Ee Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Yayınları No: 51

Transkript

Ee Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Yayınları No: 51
SU ÜRÜNLERİ
TEMEL BİLİMLER
TERİMLERİ
SÖZLÜĞÜ
Prof. Dr. Levent BAT
Prof. Dr. Murat SEZGİN
Doç. Dr. İlhan AYDIN
Yrd. Doç. Dr. Fatih ŞAHİN
Yrd. Doç. Dr. Yeşim KOÇ
Yrd. Doç. Dr. Evrim SÖNMEZ
Dr. Bilal AKBULUT
Sinop Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi
Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü
ÖNSÖZ
Öğrenciler, Latince ve yabancı kelimelerle ilk yarıyıldan mezun olana kadar aldıkları temel
derslerde karşılaşırlar. Bu kelimelerin anlamını bilmeden dersleri öğrenmeleri de oldukça güçtür.
Bu güçlüğü yenmenin en önemli koşulu bu terimlerin anlamını bilmektir.
Bu SÖZLÜK Su Ürünleri Fakültelerinin Su Ürünleri Temel Bilimleri Bölümü derslerinde
geçen terimlerin kolay anlaşılması, sık kullanılan kelimelerin ve Türkçe karşılıklarının akılda
kalmasını sağlamak amacı ile hazırlanmıştır. Yirmi yılı aşkın süredeki bir birikimin sonucu ile
hazırlanan bu Sözlüğün yalnızca lisans ve lisansüstü öğrencilerine değil aynı zamanda konuya
ilgi duyan biyolog, öğretmen ve meslektaşlarımıza da yararlı olacağını diliyoruz.
Saygılarımızla,
Prof. Dr. Levent BAT
Prof. Dr. Murat SEZGİN
Doç. Dr. İlhan AYDIN
Yrd. Doç. Dr. Fatih ŞAHİN
Yrd. Doç. Dr. Yeşim KOÇ
Yrd. Doç. Dr. Evrim SÖNMEZ
Dr. Bilal AKBULUT
Sinop Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi- Sinop
Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü-Trabzon
-Aambulakral sistem (İng. ambulacral system) Bazı
derisidikenlilerde (Ör. deniz kestanesi,
deniz yıldızı) Derisi dikenlilerde (deniz
yıldızı, deniz kestanesi) ağızın etrafında
onu saran halka kanal ile buradan ayrılan
beş radyer kanalın meydana getirdiği
sistemdir. Kanallardan su taşınımı ile
organizma haretini sağlar.
Abant alası (Lat. Salmo trutta abanticus) Kemikli
balıkların
Salmoniformes
takımının
Salmonidae familyasından, vücutlarında
kahverengi halkalarla sınırlı siyah benekler
olan bir tür.
abisal bölge (İng. abyssal zone) Okyanusların 4.000
m den 6.000 m ye kadar olan pelajik
bölgeleridir. Bu bölge daima karanlıktır ve
güneş ışığı almaz..
abdomen (İng. abdomen) 1. Karın bölgesi 2. Karın,
sindirim ve döllenme organlarını kapsayan
boşluğu çevreleyen alt kısım.
abdominal (İng. abdominal) Karına ait, karınla
ilgili.
abdominal kavite (İng. abdominal cavity) Karın
boşluğu.
abdüktör (İng. abductor) Uzaklaştıran, uzaklaştırıcı
kaslar.
abioseston (İng. abioseston) Deniz suyunda asılı
halde bulunan inorganik parçacıklardır.
abiotik faktör (İng. abiotic factor) Deniz
ortamındaki canlı varlıkların yaşamını
etkileyen fiziksel ve kimyasal faktörler.
abisal (İng. abyssal) 1000 m’yi aşan derinliklerdeki
tortul kütleler.
abisal bölge (İng. abyssal zone) Bentik bölgenin
3000 m ile 7000 m derinlikleri arasında
kalan kısımdır.
abisal düzlük (abissal düzlük) (İng. abyssal plain)
Kıta sahanlığının ötesinde uzanan ve
ortalama derinliğin 4000 m olduğu okyanus
tabanı.
abisal tepe (İng. abyssal hill) Abisal düzlük
üzerinde küçük sedimentlerle örtülü
tepecikler.
abissopelajik bölge (İng. abysopelagic zone)
Pelajik bölgede 4000-6000 m derinlikler
arasında kalan su tabakasıdır.
abissoplankton (İng. abyssoplanton) 2000 m ile
6000-6500 metreler arasında rastlanan
planktondur.
abiyogenez (İng. abiogenesis) Hayatın kökeni olarak
canlıların cansızlardan meydana gelmesi;
mikroorganizmaların ve yüksek organizmaların
birdenbire cansızlardan meydana geldiğini ileri
süren teori. Aristo zamanından 19. yüzyıla
kadar taraftarları olmuş ve Pastör’ün
biyogenez teorisini ileri sürmesinden sonra
ortadan kalkmıştır. Kendiliğinden oluş.
abiyotik çevre (İng. abiotic environment) Organizmanın
topografi, jeoloji, iklim, inorganik besin
maddeleri gibi biyolojik olmayan faktörlerden
oluşan çevresi.
abiyotik maddeler (İng. abiotic substances) Çevrenin
temel inorganik maddeleri ve organik
artıklar. Cansız varlıklar.
abiyotrofi (İng. abiotrophy) Vücut hücrelerinde
hayatiyetin yavaş yavaş azalması ve yok
olması. Sinir hücrelerini ve diğer doku
elemanlarını, görünür hiç bir sebep
olmadan, sadece hayatları sona erdiği için
bozan değişim.
abiyoz (İng. abiosis) Yaşama şartlarında olan
değişiklik yüzünden hayatın durgunlaşması.
aboral (İng aboral) Ağızdan uzakta, ağızın karşıt
bölgesinde bulunan.
aborsiyon (İng. abortion) Bitkilerde ve hayvanlarda
gelişmenin durması.
abramis zonu (İng. Abramis zone) Akarsuların durgun
akan bölgeleri.
abrazyon (deniz aşınımı) (İng. abrasion) Sert
madde döküntüleri taşıyan suyun sebep
olduğu aşındırma.
absisyon tabakası (İng. abscission zone) Yaprak
sapının dip kısmında yer alan, birbirleriyle
gevşek olarak bağlantılı ince duvarlı
hücrelerden oluşan özel bir tabaka. Bu
hücre tabakası yaprağın bağlantısını
zayıflatır ve yaprak dökümüne olanak verir.
absorbe su (İng. absorbed water) Bir maddenin
yüzeyine mekaniksel olarak sıkıca tutulmuş
su molekülleri.
absorpsiyometre (İng. absorpsiometer) Kimya
analizlerinde gazların sıvılar tarafından
soğurulmasını ölçen alet.
absorpsiyon (İng. absorption) 1. Bir maddenin deri
ve sindirim kanalı mukozası tarafından
alınması veya emilmesi 2. Işık, ısı ve diğer
ışınların bir maddeden geçerken kısmen
veya tamamen emilmesi. 3. Bir maddenin
enerjiyi veya diğer bir maddeyi emebilme,
soğurma yeteneğidir.
absorpsiyon spektrumu (İng. absorption spectrum)
Işığın bir maddeden geçerken emilen özel
dalga boylarının enerji miktarı için bir ölçü.
Her molekül kendine özgü bir absorpsiyon
spektrumuna sahiptir.
abundans (İng. abundance) Birim alan veya
hacimden alınan örnekteki bir türe ait birey
sayısıdır. Bolluk.
acı balık (Lat. Rhodeus amarus) Kemikli balıklar
(Teleostei)
takımının,
sazangiller
(Cyprinidae) familyasından, 8-10 cm kadar
uzunlukta, dişisi yumurtalarını yumurtlama
borusu aracılığıyla bazı midye türlerinin
arasına bırakan, erkeği spermlerini bunların
yanına bırakan, bir ay sonra yavruların
midyeyi terkettiği görülen, iki hayvan
arasında ortak yaşam görülen, Avrupa ve
Türkiye'de göllerde yasayan bir tür.
acı su (İng. brackish water) Tuzluluğu ‰ (ppt) 5 ile
‰ (ppt) 30 arasında olan sulardır; Östarin
bölgeler bu karakterde suya sahiptir.
Teknik olarak acı su 1 litresinde 0.5 ile 30
gram arasında tuz bulundururlar. Örneğin
Karadeniz.
ACR (İng. Acute Chronic Ratio) Uygulama
faktörünün ters çevrilmişi, LC50’nin
MATC’ye bölünmesi, bazı türlerde ise akut
LC50’nin MATC ile bölünmesi.
actinopterygii
(Lat.
Actinopterygii)
Işınlı
yüzgeçliler altsınıfı.
açık dolaşım (İng. pulmonary circulation) Kanın
damarlardan dokular arasındaki özel
boşluklara yayılıp, madde alış-verişi
olduktan sonra toplayıcı damarlarla kalbe
dönmesine denir.
açık dolaşım sistemi (İng. pulmonary circulation
system) Hemen hemen bütün eklem
bacaklılarda ve yumuşakçaların birçoğunda
bulunan arter ve kan boşluğundan meydana
gelmiş olan açık bir dolaşım sistemi.
açık temas (Lat. zonula adherens) Yanyana gelen
epitel hücrelerinin plazma zarları arasında
bulunan ve 150-200 A° kadar olan normal
aralık.
açık tohumlular (Lat. Gymnospermae) Tohumları
açıkta gelişen bitkiler.
açık yakma (İng. open burning) Atık miktarını
(hacmini) azaltmak amacıyla çöplük
alanlarında yakılması işlemi.
açıklık (Lat. foramen) Yumurta kabuğundaki
mikropil, kemik veya zarsı yapılardaki
küçük delikler gibi herhangi bir açıklık.
açılım (İng. divergence) Tek bir soyun üyelerinin
farklı niş ya da adaptif zonlara uyum
sağladığı evrimsel bir olay.
ada yayı (İng. island arc) Kavisli yanardağ adaları
hattı.
adambulakral bölge (İng. adambulacral area)
Derisi dikenlilerde ambulakral alanlara
bitişik olan bölgeler.
adaptasyon (İng. adaptation) 1. Bir canlının kendi
çevresine uyması, uymayı gerçekleştiren
olaylar, 2. Canlının yaşama ve üreme
şansını artıran çevreye uyumunu sağlayan
ve kalıtsal olan özellikleri. Uyum.
adaptif dallanma (İng. adaptive branching) Bir
atasal türden farklı habitatlarda yaşayan
türlerin evrimselleşmesi.
addüktör (İng. adductor) 1. Çeken, yaklaştıran 2.
Yaklaştırma, orta çizgiye doğru yaklaştırma
hareketi yapan kaslar.
addüktör kas (İng. adductor muscle) Bivalvialarda
kapağı kapatan esas kaslardır. İşlevsel
olarak kapama kasları iki kısma ayrılır.
Tetanik kısmı, yüksek miktarda enerji
kullanarak kabuğu hızlı bir şekilde kapatır;
tonik denen diğer kısmı ise, az miktarda
enerji kullanarak kabuğu sıkıca kapatır.
adelemorf (İng. adelomorphous) Şekilsiz, belli bir
biçimi olmayan.
adenin (İng. adenine) Nükleik asitlerin yapılarında
bulunan azotlu bir pürin bazıdır. Enerji
iletiminde önemi olan nükleik asit ve
nükleotidlerin-adenozin trifosfat (ATP),
adenozin difosfat (ADP) ve adenilik asit
(AMP) bileşeni.
adenoblast (İng. adenoblast) Embriyonik bez
hücresi.
adenosit (İng. adenocyte) Herhangi bir bezin salgı
hücresi.
adenovirüsler (İng. Adenoviruses, Adenoviridae)
Çift zincirli DNA molekülüne sahip
virüslere denir. Boyutları 70-80 nm olup
hayvanlarda bazı tümörlere neden olur.
adenozin (İng. adenosine) Bir pürin bazı olan
adeninin riboz ya da deoksiriboz şekerine
bağlanması ile oluşan nükleosil.
adenozin difosfat (ADP) (İng. adenosine
diphosphate) Bir fosfor alarak ATP
oluşturan iki fosforlu bileşik.
adenozin monofosfot (AMP) (İng. adenosine
monophosphate) Fazladan bir fosfor alarak
ADP oluştnran bir fosforlu bileşik.
adenozin trifosfat (ATP) (İng. adenosine
triphosphate) 1.Adenin, riboz ve üç fosfat
grubu içeren bir organik madde, biyolojik
sistemlerdeki enerji iletiminde birinci
derece önemlidir. 2. Canlıların doğrudan
kullandığı hücresel enerji molekülü,
biyolojik enerji.
adezyon (İng. adhesion) 1. Bir sıvının, bazı
maddelerinin yüzeyine yapışma eğilimi. 2.
Birbirine değmekte olan iki cismi ayırmaya
karşı gelen kuvvet.
ADH (İng. alcohol dehydrogenase, antidiuretic
hormone, vasopressin) 1. Metabolik
faaliyetler sonucunda oluşan alkolleri,
keton ve aldehit gruplarına çeviren
enzimlerden birisi. 2. Antidiüretik hormon,
vazopressin.
adipogen (İng. adipogenous) Yağ meydana getiren.
adipogenez (İng. adipogenesis) Organizmada yağ
üretimi.
adipoliz (İng. adipolysis) Yağları hazmetme; yedek
yağları kullanmak için organizmanın bu
yağlarda meydana getirdiği değişiklik.
adipolokosit (İng. adipoleukocyte) Böceklerde yağ
damlaları taşıyan hücrelere verilen ad.
adiposis (İng. adiposis) Vücutta aşırı yağlanma.
adipoz (İng. adipose) Yağın depolandığı doku ya da
yağ.
adipoz yüzgeç (yağ yüzgeci) (İng. adipose fin) Bazı
balıklarda sırt yüzgeci ile kuyruk yüzgeci
arasındaki ışınsız yüzgeç.
adlittoral zon (İng. adlittoral zone) Sublittoral
zonun üzerinde yeralan ve denizin etkisiyle
ancak belli karasal formların gelişebildiği
kıyı bölgesi.
adnekse (İng. adnexa) Eklentiler, ekler, parçalar.
Bir organa bağlı diğer yan oluşumlar.
adrenal bez (İng adrenal gland) Böbreğe yapışık
olan iç salgı bezi.
adrenal korteks (İng adrenal cortex) Böbrek üstü
bezinin sarımsı, pembe görünen dış kısmı.
adrenal medulla (İng adrenal medulla) Epinefrin
ve norepinefrin denilen iki hormonun
salgılandığı, böbrek üstü bezinin merkes
bölgesi.
adrenalin (İng adrenaline) Adrenal bezin medullası
tarafından salgılanan hormon. Böbrek üstü
bezinden salgılanan hormon.
adrenokortikotropik hormon, ACTH (İng.
adrenocorticotropic
hormone,
adrenocorticotropin)
Hipofizin
ön
lobundan
salgılanan,
adrenokortikal
steroidlerin
sentezini,
salgılanmasını,
büyümeyi ve lipit yıkımını uyaran hormon.
adsorpsiyon (İng. adsorption) 1. Bir maddenin
diğer bir maddenin yüzeyi üzerinde
tutunmasıdır.
2.
Moleküllerin
katı
yüzeylere tutunması.
adüktor kas (İng. aductor muscle) Hayvanın
vücuduna eklemle bağlı kol, bacak gibi bir
uzuv veya benzer bir uzantıyı içeriye veya
bir diğer kısma çekmeye yarayan kas.
adventif (İng. adventive) Kallustan sürgün ve kök
çıkması veya zigottan başka bir kaynaktan
embriyo oluşması gibi doğal yerinden
başka yerde gelişme.
adventif kök (İng. adventive root) Normal olmayan
bir yerden, gövdeden çıkan kök. Ek kök.
adventisya (İng. adventitia) Çevre doku ve yapılarla
ilşkili olan organların en dış tabakasına
verilen ad.
adyabatik sıcaklık (İng. adiabatic temperature)
Deniz ortam sıcaklığı değişmediği halde,
sıkışma-gevşeme sonucu oluşan sıcaklıktır.
aeroakuatik (İng. aeroaquatic) Suda yaşayan ve
havaya sporlar veren organizma.
aerob (İng. aerobe) Yalnızca oksijen varlığında
yaşayabilen.
aerobik (İng. aerobic) Yalnız oksijen varlığında
üreyen hava ile yaşayabilme; yaşamak ve
üreyebilmek için hava veya serbest oksijene
ihtiyaç duymak.
aerob organizma (İng. aerobe organism) Ancak
oksijen
varlığında
yaşayabilen
organizmalara denir ( tersi "Anaerob").
aerobik ayrışma (İng. aerobic decomposition)
Havalı koşullarda faaliyet gösteren
mikroorganizmalar
veya
mantarların
organik maddeleri ayrıştırmaları.
aerobik bakteri (İng. aerobic bacteri) Elementel
oksijenli ortamda üreyebilen bakteridir.
aerobik prosesler (İng. aerobic process) Oksijenin
olduğu ortamda faaliyet gösteren biyolojik
arıtma sistemleridir. Bu sistemlerde
havalandırma ekipmanı kullanılır.
aerobik solunum (İng. aerobic respiration) 1.
Hücrede yalnız moleküler oksijenin
kullanıldığı bir solunum şeklidir. 2.
Oksijenli solunum.
aerobiozi (İng. aerobiosis) Hava ile yaşayan
organizmaların yaşama tarzı.
aerobiyoloji (İng. aerobiology) Atmosferde
süspansiyon halindeki canlı organizmaların
dağılışını konu alan bilimdalı.
aerobiyont (İng. aerobiont) Aeorob olarak yaşayan
organizma.
aerobiyoskop (İng. aerobioscope) Hava veya diğer
gazlardaki
bakterilerin
sayımı
için
kullanılan bir alet.
aerobiyöz (İng. aerobiosis) Canlıların oksijen
varlığında yaşaması.
aerokist (İng. aerocyst) Bazı su yosunlarının
talus’larında bulunan ve yüzmelerini
sağlayan, gaz (azot) dolu hava keseleri.
aerometre (İng. aerometer) Havanın yoğunluğunu
ölçmede kullanılan alet.
aeroplankton (İng. aerial plankton) Havada
dolaşan
polenler,
sporlar,
mikroorganizmalar.
aerosol (İng. aerosol) Havada asılı parçacık
biçiminde madde.
aerotaksi (İng. aerotaxis) Oksijene veya oksijenden
uzağa doğru organizmanın hareketi.
aerotropizm (İng. aerotropim) Bitkilerin köklerinin
ve diğer kısımlarının oksijen basıncının
değişmesinde oksijene ve genel olarak
gazlara karşı tepkisi.
afet alanları (İng. catastrophe areas) Deprem,
heyelan, çığ, orman yangını ve taşkın gibi
doğal afetlere yatkın alanlar.
afferent (İng. afferent) Getirici (damar); içeri,
merkeze getiren, merkeze ileten.
afital sistem (İng. aphytal system) Bentik bölgede
ışıksız olan ve klorofilli deniz bitkilerinin
bulunmadığı
(fotosentezin
gerçekleşemediği)
zonlardan
oluşmuş
bölgedir.
afotik bölge (İng. aphotic zone) Göllerin ışık
almayan karanlık bölgesidir. Denizlerde
fotosentez için yeterli ışığa sahip olmayan
bitkisiz derin deniz bölgesidir.
afotik (İng. aphotic) Pek az ışık ile veya ışıksız
olarak yetişen (bitki).
afotometrik (İng. aphotometric) Işığa karşı daima
aynı ucunu gösteren organizma.
afototaktik (İng. aphototactic) Işık şiddetine karşı
reaksiyon göstermeyen.
afototrofizm (İng. aphototropism) Hareketli bir
organizmanın ışığa daima aynı tarafını
göstermesi.
afototrop (İng. aphototrop) Işıktan uzakta yetişen;
Işık uyarımına karşı aktif fakat negatif
reaksiyon gösteren.
agamont (İng. agamont) Sporlular gibi bazı
protoozonlarda konukçuda çoğa bölünme
ile çoğalmanın olduğu evre.
agar (İng. agar) 1. Bir takım deniz yosunlarından
elde edilen helmeli bir madde. Gıda ve
kağıt sanayinde, tekstilde, bakteriyolojide
ve eczacılıkta kullanılır. 2. Çok düşük
konsantrasyonda kalın jelimsi formda bir
alg polisakkarit.
ageotropizm (İng. ageotropism) Yer çekimine
reaksiyon göstermeme durumu.
aglütinasyon (İng. agglutination) Kan hücrelerinin
kümeleşerek pıhtılaşması.
agnata (İng. Agnatha, Agnathans) Çenesiz balıklar
.Lampetra sp., Mixine sp. ve birçok sonu
gelmiş türü içeren omurgalı sınıfı.
agnati (İng. agnathia) Üstçene veya altçene
yokluğu,
çenenin
eksik
gelişmesi,
çenesizlik.
agonadis (İng. agonadis) Gonadsızlık. Yumurtalık
ya da erbezi yokluğu.
agranülosit (İng. agranulocyte) Sitoplazmasında
granülleri bulunmayan lökosit.
agregasyon (İng. aggregation) Sosyete teşkil
etmeyen bir türün bireylerinin bir yerde
toplanması.
ağaç kıyımı (İng. deforestation) Tarım ve yerleşim
alanları açmak ya da kereste ve yakıt
sağlamak üzere çok sayıda ağacın
kesilmesi.
ağır su (İng. heavy water, deuterium oxide) 1. Bazı
atom
pillerinde
ağırlaştırıcı
olarak
kullanılan, suya benzer bir sıvı 2. (D2O)
Döteryum oksit.
ağız parçaları (İng. mouthparts) Eklem bacaklı
hayvanlarda ağız bölgesinde yeralan,
mandibula, birinci ve ikinci maksil olmak
üzere üç çift olan, bazen ayrıca hipofarinks,
alt dudak ve üst dudak gibi yapıların da
eklendiği, delmeye, çiğnemeye ya da
emmeye göre farklılaşmış parçalar.
ağız sifonu (İng. buccal siphon) Tunikatlarda
vücudun üçte ikisi ya da yarını teşkil eden
yutak boşluğuna açılan bölge. Su ağız
sifonundan girerek yutak duvarlarından
geçer ve atriyum sifonundan dışarı atılır.
ağız hunisi (İng. buccal funnel) İlkel balıklarda
vücudun ön kısmında bulunan, tulumba
gibi çalışan ve dip kısmında ağız bulunan
huni şeklindeki yapı.
ağız kısımları (İng. mouthparts)
Besinin
alınmasında kullanılan ağız yakınındaki
yapılar ya da uzantılar.
ağız sapı (İng. manubrium, Lat. manubrium,) Bir
medüzün alt yüzeyinden aşağı doğru sarkan
ve ortasında ağız bulunan sap şeklindeki
uzantı. Manubriyum.
ağsı tel (İng. argyrophil) Çok ince ve ağ şeklinde
düzenlenmiş iplikler halinde bulunan bir tip
bağ dokusu teli. Retiküler tel, argirofil
iplik.
ahermatipik (İng. ahermatypic) Simbiyotik
zooxanthellae den yoksun ve resif
üretimine yeterli oranda kalsiyum karbonat
yapmaya yeteneği olmayan mercan türleri.
ahtapot (Lat. Octopus) Yumuşakçalar (Mollusca)
şubesinin,
kafadan
bacaklılar
(Cephalopoda) sınıfından, sekiz kollu, kısa
ve yuvarlak vücutlu türleri olan bir cins.
ak kan (lenf) (İng. lymph) Lenf damarlarında
dolaşan renksiz sıvıdır. Kan plazması ile
lenfositlerden oluşur.
ak kefal (Lat. Squalius cephalus) Sazangiller
familyasından, bir tatlı su balığı.
ak sülümen (İng. sublimate) Cıva ile klorun
birleşimi olan, çok zehirli, beyaz bir toz,
süblime, sülümen.
akant (İng. acanthus) Diken.
akantin (İng. acanthine) Köpekbalığının (Squalis
acanthias) karaciğer ve embriyosundan
elde edilen ve C15H22N4O4 yapısında bazik
bir madde; Bazı ışınlılarda (radiolaria)
iskeletin yapısında geniş ölçüde yer alan ve
stronsiyum sülfattan zengin madde.
akantiyon (İng. acanthion) Ön burun üzerindeki en
sivri nokta.
akanto (İng. acantho) Diken.
akantokarp (Lat. acanthocarpa) Meyveleri dikenli,
dikenle kaplı.
akantometra
(Lat.
Acanthometra)
Işınlılar
takımından bir hücreli cinsi; Bütün sıcak
denizlerde rastlanan bir dikenli olup, enine
kesitinde silindir biçimi, birbirine aşagı
yukarı eşit yirmi iğne bulunur.
akantonozomitler (Lat. Acanthonotozomatidae)
Vücut zarları kalın ve sert, ön duyargası ek
bir kamçı ile donanmış ve genel olarak
derince
yarık
bir
telzon
taşıyan
amfipodlardan bir kabuklular familyası.
akantosefal (Lat. Acanthocephala) Kancalı,
hortumlu, dikensi başlı kurtlar.
akantosit (İng. acanthocyst) Dikengöze.
akarina (İng. Acarina) Arachnida sınıfına ait bir
altsınıf. Gerçek çene yapıları yerine keliser
adı verilen ilkel bir çene yapısına sahip olan
eklem bacaklılardan bir grup.
akaroloji (İng. Acarology) Akarlar ve kenelerle
uğraşan bilim dalı
akarsu (İng. stream, river) Yer yüzünde ve yer
altında belirli bir, yatak içinde, eğim
boyunca sürekli veya zaman zaman akan
su.
akarisit (İng. acaricide) Akar ve keneleri öldüren
ilaç.
akarp (İng. acarpous) Meyvesiz, meyve vermeyen.
akarsular (İng. river, tributary) Havadan damla
halinde suyun düşüp çoğalarak oluşturduğu
dere, ırmak ve nehir sularının tümü.
Akarsuları oluşturan yalnız yağmur veya
karlar değildir. Çeşitli nedenlerle litosfer
altında bulunup ve bazı olaylar sonucu
ortaya çıkan doğal kaynaklar da buraya
dahildir. Akarsuların temel özelliği
hareketli olmasıdır. Suyun hareketliliği de
suyun içinde yaşayan canlıların tipini ve
çeşitliliğini doğrudan etkilemektedir. Lotik
biyotoplar.
akaryotik (İng. acaryotic, acaryote) Hücre içinde
çekirdek bulunmaması halidir.
akaulesent (İng. acaulescent) Çiçek saplarının
toprak seviyesinden çıkan ve gövdesi
olmayan bitkiler.
akbalık (Lat. Alburnus alburnus, İng. Bleak)
Sazangillerden, eti kılçıklı, yumurtası ile
tarama yapılan bir balık, inci balığı.
akciğer (İng. lung) Bir hayvanda gaz alışverişi için
özelleşmiş içsel bir odacık.
akciğer atardamarı (İng. pulmonary artery) Kanı
temizlenmek üzere kalpten akciğere taşıyan
damar.
akciğer toplardamarı (İng. pulmonary vein) Temiz
kanı akciğerlerden kalbe taşıyan damar.
akça yel (İng. southeastward) Güneydoğudan esen
yel, keşişleme.
aken (İng. achene) Alt durumlu ovaryumlarda
meydana gelen, perikarpın tohumun
testasına sıkıca değdiği fakat tohumdan ayrı
olduğu, küçük, kuru bir tohumlu meyve.
akıcılık (İng. viscosity) Bakınız viskosite.
akışkan atık (İng. fluidized bed) İçinden hava ya da
bir gaz üflenen ince parçacıklardan oluşan
katı madde yatağı. Üflenen hava ya da
gazın denetimi katı maddenin bir sıvı gibi
davranmasına yöneliktir.
akinet (İng acinete) Flamentli bazı algler tarafından
teşkil edilen ve bitkisel çoğalma görevi
yapan yağ ve diğer yedek besin maddeleri
ihtiva eden kalın çeperli bir hücre.
akinezi (İng. akinesia) Devinim yetersizliği yada
yokluğu.
akivades (Lat. Tapes decussatus) Denizlerde
yaşayan bir yumuşakça türü.
akiyazmatik
(İng.
achiasmatic)
Mayozda
kiyazmanın olmaması.
aklimatizasyon (İng. acclimatization) Bir canlının
değişen ve yenilenen dış çevre şartlarına
kendini ayarlaması.
aklan (İng. catchment area) Sularını bir denize veya
göle gönderen bölge, maile.
akondroplaziya (İng. achondroplasia) Yetersiz
kemik oluşumuna ve cüceliğe neden olan
kemik gelişim ve olgunlaşmasında kalıtsal
bozukluk.
akontiyum (İng. acontium) Anthozoa’larda
mesenterin iplik (tel, lif) gibi büyümesi
(uzaması). Bu mide boşluğuna kadar uzanır
ve hatta ağıza kadar çıkıntı yapabilir. Çok
sayıda nemotosist taşır ve avının
yakalanmasında kullanılır.
akramegali (İng. acromegaly) İskelette kol ve
bacaklar,
burun
çene,el
ve
ayak
parmaklarının fazla büyümesi. Hipofiz
bezinden büyüme hormonunun fazla
salgılanması sonucu oluşabilir.
akrenomatik (İng. acrenomatic) Dayanıksız ince
fibrilden oluşan bir kamçı tipidir.
akrokarpus (İng. acrocarpous) Ana gövdenin dik
olduğu durumlarda, büyümenin sınırlandığı
uç noktalarda kapsüllerin oluşması durumu.
akromasit (İng. achromacyte) Renksiz (rengini
kaybetmiş) alyuvar.
akromatik
(İng.
achromatic,
achromatous,
achromic) Renk meydana getiren en küçük
uyartıya duyarsız. Renksiz.
akromatin (İng. achromatin) Hücre çekirdeği
içindeki ince iplikçiklerden yapılmış
kromatin
ile
boyanmamış
olan,
kromozomları meydana getiren kısım.
akropetal (İng. acropetal) Bir eksenden gelişen ve
en gençleri tepede bulunan yapraklar veya
çiçekler.
akrosentrik
kromozom
(İng.
acrocentric
chromosom) İplik biçiminde bir kollu gibi
görünen, küçük kolu belli olmayan
sentromeri uca yakın olarak bulunan
kromozom.
akroterm kaynak (İng. acrotherm source) Yüksek,
sıcak kaynak (50-70C).
akrozom (İng. acrosom) Sperme hayvancığının baş
bölgesini örten şapka gibi yapı.
aksenik kültür (İng. axenic) Mikroorganizmaların
saf kültürü.
aksesoryus (İng. accessorius) Eklenti, yardımcı.
aksilla (İng. axilla) Pektoral yüzgeç tabanının
hemen arkasındaki veya altındaki bölge.
aksillar meristem (İng. axillar meristem) Yaprak
tabanında
bulunan
koltuk
altı
tomurcuklarının apikal meristemi.
aksiyon potansiyeli (İng. action potential)
Faaliyette bulunan herhangi bir dokuda bir
kas kasılırken ve salgı yaparken, inirden
impuls geçerken- duyarlı bir aygıtla
saptanabilen düşük güçte bir akım.
aksolemma (İng. axolemma) Aksonun plazma zarı.
akson (İng. axon) 1.Sinir impulsunu hücreden öteye
götüren sinir lifi. 2. Hücreden uzaktaki
uyarıları ileten ve iletici bir maddeyi
serbest bırakabilen bir sinir hücresi
iplikçiği.
aksonema (İng. axoneme) Ökaryotların sil ve
kamçılarının ortasında mikrotüpçüklerin
düzenli olarak uzaması ile oluşan yapı.
aksopot (İng. axopod) Protozoonların iskelet yapısı.
aksoplazma (İng axoplasm) Nöroplazmanın akson
içindeki devamına verilen ad.
aktif bakteri (İng. active bacterium) Aktif çamur
sistemlerinde bulunan organik besin
maddelerini
kullanarak
metabolizma
faaliyetini devam ettiren ve çoğalma
kabiliyetinde olan bakterilerdir.
aktif bölge (İng. active site) Bir enzim molekülünün
bir substrat molekülü ile reaksiyona giren
kısmı.
aktif çamur (İng. active mud) Çözünmüş oksijenin
mevcut olduğu ortamda bakteri ve diğer
mikroorganizmanın üremesi yoluyla atık
suların arıtılması sonucu oluşup biriken
biyolojik kütledir.
aktif karbon (İng. active carbon) Endüstriyel baca
gazlarından kaynaklanan kokuların ve
zehirli maddelerin giderilmesine yönelik
adsorbsiyon sürecinde kullanılan madde.
aktif taşıma (İng. active transport) 1. Bir maddenin
enerji harcanmasını gerektiren bir işlemle
hücre membranı aracılığıyla, yoğunluk
farkına bağlı olarak içe ya da hücre dışına
taşınması. 2. Yarı geçirgen bir zarda
maddelerin az yoğun ortamdan çok yoğun
ortama enerji harcayarak geçmesi olayıdır.
Aktif transport.
aktin (İng. actin) 1. Kas gözellerinde bulunan aktin
miyofilamentinin
yapısını
oluşturan
protein. 2. Kaslarda kasılmayı sağlayan
protein yapıdaki ince iplikler.
aktinit (İng. actinide) Aktinyum, toryum,
protaktinyum,
tulyum,
plutonyum,
amerikanyum, küryum, ve berkelyum
radyoaktif elementlerin ortak adı.
aktinizm (İng. actinism) Güneş vb. ışınlarının
kimyasal değişiklikler meydana getirme
özelliği.
aktinobiyoloji (İng. actinobiology) Işınımların canlı
varlıklar üzerindeki etkisini inceleyen
bilimdalı.
aktinodrom (İng. actinodromous) Ana damarların
petiyol
ucundan
çıkıp
birbirinden
uzaklaşması.
aktinofarenks
(İng.
actinopharynx)
Denizşakayıklarının yutaklarını anlatmakta
kullanılan terim.
aktinoform (İng. actinoform) Işıklı şekli olan.
aktinofris. (İng. actinophrys) Tek hücreli hayvan.
Küre biçimindeki merkezi çekirdeği pek iri
olan, çok kabarık atımlı kabarcığı ve
aksopotları ile tanınır.
aktinogen (İng. actinogen) Radyoaktif element.
aktinometri
(İng.
actinometer)
Kimyasal
ışımalarının ve özellikle güneş ışımalarının
şiddetini ölçme.
aktinomorf (İng. actinomorphic, actinomorphous)
Bir eksene göre ışınsal simetrili olan;
Yıldız biçiminde, bu sebepten radyal olarak
simetrik olan ve merkezden geçen birden
fazla düzlem tarafından birbirinin aynı iki
parçaya bölünebilen.
aktinosferyum (İng. actinospharium) Bir hücreli
hayvanlardan Kökayaklılar sınıfının Güneş
hayvancıkları takımından bir cins. Tatlı
sularda yaşar. Küre biçimindedir. A.
cichhorni adlı türünde iç plazmada 200
kadar çekirdek, dış plazmada 14 kadar
kontraktil koful bulunur. Çapı 1mm dir.
aktivasyon (İng. activation) Amino asitlerin veya
nükleotit monofosfatların ATP' den bir P
grubu alması.
akua (İng. aqua) Su, sıvı.
akuakültür (İng. aquaculture) 1. Ekonomik öneme
sahip akuatik formların yapay yöntemlerle
üretilmeleridir. 2. Tatlı veya tuzlu suda
yaşayan organizmaların üretimlerinin yapay
olarak hızlandırılması yöntemi.
akuatik (İng. aquatic) Suda ya da suyun yakınında
yaşayan. Sucul.
akuatik entomoloji (İng. aquatic entomology) Su
böceklerini konu alan Entomolojinin dalı.
akuleat (İng. aculeate) Bitkilerde kaide kısmı kalın,
kısa, sert, ucu sivri yapılara sahip olan
yüzey şekli.
akuminat (İng. acuminate) Uç kısma doğru aniden
daralarak sivrilmiş olan.
akustik çevre (İng. acoustic environment) Belli bir
ses kaynağını kuşatan çevre.
akustik (İng. acoustic) İşitme ile ilgili.
akut (kısa süreli) (İng. acute) Kısa sürede şiddetle
ilerleyen (hastalık).
akut kronik oranı, ACR (İng. Acute Cronic
Rate/Ratio) Uygulama faktörünün ters
çevrilmişi, LC50’nin MATC’ye bölünmesi,
bazı türlerde ise akut LC50’nin MATC ile
bölünmesi.
akut zehirlilik (İng. acute poisoning) Etkisi, kısa
sürede görülen zehirliliktir.
akut zehirlilik deneyi (İng. acute toxicity test)
Deney organizmalarında kısa sürede
olumsuz değişikliğe sebep olan zehirlilik
konsantrasyonlarını belirleme işlemidir.
akutifoliat (İng. acutifolia) Yapraklarının ucu sivri
olan bitkiler.
aküfer (İng. aquifer) 1. İçinde su tutabilen, belli
miktarda suyun hareketine olanak sağlayan
jeolojik oluşum. 2. Suyun çok uzak
mesafelere gitmesini sağlayan, yeraltı
sularını pınarlara ve kuyulara ileten
gözenekli toprak ya da jeolojik oluşum. 3.
Kuyulara ve kaynaklara taban suyu veren
geçirgen bir toprak veya jeolojik oluşum.
akvaryum (İng. aquarium) Suda yaşayan canlıları
ve bitkileri, tabiatta olduğu gibi canlı olarak
korumak için kullanılan cam kap.
Akya (Lat. Lichia amia, Leerfish) Kemikli balıklar
(Teleostei)
takımının,
uskumrugiller
(Scombridae) familyasından, pulları küçük,
dişsiz, büyük boylu, 10-15 bazen de 50-60
kilo gelen bir balık türü. Eti çok lezzetlidir.
Akdenizde yaşar.
akyuvar (İng. leucocyte) Sitoplazmasında bulunan
taneciklerin kimyasal davranışlanna ve
çekirdeklerinin biçimine göre granüllü
lökositler (bazofil lökosit, eozinofil lökosit,
nötrofil lökosit) ve granülsüz lökosit
(lenfosit ve monosit) olmak üzere iki esas
tipe ayrılan, kemik iliğinde teşekkül eden,
bazıları hücresel bağışıklıktan, bazıları da
hümoral bağışıklıktan sorumlu olan beyaz
kan hücreleri. Lökosit.
ala (İng. ala, wing) Bazı meyve ya da tohumların
rüzgârla dağılmasını sağlayan zarsı uzantı.
alanin (İng. alanine) Bir metil yanzinciri olan basit
bir amino asit.
alabalık zonu (İng. salmon zone) Akarsuların üst
bölümleri ve şelalelerden oluşan bol
oksijene gereksinim duyan alabalıkların
baskın olduğu tabaka.
alabalıkgiller (Lat. Salmonidae) Kemikli balıkların
Salmoniformes takımından, 55-60 omurlu,
orta büyüklükte ya da küçük pullu, başları
pulsuz, yüzmekesesi büyük, sırtyüzgeci
karın yüzgecinin üstünde bulunan, yırtıcı,
etleri, pembe ve kırmızı renkte, yumuşak,
kılçıksız, sindirilmesi kolay, çok değerli,
yumurtalarını derelerde, dişinin anal ve
kuyruk yüzgeci ile açtığı çukurların içine
bırakan, kışın yumurtlayan türleri içeren bir
familya. Yağ yüzgeçleri karakteristiktir.
Yumurtlamak için tatlı sulara geçerler.
alan kayası (Lat. Gobius quadrimaculatus, İng.
Four-spotted goby) Kemikli balıklar
(Teleostei) takımının, kayabalığıgiller
(Gobiidae) familyasına ait denizlerde
yaşayan bir tür.
alarga (İng. open sea) Açık deniz, engin.
albedo (İng. albedo) Deniz yüzeyinden yansımış
ışığın su yüzeyine gelen toplam ışığa
oranıdır.
albinism (İng. albinism) Pigment yokluğundan
beyaz olması.
albino (İng. albino) Anorman konjenital renkli
pigment noksanlığı.
albino balık (İng. albino fish) Hiç pigmenti
olmayan balıklar.
aldehit (İng. aldehyde) Alkolleri oksitlendirme veya
asitleri indirgeme yolu ile elde edilen uçucu
bir sıvı.
aldrin (İng. aldrin) Özellikle DDT'ye dirençli
zararlılara karşı etkili olan, klorlu
hidrokarbon pestisit.
aldosteron (İng. aldosterone) Böbrek üstü bezinin
korteksinden
salgılanan,
böbrekten
potasyum çıkarılması ve sodyum geri
emilmesi üzerinde etkili olan bir steroid
hormon.
alel (İng. allele) 1. Kromozomun belli bir yerinde
(lokus) görülebilen, bir genin değişik
formları. 2. Bir karakter üzerinde aynı ya da
farklı yönde etkili olan iki veya daha fazla
genden herbiri.
alelomorf (İng. allelomorph) Bir alele özgü bir
karakter.
alelotip (İng. allelotype) Bir populasyonda farklı
alellerin görülmesi.
alem (Lat. Regnum, İng. Kingdom) Canlıların
sınıflandırılmasında sınıflandırmanın ilk
basamağında kullanılan terim.
allerjen (İng. allergen) Alerjiye sebep olan herhangi
bir madde.
alesital yumurta (İng. alecithal) Yumurta sarısı
olmayan veya stoplazma içerisine dağılmış
olan yumurta tipi.
alevin (İng. alevin) 1. Balıklarda yumurtadan yeni
çıkan vitellüs keseli yavruya verilen ad. 2.
Salmo salar türünde yumurtadan çıkan
yavruya verilen ad.
alfa faktörü (İng. factor alpha) Aktif çamur
ünitelerinde belli bir sıcaklıkta karma
çözeltideki oksijen taşıma katsayısının,
temiz sulardaki oksijen taşıma katsayısına
oranıdır.
alfa filokinon (İng. alpha phylocinon) K1 Vitamini.
alfa heliks (İng. alpha helix) Proteinin ikincil
yapısında bulunan ve düzenli olarak
tekrarlanan sarmal yapı.
alfa hücreleri (İng. alpha cells) Pankreasın
langerhans
adacıklarında
glukagon
salgılayan hücreler.
alfa radyasyon (İng. alpha radiation) Nispeten
düşük bir nüfuz gücüne sahip radyasyon.
Bakınız:
Beta
radyasyon,
Gamma
radyasyon.
alfa taksonomi (İng. alpha taxonomy) Tür
düzeyindeki isimlendirme ve tanımlama ile
ilgili taksonomi.
alg çiçeklenmesi (İng. algal bloom) Mikroskopik
alglerin aşırı çoğalması ve doğada gözle
görülen koloniler pluşturması.
alginik asit (İng. alginic acid) Esmer deniz
yosunlarının hücre duvarları arasını
dolduran
ve
alginat
sanayiinin
hammaddesini oluşturan polisakkarittir
(yosunlarda % 16-42 düzeyinde bulunur).
algisit (İng. algaecide) Yosunlara etkili zehirli
kimyasal bir madde.
algler (İng. Algae) 1. Gelişme sırasında embriyo
teşkil etmeyen ve iletim dokusundan
yoksun olan klorofil içeren büyük bitki
gruplarından biri. 2. Tamamen ya da
kısman su altında yaşayan veya nemli
yüzeylerde büyüyen, bazı kimyasal
elemanların bulunduğu koşullarda hızla
çoğalan, klorofil ve diğer fotosentez
pigmentleri içeren bitkiler. 3. Vücutları
kök,
gövde
ve
yaprak
olarak
farklılaşmamış, fotosentez yapan, sularda
yaşayan prokaryot ya da ilkel bitki grupları.
algoit (İng. algoid) Alglere benzeyen veya alglerin
karakterini taşıyan.
algoloji (İng. Algology, Phycology) Botaniğin,
algleri inceleyen bölümüdür. Alg bilimi.
alıcı (İng. receiver) Kirlilikten dolayı belirli risklere
maruz bulunan canlı ya da cansız nesne.
alıcı ortam (İng. receiving environment) Atıkların
bırakıldığı çevre.
alıcı su ortamı (İng. receiving water environment)
Herhangi bir atığın doğrudan veya bir
tasfiye işleminden sonra nihai olarak
boşaltıldığı su ortamıdır. Alıcı sular.
alışma (İng. adaptation) Canlı bir organizmanın
yeni bir çevreye alışma ya da o çevreye
dayanıklı hale gelme süreci.
alimental göç (İng. alimental migration) Canlıların
beslenmek amacıyla mevsimsel olarak
bulundukları bölgeden başka bir bölgeye
göç etmeleri.
alimenter kanal (İng. alimentary canal) Sindirim
kanalı.
alize (İng. trade wind, the Trades) Tropikal
bölgelerdeki denizlerde kesiksiz ve düzenli
olarak esen bir takım rüzgarların genel adı.
alkali (İng. alkali) 1. pH'si 7'nin üzerinde olan. 2.
Alkali metallerin hidroksitleriyle amonyum
hidroksitinin genel adı. Bu maddelerde,
asitlerin kırmızıya çevrilmiş olduğu bitkisel
mavi rengi eski durumuna döndürme
özelliği vardır.
alkali sertlik (İng. alcaline hardness, temporary
hardness) Kaynamayla giderilen sertliktir.
Bu
sertlik,
genellikle
hidrojen
karbonatlarının
varlığından
ileri
gelmektedir. Geçici sertlik.
alkali olmayan sertlik (İng. permanent hardness,
residual
hardness)
Kaynatmayla
giderilemeyen ve esas itibariyle, kalsiyum
ve magnezyumun, sülfat, klorür, nitrat
bileşiklerinden
kaynaklanan
sertliktir.
Kalıcı sertlik.
alkalilik (İng. alkalinity) Sulu çözeltilerin, hidrojen
iyonları ile tepkimeye girebilme nicel
kapasitesidir.
alkalimetre (İng. alkalimetry) Alkalilerin saflık
derecesini belirtmeye yarayan cihaz.
alkarna (İng. trawl net) İstiridye, tarak, midye gibi
kabuklu deniz hayvanlarını çıkarmak için,
deniz dibini taramaya yarayan bir çeşit ağ.
alkil (İng. alkyl) Alkol kökü.
alkol (İng. alcohol) 1. Bira, şarap gibi sıvıların veya
pancar,
patates
nişastasının
şekere
dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan glikoz
çözeltilerinin
mayalanmış
özlerinin
damıtılmasıyla elde edilen, kokulu, uçucu,
yanıcı, renksiz sıvı ( C2H5 OH ), ispirto,
etanol, etil alkol 2. İçinde bir ya da birden
fazla-OH grubunun bir karbon iskeletine
bağlandığı herhangi bir organik bileşik
sınıfı.
alkol fermantasyonu (İng. alcohol fermantation,
ethanol fermentation) Piruvik asitten
karboksil grubunun çıkarılmasıyla iki
karbonlu asetaldehitin teşekkül ettiği ve
bununda NADPH den elektron alması
sonucu son ürün olarak etil alkolun
oluştuğu metot.
allantoyis (İng. allantois) Omurgalı hayvanlarda
(memeli, sürüngen, kuş) sindirim kanalının
art ucundan meydana gelen, embriyonun
solunum ve beslenmesinde görevi olduğu
gibi sidik kesesi görevi de yapan zarımsı
kese.
allogami (İng. allogamy) Karşılıklı döllenme.
allogen süksesyonu (İng. allogenic succession) Bir
ekosistemde yangın vb. gibi dış çevre
koşullan değişimi sonucu oluşan bitki
süksesyonları.
allojenetik plankton (İng. allogenetic plankton)
Belirli bir bölgede yaşayan, üreyen, gelişen
fakat su hareketleri vs. ile başka bir yere
taşınan plankton. Eksojenetik plankton.
allojenik çökelme (İng. allogenic sedimentation)
Kimyasal olaylar sonucu denizlerin belli bir
bölgesinde oluşan ve daha sonra başka
yerlere taşınan katı maddelerin çökelmesi
olayıdır.
allokarpi (İng. allocarpy) Meyvenin allogamiden
sonra oluşumu.
allometri (İng. allometry) Büyüme ile vücudun
çeşitli kısımları arasındaki oranda değişme.
allopatrik türleşme (İng. allopatric speciation) Bir
türün farklı populasyonlarının farklı
coğrafik alanlarda bulunması sonucu
aralarında üreme işlevinin olmaması ve gen
transferinin
gerçekleşmemesi
sonucu
zaman içerisinde genotipik ve fenotipik
değişimler meydana gelmesi ve bunun
sonucu farklı türler ortaya çıkması.
allopelajik (İng. allopelagic) Denizin sıcaklık veya
soğukluktan etkilenmeyen herhangi bir
derinliğinde yaşayan.
allopoliployit (İng. allopolyploid) Farklı türlerin
melezlenmesi ile elde edilmiş ikiden çok
kromozom serisine sahip olan organizma.
allorizik kök (İng. allorhizic root) Bitkilerdeki ana
kök ve bu kökten meydana gelen yan
köklere verilen ad.
allosterizm (İng. allosterism) Bir bölgeye substratın
bağlanmasının sonucu olarak bir proteinin
geri kalan bağlanma yerinin reaktivitesinin
artması olayı.
allotoksin (İng. allotoxin) Organizma içinde zararlı
zehirleri tahrip ederek koruyucu etki
gösteren bir madde.
Allotötis (Lat. Alloteuthis) Özellikle erkeğinde,
vücudun
ard
kısmı
sivri
olan
Kafadanayaklılar sınıfının Onayaklılar
altsınıfından bir çeşit mürekkep balığı.
allotrofi (İng allotrophic) Çeşitli gıdalarla beslenme
imkanı.
allozigot (İng. allozygous) İki homolog genin,
kaynaklarının birbirinden bağımsız olduğu
düşünülen bir homozigot.
almaşık (İng. alternate) Almaşık dizilişte olan; her
boğumda bir yaprak ve yapraklar arasında
belli bir açı bulunan yaprak dizilişi.
Alternat.
alosa (Lat. Alosa alosa, İng. Allis shad) Tirsi balığı.
alöron tanecikleri (İng. aleurone grains) Bitki
tohumlarının
endosperminde
ve
kotiledonlarda bulunan, protein, fitin ve
hidrolitik enzimler içeren depo granülleri.
alpaks (İng. alpax) Kolayca bükülebilen alüminyum
ve silisyum karışımı.
alt dudak (İng. labium) Gastropod kabuğunun
ağzının iç kenarı.
alt durumlu çiçek (İng. hypogin plant) Korolla,
kaliks ve stamen halkalarının ovaryumun
alt kısmında bulunduğu çiçek durumu.
Hipogin çiçek.
alt yüzey (İng. ventral) Bir canlının veya onun bir
parçasının alt yüzeyi. Ventral.
altalem
(Lat.
subregnum)
Canlıların
sınıflandırılmasında kullanılan bir terim
olup, alemden daha küçük gruplar
topluluğudur.
altcins (Lat. subgenus) Bir cins içinde kurulan ikinci
derecede (daha küçük) bir cins.
altdal
(Lat.
subkladus)
Canlıların
sınıflandırılmasında daldan daha küçük
gruplar topluluğu için kullanılan bir terim.
Yeni sınıflandırma sistemlerinde artık
kullanılmayan, kladus ile sınıf arasında bir
kategori.
altfamilya (Lat. subfamilia) Bir familyanın içinde
kurulan ikinci derecede bir familya.
Canlıların sınıflandırılmasında kullanılan
bir terim olup, familyadan daha küçük
gruplar topluluğunu anlatır.
altfilum
(Lat.
subphylum)
Canlıların
sınıflandırılmasında filumdan daha küçük
gruplar topluluğu anlamında kullanılan bir
terim.
altı yarıklı balık (Lat. Hexanchus griseus, İng.
Bluntnose sixgill shark) Köpek balıkları
(Selachii) takımının, altı yarıklıgiller
(Hexanchidae) familyasından, 6-8 m kadar
uzunlukta, Atlantik, Hint Okyanusu ve
Akdeniz'de yaşayan bir balık türü.
altı yarıklıgiller (Lat. Hexanchidae) Omurgalı
hayvanlardan, balıklar (Pisces) sınıfının,
köpek balıklan (Selachii) takımının, çift
omurlular (Diplospondyli) alt takımından,
6-7 çift solungaçlan olan bir familya.
altınbaş kefal (Lat. Liza aurata, İng. Golden grey
mullet) Kemikli balıklar (Teleostei)
takımının,
kefalgiller
(Mugilidae)
familyasından,
solungaç
kapaklannın
üzerinde birer sarı leke bulunan, 30 cm
kadar uzunlukta, Akdeniz ve Karadeniz'de
yaşayan, eti lezzetli bir balık türü.
altıparmak (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito)
Yaz aylarında 8-10 kg, kış aylarında 10-12
kg olan dört yaşındaki palamut balıklarına
verilen ad.
altsınıf
(Lat.
subclassis)
Canlıların
sınıflandırılmasında sınıftan daha küçük
gruplar topluluğunu ifade eden bir terim;
sınıf ile takım arasında bir kategori.
Subklasis.
altşube (Lat. subphylum, subdivisio) Bir şube içinde
kurulan ikinci derecedeki şube.
alttakım
(Lat.
subordo)
Canlılann
sınıflandınlmasında kullanılan takımdan
daha küçük gruplar için kullanılan bir
terim; takım ile familya arasında bir
kategori.
alttür (Lat. subspecies, ssp) Türün diğer alt
birimlerinden taksonomik olarak farklı,
coğrafik olarak sınırlandırılmış, aralarında
gen alışverişi olan bölgesel bir topluluk.
alturizm (İng. alturism) Bir bireyin, diğerinin yararı
için kendi rahatını feda etme arzusu.
alüvyon (İng. alluvion) Akarsular tarafından taşınan
kil, kum, çakıl gibi kütle parçalarının,
suyun akış hızının azalması sonucu elverişli
yerlere birikmesiyle oluşan tortullar.
alüvyon baraj gölleri (İng. alluvial dam lakes)
Akarsuların akış hızlarının azaldığı alçak
bölgelerde taşıdıkları aşınım materyalinin
büyük bir bölümünü bırakmaları sonucunda
nehir yatağı alüvyon seti ile kapanır ve
arkasında sular birikerek bu tip gölü
oluştururlar.
alveol (İng. alveolus) 1. Akciğerlerde bronşçukların
sonlandığı, gaz değişiminin yapıldığı küçük
kese biçimindeki boşlukların son ucu. 2. İçi
hava ile dolu kesecik, iç salgı hücrelerinin
her biri. 3. Torba biçiminde küçük boşluk
ya da genişlemiş kısım
alveol kemik (İng. alveolus bone) Çene kemiğinin
içinde diş kökü bulunan çukuru kapsayan
bölge.
alveolat (İng. alveolate) Bal peteği gibi oyuklu
yüzey şekli.
alyuvar (eritrosit) (İng. erythrocyte) Omurgalı
hayvanlann kanında bulunan, memelilerde
yuvarlak ve çekirdeksiz, sadece lama ve
devede diğer omurgalılarda olduğu gibi,
oval ve çekirdekli olan, içindeki
hemoglobinle
oksijeni
bağlayarak
taşınmasını sağlayan kırmızı renkli kan
hücresi. Kırmızı kan hücresi.
amber (İng. amber) Amber balığından çıkarılan
güzel kokulu, kül renginde bir madde.
amber balığı (Lat. Physeter macrocephalus, İng.
Sperm whale) Balinagillerden, boyu 25
m’ye kadar çıkan, başı büyük, dişli, çok
yırtıcı bir balık, ada balığı.
ambulakral ayak (İng. ambulacral foot, tube foot)
Tüp ayak.
amebosit (İng. amebocytes) Amip benzeri hücreler.
Ameboid.
amensalizm (İng. amensalism) 1. Biri ötekinden
olumsuz olarak etkilendiği halde ikincisinin
birinci türün bulunmasından zarar görmeme
durumu. 2. Genellikle bitkilerde yaygın
olan amensalizm, bir türün sekresyonu ile
diğer bir türün gelişmesinin durması
halidir.
amentum (İng. amentum) Çiçekleri tek eşeyli ve
genellikle periantlan bulunmayan, ana
ekseni eğilme yeteneğinde olduğundan
sarkık duran, başak çiçek durumu.
ameoboid (İng. amoeboid) Yalancı ayaklar
(pseudopod) yardımı ile hareket eden belirli
bir vücut şekline sahip olmayan tek hücreli
heterotrof organizma.
amerospor (İng. amerospore) Tek hücreli spor.
ametal (İng. non-metal) Metal olmayan elementler
klor, fosfor, oksijen.
ametamorfoz
(İng.
nonmetamorphic)
Bir
metamorfoz geçirmeden ergin hale geçen
hayvanların gelişme olayı.
amfetamin (İng. amphetamine) Merkezi sinir
sisteminde güçlü bir uyarıcı etkisin olan
uyuşturucu madde.
amfiaster (İng. amphiaster) Mitoz hücre
bölünmesinde oluşan akromat vasıtasıyla
birbirine bağlı yıldız.
amfibi (İng. Amphibious) 1. İki yaşayışlı, hem suda
hem karada yaşayabilen ing. amphibious. 2.
Vertebralılarda kurbağaların da içinde
bulunduğu sınıf.
amfibiyotik (İng. amphibiotic) Çeşitli sebepler
yüzünden yılın ya da ömürlerinin belirli
devrelerinde yerlerini değiştiren (göç eden )
balıklardır.
amfiblastik (İng. amphiblastic) Tam fakat
birbirinden farklı bölünme (segmentasyon)
gösteren (yumurta).
amfiblastula (İng. amphiblastula) 1. Bazı
süngerlerin spiküllerinde bulunan protein
yapısındaki madde. 2. Porifera da görülen
larva evresi. Bu evrede embriyonun arka
kısmı granül halindeki arkeositten ve ön
kısmı ise kamçılı hücrelerden ibarettir.
amfidiploit (İng. amphidiploid, allotetraploid) Her
biri farklı türden gelen iki kromozom
takımı taşıyan tetraploit organizma.
Allotetraploit.
amfidrom (İng. amphidromous) Üreme faaliyeti
dışında, hayatlarının belirli dönemlerinde
düzenli olarak tatlı sulardan denizlere,
denizlerden tatlı sulara göç etme, iki yönde
gitme.
amfidromik (İng. amphidromous) 1. Çevresinde
eşit zamanlı gel-git çizgilerinin belli yönde
döndükleri bir sıfır noktası. 2. Nokta
okyanusların lokal olarak kapalı özellikteki
bölgelerinin,
sürtünmenin
ve
diğer
faktörlerin dalga tepelerinin dönmesine
neden olan hareketin olmadığı nokta.
Dünya okyanuslarında amfidromik nokta
mevcuttur. Bu zaman zaman düğüm
olarakta adlandırılır.
amfigenez (İng.amphigenous) Eşeyli üreme, eşeysel
çoğalma.
amfigoni (İng.amphigony) İki bireyin birleşmesiyle
meydana gelen bir eşeysel çoğalma tipi.
amfikarp (İng. amphicarpous) Biçimi veya
olgunlaşma zamanı bakımından iki türlü
meyvesiı olan.
amfikaryon (İng. amphicarion) İki haploid
kromozom serisine sahip olan çekirdek.
amfinükleolus
(İng.
amphinucleolus)
Çift
çekirdekçik.
amfinükleus (İng. amphinucleus) Büyük bir
karyozoma sahip bir çekirdek.
amfipatik (İng. amphiphatic) Bir molekülün
yapısında hem hidrofobik hem de hidrofilik
grubun bulunması.
amfipirenin (İng. amphipyrenin) Çekirdek zarını
teşkil eden madde.
amfirinal (İng.amphirhinal) İki burun deliğine
sahip, iki burun deliği olan.
amfisel (İng. amphicoele) Eklemli iki yüzü içbükey
olan omurgaya veya omurları bu şekilde
olan hayvanlara verilen isim.
amfisol (İng. amphicoelous) İki tarafı çukur.
amfisperm (İng.amphispermous) Tohumu perikarp
ile sıkıca örtülü.
amfistilik (İng. amphistylic) 1. Amfistil karakteri
gösteren, yani çenesi kafatasına hem dil
tabanı kemikleri ve hem de kuadrad
kemikleri ile bağlı olan. 2. Köpek
balıklarında bir çeşit çene bağlantısı.
amfistom (İng. amphistomous) Vücudun her iki
ucunda da vantuzu bulunan.
amfistomatik (İng. amphistomatous) Her iki
yüzünde de gözenekler bulunan.
amfistomatik yaprak (İng. amphistomatic leaf)
Hem alt hem de üst yüzeyde stoma taşıyan
yaprak.
amfitesyum (İng. amphithecium) Yosun kapsülünün
dış ve çevre kapsülü. Yosunlarda
embriyonun dış tabakasını veren doku.
amfitoki (İng. amphitoky) Hem erkek ve hem de
dişilerin partojenik üremesi.
amfitriş (İng. amphitrichous) Bakterinin her iki
ucunda da flagellum demetinin bulunması.
amfitrop (İng. amphitroph) Tohum taslağının 90°
dönerek sapının (funikulus) taslağa yandan
bitişik gibi göründüğü tohum taslağı.
amfitropal (İng. amphitropical) Yumurtacığı ters
dönmüş ve tohum göbeği bir yanın ortasına
düşmüş.
amfizem (İng. emphysema) Şişirme, şişme,
şişkinlik.
amfofil (İng. amphophile) Hücre protoplazmasının,
hem asit, hem baz boyar maddeleri
bağlayan taneciklerine verilen ad.
amfolit (İng. ampholyte) Çözücünün (medium) PH
değerine göre solüsyona H+ veya CHiyonları verebilen madde. Bir asit veya bir
baz rolü oynayarak, aynı anda faklı tipte iki
elektrolitik ayrışmaya uğrayan madde.
amfolitoit (İng. ampholytoid) Hem asit ve hem de
bazik özellik gösteren madde.
amfoterik (İng. amphotheric) Hem asit hem baz
karakteri taşıyan madde.
amfoterik molekül (İng. amphotheric molecule)
Aynı zamanda hem asit, hem de baz yüklü
olan molekül.
amiboyit hareket (İng. amoebism, amoeboid
movement) Amibin hareketine benzeyen
yani yalancı ayaklarla hareket. Amiboyizm.
amiboyizm (İng. amoebism) Tek hücrelilerin
yalancı
ayakları
yardımıyla
yer
değiştirmesi.
amidaz (İng. amidase) Amid bağlantılarını
parçalayan fermend. Aminli bileşimler ve
azotlu materyalden amonyak ayrışması
sağlayan bir enzim.
amiiform (Lat. Amiaforma) Balıklarda sadece
dorsal yüzgecin kullanılmasıyla yapılan
yüzme hareketi.
amiksis (İng. amixis) İki tür arasında çaprazlanma
imkansızlığı.
amiktik (İng. amictic) 1. Döllenmeyen yumurtadan
partonegenetik olarak dişi gelişmesi. Böyle
yumurtalar geliştiren dişi birey. 2. Yüzeyi
her zaman donmuş göller için kullanılır.
amiktik göller (İng. amictic lakes) Dikey yönde su
sıcaklığında
değişimi
olmayan
ve
dolayısıyla
termal
tabakalaşma
göstermeyen göllerdir.
amilaz (İng. amylase) Nişastayı parçalıyarak maltoz
veya malt şekline çeviren bir sindirim
enzimi.
Tükürükte
bulunan
haline
“Pityalin" adı da verilmektedir.
amilobakter (İng. amilobacteria) Havasız yerde
yetişebilen bir bakteri çeşidi.
amiloplast (İng. amyloplast) Bitkilerde, renkli olup
nişasta oluşumuna yarayan granül. Yedek
nişasta meydana getiren plastidler.
amilostatolit (İng. amylostatolith) Statolit şeklinde
vazife gören bir nişasta granülü.
amiloz (İng. amylose) Nişastayı teşkil eden iki uzun
polimer moleküllerinden düz zincir
seklinde olanı.
aminasyon (İng. amination) Organik bir cismin
molekülüne NH3 radikalinin sokulması.
amino (İng. amine) Organik bileşiklerde bir amin
görevi bulunduğunu gösteren ön ek.
aminoasit (İng. amino acid) Proteinlerin yapı
taşıdır. Bir amino asit, amino grubu (NH 2)
ile bir karboksil grubu (COOH) taşıyan
bileşiklerdir. Çok sayıda amino asit
birleşerek proteinleri oluşturur.
amip (İng. amoeba) Kökayaklılar sınıfının Amipler
takımından bir cins. Sularda yaşayan tek
hücreli hayvanlardır. A. proteus tatlı
sularda özgür yaşayan bir amip türüdür.
amipler (Lat. Amoebae) Bir hücreli hayvanların
(Protozoa)
Kökayaklılar
sınıfından
(Rhizopoda) bir takım (Amoebozoa). Bir
veya bazen çok çekirdekli, yalancı ayakları
top veya yaprak biçiminde olan, çıplak
veya kendi saldıkları bir kabukla örtülü,
özgür olarak tatlı su ve denizlerde, asalak
olarak insanların bağırsağında yaşayan
küçük hayvanlar.
amipsi hareket (İng. amoebism) Bir hücrenin
yalancı ayaklar yoluyla yaptığı hareket.
amitotik bölünme (İng. amitotic division) Hücrenin
boğumlanarak ikiye bölünmesi, amitoz
bölünme.
amitoz (İng. amitosis) Eşeysiz bölünme.
amiyoz (İng. ameiosis) Sinapsis sırasında
kromozomların çiftleşmemesi.
amensalizm (İng. amensalism) Simbiyotik ilişkinin
bir çeşiti olan bu ilişkide, türlerden birisi
diğerinden zarar görür. Ancak diğeri hiçbir
etki (yarar veya zarar) almaz.
ammonitler (İng. ammonites) Yumuşakçalardan
kafadan ayaklılar (Cephalopoda) sınıfının,
bugün tükenmiş olan türlerine ait birçok
taşıl olmuş kabuklar. Özellikle mezozoik
devrinde bol bulunan, notilus'a (Nautilus)
benzer yassı ve yay gibi kıvrılmış olan
kabuklar.
ammosöt (İng. ammocoete) Yuvarlak ağızlılarda,
kendilerini kuma gömerek yaşayan, gözleri
deriyle örtülü, etsi ve dişsiz bir oral başlığı
ve yutakta besin parçalarını yemek
borusuna göndermeye yarayan silli
hücreleri bulunan larva tipi.
amniyojenez (İng. amniocentesis) Amniyonun
oluşumu.
amniyon (İng. amnion) Amniyonlu hayvanlarda
(sürüngen, kuş, memeli) bulunan ve dölütü
örten bir iç zar. Omurgasız hayvanlardan
böcekler ve akreplerde de vardır.
amniyonlular
(İng.
Amniota,
Amniotes)
Embriyonlarında bir amniyona sahip
olduklarından yüksek omurgalı hayvanlara
verilen genel bir addır.
amniyonsuz (İng. anamniote) Embriyonlarında
amniyon zarı olmayan.
amniyonsuzlar (İng. Anamniotes) Embriyolarında
bir amniyona sahip olmadıklarından dolayı
ilkel omurgalı hayvanlara (yuvarlak
ağızlılar, balıklar, amfibyumlar) verilen
genel ad.
amniyos (İng. amnios) Dölütü kaplayan zarların en
iç taraftaki, blastodermin dış yaprağından
meydana gelir ve bir sıvı ile (amniyos suyu)
dolu tam bir kesedir.
amonifikasyon (İng. ammonification) Amonyak
meydana getirmek üzere amino asitlerden
amino grubunun çıkarılması.
amonyak,
NH3
(İng.
ammonia)
Protein
metabolizması sonucu oluşan azot ve
hidrojen bileşimi olan keskin kokulu
bileşik.
amonyaklama (İng. ammonification) Nitratların ve
nitritlerin
bakterilerce
amonyum
bileşiklerine indirgenmesi.
amonyaklayıcı bakteriler (İng. ammonia-oxidizing
bacteria) Atık sularda veya katı atıklarda
amonyak açığa çıkaran bakteriler.
amonyoliz (İng. ammoniolysis) Bir maddenin,
hidroliz olayını andıran bir şekilde,
amonyak etkisiyle kimyasal bozulması.
amonyum (İng. ammonium) Amonyaklı tuzlarda
maden rolü oynayan tek değerli bir bileşim
kökü.
amorf (İng. amorphous) Belli ve belirli biçimi
olmayan.
amöbosit (İng. amoebocyte) Amip şekline ve
özelliklerine sahip herhangi bir hücre.
Yalancı ayaklar yardımıyla hareket eden
serbest hücreler. Derisi dikenlilerin sölom
sıvısında bulunan bir hücre.
amöboyit hücre (İng. ameoboid cells) Süngerlerde
dermal tabaka içinde bulunan mezogleaya
gömülü amöboyit hareketli hücreler.
ampleksikol (İng. amplexicaul) Bitkilerde sapsız
yapraklarda,
yaprak
tabanındaki
kulakçıkların gövdeyi tamamen sarması.
amplitüd (İng. amplitude) Bir bölgede oluşan gelgit arasındaki farktır.
ampulla lorenzini (İng. Ampullae of Lorenzini)
Köpek balıklarında duygu epiteli içeren,
lümen ve kanalı jelatmimsi sıvı ile dolu,
sıcaklığa,
elektriksel
ve
kimyasal
maddelere cevap veren organ. Ampulsü
organ.
ampül (İng. ampullae) Bir echinodermin tüp
ayaklarına tutunarak su rezervi gibi rol
oynayan yapı.
ana akarsu (İng. main stream) Bir havzada mevcut
akarsu tali kollarının birleşerek meydaan
getirdiği en üst derecede akarsu yatağı.
ana atardamar (İng. aorta) Kanı vücuda taşımak
üzere kalpten çıkan büyük atardamar. Aort.
ana deniz (İng. ocean) Kıtaları birbirinden ayıran
engin deniz, okyanus, umman.
ana ırmak (İng. main stream) Bir akarsu ağzında
genişliği, derinliği ve suyun çokluğu
bakımından başta gelen ırmak.
anabas (Lat. Anabas testudineus, İng. Climbing
perch) Küçük kemikli bir balık olup,
dikensi solungaç kapaklarıyla akarsu
kenarındaki çalı ve ağaçlara tırmanırlar
(Brankia odacıklarında kıvrımlı şeritleri
vardır). Hayvan bu sayede atmosferdeki
havayı solunur ve böceklerle beslenerek
günlerce ağaç üstünde kalabilir.
Anabaena (Lat. Anabaena) Planktonik, hücreleri
mavi-yeşil, siyahımsı, mor gri flamentler
biçiminde olan koloniyal bir mavi-yeşil alg
cinsi.
anabiyon (İng. anabion) Anabolik işlemlerin
katabolik işlemlerden daha fazla olduğu
organizma.
anabiyoz (İng. anabiosis) Uzun veya kısa bir süre
sessizlik halinde yaşadıktan sonra hayata
dönüş, tekrar canlanma, dirilme; bazı canlı
varlıkkların, tohumların ve sporların,
kurudukları halde, kaybetmiş oldukları suya
kavuşunca dirilmelerini sağlayan nitelik.
anabolik reaksiyonlar (İng. anabolism, anabolic
reactions) Enerji toplama, yani hücresel
madde yapımını ve büyümeyi sağlamak
üzere
basit
moleküllerin
karmaşık
molekülleri oluşturmasına neden olan
kimyasal reaksiyonlar. Anabolizma.
anaç (İng. mature) Büyüyerek yavru veya yemiş
verecek duruma gelen.
anadolu alabalığı (Lat. Salmo trutta macrostigma)
Kemikli balıklar (Teleostei) takımının,
alabalıkgiller (Salmonidae) familyasından,
25-50 cm kadar uzunlukta, üstünde büyük
lekeler bulunan, Türkiye' nin tatlı sularında
yaşayan bir tür.
anadrom balıklar (İng. anadromous fish) Üreme
periyodunda denizden tatlısuya geçen
(mersinbalıkları ve sombalıkları gibi)
balıklardır. Bunlara potamotok adı da
verilir.
anadrom (İng. anadromous) Her yıl çoğalmak için
(som balığı, çığa balığı, deniz alası gibi)
denizden (tuzlu sudan) nehirlere (tatlı suya)
çıkan balıklar için söylenir.
anaerobik (İng. anaerobic) Hava veya serbest
oksijenle temasta bulunmaksızın yaşayan
ve üreyen mikroorganizmalar.
anaerobik bakteri (İng. anaerobic bacteria)
Elementel oksijensiz ortamda üreyebilen
bakteridir.
anaerobik çürüme (İng. anaerobic decomposition)
Organik yükü yüksek atık suyun havasız
koşullarda arıtılması süreci.
anaerobik prosesler (İng. anaerobic process)
Oksijenin olmadığı ortamda faaliyet
gösteren sistemlerdir. Bu sistemlerde arıtma
işleminin hızlandırılması için mekanik
karıştırıcılar ve ısıtıcılar kullanılabilir.
anaerobik solunum (İng. anaerobic respiration)
Hücrede
moleküler
oksijenin
kullanılmadığı bir solunum şeklidir.
anaerobiyont Anaerob olarak yaşayan canlı.
anaerobiyoz (İng. anaerobiosis) Serbest hava veya
oksijen taşımayan bir ortamda yaşama,
serbest hava ihtiyacı duymadan yaşama.
anafaz (İng. anaphaz) Mitoz ve mayoz
bölünmelerinin üçüncü evresi. Mitozda
ortalarından yarılmış kromozomların her
bir yarımının iğin kutuplarına doğru hareket
etmesi, mayozda homolog kromozom
çiftlerinin herbirinin bir kutba çekilmesi.
anaflaksis (İng. anaphylaxis) Organizmanın
yabancı protein ya da başka maddelere
karşı normalin üstünde aşırı reaksiyonu
anafor (İng. eddy) Su yüzeyine görüntü veren
adacık, kaya ve bunlara çarparak bu
görüntülerin
akıntı
altında
kalan
kuytuluklarında oluşan suyun bir merkezi
etrafında dönmesine verilen isim.
anagenez (İng. anagenesis) Dokuların yenilenmesi.
anakök (İng. primary root) Tohumdan ilk meydana
gelen kök olup yer çekimi doğrultusunda
uzanır.
İkiçenekli
bitkilerde
uzun
ömürlüdür ve üzerinden yan kökler çıkar.
Bir çenekli bitkilerde kısa ömürlü olup
ortadan kalkar.
anal (İng. anal) Anüse ait.
anal papilla (İng. anal papilla) Bazı balık
gruplarında anüsün arkasında, genital
deliğin önünde bulunan çıkıntı.
anal yüzgeç (İng. anal fin) Anüsün arkasında
bulunan yüzgeç.
analog (İng. analogous) Kök bakımından değişik,
fakat görev bakımından benzer olan yapı
serilerinin herbiri. (Ör Midye ve balık
solungaçları). Dış görünüşleriyle birbirine
benzeyen organlar.
anamorf (İng. anamorph) Yumurtadan çıkan, henüz
eklemleri ve ayakları tamamlanmamış olan
bazı çok ayaklılar için söylenir. Bunlarda
vücudun arka kısmı sonraları farklılaşır.
anastomoz (İng. anastomosis) Arterlerin, venlerin,
sinirlerin, yaprak damarlarının ve vücudun
birçok bölgesindeki çok ince uç dallarının
birleşerek ağ meydana getirmesi.
anastral mitoz (İng. anastral mitosis) Karakteristik
olarak bitkilerde görülen, iğ ipliklerinin
oluştuğu, fakat sentriol veya asterlerin
bulunmadığı bir mitoz bölünme tipi.
anatomi (İng. anatomy) Hayvan ve bitkilerin
yapısını, doku özelliklerini, doku ve
organların birbiriyle olan ilşkilerini
inceleyen biyoloji dalı.
anatrop (İng. anatropous) Tohum taslağını
plesentaya bağlayan sap olan funikulusa
göre 180 derece dönmüş, ters tohum
taslağı.
ançüez (İng. anchovy) Genellikle hamsi, çaça,
sardalye ve tirsi gibi balıklardan yapılan
tuzlu ve yağlı ezme
androgenez (İng. androgenesis) Dişi gametin
çekirdeğinin döllenmeye katılmaması ile
sadece babadan gelen kromozomları
taşıyan embriyonun gelişmesi. Erkek
gametin gelişmesi.
androjen (İng. androgen) Testesteron ya da öteki
erkek eşey hormonlarından biri gibi erkek
özelliğini veren herhangi bir madde.
androkeum (İng. androecium) Bitkilerde erkek
organlar topluluğu.
andromonoik (İng. andromonoecious) Bitkilerde,
erkek çiçekler ile beraber er dişi çiçeklerin
de bulunması durumu.
anemi (İng. anemia) Kanda, hemoglobin ya da
kırmızı alyuvarların normalin altında
olması. Kansızlık.
anemofili (İng. anemophily) Rüzgar yoluyla
meydana gelen tozlaşma. Anemogami.
anemokor (İng. anemochory) Esas itibariyle
rüzgarla dağılan tohumlar için kullanılır.
anemometre (İng. anemometer) Rüzgarın hızını
ölçen alet.
anensefali (İng. anencephaly) Beyine sahip olmama
durumu, beyinsizlik.
anenteron (İng. anenteron) Supranormal sıcaklığa
maruz kaldığı için malformasyona uğramış
olan blastula.
angiospermae
(İng.
angiospermae)
Kapalı
tohumlular sınıfı.
angiospermler (İng. angiosperms) Gerçek çiçek ve
meyveye sahip, tohumları kapalı bir
ovaryum içinde bulunan bitkiler. Kapalı
tohumlular.
angstrom (İng. ångström) Angström tarafından
yapılmış olan bir uzunluk birimi olup,
ışığın dalga boyu ölçümünde kullanılır.
Milimetrenin on milyonda biri. Sembolü Å.
anguilliform (İng. anguilliform) Yılan şekli.
angular (İng. angular) Birçok omurgalılarda alt
çenede bulunan zarsı kemik.
angulat (İng. angulate) Lamina tabanı açı biçiminde
olan yapraklar.
anhidrik (İng. anhydration) Susuz.
anhidrit (İng. Anhydride) Genellikle kaya tuzu ve
alçı taşı ile birlikte bulunan doğal, susuz
kalsiyum sülfat
anhidrobağlar (İng. anhydro bonds) İki molekül
arasında su çıkma yoluyla oluşan bağlar,
örneğin, bir molekülden OHˉ, ötekinden H
iyonu çıkararak.
anhidröz (İng. anhydrous) Susuz, su içermeyen.
animal kutup (İng. animal pole) Vitellüslü
yumurtada
yumurtanın
vitellüssüz
bölgesinin karşı vejetatif kutba göre daha
hızla bölünerek blastulanm geliştiği çok
sayıda küçük hücrenin bulunduğu kısım.
animalia (İng. animalia) 1. Mevcut ya da nesli
tükenmiş olan tüm hayvanları içeren
taksonomik seviye. 2. Hayvanlar alemi
animalis (İng. animal) Canlı ile ilgili.
anisospor (İng. anisospore) Morfolojik ve cinsiyet
bakımından
birbirinden
farklı
olan
sporlardır.
anizofili (İng. anisophylly) Bir bitki türünde komşu
yapraklar arasında, hatta aynı nodyumdaki
yapraklar arasında büyüklük bakımından
farklılık olması.
anizogamet (İng. anisogamet) Değişik yapı ve
büyüklükte olan ve birleşen iki eşey
hücresinden herbiri. Eş olmayan gamet
veya farklı yapı ve büyüklükte olan ve
birleşen iki gametten biridir. Eş olmayan
gamet.
anizogami (İng. anisogamy) Farklı şekil, büyüklük
ve yapıdaki gametlerin birleşimiyle yapılan
eşeyli üreme şekli.
anizogamik (İng. anisogamous) Oogamik türler
tarafından üretilen gametlerin aksine,
yalnızca büyüklükleri farklı gametlerin
birleşmesiyle gerçekleşen üreme.
anizokarp (İng. anisocarpous) Diğer çiçek
çemberlerinden daha az karpele sahip.
anizokotil (İng. anisocotyly) Bir tohumcuktaki
çeneklerin (kotil) farklı büyüklükte olması
durumu.
anizositoz (İng. anisocytosis) Kırmızı kan
hücrelerinin
boylarında
görülen
değişiklikler.
anizospor (İng. anisospore) Eşey ve şekil olarak
birbirinden farklı olan sporlar.
anizotrop (İng. anisotropic) Çift kırılma. Eşit
olmayan.
anizotropik bant (İng. anisotropic band) A bandı.
anket (İng. survey) Bir konu için soru sorarak
yapılan işlem
annulus (Lat. Annulus) Balıkların kemiksi
yapılarında oluşan yıllık halka.
anoksia (İng. anoxia) Çevrede canlı için gerekli
oksijenin bulunmayışı. Gerekli oksijenin
alınamayışı sonucu doku ve organlarda
beliren oksijen yokluğu.
anomali (İng. anomaly) Doğuştan şekil bozukluğu.
anoreksi (Lat. anorexy, İng. anorexia,) İştahsızlık.
anot (İng. anode) Bir eloktrolitte elektrik elektrik
akımının gelip bağlandığı ve içeri girdiği
uç.
anovari (İng. anovaria) Yumurtalık yokluğu.
anöploidi (İng. aneuploidy) Normal diploid
kromozom sayısından bir veya daha fazla
kromozomunun eksik ya da fazla olması
olgusu.
anöploit (İng. aneuploid) Haploit sayının tam
katlarından daha az ya da daha fazla sayıda
kromozom taşıyan organizma.
antagonizm etki (İng. antagonism effect) İki
kimyasal maddenin birlikte bulunduğu
zaman birbirlerine tesir etmeleri (ör. 2+3=4
veya 3+0=1).
antedon
(Lat.
Antedon)
Derisidikenliler
altfilumunun, Denizlaleleri sınıfından bir
cins. Erginleri özgür hareketli olur. Kolları
on tanedir. Antedon mediterranea türü
15cm kadar olup Akdeniz’de yaşar.
antedorsal (İng. antedorsal) Balıklarda sırt
yüzgecinin önünde bulunan (herhangi bir
oluşum).
anten bezi (İng. antennal gland) Yengeç ve
istakozların boşaltım organları.
anten (İng. antenna) Duyarga.
antennula (İng. antennul) Duygu filamentleri
teşekkül etmemiş olan anten.
anter (İng. anther) Çiçekli bir bitkide erkek
organlardan biri, içinde haploid mikrospor
ya da polen taneciklerinin oluştuğu polen
keselerini içeren stamen kısmı.
anteridyum (İng. antheridium) Çiçeksiz bitkilerde
ve mantarlarda erkek gametleri oluşturan
kısa, silindirik yapıdaki kese.
anteriyör (İng. anterior) Ön; önde bulunan; ön
tarafta bulunan; önde.
anterozoid (İng. antherozoid) Mantarlarda hareketli
eşeysel hücre.
anti (İng. anti) Karşı.
antiasit (İng. antacid) Asit giderici.
antibakteriyel (İng. antibacterial) Bakteri önleyen.
antibiyotikler (İng. antibiotics) Mikroorganizmalar
tarafından meydana getirilen ve seyreltik
çözelti
halinde
bakterilerin
ve
mikroorganizmaların
gelişmesini
engelleme, ya da onları tahrip etme
yeteneğine sahip maddeler, insan, hayvan
ve bitki hastalıklarının tedavisinde geniş
ölçüde kullanılmıştır.
antibiyoz (İng. antibiosis) Karşılıklı antagonizma
durumu.
antidiüretik hormon (İng. antidiuretic hormone,
vasopressin) Böbreklerden suyun geri
emilmesini sağlayan ve hipofizin arka
lobundan salgılanan hormon.
antifouling
(İng.
anti-fouling)
Fouling
organizmaların
gelişimini
engelleyen
organizmalardır.
antijen (İng. antigen) Bir organizmada özgül
antikorların yapılmasını başlatan protein ya
da protein polisakarit bileşiminde bir
yabancı madde.
antikal (İng. antical) Bir dal, sap veya yaprağın üst
yüzü.
antikoagülan
(İng.
anticoagulant)
Kanın
pıhtılaşmasını önleyen madde.
antikodon (İng. anticodon) tRNA'daki üçlü baz
dizilişi.
antikor (İng. antibody) Belli bir antijene bağlanan
ve bağışıklık sistemindeki B lenfositleri
tarafından üretilen bir protein.
antimer (İng. antimeres) İki simetrili bir hayvanın
sağ ve sol parçalarının her biri; ışınsal
simetrili hayvanların herbir simetrik kısmı.
antimetabolitler (İng. antimetabolite) Normal
fizyolojik işlev için gereksinen maddelere
sıkı yapısal benzerlik gösteren maddeler,
esas
metabolitin
kullanılmasını
engelleyerek ya da onun yerini alarak
etkisini gösterir.
antimikrobiyal (İng. antimicrobial) Mikrobiyal
büyümeyi önleyen kimyasal ya da biyolojik
maddeler.
antioksijen (İng. antioxygen) Az bir miktarı bile,
kendinden oksitlenmeyi önleyen maddelere
verilen ad.
antisepal (İng. antisepalous) Çiçeklerde sepallerin
karşısında olan.
antiseptik (İng. antiseptic) Vücudun çeşitli
kısımlarını
mikroplardan
arındırmada
kullanılan kimyasal madde.
antitoksik (İng. antitoxic) Toksin giderici.
antitoksin (İng. antitoxin) İnsan ve hayvan
vücudunun, içine giren bakteri zehirlerini
zararsız duruma getirmek ve onlardan
korunmak için çıkardığı madde veya
antikor. Panzehir.
antiviral protein (İng. antiviral protein) Virus
çoğalmasını durduran bir protein.
antivirüs (İng. antivirus) Eskitilmiş bakteri
kültürlerinde
meydana
gelen
ve
mikroplardan süzme veya santrifüj yoluyle
ayırt edilebilen spesifik madde.
antodyum (İng. anthodium) Bileşik bir bitkide
çiçek tepesi.
antofil (İng. anthophilous) Çiçek seven. Çiçekler
üzerinde beslenen, yaşayan.
antofor (Lat. anthos, İng. anthophore) Çiçek
zarfının çanak ve taç arasında uzaması.
antokarp
(İng.
anthocarp)
Olgunlaşmış
yumurtalıkla tohumdan ibaret meyve.
antokodiyum (İng. anthocodium) Sölenteratların
kolonilerden Alcyonoria’larda beslenme
merkezlerinin (oral) uçları.
antoksantin (İng. anthoxanthin) Sarı renkli
çiçeklerde, tane şeklinde veya erimiş halde
bulunan, glikozit tabiatında soluk sarı
renkli bir boya maddesi.
antosiyan (İng. anthocyans) Hücre kofullarında
eriyik halde bulunan, çiçek ve meyvelerin
mavi, mor ve erguvani renklerini veren,
önemli bir boya (renk) maddesi.
antosiyanin (İng. anthocyanins) Kırmızı, mor ve
mavi çiçeklerdeki bir renk maddesi.
Hidrolize olunca antosiyonidin ve şeker
meydana getiren glikozitler.
antotaksi (İng. anthotaxis) Çiçeklerin bir eksen
üzerindeki dizilişi (düzeni).
antropobiyoloji (İng. anthrophobiology) İnsan
hayat
belirtilerinin
ve
kurallarının
araştırılması.
antropocoğrafya (İng. anthropogeography) Coğrafi
çevrelerine göre insan toplulklarının
yeryüzündeki dağılışını inceleyen coğrafya
dalı.
antropofil (İng. anthropophily) Bir bölgeye insan
eliyle getirilen veya yaşadıkları bölgedeki
şartlar insan tarafından hazırlanılan bitkiler
için kullanılır.
antropofit (İng. antropophyt) Kültivasyon sırasında
kazaen olarak ithal edilmiş bitki.
antropogen kirlilik (İng. anthropogenic pollution)
İnsanlar tarafından sularda meydana
getirilen kirlilik (evsel ve endüstriyel
atıkların oluşturduğu kirlilik).
antropojen (İng. anthropogenic) Doğal bitki
örtüsünün insanların çeşitli etkinlikleri
sonunda özelliklerini yitirmesiyle ortaya
çıkan yeni bitki örtüsü.
antropoloji (İng. anthropology) İnsanbilim.
antropolojik (İng. anthropological) İnsan etkisiyle
oluşan.
antrum (İng. antrum) Organizmadaki bazı
boşluklara verilen ad.
anüs (İng. anus) Sindirilemeyen artıkların
çıkarıldığı, sisteminin arka ucundaki
açıklık.
anyon (İng. anion) Negatif elektrikle yüklü iyon.
aort (İng. aorta) Kalbin vücuda kan pompaladığı
büyük atardamar; ana atardamar.
apandis (İng. appendix) İnce bağırsak ile kalın
bağırsağın birleştiği yerde parmak şeklinde
bir çıkıntı.
apandisit
(İng.
appendicitis)
Apandisin
iltihaplanması.
aparat (İng. apparatus) Aygıt, gereç, araç
apatit (İng. apatite) Doğada kemik dokuda bulunan,
içinde flüor veya klor olan doğal kalsiyum
fosfat
apeks (İng. apex) Salyongoz kabuklarında ilk
kıvrımın bulunduğu tepe (uç) bölgesi.
apendiks (İng. appendix) Ek.
aperiyodik (İng. aperiodic, nonperiodic) Periyodik
olmayan, zamansız, süresiz.
apertür (İng. aperture) Aralık, delik, açıklık.
apertür branşialis (İng. aperture bronchialis)
Sayıları balık gruplarında farklı olan
ağızdan alınan suyun dışarı verildiği
açıklık. Solungaç açıklığı.
apetal (İng. apetalous) Taç yaprakları ya da
korollası bulunmayan çiçek.
apikal (İng. apical) Bir organın tepe veya uç kısmı.
apikal meristem (İng. apical meristem) Kök, gövde
ve bunların yarı organlarının uçlarında
bulunan meristem hücreler.
apikül (İng. apiculus) Bazı bir hücreli hayvanların
tepe kısmında bulunan küçük bir çıkıntı.
aplanogamet (İng. aplanogamete) Hareket yeteneği
bulunmayan veya hareket etmeyen gamet.
aplanospor (İng. aplanospore) Bazı su yosunları
tarafından meydana getirilen kalın duvarlı
spor. Hareket etmeyen spor.
aplasental (İng. aplacental) Plasentasız.
aplazi (İng. aplasia) Vücutta bir organ veya
dokunun eksikliği.
apnömonlar
Denizhıyarları
takımından
derisidikenliler grubu. Özellikleri, su
akciğerleri denilen solunum organlarının
olmayışı.
apodem (İng.
apodeme) Eklembacaklaılrda
kütikülün iç iskelet teşkil edecek şekilde
gelişmesi. Böceklerde toraksın iç tarafında
lateral olarak gelişmiş kitinli bir çıkıntı.
apoenzim (İng. apoenzyme) Enzimin protein kısmı;
tam işlevsel enzim haline gelmek için özgül
bir koenzime gereksinme duyar.
apofil (İng. apophyllous) Yaprakları birbirinden ayrı
olan (çiçekler).
apofiz (İng. apophysis) Kemiğin uç çıkıntısı.
apogami (İng. apogamy) Eşey organlarının olaya
girmediği bir üreme şekli.
apogon (Lat. Apogon) Levrekgiller familyasından,
sıcak denizlerde yaşayan kemikli bir balık.
Bir Akdeniz türü olan Apogon imberbis
yumurtalarını ağzına alarak kuluçka çıkarır.
apojini (İng. apogynous) Dişi organlarda eşeysel
üreme yeteneğinin kaybolması.
apokarp (İng. apocarpous) Birbirinden tamamen
farklı iki veya daha fazla karpelden ibaret
olan.
apomayoz (İng. apomeiosis) Mayoz bölünmeye
uğramaksızın meydana gelen tetrasporların,
sporlu bitki halinde gelişmesi.
apomiksi (İng. apomixis) Bitkilerde görülen ve
partenogeneze benzeyen bir üreme şekli.
Meyoz bölünmeye uğramamış veya
döllenmemiş hücrelerle üreme olup üç şekli
vardır Yumurtasız üreme, döllenmesiz
üreme, sporlanmaksızın üreme.
apopetal (İng. apopetalous) Petalleri noksan olan.
apoplast (İng. apoplast) Bir bitkide hücre
çeperinden ve hücreler arası alanlardan
oluşan ağ. Bitkinin içerisinde hücreler
arasında suyun geniş bir şekilde hareketine
izin verir.
apoptozis (İng. apoptosis) programlanmış hücre
ölümü; etraftaki hücrelere zarar vermeden
bir hücrenin ölmesi ya da fagositik hücreler
tarafından yok edilmesi.
aporogami (İng. aporogamy) Çiçek tozu borusunun
başka yollardan yumurtalığa girerek
döllenme yapması hali.
aposit (İng. apocyte) Hücre çeperiyle bölünmemiş
çok çekirdekli protoplazma kütlesi.
apospori (İng. apospory) Sporla çoğalan bir bitkinin
eşeyli devreden sonra, meyoz bölünmeye
uğramaksızın,
yani
sporlanmaksızın
gelişmesi.
apotip (İng. apotype) Türün tanımı sırasında
fotoğrafı çekilmez üzere kullanılan birey.
ara faz (İng. interphase) İki mitoz bölünmesi
arasındaki evre.
Arapayma (İng. Arapaima) Kemiklibalıklar
takımının Kemik-dilligiller familyasından
bir balık türü. En büyük tatlı su
balıklarından biridir. Uzunluğu 5 m, ağırlığı
200 kg olur. Eti yenir. Güney Amerika’nın
kuzeyindeki ırmaklarda yaşar.
arboretum (İng. arboretum) Doğru biçimde
etiketlenmiş odunsu ve otsu bitkilerin
teşhisi ve bilimsel araştırmalar amacıyla bir
araya getirilip yetiştirildiği ortamlar.
arenikola (Lat. Arenicola marina, İng. Lugworm)
Kıllıayaklılar
(Chaetopoda)
sınıfının,
çokkıllılar (Polychaeta) takımından, boyu
10-15 cm olan, vücudunun sırt bölgesindeki
bazı segmentlerde kırmızı renge sahip dallı
solungaçlar bulunan ve sediment içerisine J
veya L şeklinde kendini gömerek yaşayan
halkalı solucan türü.
arıtma (İng. clarification) Atık su veya gazların
kirleticilerden temizlenmesi işlemlerinin
tümü.
arillus (İng. aril) Döllenme sonrasında, bazı
tohumların üzerinde oluşan ek örtü.
aristo
feneri
(İng.
Aristotle’s
lantern)
Denizkestanelerinin 20 parçadan yapımış
ve fenere benzeyen çiğneme aleti.
aritmetik artış (İng. arithmetic growth) Eldeki
miktarın her seferinde, sabit bir miktar
eklenmesiyle artışı.
aritmik (İng. unrythmical) Ritimli olmayan.
Düzensiz.
arkadaş hücreleri (İng. companion cells) Kapalı
tohumlu
bitkilerde
odun
borusu
hücrelerinin yanında bulunan özelleşmiş
parankima hücreleri.
Arkegon (İng. archegonium) Açık tohumlularda ve
daha ilkel bitkilerde (yosunlar ve
eğreltiotlarında)
yumurta
hücresini
meydana getiren ve içerisinde taşıyan dişi
organ .
arkegonyofor (İng. archegoniophore) Bir tal
taşıyan arkegonların bir dalı.
arkegonyum (İng. archegonium) Genellikle şişe
biçiminde, bir sıra verimsiz hücre
tabakasıyla çevrilmiş boyun, karın kanal
hücreleriyle yumurta hücresinden meydana
gelmiş üreme organı.
arkenteron (İng. archenteron) 1. Gastrulanın
ortasında endoderme sarılı boşluk, ilk
barsak. 2. Genç bir embriyoda sindirim
boşluğunu oluşturacak olan boşluk.
arkeosit (İng. archaeocyte) Süngerlerde, besin
depolayan amoeboid hücrelere verilen ad.
arkeostomat (İng. archaeostomatous) Ağzın
oluşumu
ile
sonuçlanan
ilkağızı
(blastospor) olan.
arkespor (İng. archespore) Çiçekli bitkilerde polen
kesesinin en iç kısmını oluşturan ve poleni
meydana getiren tabaka.
arketip (arkitip) (İng. architype) Bir tür ya da türler
grubunun varsayılan atasal tipi.
arkiblast (İng. archlblast) Yumurta protoplazması.
arkikarp (İng. archicarp) Askomisetlerin dişi dalı
veya bunun türü.
arkitomi (İng. architomy) Hayvanlarda ikiye
bölünme suretiyle bir çeşit eşeysiz
çoğalma.
arkoplazma (İng. archoplasm) Hücre bölünmesinde
sentrozomun çevresini saran ve kısmen
hiyoloplazma ile kısmen akromatinden
ibaret radyasyon (ışıma) maddesi.
arktik (İng. arctic) Kuzey kutupla ilgili, kuzey
kutup yakınında olan.
arkus (İng. arcus) Yay; kemer; kavis.
arkus branşialis (Lat. Arcus branchialis) Her
solungaç yaprağında bulunan kemer
biçiminde kıkırdak yapı. Solungaç kemeri
veya yayı.
arkus hemalis (Lat. Arcus hemalis) Kuyruk bölgesi
omurlarının ventralinde yer alan, içinden
kan damarlarının geçtiği kemer biçimindeki
yapı.
arkus nöralis (Lat. Arcus neurales) Omurların
dorsalinde omuriliğin geçtiği kanalın
üstünde yer alan kemer biçimindeki yapı.
aroma (İng. aroma, odor) Bitkisel ve hayvansal
çeşitli maddelerden yayılan koku.
arsella (Lat. Arcella) Bir hücreliler (Protozoa)
altaleminin, kökayaklılar (Rhizopoda)
sınıfının, kabuklu amipliler (Thecamoeba)
alttakımından iki veya çok sayıda çekirdeği
olan, sarımsı veya kahverengimsi kitine
sahip yassı kabuğu olan türlere sahip cins.
arsenik (İng. arsenic) As sembolü ile bilinen, A.n.
33, A.a. 74,91 olan 5.7 yoğunluğunda,
demir kırı renginde, bayağı sıcaklıkta katı
iken 400 dereceye doğru gaz hale geçen bir
basit element. Ateşe atılınca etrafa sert bir
sarımtırak yayarak uçup gider. Oksitlenince
zehir olur.
arter (İng. artery) Kanı yürekten vücudun çeşitli
bölgelerine gfl türeri kalin esnek duvarlı
damar.
arteriyol (İng. arteriol) Arter ve kılcal damarlar
arasında bulunan daha ince arterler.
artezyen (İng. artesian) Yeraltında biriken suları
burgu ile açılan delikten yukarı fışkırtan
kaynak.
artık (İng. residue) Bir şeyi herhangi bir biçimde
harcadıktan snra ondan geriye kalan kısım
veya kısımlar.
artikul (İng. articulation) Eklem.
artikulasyon (İng. articulation) Eklemleşme.
artma (İng. accretion, growth) Cansız maddenin dış
yüzeyine doğal etkilerle çeşitli maddelerin
eklenmesiyle oluşan büyüme süreci.
artrojen (İng. arthrogenous) Ana bitkilerden
ayrılmış parçalardan gelişmiş.
artropod (İng. arthropod) Böcek yada krustase gibi
eklembacaklı bir omurgasız hayvan.
artropter (İng. arthropterus) Eklemli yüzgece sahip
hayvanlar.
artrospor (İng. arthrospore) Bölmeli liflerin
parçalanmasıyla oluşan eşeysiz mantar
sporu.
asalak bilimi (İng. parasitology) Asalakların
yapısını, yaşayışını, konakçıyla ilişkisini ve
yaptığı hastalıklarla bu hastalıklara karşı
girişilecek savaşı konu alan bilim dalı,
parazitoloji.
asalak (İng parasite) Bir canlının içinde veya
üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun
zararına yaşayan başka canlı, tufeyli,
parazit.
asefali (İng. acephalous) Başsız.
aseksüel (İng. asexual) Eşeysiz.
asellus (Lat. Acellus) Kabuklular (Crustacea)
sınıfının eşayaklılar (Isopoda) takımından
talısularda
yaşayan
türlere
sahip
eklembacaklı cinsi.
Asentrik kromozom (İng. acentric) Mitozda veya
mayozda
kutuplara
göç
edemeyen
sentromersiz
kromozom.
Akinetik
kromozom.
asepsi (İng. asepsis) Mikroorganizma bulunmayan
ortam.
aseptik (İng. aseptic) Hastalık yapabilecek
etkenlerin ortadan kaldırılmış olma halidir.
asetabulum (İng. acetabulum) Sefalopodlarda
kılların üzerindeki vantuzlar.
asetilkolin (İng. acetylcholine) Organik bir baz olan
kolinin asetikle esteri, normal olarak
sinirlerin
ucundan
salgılanır;
sinir
impulsunun sinapstan geçişini sağlar.
aseton (İng. acetone) Birçok organik maddeyi
eritmekte kullanılan uçucu, kolayca alev
alır, eter kokusunda bir sıvı.
asfeksi (İng. asphyxia) Boğulma, oksijensiz kalma.
asidofil (İng. acidophile) Asidi seven.
asidofilik (İng. acidophilic, acidophilous). Asit
ortamında gelişebilen, asit boyalarla
kolayca boyanan.
asidozis (İng. acidosis) Vücuttan baz kaybı ya da
asit birikmesiyle belirlenen patolojik
durum;
yüksek
hidrojen
iyonu
yoğunluğuyla belirlenir (düşük pH).
asimetri (İng. asymmetry) Herhangi bir simetri
tipine sahip olmama durumu.
asimilasyon (İng. assimilation) Sindirilen gıdaların,
organizmaların
sıvılarına
yapıcı
metabolizma olayı ile geçişi.
asinapsis (İng. asynapsis) Mayozda homolog
kromozomların çiftleşememesi.
asit (İng. acid) Molekül ya da iyonlar su içinde
hidrojen iyonlarını (proton) veren bir
madde. Asitler ekşi bir tada sahiptir, mavi
Turnusol kağıdını kırmızıya çevirir,
bazlarla birleşerek tuzları oluşturur.
asit tortulanması (İng. acid deposition, acid
precipitation) Normal düzeylerden daha
fazla asidite taşıyan yağışla toprak veya
yüzey sularında pH azalması ve asitleşme.
asit yağmuru (İng. acid rain) 1. Asit, sülfür dioksit
ve nitrojen oksitleri gibi asit bileşiklerine
sahip yağmur. 2. Esas olarak sanayi
kuruluşlarından, konutların ısıtılmasından
ve motorlu taşıtlardan kaynaklanan, sülfür
ve azot oksitleri içeren su buharı
emisyonlarının yol açtığı, asit çökeltmesi.
asitlenme (İng. acidification) Toprağın ve suyun
asitli emisyonlarla kirlenmesi.
asitlik (İng. acidity) Sulu çözeltilerin, hidroksil
iyonları ile tepkimeye girebilme nicel
kapasitesidir.
askıda katı maddesi (İng. suspended solid) Suda ve
lağım suyunda bulunan, yaklaşık 1 mikron
büyüklüğünde veya daha büyük (örneğin
kum tanesinden daha küçük) katıları ifade
etmek için kullanılan terim.
askıdaki katı madde miktarı (İng. suspended solid
amount) Karışık sıvı içindeki katı
maddelerin kuru haldeki miktarıdır.
askogon (İng. ascogonium) Askı mantarların
genellikle çomak biçiminde olan eşey
organı.
askojen (İng. ascogenous) Uçlarında ask meydana
getiren mantar miselyumları için kullanılan
terim.
askokarp (İng. ascocarp) Koruyucu örtü ile çevrili
askusu olan meyve.
askospor (İng. ascospore) Özel bir spor muhafazası
içinde bulunan genellikle sekiz spordan
oluşan bir dizi.
askus (İng. ascus) Askomycota grubundan bir
mantarın uzamış spor kesesi.
asölomata (İng. acoelomat) Sölom boşluğuna sahip
olmayan canlılar. Endoderm ve ektoderm
arası tamamen mezoderm ile doludur.
(süngerler, deniz anemonları, mercanlar,
nematodlar,
rotiferler,
platelmintler,
nemertean kutları/solucanları).
assimilasyon nişastası (İng. assimilation starch)
Fotosentez sonucu oluşan nişasta. Bu
nişasta tanesi su alarak erir ve tekrar
glikoza dönüşerek yedek besin depolarına
gider ve levkoplastlarda tekrar nişastaya
çevrilir.
assosiasyon (İng. association) Belli şartlar
karşısında aynı gereksinmelere sahip olan
çeşitli türlere ait bireylerin oluşturdukları
devamlı bir topluluktur.
astaksantin (İng. astaxanthin) Proteinle birleşerek
bazı kabuk ve böceklerde pigment
maddesini teşkil eden bir karotenoid.
astenosfer
(İng.
astenospher)
Dünya'nın
mantosunda, sıcak kayaçlardan oluşan 80200 km kalınlığındaki tabaka.
aster (İng. aster) Yıldız, yıldız biçimli.
asteriskus (İng. asteriscus) Kemikli balıkların iç
kulaklarında bulunan üç kemikçikten birisi.
aşılama (İng. vaccination, inoculation) Bir biyolojik
sisteme
uygun
mikroorganizmaların
ilavesidir.
aşınma (İng. erosion) Yüzeylerin çeşitli nedenlerle
aşınması.
aşırı avlanma (İng. over fishing) Avlanılan stokun
tüketilmesi, av gücü arttığı halde, toplam
üretimin azalması durumu.
ataksi (İng. ataxia) Düzensiz ing.
atardamar (İng. arter) Kalpten kanı taşıyan bir kan
damarı.
ateliozis (İng. ateleozis) Hipofizle ilgili cücelik.
atığın yeniden işlenmesi (İng. recycle) Yeniden
kullanmak amacıyla atık maddelerin
toplanması ve işleme tabi tutulması
(örneğin kağıdın, camın, alüminyumun ve
plastiğin yeniden işlenmesi gibi).
atık (İng. waste) Çevrede başkalaşmaya yol açacak
miktarda çevreye boşaltılan, sıvı, katı, gaz
ya da radyoaktif istenmeyen her tür madde.
atık gömme (İng. landfill, waste burial) Atığın
toprak katmanları arasına gömülmesinden
ibaret, katı, atık tasfiyesinin en yaygın
yöntemi; Atıkların gömüldüğü çukur.
atık ısı (İng. waste heat) Çevreye bırakılan
kullanılmış ısı.
atık kolu (İng. waste stream) Çevreye boşaltılan ve
işleme tabi tutulması gereken sıvı ve katı
atıkların miktarı.
atık özümlemesi (İng. waste assimilation) Doğal bir
kaynağın boşaltılan atıkları özümleyerek
kendi kendisini temizleyebilmesi.
atık su (İng. waste water) Her türlü üretim ve
tüketim işleminde kullanıldıktan sonra alıcı
ortama geri verilen veya üretim işlemi
sırasında ortaya çıkan ve herhangi bir
arıtım işlemi yapmaksızın kullanımı
mümkün olmayan sulardır.
atık su yönetimi (İng. waste water management)
İnsan sağlığını ve çevreyi korumak
amacıyla, atık suyun izlenmesi, işlenmesi
ve tasfiyesiyle ile ilgili sistemler
geliştirilmesi ve uygulanması.
atık taşınması (İng. waste management) Sıvı ve katı
atıkların toplanması ve nakli.
atık yakımı (İng. waste incineration) Yanabilen
atıkların denetimli biçimde yakılarak
zararsız bir kalıntı haline getirilmesi işlemi.
Atık hacmi bu yolla yüzde 80-90 azalmış
olur.
atlas (İng. atlas) Birinci omur; kafatası ile
kaynaşarak modifiye olmuş omur.
atmosfer (İng. atmosphere) Yeryuvarlağını saran ve
daha geniş anlamda herhangi bir gök
cismini saran gaz tabakası.
atmosfer basıncı (İng. atmospheric pressure)
Atmosferin yer yüzünde bulunan her cisim
üzerine yaptığı basınç. Deniz seviyesinde,
760 mm'lik civa sütununun 1 cm2 alana
yaptığı basınç "1 atmosfer" basıncıdır.
atmosfer bulanıklığı (İng. atmospheric turbidity)
Belli bir yerin havasındaki yoğunlaşmış toz
parçacıkları.
atmosfer kirliliği (İng. air pollution) Temelde insan
faaliyetlerinin sonucu olarak, doğrudan
doğruya atmosfere verilen ya da atmosferde
kimyasal tepkimeler sonucu oluşan gaz ve
partikül maddelerin yol açtığı kirlilik oranı.
atmosferik sapma oranı (İng. atmospheric
refraction) Atmosferin alt tabasında
yüksekliğin artması ile oluşan ısı düşmesi
oranı.
atol (İng. atoll) Ortasında sığ ve okyanusla
bağlantısı bulunan; halka şeklindeki mercan
adacığı.
atom (İng. nuclear) Elemetin kimyasal özelliğine
sahip en küçük parçası; proton nötron ve
çekirdeğin çevresinde özgül bir yörünge
üzerinde dönen elektronlardan oluşmuştur.
atom enerjisi (İng. nuclear energy) Nükleer
tepkinme sırasında, serbest kalan enerji.
Nükleer enerji.
atom yörüngesi (İng. nuclear orbit) Atom çekirdeği
etrafında bir elektronun izlediği yol.
atomik soğurma spektrografisi (İng. atomic
absorption
spectroscopy)
Bir
sıvı
karışımındaki metal miktarlarını saptayan
analiz yöntemi.
atreziya (İng. atresia) Normal vücut deliği, geçit ya
da boşluğunun yokluğu ya da kapalılığı.
atriyum (İng. atrium) Bir başka yapı ya da organa
geçme olanağını veren odacık, venadan
kanı alan ve karıncığa pompalayan yürek
odacığı. Kulakçık.
atriyum sifonu (İng. atrial siphon) Tunikatlarda
atriyumun dışarıya bağlantısını sağlayan,
ağız sifonundan yutağa giden suların yutak
duvarından atriyuma geçerek vücudu
terkettiği sifon.
atrofi (İng. atrophy) 1. Hayvansal veya bitkisel bir
dokunun, bir organın, bütün bir canlı
varlığın unsurlarında büyümeme hali. 2.
Organların sonradan küçülmesi.
auditor (İng. auditory) Kulak ve işitmeye ait.
auricula (İng. auricula) Derisidikenlilerde bulunan
Aristo fenerinin dibi etrafında bulunan
radyal sıralanmış kalker yaylar.
auricularia larva (İng. auricularia larvae)
Denizyıldızları
ve
denizhıyarlarında
görülen larva tipi. Vücudundaki silli
bantların varlığı ile karakterize edilmiştir.
autojenetik plankton (İng. autogenic plankton)
Belirli bir yöreye özgü olan ve orada
yaşayan, üreyen ve gelişebilen plankton.
avcılık (İng. hunting, fishing) Bir bireyin, başka
türden bir bireyle beslenmesi olayı.
avikularya (İng. avicularia) Kuş başına benzeyen
briyozoa kolonisinin bir üyesi.
avikularyum (İng. avicularium) Bryozoa’larda bazı
polimorf kolonilerde kuş kafasına benzer
değişikliğe uğramış zooyit. Fonksiyonu tam
olarak bilinmemekle beraber korunmada
kullanıldığı sanılmaktadır.
avksin (İng. auxin) Fototropizmanın meydana
gelmesinde rol oynayan madde.
avlanma alanı (İng. fishing zone) Bir ya da daha
çok sayıda hayvanın yaşadığı ve aynı
türden olanlar başta olmak üzere diğer
hayvanlara karşı savunduğu bölge.
avlanma (İng. hunting, fishing) Serbest yaşayan
organizmaların diğer organizmalar ile
beslenmesi.
avrikulat (İng. auriculate) Brakte ya da petal
tabanının iki yanında bulunan, yuvarlak ya
da değişik şekillerde olabilen eklentili
yaprak.
ay balığı (Lat. Mola mola, İng. Ocean sunfish) Ay
balığıgillerden, 3 m boyunda, görünüşü
balık başına benzeyen, kuyruk yüzgeci hilal
biçiminde olan, Akdeniz’de yaşayan bir
balık türü, pervane balığı, kemer balığı.
ay balığıgiller (Lat. Molidae) Balıklar (Pisces)
sınıfının,
kemiklibalıklar
(Teleostei)
takımının, çengelçeneliler (Plectognathi)
alttakımından, kuyruk yüzgeçleri olmayan
Atlantik Okyanusu ve Akdeniz’de yaşayan
türleri bulunan aile.
ayak yüzgeci (İng. muscular foot) Kuvvetli
kaslardan oluşan ve kabuklu yumuşakçanın
hareket etmesini ve yüzmesini sağlayan
organdır.
ayakçıklılar (Lat. Pediculati, Pediculus) Balıklar
(Pisces)
sınıfının,
kemiklibalıklar
(Teleostei) takımından, operkulumları
gelişmiş ve deri ile örtülü, derileri pulsuz
ve pürtüklü, göğüs yüzgeçleri sap
biçiminde uzamış ayakçıklara benzeyen,
yüzme kesesi kapalı olan bir alttakım.
ayırma gücü (İng. resolution) Bir mikroskobun
örnekteki çok yakın iki noktayı birbirinden
ayırt edebilme gücü. Çözme gücü.
ayrışma (İng. decomposition) Ölmüş bitki ve
hayvanların, bakteriler ve mantarlar
tarafından parçalanıp, içerdikleri temel
kimyasal maddelerin (esas olarak karbon ve
azot)açığa çıkarak doğanın çevrimlerinin
geri dönmesi.
ayrıştırıcılar
(İng.
Heterotrophs)
Organik
maddeleri ayrıştıran bakteri ve mantar gibi
heterofrof canlılar. Parçalayıcılar.
aysberg (İng. iceberg) Kutup denizlerinde bulunan
büyük deniz buzulu. Bunlar kutuplardan
kopup denizlerde yüzen buz parçalarıdır.
Buz dağı.
azalan verim ilkesi (İng. diminishing productivity)
Birim girdi başına üretim artışının giderek
azalması.
azamileştirme
(İng.
maximization)
Atık
oluşturmadan kaçınma, buna karşılık
kaynaklardan gerçekleştirilen üretimin
niceliğini
ve
niteliğini
arttırma
çalışmalarını içeren koruma önlemi.
azgelişmiş alan (İng. underdeveloped area)
Ekonomik ve fiziksel gerileme gösteren
bölge.
azigos (İng. azygous) Tek. Çift olmayan.
azigospor
(İng.
azygospore)
Gametlerin
birleşmesinden meydana gelmeyen spor
şeklindeki döl hücresi.
azoik bölge (İng. azoic region) Hayvansal
organizmaların yaşamı için uygun olmayan
bölgedir.
azot döngüsü (İng. nitrogen cycle) Atmosferdeki
azotun bitkiler tarafından özümlenmesi,
sonra topraktan geçerek atmosfere dönmesi
süreci.
azot fiksasyonu (İng. nitrogen fixation) Genel
olarak, atmosferik azotun organizmalar
tarafından daha kullanılabilir maddelere
bağlanması.
azot oksit (İng. nitric oxide) Yanmadan oluşan,
havaya bırakılınca zehirli hale gelen
kirletici madde.
-B(İng. stack effluents) Sanayi
kuruluşlarının
bacalarından
yayılan gazlar ve asılı parçacıklar.
baca gazı (İng. stack gas) Yanmadan sonra,
bacalardan çıkan ve azotoksitler,
karbonoksitler,
su
buharı,
sülfüroksitler,
parçacıklar
ve
birçok kimyasal kirletici madde
içeren, duman.
baget (İng. stick) Kimya laboratuarlarında sıvıları
karıştırmak için kullanılan cam
çubuk.
bağ doku (İng. connective tissue) Hücreleri geniş
hücreler arası matrikste gömülü
olan bir hayvansal doku tipi; ya da
diğer dokular ve organların
bağlantıları,
destekleri
ve
kuşakları.
bağa (İng. carapace) bakınız; karapaks.
bağıl transpirasyon (İng. relative transpiration)
Belirli
bir
sürede
yaprak
yüzeyindeki birim alanda olan
transpirasyonun aynı sürede su ile
doymuş
bir
yüzeydeki
buharlaşmaya
oranı.
Rölatif
transpirasyon.
bağıl nem (İng. relative humidity) Belli bir
sıcaklıkta bir hava kütlesinde
bulunan nem miktarının yüzde
ifadesidir.
bağımlı alg (İng. dependent algae) Alglerin
bulundukları ortamda bağlı olarak
topluluklar halinde yaşamaları.
bağışıklık (İng. immunity) Bir organizmada,
mikroorganizmalara ve bunların
oluşturduğu
maddelere
karşı
oluşturulan
normal
olmayan
şartlara karşı koymayı sağlayan,
doğal yada sonradan kazanılmış
direnç.
bağlantı (İng. linkage) Krossingover yokluğunda,
kontrol
ettikleri
karakterlerin
birlikte kalıtlanmasına neden olan
aynı kromozom üzerindeki iki ya
da daha fazla genin bulunuşu.
bağlayıcı kas (İng. linker muscle) İki kabuklularda
iki kabuk arasında bulunan,
kuvvetli kabukları, kuvvetli olarak
kapatmaya yarayan kaslardır.
bağlılık (İng. correlation) Organizmanın değişik
yapı, özellik ve olaylarında
görülen karşılıklı ilgi. Korelasyon.
baca
atıkları
bakir bölgeler (İng. untouched areas) İnsan
yerleşmelerinin ya da uygarlıkların
ulaşamadığı topraklar.
bakka (İng. berry, bacca) Ekzokarpı ince ve zarımsı
yapıda, mezokarp ve endokarpı etli
olan, açılmayan etli meyve tipi.
Üzümsü meyve.
bakteri (İng. bacterium) Mikroskop ile görülebilen,
filtrelerden
geçmeyen,
fermantasyon
veya
çürüme
olayları ile çoğalan, tek hücreli
ilkel mikroorganizmalardır.
bakterionöston (İng. bacterioneuston) Nöstonun en
küçük
formları
olan
bakteriler,suyun yüzey filminin
hem
altında
hem
de
üzerinde(köpüğünde)yaşadıklarınd
an Epinöston veya Hiponöstona
dahil edilemezler ve bunlara genel
olarak bakterionöston adı verilir.
bakterisit (İng. bactericide) Bakterileri yok eden
madde.
bakteriyofaj (İng. bacteriophage) Bakterileri
enfekte ederek ölümlerine neden olabilen
virüslere verilen genel ad.
bakteriyoklorofil
(İng.
bacteriochlorophyll,
bacteriochlorin) Bazı bakterilerde bulunan
ve ışığı absorblayan pigment.
bakteriyoliz (İng. bacteriolysis) Bakterilerin
parçalanması.
bakteroit (Lat. bacterion, İng. bacteroid) Bakteri
şeklinde, bakteri biçim, bakterimsi.
baktofügasyon (İng. bactofugation) İlk olarak
Belçika’da kullanılan, sıvılardan özellikle
sütten merkezkaç kuvvetiyle küçük
canlıları ayırmaya yarayan alet.
bal özü (İng. honeydew) Entomofil çiçeklerin içinde
salgı dokuları (Nektaryumlar) tarafından
salgılanan, bal yapmak için arılar tarafından
emilen tatlı sıvı.
Balanoglosus (İng. balanoglossus) Hemikordata
sınıfından solucan biçiminde, denizlerde
yaşayan ve dipte oyuklar kazan türlere
sahip bir cins.
Balanus (Lat. Balanus) Sülükayaklıların Balanidae
familyasından, dünyanın her tarafında,
denizlerin yaladığı kayalıklara tutunarak
yaşayan bir kabuklu türü. Volkancık.
balçık balığı (Lat. Protopterus) Dipnoi takımının
Lepidosirenidae familyasına ait Protopterus
cinsi.
balçık yiyen (Lat. Misgurnus fossilis, İng.
Weatherfish) Teleostei üst takımının
Acanthopsidae familyasından, 20-30 cm
uzunluğunda olabilen Orta ve Doğu
Avrupa’nın durgun sularında balçıklarda
yaşayan bir tür.
balık tüberkülozu (İng. fish tuberculosis)
Mikobakterilerin neden olduğu, organlarda
küçük tüberküllerin oluşmasıyla belirgin,
bulaşıcı bir hastalıktır.
balık yetiştirmeciliği (İng. fish breeding) Balık
çeşitlerinin denetimli bir ortamda, satılabilir
büyüklüğe getirilmesi; tarla balıkçılığı;
kültür balıkçılığı. Akuakültür.
balıkçılık biyolojisi (İng. fisheries biology)
Biyolojik
Oseanografinin
balık
populasyonlarını ve avcılığı inceleyen
bölümü.
balıkçılık deniz bilimi (İng. science of fisheries)
Deniz meteorolojisi ile deniz ekolojisini
balıkçılık yönünden inceleyen deniz bilimi
bölümüdür.
balıklar (İng. fish) Omurgalılar dalının kıkırdaklı ve
kemikli balıkları içine alan ikinci sınıfı.
Soğukkanlıdırlar. Tamamen suda yaşarlar
ve suda erimiş oksijeni solungaçları
aracılığıyla solurlar. Ayakları yüzgeç
biçiminde gelişmiştir. Vücut genel olarak
uzunca ve iki uca doğru sivrilmiş olup üzeri
pullarla örtülü veya çıplaktır. Sonda geniş
bir kuyruk yüzgeci bulunur. Genel olarak
yüzme keseleri vardır. Ayrı eşeylidirler.
Yumurtlarlar. Yumurtalar çok sayıda suya
bırakılır ve suda döllenir. Birkaç cinsi
doğurur. Hareket vücut dalgalanması veya
kuyruk yüzgeci ile olur. Bugün en modern
hayvan
sınıflandırılmalarında
gerçek
balıklar tükel-ağız adı altında (Teleostomi)
toplanır ve diğer balıklar başka gruplara
sokulur.
Sillur
devrinden
beri
yaşamaktadırlar. Keski-solungaçlılar ve
Tükel-ağızlılar olmak üzere iki alt sınıfa
ayrılır.
balina (Lat. Balaena mysticetus, İng. Greenland
rigth whale) Balinalar takımının (Catacea),
Gerçek-balinagiller
(Balaenidae)
familyasından bir memeli türü. Uzunluğu
20-35 m, 200 ton ağırlığındadır. Üst
çenenin kenarlarında 5 m olabilen uzun
balina çubukları dizilidir. Arktik denizlerde
yaşar.
balina çubuğu (İng. baleen) Bazı balina ve
köpekbalıklarının ağzında bulunan ve
sudan plankton ayırmaya yarayan sert
kıllar.
balsam (İng. balsam) Sıklıkla odunsu bitkilerden
elde edilen reçine ve bu reçinelerden
yapılan ilaç. Balzam.
bankiz (İng. floe) Deniz sularının donmasıyla kutup
bölgelerinde
meydana
gelen
buzul
topluluğu. Deniz buzulu.
banyo süngeri (Lat. Euspongia officinalis, İng. bath
sponge)
Keratinli
süngerler
(Cornacuspongida)
takımının
sıcak
denizlerinde yaşayan Akdeniz’de iyi
gelişen, iskelet telleri olarak yalnızca
spongin telleri olan bir tür.
baraj gölleri (İng. dam lakes) Elektrik enerjisi
üretmek veya tarımsal araziyi sulamak için
nehirlerin dar yerlerinde setler yaparak
oluşturdukları barajların meydana getirdiği
göller.
baraj havuzlar (İng. dam pools) Düz bir vadide
vadinin uygun yerinin enine bir set ile
kapatılması ile yapılan havuzlardır. Orta
meyilli vadilerin uygun bir yerine yüksek
olmayan bir baraj yapılarak elde edilen
havuzlardır.
baraj (İng. dam) Suyun, doğal akışına engel
oluşturacak bir nehrin ya da akarsuyun akış
yönünü denetlemeye yönelik, duvar, kıyı ya
da başka tür bir yapı.
barb (Lat. barbellus) Genellikle başta bulunan
emici uzantılar; bıyık, sakal. Barbel.
Barbunya (Lat. Mullus barbatus, İng. Red mullet)
Barbungiller familyasından bir balık türü.
Uzunluğu 25-30 cm, ağırlığı 200-300 gr.
Rengi
pembe-kırmızıdır.
Akdeniz,
Karadeniz ve Atlantik okyanusundan bir
balık türü.
Barbus ve Abramis zonu (İng. Barbel and Abramis
Zone) Akarsuların yavaş akan bölümlerini
içeren tabaka.
barhidrometre
(İng.
manometer)
Çeşitli
derinliklerin su basıncını ölçmeye yarayan
alet. Manometre.
barimetre (İng. Sonometer) Gürültünün şiddetini
ölçmeye yarayan alet. Sonometre.
barisfer (İng. barysphere) Yerküresinin ağırlığı ve
yoğunluğu ile diğerlerinden ayrılan içi.
Barlam (Lat. Merluccius merluccius, İng. European
hake) Kemikli-balıklar takımının, Mezgiller
familyasından bir balık türü. Uzunluğu 50
cm. Akdeniz ve Avrupa denizlerinde
derinlerde yaşar.
barofil (İng. barophile) Çok yüksek basınç altında
yaşayabilen mikroorganizmalardır.
barofil organizmalar (İng. barophile organisms)
Derin deniz diplerindeki yüksek basınçla
yaşayabilen organizmalardır.
barometre (İng. barometer) Hava basıncını ve
dolayısıyla bir yerin yükseltisini ölçmeye
yarayan alet.
baroskop (İng. baroscope) Havanın içinde bulunan
cisimlerin ağırlığı üzerine yaptığı hafifletici
etkiyi gösteren alet.
barostat (İng. barostat) Bir basıncı sabit bir değerde
tutmaya yarayan alet .
barotaksi (İng. barotaxis) Organizmaların değişik
basınçlara duyarlılığı.
Barrakuda (Lat. Sphyraena sphyraena, İng.
European
barracuda)
Kefalgiller
familyasından ince, uzun, yırtıcı balıklara
verilen cins adı. Tropik ve subtropik
derinliklerde yaşar. Bazı türleri yenir.
Barramunda (Lat. Scleropages leichhardti, İng.
Barramunda) Kemikli-balıklar takımının,
Kemik-dilligiller familyasından bir balık
türü. Uzunluğu 1 m. Brezilya’nın Nett ve
Mary ırmaklarında yaşar.
barsam (İng. sting fish) Yüzgeçleri dikenli ve
zehirli bir çeşit çarpan balığı.
basen (İng. basin) Kıtasal uzantıdan okyanus ortası
sırtlarına kadar devam eden ve 4000 – 5000
m derinliği olan deniz dipleridir.
basınç (İng. pressure) Bir yüzey üzerine etkide
bulunan gücün yüz ölçümü birimine düşen
miktarı, tazyik.
basınçölçer (İng. barometer) Hava basıncını ölçerek
yer yükseltilerini ve hava değişimlerini
tespit etmek için kullanılan alet, barometre.
basıölçer (İng. manometre) 1. Buharın veya
herhangi bir gazın bulunduğu kabın
yüzeyine yaptığı basıncı belirleyen alet,
manometre. 2. Akışkanların basıncını ölçen
araç.
basil (Lat. bacillus) Çubuk biçiminde bakteri.
basis (İng. basis) Temel, taban.
basit geçitler (İng. simple pits) Sekonder hücre
duvarı kalınlaşmasının kesintiye uğradığı
yerlerdeki delikçikler.
basit yaprak (İng. simple leaf) Yaprak ayası
parçalara bölünmemiş, sap üzerinde bir
parçadan oluşan yaprak.
bastard (İng. bastard) Kalıtsal yapıları değişik olan
bireylerin, ayrı ırk veya alt ırkların
çiftleşmesinden meydana gelen yavrulara
verilen ad.
baş meridyen (İng. prime meridian) Yeryüzündeki
çeşitli noktaların boylamlarını belirlemek
için, başlangıç kabul edilen meridyen.
başak (Lat. spica, İng. spike) Ana eksen üzerindeki
çiçekleri sapsız olan çiçek durumu.
başçık (Lat. capitulum, İng. flower head) Sapsız
çiçeklerin etlenmiş bir ana eksen üzerinde
sık ve çok sayıda yerleşerek oluşturdukları
rasemöz çiçek durumu. Kapitulum.
başkalaşım (İng. metamorphosis) Bazı böcek ve
kurbağa gibi canlıların, yumurtadan
çıktıktan sonraki gelişme evrelerinde
yapısal değişikliğe uğrayarak atalarına
benzer hale gelmeleri.
bataklığımsı alan (İng. bog) Yoğun ötrofikasyon
sonucu su kaynaklarının zengin organik
birikintilerle kaplanarak oluşturduğu alan.
bataklık (İng. marsh) Çok derin olmayan sularla
örtülü batak bölge.
bataklık gazı (İng. marsh gas, methane)
Bataklıklarda ve turbalıklarda oluşan gaz
(esas olarak metan).
batial zon (İng. bathyal zone) Bentik bölgenin 150200 ile 2500-3000 m derinlikleri arasında
kalan bölümü.
batimetri (İng. bathimetry) Denizin derinliğini
ölçme işi.
batipelajik bölge (İng. bathypelagic area) Pelajik
bölgede 600 m ile 2500 m derinlikler
arasında kalan su tabakasıdır.
batiplankton (İng. bathyplankton) 600-700 metre
ile 2000-2500 metreler arasında yaşayan
planktondur.
batimetre (İng. bathimeter) Okyanusun derinliğini
ölçmeye yarayan alet, derinlikölçer.
batisfer (İng. bathysphere) Deniz diplerini
incelemek için kulanılan çelik küro.
batiskaf (İng. bathyscaphe) Derin deniz diplerini
gözlemeye yarayan balon şeklinde dizayn
edilmiş, yüzmesi için benzin kullanılan
dalma aleti.
Batissa (Lat. Batissa) Corbiculidae familyasından,
iki kabuklu yumuşakça. Kocaman oval,
değirimsi veya üçgenimsi kalın ve sağlam
bir kavkısı vardır.
batitermograf (İng. bathythermograph) Derinliğe
bağlı temperatür değişimlerini saptayan
alet.
batiyal bölge (İng. bathyal zone) Bentik bölgenin
200 m ile 4000 m derinlikleri arasında
kalan kısmıdır.
batrak (Lat. Amphioxus lanceolatum, İng. Europan
lancelet) İkincil ağızlı hayvanlardan
kordalılar alt filumunun kafatassızlar
dalından sırt ve anüs yüzgeçleri bulunan,
Avrupa denizlerinde yaşayan bir tür.
Amfiyoksüs.
batolit (İng. batholith) Dipten, çok derinden
yerkabuğunun içine yığınlar halinde
sokulmuş, fakat yerin yüzüne ulaşamamış
kütleler.
baz (İng. base) Suda çözündüğünde hidroksi
iyonlarının konsantrasyonunu arttıran bir
madde. pH'sı 7'den büyüktür. Alkali.
bazal (İng. basal) Dal gibi bir yapının kaidesi ya da
kaidesinin yanı, tabana ait; yüzgeçlerin
tabanında veya yakınında. Tutunma
noktası.
bazal cisimcik (İng. basal body) Sillerin kaidesinde
sitoplazmada bulunan silin büyümesinde
görev alan organel.
bazal hücreler (İng. basal cells) Herhangi bir
organın altında bulunan hücreler.
bazal metabolizma (İng. basal metabolism)
Hayatın devamı için şart olan asgari
metabolizma faaliyeti.
bazal metabolizma hızı (İng. basal metabolism
rate) Besin alınması ve hareketsiz durumda
vücudu canlı tutmak için gerekli enerji
tüketimi.
bazal yapı (İng. basal body) Sil ve ökaryotik
kamçının kaidesinde bulunan sentriyole eş
bir yapı. Bir dairede sıralanmış üçlü gruplar
halinde dokuz mikrotübülden oluşmuştur.
bazalt (İng. basalt)
Deniz dibinde genellikle
oksijen, silikon magnezyum ve demirden
oluşan ağır kaya. Yoğunluğu 2,9 g /cm3
dolaylarındadır.
bazeost (İng. baseost) Teleostei’lerde dorsal ve anal
yüzgeç ışınlarının her birini destekleyen üç
yapıdan ortada olanı. Orta pterigiyofor.
bazidiyum (İng. basidium) Yüksek mantarların
topuz biçiminde olan ve spor üreten organı.
bazihiyal (İng. basihyal) Balıklarda hiyoid yayının
kaide ya da ventral bölgesi olan geniş
levha.
bazofil (İng. basophil) 1. Alkali özelliği üstün
toprakları seven. 2. Bazik bir boya olan
metilen mavisi ile boyanan iri granüllü
lökositler.
bazoit (İng. basoid) Bazik özellikler gösteren
kolloit.
beherglas (İng. beaker) Kimya laboratuarlarında
ısıya dayanıklı cam kap.
bekçi hücresi (İng. guard cell) Bir yaprağın stoma
büyüklüğünü düzenleyen özelleşmiş bir
epidermis hücresi.
bekletme havzası (İng. detention basin) Taşkını
önlemek için sel suyunu denetimli biçimde
tutup bırakmaya yönelik havuz yada depo.
bekletme süresi (İng. detention period) Birim
hacimdeki bir sıvı yada gazın akış
sürecinde bir tank yada odada tutulma
ortalama süresi.
bellek hücreleri (İng. memory cells) Bağışıklık
hafızasından sorumlu hücreler.
benekli hani (Lat. Serranus hepatus, İng. Brown
comber)
Kemiklibalıklar
takımının,
Hanigiller (Serranidae) familyasından bir
balık türü. Uzunluğu 25 cm kadardır.
Akdeniz’de yaşar.
benekli uyuşturan (Lat. Torpedo torpedo, İng.
Common torpedo) Chondrichthyes sınıfı,
Elasmobranchii altsınıfı, Rajiformes takımı,
Torpedinidae familyasından, en azından 5
siyah ve sarı şeritlerle çevrili kahverengi
gözbeneği olan, Akdeniz'de yaygın, 50 m
derinlikteki sıcak suları tercih eden bir tür.
bental (İng. benthal) 1. Su zemini. 2. Denizlerin
dibinde yaşayan.
benthos (İng. benthose) Deniz dibindeki bitki ve
hayvanların oluşturduğu topluluk. Bentos.
bentik (İng. benthic) Deniz ve tatlı sularda dip ya da
taban bölgesine ilişkin.
bentik alg (İng. benthic algae) Tatlı veya deniz
suyunun kıyıdan itibaren güneş ışığının
girebildiği derinliklere kadar olan diplerde
yaşayan alg toplulukları.
bentik canlı (İng. benthic organism) Zeminde
yaşayan canlılara verilen addır.
bentograf (İng. benthograph) Çok büyük
derinliklerde deniz dibinin fotoğrafını
çekmeye yarayan alet.
bentoloji
(İng.
benthology)
Biyolojik
oseanografinin bentozu inceleyen bölümü.
benzen (İng. benzene) Kanser yapan endüstriyel
çözücü.
berber balığı (Lat. Anthias anthias, İng.
Swallowtail seaperch) Teleostei üst
takımının Serranidae familyasından 25 cm
uzunluğunda olabilen Akdeniz’de yaşayan
tür.
Bergmann Kuralı (İng. Bergmann’s rule,
Bergmann’s
Law)
Çeşitli
coğrafik
bölgelerde yaşayan sıcakkanlı hayvan
türlerinin sıcak yerlerde küçük boylu,
soğuk yerlerde büyük olması kuralı.
berlam Bakınız Barlam.
berraklık (İng. clarity) Saf su oldukça berraktır.
Berrak su içinde ışık çok az bir kayıpla su
altında oldukça derinlere kadar girebilir.
Bir su kütlesi içinde farklı dalga boyundaki
ışığın girebileceği mesafe berraklığın
etkisiyledir. Suyun berraklığı bitki ve
hayvan ilişkilerinde oldukça önemlidir. Saf
su ışığı geçici olarak absorbe eder. Şöyle ki
bir ışık spektrumunda kırmızı ışığın
absorbsiyonu maviye oranla oldukça
fazladır.
besi doku (İng. endosperm) Bir tohumun çimlenip
ilk yapraklarını verinceye kadar geçen
sürede besin ihtiyacını karşılayan doku.
besin ağı (İng. food chain) Karşılıklı bağlantı
içindeki besin zincirleri dizisi.
besin bütçesi (İng. nutrient budget) Belli bir
yaşayan sistem açısından, alınan ya da
kaybedilen gerekli mineral besinlerin
miktarlarını belirlemeye yönelik tahmin.
besin devri (İng. nutrient cycles) Ekosistemin canlı
ve cansız komponentleri arasındaki element
değişimi.
besin giderme (İng. nutrient stripping) Alıcı sularda
ötrofikasyonu yavaşlatmak amacıyla yada
atık suyun yeniden kullanılabilmesi için
uygulanan üçüncü derece arıtma.
besin kofulu (İng. food vacuole) Protozoa’ların
sitoplazmasında besin tanecikleri ve sıvı
kapsayan, içinde besin maddelerinin bir
zarla çevrili boşlukların her biri.
besin (İng. nutrient) Metabolizmada enerji kaynağı
ya da yapım maddesi olarak kullanılabilen
madde.
besin polibi (İng. nutrient polyp, nutritive polyp)
Knidli hayvanların meydana getirdikleri
kolonilerde iş bölümü sonucu beslenme
görevini üzerine almış koloni bireyi.
besin zinciri (İng. food chain) Bir toplulukta enerji
ve maddenin taşındığı, üretici, tüketici ve
ayrıştırıcıları
kapsayan
organizma
zincirleri.
besin zinciri basamağı (İng. trophic level) Bir
hayvanın besin zincirindeki yeri.
besinler (İng. nutritions) Bitkilerin ve hayvanların
büyümesi için gerekli maddeler.
beslenme (İng. nutrition) 1. Beslenmek işi. 2. Vücut
için gerekli besin maddelerinin alımı.
beslenme indeksi (İng. nutritional index) Midedeki
yem maddeleri ağırlığının (SCW), vücut
ağırlığı (BW) ile midedeki yem maddeleri
ağırlığı farkına oranıdır. (f=(SCW/BWSCW)100.
besleyici maddeler veya tuzlar (İng. nutritional
substances and salts) Denizlerde mevcut
fotosentez yapan organizmalarca kullanılan
inorganik ve organik maddeler. Fosfat,
nitrat, silikat birleşikleri ve B12 gibi.
beta faktörü (İng. beta factor) Aktif çamur
ünitelerinde kullanılan ve belli bir basınç ve
sıcaklıkta
atık
sudaki
oksijen
doygunluğunun temiz su oksijen doygunluk
değerine oranıdır.
beta taksonomi (İng. beta taxonomy) Türlerin doğal
sınıflandırma içerisinde, daha yüksek
taksonlarının
tanımlanmasına
ve
sınıflandırılması. Tür üstü taksonomi.
beta
polimeraz
(İng.
beta
polymerase)
Ökaryotlarda DNA sentezi sırasında oluşan
boşlukları dolduran ve bozuklukları tamir
eden enzim.
betipelajik yumurta (İng. bathypelagic egg)
Denizlerin orta tabakalarında yüzen
yumurtalardır.
beyaz kas (İng. white muscle) Az miktarda
miyoglobin ve sitokrom içermesi sebebiyle
soluk görünen bir tip iskelet kası.
beyaz pulpa (İng. white pulp) Dalakta, lenfosit ve
antijen tanıtıcı hücrelerin, arteriyollerin
çevresinde oluşturdukları bölge.
beyin (Lat. Cerebrum, İng. brain) Omurgalılarda
kafatası içindeki merkezi sinir sisteminin
bir bölümü.
bez (İng. gland) Organizmada kullanılmak yada
dışarı çıkarılmak üzere salgı yapan
özelleşmiş bir hücre
yada özelleşmiş
hücreler topluluğu.
bifasiyel (İng. bifacial) Üst ve alt yüzeyi belirgin
şekilde farklı yassılaşmış yaprak.
biküspid (İng. bicuspid) İki sivri uç ya da kapakçığa
sahip olma.
bilateral (İng. bilateral) Her iki tarafı benzer.
bilateral simetri (İng. bilateral symetry) Vücudun
tam ortasından geçen bir düzlemin, vücudu
iki eş yarıya (sağ ve sol) ayırdığı simetri
tipi.
bileşik başak (İng. united spike) Ana eksen
üzerindeki dalların spikula denen küçük
spikalar taşıması. Spika.
bileşik lipit (İng. complex lipid) Protein, karbohidrat
yada kükürt, azot gibi elementlerle bileşik
teşkil eden lipitler.
bileşik meyve (İng. united fruit) Dut ve incir gibi
sık çiçek durumundan meydana gelen
meyveler.
bileşik salkım (Lat. panicula, İng. panicle) Yan
dalları tekrar dallanmış bir rasemöz.
Panikula.
bileşik şemsiye (İng. united umbel) Çiçek kümesi
sapında ikinci derecede bu sapların üzerinde
şemsiye durumunda çiçeklerin bulunması. Umbella.
bileşik yaprak (İng. compound leaf) Yaprak ayası
parçalara bölünmüş, yaprak çok sayıda
yaprakçıklardan meydana gelir.
bilirubin
(İng.
bilirubin)
Hemoglobinin
parçalanmasyla meydana gelen kırmızı sarı
bir safra pigmenti.
binoküler (İng. binocular) İki gözle bakma.
binominal
nomenklatür
(İng.
binominal
nomenclature) İlk defa Linnaeus tarafından
tarif edilen, organizmaları cins ve tür
adından oluşan iki isimle adlandırma
sistemi. İkili adlandırma.
binükleer (İng. binuclear) İki çekirdekli.
bioassey (İng. bioassay) Biyolojik etken olan bir
maddenin etkinliğinin canlı organizma
üzerinde göstererek belirleme.
biogenesis (İng. biogenesis) Bir canlıdan, yeni bir
canlının meydana gelişi. Çoğalma.
biokron Hayvanlar aleminin evrimi içinde bir cinsin
veya bir türün yaşama süresi.
bioluminesans (İng. bioluminescence) Biyolojik
olarak ışık üretilmesi.
biomas (İng. biomass) Habitatın belli bir hacmi
veya alanındaki canlı materyali ağırlığı.
biopsie (İng. biopsy) Canlıdan, incelemek üzere
alınan doku veya organ parçası.
biosfer (İng. biosphere) Yeryuvarının canlıları
içeren bölümüdür.
biosönoz (İng. biocenose) Bir biotopta karşılıklı
olmayan cezblerle bir araya gelmiş ve
çeşitli faktörlerin etkisinde özel bir yapı
oluşturmuş organizmaların ortaya koyduğu
topluluktur. Hayvansal formlar için
Zoosönoz, bitkisel formlar için de
Fitosönoz terimleri kullanılır.
biota (İng. biota) Bir bölgenin fauna (hayvan) ve
florası (bitki)’dır.
biotekton (İng. biotecton) Taşların yüzeyini örten,
Cladopora gibi organizmalar.
biotop (İng. biotope) Hayat şartlarında belli
özellikler gösteren yüzeysel bir coğrafik
saha veya değişken hacimli bir ortamdır.
bioturbator (İng. bioturbation) Bir organizmanın,
diğer
organizmaları
arttırmak
veya
azaltmak
için
bulunduğu
çevreyi
değişikliğe uğratması.
bipalmat (İng. bipalmate) Lobların lobcuklara
ayrılmış durumu.
biped (İng. biped) İki ayaklı hayvanlar, bipedal
hayvanlar.
bipenniform (İng. bipenniform) Tüy gibi bir
eksenin iki yanında eşit yapıya sahip olma.
bipinnarya larvası (İng. bipinnaria) Derisi
dikenlilerden denizyıldızlarında bulunan
larva
şeklidir.
Auricularia’lardan
türemeleriyle beraber onlardan sillerin daha
sert ve komplike olmalarıyla ayrılırlar.
bipolar (İng. bipolar) İki uçlu veya iki kutuplu
olma durumu.
bipolar nöron (İng. bipolar neuron) Bir dendrit ve
bir aksonu olan iki kutuplu sinir hücresi.
bir çenekliler (İng. Monocotyledonous) Embrio bir
kotiledonlu, temel çiçek formülü P2+3 A3+
3G3 olan, genel olarak sapsız, laminası tam
kenarlı ve paralel damarlı yaprakları olan,
genellikle yumrulu ve soğanlı, otsu, bazen
odunlu basit gövdeli, saçak köklü bitkileri
kapsayan, Kapalıtohumlular alt bölümünün
bir sınıfı.
biramus (İng. biramous, biramose) Çift loblu.
birbirini izleme (İng. succession) Doruk topluluğu
oluşana kadar, bir bölgedeki bitki ve
hayvan topluluklarının birbirinin yerine
geçmesi.
birefrigens (İng. birefrigence) Bir maddenin çözelti
halinde ışığı farklı konumda değişik olarak
kırma özelliği.
birey (İng. individual) Bir grup canlının, yapı ve
görevleri bakımından tek bir varlık olan tek
bir organizması.
birikme (İng. accumulation) Denizlerin, akarsuların
ya da buzulların, çamur, kum ya da
çakılları, kumsal gibi oluşumlar meydana
gelecek şekilde biriktirmesi süreci.
birim stok (İng. unit stock) Kendi kendini devam
ettirebilen bir ırk ya da türden olan, belirli
bir bölgede ve belirli bir zamanda üreyen
ve diğer stoklardan bağımsız olarak avlanan
balık grubudur.
birim zar (İng. unit membrane) Elektron
mikroskobunda arası açık renk iki koyu
çizgi halinde görülen iki protein tabakası
halinde bulunan lipit tabakasından oluştuğu
varsayılan yapı.
birinci bacak (İng. primary leg) Kabukluların
avlarını
yakalamada
yararlandıkları
kuvvetli kıskaçlı en iri bir çift bacağıdır.
birinci tüketici (İng. primary consumer) Besin
zincirinde üreticilerle beslenen tüketici.
Primer tüketici.
birincil arıtma (İng. primary treatment) Arıtma
tesisine giren atık suyun BOİ5’inin en az
%20 ve askıda katı maddelerin en az %50
oranında
gideriminin
sağlandığı
fiziksel/mekanik
ve/veya
kimyasal
işlem/işlemler ya da diğer işlemlerle
arıtılması.
birincil işlem (İng. primary treatment) İşlenmemiş
lağım suyunun arıtmanın en yaygın biçimi
kaba ve katı maddelerin ayrıldığı ön işlem.
birincil haberciler (İng. primary messengers)
Hücreye haber ulaştıran ve hücre zarında
belli bir reseptöre bağlanan, hormon,
nörotransmitter gibi kimyasal maddeler.
birleşik zararlı organizma denetimi (İng.
integrated pest management) Zararlı
organizmaların
yayılmasını
biyolojik,
kültürel
ve
kimyasal
yaklaşımları
birleştirerek denetleme yöntemi. Özellikle,
en azından bir kimyasal ilaca karşı direnç
kazanmış
organizmalarla
mücadelede
kullanılır.birleşik zehirlilik İki veya daha
fazla zehirli maddenin birlikte meydana
getirdiği etkidir.
birleşmiş
solungaçlılar
(Lat.
Symbrabchii)
Teleostei takımından solungaç yarıkları
karında tek bir yarık meydana getirecek
şekilde
birleşmiş,
yılan
balıklarına
benzeyen ve yüzme keseleri olmayan
türlere sahip bir alttakım.
birlik (İng. association) Aynı ekolojik ortamda
bulunan aynı ya da farklı türdeki
bitkilerden oluşan topluluk.
birlikte bulunma (İng. commensalism) İki
popülasyon veya bireyden sadece birinin
yararlandığı, ötekinin ise hiç etkilenmediği
bir ekolojik ilişki; kommensalizm.
birlikte evrim (İng. coevolution) Birbirleriyle
etkileşim içinde olan iki türün bir arada
geçirdikleri evrimsel değişimler; av-avcı ya
da konukçu-asalak türlerinin, birbirlerine
uyum yapacak şekilde karşılıklı evrimleri.
birliktelik (İng. allosterism) Bir bölgeye substratın
bağlanmasının sonucu olarak bir proteinin
geri kalan bağlanma yerinin reaktivitesinin
artması olayı, allosterizm.
biseksuel (İng. bisexual) Hem dişi, hem erkek
organı taşıyan,hermafrodit.
bistüri (İng. bistoury) Anatomide kadavra açımında
ve ameliyatlarda kullanılan ucu sivri,
keskin yüzlü özel bıçak.
bisus iplikçikleri (İng. bysus gland) Midye
ayağında yer alan bir bez, saçak veya demet
şeklindeki protein yapısında olan kuvvetli
iplikler salgılar. Buna bissus iplikçikleri
denir ve bunlar aracılığı ile hayvan kendini
bir yere bağlanmasını sağlar.
bitki anatomisi (İng. Phytotomy) Kök, gövde,
yaprak ve çiçekleri taşıyan bitkilerde, kök,
gövde ve çiçeklerin iç ve dış yapılarını
inceleyen biyoloji koluna verilen ad.
bitki coğrafyası (İng. Phytogeography) Bitkilerin
yeryüzünde dağılışlarını ve bunu etkileyen
faktörleri inceler. Geobotanik.
bitki doku kültürü (İng. plant tissue culture) Bitki
hücreleri, dokuları organları yada bitkinin
tamamının in vitro büyütülmesi ve devam
ettirilmesi.
bitki ekolojisi (İng. Phytoecology) Bitkiler ile
ilişkisi bakımından canlı ve cansız ortamın
(iklim, toprak, canlı varlıklar) incelenmesi.
bitki fizyolojisi (İng. Phytophysiology) Bitkilerdeki
hayatsal olayları fizik ve kimya konularına
dayanarak
inceleyen
bilim
dalı.
Metabolizma fizyolojisi, büyüme ve
gelişme fizyolojisi ve hareket fizyolojisi
olmak üzere üçe ayrılır.
bitki ıslahı (İng. plant amelioration) Yüksek
verimli, hastalıklara dayanıklı ve kaliteli
yeni bitki çeşitlerinin elde edilmesi amacı
ile yapılan genetik uygulamalar.
bitki morfolojisi (İng. plant morphology) Bitkilerin
iç ve dış yapılarını inceleyen bilim dalı.
Morfolojinin bitkilerin içyapısını inceleyen
kısmına Bitki Anatomisi, bitkinin dış
yapısını inceleyen kısmına ise Organ Bilimi
(Organografi) denir. Bitki Anatomiside
Hücre Bilimi (Sitoloji) ve Doku Bilimi
(Histoloji) olmak üzere iki kısma ayrılır.
bitki öldürücü (İng. herbicide) Zararlı ot öldürücü
ve yaprak dökücü olarak kullanılan
kimyasal madde.
bitki örtüsü (İng. vegetation) Belirli bir alanda
yaşayan bitkilerin tümü.
bitki sistematiği (İng. plant taxonomy) Bitkilerin
birbirleriyle
olan
doğal
akrabalık
derecelerini
göz
önüne
alarak
sınıflandırılması ve teşhisi ile uğraşan
botanik dalı. Bitki taksonomisi.
bitki sosyolojisi (İng. phytosociology) Çeşitli bitki
topluluklarının hayatlarını inceleyen bilim
kolu.
bitki suksesyonu (İng. plant succession) Vejetasyon
oluşurken aynı arazi parçasının birbirini
takiben çeşitli bitki toplulukları tarafından
kaplanması.
bitkicil (İng. herbivore) Bitki (bitkisel madde)
yiyerek beslenen.
bitüm (İng. bitumen) Yerkabuğunu meydana getiren
taşlar, tabakalar içinde doğal olarak
bulunan, karışımında, karbon, hidrojen
olan, yanıcı, esmerimsi, yerine göre katı,
sıvı, gaz olarak görünen maddeler.
bivalent (İng. bivalent) Sentromeri henüz bağlı iki
homolog kromozomun kardeş kromatitler
oluşturmak üzere kendilerini eşlemesi
sonucu oluşan grup.
Bivalvia (Lat. Bivalvia) Midye ve istiridye olarak
adlandırılan yumuşakçalar şubesine ait
hayvan sınıfı.
bivyum (İng. bivium) Denizhıyarlarında gövdenin
sırt kısmı.
biyo (İng. –bio) Pek çok kelimenin yapımında
kullanılır ve “hayat“ anlamı verir.
biyoakustik (İng. bioacoustics) Hayvanların çeşitli
durumda çıkardıkları seslerin incelenmesi.
biyoakümülasyon (İng. bioaccumulation) Biyo
yoğunlaşma.
biyoartırış (İng. bioaugmentation) Biyolojik
remedasyonu hızlandırmak maksadıyla
besinlere azot, fosfor gibi maddelerin
ilavesi.
biyo bozulmaya uğramaz (İng. nonbiodegradable)
Bakterilerin ayrıştıramadığı organik madde.
biyocoğrafya (İng. biogeography) Canlı varlıkların
geçmişte veya zamanımızda yeryüzündeki
dağılışlarını inceleyen bir bilim dalıdır.
biyoçeşitlilik (İng. biodiversity) Belirli bir bölgede
bulunan genlerin, türlerin ve ekosistemlerin
toplamına
biyoçeşitlilik
denir.
Biyoçeşitlilikten bahsederken, söz konusu
alan da belirtilmelidir. Örneğin, Türkiye'nin
biyoçeşitliliği, Karadeniz hamsisi gibi.
biyodegredasyon (İng. biodegradation) Biyolojik
parçalanma.
biyodeneme (İng. bioassay) Potansiyel olarak
zehirli bileşiklerin niteliğinin ve gücünün,
standart
test
organizmalarıyla
etkileşimlerini gözleme yoluyla laboratuvar
koşullarında denenmesi.
biyodiversite
(İng.
biodiversity)
Değişik
kökenlerden gelen canlı türleri arasındaki
variyebilite; organizmaların çeşitlerinin
alan ya da hacim birimi başına sayısı;
belirli bir zamanda belirli bir yerdeki
türlerin bileşimi, biyolojik çeşitlilik.
biyoekoloji (İng. bioecology) Bulundukları çevre ile
canlıların ilişkilerini inceleyen bilim dalı.
biyoelektrik (İng. bioelectric) Canlı varlıkların
ürettiği elektirik (Torpil balığı, Uyuşturan
yılan balığı).
biyoelektronik (İng. bioelectronics) Moleküler
biyoloji dalı. Hücreleri meydana getiren
moleküllerle hücre metabolizmasındaki
tepkimelere neden olan maddeler.
biyoenerjetik (İng. bioenergetics) Bitkilerle
hayvanlar, bitkilerle bitkiler hayvanlarla
hayvanlar arasındaki enerji aktarımının
incelenmesi.
biyoerozyon (İng. bioerosion) Sert tabakaların
genellikle kalsiyum karbonatın yaşayan
çeşitli organizmalarla çözülmesi veya
parçalanması.
biyoessey (İng. bioassay) Biyolojik etken bir
maddenin etkinliğini, canlı organizma
üzerinde göstererek saptama.
biyofaj (İng. biophage) Bir organizmanın diğer
canlı organizma ile beslenmesi, biyotrof.
biyofilm prosesleri (İng. biofilm processes)
Biyolojik arıtma sisteminde organik ve
diğer
maddeleri
dönüştüren
mikroorganizmaların dolgu malzemesi
olarak kullanılan seramik, taş ve plastik
malzemelere tutunarak (yapışarak) sıvı
ortamda bulunmasıdır. Arıtma içerisinde
bulunan dolgu malzemelerine yapışan
mikroorganizma topluluğu biyofilm adını
alır.
biyofitler (İng. biophyte) Parazit bitkiler.
biyofizik (İng. biophysics) Canlı organizmaların
fiziksel metotlarla incelenmesi, canlı
organizmaların ve bunların parçalarının
gösterdikleri fiziksel olayların incelenmesi.
biyoforlar (İng. biophores) Kromozomlar gibi çok
karmaşık yapıları oluşturacak şekilde bir
araya gelmiş bulunan son derece küçük
elemanlar.
biyogenetik rezervler (İng. biogenetic reserves)
Soyu tükenmekte ya da genetik çeşitliliği
çok azalmakta olan tür ve tür topluluklarını
korumaya yönelik uluslar arası düzeyde bir
koruma alanı çeşidi.
biyogenez (İng. biogenesis) Her canlı maddenin
yine bir canlıdan meydana geldiğini kabul
eden kuram.
biyoindikatör
(İng.
bioindicator,
indicator
organism) Bakınız biyomonitör.
biyoizlem (İng. biomonitoring) Potansiyel olarak
zararlı bir durumda bitki ve hayvan
yaşamındaki
farklılaşmaları
değerlendirmek amacıyla doğal bir ortamın
biyolojik konumundaki değişikliklerin
izlenmesi.
biyojeografi (İng. biogeography) Bitki ve
hayvanların
yeryüzündeki
dağılma
şekillerini ve bunun nedenlerini inceleyen
bilim dalı.
biyojeosenöz (İng. biogeocoenosis) Organizmaların
özel yaşadığı çevre ile ilgisine göre bir
araya gelmesi.
biyokalorimetri (İng. biocalorimetry) Biyolojinin
organik etkinlik sonucu ortaya çıkan ısısal
olayları inceleyen bölümü.
biyokatalizör (İng. biocatalyzer) Canlı dokuların
hepsinde çok az bulunan ve hayat için
gerekli kimyasal tepkimeleri uyandıran
veya kolaylaştıran madde.
biyokimya (İng. biochemistry) Hücreden en
gelişmişe organa kadar canlı dokuları
inceleyen ve bunları oluşturan maddeleri
araştıran bilim dalı.
biyokimyasal (İng. biochemical) Biyokimya ile
ilgili.
biyokimyasal döngü (İng. biochemical cycle)
Kimyasal elemanların fiziksel çevre ile
organizmalar arasındaki döngüsü.
biyokimyasal oksidasyon (İng. biochemical
oxidation) Oksijenli ortamda sudaki
maddelerin (çoğunlukla organik bileşimli)
mikroorganizmalar
tarafından
mineralizasyon işlemidir.
biyokimyasal oksijen ihtiyacı, BOİ (İng.
biochemical oxygen demand, BOD)
Organik kirliliğin bir ölçüsü olarak
kullanılan ifade. Bir su veya atık sudaki
organik maddelerin biyokimyasal süreçlerle
tam ayrışmaları için bu işlemi yapan
mikroorganizmaların, suyun birim hacimi
başına gereksinim duydukları oksijen
miktarı. Evsel atık su işleme süreçlerinin
etkinliğini ölçmede de kullanılır.
biyoklimatoloji (İng. Bioclimatology) Canlı
organizmaların gelişiminde iklimin etkisini
araştıran bilim kolu.
biyokonsantrasyon
faktör,
BCF
(İng.
bioconcentration factor, BCF) Akuatik
organizmaların tüm vücutlarında veya
herhangi bir dokusunda ölçülen kirletici
konsantrasyonu, ya da yaş ağırlık olarak
ölçülen bu konsantrasyonun, organizmanın
içinde
bulunduğu
suyun
kirletici
konsantrasyonuna oranıdır.
biyokonsantrasyon
(İng.
bioconcentration)
Kirleticinin organizma tarafından besin
yoluyla ya da doğrudan sudan alınmasıdır.
biyokrom (İng. bioschroma) Biyolojik pigment,
bitki ve hayvanlarda herhangi doğal bir
boya maddesi.
biyokron (İng. biochron) Hayvanlar aleminin
evrimi içerisinde bir cinsin veya bir türün
yaşama süresi.
biyokütle (İng. biomass) Belli bir alan ya da
hacimdeki canlı organizmaların toplam
kütlesi yada miktarı.
biyokütle enerjisi (İng. biomass energy) Bir
biyokütledeki organik atıklar, bitkiler ya da
ağaç gibi organik maddelerden üretilen
enerji.
biyolit (İng. biolithite) Organizmalardan oluşan
kaya.
biyoloji (İng. biology) Bitki ve hayvanların doğma,
gelişme, yapı, çalışma, dağılış, üreme gibi
yaşayış gösterilerini inceleyen bilim.
biyolojik arıtma (İng. biological clarification) Atık
suyun mikroorganizmalar kullanılarak
arıtılması.
biyolojik artış potansiyeli (İng. biological growth
potential) Bir populasyonda, mümkün
olabilecek en yüksek artış hızı, biyotik
potansiyel.
biyolojik ayrışma (İng. biological decomposition)
Canlı
organizmaların
etkileriyle
biyokimyasal reaksiyon sonucu sulu
ortamdaki organik maddelerin ayrışmasıdır.
biyolojik besi maddesi giderimi (İng. biological
nutrient
removal)
Biyolojik
arıtma
prosesinde azot ve fosforun giderilmesidir.
biyolojik birikim (İng. biomagnification) Bazı
kirleticilerin hava, su ve toprakta düşük
miktarda bulunsalar bile besin zincirinin
birbirini
inceleyen
halkalarındaki
tüketicilerinden
giderek
artan
yoğunluklarda bulunması olayı.
biyolojik
çeşitlilik
(İng.
biodiversity)
Organizmaların çeşitlerinin alan yada
hacim birimi başına sayısı; belli bir
zamanda belli bir yerdeki türlerin bileşimi.
biyolojik çökel (İng. biological sediment) Biyolojik
kökenli maddelerin genellikle derin deniz
diplerinde birikmesiyle oluşan çökellerdir.
biyolojik denge (İng. biological balance)
Hayvanlarla bitkiler, bitkilerle bitkiler ve
hayvanlarla hayvanlar arasındaki denge.
biyolojik deterjanlar (İng. biological detergents)
Hücrelerin
parçalanması,
çözülmesi,
zarların daha sıvı hale getirilmesi ve
temizlik için kullanılan,yapay yada doğal
olarak bulunan, iyonik deterjanlar, iyonik
olmayan deterjanlar ve safra tuzları olarak
gruplandırılan yüzey aktif maddeler.
biyolojik filtre (İng. biological filter) Kendisi bir
işleme girmeyen fakat üzerinde bulunan,
biyolojik bakımdan aktif bir tabaka yoluyla
atık suları temizlemeye yarayan malzeme
parçacıklarından oluşan bir yataktır.
biyolojik indikatör (İng. indicator organisms,
indicator species) Bakınız biyomonitör.
biyolojik kalkan (İng. biological shield) Bir
nükleer reaktörün personelini ve çevresini
korumak amacıyla, nötronları ve gamma
radyasyonu absorbe etmek (soğurmak) için
nükleer reaktörün merkezi etrafında inşa
edilen koruyucu kalkan ya da kalın beton
duvar.
biyolojik kontrol (İng. biological control) Çeşitli
zararlı organizmaların, kendi doğal
düşmanları yoluyla denetimi.
biyolojik monitör Bakınız biyomonitör.
biyolojik nakil (İng. biological transmission) Bir
taşıyıcıda üreyen patojenin diğerine
geçirilmesi.
biyolojik oksidasyon (İng. biological oxidation)
Mitokondrideki
elektron
ileticisi
aracılığıyla bir atom ya da molekülden
elektron alınması olayı.
biyolojik potansiyel (İng. biological potential) Bir
organizmanın varlığını sürdürme ve üreme
yeteneği.
biyolojik saat (İng. biological clock, circadien
rhythm) Bir bitki ve hayvanın dış ve iç
faaliyetinin, çevresinin düzenli çevrimsel
değişmesine uyması.
biyolojik
tabaka
(İng.
biofilm)
Arıtma
sistemlerinde bir katı madde yüzeyinde
meydana gelen, canlı organizmalardan
teşekkül eden bir tabaka, biyofilm.
biyolojik uyum (İng. biological adaptation)
Organizmanın çevresiyle uyuşabilmesi için
bitki ve hayvan türlerinde meydana gelen
biyolojik değişme oluşumu.
biyolojik yarı ömür (İng. biological half life) Canlı
organizmalar içerisine sokulan yabancı bir
maddenin ve özel olarak radyoizotopların
organizma
tarafından
kendi
özel
yöntemleriyle yarısının elimine edilmesi
için geçen zaman.
biyolüminesans (İng. bioluminescence) Canlı
organizmaların, hücre veya organlarındaki
kimyasal reaksiyonlar veya hücresel
salgılar sonucu ışık üretmesi olayı.
biyom (İng. biome) Yaşam kuşakları. Yeryüzünün
geniş alanlarına yayılmış bitki ve
hayvanların
doğal
olarak
kümelendirilebilecek özellikte olanlarının
bulunduğu yaşama alanları.
biyomagnetizma (İng. biomagnetism) Canlı
varlıkların yer mıknatıs alanında ve ona
denk yoğunlukta suni mıknatıs alanlarında
gösterdiği duyarlılık ve tepki.
biyomas (İng. biomass) Belirli bir alanda tüm
organizmaların ya da seçilmiş bir grup
organizmanın
herhangi
bir
zaman
periyodunda meydana getirdiği toplam
ağırlığı. Biyokütle.
biyomekanik (İng. biomechanic) Canlılara özgü
olayları mekanik açıdan ele alan biyoloji
bölümü.
biyometeoroloji (İng. biometeorology) Havanın
bitki ve hayvanlar üzerindeki etkisini
inceleyen bilim dalı.
biyometre (İng. biometer) Küçük organizmalar
tarafından çıkarılan CO2 yi ölçen alet.
biyometri (İng.biometry, bioistatistics) Canlı
varlıkların çok yönlülüğünü, olasılık
hesapları yardımıyla istatistik inceleme
yöntemleri, organizmalara ait biyoloji
gözlemlerinde uygulanan istatistik bilimi.
Biyoistatistik.
biyomineralizasyon (İng. biomineralization) Canlı
organizmaların oluşturduğu tüm ya da
kısmi mineralleşme.
biyomonitör (İng. bioindicator, indicator organism)
Vücutlarında metalleri veya kirleticileri
biriktiren en duyarlı ve doğru organizmalar.
Biyoindikatör = indikatör.
biyomorfoz (İng. biomorphosis) Bir canlının diğer
bir canlı üzerindeki etkisi.
biyonomi (İng. bionomy) Canlıların çevresiyle
ilişkilerini inceleyen bilim.
biyoplazma (İng. bioplasm) Canlı madde.
biyopsi (İng. biopsy) Canlı doku örneğinin
incelenmek üzere alınması.
biyoreaktör (İng. bioreactor) Sıcaklık, pH derecesi
gibi çevre şartları kontrol edilen
fermentasyon kabı.
biyoremidasyon (İng. bioremidation) Bir çevre
kirleticisini uzaklaştırmak için mikropların
kullanılması.
biyos (İng. bios) Canlı organizmalar.
biyosemez (İng. biocemesis) Nedeni ya çevre
soğuması (kış uykusu) ya oksijen azlığı
(anoksi) ya su azlığı (anhidrobiyoz) ya da
hepsinin bir arada bulunması ile oluşan
yaşantıda yavaşlama.
biyosenoz (İng. biocenose) Bir biotopta, karşılıklı
ilişki olmaksızın bir araya gelmiş ve
çevresel faktörlerin etkisiyle kalitatif açıdan
özel bir yapı kazanmış organizmalar
topluluğu.
biyosensör (İng. biosensor) Gösterge olabilecek
herhangi bir organizma.
biyosentez (İng. biosynthesis) Canlı varlığın kendi
içinde yaptığı sentez.
biyoseri (İng. bioserie)
Kalıtlanan tek bir
karakterde görülen peş peşe değişmeler.
biyoseston (İng. bioseston) Canlı formlara, yani
plankton ve neustona verilen ad.
biyosfer (İng. biosphere) Dünyadaki bütün
canlıların yaşadığı 16-20 km kalınlığında
tabaka. Biyosferin deniz seviyesinden 8-10
km'si atmofere, 8-10 km'si okyanusların
dibine doğru uzanır.
biyosfer rezervi (İng. biosphere reserve) Dünya
çapında ekolojik önem taşıyan bölgeleri
korumaya yönelik, Birleşmiş Milletler
UNESCO tarafından koordine edilen,
uluslararası bir koruma alanı çeşidi.
biyosidler (İng. biocide) Organizmaları öldürme
yeteneğine sahip kimyasal maddeler;
sterilize ediciler.
biyospeleoloji (İng. biospeleology) Mağaralarda
yaşayan canlıları inceleyen bilim.
biyostati (İng. biostatics) Organların bünyesi ile
faaliyetleri arasındaki ilişkilerin bilimsel
incelenmesi.
biyostazi (İng. biostasis) Toprağın biyolojik
bakımdan durgunluk evresi. Bu evrede
kimyasal aşınma, alkali bazlardan meydana
gelen metal tuzların eriyebilen kısmını
götürür.
biyoşimi (İng. biochemy) Organ dokularındaki
kimyasal olayları inceleyen bilim dalı.
biyot (İng. biod) Yeryüzünde birim alanda bulunan
kuru biyokitle.
biyota (İng. biota) Belirli bir bölgede ya da çevrede
bulunan bitki ve hayvan yaşamının bütünü.
biyotaksi (İng. biotaxis) Fosillerin ve bugünkü
canlıların doğal sınıflandırma kurallarını
belirleyen bilim dalı.
biyotaktizm (İng. biotactism) Bir veya daha çok
hücreni herhangi bir hücreyi kendine
çekmesi.
biyoteknoloji (İng. biotechnology) Teknolojinin
biyolojiye uygulanması.
biyotekton (İng. biotecton) Taşların üzerini örten
organizmalar.
Cladophora
gibi
organizmalar örnek olarak verilebilir.
biyotik (İng. biotic) Bir çevredeki bitkiler,
hayvanlar ve mikroorganizmalar ile ilgili.
Yaşamla ilgili.
biyotik potansiyel (İng. biotic potential) Bir
populasyonda
ölümlerin
en
az,
çoğalmaların en yüksek düzeyde olması
sonucu popülasyonun en çok artma oranı.
biyotip (İng. biotype) Kalıtsal bazı özellikleri ile
yapı ve biçim benzerliği gösteren bireyler
topluluğu.
biyotipoloji (İng. biotyplogy) Her bireyde, bedenin
fizyolojik eğilimleriyle ruhi davranışı
arasında kurulabilecek karşılıklı bağlantıları
inceleyen bilim.
biyotop (İng. biotope) Belirli bir bitki ve hayvan
topluluğu için elverişli nitelikteki nispeten
bir örnek çevre koşullarının oluşturduğu
sınırlı bir bölge.
biyotoprizm (İng. biotrophism) Asalak bitkilerin
köklerinin büyüme ve gelişme yönsemesi.
Bunların kökleri toprağın içinde, değişik
türden konak bitkilerin köklerine ve diğer
toprak altı organlarına doğru yönelir.
bladderwort (İng. bladderwort) Su miğferi olarak
bilinen yabancı su bitkisi.
blade (İng. blade) Tipik bir algin yapraksı kısmı.
blastoma (İng. blastoma) Tomurcuk.
blastomer (İng. blastomere) Döletsel gelişiminde
zigotun yarıklanması ile oluşan gözlerin her
biri.
blastopor (İng. blastophore) Embriyoda, dış
hücrelerin içeri çökmesiyle oluşan ilkin
girintinin açıklık kısmı, ilkin ağız açıklığı.
blastosfer Morulla devresinden Blastula devresine
geçişte vitellüsün kısımlarına ayrılma
evresi.
blastosöl (İng. blastocoel) Embriyonun erken
safhasında, dış tabakadaki hücrelerin
içeriye doğru bir girinti yapması sonucu
oluşan, ilkin vücut boşluğu.
blastospor (İng. blastospor) 1. Gastrulasyon
evresinden sonra oluşan boşluğun dışa
açılan ağız kısmı. 2. Tomurcuklanma ile
meydana gelen mantar sporu.
blastozoit (İng. blastozooid) Hayvan kolonilerinde
oozoitin
tomurcuklanmasından
doğan
birey.
blastula (İng. blastula) Döllenmiş yumurtanın
bölünmeler sonucu, ortası sıvıyla dolu olan
bir hücre tabakasından oluşan yapı.
blefaroplast (İng. blefaroplast) Mastigophora’larda
kamçının dip taneciğine yakın bir yerde
bulunan küçük bir cisim.
bloom (İng. bloom)
Mikroskobik veya yarı
mikroskobik canlıların (alglerin) aniden
çok kısa bir süre içinde çoğalması ve suyu
boyamasıdır. Aşırı çoğalma.
bodolar (İng. Bodonida) Kamçılı bir hücreli
hayvanlar takımı. Serbest veya asalak
olarak yaşar. Bazen iyice küçük olan kamçı
organı, biri önde diğeri arkada birbirine
denk olmayan iki kamçıdan yapılmıştır.
boğum (İng. node) Yaprakların gövde üzerinde
bağlı oldukları yer. Nodyum.
boring organizma (İng. boring organism) Denizel
ortamda doğal olmayan substratumların
(örneğin tahta tekneler) içinde yaşayan
organizmalardır.
boşaltım (İng. extcretion) Metabolik artıkların ve
aşırı suyun çıkarılması.
boşburun (Lat. Coelorhynchus coelorhynchus, İng.
Hollowsnout grenadier) Teleostei üst
takımının
Macruridae
familyasından
Akdeniz’in derinlerinde yaşayan bir tür.
botanik (İng. botany) Biyoloji biliminin bitkileri
inceleyen ve çalışan bir dalı.
botridyum (İng. bothridium) Bazı Cestodolar’daki
barsak şeridinin başında bulunan emici
oluk.
Bowman Kapsülü (İng. Bowman’s capsule) Her
böbrek borucuğunun ucunda kılcal damar
yumağını (glomerulus) saran hücrelerin
oluşturduğu çift duvarlı kese.
boy-ağırlık ilişkisi (İng. length-weight relationship)
Boy ile ağırlık olarak ifade edilen boyutlar
arasındaki logaritmik ilişkidir.
boyuna kesit (İng. longitudinal section) Uzun
eksene paralel kesit.
bozulma (İng. pollution) Bir doğal kaynağın
kirlenmesi süreci.
bölüm (İng. division) Canlıların sınıflandırılmasında
kullanılan bir terimdir. Bir bölümlemeden
sonra ortaya çıkan kümelerin her biri.
Tabiat
bilgisinde
bölümler
sınıftan
başlayarak ve sırası ile takım, familya, cins,
tür ve çeşitten geçerek bireyde sona erer.
bölünme (İng. division) Bir zigotun ya da genç bir
embriyonun bölünmesi.
bölüt (İng. 1. segment 2. metamere) 1. Eklem
bacaklıların vücudunu oluşturan yan yana
dizili parçaların her biri, halka. 2. Zigotun
bölünmesinden sonra ortaya çıkan ve az
çok birbirine benzeyen parçaların her biri.
braditelik (İng. bradytelic) Standart hızdan daha
düşük hızla gelişme.
brakidaktili (İng. brachydactyly) El ve ayak
parmaklarının anormal kısalığı.
Brakipoda (Lat. Brachiopoda) İki kabuğa ve içte,
üzerinde kirpikli tentakülleri bulunan, iki
kıvrımlı kola sahip deniz organizmalarının
dahil olduğu filum.
brakisefal (İng. brachycephalic) Dar kafatasına
sahip olan Yuvarlak kafalı; kafatası indeksi
80 ya da daha fazla olan.
brakte (İng. bracteole, bractlet) Çiçek sapı
yaprakçığı. Çiçek sapının kaidesinde, sapın
gövdeye
bağlandığı
yerde
bulunan
yaprakçık.
brakteol (İng. bracteole) İkinci derecedeki brakte.
Çiçek sapının üzerinde bulunan küçük
yaprakçık.
brakyopot (İng. brachiopod) Yumuşakçalara
benzeyen alt kabuğu büyük, üst kabuğu
küçük bir hayvan grubu.
branchiola larvası (İng. branchiola larvae)
Derisidikenlilerden
denizyıldızlarında
bulunan larva şeklidir. Bipinnaria larvasının
ön ağız kısmında üç yapışma kolu oluştuğu
andan itibaren aldığı isim.
Branchiopoda (Lat. Branchiopoda, Branchiopods)
Hayvanlar
aleminin
Mollusca’lara
benzeyen bir grubudur.
branş (İng. branchia)Solungaçlar; balıkların
solunum organı.
branşiyal (İng. branchial) Solungaçlara ait;
solungaçlarla ilgili.
branşiyokraniyum
(İng.
branchhiocranium)Solungaç
kemerini
destekleyen kemiksi iskelet.
branşiyostegal (İng. branchiostegal) Branşiyostegal
zarı destekliyen kemiksi ışınlar; balığın
başının altında, alt çenenin arkasında,
operkular kemiklerin alt kısmında ve hiyoid
kemere yapışık olan ışınlar.
brem (İng. Brem) Sahillerin üst kısmında bulunan
ve hemen hemen düz olan bölgelerdir.
briyofitler (Lat. Bryophyta, Bryophytes) Yapraklı
kara yosunları ile Ciğer yosunlarını
kapsayan bitki topluluğu.
briyoloji
(İng.
Bryology)
Karayosunlarının
inceleyen botanik dalı.
bronş (İng. bronchi) Soluk borusundan ayrılan
akciğerlere giden iki boru.
bronşit (İng. bronchitis) Bronşlarda bakterilerin
yerleşip üreyerek iltihaplanması.
bronşiyal
sifon
(İng.
bronchial
siphon)
Yumuşakçalarda solungaçlardan içeri su
çekilen sifon.
bronşiyal yarıklar (İng. bronchial grooves) Dış
yutak yarıkları ya da iç organ yarıkları.
brown hareketi (İng. brown movement) Bir çözelti
ya
da
süspansiyon içinde
küçük
parçacıkların
su
moleküllerinin
çarpmasından ileri gelen hareketi.
Briyozoa (İng. Bryozoa) Yosun hayvancıkları.
Kayalar üzerinde yosunu andıran dallı
güzel görünüşlü bir hayvan türünün
kolonisi.
bugula (Lat. Bugula, İng. bugula) Yumuşakçamsılar
(Molluscoidea) dalının, Yosun hayvanları
(Bryozoa) sınıfından bir cins. Koloninin
bireyleri ikiden çok sıra yapan ve birbirine
değen evcikleri kapsar.
buğu (İng. vapour, vapor) Maddenin gaz hali; gaz
haline gelmiş su.
buğulaşma (İng. vapour, vapor) Sıvı halden gaz
haline gelmiş su.
buhar (İng. vapour, vapor) Isı etkisiyle sıvıların ve
bazı katıların geçtikleri gaz hali.
buharlaşma (İng. evaporation) Bir sıvının, gaz ya
da buhar haline geçmesi süreci.
bukkal (İng. buccal) Ağıza ait, ağız ile ilgili.
bukkal kenar (İng. buccolingual) Ağız kenarı,
yanak.
bulanıklık (İng. turbidity) Suda ve havada asılı
bulunan maddelerin neden olduğu, güneş
ışınlarının ortama girme ve bitkilerin
büyüme düzeylerini denetleyen, içme suyu
kalitesi açısından çok zararlı ortam
koşulları.
bulantı (İng. turbidity) Turbidite.
bulba (İng. bulb) Şişkinlik.
bulbiformis (İng. bulbilform) Soğan şeklinde.
bulbus arteriosus Kalpte karıncık (ventriculus) ile
aorta ventralis arasında kemikli balıklarda
bulunan ince duvarlı soğan biçiminde
genişlemiş bölüm.
bulbus (Lat. bulbus) Soğan, soğan şeklinde
kalınlaşma.
bulla (İng. bulla) Kabarcık.
bulut (İng. cloud) Havadaki su buharının
yükseklerde yoğunlaşmasından doğan çok
küçük su damlacıkları kümesi.
bursa (İng. bursa) Torba, kese.
burun (İng. cape) Karaların denize doğru çıkıntı
yapan kısmı.
buzçözer (İng. defroster) Buzu çözen, donmayı
önleyen alet, defroster.
buzdağı (İng. iceberg) Kutup bölgelerinde
buzullardan koparak akıntılarla yer
değiştiren büyük buz parçası, aysberg.
buzkıran (İng. icebreaking ships) Donmuş deniz,
göl veya ırmaklarda ulaşımı öteki gemilere
açmakta kullanılan, buzları kırarak yol
açmak için yapılmış gemi.
buzla (İng. pack ice) Deniz suyunun donmasıyla
kutup bölgelerinde oluşan buz alanı,
bankiz, aysfild.
buzul gölleri (İng. ice lakes) 2500 m’nin üzerindeki
yüksek dağlarda buz ve karların sürüklediği
materyalin çukurlarının su ile dolması
sonucunda veya morenlerin (buzulların
getirdiği taş, toprak ve buzul taşları)
birikerek baraj oluşturması sonucunda
oluşan göller. Glasial göller.
buzul dereleri (İng.ice rivers) 2500 m’nin
üzerindeki yüksek dağlarda karların ve
buzların erimesiyle oluşan dereler.
buzul (İng. iceberg) Kutup bölgelerinde veya dağ
başlarında aşağıya doğru ağır ağır yer
değiştiren büyük kar ve buz kütlesi.
büğemek (İng. dam) Suyu önüne bent yaparak
toplamak.
büğet (İng. pond) Su birikintisi, gölcük.
bük (İng. bay) 1. Ovada veya dere kıyısında çalı ve
diken topluluğu. 2. Akarsu kıyılarındaki
verimli tarlalar. 3. Koy.
büret (İng. burette) Volümetrik kimyasal
analizlerde ölçülü hacimlerin kolayca
alınmasını sağlayan 2-15 mm çapında, 2100 cc çözelti alabilecek kapasitede, alt
kısmı cam musluk veya lastik ve pensle
kapatılabilen, üzerinde taksimat bulunan,
dar ve uzun cam boru.
büyük ağızlı balık (Lat. Chauliodus sloani, İng.
Sloane's viperfish) Teleostei üst takımınının
Stomiatidae familyasından 18 cm kadar
uzunlukta Akdeniz, Atlantik ve Hint
okyanuslarında yaşayan bir tür.
büyük camgöz (Lat. Cetorhinus maximus, İng.
Basking shark) Chondrichthyes sınıfının
Lamnidae familyasından, dişleri çok küçük,
15 m kadar uzunlukta, (8 ton ağırlıkta),
pelajik yaşayan, planktonla beslenen ve
yırtıcı olmayan, Akdeniz'de yaşayan bir tür.
Dev köpekbalığı.
büyük karides (Lat. Panaeus trisulcatus) Crustacea
sınıfından 15-20 cm kadar uzunlukta
Akdeniz’de bol bulunan tüketilen bir eklem
bacaklı türü.
büyük kedi balığı (Lat. Scyliorhinus stellaris, İng.
Nursehound
)
Selachii
takımının
Scylliorhinidae familyasından, 60-120 cm
kadar uzunlukta, Avrupa sularında ve
Akdeniz’de yaşayan bir tür.
büyük kum yılan balığı (Lat. Hyperoplus
lanceolatus, İng. Great sandeel) Teleostei
üst takımının Ammodytidae familyasından
30 cm kadar uzunlukta, yeşilimsi renkte,
ağız kısmı kara lekeli, kuzey yarımkürede
sürüler halinde yaşayan bir tür.
büyütme gücü (İng. magnification) Bir optik
aygıtın değişik düzeylerde büyütebilme
gücü.
büyütme oranı (İng. magnification ratio) Optik bir
aygıt tarafından oluşturulan görüntünün
büyütülme derecesi.
büzgen kas (İng. sphincter muscle) Kasılarak tüpsü
bir yapıyı kapatabilen halka şeklindeki bir
kas.
-Cc vitamini (İng. vitamin c, ascorbic acid) Meyve ve
sebzelerde bulunan, eksikliğinde bağ
dokusunda zayıflamalara yol açan bir
vitamin türü.
camgöz (Lat. Galeorhinus galeus, İng. Tope shark )
Chondrichthyes sınıfının Carchariidae
familyasından,
uzun sivri ağızları üst
kısımdan hafifçe basık, kuyrukyüzgecinin
üst lobu çentikli, balıklarla beslenen, 50400 m derinliklerdeki deniz tabanlarında
yaşayan ve tüm Akdeniz'de yaygın olan tür.
camgözgiller (Lat. Squalidae) Pisces sınıfının
Selachii
takımının
Cyclospondyli
alttakımından,
anüs
yüzgeçleri
bulunmayan, doğurarak çoğalan, sırtları kül
rengi olan türlere sahip bir familya.
camlı süngerler (Lat. Triaxonida) Metazoa’ların
Parazoa bölümünün Porifera filumundan,
iskeletleri üç eksenli silis iğnelerinden
yapılmış türlere sahip bir takım.
canavar balığı (Lat. Carcharodon carcharias, İng.
Great white shark) Selachii takımının
Lamnidae familyasından, 10-12 m kadar
uzunlukta, denizlerin derin kısımlarında
yaşayan, Akdeniz’de bulunanları insanlar
için tehlikeli olan bir tür.
canlı doğal kaynaklar (İng. bio- natural resources)
Karada ve denizdeki tüm bitki, hayvan ve
mikroorganizmalar, ormanlar ve yaban
hayatı, tarım bitki ve hayvanları; ekonomik
faaliyetlerin temelini oluşturan doğal
kaynaklardan canlı olanları.
canlı dokuları boyama (İng. staining) Canlı bitki
ya da hayvan dokularını boyama işlemi.
canlı madde (İng. living substances) Hayati
olayların meydana geldiği protoplazma.
canlı toplumları (İng. biomes) Tür toplulukları.
cansız çevre (İng. abiotic environment) Doğadaki
fiziksel ve cansız kimyasal öğeler. Örneğin,
toprak, su, atmosfer.
Carnivora (Lat. Carnivora) Etciller.
cenin (Lat. foetus, İng. fetus) Gelişmenin erken
dönemindeki embriyoya verilen ad.
cerata (İng. cerata) Bir nudibranch’ın vücudunda
gaz değişimi fonksiyonu yapan sırt
çıkıntıları.
Cetacea (Lat. Cetacea) Denizlerde yaşayan
memelileri içeren ordo.
cevap (İng. response) Deneyde kullanılan kirletici
maddenin, ölçülmüş biyolojik etkisidir. Bu
etki, kısa süreli(akut) kirlilik deneylerinde
genellikle ölüm, uzun süreli (kronik)
deneylerde ise biyomas değişikliği şeklinde
belirlenir.
chelae (İng. chelae) Çengel, makas.
Chelicerata (Lat. Chelicerata) Arthropoda’lara ait
altşubedir. Beslenme yapılarının varlığı
keliser olarak adlandırılır ve ağzın yerini
almıştır.
Chimaera (Lat. Chimeaeridae) Holocephali
(Denizkedileri) altsınıfına ait balıklardır.
Değişik vücut şekilleri vardır. Kuyrukları
ince bir iplik şeklinde uzamıştır.
Chiton (Lat. Chiton) Polyplacophera sınıfına ait
Tesbih böceği benzeri yumuşakçalardır.
Sırt kısmı birbirini kiremit gibi örten ve
birbirleriyle eklemli sekiz kabuk plakası
taşımasıyla (böylece hayvan tesbihböceği
gibi kıvrılabilir) karakterize edilirler.
Chondrichthyes (Lat. Chondrichtyes) Çeneli
balıklar üst sınıfının kıkırdaklı balıklar
sınıfı.
Chondrostei (Lat. Chondrostei, Chondrosteans)
Kıkırdak pullular üsttakımı.
Chordata (Lat. Chordata) Barsağın dorsalinde ve
ilk barsak tarafından meydana getirilen
elastiki bir çubuğun (chorda dorsalis) ve
bunun üstünde ektodermik bir sinir merkezi
olan medulla spinalis ile beynin bulunduğu
balıklar. Kordalılar.
Chrysophyta (Lat. Chrysophyta) Sarı kahverengili
algler.
CITES (İng. Convention on International Trade in
Endangered Species of Wild Fauna and
Flora) Neslinin devamı tehlikeye girmiş
olan yabani hayvan ve bitki türlerinin
uluslararası ticaretini kontrol ederek, bu
türlerin yok olmasını önlemeye çalışan
uluslararası organizasyon. 166 üyesi olan
bu organizasyona Türkiye 23/09/1996
tarihinde üye olmuş ve CITES kuralları
22/12/1996 tarihinden itibaren uygulamaya
konuşmuştur.
ülkemizde
CITES
kurallarının sağlıklı uygulanabilmesi için
hazırlanan CITES Yönetmeliği 27/12/2001
tarih ve 24623 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanmıştır. Bu yönetmeliğe göre
Türkiye'de CITES Yönetim Otoritesi,
Çevre ve Orman Bakanlığıdır.
cıva (İng. mercury) Besin zincirlerinde, özellikle
tatlı su ve deniz organizmalarında yoğun
olarak bulunabilen ve zararlı etkilere yol
açan zehirli metalik eleman.
cıvık mantarlar (Lat. Myxomycetes) Hem bitkisel
hemde
hayvansal
özellik
gösteren,
gövdeleri ya tek yada çok çekirdek içeren,
uygun olmayan şartlarda " Sklerotyum " adı
verilen bir kist oluşturan canlılar.
Ciguatera (İng. ciguatera) Kaslarında veya
organlarında
toksin
bulunan
tropik
balıkların tüketilmesiyle insanlarda oluşan
hastalık.
cikcik Kum midyesi.
cins (İng. genus) Biyolojik sınıflandırmada,
aralarında benzer ve ortak özellikler
bulunan canlı varlık ve nesneler topluluğu.
Cins isimleri daima büyük harfle başlar.
Cliophora (Lat. Cliophora) Denizlerde ve tatlı
sularda yaygın olarak bulunan, gövdeleri
saç benzeri kirpiklerle kaplı, iki çekirdekli,
protozoaların kirpik organizmalar sınıfıdır.
com Deniz dibi kanallarını birden kesen set, kayalık
vs.
conus arteriosus (İng. conus arterious) Kalpte
karıncık ile aorta ventralis arasında yer alan
ve kıkırdaklı balıklarda bulunan uzun fıçı
biçiminde kalın duvarlı içi kapakçıklı
bölümü.
corpora allata (İng. corpora allata) Gençlik
hormonu bezi
corpora cardiaca (İng. corpora cardiaca)
Böceklerde deri değiştirme hormonu olan
ekdizonu salgılayan iç salgı bezi
crassulacean asit metabolizması, CAM (İng.
crassulacean acid metabolism) Sıcak ve
kurak ortamlarda yetişen bazı bitkilerin
fotosentezinde görülen bir değişiklik.
Sukkulent benzeri bitkiler stomalarını
gündüzleri kapatıp geceleri açarak su
kaybını önlerler.
Crossopterygii (Lat. Crossopterygii) Kemikli
balıklar sınıfının püskül yüzgeçli balıklar
alt sınıfı.
Crustacea (Lat. Crustacea) Eklembacaklılar
şubesine ait kabuklu hayvanlar.
cüce gurami (Lat. Colisa lalia, İng. Dwarf
gourami)
Kemiklibalıklar
takımının,
Cennetbalığıgiller familyasından bir balık
türü. Uzunluğu 6-7 cm. Hindistan’da
yaşayan bir süs balığıdır.
-Ççaça balığı (Lat. Sprattus sprattus, İng. European
sprat)
Kemiklibalıklar
takımının
Hamsigiller (Clupeidae) familyasından 1015 cm oyunda bir balık türü, normal
uzunluğu 7-8 bazen 13-17 cm olur.
Hamsiye çok benzer. Avrupa denizlerinde
yaşar.
çağanoz (Lat. Carcinus maenas, İng. shore crab)
Kabukluların on ayaklılar alt takımından,
eti için avlanan, pavuryaya benzeyen küçük
su hayvanı.
çağlarca Akarsu yatağının oldukça dikleştiği
yerlerde
suyun,
yatağı
yırtarcasına
köpüklenerek aktığı yer.
çağlayan (İng. waterfall) Irmak veya çaydan küçük
bir suyun yüksekten dökülüp aktığı yer.
Nehir yataklarında aşınma yüzünden
meydana gelen yüksek setlerden akan sular.
çakıl (İng. gravel) 5mm’den büyük ve 20 cm’den
küçük taş veya mineral parçaları.
çalı karidesi (Lat. Crangon crangon, İng. shrimp)
Crustacea sınıfından, 5-6 cm uzunlukta,
Avrupa ve ülkemiz denizlerinde yaşayan
bir tür.
çalkanmak (İng. wave) Dalgalanmak.
çalpara (Lat. Portunus puber, İng. ladycrebe)
Crustacea sınıfından, 3-5 cm uzunlukta,
karapaks ve bacakları tüylü olan,
Akdeniz’de yaşayan bir tür.
çamçak (Lat. Leuciscus leuciscus, İng. Common
dace) Sazangiller familyasından Avrupa
tatlı sularında ve Türkiye’nin çeşitli
göllerinde yaşayan bir tür. Kızılgöz.
çamuka
(Lat.
Atherina
hepsetus,
İng.
Mediterranean sand smelt) Teleostei üst
takımının Atherinidae familyasından 10-15
cm kadar uzunlukta, Atlantik Okyanusu,
Akdeniz ve Karadeniz’de yaşayan bir tür.
çamur (İng. mud, sludge) Tabii veya suni işlemler
sonucu çeşitli sulardan ayrılan ve dibe
çöken katı maddelere havi tortu tabakasıdır.
çamur yaşı (İng. sludge age) Mikroorganizmaların
havalandırma
havuzunda
bekletme
süresidir.
Mikroorganizma
konsantrasyonunu sabit tutmak için son
çökeltim havuzunda oluşan çamurun bir
kısmı havalandırma havuzuna geri devirle
verilir.
çamur hacim indeksi (İng. sludge volüme index)
Çamurun yumak yapısı ve çökelme
özellikleri hakkında bilgi edinmek için
kullanılan parametredir. Kısaca organik
katıların çökelebilme potansiyelini ifade
eder. Birimi mL/g’dır.
çamur hacim oranı (İng. sludge volüme ratio)
Aktif çamurun 30 dakika içerisindeki
hareketsiz olarak çökeltilen bir çamur-su
karışımında işgal ettiği hacmin toplam
hacme oranı.
çamurcuk (Lat. Chrondrostoma nasus) Sazangiller
familyasından sazandan küçük, eti lezzetsiz
bir göz ve bataklık balığı.
çan hayvanı (Lat. Vorticella, İng. vorticel)
Protozoa’ların Ciliata sınıfının, Peritricha
takımından, kendini bir sapla tespit eden,
çan biçiminde vücuda sahip, ağız
bölgesinde bir sıra hareketli kirpiği olan,
tatlısularda yaşayan türleri içine alan bir
cins.
çanak yaprak (İng. sepal) Çanak yaprağı birbirine
bitişik olan yaprak biçimi.
çapak balığı (Lat. Abramis brama, İng. Freshwater
bream) Teleostei üst takımının Cyprinidae
familyasından 50 cm kadar uzunlukta
tatlısularda yaşayan bir tür.
çapraz bağlama (İng. cross linking) İki DNA
ipliğinden birindeki bazların diğer iplikteki
bazlara kovalent olarak bağlanması.
çapraz kalıtım (criss cross inheritance) Eşeye bağlı
karakterlerin, anadan oğla ve babadan kız
çocuğa aktarılması.
çaprazlama (İng. cross) Değişik soydan gelen ana
ve babaların birleştirilmesi.
çarpan balığı (Lat. Trachinus draco, İng. Greater
weever) Kemikli balıklar takımının Çarpan
balığıgiller (Trachinidae) familyasından bir
balık türü. Uzunluğu 25-40 cm. Kül rengi
kırmızımsıdır. Sırt yüzgecindeki dikenler
çok zehirlidir. Eti lezzetlidir. Marmara,
Akdeniz ve Atlantik Okyanusunda yaşar.
çarpan balığıgiller (Lat. Trachinidae, İng. weevers)
Omurgalı hayvanlardan Balıklar (Pisces)
sınıfının, Kemikli balıklar (Teleostei)
takımının,
Dikenli
yüzgeçliler
(Acanthopteryptergii) alt takımına giren bir
familyası. Başları büyük ve dikenlidir. Sırt
yüzgeçleri zehirli dikenlerden yapılmıştır.
Çok acıyan yaralar yaparlar. Akdeniz ve
Avrupa denizlerinde yaşarlar.
çatal ağız (İng. delta) Bir ırmağın denize kavuştuğu
yerde lığların birikmesiyle oluşan üçgen
biçimli ova, delta.
çay (İng. stream) Çoğunlukla tabii kaynaklardan
beslenen küçük akarsudur.
çaylan (İng. sandy seashore) Çayın, ırmağın geçit
yeri. Kumlu yer, kumsal.
çekiç balığı (Lat. Sphyrna zygaena, İng. Smooth
hammerhead) Chondrichthyes sınıfının
Galeoidei alttakı Sphyrnidae familyasından,
4 m kadar uzunlukta, koyu gri renkli,
tabanda yaşayan ve zaman zaman kıyılara
yanaşan, Akdeniz'de yaşayan bir tür.
çekiç balıkları (Lat. Sphyrnidae, İng. hammerhead
sharks) Chondrichthyes sınıfının Galeoidei
alttakımından, kafaları çekice benzeyen,
büyük ve çevik, insanlar için tehlikeli,
tropik ve ılıman denizlerin tabanında
yaşayan, doğuran türleri olan familya.
çekinik genler (İng. recessive genes) Bir homolog
kromozom takımının her iki üyesi
tarafından taşınmadıkça fenotipini ifade
edemeyen genler, yani etkisini yalnız
homozigot durumda ya da "çift-doz" da
olunca gösteren genlerdir.
çekinik (İng. recessive) Bir kaç kuşak sonra
meydana çıkan ve o zamana kadar oradaki
döllerle gizli kalan soyaçekim nitelikleri
hakkında kullanılır, resesif.
çekinik karakter (İng. recessive character) Ana ve
babadan birinin sahip olduğu ve melezde
ana veya babadan sahip olunan karşıt ve
baskın bir karakterle örtülü olan karakter.
çekirdek (İng. nucleus) Kromozomları içeren, zarla
çevrili büyük bir organel.
çekirdek poru (İng. nuclear pore) Ökaryot
hücrelerin
çekirdek
kılıfı
üzerinde
sitoplazma ile nükleoplazma arasında
irtibatı sağlayan, seçici geçirgen bir özellik
gösteren yapı.
çekmen (İng. sucker) Bazı hayvanlarda kendini bir
yere tespit etmeye bağlamaya veya yer
değiştirmeye yarayan organ, vantuz.
çekum (İng. caecum) Sindirim sistemindeki kör bir
çıkıntı, kör bağırsak.
çenek (İng. cotyledon) Çim yaprakları, kotiledon
tohumlu
bitkilerin
tohumlarının
çimlenmesiyle embriyolarından oluşan ilk
yaprak ya da yaprakları.
çenesiz balıklar (Lat. Agnatha) Ostracoderm’ ler
(zırhlı balıklar) ile yaşayan Lampetra sp.,
Petromyzon sp. ve Myxine’ leri kapsar.
Kaygan ve pulsuz derili, uzunluğu 1 metre
kadar olan silindir şeklinde vücutları vardır,
çeneleri ve çift yüzgeçleri yoktur.
çeşit (İng. variety) Değişik özellikler gösteren,
dolayısıyla dış görünümleri de farklı olan
fakat aynı türe ait bireyler grubu.
çevre (İng. environment) Bir canlının bulunduğu
yerdeki fiziksel ve kimyasal koşullar ile
diğer canlıların oluşturduğu ortam.
çevre analizi (İng. environmental analysis) Belirli
bir arazinin topoğrafik, hidrolojik, jeolojik
ve kültürel özellikleri gibi çevresel
özelliklerinin incelenmesi.
çevre bilimi (İng. ecology) Organizmaların kendi
aralarında ve çevreleriyle olan karşılıklı
ilişkilerini inceleyen biyolojinin bir dalı.
Ekoloji.
çevre değerlendirmesi (İng. environmental
evaluation) Bir eylemin ya da projenin
çevre bakımından yararlı olup olmadığını
ve çevresel etki raporunun hazırlanması
gerekip gerekmediğini belirlemek amacıyla
yapılan inceleme.
çevre dostu (İng. environmentally friendly, ecofriendly) Ürünlerde normal olarak bulunan
zararlı öğelerden bazılarını tasfiye etmek
amacıyla tasarlanmış ya da değiştirilmiş
ürünleri ifade etmek için kullanılan terim.
çevre
etki
değerlendirmesi,
ÇED
(İng.
environmental impact assessment) Yeni
gelişme ve projelerin çevreye olabilecek
sürekli ya da geçici potansiyel etkilerinin,
sosyal sonuçları ve alternatif çözümleri de
içine
alacak
biçimde
analizi
ve
değerlendirilmesi.
çevre kalite hedefi (İng. Environmental Quality
Objective, EQO) Çevrenin belirli bir
boyutu için amaçlanan kalite düzeyinin
ortaya konması. Bu düzey ulaşılır
olmayabilir ve nicelik olarak ifade
edilebilir.
çevre kalite standardı (İng. environmental quality
standard) Bir çevrede bir kirletici için izin
verilebilir en yüksek düzey ya da çevrenin
bazı vasıfları için kabul edilebilir en düşük
düzey.
çevre koruma (İng. environmental protection)
Potansiyel olarak tehlikeli atık maddelerin
çevreye boşaltılmasının asgariye indirilmesi
ya da önlenmesi amacıyla kaynakların
yönetimi.
çevre koruma ajansı (İng. environmental
protection agency, EPA) Kirleticiler ile
ilgili tüm kanun ve yönetmelikleri
uygulamak ile görevli Amerikan federal
kuruluşu.
çevre
mühendisliği
(İng.
environmental
engineering) Çevre mühendisliği, çevrenin
korunmasına, kirliliğin azaltılmasına vb.
elverişli
teknoloji
sistemlerinin
tasarlanmasını ve çevre süreçlerinin
incelenmesini, ayrıca belirli binaların bu
açıdan iç tasarımlarının gerçekleştirilmesini
içerir.
çevrecilik (İng. environmentalism) İklim, cografi
çevre ve toprağın insan üzerine yaptığı
etkileri ele alarak bunları sosyal olayların
açıklanmasında kullanma eğiliminde olan
bir görüş.
çevresel direnç (İng. environmental resistance) Bir
türün maksimum çoğalma hızını engelleyen
fizyolojik ve biyolojik etmenlerin toplamı.
çevresel hücreler (İng. peripheral cells) Herhangi
bir organda çevresel olarak yer alan
hücreler, periferal hücreler.
çevresel sinir sistemi (İng. peripheral nervous
system) Beyin ve omurilik dışında kalan
sinir dokusunu kapsayan ve vücudun çeşitli
kısımlarının merkezi sinir sistemi ile
iletişim halinde bulunmasını sağlayan
sistem.
çevresel tepki (İng. environmental response) Bir
populasyonun artışını engelleyici nitelikte
her türlü fiziksel, kimyasal ve biyolojık
etkenin, populasyonu sınırlayıcı etkisi.
çevrinti (İng. whirlpool) Açık denizlerde birkaç
akıntının birleşmesinden meydana gelen
büyük, dairesel su hareketi.
çığa balığı (Lat. Acipenser ruthenus, İng. Sterlet
sturgeon) Acipenseriformes takımının
Aceripenseridae familyasından, Kuzey
Avrupa ve Asya’nın tatlı ve tuzlu sularında
yaşayan, 1 m kadar uzunlukta, 6 kg kadar
ağırlıkta eti ve havyarı çok lezzetli olan bir
tür. Çuka.
çiçek (İng. flower) Bitkilerin üreme organlarını
taşıyan göz, alıcı renklerle bezenmiş ve
çoğu güzel kokulu kısmı.
çiçek durumu (İng. inflorescence) Bir bitkide özel
olarak bir araya gelen çiçeklerin meydana
getirdiği yapı.
çift
çenekli
bitkiler
(İng.
dicotyledone)
Embriyolarında
iki
çenek
yaprak
(kotiledon) bulunan bitkiler. İletim
demetleri gövdede belirli bir düzende
yerleşmiştir. Dikotiledon.
çift fizyon (İng. binary fission) Bir hücrenin mitoz
dışındaki bir işlem ile önemli ölçüde iki eşit
parçaya bölünerek üremesi.
çift omurlular (Lat. Diplospondyli) Omurgalı
hayvanlardan Balıklar (Pisces) sınıfının,
Keski solungaçlılar (Elasmobranchii) alt
sınıfının
Köpekbalıkları
(Selachii)
takımının bir alt takımı. Her omurda ya iki
sentrum bulunur ya da her sentrum içinde
gelişmiş bir iç sentrum vardır. Solungaç
yarıkları 6-7 tanedir.Sırt ve anüs yüzgeçleri
birer tanedir.
çifte
solunumlugiller
(Lat.
Amphipnoidae)
Omurgalı hayvanlardan Pisces sınıfının,
Teleostei üst takımının Symbranchii alt
takımından, solungaç boşluğunun bir
yüzme kesesi olan, hem tatlı hem de tuzlu
sularda yaşayan türleri olan bir familya.
çiğneyici (İng. chewing mouthparts) Bazı böceklerin
çiğnemeye uygun olan ağız parçaları. Bu
tipte mandibulalar fazlaca kitinleşmiş olup
yanlara doğru hareket ederek ısırır ve
çiğner.
çimlenme (İng. germination) Bitki tohumunun
nemli yerde uç verip
yeşermesi,
filizlenmesi olayı.
çinakop (Lat. Pomatomus saltatrix, İng. Bluefish)
Lüfer balığının 10-15 cm boylusuna verilen
ad. 16-20 tanesi bir kilo gelir.
çingene palamudu (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic
bonito) 350 gr'dan az olan palamut
balıklarına verilen ad.
çingene yengeci (Lat. Carcinus maenas)
Arthropoda’nın Crustacea sınıfından dere,
dere ağızları ve deniz kıyılarında yaşayan
küçük boylu bir tür.
çipura (Lat. Sparus aurata, İng. Gilthead
seabream) Kemiklibalıklar
takımının,
İzmaritgiller (Sparidae) familyasından bir
balık türü. Uzunluğu 50 cm kadar olur.
Erdişidir. Ege denizinde bulunur. Eti çok
lezzetlidir. Karagöz balığına benzer, eti
beyaz bir Akdeniz balığı çiroz Yumurtasını
atarak zayıflamış uskumru balığı ve bunun
yenmek için kurutulmuşu.
çiroz (Lat. Scomber scombrus, İng. Atlantic
mackerel)
Kemikli
balıklardan
uskumrugiller (Scombridae) familyasından,
yumurtalarını bırakarak zayıflamış uskumru
balığı.
çiseleme (İng. drizzle) Yağmurun son derece ince
olarak, çiseler biçiminde yağması.
çitari (Lat. Sarpa salpa, İng. Salema)
Kemiklibalıklar takımının İzmaritgiller
familyasından, kılçıklı, üzerinde sarı
çizgiler bulunan, en büyüğü yarım kiloyu
aşmayan, eti lezzetli, rengi ve görünüşü
güzel, uzun gövdeli, kılçıklı küçük balık.
Boyu 35 cm. Doğu Atlantik Okyanusu
kıyısı, Akdeniz ve Karadeniz’de, az olarak
da Marmara’da rastlanır
çivisiz kalkan (Lat. Scophthalmus rhombus, İng.
Brill) Vücudunda çivi yerine benekleri
bulunan, eti çok lezzetli kalkan balığı cinsi.
çizgili kas (İng. striated muscle) Çalışması isteme
bağlı kas telleri üzerinde çizgiler gösteren
kas dokusu tipi. İskelet kası.
çoçona (Lat. Myliobatis aquila, İng. Common eagle
ray) Fulya balığı.
çoğalma (İng. reproduction) Bir hücreli ve
omurgasız hayvanlar gibi eşey hücreleri
olmazsızın üreme yeteneği gösteren canlılar
için kullanılır. Bu türlü üreme eşeysiz bir
çoğalmadır. Bölünme veya ikiye ayrılma
şeklinde olur. Reprodüksiyon.
çok ayaklılar (Lat. Myriapoda, İng. myriapods,
centipedes, millipedes) Birincil-ağızlılardan
Eklembacaklılar
(Arthrpoda)
dalının
Gerçek-eklembacaklılar (Euarthropoda) alt
dalının bir sınıfı. Vücutları baş ile benzer
bölütleri kapsayan uzun bir gövdeden
yapılmıştır. Bir çift duyargaları, üç çift ağız
parçaları vardır. Trakea ile solunurlar.
Boşaltım
organları
Malphigi
kanalcıklarıdır. Kara
hayvanlarıdırlar.
Nemli yerlerde taşların altında yaşarlar.
çok çekirdekli (İng. multinucleate) Birden çok
çekirdeği olan.
çok embriyonluluk (İng. polyembryony) Bir
zigottan birden çok embriyon meydana
gelmesi hali.
çok hücreli bez (İng. multicellular gland) Bir çok
hücreden oluşmuş bez. Organizmada
kullanılmak ya da dışarı çıkarılmak üzere
salgı yapan özelleşmiş hücreler topluluğu.
çok hücreliler (Lat. Metazoa, İng. metazoons)
Hayvanlar (Animalia) aleminin bir altalemi,
doku ve organları değişmiş çok sayıda
yapılmışlardır. Özel hücrelerden yapılmış
sindirim kanalları vardır. İlkel yapılı ve
suda yaşayan türler dışta kalmak üzere her
zaman eşeyli olarak çoğalırlar.
çok saçaklıgiller (Lat. Polypteridae, İng.
polypteres) Pisces sınıfının Teleostomi alt
sınıfının, Crossopterygii takımından üstü
yuvarlak pullarla örtülü, sırt yüzgeci
boydan boya uzanan türleri olan bir
familya.
çok spermalılık (İng. polyspermy) Erkekteki
sperma sayısının normalin çok üstünde
olması durumu.
çok yıllık bitki (İng. perennial plant) Yaşamlarını
iki yıldan fazla sürdüren bitkiler.
çomak hücreleri (İng. rod cells) Retinada bulunan
ve beyaz ışığa karşı duyarlı olan, çubuk
şeklindeki hücreler.
çotira balığı (Lat. Balistes capriscus, İng. grey
triggerfish) Çotiragillerden, dikenli, sert
pullu, kısa ve geniş, siyaha yakın esmer bir
balık.
çotiragiller (Lat. Balistidae, İng. file fishes) Pisces
sınıfının
Teleostei
üst
takımının,
Plectognathi alt takımından, vücutları
yandan basık ve yüksek, üzeri pullarla
örtülü türleri olan bir familya.
çökeltme (İng. precipitation) Katıların yer çekimi
nedeniyle çökelmesi doğal süreci; atık
suyun işleme tabi tutulmasında, erozyon
güçleri aracılığıyla parçacıkların ayrılması
ve taşınması süreci.
çöktürme (İng. decantation) Sulardaki askıdaki katı
maddelerin çökmesinden veya yüksek
yoğunluktaki sıvıdan ayrışmasından sonra
üstte kalan sıvının geri alınması işlemidir.
Dekantasyon.
çölleşme (İng. desertification) Genellikle aşırı
otlatma, yaygın ormansızlaştırma ya da
aykırı tarım ve sulama uygulamaları
sonucunda toprağın çöl haline gelmesi
sürece.
çöp (İng. waste, garbage, rubbish) Evlerden ya da
ticari amaçla gıda hazırlanması ve
kullanılmasından kaynaklanan hayvan,
sebze ve meyve atığı; genelde tüm atık
ürünler için kullanılır.
çözelti (İng. solution) İki ya da daha fazla madde
molekülünün homojen bir karışımı. Bir ya
da daha fazla maddenin (çözünen)
çözündüğü ortam. Çözülme sonucunda
ortaya çıkan madde.
çözmek (İng. dissolve) Bir maddeyi bir çözücü
içinde çözündürmek, onun çözeltisini
yapmak.
çözücü (İng. solvent) İçerisinde bir ya da daha fazla
maddenin (çözünen) çözündüğü ortam.
çözümleme (İng. resolution) Gözle görülebilen bir
cismin ya da bu cismin görüntüsünün
ayrıntı derecesi.
çözünen (İng. solute, solvated) Çözücünün
içerisinde çözünmüş madde.
çözünme (İng. dissolution) Birden fazla maddenin
bir biri içerisinde çok küçük tanecikler
(atom veya moleküller) halinde ve homojen
olarak dağılmasıdır.
çözünmüş oksijen (İng. dissolved oxygen) Su veya
atık su içinde çözünmüş halde bulunan
oksijen miktarı.
çözünürlük (İng. soluble) Belirli şartlarda bir
miktar çözücü içerisinde çözünebilecek en
fazla madde miktarıdır.
çulluk balığıgiller (Lat. Centriscidae) Pisces
sınıfının Teleostei üst takımının Catosteomi
alt takımından, ağızları hortum gibi uzamış
ve vücutları tıknaz ve ön kısımları zırhlı
olan türleri olan bir familya.
çurçur balığı (Lat. Symphodus mediterraneus, İng.
Axillary wrasse) Lapina familyasından, eti
pek sevilmeyen, küçük bir deniz balığı
(Crenilabrus)
çürükçül (İng. saprozoic) Tabii olarak hayvan ve
bitki kalıntılarının üzerinde yaşayan ve
onların çürümesine yol açan organizmalar.
Saprozoik.
çürükçül beslenen (İng. saprophyte, saprotroph)
Ölü ya da organik maddelerle beslenen ya
da üzerinde yaşayan. Saprofit.
çürüme (İng. putrefaction) Organik maddenin
aerobik organizmaların etkisiyle hoş
olmayan
koku
yayarak
biyolojik
ayrışmasıdır.
çürümek (İng. putrefy, decay, decompose) Türlü
etkilerle ve özellikle mikropların etkisiyle,
kimyasal değişikliklere uğrayarak bozulup
dağılmak.
çürütme (İng. decay) Biyolojik esas anaerobik,
işlemlerle
çamur
içindeki
organik
maddelerin
kararlı
(stabil)
hale
getirilmesidir.
-Dd-amino asit (İng. d-amino acid) Bakteri hücre
duvarlarının polipeptidlerinde bulunan,
proteinlerde bulunmayan amino asit.
daktil (İng. dactyl) Son üç yürüme bacağının ilk
eklemidir.
daktilozoid (İng. dactylozooid) Bazı koloniyal
Coelenterata’larda savunma veya koruma
polipleri.
Dal (İng. phylum) Canlıların sınıflandırılmasında
kullanılan ve sınıfların bir araya gelmesi ile
oluşan birlik.
dalak (İng. spleen) Omurgalı hayvanlarda
lenfositlerin farklılaştığı ve alyuvarların
parçalandığı, kan damarlarının bol olduğu
lenfoid organlardan biri.
dalgakıran (İng. breakwater, jetty) Bir limanı
akıntılarından ve gelgitlerden korumak
amacıyla gelgite açık koylarda, göllerde ya
da ırmaklarda gerçekleştirilen yapı.
dalyan (İng. fishing weir) Nehirlerin ve lagün
göllerinin denizle bağlantılı kısımlarının
ahşap, metal ızgaralar ve setlerle
kapatıldığı, balıkların girebileceği ve su
vasıtalarının girip çıkabileceği kapılar ile
balıkların yakalanması için kurulan
tuzaklardan oluşan ve balıkların doğal
yemlerle beslendiği üretim tesisi.
damar (İng. streak) Bitkilerin yapraklarındaki
iletim sistemi uzantıları.
damıtma (İng. distillation) Yüksek safiyet
derecesinde su elde etmek amacıyla
başvurulan buharlaştırma ve yoğunlaştırma
işlemidir.
damıtma tesisleri (İng. distillation facilities) Tuzlu
suyu içme suyuna dönüştüren büyük ölçekli
tesisler.
dayanıklı kimyasallar (İng. persistent chemicals)
Zararsız hale getirilmelerini ya da
giderilmelerini sağlayacak biyolojik ve
kimyasal süreçlere karşı dirençli toprak ve
su kirleticileri. Bunlara örnek olarak
kurşun, bakır, arsenik, ya da tarım ilaçları,
sert
deterjanlar
(biyolojik
olarak
bozunmayan) ve radyonüklidler (radyoaktif
çekirdekler) gösterilebilir.
deaminasyon (İng. deamination) Bir molekülden
amino grubunun çıkarılması işlemi.
debi (İng. flow) Bir akarsuyun herhangi bir
kesiminden saniyede geçen suyun hacmi,
akım.
debimetre (İng. flowmeter) Bir borudan akan sıvı
veya gaz halindeki akışkanın hacim veya
kütle cinsinden verdisini kontrol eden,
ölçen veya düzenleyen cihaz.
defekasyon (İng. defecation) Dışkının dışarı
çıkarılması. Dışkılama.
defneyaprağı (Lat. Pomatomus saltatrix, İng.
Bluefish) Pomatomus saltatrix (lüfer)
türlerünün 25-40 tanesinin bir kilo geldiği
10 cm lik olan bireylerine denir.
degranülasyon
(İng.
degranulation)
Yerel
iltihaplanmalarda
yada bazı alerjik
durumlarda
mast
hücreleri,
bazofil
lökositler vb nin stoplazmasında bulunan
granüllerin hücre dışına bırakılması.
dehidrasyon (İng. dehydration) İki küçük
molekülün birleşerek daha büyük bir
molekül oluşturması ve bu sırada suyun
ortaya çıkması olayı.
dehidrojenasyon (İng. dehydrogenization) Bir
molekülden hidrojen atomlarının ayrılması
şeklindeki bir oksidasyon tipi.
dehidrojenaz (İng. dehydrogenase) Bir molekülden
ötekine hidrojen taşıyan enzimler grubu.
dehidrojenerasyon etkeni (İng. dehydrogeneration
agent) Hidrojen kaybına yol açan maddeler
için kullanılır.
dejenerasyon (İng. degeneration) Bozulmak.
Dokuların bozulması.
dekametre (İng. decameter) 10 m değerinde
uzunluk ölçüsü.
dekante (İng. decantation) Bir kapta (silindir veya
beherde) bulunan suspansiyonda çökelme
olduktan sonra, berrak çözeltinin bir başka
kaba aktarılma işlemidir.
dekar (İng. decare) On Ar (1000m2) değerindeki
yüzey ölçü birimi.
dekarboksilasyon (İng. decarboxylation) Bir
organik bileşikten bir -COOH (karboksil)
grubunun ayrılması.
dekaster (İng. dekaster) 10 metreküplük hacim ölçü
birimi.
dekomposör (İng. decomposer) Ayrıştırıcı.
dekstrin (İng. dextrin) 1. Nişastanın bölünmesinden
elde edilen zamklı bir madde 2. Çay şekeri
cinsinden bir cins şeker.
dekstroz (İng. dextrose) Nişasta şekeri.
dekumbent (İng. decumbent) Kalkık uçlu. Yalnız
dalların uç kısmı yukarı doğru yükselmiş
yerde yatık olarak gelişen bitki.
dekurrent (İng. decurrent) Aşağı doğru sarkarak
uzayan. Yaprak ayasının gövde üzerine
yapışık olarak aşağı doğru uzaması.
delaminasyon (İng. delamination) Blastodermin,
embriyonik gelişme sırasında, üstte
ektoderm ve altta endoderme ayrılması.
delesyon (İng. deletion) Bir tip kromozom
mutasyonu sonucunda DNA daki bir bazın
yada bazların yok olması hali.
delikli kanal (İng. membrane channels) Genel
olarak elektrosatik gradiyent ve bir
hormonun, bir ileticinin-ya da diğer
moleküler sinyalin bağlanmasındaki bir
değişiklik sonucu oluşan bir sinyale tepki
olarak açılan ya da kapanan bir membran
kanalı.
delikliler (Lat. Foraminifera) Bir hücreliler
(Protozoa) altalemine giren, Kökayaklılar
(Rhizopoda) sınıfının bir takımı. CaCo3 ve
diğer maddelerden yapılmış kabukları
vardır ve çoğunlukla kabuk ara bölmelerle
bir çok odacıktan yapılmıştır. Kabuk
üzerinde birçok delikler vardır ve yalancı
ayaklar bu deliklerden dışarı uzatılır. Bu
sebeple bu ad verilmiştir.
deltat (İng. deltate) Eşkenar üçgen biçiminde.
Yaprak sapı üçgeninin tabanının ortasında
bulunur.
deme
(İng.
deme)
Herhangi
bir
türün
popülasyonunun lokal birimi.
demekoloji (İng. demecology) Populasyon ekolojisi
de denir. Çeşitli türlere ait bireylerin bolluk
değişimlerini
ve
bu
değişimlerin
nedenlerini araştırır.
demersal (İng. demersal) Göl ya da denizlerin dipte
veya dibe yakın kısımlarında yaşama.
demersal yumurta (İng. demersal egg) Özgül
ağırlığı ortam suyundan daha ağır olan
yumurtadır.
demineralize su (İng. demineralised water) Mineral
tuzları ihtiva etmeyen su.
demir yetmezliği (İng. anemia) Kansızlık (anemi)
ile belirlenen bir hastalıktır.
demografi (İng. demography) Bir popülasyonda
organizmaların sayılarının ve bu sayıların
zamanla değişimlerinin incelenmesi.
denaturasyon (İng. denaturation) Primer yapısını
bozmadan bir protein, nukleik asit ya da bir
başka
makromolekülün
fiziksel
özelliklerinin ve üç boyutlu yapısının
değişimi.
dendrit (İng. dendrite) Sinir hücresinin ağaç dalı
biçiminde olan ince uzantıları olup,
uyarmaları sinir hücresine iletmeye yarar.
dendroid (İng. dendroid) Ağaç dalı biçiminde
dallanmış tüy.
dendroklimatoloji
(İng.
dendroclimatology)
Ağaçların büyüme halkalarına bakılarak
geçmiş zamanlardaki iklim şartlarını
inceleme metodu.
dendroloji (İng. dendrology) Botaniğin ağaç
özelliğindeki bitkilerini inceleyen ve
araştıran bilim dalı.
dendrometre (İng. dendrometer) Ağaçların
boyutlarını, özellikle yüksekliğini ölçmeye
yarayan alet.
deney indikatörleri (İng. experiment indicators)
Hangi tip deneylere ihtiyaç duyulduğunu
belirlemek amacıyla yapılan temel eleme
deneylerinde tespit edilen indikatörlerdir.
denge taşlı kese (İng. statocyst) Denge organını
oluşturan ve denge taşı kapsayan kese
dengeli kalkınma (İng. sustainable development)
Doğanın
dengesini
bozmadan
gerçekleştirilen sosyal ve ekonomik
gelişme; tüm ekonomi temelde doğal
kaynaklara dayandığı için, bu doğal
kaynakların korunması yoluyla uzun
vadede sürdürülebilir kalkınma; doğal
kaynakların
tüketilmeden
ve
akılcı
kullanımı.
dengeli polimorfizm (İng. balanced polymorphism)
Ayrı ve zıt seçme baskısı ile sağlanan
heterozigot ve homozigot karışımı.
denitrasyon (İng. denitration) Nitrik bir esterin
sabunlaştırılması gibi bir cisimden azotlu
köklerin çıkarılmasına dayanan kimyasal
tepkime.
denitrifikasyon (İng. denitrification) 1. Toprak
organizmaları
özellikle
anaerob
organizmalar tarafından nitratların nitritlere
ve amonyağın serbest azota çevrilmesi. 2.
Nitrarı son ürün olarak azot gazına
dönüştüren biyolojik sistemdir.
deniz (İng. sea) Yerkabuğunun çukur bölmelerini
kaplayan, birbirleriyle bağlantılı, tuzlu su
kütlesi.
deniz alası (Lat. Salmo labrax, İng. Black Sea
salmon) Kemikli balıklar takımının
alabalıkgiller familyasından denizlerde
yaşayan bir türü.
deniz ayısı (Lat. Arctocephalus ursinus) 1.5-2 m
boyunda, uzun ve yumuşak tüylü postu
beğenilen, bitkiyle beslenen bir deniz
memelisi.
deniz danteli (Lat. Monodon monoceros) Sıcak
denizlere özgü taşımsı bir tür polip
birikintisi oluşturan deniz hayvanı.
deniz dokuzgözlüsü (Lat. Petromyzon marinus)
Cyclostomata
sınıfı
Petromyzonoidea
takımından, 50-70 cm kadar uzunlukta, Batı
deniz
deniz
deniz
deniz
deniz
deniz
deniz
deniz
deniz
deniz
deniz
deniz
Avrupa'nın, Kuzey Doğu Amerika'nın ve
Batı Akdeniz'in nehir, nehirağzı ve
denizlerinde yaşarlar.
ekolojisi (İng. marine ecology) Denizlerde
çevre ile canlı arasındaki ilişkileri inceleyen
bilim dalı.
ekosistemi (İng. marine ecosystem)
Okyanusların ve denizlerin ekosistemleri.
inci midyesi (Lat. Meleagrina margaritifera)
Mollusca’ların
Lamellibranchiata
sınıfından 30 cm kadar uzunlukta, kabuğu
eşit parçalı olmayan, kabuğundan sedef
elde edilen ve inciler meydana getiren Hint
Okyanusu’nda yaşayan bir tür.
istakozu
(Lat.
Homarus
vulgaris)
Arthropoda’ların Crustacea sınıfından 3045 cm kadar uzunlukta, alglerin bol olduğu
yerlerde bulunan ve eti değerli bir tür.
kadayıfı (Lat. Alaria esclenta) Esmer su
yosunlarından bir deniz bitkisi.
kaplumbağaları (Lat. Cheloniidea) Denizde
yaşayan, ayakları yüzgeç biçimindeki bütün
kaplumbağalara verilen ad.
kirliliği sözleşmesi (İng. The International
Convention for the Prevention of Pollution
from Ships, MARPOL) Uluslar arası Deniz
Kuruluşunun (IMO) önderliğinde kabul
edilen ve yakıt taşıyan tankerlerin deniz
kirliliğine yol açmalarını önlemek amacıyla
oluşturulan sözleşme.
kozalağı (Lat. Conus) Konik biçimli
kabuğunda bir yarık bulunan karından
bacaklı yumuşakça.
levreği (Lat. Dicentrarchus labrax, İng.
European seabass) Teleostei üst takımının
Percidae familyasından, boyları 40-100 cm,
ağırlıkları 16 kg kadar olabilen, sırtları
kurşuni gri, karınları gümüşimsi, solungaç
kapaklarının ucunda siyah bir benek
taşıyan, sürü oluşturan, sığ ve taşlı
zeminleri tercih eden, Atlantik Okyanusu,
Akdeniz ve Karadeniz’de yaşayan yırtıcı,
eti lezzetli bir tür.
marulu (Lat. Ulva lactuca) Sığ sularda
bulunan, ince levhaya benzer yaprakları
olan yeşil su yosunu.
örümceği (Lat. Maja squinado) En büyük
yengeç türü.
palamudu (Lat. Balanus) Kıyı kayalarının
üzerinde yapışık olarak yaşayan, beyaz
kalkerli plakalarla çevrili, koni biçiminde,
küçük, kabuklu bir böcek.
deniz yılanı (Lat. Hydrophis) Yılanlar takımından
çok zehirli, kürek biçiminde yassı kuyruklu,
Hint ve Pasifik okyanuslarında yaşayan bir
hayvan.
denizanası (Lat. Aurelia aurita, İng. jelly fish)
Selenteregillerden,
yassı
bir
diske
benzeyen, saydam, serbestçe yüzebilen
deniz hayvanı, medüz.
denizatı (Lat. Hippocampus hippocampus, İng.
seahorse) Başı at başına benzeyen, suda dik
duran, kuyruk yüzgeci olmayan, 10-15 cm
boyunda bir deniz balığı.
denizhıyarı (Lat. Holothurion, İng. sea cucumber)
Deniz hıyarlarından, boyu 25 cm kadar
olabilen, yuvarlak ve yumuşak derisi
dikenli.
deniziğnesi (Lat. Syngnathus acus, İng. sea
pipefish) Yuvarlak somaklı, vücudu ince ve
uzun bir deniz balığı.
denizineği (Lat. Hydrodamalis gigas) Amerika ve
Afrika’nın tropikal kıyı sularında yaşayan,
2-3 m boyunda deniz memelisi.
denizkedileri (Lat. Chimaeridae, Holocephali)
Chondrichthyes sınıfından, kuyrukları ince
bir iplik şeklinde uzamış, ön sırtyüzgeçleri
büyük, ön kısımlarında zehir iğnesi olan,
ovipar, sadece 100-500 m derinliklerdeki
zeminlerde yaşayan, dişileri 2 m kadar
uzunlukta, erkekleri daha küçük türlere
sahip bir altsınıf.
denizkedisi (Lat. Chimaera monstrosa, İng. rabbit
fish) Tümbaşlılar takımından, vücudu ince
uzun, büyük başlı, derin ve büyük
denizlerde yaşayan bir balık.
denizkestanesi (Lat. Echinus esculentus, İng. sea
urchin) Hareket edebilen dikenlerle örtülü,
yuvarlak
kalker
kabuklu,
derisi
dikenlilerden bir yumuşakça.
denizkulağı (Lat. Haliotis, İng. abalone) Karından
ayaklılar (Gastropoda) sınıfının, önden
solungaçlılar (Prosobranchia) takımından,
kabuğu kulak biçiminde, Hindistan ve
Avustralya kıyılarında yaşayan türleri olan
bir yumuşakça cinsi.
denizlaleleri (Lat. Crinoidea, İng. sea lilies)
Vücutları bir sapla deniz dibine bağlı veya
serbest olabilen, beş veya daha fazla kollu,
toplu durumda yaşayan derisidikenlilerden
bir sınıf.
denizşakayığı (Lat. Anemonia, İng. sea anemon)
Kayalıklara yapışık olarak yaşayan,
dokunaçları çok ve uzun, güzel renkli bir
polip türü.
deniztarağı (Lat. Pecten) İki çenetli kabuklu bir
yumuşakça türü.
deniztavşanı (Lat. Aplysia sp., İng. Sea hare) Ağız
dokunaçları geniş ve etli, uzun, çıplak
vücutlu deniz yumuşakçası.
denizyıldızı (Lat. Aster) Deniz yıldızlarından yıldız
biçiminde beş kolu olan, kayalıklar
üzerinde yaşayan bir derisi dikenli.
denizyıldızları (Lat. Asteroidea) Örnek hayvanı
deniz yıldızı olan derisi dikenliler.
dentat (İng. toothed, dentate) İri ve keskin olan
dişlerin eksenleri yaprağa dikey durumda
olması.
dentikulat (Lat. denticulus, İng. denticulate) Küçük
diş şeklinde yapılara sahip olma.
dentikül (İng. denticle, dermal denticle, denticle
toot, placoid scale) Keski solungaçlılarda
vücut yüzeyini tamamen örten küçük dişe
benzeyen yapılar.
dentin (İng. dentin) Kollagen ve kalsiyum
tuzlarından yapılmış omurgalı hayvanların
dişinin içteki sert kısımı.
dentisid kapsula (İng. dentisid capsule) Dişli
kapsül. Açılma kapsülün uç kısmındaki
dişlerin birleştikleri yerde olur.
deoksiribonükleotid (İng. deoxyribonucleotide)
DNA'nın yapıtaşı olan molekül.
deoksiribonükleik
asit
(DNA)
(İng.
deoxyribonucleic acid DNA) Her bir
nukleotidinde bir deoksiriboz şekerinin
bulunuşuyla karakterize olan, virüslerin
çoğunda, tüm bakterilerde, kloroplastlarda,
mitokondride ve ökoryotik hücrelerin
çekirdeğinde bulunan bir nükleik asit; RNA
virüsleri hariç tüm organizmaların kalıtım
materyali.
deoksiriboz (İng. deoxyribose) C5H10O4 bileşiminde
olan ve DNA'nın yapı birimlerinden biri
olan şeker. Genel adı pentoz olan
monosakkarit.
depigmentasyon
(İng.
depigmentation)
Bir
hücrenin pigmentini kaybetmesi.
deplazmoliz (İng. deplasmolysis) Plazmolize
uğramış hücrenin tekrar su alarak eski
haline dönmesi.
depolarizasyon (İng. depolarization) Zar boyunca
elektrik potansiyel farkının azalması.
deposit beslenen Substratumun üzerinde veya
içindeki partiküllerle beslenen hayvan.
deposit beslenme Dipte sedimentten beslenme.
depresör kaslar (İng. depressor muscles)
Balıklarda yüzgeç ışınlarını geriye doğru
yatıran kaslar.
dere dokuz gözlüsü (Lat. Lampetra planeria)
Yuvarlak ağızlılar (Cyclostomata) sınıfının,
taşemenler (Petromyzontes) takımından,
yedi yıllık larva evresine sahip türleri olan
bir cins.
dere iskorpiti (Lat. Cottus gobio, İng. Bullhead)
Teleostei
üst
takımının
Cottidae
familyasından, 10-15 cm kadar uzunlukta,
pulları çok küçük, eti lezzetli ve tatlısularda
yaşayan bir tür.
dere kayası (Lat. Gobio) Teleostei üst takımının
Cyprinidae familyasından, 12-18 cm kadar
uzunlukta, Avrupa ve Anadolu tatlı
sularında yaşayan türleri olan bir cins.
dere (İng. stream) Çok sayıda kaynaklar şeklinde
yeryüzüne çıkan sular.
dere pisisi (Lat. Platichthys flesus, İng. European
flounder)
Teleostei
üst
takımının
Pleuronectidae familyasından, vücutları
oval, 50 cm kadar uzunlukta, ağız uç
konumlu ve altçene ileriye çıkık olan
Akdeniz, Karadeniz ve Avrupa kıyılarında
yaşayan bir tür.
deri
değişimi
(İng.
moulting)
Birçok
Arthropoda’larda sert olan kutikulanın
büyümeye engel olması nedeni ile belirli
zamanlarda atılması olayı.
deri solunumu (İng. cutaneous respiration) Gaz
alışverişinin deri aracılığıyla yapıldığı
solunum tipi.
derin deniz dibi bölgesi (İng. abyssall benthic
zone) Okyanusun en derin yerleri.
derisidikenliler (Lat. Echinodermata) Sölomlu
hayvanlardan Deuterostomia filumundan,
ışınsal simetrili, yumurtaları suda döllenen,
gelişimlerinde başkalaşım gösteren, beşli
bakışımlı, denizkestaneleri, denizhıyarları,
denizyıldızları,
yılanyıldızlarını
ve
denizlalelerini içine alan bir alt filum.
derm (İng. derm) Cilt, örtü; doku tabakası.
dermatofit (İng. dermatophyte) Deri hastalıklarına
sebep olan mantar.
dermetmoit
(İng.
dermethmoid)
Balıklarda
nörokranyumun
bazal
bölgesindeki
kıkırdak kemiklerinin ortada tek olanı.
dermis (İng. dermis) Hayvanlarda derinin alt
tabakasına verilen ad.
dermosfenotikum
(İng.
dermosphenoticum)
Balıklarda yanal çizgi sisteminin baştaki
kanallarını taşıyan ve baş kaslarını koruyan
kemiklerin altıncısı.
desibar (İng. decibar) Oseonagrafide kullanılan
hidrostatik basınç birimi olup, 1m
yüksekliğindeki suyun cm2’ye yaptığı
basınca eşdeğerdir.
desibel, dB (İng. decibel) Sesin şiddetinin
ölçülmesinde kullanılan birim.
desiduoz (İng. deciduous) Yaprakların her yıl
dökülmesi.
desikatör (İng. dessicator) Örneklerden suyun
çekilmesi ve maddenin kuru halde kalması
için içinde nem alıcı madde bulunan sıkıca
kapanan kap.
deskuamasyon (İng. desquamation) Kutikulanın
atılması ya da epidermisin dökülmesi.
desmoplankton (İng. desmoplankton) Vücutları
bant veya kurdele şeklinde olan plankton.
desmozom (İng. desmosome) Karşılıklı iki hücre
yüzeyinde kesikli olarak bulunan ve
hücrelerarası boşluklarla ayrılan düğme
biçimindeki plakalar; hücreleri bir arada
tutmaya yararlar.
destek hücreleri (İng. supporting cells) Tat alma
tomurcuğu gibi bazı organlarda duygu
hücrelerinin yanında bulunan ve art arda
destek teşkil eden hücreler.
deterjanlar (İng. detergents) Yaygın olarak
kullanılan, yüzey aktif temizleme maddesi.
Bakterileri ve organizmaları da yok eden
deterjanlar
su
kirliliğinin
başlıca
nedenlerinden biridir.
determinasyon (İng. determination) Bir hücrenin
belli bir gelişme yolundaki dönülmez olan
yönlenmesi.
detoksifikasyon (İng. detoxification) Bir maddenin
zehirli etkisini azaltan enzimatik olaylar.
detritivor (İng. detritivore) Detritusla beslenen
organizmalar, suda askı halinde veya dipte
bulunan çürümeye terk edilmiş organik
parçalarla beslenen organizmalardır.
detritus (İng. detritus) Çökmüş ve çürümeye
başlamış organik madde.
Deuterostomia (Lat. Deuterostomia) Blastopor,
ağız yerine anüsü oluşturur. Ağız daha
sonra şekillenir. Genellikle, enterosöl
sölom ve radial segmentasyon ile birlikte
anılır.
dev
köpekbalıkları
(Lat.
Lamnidae)
Chondrichthyes
sınıfının
Galeoidei
alttakımından, bazıları insanlar için
tehlikeli, 12 m kadar uzunlukta, gruplar
halinde, 20-30 tanesi bir arada gezen
cinsleri olan bir familya. Dikburunlar.
dev kulağı (Lat. Strombus gigas) Mollusca’ların
Gastropoda
sınıfının,
Prosobranchia
takımından, kabuğu kıvrık, ucu sivri, inci
meydana getiren Hint Okyanusu’nda
yaşayan bir tür.
dezenfeksiyon (İng. disinfection) Bütün zararlı
canlıları (patojenleri) uzaklaştırmak veya
tesirsiz hale getirmek amacıyla suyun
gerekli işleme tabi tutulmasıdır.
dezenfektan (İng. disinfectant) Mikrop kırma
özelliği olan (madde).
dezenfekte
(İng.
disinfected)
Mikroplardan
temizlenmiş.
dış beslenen (İng. heterotroph) Besini organik
maddelerden sağlayan, heterotrof.
dış çaprazlama (İng. external crossover) Farklı
soylara ait bireyler arasındaki eşleşme.
dış döllenme (İng. external fertilization) Erkek ve
dişi eşey hücrelerinin vücut dışında
birleşmesi ile meydana gelen döllenme tipi.
Dış döllenme görülen canlılarda genellikle
üreme su varlığına bağımlıdır (suda
gerçekleşir).
dış parazit (İng. ectoparasite) Başka bir
organizmanın vücudunun dış tarafında
yaşayan bir asalak.
dış sahil bölgesi (İng. tidal basin) Gel-git
olaylarında alçalma hattı ile dalga
hareketleri sonucu özellikle kumların
yayıldığı en üst düzey arasında kalan
bölgedir.
dış salgı (İng. external secretion) Salgı bezinin
(ekzokrin bez) bir kanala boşalan salgısı.
dış salgı bezleri (İng exocrine glands) salgı yapıcı
kısım ve salgıyı bezin dışına taşıyan
kanallar olmak üzere iki kısımdan oluşmuş,
basit ve bileşik bezler olarak sınıflandırılan,
salgısını kan yerine bir kanala boşaltan
bezler, ekzokrin bezler.
dış
solunum
(İng.
external
respiration)
Organizmanın çevresinden
solunumla
alınan gazın, hücrelere taşınması ile gaz alış
verişi olayı, external respirasyon.
dışasalak (İng. ectoparasite) Konakçının üzerinde
yaşayan ve çoğunlukla kan emen asalak.
dışkı (İng. faeces, excreta) Sindirim sisteminden
çıkarılan parçalanabilir artıklar.
dışkı organizmaları (İng. faeces organisms)
İnsanların ve hayvanların bağırsaklarında
bulunan bakteri grubu; bu organizmaların
çevre sularındaki varlığı, hastalık yapan
organizmaların da bu sularda varlığının
işareti olarak kabul edilmektedir.
dışkılık (İng. cloaca) Sindirim, salgı ve üreme
sistemlerin» den maddeleri alan ortak
odacık.
diadelfus
(İng.
diadelphous)
Stamenlerin
filamentinin bir tanesinin serbest diğer
filamentlerin bir tüp oluşturacak şekilde
birleşik olduğu durum.
diagnetik
sedimentasyon
(İng.
diagnetik
sedimentation)
Sedimentler
içindeki
kimyasal olaylar sonucu bazı minerallerin
oluşması.
diandrus (İng. diandrous) Yosunlarda iki
anteridyumu olma.
diatomik (İng. diatomic) Molekülleri iki atomdan
meydana gelmiş cisimler için kullanılır.
didinamus (İng. didynamous) İki uzun ve iki kısa
stamenin meydana getirdiği erkek organlar
topluluğu.
diel (İng. diel) Günlük veya her 24 saatte bir kez.
dieldrin (İng. dieldrin) Klorlu hidrokarbon
sınıfından zehirli bir tarım ilacı.
differansiyasyon (İng. diferrentiation) Farklılaşma,
daha ergin duruma gelme.Basit bir gözeden
özelleşmiş bir göze durumuna gelme.
diffüzör (İng. diffuser) Gaz veya sıvıyı, karıştırıldığı
ortama daha iyi dağıtmak amacı ile
kullanılan ve besleme borusunun ucunda
bulunan ince delikli aygıt.
difiletik (İng. diphyletic) İki ayrı soydan gelen
kökene sahip olma durumu.
difiserk kuyruk yüzgeci (İng. diphycercal caudal
fin) Hem içyapısı hem dış yapısı bilateral
simetrik olan kuyruk yüzgeçleridir. Difiserk
kuyruk yüzgeci akciğerli balıklarda
(Dipnoi) bulunur. Protoserk kuyruk
yüzgeci.
difüzyon (İng. diffusion) Moleküllerin kinetik
enerjileri nedeniyle çok yoğun bir bölgeden
az yoğun bir bölgeye hareketleri.
digenez (İng. digenesis) Eşeyli ve eşeysiz üreyen
döllerin birbirini izlemesi durumu.
digitiformis Parmak biçiminde.
dihaploit (İng. dihaploid) Haploit bir hücreden
kromozom sayısının iki katına çıkması ile
oluşan bir hücre, doku ya da organizma.
dihibrit (İng. dihybrid) İki karakter bakımından
melez olan bireylere verilen ad.
dikasyum (İng. dichasium) Tepe çiçeğin altındaki
çiçek saplarının karşılıklı ve aşağı yukarı
aynı boyda olması.
dikburun (Lat. Lamna nasus, İng. Porbeagle)
Chondrichthyes
sınıfının
Lamnidae
familyasından, dişleri büyük, keskin
kenarlı, iğne şeklinde ve kesici, 4 m kadar
uzunlukta, vücutları koyu gri renkte, 150 m
derinliğe kadar bulunan, insanlar için
tehlikeli, Akdeniz'de bulunan bir tür.
dikence (Lat. Pungitius pungitius, İng. Ninespine
stickleback) Teleostei üst takımının,
Gasterosteus familyasından, 4-7 cm kadar
uzunlukta, tatlı su balıklarının en
küçüklerinden, erkek bireyleri yavrularına
bakan bir tür.
dikenli balık (Lat. Gasterosteus aculeatus
aculeatus, İng. Three-spined stickleback)
Dikenli balıkgillerden, tatlı sularda
yaşayan, göğüs veya karın yüzgeçleri
dikenlerden oluşmuş küçük bir balık.
dikenli balıkgiller (Lat. Gasterosteidae, İng.
sticlebacks) Balıklar sınıfının kemikli
balıklar takımına giren bir familya.
dikenli yüzgeçliler (Lat. Acanthopterygii) Pisces
sınıfının
Teleostei
üst
takımından
solungaçkapağı büyük, kemikleri tam, çok
defa dikenlerle donatılmış, genellikle
ktenoyit pullu, nadiren sikloyit; fizoklist
yüzmekeseli, yumurtakanalı olmayan,
sırtyüzgeci genellikle iki parçalı olan,
öndeki yüzgeç sert ışınlı, arkadaki yumuşak
ışınlı familyalara sahip en kalabalık
omurgalı takımdır (6000 tür).
dikenli vatozlar (Lat. Trygoidae = Dasyatidae)
Chondrichthyes sınıfı, Rajiformes takımı
Myliobatoidei alttakımından, 2.5 m kadar
uzunlukta, dip balıklarıyla beslenen türleri
olan bir familya.
diklin (İng. diclinous) Bir eşeyli çiçek. Erkek üreme
organlarının (andrekeum) ve dişi üreme
organlarının (ginekeum) ayrı çiçekler
üzerinde bulunması.
dikot (İng. dicot) Embriyolarında iki kotiledon
bulunmasıyla,
yapraklarında
damarlanmanın
ağsı
oluşuyla
ve
çiçeklerinde petak lerin dörtlü ya da beşli
oluşuyla
karakterize
olan,
kapalı
tohumluların ya da çiçekli bitkilerin bir alt
sınıfının bir üyesi.
dikotiledon (İng. dicotyledone) Fincan biçimindeki
çukurluk. İki kotiledona (çenek yaprak)
sahip bitki.
dilatasyon (İng. dilatation) İçi boş organların
genişlemesi halidir.
dilatatör kas (İng. dilatator muscle) Genişleten,
ayıran kas. Bir deliği veya kanalı genişleten
kas.
dim Belirli bir alanı işgal eden ve kendi aralarında
çoğalan benzer organizmaların oluşturduğu
popülasyon.
dimiktik göller (İng. dimictic lakes) Serin ve ılıman
bölge gölleri.
dimorf (İng. dimorphic) 1 Polip ve 1 Medüz
bireyden oluşan hayvan. İki biçimli.
dimorfizm (İng. dimorphism) Bir türün iki farklı
forma sahip olma durumu.
dioik (İng. dioecious) Dişi ve erkek çiçeklerin ayrı
ayrı bitkiler üzerinde bulunması durumu,
iki evcikli.
dioksin (İng. dioxin) Bitki öldürücülerde bulunan,
son derece zehirli maddeler kümesi.
dip taneciği (İng. basal granüle, kinetosome) Bazı
bir hücreli kamçılı hayvanlarda kamçının
kaidesindeki bazal cisimcik.
diploblasti (İng. diploblastic) Embriyonik gelişim
sürecinde sadece endoderm ve ektodermin
oluşması, iki tabakalılık.
diploit (İng. diploid) İki takım kromozoma sahip
hücre ya da organizma.
diplont (İng. diplont) Gametik kromozom sayısı
almaşı görülen bir organizma olup
Diyatomeler, yeşil su yosunlarından
Suphonales takımında ve esmer su
yosunlarından Fucus’ da rastlanır.
diplozom (İng. diplosome) Gözede yan yana duran
iki sentriol içeren sentrozom.
Dipnoi (Lat. Dipnoi) Akciğerli balıklar üsttakımı.
Kemikli balıklar sınıfının çift solunumlular
alt sınıfı.
direç (İng. dredge) Deniz dibinden sediment örneği
almaya yarayan ve özellikle bentik
çalışmalarda kullanılan alettir.
direy Belli bir bölgede yaşayan hayvanların topu.
diriksel (İng. vital) Diri ile, canlı ile ilgili, canlı
üzerine olan.
dirim (İng. vital) Yaşayış, yaşama, hayat; Bitki ve
hayvanlarda, bireyin korunmasını sağlayan
organların görev halinde olması hali.
dirim bilimcilik (İng. vitalism) Gerçekliği tek yanlı
olarak yalnızca dirim bilimsel açıdan
inceleyen, organik yaşamın kavramlarını
yaşamın öteki gerçeklik alanlarına da
uygulayabilen bir görüş.
dirim bilimi (İng. biology) Biyoloji.
dirim bilimsel (İng. biological) Biyolojik.
dirim kurgu (İng. bionics) Canlılar dünyasını,
özellikle beynin çalışmasını taklit eden
elektronik aletlerden yararlanmayı konu
edinen bilim dalı, biyonik.
disakkarit
(İng.
disaccharide)
İki
mol
monosakkaritin
dehidrasyonu
sonucu
oluşan çift şeker. Maltoz, sakkaroz, laktoz
gibi.
diseksiyon (İng. dissection) Herhangi bir canlının iç
yapısını incelemek üzere kesme olayı.
disfotik zon (İng. dysphotic zone) Öfotik ile afotik
zon arasında kalan bölgedir. Fotosentez için
yeterli ışığa sahip olmayıp hayvanların
algılaması için yeterlidir.
disimilasyon
(İng.
disassimilation)
Besin
maddelerinin ve protoplazmanın enerji
meydana getirerek parçalanması.
disk çiçekliler Çiçek kısımları disk şeklinde olan,
ayrı taçyapraklı ikiçenekli bitkiler grubu.
diskeratoz (İng. dyskeratosis) Vücut örtülerinin
keratinleşmesi.
diskli medüzler (Lat. Acalephae) Medüzlerin iki
eski bölümünden biri; deniz ısırganları.
Gövde kısmı yassı şemsiye kenarları sekiz
loblu, eşeysel bezleri karın boşluğunda
bulunan hayvanları kapsar.
diskoid (İng. discoid) Disk biçiminde.
diskomikoz (İng. discomycosis) Discomycetes
takımından, mantarların meydana getirdiği
hastalık.
diskoplankton (İng. discoplancton) Vücut şekilleri
disk veya paraşüt şeklinde olan plankterler.
diskromi (İng. dyschromia) Deri renklenmesinde
görülen anormallik.
dismorfoz (İng. dysmorphosis) Şekil bozukluğu.
dismütasyon (İng. dysmutation) Bir maddenin olaya
girmesinden önce benzer özellikler
gösteren moleküllerinden bir kısmının
yükseltgenmesine, bir kısmının da aynı
derecede indirgenmesine yol açan bir çeşit
kimyasal tepkime.
disomi (İng. disomy) Çifte durumlu bir kromozom
veya bir kromozom parçası.
dispersoit (İng. dispersoid) Bir maddenin katı, sıvı
veya gaz halindeki bir ortamda tanecikler
şeklinde dağıldığı koloidal sistem.
disproteinemi
(İng.
dysproteinemia)
Kan
plazmasındaki çeşitli proteinlerin denge ve
dağılımında bozukluk.
distal (İng. distal) Bazı referans noktalarından
(çoğunlukla vücudun ana kısmı, gövde)
ayrı bulunmak.
distikus (İng. distichous) İki sıralı. Yaprak ve
çiçeklerin
aynı
düzlem
üzerinde
birbirlerinin ters yönünde sıralanması.
distilasyon (İng. distillation) Maddeleri, kaynama
noktalarından yararlanarak birbirinden
buharlaşma ve kondanse etme yolu ile
ayırma.
distrof göl (İng. distrophic lake) Çok düşük kireç
içeriğine ve yoğun humusa sahip bundan
dolayı da suyun kahverengi renk aldığı su
ortamı, bataklık gölü.
diurnal (İng. diurnal) Günlük 24 saatte bir vuku
bulan olay.
divergens (İng. divergency) 1. Bitkilerde her tür için
sabit olan yapraklar arasındaki belli aralık.
2. Denizlerde dip sularının çeşitli
nedenlerle yüzeye çıkması olmasıdır.
divergent (İng. divergent) Birbirlerinden ayrılmış
ve uzaklaşmış şekilde.
divertikül (İng. diverticulum) Bir yarık ya da
kanaldan çıkan kör bir kese.
diyabet (İng. diabetes) Şeker hastalığı.
diyad (İng. diad) Mayoz bölünmenin ilk evresinin
zigoten döneminde birbirine yapışık olarak
yer alan eş kromozom çifti.
diyafiz (İng. diaphysis) Çiçek ekseninin veya seyrek
olarak da boğum aralıklarının, anormal
şekilde uzaması durumu.
diyagnoz (İng. diagnosis) 1. Hastalığın teşhisidir. 2.
Bir türü komşu türden ayırt etmek için
yapılan bilimsel tanım.
diyakinez (İng. diakinesis) Mayoz bölünmenin ilk
evresinin beşinci ve son devresi. Bu
devrede kromozomların helezonlaşması
artar, kiyazma olayları azalır, çekirdekçik
ve çekirdek zarı kaybolur.
diyakustik (İng. diacoustic) Akustiğin, ses
kırılmalarını ve bazı ortamlardan geçerken
uğradıkları değişiklikleri
inceledikleri
bölümü.
diyaliz (İng. dialysis) 1. Küçük molekül ve iyonların
bir zardan geçirilerek çözeltideki büyük
moleküller ve askı halindeki maddelerden
ayrılması işlemidir. 2. Atık su arıtımında
kullanılan, büyük organik parçacıkları
küçüklerden ayırma yöntemi. 3. Bazı
maddelerin, başka maddelere oranla,
gözenekli zarlardan daha kolay geçmesi
özelliğine dayanan kimyasal analiz veya
arıtma usulü.
diyapedez (İng. diapedesis) Akyuvarların kılcal
damarlardan dışarı çıkması.
diyapoz (İng. diapause) Bir böceğin hayat
devresinde inaktif durumda olduğu evre.
diyastaz (İng. diastase) Hayvansal ve bitkisel
hücreler tarafından, salgılanıp, suda eriyen
meyvelerin adı.
diyastol (İng. diastole) Kalbin ve atardamarların
dolaşım sırasında genişlemesi.
diyatomeler (Lat. Bacillariophyceae, İng. Diatoms)
Silis kabuklu, tatlı, acı veya tuzlu sularda
yaşayan, mikroskopik, harekertli, bir
hücreli esmer suyosunları. Suyun dibinde
veya toprağın yüzeyinde kırmızımtrak veya
esmer renkte jelatinimsi bir tabaka
meydana getirirler. Diatomenin gövdesi
değirmi, söbe, dikdörtgen vaya eşkenar
dörtgen biçiminde basit bir yassı hücreden
meydana gelmiştir. Selüloz zarı silisle
karışarak kabuklaşmıştır; bu yüzden çok
sert olup yüzeyinde zarif simetrik şekiller
bulunur. Diyatome artıkları suyun dibinde
birikerek büyük kitleler meydana getirir;
diyatome toprak veya çamuru (veya
diatomit, kieselguhr, tripoli ) denen bu
madde
soğurucu
veya
aşındırıcı
niteliklerinden dolayı sanayide kullanılır.
170 cins ve 5000’den fazlatür vardır.
diyatomit
(İng.
diatomite)
Diyatomelerin
kabuklarının birikmesiyle oluşan tozlaşmış
silisli tortu.
DNA,
deoksiribo
nukleik
asit
(İng.
deoxyribonucleic
acid,
DNA)
Kromozomlarda
bulunur
ve
nukleotitlerindeki özel dizilerde kodlanan
genetik bilgi içerir.
DNA hibridizasyon (İng. DNA hybridization) DNA
melezlemesi.
doğa koruma alanı (İng. protected area) Doğal
çevrenin koruma ve inceleme amaçlarıyla
korunduğu alan.
doğal ayıklanma (İng. natural selection) Bazı
organizmaların
belirli
bir
çevrenin
koşullarına daha iyi uymalarından ötürü
çoğalarak yaşamlarını sürdürmesi.
doğal (İng. native) Doğanın düzenine ve gereklerine
uygun.Tabiata uygun.
doğal kaynak (İng. natural resource) Çevrede
doğal olarak gerçekleşen su, hava ve gaz
gibi kaynaklar.
doğal radyasyon (İng. natural radiation) Toprakta
ve kayalarda, ayrışan uranyumun yol açtığı,
radon gibi gazlar çıkaran radyasyon.
doğal seçilim (İng. natural selection) Değişik çevre
koşullarının
yönlendirdiği,
bireyler
arasındaki
genetik
farklılıklardan
kaynaklanan;
bireyin,
çevresindeki
koşullara
uyumunu
sağlayan
bazı
özelliklerin belirginleşmesiyle sonuçlanan
bir mekanizma.
doğal seleksiyon bk. Doğal seçim.
doğalgaz (İng. natural gas) Yer kabuğunun içinde
metan, etan gibi çeşitli hidrokarbonlardan
oluşan yanıcı gaz.
doğay Bir memleket, alan veya devreye özgü
hayvanlar topluluğu.
doğurganlık
(İng.
fertility)
Bir
canlının
doğurabilme yetisi.
doku (İng. tissue) Aynı ödevi gören, aynı şekilde
farklılaşmış, birbirleriyle sıkı ilişki gösteren
ve aynı köklerden gelen hücrelerin
topluluğu; çok hücreli organizmalarda,
embriyo gelişirken, embriyoyu teşkil eden
ektoderm, endoderm, mezoderm tabakaları
ile mezenşim hücrelerinin, özel bir görevi
yapmak üzere belirli bir yönde gelişerek
meydana getirdikleri hücre toplulukları.
doku bilimi (İng. histology) Canlılardaki dokuların
oluşum, evrim ve bileşimini inceleyen
biyoloji dalı, histoloji.
doku bilimsel (İng. histological) Doku bilimle ilgili,
histolojik.
dokunaç (İng. tentacle) Birçok omurgasız
hayvanların başlarında bulunan ve duyu
almaya, dokunmaya, av yakalamaya
yarayan ince, uzun yapılar, tentakül.
dokunum (İng. feeling) Derinin eşyaya dokunduğu
zaman
sıcaklık,
soğukluk,
sertlik,
yumuşaklık gibi niteliklerden duygulanması
yeteneği.
dokunma cisimciği (İng. contact reseptor)
Dokunma duyusu alan bir zarla çevrili özel
sinir uçları, duyu kılları, hücreler vb.
dokuzgözlüler
(Lat.
Petromyzonoidea)
Cyclostomata sınıfından, Petromyzones
altsınıfının tek takımıdır. Petromyzonidae
denen tek bir familyası bu familyanın da 8
cinsi ve 23 türü vardır. Ağızla taşlara ve
hayvanlara yapışırlar. Denizlerde ve ılıman
bölgelerdeki tatlısularda yaşarlar. Denizel
formları yumurtlamak için tatlısuya ve
acısuya geçerler (anadrom). Dünyada
oldukça geniş bir yayılımları vardır.
dolaşım alanı (İng. habitat) Canlının, uygun besin,
barınak, eş ve üreme yeri ararken dolaştığı
bölge.
dolikosefal (İng. dolichocephalic) Uzun kafalı; eni
boyunun % 75’inden az olan bir kafatası
biçimi.
doliolaria larva (İng. doliolaria larvae) Derisi
dikenlilerde görülen auricularia larvasından
sonra varil şeklinde gelişen, silli bantları
parçalanarak silli kemerlere dönüşen larva
tipi.
doliyolum (Lat. doliolum) Sölomlu hayvanlardan
ikincil-ağızlılar
(Deuterostomia)
filumunun, Gömlekliler (Tunicata) dalının,
Doliolidae familyasından bir cins. Vücudu
fıçı biçimindedir. Ağız ve çember gibi
kapalıdır. Bu çemberler eşeyli dölde 8.
eşeysiz dölde 9 adettir. Gelişmesinde
metagenez tipi döl değişimi vardır.
dolu (İng. hail) Hava (atmosfer) nın üst
tabakalarında ani soğumalar sonucu donan
ve yuvarlak buz taneleri biçiminde yağan
sarı saydam veya saydam olmayan yağmur
damlaları.
dominansi (İng. dominance) Birim alandan alınan
örnekteki bir türe ait bireylerin, bu örnekte
rastlanan tüm türlere ait fert sayısı
toplamına olan oranının yüzdesidir,
baskınlık.
dominant (İng. dominant) 1. Bir allelin, aynı genin
diğer bir allelinin bulunmasına rağmen,
onun fenotipte belirmesini durdurarak ve
bastırarak tam fenotipik etki gösteren bir
allel. 2. Hakim, başta gelen, başat.
domuz balığı (Lat. Phocoena phocoena) Yunus
balığıgillerden bir memeli türü.
done (İng. information) Bir sonuca varmak için
gerekli ilk bilgi.
donma (İng. freze) Bir maddenin, akışkan halden
(sıvı veya gaz) katı hale geçmesi.
Doris (Lat. Doris) Karından ayaklılar (Gastropoda)
sınıfının,
arttansolungaçlılar
(Opisthobranchia) takımının, Dorididae
familyasından bir yumuşakça cinsi.
Kabuksuzdur. Gövdesi elips şeklinde ve
yassıdır. Ağız bir kütikül tabakası ile
korunur. Anüs sırt bölgesindedir ve
çevresinde kuştüyü biçiminde ikincil
solungaçlar sıralanmıştır. Bu solungaçlar
geri çevrilebilir. Denizlerde yaşarlar.
dormansi (İng. dormancy) Bitkilerde, özellikle
tohumlarda ve tomurcuklarda, büyümenin
ortamsal koşullar daha uygun hale
gelinceye kadar askıya alındığı bir dönem.
dorsal (İng. dorsal) Sırt ile ilgili.
dorsal kaburga (İng. dorsal rib) Bazı balıklarda
miyomerlerin dorsal ve ventral yanlarında
bulunan, ligamentlerle omurgaya bağlanan
ve balıklara kılçıklı bir görünüm veren, ince
kas arası kemikler.
dorsalis (İng. dorsal) Sırta bakan, sırta ait.
dorsal yüzgeç (İng. dorsal fin) Sırt yüzgeci.
dorsoventral (İng. dorsoventral) 1. Dorsalden
ventrale doğru yer alan 2. Palizat
parankimasının yaprağın sadece bir
tarafında bulunduğu yaprak tipi.
dorsifiks (İng. dorsifixed) Sırttan bağlı. Flamentin
antere sırt kısmından bağlı olması.
dosimazi (İng. quantitative analysis) Bazı organlar
ve bazı maddeler üzerinde yapılan özel
inceleme.
doygunluk reaksiyonu (İng. saturation reaction)
Suyun oluşumu ile sonuçlanan iki bileşiği
birleştiren bir reaksiyon.
doyma (İng. saturation) 1. Bir gazın belirli bir
sıcaklıkta, o sıcaklığa özgü olan en büyük
basınç altında bulunması 2. Bir sıvının
içinde belli bir cisimden eriyebilecek en
çok miktarının erimiş bulunması, işba.
doymuş çözelti (İng. saturated solution) 1. Yeni
elementler bağlayamayan ve ancak ornatma
veya bozunma yoluyla değişikliğe uğrayan
kimyasal bileşikler için kullanılır. 2. Birkaç
tuz kristali suya katılacak olursa bunlar kısa
bir süre içinde çözünürler, fakat daha fazla
tuz katılırsa öyle bir noktaya ulaşır ki artık
çözeltinin dibinde çözünmemiş bir miktar
tuz kalır. Bu çözeltiye doymuş çözelti
denir.
doyuran (İng. saturant) Bir sıvının içinde eriyerek
onu doyma durumuna getiren (madde)
doz (İng. dose, dosage) Bir maddenin, bir bileşiğe
veya karışıma giren veya girmesi gereken
belli miktarı.
döl (İng. generation) Canlıların üremesi sonucu
ortaya çıkan yeni birey veya yeni bireylerin
bütünü, zürriyet, nesil.
döl değişimi (İng. metagenesis) 1. Gelişmekte olan
bir organizmanın çeşitli kısımlarının farklı
şekilde büyümesi. 2. Çeşitli hayvan
gruplarında
(rotatorlar,
kabuklular,
cladoceras,
bazı
zarkanatlılar
ve
yarımkanatlılar) görülen döllenmeli (eşeyli)
ve döllenmesiz (patenogenez) üreme
şekillerinin art arda yer alması.
döl yatağı (Lat. uterus, İng. uterus, womb) Dişi
üreme sisteminde, fetusu doğuma kadar
beslemek ve barındırmakla görevli kas
yapısında bir organdır.
döllemek (İng. fertilize, inseminate) Erkek gametin
bir
yumurtacıktaki
dişi
gametle
kaynaşmasını sağlayarak yumurtacığı tam
bir hücre haline sokmak, aşılamak.
döllenme (İng. fertilization) Bir spermin bir
yumurtayla birleşip kaynaşması ve oluşan
zigotun gelişmeye başlaması; fertilizasyon.
döllenme borusu (İng. fertilization tube)
Spermlerin yumurtayla birleştiği ve zigotu
oluşturduğu tüp.
döllenmemiş yumurta (İng. unfertilized ovum)
Yumurtanın organizma dışına atıldığı
sırada spermle birleşmemiş olması.
döllenmesiz (İng. parthenogenesis) Döllenmemiş
olan yumurtanın gelişmesiyle oluşan üreme
biçimi, parteogenez.
dölüt (İng. foetus) Embriyonun bütün organları
belirlendikten sonra aldığı ad.
dönence (İng. tropic) Yer küresi üzerinde, güneş
ışıklarının yılda iki kez dik açı ile geldiği,
sıcak kuşağın kuzey ve güney sınırlarını
oluşturan ve eşliğin 23 27’ kuzey ve
güneyinden geçen çemberler.
dönencel ay (İng. tropical month) Ay’ın ilkbahar
noktasından geçen saat dairesinden art arda
iki geçişi arasındaki süre (27 gün 1 saat 43
dakika).
dönerboyunlular
(Lat.
Pleurodira,
İng.
pleurodirans) Omurgalı hayvanlardan
Sürüngenler
(Reptelia)
sınıfının,
Kaplumbağalar (Testudinata) takımına
giren geniş bir alt takım. Boyunları içeri
çekilemez. Dinlenme halinde iken sırt
kabuğun altına doğru kıvrılır. Tatlı suda
yaşarlar.
Çamurculkaplumbağagiller
(Pelomedusidae) familyalarını içine alır.
dönerböcekgiller (Lat. Gyrinidae) Böcekler
(Insecta)
sınıfının,
Kınkanatlılar
(Coleoptera) takımına giren bir familya.
Siyah renkli ve oval vücutlu olan bu
böcekler su yüzeyinde dönerek yüzerler.
İkinci ve üçüncü bacaklar kısa olup yüzgeç
biçimindedir. Gözleri bölünmüş olup bir
çift başın üstünde, bir çift başın altında
bulunur.
dönme (İng. torsion) Çember biçiminde dönme;
karından ayaklı hayvanlarda vücudun
gelişmesi sırasındaki bükülmesi.
dönme hastalığı (İng. whirling disease) Myxosoma
cerebralis adı verilen protozoonların neden
olduğu,
kuyruk
kısmında
koyu
pigmentleşme, başın papağanbaş şeklini
alması, vücut iskeletindeki eğrilmeler ve
balığın ekseni etrafında dönmesi ile
belirlenen bir hastalıktır.
dönüşümcülük (İng. transformism) 18. yüzyılda
Lamarck’ın ortaya attığı ve Darwin’in biraz
değiştirip geliştirdiği biyoloji kuramı. Buna
göre çeşitli jeolojik çağlarda, canlı varlıklar
değişimlere uğrarlar. Bu değişimler hayat
şartlarından(çevre),
türün
ağır
bir
gelişmesinden veya birden sıçramalarla
meydana
gelir,
şekildeğişimcilik,
transformizm.
dört dişligiller (Lat. Tetrodontidae, İng. globe fish)
Omurgalı hayvanlardan, Balıklar (Pisces)
sınıfının, Kemikli balıklar (Teleostei)
takımının, Çengelçeneliler (Plectognathi)
alt takımına giren bir familyası. Derileri
sert veya dikenlidir. Yüzme keselerini
şişirerek su üstünde yüzerler. Çoğunun eti
zehirlidir. Tropik ve sıcak denizlerde,
birkaçı tatlı sularda yaşarlar. Dört dişli
balık (tetrodon lagocephalus), Fahaka
(Oidides fahaka ) iyi bilinen türleridir.
dört
solungaçlılar
(İng.
tetrabranchiate)
Yumuşakçalardan
kafadan
bacaklılar
(Cephalopoda) sınıfına giren bir takım.
Ağzın çevresinde 38 tentakül bulunur.
Solungaçların ve böbreklerin sayısı iki
çifttir. Mürekkep keseleri yoktur.
döterostom (Lat. Deuterostomia) Blastoporu arka
uçta (ağızdan uzakta) bulunan ve ön uçta
yeniden meydana gelen hayvan.
dötoplazma (İng. deutoplasm) Yumurtanın
sitoplazması
içinde
bulunan
yedek
maddeler veya vitellüs maddeleri. Bunlar
bazen bütün sitoplazma içerisine dağılmış,
bazen sadece yumurtanın bir kutbuna
toplanmış küçük kürecikler halindedir.
(yumurtadaki besleyici vitellüse çoğu
zaman dötoplazma adı verilir.)
drepanyum (İng. drepanium) Birbirini takip eden
yan dalların hepsinin aynı plan üzerinde
olduğu bir bileşik monokasyum tipi.
drift (İng. drift) Kutup bölgelerinde, bankizin buz
tabakaları (floes) arasındaki serbest su yolu.
drog (İng. drug) Hayvan veya bitkilerden,
kurutularak
veya
özel
metodlarla
toplanarak elde olunan, eczacılık ve kısmen
sanayide kullanılan ham veya yarı ham
madde.
drumlin (İng. drumlin) Eski buzul yatakları, daha
çok kıta buzullar tabanı, üzerindeki
uzunlamasına sırtlar. Drumlin’ler ya
buzultaşlarla az çok gizlenmiş aynı cins
kayalardan ya da kıta buzulunun yayılması
sırasında kenarlarında biriken kumlarla
çakıllardan oluşmuştur. Bunlar, buzun
yüzeyden erimesiyle meydana gelirler;
noksan kalmış bir yüzeyden erimeye işaret
eden tepelerdir.
drupa (İng. drupe, stone fruit) Eriksi meyve; mey.
ve kabuğunun dış kısmı derimsi, orta kısmı
etli ve iç kısmı sertleşmiştir, (erik, kaysı,
şeftali v.b.).
druz (İng. druse) Bitkilerdeki inorganik atıkların,
kalsiyum tuzları ve silikanın anhidritleri
şeklinde birikmesi sonucu meydana gelen
kristal şeklindeki yapı.
dubar (Lat. Mugil cephalus, İng. Flathead grey
mullet) Kefal gillerden, 30-40 cm
uzunluğunda eti lezzetli bir balık türü.
dudak (Lat. labrum, İng. lip) Birçok hayvanda ağız
deliğini, çevreleyen ve genel olarak iki
parça olan etli yapı.
dugong (Lat. Dugong dugon, Halicore dugong)
Deniz
inekleri
(Sirenia)
takımının
Dugonggiller (dugongidae) familyasından,
Hint
Okyanusunda,
Hindistan’dan
Avusturalya’ya ve Afrika Mozambik
boğazına kadar sürüler halinde yaşayan,
etçil memeli hayvan. Boyu 3m.’yi bulur.
Avustralya dugongu (Dugong dugon) ve
Hint dugongu (Halicore dugong) iyi bilinen
türleridir. Deniz ineği.
duktus (Lat. ductus, İng. duct) Kanal, boru, geçit.
duman (İng. smoke) Bir maddenin yanmasıyla
çıkan ve içinde katı zerrelerle buhu bulunan
kara veya esmer renkli gaz. Havalanan
tozların veya sisin havada oluşturduğu
bulanıklık.
duplikasyon (İng. duplication) 1. Bir maddenin ya
da yapının iki katı 2. Bir kromozomun bir
segmentinin, iki katına çıkmasıyla oluşan
bir kromozom anomalisi.
durgun su (İng. dead water, still water, ditch water)
Akacak yeri olmayan ve hareketsiz duran
su birikintisi.
durgun sular (İng. quite waters) Atmosferdeki
suyun nem, yağmur, dolu veya kar halinde
geçirimsiz topraklara düştüğünde birikerek
göl, gölet, veya barajları oluşturması, lentik
biyotoplar.
durgunlar (İng. doldrums) Yer yuvarlağını bir
çember gibi saran, en sade durumuyla
denizler üstünde belli olan, değişik yerlerin
estiği, durgun havanın çok sürdüğü yerler.
Bu bölgeler en geniş durumu ile ekvator ile
çevresinde uzanır. Burası ısınma yüzünden
sürekli olarak doğan bir alçak basınç
kuşağıdır.
durultma (İng. settling) Çökebilir nitelikteki yüzen
katı maddelerin çökeltme, havalandırma ve
süzme yoluyla atık sudan ayrılması.
dust (İng. dust) İnce tozlar.
duyarga (İng. antenna) Eklembacaklılarda başın ön
kısmında bulunan ve birçok duyu organını
taşıyan uzantı. Kabuklular, kırkayaklar,
böcekler vb. ağız parçalarının önünde
bulunur. Kabuklularda iki çift olmasına
karşılık ötekilerinde bir çift bulunur.
Örümceklerde ise hiç yoktur. Anten.
duyarlılaştırma (İng. sensitizing) Bir hayvanda
önceden mevcut herhangi bir alışkanlığı
azaltarak ya da ortadan kaldırarak
beklenmedik bir uyan yaralan işlem.
duyu (İng. sense) İnsanların veya hayvanların,
dıştan gelen uyartıları görme, işitme,
koklama, dokunma ve tatma organlarıyla
algılama fonksiyonu.
duyu organları (İng. sense organs) Reseptör
organlar.
duyu reseptörleri (İng. sensory receptors) Duyu
alıcılar.
duyu siniri (İng. sensory nerve) Bir reseptör
hücreden bilgi alan ya da bir uyarıya
kendisi tepki gösteren, merkezi sinir
sistemine uzanan bir nöron.
düden (İng. swallow hole) Kireçli bölgelerde
kirecin erimesi veya yeraltındaki karstlı
çukur bir tavanının çökmesi sonucu
meydana gelen doğal kuyulara verilen ad,
obruk, aven.
düğüm (İng. nod) Gövde üzerinde yaprakların
bağlandığı veya dalların çıktığı yer.
düğümler arası (İng. internod) İki düğüm (nodus)
arasına verilen ad. (Yaprakların düğümleri
arasındaki uzun yapraksız kısımlardır.)
dülger balığı (Lat. Zeus faber, İng. John dory)
Kemikli balıklar (Teleostei) takımının,
Dülger-balığıgiller (zeidae) familyasından
yassı gövdeli, fırlak iri ağızlı, sık dişli bir
balık türü. Sırt ve döş yüzgeçlerinin
kılçıkları uzun, gövdesinin alt ve üst
kenarları dikenlidir. Gümüş rengindedir;
her iki böğrünün değirmi ve büyük siyah
bir leke bulunur. Uzunluğu 50 cm.’dir.
dünya (İng. earth, world) Üstünde yaşadığımız gök
cismi.
dünyanın kabuğu (İng. litosphere) Dünya
sathından Mohoroviç kesintisine kadar olan
bölge olup bu tabakanın kalınlığı okyanus
dibinden 5 ile 7 km. kadardır.
düz dişliler (Lat. Aglyphodonta)
Omurgalı
hayvanlardan
Sürüngenler
(Reptilia)
sınıfının, Pullu-sürüngenler (Squamata)
takımının, Yılanlar (Ophidia) alt takımının,
Suyılanları (Colubriformia) bölümünün bir
grubu. Dişlerinin oyukları yoktur. Ağızları
çok
genişleyebilir.
Suyılangiller
(Colubridae) familyasını içine alır.
düz kas (İng. smooth muscle) İç organların
hareketini sağlayan ve istemsiz çalışan,
demetler alinde, uzun, iğ biçimli, tek
çekirdekli kas hücrelerinin bağ dokusu
içerisinde meydana getirdiği kas tipi.
düzem (İng. dosage) Bir bileşiğe veya bir karışıma
girecek madde miktarlarının belirtilmesi,
dozaj.
düzemek (İng. dosage) Herhangi bir karışımı
istenilen orana göre hazırlamak, karışımın
dozunu belirlemek.
düzensizlik (İng. disorder, disorganization) Bir
organizmanın değişik fonksiyonlarında
işbirliği ve uyum yokluğu.
düzlem küre (İng. planisphere) Yer yuvarlağı
üzerindeki biçimleri bütünüyle bir düzlem
üzerinde göstermek amacıyla çeşitli
haritacılık yöntemlerine baş vurularak
hazırlanmış harita.
-Eebonit (İng. ebonite) 100 kısım kauçuğun 32 kısım
kükürtle işlenmesinden elde edilen plastik
madde.
ebrialar (Lat. Ebriales) Kamçılı bir hücreliler sınıfı.
Silis çomakcıklardan iç iskeletleriyle bazı
ışınları andıran deniz ve plankton
hayvanlardır. Bugün, soğuk ve ılık
denizlerde ebria ve hermesinum adlı iki
cinsi yaşar.
ebülyoskop (İng. ebullioscope) Cisimlerin kaynama
sıcaklığını tespit etmeye yarayan cihaz.
ebüliyoskopi
(İng.
ebullioscopy)
Kaynama
sıcaklıklarının ölçülmesi.
Echinodermata (Lat. Echinodermata) Hayvanlar
aleminin derisi dikenlileri içeren ve
tamamen denizel olan bir filumu.
echinopluteus larva (İng. echinopluteus larvae)
Derisidikenlilerden
denizkestanesinde
görülen, silli bantları taşıyan üyelerinin
gelişiminden dolayı geniş üçgen şeklindeki
larvalardır.
echiurus
larva
(İng.
echiurus
larvae)
Sipunculida’da bulunan trokofor tipi larva.
ecza (İng. chemicals) Kimyasal yollarla elde edilen,
ilaç yapmaya yarayan veya sanayide türlü
işlerde kullanılan maddelerin genel adı.
eczalı (İng. treated, processed) Kimyasal maddeyle
kaplanmış, karıştırılmış, işlem görmüş.
edafik faktör (İng. soil factor) Toprağın, canlılar
üzerindeki
kimyasal
ve
fiziksel
özelliklerinden kaynaklanan etkileri.
edafoloji (İng edaphology) Toprak bilimi, özellikle
toprağın, içinde yaşayan organizmalar
üzerindeki etkisi.
edafon (İng. edaphon) Toprakta yaşayan
organizmaların tümü.
edatofi (Lat. edatophi) Toprağın hemen altında veya
üzerinde bulunan algler.
efektör (İng. effector) Bir organizmanın uyarıya
karşı reaksiyon gösteren vücut kısmı,
örneğin kas, sil, kamçı.
efira (İng. ephyra) Gerçek medüzlerde (Scyphozoa)
skifopoliplerden
enine
bölünmelerle
meydana gelip özgür yüzen ve medüzleri
verecek olan yapıdır.
Ege Denizi (İng. Aegean Sea) Kuzeyde Trakya,
doğuda Anadolu, güneyde Akdeniz, batıda
balkan yarımadası ile kuşatılan deniz.
Yüzölçümü 196,000 km².
egzosmos (İng. exozmose) Yoğunlukları farklı iki
sıvıyı ayıran bir zarın içinden dışına doğru
geçen akım.
egzotik (İng. exotic) Başka bir iklimden gelmiş
hayvanlar ve bitkiler.
eğim ölçer (İng. clinometer, inclinometer) Bir
yüzey, düzlem, yol veya cihazın yatay
düzleme oranla eğimini ölçen araç,
klinometre.
eğir kökü (Lat. Acorus calamus) Dere ve durgun su
kenarlarında
yetişen
50-125
cm
yüksekliğinde, çok yıllık ve otsu bir bitki.
eğreltiotu (Lat. Pteridophyta, İng. filiz mas)
Eğreltiler
şubesinin,
Eğreltiotları
(Filicineae)
sınıfının
Eufilicales
takımından, yapraklarının spor ve spor
keseleri taşıyan, rizomlu, çoğunlukla
humusça zengin topraklarda yetişen,
damarlı çiçeksiz bitki. 10,000’e yakın
eğrelti otu türü bilinmektedir. Tropik
bölgelerde genellikle ağacımsı olduğu
halde ılıman bölgelerde otsudur. Körpe
iken kıvrık olan yaprakları büyük ve çok
parçalıdır.
eğreltiotugiller
(Lat.
Pteridophyta)
Borulu
kriptogamlar (Pteridophyta) bölümünün,
Eufilicales takımından dünya’nın bütün
bölgelerine yayılmış olan, nemli veya kuru
yerlerde yetişen, ekserisi rizomlu, otsu
bitkileri kapsayan ve yaklaşık olarak 170
cins ve 7000 kadar türü bulunan bir
familya. Yaprakları genellikle parçalıdır.
Sorus çıplak veya indusyumlu olup
yaprağın alt yüzeyinde veya kenarlarında
veya kenar kıvrımlarının içinde, değişik
şekillerde bulunur. Sporangiyum anulusun
ucundan enine yırtılır. Türkiye’de 18 cins
ve 50 türü yetişir.
Eğridir Gölü (İng. Lake Eğridir) Anadolu’nun
güneyinde Türkiye’nin dördüncü büyük
gölü. Yüzölçümü 517km² olup suyu tatlı ve
balığı boldur.
ejektör (İng. ejector) Belli bir hızla hareket eden bir
akışkanın boşalmasını sağlayan cihaz.
ekdizon (İng. ecdysone) Artropodlarda deri
değişimini (ekdizis) sağlayan hormon.
ekilibriyum (İng. equilibrium) Birbirine denk karşıt
kuvvetlerin durumu.
ekimoz (İng. ecchymosis) Kan damarlarının
yırtılmasından dolayı deri altına kan
toplanması ve bu yüzden o kısmın renginin
mor bir hal alması.
ekinoks (İng. equinox) Gece ile gündüzün eşit
olması.
ekistik (İng. ekistics) İnsan yerleşimlerini inceleyen
bilim dalı.
ekivalan ağırlığı (İng. equivalent weigth) Bir gram
hidrojenle birleşen veya yer değiştiren, bir
iyon veya bileşiğin gram olarak ağırlığıdır.
Atom ağırlığı veya formül ağırlığı birleşme
değeri ile bölünerek elde edilir.
eklem bacaklılar (Lat. Arthropoda) Sölomlu
hayvanların Birincil-ağızlılar (Protostomia)
nun en geniş bir dalı. Vücutları baş, göğüs
ve karın olmak üzere üç bölgeye
ayrılmıştır.
Her
bölgeçeşitli
sayıda
bölütlerden yapılmıştır. Bölütlere bağlı olan
ekstremiteler daima eklemli parçalardan
yapılmışlardır. Kan birincil ve ikincil karın
boşluklarının birleşmesinden meydana
gelen genel vücut boşluğu veya karın
boşluğu içinde dolaşır. Deri zaman zaman
atılan kitin bir örtü ile kaplıdır. Petek gözler
gelişmiştir. Ayrı eşeylidirler. Kara, su ve
havada yaşarlar. 700000 kadar türü vardır.
İlkel-eklembacaklılar (Malacopoda) ve
Gerçek-eklembacaklılar(Euarthropoda)
olmak üzere iki altdal’a ayrılırlar.
eklem (İng. articulation, joint) İnsanda ve omurgalı
hayvanlarda, vücut kemiklerinin uçucu
veya yan yana gelip birleştiği yer.
Eklemlerin çoğu kemiklerin devinmesine
meydan verecek şekilde olur; Bunlara
oynar eklem veya sadece oynak denir.
Kafatasını meydana getiren kemikler ise
sıkı
sıkıya
birleşmiş
olup
oynamadıklarından, bunların eklemlerine
oynamaz eklem denir. Zool. Eklemli
hayvanların (böcekler) vücudunda çeşitli
bölgelerin birleşme yeri.
eklem bacaklılar (Lat. Arthropoda, İng.
arthropods) Sölomlu hayvanların birincil
ağızları
(Protostomia)
filumundan,
vücutları baş, göğüs ve karın olmak üzere
üç bölgeye ayrılmış, her bölge çeşitli sayıda
bölümlerden oluşan, bölütlere bağlı olan
ekstremiteler daima eklemli parçalardan
yapılmış olan, kan birincil ve ikincil karın
boşluklarının birleşmesinden meydana
gelen bir vücut boşluğu (hemosöl) içinde
dolaşan, derileri zaman zaman atılan kitin
bir örtüyle kaplı olan, petek gözleri
gelişmiş, ayrı eşeyli, kara, su ve havada
yaşayan, bir milyon türü bulunan, ilkel
eklem bacaklılar (Malacopoda) ve gerçek
eklem bacaklılar (Euarthropoda) olmak
üzere iki alt dala ayrılan geniş bir şube.
eklips (İng. eclipse) Tutulma.
ekman
tabakası (İng. ekman layer) Yakın
atmosferde rüzgarın veya okyanuslarda üst
akıntıların yükseklik veya derinlikle yön
değiştirdiği tabaka.
ekolog (İng. ecologist) Ekoloji konusunda çalışan
bilimci.
ekoloji (İng. ecology) Canlıların birbirleriyle ve
çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim
dalı.
ekolojik (İng. ecological) Çevre bilimsel.
ekolojik çevre (İng. ecological environment) Bir
canlının bulunduğu yerdeki fizikselkimyasal koşullar ile diğer canlıların
oluşturduğu ortam.
ekolojik döngüler (İng. ecological cycles) Doğada
ekolojik önemi olan maddelerin, canlılar ile
cansız çevre arasında alınıp, verilmesi.
ekolojik enerji (İng. ecological energetics) Ekolojik
sistemler içindeki tüm enerji ilişkilerini
konu alan alt bilim dalı.
ekolojik faktör (İng. ecological factor) Bütün
canlılar bulundukları ortamın çok değişken
olan iklimsel, edafik (toprak), fiziksel ve
kimyasal tesirlerini aynı andaki etkilerine
boyun eğerler. Diğer bir deyimle direkt
veya endirekt olarak devamlı bir şekilde
faktörlerin etkisi altındadırlar. İşte canlı
varlıkların yaşam devrelerinin en az bir
fazında direkt olarak etkileyen ortamın her
elemanına ekolojik faktör denir.
ekolojik işlev (İng. ecological function) Bir türün
tür topluluğunun ekosistem içindeki yeri ve
görevi.
ekolojik niş (İng. ecological niche) Bir
organizmanın, bir kommünite ya da
ekosistem içinde yapısal adaptasyonuna,
fizyolojik tepkisine ve davranışına bağlı
durumu.
ekolojik ömür uzunluğu (İng. ecological life time,
ecological longevity) Belirli çevre koşulları
altında bir popülasyonun veya buna bağlı
bir bireyin yaşadığı hayat süresi.
ekolojik rekabet (İng. ecological competition) İki
ya da daha fazla organizmadan her birinin,
yaşamak için gerekli kaynağı elde etme
uğraşı.
ekolojik tolerans (İng. ecological tolerance) Bir
canlının zarar görmeden dayanabildiği bir
çevre faktörünün en düşük ve en yüksek
değerleri arasındaki farkın derecesi.
ekolojik tür (İng. ecospecies) Belli bir ekolojik nişe
bağlı ve bir tür gibi davranan ve çevredeki
tür ile üreme yeteneğinde olan bir grup
birey.
ekolojik valance (İng. ecological valance) Belli
ekolojik faktörlerin değişimleri sonucu
özelleşmiş farklı ortamlara bir türün
yerleşme yeteneği.
ekosfer (İng. ecosphere) Yeryüzünün canlıları
içeren bölümü; biyosfer ve karşılıklı
etkileşimin söz konusu olduğu atmosfer,
biyosfer ve litosfer kesiti. Dünya
ekosistemi.
ekosistem (İng. ecosystem) Organizmaların kendi
aralarındaki karşılıklı ilişkileri ve ortam
faktörlerinin etkisi sonucu oluşan ekolojik
ortamın oluşturduğu kompleks. Bir
ekosistem başlıca iki elemandan oluşmuş
olup, bunlardan biri organik olan biosönoz,
diğer, inorganik veya organik olan
biotoptur.
eko-sondaj (İng. acoustic drilling) Ses dalgaları
göndererek denizaltı yer şekillerini
incelemeye ve haritalamaya ya da balıkların
yerini bulmaya yarayan yöntem.
ekotip (İng. ecotype) Bir türün, belli bir coğrafi
alana değil de çevre şartlarına bağlı bir
bölümü.
ekotoksikoloji (İng. ecotoxicology) İki veya daha
fazla faktörün bir aradaki etkilerini hem
öldürücü hem de kronik etkiler açısından
uzun süreli olarak ekosistem üzerinde
inceleyen bilim dalı.
ekoton (İng. ecotone) Topluluklar veya biyomlar
arasındaki geçiş zonları ya da temas
bölgesi.
ekotop (İng. ecotope) Bir bölgedeki belli bir habitat.
eksentrik (İng. excentric) Merkez dışında, ortada
olmayan.
eksentrik hücre (İng. excentric cell) Atnalı
yengecinin (Limulus) bileşik gözünde
ommatidyumdaki sinir hücresi.
eksi uç (İng. cathode, negative pole) Elektrikle
yapılan temizleme, parlatma vb. işlemlerde
yer alan eksi yüklü elektrot.
eksitasyon (İng. excitation) Bir organ ya da dokuda
çalışma meydana getirilmesi. Uyarım,
uyarma.
ekskresyon (İng. extcretion) 1. Boşaltım;
Organizmadaki metabolik artıkların dışarı
atılması. 2. Salgılama, salgı yapma.
ekson (İng. exon) Sonuçta ya çevirilen (mRNA'da
olduğu gibi) ya da ıRNA gibi bir son
üründe kullanılan primer bir bilginin (ve bir
genin buna karşılık gelen parçası) bir
parçası.
eksopod (İng. exopod, exopodite) Kabukluların çift
loblu üyelerinin dış, dalsı çıkıntısı.
Eksopodit.
ekspressivite (İng. expressivity)
Bir genin
organizmada ifade edilebilirliği.
eksternal (İng. external) Dış, dışta bulunan.
ekstrakt (İng. extract) Bir organ veya dokunun
çıkarılmış özü. Özüt.
ekstremite (İng. extremity) Etraf ya da uç parçaları.
Omurgasız hayvanlarda bölütlere (segment)
bağlı olan ve belirli görevleri bulunan
hareket edebilen uzantılar, kollar, bacaklar,
duyargalar, ağız parçaları.
ekto (İng. ecto-) Dış.
ektoderm (İng. ectoderm) Embriyo gelişimi
sırasında oluşan 3 tabakadan en dışta olanı,
dış deri.
ektofit (İng. ectophytic) Konağın dışında, yüzeyinde
asalak, kendibeslek veya ortak yaşayan
bitkisel organizmalar.
ektoparazit (İng. ectoparasite) Bir canlının diğer
bir
canlı
üzerinde
yaşaması
ve
metabolizması konakçıya bağlı olan
parazittir. Dış parazit.
ektoplazma (İng. ectoplasm) Hücre içerisindeki
sitoplazmanın çevresel veya dış bölgesi, dış
plazma.
ekzoenzim (İng. exoenzyme) Dış ortama salgılanan
enzim.
ektotermik (İng. ectotherm) Soğuk kanlı, vücut
sıcaklığını düzenleyemeyen.
ekvator (İng. equator) Yer yuvarının eksenine dik
olarak geçtiği ve yer yuvarını iki eşit
parçaya böldüğü varsayılan en büyük
çember.
ekzergonik (İng. exergonic) Dışarı enerji
verilmesiyle karakterize edilen reaksiyon.
ekzodermis (İng. exodermis) Bitkilerin köklerinde
epidermis tabakasının altında yer alan,
hücre çeperleri süberin, selüloz ve lignin
biriktiren birkaç sıra hücreden oluşmuş
tabaka.
ekzoftalmus (İng. exophtalmus) Gözün, tek veya
çift taraflı dışarı doğru çıkması halidir.
ekzoiskelet (İng. exoskeleton) Dış iskelet.
ekzokrin (İng. exocrine) Dış salgı. Bir vücut
boşluğuna kanal arcılığı ile akıtılan salgı.
ekzokrin bezler (İng. exocrine glands) Dış salgı
bezleri.
ekzokutikula (İng. exocuticle) 1. Eklem bacaklıların
kutikulasının esas tabakası 2. Kabuklu
hayvanlarda kalsiyum tuzları kapsayan
kalın ve sert tabaka.
ekzopodit (İng. exopodite) Kabuklulardaki çatallı
bacakların dış kolu.
ekzoreik akarsu (İng. exoreic river) Denize ulaşan
akarsular. Ülkemizdeki akarsuların çoğu
denizlere ulaşır.
ekzosfer (İng. exosphere) Yaklaşık olarak 100 km.
nin üstünde uzanan atmosfer tabakası. Bu
tabakadaki hafif moleküller yer çekiminin
etkisinden
kurtularak
yavaş
yavaş
gezegenler arası boşluğa doğru yayılır.
ekzositoz (İng. exocytose) Hücre içindeki bir
veziküllün içerdiği maddeleri çevreye
atarak hücre membranı ile birleşmesini
sağlayan işlem.
ekzotoksin (İng. exotoxin) Bakteri hücreleri
tarafından dış ortama salınan çok kuvvetli
bir zehir.
El Niño (İng. El Niño) Alize etkisiyle güney
Amerika’nın batı sahillerinde başlayan ve
Dünya iklim sistemini etkileyen okyanus ve
atmosfer olayları.
Elasmobrachii (Lat. Elasmobranchii) Kıkırdaklı
balıklar (Chondricthtyes) sınıfının köpek ve
vatoz balıklarını içine alan alt sınıfı.
elasmoyit pullar (İng. elasmoid scales) Sadece
kemik maddesinden oluşmuş, ince kemik
plakçıklardır. Sikloyit ve ktenoyit olmak
üzere iki tipi vardır. Teleost balıkların
puludur.
elastin (İng. elastin) Elastin telleri meydana getiren
protein olup kaynamaya, asit ve alkalilere
dayanıklı bir madde. Elastaz enzimi ile
sindirilir.
elastomer (İng. elastomer) Esneklik özelliği fazla
makro moleküler madde. Çok ilgi çekici
esneklik ve kalıcılık özelliği gösteren
kimyasal elyaf.
elektroplak (İng. electroplax) Elektrikli bazı
balıklarda çizgili kasların değişmesiyle,
etrafı ana dokuyla çevrili disk şeklinde
dizilmiş elektrik oluşturan hücreler.
elek plakası (İng. madreporite, steeve plate) Derisi
dikenlilerde su kanal sistemine ait taş
kanalın (madrepor kanalı) dışarıya açıldığı
yerde bulunan kalbur gibi delikli levha,
madreporit.
elektrik
organı
(İng.
electrical
organ)
Uyuşurucubalıklarda (Torpidinidae ve
Narkidae'de) yan kısımlarında bulunan
geniş kas plakaları işlev değiştirerek
'elektrik organları'nı meydana getirmiştir.
Bu plakalar, dikey olarak konumlanmış,
çok çekirdekli, ve her biri ayrı ayrı
sinirlerle donatılmış çok sayıda sütundan
meydana gelmiştir. Bu sütunlarda kimyasal
yolla elektrik üretilir; öyleki sütunların alt
tarafı eksi, üst tarafı artı elektrik yüküne
sahip olur. Bu elektrik organları 200V ve
2000 Wattlık bir
elektrik şarjını
sağlayabilir.
Elektrik
organları
bu
balıklarda; elektro-şokla avlarını uyuşturup
yakalama, korunma ve algılama olmak
üzere üç çeşit işleve sahiptir.
elektrikli yılan balığıgiller (Lat. Gymnotidae)
Omurgalı hayvanlardan Balıklar (Pisces)
sınıfının, Kemikli balıklar (Teleostei)
takımının,
Kemikdestekkeseliler
(Ostariophysi) alt takımına giren bir
familyası. Yılan balıklarına benzer. Orta ve
Güney Amerika’da yaşarlar. Birçok cinsleri
arasında yalnız bir cinsin türü (Elektrikli
yılan balığı) elektrik organı taşır.
elektrikli
vatozlar
(Lat.
Torpedinoidei)
Chondrichthyes sınıfı, Elasmobranchii
altsınıfı, Rajiformes takımından, kas
plakalarının içinde avlarını felç etmeye ve
korunmaya yarayan elektrik organlarının
bulunmasıyla özellik kazanmış, sıcak dip
sularında yaşayan bir alttakım.
elektrobiyoloji (İng. electro-biology) Canlılarda
görülen elektrik olaylarını inceleyen bilim.
elektrolit (İng. electrolyte) Çözeltide yüklü
partiküllere yani iyonlara ayrılan ve
çözeltiden elektrik akımının geçmesini
sağlayan madde.
elektrolit çözelti (İng. electrolyte solution) Sulu
çözeltilerin
elektrik
akımını
ileten
bileşiklerdir. Normal koşullarda cıva hariç
tüm saf sıvılar elektrik akımını iletmezler.
Buna karşın asit, baz ve tuzların sudaki
çözeltileri elektrik akımını iletirler.
elektron mikroskobu (İng. electron microskope)
Görüntüleme amacıyla ışıktan yararlanmak
yerine(ışık mikroskobunda olduğu gibi),
elektron demetleri (atomaltı parçacıkları)
kullanılan mikroskop türü. Birkaç değişik
çeşidi vardır.
elektron (İng. electron) Negatif yüklü temel atom
parçacığı.
elektron taşıyıcı sistem (İng. electron transport
chain, ETC) Besin moleküllerinden
oksijene, elektron ileten mitokondride
bulunan enzim sistemi. ETS.
elektrosit (İng electrocyte) Elektirikli balıklarda,
elektrik organında bulunan değişmiş kas ya
da sinir hücresi.
elektrostatik kuvvet (İng. electrostatic force) Bir
proton ve bir elektron ya da H+ ve OHarasındaki gibi, zıt yüklü parçacıklar
arasındaki çekim. Elektrostatik çekim.
elektrot (İng. electrode) Bir elektrolitin içine
daldırılan iki iletken çubuktan her biri,
bunların pozitifine anot, negatifine katot
denir.
eleme (İng. elimination) Yüzen ve asılı duran iri katı
maddeleri lağım suyundan bir tür elek
kullanarak gerçekleştirilen ayırma işlemi;
bir komposttan yabancı maddelerin
ayrılması.
element (İng. element) Kimyasal çözümlemeyle
ayrıştırılamayan veya birleşim yoluyla elde
edilen madde. Yörüngelerde seyreden eşit
sayıda elektronlara ve atom çekirdeğinde
eşit sayıda protona sahip olan atomlardan
oluşmuş doğal ya da yapay, 100 kadar
madde tipi.
elementum (İng. elementum) Aynı özellikte başak
maddelere ayrılmayan saf madde.
eliminasyon (İng. elimination, defecate) Emilmemiş
artıkların sindirim sisteminden atılması.
Dışkı boşaltma.
elips (İng. ellipse) Bütün noktaların, odak denilen
belirli iki ayrı noktaya olan uzaklılarının
toplamı birbirine denk olan kapalı bir eğri.
elmas (İng. diamond) Billurlaşmış arı karbon.
eltonian piramidi (İng. eltonian pyramid)
Beslenme seviyelerinin onda bir şeklinde
azalmasıyla oluşan zahiri piramittir.
elver (İng. elver) Yılan balığının hayat devresinin
ikinci safhası.
elitra (İng. elytra) Kın kanat, kitinleşmiş kanat
yapısı.
emarginat (İng. emarginate) Lamina tepesi ortada
az derin ve yayık girintili olan yapraklar.
embibisyon (İng. imbibition) Bir sıvının dokular
tarafından emilmesi.
emboliformis (İng. emboliformis) Tıkaç, tapa
biçiminde.
embolus (İng. embolus) Kanla taşınıp damarı
tıkayan pıhtı ya da herhangi bir parçacık.
embriyo (İng. embryo) Bir bitki ya da hayvanın
erken gelişme evresi; genel olarak tohum,
yumurta ya da rahimde bulunur.
embriyoloji (İng. embryology) Döl yatağı içi
yaşamda yavrunun gelişmesini inceleyen
bilim dalı.
embriyomorfoz (İng. embryomorphosis) Yenileme
süresi.
embryophyta (Lat. Spermatophyta) bakınız
tohumlu bitkiler.
emeç (İng. mycelium, pipette) Su ve kara
yosunlarının kökü andıran tutunma organı.
emerjens (İng. emergence) Alt deri hücrelerinin
çoğalmasıyla, bir organın (sap ve yaprak)
yüzeyinde büyüyen fışkırma.
emers bitkiler (İng. emers plants) Bir kısmı su
altında bir kısmı su üstünde olan bitkiler.
emisyon (İng. emission) Gaz ya da gaz ve partikül
karışımlarının atmosfere verilmesi.
emisyon standardı (İng. emission standards) Belli
koşullarda, belli bir kaynaktan yasal olarak
boşaltılabilen en çok kirletici miktarı.
emoglobin (İng. hemoglobin) Hemoglobin.
empodyum
(İng.
empodium)
Pençesinde,
kaidesinde parçalara ayrılmamış şekilde
olan tek sert kıl veya tüp.
emülgatör (İng. emulgator) Besinlere katılan ve
onların kararlı emülsüyon haline gelmesini
sağlayan katkı maddesi.
emülsiyon (İng. emulsion) Bir sıvının, başak bir sıvı
içinde
küçük
damlacıklar
halinde
dağılmasıyla meydana gelen heterojen
ortam.
en düşük öldürücü doz (İng. the lowest lethal dose)
Bir deney populasyonunun tamamını bir
defada öldüren en küçük dozdur.
en yüksek tolerans dozu (İng. the highest tolerance
dose) Ölüm meydana getirmeyen en yüksek
dozdur.
endemik (İng. endemic) Doğal olarak sadece
adaptasyon sağladığı belirli bir coğrafik
bölgede yaşayan ve bu bölgenin dışında
bulunmayan canlı türü. Endemizmden
bahsedilirken yer bilgisi de birlikte
verilmelidir. Örn. Salmo trutta abanticus
(Abant ala balığı) Abant Gölü için
endemiktir.
endergonik (İng. endergonic) Enerji absorpsiyonu
ile karakterize edilen bir reaksiyon;
meydana gelmesi için enerji gereklidir.
endo (İng. endo) İç, içinde.
endoderm (İng. endoderm) 1. Archenteronu
çevreleyen gastrulanın en iç tabakası;
sindirim sistemini ve bu sisteme ait
organları
(karaciğer,
akciğer
ve
pankreas)oluşturur. 2. Döletle gelişen iç
yaprak.
endodermis (İng. endodermis) İletim dokusunu
kuşatan ve özellikle köklerde belirgin olan
bir bitki dokusu. Endodermis hücrelerinin
tümü Kaspari şeritlerine sahiptir.
endofauna (İng. endofauna) Substratumun içine
gömülü olarak yaşayan hayvanlardır.
endofitik (İng. endophytic) Bir bitkinin dokuları
arsında
veya
hücrelerinde
bulunan
organizmalardır.
endofragma (İng. endophragma) Kabukluların
göğüs kısmında kütiküla kıvrımlarından
oluşmuş iç iskelet.
endokardiyum (İng. endocardium) Kalbin iç
yüzünü ve kalp kapakçıklarının üzerini
örten iç tabaka.
endokrin (İng. endocrine) İç salgı.
endokrin bez (İng. endocrine glands) İç salgı
(hormon) bezi.
endokrinoloji (İng. endocrinology) İç salgı
bezlerinin ürünü olan hormonları ve
etkilerini inceleyen bilim dalı.
endokutikula (İng. endocuticle) Eklem bacaklılarda
kütikülün en iç tabakası.
endolit (İng. endolith) Kayayı oyarak bir oyuk
içinde yaşayan organizmalar.
endomiksi (İng. endomixis) Hücrede, özellikle
çekirdekte meydana gelen bir kısım
olaylara verilen ad (Bu olaylar çekirdeğin
düzgün aralıklarla yenilenmesi sonucunu
doğuran yeni bir kromozom düzeni sağlar.
Kültürü yapılan bazı haşlamlılarda görülen
endomiksi, yeni bir olay olmadığı gibi
gametlerin birleşmesinin yerini de tutmaz).
endomitoz (İng. endomitosis) Bazı gözelerde
DNA’nın
iki
katına
çıkmasını,
kromozomlarının
uzunluğuna
yarıklanmalarını göze bölünmesi izlemez.
İki Katına çıkan DNA ve kromozomlar
göze içerisinde kalır. Bu olaya endomitoz
denir.
endonöryum (İng. endoneurium) Her bir sinir telini
çevreleyen bağ dokusu örtü.
endoparazit (İng. endoparasite) Bir canlının diğer
bir canlının (konakcı) iç organlarında
yaşaması ve metabolizması konakçıya bağlı
olan parazittir.
endopeptidaz
(İng.
endopeptidase)
Protein
molekülünün iç bağlarını hidrolize uğratan
bir proteinaz türü.
endoplazma (İng. endoplasma) Hücre içerisindeki
sitoplazmanın orta veya iç bölgesi, iç
plazma.
endoplazmik retikulum (İng. endoplasmic
reticulum, ER) Sitoplazmada zara bağlı
kanalların oluşturduğu bir sistem.
endoplöston (İng. endopleuston) Yüzey filmine
tutunmayan ve ilk 10 cm.lik tabakada
yaşayan formlar.
endopot (İng. endopode, endopodite) Kabukluların
çift loblu üyelerinin iç, dalsı çıkıntısı.
Endopodit.
endoreik akarsu (İng. endoreic river) Kapalı
havuzlara dökülen akarsular. Ülkemizde İç
Anadolu bölgesinde bulunurlar.
endosimbiyoz
(İng.
endosymbiose)
Bir
organizmanın diğer bir organizmanın içinde
yaşaması biçiminde ortak yaşama.
endositoz (İng. endocytosis) Tek hücreli bir
ökaryotun besin maddelerini boğum
yaparak hücre içerisine alma işlemi.
endoskeleton (İng. endoskeleton) Vücudun içinde
destek vazifesi gören kemikli ve kıkırdaklı
destek yapı. İç iskelet.
endosperm (İng. endosperm) Tohum çimlenip ilk
yaprakları oluşuncaya kadar geçen sürede
gerekli besini sağlayan 3n kromozomlu
doku. Besi doku.
endosteum (İng. endosteum) Kemiğin içindeki
boşlukları astarlayan iç kemik zarı.
endostil (İng. endostyle) Urochordata ve
Cephalochordata’larda yutağın tabanına
(dibine ) doğru uzanan silli oluk. Mollusk
olup, yiyecek (besin) yakalamada kullanılır.
endostoma
(İng.
endostoma)
Yumurtalığın
tepesinde bulunan ve yumurtacık iç zarı ile
tohum kabuğunu birleştiren delik.
endotel (İng. endothelium) Vücutta kapalı boşlukları
örten epitel kat
endotermik (İng. endothermic) Sıcak kanlı, iç vücut
sıcaklığını düzenleyebilen.
endozoik (İng. endozoic) Hücre içinde veya bir
hayvanın dokuları arasında yaşayan
organizmalar.
endozoit (İng. endozoid) Diğer bir hayvanın
içerisinde simbiyotik olarak yaşayan bir
hayvan.
endrin (İng. endrin) Çok zehirli bir böcek öldürücü;
pestisit.
endüstriyel atık su (İng. industrial waste water,
industrial sewage, industrial waste fluid)
Endüstriyel işlemler sonucunda ortaya
çıkan atık, özellikle sıvı atıklar.
endüstriyel kirlenme (İng. industrial pollution)
Endüstriyel atıklarla meydana gelen
kirlenme.
energid (İng. energid) Hücre zarı olan veya
olmayan herhangi bir tek çekirdekli ve
canlı sitoplazma birliği.
enerji piramidi (İng. energy pyramid) Beslenme
düzeylerinden oluşan, piramide benzer
şekil.
enerjinin sakınımı yasası (the law of conservation
of energy, first law of thermodynamics) Bir
temel fizik yasası; verilen herhangi bir
sistemdeki enerji miktarı sabittir; enerji ne
yoktan vardır ne de yok olur, ancak bir
biçimden ötekine dönüştürülür.
enfeksiyon
(İng.
infection)
Patojen
mikroorganizmaların canlı organizmaya
girerek yangı semptomlarını oluşturmasıdır.
enfektif (İng. infective) Enfeksiyona neden olabilme
yeteneğine sahip.
enfestasyon (İng. infestation) Organizmaya çok
hücreli parazitlerin girmesi ve gelişmesi.
enfraruj (İng. infrared) Kızıl ötesi, kızılaltı.
engebe (İng. roughness) Yeryüzünü dümdüz
olmaktan çıkaran iniş, yokuş, çukur ve
tepelerin ortak adı.
engel Uskumru cinsinden küçük bir balık.
engelleyici (İng. inhibitör) Bir sistemin işleyişini
durduran ya da yavaşlatan kimyasal
maddeler; bozulmayı önlemek için petrol
ürünlerine eklenen madde.
engelleyici konsantrasyon, IC50 (İng. inhibitory
concentration, IC50) Belirli bir zaman
periyodunda organizmaların %50 sinin
normal tepkisinin azaltıcı konsantrasyon
olup daha çok alg ve bakterilerin büyüme
oranları hesaplarında kullanılır.
Engina
(Lat.
Engina)
Öndensolungaçlı
karındanbacaklıların,
Buccinidae
familyasından, küçük deniz yumuşakçası.
Aklın ve oval kavkısının kenarları
düğümlü, ağzı dar koni biçimindedir.
Dünyanın
sıcak
denizlerinde
(Hint
okyanusu ve Büyük okyanus) rastlanır.
enine kesit (İng. cross section, transverse section)
Uzun eksene dik açıda kesit.
enlem (İng. latitude) Yer yuvarı üzerinde herhangi
bir noktadan geçen paralel ile ekvator
arasındaki yay parçasının açısal değeri, arz
derecesi.
ensiform (İng. ensiform ) Kılıç biçiminde.
Ensis (Lat. Ensis) Solenidae familyasından, kıyı
kumlarına dikine saplanarak yaşayan uzun
gövdeli bazı iki çenetli yumuşakçaların cins
adı.
enteron (İng. enteron) Sölenterlerin vücut boşluğu.
enterosöl sölom (İng. enterocoel coelom)
Embriyonik gelişim sırasında arkenteron
tavanında her iki yanda cepler oluşur. Daha
sonra arkenteron ile bağlantılarını yitiren bu
cepler, endoderm ve ektoderm arasında ara
bir doku halinde gelişir. Bu ceplerin
içindeki boşluklar bağırsaktan türediği için
“enterosöl" adını alır. Sindirim sisteminden
meydana gelen, cep şeklindeki vücut
boşluklarıdır.
enteroyid (İng. enteroid) Mercanların sindirim
bölmelerinin kenarında bulunan, iğri büğrü
kordon şeklinde şişkinlik.
entogami (İng. entomophily) Böcekler yoluyla
tozlaşma.
entomografi (İng. entomography) Bir böceğin veya
onun hayat evrelerinin betimlenmesi.
entomoloji (İng. entomolgy) Böcek bilimi.
entomoz (İng. entomosis) Parazit bir böceğin sebep
olduğu bir hastalık.
entökie (İng. endobiont) Bazı balıkların bir konağın
üzerinde ya da içinde, ona zarar vermeden
ve onun besinine ortak olmadan yaşaması.
entropi (İng. entropy) Bir sistemde düzensizliğin
ölçüsü.
enzim (İng. enzyme) Canlı bir organizma içinde özel
kimyasal reaksiyonları hızlandıran bir
protein katalizatör.
eolien parçacıklar (İng. eolien particles)
Atmosferik sirkülasyon ile taşınmaları
sırasında denize düşen parçacıklar.
eosen (İng. eocene) Üçüncü çağın, memelilerin
oluşturduğu dönemi.
eozin (İng. eosin) Gözelerin sitoplazmalarının
kırmızıya boyamada en çok kullanılan
madde.
eozinofil (İng. eosinophile) Asit bir boya olan
eozinle boyanan iri granüllü lökositler.
Asidofil.
EPA (İng. environmental protection agency) Çevre
koruma ajansı.
ependim (İng. ependim) Üst örtü. Omuriliğin
ortasında uzanan kanalın çevresini saran
göze tabakası.
epi (İng. epi) Üst.
epibiosis (İng. epibiosis) Diğer bir organizma
üzerinde tespit edilmiş, fakat ondan besin
almadan yaşayan organizmalardır.
epiboli (İng. epiboly) Bir gastrulasyon tipidir;
embriyonun animal kutbundaki küçük
blastomerler gelişir ve vegetal hemisferin
hücrelerini örter.
epibranşial (İng. epibranchial) Solungaç yaylarını
oluşturan kıkırdaksı kemik parçalardan
ikincisi.
epiderm (İng. epiderm) Derinin çok katlı yassı
epitelden yapılmış dış tabakası.
epidermal (İng. epidermal) Epidermisten köken
alan, epidermis yapısından olan.
epidermis (İng. epidermis) Epitel dokunun, en üst
tabakası (genellikle vücudun en dış
yüzeyini örten doku tabakası), üst deri.
epididimis (İng. epididymis) Erkek üreme
sisteminde, testislerin üzerinde bulunan
spermlerin olgunlaştığı ve kısa bir süre
depolandığı karmaşık şekilde kıvrılmış tüp.
epifauna (İng. epifauna) Substratumun üst
yüzeyinde yaşayan hayvanlardır.
epifi (İng. ephippia , ephippium) Daphnia türlerinde
döllenmiş yumurtaların (kış yumurtaları)
bulunduğu zardan kese.
epifil (İng. epiphyllous) Yaprak üzerinde gelişen.
epifit (İng. epiphyte) Toprakla direkt ilişkisi
olmadan diğer bitkiler üzerinde gelişen
formlardır. Bunlar konaklarının boyuna
bağlı olarak topraktan oldukça uzak
tomurcuklar taşırlar.
epifitik (İng. epiphytic) Bazı bitkiler üzerinde
yaşayan makroskobik organizmalar.
epifiz (İng. epiphysis) 1. Beyinin üst bölümünde yer
alan çam kozalağına benzeyen iç salgı bezi.
2. Uzun kemiklerde iki uç kısma verilen
genel isim.
epigeik (İng. epideal, epigean) Toprak üzerinde
gelişen.
epigenez (İng. epigenesis) Döllenmiş ve farklılaşmış
bir yumurtadan başlayarak yeni yapıların
ardışık oluşumunu ifade eden yapı.
epigon (İng. epigone) Belirli bir hayvan tipinden
gelen, ama biçimi değişik olan hayvanlara
verilen ad.
epigonizm (İng. epigonism) İleriki döllerde ortaya
çıkacak bir değişikliğin, yaşayan tiplerdeki
belirtisi.
epijeni (İng. epigenesis) Irmağın, jeolojik yapısı
bakımında içinde aktığı yataktan bütünüyle
farklı bir kesimde yatak açması.
epikardium (İng. epicardium) Kalp kasının üzerini
örten ince tabaka.
epikardial
tüp
(İng.
epicardial
tube)
Urochordata’larda
yutağın
gelişerek
büyümesiyle meydana gelen, iç uzuvlara ait
boşluk.
epikotil (İng. epicotyl) Bitki embriyosu ya da fidede
kotiledonların bağlanma yerinin üstünde
kalan eksen kısmı.
epiktez Bazı bitkisel hücrelerin, geçişme olayının
genel kurallara uymaması.
epilimniyon (İng. epilimnion) Göllerde ışığın nüfuz
edebildiği oksijence zengin üst tabakası.
epilitik (İng. epilithic) Kayaların yarık, çatlak veya
üzerinde yaşayan organizmalar.
epilitik alg (İng. epilithic alga) Taş üzerinde
yetişenler algler.
epimatyum (İng. epimatium) Tohum tomurcuğunu
taşıyan pul yaprak.
epinasti (İng. epinasty) Organın üst kısmının fazla
büyüme eğilimi.
epineryum (İng. epinerium) Perinöryumla çevrili
olan bir siniri bir arada dıştan saran bağ
dokusu örtüsü.
epinöston (İng. epineuston) Suyun sadece yüzey
filmi üzerinde, yani hava tarafında yaşayan
ve aktif olarak yer değiştirebilen
organizmalar.
epipelajik bölge (İng. epipelagic zone) Pelajik
bölgenin 0 m ile 100-200 m arasındaki en
üst tabakasıdır.
epipelajik yumurta (İng. epipelagic egg) Yüzeye
yakın halde ayrı ayrı veya jelatinli torbalar
içinde yüzen pelajik yumurtalardır.
epipelik alg (İng. epipelic) Çamurlu ve kumlu
ortamlarda yetişen algler.
epiplankton
(İng.
epiplankton)
Epipelajik
zonda,diğer bir değişle öfotik zonda
yüzeyden ortalama 50 m’ye kadar,bulanık
sularda 15-20 metreye kadar ve çok temiz
sularda 120 metreye kadar olan kısımda
dağılım gösteren yüzey planktonudur.
epiplazma (İng. epiplasm) Askılı mantarlarda
aksosporların oluşması için doğrudan
doğruya
kullanılmayan
ask
protoplazmasının bir kısmı.
epipodit (İng. epipodite) Birçok kabukluda
üyelerinin kaide segmentinden oluşan, tipik
olarak yaprağa benzer görünüme sahip bir
uzantı.
episerkal kuyruk (İnh. epicercal tail) Dorsal lobu
ventral lobundan büyük olan balıkların
kuyruk yüzgeci.
epistazi (İng. epistasis) Allel olmayan genlerinden
birinin diğerinin etkisini örtecek derecede
baskın olması hali.
epistitie (İng. epistitie) Bazı balıkların diğer bir
hayvanın vücudunu öldürünceye kadar
yavaş yavaş sömürmesi.
epistom (İng. epistoma, epistome) 1. Bryozoa ve
Endoprocta’larda lofoforların kaidesinde ve
ağızın üzerindeki çıkıntılarda yerleşmiş
küçük sırt (kabartı) ya da lob 2. Böceklerde
üst dudakla alın arasında bulunan bir bölge.
epitel (İng. epithelium) 1. Bir yüzeyi örten veya bir
boşluğu yahut bir kanalı astarlayan hücresel
bir doku tabakası. Epitelyum. 2. Hem dışsal
hem de içsel olmak üzere, tüm serbest
vücut yüzeylerinde örtü ya da astar
oluşturan hayvansal bir doku.
epitelyosit (İng. epitheliocyte) Epitel göze, epitel
doku gözesi.
epitem (İng. epithem) Bitkilerde suyun çıkmasını
sağlayan doku.
epitema (İng. epithema) Sulu bir gözeneğin
altındaki ince bir damarın ucunu örten, ince
çeperli, çok yüzlü renksiz küçük hücreler
topluluğu.
epitok (İng. epitoky) Bazı poliketlerde eşey
hücrelerinin olgunlaşması durumu.
epitoki (İng. epitoky) Bazı poliketlerde üreme
döneminde başlarında ve paropotlarında
meydana gelebilen yapısal değişiklikler.
Epizoantus (Lat. Epizoanthus) Bitki görünüşündeki
hayvanlardan oluşan mercan kolonisi.
Çeşitli şeylere, özellikle sünger, gordon
gibi hayvanların ve içinde pavuryaların
yaşadığı
karındanbacaklı
yumuşakça
kavkılarının üzerine tutunarak yaşar.
epizoik (İng. epizoic) Hayvanlar üzerinde yaşayan
algler.
epizoit (İng. epizoite) Parazitik olmayıp diğer
hayvanların üzerine tutunarak yaşayan
hayvan.
epizom (İng. episome) Bir hücreye girebilecek ve
orada bir kromozomla gevşek bir bağ
kurabilecek güçte kromozom parçası veya
canlı cisimcik.
epizoon (İng. epizoon) Hayvanlar üzerinde tespit
edilmiş, fakat ondan besin almadan yaşayan
organizmalardır.
epizootik (İng. epizootic) Aynı anda birçok
hayvanda görülen, hayvanlar arasında
bulaşıcı nitelik gösteren.
equilibrium türler (İng. equilibrium species) Uzun
ömre sahip, uzun sürede cinsi olgunluğa
ulaşan, ölüm oranı düşük ve her yıl çok az
üreyebilen türler.
eradikasyon (İng. eradication) Yok etme, ortadan
kaldırma.
erdişi (İng. hermaphrodite) Hem erkek hem dişi
gamet meydana getirebilen birey.
erepsin (İng. erepsine) Proteinlere etki eden ince
bağırsak özsularında bulunan enzim.
erg (İng. erg, ergon) C.G.S. sisteminde, uygulama
noktasını, kuvvet yönünde bir cm hareket
ettiren 1 dinlik kuvvetin yaptığı işe eşit olan
iş birimi. Enerji birimi.
ergasitoplazma (İng. ergastoplasm) Çok sayıda
kanalcık ve keseciklerin birbiri üzerine
koşut tabakalar yaparak düzenlenen ve çok
sayıda
ribozom
içeren
granüllü
endoplazmik retikulum.
ergastik maddeler (İng. ergastic substances) Hücre
faaliyetinin sonucu oluşan yedek veya artık
ürünler. Hücrede bulunan başlıca ergastik
maddeler tuzlar, erimiş karbonhidratlar,
organik asitler, proteinler, yağlar, eterik
yağlar, tanen, renk maddeleri, kauçuk ve
kristallerdir.
ergojenez (İng. ergogenesis) Büyümeyi belirleyen
etmenlerin tümü.
ergotin (İng. ergotine) Çavdar mahmuzu özütü. İlaç
yapımında kullanılır.
erimiş anorganik maddeler (İng. dissolved
inorganic substances) Akuatik canlılar
üzerinde direk veya indirek etkili olan N
bileşikleri, P bileşikleri, Fe bileşikleri, Mn
bileşikleri ve silikatlar. Ayrıca canlıların
iskelet
yapısındaki
Ca,
bitkilerdeki
klorofilin yapısındaki Mg ve Na, K gibi
elementlerin bileşikleri.
erimiş gazlar (İng. dissolved gases) Suyun
sıcaklığı, su hareketleri ve tuzluluğa bağlı
olarak etkilenen su içindeki erimiş gazların
başlıcaları şunlardır O2, CO2, CH4, H2S, N,
NH3, H, SO2 ve CO dur.
erimiş organik maddeler (İng. dissolved organic
substances) Sulardaki organik maddeler
başlıca 3 biçimde gözlenir a. Canlı olarak
gözlenen organik maddeler (tüm sucul
organizmalar) b. Belirli bir süre içinde
görülen organik maddeler (süspansiyon,
kolloidal, solusyon ya da partiküller
halindedir) ve c. Çürümüş organik
maddeler.
eritici (İng. dissolvent) Eritme özelliği olan.
eritroblastoz (İng. erythroblastosis) Eritroblast
veya çekirdekli alyuvarların kanda çok
bulunması.
eritrofagositoz (İng. erythrophagocytosis) Bazı
hücrelerin (dalaktaki ağsı hücreler)
alyuvarları yutması.
eritrofil
(İng.
erythrophile,
erythrophilous)
Kırmızıyı seven.
eritroliz (İng. eritythrolysis) Alyuvarların tahribi.
eritropeni (İng. eythropenia) Eritrosit yokluğu.
(İng. erythrocyte) Yapısında oksijen
bağlama yeteneği olan hemoglobini
bulunduran kırmızı kan hücresi. Alyuvar.
eriyik (İng. solution) İçindeki katı bir madde erimiş
bulunan sıvı, mahlül.
erke birimi (İng. energy unit) Kilogram metrenin
yüz binde biri.
erlenmayer (İng. erlenmeyer flask) Koni şeklinde
boyunlu
bir
kap
olup,
kimya
laboratuarlarında kullanılır.
erozyon (İng. erosion) Ekolojik faktörler nedeniyle
toprağın verimli tabakasının bulunduğu
yerden, su, rüzgar, dalga ve buz gibi
etkenlerle taşınması.
erpetoloji (İng. herpetology) Sürüngenleri ve daha
geniş anlamda amfibyumları inceleyen
zooloji dalı.
esansiyel aminoasitler (İng. essential aminoacids)
Temel aminoasit.
esansiyel olmayan aminoasitler (İng. nonessential
amino acids) Temel olmayan aminoasitler.
Escherichia coli (Lat. Escherichia coli) İnsan,
hayvan ve balıkların bağırsak florasında
dominant olarak bulunan gram negatif,
fakültatif anaerop, genellikle patojen
olmayan Enterobacteriaceae ailesinden
hareketli, çomak biçimli bir bakteri,
kolibasilus.
esiospor (İng. esiospore) İlkbaharda Berberis (kadın
tuzluğu) üzerinde gelişen buğday pasının
ince duvarlı çift çenekli sporu.
esmer suyosunları (Lat. Phaeophyta) Suyosunları
sınıfı; bunlarda, klorofilin yeşil rengi esmer
bir boya maddesi (fukoksantin veya
fikofein) ile gizlenmiş durumdadır.
espalye (İng. espalier) Dalları duvara bağlanmış
meyve ağaçları dizisi.
ester (İng. ester) Oksijenli asitlerle alkollerin
aralarından bir su molekülü ayrılması
sonucunda verdikleri madde.
esterleşme (İng. esterification) Oksijenli asitlerle
alkollerin birleşerek ester oluşturması.
estivasyon (İng. estivation) Yaz uykusu.
estuari (İng. estuary) Nehrin denizle birleştiği yer,
tatlı ve tuzlu suyun karıştığı bölge.
eş ayaklılar (Lat. Isopoda, İng. isopods)
Eklembacaklılardan
Gerçek
Eklembacaklılar sınıfına giren bir takım.
Küçük boyludurlar. Denizde, karada ve tatlı
sularda yaşarlar. Hepsinde gövde bağasız
ve genellikle sırt karın yönünde yassı,
gözler içeri doğru çekilgen, karın bacakları
solunuma elverişlidir. Tesbih böceği.
eritrosit
eş bacaklılar (Lat. Brachiopoda) Denizlerde,
karalarda ve tatlı sularda, başka hayvanların
asalağı, asalakların ara konakçısı veya
özgür olarak yaşayan kabuklular takımı.
eş basınç (İng. isobar) Hava basınçları eşit olan
yeryüzü noktalarını birleştirdiği varsayılan
eğri, izobar eğrisi.
eş biçim (İng. isomorph, isomorphous, isomorphic)
Başka bir şeyin biçim ve yapı bakımından
aynısı olan, izomorf.
eş biçimcilik (İng. isomorphism) Benzer yapıda
olan maddeler arasındaki billurlaşma
benzerliği.
2.
Organizmada
çeşitli
soylardan ileri gelen benzerlik, izomorfizm.
eş gamet (İng. isogamete) Eşey hücrelerinin farklı
olmaması.
eş gametlilik (İng. isogamy) Benzer gametlerin
birleşmesi durumu; eş yapıdaki eşey
hücrelerinin birleşmesi. İzogami.
eş moleküllü (İng. equimolecular) Bileşiminde iki
veya daha çok cisimden eşit sayıda molekül
bulunan.
eş olmayan gamet (İng. anisogamet) Farklı yapı ve
büyüklükte olan ve birleşen iki eşey
hücresinden (yumurta ve spermatozoon)
her biri. Anizogamet.
eş olmayan gametlilik (İng. anisogamy) Farklı
gametlerin birleşmesi, makrogamet ve
mikrogamet gibi benzer yapıda olmayan
eşey hücrelerinin birleşmesi durumu.
eş
omurlular
(Lat.
Isospondyli)
Bazı
sınıflandırmalara göre, Balıklar sınıfının,
Tükelağızlılar altsınıfına giren Hamsigiller
(Clupeidae), Alabalıkgiller (Salmonidae) ve
benzerleri olan 50 kadar familyayı içine
alan geniş bir takım. Yüzgeç ışınları
yumuşaktır. Omurları birbirine benzer.
Kemikli balıkların en ilkel yapılı
olanlarıdır.
eş sıcak (İng. isotherm) Sıcaklığı eşit olan (yer yüzü
noktası), izoterm.
eş yükselti (İng. izohips) Yükseklikleri birbirlerine
eşit olan (yerler), izohips.
eşdeğer nüfus (E.N.) (İng. population equivalent)
Ham atıksuyun günlük BOİ5 miktarı 60 gr
(gr/kişi/gün) esas alınarak endüstriyel
atıksu için dikkate alınan biyokimyasal
olarak oksitlenebilen organik madde
yüküdür.
eşey (İng. sex) Cinsiyet.
eşey açıklığı (İng. genital pore) Eşey organlarının
vücut dışına açıldığı delik.
eşey ana hücresi (İng. gametogonium) Eşey
organlarında eşey hücrelerini meydana
getiren ana hücreler. Gametogonyum).
eşey ayrılığı (İng sexual dimorphism) Aynı türün
dişi ve erkeği arasında renk, yapı,
büyüklük, şekil vb. yönünden meydana
gelen farklılıklar. Cinsiyet farkı.
eşey bezi (İng. sexual gland) Eşey organlarında eşey
hücrelerini meydana getiren ovaryum, testis
gibi bezler.
eşey faktörleri (İng. sex factors) bakterilerin
konjugasyonuna yol açan F faktörü, R
faktörü, kolisin plazmitleri gibi plazmit
sınıfı. Cinsiyet faktörleri.
eşey hormonları (İng. sex hormone) Eşey organları
tarafından salgılanan hormonlar. Cinsiyet
hormonları.
eşey hücresi (İng. gamet, germ sell) Üremeden
sorumlu hücre, gamet.
eşey kromozomu (İng. sex chromosome) He riki
eşeyde de benzer ya da değişik biçimde
bulunan ve organizmanın eşeyinden
sorumlu olan kromozomlar (X ve Y
kromozomları).
eşey organı (İng. gonad) Eşey hücreleri meydana
getiren organlar. Eşey bezi, yumurtalık
(ovaryum), erkek eşey organı (testis) gibi.
Gonad.
eşeyli üreme (İng. sexual reproduction) Erkek ve
dişi
bireylerin
üreme
hücrelerinin
birleşmesiyle meydana gelen üreme.
eşeylilik (İng. sexuality) Eşeyli olma durumu; eşey
görev ve karakterlerine sahip olma.
Cinsiyet.
eşeysel dimorfizm (İng. sexual dimorphism) Erkek
ve dişi eşeyler arasında vücut boyutu ve
şekli, renk veya desen bakımından
farklılıklar görülmesi durumu.
eşeysiz üreme (İng. asexual reproduction) 1. Bir
canlının özelleşmiş üreme hücrelerini
meydana getirmeden tıpatıp atasına benzer
canlıların oluşmasını sağlayan üreme
şeklidir. 2. Erkek ve dişi bireylerin ayrı
üreme hücrelerinin söz konusu olmadığı,
tamamen benzer genetik yapıda bireylerin
oluşumunu sağlayan üreme tipi.
eşik (İng. thresold) Bir uyartının duyum meydana
getiren ya da algılanabilen alt sınır değeri.
eşik dozu (İng. threshold dose) Bir maddenin
ölçülebilir bir etki yaratmak için
uygulanması
gereken
asgari
dozu.
Ölçülebilir asgari doz.
eşik seviyesi (İng. threshold level) Bir kirleticinin
eşik seviyesi zararının görülmeye başladığı
konsantrasyonudur.
eşik sinyali (İng. threshold potential, threshold
signal) Bir sinir hücresinde uyarının zarda
değişiklik yapması için gereken minimum
potansiyel farkı.
eşik tolerans limiti (İng. threshold tolerance limit,
TLe50) Zehirlilik deneylerinde en duyarlı
organizmanın etkilenmeden yaşayabileceği
konsantrasyon seviyesidir.
eşik zehirlilik konsantrasyonu (İng. threshold
toxic consantration, Tec) Ortamda bulunan
birden fazla zehirli maddenin ortak
etkisinin
belirlenmesinde
kullanılan,
tec=100/TLe50 veya Tec=c/TLe50 formülü
ile hesaplanan bir parametredir.
eşit çenetli (İng. bivalvular) İki çeneti birbirine eşit
olan (yumuşakça).
eşkenar pullular (Lat. Rhomboganoidea) Omurgalı
hayvanların,
Balıklar
sınıfının,
Tükelağızlılar (Teleostomi) altsınıfına ait
bir takımı. İskeletleri kemiklidir. Bazısı
taşıl olmuş ve soyu tükenmiştir. Yaşayan
türlerinin üstü parlak, eşkenar pullarla
örtülüdür.
Kuyrukları
heteroserktir.
Kemikli turna balığıgiller (Lepisosteidae)
familyası vardır.
et randımanı (İng. meat yield) Belıkların yenilebilir
etlerinin ağırlıklarına olan oranının yüzde
olarak ifadesi. Et verimi.
etçiller (İng. carnivores) Dişleri et yiyecek biçimde
gelişmiş omurgalı memeli hayvanlardan bir
takım. Etoburlar.
etezyen (İng. etesian winds) Doğu Akdeniz’de yazın
dönemli olarak kuzeyden esen rüzgarlar.
etholoji (İng. ethology) Canlıların davranışlarını
inceleyen bilim dalı. Doğal koşullarda
hayvan davranışını ayrıntılarıyla inceleyen
bilim dalı.
etil (İng. ethyl) Organik birleşiklerin bileşimine
giren karbon ve hidrojen atomları grubu.
etiolasyon (İng. etiolation) Karanlıkta yetiştirilen
bir bitkide klorofil eksikliği nedeniyle
sararma; bu durumda bitkiler küçük
yapraklara ve uzun, zayıf saplara sahiptir.
etiyoloji (İng. etiology) Hastalığı meydana getiren
etken veya etkenlerin inceleyen bilim dalı.
etiyolojik (İng. etiologic) Hastalığın nedeniyle ilgili.
etkilenme süresi (İng. exposure time) Deney
organizmalarının
kirletici
ya
da
kirleticilerle bir arada bulunma süresidir.
etkili konsantrasyon (İng. effective consantration,
EC50) Belirli bir zaman periyodunda
organizmaların %50 sinin ölmediği fakat
etkilendiği konsantrasyon.
etobur (İng. carnivore) Et yiyerek enerji sağlayan
canlı. Etçil.
etüv (İng. stove) Derecesi önceden belirtilen
sıcaklığı sürekli olarak muhafaza eden
kapalı cihaz; laboratuarlarda mikropları
üretmek, fiziksel olayları gerçekleştirmek
(kurutma, su kaybettirme) veya yüksekçe
bir sıcaklık gerektiren kimyasal tepkimeleri
oluşturmak için kullanılır.
Eucoelomata (Lat. Eucoelomata) Gerçek sölom
boşluğuna sahip canlılar. Endoderm ve
ektoderm arasındaki boşluk, tamamen
mezoderm ile astarlanmıştır.
euriaeribios (İng. euriaeribios) Çeşitli oksijen
konsantrasyonları değişiminde yaşantılarını
sürdürebilen formlardır.
Euteria (Lat. Euteria) Yavrularını oldukça ilerlemiş
bir gelişim evresinde doğuran ve çok iyi
ilerlemiş bir plasentası bulunan plasentalı
memeliler; Monotremata ve Marsupialia
hariç bütün canlı memelileri içerir.
evajinasyon (İng. evagination) Dışa doğru
katlanmış ya da çıkıntı yapan.
evcik (İng. protective case) 1. Bazı halkalı
solucanların
ve
yumuşakçamsıların
vücutlarını koruyan kalsiyum karbonat ya
da kutikuladan oluşmuş kalın kabuk. 2.
Bazı
çiçeklerde
tohumların
saklı
bulundukları oyuklar. 3. Bazı bir
hücrelilerde hücreyi koruyan yapı.
eversibl (İng. eversibl) İç kısmını dışa doğru
döndürebilen.
eversiyon (İng. eversion) Bir organın tersine veya
dışa dönmesi.
evolusyon (İng. evolution) bakınız; evrim.
evren bilimi (İng. cosmology) Evreni yöneten genel
yasalar bilimi, kozmoloji.
evren (İng. universe) Gök varlıklarının bütünü,
kainat, kosmos.
evrensel (İng. universal) Bütün insanlığı
ilgilendiren, üniversal.
evrim (İng. evolution) Bitkilerin veya hayvanların
ilk ortaya çıkışlarından bugüne gelinceye
kadar geçirmiş oldukları değişimleri
inceleyen bilim kolu.
evrim teorisi (İng. theory of evolution) Birbiri
ardından gelen döller boyunca geçirdiği
değişmeler sonucu ortaya çıkmış olan
farklılıklarla meydana gelen çeşitli hayvan
ve bitkilerin, köklerini daha önce yaşamış
tiplerden almış olduklarını ve basit yapılı
organizmalardan daha yüksek yapılı
organizmalara doğru bir gelişme olduğunu
ileri süren teori.
evsel atık su (İng. sewage) Yaygın olarak yerleşim
bölgelerinden
ve
çoğunlukla
evsel
faaliyetler ile insanların günlük yaşam
faaliyetlerinin yer aldığı okul, hastane, otel
gibi hizmet sektörlerinden kaynaklanan
atıksulardır.
evsel atık su arıtımı (İng. sewage treatment)
Sağlığa ve çevreye yönelik tehlikenin
azaltılması amacıyla atık suyun arıtılması
işlemi;
ilkin
mekanik
işlemlerin
kullanıldığı, daha sonra bunu biyolojik ve
kimyasal işlemlerin izlediği bütünsel bir
süreç.
evsel atık su arıtma tesisi (İng. sewage treatment
plant) İçinde atık suyun işleme tabi
tutulduğu ve nihai tasfiye aşamasına
hazırlandığı yan tesis.
-Ffagositoz (İng. phagocytosis) Büyük parçacıkların
(besinlerin veya yok edilecek olan yabancı
maddelerin), yalancı ayaklar yardımıyla
hücre içerisine alınması.
fagozom (İng. phagosome) Bir bakteri veya yabancı
bir madde hücre içine alınınca meydana
gelen ve bir zarla çevrili vakuol.
fahaka (Lat. Tetraodon lineatus, İng. Globe fish)
Dört
dişlilerden
(Tetrodontidae)
familyasına giren bir kemikli balık türü.
Uzunluğu 45 cm olur. Yırtıcıdırlar. Sırtı
koyu yeşil-gri, yanları ve karnı sarı olur.
Sırt bölgesinden yanlara siyah lekeler
uzanır. Yüzgeçleri sarıdır. Yalnız kuyruk
yüzgeci koyu yeşil olup kenarları
turuncudur. Nil ve Batı Afrika sularında
yaşar.
faktör (İng. factor) Etken, etmen.
fakültatif prosesler (İng. facultative processes)
Mikroorganizmaların çözünmüş oksijen
konsantrasyonunun
çok
düşük
konsantrasyonlarda faaliyet gösterebildiği
biyolojik arıtma sistemidir.
falez (İng. cliff) Deniz kıyılarında dalga
aşındırmasıyla oluşan duvar şeklindeki sarp
kıyı.
falyanos (Lat. Balaena mysticetus) Yunus balığının
iri bir türü
familya (Lat. familia, İng. family) Birçok ortak
özelliği sebebiyle bir araya getirilen
cinslerin topluluğu, fasile.
fanerofit (İng. phanerophyte) Toprak üzerinde
tomurcukları taşıyan, filizleri yüksekte olan
büyük boylu bitkilerdir. Bunlar nemli ve
sıcak iklimlerde boldurlar.
fanerogam (Lat. Phanerogamae) Tohumlu bitkiler.
fangri (Lat. Pagrus pagrus) Mercan türünden bir
balık.
faoplankton yumurtalı Yumurtası güneş ışınlarının
yeterli derecede nüfuz ettiği üst tabakalarda
tutunan.
farinks (Lat. pharynx, İng. gullet) Yutak; sindirim
sisteminin solungaç keselerini ya da
yarıklarını meydana getiren bölümü; ileri
omurgalılarda farinks ön tarafta ağız ve
burun boşluğu ile , arka tarafta özofagus ve
gırtlakla birleşir.
farmasötik botanik (İng. pharmaceutical botany)
Botaniğin insan ve hayvan sağlığı ve
eczalıkla ilgili uygulamalı bir kolu.
fasies (İng. facies) 1. Bölgesel bazı ekolojik
faktörlerin etkisiyle, bir biosönozda bir
veya birkaç türün baskın olarak bulunması.
2. Yüz.
fasiyal (İng. facial) Yüze ait, yüz ile ilgili.
fauna (İng. fauna) 1. Bir ülke, bölge, özel bir çevre
ya da devreye ait tüm hayvanlar. 2. Jeolojik
bir dönemle ya da yöreyle ilgili, insanlar
dışındaki hayvanların tümünün yaşamı.
faz (İng. phase) Evre, devre, safha.
fazmit (İng. phasmid) Bazı Nematoda’ların kuyruk
bölgesinde yer alan küçük duyu çıkıntılarını
andıran yapı.
feç (İng. fetch) Açık deniz üzerinde rüzgarın,
dalgalan oluşturduğu esiş mesafesi.
feçes (İng. faeces) Dışkı. Gaita.
fekundasyon (İng. fecundation) Döllenme.
fekül (İng. fecula) Bazı bitkilerin yumrularında bol
miktarda bulunan yedek madde.
feldispat (İng. feldspar) Potasyumlu, sodyumlu ve
kalsiyumlu olmak üzere üçe ayrılan en
önemli silikatlı mineral grubu.
fellem (İng. phellem) Fellogenden meydana gelen
çeperleri mantarlaşmış hücreler.
felloderm (İng. phelloderm) Selüloz çeperli, gevşek
dizilişli canlı hücreler.
fellogen (İng. phellogen) Mantar kambiyumu.
femtoplankton (İng. femtoplankton) Büyüklüğü
0.02 ile 0.2 gm arasındaki plankton.
femur (İng. femur, thigh bone) 1. Omurgalı
hayvanlarda art bacakların kalça kemeri ile
diz kapağı arasında bulunan uzun kemik. 2.
Böcek ve örümceklerde bacak eklemlerinin
dipten itibaren üçüncüsü. Uyluk kemiği.
fener balığı (Lat. Lophius piscatorius, İng. Angler)
Kemikli
balıklar
takımının,
Fener
balığıgiller (Lophiidae) familyasından bir
balık cinsi. Sıcak ve ılık denizlerde, 500
m’ye kadar derinliklerde yaşayan dip
balığıdır. Denizin dibine gömer ve çok
büyük olan ağzının çevresindekileri ve
başının üstündeki uzantılar ile yakınındaki
küçük balıkları avlar. Baş ve kuyruğu
büyük, gövdesi küçük, sırtı esmer, karın
kısmı beyazdır.
fener balığığiller (Lat. Lophiidae) Omurgalı
hayvanlardan Balılar sınıfının, Kemikli
balıklar takımının, Ayakçıklılar (Pediculati)
alt takımına giren bir familya. Vücutları
basık ve derileri çıplaktır.Ağızları olağan
üstü büyük olur. Atlantik, Pasifik ve Büyük
okyanuslarda yaşarlar. Fener balığı
(Lophius) türü iyi bilinir.
fenokop (İng. phenocope) Çevre şartlarının etkisiyle
fenotipi kalıtsal olmayan bir değişikliğe
uğramış bir organizma.
fenokopi (İng. phenocopy) Çevre şartlarının
etkisiyle bir organizmanın fenotipinin
kalıtsal olmayan değişikliği.
fenoloji (İng. phenology) Çiçek açma, üreme, göç
gibi iklime ve çevre koşullarına bağlı,
periyodik biyolojik olayların incelenmesi
ve kaydı.
fenoller (İng. phenols) Tarım ilaçlarının,
eczacılıktaki ürünlerin, sepilemedeki etki
maddelerinin, reçinelerin ve boyaların
üretiminde kullanılan, insan ve su yaşamı
bakımından zehirli etki taşıyan endüstriyel
atık suda bulunan aromatik bileşikler.
fenotip (İng. phenotype) Bir organizmanın genetik
yapısına bağlı olarak, dış etkenlerin de
etkisiyle ortaya çıkan görünüşü.
feral (İng. feral) Yabani koşullarda yaşayan
hayvanlar ya da bitkiler.
fermentasyon (İng. fermentation) Organik bir
bileşiğin bir enzim sistemiyle anaerobik
olarak parçalanması; açığa çıkan enerji
hücrenin diğer olayları yürütmesinde
kullanılır.
feromon (İng. pheromone) Alan belirlenmesi,
topluluk
içinde
hiyerarşik
düzenin
sağlanması ve üreme döneminde eşlerin
birbirini bulması gibi durumlarda etkili
olan,
"dış
hormon"
olarak
da
adlandırılabilen kimyasallar.
fertil (İng. fertile) Verimli.
fertilite (İng. fertility) Verimlilik.
fertilizasyon (İng. fertilisation) Seksüel üremede
spermanın dişi gameti ile birleşmesi.
fertilizin (İng. fertilizin) Yumurta yüzeyinden
salgılanan, sperm hücrelerini cezbedici bir
özellik taşıyan özel kimyasal madde.
fetüs (İng. foetus) Embriyonun bütün organları
belirlendikten sonra aldığı ad.
fırsatçı türler (İng. opportunistic species) Kısa
ömre sahip olan, kısa sürede cinsel
olgunluğa ulaşan, yüksek ölüm oranına
sahip ve her yıl birçok kez üreyebilen
türler.
fırtına (İng. storm) Yağmur ve kasırga getiren çok
güçlü rüzgar.
fırtına dalgaları (İng. storm surges) Kasırga ve
tayfun gibi şiddetli fırtınaların estiği zaman
oluşan dalgalardır.
fırtına kuşu (Lat. Thalassidroma pelaciga) Perde
ayaklılardan, kıvrık gagalı, açık denizlerde
yaşayan bir kuş, deniz ördeği.
fibril (İng. fibrile) Telcik. (miyofibril=kas telciği;
nörofibril=sinir telciği).
fibrin (İng. fibrin) Kanın pıhtılaşmasıyla oluşan
ipliksi, ağsı yapı.
fibrinojen (İng. fibrinogen) Fibrine dönüşebilen kan
proteini.
Fibroblast (İng. fibroblast) Bağ dokusu hücresi.
fibroblastom (İng. fibroblastoma) Bağ dokusu
hücrelerinden oluşan.
fibrokartilaj (İng. fibrocartilage) İçinde kıkırdak
tipinde hücreler bulunan sıkı telsel doku.
Bazı organlarda özellikle eklemlerde
bulunur.
fibrosit (İng. fibrocyte) Bağ dokuda en çok bulunan
ve bağ doku tellerini yapan göze.
fibröz (İng. fibrous) İpliksel, ipliksi
fidelite (İng. fidelity) Kantatif olarak ifade
edilemeyen sentetik bir parametredir. Bir
türün belli bir biosönoza ait olup
olmamasını ifade eder. Bağlılık veya
doğruluk.
fikobilin (İng. phycobilin) Kırmızı alglerde bulunan
pigment.
fikoeritrin (İng. phycoerythrin) Kırmızı alglerde
bulunan kırmızı renkli kromoprotein.
Kırmızı suyosunlarına kırmızı rengini veren
ve kısa dalgalı ışıkları almasını sağlayan
proteik boya maddesi. Kırmızı suyosunları
bu sayede 200 m kadar derinlikte
yaşayabilir. Kırmızı ışık bu derinliğe kadar
ulaşamadığı için, fikoeritrin fotosentez
yapamaz; kırmızı boya maddesinin
topladığı kırmızı ışık enerjisiyle suyosunu
klorofil üretebilir.
fikofein (İng. phycophaein) Kaynar suda eriyebilen
karotenimsi boya maddesi.
fikokrizin (İng. phycochrysin) Kahverengi alglerde
(Chrysophyta) bulunan kromatoforlardaki
altın sarısı pigment.
fikokrom (İng. phycochrome) Deniz yosunlarından
elde edilen boya maddesi.
fikoloji (İng. phycology) Algleri inceleyen bilim
dalı.
fiksasyon (İng. fixation) Tespit.
fiksatif (İng. fixative) tespit sıvısı.
fikosiyanin (İng. phycocyanine) Mavi su
yosunlarında
hatta
bazen
kırmızı
suyosunlarında bulunan mavi renkli
kromoprotein.
fikosiyanojen (İng. phycocyanogen) Mavi veya
yeşil suyosunlarından elde edilen boya
maddesi.
filament (İng. filament) İplikçik; iplik şeklinde
uzantı.
filetik (İng. phyletic) Bir türün geldiği soy ile o
türün oluşumuyla sonuçlanan süreçle veya
doğal sınıflandırmada çeşitli ana gruplarla
ilişkisi olan.
filiform (İng. filiform) İplik şekli; iplik şeklinde.
filiformis (İng. filiform) İplik biçiminde.
filiz (İng. tendril) Sürgün.
fillod (İng. phyllode) Yaprak sapının laminaya
benzeyen bir şekilde genişlemesiyle
meydana gelmiş organ,
filogenetik (İng. phylogenetic) Bir türün veya
yüksek taksonomik grupların soy gelişimi
ve evrim geçmişi.
filogenetik sınıflandırma (İng. phylogenetic
classification)
Canlıların
akrabalık
derecelerine göre sınıflandırılması. Doğal
sınıflandırma.
filogeni (İng. phylogeny) Bir organizma grubunun
tüm evrimsel tarihi.
filopodya (İng. filopodia) 1. Bazı protozoonlarda
yalancı ayak benzeri ipliksi uzantılar. 2.
Hücre kültürlerinde hücrelerin birbirlerine
veya zemine yapışmasını sağlayan ince
ipliksi uzantılar.
filotaksi (İng. phyllotaxis) Yaprakların gövde
üzerine dizilme şekli.
filtrasyon (İng. filtration) Sıvı atık arıtımında
kullanılan,
bakterileri
ve
diğer
organizmaları azaltırken çökelmemiş atık
maddeyi ve kolloidleri ayıran ve atığı taneli
maddelerden oluşan bir katmandan
geçirerek süzme sağlayan işlem. Lağım
suyu arıtım filtreleri genellikle kumlu
filtrelerdir, basınçlı süzme ise çamurun
suyunun ayrılmasında kullanılır.
filtre (İng. filter) Akışkan olan sıvı yada gazı
süzmeye yarayan gözenekli madde.
Akışkandaki asıltı, çamursu ya da katı
maddeleri ayırmaya yarar.
filum (Lat. phylum) Hayvan ya da bitki dünyasında,
ortak bir atadan geldiklerine inanılan
organizmaları içeren büyük ana bölüm.
Şube.
fimbriya (İng. fimbria) Uç, saçak, kemer, püskül.
fingerling
(İng.
fingerling
fish)
Parmak
büyüklüğüne ulaşmış balık; Yılan balığının
hayat devresinin üçüncü safhası.
fisyon (İng. fission) Organizmanın yaklaşık iki eşit
parçaya bölündüğü eşeysiz üreme olayı.
fit (İng. feet) İngiliz uzunluk ölçüsü birimi olan foot
sözünün çoğulu.
fito (İng. phyto-) Yunanca bitki anlamına gelen ön
ek.
fital sistem (İng. phytal habitat) Bentik bölgede
klorofilli
bitkilerin
mevcut
olduğu
zonlardan oluşmuş bölgelerdir.
fitoaleksin (İng. phytoalexins) Mantar veya bakteri
saldırısına
uğrayan
yeşil
bitkilerin,
kendilerini savunma amacıyla çıkardıkları,
az özgün ve molekül ağırlığı zayıf
antibiyotik savunma maddesi.
fitobezoar (İng. phytohezoar) Midyede, bitkisel
besin artıklarından oluşan yabancı cisim.
fitobiyoloji (İng. phytobiology) Bitkisel canlı
maddeyi ve fonksiyonlarını inceleyen bilim
dalı. Bitki biyolojisi.
fitofaj (İng. phytophage) Bitkicil, otçul.
fitofaji (İng. phytophagy) Bitki yeme, bitkilerle
beslenme.
fitofarmasi (İng. phtyopharmacy) Bitki hastalılarına
karşı kullanılan, tarımda verimi arttıran,
bitkileri hayvansal veya bitkisel asalaklara
karşı koruyan ilaçlarla ilgili eczacılık kolu
fitohormon
(İng.
phytohormones)
Bitkisel
hormonlara verilen ad.
fitojen (İng. phytogenous) Bitkilerden elde edilen,
bitkisel kökenli.
fitoklimogram (İng. phyto-climograph) Bir bitkinin
gelişmesi için gerekli en elverişli iklim
koşullarını gösteren grafik.
fitokrom (İng. phytochrome) Üstün yapılı bitkilerin
tane ve yapraklarında, suyosunlarının
tellerinde bulunan, ışığa duyarlı bir protein
pigmenti.
fitoplankton (İng. phytoplankton) Planktonik
organizmalar,
fotosentezle
kendi
materyalinin bir kısmını sentezleyebilme
yeteneğine sahip olan, yani ototrofik
canlılar. Bitkisel plankton.
fitosenöz (İng. phytocoenosis) Yeryüzünün aynı
özellikleri taşıyan herhangi bir alanında
yetişebilen bitkilerin tümü.
fitotron (İng. phytotron) Bitkilerin gelişimiyle ilgili
iklim koşullarını inceleyen laboratuar.
fitotoksin (İng. phytotoxin) Bitkilerden elde edilen
herhangi bir zehir.
fitoz (İng. phytosis) Bitkisel parazitlerden ileri gelen
hastalık
fiyort (İng. fiord, fjord) Karaların alçalması sonucu
eski buzul vadilerinin sular altında
kalmasıyla oluşmuş sarp kenarlı dar ve
uzun körfezler. Bazıları karaların çok
içlerine kadar uzanabilirler. (En güzel
örneklerine Norveç’te, İskoçya ve Kuzey
Amerika’da rastlanır).
fizalya (Lat. Physalia) Hidralar sınıfının,
Sifonoforlar takımına giren bir knidli cinsi.
Pnömatoforu büyük bir torba biçimindedir.
fizikokimya (İng. physicochemistry) Kimyasal
olayları fiziksel yöntemlerle çözümleyen,
fizik ve kimya konularını kapsayan bilim.
fiziko-kimyasal arıtım (İng. physico-chemical
treatment) Atık su arıtımında pıhtılaştırma,
yumaklaştırma ve çöktürme gibi fiziksel ve
kimyasal
süreçleri
içeren
arıtım
basamaklarının tümü.
fizoklist (İng. physocliste) Hava keseleri sindirim
sistemi ile bağlantılı olmayan.
fizoklistik balık (İng. physoclistous fish) Hava
kesesi ile özofagus arasında bağlantı
(kanal) olmayan balık.
fizoklistus (İng. physoclistous) Hava kesesi ile
özofagus arasında kanal, (pnömatik kanal)
bulunmaması durumu.
fizoplankton Vücutları küre veya balon şeklini
almış organizmalardır.
fizostom (İng. physostomous) Hava kesesinin
yemek borusu ile bağlantılı olması durumu.
fizostom balık (İng. physostomous fish) Yüzme
keseleri sindirim organı ile irtibatlı olan
balıklar.
fizyoloji (İng. physiology) Canlılardaki yaşamsal
olayları (işleyişi) inceleyen bilim dalı.
fjeld (İng. fjeld) Buz kütlelerinin pek hareket
edemeyeceği kadar düz ve dalgalı yüksek
arazide bulunan buzul.
flagellata
(Lat.
Flagellata,
Mastigophora)
Protozoa'lara ait kamçılılar sınıfı.
flagellatlar (Lat. Flagellata) Bir ya da daha fazla
sayıda ince, kamçı gibi organı bulunan
mikroorganizmalar.
flagellum (İng. flagellum) Bir hücrenin yüzeyindeki
uzun tüysü hareketli bir organel. Kamçı,
flagella.
fleksör (İng. flexor) Kol ve bacağın kırılmasını
sağlayan kas.
floem (İng. phloem) Bitkilerdeki bir tip iletim
dokusu; gövde ya da kökte hem yukarı hem
de aşağıya doğru organik maddeleri taşır.
Soymuk boruları.
flokkular (İng. floccular) Yumakçık, küçük yumak
şeklinde.
flokulasyon (İng. flocculation) Bir süspansiyonun
taneciklerinin, sıcaklık, PH, karıştırma veya
kimyasal madde etkisiyle birbirine tutunup
büyümesi veya başka bir katı maddenin
tanecikleri etrafında yığılması, böylece
çöktürülebilir karakter kazanması olayının
adıdır.
flora (İng. flora) Belirli bir alanda bulunan bitkilerin
tümü. Bakteriler için de flora kelimesi
kullanılır.
floresans (İng. fluorescence) Farklı dalga boyunda
radyasyon absorbe eden bir maddenin ışık
salması, ısıya bağlı olmayan çok hızlı bir
olaydır.
flüorışısı (İng. fluorescence) Bazı cisimlerin
aldıkları ışığı, boyu daha uzun ışık
ışınımlarına dönüştürmesi özelliği.
flüvyal (İng. fluvial) Açık bir kanal içerisinde,
yüzey dalgalarının yayılma daha yavaş
akan su akışı için kullanılır.
fobi (İng. phobia) Belirli nesneler veya durumlar
karşısında duyulan olağan dışı güçlü korku,
yılgı.
fok (Lat. Phoca vitulina, İng. common seal) Etçiller
takımının fokgiller familyasından, 1-2 m
boyunda, bostu değerli, memeli deniz
hayvanı, ayı balığı.
fokgiller (Lat. Phocidae, İng. seals) Soğuk
denizlerin kıyılarında yaşayan, etçiller
takımının yüzgeç ayaklılar alt takımından
bir familya.
foli (İng. folio) Yaprak.
folikulus (İng. folliculus) Boru, kese.
folikül (İng. follicle) 1. Bir yumurtalıkta bir yumurta
hücresinin
çevresindeki
hücrelerin
oluşturduğu örtü. 2. Kese şeklindeki çeşitli
organların adı. Tek karpelden oluşmuş, çok
tohumlu ve olgunlaşmada karpelin birleşme
hattı boyunca açılan bir basit meyve tipi 3.
Memelilerde yumurtalıkta bulunan ve
olgunlaşmış yumurtayı taşıyan kesecik.
fonksiyonel
antagonizm
(İng.
functional
antagonism) İki kimyasal maddenin eşit bir
şekilde aynı fizyolojik fonksiyona karşılıklı
opozit etkisi.
foramen (İng. foramen) Açıklık, delik
Foraminifera (Lat. Foraminifera) Kalkerli ve çok
odacıklı
kabuk salgılayan ameboid
protozoa. Odacıklar üzerindeki deliklerden
hayvan yalancı ayaklarını çıkarır.
form (İng. shape, form) Şekil, biçim.
formaldehid
(İng.
formaldehyde)
Doymuş
aldehidlerin ilk üyesi olan, H-CHO
formülündeki aldehid. –21o’de sıvılaşır.
Mikrop kırıcı olarak tıpta kullanılır. Ayrıca
plastik yapımı alanında çok geniş bir
kullanım alanı vardır.
formasyon (İng. formation) Biçimlenme, oluşma
olayı.
formol (İng. formol) Formaldehitin %40’lık değişik
sulu çözeltisine verilen ad.
foronid (İng. phoronids) Protein ya da kitinden
yapılmış sert bir boru ya da tüpe gizlenen
küçük solucan benzeri lophoporata.
fosfataz (İng. phosphatase) Bir molekülden su
kullanarak fosfat grubunu ayıran enzim.
fosfatlar (İng. phosphates) Bitkiler için gerekli
besin niteliği taşıyan ve insan ve hayvan
gıdasının normal bileşeni olan fosfor
bileşikleri; aynı zamanda lağım suyu ve
tarımsal yüzey akışlarında da oluşur ve su
oluşumlarında ötrofikasyona neden olur.
fosfodiester bağı (İng. phosphodiester bond)
DNA'daki fosfat ile şeker arasındaki bağ.
fosfolipit (İng. phospholipid) Gliserol, yağ asitleri,
bir fosfat grubu ve sıklıkla bir azotlu
gruptan oluşmuş bir bileşik.
fosfoprotein
(İng.
phosphoprotein)
Protein
sentezlendikten o proteine proteinkinazlarla
fosfor eklenmiş hali.
fosforesens (İng. phosphorescence) Bir molekülün
triplet durumundan temel durumuna
bozunması sırasında belirli bir ısısı
olmaksızın ışık çıkarması.
fosforışı (İng. phosphorescence) Bazı cisimlerin
veya canlı varlıkların normal sıcaklığında
hissedilir bir artış olmadan, karanlıkta ışık
verme özelliği.
fosforik (İng. phosphoric) Gübre, sabun, deterjan
yapımında ve eczacılıkta kullanılan, renksiz
sıvı anlamına gelen Fosforik asit teriminde
geçer.
fosforilasyon (İng. phosphorilation) ATP üretimi.
fosgen (İng. phosgene) Karbonmonoksit ve klordan
meydana gelen boğucu gaz.
fosil (İng. fossil) Eski canlıların jeolojik birikinti ve
tortullanma yerleri içinde, özel olayların
etkisiyle saklı kalabilmiş olanlarına verilen
ad.
fosil yakıtlar (İng. fossil fuels) Kömür, petrol, doğal
gaz v.b. gibi doğal organik yakıtların tümü.
fosseptik (İng. cesspool) Lağım çukuru.
fotizm (İng. photism) Hayvanlarda güneş ışığında
kalma sonucunda beliren rahatsızlık.
fotofaz (İng. photophase) Bazı bitkilerin uzun gün,
kısa gece, bazılarının ise uzun gece kısa
gün isteyen gelişme devresi.
fotofilik (İng. photophil) Işığı seven, ışıkla büyüyen.
fotofosforilasyon (İng. photophosphorylation) Işık
enerjisi
ile,
ADP'nin
ATP'ye
dönüştürülmesinde kullanıldığı işlem.
fotogenez (İng. photogenesis) Işık çıkaran
organların ışık üretmesi. Fotojeni.
fotokinezi (İng. photokinesis) Bazı hayvanları
karanlıkta iken ışık, büyük bir aydınlıkta
karanlık aramaya iteleyen dürtü.
fotolit (İng. photolyte) Işık etkisiyle ayrışan cisim.
fotoliz (İng. photolysis) Işık altında bir molekülün
ayrışması; örneğin klorofil tarafından
absorbe edilen ışın enerjisiyle fotosentezde
suyun ayrışması.
fotometre (İng. photometer) Işık ölçer.
fotomikrograf (İng. photomicrograph) Işık ya da
elektron mikroskobuyla elde edilen
görüntünün fotoğrafı.
fotomorfoz (İng. photomorphose) Canlı varlıkların
birey oluş sırasındaki gelişimi üzerinde
ışığın yaptığı etki.
foton (İng. photon) Elektromanyetik radyasyon
partikülü, bir kuantumluk ışınsal enerji.
fotonasti (İng. photonasty) Bazı bitkilerin geceleri
yapraklarının aşağıya sarkması veya
yukarıya doğru kapanması gibi ışıkla ilgili
olan nastik hareketler.
fotooksidasyon (İng. photo-oxidation) Oksijen
moleküllerinin hidrokarbonlarla reaksiyonu
sonucu oluşan olay.
foto-ototrof (İng. phototroph) Işık enerjisini
kullanarak, ihtiyacı olan organik besin
maddelerini üretebilen canlılar.
fotopati (İng. photopathy) Işığa karşı reaksiyon,
(hayvanlarda) ışıktan hoşlanmama.
fotoperiyodizm (İng. photoperiodism) Hayvan ve
bitkilerin ışık ve karanlık değişimlerine
karşı gösterdikleri fizyolojik tepki.
fotoreseptör (İng. photoreceptor) Işığı algılayabilen
duyu hücresi, almaç.
fotosentez (İng. photosynthesis) 1. Bitkilerin, güneş
ışığındaki enerjiyi kullanarak kendilerine
su. karbondioksit ve minerallerden besin
yapma işlemi. 2. Yeşil bitkilerin güneş
ışığında su ve karbon dioksit kullanarak
glikoz yapmaları olayı.
fotosfer (İng. photosphere) Işık yuvarı.
fotosil Şiddetli ışığa gereksinme gösteren
organizmalardır.
fototaksi (İng. phototaxis) Serbest organizmaların
ışık uyartılarına karşı olumlu veya olumsuz
cevapları.
fototaktik (İng. phototactic) Işığa karşı reaksiyon
gösterme, ışığa karşı hareket etme veya
ışığa cevap vermedir.
fototaktizm (İng. phototaxis) Bazı yüzücü canlıların
(öglenalar,
desmidiler)
bir
yönden
aydınlatıldıklarında ışığın geldiği kaynağa
doğru (pozitif fototaktizm) veya aykırı yöne
(negatif fototaktizm).
fototepkime (İng. photoreaction) Işık etkisiyle
meydana gelen kimyasal tepkime.
fototrof (İng. phototroph) Besin sentezi yapabilmek
için ışık enerjisinden yararlanan (Yalnız
klorofilli yeşil bitkiler fototroftur).
fototropi (İng. phototropy) Güneş ışınlarına tutulan
bazı maddelerin gösterdiği renk değişimine
dayanan tersinir nitelikte fotokimyasal olay.
fototropizm (İng. phototropism) 1. Organizmaların,
özellikle ışık etkisi altında meydana gelen
olumlu veya olumsuz ışığa yönelme
eğilimi. 2. Organizmanın ışığa karşı
büyüme tepkisi.
fouling (İng. fouling) Denizel ortamda doğal
olmayan substratumlarla (örneğin gemi
karinaları) gelişen organizmaların tümü.
fovea (Lat. macula lutea, İng. fovea) Bir organın
yapısı üzerindeki küçük çukur; özellikle
retinanın merkezinde bulunan çukur yalnız
kolonileri içerir ve net görüntüyü sağlar.
fragmazom (İng. phragmosome) hücre bölünmesi
sırasında iki yavru hücre arasında oluşan
plazma zarı.
fragmospor (İng. phragmospore) Enine en az iki
bölmeli spor.
freatofit (İng. phreatophyte) Buharlaşma ile çok su
kaybeden bitki.
frekans (İng. frequency) Bir biosönozdaki
populasyon üyelerinin mevcudiyetiyle ilgili
bir ekolojik ifadedir. Yani bir türün belli bir
sahada bulunma yüzdesidir. Belli bir
sahada birden fazla örnekleme yapıldığında
bir türe her zaman rastlanmayabilir.İşte
rastlanma sayısının tüm örnekleme sayısına
oranı, o türün frekansını verir. Rastlama
sayısı.
frisa (İng. dried herring) Kurutulmuş ringa balığı.
frontal (İng. frontal) Alın, alına ait, alınla ilgili.
froti (İng. smear) Organik bir sıvının ince bir tabaka
halinde
yayılmasıyla
elde
edilen
mikroskobik inceleme malzemesi.
fruktoz (İng. fructose) Genellikle meyvelerde
bulunan ve yapısında 6 karbon atomu
içeren bir çeşit şeker molekülü.
frunkul hastalığı (İng. fruncle) Aeromonas grubu
bakterilerin neden olduğu vücut üzerinde
açık yaralar (Frunkuller) şeklinde görülen
bir hastalıktır. (furunkulosis)
früstül (İng. frustule) Diatomun silika ile çevrili dış
hücre duvarlarının valve’lerinin her ikisine
birden verilen ad.
fukoidin (İng. fukoidin) Esmer denizyosunlarının
hücre ara sularında % 5-20 düzeyinde
bulunan alfo-fukoz sülfattır.
fukoksantin (İng. fucoxanthin) Phaeophceace
familyasından suyosunlarına esmer renk
vermeye yarayan boya maddesi; bu madde,
kırmızı ışığın girmediği derinlikteki sulara
girebilen, dalga boyu orta uzunluktaki
ışıklardan fotosentez için faydalanma
imkanı verir.
fulya balığı (Lat. Myliobatis aquila, İng. Common
eagle ray) Fulyabalığıgiller (Myliobatidae)
familyasına giren bir köpek balığı türü.
Uzunluğu 1-1,5 m. olup, kuyruğu testere
gibi dişlidir. 6-7 yavru doğurur. Kaldırım
taşı gibi dizili dişleri bu hayvanın
kabuklarla beslendiğini gösterir. İstiridye
tarlaları için bir afettir. Akdeniz, Atlantik
okyanusu ve Avusturalya denizlerinde
yaşar. Çoçona.
fulyabalığıgiller (Lat. Myliobatidae) Omurgalı
hayvanlardan Balıklar (Pisces) sınıfının ,
Köpekbalıkları (Selachii) takımına giren bir
familyası. Göğüs yüzgeçleri büyüktür.
Enleri boylarından geniştir. Kuyrukları
kamçı biçimindedir. Sırt yüzgeci bir tane
olup dikenlidir.
fundiformis (İng. fundiform) Sapan biçimi.
fundus (Lat. fundus) 1. Bir organın dip kısmı ya da
tabanı; içi boş bir organın ağıza en uzak
kısmı. 2. Midenin genişlemiş kısmı.
Fungi (Lat. Fungi, Mycophyta) Mantar.
fungiformis (İng. fungiform) Mantar biçimi,
mantarsı.
fungivor (İng. fungivorous) Mantar yiyen
(hayvanlar ve bitkiler).
fungusit (İng. fungucide) Mantarla mücadele
ilaçları.
funikulus (İng. funicle, seed stalk) Ovülleri
plasentaya bağlı sap.
furka (İng. furca) 1. Çatal biçiminde ikiye ayrılmış
olan yapı. 2. Bazı hayvanlarda karın
bölütlerinin
sonunda
bulunan
çatal
biçiminde uzantılar.
fuziform (İng. fusiform) Her iki uca doğru incelen,
torpido şeklinde.
-G-gabro (İng. gabbro) Renkli minerallerden oluşan
bir tür kütle.
gal (İng. gall) Bitkilerde, böcek ya da mantar gibi
organizmaların neden olduğu anormal
gelişen yapılar.
galaktoz (İng. galactose) Altı karbonlu bir tür şeker
(aldoz şekeri).
galenit (İng. galenite) İçinde doğal kurşun bulunan
sülfür.
galsama (İng. galsama) Solungaç kapağı.
gama ışınları (İng. gamma rays) Radyoaktif
cisimler tarafından yayılan X ışınlarından
daha kısa dalgalı olan ışınlar.
gamaglobülin (İng. gamma globülin) Kanda, lenfte,
safrada vb. de bulunan bir protein türü.
gamet (İng. gamete, germ cell) Üreme hücresi;
eşeysel üremede birleşip kaynaşan yumurta
ya da sperm, birleşme sonunda yeni bir fert
gelişimini başlatır.
gametofit (İng. gametophyte) Bir bitkinin hayat
devresinde haploit ya da eşeyli (gamet
üreten) evre.
gametogenez (İng. gametogenesis) Hayvanlarda
üreme hücreleri veya gametlerin meydana
gelmesi olayı.
gametogonyum (İng. gamet, germ cell) Dişi ya da
erkek eşey organlarında meydana gelen ve
birleşerek döllenmiş yumurtayı (zigot)
oluşturacak dişi hücre (yumurta) ya da
erkek hücre (sperm). Gamet.
gametosit (İng. gametocyte) Eşey ana hücresinden
meydana gelen ve eşey hücrelerini
meydana getiren hücre .
gamma taksonomi (İng. gamma taxonomy) Türün
altındaki taksonların oluşumu (populasyon
içi çalışmalar) ve tanımları ile uğraşan
taksonomi.
Gammarus (Lat. Gammarus) Su tespih böceği.
gang (İng. gangue) Bir maddenin cevherini, bir
değerli taşı saran değersiz madde.
ganglion (İng. ganglion) Merkezi sinir sistemi
dışında
bulunan
sinirlerde
hücre
gövdelerinin oluşturduğu düğümsü kütle.
ganoyin (İng. ganoine) Ganoyit bir pulun dış
örtüsünü meydana getiren mineye benzer
bir madde.
ganoyit pul (İng. ganoid scale) Şekilleri düzensiz,
elmas veya baklava dilimine benzeyen,
tabanları deri içine gömülü, üzeri ganoin
maddesiyle kaplı, mersin balıklarında
görülen pul çeşidi. Zamanımızda yaşayan
Holostei (kemik pullular) ve Chondrostei'de
(kıkırdak pullular) bulunur.
gaster (İng. gaster) Mide.
gastral
tabaka
(İng.
gastral
epithelium)
Süngerlerde, vücut hücrelerinin meydana
getirdiği iç tabaka olup iç bölgedeki
boşlukları çevirir.
gastrin (İng. gastrin) Mide suyunun salgılanmasını
uyaran ve mideden salgılanan bir peptit
hormonu.
gastrodermal (İng. gastrodermis) Gastrodermisten
köken alan, gastrodermis özelliklerini
taşıyan.
gastrodermis (İng. gastrodermis) Barsakların içini
astarlayan sindirim ve absorbsiyondan
sorumlu doku.
gastrovasküler boşluk (İng. gastrovascular cavity)
1. Besinleri vücudun her yanına taşıyan, dış
tarafa yalnızca bir açıklığı bulunan,
çoğunlukla dallanmış sindirim boşluğu. 2.
Sölenterler’de olduğu gibi hem sindirime
hem dolaşıma yarayan boşluk.
gastrozoyit (İng. gastrozoid) Hidra kolonisindeki
besici polip. Bir ağzı ve dokunaçları
bulunan polipler, koloniyi beslemek için
sindirilmiş sıvıyı özel kanallarla koloninin
tümüne dağıtır.
gastrula (İng. gastrula) Blastuladan sonraki erken
embriyonik devre, başlangıçta ektoderm ve
endoderm olmak üzere iki tabakadan ve bu
iki tabaka arasında kalan boşluktan oluşur,
ektoderm ile endoderm arasındaki blastosöl
ve arkenteron endodermin içini astarlayan
ve blastoporla dışarı açılan invaginasyonla
oluşur.
gastrulasyon (İng. gastrulation) Genç embriyonun
gastrula olduğu ve önce iki, sonra da üç
hücre tabakasının oluşmasıyla ilgili olay.
gayzer (İng. geyser) Volkan bölgelerinde, belli
aralıklarla su ve buhar fışkırtan sıcak
kaynak.
gaz kromatografisi (İng. gas chromatograph) Bir
gaz veya sıvı karışımın içindeki maddelerin
(gazların veya uçucu sıvıların) oranlarını
belirleyebilen analiz cihazı.
gaz (İng. gas) Normal basınç ve sıcaklıkta olduğu
gibi kalan, içinde bulunduğu kabın her
yanına yayılmak ve bu kabın iç yüzeyinin
her noktasına basınç yapma özelliğinde
olan akışkan madde.
gaz kesesi (İng. air bladder, swim bladder) Birçok
kemikli balıkta çeperi sindirim kanalı ile
aynı yapıda, içi hava ve diğer gazlarla dolu
olan, hidrostatik denge, solunum ses
çıkarma ve ses almada görevli yapı. Yüzme
kesesi.
gaz yuvarı (İng. atmosphere) Yeri veya herhangi bir
gök cismini saran gaz katmanı, atmosfer.
geçici autochthonus populasyon (İng. temporary
autochthonous population) Bir yöredeki
ana
populasyonun
devamlılığı
su
hareketleri, rüzgar vs. ile dışardan gelen
planktonun takviyesiyle oluşan populasyon.
geçirgen (İng. permeable) Bir membranın içerisinden diğer maddelerin geçmesine izin veren.
geçit (İng. pit) Hücre çeperi kalınlaştıktan ve
özellikle sekonder tabaka oluştuktan sonra,
ince kalan ve hücreler arası madde
alışverişini sağlayan kısımlar.
gel (İng. flood tide) Deniz seviyesinin
yükselmesidir.
geleğen (İng. tributary) Ana ırmağa karışan, akarsu.
gel-git (İng. high tide–low tide) Ay ve güneşin
dünya üzerinde yaptıkları çekim kuvvetleri
nedeniyle denizlerin periyodik yükselme ve
alçalma hareketleridir.
gel-git alanı (İng. tidal area) Kıyı şeridinde suların
ortalama yükselme ve ortalama çekilme
sınırları arasında kalan alandır.
gel-git barajı (İng. tidal dam) Gelgit etkisiyle
yükselen ve alçalan suyun enerjisinden
elektrik elde etmek için bir haliç boyunca
kurulan yapı.
gelgit engeli (İng. tide barrier) Bir akarsu kenarına
kurulan bir kasaba ya da şehri, gelgit
yüzünden meydana gelebilecek taşkına
karşı koruyan yapı.
gelgit etki alanı (İng. tidal basin) Kıyının, yüksek
gelgitte suyla kaplanan ve alçak gelgitte
açığa çıkan bölümü.
gelgit genliği (İng. tidal range) Yüksek ve alçak
gelgitler sırasındaki su yükseklikleri
arasındaki fark.
gelincik balığı (Lat. Gaidropsarus vulgaris, İng.
Three-bearded rockling) Kemikli balıklar
takımın,
Mezgitgiller
(Gadidae)
familyasından bir balık türü. Uzunluğu 2040 cm. eti çok beğenilir. Akdeniz ve
Atlantik okyanusunda yaşar.
gemma (İng. gemma) 1. Bryofitlerde, çanak şekilli
vejetatif tomurcuklar, eşeysiz olarak tam
bitki haline gelişir. 2. Tomurcuk, filiz,
sürgün.
gemmatio (İng. gemmation) Tomurcuklanma.
gemula (İng. gemmule) 1. Küçük tomurcuk, filiz. 2.
Tatlı su Poriferalarının uygun olmayan
koşullarda oluşturdukları kist.
gen akışı (İng. gene flow) Genlerin gametler
aracılığıyla
bir
populasyonun
bir
bölümünden
diğerine
ya
da
bir
populasyondan diğerine.
gen bankası (İng. genbank) Genetik kaynakların
toplanıp saklandığı merkezleri; özellikle
sistemli
olarak
toplanmış
tohum
koleksiyonlarının belli ısı ve nemlilikte
muhafaza edildiği yerler.
gen (İng. gene) 1. DNA molekülünün ortalama 1500
nukleotitten oluşmuş canlının kalıtsal
özelliklerinden herhangi birini taşıyan
parçası. Kalıtımın temel fiziksel ve işlevsel
birimi. Her gen, protein veya RNA
molekülü gibi özel bir işlev taşıyan
kromozomların belli bir noktasındaki
nükleotid dizilerinden oluşur. 2. Döl,
oluşma, soy, kök.
gen hazinesi (İng. gene pool) Herhangi bir anda, bir
türe ait bireyler arasında mevcut olan gen
ve gen gruplarının tümü; genetik taban; gen
havuzu.
genetik (İng. genetic) Canlıların kalıtsal, yani
kuşaktan kuşağa aktarılan özelliklerini,
molekül ve organizma düzeyinde inceleyen
biyolojik bilim dalı. Kalıtım.
genetik çeşitlilik (İng. genetic variability) Aynı
türden bireylerin kalıtsal yapısındaki
çeşitlilik, zenginlik; bir tür içinde çok
sayıda çeşidin ve ırkın bulunması hali.
genetik denge (İng. genetic equilibrium) Bir
populasyonun ardışık kuşaklarında alellerin
dağılımının seleksiyon ya da mutasyonla
değiştirilmedikçe sabit kalması durumu.
genetik mühendislik (İng. henetic engineering)
Canlıların genetik yapılarını, doğrudan
doğruya hücre içine inerek değiştirme ile
ilgili biyokimyasal tekniklerin kullanımı;
bir çeşit biyoteknoloji.
genetik sürüklenme (İng. genetic drift) Kendi
arasında çoğalan küçük populasyonlarda
heterozigot gen çiftlerinin, bir ya da öteki
alel bakımından doğal seçilim yerine şansa
bağlı olarak homozigot duruma gelme
eğilimi.
genital (İng. genital) Üremeye ait, üreme ile ilgili.
geniz (İng. nasal passage) Burun ve ağız
boşluğunun arkasındaki kısım.
genom (İng. genome) Hücredeki toplam DNA,
ökaryotlarda
çekirdek
ve
organel
kromozomları;
prokaryotlarda
ana
kromozom, epizomlar ve plazmitler.
Virüslerde ve viroyitlerde toplam DNA ya
da RNA.
genotip (İng. genotype) Bir bireyin hücrelerinde
bulunan özel gen kombinasyonu.
genus (İng. genus) Yakın akraba türlerin bir araya
gelerek oluşturduğu taksonomik kategori.
Cins.
geofit (İng. geophyte) Ertesi yıla kalan organları,
kötü mevsimi toprağın altında, derinde
geçiren ve böylece elverişsiz iklimi
savuşturan bitki.
geofizik (İng. geophysics) Dünyanın fiziksel hali.
geoit (İng. geoid) Yer küresinin geometrik olmayan
gerçek biçimine (üzerindeki engebeler
düşünülmeksizin) verilen ad.
geometrik artış (İng. geometric growth) Eldeki
miktarın, her seferinde, sabit bir yüzde ile
artışı.
geometrik dizi (İng. geometric sequence) 2-4-8-1632-64 şeklinde devam eden bir artış şekli.
gerçek medüzler (Lat. Scypozoa, İng. jellyfishes)
Çok
hücrelilerden,
Özçokhücreliler
(Eumatoza)
bölümünün,
Knidliler
(Cnidaria) filumuna giren bir sınıfı.
geribildirim denetimi (İng. feedback mechanism)
Bir
sistemde
reaksiyon
ürünlerinin
birikiminin ürünlerin yapım hızının
azalmasına neden olması ya da ürün
eksikliğinin üretim hızı artmasına yol
açması.
gerilim ölçümü (İng. tensiometry) Sıvılardaki yüzey
gerilimlerini belirleme işi, tansiyometri.
germen (İng. germen) Canlı yaratıklarda gametlere
dayanan ve gametlerle taşınan üreme
öğelerinin tümü gevrek yılan yıldızı.
gıda katkı maddeleri (İng. food additives) Gıda
maddelerine dayanıklılık, çekicilik, tat ya
da kıvam ya da kolaylığı sağlamak için;
hazırlanmaları ya da işlemleri sırasında,
özellikle katılan maddeler.
gırgır (İng. purse) Açık denizde balık çevirip
avlamak için iki kayık tarafından kullanılan
büyük ağ.
gibberellin (İng. gibberellin) 1. Bitki büyüme
hormonu. 2. Çiçekli bitkilerde büyüme ve
gelişmenin denetiminde işlevi olan ve doğal
olarak bulunan bir gurup kimyasal madde;
bazı türlerin genç bitkilerinde sürgünlerin
uzamasını hızlandırır.
gigantizm (İng. gigantism) Aynı türe ait bireylerin
sıcaklık azalışına paralel olarak boylarının
artışıdır.
Gimnosperm (İng. gymnosperm) Tohumları
ovaryum içinde kapalı olmayan tohumlu
bitkiler sınıfı. Çıplaktohumlular.
ginekeum (İng. gynoecium) Bir veya birkaç
pistilden yapılmış olan çiçeğin dişi organı.
Bir kapalı tohumlu çiçeğin en iç dairesini
teşkil eden karpellerden gelişmiş dişi
organlardır.
ginostemyum (İng. gynostemium) Stamenlerle
ginekeumun birleşmesiyle meydana gelen
organa verilen ad.
girdap (İng. whirlpool) Bir engelle karşılaşan su
veya hava akıntısının dönerek yaptığı
çevrinti, ters akıntıların oluşturduğu dönme,
burgaç.
girdil (İng. girdle) Diatom hücrelerinin kabuklarını
tutan kabuk içi bant.
git (İng. ebb tide) Deniz seviyesinin alçalmasıdır.
glandula (İng. glandula) Bez.
glasiye birizi (İng. glacial breeze) Buza değen
havanın soğumasından doğan ve glasiyenin
yolu boyunca esen soğuk bir rüzgar.
glasiyoloji (İng. glaciology) Buzul bilim.
glenoid (İng. glenoid) Oyuklu.
glikojen (İng. glycogen) Hayvanlarda besinlerle
alınan karbonhidratların karaciğer ve
kaslardaki depo şekli.
glikokaliks (İng. glycocalyx) Bir hayvan hücresinin
plazma membranının hemen dışında,
protein ve karbonhidratlardan oluşan bir
tabaka; genelde, proteinler membrana
tutunmuş, karbonhidratlar ise proteinlere
tutunmuş konumdadırlar.
glikolipit (İng. glycolipide) Genellikle hücre
zarlarında
bulunan,
lipitlerin
şeker
moleküllerine kovalent bağlarla bağlanması
ile meydana gelen bileşik lipit.
glikoliz (İng. glycolysis) Glikozun enzimatik
tepkimelerle laktik asit veya pirüvik asite
kadar yıkılması.
glikoz (İng. glucose) (Heksoz) C6H12O6 molekül
yapısındaki karbonhidrat, üzüm şekeri.
gliserin (İng. glycerine) Lipidlerin (yağların)
yapısına katılan temel bir madde.
globijerin (Lat. Globigerina) Bir hücreli
hayvanlardan Kökayaklılar (Rhizopoda)
sınıfının, Foraminiferler (Foraminifera)
takımının (Globigerinidae) familyasından
bir cins. Açık denizlerde pelajik olarak
yaşar. Kalsiyum karbonattan yapılmış küre
biçimindeki
odacıklarının
üzerinde
hayvanın suda sabit durmasını kolaylaştıran
birçok ince, uzun dikenler uzanır.
globulin (İng. globülin) Kan plazmasında bulunan
proteinlerin bir sınıfı, bunlardan bir kısmı
(gamma-globulinler) antikor olarak iş
görürler.
glomerulus
(İng.
glomerulus)
Böbrekteki
nefronların bowman kapsülü içinde
bulunan kılcal kan damarları ağı.
glomiformis Yumak biçimi.
glukagon (İng. glucagon) Pankreas tarafından
üretilerek kana verilen, kan şekerini artırıcı
etki yapan hormon.
gluten (İng. gluten) Tutkal.
glüsid (İng. gluside) Canlı maddelerin bileşiminde
bulunan ve karbon, hidrojen, oksijenden
meydana gelen bileşik.
gnathobase
(İng.
gnathobase)
Bazı
eklembacaklıların kaide parçalarında besini
tutmaya yarayan birer uzantı.
Gnathhostomata (Lat. Gnathhostomata) Çeneli
ağızlılar.
goblet (İng. goblet) Kalisiform göze. Örtü epiteli
gözeleri arasında serpili bulunan dış salgı
olarak mukus salgılayan gözeler.
golfstrim (İng. gulf-stream) Atlas Okyanusu’nda,
Meksika körfezinden başlayarak Britanya
ve İskandinavya kıyılarına kadar ulaşıp
Avrupa Rusya’sının kuzey kıyılarına kadar
gelen ve Batı Avrupa’nın deniz iklimini
yumuşatan sıcak su akıntısı.
golgi cisimciği (İng. golgi apparatus) Olgun sperm
ve eritrositler hariç tüm hücrelerin
sitoplazmasında bulunan bir tip hücre
organeli; hücre ürünlerinin salgılanmasında
rol oynadığına inanılır.
gomfoz (İng. gomphosis) Kemiklerin birbirine
geçmesini sağlayan oynamaz eklem.
gon (İng. gon) Bir ana eşey hücrenin redüksiyon
bölünmesiyle, (kromozom sayısını yarıya
indiren bölünme) birbirini izleyen ikili
bölünmesi sonucunda kromozom sayısı
yarıya inmiş olan 4 yavru eşey hücresi. Döl.
gonad (İng. gonad) Yumurta ve spermanın oluştuğu
üreme organlarının genel adıdır.
gonadosomatik index (İng. gonado-somatic index)
Balıklarda
yumurtlama
mevsiminin
tesbitinde kullanılan gonad ağırlığının
vücut ağırlığına oranıdır.
gonadotropik (İng. gonadotropic) Gonatları
uyarıcı.
gonadotropin (İng. gonadotrophin) Hipofiz bezinin
orta lobundan salgılanan, testisleri ve
ovaryumları uyarıcı hormon.
goni Eşeysel unsurları taşıyan hücre.
gonidyum (İng. gonidium) Bir liken dalında, yani
likenin suyosunu kısmında bulunan yeşil
hücrelerin adı.
gonofor
(İng.
gonophore)
Hidroyid’lerin
oluşturdukları kolonilerde üreme işini
üzerine almış olan birey.
gonopod
(İng.
gonopodia)
Bazı
erkek
eklembacaklılarda çiftleşme organı haline
gelmiş uzantı.
gonopodyum (İng. gonopodium) Bazı balıklarda
(Gambusia affinis) ventral veya anal
yüzgeçlerin bir bölümünün değişikliğe
uğrayarak
çiftleşme
organı
şekline
dönüşmesi. Dölleme yatağı.
gonopor (İng. gonopore, genital por) Eşey açıklığı,
eşey organlarının vücut dışına açıldığı
delik.
gonoteka (İng. gonotheca) Bazı kolonial
sölenterlerde üreme polipini kapatan
silindirik kapsül.
gonozom (İng. gonosome) Hidra kolonilerinde
medüzümsü
eşeyli
hayvanların
ve
medüzlerin dumura uğramış şekli olan
eşeyli organlar.
göğüs (Lat. thorax) Baş ile karın arasında kalan
vücut bölgesi.
göğüs yüzgeci (İng. pectoral fin) Balıkların göğüs
bölgesinde, vücudun her iki tarafında
bulunan bir çift yüzgeç. Pektoral yüzgeç.
gök gurami (Lat. Trichogaster trichopterus, İng.
Three spot gourami) Kemiklibalıklar
takımının, Cennetbalığıgiller familyasından
bir balık türü. Uzunluğu 10 cm. Süs balığı.
Tropik Uzakdoğu sularında yaşar.
gökkuşağı alabalığı (Lat. Oncorhynchus mykiss,
İng. Rainbow trout) Kemikli balıkların
Salmoniformes
takımının Salmonidae
familyasından,
Amerika
kökenli,
yetiştiriciliğe ve ülkemiz tatlısularına uyum
gösterebilen
yanal
çizgisi
üzerinde
gökkuşağı şeklindeki bantın olması ile
diğerlerinden ayırt edilebilen etleri çok
lezzetli bir tür.
göl (İng. lake) Oluşması genellikle tektonik,
volkanik vb. olaylara bağlı olan, toprakla
çevrili, derin ve geniş, tuzlu veya tuzsuz
durgun su örtüsü.
göl alası (Lat. Salmo trutta lacustris) Avrupa ve
Anadolu göllerinde yaşayan bir tür alabalık.
göl beyaz balığı (Lat. Coregonus clupeaformis, İng.
Lake whitefish) Alabalıkgiller familyasına
giren bir kemikli balık türü. Kuzey
Amerika’nın en değerli tatlı su balığıdır.
Sırtı zeytin yeşili, yanları ve karnı
gümüşidir.
göl depoziteleri (İng. lake deposites) Gölde su
seviyelerinin veya arazi seviyesinin
alçalması şeklinde meydana çıkan ve göl
suyunda biriken materyal.
göl esnemesi (İng. extension of the lake) Atmosfer
basıncındaki değişiklikler veya rüzgar
etkisiyle göl seviyesinin zaman zaman
değişmesine yol açan dalgalanma.
göl kestanesi (Lat. Trapa natans) Suda yetişen ve
meyvesi kestane gibi yenilen bir bitki.
göl midyesi (Lat. Anodonta) Yumuşakçalar
(Mollusca)
dalının
Yassısolungaçlılar
(Lamellibranchiata) sınıfından bir tür.
Kabuğu ince ve bağlantısı dişsiz olur.
gölcük (İng. pond) Deniz kıyısındaki türlü yerlerin
çevrilmesiyle meydana gelmiş, zamanla
suyu tatlılaşmış küçük göl. Bunlar, deniz
yüzünden biraz yüksekçe olur.
gölcül (İng. limnicoid) Göllerde, göl kıyılarında
yetişen veya yaşayan.
gölek (İng. water hole, pond) Su birikintisi.
Arklarda su almak için açılan çukur.
gölet (İng. pond) Genellikle gölden küçük ve
havuzdan büyük, doğal yada yapay olan su
oluşumu.
gölge balığı (Lat. Umbrina cirrosa, İng. Shi drum)
1. Alabalıkgillerden, uzunluğu 20-50 cm,
sırt yüzgeci büyük, tatlı su balığı
(Thymallus
thymallus).
2.
Gölge
balığıgillerden, büyük, eti lezzetli, Atlantik
Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz’de
yaşayan bir balık, taş levreği, minakop.
gölge balığıgiller (Lat. Sciaenidae, İng. sciaenids)
Omurgalı hayvanlardan Balıklar (Pisces)
sınıfının,
Kemiklibalıklar
(Teleostei)
takımının,
Dikenliyüzgeçliler
(Acanthopterygii) alt takımına giren bir
familyası. Çoğu denizlerde yaşayan 150
kapsayan geniş bir familya, Gölge balığı,
sarı ağız, işkine, trampet balığı iyi bilinen
türüdür.
göllenmek (İng. ponding) Akar su, çukurlarda
birikmek, gölcük olmak.
göller bölgesi (İng. lakes region) Yeryüzünde
göllerin çok sayıda olarak yan yana
bulunduğu bölge.
görüntü alanı (İng. field of view) Mikroskop altında
görülebilen alanın tümü.
gösterge türler (İng. indicator species) Belirli çevre
koşullarının ya da tür topluluklarının
göstergesi olarak kullanılabilen türler.
göze yutarlığı (İng. phagocytosis) Vücuda giren
mikropların yutar mikroplar tarafından
yutulup yok edilmesi, hücre yutarlığı,
fagositoz.
gözenek (İng. stigma, stoma, pore) 1. Bitkilerde
solunum ve fotosentez için gerekli olan
oksijen ve karbondioksit alış verişine,
suyun buhar olarak dışarı atılmasına
yarayan, yapraklarının alt yüzeyinde çok
sayıda bulunan, hücreler arası mikroskobik
deliklerden her biri, mesame. 2. Canlı
dokularda dış deri üzerindeki küçük, basit
açıklık.
grab (İng. grab) Dip numune alıcısı.
grado Bir sıvının içindeki alkol derecesi.
gradyan (İng. gradient) Üzerinde belli bir niteliğin
sürekli olarak değiştiği uzun eksen.
gram (İng. gram) C.G.S. sisteminde kilogramın
binde biri değerindeki kütle birimi.
gram kuvvet (İng. gram force) Bir gram kütleye
45 enlemindeki deniz yüzeyine Yerin
uyguladığı kuvvet, gram ağırlık.
gram santimetre (İng. gram centimeter) Bir gram
ağırlığındaki bir cismin, bir santimetre yer
değiştirmesini sağlayan.
grana (İng. grana) Kloroplast içindeki, ardışık
klorofil, protein ve lipid tabakalarını
taşıyan ve fotosentezin işlevsel birimi olan
küçük yapılar.
granit (İng. granite) Başlıca kuvars ve feldispattan
oluşan, az miktarda mika amfibol, piroksen
ve diğer mineraller içeren mağma kayası
yoğunluğu 2.65 ile 2.80 g/cm³.
granum (İng. granum) Bir kloroplastta fotosentetik
membranların üst üste gelerek gruplaşması.
granül (İng. granüle) Sitoplazmada bulunan küçük
tanecikler.
granülosit (İng. granulocyte) Nötrofil, bazofil ve
eozinfil gibi özel granülleri ihtiva eden kan
hücresi.
grazing (İng. grazing) Partikül halinde bulunan
organik
maddelerin
zoopankterler
tarafından besin olarak alınması olayı.
gregarin (İng. gregarine) Bir hücreli hayvanların
Sporlular (Sporozoa) sınıfına giren bir cins.
Vücutları üç bölge olup eklembacaklı
hayvanlarda asalak olarak yaşarlar. Birinci
bölgede konağa yapışmaya yarayan
çengeller bulunur.
gri alanlar (İng. grey areas) Morfolojik ve su
kalitesi özelliklerine göre kentsel atıksu
girdilerinin
ötrofikasyon
riski
oluşturabileceği
düşünülen
ve/veya
potansiyel olarak ötrofikasyon riski taşıdığı
tespit edilen ancak veri yetersizliği olan
izlenmesi gereken haliçler ve su kıyıları.
grils (İng. grilse) Salmo salar’ın denize geçtikten
sonra geçirdiği hayat evrelerinden biri.
grup (İng. batch, group) Ortak bir istatistik niteliğe
sahip bireylerden oluşan bir grubu
belirtmek için kullanılan demografik terim.
GTP (İng. guanozin trifosfat) Guanozin trifosfat.
Hücre içerisinde meydana gelen bazı
biyokimyasal reaksiyonlarda enerji için
kullanılan bir tür molekül.
guanin (İng. guanine) DNA ve RNA nın yapısına
katılan bir pürün bazı.
guano (İng. guano) Deniz kuşlarının dışkı ve
cesetlerini kimi yerde uzun zamandan beri
birikip yığılmasından meydana gelen ve
gübre olarak kullanılan madde.
guatr (İng. goitre) Tiroid bezinin büyümesi sonucu
oluşan hastalık.
gurami (Lat. Osphronemus goramy, İng. Giant
gourami)
Kemiklibalıklar
takımının,
Cennetbalığıgiller
(Anabantidae)
familyasından bir balık. Sonda adalarında,
tatlı ve acı sularda yaşar. Solungaç
boşluğunda hava ile solunum yapmaya
elverişli organlar (dolambaçlı organlar)
bulunur. Erkek gurami, su bitkilerinden,
içinde hava kabarcıkları bulunan bir yuva
yapar. Başlıca türü Osphramenus alfax’ın
uzunluğu 60 cm’yi bulur. Eti çok beğenilir.
gutasyon (İng. guttation) Kök basıncı ile yaprak
potlarından dışarı itilen ve yaprak üzerinde
beliren su damlacığı. Damlama.
guyot (İng. guyot) Büyük okyanusta sık rastlanan
kesik koni biçiminde denizaltı engebesi.
Masadağ.
gübreler (İng. fertiliser) Ekinlerin büyümesini
sağlamak için toprağa eklenen maddeler.
Doğal inorganik gübreler hayvan gübresi,
kompost ve talaş içerir; inorganik gübreler
ise ezilmiş kireçtaşı, alçıtaşı, kükürt ve
kaya fosfatı içerir. Bunun yanı sıra sentetik
olarak üretilen büyük miktarlarda azot,
potasyum, fosfor ve sülfür bileşikleri
kullanılır.
gümüş balığı (Lat. Atherina boyeri, İng. Big-scale
sand smelt) Kemiklibalıklar takımının,
Gümüşbalığıgiller
(Atherinidae)
familyasından bir balık cinsi. Sırt tarafı
genellikle yeşilimsi-sarı, yan tarafları kül
rengidir; böğründe Boydan boya oldukça
geniş (1-3 pul genişliğinde) çok parlak
gümüş renginde bir çizgi bulunur. Karın
kısmı gümüşi beyazdır. Planktonla, küçük
balık ve kabuklularla beslenir. Eti makbul
ve lezzetli bir balıktır. A. presbyter adlı
türünün uzunluğu 15-20 cm olup, eti ok
beğenilir.
Atlantik
Okyanusu
ve
Akdeniz’de yaşar. A. boyeri türü
Akdeniz’de yaşar.
gümüş balığıgiller (Lat. Atherinidae) Omurgalı
hayvanlardan Balıklar (Pisces) sınıfının,
Kemiklibalıklar
takımının,
Kefaller
(Percesoces)
alttakımına
giren
bir
familyası. Denizlerde yaşarlar, fakat tatlı
sularda yaşayan birkaç türü süs balığı
olarak kullanılır. Gümüş balığı (Atherina
presbyter), Çamuka (A. hepsetum), Küba
kavanoz balığı (Alepidomus evermanni) iyi
bilinen türleridir.
gümüşlü balık (Lat. Leuciscus leuciscus, İng.
Common dace) Kemiklibalıklar takımının,
Sazangiller (Cyprinidae) familyasından bir
balık türü. Uzunluğu 20 cm. Avrupa ve
Karadeniz’in bütün ırmaklarına yayılmıştır.
gün balığı (Lat. Thalassoma pavo, İng. Ornate
wrasse) Kemikli balıklar takımının,
Lapinagiller (Labridae) familyasından bir
balık türü. Uzunluğu 25 cm. Bazen
insanları ısırır. Akdeniz ve Avrupa
kıyılarında yaşar.
gün doğusu rüzgarı (İng. easterly wind) Doğudan
esen rüzgar.
gün öte Yer yörüngesinin güneşe en uzak
bulunduğu nokta.
güne doğrulum (İng. heliotropism) Bitkilerde,
güneş ışığına doğru dönme ve hareket etme
şeklinde görülen olay.
güneş balığı (Lat. Lepomis auritus, İng. Redbreast
sunfish)
Kemiklibalıklar
takımının
Levrekgiller (Percidae) familyasına giren
bir kemikli balık türü. Uzunluğu 15 cm
olur. Kuzet Amerika göllerinde yaşar.
güneş hayvancıkları (Lat. Helizoa, İng. sun
animacules)
Birhücreli
hayvanlardan
kökayaklılar (Rhizopoda) sınıfına giren bir
takım. Tatlı sularda yaşayan ışınsal
bakışımlı, ışınsal bacaklı, çoğunlukla bir
örtü
veya
iskeletle
mikroskobik
hayvancıklardır. Çok ağır hareket ederler
(vücut
yuvarlak
veya
yumurtamsı
biçimdedir; dışta bir plazma, içte ise
jelatinimsi veya peltemsi ince bir kılıf
içinde bir plazma bulunur) Aktinosferyum
cinsi iyi bilinir.
gürültü kirliliği (İng. noise pollution) İnsanlar
üzerinde olumsuz fizyolojik ve psikolojik
etkiler yaratan, arzu edilmeyen sesler.
Gürültü kirliliğinin başlıca kaynakları
arsında uçakların çalışması, yol trafiği,
inşaat ve ağır donanım bulunmaktadır.
güvenli konsantrasyon (İng. safe concentration,
SC) Organizmaların zararlı etkisini
görmediği toksik maddenin en yüksek
konsantrasyonu.
Gymnospermae (Lat. Gymnospermae) Açık
tohumlular.
Gymnotidae (Lat. Gymnotidae) Elektrikli yılan
balığıgiller.
-Hhabitat (İng. habitat) Bir organizmanın yada
organizma grubunun yerleştiği, fiziksel
çevrenin görece bir örnekliliği ve ilgili
bütün biyolojik türlerin sıkı etkileşimi ile
belirlenen doğal çevre. Yaşama ortamı çöl,
tropik orman, çayırlık alan, kutup tundrası
ya da buz denizi olabilir.
habituasyon (İng. habituation) Organizmaların bir
uyarıcıya alışarak ona tepki gösteremez
duruma gelmesi.
habitus (İng. habitus) Herhangi bir bitkinin özel
halini ve görünüşünü anlatan bir terim olup,
bitkinin tabii halini ve o bitkiyi görür
görmez tanımaya yardımcı olacak bazı
özelliklerinin
tümünü
ifadeye
çalışmaktadır.
hadal (İng. hadal) Hadal derinlikler okyanus
biliminde 6000 m’yi geçen derinlikler;
Hadal derinlikler bölgesi, okyanusların
toplam yüzeyinin %1.9’ u kadardır.
hadoplankton (İng. hadoplankton) 6000-6500
metreden daha derin yerlerde yaşayan
planktonik formlardır.
hakiki
köpekbalıkları
(Lat.
Galeoidei)
Chondrichthyes sınıfının Elasmobranchii
altsınıfı Selachii takımından, üç rostral
kıkırdaklı,
5
solungaçyaylı
ve
solungaçyarıklı,
üç
kaideye
sahip
göğüsyüzgeçli, dikensiz iki sırtyüzgeçli, bir
analyüzgeçli, ekseni kuvvetli olarak
yukarıya doğru kıvrılmış, belirgin olarak
geriye çekilmiş ventral loba sahip
heteroserk kuyrukyüzgeçli türleri olan
alttakımıdır.
hakikivatozlar (Lat. Rajioidei) Chondrichthyes
sınıfı, Elasmobranchii altsınıfı, Rajiformes
takımından, sırt yüzgeçleri çok küçük ve
kuyruk bölgesine doğru kaymış, dişleri
küçük, sivri ya da yassılaşmış, 2 m kadar
uzunlukta, dip bölgelerde yaşayan türlere
sahip bir alttakım.
hakim rüzgar (İng. prevailing wind) Belli bir
alanda rüzgarın en sık estiği yön.
haliç (İng. inlet, bay) Akarsuların denizlere ulaştığı
yerlerde, deniz suyunun akarsu ağzında
memba tarafına girmesi sonucu ortaya
çıkan tatlı-tuzlu su karışımı bir su
ortamıdır.
halobiyoz (İng. halobiosis) Denizlerde yaşayan
canlıların tümü.
(İng. halophile, halophilous) Deniz
kıyılarındaki tuzlu ortamlarda yaşayabilen
bitki ve hayvan türleridir.
halofit (İng. halophyte) Tuza karşı toleranslı olan
bitki.
haloklin (İng. halocline) Okyanuslarda derinlik
artışına bağlı olarak tuzluluğun ani değiştiği
tabaka.
haloplankton (İng. haloplankton) Tuzlu sularda
yaşayan plankton.
hamsi (Lat. Engraulis encrasicolus, İng. European
anchovy)
Omurgalı
hayvanlardan
Hamsigiller (Engraulidae) familyasına
giren bir balık türü. Uzunluğu 10-16 cm
kadar olur. Gövdesi uzun ve yandan
basıktır. Ağız açıklığı gözlerin gerisine
kadar uzanır. Sırt tarafı yeşil-mavi veya
siyaha yakın koyu mavi, yan ve karın
tarafları gümüşi beyazdır. Eti çok
lezzetlidir. Akdeniz, Karadeniz ve Batı
Avrupa kıyılarında yaşar. Bir yaşına doğru
erginleşir. 2-3 yıl kadar yaşar. Bu türün
Karadeniz’in güneyinde yaşayan ırkına
Karadeniz hamsisi (Engraulis encrasicolus
ponticus), kuzey Karadeniz’de yaşayan
ırkına Azak hamsisi (E.e. maeoticus),
Avusturalya kıyılarındakine Avustralya
hamsisi (E. Australis) ve Pasifik
Okyanusu’nda yaşayan hamsiye Japon
hamsisi (E. Japonicus) denir.
hamsigiller
(Lat.
Engraulidae)
Omurgalı
hayvanlardan Balıklar (Pisces) sınıfının,
Kemiklibalıklar
takımının,
Yumuşakyüzgeçliler
(Malacopterygii)
alttakımına giren bir familyasıdır. Bu küçük
familyalıların ağzı geriye doğru çok yarık
olup, alt çeneleri gericedir. En ünlü türü E.
Encrasicolus’dur.
hani (Lat. Serranus cabrilla, İng. Comber)
Hanigillerden, Akdeniz’de yaşayan alaca
kırmızı renkli, beyaz etli orta büyüklükte
bir balık.
hanigiller (Lat. Serranidae) Omurgalı hayvanlardan
Balıklar
sınıfının,
Kemiklibalıklar
takımının, dikenli yüzgeçliler alt takımına
giren bir familyası çoğu denizlerde yaşayan
550 kadar türü vardır. Berber balığı
(Serranub anthias), hani (S. Cabrilla),
benekli hani (S. Hepatus), yazılı hani (S.
Scriba), Sarı hani (Epinepheles gigas),
levrek (Morone labrax) iyi bilinirler.
haplobiyontik (İng. haplobiont) Haploid durumda
yaşayan organizma.
halofil
haplofaz (İng. haplophase, haploid phase) Bir canlı
varlığın, yaşama süresi içinde haploid
olduğu evre.
haploit (İng. haploid) Olgun bir üreme hücresinde
bulunan
kromozom
sayısı,
vücut
hücrelerinin sahip olduğu kromozom
sayısının yarısına sahiptir. Kromozom
sayısının yarıya inmesi sonucu oluşan "n"
sayıda kromozom taşıyan hücrelere haploid
hücre denir.
haplom (İng. haplome) Bir gametin taşıdığı
kromozom miktarı.
haplomitoz (İng. haplomitosis) Özgül çekirdek
bölünmesi; özellikleri boğumlanmayla
gerçekleşen amitozu andırır.
haplont (İng. haplont) Zigotik kromozom sayısı
almaşı görülen organizma.
hapteron (İng. hapteron) Bir alg tallusunun kök
benzeri, dallanmış esas kısmı.
Harengula
(Lat.
Harengula)
Clupeidae
familyasından, ringaya benzeyen fakat
ondan daha toplu küçük balık. Avrupa
kıyılarında yaşar. Diğer türleri daha çok
Hint ve Pasifik Okyanuslarında bulunur.
hassas su alanı (İng. sensitive water areas) Ötrofik
olduğu belirlenen veya gerekli önlemler
alınmazsa yakın gelecekte ötrofik hale
gelebilecek doğal tatlı su gölleri, diğer tatlı
su kaynakları, haliçler ve kıyı suları, önlem
alınmaması
halinde
yüksek
nitrat
konsantrasyonları içerebilecek içme suyu
temini amaçlanan yüzeysel tatlı sular ve
daha ileri arıtma gerektiren alanlar.
haşlamlılar (Lat. Cnidaria) Bir hücrelilerden,
vücutlarında hareketi sağlayan kirpiğimsi,
titrek tüyleri veya beslenme işini gören,
çekmeleri olan, çoğu sularda yaşayan ve
ancak mikroskopla görülen hayvanlar sınıfı.
hava kirliliği (İng. air pollution) Toz, gaz, sis,
koku, duman yada buhar gibi kirleticilerin
insan, bitki ve hayvan yaşamına yada
maddi nesnelere zara verecek , yada
yaşamdan, maddi nesnelerden rahatça
yaralanmasına engel olacak miktar,
yoğunluk
ve
zamanda
atmosferde
bulunması.
hava kuşağı (İng. airshed) Belli bir yörenin
atmosfer kuşağı veya bölgesi.
hava yuvarı (İng. atmosphere) Yer yuvarını kuşatan
çeşitli gaz katmanlarından oluşan örtü,
atmosfer.
havers kanalları (İng. haversian canals) Kemik
matriksi içinde uzanan ve kan damarları ve
sinirleri içeren kanallar.
havuz balığı (Lat. Carassius auratus auratus, İng.
Goldfish)
Kemiklibalıklar
takımının,
Sazangiller familyasından bir balık türü.
Uzunluğu 10-25 cm. Anayurdu Çin’dir.
Kanallarda, bataklık sularında yaşar;
havuzlarda ve akvaryumlarda yetiştirilir.
Güzel kırmızı renkli olan bu balık sıcak
sularda
(havuz,
akvaryum)
rengini
muhafaza ettiği halde, soğuk sularda (dere,
göl) kırmızı rengini yitirir. Rengi kirli
beyaz renk alır. Bundan yapma olarak
küçük,
kırmızı-turuncu
ırklar
elde
edilmiştir. Süs balığıdır.
hayaletvatozlar (Lat. Mobulidae) Chondrichthyes
sınıfı, Myliobatoidei alttakımından, başta
besini ağıza ileten bir çift lob bulunan, ağız
büyük, dişler küçük, plankton ve küçük
balık sürülerini süzerek beslenen türleri
içeren bir familya. Şeytanvatozlar.
hekistoterm (İng. hekistotherm) Çok soğuk
bölgelerde gelişen bitkiler. Soğukçul bitki.
heksafil (İng. hexaphyllous) Altı yapraklı veya
sepalli.
heksagini (İng. hexagynous) Linnaeus sisteminde,
çiçeğinde altı dişi organ veya altı dişicik
borusu bulunan bitkileri kapsayan takımlara
verilen ad.
hektakotil kol (İng. hectocotylus tentacle)
Yumuşakçaların kafadan bacaklılarında
bulunan, sperm transferinde kullanılan
özelleşmiş tentakül.
hekzokinaz (İng. hexokinase) Hayvan dokularında,
mayalar ve mikroorganizmalarda bulunan
ve heksozların, özellikle glükozun glükoz
6- fosfat’a dönüşmesini sağlayan enzim
hekzos (İng. hexose) Altı karbonlu monosakkarit.
heleoplankton (Lat. heleoplankton) Göllerde
bulunan plankton. Küçük havuzların
planktonu.
helezon (İng. spiral) Kıvrımlı, yılankavi şekil.
helikaz (İng. helicase) DNA nın kopyalanması
sırasında DNA nın helik zincirini fermuar
gibi açan enzim.
helikospor (İng. helicospore) Salyangoz gibi
sarmal, genellikle bölmeli mantar sporu.
heliks (İng. helix) Sarım, kıvrım, helezon.
Heliozoa (Lat. Heliozoa) Kök bacaklılar sınıfına ait
güneşsiler (güneş hayvancıkları) takımı.
helmint (İng. helminth) Kurt, solucan.
helyograf (İng. heliograph) Güneşten yayılan ısı
miktarını ölçmeye yarayan alet.
hem cins (İng. fellow, equal, of the same kind) Bir
cinsten olan, aynı soydan olan.
hemal (İnh. haemal) Kan veya kan damarlarına ait.
hemal ark (İnh. haemal canal) Omurgalılarda kan
damarının geçmesine yarayan ventral
kemer.
hemal spina (İng. haemal spina) Omurgalıların
ventral çıkıntısı (kuyruk omurlarında).
hemati (İng. erythrocyte) Kanın hemoglobinle
renklenmiş al yuvarı.
hematik (İng. haematic) Kanla ilgili, kana ait.
hematofaj (İng. haematophagus) Canlı hayvan
kanıyla beslenen.
hematozoon
(İng.
haematozoon)
Hücresel
mikroparazitler.
hemibranş (İng. hemibranch) Balıkların solungaç
septumlarının bir yüzeyindekilere verilen
ad; yarım solungaç.
hemikriptofit
(İng.
hemicryptophyte)
Hibernasyonun önemli olduğu klimatik
zonlar için karakteristik olan çok yıllık
bitkilerdir. Toprak üstünde kalan organları
sıcak ve nemli mevsimlerde çabuk gelişir,
uygun olmayan mevsimlerde ise bu
organlar ölür; sadece uygun mevsimde
tekrar üreyebilen tomurcuklar kalır. Bu
gruba kriptogamlar, tatlısu karayosunları,
rozet bitkiler ve iki yıllık bitkiler
girmektedir.
hemiparazit (İng. hemiparazite) Klorofili ve
fotosentez yapabilen, üzerinde parazit
olarak yaşadıkları konak bitkiden yalnız su
ve suda erimiş maddeler alan.
hemodilusyon (İng. hemodilution) İçindeki
hücrelere ve erimiş maddelere oranla kan
plazmasındaki su miktarının arttırılması.
hemoglobin (İng. haemoglobin) 1. Eritrositlerin
oksijen ve karbondioksit ileten ve pH
ayarlanmasında yardımcı olan, kırmızı
renkte demir içeren protein pigmenti. 2.
Hayvanların kanına kırmızı rengi veren ve
oksijen taşıyan organik bileşik; alyuvarların
içinde bulunur.
hemoklazi (İng. hemoclasis) Kan plazmasının
fizyokimyasal durumunun bozulması.
hemolenf (İng. haemolymph) Bazı omurgasızlarda,
hemosöl adı verilen vücut boşluğu
içerisinde bulunan sıvı.
hemolitik (İng. haemolytic) Kan hücrelerine zarar
veren.
hemoliz (İng. hemolysis) Su emerek şişmeleri
sonunda
alyuvarların
bozulması,
hemoglobinin eriyerek hücre duvarından
dışarıya çıkması olayı.
hemopirol (İng. hemopyrrole) Kuvvetli bir asidin
hematine etkimesi sonucunda ortaya çıkan
oksijensiz bileşik.
hemosiderin (İng. hemosiderin) Hemoglobinin
yapısında bulunan demirli, sarı kahverengi
bir pigment.
hemosiyanin (İng. haemocyanin) Yumuşakça ve
bazı kabukluların kanlarında bulunan, kana
mavi renk veren, oksijenin taşınmasında rol
oynayan solunum pigmenti.
hemosöl (İng. haemocoel) Eklem bacaklılarda,
gerçek sölom boşluğu yerine bulunan ve
içinde solunum sıvısının dolaştığı vücut
boşluğu.
hepar (Lat. hepar, İng. liver) Karaciğer.
hepatik (Lat. hepatic) Kraciğere ait; karaciğerle
ilgili.
hepatit B (İng. hepatitis B virüs) Kan yoluyla
bulaşan ve karaciğer rahatsızlıklarına yol
açan bir tür virüs.
herbaryum (İng. herbarium) Özel şekillerde
kurutulup etiketlenmek suretiyle sistematik
olarak düzenlenmiş bitki örneklerinden
oluşan koleksiyon ve bu koleksiyonun
bulunduğu yer veya kurum.
herbasöz (İng. herbaceous) Otla ilgili ya da ot
özelliği taşıyan; odunsu olmayan. Otsu.
herbisit (İng. herbicide) Yabancı otlarla mücadele
için kullanılan ajanlar.
herbivor (İng. herbivorous) Bitki yiyen hayvan.
Otçul.
herkogami (İng. hercogamy) Çiçek tozlarının
tepecikte birikmesini önleyen ve böylece
çiçeğin kendi kendini döllemesini imkansız
kılan anatomik engel ve düzeneklerin tümü.
hermafrodit (İng. hermaphrodite) Çift eşeyli, her
iki eşeyin organlarını birlikte taşıyan, er
dişi, monoik.
hermafroditizm (İng. hermaphrodism) Aynı
organizmada hem erkek hem de dişi eşey
organlarının varlığı ile karakterize edilen
durum.
herpetoloji (İng. herpetology) Sürüngenleri ve daha
geniş anlamda amfibyumları inceleyen
zooloji dalı.
hertz (İng. hertz, hz) Saniyede bir devire eşit bir
frekans birimi.
heterodont (İng. heterodont) Çeşitli amaçlar için
farklılaşmış değişik biçimli dişlere sahip
olan.
heterofili (İng. heterophylly) Bir bitkinin çeşitli
zamanlarda birbirinden farklı tipte yaprak
taşıması hali.
heterofitizm (İng. heterophytism) Aynı sporlu bitki
üzerinde oluşan bütün dörtlü sporları
çimlendikten sonra yalnız bir çeşit gamet
meydana getiren organizmanın durumu.
heterogametlilik (İng. heterogamety) Bir kısmı
erkek, diğerleri dişi olmak üzere birbirine
eşit sayıda iki çeşit gamet oluşumu.
heterogami (İng. heterogamy) Anisogami; Yumurta
ve sperm gibi büyüklük ve yapı bakımından
ayrı iki gametin birleşmesiyle meydana
gelen üreme şekli.
heterogon (İng. heterogonic) Erkek ve dişi organları
iki ya da üç şekilli olan.
heterogoni (İng. heterogony) Ayrı eşeyli döl ile
erdişi dölün ve partenogenezle erdişi dölün
birbirinin arkasından gelmesi biçiminde
olan döl değişimi tipi.
heterojen (İng. heterogenous) Değişik karakterlere
yada yapılara sahip olan.
heteroksi (İng. heterauxis) İntizamsız ve benzersiz
üreme.
heteroksin (İng. heteroauxin) Oksijenle aynı
özellikleri gösteren, fakat sentez yoluyla
elde edilen madde.
heterolesit (İng. heterolecithal) Vitellüsü eşit
dağılmamış.
heterolizin (İng. heterolysin) Organizmaya giren
yabancı maddeyi tahribe elverişli madde;
bunu organizma meydana getirir.
heteromorf (İng. heteromorphose) Aynı türden
değişik çeşitleri bulunan.
heteromorfik (İng. heteromorphic) Farklı iki yapıya
sahip, farklı iki formda bitkiler.
heteronom
(İng.
heteronomous)
Bölütleri
birbirinden değişik yapılışta olan.
heteronom metamerizm (İng. heteronomous
metamerism)
Vücudu
oluşturan
segmentlerin, birbirinden farklı yapıda
olması.
heteroserk kuyruk tipi (İng. heterocercal fin)
Balıklarda vücudun arka ucu yukarıya
doğru kıvrılmış ve kuyruk yüzgecinin
dorsal kısmı ventral kısmından çok daha
fazla olarak uzamış kuyruk tipi.
heteroserkal (İng. heterocercal) Balıkta üst ve alt
lobları eşit olmayan kuyruk şekli.
heteroserk kuyruk yüzgeci (İng. heterocercal
caudal fin) Balıklarda vücudun arka ucu
yukarıya doğru kıvrılmış ve kuyruk
yüzgecinin dorsal kısmı ventral kısmından
çok daha fazla olarak uzamış kuyruk tipi.
Köpekbalıklarında gördüğümüz gibi kuyruk
asimetriktir. Kemikli balıklardan yalnız
kıkırdakpullular (Chondrostei) gerçek
heteroserk yüzgece sahiptir.
heterospor (İng. heterosporous) Mikrospor ve
makrospor gibi morfolojik ve eşey
bakımından farklı sporlar.
heterostil (İng. heterostilous) Dişicil boruların
uzunluğundaki eşitsizlik. Aynı türün
değişik çiçeklerinde stilüs’un değişik boyda
olması haline verilen ad.
heterotal (İng. heterothallic) Erkek ve dişi,
gametangları bir bitkinin ayrı dallarında
veya iki ayrı bitkide bulunan.
heterotrof
(İng.
heterotroph)
İnorganik
maddelerden
kendi
besinini
sentez
edemeyen ve bu nedenle ya ototroflar ya da
çürüyen maddeler üzerinde yaşamak
zorunda olan organizma (ardı beslek).
heterotrofik (İng. heterotrophic) İnorganik ham
maddelerden
organik
bileşikleri
üretememesi nedeniyle, ortamdan organik
bileşiklerin alınmasına gereksinim duyan.
heteroyid (İng. heteroid) Aynı birey üzerinde
bulunan ve değişik biçim gösteren.
heterozigot
(İng.
heterozygote)
Homolog
kromozomların karşılıklı
lokuslarında
belirli bir karakter için iki farklı alelin
bulunması.
heterozis (İng. heterosis) Birbiriyle ilgisi olmayan
soylara
ait
fertlerin birleşmesinden
meydana gelen yavruların hayatta kalmak
için
atalarından
daha
iyi
uyum
göstermeleri. Melez gücü.
Hg (İng. hg, mercury) Cıva’nın sembolü. Basınç,
çoğunlukla mm Hg şeklinde ifade edilir.
Uzunluğu milimetrelerle ölçülen bir cıva
sütununun yarattığı basınç 0°C de, l mm Hg
= 133.3 newton/ metrekaredir.
hibernasyon (İng. hibernation) Fiziki şartları
değiştirerek ve ecza kullanarak, sıcakkanlı
canlılarda, hücrelerin canlılığını ve
uyarılganlığını bozmadan metabolizmayı,
oksijen alımını ve vücut sıcaklığını
azaltmayı sağlayan yavaş yaşama durumu.
hibrit (İng. hybrid) Evrimsel biyolojide, İki tür
arasındaki bir melez. Genetikte, iki genetik
tip arasındaki bir melez.
hidatod (İng. hydatode) Bitkide suyu dışarı atmaya
yarayan mikroskobik bir organı ifade etmek
için Haberlant’ın uydurduğu kelime. Çok
nemli ortamlarda yaşayan bitkilerde
bulunan ve metamorfoza uğramış epiderma
hücrelerinin, tüylerden ve stomaya benzer
hücrelerden meydana gelmiş olan salgı
bezi.
hidralar (Lat. Hydrozoa) Örnek hayvanı hidra olan
selentereler bölümü.
hidrant (İng. hydranth) Hidralarda polip vücudunun
esas kısmı.
hidrasyon (İng. hydration) Elektriksel olarak yüklü
bir parçacığın çevresinde bir su küresinin
oluşması.
hidro (İng. hydro) Bileşiminde hidrojen veya suyun
bulunduğunu gösteren ön ek.
hidrobiyoloji (İng. hydrobiology) Hidrosfer
tabakasında ortam şartlarına göre çok farklı
karakterlerde oluşan biyotopları inceleyen
bilim dalı.
hidrofil (İng. hydrophille) Devamlı suda yaşayan
organizmalar.
hidrofili (İng. hydrophilia) Suya karşı büyük bir
kimyasal ilgi gösteren ve su ile kolayca
birleşen bazı molekül gruplarının özelliği.
Bazı koloidlerin az veya çok miktarda su
emme ve tutma özelliği.
hidrofilik (İng. hydrophilic) Su ya da diğer polar
moleküllerle hidrojen bağı oluşturan
çözeltiye kolaylıkla giren.
hidrofiller (İng. hydrophyles) Çok nemli ortamda
büyüyen bitkilerdir; ya tamamen sucul
olurlar ya da kökleri su veya çamur içinde
fakat gövde ve yapraklan su üzerinde
bulunur.
hidrofit (İng. hydrophyte) Yaşama ortamı su olan
bitkiler.
hidrofob (İng. hydrophobe) Suya karşı büyük bir
kimyasal ilgi göstermeyen, su ile kolay
kolay birleşmeyen bir molekül grubu için
kullanılır.
hidrofobi (İng. hydrophobia) Bir molekülün tümü
veya bir kısmı ile su arasında kuvvetli
çekimlerin veya kimyasal ilgililerin
bulunmaması sebebiyle ortaya çıkan
molekül özelliği.
hidrofobik (İng. hydrophobic) Ne iyonik ne de
polar olmayışı nedeniyle suda çözünmeyen
moleküller ile çözeltiye giremeyen.
hidrogami (İng. hydrogamy) Su aracılığıyla
tozlaşma.
hidrogenez (İng. hydrogenesis) Su kaynaklarının ve
akarsuların
araştırılmasını,
borularla
iletilmesini ve değerlendirilmesini konu
alan bilim dalı.
hidrografik
araştırma
(İng.
hydrography)
Denizcilik, mühendislik projeleri ya da
diğer amaçlarla kullanılmak üzere, bir su
oluşumunun fiziksel özellikleri ile ilgili veri
elde etmek için yapılan araştırma.
hidrojen bağı (İng. hydrogen bond) Genellikle en
azından birinin, bir hidrojen atomunun
elektronca daha negatif bir atoma
bağlanmasından oluşan iki polar molekül;
elektrostatik
olarak
birbirlerini
çektiklerinde oluşan zayıf bir kimyasal bağ.
hidrojen sülfür (İng. hydrogen sulfide) Organik
materyalin anaorebik koşullarda ayrışması
ile oluşan, çürük yumurta kokusunda,
renksiz ve son derce zehirli gaz. Hidrojen
sülfür ayrıca petrol rafinerilerinde, sülfür
arıtma
tesislerinde,
bazı
metalurjik
süreçlerde ve sülfür içeren bileşikler
kullanan çeşitli kimya sanayilerinde de
oluşur.
hidrojenik çökel (İng. hydrogeneus sediment, gley
sediment) Denizlerdeki çözünmüş haldeki
tuzların ortamın fiziksel, kimyasal etkisiyle
katı hale dönüşerek çökelmesiyle oluşan
çökeldir.
hidrojeoloji (İng. hydrogeology) Yer altı sularının
araştırılmasını ve elde edilmesiyle uğraşan
jeoloji kolu.
hidrokarbon (İng. hydrocarbon) Yalnızca karbon
ve hidrojenden yapılmış herhangi bir
bileşik.
hidroklimatoloji (İng. hydroclimatology) Maden
sularının veya ılıcaların ve iklimlerin
organizma
üzerindeki
etkilerini
ve
hastalıkların
tedavisinde
kullanılma
yollarını inceleyen tedavi bilimi.
hidroksil iyonu (İng. hydroxyl ion) OH- iyonu.
hidrolitik (İng. hydrolytic) Hidroliz yapan. Bir
bileşikteki belirli bazı bağların arasına su
girmesiyle bileşiğin parçalara ayrılması.
Hidroksil grubu ayrılan bileşiğin bir
kısmına, hidrojen atomu da öteki kısmına
katılır.
hidroliz (İng. hydrolysis) Bir molekülün kovalent
bağlarının su ile parçalanarak ayrılan
kısımların birine H diğerine OH grubunun
eklenmesi.
hidroloji (İng. hydrology) Hidrosferi inceleyen
bilim kolu.
hidrolojik döngü (İng. hydrologic circulation,
hydrologic
circulation))
Suyun
yeryüzünden, özellikle okyanuslardan,
buharlaşarak atmosfere geçmesi ve yağış
olarak yeryüzüne dönmesi şeklinde cereyan
eden tabii dolaşımıdır.
hidrometeor (İng. hydrometeor) Atmosferde
bulunan su buharının yoğunlaşması veya
donmasıyla meydana gelen sulu göktaşı.
hidrometri (İng. hydrometry) Su ile özellikle doğal
sular ile ilgili bütün konuları inceleyen
bilim.
hidromorf (İng. hydromorphic) Geçici veya sürekli
olarak suya doymuş bir toprak tabakası için
kullanılır.
hidroperoksidaz (İng. hydroperoxidase) Yüksek
bitkilerde, bakterilerde ve bazı hayvan
dokularında bulunan, hidrojen peroksdin
parçalanmasını katalize eden enzim.
hidroponik (İng. hydroponics) kökler besin
maddesi bakımından zengin sulu ortamda
büyütülürler. Topraksız bitki kültürü.
hidrosel (İng. hydrocele) Sıvı dolu kese.
hidrosfer
(İng.
hydrosphere)
Yeryüzünün
okyanuslar, göller ve ırmaklardan oluşan
bölümü. Su küre.
hidroskopi (İng. hydroscope) Yer altındaki suları
arayıp bulma işi
hidrostatik (İng. hydrostatic) 1. Basınç ve
akışkanların eşitliği ile ilgili olma. 2.
Sıvıların dengesini ve kaplar üzerine
yaptıkları basıncı inceleyen fizik dalı.
hidrotasyon (İng. hydration) İyonal örgüde
hareketsiz halde bulunan anyon ve
katyonların su molekülleri ile sarıldığında
hareketli hale geçmesi olayıdır.
hidroteka (İng. hydrotheca) Çanak biçimde
kitinden yapılma kılıf; selenterelerden hidra
topluluklarında besleyici polipler bunların
içinde bulunur.
hidrotermal (İng. hydrothermal) Sıcak maden suyu
kaynaklarına ait.
hidrotermal kaynaklar (İng. hydrothermal deposit)
Okyanusun derinliklerinde okyanus ortası
sırtında bulunan, sıcak ve mineral
yönünden zengin kaynak. Sıcak su
kaynakları.
hidrotimetri (İng. hydrotimetry) Bir suyun sertlik
derecesinin, yani bileşimindeki kalsiyum ve
magnezyum tuzlarının miktarını sabun
yardımıyla belirlenmesi.
hidroyidler (Lat. Cnidaria) Hidrozoonlar sınıfına
giren bir knidli. Hem polip hem medüz
dölü olan türleri içine alır. Genellikle
denizlerin kıyılarında bazen derinlerde
yaşarlar.
hidrozoon
(Lat.
hydrozoan)
Haşlamlıların
Hydrozoa sınıfına ait genellikle koloni
oluşturan organizma.
hidrozoonlar (Lat. Hydrozoa) Çok hücrelilerden,
sölentereler alt bölümünün, knidliler
filumuna giren bir sınıfı.
hif (İng. hypha) 1. Bir mantar miselyumunda
bulunan çok sayıdaki ipliklerden her biri. 2.
Sporların çimlenmesiyle oluşan ve birden
fazla çekirdek taşıyan, silindir şeklindeki
tüpsü iplikçikler.
hifalomiroplankton (İng. hypalmyroplankton) Acı
sularda bulunan plankton.
higrofil (İng. hygrophile) Nemli yerlerde yetişen bir
bitki için kullanılır.
higrofit (İng. hygrophyte) Nemli ve bataklık
yerlerde yaşayan, epidermaları ince çeperli,
büyük hücrelerden yapılmış, gözenekler
dışa doğru çıkıntılar teşkil etmiş bitkilerin
genel adı.
higroma (İng. hygroma) Kese, torba. Kist.
higro-megaterm (İng. hygro-megatherm) Sıcak ve
yağmurlu iklimde yetişen bitkiler olup,
ekvatoriyel ormanları teşkil ederler.
higroskop (İng. hygroscope) Nemli, skopain
gözlemek.
higroskopik (İng. hygroscopic) Nem çeker.
hilum (İng. hilum) Nişastanın ilk oluştuğu yer.
hipaksiyal kaslar (İng. hypaxial muscels) Balıklarda
gövde kaslarının horizontal bir septumla
ayrılan ventral kasları.
hipantium (İng. hypanthium) Çukur şeklinde olan
reseptakuluma (çiçek ekseni) verilen ad.
hiper (İng. hyper) Çok fazla; üst.
hiperkromi (İng. hyperchromia) Derinin aşırı
derecede renklendiği bütün haller için
kullanılan genel terim.
hiperlökositoz (İng. hyperleucocytosis) Akyuvar
sayısının normalin (milimetre küpte 8000)
üstüne çıkması.
hipermeri (İng. hypermeria) Çok hücreli bir
hayvanın vücudundaki ilkel bölütlerin
sayısında görülen anormal artış, bazen
selenterelerde, belirsiz bir şekilde de diğer
şubelerde (sırasıyla omurgalılarda vb.)
görülür.
hiperplasi (İng. hyperplasia) 1. Dokuda normal
hücre sayısının aşırı artışı. 2. Organ veya
dokuların gelişerek büyümesi halidir.
hipersensitivite (İng. hypersensitivity) Değişik tepki
gösterme durumu; anormal olarak artmış
duyarlılık.
hiperteli (İng. hyperthelia) Bazı organların faydalı
sınırı aşarak faydasız, hatta zararlı bir
dereceye kadar aşırı gelişmesi.
hiperterm kaynak (İng. hypertherm source) Çok
yüksek sıcak kaynak (70C ve üstü).
hipertoni (İng. hypertony, hypertonia) Molekül
yoğunluğu, bir organizmanın veya bir
hücrenin iç ortamındaki yoğunluktan üstün
olan eriyiğin durumu.
hipertonik (İng. hypertonic) Solut molekülü
konsantrasyonu daha fazla ve solvent (su)
molekülü konsantrasyonu daha az olan
çözelti;
karşılaştırılmış
olduğu
çözeltininkine göre daha büyük osmotik
basıncı vardır.
hipertrofi (İng. hypertrophy) Anormal uzama, aşırı
büyüme.
hipnotoksin (İng. hypnotoxin) Selenterelerin
dokunaçlarında ve yakalayıcı tellerinde
bulunan felç edici zehir.
hipo (İng. hypo) Az; noksan; alt; altında.
hipodermis
(İng.
hypodermis)
Omurgasız
hayvanlarda
üst
deriye,
omurgalı
hayvanlarda derialtı tabakasına karşılık
olan bir terim.
hipofiz (İng. hypophysis) Beyinde hipotalamusun
hemen altına yerleşmiş olan küçük bir
bezdir ve hipotalamusa ince bir sapla
bağlanır; ön lop embriyoda ağzın
tavanından dış büyümeyle, arka lop ise
beynin
tabanından
aşağıya
doğru
büyüyerek oluşur.
hipofizasyon (İng. hypophysation) Hipofiz bezi
ekstraktının balıklara deri altı, kas içi veya
karın boşluğu içerisine verilmesi işlemi.
hipogeal (İng. hypogeal, hypgean) 1. Çenek
yapraklarını toprağın altında bulunduran. 2.
Toprak yüzeyinin altında gelişen ya da
yaşayan.
hipojen (İng. hypogenous) Torak altında büyüyen.
hipokalsemi (İng. hypocalcemia) Kadaki kalsiyum
miktarının azalması.
hipoklorürasyon (İng. hypochloremia) Besinlerle
alınan klorürlerin miktarında azalma.
hipokon (İng. hypcone) Dinoflagellat hücrelerinin
alt veya üst kısmıdır.
hipokotil (İng. hypocotyl, embryo exis) Bir bitki
embriyosunun bir kısmı ya da fidenin,
kotiledon yapraklarının birleşme noktasının
altında kalan kısmı.
hipokritik Sıcaklığı ve basıncı kritik değerlerden
daha düşük değerlerde bulunan bir sıvının
durumu için kullanılır.
hipoksemi (İng. hypoxemia) Kanda oksijen
miktarının azalması.
hipoksi (İng. hypoxia) 1. Havada oksijenin
azalması, oksijensizlik. 2. Dokuların
oksijensiz kalması halidir.
hipolimniyon
(İng.
hypolimnion)
Göllerde
metalimniondan sonra gelen tabaka. Burada
dip suları +4°C ye ulaştğında değişim
göstermeyerek sabitleşir.
hipolökositoz (İng. hypoleukocytosis) Kanda lökosit
azlığı.
hipomeri (İng. hypomeria) Çok hücreli hayvanda
vücuttaki ilkel bölütlerin sayısındaki
anormal azalma.
hiponasti (İng. hyponasty) Bir bitki dalının alt
kısmından yukarıya doğru kıvrılarak daha
seri gelişimi, bir organın alt kısmında iç
sebeplerden dolayı fazla büyüme eğilimi.
hiponöston (İng. hyponeuston) Suyun yüzey
filminin hemen altında yaşayan ve pasif
olarak yer değiştiren yani yüzey filminin alt
tarafına asılı halde duran veya burada
zaman
zaman
tutunarak
yaşayan
organizmalar.
hipoplazi (İng. hypoplasia) Organ veya dokuların
gelişemeyerek küçük kalması halidir.
hipotalamus (İng. hypothalamus) Omurgalılarda
otonom
sinir
sisteminin
önemli
merkezlerini ve duyu merkezlerini içeren,
ön beyinin arka kısmı.
hipoterm kaynak (İng. hypotherm source) Soğuk
kaynak (0-18 C).
hipotermi (İng. hypothermia) Vücut sıcaklığının
normalin altına düşmesi.
hipotez (İng. hypostesis) Kontrollü deneylerle
denenebilen ve sonuca temel teşkil eden bir
varsayım.
hipotonik (İng. hypotonic) İzotonik sıvıdan daha
düşük osmotik basınca sahip olan sıvı.
Hippocampus hippocampus (Lat. Hippocampus
hippocampus) Denizatı.
hipural plak (İng. hypural bone) Kaudal yüzgeç
ışınlarının yapıştığı modifiye birkaç omur.
histiyoblast (İng. hystioblast) Olgunlaşmış bir
histiyosit,
süngerlerde
arkeositlerin
bölünmesiyle meydana gelerek vücut
hücrelerine değişebilme yeteneği olan
hücreler.
histiyosit (İng. histiocyte) Bağ dokusunun çok
bulunan gözelerinden birisi. Kuvvetli
fagositoz özellik gösterirler.
histogram (İng. histogram) Tabanları eşit,
yükseklikleri ise, gösterilecek miktarlarda
orantılı,
yan
yana
yerleştirilmiş
dikdörtgenlerden meydana gelen grafik.
histoloji (İng. histology) Canlı dokusunu
mikroskopik olarak inceleyen bilim dalı.
histon (İng. histon) Ökaryotik kromozomların
yapısal elementleri olarak iş gören ana bir
protein sınıfı.
hiyalin (İng. hyaline) Camsı, saydam.
hyalin kıkırdak (İng. hyaline cartilage) Saydam,
homojen mavimtırak beyaz renkli bir
kıkırdak.
hiyerarşi (İng. hierarchy) Taksonların, kapsamlıdan
sınırlıya doğru dizilimi (hayvanlar alemi 
tür).
hiyoid ark (İng. hyoid ark) Omurgalıların çenesinin
arkasının yakınındaki kemer. Dil yayı.
hiyoit kemiği (İng. hyoid bone) Ağzın tabanında dili
destekleyen kemik.
hiyomandibula (İng. hyomandibula) Hiyoid
kemerin dorsal elementi (kemik ya da
kıkırdak).
hiyostilik çene bağlantısı (İng. hyostylistic jaw
articulation) Balıkların çoğunda görülen
çene bağlantı şekli; üst ve alt çeneler her iki
tarafta bir uçları mandibulanın bir tarafına,
diğer uçları nörokraniyumla kenetleşir.
holarktik (İng. holarctic) Kutup bölgesine ait,
arktik bölgeye ait.
holdfast (İng. holdfast) Tipik bir algin alıcı ya da
tutucu kısmı.
holobiyotik (İng. holobiotic) Göç etmeyen balıklar.
holoblastik bölünme (İng. holoblastic cleavage)
Hücre
bölünmesinin,
yumurtanın
tamamında gerçekleşmesi.
holoblastik bölütlenme (İng. holoblastic cleavage,
holoblastic segmentation) Yumurtanın her
tarafında yer alan birden yer alan bölünme,
Vitelüsçe fakir yani oligolesit yumurtalarda
görülür
holobranş (İng. holobranch) Bir solungaç yayında
bulunan yaprakların iki sırasına verilen ad.
Tam solungaç.
Holocephali
(Lat.
Holocephali)
Kıkırdaklı
balıkların altsınıflarından denizkedileri.
hologenez (İng. hologenesis) Canlı varlıklarda ne
raslantıların ( değşinim gibi ) ne de çevreye
ilişkin değiştirici etkilerin sonucu olmayan
ve soyun evrim derecesine göre bireyin,
büyüme ve yaşlanma ile ulaştığı noktaya
kadar varan gelişme süresi.
holoparazit (İng. holoparasite) Bütün besini
üzerinde yaşadığı konak bitkiden alan
klofilsiz ve yaprakları pulsu gelişme
gösteren.
holoplankton (İng. holoplankton) Tüm yaşamları
süresince planktonik olma özelliklerini
koruyabilen
zooplanktonik
organizmalardan
oluşur.Bunların
tüm
yaşam
evreleri
pelajik
bölgede
geçer,benthosla ilişkileri yoktur,tamamen
planktoniktirler.
Holostei (Lat. Holostei) Kemik pullular üsttakımı.
holostilik çene bağlantısı (İng. holostylistic jaw
articulation) Kıkırdağımsı nörokraniyumun
palatoquadrat ile tamamen kaynaşmış
olması durumu.
holostom (İng. holostome) Tam ağızlı. Ağız açıklığı
oluklu değil de biteviye bütün olan
karındanbacaklı yumuşakçalar.
holotip (İng. holotype) Bir türün tanımına esas
alınan birey; tartışma halinde eğer varsa
ona başvurulur.
Holothuroidea (Lat. Holothuroidea) Deniz
hıyarları. Holotüritler.
homeostasis (İng. homeostasis) 1. Bir organizmada
fizyolojik ve psikolojik kararlılığın
sürdürülmesi yönündeki eğilim. 2. Her
canlı sistemde bulunan, kendi kendini
ayarlama ve bazı durumlarda onarım gücü
(kapasitesi).
homeotermik
(İng.
homeothermic)
Vücut
sıcaklığını kendisi düzenleyebilen. Sıcak
kanlı. Çevre sıcaklığı ne olursa olsun iç
sıcaklığı değişmeyen canlı varlıkların
durumu. Endotermik.
homin (İng. hominine) İnsan.
homodont (İng. homodont) Aynı şekilli dişlere
sahip olma.
homofitizm (İng. homophytism) Sporlu bitki
evresinde, bütün tetrasporları iki eşeyli
gametli bitki veya bir kısmı erkek gametli
bitki, bir kısmı dişi gametli bitki veren
bitkinin özelliği
homogam (İng. homogamous) Erkek ve dişi
organları aynı zamanda gelişen çiçek
durumu.
homogamet (İng. homogamete) Birleşen ve
birbirine benzeyen gametlerin her biri.
homograft reaksiyon (İng. homograft reaction)
Aynı türden fakat farklı genotipteki bir
organizmadan
alınan
bir
aşılama
dokusunun aşılanan organizma tarafından
reddedilmesi.
homoiyosmotik (İng. homoismotic) Bazı su
hayvanlarının osmotik basınçlarının sabit
olması, yani dış ortam ne olursa olsun
hipertonik veya hipotonik durumunu
saklayabilmesi.
homoiyoterm (İng. homoiotherm, endotherm) 1. Az
çok sabit bir vücut ısısına sahip olan;
sıcakkanlı. 2. Sıcakkanlı hayvanlar.
homoiyotermik (İng. homoeothermic) Vücut
sıcaklığı sabit olan hayvanlar; çevre
sıcaklığındaki değişmelere karşın vücut
sıcaklığı değişmeyen kuş ve memeli gibi
hayvanlar. Sıcakkanlı hayvanlar.
homojen (İng. homogenous) 1. Bir canlı hücre
parçasındaki
hücre
çeperlerinin
bozulmasıyla
elde
edilen
homojen
görünüşlü madde. 2. Bütün birimleri aynı
yapıdaki, aynı nitelikte olan.
homolog (İng. homolog) Aynı karakterlerden
sorumlu genleri taşıyan kromozomlar,
farklı organizmalardaki karakterler için.
Ortak bir atadan kalıtılmış karakter.
homolog kromozom (İng. homolog chromosome)
Biri anneden, diğeri babadan gelen aynı gen
çiftine sahip kromozomlar.
homolog yapılar (İng. homolog structures) Çeşitli
hayvanlardaki ortak ilkel bir yapıdan
gelişen, yapı planı ve gelişmede benzerlik
gösteren yapılar.
homomorf (İng. homomorphous) Aynı şekil ve
boyda olan, benzer kısımlardan meydana
gelen.
homonom (İng. homonomous) Bölütleri birbirinin
aynı yapılışta olan.
homonom metamerizm (İng. homonomous
metamerism) Vücut bölümlerinin birbirine
eş bölmelerden oluşması.
homoserk (İng. homocercal) Kuyruk yüzgecinin
çatalları bakışımlı olan. Bu çeşit balıkların
kuyruk yüzgeci difiserk balıklarınkine
benzer, fakat onlarınkinden farklı olarak
omurga yüzgecin dibinde sona erer ve
yanız yüzgecin üst çatalında, çukur
şeklinde bir kemik parçası halinde devam
eder.
homoserk kuyruk yüzgeci (İng. homocercal caudal
fin) Kemikli balıkların büyük bir kısmında
bulunur. Dış görünüşü itibariyle bilateral
simetriktir. Üst ve alt lobları eşit olan
kuyruk.
homoserkal (İng. homocercal) Alt ve üst parçalan
eşit olan kuyruk şekli.
homospor (İng. homospor, isospor) Yosun ve
eğreltilerde morfolojik olarak birbirinin
aynı olmakla birlikte, eşey fonksiyonları
negatif, pozitif biçimde olan sporlar,
izospor.
homotal (İng. homothal) Erkek ve dişi
gametangiyumları aynı bitki veya lif
üzerinde olan (mantar ve su yosunları hk.).
homotalizm (İng. homotallism) Aynı gametli
bitkinin,her iki cinse ait üreme organlarını
meydana getirmesi.
homoterm (İng. homotherm) Eşit ısılı; eşit ısı.
homozigot (İng. homozygote) 1. Genlerin biribirine
benzeme
durumu.
2.
Homolog
kromozomların karşılıklı
lokuslarında
belirli bir karakter ya da bütün karakterler
için aynı alel çiftinin bulunması.
horizontal (İng. horizontal) Yatay.
hormomorfoz (İng. homomorphosis) Morfolojik
olarak benzer iki hayat devresine sahip
bitkilerdir.
hormon (İng. hormone) 1. Endokrin bezlerinin
salgısı. 2. İç salgı bezleri tarafından
meydana getirilen sonra da difüzyonla ya
da kan dolaşımıyla diğer kısımlardaki
hücrelere taşınarak onların aktivitelerini
düzenleyen maddeler.
hortum (İng. proboscis, trunk) Böcek, yumuşçalar,
halkalı kurt ve nemertinlerin başında
bulunan, boru biçiminde uzamış ağız veya
burun kısmı.
hortumağızlıgiller (Lat. Fistulariidae) Omurgalı
hayvanlarda Balıklar sınıfının Kemiklibalıklar takımının, Geri-kemikli-omuzlular
(Catosteomi) alt takımına giren bir
familyası. Vücutları ince, uzun olup,
ağızları boru biçimini almıştır.
Huet metodu (İng. Huet’s method) Gölün hektar
olarak ortalama alanının, 1 ile 10 arasında
değişen biyojenik kapasite değerleri ve su
sıcaklığı, pH ve populasyon tipine göre
değişen
katsayının
gölün
yıllık
verimliliğini, kg/ha olarak tesbit etmeye
yarayan metottur.
humus (İng. humus) Yaprak, ağaç, kök saman gibi
bitkisel maddelerin çürümesinden meydana
gelen esmer veya koyu renkte organik
toprak.
humus çamuru (İng. humus layer) Biyolojik süzme
işleminden sonra oluşan ve son çökeltme
havuzunda
toplanan,
içinde
mikroorganizmaların bulunduğu çamurdur.
humuslaşma (İng. humidification) Toprağa dökülen
yaprak ve meyvelerin, ölmüş bitki ve
hayvanların veya canlılar tarafından dışarı
atılan
kalıntıların,
bir
takım
mikroorganizmalar
tarafından
parçalanması, çürümesi.
hunimsi (İng. infundibulum) Biçimi huniyi andıran,
taç yaprakları bitişik, düzgün ve borumsu
çicekler için kullanılır.
hücre dışı sindirim (İng. extracellular digestion)
Büyük moleküllü besinlerin, hücrelerin
dışarıya verdikleri salgılar ile hücre içine
alınmadan, yapı taşlarına ayrılması.
hücre döngüsü (İng. cell cycle) Mitozla başlayıp
mitozla biten hücresel olaylar döngüsü.
hücre içi sindirim (İng. intracellular digestion)
Büyük moleküllü besinlerin, hücre içerisine
alınarak, hücre içinde yapı taşlarına
ayrılması.
hücre kuramı (İng. cell thory) Canlıların hücre ve
hücre ürünlerinden oluştuğunu, yeni bir
hücrenin kendinden önce mevcut olan bir
hücreden oluştuğunu, kimyasal bileşen ve
işlev bakımından birbirine benzediğini,
organizma faaliyetinin bağımsız hücre
birimlerinin etkileşiminin sonucu olduğunu
ifade eden kuram.
hücre öz suyu (İng. cellulary juice) Bir hücre
vakuolünün akışkan içeriği.
-IIAA (İng. indoleacetic acid) Bitkilerde büyümeyi
teşvik eden bir çeşit hormon. İndol asetik
asit.
ınfranöston (İng. infraneuston) Yüzey filminin
altında bulunan organizmalar.
Insecta (Lat. Insecta) Böcekler.
ırk (İng. race, subspecies) Türün alt birimlerinden
biri. Bir ya da daha fazla gen frekansı
bakımından başka populasyonlardan farklı
olan bir populasyon; bir türün bazı
morfolojik
ve
fizyolojik
özellikler
bakımından ayrılmış olan bir alt grubu.
ırmak (İng. river) Oldukça belirli bir yatak içinde,
devamlı veya aralıklı olarak okyanus, deniz
veya göllere, karalardaki çukurlara,
bataklık veya diğer su yataklarına doğru
akan sudur. Nehir.
ırmak
inci
midyesi
(Lat.
Margaritana
margaritifera) Yumuşakçalar (Mollusca)
şubesinin,
yassı
solungaçlılar
(Lamellibranchiata) sınıfından derelerde
bulunan, incisi makbul sayılmayan bir tür.
ırmak taşemeni (Lat. Lampetra fluviatilis, İng.
River
lamprey)
Yuvarlak
ağızlılar
(Cyclostomata)’dan
taşemengiller
(Petromyzontidae) familyasından, 50 cm
kadar uzunlukta olabilen, dişleri iç içe iki
çember üzerinde dizili olup, yumurtlamak
için toplu halde ırmaklara geçen, Avrupa,
Kuzey Amerika ve japonya’da yaşayan bir
tür.
ırmak yunus balığıgiller (Lat. Platanistidae)
Memeliler (Mammalia) sınıfının, balinalar
(Cetacea)
takımının,
dişli
balinalar
(Odontoceti) alt takımından, ağızları ince
ve yassı bir biçimde uzamış, dişleri çok, sırt
yüzgeçleri körelmiş türlere sahip bir
familya.
ısı kapasitesi (İng. heat capacity) Bir cismin
sıcaklığını 1˚ C arttırmak için gerekli ısı
miktarı.
ısıl kirlenme (İng. thermal pollution) Soğutma
sularının yüzeysel sulara deşarjı sonucunda
ortaya çıkan sıcaklık artışı.
ıskarmoz (Lat. Sphyraena sphyraena, İng.
European barracuda ) Kemikli balıklar
takımının, Kefalgiller familyasından bir
balık türü. Uzunluğu 1 m. Hamsi, sardalya,
uskumru, kolyoz gibi küçük balıklarla
beslenir. Atlantik Okyanusu ve Akdeniz’de
yaşar..
ıslah (İng. breeding, improvement) Bitki yada
hayvanlarda türün iyileştirilmesi işlemi.
Isopoda (Lat. Isopoda) Eş ayaklılar.
ıstakoz (Lat. Homarus vulgaris, İng. lobster)
Astacura grubunun, kabuklular sınıfından
denizde yaşayan, büyük kıskaçlı, on ayaklı,
bir eklem bacaklı. Yengece benzeyen fakat
onlardan iri olan bu hayvanların birinci çift
bacaklarının ucunda yengeçlerinki gibi çok
iri kıskaçlar bulunur. Rengi koyu yeşil,
koyu mavi ise de pişirildiği zaman kırmızı
olur. 30-35 cm uzunluğunda ve 5 kg
ağırlığında olanları da vardır. Kuzey yarım
küre denizlerinde, kayalık kıyılarda iki türü
iyi bilinir. Bunlardan H. vulgaris sarı
benekli morumsu veya yeşilimsi güzel mavi
renktedir; boyu 35-50 cm.’yi geçmez.
Türkiye denizlerinde, özellikle Boğaziçi ve
Marmara’da oldukça çoktur.
ışık veren organ (İng. luminescent organ) Çeşitli
hayvanlarda bulunan ve ışık çıkaran organ.
ışın yüzgeçliler (Lat. Actinopterygii) Yüzgeçleri
normal biçimde, yani dipleri birkaç parçaya
bağlı yan yana kılçıklar halinde bulunan
kemikli balıklar alt sınıfı. Bunlar
iskeletlerinin kemikleşme derecesine göre
mersin balıkları, tüm kemikliler ve
tükelağızlılar diye üç takıma ayrılır.
ışınlılar (Lat. Radiolaria) Bir hücreli hayvanlardan
Kökayaklılar sınıfının bir takımı. Vücutları
küre biçiminde olup bir iç kapsülleri vardır.
Delikli olan kapsülün iç çekirdekli
sitoplazmayı, dışı birçok kofulları kapsar.
Denizlerde pelajik yaşarlar. Kontraktil
kofulları yoktur. Çoğunlukla SiO2 den
yapılmış bir iskeleti vardır. Bir hücreli
alglerle ortak yaşarlar.
ışınsal (İng. radial) Bir merkezden çevreye uzanan
eksenlere göre simetri durumu.
ışınsal kanal (İng. radial canal) 1. Medüzlerde
mideden uzanan ve çember kanalla birleşen
dört kanaldan her biri. 2. Derisi dikenlilerde
su kanal sisteminin bir kısmı olan ve
çember kanallara ayrılan kanallardan her
biri, radyal kanal.
ışınsal kesit (İng. radial section) Bir yarıçap
boyunca uzunlamasına kesit.
ışınsal simetri (İng. radial symmetry) Vücut
kısımlarının, bir düzlemin iki yanından
ziyade merkeze bir eksen çevresinde
düzenli olarak sıralandığı (hayvanlarda
ağız-anüs ekseninde uzanan) bir simetri
tipi.
-İiç asalak (İng. endoparasite) Bir hayvan veya
bitkide çeşitli dokuların içinde yaşayan
asalak; diğer bir organizmanın içinde
yaşayan asalak.
iç buzul (İng. continental glacier) Birbirine bağlı,
bulunduğu bölgeyi boydan boya örten
buzullar.
iç çevre (İng. internal environment) Çok hücreli
organizmalarda her hücrenin içinde
bulunduğu temel kimyasal maddelerle dolu
sulu ortam.
iç deniz (İng. inland sea) Tamamen veya kısmen bir
veya birkaç devletin topraklarıyla çevrili
olan denizler veya deniz diye anılan göller.
iç deri (İng. endoderm) 1. Gastrulanın iç tabakası;
hayvanlarda
sindirim
ve
solunum
kanallarının iç yüzünü ve sindirim
kanallarına bağlı bezleri astarlayan örtü
dokusu. 2. Bitkilerin kök, sap ve
yapraklarında kabuğun iç kısmı.
iç döllenme (İng. internal fertilization) Erkek ve
dişi eşey hücrelerinin vücut içinde
birleşmesi ile meydana gelen döllenme tipi.
Erkek bireyin spermleri, belirli yapılar
yardımıyla dişi vücuduna aktarılır ve
dişinin vücudu içerisinde yumurta hücresini
döller.
iç iskelet (İng. endoskeleton, internal skeleton)
Omurgalı hayvanların vücudunun iç
tarafında bulunan destek yapıları, kemik,
kıkırdak.
iç plazma (İng. endoplasma) Bir hücreli canlılarda,
protoplazmanın iç veya orta bölgesi.
Sitoplazmanın ektoplazma ile tonoplast
arasında kalan ve granüler yapı gösteren
kısmı.
iç sahil bölgesi (İng. tidal zone) Gel-git mesafeleri
arasında kalan bölgedir.
iç salgı (İng. endocrine) Vücuttaki salgı bezlerinin
doğrudan doğruya kana karışacak şekilde
çıkardıkları salgı.
iç salgı bezi (İng. endocrine gland) Salgısını bir
kanal aracılığı olmaksızın doğrudan kana
veren bezlerden herhangi biri. Endokrin
bez.
iç solunum (İng. internal respiration) Vücut sıvısı
ile dokular arasında olan gaz değişimi.
iç sular (İng. freashwater) Denizler ve okyanuslar
dışında yeryüzündeki tüm su kaynakları.
içfauna (İng. infauna) Dip sedimentlerde yaşayan
bentik organizmalar.
içgüdü (İng. instinct) 1. Bireyin önce geçirmiş
olduğu deneye bağlı olmayan ve genetik
olarak belirlenmiş davranış ya da tepki tipi.
2. Davranışa rehberlik eden ve yönlendiren,
kalıtılabilir, genetiksel olarak belirlenmiş
sinir devresi.
idyotrofik (İng. idiotrophic) Yaşayan hücrelerin
kendi kendilerine beslenebilmelerine ait.
iğ ipliği (İng. spindle) Kromozomların mitoz ve
mayozda bağlandığı ipliksi mikrotübüler
yapı.
iğne balığı (Lat. Carapus acus, İng. Pearl fish)
Kemikli balıklar takımının, iğne balığıgiller
familyasından bir balık türü. Karın yüzgeci
yoktur. Vücudu çıplak ve pulsuzdur. Art
kısmı ince ve ucu sivri bir kuyruk
biçiminde uzamıştır. Deniz hıyarlarının
sindirim boşluğuna ve su ciğerlerine
gömülerek veya inci istiridyelerinin
çenetleri arasında yaşar. Atlantik Okyanusu
ve Akdeniz’de bulunur.
iğne balığıgiller (Lat. Fierasferidae) Omurgalı
hayvanlarda balıklar sınıfının, Kemikli
balıklar takımının Benzemez omuzlulular
(Heteromi) alt takımına giren bir familyası.
Vücutları kuyruk gibi uzamıştır. Karın
yüzgeçleri bulunmaz. Pulsuzdurlar. Anüs
gırtlağın altındadır. İğne balığı (Fierasfer
acus) türü iyi bilinir.
iğnelivatoz (Lat. Dasyatis pastinaca, Common
stingray) Chondrichthyes sınıfı, Rajiformes
takımı Myliobatoidei alttakımından, 130
cm kadar uzunlukta, kuyruğunun uzunluğu
genişliğine eşit, gövde diskinden daha
uzun, zehirli, Akdeniz'de bulunan bir tür.
iğnelivatozlar (Lat. Myliobatoidei) Chondrichthyes
sınıfı, Elasmobranchii altsınıfı, Rajiformes
takımından, kuyruk kökü civarında, çok
defa sırt tarafında, bir iğne taşıyan ve
iğnenin dibinde bir zehir bezi olan bir
alttakım.
ihtiyokol (İng. ichthyocol) Bazı mersin balıklarının
(Huso huso) hava keselerinden üretilen bir
çeşit tutkal.
ihtiyolamonyum (İng. ichtyolammonium) Balık
fosili bakımından zengin bitümlü şistlerin
kuru damıtılmasıyla elde edilen saf ürünün
sülfürik asitle işlenip daha sonra amonyak
çözeltisiyle yansızlaştırılmasından elde
edilen madde.
ihtiyoloji (İng. ichthyology) Zoolojinin balıklarla
ilgilenen bölümüdür. Balıkları tüm
yönleriyle inceler.
iki değerli (İng. double bound, bivalent) Birleşme
değeri iki olan maddeler için kullanılır.
iki evcikli (İng. dioecious) Erkek ve dişi çiçeklerin
ayrı ayrı bireyler üzerinde bulunan bitkiler.
Dioik.
iki evciklilik (İng. dioicity) İki evcikli yani erkeği
ve dişisi apayrı olan bitkilerin durumu.
iki kabuklular (Lat. Bivalvia) Çift kabuklu
yumuşakça.
iki yaşamlılar (Lat. Amphibia) Omurgalılar dalının,
kurbağa ve semenderleri içine alan, balıklar
ile sürüngenler arasında birçok karaktere
sahip,
soğukkanlı,
larva
evresinde
metamorfoz geçiren, larvaları solungaçla,
erginleri akciğerlerle solunum yapan,
doğuran türleri de bulunan, bazıları zehirli,
küçük boylu ve çıplak derili türleri içine
alan bir sınıf. Amfibiler.
ikili adlandırma (İng. binominal nomenclature) İlk
kez Linnaeus tarafından teklif edilen bir
türün iki adla adlandırılması ilkesi.
Binominal nomenklatür.
ikinci tüketiciler (İng. autotroph) Birinci
tüketicileri yiyen organizmalar, etobur
hayvanlar.
ikincil ağızlılar (Lat. Deuterostomia) Çok
hücrelilerden
(Metazoa),
sölomlular
(Coelomata) alt bölümünden, gelişmeleri
sırasında embriyoda meydana gelen ilk ağız
(blastopor) ergin hayvanın anüsünü
oluşturan, ağız ventralinde ön uca yakın bir
yerden ikincil olarak meydana gelen veya
ilk ağız tüm olarak meydana gelen veya ilk
ağız tüm olarak kapanıp ergin hayvanda
hem ağız hem de anüs yeniden oluşan bir
grup.
ikincil arıtma (İng. secondary refining) Kentsel
atıksuların,
Kentsel
Atıksu
Arıtma
Yönetmeliği’nde yer alan Tablo 3.2.’deki
şartları sağlayacak şekilde birincil arıtmaya
ilave olarak biyolojik arıtma veya diğer
proseslerle arıtılması.
ikiztür (İng. sibling species) Üreme bakımından
yalıtılmış; fakat yapısal olarak birbirine
benzeyen türler.
iklim (İng. climate) Bir bölgeye özgü ısı, rüzgar,
nem oranı ve benzeri hava koşullarının
uzun yıllara ait ortalama değeri.
iklimlendirme (İng. acclimation) Bir yerin iklim
koşullarına
alışma
veya
alıştırma.
Akklimasyon.
ileri arıtma (İng. ultrapurification, advanced
treatment) 1. Biyolojik arıtma sonrası atık
suyun kalitesini arttırmak için kullanılan
fiziko-kimyasal süreçlerin tümü. 2. Klasik
arıtma yöntemlerinin dışında kalan iyon
değişimi, filtrasyon ve membran gibi
sistemlerden oluşan arıtma teknikleri.
iletim demeti (İng. vascular bundle) Bitkilerde
organik ve inorganik besin maddelerinin
iletiminin yapıldığı odun ve soymuk
borularından oluşan yapılar.
iletim dokusu (İng. vascular system) Bitkilerde
ksilem ve floem, hayvanlarda ise kan ve
lenf gibi iç taşıma ile ilgili doku.
ilk ağız (İng. blastophore) Blastopor.
ilk evre (İng. prophase) Mitoz bölünmesinin birinci
evresi; bu evrede kromozonlar ve
santrozom değişikliğe uğrar, iğ iplikleri
yoktur.
ilk tüketiciler (İng. primary consumers, herbivores)
Bitkileri yiyen organizmalar.
ilkel kemikli balıklar (İng. Holostei) İyi gelişmiş
kemik iskeletleri olan, yapı bakımından
kemikli balıklara yakın olan bir üst takım.
ilkel solucanlar (Lat. Scolecida) Çok hücreli
hayvanlardan
Birincil
ağızlılar
(Protostomia) filumunun bir dalı. Bölütleri
henüz meydana gelmemiştir. Bağırsakla
vücut duvarı arasındaki boşluk birincil
karın boşluğuna karşılıktır. İkincil karın
boşluğu yalnız eşeylik organlarında
bulunur. Boşaltım organları protohefridyum
tipidir. Sudan kara hayatına geçmişlerdir.
Bazıları
asalaktır.
Yassıkurtlar
(Plathyhelminthes),
Yuvarlak
kurtlar
(Aschelminthes)
ve
Nemertinler
(Nemertini) 3 büyük sınıfını meydana
getirir.
ilkel yumuşakçalar (Lat. Amphineura) Çok hücreli
hayvanlardan Birincil ağızlılar filimunun,
Yumuşakçalar dalına giren bir sınıfı. Sinir
sistemleri iki çift sinir şeridinden meydana
gelir. Yapıları ilkeldir. Kiton (Chiton) iyi
bilinen cinsidir. İlkel yumuşakçalar iki
takıma
ayrılır.
Polyplacophora
ve
Aplacopora.
Birinci
takımındaki
yumuşakçalarla gövde uzun, karın tarafı
yassı ve geniş, sırt taraf kabarıktır; vücut,
kavkı yerine geçen ve eklemli sekiz kalkerli
plaka taşıyan bir örtenekle örtülüdür; bu
plakalar, hayvanın tesbih böceği gibi tortop
olmasını sağlayacak şekilde ve kiremit
biçiminde üst üste biner. Kayalar üzerinde,
su yosunları arasında sürünen bu hayvanlar,
yalnız denizde yaşar ve bitkilerle beslenir;
bir kısmı 4000 m.ye kadar derinliklerde
bulunur. 40 türü bilinir. En ilkel sayılan
ikinci takımındaki yumuşakçalar ise
solucana benzer; bunlarda kaklı yoktur;
vücut, kalker dikenlerle kaplı bir örtenekle
örtülüdür. Ayak gelişmemiş veya yoktur.
Yalnız iki familyası vardır; Neomeniidae
familyasından olanlar etçil hayvanlardır;
30-100 m seyrek olarak da 500 m.
derinlikte çamurlu diplerde, mercan ve
hydra kolonileri arasında yaşar ve bunlarla
beslenir. (Avrupa denizlerinde 40 kadar
türü vardır); Chaetodermatidae familyasının
biricik cinsi, uzun, ayaksız, solucan gibi bir
hayvan olan Chaetoderma’dır.
imago (İng. imago) Bir insektanın gelişmesinin
yetişkin dönemi.
imbrikat (İng. imbricate) Balık sırtındaki pullar
yada çatı kiremitleri gibi üst üste gelmiş
yapılar.
immatür (İng. immature) Seksüel olgunluğa
ulaşmamış.
immatür kemik (İng. immature bone) Primer
kemik.
immün sistem (İng. immune system) Bağışıklık
sistemi.
immünoglobulinler (İng. immunoglobulins) IgM,
IgG, IgA, IgD ve IgE olarak belirtilen, kan
serumunda, diğer vücut sıvılarında, çeşitli
organ ve dokularda bulunan, antikor
özelliğine sahip proteinler.
immünojen (İng. immunogen) İmmün cevabı
uyaran herhangi bir madde veya bağışık
yanıta
neden
olan
herhangi
bir
mikroorganizma.
immünoloji (İng. immunology) Organizmanın
hastalıklara karşı direnç gösteren bağışıklık
sistemini inceleyen bilim dalı.
immünolojik
tolerans
(İng.
immunologic
tolerance) Bir organizmanın, genetik olarak
farklı
bir
organizmadan
nakledilen
hücreleri
kabul
edebilme
yeteneği;
organizmanın belli bir antijene tepki
gösterme kapasitesi geliştirmesinden önce
oluşan sonuçlar; bundan sonra reaksiyon
gösterme
yeteneğinin
ortaya
çıkışı
gecikebilir ya da sonsuza dek ertelenir.
implantasyon (İng. implantation) Vücudun bir
bölgesine bir parça ya da dokunun
yerleşmesi; örneğin, gelişmekte olan bir
embriyonun uterusun epitel tabakasına
(endometrium) tutunması.
impuls (İng. impulse) uyarı, uyartı, iti, tepki.
in situ (İng. in situ) Doğal ya da orijinal
pozisyonunda.
in vitro (İng. in vitro) Hücelerin, dokuların,
organların ait oldukları organizmaların
dışında
yapay
ortamlar
içinde
yetiştirilmeleri veya bulunmaları.
in vivo (Lat. in vivo) Ait olduğu hücre veya
organizma içerisinde yapılan deney.
inaktif (İng. inactive) İşlevsiz, çalışmayan.
ince ayar odaklama düğmesi (İng. fine adjustment
focus knob) Yüksek büyütmeli mercekler
için gereken çok ince odaklama ayarı
yarayan, mikroskop üzerindeki odaklama
düğmesi.
inci balığı (Lat. Alburnus alburnus, İng. Bleak)
Kemikli balıklılar takımının, Sazangiller
familyasından tatlı su balığı. Göl ve
nehirlerde sürüler halinde yaşayan, 18-20
cm boyunda bir balık olup anüs yüzgeci
uzun, alt çenesi üst çenesinden biraz
ileridedir. Üzeri parlak gümüş renginde
pullarla kaplıdır. Akbalık da denen A.
alburnus adlı türünün uzunluğu 12 cm olup
Avrupa ve Anadolu ırmaklarında yaşar. Eti
pek makbul değildir. Özellikle inci
sanayinde yararlanılır. Bu balığın pulları
amonyağa konunca üzerindeki guanın
kristalleri serbest hale geçer. Bunlar alkole
konarak’balık gümüşü’ adıyla piyasaya
çıkarılır. Camdan yapılan inciler içten bu
maddeyle sıvanınca gerçek incilere benzer.
İnci balığı Türkiye göl ve nehirlerinde
yaygındır. Nisan ve mayısta göllere geçer,
derin otlu yerlerde yumurtlar.
inci gurami (Lat. Trichogaster leeri, İng. Pearl
gourami) Mozayik gurami.
inci kefali (Lat. Alburnus tarichi, İng. Tarek)
Kemikli
balıklardan,
sazangiller
(Cyprinidae) familyasından, boyu 20 cm
olabilen, ekonomik öneme sahip bir tür.
indikatör (İng. indicator) Belirleyici. Bazı
durumlara karşı hassasiyet göstererek ya da
cevap oluşturarak, o durumlar hakkında
ipucu veren.
indikatör plankton (İng. indicator plankton) Suyun
kalitesi, besin durumu ve balıkların
kümelenmesi ve dağılımları hakkında bilgi
veren planktondur.
indikatör türler (İng. indicator species) Bir
ekosistemde, küçük çevresel değişimlere
özellikle duyarlı olması itibariyle, çevre
koşulları konusunda bilgi sağlayan ve
çevresel tehlikelerle ilgili erken uyarılarda
bulunan türler.
indirgen (İng. degradative) Kimyasal olaylar
sırasında oksit halindeki cisimlerin oksijeni
alma, daha düşük bir oksitleme derecesine
indirgeme özelliğinde olan madde.
indüksiyon (İng. induction) Organizatör ya da
başka bir dokunun etkisi aracılığıyla gelişmekte olan embriyonun bir dokusunda
özel morfogenetik bir etkinin meydana
getirilmesi.
inferiyör (İng. inferior) Alt, aşağı, altında bulunan,
daha altta bulunan.
inflamasyon (İng. inflammation) İltihaplanma.
inflüoresans (İng. inflorescence) Bir bitkide özel
olarak bir araya gelen çiçeklerin meydana
getirdiği yapı. Çiçek durumu.
infra (İng. infra) Altında, aşağıda, bir şeyin altında
bulunan.
infraoral
(İng.
infraoral)
Ağzın
altında;
Agnatha'larda ağız açıklığının altındaki
disk.
infraplankton (İng. infraplankton) 200-300 metre
ile 600-700 metreler arasında bulunan
planktondur.
infundibulum
(İng.
infundibulum)
Bazen
Taraklılarda yutak olarak da adlandırılan
gradyal
kanallardan
orijinini
alan
gastrovasküler boşluğun parçası.
inhibisyon (İng. inhibition) Enzim aktivitesinin
yavaşlatılması veya yok edilmesi olayı.
inhibitör (İng. inhibitör) Kimyasal reaksiyonları
yavaşlatan veya durduran maddeler.
inklinatör kas (İng. inclinator muscle) Bağlı olduğu
kemiklerin hareketini sağlayan kas.
inkübasyon
(İng.
incubation)
Embriyodan
yavrunun meydana gelişine kadar geçen
evre.
inorganik bileşik (İng. inorganic compound)
Karbona dayalı olmayan bir kimyasal
bileşik.
inorganik madde (İng. inorganic matter)
Canlılardan elde edilmeyen ve canlıların
yaşadığı çevrede bulunan maddeler
(karbondioksit, su, tuz vs.).
insan ekolojisi (İng. human ecology) Bireylerin ve
insan topluluklarının kendi çevreleriyle
olan ilişkisini inceleyen ekoloji dalı.
insekt (İng. insect) Böcek.
insektivor (İng. insectivore) Böcekler ile beslenen
canlılar.
insisiv (İng. incisive) Kesen, kesici.
insolasyon (İng. insolation) Güneşe maruz bırakma.
insülin (İng. insülin) Pankreasın ürettiği kan
şekerini azaltan hormon.
integüment (İng. integument) Manto, cilt, kabuk ya
da diğer koruyucu bir doku. Deri, gövde
örtüsü.
inter (İng. inter) Arasında.
inter operculum (İng. inter-operculum) Solungaç
kapağını (operculum) oluşturan dört kemik
parçadan birisi.
interbrankiyal septum (İng. interbranchial
septum)
Balık
solungaçlarında
hemibranşları birbirinden ayıran doku
tabakası. İnterbranşiyal septum.
interdial (İng. interdial) Gel-git’in alt ve üst sınırı
arasındaki sahil hattıdır.
interferon (İng. interferon) Virüslü bir enfeksiyona
uğrayan kimselerin kanında beliren ve
başka türden bütün virüslerin girmesine
karşı koyan protein.
interkalar meristem (İng. intercalar meristem)
Sürekli dokular arasındaki meristemler.
intermedyum (İng. intermedium) İki şeyin arasında
veya ortasında bulunan.
internal (İng. internal) İçe ait; içle ilgili.
internod (İng. internode) Flament ve talluslarda iki
boğum arasında kalan bölge.
internöron (İng. interneuron) Algılayıcı bir nöron
(algılama bilgisini alan) ve motor
nöronundan (bir kasın üzerinde birleşen)
ayrımlandığı gibi, diğer nöronlardan ve
sinapslardan bilgi alan bir nöron.
interorbital (İng. interorbital) 1. Gözler arası
mesafe. 2. Balıklarda iki göz arasında
kalan.
interradyal (İng. interradial) Balıklarda iki yüzgeç
ışını arası.
interradyal kaslar (İng. interradial muscles)
Yüzgeç ışınları arasında bulunan ve
yüzgeçleri yelpaze gibi açıp kapayan
kaslar.
intersellular (İng. intercellular) Hücreler arası.
interspesifik (İng. interspecific) Türler arası.
interstisyum (İng. interstitium) Aralık, açıklık,
gözeler arası aralık.
interstitial (İng. interstitial) Yumuşak zeminlerdeki
partiküller arasındaki boşluk.
intertidel tabaka (İng. intertidel zone) Bir sahil
hattında med-cezir’in en yüksek ve en
düşük noktaları arasında kalan deniz
tabakası. Bu tabaka en yüksek başlangıç
noktasına göre 1’den 4’e kadar dört ayrı
habitata ayrılabilir.
intestin (İng. intestine) Bağırsak.
intestinal (İng. intestinal) Bağırsaklarla ilgili.
intoksikasyon (İng. intoxication) Zehirlenme.
intrabranşiyal (İng. intrabranchial)Solungaçlar
arası.
intrabranşiyal septum (İng. intrabranchial
septum)Solungaç kemerindeki iki solungaç
filamentini ayıran membran.
intraspesifik (İng. intraspecific) Tür içi.
invajinasyon (İng. invagination) 1. Bir kısmın
diğeri
içinde
katlanması,
özellikle
gastrulasyon esnasında bir bölgenin çift
tabakalı
çöküntüyü
yapmak
üzere
katlanması. 2. İçe doğru bükülme, çökme.
invazyon (İng. invasion) Bir parazitin canlı
organizmaya girmesi olayıdır.
inversiyon
kromozomal
(İng.
inversion
chromosomal)
Kromozomdaki
bir
segmentin 180° dönüş yaparak aynı
kromozoma bağlanması.
invertebrata (İng. invertebrate) Omurgası olmayan
hayvan. Omurgasız.
iridosit (İng. iridocyte) Balıkların derisinde gümüşi
rengi veren renk hücreleri.
iris (İng. iris) Gözde, pupilla denilen bir açıklığı
oluşturan ve göz merceği ile cornea
arasında yer alan renkli perde.
iskarmoz (Lat. Sphyraena sphyraena) Bakınız:
Iskarmoz.
iskelet (İng. skeleton) Bir hayvanın destek görevi
olan ve vücudu korumaya yarayan sert
parçasının tümü; omurgalı hayvanların iç
organlarını koruyan ve destekleyen kemik
ve az çok kıkırdaklı bir çatı yapısı.
iskelet kası (İng. skeletal muscle) Çizgili, istemli
kas.
iskerlet (Lat. Murex) Dikenli salyangoz.
iskorpit (Lat. Scorpaena scrofa, İng. Red
scorpionfish) Kemikli balıklar (Teleostei)
takımının iskorpitgiller familyasından, 80
cm kadar uzunlukta, açık kırmızı renkli,
Atlantik okyanusu, Akdeniz ve Marmara
Denizi’nde yaşayan bir tür.
iskorpitgiller (Lat. Scorpaenidae) Balıklar (Pisces)
sınıfının, kemikli balıklar (Teleostei)
takımının,
dikenli
yüzgeçliler
(Acanthopterygii) alt takımından, üstleri
ktenoyit pullarla kaplı, sırt yüzgeçleri
zehirli bezlere bağlı kuvvetli dikenlerle
donanmış, insana batınca önemli yaralar
açan türlere sahip bir familya.
isognomostoma (Lat. Isognomostoma) Yosun
salyangozu.(Bu salyangozun oldukça basık
yuvarlak bir kavkısı vardır; göbek kısmı dar
yarıklı, kavkı ağzı 3 parçalı, biri yassı ikisi
sivri olmak üzere 3 dişlidir. Yosunlar
arasında ve kaya yarıklarında yaşar.
isopedin (İng. isopedin) Kozmoit pulların en içte
bulunan kemik tabakası.
ispendek (İng. spotted seabass) Levreklerin
küçüklerine verilen ad.
istavrit (Lat. Trachurus trachurus, İng. Atlantic
horse mackerel) Uskumrugillerden pulsuz
ve az kılçıklı bir balık.
iyon (İng. ion) Elektriksel olarak yüklü atom. Pozitif
veya negatif elektrikle yüklenmiş atomlara
iyon adı verilir. Pozitif elektrik yüklü
iyonlara katyon, negatif yüklü iyonlara
anyon denir.
iyon bağı (İng. ionic bond) Birbirine zıt yüklü
iyonlar arasında elektrostatik çekim
tarafından oluşturulan bir kimyasal bağ.
iyon değişmesi (İng. ion exchange) Sıvı atık
arıtımında kullanılan, sert suyu yeniden
kullanmak için uygulanan yumuşatma
işlemi. Bu işlemde sıvıdaki istenmeyen
iyonlar
sıvının
içinden
geçirildiği
reçinedeki zararsız iyonlarla yer değiştirir.
iyon pompası (İng. ion pump) Hücre zarında
bulunan ve iyon akışını düzenleyen
kompleks protein molekülü.
iyonlaşma (İng. ionisation) Nötr bir atomun ya da
atom grubunun, elektron kaybı ya da
kazanılması yoluyla, elektrik yüklü hale
gelmesi.
iyonomer (İng. ionomer) Zincirler arasında
elektrositatik cinsten iyon bağları bulunan
çizgisel polimer.
iyonosfer (İng. ionosphere) Hava moleküllerinin
ileri derecede iyonlaşmış halde bulunduğu
ve dolayısıyla elektrik iletkenli kazandığı
yüksek atmosfer bölgelerinin tümü.
Atmosferin,
yeryüzünden
80
km
yükseklikte başlayan son tabakası.
izafi zehirlilik (İng. relative toxicity, RT) Atık
suyun
debisi
(Q)
ile,
zehirlilik
konsantrasyonunun (???) çarpımı neticesi
bulunan değerdir. RT=Tc.Q.
izmarit (Lat. Spicara smaris, İng. Picarel)
İzmaritgillerden pullu ve kılçıklı bir çeşit
ufak balık.
izmaritgiller (Lat. Sparidae) Örnek hayvanı izmarit
olan kemikli balıklar familyası.
izoenzim (İng. isoenzyme) Bir enzimin amino
asitleri veya üç boyutlu yapısındaki çok az
farklı şekilleri.
izogamet (İng. isogamete) Şekil ve büyüklük
bakımından aynı olan gametler.
izogami (İng. isogamy) Şekil ve büyüklük
bakımından aynı olan dişi ve erkek üreme
hücrelerinin birleşimiyle yeni canlı
oluşumu.
izolasyon (İng. isolation) Ekoloji, fizyoloji, kalıtım,
coğrafya vb. ne ait engeller dolayısıyla
çiftleşebilen gruplar arasında çiftleşme
olanağının ortadan kalkması ve grupların
karakter
bakımından
birbirinden
uzaklaşması.
izolasyon mekanizması (İng. isolation mechanism)
Türler arasında coğrafik bir engel gibi
ekstrinsik ya da yapısal ya da davranış
uymazlığı gibi intrinsik türler arası birleşme
engeli.
izolog (İng. isolog, isologous) Karbon yapıları aynı,
kimyasal özellikleri farklı maddeler için
kullanılır.
izomer (İng. isomer) Kimyasal formülü aynı fakat
yapısı farklı olan molekül; örneğin, glukoz
ve fruktoz.
izomeraz (İng. isomerase) Molekül içerisinde
atomların yerlerini değiştiren enzim.
izometrik büyüme (İng. isometric growth)
Balıklarda pul boyu ile balık boyu
arasındaki doğrusal ilgiye dayanan büyüme
şeklidir.
izomorfizm (İng. isomorphism) Farklı ırk ya da
türlerin bireylerinin bir şekilde birbirine
benzemesi.
izoosmotik (İng. isosmotic) Eriyen madde
konsantrasyonunun akıcı (sıvı) çevreyle
aynı konsantrasyona sahip olması.
izoserkal (İng. isocercal) Mezgitte olduğu gibi
kuyruğun arka kenarı düz olan şekil; kesik
kuyruk.
izospor (İng. isospore) Benzer yapıdaki sporlar veya
bu tip sporlara sahip canlılar, homospor.
izostemon (İng. isostemonous) Erkek organlarının
sayısı, çanak veya taç yapraklarının
sayısına denk olan çiçeklere denir.
izoter (İng. isothere) Ortalama yaz eşsıcaklık
eğrileri için kullanılır.
izoterm (İng. isotherm) Ortalama olarak aynı
sıcaklık derecesinde bulunan, sabit bir ısıya
tekabül edilen.
izotonik (İng. izotonic) Eşit osmotik basınç. Solut
ve solvent konsantrasyonu ve dolayısıyla
osmotik
basıncı
karşılaştırıldığı
çözeltininkiyle aynı olan. İzosmotik.
izotop (İng. isotope) Bir kimyasal elementin aynı
atom numarasına (yani çekirdekteki proton
ve yörüngedeki elektron sayısına) fakat
farklı atomik kütleye (yani farklı nötron
sayısına) sahip diğer formları.
izozim (İng. isoenzyme) Aynı enzimatik aktiviteyi
gösteren değişik protein molekülleri.
İzoenzim.
-JJapon yılan balığı (Lat. Anguilla japonica, İng.
Japanese eel) Kemikli balıklardan, yılan
balıkları (Anguillidae) familyasından, Doğu
Asya kıyılarında bulunan bir tür.
jejenum (İng. jejenum) İnca bağısağın onikiparmak
bağırsağı ile ileum arasında kalan bölgesi.
jel (İng. gel) İçerisinde, asılı parçacıkların nispeten
düzgün düzenlendiği kolloyit. Katı faz
içersinde sıvı fazın yayıldığı kolloidal
sistem.
jel elektroforez tekniği (İng. gel electrophoresis
technique)
Aynı
elektrik
yüklü
moleküllerin
jel
matriks
içerisinde
büyüklüklerine göre ayrılması tekniği.
jelatin (İng. gelatin, jelly) Açık sarı, suda
çözünebilen ve hayvanlardan elde edilen
pelte kıvamında, suda kaynatıldığı zaman
çözünen, oda sıcaklığında katı hale geçen
bir protein.
jenerasyon (İng. generation) Kuşak, döl, nesil.
jeoloji (İng. geology) Dünyanın fiziksel yapısı,
faaliyeti ve tarihi ile uğraşan bilim dalı.
jeolojik harita (İng. geological map) Kaya
oluşumları ile fay hatları gibi diğer fiziksel
özelliklerin dağılımlarını ve aralarındaki
ilişkileri gösteren harita.
jeolojik
oseanografi
(İng.
geological
oceanography) Denizleri derinliklerine
göre tasnif edip, özellikle zemin yapılarına
göre inceleyen bilim dalı.
jeolojik tehlikeler (İng. geologic hazards) Faylar,
yanardağlar, heyelanlar, depremler ve
toprak çökelmeleri gibi, doğal kökenli ya
da insan faaliyetinin yol açtığı tehlikeli
jeolojik koşullar.
jeomorfolojik
(İng.
geomorphologic)
Yer
şekillerinin engebe biçimlerine yönelik.
jeonemi
(İng.
geonimia)
Yeryüzündeki
organizmaların dağılışım ve yaşama
şartlarını inceleyen bilim.
jeosfer (İng. geosphere) Yeryüzünün, atmosfer,
hidrosfer ve biyosfer dışındaki katı, cansız
bölümü.
jeotaksi (İng. geotaxy) Bazı canlıların büyük
eksenlerin yer eksenine göre belirli bir yöne
yöneltmesi.
jeotermal (İng. geothermal) Yer kabuğunun iç
kısımlarında ısınan sıcak su yada bunlarda
elde edilen enerji.
jeotermal enerji (İng. geothermal energy) Belli
elemanların
radyoaktif
ayrışmasından
oluşan yeryüzünün iç ısısı.
jeotermi (İng. geothermy) Yer kürede meydana
gelen ısı olaylarının incelenmesi.
jeotropizma (İng. geotropism) Yere doğru ya da
yerden zıt yöndeki bir büyüme tepkisi;
büyüme üzerine yerçekiminin etkisi.
jeoyid (İng. geoid) Denizlerin her noktasında çekül
doğrultusuna dik olmak şartıyla karaların
altında da devam ettiği tasarlanan ve
gelgitleri göz önüne almaksızın hesaplanan
düzey yüzeyi.
jerea (İng. jerea) Gövdesi armut, koni veya silindir
biçiminde, saplı fosil sünger.
jerminal (İng. germinal) Tohum veya tohum
hücresiyle ilgili veya bunların özelliğini
taşıyan.
jerminatif (İng. germinative) Filizlenmeyle ilgili
filizlenme yeteneğinde olan, gelişebilen.
jermisid (İng. germicide) Mikrop öldürücü.
jinofor (İng. gynophore) Bazı bitkilerde (gebreotu,
devağacı vb.) dişi organı taşıyan bir çeşit
çiçek sapı. Dişi organla erkek organını
birbirinden
ayıran
düğüm
arasının
uzamasından oluşur.
jugal kemik (İng. jugal bone) Balıklarda yan çizgi
sisteminin baştaki kanallarını taşıyan ve baş
kaslarını koruyan kemik serisinden ikincisi.
jugularis (İng. jugularis) Boyuna ait, boyunla ilgili.
jugular tip yüzgeç (İng. jugular) 1. Ventral
yüzgeçlerin vücuda bağlanma yerlerinin
pektorellerinkine nazaran başa daha yakın
olması hali.
jukstaglomerular hücreler (İng. juxtaglomerular
cells) Böbrekte, Bowman kapsülüne giren
arteriyolün duvarında bulunan düz kas
hücrelerinin farklılaşması ile oluşan, yassı
çekirdekli, sitoplazmaları PAS pozitif olan
granüllerle dolu, renin salgılayarak kan
basıncını
ayarlamasında
etkili
olan
hücreler.
juvenil (İng. juvenile) Genç.
juvenil hormon (İng. juvenile hormone) Deri
değiştirme esnasında gençlik morfolojisini
koruyan bir artropod hormonu. Yokluğunda
ergine doğru bir metamorfoz başlar.
Gençlik hormonu.
juvenil balık (İng. juvenil fish) Balıkçık.
-Kvitaminleri (İng. vitamins K) Kanın
pıhtılaşmasında gerekli olan, protrombin
oluşmasında görev alan, yeşil yapraklarda
ve bazı balıklarda bulunan, bağırsaklarda
bakteriler tarafından sentezlenen K1 (alfa
filokinon), K2 (beta filokinon, farnokinon),
K3 (menadiyon) gibi tipleri bulunan
vitamin.
kaba ayar odaklama düğmesi (İng. coarse
adjutment focus knob) Işık mikroskobunu
odaklamaya yarayan, kaba ayar düğmesi.
Kaba ayar düşük büyütmeli mercekler için
yeterlidir.
kaba burun (Lat. Chondrostoma nasus, İng.
Common nase) Sazangillerden ırmak ve
göllerde yaşayan, eti kılçıklı küçük bir
balık.
kaba kirlilik (İng. coarse pollution) Katı atığın
işlemesi sonucunda ortaya çıkan son ürün.
kabarık deniz (İng. high tide) Gel git olaylarında,
sular yükseldiğinde suların durumu.
kabuk (İng. shell, cortex) 1. Odunlu bitkilerin yaşlı
gövdelerinin ve köklerinin dış yüzeylerinde
oluşan kabuk kambiyumundan türemiş,
suya geçirimsiz bir doku. 2. Dünya'nın dış
tabakası. 3. Yumuşakçaların derilerinden
çıkardıkları salgıyla oluşan, CaCOз
yapısında, şekillerine göre değişik isimlerle
adlandırılan koruyucu sert kısımdır.
kabuk değiştirme (İng. moulting) Eklem
bacaklılarda belirli periyotlarda dış
kabuğun atılıp daha büyüğünün üretilmesi
işlemidir.
kabuk zonu (İng. crust zone) Üzerinde yaşadığımız
soğumuş yüzey tabakası. Yoğunluğu 2.72.9 g/cm3 olup yeryuvarının %0.4 lük
bölümünü oluşturur.
kabuklu amip (Lat. Thecamoeba) Kökayaklılardan
Amipler takımına giren bir alt takım. Hücre
çevresinde kadeh, şişe, yumurta vb.
şekillerde olabilen bir kabuk meydana
getirirler. Kabukta bir büyük ve bir veya iki
küçük delik bulunur. Buralardan yalancı
ayaklar dışarı uzatılır.
kabuklular (Lat. Crustacea, İng. crustaceans) 1.
Crustacea
sınıfından,
büyük
kısmı
denizlerde, bir kısmı tatlı sularda yaşayan,
vücutları üstten ve alttan parçalı veya bütün
olarak
kabukla
örtülü
bulunan
solunumlarını genellikle solungaçlarla
yapan ve ayrı eşeyli olan karides, istakoz ve
yengeçlerdir. 2. Çok hücreli hayvanlarda
K
Eklembacaklılar
dalının
Gerçekeklembacaklılar (Euarthropoda) alt dalına
giren bir sınıfı. 450000 kadar bir türü
vardır. Vücut, böceksi kabuklularda değişik
sayıda, yüksek yapılı kabuklularda belli
sayıda halkadan yapılmıştır. Gövdeyi saran
kitin tabakası çoğu zaman kireçle karışıktır.
Birkaç gövde bölütleriyle birleşerek
başlıgöğüslü (sefalotoraks) meydana getirir.
Ekstremiteleri
yarık
ayak
tipidir.
Çoğunlukla ayrı eşeyli ve erkekleri daha
ufak yapılı olur. Gelişmede başkalaşma
vardır (Naupilus ve Zoea larvaları).
Solunum vücudun genel yüzeyi ile veya
solungaçlarla olur. Çoğu denizlerde, azı
tatlı su ve karada yaşar.
kaçak türler (İng. opportunistic species) Fırsatçı
türler.
kadavra (İng. cadaver) Tıp öğreniminde üzerinde
çalışmak için hazırlanmış ölü insan ya da
hayvan vücudu.
kadife balığı (Lat. Tinca tinca, İng. Tench)
Sazangillerden bir balık türü.
kadırga balığı (Lat. Torpedo marmorata, İng.
Marbled electric ray) İspermeçet balinası.
kafadan bacaklılar (Lat. Cephalopoda) Çok hücreli
hayvanlarda Yumuşakçalar dalının bir
sınıfı. Başlarının ön bölgesinde kaslı,
çekmenli veya çengelli uzun kollar vardır.
Kollar hem av yakalamaya, hem
çiftleşmeye, hem de karada hareket
edebilmeye (ahtapot) yarar. Gövde bazen
mekik biçiminde (mürekkep balığı) bazen
kase şeklindedir. Gövdenin içinde büyük
bir boşluk, boşluğun içinde telek şeklinde
solungaçlar bulunur. Gövdeyi sarar derinin
her tarafı renk organlarıyla kaplıdır.
Kafadanayaklıların birden bire renk
değiştirmesini sağlayan bunlardır. Gözleri
iyi
gelişmiştir.
İşitme
organı,
omurgalılarınkini andırır. Bunların yüreği
de çok iyi gelişmiştir. Hayvanın büyük bir
karaciğeri, pankreası karmaşık bir bağırsağı
ve çok iyi gelişmiş böbrekleri vardır.
Başlarının altındaki bir huniden fırlatılan
suyun basıncı ile hareket ederler. Küçük bir
kabuk, iç-iskelet halinde, vücudun iç
bölgesine yerleşmiş bulunur. Hepsi ayrı
eşeylidir. Denizlerde yaşarlar. Tehlike
karşısında mürekkep bezi kara renkli bir
sıvı salar. Ahtapot (Octopus), mürekkep
balığı (Sepia officinalis), loligo (Loligo),
notilus (Nautilus) iyi bilinirler.
kafein (İng. caffeine) Kahve taneleri ve çay
yapraklarında bulunan, merkezi sinir
sistemi üzerinde uyarıcı etkisi olan,
fosfodiesteraz aktivitesini engelleyen bir
pürin alkaloit.
kalamar (Lat. Loligo) 1. Mürekkep balığının bir
türü (Loligo vulgaris) 2. Uzun gövdeli (850cm ) iç kavkılı, yüzücü kafadan
bacaklıların birçok çeşidine verilen ad.
kalaza (İng. chalaza) Kuş yumurtalarında vitellusu
(yumurta sarısı) karşılıklı iki taraftan zara
bağlayan iki sarmal banttan her biri.
kalıtım (İng. heredity, inheritance) Canlının genetik
şifresinin
kendisinden
sonra
gelen
nesle/yavrulara aktarılması.
kalıtım bilim (İng. genetic) İnsanlarda, bitkilerde ve
hayvanlarda soyaçekim olaylarını inceleyen
bilim dalı.
kaliks (İng. calyx) 1. Mercanlarda, kalsiyum
karbonat yapıda olan, kase şeklindeki dış
iskelet. 2. Çanak, kap, kadeh, oyuk 3.
Fincan biçiminde organ ya da boşluk; bir
tam çiçekte en dış halkayı oluşturan
yapraklar (sepaller).
kaliptra (İng. calyptra) 1. Filamentin ucunda, hücre
duvarının kalınlaşmış kısmıdır. 2. Kökün
ucunu yüksük gibi saran ve koruyan doku.
kalkan balığı (Lat. Scophthalmus maximus, İng.
Turbot) Yan yüzergillerden, büyük, yassı,
dersi düğme veya çivi denilen bir takım
sivri kemiklerle örtül, beyaz etli balık.
kalker (İng. calcareous, limestone) Kireçtaşı.
kalkerli çökel (İng. calcareous sediment) Sıcak
sularda yaşayan kalkerli tek hücreli
organizmaların küçük umuşakçaların ve tek
hücreli alglerin oluşturduğu biyolojik
çökellerdir.
kalkerli süngerler (Lat. Calcarea) Çokhücreli
hayvanlardan Polifera filumunun, iskeleti
kalker iğneciklerinden oluşan ve yakalıkamçılı hücreleri iri olan süngerler sınıfıdır.
kalori (İng. calory, calorie) Bir gram suyun
sıcaklığını bir derece yükseltmek için
(14,5°C den 15,5°C ye) gereken ısı,
kilokalori bunun bin katıdır (bir kilo suyun
sıcaklığını bir derece yükseltmek için
gereken ısı).
kalsifikasyon (İng. calcification) 1. Kemikleşme 2.
Kireçleşme, kireçleme.
kalsifilik (İng. calciphylic) Kalsiyum bakımından
zengin sulara iyi adapte olmuş veya olmaya
çabalayan organizmalardır.
kalsifüj (İng. calcifuge) Kireçten hoşlanmayan
bitkilerin adı.
kalsitonin (İng. calcitonine) Tiroid bezi tarafından
salgılanan,
kemiklerde
kalsiyum
depolanmasını hızlandıran bir hormon.
kalsiyum hidroksit (İng. calcium hydroxide)
Sönmüş kireç diye de bilinen, arıtma
süreçlerinde pH ayarlaması ve pıhtılaştırma
işlemlerinde kullanılan kalsiyum bileşiği.
kalsiyum yetmezliği (İng. calcium deficiency)
Kemik
oluşumunda
yavaşlama
ile
belirlenen bir hastalıktır.
kambiyum (İng. cambium) Bitkilerin iletim
demetlerinde, bir ya da birkaç sıra
meristematik hücre tabakasından oluşan,
ikincil kalınlaşmayı ve enine büyümeyi
sağlayan doku.
kamçı (İng. flagellum) Spermatozoitlerde ve bazı bir
hücreli hayvanlarda hareketi sağlayan
ipliksi organ.
kamçılılar (Lat. Flagellata) Hayvanlardan bir
hücreliler (Protozoa) alt aleminin bir sınıfı,
söbe, küre biçiminde veya uzun vücutlu
olurlar. Ön uclarında 1-4 tane hareket
sağlayan kamçı taşırlar. Uzunlamasına
ikiye bölünerek çoğalırlar; bazı türlerinde
eşgametli eşeysel üreme görülür. Bu sınıfta
beslenme tarzının her çeşitine raslanır.
Özgür, asalak veya çürükçül olarak
yaşarlar. Özgür yaşayanlarda klorofil
taşıyan
kromatoforlar
bulunur.
Bu
bakımdan hayvan evriminde bitkilerle
hayvanlar arasında geçittirler ve bitki
sınıflandırılmasında yer alırlar. 9 takımı
olup
öglena
(Euglena),
nortiluka
(Noctiluca), tripanozoma (Trypanosoma),
layşmanya
(Leishmania),
trikomonas
(Trichomonas), volvoks (Volvox) bu
takımlara giren en iyi bilinen cinsleridir.
kamer balığı (Lat. Mola mola, İng. Ocean sunfish)
Ay balığı.
kamuflaj (İng. camouflage) Bir bitki veya
hayvanın, renk ya da desen değiştirerek
çevresine benzemesi veya diğer bir canlının
görünümünü alması. Taklit.
kanal (İng. channel) Bazı bölgelerde sulamak,
kurutmak
amacıyla
veya
gemilerin
işlemesine elverişli, insan eliyle açılmış su
yolu.
kanalizasyon sistemi (İng. sewerage system) Atık
suyun toplanmasında, işlenmesinde ve
tasfiyesinde kullanılan donanım.
kancur (Lat. Maenidae) İzmarit balığının küçüğü.
kaniniform (İng. caniniform) Köpek dişleri şekli;
yırtıcı dişler.
kanser (İng. cancer) Organizmada meydana gelen
ve hücreleri kontrolsüz büyüyen kötü huylu
tümörlere verilen genel ad.
kanserojen (İng. carcinogenic) Kansere yol açan
etki maddeleri, kanser yapıcı.
kanyon (İng. canyon) Bir akarsuyun kalkerli bir
alanda oyarak oluşturduğu derin, dar boğaz.
Kapuz.
kapalı dolaşım (İng. closed circulation) Kanın kalp
ve damarlardan oluşan kapalı bir sistem
içerisinde dolaşmasıdır.
kapalı tohumlular (Lat. Angiospermae) Bitkiler
aleminin çiçekli ve meyveli olanlarının,
yani kara bitkilerinin büyük bir kısmını
kapsayan
büyük
bir
altşube.
Açıktohumlularla birlikte tohumlu bitkiler
şubesini
meydana
getiren
kapalıtohumlular’ın önemli özelliklerinden
biri çifte döllenmedir; yani bu bitkilerde
bitki taslağıyla aynı zamanda, ileride
olgunlaşırken veya çimlenirken tohumun
soğuracağı bir besidokusu oluşur; diğer
önemli bir özellik ise yumurtacıkların,
yumurtalık adı verilen ve bir veya birçok
meyve yaprağının bitişip kaynaşmasıyla
oluşan kapalı bir kutu içinde bulunmasıdır.
Döllenmeden sonra yumurtalık genellikle
etli veya kuru bir meyve haline gelir;
meyve ancak olgunlaşınca açılır (fasülye)
veya açılmadan öylece yere düşerek çürür
(elma). Renkli taş yaprakları, ince telli,
topuz biçiminde sarı başçıklı erkek
organları,
boyuncuklu
ve
tepecikli
yumurtalığı olan tipik çiçekler yalnız kapalı
tohumlularda bulunur. Kapalıtohumluluar
tohumlarındaki çanak sayısına göre iki
sınıfa ayrılır. Birçenekliler ve ikiçenekliler.
kapilarite (İng. capillarity) Hidrofılik yüzeye sahip
dar tüplerde akışkan sıvıların yükselme
eğilimleri.
kapiller (İng. capillary) 1. Kan ve doku arasında
madde alışverişinin gerçekleştiği bir hücre
kalınlığındaki küçük bir kan damarı, kılcal
damar 2. Kıl gibi, kıl benzeri.
kapillar dalga (İng. capillary wave) Rüzgarın
esmeye başlamasıyla deniz yüzeyinde
parçacıklar halinde beliren ve hemen
gözden kaybolan dalga boyu 1.73 cm’den
küçük dalgacıklardır.
kapsit (İng. capsid) Virüslerin çekirdek asitlerinin
dışında bulunan, tek tip ya da birkaç tip
proteinden oluşan kılıf.
kapsül (İng. capsule) Bir organı veya yapıyı
çevreleyen kese biçimindeki zar.
karagöz (Lat. Diplodus vulgaris, İng. Common twobanded seabream) İzmaritgillerden, 25-30
cm uzunluğunda, enli, boz renkli, beyaz etli
bir balık.
karakter (İng. character) Bir organizmanın
herhangi bir yapısı, işlevsel niteliği,
davranış ya da diğer özelliği.
karakter değişimi (İng. character divergence)
Aralarındaki rekabet ve/ veya melezlemeyi
minimuma
indiren,
simpatrik
tür
özelliklerindeki hızlı divergent evrim.
karakteristik türler (İng. characteristic species)
Bir biosönozda, diğer türlere nazaran her
zaman dominant olarak bulunan türlerdir.
karanlık alan aydınlatması (İng. dark field
illumination) Saydam cisimleri ayrıntılı
biçimde incelemeye yarayan bir aydınlatma
yöntemi. Yalnızca cisimden yansıyan ışığın
objektife girmesine olanak verir, böylece,
karanlık bir fon üzerinde parlak bir görüntü
oluşur.
karapaks (İng. carapace) Kabuklulardan karides ve
istakozlarda baş ve göğüs kısımlarını,
yengeçlerde ise bütün vücudu örten, parçalı
veya bütün olabilen kitinsi ya da kemiksi
kabuk örtüdür.
karboksil grup (İng. carboxyl group) Organik
asitlerin karekteristik –COOH gurubu.
karbon dioksit (İng. carbon dioxyde) Yeterli
oksijen koşullarında fosil yakıtların
yanmasıyla oluşan, atmosferde mevcut bir
bileşik. Soluduğumuz oksijeni yayan
klorofili bitkiler için gerekli olup kendi
başına zehirli değildir, ancak yoğun
haldeyken boğucu olabilir.
karbon döngüsü (İng. carbon cycle) Karbon
atomlarının fiziksel, jeolojik, kimyasal ve
diğer süreçler sonucunda atmosfer,
okyanuslar, yeryüzü vb. arasındaki
dolaşımı.
karbon monoksit (İng. carbon monoxide) Fosil
yakıtların
yeterince
hava
ile
yanmamasından oluşan, gözle görülmeyen,
tatsız, kokusuz ve son derece zehirli bir
gaz.
karbonhidrat (İng. carbohydrate) Her bir karbona
karşı yaklaşık iki hidrojen ve bir oksijen
içeren karbon, hidrojen ve oksijenden
oluşan bir organik bileşik sınıfı.
kardiform (İng. cardiform) İnce uçlu, kısa ve çok
sıralı diş çeşidi.
kardiyak (İng. cardiac) Kalple ilgili.
karın yüzgeci (İng. pelvic fin, ventral fin)
Balıklarda vücudun alt tarafında bulunan
denge sağlamada ve fren yapmada
kullanılan kara omurgalılarının arka
bacaklarına karşılık olan bir çift yüzgeç.
Pelvik yüzgeç.
karışık sıvıda katı madde (İng. mixed liquor
suspended solids, MLSS) Havalandırma
havuzunda karışık sıvıda bulunan askıda
katıları ifade eder.
karışık sıvıda uçucu katı madde (İng. mixed liquor
volatile
suspended
solids,
MLVSS)
Havalandırma havuzunda karışık sıvıda
uçucu askıda katı maddeleri ifade eder.
karışım (İng. mixture) Birden fazla maddenin kendi
özelliklerini koruyarak bir araya gelmesi
sonucu oluşan madde.
karides (Lat. Crangon crangon) Kabukluların, tuzlu
veya tatlı sularda yaşayan, yenebilen bir
çok türü bulunan hayvanlara verilen ad.
karkariaslar (Lat. Carchariidae) Chondrichthyes
sınıfının Galeoidei alttakımından, vücutları
iğ şeklinde, kuyrukyüzgeçleri çok kuvvetli
olarak asimetrik, 4 m kadar uzunlukta,
tropik ve ılıman denizlerde pelajik olarak
yaşayan ve bazen kıyılara yanaşan, insanlar
için çok tehlikeli, cinslere sahip familyadır.
karnivor (Lat. carnivorous) Et yiyerek enerji
sağlayan canlı. Etçil, etobur.
karoten (İng. carotene) Tatlı patates ve yaprak
sebzelerde bulunan sarı, turuncu, kırmızı
renk maddesi; hayvan vücudunda A
vitaminine dönüştürülür.
karotenoid (İng. carotenoid) Sarı, turuncu, kırmızı
veya kahverengi olan; yağda çözünebilen,
çoğunlukla fotosentez tepkimelerinde de
görev alan, bitkilerin çiçek ve meyve
kısımlarında bulunan pigment grubu.
karpel (İng. carpel) Tohum taslaklarını ve özellikle
tohumları
örtmek
için
birkaç
makrosporofilin kendi üzerlerine katlanarak
ya da biraraya gelerek oluşturdukları tek ya
da çok gözlü olabilen tohum zarfları.
karpospor (İng. carpospore) Kırmızı yosunlardan
Ceramium ve Nemalionales’lerde görülen
karposporangiumlarda tek olarak meydana
gelen sporlar.
karpus (İng. carpus) Crustacealarda son üç çift
yürüme bacağının üçüncü eklemidir.
karsinoloji (İng. carcinology) Zoolojinin Crustacea
grubu ile ilgilenen bölümüdür.
karstik göller (İng. karst lake) Kalkerli arazilerde
kireç taşı (CaCO3) ve alçı taşı (jips) erimesi
sonucu oluşan çukurlarda biriken suların
oluşturduğu göl tipi.
kartilaj (İng. cartilage) Hücreler arası matriksi
kauçukumsu olan bağ dokunun yoğun
ipliksi özelleşmiş bir tipi.
karyokinez (İng. karyokinesis, mitosis) Mitoz
bölünmede çekirdek bölünmesi.
karyon (İng. karyon) Çekirdek. Göze çekirdeği.
Nükleus.
karyoplazma
(İng.
karyoplasm)
Çekirdek
sitoplazması. Çekirdek içerisinde bulunan
sıvı kısım.
karyoteka (İng. karyotheca) Çekirdek zarı.
karyotip (İng. karyotype) 1. Bir bireydeki
kromozom takımının sayı, büyüklük ve
sekil bakımından özelliği. 2. Tek bir göze
kromozomlarının
düzenli
biçimde
sıralanması.
katabolizma (İng. catabolism) Canlı hücre içinde
karmaşık moleküllerin basit moleküllere
parçalanmasına
ve
enerjinin
açığa
çıkmasına
neden
olan
kimyasal
reaksiyonlar.
kas (İng. muscle) Hayvanlarda kasılabilir bir doku.
kas tonusu (İng. muscular tonus) İskelet kaslarının,
dinlenme durumundaki kasılı hali.
kaspari şeridi (İng. Casparian strip) Bitkilerde
endodermis hücrelerinin radiyal ve teğetsel
çeperlerinde suya geçirimsiz bir kalınlaşma.
katadrom balıklar (İng. catadromous fishes)
Üreme periyodunda tatlısudan denize geçen
balıklardır. Bunlara talassotok adı da verilir
(yılanbalıkları gibi).
katalist (İng. catalyst) Kataliz oluşturan bir madde.
kataliz (İng. catalysis) Reaksiyonla kendisi kalıcı
olarak değişmeyen bir madde tarafından bir
kimyasal re-aksivomın hızlandırılması.
katalizör (İng. catalyzer) Bir kimyasal tepkimeyi
başlatan ve hızlandıran, ancak kendisi
reaksiyondan değişmeden çıkan madde.
katı atık (İng. solid waste) Katı özellikteki her türlü
atık madde.
katkı maddesi (İng. ingredient, additive) İstenen
nitelikleri ıslah etmek veya istenmeyen
nitelikleri gidermek için eklenen madde.
katranbalıkları (Lat. Squalidae) Chondrichthyes
sınıfı, Elasmobranchii altsınıfı, Squaloidea
alttakımından, anal yüzgeçleri olmayan,
kuyruk yüzgeçleri asimetrik, vücut tümüyle
plakoyit pullarla örtülmüş cinsleri olan
familya.
katyon (İng. cation) Pozitif yüklü iyon.
katyon
değişimi
(İng.
cation
exchange)
Solüsyondaki bir katyonun, yüzey faaliyeti
bulunan bir materyalin (kil kolloidinin)
üzerindeki diğer bir katyonla yer
değiştirmesi.
kaudal (İng. caudal) Kuyrukla ilgili.
kaudal pedunkül (İng. caudal peduncle) Anal
yüzgeç ile kaudal yüzgeç arasındaki
vücudun ince kısmı.
kavite (İng. cavity) Boşluk.
kaya balığıgiller (Lat. Gobiidae) Kemikli
balıklardan, küçük boyda, iri başlı,
yüzgeçleri
karın
üzerinde
tekerlek
biçiminde olan bir familya.
kaygan derili köpekbalıkları (Lat. Mustelidae)
Chondrichthyes
sınıfının
Galeoidei
alttakımından, derileri saydam ve doğuran
cinsleri olan familya.
kaygan yuvarlakağızlılar (Lat. Myxinoidea)
Cyclostomata sınıfından Myxini alt
sınıfının tek takımıdır. 90 cm kadar
uzunlukta, kırmızımsı renkte, Kuzey
Avrupa denizlerinde bulunurlar. 500 m
derinlere inebilirler.
kayıp su (İng. lost water) Buharlaşma, sızıntı vb.
faktörlerle uzaklaşan, kullanılamayan su.
kayış balığı (Lat. Regalecus glesne, İng. King of
herrings) Kağıt balığıgillerden, Kuzey
Avrupa
denizleriyle
Akdeniz’in
derinliklerinde yaşayan kemikli bir balık.
kaynaklar (İng. spring water) Yer küresinin çeşitli
derinliklerinden bir toprak yarığı veya kaya
açıklığı bulup yeryüzüne çıkan sular.
kaynarca (İng. hot spring, thermal spring) Çok
yüksek ısıda olup, vücudun tahammül
edemeyeceği kadar sıcak su kaynağı.
kazein (İng. casein) Sütte bulunan bir çeşit protein.
kazık kök (İng. taproot) Ana kökün yan köklerden
daha fazla gelişme göstermesi.
kedi balığı (Lat. Scyliorhinus canicula, İng. Smallspotted catshark) Kedi balığıgillerden,
dişleri ve solungaç yarıkları küçük bir
balık.
kedibalıkları (Lat. Scyliorhinidae) Chondrichthyes
sınıfının Galeoidei alttakımından, ön
tarafları hafifçe basık, göz kapaklarının
altında boyuna kıvrımlar olan, ağızları
karın tarafında, yumurtlayan, sahillere
yakın
suların
tabanlarında
yaşayan
ekonomik önemleri olan küçük cinslere
sahip bir familya.
kefal (Lat. Mugil cephalus, İng. Flathead grey
mullet) Kefalgillerden, orta büyüklükte, çok
pullu, küt başlı, gümüşi renkte, beyaz etli
bir balık.
kefalgiller (Lat. Mugilidae, İng. mullets) Kefallarla
ona yakın türleri kapsayan kemikli balıklar
familyası.
kelat (İng. chelat) Deniz suyunda organik materyali
ayırmaya yarayan kimyasal ayırma aygıtı;
Kelatlamaya yönelik etki maddeleri, köpük
oluşumunu önlemek amacıyla deterjanlarda
kullanılır.
kelebek
vatozlar
(Lat.
Gymnuridae)
Chondrichthyes
sınıfı,
Myliobatoidei
alttakımından, göğüsyüzgeçleri kanat gibi
genişlemiş, gözleri başın üstünde, zehir
dikenli türleri içeren bir familya.
keler balığı (Lat. Squatina squatina, İng.
Angelshark)
Kelergillerden,
1.5
m
uzunluğunda bir cins köpek balığı.
kelergiller (Lat. Rhinidae) Asıl köpek balıklarıyla
vatozlar arasında geçit sayılabilecek
balıkları
kapsayan
kemikli
balıklar
familyası.
keliform (İng. cheliform) Pycnogonida’larda boru
şeklindeki ağzın her bir yanında yer alan
kol benzeri çıkıntıdır. Uç kısmı bir çene
veya keliser gibi olup ağız parçası gibi
fonksiyonu vardır.
keliped (İng. cheliped) 1. Bazı kabukluların
göğsünde bulunan bir kıskaç ile sonlarda
oldukça büyük kol veya bacak. 2. Birçok
dekapodun ilk çift ayakları pençe şeklinde
olup avını yakalamada ve kendini
savunmada kullanılır.
keliser (İng. chelicere) Eklembacaklılarda bazı
hayvanlarda çok defa kıskaç, bazen pençe
ya da diken gibi olan ilk üye çiftine denir
ve besin almada kullanılır.
kelp (İng. kelp) Kahverengi büyük deniz algi(büyük
olan phaeophyte’lere ait türler).
kemanvatozları
(Lat.
Rhinobatoidei)
Chondrichthyes sınıfı, Elasmobranchii
altsınıfı, Rajiformes takımından, vücut
plakoyit pullarla örtülü, dişler küçük ve
yassılaşmış bir alttakım.
kemikli balıklar (Lat. Teleostei, İng. bony fishes)
Balıklar sınıfından, iskeletleri kıkırdak
durumunda kalmayıp kemikleşmiş olan
balıklar takımı.
kemoreseptör (İng. chemoreseptor) Kimyasal
uyarımları alan duygu organı ya da hücresi.
kemosentez (İng. chemosynthesis) İnorganik
moleküllerden sağlanan enerji ile ototroflar
tarafından
organik
maddelerin
sentezlenmesi.
kemotropizma (İng. chemotropism) Kimyasal
uyarıma büyüme tepkisi.
kenar mercan resifi (İng. coastal coral reef)
Sahilde oluşan mercan resifidir.
kendi beslek (İng. autotrophic) Öz beslenen.
kendi kendini temizleme (İng. self cleaning) Bir su
oluşumunun, organik atıklarla kirlendikten
sonra, yeniden arınma konusundaki doğal
yönelimi.
kentsel atıksu (İng. municipal sewage) Evsel atıksu
ya da evsel atıksuyun endüstriyel atıksu
ve/veya yağmur suyu ile karışımı.
keratin (İng. keratin, ceratine) Omurgalı
hayvanların derisinin, tırnak saç, boynuz
gibi yapılarında bulunan, suda çözünmeyen
sert protein.
kerevit (Lat. Potamobius fluviatilis, İng. crayfish)
Kabuklular sınıfından, çamurlu tatlı sularda
yaşayanbir eklem bacaklı, tatlı su ıstakozu,
karavide.
keseli dönem (İng. yolk sac stage) Yumurtadan
henüz yeni çıkmış, yumurta kesesi taşıyan,
dış beslenme yapmaksızın yumurta
kesesinden beslenen, ağzı ve sindirim
sistemi henüz görev yapmayan, hareket
kabiliyeti olmayan veya çok az olan balık
yavrusu.
kestane palamudu (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic
bonito) 250 gr'dan az olan palamut
balıklarına verilen ad. Boyu 40-45 cm,
ağırlığı 1 kg olan palamut.
keton (İng. ketone) Yüksek yoğunluklarda
zehirleyici olan tam oksitlenmemiş yağ
asitleri; idrarla dışarı atılır, asidozise neden
olur.
kıkırdaklı
balıklar
(Lat.
Chondrichthyes)
İskeletleri kıkırdaktan oluşmuş, gerçek
kemikleri olmayan, derileri sert plakoit
pullarla kaplı ve bol miktarda mukus bezi
içeren,
karın
yüzgeçleri
erkeklerde
değişikliğe uğrayarak spermaların dişiye
aktarılmasına yarayan kopulasyon organları
haline dönüşmüş olan, 5-7 çift solungaçları
bulunan sınıf.
kıkırdaklı kemikli balıklar (Lat. Chondrostei)
Vücutları kuyruk haricinde tamamıyla
çıplak veya birkaç sıra zırh biçiminde pullu,
kıkırdak iskeletli, bazı bölgelerde kemik
yapıları bulunan, heteroserk kuyruk
yüzgeçli türlere sahip bir üst takım,
kıkırdak pullular.
kılcal damar (İng. capillary vessel) 1. Dokularda
toplardamar ve atardamar arasındaki
bağlantıyı sağlayan ve duvarlarından doku
sıvısına madde geçebilen, endotelyum
hücreleriyle kaplı kan damarları. 2.
Toprakta suyun tutulduğu aralıklar. Kapiler
damar.
kılcal dalga (İng. capillary wave) Dalga boyu 1.73
cm.den daha az olan zayıf dalga.
kılçık (İng. arista, awn) Balıklarda ana iskeletin
yanında iskelete bağlı olmayan ve kaslar
içerisinde serbest olarak bulunan kemiksi
yapılar.
kılıç balığı (Lat. Xiphias gladius, İng. Swordfish)
Kılıç balığıgillerden, burnunda kılıç
biçiminde bir uzantısı bulunan, kılçıksız, eti
beyaz ve lezzetli, iri bir balık.
kılıç balığıgiller (Lat. Xiphiidae) Tek türü kılıç
balığı olan dişsiz ve pulsuz kemikli balıklar
familyası.
kılıç kuyruk (Lat. Xiphophorus helleri, İng. Green
swordtail) Kemikli balıklar takımından,
uzunluğu 8-10 cm olan, tropik süs balığı.
kırağı (İng. frost, hoarfrost) Soğuk havalarda su
buğusunun yerde bitkiler, ağaçlar ve öteki
nesneler üzerinde donmasıyla oluşan ince
buz billuru.
kırlangıç balığı (Lat. Chelidonichthys lucerna, İng.
Tub gurnard) Kırlangıç balığıgillerden,
yüzgeçleri geniş ve uzun, eti beyaz, kırmızı
renkli bir balık.
kırlangıç balığıgiller (Lat. Triglidae, İng. gurnards)
Kemkli
balıklar
takımının
dikenli
yüzgeçliler alt takımına giren bir familya.
kış halkası (İng. winter ring) Ilıman bölgelerde
sonbahar ve kış döneminde büyümenin
oldukça azaldığı hatta durabildiği dönemde
kemikli balıkların pullarında sirkulusların
birbirine yakın aralıklı, kesikli, kimi
türlerde hiç oluşmadığı kısımdır.
kışlama göçü (İng. wintering migration) Balıkların
yemlenme ve yumurtlama alanlarından, kışı
geçirecekleri bölgelere hareketleridir.
kıta sahanlığı (İng. continental shelf) Kıtasal
uzantının kıyısal bölgeden başlayarak
ortalama 130 m derinliğe kadar uzanan
bölümüdür.
kıta yamacı (İng. continental margin ) Kıta
sahanlığından sonra gelen, deniz kabuğu ile
karasal kabuk arasındaki geçişi sağlayan,
ortalama 4.3˚ ’lik bir eğimle 1400-3200 m
derinliğe kadar devam eden bölgedir.
kıta yükseltisi (İng. continental rise) Kıta
yamacının bittiği yerden başlayan, 4000 m
derinliğe kadar devam eden, ortalama eğimi
0.2˚ ve genişliği 40 km olan bölgedir.
kıtalar arası deniz (İng. intercontinental sea)
Kıtalarla çevrili denizdir.
kıtasal kenar (İng. continental margin) Kıyısal
bölgeden itibaren karasal kütlenin denize
doğru uzantısını oluşturan kıtaların su
altında kalmış sahilinden itibaren 4000 m
derinliğe
veya
abissal
düzlüklerin
başlangıcına kadar devam eden bölümdür.
kıyı (İnh. shore, coast) Kıtasal uzantının kara
tarafını oluşturan bölümüdür.
kıyı boyu akıntısı (İng. longshore current)
Dalgaların sahile belli bir açıyla ulaştığı
durumlarda kum ya da taşların sahil
boyunca yaptıkları hareket.
kıyı su bendi (İng. coastal watershed) Sel suyunu
depolayıp sonra kıyı sularına bırakarak, su
denetim sistemi işlevi gören arazi parçası.
kıyısal (İng. coastal) Sahilde ya da sahil yakınında
bulunan; sahille ilgili.
kıyısal bölge (İng. coastal area) Denizlere bitişik ve
deniz suyundan etkilenen karasal bölgedir.
kızıl hastalığı (Lat. Vibriosis) Vibrio anguillarum
veya Vibria piscium’un neden olduğu anus
çevresinde kızarıklık, deride kabarcık ve
ülser oluşturan bulaşıcı bir hastalıktır.
kızıl kanat (Lat. Scardinius erythrophthalmus, İng.
Rudd) Sazangillerden, yüzgeçleri kırmızı,
25-30 cm boyunda, eti kılçıklı bir tatlı su
balığı kızıl su yosunları Denizlerin yaklaşık
200 m derinliklerinde yaşayan kırmızı
renkli su yosunları.
kızılgöz (Lat. Rutilus rutilus, İng. Roach) Teleostei
üst takımının Cyprinidae familyasından,
36-40 cm kadar uzunlukta, Avrupa ve
Türkiye tatlı sularında yaşayan bir tür.
Çamçak.
kidonya (İng. kidonia) Et kalitesi ve şekli avikadese
benzeyen, kabuk üzeri kemervari tırtılı olan
deniz canlısı.
kikla (Lat. Labrus bergylta, İng. Ballan wrasse)
Lapinagillerden, güzel renkli, 50 cm
uzunluğunda bir balık.
kil (İng. clay) Tane büyüklüğü çap olarak 0.004
milimetreden daha az olan sediment,
sınıflandırmada en küçük sediment.
kilit tür (İng. key species) Bir komunitedeki
varlığın, orada başka birçok türün
yaşamasına olanak veren tür.
kimatoloji (İng. kymatology) Dalgaları ve
hareketlerini inceleyen bilim dalı.
kimyasal işlem (İng. chemical process, chemical
teatment) Zehirli, kokulu, yada aşındırıcı
nitelikteki gazların ve emisyonların
arıtılmasında kullanılan kimyasal yöntem.
kimyasal kirlilik (İng. chemical pollution) Gaz, katı
yada sıvı haldeki kimyasal maddelerin
etkisiyle havada, suda ve toprakta oluşan
kirlilik.
kimyasal oksijen ihtiyacı KOİ (İng. Chemical
Oxygen Demand, COD) Atıksu içerisinde
bulunan organik maddelerin asidik ortamda
kimyasal oksitleyici ile oksitlenebilen
madde miktarının oksijen cinsi değerinde
ifadesidir. Biyolojik yolla ayrışmayan bazı
maddeleri oksitlediğinden BOİ (Biyolojik
oksijen İhtiyacı) değerinden her zaman
yüksektir. Kuvvetli oksitleyici olarak
potasyum dikromat, katalist olarak gümüş
sülfat kullanılır.
kimyasal
oseanografi
(İng.
chemical
oceanography) Deniz suyunda erimiş olan
gazları, organik ve inorganik elementleri,
suyun pH’sını inceleyen bilim dalıdır.
kinaz (İng. kinase) Bir substratın ATP ile
fosforilasyonunu katalize eden bir enzim.
kinetokor (İng. kinetochore) Kromozomlarda
bulunan boğumlanma yeri. Çoğu kez
kromozomun ortasına yakın kısmında
bulunur. Bu bölgeye sentromer de denir.
kinetonükleus (İng. kinetonucleus) Bazı kamçılı
protozoa’larda
bleforoplastın
yanında
bulunan büyük granüler vücut.
kinez (İng. kinesis) Bir organizmanın bir uyartıya
göstermiş olduğu tepki; tepkinin yönü
uyartının yönüne bağlı değildir Taksisteki
durumun aksi.
kingdom (İng. kingdom) Biyoloji biliminde
organizmaların bilimsel sınıflandırmasında
kullanılan en üst sınıflandırma birimidir.
kinin (İng. quinine) Kanda ve dokularda yapılan ve
kan damarlarında düz kasta ve bazı sinir
uçlarında iş gören polipeptitler.
kinosilyum (İng. kinocillium) Devinimli tüy. Epitel
gözesinin serbest yüzünde dik ve birbirine
koşut düzenlenmiş çok sayıda, göze başına
yaklaşık yüz kadar olan devinimli uzantılar.
kirlenme (İng. pollution) Bir bölgenin ve oradaki
doğal çevrimlerin yapay maddeler (ya da
olağandışı bir biçimde çoğalan doğal
maddeler) tarafından kirletilmesi ve bu
durumun yol açtığı sorunlar.
kirletici (İng. pollutant) Arzu edilmeyen etkilere yol
açan katı, sıvı ya da gaz halindeki madde.
Birincil kirleticiler gürültü ve lağım suyu
gibi doğrudan oluşmuş kirleticileri içerir;
ikincil kirleticiler ise kirlenmiş ortamla
tepkimeye giren birincil kirleticiler
tarafından üretilir, Örn. Ozon.
kirlilik yükü (İng. pollution load) Belirli bir
periyotta alıcı suya deşarj edilen veya
arıtma tesisine giren belirli bir kirleticinin
miktarıdır. Genellikle atık su debisi ile
madde konsantrasyonu çarpılarak elde
edilir.
kirpik (İng. cilium) Sil hücrelerin serbest yüzeyi
üzerinde kirpiksi sitoplazmik çıkıntı;
düzenli titreşerek hücrenin hareketini
sağlar.
kirpikliler (İng. Ciliata) Bir hücreli hayvanlardan
üzerinde hareketlerini sağlayan kirpik
biçimindeki uzantılarla kaplı organizmalar
sınıfı.
kist (İng. cyste) Tek hücrelilerin çoğunun, özellikle
tatlı sularda yaşayanlar ve parazit olanlar,
ortam koşulları yaşamaları için uygun
olmadığı zaman (oksijensizlik, besinsizlik,
ekstrem sıcak ve soğuk vb.) kendileri
tarafından salınan kalın bir zarla örtülmesi.
kitin (İng. chitin) Böceklerin, kabuklu deniz
hayvanlarının ve diğer omurgasızların sert
dış kabuğunu oluşturan polisakkarit.
kiton (Lat. Chiton, İng. chiton) Polyplacophera
sınıfına ait Tesbih böceği benzeri
yumuşakçalardır. Sırt kısmı birbirini
kiremit gibi örten ve birbirleriyle eklemli
sekiz kabuk plakası taşımasıyla (böylece
hayvan tesbihböceği gibi kıvrılabilir)
karakterize edilirler.
kladizm (İng. cladism) Soyağacının en son uçlarına
göre yapılan taksonomi.
klasper (İng. clasper) Köpek ve vatoz balıklarında
ventral yüzgecin çiftleşme organı şekline
dönüşmüş bölümü.
klimaks (İng. climax) Ekolojik süksesyonlar ile
ulaşılmış nispeten kararlı bir evre.
klimaks kommünite (İng. climax community)
Süksesyonda ulaşılan en son ve kararlı
kommünite. Klimaks kommünite çevre
koşullarıyla denge halinde olup belli bitki
ve hayvan türlerine sahiptir.
klimatoloji (İng. climatology) İklim bilimi.
kloak (İng. cloaca) 1. Aşağı omurgalı hayvanların
çoğunda sindirim, boşaltım ve üreme
sisteminin açıldığı oda. 2. Sindirim, üriner
ve üreme kanallarının birleştiği boşluk;
dışarıya tek açıklık.
klon (İng. clone) Tek bir atadan eşeysiz olarak
türemiş, dolayısıyla kalıtsal olarak özdeş
bir hücre ya da organizma grubu.
klor (İng. chlorine, Cl) Ağartıcı, oksitleyici etki
maddesi olarak su arıtma ya da mikrop
giderme amacıyla kullanılan halojen
eleman; zehirli bir gaz.
klor ihtiyacı (İng. chlorine demand) Belirli bir
hacim pis suda bulunan bütün patojenik
bakterileri öldürmek için gerekli klor
miktarı.
klorenkima (İng. chlorenchyma) Klorofilli bitki
dokusu.
klorinite (İng. chlorinity) 1kg Deniz suyundaki
klorid, brom ve iyodür iyonlarının
miktarının ölçümü. Klorinite değeri
1.80655 ile çarparak solinite hesaplanabilir.
klorisite (İng. chlorisity) 20 °C’deki 1 lt deniz
suyunun içerdiği halojenlerin gram olarak
ifadesidir.
klorlama (İng. chlorination) Mikropları giderme
amacıyla içme suyu yada atık suya klor
eklenmesi.
klorofil
(İng.
chlorophyll)
Fotosentez
tepkimelerinde güneş enerjisini kimyasal
enerjiye çeviren, yapısında Magnezyum
(Mg) içeren, yeşil pigment maddesi.
kloroflorokarbonlar (İng. chlorofluorocarbons,
CFC) Aerosol püskürtücülerde, soğutmada,
plastik köpükte ve endüstriyel çözücülerde
kullanılan, ozon tabakasının tükenmesine
yol açan ana faktör olduğu ve sera etkisine
katkıda bulunduğu düşünülen, son derece
kalıcı (kararlı) bileşikler.
kloroplast (İng. chloroplast) Bitki hücrelerinin
klorofil taşıyan organeli.
knephoplankton (İng. knephoplankton) Fotosentez
olayının gerçekleşebilmesi için yeterli
ışığın nüfuz edebildiği yerlere kadar
derinliklerde
bulunan
fitoplanktonik
organizmalar ile zooplanktonik formlardır.
knidliler (Lat. Cnidaria) Haşlamlılar da denir.
Gerçek doku gelişmiş en basit yapılı çok
hücrelilerdir. Genellikle iki tipte olurlar.
Polip tipi ve medüz tipi bununda üç sınıfı
vardır. Bunlar Hydrozoa (Hidralar),
Scyphozoa (Denizanası) ve Anthozoa
(Mercanlar)’dır.
knidosil (İng. cnidocil) Bir knidosidin sonunda bir
tane bulunan ve uyarılma görevi yapan
diken veya küçük çubuk benzeri yapı.
knidosit (İng. nematocyst) Omurgasızlarda görülen,
içinde yakıcı kapsüller taşıyan, savunma
veya
beslenmede
görevli
olabilen
özelleşmiş hücreler.
knot (İng. knot) Denizcilikte hız ölçüsüdür ve
mil/saat’ e eşittir. Bir saatte 1 deniz mili
(1850 m.) yol alış, hız birimi veya 1 knot
adı verilir.
koagülasyon
(İng.
coagulation)
Kolloid
çözeltilerinde
kolloidal
taneciklerin
karıştırma, PH ayarı, sıcaklık, kimyasal
madde katılması gibi bir veya birkaç
faktörün
etkisiyle
çözücü
fazından
ayrılması. Diğer bir deyimle kolloidal
tanelerin kümelenmesidir.
koanosit (İng. choanocyte) Bir süngerin vücudunun
iç kısmındaki boşluklarda yan yana gelmiş
kamçılı, yakalı hücre olup süngerlerde su
akışını sağlarlar.
kodon (İng. codon) Bir amino asidi ya da
translasyonu sonlandırmak için bir bilgiyi
belirleyen, üç nükleotit uzunluğundaki
kalıtım kodlayan birim.
koenzim (İng. coenzyme) Bir enzimin katalitik etkisi
için gerekli olan ve yardımcı rol oynayan
protein yapısında olmayan organik bir
molekül.
koevolüsyon (İng. coevolution) Birbirine bağımlı
olarak iki organizmanın birlikte evrinmesi.
kofaktör (İng. cofactor) Enzimlerin protein
yapısında olan kısmı.
kofana (Lat. Pomatomus saltatrix, İng. Bluefish) 30
cm'den büyük olan Pomatomus saltatrix
(lüfer) türlerine verilen ad olup, bir tanesi
1-2 kg gelir.
kohezyon (İng. cohesion) Aynı cins moleküller
arasındaki
çekim
kuvveti.
Su
moleküllerinin ayrılmasına karşı direnç
sağlayan sıvısal bir özellik.
kok (İng. coccus) Bir mikrondan küçük yuvarlak
bakteri.
koklea (İng. cochlea) 1.İç kulakta salyangozda
bulunan yapı. 2.Salyangoz. Sümüklü böcek,
helezonsu kıvrım.
kokon (İng. egg pod) İçine yumurta ya da
tohumların bırakıldığı yapı.
koksa (İng. coxa) Kalça.
koksal bezler (İng. coxal glands) Bazı
eklembacaklıların
boşaltım
organları
nefridyumlardan değişerek meydana gelmiş
ve prosomadaki üyelerin kaidesinden
dışarıya açılan bezler.
koksapodit (İng. coxopodite) Birçok kabuklunun
çift dallı karın üyelerinin kaideli segmenti.
kolan balığı (Lat. Acipenser sturio, İng. Sturgeon)
Mersin balığı.
koleoptil (İng. coleoptile) Tek çenekli bir bitki
sürgününün açılmamış olan yaprağını saran
silindir biçimindeki kılıf.
kolesitokinin (İng. cholecytokinin) İnce bağırsaktan
salgılanan ve karaciğeri uyaran hormon.
koleteral (İng. colleterial) Ksilem ve floemin
üstüste bulunması.
koliform bakteriler (İng. coliform bacteria)
İnsanların ve sıcak anlı hayvanların kalın
bağırsaklarında
yaşayan
ve
sudaki
konsantrasyonu
patojenlerin
de
bulunabileceğini
gösteren
indikatör
bakteriler.
kollajen (İng. collagen) Deri, kıkırdak, kemik,
tendon ve ligament gibi bağ ve destek
dokunun esas yapısını oluşturan ve üçlü
heliks biçiminde fibröz yapıdaki protein.
kollektör (İng. collector) Gaz, sıvı ya da katılardan
kirleticileri ayırıp toplayan, kirlilik
denetleme aygıtı.
kollenkima
(İng.
collenchyma)
Bitkilerde,
çoğunlukla hücre çeperlerinin köşelerinde
kalınlaşma görülen destek doku.
kolloblast (İng. colloblast) Taraklılar (Ktenoforlar)
filumundaki hayvanlarda bulunan dıştaki
kaynaşmış epitel tabakası arasında bulunan
yapışma hücresi.
kolloid (İng. colloid) 1. Katı bir maddenin, suda
optik mikroskoplarla görülemeyecek kadar
küçük fakat moleküler boyutlardan daha
büyük (yaklaşık, 2,10ˉ 5 cm 5,10ˉ7 cm
aralığında) tanecikler halinde dağılması
sonucu oluşan iki fazlı sisteme denir. 2.
Büyüklüğü 10-1000 angstrom arasında
değişen, bir başka madde de asılı, çok
küçük parçacıklar.
kolokyum (İng. colloquium) Doçentlik sözlü sınavı.
kolon (İng. column) Kalın bağırsak.
koloni (İng. colony) 1. Aralarında işbölümü yapan
tek hücreli organizmaların bir araya gelerek
topluluk oluşturmaları. 2. Aynı türün birden
fazla bireyinin toplu halde yaşamasıdır.
koloridye (Lat. Scomber japonicus, İng. Chub
mackerel) Kolyoz balığının küçüğü.
kolorimetre (İng. colorimeter) Renkölçer.
kolostrum (İng. colostrum) Gebelik sonucunda süt
bezlerinden salgılanan, sütten farklı ve
besin değeri çok yüksek saydam sıvı.
kolumela (İng. columella) Salyangozlarda spiral
kıvrımların iç çeperleri tepe ile kabuk
ağzından geçen eksen üzerinde birbirlerine
dayanarak ortada iğ şeklinde bir yapı
oluştururlarsa buna denir. Eksen üzerinde
bir dayanma olmaz ise bundan dolayı eksen
boyunca bir boşluk oluşur. Bu boşluğun
dışarı açıldığı yere göbek ya da umbo denir.
kolyoz (Lat. Scomber japonicus, İng. Chub
mackerel) Uskumrugillerden uzunluğu 3035 cm olan, Akdeniz ve Karadeniz’de
yaşayan bir balık türü.
kommensal (İng. commensal) Birlikte yaşayan iki
canlı türünden birinin fayda sağladığı,
diğerinin ise hiçbir şekilde etkilenmediği
ortak yaşam biçimi.
kommensalizm (İng. commensalism) Bir tarafın
yarar, diğerinin ise ne yarar ne de zarar
gördüğü bir simbiyotik ilişki.
kompakt (İng. compact, tigth) Yoğun, sert, sıkı,
tıkız
kompas (İng. compas) Küçük uzunlukları, çapları
ve kalınlıkları doğru ölçmeye yarayan bir
ölçü aracı
kompensasyon derinliği (İng. compensation depth)
Fotosentez ve solunum işlemlerinin eşit
olduğu derinlik.
kompensasyon yoğunluğu (İng. compensation
density) Su sütununda ışık yoğunluğunun
yüzey yoğunluğunun % 1’ine eşit olduğu
nokta.
kompressiform (İng. compressiform) İki yandan
basık şekil.
komünite (İng. community) Ekolojide, belirli bir
bölgede yaşayan tüm populasyonlardan
oluşmuş bir birim.
konak (İng. host) Bir parazit canlının üzerinde
yaşadığı diğer canlı.
kondilus (İng. condylus) Eklem çıkıntısı, eklem
başı; kemiğin ucunda olan yumru.
kondisyon faktörü (İng. condition factor) Aynı
türden farklı bireylerin cinsiyet, üreme
mevsimi
veya
av
alanına
bağlı
karşılaştırılmasında farklılıkların göstergesi
olabilen, balıkların beslenme durumunu
gösteren, vücut ağırlığının (w), standart
boyun (L) küpüne bölümünün yüzdesi
olarak
ifade
edilen
bir
katsayıdır.(k=W/L3).100.
kondrin (İng. chondrin) Kıkırdak yapı hücrelerinin
salgıladıkları ara madde.
kondroblast (İng. chondroblast) Genç bir kıkırdak
hücresi.
kondrofor
(İng.
chondrophore)
Bazı
yumuşakçaların kabuğunun içinde bulunan
iç ligament taşıyan ligament.
kondrokraniyum
(İng.
chondrocranium)
Kıkırdağımsı kafatası.
kondroplast (İng. chondroplast) Kıkırdak hücreleri
içerisinde kapsülün çevirdiği boşluk.
kondrosit (İng. chondrocyte) Kıkırdak doku
hücreleri.
kondüksiyon (İng. conduction) Enerjinin moleküler
hareket yoluyla iletilmesi.
kondüktör (İng. conductor) İleten, bağlayan,
götüren.
konformasyon (İng. conformation) Bir proteinin
polipoptit zincirlerinin halka yapmasına
(sekonder yapı), katlanmasına (tersiyer
yapı) ve eğer birden fazla zincir varsa
birbirine
uygunluk
göstermesine
(kuvaterner yapı) göre üç boyutlu şekli.
koni hücreleri (İng. cone cells) Omurgalıların
gözlerinde, retinanın arkasında yer alan,
koni şeklindeki, ışığa son derece hassas
olan ve renkli görüntünün algılanmasından
sorumlu olan hücreler.
koniferler (Lat. Coniferae) Sıcak ve soğuğa
dayanacak biçimde uyum gösteren iğne
yapraklı gimnospermler; kozalaklı bitkiler.
konjugasyon (İng. conjugation) Birleşme faaliyeti,
iki hücrenin geçici olarak birleşmesi
sırasında nükleer maddenin karşılıklı olarak
değiştirildiği bir eşeysel çoğalma biçimi;
protozoa’dan birçok sillilerde (kirpikliler
terliksi hayvan) ve bakterilerde görülür.
konjunktiva (İng. conjunctiva) Mukuz salgılayan
tabaka; gözün beyaz tabakası.
konka (İng. concha) Midye, midye kabuğu.
konsantrasyon (İng. concentration) Çözeltilerin
belli bir kısmındaki çözünen veya
çözünmüş madde miktarına o çözeltinin
konsantrasyonu denir.
konservatif element (İng. conservative element)
Deniz suyundaki diğer elementlere göre
daima sabit oranda bulunan elementler.
konsomatör (İng. consumer) Tüketici.
konstant plankton (İng. constant plankton) Bazı
holoplanktonik türler yıl boyunca gözlenir;
bu şekilde planktonda devamlı olarak
bulunan organizmalar.
konstitüsyon (İng. constitution) Vücudun kalıtsal
bir iç ırası olup, organların, organ
sistemlerinin, karşılıklı ve bir ahenk
içerisinde çalışmaları ve toptan vücudun dış
şartlara karşı dayanma ve reaksiyon
kabiliyeti, dış şartlar altında verimli olma
ve yaşama gücüdür.
konstriktör
(İng.
consctrictor)
Bağlayan,
birleştiren. Büzücü, büzen.
konşiyolin (İng. conchiolin) Bir yumurta kabuğunun
periyostakumunu yapan protein.
kontaminasyon (İng. contamination) Bulaşma.
kontinental türler (İng. continental species) Belirli
kıtalara yayılmış olan türler.
kontraksiyon (İng. contraction) Kasılma, büzülme.
kontraktil vakuol (İng. contractile vacuole) Tatlı
sularda yaşayan bir hücrelilerde, açılıp
büzülerek, fazla suyu ve metabolizma
atıklarını hücre dışarına atmada görevli
olan organel.
kontrol (İng. controlling) Deney süresince,
içerisinde kirletici bulunmayan ortamda,
diğer deney organizmalarıyla aynı deney
koşullarında (sıcaklık, tuzluluk, ışık v.b.)
bulundurulan organizmalardır. Deneyde
kullanılan
organizmaların
ölümünün,
kirleticilerden mi yoksa diğer sebeplerden
mi kaynaklandığını belirleyebilmek için
kontrol mutlaka gereklidir.
konukçu (İng. host) Parazitin bulunduğu canlı.
konveksiyon (İng. convection) Isı enerjisinin
karışma ya da türbülansla iletilmesi şekli.
konveksiyon olayı (İng. convection) Gölün alt ve
üst sularının yılda iki defa yer değiştirmesi
olayı.
konvergens (İng. convergence) Denizlerde çeşitli
nedenlerden dolayı yoğunluğu artan yüzey
sularının dibe doğru akış olayıdır.
kopulasyon (İng. copulation) 1. Eşeysel birleşme;
sperma hücrelerinin birinden ötekine
iletilmesi sırasında iki hayvanın fiziksel
birleşme faaliyeti. 2. İç döllenme yapan
balık türlerinin erkeklerinde spermin
taşındığı organ.
korakoid bone (İng. coracoid bone) Omuz kemeri
kemiği.
koralin (İng. coralline) Mercana benzer.
koralit (İng. corallite) Mercanın tek polipi.
koralivor (İng. corralivore) Mercan tüketen hayvan.
korda (İng. chorda) 1. Kordon; kiriş; iplik. 2.
Omurgayı oluşturan ilkin iç iskelet (Sırt
ipi).
dorsalis (Lat. chorda dorsalis) İlkel
balıkların
embriyonik
dönemlerinde
omuriliğin geçtiği borunun ventralinde
uzanan çubuk biçimindeki oluşum. Sırt
ipliği.
kordalılar (Lat. Chordata, İng. chordates)
Sölomları iyi gelişmiş çok hücreli
hayvanlar topluluğu.
korelasyon (İng. correlation) Bağlılaşım.
korelasyon bağlantı (İng. correlation) Canlının
kendisi ile uyaran arasında ilişki kurması.
koriyolis etkisi (İng. coriolis effect) Dünyanın kendi
ekseni etrafında dönmesinden dolayı,
hakim rüzgar ve akıntıların, kuzey
yarımkürede sağa, güney yarımkürede sola
sapması.
koriyolis kuvveti (İng. coriolis force) Dünyanın
dönmesinden oluşan kuvvet olup, Kuzey
Yarım Küresinde hareketi sağa, Güney
Yarım Küresinde sola doğru saptırır.
kormidium (İng. cormidium) Sölenterlerden
Sifonoforlarda değişik polip formlarının bir
araya toplanması. Her kormidium miğfer
şeklinde bir örtü bireyi ve tentaküllü bir
besin bireyi ile bir ya da daha çok
gonofordan oluşmuştur.
kornea (İng. cornea) Gözün en dışta bulunan sert
tabakasının yaklaşık 1/6'sını oluşturan ön
bölgesi, saydam tabaka.
koroloji (İng. chorology) Canlı varlıkların
topoğrafik ve coğrafik dağılışlarını
inceleyen biyocoğrafya dalıdır.
korona (İng. corona) Rotiferlerin baş kısmında
bulunan hareket etmelerine ve besin
alımında kullanılan killi kısım.
kovper bezleri (İng. cowper glands) Seminal
sıvının oluşturduğu bezlerden biri.
krossing-over (İng. crossing-over) Eşey ana
hücrelerinde
gerçekleşen
mayoz
bölünmenin profaz I safhasında oluşan
tetratların kromatitleri arasındaki parça
değişimi.
koroner damarlar (İng. coronary vessels) Kalbi
besleyen ince atardamarlar.
korpus (İng. corpus) Vücut, gövde.
korrosyon (İng. corrosion) Deniz suyu içinde
bulunan metalik yapıda bir maddenin
fiziksel, kimyasal, biyolojik faktörlerin
etkisi sonucu aşınması olayı.
korteks (İng. cortex) 1. Beyin ve adrenal bez gibi
organların dış tabakası. 2. Bir organın dış
tabakası; bitkilerde epidermisin altındaki
doku.c. Epidermisin altında çoğunlukla çok
korda
tabakalı olan ve iletim doku demetleri
bulunmayan dokular. c. kabuk.
koryon (İng. chorion) Yumurtayı örten kabuk.
koryum (İng. corium) Alt deri.
kosta (İng. costa) Kaburga.
kotil (İng. cotyle) Emeç, vantuz.
kotiledon (İng. cotyledon) Bir tohum yaprağı, bir
bitki embriyosunun besini parçalayan ve
biriktiren kısmı. Çenek yaprak.
kovalent bağ (İng. covalent bonds) Bir ya da daha
çok elektronun ortaklaşa kullanılmasını
gerektiren kimyasal bağ.
koy (İng. bay) Denizin, gölün küçük girintiler
biçiminde karaya doğru sokulduğu yer.
kozmik (İng. cosmic) Yıldızlar arası, uzaylarla ilgili
olan.
kozmik ışınlar (İng. cosmic rays) Uzaydan gelen
alfa, beta ve gamma ışınları. Bu ışınlar
yeryüzünü
etkileyen
karmaşık
bir
radyasyon ( ışıma ) sistemi oluşturur.
kozmik madde (İng. cosmic substance) Evreni
meydana getiren madde.
kozmin (İng. cosmine) İnce kan damarları taşıyan
bir pul tabakası.
kozmopolit türler (İng. cosmopolite species)
Dünyaya geniş olarak yayılmış türler.
kozmoyit pullar (İng. cosmoid scale) Sarcopterygii
(et yüzgeçliler)’de bulunan pul tipi.
kök ayaklılar (Lat. Rhizopoda, İng. rhizopods) Kök
biçiminde,
yalancı
ayaklar
denilen
protoplazma uzantılarıyla hareketlenen,
besinlerini
bulan,
amipleri,günsüleri,
deliklileri ve ışınlıları içine alan tek
hücrelilerden bir sınıf.
kök basıncı (İng. root pressure) Bitki köklerindeki
özsuyun pozitif basıncı; özsuyun toprakta
bulunan suya göre hipertonik oluşu
nedeniyle ortaya çıkar.
kökçük (İng. rhizoid) Kara yosunlarında olduğu
gibi, ilkel bitkilerde bulunan, tek ya da çok
hücreden oluşmuş, kök görevini yapan basit
yapılar. Rizoit.
köpek balığı (Lat. Mustelus mustelus, İng. Smoothhound) Köpek balıklarından gövdesi mekik
biçiminde, burun kısmı sivri, solungaç
yarıkları boynun iki yanında bulunan,
kıkırdaklı, yırtıcı balıklar.
köpekbalıkları (Lat. Selachii) Chondrichthyes
sınıfının Elasmobranchii altsınıfından bir
takımdır. Köpekbalıkları kural olarak
kuvvetli bir kuyruğa ve torpido şeklinde
vücuda sahiptirler.
körfez (İng. gulf) Denizlerin kara içerisinde
oluşturdukları geniş girintilerdir.
kranyum (İng. cranium) Kafatası. Kafa.
krater (volkanik) gölleri (İng. crater lakes)
Aktivitesini yitirmiş yanardağların krater
çukurlarında oluşan derin ve çanak şekilli
göllerdir. Nemrut Gölü Türkiye'nin en
büyük krater gölüdür.
krenon (İng. krenon) Akarsularda kaynakların
bulunduğu kesimdir. Bu bölgelerde farklı
tip kaynaklardan çıkan sular arazilerin
eğimi boyunca akarlar. Zaman zaman
şelaleleri oluştururlar.
krenoplankton (İng. krenoplankton) Kaynak veya
kuyu sularında yaşayan plankton.
kribriform (İng. cribroform) Elek veya kalbur
biçiminde. Eleksi.
krill (İng. krill) Eklembacaklıların Euphousiacea
takımına ait karidese benzer pelajik
organizmalardır.
Balinaların
başlıca
besinini oluştururlar.
krinotoksin (İng. crinotoxin) Zehirli bir materyalin
bir organizmanın dış yüzeyine gizlenmesi.
krinoyit (İng. Crinoidea, İng. crinoids) Crinoidea
sınıfından
olan
derisidikenlilerdir.
Genellikle ciçek şeklinde görülen sesil
organizmalar
olup
denizlaleleri
ve
denizzambakları olarak adlandırılırlar.
kripta (İng. crypt) Çöküntü. Çukurcuk. Geçit
kriptik (İng. cryptic) Gizlemek.
kriptofauna (İng. cryptofauna) Mercan resiflerinin
üzerinde veya içerisinde yaşayan hayvan.
kriyoplankton (İng. cryoplankton) Buzda ve karda
yaşayan organizmalardır.
kriyosfer (İng. cryosphere) Yeryüzündeki kar ve
buz çökeltilerinin bütünü.
kromatik (İng. chromatic) Renkle ilgili.
kromatin (İng. chromatin) Hücre çekirdeğinin
boyanabilen kısmı, çekirdek içinde ağ
görünümünde olup DNA ve protein
bileşimindedir.
kromatit (İng. chromatid) Tek bir kromozom ipliği.
kromatofor (İng. chromatophore) Epidermisin alt
tabakasında olduğu gibi pigment hücresi ya
da renk oluşturan plastid. Bazı bakterilerde
klorofil içeren tanecik.
kromomer (İng. chromomere) Kromozomu
oluşturan teşbih tanesi gibi tanecik dizisi.
kromonema (İng. chromonema) Kromozomların
anafaz ve telofaz evresinde zikzak ve
kıvrımlı bir durum alması.
kromoplast (İng. chromoplast) Bitkilerde sarı,
kımızı, turuncu renkli pigmentleri taşıyan
plastidler.
kromoplazma (İng. chromoplasm) Bir mavi ve ya
yeşil alg hücresinin dış kısmındaki çevresel
plazma.
kromatografi (İng. chromatography) Ortamda
adsorbsiyonla maddeleri ayırma işlemi.
kromozom (İng. chromosome) Hücre çekirdeği
içindeki kalıtsal madde, genleri içeren iplik
ya da çubuk biçimindeki yapılar.
kronik (İng. chronic) Bir hastalığın uzun süre
devam etmesi halidir. Uzun süreli.
kronik zehirlilik (İng. chronic toxicity) Etkisi uzun
sürede ortaya çıkan zehirliliktir.
krosingover (İng. crossingover) Mayoz sırasında
homolog
kromozomların
sinapsları
oluşturması ve bazı kısımlarını karşılıklı
olarak değiştirme olayı.
kriyophlora (İng. cryophlora) Kar ve buzlarla kaplı
bölgelerdeki alg türü.
kuvier tüpleri (İng. cuvier canal) Denizhıyarlarının
bazı türleri uyarıldığında ya da kendini
tehlikede hissettiğinde, anüs tehlikeye karşı
çevrilir ve vücut duvarının kasılmasıyla bu
tüpler kloaktan dışarıya fırlatılır. Deniz
suyu ile temas ettiğinde bu tüpler yapışkan
bir hal alır ve düşmanı sararak hareketine
engel olur.
ksantofil (İng. xanthophyll) Yeşil yapraklarda,
otlarda ve öteki bitkisel maddelerde
karotinle birlikte bulunan sarı renkli
pigment.
ksantofor (İng. xanthophore) Sarı kromotofor.
kserofit (İng. xerophyte) Kurakçıl bitkiler; çok az su
içeren topraklarda yaşamaya uyum gösteren
yuka ve kaktüsler gibi bitkiler.
kseroterm (İng. xerothermic) Sıcak ve kurak
iklimde gelişen bitkiler.
ksilem (İng. xylem) Bitkilerde su ve mineral
taşınmasından sorumlu olan borular, odun
boruları. Trakeofitlerde su ve suda çözünen
tuzları ileten doku; trake ve trakeitlerden
oluşur; aynı zamanda bitkiye mekanik
desteklik sağlar.
ktenidiyum
(İng.
ctenidium)
Akuatik
Mollusca’ların solunum yüzeyi ya da tarak
solungacı.
ktenoforlar (Lat. Ctenophora) Vücudu jel
biçiminde bir kümeyi saran iki tabakalı
hücreden ibaret olan deniz hayvanları
(taraklı medüzler); dış yüzünde tarağa
benzeyen biçimde sekiz kirpik sırası vardır,
hayvan suda bunlarla hareket eder.
ktenoyit pul (İng. ctenoid scale) 1. Deri dışında
kalan bölümü taraklı olan yuvarlak şekilli
pul. Taraklı pul. 2. En son oluşmuş olan yaş
halkasının arka kenarı tarak şeklinde olan
ve Teleost balıklarında bulunan pul tipi.
kuantum (İng. quantum) Işınım enerji birimi;
elektrik yükü yoktur ve çok az kütlesi
vardır; bir kuantum enerjisi radyasyonun
dalga boyunun ters bir fonksiyonudur.
kullanılabilir besin (İng. available nutrient)
Büyüme için özümlenebilecek durumdaki
besleyici eleman yada bileşik miktarı.
kullanılabilir su (İng. available water) Aşırı
mineral ya da tuz yoğunluğu taşımayan,
insan, hayvan yada bakterilerle ilgili zararlı
madde birikimi içermeyen, insanların
tüketmesine elverişli su.
kum (İng. sand) Çap büyüklüğü 0.002 ile 2 mm
arasındaki sediment.
kum balığıgiller (Lat. Ammodytidae) Kemikli
balıklılar takımının kefaller alt takımına
giren bir familya.
kum filtresi (İng. sand filter) Atık suda askıda
bulunan maddeyi süzmeye yarayan kum
dolu yatak.
kupes (Lat. Boops boops, İng. bouge)
İzmaritgillerden ılıman denizlerde yaşayan
bir balık.
kuprifuj (İng. cuprifuge) Bakır bakımından zengin
topraklarda yaşama yeteneğinde olmayan
bitkisel formlar.
kuprofit (İng. cuprophyte) Bakırca zengin
ortamlarda gelişen fanerogam formlar.
kupula (İng. cupule) Fındık tipi meyveyi taşıyan,
kadehe benzer yapı.
kurakçıl bitki (İng. xerophyte, xerophytic plant)
Kurak koşullarda yaşayabilen bitki.
kurdele balığı (Lat. Cepola macrophthalma, İng.
Red bandfish) Kurdele balığıgillerden,
uzun, yassı vücutlu, pulları çok küçük,
kuyruk yüzgeci ipliğe benzeyen, kemikli
bir Akdeniz balığı, flandra balığı.
kurdele balığıgiller (Lat. Cepolidae) Örnek hayvanı
kurdele balığı olan balılar familyası.
kursak (İng. crop) Kuşlarda, boğazda kese şeklinde
genişlemiş ve besin depo edilen bölge.
kurşun (İng. lead) Biriken bir zehir olup küçük bir
miktarları bile ciddi hastalıklara yada
ölümlere yol açan, doğal çevrede bulunan
inorganik bir eleman. Bilinen en eski su
kirleticilerinden biridir ve kurşun boruları
su dağıtım şebekesinde kullanılmaları
sonucu oluşur. Havada bulunan kurşunun
büyük bölümü benzine katkı maddesi
olarak konan tetraetil kurşun bileşiğinden
kaynaklanmaktadır.
kurum (İng. soot) Kısmi yanmadan oluşan ince
karbon parçacıkları ya da yüksek karbon
içeriğine sahip parçacıklar.
kutikula (İng. cuticula) Yaprakların, böceklerin,
vs.nin dış yüzeyinde çoğunluk mumla
örtülü bir tabaka.
kutikül (İng. cuticle) Bitki ve hayvanların genellikle
eksternal olan dış deri veya deri zarı.
kutis (İng. cutis) Epidermis ve dermiş
tabakalarından oluşan deri.
kutup hücresi (İng. pole cell) Hemen hemen
nükleustan başka birşey içermeyen küçük
hücre; oogenezis sırasında oluşur ve
yumurtanın animal kutbunda küçük bir
nokta şeklinde görünür.
kutuplayıcı mikroskop (İng. polarized microscope)
Kutuplayıcı
malzemeler
içeren
bir
mikroskop türü. Bunlar normal ışığı
kutuplanmış (yalnızca tek bir düzlemdeki)
ışığa dönüştürür. Kutuplayıcı mikroskoplar
mineral kristallerini incelemek için
kullanılır.
küçük gelgit (İng. neap tide) Ay ve Güneş'in
konumları dik açı oluşturduğunda meydana
gelen çok alçak gelgit genliği.
küçük kedibalığı (Lat. Scyliorhinus canicula, İng.
Small-spotted catshark) Chondrichthyes
sınıfının Scyliorhinidae familyasından, 70
cm kadar uzunlukta, vücutları kırmızımsı
gri, çok sayıda küçük kahverengi benekleri
olan, genellikle 15 m en fazla 100 m
derinliklerde yaşaryaa bir tür.
küf (İng. mold) Pamuk ya da post şeklinde büyüme
gösteren birçok mantardan herhangi biri.
kül (İng. ash) Yanan maddelerin bıraktığı kalıntı.
kültür bitkileri (İng. cultivated plants) İnsan eliyle
yetiştirilen bitkiler.
kümeleşme
(İng.
patchiness,
clustering)
Fitoplanktonik
organizmalarla
küçük
zooplankterlerin, küçük veya büyük
boyutlarda yerel dağılım göstermeleri.
küresel ısınma (İng. global warming) Karbon
dioksit gibi gazların tuttukları ısı sonucu
Dünya'nın sıcaklığında meydana gelen
artış.
kütin (İng. cutin) Yaprak yüzeyinde su kaybını
önleyen mumsu, su geçirmez madde.
-Llabirent organı (İng. labyrinth organ) Cennet
balıklarının başlarının her iki yanında
bulunan organ.
labyum (İng. labium) alt dudak.
lacinia mobilis (İng. lacinia mobilis) Kabuklulardan
Peracarida’larda mandibulanın arkasında
beslenmede görev alan küçük, hareketli bir
plaka.
lagün (İng. lagoon) Denizle yarı bağıntılı kıyısal
gölcükler. Sahil baraj gölleri. Dalyan.
lahoz (Lat. Epinephelus aeneus, İng. White grouper)
Hanigillerden, Akdeniz ve Ege’de yaşayan
lezzetli bir balık, kaya hanisi.
lakerda (İng. lacerda) Parça halinde tuzlanmış
palamut balıklarına verilen ad.
laktik asit (İng. lactic acid) Hayvanlarda ve bazı
mikroorganizmalarda
üretilen
fermentasyonla üç karbonlu organik asit.
laktoz (İng. lactose) Sütte bulunan ve sütün
buharlaşmasıyla kristal halde toplanan bir
disakkarit. Süt şekeri.
lakün (İng. lacuna) Oyuk, oluk, delik. Kemik ve
kıkırdak gözelerin yerleştikleri oyuk.
lam (İng. microscope slide) Mikroskopta
incelenecek maddelerin üzerine konulduğu
dar, uzun cam parçası.
lamel (İng. lamella) 1. Mikroskopta yapılan
incelemede bazen lamların üstüne kapatılan
dört köşe, küçük ve ince cam parçası. 2.
İnce tabak benzeri yapı. Hücreler
arasındaki zarda oldukça serttir.
lamina (İng. lamina) Kat, tabaka, levha, yaprak.
lamina branşialis (İng. lamina branchialis)
Solungaç yaprağı.
laminar akış (İng. laminar flow) Akış çizgileri bir
birini kesmeyen su akıntılarıdır.
laminarin
(İng.
laminarin)
Esmer
denizyosunlarında % 0,5-33 düzeyinde
bulunan, kara bitkilerindeki nişastanın
yerini alan bir karbonhidrattır.
lamizel (İng. lamizel) Sodyum alginat ile kalsiyum
alginatın karışımından elde edilen ve iştah
açıcı özelliğiyle gıda sanayinde kullanılan
bir madde.
lanset (İng. lancet) Bıçak benzeri küçük gereç.
İşlemce sırasında yumuşak dokuları
kesmede kullanılır.
lapillus (İng. lapillus) Balıkların iç kulaklarında
bulunan üç kemikçikten birisi.
lapina (Lat. Labrus bergylta, İng. Ballan wrasse)
Lapinagillerden, kayalık kıyılarda, sığ
sularda yaşayan 25-30 cm uzunluğunda,
kırmızı benekli, mavi veya yeşil balık.
Kikla.
lapinagiller (İng. Labridae) Kemikli balıklar
takımına giren bir familya.
larva (İng. larvae) 1. Bir hayvanın hayat devresinde
ana babaya benzemeyen çok genç evre. 2.
Olgunlaşmamış yavru. 3. Türünden farklı
yapıda olan, gelişme durumuna göre ağız,
sindirim organları, anüs, solungaç ve hava
keseleri gibi önemli organlarından bazıları
bulunmayan, besin kesesinden beslenen ve
gelişerek balık yavrusuna dönüşecek olan
organizmadır.
latent eritme ısısı (İng. latent melting heat) Suyun
temparatürünü hiç değiştirmeden katı
halden sıvı hale dönüştürmeye yarayan ısı.
lateral (İng. lateral) Kenara ait, yan.
laurer
kanalı
(İng.
Laurer’s
canal)
Yassısolungaçlardan
Digenea’larda
yumurta kanalı ve yumurta sarısının
birleştiği yerden vücut yüzeyinin dorsaline
açılan bir kanal.
lav set gölleri (İng. lava lakes) Aktif haldeki
yanardağlardan çıkan lavların bir vadiye
akıp set oluşturmaları sonucu oluşan göller.
lekeliuyuşturan balığı (Lat. Torpedo marmorata,
İng. Marbled electric ray) Uyuşturan
balığğıgillerden, boyları 1 m'ye ulaşabilen,
başları basık ve dış hatları ile yuvarlak ve
doğurarak üreyen bir balık (Uyuşturan
balığı, Lekelielektrik balığı).
lenf (İng. lymph) Lenf damaları içerisinde dolaşan,
kan plazması ve lenf proteinlerinden oluşan
dolaşım sıvısı, akkan.
lenfatik
sistem
(İng.
lymphatic
system)
Omurgalılarda vücuda yayılmış, kan
dolaşım sisteminin uçlarına bağlı ince kılcal
ağ.
lenfosit (İng. lymphocyte) Yabancı bir antijenin
varlığına tepki gösteren beyaz bir kan
hücresi.
lentik (İng. lentic) Göl, havuz, bataklık gibi kirliliğe
maruz durgun sular.
lentisel (İng. lenticel) 1. Epidermisi parçalayarak
gövdede gözenekli şişlikleri oluşturan ve
gaz alışverişini kolaylaştıran hücre kümesi.
2. Kovucuk. Mantar özüne dönüşmüş
gövde kısımlarında havanın girip çıkmasını
sağlayan aralıklar.
lepidosiren (Lat. Dipnoi) Güney Amerika ciğerli
balığı.
leptomedüz (Lat. leptomedusae) Serbest yüzen
tekalı medüzler.
leptosefalus (İng. leptocephalus) Yılan balığı
larvası.
leptoten (İng. leptotene) Mayoz bölünme profazında
görülen ve kromatin maddesinin ince
iplikler halinde ortaya çıktığı erken evre.
letal (İng. lethal) Ölüme yol açan ya da ölüme sebep
olmak için yeterli olan.
levha (İng. plate) Dünya'nın litosferini oluşturan
dev bloklardan her biri. Levhalar, büyük
yap-boz parçaları gibi birbirine uyumludur.
levrek (Lat. Dicentrarchus labrax, İng. European
seabass) Levrekgillerden, eti beyaz, üzeri
pullu iri bir balık.
levrekgiller (Lat. Percidae) Kemikli balıklardan bir
bölümü tatlı sularda yaşayan, yüzgeçleri
dikenli bir familya.
leydig bezi (İng. leydig gland) Erkek köpek
balıklarında spermanın biriktirdiği kese ile
böbrekler arasında bulunan ve özel sıvı
salgılayan bez.
lezyon (İng. lesion) Patolojik değişim gösteren doku
bölgesi.
lif (İng. fiber, filament) Tel, çok ince parça.
ligament (İng. ligamentum) Bir eklemde iki kemiği
bağlayan bir bağ doku tipi.
ligaz (İng. ligase) Enerji kullanılarak substrat
moleküllerinin
birbirine
bağlanması
reaksiyonlarını katalizleyen enzim.
lignin (İng. lignin) 1. Bitkide kök ve gövdenin sert
ve odunlu yapısını oluşturan madde. 2.
Selülozu sertleştirerek daha kırılgan hale
getiren bir organik bileşik.
liken (İng. lichen) Kayalarda ve ağaçlarda oluşan,
sülfürdioksit gibi kirletici maddelerin
varlığını gösteren, alg ve mantarlardan
oluşan simbiyotik bitki topluluğu.
limikol (İng. limicolous) Çamur substratumda
yaşayan bentik formlardır.
limnobiyoloji (İng. limnobiology) Göllerin biyoloji
bakımından incelenmesi.
limnobiyoz (İng. limnobios) Tatlı sularda yaşayan
hayvansal ve bitkisel organizmaların tümü.
limnodrom balık (İng. limnodromous fish) Göl,
gölet, baraj gibi iç suların durgun
olanlarında yaşamlarını sürdürüp üreme
için nehirlere göç eden balıklar.
limnofit (İng. limnophyte) Göllerde dip çamuruna
kökleriyle tutunan ve vejetatif organları
tümüyle suya gömülü ya da su yüzünde
bulunan bitki.
limnokren (İng. limnocrene) Tektonik olaylar
sonucu oluşan çatlaklardan çıkan ve önce
kaynak çukurunda toplanan ve daha sonra
oluşturdukları su yolundan akan kaynaklar.
limnoloji (İng. limnology) İç sulardaki biyolojik
yaşamı, verimliliği ve bu olaya etki eden
doğal faktörleri çeşitli bilimlerim (kimya,
fizik, biyoloji, bakteriyoloji, jeoloji gibi)
metot ve yöntemlerinden yararlanarak
kalitatif ve kantitatif yönden inceleyen
bilim dalı.
limnoplankton (İng. limnoplankton) Tatlı sularda
yaşayan plankton.
lindan (İng. lindane) Klorlanmış hidrokarbonlar
ailesinden dayanıklı suda çözünmeyen bir
tarım ilacı.
linea lateral (İng. linea lateralis) Bir sıra delikli
pulun yan yana gelmesinden oluşan ve
vücudun yan tarafında uzanan boyuna
çizgi.
lingual dişler (İng. lingual teeth) Bazı karnivor
balıklarda çene ve damaklar dışında dil
üzerinde bulunan dişler.
linkaj (İng. linkage) Aynı kromozomda bulunan bir
gen grubunun yavru döllere bir arada
aktarılması eğilimi. Bağlantı.
linolenik asit (İng. linolenic acid) Alabalıklar için
mutlak gerekli esansiyel yağ asididir.
lipaz (İngç lipase) Lipidleri (yağları), yağ asitleri ve
gliserine parçalayan sindirim enzimi.
lipit (İng. lipid) Suda çözünmeyip, ancak eterlerde
ve alkolde çözünebilen bir dizi bileşiğin
herhangi biri.
lipolizis (İng. lipolysis) Yağın erimesi, yağın
çözülüp parçalanmasıdır.
lipopeksi (İng. lipopexia) Dokularda yağ
toplanması, vücudun yağ bağlaması.
lipsos (Lat. Scorpaena porcus, İng. Black
scorpionfish) İskorpitgillerden Akdeniz ve
Atlas
okyanusunda
yaşayan,
yüzgeçlerindeki dikenlerde yaralara sebep
olan bir zehir bulunan, 40 cm uzunluğunda
eti çok beğenilen bir balık.
litoloji (İng. lithology) Taş bilimi.
litoral sistem (İng. littoral system) Sahilden 150200 m derinliğe kadar devam eden bentik
bölgedir.
litoral zon (İng. littoral zone) 1. Köklü bitki
örtüsünün ortaya çıktığı, güneş ışığının su
tabanına nüfuz edebildiği yüksek düzeyde
fotosentez olayına olanak veren kıyı
bölgesinde alçak ve yüksek dalga sınırları
arasında kalan sığ su bölgesi. 2. Suların en
yüksek olduğu düzeyle en alçak olduğu
düzey arasında kalan, sürekli olarak suyla
örtülü olmayan sahil bölgesi.
litosfer (İng. lithosphere) Yeryuvarı kabuğunun katı
maddelerden oluşmuş bölümü. Taş küre.
litre (İng. liter) Sıvıları ölçmede kullanılan bir
desimetre küp hacmindeki ölçü birimi.
liyaz
(İng.
lyase)
Substrattan
grupların
uzaklaştırılmasını, hidrolizden farklı bir
mekanizma ile (su molekülü çıkarmadan
molekülü yakan enzimler) gerçekleştirerek
çift bağların oluşumunu katalizleyen enzim.
lizimetre (İng. lysimeter) Buharlaşma sonucu su
kaybı oranını ölçen alet.
liziz (İng. lysis) Bir hücre ya da başka bir yapının
parçalanması ya da çözünmesi olayı.
Hücrelerin erimesi olayıdır.
lizogenik (İng. lysogenic) Bakterilerin ayrıştırabilen
bakteriyofajı taşıma, yani, diğer bakteri
hücrelerini parçalama.
lizozom (İng. lysosome) Sindirim enzimlerini
biriktiren hücre içi bir organel.
lob (İng. lobe) 1. Beyin, karaciğer gibi organların
parçaları bölümleri. 2. Kuyruk yüzgecinin
genellikle birbirine eşit iki parçasının her
birine verilen ad.
lofofor
(İng.
lophophore)
Tentaküllülerden
Ectopracta,
Phoronida
ve
Brachiopoda’larda
sillerle
donatılmış
dokunaçlara
sahip
beslenmede
ve
solunumda görev alan silli, tentaküllü ve at
nalı şeklindeki çıkıntılı yapılar.
lojistik eğri (İng. logistic curve) Bir populasyonun,
önce hızlı, sonra yavaş artıp durarak,
dengeye erişmesini gösteren, S-biçimli eğri.
lokus (İng. locus) Herhangi bir ıranın ortaya
çıkmasını sağlayan bir genin kromozom
üzerinde bulunduğu özel nokta.
longitudinal (İng. longitudinal) Uzunlamasına;
boyuna olan.
longoz (İng. deep spot) Deniz veya ırmaklarda
birdenbire derinleşen yer.
Lorenz Ampulleri (İng. Ampulla of Lorenzini)
Köpek balıkları ve vatozlarda bulunan
sudaki elektirik uyarıların algılanmasını
sağlayan organlar.
lorika (İng. lorica) Rotiferlerin bir kısmında gövde
bölgesine ait kutikulanın kalınlaşarak bir
zırh meydana getirmesi.
lota (Lat. Lota lota, İng. Burbot) Tatlı sularda
yaşayan bir tür gelincik balığı.
lökopeni (İng. leucopenia) Kanda akyuvarların
normalden az olması. 1mm3 kanda dört
binden az olması.
lökoplast (İng. leukoblast) Bitki hücrelerinde veya
bazı kamçılılarda sitoplazma içinde
bulunan ve genellikle nişasta taneciğini
oluşturan renksiz plastitler.
lökosit (İng. leucocyte) Beyaz kan hücreleri, amip
gibi hareket eden ve fagositoz yapabilen
renksiz hücreler. Akyuvarlar.
lökositoz (İng. leucocytosis) Kanda akyuvarın
normalden fazla olması. Bir mm3 kanda on
binin üzerinde bulunması.
lösemi (İng. leucemia, leukemia) Beyaz kan
hücrelerinde görülen kanserlerin genel adı.
lunaris (İng. lunar) Ay biçiminde, ay gibi, aysı.
lunatus (İng. lunate) Yarım ay biçiminde.
lunula (İng. lunula) Hilal biçiminde herhangi bir
yapı.
lusiferin (İng. luciferine) Biyoluminesens yapabilen
bazı organizmalarda bulunan ve lusiferaz
enzimiyle etkilendiğinde ışık veren bir
madde.
lutr (İng. otter) Su samuru.
lüfer (Lat. Pomatomus saltatrix, İng. Bluefish)
Hanigillerden, eti beyaz, tadı güzel, gövdesi
pullu bir balık.
lüks (İng. lux) Işıklandırma birimi, bir adım
uzaklıktaki standart bir mum tarafından
üretilen bir yüzey ışıklandırması.
lümen (İng. lümen) 1.Hücre çeperi içinde bulunan
hücre boşluğu. 2. Işık, aydınlık, boşluk.
lütein (İng. lutein) Folikül hücrelerinde meydana
gelen, yumurta sarısına renk veren pigment.
-Mmaddenin sakınımı yasası (İng. law of
conservation of matter) Bir kimyasal
reaksiyonda atomların yeniden meydana
gelmediğini ya da ortadan kalkmadığını,
fakat sadece tipini değiştirdiğini ifade eden
temel fizik yasası.
madencilik atıkları (İng. mining wastes)
Madencilik çalışmasının sonucunda, bitki
örtüsünü ve su kaynaklarını kirletici etkiye
sahip materyal, özellikle kaya ve maden
artıkları.
madrepor (İng. madrepore) Mercanlar sınıfının
kalkerli hayvanları içine alan bir takımı.
madreporid (İng. madreporite) Denizyıldızları,
yılan yıldızları ve denizkalalereleri gibi
derisidikenlide bulunan su kanalına deniz
suyu geçişi sağlayan kalbur gibi delikli
plaka.
magma (İng. magma) Dünya'nın içindeki erimiş
kayaç.
magnezyum
yetmezliği
(İng.
magnesium
deficiency)
Titremeler
ve
böbrek
tübüllerinde kireçlenme ile belirlenen bir
hastalıktır.
magri (Lat. Conger conger, İng. European conger)
Yılan balığıgillerden Avrupa kıyılarında
yaşayan, eti lezzetli büyük bir balık.
mahmuzlu camgöz (Lat. Squalus acanthias, İng.
Picked dogfish) Chondrichthyes sınıfı,
Elasmobranchii
altsınıfı,
Squaloidea
alttakımı Squalidae familyasından, 1 m
kadar uzunlukta, vücutları koyu renkli,
genç bireylerin sırt tarafları beyaz benekli,
doğuran, çamurlu zeminlerde sık olarak
bulunan ve Akdeniz'de yaşayan bir tür.
makrobesinler
(İng.
macronutrients)
Organizmaların nispeten büyük miktarlar
halinde yararlandığı karbon, hidrojen,
oksijen, azot fosfor, sülfür, potasyum ve
kalsiyum gibi mineral besinler.
makrofaj (İng. macrophage, macrophaous) Kan
dokusundaki monositlerden farklılaşarak
oluşan,
bağ
dokusunda
makrofaj,
akciğerlerde alveolar makrofaj, merkezi
sinir sisteminde mikroglia ve kemik
dokusundaki osteoklastlarla aynı olduğu
düşünülen, mikroorganizmaları fagosite
edip yok eden bağ dokusu hücresi.
makroplankton (İng. macro-plankton) 1mm-1cm
arasındaki zooplanktonik formlar.
makrospor
(İng.
macrospore)
Megaspor.
Makrosporangiumlardan meydana gelen
büyük ve dişi olarak kabul edilen sporlar.
Çiçekli bitkilerde embriyo kesesine
özdeştir.
makrosporangiyum
(İng.
macrosporangium)
Makrosporları
oluşturan
yapı.
Megasporangiyum da denir. Çiçekli
bitkilerde polen kesesine özdeştir.
makrosporofil
(İng.
macrosporophyll)
Makrosporangiyumları taşıyan yapı. Makrofil de
denir. Çiçekli bitkilerde pistile özdeştir.
makrotüketiciler
(İng.
macroconsumers)
Parçacıklar halindeki organik maddelerle
heterotrofik beslenme yoluyla enerjilerini
sağlayan organizmalar.
maksilla (İng. maxilla) Üst çene.
maksiller (İng. maxillary) Üst çeneye ait.
maxillary dişleri (İng. maxillary teeth) Balıklarda
üst çenede bulunan dişler.
maksilliped (İng. maxilliped) Kabuklularda ve bazı
eklembacaklı hayvanlarda besin alımında
görev alan özel ayaklar. Çene ayağı.
maksimum müsaade edilen toksik madde
konsantrasyonu
(İng.
maximum
permissible toxicant concentration, MATC)
Alıcı sularda olabilen toksik atıkların
organizmaya henüz tehlike vermeyen
boyutlardaki konsantrasyonu. Yalnızca
balık toksisite çalışmalarında kullanılabilir.
malakoloji (İng. malacology) Zoolojinin Mollusca
grubu ile ilgilenen bölümüdür.
malleus (İng. malleus) Weber organı bulunan
balıklarda, bu organı oluşturan kemiklerden
biri. Çekiç.
Malpigi borucukları (İng. Malpighian tubes)
Böceklerde ve diğer bazı eklembacaklılarda
sindirim sistemindeki bir boşaltım salgı
çıkıntısı.
Malta palamudu (Lat. Naucrates ductor, İng.
Pilotfish) Uskumrugillerden, ılık ve sıcak
denizlerde yaşayan, üzerinde enlemesine
mavi çizgiler bulunan, gri renkli bir balık.
mandibula (İng. mandibula) Eklembacaklılarda çift
olarak bulunan ve besini parçalamaya
yarayan ağız parçası. Alt çene kemiği.
mandibuler (İng. mandibular) Alt çeneye ait; alt
çene ile ilgili.
mandibular dişleri (İng. mandibular teeth)
Balıkların alt çenelerinde bulunan dişler.
mangrov (İng. mangrove) Tropikal kuşaktaki
kıyılarda , çamurda ve bataklıklarda yetişen
bir bitki cinsi.
mangrov bataklığı (İng. mangrove swamp) Kıyı
kenarında ya da bir haliçte mangrov
ağaçlarının büyüdüğü tropik, bataklık alan.
manan (İng. manan) Bir çok kırmızı yosunlarda
oluşan bir karbonhidrattır.
mannitol (İng. mannitol) Esmer, denizyosunlarında
%2-17
düzeyinde
bulunan,
kara
bitkilerindeki serbest şekerin yerini alan,
renksiz, kokusuz bir hekzahidrik alkoldur.
mansap (İng. river mouth) Bir ırmağın denize veya
başka bir ırmağa döküldüğü veya
kavuştuğu yer, ırmak ağzı.
mantar
(İng.
fungus)
Mikroskopik
yada
makroskopik olan parazit, saprfit yada
simbiyoz olarak yaşayan, klorofilsiz, zehirli
yada zehirsiz olan canlı yapı.
manto (İng. mantle) 1. Yumuşakçalarda kabuk
maddesini salgılayan bezleri kapsayan,
kabuğun içini döşeyen deri katlanmaları. 2.
Dünya'nın kabuğuyla çekirdeği arasında
kalan yoğun tabaka.
manubrium (İng. manubrium) Birçok sölenterlerde
ağız diski kenarında bulunan konik
şeklindeki yapı.
marangoz balığı (Lat. Pristis pristis, İng. Common
sawfish) Testere balığı.
mareograf (İng. tide recorder) Gel-git miktarını
ölçen alettir.
margo (İng. margo) Geçit alanı.
marikültür (İng. mariculture) Acısu ve denizel
ortamdaki yetiştiricilik.
MARPOL (İng. The International Convention for
the Prevention of Pollution from Ships,
MARPOL) Deniz kirliliği sözleşmesi.
Marpolmon (İng. Marine Pollution Monitoring
Programme) Deniz kirliliğini izleme
programı.
maruz kalma (İng. exposure) Organizma ile
kimyasal maddelerin temasta bulunması.
mast hücresi (İng. mast cell) Bağışıklık tepkisinin
bir parçası olarak histamin ve diğer lokal
kimyasal aracılar için özelleşmiş olan
hücreler.
mastaks (İng. mastax) Rotifera şubesinde yer alan
hayvanlardaki yapılardan olup kaslı bir
farinkstir. Bunun dişli olan yapısına da trofi
denir.
mastikasyon (İng. mastication) Besinin küçük
parçalara ayrılması için çiğnenmesi.
Çiğneme.
matriks (İng. matrix) 1. İçerisinde bazı şeylerin
gömülü olduğu bir kütle. 2. İçinde biyolojik
olayların oluştuğu cansız, sıvı ortam. 3. Bağ
dokusu hücreleri tarafından salınan ve
onların etrafını çeviren cansız madde;
genellikle kalın ve ağ şeklinde örülmüş
mikroskobik liflerden yapılmıştır.
mavi köpekbalığı (Lat. Prionace glauca, İng. Blue
shark)
Chondrichthyes
sınıfının
Carchariidae familyasından, gözleri, göğüs
ve karınyüzgeçleri mavi, baş sivrilmiş,
çeneleri üçgen dişlere sahip, 2-3 m kadar
uzunlukta, erkek ve dişi eşey hücrelerini
meydana getiren organları pamuk gibi
beyaz, insanlar için çok tehlikeli,
Akdeniz'de bulunan bir tür. Pamukbalıkları.
maya (İng. yeast) Ekmek mayalanmasında
kullanılan canlı yada ölü, tek hücreli mantar
yada bakteriler.
maymun balığı (Lat. Squatina squatina, İng.
Angelshark) Yuvarlak başlı bir cins köpek
balığı.
mayoz bölünme (İng. meiosis) Eşey organlarında
eşey hücrelerinin oluşması sırasında diploit
ya da somatik kromozom sayısının yarıya
indiği ve dört haploit hücrenin oluştuğu
hücre bölünmesi. Redüksiyon bölünme.
İndirgenme bölünmesi.
meckel kıkırdağı (İng. meckel’s cartilage) Çeneli
omurgalıların
embriyo
ve
olgun
Elasmobranch'ların alt çenelerinde bulunan
çubuk şeklindeki kıkırdak.
mecra (İng. drain, channel) Yatak, akak, su yolu.
medulla (İng. medulla) Özellikle flamentli alglerde
gövdenin merkezi veya iç bölgesidir.
medüz (İng. jell fish) Bazı sölenterlerin hayat
devrelerinde serbest yüzen, şemsiye
şeklinde bir form. Deniz anası.
megagametofit (İng. megagamete) Heterosporlu
bitkilerde dişi gametofit.
megaspor (İng. megaspor) Bazı deniz bitkilerinin
üreme bölgelerinde meydana gelen, büyük
sporlara verilen genel ad. Sporangiyum.
meiobentoz (İng. meiobenthos) Büyüklüğü 0.5 mm
ile 62 θm arasında olan bentik organizmalar
olup genellikle interstitial fauna ile
sinonimdir. Meiofauna.
mekanoreseptör (İng. mechanoreceptor) Dokunma,
basınç işitme ve denge gibi mekanik
uyartıları algılayan bir duyu hücresi ya da
duyu organı.
melanin (İng. melanine) Kahverengi, siyah rengi
veren pigment.
melanofor (İng. melanophore) Siyah pigment
hücresi; siyah pigment taşıyan kromotofor.
melatonin (İng. melatonine) Epifiz bezinin
salgılanan renk verme aktivitesi sağlayan
hormon.
melez (İng. hybrid, crossbreed) Herhangi bir
karakter yönünden farklı iki arı dölün
çaprazlanması sonucu oluşan heterozigot
döl.
melez gücü (İng. heterosis) Birbiriyle ilgisi olmayan soylardan gelen ve genetik
bakımdan farklı olan fertlerin birleşmesi
sonunda yavru meydana gelmesi ve bu
yavruların yaşamak için atalarından daha
iyi uyum göstermesi.
melezleme
(İng.
hybridization,
inbreeding,
crossbreeding)
Genellikle
ıslah
çalışmalarında kullanılan, iki hayvan ( ya
da bitki) çeşidinin çiftleştirilmesiyle ortaya
yeni bir çeşidin ya da soyun çıkartılması
işlemi; çaprazlama.
membran (İng. membrane) Hücreleri ve organelleri
kuşatan, başlıca iki fosfolipit tabakasından
oluşan bir yapı.
membran kanalı (İng. membrane channel) Bir
zarda belirli moleküllerin geçebildiği bir
delik.
memeliler (Lat. Mammalia) Doğurarak üreyen,
memeleri olan ,sıcak kanlı, iki akciğerli,
yüreğinde dört boşluğu olan, vücutları
genellikle
tüylerle
örtülü
omurgalı
hayvanlar sınıfı.
menderes (İng. meandering water) Bir akarsu
yatağının az eğimli koyak tabanlarında ve
ova düzlüklerinde çizdiği S harfine
benzeyen kıvrım.
mentum (İng. mentum) Çene.
mercan (Lat. Corallium rubrum) Tropik ve ılık
denizlerde yaşayan, geniş resifler oluşturan
mercanlar sınıfının örneği olan, kırmızı
kalker iskeletli hayvan.
mercan polipi (İng. coral polyp) Küçük bir deniz
hayvanı. Binlerce yıldır mercan resifleri,
ölü.
mercan resifi (İng. coral reef) Mercan, kabuklu
hayvan
ve
kalkerli
kalıntılarının
oluşturduğu yapı.
mercek (İng. lens) Gözde ışığın doğru şekilde
kırılmaya uğrayarak, ağ tabakaya düşmesini
sağlayan yapı.
meristem (İng. meristem) Mitoz bölünmeyle başka
hücreler
yapabilen,
sürekli
olarak
bölünebilme yeteneğine sahip hücrelerin
oluşturduğu embriyonik doku.
meristem halkası (İng. meristematic ring) Büyüyen
bitki ekseninde korteks ile merkezi
parenkima dokusu arasında bulunan ve
vasküler dokuyu veren meristem dokusu.
meristematik doku (İng. meristematic tissue) Mitoz
bölünme ile yeni hücrelerin üretiminde iş
gören bir bitki dokusu.
meristoderm
(İng.
meristoderm)
Alg
gövdelerindeki hücrelerin dış tabakası.
merkezi sinir sistemi (İng. central nervous system,
CNS) Inter nöronları içeren ve sinir
sisteminin geri kalan kısmı üzerinde kontrol
sağlayan sinir sisteminin bir bölümü.
merlanos (Lat. Gaidropsarus mediterraneus, İng.
Shore rockling) Bir tür mezgit balığı.
meroblastik bölünme (İng. meroblastic division)
Hücre bölünmesinin, yumurtanın belirli bir
kısmında gerçekleşmesi.
meroplankton (İng. mero-plankton) Yaşamlarının
belirli bir evresinde veya evrelerinde
yumurta, larva veya ergin olarak planktonik
olan, daha sonraki evrelerinde benthosa
inen ve zemine bağlı olan (örn. Mytilus
spp.,Obelia spp.) veya serbest yaşayan (örn.
bazı dekapod krustaseler) ya da nektonik
olan formlar(balıklar) oluşturur.
mersin balığı (Lat. Acipenser stellatus, İng. Starry
sturgeon) Mersin balığıgillerden, ılık
denizlerde, göllerde yaşayan, tatlı sularda
yaşayan, yumurtalarından havyar yapılan
bir balık.
mersin balığıgiller (Lat. Acipenseridae) Örnek
hayvanı mersin balığı olan, vücutları parlak
pullarla veya kemik düğmeciklerle örtülü,
çoğu yumurtlama zamanında iğ biçiminde
uzun balıklar familyası.
mersin balıkları (Lat. Acipenseriformes) Mersin
balığıgiller familyasını içine alan balıklar
takımı.
mersin morinası (Lat. Huso huso, İng. Beluga)
Mersin balığıgillerden, Karadeniz, Hazar
denizi ve bu denizlere dökülen ırmaklarda
yaşayan, yumurtasından havyar yapılan bir
balık.
mesajcı RNA (İng. messenger RNA, m RNA)
Nükleusta sentez edilip sitoplazmadaki
ribozomlara geçen özel bir RNA çeşidi;
ribozomlardaki RNA ile birleşir ve bir
enzim ya da diğer bazı özel protein
sentezleri için kalıp görevi yapar; elçi
RNA; haberci RNA.
mesane (İng. bladder) Boşaltım sisteminin idrar
toplanan torbası.
meşcere (İng. stand) Dış görünüm, tür bileşimi, yaş,
yapı bakımından tek düzelik gösteren bitki
topluluğudur.
metabolizma (İng. metabolism) Moleküllerin,
enerjinin serbest kalmasını sağlayacak
şekilde
parçalanması
ve
karmaşık
moleküllerin ve yeni protoplazmanın
sentezi dahil, bir hücre içindeki ya da tam
tir organizmada tüm kimyasal reaksiyonlar.
metafaz (İng. metaphase) Mitoz bölünmede
kromozomların
ekvator
düzleminde
sıralandığı ve uzunlamasına ayrılmış gibi
görüldüğü, profazı izleyen evre.
metafita
(Lat. Metaphyta) Bryophyta
ve
Tracheophyta filumlarına ait ileri bitkiler;
sporofit gelişiminde embriyonik evreler
bulunur.
metagenez (İng. metagenesis) Eşeyli çoğalan bir döl
ile eşeysiz çoğalan bir dölün birbirini
izlemesi. Döl değişimi.
metal alımı (İng. metal uptake) Bir metalin vücuda
girmesi.
metal birikimi (İng. heavy metal accumulation)
Vücuda giren metallerin belli bir zaman
diliminde vücutta kalması.
metalimniyon
(İng.
metalimnion)
Göllerde
yüzeyden derine doğru inildikçe yavaş
yavaş azalan sıcaklığın belli bir derinlikten
sonra hızlı bir şekilde düşüş gösterdiği
tabaka. Bu tabaka sıcaklık atlaması olarak
da adlandırılır.
metamer (İng. metamere) Segment, bölüt.
metamerizm (İng. metamerism) Annelid ve
chodatlarda
olduğu
gibi
dizisel
segmentlerden yapılmış olma durumu.
metamorfoz (İng. metamorphose) Bazı hayvansal
organizmaların,
embriyo
devresinden
başlayarak ergin olana kadar geçirdiği
evrelere bağlı olarak geçirdiği yapısal
değişikliklerdir. Başkalaşım.
metan (İng. methane, marsh gas) Bataklık
topraklarda, lağım sularında ve ayrıca
kömür madenlerinde organik maddenin
anaerobik koşullarda ayrışmasından oluşan,
genellikle bataklı gazı olarak adlandırılan,
doğal,
renksiz
gaz.
Atmosferde
yoğunluğunun artması "sera etki"ne katkıda
bulunur.
metanefridyum (İng. metanefridium) Sölom
boşluğuna açılan boşaltım tüpçükleri.
metanefroz (İng. metanephros) 1. Omurgalılarda
görülen ve ikincil böbreğin arkasından
meydana gelen, en gelişmiş böbrek tipi. 2.
Protozoa dışında, hücreleri farklılaşarak
dokuları oluşturan tüm çok hücrelileri içine
alan hayvanlar dünyasının bir bölümü.
metasentrik
kromozom
(İng.
metacentric
chromosome) Birbirine eşit veya yaklaşık
olarak eşit iki koldan meydana gelen 'V'
şeklindeki kromozom.
Metazoa (Lat. Metazoa) Çok hücreli hayvanlar.
meyve (İng. fruit, product) Bir bitkide tohum ve
tohumu çevreleyen kısımları içeren
olgunlaşmış ovaryum.
mezenşim (İng. mesenchyme) 1. Embriyonun
gastrula safhasında aktoderm ve endoderm
arasında meydana gelen hücre yığını. 2.
Embriyonun
mezoderm
tabakasından
gelişen, daha sonra kas ve bağ dokusunu
oluşturacak olan farklılaşmamış hücreler.
mezgit (Lat. Merlangius merlangus, İng. Whiting)
Mezgitgillerden, Avrupa ve Türkiye
denizlerinde yaşayan, uzun vücutlu, büyük
ağızlı, eti lezzetli bir balık, tavuk balığı.
mezgitgiller (Lat. Gadidae) Balıklar sınıfının,
kemikli balıklar takımına giren, genellikle
tatlı sularda yaşayan bir familya.
mezoderm (Lat. mesoderm) 1. Ektoderm ve
endoderm arasında bulunan embriyodaki üç
germ tabakasından ortadaki. 2. Orta yaprak.
Döletsel yaşamda oluşan üç yapraktan
ortada olanı.
mezonefrostomal Oligoketlerin nefridyumuna ait
nefridyum hunisinin üst kenarının birkaç
hücreye kadar azalması.
mezofil (İng. mesophyllum) Yaprağın iç kısmında
bulunan ince çeperli ve kloroplastca zengin
hücreler.
mezofit (İng. mesophyte) Orta derecedeki nemli
iklimde yaşayan kara bitkileri.
mezoglea (İng. mesoglea) Süngerlerde epitellerin
(ekto ve endo) arasında bağ doku olarak
bulunan jelatinimsi saydam bir matriks.
mezonefridyum
(İng.
mesonephridium)
Mezodermden gelişen boşaltım organı.
mezonefroz (İng. mesonephrose) Omurgalılarda
görülen, orta derecede gelişmiş böbrek tipi.
mezopelajik zon (İng. mesopelagic zone) Pelajik
bölgenin 200-1000 m arasında kalan kısmı.
mezoplankton (İng. meso-plankton) Aydınlanmanın
yeterli olmadığı oligofotik tabakanın üst
kısmında,
mesopelajik
zonda,50-200
metreler arasında yaşayan planktondur.
mezopoz (İng. mesopause) Mezosferin üst kısmı.
mezosaprobik (İng. mesosaprobik) Beher cm3’teki
bakteri sayısı 1000-1000000 arasında
değişen ve bakteriyel kirlilik açısından orta
kirli sular olarak tanımlanan sulardır.
mezosfer
(İng.
mesosphere)
Meteoritlerin
(göktaşlarının) yanıp yok olduğu sanılan,
stratosferlerle termosfer arasındaki bölge.
mezoterm (İng. mesothermic) Ilıman iklimde
gelişen bitkiler.
mezotrofik su (İng. mesotrophic water) Tabi olarak
oluşan veya besinlerce zenginleşmeyle
meydana gelen oligotrofik ve otrofik
durumlar arsında olan orta değerli sudur.
mezozom (İng. mesosome) Bakterinin üremesi
sırasında bakteri zarından kıvrımlar
yaparak meydana gelen mitokondri benzeri
yapı.
midye
(Lat.
Mytilus)
Yassı
solungaçlı
yumuşakçalardan, kabukları birbirine eşit
denizlerin kayalık yerlerinde kümeler
durumunda yaşayan eti yenir bir hayvan.
mikoloji (İng. mycology) Mantar bilimi.
mikolojik (İng. mycologic) Mantarlardan ileri gelen
hastalıklar.
mikro kirletici (İng. micropollutant, trace
pollutant) Bulunduğu ortamda çok düşük
konsantrasyonlarda
olmasına
rağmen,
kirletici olarak etkisini kısa veya uzun
dönemlerde gösterebilen maddedir. Eser
kirletici.
mikrofauna (İng. microfauna) Büyüklüğü 0.1
mm’nin altında olan bentik organizma.
mikro nefrostomal Oligoketlerin nefridyumuna ait
nefridyum
hunisinin
üst
kenarının
kaybolması.
mikrobesinler (İng. micronutrients) Organizmaların
çok küçük miktarlarda yararlandığı mineral
besinler.
mikrofibril (İng. microfibril) Küçük telcik.
mikrofil/mikrosporofil (İng. micropyle) Tohumsuz
bitkilerde bir tek damarlı doku şeridi içeren
küçük bir yaprak. Mikrosporangiyumları
taşıyan yapı. Çiçekli bitkilerde erkek
organa, stamene özdeştir.
mikrofilament (İng. microflament) Çoğunlukla
aktin proteininden oluşan, uzun, ince bir
yapı.
mikroiklim (İng. microclimate) Küçük bir alandaki
yöresel iklim koşulları.
mikrometre (İng. micrometer) Çok küçük
mesafeleri ölçmeye yarayan bir gereç. Taba
mikrometresi, saydam bir film ya da cam
üzerine çizilmiş bir ölçekten oluşur.Bir
mikrometre,herhangi bir lam gibi,tablanın
üzerine yerleştirilir.
mikron (İng. micron, µ) Milimetrenin binde biri
(1m =1/1000 mm).
mikronütrient (İng. micronutrient) Çok düşük
miktarda ihtiyaç duyulan besin maddeleri.
Mikrobesin.
mikroorganizma (İng. microorganism) 1. Özellikle
bakteri, virüs ya da protozoa dan uluşan
mikroskobik bir organizma gurubuna
verilen ad. 2. Biyolojik işleve tabi tutma
süreçlerinde, aktif etki maddesi işlevi gören
ya da indirgeme faaliyetine katkıda
bulunan;
sıvı
atıklarda
bulunan
mikroskobik bitkiler ya da hayvanlar.
mikrop (İng. microbe) Çok küçük bitki ya da
hayvanlar.
mikropil (İng. micropyle) Yumurta üzerinde
spermanın içine girmesine yarayan açıklık.
mikroplankton (İng. micro-plankton) 50-500 µm
(20 ile 200 gm) arasındaki hem büyük
fitoplanktonik hem de küçük zooplanktonik
organizmalar.
mikroprotalyum (İng. micro- prothallium)
Anteridyumları oluşturan protal.
mikrospor (İng. microspor) 1. Bazı deniz
bitkilerinde
erkek
üreme
bölgeleri
tarafından üretilen küçük eşey hücreleri. 2.
Tohumlu bitkilerde üreme organı olan
stamenlerde mayoz bölünmeyle meydana
gelen erkek üreme hücreleri, çiçektozu.
Çiçekli bitkilerdeki polene özdeştir.
mikrosporangiyum
(İng.
microsporangium)
Mikrosporları oluşturmak için mayozla
bölünen mikrospor ana hücrelerini içeren
küçük polen keseleri.
mikroterm (İng. microthermic) Düşük sıcaklıklarda
yaşayan organizmalar.
mikrotom (İng. microtome) Dokuların ve organ
parçalarını mikron düzeyinde kesmeye
yarayan araç.
mikrotübül (İng. microtubule) Ökaryot hücrelerde,
hücre iskeletinin yapısına katılan, kamçılı
ve sillilerde ise sillerin yapısına katılan, içi
boş tüpçükler.
mikrovillus (İng. microvillus) Silindirik yada kübik
epitel (örtü) hücrelerinin üst yüzeylerinde
emme yüzeyini genişletmek için hücrenin
sitoplazmasından dışarı doğru yaptığı
uzantılardır.
miksohalin (İng. mixohaline) Denizlerde tuzluluğu
% 0.05- 0.30 arasında değişen bölgelerdir;
Salinitesi ‰ 34’ten aşağı olan sulardır. Acı
sular.
mikso-oligohalin (İng. mixooligohaline) Tuzluluğu
‰ 0.5-5 arasında değişen bölgelerdir.
mikso-polihalin (İng. mixopolyhaline) Tuzluluğu
‰ 18-30 arasında değişen bölgelerdir.
miksotrof (İng. mixotroph) Klorofil taşıdığı halde,
heterotrof olarak da beslenebilen canlılar.
miksotrofik (İng. mixotrophic) Fotosentez veya
organik besinlerle beslenme.
milyarda kısım (İng. one part per billion, ppb)
Ağırlıkça çözünen maddenin bir milyar
birim
çözelti
içerisindeki
konsantrasyonudur.
milyonda kısım (İng. one part per million, ppm)
Ağırlıkça çözünen maddenin bir milyon
birim çözelti içerisindeki konsantrasyonunu
ifade eder.
mimikri (İng. mimicry) Bir organizmanın yaşamını
sürdürebilmek amacıyla bazı diğer canlı ya
da cansız nesnelere benzeyerek yaptığı
uyum. Taklit.
minakop (Lat. Umbrina cirrosa, İng. Shi drum)
Gölge balığı, taş levreği.
mineral (İng. mineral) Biyolojide, su hariç, doğal
olarak oluşan herhangi bir inorganik
madde.
mineralizasyon (İng. mineralization) Organik
maddelerin karbondioksit, su, hidratlar,
oksitler veya mevcut diğer elementlerin
mineral tuzlarına parçalanmasıdır.
minimum
algistatik
konsantrasyon
(İng.
maximum algistatic concentration, MAC-5)
Zehirli ortamda 5 günlük etki süresinde alg
üremesini
durduran
minimum
konsantrasyondur.
minimum yasası (İng. minimum law) Canların
yaşayabilmesi için alınması zorunlu olan
besin maddelerinin en azından minimum
miktarda alınması.
mirasidyum
(İng.
miracidium)
Parazitik
trematodların ilk larva evresi.
misel (İng. mycelium) 1. Mantarlarda, hiflerin bir
araya gelmesiyle oluşmuş yapılar. 2. Yağ
moleküllerinin, çözünmediği bir sıvı madde
içerisine bırakıldığı zaman oluşturduğu
küçük partiküller.
mist (İng. mist) Herhangi bir buharın kimyasal
olarak buharlaşması neticesinde meydana
gelen sıvı zerrecikler.
mitilikültür (İng. mussel cultere, culture of Mytilus)
Midye yetiştiriciliği.
mitokondri (İng. mitochondria) Hücrede enerji
üretiminden sorumlu olan (oksijenli
solunumun gerçekleştiği) elektron taşıma
sistemi ve bazı enzimleri içeren yuvarlak ya
da uzamış şekildeki hücre içi organelleri.
mitoz bölünme (İng. mitotic division) Ökaryot
hücrelerin tipik çekirdek bölünmesi.
Kopyalanarak sayısı iki katına çıkmış
kromozomların profaz, metafaz, anafaz ve
telofaz safhalarını geçirdikten sonra
bölünerek diploit sayıda kromozom
kapsıyan iki oğul çekirdeğe ayrılmaları.
Mitozu takiben sitoplazma bölünmesiyle
hücre iki oğul hücreye ayrılır.
miyelin kılıf (İng. myelin sheath) Sinir hücrelerinde,
hücrenin belirli bir bölümü tarafından
meydana getirilen ve akson adı verilen
uzantıların üzerini kaplayarak koruma ve
sinir iletiminde hız sağlayan örtü.
miyofibril (İng. myofibril) Sitoplazmada bulunan
ince telcikler.
miyokard (İng. myocardium) Kalp kası.
miyotom (İng. myotome) Kas demeti; kas segmenti.
miyozin (İng. myosin) Kas hücrelerinde kasılmayı
sağlayan protein yapıdaki kalın iplikler.
mod (İng. mod) Frekansı en çok olan değer. Tepe
değeri.
modifikasyon (İng. modification) Çevre etkileriyle
canlıların fenotiplerinde meydana gelen
değişiklikler.
modulatör (İng. modulator) Işık kaynağından gelen
ışığı, alevdeki örneğin atomize olması
sonucu ortaya çıkan ısınmadan ayırt
edebilmek için kullanılan aygıt.
mol (İng. mole) Sayısal olarak maddenin moleküler
ağırlığına eşil, ağırlığı gram cinsinden olan
madde miktarı. Bir maddenin bir mol
maddesinde, o maddeden 6.023x1023
molekül bulunur. Dolayısıyla bir mol
madde herhangi bir diğer maddenin molü
ile daima aynı sayıda molekül içerir.
molariform dişler (İng. molariform teeth) Azı dişi;
öğütücü diş.
molarite (İng. molarity) Bir litre çözelti içerisinde
çözünen maddenin mol sayısına denir.
Litresinde 1 mol gram çözünmüş madde
bulunan çözeltiye molar çözelti denir.
molekül (İng. molecule) Maddenin büyük ölçüde
özelliklerine ve yapısına sahip bir bileşimin
ya da kovalen bağlarla bağlı bir elementin
en küçük parçası.
moleküler ağırlık (İng. molecular weigth) Bir
molekülün, onu oluşturan atomların atom
ağırlıklarının toplamı olarak hesaplanan
ağırlığı.
molismoloji
(İng.
molismology)
Doğanın
kirlenmesiyle ilgilenen bilim koludur.
Mollusca (Lat. Mollusca) Yumuşakçalar şubesi.
molt (İng. molt) Tüylerini dökme, deri değiştirme.
Monera (Lat. Monera) sistematikte bakteri ve maviyeşil alglerin toplandığı alem. Bu alemin
içindeki canlılarda zarla çevrilmiş çekirdek
ve organeller bulunmaz.
moniliformis (İng. moniliformis) Kolye biçiminde.
monofiletik (İng. monophyletic) Tek atadan köken
almış.
monohibrit (İng. monohybrid) Tek karakter
bakımından melez.
monoik (İng. monoic) Aynı bitki üzerinde hem
erkek hem de dişi çiçekleri ya da
kozalakları taşıyan bitki. Tek evcikli.
monokotiledon
(İng.
monocotyledon)
Angiospermae sınıfının bir alt sınıfı, tek
çenek yaprağı olan bitkileri içerir,
buğdaygiller, zambak, orkide gibi.
monokramotör (İng. monochromator) İlgili
elemente ait emisyon hattını (ışın hattını)
diğer ışın hatları arasından ayırt edip izole
etmeye yarayan parça özellikle moleküler
band emisyonlarında kullanılır. Tek renkli
ışın kaynağı olarak da yorumlanabilir.
monokültür (İng. monoculture) Tek bir türe ait
bireylerin geniş bir alanda yetiştirilmesi.
monomer (İng. monomer) Büyük moleküllerin
hidrolizi sonucu oluşan en küçük yapı
birimi. Diğerlerine bağlanarak polimer
yapabilen molekül ağırlığı nisbeten küçük
bir bileşiğin basit bir molekülü.
monomorfoz (İng. monomorphose) Tek tip hayat
devresi, ilkel bitkilerin hayat evresi.
monoploid (İng. haploid) Tek (n) sayıda
kromozoma sahip hücre.
monosakkarit (İng. monosaccharide) Genel
formülü (CH2O)n olan en basit şeker
molekülü.
monosit (İng. monocyte) Yuvarlak, iri ve tek
çekirdekli kan dokusu gözesi. Güçlü
fagositoz ve diapedez yeteneği vardır.
monotipik (İng. monotypical) Bir cinsin tek bir
türü, ya da bir türün tek bir alttürü olması.
monotonus plankton (İng. monotonus plankton)
Böyle bir plankton populasyonunda
tekdüzelik göze çarpar. Populasyonu
oluşturan bireylerin %75’den fazlası aynı
türe aittir.
morfogenez (İng. morphogenesis) Vücudun bir
kısmının ya da özel bir organın şekil,
büyüklük ve diğer yapılarının gelişimi.
morfoloji (İng. morphology) Organizmaların ya da
organizma kısımlarının şekil ve yapısı.
morina (Lat. Gadus morhua, İng. Atlantic cod)
Mezgitgillerden,
Kuzey
denizlerinde
yaşayan, eti yenilen, karaciğerinden balık
yağı çıkarılan bir balık.
mortalite (İng. mortality) Bir populasyonun birim
zaman içinde ölen birey sayısı. Ölüm oranı.
motile (İng. motile) Kendiliğinden hareket edebilen.
motivasyon (İng. motivation) Bir hayvanın
davranışının doğrudan nedeni olan içsel bir
durum.
motor birim (İng. motor unit) Bütün iskelet kası
liflerinin tek bir motor nöron tarafından
uyarılması.
mozaik gelişim (İng. mosaic development)
Embriyoya ait hücrelerin her birinin,
vücudun farklı bir bölgesini meydana
getirmek üzere belirlendiği gelişim tipi. Bu
gelişim
tipini
gösteren
canlılarda,
embriyodan ayrılan herhangi bir parça,
kendi başına tam bir birey olarak
gelişemez.
mukosit (İng. mucositis) Mukus salgılayan göze.
Salgı bezlerinde mükoz son kısımları yapan
gözelerden her biri.
mukoza (İng. mucous membrane) Sindirim borusu,
soluk borusu gibi iç organların iç yüzeyini
örten ve mukus sıvısı salgılayan ince
tabaka. Mukoz zar, örneğin sindirim
kanalını örten zar.
mukus (İng. mucous) Mukozada yer alan mukus
hücreleri tarafından salgılanan kaygan,
sümüksü koruyucu sıvı.
multipi aleller (İng. multiple allels) Tek bir lokusun
farklı fenotipleri oluşturan üç ya da daha
fazla seçenek durumu.
multipotent (İng. multipotent) Birden fazla farklı
hücre veya doku tipine farklılaşabilme
yeteneğine
sahip
olan.
Hidralarda
“interstitial
hücreler"
ve
omurgalı
embriyolarında “kök hücreler", multipotent
karakterdedir.
mum (İng. wax) Yağ asitlerinin gliserolden başka
alkollerle yaptıkları esterler.
Muraena (Lat. Muraena) Yılan balığına benzeyen,
çok yırtıcı, sıcak denizlerde yaşayan, göğüs
yüzgeci olmayan, eti beğenilen bir deniz
balığı.
musilaj (İng. mucilage) Alg hücrelerinde bulunan
yapışkan, jelatin örtü. Yapışkan ve az
akışkan karakterli polimerler.
muskularis (İng. muscularis) Kaslı, kasa ait.
mutajen (İng. mutagen) Canlı organizmalarda
genetik
değişikliğe
sebep
olabilen
maddedir.
mutant (İng. mutant) DNA’sında değişiklik
(mutasyon) meydana gelmiş olan canlı.
mutasyon (İng. mutation) Bir canlının kalıtım
özelliklerinde meydana gelen birdenbire ve
kendiliğinden değişmeler.
muton (İng. muton) Değişince organizmanın bir
mutantının meydana gelmesine neden olan
kromozomun en küçük parçası.
mutualizm
(İng.
mutualism)
Ayrı
ayrı
yaşayamayan, beraber olmaktan yararlanan
farklı türden iki organizmanın oluşturduğu
birlik.
mürein (İng. murein) Bakterilerin hücre duvarında
bulunan yapısal bir peptidoglikan.
mürekkep balığı (Lat. Sepia officinalis, İng.
Cuttlefish) Kafadan bacaklılardan, sıcak ve
ılıman denizlerde yaşayan, eti yenen,
korunmak için siyah renkte bir sıvı salarak
suyu bulandıran bir yumuşakça, supya.
Mytilacea (Lat. Mytilacea) Midyeler.
Mytilus (Lat. Mytilus) Midye.
Myxinoidea
(Lat.
Myxinoidea)
Kaygan
yuvarlakağızlılar takımı.
-Nnacreous
(İng.
nacreous)
Bazı
Bivalvia
kabuklarının iç yüzeyinin gökkuşağı
renklerine sahip tabaksı.
nacreus tabaka (İng. nacreous layer) Bir
yumuşakça kabuğunun en içteki tabakası
olup
kalsiyum
karbonatın
modifikasyonundan oluşmuştur. Prizmotik
tabakadan farklıdır.
nanizm (İng. dwarfism) Aynı türe ait bireylerin
sıcaklığın artışına paralel olarak boylarının
küçülmesidir. Cücelik.
nanoplankton (İng. nano-plankton) 5-50 µm (2 ile
20 gm) arasında olan organizmalar.
nansen şişesi (İng. nansen bottle) 1. Oşinografik
çalışmalarda istenilen derinlikten su örneği
almaya yarayan alettir. 2. Fitoplanktonun
kantitatif değerlendirmelerinin yapıldığı
kapalı su kapları.
nasti (İng. nasty, nastic movement) Bitkinin,
uyaranın cinsine göre yaptığı fakat uyaranın
yönüne bağlı olmayan davranışlar.
nauplis (İng. nauplis) Kabukluların ilk larval evresi.
Bu evrede ovoid şeklinde, segmentsiz olup
uzantı (çıkıntıları) üç çifttir.
nazal boşluk (İng. nasal cavity) Burun boşluğu.
nazalis (İng. nasalis) Buruna ait, burun ile ilgili.
nebat (İng. herb, plant) Bitki.
nebatat (İng. botanic, greenery) Bitkiler.
nefridiopor (İng. nephridiopore) Omurgasızların
boşaltım organları olan nefridyumların
vücut dışına açıldıkları açıklık.
nefridyum (İng. nephridium) Yer solucanı ve diğer
annelidlerde bulunan boşaltım organı, silli
bir huni bir boru ile bitişiğindeki anteriyor
solom boşluğuna uzanır ve buradan bir
delikle vücut dışına açılır.
nefrit (İng. nephrite) Böbreklerdeki nefronların
iltihaplanması sonucu oluşan hastalık.
nefromiksiyum (İng. nephromixium) Birçok
poliketlerde eşeysel bezlerin ve salgı
organlarının ürünlerini aynı gözenekten
(perden) atılmasının sağlamak amacıyla
eşeysel kanallarıyla boşaltım organlarının
birleşmesi.
nefron (İng. nephron) Omurgalı böbreğinin, idrar
oluşturan yapısı ve işlev birimi. Böbreğin
en küçük ünitesi; böbreğin dış ünitesi.
nefrostom (İng. nephrostome) Poliketlerde sölom
boşluğuna iç kısımdan açılan mezoderm
kökenli silli bir huni.
(İng.
naphtha)
Organik
maddelerin
ayrışmasından oluşan tutuşur sıvıların bir
çoğuna verilen ad.
nehir dokuzgözlüsü (Lat. Lampetra fluviatilis, İng.
River lamprey) Cyclostomata sınıfı
Petromyzonoidea takımından, 30-35 cm
kadar uzunlukta, Batı Avrupa, Batı Akdeniz
ve Japonya'nın nehir ve kıyılarında
yaygındır. Çevre kirlenmesinden dolayı
sayıları azalmaktadır.
nehir (İng. river) Genişliği 50 m’nin üzerinde olan
akarsu.
nehirağzı zonu (İng. river-mouth zone) Akarsu ve
denizlerin karışım zonu.
nekridyum (İng. necridium) Ölü hücre .
nekroz (İng. necrosis) Dokunun belli bir
bölümünün herhangi bir sebeple canlılığını
kaybetmesi. Doku ve hücrelerin lokal ve
ani ölümüdür.
nektokaliks (İng. nectocalyx) Bazı sifonofonlarda
bulunan kese benzeri yüzme çanı olup, su
içeri alınarak kesenin ritmik kontraksiyonu
ile dışarı pompalanır ve bu fışkırtma itici
bir hareket yaratır.
nekton (İng. necton) Aktif olarak yüzebilen
organizmalar; balıklar, kabuklu hayvanlar
ve deniz memelileri.
nematosist (İng. nematocyst) Sölenterlerde bulunan
tutunma, korunma ve av yakalamaya
yarayan küçük sokucu bir yapı.
nematosist (İng. nematocyst) 1. Cnidariaların yakıcı
hücreleri arasında bulunan yakıcı organel.
2. Knidosit hücrelerinin içeriği ya da
kendisi.
neme yönelim (İng. hygrotropism) Canlıların
zorunlu olarak havanın nemine göre
yönelmesi
ve
yer
değiştirmesi,
higrotropizm.
neoteni (İng. neoteny) Ergin halde larva
özelliklerinin görülmesi.
neritik (İng. neritic) Kıyı şeridinde deniz kabukları,
kum, çakıl gibi şeylerle oluşan yığınakla
ilgili.
neritik plankton (İng. neritic plankton) Sahilden
200 metre derinliğe kadar olan pelajik
bölgede, kendine özgü ekolojik koşulların
bulunduğu, sıcaklık ve tuzluluğun büyük
farklılıklar gösterdiği sahil sularında bol
olarak bulunan organizmalar.
nesli tükenme (İng. extinction) Bir türü oluşturan
bireylerin sayısının giderek azalması ve
sonuçta o türün tümüyle ortadan kalkması.
neft
netorositler (İng. neterocysts, heterocysts) Nitrojeni
birleştirici enzime sahip kalın duvarlı
hücreler.
Heterositler.
Cyanobakteri
kolonilerine birleşiktir.
nikel (İng. nickel) Normal olarak insana zarar
vermeyen, fakat sıcak karbon monoksitle
tepkime ilişkisi içine girince öldürücü bir
zehir oluşturan eser element. Öldürücü
zehir etkisi otomobillerde yanma sırasında
gerçekleşir.
nikotin (İng. nicotine) Bir nörotransmitter olan
asetilkolinin faaliyetini engellediği için
zehirli olan ve tütünden elde edilen bir
alkaloyid.
nimf (İng. nymph) Yarı başkalaşım gösteren
böceklerde, dış görünüşü ergine benzeyen,
fakat eşey organları ve kanatları tam olarak
gelişmemiş evre.
niş (İng. niche) Bir organizmanın bulunduğu
çevresindeki rolü.
nişasta (İng. starch) Bitkilerde depo maddesi olarak
meydana getirilen polisakkarit.
nitrifikasyon (İng. nitrification) Atıksuda bulunan
amonyağın proses içerisinde önce nitrite
daha sonra nitrata dönüştürüldüğü biyolojik
sistemlerdir.
nitrik asit (İng. nitric acid, HNO3) Niterat asidi.
Yüksek derecede aşındırıcı, renksiz ve
dumanlı sıvı. Zehirleyicidir ve şiddetli
yanıklara yol açar.
nod (İng. node) Düğüm şeklinde yapı.
nodul (İng. nodüle) Küçük düğüm veya yumru.
nodyum (İng. node, nodus) Gövde üzerinde yaprak
ya da tomurcuğun geliştiği yer; bir şişkinlik
ya da kabartı.
nokta kaynak (İng. point source) Su kirliliğinin bir
su yoluna ulaşabileceği bağımsız ve farklı
taşıyıcı; egzos bacası gibi, bağımsız nitelik
taşıyan sabit hava kirliliği.
nokta mutasyonu (İng. point mutation) DNA
kopyalanması sırasında bir baz çiftinde
meydana gelen değişiklik.
nokturnal (İng. nocturnal) Gece, geceye ait.
nomenklatür (İng. nomenclature) İsimler sistemi.
nonhomolog (İng. nonhomologous) Aynı genleri
taşımayan, bu nedenle de mayoz sırasında
çift oluşturmayan iki kromozom.
normalite (İng. normality) Bir litre çözeltide
çözünen maddenin ekivalan sayısına o
çözeltinin normalitesi denir. Litresinde bir
ekivalan
gram
madde
bulunduran
çözeltilere normal çözeltiler denir.
nosyon (İng. notion, idea) Bir şey üzerindeki gerekli
bilgi, kavram
notokord (İng. notochord) 1. Bütün kordatların
embriyosunda ve bazılarının erginlerinde iç
iskelet görevi yapan, arka-ön doğrultusunda
uzanan çubuk şeklindeki yapı, sırt ipliği 2.
Aşağı
omurgalılarda
ve
yüksek
omurgalıların
embriyolarında
sinir
kordonunun tam ventralinde uzunlamasına
uzanan esneyebilir destek çubuğu.
notopodyum
(İng.
notopodium)
Poliket
solucanlarının (çok kıllılar) parapodlarının
dorsal kısmı.
notum (İng. notum) Vücudun sırt kısmı,
Artropodlarda her segmentin dorsal
elementi.
nöral ark (İng. neural arch) Omurgalılarda
omuriliğin içinden geçmesine yarayan
dorsal kemer.
nöral (İng. neural) Sinire ait, sinirle ilgili.
nöral spina (İng. neural spina) Omurgaların dorsal
çıkıntısı.
nörogenez (İng. neuregenesis) Gelişme sırasında
sinir
sisteminin
gelişme
safhası
Nörolasyon.
nöroglia (İng. neuroglia) Sinir dokuda nöronlara
desteklik yapan yardımcı hücreler, ara
nöronlar.
nörokraniyum (İng. neurocranium) Kafatasının
beyin ve iç kulağı kapsayan kısmı.
nöromast (İng. neuromaste) Linea laterale (yanal
çizgi) kanalında bulunan reseptörler.
nöron (İng. neuron) Kolleteral ve terminal
uzantılarıyla birlikte bir sinir hücresi, sinir
sisteminin yapısal birimi.
nöropodyum
(İng.
neuropodium)
Poliket
solucanlarının parapodlarının vetral lobu.
nörosekretor (İng. neurosecretory) Salgı yapan
sinirsel hücreler.
nörotoksik (İng. neurotoxic) Sinir sistemi üzerinde
zararlı etkisi olan zehirli maddeler.
nörula (İng. neurula) İlkel sinir sisteminin oluştuğu
erken embriyonik evre.
nöston (İng. neuston) Deniz suyunun yüzey filmi
üzerinde veya 10 cm içinde yaşayan ve
biyolojileri hava-su ilişkisine bağlı olan
organizmaların oluşturduğu topluluktur.
nötr (İng. neutral) Elektriksel yükü sıfıra eşit olan.
nötr atom (İng. neutral atom) Elektron ve proton
sayısı birbirine eşit olan atom.
nötralizm (İng. neutralism) İki organizmanın
birbirinden bağımsız olarak yaşaması, yani
birinin diğeri üzerinde hiçbir etkisinin
olmaması.
nötrofil (İng. neutrophile) Küçük granülleri çok
hafif boyanan pembe ile mavi arası
lökositler.
nötron (İng. neutron) Kütlesi l olan hidrojen
izotopu hariç bütün elementlerin atom
çekirdeğinde protonlarla beraber bulunan
elektrik yüksüz madde parçacıkları.
Nudibranchia (Lat. Nudibranchia) Kabuğu
olmayan ve vücutlarında cerata adı verilen
sırt uzantılarına sahip mollüsk.
nukleotid (İng. nucleotide) Bir fosfat grubu, bir 5
karbonlu şeker (riboz ya da dezoksiriboz)
ve bir azotlu bazdan (pürin ya da primidin)
oluşan bir molekül; nükleaz enzimi
yardımıyla nükleik asitlerin ayrıştığı bir alt
birim.
numune (İng. sample, pattern) Belirlenmiş çeşitli
özellikleri
incelemek için bir
su
oluşumundan belli aralıklarla veya sürekli
olarak alınan ve ideal olarak bu su
oluşumunu temsil eden belirli miktardaki
sudur.
nupleks (İng. nuplex) Sakinlerinin sağlığı ve
yaşaması için gerekli her şeyi içeren,
nükleer enerji ile çalıştırılması düşünülen
konut ve işyerlerinden oluşan yapay
mekanlar.
nusellus (İng. nucellus) Tohum taslağında embriyo
kesesini çevreleyen doku.
nükleaz (İng. nuclease) Nükleik asitleri kısa
oligonükleotit parçalarına ya da tek
nükleotide hidrolize eden enzimler grubu.
nükleik asit (İng. nucleic acid) Nükleotit
polimerlerinden
oluşan
ve
kalıtsal
özelliklerin
geçirilmesinde,
protein
sentezinde ve hücresel aktivitelerin
kontrolünde iş gören, çekirdek içinde
bulunan, genetik şifreyi taşıyan, yapılarında
şeker bulunan asitler (DNA ve RNA).
nükleoid (İng. nucleoid) Bir prokaryotik hücrede
kromozomun bulunduğu bir zar ile
kuşatılmamış bölge.
nükleolus (İng. nucleolus) Hücre nükleusu içinde
bulunan küre şeklinde yapı; ribonukleik asit
bakımından zengin olup ribozomların
sentezlendiği yerler olarak bilinirler.
nükleoprotein (İng. nucleoprotein) Proteinlerin
nukleik asitlerle kurduğu moleküler birlik.
nükleotit (İng. nucleotide) Bir pürin ya da pirimidin
bağlı, bir fosfat grubuna sahip beş karbonlu
bir şekerden oluşan bir kimyasal yapı.
Nükleik asitlerin yapı taşı.
nükleozom (İng. nucleosome) Birkaç histon
proteinin meydana getirdiği makara
şeklindeki yapının etrafına, kromozornal
DNA'nın sarılmasıyla oluşan kompleks.
nükleus (İng. nucleus) Hücre çekirdeği.
nütrient (İng. nutrient) Bir organizmanın
metabolizması, büyümesi ve üremesi için
gerekli olan herhangi bir organik veya
inorganik madde.
nütrisyon (İng. nutrition) Besin maddelerinin
canlılar tarafından alınarak kullanılacak
duruma getirilmesi. Beslenme.
nüve (İng. nucleus, core) Çekirdek. Bir şeyin özü.
-Oobje (İng. object, thing) Nesne.
observasyon
(İng.
observation)
Gözlem,
gözlemleme.
obstrüksiyon (İng. obstruction) Engelleme.
odun boruları (İng. xylem) Bitkilerde çeşitli hücre
tiplerinden oluşan, su iletimi ve destek
görevini yapan doku. Ksilem.
odunsu perennial bitkiler (İng. woody plant) İki
yıldan çok yaşayan ve bir mantar
tabakasıyla kaplı odunlu gövdeye sahip
bitkiler; çok yıllık odunlu bitkiler.
oksidasyon (İng. oxidation) Elektronların bir atom
ya da molekülden ayrılmasını sağlayan
kimyasal tepkime. Yükseltgenme.
oksidatif
fosforilasyon
(İng.
oxydative
phosphorylation) Mitokondrilerin elektron
taşıyıcı
sisteminde,
elektronların
aktarılmasıyla
bir
arada
yürüyen
reaksiyonlar tarafından inorganik fosfatın,
ATP'nin
enerjice
zengin
fosfatına
dönüşmesi.
oksidoredüktaz (İng. oxireductase) İki substrat
arasındaki
oksidasyon-redüksiyon
olaylarının katalizörü.
oksijen çukuru (İng. oxygen sag) Biyolojik
solunum nedeniyle, çoğunlukla geceleri,
sudaki çözünmüş oksijen yoğunluğundaki
düşüş; açık boşaltım nedeni ile bir akarsuda
ani çözünmüş oksijen düşüşü.
oksijen doygunluk değeri (İng. oxygen saturation
value) Sıcaklık, kısmi oksijen basıncı ve
tuzluluğa bağlı olarak değişen çözünmüş
oksijen konsantrasyonun tabii hallerde
havadaki oksijen ile veya saf oksijen ile
arıtma tesislerinde dengede olduğu
değerdir.
oksijen tükenmesi (İng. oxygen depletion)
Kimyasal ya da biyolojik kullanımla
oksijenin giderilmesi ya da tüketilmesi.
oksin (İng. auxin) Bitkide büyüme, gelişme
hormonu.
oksitaksi (İng. oxytaxis) Oksijenle uyarmaya cevap
olan hareket.
oksitleme havuzları (İng. oxidation ponds) Atık su
arıtımında
birincil
aşamada
atığın
stabilizasyonu için kullanılan, atık suyun
oksijenlendiği ve arıtıldığı nispeten sığ
lagünler ya da havuzlar.
oksitleme işlemleri (İng. oxidation processes) Atık
suda organizmaların biyolojik büyümesini
hızlandıran, böylece organik içeriğini
azaltan aerobik lağım suyu işleme süreçleri.
oksitleyici (İng. oxidant, oxidizing agent) Yeni bir
madde oluşturmak üzere havada kimyasal
olarak tepkiyen, oksijen içeren madde;
fotokimyasal dumanın (sisin) birincil
kaynağı.
oksotrof (İng. auxotroph) Ana ve babanın
genlerinde bulunmasına karşın kendi
büyümesi
için
gerekli
molekülü
sentezleyemeyen mutant mikroorganizma.
oküler ölçek (İng. ocular scale) Mikroskopta
incelenen
görüntüleri
ölçmek
için
kullanılan bir ölçek. Oküler ölçek,
mikroskobun göz merceğine sığabilecek
büyüklükte saydam bir film ya da cam
üzerine çizilmiş bir ölçektir.
okyanus çukuru (İng. ocean trench) 3000-4000 m
derinlikten 6000-7000 m derinliğe devam
eden deniz dibi çukurudur.
okyanus hendeği (İng. deep ocean trench) İki
levhanın karşılaşıp içlerinden birinin
ötekinin altına girdiği yerlerde oluşan derin,
sualtı vadisi.
okyanus (İng. ocean) Kıtaları birbirinden ayıran
engin, deniz, ana deniz, umman.
okyanus ortası sırtı (İng. mid-oceanic ridge)
Litosfer levhalarının birbirinden ayrıldığı
yerlerde oluşan uzun, denizaltı dağ sırası.
Ortalama 3000 m yüksekliğinde, pürüzlü
bir yapısı olan okyanus dibini çevreleyen
sırtlardır.
olfaktör (İng. olfactory) Koklama işlemine ait.
oligofaj (İng. oligophagous) Ancak birkaç çeşit
besinle beslenebilen organizma.
oligomiktik göller (İng. oligotrophic lakes) Her
derinlikte sıcak sulara sahip, su dolaşımı
seyrek ve düzensiz göl tipi.
oligotrofik göller (İng. olygotrophic lakes) Ayırt
edici özellikleri düşük besin düzeyi, derin
sulardaki büyük miktarlarda çözünmüş
oksijen, duru soğuk su ve sınırlı bitki
yaşamı olan göller.
olintus (İng. olynthus) Süngerlerde amfiblastula
larvasından gelişen son embriyonik dönemi
olup larva haline geldiğinde substratuma
yapışır ve dışarıya açılan porlar görünmeye
başlar. Por kanallarının basit bir sistemi
vardır.
omnivor (İng. omnivorous) Hem bitkisel hem de
hayvansal besinler ile beslenebilen canlılar.
omurgalılar (İng. vertebrate) Memelileri, kuşları,
amfibyumları,
sürüngenleri,
yuvarlak
ağızlıları ve balıkları içine alan hayvan
bölümü.
omurilik (İng. spinal cord) Omurga içerisinden
geçen sinirsel doku.
on ayaklılar (Lat. Decapoda) Çeşitli ıstakoz,
yengeç ve karides türlerini içine alan
eklembacaklı kabuklular takımı.
onkojenik (İng. oncogenic, oncogenous) Kanser
yapıcı, karsinojenik.
ontogeni (İng. ontogeny) Bireysel bir organizmanın
tüm gelişimsel geçmişi.
oogami (İng. oogamy) Genellikle büyük hareketsiz
dişi gamet ile küçük ve hareketli erkek
gametin birleşmesi.
oogenez (İng. oogenesis) Ovaryumda meydana
gelen gamet oluşumu.
oogonium (İng. oogonium) 1. Bir tallofit bitkinin
örtülmemiş dişi üreme organı. 2.
Ovaryumdaki yumurtayı oluşturan öncül
hücre; büyüyerek primer oositi yapar.
ookist (İng. oocyst) bir hücreli sporozoonlarda
konjugasyon yapan iki gametin çevresinde
oluşan kist.
oosfer (İng. oosphere) Yumurta hücresi, dişi gamet.
oosit (İng. oocyte) Dişi eşey organında eşey
hücrelerinin
oluşması
sırasında
oogonyumdan değişen ve iki mayoz
bölünmesi geçirecek olan hücre.
oospor (İng. oospore) Oomiset mantarlarda,
alglerde ve protozoonlarda döllenmiş
oosferde gelişen kalın duvarlı zigot.
ootip (İng. ootype) Platyhelminthes’lerin Digenea
üyelerinde
döllenmiş
yumurtaların
bulunduğu yumurta bırakma kanalının
özeleşmiş bölümü, döllenme boşluğu.
operatör (İng. operator) Bir kontrol maddesinin
bağlanabilmesi nedeniyle transkripsiyon
hızını değiştiren bir DNA bölgesi.
operatör gen (İng. operator gene) Bakteri yada
virüs genomunda repressör (baskılayıcı)
proteini bağlayan ve yanındaki genin
transkripsiyonunu kontrol eden gen.
operkulum (İng. operculum) Salyangozlarda
kabuğun ön kısmını kapatan kalker
kapakçık. Balıklarda solungaç kapağı.
oral (İng. oral) Ağızla ilgili.
orfoz (Lat. Epinephelus marginatus, İng. Dusky
grouper) Hanigillerden, Ege ve Akdeniz’de
bulunan, eti beyaz ve lezzetli, on kg dan 50
kg a kadar ağırlığı olan bir balık türü.
organ (İng. organ) Çoğunlukla yapısal ve işlevsel
bir birim halinde gruplaşan, vücudun bir
kaç dokudan oluşmuş bir bölgesi.
organel (İng. organelle) Hücre içinde belirli bir
görevi yapmak üzere özelleşmiş ve zarla
çevrili yapılar. Çekirdek, mitokondri,
kloroplastlar gibi.
organik (İng. organic) Bir organizmanın bir
bölümünü oluşturan ya da geçmişte
oluşturmuş olan (yapısında karbon elementi
bulunan) madde.
organik madde (İng. organic substance) Doğal
olarak bulunmayıp canlı organizmalar
tarafından sentezlenen karbon, hidrojen,
azot ve oksijen ihtiva eden maddeler.
organizma (İng. organism) Canlı bir birey.
organogenesis (İng. organogenesis) Embriyo
tabakalarından
organların
meydana
gelmesi.
orifisiyum (İng. orificium) Delik, ağız, açıklık.
orijinal (İng. original) Kaynak, temel, asıl, köken.
orikula (İng. auricula) Derisidikenlilerde bulunan
Aristo fenerinin dibi etrafında bulunan
radyal sıralanmış kalker yaylar.
orikularya larva (İng. auricula larva) Deniz
yıldızları ve deniz hıyarlarında görülen
larva tipi. Vücudundaki silli bantların
varlığı ile karakterize edilmiştir.
oriyantasyon (İng. orientation) Zamana veya yere
uyma.
orkinos (Lat. Thunnus thynnus, İng. Atlantic bluefin
tuna) Uskumrugillerden, boyu 2.5 m
olabilen, eti yenir bir balık, ton balığı.
orta lamel (İng. middle lamella) Birbirlerine bitişik
bitki hücrelerinin çeperini arasında biriken
bir madde tabakası.
ortalama etkili konsantrasyon (İng. Effective
concentration,
EC50)
Deney
organizmalarının %50’sinde denge kaybı,
felç, anormallikler veya vücut bozuklukları
gibi,
etki
meydana
getiren
konsantrasyondur.
ortalama öldürücü konsantrasyon (İng. lethal
concentration, LC50) Tatbik edildiği
organizmaların
yarısını
öldüren
konsantrasyondur.
ortalama ölüm zamanı (İng. lethal concentration,
LT50) Zehir etkisi gösteren bir maddenin
öldürücü dozunun organizmaya girdikten
sonra, organizmaların yarısının ölümü için
geçen süredir.
ortalama temas süresi (İng. contact time) Deney
organizmalarının yarısının hayatta kaldığı
süredir.
ortalama tolerans limiti (İng. tolerance limite,
TL50) Su organizmalarının zehirli ortamda
yarısının canlı kalabildiği sınır zehirlilik
değeridir.
ortam (İng. medium) Canlı bir varlığın içinde
bulunduğu doğal ve maddi şartların tümü;
hücreleri veya canlı varlıkları doğrudan
doğruya
çevreleyen
mekan;
canlı
varlıkların sürekli olarak madde ve enerji
alışverişi yaptığı ve bu yüzden az veya çok
bağlı bulunduğu çevre.
ortokinez (İng. orthokinesis) Uygun olmayan
çevreyle karşılaşan organizmanın hızını
değiştirme hareketi.
oseanik bölge (İng. oceanic zone) Neritik bölgenin
dışında kalan su kütlesidir.
oseanik plankton (İng. oceanic plankton) Genel
olarak sıcaklık, tuzluluk ve ekolojik
koşulların daha stabil olduğu,200 metreden
daha derin yerlerde bulunan plankton.
oseanik yükselti (İng. oceanic ridge) Abissal
düzlüklerin üzerinde bulunan, birkaç yüz
m2’lik alanı 300 m veya daha fazla
yüksekliği olan yükseltilerdir.
oseanodrom (İng. oceanodromous) Üremek için
sadece deniz içerisinde göç yapan balıklar.
osein (İng.ossein) Kemik dokunun ara maddesi.
osel (İng.ocelus) Omurgasız hayvanların birçok
farklı tipinde bulunan basit bir ışık
reseptörü; nokta göz.
osellus (İng. ocellus) Aralarına duyu hücreleri
sokulmuş olan pigment hücrelerinden
oluşmuş benek halinde basit bir göz olup
bir retina ve merceklerden oluşur. Çoğulu:
Ocelli.
osfradiyum
(İng.
osphradium)
Bazı
yumuşakçalardaki duyu organları olup
solungaçlarının kenarlarında yer alırlar.
Basit top benzeri göze çarpan veya birçok
yaprak benzeri yapılardan oluşmuştur.
Kimyasal duyu organları olup, solunum
suyunu kontrol ederler.
osmokonformers (İng. osmoconformers) Dokuları
ve hücreleri solunmayı (dilution) tolere
edebilen bir hayvan.
ossifikasyon (İng. ossification) Kemikleşme.
Osteichthyes (Lat. Osteichthyes) Kemiklibalıklar.
Geniş anlamda tür sayısı bakımından en
büyük omurgalı sınıfıdır. Yaklaşık 24.000
kemiklibalık türü, yaklaşık 450 familyaya
ve yaklaşık 35 takıma, 4-5 üsttakıma ve iki
altsınıfa yerleştirilmiştir.
osteoblast (İng. osteoblast) 1. Kemik yapımını
sağlayan göze. Döletsel yaşamında
mezanşim, daha sonra fibroblastlardan
dönüşürler. Gözeler arası maddeyi salgılar
ve osteositlere dönüşürler. 2. Genç kemik
hücreleri.
osteogenez (İng. osteogenesis) Kemik yapımı.
osteoklast (İng. osteoclast) Kemik yıkımını
sağlayan iri, düzensiz büyük gözeler.
Kemiğin gelişmekte olan bölgelerinde
bulunur.
osteoplast (İng. osteoplast) Kemik hücreleri
içerisinde kapsül içindeki boşluk.
osteosit (İng. osteocyt) Kemik doku gözesi. Kemikte
gözeler arası maddenin sağlayıcı işlev
yapan madde.
ostiyum (İng. ostium) Suyun vücuda girmesini
sağlayan delik.
ostracoderm (Lat. ostracodermi) Zırhlı balıklar.
ostreikültür (İng. ostreiculture) İstiridye türlerinin
yapay üretimi.
oşinografi (İng. oceanography) Okyanus ve
denizlerin fiziksel, kimyasal ve biyolojik
özellikleri üzerine deneysel araştırmalar
yapan bilim kolu, ana denizbilimi.
otekoloji (İng. autecology) Tek bir türe ait birey
veya bireylerin ortamlarıyla olan ilişkilerini
inceleyen ekoloji kolu. Bireysel ekoloji.
otijenik sediment (İng. authigenic sediment) Direk
olarak denizde çökelen sediment aynı
zamanda hidrojenik sediment olarak
adlandırılır.
otizm (İng. autism) İçe yöneliklik.
otlanma (İng. grazing) Zooplanktonun fitoplankton
ile beslenmesi.
otobur (İng. herbivorous) Bitki tüketerek enerji
sağlayan heterotrof organizma. Otçul.
otofaji (İng. autophagy) Kendi kendini yeme.
otogenez (İng. autogenesis) Denizlerin belli
bölgelerinde kimyasal olaylar sonucu
minerallerin yerinde oluşması olayıdır.
otokoloni (İng. autocolony) Eş koloni hücreleri
içinde oluşmuş yeni bir kolonidir.
otolit (İng. otolith) Balıkların iç kulaklarındaki
keseler içerisinde bulunan kalsiyum
karbonattan yapılmış sert oluşumlar.
Kulaktaşı. Denge taşı.
otoliz (İng. autolysis) Kendi enzimlerinin
aktiviteleri sonucunda yok olma.
otomotiv
emisyonlar
(İng.
automotive
emissions)Taşıtlardan kaynaklanan kirlilik.
otopotamik (İng. autopomatis) Normal olarak
akarsularda
bulunan,
yaşamlarını
akarsularda tamamlayan organizmalardır.
Bazen tam planktoniktirler.
(İng. autopsy) Ölü veya öldürülmüş
balıkların dış ve iç organlarının muayenesi
için yapılan operasyondur.
otospor (İng. autospore) Ana hücre içinde hücre
bölünmesiyle şekillenen iç sporlardır.
ototrof (İng. autotroph) Işık enerjisi veya kimyasal
enerji kullanarak, inorganik maddelerden
kendi organik besinini üretebilen canlılar
(kendibeslek). Şeker, nişasta, protein, yağ
ve vitamin gibi moleküler yapı oluşturmak
için güneş enerjisini tutarak ve kimyasal
enerjiye dönüştürerek kendi besinini üreten,
kendi
kendine
beslenen
canlılar;
fotosentetik bitkiler.
ototrof bakteri (İng. autotroph bacteria) Azot ve
karbon ihtiyacını inorganik maddelerden
sağlayan bakteridir.
ototrofi (İng. autotrophy) Öz beslenme.
ototrofik (İng. autotrophic) İnorganik ham
maddelerden organik besinleri yapabilen.
otozom (İng. autosome) Eşey kromozomlarından
başka herhangi bir kromozom çifti.
otsu (İng. herbaceous) Yumuşak ve sukkulent kalın
bir gövdeye sahip olan.
ovaryum (İng. ovary)Yumurtaların oluştuğu dişi
üreme organıdır.
ovidukt (İng. oviduct) Yumurtayı ovaryumdan dışa
doğru taşıyan kanal.
oviger (İng. oviger) Pycnogonida’larda pedipalpin
hemen arkasında yeralan yumurta taşıyan
bacaklar.
ovipar (İng. ovipar) Bu hayvanlarda dişi
döllenmeden sonra yumurtasını dış ortama
bırakır, daha sonra bu yumurtadan embriyo
gelişir ve yavru çıkar.
ovipozitor
(İng.
ovipositor)
Yumurtaları
yerleştirmeye yarayan yapı, yumurtlama
borusu.
ovovivipar (İng. ovoviviparity, ovoviviparous) Bir
plasenta oluşumuyla anne-yavru arasında
bağlantı olmaksızın, yumurtası vücut içinde
gelişen ve yavruyu yumurtadan çıktıktan
sonra vücut dışına bırakan, yalancı doğum
yapan.
ovulasyon (İng. ovulation) Bir yumurtanın
ovaryumdan serbest bırakılması.
ovum (İng. ovum) Olgun dişi cinsiyet hücresi.
Çoğulu: ova.
ovül (İng. ovule) Tohumlu bitkilerde döllenmeden
sonra bir tohum oluşturan, bir integüment,
sporangiyum ve megagametofıtten oluşmuş
bir yapı.
ozmol (İng. osmole) Ozmotik konsantrasyon
otopsi
ölçümü. Bir litre çözücü başına, ozmotik
olarak aktif parçacıkların toplam molekül
sayısı.
ozmoregülasyon (İng. osmoregulation) 1. Dış
ortamdaki değişikliklere rağmen osmotik
konsantrasyonlarının
vücut
sıvılarını
nispeten
sabit
tutacak
şekilde
düzenlenmesi. 2. Bitki ve hayvan adele ve
hücrelerinde su miktarını kontrol eden
fizyolojik faaliyet. 3. Osmotik olayların
yönetimi; balıklarda tuz dengesinin
ayarlanması.
osmotaksi (İng. osmotaxis) Osmatik basınçtaki
değişmeye cevap.
ozmotik basınç (İng. osmotic pressure) 1. Seçici
geçirgen bir zar ile sudan ayrılmış bir
çözelti ya da kolloyidi saf su ile eşitlik
halinde tutmak için oluşturulması gereken
basınç. 2. Çözünen madde taneciklerinin
çözelti içinde yaptıkları basınç.
ozmoz (İng. osmosis) Çözünmüş moleküllerin,
geçirgen zar aracılığıyla az yoğun taraftan
çok yoğun tarafa geçmesi. Seçici geçirgen
bir zardan su moleküllerinin difüzyonudur.
ozon (İng. ozone) Oksijenden geçen elektrik
boşaltımı ve radyasyonla oluşan, oksijenin
tepkimeci,
zehirli
biçimi.
Solunan
atmosferde tahriş edici olabilir, stratosfer
de ise mor ötesi ışınları süzdüğü için
gereklidir.
ozon tabakası (İng. ozone layer) Zararlı morötesi
radyasyonu süzen, ozon içeren üst atmosfer
katmanı.
CFC
türünden
kimyasal
maddelerin
atmosfere
bırakılması
sonucunda ozon tabakasının zayıfladığı,
bunun ise cilt kanserinde artışa yol açacağı
hesaplanmaktadır.
ozonosfer (İng. ozonosphere) Atmosferin ozon gazı
içeren ve güneşin zararlı morötesi ışınlarını
süzen
katmanı.
Yeryüzünün
20-50
kilometre üzerindedir. İnsan yapımı
birtakım
gazların
ozon
tabakasının
incelmesine yol açtığı düşünülmektedir.
-Özon (İng. euphotic zone) Okyanusta
fotosentezi
ve
bitkisel
planktonun
yaşamasını sağlayacak kadar ışık alan açık
deniz bölgesi.
öglena (Lat. Euglena) Tatlı sularda yaşayan, kamçı
biçimindeki uzantısı ile hareket eden mekik
biçimindeki bir hücreli.
öğrenme (İng. learning) Deneyimin bir sonucu
olarak bireyin davranışında uyumsal
değişiklikler meydana getiren süreç.
öhalin (İng. euhaline) Denizlerde tuzluluğun %
0.30-0.40 arasında değişen bölgelerdir.
Öhiponöston (İng. euhyponeuston) Hayatını su
yüzeyinden yaklaşık 5 cm derinliğe kadar
olan bölgede geçiren canlı organizma.
ökaryot hücre (İng. eukaryote cell) Bakteriler hariç,
tüm organizmalar için karakteristik olan,
belirgin bir zarla çevrili çekirdek içeren bir
hücre.
ökromatin (İng. euchromatin) Açık ve yaygın.
Çekirdekte ince tanecikler halinde dağılan
kromatin.
öldürücü doz (İng. lethal dose, LD50) Belirli bir
zaman periyodunda organizmaların %50
sinin ölümüne neden olan doz olup daha
çok fare, tavşan vb. gibi karasal kökenli
hayvanların toksisitesinde kullanılır.
öldürücü konsantrasyon (İng. lethal concentration,
LC50) Belirli bir zaman periyodunda
organizmaların %50 sinin ölümüne neden
olan solüsyondaki konsantrasyon olup
grafik ya da ortalamaların hesabından
gidilerek
tahmin
edilir.
Akuatik
organizmalar için kullanılır.
öldürücü olmayan etki (İng. nonlethal effect,
sublethal toxicity of substances) Zehirli
maddelerin küçük konsantrasyonlarda
organizmalar üzerinde etkili olmayan fakat
bu organizmaların enzim sistemleri dış
yapıları
davranışları
v.b.
üzerinde
gözlenebilen olumsuz değişikliklere sebep
olan etkilerdir.
öldürücü süre (İng. lethal time, LT50) Belirli bir
konsantrasyonda organizmaların %50 sinin
öldüğü süre.
ölü dokuları boyama (İng. tissue staining) Ölmüş
bitki ya da hayvan dokularını boyama
işlemi.
ön arıtma (İng. pretreatment) Kentsel atıksuyun
alıcı ortama deşarj edilmeden, atıksu ile
sürüklenen kaba parçaların ve içerisinde
bulunan kum, çakıl gibi inert maddelerin
öfotik
tutulduğu ızgara ve kum tutuculardan
oluşan fiziksel arıtma.
ön arıtma filtresi (İng. pretreatment filter,
preliminary treatment filter) Normal
organik yada hidrolik yükleme hızından
daha yüksek hızla çalışabilen, aşırı kirli
endüstri
atık
sularında
kolaylıkla
parçalanabilen fazla miktardaki organik
maddeleri azaltmakta kullanılan, biyolojik
filtredir.
öncü türler (İng. primary species) Boş bir habitatta
yetişebilen veya yerleşen ilk türler.
önden
solungaçlılar
(Lat.
Prosobranchia)
Yumuşakçalar (Mollusca) dalının, karından
ayaklılar (Gastropoda) sınıfından, solunum
organları kalbin önünde bulunan, kabuklu
ya da kabuksuz olan, kabukları kalker ya da
keratin bir operkulum ile kapalı olan takım.
Paludina, Haliotis, Murex, Purpura,
Littorina iyi bilinen cinsleridir.
önsel (İng. apriori) Hiçbir denemeye dayanmadan
ve yalnız akıl yoluyla, apriori.
öplankton (İng. euplankton) Kıyıdan uzakta, açık
denizlerdeki plankton.
ördek balığı (Lat. Labrus mixtus, İng. Cuckoo
wrasse) Lapinagillerden, Akdeniz ve
Avrupa kıyılarında yaşayan, 25-35 cm
boyunda, çeşitli ve güzel renkleri olan bir
balık.
öri (İng. eury) Geniş, bol.
örifot (İng. euryphotic) Çok geniş ışık şiddetinde
yaşayan organizmalar.
örifaj (İng. euryphagous) Çok çeşitli besinlerle
beslenebilen formlardır.
örihalin (İng. euryhaline) Geniş tuzluluk
değişimlerinde yaşayabilen formlardır.
örihalin plankton (İng. euryhaline plankton) Farklı
tuzluluklarda yaşayabilen plankton.
öriterm (İng. eurythermic, eurythermous) Çok geniş
sıcaklık değişimlerinde yaşama yeteneğinde
olan formlardır.
öriyök (İng. euryoecious) Çok çeşitli ve değişken
özellikteki ortamlara yerleşme yeteneğinde
olan formlardır.
östrojen (İng. estrogen oestrogen) İkincil eşey
karakterlerinin
gelişimini
sağlayan
ovaryum folikülleri tarafından üretilen eşey
hormonu.
öteli (İng. eutly) Canlının hayatı boyunca vücudunda
bulunacak hücre sayısının sabit olması.
öterm kaynak (İng. euthermic source) Orta sıcak
kaynak (30-50C).
ötrof göl (İng. eutroph lake) Verimli göl.
ötrofikasyon (İng. eutrophication) Suların, besi
maddelerince özellikle azot ve/veya fosfor
bileşiklerince, alg ve daha yüksek yapılı
bitkilerin üremesini hızlandıracak, böylece
sudaki canlıların dengesini bozacak ve su
kalitesinde istenmeyen bozulmalara yol
açacak şekilde zenginleşmesi.
öz kedi balığıgiller (Lat. Rajidae) Köpek
balıklarının örtülü omurgalılara giren bir
familyası.
özarıtım (İng. self-purification) Bir su oluşumunun
organik atıklarla kirlendikten sonra yeniden
arınma konusundaki doğal yönelimi.
özel ekonomik bölge, ÖEB (İng. Special Economic
Zone, SEZ) Bir ülkenin kıyılarından 200
deniz mili açığa kadar olan ve
yararlanabileceği alan.
özgül ağırlık (İng. specific gravity) Suyun T°C deki
ve 1 birim hacmindeki ağırlığının T°C deki
ve aynı hacimdeki saf suyun oranı.
özgül ısı (İng. specific heat) Bir cismin 1 g’nin
sıcaklığını 1°C artırmak için gerekli olan ısı
miktarı. g cal.= 1 g suyun sıcaklığını
14.5°C den 15.5°C ye yükseltmek için
gerekli olan ısı miktarına denir.
özofagus (İng. esophagus) Bir sindirim sisteminin
ön kısmı. Yemek borusu.
özümleme (İng. assimilation) Canlı organizmanın,
dışarıdan
aldığı
besin
maddelerini
parçalayıp yeniden kendine özgü maddelere
dönüştürmesi. Asimilasyon, anabolizma.
özüt (İng. extract) Bir doku örneğinin parçalanmış
hali.
özütleme (İng. extraction) Çözücü bir madde içinde
çözünen katı veya sıvıdan bir maddenin
ayrıştırılması. Ekstraksiyon.
-Ppalamut (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito)
Uskumrugiller’den, ortalama 1-2 kg gelen,
eti esmer, kılçıksız ve pulsuz bir balık
paleobotanik (İng. paleobotany) Paleobotanik eski
devirlerde yaşamış, bugün ortadan kalkarak
yalnız kalıntılarına, fosillerine rastlanan
bitkileri inceler.
paleontoloji (İng. paleontology) Fosilleri inceleyen,
yaşları ve anatomik yapıları hakkında fikir
yürüten bilim dalı.
palizat hücreleri (İng. palisade cells) Yaprağın üst
epidermisine yakın mezofil tabakası içine
yerleşmiş olan sık silindirik hücre tabakası.
palma (İng. palma) El ayası, avuç içi.
palmat (İng. palmate) El ayası gibi palmiye
dallarına benzer.
palp (İng. Palp, palpus) Omurgasızlarda dudak
duygu alıcı ekstremiteleri.
pamuk balığı (Lat. Prionace glauca, İng. Blue
shark) Ilıman denizlerde yaşayan, sırtı
mavi, karnı beyaz, tehlikeli bir köpek
balığı.
pankreas (İng. pancreas) Barsakların başlangıç
bölgesinde yaygın olarak yer alan hem iç
(endokrin) hem de dış salgı (ekzokrin)
yapan bez.
panktomiktik plankton Bu tip plankton
populasyonunda çok az tür ve birey
bulunur. Bu duruma genellikle kış
aylarında veya kirli ortamlarda yaz
aylarında yapılan çalışmalarda rastlanır.
panthalassik plankton (İng. panthalassic plankton)
Bazı türler belirli bir yörede bulunmayıp
denizin dağılmış olabilir, hem açık denizde
hemde
kıyısal
sularda
bulunan
organizmalar.
papaz balığı (Lat. Chromis chromis, İng.
Damselfish) Küçük bir çeşit kaya balığı.
papilla (Lat. papilla) 1. Küçük meme benzeri bir
kabarcık 2. Tomur, koni biçimindeki
herhangi bir çıkıntı.
parafiletik (İng. paraphyletic) Birden fazla atadan
köken almış.
parametre (İng. parameter) Suyun karakterinin
belirlenmesine yarayan özelliklerden her
biridir.
paramilum (İng. paramylum, paramylon) 1.
Euglenalar’da kimyasal bakımdan hem
nişasta hem de glikojenden farklı olarak
karbonhidrat biriktiren cisimcik. 2. Bazı
protozoalarda yedek besin maddesi olarak
depo edilen nişastadan farklı bir
karbonhidrat.
parapodyum (İng. parapodium) Bazı halkalı
solucanların,
vücut
segmentlerinin
yanlarından dışarı uzanan ve yer
değiştirmeye yarayan, her segmentte bir çift
olarak bulunan özel yapılar.
parasempatik (İng. parasympathetic) Organların
çalışmasına yavaşlatıcı etki yapan otonom
sinir sisteminin bölümü.
paration (İng. parathion) Son derece zehirli
organofosfat tarım ilacı.
paratroit hormon (İng. parathyroid hormone,
parathormone, PTH) Paratroit bezinden
salgılanan,
kalsiyumun
bağırsaktan
emilimini,
böbreklerden
atılmasını,
kemiklerden serbest hale geçirilmesini ve
hücreler
arasındaki
kalsiyum
iyon
konsantrasyonunu kontrol eden hormon.
parazit (İng. parasite) Başka türden bir canlının
içinde veya üzerinde, kendisine besin veya
barınak sağlayacak şekilde ancak aynı
zamanda da diğer canlıya da zarar verecek
şekilde yaşayan organizma, asalak.
parazitizm (İng. parasitism) Birinin diğerinden
yarar sağladığı bir simbiyotik ilişki.
parazitlik (İng. parasitism) Hem bitki hem de
hayvanlar arasında görülen heterotrof
beslenme tipi; parazit, bitki ya da hayvanın
(konukçu) vücudu üzerinde ya da içinde
yaşar ye bunlardan besinini sağlar.
Asalaklık.
Parazoa (Lat. Parazoa) Vücutlarında gerçek doku
ve organlar bulunmayan, sinir ve kas
hücreleri olmayan hayvanlar.
parçacık madde (İng. particulate matter) Gaz yada
havada asılı durabilen yada görünmeyen,
katı yada sıvı, toz, kum, kül ve sis gibi
parçacıklar.
parenkima (İng. parenchyma) Az özelleşmiş, ince
çeperli, klorofil içeren ve tipik olarak
oldukça gevşek yapıdaki bitki hücreleridir;
fotosentezde ve besinlerin depolanmasında
iş görür.
parenşim (İng. parenchym) Platyhelminthes’lerde
vücudun iç kısmını dolduran ad olup, aynı
zamanda mezenşim olarak da adlandırılır.
Düzensiz hücreler ve geniş hücreler arası
boşluklardan oluşur. Muhtemelen besin
maddesinin taşınmasında rol oynarlar.
parenşimula (İng. parenchymula) Bazı süngerlerin
spiküllerinde bulunan protein yapısındaki
madde.
parökie Balığın diğer canlıların saldırılarından
korunmak için diğer bir canlıya sığınması.
parr (İng. parr) Salmo salar türünün alevin
döneminden sonraki dönemleri.
partenogenez (İng. parthenogenesis) Yumurtanın
bir spematozoon ile birleşmeden gelişmesi,
bir canlı oluşturması.
partikül (İng. particle) Parçacık, küçük parça.
pasif hareket (İng. passive movement) Bir canlı
veya maddenin üzerinde enerji tüketmeden
yapılan yer değiştirmedir.
pasif koruma (İng. passive protection) Dişi
balıkların, embriyonun uzun süre yaşamını
sürdürebilmesi için daha fazla yumurta
sarısı
sağlamak,
yumurtaları
ortam
bakımından en uygun yerlere yerleştirmek
veya düşmanı yumurtadan uzaklaştırmak
için zehirli bir madde bırakmaya yönelten
kalıtsal içgüdü.
paslanma (İng. rusting, oxidation) Genellikle
kimyasal etkiyle, bir maddede zamanla
oluşan yıpranma. Aşınmaya yol açan etki
maddeleri içinde en çok bilinenleri sülfür
oksitleri ve klor, fluor vb. bileşikleridir.
patojen (İng. pathogen) Hastalık oluşturan herhangi
bir etki maddesi veya mikroorganizma;
genellikle bu terim, hastalığa yol açan canlı
bir
organizmayı
anlatmakla
sınırlı
tutulmaktadır.
peçuta (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito) Beş
yaşındaki palamuda verilen isim.
pedikül (Lat. pedicle) Bazı kabuklularda sert
zemine hayvanın tutunmasını sağlayan sap.
pedipalpus (Lat. pedipalpus) Chelicerata’ların ağız
sonrası ilk uzantısıdır. Basit, kalın,
kuvvetli, dikenli ve uçları makasla sonlanan
üyedir.
Genellikle
avlarının
yakalanmasında ve duyu organı olarak
kullanılır.
pedisel (İng. pedicel) Bazı derisi dikenlilerde vücut
yüzeyinde bulunan, özel kaslarla hareket
ettirilebilen küçük kıskaçlar taşıyan
organlardır. Bunlar korunma, avlanma,
vücut yüzeyinde bulunan detrituslarını ve
parazitleri temizlemede kullanılır.
peduncularis (Lat. peduncular) Sapa veya kola ait.
pedünkül (Lat. peduncle) Eklembacaklıların
erginlerinde başın her iki tarafında bulunan
bileşik gözlerin üzerinde bulunduğu
hareketli destek sapı. Bitkilerde çiçek sapı.
pekten (Lat. pecten) Tarak, tarak sırtı.
pektin (İng. peçtin) Bir bitki hücresi çeperinde
selüloz ipliklerini bağlayan ve orta lamelin
büyük bir bileşenini oluşturan kompleks bir
polisakkarit.
pektoral (İng. pectoral) Göğüse ait; göğüsle ilgili.
pelagos (İng. pelagos) Yaşamlarını pelajik bölgede
sürdüren tüm organizmalar plankton,
neuston ve nektonik formların tümüne
denir.
pelajik (İng. pelagic) Deniz ya da göllerde tabana
tutunarak ya da serbest halde yaşayan
canlılar.
pelikül (İng. pelicle) İnce bir örtü ya da zar.
pelvik yüzgeç (İng. pelvic fin) Bir balığın
yüzgeçlerinin arka çifti.
penetrasyon (İng. penetration) Nüfuz etmek, içine
girmek, dalmak.
penisilin (İng. penicillin) "Penicillium notatum"
isimli bir mantar tarafından üretilen ve
bakteri
hücre
duvarının
sentezini
engelleyen bir antibiyotik.
penna (Lat. penna, İng. contour feather) Tüy, telek.
pentacrinoid larvası (İng. pentacrinoid larvae)
Antedon gibi serbest yaşayan bazı Krinoyit
derisidikenlilerde saplı larva.
pepsin (İng. pepsin) Midedeki hücreler tarafından
salgılanan bir proteolitik enzimdir. Yalnız
çok asitli bir ortamda çalışır ve optimum
etkisi pH: 2 de görülür.
peptidoglikan
(İng.
peptidoglycan)
Uzun
polisakkarit zincirlerinin kısa peptitlerle
(protein
bağları)
bağlandığı
büyük
moleküller.
peptit (İng. peptide) Aminoasitler arasındaki bağlar.
peptit bağı (İng. peptide bond) Bir asidin amino
grubu ve diğerinin asidik grubu arasında bir
kondensasyon reaksiyonu sonucu oluşan iki
aminoasit arasındaki bir bağ.
pepton (İng. peptone) Vücutta özümlenebilecek
duruma gelmiş albüminli besin.
perakut (Lat. peracut) Çok hızlı seyreden.
pereniyal (İng. perennial) 1. Gölde bütün sene
boyunca görülen organizmalar. 2. Çok
yıllık bitki.
pereyiopot (İng. pereiopod) Eklembacaklıların
sefalotoraksta dört çift olarak bulunan
yürüme ayakları.
periant (İng. perianth) Çiçek örtüsü ve çiçek örtü
yaprakları. Taç ve çanak yaprakların tümü.
Bir çiçekte erkek organlar ve dişi organ
dışında kalan parçalar.
periderm (İng. periderm) 1. Yaslı gövde ve
köklerin süngerimsi dış kabuğu. 2. Fellem,
fellogen ve fellodermden oluşan üç
tabakaya birden denir.
perifiton (İng. periphyton) Sucul bitkiler üzerindeki
diğer canlılar. Örneğin Diatom ve bazı
Mollusca türleri.
perikard (İng. pericardium) Kalbin en dış örtüsüne
verilen ad.
perikardiyum (İng. pericardium) Yürek zarı.
Yüreği saran ve içine alan seröz nitelikte
zar.
perikarp (İng. pericarp, fruit coat) Ovaryumun
duvarından gelişen, ekzokarp, mezokarp,
endokarptan oluşan meyve kabuğu.
perikondriyum (İng. perichondrium) Kıkırdak zarı.
Kıkırdak dokuyu dıştan saran sıkı bağ
dokudan kılıf. Kıkırdağı koruma da ve
beslemede görevlidir, ayrıca yenilenmeyi
sağlar.
periost (İng. periosteum) Kemik zarı. Kemik
dokuyu dıştan saran sıkı dokudan zarsı
kılıf. Kemik dokunun beslenmesini,
korunmasını, yenilenmesini sağlar.
periostrakum
(İng.
periostracum)
Birçok
yumuşakça kabuklarının dış tabakası.
perisark (İng. perisarc) Hidroyit poliplerin koloni
oluşturanların saplarının ve stolonlarının
etrafını saran boru şeklindeki iskelet.
perisit (İng. pericyte) Kılcal damar çevresinde
bulunan kasılabilir özgün gözeler.
peristaltik (İng. peristaltic) Sindirim sistemi gibi
bazı organların çeperlerinde görülen ritmik
ve kuvvetli kasılıp gevşeme hareketleri. Bu
ritmik kasılma dalgaları organ içindeki
maddeyi hareket ettirmeye yardımcı olur.
peristom (İng. peristome) Yosunlarda (Bryofitler)
kapsül açıldıktan sonra ağızda bir ya da iki
sıralı
silli
halka
yapısı.
Silyat
protozoonlarda, denizyıldızlarında, halkalı
solucanlarda,
böceklerde,
derisi
dikenlilerde, vb. ağız çevresi bölgesi.
periton (İng. peritoneum) Karın zarı. Karın boşluğu
duvarının ve karın boşluğunda bulunan pek
çok organı saran ince, beyaz seröz zar.
periyodik plankton (İng. periodic plankton) Ya
ergin formları veya larval evreleri
planktonik olan bazı türler, yılın belirli
zamanlarında planktonda bulunurlar. Bu
şekilde belirli bir takvime bağlı olarak
rastlanan planktonik formlar.
periyostakum (İng. periostacum) Bir yumuşakça
kabuğunun en dıştaki kabuğu. Konşiyolin
proteininden yapılmıştır.
permeabilite (İng. permeablty) Geçirgenlik; bir
zarın belli maddeleri geçirebilme yeteneği.
permeaz (İng. permease) Moleküllerin bir
membrandan geçmesine izin veren bir
protein.
pervane balığı (Lat. Mola mola, İng. Ocean
sunfish) Ay balığı.
pestisit (İng. pesticide) Bitki hastalıkları, zararlı
böcekler ve yabancı otlar gibi tarımsal
ürünlerin azalmasına neden olabilecek
çeşitli etmenlere karşı kullanılan kimyasal
bileşiklerin hepsine birden verilen genel bir
ad. Solungaç ve deride nekrozlara, ülserlere
ve gözlerde katarakt ile belirlenen bir
hastalığa neden olurlar.
petal (İng. petal) Bir çiçeğin başkalaşıma uğramış
renkli yapraklardan oluşan halkası; sepal
halkasıyla stamen halkalarının arasında
bulunun tipik parlak renkleri ve çekici
kokularıyla tozlaşmayı sağlamak için böcek
ve kuşları çeker. Taç yapraklar.
petasma (İng. petasma) Karideste erkek üreme
organı.
petersen grab (İng. petersen grab) Bentik
çalışmalarda dipten sediment almaya
yarayan alet.
petiol (İng. petiole) yaprağı gövdeye bağlayan sap.
Yaprak sapı.
petrol kirliliği (İng. oil pollution) Petrolün
taşınması yada çıkarılması sırasında büyük
ölçüde dökülme yada sızma sonucunda kıyı
sularının
ve
bölgelerinin
petrolle
kirlenmesi. Bu tür kirlenme kuş ölümlerine,
deniz kabuklularının kirlenmesine ve kıyı
bölgelerinin bozulmasına yol açar.
petrol sızıntısı (İng. oil spill) Gemilerin
limanlardaki faaliyetlerinin yol açtığı, su
yüzeyindeki nispeten küçük miktarlardaki
petrol.
Petromyzonotidea
(Lat.
Petromyzonotidea)
Dokuzgözlüler takımı.
peyzaj (İng. landscape) Bir arazi parçasının
ekolojik, biyolojik, yapısal ve tüm doğal
özelliklerinin topluca anlatımı.
pH (İng. potential of hydrogen, pH) Bir sıvının asit
ya da alkalilik derecesini gösteren hidrojen
iyon
konsantrasyonunun
negatif
logaritması.
phaeoplankton (İng. phaeo-plankton) Işığı seven
plankton olup 30 m derinliğe kadar olan
yüzey sularında bulunan plankton.
phoresie (İng. phoresia) Bazı balıkların diğer bir
hayvana emme suretiyle yapışması ve
onunla birlikte hareket etmesi.
piçota Yaz aylarında 10 kg, kış aylarında 12 kg’dan
fazla gelen ve dört yaşını geçmiş palamut
balıklarına verilen ad.
pigment (İng. pigment) Boya, göze içinde bulunan
boya alıcı renkli madde.
piknoz (İng. pyknosis) Hücre çekirdeğinin büzülüp
küçülmesi.
pikoplankton (İng. pikoplankton) Büyüklükleri
2µm den az olan (0.2 ile 2.0 gm arasındaki)
plankton.
pilidium
larvası
(İng.
pilidium
larvae)
Nemertea’larda
görülen
trakoforalara
benzerlik gösteren larva olup, doğrudan
doğruya ergin gelişmez.
pilorik (İng. pyloric) Mide ve barsak arasındaki
bağlantı ile ilgili.
pilorik seka (İng. pyloric caeca) Balıklarda midenin
çıkış
bölümünde
veya
barsakların
başlangıcında yer alan, sayıları 1-200
arasında değişen uçları kapalı parmak
biçiminde uzantılar. Kör kese.
pinakosit
(İng.
pinacocyte)
Süngerlerin
epidermisini oluşturan yassı hücreler.
Genellikle silleri yoktur.
pinnul (İng. pinnula) Hem sırt yüzgeci ile kuyruk
yüzgeci, hem de anal yüzgeçle kuyruk
yüzgeci arasında yer alan küçük yüzgeçler
serisi. Pinnül.
pinositoz (İng. pinocytosis) Hücre zarından
doğrudan geçemeyecek kadar büyük
moleküllü sıvı maddelerin fagositoza
benzer biçimde hücreye alınması.
pipet (İng. pipette) Sıvıları, solukla içine çekip
kaptan kaba aktarmaya yarayan cam boru.
pirektin (İng. pyrethrin) Genellikle tarımda
kullanılan aerosol böcek öldürücü madde.
pirenoyit (İng. pyrenoid) Bazı protozoonlarm
kromatoforlanndaki nişasta içeren tanecikli
yapılar.
piriform (İng. piriform, pyriform) Armut biçiminde,
armutsu, armut gibi.
pirimidin (İng. pyrimidine) 1. Nükleotitlerde,
önemli tek halkalı azotlu bazlardan
herhangi biri. 2. Karbon ve azot atomları
içeren tek halkalı azotlu bazlar; nükleik asit
bileşenleri.
piroliz (İng. pyrolysis) Oksijenin bulunmadığı
koşullarda atığın sıcaklık etkisiyle yanması.
pirometre (İng. pyrometer) Çok yüksek sıcaklıkları
ölçmeye yarayan alet.
pirüvik asit (İng. pyruvic acid) Glikolizde oluşan üç
karbonlu bir bileşik.
pisi balığı (Lat. Limanda limanda, İng. Common
dab) Kemikli balıklardan, uzunluğu 40 cm
kadar olan, sırtı pürtüklü, esmer renkli,
yassı bir tür balık.
pisikültür (İng. pisciculture) Tatlı sulardaki
yetiştiricilik.
Pistia (Lat. Pistia) Su marulu adı verilen yüzen bir
su bitkisi.
pistil (İng. pistil) Ovaryum, stilus ve stigmadan
oluşan ve megasporlar üreten çiçek organı.
Dişi organ.
Plakodermi (Lat. Plakodermi) Yalnız fosillerinden
bilinen ilkel çeneli balıklar; bunların hem
kemikli hem de kıkırdaklı balıkların ataları
olduğuna inanılmaktadır.
plakoyit pul (İng. placoid scale) Yassı olan
tabanları deriye gömülü, içi boş sivri bir
çıkıntı şeklindeki bölümü deri üzerinde
bulunan genellikle köpek balıklarında
görülen pul çeşidi.
plankter (İng. plankter) Plankton çoğul bir ifadedir,
tekil olarak planktonik bir organizmaya
verilen addır. Planktont.
plankton (İng. plankton) İç sular ve denizlerin
pelajik bölgesinde yaşayan, hareket etme
yetenekleri sınırlı veya hiç olmadığından su
içinde dalga, akıntı vb. su hareketleriyle
sürüklenen bütün küçük bitki ve hayvan
grupları.
plankton çoğalması (İng. phytoplankton bloom)
Belli bir hacimdeki suda bulunan
fitoplankton hücrelerinin sayılarının aniden
artması.
plankton zenginliği (İng. plankton richness) 1cm3
suda bulunan plankton ağırlığı ya da
sayısıdır.
planktoloji
(İng.
planktonology)
Planktonu
inceleyen bir bilim koludur.
Planktonik (İng. planktonic) Plankton yapısında
olan ya da planktona ilişkin olan.
planospor
(İng.
planospor)
Bilhassa
su
yosunlarında
yaygın
olan
çeperi
bulunmayan bir veya daha fazla kamçı ile
hareket eden sporlardır.
Planteae (Lat. Planteae) Bitkiler alemi.
planula (İng. planula) Sölentera’larda bulunan
serbest yüzen silli larva.
plasenta (İng. placenta) Kısmen embriyo kısmen de
ananın dokularından (uterus duvarından)
oluşan ve embriyoya besin maddesi ile
oksijen taşıyan ve artık maddeleri atan bir
yapı. Etene.
plastit (İng. plastit) Bitki hücrelerinde fotozentez
ve/veya besin biriktirmede iş gören
nispeten büyük organel.
plazma (İng. plasma) 1. Kanın sıvı kısmıdır. 2.
Sitoplazma.
plazma zarı (İng. plasmalemma) Hücreye tüm besin
maddelerinin girdiği ve bütün metabolik
artık ya da salgıların atıldığı hücrenin canlı
işlevsel kısmı.
plazmolemma (İng. plasmalemma) Göze zarı. Lipit
ve proteinlerden yapılmış göze zarı.
plazmit (İng. plasmid) Bir bakteri ya da maya
hücresinin sitoplazmasında serbest hücre
kromozomundan bağımsız olarak çoğalan
küçük halka şeklinde bir DNA parçası.
plazmodesma
(İng. plasmodesmata) Hücre
çeperindeki küçük açıklıklar ile komşu bitki
hücreleri arasında oluşmuş bağlantı.
plazmodyum (İng. plasmodium) Cıvık mantarların
diploid evresini oluşturan çok çekirdekli,
amipsi hareket eden canlı madde kütlesi;
spor oluşturarak üreyen ve sıtmaya neden
olan tek hücreli hayvanlar.
plazmoliz (İng. plasmolysis) Hipertonik bir
ortamda, bir bitki hücresinin çeperinden içe
doğru büzülmesi.
plazmosit (İng. plasmocyte) Gerçek bağ doku ile
retikuler kan yapıcı bağ dokuda çok
bulunan, antikor yapan yuvarlak bağ
dokusu gözesi çeşidi.
pleitropik (İng. pleiotrophic) Bir genin birden fazla
fenotipik etkiye sahip olması.
plelotropik gen (İng. pleiotrophic gene) Belli bir
bireyde birkaç farklı karaktere birden etki
eden gen.
pleopod (İng. pleopod) Beş çift olan ve yüzmeyi
sağlayan bacaklardır. Yüzme bacakları.
pleotelson
(İng.
pleotelson)
Abdominal
segmentlerin telson ile oluşturduğu birlik.
plevra (İng. pleura) Akciğerleri saran iki katlı zar.
Akciğer dış zarı.
pleksiform (İng. plexsiformis) Ağsı, ağ gibi.
plika (İng. plica) Büklüm, katlantı, kıvrım.
plöra (İng. pleura) Karın kısımlarını yanlardan
koruyan plakalardır.
plöston (İng. pleuston) Deniz veya göl suları
yüzeyinde
rüzgarın
etkisiyle
yer
değiştirebilen
organizmalar.
Bazı
ekolojistler sularda asılı olarak bulunan
organizma ve cisimlerin tümünü seston adı
altında tanımlarlar. Seston da plankton
(yaşayan organizmalar) ve tripton (organik
orijinli detritus) olmak üzere iki bölümde
incelenebilir.
plutonyum (İng. plutonium) Nükleer enerji
sırasında oluşan ve uzun bir yarılanma
süresine sahip, zehirli atıkların ortaya
çıkmasına yol açan eleman.
pnömatofor
(İng.
pneumatophore)
Bazı
sölenterelerde mantar gibi rol oynayan içi
gazla dolu torba benzeri yapı.
poda (Lat. poda) Ayak.
poikiloterm (İng. poikilotherm) Değişken vücut
ısılı. Vücut ısısı sabit olmayan; ortam
ısısına uyum sağlayan canlılar. Soğukkanlı.
poikilotermal (İng. poikilothermal) Çevrenin
sıcaklığı ile değişen bir vücut sıcaklığına
sahip olma, ortam sıcaklığına bağımlı,
soğukkanlı, ekzotermik, poikiloterm.
polar molekül (İng. polar molecule) Zıt yüklü
kısımları olan bir molekül. İyonlardaki
yüklerden çok daha zayıf olan yükler,
yapıya
katılan
atomlar
arasındaki
elektronegativitelik
farklılıklarından
kökenlenir.
polen tanesi (İng. polen) Tohumlu bir bitkinin bir
mikrogametofiti.
Tohumlu
bitkilerin
mikrospor kütlesi, dölleyici erkek üreme
hücresi.
poli (İng. poly) Çok.
poligam (İng. polygamous) Çok eşli olan.
poligami (İng. polygamy) Çok eşlilik.
poligen (İng. polygene) Aynı ırayı eklemeli olarak
etkileyen iki ya da daha çok gen çifti.
polihalin (İng. polyhaline) Tuzluluk derecesi %
0.18- 0.30 arasında değişen sular.
polikistik (İng. polycystic) Çok kesesi olan.
poliklorlu bifeniller (İng. polychlorinated bipheyls,
PCB) Genellikle tabiatta bozulmayan, gıda
zincirinde toplanan, canlı organizmalar
üzerine zararlı etkisi olan, pratikte
monoklorlu bifenilleri de ihtiva eden, klorlu
bileşiklerin bulunduğu fenillerdir.
polikültür (İng. polyculture) Marikültürde birden
fazla türü yetiştirmek.
polimer
(İng.
polymer)
Kondensasyon
reaksiyonlarıyla
ya
da
benzer
reaksiyonlarla birbirine bağlanmış küçük
molekül zincirlerinden oluşmuş büyük bir
molekül.
polimerize (İng. polymerise) Polimer yapıda,
polimer özelliği gösteren.
polimeraz
(İng. polymerase) Nükleotitlerin
polimerleşmesini katalize eden bir enzim
kompleksi.
polimiktik göller (İng. polimictic lakes) Su sıcaklığı
tüm derinliklerde 4°C nin biraz üzerinde
olan göller.
polimiktik plankton (İng. polimictic plankton) Bu
tip plankton populasyonunu oluşturan
türlere ait bireyler, kalitatif ve kantitatif
bakımdan hemen hemen aynı oranda
bulunurlar.
polimorfizm (İng. polymorphism) Aynı tür
içerisinde işlevsel ve yapısal değerleri farklı
olan bireyler bulunması.
polinuklear (İng. polynuclear) Çok çekirdeklilik.
polioksibiont (İng. polyoxibiont) Akarsularda
oksijen miktarının en yüksek değerde
bulunma durumu.
polip (İng. polyp) Hidra benzeri hayvanlar bazı
sölenteratların hayat devresinde sesil evre;
mukozadan oluşan çıkıntı.
polipeptid (İng. polypeptide) Protein molekülünün
yapısında bulunan aminoasit zincirlerinin
bir parçası.
poliploit (İng. polyploid) İkiden daha çok homolog
kromozom
takımına
sahip
olan
organizmalar.
polisaj (İng. polishing) Makine sanayinde
parlatmak.
polisakkarit (İng. polysaccharide) Basit şekerlerin
bir polimeri olan herhangi bir karbonhidrat.
polisaprobi (İng. polysaproby) Çok kirli sular.
polisentrik (İng. polycentric) Çok merkezli olan.
polispermi (İng. polyspermy) Bir yumurtaya birden
fazla sperm girmesi.
politipik (İng. polytipic) Bir cinsin birçok türe, bir
türün birçok alttüre sahip olmasıdır.
politipik tür (İng. polytipic species) İki ya da daha
fazla alt türden oluşan türler.
politok (İng. polytocous) Bir doğumda birden çok
yavru yavru meydana getirme.
pollusyon (İng. pollution) Çevrenin insan, bitki ve
hayvan yaşamı açısından tehlikeli ya da
potansiyel olarak tehlikeli olacak şekilde
kirlenmesi; bozulmayan yada dağılmayan
atık materyalin çevreye bırakılması.
Kirlilik.
polosit (İng. polocyte) Kutup göze. Ooosit’in
bölünmesinde ortaya çıkan küçük gözelere
verilen ad.
polypteri (Lat. Polypteridae, Brachyopterygii)
Yüzgeçli turnalar üsttakımı.
populasyon (İng. population) Belirli bir bölgede
yaşayan aynı türe ait bireylerin oluşturduğu
topluluk.
populasyon dağılımı (İng. population distribution)
Bir populasyonun yaşam alanı içinde
bireylerin dağılış biçimi. Populasyonların
geniş coğrafi bölgeler içindeki dağılımı.
populasyon ekolojisi (İng. population ecology)
Populasyon ile ilgili olarak ekolojik
bakımdan populasyon dinamiği terimi daha
çok kullanılır. Populasyon dinamiği çeşitli
türlere ait bireylerin bolluk varyasyonlarını
inceler ve bu varyasyonlarının nedenlerini
araştırır.
populasyon yoğunluğu (İng. population density)
Birim alana düşen birey sayısı.
por (İng. pore) Gözenek, küçük delik.
Porifera (Lat. Porifera) Süngerler üzerinde por adı
verilen delikler olan çok hücrelilerdir.
Organ, gerçek doku ve sinir sistemi yoktur.
Hepsi suculdur. Ergin bireyleri her zaman
sesildir.
porosit (İng. pore cell) Süngerlerin epidermisinden
başlayarak iç boşluğa kadar devam eden
uzun hücreler.
portolon (İng. portolon) Irmak ağzı, liman, haliç,
kanal gibi küçük bölgeleri gösteren büyük
ölçekli harita.
portör (İng. porter) Hastalık etkenini taşıyan,
patojen taşıyıcı.
post (İng. post, posterior) Sonra; arka; arkasında.
posterior (İng. posterior) Sonra veya arkaya olan.
Arka, geri, arkadaki.
postlarva (İng. postlarvae) Yumurta kesesi
çekilmiş, hareket etmeye ve aktif
beslenmeye başlamış, ancak morfolojik
olarak ebeveynine tam olarak benzemeyen
balık larvası.
postsentral (İng. postcentral) Bir merkezin
arkasında bulunan veya oluşan.
potamodrom (İng. potamodromous) Tüm yaşamını
tatlı sularda geçiren organizmalar.
potamon (İng. potamon) Akarsuyun son kesimi.
potanotok Gelişmelerini denizlerde yapıp tatlı
sularda yumurtlayan balıklar.
pre (İng. pre) Ön, önce, önünde.
predasyon (İng. predation) İki tür arasındaki ilişki.
Bir tür diğeri üzerinde zararlı etki yapar
ancak onsuz yaşayamaz; bu tür diğerini
öldürür ve yer.
predatör (İng. predator) Canlı organizmaları
avlayarak beslenen yırtıcı ve saldırgan
organizmalardır.
predentin (İng. predentine) Dentinde kalsifiye
olmamış iç tabakası.
prekursor (İng. precursor) Bir metabolik yol içinde
başka maddeden önce gelen bir madde;
başka bir maddenin sentezlendiği madde.
prelarva (İng. prelarvae) Yumurta kesesine bağımlı
yaşayan larva. Keseli dönem.
premaksilla (İng. premaxilla) Üst çenenin iki
tarafında yer alan ve onun ön bölümünü
oluşturan kemik.
prensip (İng. principle) Başlıca, ana, önemli, kural,
ilke.
presanas Mevcudiyet.
presumptif
(İng.
presumptive)
Henüz
farklılaşmamış olan bir dokunun gelişimsel
akibetinin tanımlanması.
prevalent plankton (İng. prevalent plankton) Bir
plankton
populasyonunu
oluşturan
bireylerin yaklaşık yarısı aynı türe ait ise
prevalent planktondan bahsedilir.
prey
(İng.
prey)
Predatöre
yem
olan
organizmalardır.
primer (İng. primary) Birinci derecedeki, ilkin,
esas.
primer prodüktivite (İng. primary production) Bir
ortamdaki klorofilli ototrof organizmaların
sağladığı verim.
primitif (İng. primitive) Eski, atasal duruma
benzeyen. İlkel.
primitif oluk (İng. primitive streak) Mezodermin
şekillenmesi ve hücrelerin hareketinin bir
sonucu olarak balık, sürüngen, kuş ve
memeli yumurtalarındaki embriyonik disk
üzerinde gelişen uzunlamasına bir oluk.
primordiyum (İng. primordium) Bir organ ya da
kısmın embriyonik gelişme sırasında
görülen ilk belirtisi. En erken gelişme
evresi.
priorite (İng. priority) Bir türün ismi hayvanlar
aleminde tektir, diğer bir türe ya da
katagoriye verilemez. Eğer bir türe iki isim
verilmişse birinci verilen isim geçerlidir.
Buna priorite denir. İkinci isim ise
sinonimdir.
prizmatik tabaka (İng. prismatic layer) Bir
mollüsk kabuğunun orta tabakasının,
kalsiyum karbonat ve protein içeren en
yoğun olduğu bölgedir.
ppb (İng. parts per billion) Milyarda bir kısım.
ppm (İng. parts per million) Milyonda bir kısım.
ppt (İng. parts per thousand) Binde bir kısım.
proboskis (İng. proboscis) Bir hayvanda genellikle
beslenmede kullanılan, burun ya da baş
kısmındaki hortuma benzer yapı.
prodüksiyon
emsali
Bir
gölün
plankton
populasyonunu tamamen yenilenme süresi.
prodüktivite (İng. productivity) Belli bir zaman
periyod içerisinde bir organizma veya
kommunite tarafından özümlenen organik
maddenin miktarı veya ağırlığı.
profaz (İng. prophase) Mitozun ilk evresi. Bu
evrede
kromatin
iplikleri
kısalır,
kromozomlar belirgin hale gelir ve iğ
oluşur.
profundal bölge (İng. profundal zone) Hiç ışık
almayan ve tek hücrelilerle yalancı
ayaklılar dışında hayatın olmadığı bölge.
proglotit (İng. proglottid, proglottis) Cestoda’larda
görülen vücut segmenti olup sırt-karın
yönünde yassılaşmışlardır.
prokaryot (İng. prokaryote) Zar ile çevrili olan
gerçek
organelleri
bulunmayan
organizmalar, bakteri ve mavi-yeşil algler.
Prokaryota (İng. prokaryotes) Prokaryotlar.
prokaryotlar (İng. prokaryotes) Çekirdek zarları,
plastidleri ve golgi aygıtı olmayan
organizmalar; bakteri ve mavi-yeşil algler.
prokaryotik hücre (İng. prokaryotic cell) Zarla
çevrili bir çekirdeği bulunmayan bir hücre
tipi. Yalnızca bakterilerde bulunur.
proksimal (İng. proximal) Belirli referans noktasına
çoğunlukla vücudun ana bölümüne yakın
olan kısım.
proliferans (İng. proliferous) Çoğalım, üreme.
proliferasyon (İng. proliferation) Hızla bölünme
sonucu süratle yeni hücrelerin oluşması.
promoter
(İng.
promoter)
Transkripsiyon
kompleksinin bağlandığı DNA bölgesi.
pronefroz (İng. pronephrose) Omurgalılarda
görülen en basit böbrek tipi.
protal (İng. protal) Haploit yapıdaki gametofit.
protamin (İng. protamine) Küçük, çok bazik,
arjinini fazla, balık spermlerinde DNA ile
beraber bulunan bir protein.
proteaz (İng. protease) Proteinlerin peptit bağlarını
koparak yıkılmasından sorumlu olan enzim,
proteinaz.
protein (İng. protein) Karbon, hidrojen, oksijen,
azot ve genellikle kükürt ve fosfor içeren
makromoleküller;
peptid
bağlarıyla
bağlanmış aminoasit zincirlerinden oluşur;
bütün hücrelerde bulunan ana bileşiklerden
birisi.
proteoliz
(İng.
proteolyse)
Proteinlerin
aminoasitlerine kadar parçalanması işlemi.
Protista (Lat. Protista) Protozoa, flagellata, cıvık
mantar, bazı alg ve mantarlardan oluşan
organizmalar.
protofibril (İng. protofibril) Kollagen tellerin
yapısında bulunan 15 Ao kalınlığında, 2800
Ao uzunluğunda makro moleküllerden
yapılmış ince telcik.
protokooperasyon (İng. protocooperation) Birlikte
bulundukları
zaman
birbirlerinden
yararlanan iki populasyon arasındaki
ilişkiler, ancak birinin yokluğunda diğeri
yaşamını sürdürebilir.
proton (İng. proton) Bütün atom çekirdeklerinde
bulunan pozitif elektrik yükü ve bir
nötronunkine eşit kütlesi olan temel
partikül.
protonefridyum (İng. protonephridium) İlkel
omurgasızların ve bazı ileri hayvanların
larvalarındaki alev hücresinden oluşan
boşaltım organı.
protoplazma (İng. protoplasm) Çeşitli organik ve
inorganik bileşiklerden oluşmuş kolloid
tabiatta yapışkan ve saydam bir kütle.
Protoplazmanın cam gibi saydam olan esas
maddesi sitoplazma adını alır.
protopodit (İng. protopodite) Kabuklularda iki
çatallı olan endopodit ve eksopodit
üyelerinin kaynaşarak oluşturduğu yapı.
Protostomia (Lat. Protostomia) Embriyodaki
blastopor, gelişerek ağzı oluşturur. Anüs,
ağzın tam karşısında, arka bölgedeki
ektodermin çökmesiyle gelişir. Genellikle,
şizosöl sölom, spiral segmentasyon, ve
mozaik gelişim ile birlikte anılır.
Protozoa (Lat. Protozoa) Amoeba, Ciliata,
Flagellata ve Sporozoa'yı kapsayan tek
hücreli hayvanların filumu.
protozoon (İng. protozoon) Tek hücreli canlılara
genel olarak verilen ad (örneğin algler,
mantarlar, bakteriler vs.).
protraktör (İng. protractor) Öne çeken.
protraktör kaslar (İng. protractor muscle)
Balıklarda yüzgeçleri dikleştiren kaslar.
provirüs (İng. provirüs) Virüsün konukçul bir
hücrenin kalıtım maddesiyle bütünleşmiş
nükleik asiti.
psammon (Lat. psammon) Kum ve çamur gibi
yumuşak diplerde yaşıyan organizmalar.
Örneğin Chrinomid larvaları.
Pseudocoelomate (Lat. Pseudocoelomate) Gerçek
söloma sahip olmayan canlılar. Embriyonel
dönemdeki blastosöl'ün devamıdır. Sadece
dış kısmı mezoderm ile çevrilidir.
psikrofil (İng. psychrophill) Soğuk seven canlılar.
psikrofilik plankton (İng. psychrophilic plankton)
Soğuk seven plankton.
Psilopsida (Lat. Psilopsida) Tracheophytanın bir alt
filumu; en ilkel vasküler bitkiler;
günümüzde yaşayan yalnız üç türü
bilinmektedir.
psödo (İng. pseudo) Asılsız, geçici, yalancı.
psödogen (İng. pseudogene) Gene çok benzeyen,
transkripsiyonu yapılmamış bir DNA
bölgesi.
psödopod (İng. pseudopod) Bakınız: Yalancı ayak.
psödosölom (İng. pseudocoelam) Mezoderm ve
endoderm arasındaki vücut boşluğu; kalıcı
bir blastosöl.
pterigiyofor (İng. pterygiophore) Balıklarda yüzgeç
ışınlarına destek teşkil eden en dıştaki
kıkırdaksı çubuk.
pteridophyta (Lat. Pteridophyta) Eğreltiler.
pteropsida (Lat. Pteropsida) Eğrelti otları,
kozalaklılar ve çiçekli bitkileri kapsayan
Tracheophytanın bir alt filumu; bitki
dünyasındaki en geniş grup.
pul (İng. scale) Balıkların, sürüngenlerin ve bazı
kuşlarla memelilerin vücutlarını kaplayan
boynuzsu sert levhacık.
pupa (İng. poop, cocoon) Bir böcek gelişmesinde
larva ve ergin dönemleri arasındaki bir
evre; beslenmeyen ve hareket etmeyen bir
hayat formu.
pupilla (İng. pupilla) İris tarafından çevrili olan göz
içine ışığın girmesine yarayan delik; Göz
bebeği.
puplaşma (İng. pupation) Bazı böceklerin larva
evrelerinin sonunda beslenmesiz ve
hareketsiz belli bir zaman devresine girerek
ergin organizmaları meydana getirmesi
olayı.
purifikasyon
(İng.
purification)
Organik,
ayrışabilen materyalin sabit, kararlı
materyale dönüştürülmesi işlemi; lağım
suyu işleme sürecinin bir bölümü; suya
uygulandığında, bu işlem klorlama ya da
havalandırma gibi işlemlerle zararlı
bakterilerin yok edilmesi anlamına gelir;
hava
açısından
ise
atmosferin
parçacıklardan temizlenmesi demektir.
putamen (İng. putamen) Kabuk.
pürin (İng. pürine) Birbirine bağlanmış iki halkada
karbon ve azot atomları içeren organik
bazlar; nükleik asitlerin, ATP, NAD ve
diğer biyolojik aktiviteli maddelerin
bileşenleri.
pütrefaksiyon (İng. putrefaction) Aminoasit ve
proteinlerin enzimatik yoldan anaerobik
bozulumu.
pygidium (İng. pygidium) Bazı eklembacaklılarda
genellikle anüsü taşıyan (fakat her zaman
değil) vücudun en son kısmı.
-Rradar (İng. radio detection and ranging) Radyo
dalgalarının yankısını alarak cismin yerini
ve uzaklığını bulabilen genellikle uçak ve
gemilerde kullanılan cihaz.
Radiolaria (Lat. Radiolaria) Kök bacaklılar sınıfına
ait ışınlılar takımı.
radius (İng. Radius) Yüzgeçlere desteklik sağlayan
kemik veya kıkırdaktan yapılmış çubuksu
yapılar Yüzgeç ışınları.
radula (İng. radula) 1. Yumuşakçalardan
bazılarında ağızda bulunan kaba yapılı,
törpüyü andıran, bitkileri kazımaya ve
yutmaya yarayan organdır. 2. Kiton,
salyangoz, mürekkep balığı ve bazı
mollusklarm sindirim sistemindeki törpüye
benzer bir yapı. 3. Yumuşakçalarda,
üzerinde kitin diş sıraları taşıyan, ağız içi
rende organı, dişi dil.
radyasyon (İng. radiation) 1. Elektromanyetik
dalgalar ya da parçacıklar biçimindeki
enerji emisyonu, ya da aktarımı. 2.
Işınlanım, ışınlama.
radyasyon tehlikesi (İng. radiation hazard)
Radyoaktif
maddelerin
yaydıkları
parçacıkların ve ışınların yol açtığı tehlike;
büyük dozlar hızlı ölüme neden olur, buna
karşılık düşük düzeyde radyasyona maruz
kalınması, kanser riskinde artışa yol açar.
radyal (İng. radial) 1. Merkezi bir nokta etrafında
dönen. 2. Güneş ışığı biçiminde, ışınsal.
radyal segmentasyon (İng. radial segmentation)
Embriyoda,
oluşan
yeni
hücrelerin
birbirinin üzerine veya yanına gelecek
şekilde ilerlediği segmentasyon tipi.
radyal simetri (İng. radial symetry) Vücuttan
diklemesine (yere paralel olarak) geçen tüm
düzlemlerin, vücudu eşit iki parçaya
ayırdığı simetri tipi, ışınsal simetri.
radyoaktif atık (İng. radioactive waste) Nükleer
reaktör işlemlerinden ya da tıpta araştırma,
askeri ve sanayi etkinlikleri gibi
kaynaklardan üretilen atık.
radyoaktif atıksu (İng. radioactive waste water)
Nükleer enerji üretimi ve radyoaktif enerji
teşhis, tedavi ve bilimsel amaçlı kullanımı
sonucu oluşan, radyoaktiviteleri nedeniyle
karşılaştıkları alıcı ortama doğrudan veya
dolaylı olarak zarar verebilen ve alıcı
ortamda doğal bileşim ve özelliklerin
değişmesine yol açan sulardır.
radyoaktif serpinti (İng. radioactive fallout)
Radyoaktif parçacıkların yer yüzeyine
inmesi; ya da radyoaktif parçacıkların
kendisi.
radyoaktif tehlike (İng. radioactive hazard)
Radyoaktif
maddelerin
yaydıkları
parçacıkların ve ışınların yol açtığı tehlike.
radyobiyoloji (İng. radiobiology) Radyasyonun
canlılar üzerine nasıl etki ettiğini inceleyen
bilim dalı.
radyojenik
(İng.
radiogenic)
Radyoaktif
ayrışmadan oluşan madde.
radyonüklid (İng. radionuclide) Radyoaktif
çekirdek.
rafidoplankton (İng. raphidoplankton) İğne
şeklindeki organizmalar.
rafit (İng. raphide) Bakınız kauçuk.
ramus (İng. ramus) Dal, kol.
reçine (İng. resin) Çam, elma, erik gibi bazı odunlu
bitkilerin salgıladıkları katı yada yarı
akışkan, yarı saydam, suda çözünmeyen
salgı maddeleri.
red-tide (İng. red-tide) Kirlilik ve ötrofikasyon
sonucunda, deniz planktonu tiplerinin
zehirli olabilecek düzeyde yoğunlaşmasıyla
kıyı sularının renginin bozulması şekliyle
oluşan doğal olay. Dinoflagellata takımında
yer alan alglerin, yılın beli dönemlerinde
okyanuslarda çok hızlı bir şekilde
çoğalmaları ve bu alglerin içerdikleri
pigmentin renginin suda yoğunlaşması
sonucu ortaya çıkan görüntü, kırmızı kuşak.
redüksiyon (İng. reduction) Bir molekül ya da
atoma
elektronların
eklenmesi;
oksidasyonun tersi. İndirgenme.
redüktaz (İng. reductase) Substratı bir redüktör
aracılığıyla indirgeyen enzimler.
redya (İng. redia) Trematodların hayat devresindeki
ikinci evre. Salyangozda redyalar eşeysiz
olarak serkaryaları oluşturur.
refleks (İng. reflex) Alınan uyartı sonucunda
meydana
gelen
impulsa,
beyne
iletilmeksizin verilen ani cevap. Verilen bir
uyartıya karşı doğuşsal, otomatik ve
istemsiz bir tepki şekli olup işe karışan
sinirlerin anatomik ilişkileriyle saptanır.
refleks yayı (İng. reflex arc) Duyu, ara ve motor
nörondan oluşan en basit mekanizma.
reflektör (İng. reflector) Yansıtaç, yansıtıcı.
refraksiyon (İng. refraction) Kırılım.
regenerasyon (İng. regeneration) Bir organizmanın
kopan ya da yaralanan doku parçasının
yeniden büyümesi.
regülatör (İng. regülatör) Düzenleyici.
rejenerasyon (İng. regeneration) Canlılarda
eksilen, bozulan bir yapının tamamlanması,
onarımı. Yenilenme.
rejenere pul (İng. regenerated scale) Herhangi bir
nedenle düşen pulun yerine oluşmuş
pullardır.
rekabet (İng. competition) Ekolojide, aynı, sınırlı
kaynağın iki ya da daha fazla birey
tarafından ya da iki ya da daha fazla
populasyon tarafından kullanılması, her iki
tarafın zarar gördüğü bir ilişki. İki ayrı tür
veya aynı türün bireyleri aynı bölge, aynı
besin ya da aynı miktarda ışık alabilmek
için veyahut aynı predatör veya hastalıktan
korunabilmek amacıyla birbirleriyle rekabet
edebilirler. Yani bu iki tür bir bakıma aynı
ekolojik niş için rekabet etmektedir.
Rekabet genellikle türlerden birinin
ölümüyle veya ekolojik nişini değiştirmekle
son bulur.
rekapitulasyon (İng. recapitulation) Embriyonun,
gelişim seyri içinde evrimsel atalarının
embriyonik gelişim evrelerini kısaca tekrar
etmesi.
rekombinant DNA (İng. recombinant DNA) Farklı
biyolojik kaynaklardan elde edilen DNA
moleküllerinin birleşmesinden oluşan yapı.
rekombinasyon (İng. recombination) Genetikte,
eşeyli üreme ve krosing over sonucunda
allellerin yeniden düzenlenmesi.
rekon (İng. recon) Genetik rekombinasyonun en
küçük birimi; genetik maddenin bir boyutlu
uzantısındaki en küçük ve kendi arasında
yer değiştirebilen fakat rekombinasyonla
bölünemiyen elemanı.
rektum (İng. rectum, colon) Kalın bağırsağın anüsle
sonlanan düz kısmı.
rem (İng. roentgen equivalent man) İyonlaştırıcı
radyasyon dozu birimi.
reniformis (İng. reniform) Böbreksi, böbrek
biçiminde
renk maddeleri (İng. pigment) Antokyan ve
antoksantin gibi vakuollerde erimiş halde
bulunan maddeler. Antokyan asidik pH da
(çözeltilerde bulunan hidrojen iyonlu
konsantrasyon) kırmızı, alkali ya da bazik
mavi veya mor renk alır. Antoksantinler
sarı veya turuncu renkli maddelerdir.
renksemez (İng. achromatic) Beyaz ışığı
çözümlemeden veren, akromatik.
renkser (İng. chromatic) Renklerle ilgili olan,
kromatik.
renkser sapınç (İng. chromatic aberration) Tek
merceklerle ilgili yaygın bir sorun.
Görülebilir (beyaz) ışığın farklı dalga
boyları, prizmada olduğu gibi, farklı
oranlarda
kırılarak
görüntünün
çevresinde(gökkuşağı renklerini içeren)
renkli bir hal oluşturur.
replikasyon (İng. replication) DNA'nın kendini
eşlemesi.
replikon (İng. replicon) DNA molekülünde bir
kopyalama kökeni kapsayan ve peş peşe
kopyalanan nükleotit dizilerinden oluşan
uzunluk.
repressör (İng. repressor) Spesifik bir genin protein
sentezi yapmasını bastıran regülatör bir
genin oluşturduğu protein maddesi.
reproduktif (İng. reproductive) Verimli, üretken.
reseptör (İng. receptor) 1. Alıcı; duyu organı veya
organları duyu alan sinir uçları. 2. Belirli
kimyasalların veya uyartıların tanıyıcısı
konumunda olan, bazı hallerde de bunların
hücreye girmesini veya bunlara karşı bir
cevabın oluşturulmasını mümkün hale
getiren yer veya yapı, almaç.
reseptör antagonizm (İng. receptor antagonism)
İki kimyasal maddenin aynı reseptör
bölgesine bağlanarak bu maddelerin tek tek
etkilerinin toplamından daha az toksik etki
göstermesi (ör. 3+4=6) veya bir kimyasal
maddenin diğerinin etkisini antagonize
etmesi (örn. 0+2=1).
resesif (İng. recessive) Çekinik.
resesif gen (İng. recessive gene) Etkisini fenotipte
gösteremeyen ve çekinik olan gen.
resif (İng. reef) Su yüzeyindeki sıra kayalar.
respirasyon (İng. respiration) Soluk alma verme,
solunum.
restis Halat.
restriksiyon enzimi (İng. restrictive enzyme)
DNA'yı parçalamaya, kesmeye yarayan
enzimler.
rete mirabile (Lat. rete mirabile, İng. wonderful
net) Balıkların hava keselerinde gaz
oluşturma bölgesinde, çok küçük bir alanda
kılcal damarların yoğun bulunduğu bölüm.
Mucize ağ.
retikular (İng. reticular) Ağımsı.
retikulum (İng. reticulum) Hücre içinde ya da
hücreler arası matriksteki fibril ya da lif
ağı.
retina (İng. retina) Gözde en iç kısımda bulunan,
ışığa duyarlı hücrelerin, duyu sinirlerinin ve
pigmentlerin bulunduğu, çift katlı ağ
tabaka.
retinakulum (İng. retinaculum) Bant, şerit.
retraktör (İng. retractor) Geri çeken.
retrovirüs (İng. retrovirus) Kendi genomundan
sonradan
konukçulun
genomu
ile
bütünleşecek olan bir DNA kopyasını özel
bir enzim vasıtasıyla yapan bir RNA virüsü.
reversible (İng. reversible) Geri dönüşlü.
rezolusyon (İng. resolution) Çökme, yatışma.
rezonans sistemi (İng. resonance system)
Yapısındaki atomları hareket ettirmeksizin
dıştaki
elektronları
çeşitli
yollarla
düzenliyebilen atomların birbirine bağlı
olduğu bir sistem.
rezorpsiyon (İng. resorption) Yeniden emme.
Yıkma.
rheofil (İng. rheophile) Akıntı seven organizmalar.
rheoplankton (İng. rheoplankton) Akarsularda
yaşayan plankton. Potamoplankton.
rhitron (İng. rhitron) Akarsuların üst kesimleri.
rhizomenon Kökleri ve iletim demetleri olan sucul
bitkiler.
Rhizopoda (Lat. Rhizopoda) Protozoa'lara ait kök
bacaklılar (ayaklılar) sınıfı.
Rhodophyta (Lat. Rhodophyta) Kırmızı algler
filumu;
hemen
hemen
tümüyle
okyanuslarda bulunur.
rıhtım (İng. dock, quay) Bir akarsu veya deniz
kıyısında doldurularak yapılmış, gemilerin
indirme bindirme veya yükleme boşaltma
yapabileceği yer.
ribonukleik asit (İng. ribonucleic acid, RNA) Riboz
şekerini içeren nukleik asit; hem nükleus
hem de sitoplazmada bulunur ve protein
sentezlenmesinde önemli bir moleküldür.
ribozim (İng. ribozyme, ribonucleic acid enzyme)
Ortamda herhangi bir protein bulunmadığı
zaman enzim özelliği gösteren saf RNA.
ribozom (İng. ribosome) Protein ve ribonükleik
asitten oluşmuş ya sitoplazmada serbest
olarak ya da hücrenin endoplazmik
retikulum zarına bağlanmış olan küçük
granüller; protein sentezinde iş gören
sitoplazmik organel.
rigor (İng. rigor) Katılık, sertlik.
rijit (İng. rigid) Katılık.
rina (Lat. Dipturus batis, İng. Blue skate) Tırpana
balığı.
ringa (Lat. Clupea harengus, İng. Atlantic herring)
Kemikli balıklardan, ılık denizlerde büyük
sürüler halinde dolaşan ve tütsü ile
kurutulmuşu oldukça sürümlü olan,
uskumru iriliğinde bir balık.
risk (İng. risk) Bir kimyasal bileşiğin uygulanması
sonucunda
kabul
edilebilir
sınırlar
çerçevesinde
oluşan
fizyolojik,
biyokimyasal ve histolojik değişimler
derecesidir.
rivus (İng. rivus) Küçük ırmak, kanal.
rizoid (İng. rhizoid) Karayosunları, eğreltiotları,
bazı mantar ve likenlerin gövde dibinden
çıkan ve kök ödevi gören, renksiz, tüysü
emici uzantılar. Kökçük.
rizom (İng. rhizome) Buğdaygiller ve eğreltilerde
bulunan ve toprak üstü yapraklarını
oluşturan bir toprak altı gövde başkalaşımı.
RNA (İng. ribonucleic acid) Ribonükleit asit.
rna polimeraz (İng. rna polimerase) DNA dan
RNA sentezini gerçekleştiren enzim.
rodopsin (İng. rhodopsin) Göz organında bulunan
ve fotonun ilk olarak çarptığı bir çeşit
protein.
rosa (İng. rosa) Gül.
rostral (İng. rostral) Çıkıntı (uzamış) burun
bölgesine, onunla ilgili.
rostrum (İng. rostrum) Hayvanlarda çıkıntılı burun
bölgesi; gagamsı çıkıntı.
rölativite (İng. relativity) Bağıntı, görelik, izafiyet.
röleve (İng. relievo) Analizde kullanılacak verilerin
elde edilmesi, sayım, ölçüm, tartım ya da
ünitelerinin tüm özelliklerinin saptanması
anlamına gelen bu aktivitelerin tümüne
verilen ad.
röntgenografi (İng. roentgenography) Röntgen
ışınlarından yararlanılarak doku ve organ
yapılarını film üzerine yazma.
rubralis Kırmızımsı, kırmızıyla ilgili.
rudimenter (İng. rudimentary) Gelişmemiş.
rutin hız (İng. routine speed) Balıkların günlük
gezintilerinde sahip oldukları hızdır.
rüzgar enerjisi (İng. wind power, wind energy)
Rüzgar gücü kullanılarak elde edilen enerji.
-Ssabit ürün (İng. constant yield) Makroplankton
biyoması olarak da bilinen, metrekarede
gram olarak ortalama tabii haldeki
makroplankton miktarıdır.
sabitleştirici (İng. fixer) Koruyucu ya da
sabitleştirici etkisi yıkandıktan sonra bile
devam eden kimyasal bir madde. Aslında
uygulandığı dokunun yapısını değiştirir.
sacciform (İng. sacciform) Kese biçiminde.
saçak kök (İng. hairy root) Yan köklerin ana kökten
daha fazla gelişmesi.
safra tuzları (İng. bile salts) Safra kesesinden ince
bağırsağa salgılanan ve yağların misellere
(küçük partiküller) dönüşümünü sağlayan
biyokimyasal maddeler.
sagittal kesit (İng. sagittal section) Bilateral
simetrili bir hayvanın orta hattı boyunca
uzunlamasına dikey kesit.
sagittiform (İng. sagittiform) Ok şekli.
sakkaroz (İng. saccharose) Bir birim glukoz ve bir
birim fruktozdan oluşmuş çiftli şeker. Sofra
şekeri.
sakkulus (İng. sacculus) 1. Balıkların iç kulağında
pars inferior bölümünde yer alan
keseciklerden biri. 2. Kesecik, küçük kese.
sakkus (İng. saccus) Kese, torba.
salgı (İng. secretion) Hücrelerin veya vücuttaki
bezlerin kandan ayırıp oluşturdukları ve
yeniden kana, başka organa veya dışarıya
saldıkları sıvı madde, ifraz.
salinometre
(İng.
salinometer)
Elektriksel
iletkenliğe
dayalı
olarak
suların
tuzluluğunu ölçmeye yarayan alettir.
Salmonella (İng. Salmonella) Gıda zehirlenmesine
yol açan ve tifo taşıyabilen, hastalık yapıcı
bakteriler.
sandık balığı (Lat. Rhinesomus triqueter, İng.
Smooth trunkfish) Sandık balığıgillerden,
tropikal denizlerde yaşayan, vücudu çok
kenarlı sert kemik plakalardan oluşan bir
zırhla kaplı, boyu yarım metre kadar
olabilen bir balık.
sandık balığıgiller (Lat. Ostraciidae) Sandık biçimi
vücutları kemik plakalarla kaplı omurgalı
hayvanlar sınıfı.
santrifüjleme (İng. centrifugation) Merkez-kaç
kuvvetiyle atık su çamurunun içindeki suyu
kısmen uzaklaştırma işlemidir.
sapanbalığı (Lat. Alopias vulpinus, İng. Thresher)
Chondrichthyes
sınıfının
Lamnidae
familyasından, çeneleri üç kenarlı küçük
dişlere sahip, 3 m kadar uzunlukta, koyu gri
renkte, açık denizlerde yaşayan, insanlar
için tehlikesiz, Akdeniz'de bulunan bir tür.
saprofit (İng. saprophyte) Ölmüş ya da çürümüş
organizma veya organik maddelerden
beslenen organizmalar.
saprofit beslenme (İng. saprophyte nutrition) Bir
heterotrof beslenme tipi. Bu yolla beslenen
organizmalar gerekli besin maddelerini
hücredışı sindirimden sonra hücre zarları
aracılığıyla sağlar.
saprofitik (İng. saprophytic) Çözünmüş organik
maddelerle beslenen organizmalar.
sapropel (İng. sapropel) Oksijensiz koşullarda derin
suda oluşan çökelti katmanı.
saprozoik (İng. saprozoic) Partiküler organik
madde ile beslenen organizmalar.
Sarcopterygii
(Lat.
Sarcopterygii)
Saçak
yüzgeçliler (et yüzgeçliler) altsınıfı.
sardalya (Lat. Sardina pilchardus, İng. European
pilchard) Hamsigillerden konservesi ve
tuzlaması yapılan, gümüş renginde, pullu
ve 10-15 cm boyunda, küçük bir balık, ateş
balığı.
sarı hani (Lat. Epinephelus marginatus, İng. Dusky
grouper)
Kemiklibalıklar
takımının,
Hanigiller (Serranidae) familyasından kızıl
sarı renkte bir hani türü. Uzunluğu 25 cm
kadardır. Akdeniz’de yaşar.
sarı kanat (Lat. Pomatomus saltatrix, İng. Bluefish)
Lüfer türlerinin 10-14 tanesinin bir kilo
geldiği 15-20 cm lik olan bireylerine denir.
sarkoblast (İng. sarcoblast) kas doku gözesinin
oluşturduğu ana göze.
sarkolemma (İng. sarcolemma) Çizgili kas
çevresinde bulunan hücre zarı.
sarkomer (İng. sarcomere) Bir iskelet kası
miyofıbrilinin Z kısmından diğerine uzanan
bölgesi. İskelet kası kasılmasının işlevsel
birimi.
sarkoplazma (İng. sarcoplasm) Sarkolemmanın
altında kas lifini içinde bulunan akıcı bir
ortam.
sarkoplazmatik (İng. sarcoplasmatic) Kas doku
gözesi zarı ile ilgili.
satellifer (İng. satellifer) Uydu taşıyan, uydulu.
sazan (Lat. Cyprinus carpio) Sazangillerden,
Avrupa, Asya ve Amerika’nın tatlı
sularında yaşayan, eti beğenilen kılçıklı bir
balık.
sazangiller (Lat. Cyprinidae) Tatlı sularda yaşayan
kılçıklı balıkların geniş bir familyası.
SCUBA (İng. Self Contained Underwater Breathing
Apparatus) Sualtında kendi kendine soluma
aygıtı anlamına gelen İngilizce sözcüklerin
baş harflerinden oluşan kısaltma.
sebum (İng. sebum) Yağ.
seçicilik oranı (İng. selectivity rate, SR) Bir tür için
ortalama LC50 değerinin diğer bir tür için
ortalama LC50 değerine bölümü.
seçilim baskısı (İng. selection pressure) Bir
populasyonda, doğal seçilimden kaynaklanan genetik değişiklik için uygulanan
baskı.
sedanter (İng. sedentary) 1. Substratum yüzeyinde
sürünerek kısa mesafelerde yer değiştiren
organizmalardır. 2. Yerleşik.
sediment (İng. sediment) Gevşek (seyrek) sıkışık
olmayan serbest formdaki organik veya
inorganik madde partikülleri.
sedimentasyon (İng. sedimentation) Yerçekim
kuvvetinin tesiri altında, su veya atık su
tarafından taşınmakta olan askıdaki
maddelerin ayrılarak dibe çökmesidir. Dibe
çökme.
sefal (İng. cephal) Baş.
sefalik (İng. cephalic) Başa ait; baş ile ilgili.
sefalizasyon (İng. cephalization) Vücudun uç
bölgesinde
sinirleri
koordine
eden
merkezlerin
ve
duyu
organlarının
yerleşmesi.
sefalotoraks (İng. cephalothorax) Gözler ve 13 çift
organın yer aldığı ve abdomene kadar olan
baş bölgesidir.
segment (İng. segment) Bir yapının, az çok birbirine
benzeyen parçalarından her biri, bölüt.
segmentasyon (İng. segmentation) 1. Yumurtanın
döllendikten sonra kısa bir süre içinde
bölünmeye başlaması. Bölünme. 2. Bir
organizmanın az ya da çok birbirine eşit
sıra halinde dizilmiş birimlere ayrılması.
Sekki-diski (İng. Secchi disk) İtalyan araştırıcı
Secchi tarafından düşünülen 20 veya 30 cm
çaplı 4 eşit parçaya bölünmüş ve tamamı
beyaz veya karşılıklı çapraz kısımları siyahbeyaza boyanmış, suyun ışık geçirgenliğini
tayin eden alet.
sekonder (İng. secondary) ikincil, ikinci derecede
önemli olan, yan, tali.
sekresyon (İng. secretion) Salgı.
sekretin (İng. secretin) On iki parmak bağırsağının
salgıladığı hormon.
seksiyon (İng. section) Kesme, kesit. Bölüm.
seleksiyon (İng. selection) Seçilim, ayıklama.
sella (İng. cella) Eğer benzeri çukur.
selüloz (İng. cellulose) Bitkilerde hücre yapısının
büyük bir bölümünü oluşturan, kağıt yapay
ipek ve patlayıcı maddelerin yapımında
kullanılan bir karbonhidrat.
semi (İng. semi) Yarım anlamına gelen ön ek.
semiovalis (İng. semiovale) Yarı oval biçiminde.
semptom (İng. symptom) Bir hastalığın organik ve
fizyolojik belirtisidir.
sendrom (İng. syndrome) Özel bir bozukluğu
belirleyen, bir arada görülen, teşhisi
kolaylaştıran bulgu ve belirtilerin tümü
senositik (İng. coenocytic) Bir sitoplazma kütlesi
içinde birden fazla çekirdeğe sahip olma.
sensitif (İng. sensitive) Duyusal.
sentetik karakterler (İng. synthetic characters)
Biosönozdaki
analitik
karakterlerin
tespitinden sonra sentetik karakterlerin
açıklanmasına
çalışılır.
Sentetik
karakterlerin
araştırılmasında
amaç
biosönozdaki
türlerin
dominantlık
(baskınlık)
derecesini,
presans
(mevcudiyet) derecesini ve nihayet
fidelitelerini (doğruluk veya bağımlılık
durumu) ortaya koymaktır.
sentez (İng. shynthesis) 1. Bir araya getirmek,
birleştirmek, örneklemek, sentez. 2.
Mikroorganizmalar tarafından alınan besin
maddelerinin
hücre
protoplazmasına
dönüştürülmesi.
sentral (İng. central) Merkez.
sentriyol (İng. centriole) Hayvan hücrelerinin ve
bazı ilkel bitki hücrelerinin çekirdeğinin
tam dış kısmında yerleşmiş olan, silindirik
sitoplazmik bir organel.
sentromer (İng. centromere) Kromozom üzerinde
iğ ipliğinin tutunduğu nokta.
sentrum (İng. centrum) Merkez. Orta.
sepal (İng. sepalous, sepal) Çiçek örtü yapraklarının
dış halkasını oluşturan ve genellikle normal
yaprakları andıran yeşil yapraklar. Çanak
yapraklar.
septisemi (İng. septicaemia, sepsis) Vücuda giren
mikropların
kan
yoluyla
dokulara
yayılmasıdır.
septum (İng. septum, ceptum) Bir bölme ya da
çeper. Çoğulu: septa.
ser (İng. sere) Bir süksesyonun belirli bir alanda,
birbirinin yerini alan kommüniteleri; geçici
kommüniteler seral evreler adını alır.
Serler, yeryüzünün o kesimindeki iklime
özgü bir klimaks kommünitesiyle sonlanır.
sera etkisi (İng. greenhouse effect) Başta karbon
dioksit olmak üzere bazı atmosferik gazlar
sera camının etkisini andırır bir etkiye
sahiptir; ışığı geçirir ama ısıyı içerde tutar
ve ısı artışına yol açar. Atmosfer ile yer
arasındaki ısı dengesi, sanayileşmedeki ve
fosil yakıtların yanmasındaki artıştan
kaynaklanan atmosferik karbon dioksit
artışlarından etkilenir; bu ise atmosferdeki
ortalama ısıyı yükseltir. Bu gelişmenin,
buzulların
erimesi
ve
okyanusun
yükselmesi gibi geniş kapsamlı sonuçlar
doğuran
iklim
değişmelerine
yol
açmasından korkulmaktadır.
serbest enerji (İng. free energy) Bir kimyasal
sistemde kullanılabilir enerji.
serebellum (İng. cerebellum) Beyincik, küçük
beyin.
serebral (İng. cerebral) Beyin organıyla ilgili yapı.
Beyine bağlı.
serebrum (İng. cerebrum) Beyin, büyük beyin.
serk (İng. cercus, caudal fin) Kuyruk.
serkarya (İng. cercaria) Balıklarda kist yapan
trematod parazitlerin serbest yüzen son
larva evresi.
serpinti (İng. nuclear fallout) Nükleer patlamadan
sonra atmosferde kalan ve yağmur ya da
diğer meteorolojik olaylarla yeryüzüne inen
radyoaktif toz.
sertlik (İng. water hardness) Bir suyun içerdiği
kalsiyum ve magnezyum iyonlarının
toplam miktarı.
serum (İng. serum) Kanın, pıhtılaşmasından sonra
hücrelerinden ayrılmış, açık sarı renkli sıvı
kısmı.
sesil (İng. sessile) Substratuma tesbit edilmiş halde
yaşantılarını
sürdüren
hayvansal
organizmalardır.
sessiz mutasyon (İng. silent mutation) Meydana
geldiği gen üzerinde, daha sonra bugen
tarafından
üretilecek
proteinin
fonksiyonunu
değiştirmeyen
mutasyonlardır. Etkisiz mutasyon.
seston (İng. seston) Deniz suyunda asılı halde
bulunan parçacıkların tümüdür. Bunlardan
canlı olanlar Bioseston (Plankton), cansız
olanlarda Abioseston (Tripton) adını alırlar.
set mercan resifi (İng. coral reef barrier) Kıyı ile
aralarında lagün bulunan mercan resifidir.
seta (İng. seta) Birçok omurgasızda epidermisten
teşekkül eden kıl, kitin, diken gibi yapılar.
seyrelme (İng. dilution) Alıcı su ortamlarına
boşaltılan atık sulardaki çeşitli kirletici
parametre konsantrasyonlarının ortamdaki
su ile karışması neticesinde azalmasıdır.
sferik (İng. spheric) Küre gibi, küremsi.
sferik simetri (İng. spherical symmetry) Vücudun
herhangi bir yerinden geçen tüm
düzlemlerin, vücudu eşit iki parçaya
ayırdığı simetri tipi, küresel simetri.
sfinkter (İng. sphincter) 1. Kasılarak tüpsü bir
yapıyı kapatabilen halka şeklindeki bir kas.
2. Büzgeç, büzücü, kapayıcı.
sıcak monomiktik göller (İng. warm monomyctic
lake) Dip ve yüzey suları sıcaklığı daima
4°C’ nin üzerinde olan göller.
sıcak su kirliliği (İng. thermal pollution) Çeşitli
nedenlerle ısınmış suyun su kaynaklarına
akıtılmasıyla, ortamın ısının, içindeki
canlılar için zararlı sonuçlar yaratacak
düzeye gelmesi. Sıcak su kirliliğinin
olumsuz etkilerinden birisi, mavi-yeşil
suyosunlarının çoğalmasına yardım ederek
su
ortamındaki
ötrofikasyonu
hızlandırmasıdır.
sıcakkanlı (İng. homeotherm) Vücut sıcaklığı ortam
sıcaklığına göre değişmeyen ve hep aynı
kalan canlılar (Sabit sıcaklıklı canlılar).
sığ (İng. shallow) Derinliği az, dibi yüzeyine yakın
olan.
sınıflandırma (İng. classification, taxonomy)
Taksonların yatay ve dikey olarak,
çoğunlukla evrimsel gelişim dizisine göre,
sıralandırılması.
sınır ötesi kirlilik (İng. transboundary pollution
transfrontier pollution) Bir ülkedeki
emisyonların, genellikle hava yoluyla ya da
su ile taşınarak, bir diğer ülkeyi etkilemesi.
sıralı değişim (İng. sequential alternation,
succession) Bir bölgede çeşitli türlerin,
belli bir süreç içinde, birbirlerini izleyerek,
ortaya çıkmaları.
sıvı atık (İng. liquid waste) Her türlü üretim ve
tüketim faaliyetleri sonucu oluşan fiziksel,
kimyasal, bakteriyolojik özellikleriyle
karıştıkları alıcı ortamına doğrudan veya
dolaylı zarar verebilen ve alıcı ortamda
doğal bileşim ve özelliklerin değişmesine
yol açan sıvı haldeki maddelerdir.
sıvındırmak (İng. liquefy) Bir gazın veya buharın
sıcaklık derecesini düşürmek veya basıncını
arttırmak yoluyla onu sıvı durumuna
getirmek.
sıyırma (İng. stripping) Suyun yüzeyinden petrolün
ya da pislik katmanının mekanik yöntemle
alınması.
sızıntı (İng. seepage) Yüzey suyunun topraktan
geçerek aşağılara yönelmesi hareketi.
siafil Şiddetli ışığa gereksinme duymayan ve ancak
gölgede
gelişebilen
alg
türleridir.
Hayvanlar
için
Ombrofil
terimi
kullanılmaktadır.
sibling (İng. sibling) Birbirlerine benzer yakın
türler, ikiz.
sifon kanalı (İng. siphon) Deniz salyangozlarında
beslenme amacı ile su alışverişinin
yapıldığı kanaldır.
sikas (İng. Sago palm) Tropik ve subtropik
bölgelerde yaşayan odunlu tohumlu bitki
ordolarından biri; ya kısa yumru biçiminde
toprak altı ya da dik silindirik toprak üstü
gövdeye sahip bitkiler.
siklon kollektörü (İng. cyclone collector)
Merkezkaç kuvvetiyle ve mekanik olarak
çalışan, büyük parçacıkları ortamdan
uzaklaştırarak hava kirliliğini denetlemeye
yarayan aygıt.
sikloyid pul (İng. cycloid scale)Yuvarlak yapılı
Teleost balıklarında bulunan pul tipi.
siklozis (İng. cyclosis) Tipik olarak bitkilerin yaprak
hücrelerinde
görülen,
sitoplazmanın
dairesel hareketi.
siklus (İng. cycle) Çember, çevre, döngü. Süreli,
çevrim.
sil (İng. cilium) Bazı bir hücrelilerde hareketi
sağlayan, bazı organizmaların da akciğer
borularında senkronize hareket ederek, toz
gibi partikülleri akciğerden uzaklaştıran
kamçı benzeri yapı kısa, tüysü hareketli bir
organel.
silt (İng. silt) 1. Çap büyüklüğü 0.004 ile 0.062 mm
olan sediment. 2. İnorganik karakterli
çökelti.
simbiyont (İng. symbiont) Başka türden bir canlı ile
ortak yaşayan canlı. Bu birliktelik, her iki
tarafın fayda ya da zarar durumuna göre
farklı isimler alır.
simbiyoz (İng. symbiosis) Birbirlerine karşılıklı
faydalar sağlayan iki organizmanın bir
arada yaşamasıdır. Bu tip yaşam
mutualizm, kommensalizm, parazitizm ya
da amensalizm biçimlerinde olabilir.
simbiyoz fajı (İng. symbiosis phage) Enfekte
ettikleri bakteriye zarar vermeden yaşayan
faj.
simetri (İng. symmetry) Bir eksenin iki yanının yapı
ve biçim benzerliği.
simpatrik (İng. sympatric) Aynı alana sahip olma.
simpatrik tür (İng. sympatric species) Aynı
coğrafik alanda bulunan türler.
simplast (İng. symplast) Bir bitkide, plazmodezmata
tarafından birbirine bağlı hücrelerin
sitoplazması tarafından oluşturulan sistem.
sinaps (İng. synapse) 1. Bir nöronun aksonu ile bir
başkasının dendriti arasındaki bağlanma. 2.
Mayoz bölünmenin erken evresinde erkek
ve dişiye ait homolog kromozomların yan
yana gelerek temas etmesi.
sindirim (İng. digestion) Karmaşık yapılı besin
bileşiklerinin yapıtaşlarının hidrolizi.
sinekoloji (İng. synecology) Çeşitli türlerden oluşan
veya aynı türün bireylerinin oluşturduğu
topluluklar ile ortamları arasındaki ilişkiyi
inceleyen ekoloji kolu. Grupsal ekoloji.
sinerjik (İng. synergic) Birlikte çalışan, aynı yönde
etkili olan.
sinerjistik etki (İng. synergistic effect) Kimyasal
maddelerin ve süreçlerin öngörülemeyen
kombinasyonlar
oluşturarak
beraber
tepkimeye girme ve bunun sonucunda da
tek başlarına sahip olduklarından belirgin
bir biçimde daha güçlü ya da bütünüyle
farklı bir etki gösterme eğilimleri.
sinesi (İng. synechia) İki organizmanın düzenli bir
şekilde her zaman yan yana bulunmaları
durumundaki münasebetleridir.
singami (İng. syngamy) Eşeyli üreme; döllenme
olayında gametlerin birleşmesi.
sinir ağı (İng. neural network) Sölenterlerdeki gibi,
herhangi bir kontrol merkezi bulunmayan
sinir sistemi tipi.
sinir (İng. nerve) Nöron ipliklerinden oluşan bir
demet, aksonlar.
sinonim (İng. synonym, synonymous) Aynı taksona
birden fazla verilen isimlerin her biri.
Bunlardan eski olanı, yani ilk verileni
taksonun geçerli ismi olarak kullanılır.
sinostoz (İng. synostosis) İki kemiğin arada kemik
doku ile bir birine kaynaşması.
sinsityum
(İng.
syncytium)
Hücrelerin
kaynaşmasıyla oluşan çok çekirdekli bir
sitoplazma kütlesi.
sinüs (İng. sinus) 1. Körfez, koy. Genişlik. 2.
Organların ya da dokuların arasındaki
boşluk ya da her hangi bir açıklık.
sipris larva (İng. cipris larvae) Sirripedlerin
Nauplius larvası son evrede deri değiştirir
ve şekli Ortakodlara benzerler. Bu evrede
larva yine pelajik olup sipris adını alır. Bir
sipris larvasının bir çift bileşik gözü vardır
ve karapaks iki parçalıdır. Siprid larva.
sir (İng. cirrus) Halkalı solucanların solunum ve
çiftleşme
aygıtı,
yine
bazı
yassı
solucanların ve yumuşakçaların çiftleşme
aygıtı. Poliket gibi bazı hayvanların
vücutlarının değişik bölümlerinde bulunan
zayıf, uzun tentakül benzeri yapılar.
sirkadiyen ritim (İng. circadian rhythm) 24 saat
aralıkla ortaya çıkan ritmik olaylar.
sirkulus (İng. circulus) Daire, halka, küçük daire.
sirkum (İng. circum) Çepeçevre.
sirkülasyon (İng. circulation) Dolaşım.
sis (İng. fog) Atmosferde asılı durumdaki görülebilir
nem, görüşün 1000 metrenin altına düştüğü
atmosfer olayı.
sismik araştırma (İng. seismic exploration) Deniz
tabanını ya da yerin altında bulunan kayaç
ve tortulan, ses ya da şok dalgaları
göndererek inceleme yöntemi.
sistem (İng. system) Birbirleriyle etkileşim içinde
bulunan ve birbirine bağımlı parçacıkların
oluşturduğu bütün.
sistematik (İng. systematic) Organizmaların farklığı
ile uğraşan bilim dalı.
sistemik dolaşım (İng. systemic circulation) Gaz
değişimi yapan yüzeyler dışındaki vücut
kısımlarına madde taşıyan dolaşım sistemi
kısmı.
sisterna (İng. cisterna) Bir rezervuar olarak iş gören
bir boşluk, kese ya da kuşatılmış başka bir
alan.
sistokarp (İng. cystocarp) Kırmızı alglerde
döllenmeden sonra gelişen yapılar.
sitoliz (İng. cytolysis) Hücrenin eriyip parçalanması.
sitogenez (İng. cytogenesis) Hücre gelişmesi veya
hücre oluşumu.
sitokinez (İng. cytokinesis) Mitoz ya da mayoz
sırasında sitoplazmanın bölünmesi.
sitokrom (İng. cytochrome) Solunum ya da
fotofosforilasyon
sırasında
elektron
taşınımında önemli, demir içeren herhangi
bir enzim grubu.
sitoloji (İng. cytology) Hücreyi inceleyen bilim dalı.
sitopatik (İng. cytopathic) Hücreye zarar veren yada
hastalanmasına neden olan.
sitoplazma (İng. cytoplasm) Hücre zarı içerisinde,
çekirdek dışında kalan bütün canlı kısım ve
bu kısmı dolduran viskoz yapı.
sitotoksin (İng. cytotoxin) Hücreyi zehirleyip
öldüren yada görevinin değişmesine neden
olan herhangi bir madde.
sitozol (İng. cytosol) Bir hücrenin organelleri ve
zarlı yapıları dışında, bir hücrenin
sitoplazmasının nispeten akışkan, az
yapılaşmış kısmı.
sivri (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito) Yaz
aylarında 5-8 kg, kış aylarında 7-10 kg olan
üç yaşındaki palamut balıklarına verilen ad.
siyahağızlı köpekbalığı (Lat. Galeus melastomus,
İng. Blackmouth catshark) Chondrichthyes
sınıfının
Carchariidae
familyasından,
ağızaçıklıkları siyah, 80 cm kadar
uzunlukta, bir çift spirakulumlu, 5 çift
solungaç yarıklı, 150-400 m derinlikte
yaşayan, Akdeniz'de bulunan bir tür.
siyanoz (İng. cyanosis) Mavi. Mavi siyah arası renk.
siyanür (İng. cyanide) Hidrosiyanik asitin son
derece zararlı tuzları. Siyanür içeren
endüstriyel atık su, su kirliliğine önemli
katkıda bulunur.
skatoplankton (İng. scatoplankton) 1. Bot
şeklindeki organizmalar. 2. 500 metreden
daha derin sularda yaşayan, karanlık seven
pelajik formlardır.
sklereit (İng. scleritis) Taş hücreleri.
sklerenkima (İng. sclerenchyma) Çeperlerine lignin
maddesi yığılmasıyla sekonder çeperleri
kalınlaşmış hücrelerden oluşan bitkisel
destek dokusu.
skleroz (İng. sclerosis) İçinde katılgan dokunun
artmasından dolayı bir organ veya dokunun
patolojik sertleşmesi.
skualen
(İng.
squalene)
Köpekbalıklarının
karaciğerinden üretilen yağ.
slik (İng. slick) Denizde ya da herhangi bir su
yüzeyindeki yağ tabakası veya ince bir
tabakadır.
smolt (İng. smolt) Salmo salar türünün ergin
olurken geçirdiği devrelerden birisi.
sodalı göller (İng. soda lakes) Sularının 1 litresinde
500 mg den daha fazla soda içeren
göllerdir.
Sofar kanalı (İng. Sofar channel) Okyanus ve
denizlerde ses hızının en az olduğu ve ince
bir tabakada dağılmadan uzak mesafelere
taşındığı (tabaka) kanal.
soğuk monomiktik göller (İng. cold monomictic
lakes) Yüzey suları sıcaklığı hiç bir zaman
4°C nin üzerine çıkmayan göllerdir.
soğukkanlı (İng. poikilotherm) Vücut sıcaklığı
ortam sıcaklığına göre değişen (balık,
kurbağa,
sürüngen)
hayvanlar.
Polikiloterm.
soğurucular (İng. absorbers) Kirli bir gaz
emisyonunda
gaz
karşımı
içindeki
bileşenleri
sıvı
ortama
aktarmakta
kullanılan
hava
kirliliği
denetleme
cihazları.
sol (İng. sol) Sürekli fazın sıvı, çözünen fazın 0.1 ile
0.001 mikron çapındaki katı parçacıklardan
oluştuğu bir kolloit sistem.
solaris (İng. solar) Güneşle ilgili, güneşe ait.
solid (İng. solid) Katı, sağlam. Bütün, tam, bileşik.
soliter (İng. solitary) Bireysel olarak yaşayan
organizmalardır.
solungaç (İng. gill, branchia gill) Suda yaşayan
hayvanlarda bulunan, çoğunlukla vücut
yüzeyinden ya da sindirim kanalının bir
kısmından uzamış ince duvarlı solunum
organı.
solungaç dikeni (İng. gill raker) Kemikli balıklarda
solungaç yaylarının iç bükey yüzeylerinde
yer alan, iğne veya diken şeklinde olan
uzantılar.
solungaç yarığı (İng. gill slit, spiracle) Alçak
omurgalılarda devamlı bulunan, yüksek
omurgalılarda embriyoda görülen yutağın
yanlarından dışarı açılan bir seri yarık.
solungaç yayı (İng. gill arch) Balıklarda yutağın
yanlarında bulunan ve solungaç ipliklerini
kapsayan yay biçimindeki yapılar.
solunum (İng. respiration)
Bitki ve hayvan
hücrelerin oksijen kullanıp, karbondioksit
vermesi
ve
besin
maddeleri
moleküllerindeki enerjiyi ATP gibi
biyolojik
olarak
kullanışlı
formda
depoladığı bir olay; soluma işlevi ya da
hareketi.
solusyon (İng. solution) Bir ya da birden çok
maddeden oluşan saydam sıvı.
solut (İng. solute) Gerçek bir çözeltide çözünmüş
madde; bir çözelti, çözen ve çözünenden
oluşur. Çözünen.
solvent (İng. solvent) Gerçek bir çözeltide, içinde
çözünen moleküllerin çözündüğü sıvı
ortam. Çözen.
som balığı (Lat. Salmo salar, İng. Atlantic salmon)
Kemikli balıklardan, hem denizlerde hem
de tatlı sularda yaşayan, eti beğenilen irice
bir balık.
soma (İng. soma) Vücut, bünye.
somatik (İng. somatic) Vücutla ilgili.
somatik mutasyon (İng. somatic mutation) Vücut
hücrelerinde
meydana
gelen
DNA
sayısındaki yada kimyasal yapısındaki
değişiklik olup, sadece bu hücrelerden
meydana gelecek hücrelere geçer, kalıtsal
değildir.
somatomotor
(İng.
somatomotor)
Vücudu
çalıştıran.
somatotropin (İng. somatotrophin) Büyüme
hormonu.
sombalıkları (Lat. Salmoniformes)Yüzgeç dikenleri
olmayan, göğüs yüzgeçleri dar, sikloyit
pullu, fizostom yüzme keseli, yağ
yüzgecinin bulunan ve yumurta kanalları
bulunmayan eti çok lezzetli, çoğunlukla
hızlı akan temiz sularda yaşayan, kemikli
balıklardan bir takım.
sonar (İng. sonar) Su içini dikey (0-90° ) ve yatay
(0-180° veya 360°) olarak yansıyan sesleri
kullanarak
tarayıp,
balık
sürülerini
görüntüleyen veya grafikleyen araçtır.
sonlanma kodonu (İng. nonsense codon) Protein
sentezinin
bitirilmesini
sağlayan,
karşılığında
tRNA’
da
antikodonu
bulunmayan UAG, UGA ve UAA
kodonlarından her biri, terminasyon
kodonu.
soy (İng. race, natio) Biyolojik özellikleri nesilden
nesile değişmeyen kandaş birey topluluğu,
ırk.
soymuk boruları (İng. phloem) Bitkilerde iletici
hücreler olan, kalburlu hücreler ve kalburlu
boru elementlerinden oluşan, besin iletimi,
depo edilmesi ve destek görevlerini yapan
doku. Floem.
söl (İng. coel) Boşluk.
sölenterler
(Lat.
Coelenterata)
Bitkimsi
hayvanlardan deniz analarını, sifonluları ve
mercanları içine alan önemli bir bölüm.
sölom (İng. coelom) Embriyonik gelişme sırasında
periton adı verilen mezodermal zarla
(epitel) tamamen astarlanan ikinci bir karın
boşluğu.
sölom boşluğu (İng. coelom) Üç embriyo
tabakasına sahip olan hayvanlarda, iç kısmı
tamamen periton zarı ile kaplanmış olan
gerçek vücut boşluğu.
sölomodak (İng. coelomoduct) Bazı poliketlerde
boşaltım organları gibi segmentlerde birer
çift olarak bulunan mezodermik kanallar.
sönosark (İng. coenosarc) Sölenterler kolonileriyle
bireylerin
tomurcuklanarak
meydana
geldiği sap olup, genellikle değişik
uzunlukta olabilen kontraktil bir boru
şeklindedir. Sönosark boşluğu koloni
bireylerinin gastrovasküler kanalları ile
bağlantılıdır.
sperm (İng. sperm) Erkek üreme hücresi.
spermatofor (İng. spermatophore) Bazı canlıların
erkek bireylerinde, birçok spermin bir arada
taşınmasını sağlayan kapsül.
spermatogenez (İng. spermatogenesis) Testislerde
erkek gamet hücrelerinin (spermatozoa)
oluşumu.
spermatozoon (İng. spermatozoon) Olgun erkek
cinsiyet hücresi.
spesiyes (İng. species) 1. Tür. 2. Bitki ve hayvan
sistematiğinde temel sınıflandırma birimi;
ortak bir atadan gelen, doğada yalnız kendi
aralarında çoğalan, yapısal ve işlevsel
özellikleri benzeyen bireylerin oluşturduğu
populasyon.
spikül (İng. spicule) Süngerlerde bulunan CaCO3
kristallerinden yapılmış iğne.
spina (İng. spina) Diken, dikensi.
spinoz (İng. spinose) Dikenli, kemiksi, kemik
benzeri.
spinula (İng. spinule) Dikencik, küçük diken.
spiraculum (İng. spiraculum) Elasmobranchii
(köpek ve vatoz balıkları) ve chondrostei
(mersin balıkları) üyelerinde baş üzerinde
gözlerin gerisinde iki tane bulunan ağız
boşluğu ve yutak bölgesi ile bağlantılı delik
şeklindeki açıklıklar.
spirakül (İng. spiraculum) Köpek balıklarında
gözlerin arkasındaki açıklık.
spiral (İng. spiral) Sarmal, helisel, helezon şeklinde
kıvrım.
spiral segmentasyon (İng. spiral segmentation)
Embriyoda,
oluşan
yeni
hücrelerin
birbirinin tam olarak üzerine veya yanına
denk gelmeyip, yaklaşık 45 derecelik bir
kayma ile birbirinin üzerine oturduğu
segmentasyon tipi.
spiral valf (İng. spiral valve) Özellikle köpek
balıklarında sindirim arttırıcı görev yapan
spiral membranlar.
spirillum (İng. spirillum) Sipiral şeklindeki bakteri.
spongi (İng. spongy) Sünger.
spongioblast (İng. spongioblast) Süngerlerde
sponjin liflerinin salgılandığı hücreler.
spongios (İng. spongio) Süngerimsi.
spongosöl (İng. spongocoel) Süngerlerde vücut içi
boşluğu. Süngerin vücudu içerisinde su
filtre edilen geniş boşluk.
sponjin
(İng.
spongin)
Bazı
süngerlerin
spiküllerinde bulunan protein yapısındaki
madde.
spor (İng. spore) 1. Eşeysiz üreyen türlerde, küçük
ve dayanıklı olan üreme hücresi. 2.
Genellikle tek hücreli olan bir eşeysiz
üreme elemanı; bir protozoon ya da bir
tohumsuz bitkide olduğu gibi doğrudan
ergin duruma gelişebilen bir organizma. 3.
Uygunsuz ortam koşullarına dayanmak
üzere çoğunlukla uyum sağlamış eşeysiz
üreme hücresi.
sporangiyum (İng. sporangium) Bitkide sporları
oluşturan bir yapı.
sporofil (İng. sporophyll) Sporları oluşturan
değişime uğramış bir yaprak.
sporofit (İng. sporophyte) 1. Bitkilerin hayat
devresinde döl değişiminin eşeysiz spor
üreten diploit evresi. 2. Spor oluşturan
diployit bir bitki.
sporozoa (İng. sporozoa) Protozoa alt filumunun
eşadı; özel bir hareket yönteminden
yoksun, parazit hayvanlar; bunlardan biri
insanda parazit olup sıtmanın etkenidir.
sporozoit (İng. sporozoite) Sporluların sporlarından
türeyen ve yetişkin hücreyi veren,
çekirdekli küçük sitoplazma parçası.
stabilis (İng. stable) Durağan, durgun, sabit, stabil,
devinimsiz.
stabilizasyon (İng. stabilization) Atıklardaki aktif
organik
maddenin
nötr
materyale
dönüşmesi.
stagnoplankton (İng. stagnoplankton) Durgun
sulardaki plankton.
stamen (İng. stamen) Erkek organ. Bir çiçekte
başçık (anter) ve iplikçik (flamen)’ten
oluşan çiçek tozlarını (polen) oluşturan
organ.
standardlar (İng. standards) Kirleticilere maruz
kalma konumunda aşılmaması gereken
düzeyleri gösteren kurallar.
standart boy (İng. standard length) Balığın burun
ucundan kuyruk yüzgeci köküne kadar olan
uzunluktur.
standart çözelti (İng. standard solution)
Konsantrasyonları kesin olarak bilinen
çözeltilere denir.
statoakustik (İng. statoacoustic) Denge ve işitme
ile ilgili.
statolit (İng. statolith, otolith) İç kulakta denge taşlı
kese içerisinde bulunan salgı maddesi kum
ya da kalsiyum karbonat tanecikleri gibi
yapılar. Denge taşı.
statosist (İng. statocyst) İçerisinde denge taşı
bulunan kesecik.
stel (İng. stele) Bir kök ya da gövdenin merkezinde,
dıştan endodermis tarafından kuşatılan ve
iletim demetlerini taşıyan silindirik yapı.
stenobat (İng. stenobathic) Belli basınçta
yaşayabilen formlardır.
stenofot (İng. stenophotic) Az ışık şiddetinde
yaşayan organizmalar.
stenohalin (İng. stenohalin) Dar tuzluluk sınırları
içindeki ortamlara adapte olmak.
stenohalin plankton (İng. stenohalin plankton)
Belirli tuzluluklarda yaşayan plankton.
stenoterm (İng. stenotherm) Dar temperatür
limitleri içindeki ortamlara adapte olmak.
stenök (İng. stenoeicous) Belli özellikteki
ortamlarda yerleşme yeteneğinde olan
türlerdir.
sterilizasyon (İng. sterilization) Virüsleri olduğu
kadar bakterileri ve sporları da içine almak
kaydıyla,
bütün
canlı
organizmayı
ortamdan uzaklaştırma veya tesirsiz ve
zararsız hale getirme işlemidir.
sternit (İng. sternite) Karın kısımlarını alttan
koruyan plakalardır.
steroitler (İng. steroid) Biribirine bağlı dört
halkadan oluşan ve karbon atomları içeren
karmaşık moleküller bu moleküllerden üçü
6'şar karbon atomu, dördüncüsü ise 5
karbon atomu taşır; erkek ve dişi eşey
hormonları ve adrenal kortikal hormonlar
bu yapıdadır.
stigma (İng. stigma) 1. Eklembacaklılarda, trake
sisteminin havayla temas ettiği açıklıklar. 2.
Çiçeklerde, dişi üreme organının poleni
aldığı uç kısmı.
stilet (İng. stilet) Yapışkan organ.
stilus (İng. stylus) Bir dişi organın ovaryumla
stigmasını birleştiren ince uzun kısmı.
Boyuncuk.
stimulant (İng. stimulant) Uyarıcı.
stimulasyon (İng. stimulation) Uyarı.
stimulus (İng. stimulus) Bir reseptör ya da
uyarılabilen bir dokuda işlevsel ya da trofik
tepki oluşturan herhangi bir etki, etken ya
da hareket. Uyartı.
stip (İng. stipe) Bazı kahverenkli alglerde vücudun
gövdeye benzeyen yapısı ya da kısa sapı.
stolon (İng. stolon) Kök filizi.
stoma (İng. stoma) Yaprak üzerinde bulunan küçük
delik; deliğin her iki yanında, açıklığın
daralıp genişlemesini ayarlayan birer bekçi
hücresi bulunur. Gözenek.
stratopoz (İng. stratopause) Stratosferin üst sınırı.
stratosfer (İng. stratosphere) Troposfer üzerinde
uzanan ve çok düşük nemlilik koşullarına
sahip üst atmosfer katmanı. Atmosferin 1550 km. yükseklik arasındaki tabakası.
stratum (İng. stratum) Kat, tabaka, doku tabakası.
stres (İng. stress) Zorlanım, sıkıntı, basınç.
string (İng. string) Şerit, çizgi.
Strobilus (İng. strobile) Bazı bitkilerde gövde
ucunda bir grup sporofil tarafından
oluşturulan kozalak.
stroma (İng. stroma) Kloroplastlar ve mitokondriler
gibi organeller içindeki temel madde.
su arıtma (İng. water management) Çökeltme,
pıhtılaştırma, filtrasyon, dezenfeksiyon,
yumuşatma ve havalandırma gibi, sudaki
zararlı maddeleri giderici ve suyu kullanılır
veya içilir hale getirici işlemler.
su buharı (İng. water vapour, aqueous vapor)
Buharlaşma sonucu suyun, havada gaz
halinde bulunduğu durum.
su bünyesi (İng. water body)??????
su ekosistemi (İng. aquatic ecosystem) Tatlı su ve
deniz ile ilgili su sistemleri.
su kalitesi standardları (İng. water quality
standards) 1. Bir kirleticinin maksimum
konsantrasyonu ya da mevcut su bünyesini
bozmayan
diğer
karakteristiklerin
maksimum ya da minimum seviyeleri. 2.
Konutların kullanması, sulama, balık
üretimi, endüstriyel kullanım ya da enerji
üretimi gibi belirli amaçlarla kullanılacak
su ile ilgili olarak uyulması gereken
kurallar ve sınırlar.
su kaybı (İng. evapotranspiration, dehydration,
water loss) Terleme yoluyla bitkilerden ve
çeşitli
şekillerde
yerin
yüzeyinden
buharlaşan toplam su miktarı.
su kaynakları yönetimi (İng. water resources
management) Su kaynaklarının sağlanması,
kullanılması, korunması ve dağıtım gibi
etkinlikleri içeren yönetim.
su kirliliği (İng. water pollution) Suyun yararlı
kullanımını
etkileyecek
miktarlarda
kimyasal, fiziksel ya da biyolojik
maddelerin
katılmasıyla
kalitesinin
bozulması. Su kirlenmesinin en yaygın
kaynakları; yetersiz evsel atık su arıtma
tesisleri, endüstriyel atıkların boşaltılması,
yüzeysel akış, madencilik faaliyetleri ve
sulamadır.
su koruma (İng. water conservation) Konutların,
sanayinin ve tarımın tükettiği su miktarının
azaltılmasına yönelik programlar ve
yöntemler. Uygulama örnekleri genellikle
yüzeysel akışın yeniden kullanılması,
rezervuarlardaki buharlaşmanın azaltılması
ve yeniden işlenmiş suyun endüstriyel
amaçlarla kullanılması gibi alanlarda
görülür. Çifte boru tesisatı sisteminin,
gelecek yıllarda suyun yeniden işlenme
yüzdesinin artması sonucunu doğurması
beklenmektedir.
su kütlesi (İng. water mass)????????
su mercimeği (Lat. Lemna) Su mercimeğigillerden,
mercimeğe benzeyen yaprakları suların
yüzünü kaplayan bir su bitkisi.
su mercimeğigiller (Lat. Lemnaceae) Bir
çeneklilerden örnek bitkisi su mercimeği
olan, küçük bir bitki familyası.
su örümceği (Lat. Argyroneta aquatica) Su altında
kendi ördüğü ipekten kese içinde yaşayan
örümcek.
su piresi (Lat. Daphnia pulex) Kabuklulardan
durgun sularda yaşayan bir hayvan, su biti.
su samuru (Lat. Lutra lutra) Sansargillerden,
tüyleri koyu kahne rengi, iyi yüzen, kürkü
beğenilen, küçük bir tür hayvan.
su sarımsağı (Lat. Teucrium) Kurtluca.
su sertliği (İng. water hardness) Sudaki Ca ve Mg
tuzlarının varlığı ile belirlenir. Suda
bulunan
karbonat bileşikleri kalıcı,
bikarbonat bileşikleri geçici sertliği, her
ikisi birden total sertliğe neden olur.
Sulardaki sertlik sabun köpürtme özelliğine
göre ölçülür. İngiliz, Alman ve Fransız
sertlik derecelerinden Türkiye'de kullanılan
Fransız sertlik derecesidir. Bir Fransız
sertliğinin hidrometrik değeri 5.7 mg/l CaO
ya da 4.7 mg/l MgO a eşdeğerdir. Sucul
organizmalar için en ideal sertlik koşulları
7.5-20 arasındadır.
su teresi (Lat. Nasturium officinale) Turpgillerden,
su kenarlarında yetişen, tereye benzeyen,
çok yıllık ve otsu bir bitki.
su toplama havzası (İng. drainage basin) Yağış
sularının belirli bir çıkışa doğru sürekli
olarak akmasını sağlayan arazi parçası.
su yılanıgiller (İng. Colubridae) Örnek hayvanı su
yılanı olan sürüngenler sınıfının bir
familyası.
su yosunları (İng. Algae) Denizlerde, tatlı ve
durgun sularda, daha çok su yüzeyinde
yaşayan, yaprak veya tel biçiminde tallı
bitkiler alt şubesi, üşniye, algler.
suyuvarı (İng. hydrosphere) Denizlerin yer
yüzeyinde oluşturduğu yuvar.
sub (İng. sub) Alt, altında.
subepidermal plexus (İng. subepidermal plexus)
Deri altı sinir ağı.
subletal doz (İng. sublethal dose) Doğrudan ölüme
sebep olan seviyenin altındaki dozdur.
sublitoral zon (İng. sublittoral zone) Göllerde (10
m derinlikten itibaren bitkilerin ortadan
kalktığı bölgeye kadar olan dipler).
submers bitki (İng. submerged plant) Tamamen su
altında olan bitkiler.
submetasentrik kromozom (İng. submetacentric
kromozom) Birbirine eşit olmayan iki
koldan meydana gelen 'L' biçimindeki
kromozom.
substrat (İng. substrate) Biyolojik arıtmada
dönüştürülen organik madde veya besi
maddesi anlamında kullanılır.
substratum (İng. substratum) Bentik formların
üzerinde
yaşantılarını
sürdürdükleri
zemindir. Bu zemin katı olabileceği gibi
(kaya, gemi karinası, çeşitli organizma
kabukları v.b.) yumuşak yapıda da (kum,
çamur v.b.) olabilir.
subterminal (İng. subterminal) Terminal altı.
Suctoria (Lat. Suctoria) Protozoa'lara ait beş
sınıftan biri.
sudak (Lat. Sander lucioperca, İng. Pike-perch)
Levrekgillerden tatlı sularda yaşayan eti
beyaz ve lezzetli bir balık. Sudan çıkınca
iniltiye benzer bir ses çıkarır. Eti çok
lezzetlidir.
Atlantik
ve
Pasifik
Okyanuslarında, Karadeniz ve Akdeniz’de
bulunur. Birinci sırt yüzgeci 9 adet diken
taşır.
sukkulent (İng. succulent) Saplarında bol sulu
parankima ihtiva eden fanerofit veya
kameofit formlardır. Kurak iklimlerin
karakteristik bitkilerini teşkil ederler.
sulak alanlar (İng. wetlands) Doymuş toprak
koşulları gerektiren bitki örtüsünü ya da su
yaşamını besleyecek yeterli yer üstü ya da
yer altı sularına sahip, turbalık ve bataklık
gibi alanlar; birçok balık ve su kuşu türü
için yetişme ortamı sağlayan önemli vahşi
yaşam ortamları.
sulama (İng. irrigation, watering) Tarım
arazilerinin kanallar açma ve çeşitli diğer
yöntemlerle sulanması. Yanlış yapılan
sulama, toprağın üst katmanında aşırı tuz
birikmesi ve buna bağlı olarak da toprağın
veriminin düşmesi ile sonuçlanabilir.
supralitoral zon (İng. supralittoral zone) Su dışında
kalan bu bölge zaman zaman dalgalarla
ıslatılır. Su dışında kalan göl sahili. Bentik
bölgenin suyun dışında kalan fakat denizin
etkisinde kalan kısmıdır.
Supranöston (İng. supraneuston) Yüzey filminin
üstünde yaşayan organizmalar.
susallar (İng. aquatic animals and plants) Suda
yaşayan bitki veya hayvan familyası.
suşamdanları Tatlısu göllerinde bulunan, çok
hücreli yeşil algler.
süberin (İng. suberin) Endodermis ve mantar
hücrelerinin çeperlerinde biriken, su
geçirmeyen ve suda erimeyen mumsu bir
madde.
süksesyon (İng. succesion) Bir bölgede yaşayan
çeşitli türlerin belirli bir zaman içinde
birbirlerini izleyerek ortaya çıkmaları;
ekolojik süksesyon.
sülfür dioksit (İng. sulphur dioxide) Sülfürün
havada yanmasıyla oluşan renksiz, tahriş
edici keskin kokulu gaz; çoğu yakıtta
bulunan sülfürün yanmasından oluşan belli
başlı hava kirleticilerinden biri.
sülfür trioksit (İng. sulphur trioxide) Kükürt
dioksitin atmosferde katalitik ya da
fotokimyasal süreçlerle yükseltgendiği üç
oksijen ve bir kükürt atomundan oluşan
bileşik. Havadaki nem ile sülfürik aside
dönüşür ve asit yağmuruna neden olur.
sülfürik asit (İng. sulphuric acid) Saf haldeyken
renksiz durumdaki koyu yağlı sıvı. En
yaygın kullanılan, son derece zehirli ve
aşındırıcı
bir
endüstriyel
kimyasal
maddedir.
süngerler (Lat. Porifera) Vücutları, içten dar ve
kanalcıklardan
oluşan,
dıştan
bu
kanalcıklara açılan deliklerle kaplı, çoğu
kayalara
tutunmuş
olup,
koloniler
durumunda yaşayan hayvanlar takımı.
süperfisyal (İng. superficial) Yüzeysel.
süperior (İng. superior) Üst, üst tarafta bulunan,
yukarı.
sürdürülebilir
gelişme
(İng.
sustainable
development) Doğal çevrimleri bozmayan
ve ekolojik dengeye zarar vermeyen
yöntemlerin kullanımı.
sürgen (İng. meristem) Doku bitkilerde kök ve
sapların gelişebilecek durumda olan uç
bölümlerindeki, çok yüzlü kolay üreyebilir
hücrelerden oluşan bir doku türü.
sürmenaj (İng. fatigue) Sürekli ve aşırı çalışmadan
doğan yorgunluk, bitkinlik.
süspansivor (İng. suspensory) Suda asılı halde
bulunan parçacıklarla geçinen formlardır.
süspansiyon (İng. suspension) Asıltı. Su içinde katı
maddelerin erimeden yüzer bir halde
bulunması. Süspansiyonlarda sıvı fazı
içerisinde dağılmış taneciklerin çapları
genellikle 10¯6 cm.den 10.000 A0 dan daha
büyüktür.
süspansör (İng. suspansor) Döllenmeden sonra
bitkilere alt zigotun bölünme ile
oluşturduğu hücresel iplik; bitki embriyosu
bu ipliğin sonuncu hücresinden oluşur.
sütur (İng. suture) Örtü, perde.
süzerek beslenme (İng. filter feeding) Sudaki
besinleri süzerek beslenen organizma.
süzme (İng. filtration) Bir suda mevcut askı
halindeki maddelerin, gözenekli bir
malzeme tabakasından veya uygun delik
açıklığına sahip bulunan bir elekten
geçirilerek ortamdan uzaklaştırılmasıdır.
Filtrasyon.
-Ş(İng. challet) Histolojide preperatların
boyanması sırasında kullanılan cam.
şelf (İng. shelf) Karaları çevreleyen ve karalardan
sayılan, 200 m derinliğe kadar sığ deniz
dipleri.
şeritler (İng. Cestodes, İng. tapeworms) Vücutları
şerit biçiminde ve parçalı olan, asalak
olarak
insanların
ve
hayvanların
bağırsaklarında yaşayan yassı solucanlar
takımı.
şeytan minaresi (İng. horn shell) Bazı deniz
böceklerinin koni biçimindeki kavkısı.
şırınga (İng. enjector) Canlı vücuduna sıvı vermek
için kullanılan araç. Enjektör.
şişe burunlu yunusgiller (Lat. Stenidae) Memeliler
(Mammalia) sınıfının, balinalar (Cetacea)
takımından, çeneleri gaga şeklinde uzamış,
sırt yüzgeçleri üçgen şeklinde olan, Atlas
ve Hint Okyanusu’nda yaşayan türleri olan
bir familya.
şizogoni (İng. schizogony) Tek hücreli hayvanların
çoğa bölünmeleriyle birçok hücrelerin
meydana gelmesi biçiminde çoğalma.
şizosöl (İng. schizocoel) Embriyonik mezodermin
iki tabakaya ayrılmasıyla oluşan bir vücut
boşluğu.
şizosöl sölom (İng. schizocoel coelom) Erken
embriyonik evrede kopan iki blastomer,
endoderm ve ektoderm arasına düşerek
ilkin mezoderm hücrelerini oluşturur. İki
tabakanın ayrılmasıyla mezoderm gelişir.
Mezodermden
köken
alan
vücut
boşluğudur.
şnorkel (İng. şnorkel) Su yüzeyinin biraz altında
nefes almak için kullanılan boru.
şube (Lat. phylum) Bakınız: Filum.
şale
-Ttaeniaform (İng. taeniaform) Şerit veya bant
biçiminde.
tagmata (İng. tagma, tagmata) Kaynaşmış ya da
hareketli halde olabilen, özelleşmiş vücut
bölümleri.
takım (Lat. ordo, İng. order) Canlıların
sınıflandırılmasında kullanılan, familya ve
sınıf arasındaki bulunan, yakın benzerlik
gösteren organizmaların meydana getirdiği
taksonomik birlik. Ordo.
taksi (İng. taxis) 1. Tek hücrelilerin yer değiştirme
hareketi. 2. Bir uyartıya tepki niteliğinde ve
uyartının yönüne bağlı uyum hareketi. 3.
Hayvanlarda, sürekli olarak yönlendirilmiş
basit bir hareket.
takson (İng. taxon) Belirli bir kategori içine
sokulabilecek ve yeni bir isim verilebilecek
kadar fark gösteren taksonomik bir grup.
Örneğin Engraulis encrasicolus (Hamsi)
(Tür kategorisinde takson), Engraulis (cins
kategorisinde
takson),
Engraulidae
(Familya kategorisinde takson). Çoğulu:
taxa.
taksonomi (İng. taxonomy) Organizmaların
sınıflandırılmasında kullanılan yöntemlerin
kuramı ve uygulanması.
tal Bakınız; tallus.
talassopsammon (İng. thalassopsammon) Deniz
sularındaki interstitial organizmalar.
talipes (İng. talipes) Yumru ayak.
tallofitler (Lat. Tallophyta) Embriyo ve iletim
demetlerinden yoksun ilkel bitkiler.
tallus (İng. thallus) Nispeten az doku farklılaşması
gösteren ve gerçek kökleri, gövdeleri ve
yaprakları bulunmayan bir bitki yapısı.
talus (İng. talus) Litoral zonun alt kısmından
başlayarak profundal zona kadar devam
eden meyilli bölge.
tam asalak (İng. heterophyte) Toprağa ve
özümlemeye
bağlı
tüm
besinlerini
konakçıdan sağlayan bitki asalağı.
tam boy (İng. total length) Balığın burun ucu ile
kuyruk yüzgeci ucu arasındaki uzunluktur.
tam palamut Boyu 30-35 cm, ağırlığı 700-800 gr
olan palamut.
tampon (İng. buffer) Konsantrasyonu yükselince H +
iyonlarını bağlayarak, düştüğünde ise H+
iyonlarını serbest bırakarak bir çözeltinin
pH'sındaki dalgalanmaları en aza indiren
bir madde.
taraklılar (Lat. Ctenophora) Selenterelerin saydam
ve jelatinli deniz hayvanlarını içine alan
sınıfı.
tarımsal atık su (İng. agricultural waste water) Her
türlü tarımsal faaliyetler sonucu oluşan,
fiziksel, kimyasal ve bakteriyolojik
özellikleriyle karıştıkları alıcı ortama
doğrudan veya dolaylı olarak zarar
verebilen ve alıcı ortamda doğal bileşim ve
özelliklerin değişmesine yol açan sulardır.
tarımsal kirlilik (İng. agricultural pollution)
Tarımsal faaliyetler sonucu oluşan sıvı ve
katı atıklar.
taşıma kapasitesi (İng. carrying capacity) Belirli
bir ortamda sınırsız desteklenebilen
maksimum popülasyon.
taşıyıcı (İng. vector) Hastalık, parazit ya da
enfeksiyon taşıyan organizma. Vektör.
taşıyıcı RNA, t RNA (İng. transfer RNA, tRNA)
Bakınız: transfer RNA.
tatlı su (İng. freshwater) Tuzluluğu % 0.05’ten az
olan sulardır.
tatlısu gölleri (İng. freshwater lakes) Çok az veya
hiç tuz içermeyen göller.
tavuk balığı (Lat. Trisopterus minutus, İng. Poor
cod) Mezgitgillerden, sakalı mevgit
balığının aksine çok iyi gelişmiş, boyları 40
cm'ye kadar uzanan demersal bir balık.
tehdit altındaki türler (İng. endangered species)
Bütünüyle ya da önemli bir bölümü
itibariyle tükenme tehlikesi altındaki fauna
ve flora.
tehlikeli atıklar (İng. hazardous wastes) Gereğince
yönetilmediği takdirde insan sağlığı ve
çevre için tehlike oluşturan, hastalığa yada
ölüme yol açabilen maddeler içeren atıklar.
Özellikle hidrokarbonlar gibi tutuşabilir
atıklar, asitler ve alkaliler gibi aşındırıcı
atıklar, kendiliğinden tepkimeye yatkın
reaktif atıklar, tarım ilaçları, arsenik
bileşikleri, radyoaktif bileşikler, kadmiyum
bileşikleri vb.
tek
çenekliler
(İng.
monocotyledonous)
Embriyolarında tek bir kotiledonun
bulunuşu, yapraklarında damarlanmanın
paralel ve çiçeklerinde ise petallerin üçlü
oluşuyla karakterize olan, angiospremlerin
ya da çiçekli bitkilerin bir alt sınıfının bir
üyesi.
tek yıllık bitki (İng. annual plant) Yaşam
devirlerini bir yıl içinde tamamlayan
bitkiler.
teke Küçük karides, olta yemi olarak da kullanılır.
tekir (Lat. Mullus surmuletus, İng. Surmullet)
Barbunyaya benzeyen bir balık.
tektit (İng. tektite) Atmosfer dışında cam gibi
yuvarlak genellikle büyüklüğü 1.5 mm ‘den
daha az olan sediment.
tektonik göller (İng. tectonic lakes) Kıtaların
kayması esnasında yerkabuğu üzerinde
oluşan çatlak ve çukurların sular tarafından
doldurulmasıyla oluşan göller.
Teleostei (Lat. Teleostei) Hakiki kemikli balıklar
üsttakımı.
telofaz (İng. telophase) Mitoz bölünmenin dört
evresinden sonuncusu; bu evrede iki yavru
çekirdek belirir ve genellikle sitoplazma
bölünür.
telosentrik (İng. telocentric) Çomak şeklinde,
proksimal uçta sentromeri bulunan ayrıca
ikinci bir kolu olmayan kromozomlar.
telson (İng. telson) Eklembacaklıların abdomen
segmentlerinin son kısmında anüs ile
birlikte bulunan ve üye olarak kabul
edilmeyen çıkıntı.
temel yağ asidi (İng. essential fatty acid) Bir
organizmanın gereksinim duyduğu, ancak
sentezlenememesi nedeniyle besininde
önceden hazırlanmış olarak alınması
gereken bir yağ asidi.
temiz sular (İng. fresh water) Beher cm3teki bakteri
sayısı 1000 adetten daha az olan sular.
tendon (İng. tendon) Kası kemiğe bağlayan bir bağ
doku tipi.
tentakül (Lat. tentakulum, İng. tentacle) 1. Uzantı.
2. Yumuşakçalardan salyangozlarda ve
mürekkep balıklarında bulunan duyu ve
yakalama organıdır.
teori (İng. theory) Büyük ölçüde gözlem ve
denemelerle desteklenen formülleşmiş
hipotez. Kuram.
teratojen (İng. teratogen) Embriyonik gelişme
bozukluğu yapan madde.
termal su (İng. thermal springs) Yaz ve kış su
sıcaklığı değişmeyen kaynak.
termik santral (İng. thermal power station) Fosil
yakıt kullanan elektrik santrali.
terminal (İng. terminal) Karşı; uç.
terminal ağız (İng. terminal mouth) Üst ve alt
çenelerin eşit olması durumundaki ağız
şekli.
terminatör gen (İng. terminator gene) RNA
polimerazın transkripsiyonu durdurmasına
neden olan DNA dizisi.
termodinamiğin birinci yasası (İng. first law of
thermodynamics) Enerjinin ne yeniden
yaratılacağı ne de yok olacağı, ancak bir
formdan ötekine dönüşebileceğine ilişkin
fizik yasası.
termofil (İng. thermophile) Yüksek sıcaklıklarda
yaşayabilen mikroorganizmalara verilen
genel ad (ısıyı seven).
termoklin (İng. thermocline) Metalimnion da
denilen bu tabaka sıcaklığın normal
seyretmeyip ani olarak sapma gösteren
bölgedir. Bu tabaka sıcaklık atlaması olarak
da adlandırılır.
termogegulasyon (İng. thermoregulation) Vücut
ısısının metabolizma yada davranış vasıtası
ile kontrolu ile sabit vücut ısısı sağlanması.
termosfer (İng. thermosphere) Mezopoz’un
üzerinde bulunan ve yükseldikçe ısının
arttığı atmosfer katmanı.
terofit (İng. therophyte) Yıllık bitkilerdir; uygun
olmayan mevsimleri spor veya tohum
halinde geçirirler.
territorialite
(İng. territoriality) Bir hayvanın
bir yere sahiplenmesi ve bu alanı aynı türün
aynı
eşeydeki
bireylerine
karşı
savunmasına ilişkin bir davranış örneği.
Yurt edinme.
territoriyal alan (İng. territorial area) Özellikle
aynı türün olmak üzere, diğer bireylerin
ihlaline karşı birey tarafından savunulan
belirli bir bölge.
ters mikroskop (İng. inverted microscope)
Genellikle çift objektif ya da stereo bir
mikroskoptur. Tabla tepede, gözlem
donanımı ise tabanda yer alır. İki yerde
eğimlendirilmiş gözlem tüpünde ışığı
kırmak üzere prizmalar kullanılır. Böylece
diğer mikroskoplarda olduğu gibi aşağıya
doğru baktığınız halde yukarısını görürüz.
ters osmoz (İng. reverse osmosis) Yüksek
çoğunluktaki çözeltilerde çözücünün basınç
altında filtrelerden geçerek daha düşük
yoğunluktaki çözeltiye doğru hareketi; arzu
edilmeyen
çözünmüş
katıların
ve
kolloidlerin giderilmesi için suyun işleme
tabi tutulmasında kullanılır.
test (İng. test, skeleton) Deniz kestanesinin sert dış
iskeleti (kabuğu).
testa (İng. testa) Tohum kabuğu. Tohum dış örtüsü.
testere balığı (Lat. Pristis pristis, İng. Common
sawfish) Testere balığıgillerden, Atlantik
okyanusu ve Akdeniz’de yaşayan, burnu
uzun ve iki yanı testere gibi dişli olan,
köpek balığına benzer iri bir balık,
marangoz balığı.
testere balığıgiller (Lat. Pristidae) Gövdesi basık,
ağzı testere biçiminde, örnek cinsi testere
balığı olan bir köpek balığı familyası.
testerelivatozlar (Lat. Pristioidei) Chondrichthyes
sınıfı, Elasmobranchii altsınıfı, Rajiformes
takımından, vücutları kısmen köpek
balıklarına benzeyen, heteroserk kuyruk
yüzgeçli, plakoyit pullarda örtülü, 9 m
kadar uzunlukta, pek az türü tropik ve
subtropik denizlerin zemininde yaşayan,
birçok türü tatlısuya girebilen bir alttakım.
testis (İng. testis) Erkeklerde üreme hücrelerini
oluşturan, aynı zamanda eşey hormonları
salgılayan bir bez niteliği de taşıyan organ,
erbezi. Spermatozoonları üreten erkek
gonatı.
testosteron (İng. testosterone) Testisler tarafından
salgılanan hormon.
tetra Yunanca dört anlamına gelen ön ek.
tetraploit (İng. tetraploid) Dört takım kromozoma
sahip birey ya da hücre.
Tetrapoda
(Lat.
Tetrapoda)
Dört
ayaklı
omurgalılar; amfibiler, sürüngenler, kuşlar
ve memeliler.
tetrad (İng. tetrad) Birinci mayotik profazın
sonunda meydana gelen dört homolog
kromozom grubu.
tetrazom (İng. tetrasomic) Mayozda dört homolog
kromozomun bir araya gelmesi.
thalassoplankton (İng. thalassoplankton) Açık
deniz planktonu.
thelyum (İng. thelium) Karideste dişi üreme organı.
thermofilik plankton (İng. thermophilic plankton)
Sıcak seven plankton.
tırpana (Lat. Taeniura grabata, İng. Round
stingray) Öz kedi balığıgillerden, yan
kanatları vücuduna yapışık, uzun kuyruklu,
iri bir balık, rina.
tigmotropizma
(İng.
thigmotropism)
Bir
organizmanın dokunma uyartısına tepki
olarak durum değiştirme hareketi.
tilakoit (İng. thylakoid) Kloroplastın granumlarını
oluşturan,
zaelar
üzerinde
klorofil,
fotosistem 1 ve 2, elektron taşıma zinciri ve
ATP sentezleyen kompleksler bulunan zar
katlanmalarından yapılı kesecikler.
timin (İng. thymine) DNA yapısına katılan fakat
RNA yapısına katılmayan bir primidin bazı.
timpanum (İng. tympanum) Orta kulağı oluşturan
davul şeklindeki boşluk. Aynı zamanda
böceklerin işitme organı, timpanal organ.
timus (İng. thymus) Solungaç kemerlerinin dorsal
veya ventralinde yer alan iç salgı bezi.
tintinnid (Lat. Tintinnida) Vücudunu örten yabancı
partiküllerden yapılmış bir lorikaya sahip,
silleri ile hareket edebilen ve avını
yakalayan planktonik protozoonlardır.
tiroid (İng. thyroid) Balıklarda osmoregülasyon
metabolizmanın kontrolünde görev yapan
iç salgı bezi.
tiroksin (İng. thyroxine) Troid bezinden salgılanan
ve iyot kapsayan bir hormon.
tirsi (Lat. Alosa alosa, İng. Allis shad)
Hamsigillerden,
uzunluğu
60
cm,
yumurtalarını tatlı sulara bırakan bir balık
türü.
tohum (İng. seed) Bitkide bir kabukla kuşatılmış bir
embriyo ve depo besinden oluşan bir
çoğalma yapısı.
toksik birim (İng. toxic unit, TU) Bir kimyasal
maddenin ya da bileşenin gücünü ifade
eder.
toksik maddeler (İng. toxic substance) Değişik
biçimlerde maruz kalma sonucu zarara yol
açabilen kimyasal maddeler.
toksikoloji (İng. toxicology) Zehirleri ve etkilerini,
etkime mekanizmalarını ve arıtılma
yöntemlerini inceleyen bilim dalı.
toksikolojik etki (İng. toxicity, toxicologic effect)
Zararlı kimyasal maddelerin iki veya daha
fazlasının birlikte olan etkilerinin tek tek
olan etkilerinden farklı olan biyolojik
etkileri.
toksin (İng. toxin) 1. Bir organizma tarafından
üretilen ve genellikle bir başkasının tüm
vücudu yerine bir organ ya da organ
sistemini
etkileyen
madde.
2.
Organizmanın metabolizması tarafından
oluşturulan özel zehir.
toksisite (İng. toxicity) Kirleticilerin organizmalar
üzerine zararlı etkisidir. Bir kirletici yalnız
başına ya da diğer kirleticilerle birlikte
bulunabilir. Zehirlilik, konsantrasyona ve
zamana bağlı olmakla birlikte, sıcaklılık,
tuzluluk ve kirleticilerin kimyasal yapısı
gibi çeşitli değişkenlere de bağlıdır.
tolerans (İng. tolerance) 1. Bir organizmanın
çevresindeki değişimlerin üstesinden gelme
yeteneği; insan ya da hayvan besinine
uygulanan bir kimyasal maddenin emniyet
düzeyi. 2. Medyan test organizmalarının
belirsiz bir süre yaşayabildikleri, bir
bileşiğin en yüksek konsantrasyonu.
tombolo (İng. tying bar, tombolo) Bir adanın
zamanla başka bir kara parçasına daha az
yükseltisi olan bir toprak setiyle
bağlanmasıyla oluşan birikim şeklidir.
Örnek: Sinop yarımadası.
tomurcuklanma (İng. gemmation, budding) Ana
gövdeden ayrılan bir parçanın başlı başına
gelişerek tek başına yaşamak ya da bir
koloninin üyesi haline gelmesi şeklindeki
eşeysiz üreme.
ton balığı (Lat. Thunnus thynnus, İng. Atlantic
bluefin tuna) Bakınız: Orkinos.
tonoplast (İng. tonoplast) Vakuol membranıdır.
toplam askıda katı madde (İng. total suspended
solid matter) Su numunesi içerisindeki
çökebilen ve çökemeyen maddelerin
toplamıdır.
Toplam Oksijen İhtiyacı, TOİ (İng. Total Oxygen
Demand) Mineralizasyon tamamlanması
için gerekli olan hesaplanmış oksijen
miktarıdır.
Toplam Organik Karbon (İng. Total Organic
Carbon) Atıksularda organik madde
ölçümünde kullanılan yöntemdir. Bu
yöntem daha çok sulardaki organik madde
konsantrasyonunun az olduğu durumlarda
geçerlidir.
toplamsal
etki
(İng.
cumulative
effect)
Toksikolojide iki kimyasal maddenin
birlikteki etkileri bu maddelerin tek tek
toksik etkilerinin toplamı şeklinde ifade
edilir (örn: 1+1=2).
toplardamar (İng. vein) Kalbe doğru kan taşıyan
kan damarı.
topluluk (İng. community) Belli bir coğrafi alana
yerleşmiş ve etkileşim içinde bulunan
türlerden oluşan grup.
topografya (İng. topography) Yer yüzeyinin fiziksel
biçimi.
topoğrafik (İng. topographic, topographical) Bir
yerin görünümüne, engebelerine ilişkin.
toraks (Lat. thorax, İng. breast) Göğüs, göğüs
kafesi.
torasik (İng. thoracic) Ventrallerde pektorallerin
vücuda bağlanma yerinin aynı hizada
olması.
torf (İng. turf, peat) Zengin organik madde içerikli
çamur.
torik (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito) İki
yaşındaki palamuda verilen isim.
tornaria (İng. tornaria) Serbest yüzen ve birçok
bakımdan ekinoderm larvalarını andıran
hemikordat larvası.
torsiyon
(İng.
torsion)
Gastropoda’larda
(Salyangozlar) kabuğun kıvrılması sonucu
iç organların 180° dönmesi.
torus (İng.m torus) 1. Geçit yastığı. 2. Kabartı,
yastık.
total boy (İng. total length) Başın ön ucundan,
kuyruk yüzgecinin son ucuna kadar olan
uzunluk, tam boy.
total uzunluk (İng. total length) Başın ön
kısmından kuyruk yüzgecinin ucuna kadar
olan mesafe.
Tracheophyta
(Lat.
Tracheophyta,
İng.
tracheophytes) Vasküler bitki, ksilem ve
floem dokularına sahip bitki.
trake (İng. trachea) 1. Sekonder çeperleri kalın, uç
çeperleri çok fazla delikli, oldukça
özelleşmiş bir bitki hücresi. 2. Silindir
şeklinde üst üste dizili hücrelerin
aralarındaki üst ve alt çeperlerinin erimesi
ile meydana gelen borulardır. Trakeler bir
hücre olmayıp, birbirine bitişik ve ara
çeperleri eridiği için boru durumuna gelmiş
olan hücrelerdir. c. Bitkilerin odun
kısmındaki su taşıyan kılcal borular.
Bölmesiz geniş odun boruları. Böceklerde
solunum organı.
trakeit (İng. tracheid) 1. Ksilemdeki uzamış, ince
çeperli, ucu kapalı iletim hücresi. 2. Uzunca
silindir veya prizma şeklinde iki uçları
çoğunlukla sivri, bağımsız hücrelerdir.
Açık tohumlu bitkilerin odununda yalnız
trakeitler bulunur. c. Bölmeli ve dar olan
odun boruları. Böceklerdeki solunum
organının kılcal boruları.
transdüksiyon (İng. transduction) 1. Bir genetik
parçanın bir hücreden bir başkasına
taşınması; örneğin, bir parçanın bir virüs
tarafından bir bakteriden bir başkasına
taşınması. Bir mikroorganizmadan bir
diğerine
virüs
veya
bakteriyofajlar
aracılığıyla gen aktarılması olayı. 2. Bir
enerjinin diğer bir enerji biçimine
dönüşmesi.
transfer RNA (İng. transfer RNA, tRNA) Protein
sentezinde adaptör moleküller olarak görev
yapan ve yaklaşık 70 nükleotitten oluşan
bir RNA formu, Bir amino asit özel bir
transfer RNA çeşidine bağlanır, sonra kalıp
ya da mRNA'daki nükleotit tripleti
(kodon)nin tamamlayıcı doğasına ve
tRNA'nın triplet antikodonuna göre
sıralanır.
transformasyon
(İng.
transformation)
Ölü
hücrelerden
ortama
verilmiş
DNA
parçalarının bakteriler tarafından alınarak
kendi DNA'larına bağlanması.
transgenik (İng. transgenic) Rekombinant DNA
teknolojisiyle
yabancı
bir
genin
yerleştirildiği canlı.
transkripsiyon
(İng.
transcription)
DNA
ipliklerinin birinden genetik bilgilerin yeni
sentezlenen mRNA'ya aktarımı. Yazılma.
translasyon
(İng.
translation)
mRNA'nın
sentezlendikten
sonra
sitoplazmadaki
ribozoma bağlanıp amino asitleri tRNA'lar
yardımıyla sıraya koyması. Okuma.
translokasyon (İng. translocation) Botanikte,
özellikle floem aracılığı ile olmak üzere,
bitkinin içinde organik maddelerin bir
yerden başka bir yere hareketi. Kalıtımda,
homolog olmayan kromozomlar arasında
parça değişimi.
transmisyon (İng. transmission) İçerisinde renkli
bir eriyik bulunan küvetten geçen ışık
yoğunluğunun su veya blank içeren aynı
küvetten geçen ışık yoğunluğuna oranı.
transpirasyon (İng. transpiration) Öncelikle
stomalardan olmak üzere, bir bitkinin
toprak üstü kısımlarından su buharının
dışarıya verilmesi. Terleme.
transversal düzlem (İng. transverse section) Sırtkarın ve sol-sağ eksenleri taşıyan bilateral
simetrili bir hayvanda ön-arka eksenine dik
enine kesit.
transversalis (İng. transversalis) Enine olana ait.
transversus (İng. transversus) Enine yatay uzanan.
Trematod (Lat. Trematoda) Yassı parazitik
kurtlardır.
triangular (İng. triangular) Üçgen.
trikoblast (İng. trichoblast) Kırmızı yosunlarda
gövdenin bir dalıdır.
trikojin (İng. trichogen) Kırmızı yosunlarda dişi
organdır.
trikom (İng. trichome) Hücre cidarının dışındaki tüy
veya jelatinli kıldır.
trikosist (İng. trichocyste) Paramesyum gibi kirpikli
tek hücreli hayvanların sitoplazmasında
bulunan hücresel bir organel; avı
yakalamada ve tutmada iş gören bir kol görevi yapar.
trimorfizm (İng. trimorphism) Bir hayat devrinde
bir türün çok farklı formlara sahip olma
durumu.
triplet kod (İng. triplet code) Bir peptit zincirinde
bulunan amino asitlerin sırasını belirleyen
ve DNA'daki genetik bilgi birimleri olan
kodonların (şifre) üç nükleotit sırası. Üçlü
şifre.
triploblastik (İng. triploblastic) Embriyonik gelişim
sürecinde her 3 tabakanın da (endoderm,
mezoderm ve ektoderm) oluşması, üç
tabakalılık.
triploit (İng. tryploid) Üç kromozom takımına sahip
bir birey ya da hücre.
tripton (İng. tripton) Ölü organizmaların
artıkları,organik detritus ve minerallerden
ibaret olan cansız parçalara tümü.
Abiyoseston.
trofi (İng. trophi) Rotiferlerde kaslı farinksin dişli
olan yapısı.
trofik (İng. trophic) Besleyici, teşvik edici.
trofik kademe (İng. trophic level) Aynı beslenme
karakterindeki organizmaların oluşturduğu
gruplar.
trohofor (İng. trochophora) 1. Poliket ve
arkiannelitlerin gelişimini simgeleyen ve
mollüsk larvasını andıran bir larva formu.
2. Midye larvası.
trombosit (İng. thrombocyte, platelet) Kanda
bulunan 2-4 mikron çapında çok küçük,
çekirdeksiz gözeler. Bir mm 3 insan
kanında 200-300 bin kadar bulunur. Kan
pulcuğu.
tropikal siklon (İng. tropical cyclone) Sıcak
okyanuslar üzerinde oluşan, kuvvetli
rüzgarların ve aşırı yağmurun eşlik ettiği
çok büyük, dairesel fırtına.
tropikal zon (İng. tropical zone) Yeryüzünün 23.5˚
N Yengeç Dönencesi ile 23.5˚S Oğlak
Dönencesi arasında kalan bölge.
tropizma (İng. tropism, taxis) 1. Yer değiştirmeyen
bir organizmada bir dış uyartıya karşı
meydana gelen bir büyüme tepkisi. 2.
Bitkilerde farklı büyüme sonucu bir uyarıya
karşı oluşan bir dönme tepkisi. Yönelim
hareketi.
tropopoz (İng. tropopause) Troposferin üst sınırı.
troposfer (İng. troposphere) Yer yüzeyinden 0-16
kilometrelik bir yüksekliğe yayılan hava
olaylarının meydana geldiği atmosferin iç
katmanı.
truncus (İng. truncus) Kök, gövde, sap.
t-s diagramı (İng. t-s diagram) Denizlerde bir su
sütununda temperatür tuzluluk değerlerini
gösteren diagram. Bu diagram ile su
kütleleri ayırt edilmektedir.
tsunami (İng. tsunami) Sualtında olan büyük bir
deprem ya da yanardağ patlaması sonucu
oluşan dev dalgalar.
tuber (İng. tuber) Patates gibi bazı bitkilerin besin
depo eden şişkin yeraltı gövdesi. Yumru
gövde.
tubülöz (İng. tubulosus) Küçük boru, borucuk.
tufa (İng. calcareous tufa) Mavi-yeşil alglerde
oluşan kireçli yapıdır.
Turbelaria (Lat. Turbelaria) Platyhelminthes'in
sınıflarından silli solucanlar.
turbidite (İng. turbidity) Suda asılı halde bulunan
çamur ve diğer kolloidal taneciklerden ileri
gelen bulanıklık.
turbinatus (İng. turbinatus) Kıvrılmış, bükülmüş.
Kıvrım biçiminde.
turgit Sıvı ile şişmiş.
turgor (İng. turgor) Bir bitki hücresinin osmozla su
alıp şişmesi ve hücre çeperinin gergin hale
gelmesi.
turgor basıncı (İng. turgor pressure) Bir bitki
hücresinin osmozla su alarak şişmesi ve
sitoplazmanın çepere basınç yapmasıyla
belirlenen hücre içi basınç; bu basınç hücre
İçine daha fazla su girmesini önler.
turna balığı (Lat. Esox lucius, İng. Northern pike)
Tatlı sularda yaşayan yırtıcı bir balık.
turnesol kağıdı (İng. papier au tournesol) Bir
ortamın asitlik derecesini pratik olarak
anlamaya yarayan özel bir kağıt.
tutulan su (İng. captured water) Yeryüzüne düşen
yağışların bir kısmının daha yeryüzüne
ulaşmadan bitkilerin yaprakları tarafından
tutulması.
tuzluluk (İng. salinity) 1 kg deniz sularında
çözünmüş tuzların gram ağırlığıdır. Bu
tuzlardan
karbonatların
oksitlendiği,
bromür iodür tuzlarının klorür tuzlarına
çevrilerek miktarları verilmekte olup
elektrik iletkenliğine, refraktif indeksine
göre de tuzluluk hesap edilmektedir.
tuzlusulu göller (İng. salt lake) Sularında klorür,
sülfat, karbonat ve bikarbonat bileşimlerini
içeren göllerdir. Bunların çoğunda tuz
konsantrasyonu yüksek olduğundan sınırlı
sayıda hayvan ve bitki türü yaşar. Suları
tarımda kullanılmaz. Örnek Tuz Gölü, Van
Gölü.
tüber (İng. tuber) Yumru, şişkinlik.
tüberkül (Lat. tuberculum) Topuzcuk şeklindeki
küçük ve yuvarlak çıkıntı ya da kabartılar.
tübüler (İng. tubular) Boru biçiminde.
tübül (İng. tubule) Hücre içerisinde veya doku
içerisindeki tüpsü yapılara verilen genel ad.
tükenme (İng. depletion) Doğal kaynakların
azalması, tükenmesi, kuruması, özellikle
tüketim amacıyla kullanım, buharlaşma ya
da sızıntı dolayısıyla su kaybı.
tüketici (İng. consumer) Üretici organizmaları veya
kendilerinden daha zayıf tüketicileri
yiyerek enerji sağlayan canlılar. Tüketiciler
birincil, ikincil ve üçüncül gibi sınıflara
ayrılırlar. Birincil tüketiciler üreticileri
yiyerek yaşarlar. İkincil tüketiciler birincil
tüketicileri yerler vb. Örneğin ot yiyen bir
geyik birincil tüketicidir. Geyiği yiyen
aslan ise ikincil tüketici olmaktadır.
tüketici
organizmalar
(İng.
heterotrophs,
consumers) Bir ekosistemin başka bitki ve
hayvanları yiyen hayvansal ve bitkisel
öğeleri.
tüketmeden kullanım (İng. non-consumptive use)
Canlı bir doğal kaynağı, stokunu
tüketmeden; yıldan yıla belli bir ürün
alabilecek şekilde kullanma.
tüm başlılar (Lat. Holocephali) Kemikleri kıkırdak
olan, solungaç yarıkları bir deri kıvrımıyla
örtülü omurgalı balıklar takımı.
tüm kirpikliler (Lat. Holotricha) Kirpikli bir
hücrelilerin alt sınıfı.
tümör (İng. tumor) Ur.
tüp ayak (İng. ambulacral foot) Derisidikenlilerin
hareket ve beslenme fonksiyonlarını
gerçekleştirdikleri boru şeklindeki yapılar.
tür (İng. species) Belirli bir coğrafik bölgeye
yayılmış, aynı kimyasal ve fiziksel
koşullara aynı şekilde yanıt veren,
embriyolojik, morfolojik ve fizyolojik
özellikleri
aynı
olan,
birbirleriyle
çiftleştiklerinde verimli döl veren canlılar
toplumu.
tür çeşitliliği (İng. species diversity, biological
diversity) Bir ekosistemde ya da tür
topluluğundaki türlerin sayısı, zenginliği.
tür toplulukları (İng. species communities) Aynı
ortamda birlikte bulunan çeşitli türler; tür
toplumları; yaşam birlikleri.
-U(İng.
ubiquist
species)
birçok
biosönozlarda
herhangi
bir
tercih
yapmaksızın bulunabilme yeteneğinde olan
türlerdir. Bunların ekolojik valansları
oldukça yüksektir. İndifferant türler.
uç durumlu ağız (İng. terminal mouth) Alt ve üst
çenelerin eşit olması durumundaki ağız tipi.
uç meristem (İng. apical meristem) Bitkilerin kök
ve gövdelerinin en uçlarında bulunan,
sürekli bölünerek bitkinin büyümesini
sağlayan doku. Meristem dokusu.
uçar balık (Lat. Dactylopterus volitans, İng. Flying
gurnard) Kemikli balıklar (Teleostei)
takımının, kırlangıç balığıgiller (Triglidae)
familyasından, 30-50 cm kadar uzunlukta,
kırmızı ya da siyah renkli, göğüs yüzgeçleri
çok büyük olan, Akdeniz ve bütün sıcak
denizlerde yaşayan bir tür.
uçucu (İng. volatile) Nispeten düşük ısılarda
buharlaşabilen.
ultraplankton (İng. ultraplankton) 5 µ’dan küçük
organizmalar. Büyüklüğü 2gm den küçük
plankton.
umbilik (İng. umbilic) Göbek.
umbo (İng. umbo) Bivalviaların kabuğunun
menteşesi civarındaki bölge. Bu bölge
kabuğun en eski parçasını oluşturur.
umbra (İng. umbra) Gölge, karanlık.
umbella (İng. umbella, umbrella) Şemsiye.
undate (İng. undate) Dalgalı.
UNEP (İng. United Nations Environment
Programme) Birleşmiş Milletler Çevre
Programı.
unguis (İng. unguis) Tırnak, pençe.
uni (Lat. uni) ‘Bir’ veya ‘tek’ anlamına gelen ön ek.
unilateral (İng. unilateral) Tek yanlı, bir yanı olan.
unipolar (İng. unipolar) Tek kutuplu olma durumu.
Bazı sinir hücreleri yanlız tek bir uzantıya
sahip olabilir.
uniramus (İng. uniramous) Tek loblu.
unisegmental (İng. unisegmental) Tek bölmeli, tek
segmentli
uranyum (İng. uranium) Nükleer enerji tüketimi,
için gerekli radyoaktif metalik eleman.
urasil (İng. uracil) Yalnızca RNA yapısına katılan
baz.
uropod (İng. uropod) Bazı eklembacaklılarda son
pleopod çifti diğerlerinden farklı olarak
kuvvetli plakalara dönüşürler. Bunlara
uropod adı verilir ve telsonla birlikte
kuyruk yelpazesini yaparlar.
ubikuist
urotensin (İng. urotensin) Balıklarda bulunan
ürofizis bezinden salgılanan hormon.
uskumru (Lat. Scomber scombrus, İng. Atlantic
mackerel) Kemikli balıklar (Teleostei)
takımının, uskumrugiller (Scombridae)
familyasından, 20-25 cm kadar uzunlukta,
Atlantik
Okyanusu,
Akdeniz
ve
Karadeniz’de yaşayan bir tür.
uterus (İng. uterus) Döl yatağı, rahim.
utrikulus (İng. utricle) 1. Balıklarda iç kulağın pars
superior bölümünde içerisinde lapillus
adındaki kulak taşının yer aldığı kesecik,
borucuk 2. Küçük hortum.
uyarı (İng. stimulation) 1. Bir reseptör tarafından
algılanan herhangi bir etmen. 2. Canlılarda
belli bir tepkiye yol açan, fiziksel, kimyasal
veya biyolojik etken.
uyarıcı (İng. stimulator) Embriyolojide, belirli bir
yapının hücreleri ya da gelişiminin
farklılaşmasını teşvik eden bir madde.
Genetikte, belirli genleri etkinleştiren bir
madde.
uyartı (İng. stimulation, stimulus) Bir uyarının sinir
hücresinde oluşturduğu kimyasal veya
elektriksel değişmeler.
uygulamalı ekoloji (İng. applied ecology) Doğal
kaynakların
insanlar
tarafından
düzenlenmesinde ve işletilmesinde ekolojik
etkenlerden yararlanan alt bölüm olup
ekoteknoloji olarak da adlandırılır.
uygun arıtma (İng. water treatment) Kentsel
atıksuyun,
Kentsel
Atıksu
Arıtma
Yönetmeliği ve diğer ilgili yönetmeliklerin
ilgili hükümleri ile kalite amaçlarını
karşılayacak şekilde alıcı ortama deşarjını
sağlayacak herhangi bir proses ve/veya
bertaraf/deşarj sistemiyle arıtılması.
uyum sağlama (İng. adaptation) Canlıların
kendilerini çevre koşullarına uydurmaları
ve bu süreçte geliştirdikleri tüm özellikler.
uyuşturan balık (Lat. Torpedo marmorata, İng.
Marbled
electric
ray)
Bakınız:
Lekelielektrik balığı.
uz (İng. ooze) Okyanus diplerinde bulunan ve bazı
pelajik
organizmaların
kabuklarından
meydana gelmiş sulu çamur (sediment).
uzaktan
algılama
(İng.
remote
sensing)
elektromanyetik enerjinin bulunmasıyla,
sözgelimi havadan fotoğraf çekme gibi,
fiziksel özelliklerle ilgili uzak mesafelerden
bilgi toplama yöntemi.
uzaktan kumandalı araç (UKA) (İng.
remotely
operated vehicle) Denizaltı araştırmaları
için kullanılan küçük, insansız robot.
-Üüçlü adlandırma (İng. trinominal nomenclature)
Alt türlerin üç isimle gösterilmesi. Örnek:
Mus musculus domesticus (Ev faresi).
üçüncü tüketiciler (İng. tertiary consumers) İkinci
tüketicileri yiyen organizmalardır.
üçüncül arıtma (İng. tertiary treatment) İkincil
arıtmadan çıkan atıksuyun kalitesini daha
fazla iyileştirmek için ikincil arıtma ile
birlikte veya ayrıca uygulanan arıtma olup,
Kentsel atıksuların genellikle Kentsel
Atıksu Arıtma Yönetmeliği’nde yer alan
şartlara uygun olacak şekilde azot ve/veya
fosfor giderimi.
üniversite (İng. university) Birlik, bütünlük.
Bilimler topluluğu.
üre (İng. urea) Memeli ve diğer hayvanlarda amino
asitlerin yıkımı ile oluşan son ürün, azotlu
artık madde.
üretici (İng. producer) Ototrof, kendi besinini yapan
canlı.
ürofiz (İng. urophysis) Kuyruk sapı bölgesinde son
omur civarında yer alan, su ile iyon
metabolizması ile sodyum değişimi ve gaz
metabolizmasını düzenleyen iç salgı bezi.
-Vvagus (İng. vagus) Beyinden çıkan 10. sinir. Mide,
bağırsak, kalp ve akciğerlerin otomatik
çalışmalarını sağlar.
vahşi yaşam yönetimi (İng. wildlife management)
Türlerin doğal ekosistemlerinde bakımı ve
geliştirilmesi; çevre dengesinin ve tür
çeşitliliğinin korunması.
vajil (İng. vagile) Substratum yüzeyinde yer
değiştirme yeteneğine sahip hayvansal
organizmalardır.
vakuol (İng. vacuole) 1. Ökaryot hücrelerin
sitoplazması içerisinde sıvı, hava yada
kısmen sindirilmiş besin kapsayan tek zarla
çevrili yapıların her biri. 2. Sulu bir sıvı ile
dolu olan ve sitoplazmanın öteki kısmından
bir zarla ayrılan hücre içi küçük boşluk.
valans (İng. valence) 1. Hidrojen atomları ya da
bunların eşdeğerlerinin sayısal ifadesi. Bir
ya da çok sayıda atomlar arası bağlar
oluşurken
kimyasal
bir
elementin
negatifken kombine halde tutabildiği, ya da
pozitifken bir
reaksiyonla
ayırdığı,
kazanılan, kaybedilen ya da ortaklaşa
kullanılan elektronların sayısı. 2. Bir
atomun bağ yapma kapasitesinin bu atomun
dış yörüngesindeki elektronların sayısıyla
belirlenen bir ölçüsü.
valf (İng. valve) 1. Diatomlarda silika ile zengin
hücrenin dış kısmının herbir yarısı. 2.
Kapak, kapakçık, kapı.
valin (İng. valine) Protein sentezine katılan amino
asitlerden birisi.
valvularis (İng. valvular) Küçük kapı veya
kapakçığa ait, kapakçıkla ilgili.
vanadyum (İng. vanadium) İnsan ve hayvanlar için
gerekli bir eser (az miktarda bulunan)
elementidir.
vantuz (İng. sucker, ventouse) Yüzgeçlerden
birisinin veya vücudun bir bölgesinin
tutunmaya elverişli bir yapı kazanması
sonucu ortaya çıkan yapışma organı.
varyasyon (İng. variation) Bir türün bireylerindeki
aynı karakterin farklı şekilleri, değişiklik,
çeşitlilik.
vasküler (İng. vascular) Damarlı.
vaskular sistem (İng. vascular system) Ksilem ve
floemden oluşan bitki dokularında, ksilem
tarafından su ve suda erimiş maddelerin,
floem tarafından fotosentez ürünlerinin
taşınmasını sağlayan iletim sistemi.
vatoz (Lat. Raja clavata, İng. Thornback ray)
Köpek balıklarından, sırtında büyük
dikenleri olan, kuma gömülü olarak
yaşayan bir balık.
vejetarlizm (İng. vegetarianism) Yalnız bitkisel
gıda maddelerine yer veren beslenme
rejimi.
vejetasyon
(İng.
vegetation)
Bitkilerin
sınıflandırılmasındaki,
yöreleri
gözetmeksizin fizyonomik ve ekolojik
bakımdan bir bölgedeki bitki örtüsü. Bir
yerdeki ekolojik koşullara bağlı olarak
bulunan bitki örtüsü.
vejetatif (İng. vegetative) Bitki hücrelerinin ve
organlarının üreme için özelleşmemiş olan
kısımlarının eşeysiz çoğalma şekli.
vejetatif üreme (İng. vegetative reproduction)
Yaprak ya da sap gibi vücut bölümlerinden
eşeysiz olarak üreme.
vektör (İng. vector) Patojenlerin taşıyıcısı.
veliger larvası (İng. veliger larvae) Bazı
yumuşakçalarda görülen bir tip larva.
velum (Lat. velum) 1. Medüzlerde, şemsiye
yapısının kenarını çember gibi saran örtü.
2. Basidli mantarlarda, genç basidiokarpları
örten yapı. 3. Örtü, yelken, perde.
vena (Lat. vena) Kanı kalbe taşıyan damar; kirli kan
damarı. Toplardamar.
venom (İng. venom) Zehir.
venozus (İng. venosus) Toplar damara ait.
ventral (İng. ventral) 1. Bir organizmanın karın
kısmı (sırt kısmı dorsal). 2. Karın, karın ile
ilgili 3. Alt taraf.
ventrikulus (İng. ventriculus) Karıncık (kalpte).
Küçük boşluk.
veri (İng. data) Analizlerde ya da yorumlarda
kullanılan, sonuç çıkarmaya yarayan bilgi
ya da olgular.
verimlilik (İng. fertility) Birim zamanda meydana
getirilen yavru sayısı ile ölçülen, bir bireyin
yada populasyonun üreme kapasitesi.
Fertilite.
vermiformis (İng. vermiform) Solucan biçiminde.
vermi (Lat. vermi-) Solucan.
vertebra (İng. vertebra) Omur.
Vertebrata (Lat. Vertebrata) Omurgalı.
vertikal (İng. vertical) Dikey, dikine.
vesica (İng. vesica) Kese, torba, mesane.
vesika notatoria (İng. vesica notatoria) Balıkların
büyük çoğunluğunda karın boşluğunda
omurganın altında yer alan gazla dolu kese.
Yüzme kesesi. Hava kesesi.
vezikül (İng. vesicle) Herhangi bir küçük kese ya da
boşluk. Kesecik.
veziküliform (İng. vesiculiform) Kese veya torba
biçiminde.
via (İng. via) Yol, geçit.
villiform dişler (İng. villiform teeth) Çok sayıda ve
ince bir şekilde olup kadifeye benzeyen
dişler.
villus (İng. villus) Küçük, parmaksı vasküler
çıkıntılar; özellikle barsağın iç duvarındaki
gibi serbest yüzeyler üzerinde bulunan ince
çıkıntılar.
viroit (İng viroid) Bitki hücrelerinde hastalık yapan,
400'e kadar ribonükleotitten oluşan,
virüslerden daha basit yapılı organizma.
virüs (İng. virüs) Mutasyona uğrama ve evrimleşme
yetenekleri dahil, normal olarak canlı
organizmalarda görülen bazı özellikleri
gösteren, bir protein kılıf ve içinde bir
nükleik
asitten
oluşmuş,
ışık
mikroskobunda görülemeyen ve hücre
yapısı göstermeyen, zorunlu parazit
özellikte olan bir varlık.
viskosite (İng. viscosity) Sıvıların bulunduğu kap ile
molokülleri
arasında
ortaya
çıkan
sürtünmenin neden olduğu direnç. Akıcılık.
viskoz (İng. viscous) Akışkanlığı az olan sıvı.
vissera (İng. viscera) Büyük vücut boşluğuna sahip
canlıların iç organları.
visseral kitle (İng. visceral mass) İç organlar.
visseral sinir (İng. visceral nerve) İstemsiz sinirler.
vita (İng. vita) Yaşam, hayat.
vitamin (İng. vitamin) Bir organizmanın normal
metabolik
faaliyetleri
için
küçük
miktarlarda gerek duyduğu organik madde;
hayvanlar bazı vitaminleri yeterli oranlarda
sentezleyemediği için besin içinde hazır
olarak almak zorunluluğundadır.
vitaminoid (İng. vitaminoid) Vitamin benzeri
madde.
vitellogenez (İng. vitellogenese) Yumurta sarısının
meydana gelişi ve toplanması olayı.
vitellus (İng. vitellus) Yumurta sarısı.
vitellus kesesi (İng. yolk sac) Bazı omurgalı
embriyolarında sindirim sisteminin dışarıya
doğru cep biçimindeki çıkıntısı; yumurta
sarısı etrafında gelişir ve onu sindirerek
organizmanın yararlanacağı duruma getirir.
vitrodentin (İng. vitrodentine) Plakoid ve kozmoit
pulların çıkıntılı dış kısmı.
vivipar (İng. viviparous) 1. Anne vücudu içinde ve
yumurtadan gelişen canlı yavruya sahip
olma; yavru besinini ya yumurta sarısından
ya da embriyonik bir uzantı olan plasenta
yoluyla bağlandığı anneden sağlar. 2.
Memelilerin hemen hepsi vivipardır. Çok
küçük olan memeli yumurtası dişi hayvanın
uterusu içinde gelişir ve embriyo, annenin
dolaşım sisteminde plasenta ile bağlı
olduğu için annenin aldığı besinle beslenir.
volkancık Bakınız: balanus.
vomer (İng. vomer) Genellikle üçgen şeklinde olup
çoğu kez dişleri taşıyan ve ağzın tavanının
ön kısmında bulunan kemik.
vomer dişi (İng. vomer tooth) Vomer kemiği
üzerinde yer alan dişler; Bazı balıklarda
damak kemiği üzerinde yer alan ve
genellikle çengel şeklinde bir görünüm arz
eden dişler.
vonoz (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito)
Palamut, kolyos, uskumru ve sardalye gibi
balıkların küçüğüne verilen isim veya
balıkların küçük yavruları.
-W-XWeber kemikçikleri (İng. Weberian apparatus)
Weber organı da denilen, bazı balıklarda
özellikle sazangiller familyası üyelerinde,
omurganın başlangıcında hava kesesinin ön
ucu ile iç kulak arasında yer alan claustrum,
stapes, incus ve malleus isimli 4
kemikçikten oluşan bölüme verilen ad.
x kromozomu (İng. x-chromosome) Dişi eşey
kromozomu.
x organı (İng. x organ) Krustaselerde bulunan ve
kabuk
değiştirmeyi,
metabolizmayı,
üremeyi ve bileşik gözlerde pigment
dağılımını
düzenleyen
ve
vücudun
pigmentasyonunu denetleyen organ.
-Yy kromozomu (İng. y-chromosome) Erkek eşey
kromozomu.
yabancı türler (İng. introduced species, invasive
species) Bir biosönozda rastlantı sonucu
bulunan türlerdir.
yadımlama (İng. catabolism) Canlı protoplazmayı
yapan büyük ve karmaşık yapılı
moleküllerin enerji çıkararak yanması,
katabolizma.
yağ asidi (İng. fatty acid) Esterlerle bileşikler
yaparak yağ moleküllerini meydana getiren
maddeler.
yağ dokusu (İng. adipose tissue) Hücrelerinde yağ
granülleri bulunan özelleşmiş bir bağ
dokusu tipi. Esmer yağ dokusu, beyaz yağ
dokusu.
yağ yüzgeci (İng. adipose fin) Bazı balıklarda
değişmiş, ışını olmayan sırt, arka yüzgeci.
Adipoz yüzgeci.
yakalı kamçılılar (Lat. Choanoflagellata) Deniz
veya tatlı sularda kamçılı, bir hücreli
hayvanlar familyası.
yalancı ayak (İng. pseudopod) 1. Özellikle amip
benzeri bir hücreli hayvanlarda ve fagositoz
yapan hücrelerde sitoplazma uzantıları.
Psödopod.
yalancı halka (İng. false annulus) Büyümenin
herhangi bir sebeple durakladığı dönemde
meydana gelen yer yer kesikli, düzgün
olmayan, diğer halkalara göre daha ince
halkalardır.
yalı (İng. shore, waterfront, waterside) Deniz, göl
veya ırmak kenarı, düz ve açık su kıyısı,
sahil.
yapay göller (İng. artificial lake, pond) Sulama,
içme suyu ve hidroelektrik üretmek
amacıyla
akarsu
vadilerinin
uygun
bölümlerinin
insanlar
tarafından
doldurulması sonucu oluşturulan göllerdir.
Bunlara baraj da denir.
yapıcı dalga (İng. consctructive wave) Kum ve irili
ufaklı çakılları taşıyarak yavaş yavaş
kumsalı geliştiren dalga.
yapısal gen (İng. structural gene) Hücrenin yapısı
ve metabolizması için gerekli RNA'ları
kodlayan DNA dizisine verilen genel ad.
yapışık çeneliler (Lat. Plectognathi) Çengel
çeneliler.
yarı geçirgen (İng. semipermeable) Yalnızca
çözücülere (çoğunlukla su) geçirgen. Bazı
maddelere geçirgen ancak diğerlerine
geçirgen olmayan.
yarılanma süresi (İng. half life) Bir radyoaktif
izotopun atomlarının yarısının parçalanması
için gerekli olan süre; kirletici etki süresi
açısından tarım ilaçları ve diğer kirleticiler
için de bu terim uygulanır.
yarım asalak (İng. semiparasite) Üzerinde yaşadığı
konakçı bitkiden bazen hazır besin maddesi
alan,
gerektiğinde
kendi
beslek
yaşayabilen, klorofilli bitkilerde görülen,
tam olmayan asalak.
yarım sodalı göller (İng. soda lakes) Sularının 1
litresinde 500 mg dan daha az soda içeren
göller.
yassı
solungaçlılar
(Lat.
Elasmobranchii)
Chondrichthyes sınıfının, tüm denizlerde,
yer yer de nehirlerin denizlere açıldıkları
yerlerde bulunan, iskeletleri kıkırdaktan
yapılmış, yer yer kalkerleşmiş, kıkırdak
solungaç bölmeleri tam gelişmiş, yüzme
keseleri bulunmayan altsınıfıdır.
yaş tayini (İng. age determination) Balıkların
büyümeleri
sırasında
pullarında,
otolitlerinde,
iskeletlerinin
çeşitli
parçalarında yıllara göre meydana gelen
farklılıklardan veya istatistiki metotlardan
yararlanarak balıklarda yaş tespit etme
işlemidir.
yaşam döngüsü (İng. life cycle) Bir canlının
yumurta döllenmesinden ölüme kadar
geçirdiği değişik aşamalar.
yaşam kuşakları (İng. life zones, biota) Genellikle
bir örnek iklim ve toprak özelliklerine sahip
alanlar ve bunun bir sonucu olarak da, tür,
bileşim ve çevreye uyum bakımından son
derece bir örneklik gösteren biyota.
yaşamın sürmesini sağlayan ekolojik sistemler
(İng. ecological systems) Oksijen üretimi,
artıkların zararsız hale getirilerek yeniden
kullanımı
gibi
insanları
doğrudan
ilgilendiren, yaşam için gerekli ekosistem
işlevleri; yaşam destekleyen sistemler.
yavru balık (İng. fry) Hava kesesi hava ile dolmuş,
yüzmeye başlamış, yem almaya alışmış ve
larva dönemini tamamlamış balıkçıktır.
yayılma alanı (İng. spreading area, distribution
area) Belli bir türün yaşadığı yeryüzü
kesimi.
yayın balığı (Lat. Silurus glanis, İng. Wels catfish)
Yayın balığıgillerden, başı büyük, ağzı
geniş, derisi pulsuz, vücudu uzun, lezzetli,
iri bir tatlı su balığı.
yayın balığıgiller (Lat. Siluridae) Örnek hayvanı
yayın balığı olan, Amerika, Afrika ve
Asya’nın tatlı sularında yaşayan bir
familya.
yazılı hani (Lat. Serranus scriba, İng. Painted
comber) Kemikli balıklar takımının,
Hanigiller (Serranidae) familyasından,
başının her iki yanında benzer benekleri
olan bir hani türü. Uzunluğu 20-30 cm
kadardır. Akdeniz’de yaşar. Eti yenir.
yedek
besinler
(İng.
reserve
nutrition)
Organizmanın
sindirdikten
sonra
kullanmayıp depo ettiği karbonhidrat, yağ,
protein gibi maddeler.
yedek nişasta (İng. reserve starch) Levkoplastlarda
meydana gelen nişasta. Depo nişasta.
yengeç (Lat. Cancer pagurus) Eklem bacaklılardan,
birinci ayak çifti iki kıskaç olarak gelişmiş,
eti için avlanan, suda yaşayan bir böcek.
yeniden işleme (İng. recycling) Özellikle kağıt, cam
ve plastik gibi yararlı ürünlerin üretimi için,
atık materyalin yeniden kullanılır hale
getirilmesi.
yenilenebilir enerji (İng. renewable energy) Güneş
ışınları, rüzgar ya da dalgalar gibi
tükenmeyen kaynaklardan sağlanan enerji.
yenilenebilir enerji kaynakları (İng. renewable
energy sources) Güneş enerjisi, rüzgar
enerjisi, jeotermal enerji, su enerjisi,
biyokitle enerjisi, gelgit enerjisi ve üretici
nükleer enerji reaktörleri gibi kendiliğinden
yenilenebilir, kullanmakla eksilmeyen
enerji kaynakları.
yenilenebilir kaynak (İng. renewable resource)
Belli sınırlar içinde, kendi kendini
yenileyebilen ya da insan etkisiyle,
yenilenebilen, ağaç, hava ya da su gibi
doğal kaynaklar.
yenilenemez kaynak (İng. nonrenewable resource)
Sınırlı olarak bulunan, mineral gibi doğal
kaynak. Kural olarak cansızdır. Kendi
kendini yenileme yeteneği bulunmayan,
tükenen kaynak.
yeraltı suyu (İng. underground water) Geçirimli
kayaç ve katmanlardan sızarak, yer
çekiminin de etkisiyle yer altına inen ve
orada akarak veya birikerek yeni bir düzen
kuran sular.
yer altı suyu kirliliği (İng. groundwater pollution)
Yer altı suyu kirliliğinin başlıca kaynakları
lağım suyu tesisatı, lağım çukurları vb. ile
kıyı bölgelerinde tuzlu su sızıntılarıdır.
yer altı suyu zengişlemesi (İng. groundwater
recharge) Yağış suyu veya yüzey sularının
sızma yoluyla yer altı sularını çoğaltması.
yerel
çeşitler (İng. landrace) Yetiştirildikleri
çevrelerde, bu çevrelere uyum sağlamış
bitki veya hayvan çeşitleri.
yerey (İng. land) Yer yüzünden bir parça, arazi.
yeşil ürünler (İng. green products, eco friendly
products, environment friendly products)
Yeniden işlenip kullanılan kağıt ürünler ve
biyolojik bozulmaya uğrayabilir plastik
torbalar gibi, çevre dostu ürünler.
yeşil devrim (İng. green revolution) Yoğun gübre
ve geliştirilmiş sulama sistemi kullanımı ve
özellikle buğday ve pirinç gibi ürün
tohumlarının
yeni
çeşitlerinin
benimsenmesi yoluyla daha başarılı
tarımsal verim elde edilmesini anlatan
kavram.
yeşil kuşak (İng. green belt) Bir yerleşim alanı
çevresinde yer alan, yapılaşma olmayan
toprak kuşağı.
yeşil sazan (Lat. Tinca tinca, İng. Tench) Bakınız:
Kadife balığı.
yetersiz beslenme (İng. malnutrition) Organizmanın
varlığını sürdürmesi ve büyümesi için
gerekli asli metabolizma öğelerinden
birinde ya da birkaçında, genellikle
beslenme
eksikliğinden
kaynaklanan
yetersizlik durumu.
yıkıcı dalga (İng. tidal wave) Bir sahilin aşınmasına
katkıda bulunan dalga.
yılan balığı (Lat. Anguilla anguilla, İng. European
eel) Yılan balığıgillerden, yılana benzeyen,
kaygan derili, ince uzun ve eti beğenilen bir
balık.
yılan balığıgiller (Lat. Anguillidae) Örnek balığı
yılan balığı olan, karınları yüzgeçsiz
balıklar familyası.
yırtıcı (İng. predator) Avlanarak yaşayan canlı,
avcı.
yoğunluk (İng. density) 1. Bir yerin nüfusunun,
yerleşim birimlerinin yada taban alanının,
toprak alanı birimiyle olan ve oran olarak
ifade edilen ilişkisi. 2. Birim hacimdeki
kütle miktarıdır. Suyun yoğunluğu 1°C deki
1 cm³ suyun g olarak ağırlığıdır. Tam
tanımı ise şudur: +4°C deki ve 1
atmosferdeki saf suyun yoğunluğu 1 dir.
yolk bezi (İng. yolk sac) Besin maddesi üreten ya da
depolayan bez ya da kese.
yosun (İng. moss) Tallı bitkilerin, çoğu sularda
yetişen, ilkel yapıdaki örneklerine verilen
genel ad.
yönelim (İng. orientation) Bir ışık kaynağı gibi
dışsal bir etmene bağlı olarak kıvrım yapma
ya da hareket eylemi.
yumak (İng. floc) Bir sıvıda yumaklaşma yoluyla
oluşan ve genellikle, yerçekimi etkisiyle
veya yüzdürme yoluyla ayrılabilen büyük
parçalardır. Flok.
yumaklaştırma (İng. flocculation) Genellikle
mekaniksel, fiziksel, kimyasal ve biyolojik
olayların
da
yardımıyla,
küçük
parçacıkların
birleşmesiyle
ayrılabilir
büyük parçaların oluşmasıdır.
yumurta (İng. ovum) 1. Bir yumurta hücresi ya da
dişi gamet. Özellikle kuşlarda ve
sürüngenlerde, embriyonik gelişmenin
gerçekleştiği bir yapı. 2. Spermle
döllendikten sonra aynı türün yeni bir
bireyini verecek olan dişi üreme hücresi.
yumurta sarısı (İng. egg yolk) Bir yumurta içinde
depolanmış besin maddesi.
yumurtalık (İng. ovarium) Dişi bireylerde eşey
hücrelerinin üretildiği, aynı zamanda eşey
hormonları da salgılayan organ.
yumuşak deterjan (İng. mild detergent) Biyolojik
olarak parçalanabilen yüzey aktif bileşenler
ihtiva eden, yüzey aktiflikleri atık su arıtma
işlemleri
ile
azaltılabilen
temizlik
maddesidir.
yumuşakçalar
(Lat.
Mollusca)
Mollusca
takımından, büyük bir kısmı denizlerde, bir
kısmı tatlı sularda yaşayan, vücutları
genellikle kabukla korunan, kabuk içinde
vücutları manto ile askıda tutulan
Gastropoda (Salyangoz) Pelecypoda (Yassı
Solungaçlılar veya İki Kabuklular) ve
Cephalopoda
(Kafadan
Ayaklılar)
sınıflarında toplanan yumuşak vücutlu
hayvanlardır.
yunus balığı (Lat. Delphinus delphis, İng. Shortbeaked common dolphins) Balinalardan,
ılık ve sıcak denizlerde sürüler durumunda
yaşayan, boyları 3 m kadar erişebilen,
memeli deniz hayvanı.
yutak (Lat. pharynx) Ağız boşluğu ve yemek borusu
arasındaki kaslı kanal, farinks.
yuvarlakağızlılar
(Lat.
Cyclostomata)
Agnatha’ların bir sınıfıdır. Yuvarlak ve
uzun
vücutlu
olup
yılanbalıklarına
benzerler. Ağız bölgesinde emme görevi
yapan kaslı bir dil vardır. Bu dilin üzerinde
boynuz maddesinden oluşmuş birçok diş
bulunur.
yükleme (İng. accumulate) Belirli bir zaman
sürecinde ortaya çıkan zararlı maddelerin
miktarı.
yüzdürme (İng. flotatiton separation) Maddelerin
sıvı atıklardan yüzdürülerek ayrılmasına
yarayan fiziko-kimyasal arıtma yöntemi.
yüzey aktif madde (İng. surfactant, surface active
agent) Deterjanlarda kullanılan ve atık
sularda bulunduğunda alıcı ortam sularında
köpürmeye yol açan bir kimyasal madde.
yüzey gerilimi (İng. surface tension) Hava ile
ilişkili olan su yüzeyi çok ince bir zarla
kaplıymış gibi görülür. Buna yüzey filmi
denir. Bir su kütlesinin yüzeyinde su
moleküllerinin simetrik olmayan hareketi
sonucu, su yüzeyinde ve altında yüzey
gerilimi bir direnç oluşturur. Su içindeki
moleküller her yönde bağlı oldukları halde
yüzeydekiler
sadece
alttakilere
ve
yandakilere
bağlıdır.
Çünkü
üstte
bağlanacak molekül yoktur içeriye doğru
bir hareket olduğu zaman su kütlesinin
yüzey gerilimi artar. Böylece suyun
üzerinde sıkıca gerilmiş bir tabaka oluşur ki
buna yüzey gerilimi denir. Yüzey gerilimi
dyn ile ölçülür.
yüzey suyu (İng. surface water) Okyanuslarda
dahil,
yeryüzündeki
bütün
suları
tanımlamakta kullanılan geniş kapsamlı
terim.
Dar
anlamıyla
ise
akarsu
yataklarında bulunan suyu ifade eder.
yüzgeç (İng. fin) Balıklarda ve yüzen memelilerde
karın ve göğüste çift, sırt, kuyruk ve anüste
tek olarak bulunan, hareketli ve dengeyi
sağlayan organ.
yüzgeç ayaklılar (Lat. Pinnipedia) Omurgalı
hayvanlardan memeliler sınıfına giren,
morslar ve foklar gibi denizde yaşayan,
karada yüzgeçlerini ayak gibi kullanan alt
takım.
yüzgeç ışını (İng. fin rays) Yüzgeçleri destekleyen
boynuzsal yapılar.
yüzme bacakları (İng. swimmeret legs) Eklem
bacaklı hayvanların karın bölgesinde
bulunan ve yüzmeye yarayan bacaklar.
yüzme kesesi (İng. swim bladder) 1. Birçok kemikli
balıkta çeperi sindirim kanalı ile aynı
yapıda, içi hava ve diğer gazlarla dolu olan,
hidrostatik denge, solunum, ses çıkarma ve
ses almada görevli yapı. 2. Kemikli
balıkların büyük çoğunluğunda bulunan ön
barsaktan bir kanalla ayrılmış, böbreklerin
altında yer alan, kıkırdaklı balıklarda
bulunmayan organ.
-Zzar (İng. membrane) Hücreyi ve çoğu organelleri
çevreleyen lipit ve proteinlerden oluşan
yapı.
zar proteini (İng. membrane protein) Biyolojik
zarların yapısına giren, zarın dış yada iç
yüzeyine bağlı olabilen yada zarın lipit
tabakasına az yada çok nüfuz eden, zarı kat
eden herhangi bir protein.
zarar (İng. damage, injury) Bir etkileşim sonunda
oluşabilecek toksisite durumudur.
zargana (Lat. Belone belone, İng. Garfish) Kemikli
balıklar
(Teleostei)
takımının,
uskumrugiller
(Scombresocidae)
familyasından, 1 m kadar uzunlukta, sürü
halinde yaşayan, bütün denizlere yayılmış
bir türü.
zehir (İng. poison, venom) Organizmada şekillenen
veya dışarıdan organizmaya giren, kimyasal
yapıları dolayısıyla canlının organ veya
organlarını
etkileyebilen,
canlının
sağlığında geçici veya sürekli olarak
olumsuz etki yapan maddelerdir.
zehir bezi (İng. poison gland) Deriden köken alan,
görünümleri mukus bezine benzeyen fakat
mukus yerine zehir salgılayan bezler.
zehirlilik (İng. toxicity) Sularda tabi dengeyi bozan,
organizmaların hayat sürelerini kısaltan
ve/veya ortam şartlarını bozan her türlü
yabancı etkidir.
zigapofiz (İng. zygapophysis) Omurların ön ve arka
yüzeylerinde bulunan kısa çıkıntılar.
zigot (İng. zygote) 1. İki gametin birleşmesiyle
oluşan hücre. 2. Bölünmeye başlamamış
döllenmiş yumurta. Döllenmiş yumurta.
zigoten (İng. zygoten) Mayoz profazının homolog
krozomların çiftler teşkil ettiği safhası.
zimogen (İng. zymogen) 1. Bir enzimin inaktif bir
öncülü. 2. Proenzim. Maya.
zindandelen (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito)
Boyu 45-50 cm, ağırlığı 1500-2000 gr olan
palamut.
zon (İng. zone) Bentik bölgenin vertikal diliminde
ortam faktörlerine bağlı olarak oluşan
ekolojik habitattır.
zooit (İng. zooid) Bir koloni içerisinde farklılaşmış
olarak bulunan bireylerin her biri.
zooklorella (İng. zoochlorella) Yeşil renkli
simbiotik alg.
zooloji (İng. zoology) Biyolojinin hayvanları
inceleyen, hayvanların sınıflandırılması,
dağılımı, davranışı, yapıları ve görevleri ile
ilgili bilim dalı.
zoonoz (Lat. zoonosis) İnsanlara geçebilen herhangi
bir hayvan hastalığı; Hayvansal parazitlerin
sebep olduğu herhangi bir hastalık.
zooplankton (İng. zooplankton) ortamda bulunan
organik partikül ve/veya organizmalarla
beslenen yani heterotrofik canlılar.
Hayvansal plankton.
zoospor (İng. zoospore) 1.Tek hücreli algler ve
mantarlarda kamçılı, hareketli eşey hücresi.
2. Silli ya da kamçılı bir bir bitki sporu. 3.
Suda yaşayan mantarlarda ve su
yosunlarında bulunan, selüloz zardan
yoksun, üzerindeki iki veya daha çok titrek
tüyle hareket eden üreme hücresi.
zootekni (İng. zootechnics) Evcil hayvanları üretme
ve yetiştirme bilimi.
zootoksin (İng. zootoxin) Hayvan organizması
tarafından salgılanan toksik madde, hayvan
toksini.
zooxanthellae
(İng.
zooxanthellae)
Dinoflagellatların
çeşitli
deniz
omurgasızlarıyla simbiyotik yaşaması.
Simbiyontlar kahverengidir.
KAYNAKLAR
http://www.ims.metu.edu.tr/DenizSozluk/index.
asp
Akşıray, F. (1954). Türkiye Deniz Balıkları Tayin
Anahtarı. İ.Ü.F.F. Hid. Biy.Araş. Enst. Yay.
1, İstanbul.
Akşiray, F. (1987). Türkiye Deniz Balıkları ve
Tayin Anahtarı. II. Baskı. İ.Ü. Rektörlüğü
Yayınları. İstanbul. No.3490, 811 s.
Anonim (1988). Türkçe sözlük. Biyoloji terimleri
sözlüğü (2 cilt). Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu yayınları
549, sözlük bilim ve uygulama kolu yayınları
1, ISBN: 975-16-0070-7, Ankara.
Atatür, M.K., Budak, A. ve Göçmen, B. (2003).
Omurgasızlar biyolojisi. Ege Üniversitesi,
Fen Fakültesi kitaplar serisi No.187. Ege
Üniversitesi Basımevi Bornova, İzmir.
Atamanalp, M., Haliloğlu, H.İ. ve Ayık, Ö. (1999).
Su Ürünleri Terimleri Sözlüğü. Aktif Yay.
Dağ. San. Tic. Ltd. Şti., Bakanlar Media,
ERZURUM ISBN 975-6755-06-7, 145 Sayfa.
Bat, L., Gündoğdu, A. ve Öztürk, M. (1998-1999).
Ağır metaller. S.D.Ü. Eğirdir Su Ürünleri
Fak. Der., 6, 166-175.
Bat, L., Öztürk, M. ve Öztürk, M. 1998-1999.
Akuatik toksikoloji. S.D.Ü. Eğirdir Su
Ürünleri Fak. Der., 6, 148-165.
Bat, L., Satılmış, H.H., Şahin, F., Üstün, F.,
Özdemir, Z. B., Ersanlı, E. (2008). Plankton
Bilgisi ve Kültürü. Nobel Yayın Dağıtım Ltd.
Şti., Ankara, Nobel Yayın No: 1287, ISBN 978605-395-083-7, 1. Baskı, VIII + 248 sayfa.
Bat, L., Çulha Türk, S., Gökkurt, O. (2010).
Balıklarda iz element analizleri, Bölüm 7. Balık
Biyolojisi Araştırma Yöntemleri, (Research
Techniques in Fish Biology). Geliştirilmiş 2.
Baskı, M. Karataş (Ed.). Nobel Yayın Dağıtım
Ltd. Şti., Ankara, Nobel Yayın Nu: 4, ISBN
978-605-89076-3-8, 189-238.
Bat, L., Erdem, Y., Ustaoğlu-Tırıl, S., Yardım, Ö.
(2011). Balık Sistematiği. Nobel Yayın Dağıtım
Ltd. Şti., Ankara, Nobel Yayın Nu: 214, Fen
Bilimleri Nu: 20, ISBN: 978-605-133-116-4, 2.
Basım, XVIII + 272 sayfa.
Bingel, F. (2007). Deniz Biyolojisi ve Balıkçılık
Biyolojisi ilgi alanındaki bazı terimler ve
tanımları.
Bond, C.E. (1979). Biology of Fishes. W.B.
Saunders Company, 103 pp.
Budak, A. ve Tok, V. (1995). Sık Kullanılan Zooloji
Terimleri Sözlüğü. Ege Üni. Fen Fak.
Teksirler Serisi, No: 115,35 Sayfa.
Can, A. ve Bilecenoğlu, M. (2005). Türkiye
Denizleri’nin Dip Deniz Balıkları Atlası.
ISBN 975-509-429-6, Arkadaş Yayınevi
Ankara, 224 Sayfa.
Cirik, S. ve Gökpınar, Ş. (1993). Plankton bilgisi ve
kültürü. Ege Üni. Su Ürünleri Fak. Yayınları,
No:47, 274 Sayfa.
Demir, N. (2006). İhtiyoloji, Nobel Yayın Dağıtım,
Yayın No: 924, 423 Sayfa.
Demirsoy, A. (1998). Yaşamın Temel Kuralları,
Omurgasızlar=İnvertebrata
–Böcekler
Dışında- Cilt II / Kısım 1, 2. Baskı, Meteksan
A.Ş., 1210 Sayfa.
Demirsoy, A. (1993). Yaşamın Temel Kuralları,
Omurgalılar / Anamniyota Cilt III / Kısım I,
II. Baskı, Meteksan A.Ş., Ankara.
Demirsoy, A. (1998). Yaşamın Temel Kuralları,
Omurgasızlar=İnvertebrata
-Böcekler
Dışında- Cilt II / Kısım 1, 2. Baskı, Meteksan
A.Ş., 1210 Sayfa.
Demirsoy, A. (2001). Yaşamın Temel Kuralları.
Omurgalılar, Cilt III, 684 s.
Ekingen, G. (2001). Balık Anatomisi. Mersin
Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi Yayınları
No:1, 254 s.
Ekingen, G. (2004). Türkiye deniz balıkları tanı
anahtarı. T.C. Mersin Üniv. Yay. No: 12, Su
Ürünleri Fak. Yay. No: 4, ISBN 975-690015-6, 193 s.
Geldiay, R. ve Kocataş, A. (1988). Deniz
Biyolojisine Giriş. 2. Baskı, E. Ü. Fen Fak.
Kitaplar Ser. No: 31, 459 Sayfa.
Hatiboğlu, M.T. (2000). Anatomi Sözlüğü.
Hatiboğlu yayınları, 09, Hatiboğlu Basım ve
Yayım San. Ve Tic. Ltd. Şti., ANKARA
ISBN 975-7527-68-8, 172 Sayfa.
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bilgipaket/canlilar/a
nimalia/omurgasiz/hidra.htm
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/canlilar/sozluk.htm
http://bioces.tubitak.gov.tr/
http://tureng.com/
Karataş,M., Başusta N. ve Gökçe, M.A. (2005).
Balıklarda Üreme. Balık Biyolojisi Araştırma
Yöntemleri. Editör: M.Karataş. Böl: 3 S: 6191. Nobel Yayın No: 772 Fen ve Biyoloji
Yayınları Dizi No: 1. ISBN 975-591-757-8.
Karol, S., Suludere, Z., Ayvalı, C. (2010). Biyoloji
Terimleri Sözlüğü. Türk Dil Kurumu
Yayınları, 5. Baskı, Dizin: 725-1061 ss.,
ISBN 975-16-1012-5, 1067 Sayfa.
Kuzkaya, E., Fındık, N., Tan, İ., Şentürk, E., Avaz,
G., Baban, A. (2012). Kentsel Atıksu Arıtma
Kılavuzu.
Tubitak
MAM
Matbaası
Gebze/Kocaeli, 107 Sayfa.
Lawrence, E. (2008). Henderson’s Dictionary of
Biology. 14. Baskı, Pearson-Benjamin
Cummings Yayınları, ISBN-13: 978-0-32150579-8, 759 Sayfa.
Üniversitesi Su Ürünleri Fak. Yayınları,
No:56, 271.
Özel, İ. (1998). Planktonoloji (Cilt II). Denizel
zooplankton. Ege Üniversitesi Su Ürünleri
Fakültesi Yayınları, No:49.
Öztürk, B., Aktan, Y., Topaloğlu, B., Keskin, Ç.,
Karakulak, S., Öztürk, A.A., Dede, A. and
Türkozon, O. (2004). Marine life of Turkey
in the Aegean and Mediterranean Seas.
Turkish Marine Research Foundation
(TÜDAV) Publications. Marine Education
Series, Number 10. İstanbul, Turkey, 200 p.
Öztürk, B. and Başusta, N. (2002).Workshop on the
Lessepsian Migration.Proceeding Book, 2021 July.p 115.
Polat, N. ve Uğurlu, S. (2007). Samsun ili tatlı su
balık faunası. Ladik Doğayı ve Çevreyi
Koruma Derneği, Araştırma Dizisi – I, ISBN
978-975-01234-0-5, Samsun, 272 s.
Slastenenko, E. (1955-1956). Karadeniz Havzası
Balıkları, Et ve Balık Kurumu Umum
Müdürlüğü Yayınlarından, İstanbul, 711 s.
Sarıeyyüpoğlu, M., Şen, D., Duman, E., Çalta, M.,
Dörücü, M., Sağlam, N., Köprücü, K.,
Özdemir, Y., Saler, S., Pala, G., İnanlı A., G.
(2009). Su Ürünleri Terimleri Sözlüğü.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu,
Türk Dil Kurumu Yayınları: 964, Terim
Sözlükleri Dizisi: 4, ISBN: 978-975-16-21528, 304 Sayfa.
Tanyolaç, J. ve Tanyolaç, T. (1996). Genel Zooloji.
4. Basım, Hatipoğlu Yay., ANKARA.
Malacological Society of London web sitesi, http:
//www.
malacsoc.org.uk/MalacologicalBulletin/BUL
L44/images/Borgespallets.jpg.
Turan, C. (Ed). (2007). Türkiye kemikli deniz
balıkları atlası ve sistematiği. Nobel Kitabevi,
ISBN 978-9944-73-018-1. 549 s.
Marine Science web sitesi, http://iodeweb5.vliz.be/
oceanteacher/
resources/
other/AndersonBook/SampEquip.htm.
Monarch University web sitesi, http://arts .monash.
edu.au/ ges/ research/ cpp/ampcoef.jpg.
Moyle, P.B. and Cech, J.J. (1988). Fishes- An
Introduction to Ichthyology. Prentice Hall,
Inc., 559 pp.
Muss, B.J. and Dahlstrøm, P. (1985). Collins guide
to the sea fishes of Britain and North-Western
Europe. Butler & Tanner Ltd., Frome,
Somerset, ISBN 0 00 219008 7, 244 p.
Özel, İ. (1998). Planktonoloji (Cilt I). Plankton
ekolojisi ve araştırma yöntemleri. Ege
The Thalassa web site, http:// thalassa.gso.uri.edu/
ESphyto/images/th_0038. jpg.
Timur, G. (1992). Plankton Bilgisi Ve Plankton
Kültürü. Akdeniz Üniversitesi Yayın No: 40.
Uyanık, A., Bat, L. (2004) Analitik Kimyacılar için
İstatistik.
Ondokuz
Mayıs
Üniversitesi
Yayınları, Yayın No: 117, ISBN 975-7636-52-5
(Miller, J.C. and Miller, J.N. © 1993 Prentice
Kall UK’dan çeviri) 210 sayfa.
Waller, G. (Ed.). (1996). Sealife. A complete guide
to marine environment. Marc Dando, Michael
Buchhett and Geoffrey Waller. Pica Press East
Sussex, ISBN 1-873403-26-7, 504 p.
Whitehead, P.J.P. (1985). FAO species catalogue. 7:
Clupeoid Fishes of the World (suborder
Clupeioidei). An Annotated and Illustrated
Catalogue of the Herrings, Sardines, Pilchards,
Sprats, Shads, Anchovies and Wolf-Herrings.
(http://www.fishbase.org/Photos/PicturesSumm
ary.cfm?StartRow=2&ID=1357&what=species)
.
Whitehead, P.J.P., Nelson, G.J. and Wongratana, T.
(1988). FAO Species Catalogue. 7: Clupeoid
Fishes of the World (Suborder Clupeoidei). An
Annotated and Illustrated Catalogue of the
Herrings, Sardines, Pilchards, Sprats, Shads,
Anchovies And Wolf-Herrings. Part 2 Engraulididae. FAO Fish. Synopsis. 125 (7/2):
305-579.
Zaitsev, Y. and Öztürk, B. (2001). Exotic Species in
the Aegean, Marmara, Black, Azov and Caspian
Seas, TUDAV Yay. Istanbul.
Zaitsev, Yu. and Mamaev, V. (1997). Marine
Biological Diversity in the Black Sea: A Study
of Change and Decline. GEF Black Sea
Environ. Prog. U.N. Publ., New York.