PSİnema e-Dergi Sayı 14
Transkript
PSİnema e-Dergi Sayı 14
Sayı 14, 2013 PSİnema PSİnema Sinema & Psikoloji E-Dergisi Psikolojik Rahatsızlıklar ve Damgalanma www.psinema.org Fil Adam Temple Grandin Ötekinin Hikayesi Otizm ve Farkındalığa Dair Sayfa 4 Sayfa 14 Shine Parıldayan Dahi Çocuk Sayfa 25 ; Sayı 14, 2013 Spring 2016 Lorem Ipsum Dolor PSİnema PSİnema e-dergi, psikolojinin sinema ile buluştuğu noktada bütün sinema seyircilerine hitaben yazılara yer veren ücretsiz ve süreli bir yayındır. İÇİNDEKİLER Fil Adam PSİnema Künye Cansu AKGÜL & Gamze ÖZPINAR Aşk Asla Unutulmaz Iris Erguvan Tuğba ÖZEL KIZIL Genel Yayın Yönetmeni Faruk GENÇÖZ Prof. Dr., ODTÜ Psikoloji Bölümü [email protected] A Moment To Remember Temple Grandin: Otizm ve Farkındalığa Dair Duygu ÖZTÜRK Persona Bahar METE OTLU Shine: Parıldayan Dahi Çocuk Editör Burcu SEVİM Psikolog Dr., DBE [email protected] Yabana Doğru Uzm. Psikolog E. Lale AYDEMİR, Uzm. Psikolog Pınar TALASLIOĞLU Hilal ÇERÇEL Kara Köşe Melike N. KORKMAZ Yapbozun Kayıp Parçası: Sevmek Zamanı Seda ERZİ & İlknur DİLEKLER Yardımcı Editörler Esra AKKAYA, Gülbahar BAŞTUĞ Dingin Savaşçı Umut Işığım Halime SAMSA Tuğba GÜRCAN Seyredin: Ben-X Burcu SEVİM Görsel Tasarım Burcu SEVİM 2 ; Sayı 14, 2016 2013 Spring PSİnema Lorem Ipsum Dolor EDİTÖR'DEN Psikolojik sorunlar ve rahatsızlıklar herkesin hayatının bir döneminde yaşayabileceği durumlardır. Ancak önyargılar ve yakıştırılan bazı etiketler nedeniyle insanlar bunları gizlemekte ve gerekli yardımı almaktan çekinmektedir. Yaşanan depremlerden sonra olayların psikolojik etkisinin daha da kabullenilmesi, psikolojik destek almanın önün açmış olsa da halen var olan bu durum sasdece ülkemizde değil tüm dünyada tedavinin önünü kapayan bir engeldir. Oysa ki tıptaki ilerleme ile ilaçlar konusunda gelişme kaydedilmiş, psikoterapi yaklaşımlarının etkililiği üzerine olumlu sonuçlar elde edilen pek çok çalışma yapılmıştır ve halen de yapılmaktadır. Filmlerde de bu sorunlar, rahatsızlıklar, tutumlar ve damgalanma sık sık ele alınmıştır. Bu önyargıların ve damglamanın önünün açılması için atılacak adımlardan biri de bu sorunlar hakkında bilgi vermektir. Bu nedenle biz de bu sayımızda öncelikle psikolojik sorun ve rahatsızlıklara,çevrenin tepkilerine ve zorluklara değinen filmleri ele aldık. Keyifle okumanız dileğiyle... Burcu SEVİM 3 1 2 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14, 2013 Spring 2016 FİL ADAM Doktor Frederick Treves, 1880’lerin kasvetli Londrası’ndaki bir gezici sirkte Fil Adam lakaplı, çirkin ve son derece anormal bir görüntüsü olan John Merrick’e rastlar. Zalim bir adam olan sirk müdürü Bytes, annesi Merrick’e hamileyken bir filin saldırısına uğradığını anlatmaktadır. Dr. Treves, Merrick’in bir hastaneye yatırılmasını sağlar. Dr. Treves bir süre sonra pek de zeki olduğuna ihtimal vermediği Merrick’in korkunç dış görünüşünün altında son derece duyarlı ve insancıl birinin olduğunu anlar. Hastanede ilk başta ondan korkan hemşireler de Merrick’e alışacaklardır. Sonrasında talihsiz adamın görünüşünün nedeninin 'multiple neurofibromatosis' isimli nörolojik bir hastalık olduğu anlaşılır. Hastane yaşamı da kolay geçmemektedir. Gece bekçisi bilet keserek Fil Adam’ı sergilemeye ve üzerinden para kazanmaya başlar. Bu arada Bytes tekrar ortaya çıkarak onu kaçırır ve Kıta Avrupası’na getirerek onu eski kötü günlere döndürür. Merrick’in tek umudu kaçarak İngiltere’ye dönmektir. Dr. Treves belki de onu iyileştirebilecektir. Gerçek bir hikayeden yola çıkan iki ayrı kitaptan esinlenen David Lynch, Viktorya çağının kasvetinde bu filmi yapmıştır. Usta oyuncu kadrosu da bu iç burkan esere eşlik etmektedir (1). 4 ; PSİnema Lorem Ipsum Dolor Sayı 14, 2016 2013 Spring ‘’ÖTEKİNİN’’ HİKAYESİ: FİL ADAM David Lynch, sinemasını öngörme ile gerçekleşme arasındaki boşlukta oluşturur ve merkezi problemi, bütün filmlerinde öznenin yabancılaşması ile özgürlüğü arasındaki gerilimdir * (Bakır, 2008, s.137). Öznemiz, Fil Adam (John Merrick), dış görünüşündeki ciddi deformasyondan dolayı toplum tarafından ötekileştirilmiş ve dolayısıyla yaşadığı topluma yabancılaşmış bir karakterdir. Merrick’in bu fiziki durumundan faydalanan, onu zorla sirkte çalıştıran Bytes, onu sahibi olduğu iddiasıyla istismar ederek özgürlüğünü elinden almıştır. İşte bu dışlanma ve esaret döngüsünde hayatta kalmaya çalışan Fil Adam, özsaygısını Doktor Treves sayesinde kazanacaktır. John Merrick’in Çözümlemesi Fil Adam (John Merrick), sirkte gösterildiği uzun yıllar boyunca fiziksel şiddete,duygusal ve ekonomik istismara uğramıştır. Özellikle Bytes’ın onu ‘’ucube’’ diye adlandırması, ona şiddet uygulaması ve onu teşhir ederek para kazanması karakterin engellenmesine ve düşük benlik saygısı geliştirmesine neden olmuştur. Bu durum da Fil Adam’ın dış dünya ile ilgili şemalarını, algılarını olumsuz etkilemiştir ve o, insanlara karşı korku ve kaygı içerisindedir. İnsanların Merrick’i korkunç bir yaratık olarak görmesi onda bir kimlik karmaşası yaratmıştır ve onun asıl yolculuğu bu çatışmayı çözmekten geçmektedir. Özsaygısının düşük olması depresif eğilimler geliştirmesine neden olmuştur. Dr. Treves ona fazlasıyla ısrar edene kadar onunla hiçbir şekilde iletişime geçmemesi buna bir örnektir. Karakterde ayrıca öğrenilmiş çaresizlik gözlenmektedir. Bu terimi biraz açıklayalım: Seligman ve arkadaşlarının öğrenilmiş çaresizlik modeline göre, davranışları ile belirli bir sonucu kontrol edemeyeceğini öğrenen bir bireyde, güdüsel, bilişsel ve duygusal alanlarda olmak üzere, üç türlü yetersizlik ortaya çıkar. Güdüsel alandaki yetersizlik, davranışa aktif olarak hazır olmama şeklindedir. Davranışlarıyla bir sonucu kontrol edemeyeceğini öğrenmesi bireyin güdülenmesinde bir azalmaya neden olur. Bilişsel yetersizlikte, birey yaşadığı benzer olaylarda durumu kontrol edememe beklentisi geliştirir. Duygusal yetersizlik, sonuçları kontrol edemeyen bireylerde otonom faaliyetlerdeki değişimlerle kendini gösterir(2). 5 1 3 2 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14, 2016 2013 Spring Damgalanmanın altında yatan nedenleri şöyle açıklayabiliriz: Öncelikle toplum kendisine benzemeyen kişileri farklı bir gruba sokarak kategorize etmeye çalışır. Kendi iç grubunun iktidarını güçlendirmek için o grubu küçümsemeye ve kendilik değerini yükseltmeye eğilimlidir. Damganın en olası nedenlerinden biri de ‘’tehlikelilik’’ fikridir. Çünkü etkileşimde bulunulan kişi öngörülemezdir ve toplumsal kurallara uymayabilir. Aynı şekilde “bilinmeyen”, toplumda korku yaratabilir(3). Kahramanımız Merrick, toplumun genel yapısına benzemeyen şekilde fiziksel olarak farklıdır. Bu da toplumda korku yarattığı için dışlanmasına sebep olmaktadır. Nitekim, odasına yemek getiren hemşire onu, maskesiz gördüğünde çok korkarak çığlık atmıştır. Ayrıca onun tehlikeli olabileceği algısı da onun farklı olmasından ileri gelmektedir. STİGMATİZASYON (DAMGALANMA) "Ben hayvan değilim, ben insanım!" Damga (stigma), ırksal, etnik, cinsel, dinsel vb. azınlığa takılan yaftanın olumsuz etkilerini anlatan bir terimdir. Sosyal psikologlar damgalama sürecini dört bilişsel yapı açısından incelerler: İpuçları, stereotipler, önyargı ve ayrımcılık. Stereotipler, sosyal gruplarla ilgili olarak gerçeğin bir kısmına dayanan fakat kaba, global tarzda yapılan genellemelerdir. Önyargı, gruplara yönelik olarak, o grubun üyelerinin hepsini tam olarak tanımadan gösterilen aşağılayıcı tutumları ifade eder. Ayrımcılık, bir gruba diğerine göre farklı muamele edilmesini, genellikle grup üyelerinin haklarının ve yaşam olanaklarının kısıtlanmasını içerir. Süreç, ardından gelecek eylemleri haber veren birtakım ipuçlarıyla başlar. Damgalanmanın altında yatan nedenleri şöyle açıklayabiliriz: Öncelikle toplum kendisine benzemeyen kişileri farklı bir gruba sokarak kategorize etmeye çalışır. Kendi iç grubunun iktidarını güçlendirmek için o grubu küçümsemeye ve kendilik değerini yükseltmeye eğilimlidir. Damganın en olası nedenlerinden biri de ‘’tehlikelilik’’ fikridir. Çünkü etkileşimde bulunulan kişi öngörülemezdir ve toplumsal kurallara uymayabilir. Aynı şekilde “bilinmeyen”, toplumda korku yaratabilir(3). Kahramanımız Merrick, toplumun genel yapısına benzemeyen şekilde fiziksel olarak farklıdır. Bu da toplumda korku yarattığı için dışlanmasına sebep olmaktadır. Nitekim, odasına yemek getiren hemşire onu, maskesiz gördüğünde çok korkarak çığlık atmıştır. Ayrıca onun tehlikeli olabileceği algısı da onun farklı olmasından ileri gelmektedir. 6 ; Sayı 14,2016 2013 Spring PSİnema Lorem Ipsum Dolor KENDİNİ KEŞFETME ve SOSYALLEŞME SÜRECİ Dr. Treves, Merrick’i meslektaşları tarafından farklı algılanabilmesine rağmen, ilk gördüğü andan itibaren korumuş ve ona sahip çıkmıştır. Kurdukları iletişim Fil Adam’ın doktor için bir olumlu aktarım yapmasını sağlamıştır; zira güvenli bağlanma yaşadığı ilk karakter Dr. Treves olmuştur. Merrick’in kendini keşfetme süreci, doktorun emeği ve desteği sayesinde gerçekleşmiştir. Fil Adam’ın kişisel ve sosyal uyumu hayatının yönünü tamamen değiştirmiştir. Filmin başlarında herhangi bir insanla bile iletişim kuramayan, sosyal kaygısı olan Fil Adam, Dr. Treves sayesinde toplumun ileri gelenleri ile arkadaşlık kurmuştur. Davetlere katılmış ve hayatında ilk defa bir tiyatro oyununu izlemeye gitmiştir. Merrick’in kişiliği aktrist Candle’ı derinden etkilemiştir. Tiyatro oyununun sonunda Candle, bir jest yaparak Fil Adam’ıı izleyicilere takdim etmiştir. Merrick’in dışlandığı toplum tarafından yeniden kabullenilişinin en üst noktası da bu sahne olmuştur. Bu sosyal kabul, Merrick için en büyük ödül değerindedir Fil Adam’ın kendini gerçekleştirme yolundaki son adımı dünyadaki varlığını bir şekilde devam ettirmektir. Bunu da kalıcı bir eser yaratarak yapmıştır. Katedral maketi onun ölümsüzlüğünün simgesi olmuştur. Filmde, odasının duvarındaki, yatağında tek bir yastıkla ‘‘normal’’ bir şekilde uyuyan insan resmi Merrick’in hayalini simgelemektedir. Çünkü o, kafasının aşırı derecede büyük olmasından dolayı oturarak uyumaktadır. Filmin sonunda, Fil Adam, maketi tamamlamasının ardından “Sonunda bitirdim!” der ve ağlar. Ona göre artık ölüm için doğru zamandır. O da ‘normal’ insanlar gibi yatarak ölüme adım atmıştır. YAZARLAR: Cansu AKGÜL, Psikolog Uygulamalı Psikoloji Y. L. Öğrencisi [email protected] Gamze ÖZPINAR, Psikolog Uygulamalı Psikoloji Y. L. Öğrencisi [email protected] KAYNAKÇA *Sinema ve Psikanaliz, Burak Bakır, Hayalet Kitap Syf. 137 **DSM-IV-TR Tanı Ölçütleri Başvuru Kitabı 1. http://www.beyazperde.com/filmler/film-180/ 2. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/497/5903.pdf 3. Psikeart (Stigma) Sayı:2 Mart-Nisan 2009 Syf. 12-13-17-18-19. 7 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14, 2016 2013 Spring AŞK ASLA UNUTULMAZ Alzheimer Hastalığı, bellek başta olmak üzere beyin işlevlerinin zaman içinde bozulduğu bir hastalıktır. Bu hastalığa yakalanan kişi önce isimleri, randevuları, yolları, alacaklarını vs. unuturken hastalık ilerledikçe beyin işlevlerinin tümünü yitirir; konuşmayı, yemek yemeyi, hatta yutmayı bile unutur. Hasta yakınları için Alzheimer hastalığı en az hastalar için olduğu kadar yıkıcıdır. Tedavisi olmayan bu hastalığa yakalandıklarını öğrendiklerinde yakınlar da hastalarıyla birlikte adeta umutsuz bir yolculuğa çıkarlar. İlk belirtiler başladıktan sonra hastalık ortalama 7-‐10 yıl kadar sürer ve hastalığın son 2-‐3 yılında hastalar yakınlarına tamamen bağımlı olarak yaşarlar. Alzheimer Hastalığı birçok filmde bu dramatik süreciyle ele alınmıştır. “Iris” ve “A Moment to Remember” filmlerinde aşk ve Alzheimer hastalığı ilişkisi anlatılmış; kişinin her şeyi, hatta adını bile unuttuğu halde aşkı asla unutmadığının altı çizilmiştir. Her iki filmde de bu amansız hastalığa yakalanan eşlerine delicesine aşık olan iki adamın henüz eşleri ölmeden yaslarını tuttukları görülür. Bu kadınlar artık aşık oldukları kadınlar değildir… 8 ; Sayı 14, 2016 2013 Spring Lorem Ipsum Dolor PSİnema IRIS Alzheimer Hastalığı denince ilk akla gelen filmlerden biri ünlü İrlandalı yazar Iris Murdoch’ın yaşam öyküsünü anlatan, kendisi de bir edebiyatçı olan kocası John Bayley’in yazdığı kitaplardan uyarlanan “Iris” filmidir. Filmde kocasının geri dönüşleri ile Iris’in hastalık serüveni dönüşümlü olarak anlatılır. Filmin bir sahnesinde yaşlı İris kendisini karanlık bir yolculuğa çıkmış gibi hissettiğini söyler, bir diğer sahnede Iris’in beyin filmi çekilir ve Alzheimer hastalığının beyinde nasıl bir küçülmeye (atrofi olarak adlandırılır) yol açtığını görürüz. Bu açıdan İris, Alzheimer hastalığının anlatıldığı diğer filmlerle kıyaslandığında hastalık sürecinin en doğru biçimde yansıtıldığı, adeta belgesel niteliği taşıyanbir filmdir. Judi Dench ve Kate Winslet’in müthiş oyunculukları da, gerçek yaşam öyküsünden başarılı biçimde uyarlanan bu filme birçok ödül getirmiştir. Iris coşkulu, dışa dönük, çok zeki ve yaratıcı bir edebiyatçıdır. Aynı zamanda özgürlük ve varoluşçuluk kavramları ile ilgilenen bir felsefecidir. Kocası John ile Oxford Üniversitesi’nde okurken tanışır ve evlenir. John, Iris’in aksine içe dönük, biraz utangaç, duygusal bir adamdır. O’nun şefkatli kişiliği İris’e hastalığının son aşamalarına kadar tek başına bakmasına neden olur. Bir diğer neden de, karısını çok seven ve gizliden ona hayran olan kocasının Iris’in hastalığını kabullenememesidir. Filmde bir taraftan Iris’in hastalık süreci anlatılırken, bir taraftan da John’un yaşadığı bu örtük yas süreci ele alınmaktadır. O artık eski Iris değildir; bakışları, elleri, yüzü, konuşması, görünüşü aynıdır, ama “O” aynı kişi değildir, bir daha da olmayacaktır. Çok sevdiği karısını yavaş yavaş yitiren John’un Filmde birbirine karşıt gibi görünen, ama birlikte yaşanan “aşk” ve “özgürlük” temaları İris ile kocası John’un gölde çıplak yüzdükleri ve suyun altında ellerinin buluştuğu sahnelerle izleyicilere aktarılır. Birbirine aşık bu “genç” ve “yaşlı” çift birbirine bağlı oldukları kadar özgürlerdir. John hep Iris’in kendine ait bir dünyası olduğunu ve bu durumun ona verilmiş bir hediye olduğunu söyler. İris’e hayran olmasının nedeni de budur aslında. Diğer taraftan yaşamı boyunca başka kişilerle ilişkileri olan Iris'i çok kıskanmaktadır. Iris'in hastalığının ilerlediği ve 9 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema John’un çökkünlüğünün arttığı dönemde bu defa John İris’i kendi dünyasında yaşamakla suçlar. Yas süreci John’un yaşamı boyunca hayranlık ve kıskançlık şeklinde yaşadığı bu ikilemi su yüzüne çıkarmıştır. Filmde İris’in medyada da yer alan biseksüelliği örtük bir biçimde Alzheimer hastalığı ve aşk bağlamında ele alınır. John ile birlikte unuttuklarını tekrar canlandırmak için arkadaşı Janet’nin deniz kenarındaki evine giderler, İris duştan çıkınca arkadaşı Janet’ye “Karşımda bir melek görüyorum” der, akşam terasta Janet’ye sarılır ve dans ederler. Kısa süre sonra Janet ölür, cenazesinde İris tabutundan ayrılmak istemez. Dönüş yolunda da af dilercesine John’a onu sevdiğini söyler. Yazmayı, konuşmayı, en önem verdiği lisanını dahi unutan Iris, aşklarını unutmamıştır. Sayı 14, 2016 2013 Spring halen yaşıyormuş gibi düşündüklerini biliyoruz. Hiç şüphesiz emosyonel, yani duygusal içerikli olaylar diğerlerine kıyasla daha zor unutuluyor. Bu açıdan bakıldığında aşk gibi yoğun emosyonel bir yaşantıyı Alzheimer hastalığının bile silememesi söz konusu olabilir. Alzheimer Hastalığı epizodik belleğin bozulduğu, yani yaşanan olayların unutulduğu bir hastalıktır. Sabah kahvaltıda ne yediğini, hatta kahvaltı yapıp yapmadığını bile unutan kişilerin, aşklarını hatırlamaları düşündürücüdür. Özellikle son dönemlerinde bu hastaların ölmüş akrabalarının hayallerini gördüklerini ya da onları YAZAR: Doç. Dr. Erguvan Tuğba ÖZEL KIZIL, Öğretim Üyesi Ankara üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı [email protected] 10 ; Sayı 14, 2013 PSİnema Lorem Ipsum Dolor Spring 2016 A MOMENT TO REMEMBER Sinemada Alzheimer hastalığı ve aşka ilişkin bir başka film ise Güney Kore yapımı olan “A Moment to Remember” (Hatırlanacak Bir Anı)’dır. Vizyona yeni giren Özcan Deniz ve Fahriye Evcen’in başrolü paylaştıkları “Evim Sensin” bu filmin Yeşilçam versiyonudur. “Ben senin hafızanım, ben senin kalbinim”… duyguların bu kadar naif ve safça anlatıldığı sımsıcak bir filmdir. A moment to Remember başlarda 1970’li yılların Love Story’sini anımsatır. Alzheimer hastalığı genellikle 65 yaş ve sonrasında ortaya çıkmakla birlikte genel kanaatin aksine normal yaşlanma sürecinin bir sonucu olmayıp, nörodejeneratif bir hastalıktır. Nadiren de olsa Su-‐ jin’deki gibi erken yaşlarda da başlayabilir. Su-‐jin evli olan sevgilisi Young-‐ min’in eşi tarafından hırpalanmış, sevgilisi ile birlikte şehri terk etmek üzere sözleşmiş, ancak sevgili sözünde durmamış ve tren istasyonunda yapayalnız kalmıştır. Bu olayın hemen sonrasında yaşadığı küçük bir unutkanlık sonucu Cheal-‐su ile karşılaşır, kasada unuttuğu meşrubatını Cheal-‐su’nun aldığını sanarak onun elindeki meşrubatı içer ve ardından cüzdanını markette unuttuğunu fark edip dönüp geldiğinde içtiği meşrubatın gerçekten de Cheal-‐Su’ya ait olduğunu anlarve unutkanlığına bağlı olarak yaptığı bu davranıştan utanç duyar. Su-‐jin kendisini eskiden beri ufak tefek unutkanlıkları olan birisi olarak tanımlamaktadır,çevresi de onun bu unutkanlıklarına alışmış, hatta ufak çapta eğlence konusu yapmışlardır. Örneğin hep kaybettiğini söylediği kalemleri aslında çantasının içindedir… Kişinin yaşadığı stresin unutkanlık üzerinde olumsuz etkisi olduğu bilinmektedir. Su-‐Jin’in önceki ilişkisinde yaşamış olduğu hüsran belki de hastalığının ortaya çıkış sürecini hızlandırmıştır. Aynı şekilde Cheal-‐su ile ailesini tanıştırma sırasında aralarında esen soğuk hava yine Su-‐jin’de kaygıya, konversif bir bayılmaya yol açmıştır. Ayrıca, ailesinde demans hastası olanların demans olma olasılığı daha fazladır. Su-‐Jin’in babasının ustabaşı Cheal-‐su’ya adını otuz kere sormuş olması unutkanlık belirtisinin ailesel yüklülüğü hakkında düşündürücüdür. 11 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Evlendikten sonra Su-‐jin’in unutkanlıkları kendisine “benim neyim var?” diye sordurtacak kadar ilerlemeye başlamıştır. Ocaktaki tencerenin altını söndürmeyi unutmaktadır,evinin yolunu bulmada güçlük çeker.Su-‐jin’in Cheal-‐Su için hazırladığı sefer tasının ikisinden de pilav çıkması kocasınında durumdan şüphelenerek doktoruna danışmasına yol açar. Su-‐jin’in hastalığını öğrenmesiyle birlikte Cheal-‐Su’nun verdiği ilk tepki şok ve inkar olur. Canımızı acıtan anıların unutulması gerekir. Çevresindeki insanlar Su-‐ jin’e eski ilişkisini unutmasını ve bunun için zamana ihtiyacı olduğunu salık vermektedirler. Ne acıdır ki Su-‐ Jin , yalnızca eski ilişkisine ilişkin anılarını değil, onu o yapan her türlü anıyı unutmaya mahkumdur. Sayı 14, 2016 2013 Spring "Ruhunu bana bırak. Ben senin hafızanım, ben senin kalbinim." Alzheimer hastalığında Yeni kazanılan bilgilerin ve kaydedilen anıların önce, eski anıların ise daha sonra kaybolduğuna güzel bir örnek eski sevgilisi Young-‐min’i hatırlarken Cheal-‐ Su’yu hatırlamamasıdır. Su-‐jin’in “kafasının içindeki silgi” her şeyi silmektedir. Anıları kaybolursa ruhunun da kaybolacağından korkan Su-‐Jin’e Cheal-‐su “Ruhunu bana bırak. Ben senin hafızanım, ben senin kalbinim” der. Böylece zorlu bir süreç olan ve 36 saatlik mesai gerektiren Cheal-‐su’nun Alzheimer hastalığı ile mücadelesi başlar. Anılarını canlı tutabilmesi için fotoğraf albümlerini gösterir, evin tüm duvarlarına ve dolaplarına hatırlatıcı notlar asar. Su-‐jin Cheal-‐su’ya eski sevgilisinin adıyla seslendiğinde ve onu sevdiğini söylediğinde ne kadar üzülse de, sanki Young-‐min’miş gibi yanıt verir. Hastalık o kadar hızlı ilerlemektedir ki Su-‐jin altına idrar kaçırır hale gelir. Cheal-‐su’nun yapıştırdığı ufak hatırlatıcı notlar sayesinde Su-‐jin’in hafızası yerine geldiğinde eşini Young-‐min sanmasından dolayı büyük bir üzüntü ve utanç duyarak evi terk eder. Kayıp kişiler dosyasına Su-‐jin’in de adı girer. 12 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14,2016 2013 Spring Hatırladığı bir sırada yolladığı mektup ile Cheal-‐su Su-‐jin’in kaldığı bakımevine ulaşır ve orada kendi başına giyinip yemeğini yiyemediğini, yani temel öz bakım işlevlerinde bile başkasına bağımlı hale geldiğini ve anlamlı cümleler kuramayacak düzeyde dil becerilerinde gerileme yaşadığını, yaptığı resimlerde belirgin bir bozulma olduğunu görürüz. Cheal-‐su hastalık öncesi dönemde gerek kendi ailesiyle gerekse Cheal-‐ su’nun annesiyle ilişkilerine çok önem veren Su-‐jin’i kısa süreliğine de olsa belleğini yeniden kazanabilmesi için ilk kez karşılaştıkları markete götürür. Adı “Aile” olan markette Cheal-‐su tüm aile üyelerinin birarada bulunması sayesinde belki de son kez belleğini kazanan Su-‐jin’e aşkını ilk kez dile getirir ve böylece hayatı anlam kazanır. Yaşanan her travma insanı büyütür ve geliştirir. Tıpkı sevdiği kadının Alzheimer hastalığına yakalandığını öğrendiği ve geçtiği zorlu sürecin Cheal-‐su’yu büyütmesi gibi... YAZAR: Yrd. Doç. Dr. Gülbahar Baştuğ, Öğretim Üyesi Çankaya Üniversitesi Fen-‐Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü [email protected] 13 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14, 2016 2013 Spring TEMPLE GRANDIN: OTİZM ve FARKINDALIĞA DAİR Temple Grandin, otizm tanısı almış bir veterinerdir. “Şu an Colorado Eyalet Üniversitesinde profesör olarak çalışıyor. Otizm ve hayvancılık konusunda tüm dünyada dersler vermektedir.” diye tanıtılıyor hayatının anlatıldığı “Temple Grandin” isimli filmin sonunda. Çocukluğundan bu yana otizme dair her şeyin farkındadır ve bu farkındalığı ona inanılmaz başarılar ve iyi bir kariyer sağlamaktadır. Temple Grandin 4 yaşında kadar konuşmamıştır. Annesi onu bu nedenle bir uzmana götürür. Uzman ona otizm tanısı koyar ve bir enstitüye/hastaneye yatırılıp tedavi görmesi gerektiğini söyler. Temple’ın farklı bir çocuk olması nedeniyle annesi kendisini suçlar ve bu farklılığın nedeni kendisinin, Temple ona ihtiyaç duyduğu sırada ondan uzak ve soğuk durması olmasından korkar. Temple’ın bir kardeşi ve işleriyle çok meşgul bir babası vardır. Ancak film boyunca 14 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema o karakterler görünmez. Ailesinden diğer bir kişi ise bir çiftlikte yaşayan teyzesidir. Temple da lise eğitimi için gittiği yatılı okul (New Hamspire Eyalet Okulu) bittikten sonraki yaz, Arizona’ya teyzesinin çiftliğine gider. Burada hayvanlara olan ilgisi ve merakını keşfeder. Lise hayatında diğer öğrencilerle olan ilişkilerinde sıkıntılar yaşadığına tanık oluruz. Ama bir yandan da bilime oldukça meraklı, yaratıcı ve zekidir. Lisedeyken öğretmenlerinden biri olan Dr. Carlock, Temple’ın zekasına ve yeteneklerine hayranlık duyar, ona çok destek olur ve Temple’a yaşadığı ya da yaşayacağı zorlukların karşısında durabilmesi için cesaret verir. Temple teyzesi Ann’in çiftliğine gittiğinde keşfettiği bir makine sayesinde, kötü hissettiğinde kendi kendine sakinleşmeyi öğrenmeye başlar. Makineye “sıkıştırma makinası” der. Bu makine, aslında hayvanlar için kullanılır. Ancak Temple kendi cümleleriyle "Anneleri tarafından kucaklanan insanların ne hissettiklerini hep bilmek istemişimdir. Artık o duyguları hissetmeme izin veren bir Sayı 14,2016 2013 Spring makine yapmıştım. Bu sanki bir tesisatın yeniden bağlanması, bir şeyin onarılması gibi bir histi.” şeklinde açıklayarak o makineyi neden kullandığını anlatır. Temple Grandin’in görsel algıya dair inanılmaz bir yeteneği bulunmaktadır. Resimlerle düşünür. Öğretmeninin tanımına göre ”o bir görsel düşünücüdür”. Bu yeteneğiyle büyükbaş hayvanların yönlendirme sistemi ve kesilmeden önce geçtikleri yollarla ilgili tasarımlar, çizimler yapar ve yeni, sıra dışı yöntemler keşfedip bunların uygulamaya konulmasını sağlar. Yüksek lisansını yapıp bir yandan da tezi için bir ağılda çalışan Temple Grandin dergilere yazdığı makaleleriyle daha fazla tanınan birisi olur. İş teklifi alır ve mesleğinde hızlı bir şekilde yükselir. “ ... Artık o duyguları fark etmeme izin veren bir makine yapmıştım.Bu sanki bir tesisatın yeniden bağlanması, bir şeyin onarılması gibi bir histi.” 15 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14, 2016 2013 Spring Otizm, kişinin sosyal hayatını, iletişim becerilerini, sosyal etkileşimini olumsuz etkileyen bir hastalıktır. Genelde gelişimsel bir bozukluk olarak tanımlanır. Annelerin çoğunlukla söylediği şey, “bebeğim normal bir bebekti, sonradan değişti”dir. Gerçekten de tıpkı Temple Grandin örneğinde olduğu gibi gelişimsel açıdan sorunsuz görünen bir bebek, konuşması gereken dönemde hiç konuşmayabilir ya da konuşmaya, dil kullanımına dair eksiklikler, zorluklar yaşayabilir. Otistik bir kişi göz teması kurmakta zorlanır; ya göz temasını tamamen reddeder ya da çok kısa süreyle göz teması kurabilir. Kendisine dokunulmasına karşı tepkili olabilir, bunu reddedebilir. Böyle bir durumda ebeveynler, özellikle de anne, kendisini reddedilmiş, dışlanmış hissedebilir. Otizm tanı ve tedavisi için ruh sağlığı uzmanları ve özel eğitimciler işbirliği içerisinde çalışır. Otizm kişinin eğitim görmesi, bir meslek edinmesine engel değildir. Yüzleşmek zorunda kaldığımız, kabullenmekte zorlandığımız şeyler bazen o kadar olumlu durumlara neden olabilir ki… Temple Grandin’in hayatını anlatan bu filmde bu durumu da açıkça görebiliriz. 16 ; PSİnema Lorem Ipsum Dolor Otizmin birlikte yaşaması zor bir durum olduğu, kişinin sosyal hayatını, iletişim becerilerini, sosyal etkileşimini olumsuz etkileyen bir hastalık olduğu bugün bilinmektedir. Peki, tüm bu dezavantajlarına rağmen nasıl olur da Temple Grandin bu kadar başarılı olabilmektedir? Bazı hastalıklar hayatı zorlaştırmasına rağmen, büyük başarılar elde eden kişilerin olağanüstü hayat hikayelerine rastlanmkatadır. Filmdeki en etkileyici unsurlardan biri Temple Grandin’in kendisine dair farkındalığıdır. Farkındalık, öncelikle kişinin kendisine dair olumlu, olumsuz şartları ve bununla ilintili diğer faktörleri, olasılıkları fark etmesiyle başlar. Bir takım durumlar sonucu- belki deneyimlediği zorluklar sonucu- fark etmek zorunda kalması, ardından bir kabullenme süreci ve farkında olarak yaşamını sürdürmesi anlamlarına gelebilir. Filmin açılışında Temple Grandin “ben diğer insanlar gibi değilim” diyor ve film boyunca izleyeceğimiz bu hayat hikayesinde kendisini farklı bulan bir kadını izliyor olacağımızı anlıyoruz. Ancak Temple’ın bu farkındalığı, ne sadece otizmin neden olduğu dezavantajlar ne de sadece “resimlerle düşünüp aralarında Sayı 14,2016 2013 Spring "Resimlerle düşünüp arada bağlantı kuruyorum." bağlantı kuruyorum” olarak tarif ettiği yeteneğiyle ilgilidir. Temple Grandin her ikisinin farkında, bilincinde olup bunları birbiriyle iç içe geçmiş şekilde, bazen kendisine sağladıkları bazen de kaybettirdikleriyle karşılamaktadır. Bunu yapmak onun için elbette ki kolay olmaz. Filmin salt bir başarı öyküsü olmama durumu da zaten buradan gelir, çünkü yaşadığı zorluklar da gözler önüne serilir. Örneğin gittiği partiden sonra hissettikleri, o sosyal ortamda ne kadar zorlandığı, diğer insanları kendisinden çok farklı bulması nedeniyle neredeyse isyan edecek noktaya gelmesi ve annesiyle yaptığı konuşma… Seyirci onun için sadece üzülmekte değildir, bir yandan da empati kurmaya çalışmaktadır ancak yetmez çünkü yaşadığı zorluklar çok da kolay anlaşılmamaktadır. Geriye dönüşler (flashback) ile Temple’ın çocukluk dönemine gittiğimizde otizm tanısı aldığı, “farklı” bir çocuk olduğu ve bir ruh sağlığı uzmanı tarafından, hastaneye kapatılıp tedavi 17 ; Sayı 14, 2016 2013 Spring Lorem Ipsum Dolor PSİnema görmesinin en uygun durum olduğunun belirtildiğine dair bir sahne izleriz. Ancak hastaneye kapanmak yerine kendini rahat ve güvende hissettiği hayvanların arasında olmayı seçen Temple’ın inanılmaz görsel algısı, bir görüntüye bir kez bakarak kavradığı görsel detaylar onun “farklı” olmasına neden olur. Zaten insanlarla yakın ilişki içinde olması onun için zor olduğundan belki hayvanlar ile ilgilendiği bir meslek ona kendisini daha iyi hissettiriyor olabilir. Üniversite mezuniyet töreninde yaptığı konuşmasında Temple, “sıkıştırma makinesi” ismini verdiği makinesi olmasaydı üniversiteden mezun olamayacağından bahseder. Küçükken kendisini insanlardan nasıl izole ettiğini anlatır ve durumuna otizm isminin verildiğini söyler. Temple Grandin’in bu konuşmasında, onun farkındalığına dair ipuçlarına rastlamak yeniden mümkün olur. Çünkü bazı durumlarda kendi kendisini sakinleştiremediğini, bunun da ona başarısızlık getirebileceğini ve makinesinin ona neredeyse “annesinin sarılması” hissini vererek o eksikliği biraz da olsa giderdiğini anlatır. Yani ihtiyaç duyduğu, eksikliğini yaşadığı hissin ne olduğunu bildiği ve bununla nasıl başa çıkacağını yine kendisinin keşfettiği anlaşılır. Çoğunlukla erkeklerin olduğu bir meslek alanında önce reddedilir, bu mesleği yapan diğer kişiler tarafından aşağılanır, defalarca küçük düşürülür. İş yerinde psikolojik taciz olarak adlandırılan mobbinge maruz kalır ki sosyal etkileşime dair zaten zorluklar yaşayan Temple için hayat daha da zorlaşır. Anca motivasyonu ve kararlılığıyla bu meslekte kendisine önce ufak bir yer edinir, sonrasında da otizme rağmen, kendisini hayvancılık alanında kabul ettirip kariyerinde hızlı bir yükselişe geçer. İşte tüm bu zorluklara rağmen Temple Grandin’in başarısı ve hayatta ve mesleğinde kendine edindiği yer hayranlık uyandırıcıdır. Kuşkusuz bunda en büyük etken, otizm ve bunun getirileri ile özel yetenekleri hakkındaki farkındalığıdır. Durumuyla nasıl başa çıkacağını kendisi keşfeder ve bulduğu yöntemleri uygulamaya koyar. Başa çıkma mekanizmaları Temple’ın kendisine özgüdür. Otizm tanısı almış bireyler ve onların aileleri için bir idole dönüşmüş durumdadır. YAZAR: Duygu ÖZTÜRK, Psikolog Y.L. Öğrencisi [email protected] 18 ; PSİnema Lorem Ipsum Dolor Sayı 14,2016 2013 Spring PERSONA Persona (Bergman, 1966) konuşmayı reddeden bir aktris ile, onun tedavisinde görevli hemşiresinin, kişilik parçalanmasına değin uzanan öykülerini aktarmaktadır seyirciye. Birlikte geçirdikleri zaman içinde, her iki kadının da, geçmişindeki travmatik yaşantılar ve bunun neden olduğu çatışmalar açığa çıkmıştır. Karakterlerin, olmak istedikleri kadın ile, toplumun onlardan beklediği kadın rolleri arasındaki çelişkilere vurgu yapılmaktadır. Kadınlar, bu beklentilere cevap vermeye çalışırken, çeşitli maskeler kullanmakta ve bundan ötürü, kendileri olamamaktadırlar. Fakat bu var olamayış, kendilerine ilişkin algılarının bozulmasına neden olur. Film ilerledikçe, hemşire ile hasta arasındaki ilişkinin dengesi bozulmakta, bu durum, ani duygu durum değişikliklerini de beraberinde getirmektedir. Karakterlerin içsel çatışmalarının yarattığı anksiyete, dış dünyaya karşı takındıkları maskelerin düşmesine neden olup, ağır bir kişilik parçalanmasına doğru uzanmaktadır. 19 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Kadınlarla dostluk kurmak daha kolaydır. İçtenlik belirgindir (böyle düşünmek istiyorum), hiçbir şey talep edilmez (umuyorum), sadakat kırılgan değildir (sanıyorum). Önyargısız sezgiler, açık duygular vardır, söz konusu edilen prestij değildir. Ortaya çıkan çatışmalar doğal kabul edilir, bulaşıcı değildir (Bergman, 2007). Sayı 14, 2016 2013 Spring tetkiklerde, sorunun fiziksel bir kaynağının olmadığı saptanmış ve bu konuda Elisabet’e yardımcı olmak üzere, hemşire Alma (Bibi Andersson) görevlendirilmiştir. Alma Elisabet’le çalışma konusunda kendine yeterince güvenmemekte ve daha deneyimli birinin bu görevi üstlenmesini istemektedir. Bu şekilde düşünmesinin sebebi, Elisabet’in Sinemada kadın teması denildiğinde, akla ilk gelen yönetmenlerden biridir Bergman. Kadın figürlerini kullanarak, filmlerinde şiirsel bir derinliği yakalar. Bergman’ın, kadın temasına vurgu yaptığı pek çok filmi (Sessizlik, Aynadaki Gibi, Çığlıklar ve Fısıltılar) olmakla birlikte, bunların en güzel örneklerinden biridir “Persona”. Film, geri saran bir makara sahnesiyle başlar. Sonraki sekans, bir erkek çocuğunun ekrandaki kadın görseline dokunduğu sahnedir. Bu sahnede dikkat çeken ayrıntı ise, filmin iki ana karakteri olan Alma ve Elisabet’in, finalde görsel olarak yüzlerinin bütünleştiği sahneye bir gönderme yapılmasıdır. Ekranda görülen yüz, ara ara bulanıklaşmakta ve Alma ile Elisabet’in yüzleri arasındaki geçiş gerçekleşme ktedir. Filmde, ünlü bir aktris olan Elisabet Vogler (Liv Ullmann), Elektra performansı sırasında ansızın bir sessizliğe bürünür ve bundan sonra konuşmayı reddeder. Yapılan susma eyleminin, bir kararın sonucu olma olasılığına bağlı olarak hastanın bu durumu sağlıklı görmesi ve bu nedenle tedaviyi reddedeceği konusundaki endişesidir. Ama sonunda, Alma bu görevi alır. Doktor (Margaretha Krook), Elisabet’in hastanede kalmasının kendisine acı verdiğini fark eder fakat, evine de dönmek istemediğinden kendisinin deniz kıyısındaki yazlık evinde kalmasının, Elisabet için yararlı olacağını düşünmektedir. Yaz sonuna doğru, Elisabet ve Alma doktorun evine taşınırlar. Alma, hastasından memnundur ve ona iyi 20 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14, 2013 Spring 2016 bakmaktadır. Ayrıca, Alma Elisabet’e gelen bir mektup sayesinde, onun istemediği bir oğlu olduğunu öğrenmiştir. Sık sık Elisabet’e kendi geçmişiyle ilgili, daha önce kimseyle paylaşmadığı sırlarını (grup seks, kürtaj vb.) anlatır. Kır evi sahnelerinde, Alma’nın replikleri dikkate değerdir. Sözcüklerin gücünden yararlanan Alma’nın aksine, Elisabet’in sessizliği de, bir o kadar güçlü etki yaratmaktadır seyirci üzerinde. Bu etki, beden ifadesi ve mimikler aracılığıyla sağlanmaktadır. Bu bağlamda, Bergman’ın yarattığı atmosferin derinliğinde, her iki karakterin ışıldayan oyunculuklarının da etkisi büyüktür. Ayrıca, sanat yönetmeni olan Sven Nykvist’in katkıları da, filmin görsel bir başyapıta dönüşmesine yardımcı olmuştur. şekilde seyirciye, karakterlerin düş dünyasına kolayca inebilme yetisi verilmiş ve empati kurabilme kolaylaştırılmıştır. Alma, iç dünyasında çatışmalar yaşamaktadır. Hayatında her şeyin yolunda olduğunu, yakında nişanlısıyla evlenip birkaç çocuk sahibi olacağını, içinde bir yerlerde buna karar verildiğini ve tartışılacak bir şey olmadığını, ve tüm bunların büyük bir güvenlik duygusu sağlayacağını söylerken, aslında kendisi de söylediklerine inanmamakta, bunları kendi içinde tartışmaktadır. Bergman filmlerindeki kadın figürlerinin, aradıkları şeyin kendi içlerinde olması dikkat çekicidir. Bu da seyircinin, film atmosferindeki dış dünyadan bir nebze olsun uzaklaşıp, karakterlerin kendilerine odaklanmasını sağlamaktadır. Filmde, monologların etkili kullanımı, karakterin iç dünyasına inebilmeyi kolaylaştırır. Bergman, filmlerindeki kadın figürlerinin yaşamlarını, çoğu zaman, birinci kişiyi kullanarak anlatmıştır. Bu Doktor, Elisabet’in var olmadığını, sadece var gibi olmaya çalıştığını anlamıştır. Bu konuda yaptığı konuşmalar filmin en can alıcı repliklerindendir: “Her ses bir yalan, her jest sahte, her gülümseme bir 21 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14,2016 2013 Spring tuzak. İntihar mı? Hayır. Bu çirkin. Sen bunu yapmazsın. Ama sessiz ve hareketsiz durabilirsin. O zaman en azından yalan söylemezsin. Kendi içine kapanıp, ışığı söndürebilirsin. O zaman rol oynaman, sahte yüzler göstermen gerekmez. Ama gerçek kan kırmızıdır. Saklandığın yerde kalamazsın. Hayat her şeyin içine sızar. Tepki vermek zorundasın. Gerçek olması ya da olmaması kimsenin umurunda değil. Bu soru sadece tiyatroda önem taşır. Orada bile pek az. Seni anlıyorum Elisabet, sessiz ve hareketsiz olmanı anlıyorum. Bence önemi kalmayana kadar, bu rolü oynamalısın. Artık ilginç olmayana kadar. Sonra onu bırakırsın. Yavaş yavaş diğer tüm rollerini bıraktığın gibi.” uzaklaşma isteği olabilir. Alma, Elisabet’in anne olmaya ilişkin duygularını şu şekilde ifade etmiştir: “Elisabet, bir kadın ve aktrist olmanın her özelliği sende var. Ama anneliğin yok. Anne olmak istedin. Kesin olduğunu anladığında korktun. Bağlanmaktan, sorumluluktan, tiyatroyu bırakmaktan korktun. Acıdan, ölümden, vücudunun bozulmasından. Ama rolü oynadın. Mutlu, genç bir anne rolü. Bu arada sen defalarca fetusu düşürmeye çalıştın. Ama başaramadın. Geri dönüş olmadığını anladığında bebekten nefret etmeye başladın. Ve ölü doğmasını istedin. Bebeğin ölü olmasını istedin. Ölü bir bebek için dua ettin”. Elisabet, sorunlarından kaçmak ve onlarla yüzleşmemek için, dış dünyayı yok saymaya başlamıştır. Kendisine olan saygısını yitirmiştir. Ve bundan ötürü susar. “Her ses bir yalan, her jest sahte, her gülümseme bir tuzak..." Alma grup seks ve kürtaj olayını anlattıktan sonra, parçalanmanın sinyallerini veren şu konuşmaları yapar: Elizabeth’in sessizliğinin, birçok şeyi sembolize ettiğini söyleyebiliriz. Bunlar istemediği bir çocuğu büyütmek zorunda olması, çocuğun yaşantısında yarattığı kısıtlamalar ve onu sevmeyi başaramaması, bu yolla, hem kendisine hem de çocuğuna yaptığı haksızlık ve bunun yarattığı vicdan azabı ya da tüm bunlardan “Aynı zamanda hep aynı insan olabilir misin? Yani ben iki kişi miydim? Aynada kendimi gördüm ve “biz benziyoruz” diye düşündüm. Yanlış anlama, sen çok daha güzelsin ama bir şekilde benziyoruz. Sanırım gerçekten efor sarf etsem, kendimi sana çevirebilirim. Sen de kendini bana çevirebilirsin. Ama ruhun fazla büyük olduğu için her yerden 22 çıkardı!” ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Spring Sayı 14,2016 2013 Filmde rüya ve gerçek, bilinç ve bilinç dışı bir arada sunulur seyirciye. Örneğin, Alma yukarıdaki konuşmaları yaptıktan sonra, başını masaya yaslar ve sızar. Bunun üzerine Elisabet, yatağa gitmesini ister. Yani ilk kez konuşmuştur. En azından seyirci öyle sanır. Ertesi gün Alma, Elisabet’e konuşup konuşmadığını sorduğunda, Elisabet, başını hayır anlamında sallayarak reddeder. Bunun üzerine, izlediklerimizin bir kısmının rüya olduğunu anlarız. Rüya ve gerçekler iç içe geçmiştir. Neyin gerçek olduğunun kararı ise seyirciye bırakılmıştır. Alma, Elisabet’in yazdığı mektupları postalamak için götürürken onlara bakmaya karar verir. Doktora yazdığı mektupta, Alma’nın bir şekilde kendisine çok bağlandığını, onu incelemenin eğlenceli olduğu yazmaktadır. Ayrıca Alma’nın sırlarından da doktora söz etmektedir. Bunları öğrenen Alma’nın, Elisabet’e duyduğu hayranlık ve onunla bütünleşme arzusu, yerini öfkeye bırakmıştır. Öyle ki, onun canını yakmak için, kırılan cam bardağın parçasını bilerek yerde bırakmış ve Elisabet’in üzerine basmasını beklemiştir. Alma, kendini kaybetmeye başlamıştır. Öfkesine hakim olamamakta ve Elisabet’e konuşması konusunda baskı uygulamakta, onu aşağılayıp, sözlü tacizde bulunmaktadır. En sonunda, birbirlerine fiziksel şiddet uygulamışlardır. Kullandıkları maskeler düşmeye başlamıştır. Ayrıca filmin bize, Jung (1966)’un literatüre kazandırdığı arketiplerden biri olan ve bireyin dünyaya karşı takındığı imajı ifade eden “persona” adıyla sunulmuş olması da, bir tesadüf değildir. Persona dış dünyayla ilişkiye geçtiğimizde kullandığımız, kişiliğin en dıştaki tarafıdır. Toplumun bizden beklediği rolleri ifade eder (Akt. Corey, 2008:88). 23 ; PSİnema Lorem Ipsum Dolor Sayı 14, 2016 2013 Spring Aynı zamanda Latincede de “maske” anlamına gelmektedir. Bu bağlamda, filmin adı, içeriğiyle yakın ilişki içindedir. Gerek Elisabet, gerekse Alma karakterlerinin yaşadığı karmaşada, idealize ettikleri benlikleri ile toplum tarafından onlara yüklenen rollerin yarattığı çatışmaların izlerini görebiliriz. Filmdeki ilginç bir nokta ise, son derece sıra dışı bir karakter olmasına karşın, seyircinin kendini Alma’nın yerine koyabilmesi ve onu anlayabilmesidir. Yaşadığı yetersizlik duygusu, hayranlık duyduğu Elisabet’in ilgisine olan ihtiyacı ve bu konudaki hayal kırıklığı sonrasında ona duyduğu öfke ve intikam duygusu açısından empati kurulabilmektedir. İlişkilerinin başında Alma, güçlü ve tedavi edici bir role sahipken, yaşananlardan sonra Elisabet’in gururu ve gücü karşısında ezilmekte ve kendini zayıf hissetmektedir. Hastayı iyileştirme görevini üstlenen güçlü Alma, yerini zayıf bir kadına bırakmıştır. Elisabet’e duyduğu öfke ve hayranlık zaman zaman yer değiştirmekte, biri diğerine üstün gelmektedir. Alma, gelgitler yaşamaktadır. Kendini kullanılmış ve yalnız bırakılmış hissetmektedir. Elisabet’in benliğinin, kendi benliğini ele geçireceğini düşünmektedir. Filmin sonlarına doğru, Elisabet ve Alma’nın çözümsüz bir karmaşa haline gelen benlik çatışmalarını görebiliriz. Zira iki kadın, birbirlerinde ortak yanlar, ortak pişmanlıklar bulan, kadına dayatılan ve yerine getirilmediğinde, onların ötekileştirilmelerine neden olan, kural ve baskılara farklı şekillerde maruz kalmış, yalnızlığa itilmiş kadın karakterlerdir. Tepkilerinin farklılığı ve bu farklılaşmanın zamanla azalıp, kendilerini bir diğerinin yerine koymaya başlayıp, böylece birbirlerine benzemeleri, kişilik parçalanması olarak da kabul edilebilir. Biraz derine inecek olursak, Alma ve Elisabet sorunlarını bir diğerine, anlamlar yükleyerek çözüme ulaştırmaya çalışmaktadır ve böylece, kendi vicdanlarının rahatsızlıklarını, pişmanlıklarını ya da hoşnutsuzluklarını yani bir anlamda kendilerini yok saymış olmaktadırlar. Kaynakça Bergman, I. (2007). Büyülü Fener. Çev: Gökçin Taşkın. Afa Yayınları: İstanbul. Corey, G. (2008). Psikolojik Danışma Kuram ve Uygulamaları. (T. Ergene, Çevirmen). YAZAR: Bahar METE OTLU, Psikolojik Danışman Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Görevlisi [email protected] 24 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14, 2016 2013 Spring SHINE PARILDAYAN DAHİ ÇOCUK Klasik müziğin dünya çapında popüler olmasını sağlayan kişilerden biri olan David Helfgott, yaşamını en iyi şekilde sürdürmeyi amaç edinmiş ve bundan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. 1947 doğumlu Avustralyalı piyanist, şizoaffektif bozukluk tanısı almış ve yaklaşık on yıl boyunca klinikte bu durumla mücadele etmiştir. Psikiyatri kliniğinde tedaviye başladığı zamanlar ise onun tam da yeteneğiyle parlamaya başladığı dönemlerine denk gelmiştir. 1996 yapımı Shine (Parıltı) adlı ödüllü film David Helfgott’un hayatını anlatmaktadır. David duygudurum bozukluğu sebebiyle, tedavi gördüğü süre içerisinde piyano çalmayı bırakmıştır. Filmde David’in, ‘Doktor bana piyano çalmayı yasakladı’ sözleri bu durumu nasıl açıklamış olduğunu göstermektedir. Özellikle, piyanistin genç yaşta keşfedilmesi ve sonrasında şizoaffektif bozukluk tanısı almasıyla birlikte kariyerindeki düşüşü, yalnızlığı ve en sonunda azmiyle yeniden yükselişi filmin ana çerçevesini oluşturmaktadır. Filmde, piyanistin hayatındaki inişler ve çıkışlar gerçeğe en yakın biçimiyle aktarılmaya çalışılmıştır. 25 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema "Yaşam devam ediyor... Ama birden sona da erebilir... Bu yüzden en iyi şekilde yaşamayı sürdürmek zorundasın..." Beraberinde, Davit Helfgott’un babasıyla olan ilişkisi filmde geniş çapta ele alınmıştır. Çünkü piyanistin hayatına etki eden en önemli kişinin babası olduğu bilinmektedir. David’in babasıyla olan ilişkisinde gücün, otoritenin ve mesafenin hakim olduğu söylenebilir. David’in babası Peter yalnızca kendi doğruları çerçevesinde hareket eden biridir. Ona göre çocukları ile ilgili tüm söz hakkı kendisine aittir ve bu üzerinde tartışılmayacak kadar net bir konudur. Spring 2016 Film boyunca baba ile oğul çatışması açıkça görülmektedir. David kendisi olabilmek, kendisini kabullendirebilmek için sürekli olarak babası ile mücadele etmiştir. Peter ise bir baba olarak sarsılmaz bir otoritesi olduğunu vurgulamak için sert ve katı tutumunu elden bırakmamıştır. Bir anlamda Peter çocuklarının kendisinden bağımsız bir birey olduğunu unutarak hareket etmiştir. Aralarındaki bu çatışma zaman ilerledikçe onları birbirine yakınlaştırmıştır. Özellikle Peter yaşamının sonuna doğru bir baba olarak nasıl davranması gerektiğini sorgulamıştır. Fakat bu çatışmalar David’i sonunda hiçbir şey hissedemeyecek duruma getirmiştir. "Hiçbir şey hissetmiyorum… Belki benim hatam, belki de benden kaynaklanıyor… Evet olaylardan dolayı devamlı kendimi suçlayamam… Ama babamı da suçlayamam çünkü artık yaşamıyor…" 26 ; PSİnema Lorem Ipsum Dolor Film, David Helfgott’un psikiyatri kliniğinden sonraki dönemine gönderme yaparak Shine (Parıltı) ismini almaktadır. Bu dönem piyanistin kariyeri için adeta yeniden doğuşu temsil etmektedir. Yine bu dönemde, piyanist hem babasıyla ilişkisinde olumlu değişimler yaşamış hem de aşkı tatmıştır. Filmin açılış sahnesi, David için her şeyin yeniden başladığı bu dönemin başlangıcını temsil etmektedir. Filmin ilk sahnelerinde, piyanist karanlık ve yağmurlu bir gecededir. Nereye ve neden olduğunu bilmeden delicesine koşmaktadır. En sonunda ulaştığı yer kapanmak üzere olan bir bardır. Diyaloglardan anlaşıldığı üzere piyanist kimse tarafından hatırlanmaz. Hatta barda çalışanlar onu ilk gördüğünde işe yaramaz bir kişi olarak damgalar. Ulaştığı bu barın içerisinde ise, onun tekrardan yükselmesine yardımcı olacak piyano yer alır. Filmin ilerleyen süreçlerinde anlaşılabileceği üzere, piyanistin kendini bilmez bir halde koşuşu ve vardığı yerde bir piyanonun olması onun aslında adım adım yükselişe doğru ilerlediğini gösterir. Film, ilerleyen süreçlerde geri dönüşlerle bizi David’in çocukluğuna götürür. Sayı 14, 2016 2013 Spring "Sert, dindar, kesin kuralları olan bir babam var… Hep ciddi olmamı isterdi. Bir çocuk yutkunmasını bilmeli derdi." David Helfgott’un çocukluğuna döndüğümüzde, katı, sert, değişmez ve başarısızlığı güçsüzlükle eş tutan bir baba figürü görülebilmektedir. Piyanistin babası Peter’e göre; güçlü olmak demek en mükemmele ulaşmak, en iyiyi elde etmek demektir. Aksi halde kişi, işe yaramaz birine dönüşmekte, işe yaramaz olarak damgalanmaktadır. Kendisi de küçük yaşlarda keman çalmayı istemiş, fakat yine kendi babası tarafından bu isteği engellenmiştir. Bu nedenle kendisinin yapamadığını çocuğundan beklemiştir. Fakat sert ve değişmez kuralları nedeniyle çocuğu herhangi bir hata yaptığında ya da piyanoyu yanlış çaldığında acımasız ceza yöntemleri uygulamıştır. Çünkü ona göre tek bir doğru vardır, o da kendi doğrusudur ve buna karşı gelmek ise kesinlikle mümkün değildir. 27 ; Sayı 14, 2016 2013 Spring Lorem Ipsum Dolor PSİnema Filmde piyanistin çocukluğundaki ilk karelerden biri, katıldığı bir yarışmada piyanoyu en iyi çalan kişi olamadığı için babası tarafından dövülmesidir. Halbuki bu yarışmadan sonra jüri üyelerinden biri evlerine kadar giderek David’i çok beğendiğini ve onu yetiştirmek, ona ders vermek istediğini belirtmiştir. David’in babası ise buna sert bir şekilde karşı çıkmıştır. Ona göre oğlunun ders alması yetersizlik göstergesidir. "Bir gün Rahmaninov çalacaksın ve ben seninle gurur duyacağım." Peter (David’in Babası) Bir süre sonra, işler babanın istediği gibi gitmemiştir. Çünkü Peter oğlunun oldukça zor bir beste olan Rus besteci Rahmaninov’un 3. Piyano Konçertosu’nu çalmasını istemektedir. Fakat David bu besteyi çalabilmek için çok küçük bir yaştadır. Peter’in ise amacı, çocuğunun bu eseri en iyi şekilde yorumlayabilmesidir. Bu nedenle de David’in destek almasını kabul etmiştir. Fakat piyano öğretmeni de David’in bu eseri yorumlayabilmesi için çok küçük bir yaşta olduğunu söyleyince Peter aşırı tepki vermeye devam etmiştir. Rus bestecinin bu eseri ise, David Helfgott için hayatının dönüm noktası olmuştur. "Evden gidersen hayatın boyunca cezalandırılacaksın!" Peter (David'in Babası) David, babasıyla asıl büyük kopmayı müzik eğitimi için Avustralya’dan ayrılmak zorunda kaldığı dönemde yaşamıştır. Ailesinin ekonomik durumu çok iyi olmadığı için David, profesyonel müzik eğitimi alabilme imkanına sahip değildir. Fakat David’in müzik yarışmalardaki performansları klasik müzik eğitimcilerinin dikkatini çekmeyi başarmıştır. Hatta gazetelerde ‘David parlıyor (David shines)’ başlıklı haberler çıkmaya başlamıştır. Böylelikle David 14 yaşındayken önemli bir burs teklifi alır. Bu, eğitimini Amerika’da devam ettirmesi için bir davettir. Fakat babası ailenin dağılacağı korkusuyla onun uzağa gitmesine izin vermez. Filmde David’in annesi de, ‘O henüz küçük... Altını bile ıslatmaya devam ediyor’ sözleriyle ona kendi seçimlerini yapma şansı vermediklerini göstermektedir. 28 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Aşırı derecede otoriter bir baba ve ona boyun eğen bir annenin varlığı nedeniyle David, hayalleri ile yaşamakta olduğu hayat arasında sıkışıp kalmıştır. Bu durum onu oldukça üzmekte ve sinirlendirmektedir. Yine bu nedenlerden dolayı kendisini çıkmazda hissettedir. Tam umutsuzluğa düştüğü noktada ise karşısına yeni bir fırsat çıkmıştır. İngiltere’den kendisine yeni bir burs teklifi gelmiştir. David bu sefer eline geçen ikinci fırsatı kaçırmaz ve eğitimini devam ettirmek için İngiltere’den aldığı daveti kabul ederek evden ayrılır. David: ‘Bunu çalacak kadar iyi değil miyim profesör?’ Profesör: ‘İki ayrı melodi düşünmelisin. Birbirinden farklı olmalı. Ellerin devleşecek ve her elinin 10 parmağı olacak.’ Sayı 14, 2016 2013 Spring David İngiltere’de eğitim alırken aklında hala Rahmaninov’un 3.Piyano Konçertosu’nu çalmak vardır ve bu amacına ulaşabilmek için gece gündüz demeden çalışmaya başlamıştır. David’in bu zor eseri seçmesinin ve onu başarma hırsıyla oldukça fazla çalışmasının temelinde baba figürünün etkisi yer almaktadır. Çünkü bu zor eseri çalmayı başardığı zaman babası onunla gurur duyacaktır. Aynı zamanda eserde iki farklı melodi olması bir anlamda kendisi, babası ile arasındaki çatışmayı temsil etmektedir. "Konsantre olmalısın. Hep onu çalışmalısın. Çünkü en önemli şey çalışmak, çalışmak, çalışmak..." David’in durmaksızın çalışması en sonunda onu başarıya ulaşır ve David Rahmaninov’un 3. Piyano Konçertosu çalar. Fakat bu süreçte David oldukça yorgun düşer. Bu yorgunluk ise onun düşüşüne sebep olacaktır. 29 ; PSİnema Lorem Ipsum Dolor David için bundan sonra artık farklı bir hayat başlamıştır. Duygudurum bozukluğuna neden olabildiği için piyano çalmak David’e yasaktır. Buna bağlı olarak kariyerinde bir düşüş yaşar. Artık kimse David’i fark etmemekte ve tanımamaktadır. Beraberinde gelen yalnızlık ve terkedilmişlik duygusu ile tüm bunların oluşturduğu ortak çerçeve damgalanmak kavramında birleşebilir. Bu noktada Freud’a bakıldığında (1979) bilinçdışının yaratıcılığın temeli olduğu söylenebilir. Freud (1979) yaratım sürecindeki kişi içe ve dönük ve nevroza yakın olabileceğini belirtmiştir. Yaratıcılık, bireyin gerçekleşme imkanı olmayan içgüdüsel ihtiyaçlarını doyuramaması nedeniyle ilgisini fantezi dünyasına yönlendirmesi sonucunda oluşmaktadır. Andreasen’a göre ise (1996) bireyin gerçeklikten koptuğu durum psikiyatrik terminolojide disosiyatif durum olarak anlandırılır. Bu durum yaratım sürecine giren bireyin başka bir gerçekliğe odaklanmasını anlatmaktadır. Ludwig’in araştırmasına göre de (1992), bestecilerde yüksek oranda psikoza rastlanabilmektedir. Storr ise (1992) iki uçlu duygudurum Sayı 14, 2016 2013 Spring bozukluğunun kişiyi yaratıcılığa yönlendirebilirken aynı zamanda yaratıcılıktan da uzaklaştırabildiğini belirtmektedir. Foucault’a göre ise delilik psikoloji araçlarıyla ölçtüğünü meşrulaştırdığını sanan dünya karşısında kendini meşrulaştırmalıdır (Soygür 1999). Tüm bunlara bağlı olarak filmde David, psikiyatri kliniğinde tedavi görmeye başladığı andan itibaren yalnızlığa doğru sürüklendiği söylenebilir. Örneğin, yıllar sonra ailesinden yalnızca kız kardeşi ziyaretine gelir. Kimse David’i ve başarılarını hatırlayamaz. Bu durum filmin açılış sahnesinde de yansıtılmaktadır. Bu sahnede yağmurdan korunmak için girdiği barda David’i kimse hatırlayamamış ve kimsesiz olduğunu düşünerek onu dışarı çıkarmak istemiştir. Fakat David bu durumlarla başa çıkabilmeyi bir şekilde öğrenmiştir. Böylece kendisinde yeniden parıldayabilme cesareti bulabilir. İşte tam bu noktada babasıyla barışma adımları da atar. Bütün bu olaylardan sonra David yeniden parlamaya başladığında babası, onun yanına çıkagelir ve ona bir madalyon hediye eder. Bu hediye David’in babasının oğlundan gurur duyduğunu göstermek için verdiği simgesel bir hediyedir. Bu yeniden doğuş döneminde David aşkı da yaşar. David aşık olduğu kadına nasıl hissettiğini ise yıldızlar üzerinden 30 örneklerle açıklar. ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Filme genel olarak bakıldığında, çok önemli iki sahnesi olduğundan bahsedilebilir. Bunlardan ilki, David’in yeniden piyano çalmaya başladığı sahnedir. Bu bölümde David, filmin açılış sahnesindeki bara gelir. David zaten oraya sık sık uğramaktadır. Fakat hiç kimse onun çok iyi bir piyanist olduğunu bilmez. David barda bulunan piyanoyu çalmak için oradakilerden izin ister. Bardakiler onun piyanoyu çalabileceğine inanmaz. Hatta durumu ileriye götürerek onunla dalga geçmeye başlarlar. Fakat ne zaman ki David piyanoyu çalmaya başlar, herkes şaşkınlık içerisinde onu izler ve ne kadar önyargılı davrandıklarını anlar. Filmin bir diğer önemli sahnesi, afişlerinde de yer alan David’in trambolinde zıpladığı sahnedir. David çocukluğundan beri kendi idealleri ile ailesinin idealleri arasında kalmıştır. Bu nedenle de yapmak istediklerinin peşinden koşmak için evden ayrılır. Bu zorlu yolculuğun belli döneminde düşüş yaşasa da damgalanmanın onu yıldırmayacağını gösterir. Yeniden parladığı dönemlerde yaşadığı duygudurum değişiklikleri bir anlamda onun için özgürlüğünü sergileme biçimidir. Bu nedenle Sayı 14,2016 2013 Spring de yapmak istediklerinin peşinden koşmak için evden ayrılır. Bu zorlu yolculuğun belli döneminde düşüş yaşasa da damgalanmanın onu yıldırmayacağını gösterir. Yeniden parladığı dönemlerde yaşadığı duygudurum değişiklikleri bir anlamda onun için özgürlüğünü sergileme biçimidir. Bu nedenle trambolinde kulağında en sevdiği müzikle özgürlüğe doğru zıplamaktadır. David Helfgoff’un hayatını anlatan bu filmi izlemek, piyanistin içsel yolculuğunu yeniden keşfetmeyi sağlayabilir. Kaynakça Soygür, H. (1999). (b.t.).Sanat ve Delilik. Klinik Psikiyatri Dergisi,2. 15 Ocak 2012, http://www.klinikpsikiyatri.org/files/journ als/1/35.pdf YAZAR: Pınar TALASLIOĞLU Uzman Psikolog [email protected] 31 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14,2016 2013 Spring YABANA DOĞRU Jon Krakauer'ın aynı isimli romanından uyarlanan film, Christopher McCandless'ın gerçek hikayesini anlatmaktadır. Nitekim filmin sonunda anlatılan hikayenin gerçek kahramanının “Sihirli Otobüs’ün önündeki resmi ve gerçek hikayeye dair son notlar” hafızalarda kalan önemli anlardan biridir. Christopher McCandless, okuduğu okulları başarıyla bitirmiş, bir miktar birikimi olan, varlıklı bir ailenin iki çocuğundan biridir. Bir gün çok sevdiği kız kardeşi de dâhil hiç kimseye haber vermeden, biriktirdiği paranın küçük bir kısmını alıp, kalanını fakirlere dağıtılmak üzere bağışladıktan sonra, bütün kimlik ve kredi kartlarını yakar, yanında bir miktar pirinç, bir tüfek, biraz mermi (ki bunları da yolda edinir) bir fotoğraf makinesi ve okuyacak birkaç kitap ile Alaska’ya doğru, vahşi doğada tek başına yaşamak üzere bir yolculuğa çıkar. Film iki yıllık bu yolculuğu, Chris’in yolculuk süresince tanıştığı kişileri, başına gelenleri, çocukluk ve ergenlik döneminden hatırladığı bazı sahnelerle birlikte, zamansal bir sırayı izlemeden kesitler halinde aktarır. 32 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14, 2016 2013 Spring “İnsan ruhunun özü yeni deneyimlerden oluşur” Ancak tabii ki bu bildiğimiz türden bir seyahat değildir. Chris bu kararı ile modern yaşama dair pek çok şeyi geride bırakmış, bunu bir ‘özgürleşme’ ve ‘arınma’ yolculuğu olarak düşünmüş ve aslında belki de en çok bu şekilde kendine, diğerlerine ve dünyaya dair mesele edindiği pek çok konu ile hesaplaşmıştır. Dolayısıyla bir yanıyla bireysel diğer yanıyla da aile ve toplum dinamikleri ile ilgili pek çok konu film boyunca işlenmektedir. Dışarıdan bakıldığında klasik bir Amerikan ailesi olduğunu düşünebileceğimiz ailenin bazı diyaloglarını duyduğumuzda Chris ve kız kardeşinin birbirleriyle olan yakın ilişkileri ve anne, babaları ile hayata bakış açılarındaki farklılıklar dikkati çeker. Buna göre anne ve baba kariyer odaklı, maddi konuları ön planda tutan ve birbirleriyle sık sık tartışan bir çifttir. Chris ve kardeşi ise evde yaşanan gerginlikler karşısında birbirine tutunan, maddiyata önem vermeyen, okullarında başarılı, dışarıdan bakıldığında belirgin problemleri olmayan çocuklardır. İkisinin de sosyal çevreleri hakkında fazla bilgi verilmez. Sadece Chris’in kitap okumaya olan düşkünlüğü ve kitap kahramanlarını kendine arkadaş edinmiş olduğundan, sık sık kitaplara atıfta bulunarak konuştuğundan bahsedilir. Chris 23 yaşında bir karar verir ve kimseye haber vermeden Virginia’dan Alaska’ya uzanan yolculuğuna çıkar. Biz hikâyenin bundan sonraki kısmını, biraz kız kardeşinin sesinden, biraz kendisinden ama mutlaka eşsiz bir doğa fonunda ve ilham veren ezgiler eşliğinde dinleriz. Kız kardeşine göre Chris’in bu şekilde gitmesinin önemli bir sebebi vardır. Bunu şöyle aktarır; “Chris liseden mezun olduğu sene ona alınan arabası ile tüm ülkeyi gezer. Kaliforniya’da bazı eski aile dostlarına uğrar ve anne babasının nasıl aşık olup evlendikleri hikayelerinin nasıl da çirkin bir gerçeği örtbas etmek için tasarlanmış yalanlar olduğunu keşfeder. 33 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Tanıştıklarında babası hâlihazırda başkasıyla evliymiş ve Chris doğduğu sırada bile hala yasal olarak evli olduğu ilk eşi Marcia’dan başka bir oğlu daha varmış. Bu gerçek aniden Chris ve beni yeniden tanımlıyordu.” “Kristalin kırılganlığı onun zayıflığını değil, saflık derecesini gösterir. Annem ve babam şunu anladılar ki, saf kristal bir bardak özen ister, aksi takdirde tuzla buz olabilir. Fakat kardeşime gelince bu gizli saklı davranışlarının onları kardeşimden koparacak kadar büyük bir tahribatta bulunduğunun ya farkında değildiler ya da umursamıyorlardı. Onların bu hileli evliliği ve diğer oğlunu inkâr etmesi Chris için gerçeğin her gün katli demekti. Chris hayatının birden bire ters yüz olup, bir nehir gibi aniden akış yönünü tersine çevirdiğini ve yokuş yukarı akmaya başladığını hissediyordu. Gerçeklerin bu ifşası, onun aidiyet duygusunu tam kalbinden vurmuştu. Ona tüm çocukluğunun sanki bir hayal mahsulü olduğu hissini vermişlerdi. Chris bunu bildiğini onlara asla söylemedi ve benim "Bana aşk, para şöhret, inanç, adalet yerine gerçeği verin" Henry David Thoreau Sayı 14, 2016 2013 Spring Kardeşi durumu böyle aktarırken Chris’in gözünden anne ve babasının gençlik halleri görülür ve kendi ağzından şu sözleri duyarız: “Onları mezun oldukları üniversitelerin kapısında dururken görüyorum. Babam, okulun girişindeki kubbenin hemen altında. Dolaştığını görebiliyorum. Başının arkasında duran kırmızı tuğlalar kan dolu tablalar gibi parıldıyor. Annemi elinde birkaç kitapla görüyorum. Küçük tuğlalardan örülmüş duvarın hemen yanındaki hala açık duran demir parmaklıkların önünde duruyor. Sivri uçlar havaya doğru gardını almış. Mezun olmak ve de evlenmek üzereler. Çocuklukları, aptallıkları ama tek bildikleri masum oldukları… Daha önce hiç kimseyi duymamışlar. Yanlarına gidip ‘durun!’ demek istiyorum. ‘sakın yapmayın! Bu kadın yanlış kadın, bu adam yanlış adam. İleride, şimdi hayal bile edemeyeceğiniz şeyler yapacaksınız. Çocuklarınıza kötü şeyler yapacaksınız. Daha önce hiç duymadığınız kadar acı çekeceksiniz. Hatta ölmek isteyeceksiniz’. Onların çocukları olarak yanlarına gidip bunları söylemek istiyorum. Ama bunu yapamam. Ben yaşamak istiyorum.” Anne ve babasını durdurmaz, onlara bildiklerini, hissettiklerini de söylemez ve Chris gitmeyi, gittiği 34 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema yerlerde hayatına yeni bir anlam bulmayı, duygularını, kimliğini yeniden inşa etmeyi seçer ve insana değil, doğaya doğru gitmeye başlar. Ama ne kadar ıssıza gitse de büyük kanyonda rafting yaparken bile hiç olmadık yerlerde yine insanlara çıkar yolu. Ve hikaye aslında doğa fonunda ama insanlar arasında şekillenir. Chris’in hikayesi de yol boyu tanıştığı kişilerin hikayesiyle karışır, fark etmeden aile olurlar ve sanki birbirini bekleyen yapboz parçaları gibi iç içe geçer hikayeleri. Wayne, Rainey ve Jan, Tracy, Sonja ve Mads ve Mr. Franz ve kahramanımız yeni adıyla Alexander Süperberduş’un hikayesine dönüşür bu yolculuk. Sayı 14, 2016 2013 Spring Dolayısıyla aslında Chris de ithaka’yı* deneyimlemektedir. Aklının bir köşesinde hep Alaska’ya gitme fikri olsa da aslında belki de ilk defa bu kadar ‘an’ı yaşayabildiği için mutludur. İzleyici de belki aynı şekilde yolun (ya da filmin) sonundan çok, yolculuğun kendisine odaklandığı ölçüde ilham alır hikâyeden. Tam da bu noktadan tutup Chris’in hikâyesinin bundan sonraki ayrıntılarına varoluşçu yaklaşım açısından bakıp “fark ettiklerimi” paylaşmak istiyorum. * Konstantin Kavafis’in şiiri 35 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Chris’in yaşadığı aslında insana çok tanıdık olan bir “varoluşsal kriz”dir. Kaliforniya’da öğrendikleri sonucu anne ve babasının ilişki dinamiğine verdiği anlamın değiştiğini, dahası muhtemelen kendisini kandırılmış hissettiğini düşünebiliriz. Ya da belki de Chris insanın kendiliğini, kendi kurduğu sistemler üzerinden inşa ettiğini ve bunun mutlak doğru bir sistem olmayacağını fark etmiş olabilir. Dolayısıyla aslında bu yolculuğun nedeni Chris’in anne ve babasının sakladıkları bir sırrı öğrenmiş olmasından çok, bunu öğrendikten sonra sorguladıkları ve yeni bir anlam arayışı ile ilgilidir. En çok okuduğu yazarlardan birinin Leo Sayı 14, 2016 2013 Spring gerek. Çünkü Tolstoy da hayatının büyük bir kısmını anlam ile uğraşarak geçirmiş ve kendi ifadesiyle “hayat tutulmaları” sırasında yaptığı her şeyin ve en çok da “neden?” ve “ne için?” yaşadığının anlamını sorgulamıştır. Ancak yine kendisi bu soruların aslında ‘bir yanıtının olmadığını’ söylemiştir. Anlamın bozulmasıyla Tolstoy hayatını üzerine kurduğu dayanak noktalarında da çözülmeler olduğunu görmüş ve “Üzerinde durduğum zeminin parçalandığını, üzerinde duracağım bir şey kalmadığını, uğrunda yaşadığım şeyin bir hiç olduğunu yaşamak için bir nedenim kalmadığını hissettim. Gerçek şu ki hayat anlamsız…” diyerek yaşadıklarını tarif etmiştir. Bunları Chris değil Tolstoy söylemiştir ancak Chris’den de duymak mümkün gibi gözükmektedir. Chris’in bu yolculuktaki amacı nettir: Alaska’ya gitmek ve doğada tek başına yaşamak; ve tabii anne ve babasına da bir şeyleri fark ettirmek. Amaç nettir peki Chris’in bu yolculuğa verdiği anlam nedir? Filmi izleyen pek çok kişide ‘keşke bende cesaret edip gidebilsem ve bu tür bir deneyimi yaşasam, şu sorumluluklardan kurtulsam” 36 ; Sayı 14, 2016 2013 Spring Lorem Ipsum Dolor PSİnema düşüncesi oluşabilir. Büyük olasılıkla bunun esas nedeni Chris’in belki de tüm ömründe ilk defa bu 2 yıl içinde daha önce hiç yaşamadığı gibi anı yaşamasına tanıklık etmemiz olmuştur. Nereye gittiyse gördük ki Chris tüm bedeni, zihni, duygu ve duyumlarıyla oradadır. Mesela atlarla koştuğu sahnede, sanki sürüdeki atlardan biri gibidir. Peki, elma ile konuştuğu o unutulmaz sahnede: “O an yenen elma bile bugüne kadar yenen en güzel elmadır, ve şunu hissettirir: ‘ben Süpermen değilim, süper berduşum. Sen de süper elmasın, çok lezzetlisin, çok organiksin, çok doğalsın. Sen en gözde elmamsın’ ” der. Chris’in ailesine, topluma, modernizmin dayattığı pek çok kavrama tepkiyle çıktığı yolun sonunda ‘mutlu’ bir hayat yaşadığını söylemesi bu yolculuk süresince yakaladığı anların kıymetini bilmesinden olsa gerek. Alaska’ya gitme amacı, yaşadıklarının yanında sadece bir itici güç olabilir ve Chris’in “istedim ve yaptım, her şeye ve herkese rağmen” duygusunu hissedip, “başka bir hayat mümkün ve bunu ben seçebilirim”i görmesini sağlamıştır. Çünkü ona ulaşınca kendi varoluşunun gücünü hissedebilecektir. Bunun için hayata dair “insanın hayatta güçlü olması önemli değil kendini güçlü hissetmesi önemli” diyecektir. Chris her ne kadar amacına odaklansa da amacını anlamlı kılanın yol boyu yaşadıkları olacağını bilmektedir ve sonunda okuduğu kitabın satır aralarına “Mutluluk sadece paylaşıldığı zaman gerçektir” yazdığında şüphesiz bunu çok derinlerde hissediyodur... Kaynakça Daş, C. (2006). Büyümek ve Bütünleşmek. HYB Yayıncılık, Ankara. Soysal, A. Ş., Bodur, Ş. & Hızlı, F. G. (2005). Şimdi ve Burada Terapisi. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 6, 274-280. Yalom, I. (2000). Varoluşçu Psikoterapi. Kabalcı Yayınevi, İstanbul. YAZAR: Hilal ÇERÇEL, Uzm. Psikolog OPDEM [email protected] 37 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14, 2016 2013 Spring KARANLIK KÖŞE Aynaya baktım. Yeni yeni pembeleşmeye başlayan bir kızarıklık vardı sol yanağımda. Tokat yemiştim. Bir adamdan. Haneke’den. Sordum. “Neden?” diye… Yoo, hayır! Sormadım aslında. O hissetti… Anladı... Cevabını merak ettiğim için aynadaki yansısına baktım. Sustuğunu gördüm, bakışlarını yerdeki alelade bir noktaya sabitlediğini de… Korktum, başını kaldırmak üzere olduğunu fark ettiğimde. Gözlerimi kaçırdım. Yere baktım. Korktum, aynadaki yansısıyla göz göze geleceğimi hissettiğimde… O ise bir adım attı, omzuma dokundu. Kaçarak bir çözüme ulaşamayacağımı düşündüm. Başımı kaldırdım. Aynadaki donuk gözlere baktım. Donuk ve öfkeli. Donuk, öfkeli ve parlak. Donuk, öfkeli, parlak ve… Bilmiyorum… Gülümsedi sonra bana… Sanatın vazifesinin cevap vermek değil soru sormak olduğundan bahsetti. Şöyleydi tam ifadesi: “It's the duty of art to ask questions, not to provide answers. And if you want a clearer answer, I'll have to pass.”… “Peki!” dedim sessizce. Yanağım çoktan pembeleşmişti bile. Cevaplar bizde gizliydi belki de. Sayısız cevap vardı 38 kesede… ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14,2016 2013 Spring PLAKA NO: L 76 236 Hem yazan hem yöneten tayfasından olan Michael Haneke’nin filmlerini şu kelimelerle özetlesek yanlış olmaz sanırım: Yabancılaşma, duygusal donukluk, iletişimsizlik, izolasyon, güvensizlik, korku, şiddet, suç, tüketim toplumu, anlamsızlık, boşluk, varoluşsal kaygılar, iyilik, kötülük, körlük, görmezden gelmek, kendini kandırmak, sorumluluk, duyarsızlaşma... Evet, bence Haneke bu işi çok iyi yapıyor! Tüm bu kavramları soğuk bir tokat gibi yüzümüze çarpıp olay mahallini terk etme işini... 1989 yapımı “Der Siebente Kontinent / Yedinci Kıta”da da aynı şeyi yapıyor ve bize modern burjuva yaşantısından karanlık bir kesit sunuyor. Güzel bir araba, konforlu bir ev, kocaman raflara dizili yüzlerce kitap, duvarlara asılı onlarca tablo… Varlıklı, eğitimli, kültürlü ve hiçbir sorunu olmayan (!) Avrupa insanı. Bir Georg, Bir Anna, Bir Evi… Ve birçokları… Aile… Ve toplum… Her şey var ama “sen” yoksun! Duygu yok, sıcaklık yok, iletişim yok… Sıcacık bir kucaklama yok. Belki de her şeyi çözebilecek basit ve içten bir kucaklama… Haneke’nin yabancılaştırma efektleri bizi filmden, sizden uzaklaştırıyor. Sizin gibi biz de yabancılaşıyoruz. Siz yaşadığınız çevreye, topluma yabancılaşıyorsunuz. Biz ise filme, size yabancılaşıyoruz. Sizi uzaktan izliyoruz. Georg! Evet, sen! İşinde yükselmeyi ve yaşlı patronunun bir an önce defolup gitmesini isterken ne kadar da hırslıydın değil mi? Anna! Evet evet, sen! Kızının ilgi çekmek için kör numarası yaptığını öğrendiğinde ne çok acıdı için değil mi? Oysa ona her şeyi (!) vermiştin… Bir gün, modern yaşamınızın ne kadar tekdüze, boş ve anlamsız olduğunun farkına vardınız değil mi? Bütün o varlık, ölümü düşündüğünüzde; yalnız ve sevgisiz olduğunuzu hissettiğinizde önemini yitirip koca bir yokluğa dönüştü değil mi? Tamam, haklısınız. Acı çekiyordunuz, ama çözüme yönelik bir yola başvurma seçeneğiniz de vardı. Sorunu, “tüketime devam ederek” ve kendinizi tüketerek çözdünüz. Vicdani bir sorgulama 39 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema yoluna gittiniz, sürekli olumsuz duygu ve düşüncelerinizle haşır neşir oldunuz, kendinizi hakim karşısına çıkarttınız, “utanç” duygusuna kapıldınız, “neden?” sorusunu gereğinden fazla sordunuz (o yüzden işlevini yitirdi), çaresiz hissettiniz, bunu kimseyle paylaşmadınız, destek almadınız, birinin size sarılmasına izin vermediniz, kendinizi cezalandırmak istediniz, çözüme yönelik düşünmek yerine olumsuz duygularınızın seline kapılıp kendinizi tükettiniz. Sizce insanların (toplumun) olumsuz duygu ve düşüncelerinden tamamen kurtulabilmesi mümkün olabilir miydi? Hırslarından yüzde yüz arınmış tek bir insan (toplum) gösterebilir miydiniz bana? Hatasız bir insan (toplum) var mıydı peki? Sizce Haneke bunu mu söylemek istemişti? Yo, hayır. Haneke: “Yaptıklarınızdan ve kendinizden utanmalısınız, hemen şimdi gidip kendinizi bir uçurumdan aşağı atın!” demiyor bana kalırsa… O bize karanlık masalını anlatırken bir şeyleri hatırlatıyor ve: “Biraz durup düşünün, kendinize gelin, farkına varın, kabullenin, gerekirse suçluluk hissedin ve bu sorunu nasıl çözebileceğinizi, hatalarınızı nasıl telafi edebileceğinizi düşünün…” diyor bana göre… Sayı 14, 2016 2013 Spring BİR SCHOBER AİLESİ MASALI Yıl: 1986 Bir zamanlar bir Schober ailesi varmış. Baba “Georg” (Dieter Berner) mühendismiş. Anne “Anna” (Birgit Doll) da bir gözlükçüde çalışıyormuş. Bu çiftin “Evi” (Leni Tanzer) adında bir kızları varmış. Her sabah, saat 06.00’ı gösterdiği vakit Anna ve Georg uyanırmış. Terlikler giyilir, dişler fırçalanır, küçük Evi uyandırılır, kahvaltı hazırlanır, kahvaltı yapılır ve arabayla evden çıkılırmış… Küçük Evi okuluna, anne Anna ise işine bırakılırmış. Son olarak baba Georg işine gidermiş... Anna arada bir Georg’un anne ve babasına mektup yazarmış. Bir gün yine yazdığı mektuplardan birinde, annelerinin ölümünün, kardeşi Alexander’ı (Udo Samel) derinden sarstığını ve Alexander’ın uzun süre bunalımdan çıkamadığını yazmış. Annelerinden kalan mirasla refah 40 ; PSİnema Lorem Ipsum Dolor seviyelerinin daha da arttığını belirtmeden de geçmemiş… Neyse, biz şimdi bu mektubu bir yana bırakıp küçük Evi’nin yanına gidelim… O gün küçük Evi’nin gözleri aniden göremez olmuş. Buna inanmayan öğretmeni onu testten geçirmiş ve küçük Evi’nin kör numarası yaparak dikkat çekmeye çalıştığını anlamış. Bundan habersiz Anna iş çıkışında arabaya atladığı gibi alışveriş alemine dalmış. Almış, vermiş… Almış, vermiş… Almış ve vermiş… Ürünler geçtikçe kasadaki rakamlar bir bir değişirmiş. Öyle çok ürün olurmuş ki kasadan geçmeyi bekleyen, görevli kızcağızın parmakları adeta bir makine gibi işlermiş. Neyse, kasadaki kızın hikâyesine başka zaman bakarız, şimdi bizim ailemizi takip edelim… Anna ve Georg tüm alma ve verme işlerini bitirdikten sonra evlerine gitmişler. Alınanlar özenle buzdolabına yerleştirilmiş. Her şey yolunda gibi görünüyormuş, fakat Sayı 14, 2016 2013 Spring garip bir şey varmış… Bu insanlar birbirleriyle hiç ama hiç konuşmazlar, birbirlerine hiç sıcak bir şekilde sarılmazlarmış… Adeta bir makine gibi otomatikmiş hareketleri, hatta duygudan bihaber duyguları… Tamam, tamam… Küçük Evi’ye geçiyorum… Evi’nin öğretmeni evi arayıp da o gün okulda olanları anlattığında Anna bir hışımla kızına koşmuş ve “senin sorunun ne?” diye sormuş. Ona, gerçeği söylerse kızmayacağını söylemiş. Küçük Evi donuk bir yüz ifadesiyle gerçekten kör numarası yaptığını itiraf edince tokadı yemiş. Bu ailede büyük bir sorun olduğu seziliyormuş, ama hala “mutlu bir aile” tablosu çizilmeye çalışılıyormuş yemek masasında… O gece Alexander da katılmış yemeğe. Küçük Evi hissizce bir annesine bir babasına bir dayısına bakıyormuş. Sonra Alexander aniden ağlamaya başlamış. Küçük Evi şaşkınmış… Yemek sonrası herkes televizyonun karşısına kurulmuş. Georg, Anna’nın 41 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema annesinin, ölmeden birkaç gün önce söylediklerini hatırlatmış: “Bazen kendimi ışık geçirmeyen kafalı insanlarla olmak yerine ekranlarından düşüncelerini görebileceğim insanlarla birlikte hayal ediyorum.”… Artık yatma vakti gelmiş… Anna kızını yatırırken ona onu ne kadar çok sevdiğini, babasının ve amcasının da onu çok sevdiğini söyleyip durmuş… Onun da kendisini, babasını sevip sevmediğini sormuş… Bir sürü sevmek kelimesi uçuşmuş havada ama bir tanesi bile yüreğe isabet ettirememiş okunu… Sayı 14, 2016 2013 Spring akşam evlerine giderlerken yolda bir trafik kazası ve üzeri kapatılmış cesetler görmüşler. Ölümü hatırlamışlar… Ertesi gün arabalarını temizletirken ailemiz yine hiç konuşmadan arabanın içinde oturuyormuş… Anna aniden ağlamaya başlamış. Arka koltukta oturan kızının elini tutmuş… Yıl: 1988 Aradan 2 yıl geçmiş. Georg ve Anna her zamanki gibi sabah 06.00’da uyanmış. Her şey otomatiğe bağlanmış gibi aynıymış. Tek fark, çiftin sevişmiş olması (otomatik ve duygusuz bir şekilde) ve dışarıda yağmur yağmasıymış. Ha bir de diş fırçalarının rengi değişmiş… Bütün o rutine bağlanmış işler yeniden yapılmış… Anna yine mektup yazmış… Her şeyin yolunda olduğundan, Georg’un işinde yükseldiğinden, patronun evlerine yemeğe geleceğinden bahsedip durmuş. Mutlu bir aile tablosunu resmetmek için gereken her türlü büyülü fırça darbesini vurmuş da vurmuş… Georg, Anna ve küçük Evi, Yıl: 1989 Bir yıl daha geçmiş aradan. Schober ailesi, Georg’un anne ve babasını ziyaret edip evlerine geri dönmüşler. Evlerine vardıklarında geceymiş. Birbirlerine otomatik olarak iyi geceler diledikten sonra ışıklar sönmüş. Georg gazeteye olan aboneliklerini iptal etmeleri gerektiğini söylemiş. Neden?... Hava aydınlandığında bir mektup daha yazıldığı görülmüş. Mektup yazma görevini bu defa Georg üstlenmiş. Yazdığına göre, ziyaretten 42 döndükten ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14, 2016 2013 Spring bir gün sonra Georg işinden istifa etmiş, Anna ile bir karara varmışlar, artık onları hayata bağlayan hiçbir şey yokmuş, bu nedenle bir yolculuğa çıkacaklarmış… Evi’yi de yanlarında götürmeye karar vermişler… Yolculuk öncesi son kez bir alışverişe çıkmışlar. Almışlar, vermişler… Almışlar. Ve vermişler… Bankadaki tüm paralarını çekmişler. Arabalarını satmışlar. Eve kapanmışlar… Kendilerine mükellef bir sofra hazırlamışlar… Yemişler, içmişler, tüketmişler… Bir nefes almışlar… Sonra tabloları toplayıp kırmışlar… Giysileri kesmişler, parçalamışlar… Bütün dergileri, resimleri, kitapları ve defterleri yırtmışlar; plakları kırmışlar… Koltukları, fotoğraf albümlerini parçalamışlar… Dolapları kırmışlar, mobilyaları doğramışlar… Klozetin başında, bütün paralarını suyla beraber özgürlüğe yollamışlar… En sonunda kendilerini de tüketmişler…17 Ocak’ta evlerinde ölü olarak bulunmuşlar. 20 Şubat'ta da gömülmüşler… YAZAR: Melike KORKMAZ, Psikolog Ankara Ünv., Adli Psikoloji Y. L. Öğrencisi [email protected] 43 ; Sayı 14, 2016 2013 Spring PSİnema Lorem Ipsum Dolor YAPBOZUN KAYIP PARÇASI: SEVMEK ZAMANI Sevmek Zamanı filmi kışın adada boyacılık yapan Halil’in öyküsünü anlatır. Halil, insan yoğunluğunun kış mevsiminde oldukça az olduğu adada, yazlık evlerin tadilat işleriyle uğraşmaktadır. Yağmurlu bir günde Halil’in bu yazlık evlerden birine girmesiyle, Erksan bizi Meral’in resmiyle tanıştırır. Anahtarla kapısını açıp girdiği evde Halil’in hareketleri, herhangi bir tadilatla uğraşmak için eve girmediğini hatta evin sahibi olduğu izlenimini yaratmaktadır. Filmin bu dakikalarında, seyirci Halil’in mesleğinden de, orada bulunma amacından da habersizdir. Halil’in resmi izlemek için perdeleri açışı, koltuğa oturuşu, müziği açışı ve sigara yakışı bulunduğu ortamda kendine bir yer edinmiş olduğu izlenimi vermektedir. Bulunduğu ortamda sırasıyla yaptığı eylemler adeta bir ritüeli andırır. Halil, resme bakmaktan öte o resimle randevulaşmış gibidir. Meral’in resmine gözünü bir an bile ayırmaksızın bakarken, Meral ve arkadaşları eve girerler ve müzik sesini duyarlar. Meral durumu anlamak üzere üst kata çıktığında, balkon kapısının camından kendi resmine bakan Halil’i görür. Bu esnada kamerayı özellikle Meral’in yüzüne odaklayarak, Erksan seyirciye onun hissiyatının yansımasını göstermek istemiştir. Meral’in şaşkınlık ve haz karışımı bir ifadeyle kendi suretine ve onu izleyen Halil’e bakması Lacan’ın (1966) insanın arzusunun arzulanmak olduğu savıyla birebir örtüşür. Meral’in yüz ifadesi kendi 44 ; PSİnema Lorem Ipsum Dolor Sayı 14,2016 2013 Spring suretine gözünü ayırmaksızın bakan bu adamın arzusundan aldığı hazzın, diğer bir deyişle arzulanmaktan aldığı hazzın ifadesidir. Bu hazzın yansımasını, filmin ileri dakikalarında, Meral’in “Sevişmenin Yolu” adlı kitabı okurken kanepede kendini tatmin ettiği sahnede bir kez daha görürüz. Meral arzulanmanın hazzını yaşarken, Halil için bu resim ne ifade etmektedir? Bir sene boyunca aynı koltukta, aynı şarkıyı çalarak ve sigarasını yakarak baktığı bu surette Halil ne görmektedir? Lacan’a göre bebek ayna evresinden evvel annenin göğüsleri, dudakları, bakışlarına duygusal bir yatırım yapar. Böylelikle, bebek anneden ayrışmamış ideal bir dünya kurar. Benliği de bu dünyadan ibarettir (Bowie, 1997). Halil’in Meral’in resmi için sarf ettiği “Birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. İnanamadım… İkinci kez zorlukla baktım resmine. Gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde.” cümleleri bebeğin annenin görünüşüne yönelik yaptığı duygusal yatırımla benzeşirken; “Resmin benim dünyama ait bir şey.” ifadesi de benliğin resimle (anne) bir olduğunu ve ondan ayrışmamışlığını gösterir. Halil’in Meral’in resmine anlamlar yükleyerek ikisinden ibaret bir dünya kurma ihtiyacı neden doğmuştur? Öznenin kendisindeki eksikliğin idraki, bir arzu nesnesi üretmesine ve ona kavuşma çabasına sebep olur (Lacan,1966). Halil’in resimde gördüğü sevgi ve iyilik kavramları onun dünyasındaki eksikliğe işaret eder. Meral’in resmi, resmin bu kavramları barındırdığına inanan Halil için kendi tarafından yaratılmış bir arzu nesnesi haline gelmiştir. Özne, kendinde eksik olanı ötekine atfeder. “Bende eksik olan, onda var olmalı.” der. Böylece özne bu eksikliği doyurma amacıyla fanteziyi oluşturur. Özne bilinçdışında “jouissance”a (sonsuz hazza) ulaşamayacağının bilgisine sahip olduğu halde, bu imkânsızlık ona imkanlı gibi görünür ve kendinde eksik olana ulaşma fantezisine devam eder (Lacan, 1966). Halil’in zihninde resim, idealize edilmiş bir simgedir. Bir arada bulunması imkânsız şeyleri o resme yükler. Zihnindeki kadın imgesi hem seksi, hem anaç, hem de zekidir. Fakat pratikte bunun olabilirliğinin imkânsız olması bunun fantezi olarak kalmasına yardım eder. Halil o resimde bedensel hazzın ötesinde bir imge kurarak, ona etki edebilir bir varlığı seçmeyerek ve olası hayal kırıklıklarını bertaraf ederek gerçeklikten kaçmaktadır. Halil’in resimden iyilik, sevgi, şefkat göremeyecek olması fakat o resimden bunları edindiğini ifade etmesi fantezisini sürdürmeye devam etmeye çabaladığının kanıtıdır. 45 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Halil’in gerçeklikten kaçma gereksinimiyle kurduğu fantezi, suretine âşık olduğu Meral’in aslıyla yüzleşmesiyle kesintiye uğrar. Meral’in, “Resmimin yerine ben seveceğim seni. Artık ben varım.” demesi Halil’i fantezisini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bırakır. Meral’in Halil’e gerçek bir insan olarak gözükmesi, zihnindeki imgeyle gerçekliğin çarpışmasına sebep olur. Bu durum Halil için bir kırılma noktasıdır. Rene Magritte’in 1963 yılında yaptığı “La lunette d’approche” adlı tablosu bu kırılma anıyla benzeşir. Pencerenin çerçevesi, gerçekliği kuran fantezinin çerçevesidir. Pencere kapalıyken görülen masmavi gökyüzünün, pencerenin açılması yoluyla beklenmedik bir siyah boşlukla kesintiye uğraması fantezinin tutarsızlığına işaret eder. Meral’in gerçeklik olarak ortaya çıkışı Halil’in Sayı 14,2016 2013 Spring fantezisinde beklenmedik bir siyah boşluktur. Meral’in “Ben varım.” deyişi bu sebeple Halil’de kaygı uyandırır. Halil “Resmin sen değilsin ki. Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün düşüncelerimi yıkarsın.” derken fantezisine Meral’in gerçekliğini bulaştırmamak için direnir. Fakat Meral oradadır ve Halil’in fantezisinde Meral’in resmi naifliğini yitirir. Çünkü Halil zihninde o resme idealize edilen bir varlığın özelliklerini yüklemiştir, ama Meral bir insan olarak o idealize edilen değildir. Artık Halil’in fantezisine Meral’in gerçekliği bulaşmış ve idealize edilene dair fantezisi sonsuza kadar yitirilmiştir. Halil kendinde eksik olanı doyurmak adına oluşturduğu yap-boz parçasının işlevini yitirdiğini ve artık yapboza uymadığını fark eder. Bu noktada 46 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema fantezisini dönüştürmek zorunda kalır. Çünkü hala kendinde doyurulamamış bir eksiklik mevcuttur. Halil’in Meral’in onun düşüncelerini yıkacağını iddia etmesi, Halil’in yansıtma savunma mekanizması olarak da yorumlanabilir. Halil, resminin aksine, Meral’in kendisine hep aynı sevgiyle bakamayacağından korktuğunu ifade eder. Bu korku ifadesi, aynı zamanda Halil’in de Meral’e onun resmine duyduğu bağlılığı gösteremeyecek olmasının yansımasıdır. Her ne kadar Meral, Halil’e idealindeki her şeyi veremeyecek olsa da; Halil de kendi zihnindeki Meral imgesinden uzaklaşacak ve “gerçek” biri olarak Meral’i tüm yönleriyle sevemeyecektir. Meral’in ona yaklaşma ve sevgisine cevap vermek isteme çabalarına gösterdiği direniş, belki de Halil’in kendine duyduğu öfke ve güvensizliğin yansıması Sayı 14, 2016 2013 Spring Erksan, Halil’in gerçekliğe çarpan fantezisini dönüştürmesi yolunda, Meral’in ısrarı harici Mustafa Usta karakterinden de yararlanır. Bu karakter adeta seyirciyi temsil etmekte ve Halil ile özdeşleşerek onu Meral’e itmeye çalışmaktadır. Erksan, seyirciyi de dönüşen fanteziye ortak ederek, Meral ve Halil’in birleşmeleri fikrini benimsetmeyi hedeflemektedir. Bu fikre ikna olan Halil, Meral’in peşinden İstanbul’a gitme kararı alır. Onu ve arkadaşlarını birlikte ilk kez gördüğü poligon sahnesinde, Meral’in nişanlısı olan Başar karakteriyle ilk kez karşılaşırız. Sahnede, Başar’ın elindeki tüfek, Halil için kastrasyon kişisinin sembolüdür. Başar’ın oradaki konumu, Halil için babanın iktidarını sembolize eder. O bölgede babanın kuralları hâkimdir. Başar o tüfekle, Meral’e sahip ve iktidarı elinde bulunduran konumdadır. Bu yüzden Halil, orada bulunmasının yanlış olduğunu hissettiğini Meral’e ifade eder. Buradaki kaçma arzusu da kastrasyon anksiyetesini tezahürüdür. Erksan poligon sahnesini film senaryosuna, çekimler esnasında eklemiştir. Sahneyi hava koşullarından ötürü, bu şekilde çektiğini ifade etmiştir (Battal, 2009). Ancak; sahneyi başka türlü çekecekken böyle bir mizansen 47 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema yaratması, sahnede tüfeğin kullanımı ve tüfeği kullanan şahsın kullanımı tesadüfî değildir. Yönetmen bir nevi kendi kastrasyon anksiyetesini bu mizansen aracılığıyla aktarmıştır. Poligon sahnesini bir kez daha incelediğimizde, Başar ve arkadaşlarının Halil’e karşı şiddet kullanımı, Halil’in kaçmasını ve duyduğu anksiyeteyi haklı çıkarır. Oraya aidiyet hissetmeyen daha doğrusu Meral’in dünyasına dâhil olamayan Halil, oradan atılmışlık duygusu yaşar. Ancak Meral, Halil uğruna çamurlu yolda yalınayak yürüyerek, onun yanında olduğunu ve o yapmacık dünyanın parçası olmadığını bir nevi Halil’e aidiyetini kanıtlar. Bu noktadan itibaren, Halil için eski fantezi tamamen yıkılmış, arzu nesnesi Meral’in suretinden, onun aslına dönüşmüştür. Artık Meral’in aslı Halil için yap-bozdaki eksik parçaya uyum sağlamıştır. Erksan Halil’in yıkılan fantezisinden yeni bir fantezi doğurtur adeta. Fantezisi dönüşen Halil, artık Meral’in gerçekliğiyle yüzleşmiş ve arzu nesnesini dönüştürmüştür. Artık Meral’in hayatına dâhil olma isteği onu buna yönelik eylemlere iter ve ilk etapta Meral’in babasıyla konuşmak durumunda kalır. Bu konuşma sahnesi Erkan'ın çekim tekniği açısından da Sayı 14, 2016 2013 Spring manidardır. Meral’in babasının Halil’e evlenmeleri hususunda yaptığı konuşmada, durumun olumlu ve olumsuz taraflarını görüntüye aktarmıştır. Meral’in babası evlenmelerine dair ilkin olumlu sözler sarf ederken, ikilinin ilerlediği koridorun sonuna gelindiğinde yürüdüklerinin aksi istikametine dönerler ve babası gençlerin karşılaşabilecekleri olumsuzlukları aktarmaya başlar. İlk etapta fantezinin gerçekleşeceğine dair umudu yeşertirken, madalyonun diğer yüzünü de göstererek Erksan, fantezinin gerçekleşmeme ihtimaline dair bir şüphe uyandırmayı hedefler. Yönetmenin uyandırdığı bu şüphe Halil ve Meral’in yağmur yağarken duvar kenarında yan yana durdukları görüntüsüyle somutlaşır. Meral’in babasının Halil’e gösterdiği olumlu ve olumsuz yanlar, Halil ve Meral’in kıyafetleri yoluyla seyirciye aktarılır. Halil’in simsiyah pardösüsü ve yanında bembeyaz giyinmiş Meral, adeta bu sosyal sınıf farklılığını, bir nevi “ayrı dünyaların insanı” olduklarını açıkça betimler. Bu sahne aynı zamanda, ayrılmaya karar verdikleri sahnedir, burada Halil Meral’i hala sevmektedir fakat ona kavuşamayacağını apaçık görmektedir. Bu sahnenin ardından,48 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Meral’in Başar’la evlenmeye karar verdiğini görürüz. Bu noktada daha evvel de belirttiğimiz, Meral’in Halil’e olan bağlılığının, Halil tarafından arzulanmaktan aldığı “haz” olduğu açıkça görülür. Meral kavuşamayacaklarını anladığında, onu arzulayan başka bir erkeğe gitmeyi çözüm olarak görür, ama orada da barınamayacaktır. Başar’la olan düğün sahnesinde, Erksan yalnızca iki karakteri görünür kılarken, düğünde bulunan diğer insanları büyük gölgelerle anlatmayı seçmiştir. O kişilerin gölgelerle ifade edilmesi, bir nevi onları Meral’in gözünden göstermeye çalışmaktır. Meral artık ait olduğunu düşündüğü dünyadaki sahteliğin farkına varmıştır, gölge Jung’a (1981) göre gizlemeye çalıştığımız tarafımızdır, ama Meral bu noktada bu gizlenen tarafı görebilmeye başlamış bir nevi sahte dünyasının kodlarını çözmüştür, artık o yere aidiyet hissetmemektedir. Bu sahteliği görmesinden ötürü, bu gölgeler onun için artık korkutucu olmaya başlamıştır. Halil cephesine dönersek; Meral’in evlenmesinden gazetede gördüğü gelinlik resmi vasıtasıyla haberdar olmuş, dönüşen arzu nesnesine de kavuşamamıştır. Bu arzu nesnesinin yıkılması Halil’in Sayı 14, 2016 2013 Spring yeni bir arzu nesnesine gereksinim duymasına sebep olmuştur. Tıpkı Meral’in resmiyle kurulan ve Meral’in aslıyla yüzleşmesi sonucu dönüşen fantezisi ve bu uğurda kaybettiği arzu nesnesi yerine yenisini üretmesi gibi, bu kaybın da telafisi aynı mekanizmayı tetikleyecektir. Meral’in evlenmesi ile boşalan yap-boz parçası yerine, Halil bu eksiği doldurmaya çabalamak zorundadır. Bu noktada, Meral’in gelinlikli resmini görmesi, gelinliği üzerinde olan bir vitrin mankeni almasına yol açar. Halil, Meral’in resmi (ilk arzu nesnesi) ve gelinlikli mankenle beraber kayığa binip gölde açılır. Halil fantezisini su gibi akan bir yüzeyde yani gerçeklikten kaçabildiği bir yerde sürdürmeye devam eder. Su yüzeyi aynı zamanda anne rahmine dönüşü temsil eden, imkânsız ve eksik olana kavuşturan fantastik bir dünyadır. O esnada Meral de, artık ait olmadığını49 ; Sayı 14,2016 2013 Spring Lorem Ipsum Dolor PSİnema idrak ettiği dünyadan kaçmayı seçer ve Halil’i bulmak için göl kenarına gider. Halil’in son kaybettiği arzu nesnesi artık oradadır. Meral’in kayığa binmesinin ardından, önce gelinlikli manken, sonra da resim, Meral tarafından suya bırakılır, Halil ile ilk kez yüzleştiği zaman sarf ettiği cümledeki gibi, artık “o” vardır. Halil’e tekrar, “ben varım” demektedir adeta. Erksan gerçeklikten arınık bir yerde, su yüzeyinde onları kavuşturur. Bu kavuşma seyircinin de benimsediği ve gerçekleşmesini istediği bir son olduğu halde, yönetmen bu sahneyle filmi bitirmeyi seçmez. Halil ve Meral’in masalsı bir karede kavuştuğunu izlerken, Başar, adeta donmuş olan bu resmi bozar. Erksan, Başar karakteri yoluyla, bu kavuşmanın imkânsızlığını göstermek adına bunu yapar. Halil ve Meral’i tüfeğiyle vuran Başar, seyircinin de fantezisini yıkmıştır. Bu yıkılma anı da, seyirciyle eş zamanlı olarak bu kavuşma fantezisini benimseyen Mustafa ustanın, Halil ve Meral’in vurulduklarını gördüğünde yere yığılmasıyla seyirciye ayna tutmaktır adeta. Seyirci de bu umulmadık sonla, arzuya kavuşmanın imkânsızlığına çarpmış olur. ∞ Türk sinemasında çekildiği dönemde çağdaşlarından farklı üslubuyla ayrılan 1965 yapımı Sevmek Zamanı filmi, Metin Erksan’ın filmografisinde önemli bir yer tutmaktadır. 1929, Çanakkale doğumlu Erksan, sanat tarihi bölümünde okurken aynı zamanda 7. sanatın da uluslararası alanda akımları ve eserleriyle ilgilenmeye başlamıştır. Sinema tutkusu, bununla sınırlı kalmamış, 1952 yılında ilk filmi olan Karanlık Dünya’yı çekmiştir. Filmografisinin miladı olan bu film ünlü halk ozanı Aşık Veysel’in hayatını konu alır. Erksan’ın bu seçimi, beslendiği kültürü ve tarihsel birikimini sinema bilgisiyle harmanlamasının başlangıcıdır. Sevmek Zamanı’nın hikâyesinin oturduğu iskeletin de tasavvuf edebiyatında yer alan “suret-i aşk” kavramı olması yönetmenin seçimlerinde içinde doğduğu kültürün öğelerini aktarma kaygısı olduğunun bir emaresidir. Erksan, Sevmek Zamanı’nda bir nevi modern Leyla-Mecnun hikâyesi anlatmakta, fakat dönemin klasik melodramlarından ayrılmakta, aldığı eğitimin de getirisiyle bu hikâyeyi estetik bir üslupla perdeye aktarmaktadır. 1975 yılında çektiği Sazlık filminde de Erksan benzeri bir tema kullanarak “suret” ve “asıl olan” kavramlarına 50 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Sayı 14, 2016 2013 Spring Sevdiği kadını kaybeden adam, göğsüne çizdiği sevgilisinin resminin aynadaki yansımasına her gün bakarak onun dönüşünü umutsuzca bekler. Artık sevdiği kadın göğsündeki figürün içine hapsolmuş gibidir. Erkek karakterin ölümü, bu bekleyiş sırasında, vuslat gerçekleşemeden olur. Dini bir ritüeli (inziva) andıran bu bekleyişin kadın ve adam birbirine kavuşamadan sonlanması Leyla-Mecnun hikâyesindeki gibi maddi bir aşktan öte ilahi bir aşkı çağrıştırmaktadır. 1975 yılında çektiği “Bir İntihar” filminde de Erksan, iki tutkulu sevgilinin hikâyesini anlatır. Sevgililerin, karşı karşıya durdukları sahnede, kadın oyuncunun arkasında erkeğin fotoğrafı, erkek oyuncunun arkasında da kadının fotoğrafı yer almaktadır. Karakterler karşılıklı konuşurken arkalarında birbirlerinin fotoğraflarının bulunması, sözcükleri karşılarındakine ifade ederken aynı zamanda kendilerine söyledikleri izlenimini vermektedir. Böyle bir mizansen kurarak, Erksan aşkı yine maddi boyuttan arındırmayı amaçlayarak sevilenle sevenin iç içe geçmişliğini tekrar vurgular. 51 ; PSİnema Lorem Ipsum Dolor Sayı 14, 2016 2013 Spring Erksan, filmlerinde karakterlerinin tutkusunu tüm ayrıntılarıyla çizerken, seyirciyi de karakterin arzusuyla yakından tanıştırmış olur. Karakteri benimseyen seyircinin de tıpkı karakter gibi o tutkunun peşinden koşmasını ister. Bir nevi seyircinin arzusunu da şekillendirir. Sevmek Zamanı’nda yönetmen, karakterlerle fazlasıyla özdeşleşen seyirciyi karakterlerin birleşmesi mitini arzulamaya sevk eder. Ancak, olay örgüsünden beklenmeyecek bir son çizerek karakterlerin kavuşmasını engellerken aynı zamanda seyirciyi de arzusuna kavuşturmamayı seçer. Bu durum bir nevi seyircinin kastrasyona (hadım edilme) uğratılmasıdır. Yönetmenin ne olduğu sorusuna “Rejisör Tanrı kral’dır.” (Battal, 2009) yanıtını veren Erksan için Sevmek Zamanı’nda gerek karakterlerin, gerek seyircinin arzu nesnesine kavuşmasını engellemesi, yönetmenin kastrasyon anksiyetesini, hadım edenle özdeşleşerek çözmeye çalıştığının göstergesidir. Erksan’ın Tanrı kral benzetmesi, mutlak bir hâkimiyet kurabileceği bir dünya tahayyül etmesinden ileri gelir. Meral’in resmine yüklediği anlam Halil’in fantezisini oluştururken, Halil’in Meral’in resmi üzerine fantezi kurması Erksan’ın fantezisini oluşturur. Mutlak hâkimi olduğu bu filmde, dolayısıyla fantezisinde, arzunun imkânsızlığından doğan “o” eksiği doyurmaya çalışır. Nasıl ki Halil için Meral’in resmi hayatındaki yap-bozun eksik parçasını tamamlayarak onun fragmantasyonunu (parçalanma) engelliyorsa, Erksan için de Tanrı rolü oynadığı bu filmler benliğindeki eksik parçayı doldurma çabasıdır. Benzeri temaları filmlerinde yineleyişi kendisi için de arzuya kavuşmanın imkânsızlığını, yine de karakterleri gibi tutkuyla ona ulaşma çabasını vurgular. Karakterlerini ve aynı zamanda onlarla özdeşleşen seyirciyi de ulaşmaktan alıkoyması, kendi açmazını da gösterme çabası olarak düşünülebilir. Çektiği filmlerde karakterleri canlandıran oyuncuların seçiminde de “Tanrı kral” benzetmesini hatırlatmak yerinde olur. Sevmek Zamanı filminde, o dönemde beyazperdede seyircinin görmeye alışık olmadığı iki oyuncuyu seçmiştir. Halil karakterini oynayan tiyatro kökenli Müşfik Kenter bu filmde ilk kez kamera karşısına geçmiştir. Film aynı zamanda Meral karakterini oynayan Sema Özcan’ın da ilk filmlerinden birisidir. Erksan’ın bu seçimi, diğer filmlerinde de göze çarpar. “Acı Hayat” filminde Türkan Şoray’a henüz şöhret olmadan başrolü vermesi ve benzeri biçimde “Susuz Yaz” filminin de Hülya Koçyiğit’i beyazperdeyle tanıştıran film olması bilinçli bir tercihtir. Tanrı kral betimlemesine atfen, yönetmen karaktere bürünen oyuncuyu da tamamen kendisi şekillendirebilmek adına bu yolu izlemiştir. 52 ; Sayı 14, 2016 2013 Spring Lorem Ipsum Dolor PSİnema Filminin (fantezisinin) tüm öğelerini özenle döşemesine rağmen, benzeri temaları kullanarak aynı tutkuya bağlı kalışı, mutlak hâkimi olduğu bu dünyada da arzunun ulaşılmazlığı gerçeğine çarptığının göstergesidir. Çünkü bu arzuyu gerçekleştirmeye çalışırken sinemanın diline tabidir. Lacan’a göre dil, kültürün özneye dayattığı semboller dizgisidir (Başer, 2010). Benzer şekilde, Erksan’ın kullanmak durumunda kaldığı sinema dili de ona dayatılan “babanın kanunu”dur. Türk sinemasında çekildiği yıllarda konusu ve zamanın sinema çevrelerince dışlanması sebebiyle seyirciye ulaşamamış olan Sevmek Zamanı filmini incelemenin seçilmesindeki sebep; yalnızca çekildiği dönemle sınırlı kalmayan, adeta zamanın ötesine geçen bir temayı başarılı bir sinema diliyle anlatmış olmasıdır. Suret-i aşk kavramını irdeleyen bu film, görünenin ardındaki anlama işaret edebilmesi yönüyle, manevi tatmin sağlamakta, dolayısıyla yapbozda hissettiğimiz boşluk duygusunu tamamlayabilme ihtimalini doğurmaktadır. Erksan’ın benzeri temayı tekrar tekrar diğer çalışmalarında da kullanışı, bu filminde Halil karakterinin benliğindeki boşluğu doldurmaya çabalayışı bizim de onlarla özdeşleşmemize sebep olmuştur. Film de, bizim için görünürdekini ortaya koyarken, onu irdelemek, ardındakine bakmamızı sağlamış, onun temsil ettiğini görmemize imkân vermiştir. Kaynakça Başer, N. (2010). Lacan. Say Yayınları: İstanbul. Battal, S. (2009). Metin Erksan'ın tutkusu belgeseli. Bowie, M. ( 1997). “Lacan”, çeviri: Pekel Şener, Dost Kitabevi Yayınları, 2007. Jung, C. G. (1981). The archetypes and collective unconscious. USA: Priceton University Press. Lacan, J. (1966). Ecrits: a selection, çeviri: Alan Sheridan, London: Routledge, 2001. YAZARLAR Seda ERZİ, Y. L. Öğrencisi İlknur DİLEKLER, Y. L. Öğrencisi Maltepe Ünv. Klinik Psikoloji ODTÜ Klinik Psikoloji [email protected] 53 ; PSİnema Lorem Ipsum Dolor Sayı 14, 2016 2013 Spring DİNGİN SAVAŞÇI "Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür, ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez..." Leo Tolstoy Önce kendinden başlamak, üstüne giydirilen kimlikleri soyunmak yavaşça içinde sırlar barındıran aynana bakabilmek öylece anadan üryan, önce kendini değiştirmek belki de budur fark etmek, farkında olmak. Dan üniversiteye giden bir taraftan da turnuvalara hazırlanan azimli bir atlet, tek amacı ise daha önce kimsenin yapamadığı ittirilmeden üç takla atarak rekora imza atmak ve altın madalyayı kazanmak. Bu amaç uğruna öylesine zorluyor ki bedenini defalarca sakatlanmanın eşiğinden dönüyor, ruhu ise hezeyanlar içinde ta ki o geceye, o rüyaya kadar. Rüyasında alnındaki terler zeminde parçalanıyordu bir tüy gibi sallanarak yavaşça kondu zemine, ancak ağırlığı fazla gelmiş olmalı ki parçalandı bacağı, parçalarını süpürdü çöpçü aniden uyanıyor 54 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema uykusundan, koşarak çıkıyor evinden köşedeki benzinliğe gidince hayatını değiştiren adamla, parçalarını toplayan çöpçü ile onun tabiriyle Sokrates ile tanışıyor. Bundan sonra kaçmak istese de Sokrates den, ışığa savrulan pervaneler gibi onun eksenine giriyor Dan. Yüzleşmeye karar verdiğinde Sokrates’e sorduğu ilk soru ise “Mutlu musun?”, Sokrates’in cevabı ise oldukça ilginç “Burada insanlara hizmet sunuyoruz ve bundan daha üstün bir amaç yoktur”. Onu sarsan itici bir güç haline gelmişti Sokrates hayatında, Dan madalyayı kazanabilmek için ondan bildiklerini kendisine de öğretmesini, eğitmesini ister. Ancak Sokrates’in bunun için bir takım şartları vardır, hayatından alkolü, seksi çıkarmasını, sağlıklı beslenmesini ister, bu şartlar genç atlet için ağır gelir. Vazgeçer ve bir süre görmeye gitmez Sokrates’i, çalışmalarına, gece hayatına devam eder. Bu arada arkadaşları ile de sorunlar yaşamaya başlar. Hepsinin istediği altın madalyaya sahip olmaktır, aynı hedef etrafında toplanmak birlikteliğe değil rekabete dönüşmüştür artık ve Dan herkesi rakibi olarak görmektedir. Çalışmalar sırasında sakatlana arkadaşının hatasının ona nasıl yarar Sayı 14, 2016 2013 Spring sağlayacağını düşünür uzun uzun. Kendi çalışmaları ile bir yere varamayacağını görmesi uzun sürmez ve Sokrates’in yardımına başvurur tekrar. İki farklı ruhun çatışması şiddetle hissedilir ama Dan Sokrates’in istediklerini yapmaya başlar ancak bu duruma alışmak, kuralları yaşam tarzı haline getirmek çok zordur onun için ve tekrar pes ederek eski yaşamına geri döner. Sokrates’in giderken ona söylediği son söz ise “Tutunduğun şeyleri bırakmalısın, kibrin gibi, konuşmak gibi sahip olduğun tek şey bu!”. Bir gün motoru ile okula yetişmeye çalışırken trafik kazası geçirir, uzun süre baygın olarak yatar hastanede. Bacağı yedi yerinden kırılmış, çelik miller ile tutturulmuştur. Doktora ne zaman antrenmanlara dönebileceğini sorduğunda aldığı cevap tüm hayatını değiştirir. Artık fiziksel hareketler yapması tamamen yasaklanmıştır. Koltuk değnekleri ile yürümek zorunda kalan Dan uzun süre spordan uzak kaldı ama inancını kaybetmemişti odasında omuzlarını güçlendiriyor yavaş yavaş hazırlanıyordu, antrenmanlara geri dönmek istediğinde ise fark ettiği ilk şey antrenörü de dahil herkesin ondan umudunu kesmiş olmasıydı. Bir kere daha yıkılan Dan soluğu 55 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema odasında aldı ve bütün ödüllerini parçaladı, şuana kadar kendisine verilmiş tüm kimlikleri bir kenara iterek koşarak çıktı odasından soluğu yüksek bir saat kulesinde aldı. Aşağıya bakarken önce bastonunu fırlattı boşluğa, atlamak geçiyordu içinden ama orda yalnız olmadığını anlaması uzun sürmedi, onu görünce irkilmişti önce. Karşısında duruyordu kendisi, “öteki”, korkusuz ve kibirli benliği eski formunda bir kuş gibi dolanıyordu kulenin etrafında, karşısına dikildi ve “Kaybedecek ne kaldı ki? Bırak her şeyi, eğer ben olmazsam kime dönüşeceğini sanıyorsun?” diye sordu ve Dan Sayı 14, 2016 2013 Spring içindeki öteki ile yüzleşti onu boşluktan aşağı iterken kendi ile barışmıştı artık. Sokrates’e gitti ve yardım istedi ondan halen topallıyordu, Sokrates ona “kendi cevaplarını bulmalısın, artık dışarıdan bilgi toplamayı bırak içinden bilgi topla. Doğru yerde, doğru şeyi, doğru zamanda yapabilmek için bilgeleşmek gerekir. Bilgi ile bilgelik de aynı şey değildir” diyerek eski bir arabanın yanına getirdi ve ondan düşünmesini, önemli bir şey keşfetmesini istedi. Sabaha kadar sandviçlerdeki malzeme önceliğinden tutunda kuşların özelliğine kadar birçok şey saydı Dan ama hiç biri Sokrates’in istediği cevap değildi. 56 ; Sayı 14,2016 2013 Spring Lorem Ipsum Dolor PSİnema Günün doğuşuyla gelen Dan "Sevmediğin insanlar genellikle en çok ihtiyaç duyduğun kişilerdir” diyerek içeri girdi ve yeni bir süreç başladı ikisi içinde, kendi içinde değişimin süreciydi bu. Dan çalışmalarına devam etti, artık sadece omuzlarını değil bacaklarını da güçlendirmeye çalışıyor, başlarda çok zorlansa da gün geçtikçe başarılı oluyordu. Eski formuna kavuşmasına az kalmıştı, olimpiyatlar için başvurular başlamıştı ancak başvuru yapabilmesi için antrenöründen onay alması gerekiyordu. Spor salonuna geldiğinde herkes onu durdurmaya çalıştı, o sadece antrenörünün gözlerine bakarak “Bana olan inancını kaybettin, ilk sen kaybettin” diyerek gözlerinde yaşlarla yöneldi salona ve halkalara tutunarak dönmeye başladı, tıpkı eski günlerde ki gibiydi. Herkes şaşkınlıkla on ay gibi kısa bir sürede neler başarabildiğine bakıyordu. Olimpiyatlar için onay almıştı artık önündeki tüm engelleri aşmıştı. Ancak altın madalyayı kazanamama konusundaki kaygıları devam ediyordu. Ertesi gün Sokrates ona önemli bir şey göstereceğini söyledi ve birlikte uzun bir yola çıktılar saatlerce yürüdüler, yolun sonunda Sokrates yerden bir taş alarak Dan’e uzattı. Bütün yolu bunun için geldiklerini düşünen Dan sinirlendi, bir an düşündükten sonra “Yolculuk, bunun için geldik, yolculuğun kendi bizi mutlu eder varılacak yer değil” diyerek, gezinin anlamını keşfetti ve üç temel kuralı özümsedi. Birincisi, paradoks, hayat gizemdir bunu çözmeye kalkışma. İkincisi, mizah, zor durumlarda mizah yeteneğini koru zor anlarda yardımcı olur. Üçüncüsü, değişim, hiçbir şey aynı kalmaz. Artık ruhen ve bedenen olimpiyatlara hazırdı. Önce kendini, sonra evreni keşfeden Dan farkındalığa ulaşmıştı. Olimpiyatların yapılacağı gün geldiği gibi aniden kayboldu Sokrates, Dan ise herkesi şaşırtarak, ittirilmeden havada 3 takla atarak altın madalyanın sahibi oldu… "Dünyayı bilmek isteyen, onu önce kurmak zorundadır, hem de kendi içinde..." der Kant, Dan film boyunca önce kendi yıkımını gerçekleştirdi, sonra kendi ile barıştı ve kendi dünyasını kurarak farkındalığa ulaştı. YAZAR Halime SAMSA, Öğrenci Bahçeşehir Ünv. Psikoloji Bölümü [email protected] 57 ; Sayı 14, 2016 2013 Spring PSİnema Lorem Ipsum Dolor UMUT IŞIĞIM “Benim deliliğimi yenmenin tek yolu daha delice bir şey yapmaktı. Teşekkür ederim. Seni seviyorum. Seni gördüğüm ilk dakikadan itibaren bunu biliyordum. Anlamam bu kadar uzun sürdüğü için özür dilerim.” İnsanların ruh hastalıkları ve hastalarına karşı olan tutumunun tarihçesi oldukça gerilere gitmektedir. Bu tarihsel süreç boyunca bir dönemden diğer döneme ve bir kültürden diğer kültüre ruhsal hastalıklara olan tutum değişiklik göstermiştir. Yani bazı kesimler, ruh hastalıklarına ve ruh hastalarına karşı kaçınmacı bir tutum gösterip dışlayıcı davranışlar sergilerken, diğer kesimler bu konunun önemine eğilip çaba sarf etmişlerdir. Genel anlamda diğerleri tarafından reddedilme veya çekinilmeye, utanç ve kara leke olarak görülmeye veya diğerleri tarafından beğenilmeme izine, işaretine, damgasına stigma denilmektedir. Bu yazıda ise, stigmanın ruh hastalıklara ve ruh hastalarına yönelik olan boyutunu güncel bir film olan “Umut Işığım (Siver Lining Playbook)” eşliğinde inceleyeceğiz. 58 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema Pat Salitano, eski bir tarih öğretmenidir ve eşi Nikki’nin kendisini aldatması sonucu bir travma geçirir. Öfke kontrolü problemiyle, eşinin kendisini aldattığı adama ciddi anlamda şiddet uygular ve bu sebeple 8 ay boyunca bir rehabilitasyon merkezinde tedavi görür. Bu rehabilitasyon merkezinde manik depresif tanısı almıştır. 8 ay sonra ise yaptığı şey mesleğini ve en önemlisi çok sevdiği eşini yeniden kazanmaya çalışarak hayatını yoluna koymaktır. Ailesinin yanına yerleşir, düzenli olarak spor yapar ve bol bol kitap okur. Fiziksel olarak zinde olmak için spor yapması, duygusal olarak doyuma ulaşması içinse kitap okuması gerektiğini düşünür. Fakat, hayatı yeniden kazanmak sanıldığı kadar kolay değildir Pat için. O, hayatını geri sarmaya çalıştıkça, yeni hayatı ona artık bir şeylerin değiştiğini göstermekten yorulmaz. Girdiği bu yolda, bir aile dostu olan Tiffany ile karşılaşır ve olaylar daha farklı bir hal alır..Her ikisi de zorlu hayatlardan geçmişlerdir ve birbirlerine umut ışığı olacaklardır... Toplum içerisinde, ruhsal bozukluğu olan kişilere tehlikeli ve saldırgan muamelesi yapılmakta ve bu kişiler hastalıkları yüzünden Sayı 14, 2016 2013 Spring suçlanmaktadırlar. Buna bağlı olarak ise kaçınılmaz bir şekilde, bu kişiler ayırımcılığa ve soyutlanmaya maruz bırakılmaktadırlar. Genel olarak karşılaştıkları güçlükleri saymak gerekirse: evsizlik, barındıkları yerde ayırımcılık, tutarsız yaşam koşulları, iş bulmada zorluk çekme, azalan özsaygı, yetersiz ve uygunsuz tedavi, tedavi görmeme, uzaklaşma, soyutlanma ve yetkilendirme kaybı gösterilebilir. Karşılaştıkları stigma (etiketleme) sebebiyle, yalnızca ruhsal bozukluğa sahip olan kişiler değil arkadaşları ve aileleri de zarar görmektedir. Stigma ile yeniden karşılaşmaktan korkan kişi, hastalığından bahsetmekten çekinmekte ve soyutlanmış, kendisini ifade edemez bir şekilde yaşamaya devam etmektedir. “Bunu hep yapıyorum. Sürekli, sürekli, sürekli! Diğer insanlar için bütün bunları yapıyorum. Sonra uyanıyorum ve ben boşum! Hiçbir şeyim yok!” 59 ; PSİnema Lorem Ipsum Dolor Sayı 14,2016 2013 Spring Bahsi geçen bu zorluklar karakterlerimiz Pat ve Tiffany için de geçerlidir. Pat ailesinin yanında yaşamaya döndükten sonra yakın çevresi, Pat’i her an için bir şiddet uygulayacakmış gibi görmekte ve uzak durmaya çalışmaktadır. İşine dönebilme ihtimalinin peşinden giden Pat, okul idaresi tarafından hoş karşılanmamış ve kelimenin anlamıyla geçiştirilmiştir. Umduğu gibi bir yaşam süremediğini fark etmesinden sonra ise, tedaviye devam etmeyi reddetmiş ve yalnız kendisi değil ailesi de bu zor koşullardan geçmiştir. Özellikle eşine olmakla birlikte yakın çevresine kendisini ispatlamaya çalışan Pat, aradığı huzuru Pat’i olduğu gibi kabul eden Tiffany’de bulmuştur. Kabullenme ve kendini affetme sürecine girilmesine neden olan sözler ise şunlar olacaktır: “Bir sürtüktüm. Her zaman bir tarafım edepsiz ve kaba sabaydı, fakat bunu seviyorum. Tıpkı diğer yanlarım gibi... Kendimi affedebilirim. Sen de bunu kendin için söyleyebilir misin? Kendini affedebilir misin? Bunu yapabilir misin?” Tiffany Ruh hastalıklarına ve hastalarına yönelik var olan stigmalarda medyanın rolü büyüktür. Öne çıkan haberlerde ve şiddet suçlarının arkasında bir ruhsal hastalık tanısı olduğuna dikkat çekmeye çalışır medya. Komedyenler de mizah unsuru olarak ruh hastalıklarını kullanır ve bütün bunlar zaten toplumun bireylerine küçük yaşlardan beri öğrenme yoluyla yerleşmiş stigma örüntülerini pekiştirir. Ruhsal bozukluğu olan kişiler “akıl hastası” olarak nitelendirildiklerinden sonra ise, kendisini bir grubun üyesi olarak algılamaya başlar ve zamanla içselleştirerek bir gerçekmiş gibi kabul 60 ; Lorem Ipsum Dolor PSİnema eder. Filmde yer alan bir sahnede, Tiffany’nin sözleri karakterlerin stigmadan duyduğu rahatsızlığı anlatmaya yeter aslında: “Ben sana kendimi açtım...Ve sen beni yargıladın...” "Toplum tarafından uygulanan stigma ve ruhsal bozukluğu olan kişilerin durumu etkileşim halindedir. Stigma ruhsal bozukluğun gidişatını olumsuz yönde etkilemekte ve buna bağlı olarak kişiler de deneyim edindikleri olaylar çerçevesinde daha olumsuz bir tablo sunmaktadrlar. Stigmaya dair tutuma neden olan faktörler incelenmeli ve toplum içerisindeki bu tutumu değiştirebilmek adına nelerin yapılabileceği düşünülmelidir. Öncesi ve sonrası bilinmeyen yaşam öykülerinin üzerini önyargı ve etiketlemeyle örten ve bir Sayı 14, 2016 2013 Spring “umut ışığını” körelten bireyler olmaktan kaçınılmalıdır. Korku ve öfkeyle atfedilen damgalamalar yapıcı olmaktan ziyade yıkıcıdır. Bir bireyin, atfedilen bu damgalamalardan çok daha fazlası olduğunun farkında olunmalıdır. Unutulmamalı ki, eğilen bir ağaç dalının önünü açmak ve ona destek olmak da, bu dalı kırmak da yine aynı toplumun ellerinde... Kaynakça Bilge, A., & Çam, O. (2010). Ruhsal Hastalığa Yönelik Damgalama ile Mücadele, Preventive Medicine Bulletin, 9(1),71-78. Bostancı, N. (2005). Ruhsal Bozukluğu Olan Bireylere Yönelik Stigma ve Bunun Azaltılmasına Yönelik Uygulamalar, Düşünen Adam, 18(1), 32-38. Doğanavşargil-Baysal, G. (2013). Damgalanma ve Ruh Sağlığı, Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 22(2), 239-251. YAZAR Tuğba GÜRCAN, Psikolog Ankara Ünv. Sosyal Psikoloji Y. L. Öğrencisi [email protected] 61 PSİnema Lorem Ipsum Dolor Sayı 14, 2013 SEYREDİN: BEN-X "Ben bir hiçim!" Asperger sendromu olan bir ergenin bulunduğu ortama uyum sağlama gayreti, alay konusu olması ve bununla mücadelesinin anlatılıdğı bir film Ben-X. Ben, "farklı" olması nedeniyle hep kaybeden (loser) yani alay edilen, zorlanan ve dışlanan biri olmak zorundadır. Ancak bu durumdan da etkilenmiş olan ailesinin ve oynadığı oyun vasıtasıyla tanıştığı kız arkadaşının yardımıyla bir plan yapar ve uygulamaya koyar. Etkileyici görüntüleri ve konusuyla mutlaka seyretmeniz gereken bir film. Tavsiye ederiz. Filmle ilgili notlar: * Ben'in kardeşini oynayan Ceaser De Sutter, Ben'in annesini oynayan Marijke Pinoy'un gerçek oğludur ve orta derecede otizmi vardır. *Ben-X hızlıca söylendiğinde Flamanca'da "Ben bir hiçim" anlamına gelmektedir. * Filmde Ben'in oynadığı oyun gerçek hayatta da oynanabilen Archlord oyunudur. Hazırlayan Burcu SEVİM, Psikolog Dr. Davrnaış Bilimleri Enstitüsü [email protected] Filmin Künyesi Yönetmen: Nic Baaltazar Süre: 93 dk. Oyuncular: Greg Timmermans, Laura Verlinden, Marijke Pinoy Ülke: Hollanda, Belçika
Benzer belgeler
lorem ipsum - Sabancı Üniversitesi
Alzheimer
Hastalığı
denince
ilk
akla
gelen
filmlerden
biri
ünlü
İrlandalı
yazar
Iris
Murdoch’ın
yaşam
öyküsünü
anlatan,
kendisi
de
bir
edeb...