık gönüllere ehl-i aşk irfanından nasip-bereket sunmak yolunda tasavvuf-u İslâm budur ! ENCORE 1. (Ah! Dans mon cerveau et coeur Se dispute du négation ! Poeme d’existence encore Cet orage d’hésitation !) 2. Ah! Beynim ve kalbimde Çatışıyor inkârla ! Varoluş şiiri işte , Bu tereddüt fırtına ! (Bkz. Kur’an : 3*154. “Bu , Allah’ın göğüslerinizdekini yoklayıp denemek ve kalbinizdekini ortaya çıkarıp (şüphe ve vesvese’yi-) temizlemesi içindi. Allah , gönüllerde olanı hakkıyle bilir.” ) HÜSRAN Okyanusta tek kaptan “Rabb-ül’âlemîn” Rahman , Allah’tan başka var mı şu âlemde tam sultan ? Bilcümle mahlûkattan var mı muhtaç olmayan , Hey “bel-hüm adâl”-insan! Seni boğmaz mı hüsran ?! GÖZ IŞIĞIM (“Elif okuduk ötürü Pazar eyledik götürü”) Her gün belli Hakk’ın günü Kul bilmeli her gününü ! ………………………. Ömrümüz günler geceler Nice şiirler heceler ! Her gün biter azar-azar Yaşamaksa kader kadar ! Gecenin gözışığı Hece söz karşılığı Şiirin öz anlamı Beden can ruh zaman mı ? Mum ışılar erim-erim Işık dibinde gölgeyim ! Şiirim gönül ışığım Gönülden Hakk’a âşığım Nur-u Kur’an gözışığım ! TAKVİM 1. Gün geceyarısı başlar , 711 Tam ertesinde noktalar ! Ömrünce cümle yazgılar , Her hecesinde nükte var ! 2. Düşün ölümlü başın var , Yol bildim mahşere kadar ! Her dün bugünkü yarınlar , Takvim günü düne katar ! 3. Gece gündüzü tamamlar , Yüzler güler ruhlar ağlar ! Takvimden kopan yapraklar , Yılları yollara bağlar ! 4. Gönlüm ağlar ağlar ağlar , Gözyaşlarım şiir çağlar ! Ömrüm güncel takvim misâl , Yaprak-yaprak kopar kopar ! …………………………… Gece biter gündüz başlar , Sular akar akar akar ! Takvimden kopan yapraklar , Ruhumdaki yansımalar ! “İKLİM-İ TA’LİM” (Mesnevi’nin Özü / sh. 208, 718, 818, 827, 837-8, 873- 4, 912, 924 ve 927…) 1. Adem’den aslım neslim Şaştım ben , işte nefsim ! Ancak senden benliğim Bilebilseydim Rabbim ! 2. Şiirimde nefesim Nefesimde hevesim ! Hevesimde ney sesim Ney sesimdeki de kim ? 3. Ben kim-yâ kimesneyim Nedir lâkin nesneyim ?! Neyim nitekim neyleyim Nikbin-bedbin neyzenim ! 4. Kaal değil hâletteyim Hâlceğiz halvetteyim ! Halk için kaametteyim Bencileyin bedenim ! 5. Lev*-neyim Levlâ*-derdim Lâ*-nefyim İllâ*-ferdim ! 712 Ya fevtim ya da mevtim Hakk’a dek cem’iyyetim ! 6. Ne geldim ne de gittim Ben miyim Rabbim , Lâ* kim ? İllâ hep seni bildim İllâ hep seninleyim ! İllâ tek seni sevdim Mecnûn belli Leylâ kim ? 7. (“Çün elif der bismi pünhan kerde îst” ) Elif niye gizlenmiştir Bismi’de ? (“Hest-i û der bism ü hem der bismi nîst” ) Bismi’de var hem de yoktur Bismi’de ! 8. Dilim virdim şiirim Kil tenim su ateşim ! Yel tinim bu lâ-şey’im Şems belli Mevlânâ kim ? 9. (“Tû ki yek cüz’î dil-â z’în sad-hezar ”) Gönül bu yüzbinlerden bir parçasın ! (“Çün nebâşî pîş-i hükm’eş bî-karar ” ) O’nun hükmü önünde kararsızsın ! 10. “Aşk tıkaç” az pepeyim Lüknet lüseyn Hüseyn’im ! Kulak aç dinle ney’im , Gönül virdim Mesnevi’m ! 11. Sûret-ül’gayb ayna “Mim” Gül Şems’im hilâl dillim ! Tarfet-ül’ayn ol şah kim , Ayneyn’im harem seslim ! 12. Dinle bu ney benliğim , Beyt nîst … / iklîm-est’im ! Her nefes cümle hâlim , Ancak “iklîm-i tâ’lim !” 13. Şaştım ben , işte nefsim Bilebilseydim Rabbim ! Şiirimsi nefesim , Nefesimdeki de kim ? 14. Ben miyim Rabbim , “Lâ-” kim ; Mecnûn belli , Leylâ kim ? Şems belli , Mevlânâ kim ? Kalbim “iklîm-i tâ’lîm !” ) 713 (Bkz. Güneş G. 30. Ağustos 2000 / sh.9: Yıldo-Beyaz Saçlı Prens : “Cenk Koray’ın Mevlânâ aşkı : … Sevgili Cenk , yol boyunca aklımıza bu hikayeler geldikçe gönlümüz açılıyor. / … İnsanlığın şu “An”-daki süflî durumunu anlayamıyorum. Senin değerini bildiğin o “insan-ı kâmil”-i anlatmak hepimizin görevi. Ama senin gibi duyarlı hassas insanların gönülden arzuladığı gibi , ademoğlu ne zaman doğru yola girip hakikati öğrenecek ? (“İnsansın , insansın , insansın , susuyorsun ; çünkü o ân’ın adamı değilsin. İnsanlığı tamamiyle kendinde yak. Eğer mahremsen , o ânın adamı ol !” ) … (“Aşk davasında bulunmak kolaydır. Fakat bunu ispat için delil ve kanıt gerekir.” ) … (“Bizim içimizde İlâhî bir sûret varsa , o da sensin !” ) DİL’İN-CE ! 1. Düşün de okuyucu , Hızır selâm-en içte; Gönlünce oku ve yaz, hazır kalem elinde ! Sözün de yok üslûbu öz-gür ilhâm’ken işte , Öz-gün’ce okuyamaz söz’dür kelâm dil-in’ce ! 2. Nasıl istersen öyle gör kör avam ehlince , Ne dil dudak ne kulak göz’dür kelâm için-de ! Nasıl dilersen söyle öngör de tam keyfince , Hep bil ancak ve ancak öz’dür merâm dilince ! 3. Gönlün de göze benzer görür merâm edince , Göz de gönlüne döner öz ilhâm erişince ! Merâmın ne hükmeder söz’dür tamam dilince , Öz deyince söz biter “vesselâm” deyim-in’ce ! SİTARE’YE SON BESTE -Gönlümde yıldızlaşan gözlerine bakarken ! 1. Bu gece gözlerinde mehtabı seyrederken Sende erdim aşkımın zirvesine Sitare ! Gel gitme kal benimle daha vakit çok erken Gönlümdeki bestenin şerefine Sitare ! 2. Ah ne güzel başbaşa bu yalnızlık seninle , Ne kadar naz etsen de ayrılıktan söz etme ! Sitemkâr bakma öyle darılma sözlerime , Hep gözgöze kalalım bu son gece Sitare ! 3. Sorarken aşk sırrını sevdalı gözlerine , Çok az bir zaman kaldı gecenin bitmesine ! Yeter ki al beni de birlikte gökyüzüne , Kalmasın yeryüzünde bu son beste Sitare ! AŞK RÜYASI 1. Önce tatlı gülücük Sonra sıcak öpücük ! Daha yaşları küçük 714 Ama aşkları büyük ! 2. Çocukların rüyası Büyüklerin dünyası ! Güzel her yaşın aşkı Bitmez gönül sevdası ! 3. Olmalı güzel bir ev , Hayat severken güzel ! Gençlik üstüne söylev : “Seversen gönlünce sev !” 4. Güzel bak göreceksin , Gönlünce seveceksin ! Aşk rüyâsı hayâlin , Sırrına ereceksin ! İLK RİSK / ZELLE (2*208. ve 20*120.) 1. İnsan iki ucu köklü bir değnek , Çadırı dik tutan şu orta direk ! Havva “yasak meyva” vah Âdem baba , Suç işlemek için istemek gerek ! 2. Sulbün güç kaynağı ilk suç meyvası , Cennet’ten gelmese olmazdı tadı ! Tanrı’nın dilinde gizli ilk adı , Bu yasak tohumu dünya sakladı ! 3. Demekki cennette bu ilk risk varmış , İkisi de tutmuş birer ucundan ! Tanrı suçluları “aşağı” atmış , Gökler uzaklaşmış mahçupluğundan ! 4. Benliği kuşatan doğal çelişki , Yerdeki uç şehvet gökteki vicdan ! Birisi seks gücü öteki sezgi , Bu iki ucuyla ne yapsın insan ?! 5. Şehvetle terleyen avuçlarında , Mâsum meleklerin ipek saçları ! Kördüğüm örgüsü çözülmez başka , İnsanın yazgısı kendi suçları ! 6. İki yürek sesi kulaklarında , Pembe göğüslerin arasındasın ! Parmak uçlarıyla yanaklarında , Okşayan elleri aramaktasın ! 7. (-İnsan için mukadder türeme yasası da böyle işte: “Kıvamüddiyni ve-d’dünya bi hâzel-uzvi kaamâ , Ve lâ-haşre ve lâ-neşre ve lâ-ba’se bi-mâ kaamâ !” // Din ve dünyanın kıvamı bu uzvun kıyamıyla , Ne haşir-neşir ne baas yok , kıyam olmayınca !) wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww 715 İlk insandan beri bu çılgın istek , Yemek içmek gibi en doğal tutku ! Cennet’ten dünyaya inmek ne demek , İnsan ilk zelle’yi nasıl unuttu ?! 8. Gayet mutlu yaşarken Âdem-Havva , (“… illâ li-ya’büdûn”) emr-i hikmetle ! Sorumluluk sembolü “yasak meyva” Nerede o cennet dünya nerede ?! 9. Allah’a yakardı gözyaşlarıyla , Adem’in tevbesi kabul olundu ! Her türlü günahtan tövbe şartıyla , İnsanoğlu bu ilk suçtan kurtuldu ! (Bkz. Feyizli Sözler-Sohbetler / sh. 34 -35) (Bkz. Mesnevi’nin Özü / sh. 67: “Âdem’in günahı kendisine isnâdı ; Şeytan’ın ise Tanrı’ya izâfe etmesi.” ) (İbn-i Hacer : “Şehvet , hükümdarları köle; sabır ise köleleri hükümdar yapar.” ) (Bkz. Kur’an : 2*37; 7*23; 20*115-123. “(Allah*) dedi ki : İkiniz birlikte inin oradan. Birbirinize düşman sınız. Benden size bir hidayet geldiğinde, benim o hidayetime uyan artık ne sapar ne de bedbaht olur. // Bazınız bazınıza bir düşman olarak oradan (Cennet’ten-) hepiniz inin. Artık eğer size tarafımdan (peygamber ler vasıtasıyla doğru yolu gösterir-) hidâyet (kitapları*) gelir de kim benim hidayetime uyarsa , o (doğru yoldan) sapmaz ve bedbaht olmaz.” ) ZAMANE ! 1. Kadehi elinde Şarkısı dilinde Karısı kolunda Metresi koynunda ! 2. Genç hovarda , Kart zampara ; Eli parada , Gözü haramda ! 3. Ah şu zamâne , Rezil şahâne ! İffetsizliğine , İşret bahâne ! 4. Baksa göklere , Bilmez zaman ne ? Düşünmez bile , Sözde zamâne ! (Bkz. Kur’an : 3*196-7. benzeri nice tehditkâr âyetler !) 716 ÇAĞANOZ SÜRÜSÜ Züppe teresler yan-yan sürü yengeç yavrusu , Bu milleti ağlatan geleceğin korkusu ! 1. Batı’nın kültürüyle döllenen arsız nesil , Hepsi de her bakımdan birbirinin uydusu ! Parlak dış görüntüyle ruhsuz inançsız sefil , Züppe teresler yan-yan sürü yengeç yavrusu ! 2. Bak ne halt yediğine sözde iştahsız nasıl , Hayvanlık kusurundan ahmak gürûh duygusu ! Hayatın tadı neyse disko-bar’larda asıl , İnsanlık onurundan dem vurmak tek kaygusu ! 3. Zavallı her hâlinde aynen buna mümâsil , Geçerken tam yanından çiş-necâset kokusu ! Taharetsiz hergele aynadan daha asil , Gör ki yıldız falından ilk müneccim torunu ! 4. Argo-vâri diliyle alay-kalay her fasıl , Şamatasından beter bed-sesinin tutkusu ! Kof çalım ters tavsiye “kafanca bohem takıl (!)” Besbelli hep erotik zevklerinin sarhoşu ! 5. Satanist karakterde aman ne de insancıl , İntihar psikozu’ndan ruhu sapık yozumsu ! Alnında kara leke zamâne ne cin(-s) akıl , Pis murdar zıt huyundan sırf damızlık domuzu ! 6. Çağanoz sürüsüyle özdeşleşen sahte dil , Kültürü yozlaştıran her yol ihânet dolu ! Medya görüntüsüyle güncel sorunlar değil , Bu milleti ağlatan geleceğin korkusu ! SİGARA 1. Tiryâki’ye keyif verir sigara ; Anguaz’a çözüm değil , aldanma ! 2. Nasıl da uçup gitti duman-duman Yıllar yılı tık-nefes budalaca ! Meğer ne zâlim dost ne yaman düşman Anladın mı artık çok geç de olsa , Sigarasız daha güzelmiş dünya ! 3. Gençliğini sağlığını paranı , Kimi yerde sosyal itibarını ; İrâde-ne özgüven ve saygını , Düpedüz “yel almış kül savurmuş” da , 717 “Ateş bacayı sarmış” her solukta ! 4. Sıcak ocakbaşı yârenliği mi sandın dostum , Sinsice düşmanlık var bu yalancı dostlukta ! Kendi eceliyle ölmek varken amansız , (Amansız ecelle ölmek zaten apansız !) Yavaş yavaş kendini öldürmekten farksız ; Tıp diliyle “kronik intihar ” aslında ! 5. Çocukça avunurken aldatan dumanıyla , Zehirli cin tayfası kanına girmiş şeytan ! Nasıl koşarsın bilmem hayat yolculuğunda , Yorgun soluklarınla her an korku helecan Üzüntüler bekliyor sevinçlerin ardında ! 6. Hepsi de birbirinin gölgesi duygularla , Sürekli gece-gündüz varken iç dünyamızda ; Elbet kaçamaz insan bilinmeyen ölümden , Ah kurtulmak için mi hep kendi gölgesinden ; Neden sığınmak ister yalan avuntulara ?! 7. Nice iyiden iyi insanlar arasında , Olur ya bazı kötü arkadaşlar da varsa ; En kötüsü yapamaz bunun şu yaptığını , Billâhi her sigara amansız can düşmanı ; Şeytan bile yaklaşmaz bu ateşin yanına ! 8. Oysa (“ricsün min amel-iş’şeytan”) ki , anlamalı ; Tıbben her türlü kötü alışkanlık bağımlısı , Dost görünen düşmanlardan sakınmalı ! Kur’an İslâmı (*)’na uyanmalı âcilen dünya ; Gençlik bu menhus illetten korunmalı , Çünkü sağlık ve insanlık düşmanı sigara ! (Bkz. Feyizli Sözler / sh. 197: “Şeytan’dan istiâze” ) MENHUS DUHAN ! (19 Mayıs 2008 ; Dumansız ortam gerçek pek temiz !) 1. Elim ayağım titredi , Sanki şuurum kapandı ! Aniden neymiş sebebi , Belli de anladınız mı ? 2. Yaktım en son sigarayı , Duman püskürüp dışarı ; Tattım son kez acı zevki , Anladım ki illet belli ; Niye nefsimizi ıslah hususunda bunca bahane zaaflarımızdan şikâyet ?!.. // Demekki insiyak-ı ruhiyatımız itikad tarzımıza göre bazı itiyadlarımızdan kaynaklanmakta sanki ! İşte belli nitekim şimdiye dek sigara hakkında din hükmünü soranlara cevaben “mekruh” deyip geçiyordum. Zira kurtaramamıştım menhus illetten kendimi şimdiye dek. Oysa zaten biliyordum şu âyetler (Bkz. 6*141. ve 7*31.) ışığında “tahrimen mekruh” hükmüne rağmen nefsime mağlubiyet tam ahmakça zaafımdı. Artık kesinlikle terk ettim inşallah! (-01 Ocak 2010 / Cuma*) 718 Bıraktım menhus duhanı ! ………………………… Dördüncü Murat’ca yasakçıyız biz , Bu işin de üstesinden geliriz ! Son 19 Mayıs 2008 , Dumansız yaşamak gerçek pek temiz ! Not: Sigara yasağıyla ilgili yasa nihayet 19 Temmuz 2009 tarihinde uygulamaya konuldu. Bunu gayet tepkisizce hem olumlu hem de uyumlu davranışla hemen kabullendi toplum. Muhtemelen bu bahane kimi bırakacak kimi de azaltacaktır. *********************************************** PAHALI OYUNCAK (“Teennî Allah’tan ; acele ise şeytan’dan !”) 1. Marşa ilk dokunuşta Motor çalışıyorsa , Düşük model de olsa Uçsun gaza basınca ! 2. Gayet sağlam alt-takım Ön-düzen yeni bakım , Düzgün aksam kaporta Temiz metalik boya , Yağ benzin ve hidrolik Akü’den elektrik ; Normal su harareti , Lastikler iç-dış yeni ; Bagaj’da yedek parça , Demek herşey yolunda ! 3. Pahalı bir oyuncak , Yolda keyfince dur-kalk ! Zevkli sükseli rahat İşte tam “lüküs hayat (!)” Otomobil güzel zevk , Kalmaz adımlarda şevk; Uzaklar yakın ancak , Yakınlar daha uzak ! Son model görünce bak , Kim var direksiyonda ?! 4. Boynu zincirli ayı , Görgüsüz kabadayı ! Varoşlardaki mafya , Posbıyıklı maganda ! 5. Dişi köpek yanında , Çok sesli hav-hav korna ; Her türlü aksesuar , Ses ışık düzeni var ! ………………….. Son kilometrede hız , Trafik vız gelir vız (!) 719 Uygunsuz pozisyonda Hatalı bir “sollama” Sonrası korkunç kaza Savaş gibi fâcia ! 6. Bilgi bakım ve dikkat , Vize ehliyet ruhsat ; Yolda üstünlük hakkı , Her hareket kurallı ! ………………….. 7. Yol şartları uygunsuz , Alkollü ve uykusuz ; Yavaşlayıp durmalı , Çok dikkatli olmalı ! ………………….. Bu oyuncak pahalı , Ucuz mu insan canı ?! …………………… Uymalı kurallara , Acı gerçek ortada ! (Bkz. Radikal G. 26 Şubat 1999 / Mehmet Y. Yılmaz : “… Bunun , üzerinde gerçekten ciddiyetle durulması gereken bir toplumsal davranış bozukluğu olduğunu düşünüyorum. Ne oldu da biz Türkler sadece kendisini düşünen , başkalarının haklarına saygı göstermeyen insanlar haline geldik ? Neden “gemisini kurtaran kaptan” sözü bir ulusal motto haline geldi ? Nerede yanlış yaptık ? ”) En genel anlamıyla bu sorunun altını çizerek belirtmek ve sosyo-kültürel yozlaşmayı sorgulamak bakımından üzerinde durup düşünmek gerekiyor. Demekki trafik kurallarına uymayanlardan ne insan varlığına ne de toplumsal yasalara saygı bekleyemez ve göremezsiniz de ! SÖZÜM-O’NA ! 1. Atma sözüm ya-ban’a , Ya sana ya da ona ! “Yada” ne demek sor da , “Uğur ” O-nur’da anla ! 2. En son diyor ki Kur’an : (“Min-el’cinneti ve-n’nâs”) Ne ki Hak’tan korkmayan , Halktan zaten utanmaz ! ………………………. 3. Kimi az yer , kimi çok ; Kimi var der , kimi yok ! Kimi açken kimi tok ; Ey nesnâs, hâline bak ; Ağzında ot, altında kok ! 4. Yukarıdan tıkınacak , 720 Aşağıdan ıkınacak ; Üstten doldur , alttan boşalt ! Her ne yapsa zorlanacak , İşin sonu ne olacak ?! 5. İnsanca azken utanmak , Kendine saygıdan uzak ; Hayvanca hazken yaşamak , WC’ye açılan mutfak ; Her an iğrenç hepsi bombok ! Her kim olsa sözüm-ona , Bohem huylu pok-oğlu pok ! (Bkz. Zaman G. 22 Şubat 2000 / sh.14: Portakalcının Cevabı (Ayine-i İskender ), İskender Pala: “Yada ,tılsımlı olduğuna inanılan bir tür parlak ve kıymetli taş olup dile dokundurulduğunda ağzı tadlandırırmış. Eski Türkler bu taşın kutsallığına inandıkları için , yağmur duâsına çıkacaklarında beraberlerinde götürürlermiş.” ) (Bkz. Feyizli Sözler-Sohbetler / sh. 34 -5: “İnsan sadece yeyip içmek için yaratılmamış … / Niçin yeriz ? / Yeme-içmede üç kuvve* rol oynar ; câzibe, dâfia , hâzime …” // beslenme, boşaltım ve sindirim.* ) (Bkz.Posta G. 25 Haziran 2000 / “Aç kal uzun yaşa : Amerikan bilim adamları , birkaç yıl içinde, yeni bir geni , yaşlanmayı durdurmakta kullanacaklar./ Cambridge’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü bilimadamlarından Leonar Guarente, tüm memelilerde, kalori alımının düşürülmesinin , yaşlılık belirtilerini ertelediğini vurguladı./ Guarente, mayada , SIR-2 geni’nin ve bu gene ait proteinin oynadığı önemli rolü gördüklerini , bir hücredeki Sır-2 değerlerinin yüksek olmasının , o hücrenin yaşama şansını yükselttiğini bildirdi. Guarente, birkaç yıl için de, Sır-2 işlemini destekleyecek ve kalori sınırlaması etkisine yol açacak bir madde üretebileceklerine inanıyor./ Ancak bunu beklemek istemeyenler ,yaşlılığa karşı “aç kalmak / perhiz / diyet vb.” reçetesini uygulayabilirler.”) (Bkz. Feyizlerden Damlalar , Sh. 32 / No. 89: “Helâl haram tanınmaya tanınmaya , nikâh sifah (nikâhsız metres hayatı) bilinmeye bilinmeye, tevbe ve istiğfar edilmeye edilmeye hep nesnas’lar çoğalıyor. / Dipnot: Nesnâs : rûhen hayvanlaşmış, insan görüntüsündeki haylaz , yaramaz ve zararlı tipler.” ) SİZ VE BİZ 1. Eşitlik olsaydı düzenimizde , Sizi yapar mıydık başımıza taç ?! Sizdeki seçkinlik hiç mi yok bizde , Siz halka medyunken halk size muhtaç ?! ……………………………………… Sizdeki siyaset demek yok bizde , Devlet hep sizlere peşkeşleniyor ! 2. Nereden buldunuz bunca serveti , Ömür boyunca kim verdi devleti ?! Düşmanlara bile dost görünürken , Halkı niye gördünüz düşman gibi ?! …………………………………. Sizdeki siyaset demek yok bizde , Servet hep sizlere peşkeşleniyor ! 3. 721 Şans mı sizi ikbâle erdiriyor , Sizden artarsa bize yediriyor ?! Halkımızın ürettiği hâsıla , Neden hep sizlere bahşediliyor ?! ………………………………. Sizdeki siyaset demek yok bizde , Millet bile size peşkeşleniyor ! 4. İşte şeksiz sitem (“Fe men lem-yahküm …”) âyetlerden , Sosyal dengesizlikleri çok ince düşünmeli ! Hemen yüzçevirmeli adâletsiz sistemlerden , Tâcını tahtını yıkıp zâlimleri düşürmeli ! (Bkz. Feyizlerden Damlalar , Sh. 101/ No. 508-10: “Kur’an-ın irşad ettiği yol , en sağlam yoldur. Başka kapı aramağa lüzum yoktur. / İrşad irşad , Kur’an-ın irşâdıdır. / Kur’an-ın irşâdı altına girmeyenler , hayvan gibi dirler.” // Sh.107, No. 547-549: “İrşâd , insan hilkatine fıtratına uygun ve tedricî olmalıdır. / Bir milletin parça lanması , birbiriyle uğraşması âfettir. Bütün bu parçalanmalar münâzaa neticesindedir , Kur’an-ın irşâdından uzaklaşma neticesindedir.”) (Bkz. Zaman G. 20 Şubat 2000 / sh.15: Pazar Sohbeti , M. Mehmet Gündem / Röportaj: “Tehlike, İslâm’ı ciddiye almamak ! / Prof. Dr. İsmail Kara : Türkiye’de ve İslâm dünyasında bir İslâmcılık hareketi var , bir de müslümanlar ve yaşayan İslâm var. Yani müslüman olan herkes İslâmcıdır denemez. İslâm dairesi , İslâmcılık dairesinden geniştir.” ) (Hadis-i Şerîf meâli: “Bir gün gelecek ümmetim âlimlerden (gerçekleri bilerek toplumu uyarmak isteyenler den) kaçacaklar. O zaman Allah , onları şu üç belâ ile cezâlandıracak : 1. Kazançlarından bereket kalkacak. / 2. Başlarına zâlim iktidarlar musallat olacak. / 3. Dünyadan îmansız olarak ayrılacaklar.” ) (Ayet-i Kerîme meâli: “Kitabı (Kur’an) okuduğunuz hâlde insanlara mâ’rûfu emredip kendinizi unutuyor mu sunuz ? Yoksa akıllarınız ermiyor mu ? ” ) GERÇEK ŞAİR (“Hakiki şair telkincidir ; tebliğci değil … Tebliğcilere davulcu diyebiliriz. Biri kemancı ise öbürü davulcu …” N. Fazıl*) (“Bu menzile akıl ermez ; Bulunduğum mekân nedir ? Son menzile akıl yetmez ; Bu kurduğun serap nedir ?”-Yunus Emre*) 1. Şuarâ (1) Yâ-sîn (2) Ve-s’Saffât (3)’a and-olsun ki , İnançla doğrulukla Allah’ı çok anarak Her yerde zulme zâlime başkaldıracak ! Ruhlarda inanç ufukları açarak İslâm inkılâbı’yla küfrü kökünden sarsarak Sırf “Hakk’ı ikame” için halkı aydınlatacak ! Ancak sapık azgınların hoşlanıp uyacakları 722 Düzmece şiir mecazları hayâl oyuncakları Süslü sözlerdeki mübâlağadan sakınacak ! İslâm edebine azîmetle sarılarak Her ne telkin ediyorsa bizzat uygulayacak ! Kur’an ölçüsünde “ruhsat” Şiir güzel bir sanat İslâm metoduyla irşad ! Hep ıslah için “fî-sebîlillâh” Zâlime karşı cihad ! Hayrın öncüsü Hakk’ın sözcüsü Zulmü yıkacak inkılâp Hak adına hakikat Vahy-i Kur’an dilince Herşey durmaz değişirken Elbette ne talih ne de tarih Sanki yerinde mi sayacak ?! Durağan evren’ci teorisyenler Devrimden değişimden dem vuracak ! Diyalektik materyalistler İde’nin inkârcısı da olsa İdeolojik safsatalar sayıklayacak ! İşte temel çelişkiler net tezad Solcu solucanların kafasında Sürekli devrimken her oluş Şimdi zaman determinist Hakk’ın emrine münkat Takdir yerini bulacak ! Aklın tedbîrine rağmen İllâ takdir anlamınca Kader hükmüne uyacak ! Şu ilâhi plan oysa Ne kadar reel lâkin Her rasyonel soruya Cevap gayet realist ! Gönülden coşkun kaynak İlham Rabbim’in rahmeti Nice lisan kerameti Hikmetli söz bereketi Nisan yağmurları gibi Gökten sağanak sağanak Hak aşkıyla ağlayan ruh iklimi “Kırkıncı kapı” ardındaki en son sığınak ! Tevekkülle aralanan rahmet kapısı işte İçten inanç eşiğinde gönlüne Fazl-ı adalet arayan hoş hissiyat yağdıracak ! İlahî lütuflara rağmen kör ve nankör benlikte Ölüm dehşetiyle mahşer korkusu uyandıracak ! Her an yeni güneşler doğacak gönül sabahında Her akşam gözlerinde kıyametler kopacak ! Yâr-i ğâr (*) oldunsa korkma ey kalb-i hüşyâr 723 (“… mea-nâ”) sırrınca Allah’a sığındıkça (4) Olsa da ifâde kifâyetsiz meâni-i üslûp dar Olsun yeter ki sözün özüne uygun Hele değilsen gaflet cenabetliğiyle murdar Nefs-i emmâre hevesâtına zebûn Müstebidler karşısında mertçe hakkı savunurken Zorluk zorbalık önünde olmazsan bukalemun Şiircesi yalın kılınç sözlerin Zâlimlerin yüreğini ürpertsin ! Gerçekten anlasınlar ki şecâatinden Sen de Hakk’ın savaşçı şâiri-sin ! 2. En doğru söz Allah’tan Resûlüllâh’ın sözü Sünnet*tam nur-u Kur’an canlı İslâm’ın özü ! İşte âhirzaman nebîsi* “ufuk-peygamber (*)” “Ahsen-i takvîm” beşere “usve-i hasene” “Adı güzel kendi güzel Muhammed (*)” Hassan bin Sabit* benzeri şairleri beğendi ! Şiirin ilk fecri vahyin eşiğindeki iç sezgi (“Ve kafiyetün accet bi-leylin razînetin Telakkaytü min cevv-is’semâi nüzûlehâ (5): Bir (büyü) kafiye inledi ıssız bir gecede Aldım göğün boşluğundan inişini !”) Bilir ki tam timsâlince nice şair ve edib (“Hulüku-hü: el-Kur’an”) yegâne “iklim-i te’dîb” Her nefes “iklim-i ta’lim” içre zaten mesnevî ! Hoca Ahmed Yesevî İzince git yolunu tut ! Tutkun “tâliban” hepsi İlk “Horasan Erenleri” O ki “altmışüç” yaşından sonra Toprak altına indi ! Peygamber yaşına saygısıyla İçten içe iniledi ! (“Başım tofrak , cismim tofrak , özüm tofrak Köydüm yandım bolalmadım hergiz apak Hak vaslıka yiter mendip ruhum müştak Zemzem bolup yir astıka kirdim mi ne ?!”) Alp-yürek’ler eğiten Türkçe ses nice umut İşte “Dedem Dede Korkut” Kopuzuyla “destan urdu” Yağız Oğuzlara duyurdu da Türk ruhunda yiğitliği yoğurdu ! Yolunca “sözün özü” güzelleme’ci Ozanca “Türk töresi” Hak aşkıyla Türkçesi Azeri lehçesi coştukça ballandı üslûbu Kamuya “Kam” oldukça cümle nefesi Türk töresiyle eğitmek için niyeti belli Destanlaşan menâkib-i tarih her hikâyesi “Lirik didaktika (6)” şaman nefesi nesîm-i ruhu 724 Tanrı aşkıyla Muhammed (s.a) yolunda Yeni-çeri ocağı’na cihad ateşi verdi Hacı Bektaş Veli ! 3. Ne güzel nazm-etmiş Türkçe Mevlid’i Merhum Süleyman Çelebi ! Bülbül sesli hafızlar okudukça Hep aynı coşkuyu yaşatmakta Bizim Yûnus ilâhileri Mevlânâ Mesnevî’leri Çağdaş şair İkbal’in sesi Daha nicesi seslenişler var ki , Tam anlamıyla “İslâm şiiri” Şu gökkubbe altında nice çağlar Nice emsâl kubbelerde yankılandı Nağmeler ruhları sarıp sarstıkça Endülüs’ten Cava’ya Samarra’dan Viyana’ya İslâm’ın medeniyet şavkında Şiirleriyle Yahya Kemal Tarihin raksı’nı anlattı ! Kendi Gökkubbemiz*kadar Aziz İstanbul’da Kıt’aları râmeden Osmanlı heybetiyle Bu aşkta erittiler hepsi de zamanı ! …………………………………. Bu aşk tek Allah (c.c) hep Muhammed (a.s) aşkı Bu irfan doğrudan vahy-i Kur’an kaynaklı Türk soyunun vatan-millet sevgisi Özündeki misyonuyla tarih şuuruna bağlı Hem töreli hem devletli hem de heybetli Nice nesillere terceman nice “şairân” geçti ! Tarihin serencâmını masseden (“Bu kubbede Baki kalan bir hoş sadâ imiş !”) şiir-dil diye Şeyhî , Fuzûlî , Necatî , Nef’î Bakî , Nailî , Nedim , Şeyh Galip Arapça Farsça Türkçe edeb-i Divan’lara sahip “Sahib-i süyuf ve-l’kalem” Devlet-i Âliyye* Demek yiğit ehl-i ilim ve sanat sâyesinde Zirvelere yüceltmiş adını “üç kıta” üzerinde Bu ne devlet ki , Rabbim işte benim devletim Gönüllerden göklere âvâze her dem şiirim Tehlil tekbir tahmid’lerle âmin-li Fâtiha’lar Niyazkâr dillerde Gülbang-ı Muhammedî* sedâlar (“Vur pençe-i Ali’deki şemşîr aşkına Gülbangı âsumânı tutan pîr * aşkına !”) “Feth-i mübîn” müyesser “el-muzaffer dâimâ” (“Din-i İslâm’ın mücerret gayretidir gayretim !”) Dedikte “Mehemmed Sâni” mahlâsı “Avnî (*)” Mürşidi Akşemseddin Hoca Hüsrev Molla Gürâni Ordusu şehitler soyunun ahfâdı Mehmetçik’ler 725 Muştulu övgüsüyle Konstantiniyye Hadisi (*)’nin Uğrunda adaşı oldular Son Peygamber Muhammed’in Ve cennetlere kanatlandıkça ölümsüz şehitler O an birden şehâdet’in son demine erdiler ! Vuslatın tadıyla zaman sonsuzlukta eridi Aşk ritmini besteleyen nağmelerinde Ruhtaki ölümsüzlük zamana gülümsedi İşte Itrî , Dede Efendi , Hacı Arif Bey’ler Daha nice “Unutulmaz İsimler ve Eserler (*)” Terennümleriyle tarihin ihtişamını söyler ! Ve der ki ilimler hazinesi Mârifetnâme’de İbrahim Hakkı: (“Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler !”) Diye eğitti halk diliyle “hece ölçüsü” şiiri Sultan Fatih’in bile “hocasının hocası” Hacı Bayram Veli ! 4. Aradan nice yüzyıllar geçip gitti artık Nihayet İstiklâl Savaşı’yla kazandık Millet şairimiz Mehmet Akif’i ! Safahat* ışığında içten bilinçle okusaydık İçimizde duyardık İstiklâl Marşı güftesini ! Heyhat ! Öyle bir uykuya daldık ki , Garplılaşmak gafletiyle cehennemde uyandık (!) Ve zamanın bedîi Nur edîbi Şiir hakkında dedi ki : (“Kalbe gelen lâtif sözlerden Vezin-kafiye zarûretiyle Elbiseye göre beden yerine Bedene göre elbise !”) diye Kesinkes İslâm ölçüsüyle (“İmtisâl inşâdında bile ruh-u mânâ Bir irşâddır asrın modern san’atı-na !”) Menhus Garb’ın te’siriyle Asrın (“Şâir taslakları Virâne baykuşları …”) Düpedüz Hak’tan gâfil ! Neden bilmez nasıl duymaz Niçin okumazlar sanki Vahyullah Kur’an belâğatince Ne din ne tarih dersini Ne de vicdanın sesini ?! Şeytanca iğfallerle zelil Emperyalizm’in her türlü hilesi İdeolojik “izm-ler” desisesi Çağdaş enteller (!)’in beynine girdikçe Septik-lik’le kanını zehirledi ! Hâzâ iblis’ken “dinsizlik” felsefesi İşte dünya tarihinde benzeri gösterilemez ölçüde Toplumsal dertlerin özünde Batı’cı aydın ihaneti ! İlhâd zokasını yutan çağdaş şiire göre : 726 Tarih “masal” Aşk “şehvet” Haram ne varsa “doğal” Kim günahsızsa aptal (!) Yaşamak “şu an” ancak Keyfince her şey mübah ! Ne cennet ne cehennem “Ölümden ötesi yok (!)” Hayat dünyadan ibaret Hep uydurma (!) din-diyanet Güya hikâye-roman Her rivayet “esâtir-ül’evvelîn” (16 / 24. Onlara , “Rabbiniz ne indirdi” dendiğinde şöyle dediler : “Öncekilerin masallarını.”) Hepsi de öncekilerin masalları’ndan (!) Şiir “melankoli” Hakikat “hayâl” Sanat sanki sisli ayna Ayar tutmaz paradigma* Ruh nice “ütopik imaj” Her an bir başka boyutta Yaşanan sanal dünya ! Zaman gerçek denen yalan Hayâl şu görünen gerçek Öyle ya da böyle Hep başka “zann-ı rey” yorumlansa da Asla yadsınamaz yalansanamaz ; Zaten net “öz yasa” Hiç hem hiç değişmeyecek ! Ne açık gizem ruhumu gizleyen beden Görünen nesne de “öz”-ne tek görünmeyen ! Evren içyüzüyle acı Sanki dışyüzüyle tatlı ! Neyse ne kendince hem de herkes sormalı : Nedir bu zihinsel paradoks’un anlamı ? Varsa yoksa para şöhret ve kadın Boş-ver hele boşluk hiçlik oldukça Ötesi-ne (?) hiç aldırma hayatın İster boş olsun isterse dolu Bir baksan-a “ne başı var ne sonu !” Nasıl dünya ki ahbes a’ver-ler’in gözünde (A’ver: şaşı yahut tek gözlü. Dünya’yı âhiretsiz zanneden !) Asla bilinmez velhâsıl dibi-doruğu Tabiat’ın sinesinde herkes onun çocuğu (!) Olsun yeter ki , mey meze zevk-i işret çok Ne yazık ki , bu sefih “ibâhiye” bohem felsefe’de İsyankâr akıl var da itaatkâr şuur yok ! İşte bir şiir zamâne şairi’nden “Veli” dediğin buysa “tut kelin perçeminden !” Lâfa bak: “Olsam / rakı şişesinde balık” 727 Adam’ın düpedüz sanat-ı hayatı ayyaşlık ! Hele “vatan haini” (!) Nazım Hikmet Şiirinde ne “nazım” var ne “hikmet” (7) Ne yapsın artık “yoldaş İvan (?) Nazım (da) geçti / bu dünyadan !” ……………………………….. 5. Ve nihayet “Sultan-ı Şuarâ(*)” İyhâm ilhâd dini inkâr rağmına Sefih Batı’dan Büyük Doğu’ya İslâmca imân nuruna yöneldi ! Cinnet Müstatili* mapusâne odasında “Ayaklarıyla bile düşünerek” Büyük Kapı’yı seçti ! Sonsuzluk Kervanı’nda bir “topal köpek” -Kırık Mızrap*dilli Kıtmir (*) de aynı yoldaÇile’li Din Mazlûmu* Bitmez bu dâvânın aslâ Ne yolu ne de yolculuğu ! İlelebed mahkûm iken mahşere dek Rabbim bilir ötesinde ne var ne kadar Herkes kader yolunda tevekkülle yürüyecek Makbet’in diliyle “Anasının doğurduğu Ne fayda verebilir bu yolda ne de zarar !” -Bak , Kur’an nice âyetlerle bunu açıklar.Haydi bu hilkat sırrını kendi kitabından oku ! Milyon Para Tohum*mu , Bir Adam Yaratmak’ta ?! Yalnızca İhtilâl* değil oysa salt yasa Babıâli’nin İdeolocya Örgüsü* Büyük Doğu* nesli’ni aramakta ! İslâm Atlası’nda son sayfa Vasiyet* Kafa Kağıdı’nda v’Esselâm ! 6. Üstâdım ! Hakkını helâl ettinse Ne olur sakın gücenme bize ! Lâkin birara ukde oldu içimize ; Ben ki bir Büyük Doğu genciyim Kafamın yarısı benimse öteki senin Neden sonra Rapor’laştı sitemin “Vatan millet Sakarya !” istihzâsına rağmen Ülkü yolunda altıbin genç(*) şehit olmuşken -Neyleyim Okçu’nun Sancı’sı var yüreğimdeOnları savunmakta bir süre geciktin de Yoksa hakem olmakta tereddüt mü geçirdin ? Bu Büyük Dâvâ’ya me’mûr * Bu Büyük Millet* için , Mermilerin hançerlerin hedefi Körpe yüreklerde pıhtılaşan bu “kan” Millet uğrunda akan İslâm kanı* değil mi ?! (… Nazım Hikmet’in hayatı , sanatı ve şiirleri hakkında dostça ya da düşmanca yazılmış her türlü yerli ve yabancı literatür açısından nasıl değerlendirmek gerektiğini yine toplumsal vicdan muhassalası nice sağ-sol kavrayışların bileşkesi ille de gerçekçi bilinçlerin takdirine bırakalım. ) 728 7. Artık sen de ebediyen onlarla birliktesin ; Teveccühen tevessülüm Fatiha’larla “âmin” Dilerim son arzumu Rabbim kabul etsin ! Ey hayrülhalef neslin ölümsüz şehitleri , Hepinize “Allah rahmet eylesin !” Ektiğiniz tohumlar artık yeşerdi ! 8. Ve sen bu ülkenin genç şâiri , Kimden teşcî’ beklemektesin ? Aldırma ne yar ne ağyar kahrına ; Unutma ki , sen de bizim şâirimizsin ! Yaz “usta kalem” Anlat “büyük ses” Uyar “güçlü nefes” Sözün değeri bilinsin , Deccâl rağmına Mehdî aşkına ! (Ne demekmiş “olmak ya da ölmek” Dava tek: Ölmemek !) İşte tarih: Türkler “Hakk’ın ordusu !” Baş akılsız , akıl başsız durur mu ? Devlet “ebed-müddet” iken , Türk Başbuğ’suz kalır mı ? Yeter ki , şunu anla : (“Yüzüstü çok süründün ; Ayağa kalk , Sakarya !”) 9. Gerçek şairler gibi sen de inceden ince Sürekli “Allah adını yüceltmek” için , Hayr-ı Hakk’ı savunan dilinle kaleminle Kırık Mızrap* misâli bam teli’ne (8) Dokun da uyansın gönüller “mâ’şerî vicdan” -Kur’an irşâdı’na muhtaç elbette insanÖnce hafifçe dokun , sonra çok sert vur ! İslâm’ın adınca anlamı “barış” çağrısı’na , İçte-dışta şer güçler ezelden beri düşman ! İslâm karşısında domuztopu “millet-i vâhide” Ehl-i küfre karşı Türk gücüyle dur ! Türk adıyla hep yeniden yeniye Barış çağrısıyla yine çağdaş uygarlık kur ! Allah muîn* bu bitmeyen kavgada Haydi “kelle koltukta” vur Allah vur ! “Beden kurtulmasa da Ruh kurtulur !” (*) 10. Gelin toydaşlar gelin , Kavga şölendir bize ! Urun kardaşlar urun , Hakka söven densize ! 729 11. İşte bu kutsal dâvâ namına Akıbet şayet telef olmaksa Toprak olmakla da beden Ruh huzur duyacaksa , Şehâdet “din” şerbetinden İç-erek* kurtulmaksa , Hiç tereddüt etme, ölmekse de vur ! Zira emr-i Kur’an-ca içten* vermeden Mal can ve bedenle cihad* etmeden (9) Allah yolunda* vatan uğrunda Yardan serden en çok sevdiklerinden Severek isteyerek vazgeçmeyince Dünya gözde iken âhiret zaten sözde Ölmek de öldürmek de korku hissiyse, Yiğitlik önce bu korkuyu öldürmekte ! İmtihan (10)sırrı (“emvâlüküm ve evlâdüküm fitne”) Hiç düşündün mü “bezl-i can” ile , Nasıl “şehid” olacaksın gerektiğinde Şehâdet şerbetine susamadıkça ?! O öyle bir mertebe ki Kelâmullah’ta Ölümle ölmemek (“… bel ahyâ”) anlamında Hakk’ın vâ’dettiği “cennet” yakıncacık Sanki kokusunu duyacak kadar ! Türkçesi “uçmak” gibi Şereflerin en yücesi İman şuurunda ilk şart Ve tarih ufkunda son fırsat Sırf âhiret için yaşamak ! Şu dünyayı gözden çıkarmak Ve şehâdete kanatlanmak Ancak hak kıstas’a uymak Dostu düşmandan ayırmak ! İslâm ile milletleşen her yerde Allah yolu’nun dostlarıyla dost Hakk’ın düşmanlarıyla düşman ………………………………. Yaşamak İslâm’ca “barış” amacıyla Barış uğrunda savaşmak gerektikçe (“el-Cihâdü mâzin ilâ yevm-il’kıyâme”) Ruhlarda “cihad davası” başlar o zaman ! Büyük-küçük cihâda bağlı barış-huzur Yeryüzündeki ins ve cin şeytanlarına inat İslâm’ca imanda bütünleşmek kardeşçe (“Yâ eyyühellezîne âmenû-dhulû fi-s’silmi kâffeh” (“Ve lâ-tettebiû hutuvât-iş’şeytan” (“İnne-hû leküm adüvvün mübîn”) sırr-ı hikmetince (11) Dünyada barış ve insanlık onuru nasıl korunur başka Yoksa âsûde yaşamak varken kavga niye Öç ve göç’le uğraşmak revâ mı ömrünce 730 Neden bu cenk-cidâl düşmanlık niçin ?! Oysa hep isteriz ki şu ömür bahçesinde Şu “Tanrı sofrası” dünya kan ile kirlenmesin Her yanda dostça kardeşçe sulh-salâh olsun ! Tüm yeryüzünde tam barış olsun da lâkin İnsanoğlu doysun artık kan içmeye doysun ! Ah ne güzel dilek gönlümüzce haklı istek Bu hakkaniyet en soylu “edeb” edebiyatın ruhunu yoğursa Doğru duygu kitaplar ruhunca meydan nutku şuura hasret Hakk’a riâyet olsa kalır mı dünyada vahşet ?! Hani ya “âdemoğlu” tam kemâliyle ıslah olsa da Ne olur kan dökmese hiç fesat çıkarmasa ! Tâğût’a inat (39 / 17) illâ Hak emrine uysa ah ne olur Bilse herkes sonunda kendi ettiğini bulur ! Ömrünün bahçesinde ektiğini biçer elbet Zulmünün cezası neyse kendi çeker (12)âkıbet ! Ah ne çâre şu fena hayatın sefâletinde Hasâretten halâs azmiyle gayretli Ve niyeti “fevk-al’gâye” değilse heyhât Aşamaz ne nefsinde ne yoz muhitte berbât Tefessüh etmiş nice ortam gibi zor engelleri ! Zaten insan olarak ne var ki elinde Akıl vicdan irâde mi hepsi de “cüz’î (*)” Kanun-u kader’in hükmü ise “kevn-i küllî (13)” İşte bu noktada Kur’an irşâdıyla vicdan sesini Ve hakikat dersini kâmil üstâdlardan dinle ! …………………………………………… Ah şu şek ile yakin arasında silik çizgi Gizli iblis sultasını andıran “vesvese” Nice yersiz söz tutarsız aklın anlamsız vehmi Oysa “var-yok” demekle zaten değişmez netice ! Fâni olmasa fenâ olmazdı vefâsız dünya Aldanma ne adına ne tadına ne rengine ! Her dem sürekli değişirken hep renkten renge Dönen dünya kabuğunda hayatın cilvesi ne ?! Hayatın her cilvesi bir şamar suratına İnsan nasıl aldanır inkâr şamatasına ?! Bu kader yumağı insanı sardıkça Çâresiz sardıkça sarar tersine Akıl bu muammâyı çözmeye uğraştıkça Nefsin evhâm gayyâsına batar da yine Çözülmez ya doğrusu her adımda Kaderini yaşarken âkıbete mahkûm yolda Yine kendi elinle dilinle içten gönülden Sakınmak güzel iş her türlü mâsiyetten Bütün benliğinle teslim ol tek Rabbine Vahyin “habl-i metin” emrine sımsıkı bağlan ! Kur’an: (“Vâtesımû bi-hablillâhi cemîan …”) derken Türkçesi: (“Allah’ın ipine topluca sarılın da Asla ayrılmayın !”) diye emrederken 731 Kork da nefsaniyetle şeytan iğvâsına uymaktan İsyan seyyiâtının nedâmetine dûçar olmaktan Kurtul artık ruhunla ten-perest hevesattan Vazgeç gaflet tenbelliğinde uyuklamaktan Utan hele çocukça arzularla ağlayıp sızlanmaktan Ne çıkar zevksiz zevzeklikten hafif şakalardan Hele bunca yalan-dolan mizaçla çılgınlaşmaktan Dünyalık varlıkla şımarıkça azgınlaşmaktan ! Daha beter aldanışlarla boş-boşuna oyalanma , Hoyratlıkla pis nefsini şımartarak azdırma ! Art arda gece-gündüz nice günler boyunca Zikrin gereği fikrin derinliği şükürden asla ayrılma ! Uyan da gafletten yalnızca Allah’a rükû’-secde et ; Bilsen ki ne yüce kulluk şerefidir her ibâdet ! ……………………………………………. Her hecesi inanç sesi “gerçek şiir” işte bu : Özünde inanç yoksa “yaşama sevinci” olur mu ?! Yürek inanç doluysa boş şiir soluklamaz , Gerçek şuur nuruyla ruhsuz söz yorumlamaz ! Bu sevinçle yat-kalk Allah’a şükr-et namazda (14) Hürriyet ancak irâdenin bu kulluk râbıtasında ! Tevbenin gözyaşlarıyla teslim ol Rabbine her an Zaten yandın yanacaksın bari O’nun aşkına yan ! Hak’tan yüzçeviren bilmem ki bir hiç’ten başka ne; Ne insan artık ne hayvan ne nebat ne de madde ! Uçurumlar boşluklar yokluklar onu almaz , Hatta dışına kovar ruh bile hak gazabıyla ! Can tevekkül duyarken akıl nasıl yalanlar , İçte en “yakîn” O’ysa dışında yine O var ! Kehkeşan’da her kâinat üç buûd boşluk olsa , Hiçbir boşluk fezâsı inkâr boşluğuyla dolmaz ! Ruhundaki her boyut çâresiz dönüş yolu İç varlık sezgisinde “îman” ruhun kurtuluşu (15) Gökkubbeli zindanda ne uyku ne de ölüm Etlerin erise beynin delinse değişmez hüküm ! Var’sın yerle gök arasında çürüsen yine var’sın; Varsın mahvolsun beden yeniden haşrolmak için ! Ararken kendini bulur ruhun anlamı çok derin Kader’den kurtulmak yok kaçarken de kovalarsın ! Velhâsıl aklın açmazlarında bocalarsın aradıkça Oysa kalbin derûnunda bulacaksın anladıkça ! Aklın ilmin hayatın varlığın şerefi var; Nasıl yaşarsan yaşa bunu sana sorarlar ! Var hesabı kitabı sıratı mîzanı var; Var olmasa bu varlık bu âlemde ne arar ?! Ayet-âyet “bir dünya kilitlenmiş üstümüze” Göz gördüğünce “toprak ve ötesi …” (16) İbretle düşün hele şu âyetin hikmetini : (“Her şeyin anahtarı O’nun yanında”) belli ; (“Ve her şeyin dizgini O’nun elinde”) vesselâm ! (17) 732 12. Günboyu mavi bir aldanış çepeçevre ufuklar Nice güneşler batıyor mor akşamların koynunda Nice yıldızlar karanlığın gözbebeği yıldızlar Bunca ibret şavkı hikmet parlıyor semâların burcunda Çok uzaklardan bazı an daha yakın titreşiyorlar ; Ay-yüzlü bir güzelin mağmûm tebessümünde Mehtâbın ölümüyle mahzûn ürperiyorlar ; (“Lâ-tahzen innellâhe mea-nâ *”) dercesine ! Ne hüzünlü ürperti her ölümlü varlıkta Her bakış bir arayış derûnîleşen ruhta ! Şuur sâfiyetiyle nasıl anlamaz insan Sanki ayna misâli gökyüzüne baktıkça Nasıl ürpermez ki ruh nasıl uyanmaz vicdan ?! …………………………………………….. Bulur ruh hakikati tefekküre daldıkça (“Ve hüve mea-küm eyne-mâ küntüm”) sırrından (“Ve hüve Alîm’ün bi-zâtissudûr *”) O’dur ancak (18) Gönlümdeki hissiyâtın özünde bir başkası var mı ? Dar mı gökyüzü ihtişâmınca mânidar arzda hayat Gözlerdeki tek âhenk “kâinat mûsikisi” duygular mı ? Ruhumda korkular yaratan Rabbim ne ki “sünûhat” Şu evrendeki sanat tam şiir en doğal edebiyat ! Sözlerdeki tek kaynak Hak’tan “ilhâm-ı isti’dat” Her anlam şiirsel huşû’ şu lâfz-ı hurûfat kadar mı ; Sünûhâtı anlatmanın sanattan başka yolu var mı ? Renk ses hece her neyse “öz ve biçim” tek tarzı Ne iç ne dış dünyası sarsılmasa korkar mı ; Yoksa ürperten ölüm değil de yıldızlar mı ? Karanlığın ufkunda yıldız-yıldız hakikat Rahmân’ın huzûrunda her an cümle kâinat ! Benlik evren dört kitap tek Kur’an-ca son sınır, Zaman hercümercinde mağrûr nefis aldanır ! Bir damlacık su iken kendini deryâ sanır, Ancak kendini bilen benliğinden arınır ! Benliksizleşen zaten tek Rabbinden ruh alır, (“Ve-yebka”) hükm-ü Kur’an (“… Zü-l’Celâl”) Allah* kalır ! (19) 13. Oysa insan kan dökerek kirletiyor hunhâr ruh yol (20) Bak “Kanı kanla yuymazlar !” diye-biliyor ammâ , Soylu kanlarla ancak bu kan temizleniyor ! Denî-dünya zulmetinde “zulüm” var ; İnsanın hilkatine melekler şaşırdılar ! (21) Mâdemâ zulüm varsa mutlaka kanlar akar ; Vur zâlimin boynuna mazlûmu kurtar ! Zulmün hasmıdır Hak -“hukuk devleti” güçlü olsun; Vursun da zulmü yıksın “adl-i Hak” yerini bulsun ! (22) ……………………………………………………. (“İlâhî ente maksûdî : Sensin Rabbim tek maksûdum”); “Ne anlar eşşek hoşaftan” câhil anlamaz bunu ! 733 (“Ve rızâ-ke matlûbî : Senin rızâna ermek matlûbum”); Her nefes “Hû !” der de insan nasıl unutur O’nu ?! Özüyle gerçek şiir bir kuru can ışığı , Hak diyen Hak diliyle âyet-âyet konuşur , Sözüyle gerçek şair nur-u Kur’an âşığı , Hakk’ı bilen sonunda rızâsına kavuşur ! (1) Bkz. Kur’an: (26 / 221-227) (2) “ “ (36 / 69) (3) “ “ (37 / 35-36) (4) “ “ (09 / 40) (5) “ Kur’an-da Allah ve İnsan , Prof. İzutsu (sh. 160) Edebiyat Terimleri Sözlüğü , sh. 150: “İlham” (6) Zaman G. 05 Mart 2000 / sh. 14: (Pazar Yazıları , Orhan Okay : “… Osmanlı şiirinin , benim benimsediğim , başlıca iki istikameti vardı : Garamî ve hikemî. Birincisi aşkla ilgili anlamına gelmekle beraber bugün verebileceğimiz bir karşılıkla “lirik” demektir. İkincisine “didaktik” demeye dilim varmıyor. Onlar bütün bir Doğu felsefesinin , İslâm düşüncesinin ve millî kültürün süzülmüş vecizeleri , aforizmaları hükmündeydi.”) (7) Zaman G. 07 Mart 2000 / sh. 4 : Keyfiyet , Ahmet Selim: (“… Türkali’yi dinlerken … / Siz komünist misiniz …? O da cevap verdi: Marksist-Leninist’im ! Hâlâ mı ? Gayet tabii ! / Ahmet Hakan’ın şaşırmasına çok güldüm.”) (8) Zaman G. 06 Mart 2000 / sh. 20: (Kâinat Musikisi / “His ve duygularımızı birer bam-teli* hâline getiren Allah , bizlere en nefis mûsikîleri duyurmak için âdeta kâinattaki görüntü ve hadise leri de birer mızrap yapmıştır.”) (9) Bkz. Kur’an: (09 / 38, 44, 52) (10) “ : (08 / 28) (11) “ : (02 / 208) (12) “ : (99 / 6-7) (13) “ : (34 / 3) (14) Hadis-ler: (“Namaz, Din’in direğidir.Namaz kılan dinini kuvvetlendirir; kılmayan ise yıkar.”-Beyhaki*) (“Namazı terk etmeyin. Namazı kasden terk eden , Allah ve Rasûlü’nün himâyesinden çıkar.” – İmam Ahmed*) (15)Türkiye G. 03 Ocak 1991 / sh. 9: (“Namaz kılan kurtulur. Kılmayan perişan olur.” –Taberanî*) (16) Sıtkı Yırcalı’nın şiirlerinden. (17) Bkz. Kur’an: (06 / 59) (18) “ “ : (57 / 4 – 6) (19) “ “ : (28 / 88 ve 55 / 27) (20) “ “ : (02 / 30) (21) “ “ : (02 / 34) (22) “ “ : (34 / 26) GERÇEK ŞAİR’E ZEYL Bak ne katı akılcılık ne aşırı duygusallık Ki ortası Kur’an yolu sağcı kim solcu aradık ! Gör ne yanlı akımcılık ne taşralı aldırmazlık Tam olmalı insan soylu , arlı-onurlu yaşadık ! ………………………………………………. Ne yalan ne de hırsızlık “gayemiz tek: namuskârlık” Haslet tâat* temel mantık: Kitap kavlince sakındık ! 734 HAYAT YORUMU 1. Dıştan gayet yumuşak hayâl serâbı gibi İçten içe ufkumu sert ağır katı gördüm ! Her şeniyet muhakkak fıtrat icâbı sanki Her ne-dense tam doğru kader ruhta kördüğüm ! 2. Doğrusu (“Allâhü a’lemü bi-murâdihi”) İşte hayat yorumu (“ve âhiru da’vâhüm: en-il’hamdü-lillâhi Rabb-il’âlemîn”) belli Ne varsa Hakk’ın nuru her âyette gördüğüm ! YÂD-I “ÜSTAD” 1. Ölüme hasret ömrünün müntehâsı Allah’a vuslat som aklın dehâsı ! Yetmişsekiz yaşın kader imzası “Kafa Kağıdı” terhis hâtırası ! Kerameti zahir üslûp-edâsı Aynı îman okunsun Fatiha’sı ! 2. Tevellüdü vefatının ferdâsı İki fecrin arasında dünyası ! Fatihan nesli’nin “Fetih haftası” İslâm mührü Büyük Doğu*yaftası ! Kerameti zahir üslûp-edâsı Aynı irfan okunsun Fatiha’sı ! 3. “Bâ’s-ü bâ’de-l’mevt” için ruh dâvâsı Kalemini kılınç kıldı Mevlâ’sı ! Kahr’eyledi üstâd cümle ilhâdı Bu “Çile” evlâdı vatan feryâdı ! Kerameti zahir üslûp-edâsı Ayn-ı Kur’ân okunsun Fatiha’sı ! (Bursa , 29 Mayıs 1983)* NECİP FAZIL MİSYONU: “Büyük Doğu” (Bkz. İslâm Estetiği ve İnsan / sh. 357: “Mustafa Şekip’in sanatı ve sanatçıyı sırf psikanaliz’le açıklamasının yanlışlığı bir yana bırakılırsa , çarpıcı bir Necip Fazıl portresi çizdiği bir gerçektir.” / Sh. 360: “İkinci dünya savaşının dünyayı kasıp kavurduğu , Türkiye’de ise Millî Şef istibdâdının bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü bir dönemde (1943) yayın hayatına başlayan Büyük Doğu , adıyla da Necip Fazıl’ın fikrî çerçevesini ve özlediği geleceği veren bir misyon dergisidir. Nitekim kısa bir sürede müslüman kimliği belirginleşerek bir “mektep” hâline gelecektir. Necip Fazıl’ın yıllarca çilesini çekerek kafasında oluşturduğu “Poetika” da bu dergiyle birlikte doğar. ( … ) Necip Fazıl’a göre, “ŞİİR mutlak hakikati arama işi , mutlak hakikat ise Allah’tır. İlmin 735 görevi de aynısıdır , fakat o mutlak hakikati polis gibi arar ; şiir ise hırsız gibi …”) (Bkz. Akit G. 29 Mayıs 2000 / Mustafa Şahin: “O’nu rahmetle anıyoruz: …”) BEYAN-I HÂL Şuur ruhsal söz-misâl şerh-i beyan nitekim Beyan-ı hâl bu minval “meâl”-lisan şiirim ! 1. Müz’iç istifsârıyla sarsılırken benliğim Ruhumun aynasından şuur yansıtan beynim ! Dost düşman duysun işte bildiğim bilmediğim Her soruya cevaben bâri Allah* diyeyim ! 2. Başka bilgim yok zaten ben her zaman böyleyim Elimdeki şu Kur’an diliyle söyliyeyim : (“Siz bilmezsiniz ancak Allah bilir.”) nitekim Ayetler göz önünde bilmem ki ne diyeyim ?! 3. Ne olur Ben’i benden sormayın işte hâlim Zira hâlimi beyan üslûbundan âcizim ! Terceman olsun diye ruhuma her şiirim Volkan gibi âniden patlayan bir şâirim ! 4. Her şiir ruh iklimim Mesnevî’ce ney sesim Tam Bizim Yûnus’leyin Alp-Erenler nesliyim ! Hak bilir dil-ehli’yim , Din-le “iklim-i tâ’lim” Yanardağ gibi derin nefesimle hem-dem’im ! (Bkz. Sızıntı*/ Kasım-1996, sayı: 214 / sh. 446: “Yanardağlar gibi lâv püskürtmeye hazırlanmışken öfkesini yutabilen insan , bazen bu davranışıyla en yüksek velâyet derecelerini elde edebilir.”) TÜM ÇEVİRMENLER YALANCI (!) (Bkz. Edebiyat Terimleri Sözlüğü / “Tercüme: Çeviri. Bir dilden öbür dile yapılan aktarma. Bu işi yapana mütercim (tercüman) denir. Türk edebiyatında Batı’dan yapılan ilk çeviri , Fenelon’un Telemak* adlı romanıdır. Yusuf Kâmil Paşa , 1862 // “Küll-ü mütercimin kezzâb: Bütün çeviriciler yalancıdır.” (Arap atasözü)* “Çeviri , kadına benzer ; güzel olursa sâdık olmaz , sâdık olursa güzel olmaz.” (İtalyan atasözü)* “Tercüme, sadece kelimelerin karşılığını koymak değildir , dilde bir yaratma işidir. Sadece kelimelerin karşılığını bulmak olsaydı , bugün diyelim ki Fransa’da her ingilizce bilenin ingilizce kitapları iyi tercüme edebilmesi lâzımdı. Ama öyle değil … Her roman , her şiir , her şeyden önce bir sanat eseridir ; onu başka bir dile çevirirken o yeni dilde de bir sanat eseri olmasına çalışmak gerektir.” Nurullah Ataç, Günlerin Getirdiği*// “Tercüme-i hâl: Bkz.Biyografya (Fr. Biographie): Bir insanın hayatını anlatan eser.”) (*Karabük-Safranbolu ‘da Yazıköy’lü hemşehrim’in şifa bitkilerinden ilaç ve safran’lı şampuan imalâtı yapıp sattığı dükkan vitrininde şu şiir dikkatimi çekti : “Çanakkale Şehitlerine atfen yazılmıştır … Düşmanlar sarmıştı dört-bir yanınızı Savaştınız, akıttınız tertemiz kanınızı 736 Gökyüzünden , şavkı vurdu ay-yıldızın Şekillendirdiniz, şanlı bayrağımızı …” Dikkat: Türk bayrağının doğuşuyla ilgili bilgi kaynaklarına bkz. / Ali Baba*(Alp) 03.08.2004 / www.dermanalibaba.com ) MASAL ÜLKESİ Gerçek kader “öz anlam” masalımsı benliğim Rabbim “mecaz söz”-misâl hakikat hayâllerim ! 1. Yumruklanmış boksör gibi Abandone kroke’yim ! Susuz kalmış serhoş gibi Spontane kriz’deyim ! 2. Kimse bilmez endişemi Ben kimim hem neredeyim ? Nice bitmez endişe ki , Benliğim hayâl âlemim ! 3. Ne aklımca bilebildim Ne gönlümce sevebildim Ne yolumca gidebildim Ne hâlimi diyebildim , Söyleyin dostlar ben kimim ?! 4. Yol boyunca uzayıp giderken günlerim Şu ruh gibi karizmatik gölge beden benliğim Benlik kim ölümlü beden gölgesi miyim ? Aklım gönlüm ve işte hayâllerim Bilmem niye duygusal düşüncelerim ?! Zaman sularına yansıyan ben miyim ; Yoksa bir başka benlikten miyim ? Yûnus’leyin (“… benden içerû”) kim ; Nitekim hep O’nu özlemekteyim ! Her an tek O Hak aşkıyla hemdem iken Hangi dünyalarda ben neredeyim ?! 5. Benliğimi tutsaklayan Dost görünen nice düşman Sardı da dörtbir yanımdan Boydan boya çarmıhladı çiviledi Masaldaki “Gulliver’in Cüceleri” Daha çocukken girdiler de dünyama Üstelik hiç çıkmadılar bir daha ! Demekki ben ya onlardan biriyim Ya da tamamen onların elindeyim ! Kimbilir nice bilinmezlik varken Gizli güçlerin tahakkümündeyim Ve sanki bir masal ülkesindeyim ! 737 ……………………. Sonsuz tek güç Allah hep gönlümce şehâdet’im , Rabbim “misâl âlemi” gerçek mi hayâllerim ?! Belli “lâ-teşbih” hepsi “darb-ı mesel” söz zevkim , Hakikat tek Kitap’tan “nükte”-mecaz şiirim ! “ÇİRKİN CÜCE , İRİ DEV VE DAĞ ADAM !” (Bkz. Gulliver’in Gezileri , Jonathan Swift , Nurdan Yayınları – İst.1993 / Sh. 7: “ … koltuk altlarımdan belime kadar her yanımdan sıkıca yere bağlanmıştım. Tam bu sırada çevremde bir takım sesler ,uğultular duydum. Fakat yalnızca gökyüzüne bakıp yürüdüğünü , göğsümden geçip çenemin altına kadar geldiğini hissettim. Gözlerimi aşağı doğru kaydırınca bir de ne göreyim ? Bu , parmak kadar bir insan değil mi ? Ardından otuz-kırk kadarı daha geliyordu. Hayret ve şaşkınlıktan tiz bir çığlık kopardım. Bunun üzerine hepsi korkudan kaçışmaya başladılar. Ellerinde yayları , sırtlarında okluk-ları olan bu insanlar biraz sonra yeniden yanıma geldiler. Hep bir ağızdan bir-şey söylüyorlardı. Fakat ne demek istediklerini anlayamıyordum.” / Sh. 37: “ … Brabdingnag ülkesinde hep iri şeyler (devler) … // … Lilliput ülkesinde çirkin cüceler … // Dağ adam … / Grildrig …// Lilliput hakkında meraklı okuyucularıma bazı bilgiler vermek isterim.”) (Bkz. Kur’an: 22 / 2. “… Sen o gün insanları sarhoşlar hâlinde görürsün ; oysa ki , onlar sarhoş değillerdir. Lâkin Allah’ın azabı çok şiddetlidir.”) ZOR OYUN Avanak maymun hırsından yorgun Barışta kartal savaşta kuzgun ! Uzaktan mağrur yakından mahzun Dıştan çok kolay içten zor oyun ! BAHANE Yaşamak can bedeli bedenle öleceksin Yabancı saatlerden son vaktini sormak yok ! Şimdi işin vaktini sen kendin bileceksin Zor bilgiden kaçarken cehline bahane çok ! (Bkz. Safahat , Mehmet Âkif Ersoy, Feza Gazetecilik / Zaman , Cilt 1 / sh. 284 – 87 “Hasbihal” (“Mâ-medâ fâte ve-l’müemmelü gaybün Fe leke-s’sâatü-lletî ente fiyhâ (*)” / Geçen zaman uçup gitti ; gelecek ise belli değil. / Sen ancak içinde bulunduğun hâlin sahibisin !) Diyorlar : “ömrü insanın yetişmez kesb-i irfâna …” Bu söz lâkin değildir her nazardan pek hakîmâne Muhakkaktır-yâ insanlar için bir gâye-i âmâl ; Edenler ömrünün sâ’âtini hakkıyle isti’mâl Zaferyâb olmasın isterse varsın asl-ı maksûda Düşer bin maksad idrâk eyleyip bir zıll-i memdûda Evet , her türlü mânâsıyle irfan durdurur azmi … Fakat , insanlığın mânâsı olsun öğrenilmez mi ? Cibillîdir taharrî-i hakikat hırsı âdemde , Onun mahsûlüdür meşhûd olan âsâr âlemde ! 738 Atâlet fıtratın ahkâmına mâdem ki isyandır ; Çalışsın , durmasın her kim ki da’vâsında insandır ! Zuhûr etmekle her ma’lûma karşı bir alay meçhûl Neden olsun o mâlûmâtı idrâk eyleyen medhûl ? Evet , ma’lûm olanlar olmayan şeylerle bir nisbet Edilmiş olsa , gâyet az çıkar evvelkiler elbet ; Fakat câhille âlim büsbütün nisbet kabûl etmez , O bir kördür , bu lâkin doğru yoldan hiç udûl etmez ! Diyor Kur’an: “Bilenler , bilmeyenler bir değil … Heyhât Nasıl yeksân olur zulmetle nûr , ahyâ ile emvât !” Bu hikmetler bedîhidir – senin indinde elbette ; Fakat , çok sevdiğimdendir ki , tekrâr eyledim işte ! Sadeleştirilmiş Türkçesi : “Görüşüp dertleşme” (*) … Diyorlar : “irfan tahsiline insan ömrü yetmez …” Fakat öyle her yönden hikmetli değildir bu söz. Muhakkak her insanın bir ideali vardır ya ; Ömür saatini kullananlar hakkıyla , Asıl maksatlarına isterse ulaşamasınlar , Binlerce maksada erişip sonunda bir ferahlatıcı gölgeliğe varırlar. (zıll-ı memdûd ?) Evet , her türlü ma’nâsıyle irfan durdurur azmi … Fakat insanlığın anlamı olsun öğrenilmez mi ? Gerçeği arama tutkusu insanda yaratılıştandır , Dünyada görülen eserler bu tutkunun ürünüdür. Madem ki tembellik yaratılış kanunlarına isyan etmektir ; Öyleyse insanlık iddiasında bulunan durmayıp çalışmalıdır. Her bilinene karşı bir yığın bilinmez ortaya çıkıyor diye , Bilinenleri anlayıp öğrenen niçin ayıplansın ? Evet , bilinenler bilinmeyenlerle bir kıyaslansa , Gayet az çıkar öncekiler elbet ; Fakat câhille âlim hiçbir şekilde kıyaslanmaz ; Biri kördür , fakat biri doğru yoldan hiç sapmaz. Diyor Kur’an: “Bir değildir bilenlerle bilmeyenler …” (yazık !) Nasıl bir olur “karanlıkla aydınlık , dirilerle ölüler !” Bu hikmetler sence de bilinmektedir elbette ; Fakat çok sevdiğimdendir ki , tekrar ettim işte !) Not: Bu vesileyle hatırlatmak isterim ki , Müslüman-Türk evlâtlarının elinden ve dilinden hiç düşürmeksizin feyiz alabileceği kitaplar arasında ders-i edeb / edebiyat, fikir-sanat zevkini geliştirmek bakımından bilhassa şayan-ı tavsiye değerini benimseyip başkalarını da yararlandırmayı isteyerek daima okunması ve okutulması gereken ilk eser tercihen Safahat , tam idol şâir bilâ-tereddüt M. Âkif olmalı ! KUYRUKLU YILDIZ (Kur’an: 16*16. “Ve nice işâretler ! Yıldızla da onlar , yol ve yön doğrulturlar.”) 1. Bilim gözüyle sanki kaos’tan kosmos’a Yaradılış süreci sayısız boyutlarda ! 739 Her canlının cevheri dölyatağı doğa’da Makro-mikro çoğalan nice nice varlıklar Yaklaşan son kıyamet ve kuyruklu yıldızlar ! Efsâne çağlar boyunca yaşanan nice zaman Her an ruhlarda haşyet mûcize korkusundan Biliyorum yeterince tanımadığım şu dünyalar Kehkeşanlarda saklanan güneşler sayısınca Günler geceler dolusu daha nice zamanlar ! Yüzyılları yargılayan nice cesur adamlar Kuyruklu yıldızlar gibi gelip geçmiş de Vahyin ışığında parlayan gerçekmiş işte ! ………………………………………… Her insan tam anlamıyla bari bilseydi Son yalvaç’tan sonra artık sapıklık bitseydi ! Niye bilmez düşünmez nasıl ürpermez vicdan Mahşere dek yol gider önünü görmez insan ! Ötelerce gökleri Rabbim kuşatan zaman Yeryüzü takviminde sanki bitmeyen yalan ! Tıpkı bizler gibi güya her gün yarı uykuda Bu yolculuk evrendeki hangi samanyolu’nda ? Tarihin en doğru masalı işte “şu yalan dünya !” Oysa ne tarihler masal ne bu dünya yalan Ne hakikatsiz hayâl ne de uykusuz rüya “Ve Tanrı insanı yarattı”(*)sonsuzluk akışında ! Ben de her an o mûcize hakikatin çağdaşıyım İslâm’sız çağdaşlık (*)aldatmacasına karşıyım ! 2. Basiretli aklın ışığında gelişirken mantık Giderek teknoloji’ye tutsak olsa da uygarlık Modern’leştikçe yozlaşan bilim ve sanata rağmen Gün gelecek elbette Allah’a dönecek yeniden ! Doğru anlamıyla kavramış değil bedbaht insanlık Ne yazık ki büsbütün sapkınlaştıkça artık Yoksunlaşmış geleneksel inanç kültüründen Bilmiyor iman gücündeki üstünlüğü şimdi bile Yeterince anlamış değil ne Doğu ne de Batı İslâm’daki “kardeşlik” gerçeğinden çok çok uzak Yeni fantezilerle süslenen çağdaşlık yalanı ! Bön bön bakışlar gibi hepten hödük dangalak Nice medyatik tuzak dizi dizi kitaplar Salak asalak tipler ve polemik hitaplar Arsızca hoyratlaşmak çağdaş ilkellik* huyu Hayat sırf bencil sükse ve körebe* oyunu ! Bir avuç solcu ateist toplumun akıl hocası Nesnas gürûh tutkusuyla tam çıplaklık modası Aklını başından almış da unutturmuş ahlâkı İnsiyâkıyle hayvanca yaşayan bilmez Allah’ı ! Sanki daha mı değerli “televizyon” gökyüzünden Teknoloji hârikası bilgisayar * insan beyninden Daha mı canlı câzip ya da renkli ve güzel 740 Hangisi daha düşündürücü ve daha doğal ?! Şayet tam hayranlık duymak gerektiğinde Öncelik kim daha lâyıksa sorup araştıralım Sapık zanların azgın gururuna aldanmayalım ! Bu susmayan sorulara kimler cevap verecekse İşte onlar benim gerçek dostlarım ! 3. Gerçeklere yaslanarak nice değerler üreten Hele dingin düşünmeyi bilge konuşmayı seven Ruh ateşi sönmesin ve beden soğumasın diye İçten yakmak canlandırmak aşk nefesiyle Okuyan bilinçlerin “bileği taşı” kitaplar , Hem yıktılar bir yandan hem yeniden yaptılar ! Hem de aydınlattılar içten içe kör dünyayı Bilgi ve yetki gücünün kötülerine karşı Korkusuzca başkaldıran düşünce adamları Temelde halkı uyandırmak çağı aydınlatmak Ve insanlığı zorbalıklardan kurtarmak uğruna Hunharca çarmıhlanan tek örnek değil ki İsa ! Vatikan’cı tahrifat “tarih” hikâye-roman Batı’nın inançları Kitab-ı Hakk’a bühtan Nitekim tek hakikat tam Kısas-ı Enbiyâ ! Kökeni yanlışlara bağlı kötülükler karşısında Ölümüne savaşmış nice adsız kahramanlar ! Yığınla câhil budala şarlatan eşirrâ engellese de Öncü yeniliklerle çığır açmış uygar gelişmelere ! Onlar başkalarıyla uğraşırken usanmadan Korkmuşlar en çok kendi yanılmalarından Hatta ne denli haklı ve güçlü olduğunu bile Kıskanç dostlar arasında tam tamına anlamadan Nasıl da sessizce gitmişler şu nankör dünyadan ! Ben bu yiğit ermişlerin safındayım Türkçesi alp-erenler’in çağdaşıyım ! 4. Şu deccâliyet çağı’nın vahşet ortamlarında Haydi “ehl-i mürüvvet” kim görelim müslümanca ! İnsanların çoğu şaşkın pis sefil hayvandan aşağı Kendi özünden uzak gözalıcı gökyüzüne yabancı Tanımazlar yeryüzünü aydınlatan gerçek yıldızları Çağdaş değil bunlar Bilgi çağı’nın yüzkarası Dünyadan büsbütün habersiz ve tam çağ-dışı ! Her toplumun cühelâ süfehâ eşirrâ takımı Sûret-i Hak’tan görünen eşraf-ekâbir başbelâsı Din bilim tarih diye ne varsa inandıkları Sırf kendi hayâlleriyle düzmece safsataları ! Eski masallara karıştıkça her kutsal varlık Akılcı çağdaşlık adına çağdışı inkârcılık ! Geçmişi ahmakça yorumlayan kahrolası hurâfeler Akademik kafalarda kökleşen ideolog-aymazlık Hele şu Kur’an çağı’nda modern fantasma yobazlık ! 741 Sayfalar dolusu yalanlara karıştı gerçekler Elde kalan son tanık ancak parmak izleri Vahyi yalanlayan mantık yoz aklın sefâleti ! Kur’an baştan sona “iman-inkâr diyalektiği” Arayan gözler doğrularken gönüldekini(*) Gökler yeniden gösteriyor sürekli mûcize’yi ! Kendimce onun dünyaya en yakın ucundayım İnkârcı sürüngenlere karşı Allah’ın cezâsıyım ! 5. İslâm mûcizesiyle bütün zamanların tarihinde Adem’den Kıyamet’e şu dünya-hayat sürdükçe Hakikat aşkıyla hayran ruhların çağdaşıyım ! (Bkz. Kur’an: 4 / 157-8) Hz. İsa Aleyhisselâm’ın salbi ve ref’i hk. İslamî Kaynaklara göre Peygamberler , Doç.Dr.Abdullah Aydemir ,T.Diyanet V.y.-90 /sh. 235-268) (Bkz. Zaman G. 21 Mayıs 1996: “Göktaşı sıyırdı geçti ! / Dev bir göktaşının , önceki gün akşam TSİ (Türkiye saati ile) 19.48’de dünyayı sıyırarak geçtiği bildirildi. Bilim adamlarının verdiği bilgiye göre, saatte 67 bin kilometre hızla yol alan göktaşı , dünyaya 518 bin klm. uzaklıktan geçti. Bir milyon kilo metreden yakın geçen göktaşları , dünyaya aşırı derecede yaklaşmış sayılıyor. Gezegenler arası boşluk ta , 100 bin dolayında serseri (!) göktaşı dolaşıyor. Bunlardan biri 65 milyon yıl önce (?) , şimdiki Yu catan yarımadası bölgesine düşmüş ve yeryüzünde hayatın üçte ikisinin yok-olmasına sebep olmuştu. Önceki gün akşam geçen göktaşının , şimdiye kadar dünyaya en fazla yaklaşan göktaşı olduğu bildirili yor.” Newyork -AA)* (Bkz.Takvim G.17 Mart 1998: “26 Ekim 2028 saat 18.30 Kıyamet kopacak !”)Vakti değil alâmetleri belli ! (*) “En gelişmiş bilgisayar: Beyin …” hk. çeşitli bilgi kaynaklarından araştırma yapılabilir. (Bkz. Dünyayı Değiştiren Kitaplar “Basılı sözün büyük kudreti” Robert B. Downs , Tur Yay.-İst. 1980 / “İnsanların baskı ve zulme karşı isyan etmelerine sebep olmuş , savaşlar çıkartmış , insanın kendisi ve evren hakkındaki fikirlerinde inkılâp yapan kitapların özeti , yorumu , kritiği” Prof. Dr. Erol Güngör : “Büyük Eserler ve Biz / Önsöz ve Giriş” Sh. 11 – 26) (Bkz. Zaman G.10 Mart 2000 /sh.15: Zaman Yazıları , Hilmi Yavuz “Aydınlanma , Batı-dışı kültür ve özne”) YENİ DOSTLAR 1. İbn-i Haldun’a göre: “kurmuş öz bedeviler Her devleti sonradan yıkmış yoz medeniler !” Lâkin sözün özünde şu yorum daha gerçek: Hiç geçmişi olmayan kuramaz zaten devlet ! Tıpkı her insan gibi doğacak ve ölecek Her toplumun kaderi neyse onu görecek ! Türk tarihi ilk “Bozkır medeniyeti” demek ; Gerçek göçebelik mi “Orhun Anıtı” dikmek ?! Örnek “Andronova” ilk “Yenisey Kültürü” tek ; Kök özümüz belliyken niye hep kötülenmek ?! Düşmanlık kıskançlıktan başka ne bugüne dek , Uygarlık “kap-kaç” sahte “ümran” gösterilecek ?! (sh. 50, 53: Tarih Psikiyatri Divanında / sh. 223 *) 742 Ehl-i Salip husûmet “sebep” açık Kur’an-ca , “Yok Türk’ün gerçek dostu demekki Türk’ten başka !” Öncelik iki örnek “kaynak kitap” en başta , Bu sözün yorumunu tam oku , doğru anla ! 2. Allah’a yönelirken mahzûn şikâyetlerim Cühelâ arasında ben onlar gibi miyim ? Ahmak kafa ne anlar ruh derûniyetinden Bön bakar bencil yaşar yoksun aşk ateşinden ! Eşşekçe şehvet keyfi içten istek nefesi , Sanır ki herkes böyle anırmak tek hevesi ! Bereket düşünce-mi “iç dil: aşk” diye-bilsem İşte gerçek öz “sevgi” şiir’ce dillendirsem ! Yerden göğe yükselen ruhumun gözyaşları Gökyüzünden dökülen yağmur damlacıkları ! Acımasız toplumda altta kalmak ne acı , Alt karınca yuvası üstte arı kovanı ! Çoğu sıradan insan dolduruyor dünyamı , Her üstünlük yalnızca seçkinler katında mı ? 3. Tarihte her düşünce birkaç şüpheli adım Ben de aynı yollarda hem şaşkın hem yalnızım ! Bir yanda yalanlarla dünyayı aldatanlar Ötede vurdum-duymaz yığınla şarlatanlar ! Mağrur gevezelerle başım dertte dostlarım , Boşuna lâf mı hele yıllarca çabalarım ?! Söz sohbet ders ve vaaz hizmet aşkıyla yandım , Konuştum her fırsatta ve sayfalarca yazdım ! Paul Hazard’ın gözüyle baktığım yüzyıllarda “Gerçek nedir ?” arayan işte bütün Avrupa ! İnsanı şaşırtmaktan hoşlanan şüpheciler Hepsi de birbirinin candüşmanı benciller ! Çılgın “haçlı sürüsü” isyancılar dinsizler Tanrısız bilimsellik(*) putlaşan düşünceler ! 4. Şu Batı’ya baktıkça gözlerim kararıyor , Kötü büyüleriyle yüreğim daralıyor ! Teknolojik hızıyla sırf seküler uygarlık Materyalist mantıkla vicdansızca hayvanlık ! Pozitivist kafada şu aklın anlamı ne (?) Lânet olsun maddeci inkâr felsefesi’ne ! Papa’ya karşı haklı İsa’ya karşı suçlu Batı çok konuşurken Doğu şaşırıp sustu ! Bizim aydınlarımız hele dönsün özü-ne, Dönülecek yeniden hesaplaşma günü-ne ! Kurtaracak yol mu var başkaca son Hak Din’den Aklı tanrılaştıran modern putperestlik’ten ?! Kur’an her âyetiyle uyandırırken aklı , Ancak bu tefekkürle anlarsın hakikatı ! Üstün uygarlık kurmuş Batı akılcı yolda , 743 Kaderci miskinlikle Doğu hâlâ uykuda ! Rabb’in inâyetiyle ruhumuz uyandıkça Hayatın dengesini bulacağız İslâm’da ! 5. Yüzyıllarca çağlara öncülük tarihimiz , Çağdaş yalanlara mı aldanmak tâli’imiz ?! Medeniyet yolunda aydınlatan kitaplar Yeni dostlar arayan yeni düşünceler var ! ………………………………………… Gülümseyen her sözcük dudaklarda öpücük Bir yudum sevgi için dünya ne kadar küçük ! Bilmem nasıl anlatsam gönlümdeki şiiri , Özleşen dil sevgimi nice özlemlerimi ?! ……………………………………… İslâm’ı anladıkça dünyanın her köşesi , Her vicdan tek Allah’a çağrının gerçek sesi ! Yeryüzünde insanlar birbirini sevseydi , Dünyaya çok görmezdi Rabbimiz cennetini ! Yaşarken düşman gibi “-canı çıksın gebersin !” Ölünce de derler ki : “Allah rahmet eylesin !” ……………………………………………. 6. Ömrümce tanıdığım dostlarımı özledim , Gidenler gelmediler yollarını gözledim ! Sağ olanları bir bir sorsam arasam bulsam , Nice yârenler gibi artık ben de kurtulsam ! Yarım asırlık ömür hüsranla geçip gitti , Hakk’a vuslat hasreti artık canıma yetti ! (“Se-ye’ti-z’zaman”) sırrı belki daha hayırlı , Üstündeki hayattan rahat toprağın altı ! Ölüm öyle “yakîn” ki , gözümün verâsında Öyle eşsiz şiir ki , gönlümün sevdâsında Bu nasıl hissiyat ki , ölümün anlamında İçim canlandı birden her nefes sonrasında ! Dostlarım birkaç adam , yollarım birkaç adım Önceden belli sonuç , işte omuzlardayım ! 7. Islak gözlerde renk renk ölüm sağanak yağmur Billûr gönülde “gerçek” her lâhza parlayan nur ! Görünen tek gerçek var zamanın aynasında Beklenen yeni dostlar İslâm’ın dünyasında ! (Bkz. Atasözleri ve Deyimler, E. Kemâl Eyüboğlu , Cilt-1 / sh. XV (Giriş): Yunus’un ; “Erenlerin sohbeti artırır mehabbeti , Cahilleri sohbetten her dem süresüm gelir !” - derken , kasdettiği “câhil” ; kendini ve dolaysıyla Rabbi’ni bilmekle haddini de bilmenin edeb ve irfan inceliklerini kavramış ârif *-kişilik karşıtınca anlamında düpedüz kendini ve haddini bilmez kişidir.) (Bkz. Zaman G. 05 Kasım 1996 “Tefekkür : Dinde Mistisizm” / 06. 11. 1996 “Politikada Mistisizm”) (Bkz. Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme, Paul Hazard / Çeviren: Erol Güngör , Tur Y. – İst. 1981) 744 (Bkz. Destanlar Devrinden Günümüze Türkler’in “Tarihi Coğrafyası / Kültür ve Sanatı” Altın Kitabı , Cilt-1 / sh. 12: “İbn-i Haldun’un yanılgısı: Bozkırda yaşayan Türkler ise, besicilik yapmış , demiri çeliği altını işlemiş, toprağı ekmiş, bark yapmış, kurgan yapmış, anıt dikmiştir. Teşkilâtçılığı sâyesinde de birçok devletler kurmuştur. Gerçek göçebe toplumlarda bu özellikler yoktur.”) AÇIN ŞU KAPILARI ! 1. Evrensel çok boyutsu insanın bilincinde Doğru görüntüler var hakikat gözönünde ! Konuşan sonsuzluk şu yüce vahyin dilince Gerçek sezgiler doğar aydınlanan gönülde ! 2. Şiirle kanatlanır göz ve gönül hayâle Her yakınlıkta akıl uzak kalır kendine ! Zamanda boyutlanır ötelerce mesâfe Ansızın yakınlaşır her nokta birbirine ! 3. Boyutlanır da her an yine kuşatır aklı Yine ancak Rahman var en uzak noktasında ! Soyutlanır da vicdan keşf-eder yakınlığı Nice güneşler doğar gecenin ortasında ! 4. Allah yapısı beden doğum-ölüm arası Gerçek belli gizleyen işte bu iki kapı ! Hakk’a ermek istersen önce “kendini tanı !” Modern düşünce neden metafizik’ten kaçtı ?! 5. Müddet-i ömrünce şu kısacık hayat yolu Girişte çok geniş hol , çıkışta dar koridor ! Mühlet-i meçhûl lâkin ölüm-de değil sonu Her kime sorarsan sor , acaba hangisi zor ?! 6. Her yönde boyutların kesiştiği son nokta Varlıkların özünde ilk temel gerçek saklı ! Sınırlar ötesinde uçurumlar oldukça Sonsuzluğa açılır düşüncenin kapısı ! 7. Demek bütün zamanlar hiç mi hiç değişmeyen Yeryüzü loş tapınak , gökyüzü mavi çatı ! Her kapıyı aklınca açarken kilitleyen , Haydi artık çocuklar , açın şu kapıları ! KAPI-ŞİİR ve ANAHTAR-BİLİM ! (Bkz. Zaman G. 13 Ekim 1996 / sh. 17: “KAPI Ben çalmadım bu kapıyı , Bu kapı Ben çalmadan açıldı 745 Kimse yok içerde oysa ! Çaldım çaldım bu kapıyı Açılmadı , Biri var içerde oysa !” - Seyfettin Başçılar “ANAHTAR Bulsam , bir sihirli anahtar bulsam Açsam göğün mavi kapılarını !” - Yusuf Ziya Ortaç) (Bkz. Edebiyat Terimleri Sözlüğü / “Bilim (Bilim-Şiir İlişkisi): “İlimsiz şiir aslı yok (temelsiz) duvar gibidir.” – Fuzulî / “Şiir , en azından tam işlenmiş , başka bir deyişle, gerçek ve soylu anlamda şiir olmak istiyorsa ve çocuklar için uydurulmuş bir masal durumunda kalmak istemiyorsa , onun da bu anda bilimin güvenli bir tanım hazinesi olarak sunduğu insan ve yaratıkları işlemeyi amaç edinmekten başka bir düşüncesi olmamalıdır. / Bilim araştırmaları ile varılan yeni sonuçlara uymak , yapılacak işin en doğrusudur.” – Wilhelm Bölsche) (Bkz. Hadis Ansiklopedisi “Zaman G.” ; Cilt-5, sh. 336: “ … gayb âlemi üzerine kesin bir hükme ulaşılamaz ise de bir fikir elde edilebilir.” / Âlemin Yaratılışı Bölümü: Sh. 327-370) (Bkz. Zaman G. 12 Mart 2000 “Pazar (63)” Sh. 6-7: Söyleşi / Artık “Yağmur Şairi” demek yetmiyor onu anlatmak için. Şair Nurullah Genç , Timaş yayınlarından çıkan mesnevi boyutundaki eseri “Gül ve Ben”-de kâinatın bile gül perspektifinden göründüğü kozmik bir gül yaklaşımı ve bu yaklaşım içinde çağlar ve mekânlar üstü bir sezişi ortaya koyuyor : “Benim hülyam nerede nerede kibirli gül bir ömür öter bende bende ölür her bülbül !”) HAYAT 1. Rabbim şaşırdım kaldım bulunduğum durumda Hücrelerle canlandım atomik oluşum’da ! Dâim huzurundayım yorulduğum yokuşta Canhavliyle inandım ölümü aştım ruhta ! (*) Rabbim şaşırdım kaldım her bulunduğum uçta Aczimle karşılaştım hep bulduğum son-uç’ta ! 2. Harf harf zımnen şeffaf zarf nâzenîn hücre zarı Muhtevâ mahfûz iken özün esrârı saklı ! Anlamsız değilken lâf , yok cedelin zararı Hak “Zat’a mahsus” zaten sözün ısrârı haklı ! (*) Rabbim şaşırdım kaldım her bulunduğum uçta Aczimle karşılaştım her bulduğum sonuçta ! 3. İhticâc hakîmâne iştiyâkın gönlünde Her dem Kur’an nurundan tefekkür’ken meşrebim ! 746 Mûcize olmayan ne muhtevânın künhünde “Şiddet-i zuhûrundan tesettür eden” Rabbim ! (*) Rabbim şaşırdım kaldım her bulunduğum uçta Aczimle karşılaştım tek bulduğum sonuçta ! 4. Fıtratta âyetleşen insan ruh-u kâinat Hakk’ın yüce emrinden mefhumlaşan mâvera ! Serâpâ âhenkleşen îman yolu hâdisat Aklın nice aczinden mevhumlaşan mâcera ! (*) Rabbim şaşırdım kaldım tam bulunduğum uçta Aczimle karşılaştım hep bulduğum sonuçta ! 5. Her boyut sanki yumak iç-içe enfüs âfak En yakın hem çok uzak yeter ki ibretle bak ! Aklen haddini idrâk çâre Hakk’a sığınmak Kalben ne “yakîn” ki Hak irâde tek ve mutlak ! (*) Rabbim şaşırdım kaldım işbu uçuk şuurda Aczimle karşılaştım nur-u idrâk burcunda ! 6. Bedenimde gizlenen can şu ruhun sırrı mı ; Bilincimde dillenen mefhum-verâ hakikat ! Ötelerce bitmeyen şuurun sınırı mı ; Mecra’ı derinleşen mevhûm-mâcera hayat! (*) Rabbim şaşırdım kaldım ruh şuurum son nokta Aczimle karşılaştım yolum mâlûm sonuçta ! SONUÇ 1. Varlık bir noktacık iz , Biz de bu izde miyiz ? Gece gözlerdeki giz , Gündüz sanki güneşsiz ! 2. İzler belirsiz kalmaz , Hak’tan bilgisiz kalmaz ! Gözler ilgisiz kalmaz , Vicdan aklı sorgular ! 3. Her nefeste çâresiz , Son tadını yudumlar ! Kalbiyle irâdesiz , Anlamını yorumlar ! 4. Medet umar da dilden , Cevher yumurtlar ağzım ! Gönlümdeki şiirden , 747 Ne haber cancağızım ?! 5. Gönlüm-de gül bahçesi , Dilim-de bülbül sesi ! Asıl şiir hangisi ; Gül gülse hem dil ağlar ?! 6. Bilir iken bilinmez , Görür iken görülmez ! Hak sırrına erilmez , Bizden öteye yollar ! 7. Nice gizemli yollar , Sonsuzluğu adımlar ! Gece gündüz misâli , Ölümden ötesi var ! 8. Dipsiz sularda dalgıç , Her ufuk engin deniz ! Her sonuçta başlangıç , Ruhta derinleşen iz ! 9. Tek noktacık iz varsa , Yol belirtisiz kalmaz ! Sonuç ölüm de olsa , Ölüm sonuçsuz kalmaz ! RAĞBET Nice zorluklara rağmen Rabbim kolaylıklar göster ! Hem İnşirah* emri ilk (“Feİnne maa-l’usri yüsran …”) Hemen tekrar te’kid eder : (“İnne maa-l’usri yüsrâ-“) Zor ile kolay yan-yana ! ……………………… (“Fe izâ-ferağte fe’nsab”) Biter-bitmez başka iş yap ! Her ne iş yaparsan yap da (“Ve ilâ-Rabbike fe’rğab”) Rabbi’ne rağbet et, o an ! ………………………. Zaten ruh nihan ten türab İbretten ibaret zaman ! Ayan beyan her harf kitap Hakikat îcâz i’câz-dan ! Sarih söz hükm-ü müevvel Kinâye mükerrer hitap ! Kâinat mecaz Hak-Nur’dan 748 Nur cezbesi Zatî Ruh’tan ! Ruh “emr-i Rabbî(*)” şuûndan Şuûnat mûciz âyât’tan ! Her âyet gâyet şuurdan Şuur kalben derk-i vicdan ! Vicdan “vücilet(*)” sırrından Nice derin hissiyattan , Yürek ürpertici itâp ! Onlar anlar beyyinat’tan , Sakaleyn ruhlara hitap ! ……………………… İşte tam mûcize şu can Candan kinâye her insan , Duysun ki ne diyor Kur’an: (“E-lem neşrah le-ke sadrek”) Ruhiyat tam böyle gerçek ! İnkıbaz “kabza-i Kudret” İnşirah “inbisat” demek ! Sıkılıp içi daralan Derhâl ferah-hâl arayan , Okusun net , tek Hak Beyân: (“Ve ilâ-Rabbike ferğab”) Rabbi’ne rağbet et, her an ! YÜCE RABBİM ! (Kur’an: 3 / 23-26*…) 1. Ne enfüs ne âfâkta Ne zâhir ne bâtında Ne gâib ne hâzırda Güç mü var senden başka ?! 2. Hep “bilinen bilinmeyen”(*) Ancak ledünnî ilminden Nâdan akıl her boyutta Meçhûle meclûp zaten Ne ki , ruh*dünyasında Kâinat misâl şu beden Birdenbire yerden gökten Beklenmedik nice musibetlerden Ürpererek sarsıldıkça , Yalnız sensin tek koruyan ! 3. Ve işte her durumda Bilmem ne olacak hâlim ? Doğru düşünebildiğim an , İnşirah duyarken kalbim Tevekkülle ümidvârım ! İştiyâk insiyâkıyla , 749 Aşk-ı vuslat ihsânından Mahrûm etme Yüce Rabbim ! 4. Anladım (“lâ-taknetû min-rahmetillâh”) âyetinden , Türkçesi: “Hiç ümit kesmeyin Allah’ın rahmetinden !” Dağdağalı hayatın her ânında Ayet’in ruhundaki anlamında İşte boynu bükük huzûrundayım ! 5. Ne yücesin Rabbim esirge bizi , Tevbekâr duâmızı lütfunla katına yücelt ! Her sözümüzde bize şaşmayan doğrular söylet ! Her tür zor eylemlerde ancak senden güç kuvvet , Her işimize göre zorlaşmayan kolaylıklar öğret ! Her dâim biz kullarına merhamet et ki , Ayetlerin diliyle bilelim haddimizi yâ-Rabbî ! 6. Her hayırlı işin başında Ve her attığımız adımda Gönülden diyelim “Allah adıyla” (“Bismillâhirrahmânirrahıym”) Elbette bilinmez Allah zatıyla , Kelâmullah açıklarken sıfatlarıyla Sûre-i Fâtiha’yı okuyalım başlangıçta: Ey “ol-dilediğince / Esirgeyen-Bağışlayan !” Hamd-olsun ancak sana sığınarak yakarınca , (“İhdina-s’sırât-el’müstegıym”) Meâl: (1*6. Dosdoğru giden yola ilet bizi …) Tek sensin her yönüyle yolumuzu doğrultan ! Hatta bilir-bilmez hatâmız sınırında İçten îkaz “nedâmet” anlamında , Tam ânında “vicdan” azâbıyla cezalandıran ! Üstelik her solukta iki kez yaşanan korku Bir süre dinlendiren “ölüm provası” uyku , Rahatlatan uyuşukluk “gaflet” bile ne nimet ! Bu ne garib ruh-hâlet tam memnun hayatından Acib bir rehâvet-dem Rabbim’e isyan “nisyan” Ne ruh-u bedeni hem muhtemel tasalluttan Cehlin ne-denî fikren çok tembel taassuptan Koruyan “korku” duygusu da bir başka hikmet ! Sayısızca tehditkâr tehlikeler karşısında Tek “İrâde” başka yok “Kudret” tek kaynağında Ancak sensin güçsüzlerin penâhı Yüce Rabbim ! 7. Ah bir uyansa da insan kendini tanısa önce Rabbine yakınlık duygusu yoksa gönlünde Basiretsiz yaşayan kör kalacak ahirette Mahşere uyanacak her benlik zaten ölünce İlâhî rahmetle insan her an korunan varlık Yoksa şimdi hemen neler olmaz ki ?! 750 Öyle vahim vehimlerle her tehlikeye açık Öyle kritik ki hayat her an tam kriz hâli ! (“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh…”) Her darlıkta sabır hâleti ruhta ferahlık En güzel huy ve mizaçta en üstün sağlık ! İçimdeki sevinçlerde sanki hissettim cenneti Bir ucundan görüverdim acılarda cehennemi İnandım naklen aklen de gerçekmiş ölüm-ötesi Zaten şu hayatı ötesiz düşünmek olacak şey mi ?! Allah bilir asıl Cennet daha ne olası nimet Mâzallah gerçek Cehennem ne dayanılmaz dehşet ! Heyhât, “Ne cennet ucuz ne de cehennem lüzumsuz !” Kur’an beyanınca kalben inanmaya da meclûbuz Elbette ahkâmınca müstakim yaşamağa mecbûruz ! Her iki yanımızda “Kirâmen Kâtibîn” melekleri Vallâhi hiç eksiksiz yazıyorken her ameli Her an düşünmeli yazıyla mukayyed mürâkabe’yi ! (“Hayrihî ve şerrihî minellâhi teâlâ …”) imân gereği Hakîm adlinden Kerîm afvına sığınırız yâ-Rabbî ! 8. Benî-beşer alel’ekser şeytanların avenesi Çokları beceriyor çabukça elinden geleni Ardına koymadan pençeleyip dişliyor kardeşini Acımasızca eziyor hemen her gücünün yettiğini Gerekçesi belli hele bir fırsatını bulsun yeter ki ! Haklı haksız aldırmadan düpedüz zulmetmek bu ; Dost düşman ayırmaksızın yaşamak olur mu ? …………………………………………….. İnsanda şeytan ve melek yetenekleri bir arada İşte kulluk bu sorumluluk kökeni ayrıntılarda ! (“Ve gulne’hbitû bâ’zuküm li-bâ’zın adüvv-“) (“Ve leküm fi-l’arzı müstekarrun ve metâun ilâ-hıyn”) Sen varsın-ya her korku anlamsızca kuruntu Mutlak hak mahşerdeki şaşmaz adâlet sonucu ! “Yetmişiki millete suçum budur hak didüm , Korku hıyânetedür ya ben niçün korkaram ?!” Ehl-i sünnet Yûnusleyin yetmişüçüncü benim Ve-l’cemâat kavlince Fırka-i Nâciye’denim ! (“Tevekkeltü / Hasbünellâh”) meâli her şiirim Gönlümün tek melcei illâ sensin Yüce Rabbim ; (“E-lem neşrah …”) hürmetine erdi gönlüm mutmain ! Bkz. Zaman G. 13 Mart 2000 / sh. 4: Keyfiyet , Ahmet Selim : “İnsanı anlamak / … insanları da , hâllerini de , birkaç îzah şablonuna göre kategorize edip ahkâm kesmek büyük bir hatâdır. / … İslâm’ı anlamadan insanın bütünlüğünü tam anlayamazsınız.” HÂSIL -KELÂM 1. Gönlümde ufuk turu bulutlu buudlarda Rahmet yüklü tek kunut şiirim işte nükte ! 751 Gözümde nîm-Mim soru soyutsu üslûplarda Refref yüzlü söz umut tek bir Cim bir de nokta ! 2. “Olma bir lokma için ehl-i şikem Cim gibi(*)” İster mim koy ister cim her an nîm-Mim hâl’deyim ! “Meclis-i dehr’de leb-beste geçin mim gibi(*)” Hiç sorma “hâsıl-kelâm” cim karnında şiirim ! ……………………………………………… İster mim koy ister cim mecmû-hâl nîm-nefesim , Hiç sorma hâsıl-kelâm cim karnında şiirim ! “NESL-İ CEDİD” Özünce “Vâcib-ül’Vücûd(*)” Yüzünde “eser-is’sücûd !” 1. Küfrün zulmetli asrında , Asrî ilhâd dehşet-engîz ! Zulmün zecrî hengâmında , Nursî Üstad zuhûr etmiş ! 2. Hak lâ-yezâl isbatınca , Harb-i umumî kıyamet ! A’ver Deccal’ın rağmınca , İşte alenî mehdiyyet ! 3. Söyleyin “hâin” ne demek , Aç bak ki , ne diyor sözlük ?! “Hem emânete hiyanet , Hem iyiliğe kötülük !” 4. İki fecrin arasında , Yakın tarih tam haydutluk ! Devr-i sâbık son mâcera , Nârında nûrunu bulduk ! 5. Zikrinde hep “Cevşen”-niyaz , Vechinde “eser-is’sücûd !” İçinde tam içten namaz , Fikrinde “Vâcib-ül’Vücûd !” 6. Söz tam mesaj “Nur külliyat” Yol gösterdi Üstad Said ! Özü “âyât-ül’beyyinat” Filizlendi “nesl-i cedid !” (BEDEN ESKİ-R ; RUH HEP YENİ ! Bkz. Edebiyat Terimleri Sözlüğü / “Yeni : Sanat ve edebiyatta , ortaya çıkan akım ve metodlardan pek çoğu adının başına bunu da ekliyor. Modern , dinç , dinamik , orijinal , eskimemiş … anlamlarında 752 kullanılıyor. Bizim edebiyatımızda “Edebiyat-ı Cedîde” bunun en ünlü örneğidir. Sanatçılar arasında çağı gelmiş-geçmiş , ya da yaşlanmışlar için “eskiler (*)” ; yeni ortaya atılmışlar ve gençler için de “yeniler (*)” deniyor. Gerçek anlamda “yeni” , her çağ ve her ulusta yeni kalabilen , hiç eskimeyendir.”) Bkz. Sanat üzerine Denemeler ve Eleştiriler , S. Eyuboğlu (Hazırlayan: Azra Erhat) Cem Yayınevi İst.-1997 / Cilt 1 “Söz Sanatları” Sh. 37: Yeni Sanat ve Kitap ; 75 : Yeni Türk San’atkârı yahut Frenkten Türke Dönüş ; 145: Sanatta Eski-Yeni Sorunu ; 153: Gerçek Yenilik ; 236: Eski-Yeni ; 247: Yeniler ; 258: Yeni Türk Şiirinde Yaşanan Gerçek ; 262: Yenisi ; 349: Şiirde Yenileşme ; 420-422: Ölüm Üstünde… / … zamanımız filozoflarının çoğu ölüm üstünde durmayı din adamlarına , şairlere bırakıyorlar. Neden , dersiniz ? (Sayfa burada bitmiş ve … son iki kelimelik soru çizilmiş.)* Şimdi isterseniz soruyu yazının içinden anlayıp hemen yanıtlamak için baştaki ilk paragrafa dönelim: Ölüm üstünde çok duran yazarlara kızardım eskiden. Şimdi , kızmak şöyle dursun , hak veriyorum onlara. İnsan ölüm üstünde durmadan yaşamanın tadına varamaz diyorum. Yalnız ölümün ne olduğunu bilen , yaşamanın ne olduğunu da biliyor diyorum. Yaşamak ölmek , ölmek yaşamaktır diyorum. Edebiyat değil ama , bu dediklerim : iliklerime işlemiş bir gerçeği söylüyorum. (Bu son cümle “acaba neden niçin ve nasıl ?” silinmiş). Şaşırtmasın Yüce Rabbim , mahşere dek “korkunun ecele faydası yok” gerçek kıyamete müncer her emr-i âyet tek Kur’an nurunca açık kavrayış / şuur ruh-u “yakıyn” nükte-i “BeS” sonsuz varlık ve eşsiz güzellik kaynağı (“… illâ-llâh”) Hak adına hakikat tam “öz söz” sırrına ermek yolunda akl-ı irâdesiyle sorumluluk gereği inançlı bilinçte yaşamak ki , ille de ölüm mukadder iken nefs-i beşer hep bundan muzdarib ve mükedder ruh haşyetiyle (“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” diye-bilmek: “Küll-ü nefsin zâikat-ül’mevt* Sümme ileynâ türceûn”) emrine teslimiyet tevekkülümüz “zikr-i dâim” hiç unutmamaktan ibaret demek ! Sh. 134: Bir araya getirilince biribirini aydınlatan ve tanımlayan bu şiir parçalarının birer sanat eseri olarak değerleri ne olursa olsun birer fikir cümlesi olarak özleri açıktır. (Sh. 132 – 144 “Yaşamak Sevinci” inançsız yorumsamalarla açıklanmakta. Tanpınar bir yana , Dağlarca ve Kısakürek kınanmakta âdeta “zımnen istiskal” ateistçe üslûpta. Eyuboğlu ele veriyor ruhunu bu konuda ! / H.K.) ……………………… Rabbim bir gök verdin ki bizlere Rahatlanır kalbimiz her an yeniliğinden O kadar sade, aydınlık , sonsuz O kadar kendiliğinden ! F. H. Dağlarca Sh. 136: ……………. Ne içindeyim zamanın Ne de büsbütün dışında Yekpare geniş bir anın Parçalanmaz akışında ! A. H. Tanpınar Sh. 137: …………… Ne duysak sesimizdir Ne görsek benzer bize Hiç şaşmayan bir saat Gibi işler tabiat Uyarak kalbimize ! N. F. Kısakürek (Bkz. Bediuzzaman Said Nursi Olayı / Modern Türkiye’de din ve toplumsal değişim , Şerif Mardin) (Bkz. Zaman G. 13 Mart 2000 / sh. 20: Fasıldan Fasıla “Ölüm Ötesi Hayat” / Huzurun Kaynağı : 753 “Evet; bir milletin huzur ve saadetini düşünenler , en başta o millete ahirete giden yolları açmalı ve gençleri , öldükten sonra dirilmeye inandırmalıdırlar.”) SON AYDINLIK 1. (“Yarın mahşer kopıcağaz kamu kul nefsüm diyiser Ben Yûnus’u hiç anmayam Tapduk’ı getürem dile !”) Vahyi hüccet tutacağız , lâkin Kur’an bilmeyen der : “-Muktezâyı kavrayamam , muhtevâyı bilmeyince !” (*) Gül mevsiminde hazan cümle gördüklerimiz , Şeyda bülbülde hüzün tümce gömdüklerimiz ! 2. Adem’den Kıyamet’e (“kalîlen”) süre dünya , Nice bir rüyadayız anca ölüme kadar ! Yol çağdaş nesillerce kıyametin ufkunda , Muhammed(s.a) ümmetiyiz âhir-zaman’da dostlar ! (*) İkindi sonrası’ndan nedir beklediğimiz , Akşama yakın saat vaktin neresindeyiz ? 3. Gün şu solgun benizli güneşlerin ardında , Hep uzayıp gitse de yine hüzünlü gölge ! Korkusuzca yaşarken uykunun kucağında , Üstümüzü bürüyen “karanlık örtü” gece ! (*) Ölüm uykusu tatlı , toprak kokusu temiz Ruh ukbâ’ya kanatlı , zaman ötesindeyiz ! 4. Koynunda dinlenirken gündüzler gecelerin İlk insan’dan bu yana demekki sona kaldık ! Güneşin her batışı yeniden doğmak için , İslâm’ın Nur çağı’nda artık şu son aydınlık ! (*) Son akşamüstü sanki günün bitişindeyiz , Çağlardan sonra heyhât mahşer eşiğindeyiz ! 5. Net damlacık gözyaşı ruh kaynağında umman Kan ve nefes buharı , beden sıcaklığı can ! Akıl almaz kıyamet gönül dolusu tûfan , Evrendeki her âyet insanda canlı Kur’an ! (*) Dört Kitab’a göre biz daha yeryüzündeyiz , Allah’tan geldik şeksiz Allah’a döneceğiz ! 6. Vaktini bilemeyiz çok geç belki çok erken Kıyameti çağıran saatlerin sesinde ! Gelirken ağlarız da gülemeyiz giderken Ölümsüzlük arayan kalbin ürpertisinde ! (*) 754 Sâhilsiz okyanus’ta Rahman gemisi’ndeyiz , Kur’an*emr-i imanla “ihsân” gezisi’ndeyiz ! 7. Ne Musa İsa çağı , ne de Hint safsatası Çağrısı Kur’an-dışı her ses bize yabancı ! Muhammed(*) şeriatı gerçek fıtrat nizamı İşte tek kurtarıcı , Nur’lu İslâm inancı ! (*) İsa’nın muştusunda “Paraklitus”(*) sesiyiz , Hak yol İslâm uğrunda Muhammed(*)ümmetiyiz ! 8. Son Peygamber çağı’nın sonuna yaklaştıkça , Lâhzacık binbir ibret hayatın hülâsası ! Hep pis sapık çoğaldı cemiyet yozlaştıkça , Ölüm açık kıyamet mahşerin son çağrısı ! (*) Mahşer’e giden yolda zaten ölmüş gibiyiz , Diyelim ki “şu an-da” öldük ve kabirdeyiz ! 9. Demek “balık karnında” dünya zulmetindeyiz , Deccâliyet asrı’nda İslâm şâhidleri(*)’yiz ! Evet; belli Kur’an-ca Hak(*) himâyesi’ndeyiz , Kıyamet akşamı’nda “son aydınlık” nesli’yiz ! (*) Şimdicik yaşamakça dünya zulmetindeyiz , Belli emr-i Kur’an-ca mahşer eşiği’ndeyiz ! (Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı , Diyanet Yayınları , Cilt 1 / sh. 57-59 “Hadis” No: 47 “İhsân”) Ayrıca , Bkz. Sonsuz Nur , Cilt 1 / sh. 40-47: “Beklenen ve müjdelenen Peygamber (*)” SARSINTI: (7*4) Bkz.(21*31 ve 99*1-8) 1. Tûl-i emel yaşıyoruz Oysa ecel ertelenmez ! Ayna misâl şaşıyoruz Kur’an bilmeyen yüzleşmez ! 2. Hayat kitap ki okuruz Asla özüne erilmez ! Hakikat var ki tutkunuz Hayâllerle yetinilmez ! 3. Bindokuzyüz-doksandokuz Dünyanın yaşı bilinmez ! Deprem dehşeti korkumuz Alınyazısı silinmez ! 4. Kendini bilmez çoğumuz Akibetini düşünmez ! (Not: Tam dokuz yıl sonra , 17 Ağustos 2008 / Sami Dündar -Gölcük depremi’nde göçük altında kalmışken enteresan kurtarılan ve bu olayda yaşadıklarını kitap’laştıran yazar-senarist* ile Prof.Dr. Bengi Semerci’nin mülâkatı -“Yaşam Sohbetleri” canlı-programını izlemekteyim ve bütün detaylarına dikkat duygusu uyandı içimde şu an saat: 12.00-13.00 arası TRT-1 televizyondaki iki kişinin yanıbaşındayım sanki. İlginç çözümleme ve değerlendirmeler … İçtenlikle psikolojik korkularımız hakkında tam 755 Mahşerden öte yolumuz Kaderin hükmü değişmez ! 5. Varken şu an sanki yokuz İşte beden güvenilmez ! Rabbim ne çaresiz kuluz Ruhlarda sarsıntı dinmez ! 6. Susmaz dil (“Lâ-havle ve lâ …” “İllâ-billâh…”) çok okuruz ! (“Lâ-havfün aleyhim ve lâ…”) Başka melce’ yok mecbûruz ! 7. Sanmayın yok hiç alâka , Mecmûu hem merbut toptan ! Sapmayın ilginç yollara , Tek doğru tam meşhûd beyan ! bilimsel tesbitleri de özetleyen sayın sunucu Prof. gayet dingin ve objektif üslûbuyla aydınlatıverdi , işte canlı örnek gerçek nitekim mükemmel yalın güzel “görsel program” mesaj içerikli “ibret-âmiz” olmalı ki , izleyicileri içten uyarıcı biçimde derin düşündürüp bilinçlendirmek için insan ruhuna uygun “söz-sohbet” telkinleriyle “temelde eğitim şart!” diyenlerin beklenti lerine cevap düstûrunca halkımıza yararlı ve eğitici olsun dileriz sonuçta!) (Bkz. Yeni Lügat / sh.419: “Meşhûd” ve 63: “Beyân” / Ancak Kur’an anlamınca bazı âyet meâllerine dikkat-i merak uyandırmak istiyorum meselâ : 7*204; 12*104; 38*86-87; 68*52; 81*1-29 “hasseten 27. âyete dikkat!”) (Bkz. Kur’ân-ı Kerîm Açıklamalı Meâli ,T.Diyanet Vakfı Yayınları / 86-F “Heyet” Sh.142: el-A’râf / dipnot-1: A’râf sûresi Mekke’de inmiş olup, (toplam) 206 âyettir. 46 ve 48. âyetlerde (belirtilen) A’râf-ta ,yani cennet ve cehennem ehli arasındaki yüksek bir yerde bulunan insanlardan söz edildiği için sûreye bu ad verilmiştir. // 7*4. Nice memleketler var ki biz onları helâk ettik.Azabımız onlara geceleyin yahut gündüz istirahat ederlerken geldi. / Dipnot-3: Allah Teâlâ , Lût Peygamber’in kavmini gece, Şuayb Peygamber’in kavmini de gündüz helâk etmiştir. // 6. âyet’in meâl ve açıklaması (dipnot-4) temel kavrayış gerektiren en önemli bir konu “sorumluluk” kuralının genel çerçevesini işte en açık biçimde şöyle beyan ediyor : “…” / Açıklaması: Ümmetlere peygamber lerine inanarak yolundan gidip gitmedikleri , peygamberlere de tebliğ vazifelerini yapıp yapmadıkları sorulacak tır. // Tam ilk başından son secde âyetine dek dikkatle meâlen okunması ve bilhassa Prof. Öztürk’ün meâl üslû bu’nun da ayrıca gözönünde tutulması şayân-ı tavsiyemdir. HK.) (Bkz. Nesil “takvim yaprağı: 16 Şubat 2005” / Abdullah ibn-i Abbas: “İleride öyle zamanlar gelecek ki ,kişinin bütün himmeti midesi ,dini kendi hevâsı ,kılıcı da dili olacaktır.” Aman Rabbim ,müthiş “şok”-edici bir tesbit! “Peygamberlere neden iman ederiz ? / Yüce Allah’ımız, kendisini tanıtmak ve sevdirmek ,emirlerini bildirmek ve insanlara ulaştırmak için ,aramızdan seçtiği bazı kullarına peygamber (peyâm-âver: Rabbimiz’den mesaj geti ren)-lik* görevini vermiştir. / Peygamberlerin her birisi bir öğreticidir. Cenab-ı Allah’ın yarattığı kâinat (evren) denilen bu koca kitabı okuyup insanlara anlatmak için görev almışlardır. Kur’an-ı Kerîm ve diğer İlahî kitaplar da bu kâinat kitabının birer tercümesidir. / Kâinatı yoktan var-eden Allah*, onu niçin yarattığını insanlara anlatan bir öğretici göndermeseydi , bu (uçsuz-bucaksız) koca kâinat manasız bir kitap hükmünde kalacaktı. / Anlaşılma yan bir kitap, öğretmensiz olsa , manâsız bir kâğıt yığınından ibaret kalır. Bunun içindir ki , peygamberler olmasa (yani vahy-i “risâlet” takdir olunmasa)’ydı , Rabbimiz’in bizlerden neler istediğini öğrenemezdik. / Peygamberler insanlara , yaratılış amaçlarını , dünyaya gönderiliş gayelerini ve bu âlemdeki vazifelerini haber verirler.”) ARTÇI DEPREM 1. Hak Dini Kur’an Dili (*) Meâl-i (“… zilzâlehâ !”) Oku , Türkçe Tefsiri (*) “Tekerrür (*)” anlamında ! 756 2. Önce deniz kabardı Fay hatları yarıldı ! Hep bölgemiz sallandı Ne uyarıcı deprem ! 3. O gün geceyarısı O ne müthiş sarsıntı ! Ölüm ne ince sızı Varken bilinç hep deprem ! 4. Beden evim sarsıldı Ruh içim çalkalandı ! Hem beynim hırpalandı Yok benden artçı deprem ! 5. Betim-benzim sarardı Dünya ufkum karardı ! Moralim sıfırlandı Aniden artçı deprem ! 6. İçten ruhum uyandı Zaten korkum şahlandı ! Hiçten uykum kalmadı Her gece artçı deprem ! 7. Hayatın son rüyası Enkaz altında kaldı ! Süfehâ (*)ayıplandı Kırkbin can kaybı deprem ! 8. Sosyal vicdan şok’landı , Bütün toplum sınandı ! Günahkârlar kınandı , Toplumsal imtihan mı ? 9. Nice esbâb arandı Doğal ceza ikaz mı ? Hep başka yorumlandı Tek Rabb’in “şok” gazabı ! 10. Kıyâmet anımsandı Hakk’ın dünya azâbı ! Nice ruhlar uyandı , Kolektif ruh yoklandı ! 11. Acımaz zulüm sandı , Medyatör zırva’ladı ! Nitekim savsaklandı , Yorumsuz kaldı deprem ! (Bkz.06 Ağustos 2008/ Hûd sûresi ,112: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”// Sohbet: Allah sevgisini ve Allah korkusunu yitirmiş, yahut bu duyguya kalb lerinde hiç yer vermemiş olanların her çeşit kötülüğü yapmaya hazır, korku lan birer varlık oldukları , her gün çeşitli örneklerini gördüğümüz olaylarla ispatlanmış bir gerçektir. Hiç kimse bu gerçeği inkâr edemez. Nitekim halk dilinde dolaşan bir atasözü de bunu veciz bir şekilde ifade eder: “Kork Allah’ tan korkmayandan! / Allah’tan korkmayandan korkulur.” Bu söz, “kalbinde Allah korkusu taşımayan kimsenin şerrinden korkulur ; böyle bir kimse her an kötülük yapmaya hazırdır ” manasına gelir. Gerçekten , herhangi bir kötü lüğe dadanmış ve onu yapmayı âdet hâline getirmiş hiç kimse yoktur ki , bu kötülüğü işlerken Allah korkusunu kalbinden silip atmış olmasın. Zira insan , kalbinde Allah korkusu varken en ufak bir kötülüğü bile yapamaz; korku duy gusu onu , büyük küçük her türlü kötülükten alıkoyar. / Bugün , toplum içinde insanlarımızı birbirine düşüren haset ve fesadın , yahut salgın haline gelmiş çeşitli kötülüklerin başlıca sebebi de budur: Allah korkusunu yitirmiş olmak!) ………………………………………………………………………………… 757 12. Ne jeolog lâklâkı , Ne psikolog gafı ! Ne astrolog masalı , Özü dışlanan gündem ! 13. Medya aldatmacası Gerçek boyut saklandı ! Dışıyla sorgulandı , Ruhsal mesajlı deprem ! 14. Doğru açıklanmalı , Halktan saklanmamalı ! Kur’an aydınlatmalı , Anlamlı “zilzâl”-deprem ! 15. Saat’in her ihtârı İlk (“nefha-i ûlâ”) mı ? Sismik sinyal her ânı , Ses-sayha tarzı deprem ! 16. Kalbimin nazm-ı nabzı Rabbine naz niyâzı ! Hak vahy’in son îkazı , Gönlümde her dem deprem ! 17. Ne az sezdi çokçası Anlamaz açıkçası ! Ne yazık ki bazısı , Aymaz hiç duymaz deprem ! 18. “Hamele-i Arş” arzı , Müekkel melek sarstı ! Demek “Kâtibîn” yazdı , Mukadder ecel deprem ! 19. Dinler ölüm salâsı Aymaz yoz , din yobazı ! Dinlemez zor kelâmı , İhtar (“lâ-yüs’el”) deprem ! 20. Kimler der Hak cezâsı , Ecel son ibret ânı ! Dertler dünya belâsı , Rabb’in emrinden deprem ! 21. Künh-ü (“yevm-id’Din”) aslı , Arz’dan Arş’a sultası ! (“Kün fe-yekûn”) hâsılı , Ecl-i ecel’den deprem ! 758 22. Mülk melekût kimyası Hudutsuz şuûnatı ! Ne haddim tam izahı Hem sırr-ı (“cünûd”) deprem ! 23. Tabiat hâdisatı İlmen âyet beyanı ! (“De ki: …”) emri îcabı , Cehren tilâvet deprem ! 24. Şu an vaktin azaldı , Hemen oku Kur’ân-ı ! Açıkça azarladı , Dipten sarstıkça deprem ! 25. Nasıl sarsmaz vicdanı Köreltmeyen insanı ?! O hiç yanıltmaz tanı , Öz hakikatten deprem ! 26. Ayna misâl her yanı Gösteren ışık hızı ! Ruhta mahşer çağrısı Meâlen artçı deprem ! YETER / PES ! (18*54. “Ve kâne-l’insânü eksera-şey’in cedelâ !”) ……………………… Pes, son nefese dek cedel , İlk nükte-i nokta yeter ! 1. Yaşamakça denemeler Şiirimsi eytişimler ! Doğaç Poetika güncel İçerikli değinmeler ! 2. Her an yaşanan gerçekler Uykusuz Rüya’ya benzer ! Hak’tan her can Hakk’a döner Dünya baştan sona mahşer ! 3. İçten duyan susup dinler Ruhta vicdan iç spiker ! Can bedenden uçup gider Nice gizemli öteler ! 4. Gözlerde açık ibretler Sözlerde gizli hikmetler ! 759 Kör mantık te’vîlat ekler Harf bilmez cümle heceler ! 5. “Nuh der , peygamber demez”-ler , (“Lâ havle … illâ …”) bilmezler ! Hakk’a şehâdet etmezler , Rabbine ibâdetsizler ! 6. Mağrur felsefe geveler , Hakikat arayan diller ! Lâfzına meftûn şiirler , Mânâsına isyan gizler ! 7. Ahireti reddeden şer , Nefyi isbât vehminden der: Ne ki yani (“… hüve-l’ebter *) İşte “irşâd” sebil “Kevser !” 8. İçten dışa açsan örter , Baştan sona O nükte-ler ! İlk ve son harf “BeS” tam “yeter !” Ne söz ne de anlam biter ! “KİM ANLATACAK ; KALB(-İ “M”) Mİ , CÜMLE Mİ ?” (Bkz. Zaman G. 21 Mayıs 2000 / sh. 14: Nazan Bekiroğlu / Mor Mürekkep : “Cümle ile kalbin arası / Değil mi ki cümle elindeki sözcüklerle tercümanı olmaya kalkıştığı kalbe hudut getirmektedir , onu çoğaltmak için çıkar da yola , sonunda sadece ona son verir. Onca efendiyken kalp , cümlenin kölesi. Onun mahkûmu , onun mazlûmu. Ki kalbin kanına doyduğunda , kapıları kendi mânâsına sımsıkı kapalı olan cümle, kırmızı bir gül sûretinde açar. / Ama , cümle ile kalbin arası açıksa cümle de masum. Sonsuz duyguyla yorumlanabilirliği olan kalbin bütün ihtiyaç ve tasarruflarını ifade edebilmesi için eline tutuştu rulan yegâne (imkân), sözcüklerden ibaretse cümle ne yapsın ? / Cümle, bir tek cümle için kendisini ma hiyetinin üzerinde genişlemeye zorlarken , kalp cümlelere sığmadı. / … Keşke kader sözcüğünün kendisi de bir uyarı içerirken , kader cümlesiyle çözülebilseydi her şey. Ne olur geçmişte kalan kalp de geçmişte kalan cümle kadar okunabilir olsaydı. Ne olurdu ki cümlenin de kalbin de kapısı varken ,cümle ile kalbin arası ne olur böyle açık olmasaydı. Her şeyi mâzur kılmazken kalp, bir şeyle bir şey arasında , bir kapıyla bir kapı arasında kalmasaydı cümle. Kapı arasında sunulmasaydı kalbin ecel şerbeti. Böyle seci’ler yak masaydı cümleyi. ( … ) Ezcümle: Kalp de bulanık , cümle de ! // Bütün yazılar ve bütün kalpler sadece bir cümle. İyi ama yine de: Düşe giren eflâtun inciyi kim anlatacak şimdi , kalp mi cümle mi ?”) YOLDA RUH ! Akar duygu düşünce , Su durulaşır yolda ! Bakar gözler gönlünce , Ruh sonsuzlaşır Hak’ta ! ÇIĞLIK Son bir çığlık atsam en tiz perdeden 760 Neye yarar, ne anlatır âleme ?! (*) SON ÇAĞRI 1. Baktım da son bir adım , Ha gayret babacığım ! Aklımca zor anladım , Gayet net anlattığım ! 2. Şu an yazamadığım , Son mısra’cık ağıtım ! Yalan-sayamadığım , Farkındalık can-sızım ! 3. Aslında ağladığım , Akıbet garip başım ! Aklımca anladığım , Tam yazamadıklarım ! 4. Kur’an inanç kitabım , Tam mûcize anlatım ! Şu can kim farkındayım , Oku işte son çağrım ! (Bkz. “ [email protected] ” 02.08.2008 / sh. 18: Canımı sıkan şeyler / “Ne çok asker şehit oluyor …” // 12.08 / Hoşuma gidenler -“Hayata dair altın öğütler : Kendine yapılmasını istemediğin hiçbir şeyi başkalarına yapma. // Ebeveynlerini , eşini ve çocuklarını eleştirmek istediğin zaman dilini ısır. // Sevimsiz olmayacak şekilde ayrı fikirde olmayı öğren. // Keyifsizliklerini açığa vurma. // Zaman ve kelimeleri boş yere har cama , ikisi de çok değerli. // Bir şeyi elde etmek için çok çaba sarf ettiysen , tadını çıkarmak için de zaman ayır. // Neyi ve kimi destek lediğini insanlara söyle. // …”) CANLI İBRET 1. Zavallı Babacığım , Sen de yaşlandın işte ! Rabbim’e duâcıyım , Erdirsin rahmetine ! 2. Düşündükçe anladım , Avundum hayâlinle ! Özlemimle aradım , Gurbet gecelerinde ! 3. Yıllarca uzak kaldım , Muhtâcım şefkatine ! Sabrına çok hayrânım , Örnek karakterince ! 4. İrsiyet hassalarım , Senden miras hepsi de ! Son vedâ kucaklaştım , Bastırdın yüreğine ! 5. İlk kez içten ağladım , Babam’ın son hâline ! Ah neler hatırladım , Bakınca çehresine ! 761 6. Yaş doksan’a son adım , Canlı ibret hâdise ! Anladım içten saygım , Sabrın âbidesine ! 7. Meslek seciyem tarzım , Muvafık hak ehline ! Demek bağdaşamadım , Yobaz zihniyetlerle ! 8. Ne varsa almış bacım , Tek çöp kalmamış bize ! Köy’de kalmadı kapım , Ev- ocak hepsi hibe ! 9. İşte tek “Kurt” soyadım , Miras senden neslime ! Önce kök atalarım , Soyağacım beynimde ! 10. Âilem çocuklarım , Sevdi-saydı ömrünce ! Körpecik torunlarım , Sormaz mı büyüyünce ?! 11. Aklımca cevaplarım , Malûmat böyle diye ! Aslında zor yıllarım , Mazûrat görevimce ! 12. Tam dindar algılarım , Mizâcım hassas özne ! İstifsar (*)ruh hayatım , Mülhem ihtisas sözde ! 13. Dert şu kara mizah’ım , Sabrın nüktesi işte ! Sert tavrınca öz sancım , Tam ukde yüreğimde ! 14. Ben bu işe çok şaştım , Yok belli bir gerekçe ! Sonuç değişmez saygım , Yüzleşiriz mahşerde ! (Mecbûren belirtmeliyim , mal-mülk değil derdim; mûcib-i tavzih bir mühim misâl. Allah herkesin niyet ve eylemini bilir Rabbim adâletini gösterir nitekim. Merhum Babamı temelli yanıma almıştım hemen Annem’den sonraki hanımı da vefat edip pek yalnız ve tek kaldığında. Ancak İzmir ve Gemlik’te epeyce zamanlar beraber iken , ne kadar rahat ve huzurlu yaşatmaya özen gösterdikse de maalesef ömrünce köyünden hiç çıkmamış olmaktan dolayı yanımızdaki yeni hayat düzeni ortamına alışamadı , hatta yaşlılığına rağmen tekrar evlenip yine köy evine dönmek istedi. İşte o sıra bana da çok ısrarla söyledi bizzat: “-Gel , köye gidelim de evi sana tapu yapayım !” diye. Ben: “-Ne acelesi var; ölüm hak , miras helâl ! Allah’ın takdirini bilemeyiz. Sonradan biz kardeşimle bu miras sorununu uzlaşarak kendi aramızda hallederiz” dedim. Fakat dolaylı sebepler ve bazı gelişmeler yüzünden sonuç bir başka noktaya vardı. Son iki ay yeniden biraraya gelip görüştüğümüzde bu özel durumun içyüzünü bütün teferruâtıyla sorup anladım. Evet; bu olay yalnızca benim özel konularımdan amma başkalarının da buna benzer sorunları yok mu ? Bu bakımdan sanki bir ibret ders ve sosyal dert telâkkısiyle örneklemek istedim. Meram maksadımca asıl mesele: “Nesiller arasındaki iç çatışma” (*) konusunun nedenlerini irdele mek; gündem oluşturan bazı sosyal olayların ve sosyolojik kritiği önemli kimi ihtilâflara yol açan uzlaşmazlıkların kökeninde hep bu misâl sıkıntılar mı var; yoksa “devletin adalet sistemi işliyorken zaten hiç gerekmez sorgulamak” diye “bırak-gitsin , herkesin derdi-tasası kendine!” deyip de dertlerimizi içimize mi gömelim ? / Netice: -Ne diyen desin; hak-hukuk gözetelim ve haklarımızı da yasalara göre haklılık ölçüsünde arayıp bilinçle savunalım-mâdem!) …………………………………………………………………….. Ayrıca gayr-i menkul maddiyatın manevi yönden anlamını şöyle değerlendirip belirtmek gerekir. Devlet tesciliyle resmiyet bakımından vatandaşlık hukuku (“Hubb-ül’vatani min-el’iman” / Vatan sevgisi imandan-dır.) Hadis-i Şerifine göre, “emlak tapusu” hem yurt toprağını sevmek hem milliyetçi bilinçle vatan sathında kökleşmek , onu sahiplenmek demektir. Helal miras da bunun isbatı. (Mahkeme-dava açtım yasal -“saklı pay (*)” hakkımı aramak kanıtlamak için.*) Not: 09 Mart 2007(*)Babam (D. 1335 / 1919) vefat etti. Köyümüzdeki tek evini de üstelik Kız Kur’an Kursu’na daha altı ay önce “kayıtsız-şartsız bağış” yapmış olduğunu duyduğumuz hâlde “son iki ay içinde” yine en yakın hizmeti için biz uğraştık , İzmir’den Yazıköy’e canlı ulaştırana dek. Kaç kez söyledi : “-Verelim masraflarını da alalım geriye!” Evinin bağış işlemini çözecekti velâkin ömrü vefa etmedi.*İçten-içe öyle nedâmet duydu ki ihtimâl 762 aklına girip birileri işi kitabına uydururken en yakınlarından hiçbirimize de haber vermeksizin ne gerekiyorsa sağlık raporu’ndan tapu-tescil işlemlerine dek “Kız Kur’an Kursu yönetimi adına” böyle yönlendirmiş ve gerçek leştirmiş amma “mahşer hesabı” işte bu olayın içyüzü ibret; din-i tarikat cehlince kinci hissiyat ukdesiyle kahroldu zira ardınca evlatlarına ve onların çocukları-torunlarına köyde sığınacak kapı ve hatırasını yaşatacak bir ocak ve bir karış toprak bile bırakmadan-nasıl da garip bırakıp “benden sonrası tûfan!” dercesi içinde gizlediği istif-fıtrat tevazû’suz sert tavr-ı mizâcına kaynak (!) geçiverdi dünyasından. Allah rahmet eylesin bil-cümle ervâh-ı islâm kullarından nice ecdâd-ı muhtereme soyumuz zevatına! Ruhlarına Fatiha “-maa’s-salevat” / âmin; Rabbim ! Muvazzah hâdise: Esasında artık kapatılmış ve hizmet süreci tamamlanmış sözkonusu “Kız Kur’an Kursu” hk.da ; bu olayın içyüzü ibret olmasa asla açıklamazdım. Misal “Can göğermiş dal sanki ilkyaz !” şiirinde değindiğim gibi bir fırsat doğuverse hemen can atıyorum memleketime. Ertesi yıl derken yine gittim ve hiç değilse sevinç duyarak köyde konuk oldum bir hafta. Kan-can insanlarımızla görüştük , gönlümüze ferahlık kattı yakınlarımızı görmek ve yöremizde gezip dolaşmak gerçekten ne güzel duygular yaşattı hanımla bana ayrıca iki oğlumuzla birlikte; Bartın , Amasra , Karabük , Safranbolu ve Yazıköy’de gezip dolaşırken ne unutulmaz hatıralar canlandı hayâl-hâfızamızda. Anladım ki insan doğup büyüdüğü yörenin havasına suyuna da özlem ve ihtiyaç duymakta. Hatta baştan girdim ve sonundan çıktım mezarlık-kabir ziyaretim esnasında daha yakın hissettim kendi iç dünyamı mevtâlar ruhuna fatiha okudukça. Onlarla birlik geçen günleri içten duyarak düşündüm de “empatik” korkunun özünde sempatik gönül hu zuru duyuran Rabbim’e hamd-ettim mezar taşlarına yazılmış şiirimsi sözcüklere göz gezdirdim dilim döndüğünce. Demekki insan ömrünce hem mâlum hem meçhul yolun akıbeti işte böyle ders-i ibret: “ölüm hak miras helal” diye diye“geçim derd-i dünya”meşakkatine severek katlanmaya uygun fıtratta yaşamanın nedir ruh-hikmeti “ilim-irfan” neye gerek “kitap okumak-anlamak” gibi içyüzünü dış görüntüsüne bakarak kavramaya yararlı nice bilgi kaynakları aramak-araştırmak gereği ille de vahyin mesajını can kulağıyla algılamaya yatkın değilse hele bir düşünsün kendi benlik bilincine göre evrensel beden ülkesinde ne vakte dek kalacak velhâsıl sonrası nereye varacak “Kitabullah” hakk-ı hakikat tek Kur’an beyyinatınca canlı anlamlar ruh-u şuur Rabbimiz’in inâyet-i irşâd “din-i İslâm” mübelliği “insanlık önderi / rehber-i hidâyet” Muhammed-ül’Emin (*) Efendimiz’in izinden başkaca felâha yol yokken neler değişip ne hâllere dönüşecek kimbilir ne korkunç sonuç sonsuz zillete düşecek kesin nedâmet-i hasâret tam mahşere sürüklenecek böyle gaflet içinde kendini nisyana terk-edip beyin zarındaki “iç gerilim” ve yürek kanındaki kimyasal salgı adranalin*noktacık kalb-i süveydâ*anlık korunma ‘içgüdüsel tepkime’ meâlinde derinden değişim psiko-şimik mûcize-nükte“endişe-i mevt”dünyadan âhirete ve emr-i Hakk’a çâresiz boyun eğmekten ibaret dünya-hayat tohumu bundan özet “sözün özü” neymiş şu âlem-i fenâ akıbet tam “mukadder mühlet” hitama erecek , gözler açık gönüller “yakîn”-görecek ölünce; âmennâ ! (Not: Dernek’ten satın alacağım mâkul bir değer çıkarsa dava sonuçlanınca!) RİDDETE REDDİYE 1. Bir aktüel şiir yazsam Fermanla meydan okusam İrticâ’yı sorgulasam İrtidat’a karşıt kavram ! 2. Şimdilik konu pek sıcak Amaç gündem oluşturmak İrtica tehlike ancak Önlem doğru yorumlamak ! 3. Ne dar çağdışı kafalar Ne kadar yozlaşmış ruhlar Ne çok karamsar bakışlar İnsanlığı unutmuşlar ! 4. Işık arar karanlıktan Nihayet dava sonuçlandı (01.4.09) istenen bedelini de ödediğim için mahkemeden “adıma tapu tesciline ilişkin” karar kesinleşti hamdolsun. Mayıs-2009 ortasında Safranbolu-Yazıköy’de iki hafta kadar misafir kaldım , bu arada ev (143 m2 ) ve birlikte bahçe (36 m2 ) tapularını da aldım. Allah’a şükür artık köye varınca açacak kendi kapımız varken nasip oldukça ailecek gidip bayram seyran memleket ziyareti yaparız yani “ana-ata ocağı” köyümden-kökümden kopmamış oluruz inşaallah. wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww (Star-TV: 16 Eylûl 2008 / 01.15’de Uğur Dündar ve Nedim Şener röportajı: Sadettin Tantan (Yurt Partisi Gn.Bşk.*) ile “Türkiye’de yolsuzlukların dünü ve bugünü” hk./ Özü: ‘İlk büyük tehlike-tehdit “irtica” değil , yolsuzluktur.’diyen Sn.S.Tantan’ın eleştirel önerileri , Türkiyemizin kurtuluş reçetesi diye dikkat ve ciddiyetle ele alınması hem de âcilen gereğinin yapılmasına işaret tam mertçe gerçek yurtseverlik örneği kişilik karizmasını da yansıtıcı değerde hep haklı-farklı içten yürek gücüne bağlı inanç kaynaklı kararlılık göstergesi!) ………………………………………………………………………………… 763 Hakikat Hakk’ın sırrından Tam ve doğru açıklayan Tek hak kitap bakın Kur’an ! ………………………….. Tek “hak kitap” var ki , Kur’ân ! 5. Okur hiç anlamaz bazı Aymaz ayırtmaz mecâzı Sözün künhünü aradı , Hak (“Kün!”) başka bulamadı ! 6. O zaten “Mûciz-ül’Beyan” Hak hidayet nur-u iman Baştan ilk nokta-i Bâ’dan Son Nûn’daki nükte ayan ! 7. Anlamak tam okumak bil , Her kıraat idrâk değil ! Bâ’dan Nûn’a tek hece dil , İlk ve son nokta nüktedir ! 8. Anlayan az bilen ender “Ağlayan Vaaz” Gülen* der: “Kırık Mızrap” içten inler , Riddet her belâdan beter ! 9. Kur’an-cası “yeter!” diye Münkirlere rest jestiyle Nükte-i “Bes”(*)belli işte , Şer riddet’e tek reddiye ! (Bkz. Sözcü G. 04 Ekim 2008 / sh. 4: “Yolsuzluk … / … 8. En nitelikli dolandırıcılığı yapanlar daha iyi eğitim almış kişiler, bu da bizim başka bir çelişkimiz. / …” –Sosyal hastalıklarımızı irdelemek konusunda açık görüşümüzün özeti işte en son nükte bu alıntı cümleyi iyi düşünmek yeter!) wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww (Yeter deyip bitirmek istiyorum şu son nükte-i hitabet etkisinde bidayetten nihayete dek kesret-i kelâm “ifade-i meram” mukaddemat tasrihatına merak mübtelâsı savruk kalem meramımca anlattıklarımla lâyık-ı vechile anla tamadıklarımdan özet ders-i tefekkür rikkatimizin ifâde derinliği itibariyle pek güzel bir “örnek hutbe” daha ha kikaten hayat felsefemizin ne mücmel hülâsası “sırr-ı hakikat” tarz-ı fıtrat telakkiyat-ı itikadımızı da tam açıkla maya yararlı bir misk-i hitam (83*26. “Hitâmühü miskün …”) adeta tadınca (27.“Tensim”) -anlamına benzer (28. “Bir kaynak ki , …”) renk kokusunu duydum okurken: Bkz. / T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı (04 .02. 2005) Ancak Gündoğdu Camii’nde 04 Ocak 2008 Cuma hutbesi olarak okunurken yine güncel mesaj bir duyuru vardı ilk başta cemaat için uyarı : (10 Ocak 2008 Perşembe “Hicrî yılbaşı” 01 Muharrem 1429) yeni bir sene daha baş layacak diye. Ben de tesbitlemiş oluyorum Milâdi’ye göre Hicrî takvim bakımından yaşadığım tarih bilgimi İs lâm’a bağlı inanç bilincimle. Demekki kitap bilgisi ve tarih bilinci yoksa anlamaz “zaman” anlamından gafil ve cahil Müslüman. Haydi sen de oku ve okut! / Ayet: “Tevbe, 9*20. ( … )” HİCRET / Değerli Müminler ! Yüce Allah , emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek üzere peygamberler göndermiştir. Görevleri sadece insanları doğru yola ulaştırmak olan bu kutlu elçilerin hemen hepsi , pek çok işkence ve zulme maruz kalmışlardır. Bazısı öldürülmüş, bazısı yurtlarından göçe zorlanmış, bazıları da toplumdan soyutlanarak baskı altında tutulmuşlardır. Halbuki bu kutlu elçiler , gönderildikleri toplum için rahmet , şefkat ve sevgi kaynağı idiler. Onlara gönül kapıla rını kapatan toplum , aslında insanî fazilet ve erdemlere kapısını kapatmaktaydı. Allah elçilerini bağrına basan toplumlar ise, insanî erdemlere, aydınlığa kucak açmaktaydı. Allah elçilerinin sonuncusu , âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed de insanları , şirki ve küfrü , vahşet ve zulmü terk edip sadece Yüce Yaratan’a ibadete, adalete, merhamete, insanî erdemlere 764 davet etmekteydi. Mekkeli müşrikler , bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen bu Yüce Elçi’ye akla-hayâle gel medik işkence ve zulmü reva gördüler.O’na kucak açma ,O’nunla insanlık onuruna yeniden ulaşma yerine; O’nu dışladılar , hayatına kasdettiler. Bu ağır baskılar altında tebliğ ve davet görevini yerine getiremeyeceğini anlayan Kâinatın Efendisi , Miladi 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret etti. Bu hicret asla bir kaçış olmadığı gibi ; sıradan bir göç de değildi. Muhterem Müslümanlar ! / Hicret; İslâm davasının hedefe giden yolunda bir dönüm noktasıdır. Hicret; İslâm toplumunun teşkilatlanması , bir güç haline gelmesi ve çevresine kendini kabul ettirmesi sürecinin ilk adımı ol muştur. Hicret; her vesile ile birlik , beraberlik ve dayanışmayı vurgulayan İslâm’ın hayat bulmasına yol açan önemli bir olaydır. Hicret; imanın maddi güç karşısında kazandığı zaferin simgesidir. Hicret , Allah rızası için; anadan , babadan , yardan , diyardan , maldan , mülkten hatta candan , evlattan vazgeçişin , ibretli ve meşakkatli kıssasıdır. / Hicret; her şeylerini Allah için , göz kırpmadan terk eden Mekkeli Muhacirler ile onları bağırlarına basan , muhtaç oldukları halde onları kendilerine tercih eden Medineli Müslümanların , Ensâr’ın destanıdır. Bu destanda fedakârlık , kardeşlik , ahde vefa , birlik ve beraberlik , değerlerin paylaşımı , özgürlük aşkı , adâlet , saygı ve hoşgörü temel konulardır. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz’in Medine’ye hicreti , bu değerlerin insanlığa yeniden kazandırılması yolunda verilen mücâdelenin en önemli aşamasıdır. Hicret; Allah’a ibadete, insanî erdemlere, rahmet ve medeniyete (rahmet medeniyeti’ne*) gönlünü açanların zaferi ; bu değerlere kapılarını kapatanların mağlubiyetidir. Hicret; nurun hayat buluşu , karanlığın aydınlığa dönüşüdür. Bu büyük dönüşümün gerçekleşmesine katkıda bulunmuş olmanın Allah katında elbette bir mükâfatı vardır. Yüce Kitabı mız Kur’an bu mükâfatı : (Tevbe, 9*20. “İman edip hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla , canlarıyla ci had* eden kimselerin mertebeleri , Allah katında daha üstündür. İşte onlar , başarıya erenlerin ta kendileridir.”) âyetiyle dile getirmektedir. Aziz Kardeşlerim ! / Hicreti süsleyen tablolarda , çağımızın insanı için alınacak birçok ibret ve ders (ibret dersi) vardır. Bencilliğin , maddeperestliğin , çıkarcılığın , adâletsizliğin tahrip ettiği insanlığın aydınlığa çıkışı ; hicret le başlayan ve yeşeren insanî değerlerin , fedakârlık ve kardeşlik örneklerinin hayat bulması ile mümkündür. / Günahlarla , isyanlarla kirlenen gönül dünyamızın ; kulluğa , itâate, ibadete yönelmesinin de gerçek hicret olduğunu unutmayalım.”) *********** GÖKYÜZÜ (Kur’an: 21*31-33. “Sakfen mahfûzâ”) 1. Gözler-de ki gökyüzü günboyu mavi rüya Neden bütün geceler dalıp gider uykuya ? 2. Yüceliği arayan akıl irâde gücü Niçin boşlukta kalsın bizden öteye ucu ? 3. Allah’a inanç olmaz önce minnet duymadan Sayısız nimetlere nankör olur mu insan ?! 4. Yerde gökte her varlık yalnız Allah’a bağlı Bu minnet duygusuyla bilincimiz bağımlı ! 5. Gökyüzü üstümüzde bir büyük ayna gibi Bilgisayar çağı’nda “bilimsel” düşünmeli ! 6. Nasıl kör cahil nankör yaşıyor insanoğlu Çağdaş uygar insancıl tam aydın olmak bu mu ?! 765 7. İnsan nasıl unutur ölümü ve Allah’ı ; Boşuna mı bu dünya yalan mı yaşadığı ?! 8. Başında taşıdığı gökyüzüne bakmaz mı ; Ayakları çamurda kirlenen arınmaz mı ? 9. Kan içse leş yese de yamyamlığa doymayan Yasalardan korksa da Allah’tan utanmayan ! 10. Bak nasıl da gülüyor ağlanacak hâli-ne ; Allah’a sığınmazsa başka güvencesi ne ?! 11. Ne diye düşünmez de gülüp geçer aksine Nefesiyle canlıyken nefsin can hevesi ne ?! 12. Ölümden korkuyorsa Allah’tan nasıl korkmaz Seyyiâtına rağmen vicdan azâbı duymaz ?! 13. Utanmaz alçak sefil , içini dinle biraz ; Unutmaz ancak O, bil ; ne haddine itiraz ! 14. Kim verdi bu aklını başına (bak da / topla) önce Haydi yol saçlarını (sayarak / saydıkça) düşün ince ! 15. Tek Rabbine minnetle “el-hamdü-lillâh” derken , O duyguyla yüzleşsin gökyüzüne bakarken ! 16. Ruhuyla bütün-leşsin , içine nur akarken ; Nuruyla gömüt-leşsin bilinç ne zor yaşarken ! 17. Uyanmaz ki vicdanı köreltmişse ihtiras , Dayanmaz sabr-ı cânı hissettikçe sor biraz ! 18. Kafayı kurcalayan her süâl âni ilham , İnsanı kucaklayan istikbâl sanki evham ! 19. Soruyorsa nitekim cevabını alacak , Arayan cezâsını Mevlâsından bulacak ! 20. İşte Peygamber sözü* her mümine yaraşan Güzel ahlâk’ın özü: (“el-hayâ min-el’îman !”) 21. Sorumsuzca yaşayan vallâhi iflâh olmaz , Gökyüzü’nü unutan ne yapsa salâh bulmaz ! 22. Son kez bak gökkubbe’ye, eşsiz “zevk” ay yıldızlar ; Şu yaldızlı görkem ne şeksiz “dizayn” Var O Var ! 23. Sihr-i sanat sırr-ı can ne muzmer ruh şuur-dar , 766 Yaşamakça iç dilden nefesler kader* iş’âr ; Doğaç poetik iykan* yorumsuz rüya ihtar ! (Bkz. Allah Akılla Bilinir, HarunYahya(*)Akit-İst.1999 / sh.133-136: “Korunmuş / korunan*Tavan”) (Bkz. Feyizli Sözler Sohbetler / sh. 52 : “Müminde hayâ nasıl meydana gelir ? “) (Bkz. Gerçek Mürşid Hazret-i Allah’tır / sh. 511) (Bkz. Sûre-i Mülk / Kur’an-ı Keriym : 67 / 3- 4. “O , yedi göğü tıpatıp uyum hâlinde yaratmıştır. Sen , Rahmân’ın yarattığında hiçbir düzensizlik , uygunsuzluk göremezsin ; gözünü bir çevir de bak ! Acaba bir çatlak , bir bozukluk görebilir misin ? 4. Sonra gözünü tekrar-tekrar çevir de bak ! Gözün yorgun-bitkin hâlde alçalmış olarak sana döner.”) Bu âyetlerin tefsîr-i muhteviyatında “bilimsel araştırmayı teşvik” te’vîli var. (Âl-i İmrân : 3 / 188-192. âyet meâlleri : 188. “Ettiklerine sevinen / zevklenen , yapmadıkları şey(-ler) ile övünmeyi / övülmesini sevenlerin sakın azabdan kurtulacaklarını sanma ; sakın (bir şey) sanma , çünkü onlar için korkunç / çok acıklı bir azab vardır.” 189. “Göklerin ve yerin mülk ve yönetimi / hükümranlığı Allah’ındır. Allah her şeye gücü yeter / hakkıyle Kaadir’dir.” 190. “Şüphesiz / şu bir gerçek ki , göklerin ve yerin yaradılışında , gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde , aklını / ve gönlünü iyi işletenler / iyi kullananlar için (yol gösterici) ibretler / belgeler vardır.” 191. “O akıl sahipleri ki , ayakta , otururken ve yatarken Allah’ı anarlar ; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında (iyice) düşünüp ; Rabbimiz , sen bunu boşuna yaratmadın ; seni (boş ve gereksiz şey yaratmak tan) tenzih ederiz / şânın yücedir senin. Bizi ateşin azabından koru ! (derler.)” 192. “Rabbimiz , şüphesiz sen kimi ateşe sokarsan , elbette onu rezîl ve rüsvay edersin. Zâlimler için yardımcılar da yoktur.”) ZAMAN YOLU Gözlerde gayet somut ışık-kent samanyolu Göklerce âyet boyut ne dehşet zaman yolu ! Bu yolun ve konumuzun sonunda ancak Kur’an / “Kelâmullah” bihakkın “Hakk-ı hakikat” Tek Yüce Allah* Rabbimiz’in âyetleri konuşur ve her an bütün zaman-mekânlar boyutunca can nüktesi “iç dil” bilir ki , ille de O’nun dediği ve dilediği gibi olur her şey yokluktan varlığa doğuş yani ilkten yaradılış sonsuz anlamda: (Bkz. söz-misâl şu birkaç meâl-i âyet daha açıkça anlatıyor özün özü “lübb-ül’lüb” nedir ? / … 2*131,137, 139-141,147-155,164,170-176,177,186,204 -209 ve 210. “… ve ile-llâhi türceu-l’umûr : Bütün iş ve oluşlar sonunda Allah’a döndürülür.” Ve-s’selâm !) ( Haziran 2008 Bayraklı / Bornova*-İzmir ) *********************************** Son not: Sağ-sol anlayışına ya da cemaat-tarikat tandansına hiç aldırmaksızın nitekim milletimizi ve ehl-i irfan nitelikli insanlarımızı hep birlik-barış yolu şuur-u İslâm mesajı’na çağrılamak gayesindeki işbu tarz sanatsal muhteva alıntılara rağmen kendince özgün nükteleri belirtmekten hoşlanan nesir ve şiir karışımı misal böyle bir çalışmaya acaba yayımlanma şansı tanıyacak ve de olduğu gibi kitaplaştıracak görüşte hem mert hem de gerçekçi-idealist denebilecek ve bu işin riskini içtenlikle göze alabilecek her hangi bir yayınevi bulabilecek miyim ? Rabbim imkân verecek mi bakalım ; ( “Mevlâ görelim neyler ? Neylerse güzel eyler !” ) … -inşâallah , Hakk’ın rızâsına ve halkımızın ruhiyatına muvafık olursa sahiden enteresan sandığım meşk-i şiir ruhiyatımca bu özgün 767 niyet-i hizmet “dil ve din”-noktasındaki içsel-yıkım’ın onarılmasına yönelik “kalem denemesi” –hercâi içerik konular ve yorumlar ya da bazı şiirsel alıntılardan ibaret tarz-ı mesâi cidden mûteber ve muvaffak addolunur âcizane ümmîd-i kanâatimce. HK.* // … Bu muhtevadan bir “şiir kitapçığı” çıkartmalıyım ! ÖZ SANAT 1. Elimdeki kitap bu ömrümden özet divan , Nice mecaz zihinsel lügat-ı hayat tam meşk ! İç dildeki hitap “Hû!” gönlümden nükte-i can , İşte cevaz şiirsel “özgün sünûhat” demek ! 2. Tek kim belli nitekim her ruh-u şuur şu an , Nefs-i idrâk kolay yol lâkin insiyak gerçek ! Sezgim mülhem şiirim “iç dil” konuşur vicdan , Öz sanat aşk yaşamak söz iştiyak hissetmek ! ************************************ Kitapça açılsın (hk.yasamakca.net ) niyetimce, Yüce Rabbim muvafık kılsın ve rızasına erdirsin. Amin ! *********************************************************************************** Çeşitli Gazete ve dergilerde yayınlanmış olan yazılar ve şiirler : 1.) Kısaca Milliyetçilik (-Vedat Kader adıyla*…) Yeni İstanbul G. (07.05.1962) 2.) Meydan Farelerin mi ? Yeni İstanbul G. (14.06.1962) 3.) İlmin Yetersizliği Yeni İstiklâl G. (08.08.1962) 4.) Artık Teşkilâtlanalım ! Yeni İstanbul G. (10.08.1962) 5.) Davamız ve Mücadelemiz Yeni İstanbul G. (29.08.1962) - “Bu yazıdan aynen / iktibas” Bursa-Güneş / Dergi. (15.09.1962) 6.) Var ! O Var ! (şiir) İst. Şûle / Dergi. (24.10.1962) 7.) Türk İşçisi Milliyetçidir ! Yeni İstanbul G. (16.12.1962) 8.) Ben ve Ötesi (şiir) Ank. İslâm / Mecmua. (Ocak-1964) 9.) Önce Sevgi (şiir) İst. Tohum / Mecmua. (Nisan-1964) 10.) Ölüm (şiir) Konya-Çağrı / Dergi. (Mayıs-1964) - Bu şiir “Dirim sonu”, Resimli Genç Şairler Antolojisi-İst. / Cilt-5, sh. 36 ……… 1968) 11.) Hak Yol (şiir) Konya-İslâm’ın İlk Emri OKU / Mecmua. (Mayıs-1964) 12.) Büyük Kafaların Gafleti -1 Erzurum-Hareket G. (21.09.1964) - Büyük Kafaların Gafleti -2 Erzurum-Hareket G. (28.09.1964) 13.) Açık Mektuplara Zeyl … Erzurum-Hareket G. (18.01.1965) 14.) Konya Gençliğinin Asil Hareketi (-M.Polat*) Erzurum-Hüryol G. (13.05.1965) 15.) Çile (şiir) Ank. İslâm / Mecmua. (Mayıs-1965) 16.) Kur’an Işığında Tenkid Denemesi-1 Konya-Yeni Ümit / Mecmua. Sayı: 9 -1965) - Kur’an Işığında Tenkid Denemesi-2 Konya-Yeni Ümit / Mecmua. Sayı:10 -1965) 17.) Çatışan Zihniyet Tipleri Konya-Yeni Ümit / Mecmua. Sayı: 11 -1966) 18.) Din Karşısında Küfür Kültürü Konya-Yeni Ümit / Mecmua. Sayı: 13 -1966) 19.) Cennet Yolundaki Cehennem-1 Konya-Yeni Ümit / Mecmua. Sayı: 14 -1966) - Cennet Yolundaki Cehennem-2 Konya-Yeni Ümit / Mecmua. Sayı: 15 -I966) 20.) Muhterem Okuyucularımız! (Önsöz) Konya-Yeni Ümit / Mecmua. Sayı: 15* -1966) 21.) Nasıl Kurtulacağız ? (Özel Sayı: 16) Yeni Ümit / Konya Y.İs.Enst.Talebe Cem. -1966) 22.) Çağdaş Toplumda Kadın-1 Konya-Yeni Ümit / Mecmua. Sayı: 17 -1966) - Çağdaş Toplumda Kadın-2 Konya-Yeni Ümit / Mecmua. Sayı: 18 -1966) - … -3 / Uyanın Hür Köleler !.. Konya-Yeni Ümit / Mecmua. Sayı: 19 -1966) 23.) Milletin Geleceğiyle Kumar Oynayanlar Bugün G. (27.04.1968) 768 24.) Adana-Konferans (ilk sayfa / haber) Babıâlide Sabah G. (13.06.1968) - Feyizli Bir Gece / haber Bugün G. (15.06.1968) 25.) TÖS’çü Kafadarların Kuyruk Acısı (1-3) Adana-Vatandaş G. (05, 06, 07.08.1968) 26.) Cemaatlaşmak Şuuru ve Çağrısı İzmir-Ege Ekspres G. (18.08.1968) 27.) Olayların Ardından (Bir hafta / tefrika*) İzmir-Ege Telgraf G. (30.08.’den - 05.09.1968) 28.) İslâmca İnanmaya Çalışınız ! Bugün G. (17.10.1968) 29.) Kubalı’nın Çömezleri (1-3) Bugün G. (10,11,12.11.1968) 30.) Gerçek Bayramlarımıza Doğru (1-2) Adana-Vatandaş G. (04. ve 05.03.1969) 31.) İşsizlik Sebepleri üzerine bir mektup Bizim Anadolu G. (29.05.1969) 32.) Millet İrâdesine Rağmen Ank. DEVLET / Mecmua. (09.06.1969) - Mesleki Sorunlar “açıkoturum” (haber) Bursa-Hakimiyet G. / Foto: A. Battal //… 1975) 33.) Ahiret İnancının Fert ve Toplumdaki Etkileri Bursa-Doğru Hakimiyet G. (20 ve 21.07. 1981) - Divan / H.Kurt hk. İst.Yeni Düşünce / Dergi.Sayı:77 (25.03. 1983) 34.) Yalnızlık (şiir) Şiir Bahçesi Antoloji (sh. 128) – Bursa (Mayıs-1985) 35.) “Buhran Dilde değil Özde” Milli Kültür (Sayı: 85 / sh.15-18)-Ank. (Haziran-1990) 36.) Şiir’de İç ve Dış Hastalıkların İyileştirilmesi // Milli Kültür (sh. 31-33) (Temmuz-1990) 37.) Yerel Yönetimlerin Demokratikleşmedeki rolü , Yerel Haber G.-İzmir (Ağustos-1991) 38.) Boyut-H.Kurt / Sonuç Koolisyon mu ? Yerel Haber G.-İzmir (Eylül-1991) 39.) Boyut / Halk irâdesiyle “Demokratikleşme” Yerel Haber G.-İzmir (Ocak-1992) 40.) TV dizisi “Hatırla Sevgili” senaryo belgeselinde geçen bazı olaylar münasebetiyle o günlerde günlük yazılı basında adımı sözkonusu yapan birkaç haber ve meselâ: “Öfkeli Ömer ” mahlaslı bir yazarın köşe yorumundaki hiç ilgisiz ve hakkımda haksız-yersiz sataşmaları gibi ideolojik “suçlamalar ” karşılığı yazdığım ya da doğrudan “davamız ve mücadelemiz” diye görüşlerimi savunmak yani açıklamak için kaleme aldığım , ama hızlı değişen gündemler arasında yayınlan masına imkân bulamadığım müsvedde müdevvenat hevesinden yola çıkarak sürekli yazmak ve hiç değilse hayat tecrübelerimden özet-ders sayılacak bir takım muhtevâlar oluşturmak veya kültürel müktesebatımdan meraklı yakınlarımı da faydalandırmak istiyorum. Aslında bunun nedenlerini ve gerekçesini de bütün şu Yaşamakça şiirler ve metinler yeterince belirtmiştir sanırım. Bu muhtevâda adı geçen “Doğaç Poetika” ve de “Gönlümdeki Günceler ” ham materyal durumunda , henüz tam olarak düzenlenmiş değil. Ve bundan böyle zaten yoğun çalışmalar yapabilecek ne gücüm kaldı ne de sabrım. Zira bilgisayar kullanmayı bilmediğim için tek bunu becerinceye dek gerçekten çok yoruldum ve sırf daktilo olarak kullanırken acaip zorlandım , bilgisayarla yazmak kolay da olsa şahsen ayrıntılarıyla kullanmayı becerememekten dolayı hayli usandım. Ayrıca “internet” olayı ve “görsel medya” hakikaten zor-zahmet kaynaklardan araştırmayı ve kitaplar okuyup bazı konulara yoğunlaşmayı da öteleyip buna benzer çalışmalar yapmayı da zorlaştırmakta , hatta buna hiç fırsat tanımayacak kadar. Sanki bilgisayar ve internet modern hayatın bütün alanlarına tamamen egemen olduğundan artık kolay yoldan her türlü bilgi ve belge kaynaklarına anında ulaşmak çağımızın teknolojik gelişim mûcizesini de kanıtlamakta. Ancak insan ruhunun hassasiyeti ve özellikle “kader / alınyazısı” diye belirtilen en temel problemi gibi gayet doğal duygusal düşünceler kemiriyor beynimizi içten ve tedirgin ediyor benliğimizi. İşte bu konuda sanat öne-çıkıyor ve bilimsel düşüncelerle güncel duygular arasında bocalayan ruhları , şiirimsi iç dil’in mûsikî’leşen evrensel büyüsü öyle sarıp sarsıyor ki , kimi an sonsuz zamanlar boyutsu “lâ-mekân” nağmelerin vecdiyle soyut aşk visâline kanatlandırıyor Rabbi’ne hasretten yanan ve ancak O salt gerçek-Güzel’e iştiyakınca yakaran gönlümüzü. Sözler yetmez anlatmaya ve gözler de algılamaya! Yalnızca bunu anlatmak isterken ne çok karmaşa üslûp boşuna söz israfından korksam da korunamadım ve yeterince sakınamadım muhtemelen. Ne dediğimiz mi , yoksa ne demek istediğimiz mi daha önemli ? Bu soru asıl lügatların nükte-i kelâm olarak kitaplar dolduran nice detaylarını iyice kavramak ve doğru yorumlamak konusunda akl-ı ruhu doğrudan etkileyen “mizac” kaynaklı mantık-ı şuuru da oluşturmakta. Nitekim bir nebzecik değinmekle yetinivermek bakımından öteki iki çalışmaya örnek gösterdiğim şu metinler hakkında nasıl bir kanaat uyanacak kafanızda ? Şayet dilin sözü anlaşılmazsa bilginin özünü 769 anlamaya önem vermek gerekir bence. Zaten her sözün niyeti kendi mizac özünü belirtmekten ibaret. Doğaç Poetika / “müsvedde”-sh.1-10: Doğaç Poetika (Özeleştirel Değinmeler) / İnsan yalnız ve çıplak geliyor da asla şaşmaz ve hiç başkalaşmaz yoldan nasıl ve ne kadar kalacağı meçhulken bile mâlum şu dünya-hayat boyunca memnun da olsa âkıbet bırakıp gidiyor dünyadan. (Bkz.Gerçek Mürşid Hazret-i Allah’tır / Sh. 52-74: “Nefis ne demektir ?/ Nefis her hayra engel olmak isteyen , her şerrin kapısını açan , her iyiliği benimseyen senin arkadaşındır. Bu dünyada da arkadaşındır , kabirde de arkadaşındır , mahşer de de arkadaşındır , cennette veya cehennemde de senin arkadaşındır. Bedenî hastalıkların teşhis ve tedavisi için hâzık bir tabibe müracaatı emir buyurmuş olan Nebiyy-i Zîşân - sallallahü aleyhi ve sellem – Efendimiz Hazretleri , manevî hastalıklardan kurtulmak için de manevî bir tabibe, Rabbanî bir âlime başvurmayı dinî bir ihtiyaç olarak göstermiştir. (Bakara-2*10. “Fî gulûbi-him marazun …” / Onların kalblerinde hastalık vardır.) Ayet-i kerîmesi ile işâret buyurulan bu korkunç hasta lıklar , tedavi edilmezse hayat-ı ebediye’yi öldürdüğü için çok tehlikelidir. / Hasta olan bir insan güzel yemeklerin lezzetini anlayamaz. Ağız tadının geri gelmesi , hastalığının tedavisine bağlıdır. Bunun gibi nefs-i emmâre’ye mağlup olan bir kimsenin kalbi hastadır , ibâdet ve tâatlarından lezzet alamaz. / Kin , kibir , gadap, şehvet , hased , riyâ , tamah , ucb … gibi kötü sıfatlar kalb hastalıklarıdır. Kâmil bir mümin olabilmek için kalbten bu sıfatları bir bir izâle etmek (yok edip gidermek / temizlemek) icabeder. (En’âm6*151. “Kötülüklerin zâhir ve bâtın olanlarından uzak bulununuz.”) / Sh.53: “Yani zâhirimizi süslemek için Efendimiz Aleyhisselâtü vesselâm’ın şeriatına , bâtınımızı ziynetlendirmek , iç dünyamızı nurlandır mak için de …(A’raf-7*181. “Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki , onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.”) … görülüyor ki bunlar Hakk* tarafından gönderilen irşâd memurlarıdır. Bunları yalnız Hazret-i Allah bilir , halk bilmez. Bunlar da Hazret-i Allah’ı bilirler , gerçek mürşidin Hazret-i Allah olduğunu görürler. Yani bunları halk bilmez , Hakk* bilir ; bunlar da Hakk’ı bilir.” / Sh. 61: Nefis ve Dere celeri / Ulvî olan ruh , bu karanlık cesetle birleşince “yedi perde” ile aslî hâlinden perdelenmiştir. Bu perde lerden her birine “nefsin dereceleri veya makamları” denir./ Tam yedi perdeli hâli “Nefs-i emmâre”-dir.Bir perdenin kalkmasıyla “Levvâme”, iki perdenin kalkmasıyla “Mülhime”, üç perdenin kalkmasıyla “Mutmainne” gibi isimler alır./ Her perde kalktıkça ,ruha mânevî âlemden ışıklar sızar.Tam perdeli hâlinde ise hiç ışık sızmaz. Perde sayısı azaldığı nisbette nefis saflaşır. Bütün perdelerin kalkması hâlinde ise tamamen nur kesilir. Bu ma kam , Resûl-i Ekrem -sallallâhü aleyhi ve sellem’in makamıdır. / Altı derece’nin ismi Kur’an-ı Kerîm’de açık olarak zikrediliyorsa da , “Nefs-i sâfiye” Ayet-i kerîmelerden zımnen anlaşılmaktadır.”) Dünya aslında ayna ya da rüya ! Anlık algılarımızla anlamak için bakıyoruz da aynen nefsimizin in’ikâsıyla karşılaşıyoruz zâhiren bâtın nur-u şuur “ruh” hakikat tam anlamınca ve tam yaşamakça* “Hakk adına hakikat” tek gerçek göklerce gözler renk-âhenk “kader ”-revnâk gönlümüze yansıyan rüya yahut daha doğrusu gönlümü zü aynen yansıtan nur-u Kur’an-ca ayna ! (Bkz. Gerçek Mürşid / sh. 70-74: “Nefis derecelerini daha iyi anlayabilmemiz için bir temsil / … bir cevizi tem sil getiriyoruz. Herkes kendisini ölçsün. / Bunların hepsi onun ümmeti , ammâ yetmişikisi cehennemlik , bir ta nesi kurtulacak. / … şimdi o sağlam bir ceviz … / Bu sağlam olan cevizin de nasıl döküleceğini dikkatle takip ederseniz öğrenmiş olursunuz. / … Allah-u Teâlâ Ayet-i kerîmesinde buyurur ki : (Bakara-2*284. “Allah diledi ğini mağfiret eder , dilediğine azap eder.”) Bunun böyle olduğunu bilmek lâzım. Mahlûkun hiç hükmü yoktur. Hüküm ve değer yalnız ve yalnız Zül-celâl vel-kemâl olan Hazret-i Allah’a mahsustur. / Sh. 74: Hakk Celle ve Alâ Hazretleri buyurur ki : (Vâkıa-56*85. “Biz ona sizden daha yakınız , fakat siz görmezsiniz.”) … Zerreyi de O halketti , seni de … , kâinatı da O halketti. O‘ndan başka hiç mevcûdat yok zaten. / … Herkes bu ayna’ya baksın kendini görsün ! Hakikat ehli midir ? İman-ı kâmil sahibi midir ; değil midir ? / Eğer tüm bu hakikatlere vâkıf ise hakikat ehlidir. Değilse kendisinin ne olduğunu öğrensin. Zira tasavvuf , ehline mahsustur. / … Bunun içindir ki , hakiki mürşid ile sahte mürşidi ve imanı buradan anlamış olursunuz.”) İşte en güzel ya da acaip berbat toplum hayatına ayna “medya yansımalarından anlamak ve güncel alıntılarıyla anlatmak” kasdımıza uygun uykusuz zaman / yorumsuz rüya anlamında yaşamakça doğaç poetika! Şiir-i fıtrat tek Kur’an-ca anlamak ve âyetlerin ruhunu okumak. Bunu gönlümüze uygun sözlerle anlatmak gerekmez mi ? Rikkat-i vicdan idrâk-i insana hitap lisan-ı sanat tam “Rab’ca” ancak Kur’an “kelâm-ı kadîm” mûcize; elbette 770 İlahî “vahyin dili” âyetlerin fıtrat şiiriyetince yine insan anlayışına seslenmekte ! Tefsir-i kelâm mantık-ı insan nisbetinde; derinlik kavrayış şuuruna göre, idrâk-i iykan net “yakîn” incelik gönlün görüşü ölçüsüyle ! Herkes böyle; gönlüyle ezel-ebed arası “yolda” daima nefsiyle cedelleşmekte! Beden nasıl ruh için binek görevinde ise nefs-i ruh da aklımızca “arkadaş” şimdi işte ! Demekki “iç dil” lisan-ı tefekkür rikkat-i teessüratınca canlı her ruhsal endîşe ! (Bkz. Sûre-i Hadid , 57*16-29 / 17. “Bilin ki Allah , ölümünden sonra yeryüzünü canlandırıyor. Düşünesiniz diye gerçekten , size âyetleri açıkladık.” / 20. “Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun , eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki , bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün ; sonra da çer-çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçim likten başka bir şey değildir.” / Dipnot-2: Dünya ve ahiret hayatının mukayesesinin yapıldığı bu âyette, özellik le, dünyanın aldatıcı tarafları izah edilmiş, onlardan kaçınılması tavsiye edilmiştir. Çünkü dünya ve dünyadaki lerin boş yere yaratılmadıkları muhtelif âyetlerde açıklanmıştır. Dünya hayatı kötü değildir. Kötü olan onu Allah’a ve Peygamber’e itaate yöneltmemek ; âhireti ve insanlığı unutup, sırf dünyaya ve dünyanın fenalıkları na kapılmaktır. / 21. “Rabbinizden bir mağfirete; Allah’a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu , Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” / Dipnot-3: Bu âyet , Allah’ın lütuf ve ihsanı olmadıkça , kimsenin cennete gireme yeceğine delâlet etmektedir. / 22. “Yeryüzünde vukû bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki , biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu , Allah’a göre kolaydır.” / 23. “(Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah , kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” / 28. “Ey iman edenler ! Allah’tan korkun ve Peygamberlerine inanın ki O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lûtfetsin ; sizi bağışlasın. Allah , çok bağışlayan , çok esirgeyendir.” / Dipnot-1: Burada ehl-i kitaba hitap edilerek , hem Hz. Peygamber’e hem de diğer peygamberlere iman etmeleri sebebiyle kendilerine iki nur verileceği vaat edil miştir. // Rahman sûresi’ni okuyalım baştan sona ve düşünelim her âyet meâlini içimizde uyandıracağı rikkat-i vicdan nur-u şuurumuzca anlamak gerçekten nice sayısız ve yalanlanamaz nimetlerine karşılık Rabbimiz Allah huzurunda sorumluluk duymak ve her nefes kulluk görevimiz bakımından Kur’an ahkâmına uymak gerektiğini bilerek yaşamak için değil mi ? Nitekim (Bkz.Kur’an-ı Kerîm Açıklamalı Meâli ,Türkiye Diyanet Vakfı Yayın ları / 86-F “Hazırlayanlar : İlâhiyatçı Prof.lar heyeti” Ank.-2005 / Sh. 528-30: er-Rahmân , 55*1-78 / 1, 2, 3, 4. “Rahmân Kur’an-ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti. ( … ) 13. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz ? ( … ) 77. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz ? / 78. Büyüklük ve ikrâm sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir.”) O varken ne gam-kasvet ne keder-gaflet ne de “Ben”-diyen nefsaniyet tutunamaz zat-en “yakîn” insiyak-ı işti yakınca ayık-uyanık ruhta ! “Allah’la başbaşa kalmak” Kur’an-ca anlamıyla namaz-niyaz “zikrullah”-hâlette “yalnızlık” gönlümüzdeki “iç dil” şiir-i sünûhatımızca Allah’a aşk ve özlem coşkumuz sonsuza yolculuk kadar mânidar ! Velûd-tenhâda “münzevî ruh” hakikatının hiss-i endîşesiyle içten ürpertici ilcâat sezgisi “iç spiker ” ritmik kalbin nabzından mülhem meşk-i halvet tezevvuk-u tezekkür ve tezekkür-ü tefekkür renksiz hayâllere benzer teressüm mevecâtı sessiz sinyal terennümler-misâl “yakîn” nağmelerini hissederek yaşamak kutsal ! (Bkz. Zaman G. 29 Şubat 2000 / sh. 14: Çepeçevre, Mustafa Armağan / “Yalnızlar Geçidi (…)Türkiye aydını , yöneticileri de dahil , yalnız adamdır. / … Gerçekte padişahların kendileri de yalnız adamlardı. / … Abdülhamid yalnız adamdı. / … Atatürk de yalnız adamdı. / … İnönü de yalnız adamlardandı. / … Bu gelenek kırıldı artık. / … Sanatçılar , edebiyatçılar zaten yalnız insanlardır. / … Thomas Mann’ın sözleri yeterince düşündürücü : “Sanat … Her defasında işe baştan başlar ve bir naiflik içersinde kendisinin bilincine varmaksızın , … kendisini yeniden tanıyamadan ta yenibaştan , kendine özgü (not: kökten belli ruhen en güzel hakikat ! / HK.*) bir gözü kapalılıkla hayata ayak basar.” / … Sanatçı elbette kendinden öncekilerin birikimlerinden yararlanır ; ancak her defasında kendine has olanı “gözü kapalı” olarak yeniden ortaya koymaya yönelir./ … işe her defasında sıfırdan başlamak … yani yalnızlığından …”) Yoksa sanatın ruhunu yoğuran bu “yalnızlık” ya da doğrudan Hakk’ın hakikatına yakınlık duygusunda yoğunlaşmalar mı insanoğluna kendi dünyasını keşfetmenin yollarını açıyor ? Kolay değil elbet “şiir ve hitabet” cidden yerli-yerince kullanmak şartıyla , bazen de edeb-i teennî’ye rağmen teheyyücat-ı lisan kimi insan için başbelâsı da olsa , hakikaten veciz söz ve güzel belâgat sanatının evc-i bâlâsı dır. Nitekim (Bkz. Kültür ve Dil , Mehmet Kaplan , Dergâh Yayınları-İst.1985 / sh. 157: Kemal’in bir yazısın 771 da , söz’ün düşünceleri değiştirmekte oynadığı rolü belirtirken ileri sürdüğü “kalem’in kılıca üstün olduğu” fikri bugün için de doğrudur. Söz, yani hitabet , şiir , tiyatro, roman , gazete makalesi veya ilmî eser , manevî bir var lıktır. (Evet; ilmî eser , manevî bir varlıktır.) “Maddeye tapan insanlara bu nasıl tesir edebilir ?” diyenlere bugün Türkiye’de müesseseleri temelinden yıkan Marksizm’in top ve tüfekle değil , geniş manada edebiyatla girdiğini söylemek belki uyandırıcı olabilir. Namık Kemal , bu münasebetle Zemahşerî’nin şu dikkate şayan cümlesini nakleder : “İslâmiyetin çıkışında şeriatın kılıcına karşı duran mutaassıp Araplar , belâgatin hükmüne mukave met edemediler.” / Bu fikri tefsir eden Kemal , edebiyatçılar ile askerleri mukayese ederek şöyle bir hükme varır : “Efkâr-ı umumiyenin tesiri olan ülkelerde, görüş kudreti olan , güzel söz söyleyen bir kimse, askerî kuv vete ihtiyacı olmayan bir hükümdar durumundadır.” / Sh.158: Bugün bütün dünyada ve Türkiye’de yazı vasıta sıyla kalabalıklara yeni görüşler aşılanmaktadır. / Sh. 159: Üstün fikir ve sanat eserleri , rüzgârlar ve bulutlar gibi devletlerin sınırlarını aşarlar. Onları harekete getiren kudret , dışlarında değil , içlerindedir. / Bütün mesele, Ziya Gökalp’ın çok iyi gördüğü gibi , insanlığın da değer verebileceği bir “millî kültür ” ve “millî edebiyat” yaratabilme davasıdır. / Sh.160: Türkiye’de ciddî bir “kültür siyaseti (*)” olabilmesi için , (Dikkat! Bkz. Recep Tayyip Erdoğan’la “Türkiye’nin Yeni Yol Haritası” / Araştırmacı-yazar : Taha Uğur Türkmen , Birifing Yayın ları-İst.2007 (e-mail:[email protected] ) “Tamamı: 272 sayfa” İçindekiler/ Sh.59: Büyük Türkiye İdeali , 137: Kamu Hiz. Toplum ve Küresel Barış, Medeniyetler İttifakı , 165: Tarihî Mirasımız ve Millî birliğimiz , 185: Gençlik-Eğitim-Aile ve Bilgi Toplumu , 201: Hak Özgürlük ve Demokrasi , 263: Sonuç ve Değerlendirme) ilkin siyasilerin kültürlü olmaları ve kültürün mana ve ehemmiyetini anlamaları lâzımdır.Kendi ruhunda bir şiir, bir tiyatro, bir roman veya bir kitabın büyüleyici tesirini hissetmemiş bir insana kültür’ün tesir gücünü anlatmak hemen hemen imkânsızdır. Onlara şöyle söylemek mümkündür : Dinler nasıl dünya tarihinin akışını değiştirmiş lerse, bazı insanların üzerinde dinler kadar tesirli olan ideolojiler de aynı rolü oynarlar. Dil , edebiyat veya kültür , inançları kalabalıklara yayarak onları / o insanları anarşist ya da ihtilâlci bir ruhla/yakıp yıkan bir fırtına hâline getirebilir veya onlara karanlık gecelerinde yol gösteren bir ışık olur.) Demekki şiir sanatı , geleneksel kültürün özünde gizli bu değeriyle ve bunca etkinliğine rağmen görünüşte sanki hiç de “akıllı işi” değil ! Zira ona gönül verende, yani hem bütün benliğini verince ve hem de o hâletteki kimse de ne akıl kalır ne denge ! Onunla “ledünnî cünûn”-hâletlere kanatlanan şair ve sanatçının ruhu âdeta normal aklın sınırlarını aştıkça kendi üslûbuna göre aramakta ısrarlı olduğu özgün hakikate yakınlık hisseder de, işte bu duygunun yarattığı eseriyle farklılaşır başkalarından. / Ne var ki , (Bkz.Kültür ve Dil / sh. 213: Edebiyat dile dayanır. Bir şiirde, hikâyede, romanda , tiyatroda bize heyecan veren o derin ve ulvî hisler , kafamızın içinde bir dünya yaratan hayâller ve tasvirler , varlıklarını ve tesirlerini kelimelere borçludurlar. Musikî’de ses, resim’de boya , mimari’de taş ne ise edebiyat’ta da kelime odur. / Bir dil zenaatkârı olan gerçek edebiyatçı bunu çok iyi bilir. Yalnız saf-diller , edebiyatın bu maddî temelini unutarak , onu his ve hayâl (*) sanırlar. Kafasında çok par lak hayâller olduğu hâlde şiir yazamadığından şikâyet eden ressam arkadaşına Mallarmée*: “Dostum , şiir hayâl lerle değil , kelimelerle yazılır.” der. Duymak , düşünmek , zengin bir hayâl gücüne sahip olmak , şüphesiz , mühim bir şeydir. Sanatkâr , dünyayı başkalarından farklı gören insandır. Fakat duygularını dile getiremeyen bir kimseye de sanatkâr denilemez. / Anlatabilmenin güçlüğünü hissetmeyen yazar yoktur. Makber mukaddime si’nde Hâmid bundan şikâyet eder. Mai ve Siyah romanında (yazar Halit Ziya adına roman kahramanı*) şair Ah med Cemil , dil ile duygu arasındaki uçurumu (Bkz. “Maverâ’ya Selâm” mektubumun özündeki yakınmanın asıl konusu da bu “büyük uçurum” engelini açıklamak ihtiyacından doğmuştur. / HK.) çok güzel belirtir. Orhan Veli , o güzel “Anlatamıyorum” şiirinde aynı dertten şikâyetçidir. Tanpınar , yazılarında ısrarla dil üzerinde du rur. / Duyulara , duygulara , hayâllere en uygun kelimeleri nasıl bulmalı ? Yazılan ve konuşulan dilde aşağı yu karı aynı manaya gelen beş-altı kelime ve tabir vardır. Yazar bunlardan birisini seçer. Sanat bu seçimle başlar./ Dil deyince daima şunu hatırdan çıkarmamak lâzımdır. Dil , insanın ve hayatın en canlı parçasıdır.) aslında her ne anlayışta olsak ve hangi görüşlere bağlansak da bunun ifade ve izahı konusunda (Sh. 215: Dilde onbinlerce kelime, tabir ve ifade şekli vardır. Bunlardan her birinin huyu ve suyu farklıdır. Hiçbir dilci bunları bir yazara öğretemez. Yazar onları bizzat yaşayarak ve deneyerek öğrenir. Edebiyatta “şahsî üslup” denilen şey bu tecrübe nin bir neticesidir. / Şairler hiç şüphesiz dil âlimi değillerdir. Dil âlimlerinin şair olmadıkları gibi. Fakat şair , kelimelerin sesini içgüdüsü ile hisseder.) demekki normal dil ve mantık kuralları dışındaki bazı savruk ifadeler den ve üstelik “üslûb-u elâlem” (!) mûtadınca sathî bayağılık değilse de zaten hep aşkın şahsî aşırılık huyu 772 “gulüvv-ü kelam” suyunca taşkın şathî aykırılık sözlerden hoşlanan şiir , düşünceden öte duyguların ve akıldan ziyade Aşk’ın dili* olmaktadır. (Bkz. Mesnevî’nin Özü / sh. 865-866) Ancak (Bkz. Kültür ve Dil / sh.89: Sanat bizi tabiata ve insana götürmezse neye yarar ? / Sh. 90: Sanat insanları hayata ve tabiata bağlamak suretiyle me sut edebilir.) derken de evvelemirde kendi kültür değerlerimiz açısından bakarken ve bunun kaynağındaki dün ya görüşümüze bağlı inançlarımızla yaşarken “tarih şuuru” başlıbaşına önem taşımaktadır. O halde bilmek ve sahiplenmek zorunda olduğumuz en temel sosyal fikir potamız ve kültür politikamız da doğrudan “millî tarih” şuuruna dayandığına göre, (Sh. 224: Bin yıllık medeniyetimizi bir çöp yığını gibi şehrin dışına atamayız. Onun kendine has bir şaşaası vardır. Zengin bir medeniyettir Osmanlı Medeniyeti.) pek çok yönleriyle tarihimizdeki devlet ve millet geleneğimizden bugünlere yansıyan “süreklilik” vetiresi bakımından vazgeçilmez hayat planı mızın misyonu da zaten onun kanunlarıyla yoğrulmak durumundadır. Kişi bu sosyal potada kendi toplumunun kader anlarını ve sorumluluk alanlarını da paylaşmakta , hatta kendi hayatını da onun ayrılmaz bir parçası gibi kabullenerek yaşamakta kararlıdır. / Lisanî her söz ki insanın özünü yansıtmakta. (Bkz. Mesnevî’nin Özü / sh. 179: “Gizlidir dilin altında insan // Perdedir canevine bu lisan !” / Sh.331: (“el-mer’ü mahfiyyün tahte-lisânihi” -Hadis*) Sh.70: Söz, çakmak taşından sıçrayan ateş gibidir , dünya ise bir pamuk tarlasına benzer. / Tarihin bü tün faciaları fitne saçan sözlerin eseridir. / Ağızdan çıkan söz, yaydan çıkan ok gibi bir daha geri gelmez. / Islah yolunda söylenen sözler insanlık için ne kadar faydalı ve kalblere ekilen en güzel bir tohum ise …”) Demekki güzel ve hayırhah sözlerin şiirsel büyüsü de yürekteki inanç ve gönüldeki aşk gücünü kanıtlamakta./ Bir de aksi ne bakın ! ( … ) “Turan Dursun Kimdir ?” broşüründeki röportajda bizzat kendisine soruluyor : “Ütopyanız ne dir ?” Cevap: “Dinsiz toplum” (!) … // Her devirde medreseler işte bu tip bazı aykırı adamlar da yetiştirmiştir. Diğer kitaplarıyla da yüzkarası fikirlerini , hatta bunların hangi ideolojik mezhep ve hiziplerce nasıl maksatlı kullanılmak istendiğini de gayet net bildiğimden , bu iki kitabı da hemen bıraktım oracıkta ! Sh. 59-61: ( … ) Bütün bunların yol açtığı sayısız ivmeler ve açılımlar. En kötüsü sapmalar ve sapıklaşmalar yelpazesinde yahut genel dejenerasyon atmosferinde sosyal ruhu elbette sarsmakta çok boyutlu moral çöküntü. Tümden şiir ve edebiyatın tam özündeki mesajlar dışında zaten başka ne değeri var ya da ne anlamı olabilir ? İşte doğaç poetika’nın da asıl amacı ve içeriğindeki misyonu , bireysel ruhların gelişimine katkı sağlamak ve bunu topluma kazandırmak. Her yönüyle ve bütün ayrıntılarıyla sanki okuyucunun şahsında toplumu kendi vic danıyla başbaşa hesaplaşmaya çağrılamak. (Bkz. Soyut Toplum , Anton C. Zijderveld / Türkçesi: Doç.Dr. Cev det Cerit , Pınar Yayınları-İst. 1985 “Elinizdeki kitap, giderek soyutlaşan bir toplum içersindeki modern insanın kültürel analizine bir katkıda bulunabilmek amacıyla alışılagelmiş entelektüellerin dışına çıkma yolunda bir girişimdir.” / sh. 272 ve kitabın en son cümlesi !) Bu münasebetle din , tarih ve ideolojik doktrin konusunda üç ayrı “el kitabı” tavsiyem olsun da bari başucu kitabı olarak her fırsatta okunsun ! 1. Din: “Kur’an-ı Kerîm ve Türkçe Meâli ” , Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk , Yeni Boyut-İst. 1994 ; 2. Tarih: “Milliyetçiliğin Yasal Kaynakları” , Yalçın Toker , Toker Yayınları-İst. 1979 ; ve , 3. Doktrin: “Millî Doktrin / Dokuz Işık” , Alparslan Türkeş , Özdem Kardeşler Matbaası-İst. 1978 (Not: 1960’lar sonrasından günümüze kadar muhtelif baskılar.) Sh.10: Doğaç Poetika’nın en temel konularından ve kültürel yozlaştırmacılığın eleştirisindeki ağırlık noktaların dan biri de, dış yüzüyle yanlış tanıtılarak kullanılmak istenen Hayyam* gerçeğinin iç yüzüyle doğru imajına uygun tanımlayıcı kaynakların araştırılıp irdelenmesidir. Çok kapsamlı muhtevalar çerçevesi içindeki her nokta nın birbiriyle uzak görüntüsüne rağmen yakın alâkaları bağlamında bütüncül bakış ve anlayış esprisini vurgula mak isteyen “kültürlü şaka , şaşırtarak düşündürme” yöntemi bir güzel nükte (jeu d’esprit) üslûbunda şunu da belirtmek gerekir ve yerindedir. Tamamen bir “motif ifade” olarak irticâlen bulduğum ve insiyâken kullanıp durduğum “hecesiz gerçek” sözüne ilk kez yine vaktiyle bir sahhaf / eski kitapçı’da rastgele elime alıp ayaküstü göz taraması yaptığım bir kitapçıkta rastlayınca , çok ilgi duyduğum halde bu sözün de özgünlük büyüsü artık bozuldu ve demekki “doğup batan güneşlerin altında daha önce hiç söylenmemiş söz yoktur ” diye elimden bırakıverdim , ama bu ifadeyi dilimden bırakamadığım için , niyetim onun güçlü anlam vurgusundan esinlen mektir. Benim bakışım ve yaklaşımımla şu an hatırlayamadığım yalnızca o kitapçığın adı değil , içindekilere göre anlatım biçimi ve etkileyici “deneme” üslûbu da hafızamda hem çok önemli hem maalesef silik / belirsiz bir iz bırakmış. Şimdiye dek hiç unutamadığım ve tam anlatamadığım “hecesiz gerçek” gönlümce hep O ! Gökler gibi gönüllerdeki iklimleri de her an dilediğince değiştiren Rabbim ! “Yâ Muhavvil-el’gulûb ! Havvil 773 hâlena ilâ ahsen-il’hâl !” (Bkz. Kur’an: 29*69. “Bizim uğrumuzda didinenleri biz, yollarımıza elbette ulaştıra cağız. Allah , güzel düşünüp güzel davrananlarla mutlaka beraberdir.”) Şayet şâirane heyecanlarımla (Bkz. İrşad Ekseni , Zaman-1998 / sh. 150-155: “Muhatabın seviyesine inme”) Hadis düstûru : “Kellim-ün’nâse alâ kadr-i ukûlihim !” (Bkz. Mesnevi’nin Özü / sh. 561) haddini , ve Ayet beyanı (50*15-22 / “ ve-le’gad halakne -l’insâne ve na’lemü mâ-tüvesvisü bihî nefsühû ve nahnü akrabü ileyhi min-habl’il-verîd ” / Bkz. Hak Dini – Kur’an Dili , Cilt-6 / sh. 4503- 4517: “… nefsin vesvesesi ta’biri; içinden kendine söylediği , gönlünden geçir diği gizli duygular , vehimler , hâtıralar , kuruntular , kararlar gibi bütün bâtınî şuur şuûnatına şâmildir.”) had dimi aştımsa , tevbekârım ; afv’et , Yüce Rabbim ! (Bkz. İslâm Fıkhı Ansiklopedisi , Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî , Zaman G. “Abone hediyesi”-1994 ; Cilt-10 / sh. 474: İmam Malik (rah.) şöyle der : “Her insanın sözü kabul de edilir , red de edilir. Ancak şu kabrin sahibi müstesna.” Meşhur müellif el-İmâdi’l-Isfahanî şöyle der : “Hiçbir insan yoktur ki bir gün bir yazı yazsın da , yarın veya öbür gün “şurayı şöyle değiştirsem daha güzel olacak , şunu ilâve etsem daha iyi olacak , şunu öne alsam , şurayı çıkarsam daha hoş olacak” demesin. İşte bu (Kur’an-ın beşer sözü olmadığının isbatı için ) en büyük ibrettir. Bu bütün beşerin noksan olduğunun bir delilidir.) Asıl amacım , işte bu “şiirimsi eytişimler ” özündeki çağrışımlarda gizli ! Zaten şiire yaraşan ve yakışan üslûp, bence doğrudan açıklayıcı olmak değil de dolaylı çağrışımlar uyandırıcı söz sanatının incelikleriyle ruhun iç sez gilerini kanatlandırmak olmalı. (Bkz. Kültür ve Dil / sh.158: Biraz edebiyatla uğraşanlar bilir ki , bir fikri telkin etmenin bin türlü şekli vardır ve dolaşık yoldan söylemek , çok defa dümdüz söylemekten daha tesirlidir. En ibti daî (ilkel) cemiyetlerden en ileri toplumlara kadar güzel söz söylemesini bilenler kalabalıklara (kitlelere) dünya yı şöyle veya böyle göstermişlerdir. / Sh. 207: Sanat umûmi’yi değil , husûsi’yi anlatır.) Prof.Dr. Melahat Özgü’ nün dediği gibi , “Bizi hayran bırakan eserler , muayyen olmayan müphem hisleri belirten eserlerdir. Açık ve muayyen kavramlar, insanı hayran etmez.”/ Ne ki yaşarken de yazarken de (Bkz.Büyük Kurultay G.06 Temmuz 1998 / Şevket Bülent Yahnici :“Hâlimizle gönlümüzden geçenin arasındaki uçurumu dikkate almak gerekir.”) rikkatince, özellikle iç ve dış dünyaların kesiştiği her noktada insan benliğini “Kelâmullah”-Kur’an perspektifiy le büyüteç altına almalı ! Ayetler ışığında (103*2-3: “İnne-l’insâne le-fî’husrin ille-llezîne âmenû ve amilü-s’sâ lihât”) uyarısındaki temel problemi ve bunun çözüm yollarını araştırmalı !/ Diyor ki Kur’an : (7*29. “… kemâ bedeeküm teûdûn” / Tıpkı sizi ilk yarattığı gibi O’na döneceksiniz.) Bkz. Elmalılı / Türkçe Tefsir , Cilt-3 , sh. 2150: “İâde, ibtidâ’dan esheldir.” / Cilt-7, sh. 4959-60: “… insanın bütün hakikatiyle rücûu yalnız Allah’a-dır.”) Takdîr-i İlahî anlamıyla KADER , şu mükevvenat nizamının gözbebeği mesabesindeki İNSAN hayatını sanki “kirmen” gibi eğirerek çevirir de ibtidâ (başlangıç)’dan intihâ (sonuç / ukbâ)’ya aktarır. Görünüşte doğum ve ölüm arasında ruhsal olduğu kadar da bedensel iç ve dış gerilimler ya da kimi zaman gevşemelerle sürüp giden ömrün çilesi (*) bir yumaktan sağılarak ötekine sarılmakta ; tıpkı sinema makinası’nın çevirip döndürdüğü iki kurs (Bkz. Türkçe Sözlük : … ağırşak / 2. Bir yıldızın görülen yüzü.) makaralar arası ışık objektifinden geçen “film şeridi” yahut tuvalde veya nakış kasnağında (desen) işlenmek için gergince gergefleştirilmiş yüzey benze ri , insan yaşamı da nice sürekli değişimlerle hep böyle sarsılmaktadır. İşte bunu hissetmemek veya hiç umursa mazca fark edemeyecek kadar ruhsuz ve duygusuz yani sorumsuzca yaşayabilmek mümkün mü ? Üstelik ömrün çilesiyle sarılan yumak kursundaki birikimi biliyoruz ama asıl sağılandaki kalan (ömrün bâkıyesi*) ne kadar , bunu da öbürü gibi iyice açık bilemiyor ve zamanın gelecek yüzünü göremiyoruz. Her ne kadar dünyanın ve za manın bize görünen ve gülümseyen yüzünden ne anlamış da şimdiye dek kendimizce ne türlü anlamlar çıkart mış ya da hangi yorumlara ulaşmışsak , Şems-i Tebrizî gibi bence de (“İşe her an baştan başlamak lâzımdır.”) düşüncesinin kavrayışıyla karihamız çapında kafamızı dolduran müktesebat bilgilerle birlikte bütün nakîsaların dan arındırmak ve kemalâta kanatlandırmak bakımından iç ve dış benliğin de her an sürekli denetlenmesi gere kir. Her şeyin üstünde Hakk’ın rızâsına ve yüce Rabb’in hoşnutluğuna ermek gayesini gözeten niyet ve maksad la nefsi ıslah yolunda alternatifsiz tek irşad metodu ,iman nuruyla bakarak Kur’an aynasında benlikle yüzleşmek tir. İşte bu müsterşid aklın gözüyle ve kalbin basiretiyle insan nefsinin nüvesindeki “Hüve” sırrına bağlı “yakîn” hikmetini , yalnızca dıştan tâlim üzere yaşamak kadar içten teslîm-i ruh hâlette mânen (“mûtû kable en-temûtu”/ Ölmeden önce ölünüz!) fehvâsınca ölmek anlamında görecektir. Demek herşey şuncağız yaşamaktan ibaret gö rünse de hepsinin en “yakîn” kesinlikte bilgisi ve en müstakim gerçeklikte hikmeti , Mevlânâ’ca “merg-i tebdilî” 774 yani behimî nefs’ten ölmek ve arınmakla elde edilir. Gerçek anlamıyla okumak Besmele’nin ilk noktasındaki nükteyi bütün künhüyle Kur’an boyutunda anlamak için , nefesler sayısınca âyetler hecelemek değil mi ? Ki , bu bakış ve anlayışla (uyanık bakış ruhum / açık görüş şuurum* -misal !) bir yazar’ın neler yazdığından önce, neden yazdığını anlamak ya da sorgulamak daha önemli ve daha isabetli bence. (Bkz. Hayyam , R. Şardağ / sh. 134: Meânî-âlemin baş defteri aşktır Gençlik kasidesinin ser-beyti aşktır Yani o ki , yok haberin âlem-aşktan İşbu nokta , öğren ki yaşamak aşktır !) (Sh. 114: Ey dil , mecaz var dünya hakikatınca Bundan ne hâcet zahmet çekersin bunca Teni takdîre bırak o vakt ile uylaş da Bu gitmiş kalem , payından dönmez daha !) Sh.41- 47: (Bkz.Kardelen ,Yıl-8, Sayı: 22 / Temmuz-Eylül 1999 / Sh.15: Tefekkür , M. Hasret / Bir Gemi Ufukta: “Kâina tın künhünü arayan fikir ” / “Bir teşbih daha yaparsam çıldıracağımı hissettim.” Bu sözün arkasında bir çelişki nin mi , yoksa bir tükenişin mi yattığı hiç belli değil. Rimbaud* neden şiiri bıraktı …? / Hiç deniz görmeden , “deniz” şiiri yazmak Rimbaud’nun harcıdır , doğru ; ama nedense kelimeler arası gerilime tutunulduğu vakit kaçmayı düşünmek de onun harcı olmuş … / Dünya üzerinde çatallanan fenomenlerin hangi kesitinde nasıl bir rol , bir poz seçerseniz seçin ; hiçbiri kısacık satırlar arasında sekerek kâinatın künhünü karşılayacak çapta cüm le çatma ve onu arama tutkusuna benzemez … Herkesin ifadesiyle Rimbaud* budur , Baudlaire* budur ,Valery budur vs. / … gerisi örümcek ağlarına takılmış cins cins kelebek suretleri … / ŞİİR romana , hikâyeye veya – sanat mı , bilim mi olduğu konusunda tartışmalar olan , bana göre melezliği aşikâr – felsefe’ye üstün gelecekse, bu ancak , onun kısa mesâfelerde uzun yollara çıkması; varlığını derin ve çoklu anlamlarla örgüleştirebilmesi sayesinde olacaktır. Ki her şey sırlarla örtünmüş, metafizik bir duyarlılığın hayatın her safhasına inkılap etmesi için kurulmuş bir saatli bombaya benzer. Bu bomba ; gücünü “kâinatın künhünü arayan fikrin” mahşerlik çapta dünyaya nüfuzundan , nüfuzun etkilerini de eşyalardan alır ki ; o etki ancak bomba patladığı vakit ruhi maddesi ne erer. / O halde Rimbaud “Ben bir başkası’dır ” dediğinde, elinde patlayanın bütün bir kâinat olduğunu görme miş midir ve sırf bu yüzden iliklerine kadar çekilip, bize sıradanlığın dikte ettiği eşya ve hadiselerin arasına geri dönmemiş midir ?.. / Ben de Hegel* gibi bir “feylesof ” olsaydım , sanat piramidinin en tepesine mutlaka şiiri koyardım. Çünkü o; kelime ve görsel kelime sanatları içinde küçük görünen bünyesiyle bütün devasa çirkinlik leri , yüzsüzlükleri , kapalılıkları ve anlamsızlıkları tepeleyen biricik kalp düğümüdür ve ondan başka bu liyâka te yaklaşan ikinci bir “simya” yoktur. / Hem “Endülüs’ü küçük bir kum tanesine sığdıran” ve hem sığdırdığı yer den Paris, Roma , Viyana ve İstanbul gibi hoş metropol iklimleri çıkartan bakış, onun cereyanına kapılmış diva nelerinin işidir. / O halde “her yere gir , çık ; her şeye cevap ver ” tavrı , bir fantasma değil; 37 yaşında ölmüş birinin kainat karşısında kurduğu mizansene göre bir varoluş teşbihi’dir. Bırakılan şiir değil , belki de … kelime ler’dir.) // Öyleyse hangi dil kendi mantığına göre insanca benlik yapısında bütünleşen özgünlüğünü tam özüm leyerek çözümlemek ya da hayat ile ölüm arasında gergefleşen fıtrat kanunlarının şaşmaz doğrularıyla iç içe ya şarken mağma’laşan şuur potasındaki şiirimsi “çile” (Bkz. Necip Fazıl / şiirleri !) kaynaklı poetika’nın özünden damıtılan “etik poem” kültürünün ateşinde yoğrulmak bakımından yine aynı “hecesiz gerçek” adına aklısıra var lık özünü yani kainatın künhünü çözümlemek gaye-i fıtrat sırrınca “anlık erek” kıvamında mesaj-şiirler hecele yerek onu tam olduğunca belirtmek ve belirlemek gibi nasıl da haddini bilmezce bir iddianın cür’etini göstere bilir ? Hele ki insanın âciz fıtratında “benlik” (Bkz. Felsefe yolunda Düşünceler / sh. 31-2: “Fert , ben ve kişi terimleri”) olarak mevhumlaşan mefhumların kumkuması kafatası’nın sanki iç kıvrımlarından ibaret beynin incecik zar tabakası kadarcık algılama gücüne rağmen sinir hücreleri sayısınca labirent odacıklarda içten ve dış tan sınırlayıcı gölge kavramların silüetini simgeleyen gece ve gündüz benzeri nice değişimlerin birbirini bürüye rek sürekli iç içe dürülmesindeki sonsuzca bilinmezlik gizlenirken. / Demekki insan , işbu “kader ”-mevzuu* 775 (Bkz. Fethullah Gülen / Hocaefendi’nin “Kur’an ve Sünnet Perspektifinde Kader ” / ve diğer eserleri !) müvace hesinde âdeta “şart-ı âdî ” mesabesindeki akıl ve irâde gücüyle varoluşun künhüne ermek ve özünü kavramak yolunda “hayret , metodik şüphe ve iç sarsılmalar ” (Bkz. Felsefe yolunda Düşünceler / sh.11)* bakımından “felsefe yapmak” temayülünden tamamen uzaklaşamadığına göre, işte zahiren maddeden ibaret görünen şu lâhutî mânâlar âleminde el’an bedensel ruh hüviyetince mevcut bulunduğunu bilmek ve kabullenmek durumun da. Ayrıca bunun sorumluluk esprisine uygun yaşamak zorunda. Bu konudaki özel ve genel kaynakların birlikte değerlendirilip yorumlanmasıyla da hem evren ve benlik arasındaki ikilem’den kurtulmakta , hem de “evrensel benlik” kavrayışındaki “vahdet-i vücûd / şühûd” (Bkz. İmam Rabbanî – İbn Arabî / Vahdet’i Şuhûd –Vahdet’i Vücûd Meselesi , Dr.Cavit Sunar “Doktora tezi” , Resimli Posta Matbaası-Ank. 1960) gerçekliğiyle birlik ruhu na kavuşmakta. / Ne var ki varoluş problemini hem insanlık ve uygarlık adına yeryüzündeki “düşünce tarihi ” (Bkz. Orhan Hançerlioğlu*) boyunca , hem de kendi adına ve çağına göre irdeleyen , hatta birbiriyle sürekli çelişen ve didişen bunca filozofilerin ya da doğrudan her insanı yakından ilgilendiren kendi benliğinin özündeki sırr-ı vahdet “tek oluş” gizeminin gerçeğine uygun doğrulukta “bilgilenme” (Bkz. Felsefe yolunda Düşünceler , Prof. Dr. Necati Öner, Sh. 37: “Bilgi türleri”) yoluyla sağlıklı algılayabilmek için aslında her türlü dogmatik ve fanatik tutumlardan arındırıcı ilk ve tek referans “el-Kitab / Kur’an” ışığında doğruca “sırat-ı müstakıym” garan tisi hidâyet-niyaz tam teslimiyet tevekkülüyle hiç şeksiz ve tereddütsüz O İlahî vahyin kaynağındaki fıtrat kanun larına uyumlu ve olumlu benlik mizâcını yoğuran mantık düzenine ve bunun geleneksel doğrularına dayalı iç ve dış dengeleri gözeterek yaşamak ve üstelik her bakımdan düzgün gidişatta tam anlamıyla ille de tutarlı olmak dinen “farz” ve aklen de şart ! Değilse her açık gönül için apaçık Kur’an hükmü: (103*2. “İnsan , gerçekten tam bir hüsran içindedir.”) Ne ki , işte bu kesin hüsrandan kurtarıcı yol da yine ancak onun özünden tereşşuh eden (“ed-dînü nushun” / Din öğüttür.) Hadis-i şerif sözünün öz kaynağını doğru kavrayıp bihakkın uygulayabilmek tir. (Bkz. Mehmed Feyzi Efendi’nin Feyiz Pınarı Sempozyumu , Temmuz-1998 İst. / TÜRKAV Kastamonu Şb. Yayını / sh.35: M. Feyzi Efendi de bu konuda şöyle buyururlardı: “Nasihat edenler hüsranda değillerdir. Din* nasihattır. Nasihatsız (öğütsüz) din yoktur. Ağaç kökünden (sulanır, su verilir) sıvarılır ; insan kulağından sıvarı lır. Ashâb kulaktan âlim oldular.”) Ayrıca , (Bkz. Zaman G. 23 Şubat 2000 / sh. 4: Ahmet Kurucan: “Sözlü gele nek ; sohbet : ( … ) Sohbetin ve sohbet geleneğinin kazandırdığı şeyleri bugüne kadar böylesine içselleştirme miştim ; sahâbe ile sohbet arasındaki bağı da. Demekki sahabe gibi nesil , sohbet gibi bir geleneğin hayata inti kali ile oluşmuş. / Keşke farkına varabilsek bu gerçeğin.”) Gönlümdeki Günceler / “müsvedde nüsha” Sh. 5-7: ( … ) İlkin insan nefsinin “süper sosyal-ego” konusunda daha küçük yaşlardan itibaren en mûtena nasihatla uyarılıp aydınlatılarak aklın ve irâdenin ince dengesine göre ifrat ve tefritten kendini sakındırmaya yatkınlaştırılacak şekilde eğitilmeye yetenekli içsel gelişime istekli ruh hâllerinden zevk duyabilecek kıvama getirilmesine bilhassa önem verilmesi ve özen gösterilmesi gerekir.Ancak kolay değil bunu sağlayacak kültürel sistem ve programlar ya da sosyo-ekonomik politikalar geliştirip uygula mak gerçekten pek müşkil ! Demekki insan mutlak Hak ve hakikat ledünniyatına iştiyakınca Kur’an irşâdına mutlaka ihtiyaç duymakta , ruh dünyasını aydınlatacak bir ışık ve bununla gerçek kurtuluş şuurunun sonsuzca ölümsüz mutluluğuna kavuşturacak bir yol aramakta. İşte bu yol ancak “Kitabullah” hakikat tek Hakk’ın nur-u hidâyet mevhibesine muhtaç ve müştak kalb-i ruhumun “sebil-ür’reşad” Din-i fıtrat (Bkz. Prof. Öztürk’ün eser leri !) “sırat-ı müstakıym” olarak içten bağlılık ve inançla benimsediği en doğru anlamda tek yol ! Niyetim bu yolda yaşamak ve bunun nükte-i ömrüm misâl-i serencamından gönlümün aynasına yansıyan bazı ihsaslarımı nazm-ı nabzımca anlık şiir-i niyaz zevk-i irfanıma kaynak göstermek maksadıyla anlatmaktan ibaret. / Ne ki şu amatörce denemenin üslûbunu oluşturan Yaşamakça “iç dil’in şiirimsi yorumu” konusunda konuşmak kolay mı ki , yazmak zor olmasın. Hele bunca âyetler açıklarken ve hadis müdevvenâtından mülhem sayısız eserler işt e hep bu hakikat ışığında anlatımlara örnek değil mi , nitekim (Bkz. Gerçek Mürşid / sh.170: “İşte Allah-ü Teâlâ’ nın hesapsız rızıklandırdığı kimseler (sûre-i NUR : 24*38. “… vellâhü yerzügu-men yeşâü bi-gayr-i hısâb”) bunlardır. An be-an ayrı ayrı tecelli eder. Her tecelliyat-ı İlâhiye hakikati kavramaya bilmeye görmeye vesile olur. Zira onların muallimi bizzat Allah-ü Teâlâ’dır. / İşte Allah-u Teâlâ’nın nuruna kavuşturduğu müminlerin hâli böyledir. / Her âyet-i kerime’nin zahirî mânâsı olduğu gibi bâtınî mânâsı da vardır. / Şu kadar var ki bu mânâyı çözmek de Allah-u Teâlâ’nın kendi katından ilim verdiği has kullarına mahsustur. Doğrudan doğruya Hazret-i Allah ile kulu arasındadır. Kime hangi ilmi verdiyse. / İşte bu ampul-ler (*), Allah-u teâlâ’nın verdiği 776 nuru saçan kandillerdir. Çünkü içindeki nûr O’nun nûru’dur. O nuru kalblerine döktüğü için kitabullah (*) oluyor. Çünkü o kitabı kalblerine döktü. Onlar da kalblerindeki kitabı (*) satırlara döktü. / Onlara gelen ilim Allah-u Teâlâ’nın has ilmi olduğu için de onlar Allah-u Teâlâ’nın has kullarıdır. / Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar : “Öyle ilim vardır ki , gizlenmiş mücevherat gibidir. Onu ancak ârif-i billah* olanlar bilirler. Bu ilimden konuştukları vakit, Allah’tan gafil olan kimseler anlamazlar. Binaenaleyh Allah-u Teâlâ’nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği âlimleri sakın tahkir edip küçük görmeyin. Çün kü Cenâb-ı Hakk onlara o ilmi verirken tahkir etmemişti.” / Sh. 172: “… İşte bu Hadis-i şerif , onlara verilen ilmi beşeriyetin anlayamayacağını da teyid ediyor. Onlar bu ilimden bahsederken beşeriyet bunu anlamaz. Çün kü akılları ve ilimleri yetmez. Onların muallimleri Hazret-i Allah olduğu için , onlara verilen ilim Allah-u Teâ lâ’dan verildiği için , bir kimse âlim de olsa bu ilmi idrâk edemez. Çünkü onun muallimi benî-beşer’dir. Zahirî ilimde ne kadar ilerlerse ilerlesin bu ilmi anlamaz. / İtiraz edenler bu Ayet-i kerimelerin , bu Hadis-i şeriflerin tecelliyatlarından mahrum oldukları için bilmeyerek itiraz ediyorlar. / İlim mesleğinin ehli ve âşinası olmadığı , vukûfiyet kesbedemediği , ilmi ve aklı yetmediği için birinci basamakta kalmış. O ise kendisini allâme zannedi yor. / Resûlullah -s.a.s.- Efendimiz bir Hadis-i şeriflerinde buyururlar ki : “İlim ikidir. Biri dil’de olup (ki bu za hirî ilimdir) Allah-u Teâlâ’nın kulları üzerine hücceti’dir. Bir de kalb’de olan (mârifet ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur.” / İşte bu faydalı ilimden mahrum kaldıkları için itiraz ediyorlar.” / Sh.256: “… itiraz edenler / … bu itirazları ile gerçekten cahil olduklarını ortaya koyuyorlar. / … İşte bu faydalı ilimden mahrum kaldıkları için itiraz ediyorlar , bilmedikleri için inkâra kalkıyorlar. / Size ölçü veriyoruz : 1. Zâhirde kalanlar ; âlim olduğunu bilir , “Ben âlimim !” der. / Sh. 534: Hatta ulemâdan bir zat der ki : “Medreselerde yaladığım mürekkebi kırk senedir çıkarmaya çalışıyorum , hâlâ muvaffak olamadım.” / Ne demek bu ? İlim tahsili esnasında nefsin aldığı gururu hâlâ kalbinden silemediğini ifâde ediyor. Halbuki bu zat ehl-i keşif olmuş./ İşte âlimler bunun için helâk oldu. Çünkü …”/ Sh. 563: “Dikkat ederseniz kubbeli kubbeli camiler , yemyeşil halılar , içi dolu … / Fakat ne buyurdu Resûlullah -s.a.s.- Efendimiz ? “içleri hidayetten mahrum olacak !” bu yurdu. Bu ne acı şey ! / İşte bundan ötürü zâhirde kalanların ekserisinin durumu böyledir. Neden ? Zâhir’den bâtın’a geçemedikleri için.” / 2. Tarikat ilmini tahsil edenler ; cahil olduğunu bilir ve itiraf eder. / 3. Hakikat ilmi’ni tahsil edenler ; hiç olduğunu bilir. / 4. Mârifetullah’ı tahsil edenler; Onlar Hazret-i Allah’a ulaşmışlardır, Hakk’ı bulur ve bilir , kendisini bilmez.” / Zâhirde kalanlar “Ruh nedir ?” bilmez , “ruhaniyet nedir ?” bilmez , “Lâtîfeler nedir ?” bilmez. Aslında kendini dahi bilmez. / Neden bilmez ? / “Nefsini bilen Rabbini bilir : Men arafe nefsehû fe-gad arafe Rabbeh !”) hayatın özünü bütünüyle kavratıcı ayrıntılara dek yorumlarken. (Bkz. Gerçek Mürşid Hazret-i Allah’tır / sh. 533-4: Ahzab-33*4. “Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalp yarat mamıştır.” / Ki; birini muhabbet-i Mevlâ’ya , diğerini muhabbet-i mâsiva’ya hasretsin. Bir kalbde iki sevgi yaşa maz. / O “Ben!”-in gizli mânâsı , Allah-ü Teâlâ o kalpte yok , varlık ve nefis var. Allah-u Teâlâ’nın ihsânını nefse bağlamış. Nefse bağladığı için nefis “Ben!” diyor , Allah-u Teâlâ’yı inkâr ediyor. Bunun apaçık mânâsı budur. Gerçekten …”) Sh. 20-25: “Şol dağları kaldıranın / Donatarak dolduranın / Ol deyince olduran’ın / Doksandokuz adı ile …” (*) Bir ön çağrı ve son uyarı olması bakımından gelişigüzel aralara serpiştirilerek şiir ve nesir diye ayırmaksızın bütünleştirilen , lâkin insicamsızlıkla mâlul şu Yaşamakça çerçeveli yazılar hakkında her kim ne demek isterse desin ve biz de kısaca takdim maksadıyla diyelim ki; has şiir , süzme bal tadında ve hâlis nesir de saf kaymak! Daha tatlı olmaz mı birbirine karıştırmak ? ( … ) İşte bu tarz zevkli sözlerden ibaret “ders-sohbet” tadınca gü zel öğütlere benzer vesilelerle gelişen derûni hassasiyet neticesi (“Ve yetefekkerûne fi halk-is’semavâti ve-l’ arz”) tefekküründe (“Rabbenâ mâ-halakte hâzâ bâtılâ !”) idrâkine erdirici hikmet-i “ledünniyat” deryasında derinleştikçe aynen Kur’an âyetleriyle de yüzleşerek doğrudan İlahî vahyin beyan aynasında kendi benliğini tanımak (74*38. “Her benlik öz kazancının bir karşılığıdır. // Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir ; / 39. Ancak sağdakiler başka.” / Dipnot-1: “Sağdakiler ” hakkında bakınız (Kur’ân-ı Kerîm Açıklamalı Meâli “Diya net / heyet”) 56*1-96 Açıklamalar) ve sorgulamak isteyen her okuyucu , dilerim ve iyimserce içten umarım ki , Yüce Rabbimiz’in (“Sırât-ellezîne en’amte aleyhim …”) kategorisine ayırdığı bahtiyar kulları (30*17-37 vb.) arasında yer alsın da tam anlamıyla inanç (30*30) ve emrince ibâdet (30*31)’e muhtaç her ruhun iştiyak duydu ğu ölümsüz kurtuluş ve sonsuz mutluluk “sırât-el’müstakıym” yoluna kavuşsun inşaallah! Çünkü bizzat yaşayıp 777 tadarak görüyor (30*32) ve hayat kitabını okudukça içten inanarak anlıyoruz ki , (2*200. İnsanlardan bazısı şöyle der : “Ey Rabbimiz , bize dünyada ver.” Böylesi için âhirette bir nasip yoktur.) işte tıpkı Kur’an okulu* mesâbesi “ilim-irfan” ve eğitim-öğretim “maarif terbiyesi” gerektiren şu canlı reel-hayat ve aynı bu hayat tablo su kadar canlı-anlamlı Kur’an ! (2*201. Onlardan kimi de şöyle yakarır : “Ey Rabbimiz , bize dünyada da güzel lik ver , âhirette de güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru.”) Demekki “ikisi birlik” gerek bu dünya ve gerek se âhiret hayatının biribirinden ayrılmazlık esasını gözeterek her ikisi için de (“haseneten”) güzel güzel nimetler ve güzellikler isteyenlere (“ve-gınâ azâbe-n’nâr : Ve bizi ateş azâbından koru / sakla!”) diye niyaz edenlere ne mutlu ! Müjdeler olsun ki , (2*202. “İşte böyle diyenlere kazandıklarından bir nasip vardır. Allah , hesabı çok çabuk görür.”) (“Taklid ile olmaz bu kadar lezzet-i güftar // Bu lehçe-i pakize bana dâd-ı Hüdâ’dır !” – Nef ’î ) (“Arş-i Hak ey can yüzündür vesselâm // Levh ile Kur’an yüzündür vesselâm !” – Nesîmi*) Yaşamak ruhsal bir olay … / Aynen bedendeki ruh gibi onun da özünü güncel düşünce gücümüz bakımından tam manasıyla özgün “orijinal” hakikatınca açık keşfedemiyoruz. Ancak dış tezahürüne bakarak gözlemlerken gönlümüze yansımalarıyla analiz etmek ve müktesebatımızdan oluşan zekâ boyutta aklımızca çözümlemek çabasındayız. Epistomolojik kavrayış bakışıyla hermenötik yorumsamacılık kolay görünse de çoklarına tam olduğunca canlı ve kapsamlı anlamak ve de lengüistik kavramlar terminolojisine uygun doğrulukta anlatmak kolay mı ? (Bkz. Gerçek Mürşid / sh. 453: “Herkes nefsiyle “Ben , ben , ben !” diyor , ama bunlar (*) ise hep “Allah , Allah , Allah !” diyor ve Hazret-i Allah ile övünüyorlar. Zira onlar Hazret-i Allah’ı biliyorlar ve O’ndan başka bir mevcud (salt varlık*) olmadığını görüyorlar. (“İçinizde … Görmüyor musunuz ?”) Ayet-i kerime’sinin sırrına da bunlar mahzardır. Gerek içinde gerekse bütün kâinatta yalnız O olduğunu biliyor. / Ve bunlar : “Ben , ben değilim ; bir benliğim var benden içeri (*)” diyenlerdir. / Sh. 473: Buradan da anlaşılıyor ki “dünya-hayat ” çok mühimdir , çok sakınmamız gerekiyor. / Sh. 582-3: (“Her kişi öldüğü hâl üzere dirilir.”) Perde kalkınca herkesin sıfatı belli olacak ve görülecek , icraatıyla beraber. Diğer bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor : (“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz , nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz.”) Hangi hayvani sıfatla ölmüş ise Allah-ü Teâlâ hayattaki sûretinin üzerine o hayvan suretini verecek ve onun kim olduğunu herkes tanıyacak. / … sıfat-ı hayvaniye böyledir. İnsan yarın bu kalıp elbisesini soyduğu zaman , asıl sureti meydana çıkacak. Her insanda bu sıfatlar mevcuttur , ancak izâle edenler müstesnâ. / Bir başka temsil arzedelim. Adamın birisi takmış kafasına “Ah , bir Hızır olsam !” deyip dururmuş. Hızır Aleyhisselâm bir gün karşısına çıkar ve “Hızır olsan ne yapardın ?” der. O da … / Adamın o anda perdesi açılır. Efkâra bakınca bir de ne görsün ? Bütün insanlar hay van. / … İnsan sıfatında iki kişiye daha rastgelir , … onlar da hiç oralı olmazlar , hiçbir şey istemezler. / Daha bir saat dolmadan … beklemeye başlar. / … gelir … sorar. O da anlatır. “Benim gayem insanlara yardımcı ol maktı , fakat ben insan göremedim ki yardımcı olayım. Al şu emaneti de kurtulayım.” der. / İşte insanların du rumu budur.”) Bunu anlatmak “kültür ve dil” gerektirir. Önce “hikmet” ve ardından “mev’ıza-i hasene” diyor Ayet-i kerîme. / Her bilim’in kendine göre bir dili var. Dil , din , tarih , kültür , felsefe ve edebiyat benzeri ifade elbet kendi ilim diliyle olur. Bilimsiz halk ağzıyla ancak “kıyl ve kaal : dedi-kodu” üslupta konuşulur. Ne edebdil anlatılır ne de din-hikmet! Halk anlayışına hitap elbette güzel öğütten ibaret. Hikmet dilinin hedefi aydınlar ! ( … ) Nitekim sabah ve akşam arası gündüzün güneşiyle günortası yüzyüze kaldıkça yorgunlaşan beden mi , yoksa akşamdan sabaha ay ve yıldızlarla şavkıyan gökyüzü görkemine baktıkça gece-yarısı mehtabında yoğun laşan ruh mu varoluşun şiirsel kaynağını ararken içten uyanmak ya da bunu unuttukça çocuksu sâfiyetle uyuk lamak itiyâdında acaba hangisinden yana aklımız ve irâdemiz yahut bütün künhüyle hayatın özünü yorumlamak isteyen şiirimiz ? / Doğrudan kendi içimi dinledikçe (22*1-2) şu iğreti (18*27-28) dünyamın sürekli titreştiğini ve çok hızlı değiştiğini hissediyorum içten içe. Acaba bu ürpertili değişim ve gizemli titreşimler alttan yukarıya bedensel yeryüzü kabuğundan mı , yoksa yukarıdan aşağılara doğru üstümüze abandıkça ağırlaşan görkemli cesâmetini daha yakından duyuran göklerin ruhundan mı ? ( … ) Ruh ihtizâzıyla beden ihtilâcı arasında doğum dan ölüme dek ömrün serencâmını yoğuran iki kaynak ! İşte bu ikisini (22*5-6) birbirinden bir türlü ayıramıyor (22*7) ve tam anlıyamıyorsun ! Neden hiç, hiç… hiç yok açıklayan (var mı ?) net tek Kur’an (22*16) beyanın dan başka! Nitekim (Bkz. Kur’an : 22*62 ve 74 veya 35 ve 77 yahut 58 ve 78 benzeri ) sibak ve siyakınca daha nice meâl-i âyet’ler … okudukça daha çok kemâl-i merâm aşk ve iştiyak duyarak uyanmakta ruhum hayatın şiirine ! Eyi de şiir ne ve neden şiir ? Ruh-u niyaz sanki içten yakarış şuurunun coşkusu ! (Bkz. Kırık Mızrap, 778 M. Fethullah Gülen , Zaman / TÖV Yayınevi , Sh. 275: “ŞİİR , öteleri kurcalama yolunda duyulan “hay-hû ” veya bu uğurdaki cehdin iniltileridir. Şiirdeki ses ve nağmeler , yaşanılan ruh hâleti ve iç derinliğe göre bazen gürül gürül bazen de incelerden ince çıkar. Bu itibarla da , şiire âid her ses ve söz , ancak dile geldiği andaki ruh hâletiyle tam kavranabilir.”) derken (Bkz. İrşad Ekseni / sh. 28: “… bu sözler , bir anlık ruh hâlini ele verse dahi , ummanlara sığmayan bir şefkati anlatması bakımından da çok mühimdir.”) Demekki İlâhi şefkat kucağın da yaşanan şu hayata dair her türlü edebiyatın muhassalatından mülhem “hikmetli sözler / öğütler ” devşirmekle “özgün özetlemeler ” betimlemek isteyen yorumsamalar cümlesinden “iç içe alıntılar ” seçkileyerek anlık duyuş ların sezgilediği bazı ilginç çözümlemeler ya da akademik taharriyat boyutlarına göre ruh hakikatini dillendir mek bakımından şiir ve sanat için temel oluşturmak yahut insan varlığının ruhsal şuur ifâdesi “iç dil” gizemini doğrudan kendi subjektif özünün özgün kaynak “iç sezgi” bilgileriyle konuşturmaktır niyetim ! Sh. 161-162: “Günce-38: Aldırmayın normal göründüğüme , Normal hâl hem anormalim a-normal ! Siz bakmayın yüzümün güldüğüne , Gönlüm mahrem içim kan ağlıyor kan ! ……………………………………… Yine bir başka günün içinde ve önceden yaşadığımız nice günlerin ötesinde her şimdi-şu an yeniden kendini yinelerken bilinmezce yenileyen her yeni oluşumun adımıyla yine geleceğe yönelen nice şimdilerle düşündü ğümüz tek gerçek ,yalnızca ölüm ölüm ölüm! Çünkü aynalara gülümseyen yüzlerin ve birbirine hüzünle bakan gözlerin karşı silüetinde yalnızca dış renk kıyı çizgileriyle simetrik görünüm biçimleyen hemen her bencileyin canlı kadavranın abus suratında sanki kendi mezarındaki yabus kuru-kafatası’nın alenen sırrı görünüyor. Ve biz buna rağmen en çok ölümden korktuğunu söyleyen şu zavallı insanların şayet yine öyleyse neden çıldırma dıklarını da hayretle düşünürken üstelik onların yüzüne karşı kimi arsızca soğuk kimi de acımasızca donuk bakışlarla gülümsüyoruz ; tıpkı mezardaki kuru-kafa’nın sırıtışı gibi ! / Kimbilir bize karşı gülümseyenler de yoksa aynı düşüncelerle mi bakıyor da anlamıyoruz zaten bir garip bakıyor yüzümüze ! Sanki bir ayna gibi bizde kendini gördükçe besbelli teselli buluyor da bu yüzden mi için için sıkıntılı ağlamaklı ve gizlice acımaklı yüz ifâdesi okunuyor her birinin sahte tebessümünde. Demekki onlar da bizim bu düşüncelerimizi sezdikleri için aynen ve aynen gülümseyerek karşılık veriyor ! Görünüşte onlar gibi biz de korkmuyoruz , şaşırmıyoruz ve çok daha önemlisi , Allah’a şükür , çıldırmıyoruz ! / Ve şu an , (ilk çocukluk yıllarından birazını Safranbolu / Yazıköy (yazıkoyum.kayyo.com)’de geçirdiği belirtilen günlerine nisbet / Bkz.Sakin Öner,Toker -175 İst.1979, sh.12: hemşehrim*)“Bayrak şairimiz”merhum Arif Nihat Asya’nın “Kökler ve Dallar” kitabındaki “Korkusuz Ahmet” şiiri geliverdi aklıma da adeta tam ruhumdaki ölüm sendromunun nüktesini buldum bu mizahlı üslûpta: 1. Arkadaşları , bir gece, karanlıkta Meşhur korkusuz Ahmed’i Geçeceği mezarlıkta Korkutmak istemiş … 2. Ahmet , bakmış ki bir aralıkta Karşısına kefenliler dikiliyor ; “Korkmayın ölüler , ” demiş , “Korkusuz Ahmed geliyor !” Sh. 172 / Günce-43: Öz Varlık’tan yaradılış fıtratındaki üstün değerlerin “yücelik simgesi” nedir , insan için ? Nasıl ki bu üstün değerleri korumak karşılığında aynı sorumlulukla kaybetmek korkusu ve hatta bununla bağ lantılı olarak özdeğerince kullanmak sıkıntısı varsa , yücelik simgesi “akıl” da kendi özdeğeri bakımından yine kendisine olağanüstü ağır gelen basınçlı bir sorumlulukla yüklü ve yükümlü bir denge, bir anlamıyla da “dene tim” görevi taşımakta besbelli. / Aklın sıkıntısı , asıl fıtratı gereği kendi sınırlarını aşarak sonsuzluğa yönelmek görevinden ve bunun bir yandan dengesini kuracak , aynı esnâda olanca ihtimamla onun da temel dayanak ya 779 hut mebâni-i müvazene mebde’lerinden ibaret öncül ilkelerini koruyacak ve öte yandan içgüdüsel benlikte yuva lanan yoz insiyakların denetimini sağlayacak hassasiyette “oto-kontrol” cehdiyle sürekli kendi kendisini aşmak çabasındaki her an nefsin mi , yoksa vicdanın mı emir ve isteklerinden daha fazlasıyla etkilendiğini fark ettirip bunları ayırıcı “temyiz ve tefrik” kabiliyetine temel oluşturan “kültür” muhtevâsıyla zararına veya yararına müktesebata meyletmek konusundaki idrâk bilinçlenmesinden muzdarip pek çok ayrıntılar da zaten buna zor layıcı “sorumluluk” duygusundan dolayı ! / Aklın kuralları , yaradılış gereği kendi idrâk ve kavrayış sınırlarını zorlayıcı veya bu yoldan sonsuzluğa açılmasını sağlayıcı nitelikte olmasaydı , belki bu “çile” ve çeşit sıkıntılar da olmazdı ; hatta yalnızca doğuştan getirdiği genetik yetenekle kalır ve sonsuzluktan beklediği “yüceltici bilgi” sezinlemenin içten yakıcı aşk tadını ve aydınlatıcı ışığını alamazdı Tanrı’dan. Değil mi , nitekim peygamberler deki “vahiy ve mûcize” yanında , yine ancak onların yolunca hemen ardı-sıra izleyerek naz ve niyaz makamına “ermiş” kişilerdeki ilham ve ledünnî ikram’ın “keramet” halleri de hep Tanrı’dan aldıkları bu bilgelik ışığından , bu irfan aşkının tadından ?! Bu “ilk- / tek- / sonsuz* nur ” (Bkz. merhum Haluk Nurbaki’nin eserleri !) asla sön mez, söndürülemez ışık olmasaydı yeryüzünde, farz-ı muhâl “mârifet güneşi” doğmasaydı gönüllerde, işte şek siz gerçek bu anlamdaki “insanlık” namına ve de uygarlık kültürü “medeniyet / ümran” adına ne kalırdı geriye; bunca çabalardan , uğraşlardan ? Oysa ,“Medeniyet öyle kuvvetli bir ışıktır ki , ona bigâne (ilgisiz ve kayıtsız) kalanları yakıp mahveder / yok eder !” Atatürk’çe özdeyişle ! / Akıl kendi kendisiyle yetinemediği için , hayâl ufuklarındaki sonsuzluğa yönelerek , Rabb’in inâyet ve kerâmetiyle “gönül aydınlığı” anlamında gerçek bilgi’ yi aramakta ve bu arayışla yücelmekte yerden göklere ! İnsanın yücelmesi demektir , gerçekte “aklın yücelişi”; sezişler ve erişlerle yücelerek gelişmesi , erginleşmesi ! Hele ki insanın dışında bir soyut değer bile olsa , yine insan varlığında somutlaştığından dolayı , doğrudan aşk-ı Hakk’a kanatlandırıcı aklın ve akıldan doğan bilgile rin teorik ve pratik (uygulamaya yönelik) düzenlemelerle korunması bakımından “kültür birikimi” her çeşit değerleri insanın dışında görmek sonucu , sanki onu insandan ayrı ve Tanrı’dan uzak anlayışta değerlendirmek , gerçekten yanlış bir soyutlama olurdu herhalde ! Çünkü Tanrı bile dünyayı insan için , ama insanı da yalnızca kendisi için yaratmıştır. Sh. 174 -177 / Günce- 44: Yaradılış bakımından insan öyle değerli bir varlıktır ki , yüce Rabbimiz Allah kendi sonsuz sevgisiyle hep onun üstüne titremek anlamında her birimizin ruh hayatınca göreceli her an nice istekler uyandırıp hemen ihtiyacına uygun nitelik ve yeterlikte bahşettiği “sayısız nimetler” özünde her birinin birbirin den ayrı özellikler , renk ve biçimleri benzese de tadı ve kokusu hep bir başka nüans (vitamin değeri de değişik) doyumsuz güzellikler , nice envâ-i müzeyyene / süslü-çeşni çeşitler sergilediği yeryüzü sofrasında “mâide-i se mâvi” mûcize misâli , ayrıca bunları özümsetici metabolizma bakımından nice bedensel işlemler ve hele bunun psiko-şimik kimyası da bilimsel olarak düşünülürse, demekki iç ve dış faktörler ruhunda bedensel bezemelerle süsleyip donatıcı âyetler ışığında açıkça hikmetini gösteriyor. İşte aslında bütünüyle besleyip büyüten ve nice tehlikelerden esirgeyen , hadsiz-hesapsız bağışlamasıyla her an her canlıyı görüp gözeten ve akla-hayâle sığmaz boyutlarıyla işitip bilen , anında yetişip yetiştiren ve düzenleyip geliştiren nihayetsiz rahmeti’nin her şeyi kuşatı cı , her birini cümle ecza-i mevcudat atomlarının nüve ve envâları künhündeki “esmâ-i hüsnâ” şuûnat tecelliyâtı sayısınca şefkat ve merhamet tecelli-i inâyetinin makarr-ı makamat makâlatınca mevecâtı kucaklayıcı eşsiz kemâlat kudretiyle “emr-i âyet” vahyen : (Gûl hüve-llâhü Ahad / Allah-üs’Samed / Lem-yelid ve lem-yûled / Ve lem-yekün lehû küfüven ahad”) diye tanımladığı Zat-ı Akdes sıfatlarıyla da ezelen ve ebeden şeriksiz “Ahad / eşsiz Tek”, şeksiz “Samed” gücüyle ve işte böylece değil tabiatın soğuk kucağına , hatta doğrudan insanoğlu’ nun kendi bencil irâdesi yani nefs-i emmâre insiyatifindeki nisbî hürriyeti mesâbesi “şart-ı âdî ” zayıf eline ve hem renksiz hem de donuk kalmadıkça sıcak kanıyla canlı yüreğinin nabzındaki gizemince pek yetersiz pek de soğuk kan kokusu , can kaygusu ve “ölüm korkusu” duygular çağrıştırsa yahut hücrelerine kadar sarsıcı ve ilik lerine değin acılar uyandırıcı çok daha “şok ürperişler ” benzeri nedamet nefeslerine denk hem daha nicesi kap samda boyutlara dek iç-sezişlerin “hâl-i bîhuş” hissiyatıyla “hüşyar ” veya bir o kadar “sekr-i hayret” dıştan an laşılmaz sarhoşça bazı hâlet-i şatahat görüşlerin anlık insiyakına dûçar olup acındırsa da zahiren nefsiyle başba şa ve başıboş gibi zannedilen acınası yalnızlık kadar çaresiz , kendi kendine yetersiz , zayıf ve âciz mahiyetteki hodbin merhametine bile bırakmadığı bizleri yani insanoğlunu hep böyle bir Rabbaniyetinin kudret elinde tuta cak bir özgecilikle sevmekte ! Onu sırf kendi başına buyruk gibi iç dünyasında yaşattığı “yalnızlık” duygusu ve ölüm korkusunun “kader ” kederleri hissettirici bir garip başıboşlukta unutuluvermişliğe mahkûm gibi gösterse 780 de haddizatında hiç mi hiç bırakmadan sanki şefkat kucağında tutarak engin rengin zengin rahmet hazinelerinin eksilmez ve tükenmez nice nimetleriyle kucaklayan ancak O “Rahman-Rahıym” Rabbimiz , âyetler sayısınca hikmetlerini de böylece “dış gözlem” merakıyla şaşkın gözlere ve “iç gözlem” iştiyakınca yakın gönüllere gayet açıkça yahut “şiddet-i zuhûrundan tesettür ” sırrıyla “hafiyyü-l’Akdes” Zat-ı cemâl gizeminin güzelliklerini işbu “sırrıyet ve şiiriyet” inceliklerince derinlikleriyle gizliden sezdirmek , düşündürmek ve (Bkz. 50*16. “… şah damarından daha yakınız”) beyanıyla “iman , İslâm ve ihsan” derecelerinde mertebe-i îkan’a uyandırıp erdirmek kasdıyla içten ve dıştan gönül okşayıcı esmâ , ef’âl ve sair bilcümle sıfatlarının sanat-ı şuûnatıyla göstermek iste mekte ! / İşte buna karşılık insanın görevi de, bütün âlemleri sonsuz rahmetiyle kuşatan ve şefkatiyle kucaklayan Rabb’in sevgisine yaraşacak takvâlı saygıyı göstermek , Allah yolunda buyruğunca “ubûdiyet” edebiyle itaatli ve ibadetli yaşayarak , asla tuğyan / aşırı isyan alâmeti şirretlik ya da fıtratın hikmetine münafi ve yaradılış ama cına aykırı / uymaz aşağılık zillet veya uyuşuk “mizac-ı meskenet” tembellik çıkmazlarına sapmamaktır. Ve bu anlayışa göre, “insanın değeri” yalnızca kendi benliğinden ibaret değil ; ayrıca bilsin ki , doğrudan Rabbimiz Allah’ın yüceltici rahmet ve kudret elinden verilmiş, hem de el’an ve her şu dem lütf-u ihsanınca verilmektedir./ Bütün “üstün değerler ” ancak İlahî kaynaktan , açıkçası Allah’tan gelir ; Rabbimiz’in lütfuyla biz kullara verilir. Bu nedenle Ehl-i sünnet akaidi’nde temel İslâm inançlarını tam özündeki doğruluklarıyla yorumlayan görüşler ışığında “kaziye-i muhkeme” ölçüsüyle sağlam kanıt olmuştur ki ,“Allahü hâlık ve-l’abdü kâsib: Allah yaratıcı ve kul da kazanıcıdır.” Yani insan-kul , kazanmak için ister ; Allah ,yaratmak için verir. Sonuçta “hüsn ve kubh” Türkçesi “iyi ve kötü” yani yarar veya zarar yahut yarar veya yaramaz; velhasıl “günah ya da sevap” cinsinden her ne yapmak isterse, açıkça “irâde” gücünü hangi yönde ve tercihte kullanmış olursa , kul; işte o anda yaptığı işin ve eylemin asıl yaratıcısı Allah iken , kendisi bizzat niyet talebine göre işin neticesini ve değerini kazanmış olur. Çünkü ona bu işin yapılışı sırasında kullandığı her türlü istek ve tercih gücünü veren de her şeyin tek ve eşsiz yaratıcısı olması bakımından ancak Allah’tır. Demekki insana bu yaradılış üstünlüğünü ve bunun değer ölçüsünü veren de yalnızca eşsiz yaratıcı Allah’ın kullarına sevgisidir. / Yaşamakça şiirsel yorumların özünde asıl vurgulamak istediğim öz-gerçek* adına diyorum ki ; işte bu yüce sevgiye yaraşacak takvâlı yaşayışta akıl ve irâdenin görevi , kesin ve açık doğrularıyla bilinmezse, yalnız kendi adına veya başlıbaşına hiçbir emek ve yete nek , insanın yaradılıştan getirdiği ya da sonradan edindiği üstün değerler (not: değerler sistemi ille de evrensel kabuller !) arasında , sözümona yaptığı / yarattığı (!) vesair ürettiği her ne varsa , evet; hiçbir emek ve yetenek , özellikle onun özdeğerini kavrayıp korumaya yetmez. Demek oluyor ki , insan için her şeyden önce akıl ve irade siyle Allah’a inanç ve bağlılık “temel ölçü” olmasaydı , başlıbaşına insanın , insan varlığının ve onun yanında “insaniyet / insan-lık” kavramının değerinden ya da ona bağlı başkaca âlem-şümûl kıymet hükümlerinden söz etmek ve yani insanlığın ortak evrensel değerlerinden bahsetmek , büsbütün anlamsız olmaz mıydı ?! ………………………………………………………………………………………………………. (Bkz. Kur’ân-ı Kerîm Açıklamalı Meâli / Diyanet (86-F) “heyet” / sh. 477: Şûrâ sûresi , 42*51. “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur , yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir , hakîmdir.” (Dipnot-1: Vahyin geliş şekillerinin belirtildiği bu âyete göre VAHİY, kalbe ilham veya Cenab-ı Hakk’ı görmeksizin perde arkasından konuşma ya da vahiy meleği (Cebrail*) aracılığıyla kelâm işitmek suretiyle de gerçekleşmektedir. ) 52. “İşte böylece sana da emrimizle Kur’an-ı vahyettik. Sen , kitap nedir , iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.” (Dipnot-2: Kur’an diye tercüme edilen “ruh” kelimesinin ayrıca Cebrail’i de ifade ettiği belirtilmiştir. Bu âyette risalet ve kitabın önemi belirtilmiş. Hz. Peygamber’in kendisine gelen vahiyle, doğru yol rehberi olduğu açıklanmıştır. ) 53. “(O yol*) göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yoludur. Dikkat edin , bütün işler sonunda Allah’a döner.” (Dipnot-3: Müminlere müjdenin , günahkârlara da tehdidin bulunduğu bu âyette, artık karşılıklı sebep ve ilişkilerin ortadan kalktığı , her şeyin Allah’a döndüğü gün hatırlatılmıştır. ) *********************** / İçindekiler : (Sh . 01-860*) ***************************************** 1. ŞİİR (-vesâir derkenar / yan-kıyı şiirler , notlar ) 2. ÖZET DİVAN // Yazarken dince etik korku içten ilk uyarı (*) 3. SÖZÜN ÖZÜNCE // ÖZÜM TEK ! // İlk öğüt (*) CANLI ŞİİR // ANLAM // … 781 ÖN SAYFA Kim okur baştan sona Öz güzel şiir başka ! Gerçek güncel ön sayfa Söz öznel Yaşamakça ! YENİBAŞTAN / … yazarken neler anlatmak isteriz neler … Her metinde esas tema / asıl konu “üslûb-u beyan …” ya gerçek dertler ya da örnek dilekler. Bence evrensel bütünlük gerçek örnek kavrayışta hep bu ortak bilinç “ruh-u vahdet” tam birlik ve sosyal gerçekçilik kurallarından ibaret “tarz-ı kadim” modernizm veya çağdaş teceddüdata açık konulardan özet “tek konu” can-nefesince şiirimsi “iç dil” benzeri ifade-i merama mahsus sözcük bile yeter zaten nükte-i lisan “aynıyle / edeb-i insan!” Sanat da şu ruh-u şuurun iç derinliklerini bir biçimde dışımıza yansıtmak değil mi ? (Bkz. 2008 Ege Takvimi / 15 Haziran : “İnsanoğlunun iç derinliklerini tasvir eden en birinci levha sanattır.” (*) Öz sanat-ı tasvirat tıpkı iç dil’ce lügat Tek kitap gerçek hayat “levh-ı mahfuz” şuûnat ! Dinimiz hakkında tam Atatürk’çe bir bakış ve tarihsel değerlendirme: (Bkz. Kardelen Takvimi / 14 Ocak 2007: Atatürk’ün dinimiz hakkındaki düşünceleri-2 / “Düşmanlarımız bizi dinin tesiri altında kalmış olmakla itham ediyor ; duraklama ve çökmemizi buna bağlıyor. Bu hatadır. Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, erkek ve kadının beraber olarak ilim ve bilgiyi kazanma sıdır…” / “İslam dinini , asırlardan beri alışıla-geldiği veçhile bir siyaset vasıtası mevkiinden uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz…” / “Herşeyden evvel şunu en basit bir dini hakikat olarak bile lim ki , bizim dinimizde bir özel sınıf yoktur. Ruhbaniyeti reddeden bu din inhisarı kabul etmez… Bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimizin içinde gerçek din alimleri , alimlerimiz içinde milletimizin gerçekten iftihar ede bileceği din bilginlerimiz vardır.” / “Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi ; fakat bina , uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak bir çok yabancı unsur, tefsirler, hurafeler binayı daha fazla hırpalamış…” // FIKRA “Pasta çörek” / Çocuk , okuldan bir gözü şiş olarak dönünce, annesi telaşlandı : -Oğlum ne oldu gözü ne ? Düştün mü yoksa ? / -Hayır, düşmedim. Arkadaşım Hakan’la dövüştük. Ben de yarın onun gözünü şişire ceğim ! / Annesi yatıştırmaya çalıştı : -Sakın ha ! Dövüşmek iyi bir şey değil. Ben sana yarın pasta çörek vere yim. Arkadaşına da ver, barışın. Güzel güzel oynayın olmaz mı ? / -Olur anneciğim , barışırız. Ertesi gün , ço cuk öteki gözü de şişmiş olarak döndü. Annesi merakla sordu : -Yine ne oldu ? / -Arkadaşım yaptı ; daha çok pasta çörek istiyor !” ) Özü: Saldırganlığa karşı barış sağlamak için tek taraflı iyi-niyet* yeterli mi ? Mizah hep böyle güldürmek için değilse esasen nüktenin özündeki ince espri’den niyet-i ders sezinletmek düşündürmektir. “Söz bitmez ölene dek. Kitap bitti …” derken işte yenibaştan oluşuverdi işbu aynen güncel medya güdülemesi de olsa önemsediğim birkaç çeşit daha başka pek çok boyut detaylar düşündürücü örneksemeler seçkilemekten ibaret tarz-ı telakkiyatıma ayna bir değişik ilk sayfa ! (Bkz. Yeni Asır “-Türkiye’nin en büyük bölge Gazetesi-” 19 Haziran 2008 eki “Sarmaşık” / sh.7: (Hürol Dağdelen*) İbretlik öykü var mı ? / … Bu düzen böyle kurulmuş … Ortalık öyle ‘ucuz’ hale geldi ki , sokaktan birini çekip ekrana çıkarsanız, şöhret olmaması için hiçbir neden yok. Yeter ki ibretlik bir öyküsü olsun. // Sonuç Belliydi / … Bu büyük bir başarı … / Geçen hafta da yazdığım gibi , … Ortada mağduru koruyup kollamayı seven bir toplum olunca , gelsin izlenme rekorları … / Sözün özü , kafayı çalıştıran yapımcı (Pardon! Kafaları karıştıran senarist, doğrusu “popülizm manyağı” kimi şair-yazar , araştırmacı-programcı vb. / HK*), bu ülkede parsayı toplar. // Nitekim , şimdi çark edip baş sayfaya dönelim. / Sh.1: Felsefe programı yapacak ( … ) bu sezon … / “Artık bir değişim yapmanın zamanı …” dedi.*) -Bravo! ( İlk ön sayfa sanki (-icmal: 789.) sonunda tekrar en baştaki “iç dil”-mesaj ŞİİR ruhiyatına dönmek mi ? ) 782 UÇUK DÜŞÜN, SEZ ! Oku-yaz azbuçuk uçuk düşün sez , “Kendini bilmeyen Rabbini bilmez !” Şiir iç dil* lâkin sezemez herkes , Şuur arınmazsa ruh hissedemez ! (Bkz. Bilim ve Teknik “Tübitak” Sayı-487 (Haziran 2008) “Uzay Turizmi” (e-posta: [email protected] / İnternet: www.kitap.tubitak.gov.tr )* Eki : Bilim CD’leri Serisi-9 “Evren” ve Sayı-1: yıldız takımı* / ön kapak: Auroralar “Önce ufukta bir ışık parıltısı , ardından tüm gökyüzünü kaplayan hareketli bir ışık perdesi.Kuşkusuz, bu mükemmel doğa olayını bu kadarla anlatmak yeterli olmaz.” / Origami / Yeryüzü Sanatı / Genlerimiz ( … ) sh.18-19: Sonsuz(a) Sevgilerle … “Sadece iki şey sonsuz: Biri evren* diğeri de insanın aptallığı. Birincisinden o kadar da emin değilim.” / Albert Einstein* “(Sonsuza ilişkin paradokslar) sadece, biz sonlu akıllarımızla , sonlu ve sınırlı şeylere verdiğimiz özelliklerle, sonsuzu tartışmaya kalktığımızda ortaya çıkar.” / Galileo Galilei * … söylediğine bakın: “Sonlu aklınızla , sonlu için koyduğunuz kural ve ilişkileri sonsuza uygulamaya kalkma yın” diyor. Örneğin aritmetiğin 4 işlemini sonsuza uygulamayı denemeyin ; uymaz. ( … ) İşte size SONSUZ . Erişilemez büyüklüğü gösteren bir kavram , bir sayı değil. Aklımızdan asla çıkmasın. / Muammer Abalı* ) Demekki bilimsel düşünce evrensel sonsuzluk karşısında aklımıza haddini bilmeyi ve benliğimizi sınırlayan “kader ” gizemini içten keşfetmeyi “iç dil”-şiirince öğretmek isteyen metodik şüphe “serbestçe sorgulayıp bilimler ışığında özgür düşünceler üretebilmek” yetisinden yararlanmak zorunda. Ancak gözler dıştan ve gönlümüz içten ışık aramakta. Acaba gece ve gündüz sürekli değişimler gösterip bunların etkileşim alanların dan soyutlanamaz yapısı ve yaradılışı bakımından insan ruhuna yansımalarından daha yakın gerçek var mı şu dünyamızda ? ŞEKSİZ İZAH Düşünmek özgün gerçek Tek sonsuz zaten Allah ! İçten yakın hissetmek , Kur’an-ca şeksiz izah ! TEK KONU Elemeği alınteri göznuru , Gerçek ışık Kur’an-ca yol şuuru ! Yaşamakça öz “sağduyu” tek konu , Söz beden şiir ruh şu cansoluğu ! (Bkz.“[email protected]” bir köşe yazısında açıklıyor: “Önce insan”-ı , “insanın emeğini , alın terini göz nurunu” savunacağız …”) Özet dilek ve son not: Demokratik siyaset düzenimizi iç ve dış yapısıyla yenibaştan onaracak ve sosyal ruh hamûlemize yeni hamle şuuru kazandıracak “dinamizm” mayası her neyse onu bulup katarak kökten teceddüt tam manasınca canlılık yaratacak gerçek parlementer sistemi iyi işletmek ve daha sağlıklı çalıştırmak konusun da açık dileğim şöyle bir teklif ve temenniden ibaret: TBMM’nin görevi sırf iktidar şakşakçılığı için ne basit ne de pasif fezlekecilik değilse, seçim sistemini yeniden düzenleyip bütünüyle her çeşit muhalefet temsilcisi fırka sözcülerine de millî irâde adına meclis kürsüsünden söz ve millete sesleniş hakkı tanıyan bir Türk Kurul tayı gibi işlevsel olmalı. Nitekim genel seçim probagandası dışındaki süreçlerde yine her partinin görüşlerini açıklayan sözcüler, kimi yandaş medya sansürüne rağmen milletimize sesini duyurabilmeli ve TBMM’nin çalışmalarına katkı sağlayacak biçimde bazı öneriler de sunabilmelidir. Bunun sakıncaları yanında yararlarını da değerlendirmek gerekmez mi; ne dersiniz? Soralım millete dürüstçe anketlerden nasıl sonuç çıkar, görelim! 783 CAN SIRRI Gerçek Dr. Asri Satılmış / şeyhim’e ! ( Şeyhim*tabirini iltifat olarak kullanır o her ruh dostu’na! ) Mürşid doktor Asri’nin cascavlak deyimiyle , Glob bak -insanoğlu “bok çuvalı mı”-nedir ? Mülhid tez Darvinizm’in müzahrefat diliyle , Yaş toprak cins tohum ruh* yok mu can sırrı delil ?! Beşer “kazûrat torbası mı”-nedir; / Cins tohum ruh*yok mu can sırrı delil ?! Açık beyan Kur’an-ca düşünelim , vesselâm ! Kitap bitti derken tez yenibaştan oku-tam ! / Düşünmeyen bilemez zaten nasıl anlatsam ?! ( Bkz. 2008 Ege Takvimi 24 Haziran: “Güzel konuşmanın sırrı , lüzumsuz sözleri terk etmektedir.”-Hz. Ebube kir (r.a.) Nihayet “temmet / tamamlandı” bugün 25 Haziran / Çarşamba’nın öğüt sözü: “His, hikmetle terbiye edilir ve geliştirilir. Maddeci felsefe ise, onu söndürür ve köreltir.” ) Neden yazmak istediğim anlaşıldı mı ? ÖZÜM TEK SÖZÜM MEŞK 1. Niye yazdım son kez sordum ilk örnek Cevap belli öz şiir Yaşamakça ! Özet divan nefes yorumsuz gerçek Kitap sanki söz iç dil hak Kur’an-ca ! 2. İşte herkesçe hep böyle düşünmek Açık gerçek gözüm gönlüm muammâ ! Nice göklerce mesâfe özgün renk Anlık âhenk özüm sözüm şu dünya ! 3. Nedir ruh hem beden ne ibret görmek Evrensel mahşere yol berrak ayna ! Şiir dil aşk içten ne hikmet ölmek Tek Güzel Rabbim’e iştiyak rüya ! 4. Evrensel mahşere yol her an mehil Özüm tek sözüm meşk bu tekrar nedir ? Benliksel her hece sırr-ı can delil Gözüm ayna gönlüm rüya ömrüm dil ! HİKMET Tek Kur’an dilince can dost’a selâm ! Neden yazmış neler anlatmış şair , Merak içten mülhem mesaj şu ruhum ! Gerçek bilgi “hikmet” tek kitap zahir , Kaynak gökten ışık güneş şuurum ! YOLUM BU TARZ ! Hayat yolum gayet dar her ihtimâl mânidar Kitap bu tarz herşey var hem zor hem kolay yazar ! 784 Kaynaklar ve ilgili sayfalar : (Sh.1) Meâl-i âyet: 10*100. ve 14*41. 2) …………..: 39*42. ve 96*1-5. 3) Mürşit / Turan Yazılım ( www.turan.com.tr ) // … ……………………………………………………………………………………………………………….. wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww 20 Temmuz 2008 / Hüseyin Kurt (em.öğrt.) Bornova-İZMİR Basım ve yayım için tasarladığım biçim : A. İki cilt (1.nci cilt: sh. 1-398 ve 2.nci cilt: sh. 399-*// 860 -) şayet uygun değilse, B. Beş fasikül (1.nci Bölüm: sh. 1-162 ; (-162:) YAŞAMAKÇA-1 / Şiir – Özet Divan 2. ------------ sh. 163-316 ; (-154:) YAŞAMAKÇA-2 / Nasıl Anlatsam ? 3. ------------ sh. 317-494 ; (-178:) YAŞAMAKÇA-3 / Nitekim – Amacım Mesaj 4. ------------ sh. 495-665 ; (-171:) YAŞAMAKÇA-4 / Biz ve Tarih 5. ------------ sh. 666-860 ; (-183:) YAŞAMAKÇA-5 / Yol ( … ) Sır-imtihan ! SIR-İMTİHAN ! wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww ( Fihrist: 826-860* ) Hat sanatı tezyinat âyet-beyan nasihat Sözün aslı sânihat öz imtihan* hakikat ! ………………………………………. Ön kapak “gökkuşağı” altında Yaşamakça* Renk-desen “hat sanatı” âyet-beyan* nasihat ! İştiyak gayet tatlı “irşâd-ı Hak” Kur’an-ca* Tek derken “kalbin nabzı” sır-imtihan* hakikat ! (-Dikkat! Dış kapak tezyinatı hk. tercihime telmih* // Hakikaten işbu “ www.yasamakca.net ” muhteviyat tamamen kitaplaştırılmak istenirse elbette “tıpkı basım” gerekir, çünkü tam başından en sonuna dek “derkenar” yazılar asıl metn-i mısra’larla aynı hizaya konularak güya onunla alâkalı çağrışımlar uyandırılmak istenmiştir. / *) ******************************************** (Bkz. Hürriyet G. 18 Temmuz 2008 / sh. 23: Gündem / Ertuğrul Özkök , “Hatırla Sevgili / … Ben diyorum ki , böyle bir vicdan üzerine, 21. yüzyıl demokrasisi kurulamaz. / …” ) Not: Demekki güncel medya yorum larını düzenli ve dikkatli izlemek gerçekten ilgi ve merak konusu olduğuna göre, “böyle bir vicdan” neymiş şimdi içinizde yazının tamamını okuyup bunu anlamak arzusu uyanmaz mı hiç; cevaplayın içinizden haydi! Kimi idrâksizler tıpkı “üç maymunlar (*)” gibi “görmedim , duymadım , bilmiyorum” rolünü oynamaktan hoşlansa da yahut bunu zorunlu kurnazlık huyu olarak korunma ve savunma içgüdüsü diye onaylasa da asla doğrulamadığım davranışların en başında işte böylesi ilgisiz, sorumsuz ve duyarsız korkak karakter ruhiyatı tipik insan modellerinin bencil ve sevimsiz hayâlleri geliyor aklıma , onlardan hicap duymaktayım insanlık onuru adına Allah huzurunda! Ortak akıl ve sosyal vicdan namına değilse şu ömrün anlamı var mı başkaca? Can nabzının anlık kan dolaşımı hızında akıp geçen nice enteresan olaylardan birkaç örnek daha notlayalım. 03 Temmuz 2008: Onbeş yıldan beri işleyip güzelleştirdiğimiz sözkonusu bahçenin satış anlaşmasını yaptık. O gece Regaip Kandili*idi ve 04 Temmuz “Cuma”(Ege Takvimi’nden naklediyorum*) mübarek Üç Aylar’ ın başlangıcı: Üçaylar (şuhûr-u selâse)sonu Ramazan ayı ile biten feyizli ve bereketli bir maneviyat mevsimi dir.Bu aylar kameri takvime göre “receb şâban ve ramazan” aylarıdır. Bu aylar rahmet dalgalarının başladığı manevi huzur ve sükûnun kalplere doğduğu , ilahi rahmetin coştuğu aylardır. Bu aylar girince, mü’minlerin ruhlarını manevi bir hava kaplar. Bu mübarek ayların manevi değerine Hz. Peygamber (*) işaret etmiş ve şöyle buyurmuşlardır : “Receb*Allah’ın ayı , Şâban benim ayım ve Ramazan da ümmetimin ayıdır.”/ “Ey Allah’ım ! Recep ve şabanı bize mübarek kıl , bizi ramazana kavuştur.” // Bu aylar mübarek gecelerle dolu dur. Recep ayının ilk Cuma gecesi ,Regaib*gecesi; 27.nci gecesi de Mi’râc*gecesidir. Şaban ayının 15.nci gecesi Berat*gecesi , Ramazan ayının 27.nci gecesi de Kadir (*)gecesidir. Zunnûn-i Mısrî (*) şöyle der : Receb tohum ekme, Şaban sulama , Ramazan ise hasat ayıdır.” Üç aylar, geçmişin muhasebesini yaparak , geleceğe azim ve enerji dolu bir şevkle atılmak için iyi bir imkândır. Hayatımızda oto-kontrol* sisteminin 785 kurulmasına vesile olan mübarek üç aylar ve kandiller (*) dünyevi meşguliyetlerimizden sıyrılıp, yaratılış gayemizi düşünmemiz; yaratan ve yaratılanlarla olan münasebetlerimizi değerlendirmemiz için son derece kıymetli fırsatlardır. 06 Temmuz: “Olgun bir insana nükte ve lokma helaldir.Sen olgun değilsen konuşma ,sesini kes.”-Mevlana) Sohbet: Dervişin biri gezerken ayaksız bir tilki gördü hayrete düştü.“Nasıl yaşar bu hayvan ne yer ne içer?” diyerek , Allah’ın lütfuna hayran oldu. / Derken bir arslan çıkageldi , ağzında çakal leşi taşıyordu. Görkemli ve korkunç hayvan avının bir kısmını yedi , doyunca kalanını bırakıp gitti. Tilki onun artığına doğru sürüne rek yaklaştı ve afiyetle yiyip karnını doyurdu. / Tilkinin yiyeceğinin ayağına geldiğini gören Derviş, kendi kendine: “Bir sakat tilkinin rızkını ayağına gönderen Allah , benimkini neden göndermesin ?” diyerek , çalış masına gerek olmadığını , bir köşeye çekilip oturabileceğini düşündü. / Düşündüğü gibi de yaptı : “Rızkım Allah’ın görünmeyen hazinesinden gelir, gayret etmem gerekmiyor.” diyerek beklemeye başladı. / Bekledi , bekledi … Ne gelen ne giden … Günler geçip gitti. Derviş zayıfladı , eridi , bir deri bir kemik kaldı. Güçsüz ve bitkin bir haldeyken , bulunduğu mescidin mihrabından bir ses duydu : “Ey tembel adam!” diyordu ses, “kendini ayaksız bir tilkiye benzeterek neden miskin miskin oturuyorsun ? Kalk ! Yırtıcı arslan ol. Başkası nın artığına göz dikmeyi bırak. Sana yakışan artık yemek değil , artık bırakmaktır.” / “Gücüyle arslan gibi olan , başkasından yiyecek bekler mi ? Haydi kalk! Çalış ve rızkını kazan. Hem kendin ye, hem muhtaçlara yedir.” Ey genç insan! “Elimi tutun” diyerek başkasına el uzatma ! (yani ,yardım bekleyerek el-avuç açma!) Bütün şu yazdıklarımın ilk okuyucusu doğrudan şahsım olduğuna göre, öncelik kendim için yararlı bilgi ve öğüt değerinde gördüğüm her çeşit telifat ve neşriyattan faydalanmanın basit ve gayet pratik yollarını arayıp bulmak konusunda özellikle evimizde kullandığımız yapraklı takvimlerin de gerçekten ne güzel hazırlanmış bir kitaptan farksız kıymet taşıdığını biliyor ve bu nedenle bazı örnek alıntılar yapmayı da önemsiyorum me selâ: (aynen devam) 07 Temmuz: “Ayet meâli: 47*33.”// Ve (arka sayfadaki ilginç metin) önemli bir uyarı: “Çalışkan bir nesil / Dünyada yaşamak ve başarılı olmak için çalışmak şarttır. İlim , çalışmakla elde edilir. Vatanın yükselmesi için çalışmak gereklidir. En büyük servet çalışmaktır. Onun için gençler çalışmayı alış kanlık etmelidir. Çünkü çalışmak , ruh ve beden sağlığı bakımından da gereklidir. Çalışan genç, cansıkıntısı ve diğer ruhi hastalıklardan da kurtulmuş olur. Çalışkan olanlar işlerini başardıkça da çalışma arzuları artar, yaptıkları işlerden de zevk almaya başlar. Gençlik bir milletin temel taşı , varlığının teminatıdır. Çünkü bir milletin geleceği yetiştirdiği (yeni nesil-)gençliğe bağlıdır. Onun için aileler milletler , gençliğin çalışkan , bilgili ve bilinçli , vatan ve milletine bağlı yetişmesi uğrunda önemli fedakârlıklarda bulunurlar. İslâm* , onlara gereken ilginin gösterilmesini , sağlam inanç ve güzel ahlâk , olgun kişilik gibi yüce değerlerle dona tılmasını öğütlemektir. Çalışkan bilgili ve ahlâklı bir gençliğin , din ve mukaddesatın korunup yaşatılmasına garanti sağlayacak büyük bir faktör olduğunu bildirmektir. / Bu durumda , her şeyimiz, gözümüzün nuru ve geleceğimizin teminatı olan çalışkan bir gençliği (ideal anlamda eğiterek gayet tutarlı ve sağlıklı yetiştirmek konusunda*) ihmal etmemeliyiz.”// Sabah erken saatte hanımla birlik köyümüze yani Safranbolu-Yazıköy (www.yazikoy.com.tr )’e ulaştık ve mahkemenin keşif işi bahanesiyle bir hafta orada kaldık konuk olarak. 08 Temmuz: “Kur’an okumak / Cenab-ı Allah(c.c.)Kur’an okunurken dinlemek hususunda A’raf sûresinin 204. âyetinde: “Kur’an okunduğu zaman hemen O’nu dinleyin ve susun ki merhamet olunasınız.” buyurmak tadır. / Bir mecliste Kur’an okunurken orada bulunanların O’nu dinlemeyip söz söylemeleri caiz değildir.Bir mani (engel) yok ise o mecliste oturup tilavet olunan âyetleri dinlemek müstehabtır, büyük sevaba vesiledir. Dinlenilmeyen yerde yüksek sesle Kur’an okumak , okunurken gülmek , bir şeyle oynamak , etrafa ve günah olan şeylere bakmak da caiz değildir. Kur’an okunan yerde sonradan işe başlayan günaha girer. / Cünüblük , hayız ve nifas halinde olanlar, Kur’an-ı Keriym’i okuyamazlar, fakat başkalarının okuduğu Kur’an-ı dinleye bilirler, kalplerinden geçirebilirler. / Kur’an-ı dinleyenin , okunan tarafa dönmesi lâzımdır. Eğer arkası kıble ye gelecekse o zaman yan döner. Temiz olmayan yerde, açık insan bulunan yerde Kur’an-ı aşikâre okumak caiz değildir. / Kur’an-ı Kerim okunurken onu dinlemenin üzerinde bu kadar durulmasının sebebi; Allah’ın kelâmı olmasından ve onu hakkıyla anlamanın ancak iyi dinlemekle mümkün olabileceğindendir. İyi dinle yen iyi anlar. İyi anlayan da anladığı doğrultuda iyi amellere yönelir.” // 09 Temmuz’dan başlayıp birkaç güzel söz derlemek ve bu öğütlerle düşüncemizi derinleştirmek kültürel zevklerimize zevk katacaktır. İşte: 786 “İki şeyin elden gitmeden değerini takdir etmek zordur : Biri sağlık , öteki de gençliktir.” –Hz. Ali (r.a.) “Yeni insan , bütün varlığa karşı sevgiyle dopdolu ve insanî değerlerin koruyucusu-kollayıcısıdır.” (?) “Gelin tanış olalım , İşi kolay kılalım // Sevelim sevilelim , Dünya kimseye kalmaz.” –Yunus Emre* (“Ameller, ancak niyetlere göre değerlenir…” Riyâzu’s-Sâlihıyn* tercümesi 1/ 3) ************** 14 Temmuz: “Doğruluk / İmanın gereği doğruluktur. Kâfir ve münafıkların vasfı olan yalanın her çeşidi (dinimiz) İslamiyet’te (merdud*) red-edilmiştir. Allah’ın “Adil” ismi nasıl zulmü yasaklıyorsa , “Hak” ismi de yalanı şiddetle yasaklar. / Peygamber Efendimiz (sas) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Bir kalp te iman ve inançsızlık birleşmediği gibi , doğruluk ile yalan da aynı kalbde bir araya gelmez. / Diğer bir hadis-i şerif de şöyledir : “Muhakkak ki , doğruluk mutlak hayırdır.Ve muhakkak ki hayır da insanı cennete götürür. Ve şüphesiz, kul doğru söyleye söyleye nihayet “sıddık” makamına erişir. / Yalan söylemek ise , insanı mutlak şerre götürür. Ve muhakkak ki , kişi yalan söyleye söyleye neticede “kezzab” ( idmanlı bir yalancı) olarak kaydedilir.” “Dostlar yüze karşı şiddetli olsalar da arkandan hep bir koruma meleği gibi davranırlar.” (?) 16 Temmuz: “İlim servetten daha kıymetlidir. Çünkü; serveti sen korursun , halbuki ilim seni korur.” –Hz. Ali (k.v.)* “Mescid-i Haram / Mescid: Secde edilen yer, mabet, cami demektir. Haram (harem*) da kutsal , mübarek , hürmet edilmeye değer (bir anlamda “yasak bölge”) yer demektir. Mescid-i Haram: Kâbe’nin etrafını kuşa tan mescide verilen addır, diğer adı da Harem-i Şerif (şerefli “yasak bölge”)’dir. / Hz. Ömer (r.a*) zamanına kadar Mescid-i Haram , etrafı evlerle çevrili küçük bir meydandı. Halife Ömer (r.a)’in evlerin bir kısmını yıktırıp Kabe’nin etrafını yüksekliği bir metre olan duvarla çevirmesiyle Harem-i Şerif meydana geldi.Tarih boyunca devamlı genişletilerek bugünkü haline ulaşmıştır. Kapasite itibariyle dünyanın en büyük ibadet yeri dir. Ortasında “Kâbe” bulunmaktadır. Zemzem* kuyusu , Makam-ı İbrahim* bu mescidin birer parçasını teşkil eder. Mescid-i Haram’ın orta kısmı açık , kenarları revaklı kubbelerle çevrilmiştir. Hac ve Umre ibade ti için yapılan Safa ve Merve* tepelerinin de üzeri kapatılarak mescide bir nevi dahil edilmiştir. / Harem-i Şerif , kudsiyeti açısından; yapılan ibâdet ve duâların , kılınan namazların sevabı yönünden yeryüzünün en faziletli camisidir.” 17 Temmuz: “Çinde de olsa ilmi arayın.” Hadis-i şerif // “Münakaşa / Münakaşa etmek dostluğu giderir. Ehil olmayan kimselerle dini sohbet yapılmamalı , uygun olanlara kitaptan okunmalı , hiç kimseye din üze rinde kendi görüşünü söylememeli , münakaşadan da uzak durmalıdır. İyi insan yani Müslüman , her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allah-ü Teâlâ’nın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır , sabr-eder ,afv eder. Her geçimsizlikte, her sıkıntıda kusuru kendisinde görür, her nefeste (tek Rabbimiz) Allah’ı düşünür. / Gaflet ile yaşamaz, kimseyle münakaşa etmez, bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allah-ü Teâlâ’nın evi bilir, hiç kimseye sert davranmaz, münakaşa etmez, fitne çıkmasına neden olmaz. Dinlerine ve dünyalarına zarar gelecek şeylerden uzak durur. Herkese karşı güleryüzlü olur. Bilir ki münakaşa etmek dostluğu bozar.” 18 Temmuz: “Cuma Namazı / Sünnet ve icma’ ile sabit olan Cum’a namazına tarih boyunca Müslüman top luluklar saygı ile riâyet etmiştir. / Müslümanlar Cuma namazına büyük bir önem vermiş ve çok değerli say mıştır. / Cum’a namazının fazilet ve bereketine inanan mü’minler, güçleri nisbetinde yıkanıp temizlenirler, güzel kokular sürerler, yeni ve temiz elbiseler giyerek camilere koşarlar, hutbeyi dinlerler ve Cuma namazı nı kılarlar. Milletimizin memleketimizin ve bütün Müslümanların mutluluğu ve refahı için toplu halde duâ ve niyazda bulunurlar. Cuma’nın gündüzü gibi gecesini de ibadet ve tâatla geçirirler. Günahlarının bağışlan ması için Cuma’nın feyiz ve bereketinden mutlaka faydalanmaya çalışırlar./ Nitekim Cenab-ı Allah Kur’an-ı Keriym’de: “Ey iman edenler ! Cum’a günü namaza çağrı yapıldığı (ezan okunduğu-) zaman hemen Allah’ı anmaya (-namaza) koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız elbette bu sizin için daha hayırlıdır.” (Bkz. Cumua sûresi , 62*9-10.) buyurmaktadır. Hz. Muhammed (sas) Cum’a namazı hakkında: “Bir kimse Cuma günü gusleder, iyice temizlenir, güzel koku sürünür veyahut evinde olan kokuları kullanır da camiye çıkar ve iki kimse arasını ayırmadan kendisi için mukadder olan namazları kılar ve sonra da imam hutbe oku duğu zaman sükût ederse, o Cum’a ile diğer Cum’a arasında günahları mağfiret olunur.” -buyurmuşlardır.*// 19 Temmuz: “Dünle beraber gitti cancağızım , ne kadar söz varsa düne ait … / Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım …” –Mevlana*// Ve nihayet “doğum günüm” olması bakımından nükte-i takvim mesajıyla tamamla mak istiyorum şu sonradan “ilâve-iktibas” sözlerin nice ders-sohbet tarzınca açık gündem oluşturacak konu ları da okuyuculara son kez sunmak ya da yenibaştan okutmak gönlümün niyaz sürûru olsun bi-iznillah ! 787 20 Temmuz 2008 (Hicri-1429 Receb-17): “Tecrübe, aklın hocası; düşüncenin de rehberidir.” ( Kaail*kim? ) “İlk Emir / İnsanları diğer varlıklardan farklı kılan özelliklerin başında; öğrenme ve öğrendiklerini depo layarak gerektiği zaman yararlanabilme özelliği gelir. / İnsan tabiatı gereği , her zaman bilme ve öğrenme ihtiyacı içinde olmasıdır. Bunu gidermenin en etkili ve kolay yolu okumak’tır. Bir toplumun her yönüyle gelişmesi , o toplumdaki bilgili insan sayısının artmasıyla oluşur. Bilgili olmanın da tek yolu okumaktır. / Okumak ; Yüce Allah’ın son peygamberine yönelttiği ilk emir’dir. / Okunması gereken kitap; Kur’an-dır , kâinat’tır , insanların yazmış olduğu kitaplar’dır. / Kitap; akıllı ve kitap okuma alışkanlığını kazanmış insan ın en büyük dostu ve rehberidir. Onun için kitapsız bir dünyada yaşamak güçleşir ve çekilmez bir ağırlık haline gelir. / İlk emri “Oku !” olan , bileni bilmeyenden üstün (tutan-) gören bir dinin mensupları olarak bizlere düşen görev, okumak ve okuduklarımızı uygulamaktır.” // 11 Nisan: “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.”-Hz. Ali* // 13 Nisan: “İlim öyle bir şeydir ki , sen ona tüm gücünü vermedikçe, o sana yarısını bile vermez.”-Ebû Yûsuf // 15 Nisan: “İlimler saadetimizi garanti edip, bizleri insanlığa yükselttiği ölçüde fayda lıdırlar.” (?) 16 Nisan: “İlim öğrenmek , nafile ibadetten hayırlıdır.” Hadis-i şerif // 18 Nisan: “İlim ancak edeble alınır, edeple anlaşılır.” –Yahya bin Muaz* // 19 Nisan: “Kim ki öğrenir, öğrendiği ile amel eder ve öğretirse, göklerde saygı ile anılır.” Hz. İsa (a.s)* // 20 Nisan: “İnsanoğlu için gerçek hayat , ilim ve irfanla kabil olacağından , öğrenip öğretmeyi ihmâl edenler, hayatta olsalar dahi ölü sayılırlar.” (?) 22 Nisan: “Baş kasını düzeltmeniz için önce kendinizi düzeltiniz.” Hz. Ömer (r.a) // 24 Nisan: “Yerinde söz söylemesini bilen özür dilemek zorunda kalmaz.” Fatih Sultan Mehmet* // 25: “İnsanda hizmet ve vazife şuurunun geliş mesi , uzun egzersizlere bağlıdır.” (*) 26: “İnsanların değeri , düşüp kalktıkları ve beraber yaşadıkları insan lardan anlaşılır.” Hz.Ali* // 27: “İnsan iki şeyle kendini ihtiyarlamaktan kurtarır: Biri iyi iş, diğeri iyi söz.” Kutatgu* // 28: “Nefsini ıslah etmeyen , başkasını ıslah edemez.”- Bediüzzaman*// 29: “Düşünmek ve söyle mek kolay, fakat yaşamak hele başarı ile sonuçlandırmak çok zordur.” –Ziya Gökalp*// 30: “Şehit olmayı göze alamayanlar gazi olamazlar.”-Arif Nihat Asya*// 01 Mayıs: (Nahl ,16*23.“Allah büyüklük taslayanları sevmez.”) 2: “Ya olduğun gibi ol , ya olduğun gibi görün ; ya hakikatlerin sohbetcisi ol , ya dinleyicisi …” -Mevlana*// 3: “Kibir edeni , Allah alçaltır ; alçak gönüllü olanı ,yükseltir.” Hadis-i şerif // 4: “İnsan dilini tutup konuşmadıkça , ayıbı da , hüneri de gizli kalır.”-Sadi* // 5: “Cehalet, en kötü arkadaş; ilim , en vefalı yoldaştır.” (*) 6: “Büyük adam , davası büyük olandır.” Av.Bekir Berk* (Davası büyük adamdı O! / HK*) 7: “Gençlerin aynada gördüklerinden daha fazlasını ihtiyarlar bir tuğla parçası üzerinde okurlar.”-Mevlana // 8: “İnsanoğlu için en kutsal ibadet çalışkanlık , doğruluk ve insan sevgisi’dir.” Hacı Bektaş-ı Veli (*) // 9: “Sen anılması güzel olan bir söz ol … Çünkü; insan , kendisi hakkında söylenilen güzel sözlerden ibarettir.” Mevlana*// 10: “Anlamak başkadır, bilmek başkadır ; bin şeyi bilmektense bir şeyi anlamak daha iyidir.”(*) 11: “Millî ahlâk olmayan yerde, millet de medeniyet de olmaz.”-Ziya Paşa*// 12: “Bir sürünün üzerine atıla cak KURT, onun sayısını düşünmez.”-İskender (*) 13: “İki şeyi asla unutma; Allah’ı ve ölümü , iki şeyi de asla hatırlama; yaptığın iyiliği ve gördüğün kötülüğü.”-Lokman Hekim*// 17: “Hakiki dost, sıkıntı zamanın da imdada yetişendir.”-Hz.Ali* // 18: “Ayrılıkta göz açıp kapama zamanı bir yıl gibidir.”-Mevlana* // 20: “İnsan , dilinin altında gizlidir.”-Hz.Ali* (Bu söz, Hadis kaynağından geliyor ve Mevlana’da derinleşiyor.*) 21: “Meyvesi bol ağacın dalları yere eğildiği gibi akıllı insanlar da gayet mütevazi ve alçak gönüllü olurlar.” -Şeyh Sa’di*// 22: “Hayat sebebiyle karınca , kürre (-i arz*)’dan büyük olur.”-Bediüzzaman // 23: (Bkz.18* 30.“Güzel işler yapanların mükâfatını Biz(*), elbette zayi etmeyiz.” // İlk şart Namaz / Hz. Peygamberimiz, Müslümanlığın beş temel üzerine (kurulduğu*-)korunduğunu , Allah ve Resûlü’ne imandan sonra ilk olarak yapılacak olan ibadetin , namaz kılmak olduğunu buyurmuştur. / Beş vakit namaz’ın insanın sosyal hayatın daki yararları pek çoktur. Bu yararlara Peygamberimiz* özetle şöyle değinir: “Namaz, insan ile şirk arasında bir perdedir. Namazı terk etmek bu perdeyi kaldırmaktır.” / Kur’an-ı Kerîm’de ise: (“Sana vahyedilen kitabı oku ve namaz kıl. Muhakkak ki namaz-“salât”, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor.” ) İslam-müslümanlığın şiârı olan namaz, keyfi olarak ihmâl edilmemelidir. (Dedem müftü , babam hacı-hoca* vb. öğünç-sözlerle ..) Büyüklerimizin ibadeti ile, namazı ile övünmek , bu ibadetin kişisel ve (emr-i*)İlahî sorumluluğunu kişinin üzerinden kaldırmaz. // 24: “Ölümün dışında hiçbir bedel özgürlüğü satın alamaz.”-M.S.Hartavi Hz.*// 25: (25 Mayıs 1983: Necip Fazıl Kısakürek’in vefatı*) Sohbet / Hz. Ömer (r.a)’in tayin ettiği valilerden biri , Cuma hutbesi esnasında Hz.Ömer’i öyle över ki , bir Sahabi* dayanamaz, kalkar ; Vali’ye müdahale edip, onu susturmaya çalışır. / Namazdan sonra durum Hz.Ömer’e iletilir. Halife’nin emriyle, (işte bu*) Vali’ye 788 karşı gelen adam yakalanıp bir suçlu gibi götürülür. / Suçlu kabul edilen Sahabi*, (halife-) Hz.Ömer’in huzuruna girince selâm verir. Hz.Ömer (r.a) hiddetinden selâma mukabelede bulunmaz. Onu azarlar. Bunun üzerine Sahabi : “-Yâ Ömer! Ben bir suç işlediysem , sen iki suç işledin!” deyince, hiddeti birden kaybolan Hz.Ömer : “-Nedir benim o iki suçum ?” / “-Allah’ın selâmını verdim de çok hiddetlendiğin için mukabele de bulunmadın; vâcibi terk ettin , bu bir. Suçluyu dinlemeden tek taraflı hüküm verdin , bu da iki.” / Hatâsı nı anlayan Hz.Ömer (r.a) olayı anlatmasını isteyince, Sahabi : “-Tayin ettiğin vali , hutbede seni öyle övdü öyle övdü ki bu söz, cemaatin üzerinde sanki fazilet yönünden senin Hz.Ebûbekir’den daha üstün olduğun izlenimini bıraktı. İşte bu yanlış düşünceyi zihinlerden silmek için müdahale ettim. Halbuki sen fazilet yönünden Hz. Ebubekir’in yarısı kadarsın.” / “-Neden ?” / “-Orduya yardım ediniz!” emr-i Peygamberî (*) karşısında sen servetinin yarısını getirmiştin ; Hz. Ebubekir ise servetinin tamamını getirmiş ve Ashabın göz lerini yaşartmıştı.” / Bunun üzerine Hz.Ömer (r.a.) o zattan özür dileyip dua istedi ve onu serbest bıraktı. Böyle (meddah-dalkavuk*) konuşan vali’yi ise hemen görevden azletti.” (İşte, Hz.Ömer’in adâleti*; dikkat!) 27: Dinde Özgürlük / Hazreti Fatih* İstanbul’u fethettikten sonra , Avrupada fütûhata devam ediyordu. Bir seferinde Sırbistan hududuna gelmiş ve Sırbistan’ın fethi artık an meselesi idi. Sırp kralı Brankoviç, bir yan da Macaristan bir yanda da Türkler olduğu için arada zor durumda kalmıştı. Her iki büyük devletten birine sığınmak , ondan yardım istemek düşüncesiyle, her iki tarafa da elçiler gönderdi. / “Sırbistan elinize geçer ve burayı fethederseniz nasıl muamele edeceksiniz ?” diye fikirlerini öğrenmek istedi. / Sırplılar Ortodoks* mezhebine mensup olduklarından , Katolik* Macar kralı Hünyad tarafından şu cevabı aldı : “-Eğer Sırbistan bizim elimize geçer ve biz oraları istilâ edersek , bütün Sırplıları Katolik edinceye kadar mücadele ederiz ve bütün kiliseleri yıkar, yerlerine Katolik kilisesi inşâ ederiz…” / Fatih Sultan Mehmet Hazretlerine giden elçi şu cevapla dönmüştü: “-Biz Sırbistan’ı alırsak , İslâmiyet’in Allah indinde tek din olduğunu ilân ederiz. Ve bu arada hiç kimseyi , kendi dininden dönmeye zorlamayız. İsteyen eski dininin icabı olan kiliseye gider, is teyen Allah (indinde-)izninde tek din olan İslâmiyeti seçer, dünya ve âhiret selâmetine kavuşur.” // 30:(Bkz. 2*21. “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınmış olasınız.”) // 31: “Ce viz kabuğu(*)’nu kırıp özüne inemeyen , cevizin hepsini kabuk zanneder.” İmam-ı Gazali* // -“İslâmda Te mizlik / … İslam dini temizliği ibadet haline getirmiştir. Hergün beş vakit namaz kılarken abdest almak , ge rektiği zaman boy abdesti alıp bütün vücudu yıkamak ibadetin ilk şartıdır. Bu temizlik yapılmadan hiçbir ibadet makbul değildir. Elbisesi , bedeni veya namaz (-kılacağı yeri tertemiz sağlık güven ve huzur şartlarına uygun değilse zaten namaz-) kılınmaz. Namaz İslâm’ın , temizlik de namazın (en temel-öncelik*) şartıdır.” 02 Haziran: “Hayır olmayan her sözden dilini çek , ancak bu sayede şeytana galebe çalarsın.” Hadis-i şerif // 04: “Davranışların en iyisi iyi niyetten doğandır. Niyetin en iyisi ise bilimden ortaya çıkandır.” İbn-i Sina*// 10: “Hayatta ölümden daha kötü bir şey varsa o da onursuzca umarsızca yaşamaktır.” (*)11: “Ben doğru yol da kaybolmuş kişi görmedim.” Şeyh Sadi-i Şirazî // 13: “Hiddet eken nefret biçer.”-Zübeyir Gündüzalp* 16: “Merhamet ancak cehennemlik kimselerde bulunmaz.” Hadis-i şerif // 22: (Bkz. 2*26. “Dinde zorlama yoktur ; doğruluk sapıklıktan , iman küfürden iyice ayrılmıştır.”) 26: Nasihat / Birgün Emir Süleyman Perva ne, Mevlana’dan kendisine öğüt vermesi için ricada bulunmuştu. Mevlana* bir zaman düşündükten sonra : “-Emir Pervane, Kur’an-ı ezberlediğini duyuyorum , doğru mu ?” dedi. / Pervane: “-Evet.” / “-Ayrıca , Şeyh Sadreddin (Konevi*)’den Hadis ilmi okuduğunu da duydum.” / “-Evet, doğrudur.”// Bunun üzerine Mevlana şöyle buyurmuştu: “-Madem ki , Tanrı ve onun peygamberinin sözlerini okuyorsun … O sözlerden öğüt ala mıyorsan , hiçbir âyet ve hadisin emrine uyamıyorsan , benim nasihatimi ne yapacaksın ?!” (İşte sözün özü!) 28: “O’nu tanıyan ve ibadet eden , zindanda dahi olsa bahtiyardır.”-Bediüzzaman*// 01 Temmuz: “Yarın ; geri kalan ömrümün ilk günüdür.” (*) Sanki kitap değerinde ele alıp bazı veciz sözler ve öğütlerinden yarar landığım , fakat tandansını da açık kavrayamadığım muhteviyat (2008 Ege Takvimi*) yaprakları arasından beğendiğim birkaç çiçek demetlemek istedim de zevkimce sıradan bazı özdeyişler seçip derledim. Hatta bu güzel söz-çiçeklerinin gül bahçesinde gezinirken ne tatlı bir rayiha havası anlamlar sardı ruh dünyamı anlata mam bu atmosferde gerçek gönlümün hayâllerince gelecek günler gibi nice 20 Temmuz sonrası yıllara ben zer anlar yaşadım geçmiş anılarımı yansıtan hayâl-hafıza aman ne esrarengiz ihtişam şu ruh-beden ,yer-gök gönlüme mülhem mesaj şiiriyetiyle ne eşsiz zevk-i meşk kalben nükte-i aşk kemâl-i edeb belâğat*tadınca! wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww Bkz. Yaşamakça / sh .115 ( “Sadıkların Müşkillerinin Anahtarı …” / Sh .790’dan devam // 790-812*) 789 SADIKLARIN MÜŞKİLLERİNİN ANAHTARI Müellif : Selim Baba Sadeleştiren : Ahmed Sadık Yivlik* …………………………………... Takdim : “Miftah-ı müşkilât-is’sâdikıyn ve Adâb-ı tarîk-il’vâsıliyn” adındaki bu kitabın matbûuna rastlaya madım. Mevcûdun hepsi el-yazma / istinsah’dır. Bu eserin müellifi Hz. Selim , kendisini divanelikle vasıf landırarak gizlediği için dervişân arasında adeta kitabın ismi zikredilmez de sadece SELİM DİVANE diye anılır olmuştur. / Bendeniz de bir nüsha istinsâh ederek mükerrer defalar okudum. Okudukça neş’em arttı , düşünüş ve âlemi görüşüm değişti. Arzu ettim ki , bütün Müslüman kardeşlerim de bu zevkden nasibdâr olsunlar. Fakat ifade tarzı oldukça eskiye ait olup anlaşılması müşkül olacağından , sâdeleştirmeyi uzun za man düşündümse de bir türlü cesaret edemedim. Lâkin istifade edecekler mahdut kalacağı için üzülüyordum. Nihayet “karınca kaderince” muktezasınca hizmet hizmettir diyerek , inâyet-i ilâhiyeye sığınarak teşebbüse geçtim ve kudretim nisbetinde esas manaya bağlı kalarak sadeleştirip kardeşlerimin istifadelerine sundum. İstifade edenlerin duâlarını beklerim. İstemeyerek düştüğüm hatalarımdan dolayı da avflarına sığınırım. / Rabbim bütün kardeşlerimin neş’e ve neşvelerini ziyade etsin. Âmin! / - Ahmed Sadık Yivlik (*) ……………………………………………………………………………………………………. Müellifin Kısa Hal-tercümesi : Selim Baba âşıklardan bir zât olup Kırım’lı-dır. İstanbul’da tahsilini ikmal ettikten sonra kadılık mesleğine başlamışlardır. Bosna niyâbetinde iken mesleğini terk edip evvela Şeyh Mehmed Efendi isminde bir zâtdan , sonra Kadiriye şeyhlerinden Kesriye’li Şeyh Hüseyin Efendi’den feyz almışlardır. Vefatları hicrî -1170* küsur tarihlerindedir. Kabr-i âlileri Selanik vilâyetinin 145 klm. kuzeybatısında Köprülü’de-dir. / Bazı ilâhileri hâvi olan Burhan-ül’Arifin ismindeki meşhur risâleleri ile ayrıca divânçe’leri , ve –işte bu : “Miftâh-ı Müşkilât-is’Sâdıkıyn ve Adâb-i Tarik-ıl’Vâsıliyn” isminde ârifane eserleri vardır ki , bunlar henüz basılmamıştır. ………………………………………………. Özet: Bu eserde tarikata niçin girildiği ,evliyâullahın âdâbının ne olduğu , evliyâullahın itikâdının ne olduğu sülûkunun (gittiği yolun) nasıl olduğu , tevhid görüşünün nasıl olduğu , Hak ile oluşunun nasıl olduğu , halk ile muamelesinin nasıl olduğu , ubûdiyet ve ulûhiyeti kendi vücûdunda bulup birbirine perde yapmamanın nasıl olduğu , Arif-i billâh için Hakk’ın sıfatının ne olduğu , Halkın sıfatının ne olduğu , bunların farkının neden ibaret olduğu; “Ezelde nasıl ise öyle olur ”-sözünün neyi ifade ettiği , ibâdet ve mücahadenin faydası nın ne olduğu , peygamberlerin niçin gönderildiği , hidâyet ve dalâletin nereden geldiği , hidâyetin niçin emredildiği ve dalâletin niçin nehyedildiği konularında bilgiler verilmiştir. ……………………………………………………………………………… Bismillâhirrahmânirrahıym*Elhamdülillâhi rabbil-âlemiyn.Vessalâtü vesselâmü alâ-rasûlinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaıyn. // Bu kitap sadıkların müşkülâtlarının ve vuslat yolu âdâbının anahtarıdır. / (“Allahü Teâlâ zâhirde ve bâtında hak olanı söyler ve halkı doğru yola hidâyet eder.” – Ahzab: 5.) ///// Bu âciz ve zaif ve miskin , meczup şeyh Selim Divane*- arzu ettim ki , bir kitapçık yazayım ve bu kitapta aşağıdaki hususları izah edeyim: Evliyâullahın âdâbı , itikadı , sülûki , tevhid ve Hak ile oluşu , ve Halk ile muâmeleleri nasıldır ? Ubûdiyet ve ulûhiyeti kendi vücûdunda bulup birbirlerine perde etmemek nasıl dır ? Halk olarak zuhur eden Hak ise halk nerede ve hangisidir ? Ve Arif-i billâh* dediğimiz yani Allah’ı bilenler, halkın sıfatı ile Hakk’ın sıfatını fark ettiklerine göre, halkın sıfatı ne demek , Hakk’ın sıfatı ne demektir ? Ve bazı kimseler “Herşey ezelde nasıl ise öyle olur, ibâdet ve mücâhadenin faydası yoktur ” (!) derler. Öyle ise peygamberler ve mürşidler niçin gönderilmiştir, bu ne demektir ? Hidâyet ve dalâlet hakikatte Hakk’ın vücûdundan sâdır oluyorsa , niçin Hak Teâlâ dalâleti yasaklayıp hidâyeti emretmiştir ? İşte bunların hepsinin cevabı bir bir yazılmıştır. / Mâlum ola ki; 1. Bir tarikat(Tasavvuf yolu ve okulu / tâlim-terbiye disiplini / irşâd:“tezkiye-i nefs”)’e girip mürşide teslim olmaktan maksat, evliyâullah’ın âdâbı ile edeblenip, onun ahlâkı ile ahlâklanmak ve kötü huyları terk-edip hayvan sıfatlarından kurtulmak , iyi huylar ile huylanmak ve irfan ile mârifetullah’a vasıl olup dünya ve âhi ret cehennemi azâbından kurtulmaktır. / 2. Evliyâullah’ın âdâbı ise, şu on sıfat ile sıfatlanmak ve hallenmektir ; a- Hakk’ın emir ve yasaklarını uygu lamakta samimi ve sadık ol ,yani tevhid-i Bâri’de -Hakk’ın birliği / tekliği hususunda- yanlış itikad ve inanç 790 dan ciddiyetle sakın. / b- Halk ile olan işlerin ve muamelelerin iyilik ve insafla olsun. / c- Nefsinin arzu larına uyma , ona daima muhalif ol ve onu mahv-eyle. / d- Senden gerek yaşca ve gerekse ilim itibariyle yüksek olanların hizmetinde bulun. / e- Emrinde ve elinin altında olanlara şefkat ve merhametle muamele et. / f- Dostlarına daima nasihat et, çünkü hadîs-i şerîfde: “Hayrü-n’nâsi men yenfeu-n’nâs” / İnsan(-lar)ın hayırlısı , insanlara faydalı olandır.” - buyuruldu. / g- Düşmanlarına daima mülâyemetle-yumuşaklıkla mukabele et. / h- İlim sahibi kimselere karşı daima mütevazi ol. / i- Dervişlere sehâvet et, ikramda bulun , cömert ol. / j- Cahillere karşı daima sükût ve yumuşaklıkla muamele et. / İşte Allah’ın evliyâlarının huy ve ahlâkları bunlardır.// Her kim bu huy ve ahlâklarla ahlâklanırsa ,dünya ve âhirette saadete nail olur, dünyası mâmur olur ve kendi ahbap ve dostları da safa ve neş’e-de olurlar. Aleme rahmet ve rahat böyle kimselerin yüzünden olur. İşte böyle bir Hak-âşığı en öfkeli ve hiddetli zamanlarında bile avf ile, hatta kötülük yapana iyilik yapmak suretiyle muamele eder. Herkese daima insaf ve merhametle muamele eder. Fakat kendisi kim seden insaf ve merhamet beklemez. Gerekenlere her türlü iyiliği yapar, fakat kendini bu iyiliği hiç yapmamış gibi görür. // Evet; canım kardeşim , bunları anladın inşallah. Öyle ise, şimdi de ehlullâh* yani evliyâ (*) kime derler, onu izah edelim; / Hiçbir âşık , tasavvuf ilmi bilmedikçe, ehlullah yani evliyâ olamaz. Öyle ise ehlullah* demek , ehl-i tasavvuf demektir. Bir kimse ehl-i tasavvuf ile oturursa , Allah Teâlâ ile oturmak gibidir. Nitekim Peygamberimiz Sallâ-llâhü Teâlâ Aleyhi ve Selem* Hazretleri : “Bir kimse Allah-ü Teâlâ ile oturmak isterse, ehl-i tasavvuf ile otursun.” -buyurmuşlardır. İşte bu hadis-i şerifden anlaşılıyor ki , ehlullah*= ehl-i tasavvuf (*) imiş. Öyle ise, tasavvuf nedir ; onu da bilelim ki , dalâlet ve ilhâd’dan halâs olalım , yanlış itikad sahibi olmayalım. / TASAVVUF: Zâhir ve bâtın itibariyle ehlullah’ın edebi ile edeblenmektir. Ancak böyle bir edeb sahibi olan kimseye “derviş, ehl-i tasavvuf ve ehlullah” demek lâyık olur. Zira böyle bir kimse zâhir ve bâtın edebi ile edeplenmiştir. // Zâhir edebi ; abdest , namaz , oruç gibi Allahü Teâlâ’nın emirlerini tutup yasak larından kaçınmak , helâli helâl ve haramı haram bilmektir. / Bâtın edebi ise, yaramaz huylardan ve hayvan sıfatlarından kurtulup iyi huy ile huylanıp, elinden-dilinden kimsenin incinmeyip rahatsız olmaması , gönlü nü gıll-u gış (Bkz. Yeni Lügat / sh. 174: “Gıll u gış: Aklın muhtelif fikirler üzerinde kararsızlığı. Gönül dar lığı. Kin ve hile. Hiyânet ve adâvet.)’den yani kötü ve insafsız düşünce ve niyetlerden pâk-edip, daima Ce nâb-ı Hakk’ın huzurunda onu görüyor gibi güzelliğine hayrân olmaktır. Şeriat edebi ile edeplenmeyip de daima gaflette olan kimse ise, şeriatı belki bir takım yalan sözleri süslü göstermek ve bir tuzak olarak bilir. Ve bâtın edebi ile de edeplenmeyip halka karşı daima garaz, hased , kibir ve kin hissedip, gönlünü fasit fikir lerden kurtaramayanlar derviş* değildir. Belki bütün peygamberlerin ve evliyâların düşmanlarıdır. Zira , “Erenlere taş atan bizden , attıran bizden değildir.” (?!) demişlerdir. // Öyle ise derviş olana zâhir ve bâtın edebi ile edeplenmek lâzımdır. Eğer bâtını yapıp zâhiri yapmazsa , tek kanatlı kuşa benzer ki , tek kanat ile kuş uçamaz. Ve bir de, vücûd (dış beden ve iç ruh hakikatince esrarengiz sûret-i sîret tecelliyat ve müşâhe dâtımızdan ibaret görünen kozmik kemiyette ontolojik keyfiyet olarak kanıtlanmış şu muammâ “varlık” / *) iki şeyden meydana gelmiştir ; biri ten ve diğeri can. Ten zâhir, can bâtın gibidir. Eğer şeriat (din*) emirle rini icrâ-edersen ten’in şükrünü yapmış olursun , eğer bâtını icra edersen can’ın şükrünü yapmış olursun. Tensiz can olmadığı gibi zâhirsiz de bâtın olmaz. // Kimseyi rencîde etme. Halk ile güzel muamele edip gayet terbiyeli ve edepli ol , ve Allahü Teâlâ’ya hulûs ile ibâdet et. İbâdetinde garaz olmasın ve makam için de olmasın. Kendini hor ve hakir gör. Belki Hakk’ın varlığı yanında kendini yok bilmelisin , daima âcizlik içinde ve niyazda olmalısın , gurur ve davadan kaçmalısın , halk ile riyâkârlık edip kerâmet satmamalısın. Zira tarikata girmekten maksat, nefsin hilelerinden kurtulmaktır. Kendini yüksek görüp beğenmek , gurur ve davâ nefsin en büyük hilelerindendir. Eğer sen riyakârlık edersen , yani kendini yapmacık hareketlerle olduğundan fazla gösterirsen , henüz nefsini Müslüman etmemişsindir, nasıl evliyâ olursun ? // Velî yani evliyâ , o âşıka derler ki ; nefsin gururundan yani hilesinden , varlığından halâs olup nefsini zabt-edip müs lüman etmiş olmalısın ve kendini kimseden büyük görmemelisin. Sen nasıl isen herkes de öyledir. Hakikat te kimse kimseden büyük ve küçük değildir. Ve herkesin isteğine göre hareket edip herkesin gönlünü alıp helâllik istemelisin , tâ ki Hak* senden hoşnud olup her yüzden (vech-i) Cemâlini arz etsin. // Muhammediye*sahibi kuddise-sirruhu(*) buyurur: ( Bana ne savmaa* ne mescid // Gerek her yüzden uram Çü maksûdumdur ol mürşid // Yüz görem anı mecaliden ) dediği buna işarettir. Yani ; Hakk’ın rızasını iste 791 yen halkın her yüzünü Hak bilip, herkesin gönlünü alıp herkesden helâllik dilemelidir. Eğer sen Hak-âşığı isen , gerçekten Hakkı seversen kimseyi rencide etmeyip herkesi sevmelisin ve herkesi Hak gözü ile görüp, herkesin hakkını icra etmelisin.Herkesin hakkını icra etmekse, Hakkı nasıl seversen herkesi de öyle sevmen dir. İşte taklid ile tahkik (kabuk ya da öz inanç) bundan belli olur. // Kardeşim , bunları anladın inşallah. Öyle ise, şunları da iyi anla ! GÖNLÜ PAK ETMEK : Gönlü temizleyip pâk etmeye alet dört şeydir ve velilerin Hak yolunda ilerleme leri de bu dört şey iledir ; a- Daima Hakkı zikretmek. / b- Gerek hayır ve gerek şer (her “gûna …”) gayrı’ yı gönülden çıkarmak yani hayır ve şerri Hak’tan görmektir. / c- Halkdan düşmanlığı kaldırıp herkese mu habbet ve şefkat gösterip, kendini nasıl zannedersen halkı da öyle zannetmek. / d- Murakabe’ye devam et mek ki , Hakk’a teveccühde devam etmektir. Yani can gözünü açıp, eşyayı ve halkı Hakk’a perde etmeyip daima müşâhede’de olmaktır. // Hakkı kendinde müşahade etmek istersen , sen kendinden gidip cesedini ruh gibi görmelisin. Yani kendini yok edip Hakkı var etmelisin. Güya sen yokmuşsun gibi olup senin vücû dundan … oturan , gören ve işiten Hak’tır diyerek , Hakk’a böyle yönelip böyle görmeye çalışman gerekir. Bir âşık bu dört hususu kendinde uygulayabilirse, işte o zaman taklitden kurtulup hakikate erer, ve günden güne ilerleyip her şeyin hakikatine ve aslına ulaşır. Tevhid-i Bâri’de yani Allah’ın birliği hususundaki imanı kuvvet bulup, Hakkı anlaması ve bilmesi gittikçe ziyâde olur, Hakk’a yakınlığı da artar. Hakk’a yakınlığının arttığı şöyle anlaşılır ki , halkı gittikçe daha fazla sever, zira halkı fazla sevmek Hakk’a yakınlığın fazla ol masından ileri gelir. Bu dört hususu kendinde meydana getirmedikçe, bu makam kimseye müyesser olmaz. Kendi zannına göre, “Hakkı bildim ve Hakka vasıl oldum” der, ama yalandır ; aldanmıştır. Zira Hakkı bilin ce, halkı sevmek iktiza eder. Hakkı bilmek gayet müşküldür, söz ile olmaz. Terk-e, mürşid-i kâmil’e ve Rahmân’ın cezbesi-ne muhtaçtır. Cezbeyi ise yukarıda bildirilen dört husus meydana getirir. Cezbe’ye yetiş meyen âşık , mârifet mertebesinde kalır, Hakk’a vâsıl olamaz. Zira gaflet ile mertebe kazanılmaz ve yol alınmaz, daima bir makamda durulur. Belki gafleti ziyâde olursa makamdan düşer ve şeriat mertebesi’ne iner. Orada Hakkı ararken bir aşk zuhur eder ve eğer mürşid-i kâmile de rastgelmezse, zuhur eden o aşk hâlini yanlış anlayıp kâmil oldum zanneder, kendini fenâ(*)’ya verir. Yalnızca nefs-i emmâre mertebe sinde kalıp (bu hâl-i gafletten) haberi bile olmaz. Allah korusun , kendini amelsiz ve hâl(-hâlet)’siz kuru söz ile, ve (kuru kuru-ya) bilmek ile evliyâlardan zannedip - gururlanıp Allahü Teâlâ’ya âsi (isyankâr) olur. Evliyâullah* bizler gibi gâfil (-aymaz), nefis ve tabiat esiri (iç-dürtü huy ve tutkularına tutsak) değildirler. Nefislerine tapmazlar, Allah’a taparlar. Ama bizler daima nefsin heveslerine taparız. Onlara asla eşya (şey -ler) perde olmaz, fakat bizlere olur. Zira bizler, vakit olur (kimi zaman) gaflet edip eşyayı Hakk’a perde ederiz. / Nitekim Eşref (*) Sultan kuddise-sirruhu buyurur : ( El tutuşup gidelim Hak’tan yana ive ive // Aldamasun bizi bunda işbu ağu kare ) Not: Asıl metnini görmedikçe eldeki istinsaha göre tashih imkânsız; sanki ilk anladığım mısra’ sonundaki “ak ve kara” gibi bir tedâi hissettiriyor. - HK* // Yani “çabuk çabuk fikr-i zikrullah ile eşya perdesini kaldırıp Hakkı müşahade edelim. Eşyayı Hakk’a perde etmeyelim. Yani Hak ile kaim olalım , gaflet etmeyelim.” demektir. Bundan anlaşılıyor ki , ehlullâh’ın sülûkü , yani Hak yolunda gidişi , asla gaflet etmeyip can gözünü yani kalp gözünü açıp eşyanın perdeliğini kaldırıp, eşyada Hakkı müşahade etmekmiş. Ve eğer eşyayı Hakk’a perde edip, Hakkı göremeyip eşyayı görürsen , Hakkı bilsen dahi fayda etmez, zira bilmek görmek içindir. Eğer göremedin bilemedin ise, sen de zâhir halkı gibi gâfil biri olursun. Ama velî-ler gaflet etmeyip, şuûnat-ı Bârî ile - yani Bari Teâlâ ne yüzden ve ne ahvâlden yüzünü gösterirse – görürler. Evet; kardeşim , bunları da anladın inşallah. Şimdi havâtır nedir, …anlayalım. HAVATIR : İbâdet esnasında zihne gelen şeylerdir. Havâtır ; nefsâni , melekî ve rahmanî olmak üzere üç türlüdür. / a- Nefsanî havâtır : Zihne gelen fasid fikirlerdir. / b- Melekî havâtır : Namaz kılmak , oruç tut mak , zikretmektir. / c- Rahmanî havâtır : Hak’dan başka her şeyi tamamen gönülden çıkarıp Hakk’ın her yüzden her zuhûru ve işini kendinde ve halkta görebilmektir. Meselâ şimdi burada otururken seni kaldırır bir başka yere götürür. Gaflet etmeyip bunları kendinden bilmeyip, Hak’dan bilmek lâzımdır. / Nitekim bazı evliyâullah kuddise-sirruhu buyurur : Hakikat sırr-ı esrârın cihanda ehl-i hal anlar 792 Avam olan ne bilsün hâlet-i aşkı vebal anlar Girer mi zannedersin her taharetsiz olan kalbe Gönül halin beyan etsen basiretsiz hayal anlar Okurlar levh-ı mahfuzun kitabın ehl-i aşk olan Kalan zâhirde billâhi hemen kıyl ü kaal anlar Beka câm-ı şerâbından müyesser olmayan şahsa Cihan zehrini nûş edüp ol bîçâre bal anlar Tefekkür ede mi aşkı rumuzu âşık her dem Hakikat remzini herkes ne bilsün hoş hayal anlar ! …………………………………………………. İşte böyle âşık daima vuslat namazı kılar. Bu makamda olan âşıkın alâmeti odur ki , hiçbir şeyi inkâr etmez ve hiçbir şeyi kötü görmez. Çünkü bilir ki , Bâri Teâlâ hiçbir şeyi abes halk-etmemiştir. Cümlesi haktır, doğ rudur; cümlesi Hakk’ın dilemesi ile olmuştur ve herşey yerli-yerindedir. Bunların bize çirkin görünmesi , bizim Hakk’ın hikmetini bilmediğimizdendir. Eğer Hakk’ın hikmetini bilseydik , hiçbir şeyi çirkin ve nok san görmezdik. Halkın kimini noksan kimini tamam görmezdik. Belki cümle işlerin ve halkın gerek hayır gerek şer, bütün harekât ve sekenâtının Hakk’ın emri ve dilemesi ile olduğunu bilip, hepsini tamam görüp, halktan hayır ve şer zuhurunda dilimizi tutup Hak ile meşgul olurduk. İşte böyle âşık , Hakk’a vâsıl olmuştur ve her şeyi Allah’ın ilminde olduğu gibi gördüğünden sükût eder. Şu şöyledir, bu böyledir demez ve hiçbir şeyi boş görmeyip, her şeyin hakkını icra-eder. Şimdi , bu makamda olan âşığın alâmeti odur ki , her zaman ve her an ondan , şeriata aykırı , ve sözlerinde ve hareketlerinde münasebetsiz fiiller meydana gelmez. Her şeyi Hak’dan bilip Hakk’ın kudretinin kemâlini gördüğünden dolayı hiçbir şeye böyle değildir demez. Bir kimse böyle bir âşığa yalan bile söylese, yalan olduğunu bildiği halde yine “Eyvallah , gerçek söyledin , haklısın pîrim!” der. Zira bilir ki , söyleyen Hak’tır. Hak ise yalan söylemez. Şimdi , “Yalan söy leyene gerçek söyledin denir mi ? ” diye soracak olursan , cevabı budur ki; -evet , o kimse yalan söyledi ; yalan ise dalâlet-dir. O âşık anlar ki , yalan söyleyen kimse, Hakk’ın Mûdıll* isminin mazharıdır. Yani , o kimseden Bâri Teâlâ’nın Mûdil ismi ile zuhur ettiğini görüp, Hakkı o kimseden Mûdil ismi ile tevhid eder. O ismin gereğine göre haklı oluşu onun yalan söylemesindedir. Çünkü Hakk’ın bir ismi de Ya Mûdil’dir. O yalan söyleyen kimseden Hakk’ın Mûdil ismi ile zuhur ettiğini görür. Velî-ler işte bu derece uyanık-tır. Bizim gibi gafletde değildirler. Eğer sen o kimseye “-yalan söyledin!” dersen , ve aslını bilerek dedinse, Hakkı yalan çıkarmış olursun. Ey benim cânım , eğer sen de gaflette olmayıp, Hakk’ın herkesden zuhur edişini görürsen , Hak ile âşinalık ve dostluğun gittikçe ziyâde olup, Hakk’ın türlü türlü ilim ve kudretleri senden zuhur etmeye başlar. Allah’ın evliyâlarından bazı âşıklar buyururlar ki ; “Hakkı talep eden kimseye lâzımdır ki , asla Hak’dan gaflet etmeyip gönlüne Hak’dan başka ne gelirse mâni ola. Eğer âşığın gönlünde Hak’dan gayrı bir fikir (sapık insiyak-kopuk havâtır) üç nefes alıp verinceye kadar durursa , o âşığın feyz yolu kapanır, Allah ilminde (mârifet-ullah*/ seyr-i sülûk / tarîk-ı tasavvuf itibarıyle) terakki edemez. Zira gönülden ruhaniyet gider, felç olmuş organ gibi yola gitmekten ve hareket etmekten kalır.” // Hak’dan başkasını gönülden çıkarmak : Bunu yapabilmek için , şuna veye buna olan bütün bağlılıklardan halkı çekiştirmekten ve halkın dostluk ve düşmanlığından hiçbir şey kalmamalıdır. Eğer kalacak olursa Hak ile senin arana (yani Hak ile kalbin beynine / bürûdet-) soğukluk düşer, Hak’dan gâfil olup gönlün kararır ve kasavet gelir.Neye baksan herşey sana keder ve kasavet verir, her şeyi kederli ve neş’esiz görürsün.Her şeye karşı bir kırgınlık ve küskünlük duyarsın ve ona darılacağın gelir.İçeri girer daralırsın-darılırsın , dışarı çıkar darılırsın. Çünkü gönül Bâri Teâlâ’nın evi ve haremidir. Hakk’ın haremine lâyık olmayanı koydun. Halbuki Hakk’ın “Benim evime(*)nâmahremleri koyma!” diye tenbihi var ve aşikâr azabı olduğunu haber verdi. Ey kardeş, eğer zâhirini ve bâtınını , içini ve dışını Hak’dan başkasından temizleyip pâk-ettinse, işte o zaman cenâbetlik (gaflet sanki misâl-i ihtilâm mânen cenâbetlik / gusûl iktizâsına benzer ruh hâline telmih!)’ten halâs olup vuslat namazını kılarsın ve o vakit senin bütün ilmin , işin , sözün , harekât ve sekenâtın ibâdet ve tâat olur. Böyle olunca sükûtta olup, Hakk’ın halkdan zuhur eden çeşit çeşit kudretlerini görürsün. Çünkü iç hâlini görmek için sükût, fikir ve düşünce en güzel ve en kolay yoldur. Madem ki , mâsivadan , yani Allah’ dan başka her şeyden temizlenmiş bir gönül sahibi ehl-i basiret olur, yani kalp gözü açılır ve o gözle her 793 nefeste Bâri Teâlâ’nın çok çeşitli kudret eserlerini görür ve onun virdi artık “Rabbi zidnî ilmâ ” olur.Yani daima “Ya Rabbi benim ilmimi ziyade et.” der. Böyle bir zât-ı şerif her nefeste türlü ilimler tahsil eder. Çünkü Hak Teâlâ hergün ve her anda bir şe’n , yani “oluş” içindedir. Yani Hakk’ın her saat ve her anda her bir kimseden bir başka türlü hareketi , fiili zuhur eder.Yani Bâri Teâlâ herkesin fiilini ve hareketini , sözünü ve hâlini her nefes ve her anda bir başka türlü halk-edip (halk-ı cedid*) her nefes ve her anda başka bir hâl giydirir. Böylece bütün âlemin nefesi , gam ve neş’esi yeniden halk-olunup âlem daima (yenibaştan) yeni lenmektedir. Senin can gözün açık olmadığından , gafletinden her saat ve her anda Hakk’ın yeniden halk ettiği hareketleri ve zuhûratları görmeyip, evvelki yaratılmışlar, evvelki hareket ve evvelki hâl zannedersin. Hakk’ın bu yeniliklerinin çabuk oluşundan ve birbirlerine benzediğinden yeniden olduğunu göremezsin. Meselâ sen yine o adamsın , lâkin Bâri-Teâlâ senden bir günde, bir saatte hatta bir anda çeşit çeşit işler ve hareketler halk-eder. Sen ve ben zannettiğinden Hakk’ın senden ne türlü kudretlerinin zuhur ettiğini göre mezsin. Fakat o zat-ı şerif bunların mânâlarını bilir de kendini ve halkı görmeyip, onları yok bilip kendin den ve halkdan meydana gelen bütün hâl ve hareketleri Hakk’ın yaptığını görür ve bu sûretle Hakk’ın hâl ve hareketlerini , kemâlini ve kudretlerini isbat etmiş olur. Şimdi sen her zaman ve her anda Hakk’ın eseri sin. Çünkü senin nefesin , ömrün , hayatın , görmen , işitmen , harekât ve sekenâtın , ve bütün hâlin , Allah’ ın çeşit çeşit oluşu (-şuûn*) ve kudretinin zuhûrudur. Her nefes sana Hak’dan verilir ve Hakk’ın fiilinin eseri olan bir nefes sana ve halka verilmeseydi bu (oluş:) şe’n* denilen herşey iptal olurdu. Halbuki sen ve kâinat, Bâri Teâlâ’nın kudreti ile her nefes ve her anda evvelki hâli değiştirip yeni bir hâl giyersin. İşte her âşık* Hakk’ın mütemadiyen değişen bu zuhurlarını ve bundaki hikmetlerini görüp tefekkür ederse, her nefes ve her anda yeni ilimler tahsil edip, daima terakkî (ilerleme-gelişme evreleri: bilgi ve medeniyetçe yükseliş)’ de olur. Mahlûkatından bu fiilleri ve hareketleri yapan Hak’tır. Ama sen halk sanırsın , ben (-yaptım*) sanır sın. Zira Bâri Teâlâ: “Ben size şahdamarınızdan daha yakınım.” -buyurmuştur ki , bu söz ( 50*16. Yemin olsun ki , insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona , şah damarından daha yakınız.*) her şeye işarettir. Yani herşey hepbirden onun aynıdır. Bütün bunları , çeşit çeşit hal ve hareketi Hak’dan görüp, bu fikir ve düşüncede olmak , bu sırrı bilmeyenlerin bir senelik ibâdetinden çok hayırlıdır. İşte onun için Kur’ân-ı Kerîm’in birçok yerinde “Tefekkür ediniz, düşününüz” -buyuruldu. Fakat bu tefek kür ve düşünüşün Hakk’ın zâtı hakkında olması büyük hatâ’dır. Ancak Hakk’ın her şeyde ve her andaki zuhurlarını (sonsuz gücünün sayısız görüntü ve kanıtlarını*) ve büyük hikmetlerini düşünmek ve tefekkür etmek gerekir. // TEFEKKÜR : Bâtılı terk etmek ve gönlü Hak yönüne bağlamaktır. Böyle tefekkürde olan kimsenin bütün bakışları ibret dolu olur ve Hakk’ın zâtını , sıfâtını (Dikkat: ses uzatılınca anlam çoğullaşır. / HK*) ve kud retini halkda , yani bütün yaratılmışlarda görür ve bütün eşyâ (şey-ler) Hak dili -ile Hakkı zikredip Hakk’ın ilmini beyan eder. / “Âşıkı habibi fikrini terk etse ger bir nefes // Yakar firak oduna bin yıl belâ-yı aşk // Söyler olsam bu dilim zikrindedir // Ebkem olsam bu gönül fikrindedir !” ………………………………………………………………………… Allah’ın evliyâlarının âdâbını , sülûkünü -yani Allah’a gittiği yolunu- huy ve ahlâkını anladın ise, şimdi de Tevhid-i Hakikiye’yi , yani velîler Allahü Teâlâ’yı nasıl tevhid ederler, onu anlayalım inşallah. / Ey âşık-ı sâdık , Hak diye varlığa derler ve bâtıl diye de yokluğa derler.Görülen her varlık Hakk’ın varlığı ile vardır. Yani bütün varlıklar Hakk’ın vücûdundan meydana gelirler ve yine Hakk’ın zâtına dönerler. Nitekim Pey gamber Aleyhisselâm: “Bütün eşya hakikatte Hakk’ın (vâcib-) vücûdundan meydana gelir, yine Hakk’ın zâtına döner.” -buyurmuşlardır. Buna mebde’ ve meâd (başlangıç ve sonuç) sırrı* derler. Yani başlangıç ve dönülecek yer demektir. / Niyazi Sultan kuddise-sırruhu buyurur : “Bunları bildir bana // Hem nedir mebde’i meâd ” dediği budur. Şimdi , yerde ve gökte, yer ile gök arasında Hak’dan gayri varlık yoktur. Zira Bâri-i Teâlâ: “Allahü Teâlâ , yer ile göklerin nûru’dur.” -buyurmuştur. Nur varlığa derler, varlık ise Hakk’ın-dır. Zulümât yokluğa derler. Hak’dan başka varlık yoktur. / Nitekim Eşrefzâde Sultan kuddise-sırruhu buyurur: “Eşrefoğlu Rumi’ye sorar isen Hak kandedir // Diye yer gök arş ve kürsi dopdolu hep areler (: aralar )” “Her ne deglü (denli) aşikâr etsem hafâsın artırır // Ol ayan iken anı örter delâil-i beyyinât (apaçık kanıtlar)” “Her ne fevkulalâ tahtesserâda var-dürür // Zâtı vâhid’dir veli göründü nice bin sıfat ” “Zâtı birdir lîk evsâfına gayet yok-dürür // Gör bu fânusu ki anın şem’i oldu nûr-i zât ” / Nitekim Bâri-Teâlâ 794 ve-tekaddes hazretleri: “Evvel O’dur, âhir odur; zâhir O’dur, bâtın odur …” - buyurmuştur. Bu âyet-i kerîme meâlinden anlaşılıyor ki , gizli olan O’dur, aşikâr olan da O ise, O‘ndan başka bir şey yoktur, hep O’dur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de: “Yüzünü nereye döndürür isen Hakk’ın yüzüdür.” - meâlindeki âyet-i kerîmede buyurulmuştur. // Niyazi Sultan kuddise-sırruhu buyurur: “Hep görünen dost yüzü andan ayırmam gözü // Gitmez dilimden sözü çağırırım hep dost dost ” …………………………………………………………………………………………………… Bu makamda ârif-i billâh e’na (*) Ebû Bekri-s’Sıddıyk radıyallâhü anh* hazretleri , “Ben bir şeyi görmedim illâ o şeyden evvel Allah’ı gördüm” / yahut “sonra Allah’ı gördüm” ya da “evvel Allah’ı gördüm” - buyur muştur. Çünkü bütün eşya , Bâri-Teâlâ’nın cemâl (güzel-) yüzünün perdesi’dir. Arif-i billah* odur ki , gafleti kaldırıp eşyayı Hakk’a perde etmeyip can gözü ile daima Hakkı temaşâ’da olur. / Nitekim Sultan Naci* kuddise-sırruhu buyurur: “Eşya hicâb oldu can gözü bakmaz // Göster cemâlin cânım arzular seni.” // Anlaşılıyor ki , vuslat’ın mânâsı , gönlü Hak’dan gayriden temizleyip pâk-etmektir. Eğer eşyâyı Hakk’a perde edip, Hakkı görmeyip eşyayı görürsen , Hakkı bilsen dahi , ona vuslat demezler ; firkat, ayrılık derler. Nitekim Şems Sultan kuddise-sırruhu hazretleri buyurur : “Bi-hamdü lillâh derim Allah alub aklımı fikrullah // Dilimde zâtın esmâsı bana üns oldu zikrullah” / “Gönül âyinesin sofi eder isen eger sâfi // Açulur sana bir kapu ayan olur cemâlullah” // “Gönül âyinesin sofi eder isen eğer sâfi ” - dediği; ( gerçi sen Hakk’ın tam mahzarısın ve eğer gönlünden Hak’dan gayrıyı çıkarıp, yaramaz huylardan temiz ve pâk-olup eşyâyı Hakk’a perde etmezsen , eşyadan (her şeyler-den …) cemâlullah’ı aşikâr görürsün. Gaflet edersen yalnız eşyayı görürsün , Hakkı göremezsin …) demektir. Zira Hakkı görmek eşyadan perdeyi kaldırmakla olur imiş. Nitekim Hazret-i Peygamber Aleyhisselâm : “- Yâ Rabbî (ey Rabbim!), bana eşyânın hakikatini göster.” diye duâ buyurmuştur. Yani “Ya-rabbi can gözümden gafleti kaldır, daima cemâlini temaşâ edeyim” demektir. Eşya (- görünen şeyler ) Hak’tır. Zira bütün eşya hakikatte Hakk’ın vücûdundan meydana gelir. Bâri-Teâlâ’nın zâtı gayet lâtif ve gizlenmiş olduğundan idrâk olunamaz. Hak zâtında olan kudretinin kemâlini meydana çıkarmak ve görünmek istedi , ve halk yüzünden meydana çıktı ; yani , zâtı sıfâtına tecelli etti. Zâtı sıfatına tecelli edip sıfat yüzünde(-n) göründü ise de, bizim sıfat zannettiğimiz zât’tır. Sıfatı kaldırmalı , zâtı görmelidir ki; tevhid-i sahih olsun. Zira Hak’dan başka vücûd ve varlık ispat etmek şirk’tir. Zira son derece tenzih’de ve nâz ü istiğnâda olup, şânının büyük lüğünden dolayı eşyâyı kendi zâtına perde edip; (“Beni hiçbir zaman göremezsiniz / “ len-terânî …” ) * buyurup âlemi hayrete saldı. / Niyâzi (-i Mısrî ) Sultan kuddise-sırruhu buyurur : Zerreler zâhir mi olurdu âfitabı olmasa Katreler kanden yağardı hiç sehâbı olmasa Bahr-i zâtın mevcinin hiç haddi pâyanı yok Zâhir olmazdı cihan anın hubâbı olmasa Herkes anlar hem görürdü yüzünü ey dost senin Kibriyâ-yı “lenterânî …”-den nikabın olmasa Kim bilirdi zülfün ile kaşların mânâsını İki âlem gibi şerh-eden kitâbı olmasa Ukdesin kim halledeydi o kitabda zülfünün Anın insan denilen âhir ki bâbı olmasa Haşri inkâr eden mülhidler ilzam mı olur Sal be-sal evrak-u eşcar inkılâbı olmasa Kabri vahdet köşesi haşri temaşagâh idi Ey Niyâzi* kim-de kim cehlin azâbı olmasa ! …………………………………………….. Ey benim cânım kardeşim , senden ve benden ve cümleden “sen ve ben” diyen O’dur. Çünkü can yani ruh , Zât-ı Bâri’den ayrı değil ; ten ise, O’nun sıfatıdır. Bâri-Teâlâ zâtında olan kudretinin kemâlini zuhûra getir mek murad-etti ve görmek için göz, tutmak için el , işitmek için kulak , yürümek için ayak lâzım oldu; senin ve benim vücudlarımızı kendisine âlet (tecelliine vesile hikmet takdirince*) halk-etti.“Ona ruhumuzdan nefh ettim” meâlindeki âyet-i kerîme gereğince sana ve bana tecelli edip, diriltip gezdirdi. Murâd-ı âliyyesi senin 795 ve benim vücûdumdan neler zuhûra getirmek istediyse - gerek hayır ve gerek şer - zuhûra getirdi. Nitekim Bâri-Teâlâ ve-Tekaddes Hazretleri âyet-i kerîme’de, zâhir mânâsı ile “Sizi benim için halk-ettim” ; bâtın mânâsıyla ise, “Sizin vücûdunuzu zâtıma âlet halk-edip gözünüzden gören , elinizden tutan benim.” - buyu ruyor. Yani bütün fiil , hâl ve harekâtı , bütün söz ve tasarrufumu sizin vücûdunuzdan icrâ-ederim demektir. Nitekim Niyâzi Sultan kuddise-sırruhu buyurur : “Men aref ’le mâ-rameyte iz rameyte (*) remzini // Fark ediver mümkün ise bir sebîl-i infirad” // …………………………………………………………………… Bizim vücûdumuz Hak’dan bize emânet ve eğreti (iğreti*)’dir. Emaneti sahibine ulaştıran azapdan emin olur. Nitekim Bâri-Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Kur’ân-ı Mecîd’inde: “Biz emaneti göklere ve arza ve dağ lara arz-ettik , onlar o emaneti yerine getiremeyecekleri korkusu ile onu kabulden çekinip kaldırılmasını recâ ettiler. O emâneti insan kabullenmekle nefislerine zûlm-edip âkıbetinden câhil oldular.” - meâlindeki âyet-i kerîme* / emr-i âyetdeki “emanet”-den murad; Hakk’ın varlığı ve ef’âli sözleri , zâtı sıfatı esmâsı ve bütün tasarruflarıdır. Zira yer-gök , dağ-taş, cümlesi Hakk’ın varlığıdır. Lâkin esmâsını , fiillerini , sözlerini , zâtını , sıfatını ve bütün tasarruflarını insana yükleyip, bütün kudreti ve tasarrufu ile insandan zuhur etti. Görmez misiniz ki , Bâri-Teâlâ’nın gerek kahrı ve gerek lütfu , hâsıl-ı kelâm bütün tasarrufu zâhir olarak da bâtın olarak da insandan zuhur eder. Bâri-Teâlâ gerek insan ve gerek hayvan terbiyesini insan yüzünden eder ve rızkını insan yüzünden verir. Bari bunlardan hisse (ders-i ibret: tecelliyat temaşâsından nükte-i emsâl*) al. İnsan Hakk’ın gören gözü , tutan eli , söyleyen dili , yürüyen ayağı imiş ve her bakımdan Hakk’ ın âleti imiş. Dikkat ederseniz, Bâri-Teâlâ’nın gerek keremi , gerek lütfu ve gerekse gazabı insandan zuhur etmektedir. Çünkü Hak bizden söyleyip, bizden gördü ve bizden işitti ; sözü , fiili , hâsılı bütün tasarrufu (*) bizim yüzümüzden zuhur etti ve böyle olunca vücûdumuz Bâri-Teâlâ’nın ızhar kudreti ile tasarrufuna âlet oldu. Bizden bu tasarrufu ve bu hareketi yapıp-eden Bâri Teâlâ (*) olup, bizdeki vücûd ve varlığın bize Hak tarafından muvakkat zaman için verildiğini bilmeyip de, Hakk’ın varlığını ve tasarrufunu kendi üzerimize alıp, asıl vücûdu ve tasarrufu kendimizin zannedip câhilliğimizle nefsimize zulm-ettik . Ondan dolayı Peygamberimiz Aleyhisselâm: “Nefsini bilen , Rabbini bilir.” Hadis-i şerifinde buyurmuşlardır. Yani biz Hakk’a âlet olup, bizim vücûdumuzu gerek hayır ve gerek şer olarak kullanan Hak olup, bizde gerek küll* (bütün / makro) olarak gerekse cüz* (parça / mikro) olarak irâde yoktur. Var olarak gördüğümüz cüz’î irâde ve hareketlerimiz Hakk’ın varlığı ile vardır. Belki asıl olarak onun da Hakk’ın olduğunu bilerek bütün var lığı Hakk’a verirsek , nefsimize zulümden ve cahillikten kurtuluruz. // A benim cânım , zâhir ilmi’ne gurur lanma veyahut akl-ı meâş* denilen yalnız (rızık / dünya geçimi*) gıdâmızı düşünebilen aklınla idrâk edeme diğinden dolayı bu sözlerimizi hulûl ve ittihâd (Tanrı’yı evrenle eşitleyip birleşik görmek*) anlama! Zira hulûl ve ittihâd; şeriatte nasıl küfür ise, hakikatte dahi küfürdür. Bâri Teâlâ hulûl ve ittihâddan münezzeh dir. Burada beraber olmaktan maksat bir taraf olmaktır. Bu hususta aklın , ilmin ve hissin yolu yoktur. Bu vasıtalarla Hakk’a yol alınmaz, ancak mürşid-i kâmil huzurunda baş ve can fedâ edip, onun himmeti ile nuranî ve zulmanî perdeleri birer birer geçmedikçe bu sırlar bilinmez, çünkü keşfe ve cezbeye muhtaç tır. / Aman erenler! Mürşid-i hakikim , bu emanet vücûdumun sebeb-i hayatı olan Sultan-ül’ârifin*Hüseyin Ağa şeyh Sultan Hamdi* kuddise-sırruhu Hazretleri cümle teallükâti ile size emanet. Hiç bir şekilde şükrünü edâya kâdir değilim. // ……………………………………………………………………………….. “Mürşidim cânım oldur – Söyler dilim cânım oldur // Kulum sultan oldur – Hüseyin Sultan huuu … // Selim Divâne’ye meded – Andan irdi kalmadı derd // İsmin olsun dilimde vird – Hüseyin Sultan huuu …” / ………………………. // duâmızı yapalım , sözümüze gelelim. / ………………………………………….. Şimdi , “Cümle vücûd (-varlık*) hep-birden Hakk’ın*-dır.” sözünden ; sakın ola ki , herşey hepbirden Tanrı imiş (*); yahut halk yoktur, Hak vardır veyahut hâşâ “Hak yoktur, halk vardır (*)” gibi yanlış anlamayasın! Zâhirde ve bâtında , yani dış âlemimizde ve iç âlemimizde bütün tasarrufu yani her şeyi istediği gibi yapan ve kullanan Hakk* olduğundan , halkın varlığı Hakk’ın varlığı yanında serap ve hayâl gibidir. Çünkü halk’ ın vücûd-varlığı muvakkat ve emanettir. Muvakkat ve emanet olan şey ise, yok gibidir ; çünkü sahibi değiliz. Zira halk vücûdu ve varlığı Hak’dan alır. Emânet sahibi olan Hak*emanetini aldığı zaman sende ne vücûd ne varlık ve ne de tasarruf kalır. Düğüne giden bir kimsenin emanet aldığı elbiseyi (*) düğünden dönüşte sahibine teslim etmesi gibi. // Benim cânım kardeşim , bu meseleler kâmil mürşidin himmetine ve cezbeye muhtaçtır. Birçok kimseler 796 bunları söz ile öğrenip “bildik , olduk” diyerek dalâlete düşmüşlerdir. Çok uyanık olmak ve muhakkak bir mürşid-i kâmil* bulmak lâzımdır. Zira ne kul Tanrı olur, ne de Tanrı kul olur. Bazı idrâki kısa (kasir, kısır ve sığ …*) kimseler, anlayamadıklarından dolayı “Bizdeki irâde irâde-i külliye’dir; ki o da Hakk’ın irâdesi dir.” – derler. (!) Gerçi cümle irâde Hakk’ın-dır, lâkin Bâri-Teâlâ irâdesini kimseye vermez. Nitekim senin istediğin bir şey meydana gelse, sen onun kendi irâdenle meydana geldiğini zannedersin.(!) Halbuki o senin değil , Hakk’ın irâdesiyle-dir. İrâde-i külliye* insan-ı kâmil’de bile yoktur. Malûmunuz ki , Resû lullah Aleyhisselâm’ın dişi (Uhud savaşında*/ kırılıp) şehit oldu. İrâde-i külliye olsa , mübarek dişini şehid eder miydi ? Evet; cümle tasarruf Hakk’ın-dır. Eğer murâd-ı âliyyesi seni galip (üstün*) etmekse düşmanın üzerine galip eder; eğer değilse, düşmanı senin üzerine galip eder. Mülk O’nun ; kimden dilerse, onun vücû dundan tasarruf eder ve görünür. Evet, cânım! Küllî irâde bendedir diyen yanlış anlamıştır ve bir can dalâle te düşmüştür. Eğer sende küllî irâde olsaydı , hasta olmayı veya ölmeyi ister miydin ? Halbuki hasta olursun ve vakti (-ecel*)gelince de ölürsün. İşte bundan anlaşılıyor ki , insanda küllî irâde yoktur, insan için gerek hayır ve gerek şer bütün tasarrufu Hak’dan bilip Hak ile düşmanlık etmeyip, daima âcizlikte ve kullukta bulunmak kadar selâmet yoktur. // “Ne ol bu olur – Ve ne bu ol olur / Hakikatte budur – Vahdetteki yol !” ……………………………………………………………………… Evet; cânım , Halkın sonu fenâ yani yok olmak , evveli ademdir yani yokluktur. Hakk’ın ise sonu bekâ , yani sonu yoktur / hep vardır; evveli ise, kıdem’dir yani başlangıcı yoktur. Hep vardı , hep vardır hep var olacaktır. // Nitekim Muhammediyye* sahibi (Yazıcı Mehmed Efendi*) kuddise-sırruhu Hz.leri buyurur: “Hakikatte odur mevcûd bu söze dimezem lâ lâ // Ve lâkin bil bu andandır ol bu ol kellâ ”/ - dediği buna işarettir. // Şimdi bu meseleyi tasavvuf ehlinden dinlemek suretiyle alırsan anlayamaz, dalâlete düşersin. Ancak mürşid-i kâmil’in himmetiyle mümkün olur. Çünkü bazı âşık , “herşey hepbirden Hakk’ın vücûdu dur (heme ust)” sözünü yanlış anlayıp, ya Hakkı inkâr ederler yahut halkı inkâr ederler. Meâzallâhü Teâlâ veyahut da Hakk’ın kudretini lâyıkıyle idrâk edemediğinden , Allah korkusu kalkıp diline ne gelirse onu söyler. Bu hâle sebep, kendisi taklid’de olduğundan Hakkı da - hâşâ – taklid anlar. Eğer kendisi kirden ve şüpheden halâs olup hakikatin kemâline ermiş olsaydı , Hakk’ın birliği ve bize yakınlığı kemâl derecede idrâk olunur, gayet terbiyeli ve edepli olurdu. Bir âşık eğer Hakk’ın cezbesi ile, Hakk’ın bu yakınlığını ve beraberliğini anlayıp uyanıklığa sahip olabilmişse, onun alâmeti şudur : Bu âşık yalnız dahi olsa Hakk’ın bu yakınlığından asla gaflet etmeyip (benlik kritiği / içten nefsiyle hesaplaşma yani içsel sorgulama bakımın dan*) gayet âcizlikte ve niyâzda olup, edebinden ayak uzatmaya Hak’dan hayâ eder. Bizler (!) ise, taklitte olduğumuzdan; yalnız değil , hatta halk yanında bile edebsizlik edip, ayak uzatırız; padişahın meclisine / (“âdâb-ı muâşeret” kaidelerine bile*) riâyet etmeyiz. Buna da sebep; yakınlığımız ve beraberliğimiz söz ile ve bilmek ile’dir (!), yoksa hâl ile ve görmek ile değildir.Veyahud o âşığın âşıklık ve zilleti son derece olup, hareketlerinde ve hallerinde, hatta nefes alıp vermesinde Hakk’a muhtaç olduğunu , kendinin şiddetli ihti yacını ve aczini bilmeyip, Hakk’ın kemâl derecedeki kudretini kendi üzerine alıp yanlış anladığından , “Halkın varlığı Hakk’ın imiş, meğer halk Hak imiş …” diye yanlış anlayıp dalâlete düşer. Bu sözler,“sen Tanrı’sın” - demek değildir. Ancak Hakk’ın zuhurunun ve kudretinin kemâlinin , zâhir ve bâtın tasarrufu nun halkın yüzünden zuhur ettiğini ve halkta asla irâde olmayıp, gerek hayır ve gerek şer halktan ne ki zuhura gelirse, hepsinin Hakk’ın olduğunu bildirmek içindir. Çünkü Hakk* olmadan halkın asla harekete mecâli ve iktidarı yoktur, yoksa bu halk (yaratış / bilcümle âlem ya da toplum*) Tanrı’dır demek değildir. Bu hususu yanlış anlayan can , “Ben Hakk’ım , gâibde başka Tanrı yoktur ; eğer ben kazanır kâr edersem veyahut bir yerden istersem rızkım meydana gelir, yoksa aç kalırım” – der. Bu yanlış anlayış ve itikadı , Hakk’ın her şeyi muhît (kuşatıcı güç) olduğunu yani her şeyin Hakk’ın ihâtasında olduğunu ve her şeyin hep-birden Hakk’ın varlığı olduğunu idrak edip kavrayamamasındandır. // Şimdi Bâri-Teâlâ’nın ilmi yalnız herkesdeki ilimden ibaret değildir. Bâri Teâlâ’nın kendi zâtına mahsus olan ilmi vardır ki , onu ne peygamberleri ne de evliyâları bilir. “Allahü Teâlâ cümle varlıklarla beraberdir ve yine cümle varlıklardan münezzeh’dir ” dedikleri , bu hususu bilmemekten bozuk ve fasid itikad meydana gelmesidir. Bu itikatte olan , -Allah korusun- Hakkı bildim zanneder, halbuki bilememiştir. Onun için herkese mürşid-i kâmil lâzımdır. Bu fasid itikad sahibi muhallid , zındık ve “firâk-ı dâlle” (sapık fırkalar ) gürûhudur. İşte bunların hepsi mürşid-i kâmile denk gelmedikleri (rastlayamadıkları*) için 797 dalâlete düşmüşlerdir. Ve bazı zâhir ilim sahibi olan yaşlı kimseler de ilimlerine (mağrur nefsine*) mağlup olup mürşid-i kâmil’e teslim olmazlar. İcap ettiği derecede nefsin gururundan , ilmin varlığından vazgeçe meyerek , ahlâkını temizleyip saflaştırmayıp, ruhunu da temizleyip parlatmadığı için , Hakk’ın sırları (*) onlara keşf ve zuhur etmemektedir. Ancak tasavvuf kitapları okuyup tasavvufi sözler ezberlemekle (!) kendisini kâmil oldum zannedip, gurur’da kalıp nefsin hilesine düşmüş olur ve ma’rifet yani bilgi mertebe sinde kalır, hakikate vâsıl olamaz. Çünkü hâl olmadıkça yalnız söz ile hakikate vâsıl olunamaz. (Dikkat!) Bazı cahil şeyhler, kendilerine bir mikdar esrâr-ı ilâhiye* açıldığı zaman , merkep izinde birikmiş su görüp derya zannetmiş kimseler gibi , kendisini kâmil oldum zannedip, nefsinin hilesine aldanır, hakikate vara maz, berzah denilen iki mertebe arasındaki geçitte kalır. (-Ruhuma âyinedar şu Yaşamakça muhtevâ da acaba “emmâre” ile “levvâme” mertebe-i nefsaniyet arasında bu tarz-ı berzah’a mı benziyor yoksa ? Zira doğrudan bir mürşid-i kâmil’in ders-i dergâhına da sülûküm olmadığına göre, kendimi irşâd konusunda arayışlarımı dillendirmek , gönlümün nazm-ı nabzını dinleyip bunun nüktesini şiirleştirmek gaye-i hizmet olarak gerekli ve yeterli mi ? İşte temel soru ve kendince değerlendirip bunu cevaplayacak her okuyucu.*) Zâhir ilmi sahibi kimseler de bazı tasavvuf kitapları okurlar, sözlerini zıt görürler. Çünkü akl-ı meaş* dedi ğimiz kendi hayvanî aklı o sözleri idrâk edemediğinden kusuru kendinden bilmeyip, belki ehlullâhı yanlış yolda zanneder. Cebriye ile mürîdi fark edemediğinden , ehlullâhı kaderiye, cebriye, hulûl ve ittihâd’da zannedip, -hâşâ- hakikati ve esrâr-ı ilâhiye’yi inkâr eder, şeriat çerçevesinden çıkacağından korkar. Fakat âşık-ı sâdıklar, Hak yolunda bütün korkuları bertaraf ederek , gece-gündüz Allah’ın aşkı ile mest olup akıl ve şuurları gider, hayran olurlar. // Beyt: Ey yâri canan ten ile cânım senin olsun // Mezhep ile din ile imânım senin olsun Aşkınla senin varlığımı hep sana verdim // Evrâd ile ezkâr ile esmâm senin olsun Yüzünde nur ile envârını gördüm // Buna sebep ol külli varım senin olsun Divâne Selim mahvolup ben çıksın aradan // Bilcümle olan nâm ile şânım senin olsun! …………………………………………………………………………………………. diyerek kendini mahv-edip Makam-ı Mahmud’da Bâri-Teâlâ’nın cemâlini temâşaya gark olmadıkça karar etmezler. / Benim cânım , bundan maksat meâzallahü teâlâ (-korusun Yüce Allah!) ayıp görmek değil veya erenleri noksan görüp kendimi tamam görmek değil. Fakat bu yolda büyük himmet ve çok sây ü gayret lâzımdır. Aynı zamanda ilâhi cezbe ile mest ve hayran olan âşık-ı sâdıklar ile SOHBET lâzımdır. “Him metin büyüklüğü imamdandır.” / Burada maksadımız Hak yoluna girenlere teşvik ve gayret vermektir ki , teselli bulup bir makamda kalmasınlar. (*) Zira bunlar nefsin hilesi ve gururudur.Yolda kalmayarak makam sızlık makamı’na erelim. Yeter ey Divâne, çok gevezelik ettin. Kendi sözümüze gelelim: Asıl maksat Hak’ tır. Eğer sen yanlış anlayıp “ben Hakk’ım” dersen bilirsin ki , seni ve bütün bu mahlûku sen yaratmadın. Elbette senin ve bu mahlûkun bir hâlik’ı , bir yaratıcısı vardır. Fakat mahluktan zuhur etmiş, kendini göster miştir. / Nitekim Niyâzi Sultan kuddise-sırruhu hazretleri buyurur : Deme ki Hakkı sende mevcûd ola , ya bende // Ne sendedir ne bende sığmaz ol bir mekânda Mekânı bî-mekân nişânı bî-nişandır // Yine zuhur eden ol mekânda ve zamanda Hem can ve hem ten ol’dur, hem sen ve hem ben oldur // Cümle görünen oldur uzakta ve yakında Sanur musun kim O’dur isteği ya hep budur // O bir kamu bir hû’dur gidende ve duranda Niyâzi gözün aç-bak herşey olup dürür Hak // Sanma ânı kim ol işte nihanda ve ıyânda ! ………………………………………………………………………………………….. Evet, bütün vücûd ve varlık Hakk’ın olup mahlûk yüzünden zuhur edip görünen Hâlik’tır. O halde hakikat te cümle vücûd ve varlık hep birden Hakk’ın vücûdu ve varlığı ise, “Nefsini bilen Rabbi’ni bilir.” Hadis-i şerifinin sırrı nedir ? “Attığında sen atmadın …” (*) sırrı nedir ? Ya kul hangisidir veyahut Allahü Teâlâ * hangisidir ? Fark ediver diye Niyâzi Sultan sormuştur. Bu ise keşfe muhtaçdır, izahı harfe sese sığmaz ve misal kabul etmez. Fakat hakiki mürşidim , sebeb-i hayatım; âriflerin sultanı , Hakk’a vâsıl olanların gavsı , evliyâlar çeşmesinin menbaı , Zât-ı Hakk’ın nuru Şeyh Sultan Hamdi kuddise-sırruhu hazretlerinin himmeti ile kudretim imkânında beyan edeyim. / Şimdi Niyâzi Sultan (k.s.) hazretlerinin sorusu budur, beyan olunur: ……………………... 798 Müşkilim var ise ey Hak dostları eylen reşad // Kim cevabın vere olsun Hak katında ber-murad Ol ne kesrettir ki ânın haddi yok pâyânı yok // Kesret içinde ne vahdettir ki âna yok â’dâd Çokdur envâı bu halkın bir insan üç bölük // Biri ehl-i hayme birisi karye biri bilâd Üç bölükden üç bölük dahi bölünmüş ey hâce // Biri mü’min biri kâfir biri ehl-i inkıyâd Kangısı Hak’dan ırak olmuş bunların söyle gel // Kangısı kâdir ki Hak emrine eyleye inad Hakk’ın iken her tasarruf bu abes sözler nedir // Nefis ve şeytan dediğin kimlerdir eder fesad Dünya ve uhrâ’daki haşr u neşr-olmak nedir // Bunları bildir bana kim hem nedir mebde’-meâd Ahirette cennet ve nîrân ve berzah kim denür // Bunların aslı nedendür oluser yevm-il’tenad Kahr u lütfun illeti bir demenin aslı nedir // Bu ikinin vahdet midir acep (ne) râh-ı sedâd Yani rahat aynı mihnet mihneti rahat mıdır // Cümleden râzı mıdır Hak bir tarîyk-ı ıttırad Hak Teâlâ’dan yakîn eşyâya bir şey yok denür // Liyk bildir kimdir Allah (hem) ve ya kimdir ibâd Men aref (*)’le Mâ rameyte iz-rameyte* remzini // Fark ediver mümkin ise bir sebîl-i infirâd Müşkili çoktur Niyâzi’nin velî biri de bu (-dur) // Zâhid-â anlasa Hakkı zühdünden olur kesâd ! …………………………………………………………………………………………………………. Geçen lügatler ( Niyazi-i Mısrî’nin yukarıdaki mısra’larında geçen bazı sözcükler ) : Eylen reşâd: irşad edin! / Ehl-i hayme: çadır halkı. / Karye: ilçe, kaza. / Bilâd: vilâyet, iller-beldeler. Sebîl-i infirad: tek geniş cadde (sıradan gelen*) / Tariyk-ı ittirad: (muttarid-devam eden) beraberlik yolu. Yevm-it’tenâd: kıyamet günü. / Râh-ı sedad: hatâsız yol. / Veyl: (yazık!) arkası sıra /…? (Liyk: lâkin*) …………………………………………………………. Benim cânım , Niyazi Sultan bu nutk-u şerifi söylemiş, gördüm ki bu nutukta “dört kitabın mânâsı” toplan mış, hatta bütün ulûm-ü evvel ve âhirini ilgilendiren , ihâta eden sonsuz bir deryâdır. Bir âşık bunların her birinin cevabını ayrı ayrı fark ederse bütün tehlikelerden ve dalâletten kurtulup yeryüzünde Hakk’ın halifesi olur. Aman medet, mürüvvet erenler… Bu âciz yüzükaranın bu müşkilini hâlleden sizlersiniz.Arada yokum. Bilgiçlikten ve nefsimin hilesinden sizlere sığınırım , bu günahkârı siz koruyun. İçimden Hak’tan başkasını çıkarıp tabiat bağlarından , hevâ ü hevesden ve nefsin lezzetlerinden kurtarıp gönlümü gizli sırların nurları ile nurlandırın. Bir de sizlerden niyâzım budur ki , aşkımı ve derdimi ziyadeleştirin. Dilerim ki , niyâzımın kabulü için bu yüzükaraya Hak istidât vere. Suçumu ve noksanlığımı ikrâr eder olduğum hâlde dergâhınıza aciz, niyaz ve yokluk ile yüz sürerim. Bu niyâzımı kereminizden kabul edin. Sizin şanınıza düşen lütuf, ke rem ve affetmektir. Bizim şânımız ise daima cahillik , gaflet ve haddimizi bilmemektir. Aman erenler, kötü ahlâkımızı güzel ahlâka , cahilliğimizi Hak ilmine, firkatimizi vuslata tebdil edin ki , can gözü ile daima Hakk’ın cemâlinin temâşâsına gark-olalım. / Şimdi mürşidim Gavs-ül’Vâsılîn Sultan Hamdi kaddesellahü teâlâ sırrahü hazretlerinin himmetiyle bu soruların cevapları en doğru şekilde açılır ve yazılır. Lâkin bazıları nın cevabı yukarıda bildirildi , bazılarının cevabı da bundan sonra zikredilecektir. / Şimdi dikkatle dinle ve anla. Ne halk Hak olur ve ne de Hak halk olur. Çünkü halkın öncesi yokluk ve sonu da fâni yani yok-olmak tır. Burada yokluk , ferdlik teklik manasındadır. Çünkü yok var-olmaz. Evet; ne yok var olur ve ne de var yok-olur. Öyleyse, halkın öncesi yokluktur demek , ferdlik yani teklik demektir.Yani sen yaratılmadan evvel ruhun ve cesedin yok değil vardı , lâkin başka başkaydı. Yani ruhun başka , cesedin de – ateş, su , hava ve topraktan meydana gelmiş – başkaydı. Emr-i Bâri yani Hakk’ın tecellisi “anâsır-ı erbaâ” denilen bu dört un sura geldi. Müfred yani tek iken ateş, su , hava ve topraktan ibaret olan bu dört unsur bir yerde toplanarak cesed dediğimiz vücud meydana geldi. Sonra da “Ruhumdan ruh nefh-ettim.” meâlindeki âyet-i kerîmeden anlaşıldığı gibi o cesede ruh üfleyip diriltti. Vakti geldiğinde doğup dünyaya geldi. Adem oldu ve halk oldu. İşte böyle bir halka sen nasıl Halik dersin ve nasıl evvelce yoktu dersin ? Şimdi bundan iyi anla ki , sen kul sun , her şeyi doğru anlamaya çalış. Yoksa Firavun gibi benlik davasına kalkışma. Halkın yine sonu fenâ , yani yok olmaktır. Yani herşey yine geldiği yola gider. Evvelce bir yere toplanmış iken , bu defa bu toplum bozularak yine müfredliğe, yani tekliğe gider. Nitekim evvelce her parçan vardı , fakat başka başkaydı. Sonunda yine dağılıp başka başka olur. Lâkin Hakk’ın evveli kadim-lik’tir, yani evveli yoktur, ezelîdir. Ahiri bâki-lik’tir, yani sonu yoktur ; sonsuzdur, hep vardır. // Şimdi cem’den yani teklikten fark’a yani çokluğa dönelim. Ubûdiyet ile ülûhiyet yani kulluk ile Allah’lığı birbirine perde etmeyelim , birbirine karış tırmayalım. Kulun aczini ve Allah’ın kudretini beyan edelim. Şimdi Hakk * tebdil ve tağyir olmaktan yani değişmekten münezzehtir. Ama halk * daima değişmekte, tebdil ve tağyir olmaktadır. Fakat hakikatte deği 799 şen , tebeddül ve tegayyür eden yine Hak’tır. Zira sen mahluksun , yaratıksın , hâdissin yani sonradan olma sın. Sen bilirsin ki; gözü ve kulağı , eli ve ayağı sen yaratmadın. Bunları yaratan cümlenin vücûdu olan zât dır. Bu izahlardan yanlış anlayıp da yine halk yaratmıştır diye dalâlete düşme.Yani Bâri-i Teâlâ’nın kudreti ve zâtı cümle varlığın vücûdunda gizlidir. Zira cümle mevcûdatı tasarruf ve idare eden O’dur ve bütün mev cûdat O’nun vücûdudur, O’nun varlığıdır. O, bir ve tek (-eşsiz*) zâttır. / Benim cânım , “Bu halkı Hak yarat mıştır ”-tâbiri , mübtedîlere yani (irşad dersine yeni başlamış*) acemilere anlatabilmek içindir. Hakikatte ne yaratılmış ve ne de yaratılacak var. (?!) “Her an bir başka şe’n-de’dir.” meâlindeki âyet-i kerîme’den anlaşıl dığına göre, bunların hepsi şuûnat-ı Bâri , yani Hakk’ın şe’n (gerçek oluş / reel*-)leri , zuhûru / görünüşleri dir. Ve Hakk’ın hikmetleri icabıdır. Bütün mevcûdat , O’nun vücûdu (-varlık kudretinin zuhuru*-)dur. Ara yerde kimse yoktur. Kendi aldı , kendi sattı , (tek-) kendi pazar-etti. Evet cânım , bütün kâinat Hakk’ın vücû du iken Hak* yine cümleden münezzehtir. Münezzehliği şu demektir ki , bütün varlıklar O’nun zâtının âleti dir ve belki zâtıdır, cümle varlığı nasıl isterse öyle eder. Bütün mevcutlar ve varlıklar O’nun varlığı ve O’ nun vücûdu olduğu halde, O’nu bilmekten -tanımaktan âcizdir. Kendi işini ve kendi zâtını yine kendisi bilir, başka kimse bilemez. Meselâ; el ile tutarsın , ayak ile yürürsün , fakat neyi tuttuğunu elin , nereye gittiğini ayağın bilmez, ancak can bilir. Cümlenin canı ise Bâri Teâlâ’dır. (?!) Bütün varlıkları nasıl ve ne için kullan dığını kendi bilir, başkası bilemez. Görüyoruz ki , Hak* kuluna bir belâ verir, kul* bunda Allah’ın hikmeti ni ve Hakk’ın o kula o belâyı vermekten murad ve maksad-ı âliyyesinin hayır olduğunu bilmediği için razı olmayıp şikâyet eder. Eğer kul Hakk’ın murad ve maksadını bilseydi , o kul belânın geldiğine sevinir, şikâ yetçi olmazdı. Çünkü Hak* kuluna düşman değildir. Onun verdiği belâ değil , lütûftur. Niçin olduğunu kul bilmez ama Allah bilir. Nitekim , “Sevmediğiniz bir şey sizin için hayırlı olabilir, sevdiğiniz bir şey de sizin için şer olabilir.” –meâlindeki âyet-i kerîmede (Bakara , 2*216.) buyurulmuştur. İşte veliler bu sırrı bildikle ri için Bâri Teâlâ onları nasıl kullanırsa onlar Hakk’ın hikmetine teslim olup rıza gösterirler. Hakk’ın hikme tini kimse bilemez. Ancak yakînine vâsıl olup gece ve gündüz ülfeti daima Hak ile olan ve beşeriyetleri mahvolmuş kimseler her sırrı bilirler. Nitekim , “Onun te’vilini ancak Allah ve ilimde metin (-râsih*) olan lar bilir.” -meâlindeki âyet-i kerîme ( Bkz. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali , Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk , Yeni Boyut-İst. 1998 / sh. 51: Âli İmran suresi , 3*7. Kitab’ı sana indiren O’dur : Onun ayetlerinden bir kısmı muhkem-ler’dir ki ; onlar Kitap’ın anası-dır. Diğer ayetlerse müteşâbih-ler’dir. Şu var ki , kalplerin de bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak , onun yorumuna öncelik tanımak için Kitab’ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, (-ve devamını sonrasına bağlı anlamına göre yorumlayıp “… ancak Allah bilir. Ve râsihun ise “ … ” derler. / diye anlayan ve açıklayan görüşler mi , isabetsiz yoksa ; nasıl anlamalıyız ?! / HK*) bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, “ona inandık , hepsi Rabbimizin katındandır ” derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.*) buyurulmuş tur. ( Not: Demekki işbu âyette sözkonusu vav-harfi* atfen tefsir olunsa da , daha bir dikkatle şu meâl tarzı na ve ilgili dipnot tavzihatına mümasil başka kaynaklara da bakmalıyız nitekim / Bkz. Kur’ân-ı Kerîm Meâl ve Tefsîri , Celal Yıldırım ,Tercüman G.-İst. 1982 / sh. 51: Âl-i İmrân sûresi , 3*7. O Allah ki , Kitab’ı sana indiren O’dur. O’ndan bir kısmı muhkem (mânâsı açık , yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki , bunlar Kitab’ın anasıdır. Diğer bir kısım ise müteşâbih (mânâsı kapalı // dikkat, Bkz. Yaşamakça , sh. 521: “Elmalılı Tefsirinden alıntılar … / Müteşabihat denildiği zaman manasız tam bir kapalılık iddia edildiğini zannetmek büyük bir yanlış …” // yorum isteyen) âyetlerdir. Kalblerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak , (kendi çıkarına uygun ) yorumda bulunmak için Kitab’ın müteşâbih olanına uyarlar. Halbuki onun yorumu nu ancak Allah bilir. (dipnot -5 // İşte bu meâl-cümlenin nihayetindeki “nokta” anlamın tamamlandığını be lirtmiş olmuyor mu ? Buna göre devamı sonrasına ait demektir. -HK*// “Kur’ân , tarihî bir gerçeğe parmak basarak semavi kitaplarda yazılı bulunan kelimeler, deyimler ve isimlerin indiği çağda kullanıldığı mânâları taşıdığını hatırlatmaktadır. Kelimeler böyle olduğu gibi cümleler de böyledir. Tevrat ve İncil’deki âyet ve kelimelerin taşıdığı mânâ ve özellikler zaman bakımından dikkate alınmadığı için bir takım yanlış anlam ve hükümlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.”) İlimde derinleşenler ise: “Ona inandık; hepsi de Rabbımızın katından (inme)dir ” derler. (Bu hakikatleri) ancak akıl sahipleri düşünebilir. / 8. Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi saptırma. Kendi katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz ki sen çokça bağışta bulunansın. (dipnot-6: Bunun için Allah , mü’minlere doğru yolu bulup Kitab’ın aslına kavuştuktan sonra kalblerinin sapmaması için duâ etmelerini hatırlatıyor. / Muhkem : Yorumu bilinip anlaşılan , mânâsı 800 açık olup bilinen âyetlerdir. / Müteşâbih : Asl’a ircâ-edilen fer’î mes’elelerdir; veya muhkem âyetlerin ışığı altında yorumu yapılabilen âyetlerdir. // Muhkem: Rabbin hücceti , kullarının ismeti ve bâtılın reddi ile ilgili âyetlerdir. Bunlarda tasarruf ve yorum yapılamaz. / Müteşâbih: Yoruma müsait, tasarrufa elverişli âyetlerdir ki , ilimde derinleşenler bu hususta söz sahibidirler. Sûrenin başında geçen hurûf-i mukatta’a* bunlardan biridir.” // Sûrenin başından itibaren ilk âyetlerle ilgili dipnotları da aynen örneklemek ve önemine binaen göstermek için dercetmekteyim. Dipnot-1: Bakara sûresinde belirtildiği gibi , bu harfler, Allah ile Peygam beri arasında bir şifre ve sûrenin kapsadığı hükümlere açılan bir kapı ve de İlahî esrâr ve hikmetin birer anah tarıdır. / 2: Bu âyet, yaratılanla Yaratan arasındaki farkı iki önemli sıfatla ortaya koyar ve akıl sahiplerine en doyurucu delil ve kanıtı sunar. / 3: Tevrat’ı da , İncil’i de, Kurân-ı da doğru yola iletici , hak yolu gösterici olarak indiren Allah’tır. O halde Allah’a ait bu kitaplarda dinin esasıyla ilgili konularda bir zıdlaşma , bir terslik bulunmaması gerekir. Aynı zamanda hiç kimsenin bu kitaplarda kendi keyfine göre tasarrufta bulun ması , fazlalık ya da noksanlık yapması , değiştirmeye kalkması câiz değildir. / 4: Allah’ın , ana rahminde bizi dilediği şekilde, renk ve biçimde tasvir etmesini açıklayan âyet, yaratılacak olan her insanın bağlı tutul duğu genetik olayla ilgili “kalıtım” ve “değişme” kapısı açmakta , kısacası genetik kompozisyonu hatırlat maktadır. Ayetteki “keyfe” (-nasıl ?) kelimesi daha çok bu hususu yansıtmak içindir.”) Hakikatte Hak’tan başka bir şey yoktur. Lâkin zâtının künhüne kimsenin aklı ermez. Onun için Peygamberimiz Aleyhisselâm Hazretleri , “Nefsini bilen Rabbini bilir.” - buyurdu ; Allah’ı bilir, buyurmadı. (*) Bâri Teâlâ’nın zâtına akıl ermez diye yazmaktan maksadımız, her sırrı künhü ile bildim zannedip gururda olmayalım diye. Zira gurur nefsin hilesidir. Bildim dediğimiz ancak cahilliğimizin nişânesidir. Bizden bilen Hak’tır, bize ne kadar bildirirse biz o kadar biliriz. Öyleyse daima aczde, niyazda , kullukta ve yoklukta olalım. / Sen bütün mevcû dâtı kendinde toplamışsın , özünü bil. Çünkü senden başka ne Hâlik var, ne mahlûk var. Sende hem hudûs yani sonradan olanlar var, hem de kıdem* denilen ezelî varlıklar var. Sende hem fenâ hem bekâ (mündemiç) var ; hem kul var hem Tanrı var. Sende hem cesed hem ruh , hem zâhir hem bâtın , hem evvel hem de âhir var. // İşte cânım , senin dışında , yani senden hariçte hiçbir şey yoktur. “Ne ki var âlemde, o var Ademde” demişler. Fakat bunları kendi vücûdunda bulup Hâlik’ı mahlûka ve mahlûku Hâlik’a , yani ülûhiyeti ve ubû diyeti birbirine perde etmeyip, daima ubûdiyette yani kullukta ol ve kendini daima âciz ve kudretsiz bil . Erlik-mertlik ve keramet odur. Yoksa “Ben Tanrı’yım” diye Firavun olmak değil ve yahut “Ben kulum , gâib(-benden ayrı ve bilemediğim biçim-)’de Tanrım var (!)” diye de seni (yani kendini) başka (-ve) Hakk’ı başka bilip şirk etmek değildir. Kendi vücûdunda hem Hakk’ı bul , hem seni (-iç bilinç benliğini bilip-) bul , birbirine perde etme. Senin aslın “ateş, su , hava ve toprak”-dan halk olunduğu için mahlûk’sun , hâdissin , yani sonradan olmuşsun , ezelî değilsin. İşte bu maddeler bir araya gelip terkib olunmadan evvelki ferdlik yani teklik (kesretin özü / özgün özeti ve hilkat öncesi vahdet*) haline bakacak olursan , Hak’sın ; kadim sin , yani ezelden beri varsın. Bu terkipten sonra yine tebdil ve tağyir yani değişme ve maddelerin ayrışması yönünden fânisin , yani sonun yok olmak ve fenâ bulmaktır. Canın ve yukarıdaki “anâsır (-ı erbaa*)” dediği miz maddelerin aslı , Hakk’ın zâtının tecellisidir. Anâsır dediğimiz o maddelerin terkibleri devamlı değişir, ama “can” değişmez. Ne bir yerden gelir, ne de bir yere gider. Be-hey Divâne, bozulup (-yeniden düzülen*) yapılan terkip sensin , gidip gelen de sensin. Senin değişen terkib (-bazı unsurlardan oluşan*) tarafına halk , yani mahlûk (yaratık) denilir. Nitekim Hak Celle ve Alâ Hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’inde (Rahman: 26-27.) “Arzda olanların cümlesi / hepsi fâni (-iğreti ve geçici-)dir ; celâl ve ikrâm sahibi olan Rabb’in bâki (sonsuz kalıcı*)dır.” meâlindeki âyet-i kerîme’sinde buyurduğu gibi , bütün mevcûdatın dış yüzü mahlûktur, yani fânidir ; tebdil ve tağyir olur. Fakat iç yüzü Hak’tır, bâkidir ve hiçbir sûretle değişmez. // Şimdi benim câ nım , Hakk’ı bulmak kolaydır. Çünkü cümlenin vücûdudur. Lâkin bunların içinde dönüp halkı bulmak (gayet zor-) güçtür. Çünkü müstakil bir vücûdu yoktur. İşte bundan dolayı Niyazi Mısrî Sultan (k.s.) haz retleri buyurur : “Hak Teâlâ’dan yakîn bir başka şey yok ; // Lâkin bildir, kimdir Allah ve kimdir ibâd ?!” ………………………………………………………………………………………………………….. Yani bu beyt’te; “kendinde hem Hakk’ı bul , hem de ubûdiyetini yani kulluğunu bul.” diye tenbih (-uyarı*) vardır. Şimdi her kim hem Hakkı , hem halkı ; hem fenâyı hem bekâyı , hem hâdisi hem kıdemi , hem kendi âcizliğinin kemâlini ve hem de Allah’ın kudretinin kemâlini kendi vücûdunda bulup, kulluğu ve ülûhiyeti* birbirini görmeye mâni (-engel*) perde etmezse, işte o kim-se şek ve şüphelerden ve “telvin” denilen başka inançlardan kurtulur, tevhid ehli olur. Fakat kulluğunu unutup göremeyip “ben Hakk’ım” diye tozu koz* 801 anlarsa , Hakk’ı yanlış anlamış olur ve (derk-i*) fark’a gelmemiş olur. Farkı (-ayrım “analiz” anlayışı*) olmayanlar ise, nefsin hilesine aldanıp kendisini evliyâ (yani , Allah’ın yakın meveddetine ermiş*)zanneder. (İşte bu noktanın nüktesini iyi kavramak konusunda bilhassa “Feyizler-8 / Tuzaklar ve Uyarılar (*)” gayet detay yorumsama metoduyla farklı ve müstesna bir irşad kaynağı olması bakımından şâyan-ı tavsiye eser lerdendir./ HK*) “Şeytan onlara kötü amellerini süslü gösterir ” (Ankebut: 38.) meâlindeki âyet-i kerîmede buyurulmuştur. Böyle yanlış anlamış olan kimseler, insan-ı kâmil’in itikadını ve sülûkü olan yolunu bilme diklerinden kulluk , âcizlik , yani tevazû ve yokluk hususundaki hallerinden onları bulanık ve acemi zanne derler.Telvinde yani başka inançlarda kıyas edip insan-ı kâmil’in nazarından ve himmetinden düşüp mahrum kalırlar. Bundan dolayıdır ki , insan-ı kâmil’i ne şeriat ehli ne de tarikat ehli bilir. Her iki zümre de insan-ı kâmil’i (içerik yorumuna göre, “ideal olgunlukta tek örnek Resûlüllah Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sel lem’in “mahrem-i esrâr ” ruhsal hayat derinliği …*sîret-timsâl sünnet-i seniyyesi’ni ) göremezler ve bundan dolayıdır ki , mürşidimiz Hamdi Sultan* ol deryâdadır. Tarikat ehli olanlar noksan ve telvinde olduğunu kıyas edip kendi telvinlerini sultanda görürler. Bir kimse Hakk’a vâsıl olmayıp ancak şeriat mertebesinde kalmışsa , o kim-se Allah’ı bilemez. Bu hâl şirk-i hafidir yani gizli şirktir. Ve bir kimse de Hakka vasıl ol duktan sonra geriye, fark’a gelmezse onda kulluk yoktur ; işte bu hâl dalâlet, ilhad ve zındıklık mertebesi dir. Tevhid ehli ise cem’e varmış yani Hakka vasıl olmuş ve farka geri gelmiş, yani kulluğuna dönmüş olan kimselerdir. / Nitekim Hüdayi Sultan (k.s.) hazretleri buyurdu : Şunun kim cem’i yoktur irfanı yoktur // Şunun kim farkı yoktur ilhâdı çoktur Biri şol türke benzer şehre gelmez // Biri şehir adamı karyeye gelmez Hakikatde kemâl ehli ol oldu // Ki , hem karyeye o hem şehre geldi ! ……………………………………………………………………… Demek oluyor ki , asıl tevhid ehli ; cem’e varmış, fark’a geri gelmiş olup kulluğunu ve ülûhiyetini (-sırf / salt tek Allah’a âidiyeti*) birbirine mâni olacak perde etmeyip, daima acz’de yani tevazû ve kullukta olan dır. Nitekim Hazreti Ali Kerramallahü Veche*, “Cem’i olmayan fark şirktir. Fark’ı olmayan cem’ ise zındık lıktır. Asıl tevhid , cem’ ve tefrikadır.” -buyurmuştur. Evliyâullah’dan bir âşık-ı sâdık* Bâri Teâlâ’ya demiş ki , “Ya Rabbî , ben yokum sen varsın.” Bâri Teâlâ o kuluna buyurmuş ki , “Ey kulum ; güzel , beni tevhid ettin. Ya senin ubûdiyetin , kulluğun nerede ? ” İşte Hakk’a vasıl olduktan sonra farka geri-gelip, ubûdiyeti ni / kulluğunu bulup, ubûdiyetini ülûhiyetine perde etmemek her âşığın elinden gelmez. Gayet müşkildir. Muhakkak mürşid-i kâmil’e muhtaçtır. // Ey benim cânım , nitekim Niyâzi Sultan (k.s.) hazretleri buyurur : “Zâhid-â anlasan Hakk’ı , zühdün neden olur kesad ?” // dediği , cem’den sonra fark’a işarettir. Çünkü cem’ makamında , secde eden ile secde edilen , yani sâcid ile mescûd bir olur. Harf, ses, söz ve kelâm kalmaz. Bu makamda yola giden sâlik , şeriatı icrâ edemez, ilhâda meyleder. Yani “Bu mertebeye vâsıl olan âşığın zühdü , -yani nefse muhalefetle daima ibadet meşguliyeti- Hakk’a vuslat içindi. Halbuki Hakk’a vâsıl oldu , murâdını buldu.”- diye sorarsan , cevabı şudur ki ; Hakkı talep edenlerin hasenâtı yani ibâdeti Hakk’a vâsıl olan âşığa günahtır. Zira Hakk’a vasıl olan âşığa gerek ibadet ve gerek sülûk -yani , Hakk’a yolculuk- olsun , cümlesi şirktir. “Öyleyse müntehîlerin , yani Hak yolunun sonuna gelmiş olanların ibâdeti niçindir ? ” – der sen , müntehîler ve insan-ı kâmiller abd-i mahz’dır ; yani has, hâlis kul’dur. / Nitekim Niyâzi Sultan’ın ; “Abd-i mahzım tasarruf bilmezem!”- dediği , bu hususa işarettir. // Şimdi abd-i mahz* kime derler ? Elin den , dilinden , gözünden kimse incinmeyip, ibâdetlerin her birini usûl ve âdâbı ile icrâ eden , yaptığı ibadet lerde garaz (-zühdüne mugayir bir başka kasd-ı mahsûs*) olmayan , yani cehennem korkusundan veya cen net ümidinden ya da dünya menfaati için olmayıp, halisan muhlisan Allah için , Hakk’ın emrini yerine getir mek için yapan kimsedir. Zira ibâdetinden bir şeyler ümid ederse, Allah’a şirk edip ibâdete tapmış olur. İşte Hakk’ı talep eden kimseler, ibâdeti Hakk’a vâsıl olmak için yaparlar. Halbuki müntehîler, yani Hakk’ın yolu nun sonuna gelmiş (- işte, tecelli-i “yakîn” insan-ı kâmil ledünniyat-ı Hakk’a vuslat tadına âşina ruh huzur-u şuur “rikkat-i sekînet” tevekkül-ü mahz sahv-ı teslimiyet hâletince gerçek kemâl-i edeb’in nur-u Muhamme diyye* yani seyr-i sülûkta tam ergin ve yetkin irşâd dinginliği gizemine ermiş şahsiyet! / HK*) olanlar, Hakk’a vasıl olduklarından , bunların ibâdetleri ancak Hakk’ın emrine uymak içindir. Ebrâr (*) dediğimiz, Hakkı talep edenlerin ibâdeti gibi Hak için veya Hakk’a vuslat için ya da başka bir şey için yapılan ibâdetler müntehîlere günahtır. Müntehîlerin ibâdeti ancak Hakk’ın emrine imtisal için , yani (ittibâ ve ribat / tam bağ 802 lanmak-*) uymak içindir. Bu makam çok tehlikeli bir makamdır. Bazı can , mürşid-i kâmil’e rast-gelmedi ğinden bu makamda “Ben Hakk’a vâsıl oldum , ibâdet edersem şirk olur ..” – der, dalâlete ve ilhâda düşer. Halbuki bu , ibâdet etmeyin demek değildir. İbâdetinde garaz ve maksad olmasın , yaptığın ibâdeti (riyâ ve ucb* bakımından sakınarak , gözünde büyültme!) görme, demektir. / Nitekim Hasan Basrî (k.s.) hazretleri nin buyurduğu gibi ; “Hakikat odur ki , ibâdeti yapacaksın // Yaptığın ibâdeti görmemek gerçek kasdın!” yani , görmeyi terk etmektir ( Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylanî hazretleri de -hatırlayabildiğim meâldediyor ki: “Sen namazda ve namaz sende fani olmadıkça , yani sırr-ı tefanî hissiyatta sanki içinde kaybolma dıkça namaz sahih namaz olmaz.” / HK*) yoksa ibâdeti (-terk*) değil. / Nitekim Hüdayi kuddisesırruhu (hazretleri de şöyle*) buyurur : “Hakikat sanma terk-i ameldir // Terk-i rü’yet-i ameldir ki güzeldir.” … ))) Hasılı kelam bir kimse şeriatı icra etmezse, o kim-se yanlış anlayıp dalâlete, sapıklığa ve ilhâda düşmüştür. / ********** Vuslat-ı ibtidaiye* dedikleri ise; kesifliği bırakıp lâtifleşmektir, yani dalâlet kesif-lik , hidâyet lâtif-lik’tir. Nefis ve ahvâlimizi muhasebe ederek dalâleti bırakıp hidâyet hareketi ile hareket ettikten sonra senin yok olman ve Hakk’ın var olmasıdır. Senin yok olmanın mânâsı ise şudur ; sûret ve sıfat senin değildir, Hakk’ ındır. Senin yok olman , bu suret ve sıfatları* asıl sahibi olan Hakk’a verip aradan çıkman ve bir de senin sıfatlarını Hakk’ın sıfatlarında mahv-eylemen demektir.Yani senin sıfatların beşeriyettir, yaramaz huylardır, hayvan sıfatlarıdır. Yaramaz huylardan kurtulup bu huyları , Hakk’ın sıfâtı olan iyi huylara – ki , insan-ı kâmil* sıfatlarıdır – tebdil etmendir. / Nitekim Şeyh Mahmud-u Şebüsterî (k.s.) hazretleri buyurur : “Edersen hüsn’e tebdîl ger sıfâtı // Heman tebdîl edersin zât’a zâtı !” / Yani yaramaz huylarını iyi huylara tebdil edip, sendeki sûreti ve sıfatı* Hakk’a verirsen , işte o zaman yok olursun ve sendeki sûret-sıfat (tam mânâsınca*) Hakk’ın zât ve sıfâtı olur. Eğer ahlâkını (- huylarını*) tebdil etmezsen , Hakk’ı bilsen de fayda etmez, zira nefsin gururu meydana çıkar; (hem-) herkesin hakkını yerine getiremezsin , halk da senden emîn olmaz. Vuslat’tan maksat Hakkı bilmek değildir. Belki Hakkı bilmek odur ki ; hiçbir şeyi inkâr etmeyip, her şeyi Hak bilip, her şeyin hakkını verip (-beşeriyete terettüp eden ne mes’ûliyet ve ne vezâif varsa-*)yeri ne getirmek ve bütün azalarından , (-bilhassa*) elinden , dilinden , gözünden halkın emniyette olmasıdır. Bu husus ancak kalbin temizlenmesi , ruhun cilâlanması ve nefsin ıslah edilmesiyle mümkündür. / …………. Kalbin tasfiyesi , temizlenmesi ise; Hak ve hakikat yoluna girmiş olan sâlik (gerçek ehl-i tarikat / derviş*)’ in gönlüne Hak tarafından gizli sırların gelmesidir.Vuslattan murat da ancak gizli sırlar (ilhâm-ı ledünniyat*) dır. “Allahü Teâlâ nuru ile dilediğini hidâyete erdirir.” meâlindeki âyet-i kerîme ( Nur, 35.)’de buyurulması buna işarettir. Herkesin hakkını yerine getirip herkes ondan razı olur. Ve herkeste Hakk’ın yüzünü görüp daima Hakkı temâşâda olmadıkça , kimseye nur gelmez. Bu nur gelmedikçe de kimse hidâyet bulup Hakk’a vasıl olarak herkesin hakkını icra edemez. İşte zındık ve daima azabda olan muhallit (halt-eden*) denilen kimseler bu sırrı bilmedikleri için , ancak söz ve bilgi ile Hakk’a vâsıl olduk zannederek nefislerinin gururu na aldanmışlardır. Ehl-i hevâ ile (evliyâ-) ehlullah’ı ayıran bu gizli sır’dır. “Biz onlara vuslat yollarını hidâ yet ederiz.”- meâlindeki âyet-i kerîme (Ankebut, 69.) Hakk’ın cezbesi’dir. // Şimdi , yaramaz huylardan halâs olmayanlar, Hakk’a vâsıl değildirler. Vuslatları yani Hakka ermeleri sadece kendi zanlarından ibaret tir. İşte bundan anlaşılıyor ki , bir kimse şeriatın emirlerini yerine getirmeyip yaramaz huylarından kurtula mamışsa , (meselâ: akla aykırı , sağlığa zararlı ve Kur’an ahkâmına bağlı İslâm ahlâkına uymaz söz ve dav ranış olarak kötü / haram-mezmum , memnû / yasak-günah her ne varsa …*) o kimsenin kalbi tasfiye olma mıştır, yani kalbi saflaşmamış, temizlenmemiştir. Nefsi ıslah olmayan böyle bir kimseden de bu sırlar mey dana gelmez. Gizli sırların zuhur etmediği kimse ise, gururdan ve benlik davasından kurtulamaz, yalancıdır. İşte şeraitte evvela yalancı Mehdi* zuhur eder dedikleri bu gibi yalancı kimselerdir.Bu kimselerin yalancı olmaları şeriat-ı Muhammediye’yi yerine getirmemelerindendir. Zira eğer gerçek Mehdî olsaydı , şeriat-i Muhammediye’yi aynen yerine getirirdi.Mâdem ki şeriatı icra etmedi “Hakka vasıl oldum hidâyet buldum” demesi yalandır. Mehdi’den maksat, hidâyet bulmaktır ; İsa’dan maksat ise, ruhun nefisten boşalıp ruh-ül’ kuds’e tebdil olmasıdır.Yani , nefisle kirlenmiş olan ruh temizlenip pâk , mutahher, aziz bir ruha dönüşür. İşte bundan anlaşılıyor ki , yaramaz huylarından halâs olmayıp, şeriatin emirlerini yerine getirmiyorlarsa , bu gibi kimseler, “Hakka vasıl oldum , erdim” diye vuslat iddiâsında bulunsalar da yalancıdırlar. Çünkü bir kimse hidâyet bulmadıkça , yani doğru yola ulaşmadıkça Hakk’a vâsıl olamaz. Eğer hidâyet bulmuş olsaydı şeriatı kabul edip emirlerini yerine getirirdi. Mâ’rifetullah dediğimiz Hak bilgisine böyle vasıl olup Ayn-el’ 803 yakîn* makamındayken kendini hakikate vasıl oldum zannedip Hakk-el’yakîn* makamında olduğunu iddiâ eden âşıklara Bâri Teâlâ hidâyet edip bu makama getirmeyi murad ederse, “Allahü Teâlâ dilediğini nuru ile Hak yoluna hidâyet eder.” - meâlindeki âyet-i kerîme gereğince Hak tarafından o âşığın gönlüne hidâyet nuru* tecelli eder. İşte bu tecelli’ye cezbe-i Hakk*, sırr-ı hafî , ruh-ul’kudüs ve ruh-u izafî derler. // …………………………………………………………………………………………………….. Hazret-i İsa’nın gökten inmesi ve Mehdî’nin çıkması da şudur ki ; bu âşığa hidâyet yetişip kendi vücûdu , ayıpları ve eksiklikleri aşikâr olur, açılır. Kendi hallerine baktığı zaman görür ki , erenlerin hallerinden hiç biri kendisinde yok. Ne şeriat emirlerini , ne de tarikat emirlerini icra edip kalbini tasfiye etmemiş, ruhunu cilâlamamış ve nefsini temizlememiş olup daima hevâ ve heveste ve gaflettedir. Nefsin gururuna son derece aldanıp köpek-lik sıfatları ile halkın gönlünü yıkar ve bazı kimselere de tilki-lik sıfatı ile hilekârlık eder. Keşfi açılınca görür ki , evvelki yaramaz huylarından ve hayvan sıfatlarından kurtulamamış, ahlâkını asla düzeltememiştir. Kendini kâmil (ergin-olgun ruh*) olarak görmesinin nefsinin gururu ve hilesi olduğunu anlayıp, uykudan uyanır gibi gafletten uyanıp, kendini böyle ayıp ve noksanlar içinde görünce, istiğfar ederek feryad ü figan edip, şeriate gereği gibi yapışır. Nefsini hesaba çekerek yaramaz huylarını günden güne iyi huylara dönüştürür. Halka muhabbet edip eksikliği kendinde ve tamamlığı halkta görmeye başlar. Zira o zaman Hak’dan başkasını göremez, kendini baştan aşağı isyana gark-olmuş görerek feryâd eder.Ve nihayet görür ki , kendini Mehdî zannederken meğer Deccal’mış, yani “Hidâyet bulup Hakk’a vasıl oldum” demesi yalanmış. Hallerinin hepsi nefsin hilesi ve gururuymuş ve kuru iddiâdan ibaretmiş. Bu hallerden dolayı dertli olan Hak yolcusu sâlik , daha önce yalancılık ile velilik iddiâsında bulunduğu için hakiki eren lerden hayâ ve edeb edip, yüzünü yerlere sürüp feryâd ü figân ederek onlardan yardım ve meded istemeye başlar. O gerçek erenler de bu zavallının feryâdına merhamet edip, kendilerini ondan gizlemezler. Gönlüne nazar edip evliyâullah’ın yolunu ve itikadını , inancını , tevhidini ve âdâbını gösterip, onu tarîk-ı müstakîm , yani Hak yoluna koyarlar. Erenlerin himmetleri sebebiyle bu kimseye Hak tarafından hidâyet yetişip gizli sırların tecellisi zuhur eder. İşte o zaman bu kimsenin beşeriyeti ve yaramaz huyları iyi huya dönüşüp, zâtı ve sıfâtı mahvolup; irâde, kudret, gurur ve davâ kalmaz ve meydanda Hak’dan başka bir şey de kalmaz. Halk’a olan mehabeti gittikçe artar. Halk ondan emniyette olup, herkes ondan hoşnut ve razı olduğundan Hakk* tarafından sevilir ve mahbûb-u Hak ve veliyyullah’dan olur. Yani , Allah’ın evliyâsı olur. O zaman bu kimsenin vücûdundan gerçek Mehdî * zuhur edip şeriat-ı Muhammediye’nin emirlerinin hepsini yerine getirir ve Hazret-i İsa* bu kimsenin gönlü göğünden kalbe inerek Deccal’ı Mekke kapısında mızrak ile vu rup öldürür. Mehdi* imam olur ve Hazreti İsa* ona uyarak namaz kılar.Yani bu demektir ki , nefsi ruh olur ve ruhu ruh-ül’kuds’e dönüşür. Hazreti İsa* Mehdi’ye uyunca , yani Hak tarafından gizli sırlar tecellisi zu hur edince, nefis ruh olur ve ruh da ruh-ül’kuds olup hidâyete erer. Mızrak’tan murad , muhasebe; Deccâl’ den murad da nefistir. Çünkü nefis baş kaldırıp, bilmek’le ve söz ile hakikate erdim diye sâliki aldatıp guru ra ve davâya düşürmüştü. Şimdi mâdem ki ruhu ruh-ül’kuds* oldu , hidâyete erdi ; kendisinin gaflette olup (yani , gaflette olmasından …*) nefsinin gururu ve hilesi , ve fasid yani kötü fikirlerle, bâtın dediğimiz iç âleminin kirli , mülevves olduğunu öğrenip bildi ; o zaman gönül kapısı önünde kendi muhasebesini yapıp nefis Deccal’ini katleder. İşte o zaman sâlik’in vücûdundan gerçek Mehdi zuhur eder ve Hazreti İsa nazil olup Mehdi’ye uyar ve şeriat-i Muhammediye’yi harfiyyen icra eder. Bundan anlaşılıyor ki , Hakk-al’yakîn makamına şeriati icra etmeyenler vasıl olamamışlardır. Onlar yalancılardır, yanlış yoldadırlar, temkin ve istikamet bulamamışlardır. Zira temkin ve istikamet bulan âşık , şeriatı inkâr etmez.Gereği gibi icra edip her şeyin hakkını vermezsen , daha şeriat’ın hakkını veremiyorsun demektir ; nerede kaldı ki başkalarının hakkını icra edesin. // Ey Divâne, biz yine kendi sözümüze gelelim ; …………………………………….. Ubûdiyetini yani kulluğunu bil , demek ; ancak zâhiri görebilen halk gibi yanlış anlayıp da kendini başka , Hakk’ı başka görüp şirk et, demek değildir. Ubûdiyetten yani kulluktan murad edilen , senin cüz’i ve fâni olmandır. Anasır (dört temel unsur : “ana-sır !” ) denilen , seni meydana getiren maddelerin aslına dönüş mesi ve senin tebdil ve tağyir olmandır. Ruhun ruh’a , anâsırın ana-sır’a dönüştüğü vakit bâki olursun ,yani cüz’(-parça*) iken küll (-bütün*) olursun. Can Hakk’ın zâtından ayrı değildir. Göz, kulak , el ve ayak hep Hakk’ın âleti-dir ve onlar da Hakk’ın zâtıdır. Senin ne tende ne de canda alâkan var. Bâri Teâlâ zâtında mev cut olan kudretinin kemâlini senin vücûdunda icra etmeyi murad edip teni cana âlet etti ve tenin sevk ü 804 idaresini cana verdi. İşte o ten ile o cana bir isim kondu. Hak senin vücûdundan o isimle meydana çıkıp nasıl hareket etmek isterse sen de öyle hareket edersin. Meselâ ; Hâdi* ismiyle meydana çıkmışsa hidâyet hareketleri ve güzel işler yaparsın. Eğer Mûdil* ismi ile meydana çıkmışsa dalâlet hareketleri ve sapıklık lar yaparsın. İşte bu isimle Hakk’ın senden zuhurunu , senden aşikâr olduğunu bilmeyip, Hakk’ın varlığını kendi varlığın bilip; ben yaptım zannedersen , şirk edersin. Şimdi ubûdiyetten murad , senin cüz’ülüğün idi. Bunu anladınsa ubûdiyetini , yani kulluğunu buldun. Öyleyse bundan sonra da ülûhiyeti kendi vücûdun da bul. Yani , Bâri Teâlâ senin vücûdunu kendisine âlet-edip, Hak senden senin isminle zuhur etmiş, mey dana çıkmıştır. O vücûd sen değilsin , Hak’tır. Sen bunu bilmediğin için , ben zannedip şirk ettin. Hak senden , senin isminle göründüğü için ; evvel sensin , âhir sensin , zâhir sensin , bâtın sensin ; yani gizli ayân sensin ; kendini bilesin. / Sen ruh yönünden ve anâsır’ın müfredliği , yani tek madde oluşu yönünden evvelsin. O müfred , yani tek olan anâsırın bir yerde toplanıp karışım olması yönünden âhirsin. Resûl Aley hisselâm Hazretleri’nin , “Gelişte son , fakat yaratılışta ilk’im.”- meâlindeki hadîs-i şerîfi buna işarettir. Ve anâsır yani seni meydana getiren maddeler yönünden zâhirsin , ruh yönünden bâtınsın. Kezâ anâsır yönünden fânisin , yok olucusun ; ruh yönünden bâki’sin yani ebedî’sin. Tebdil ve tağyir olman yönünden halksın ; ruh bedenden ayrılıp ruh ruha , anâsır anâsıra ve her organın aslına dönüp bâkî yani ebedî olduğun için Hak’sın. Anâsır cihetinden halk’sın , ruh cihetinden Hak’sın . Semi’sin , Basîr’sin , Mürîd’sin ve Murad’sın , Hayy’sın , Kayyûm’sun , Kahhar’sın , Rezzak’sın , Vehhâb’sın. Sözün hülâsası bütün esmâsı , ef’âli ve sıfâtı ile Hak senden zuhur edip, Hakk’ın gören gözü , söyleyen dili , işiten kulağı , yürüyen ayağı ve Hakk’ın bütün tasarrufu yani her şeyi yapması senin vücûdundan meydana gelir. Nitekim Hazret-i Ali kerramellahü-vecheh*, “Sen kendinin küçük olduğunu zannedersin , fakat bütün büyük âlemler sende dürül müştür.”- buyurur. / Sen bütün kâinatı kendinde toplamışsın.Yani , bütün kâinat sende mevcut. Hak ve halk ın cümlesi sende mevcut. Ama sen bunu bilemediğinden kendini küçük zannedersin. Şimdi gafil olma , özünü bil ; Hakkı kendine ve kendini Hakk’a perde ve engel etmeyip daima yoklukta , aczde ve niyâzda ol . Bu niyâzı anladınsa , Hak* kimdir ve halk* kimdir (?) fark-edip dalâlet ve ilhâddan emniyette olup insan-ı kâmil* oldun. İşte bunları da anladınsa , bir başka türlü de beyan edelim ki; âşıklar ve sâdıklar, ubûdiyeti ve ülûhiyeti kendi vücûdlarında bulup, Ene-l’Hakk (*)’ı … Hüve-l’Hakk (*)’a … ; yani “-ben Hakk’ım …” sözünü ,“O Hak’tır …” sözüne çevirip, Ene* ile Hüve’yi biribirlerine perde ve engel etmesinler. / Ey benim cânım , Ene-l’Hakk’ı* Hüve-l’Hakk’a*, yani ; ben Hakk’ım* sözünü , O Hakk’dır …* sözüne tebdil etmek lâzımdır. Çünkü senin vücûdun Hakk’ın bir azâsı yani organı gibi-dir. Hakk’ın tüm vücûdu değildir. Deniz den alınmış bir bardak su gibisin , yani deniz değilsin amma denizden başka bir şey de değilsin. İşte bu nun gibi , eğer sen Hakk’ım (*) dersen; senin , benim ve cümlenin vücûdu hep birden Hak’tır, yoksa yalnız senin ve benim vücûdumuz değil. Eğer sen Hakk’ım dersen , sanki bir el ve ayağın , ben tamam âdemim diye adamlık iddiası etmesine benzer. Bir el veya ayağa adam denilir mi ? Tabii ki denilmez. Fakat bütün organların hepsi yerli-yerindeyse hepsine birden adam denilir. İşte bunun gibi yer-gök ve bütün hayvanlar, ve insanların hepsi …* insanda mevcuttur. Fakat muhtasar ve bilkuvve* vardır ; mufassal ve bütün teferru âtı ile değil. İşte mufassal olan varlığa , yani kâinata “âfak veya âlem-i kebir ” ; muhtasar ve bilkuvve mev cut olana da “enfüs veya âlem-i sagîr ” yani “küçük âlem” denilir. Öyleyse âlem-i sagîrin ve âlem-i kebîrin cümlesi birden Hakk’ın vücûdudur, yalnız enfüsün yani âlem-i sagîrin değil. Çünkü sen cüz’sün , küll değil sin. Alem-i âfak ve âlem-i enfüsün cümlesi küll (-hepsi / bütün*)’dür. Görüyoruz ki , Hakk’ın her kudreti bir sıfattan zuhur etmiştir. Meselâ kuşlar uçar, insan uçamaz ve insandaki kudret de hayvanlarda yoktur. Çünkü insan mahzar-ı tâm’dır. Yani Hakk’ın bütün kudretlerinin zuhuru (-açığa çıkması*)’na mahâl olabile cek mahiyettedir ve insanların da her birinden bir başka kudret zuhur etmiştir. Kiminden güzel yazı yazmak , kiminden sâir sıfat, senden ve benden günâ-gün çeşitli kudretini zuhura getirmiştir. Senden senin vücûdunu kullanır ve senin emrini bilir ; benden benim vücûdumu kullanır ve benim emrimi (yani , iş ve eylemimi *) bilir. Bizim ubûdiyetimiz ve cüz’lüğümüz bu kadarcıktır ki ; sen benim hâlimi bilmezsin , ben de senin hâli ni bilmem (yani bilemem*). Ama senin kendi halini bilmen ve benim de kendi halimi (… bile-) bilmem , Hakk’ın bilmesi-dir ; senin ve benim değildir. Fakat biz ona “ biz-lik* ile cüz’-lük bilmesi ”-dir, deriz. Zira “Bâri Teâlâ cümle ile-dir.” denmesi işte bu cüz’-bilgisidir ki , senin halini senden benim halimi benden bilir. ………………………… Şimdi , Bâri Teâlâ’nın ilmi bundan ibarettir zannetme. Sadece kendisine mahsus olan ilmi vardır. Bu ilim 805 sana ve bana değildir. Zira Bâri Teâlâ senin hâlini ve benim hâlimi bilir. “Cümle (Muhalefetün li-l’havâdis ve “Allah-üs’samed” derken belli zaten herşey-*)’den münezzehtir ” (*) dedikleri bu mânâdadır. Lâkin bazı âşıklar vardır ki , Hak ile ülfet ve ünsiyet edip küll*-bilgisi’ne de nâil olup, herkesin halini ve herkesin gön lüne geleni bilir. İşte bütün mahlûkatta olan vücûd ve hareket hepsi Hakk’ın-dır. Her varlıktan bir başka türlü kudretini meydana çıkarmıştır, hepsi Hakk’ın kudreti-dir ve Hakk’ın ne kadar kudreti varsa herkesden gizli-dir. Fakat bazı velîlerden öyle (fevk-al’beşer …*) kudreti zuhur eder ki , dünyada olan insanlar hepsi bir-araya toplansalar, o hâli yapamazlar ; âciz kalırlar. Öyleyse bütün bunlara binâen Bâri Teâlâ bu mahluk tan başka bir vücûdu olmaktan (?!) münezzehtir ve Hakk’a mahlûktan başka bir varlık olarak inanan kim-se, şirk’te-dir. Eğer bu izahtan anlaşılmadıysa , bir başka türlü beyan edelim. Benim cânım , benim “-ben …” dediğim Hak’tır - demek; benim ne bedende ne de canda alâkam var (!) demektir. Beden ve ten Hakk’ın sıfatıdır, can ise zâtı-dır. Ama ben Hak değilim demek , bütün vücûd hepbirden Hakk’ın-dır demektir. Yoksa yalnız senin ve benim vücûdum değil.Çünkü Hak Teâlâ senin ne aynın-dır ne de gayrın-dır. Meselâ aynada görünen suret senin kendin değildir, sûretin-dir ama o suret gayrin de değil , senin-dir.Şimdi Hak* senin aynın olmadığı gibi , sen de Hakk’ın tamam vücûdu değilsin ; bir azâsı bir organı gibi-sin , ama Hak* senin gayrın değildir, sende görünen suret (*) Hakk’ın-dır, senin değildir. “Allah , Ademi sureti üzere halk etti.”- (yani , insan modeline nefha-i ilâhiyet tek kendi ruh hassası sıfat-ı sûret verdi.*) buyurulması (*) bu mânâdadır. İşte bunun için Hakk’ın kudreti her şeyde gizli-dir. Her-kes’den ve her şey’den hareket eden ve her şeyi işleyen Hak’tır. Halk (-kul / mahlûkat*) Hak olmaksızın hareketten ve fiilden âcizdir. Onun için herkesde görünen suret ve yüz Hakk’ın sureti ve yüzüdür ; herkesin değildir, zira herkes âcizdir. Bâri Teâlâ herkesi istediği gibi kullanır. Binaenaleyh Bâri Teâlâ mahlûktan başka vücûdu olmaktan (?!) münezzehtir. Dikkat edersen “Kulun rızkını veren Hak’tır ”- derler. Hiç şimdiye kadar Hakk’ın halktan başka bir vücûdu olup da kula rızık verdiği yoktur. Herkes rızkını Allah’dan ister ve lâkin kul elinden zuhur eder. Kimse dikkat edip araştırmaz ki , bu hâl ne haldir ; kul kimdir, Allahü Teâlâ kimdir ? Kimse bilmez, böyle gaflette geçer-giderler. Bundan bari anla ki , Bâri Teâlâ kullarından ayrı değildir, belki kullarının vücûdundan zâhir de ve bâtında tasarruf eden Hak’tır. Fakat kullarını kendine perde ve âlet etmiştir, hakikatte her işi işleyen Hak’tır. Ama sen kör ve gafil (-aymaz*) olursan (-anlayamaz da işi yapan*) kul (yani , irâde sahibi insan*) zannedersin.Öyle sanma; zira sen senin ardında kalmışsın , Hakk’ı göremiyorsun. Bari Karagöz oyunundan hisse al. Arif-i billâh her şeyi künh*(-öz*) ile aslını bildiler. Onun için Ene-l’Hakk*-ı , Hüve-l’Hakk’a tebdil ettiler. / ******************************************************************************** Sürüb ismin dilde tekrar eylerim // Varlığım seninle ben var eylerim Koma beni etmem (hem*) dert ile âh // Yakarım dünyayı hep nâr eylerim Aşk-ı pâkin boynuma zencîrini // Takmışım Mansûr olup dâr eylerim Ene-l’Hakkı mahvedüb sende şehhâ // Hüve-l’Hak zikrini herbâr eylerim (“şeyh-â / … ? ) Beni sende seni Hak’da mahvedüp // Hakkı sende seyyidim var eylerim Cemâlinden okuyub âyetleri // Şerh edüb lezzât-ı tekrar eylerim Vech-i pâkin ismidir ümmü-l’kitâb // Bu Selim (can*) ânı ezkâr eylerim **************** Şimdi kendini aradan çıkarıp varlığı Hakk’a vermelidir. Biz arada yokuz, varlık O’nun-dur. Kulluğu ve Allah’lığı bu (ülûhiyet ve ubûdiyet’e dair *) izahtan anlamadınsa , bir başka türlü beyan edelim. Sende ulûhiyet var, ubûdiyet var.Yani sende Allah’lık ve kulluk var. Burada kulluktan yani ubûdiyetten maksat, senin cüz’i oluşundur. Sen Hakk’ın bir organı , azâsı gibi-sin; tüm vücûdu değilsin. Ulûhiyetten , yani Allah’ lık*-tan maksat ise, sendeki vücûd – ki , cüz’î-liğin idi.- Hakk’ındır ; senin değildir. Cüz’i olmandan dolayı kul’sun. Kulluğun dolayısıyla o cüz’i-liğin ile de alâkan olmayıp sendeki cüz’î vücûdun Hakk’ın bir yüzü olması nedeniyle Hak’sın. İşte bu hususu anladınsa , sende hem seni buldun hem Hakk’ı buldun. Çünkü senin vücûdun Hakk’ın bir azâsıdır, bir organıdır. Sen yok’sun ; öyleyse sende ne irâde-i cüz’iye ve ne de irâde-i külliye var ; cümlesi Hakk’ın-dır. Çünkü herkesdeki vücûd Hakk’ın vücûdu-dur. Öyleyse vücûdun sahibi vücûdunu nasıl isterse öyle kullanır ve hangi azâsını nasıl isterse öyle hareket ettirir. İşte bundan bütün halkın âciz olup, tasarrufun Hakk’ın (mutlak kabza-i Kudret takdir-i tasarrufu*) olduğu anlaşılmış olur. Çünkü senin vücûdun Hakk’ın bir azâsıdır, senin her yönden azâ sahibine ihtiyacın vardır. Sen zelîlsin , âcizsin; aczini unutma , itiraf et. Sen zannettiğin vücûd sahibinin emirlerini tutup, yasak ettiklerinden daima 806 sakın ; kullukta ve niyâzda ol. Ey benim cânım , hakikatte halk Hak’tan ayrı ve başka bir varlık değildir. İşte bu beyanlar Bâri Teâlâ’nın kudretinin kemâlini ve kulun elinde bir şey olmayıp, kemal mertebede âciz liğini ispat edip, kulun şânına lâyık olan hareketin daima âcizlikte, kullukta , niyâzda olması … olduğunu bilmek içindir. Bunları yazmaktan maksat, bazı taklitçilerin ters anlayıp “Ben Hakk’ım” diye Firavun-luk davasına kalkışıp, -Allah esirgesin- kulluklarını kaldırıp Hakk’ın emirlerini tutmamaları ve Hakk’ın şan ve şerefine lâyık olmayan sözler söyleyip imansız gitmelerine sebep olmalarıdır./ Şunu iyi anlamak gerekir ki , Bâri Teâlâ halk-eder demek , Hakk’ın zâtı sıfâtına tecelli eder demektir.Yani sıfat yüzünden görünen zâttır. Nitekim Peygamberimiz Aleyhisselâm Hazretleri ,“Dünya ve âhirette Allah’tan gayri yoktur.”- meâlindeki hadîs-i şerîf ’de buyurmuşlar (ve bu hususu duyurmuşlar-*)’dır. Bundan da anlaşıldığı gibi , bütün eşyanın her birisi iki cihandır. Her eşyanın zuhuruna “dünya , halk ve fani ”- derler. O ise Hakk’ın zâtı idi , sıfat yü zünden görünmüştü.Ve bütün eşya aslına dönünce “Hak , bâki ve âhiret”- derler. Bu ise Hakk’ın sıfatıydı , zâtına rucû etti ; zâtına döndü demek olur. İşte bunlardan ne demek istendiğini anlayıver … // Arif ol gayri değil oldur giden oldur gelen // Suretâ gider görünür ne gelür ol ne gider Şimdi bu izahtan yanlış anlayıp, haşr u neşri ve şeriatı inkâr etme; bilhassa çok aziz tut ve hakikati şeriata tatbik et. Eğer uygun gelirse, o hakikattir ; yoksa yanlışlık sendedir. Çünkü mârifeti - bilgiyi , ehil olmayan dan almışsın. Onun için ehil bir mürşid-i kâmil ara ki , sana irfanı -/ ilm-i ilâhi’yi olduğu gibi dosdoğru ver sin. / Aziz Nefesî kuddise-sırruhu buyurur ki , “Bir kimse halkın sıfatı ile Hakk’ın sıfatını fark etmez ise, o kim-se yolunu şaşırmış ve azmıştır ; halkı şaşırtır ve azdırır.” ooooooooooooooooooooooooooooooooo Halkın sıfatı demek ; anâsırın tabiatı demektir.Yani vücûdumuzu meydana getiren maddelerin karakteri ve tabiatı demektir ki , nefis dedikleri budur. / Hakk’ın sıfatı demek ; ahlâk-ı hamîde*denilen güzel ahlâk , yani ruhaniyet’tir. Çünkü ruh bütün ef’âl-i kabîha denilen çirkin ve kötü hallerden ve işlerden münezzehtir. Allah korusun* zinâ ve livâta edip, şarap içip, her türlü kötülüğü işleyip, sonra da “Ben arada yok’um , bun ları Hak işledi” diye nefsin hevâ ve hevesini , kötü ve çirkin işlerini Hakk’a (kader-yazgı*) isnad etmemeli dir. Eğer senden bir noksanlık bir hatâ meydana gelmişse, kendi kusurun olduğunu idrâk edip Hak’tan affını iste. Nitekim Adem Safiyyullah* küçük bir hatâ işledi , derhal hata ve eksikliğini kendi nefsinden bildi , niyâzda bulundu ve afv-edildi. Şeytan ise Hakk’ın emrini tutmadı , kendisinin hatâ ve dalâletini Hak’dan bildi , onun için tard-edildi ve huzurdan kovuldu. Gerçi hidâyet ve dalâlet hakikatte Hakk’ın fiilidir, fakat edep lâzımdır ve edeb icabı da şöyle niyâz edilir : “Yâ izzet sahibi olan Rabbim , bu noksanlık bendedir ve benim anâsırımın hidâyete isti’dâd ve kabiliyeti olmadığından dalâlete kullandın.” – diyerek noksanlık ve hatâyı kendinden bil ; fakat kendinde zerre kadar hareket ve kudret olduğuna inanmayasın ki , şirk etmiş olmayasın. Bütün cüz’i irâde ve küllî irâde Hakk’ın-dır. Bundan yanlış anlaşılıp Cebriye ile sıfat-ı ilâhiye olan “Mürîd” birbirine karıştırılmasın. Ehl-i zâhirin irâde-i cüz’iye isbat etmeleri Hakk’ın kudretini iyi bil mediklerindendir. / Öyleyse bunları anladıktan sonra şunları da bilmelisin ; Peygamberler gönderilip emir lerden ve yasaklardan murad , Hakk’ın rızâsında bulunmaktır. Hakk’ın rızâsı ile dalâleti bırakıp hidâyet ha reketleri ile hareket etmektir. Hakk’ın bu halk yüzünden zuhuru Hâdi ve Mûdil* isimleriyledir. Evliyâullah’ tan Hâdi , avâm-ı nâs’dan ise Mûdil ismiyle zâhir olur. Öyleyse Evliyâullah* Hâdi , avâm-ı nâs ise Mûdil ismi’nin mahzarı oluyor. Gerçi hidâyet ve dalâlet, hakikatte Hakk’ın varlığının tecellisi-dir, hepsi O’ndan çıkar. Fakat dalâlete Hakk’ın rızâsı olmadığından peygamberler ve mürşidler gönderilmiş olup halkı hidâ yete dâvet etmişlerdir. Bunları anlayıp hidâyet hareketi ile hareket edip, şeriatın emirlerine riâyet edip dört kapıdan baş gösteren âşığa aşk-olsun ! // xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx Yukarıda irâde-i cüz’iye* ve irâde-i külliye* Hakk’ın-dır, demiştik. Şimdi burada şu süâl akla gelebilir : “Mâdem ki irâde-i cüz’iye ve irâde-i külliye Hakk’ın olup, bende irâde yok-tur ; o zaman nasıl hidâyet hare keti ile hareket edeyim ?” / Evet; cevabı budur ki , insanda kalp vardır ve kalbin iki tarafı vardır. Bir tarafı halkla olup çokluk âlemine ve halka açılır. Bu gaflete ve çokluk âlemine açılan taraf, kesâfete ve dalâlete meyl-eden hayvan sıfatları-dır; yemek , içmek , şehvet ve dünya-lık* muhabbeti gibi. / Kalbin diğer tarafı , Hakk’a ve vahdet âlemi’ne açılır ki , hidâyete meyl-eder ; lâtifdir, ruhâniyet sıfatı-dır. Evet , herkeste kalp vardır ve herkesin meyli iki tarafa-dır. İşte kalbi Hakk’a açılıp Hak’la kaim olan âşıklarla ülfet ve sohbet edersen , onların gönlünden senin gönlüne feyz ve hidâyet yetişir ; senin kalbinin de halka olan tarafı kapa 807 nıp Hakk’a olan tarafı açılır. Zira gönül gönülden nem kapar. Bakmaz mısın ki , kasavetli sıkıntılı bir adam ın yanına vardığın zaman , kasavet ve sıkıntı onun gönlünden sana sirâyet eder, sende de hasıl olur. Eğer şâd ve neş’eli bir kimsenin yanına gidersen sen de şâd olursun ; kasavetin gider, neş’e gelir. Eğer başka bir soh bet veya dünyaya ait bir sohbet olsa , meclise ağırlık ve kasavet çöker ve meclistekilerin de hepsinde gaflet zuhura gelir, Hakk’ı unuturlar. Ama Evliyâullah sohbeti olsa veya Evliyâullah’tan bir zât mecliste bulunsa , o meclise ruhaniyet gelip, orada olanların gönlünden dünyalık muhabbeti çıkıp gafletten halâs olurlar ; fâsık lar bile hep Hakk’a muhabbet ederler. İşte bunlardan anla ki , eğer sen hidâyet istersen ehlullah meclisi-ne devam et, ve erenlerin sohbetini dinle; tâ ki senin gönlüne de hidâyet gelsin. Bâri Teâlâ da sana hidâyet edip sen de ehlullah’dan olursun. Ama böyle olmayıp da ; fasıklar, şâkiler, hevâ ve heveslerine bağlı kimse lerin meclisine gider, onlarla sohbet edersen , ehlullah’dan olsan bile fâsık , gâfil ve ehl-i hevâ ü heves’den olursun. // Şimdi de gelelim , EZEL ve EBED tâbirlerine; ??????????????????????????????????????????? Hakikatte ezel ve ebed yoktur. “Ezel ve ebed” tâbiri anlatabilmek için-dir. Eğer “ezel” olsaydı , Hak Teâlâ’ nın ibtidâsı olması lâzım gelirdi. Bâri Teâlâ dalâletini hidâyete tebdil edip, hidâyet halk-eder. Eğer ezelde nasıl idiyse öyle olmuş olsa , peygamberler ve mürşidler gönderilmezdi ; ezelde “saîd” olan said (-mutlu*), “şakî ” olan da şâki (-haylaz / günahkâr *) olurdu. Fakat hakikatte hâl böyle değil-dir. Çok kere görüyoruz ki ; bir şâki , bir fâsid , ehlullah’dan birine bağlanıp, onun terbiye ve derslerine tâbi olur ve Bâri Teâlâ onu şâki iken saîd ediverir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allah dilediği hükmü kaldırır, dilediği hükmü yerinde bırakır ve dilediği hükmü değiştirir ; bütün kitapların esası olan levh-ı mahfûz* O’nun katında-dır.” – meâl inde buyurulduğu gibi , bu ezel tâbiri Hakkı bilmemek’ten dolayıdır. İşte bu husus ayak kaydırır ve tehlikeli dir. Ancak kader sırrı’nı bilen kişi (?!) gerçek hâlin ne olduğunu bilir. // Şimdi , SENİN EZELİN NEDİR ; onu bilelim : ????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????? Anâsırdan olan cesedine ruh girip, kulluk üniformasını giyip, aklın kemâle gelip, şeriat emirleri ile sorumlu olduğun gün senin ezelin-dir. Eğer bir mürşid’e teslim olup Hakkı bulursan , (bezm-i ) ezel gününde “belâ / evet!” deyip ikrâr edersin. Ve eğer tarikata girmezsen , mürşid’e teslim olmazsan ; “neâm / evet!” deyip Hakkı inkâr edersin. Her ne kadar “belâ ve neâm” kelimeleri aynı mânâda ise de Ehlullah indinde ayrı-dır. Ehl-i vuslat denilen “ehlullah” olanlar ezel gününde belâ deyip Hakkı ikrâr ettiler. Ama kâfir olanlar neâm deyip Hakkı inkâr ettiler. Kâfir diye Hakkı örtenlere derler. Burada kâfir-den maksadımız Yahudi ve Nasâra değildir; maksat Hakk’a vâsıl olmayanlardır. Zira onlar hem Hakkı ikrâr ederiz derler, hem de şirk ederler, yani Hakk’a ortak bir-çok Hak tanırlar. Eğer bir kimse kemâl derecede Hakkı bilmiş ve anlamışsa , o kim-se Hakk’ın kazâsına râzı olup belâsına sabr-eder. Kimseye ihtiyacını arz etmez. Çünkü belâya sabretmek Hakkı kemal derecede bilmenin neticesidir. Bazı makam vardır ki , o makam zuhur eden belâya sabretmekle geçilir. Bâri Teâlâ o makamda olana bir belâ , bir musibet verir. O kimse de ona sabreder ve Hak Teâlâ “Kulum sabr etti-” diye o makamdan geçirip “mahbûb” (-sevgi ve hoşnutluğuna lâyık kul*) edinir. Yani Hak tarafından “sevilmiş” olur. Ama hak yoldan sapmış olanların cahilliklerinden yanlış anlayıp “Sen Hak’sın , Hakkı bil din ve Hakk’a vasıl oldun. Bundan sonra ne makam var, ne de olacağın bir şey var. Artık sen Hak’sın …” demeleri , dümdüz yürüyüp makam falan tanımadıklarından , dalâletlerinden ve gizli sırları bilmediklerinden dolayıdır. Halbuki bilmezler ki , makamdan murad gizli sırlar zuhur edip ruhun cilâlanması , kalbin temizle nip saflaşması , nefsin islâh edilmiş olması , hasılı bütün hayvan huy ve sıfatlarından , halka hile etmekten , yalan söylemekten kurtulup nefsi ruh , ruhu da Hak olup Hakk-al’yakîn* makamında daima uyanık olup, asla ona gaflet zuhur etmemesidir. Yoksa amelsiz yalnız bilmek-le hayvan sıfatlarından kurtulunmaz. Böyle olanlar kendilerini aldatırlar ve asla Hak’tan haberleri yoktur ve herkesi taklid (din irfan-ı fıkhından mahrum mukallid*) zannederler. Şimdi bu hususları güzelce anlayıp tam ve temiz bir inançla Hakk’ın belâ ve musibet lerine sabreden âşık (gerçek müştâk-ı Hak*), Hakk’ın her sırrını öğrenir ve halkın belâ (-lara*) - musibetlere sabr-etmeyip ( bu vaziyet*) türlü türlü belâlara mübtelâ olduğunu görür ve onlara acır. Cenâb-ı Hak âşık kul larını belâ ve musibetlerle imtihan eder. // aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa Arif-i billah denilen , Hakkı tanıyan - bilen kimseler ile Evliyâullah denilen Hak velîleri’nin Hakk’ın cemâli ni temaşâ etmelerinde çok farklar vardır. Arif-i billâh’ın görüşü ilim-dir , Evliyâ’nın ise ayrı (-farklı*)dır. Meselâ : Arif-i billah*, “Hakkı gördüm ve bildim” der ; fakat gaflettedir. Ama Evliyâullah’ın görmesi ayrı dır , yani yakınlık ve uyanıklık-tır. Mesela onlar cezbe ile Hak mertebesine yakınlık tahsil etmişlerdir ki , güya zâhirlerinde ve bâtınlarında vücûdları kalmayıp, vücûdlarından her fiili işleyen Hak’tır diye kendi 808 vücûdlarını kemal derecede yakınlıktan ve uyanıklıktan mahvedip Hakk’ın vücûdunu (yani , “Vâcib-ül’ vücûd” tâbir-i mefhûm meâl-i mânâsınca “zorunlu -gerekli- varlık” Allah!) görüp çok terbiyeli olur, Hakk’ ın kendilerine yakınlığı hususunda bir nefes kadar bile gâfil olmayıp yalnız oldukları zaman bile kendilerini Hak’la beraber görüp, edeplerini muhafaza ve devam ettirirler. Her zaman Hak’la kaim olup, her an Bâri Teâlâ’nın meclisinde ve huzurunda olduklarını bilirler, asla gaflet zuhur etmez. İşte bu Evliyâullah makamı dır. // eeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee A-benim cânım ! Bir çok canlar mürşid-i kâmil’e rast-gelmediklerinden Hakkı bilememişler, yanlış anlayıp dalâlete düşmüşlerdir. Bunları yazmaktan maksadımız, onları uyandırmaktır. Yani Hakk’ın kudretini kemâl derecesinde ve (de*) halkın zillet ve âcizlikte kemal derecede olduklarını anlayamadılar. Bütün hâl ve hareketlerinde, hatta nefes alıp vermekte bile Hakk’a muhtaç olduklarını düşünemeyip, Hakkı ve halkı fark-edemediklerinden nefis ve benlik tesiriyle Ene-l’Hak* yani ben Hakkım der , veya Allah korusun tama men inkâr ederler. Kerâmeti de inkâr ederler. Hakk’a itikad (tam inanç yani içten bağlılık*)ları noksan oldu ğundan Bâri Teâlâ onlara türlü türlü dertler verir , onlar da sabr-etmeyip edepsizlik ederler , hatta Hakka söğerler. Ve bir tarikata mensup âşığa bir musibet gelse, o âşık da o musibeti kendi noksanlığından bilip sabretse ve Bâri Teâlâ’dan o musibet karşılığında yüksek makam ve Hakk’a yakınlık ümid etse, o edepsiz kim-se hemen şeytan gibi bu âşığın karşısına çıkar ve “Be-hey divâne, be-hey ahmak. Çektiğin zahmet yanı na kalır. Belki sen Tanrı’dan büyüksün.” - der, veyahut “Ne makamın , ne de mertebenin ve yakınlığın aslı vardır ”-diyerek o âşığın itikadını bozmaya çalışır. Halbuki bilmez ki , Bâri Teâlâ’nın her işinde bir çok hikmet vardır, kul bilmez fakat velîler bilirler. (Rabbim mertebe-i ilmini itibar-ı keyfiyet takdirince tayin edip bildirir birçok gönül ehline vesselâm!*) Bu gibi kişiler evliyâların da görmediğini ve bilmediğini zanne derler. Çünkü evliyâullah’ın ilmini ve hâlini kendileri ile kıyas ederler. Böyle fâsid ve bozuk itikadda olan lara Bâri Teâlâ türlü türlü belâlar verir, onlar da sabretmezler. Sabretseler dahi velîlerin sabrı gibi teslimiyet ve rıza , ferah ve sürûr (sevinç / meserret*) ile değildir. Belki Hak’tan yüz çevirmek ve çâresizliktendir. Hakkı kemâl derecede bilenler ancak velîler-dir. Onlar bilirler ki , Hakk’ın kahrı içinde lûtfu gizli-dir ; isterse cevr ü cefâ etsin. Olan iş ve fiil baştan başa mahbûbundur. Zâtı gibi fiili de mahbûbdur. Mahbûbun lûtfunu ve kahrını bir bilip Hakk’ın muhabbetiyle zehir dahi olsa içip şeker şerbeti bilirler. Böyle iti kadda olan , Hakkı bilmiş Hakk’a vasıl olmuş ve beşeriyeti de yok olmuştur. Hakk’ın ulûhiyeti katında böy le âşığın alâmeti ise, elinden dilinden kulağından gözünden … herkesin emniyette olması , kimseye zararlı değil , herkese faydalı olmasıdır. / Beyt: Dil ile kulum diyenler kul değildir şöyle bil // Olmayınca doğru çeşm u doğru gûş u doğru dil ! (u: ve*) Şimdi böyle bir canın halka düşmanlığı kalmaz, düşmanlık yerine dostluk getirir ve her mahlûka Hak gözü ile bakar, herkesin isteğince hareket edip, gönül alır. Herkesten himmet talep eder, kendini herkesten âciz , miskin ve zelil görüp; gururdan , iddiâdan ve riyakârlıktan emniyette olur. Böyle âşığın sözünden , hâlinden fiilinden şeriat ve tarikata aykırı / muhalif hareket meydana gelmez, çok edepli olur. Her andan ve zaman dan hoşnut ve razı olur. Bu âşığın mübarek yüzünü bir kere gören , “Ah bir kere daha görsem!” - der, çünkü evliyâ (*)’dır , Allah’ın sevgilisi-dir. // Şimdi bunları anladıktan sonra şunları dahi bilesin ki , taklid ve tahkîki fark-edebilesin. Eğer sen halkı tak lid* anlamayıp Hakk’a vasıl olup, Hakkı her yerde hâzır (-ve nâzır *) gördünse, Hakkı nasıl seversen halkı da öyle seversin ve Hakk’ın her yüzünden cemâlini görürsün. Eğer gördüğün ve bildiğin taklid değil se, kimsenin gönlünü kıramazsın. (*) Halk ne söylerse, “-doğrusun , gerçeksin!” dersin ; kimse ile muâzera (-inadlaşmak*) ve münâkaşa (-mücâdele / münâzaa / karşılıklı sözle çekişmek ; bir meseleyi sormayı çok ileri götürerek çekişmek*) etmezsin.Çünkü Hak Teâlâ yalan söylemez.Ve kimsenin itikâdına karışmazsın , şeriatı da Hakkı ile icrâ eder, dalâlete düşmezsin. Hakk’a yakınlığın ziyâdeleştikçe, edebini de ziyade eder sin. Eğer cezbe gelip beşeriyetin kalktı - yok olduysa , alâmeti şudur : Artık sen bir daha kendini görmezsin. Zira cezbe ile eridin , sen yok oldun Hak* var oldu. Senden bir daha asla davâ (-benlik iddiâsı*), gurur ve riyakârlık , boşboğazlık gibi kötü haller zuhur etmez. Daima Hakkı kendi vücûdunda bulup görürsün ; sohbetin , zikrin ve fikrin hep kendinle olur. Bu gibi haller sende zuhur ettiyse, böyle âşık telvin’den yani 809 başka tesirlerden kurtulmuştur ve böyle bir kimse her nasıl kerâmet göstermek isterse gösterebilir. Çünkü kendi zâtını , sıfatlarını , fiillerini , sözlerini ve muradlarını Hak’da mahv-etmiştir. Onun murâdı Hakk’ın murâdı olmuştur. Zira telvin (-boyama , boyanma / renk verme*)’den ve diğer tesirlerden kurtulup, onda asla beşeriyet (tabiat-ı beşer *) kalmamıştır. Gururdan , davadan ve bütün kötü huylardan emin-dir. Telvin’ den maksat beşeriyet-tir ; yani ucub, gurur, dava ve halkı taklidçi zannedip halka hıyanet etmek ve ters bakıp rencide etmek v.b. hep telvin makamı (psikolojik konum miyarı*)’dır. Bu türlü ahlâkta olan can (*) Hakk’a vasıl olamamıştır, fakat kendi zannınca “-vasıl oldum” der. Şayet Hakk’a vasıl olsaydı , onda gurur dava , halka hıyanetlik ve düşmanlık bulunmazdı. Çünkü kendini mahv-etmiştir ; vücûdundan bütün hareket ve sekenâtı (-fark / mahv-*) eden Hak olur. Kendinde zerre kadar kuvvet-kudret, irâde ve varlık olmayınca daima acizde olmak icab-eder. Çünkü o can bu sırrı bilmediğinden daima gururda ve varlıkta olur. Böyle bir kimse (*) Evliyâullah’ın sözlerini ezberleyip söyler ; söylediği sözler kendi hâli değil , erenlerin hâli-dir, ve ona Hakk’ın cezbesi gelip henüz beşeriyeti mahvolmamıştır. Daima benlikte, gururda ve davadadır ; elinden bir şey gelmez. (Sorgulasın nice benlik kendi iç âlemi itibariyle enfüs sırr-ı hâlet durum ve konumu nasıl ?*) Kerâmet de gösteremez. Beşeriyeti , enâniyeti ve gururu mahv-olup, Hak’la var olmamıştır ; telvin’de-dir. Kerâmet izhâr edememek de telvinden dolayı-dır. Zira kulun elinde bir şey yok-tur ; her fiilin gerek zâhir olsun gerek bâtın olsun (-salt*) fâili , yani (iş ve eylemi işleyen-*) yapanı Hak’tır. İşte bundan anla ki , telvin ehli (*)’nin her işi nasıl taklid-dir. “Ben yok oldum , Hak var oldu” - der; yine de taklid olduğundan Hakk’ın yakınlığını unutup Hakkı uzak zanneder ve benlik ile Hakk’ın huzurunda gurur ve davada bulunur. Şeriat (-din*)’in emirlerini yerine getirmez, halkın eğlencesi olur ; onun için de hiçbir sözünü kabul etmez ler. Halbuki bir âşık* Hakk’ın yakınlığından ve beraberliğinden bir nefes miktarı dahi gafil olmayıp uyanık olsa , huzurda benlik gurur ve dava etmez; şeriatın bütün emirlerini hakkıyla yerine getirir. Çünkü şeriatı icra etmemek mutlaka telvin-dir ; şüphede olmak ve Hakkı bilmemekten ve fasid itikadda olmaktan ileri gel mektedir. Şarabı ve kötü fiilleri nefsine uygun olduğundan* Hak ve doğru görürsün de (?!) niçin namazı , orucu , zikir ve fikri (ibâdet değerince derin nükte-i tefekkür ruhiyâtı*) Hak ve doğru görmezsin ? İşte bütün bunlardan anlaşıldığına göre, sen nefsinin hilesine ve gururuna uyup dalâlete düşmüşsün. Çünkü nefis hidâ yet’ten haz-etmez (hoşlanmaz*); bunların hepsi telvinden yani beşerî huyların mevcut olmasından , şüpheci (-İslâm’ca inanmak konusunda taklid’ten tahkik’e erememiş şuursuz zavallı-ebleh* ham-benlik (!) kafa ve gönül bakımından huzursuz-septik*) olmaktan , Hakkı bilmemekten ve tanımamaktan ileri gelir. Eğer sen , “Ben Hakkım kendime secde etmem” - dersen , bunlar Evliyâullah’ın (-şathen nükte / cezbe*) sözleri-dir ve bu sözler, sen tanrısın demek değildir. Bu gibi sözleri yanlış anlayıp da dalâlete düşme. Senin sen zannet tiğin O’dur , yoksa sen değilsin. Senin bâtının Hakk’ın bir yüzü , zâhirin ise Hakk’ın âleti-dir.Senin dilinden söyleyen , senin elinle tutan , hasıl-ı kelam senin vücûdundan gerek hayır ve gerek şer … bütün hareketleri yapan ve vücûdunu kullanan Hak’tır. Senin O’nsuz hiçbir harekete mecâlin ve kudretin yoktur; sen âcizsin. Nitekim (Hadid - 4. “Her nerede olursanız, O sizinle beraberdir.”- meâlindeki âyet-i kerîme buna işarettir. Eğer sen Hakk’ın beraberliğini ve yakınlığını biliyorsan , görüp bildiğin de hakikat ise; edebin , terbiyen , hayân ve korkun ziyâde olup, daima Hakk’ın beraberliğini gönülden çıkarmaz ve gaflet etmezsin. Sahib-i hâl ve ehl-i dil* “hâl sahibi ve gönül ehli-” diye işte bu âşığa derler.Yoksa söz, (-sırf *) bilmek ve gafletle hâl olmaz. Eğer böyle olsaydı ; ne kadar okur-yazar canlar vardır ki , onlar ehl-i tarîkin bütün sırlarını bilir ler ; ama taklid’dir , yanlıştır. (*) Hal sahibi olmak ; aşk ve muhabbet, terk ve uzlet ister , yoksa söz ve gaf let insana hâl olmaz. Hakk’ın cezbesi zuhur etmedikçe, bu yakınlık ve uyanıklık kimseden zuhur etmez. Hiç olmazsa , evvelce gelmiş âşıkların ve sâdıkların feryâdlarından ibret al . / Bak , Eşrefzâde Sultan kud dise-sırruhu nasıl buyuruyor : Nideyim sabr-idebilsem dil ü cân oda yanar // Velî âh eyler isem kevn ü mekân oda yanar Boyadı yeryüzünü âh ile zârım tütünü // Bu firâkım nârına cümle cihân oda yanar (od: ateş*) rrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr Bak , Nesimî Sultan kuddise-sırruhu nasıl buyuruyor : Ger beni senin yoluna yetmiş kez öldürseler // Bin kez dahi ölmeye boyun vereyim cânım ! Ey benim cânım , bu hâller bilmekle olmaz; ancak cümle muradlardan kurtulup Hakk’ın yoluna can (-baş*) 810 koymakla olur. Böyle zât-ı şerif (fıtrat ruhunca saf ve onurlu-şerefli kişi*)’ler , bu sözleri bizim kadar bil mezler miydi ? Hak bizimle beraberdir dediğimiz odur , öyleyse bunların ayrılık (-firak*)’tan böyle şikâ yetleri nedir ? Bunu bari biraz düşün de anla. Evet; Hakk’a yakın olup beraber olmanın mânâsı , hayvan sıfatları olan öfke-gazab, haset , kin , kibir-gurur , şehvet ve davâdan halâs olup halkı rencîde etmemek , halkın gerek iyiliğinden ve gerek kötülüğünden bahsetmemek , şikâyet etmemek , Hakkı ne kadar sevi yorsan halkı da (-yaradılmışı hoş gör,Yaradan’dan ötürü-*) o kadar sevmek ve iyi huylar ile huylanıp Hakk’ ın sıfatları ile sıfatlanarak Hak’tan başkasını zâhirinden ve bâtınından , yani içinden ve dışından çıkarmaktır. Beyt: “Savm-ı sivâyı kim tutar // Iyd-i visâle o yeter !” …………………………………………………… Yani “Hak’tan gayrının orucunu tutan vuslat bayramına erer ” denilmesi. (Bilhassa manzum metinlerdeki kimi eksik ya da değişik kelime hiss-i tereddüte sebep. Bu konuda asıl metne ulaşmak , kitabın aslına bakmak gerekiyor. Ancak buna yol ve imkânım da yok henüz!*) Her türlü gafletten uyanıp can kulağını aç. Hakk’ın sesinden başka ses işitme, gözün Hak’tan başkasını gör mesin , dilin Hak’tan başkasını söylemesin , zâhirin ve bâtının Hak ile olsun demektir. Nitekim Eşrefzâde* kuddise-sırruhu buyurur : “Ben ol hayrân-ı mestim kim beleşten bilmezem yâri Gözüm her kande kim baksa görünür sûret-i Rahmân !” Aksi halde zâhir halkı gibi eşyâyı Hakk’a perde edip, eşyayı görüp Hakkı göremezsen , anlamış ve bilmiş olsan dahi firkâtte, ayrılıkta ve gaflette olursun ; asla yol alamaz ve sırrullah’a (*) vasıl olamazsın. Hakkı bildim ve gördüm demen yalandır, kendi zannından ibarettir. Bari Evliyâdan hayâ et; gafletle vuslat olmaz. Nitekim Bâri Teâlâ buyurur : (Nisa , 43. “Sarhoş olduğunuz müddette namaza yaklaşmayınız.” ) Yani “Siz ler dünya muhabbeti ile gaflet şarabını içip sarhoş olmuşken benim vuslatımı ummayın , çünkü gaflet ile vuslat olmaz.”- demektir. Zira vuslat uyanıklığa , daima Hak’la olmaya ve Hakkı her nefeste kendi vücû dunda görmeye derler. Yoksa gaflette olup, Hakk’a rızâ göstermeyip, daima Hak ile kavga ve mücadelede olup, halka muhabbet etmeyip, kimini azarlayıp kiminin gönlünü kırıp ve kimine tilki gibi hilekârlık edip aldatmaya çalışır isen , içinde yaramaz huylar türlü türlü suret meydana getirir. Ameline, fiiline ve yalan cılığına göre kunduz ve tilki gibi kimi yırtıcı hayvanlar içerini kaplar. Dünya muhabbeti ve fasid fikirler kalbini kirletir ve herkes şerrinden yanına varmaya korkar. İçerin dışarın hayvan dolu olduğu halde sen , bütün yaramaz huylardan temizlenmiş gözü , kulağı , dili emniyette olan ve Hakk’ın yakınlığını görüp hatta göz açıp kapayıncaya kadar bile Hak’tan gaflet etmeyen , gönlü parlak ve saf , fesad fikirlerden uzak , dili gururdan ve davadan emin olup, içinde ve dışında Hak’tan başkası kalmayıp, zât-ı ahâdiyetin nur-i aynı olan âşık ve sâdıkların makam ve mertebeleri ile hallerini kendine mal-edersin. Kendin hayvan sıfatlarında oldu ğun halde, bu âşıklardan edep ve hayâ etmeyip “Bunlar hep benim hâlimdir ” diye iddiâ (*)’da bulunursun. Yaramaz huyların hiç değişmeden , içini dışını Hak’tan gayrıdan temizlemeden , hep gaflette iken söz ve bilmek ile insan mı oldun zannedersin ? Nitekim Bâri Teâlâ (Bakara , 256.)’da meâlen: “Bir kimse tâğutu örtmeyince Hakk’a iman etmez.”- buyuruyor. Tâğut’tan maksat tabiat-tır. İşte nefis dedikleri budur. Bir kim se nefsin lezzetlerinden , hevâ ve heveslerinden halâs olup kurtulamamış ise, o kimse nefsine ibadet edip Allah’a ibâdet etmez demektir. / Nitekim âriflerin sultanı Yunus Emre kuddise-sırruhu Hz.leri buyuruyor : Sen cânından geçmedin , cânan arzû kılarsın // Belden zünnârı kırmadın , imân arzû kılarsın ……………………………………………………………………………………………………….. Yani ,“senin canın” dediği nefsin lezzetleri-dir. Belki o sana canından daha azizdir , ama senin düşmanındır. Ondan geçmeden Hakkı buldum zannetme. Zünnârdan murad tabiattır ; yani yaramaz huylardan ve hevâ ü hevesten geçmeden iman arzu etme, zira senin imanın tabiatındır ; Hak değildir. // Şimdi böyle söz ile ve (sadece*) bilmek ile tabiattan kurtularak halâs olmayıp Hakk’a vasıl oldum diye vuslat davası (-iddiâ) eden yalancılar dahi , bir kâmil (-mürşid*)’in terbiyesi altına girerek ahlâkını tebdil edip tarikat-ı âliyye’de olsalar , evliyâ’dan olurlardı. Fakat bazı yezid-ler var ki , bir yerde Hakkı ( hakikat-i Hakk* “sırrullah” ) arayan , mücâhede ve yolunda sây ü gayret eden bir âşık görseler hemen şeytan gibi yanına varıp : “Be-hey divâne, böyle ne zahmet çekersin ; sefamıza bakalım. Kimi ve neyi ararsın ? Aradığın yine sensin , yani tanrı sensin. Kimden korkarsın ? Oruç ve namazı neylersin , kendi kendine azab mı eylersin ? Eline ne geçerse, fırsatı kaçırma ; şeriat , nizam içindir. (-Meâzallah / sığınak “penah” Allah!*) ne peygamberin aslı var ve ne de velîlerin aslı var. Şeriâtı kuran yine senin gibi bir adam değil mi-dir ? ” diyerek dertlenir 811 gibi (!) Hak yolcusunun yolunu vurup kendi gibi “yezid” eder. Allah muhafaza buyursun. âmin! // Gerçi aradığın sendedir. Fakat tabiat bendinden , nefsin lezzetlerinden ve yaramaz huylardan geçip Hakk’ın sıfat ları ile sıfatlanmak ve benlik sıfatlarını yok etmek için mürşid-i kâmil lâzımdır. Bunu bilmedikleri için , söz ile ve bilmek ile ahlâkı tebdil edip güzelleştirmeden vuslat olur zannederler. // Neûzü-billâhi teâlâ veliyyü-t’tevfik* Ni’me-l’mevlâ ve ni’me-r’refik* Temmettü-r’risâlete ve-t’tevfik bi-hamdi lillâh …” // Meâlen terceme : “Sığınırız Yüce Allah’a , tevfik sahibi (- ki , lütfuyla kulun yolunu doğrultmak konusunda hoşnutluğunca işi uygunlaştırıp kolaylaştıran , sonuçta başarı ve zafere ulaştıran.*) Ne iyi sahip ve ne güzel yoldaş! İşbu risâleyi tamamladım ve salt-tevfik (kulunun tedbirini işte emr-i takdirine böylece uygunlaştıran nusret / tam muvafık yardım*) “Allah’a hamd” ile …” // - Elhamdülillâh ! (HK*) *******…………………………………………………………………… www CEZBE 1. Ömrüm misâl esas dert değil âkıbet ölmek , Yaşamakça çok-sanıp yol mahşere dönüş tek ! Ölüm bir yerden kalkıp bir başka yere göçmek Gönlümce cezbe-hicret hâlden hâle dönüşmek ! 2. Gördüm ki istikamet tam velâyete ermek , Öz yazgım mülhemâtım söz zevkine gömülmek ! Ayet belli işâret tam basiret tek görmek , Vahyin nuruyla bakıp perdesiz görüş gerek ! 3. Anladım araştırıp benliğim öznel örnek , Güya şu “özet divan” ne güzel öğütlenmek ! Selim Divâne* tarzım: “Miftâh-ı müşkilât …” denk , Güzelcik işbu nasip sırr-ı “… sâdikıyn” (*) demek ! ……………………………………………………. Bu sohbet-i irfan* sanki bir derviş sofrasında “mûtad kanaat: tuz-ekmek” ağır ziyâfete teşbih hikmetinden nükte-i mizah*hakikat tefekkürünün özgün ciddiyetine yaraşmaz amma bunun üstüne bir fincan sâde kahve de gayet teskin edici iyi-hoş bir ikram olmaz mı ? Nitekim işte “teşbihte hata olmaz / sanırım” - misâl şu pek güzel hutbe ( 31 Ekim 2008, Cuma: Gemlik - K.Kumla*Sahil Camii’nde seslendirildi.) de cemaatin ruhunu okşayıp bu konuda daha derin düşünmek gereğini hissettirdi. İçerik bakımından ne tatlı konu : Nimetlere ŞÜKÜR / Sûre-i Bakara: 2*152. “ … ” - Değerli Mü’minler ! İnsan ; şerefli ve mükemmel bir varlık olarak yaratılmış, varlık âleminin sayısız nimetleri önüne serilmiş, maddî ve manevî nimetlerle çepeçevre kuşatılmış bir varlıktır. Nefes alış verişinde bile, iki nimeti (iki ferahlık hiss-i hâlini*) aynı anda yaşamaktadır. Gözümüzü çevirdiğimiz her yerde Allah’ın nimetlerini görüyoruz. Her lokmada O’nun ikram larını tadıyor, her nefeste O’nun bize bahşettiği hayatı solukluyoruz. Bu gerçeği , âlemlerin Rabbi* , yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de bize şöyle haber veriyor : “Görmedin mi ; göklerde ne var, yerde ne varsa , hepsini Allah sizin hizmetinize verdi. Açık ve gizli nimetlerini üzerinize yağdırdı.” (1) Muhterem Müslümanlar ! Bir an için duralım ve düşünelim. Sahip olduğumuz nimetleri şöyle bir hatırlaya lım. O nimetlerden her birinin nerelerden gelip bizi bulduğunu düşünelim. O nimet ki , toprağın derinlikle rinden çıkan bir ağacın meyvesi ise, Allah onu çeşitli evrelerden geçirerek bizim istifademize sunmuştur. Eğer o, bir damla su ise, Allah onu okyanuslardan bulutlara , bulutlardan yeryüzüne indirmiş ve nihayet bardağımıza kadar bizim için getirmiştir. Allah Teâlâ’nın insanoğluna lütfettiği bu maddî ve manevî nimet lerin tesbit edilip sayılması mümkün değildir. Nitekim Allah Teâlâ , “O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim , çok nankördür.” (2) buyurmak tadır. / Aziz Mü’minler ! Allah Teâlâ bizleri , bu nimetlerin değerini bilmeye, üzerinde düşünmeye ve bun lara karşılık şükretmeye davet etmektedir : “Beni anın ki , Ben de sizi anayım. Bana şükredin , nankörlük 812 etmeyin.” (3) Ve yine, “Allah sizi , analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükr-edesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (4) buyurmaktadır. O halde insana düşen (sorum luluk-görev) Rabbine şükretmektir. Değerli Mü’minler ! Şükür , nimetlerin artmasına ; isyan ve nankörlük ise, bu nimetlerin elden çıkmasına sebep olur. O halde Allahü Teâlâ’ya çok şükr-etmeli , O’na karşı gelmekten sakınmalıyız. Nitekim Yüce Allah* Kur’ân-ı Kerîm’de: “… And-olsun şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir.” (5) Ayrıca , “Kim şükr-ederse, ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki , Allah* her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.” ( 6 ) buyurmaktadır. / Hutbemizi Sevgili Peygamberimiz (*)’in tavsiye ettiği bir duâ ile bitirelim: “Allah’ım ! Seni anıp zikr-etmek , nimetine şükr-etmek , sana lâyık ibadet etmek için bana yardım eyle!” ( 7 ) ……………………………………………………………………………………………………… Not: Bu hutbe içeriğinde (7) dipnot gösterilmişse de elime geçen metnin kağıt ebâdını küçültmek isteyen genç hatip bunun önemini dikkate almamış olmalı ki , bilgiler kırpıştırılmış ve sanki hiç gereksizmiş gibi atılıvermiş; şayet tam misâl buna mümâsil bilgilenmek isteyen Diyanet’in internet sitelerinden öğrenebilir. ……………………………………………………………………….. (Bkz. “Olay / Kitap – (Bursa Olay G.’nin armağanıdır ) Edebiyat” yıl-1, sayı-3 / Kasım 2008 / sh. 3: “Editörden”-Nihat Nasır // 6: Metin Önal Mengüşoğlu , “Kalbin dili sürçer mi (?)” // 10: Tükenmez* Tükenir, “Huzursuz Bacak” // 11: Betül Yılmaz, “ ‘Öteki’-olmak “Algernon’a Çiçekler ” // 14: Şaban Abak , “Sezai Karakoç kitaplarında çözüm üzerine” // 16-17: Simla E. Bahçıvan , “İvan Osoki’nin tuhaf yaşamı / P. Damien Ouspensky ” // 18: “Mustafa Özçelik’le Yunus Emre üzerine” Söyleşen: Simge Türkan - Seda Türk // 19: Kâmil Büyüker, “Can içre Can , Cihan içre Cihan” // ve bu önemli yazıların nihayeti işte değerli İlâhiyatçı Prof. “Mustafa Kara* ile Osmanlı’da Tasavvuf ”-konusunda , Söyleşen: M. Fatih ErcanTolga Yılmaz’ın röportajını bilhassa aynen alıntılamak veYaşamakça’nın özü değerinde dercettiğim muhte viyâtı da gayet açık anlatımıyla özetleyen Selim Divane eserinin daha akademik kıvamda anlaşılmasına yol açmak ve ışık tutmak kanaatimce esas maksad-ı merâma uygun gaye-i hizmet bakımından yararlı olacaktır umarım. / 20-21: “-Tasavvuf ve tarikatların doğuş sebebi ve ilk kurulan tarikatlar neler-hangileridir ? Kısaca açıklar mısınız ? / Tasavvuf İslâm’ın mistik yorumudur. Bilindiği gibi her dinin mistik yorumu vardır. Bir diğer ifade ile, insanlar mensup oldukları dinin kutsal metinlerini değişik yorumlara tabi tutarlar. Bunlardan biri de mistik , derûni yorumdur. Tasavvuf da işte Kur’an-ı Kerim , Hadis-i Şeriflerde yer alan ve insanın iç dünyasını ahlâk cephesini ilgilendiren esasların mutasavvıflar tarafından yorumlanmasına verilen addır. / Tasavvufi yorumlar, gönül eğitimini esas alan açıklamalar zaman içinde gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Beş – altı asır sonra bu düşünce ve yaşama biçimi “tarikat” adını alan ekolleri doğurdu. / Tasavvuf tarihinin eski kıdemli tarikatı , Ahmed Yesevî’nin (öl. 1167*) adından kaynaklanan Yeseviye’dir. Abdülkadir Geylanî’ye nisbet edilen Kadirîlik de aynı yüzyılda oluşmaya başlamıştır. Kübrevîlik , Rifaîlik , Halvetîlik , Mevlevîlik , Bektaşîlik … bunları takip etmiştir. // -Tarikatların ortak yanları ve onları birbirinden ayıran görüşler nelerdir ? Niçin birden çok tarikat var ? Tarikatların birbirlerine bakışları ve karşılıklı ilişkileri nasıldı ? / Tarikatların çokluğu insanın yapısıyla ilgilidir. İnsanların psikolojik durumları farklı olduğu için onların his ve duygu dünyalarıyla yakından ilgili tarikatlar da birden çoktur. Aslında tarikatların temel esprisi aynıdır : Dinî hayatı duya-duya ve doya-doya yaşamak. Ancak insanların ilgi , bilgi ve algıları farklı olduğu için onlara farklı alternatifler sunmak gerekmektedir. Zikir bütün tarikatların ortak terimidir. Ama zikrin yapılışı usûlü âdâbı farklıdır. Bazı tarikatlarda sesli zikir tercih edilirken bazılarında sessiz zikir esastır. Önemli olan bir mürşidin rehberliğinde ahlakî zaaflarımızı gidererek , içimizi kirlerden temizleyerek kâmil insan olmak tır. Hedef budur. Bu hedefe giden bütün yollar meşrûdur. / Tarikat mensuplarının birbirlerine bakışları hoş görü ile örülmüştür. Bunun istisnaları olabilir. Bunlara da “tarikat yobazı” denir. // Osmanlı Devleti’nin kurulmasında ve sonraki dönemlerinde tarikatların etkisi neydi ? Anadolu’nun kültürel , ekonomik ve sosyal hayatında tarikatların etkisi nasıldı ve ne dereceydi ? / Tarikat kültürü bütün Müslüman toplumlarda yaygın olduğu için sadece Osmanlıların değil bütün devletlerin kuruluşunda etkili olmuştur. / Meselâ Selçuklu asır larında özellikle XIII. yüzyıl Anadolu’suna bakıldığında tesirleri günümüze kadar devam eden mutasavvıf ların varlığı ile karşılaşılır: Mevlânâ Celâleddin Rumî , Muhyiddin Arabî , Ahî Evren , Yunus Emre, Sadred din Konevî … / Osmanlı Devleti işte bu şahsiyetlerden hemen sonra kuruldu. Şeyh Edebali (devlet-)kurucu 813 Osman Gazi’nin mürşidi ve kayınpederidir. Orhan Gazi tarafından İznik’te kurulan ilk medresenin başına getirilen Davud-i Kayserî ise Muhyiddin Arabî’nin meşhur Füsus-ül’Hikem(*)’inin şerh ve açıklamasını yapan zattır. Devletin temelinde olan bu maya uzun zaman varlığını koruyacak ve siyasî , iktisadî , askerî hayatta tesirini gösterecektir. / Güzel sanatlar alanında tekke ve zaviyelerin fonksiyonunu gören ikinci bir kurum görülmemektedir. En büyük şairimiz Yunus Emre bir derviştir. En büyük bestekârımız Dede Efendi bir mevlevidir. // -Padişahların dervişlere karşı tutumlarını ve tasavvuf hakkındaki düşüncelerini açıklar mı sınız ? / Devletin başında olan insanlar yönettikleri insanların hâl ve gidişlerini yakından takip ederler. (Aranot: Değişen nice şerait bakımından böyle bir denetim ve takip bilhassa kolaylaşacak yerde bilakis zorlaştı. İşte bu zaafımızı sorgulamak gerektiğini ifade edebilmek konusunda alelacele şöylesi irtical bir kıt’a-şiir : “Yönetilemez sürü toplumsal ruh huzursuz – Tek kral herkes sultan kendi başına buyruk! Öz sosyal vicdan gücü yasal gürûh hukuksuz – Kula kul (!) laik insan belli iş baştan bozuk!” / … HK*) Osmanlı padişahları veya üst-yöneticileri de bu kanuna tâbi’dir.Yukarıda işaret edildiği gibi Osmanlı toplu mu tasavvufi kültürle haşir-neşir olan bir toplumdur. Bir başka ifade ile tasavvufi zihniyet toplumun kılcal damarlarına girmiş, büyük kitlelerin ruhlarını yönlendiren bir güç elde etmiştir. Yöneticiler bu durumu dikkate almak zorundadır. Kaldı ki padişahların bir kısmı tasavvufi kültüre sıcak bakan bir çizgi izlemiş bir kısmı dönemin dervişleriyle ilişki kurmakta hiçbir mahzur görmemiştir. Devletin genel gidişatına kafa tutmadıktan sonra dervişler maddi-manevi olarak desteklenmiş, engellerin kaldırılması için yardım edilmiş tir. / Bunun da istisnâsı vardır. Muhalif dervişler, siyasi irade* ile arası iyi olmayan dervişler de vardır. Bun lara da devlet* tavır almakta hiç tereddüt etmemiştir. Sürgüne gönderilenler olduğu gibi sayısı az da olsa idam edilenler de vardır. // -Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde tarikatların bozulmasının nedenleri ve bunun Anadolu ve Osmanlı Devleti üzerindeki etkileri nelerdi ? / Devlet (-Milletin kendi içinde teşkilat lanması*-anlamında / HK*) müesseselerinin koordineli bir şekilde yardımlaşmasıyla kurulur, yükselir. Bu “bağ”-ın zayıflamasıyla inişe geçer ve yıkılır. (Bkz.Yaşamakça / sh. 518: “Sadeleştirilmiş Elmalılı Tefsiri , cilt-1 / sh. 114 , 116 ve 218’den alıntılar …”) Osmanlı Devleti , dünyada çok az devlete nasip olan bir ömür sürerek altı asırlık bir süre yaşamıştır. Devletin temel kurumları: cami , medrese, tekke, saray ve ordu’dur. Kuruluşun şerefi bunlara ait olduğu gibi çöküşün faturası da bunlara kesilecektir. Şüphesiz burada en büyük sorumluluk orkestranın şefi padişah ve üst yönetimindir. / Tasavvufi hayattaki çöküşe gelince, bu soruyu 1908’den sonra soran ve cevabını arayan mutasavvıflara göre birinci sebep “evlâdiye”(!) usûlüdür. Yani tekke şeyhliğine –yetkili ve yeterli olmadığı halde- şeyhin vefatından sonra (makamına)oğlunun geçmesidir. Beşik ulemâlığının kardeşi: beşik şeyhliği (!). Şüphesiz sosyal olayların sebepleri kompleks ve karmaşıktır. Tek sebebe bağlanamaz. Ama tekke mensupları bunu öne çıkarıyorlar. Çârelerini de (hemen) o yıllarda gös terdiler. Fakat ana yürüyüş değişmedi ve olan oldu. Geriye ciddi ve hayati bir soru kaldı : Mistik ihtiyaç tabii ve insani olduğuna göre, şimdi ne olacak veya şimdi ne oluyor ? // “Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar (Yazarı: Mustafa Kara , Bursa-Osmangazi Belediyesi / Sır Yayıncılık*)” isimli kitabınızı hazır larken hedefiniz ne idi ? Gerçekleşti mi ? / Kitap,isminden de anlaşılacağı gibi tasavvuf tarihinin bir dönemi ni ele alıyor ve bunu metinlerle açıklamak istiyor. / Osmanlı dönemi tasavvuf kültürüyle ilgili son yıllarda ciddi yayınlar yapıldı. Konu asır asır ele alındı , detay bilgiler biraraya getirildi. Bizim kitabımız tasavvufun Türkistan ve Selçuklu dönemine kısaca temas ettikten sonra esas konuya gelerek Osmanlı hakkında daha geniş bilgiler verilmiştir. Kitabın iktibas edilen metinlerinden başka bir özelliği de görsel malzemeye geniş yer ayırarak “televizyona alışmış” insanları görsel malzemeden mahrum etmemek , güzel sanatların özellik le “hat sanatı”-nın şaheserleriyle tanıştırmak hedeflenmiştir. Kitap bazı fakültelerde yardımcı ders kitabı olarak da okutulmaktadır. Bu şekliyle bir “boşluğu” doldurduğunu zannediyorum.” / M.K.*) ……………………………………………………………………………………………. Yine önemseyerek eklemek istediğim bir kısaca açıklayıcı bilgi ve de en son notlamak gereği hissettiğim şiir de eminim beğenilir okuyanlarca. / Bkz. Sâdeleştirilmiş Elmalılı Tefsiri: Hak Dini Kur’an Dili (*); bilmünasebet ( Yaşamakça / sh. 120-128 ) Zülkifl* Aleyhisselâm hk. son cilt fihristesinde belirtilen ilgili âyetler ve açıklamalarına baktım. Adı “Hazkil” ve bir de, Cilt-6 / sh. 474: (sûre-i Sâd: 38*48. âyet) şunca ğız sığ ve yetersiz bilgiye rastladım : “Zülkifl* de Eyyub (a.s)’ın oğlu Şeref olup, Şam’da tevhid inancına davet ettiği anlatılıyor. “… ve küllün min-el’ahyâr ” / Hep bunlar da en hayırlı kimselerdendir. Allah için hayır ve fazilet neşredenlerdendir.” // … Nihayet; Prof . Üstün Dökmen* dilince espri selam* mesaj-şiir : 814 SELAM Yola çıkınca her sabah Bulutlara selam ver Taşlara , kuşlara Atlara , otlara İnsanlara selam ver Ne görürsen selam ver Sonra çıkarıp cebinden aynanı Bir selam da kendine ver Hatırın kalmasın ele-güne karşı Sakın unutma elâlem yanında Bu dünyada sen de varsın Üleştir dostluğunu varlığa Bir kısmı seni de sarsın ! ………………………… “Esselâmü alâ men ittebea-l’hüdâ” : wwwwwwwwwwwwww // “Küpün içinde ne varsa – O sızar yine dışına !” vesselâm / mea-s’salâvat ! ……………………………………………………………………………………………………………….. Tekrar-en başa dönmek için ne güzel bir bahâne ve ne anlamlı bir realite işte her an hep bu şiir rikkatince meşk güftesine özgün nükte-i aşk kaynağını içten hissederek kavrayış / şuur ruhunu özümsemek gayreti içinde derinleşmenin neşve-i iştiyâk / gönlümüzün coşkusuyla Allah’a sığınmaya yatkın nefs-i mülheme mesajını insiyak akışında algılamak konusu şu Yaşamakça çalışmaların nasıl başlayıp bugün nereye dek kavuştuğunu da açıklamak bakımından nitekim yenibaştan anlamak gaye-i idrâk akl-ı vicdan namusuna uygun hayat düstûrunu nur-u sünûhat / doğal ledünniyat olarak “kıymet-i kelâm” meâl-i irfan nasibine ermek keşfiyat-ı yakîniyet tarz-ı edebiyata âşina okumalara ömrümüz süresince elbette bağlıyız zevk-i ilhâm “mülhem mârifet(-ullah*)” hakikat duygusal düşünce okyanusundan farksız zaten nice cevab-ı süâl lâhzacık kayd-ı hayat dünyamız sanki “kitâb-ı kâinat” toplamından ibaret tam muammâ (yani , idrâk karîha mıza sığmaz “sonsuz-luk” kavramı (-mı? ): tâbir-i “Amâ / Hiç …” cancağızım! ( Bkz. Şiirler-Meçhûl Yaşa malar, Muammer Kocabaş, Yaprak Kitabevi (Alpkanlar Matbaası-) İst.1963 / Toplam:73 sayfa; Daha ilk kompozisyon nasıl da ortak anılar çağrıştırıcı şiirler gibi iç dünyamızı dışımıza yansıtmaktan hoşlanan ruh hâletimize ayna! Aynen seslenmekte değerli dost-şair rikkatince işte şu üslûp bugünlere neler anımsatmak ve yaşam felsefesi / ideal-inanç coşkusu bakımından nasıl tanımlamak , kültür ve sanat anlayışı hakkında doğal doğruya yol açmak gayesini içten hissettirmek istemiş şiiriyet tarz-ı secî “iç dil” lügatınca belâgat-i mensûre edebiyattan zevk duyacak “kaabil-i hitap” basiret-i iz’ân ve hassas “selim vicdan” sahib-i irfan (sh. 5-9): “Okuyucu’ya / Hayat ve hakikat her hâliyle meçhul !.. Gel , seninle bu meçhûliyetin sır düğümü nü araştıralım ; meçhul okuyucum ! // -Hakikatler, dünün “buldum” diyen filozofunun çılgın taşkınlığı ve bugünün “şaştım” diyen bilgini arasına sığışamıyor. Günışığına çıktığını zannettiğimiz küçük bir mes’elede bile sonsuz bir meçhuliyetle karşılaşıyoruz.- / İnsanlık , asırlar boyunca bu sırrın peşinde, yine de meçhul yaşamalar atmosferinden kendini kurtaramıyor. Bunu hangi ilim çözebildi ? Hele bu asrın pozitif ilimleri , insanı büsbütün şaşırtmış ve her bakımdan onun azâbını arttırmıştır. Öyleki bugün konforlu koltuklarda daz lak beyinler yanıp tutuşuyor ; boşalan yürekler sîneye ağırlık veriyor !.. // Meçhul yaşamalar, her anlatımın olduğunca ötesinde ve böylesine varoluşun hikmetini gizlerken şu hayatın karanlık boşluğunda , ferdî ve sosyal kaderin ağını örmektedir ; fakat bundan şekvâcı olmamak gerekir. Aramızda meçhul yaşamalar olma saydı , -hâşâ- Allah’ı önümüzde bulacak , ötelerden yana bakmayacaktık. Oysa ki şu evrensel gerçekliğin “küllî ve cüz’î ”-sonsuzluğunda bu nasıl olabilir ? Öyleyse bütün yaşamalar boyunca ötelerden yana bakmalı ve hep O’nu aramalıyız. Bütün yaşamalar O’ndan uzak kaldığınca anlamsız , hikmetsiz ve boştur. / Değil mi ki , meçhul yaşamalar içinde öleceğiz ; değil mi ki , öncesini ve sonrasını bilmezken yaşıyoruz ?! Bu hâlde meçhul yaşamalar karanlığından nasıl ürpermeyelim ? Ölümlü hayatın azâbını duymadan nasıl kaygısızca yaşayalım ? Bu kaygu belki de meçhul yaşamalar eşiğine ulaştıracak ilk vasıtadır. // Meçhul yaşamalar için 815 de en süfli hâller bulunabilir, şairin ruhunda zillet ve asâlet belki beraberce barınabilir; fakat bunun devamı ruhun zilletini müzminleştirir, asaletini öldürür. Bizim meçhul yaşamalarımızda bunun bir tanesi tahtını kur muştur, ikisi barınamaz. // Aşağılık yaşamalar olanca meçhuliyeti , anlamsızlığı ve bayağı katılığı içinde biz den uzak kalsın. / Hayır, boşvermek olmaz okuyucum. Sen de bu yaşama izdihamının çığlıkları arasında , sahipsiz şehir sokaklarında dolaş; gün sızmıyan meçhul yaşamalar kumkumasında insanların çorak ve dola şık hayatını gör de, ruhundaki meçhuliyet yalnızlığına sığın. / İnsan ruhu , gömütler ve tapınaklar ülkesi … / Ve sen okuyucum; ruhunu inanarak sonsuzluğa gömersen , bu duyguda en mutlu kurtuluşu bulacaksın. // Artık benim şiirim , sanatım ve hayatımdan ne anlıyorsun meçhul okuyucum ? Kendimle sonsuz bir savaşım var. Sana bu savaştan edindiğim yağmaları ve ganimetleri sunuyorum. / Belki bunda aradığını bulamayışın , bir çırpınışın , bir yok oluşun acı acı titreşimleriyle karşılaşabilirsin. Fakat ben bundan şekvâcı değilim; azâ bımı şâha kaldıran her yumruğun , hiçliğin ve fâniliğin tâ ötelerinden geldiğini bildiğim için değilim. Vuslat kapısının (sihirli ve -) zehirli anahtarı olan sevdamı sevdiğim için değilim. // Allah’sız (!) ve alabildiğine maddenin ve uzvî iştihalarının esiri septik-lik* ve inançsızlık (-insaniyetsizlik*) çukurunda sözde sanatın ve çağımızın gerçeklerini söyleyen insanlara karşı , çirkin san’ata karşı , manâsız sanatkâra karşıyım. Benim aradığım şair O’nu aramalı , O’nu bulamamacasına aramalıdır. / Korkma , şüphe etme okuyucum , meçhul yaşamalar karanlığında sahipsiz ve unutulmuş değiliz !.. // Hürlüğünü avareliğine harcayan ve aşkını dişle mek isteyen sefih ruhlu imansız san’at , gürültülü şehirlerin meçhul yaşamalar izdihamında , medenî sun’i yâtın kılığında , hüviyetsiz ve hoyratça dolaşıyor. Bu mu asrın san’atı ?!.. // Oysa ki , bizim sanatımız; hür riyeti imanda bulur, imanda harcar … İmanlı sanat, yükselişin Allah’a giden yolunu bulmuş demektir. Aynı zamanda sanat, ölümlü bir varlık olduğumuzdan dolayı çürüyen ruhsuz tenlerin boğuk ve inançsız çığlığı değil; belki de benliğin evrensel enginliğinde yine O’nu arayışın türküsü , sonsuzca ötelerden yankısı dönme yen çağrıların yürekler dolusu sükûtunu işleyiş yahut da evrensel ihtişâmı temâşânın , toprakta rahmet bere ket ve selamet bulmanın ifadesidir. / Düşün ki okuyucum , bütün yaşamalar boyunca her yoldan O’nu arayış bizim imanlı sanatımızdır. Bizim sanatımıza yön veren gerçekler, zamanla değişen izafi gerçekler değildir. / O halde biz, hikmetsiz tuğyan ve çılgınlığın , öldüren ye’sin değil; bilakis ölümü dirilten ve ruhu Allah* son suzluğunda yaşatan bir inancın ve çöllerdeki Nur (*)’a doymazlığın sanatını işlemeliyiz.// Muhterem okuyu cum! Bu kitapçığımdaki şiirlerimi meçhul yaşamalardan duyduğum dağlar kadar azâbımın bir avuç kırıntısı ve serpintisi olarak kabul etmeni istiyorum. Amatör bir şair olarak sanatın gerçek ürünlerini sana sunmakla muzdaribim. Ben sadece çilemi , sadece meselemi anlatmak istedim. / Sevgiler ve saygılar. -M. Kocabaş*/ Sh. 10-13: Meçhul Yaşamalar // … Şimdi bir ufkun maviliğinde / Geçmiş hatıralar tüter sımsıcak / Meçhul yaşamalar öncesi / Başladı … Başlayacak. // SENİ BENDE BULDUM / Bütün hazlardan ırak / Ve sevdâlar dan öte / Seni bir canda buldum !.. / Karardı bütün arzular / Ve gün doğumunda güneş / Sicim sicim yağmur lar / Bütün kederler birleşip / Bana güldüler !.. // Seneler birbirine girdi / Kırılıp döküldü zaman / Dakikalar arasında çırpınan / Seni bir anda buldum !.. // Neydi kuşların bize hıncı / Kıskanç güvercinlerin / Bu bilmem ki kaçıncı / Ellerimle beraber / Nankörlüğü günlerin / Avuçlarımda sükût / Dalarken hülyâsına / Seni bilmem ki neden / Yüreğimde çırpınan / Bir damla kanda buldum !.. // Seni ufuklar kadar hür / Seni dünyalar kadar boş / Seni ruhum kadar sarhoş / Bir meydanda buldum !.. // Artık gelmesen de olur / Kuşlar sevinmese de / Evren dönmese de / Seni ben bende buldum !.. // DAVET / Öyle bir şarkı söyliyeceğim ki / Nasıl çatlarsa tohum / Bütün arzular çatlayacak .. / Kuşların şarkısından / Hamlet’in bakışlarına dek / Bütün arzular / Fakat benim arzularım / Donup taş kesilecek / Oturup ağlayacağım … // Bir resim çizeceğim parmaklarımla / Se nin resmini / Gelen geçen hayran kalacak / Rabbim ne güzelmiş diye el çırpacaklar / Bense bir köşede / Kir piklerindeki erişilmez uzaklığa bakıp / Hıçkıracağım … // Bir akşam , “gel !” diyeceğim sana / Sana Himala yalar’ın en yüksek tepesinden / -Everest’ten- / Papatyalar topladım / Saçlarına takacağım . / Gel bu akşam , gel diyeceğim / Sana bir sofra hazırladım ; / Ortasına kalbimi paramparça bırakıp / Bekliyeceğim … // SIR / Devleşmiş hülyâlar peşinde ruhum / Aradı yıllardır hürriyetimi / Bir kandil gecesi gökte bulduğum / O sırdı saklayan saâdetimi . // Ey göklerde gezen alev saçlı sır / İster tut sevdâyı bizlerden ayır / İstersen , istersen umutları kır / Yeter ki eksiltme harâretimi !.. // Ölüler ruhuma sarıldı birden / Ve bir ses ki , mezar kadar derinden / Dedi : “Ey divane bu dünyâda sen .. / Sürükliyeceksin hayâletimi .” // Ey maverâda sır, çiçeklerde renk / Bir aşk ver ki bana , Mevlânâ’ya denk / Ruhuma çekilen bu demir kepenk / Kalksın da göreyim âhire timi !.. // ELLERİM KİRLİ … / O kadar çok ki günahım / Kapkaranlıktır sabahım / Nasıl geleyim katına / 816 Ellerim kirli Allah’ım ?! // Gecemi ve gündüzümü / Getireyim huzuruna / Nasıl süreyim yüzümü / Sonsuz ulu dergâhına ?! // Bülbül gibi her dem âhım / Seni zikreder Allah’ım ! / Dolaşsam da âlem içre / Senden gayri yok penâhım ! // Huzurunda ben kendimi / Kurban etsem benliğimi / Nasıl açayım elimi ; / Ellerim kirli Allah’ım ?! // RESMİM / Eski sevdiklerim , gelin yanıma / Otuzsekiz’de ilk başlayan çilem / Kederle rim , tasalarım , umutlarım / Bir halka çevirin dört bir yanıma / Toprak aynı toprak olsun / Deniz aynı deniz / Ve siz resimlerim doğru söyleyin ; / Benim , ben olduğumdan emin misiniz ? // ÇOCUK VE GURBET / … Sen böyle anlarda daha güzelsin / Bin yıllık bir seferdedir gözlerin / Tâ ezelden başı dönmüş gibisin / Ve , yürürsün üstünde sevgilerin . // ÖZLEM / … Ve zamanlardan öte / Bir şarkı yollar sana / “Senden ayrı yaşa sam da / Hayat ölümdür bana” (*) // sh. 55: SEN UNUTULMUŞ ADAM (- Hüseyin Kurt’a*) / Düşün ki bir gün yapayalnızsın / Küçücük elinde kor arzuların / Düşün ki bir gün çok kederlisin / Düşün ki , düşün ki bir mor sevdânın / Dev adımlarında ezilmedesin . / Düşün ki bir gün yapayalnızsın! // Düşün ki bir gün yapa yalnızsın / Bir zalim karanlık boğmakta seni / Ve bir kuluçka makinesini / Hatırlatan ; azâb doğuran başın . / Rotasız sandal gibi sürükler seni / Başın ; azâb doğuran başın . // ( …*) // ŞAİR / Meçhûl şafaklarda şimdi uykular / Sen meçhulleri biliyor musun ? / Ruhun korkunç dehlizlerinden / Tekinsiz şarkılar gelmekte bize / Dinliyor musun ? // Çalma , vazgeç o kapıları / Bütün imkânların durduğu yerde / Bir bitmiyen yalnızlıktır bu büyü / Ve doğmayan sabahlar kadar uzak / Sular bir şeyler fısıldayarak / Sular Allah’a yakarıyor akşam ları / Duyuyor musun ? // Sol yanında bir sancıdır anılar / Haşmetli dağlara denk / Uyku huzur bırakmıyor kitaplar / Çirkin özlemler dönedursun yörende / Sen hemen kayboluyorsun içinde / Meçhûl şafakların . // Düşür bu şarkıları artık dilinden / Onu bir başkası alsın / Neler söyler sana kuşların dili / Son geçen günün akşamlarından / Anlatmaz sana bu kalem , bu dil / Bu şehrin soyut karanlığından . // ESKİŞEHİR RÜBAİ LERİ / … III. Ne Kays’ın beklediği Leylâ akşamı bu / Ne bir ruhu çıldırtan sevda akşamı bu / Hülya dolu Eskişehir’in bahçelerinde / İki yıllık bir ömrün veda akşamı bu . // IV. Fuzûlî yine feryatta sevdam diyerek / Nedim kendinden geçer, endam* diyerek / Bütün güzelliğin senin , işte burada / Koynunda Yûnus yatıyor, Mevlâm* diyerek . // wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww) Yunus Emre: “… Ne varlığa sevinirim / Ne yokluğa yerinirim / Bana seni gerek seni .”-Rabbim , medet ! Dünya-hayat’ın nice cehl-i küfranî insiyak karanlıklarından “nur-u Kur’an” anlamınca aydınlanmaya yol arayan her ruh hakikat-i şuur rikkat-i kalbince (…“elâ bi-zikrillâh…” *) huzûr-u Hakk’a ermek isterse … / Hemen nazm-ı Beyan nasihatına muhtaç çaresiz zavallı , işte tek “el-Kitab” böyle bir “irşâd-ı tam” müştak gönlüne mülhem “meâl-mesaj” şu son-sayfa tevafukatına nazaran nükte-i tefe’ül “letâif-i Kur’an” ne diyor, Rabbimiz-Allah (c.c.) her neler duyurup buyurmuşsa aynen nasıl da açıklıyor “ruh hallerine çare-çözüm” meselâ : (Bkz. sûre-i Enfâl : 8*17. Siz öldürmediniz onları , Allah öldürdü onları. Attığın zaman da sen atmadın , Allah attı. İnananları kendisinden güzel bir imtihanla denemek için yaptı bunu. Allah ; işiten-dir, bilen-dir. // Allah’ın lütf-u keremiyle, 25 Kasım 2008 / Salı , saat: 22.00 sularında tamamlamaktayım şu son notların bilgisayar redaksiyonu çalışmalarımı irticalen. Nitekim birden hayret duydum yine son sayfa tevafukuna rastlayınca. Anladım ki , “irşâd-ı hakikî illâ / ancak Kur’ân irşâdı …” iken , ne söyliyelim daha ? Bakalım bir de tevafukun diğer şıkkına ; sûre-i Tekvîr (81/ 7. sûre): âyet-7. Benlikler çiftleştirildiğinde, // Anlam çok kapalı sanki işte hemen bakıp yazıverdiğim meâl (Öztürk*); derhal (T. Diyanet Vakfı / 86-F*) bir başka açıklık gösteriyor aslında. Açıp bakalım mâdem meâlen “nükte-i tevafukat” tam da aynı sûre ve âyetlere yeniden. // 8*17. (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları ; attığın zaman da sen atmadın , fakat Allah attı (onu). Ve bunu , müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işiten-dir, bilen-dir. / Dipnot-1: Kureyş ordusu , Müslümanlarla savaşmak için ilerleyince Resulullah (s.a.) ellerini kaldırarak : “Allah’ım! Kureyş, senin Resulünü yalanlayan kibirli liderleriyle geldi. Allah’ım! Bana verdiğin sözü yerine getirmeni diliyorum!” diye dua etti. Ve iki topluluk karşılaşınca yerden bir avuç toprak alıp düşmanın yüzlerine doğru serpti. Kureyş ordusunun gözleri görmez oldu ve sonunda bozguna uğradılar. İşte bu âyette bu atışa işaret edilmekte, onu atanın gerçekte Allah olduğu bildirilmektedir. Çünkü bu bir mûcize idi ve Peygamber onu atarken kendi adına değil , Allah adına atmıştı. // ………………… 81*7. Ruhlar (bedenlerle) birleştirildiğinde, //………………………………………… ))))))))))))))))))))))))) wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww Derin düşünmek güzel “el-Kitab” beyânınca // Canım işte “evrensel” okuyup anlayınca ! Yaşamakça pek özel “ledünniyat” tarzınca // Düşündüren nükteler herkes sever aklınca ! (-HK*) 817 ******************* www.yasamakca.net : ÇAĞRI-SELAM ! Artık günümüzde internet (dijital teknoloji : bilişim ve iletişim ağı*) dünyamızı sardı ve hayatımızı da kuşattı. İşte bu yüzden Yaşamakça’yı kitap olarak yayımlamak yerine böylece hizmete sunmak kanaatimce daha uygun ve daha yararlı olabilir. Umarım merak ve ilgi uyandırabilirse giderek şu “ http://hk.yasamakca.net ” sitemizin ziyaretçi okurları da arttıkça gaye-i hizmet gerçekleşecektir. Can-dost Okuyucu’ya öncelik selam muhabbetimle en iyi dileklerimi içten belirtmek ilk görevim ve elbette aynı içtenlikle eleştirici fikir ve görüşlerden yararlanmak isterim. Peşinen müteşekkirim . Aslında bu karmaşa muhtevanın bütünüyle kitaplaştırmaya uygun olmadığı gayet açık görünüyor. Buna rağmen yine ilgilenip beni bizzat uyarıcı bilgilendirmelerinden dolayı Ensar Vakfı Gn. Md. Hüseyin Kader ve zaten yıllar öncesi ilk müsveddeleri inceleyip böyle dağınık konular dışında daha tutarlı çalışmak gerektiğini belirten dostum M. Armağan’a da minnettarım. Ancak bu üslupsuzca karmaşa muhtevanın da hem öznel hem nesnel anlamda yansıtmak ya da vurgulamak istediği çok kapsamlı bir yaşam gerçeği var ortada. Yaşadığımız şu dünya-hayat tam muhtevasıyla acaba hangi ifadeye sığıştırılabilir ? Benlik gizemince evrensel çerçevede derinleşen her konuyu öncelik kalbim gibi içten algılamak gereğini hissettiren tek kitap Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şerif lerden başka yol yokken nefsimizi irşad ve ıslah edecek bilgi ve inanç özüne erdirici söz-sohbet değeri özümsenmeli ! İnternet dünyasının sanal okyanuslarında sörf yapmak isteyen nice meraklı okuyucular , rastladık ları bazı adacıklara benzer siteler arasında anlık tercihlerine göre hangi gerçek konularla ilgilenir ve bizim şu sitemizi ilginç bulup beğenir de acaba yeğler mi ; işte bunu önceden bilmek olası değil ! Üstelik kitap değil ki , istediği anda alsın eline de devam etsin okumaya … Demek ki kitabın değeri internet dışında daha bir başka “kalıcı ve somut” özellikte “elle tutulan nesne” gibi bilinen gerçek . Kitap dünyasına bakınca da şaşırmamak ne mümkün; nice özgün çalışmalar yayımlanıyor da acaba okuyucularına ulaşabiliyor mu umduğunca ?! Yazılı ve görsel medya dünyası da acaip başka âlem! Ayrıca medya gibi diğer sektörlerin de ve hatta sıradan kişilerin bile özel siteleri var . Velhasıl … // … Bu siteyi dinamik ve canlı tutmak için; belli bir süreçte gelen eleştirilere göre ayıklayıp değiştirmek kısaca tamamen özleştirmek gereğini hissetmekteyim. Ancak bu muhteva içinden bir “şiir kitapçığı” çıkartabilmek için bazı gereksiz alıntı ya da saçma-karmaşa anlatımlardan arındırmalıyım sonuçta . Okuyuculardan bu dostça sohbet çağrımıza candan ilgi ve moral destek gösterileceği ümidindeyim . Haydi dostlar , ruhsal tepkileriniz her neyse açık yazın da biz sizin yazdıklarınızı okuyalım artık ! … Kimin elinde bir kitap görsem , merak ederim hemen ve sorup öğrenmek isterim muhteva mesajını. Belki şaşıracaksınız amma açıklamak zorundayım mesela daha hiç internet kullanmadım henüz. Zaten sabit ikametgâhım yok gibi yine kendime ait değişik adreslerde dolaşıp durmaktayım sürekli. İşte bu nedenle internet dışında ancak kitapların dünyasındayım ve Özdere’den Kumla’ya gelirken en son okuduğum kitabı getirdim yanımda. Acaba adını açıklasam merak ve ilgi uyandıracak mı , ne dersiniz ?! Sanırım benden başka herkes sanki önceden okumuş da olabilir diye düşünsem bile içerik konusu bakımından önemini belirtmek için “Bu kitap, Hollanda Kiliseler Birliği’nin (Kerkin Actie) mali desteğiyle basılmıştır.” Ve “Türkçe Yayın Hakları Kadınlarla Dayanışma Vakfı İktisadi İşletmesine Aittir.” Uyarısına dikkat gösterip tanıtmalıyım: Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”, Kamla Bhasin , çeviri: Kader Ay, Kadınlarla Dayanışma Vakfı Yayınları / Kadav , 2003 İst. Toplam: 71 sayfa ve yeşil renk kapak. “Kadav” amblemi de pek gizemli yani ilk bakışta çok anlamlı ve gayet dikkat çekici bir biçim mesajıyla “arma-vâri” konuşuyor sanki ! İşte şu son sayfaya uygun âyet tevafukuna da bir bakalım ve bu bahane kitaba ilişkin konuda öncelik Kur’an-ı Kerim mesajına 818 muvafık kavrayış şuuruyla okuyalım. Meâlen diyor ki , insan ruhunu mahşere uyarıcı emr-i âyet: Bkz. ( 8*18. “Gördünüz ya , Allah küfre sapanların tuzağını fersiz bırakır.” / … Sibak ve siyakına nazaran birkaç âyet daha okumadıkça tam manasıyla anlayamazsınız zaten. Nitekim mesajın özü ancak Kitab’ın bütün muhtevasıyla doğru kavranmasına bağlı. Her okuyuşta daima bunu dikkate almak gerçekten en temel şart ! Tevafukun diğer şıkkına bakalım şimdi: 81*8. “O diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğunda.” // 9. “Hangi günah yüzünden öldürüldü diye!” // 10. “Sayfalar açılıp göz önüne konduğunda.” // … // 26. “Hal böyle iken nereye gidiyorsunuz? / 27. O, âlemlere bir öğüt ten başka şey değildir. / 28. İçinizden , dosdoğru yürümek isteyen için. / 29. Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz.”) SÖZÜN ÖZÜ hep bu âyetler meâlinde düğümlendiği gibi yine aynı anlamlar ruhundaki idrâk-i vicdan nur-u şuuruna göre çözümlenir. Rabbimiz’in inayet ve hidayet tecelliyatından ibaret tarz-ı izah HAKİKAT dışında hayatın başka açıklaması var mı ? …………………………………………………………… Sanırım medya gündemlerinden etkilenmeyen ve emperyal küreselleşme düzeni siyaset ve ekonomi krizinin neticesi belirsiz süreçlerinden tedirginlik hissetmeyen hiç kimse kalmadı şu yeryüzünde. Demekki bir şeyler değişip dönüşüyor ve global güçler sürekli devrim stratejileri düzenleyip bütün ulusal yapıları bozucu planlarıyla evrensel barış ve kültür değerlerini de çürütüyor dünyamızda. Artık gelecek zamanların daha güvenceli bir hayat tarzına dönüşebileceğine de inanmıyor kimse. İşte böyle bir dünyada hemen her gün ulusal medya gündemlerini izlemekten uzak kalmak ve güncel olaylar karşısında duyarsızlaşmak zaten mümkün değil. Nitekim milli siyaset dünyamız da canlılık kazanıyor giderek. Hele şu son günlerde “demokratik açılım” mesajlarını dinlemek ve de tepkilerini içten içe gizlemekle gerginleşen sosyal ortamlar herhalde erken genel seçimlere de yol açacak gibi bir izlenim uyandırıyor. Yazılı ve görsel medya sektörünün iktidar ve muhalefet yanlı tutum ve tandansı da giderek belirginleşiyor. Şahsen “Haber Türk” gazete ve kanalındaki haberler yorumlar tartışmalar arasında bilhassa “Sansürsüz / Yiğit Bulut” ve “Teke Tek / Fatih Altaylı” programlarına çok ilgi duymakta ve gerçekten yararlanmaktayım. Bir de Türk Dili veTarih Kuru mu’nun hazırlayıp yakında yayımlanacağını öğrendiğim Büyük Türkçe Sözlük hakkında takdir ve memnuniyetimi belirtmek istiyorum. Maalesef yeni TC. devletimiz adına tutarlı ve yeterli bir kültür politikası uygulanmadığı sürece demokratikleşme süreçleri de beklenen sonuçları getirmez. Şimdilerde bunun kavgacı söylemleriyle toplumsal ruhiyatı gerginleştiren iktidar ve muhalefet kanatları arasında sıkışıp suskunlaşan halkımız, aslında soğuk savaş dönemlerinin ideolojik hırs ve hesaplaşmalarını sürdürenlere elbette demokrasi dersi yanında hak ettiği cevabı son kez seçim sonuçlarıyla tekrar okuyup değerlendirme fırsatını verecektir. Dilimiz dinimiz adımız zaten belli ! Yeter ki , Kitap’sız sahte aydınların sinsi ve inançsız saptırmalarından nasıl sakınmak gerektiğini ve emperyalizmin tuzaklarından milletimizi korumak için “irşad yolunda hizmet” yöntemlerini bilerek halkımızı uyarıcı çalışmalara ve ülkemizi kalkındıracak organizasyonlara omuz verelim ! ……… İnşaallah ilk fırsatta Prof. Öztürk’ün son eseri “İmam-ı Azam” apolojya / savunmacı tez değerin deki kitabını okumak isterim. Çünkü önemsenen bir kaynak olarak bu konuda vaktiyle Adana’da son sınıf öğrencilerimizle bir Anma Gecesi düzenlemek için Diyanet yayınları arasında tercüme bir eser: “Ebu Hanife, Prof. M. Ebu Zehra” bize ışık tutmuş ve çok faydalı olmuştu. Büyük İmam Ebu Hanife’nin Emevi ve Abbasi siyaset dönemlerindeki ilim mücadelesini ilk tafsilatıyla oradan öğrenmek gayet uyarıcı etki ve izlenim bırakmıştı ruhumda. Bu şuurumla İmam-ı Azam’ı daha o zaman ilk örnek “prototip” bir idol-müctehid olarak kavradığım için onun hayatı hakkında bir çalışma yapmaya heveslendim de epeyce kaynak araştırıp bazı mühim malumatlar dercetmiştim. Fakat akademik disiplin içinde çalışmaya kifayetli değilim diyerek vazgeçtim amma onun önemi ve değerini hiç unutmadım ömr-ü hayatım boyunca. Onun örnek kişiliğini iyi öğrensin aydınlar ! ……………………………. İstiklal caddesindeki kitapçı vitrinlerinde dolaşırken ilgili yayınevi vitrininde dikkatimi celbeden İLKYAZ / Gülten Akın ( Kırmızı Karanfil ) şiirinden şu ilginç mısraları alıntılamadan geçip gide medim nitekim. Belki siz de etkileneceksiniz okurken içtenlikle: 819 (-“Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya ……………………………… Durup ince şeyleri anlamaya Kimselerin vakti olmasa da ………………………………”) İşte en son ikicik söz daha eklemlendi Yaşamakça’ya: MÜLHEM MESAJ Sözün bittiği yerde evrensel gerçek nükte, Yaşamakça anlatım melhuz sözler özünde! Özgün şiir göklerce muhtemel her zevk günce, Aşk-ı Hakk’a muhtâcım mülhem mesaj gönlümde! …………………………………………….. Sözün bittiği yerde evrensel gerçek nükte, Yaşamakça anlatım mülhem mesaj gönlümde! Özgün şiir göklerce muhtemel her renk günce, Aşk-ı Hakk’a muhtâcım melhuz söz göz önünde! DEHŞET-ENGÎZ Sonbaharın hüznüyle yüreğime gömdüğüm, Ölüm merakım misâl düğüm düğüm acılar! Gökyüzüne bakarken dehşet-engîz gördüğüm, Gönlüm merâmım minvâl özüm sözüm yazılar! İstanbul / Üsküdar , 09 Ekim 2009 ***************************** Bu siteyi düzenleyen genç dostum Levent Bey ve oğlum Erhan’a minnetle müteşekkirim. HK. Medyatik gündemler aynasında daha dehşet-engiz sürpriz gelişmelere ve nice güncel görüntülere dikkatli ibretle bak-gör ki , işte “…sözün bittiği yer !” Nitekim manzara-i hâl ve hâdisatı doğru okumak yanında tam muhtevasına uygun yorumlamak gerçekten ne büyük bir sorumluluk ! Bkz. Sözcü G. 21 Ekim 2009 / sh. 2: Yerin kulağı var / Mehmet Şehirli ( [email protected]): “Kahroluyorum / 19.10.2009 … Bu tarihi kimse unutmasın. Şurada Cumhuriyetimizin 86.ncı yılını kutlamamıza sayılı günler kalmışken, bu ülkeyi bölmek isteyenleri kulaklarımız sağır, gözlerimiz kör bir şekilde izliyoruz. ( … ) Bu manzarayı gördükçe şehitlerimin kanı beni boğuyor. Şehit annelerim , Allah size her zamankinden fazla sabırlar versin. / Hayatımda bu kadar utanmadım… / Onları karşılayanları tutuklamayan, sonra da serbest bırakan devletim; sana ne diyeyim ? / Hani “sözün bittiği yer” derler ya …/ İşte budur sözün bittiği yer !” // … TÜRKİYE Tarihte “ebed-müddet” tek vücut Türk devleti Doğu’dan Batı’ya dek kanat germiş âleme ! Evrensel örnek -ibret “cihan hakimiyeti” İşte kök kimlik gerçek Türk’çe kanıt Türkiye ! 820 … Zaman realitesi ömrümüz süresince “sırr-ı imtihan” işte sözün bittiği yerde yine bitmez mücâdele! Nitekim şu internet sitemiz “ www.yasamakca.net ” / sh. 21: ( Bkz. Feyizler-8 / sh. 33: “İşte ben de aynen öyle söylüyorum: Mücâdele! / Ömrümüz hep bu kavramın içerisinde ve çevresinde geçmekte olduğunun bilmem ki farkında mısınız ? Aslında iyi bir şey olmamasına rağmen biz ona mecburuz. Çünkü siz ne kadar uslu, namuslu, iyiliksever ve hakperest olursanız olun, bundan rahatsız olan ve bu değerleri hor gören birileri çıkacak ve sizinle bu konuda değişik yollarla tartışacaktır. Bazen bu durum basit bir tartışmayla da kalmayacak, kavgalara ve ölümlere varan saldırılara dönüşecektir. İşte bu durumda kendini, inancını ve bu inançla bağlı olduğun toplumu korumak ve kollamak için kolları ve paçaları sıvayıp vuruşman gerekecektir. Ne yapalım, ne edelim; elimizden ve gücümüzden başka bir şey gelmiyor ?!.. Hayat hakkımızı ve hayatımız içerisinde bize kan ve can veren, ruh ve bereket bahşeden inancımızı korumak zorundayız. Bu bizim için en doğal hak ve dinimizin bize tanıdığı en geçerli ve en etkin yoldur. // Bak şimdi şu canım âyetlere; anlatılan bu incelikleri ve hakikatları bize bir bir nasıl da haber veriyor ve nasıl da olması gereken gerçekleri bir bir gözle rimiz önüne seriyor: … Bakara, 2/ 216; En’am, 6/ 121; Nahl, 16/ 125; Enfal, 8/ 46 ve Taha, 20/ 6162. / …” Nihayet bu eserin arka kapak dışında şu uyarıcı yazıları aynen alıntılayıp bitirelim sözü: “Eşkıyanın (teröristlerin), masum halkı kahpece katlettikleri ve bundan tuhaf bir zevk alıp sadist bir duygu ile kendilerini tatmine çalıştıkları herkesçe bilinmekte… Halkın gelip geçtiği ve yürümek zorunda olduğu yollara mayınlar döşediklerini ve bu yolla bir çok insanı telef ettiklerini her gün duyup görmektesin. // Emniyet ve asayişi sağlamakla görevli güçler, bu gizli tuzakları fark edip insanları o cânilerin saldırılarından ve verecekleri zararlardan koruyabilmek için ellerindeki mayın-tarayıcı âletlerle adım adım yol alarak, buram buram terler dökerek ve her türlü tehlikeyi göze alarak tüm gayretlerini ortaya koyuyorlar. Allah onlardan binlerce kere razı olsun. // Unutma ki Şeytan, Allah’a giden yolda pusu kuran en büyük ve en tipik bir şakî-dir; amansız bir terörist-tir. Onun işi-gücü bu kutlu yolda yürüyenleri ne pahasına olursa olsun engellemek ve onları bir şekilde telef etmektir. // İşte ey can! Elindeki bu kitap, mayınlarla kaplanmış bir yolu esenlikle geçmeyi sağlayacak o güzelim “mayın-tarayıcı” âlet gibidir. O, nasıl ki sana, senin için tehlike oluşturan korkunç tuzakları haber veriyor ve bir şekilde onları görmeni sağlıyorsa, dikkatle okuyacağın bu kitap da, gönül yönü ile sana bu emniyeti ve huzuru sağlayarak, esenlikle yoluna devam etmene, sağlık ve mutlulukla hedefine ulaşmana vesile olacaktır, inşallah !”) MECAZ ANLATIM Hakikat dünyamız sanki bir mecaz, Zaman nükte-i can içten anladım! Muammâ yoldayız zihinsel mesaj, Beyan nur-u Kur’an vahyen anlatım! (-Bkz. Kardelen Takvimi: 18 Mayıs 2010 / “İslamî Bilgiler : Çalışmak” / … Sûre-i kasas, 77. âyet* // “… hayırlınız, dünya ve ahiretini terketmeyip her ikisi için çalışan ve başkalarına yük olmayandır.”) 821 ÖZGÜN MUHTEVA / CANLI KİTAP ! 1. Aklımca “söz bitti …” derken şu anda Anladım mecâz-ı şiir son nokta ! Ölümsüz ruh Hakk’a vuslat yolunda Hakikat öz beyan ancak Kur’an-ca ! 2. Şiir ruh-u şuur öz anlamınca Rabbim tek gördüğüm âlem muammâ ! İç dil lügat-ı nur söz elfâzınca Hak gerçek kördüğüm rüya mı dünya ? 3. Yaşamakça anlam müştak vicdanca Hikmet tarz-ı kadim müdevvenatta ! Dil-i hâmûş meram mâdem insanca İşte ibret hâlim özgün muhtevâ ! 4. Öz nabz-ı can nefes söz sayısınca Huşû-u dem “beyn-el’havfi ve-r’recâ” Ömrüm yetmiş yıllık şiir tadınca Canlı kitap gönlüm mir’at-i mânâ ! ÖZ KAVRAM SÖZ MERAM Soyut düşünmek kolay yöntem muteber olsa Öz her müfesser kavram muhtemel doğru mecaz! Muhkem şerhetmek pek zor cevâz-ı hayâl yoksa Söz hep beyan-ı meram tam mücmel* oku ve yaz! BELLİ “ www.yasamakca.net ” HEPSİ ! 1. Ömrümce “zikr-i Hû” her an düstûrum , Duygusal düşünce* şu CAN nüktesi ! Şiir “ irfan-ı RUH ” vicdan şuurum , Işık göz önünde GERÇEK gölge mi ? 2. İşte tek gönlümce zevk-i meşk* yolum , Mülhem mesaj İÇTEN Rabbim’in emri ! ÖZ gerçek Kur’an-ca can âyet duygum , Söz hem-mecaz cidden İKAZ sürekli ! 3. Neler yazdım diye sordu bir dostum , Neler değil NEDEN yazdığım BELLİ ! Güncel Türkçe “tarz-ı kadim” üslûbum , Mesaj ŞİİR “ www.yasamakca.net ” hepsi ! 4. Ne rüya ne hayâl , Allah kuluyum ; Mâzi-i istikbâl* ZATEN her şimdi ! Dünya-hayat* demek Kur’an okulum , Vâcib-mümkün-muhâl* ÖZET dersim mi ? 5. Hülâsa: “… lâ-raybe fiyh” havsala* çerçevesi ! ssssssssssssss ( İzmir-Bayraklı , 19 Mayıs 2010 ) **************************** (-Bkz. Dinî Kavramlar Sözlüğü, “6 kişilik heyet tarafından hazırlanmıştır.” Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları / 589 “Kaynak Eserler / 31” Ankara-2006; “Mücmel” ve “Müfesser”… e-posta: [email protected] ) Gemlik / K. Kumla, 06.11.2009 Birkaç gün daha buralardayım ve haftasına kalmaz sağ-selâmet dönerim İzmir’e inşallah. Bugün Cuma. Namazdan sonra sahilde dolaştım ve rastladığım bir arkadaşla kahvehanede çay içtik , günlük gazeteleri gözden geçirdik de epeyce emekli dertleşmesi-sohbetleştik başbaşa. Sözcü, Güneş ve Bursa-Olay gazetelerinin hemen her köşesini okudukça asabımız bozuldu yine ülkemizin güncel olayları ve kangren sorunları yüzünden. Ne diyelim daha? Zaten sosyal durum her gün halkımızın moralini bozmaya yönelik görüntüleriyle magazin medyamıza yansıtılmakta. Televizyon kanallarında ve gazetelerin sayfalarında karşılaştığımız şok haberler rezalet fâcia ve skandal politika havadisleriyle maşerî vicdanı kanatmakta ve halkın ruhiyatını yaralamakta. Artık maddiyat duygularıyla tamamen maneviyat dünyasını karartmaktan bile korkmayan garip bir toplum olduk. Günlük hayat tatsızlaştıkça dünyamızın anlam güzelliklerinden bahsetmek ve bu konuda sözlü ya da yazılı muhtevada sohbetleşmek gerçekten zorlaştı. İnsanlar ruhen yozlaştı ve kültürel değerlerine yabancılaştı. Sanki kimlik ve kişilik karakterini oluşturan tarih hafızasını da zayıflattı. Nihayet toplumsal hayat gitgide güvensiz ortamlarda anarşik karmaşa “sofistik kaos” sancılarıyla kıvranmakta. Varoluş hikmetini vahy-i Kur’an sırrınca kavramaya yatkınlaşmayan hoyrat ruh hakikat-i hayatın akıbet ölüm muammâsına nasıl bakarsa ancak gördüğünce cevap ve felsefi izah yollarına sapmaktan başka ne yapar? Ruhumuzu uyarıcı nasihatler değerinde her söze 822 meclûbiyet duymasaydım zaten bunca sayfalar dolduracak yazılarla da uğraşmazdım. Fakat tam sözün bittiği yerde enteresan olaylar derhal gündemleşerek görüntüye giriyor ve sürpriz hadisat devam ediyor konuşmaya. Ancak kitapların dilince söz-sohbet tadına varamayan nadan cühelâ anlar mı meselâ sırr-ı zaman şu güncel olaylar akışında acaba doğal yorumuyla nasıl konuşuyor ve neler söylüyor ruhumuza dünya-hayat? Dün geçip gitti ve işte hep böyle değil mi nitekim her gün? Her akşam ömrümüzden bir gün daha eksildi diye üzülmek niye? Hani-ya demiştik ki: “kitap değerinde sanki be-her takvim yaprakları da ancak okuyup anlayanlara göre!” Bakınız: ( Erkam Takvimi-2009 // Kasım-6: serlevha meâl-i âyet “Mü’minûn, 112-114”/ Gerçekçi özdeyiş: “Yaşamak çok kişi için yiyip içerek ölümü beklemektir.”- Cenap Şahabettin* 10 Kasım: Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatı 1938 // Osman Yüksel Serdengeçti’nin vefatı 1983* 16: “Dert daima insana yol gösterir.”- Hz. Mevlâna* // Yaşamakça özet: Dünya dert ders-i mihnet! 17: “Allah, kendini arayanlarla beraberdir.”- Molla Câmi* 21: “Güçlü insan ortamı kendi meydana getirir. Zayıf insan ise bu ortama uyum göstermek zorunda kalır.”- Muhammed İkbal* 30: Hayat Kurtaran Sözler / Ömer Bin Abdülaziz’den : “-Ey insanlar! Bugün geçmişlerin yerine sizler geldiniz. Sizin yerinize de başkaları gelecektir elbette. Görüyorsunuz ki, gelenler gidiyorlar; gidenler dönmüyorlar. Bu gayri-ihtiyari gidiş, bu varlıkla akış Cenab-ı Allah’a dır. / Aranızdan ayrılıp ahirete gidenleri hemen her gün yolcu ediyorsunuz, ebedi istirahatgâhlarına götürüyor sunuz da dikkat etmiyor musunuz? / Ey insanlar! Zannetmeyin ki, kendimde bir fazilet ve meziyet gördüğüm için size böyle nasihat veriyorum. İçinizde belki , en çok istiğfara ihtiyacı olan benim! / İyiye koşmak , kötüden kaçmak lazımdır… Gelin öyle yapalım!..” 7 Aralık: Ey insanlar ölüm var! / Hz. Ali (*) diyor ki : “-Ey Allah’ın kulları! Siz bu dünyadan göçüp gidenlerden farklı değilsiniz. ( … ) ” // 31: “… Dünya hayatı sizi aldatmasın.”- Hz. Ali*) … 11 Kasım’da akşam vakti İzmir’e geldik. Kitaplığıma tekrar kavuştum elhamdülillah. Her hangi bir konuda merak duyduğum sorulara kafam takılırsa araştırmak ve cevaplar bulmak için mûtad tarz sanki kitaplığımdan başka sığınak kalmıyor ruhumu huzura kavuşturacak. Kitabın değerini bilmeyen nâdan , ne insan ne de gerçek Müslüman! Anlamayan nasipsiz, söz-öğüt değerini bilir mi? İşte yine iki ayrı takvim yapraklarından alıntı bilgi kırıntısı birkaç söz daha: (-Bkz. Türkiye G. Takvimi , 09 Nisan 1997: “İnsanlardan gelen sıkıntılara katlanmak, Allahü Teâlâ’nın beğendiği , Resûlullah’ın sevdiği ve evliyânın özendiği bir ahlâktır.”- Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî* // Hikmet … Hayvanlar / Şeyhül-İslâm Zenbilli Ali Efendi’ye sormuşlar: “- En çok hangi kuşu seversiniz? - Ben yalnız kuşları değil , bütün hayvanları severim. Çünkü; onların içinde hiçbir kâfir ve inkârcı hiçbir yalancı ve dolandırıcı , hiçbir hilekâr ve sahtekâr yoktur.” // Bakınız yine: Nesil Takvimi , 22 Haziran 2005; “Dünya bir cîfedir. Ondan bir şey isteyen köpeklerle dalaşmaya dayanıklı olmalı.” -Hz. Ali* // İbrahim Hakkı Erzurumî Hz. ( Âlim-sufî ve şâir ) 18.05.1703’de Erzurum Hasankale’de doğdu. 1747’de İstanbul’a geldi. Saray kütüphanesinde çalışmalar yaptı. 30’un üzerinde eser yazdı. 1757’de tamamladığı “Marifetname” adlı eseri, ismini ölümsüzleştiren en önemli çalışmadır. Dinî ve din dışı çalışmalara dair ansiklopedik bir eser olan Ma’rifetname; yazarın ilmî ve fikrî kişiliğini yetişmişliğini, dini ve ilmi anlayışını yansıtması yanında dönemin skolastik zihniyetinden kurtulma çabasını aksettiren nâdir örneklerden biridir. / 22 Haziran 1780’de vefat etti. / “Ârif olan, dünyanın bir sonu olduğunu ve kendisinin bu dünyada misafir bulunup imtihanda olduğunu , bilerek; asıl geldiği yeri arzulayıp, büründüğü gaflet elbisesinden soyunan kimsedir. Nefsinin iyiliğe yönelmesi, zahmet meşakkat ve zorluklardan kurtulması için ona emirler verir.” – Mârifetname’den ) … Ayrıca , 2009 Erkam Takvimi, 11 Kasım ( meâl-i âyet): “Ey iman edenler ! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o, edepsizliği (yüzkızartıcı suç ları) ve kötülüğü emreder.”- (Nur, 21) // “Kimde bir güzellik varsa bilsin ki ödünçtür.”-Mevlana*// Allah dostlarından: Fudayl bin Iyâd bir defasında üzüntülü bir adam gördü, ve: “- Senin için Allah’ın dediğinden başka bir şeyin olmasından mı korkuyorsun? ” diye sordu. / Adam; Hayır diye karşılık verince, Fudayl: “- Öyleyse niye üzülüyorsun? Dünya insanı kendisine kul yapmadıkça 823 veya insan dünyaya kul olmadıkça yol kolaydır.” dedi. // … … İnsan tıpkı alıştığı şeyler tanıdığı yerler ve tanıştığı kimseler gibi bir süre yaşadığı kırsal ya da kentsel ortamları da benimseyerek sevmeye yatkınlaşıveriyor demek. Gerçekten ne çok özlemişim İzmir’i ! Sabahleyin namaz sonrası erkence indim markete ve ekmeğimle birlikte bir gazete alıp başladım dip köşe okumaya. Yani ilgi duyduğum makale ve haberlere çabuk göz atmak istedim hemen ayaküstü yolda. Daha başlarken nasıl da oracıkta tamamlanıverdi ilginç gündemler : (-Bkz. Cumhuriyet G. 12 Kasım 2009 / sh. 1: Son araştırmaya göre yoksulluk artıyor … // Sh. 13: İşçinin Evreninden / Şükran Soner : “Sanal ve Gerçek / … Sanalla gerçeğin yer değiştirmesi, sanalla gerçek arasındaki uçurumlar her alanda her gün öylesine ağır boyutlarda yaşanmakta ki … Yine iki gün dür sabahtan akşama izlediğimiz, tartıştığımız, üzerinde durduğumuz, 10 Kasım ve Kürt açılımı üzerinden Meclis’te yaşananlara bir bakmak bile, siyasetimiz, demokrasimiz gerçeği üzerinde karamsar olmaya yetip de artıyor … Siyasi iktidar karşısında Meclis’in sıfırlanmış iradesi gözler önüne serilse de, sanal olarak pazarlananlar tam tersi … / …” Sh. 20: Göktaşı yine teğet geçti / … // Ekran karşısında ömür geçiriyorlar / … // Cumhuriyet , (-parasız ek) KİTAP, sayı: 1030 / sh. 23: Şiir Atlası , Cevat Çapan; “Stanka Pençeva / Şiirler … ‘Yumuşacık ışıyor eskimiş duygum’ / … HER ŞEYİN ZAMANINDA BİTMESİ NE GÜZEL / Ne güzel, her şeyin zamanında bitmesi - / …” … Bugün 13 Kasım , Cuma. Namaz sonrası bazı işlerimi halletmek için biraz sağa-sola koşuştum ve akşamüstü eve dönerken yine elimde -hele bu son sayısını görünce yine cezb edici içerikten etkilenip beğenerek aldığım ve her köşesini iyice okumaktan hoşlanıp bilhassa popüler bilgilerinden zevkle yararlandığım bir dergi: Bkz. Bilim ve Teknik , Tübitak- Aylık Popüler Bilim Dergisi, Kasım-2009 sayı 504 / sh. 58-63: “Beynin Gizemleri / …” ve gerçekten çok yararlı hem okuyanları aydınlatıcı hem de zihnen uyarıcı bilgiler , bilimsel yayınlar ve de entelektüellere uygun kitaplar … // Şahsen her sayısı güzel ve ek yayınları da ayrıca popüler olmasına rağmen düzenli izlediğimi söyliyemem. Ancak KİTAP bilgilerin yazıyla korunmasını sağlayan kaynaktır. Rabbimizin emr-i vahyince yüce katından gönderdiği en son kitap olarak Kur’an-ı Keriym mutlaka okunmalı ve gereğine uyulmalı. İşte bunu anlamak ve anlatmak görevimiz zaten. Nihayet mezkûr meâl-i âyet tamamlayacak kelâmı nitekim. Bkz. Sûre-i Nûr, âyet-21 ( siyaken devam) : “… Eğer üstünüzde Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı , içinizden hiçbir kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah* işitir ve bilir.” ŞİMDİ İçimde cenîn gibi titreşen nağme-şiir Sanki doğum sancısı her an canlı musikî ! Yorgun kalbimin sesi ürperten nükte “iç dil” Saat ölüm rakkası zaman nabz-ı can şimdi ! FARKINDAYIM ! Yığıntı görüntüler her dem debelenirken Dünya “halk-ı cedid” tek arz-ı semavâttayım! Anlamlı özgün sözler aklımca ruh hem beden Çok garip bilinç-bellek gönlümce farkındayım! TEK SÖZ SON FIRSAT Tam muammâ heyulâ hem manzara muhteşem Renk-âhenk gösteren kim her şimdi hissettiren? 824 Bu yolda cümle merâm tek söz son fırsat özlem Görecek gönlüm , Rabbim; mahşer şiirleşirken! … İşte en son şiirlerim! ( www.yasamakca.net ) internet sitemizin düzenleyicisi : İsmail Erhan* ve Levent Akgün’e selâm-sevgilerimle ithaf ve en iyi dileklerimce sürpriz armağan jest-im. Ayrıca her şiir-sever ziyaretçi dost okurlarımızdan yakın ilgi , iletişimci bilgi ve öz-eleştirel katkılarıyla ehl-i hâl dilince ve sohbet tadınca duâlar beklediğimi de içtenlikle belirtmeliyim. / … YAZDIM , ANLATAMADIM ! Artık kendi adıma konuşmaktan bîzârım Yeter ruh mülhemâtım mümkün mertebe yazdım! Mantık sanki aklımca doğru beyan irfânım Öznel lisan net tarzım “-özgün” anlatamadım! Tanıdığım ya da tanışmadığım her yaşta çağdaş şair dostlara candan selam ve İslâmca muhabbet duygularımızı paylaşmak , bilhassa sosyal vicdanımızca şiirsel duyarlılıkta özgün anlatım metodu doğru mesajlar açıklamak konusunda işbu ( www.yasamakca.net ) tamamı: 826’ya yakın sayfalar dolusu muhteviyat , acaba baştan sona okunması gayet zor ve hatta olanaksız mı görünüyor ? Bu hususta tavsiyem şu: -Sitemizi istediğiniz gibi ilginize uygun her köşesiyle gezinerek okuyabilir ve mesaj bölümüne gerekli izahatınızı belirterek kopya-alıntılayıp açık mehazıyla kullanabilirsiniz. Selam-çağrı’mız, okuyucu dostlara gönlümüzün şiirini iletecek güzel yollar aramak sonuçta. / HK ) ÖZ MESAJ 1. Yaşamakça* çalıştay , (-Sanki ilginç konularda kongre-konferans gibi muhtelif fikriyat Tam medyatik iktibas ! tarz-ı iktibas / seçkilenmiş medyatik gündemlere ilişkin yazılar ! ) Yakın plan bakışlar , Gayet doğal ihtisas ! 2. Serîuzzevâl dünya , Ne yalan ne de rüya ! Gerçek vicdan duygunca , Tam med-cezir ruhunda ! 3. Aman ne soğuk hava , Fesat toplumsal şekvâ ! Hunhar tedhiş şamata , Yoz sanal âlem medya ! 4. Tarih reel mâcera , (-Bkz. Kur’ân-ı Kerîm’in konularına göre ayrılmış Türkçe Anlamı , Şuur ruhumca ayna ! “Kur’ân-ı Kerîm’de mevcut bütün âyetler, ilgili olduğu konulara göre Bak-gör nice muammâ , bu eserde tasnif edilmiştir. / Bu kitap, herhangi bir konuda aradığınız Kur’an nurunca anla ! ayetlerin veya İlahi hükümlerin hepsini bir arada kolaylıkla bulabilme 5. nizi , öğrenmenizi ve öğretebilmenizi sağlamak amacıyla yazılmış ilk Tek “el-Kitab” öz mesaj , Türkçe eserdir.”- Ahmet Okutan , Arif Bolat Kitabevi –İst. 1967 // Rabbim’den “nur” bu yolda ! Sh. 127-164: “Kutsal Kitaplar” / Necm sûresi , âyet: 59-62. / … 60. Subjektif benlik* mecaz , Gülüyorsunuz, ( halinize) ağlamıyorsunuz? / …” ) Vicdan duygunca ağla ! ( “ www.yasamakca.net ” tamamlandı nihayet / tarihsel takvim: 31 Aralık 2009 İzmir // H.K.))) 825 FİHRİSTE-İ EŞ’AR // www.yasamakca.net ŞİİRLER ve Ara-yazılar’da dağınık KONULAR : Not: Derkenar ya da asıl metnin içinde serpeleme eklemeler yani ilâve notlar ve nesir yazıların muhteviyatında dağınık konular bakımından çok fazla ayrıntı vurgulamalar yahut tamamen girift tarz-ı ifâde değinmeler nedeniyle böyle bir fihrist çıkarmak gayet zor olacağı gibi belki de mümkün olmayabilir. İsterim ki , ilgi ve dikkatince her okuyucu buna benzer detay konuları bizzat araştırıp bulsun. Bulamadığı ve bilemediğini de elbet daha doğru bilecek kişilere sormak ve öğretecek kaynak lara başvurmak yolunu tutsun ki , işte bizim önerdiğimiz usûl ve metod da zaten bundan ibaret … // Bu uzun ve karmaşa mündericatın satır aralarına girip de bütünüyle gözden geçirmek suretiyle işte baştan sona fihrist’lemek için nihayet dikkat-yoğun sabrımla çalışmak gerçekten hem fevkalâde zor hem de gayet yorucu oldu. Üstelik şu son birkaç gün zarfında alelacele sonuçlandırmak isterken yine böyle zahmetli bir işi başarmanın mutluluk verici heves ve heyecan hissiyatını da tadarak yaşadım. Sanki ilk kez yazmaya başladığım yıllar öncesi zamanlar gibi içten ürpertici tedirginlikle yenibaştan! 1. Bölüm ( sh. 1-162*) : 1 . ŞİİR // Okuyucu dostum! (…) // ÖZGÜN NASİHAT // Öz gerçek : (…) 2 . ÖZET DİVAN // Şuur … Kavrayış! // EVRENSEL LÜGAT // Yazarken … ilk uyarı ( … ) 3 . SÖZÜN ÖZÜNCE // ÖZÜM TEK ! // İlk Öğüt: (…) // CANLI ŞİİR // ANLAM // Bkz. (-57*22.) 4 . RENK-AHENK // MESAJ … MİZANPAJ // HÜLASA // PROTOTİP … BAKIŞ // BELLİ GERÇEK // ÖZGÜN ANLAM // EMR-İ “MÎSAK ” // “Misak” kavramı hk. 5 . CANLI İLHAM // ARÎZA* // Bkz. Şiirler, Meçhul Yaşamalar * // Takdim: ( … ) 6 . Şiir bahane. Esas niyetim , (…) // KÖK NÜKTE // Dost şair Nevzat Çalıkuşu* // UNUTULUR MU ? // Bkz. Zaman G. 23 Nisan 1996 / Mustafa Armağan ( … ) // Karacaoğlan’dan örnek: “Koşma” 7 . Öz mesaj: (-Bkz. 22*19.) “İşte şu iki hasım , … / Vaid ve Vaad” konusu // CANLI HAYÂL // Bkz. “Tema” // Fıkra üslubu … uyarı: ( … ) // Ben (-self ) hk . ( … ) 8 . Bkz. Mesnevi’nin Özü* ( … ) 9 . “Kâhil” kimdir ? // “Nanobilim” nedir ? FAZLA SÖZE GEREK YOK ! // GÜN-DEM ŞU ÖRNEK HUTBE ! 10 . Örnek hutbe: “İman ve Sâlih amel İlişkisi” hk. // SARP YOKUŞ … YOL ! 11 . EVET … HERKES ! // NET … MESAJ ! // “kimse kızmasın , kendimi yazdım” - hasan cemal* 13 . Ara-not: kitaplar hk. // SEKR-İ MERAK // “Sabır, …” // “Portre”- Beşir Ayvazoğlu / “Ben mi? ” 14 . NİYE ŞİİR ? // Bkz. Yevtuşenko, Yaşantım (…) // 15. “Milli Şef * dönemi” hk . 16 . Stalin* hk . // Acaip bir haber (?!) // RUHSAL YORUM 17 . Merhum ( M. Durmuş) “İmam Mustafa (*)” ardından … / ruhuna Fatiha! // ÖNŞART ! 18 . Ayet ( 3*102-110.) Mealleri // Aşk , mantık ve duygular (?) // KADER RUH YOLUM ! 19 . GERÇEK GÜZEL ! // STİL YÖNTEM / ŞİİR GÜNDEM // Vasl (-liyezon) yani “ulama” hk. “Edebiyat diye bir şey var mı ? ( … ) ” / … zihnimce en temel soru ve konu* / Bkz. Vatan G.* 20 . İbahe-i asliye* hk. // -Sh. 19: ÖZ-SÜVEYDA* DİL ! (-not: tamamı “844 sayfa” işte en son şiir ! ) 21 . ANLATIM // Gaye-i yegâne-m*// Anlayınız ki , … // Beyin aktivitesi // E. Çölaşan: “Çaresizlik” 22 . İLK NOKTA // ANLAMAK // SANAL AYNA* // İDRÂK // Öncelik örnek / … 23 . Mesnevi-i Mevlana* // ÖZ SEVGİ // KANIMCA CANHAVLİM // Şu iki kitap … / Y.N. Öztürk* 25 . Lütfü Özşahin* // “Alt yazılar / … ( 11 Eylül ve PKK terörü hk.) ” // HİYANET-“TERÖR” CİA* AJANI ! // Bkz. Dr. Ümit Yazman , Ne istediğinizi biliyor musunuz ? ( … ) 26 . TAM BEL ! // Bkz. Deniz Kezer, Eylemler … // Yevtuşenko, Yaşantım / … 27 . ŞİİR-İ İRTİCAL ! // Bkz. “Kıyamet” hk . (?!..) sansasyonel haber ( … ) 28 . SONSUZ YOL 29 . Özgün Paradigma ( iki kitap …) // İNSİYATİF PERSPEKTİF // “… aylaklık hikâyesi / İstanbul ” 30 . Bkz. Tarih Psikiatri Divanında* ( … ) // Sosyal Değişme ve Dini Normlar, Doç. Ali Coşkun* ( … ) 826 31 . Mustafa Kutlu , Uğur Mumcu’dan mektup var ! ( … ) 32 . Can Ataklı / …* // Yaşamakça’nın asıl gerekçesi : Yıllardan beri … (*) 33 . MÜLHEM ŞUUR // Bkz. Zaman G. 02 Aralık 2007 / Çeşit alıntılar “hercai örnek gündem-ler ! ” 34 . Elif Şafak , “ 99 Derste Sufilik* ” // Prof. Cemal Sofuoğlu , Açıklamalı Büyük Dua Kitabı* ( … ) 35 . Freeganizm* hk . 36 . Leyla İpekçi , “Metinler-arası yolculuk / …” // Ali Ural , “Zıtlıklar arasında salınan sarkaç / …” 37 . Volter’in Felsefe Sözlüğü: “Karakter, Cahillik* (?) // Ayet (-38*67.) // HAK AŞK ! İdrâk-i irfanımız zaten şiir-i ilham ! (…) // Yeni Lisan , Ömer Seyfettin ( …*) Sabahattin Eyuboğlu , Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler / … (*) 38 . KIYAS SANKİ SAAT ! // Yahya Kemal’in şiiri … // “tepki dili / reel lisan / özet divan (?!) TARZ-I NAZAR* // Bkz. Sözlerin Soyağacı , Sevan Nişanyan / … “paradigma” (…)* 39 . TEK KORKU // Diyanet / Aylık Dergi* // VİCDAN // ÖZ GERÇEK // DİNLE SÖZÜMCE ! 40 . Altınoluk* dergi // Haşmet Babaoğlu / İnsan , kendini özler mi ? (…) // ACZ-İ İDRÂK 41 . HAK GÖZET, BAK ! // VAHY-İ HİTAP // İÇTEN İDRÂK // KÜLLİYAT* Bkz. Bilinmeyen taraflarıyla Bediuzzaman Said Nursi* / … 42 . Bkz. Sempozyum Hâtıraları ( Mart-1999) : “Bediuzzaman …” hk . 44 . SON İKTİBAS // Cumhuriyet G. 21 Aralık 2007 / Bilim Teknoloji* ( … ) 47 . Bkz. Taha Akyol , “Ama Hangi Atatürk ? ” hk . 48 . ÖZGÜN SÖZ 49 . Orhan Veli’nin şaşırtan bir şiiri / … // Şair (?) // Z . Livaneli / Hayata dair ( … )* ŞİİRCE ÖLÜM // SÜRPRİZ ZİYARET 50 . Bkz. Erkam Yayın / Takvimleri (…) // Prof. A. Çelikkol , Tarih Psikiatri Divanında ( … ) “DUMDUMA” // “KARA MİZAH” // HAK ADINA HİZMET ! 51 . Bkz. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları / “Cami” // MAĞFİRET // “İspirtizma” hk.- ilginç ! 52 . Tanpınar’a göre, şiir (?) ŞİİR-CAN ANLAM ! // MECAZ // Bkz. Yeniçağ G. ( … ) // Sait Faik’in “zehir yeşili … acı duyuş / … öfkeli insan bilinci (!) // ŞUUR ! 53 . ŞİİR “ŞOK ”-SÖZ ! // Ayet ( 75*14 -15 , 36-37, 38- 40.) meâlleri* 54 . ÖZÜM // GERÇEK KAYNAK // Bkz. Kur’an-da “İsbat-ı Vacib” Allah’ın Varlığı / …* 56 . İŞİN ÖZÜ // “Kur’an sırlarının derinliğine …* // Sûre-i Mülk ( 67*1-24.) ve ayrıca , ( 8* 27-75.) DİL MUCİZE ! 57 . NE PİS BEL ! // Üzmez olayı* cinsel taciz ve istismar / Ege Telgraf G. “Sömürüye açık alan …” 58 . Merhum Hüseyin Tanrıkulu* Hoca’dan ilginç bir beyit* // Meal ( 2* 223. / Şehvet* / Asr sûresiyle ilgili açıklama ve M. Akif’ten bir şiir // Bkz. Sûre-i Şems ( 91* 7-10.) âyet meâlleri* FÜCUR VE TAKVA // FECR-İ KADR’İN ECRİNE ERDİR RABBİM ! 59 . ESPRİ* // TEK KUR’AN-CA YOL // Bkz. Konularına göre düzenlenmiş Kur’an Meâli // HUŞÛ ! 60 . Prof. M. Şeker, (… İnsan ve Toplum Hayatı*) // Soner Yalçın , Efendi-2 ( Vahdet-i Vücud* hk.) // Necip Fazıl’ın hakiki şair hakkında sözü / “tebliğci davulcu ise telkinci de kemancı …” (*) 61 . Alay denen Zulüm, Harun Yahya*// YOL ÖMRÜM // “Zaman’da yolculuk” (…) // Meâl (*) // DÜŞÜNDÜREN KİTAPLAR 62 . Bkz. Son Padişah Vahdettin’in torunu Neslişah Evliyazade* ile Zeynep Bakır’ın röportajı (…) 63 . Bkz. Prof. Bayraktar Bayraklı’nın … Kur’an Tefsiri : “ … Cebrail denen İlahi kanal / ilham-lar ” SUSKUN BEYAN // İLHAM-I RUH’CA ! 64 . ÖNSÖZ // ÖZ SÖZ // YOL KORKUNÇ ! 65 . ÖZ ŞİİR 66 . ÖZ ANLAM // ÖZ IŞIK // VİCDAN İDRÂKİM // NUR-DÛSTUR 67 . YARATAN KİM ? // ANCAK ALLAH ! // Bkz. İ. Coşkun , İslam Düşüncesinde İnkâr Problemi* ( sh. 101) // MÜLHEM MERAM 68 . İçerik (muhteva): ( … ) // ANLIK RENK // KÖK MÂN // HAŞR-İ HAYAT DUYGUSU: CANLI TOPRAK KOKUSU ! 70 . SONSUZ GİZEM 827 71 . SONSUZ ANLAM // HİSS-İ ŞUUR // AÇIK SÖZ 72 . YOLCU ŞU CAN ! // MAHŞER GERÇEK ! // TEK MISRA’CIK TARZ-I ŞİİR 73 . NASİHAT // NEFES-İ CAN // KULUM; KUL ! 74 . TAM HADDİM ! // ÖZ ZEVK 75 . GERÇEK RENK // GÜN-DEM YOL ! // YOL TEK GÖNLÜMCE GERÇEK // MÜJDE // ŞİİRCE // ZOR BEYAN 76 . Bkz. Dinî Kavramlar Sözlüğü* / “ilham” hk . // Sanatçı Yıldız Kenter’in yorumsuz sözü … (*) 77 . “Türkiye halkı ve İstiklal Marşı”( … ) // ÖZGÜN MARİFET // HAK İŞTİYAK ! 78 . Bkz. İclal Aydın , “Hayat Güzeldir / …” // AŞK MEŞK-İ HÛ ! // ANLIK GERÇEK 79 . YOL HAKK’A ! // GİZLİ ÖZET // HALVET HÂLETİM ! // GÜNCEL ÖZ // İÇTEN MARİFET // DİN GÜNÜ* 80 . Hesab-ı nefes (?!) // HESAP-KİTAP // SERVET DERT ! // Takvim yaprağından bilgi / Baki* hk . 81 . OYUN-ŞİİR ! // BÜYÜK GERÇEK // DEYİŞLER // İÇTEN ŞİİR // RABBİM’DEN HİTAP // TEK HECE 82 . OKURUM ! // NEDİR ÖZ ZANNIM ? // Hayata bakışım ve hakikat anlayışım … (?!) 83 . Prof. M. Öz, “Vücut Rehberi” // Doktor Çelikoğlu* // CAN DARDA ! // HAYVAN-SEVER ( ! ) 84 . RUHİYAT // HÜLASA-İ HAYAT: Derûniyet’im! // YOL , ALLAH’A ! // (-Sh. 86’dan devam / .) 85 . GÜL TEBESSÜM* // TEZ ANLA ! // YORUM YOLUM BELLİ ! // İLK DOĞRU 86 . İDRÂK-İ DİN // BEYNİN EVRENİ // İRŞAD-I KUR’AN // ZEVK-İ İRFAN 87 . SÖYLE , KİM ? // Ansiklopedik bilgiler : “Allah” hk . 88 . RUH* KİM ? // Bkz. Saâdet-i Ebediyye / Tam İlmihal* // SONSUZ DOĞUŞ // İNANÇ 89 . HİSS-İ HÂL // Önemli bir anı: “İlk kozmik korku” (…) // SERT ŞOK // Muhteşem muamma* 90 . Bkz. “yapay canlı” hk. // İŞTİYAK 91 . AŞKIN NÜKTE // SÖZ VE DİRİLİŞ // ÖZ SÂNİHAT // SÖZ ÇOK ! 92 . Bkz. İlim ve Din / “Bilgi ve Felsefe” hk . // MÜLHEM MANTIK // TAM DURUM 93 . KUR’AN-CA MANTIK // YOL MAHŞERE DÖNÜŞ ! // YOLUM KORKUM ! // AB* hk. 94 . ( 2007 Genel seçim: “sonuç” …*) // Ayet ( 11*18, 28, 123. ) meal* // LÂNET ! // SON SÖZ 95 . İSTİÂZE: ALLAH’A SIĞINMAK// Kur’an ve İslam, İ. Aydoğan // Diyanet, İslam Ansiklopedisi* Bkz. Batı’da İslam İmajı , Vedat Sağlam // Prof. Cemal Sofuoğlu , “Misyoner / …” 96 . AK PARTİ VE SONUÇ ! ( …*) // SAĞLAM MESAJ // “Halkın Yükselişi Hareketi” ve AKP* hk . 97 . SON SEÇİM // Emre Aköz, Entelektüel kıvranış ( … ) // Türkiye’nin başbelâsı Batı’cı Aydın* // TAM TAKIM AYDIN MI ? // FİKRİYÂT 98 . İMSAK // AKLIMIZ // Bkz.-sh. 99: Nasıl okuyalım … uyanmazsa?! / HUŞÛ-U (RUH:) “HÛ!” 99 . Aklımız, “Allah’a bağlanmak” için nur-u ruh* // GERÇEK ŞU EVREN ! // EVRENSEL ÖZET 100 . YOL ŞİMDİ ! // OLMAZSA OLMAZ ! // BELLİ IŞIK ! // ÇOCUK VE KİTAP // HEMDEM 101 . TEK GÖRÜŞ // Echel inkârcılar (!) // MUANNİD // YOL SOR ! // Elmalılı’da (-2*156.) tefsiri* 102 . (-2*156. âyet tefsirine dikkat!) // RAĞBETİM // GÖNLÜMÜN UMMÂNI 103 . Bayraklı Tefsirinde: “insan ve kitap” hk. açıklamalar // YOL VE SÖZ 104 . CAN TEK YOL ! // Ayet (-6*125 ve 126.) meâller // NÜKTE KAVRAM // AŞK-I HAKİKAT 105 . NUR-U HAKİKAT // Benlik gizemini … deneme-anlatım! ( … / Elmalılı ve Bayraklı Tefsirleri ) 106 . (-2*169,187.) // NET SÖYLE ! // Muhakemat’ta “latiyfe” // YASAL HAK ( ! ) // ŞAİRCE ÇİLE 107 . SUS ! // SONSUZ MESAJ // Bkz. “… sorulara cevap vaciptir.” // YÜCE CEVAP ! 108 . HAKİKAT SONSUZ SANAT ! // İRFAN // İNAT İFSAD ! 109 . Bkz. Meryem oğlu İsa Aleyhisselam hk. meâl-i âyât* // TAM MEÂL // TEK GERÇEK 111 . DÜŞÜN ! // İŞTE YAŞAM ! // MAHŞER RUBAİSİ // GİZEMLİ DİL* 112 . (-17*84 ve 85.) mealler // İŞ ŞİMDİ ! 113 . ŞOK-BİLİNÇ // ARŞİVİM // HAYAT VE SANAT // BİLGİ // Ayet (-91*7-10 ve 17*70-89.) 114 . Tevrat İnciller ve Kur’an* // Yaşayan Dünya Dinleri* İBLİS-İST’LER ( ! ) // Efendi-1 ve 2 ) 115 . HATTAT’CA HAT ! // DAHA ZOR ! // Yaşamakça’nın özü ve özeti : “Sadıkların Müşkilleri” HİKMET-İ İLHAM // MAHREM-İ ESRÂR (*) 828 116 . Birkaç kitap ve Yahya Kemal hk. // Bkz. A. Yeğin , “… Yeni Lügat” / Bazı temel kavramlar. 117 . HAKİKAT // “Heme Ust” değil , “Heme ez Ust” … // EMRÂZ-I HÂLİM 118 . Ayet (-84*6.) meâl // Hadis Ansiklopedisi / Kaside-i Bürde’den bilgiler // ŞİİR VE YAŞAM 119 . YOL ARAYIŞ // Besmele/ Nükte-i “Bes”/ Kur’an âyetlerinde lafz-ı Allah* // DİNLE , RUHUM! 120 . Bkz. Dr. Hüseyin Yaşar, “Avrupa ve Kur’an” (…) // Hoş şifre-işaret mi işbu … letâif-i Kur’an ? ( Kısas-ı Enbiya’dan özet: “tarih-i hayat kıssalarına göre sırasıyla adları bilinen Peygamberler” 125 . Mârifetname’den : “Nebiler …” hk. manzûme* 128 . MUHKEM MESAJ ! 129 . İHSAN* 130 . İslamî konularda medyatik tartışmalar hk. // TAŞ KAFA ! 131 . SER-LEVHA ÂYETLER VE EMR-İ CEDEL ! // Tek gaye … / ( 112*1-4 . / Sûre-i İhlas meâli*) 132 . Kaside-i Bürde ( … ) // Evet , tek gayemiz … // Bkz. E.T.S.“-Neden yazarlar ? ” (…) cevap-lar ! 133 . “Roman gerçekliği” … // GÜZEL LİSAN ! // Bilinmeyen … Bediuzzaman “Tarihçe-i Hayat ” 134 . Bkz. Nur Rehberinin Aydınlık Ömrü , Necmeddin Şahiner * 135 . “… tepki dili” diye “eski tarz” geleneksel lisan* // … konuşulan “yalın Türkçemiz” yetersiz mi ? Abdülmecid Ünlükul* hk . // Yıl: 1965 / “Davam” , Rahmi Erdem* hk . 136 . ISTIRAP NİYE ? // M. Kırıkkanat: “Ergenekon / …” Muhteva vahim ! // “Mazmun – Mecaz” kavramlar hk . 137 . ÖZ HİKMET ! 138 . Bkz. “Kalblerin Anahtarı / …” , Ömer Öngüt* // M. Armağan: “Diyalog filozofu Gadamer / …” 139 . Hicven mizah / ironik kurgu / solcu ucûbe (?!) // KİMLİĞİMİZ TÜRK’ÇE ! 140 . Anlatmak kolay mı ? ( … ) // ÜSLUB-U MEŞK ! 141 . İfade-i meram özeti : ( … / Bkz. Yetenekli Çocuğun Dramı* … ) 144 . Bkz. Cevşen Meali , Ümit Şimşek* // HAKİKAT İŞTE HAYAT ! // YOL KISSACIK ! 145 . Ayetler ( 13*28. ve 8*2. ) // Bkz.Tanrı-Ahlak İlişkisi , Prof. M. Aydın* // ÖZ DERUNUM ! ( Bkz. 177 ) // Kur’an-ca “istiâze” ( 14* 4 . ve 48. zaviyesinden 16* 98. ve 111. ) meâllerine bkz. 146 . Felsefe neye yarar ? // Güzel Türkçemiz … // İÇ DİL ve ŞİİR 147 . Aydınların İhaneti , D. M. Doğan*// … ihanetlerine karşı “tepki dili” // DİRENİŞ ( Bkz. 185 ) Bir “ilgi” ve bir de “eleştiri” için içtenlikle teşekkür …* 148 . İşbu www.yasamakca.net düzensiz “Şiir Defterim” muhtevasıyla tam mahrem mizacıma ayna ! 149 . Çağdaş ve akademik kavramlar açısından “dil kavgası” ideolojik tartışmalar // Doğru inanç / Kur’an yolu … / Düşünceler * 150 . Mantık / … ezelden ebede “ara parantez” / Ayet ( 3* 8-9. ) // Metafizik gerilimden mülhem … / … doğaçlama yazarken en büyük korkum …* 151 . İrşad Ekseni , F. Gülen*// Tasavvuf külliyatı // İÇTEN BAKIŞ // Bkz.Tercüme: “Şiir / özel sayı” 152 . TEK ÖZ-NE ?! ( Bkz. 184 ) // TÜRAB-I ADEM 153 . İLK DERS ! // YOL ŞİİRİM ! // İLK BAŞA YAZ ! 154 . ÖZ NÜKTE “İLK SÖZ ” // RABBİM ! // İNŞÂDIM MESAJ ! 155 . Bkz.Yeni Lügat : “İrşad, İnşâd, İnsât, İnşât ” benzeri kelimelerin ses ve anlam farkına dikkat ! Ayet ( 7* 204 . “Kur’an okunurken dinleyin , susun! ”) // TEK GÜZEL* 156 . ÖZ GEREKÇE // İÇERİK ÖRNEKLER // Ayet ( 3* 83.) // ÖZET SÖZ 157 . ÖZ-NE ŞİİR ! 158 . ZÜBDE-İ HAYAT // Ayet ( 13* 28.) // 54 Farz Şerhi (*) ,Zikir hk .// Örnek hutbe: Dua ve Zikir* 159 . ÖN-DEYİŞ’İM ! // MAKSAD-I MERAM 160 . ŞİİR GÜNCEL DİRİLİŞ // ÖZNEL DİVANÇE’M ! // TDK. Türkçe Sözlük: “Atatürkçülük …” 161 . İÇERİK // BİRİKİM // ŞİİR MERAKIM // Şiir nasıl okunmalı ? ( … ) 162 . MEFKÛRE-İ SİYASET // Bkz. “… beşeriyet nazarını Kur’ân-a çevirecek ! ” SON YURT // TÜRKİYE ÜLKÜSÜ // Bkz. Ulus Devletler Çözülürken-1 / … “millet olmak …” // MAHŞERE YOL 1. Bölüm (sh. 1-162) tamamlandı. / HK . ( İzmir-Bayraklı ,16 Mayıs 2010*) 829 www.yasamakca.net / 2 . Bölüm : ( sh. 163-316 ) 163 . NASIL ANLATSAM ? // Bkz. Sabahattin Eyuboğlu , “… Denemeler ve Eleştiriler ” ( … )* 164 . MEZELLET // “Mehdi ve Diyalog …” konularıyla alâkalı bazı muhalif-muvafık mülâhazat hk . 165 . MUHAYYELAT // DEM-MÜDDET ! // ÖZÜN-DE Kİ , GÖNLÜN-DE Mİ ? ( !!!.. ) 166 . GERÇEK DİL / “akrostiş”(-müşekkel: H .K .*) şiir ! // ÖZGÜN BEYAN // İFADE-İ MERAM // SOHBET-İ İRŞAD 167 . Ayet: ( 51* 20-23.) Mealler ! // TARİH ŞAHİT ! 168 . ÖZGÜN SÖZ // İLK AYET // ÖZ ve SÖZ // NİYAZ // AĞLAYAN VAAZ (*) 169 . SÜNÛHAT // Bkz. “şair ve şiir ” hk . 170 . Şiir ve Şair-ler hakkında Kur’an ne diyor tarz-ı üslûbunca bu hükm-ü beyan nasıl açıklanıyor? TAM MARİFET // YOLUM MAHŞER ! // KÜNH-Ü ZAMAN 171 . ZEMBEREK // BİLİMSEL İZAH // BİZCE // ZAVALLI ECHEL // İŞTE ZOR YOL ! 172 . NÜKTE-İ HÂLET // MİKYAS // EKMEL BİLGİSAYAR* // VECD-İ KALBİM // TAM MESAJ // İLM-İ İRŞAD 173 . Kur’an İrşâdı*-na Muhtâcız ! ( … ) 175 . OKU DA ANLA ! // İlk gurbet yıllarım … (*) // GÖNLÜM // GERÇEK // ŞİRAZE 176 . MESLEĞİM // GÖZLEM ve SÖYLEM // SAVAŞIM (-mücâdele, yani “-yaşam kavgamız! ”) 177 . ÖZ DERÛNUM (-bkz. 145 ) Nostaljik bir olay! // AKLIM ve AŞKIM // GİRDAB-I RUH 178 . SIĞINAK // KUŞBAKIŞI // GAYE-İ ŞUUR // Taarruf , Tasavvuf , Felsefe , ve Şiir ( … )* 179 . NÜKTE-İ DEM // İŞTE GERÇEK ! // ŞEHADET TEK ŞIK ! // TARİH NET “-TAKDİR” ! 180 . Bkz. Prof. Neşet Çağatay ( … ) kitabı’nı okurken … // DERS-İ GAZAB ! // ÖRNEK MÛCİZE 181 . “SONSUZ NUR ” O ! // YORUMSUZ HECE // DOĞRU İNANÇ 182 . MODERN İLLET ! // HANGİ İŞ ? // ŞERH-İ LÜGAZ // İrtical* hk . // ŞİİR TÜRKÇE’M ! 183 . HAYAT HİKÂYEM ! // KISSACIK // ARMAĞAN // (-“O”) KİM ? 184 . KUR’AN TEK ÖRNEK ! // TEK ÖZNE (-bkz. 152 ) 185 . ÖZET BİLGİ // DİRENİŞ (-bkz. 147 ) 186 . ÂSÛDE RUH // HÂLET-İ HAŞYET // -OKUYUCU ! // -SOR , CEVAPLAR ! // MÂLUM ! 187 . BERRAK GERÇEK // NÜKTE-İ “KADER ” // EZCÜMLE // GERÇEK ÖVGÜ // SONSUZ KAYNAK 188 . GÖRÜNTÜ // CANLI MİSAL!//-www.yasamakca.net-muhteviyat tıpkı “Yaşamın Gerçeği” (*) 189 . AÇIKÇA // Bkz. “Vâridat” hk . // TEHADDİ-i KUR’AN 190 . YAZARKEN 191 . MİZAC-CAN’LI GÖNLÜM // TEK KAYNAK // -NEDİR RUH ? 192 . NUTK-U RUH // RUHUM MUHATAP ! // İTİRAF // UTANÇ // … Samimi itiraf ( … )* 193 . USANÇ // ŞUUR-U VİCDAN // TAM HUZUR 194 . NİYAZ-I NAMAZ // TiTREŞEN GöRKEM ! 195 . METEOR // MERAK // DERDİM // CAN-NEFES (-bkz. 226 ) 196 . BİRKAÇ ÇEŞİTLEME (-muhtelif şiirlerden “seçki-örnek” diye zevkle derlenmiş bir demet*) 197 . MUCİZE // ZİKR-İ NEFES // NÜKTE-İ NEFES // NÜKTE-İ ŞUUR 198 . RUH-U ŞUUR 199 . NÜKTE ŞİİR // ZEVK-İ ÂHENK // Bkz. Meydan Larousse / Ansiklopedi : “ Edeb* …” 200 . Mühim bir kitap …* // Duâ Mecmuası …* 201 . SÜREKLİ ANLAM // ÂLEM-İ TABİAT 202 . İBRET-İ ÂLEM // KUR’AN-CA DÜŞÜN ! // Mümin-kâfir tasnifi*… // Bkz. ( 2* 266.) MUAMM ŞUUR // EŞSİZ SANAT 203 . ÜRPERTİ // ANLIK GELECEK ! 204 . İŞTE ÂKIBET ! // SON KERTE // MUCİZE MESAJ // Arapça bir beyit tercemesi (*) 205 . Meâl* hk . // KEFENLİ MEVSİM // SAL-GİTSİN ! // TOPLA KENDİNİ ! 206 . ÇILGIN TOPLUM // KIREVİ’NDE RÜYA GİBİ İNZİVA 830 212 . İzmir-Menderes / Özdere’de devam …“münzevi yaşam” ( … ) // ŞU ANDA ! 213 . Bkz. Feyizler , Mesnevi’nin Özü , ve Zaman G. / “Rüya” hk . // YORUMSUZ RÜYA // Bkz. (*) 214 . Hilmi Yavuz: (…*) Son … iktibas (*) Marifetname: “… rüya , vâkıa” hk . // RUH-U HAKİKAT 215 . TEK VARİDATIM // RUH DÜNYASI 216 . KOF LÂF ! // AKILSIZ YOSMA ! // MEL’ANET NESNÂS 217 . TV kanalları / Televizyon programları’ndan bazı güzel örnekler : ( … ) // YABAN BAKIŞLAR 218 . PİS-MURDAR ! // İÇ DÜŞMAN: KÖK-NİFAK ! // İLK NOKTA* SON NÜKTE ! // Anekdot (*) 219 . DÜNYA // VÂVEYL ! // ÖZNEL SEÇENEK // TEK İSTİKAMET 220 . DEVLET KURAN İRADE (*) // Şeyh Edebali’nin vasiyeti : ilk kurucu (*)’ya öğüt-tavsiyeler ! 221 . Bkz. Emin Işık , … kitabı hk . // SONSUZ MEVECAT // AYET DİLİYLE 222 . HİDAYETE DAVET // GERÇEK MÜRŞİD* // TEK SONSUZ // Artık güncelleyip bitirmek gerek ! / … 223 . Bkz. “Etkilenme Endişesi (*) ” hk . // Bir öğretmenin mektubu* ( … ) Bu metni ibretle okuyun ! 226 . Bkz. Muhtelif meâl-i âyet’ler ! // ŞU AN // CAN NEFES (-bkz. 195 ) // İÇ ve DIŞ 227 . MODERN ŞİİR // GERZEK GEVEZE // İÇ HÂLE DIŞ BAKIŞ // İKİZ SORU // HERZE-GÛ (Ata*-ist’ce) ATEİST ! 228 . İÇGÜDÜSEL BİLİNÇ // İÇTEN NEFES 229 . CEZBE-İ AŞK 230 . Bkz. Sempozyum Hatıraları : “İmam Nursî …” (*) // SAAT (-bkz. 451 ) // CAN SOLUKLAR RUBAİYYAT ( 44 -“kırkdört nakarat” Dörtlük’ler*) 235 . ÖZ YORUM // ÖLÜMSÜZ YORUM // HERCÂİ TENEVVÜAT (-türlü çeşit Deneme’ler*) 237 . TEDAİYYAT (-çağrışım’lar*) 238 . DİKKAT ! // TAVZİH // Marifetname’den … “açlık” hk. / ŞİKAYET (!) // MESAJ-ZAMAN ! 239 . “- EV ! ” ( Acele et , tez davran ! ) // FIKH-I MÂRUF 240 . ŞUUR // CAN MÂRİFET // TEK TESELLİ // İHTİSAS “son söz” SANAT ! (-25 Mayıs 2011*) 241 . NET CEVAP // RUH* HÜKM-Ü KUR’ÂN ! 242 . DÜNYA RÜYA ! // NİCE HÂLET ! // MEŞK-İ İRTİCÂL // AÇIK YORUM 243 . ZOR YOL // ZİHİNSEL LÜGAT 244 . AİLE ve GAİLE // VE SON ŞİİR // Ruh-u Hakikat / Bkz. İkbal’den “nefs-i beşer” hk. yorum ! 246 . SON VASİYET 250 . AÇIK GERÇEK 251 . Bkz. Önemli alıntılar / … 252 . EKMEL SÖZ // TEK KİTAP (*) 256 . ABD’ye “yeni başkan” seçilen “siyahî (*) lider” … Obama* hk . 257 . Gönlümdeki Günceler (*)’den (- en sonuncu*) : “Günce -73 / …” 259 . Bkz. Sûre-i Fatiha* hk . 260 . FIRKA-i NACİYE* 261 . (-Bkz. sh. 261-279: İlk “7 şiir”… / yayımlanmış şiirleri bilâhare yenibaştan niye çoğalttım ki ?! ) 263 . VAR ! O VAR ! 270 . Bkz. Akıl dört kısım: (…) // H. Nurbaki , Kur’an Mucizeleri: “evrensel denge ve mahşer …” hk. BEN VE ÖTESİ 272 . Önemli bilgiler ( … ) // ÖNCE SEVGİ 274 . DİRİM SONU / ÖLÜM 276 . Bkz. ( 3* 185.) Ölüm hk . // HAK YOL 277 . Bkz. ( 2* 260.) Hikmet … // ÇİLE 278 . YALNIZLIK 279 . MÂYE-i AŞK // Bkz. Mesnevi’nin Özü* // YÜREĞİM // Yalnızlık hk . // O YOKSA KİM ? 280 . ŞİİR TARZIM // İLK HECE // İLK NEFES // SUS BİLGE’CE CEVAPLA ! 281 . SUÇLU // DEVRİM // MİZACIM 282 . NEFSİM // BU NE HÂLET ? // YORUM BU TARZ ! // HAK ADINA HAKİKAT 831 283 . Bkz. “Ortak payda …” (*) 284 . DÜŞÜNSEN-E ! // ÖZ “duâ-mız!” // YOL BU YOL ! 285 . MESAJ ŞİİR-DİL ! 286 . “AHFAD-I FATİHAN” // TÜRKÇESİ “İHLÂS” 288 . Bkz. Yeni Lügat: “İhlâs” // ÖZ NİYETİM // ÖLÜM MEVSİMİ 289 . Kur’an bakışıyla “doğru inanç” ( … ) 290 . ( I . ) KALB-İ İNSAN // Bkz. ( 21* 30.) Nedir “ratk ve fatk” / kâinat’ın bidâyette tekevvünatı ? // ( II .) MUCİZE FITRAT 291 . ( III .) YAŞAMAKÇA // “Mahiyet / mâ-hiye: -nedir o şey? ”(yani , sırr-ı kimyasıyla mevcûdat!) 293 . SUÇ VE CEZA // Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke: “… Sirse* mitosu / …” (*) 294 . TEK MISRA’CIK ZEYL* // HEP “O” HAK ! // Şu “Ser-levha” Hayatım ( …* ) 295 . Bkz.( 85*17-18.) “Tarih” hk. // ARAMAK // YOLUM HAKK’A ! // Bkz.“Hint mistisizmi” hk . // NE DESEM ? // ŞERH-İ MECAZ 296 . HEM-DEM NEFESİM ! // HEPİMİZ BİR YERDEYİZ ! // SİMETRİK KAFİYE // TAKDİM // YORUMSUZ GÜNDEM // KONUŞAN KUR’AN* 298 . Ayet ( 9*40.) // ELVEDA İNTİKAM ! // “SAFAHAT ” TÜRK SAZIM ! // TEK EMELİM ! 299 . İKİ KAFA:-DAR ! // Eleştiri-yorum ! ( … ) 300 . Bkz. Hutbe: “Millî ve Manevî Değerlerimize Bağlılık / …” 301 . Bkz. Mühim bir risale* // MARAZ-I GAFLET // SOFU’CA HAYÂL ! 302 . “ŞEYTAN ÜÇGENİ ” // BEN BU’YUM ! 303 . ŞİİR’İM ! // ŞİİRİM’E “ZEYL” (-sh. 301-303: İşte en son … örneklerim! // 19 Mayıs 2011*) 304 . İÇTEN BAKIŞ // Bkz. (-sh: 201’den devam …) “Esmâ-i Hüsnâ” (*) 305 . HANGİ KİTAP ? // MİSYON DERS 306 . DERK-İ DERS: “DİN …” // Nihayet tam -04 . 07. 2011’de bitti: “ www.yasamakca.net ” 307 . BEYAZ SAYFA / TEK CEVAP // ŞİİR-İ VİCDAN // Bkz. ( 114* 1-6.) Meâl // İLK HÂLET- SON HÂCET 308 . İLK “SEKS” ALDANIŞ ! // NOKTA-NÜKTE // HAK RABB’E DÂVET ! // TÜRKÇE SÖZLÜK’TE HEPSİ ! 309 . ANLAYAN OKUR ! // KÜNH-Ü “TEVEKKÜL” // “Ömer Öngüt, NOTLAR …” hk. Tavsiye! 310 . “L” DERKEN “İLL” OKURUM ! // HEPSİ “ŞU AN ” NİHAYET ! // HÂLET-İ HAYRET ! // VASİYET // Daha yazacak sözüm kalmadı! (-Tamamladım /-sh. 313 ) 311 . M. Akif’ten bir beyit* // NESNÂS’A NASİHAT // Bkz. -312 : “İsraf hk . Hutbe* 21.05.2010 ” 313 . İŞTE YOL* TEK ! // EN GERÇEK BİLGİ ! // Bkz. “Ali Kemal / … Şiirler’den” / 15.07.2011*) 314 . EGZOTİK TAPINAK* ( Küfr’ün “tek merkez” Sistemi*) // Bkz. “Ilımlı müslüman ağı / …” // İLK DERS: MEŞK-İ İLHAM 316 . GELECEK // “YOLDA OLMAK ” (*) ( 2. Bölüm “sh. 163-316 ” fihrist’leme yazılımı da 19 Mayıs 2010’da tamamlandı elhamdülillah! ) ********* www.yasamakca.net / 3. Bölüm : ( sh. 317-494 ) 317 . NİTEKİM (-KİM ? ) // Amacım Mesaj ! ( … ) 318 . HUYUM ! // UÇUK YORUM 319 . Bkz. Şaban karaköse, “… Düşündüren Sözler ve Hikâyeler / …” 320 . SAZ’IN ADI: “VEYSEL” (*) // Aşık Veysel* hk . kısaca bilgilendiren alıntı* 321 . TASAVVUF // Bkz.“… dil ve ıstılah-lar ” // “İlim bir nokta’dır amma , -Onu çoğalttı cühelâ! ” 322 . SUS VE YAZ ! 323 . YENİDEN // Bkz. Şems-i Tebrizî’nin bir sözü* 324 . “Yenibaştan” yazmak konusunda karar ve ısrarıma dair / derkenar izahat* 326 . BEN-SEN’CE KİM ? // Mevlana’yı hangi “Şems”-söz uyandırdı ? ( … ) 327 . YÖRÜNGE // Bkz. Elif Şafak , “Aşk” romanı hk . // İŞTE BEN ! 832 328 . GAFİL // Bkz. A. Gölpınarlı , Hayyam-Rubailer : ( … zaman* / ?! ) 329 . HADDİM // İŞTE RAHMET ! // Hecesiz Gerçek ( … *) 330 . SEZGİ İÇTEN SEVGİ ! 331 . İNSAN VE ZAMAN 332 . MİSAL “SEMBOLİK ”-DİL ! 333 . DİL ( laboratoire:) LABORATUVAR* // Bkz. Nazlı Ilıcak , “Bu kavga niye ? ( …*) 334 . Mevlana: “Beri Gel ! / …” şiiri* // Bir kelebek hikâyesi … (?!) 335 . ZABT-I DEM // ROL ve YOL 336 . “… / Şakacı Nuayman* (?!) ” 337 . Bkz. “Peygamberimiz (*)’in çocukları: ( … ) ” // Eğitim ve öğretim ( … ) 338 . MİZAHLI DERS 339 . OLİGARŞİK İHANET // Şiirimsi Sohbet ( … ) 341 . A-NORMAL ! // BU NASIL İŞ ? 342 . AKŞAM VAKTİ // NE MÜTHİŞ ÂLEM ! // İNANÇLA ÇALIŞ ! // ÜSLUBUM MESAJ ! 343 . ANLIK “KADER” (*) // RAHMAN’A SIĞINMAK // ÖMRÜM TEK ÖLÜM NET ! // EN AÇIK GERÇEK ! 344 . İDEAL ŞİİR ve ŞAİR ( ! ) // ANLAM // MUAMMA // GÜNDEM 345 . VİSAL // GÜZELCİK (*) 346 . ÇÖL İKLİMİ // HALET-İ İTİRAF // HAKK’IN YOLUNDA // İRONİK UYARI 347 . TAM MÜDERRİS ( ! ) 348 . GÜL VE BÜLBÜL // RUMUZ // ŞOK KORKUM // ŞİKAKSIZ BARIŞ 349 . İFŞA-i HALET 351 . BEN BENDE’YİM ! // İÇ BİLİNÇ // KESİN BİLGİ // BİRKAÇ KELAM 352 . HASTA ŞİİR // TAM MUHTACIM ! // Bediuzzaman’da “âlem-i sahve …” // MEVHİBE // Son seyahat … // EVRENSEL PLAN 353 . HAS ŞİİR 354 . EVRENSEL BOYUT // Baştan sona Tertib-i MUSHAF ( … ) Sûreler : (*) 357 . İSLAM-CA İNANÇ // TEMEL BİLİNÇ-İÇTENLİK ! 362 . ŞİİR KAYNAĞIM 363 . Nükte-i tefe’ül* / Arayan merak ! 364 . Bkz. Feyizler-8 ( … ) hk . // M. Akif ve Fethullah Hoca-efendi ( …*) // GİZLİ KAMERA 366 . Bkz. / “… Ondokuz’lar hikmetinin sırrı (?) …” // Kur’an-ı* Okumak ( … ) // KUR’AN 367 . Ayet: (4* 82.) ve Kur’an-ın hakikati bu! (…*) // ( 21* 30.) Hayatın kaynağı “Su” ( …*) // NEDİR ŞİİR ? 368 . KİM ? // AYNADAKİ GÖLGE 370 . ÖZ GÜNCE ( 3* 66.) 371 . ZOR HECE 372 . ŞUUR-U İLHAM // ÖZGÜN DÜŞÜNCE / “Başka kim ? ” (-bkz. 392 ) 373 . DİPNOT // BLOKNOT // TAM ANLATIM // İlk Nükte Söz! / … KAVRAYIŞ 374 . (- Prof. R. Yaparel’in sözü*) // … benlik gizemini içten itiraf … // İÇTEN BELLİ ! 375 . ÖĞÜT-LER ! // “Fâsık” (?) // VAKT-İ “SAAT ” // GEVŞEME ! // KALEM // “… yazarken …” 376 . İNŞİRAH // Mefkûre kimliğim ( … *) // ZAMAN MESAJINI OKU ! 377 . UYARIŞ // Bkz.Öztürk: Ebu Hanife*// H. Dayı: “… milliyetçilik (-1) ”// GARİP ÂLEM HEPSİ ! 378 . MAHREM MERAM // ÖZ ÖRNEK // ( Yazarken …* 379 . Kültür … // UYARI-YORUM ! // … hikmet-i şuur / ruh-u Kur’an …) // ANLAMINCA OKU ! 380 . İlk “5 âyet” ve ilk “-söz” (…) // ÖMRÜMCE ÖZLEM 381 . GÖNLÜMCE ( 14* 40.)* 382 . Özgeçmişim (*) özet ders ! ( …* ) 384 . AKLIN NURU 385 . Bursa-Gemlik / K . Kumla’da ( … ) // İÇTEN HİKMET // DOĞAL DENGE // İŞTE KADER ! 833 386 . YOL ŞUURUM ! // CAN KAVRAM // ÖZEL ÖRNEK “Çocuklarım ve Torunlarım” (*) 387 . EVRENSEL MODEL 388 . İÇTEN ÂHENK ! // CAN VE BEDEN // SÖZ MIZRAP // OLAY (-“Çamlık* katliâmı” ) 389 . AYMAZLAR ! // ŞİİR-İ HİKMET 391 . SANKİ // SÖZÜM İZAH BİLMEM MİZAH ! // NABZ-I VİCDAN 392 . CEVAP ! // BAŞKA KİM ? / “Özgün Düşünce” (-bkz. 372 ) // KAPALI SANDIK ! 393 . Bkz.Vesvese / evham* hk . ( … ) // SONSUZUNCU İLK* // AÇIK YASA (-Ömer’in mührü*) 394 . BÜYÜK HABER // Bkz. Ses sanatı “hendese-i savt” (-mûsikî*) hk . 396 . ÖLÜNCE 397 . Maksadın nirengi noktasında buluşmak ! ( … / 398 . / en doğru ölçü: “canlı gerçek” kavramına göre “şiir üçgeni” …*) // MASKARA ( 74* 27.) www.yasamakca.net / 1. Kitap ( sh. 1-398 ) 2. Kitap ( sh. 399-860 // Fihrist : 826-860 ) 399 . ŞİİR DELİSİ 400 . Bkz. “Mesnevi-ler” hk . // RİNDÂNE RUH 401 . TEVEKKELİ 404 . TECELLİ 406 . Bkz. Elmalılı Tefsiri’nden bazı ilginç kavramlar hk. // NAMAZA ÇAĞRI // SABAH YILDIZI // KAFATASI 407 . KARİZMA // DÖNÜŞÜM 408 . SON ANI SONSUZ ! // BEYAN NET DİL ! 409 . Tek kalem değişmez kader ! ( … ) // MEŞK-İ KALEM // Canlı örnek* … // Bkz. “Osmanlı Vesikalarını Okumaya Giriş, M. Eminoğlu : (- eski evrak* hikâyesi …” ) 410 . Bkz. Arif Nihat Asya: “ Dilimiz bir devamdır …” 411 . Geniş ve derin bakışta “aşk-ı ruh” ideal şiir ! // Mevlana* 412 . Bkz. / … “Asıl edebiyat nesirdir.” ( … ) 413 . SANAT-I SECİ’ // İdeal olan … gerçek şiir ( … ) // Goethe’nin sözü* 414 . YİNE ANCA YAŞAMAK // Bkz. “hâl-i pür melâlim ! / …” 416 . POETİK TENBİHAT 418 . SANİHA ŞİİR // Şiir anlayışımın özü ( …*) // Bkz. Sümmanî ve Ziya Paşa’dan alıntı şiir-ler ! 419 . BELLİ GERÇEK 420 . ÖZ İLHAM // GİZEM 421 . Felsefe’den Tasavvuf’a / … (*) 422 . ÖZ BOYUT 423 . MÜŞTAK // ZEVK-İ HARS // Dertlerim …*// ÖZ NÜKTE (-Elmalılı: “… inâyetine sığındım.” ) 424 . TEK KİM ? // ÇERÇEVE 425 . KİM ANLAR ? 427 . MÜSTESN // Ayrıca , İsmail Hakkı Bursavî’nin “nefha-i evliyâ* hk.” şu meşhur uyarıcı sözü* 428 . M. Feyzi Efendi ( 1912-1989 ) ’den Feyizler ( … ) // VURGU // GERÇEK ŞİİR 429 . TEHECCÜT ( 17* 79.) // BULANIK MANTIK 433 . “Logos” hk . 437 . Bkz. “Hologram teorisi …” // YAZMAK TUTKUSU 442 . Din’ce “kıymet-i kelâm” Sözün değeri: ( …*) // DOĞAÇLAMA NEFESLER 444 . İLLE DE YAŞAMAKÇA // TEK SÖZCÜK // Bkz. Zülfü Livaneli , “Bu dünya bir penceredir / … ya daha ötesi … (?) // İÇ ŞİİR RUH-U NESİR ! 445 . İÇ DERİNLİK // HARMAN YELİ // CANLI ŞUUR 446 . ŞAZ* SÖZ // SÖZ SANATI // Bkz. ( 14* 24-27.) : “tayyibe, habîse, sâbit (-tutarlı*) söz” hk . 447 . ŞİVE // NAKARAT // Kutatgu Bilik’den* // İÇ DİL* BİLİNÇ ! 448 . “Alp Er Tunga* / …” // Ayet: ( 35* 32.) meâl-açıklaması* // ŞİVEM ELİF’CE ALLAH* 449 . DİL VE ŞİİR // Bkz. “Allah* muzaf olmaz …” // 834 “Hemze’nin mahreci …” (-işte “derin nefes” sanki içten “zikr-ullah” hakkınca telâfuzuyla! ) 450 . Şiir mûsikî’leşmek ister ! / … (*) 451 . SAAT (-bkz. 230 ) 452 . KIYAMET // NASİHAT DİNLE ! // Bkz. ( 21* 104.) meal ! // VECD-İ VİCDAN 453 . Nasıl tek görüyor renk-âhenk ikizcik gözlerimiz ? (…) // Bkz. ( 90* 3-20.) meal-ler ! 454 . IŞIK SÖZ // ŞİİR ÜÇGENİ* 455 . İç dil ve “şiir üçgeni” hk . 456 . BOŞ SAYFA // Zarifoğlu* hk . // Ara yazılar’dan örnek “ders-i hikmet” ( … ) 457 . DEVAM-I FERYAD // Bkz. İslam Fıkhı’nın temel konusu “Taklid ve ictihad” hk . ( …*) 459 . MÜMİN ( 103* 1-3.) // GÜZEL SÖZ // Öz irşâd “sözün değeri” ( …*) 462 . Bkz. Evliyalar Ansiklopedisi* ve bilhassa , Dinî Terimler Sözlüğü* … (*) // ÖMRÜMCE 464 . HECE DİL // KÜNH-Ü KÜLLÎ (*) 466 . Şu ucûbe muhtevâ … 468 . Ne diye tarz-ı mahsus ? ( … ) // KUŞ DİLİ // ŞİİR-DE BEN ! 469 . HEPSİ KADER // Anlık anı ( …*) // “KORKA-DURUN ÖLÜM’DEN …” 471 . SAAT SESİ // NAMAZ’CA POETİK ZAMAN ( 20* 130. ve 29* 45.) 474 . ( sh. 473-: “Namaz”// “Maklub”-“Mülemma”// AŞKIN ÇAĞRI / Mısır’da “tercüme heyeti …”) 475 . BİLMECE 476 . ÂKIBET 477 . TARZ-I VASİYET 478 . HAYAT İKSİRİ 480 . Bkz. Safahat’a göre, güncel konu: şu “ruhsuz (!) Ülkücülük” gerçekten sorgulanmalı artık ! // RAHMET DAMLACIKLARI 481 . ETİK KARAR ! 483 . “YÂ-SÎN ” 484 . Ayet: ( 36* 70.) // AK-ÇA GÖK-ÇE (“… Peygamber’deki akıl*…” / Mesnevi’nin Özü*) 485 . ÖZ-CE BİLGİ (“… Sevgili’yi aramak* …” (*) // KÜL YIĞINI 487 . LÂLE’yle GÜL ! 489 . AH-VAH ! // ( 14* 18.) Meâl* // EN YAKIN AN-LAR ! 492 . TEVBE-İ NASUH (-12* 53. ve 22* 16-18.)* 493 . HAYATIN SIRRI (-21* 104.) 494 . Ayet meâlleri: ( 47* 18-19. ; 79* 42-46.) // BAŞ-BEDEN TAM “SIR KÜPÜ ” (*) *** Bugün yine pek çok güncel olay ve dehşet haberler var günlük gazetelerde ve televizyon ajanslarında. Siyaset dedi-koduları , trafik kazaları ve sair pek çok konu-olayı da çabukca okuyup bir de tekraren dinledikten sonra , artık gazete ve televizyon haberlerinden tek şu hâdise (-bkz. 90: “yapay canlı”-) sözde bilimsel önemi nedeniyle yineleyerek anımsatmaya değer sanırım. Bkz. “ www.posta.com.tr ” Posta G. 22 Mayıs 2010 / Baş sayfa-sağ üst köşe: “Yapay hücre üretildi , sıra yapay insanda // sh. 3: Yapay ‘yaşam’ doğdu / Amerikalı milyarder biyolog Dr. Craig Venter ve ekibi* dünyada ilk kez insan yapımı DNA kullanarak laboratuar ortamında canlı bir hücre yarattı. ‘Yeni bir çağ başlangıcı’ olarak kabul edilen bu gelişme bilim çevrelerinde sert tepkilere de yol açtı / Yapay DNA hayatta kaldı / … // 63 milyon TL’ye maloldu / … // Yapay hücre nasıl yaratıldı ? ( …*) // Tanrı rolüne (-mi?) soyunuyorlar ( … / işte yapay hücre ‘Synthia’.) // Korkutan teoriler ( … ) // Nasıl kullanılacak ? (…”) Ayrıca , sh. 3: ( “ [email protected] ” Farklı bir durum / …* Ne biçim lâf bu ? / …*) İnsan ne endişelerle sarsılmakta an be-an ! Nitekim misâl: alt-kat dairedeki kiracı komşumuz uzunca zamandır rahatsız ve hasta iken nihayet takdir-i Hakk’ın buyruğu bugün öğle ezanı vaktinde teslim-i ruh hiç şaşmaz zaten belli işte emr-i ecel vâki-i vakit tamam oldu da rahmet-i Rahman’a kavuştu. Bu olay yine derinden etkileyip benliğimi içten sarsmakla bana da bazı farklı ilham ve duygusal fikriyat telkin-i telakkiyata yol açtı. Tıpkı insiyâken nice vesile-i efkâr hep buna benzer ruhiyat tarz-ı ilcâat ! Dünden bugüne ne çeşit değişim ve dönüşüm mesajlarıyla âlûde demek ki “şimdi’cik” gayet çabukca! 835 www.yasamakca.net / 4. Bölüm: ( sh. 495-665 ) 495 . BİZ VE TARİH 496 . Yakın tarih perspektifiyle PKK terörü’ne bakış / …* 497 . ANI-NOT / ANEKDOT (*) 500 . SON UYKU // Şair F. H. Dağlarca* hk . / “Tenha” şiiri* 503 . ŞİİR SANATI ………………………………………………………………………………………………………………. 504 . ŞAİRİN MİZACI 508 . Bkz. “Sessiz Çığlık / Şiirler” (…*) ve “İslâm şiiri / sihr-i helâl” hk . (…*) // ÖZGÜN DİL 509 . SOYUT KAVRAM 510-511. Bkz. Ansiklopedik bazı ilginç ve de önemli bilgiler ( …*) 512 . SÖZÜN ÖZÜ // Bkz. ( sh. 385 ) Merhum Hocamız: Kemal Edib Kürkçüoğlu’nun şiiri’nden (*) 513 . Bkz. Yahya Kemal Beyatlı’nın şiiri: “DÜŞÜNÜŞ” // MEDDAH ŞAİR // HAYYAM’CA RUBAİ 514 . DİLEĞİM // BENCE ŞİİR / Derûni Hasbihal ! (sh. 514 … / - 596 *) 515 . SİSTEM // …* 523 . / “… ifsadcı solcu-lar ( ?!) …” 525 . ANCAK KİTAP CEVAPLAR ! // … 527 . Bkz. Marifetname* hk. / … 529 . “Tesettür ( örtünme*) emr-i âyet: ( 7* 26 ve 31-32. // 16* 5 ve 81. // 24* 31 ve 60. // 33* 35 ve 59.) 530 . EKMEL LÜGAT // MARİFETNAME-DİL ! // Bkz. Marifetname’den : “Nazım” ( …*) 533 . “… bu anlayışta çalışmak suç mu ? / … anlatmak kolay mı ? ( … ) / Yakarışlara muhtâcım her dem!” YUNUS’CA COŞKULANMAK 535 . GÜNBOYU HAYAT ! (*) 539 . “… İslâm , görünüş şeklinden mi ibaret ? ( … )” 541 . Erhan’a mektup ( …*) 542 . Bursavî İsmail Hakkı’nın dilinden : (-bkz. 427 ) “…” // ŞİİR ŞİİR DUYGULAR 545 . “… utanılacak yazılar (*)” // İKİ YABANCI // MECZUBÂNE ! 547 . ÇELİŞKİLER 548 . ŞEYTANCA 549-50 . Bkz. “Çintemani / ideal dilek” (*) niyâzım : ( … ) // KAR YAĞIYOR İSTANBUL’A ! 552 . ÖZ “ibret söz” HİKMET // NEYLEYİM // SEKÜLER ZIRVA 554 . TARTIŞMA* 556 . ŞİİR-İ ŞUUR RUH-U AŞK ! 558 . “Allah* muzaf olmaz , …” (-sh. 449 ) 560 . ÖMRÜN HASADI 562 . Rahmetli Dedem …* 564 . Vefiyat ( ölüm-ler ): “ … (*)” 566 . İNSAN’CIK-LAR ! 572 . “İnsan küçük , günahlar büyük ! / …” 573 . SIRÇA BEDEN 576 . Bkz. “Zeyn’ül-Abidin (*)” hk. // RAHMET 577 . ÖNCÜ AYDINLAR // Evrensel mesaj …* // ÖĞRETMEN 578 . OKULUMUZ* MARŞI (*) 579 . YOZLAŞMA ! 581 . EBYAZ “…” ŞİİR // “Kader, …” (?) // MAVİ ÖZLEMLERE ÇAĞRI 586 . Bkz. M. Doğan , Kur’an Gölgesinde … Türk* // ŞİİR ÜLKESİ* TÜRKİYE 590 . Bkz. Sancar Maruflu , “İzmir niçin önemli ? / …” (*) 591 . ANADOLU’M: “MİLLET-DEVLET ! ” 836 592 . ADIMIZ // NASIL YAŞASIN ? 593 . SAKINCA // Bence … nasıl “ideal şiir …” (?) 594 . “Meşk” hk . 595 . CAN GÖĞERMİŞ DAL SANKİ İLKYAZ ! 596 . TAM BEŞ AYET BEŞARET ! // Tema* ve çeşitleri hk. // Not: “Bence Şiir ” bölümü (-514 ) tamam! 597 . TEK DİL YOLUM MAHŞERE ! // ARZ-I HÂL 598 . YAZGI 600 . SIRR-I “SIFIR” ( BİR’den ON’a* Aded: Dokuz ! ) // KARŞIT AYNA 601 . TEZAT TAKTİK 602 . Bkz. İclâl Aydın : “Seni Seviyordum” (*) // KAR DANSI 603 . SANATIN DOĞASI 607 . SON-EK: DİP-NOT : // İÇ DÜNYA (*) 608 . NEDİR ÖZ ? 609 . BİRLİK // YORUM “HERMENÖTİK” SANMA ! 611 . İÇ YORUM 612 . Bkz. Büyük Osmanlıca-Türkçe Sözlük ( …*) // DİLSİZ ŞİİR 613 . Bkz. İntihalci Batı* ve Sinestezik Terapi : Mûsikî ! ( …*) // BU KİM ? 614 . KORKU // Bkz. Mesnevi’nin Özü ( …*) 615 . CAN SOLUĞU // DİN’CE ÖZ // SALTANAT 616 . RUH // Bkz. ( 17* 85. / “Ruh” hk . // ZEVK KERAMET (*) 617 . ÖZ MESAJ // “… ve hemen haftasına tekrar Antalya* seyahatim …” 618 . ÖZGÜN SÖZ 620 . ÇIPLAK İTİRAF // VEBAL // NAZM-I ŞİİR NABZ-I NEFES ! 621 . GAYEMİZ 622 . SOYLU NESLİMİZ 623 . İŞTE SONUÇ ! // ÖRNEK YAZGIM // RUH-GİZ SIRDAŞ ŞUUR ! 624 . MUHAL 625 . NANKÖR BENLİK 626 . Bkz. “Vahdet-i vücud (*)” hk . ( … ) 627 . İŞTE “VE-L’ASRİ” HÜSRAN ! 628 . Bkz. ( 15* 91-93.) Kur’an-ı Keriym’in konularına göre ayrılmış Türkçe Anlamı , Ahmet Okutan* // Meâl ve Kelime Meâli , Medine Balcı* // Bkz. (103* 1-3.) ASR’ın manası hk . açıklamalar ( … *) 631 . Etkilenmecilik // LÜGATÇE DİL // Bilimin mum ışığı …* // Prof. Oktay Sinanoğlu , Ne yapmalı ? // MUKADDER ÂKIBET 632 . Seyahat … // DOĞAÇ DİL 633 . Bkz. İslam Düşüncesinde Arayışlar / … (?) 634 . Kader konusu hk . bilimsel seminer-tartışmalar ( …*) 635 . ANLAMAZ ANLATAMAZ ! // Bkz. A. Karakoç, “… Ergenekon / …” // Kıyamet tarikatı (*) 636 . İLENÇ (*) // BİZİM YAYLA 637 . Güncel gündem-ler …* // Ayet: ( 81* 28.) Meâl * 638 . Şu yarım takvim yaprağı’ndan: “ 9 Niçin çok garip bir rakam ? (…*) // TEK KİMLİK 643 . BİLİNÇ VE DİL ! // Rüya hk . // Herşey konuşur ! ( …*) 644 . Bkz. “… ortalama 74 yıl yaşayan bir insan … / ömrünün üçte biri (-yaşayan ölü*) durumunda …” // EYVALLAH ! // Dirim sonu / Ölüm* şiiriyle ilgili anekdot (?!) 647 . SAĞCI-SOLCU ! 648 . Bkz. M. Kırıkkanat , “1968 yılında …” (*) 649 . Bkz. S. Duman , “… seyrek sarı bıyıklı asabi …” (?!) 650 . Şair M. Akif (*)’in yanlış “tevekkül” hakkında uyarıcı bir şiiri* // ÖSS Sistemi değişiyor ( …*) // Bkz. Sabah G. (11 Mart 1991) : “Maziyi bilmeyen (-yani , geçmiş tarih kökeni hk. bilgisiz / bilinçsiz) Genç / …” ( ! ) ve çoğunluk yeni sistem yetiştirilen gençliğimizi bunalıma iten ( 7 Neden*) / … (?!) 837 651 . İmam-Hatip Liseleri’nin sayıca bu kadar çoğalması niye ? ( …*) 653 . Prof. Ali Bardakoğlu : “İslam düşüncesinde yeni arayışlar / …” (*) 654 . HAK BEYAN 656 . Bkz. “Aslında en güzel çözüm çözümsüzlüktür. / …” (*) 657 . Eyup Can , “Retorik krizi / …” 658 . Can Yücel’in şiiri : “Bizim Deniz” (*) // Bkz. Mustafa Armağan , “Dini tartışmak / …” // Pakize Suda , “Yabancılaştım / …” (*) 659 . Bkz. ( 2* 269.) Hikmet* ne demektir ? ( …*) // TEK ÇÂRE 660 . NAMAZ GÖNÜLDE BAHAR // Bkz. S. Güzel , “İman ve Namaz” (*) 661 . Bkz. F. Gülen , “Sonsuz Nur / …” (*) // VİCDAN İDRÂKİM 662 . Bkz. Osman Keskioğlu , “Kur’an Tarihi …*/ dipnot: Bodley, vahiy …” // M. Fethullah Gülen , “Kur’an-dan İdrâke Yansıyanlar / …” // AŞK 663 . Bkz. Bazı kaynaklara göre, “aşk” ( …*) // ŞEKV 664 . Ayet: (10* 107-109.) Meâl-ler ! // RABBİM ! www.yasamakca.net / 5. Bölüm : ( sh. 666 - 860 ) 666 . YOL // Bkz. Feyizler’den : “dünya-âhiret hissi * / muhabbet * / uzak-yakın* …” 667 . YOLCU 668 . Muhtelif meâl-i âyet-ler ( …*) // SÂLİK 669 . Fasıldan Fasıla* : “Mükâşefe / …” // HUZUR 670 . Mesnevi’nin Özü * / İslâm Estetiği ve İnsan* / … Mayıs 2008 : “Bur sa* …” (*) 671 . KARINCA-LAR ! 674 . Bkz. “63 yaş” hk. bazı kaynaklardan bilgi ( …*) // NEDEN 675 . İLK IŞIK ( 41* 9-12. ve ayrıca , 19* 59.) 678 . Yaradılış* hk . bazı kaynaklardan bilgiler ( …*) // KADER 680 . Ayet: ( 6* 74 -83.) // “Vesvese” Hadisi * // Şeytan tam materyalist …* // İBRETLİ SONUÇ ! 681 . KISSADAN HİSSE // M. Akif hk . // GÖLGE 684 . TOHUM 685 . “Acbüzzeneb” Hadisi* 686 . Mesnevi’nin Özü* ( … ) // Prof. İskender Pala , Divan Edebiyatı hk . / “lirizm ve şiir …” (*) // YOL SERENCÂMI 687 . FARKLI TARZ 688 . NASİP // Tarih “kabristan” …* // TARİH 691-2 . Rüya Dünyamız* / dipnot: ( … ) // Kurtlar Vadisi / … (*) ve tarih hülâsası … / Haydar Deligöz, ( Yard. Doç. “tez” çalışması*): “Pir Sultan” (*) // İNSAN BU ! 693 . İNSAN DOĞASI // Bkz. Soyut Toplum* … (*) 694 . MÜTHİŞ EĞLENCE 695 . RÜYADAKİ HAYAL* 696 . Feyizler’den: “Rüya” hk . // HAKİKAT // YAŞAMAK // … derin düşünce “Vahdet-i vücud” diliyle // VUSLAT YOLU // “Şairlik çilesi / okulu …” (*) 697 . İLTİCA // GÖNÜL DOSTU // Bkz. İlm-i esrâr : “Dört türlü sır …” // İMAN NURU // AYDINLIK // TEVBE // Gerçek tevbe* hk . 698 . SON NEFES ŞEHADET // MEÂL -İ “ZİLZAL” // Sure-i Zilzâl ( 99* 1-8.) hk . // VÂİZ ŞÂİR ! // Şair Nâbi’den bir beyit* // GİBİ // GİBİYİM 699 . HER KİM … // SECDEGÂH // DOĞAL CEVAP // SAF ŞİİR* ( 05 Mayıs 2010 ) 700 . FİTNECİ // ÖLÜ KURBAĞA 701 . GÜBRE // YALANSIZ ACI // NEFRET // TAŞLAMA (-L’ART ) SANAT ! 702 . “Erdoğan’dan Obama* yorumu …” // Bushe* dönemi ( 8 yıl*) 705 . Ümit Yaşar Oğuzcan* // Nice örnek kalemlerden özet …* 838 706 . SOLCU YOLDAŞ ( ! ) 708 . Ayet ( 62* 1-11.) Hz. Peygamber (*) … evrensel ve kıyamete dek ! (…*) // ÂLEME İBRET // TEMİZ ELLER* 709 . Ayet (3* 179.) meâl* // HER ŞU AN ! // KİM MÜDRİK ? // HEME HESTEM // “Hakikat deniz” … / Bkz. Hadis Ansiklopedisi * / … (*) 710 . Bkz. Dr. Hasan Küçük , Tarikatlar * / “Yunus’a göre vecd ve aşk …” // BİŞNEV ! // GİRİFTEM // ÂMUZGÂRÎ // İlmin has zevki hk . İmam Azam’ın sözü* // NİST ! 711 . ENCORE // ( 3* 154.) Meâl* // HÜSRAN // GÖZ IŞIĞIM // TAKVİM 712 . “ İKLİM-İ TÂLİM ” 714 . “Cenk Koray’ın Mevlana aşkı / …” // DİL’İN-CE ! // SİTARE’YE SON BESTE // AŞK RÜYASI 715 . İLK RİSK / ZELLE * // Türeme yasası ( …*) 716 . Ayetler : ( 2* 37. // 7* 23. // 20* 115 - 123. // …) Meâl-ler ! // ZAMANE ! 717 . ÇAĞANOZ SÜRÜSÜ // SİGARA* 718 . MENHUS DUHAN ! // terk ettim ( …* maalesef falso’larım var arasıra!..) 31 Aralık 2009 (*) 719 . PAHALI OYUNCAK 720 . “Nerede yanlış yaptık ? / …” // SÖZÜM-O’NA ! 721 . Bkz. “Aç kal , uzun yaşa : ( … )” // SİZ VE BİZ 722 . “Kur’an-ın irşâdı / …” // “İslâmcılık …” // Hadis : “Üç belâ / …” (???) // GERÇEK ŞAİR // (-bkz. 728 : Nazım Hikmet* hk .) 734 . Dipnot-lar : ( …* ) // GERÇEK ŞAİR’E ZEYL* 735 . HAYAT YORUMU // YÂD-I “ÜSTÂD” (-Bursa , 29 Mayıs 1983 *) Necip Fazıl* misyonu : “Büyük Doğu” (*) / Necip Fazıl’a göre, şiir ? 736 . BEYAN-I HÂL // “ Tüm çevirmenler yalancı ( ! ) …” 737 . MASAL ÜLKESİ 738 . Bkz. Gulliver’in Gezileri * ( … ) // ( 22* 2.) Meâl // ZOR OYUN // BAHANE // M. Akif ’den : “Hasbihal / …” (*) 739 . KUYRUKLU YILDIZ 742 . Ayet : (4 * 157-8.) Hz. İsa (*) hk . / Doç. A. Aydemir , Peygamberler * // “Dev bir göktaşı …” // 26 Ekim 2028 Kıyamet (?!) // Dünyayı Değiştiren Kitaplar ( …*) // YENİ DOSTLAR 744 . Bkz. E. Kemal Eyuboğlu , Atasözleri ve Deyimler ( …*) // Yunus’un sözü* // Bkz. Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme*, Paul Hazard ( Çeviren: Prof. Erol Güngör ) * 745 . “İbn-i Haldun’un yanılgısı / …” (?!) // AÇIN ŞU KAPILARI ! // Kapı-Şiir ve Anahtar-Bilim ! / KAPI 746 . ANAHTAR* // Bkz. Edebiyat Terimleri Sözlüğü / “Bilim-Şiir İlişkisi : ( …” ) // Hadis Ansiklopedisi : “… gayb âlemi” hk . // Şair N. Genç hk . // HAYAT 747 . SONUÇ 748 . RAĞBET 749 . YÜCE RABBİM ! 751 . Bkz. Ahmet Selim : “İnsanı anlamak / …” // HÂSIL-KELÂM 752 . “ NESL-İ CEDİD ” // Beden eski-r ; ruh hep yeni ! ( …*) 753 . Bkz. Sabahattin Eyuboğlu , Denemeler ve Eleştiriler : “ölüm” hk . // Eyuboğlu , ele veriyor ruhunu bu konuda ! (*) // Fasıldan Fasıla : “… / Huzurun kaynağı …” (sh.754) 754 . SON AYDINLIK (- şiir defterime seçtiğim ilk isim*) 755 . “İhsan” Hadisi * / Sonsuz Nur : “Beklenen … Peygamber (*)” SARSINTI ( 7* 4.) // Tam 9 yıl sonra , Gölcük depremi hk . TV’de canlı program “mülâkat” (*) 756 . A’raf sûresi // 7* 4. ve 6. âyet meâlleri ! // Peygamberlere neden iman ederiz ? // ARTÇI DEPREM 757 . Sohbet: “Allah korkusu” hk . 759 . YETER / PES ! 760 . Nazan Bekiroğlu : “Kim anlatacak ; kalb (-i “ M ” ) mi , cümle mi ? ( …*) ” 761 . SON ÇAĞRI // Can Ataklı , “Hayata dair altın öğütler / …” // CANLI İBRET 762 . Kendimce mühim misal ve muvazzah hâdise: Yazıköy’de elli yıllık kendi evimizi yeniden satın aldım. 839 763 . RİDDET’E REDDİYE // Yurt Partisi Genel Başkanı Sn. Sadettin Tantan’ın eleştirel önerileri ( …*) 764 . “Yolsuzluk” çelişkimiz (?!) // Misk-i hitam ( 83* 26-28.) bir hutbe: (9* 20.) “Hicret / …” (*) 765 . GÖKYÜZÜ 767 . Bkz. ( 67* 3-4.) ve ( 3* 188-192.) meâl-i âyet’ler // ZAMAN YOLU // Bu yolun ve konumuzun sonunda … (?!) 768 . ÖZ SANAT // … yayımlanmış şiirler ve yazılar : ( 1962 – 1992 // Otuz yılda , 7 şiir ve 40 yazı*) 769 . Yaşamakça* anlatmak isterken öteki iki çalışmayı da tanıtmak amacıyla örnek’leme-ler : ( …*) 770 . Doğaç Poetika* ( Özeleştirel Değinmeler ) … // “Nefsin dereceleri …” // … 771 . ( 57* 16-29.) ve ( 55* 1-78.) Dünya ve âhiret // Nimetler // Bkz. Zaman G. / Mustafa Armağan : “Yalnızlar Geçidi / …” // Bkz. Prof. Mehmet Kaplan , Kültür ve Dil * ( … ) 772 . Anlatabilmenin güçlüğü … / “şahsî üslûp …” 773 . Mesnevi’nin Özü */ Sözler …* // “ Turan Dursun kimdir ? ” ( … ?! ) Bkz. Soyut Toplum , Anton C. Zijderveld * hk . // Kitap tavsiyem …* ( “kültürlü şaka / jeu d’esprit” ) // “Hecesiz Gerçek” ( …*) 774 . (… bizi hayran bırakan eserler / … çeşit değinmeler *) 775 . Hayyam’dan iki rubai ( tercüme*) // “Rimbaud* neden şiiri bıraktı ? / …” Bkz. Felsefe yolunda Düşünceler * / “benlik” ve benzeri kavramlara ilişkin tanımlamalar ( …*) 776 . (… devam / … Bkz. “Vahdet-i Vücud / Şuhud …” // Feyiz pınarı …* Gönlümdeki Günceler * / Bkz. Gerçek Mürşid …* / “İşte bu ampul-ler …” (*) 777 . (… devam / … ( 33* 4. ) Meâl / … “Nefis” hk . // hikmet-i “ledünniyat” …* // ( 30* 17-37.)* 778 . Bkz. ( 2* 200-201. ve 202.) meâl-i âyet’ler ! // (… anlatmak , kültür ve dil gerektirir. / …*) 779 . Bkz. Kırık Mızrap , M. Fethullah Gülen : “Şiir , …” / İrşâd Ekseni …* Günce-38 : ( …* ) // Günce-43 : ( …* ) // Günce- 44 : ( …* ) 781 . ( 42* 51-53.) Meâl-ler * // İçindekiler : (-ilk üç sayfa*) 782 . ÖN SAYFA // Atatürk’ün dinimiz hakkındaki düşünceleri -2 ( …*) // Fıkra : “Pasta-çörek / …” (?!) // “Popülizm manyağı” ( …*) 783 . UÇUK DÜŞÜN, SEZ ! // Evrensel sonsuzluk / Metodik şüphe …* // ŞEKSİZ İZAH // TEK KONU // Özet dilek ve Son not : ( …*) Bkz. “Son … iktibas* sh. 213-14 : “Şiirin şifresi …” 784 . CAN SIRRI // Neden yazmak istediğim anlaşıldı mı ? // ÖZÜM TEK SÖZÜM MEŞK // HİKMET // YOLUM BU TARZ ! 785 . Yaşamakça hk . tasarladığım biçim : İki kitap ya da Beş bölüm (*) // SIR-İMTİHAN ! // “Üç maymunlar ” ( ! ) / … şu ömrün anlamı …* // Bkz. Ege Takvimi’nden : “üç aylar ” hk. bilgi* 786 . Sohbet : “…Tilki hikâyesi (*)” // “Çalışkan bir nesil // Kur’an okumak” 787 . Doğruluk / Mescid-i Haram / Münakaşa / Cuma Namazı vs. (-konular *) 788 . Takvim yapraklarından özlü ve güzel sözler … // Namaz hk . // Sohbet : “Halife ve Vali kıssası* // Dinde özgürlük … (*) // Mevlana’dan nasihat …* // 20 Temmuz 2008 (*) 790-812 . Sadıkların Müşkillerinin Anahtarı , Selim Baba* / Sadeleştiren : Ahmed Sadık Yivlik* (-Not: Bu mezkûr risâle , ele geçen örnekten aynen alıntılanıp böylece eklemlenmiştir. / HK*) 812 . CEZBE // … işte pek güzel bir hutbe : ( 2* 152.) “Nimetlere şükür / …” (*) 813 . Bursa - Olay G. / ek-kitap* içeriğinde değerli bir röportaj : Prof. Mustafa Kara ile , “ Osmanlı’da Tasavvuf ” konusunda söyleşiler ( …*) 814 . Peygamberler’den “Zülkifl ” hk . bilgi * // Prof. Üstün Dökmen : (-şiir *) 815 . SELAM* // Bkz. Meçhul Yaşamalar / Şiirler , Muammer Kocabaş : “ Okuyucu’ya / … (-Açıklama: Bu bölüm metnini sipariş ya da dostane teklif mahiyetinde bütünüyle bana yazdırıp bilâhare kendi insiyatifince birkaç cümlecik kısa paragraf eklemeleri yaptı. / İşte bu şiir kitabından seçme-alıntılar : 816-17. Meçhul Yaşamalar / …* ( baştan sona şiirlerden de seçkilediğim bazı mısra’lar ) …* Eskişehir Rubaileri …* 817 . Bkz. Sayfa tevafukuna göre, ( 8* 17. veya 81* 7.) meâl-i âyet’ler * // YAŞAMAKÇA NÜKTELER 818 . Çağrı-selâm ! ( …*) 819 . Hayatın başka anlamı var mı ? // İlkyaz (*) şiiri’nden …* 840 820 . MÜLHEM MESAJ // DEHŞET-ENGİZ // İşte bu-dur “sözün bittiği yer ! ” // TÜRKİYE 821 . Bkz. Feyizler-8 (*)’den kısaca alıntılar ( …*) // MECAZ ANLATIM 822 . ÖZGÜN MUHTEVA / CANLI KİTAP ! // BELLİ “ www.yasamakca.net ” HEPSİ ! // ÖZ KAVRAM SÖZ MERAM // Bkz. Dinî Kavramlar Sözlüğü* // Gazete ve Televizyon kanallarından “şok”-haber’ler ! 823 . Bkz. Erkam Takvimi’nden : “Hayat kurtaran sözler ( …*)” 824 . “Her şeyin zamanında bitmesi ne güzel !” (*) // ŞİMDİ // FARKINDAYIM ! // TEK SÖZ SON FIRSAT 825 . İşte en son şiirlerim : // YAZDIM , ANLATAMADIM ! // ÖZ MESAJ // Bkz. Sûre-i Necm : ( 53* 60.) âyet meâli işte derin nükte-i ruh hâlet-ince cezbe-i rikkat “tatlı hüzün” ve hiss-i ruhiyat derunî “iç murakabe” yani , vicdan muhasebesi için , içten gizlice ağlayan gönül âlemine dikkat ! Tam hitamına muvaffak kıldığı gibi , İslam ve Kur’an hizmetine muvafık kılmasına da can-ı gönülden niyazımla Yüce Rabbimiz Allah’a hamd *, Sevgili Peygamber Efendimiz’e de salât ve selâm* olsun ! wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww Nihayet tamamlandı işbu “ www.yasamakca.net ” (-toplam: 845 sahife)’den ibaret! ( 24 Mayıs 2010 ) Şu Cuma Hutbesi’ni de, 28.05.2010 Özdere’de dinleyince gerçekten çok beğendim ve bütünüyle esas sözün özünü belirten ve konuyu özetleyen böyle bir metn-i hitabet ile tamamlansın istedim muhteva-yi merâmım. (-Bkz. Hazırlayan : Mümin Şener / Vaiz* 28.05.2010 // Önce sırasıyla konuya ilişkin âyetler hk. dipnot : (1 ) Sûre-i Talak , 65 / 11. (2 ) … Neml , 27 / 1. ve Maide, 5 / 15. (3 ) … Fussilet, 41 / 3. (4 ) … Sa’d , 38 / 29. (5 ) … Kamer, 54 / 17. (6 ) … Talak , 65 / 11. (7 ) … Hadid , 57 / 9. (8 ) … Âl-i İmran , 3 / 103. (9 ) … Bakara , 2 / 138. (-TEK DERDİMİZ ZATEN “İNSAN OLMAK !” (10 ) .. Yâ-sin , 36 / 70. Fıtrat-ı garizî itibariyle beşeriyetin en yüce şeref ve (11 ) .. Müslim : 139 * yaradılış değeri gibi , yine en büyük dert ve çilesi de (12 ) .. Maide , 5 / 15-19. demekki insan olmak yani işte bu zorunlu sorumluluk (13 ) .. Neml , 27 / 6. şuurunda yaşamaktan ibarettir. Bu temel kavrayış ve (14 ) .. Şûra , 42 / 51. özgün algılamalara göre, esasen hep böyle değişken (15 ) .. Fatiha , 1 / 4. ve Âl-i İmran , 3 / 26. dünya-hayat derdimizi zihinsel farkındalıkla dağıtmak (16 ) .. Yûnus , 57. ve sûre-i İsrâ , 82. âyet -çoğaltmak gerçekten hem günah hem de hamakattir.*) (17 ) .. Neml , 27 / 92. vb. Ayet-ler ! Hutbe dibâcesi ilk âyet: (Dipnot-1*) KUR’AN-I ANLAMAK İÇİN OKUMAK / Muhterem Müminler ! Kutsal kitabımız Kur’an açık (1) ve anlaşılır (2) bir kitaptır. Akıl sahipleri düşünsünler ve öğüt alsınlar (3) diye anlaşılması kolaylaştırılmıştır. (5) Kur’an , inanan kalplerin ve temiz vicdanların rehberi-dir. (6) Nuruyla izleyenlerini karanlıklardan aydınlığa çıkarır. (7) Doğru yolundan sapmaktan korkanlar (-Bkz. Sûre-i Bakara : 2 / 1-5. meâl-i âyet’ler ! // 2 * 2. “Kendisinde / içeriğinde şüphe olmayan (-işte: ) bu Kitap, müttaki*-ler (kötülükten korunacaklar) için hidayet rehberidir. / 3. Onlar ki gaybe iman edip, namazı doğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan , Allah yolunda (-minnet ve mihnet duyurmaksızın-) harcarlar. / 4.Onlar sana ve senden önce indirilene ve de ahirete kesin olarak iman ederler. / 5. İşte bu (müttaki-) insan lar hidayet (dosdoğru yol : “sırat-ı müstakıym” ) üzerindedir. Kurtuluşa erenler de onlar …” ) için Allah’ın uzattığı en sağlam ip (habl-i metin*)’dir. (8) Nefis (-iç benlik*)lerdeki (etik-) çirkinliklerin makyaj edilerek gizlenip güzelleştirilmesi için , Allah’ın kullarına gönderdiği en güzel boya (sıbğat-ellâh*)’dır. (9) Değerli Müslümanlar ! Kur’an-ı * sevap kazanmak için okumaktan daha da önemlisi , Kur’an-ı anlamak için okumaktır. Sevap kazanmak amacıyla yüzünden ve ezberleyerek okumanın önemi inkâr edilemez. Ama bir müslümanın gerçek hedefi bu olmamalıdır. Kur’an-ı* sevap âleti gibi görmek , Kur’an okumayı da sevap kazanma âyini’ne dönüştürmek , Kur’an-ı* (aslına uygun) amacından uzaklaştırmaktır. 841 Kur’an , mezarlıklarda okunan “ölüler kitabı” değil-dir. Fal bakma , büyü yapma kitabı* hiç değil-dir. O ; dirileri uyarmak (10) ve hayatı güzelleştirmek için gönderilmiştir. İşte Kur’an , ikazları ciddiye alınarak ve hayatı güzelleştirmek amacıyla okunduğunda gerçekten okunmuş olacaktır. Muhterem Müslümanlar ! Gerçekten Kur’an okumak , onu ezberlemek ve sayısız kerre hatmetmek değil ; anlamak için , günlük hayatta karşılaştığımız olaylara Kur’an-ın penceresinden bakabilmek için okumaktır. Kur’an-ı* âyet ve sûrelere bölerek , bazı âyet ve sûreleri bazı gün ve gecelere tahsis etmek , Kur’an*-ın evrensel mesajına sırt çevirmektir. Ya da bazı sure ve ayetleri bir takım çıkar (arsızca menfeat) ve beklenti lerle; bereket , nazar … gibi bazı hususi vesilelere bağlayarak okumak doğru bir okuma değildir. Yahut da sürekli “tecvid * / doğru-düzgün okuma kuralları” üzerine yoğunlaşarak , güzel bir name (ses-seda*) ve de musikî ile okumaya çabalamak da hakkıyla Kur’an okumak olmayacaktır. Gerçekten Kur’ân-ı okumak , Kur’an ahlâkı’yla ahlâklanmak ve yürüyen (-canlı insan ruhuyla bütünleşen ) Kur’an (11) olmaya çalışmak tır. // Muhterem Müminler ! Kur’an-ı* hakkıyla okumak ; sevdiğimiz biri tarafından bizzat bize gönderilen müjdelerle dolu bir mektubu okur gibi okumaktır. (12) Çünkü KUR’AN , “en sevgili” (*) nin sözü’dür. Hakîm ve Alîm* olan Allah’ın katından-dır. (13) ALLAH , Kur’an vasıtasıyla bizlerle konuşmaktadır. (14) Kur’an sadece Sevdiğimiz’den gönderilen bir mektup değil , aynı zamanda şeytan’a karşı giriştiğimiz savaş ta zafer kazanmamızı isteyen “Melik”-in (15) bize gönderdiği “savaş talimatı” ya da Aile Hekimimiz’in bizi tedavi için yazdığı “şifa (16) reçetesi” gibi-dir. OKUMAK ZEVK DEĞİL , MECBURİYET-tir. (17) Hatta onu yalnızca okumak ve anlamak yetmez ; uygulamak da tedavi ve zafer için şart-tır. Muhterem Müslümanlar ! / - Gelin; Kur’an okuyuşumuzu ve okumaktaki maksadımızı gözden geçirelim! Ne dediğini anlamaya , ne istediğini bilmeye çalışalım. Onu “âlemlerin Efendisi” (*)’nin , Şeytana karşı açtığımız savaşta “cephemize gönderdiği bir mesaj” gibi; Sevgilimiz’in yazdığı bir mektup gibi , ya da aile hekimimiz’in yazdığı bir reçete gibi okuyalım (-uygulayalım !) Şayet okuma bilmiyorsak yakın birisinden bizim için açık-seçik okumasını isteyelim. Okuduğunu anlamak için yanına / yakınına oturup can kulağıyla dinleyelim. Ancak o zaman Kur’an-ı* gerçekten okumuş olacağız. Rabbim bizleri Kur’ân-ı okuyan , anlayan ve anladıklarının faydasını görenler-den eylesin. ) Amin ! wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww Şu “hülâsa-i hayat: derûniyet’im!” misal: “www.yasamakca.net” ders-i ibretâmiz sözler , ruhumuzun sesi “can nefesi” ŞİİR gibi , bidayetten nihayete dek kaç kez sonuçlandırıp bitirmek kararlılığıma rağmen , ne hikmetse sel-sebil ilâvelerle devam edip gitmekte işte. En son sayfayı da dolduracak bazı kayıtlamalardan sonra , artık kesin nihayetlendirmek gerektiğini hissettirici içerikte dağınık konularla okuyucuları da fazlaca oyalamak gerçekten niyet ve hizmet tavrımıza uygun değil amma mühimsediğim birkaç cümlecik iktibas* sözler eklemekten de vazgeçemedim. // Mayıs-2010 son haftası içinde, değerli dostum Haydar Deligöz ile ona özel doktora çalışmalarını kitaplaştırmak konusunda nihayet tamamlanmış şekil “ilk örnek” nüshalarını birlikte değerlendirip baştan sona gözden geçirebilmek isteğime uygun ortamda sohbetleşmeye fırsat buldu ğum ve ayrıca , Prof. Öztürk’ün : (“Arapçılığa Karşı Akılcılığın Öncüsü / İmam-ı Azam Ebu Hanife (Esas Fikirleri Gölgelenen Önder )” – 15. Baskı / Yeni Boyut-İst. 2009 *) eserini de bil-vesile emaneten alıp oku duğum için hem mutluluk duydum hem de müteşekkirim. Her iki yazarı da gönülden tebrik etmekteyim. // Derken , 03 Haziran’da Bursa’dan müstesna dost-meslekdaşım Mustafa Türkmen’in telefonla özel çağrısı üzerine hemen ertesi sabah hanımımla bereber yola çıktık ve tam Cuma namazı ve sonrası Bursa İ-H.L .’de emekli öğretmenleri bir araya toplayan programa katıldık. Gerçekten ne güzel hasret giderdik üç gün içinde. Yine tekrar böyle bir program düzenleyip bizleri bir araya getiren ve üç gün boyunca gayet doyurucu hizmet ve vefalı fedakârlık gösteren nice can-dost tanışlarımıza hasseten bu “Vuslat Programı” münasebetiyle yakın ilgi ve katkılarını esirgemeyen bilcümle muhibbanımıza da minnettar ve müteşekkiriz. İnşallah her yıl aynen bu organizasyon devam eder ve biz de tekrar katılmak şeref ve nasibine erebilirsek gerçekten mutlu oluruz. Çok uzun yıllardan beri hiç görüşemediğim muhterem dostum Prof. Mehmet Aydın ile aynen geçmişteki gibi içten mütevazi hissiyatta sohbetimize doyamadım. Akademik karihasına da açık kanıt şu değerli eserini (-Bkz. Mevlâna ve Sufizm , Prof. Dr. Mehmet Aydın / Selçuk Ü. İlâhiyat F.* Emekli Öğretim Üyesi , NKM (www.nuvekultur.com ) Meram-Konya / Cağaloğlu-İst. 2010 *) armağan aldım , hemen zevkle okudum ve özümseyerek faydalandım. Muhtevaya da hayranlık duyduğumdan dolayı , işte yine Mevlana’dan mülhem meşk-i feyz sırrınca son bir şiir (-sh. 84 *) daha! Mevlana , nasıl (-a.g.e. / sh. 94 * Dipnot: 216 ve sh. 115 * 842 Dipnot: 294 ) tamamladı ? Daha doğrusu mezkûr malûmata göre, “… eserini bitirmeye niyetli olmadığı izlenimini vermektedir. / … Fakat Mevlanâ hastalanmıştır. Artık yazdıracak tâkati yoktur. / …” İşte bu durum müvacehesinde altı cilt Mesnevi *(-toplam: 25.630 beyit / demekki , 51.260 mısra’-dan ibaret *) tamamı itibariyle (-a.g.e. / sh. 59 * ve, 118 *) hitama ermiş böylece. Belirttiğim vechile benim de yeniden şiire yöneltici ilk kaynağım Mesnevi (-i Mevlanâ ) meşkim iken , ne zaman tamam-ı hitamına acaba nasıl kavuşabilir işbu “ www.yasamakca.net ” tarz-ı irticâl lisan-ı derûniyet tıpkı “cannefesim”-misâl , şiirim ?! Meşk-i aşkımız sürdükçe can neşvesi işte gönlümüzün özgün nükte-i şiir rikkatini hissettiren Mesnevi’ce diyelim de tekrar be tekrar , Rabbimiz zü-l’Celâli ve-l’Kemâl’in nihayetsiz keremini niyaz için dillenelim: ( “ Âfitâb-i âsüman dâred zevâl // Âfitâb-i mârifet şod lâ-yezâl ! ” ) Allah’dan nur-i irfan* niyaz-ı şiirim , mâdem mübâhaseyi bitirmek niyetinde değilse sözümüze devam meşkiyle birkaç açıklama daha ekleyelim. Yoğun nükte-i elfâz “SÖZLER” ve te’vîl-i mecâz , sanki “iç dil”-den nice “şiirimsi nefesler ” benzeri , ille de derin duygu ve düşünce sezgisiyle pek çok karmaşık “KAVRAM”-mefhûmat tâbiratınca akl-ı vicdanı mızı bihakkın emr-i âyât-ı Kur’an nazm-ı “Kelâm-ullah” hakikatlerini idrâke medar ruh-u müdevvenat tam tarihsel kültür mirasımız bakımından nâdide eserlerdeki bilumum mündericat için net , tek “el-KİTAB” belli iken , nasıl da kayıtsız ve sorumsuzca davranışlara rağbet-i gaflet , tarz-ı hayat düsturlarından âzâde densiz-dinsiz … sefih ve rezil itiyatlara mübtelâ yaşamaktan “nesnâs-mîzac” çok hoşlansa da , daha hemen ilk sayfamızda vurguladığımız ( Bkz. Sûre-i Yûnus : 10 / 100. “Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kişinin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını kullanmayanlar üzerine Allah şeytanı musallat eder ve onları pislikte bırakır.” // Ruh-u mânâyı kavramak gereği , sibak ve siyakında yani öncesi ve sonrası âyetlere de bakalım meâlen nitekim: İşte, 99. “Eğer Rabbin dileseydi , yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi. O hal de insanları hep mümin olsunlar diye sen mi zorlayacaksın ? // 100. ( … ) // 101. De ki : “Göklerde ve yer de olup bitenlere dikkatle bakın!” Fakat o uyarmalar ve o âyetler, iman etmeyen bir kavme fayda vermez ki ! // 102. Onlar, …” // Bu âyetler ve devam-ı meâl için , Bkz.Tuva Yayın Dağıtım-İst. / Ekim-2009 ) öz yorum “mûteber meâl” Allah-âlem ve insan* hakkında düşündüren “ANLAM-lar …” ruh-u şuurumuzu uyarıcı “İRFAN” nur-u medeniyet ihtiyacımız ve “Eğitim-Öğretim” mehâz-ı iştiyak KAYNAK-larımız! Söz konusu “uyarıcı – aydınlatıcı” bazı istisna değerde eserler meyanında hasseten Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ün bence diğer eserleri gibi içerik konulardaki ilginç bilinç “şuur ” ruh -u mantık karihası itibariyle en nâdide eseri , işte “… Ebû Hanife” (*)gerçekten ne müthiş bir tarih perspektifi ve “geleneksel dincilik” eleştirisi “İslâm fıkhı’nın ilk kurucu önderi İmam-ı Azam* müdafaası / apolojisi ) hakkında baştan sona gayet doğru vukûfiyet ve cesurâne edeb-i irfan nur-i iman temelinde derin-engin şümûliyeti haiz “sorgula yıcı” bir çalışma ! Tam muhtevasına uygun tarz-ı tetebbuumla âdeta soluksuz yudumlar gibi içten hayran lıkla okudum ve hakikaten fevkalâde tutarlı-kanıtlayıcı ilim mantığından faydalandığım için minnettârım. Vaktiyle -epey yıllar önce- elime geçirip de Osmanlı Türkçesi yüzünden yeterince değerlendiremediğim bir eser : (“Fıtrat-ı İslam , Avlonyalı Süreyya” / hakkında hiç bilgim yok ve eser de elimde mevcut değil !) hatırladığım kadarıyla bu konuda gayet açık üslûb-i muhtevâsınca Emevî zulmünü kötülediği için herhalde “en örtülü tarih” hep bu “dinci fitne” yani İslâm-ı Kur’an anlayışına düşman “geleneksel Arabizm sultası , Dincilik siyaseti” diye nitelendirilen ve bilim mahfillerince eleştirilen nice “İsrailiyat ve Acem düzmecesi” ifrat-tefrit “düzenbazlık karmaşası-yığıntı bid’at ve hurâfe kavramlar ” hk.da , daha objektif düşünebilmek gereğini hissettirmişti. İtiraf etmeliyiz ki , bizleri de sözde eğitmek ve kendi inanış şekilciliğinin baskısıyla yetiştirmek isteyen gelenekçi siyaset / devlet sultası “tâlim-terbiye” otoritemiz ve de sosyal muhitlerimiz , sürekli din ve vicdan hissiyatını istismar edip beynimizi yıkamış düpedüz sistematik-geleneksel biçimde senelerden beri “irticâ-irtidat” dinsel terânelerle maalesef. Fakat şu uyarıcı eserlerini içtenlikle okudukça daha açık bakışta aydınlık kavrayışlara ulaştığımı bilhassa açıklamak ve entelektüel dostlarımıza duyurmak istiyorum. Muhterem yazar : Prof. Öztürk’e ve benzeri ilâhiyat tefekkürüne sahip Bilimcilerimiz’e minnet borcumuzu ödemek konusunda kanaatimce her birinin nice değerli fikriyâtından ve akademik çalışmaların dan nasib-i tefeyyüzat tâlib-i istirşad düşüncemize göre hem faydalanmak hem de bu gerçekleri savunmak gerektiğine gönülden inanmak , gerçekten en önemli görevimiz değil mi ? İki hususta tavzihat tarz-ı kaydım münasib ve muvafıksa sonuçlandıralım mevzumuzu artık. // Kanaat-i âcizanem makbul addolunmasa da açıklamalıyım: Bkz. Sadeleştirilmiş Elmalılı Tefsiri ( Zaman G. Hediyesi*) Cilt-1 / sh. 155-158 : “… yalnız mânâya Kur’an veya Kitab* denilemeyeceği kolaylıkla anlaşılır. Çünkü mânâ (anlam*) … //… birbirinden 843 ayıramayanlar, Kitab’ı sâdece mânâdan ibaret imiş gibi sanabilirler. Fakat mesele …” // sh. 35: “İşte söz lerinin bu i’câz şeklinde söylenmesi özelliğinden dolayı Kur’an-ın benzeri yapılamadığı gibi , aynen tercüme de edilemez. / Kur’ân-ı tanıtacak bir meâl olsa da “Kur’an” hükmünü taşıyamaz , onun yerine konamaz ; meselâ , namaz’da okunamaz.” // sh. 2 : “-Mukaddime / … Gördüm ki ; … / Demek ki insan için , Hakk’ı sevmek , Hakk’a hizmet etmek sonunda Hakk’ın (-Cemâli*) güzelliğine ermekten daha büyük bir mutluluk ve zevk yoktur. Fakat Hakkın zevkini duymayan , onu hayâl etmeye mahkûmdur , gerçeği bilmeyen taklid etmeye mecburdur. Allah’ı bilmeyen … / Kitab’ı tanımayan … / Kur’ân-ı anlamayan da tercemesine dolanır. Bundan dolayı memleketimizde …” // Bkz. 3* 184 -200. âyetler ! Bu açıklamanın detayları hk. “ www.yasamakca.net ” / Bence Şiir , sh. 205 ve 251: İşte Elmalılı’nın sözleri ve bu konuda görüşleri kısaca bu meâl-mahiyet tarz-ı izahatınca nazar-ı dikkate alınmalıdır. Değinmek istediğim bir diğer husus da sonuç bağlamında şu sözün yorumsamasından ibaret bir konuya açıklık getirebilmek için , nitekim mühim bir noktanın nüktesi işte: Bkz. Öztürk , “a.g.e. / sh. – serlevha özdeyiş : “Eğer dünya ve âhirette Allah’ın velilerinden maksat bilginler değilse, Allah’ın velisi yok demektir.” -İmamı Âzam* // Bu sözün eleştirel izahı ve diyalektik isbatı’na ilişkin konulara ayrıca bkz. Zaten malum mevzular arasında gayet doğru anlamıyla hatırlayalım mümasil âyet tâbirat-ı meâllerince hani-ya : “Allah huzurunda huşû yani haşyet ve ürperti duymamızı isteyen” emr-i âyet tefsirine göre, hemen şu meâl : “Allah’a karşı gerçek anlamıyla haşyet duyanlar ancak kulları meyanında ulemâ yani bilginler-dir.” diyen emr-i âyetle birlikte, işte bu ortak kavram “haşyet” dikkate alınacak olursa , ayrıca benzeri izahat tarz-ı te’vile medar ruh-u beyyinata vukûf ve rusûh hükmüne nazaran ancak gerçek bilgin kişilere referans sezinlenmiyor mu bunca açık Kur’an nazm-ı âyetlerinde meâlen bile düşünürken nasıl anlamak yahut da başkaca farklı bakış şuurunca daha boyutsu mu yorumlamak gerekir ? Bilmiyorum , amma bütün bu hususatta gayet derin ve engin kavrayışlara ulaştığını işte böyle eserleriyle gösteren ve kanıtlayan nice “bediüzzaman” zevat-ı ulemâ’ya da tanık “kaabil-i hitap” bir ruh-u beşer olduğumuzu unutmayalım hiç değilse! Selim mantık karîhamızca gayet doğru açıdan bakış ve sözün anlam özünü bütünüyle Kur’an ve Sünnet perspektifine uygun nükte-i idrâk gereği içten nazar-ı iman anlayışta tam mânâ-yı muhtevâsıyla kavrayış “şuur-u vicdan : nur-u ruh” hakikatince en mâkul ve makbûl görüş şümûlü özgün düşüncelerin nihaî ifâdesinden ibaret değilse, haydi siz söyleyin ; netice-i ictihadımıza dair bir başka kanıt daha hangi girift tarz-ı re’yimiz ki , işte Mevlânâ’yı Şems’in cezbe-i aşkına pervâne eyleyen nükte-söz “zeban-i hâl” lügat-i derûniyet tamamen ve aynen “iç dil”-şiiri gibi bir başkaca yaban anlam mecâzına aldanmaksızın nasıl söylenebilir ? Rabbimiz zaten en doğrusunu görüp bilir de elbette değişik kulları içinde derin kavrayışlara erdirdiği ve seçkinleştirdiği kimselere de bildiriyor “râsihun” ne demek , gösteriyor ruhen nice meâl-i âyet tam göz önünde ve gönlümüzde yazılmış şu şuur-u âlem misâl-i lisan nazm-ı can nabzınca canlı işte tek “el-Kitab” beyan-ı nazmıyla da açıkça “nâz-ı niyaz” sözün özgün nüktesini ilham meşk-i ihsan ne güzel belletiyor da üstelik kolayca söylettiriyor dilimize “-elhamdülillah !” SONUÇ NOT (-Dikkat gerektiren nükte-nokta*): Tamam-en son kez sözü şu “özgün tez” özetleyecek , kanaatimce; esas “sahih-hâlis” iman rağmına Arabizm’in netâme Emevî sultasını sürdüren sahte iman yani gizli şirk “gelenekçilik” (sh. 446-453) dini’ne dayalı sinsi siyaset (sh. 463: “tarihî ikiyüzlülük” ) “-dincilik” (Bkz. Karma Dizin / sh. 539*) kavramları hakkındaki iş (-te) bu “apolojik tez” (-Prof. Öztürk , Esas fikirleri gölgelenen Önder / İmam-ı Azam Ebu Hanife* // sh. 234 -56 “re’y * yani Akılcılık (496-7)” -Rasyonalizm*)’in özü , ya da akademik görev ve misyon bakımından Kur’an mesajı’nı açıklayıcı bu çalışmanın ruh şuurundan ibaret tam uyarıcı sözü nedir ? Bunu doğru anlamak ve özgün cevaplamak isteyen her okuyucu , bilhassa (sh. 185-220*) “isyan ahlâkı” konusuna dair rakik köken-nükte (temel espri)’yi iyice derin idrâkiyle Kur’an nur-u nazar ruh-u şuur renk-âhenk kıvam-ı karîhasınca tam muvafık tarz-ı hayatına da mutabık kavramak zorunda! Aksi halde gerçekten nice cehl-i mürekkep* benzeri ibret hepimiz de hep böylesi ilginç çok gabî-idrâk külliyen “yanlış” (sh. 467) ne ki , işte şu ulemâ gürûhun bile çoğunluğu buna nasıl da ahmakça aldanmış şümûlüyle hayret ?! Tam mahiyetini inceleyerek kavramalıyız. Zaten nice echel fıtratıyla gayet âciz zürriyet-i Adem mizâc-ı insan , sanki ilgisiz ve duyarsızca yaşamak tan nasıl da hoşnut tabiat-ı ruh hakikat-i vicdan nükte-i şuur ruhiyat-ı mâneviyat (doğal düşünce özünde derinleşerek gerçek duyarlılık geliştirici “çile” (sh. 177-8) en içten özet //-tarihsel hakikat da aynen böyle 844 iken , ne diye çözümsüz zaman-ı tâlih* hayâle benzer -“rüya” deyip de geçiveriyoruz; sanki hiç çâresiz zann-ı cehlimizden mi , bilmem ?! Mutlaka “kader ” ruhsal lügat-ı insiyak “akl-ı vicdan” anlamında …*) tanzîm-i hayat düsturlarına; kör-körüne bağlanmak yanlış da , bilinçsizce kayıtsız yaşamak doğru mu ?! Bu tarz soruları kendimce cevaplamak isterken nitekim muhtevası itibariyle cem’an: “845 sayfa” görünen şu müdevvenat “toplam içerik” konularında baştan sona dek “gerçek” pek çok kavramlar hakkındaki bilgi eksikliği yüzünden nice zehab-ı kanaat “düşüncelerim” varsa , sahiden ne kadar tashih-i tasrihâta muhtaç cümle söz edeb-i ifâdelerime bakınca ve hatta sonuç bakımından anılan eseri iyice özümseyerek okuyup da muhtelif fikriyatımla karşılaştırınca , daha açık kavrayışlara yol aramak gerektiğini hissetmekteyim. Ayrıca akademik görüşlerden niye yeterince feyizlenmeye hevesli ve istekli mizactayım ? Mâlum , mutluluğumuz zaten netâme cehâlet hatalarından arınmanın ve ruhen aydınlanmanın sırrına bağlı idrâk-i vicdan nuruna erdirici irfan yolunda aradığımız hakikati içten keşfetmek gayretinden ibaret değil mi ? İşte bütünüyle hem en temel konularda akl-ı ruhumuzu şuurun nuruyla aydınlatan hem de gerçek kültür mutluluğunu taddıran nice güzel eserlerden faydalanmak ve son tavsiyemiz olarak (- a.g.e. / “Onikinci-son bölüm” sh. 483-528 : “Tarihin Diyalektiği nasıl işler ? // … Ortak payda* // Onur, İsyan ve Bağımsızlık // Riyadan uzaklık // Akılcılık // Ana dilde ibadete öncülük // Arabizme … / Dinciliğe karşı mücadele // Kadına özgürlük // Evrensel bir hukuk anlayışının getirilmesi” ) gibi ilginç hususlarda daha duyarlı kavrayışlara ulaştıracak gayet tutarlı ve uyarıcı muhtevasıyla hârika bir kitap okumak , gerçekten ne eşsiz zevk-i idrâk ve erdirici keşf-i istirşad ! Ders-i irşad tam meclis-i sohbet tadınca akl-ı vicdanımızla algılamak kadar ruhani irfan nuru ve deruni niyaz sürûru duyuran yüce Rabbimiz’e “-hamden lillâh” hep böyle hâlet-i iştiyak gönlümce cennet iklimindeyim okurken ve yazarken. Ne demek istediğimiz zaten mâlum müstesna dostlarımızca! Can nefesinden ibaret demekki kitabın nüktesi işte bidayet-i nihayete rabteden en son nokta / hakikat tam meâl-i Kur’an-ca özet anlam: salt tek sonsuz zaten belli (“… illâllah”) Hakk-ı Mutlak ancak ALLAH; huzûr-u sekînet ve hüsn-i hâtime yani dünya hayatımızın neticesinde gerçekten güzel ve hakkımızda gayet hayırlı âkıbet için niyaz ve her dâim maksad-ı meram duâlarımızla rızasına muvafık kılsın niyet-i hâlisâne nice düşünce ve eylemlerimizi de emr-i âyetlerine dil-beste ehl-i irfan salihıyn kulları arasında haşr-eylesin cümlemizi işte netice-i kelâm meâl-i beyyinat “tam mesaj” şu şuur ruhumuzu uyarıcı nazm-ı Kur’an nükte-i can nihayet tek “el-kitâb” bilhassa sayfa tevafukatı bakımından ne mücmel ve ne mükemmel elfaz-ı irfan* anlamlar hürmetine! (-Bkz. 8* 45. Ey iman edenler, bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çokça zikredin ki , kurtuluşa eresiniz. / 46. Ayrıca Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Ve birbi rinizle didişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun , çünkü ALLAH* sabredenlerle beraberdir. // 84* 5. Ve Rabbini dinleyip kendisine yaraşır şekilde boyun eydiği vakit , / 6. Ey insan ! Kuşkusuz sen Rabbine doğru çaba üstüne çaba sarf-etmektesin , nihayet O’na varacaksın.*) - vesselâm ! wwwwwwwwww // Temmuz-2010 */ Bayraklı-İzmir // Hüseyin Kurt (-Tel. 0 535 943 09 53 -) www. www.yasamakca.net // Toplam: “860 sayfa” / Bkz. “01.07. 2010” / sh.19: ÖZ-SÜVEYDA* DİL ! ***************************************** Kitap bitti … derken nihayet en son “nükte-i hitam” bir şiir ve birkaç derkenar not daha yazmak gereğini hissettiren ne çok gerçek olaylar yaşanmakta her şu an. Nitekim 2010-Temmuz sonuna dek kâh Bornova , kâh Özdere’de geçti iki aylık günlerim. Bu arada teessüf ve teessürle belirtmek istediğim ilk konu şu : (-Bkz. / sh. 206-212’deki şiirde sözü geçen “kır-evi” hk.) Bu ülkenin adalet düzenindeki tarafgirlik insanın ruhunu isyankârlığa zorlamakta. Bunun açık örneklerinden biri de bence bu olayın içyüzünde gizli. İsteyen incelesin. Kısaca özetlemek gerekirse esas sonuç şöyle: Hasetçi komşunun sınırına sehven yakın yapılması sebebiyle müştekinin resmi görev etkinliğini şikayetinin yazışmalarıyla ilgili mevzuat tarzına göre kullanıp ısrarcılıkla tam muannit tutum ve uzlaşmazlık göstermesi neticesinde kanaatimce hem haksız hem de anlam sız ya da acımasızca yasal uygulama nasıl da uyduruk gerekçe (!) yani ilginç ilgili yazışmalara dayandırılıp yıktırıldı işte nihayet tam 10 yıl sonra üstelik nice emsâline rağmen! Ne diye diğer emsâline uygulanmaz aynen ? Buna isyan duymak ve sorgulamakta haksız mıyız yoksa ?! Hakikaten ülkenin adalet düzeni sanki bir “kara mizah” (-sh. 50 ) hayret! “-Türkiye nereye gidiyor ? / …” diye medya gündemlerinde tartışılan güncel konular arasında acaba “kafası karışık” aydınlarımızı dinlerken şaşkınlaşmayan ya da karamsarlaşmayan varsa , haydi çıksın ortaya da artık 845 gönül gözü açık ve görüşleri berrak “aksiyoner ruh adamı” milliyetçi kadrolarımızı tanıyalım daha yakından. Ancak “kadro ve lider …” konusunda tartışmalar sonuçlandırılabilmiş değil. Gerçekten hangisi öncelik önemi haiz ? Soylu lider elbette kendi kadrosunu da hazırlamak gücüne sahip bir irâde adamıdır. Ve işte böyle bir kadro her zaman kendi içinden lider çıkarır. Artık ülkemiz şu mahut “kaht-ı ricâl” dert ve buna sebep zihniyet tasallutundan kurtarılmalıdır. Millî devlet ve demokrasi siyasetimizin temel kültür politikası yoksa ya da dürüstçe uygulanmıyorsa bu konuda başarı sağlamak nasıl mümkün olabilir ? Dikkat, daha nasıl bir nesil yetiştirmek gerektiğini bile esasen net içerik ve tutarlı biçimde belirleyebilmiş de değiliz. Sebep ve niyetimiz belli işte “www.yasamakca.net” toplam muhtevasıyla buna naçizane bir katkı sağlamak ümid ve gayretinden ibaret. Demekki işbu çalışma da bütünüyle böyle bir niyet çerçevesinde değerlendirilsin isterim. ÖZ NÜKTECİK CAN ANLAM : SÖZ NOKTACIK SALT TOPLAM ! 1. İlk gayret tarz-ı beyan , Tek öz “can nefes” meram ! Son hayret hazz-ı vicdan , Net söz “zikrullah” hitam ! 2. Güncel hayat düstûrum , Mûtad tevekkül duygum ! Öznel irşad* derûnum , Sanat tefekkür ruhum ! 3. Bal arısı (16-70* 70.) can ufkum , Meâl-i âyet (*) toplam ! Mücmel beyan okulum , Yüzondört sûre (*) hitam ! 4. Öz mesaj (30* 30.) Sûre-i Rum , Mûcizat (* 1-60.) ruh huşûum ! Söz tam muhtasar yorum , Meşk-i merak sürûrum ! 5. Aşk tarzımca okurum , Müştak kaariûn dostum ! Bak sabrımca okuttum , Ancak hayli yorgunum ! 6. Öz heves sanat duygum , Söz yetmez işte zorum ! Yaş yetmiş* şimdi coşkum , Hiç bitmez sonsuz yol’um ! 7. Mahrem mecaz Divançe’m , İç dil* lügat-ı nokta ! Mâdem mesaj “lisan” hem , Mefhûmat* tek Kur’an-ca ! 8. Tertib-i “nüzûl” lüzum , Tebliğ-i “tenzil” ilzam ! Okurken niyaz-sumt’um , Yazarken anla-tamam ! 9. Hoş şevk’miş işbu huyum , Yaş geçmiş şeksiz durum ! Yoz zevk’miş şiir tutkum , Baş dert’miş şu uçurum ! 10. Yol evrensel şuûrum , Mücmel lisan insanca ! Can nefes söz üslûbum , Mülhem mesaj öz meram ! 11. İçten seziş* şok korkum , Mahşer “irfan” vicdanca ! Zaten nefha* Hak nûr’um , Mukadder ruh* has selâm ! 12. Mahzâ âdetullah’a , Tabiatımca uyum ! Hâlis ittibâ* takvâ , Saf fıtrat salt O-nur’um ! 13. Özgün nükte ilk nokta* , Bilinç* içerik anlam ! Gönlüm mecaz süveyda* , Bütün nesne tek toplam ! 14. Yol “likaullah” anla , Haddim Kur’an-ca yorum ! Yok; kula kulluk* zira , Rabbim tek Hakk’a kulum ! 15. Önümde deniz sefa , Ufkumda dağ manzara ! Rabbim müthiş şuûnat , Dâim müheyya yaşam ! 16. Gönlümce öz süveyda*, Aklımca tam muamma ! Haddim meşk-i aşk sanat , Salt tarz-ı kadim* kavram ! 17. Yaş yetmiş* işte durum , Mücmel “lisan” insanca ! Can nefes söz* şuûrum , Mülhem mesaj öz meram ! 18. İçten seziş* şok korkum , Mahşer “irfan” vicdanca ! Hiç bitmez sonsuz yol’um , Mukadder ruh* has selâm ! 19. Mâdem mesaj ilk örnek , Mefhûmat tek Kur’an-ca ! Canlı bilinç kök gerçek , Gör nice ilginç anlam ! 20. Mahrem mecaz son nükte , İç dil* lügat-ı nokta ! Anlık kavrayış “şiir …” , “www.yasamakca.net” tamam! 20 Temmuz 2010 Özdere-Menderes / İZMİR ******************************************************************************* 846 Son günlerde yine gelişigüzel gazete okurken dikkatimi çeken bazı yazılardan kısa kısa alıntılama yaparak göz önünde tutulacak nüktelerle hem sayfa doldurmak hem de sözlerimi birkaç güzel espri ve değinmelerle noktalayıp tamamlamak gerçekten ne hoş “şiir-i şuur ” ruhumuzu uyarıcı birkaç cümlecik daha okuyup da aklımızı işletmek yani bir bakıma filozofik anlamda düşüncenin tadına varabilmek ya da gerçek kavrayış boyutlarında derinleşip büsbütün farklı farkındalık “hissiyat-ı insiyak ve iştiyak” duyarak yaşamak ! (-Bkz. Hürriyet G. 14 Temmuz 2010 / sh. 19: Ertuğrul Özkök , “Hu , dağdaki arkadaş işittin mi ? / …” // Günün yazısı / Oktay Ekşi : -devamı- “Yeni bir dönem mi ? / …” // sh. 20: Cüneyt Ülsever : “Türkiye-ABD ilişkileri nereye gidiyor ? / …” // Tufan Türenç : “Dış politikadaki olumsuzluklar … / …” // Ve işte, Bakış / Doğan Hızlan : “Kullanmadığımız onca kelime varken / Orhan Okay’ın yoğun emek vererek , yeni bilgi ve belgelerle zenginleştirdiği , birikimini ortaya koyduğu “Bir Hülya Adamının Romanı-Ahmet Hamdi Tanpı nar (*) -Dergâh Yayınları” kitabını okurken “Yapamadıkları” başlıklı bölümünün başındaki bir alıntıya takılıp kaldım : “Hiçbir şeyi bitirmeden ölmek istemiyorum. O kadar eser ve kullanamadığım o kadar kelime varken.” / Düşününce gerçekten , o kadar az kelime ile konuşuyor , o kadar az kelime ile yazıyoruz ki , sözlüğümüz gittikçe yoksullaşıyor. / Oysa yalnız edebiyatçılar değil , yazan ve konuşan herkes, “kullanama dığım kelimeler sözlüğü” yapmalı , her gün dilini , bu sâyede de düşüncesini yenilemeli. / Dünkü yazımdan sonra Seyhan Erözçelik , ilgi çekici bir e-posta gönderdi, bir şairin kelime aramaları , kelimeden konsept* üretme işlemi üzerine önemli bir saptamaydı : “Sizin sözlüklere yaklaşımınızı biliyorum. İhtiyaç duyduğu nuzda bakarsınız. / Benimkisi farklı. / Benim için her sözcük , kelime, her ne ise, bir insandır. Doğar, yaşar ve ölür. Sonra belki tekrar dirilir. ‘Zombi’ suretinde de dirilebilir, bir çiçek gibi de dirilebilir. Veya hiç ölmez. / Aynaya baktığımızda bunu görebiliriz (Sanki).” / … İnci Enginün’ün “Yeni Türk Edebiyatı Araştır maları” kitabındaki Süleyman Nazif ’in Edebiyatımızdaki Yeri* yazısından konumuzu aydınlatan bölümü beraber okuyalım : “ (Yakup Kadri*) Süleyman Nazif ’in dil yanlışları karşısındaki öfkesini şöyle anlatır : ‘… / …” / Umarım bu yazı gittikçe yoksullaşan sözcük haznemizin zenginleşmesi için uyarıcı bir anlam taşır.” // Bkz. Sabah G. -Günaydın , 27 Temmuz 2010 / sh. 3: ( [email protected] ) “Ey AŞK özür dilerim senden / Size bir kelime söyleyeceğim , hazır mısınız ? / … onu çok duydunuz da gerçekten tanır mısınız ? / Bu cümleden sonra geliyor o kelime, cesaretiniz varsa sorun kendinize; onu başınızın üstün de taşır mısınız ? / AŞK ! / Kelimemiz ‘aşk’. / … / Oysa özne-liğini geçtim bağlaç bile olamıyor artık cümle lerde … / Aşk … aşkmış … aşk ! // Ayıp ettik aşka / Şu saklandığım tatil kasabasında dalıp dalıp gidiyorum bir yerlere. / Biraz küçüklüğüme, biraz büyümüş de küçülmüşlüğüme. / Hem özlüyorum hem bekliyorum hem de utanıyorum ondan. / Yaralarını sarmak istiyorum hepimiz adına çok kudretliymişim gibi. Ne kibir ama … / Çok kıydık biz ona. Kullandık , bozduk bozduk harcadık , takma isim yapıp tutkuya , arzuya , ihti rasa , yalana , yılana taktık. İşedik üstüne, o makyajsız bir güzelken badana boya yaptık her yerine. / Kirpik taktık , allıkladık , dudaklarından taşıra taşıra ruj sürdük , ikoncan yaptık manşete çıkardık , canını aldık. / Yani ayıp ettik biz ona. / Ayıp ediyoruz biz ona. / Ne hakkımız varsa … / Şimdi öğlen güneşi vururken bura lara , sıcaktan durulmazken bu tatil kasabasında düşünüyorum … Düşünüyorum kimdi AŞK , neydi AŞK , geldiyse nasıl gitti AŞK ? / Nerelere uğrar AŞK , nerelerden kaçar ? / Kaç kişi gerçekten aşkla yaşar ? / Islak ve aç bir sokak köpeğinin gözünün içine baka baka iştahını kaybetmeden zıkkımlanan o adam aşktan ne anlar ? / Magazin sayfalarında okuduğumuz kadar vicdansız olabilir mi AŞK ? // Meteliksiz kaldım / Çok konuşur mu aşk ? / Avazı çıkana kadar bağırır mı ? / Günde beş vakit yakınır mı ? / Buradan bakınca çok uzaklara kaçmış AŞK. O kadar uzakta ki , peşinden gitsem , yol git-git bitmeyecek sanki … / Ellerimle gönderdim be-AŞK seni. Kurtla , vampirle, korkakla , cimriyle, arsızla , zalimle birlik oldum da gönderdim. / Sürüye uydum , ben bir koyundum. İzin verdim güdüldüm. Farklıyım sandım , dibine kadar sıradandım. / Özgürüm sandım , daha ilk günden tutsaktım. / Kazandım sandım ruh hesabımda meteliksiz kaldım. Bir yere koştum , koştum daha hızlı koştum , ipi göğüslemeye koştum , yanlış yöne gitmişim uyanamadım. / Bastım hormonu , bastım hormonu , seni şişmanlattım. Verdim coşkuyu , verdim coşkuyu , senden şov (show)’lar yarattım. / Meğer döktüğüm gözyaşlarının bir damlası bile senin uğruna değilmiş, burada anladım. / Pozitif düşüncelere, zihin egzersizlerine, kurak beyinlerin rakı sofralarına , tarot kartlarına meze etmişim seni. // Hüzünlü ve sıradan’dım / Ulan benden bir bok olmaz ; hırslarımı , açlığımı , kenarı yağlanmış ağzımı , 3500 vuruşluk “KDV’siz kullan-at” yazılarımı , babamdan intikamımı , doğuştan şeytanlığımı , Hollywood’a hayranlığımı üstüne silmişim seni paspas yapıp. / Varoş’lamışım seni. / Bir göz oldu mu , bir söz oldu mu 847 anında satmışım seni. / Sonra da kalkıp geri istiyorum aslında hiç tatmadığım seni. Hakkımmış gibi … Zaten benim gibiler hep ister haklarıymış gibi. / Diyelim , şu bütün gün denizden çıkmayan , koşup koşup iskeleden atlayan , annesi kızsa bile aldırmadan yüzmeye devam eden çocuğun denize duyduğu aşkı bile bir gün tadamadım ben. / Senin yüzüne kapılar çarptım ben. İki dakika oturup düşünsem anlayacaktım da çok mühim kadındım , toplantım vardı yapmadım. / Ey AŞK ! Özür dilerim senden. (-Nitekim bu potansiyel şiiriyet tarzından dolayı hiçbir kelime atlamadan aynen alıntılamaktan vazgeçemediğim için yazının hemen başlangıç paragrafında hazfedilmiş şu cümleyi ilave ederek tamamlamak isterken kendi adıma özür dilemek teyim. (-HK.) “… Kelimemiz ‘AŞK’. / Yerlerde sürünmüş, uzaklara sürülmüş, aslı karanlık odalara kilitlen miş, klonlanmış klonlanmış dağıtılmış, eser sahibinden çalınmış defalarca cover’lanmış tek kelime ‘AŞK’.) Ben de sıradandım işte, anlayamadım seni. / Hüzünlü ve sıradandım. Kollayamadım seni. // Okura not : / 6-7 yıldır yazıyorum … Son bir senedir de haftada altı gün yazıyorum. / Her gün aynı performans çıkmıyor köşeci kaleminden ben de biliyorum. / Benden beklenen bir ton var-ya , artık o tonu tutturmak istemiyorum. / Eskiden güldüğüm birçok şey feci hüzünlü geliyor bana. / Eskiden çok değerli bulduğum birçok şeyin de kıymeti kalmadı ne yazık ki artık. / Haftanın altı günü magazinden güzellemeler yazmaya devam edersem bir gün kendimi asacağım. / Birileri –muhtemelen … , … ya da …*- bulacak evde cesedimi. / (-işte, gayet ironik süje* bir ruh hâleti bence! / HK.) Beyoğlu’nda elimde şarap şişesiyle dolanıp bir kenarda uyuklarken göreceksiniz beni. İçimi kurutuyor bu alem benim. / İşimi çok seviyorum ama ben de büyüyorum , değişiyo rum. / Mesela bugünlerde şöyle çok konuşulacak bir geçirme yazısı yazmak gelmiyor içimden. / Her meslek gibi bizim köşeciliğin de çok okunma numaraları var tabii. İşte onlardan çok sıkıldım ben. / Kendimi alıp gitmişken biraz, başka tellerden yazasım var yani. / Elbet yine döşenirim magazinler, sabun köpüğü eğlence likler, listelemeler, maddeler … / Onlar başka. / Fakat ayrı telden çaldığımda sanmayın ki bu kız bunalımda. Sadece çok bunaldım , çok tıkandım bu konulardan. / Biraz başka şeyler düşünmek istiyorum. (!!!) Kendimi özledim. Okuyup hesaplaşmayı özledim. Nefes almam lâzım. / Öyle işte …” // Bkz. SÖZCÜ G. 30 Temmuz 2010 / sh. 11: Dr. Aybars Akkor “ [email protected] ” / Tek kelimelik hayat dersi / Kızılderili kabilesi nin yaşlılarından biri hayat , aşk ve evlilik üzerine gençlerle konuşurken , “İçimizde iki kurt var ve bunların arasında da acımasız bir savaş sürüyor.” diyerek bir konu açıyor … / -Kurtlardan biri korkuyu , öfkeyi , kıs kançlığı , pişmanlığı , açgözlülüğü , kibiri , kendine acımayı , küskünlüğü , aşağılık duygusunu , yalanları , üstünlük taslamayı ve bencilliği temsil ediyor. / Diğeri ise; zevki , huzuru , sevgiyi , umudu , paylaşmayı , cömertliği , dinginliği , alçak gönüllülüğü , nezaketi , yardımseverliği , dostluğu , anlayış(-lılık*)ı , merha meti ve inancı temsil ediyor.” / Dinleyenlerden biri : “-Hangi kurt kazanacak ?” diye soruyor. / Yaşlı adam tek kelime ile: “-BESLEDİĞİNİZ !” diyor. // Günün Neşesi / … önce bir molla gelmiş, peşinden de Bektaşi … Böyle bir kâfir adama elli altın , bana bir altın veriyorsun. Sana yakıştı mı bu ağam ? / Ağa gülmüş; -Onun masrafı ağır be molla! // sh. 13: Ergun Turgut “ [email protected] ” / ‘Yavşak’ polemiği !.. / Geçtiğimiz haftalarda dünyaca ünlü piyanistimiz Fazıl Say, “Arabesk yavşaklığından utanıyorum” demiş ve sanat dünyasında “sert” tartışmalara neden olmuştu !.. Bunun ardından Say, “Yavşak yerine ‘Yozluk sanatın krematoryumudur’ deseydim , şu an bu konuyu ancak 3-5 kişi tartışıyor olacaktık ve hiçbir sonuç da alına mazdı” diyerek , bu lâfı “bilinçli-ce” ettiğini açıkladı !.. Say’a az sayıda da olsa “destek” verenler oldu , an cak çoğunluk “yerden yere” vurdu !.. / … Arabesk’i savunan İbrahim Erkal ise program boyunca “arabeks” deyip durdu !.. İcra ettiği ve savunduğu müziğin adını bile “doğru” telaffuz edemeyen Erkal , anlaşılan bun ca zaman zarfında “öğrenmeyi” de düşünememiş !.. // ANLATABİLMEK Mİ , ANLAYABİLMEK Mİ ? / Aklımıza bir fıkra geldi , hemen anlatalım !..TEMEL’in yanına bir turist gelip, İngilizce bir şeyler sormuş !.. Temel’den “tık” yok !.. Adam; Almanca , Fransızca , İtalyanca vb. sorup durmuş !.. Temel’den yine hiç cevap yok !.. Adam çâresiz bir şekilde çekip gidince, DURSUN; “-Ula Temel , artık bir yabancı dil öğren menin zamanı geldi mi sence” demiş !.. Temel , “-Ne öğreneceğiz uşağım. Bak adam “8 dil” öğrenmiş ama bir derdini anlatabildi mi ?” diye cevap vermiş !.. / Kıssadan hisse: Siz “allâme-i cihan” olsanız, karşınızda kine anlatabileceğiniz, sadece onun “anlayabileceği” kadar-dır !.. ) Nitekim … Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz : (“Kellim-ün’nâse alâ kadr-i ukûlihim” : İnsanlara anlayışları ölçüsünde konuşunuz!”) buyurmakta ve sosyal anlaşma-uzlaşma yolunca uyarmakta “halkla diyalog” konusunda. Sözün özü bundan ibaret değil mi zaten ? Gerçekten ne “anlamadan anlatmak” ne de “anlatmadan anlaşmak” yolu yok ya da başka şart-imkânlar aramak gerekir yine de “aklın gücü yani idrâk karihamız” sözkonusu sonuçta ! (-HK.*) 848 05 Ağustos 2010 tarihinde İzmir’den Bursa’ya gittik hanımla ve Aralık başına dek kaldık oralarda.Yanıma laptop-bilgisayarımı da almadığım için hiçbir şey yazamadım son dört ay zarfında. Bazı doküman-notlar, birkaç şiir daha kaydetmek istiyorum. Aslında (www.yasamakca.net) tamamlanmış iken , ne diye yeniden eklemeler yapmak gerektiğini de herhalde devamında yazdıklarımı okuyunca anlayacak ve kanaatimce şu son ilaveleri de beğeneceksiniz muhtemelen. İnşallah bu çok uzun ve yoğun metn-i mündericat içeriğinden yararlanmak isteyen müştak kaariun nasipdar olmuş ve olacaktır zamanla. Cenab-ı Hak Rabbimiz Allah’tan niyazım , mesaimi hizmete vesile kılıp bilhassa rızasına kavuşturduğu kulları arasında ruz-u mahşer huzuru bahşetmesidir. Dünya ve ahiret hayatında huzura kavuşmayı istemeyecek kim var ? Rabbimiz’e teslimiyet tam tevekkül haletindeki iç huzurunu duyumsayarak yaşamaktan ve ancak Hakk-ı Teâlâ Allah’ın inayetine muhtaç kulluk şuurundan başka kurtuluş yolu ya da mutluluk arayışımızın İslam ve Kur’an dışında zaten hiçbir inandırıcı metodu yok! Kanaatimce işte bu temel kavrayışta yaşamadıkça gerçek ruh huzuruna ermek ve tamamen buna bağlı hissiyatın ifadesinden ibaret tam mutluluk kavramından bahsetmek de imkansız; zira mûtaden muğlak ve muallak ruh halleri içten inandırıcı samimiyet değil; bilakis sahte teselli ve iyimser riyakârlık örneğidir. Bu durumda ve böyle tezat tutumda davranışlar sergileyen nice sahtelikler ile hergün yüz-yüzeyiz. Her neye-nereye baksak kendimizden örnek kimi ibret tablolarıyla karşılaştıkça aynen aynalar da kendimizle yüzleşmekten farksız ruhiyat tecelliyatıyla sarsılsak da hiç kuşkulanmayız sanki algıladığımız yansımalardaki yanılsamalardan. Ne garip âlem şu muhteşem mükevvenat! Doğal oluşların nice hikmetine bakarak gerçekten hayret ve hayranlık duygusuyla sarsılmayacak yani içten haşyet duymayacak akl-ı ruh hakikatine bîgane hangi divane var şu yeryüzünde ? Demekki belirtmek istediğim konu herkesin maksûdu! Buna göre değerlendirildiği takdirde şu yazdıklarım meram-ı maksudumuza muvafık kabul görür inşallah! Kozmik giz zemberek kader-i zaman - Beden sıkışırken salınır ruhum Şu dem vakt-i saat doğal hakikat ! Avam-halk kazanç yollarını ve yaşam alanlarını daraltan geçim zorluklarına rağmen nedense enikonu muzır medya* güdümünde güncel siyaset dedikodularına mübtelâ! Aydınlar sosyal değişim ve sağlıksız gelişimin ekonomik kriz yönetimindeki iktidar erkine bağlı devlet çarkını işleten bürokratik insiyatifin giderek kontrol altına alınması bakımından yetersiz uygulamaları izleyerek kamusal alanları etkileyen nice tutarsızlıkların da farkında; ancak pek azı ‘yaman’-zekâ amma ne yazık ki , kimi ‘yaban’ iken pek çoğu da gayet ‘yavan’-kafa! Farkında aydınları izleyen halk gürûhundan bazıları da açıkça görünen gerçekler karşısında tam uyanmaya müheyya; -artık Kur’an asrındayız!- zira. (… Bkz. Olay G. 04 Ekim 2010 / sh.11: ‘İslam bir hayalet’ Hollan dalı aşırı sağcı lider Wilders, Almanya’da konuşmasını yaptığı sırada yüzlerce kişi tarafından sokaklarda protesto edildi. / Avrupa’daki ırkçı ve İslam karşıtlığının bayraktarlığını yapan Hollandalı aşırı sağcı lider Gert Wilders, Almanya’da yaptığı açıklamalarla ortalığı karıştırdı. Berlin’de konuşan Gert Wilders,‘Avrupa daki İslam bir hayalet gibi’ diye konuştu. / Almanya tehdit altında … / Hollanda’daki sağcı hükûmete verdi ği dışarıdan destekle, ülkedeki göçmen ve İslam karşıtı yaptırımları hükümet protokolüne ekletmeyi başar dıktan sonra Berlin’e giden Wilders, ‘Almanya’nın kendi kimliğini savunabileceği , İslam’a karşı bir hareke te ihtiyacı var. Alman demokrasisi ve ekonomik refahı, İslam’ın tehdidi altında. Şu an Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor. İslam’ın hayaleti. Bu tehlike artık aynı zamanda politik bir tehdit. Çoğumuzun da bildiği gibi , İslam sadece din değil , tüm politika görüşlerinin üzerinde tehlikeli bir ideoloji’ dedi. // Yanındaki haber : ‘İslam da Almanya’nın …’ / Günümüzde İslamiyet’in artık Almanya’ya da ait olduğunu savunan Almanya Cumhurbaşkanı Wulff, ‘Almanca İslam dersi verilsin’ dedi. / Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi günü olan 03 Ekim’deki kutlamalar, Almanya Cumhurbaşkanı Chiristian Wulff ’un çarpıcı sözleriyle gündeme farklı bir şekilde konu oldu. Bremen kentindeki törenlerde konuşan Almanya cumhurbaşkanı , göç ile gelen değişimin bazı kesimleri rahatsız etmesine rağmen bunun kaçınılmaz olduğunu savundu. Müslümanların kendisine ‘-Siz bizim cumhurbaşkanımızsınız’ ifadelerinin yer aldığı çok sayıda mektup yazdığını vurgula yan Wulff, ‘Hıristiyanlık ve Yahudilik Almanya’ya ait. Günümüzde artık İslamiyet de Almanya’ya ait’ dedi. Ülkede yaşayan hiç kimseye önyargıyla yaklaşılmaması uyarısı da yapan Almanya cumhurbaşkanı , ‘Okul larda Almanya’da eğitim görmüş kişiler tarafından Almanca İslam dersi verilsin’ önerisini de dile getirdi. 849 Wulff, Almanya’da radikal dincilere karşı nasıl mücadele ediliyorsa , aşırı sağcılara ve solculara da aynı şekilde mücadele edilmesi gerektiğini de kaydetti. ) Demek kendi benliğini içten sezgisiyle hissederek keşfedebilen her cins ve cinsiyetten nefs-i beşer ruh hakikatine bîgâne kalmaz, hiç kayıtsız davranamaz. Zaten nefs-i beşer ruhiyatımız bakımından sorumsuzca yaşamak aklımızca anlamsızsa , sanırım mantıklı insan asla hoyratlaşmaz. Zamanın akışına nasıl da aldırmazca davranışlarına rağmen niye hal-i hayatından hoşnutsuz sanki ?! Nitekim ‘zor yol: zaman’ anlayışımız zaten yorumsuz sorgulanmaz! Son sayfalarıyla güncellediğim mesaj-sözün nükte uyarısını (-sh. 848) içten okuyanlar kendince ne kadar anladı acaba ?! OKURKEN TAM UYANIR RUH YAZARKEN CANLANIR ŞUUR // Bakınız sözkonusu Kelamullah* hakikaten ne kadar revnak ve gerçekten her harf-i âyet tam manasınca canlı ! İşte tecelliyat tekrarının nükte derûniyatı sırrıyla anlamak için bakınca baştan sona nazm-ı Kur’an meallerine, ne müthiş şu şuûn-u hayat! Doğal oluşlardaki gizem , mükevvenattaki giz-sırriyet ve sayısız ibret-hikmetler ruh-u manasıyla asla bayat lamaz; zira an be-an nice tecelliyat takdirat-ı Hakk’ın namına Hakikat* müşahedatımız hep ter-ü tâze ve her şey yenibaştan ‘halk-ı cedid’ oluşum mucizesi gereğince emr-i fıtrat ‘tezahürat-ı tabiat’ tamamen turvande* demek , kanaat-i ulemâ ‘mantık-ı muteber’ tefsir-i ‘el-Kitab’ perspektif fikriyat bakımından (Bkz. 3* 7. “… ve-r’râsihûne fi-l’ılmi …” ) i’câz-ı âyet te’vîline göre, herhalde yanlış olmaz. HAYAT TARZIM 1. Yaş yetmiş şiir ruhum Farkındayım … Duruldum durgunlaştım ! 2. Yol bitmiş şuur duygum Hayat tarzım … Çok koştum yorgunlaştım ! DERD-İ ŞİİRİM 1. Divaneyim divaneyim divane Daha ne diyeyim bilmem daha ne ? Vicdan dersim şerh-i meşkim hikaye A-ha belli derdim güzel bahâne ! 2. Miftah-ı müşkilat …/ Selim Divane* Ömrümce nitekim mübrem mahşere ! Kitab-ı beyyinat* Rabbim , şiraze Gönlümce şiirim mücmel mülheme ! İLLET TESELLİ Ruh hem beden nazlı gayet dertliyim Yeniden nüks-etti tiryâkiliğim ! Şiir ve sigara* illet tesellim Tedirgin bezginsi hissiyat dilim ! Dikkat ! -sh. 860’ın devamı : … alıntılar, acaba baştan sona kitabı okumak ve konuları yorumlamak merakı uyandıracak mı ? // Dış kapakta tanıtım: “… kitabıyla Türkiye’nin değişim umuduna yepyeni bir soluk sunuyor. / Gürtuna’nın kitabı , siyasetin cari açığının büyü düğü şartlarda yeni bir bakış-açısı , yepyeni öneriler, alışıl madık açılım ve fikirlerle Türkiye’ye değişimin doğru rota sını gösteriyor. / Kitapta , Türkiye’yi karamsarların ve karar sızların ülkesi olmaktan çıkaracak ve 21. yüzyıla damgasını vurmasını sağlayacak yeni bir bakış-açısı bulacaksınız. Gürtuna , küresel gelişmelerin analizi ve Türkiye’nin temel sorunlarından başlayarak demokratikleşme, değişim ve yeni lenme bahsine dair derinlikli bir ufuk turu yapıyor. Hak ve özgürlükler bahsinde parmakla gösterilen ülke haline gelmiş ve tarihten tevarüs ettiği gözkamaştırıcı birikimini modern zamanların diliyle küresel arayışlara çarpıcı katkı olarak sunmuş bir Türkiye’yi inşa etmenin yolunu ortaya koyuyor. Ali Müfit Gürtuna , İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan lığı’nı üstlendiği 1999 Nisan’ında Türkiye’de ilk kez “2023 vizyonu”-nu dile getirerek İstanbul ve yerel yönetimler için yepyeni bir perspektif ortaya koymuştu. Bu kez yine ileri bir öngörü ve vizyon sergileyerek elinizdeki kitapta yeralan düşünceleri tüm Türkiye’nin istifadesine sunuyor. Eski siyasetin dil , üslup ve yöntemlerine son verecek yeni bir soluk , yeni bir bakışaçısı , yeni bir umut bu kitapta. Kitap; tüketen değil üreten , çatışan değil uzlaşan , sığ yakla şımlı değil felsefi derinliği bulunan , zenginlikleri paylaşan bir Türkiye’yi kurmanın hayal olmadığını gösteriyor.” MAZARRAT TUTKULARDAN ARINMAK ŞART ! Hepimiz zürriyet-i Adem’in nesl-i nesebince öz kardeşiz aslında , Yani hiç birimiz zinhar “üvey evlat değiliz” zemin-i arz’da ! 850 Tabiat-ı beşer ruh halet-i insiyak künh-ü kader sırrınca anla , Kuyruğuna basınca derhal havlamayacak köpek yok kâinatta ! Pek kolay zanneder ruhiyat-ı itiyattan bî-haber ser-kafa , Arındırmak ister ruhen nefsini işte herkes sözümona ! Şekersiz çay ya da sade kahve sever bencileyin tiryaki amma , Yanında tiryâk-ı mekrûhattan nefes-i nâ-sâfi illet duhan da varsa ! Hani-ya “bekâra karı boşamak kolay” yani kim bilmez oysa , Sayın ser-zevat* tard-etsin haydi ilk kendi hayatından evvelâ ! www. Vicdan nur-u basiret “duygusal düşünce” derûnî ilham muammâ , Hemen ne gûna cins-i habis zevk-i itiyad dünya hevesâta mübtelâ ! Aman Allah hem mûtad daha ne menem mezmûmata rağmen illâ , Acilen şu menhus ibtilâya aleyhtar kampanya* varsa-yoksa ! Sanki siz “bir eli yağda bir eli balda” iken nedense biz değiliz-ya , Yoksullaşan nesnas-güruh halkımız zaten nasıl zor dursa da ayakta ! Sor-bakalım memnun mu suskunca sosyal hak arayan nâs-ı bî-baht’a , Nasıl da müştekî efrad-ı millet devlet-i hükûmetten bîzar arsızca ! Acaba yurttaş “şu adaletsiz sistemlerin içine tüküreyim” diyorsa ; Sakın kınamayın yani ibret-i âlem meselâ “yahut duman üfüreyim” zira , Hele kim bir-bakın nazar-dikkat tarz-ı “tüh hem yuh” şu utanmaz suratlara ! www. Ancak Kitab-ı Ekmel* lügatınca maksad tamam-en açık konuşmaksa , Salt tekellüm mahzâ hakikat tek Rabbimiz Allah’ın ahkâm-ı Kitabınca ; Daha başka çok mazarrat tutkular sözkonusu ruhiyat dünyamızda , Arındırmak istersen nefsini işte tek “el-Kitab” beyyinatına ayna ; Araştırmak kolay yol artık kitabiyat dünyasını internet ortamında ! Anlarsın nihayet tam okursan niyet-i hâlis “iç dil”-şairi* bir garip Hoca , Anlatsın ne-y’miş şeâmet-dert neler demiş şiir irfanıyla meşhur üdebâ ! Toplum lâyık olduğu tarz-ı idare şekl-i devlete kavuşur ruhuyla , Yazsan da okumaz zira haykırsan duymaz sözden anlamaz ukalâ ! Anlamak zorunda herkes “sırr-ı imtihan” nükte-i fıtrat doğalsa , Sözün değeri insan anlayışına aydınlık kazandırmak Kur’an-ca ! www. Can nabz-ı nefes söz öğüt “www.yasamakca.net” ders-i sohbet tarzınca , Özgün nasihat tam metn-i âyetten niyet diliyle edeb-i irfan mahzâ ! Ömrümce okudum gönlümce yazdım meram-ı mârifet tadınca , Zaten herkes sonuçta aklınca tarz-ı şuur ruhuyla yaşamakta ! Bursa-Gemlik , 13 Eylül 2010 // Not: Bursa , Line-tv (14.00-15.00)’deki iki gazetecinin tartıştığı ilginç bir program izleyip dinleyince cevabımı belirtmek istedim mertçe! En son ihtilâl (12 Eylül 1980)’den nihayet tam otuz yıl sonra: (-Anayasal referandum* … // REFERANDUM * Muğlak konu* Siyaset Meydanı’nda : İktidar ısrarcı “-evet” tavrında ! Referandum’a doğru*… net bakınca , Karşıt halk cevabı “-hayır ” hakkında ! … Sonuçlanınca anladık ki , iktidar hakkında halk kesimlerinin net desteği yine belirginleşti : (%58 Evet, 851 %42 Hayır !) Beklenen / gelecek “Genel seçimler” öncesi siyaset tablosuna da açık kanıt tahminen netice: cevab-ı halk kimden yana artık kesinleşti nihayet. Kamuoyu yoklaması’ndan net sonuç: “-Evet” çıktı-ya , “ortalık süt-liman …” Ancak -Bkz. Sh. 96: “korkum …” / mahut terane: “- Ne olacak bu ülkenin hâli ?!”) SÖZ SANAT ! Aklen tefekkür haddim meşîet-tecelliyat , Öz tek gönlüm mülhemat doğal insiyak gözlem ! Kalben tezekkür Rabbim meşk işte edebiyat , Örnek ömrüm “söz-sanat” ruhsal iştiyak özlem ! ŞİİRSEL HAŞYET 1. Aşk şiir renk ışık tek anlık şimşek , Gözlerimde güneş gönlümde gerçek ! 2. Beynimde evrensel oluş şimdicek Gerçek kesin hikmet zihnen nur-u berk ! Gönlümce görüntü özgün nükte tek Görmek için niyet içten istemek ! 3. Alet-i inayet tefekkür-en net Gözlerim mükemmel görüş şiircek ! Ayet-i hidayet Rabbim’den hikmet Sözlerim tükenmez son nefese dek ! 4. Havsala-i beşer ruhen net demek Künh-ü fıtrat “iç dil” mûcize örnek ! Muammâ-i kader zihinsel cinnet Allah mutlak bilinç* düşünmek gerek ! 5. Usûl-ü vusûl tek “el-Kitab” bilmek Düstûr ruh-u şuur rehber Muhammed (*) Din doğru yol işlek Kur’an öğrenmek Ubûdiyet huzur elzem muhabbet ! 6. Takvâ aşk-ı Hak’ca aklı işletmek Sofistik düşünce şiirsel haşyet ! Bak da www.yasamakca.net seziş her renk Tam müdrik gönlünce en güzel âhenk ! 7. Gün gelecek … evren* içten çökecek , Ayet-i (81*1. “küvviret”) dehşet kıyâmet ! (10*1. “sayfalar açılıp …” / gösterilecek - ) Güneş dürülürken … * / - korkunç âkıbet ! MUAMMA MUHTEVA Hayat tam muammâ ân-ı seyyâle , Ezel “levh-ı mahfûz” zaman muhayyel ! -YENİ SİYASET / değişimin doğru rotası * hk. (-Bkz. / sh. 60: “… siyasi irade eksikliğimiz …” // sh. 65: “… dramatik çelişkiler / … ilginç fırsatlar …” // sh. 66: “… bu çelişkinin sunduğu fırsat, Türkiye sayesinde …” “Türkiye’nin AB üyeliği … dış politika ufkumuzu kaplama malı … / … seçeneklerimizin yakın ve uzak mesafeleri …” sh. 67: “… Kopenhag kriterleri …” / “AB’ye bakışımız …” “Türkiye’nin küresel hedefleri …” // sh. 68: “Viyana kapı ları … / Viyana kafeleri …” // sh.73: “Dış politika ekseni … millî duruşunu koruması …” // sh. 280: “Edebiyatın ihyası … / kültürün iktidarı …” // sh. 290 ( kitabın son paragrafı): “Proaktif liderlik , Türkiye’yi bu karmaşadan ve karanlık dehlizlerden tutup çıkaracak güzergâhı göstermelidir. Türki ye’nin mevcut entelektüel birikimini , kolektif aklı ve strate jik zekâyı harekete geçirecek kapasite ancak proaktif lider likle ve onun hoşgörülü ve dirayetli idaresiyle aktif hale gelebilir.” ) SON SÖZ : Sonuç olarak kitabın önerdiği bu pro-aktif lider , kim veya hangi parti ? Yani siyaset tablosu uygun mu bu anlayışa acaba hangi siyasi kadro* mevzu-u bahis stratejik hedefi belirleyip bilgi ve inançla topyekün millet ruhunun hamle aşkını uyandırarak gerçekleştirecek ? www.yasamakca.net / sh. 96: “Ak Parti ve Sonuç” ayrıca , yan not dörtlük: “İktidar -İnananlar!” bağlamında “Sağlam Mesaj” ve dipnot yahut derkenar bazı izahat da zaten buna işaret. Daha başkaca proaktif lider ve kadro’lar nasıl yetiş tirilecek de bilmem hem milletimiz isterse seçim yolunu ortak aklın doğru rotasına uygun kullanarak kimleri iktidar ve muhalefet diye yetkilendirecek ? Göreceğiz sonuçları birkaç ay sonra tam fırsat tekrar halkımızın önüne demokra tik “genel seçimler ” için yine yenibaştan “oy sandıkları” gelecek. Gönlümce temenni ve dileğim , muhterem Ali Müfit Gürtuna’nın örnek şahsiyeti gibi , işbu “Yeni Siyaset / değişimin doğru rotası” sinerjik kitabında baştan sona gayet tutarlıca açıklayıp belirttiği irdeleyici fikirler ve her bölüm de detaylıca özgün önerileri de hem muhalefet hem iktidar yanlısı halkımız ve bilhassa aydınlarımızca bihakkın önem senip bilinçlendirici ve ille de belirleyici olsun! // HK …* 852 Anlatsam muhteva* sanki hikâye , Ebed tek “- giz” sonsuz plan mukadder ! YALIN NÜKTE Espri’nin ifâde değeri idrâk derinliğince: Yalın net tek gerçek göz sahrâsı âlem böyle , Derûniyet dediğin nükte gönlün hem özet ! Artık söylenecek söz kalmadı mâdem söyle , Ders-i hikmet “dil ve din” önce öz gündem sohbet ! Sözün nüktesi , içerik konu ruhuna uygun yorumunu yani bilhassa asıl laf vurgusunu doğru anlamak kadar derli-toplu anlatmak koşuluna bağlı kavrayışımızı sınırlandıran anlam muamması “iç dil” şiirimizin şifresi ! ŞİİR RUHSAL GÖRÜNTÜM 1. 2. Şiir ruhsal avuntu Sanki hayâl kuruntu Duyarlılık kültürüm ! Doğal ihtimâl gönlüm ! Muhayyelat boyutsu Muhakemat düstûru Söz sanat tefekkürüm ! Ruhsal ihtiyaç çözüm ! 3. 4. Ömrüm misal salt doğru Yaşamakça net* duygu Yol “likaullah” ölüm ! Ruh hem bedensel özüm ! Muhkem mesaj yorumsu İnsiyak-hâlet* korku Söz müteşâbih hüküm ! Gündem evrensel sözüm ! 5. 6. Hak Kur’an-ca can nûru Şiir rumûz zikr-i “Hû” Rabbim mutlak görüşüm ! Mücmel lügat kördüğüm ! Aşk-ı (“… illâllah”) huşû İç dil* sonsuz gizem ruh Şuur tutsak dönüşüm ! Hem “heme z’ost” görüntüm ! ÖZ MECAZ Ruh-u şuûrum minval lisan-i hâl hissiyat Demek gönlüm öz-mecaz sanki gözlem insiyak ! Korku huşûum misal Allah Hakk-ı hakikat Gerçek ömrüm söz-mesaj sahv-i mülhem iştiyak ! ELFAZ-I LÜGAT Daha içten söylesem mahrem mesaj söz sanat , Tam müthiş şiir ruh hem gövdem misal tarz-ı hat ! Açık konuşsam mâdem muhkem elfâz-ı lügat , Daha ne yazsam bilmem mülhem mecaz sünûhat ! BAŞ VE GÖVDE Baş şuur ruhunca haklı da olsa , Sağlam vücut yoksa taşınmaz kafa ! Gövde ayaklara bağlı olmazsa , Noksan yahut hasta çalışmaz zorla ! Dünya-dert taşıyan* aylak başımca , Yolum tek -hep şu an* ayaklarımda ! 853 Ocak - 2011 Bayraklı - İZMİR ( www.yasamakca.net ) Sitemiz: www.yasamakca.net ’e girmek yasak ( ! ) Çok yıllardır hiç görüşemediğim bir meslektaşımla karşılaştım bugün otobüste, birazcık hâl-hatır sormak istedim fakat durakta acele inmeye tam hazırlanırken bana sordu: “-İnternet’e giriyor musun ?” Birdenbire “-Evet!” deyince, cevabı kısaca şu oldu: “-dabluwe… nokta filan , nokta kom ; orada her şey var! Beni işte orada bulacaksın.” Daha bakmadım ve nasıl bir website ile karşılaşırım , merak duymadığımı da söyleye mem ; çünkü arkadaş şiirlerini kitaplaştıran bir şair. Aniden diyemedim ; “-madem sen de benim site’ye şöyle bir bakıver!” diye. Şayet deseydim , acaba bu siteyi açıp bakmak ve hele okumak konusunda tam merak duyacağından emin değilim. Sürekli internet kullananlara bakıyorum da abuk-sabuk konuların dışında yararlanmak için ilgilendikleri ciddi bir şey yok zaten çoğunlukla. Bu hususta tepkilerimi ironik tarz-ı ifadelerimle dillendirdim çok kez. Sanırım bu umursamazlık karşısında sanki hiçbir sözün değeri kalmıyor ruhen fıkramsı esprisinden başka. / Bari işte bunun nedenleriyle ilgilenip biraz düşünsek diyorum. (-Bkz. Kardelen Takvimi , 16 Ocak 2011: “Düşünce lerini değiştirmeyenler yalnızca deliler ve ölüler-dir.” (-T. Lowell*) Takvim yaprağının arka sayfasındaki ; FIKRA / Bir grup İngiliz, Amerikalı ve Türk , gemiy le yolculuk ediyorlarmış. / Birden şiddetli bir fırtına kopmuş. Geminin batacağını anlayan kaptan , hemen yolculara koşup gemiyi boşaltmalarını istemiş. Fakat kimse buna inanmayarak kendini denize atmayı kabul etmemiş. / Bir süre sonra bütün yolcuların ölüm tehli kesiyle karşı karşıya olduğunu gören kaptan , hemen bir tayfasını çağırmış. / “Git bir de sen dene, onları gemiden atlamaya ikna etmeyi.” -demiş. / Tayfa git miş ve kısa bir süre sonra geri dönmüş. Kaptan me rakla sormuş: “-Eee, ne oldu ?” / “-Hepsi atladılar, SERZENİŞ efendim.” / Kaptan çok şaşırmış: “-Nasıl olur, daha az önce kıllarını bile kıpırdatmamışlardı. Ne dedin Okyanus ötesi* siyasal beyan , onlara ?” / “-Çok kolay. İngilizlere, ‘sizin gibi soylu Anlamlı serzeniş şifreli selam ! insanlar batmak üzere olan bir gemide olmamalılar’ İsyan “Cı’ya Ca’ya” karşı feveran , dedim. Amerikalılara , ‘deniz suyu insan vücudu için Uyarı-sesleniş “Nur nesli” meram ! çok faydalı’ dedim.” / “-Peki ya Türklere ne dedin ? -?! ” / “-Onlara da ,‘Denize girmek yasak!’ dedim.”) TAKDİR VE TEDBİR wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww TÜRKİYE’NİN “YENİ SİYASET …” DÖNEMİ : Tarz-ı mizac canım muvafık Hakk’a , Cumhuriyet Türkiye’mizin “yeni rejim” tarihi yüzyıl Ayetler emrince takdîr (*)’e teslim ! yaşını tamamlamanın son on yılına yaklaşırken nere Tarz-ı imtizacım muhalif Halk’a , den nerelere geldiğini günümüz dünyasının konjektü Gayret telkînimce tedbir (*) öğrettim ! rel değişim sonuçlarıyla karşılaştırıp bundan sonrası için daha akılcı ve tutarlı politik vizyon oluşturmayı ŞUUR ŞU AN ! amaçlayan öngörülü yeni siyaset paradigmalarımız* sayesinde bilmek ve millet olarak geleceğimizin tam Aklınca can nuru cevap cin (-s) soru , güvencesini sağlayacak “güçlü devlet” istemekteyiz. Oku hem meâl öz beyan tek Kur’an ! Sekiz yıllık iki iktidar döneminde merkez sağın partisi Yakın bak şuur bu Kitab (*)’ın ruhu , konumuna yerleşmiş (AKP); meclisteki “muhalefet” Uyku dem misal söz zaman net şu an ! dışında başkaca partileri hiç muhatap almadığına göre, gelecek genel seçimler acaba mevcut tablonun aynen İÇTEN SEZİŞ tekrarlanmasıyla mı gerçekleşecek; yoksa ters sürpriz sonuç beklentisi şimdiki hesapları altüst edecek mi ? Hayat tecrübesi işte yetmiş yıl , İşte bu konuda konuşmak ve olası tahminlerde bulun Tarih hakikati net ömrüm misal ! mak kehanet olarak yorumlanabilir, çünkü “görünen Rabbim gönlümdeki içten seziş sır , köy kılavuz istemez” sözü-nün doğruluğundan kuşku Takdir ruh idrâki tek gönlüm mir’at ! duymak , akl-ı selîme aykırı hem mantıkla da bağdaş maz. Nitekim milletin nabzını tutmak , halkın ruhunu GERÇEK BİLİNÇ okumak kolay olmaz; zira …“Bazıları ışığın , bazıları gölgenin peşine düşer.”- (T.S. Eliot* / Bkz.15 Ocak )* Bence şiir bir bütün nüktenin metni değil , 20.yüzyılın son yarısında müteaddit darbe-i hükümet, İlginç çağrışım mülhem mecaz sanki insiyak ! devrimci sol çatışma ve tutucu sağ kamplaşmaya karşı Gerçek gönlümce özgün sözlerin hepsi “iç dil” vesayetçi-“askeri ihtilal” müdahaleleriyle çökertilen Bilinç can sırrım mücmel lügat tam meşk gizli aşk ! geleneksel merkez sağ iktidarları-nın temsilcisi iken , artık meclis dışında kalmış bir parti / DP nihayet dün AKLIN ANLAMI olağan kongresini gerçekleştirmiş ve bir yeni ‘genel 1. başkan’ (Namık Kemal Zeybek*) seçilmiştir. Şahsen Gönlüm “iç dil”-sırrı pek sıkı bağlı ! tanışıp yakın izlediğim için , hasseten “Türk olmak ” MEDYA VE HALK 1. Yandaş medya meddah her iktidara , Rantçı taraf * ifrat şakşakçı yavşak ! Candaş tek karargâh hepsi pis mafya , İnhisarcı (?!) “ifsat* tuzakçı” ancak ! 2. Gaspçı hırsızlığa infial yoksa , Adi suç çok fazla meydan bulacak ! İnkılap adına ihtilal * yol-da , Sanki halk zorba’ya yandaş olacak ! 854 2. Özüm mutlak Hakk’a mir’at beyan mı , İnsiyak kök delil* bilinç-vicdan mı ? Gönlüm öz süveydâ* mizâc-ı can mı , İştiyak gerçek dil* ilginç irfan mı ? 3. Allah’a bağımlı aklın nur sırrı , Aşk yazılmaz şiir ruh tıpkı can mı ? Kur’an-ca anlamlı lâfzın sınırı , Anlaşılmaz “iç dil” pek sıkı bağlı ! 4. Anlatılmaz zahir net tumturaklı , Kördüğüm muammâ aklın anlamı ! Hak yanıltmaz takdîr * tek sonsuz saklı , Gördüğüm şu dünya Hakk’ın isbâtı ! KİTAP’SIZ AYMAZ ! Okumayan ne anlar ruh-u şuur rumûzat , Ahmak güruh ham yobaz zaman niye yorumsuz ? İrfansız zevzek zevat ders-i hikmetten uzak , Kitapsız ruh hiç aymaz nesnas-sefih* sorumsuz ! kitabı’nı da önemseyerek kutlamak görevimiz zaten. Meclis dışında kalmış bir partiyi diriltip de yeniden iktidar yapmak gerçekten hiç inanılmayacak bir iddia sayılır ama onu TBMM’ne taşımak da gayet büyük bir başarı olabilir. İktidar karşısında muhalefet-in zayıf ve güçsüz kalması , maalesef demokrasimizin sağlıklı gelişimine de zarar vermekte. Beklenti-ler gerçekleşirse, seçimler ; tek yanlı bir iktidar gücünü ortaya koymak yerine, değişik bir muhalefet dengesi ile daha verimli çalışacak sürpriz meclis aritmetiği* ve gelişerek büyümeyi sürdürmek isteyen Türkiye ülküsüne yaraşır bir yeni yönetim dönemi getirebilir. … ‘millete hizmet için …’ diyerek yola çıkanlar, şu uyarı-yı hiç unutmasın : “… Menfeat üzerine dönen siyaset canavardır.” (*) Rabbim , mesûliyet şuuruyla yaşamak düstûruna bağlı sıddık kullarından eylesin! vvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvv ( e-mail : [email protected] // H. KURT ) wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww. OLİGARŞİK MONARŞİ ( ! ) Demokrasi iktidar-muhalefet dengesi , Siyaset tek kanatla uçamayan kuş gibi ! Oligarşik kadro’lar ruhbaniyet çetesi , Hiyanet kurnaz sulta* hunhar azman monarşi ! İşte her ruh-u şuuru uyarıcı metn-i hitabet* örneği şu Cuma hutbesi diliyle bize bir güzel öğüt daha : 24. 12. 2010 // Satılmış Adıtepe, Tire İlçe Murakıbı : (- Bismillahirrahmanirrahıym* / Bkz. Araf , 6. âyet / HESAP VERME BİLİNCİYLE YAŞAMAK / Değerli Mü’minler ! İmtihan için gönderildiğimiz şu fani dünyada , yaşadığımız her dakika bizi ölüme yaklaştırıyor. Kur’an-ı Kerîm’de: Kimsenin kimseye yardım edemeyeceği , kişinin kardeşinden , annesinden , babasından , eşinden ve çocuklarından kaçıp yalnızca kendi başının derdine düşeceği bildirilir. Yaptıklarımızdan , yapmadıklarımızdan , ömrümüzden , yediğimiz den-içtiğimizden , kazandığımızdan , harcadığımızdan , çoluk-çocuğumuzdan kısaca bütün nimetlerden sorguya çekileceğimiz büyük gün* kesinlikle gelecektir. İnkâr edenlere: “-size bu hesap günüyle korkutucu bir Peygamber gelmemiş miydi ?” diye sorulacağı , inkârcıların da: “şayet Peygamberlere kulak verseydik veya aklımızı kullansaydık şimdi cehennemde olmazdık , keşke toprak olsaydık …” diye hayıflanacakları hesap günü* asla unutulmamalıdır. Saygı-değer Mü’minler ! Yüce Rabbimiz bu gerçeği Kitabımız’da şöyle beyan ediyor : “Elbette kendilerine Peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz.” (1- / Araf,6 ) Hz. Adem’den Kıyamet kopana kadar gelecek bütün insanlar, peygamberlerine ve onlara verilen kitaba inanıp inanmadıklarından , onlara uyup uymadıklarından hesaba çekileceklerdir. / Yine Hz. Adem’den Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’e gelinceye kadar bütün peygamberler de Allah’tan aldıkları emir leri insanlara tebliğ edip etmediklerinden sorguya tâbi-tutulacaklardır. / Peygamberimiz (s.a.v) bu gerçeği şöyle ifade ediyor : “Kıyamet gününde insan ; ömrünü nerede tükettiğinden , gençliğini nerede yıprattığın dan , malını nerede kazanıp nereye harcadığından , ilmi ile amel edip etmediğinden sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan bir yere ayrılamaz.” (2 - / Tirmizi , Kıyamet , 1 / IV. 612 ) 855 Değerli Kardeşlerim ! Mademki Peygamberler dahil bütün insanlar yaptıklarından dolayı hesaba çekilecek ler, o halde (sanki ) ahiret yokmuş, hesap yokmuş gibi yaşamayalım. Fani olan dünyaya aldanıp da ebedi olan ahiretimizi mahv-etmeyelim. Hz. Ömer (r.a)’in dediği gibi ; Hesaba çekilmeden önce kendi kendimizi hesaba çekelim. Her zaman hesap verme bilinciyle yaşayalım. Unutmayalım ki , “dünya ahiretin tarlasıdır.” Bu dünya “amel” ve ahiret ise “hesap” yeridir. / Hutbemizi Peygamberimiz (s.a.v)’in bir hadis-i şerifiyle bitirelim : “Akıllı insan nefsini ıslah edip ölümden sonrası için hazırlık yapan kimsedir. Aciz insan da nefsî isteklerine tâbi-olan ve Allah’tan olmadık şeyler isteyen kimsedir.” (3 - / Tirmizî , Kıyamet,25 / IV. 638 ) Rabbim , hesabı kolay olanlardan eylesin. ) wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww Bkz. ((14 Nisan 1999 Nesil-Takvim’den enteresan notlar : (“O göklerin ve yerin Allah’ı içinizi-dışınızı bilir, kazandıklarınızı da bilir.” / En’am Sûresi , 3. âyet*) // Aynı Ücret mi ? / Bir mağazada hem saman , hem de yağ satıldığını düşününüz. Bu mağazadan saman alan ile yağ alan kimsenin aynı ücreti ödemeyecek leri malumdur. Aynı şekilde, bu dünya mağazasından hayvanların istifadesiyle bizim istifademiz bir olmadı ğına göre, elbetteki bizden istenenin , hayvandan istenenle aynı olmayacağı bedihi bir meseledir. / İşte hay van kendi vazifesini hakkıyla yerine getirdiği halde, biz ibadet vazifemizi yerine getirmezsek hesabımızın çok çetin olacağı muhakkaktır. // Kendi işinin efendisi olmayan başkasının kölesi olur. 13 Nisan : “Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak … / Alçak bir ölüm varsa , eminim budur ancak.”- Akif // “-Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi , bütün elemler de dalâlettedir.” – Bediüzzaman* 12 Nisan : Alacaklı nerede beklenir ? / Nasreddin Hoca’nın birinden alacağı varmış. Fakat adamı bir-türlü bulamıyormuş. Gitmiş mezarlıkta beklemeye koyulmuş. Görenler takılmışlar : “Aman hocam hiç burada alacaklı beklenir mi ?” / Hoca şu cevabı vermiş : “Nasıl olsa o birgün buraya gelecek ya!” // Sizden biriniz namaz kıldığı zaman veda eder gibi (-yani , kıldığı o namaz sanki son namazı imiş gibi ), tadil-i erkânına (namazdaki her şekil hareketin hiç aceleye getirilmeksizin tam itidal usûl-ü erkânınca yapılarak edâsı’na- ) riayet ederek kılsın. / - Hadis meali* 11 Nisan : “Sünnet-i seniyye* edeptir. Hiç bir meselesi yoktur ki , altında bir nur, bir edep bulunmasın.” - Bediüzzaman* // YERLİ YERİNDE KONUŞMAK / Güzel konuşmak ve insanlar üzerinde etkili olmak elbette güzel bir meziyettir. Ancak bu meziyetin doğru ve hak yolda kullanılması , istikamet üzere bulun durulması oldukça zordur. “Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz.” – diyen atalarımız bu gerçeğe işaret eder. / Konuşmalarda insanlar üzerinde yanlış tesir ve telkinler bırakmamaya son derece dikkat etmek lazımdır. Bazen güzel söylemenin havasına kapılan insan farkında olmadan yanlış ve hatalı bir mecraya da kayabilir. Dinleyenlerin söz karşısında teshir edilmiş olmasından güç alarak bu yolla dalâlete kadar gidebilir. Sonra da söylediklerini kendi malı gibi kabul ederek hatalı dahi olsa ondan dönmesi zorlaşır. )) www. Sayfa: (848-)’den sonraki ilave yazıları da aynen ilk başladığım anda tedirginlik hissettiren heyecanlarımı baskılayıcı sabrımla yazmaya azmettim. Ayrıca farklı laptop ile yazmakta ve bazı hurufatı da belirsiz klavye üzerinde çalışmaktayım. Bilgisayarımı sırf daktilo fonksiyonlarına göre kullanabilmek için önce KLAVYE* özelliklerini belirlemek gerekiyor. Bunun normal tuşlamalara uygun normlarını şematik olarak kayıtlamak kendimce “klavye tuşlarına alışıncaya dek” gözönünde tutmak gerçekten önemli. İşte malum fonksiyonlar: qqqqqqqqqqqqqqqqqqqqqq qqqqqqqqqqqqqqqqq 1 2 3 4 5 6 7 8 9 0 * - (Bk Sp) 1234567890*qwertyuıopğü, QWERTYUIOPĞÜ, (Caps Lock-) a s d f g h j k l ş i (Enter-) ASDFGHJKLŞİ (Shift-) z x c v b n m ö ç . (Shift-) ZXCVBNMÖÇ. wwwwwwwwwwwwwwwwwww wwwwwwwwwwwww ! ‘  + % & // (… ) = ? _ (Bk Sp) qwertyuıopğü; (Caps Lock-) a s d f g h j k l ş i (Enter-) (Shift-) z x c v b n m ö ç : (Shift-) wwwwwwwwwwwwwwwwwww…………….. // Alt + Q : (e-mail) @ // Yürütme tuşu solundaki : “ …” Başkaca detayını hiç bilmediğim ve kullanamadığım halde bu sıkıntıya rağmen titiz sabrımla yazmaktayım. 856 Serâzat duygu ve düşünceler benzeri ilginç çeşnide edebiyat tarz-ı insiyak kayd-ı akıldan öte ve mantık kurallarından azâde her serseriyâne üslup perişan anlatımıyla sanki bizi içten teshirâtınca alıp bir başka âlemlere mi , iletmek istiyor ruhen ? Ne mûcib-i hayret, Rabbim; mahzâ muammâ mâneviyat dünyamız !.. Bilmediğim bir ansiklopedi’nin sayfalarından fotokopiyle alıntılanmış şu (sh. 582-584) yazının konusu : (ROMANTİSİZM / Sanat tarihinde pek çok kez gördüğümüz gibi , şimdi de etkiyi yeni bir tepki izlemekte dir. Ama bu kez bu tepki , yeni bir üslup olmaktan öte insan yaşamının bütün alanlarını kapsayan , kesin bir bilinç değişimi-dir. “Modern” çağın başlangıcı , günümüzün dünya ve sanat görüşünün öncüsü , 19. yüzyıl daki ilk sanat akımı olan Romantizm , tartışmasız büyük önem taşır. Daha sonraki bütün başka sanat akım larının uğraşacağı en büyük sorun olan “ben” (*) ile “çevre”-nin karşıtlığı , nesne’yle özne’nin ayrılması , onunla başlar. / Romantizm , yaratıcısı esin kaynağı’nı Antik dünyanın klasik kültür yapılarında değil , kişi nin kendinde, duyularda , duygularda ve düş gücünde bulur. Soyut temel ilkelerin karşısına , güvenli olma yan yaşam gerçeğini , doğa’nın durmayan kalp atışlarını ve tarih’in dramatik akışını koyar. Ama artık bu akılcı deneyimlerle tanınıp kavranabilen bir dış dünya değil , bireyin üstüne etki yapan bir dış güçler topla mı-dır. Birey de, yalnız ona özgü tutumla , bu etkiye karşı koyar. Artık sanatsal başarı , şimdiye kadar o biçimde var olmayan yeni şeylerin bulunmasında değil , sanatçının birey olarak kendini anlatmasında , hatta kişiliğinin çok belirgin bir parçasını , yani duygularını dile getirmesinde aran- // sh. 582’den 584’e …) maktadır. Her konuda sürekli olarak “ben”-e yönelme, yeni bir dünya yaratır. Yepyeni , bambaşka bir sanat anlayışı ortaya çıkar, sanatçının esin kaynağını yalnızca duyguların alevlendirmesine önem verilir. Kant’a göre güzel sanat, dehâ’nın sanatı-dır; deha taklidin –bu işten bir dış gerçekliğin , isterse nesnel bir güzelliğin taklidi olsun- karşısındadır, “sanatçının kendi iç dünyası” ancak böyle oluşabilir. Fichte, yaratıcı düş gücü nü bütün sanatların temeli sayar, soylu bir biçimin ve ağırbaşlı bir içeriğin her türlü kişisel anlatımdan daha geçerli sayıldığı klasikçi anlayışın tersine, Schlegel , Novalis ve Humboldt , sanatı düş gücünün bir yaratısı olarak görürler. Stendhal de “Antik güzellik modern tutkularla bağdaşamaz” der. Yaratıcılıkta bireyselliğin böylesine vurgulanması , romantik sanatçı’nın içinde bulunduğu ikilem-i ortaya çıkartır : Yapıtları , anlaşıl mak için , aynı duyarlığı alıcının da paylaşmasını gerektirdiğinden , dar bir çevrede sınırlı kalır. Buna bir de, yükselmeye başlayan burjuva* sınıfının hemen hemen yalnız maddi değerlere ilgi göstermesi , bir geleneği nin ve kültürünün olmaması ve de her türlü yapıta karşı duyarsız kalması da eklenir. Klasikçi sanatçı’nın -çoğu kez kendi hayalinde bile olsa- yaşama hükmetmesine karşılık , romantik sanatçı* yaşamın karşısında her bakımdan yenik-tir. O, artık toplumun bir temsilcisi olarak kabul edilmemekte, neredeyse varlığından bile kimsenin haberi bulunmamaktadır. Çoğu kez karşıtlık içinde bulunduğu çevresindeki burjuva sınıfından soyutlanmış bir biçimde, yalnızca -sanatın gizlerine ermiş dar bir çevre tarafından bir “dâhi” ve Tanrı’nın güzelliği yaymakla görevlendirdiği bir peygamber gibi yüceltilerek , yaşamını sürdürür. Romantik dönemin sanatçısı bir yandan ona gözünü kapatan , neredeyse hor-gören , bir yandan da değer verip öven iki aşırı uç arasındadır. Bu toplumsal ikilem , romantik sanatçının olumsuz dünya görüşünü daha da keskinleştirir , kendini ya bir kurban , ya da bir başkaldırıcı olarak görmesine yol açar, böylece aşırı tutumlara yönelme başlar. Gerçeklikten kaçma ve aynı zamanda yüksek düzeyde bir güzelliğin yaratıcısı olmanın bilinci , onu ya estetikçi bir tutuma , ya mâceracılığa , ya içine kapanıklığa , ya da devrimci pozlar takınmaya yöneltir. Gerçek dünya ile duygular dünyası arasındaki gittikçe büyüyen uçurum , sonunda sanatçıyı bir düş dünyası na , geçmiş özlemine, mistik-gerçekdışı alanlara doğru iter ; çözümleyemediği gerilimleri de, çoğu kez ya kişiliğinin tahrip olması , ya da topluma saldırmasıyla sonuçlanır. Sanatçının daha o zamandan toplum sal düşüncelerin ileticisi olmak zorunda kaldığı görülür. Daha çok edebiyat alanında karşılaşılan bu sanat anlayışının -basit taslaklardan , yaratılan yapıtla özdeşleşme’ye kadar- çok çeşitli aşamaları olduğu izlenir. Avrupa ülkelerinin her birinin bu düşünsel meydan okuyuşa karşı tepkisi farklı olmuştur. / … *) Bu mündericatın ( www.yasamakca.net ) diye adlandırılması hakkında son kez kısacık bir AÇIKLAMA : Mucib-i tavzih hem mevzu-u muhallat (karmaşık konu) tarz-ı hayat tam mechûliyeti işmam muhtevasına nazaran nükte-i hakikatince çerçevesiz zann-ı intiba’ uyandırması bakımından niye “YAŞAMAKÇA” (*) diye adlandırıldığı (-Bkz. / sh. 456: “Boş Sayfa”) vazıhen belirtilmiş iken yine de bunu yadırgayıp benimse mediği belli kimi yakınlarım tarafından sanki dil kurallarına uygun görülmediğine dair itiraz sitemlerine 857 yeniden açıklayıcı cevabım işte kelimenin şu açılımlarından anlaşılmalı aslında “yaşamak-ça” demekle belirtmek istediğim mecazlar alt başlıkta tam üç çağrışım mesajıyla da vurgulanmakta zaten. Nitekim : 1.Yaşamak dili (- iç dil*); 2. Yaşamak gibi (- şiirimsi*); 3. Yaşamak kadar (-nefesler *) İşte bu ruhsal anlam açılımları yeterince belirgin değil mi ? ************************************* Son birkaç sayfa daha doldurmak ve kendimce önemsediğim medyatik gündemlerden bazı seçkileme mesajlar alıntılayıp bu uzun soluklu yoğun çalışmayı sonuçlandırmak için … nihayet demek istediklerim muhtemelen belli işte en son muhtevasınca tamamlanmış şu “ŞİİR DEFTERİM ” artık zamanla ola ki , kitap’laşması maksadıyla tasarlanmış tasnifatına nazaran (Bkz. / sh. 785 ) sanki bir mücmel “özet divan” www.yasamakca.net toplam: 860 sayfadan ibaret olup bütünleşmiş şekline göre, be-her bölüm muhteviyatı bakımından nitekim “muhassala-i mündericat tecemmuu” hem sayfa tutarı hem şiir sayıları tarzıyla da tamamen bilinsin istediğim “dökümanter liste” şöyle bir biçim : YAŞAMAKÇA-1 ( 398 sayfa ve 633 şiir ) YAŞAMAKÇA-2 ( 462 sh. - 317 … ) vvvvvvvvvvvvvv 1. Bölüm : ( 162 sh. - 260 … ) 2. Bölüm : ( 154 sh. - 260 … ) 3. Bölüm : ( 178 sh. - 196 … ) 4. Bölüm : ( 171 sh. - 97 … ) 5. Bölüm : ( 195 sh. - 137 … ) www. – Toplam: 860 sayfa ve 950 şiir * zzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz İşbu , www.yasamakca.net toplam muhteviyatın nükte-i niyetimizce “esbab-ı mûcibe” esprisini icmâlen belirtmek konusunda açıp bakınız (sh.129-152) zihinsel lügat-i derûniyet demekki “iç dil” ŞİİR-İ ŞUUR ruhiyat dünyamızdan ibaret. // Gemlik-Küçükkumla’da bilhassa son zamanlar yazdığım birkaç şiir daha hâkeza zaman-ı âlem mâdema âniden neticelenecek kısacık gün-dem* müddet-i fırsattan ibaret derûni ilham muhassala-i irticâl “lâhza-i sânihat” duygusal düşünce* esinlenmesine örnek kolayca yazılmış şu pek güzel elfâz-ı şiir irticalî ifade değerine hâiz mi , misâl; Allah (c.c.) şahidim ki , hiç bilmiyorum ve zaten içten bir şiir yazarken kendi iç hâletim “mahrem âlem” -mülhemat* dışında başka âlemlerin nedense sezgilerimin insiyakınca asıl algıladığım mevcûdat-ı mahsûsa* sahiden nasıl hâsıl olup olmadığına dair yani hissettiğim meşhûdat sahasında daha neler olup olmadığı hakkında hakikaten net bilgilerim yokken ne hikmet tam mana sıyla gerçeksi idrâk karîham mikyasınca can neşvesi iştiyak-ı haşyet* tam farkında bile değilim asla ! Mâlum www.yasamakca.net mündericat kapsamında daha çok kendi dil zevkimin tema’sına uygun nazım ve nesir ifadesi stilize-fantastik gizem metinlerine yer verdiğim gibi birçok konularda başka kalemlerin dilinden naklettiğim muhalif veya muvafık görüşlere de değer verip bilhassa sanatsal örnekler seçkilemeyi de öğret sin diye yeterince enteresan alıntıları da önemsedim. Nitekim mesaj-şiirlerim meyanında bazı değişik konu ları da ayrıca açık vurgulamaya azmettim. Kim ilgi duyacak da acaba tam muhteva okuyacak gönlünce ?! Şimdiye dek herhangi bir tepki yani ciddi ilgiye muhatap olabilmiş de değilim.Muhtemelen nice entelektüel zihniyet elbette derin nükteli ifadelerden hoşlandığı nisbette hem okumak isteyecek hem de poetik görüşler den yararlanıp politik düşüncelerini de derinleştirecektir. İşte temel gerekçe zaten nükte-i idrâk kavrayışlara yol açabilmek ve her ruhsal anlatım mecaz-ı cümlenin inceliklerini içselleştirmek bakımından nasıl bir yön tem gerektiğini ille de hep bu yorumsama gücüyle yenibaştan anlamaya yatkınlaştırmak için nükte-i idrâkin ce düşündürebilmektir. Rabbimiz’in irşâdına muhtaç çok âciz biz kullarına şayeste tek kök-benlik görevimiz zaten “nükte-i irfan” anlayış şiiriyetini “iç dil” ürpertisiyle derinleştirmek değil mi ? İçten huzur ve mutluluk gönlümüzdeki hissiyattan ibaret , dostlar ! Bu şiirlerin hepsini birden tek başlık altında topluca adlandırmak gerekirse, “Yol ölüm ve Söz hüküm !” deyivermek isterim. Mesaj-metnin nüktesi belli ilk noktasında gizli ! (-Bkz. Sabah G. 23 Ağustos 2010 / sh.7: [email protected] ,“GEVİŞSİZ / … / İnsan toplumların da ise iktidar kavgalarının başlıca arenası olan politika-ya … her dönemde cinsel entrikalar karıştırılmıştır. / Son olaya bakın. Bir internet sitesi* Amerikan ordusunun Afganistan’da yediği herzeleri ortaya dökerek … / 858 Bize gelince … Kaset maset karıştırmayın lütfen. Gündemimizdeki kargaşa yeter. / … Hepsine boşver. Takma kafana. Piyasaya ahiret soruları sür, “Erdoğan Hitler mi ?” türünden. Tartışmaların arkası gelmesin. Toplum geviş getirsin. // Doktor Laura’nın radyo programı Amerikan yayıncılığının en başarılı örneklerin dendir. Ses getirir, ödül üstüne ödül alır, para kırar. / … CNN programında Laura’nın yüzünü görünce takıl dım. Söylediği de şok oldu. / “Kararımı ilk kez burada açıklıyorum ,” diyordu. “Programımı kesiyorum.” / Larry de şaşırdı. Tekrar tekrar nedenini sordu , hatta vazgeçirmeye çalıştı. Ama Laura’nın kararı kesin , gerekçesi ise açıktı : “Finansman sağlayanların , sponsorların , reklam verenlerin duyarlıklarını kollamak zorundayım hep. İstediğim gibi konuşamıyorum.” / - “Programın olmayınca nerede konuşacaksın ?” sorusu nu da şöyle yanıtladı : “İnternet çağına girdik. Sitelerim ve bloglarımla düşüncelerimi daha çok insana duyu racağım. Kimsenin çıkarını hesaba katmadan !” / Sözünü ettiği internet mahreçlerine reklam alındığına göre, aslan yürekli Laura işsiz ve parasız da kalmayacak. / Ülkemizin kemikleşmiş medya imparatorluklarında kimi meslektaşların gerçek düşünce çizgileriyle patron rotaları arasında sıkışma tedirginliği çektiklerini biliyorum özel sohbetlerde söylediklerinden. / İnternet yararları Türkiye’de de somutlaşmaya başladı.Yazar lar yayınevi ikna etmeden metinlerini okurlara ulaştırabiliyor. Benzeri kolaylıklar medyada da yaygınlaşınca yorum özgürlüğü güçlenecek. / İşsizlik korkusu çeken arkadaşlar teknoloji ile haşir-neşir olmaya baksınlar. Proletaryanın yapamadığını o yapıyor. Sarsıyor paranın egemenliğini.” ) www.Yine aynı tarihli ilave gazete (-Bkz. Sabah’la Günaydın / sh. 3: [email protected] / “Oldu! Afrika’da da Aç çocuklar var / Çözümsüz işler bunlar. ( … ) Şunu anlamış bulunuyorum ; derdini söyleyen , sözlük anlamıyla şöyle ışıl – ışıl bir derman bulamaz! / En iyi teselli , en şık derman insanın kendisiyle baş başa kalmasıdır. / Çünkü kimse sizi gerçekten dinlemeyi beceremez. Kimse sıkıntınıza ışık tutmayı beceremez. / Kendini dinleyecek sin , icabında avaz avaz ağlayacaksın , bir iki dostla güzel sohbet edeceksin , çıkıp sokaklara , bünyeyi sahillere vuracaksın , surat asma hakkını kullanacaksın , şöyle sağlam bir kitap okuyacaksın , yazacaksın çizeceksin , şarkıları merhem edeceksin … / Yer misin , Yemez misin! / Bir süre sonra bakıyorsun aradığın cevapları bulmuşsun zaten. / Tabii insanoğlu öyle mi ? Değil ! ( … ) Onunla konuş olmuyor, bundan çare dilen kesmiyor, sözler hep havada kalıyor. / Şimdi besbelli benim yaz başından beri bir karın ağrım var. / Yazılarımı okuyan , hadiseye uyanmıştır zaten. / Hayatım ve ben kesmiyor artık beni! Sanki kocaman bir huzursuz ayak sendromundan ibaretim. ( … ) Su verin bari … / Offf her şeyi baştan anlatmak o kadar zor ki. Hangi birine dalacağım şimdi ? / … Ne iş yapıyorum ? Bir günüm nasıl geçiyor ? En çok kimi seviyorum ? / Meyankökü kaynatalım / Ohooo… Neyse tutuyorum işin ucundan , başlıyorum anlatmaya. / Anlatmak ne zor şey yahu! / Psikolog da gözümün içine bakıyor, sanki çok anlıyormuş gibi. / Duruyor duruyor bana şöyle buyuruyor iyi mi ; “… bence şükretmelisiniz , en azından … bakın hayatınız aslında ne kadar güzel …” / … Evet! Karar veriyorum ; derdini söyleyen derman bulamaz! / Sadece daha çok öfkelenir, yalnızlığına daha fazla gömülür. / Henüz beni ya da başkasını can kulağıyla dinleyip gerçek bir yol gösterene rastlamadım da ondan şey-ettim işte … / Öyle … Çözümsüzlük gibisine. // Bu yaz en sevdiğim 5 şey / … 5. ( … ) Nedir okuma günlüğü ? Bir defter. Okuduğunuz kitapların künyesini , … yazıp kitapla ilgili unutmak istemediğiniz şeyleri not ediyorsunuz. / Böylece ‘şunu nerede okumuştum’ aranmaları son buluyor, hem de okumanız disipline giriyor.” ) www. Artık içeriğine girip bazı ilginç deyinmelere yer veremediğim , fakat dökümanter listeleme biçiminde belirt mek istediğim bazı gazete küpürlerini de hem kendim hem meraklı okuyucu için önemseyip kaydediyorum. Bkz.03 Eylül 2002 / sh.13: [email protected] / “Amerikalılar büyük şehirleri neden sevmez ? /…” 04 Ekim 2010 - Olay G. / sh. 11, e-mail: [email protected] / “Numan Kurtulmuş / …” Yine, Olay / sh. 11, e-mail: [email protected] / “ABD’nin insanlık suçları / …” Aynı … / sh. 12 , e-mail: [email protected] / “… // Gül’ün dikkat çeken konuşması … / …” Vatan G. 24 Ekim 2010 / sh. 22: www.suleyman-ates.com / “Hindistan’dan mektup var … / Hindistan’da 14 yıl zorunlu olarak alıkonuldum. Bu zaman içinde kitaplarınızı okudum , sabrettim. Rabbim’den hâlâ sabır diliyorum. Hindistan’da şirk var, putperestlik var. Buradaki Müslümanlar ne yazık ki hurafeleri benimsemiş. Sizin Kur’ân ile gösterdiğiniz ışıklı yol , karanlığımızı aydınlatıyor. Allah ömrünüzü uzun etsin ki yollarımı zın mumları sönmesin. Saygılarımla … (Tuncay Alankuş) / Cevap: Yüce Allah sizi sıkıntılardan kurtarsın , gönlünüzce versin , önünüzdeki engelleri kaldırsın. Allah yardımcınız olsun. Teşekkür eder, müşküllerinizin halli için dualar ederim. Teselli bulmanız ümidiyle Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin hikmet dolu * 859 Tafvizname’si-nden iki kıta aktarıyorum : “Naçar kalacak yerde // Nagah açar ol perde // Derman eder ol derde // Mevla görelim neyler // Neylerse güzel eyler.” …“Her kuluna her anda // Geh kahr u geh ihsanda // Her anda o bir (z-)sanda // Mevla görelim neyler // Neylerse güzel eyler.” Bu yazının ardından gayet önemli bir konuda SORU: “-Ebu Hureyre kimdir ? / … CEVAP: ( … ) Keşke bu adam olmasaydı , keşke bu rivayet ler İslam literatürüne sokulmasaydı. O zaman din sadeliğini koruyacak ve böyle çetrefilli hale gelmeyecekti. Şimdi Kur’ân bir tarafa atılıyor, Ebu Hureyre’nin sözleri veya ona yakıştırılan sözler din yapılıyor. / …” Yine çok önemli bir konu / Bkz. 30 Ekim : “Kur’ân’da aklın yeri (1) … / Dünden devam” // Tam okunmalı! Aynı sayfadaki ilginç haber : “Dünyanın en hızlı yapay zekası olan Çin’in Tianhe-1A adlı süper bilgisayarı nın toplam ağırlığı 155 ton. / Saniyede 2.5 trilyon hesap yapıyor / Dünyanın süper bilgisayarları arasındaki yarışta ABD’nin tacını Çin devr-aldı. / BBC’ye mülakat veren …yerinde görüp denetlediklerini söyledi. /…” Takvim G. 31 Ağustos 2008 / sh. 11: [email protected] / Ortalık / “Ramazan ne demek sahi ? / …” Star G. 30 Ağustos 2002 / Yaşar Nuri Öztürk , Günün yazısı : “Harra’dan Sivas’a yobaz !.. / …” ( *** ) Vaktiyle Erzurum’a gittiğim tarihte bizzat tanıdığım meşhur M. Kırkıncı hocaya bir zat gelip, doğuştan sır tında taşıdığı kamburluğundan isyan duygusuyla yakınınca , muhterem* ona cevaben şöyle demiş: “- Şayet insan değil de ömrübillah sırtında taş yükü gibi ağırlıklar taşıyan bir eşek olsaydın , ne yapardın ? Sözümona nasıl düşünmez de şu hâline niye şükretmezsin ? İnsanlığını işte böyle bir eşekle değişir misin , hadi söyle?!” (Milliyet G. 13 Eylül 2010 / Dış Haberler Servisi : “Hawking : Din bilimi gereksiz / Amerikan CNN televiz yonunun efsane talk-show sunucusu Larry King’in programına katılan dünyaca ünlü İngiliz fizikçi Stephen Hawking , din biliminin “gereksiz” olduğunu söyledi. Hawking , “Bilim giderek dinin açıklama getirdiği sorulara cevap vermeye başladı. Din bilimi bu yüzden gereksiz” dedi. Evreni Tanrı’nın yaratmadığını belirt tiği “The Grand Design” (Büyük Tasarım*) adlı yeni kitabına çok fazla eleştiri aldığını ifade eden Hawking , “Tanrı olabilir ama bilim bir yaratıcı olmadan da evrene açıklık getirebilir” dedi. Ünlü fizikçi , kitabının “Doğa kanunlarını açıklamak için Tanrı’ya gerek yok” mesajını verdiğini söyledi.” )Not: Şayet doğruysa bu haber, şu meşhur fizikçi S. Hawking’e derhal şöyle bir tedavi önermek gerekir. (-Bkz. Sözcü G.14. 9.2010 / sh.11: “Güçlü bir hafıza için …” ) Sözcü G. 31 Ağustos 2010 / sh. 5: [email protected] / “Avcı’nın muhteşem kitabı üzerine / …” Yine aynı yazar : 01 Eylül - / “Hanefi Avcı’nın ibret belgesi kitabı (2) …” // Ayrıca sol yanında : “Sansüre uğrayan o yazı / Vatan G. ( … ) yayınlanmadı – “Papatya’lıktan Kasımpatı’lığa” – Mine G. Kırıkkanat * // Tam altındaki kısacık beyan şu haber yazısı dikkate şayan : (Bilim ve Teknoloji’den sorumlu Devlet Bakanı (Prof.) Mehmet Aydın’a göre … “İmam-Hatip’ler model-miş” / Bu okulları öve öve bitiremeyen Aydın , “Bugün İmam-Hatip okulları dünyada çağdaş bir eğitim için model olarak gösteriliyor ” – dedi. / … (DHA)* (Sözcü G. 13 Eylül 2010 / “Padişahım çok yaşa!” // sh. 8-9: “Türkiye’nin Referandum Haritası” // sh. 11: Prof. Dr. [email protected] / “Panik atak / …” // Aynı sayfa : [email protected] / “Daima iyi bir sonuç vardır / …” // sh. 16: “… Referandum günü trafik katliamı / 10 kişi öldü … / Yoğun trafikte ışıklara aldırmadan yola girmeye kalkan minibüse yakıt tankeri çarptı. Yaralılar otoyola saçıldı …” 14 Eylül : Dr. Aybars Akkor , “Hangisi doğru ? / …” // Hemen alt kısmında: “Güçlü bir hafıza için B vitami ni şart / Bilimsel araştırmalar, …” ) (Bkz. Haber Türk G. 20 Eylül 2010 / sh. 4: [email protected] / “Beyaz Türk’ün zemini kaydı / …” // sh. 8: POLEMİK / İnternet yeni bir edebiyat mı doğuruyor ? / Pınar Kür: “İnternet kendi dilini oluşturuyor, edebiyatın ölümü olacak bu!” // Gülin Yıldırımkaya : “Twitterature mü geliyor ? / …” // Ece Temelkuran: “Dil değişir, ama içerik her zaman kral-dır; gerisi teferruat! / …” // Hamdi Koç: “Edebî üslup, e-kitap’tan çok önce zaten kayboldu / …” // Yekta Kopan: “Teknoloji edebiyatı zenginleştirecek / …” // Buket Uzuner : “Hayatı değiştiren her şey edebiyatçı’yı etkiler, telaşa gerek yok! / …” // Sibel K.Türker : “İsteyen , çağa ayak uydurur ; istemeyen yazar üslûbunu korur! / …” ) Not: Tarz-ı üslûbumuzca canıyla okur da aşk kanıyla yazar ruhiyat-ı şuur’dan kinaye işte bu polemik görüşler arasında bizim de kimden yana olduğumuz böylece anlaşılmış olur ! ( e-mail: [email protected] )*// … Bkz. YENİ SİYASET / değişimin doğru rotası , Ali Müfit Gürtuna , Turkuaz Hareket Kültür Yayınları – (www.turkuazhareket.org ) -2010 “5. Baskı” / Bu kitaptaki metinler, kitap ve yazarı referans gösterilmek şartıyla önceden yazılı izin olmaksızın kullanılabilir. / Not: Baştan sona (tamamı -290 sayfa*) faydalanarak okuduğum bu kitap hakkında kanaatimi belirtmek için notladığım şu kısa alıntılar, … (-devamı: sh. 850-5*) 860 861
Benzer belgeler
Mesnevî`den Seçmeler BİRİNCİ CİLT 1 Şu Ney`in neler söylediğini
Bazen sarpa sarar sonuç tam önünde !
Yol var yokuşlara sarılıp gider
Yol var inişlere dolanıp iner ;
Çık yukarı ister aşağıya in !
Vesile-i vuslat firâk-ı enîn
Şu an ruhta duymak uyanmak Hakk’a ;
İ...