A truly therapeutic procedure cannot have less an objective than the
Transkript
A truly therapeutic procedure cannot have less an objective than the
“A truly therapeutic procedure cannot have less an objective than the whole of mankind.” J.L. MORENO / Founder of Psychodrama “Gerçek terapötik bir süreç tüm bir insanlıktan daha azını hedefleyemez.” J.L.MORENO / Psikodramanın Kurucusu ULUSLARARASI GRUP PSİKOTERAPİLERİ VE PSİKODRAMA E-DERGİSİ SAYI 3 İKİ DİLLİ / BI-LINGUAL INTERNATIONAL GROUP PSYCHOTHERAPIES AND PSYCHODRAMA E-JOURNAL VOLUME 3 EĞİTİCİ EĞİTİMİ ÖZEL SAYISI TRAINERS TRAINING SPECIAL VOLUME Yayın Hakları © 2013 – Uluslararası Grup Psikoterapileri ve Psikodrama E- Dergisi Her türlü yayın hakkı İstanbul Psikodrama Enstitüsünce saklıdır. Derginin hiçbir parçası izin alınmaksızın kopyalanamaz ve çoğaltılamaz, başka elektronik ortamlara aktarılamaz. Bilimsel amaçlar ile yazılı basında alıntı yapılarak kullanılabilir. Copyright © 2013 – International Group Psychotherapies And Psychodrama E- Journal All rights reserved by İstanbul Psychodrama Institute. No part of The Journal and articles may be reproduced or utilized in any form or by any means, electronic or mechanical, including photocopying, recording, or by any information storage and retrieval system, without permission in writing from the publisher. Teşvikiye Mah. Şakayık Sokak No: 57/2 Nişantaşı / İSTANBUL T: 0212 232 12 63 GSM: 0532 213 63 62 [email protected] www.istpsikodrama.com.tr 3 İÇİNDEKİLER / CONTENTS Sayfa / Page 4: Üçüncü Sayıya Önsöz / Editorial for Volume Three. Deniz Altınay Sayfa / Page 6: IPI’dan Haberler 2015-2016 / News From IPI 2015-2016 Sayfa / Page 10: Tangodrama; Çift Terapisinde Yeni Bir Eylem Modeli / Tangodrama; A New Action Method Model for Couples Therapy. Deniz Altınay Sayfa / Page 18: Psikodramada İyileştiriciyi Ne İyileştirir? / What Heals the Healer in Psychodrama? Ayça Atasoy Sayfa / Page 24: Psikodramada İnanç ve İnancın Ele Alınması, ‘İnanıyorum Öyleyse Varım’/ Working on Belief in Psychodrama, ‘I Believe Therefore I am’ Esra Bilik Sayfa / Page 32: Bağlanma Örüntülerinin Yeniden Yapılandırılmasında ‘Güvenli Üs’ Olarak Psikodrama / Psychodrama as a Secure Base for Restructuring Early Attachment Patterns. Yeşim Türköz Sayfa / Page 39: Psikodramada ‘An’ Felsefesine Göre Somutlaştırma ve Somutlaştırma Sürecinin İyileştirici Bir Terapötik Yöntem Olarak Etkisi (Somutlaştırmanın Büyüsü) / Concretization According to ‘Moment’ Philosophy in Psychodrama and the Impact of the Concretization Process as a Therapeutic Method (The Magic of Concretization). Merih Ünsal Sayfa / Page 51: Psikodrama ve Tasavvufta Ölüm ve Gelecek Kavramları / Future and Death Concepts in Sufitic Mysticism and Psychodrama. Şeref Algür Sayfa / Page 57: Grupta İyileştirici Unsurların Varolabilmesindeki Temel Bileşen; Grup Birliği (Kohezyon) ve Psikodrama / Cohesion as a Basic Therapeutic Agent in Psychodrama. Fulya Kurter Sayfa / Page 63: Başkasının Rolünde Protagonist Olmak; Antagonistin İyileşmesi / Being Protagonist in Role of Other; Healing the Antogonist. Begüm Kodalak Bilik Sayfa / Page 70: Grup Psikoterapisi ve Psikodrama Dergisi Yayın Koşulları / Group Psychotherapy and Psychodrama Journal’s Publication Guidelines and Editorial Principles 4 ÜÇÜNCÜ SAYIYA ÖNSÖZ İLK EĞİTİCİ EĞİTİMİNİN ARDINDAN Uzm.Psk.Dnş.Deniz Altınay Eğitmen Psikodramatist Enstitü Başkanı Kuruluşunun 20. Yılını kutlamakta olduğumuz İstanbul Psikodrama Enstitümüz gençlik dönemini arkada bırakarak yetişkinlik dönemine girdiği bu süreçte hedeflerinden birini daha gerçekleştirdi. Önceliğin enstitümüzde çalışacak olan ve farklı illerde enstitü ile işbirliği içinde psikodrama eğitimlerini verecek olan uzmanlara verildiği bu eğitim süreci başarı ile gerçekleştirildi. Eğitim sonucunda 7 eğitmen psikodrama eğitim kadromuza katılmış oldu. Böylelikle İstanbul dışında Ankara, İzmir ve Kayseri’de IPI ve FEPTO onaylı psikodrama eğitimi veren merkezler çalışmalarına bu dönem itibariyle başlamış oldular. Bu büyük gelişme tüm sistemlerin içinden geçtiği bir sürece de tanıklık yapmış oldu. Bu ise yaşayarak geliştirme sürecidir. Enstitümüzün uzun zamandır üzerinde çalıştığı eğitici eğitimi programı uygulama içinde evrilerek ve değişiklikler göstererek başarılı bir modele dönüştü. Bu model psikodrama sürecinin yeni sırlarının keşfedilmesine ve öğrenilmesine de yol açtı. Psikodrama Grup Psikoterapisi ve Sosyometri sistemi kendi içinde seçimler, tele ilişkileri ve lider becerileri anlamında bir çok sırrı barındırmaktadır. Eğitici eğitimlerinde bu çalışmalara katılan uzmanlarımız bu süreci yaşayarak deneyimlediler. Temel aşama eğitimleri ve üst aşama eğitimlerinden daha farklı olarak sürecin içine kendilerini daha farklı bir çalışma sürecinin içinde buldular. Ensitümüz geldiği yer ve konumu itibariyle düzenli ve sürekli eğitim çalışmasını 20 yıla yakın süredir sürdürmektedir. Temel aşamaya başvuran psikolojik danışmanlar, psikologlar ve pisikiyatristler eğitimlere kabul edildikten sonra yükümlülüklerini yerine getirerek yardımcı terapist diplomalarını alabilmektedirler. Üst aşama süreçleri ise bundan böyle enstitünün seçim yapması esasına dayanmaktadır. Doğal olarak eğitici eğitimine giren üyeler de enstitü tarafından davet edilmektedir ve başvuru kabul edilmemektedir. Enstitü kararı gereği her iki yılda bir eğitici eğitimi açılabilecektir. 2015 yılında biten bu ilk eğitimin ardından 2017 yılında eğitici eğitimi yeni grubu için davetleri yapacağız. Eğitici eğitiminde grup sürecinin üyelerin varlığı ile nasıl belirlendiği ve hangi gelişim sürecini gerekli kıldığı sosyometrik olarak keşfedilerek ilerlenmiştir. Bu süreç içinde liderlik becerileri, eğitim süreçlerindeki önemli noktalar, psikodramanın tüm alt alanları, tüm teknikler, temel felsefe gibi konular titizlikle ele alınmıştır. İlk eğitim grubuna katılan ve mezun olan tüm üyeleri bir kez daha kutluyorum. Dergimizin bu sayısında her bir eğitmenimizi bilimsel kimlikleri ile yakından tanıma şansı bulacaksınız. Bu özel sayı “Eğitmenler” özel sayısıdır. Okuyacağınız makaleler psikodramaya önemli katkılar sağlarken aynı zamanda yeni soruları ve inceleme alanlarını da ortaya çıkartacaktır. Enstitü olarak alana en büyük katkılarımızdan birisi yazılı kaynakları üretmek ve yaymak olmuştur. Elinizdeki çift dilli dergi ve kitaplarımız bunlardan bazılarıdır. Her geçen gün psikoterapi dünyamızda yerini daha da sağlamlaştıran ve yaşamın her alanını ele alabilme özelliği ile ön plana çıkan psikodrama grup psikoterapisi ve sosyometri sitemi ülkede hak ettiği yeri fazlası ile almış ve enstitümüzün çalışmaları ile de saygın bir yer kazanmıştır. Bu sayımıza özel Derya Leblebicioğlu’nun çevirisiyle dünyada ilk kez benim tarafımdan 2005 yılında geliştirilip ismi konan Tangodrama makalemizi de sizlerle paylaşmaktan mutluyum. Tüm meslektaşlara, alandaki uzmanlar ve öğrencilere pozitif bir rekabet ve üretim içinde yaratıcılıklarını ve ürünlerini arttırmaları dileklerimle. 5 EDITORIAL FOR VOLUME THREE AFTER THE TRAINERS’ TRAINING Deniz Altınay, MA. Psychodrama Trainer President of the Institute As we are celebrating the 20th year of Istanbul Psychodrama Institute,in a period in which leaving behind the early phases behind and approaching a new mature stage, our Institute realised yet another goal. The Psychodrama Trainers’ training program has been successfully completed. The priority has been given to experts within the Institute staff and experts who will give trainings in collaborator Institutes in different cities. In the conclusion of the training 7 new Psychodrama Trainers have been added to our staff. In this way, apart from Istanbul, centers in Ankara, İzmir and Kayseri will be able to give psychodramatist trainings approved by IPI. This grand development has witnessed a process, which all of the systems go through. This process is developing by means of living. Trainers’ training program (which our institute has been working on for many years) has evolved in practice and turned out to be a successful model. This new model has procured to discover and learn new secrets of psyhodrama. Psyhodrama Group Psychotherapy and Sociometry harbour many screts within them in terms of choices, tele relations and leader skills. In trainers’ training,attendants experienced this process in situ. They found themselves in a process much different than Basic and Advanced level trainings. Given the space and position has emerged from, our Institute has been continuing constant trainings for nearly 20 years. Counselors, psychologists and psychiatrists who apply to Basic Level Training, after acceptance, complete the obligatory works and then can achieve co-therapist certificates. In addition, from now on Advanced Level Training acceptances are based on Institute’s election. Naturally, members of the trainers’s training program are invited by our Institute and all other applications are declined. According to the Institute’s decision, trainers’ training program will be opened every two years. After the first trainers’ training, which ended in 2015, new invitations fort his training will be held in 2017. In trainers’ training, the determination of the group process by the group members and necessary development processes have been sociometrically discovered. In this process, subjects like leadership skills, substantial points in training, all subdivisions of psychodrama, all the techniques, elementary philosophy etc. have been thoroghly approached. I once again would like to congratulate all members who attended and graduated. In this issue of our journal you can get a chance to acknowledge each trainer by means of their academic personality. This is the “Trainers” special issue. The articles within provide very important contributions to psyhodrama, as well as create new questions and further investigation grounds. Our Institute’s one of the greatest contributions is to produce and spread written resources. This bilingual journal and our books are some of these contributions. Day by day, Psychodrama Group Psychotherapy and Sociometry System spread out through each field of life and thus its status is secured in our psyhotherapy circle. This system holds a rightful place also in our country and with our Institute’s contribution deserves its well regarded position. Particular to this issue, I am glad to share a speacial subject, a first in the world, developed by me in 2005 and thereafter named Tangodrama, with the translation of Derya Leblebicioğlu. With my best wishes to all colleagues, experts and students in the field to enhance their creativity and creations in a positive rivalry. 6 IPI’DAN HABERLER / 2015-2016 NEWS FROM IPI / 2015-2016 21. ULUSLARARASI PSİKODRAMA KONFERANSI Marcia Karp, Deniz Altınay, Neşe Karabekir, Kate Kirk ‘Psikodramada Rol’ Mayıs 2016 (Enstitümüz her sene yurt dışından gelen değerli psikodramatisleri ağırlayıp psikodramatistlere yönelik psikodrama konferansları düzenlemektedir). 21ST INTERNATIONAL PSYCHODRAMA CONFERENCE Marcia Karp, Deniz Altınay, Neşe Karabekir, Kate Kirk ‘Role in Psychodrama’ May 2016 (Every year IPI organizes International Psychodrama Conferences and invites different great psychodrama leaders to lead for only psychodrama trainees and graduates). PSİKODRAMA EĞİTİM GRUPLARI Bünyesinde alan mezunlarına psikodrama eğitimleri vermeye devam eden İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nde, 8 Temel, 2 Üst Aşama olmak üzere toplamda 10 eğitim grubuna Kasım ayında yeni bir ‘Hazırlık Grubu’ daha eklenecektir. PSYCHODRAMA TRAINING GROUPS There are 8 Basic Level and 2 Advanced Level alltogether 10 training groups in IPI right now. There will be a new Introduction level starts in May. PSİKODRAMA EĞİTİCİNİN EĞİTİMİ PROGRAMI IPI’da bu sene başlayan ve psikodrama eğitimcileri yetiştirmeyi hedefleyen ‘Eğiticinin Eğitimi’ programı IPI’da ilk kez hayata geçirilmiş ve yedi psikodrama eğitimeni mezun olmuştur. PSYCHODRAMA TRAINERS TRAINING PROGRAMME The very first “trainers training programme” has been completed this year in IPI and seven new psychodrama trainers has completed the trainigs. PDR VE PSİKOLOJİ ÖĞRENCİLERİ PSİKODRAMA GRUPLARI Alandaki öğrencilere psikodramatik metodu tanıtmak amacıyla düzenlenen 2 ayrı öğrenci grubuna bu yıl devam edilmektedir. PSCHOLOGY AND PSYCHOLOGICAL COUNCELING STUDENTS PSYCHODRAMA GROUPS Two different student groups is running this year aimig to introduce psychodrama method for students in the same field. 7 İSTANBUL SPONTANİTE TİYATROSU GÖSTERİSİ Her yıl en az 4 gösteri düzenleyen İstanbul Spontanite Tiyatrosu, 2016 Şubat ayında yılın son gösterisini sergilemiştir. ISTANBUL PLAYBACK THEATRE-SPONTANEITY Istanbul Playback Theatre has at least 4 performances every year and successfully performed the last one of the year 2016 was in February with more then 200 hundered audience. ÇOCUK PSİKODRAMASI GRUPLARI IPI bünyesinde Çocuk Psikodraması Grupları’na bu sene de devam edilmiş, bu dönemde başlayan ve farklı yaş dilimlerine göre düzenlenmiş, 1 tanesi farklı gelişen çocuklara yönelik olmak üzere toplamda 4 çocuk grubu hala devam etmektedir. CHILD PSYCHODRAMA GROUPS This year 4 groups with different age children including one with special education psychodrama groups have been stil running. PSİKODRAMA YAŞANTI GRUPLARI Yetişkinlere yönelik olarak düzenlenen Psikodrama Yaşantı Grupları, bu dönem 3 akşam, 1 tane de gündüz olmak üzere toplamda 4 ayrı grup ile çalışmalarına devam etmektedir. PSCHODRAMA WITH PATIENTS Psychodrama for Everybody -Psychodrama Experiantial Groups focuses the adults. There are 3 evening and 1 daytime groups in the Institute. TANGODRAMA Deniz Altınay’ın çift terapisine yeni bir soluk getirerek geliştirmiş olduğu Tangodrama eğitimleri İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nde geçen dönem küçük bir grupla gerçekleştirilmiştir. Bu dönem çalışmalara devam edilecektir. TANGODRAMA Deniz Altınay has developed a new couple therapy approach with Tangodrama trainings has been startes with small group and will continue next year. AİLE AĞACI VE PSİKODRAMA Kuşaklararası psikolojik mirasların psikodramatik olarak incelendiği yetişkinlerden oluşan yaşantı grupları 6 oturum olarak planlanmıştır. FAMILY TREE AND PSYCHODRAMA Transganerational Psychological Transititons are been focused in this adult experiantial groups for 6 group sessions. 8 PSİKODRAMA ŞİRKET EĞİTİMLERİ İstanbul Psikodrama Enstitüsü şirketlere yönelik olarak psikodrama, sosyodrama ve sosyometri sistemiyle çalışmalar düzenlemekte ve eğitimler vermektedir. PSCHODRAMA APLICATIONS FOR COMPANIES Istanbul Psychodrama Institute organizes trainings by using psychodrama, sociodrama and sociometry systems for companies. PSİKODRAMA OKUL EĞİTİMLERİ İstanbul Psikodrama Enstitüsü okulların ihtiyaçlarına göre çeşitli psikodrama ve sosyodrama teknikleri eşliğinde çalışmalar yürütmektedir. PSCHODRAMA APLICATIONS FOR SCHOOLS Istanbul Psychodrama Institute organizes trainings with psychodrama, sociodrama and sociometry techniques according to scholl’s needs. KONFERANSLAR VE TANITIM VİDEOLARI IPI Enstitü Başkanı Deniz Altınay’ın çeşitli konularda vermiş olduğu konferans videolarına enstitünün web sayfasından, linkleri belirtilmiş olan Web Tv; http://web.tv/list/video/user/denizaltinay ve YouTube ; http://www.youtube.com/channel/UCea_vwQ4LqDoj2Dt5PMK0SA üzerinden ulaşılabilmektedir. CONFERENCES AND INTRODUCTORY VİDEOS You can reach President of IPI Mr. Deniz Altınay’s conference videos about different subjects from Institute’s web site. Here is links that you can fallow: Web Tv ; http://web.tv/list/video/user/denizaltinay And YouTube ; http://www.youtube.com/channel/UCea_vwQ4LqDoj2Dt5PMK0SA 9 ENSTİTÜ YAYINLARI Enstitümüzün öncülüğünde yayınlanmış kitaplarımızı bu yıl da satışı, dağıtımı ve tanıtımı sürdürülmüştür. Kitaplar aşağıda listelenmiştir. IPI PUBLICATIONS Here is the books published from IPI continues to sell , promote and distribute. Here is the book list: • Psikodrama 400 Isınma Oyunu / Deniz ALTINAY Psychodrama 400 Warming up Techniques • Psikodrama Grup Psikoterapisi El Kitabı / Deniz ALTINAY Handbook of Psychodrama Group Psychotherapies • Sahnede Yaratıcılık (Spontanite Tiyatrosu) / Deniz ALTINAY Creativity on Stage (Spontaneity Theatre) • Çocuk Psikodraması / Deniz ALTINAY Child Psychodrama • Psikodramada Çağdaş Yaklaşımlar / Derleyen: Deniz ALTINAY – Çok Yazarlı. Contemporary Approaches in Psychodrama”- Multiple Writer • Psikodramada Seçme Konular / Derleyen: Deniz ALTINAY- Çok Yazarlı. Selected Issues in Psychodrama” – Multiple Writer 10 TANGODRAMA Çift Terapisinde Yeni Bir Eylem Modeli Uzm.Psk.Dnş. Deniz ALTINAY Eğitmen Psikodramatist Enstitü Başkanı “Tangodrama” dans ve hareket terapisi ile psikodramanın çok özel koşullarda bir araya gelmiş bir formudur, kendi sistemi içinde tek olma özelliğini barındırmaktadır. İlk Olarak 2006 yıllarında üstüne düşünmeye başladığım bu sistem 2008 yılında Boğaziçi Üniveristesi’nde düzenlenen Uluslar arası Aile ve Çift Terapisleri Kongresinde sunduğum “ Tangodrama – Çift Terapisinde Yeni Bir Soluk” başlıklı konferansımla bilim dünyasının değerlendirmesine sunuldu. Artık uygulama örneklerinin yaşanmaya başlayacağı bu dönemde bu kitabın adına çok uygun bir yaklaşım olarak burada yer alması oldukça anlamlıdır. Psikodrama yeni modeller ve sistemlere son derece açık bir yapıyı içinde barındırır ve bu kaynağını temelinde yatan yaratıcılıktan almaktadır. Tangodrama dünyada hatrı sayılır bir gelişme gösteren Arjantin Tangosu’nun kadın erkek ilişkilerine dair içinde barındırdığı çok önemli unsurlarının değerlendirilerek psikodrama sahnesinde çiftler için yeniden yaratılmış bir sağaltım biçimidir. Arjantin Tangosu geçen yüzyılın sonlarında Buenos Aires’in varoşlarında, genel evlerinde, kenar mahallelerinde boy göstermeye başlamasından bu yana önemli yapısal ve estetik değişiklilere uğrayarak önce Paris’te ve Avrupa’da ve sonrasında tüm dünyada günümüze kadar gelmiştir. Bu değişim toplumun sosyolojik değişimine uygun olarak bireyde meydana gelen ve ilişkilere yansıyan psikolojik değişim ve yaklaşım ile paralellik göstermektedir. Zamanla dansın içine katılan yeni teknik ve kavramlar kendisini ilişkiler içinde var olan ve kadın erkek rollerinin değişmesine paralel olarak gelişen ilişki dinamikleri içinde var etmiştir. Burada sözü edilen sosyolojik değişim, bir başka deyişle aile kavramındaki değişimdir ve doğal olarak temelindeki çift olgusuna dayanmaktadır. Bu dans, kadın erkek rolleri üstüne kurulmuş bir benzetmeler ve kurallar bütününden oluşmaktadır ve tamamı ile yaşamın içinden doğmuştur. Bu dansın önemli unsurları “tangodrama”nın var olmasını ve bu sistem içinde çiftler için önemli öğrenme ve araştırma ve tedavi şansı sunmaktadır. Tangodrama çift terapileri içinde psikodramatik bir yaklaşım olarak kaynağını ve felsefesini ruhsal gelişim aşamalarından 1. Psişik Evren’e denk gelen dönem içinde anne-bebek ilişkisiyle var olan ve en temel ihtiyaçlarımızı belirleyen ve yaşatan bir erken dönem gelişim aşaması ile ilintilidir. Bu dönemede anne ve bebek önemli ilklere imza atarlar, daha sonrasındaki eş seçimlerimiz öncelikle bu dönemin etkilerini taşır. Bu dönem sağlıklı geçirilirse bebek anne ile “Birlikte Olma”, “Birlikte Yapma”, “Birlikte Hissetme” durumlarını yaşar ve öğrenir. Daha sonrasında eş seçimlerinde sağlıklı atlatılmış bu dönem benzer şeyleri yaşabileceğimiz kişileri seçmemizi sağlar, tersi sağlıksız ihtiyaçlarımızı doyuran sağlıksız ilişki kişileri seçmemizin sebebidir. Bu seçimler bebeğin hayatına daha sonradan giren baba tarafından da belirlenmektedir. Bu iki önemli objeden anne başkaları ile ilişki yaşama biçimlerimizi etkileyen en önemli kişidir. Bu erken dönem yaşantıları hayatımızda sözün olmadığı bir döneme denk gelir ve sözel olmayan bir yöntemle araştırılmaya ihtiyaç duyar. Tangodrama bunun için ideal bir yapı oluşturur. Psikodramanın hızlı etkin ve devrimci yanı “Eylem” dir ve bu psikodramada bilinçdışına açılan kapıdır. Bilinçdışı içerik hem sözün hem sözün olmadığı metaryallerle doludur ve “aklın” unuttuklarını hatırlayan “beden” bize ihtiyacımız olan tüm bilgiyi verir. Tango bir çiftin arasında olup bitenleri gözler önüne seren eylemler bütünüdür. Aslında tango bu anlamı ile çiftlerin bilinçdışının dansıdır ve her eylem ve karşı eylemde iki bilinçdışı birbiri ile sürekli olarak iletişim halindedir. Çiftler bunun farkına varmadan etkisi altına girerler ve dans sürüp gider. “Tangodrama”da bir çift eylemi olarak tango araştırmanın başlangıcını oluşturmaktadır. Daha sonrasında psikodrama işin işine karışmakta ve ilerleyen aşamalarda yeni denemeler tekrar tango içinde yapılabilmektedir. Çift ilişkisi daha sözünü ettiğimiz anne-bebek ilişkisindeki uyum ve birliktelik temelinde var olur ve birlikte olma, birlikte hissetme ve birlikte yapma eylemlerinden doğar. Bu sağlıklı çift ilişkisinin de tanımlarından bir tanesidir. Bağımsızlık ve kişisel sınırlar ilişki içinde doğal olarak var olur ve süreçte etken olurlar. Bir ilişkide hangi dinamiklerin önemli olduğu bu yazının sınırlarını aşmaktadır, amacımız sizlere “Tangodrama”yı tanıtmak olacaktır. Moreno’nu “Evlilik Rol Kestirim Testi” bir ilişkide kadın ve erkek rollerini analizidir ve evlilikte her farklı çift için ideal rol tanımlamalarını tanımlamayı ve geliştirmeyi hedefler. Bu roller altlarında çok fazla sayıda alt rol katagorilerini oluştururlar. Bunların incelenmesi ve bilinmesi “Tangodrama” da terapistin yaklaşımlarını belirlemede hayati önem taşırlar. Tango “Yöneten Erkek” ve “Yönetilen Kadın” ve /veya tam tersi üstüne kurulu bir danstır ve ezberlenen figürlere dayalı değildir. Hayatta olduğu gibi tangoda da zaman içinde her ne kadar erkek ve kadınlar birbirlerinin dansı ezberlerlerse de asıl temel ezber olmayan üstünde durmaktadır. Çift ilişkisi bu temel üstünde durur ve yönetim sorunu, ilişkinin yönetilmesi ve çiftlerin birbirini yönetmesi, bu ilişkinin merkezindedir. Bu merkez üstünden tangoda var olan yönetme metaforu ilişki içindeki tüm davranış biçimlerini ortaya çıkartır. Erkek nasıl yönetmektedir? Kadın nasıl cevap vermektedir? Kim kimin rolünü çalmaktadır? Ya da kim hangi role zorlanmaktadır? “Tangodrama”da bu temel üstünde tüm çatışmalar çok hızlı bir şekilde kendini gösterir ve çiftler kendilerini saklamaya vakit dahi bulamadan bilinçdışı içeriği ve gerçeği sergilemiş olurlar. Tango içinde erkekler ve kadınlar farklı tutumlar sergilerler, bunlar arasında kadına göre dans eden erkekler, müziğe göre dans eden erkekler, çevre için dans eden kadınlar ve erkekler, kendi kendine dans eden erkekler, kendi kendine dans eden kadınlar, erkeğin rolünü çalan kadınlar, kadına hiç bir özgürlük alanı tanımayan erkekler, hırpalanmaktan zevk alan kadınlar, erkekle savaşan ve ders veren kadınlar, gibi bir çok farklı davranış kalıbından bahsedebiliriz. Tangodrama bu önemli başlıklardan hareketle aslında hayat içinde de kadın ve erkeklerin birebir aynı davranış kalıpları içinde olduğu gerçeğinden hareketle çiftler bir farkındalık ve sonrasında değişim ve kabul ile ilgili bir fırsat sunmaktadır. Tangodrama da sürecin nasıl işlediği incelendiği zaman bunun nasıl şekillendiği daha iyi anlaşılacaktır. Bu özelliği ile tangodrama her şeyden önce doğru bir diagnostik yöntemdir. Çift terapisinde çiftin her ikisinin 11 tanımladığı sorun ya da ayrı ayrı tanımladıkları farklı sorunlar terapist tarafından gerçek tanı ile yer değiştirirler ve bu tedavinin önemli bir parçasını oluşturur. Tangodrama bu doğru tanıya ulaşma işini çok kısa bir sürede yoruma ihtiyaç bırakmadan yapmaktadır. Psikodramatist gerçeği görerek teşhis koyar ve dolayısı ile doğru tedaviye hızlıca yönlenebilir. Çiftler diğer çiftleri de gözlemlerler ve hatta birbirlerinden bu konuda geribildirimler alma şansını yakalarlar. Tangodrama yalnızca sorunlu çiftlerin başvurarak ilişkilerini tedavi ettirdikleri bir psikodrama grup psikoterapisi değildir. Aynı zamanda çiftlerin ilişkilerini daha iyiye götürme, geliştirme, birbirlerini daha iyi tanıma ve ilişiki dansını daha iyi becerme amaçlı olarak da katılabilecekleri bir ilişki geliştirme yöntemidir. Bu anlamı ile psikodramanın doğasına uygundur ve yalnızca patolojik olanla değil aynı zamanda sağlıklı olanla ve sağlıklı olanın geliştirilmesi ile de ilgilenmektedir. “Tangodarama”da süreç nasıl işlemektedir. Psikodrama oturumlarının ana yapısı “Tangodrama”da da kendisini korur. Isınma – Çalışma - Paylaşım aşamaları ana aşamalar olarak bulunurlar. Tangodrama içinde tango ve dans metaforu üstünden ısınılır ve sonrasında ısınma dansının yapısına uygun olarak ya tüm grup çalışmaya katılarak devam edilir ve bu çalışmanın paylaşılması ile grup sonlanır ya da ısınma dansının hemen arkasında daha fazla ısınan çiftin grubun merkezi olması sağlanarak tüm grubun yardımı ile onları ilişkilerine bakılır. Bu bir tür protagonist çalışması gibi olsa da aslında çiftin ilişkisinin psikodraması olarak adlandırılmalıdır. Protagonist çalışmasından bir çok farklılıkları içinde barındırır. Süreç Bir tangodrama oturumu öncelikle çiftlerin tanışması ile başlar, bu tanışma kısa bir sözel başlangıcın ardından tango müziği eşliğinde yürüme ve durma eğzersizleri ile devam eder. Bu egzersizler çiftlerin birbirlerini yeniden tanımalarını da hedeflerken aynı zamanda diğer çiftleri de birlikte çalışabilmelerini olanaklı kılacak olan bir yakınlıkta hissetmelerini amaçlamaktadır. Bu çalışmalar ya da bir başka deyişle ısınmalar çok çeşitlidir ve bu makalenin konusu dışında kalmaktadır. Bu ısınmalardan sonra çiftlerin neden gruplara katıldıklarını ayrı ayrı ifade etmeleri istenir. Bunun amacı çalışmanın rasyonellerini oluşturmaktır. Bu rasyonellerin dile getirilmesi bazen çalışmalar içindeki ısınmalarda ortaya çıkanların çiftler tarafından hızlıca anlamlandırılmasına olanak tanır. Bu egzersizler sırasında çiftlerin çatışma veya problemleri yeniden daha doğru olarak tanımlanmaya başlar ve bazı çiftler diğerlerinden daha fazla ısınarak çalışmayı derinleştirmek aşamasına gelirler. Bu durumda çiftlerden birisinin tangodramasına bakılma süreci başlamış olur. Bu aşamada çok çeşitli tekniklerden yararlanılır. Bu çalışma esasen bir çatışma çözümleme ve algı değiştirme çalışması olduğu için psikodramatistin bu konularda uzmanlaşmış olması gerekmektedir. Çiftler bu aşamada daha doğru bir şekilde çatışmalarını ve sorun durumlarını belirlemeye başlarlar. Çiftler çalışma içinde yeteri kadar kohezyon sağladıktan sonra farklı eşlerle bazı egzersizleri de yapmaya başlarlar. Bu dikkatlice kullanılması gereken bir stratejidir. Çoğunlukla bir çiftin ilişkisi çalışılmaya başladıktan sonra diğer üyelerden kendi eşlerini (double) seçmeleri istenmelidir. Bu noktada sorunların daha net anlaşılması için psikodramatist ayna tekniğinden yararlanmaktadır. Çiftler kendi eşlerini seçerler ve bu eşler çiftlere danslarını yanı ilişkilerini sergilemeye başlarlar. Tangodramada bu iş için yetiştirilmiş uzman yardımcı egoların bulunması iyi olur. Bu sayede ayna tekniği daha iyi uygulanabilir, olmadığı durumlarda grup üyelerinin bu rolleri almaları uygundur ve bu durumunda kendi içinde avantajları vardır. Bu sayede seçimler üstünden benzer sorunları olan çiftler kendilerinin de farkına varmış olurlar. Ortadaki çiftin kendi double’larını seçmeleri durumunda ortaya çıkan diğer gerçek bu double’ların benzer sorunları yaşadıklarıdır. Böylece seçilen çift geri bildirim almaya ve kendilerine bakmaya başlarlar. Sorunların netleşmesi ve çatışma durumlarının yeniden daha doğru bir şekilde tanımlanmasıyla çiftler protagonist olarak sahneye gelmeye başlayabilirler. Ortadaki çift terapistin tangodramaya uygun teknikleri sayesinde ilişki sorununu önce daha iyi anlarlar ve buradan hareketle bunun gerçek hayatlarında nasıl ortaya çıktığını konuşmaya başlarlar ve bu sorunun net olarak gözüktüğü bir sahneye giderler. Bu sahnede yapılan çatışma çözümleme çalışmasından sonra sorunun gözüktüğü tango uygulamasına geri dönerler ve orada çözümün gelip gelmediğine bakarlar, eğer hala gelmemişse dans metaforu üstünden çözümü terapistin yardımı ile keşfeder ve 12 uygularlar. Bu aşamanın tamamlanması ile birlikte paylaşım aşamasına geçilir ve diğer çifler, sahnede yer alan yardımcı egolar geri bildirimlerini vermeye başlarlar. Geri bildirimler aynen psikodrama grup psikoterapsindeki kurallara göre yapılır ve çalışma sonlandırılır. Grup üyeleri, bu durumda çiftler, her zaman bir çift üstünde çalışarak çalışmaya devam etmek zorunda değillerdir. Aynı zamanda sadece tangodramaya özgü temaları barındıran ısınma dansları ile çalışmaya başlayıp bu şekilde çalışmayı sürdürebilmektedirler. Bu tarz yapılan çalışmalardaki farkındalıklar ilişkilerinin, iletişimlerinin ve zaman zaman kişiliklerinin gelişmesine yardım eder ve aynı zamanda sorunların bir kısmının da çözümlenmesine yardımcı olur. Bu aynı zamanda makalenin başında değindiğimiz sağlıklı çiftlerle çalışılabilmesinin de olanaklı olmasının koşuludur. Çiftler herhangi bir sorun tanımlamasalar bile dans ısınmaları aralarındaki bazı sorunların su yüzene çıkmasına ve bunlarla ilişkili olarak içgörülerin kazanılmasına olanak tanır. Bu çalışmalar sırasında kullanılabilecek bir çok teknik bulunmaktadır. “Birlikte Yürüme” egzersizleri önemli bir dans sınmaları bölümünü oluştururlar. Çok farklı şekillerde yürüme egzersizleri bulunmaktadır. “Double ile Dans” bu ısınma danslarında geri bildirim almayı en kolay sağlayan tekniklerden birisidir ve zaman zaman ısınma oyunu dışında çift protagonist açlışması sırasında da bir yardımcı teknik olarak kullanılır. Böylece herkes kendisi ile dans etmek şansını yakalamış olacaktır. “Hata Yapan Eş” çalışması başlı balına bir grup dansı oyunudur ve grubun ilerleyen aşamalarında kullanılır. Eşlerden birisi özellikle hata yapmaktadır ve çözümler, yaratıcılıklar ve dolayısıyle tutumlar üzerinde durulmaktadır. “Dokunmadan Dans” iletişimi arttırmayı hedefleyen ve bu anlamda daha özel olarak çiftlerin birbirlerini hissetmelerini arttıran ya da öğreten bir dans sınması olarak oldukça etkili bir çalışmadır. “Erkek Nasıl Yönetti” “Kadın Nasıl Yönetti” birlikte ya da ayrı ayrı kullanılabilecek olan ısınma dans oyunlarından bir diğer çifti oluşturur. Bu temel dans egzersizi her grup çalışmasının içinde defalarca tüm grupla ya da çiftlerle ayrı ayrı uygulanabilmektedir. “Kim Yönetiyor” oyunu yine çift gruplarında temel dans çalışmalarından birisidir. Yönetim çatışmaları çiftler arasında önemli bir problem grubunu oluştururlar ve bu alt sorun grubu bir çok ilişkinin sarsılmasının temel sebeplerindendir. Tüm bu oyunlar tek başına tangodramanın bir oturumunu doldurabileceği gibi zaman zaman bazı çiftlerin daha derin bir çalışma yapmak için ortaya gelmelerini sağlayan ısınmalara neden olurlar. 13 bununla ilgili bir çalışma grubunun hazırlanması için çalışmalar sürdürülmektedir. KAYNAKÇA Tangodrama Psikodrama Grup Psikoterapisi sistemi içinde yeni var olmuş ve ismi konmuş bir oluşumdur. Uzun süren Tango ve Psikodrama çalışmaların sonucunda yarattığım bir alt çalışma alanı olarak Çiftler ile Psikoterapide yerini alacaktır. İstanbul Psikodrama Enstitüsünde • Altınay. Deniz “Psikodrama El Kitabı” İstanbul 2016. Epsilon Yayınları. • Altınay. Deniz “Psikodramada 400 Isınma Oyunu” İstanbul 2016. Epsilon Yayınları. 14 TANGODRAMA A New Action Method Model for Couples Therapy Psych. M.A. Deniz Altınay Trainer Psychodramatist President of Istanbul Psychodrama Institute Tangodrama is a form, combining dance and movement therapy with psychodrama in very particular conditions. In its own system, has a unique characteristic. The first thoughts of this system emerged in 2006. Then in 2008 in “International Family and Couples Therapy Conference” held in Boğaziçi University, I was able to present this system to scientific community’s appreciation through my “Tangodrama - A new approach in Couples Therapy” titled conference presentation. Psychodrama contains a structure which is very much open to all kinds of new models and systems. This structure is gets its source from creativity which is the foundation of Psychodrama. Tangodrama is a therapeutic method, in which very important elements of Argentian Tango regarding male-female relationships are assesed and recreated fort he couples on the Psychodrama stage. Argentian Tango first started in the suburbs and brothels of Buenos Aires in the last century. Since then it has gone through structural and esthetical transformations;spreading through the world, starting from Paris to Europe. This transformation is relevant and parallel to the changes that take place in the individual’ psychological transformation which reflects upon their relationships and is concurrent with the society’s sociological transformation. In time, the new techniques and and concepts which became a part of this dance were able to exist in the relaitonship dynamics which cahen according to the transformation of female and male roles which exist in the structure of relationships. The sociological change in question is in other words the change in the family concept, which naturally has a base on the couple concept. This dance consists of an integrity of analogies and rules based on male-female roles and is born completely from life itself. The important elements of this dance evokes the existence of “tangodrama” and provides couples an important chance to learn, to investigate and a chance of therapy in this system. Tangodrama as a psychodramatic approach in couple therapies, takes its philosophical roots and principles from 1st psychic development phase. This early phase is substantial with and related to mother-infant relationship which determines our basic needs. In this pahse the mother and the infant go through their first experiences, and holds a prior impact on on future partner choices. If they undergo through this phase in a healthy way, the baby gets to experience and learn the states of “being together”, “doing together” and “feeling together”. When this process is experienced in a healthy way, it leads to choosing future partners whom we can live similar experiences. On the contrary, it is also the reason for choosing partners who will satisfy our unhealthy needs. These choices are determined also by the father who enters into baby’s life later on. The mother, being one of the important objects, is the most important person to effect our relationship manners with others. This early period experiences coincide with a time where there is no language and needs to be investigated with nonverbal methods. Tangodrama holds an ideal structure for this. Psychodrama’s promt, effective and revolutionary aspect is “Action” and is an opening to subconscious in psychodrama. Subconscious is filled with both verbal and non-verbal materials. The body which remembers what the mind forgets, provides all the information we need. Tango is a sum-total /unity of actions revelaing everthing going through between a couple. In fact tango is the couples’ dance of subconscious in this context. In each action and counter-action, both subconsciouses are continuously in communication. The couples without noticing undergo its effect, and so the dance goes on. In “tangodrama” tango, as an action of couples, establishes the beginning of the investigation. Later on psychodrama gets involved, in the proceeding phases tango can be used again to test out new experiences. The dyadic/couple relationship depends on the fundamentals of harmony and togetherness based on this motherbaby relationship. Moreoever this dyadic/couple relationship emerges from being together, feeling together and doing together actions. This situation is also one of the definitions of health couple relationship. Independence and personal borders exist in the nature of relationship, and are effective in the relationship process. The importance of the dynamics of a relationship oversteps the main aim of this article. Our main aim is to introduce “tangodrama”. Moreno’ “marriage role prediction test” is the analysis of female and male roles in a relationship and aims to define and develop ideal role descriptions for each separate couple in marriages. These roles consist of various sub-categories of roles. The analysis and research of these roles play a crucial part to determinde the therapist’s approach in “tangodrama”. Tango is a dance based on a “leading male” and a “follower woman”, is not based on memorised figures or choreography. Just like in real life, the fundamentals of tango are not based on memory, although in time male and female memorise each other’s dances. The dyadic relationship stands on this basis. The issues of leading, management of the relationship, the way couples lead eachother stand in the heart of this relationship. Originating from this aspect, the metaphor of leading which exists in tango, reveals all the behaviour patterns in the relationship. How does the male lead? How does the female respond? Who steals role? Who has difficulties in whichever roles? By using tangodrama in this context, all conflict are revealed rapidly. The couples lay out their subconscious contents and their realities, before they have time to hide themselves. In tango, males and females present different manners. Among these manners, men who dance according to women, men who dance according to music, men and women who dance according to and for their surroundings, men who dance on their own selves as if they are alone, women who dance on their own as if they are alone, women who steal the role of the man, man who leave no space of freedom to women, women who enjoy being knocked around during the dance, women who fight with men, women who teach the men and so on can be listed. From these grounds, tangodrama, with reference to the fact that 15 females and males show the same behaviour patterns in real life, provides an oppurtunity of awareness, followed by change and acceptance for the couples. This procedure will be better understood when the process of Tangordrama is studied. This aspect of tangodrama makes it an accurate method of diagnosis. In couples therapy, the real diagnosis is replaced by the problems defined by both of the couple, or separate problems of each couple. This process holds a very important place in the therapy. This accurate diagnosis process is shortened by the usage of tangodrama, without the need of interpretation. The psychodramatist makes the diagnosis by seeing the truth; and thus can head towards to the accurate treatment rapidly. The couples get a chance to observe other couples, and to exchange feedbacks on specific subjects. Tangodrama is not a psychodrama group psychotherapy only for couples with problems to cure their problems. It is also a method to improve relationships through better recognition of eachother and developing their relationship dance. In this context, tangodrama is in accordance with psychodrama; it concerns not only pathological cases but also the healthy ones and the improvement of them. How does the process of “tangodrama” work? The main structure of Pschodrama sessions is conserved in “tangodrama”. The phases of warmup—action—sharing subsist as main phases. The warm up is carried out by tango and the metaphor of dance. Afterwards, according to the structure of warm up dance, either the action work continues with the whole group’s participation or the session ends with the sharing of this work. Another possility is when a more warmed up couple gets to be in the center of the group, and their relationship can be looked at with the help of rest of the members. This may appear as a protagonist work, but indeed should be named the pyschodrama of couple’s relationship. This way of psychodramatic work includes differences than a protagonist work. The Process A tangodama session, primarily starts with the introduction of the couples. After a small verbal beginning, introduction proceeds with the exercises of walking and pausing along with tango music. These exercises aim for the couples to get reacquainted. Moreover creates an oppurtunity for the couples to feel closeness for eachother which will enable them to work together. These actions or warm ups are various and beside the main point of this article. After these warm ups, the couples are asked separately to express their motivations for attending to this group. The aim of this sharing is to set the essentials this group work is based on. The expression of these essentials, help the couples to interpretate the outcomes from the warmups. During these exercises the conflicts and the problems of the couples are more accurately determined once again. Some of the couples get more warmed up than the others, and so reach the phase where they deepen the work. At this stage, one couple’s tangodrama process begins. At this point various techniques are used. Acutally this action is a work of conflict resolution and alteration of perception. For this reason the psychodramatist should be an expert on these subjects. The couples are now more able to determine their conflicts and problems more accurately. When the cohesion is insured, the couples start to do the exercises with other partners. This strategy should be used very attentively. Most of the time, when the psychodramatic work of a couple begins, ther members are asked to choose their own doubles. To better understand the problems, the psychodramatist should use the mirror technique. The couple choose their doubles. The doubles demonstrate their dance, in other words their relationship, to the couple. In tangodrama, speacialy trained auxilliary egos would be very useful. This way, mirror technique could be applied in a better way. When lacking the trained auxilliaries, other group members can take these roles. This situation has its own advantages; this way through the process of choices, couples which have similar problems may realize themselves. By the double choices of the couple in the middle, the reality presents itself that the doubles have similar issues. This way, the chosen couple get feedbacks and start to look at themselves. When the problems are clear and the conflicts are accurately re-defined, couples can come to the stage as protagnists. The couple in the middle, understand clearly the problem of the relationship by the use of the tangodramatic techniques of the therapist. Thus they start to talk about how this problem has emerged in their real lives. This conversation takes the couple to a scene where the problem is seen clearly. In this scene a conflict reslution work is executed, followed by getting 16 back to tango exercise to check if the resolution is settled in the dance or not. If the problem persists, they explore the resolution through the dance metaphor with the assitance of the therapist and they start to apply it. When this phase ends, sharing process follows. Other couples, auxilliary egos give their feedbacks. Feedbacks and sharing is applied according to the psychodrama group psychotherapy rules and thus the work is concluded. The group members, in this context the couples, are not forced to work on a specific couple at all times. The group process may continue with warm-up dances which include tangodrama based themes. The awareness that evoked through such group work, helps the relationshipsi communication and sometimes personalities to develop, in addition to resolution of some of the problems. Just like it has been mentioned in the beginning of this article, this condition provides tangodrama to be applied to healthy couples as well as pathological relationships. Even if the couples do not present a problem, the warm-up dance may reveal hidden problems and provide insight related to the issues. Various techniques may be used in the course of this group work. “Walking Together” exercises comprise the majority of the dance warmups. Many different forms of walking exercises exist. “Dance with the Double” is the technique which provides the easiest way to get feedbacks and apart from warm-up process, may be used as an auxilliart technique during the couple-protagonist action. This way everyone gets a chance to dance with themselves. “The partner who makes mistakes” is a group dance game on its own, and may be used in the further stages of the group. One of the partners makes mistake deliberately, and thus this game focuses on resolutions, creativity and manners. “Dance without touching” is an effective warm-up dance exercise which aims to increase communication, and thus helps and teaches couples to improve feeling eachother. “How did the man lead” “how did the woman lead” are another examples of warm-up dance games which may be used separately or together. This basic dance exercise may be used in the every group work many times, to the whole group or to separate couples. “who is leading” is another essential dance exercise. The conflict of leading is an important section of relationship problems and is one of the main reasons of shaking up many of the relationships. All of these games may fill up one group session. They may also provide some of the couples to get warmed up so that they come into the middle to continue with a deeper action. 17 Tangodrama is a newly denominated creation which is formed in the Psychodrama Group Psychotherapy system. After a long time studying of Tango and Psychodrama, it will take its place as a sub field within Psychotherapy with Couples. The forming of a group to work with this theme in Istanbul Psychodrama Institute is in proces. REFRENCES • Altınay. Deniz “Psikodrama El Kitabı” İstanbul 2016. Epsilon Yayınları. • Altınay. Deniz “Psikodramada 400 Isınma Oyunu” İstanbul 2016. Epsilon Yayınları. 18 PSİKODRAMADA İYİLEŞTİRİCİYİ NE İYİLEŞTİRİR? WHAT HEALS THE HEALER IN PSYCHODRAMA? Ayça Atasoy Uzm.Psikolojik Danışman Eğitmen Psikodramatist ÖZET Lider rolünü alan bir psikodramatist, her yeni grup ve her yeni üye üzerinden iyileşme, yenilenme, bilgilenme, değişme şansına sahiptir. Her protagonist çalışması ile zenginleşen, bir başka deyişle iyileşen lider, bu birikimi yeniden grubuna aktarır. Psikodramanın iyileştirici faktörleri ile tele, grup, eşleme ve katarsis gibi unsurları liderin şifa bulması bakımından da önemlidir. Lider kendi sürecine, hayatının o dönemindeki duygu, bilgi ve deneyim birikimine denk düşecek, onu geliştirecek, ilerletecek ve hatta iyileştirecek bir grubu tele ile seçer. Liderin telesi, çalışacak olan protagonist adaylarını seçmede etkili olur. Bir psikodrama oturumunun tüm süreçlerinde işleyen tele, hem lideri hem de grup üyelerini korur ve birlikteliği sağlar. Psikodrama herkesin ihtiyacı olanı alabilmesi için düzenlenmiş çok iyi işleyen bir sistemdir. Deneyimli bir liderin görevi psikodrama temel tekniklerini uygun biçimde uygulamaktır. Bu sayede psikodrama kusursuz şekilde işleyecek ve hem lider hem de grup üyeleri için iş görecektir. Eşleme tekniğini kullanan lider protagonistin duygu ve düşüncelerini ona fark ettirmeye çalışırken aynı zamanda kendisi içinde bir şifa üretmektedir. Protagonist için katarsisi hazırlayan, katarsis boyunca protagoniste eşlik eden ve katarsisisin içinde duran lider bu arınma boyunca kendisi de arınmaktadır. Psikodramanın iyileştirici faktörleri [Terapistin ustalığı (yeterlilik, kişilik özellikleri), duygusal süreç (katarsis, bastırılmış duyguların dışavurumu), kişilerarası ilişkiler (tele, karşılaşma yoluyla öğrenme, aktarım-karşıt aktarım] tüm grup için olduğu gibi grubun içinde duran ve onun bir parçası olan lider içinde iyileştiricidir. ABSTRACT The psychodramatist who is in the role of the leader has a chance to heal, to renew and to change himself with every new group and with every new group member. The leader enriches and heals himself with working with a new protagonist and can transmit his/her new knowledge to the group again. The therapeutic factors of psychodrama, and the elements of psychodrama like tele, the group, doubling, catharsis are also important for the healing of the psychodramatist who is in the role of the leader. The leader chooses the group that can heal, nourish, renew and improve himself/herself by tele. The tele of the leader is affective on identifiying the protagonists. Tele, which is operating in every course of psychodrama, protects and unites the group members and the leader. Psychodrama is a well-designed system for every one to get their share. An experienced leader’s duty is to apply the techniques of psychodrama so that psychodrama will operate perfectly in the interest of groups members and the leader. While using the doubling technique, the leader is trying to provide a link between the proatagonists's internal reality and the external environment. While doing so, he/she gains insight and transformation. The leader prepares the scenes and goes with the protagonist all the way through catharsis. This also heals the leader. The therapeutic factors of psychodrama are important healers for all the members of the group, including the leader. 19 PSİKODRAMADA LİDER ROLÜNDE ŞİFA BULMA Lidere Kısa Bir Bakış Lider (yönetici) psikodramanın varolmasından ve çalışmasından en üst düzeyde sorumlu olan kişidir. Yaratıcılık, spontanite ve eylem üzerine kurulmuş olan psikodrama, bireylerde varolan en üst düzey yaratıcılık, spontanite ve eylem kapasitesini harekete geçirmeyi hedefler. Bu anlamı ile yönetici kendi yaratıcılığının ve spontanlığının potansiyellerini kullanabilen bir kişi olmak ve eyleme dönük oluşu en üst aşamada yaşamak durumundadır. Yöneticinin duygusal, düşünsel olarak nerede olduğu ve beceri düzeyi grubun neler yapabileceğinin habercisidir. Psikodramada lider her zaman aktif bir rolde bulunur. Açığa çıkarıcı, kolaylaştırıcı, yön verici, yorumlayıcı gibi rolleri aktif olarak alır (1). Liderin gözlemle değerlendirmeye dayanan ve sözel olmayan perspektif işlevi de vardır. Bu işlevin tüm psikodrama oturumunun gidişi yönünden önemi büyüktür. Bütün grubu ve grubun ilgilendiği üyeyi hazırlayıp harekete geçirdikten sonra, kendisi geriye çekilir. Oyun sırasında sahnenin kenarına çekilip, sessizce olan biteni gözlemleyerek, kendisini yoğun bir biçimde olanlara verir. Lider diğer zamanlarda etkin olduğu halde, bu durumda kendisini tümüyle protagonistin davranışına göre ayarlar. Onun hiçbir sözünü, duygusal değişimini, tavır ve hareketini gözden kaçırmamaya çalışır. Oyun sırasında protagonistte gelişebilecek açıkça görülebilen ya da bastırılmış duygularında ortaya çıkışının takibinde olmalıdır. Liderin gözlemci rolü, oyunda ve grupta olan bitenleri daha iyi izlemesine ve protagonistin, transferans yansımalarının dışında kalmasına olanak sağlar. Bu sayede duygusal ilişki aktarımları, yardımcı egolara yönelir. Protagonist oyun onlarla yani eski kişilerle ilgili duygu yansımalarının taşıyıcıları ile hesaplaşır. Böylece grup üyesi ile lider arasında transferans görülmez. Gözlemci durumunda olan lider, protagonistin olayla ilgili transferans duygularını söndürmeye, engellemeye çalışmaz. Onları oyunun görüntüsü ve yoğunluğu içinde izler. Lider gerekli gördüğü durumlarda geride kalarak sürdürdüğü gözlemci rolünden çıkarak, protagonisti eşlemeyi seçer ve onun bilinç dışı, unutulmuş ya da söylemekten kaçındığı duygularını dile getirir. Moreno liderin davranışlarının katı formüllere bağlı kalmamasını özellikle vurgular. Ona göre lider her an, önceden bilinmesi olanaksız koşulların gereklerine uyabilecek biçimde durumunu, tavrını, tekniğini ayarlayacak bir esnekliği olmalıdır. Moreno’ya göre psikodrama liderinden dört özellik beklenir: Psikodrama grubunu yönetmekle yeterli bilgi ve deneyimi olmak; duygulu, anlayışlı ve açık kalpli olmak; önceden tahmin edilemeyen güçlüklere kendini verecek bir cesaret; yaratıcı hayal gücüne sahip olmak (7). Bir psikodrama yöneticisi, mesleki bilginin ve tecrübenin yanı sıra, bazı kişilik özelliklerine de sahip olmalıdır. Corsini bu özelliklerin, yaratıcılık, cesaret ve karizma olduğunu belirtmektedir. Corsini’ye göre psikodrama yöneticisi, oyunu yönetirken çeşitli tekniklerden hangisini ne şekilde uygulanacağına karar verirken, yaratıcı; bu kararı uygulamaya koyarken cesur olmalıdır. Yine Corsini’ye göre yönetici, üyelerin spontanlıklarını arttırmak ve protagonist olmak için onları yüreklendirmek için de belli bir karizmaya sahip olmalıdır. Tüm bunları yapabilmek için liderin spontan ve yaratıcı olması gerekmektedir (3). Lider rolünü alan bir psikodramatist, her yeni grup ve her yeni üye üzerinden iyileşme, yenilenme, bilgilenme, değişme şansına sahiptir. Her protagonist çalışması ile zenginleşen, bir başka deyişle iyileşen lider, bu birikimi yeniden grubuna aktarabilir. Psikodramada lider rolü çoğu zaman yalnız bir rol olarak algılanabilir. Psikodramanın diğer psikoterapi tekniklerinden farklı olarak lideri koruyan yönü, liderin yalnız olarak algılanmasına yol açabilir. Oysa ki, lider her grup üyesi ile empati kuran, eşleme tekniği ile onların duygu ve düşüncelerinin açığa çıkmasına yardım eden, gruptaki her üyenin hayatındaki önemli olayları, kişileri ve üyenin onlar ile olan ilişkilerinde hissettiği duyguları, düşünceleri sanki kendi duygularıymış gibi hissedebilen ve hatırlayabilendir. Ayrıca psikodramadaki ortak bir duygudaşlık yaratan paylaşım aşamasının da içinde durur. Bu rolü ile lider yalnız olmaktan çok uzaktır. Tüm bu bilgi, duygu ve eylem çeşitliliği lideri kişisel olarak zenginleştirir, büyütür, iyileştirir. Bu hali ile lider içinden gökkuşağının geçmesine izin veren, cesaret edendir. Liderin bu cesur, yaratıcı ve spontan tavrı grubu olumlu yönde etkileyecek, grupta etkileşim, kohezyon artacaktır. PSİKODRAMANIN BAZI UNSURLARININ LİDERİN ŞİFA BULMASI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Grup ve Liderin Şifası Psikodramanın tanımlarından birisi "bireyin grup içinde tedavisidir." Kişi kendini yöneticinin, grubun ve psikodrama ortamının yardımı ile grup içinde yalnızca kendisinin merkezde olduğu bir çalışma içinde bulur. Psikodramada merkezde birey vardır ve protagonistin üzerinden diğer üyelere de yardım edilir. Protagonistin oyununa katılan bireyler ve oyunu dışarıdan izleyen grup üyeleri yoğun bir etkileşime maruz kalırlar ve kendilerine ait birçok yaşantıyı hatırlama ve zaman zaman çözüm üretme şansını yakalarlar (1). Lider de bu grubun içinde yer alan bir birey olarak tüm bu yaşantıları deneyimler. Her yeni grup ile birlikte lider, kendine ait yaşantıları hatırlar ve yeniden değerlendirir. Liderin bilinçaltı süreçleri kendilerini her yeni grup ve her yeni protagonist çalışması ile yenilerler. Psikodramada liderin sürekli olarak yeni gruplar ve yeni protagonist çalışmalarına eşlik ediyor, birlikte yapıyor ve birlikte hissediyor olması büyük bir zenginliktir. Bu zenginlik lider rolünde şifa bulmanın çok önemli bir parçasıdır. Lider rolünde şifa bulmanın sırrı psikodramanın en önemli unsurlarından biri olan gruptur. Grup için lider ne kadar önemli ise lider için de grup o kadar önemlidir. Hiçbir grubun bir araya gelişi tesadüfi değildir. Ortak amaç ve hedefleri olan insanlar bilinçdışı süreçler ve tele ile bir araya gelirler. Birbirlerine “iyi gelecek” kişiler bir grup oluştururlar. Bir psikodrama grubunun bir araya gelmesinde de bu süreçler işler. Bir grubun hangi lider ile çalışacağı da benzer bir şekilde tesadüfi değildir. Grup üyeleri tele ile kendilerine iyi gelecek olan terapisti seçer. Lider açısından da benzer bir sürecin işlediği düşünülebilir. Lider kendi sürecine, hayatının o dönemindeki duygu, bilgi ve deneyim birikimine denk düşecek, onu geliştirecek, ilerletecek ve hatta iyileştirecek bir grubu tele ile seçer. Liderin telesi, çalışacak olan protagonist adaylarını belirlemede etkili olur. Bir psikodrama oturumunun tüm süreçlerinde işleyen tele, hem lideri hem de grup üyelerini korur. Transferans gelişmesini önler. Psikodrama herkesin ihtiyacı olanı alabilmesi için düzenlenmiş çok iyi işleyen bir sistemdir. 20 Deneyimli bir liderin görevi psikodrama temel tekniklerini uygun biçimde uygulamaktır. Bu sayede psikodrama kusursuz şekilde işleyecek ve hem lider hem de grup üyeleri için iş görecektir. Bir gruptan söz edebilmek için gereken ortak amaçlar, uyum, ait olma duygusu gibi koşulların psikodrama lideri tarafından yaratılması gerekmektedir. Lider bunlar için gereken atmosferi ve grup ruhunu yaratabilmelidir (1). Bu atmosferi yaratabilmek için liderin telesi en üst düzeyde çalışır. Tele liderinde içinde bulunduğu grup için en uygun koşulları seçmesini sağlayacaktır. Psikodramada bu durum liderin spontanitesi, empati becerisi ve yaratıcılığı ile açıklanabilir. Bu durum, liderin grubu ve dolayısıyla kendisini iyileştirmesi gibi bir döngüsel süreci başlatır. Her grubun bir kimliği vardır. Bu psikodrama grupları içinde geçerlidir. Katarsis yaşamaya eğilimli gruplar, koruyucu gruplar, bekleyen gruplar, üretken, yaratıcı gruplar, tutucu ve kuralcı gruplar gibi. Grubun lideriyle kurduğu ilişki de grubun kimliğinin bir başka önemli parçasıdır. Bu liderin grup için nasıl bir ebeveyn ve otorite olduğunun işaretidir. Grubun kimliği lider ve grubun ortak etkileşimleri sonucu oluşur ve liderleri aynı olan farklı grupların ayrı kimlikler geliştirmeleri bunun kanıtıdır. Grup potansiyeldir, bunu değerlendirecek ve işletecek olan ise liderdir (1). Grubun kimliği liderin de dahil olduğu yardımcı bilinçdışı ve tele ile belirlenir. Her grup liderin de içinde bulunduğu tüm üyelerine iyi gelecek şekilde bilinçdışı süreçler ve tele ile şekillenir. Grup oluştuğunda her üyenin kendisi için gereken şifayı alması için gerekli bağlantılar sosyometrik olarak belirlenir. Lider hem kendisinin hem de her grup üyesinin şifası için bu sosyometrik bağlantıları ortaya çıkaran, yönlendiren, keşfeden ve arınmaya götürendir. Bilinçdışı süreçler ve tele ile belirlenen grubun kimliği her grubun şifasını da içinde barındırır. Bu anlamda liderin dahil olduğu her grupta kendisi için bir şifa saklıdır. Farklı gruplarda farklı şifalar edinir. Tele ve Liderin Şifası Moreno, kişilerarası etkileşimlerde empatinin, transferansın ve telenin önemini vurgulamıştır. Telenin bunlar arasında Moreno için özel bir önemi vardır. Moreno’ya göre tele, iki insanın birbirlerinin iç dünyalarını, neler hissettiklerini karşılıklı olarak yaşamaları demektir. Moreno, empatinin tek yönlü olduğunu, telenin ise çift yönlü olduğunu belirtmekte, empatiyi telenin bir bileşeni saymaktadır. Eğer bir insan karşısındakinin neler hissettiğini hissedebiliyorsa, bu durum tek yönlü duygu akışıdır ve empati olarak adlandırılır. Bu duygu akışının iki yönlü olması halinde, tele ortaya çıkar (5,6). Aralarında tele ilişkisi bulunan iki insan, birbirleriyle karşılıklı olarak empati kuruyorlar demektir. Telenin en başta gelen belirtisi, iki bireyin karşılıklı olarak birbirlerini, gerçeklerine uygun bir biçimde değerlendirmesi ve aralarında gene gerçeğe dayalı insanlar arası ilişkinin varolmasıdır. Bu tür ilişkinin transferanstan farkı, ne hatalı beklentilere ne de yerinde olmayan korkulara neden olmamasıdır. İki insanın teleye dayalı, birbirlerini karşılıklı olarak tanımaları ya da birbirlerinin iç dünyalarına girebilmeleri sonucu yaklaşma gerçekleşirse, bu tür yaklaşma zemininde gerçekleşen bir eşlik ilişkisi kendisini yaratıcılık ile gösterir. Aralarında tele ilişkisi bulunan kişilerin birbirlerini karşılıklı olarak seçtiklerini söylenebilir. Bu yönüyle telenin sosyometrik tercihleri belirleyen önemli bir etken olduğu düşünülebilir (7). Gerçeğe dayalı bu ilişki kurma biçimi hem grup hem de lider açısından iyileştiricidir. Transferans gelişmeden ortaya çıkan bu sağlıklı ilişki lider rolünde şifa bulmak bakımından büyük önem taşır. Tele ile kurduğu gerçek ilişkiler sayesinde liderin yaratıcılığı artar. Yaratıcılık lideri kaygıya düşmekten kurtarır ve cesaret ile ilerlemesini sağlar. Açılan tele protagonist adaylarının belirlenmesinde liderin ve grup üyelerinin en uygun şifayı alabilmeleri için, gerçek bağlantıları ortaya çıkaracak biçimde işler. Eşleme ve Liderin Şifası "Terapist nasıl tedavi eder?" sorusunun alt bileşenlerinden birisi, "terapist hangi teknikleri kullanır?" sorusudur. Psikodrama ısınma teknikleri, temel teknikleri, yardımcı teknikleri, temel stratejileri ve paylaşım tekniklerini kullanan bir psikoterapi yöntemidir. Bu tekniklerden bir tanesi olan eşleme, protagonistin iç benlerinden bir bölümünün bir yardımcı ego ya da terapist tarafından o rol alınarak oynanması anlamına gelir. Eşleme psikodrama içinde terapistin en etkili müdahalesini gerçekleştirebildiği temel tekniktir. Eşleme protagonistin farkında olduğu ya da olmadığı bilinç dışı duygu ve düşüncelerini onun ağzından, 21 terapistin, yardımcı terapistlerin ya da grup üyelerinin dile getirmeleri, sözcüklere ve hareketlere dökmeleri olarak tanımlanabilir. Genel olarak eşlemenin amacı, protagonistin psikolojik deneyimlerinin en üst noktaya taşınmasına yardımcı olunarak etkileşimi arttırmaktır. Eşleme, oyunda terapistin direkt tedavi müdahalesinde bulunduğu temel tekniklerden biridir (1). Eşleme tekniği, Moreno’nun tanımladığı rol gelişim aşamalarının ilk iki basamağından kaynaklanmaktadır. Bu basamaklarda çocuk, kendisi ile dış dünya arasında bir ayırım yapamaz, annesini ve dış dünyadaki her şeyi kendisinin bir uzantısı olarak algılar. Bu dönemde anne, çocuğun birtakım ihtiyaçlarını, duygularını keşfederek, anlayarak çocuğa yardımcı olmaya çalışır. Moreno’ya göre, annesi ve çocuk arasındaki bu etkileşimin bir benzeri, psikodrama sahnelerinde eşleme yapan kişi ile eşlenen protagonist arasındaki etkileşime benzemektedir (7). İster yönetici, isterse grup üyelerinden birisi olsun, eşlemeyi yapan kişi, anneleri hatırlatan bir rolü, kendisine eşleme yapılan protagonist ise çocukları hatırlatan bir rolü üstlenmektedir. Eşlemeyi yapan kişi, kendisini eşlediği kişinin yerine koyarak, onun duygu ve düşüncelerini doğru olarak kavramaya ve iletmeye çalışır. Bu yaklaşım, eşlenen kişinin sahip olduğu bazı duygu ve düşüncelerin farkına varmasına ve onları açıkça ifade edebilmesine yardımcı olur (3). Eşleme yapan lider anne rolünden çocuk rolünde olan protagoniste aslında dış dünya ile bağlantı kurup protagonistin duygu ve düşüncelerini ona fark ettirme gayreti tıpkı bir anneyi yapacağı gibi sorumluluk almaya, cesur olmaya ve ilişki kurmaya yönlendirir. Bu çaba anneyi/lideri güçlendirir, şifalandırır. Eşleme yapan anne/lider, çocuğu/protagonisti için en uygun şifayı kısa bir süre önce kendi deneyimler sonra çocuğa geçirir. Eşleme tekniği sayesinde lider protagonistinin fark etmesini istediği önemli duygu ve düşünceleri ona iletebilir. Empati becerisi yüksek olan bir liderin yaptığı eşlemeler protagonistte bir değişim yarattığı gibi, onun penceresinden olaylara bakan lider için de yeni ve iyileştirici bir etki sağlar. Bu bağlamda, lider rolünde yapılan her eşlemenin şifa verici etkisinden bahsedilebilir. Katarsis ve Liderin Şifası Katarsisin söz olarak dilimize çevrilişi arınmadır. Ancak bu yolla bilinç, Evren’in bütünlük karakterini kavrayabilir ve onun birbirine karşıt olan yönlerini yaradılışın ilk noktalarında birlik halinde görebilirdi. J.L. Moreno’ya göre Ben’e saplanma bizi sürekli olarak yaratıcılığımız bağlayan çözülmez sorunların içine sokmaktadır. Çoğu kez sadece köklü bir arınma olarak katarsis, insana kurtuluş anlamında, yeni bir olanağı verir. Krizler ve değişmeler bireye içinden yarılıp doğma biçiminde gelişip ilerleme yolunu açarlar. Psikodrama katarsisinde de durum böyle olur. Katarsis bir sarsıntıdır, katılaşmış duyguların çözülüp dışarıya taşmasıdır. Böylece zamanla dayanıklılık kazanmış yapıların da sarsılıp yıkılması anlamını taşır. Katartik boşalma ile beraber genelde insanın spontanlığının çözülüp serbest kalması ve yaratıcılığa dönüşmesi söz konusudur. Moreno, katarsisle sağlanan yeni bir başlangıç ve insanın yaratıcılığını geliştirme olanağı nedeniyle yaratıcı bir katarsisten bahseder (7). Psikodramada lider protagoniste tüm katarsis süreci boyunca eşlik eder. Bu süreci onun için hazırlar ve yönetir. Birlikte olma ve birlikte yapma ilkeleri ile hareket eden liderin protagoniste katarsis boyunca eşlik etmesi onu Ben’e saplanmadan her seferinde kurtarır. Yaratıcılığını ve spontanlığını arttırır. Her protagonist ile katarsisin içinde duran lider her seferinde sarsılır, yıkılır ve spontanlığı çözülüp serbest kalır. Serbest kalan spontanlık yaratıcılığı tetikler. Lider için katarsisten gelen şifa onun saplanmasını, katılığını önlemesindedir. Tekrar tekrar sarsılmak için hazır olmak, sarsılıp, yıkılıp, tekrar kalkmak ve devam etmek için liderin esnek ve an’da olması gerekmektedir. PSİKODRAMADA İYİLEŞTİRİCİ FAKTÖRLER Sosyal atom, tele, ısınma, rol oynama, spontanite, yaratıcılık gibi kişilik teorilerinin en temel içerikleri psikodramanın terapötik gücünü oluşturur. Zerka Moreno, psikodramayı içinde yaşamanın öğrenildiği, cezalandırmanın olmadığı bir laboratuar olarak tanımlar. Gerçek ilişki faktörü olan tele, terapistin içtenliği ve kendini açması, kabul edici bir grup içinde kendini açabilme, birlikteliğin katarsisi ve eylem ile oluşan bir içgörü gibi faktörlerin psikodramadaki terapötik etkisine inanır. Leutz’a göre, 22 psikodrama sahnesi, spontan oyun, yardımcı egoların fonksiyonu, eşleme, ayna, rol değiştirme gibi psikodramatik teknikler psikodramadaki verimi etkiler. Somutlaştırma bir çatışmanın görünür olmasının sağlar ve böylece kişi bu durumu değiştirebilir. Psikodramadaki iyileştirici faktörler, duygusal, bilişsel, kişilerarası ve davranışsal öğrenmeleri kapsar. Kellerman psikodramanın yedi terapötik etkisinden bahseder: 1. Terapistin ustalığı (yeterlilik, kişilik özellikleri) 2. Duygusal süreç (katarsis, bastırılmış duyguların dışavurumu) 3. Bilişsel içgörü (hareketle içgörü, kendini anlama, farkındalık, entegrasyon, algısal tekrar yapılandırma) 4. Kişilerarası ilişkiler (tele, karşılaşma yoluyla öğrenme, aktarım-karşıt aktarım) 5. Davranışsal ve harekete dayalı öğrenme (acting-out, ödül ve ceza yoluyla yeniden öğrenme, harekete geçme) 6. Hayali olarak canlandırma (‘miş gibi’ davranışı, oyun, sembolik sunum, oyun olarak farzetme) 7. Belirli olmayan iyileştirici yardımlar (ikincil faktörler) (2). Bir psikodrama oturumunu baştan sona yöneten lider iyileştirici faktörlerin hepsini ustalıkla kullanabilen kişidir. Yaratıcılık, spontanlık ve eyleme dönük olma bir liderin doğal özellikleri haline gelmesi onun sürekli bir iyi olma halinde bulunmasını sağlar. Seçimlerini tele ile yapması lideri transferanslardan korur. Katarsis boyunca eşlik ettiği her protagonistte kendi de katarsis sürecinin içinden geçer. Bu bağlamda her psikodrama oturumu lider için bir şifa bulma yoludur. PSİKODRAMADA BAZI İYİLEŞTİRİCİ FAKTÖRLERİN LİDERİN ŞİFASI AÇISINDAN İNCELENMESİ Terapistin ustalığı (yeterlilik, kişilik özellikleri): Deneyimli bir psikodrama liderinin, bir psikodrama oturumunda yeni bir duygusal ve bilişsel anlam yaratma gücü hem grup hem de kendisi açısından iyileştiricidir. Her defasında yeniden kullanılan bu yaratıcı güç lideri dikkat dağınıklığından ve yorgunluktan kurtarır. Duygusal süreç (katarsis, bastırılmış duyguların dışavurumu): Psikodramada gülmeye, ağlamaya ve diğer tüm duyguların özgürce yaşanmasına izin verildiği gibi aynı zamanda bu durum desteklenir. Gülme katarsisi tüm grup için ve aynı zamanda grubun içinde duran lider için büyük bir rahatlama getirir. Protagonist çalışmasında katarsisi izlemek ve eşlik etmek de lider için de iyileştiricidir. Kişilerarası ilişkiler (tele, karşılaşma yoluyla öğrenme, aktarım-karşıt aktarım): Psikodrama oturumları formal analiz içermez. Bu özellik, oturum sırasında liderin analiz eden rolünü bir kenara koyması ve sürece protagonist ve grup ile birlikte araştırıcı bir bakış açısı ile dahil olmasını sağlar. Grup üyelerini eşleme yapmaları için cesaretlendirir. Lider, protagonist ve grup, ‘şimdi ve burada’ ilkesi ile birlikte akar. Liderin sürekli olarak an’da olması onun iyileşmesinde etkilidir. Anda olmak liderin telesinin sürekli çalışması anlamına gelir. Tele lideri iyileştirdiği gibi transferans gelişmesini önler. Hayali olarak canlandırma (‘miş gibi’ davranışı, oyun, sembolik sunum, oyun olarak farzetme): Bir psikodrama oturumu yaratıcı ve hayal kurmaya yönlendiricidir. Bu da grubun, protagonistin ve liderin spontanitesini açığa çıkarır. Lider oturumu yöneten kişi olarak en üst düzeyde spontan olmak durumundadır. Spontanlık lideri iyileştirir ve kaygıdan korur. Kendine güvenini ve cesaretini arttırır. Bir eylem metodu olan psikodrama liderin sözel süreçlerinin aktive olmasını engeller. Sahne kurma ve oyun esnasında protagonist somutlaştırma ile kendi hayatında gerçekte olanlar ile karşılaşır. Psikodramanın bu özellikleri liderin direncini bertaraf eder ve iyileştiricidir. Sonuç olarak; psikodramada karşılıklı bir faydadan söz etmek mümkündür. Liderin telesi çalışacağı grubu seçmesinde etkili olur. Liderin seçtiği grup onu iyileştirecek gruptur. Lider grubu, grup da lideri iyileştirir. Liderin telesi tüm süreç boyunca etkili olur. Belirlenen ısınma oyunları, liderin o gün grupta yapmayı seçtiği şakalar, bilgilendirmeler, kurduğu cümlelerin hepsi çalışan telesinin grubun faydasına olması bakımından etkilidir. Farklı gruplarda liderlerin aklına farklı şeylerden bahsetmek gelebilir. Liderin telesi grubun ihtiyacına göre işlerken, liderin de o grup üstünden iyileşmesini 23 sağlamaktadır. Eşleme tekniğini kullanan lider dış dünya ile protagonistin kendi gerçekliği arasında bir köprü kurmaya çalışır. Bu çaba liderin iyileşmesinin, içgörü kazanmasının ve değişiminin anahtarıdır. Protagonisti katarsise taşıyan, ona bu arınma boyunca eşlik eden ve katarsisin içinde duran liderin duyguları da aynı şekilde arınmakta ve yenilenmektedir. Bu da onun yaratıcılığını arttırmakta ve spontanitesini açığa çıkarmaktadır. KAYNAKÇA • Altınay, Deniz. Psikodrama Grup Psikoterapisi El Kitabı. İstanbul:Sistem Yayıncılık,Ocak 2000. • Altınay, Deniz. Psikodramada Seçme Konular. İstanbul: Aura Kitapları, Eylül 2004. • Dökmen, Üstün. Sosyometri ve Psikodrama. İstanbul: Sistem yayıncılık, Ocak 1995. • Kellerman, P. Transference, Countertransference and Tele. Group Psychotherapy, Psychodrama and Sociometry, 32,38-55, 1979. • Moreno, J.L. Sosyometrinin Temelleri. İstanbul: İstanbul Yayınevi, 1963. • Moreno, J.L. Psychodrama, Vol. III, Beacon, N.Y.: Beacon House Inc., 1975. • Özbek, A., G. Leutz. Psikodrama: Grup Psikoterapisinde Sahnesel Etkileşim. Ankara: Has-Soy Matbaası, 1987. 24 PSİKODRAMADA İNANÇ ve İNANCIN ELE ALINMASI ‘İnanıyorum Öyleyse Varım’ WORKING ON BELIEF IN PSYCHODRAMA ‘I Believe Therefore I am’ Uzm.Psk.Esra BİLİK Klinik Sinir Bilimleri Uzmanı Eğitmen Psikodramatist ÖZET İnanç, bir çok yerde tanımlandığı şekliyle din ve imanın ötesindedir. İnanç, bireylerin bir yere ait olabilmelerini, duyguların içine girebilmelerini, diğerleri ve yaşam ile bağ kurabilmelerini sağlayan güçtür. Oldurmanın ön koşuludur ve her şeyin en başında var olan güdüdür. Moreno’nun deyişi ile insan kozmik bir varlıktır. Kozmosun bir parçası olarak dünyaya gelen birey doğasında yaratıcı gücü ve inancı beraberinde getirmektedir. Böylelikle, yaşamın ilk anlarından itibaren var olan inanç, annenin bebeğine inanmasıyla en önemli ivmesini kazanır ve bebeğin ileriki dönemlerde diğerlerine, yaşama, hatta evrene ve yaradılışa kadar olan inanç sistemini büyük ölçüde belirler. İnanç, psikodramanın felsefesi içinde de önemli bir yere sahiptir. Moreno’ya göre sağlıklılığın ön koşullarından bir tanesidir. Psikodrama’nın yapı taşları olan an felsefesi, tele, yaratıcılık, spontanite ve grup dinamiğinde önemli yeri olan bağlar, inanç ile yakından bağlantılı olan kavramlardır. Bu makale, inancın psikodramatik kavramlarla olan ilişkisinin derinliklerini sunmakta; aynı zamanda uygulamalı olarak psikodrama ve sosyometri ile yapılan bir inanç araştırması ışığında Psikodrama’nın Gelişim Teorileri ile paralel olarak inancın doğumdan itibaren gelişimini irdelemektedir. ABSTRACT The belief is beyond to the religion and faith as defined in many places. The belief is a power that ensures the individuals may belong to somewhere, ability to enter into emotions, to bonding with others and life. It is the prior condition of creation and driving power that exits at the outset of everything. In the words of Moreno, the human is a cosmic entity. The individual who descends to the world as being a part of the cosmos, brings the creative power and belief with its nature. Thus, the belief that exists from the first moments of life gains the most particular momentum by the believing of mother to her baby then specifies the belief system of baby on a large scale for further periods till others, life, even up to universe and creation. The belief has a crucial role within the psychodrama. It is also one of the prior condition of the mental health according to Moreno. The bonds, instant philosophy, tele, creativity, spontaneity that is a building block of psychodrama are the concept that closely associated with the belief. This article presents the depth of the connection of the belief along with psychodramatic concepts; on the same time it semtinizes the development of the belief from birth in direct proportion to Development Theories of Psychodrama in the light of the belief research that was done practically through psychodrama and sociometry. GİRİŞ İnanç, dünya üzerindeki en büyük güçlerden bir tanesidir. Bireylerin kendilerini var etmelerinin ön koşuludur. Esasında her şeyin en başında var olan itici güçtür. Duygudan, duyumdan ve algıdan bir önceki, o tanımlayamadığımız zaman dilimindekidir. Farklı bir perspektiften yaşam dilimi üzerindeki en büyük ihtiyaçlardan da bir tanesidir. İnsan yapısı gereği diğerlerine, içinde bulunduğu yaşama ve yaşamı olduruna inanma gereksinimi duyar. Bu anlamıyla inanmaya dair doğan ihtiyaç, kişilerin yaşamın varoluş yükünü ve kaygılarını hafifletmek için sorumluluğu kendinden güçlü bir varlığa devretme isteği olarak da görülebilir. İnanç, tanrısal bir özelliktir ve yaratım sürecinin en başından beri var olmalıdır. O halde her bir bireyin yaşama doğal bir parçası olarak inancın varlığı ile başladığı varsayılabilir. Birey, aynı zamanda psikodramatik çerçevede sağlılıklılığın ön koşulu olan yaratıcı ve spontan gücü de doğası içinde beraberinde getirmektedir. Ruh sağlığının yapı taşları olan bu özellikler varlıklarını, dünyaya geldikleri çevre ve özellikle de ebeveyn tutumları doğrultusunda koruyacak ya da bozulmaya mahkum olacaklardır. Bebek can almaya başladığı ilk an’dan itibaren yaşam alanı olan plasenta içinde annesi ile ilk ilişkilerini kurmaya başlar. Bu an’lar, annenin bebeğe yansıttığı duygularla paralel olarak inancın da gelişmeye başladığı an’lardır. Dolayısıyla doğum travmalarının, yani bebeğin yaşamla kuracağı ilk ilişkinin bozulmasının, daha en başlarda inancın zedelenmesine sebep olabileceği söylenebilir. Bebek, dünyaya geldiğinde ise en başta ilk tanrıları olan ebeveynlerine inanmak ya da onlar aracılığı ile varolan inancını yaşamın içinde de sürdürmek ister. Sonraki bölümde detaylıca ele alınacak olan gelişim basamaklarını sağlıklı bir şekilde tırmanan çocuk, diğerlerine ve yaşama inanmayı öğrenir. Makalede, bu denli yaşamsal öneme sahip bir faktör olan inancın psikodramatik unsurlarla olan bağlantıları ve psikodrama gelişim kuramları çerçevesinde gelişimi irdelenmiştir. Aynı zamanda, bu bölümlerde tartışılanlar ve inancın gelişimi ile ilgili ortaya atılan teoriler, psikodramatik ve sosyometrik çalışmaların yapıldığı bir grup süreci ile desteklenerek makaleyi daha zengin bir hale getirmiştir. PSİKODRAMATİK KAVRAMLARIN ‘İNANÇ’ ile BAĞLANTILARI An’da Olmak İnanmakla Mümkündür Psikodrama’nın yapı taşlarından biri olan an, tanım olarak en küçük zaman birimi; varoluşsal olarak ise yaşamdaki tek gerçekliktir. Geçmişin geride kaldığı, geleceğin ise ne olacağının bilinmediği bilgisiyle içinde var olduğumuz an’ın sahip olduğumuz ve şekillendirebileceğimiz yegane şey olduğunu biliyoruz. Ve fakat insanın doğası gereği tamamen anda durabilmesi mümkün gözükmemektedir. Moreno’ya göre tamamiyle anda duran tek oluşum Tanrı’dır. An’da olabilmek, yaratıcı ve spontan olabilmekle mümkündür. Moreno, insanın varoluşun bir 25 parçası olduğunu ve buna göre de varoluşun temel unsurları olan spontanlık, eylem ve yaratıcılığı bünyesinde taşıdığını belirtir. Moreno spontaniteyi en etkin bir biçimde yaratıcılığa yol açan fiziksel, zihinsel ve kişiler arası bir süreç olarak tanımlar. Spontanite, şimdi ve burada, an’da varolur ve kişiyi yeni bir duruma karşı yeterli bir tepkiye ya da eski durum karşısında yeni bir tepkiye iter. Spontanlığın püf noktası, zihnin akıldışı, içgüdüsel boyutlarına açık olmanın geliştirilmesi; sonra da daha akılcı ve iradeye dayanan yeteneklerle birleştirilmesidir (Blatner, 1988). Spontanite bu noktada kardeşi olan yaratıcılığa ihtiyaç duyar. Bu ikili ancak birlikte var olurlarsa sağlıklı bir örüntü haline gelmiş olurlar. Yaratıcılık, metafizik ve dinbilimsel bir terim olup kaynağını adını da almış olduğu yaratan’dan alır ve sadece sanatçılara mahsus olmayıp, günlük yaşamda problem çözmek için gereken beceridir. Bu anlamda yaratıcı ve spontan olmak cesur olmayı gerektirir. Cesaret, pek çok yerde anlaşılageldiği üzere sonucu düşünülmeden harekete geçmeyi temsil eden gözü pek kavramı ile karıştırılmamalıdır. Cesaret, sorumluluk alabilmek ve aynı zamanda geride kalanlardan vazgeçebilmek demektir. Bu yolda bireyi güdüleyen kaynak inançtır. İnancı kişinin kendine olan inancı başta olmak üzere, diğerlerine, oldurduklarına kadar genel bir çerçeye yerleştirmek gerekir. Cesaretin tersi olan korku veya kaygı bu sürecin önünde bir engel gibidir. Kaygı ve korku, aynı zamanda inancın zedelenmiş olduğunu gösteren duygusal tepkiler olup, spontan ve yaratıcı olmayı engeller. Az önce sözü edilen oldurmak, sürecin bir sonraki adımı olan eyleme geçmeyi ifade eder. Yani bu öğelerin tamamlayıcı ve sonuncusu eylem’dir. Yaşamda eylemin olmadığı hiç bir an yok gibidir. Eylemsizliğin ortaya çıkması, ancak regresyonun son hali olan katatonide mümkündür (Altınay, 2001). Katatoni, inancın olmadığı nokta olarak da tanımlanabilir. Birlikte işleyen bu üçlü Moreno’ya göre sağlıklı bir birey olmanın ön koşuludur. Herkes yaratıcının bir parçası olarak ‘yaratım’ gücüne doğuştan sahiptir. Bu güç Moreno’nun ‘kültürel konserveler’ olarak adlandırdığı toplumun kalıp yargıları ve aynılaştırma çabaları doğrultusunda çocuğun elinden alınmaya başlanır. Belirli yargıların boyunduruğu altına girmek kişilere zamanla verdiği ‘sanal’ güvenlik hissi ile esasında onları uyuşturmaya başlar. Bu kişiler için artık yeni olana adım atabilmek yani yaratmak kaygı doğuracaktır. Çünkü yeniye geçebilmek, belirsizliğe tahammül edebilmeyi gerektirir. Belirsizliğe tahammül edebilmek için gereken cesareti verecek olan itici güç inanç’tır. İçinde bulunuyor olduğumuz sisteme yani yaşama inancı olan bireyler, geçmiş ve gelecekle ilgili en az kaygı duyan bireylerdir. İnançsız bireyler ise güvensizdirler ve yaşadıkları korku ile çoğunlukla yaşamlarının pek alanında kontrolcü bir tutum sergiledikleri görülmektedir. Ve bu kimseler işlerini, eşlerini, çocuklarını, geleceklerini ve sahip oldukları her şeyi kontrol etmeye çalışmaktan an’ı hiç bir zaman yakalayamazlar. Her an yaptıkları planlar dolayısıyla an’dan uzaklaşırlar. İnanmadan anda varolabilmak mümkün değildir. Birey inanmadığı bir şeyi asla var edemez. İnanmak; var etmek yoluyla yaşamda var olmaktır. İnancı olan bireyler, yaşamın amacı olan yaratım sürecini devam ettirmek ve bu yolla yaşamda izler bırakabilmeyi başarabilirler. Moreno inanmanın sağlıklı olmanın gerekçesi olduğunu belirtirken, ‘Ben-Tanrı’ terimi ile herkesin yaratıcının rolüne geçip, içlerindeki yaratıcı ile buluşmasını önemli bulmuştur. Bu yolla kişiler içlerindeki güçleri keşfedebilir, kendi yaşamlarını da yaratabilirler. Moreno’nun deyimi ile, kendiliğindenliğimize ve yaratıcılığımıza katılarak kendi tanrılarımız olabiliriz (Holmes, Karp veWatson, 2013). BenTanrı olabilmek, elbette kendine ve sürece inanmayı gerektirir. Tanrı inançtan bağımsız bir oluşum olsaydı şu anda içinde yer aldığımız sistemin varlığından söz edilebilir miydi? Yaratıcı güç, inancın kendisidir. Bizler ise bu yaratıcı sürecin birer parçaları olarak yaratıcı, spontan bireyler olarak dünyaya gelmiş varlıklarız. Psikodrama ile herkese özünde var olup baskılanmış olan bu yetiler hatırlatıldığında an’da durabilmeye başladıkları görülür. Psikodrama sahnelerinde baskı ve engellerden kurtulan kişiler, kaygıdan cesarete adım atarken kendi anlarını yaratırlar. Bu yaratım, yaşamdaki tek gerçeklikle buluşmak yani iyileşmektir. İnancın Tele’ye Etkisi Tele, Moreno’nun, bireyleri birbirine çeken ve birbirinden iten süreçleri anlatmak için kullandığı terimdir. Her bir grubun içinde bireylerin birbirlerine karşı itim, çekim ya da farklı duygular hissettikleri görülmektedir. Tele, bilincin ötesinde, sezgilerle çalışır ve işleyişini anlatmak güçtür. Fakat bir çok psikodrama oturumunda role seçilen üyelerin o role seçileceklerini bildiklerini 26 paylaştıkları durumlarla karşılaşmışızdır. Tele, aynı zamanda psikodrama çalışmalarında iyileşmeyi sağlayan önemli unsurlardan da bir tanesidir. Tele, bağların keşfedilmesini ve kurulmasını sağlayan güç olarak aynı zamanda inancın bir yansımasıdır. İnanç seçime götüren en güçlü güdüdür. Bununla birlikte, seçilen kişi ya da duruma bağlanmayı ve aynı zamanda bağları sağlıklı bir şekilde sürdürmeyi de sağlamaktadır. Teleye katkısı olan pek çok etken vardır. Bunlar; ortak amaçlar, fiziksel, entellektüel, sosyal, duygusal çekicilik, roller açısından tamamlayıcılık, ortak ilgiler ve yaşam şekilleri, mizaç benzerlik ve farklılıkları, aktarım (transferans) şeklinde örneklendirilebilir (Holmes, Karp ve Watson, 2013). Teleyi en yaygın olarak etkileyen ve aynı zamanda tezin hipotezine alt yapı oluşturan aktarımlar, seçimlerin en önemli kaynaklarıdırlar. Yaşamda seçimler, bağların ilk olarak kurulmaya başlandığı ebeveynler ve maruz kalınan yaşantılar doğrultusunda belirlenir. Özellikle 1. Psişik Evren’de annenin bebeğine gösterdiği güvensiz ve kaygılı tutumlar, bebeğin sağlıklı gelişimini bozarken aynı zamanda aralarındaki telik süreci de zedeler. Bebek, anneden aldığı yaşamın kaygı uyandıracak düzeyde tehlikeli olduğu duygusu ile sağlıklı inanç örüntüleri geliştiremez. Ona göre de artık dünya kaygı uyandırıcı bir yerdir. Bireyin sağlıklı bir şekilde gelişen inançları doğrultuda telik bağlantılar geliştirmesi beklenmektedir. İnancın tersi olan şüphe, sezgiler yerine kontrolün devreye sokulmasını sağlayarak telik süreçleri bozacaktır. Tele, psikodramanın en önemli kavramlarından biri olup grup, protagonist çalışmalarına yön veren kavramdır. Psikodrama gruplarında protagonist grup üyelerinden birini yaşamındaki bir kişi olarak role seçerken, o kişinin oradaki en uygun kişi olduğu bilgisine sahiptir. Bu süreçte önce inanç, sonra bilgi vardır. Protagonistin nereden bildiğini bilmeme hali ile yapılan seçim tele, seçimi yapmasını sağlayan güç ise inanç’tır. İnanç ve tele birlikte iş yapan iki kardeş gibi, çoğunlukla da iç içedirler. Psikodrama sahnelerinde gerçekleştirilen seçimler, yaşamda gerçekleştirilenlerin birer örneğidir. Tele, kişinin doğuştan sahip olduğu bir yetidir. Dolayısıyla bebeğin doğumdan itibaren yaptığı seçimlerin tümü tele ile gerçekleşir. Hatta farklı inanç çerçevelerinden bakarsak telenin doğumdan önce de var olduğu söylenebilir. Doğu dinlerinde yer alan reenkarnasyon sistemi, ruhların tekamül için defalarca dünyaya geldiklerine inanan öğretidir. Buna göre bebek yani ruh, tekamülü için en uygun aile ve çevreyi doğmadan önce seçmektedir. Bu sisteme göre telenin ruhun bir parçası olarak daha dünya üzerine gelmeden işlemeye başladığını söylemek yanlış olmaz. Bununla beraber, özellikle sufî öğretilerde yer alan ‘teslimiyet’, seçimler bazında içlerinde yine telik süreçleri barındırmaktadır. Yaşamda başına gelenlerin mutlaka bir sebebinin olduğu, sisteme ve yaradana teslimiyet inancında, yaradanın takdirinin de ötesinde en derinlerde gelişimin ancak seçimler üzerinden gerçekleşeceği bilgisi mevcuttur. Ve her seçim, kişinin bildiğini bilmediği ama kendi gelişimi için basamak oluşturacak olanların sezgisel olarak belirlenmsi ile gerçekleşir. Moreno’nun tele olarak tanımladığı yaşamda bu şekliyle ifade bulmaktadır. Tele, seçimleri gerçekleştirirken bir yandan da bağların kurulmasını sağlar. İnanç ve Bağların Oluşumu Yaşam boyu yaptığımız ve kimliğimizi oluşturmamızı sağlayan seçimler, bağların kurulmasına aracılık ederler. Bağsız bir yaşam düşünülemez. Bireylerin yaşam ve yaşamdaki kişi veya unsurlarla kurdukları bağlar, aynı zamanda onların ruhsal olarak sağlıklı olup olmadıkları hakkında ipuçları barındırır. Sağlıklı bağların kurulabilmesi, ancak sağlıklı inanç örüntülerinin oluşmuş olmasıyla mümkündür. Sağlıklı inançlar ise, ebeveynlerle kurulan ilk ilişkiler doğrultusunda şekil almaktadırlar. Gelişim basamaklarında değinildiği üzere, bebeğin ebeveynlerinden ihtiyaçlarına yanıt alabildiğini gördüğünde yaşadığı ‘güven’, diğerine inanılabileceğini gördüğü an’dır. Bu an yaşanan duygu ve inanç, bebeğin tüm hücrelerine işlenmekte ve sonraki adımlarını belirlemektedir. Güvenli bağlanan bebekler, bir süre sonra ihtiyacının karşılanacağını bilmenin huzuru içinde sûkun halinde dururlarken, güvensiz bağlananlar huzursuz ve kaygılıdırlar. Bir yerde kırılan zincir halkası ile yola çıkan bireyler, sonrasında seçimlerini de tele ile bu yönde gerçekleştirirler. Kendini tekrar eden döngülerle çoğu zaman daha da kuvvetlenen olumsuz inançlar, kişilerin sağlıklı bağlar kurmalarının önündeki en büyük engellerdir. Psikodramada ‘bağlar’ çok önemlidir. Gruplarda tanı ve tedavi, bağlar üzerinden gerçekleştirilir. 27 Psikodramanın tekniklerinden biri olan sosyometri, grupta seçimler üzerinden keşiflerde bulunmamızı ve protagonistin karanlıkta kalan taraflarına ışık tutmamızı sağlar. Protagonist, seçtiği kişilerin grupta kendisine en doğru bilgileri verecek kişi olduğuna inanarak seçimlerini gerçekleştirirken seçilen her bir üye de o rolle bağlantılı olduğunu bilir. Keşif süreci sadece protagonist için değil, bu esnada role seçilen yardımcı ego için de başlamıştır ve bu bazen tedavinin kendisidir. Dolayısıyla grup sürecinde, yapılan pek çok seçim, bu sayede keşfedilen ve güçlenen bağlar üzerinden tanı ve tedavi gerçekleştirilir. Bağların keşfedilmesi hem grubun kohezyonunu arttırır hem de tedavi gücünü. Bu süreçte grup üyeleri arasında veya üyeler ile lider arasında var olan negatif transferanslar üzerinden iyileşme sağlanarak sağlıklı bağların oluşturulması sağlanır. Var olan ya da süreç içinde oluşturulan pozitif bağlar, grupta ihtiyaç duyulan güvenli ağı yaratır. Gittikçe derinleşen çalışmalar doğrultusunda güçlenen bağlar, iyileşmenin önemli bir parçasını oluşturur. Bu sağaltım süreci doğrultusunda üyelerin yaşamlarında da seçimlerinin değiştiği ve artık sağlıklı seçimlere doğru adım attıkları gözlenmektedir. İnanç-Bilgi İlişkisi İnsanoğlu, ‘prefrontal korteksi’ yani ‘üst düzey bilişsel fonksiyonları’ itibari ile diğer canlı türlerinden ayrılmaktadır. Beynin ön tarafında bulunmakta olan bu lob, beynin diğer bölümleri ile işbirliği halinde düşünme, problem çözme, hafıza, planlama, soyut düşünce gibi kognitif yetileri idare eder. Buraya kadar olan bilgiler de aynı zamanda yine bu lobun ürünü olan insanoğlunun sonu gelmeyen bilme ihtiyacından doğmuştur. İnsanlığın ilk oluşundan itibaren süren bu arayış, bireyin aslında kendini, kainatı, varoluşunun sebebini öğrenmek istemesinin çok ötesinde, kendini ‘güvende hissetme’ ihtiyacından kaynak almaktadır. İnsan, bilgiye tutunarak kendine bir dayanak ister. Bilgi ile koskoca kainatta bir başınalığına bir çare, yaşamına anlam katmak ister. Bilgi arayışı en derinlerde insanın septik yapısının yani şüphenin ürünüdür. İnanç ise şüphenin olduğu yerde barınamaz. İnanç, bilginin ötesindedir. Bilgi arayışlar sonucunda elde edilen ise, inanç baştan beri zaten orada olandır. Bilme isteği, hayata karşı hep tetikte olma halidir, inanmak ise teslimiyet. Dolayısıyla bilgiye tutunma ihtiyacı arttıkça inancın azaldığı ya da inanç yoksa bilmeye dair ihtiyaçların olduğu görülebilir. Psikodrama, felsefesi ve teknikleri itibariyle inanç’tan güç alan bir sistemdir. Tıpkı yaşamın içinde olduğu gibi grubun içerisinde var olan telik süreçler ve seçimler de inanç sayesinde gerçekleştirilirler. İnanç, telenin kalbidir ve kalbin vücuda kanı pompalaması gibi inanç da teleyi harekete geçirir. Kişiler yaşamlarındaki kişileri tele sayesinde seçerler. Telik süreçte, bireyler seçtikleri kişilerin gelişimlerine hizmet edecek kişiler olduklarının bilgisini taşımaktadırlar. Bu bilgi halihazırda farkında olunan bilgi olmayıp, en derinlere yerleşmiş olan inanç ile seçimlere yön vermektedir. Bu itici güç, sezgidir. Sezgi, inanç ile doğrudan bağlantılı olup, grup dinamiğinde önemli bir yere sahip olan bir diğer kavramdır. Toplumda bilgiye ve kanıta dayanan veriler önemsenirken, sezgilere hakettiği önemin verilmediği, sezgilerle alınan kararların yanıltıcı olabileceği önyargılarının bulunduğu görülmektedir. Oysa sezgi içinde geçmiş deneyimlerin bilgisini barındıran, inanç ile hareket, tele ile yön bulan önemli bir kavramdır. Sezgi, yaşam birikimlerinin inanç ile harmanlanmış halidir. Albert Einstein benzer şekilde sezginin önemini ‘Sezgisel zihin kutsal bir armağan, ussal zihin de sadık bir hizmetkardır. Biz hizmetkarı onurlandıran ve armağanı unutan bir toplum yarattık’ sözleriyle dile getirmiştir. Sezgi, çoğu zaman unuttuğumuz, önemsemediğimiz veya ussal tarafımız ile üstünü örtmeye çalıştığımız hazinelerimizdir. Bilgi, buradaki oluş haliyle sahte bir güç ve esasında duygulardan kaçıştır. İnanç ancak sezgi ile varolabilirken, bilgi inançsızlığın verdiği güçsüzlüğü kamufle etme çabaları için kullanılan bir araçtır. Grup dinamiğinde terapist, süreci sezgileri doğrultusunda yönetmekte, üyeler seçimleri sezgileri ile gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla önce inanç vardır, sonra bilgi oluşur. Aksi takdirde bilgi içinde şüphe barındırır. PSİKODRAMA KURAMLARI ÇERÇEVİSİNDE ‘İNANÇ GELİŞİMİ’ Yaşama inanarak başlayan bebek, hamilelik süresince ve doğumdan sonra anne ile kurduğu bağ doğrultusunda inancını yaşama taşır. Psikodrama Kuramları, bebeğin gelişim dönemlerini 4 evrede açıklar. İnancın gelişimi 28 her bir evrede farklı boyutlara da taşınarak devam eder. İnancın Embriyonel Dönem’de Gelişimi Bu dönem, bebeğin anne karnında büyüdüğü ve doğumundan bir kaç aya kadar olan süreyi kapsar. Bebeğin kendini annesinin bir uzantısı olarak algıladığı bu dönemde onun için çevre de organik plesanta’dır. Bu dönem bebek için tüm kimliklerin bir olduğu dönemdir ve henüz ayrı bir kimliği olan bir varlık olduğunun farkındalığı gelişmemiştir. Bu aşamada bebeğin sahip olduğu tek rol Somatik Roller’dir. “Yiyen bir varlık olma” somatik rolün en önemli alt rollerinden biridir ve bebek anne ile iletişimini bu rolü vasıtasıyla sürdürür (Altınay, 2007). Anne ile bütünleşik olan bebek için ondan aldığı tepkiler, hissettiği duygular yaşam ile kurulan ilk temaslardır. Annenin bebeğin ihtiyaçlarına yanıt vermesi bebeğin anneye olduğu kadar yaşama karşı geliştireceği güven duygusunun da temellerini oluşturur. İnancın filizleri burada yeşermeye başlar. Anne-bebek arasında kurulan ilişki alışverişlerinde sevgi ve kabul temellerinde karşılıklılığın devamlılığının sağlanması bebeğin inanç gelişimini de pozitif yönde geliştirir. Annenin duygudurumu ve ilişki kurma biçimi şüphesiz buradaki en kritik belirleyicidir. Bebek, anneden aldığı duyguların yanı sıra dış dünya ile de anne aracılığıyla iletişim kurar. Anneden ödünç alınan duygu ve yaklaşımlar bütünü ile yaşamla ilk bağlar kurulmaya başlanır. İnancı pozitif yönde gelişmeye başlayan bebek yaşama da aynı duygu ve güç ile yaklaşacaktır. Diğer taraftan, annenin özellikle yaşama dair inançsızlığı ve kaygıları bebeğin de inancını elinden alarak, anne karnında ölümlere ya da düşüklere neden olan önemli faktörlerden biri olarak düşünülebilir. Yaşamda ilk ilişki kurduğu anne ile gerçekleşen bu alışveriş esnasında bebeğin ihtiyaçlarının karşılıksız bırakılması, inancını da zedeler. Kendini annenin bir uzantısı olarak algılayan bebek için bu durum vücut uzuvlarından birinin kopması gibidir ve onu derin bir yalnızlığa sürükler. Böylece bebek için yeni yeni deneyimlenmeye başlanan yaşam, inanç ile tutunulacak değil, bağlarını kuvvetlendirmekten kaçınılacak bir yer olmaya başlar. Bu dönemde kurulan ilk bağlar doğrultusunda inanç gelişminin zemini hazırlanmış olur. Ve özellikle ‘güven’ ve ‘yakınlık’ ile ilgili inançların burada filizlenmeye başlaması olasıdır. Elbette kurulan ilk bağların diğer dönemlerde de sağlıklı geçişlerle desteklenmesi beklenmektedir. İnancın 1. Psişik Evren’de ‘Anneye İnanç’ Olarak Gelişimi ‘1. Psişik Evren’ olarak adlandırılan ikinci evre, inanç gelişimi için kritik öneme sahip olan bir evredir. Bu dönemde bir süre sonra bebek için ‘ben-sen’ ayrımı gerçekleşmeye başlar. Anne, kendinden bağımsız farklı biri olarak bebek tarafından incelenmeye ve kendinden ayrıştırılmaya başlanır. Böylece bebek yaşamdaki ilk rolünü almış olur. Bu dönemde Somatik Rollere ek olarak ‘Psişik Roller’ de eklenir. Yani örneğin, ‘yiyen’ rolüne ‘zevk alan’ rolleri de katılır. Bebek için etkileşimde olduğu anneden gelecek tepkiler kritik önem taşır. Sağlıklı gelişim sürecinde, bebeğin ‘emen’ rolüne karşılık, ‘veren’ rolünde olan annenin, bebeğin ihtiyaçlarını karşılıksız bırakmaması beklenir. Bu dönem bebek için ‘birlikte olma’, ‘birlikte hissetme’ ve ‘birlikte yapma’ deneyimleri ile ilk ilişki kurma denemelerinin gerçekleştiği dönemdir ve burada yaşantılananlar, ileride yaşanacak olan ilişkilerin niteliğini belirleyecektir (Özbek, 1987). Bebek, anne ile yaşamında aldığı ilk rollerle iletişim kurarken, oluşan rol beklentisine karşılık aldığında, diğerine inanmayı öğrenir. Bu dönemde yaşanan ilk deneyimler doğrultusunda bebeğin sağlıklı bir şekilde inancı gelişmiş olursa ileride ilişkilerinde de diğer’lerine inanırken, ilk rol denemelerine karşılık alamaz ise diğerine olan inancı kırılır ve sonraki ilişki örüntülerine büyük ölçüde yansır. İlk ilişki denemelerinde yaşanan olumsuz deneyimler, kişinin diğerine olduğu kadar ilişkilere, yakınlığa olan inançlarını da kıracaktır. Diğer taraftan bu dönemde ilk defa deneyimlenmeye başlanan rol denemelerine aldığı karşılık, kişinin ileride alacağı roller için belirleyici olacaktır. Moreno, yaşamda tüm rolleri alabilmenin ruh sağlığının önemli bir göstergesi olduğunu belirtirtmiştir. Rol alabilmek, rollerin içine girebilmek rolü sürdürebilmek, kişinin geliştirdiği sağlıklı inanç örüntüleri doğrultusunda gerçekleşecektir. Dış dünya ile kurulan ‘benlik bütünlüğü’ de bu evrende ortaya çıkar. Benlik bütünlüğü, bir yere ait olma ve ait hissetme duygularının temelini oluşturur. Bu örüntü, bebeğin, anne tarafından benliğinin kabul edilmesi doğrultusunda ‘kendini kabul etme’ şeklinde sağlıklı olarak gelişmeye başlar. Bu, annenin bebeğine 29 inanması demektir. Benliğine inanıldığını gören bebek ileride ‘güvenli, sevilen, istenen’ örüntüleri taşıyarak yaşamını sürdürür. Özellikle duygular, güven, beden gibi benliğe dair inançlar kaynağını buradan alır. Tam tersi olarak cezalandırılan, benliğine olan inancı zedelenen bebek, ilerleyen dönemlerde sevilmeye layık olmadığı, belki gördüğü şiddet doğrultusunda duygularının, bedeninin önemli olmadığı yönünde çeşitli inançlar geliştirir. Psikodrama’nın en önemli kavramlarından biri olan tele ve sezgilerin temelleri de bu dönemde atılır. Annenin bebeği ile kurduğu telik süreç, bebeğini hissetmesi, bebeğin sonraki yıllarda sezgilerine karşılık önyargıları ile hareket etmesinin kaynağını oluşturur. Bir bireyin diğeri hakkında algıladıkları, hissettikleri olarak açıklanan tele, bir bakıma yaşama, evrene, kozmosa olan inancın bir ürünüdür. İnancın gelişemediği bir yerde tele’den bahsetmek mümkün olamaz. Döllenme ve hatta öncesinde var olan inanç, annenin bebeğine inanmasıyla en önemli ivmesini kazanır ve bir bebeğin bedeninde daha yaşamın içine tohumlarını atar. Kısaca, annenin bu dönemde bebeğin ihtiyaçlarına ve denemelerine vereceği tepkiler, sonraki yıllarda diğerlerine ve yaşama karşı takınılacak olan ‘güvene karşı güvensizlik’, ‘inanca karşı inaçsızlığın’ temelini oluşturur. İnancın 2. Psişik Evren’de ‘Sosyal Bir Varlık Olmaya İnanç’ Olarak Gelişimi Bir sonraki dönem, yaklaşık bir yaşın sonlarına doğru geçilen 2.Psişik Evren’dir. Bu dönemde artık gerçek ve gerçek olmayan (hayaller, fantaziler) birbirinden ayrılmaya başlar. Bu dönemde bebeğin yaşamına bir rol repertuarı daha eklenir; sosyal roller. Sosyal Roller, toplumun içinde insana belli bir yer sağlayan rollerdir (Altınay, 2007). Ebeveyn, kardeş, evlat, çalışan gibi örneklendirilebilecek bu roller sayesinde insan yalnızca toplumun beklentilerini karşılamakla kalmaz, aynı zamanda kendini geliştirmeye ve her defasında daha üst düzey bir rol almaya doğru çaba sarfeder. Bu aşamada bireyler, daha önceden birinci psişik evrende kendilerine ve çevrelerine dair yeterince sağlıklı inançlar geliştirememiş iseler, dış koşullara spontan cevaplar veremez, onların üstesinden gelemez ya da rol esnekliği ve roller arası geçişlerde sıkıntılar yaşayabilirler. Bebek bu dönemde annenin rolüne kendini koyup bu rolü oynamaya başlar. Psikodramanın temel tekniklerinden olan rol değiştirme’nin ilki bu dönemde gerçekleştirilmiş olur. Dolayısıyla annenin cezalandırıcı, ilgisiz ya da fazla korumacı tutumları bebeğin aldığı rollere dair inancının kırılmasına sebebiyet verir. Diğer taraftan ilgili ve cesaretlendiren annelerin çocuklarının yaşamda aldıkları rollere dair inançları kuvvetlenir. Bu, ileride çocuğun alacağı rollere de inanacağı ve dolayısıyla sağlıklı bir şekilde sahip olduğu rollerin içinde durabileceğinin göstergesidir. İçerisinde inancın zehirlenmiş olduğu hiç bir rolü sağlıklı olarak yerine getirmek mümkün olmaz. Bu evrede çocuk rol deneyimlerine yaşamdaki ilk sosyal rolümüz olan ‘evlat’ rolünü almakla başlar. Annenin tutumları doğrultusunda iyi ya da kötü bir evlat olduğu yönünde inancı gelişmeye başlar. Annenin inancı ya da inançsızlığı, güveni ya da güvensizliği, yüklediği yükler ve beklentileri çocuğun aldığı role olan inancının ne yönde gelişeceğini belirler. Çocuk kendi sahip olduğu rol repertuarı ile beraber, kurduğu ilişkiler doğultusunda karşıt rollere dair inançlar da geliştirmeye başlar. Ebeveynlerin ve varsa kardeşlerin tutumları doğrultusunda ‘anne’, ‘baba’, ‘kardeş’ rolleri ve daha genel kapsamda ‘aile’ ile ilgili inançlar oluşmaya başlar. Örneğin, sağlıklı düzeyde korunduğu ve desteklendiğini hissettiyse ‘Aile, güvenli bir yerdir’ inancının geliştirilmesi olası iken, tersi durumlarda aile kavramına dair inançsızlıklar ortaya çıkabilecektir. Aynı zamanda bir önceki aşamasında gelişmeye başlayan ilişkilere dair inançlar, burada da alınan sosyal roller doğrultusunda gelişimi sürdürmeye devam eder. İlişkilerin sorun getireceğine, tam olarak güvenli hiç bir ilişkinin olmayacağına inanan kimi yetişkinlerin bu dönemlerde travmatik yaşantıları olması olasıdır. İlişkilerle birlikte tekrar tekrar yaşanacak olan duygular, sevgi, yakınlık, güven, adalet gibi kavramlara dair alt inançların şekillenmeye başlamaları da beklenmektedir. Bu dönemdeki rollerde yaşanan problemler, bir sonraki transandent rollere olan geçişi de engeller. İnancın 3. Psişik Evren’de ‘Tanrı Rolüne’ Olan İnanç Gelişimi Daha önceki aşamalarda somatik, psişik ve sosyal rollerde inanç gelişimi sağlıklı olarak tamamlayan bireyler 3. ve son dönem olan Psişik Evren’de sağlıklı Transcendent Rolleri deneyimleyebileceklerdir. Transcendent Roller, duruşumuzu tanımlayan tüm rollerdir. Bu role 30 sahip olan bireyler Ben’in dar çerçevesinden çıkıp evrene, yaşama bakabilir ve anlam bulabilirler, yaşamda kendi yerlerini anlayabilirler (Özbek, 1987). Bu aşama, insanın en üst gelişme ve olgunlaşma dönemidir. Yaşamın getirdikleri doğrultusunda artık bir oluş haline varılan noktadır. Bireyin aynı zamanda Tanrı ile de bütünleştiği roldür. Dolayısıyla aslında inancın kendisidir. Bireyin gelişim sürecinde 1. ve 2. Psişik Evren’lerde deneyimlenmeye başlanan rol basamakları sağlıklı olarak atladıldı ise son basamak olan transcendent rollere geçiş sağlanabilecektir. İlk iki evre, bebeğin ebeveyni ile kurduğu ilişki doğrultusunda inancın pozitif ya da negatif yönde gelişim gösterdiği evreler, bu son evre ise ilk aşamalarda inanç gelişimi sağlıklı olarak gerçekleşebildi ise varılan noktadır. Transcendent roller hayatımızdaki bütün birikimlerin, geçmiş deneyimlerin görüntüleridirler. Bu aşamaya ulaşmış olan bireyler deneyim-üstü bir duruş ile varolurlar. Vardıkları noktada evrensel bütünlüğün bir parçası olduğunu idrak etmiş bir bilinç ve yaşamın akışına teslim olmuş bir duygu ile yer alırlar. Kendini gerçekleştirmiş insanın geçmişle ve yaşamla hesapları kalmamıştır. Transcendent rollerin deneyimlendiği bu zamanlar, artık inancın içinde durulan an’lardır. Bu nokta, tıpkı Jung’un ‘İnanmıyorum, biliyorum’ sözünde anlatmak istediği netliği içerir. Transcendent rollerde olan kişiler, yaşam deneyimleri doğrultusunda gelmiş oldukları noktada önceki bölümlerde bahsedilen inançların üstüne çıkmış; tanrı, ahlak, din, ölüm, özgürlük gibi varoluşsal konularda inanç bütünlüklerini oluşturmuş bireylerdir. Bu evre, yaşamda atlatılan badireler dolayısıyla oluşan çarpık inançların düzeltilmiş ve kişinin artık yaşam ile uyum içinde varolmaya başlamış olduğu an’ları içerir. Tüm bu aşamalarda yaşanlar toparlanacak olursa, bebeğin yaratıcıları olan anne ve babası onun yaşamındaki ilk tanrılarıdır. Bu tanrıların bebeğe doğumdan itibaren verdikleri her türlü inanç ve donanım, bebeğin sonraki yıllarında yaşam ve diğerleriyle kurduğu bağı ve bu bağı oluşturmasına olanak verecek ‘var etme ve tutunma inancı’ nı geliştirmesinde belirleyici olacak en güçlü unsurdur. PSİKODRAMA ve SOSYOMETRİ ile ‘İNANÇ’ ÜZERİNE BİR GRUP ÇALIŞMASI Çalışmanın çıkış noktası, varolmak için bu denli önemli olan inanç gelişminin, bireyin gelişim basamaklarında nelerden kaynak alıp beslendiğini keşfetmek olmuştur. Bu doğrultuda psikodrama ve sosyemetri ile bireylerin sahip oldukları inanç örüntülerinin oluşmasında önemli etkileri olan yaşantıların, ihtiyaç ve güdülerin keşfedilmesi üzerinde durulmuştur. Araştırmada, Embriyonel dönem, 1., 2., ve 3. Psişik Evren’lerde ebeveynlerle ilk kurulan ilişkilerin, kişilerin inanç süreçlerinin oluşumunu şekillendiriyor olması, bu doğrultuda bebeğin yaşamındaki ilk yaratıcıları olarak ebeveynlerin, kişilerin zihinlerindeki ‘yaratıcı’ ve ‘din’ kavramları ile önemli benzerlikler göstereceği hipotize edilmiştir. Araştırmaya İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nde 1 ila 5 yıl arasında değişen çeşitli sürelerle yaşantı grubuna dahil olmuş gönüllü 7 yetişkin üye katılmıştır. Veri toplama aracı olarak ‘Aile Atomu Ölçeği’, ‘Sosyal Atom Ölçeği’, ‘İnanç Atomu Ölçeği’, ‘Travmatik Yaşantılar Ölçeği’, ‘Önemli Yaşantılar Ölçeği’ kullanılmış ve 8 oturumluk psikodrama çalışması gerçekleştirilmiştir. Araştırma sonuçlarının çarpıcı ve hipotezleri destekler nitelikte olduğu görülmüştür. Genel çerçevede bakıldığında, adil olmayan bir anneye sahip olduğunu düşünen 2 katılımcı için yaratıcı da ‘adil değil’ şeklinde; annelerinden şiddet-ceza görmüş olduklarını belirten 3 katılımcı için de yaratıcı ‘cezalandırıcı’ olarak tanımlanmıştır. Küçük yaşta ayrıldığı için bağ kuramadığını belirten diğer bir katılımcı kendini bir sisteme aitmiş gibi hissetmediğini belirtmiş, anne tarafından epey örselenmiş olup üstüne çok fazla ve çeşitli travmaların çok yaşanmış olduğu görülen bir diğerinin de belirli bir yaratıcı güç ile bağ kurmak yerine derin bir felsefeye bağlanmayı tercih ettiği görülmüştür. Araştırmadan elde edilen bulgular, çekirdekten gelen aktarımların seçim süreçlerine yansımalarına bir kez daha somut olarak tanık olmamızı sağlamıştır. Tüm katılımcıların yaşamlarının ileriki yıllarında ebeveynlerine benzer kişileri seçmiş ve benzer bir döngü içine girmiş oldukları görülmüştür. Böylelikle tekrarlayan yaşantıların da deneyimlenmiş olduğu süreçte, en başta oluşan inançlar, 31 ‘kendini gerçekleştiren kehanet’ şeklinde güçlenerek kemikleşmiş ve bugüne dek gelmişlerdir. Dolayısıyla en kritik öneme sahip olanın, gelişim evrelerinde önemi vurgulanan ilk yaşantılar olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. Kurulan ilk ilişkilerin, kişilerin seçimlerini etkilerken, pekişen benzer örüntüler ile ‘inanç’ boyutuna kadar ulaşıp, kalıcı bir şekilde yuva kurmuş olduğunu görmek çarpıcı olmuştur. Belki de en çarpıcı olanı ise bu inanç örüntüsünün yaratana kadar gidiyor oluşudur. İlk tanrılarımız olan ebeveynlerimizin yaşama ve yaradana yansıtıldığını gördüğümüz çalışmada, daha da önemlisi anneyi aynalayan bebeğin bu özellikleri aynı zamanda kendisine de atfetmesidir. Sahnede ebeveynleriyle yüz yüze gelen hemen her protagonistin benzemeyi hiç istememesine karşın onlara benzer özelliklerinin olduğunu görmesi tesadüf değildir. Yaşama ve yaradana yansıtılan özellikler, herkesin içinde bir yerlerde mevcudiyetini sürdürür. Psikodramada inancın ele alınması, yalnızca bir dizi keşif sürecinden ibaret değildir. İyileşme aşamasında, ebeveynler ile barışma yani kişinin kendisi ile barışması; tanrı ile bütünleşme yani kendi içindeki yaratıcıyı iyileştirerek her an’ını ve yaşamını yaratması şeklinde son bulur. Moreno’nun ‘Ben-Tanrı’ olarak isimlendirdiği bu nokta, yaratıcı güç ile, cosmos ile buluşulan ve transcendent rollere geçilen son evredir. KAYNAKÇA • • • • • • Altınay, D. (2007). Psikopatoloji Seminer Notları. İstanbul. Özbek, A. (1987). Psikodrama Grup Psikoterapisinde Sahnesel Etkileşim. Ankara: Grup Psikoterapileri Derneği Yayınları. Blatner, A. ve Blatner, A. (1988). Foundations of Psychodrama, History. Theory&Practice, New York: Springer Publishing Company. Altınay, D. (2016). Sahnede Yaratıcılık. İstanbul: Epsilon Kitapları. Altınay,D. (2016 ). Psikodrama El Kitabı. İstanbul: Epsilon Yyaınları. Holmes, P. ve Karp, M. ve Watson, M. (2013). Morenodan Bu Yana Psikodrama (Çev.Ed.:Yrd.Doç.Dr.Nevzat Uçtum Muhtar). İstanbul: Nobel Yayın. 32 BAĞLANMA ÖRÜNTÜLERİNİN YENİDEN YAPILANDIRILMASINDA “GÜVENLİ ÜS” OLARAK PSİKODRAMA PSYCHODRAMA AS A SECURE BASE FOR RESTRUCTURİNG EARLY ATTACHMENT PATTERNS Dr. Psk. Yeşim Türköz Eğitmen Psikodramatist ÖZET Psikodrama, sağladığı kişilerarası güvenli bebeği, seçici bir biçimde koruyucu bir bağlanma zeminde, kişiyi kendi iç dünyasını keşfe çıkartan, ilişkisi kurma arayışına yöneltir. Ancak bağlanma adım adım geçilmesi gereken gelişimsel sistemindeki erken dönem bozulmalar, kaygılı ya aşamalardan geçiren, yarım kalmış işleri da kaçınmacı davranış örüntüleriyle kendini tamamlama fırsatı veren, eksikleri gösteren güvensiz bağlanma modelleri yaratır ve tamamlamasını, yaraları sarmasını ve hayat ile kişinin hayatı boyunca, yakın ilişkilerde yeni ve sağlıklı bağlar kurmasını sağlayan bir bocalamasına neden olur. Bu makalede, psikoterapi sistemidir. Bu makale, bağlanma örüntülerinin yeniden yapılanmasında psikodramanın, erken bağlanma örüntülerinin psikodramanın, nasıl güvenli ve onarıcı bir zemin yeniden yapılandırılması konusundaki oluşturduğu ele alınmakta, Moreno’nun Rol işlevselliğini göstermektedir. Bowlby’nin Kuramı’na göre kişilik gelişimi basamakları ve bağlanma kuramına göre, bağlanma, doğuştan bu basamaklara karşılık gelen temel teknikler ile gelen ve hayatta kalmaya yönelik güdüleme temel unsurların, bağlanma hasarlarını onarma özelliği olan temel bir sistemdir. Bu sistem gücü üzerinde sistematik olarak durulmaktadır. ABSTRACT Psychodrama, is an interpersonal psychotherapy system which provides us with a secure ground for self discovery, allows gradual personal growth and new healing bonds with life. This article emphasizes effectiveness of psychodrama on restructuring insecure attachment patterns in human life. Theory of Attachment developed by Bowlby suggests that attachment is an inborn mechanism which has a capacity to motivate an organism for adaptive biological survival. This system makes baby selectively search for a secure attachment relationship. The bond which is mostly formed with the mother serves as a secure base for discovering the world and a protective shelter in front of any danger. Unfortunately not every baby is lucky enough to begin life within a secure attachment bond. In some cases insecure attachment styles are developed which show themselves as anxious and avoidant behavioral patterns even in adultood close relationships. For those who developed insecure attachment patterns psychotherapy has to be a secure base. In this article, the emphasis is on the power of psychodrama for providing a secure and healing ground for restructuring attachment patterns. It is systematically indicated how Moreno’s role theory about developmental stages of personality correspons with basic techniques and basic elements of psychodrama in repairing injured bonds of early life. Bağlanma Kuramı, Sosyometri ve Psikodrama Bağlanma Kuramının geliştiricisi John Bowlby, psikoanalitik gelenekte yetişmiş olmasına karşın, psikoanalitik kuramın, fantazilere ve iç yaşama odaklanarak gerçek yaşam deneyimlerine çok az önem vermesini bir eksiklik olarak görmüştür. Bowlby’nin psikoanalitik geleneğin izini sürerek geliştirdiği bağlanma kuramına göre bebek ve anne arasındaki bağlanma, bu ikilinin arasındaki gerçek ilişkinin doğasına bağlı olarak gelişen bir oluşumdur. Bağlanma kuramı, içgüdüsel dürtü kuramını tümüyle redderek, iç dünyanın gelişiminde dış gerçekliğin önemini vurgulamıştır (Knox, 1999). Benzer biçimde Moreno da (1953) kuramında, insanların bir sosyal atom içine doğduklarını ve bir iç dünya yaratılabilmesi için birey ve çevre etkileşiminin şart olduğunu savunmuştur. Moreno, bu sonuca Viyana’da istismara uğrayan hayat kadınları ve mülteci kamplarında yaptığı sosyal projeler sonucunda ulaşmıştır. Kamplarda doktor olarak çalıştığı dönemde, göçmenlerin sosyopsikolojik durumlarının, fiziksel sağlıklarına etkisi olduğuna dair gözlemlerde bulunmuş ve kişilerarası etkilerin önemini gösterecek çalışmalara yönelmiştir. 33 İnsanın Kişilerarası Doğası Sosyometri ve Bağlanma Örüntüleri Bowlby’nin yetiştirme yurtlarında yaptığı gözlemler ile Moreno’nun mülteci kampında yaptığı gözlemler arasında önemli benzerlikler vardır. Bowlby, annelerinden ayrılmış olan ve bir başkasının bakımına muhtaç olan çocuklarda (1958, 1959, 1960), Moreno da barakalarda zorunlu olarak biraraya gelmiş kişilerde daha fazla hastalık ve psikolojik soruna rastlandığını tespit etmişlerdir (Özbek & Leutz, 1987). Bowlby’nin çocukları, iyi bakıma rağmen sorun yaşarken, Moreno’nun göçmenleri arasında da birbirlerini tercih ederek biraraya gelmiş olanlarda, şartlar aynı olumsuzlukta olmasına rağmen daha az hastalık görülmekte idi. Bir başka deyişle, her ikisi de insan sağlığının kişilerarası doğasını keşfetmişler ve insanların önemli ötekilerle olan karşılıklı bağlarının ve duygu akışının önemini görmüşlerdir. Bowlby, kendi gözlemlerinden yola çıkarak Bağlanma Kuramı’nı geliştirmiş, Moreno ise bu araştırma ve çalışmaları sonucunda, bir sistem olarak Sosyometri’yi yaratmıştır. Psikodramada Grubun Güvenli Kozası Bowlby’ye (1960;1969) göre, sağlıklı duygusal gelişim için çocuğun yakın ve istikrarlı bir bakım alma ilişkisine ihtiyacı vardır. Bowlby kuramını, gerçek deneyim ve ilişkisellik üzerine yaptığı çalışmaların üzerinde kurmuş ve geliştirmiştir. Yaşamlarının ilk üç yılı içinde annelerinden ayrılan ve kurumlarda yaşayan çocuklar ile yaptığı çalışmalarda, sonradan verilen iyi bakıma rağmen çocuklarda psikolojik sorunlarla karşılaşılması, Bowlby'i psikoanalitik kuramın “çocuklar annelerini, onunla açlık güdüsünün doyurulması arasında bir çağrışım kurdukları için severler” görüşünden uzaklaştırmıştır (Hazan ve Shaver, 1994). Bowlby bu çalışmalarında, protesto, umutsuzluk ve kopma davranışlarının, ayrılığa gösterilen hayatta kalma tepkileri olduğunu savunarak çocuklukta da yas yaşama kapasitesinin olduğunu ve bunun birincil bakıcı ile kurulan bağın derinliğini gösterdiğini öne sürmüş ve ayrılıktan etkilenmez görünmenin ya da ayrılıktan aşırı kaygılanmanın bağlanma ile ilişkili sorunlara işaret eden davranışlar olduğu düşüncesini ortaya koymuştur. Bowlby’nin bağlanma kuramına göre, bağlanma, doğuştan gelen ve biyolojik uyuma yönelik güdüleme özelliği olan temel bir sistemdir. Bu sistem bebeği, seçici bir biçimde bir bağlanma ilişkisi kurmaya yöneltir. Bağlanma sistemi, hem bebeğin, bakım verene olan fiziksel yakınlığını sürdürerek, çevreden gelebilecek tehlikelerden korunmasına yardım eder, hem de ona çevreyi keşfetmesi için gerekli koşulları sağlar. Bakım veren ile bebek arasındaki bu yakınlık, bebeğin çevresini keşfetmede kullanabileceği “güvenli bir üs” ve tehlike anında onu koruyacak “sağlam bir sığınak” işlevi görür (Bowlby, 1969, 1973, 1980). Bu dönem, Moreno’nun Rol Kuramı açısından ele alındığında, birinci psişik evren’in özdeşim bütünlüğü (all identity) evresine denk düşmektedir. Moreno’ya göre bu dönemde annenin varlığı, bebeğin dünyasında bütünleyici bir rol üstlenir ve çocuk kendisini dış dünya ile özdeşim içinde algılar (Özbek & Leutz, 1987). Kanımca, bu bütünleşik varoluş durumu, kendisini ayrı bir varlık olarak hissetmenin vereceği kaygıya henüz hazır olmayan bebeğin, hayatta kalmak için ihtiyacı olan güvenlik 34 duygusuna da temel oluşturarak, onun dünyayı güvenli bir yer olarak algılamasına ve bu sarmal içinde hayata ısınmasına yardımcı olmaktadır. Tıpkı bir psikodrama oturumunda, yönetici ve protagonistin ısınma yürüyüşü yaparken grubun güven veren kozası içinde yan yana ve temas halinde yürümeleri gibi… Bebekliklerinde güvensiz bağlanma örüntüsü geliştirmiş kişilerin çoğu, yetişkin dönemlerindeki yakın ilişkilerde, kaygılı (saplantılı / korkulu) ya da kaçınmacı (reddedici, kayıtsız) bağlanma stilleri geliştirmekte ve ilişkilerinde karşılaştıkları zorluklarla başa çıkmakta güçlük çekmektedirler. Moreno’ya göre, birinci psişik evrendeki annebebek etkileşim birimi, bir sosyal plasenta işlevi görür. Pek çok canlıya kıyasla uzun süre bakıma ihtiyaç duyan insan yavrusunun gelişebilmesi için doğumdan önceki organik plasenta gibi doğumdan sonra da bir sosyal plasentaya ihtiyaç vardır. Bu sayede, yeni doğan için “birlikte olma, birlikte hissetme, birlikte yapma” mümkün olur ve gelecekteki kendi varlığına güven duymasının temelleri atılabilir (Özbek & Leutz, 1987). Birinci psişik evre sağlıklı geçirilir ise ilerideki eş seçimlerinin ve ilişkilerin de sağlıklı olması beklenir (Altınay, 2010). Bağlanma İlişkisindeki Eşzamanlılık ve Öznelliklerarası Rezonansın Psikodrama Sahnesindeki İzdüşümleri Bowlby’nin kuramında da, benzer şekilde, anneçocuk ilişkisinin, ileriki yıllarda hem kişilerarası hem de kişinin iç dünyasında olan bitenin kökünü oluşturduğu söylenir. Anne (bakım veren) ile yinelenen etkileşim örüntüleri ve günlük deneyimler sonucunda bebek, bağlanma kişisi ve kendilik modellerinin temsillerini içeren bilişsel yapıları ya da Bowlby’nin tanımıyla “içsel işleyen modeller”i (internal working models) geliştirir. Bu modeller, bakım verenin ulaşılabilirliğini ve olumlu tepkiselliğini öngörmede kullanılan bilişsel temsillerdir (Hazan ve Shaver, 1994; Knox, 1999; Page, 2001). Bebekler içsel modellerini, annenin ulaşılabilirliğine ve olumlu tepkiselliğine yönelik beklentileri üzerine kurarak belirli bağlanma örüntüleri geliştirirler. Bunlar, güvenli bağlanma, güvensiz kaygılı bağlanma ve güvensiz kaçınmacı bağlanma olarak tanımlanmıştır (Ainsworth ve arkadaşları, 1978). Bu içsel modeller, bakım verene ilişkin değerlendirmelerle birlikte, çocuğun bakımı hak etmeye ilişkin kendilik değerini de içerir (Page, 2001). Güvenli bağlanan bir çocuk, olumlu ve güvenilir bir bakım veren modeli ile sevgi ve dikkati hak eden bir kendilik modeli geliştirirerek bu varsayımı daha sonraki ilişkilerine de taşıyabilir. Güvensiz bağlanan çocukta ise dünyaya ve insanlara ilişkin tehdit edici ya da olumsuz beklentiler ile kendisine ilişkin değersizlik duyguları gelişir (Knox, 1999); ilişkilerinde sorunlar yaşama olasılığı artar. Eş ve Ayna Dönemi Bağlanma ve beyin gelişimi arasındaki ilişkiyi inceleyen çok sayıda makale ve kitabın yazarı olan Allan Schore (2000, 2001, 2002a, 2002b) bağlanma kuramının, özünde, bir düzenleme (dyadic emotional regulation) kuramı olduğunu öne sürmektedir. Bu görüşe göre güvenli bir bağlanma ilişkisinde anne, sezgisel ve bilinçdışı düzeyde, sürekli olarak bebeğin değişen uyarım ve değişen duygudurumunu düzenlemektedir. Başka bir deyişle burada öznelliklerarası bir rezonans sözkonusudur. Bu iletişimsel matriks içinde hem anne, hem de bebeğin psikobiyolojik durumları birbiriyle uyum içindedir. Bu uyum eşzamanlı sosyal dikkatlerini ve birbirlerine yönelik uyarımlarını düzenlemelerini sağlar. Eşzamanlılık, anne ve bebeğin birbirlerinin ritmik yapısını öğrenmesi ve kendi davranışlarını bu yapıya uyum sağlayacak biçimde değiştirmeleri sonucu oluşur. Anne, birliktelik sırasında bebeğin duygudurumunu ne kadar iyi düzenliyorsa, onun uzaklığı tolere etmesini de o derece kolaylaştırır. Anne bebeğin yeniden biraraya gelme ihtiyacına ne kadar duyarlı ise, ilişki de o denli eşzamanlı olur. Bu karşılıklı uyumluluk içeren etkileşimler, bebeğin sağlıklı duygudurum gelişiminin temelini oluşturur. İlk olarak anne-çocuk ilişkisinde hissedilen bu öznelliklerarası rezonansın, sosyometrik ölçümlerde ve psikodrama sahnesinde çok güçlü bir yeri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zerka Moreno’ya göre (1975) bu ilk dönem, çocuğun varlığının olumlu olarak onaylanması ve sayılmasıyla ilgili ihtiyacına denk düşer ve benlik oluşumu için kritik bir öneme sahiptir. Bu doğrultuda psikodramadaki “eş” in (double) kökü erken dönem anne-bebek ilişkisine uzanmaktadır. İlk eş, yani anne, bebek için ideal bir yardımcı ego işlevini üstlenerek bebeği için gereken her şeyi onun yerine yapar. Bu birlikte olma, birlikte hissetme, birlikte yapma durumudur. Tıpkı bebeğin hayatta kalmak için kendi başına yapamadıklarını yapacak ve adeta bedeninin uzantısı gibi davranacak birine ihtiyacı olması gibi psikodramada da eş, protagonist ile adeta tek bir kişi imişcesine onun iç dünyasıyla ilgili ipuçlarını sağlar ve terapistin protagonisti anlamasına yardımcı olur. Tian Dayton (1994) da bu dönemi “Eş (double) Dönemi” olarak adlandırmıştır. Bu dönem, bebek açısından, benliğin annenin benliği ile bir bütün olduğu dönemdir. Bebek, anneyi kendisinin uzantısı olarak algılar. Annenin doğal ritmi, bebeğe olduğu gibi yansır. İkili arasında hiçbir sınır yoktur. İnsan yavrusu ancak bu şekilde güven duygusu geliştirmeye başlar. Birinci evrende bebeğin uzantısı olan eş, aynı zamanda onun dünya ile bağının ve gelecekte kuracağı ilişkilerin de temelini atar. Bu dönemde içselleştirilen eş (double), sonraki dönemlerde kişinin kendilik algısını ve ne kadar görüldüğüne, onaylandığına, sevildiğine dair hissiyatını belirler. Psikodrama oturumlarında eş ve eşlemenin protagonist üzerinde bu kadar temel bir etkisi vardır. Protagonist, kendi subjektif gerçekliği içinden eş’lenme sayesinde iç dünyasını güven içinde sahneye aktarabilir ve oyunun gelişimi boyunca, ihtiyacı olan yaşamsal bağları yavaş yavaş oluşturabilir. Zerka Moreno, eşlemeyi, ötekinin psişesinin içinde yürümek olarak tarifler. Bu da iki yönlü duygu akışı, yani “tele” sayesinde mümkün olabilir. “Tele”nin temeli de anne-çocuk arasındaki empatik bağın köklü biçimde kurulduğu dönem olan özdeşim bütünlüğü döneminde yatar (Kurter, 2010). Zerka Moreno, tele ilişkisinin, kendiliğinden doğal biçimde geliştiğini, Jacob Levy Moreno da bu süreçte tesadüfe yer olmadığını ve tele ilişkisinin iki tarafı birden içermesi itibarıyla, gerçekçi unsurlara dayandığını (Blatner, 1994) vurgularken sanki kişilerarası alanda gerçekleşen bu karşılıklı duygu akışının, olması gereken yerde ve anda olduğunu söyler gibidirler. Paul Holmes da (1992) teleyi, transferansdan farklı olarak, içinde nevrotik bir güdülenme barındırmayan, bir kişiyi diğerine çeken ve diğerinin gerçek niteliklerinin harekete geçirdiği duygulardan oluşan karmaşık bir yapı olarak tanımlamış ve bir psikodrama oturumundaki terapötik ilerlemenin ancak tele ile mümkün olabildiğini vurgulamıştır. Adam Blatner’a göre 35 (1994) organizmalardaki seçicilik, doğuştan gelen bir eğilimdir ve tele bu seçiciliğin bir uzantısı olarak ortaya çıkar. Ancak insanlar arasındaki karşılıklı itim ve çekim dinamikleri, bu olguyu tercih olmaktan çok daha öteye taşımakta ve karmaşıklaştırmaktadır. Bağlanma kuramının özünü oluşturan bu ilişkisellik ve eşzamanlı rezonans, sosyometri ve psikodrama için hayati önem taşır. Kanımca, kişilerin öznel tarihlerinden gelen subjektif gerçeklik, psikodrama sahnesinde gün ışığına çıkar ve ‘an’a özgü kişilerarası bir rezonans yaratarak o ‘an’ın objektif gerçekliğini doğurur. “Tele”, aslında içinde tarihten izdüşümleri barındıran yeni bir gerçekliktir ve ortaya çıktığı anın kozasını oluşturarak şimdi ve burada çalışabilmeyi sağlar. Bu da arkaik ilişki örüntülerinin şimdi ve burada harekete geçmesine ve üzerinde çalışılmasına olanak verir. Rol gelişim basamakları açısından bu durum, fanteziler dahil her şeyin “o anda” gerçek olduğu her şey gerçek (all reality) evresine denk düşer. Hayatın en başında, annenin düzenleyici işlevini deneyimleyebilen bebek, güvenlik duygusu ile şarj edilmiş bir merak geliştirir. Bu da kişinin yeni sosyoemosyonel durumları ve fiziksel çevreyi keşfetmesine yardım eder. Bir bebeğin, bilinmeyeni keşfe çıkması için gereken en etkili eylem biçiminin oyun olduğunu biliyoruz. Psikodrama oturumlarının başındaki ısınma oyunları da benzer bir işlev görmekte ve kişilere bilinmeyene yaklaşmayı sağlayan bir eylem alanı yaratmaktadır. Isınma oyunları sayesinde üyeler, keşif davranışlarını harekete geçirmekte ve henüz bilinmeyene adım adım yaklaşma cesaretini göstermektedirler. Eşleme döneminde yeterli ilgi ve sevgiyi gören bebek, hem dış dünyaya hem de ilgi ve sevgiyi hak eden bir bebek olarak kendine yeterince güven geliştirdiği için artık annesinden ayrışabilecek olgunluğa ulaşmıştır. Kendi kendine hareket etme cesaretini ve kendi subjektif gerçekliğinden yavaş yavaş çıkıp dış dünyadaki farklı bilgi kaynaklarıyla ilgilenebilecek merakı geliştirmeye başlamıştır. Tian Dayton (1994) bu dönemi de “Ayna Dönemi” olarak adlandırmaktadır. Rol kuramı açısından ikinci psişik evrene geçilmiş, subjektif ve objektif gerçeklik birbirinden ayrışmaya başlamıştır. Ayna, iç ses ile uyumlu olmak zorunda olmayan bir dışsal bilgi kaynağıdır. Eğer duyarlı ve dikkatli bir aynalama varsa, benlik ile dış dünya arasında güvenli geçişler mümkün olur. Bu sayede çocuk, sadece kendi bakış açısıyla değil, başkalarının bakış açısıyla da kendine bakmayı öğrenir. Eğer bebek birinci evrede yeterince eşlenmiş ise aynalamayı etkili biçimde kullanabilir. Aynalama, acımasız ve cezalandırıcı ise benlik ile dış dünya arasındaki geçiş yolları bozulur. Dışarıdaki yansıma, iç sesiyle uyumlu olmadığında çocuk, yanlış anlaşıldığı ve varlığının kabul görmediği hissiyatı geliştirir ve güven içinde kendine dış bir gözle bakamaz. Subjektif gerçeklikten objektif gerçekliğe geçemez. Psikodramada da yeterli eş fonksiyonu varsa, protagonist zamanı geldiğinde kendi sahnesinin dışına çıkabilme ve ayna tekniğini kullanarak kendi hayatına dışarıdan bakabilme güvenini oluşturur. Bunun zamanlaması konusunda terapistin protagonist ile kurduğu tele çok önemlidir. Ancak kendi sahnesinin ve subjektif gerçekliğinin içinde yeterince durmuş olan protagonist, onun dışına çıkıp kendine dışarıdan bakabilir. Psikodramatik Olgunlaşma Yardımcı Ego ve Rol Değiştirme Dönemi Bowlby’e göre bağlanma ilişkisinde her zaman optimal uyum yakalanamaz. Bağın bozulduğu, kırılmaların olduğu anlar vardır. Bu durum, bebekte otonomik dengenin bozulmasına neden olur ve onarım gerektirir (Reite ve Capitanio, 1985). Bu kırılma ve onarım örüntüsü içinde “yeterince iyi” anne (bu terim Winnnicot’a aittir), çocukta uyanan stres tepkisini ve negatif duygu durumunu düzenlemeyi, yeni bir uyuma geçmeyi başarır. Olumsuz bir yaşantının ardından yeniden olumlu bir yaşantının gelmesi, çocuğa olumsuzluğun sürdürülebilir ve bitirilebilir bir durum olduğunu öğretir. Duygu düzenlemesi ve strese dayanıklılığın gelişebilmesi de anne ve çocuğun olumlu ve olumsuz duygu durumları arasında gerekli geçişleri yapabilmesi ile mümkündür. Psikodramada, stresin giderek arttığı ve yoğun duygulanımların biriktiği sahnelerin ardından gelen katarsis anları, bu geçişlerin en belirgin şekilde yaşandığı ve protagonistin strese dayanıklılık becerilerini geliştiren, güvenli bir zeminde onarımın mümkün olduğu gerçeğini 36 bizzat yaşatan ve bu sayede kendilik düzenlemesini öğrenerek içselleştirmeyi sağlayan yaşantılardır. Moreno da terimin etimolojik anlamını genişleterek, katarsisin yalnızca duygu boşaltımı değil aynı zamanda bir düzenleme ve bütünleştirme olduğunu; yalnızca geçmişin yükünden kurtulma değil, sahici bir biçimde şimdi ve burada bulunmak olduğunu; yalnızca pasif ve sözel bir dışavurum değil, aktif bir eylem olduğunu; yalnızca kişisel bir ritüel değil, paylaşılan bir şifa olduğunu; yalnızca intrapsişik bir rahatlama değil, kişilerarası çatışma çözme yolu olduğunu vurgulamıştır (Kellermann, 1992). Bu ifadeler, Moreno’nun da katarsisi, yalnızca bir arınma şekli olarak görmediğini, önemli ötekilerle yaşanan kişilerarası ilişkiler bağlamında bizzat kişilerarası alanda eyleme konulan bir duygu düzenleme yolu olarak önerdiğini göstermektedir. Yeterince eşlenmiş, doğru aynalanmış, kırılma ve onarımlar yoluyla kendilik düzenlemesini öğrenebilmiş olan çocuk, güçlü bir benlik duygusu ve empati kurma yeteneği geliştirir. Kendi benliğini yitirmeden ve bastığı zemini kaybetmeden başkalarının gerçekliğine girip çıkma güvenini oluşturmuştur. Tian Dayton’un yaklaşımına göre bu dönem “Yardımcı Ego Dönemi” olarak adlandırılır. Çocuğun yüksek kendilik değerinin verdiği sağlamlık ile başkalarının varlığını dikkate almaya ve toplumsallaşmaya başladığı dönemdir. Bu dönem narsisistik ihtiyaçların ve isteklerin ötesine geçebilme ve dünyada başkalarının da olduğu gerçeğini kabullenebilme dönemidir. Psikodramada yardımcı ego olabilmek, kendi ihtiyaçlarının farkında olarak onları bekletebilmek ve kendisinin dışındaki rollere girmeye hazır olmak çok önemlidir. Gelişimsel olarak, bundan sonraki dönem, benlik gelişiminin ve ayrışmanın tamamlanarak benlik bütünlüğüne ulaşıldığı ve bunun verdiği güven ile empati kurmanın da ötesinde başkalarının bakış açısına geçilebildiği dönemdir. Tian Dayton bu döneme “Rol Değiştirme Dönemi” adını verir. Rol değiştirmede kendi rolünden tamamen çıkıp bir başkasının benliğine kısa bir yolculuk yaparak onun gibi düşünebilme ve hissedebilme yetisine ihtiyaç vardır. Bunun için sınırların çok net olması gerekir. Rol değiştirmek bir başkasının benliği içinde yok olmak değil, onun subjektif gerçekliğine yapılan anlık bir ziyarettir. Ardından kişi kendi benliğinin sınırlarına geri döner. 37 Kişinin kendi rolünden çıkıp başka birinin rolünü alması ve bir süreliğine o rolü oynaması, kişilik gelişiminindeki temel aşamaların tamamlandığını gösterir. Kellermann (1992), rol değiştirme sırasında iki kişinin birbirlerinin öznel dünyasında derinleşmeye başlamalarının ve bir süreliğine “öteki” olmalarının önemine değinmiş ve kişinin önce diğerini taklit ettiğini, ardından özdeşim kurduğunu ve son aşamada da içine alarak “o” olduğunu vurgulamıştır. Görülebileceği gibi bu süreç, kişinin kendi içsel işleyen modelleri ile karşılaşmasını, onları yeni gerçeklik içinde ele almasını ve yeniden yapılandırmasını sağlar. Hazmedilmeden yutulmuş bir lokmayı çıkartıp, çiğnedikten sonra yeniden yutmak gibi… Lokma bu kez sindirilmeye hazır hale getirilebilmiştir. J.L. Moreno ve Z. Moreno, rol değiştirmenin, 3 yaşına gelmiş bir çocuğun sosyal gelişimi açısından son derece önemli olduğunu söylemişlerdir. Bu yaştaki çocuk, yavaş yavaş benmerkezci evreyi geride bırakmakta ve karşısındakini tanımaya başlamaktadır. Rol değiştirme becerisi, çocuğun sağlıklı ve yeterli bir eşleme deneyimi edinebilmiş olmasına bağlıdır (Kellermann, 1992). Psikodramada rol değiştirme temel teknikler içinde en önemli olanıdır. Bunun anlamı, gelişimsel süreçte en gelişmiş evreye takabül etmesidir. Rol değiştirmenin yapılmadığı bir psikodrama oturumu gelişimsel olarak gereken basamakların çıkılmadığını gösterir. tehlikeyle karşılaşmadan birçok yaratıcı yolculuk yapmak mümkündür. Çoğu zaman bu yolculuklar, öznel öyküyü yeniden ve bu kez daha şifa verici şekilde yazmak için ender fırsatlarla doludur. KAYNAKÇA • • • • • • • • Psikodrama Sahnesinde Şifalanmak ve Büyümek • Bir psikodrama oturumu, bütün bu gelişimsel aşamaları temsili olarak içermek durumunda olduğundan her oturumda, geçmişten kalan yaraların sarılması, gelişimsel basamakların tekrar tekrar çıkılarak insanın en temel ihtiyacı olan güvenli bağlanma örüntülerinin tesis edilmesi ya da sağlamlaştırılması yoluyla benliğin temelleri güçlendirilir. • Zerka Moreno, psikodramanın “insana hayatı nasıl yaşayacağını, ceza çektirmeden öğreten bir laboratuar” olduğunu söyler (akt. Kellermann, 1992). Gerçekten de psikodrama tıpkı iyi bir anne çocuk ilişkisinde olduğu gibi insanın her türlü haliyle var olmasına izin veren güvenli bir üs gibidir. Bu üsten yola çıkarak herhangi bir • • • • Ainsworth, M.D.S., Blehar, M.C., Waters, E., ve Wall, S. (1978). Patterns of attachment: A psychological study of the strange situation. Hillsdale, NJ: Erlbaum. Altınay, D. (2010). Tangodrama. Psikodramada Çağdaş Yaklaşımlar. Ed. Deniz Altınay. İstanbul: Sistem yayıncılık. Blatner, A. (1994). Tele. Psychodrama Since Moreno. Ed by P. Holmes, Blatner, A. (2002). Psikodramanın Temelleri. Tarihçe, Kuram, Uygulama (Çev. Gülden Şen). Sistem Yayıncılık, İstanbul. Bowlby, J. (1958). The nature of the child’s tie to his mother. International Journal of Psycho-Analysis, 39, 350-373. Bowlby, J. (1959). Separation anxiety. International Journal of Psycho-Analysis, 41, 1-25. Bowlby, J. (1960). Grief and mourning in infancy and early childhood. Psychoanalytic Study of the Child, 15, 9-52. Bowlby, J. (1969). Attachment and Loss: Cilt 1. Attachment. New York: Basic Books. Bowlby, J. (1973). Attachment and Loss: Cilt 2. Separation: Anxiety and anger. New York: Basic Books. Bowlby, J. (1980). Attachment and Loss: Cilt 3. Loss: Sadness and depression. New York: Basic Books. Dayton, T. (1994). The Drama Within: Psychodrama and Experiential Therapy, Florida, Health Communications. Hazan, C. & Shaver, P.R. (1994). Bağlanma: Yakın ilişkilerle ilgili araştırmalar için bir çerçeve (Çev. Ali Dönmez). Türk Psikoloji Bülteni, 16-17, Mart-Haziran 2000, 29-50. Holmes, P. (1992). The Inner World Outside: Object relations theory and psychodrama, London: Tavistock/Routledge. Kellermann, P.F. (1992). Focus on Psychodrama: The Therapeutic Aspects of Psychodrama. London: Jessica Kingsley. Knox, J. (1999). The relevance of attachment theory to a contemporary Jungian view of internal world: internal working models, implicit memory and internal objects. Journal of Analytical Psychology, 44, 511-530. • Moreno, J.L. (1953). Who Shall Survive? A New Approach to the Problem of Human Interrelations. Washington: Nervous and Mental Disease Publishing Co. • Moreno, Z.T. (1975). The significance of doubling and role reversal for cosmic man. Group Psychotherapy & Psychodrama, 28, 55-59. • Özbek, A. Ve Leutz, G. (1987). Psikodrama, Grup Psikoterapisinde Sahnesel Etkileşim. Ankara: Has-Soy Matbaası • Page, T.F. (2001). Attachment and personality disorders: Exploring maladaptive developmental pathways. Child and Adolescent Social Work Journal, 18(5), 313-334. • Reite, M. ve Capitanio, J. (1985). On the nature of social separation and attachment. In M. Reite and T. Field (Eds.), The Psychobiology of Attachment and Separation (s.223-255). Orlando, FL: Academic Press. • Schore, A. N. (2000). Attachment and the regulation of the right brain. Attachment and human development, 2(1), 23-47. • Schore, A. N. (2001). Effects of a secure attachment relationship on right brain development, affect regulation and infant mental health. Infant Mental Health Journal, 22(1-2), 7-66. • Schore, A. N. (2002a). Advances in Neuropsychoanalysis, attachment theory and trauma research: Implications for self psychology. Psychoanalytic Inquiry, 22(3), 433484. • Schore, A. N. (2002b). Dysregulation of the right brain: a fundamental mechanism of traumatic attachment and the psychopathogenesis of posttraumatic stress disorder. Australian and New Zealand Journal of Psychiatry, 36, 9-30. 38 39 PSİKODRAMADA ''AN'' FELSEFESİNE GÖRE SOMUTLAŞTIRMA VE SOMUTLAŞTIRMA SÜRECİNİN İYİLEŞTİRİCİ BİR TERAPÖTİK YÖNTEM OLARAK ETKİSİ (SOMUTLAŞTIRMANIN BÜYÜSÜ) CONCRETIZATION ACCORDING TO “MOMENT” PHILOSOPHY IN PSYCHODRAMA, AND THE IMPACT OF THE CONCRETIZATION PROCESS AS A THERAPEUTIC METHOD (THE MAGIC OF CONCRETIZATION) Psk. Merih Ünsal Eğitmen Psikodramatist ÖZET ''Algılanabilen dünya ideal düşünceler dünyasının bozuk bir siluetidir.'' Plato Somutlaştırma psikodrama'nın en önemli ve spontan ve yaratıcı eylem içinde olduğu güçlü terapötik bir tekniğidir. Moreno, an’dır. Bunu en iyi psikodrama sahnesinde evrendeki spontanlık ve yaratıcılık gücüne deneyimleyebilir. Bu eşsiz sahne bizde var inanan bir kuramcı ve filozoftu. ''Ben Tanrı'' olan spontanlığın ve yaratabilme gücümüzün derken insanoğlunun evrenle olan yaratıcı ortaya çıkmasını eğitilmesini sağlar. Bu bağına gönderme yapmıştır. İnsan yaratır, anlamda somutlaştırma, psikodrama ilişki kurar, evrenle ve yaratıcı süreçleriyle de sahnesinin tüm yerinde vardır. Psikodramanın bağlantı kurar. Yaşamda temel tamamı somuttur, gözle görünendir ve ''an'' da sorumluluklarımızı alıp, özgürleşip gerçekleşir. Keşif yoluyla değişim ve gelişim , değişmemizdeki tek adım da budur. iyileşme yolunda önemli bir avantaj Somutlaştırmanın gücü bebeğin dünyaya sağlamaktadır. Somutlaştırma tekniği ile gelmesi sonucu insanlığın yaratılması ile geçmiş zamanda bir yaşantıyı bilinçaltında insanlığa sunulmuştur. Doğum somuttur ve tekrarlayabilir ve bu tekrarı şimdiki zamanda gerçektir. Evren, somutlaştırmanın ta işlevini ortaya çıkartabiliriz. Ne tür olursa kendisidir. Biliyoruz ki her şey “şimdi ve olsun geçirdiğimiz bir yaşantıyı psikodrama burada” gerçekleşmektedir. Moreno’ya göre sahnesinde tekrar yaşama şansımız vardır. Söz bunu yaşatabilen en etkin yöntem ise eylem konusu “tekrar yaşama” geçmişte ki bir olayın halidir. Ancak eylemde olan canlı “an” da yeniden yaşanması şeklinde olabileceği gibi olabilir ve zamansızlığı yaşayabilir. Eylemsiz geleceğe ilişkin bir hayalin provası şeklinde hiçbir canlı olmamasına rağmen insanoğlu olabilir. Bu iyileştirici / tedavi edici işleve eylemin ‘’An’’ yarattığını ve böylece an sahiptir. Moreno bu konuda “ikinci kez içinde hayatını nasıl oluşturduğunun çok fazla yaşanan her gerçek birincinin verebileceği farkına varmaz. Fark ettiği an ise onun zarardan kurtuluştur” der. ABSTRACT “The perceptible world is a warped silhouette of the world of ideas.” Plato Concretization is the most essential and effective therapeutic technigue used in psycodrama. Moreno was a theorist and philosopher who believed in the universe’s force of spontaneity and creativity. When saying “I, God”, he was referring to the creative connection between humankind and the universe. Humankind creates, establishes relations, and also connects to the universe and its creative processes. This is the singular step in our assumption of our responsibilities, liberation and transformation. The power of concretization has been provided to humanity through the advent of the baby and the 40 ensuing creation of humankind. Birth is both concrete and real. The universe is concretization itself. We know that everything takes place “now and here”. According to Moreno, action is the most effective method to keep this alive. Only those in action may be present in “the moment” but also live timelesness. Even though there are no inactive beings, humans do not fully perceive how action creates “moments” thus creating life within that moment. The moment he does realize this is the moment he is in spontaneous and creative action. He can experience this best at a psychodrama scene. This unparalleled scene enables our inherent spontaneity and creativity to appear and be trained. From this perspective, concretization is present throughout the psychodrama scene. Psychodrama, in its entirety, is concrete, visible, and takes place at the “moment”. Transformation and development through discovery provides a significant advantage in the healing process. Through the technique of concretization, we may re-enact a past occurrence at the sub-conscious level and find out its current function. We have the possibility to re-live all past occurrences in the psychodrama scene, regardless of their nature. This “re-living” may be the re-living of a past occurrence or also the rehearsal of some future dream. This has healing/therapeutic results. On this matter, Moreno says “every second experiencing of any reality is liberation from the damage which may be caused by the first”. PSİKODRAMADA SOMUTLAŞTIRMA Son yıllarda insanın varoluş sürecinde sosyal, çevresel, biyolojik, kültürel gelişim ve teknolojik alandaki ilerlemenin hızı ve yarattığı etkisi düşünüldüğünde; duygu ve bilinçaltı dünyamızın dış alanlara yayıldığını ve nesnelerle ilişkisini anlamlandırmak, karşılık bulmak zorunda olduğumuzu görürüz. Moreno’ya göre insan kendi doğası nedeniyle girişimci, eyleme yönelik bir varlıktır. Diğer insanlarla ve kozmosla sürekli ilişki içindedir ve bir insanın mutlu ya da mutsuz oluşu, yakın ya da sosyal ilişkilerinde iyi ya da kötü gidiş içinde olması, kişiler arası ilişkisinde empati, aktarım ve tele’den hangisini kullanmakta olduğu ile ilişkilidir.” diyerek bu durumun temel olduğunu açıklamaktadır. Gerçek yaşamındaki durumunu yok saymadan kişinin gerçeğe uymayan ya da olumsuz fantezileri, algıları, duyguları, düşünceleri, hayalleri, çelişkileri kısaca geçmişi şimdiki zamanı ve geleceği psikodrama ortamının güvenli çerçevesinde ele alınarak gerçekliğe ilişkin deneme yapabilmesine, somutlaştırmasına ve bu yolla iyileşme sağlanması temel alınır. Kişinin hayal dünyasındaki yaratım gücünden yoksun kalması yaşam içinde mutsuz olmasına, eylemsiz kalmasına, problemlerini çözmede tıkanmasına, kendini var edebilme potansiyelini gerçekleştirememesine neden olmaktadır. Kişinin yaşamını anlamlandıracağı canlandırmalarla hayal dünyasının fantezi alanının genişletilmesi, denemeler ve ısınma oyunları ile harekete geçirilerek gelecek için katılımcı, yaratıcı davranışlarda bulunmalarının yolu açılmakta, cesaret kazanmaları desteklenmektedir. Psikodrama uygulamalarındaki somutlaştırmalarda; protagonistin (baş oyuncu) geliştirici etkileşim süreci kendi katılaşmış bakış açısından kurtulma yönünde oluşan çabalar kendisine oyun görünümü altında daha spontan daha esnek ve hatta kendi iç dünyasının belirleyicisi olma olanağı sağlar. Böylece bireylerin değişik durumlarda iyi kişiler arası etkileşimleri, ilişkileri sürdürme becerilerini öğrenmeleri ve geleceğe taşımaları mümkündür. “Kendilik” kavramı iletişimde ve başkalarını anlamada önemli bir etkiye sahiptir. Buna karşın kendini anlama, bilme zor bir iştir. Çünkü kendimizi nasıl gördüğümüz, başkalarının bizi nasıl gördüğü ve gerçekten kim olduğumuzu ayırt etmek her zaman kolay değildir. Psikodrama oturumlarında somutlaştırma; kişiye bu rahatlığı ve konforu sağlayan çok önemli bir terapötik tekniktir. İçimizde ki bizi rahatsız eden misafiri yargılamadan, ona direnmeden sıcak bir şekilde onunla karşılaşarak dıştan içe doğru baştan başa ‘temizleyerek’ değiştirecektir. Esas olan bunun ‘nasıl’ olacağı; özellikle ruhumuzun karanlık bize dost olmayan hatta kötü taraflarımızla karşılaştığımızda ne olacağıdır. İnsan ilişkileri etkinlik denge ve doyum gibi temellere dayanmaktadır. İşte bu noktada insanın ilişki sorunlarını ve iç çatışmalarını yine kendisinde var olan spontanlık, yaratıcılık ve eylem gibi temel dinamiklerinin doğal ve etkin bir psikodrama süreci içerisinde kullanılması sonucunda çözebilmesi olanaklıdır. İnsanın iç çatışmalarını ve ilişki sorunlarını spontan olarak oyun içinde rol alması aracılığıyla, kendine özgü tekniklerle inceleyen, işleyen psikodrama yöntemini Moreno “insan doğasına en uygun olan tedavi biçimi” olarak tanımlamıştır. Psikodrama da bunu somutlaştırma yolu ve teknikleri ile yapmaktayız. Somutlaştırma, bu anlamda kişinin içinde bulunduğu yaratıcı gücün ortaya çıkmasında, eyleme geçilmesinde ve kişinin değişime geçmesine hızlı bir şekilde harekete geçiren çok önemli yardımcı tekniklerden bir tanesidir. Psikodramada insan, kendi davranışının bütün olgularına, bütün rollerine girebilme olanağına sahiptir. Psikodramanın yalnız söze dayalı etkileşimlere göre daha aktif, tam katılımcı, yaşamı örnekleyici olanaklara sahip, hareketli ortamı iyileşmeye olanak sağlamaktadır. Somutlaştırma, en geniş anlamı ile üzerinde çalışılmakta olanın görünür ve yaşanabilir hale getirilmesidir. Bu anlamda Psikodrama'nın tamamı somutlaştırmadır. Somutlaştırmann yapılmadığı bir psikodramadan söz edemeyiz. ''Oturarak çalışmayı benimseyen liderler, psikodramanın verimli yapısından yeteri kadar yararlanamazlar. Somutlaştırmayı kullanabilmesi için ise liderin birçok çeşitli psikodrama yaşantılarından geçmesi gerekmektedir.Buna bağlı olarak da yaratıcılığını geliştirmiş olmalıdır. Bir psikodrama oyunu içinde soyut durumlar mutlak somutlaştırılmalıdır. Örn. İlişkinin yapış yapış olduğunu söyleyen protagoniste bunu göstermesi istenir ve bu durumda oyun devam eder. Bu ise protogonistin gerçek anlamda eyleme geçmesini kolaylaştırır. (D. Altınay, Mart 1998). Psikodramada bütün yaratıcı eylem ve bu eylemin iletişimsel işlevleri ve olanakları şaşılacak derecede kapsamlı ve duyarlı bir şekilde kişinin bilinçaltına nüfuz etmekte ve her şeyin dile getirilmekte ki gücünü somutlaştırma tekniğinden almaktadır. Somutlaştırma teknikleri ile her türden rüyayı 41 ve yaşantıyı ‘’geçmiş yaşam‘’ fantezilerini yaşar hale getirmek aslında psikolojik çatışmaların çözümlenmesini ve şifa bulmayı kolaylaştırmak mümkündür. Bireyin egosunun yüzleşemediği çatışmaları ve duyguları, tamamlanabilecekleri gerçekçi bir geçmiş yaşam senaryoya koyabilmesine izin verir. Moreno; kendi psikodrama çalışmasının ve Perls de kendi Gestalt terapisinin amaçları gereğince rüyaları gerçekçi olarak ele almaktaydılar. Başka bir deyişle, ‘’geçmiş yaşam’’ içeriklerine tamamen fenomenolojik muamelesi yapıldığında, yani ‘’gerçekçi’’ ve tarihsel’’ özellikleri olan imgeler olduğu söylenildiğin de, bunlar son derece ‘’ şifalı kurguları’’ güdüleyebilirler. Bu bağlamda somutlaştırma yapılırken beş duyu ile algılama göz önüne alınarak yaşantının, görsel, sessel, bedensel, (temas) ve kokusal detayları göz önüne alınarak çok boyutlu ele alınmalıdır. Psikodramada Somutlaştırmanın Yeri, Anlamı ve Önemi “ Bir insan kaç sözcük bilebilir ki?” tüm yaşamında yaşadıklarını bir çırpıda anlatabileceği. Günlük konuşmalarımızda kaç sözcük kullanıyoruz ki? Yüz, iki yüz, üç yüz. Duygularımız sözcüklere bürünür, sözcüklerle acıyı, sevinci, iç dünyamızda olan biteni dile getiririz. Yani aslında dile getirilemeyen şeylerin hepsini dile sözcüklerle aktarmaya çalışırız. Romeo, Juliet’e harikulade sözler söylemişti, son derece parlak ve güçlü. Ama bu sözler yüreğinden taşan duyguların acaba yarısını olsun ifade edebiliyor muydu? Kendi nefesini kesen, Juliet’inse aşktan başka bir şey düşünmemesine yol açan bütün o duygular. (Andrey Tarkouski, 2008) Psikodrama sahnesinde bir anda tüm olan biteni tek bir heykel üzerinde görebiliriz. Somutlaştırma ile geçmiş zamanda bir yaşantıyı bilinçaltında tekrarlayabilir ve bu tekrarı şimdiki zamanda işlevini ortaya çıkartabiliriz. Ne tür olursa olsun geçirdiğimiz bir yaşantıyı psikodrama sahnesinde tekrar yaşama şansımız vardır. Söz konusu “tekrar yaşama” geçmişte ki bir olayın yeniden yaşanması şeklinde olabileceği gibi geleceğe ilişkin bir hayalin provası şeklinde olabilir.Birey yaşamındaki her anı, alt zihin ya da tepkisel zihne kaydeder. Hayat boyu yaşanan bütün fiziksel acı ve manevi acı içeren duygular, birey onları bilse de bilmese de bedensel hafızada tutulur. Hiçbir şey unutulmaz. Bu yüzden terapilerde bu acılardan arınmaya, kurtulmaya çalışılır. Tüm bunlar geçmiş yaşam, yaşanmışlıklarımız olarak değerlendirilir. Geçmişte ki bu anılara psikodrama sahnesinde ulaşılır, kayıtlar tüm detaylarıyla sahnelenir ve canlandırılırlar, eski anlarda ki bu kayıtlara ulaşılarak, hafıza bankalarında tekrar ele alınır, yorumlanır, tecrübe edilir, yeni ve olumlu bir kayıt elde edilir. Orada olan her şey tekrar onarılır ve fiziksel, zihinsel varlık yeni baştan yaratılır. İçinde acıların, travmaların olmadığı yeni bir olumlu hafıza yaratılır.Acıların, olumsuz travmaların yeniden dosyalanmasında, insanoğlu haberdar olmadığı başka bir hatırlama işlevine sahiptir. Kişi, günlük yaşamında farkında olmadan onu kullanır. Bu süreç, geri dönüş sürecidir. Tamamen uyanık olan bir insan bu kayıtları tetiklenerek hayatında ki herhangi bir döneme geri dönebilir.Söz konusu “tekrar yaşama” geçmişte ki bir olayın yeniden yaşanması şeklinde olabileceği gibi, geleceğe ilişkin bir hayalin provası şeklinde de olabilir. Bu iyileştirici / tedavi edici işleve sahiptir. Moreno bu konuda “ ikinci kez yaşanan her gerçek, birincinin verebileceği zarardan kurtuluştur.” der. Somutlaştırmanın Tarihsel Süreci, Varoluşu ve Büyüsü Gerçekte araştırdığımızda psikodramanın kökenini insanlık tarihinin çok eski çağlarında görebileceğimizi ve somutlaştırma/canlandırma sahnelerine tanık olabildiğimizi görürüz. Somutlaştırmanın yapılmadığı yerde psikodramadan söz edemeyiz. Nedir onu bu kadar önemli yapan şey? Taş devrinden bu yana insanoğlu çok değer vermiştir oyuna, taklide ve onu birlikte yaşamaya. Bunun iki temel nedeni vardır. Biri; insanın kendinden ötede olmaya yönelik içgüdüsel eğilimi, İkincisi; bilinmeyen şeylere, kutsal ve gizemli olana karşı takındıkları tavırdadır. Onların avladıkları hayvanlar, dalından koparıp yedikleri meyveler, yağmura, baskına karşı kurdukları evler, ısınmak için kestikleri ağaçlar, suyu geçmek için yaptıkları saz ipler doğaya karşı sağladıkları üstünlüğün birer göstergesidir. Bununda bilincine varmıştır ilkel insan. Bu bilgisini tartımlı hareketler 42 yapıp sesler çıkararak, dans ederek üstünlük sağlama yoluna gitmişlerdir. Bu üstünlüğün anlatımı ise, ilkel insanın topluca düzenlediği yalın ve yabanıl oyunlarla var olmuşlardır. Bu ilkel oyunlar giderek daha belirgin ve düzenli biri duruma gelmiş ve ritüeller ortaya çıkmıştır. Böylece insanın doğa ile ilişkisinde büyü var olmuş; çeşitli giysiler, maskeler, tartımlı hareketler, gizemli sesler ve müzikler, doğal olanın dışında kalan usluplaşmayı, başka bir değişle sanatsal /tiyatral/ dramatik/ görsel anlatımı getirmiştir. Öbür yanda, insanoğlu, dinlenmek, vakit geçirmek, eğlenmek ve düşünmek için bulduğu topluca oyunlar, güncel sorunları ve olayları yansıtmıştır. Doğa ile ilişkisinde Büyücü’nün yönetiminde törensel gösteriye giren insanoğlu, günce olayları yansıtan oyunlarda da homo ludens, yani ‘oynayan insanı’’ var etmiştir. Ritüel, insanın doğasıyla çatışmasını simgelerken, ilkel insanın günlük işlerini yansıtan oyunlar da onun öteki insanlarla olan ilişkilerini ya da çatışmalarını anlatmıştır. Öyleyse, ilkel insan, birlikte ortaya çıkardığı anlatım ve somutlaştırma biçimleri için iki kaynaktan hareket etmiştir. Anlatım biçimini düzenleyen konu (protagonistin yaşam öyküsü), tarihsel öz. Dinamik genellemeler. Bu konunun insan doğasına ilişkin büyülü yanı ( tele, eylem, spontanite, yaratıcılık, sezgiler, düşünce, bilinçdışı (yaşamın evrensel öz değerleri), evrensel öz. İnsanın varoluşunu, değişmeyen özellikleri içinde değerlendiren ama bunları tarihsel gelişimin boyutları açısından ele alan statik, derinlemesine olan yönelim. Psikodrama oturumlarının iki yarım küresi, yani sahne ve seyirci arasındaki birleşmede, insanoğlunun yaşamında doğrulara yönelik bir artış sağlama işlemi hiçbir zaman yaşamın kuru ve katı tanımlaması değildir. Somutlaştırılan sahnelerde protagonist, her anı bütünlüğü içinde yaşarken, tüm duyguları ses, koku, renk vs. bedeninde hissetmekte, kendisini bir başkasının yaşamı ile görebilmektedir. Beynin iki yarım küresi olarak da düşünebileceğimiz bu olgu da, yalnız akıl, mantık ve düşünce değil, duyguyla ve sezgiyle de hareket etme vardır. Bu bağlamda sahne ve sahnede oluşturulan somutlaştırılan oyun, özvarlığımızı fark etmemize yarayan şeylerin, mutlulukların, acıların, ağlama ve gülmelerin, sevgilerimizin, nefretlerimizin, üstünlüklerimizin ve zaaflarımızın büyülü aynasıdır. Oyun yazarı ve ilk Shakespeare yorumcularından Johann Elias Schigell, 1764 yılında yazdığı bir yazısında, ayna olma görevinden şöyle söz etmiştir. ‘İyi bir tiyatro tüm insanlara, kendine çekidüzen veren bir kadının ayna karşısında yaptığını yaptırır.’ Romantik dönem yazarlarından Novalis ise, tiyatroyu ‘’insanoğlunun canlı yansısı’’ olarak deyimler.Oyunlarına yazdığı önsözlerle büyük düşünce hareketleri getiren Bernard Shaw, ‘’ Niçin puritanlara’’ adlı yazısında, sahneyi bir büyü yeri olarak görür. Bu büyü yerinin cezalı yığınları, ellerinde olmadan ‘’kendini aramanın yıkılışı’’nı gerçekleştirirler. Sahne bu anlamda psikodramada büyülendiğimiz yerdir. Çünkü psikodramada sahnelerinde günümüzün bocalayan insanlarına çoktandır kaybolmuş bir töreni yaşatmaktadır. Bu törende; seyirciye büyüleyici bir düzenle ayna tutulur. Büyü, yaşam gereğini ‘’artık gerçeklik ‘’ ile vermektedir. Günümüzde de bazı ilkel topluluklarda ruhsal hastalıkların tedavisinde "psikodramatik şok" tekniğinin kullanıldığı bilinmektedir. Antropolog Bernard Aginski, California kıyılarında yaşayan Pomo Kızılderililerin de bu tür yöntemlerin kullanıldığını gözlemiştir. Aginski'nin tanık olduğu bir olguda, kendinden geçmiş ve görünürde ölmekte olan bir adam Pomoluların yaşadığı köyün alanına getirilir. Anlatılanlara göre yaşlı adam ormanda gezerken ömründe ilk kez bir yaban hindisi ile karşılaşınca paniğe kapılmış ve korkudan bu duruma gelmişti. Olayı duyduktan sonra kabile sihirbazı yaşlı adamın bulunduğu alandan ayrılır ve biraz sonra yardımcıları ile birlikte döner. Olay tüm ayrıntıları ile yeniden canlandırılır ve sihirbaz, yaban hindisi rolünü oynar. Yaşlı adam olayı tekrar yaşar, ancak bu arada hayvanın zararsız bir yaratık olduğunu da fark etmeye ve iyileşmeye başlar. 43 Diğer bir tarihsel gelişme ise; Moreno'nun 192I'de Viyana operası yakınında, Maysedergasse'de Steigreiftheater'i (the Theater of Spontaneity=Doğmaca Tiyatro) kurduğu ve yönettiği romantik rollerdeki oyuncuların evliliklerindeki ilişkilerinin düzelmeleri yönündedir.Bu tiyatroda oyuncular bir konuyu belirli bir tekste bağlı kalmaksızın içlerinden geldiğince oynuyorlardı. Bu tiyatrodaki romantik rolleri başarı ile oynayan Barbara, Monero'nun önerisi üzerine Viyana'da bir yabancı tarafından bıçaklanarak öldürülen bir fahişe rolünü başarı ile oynar.Uzun dönem romantik rolleri oynayan Barbara gerçek hayatının son dönemlerinde hırçın ve küfürbaz biri haline gelmişken, hizmetçi, oynak sevgili, yalnızlık çeken evde kalmış kız, kocasından intikam alan kadın, bar kadını, vb. rolleri oynamaya başladıktan sonra ise yumuşak huylu biri haline gelmiş ve aynı tiyatroda rol alan kocası George ile olan ilişkileri düzelmiştir . George, giderek bunun bir tedavi yöntemi olduğunu ve Barbara’nın her akşam sahnede duygularından arınımının ilişkilerine denge sağladığının farkına varmaya başlamıştır. Akşamları Barbara evde bir tartışma başlatsa dahi kısa bir süre sonra sahnedeki rolünü anımsayarak gülmeye başlar, George da Barbarayı sahnede değişik duygusal durumları yaşarken izledikçe onun içsel dünyasına karşı bir anlayış kazanır. Daha sonraları Moreno, George'a Barbara ile birlikte oynamalarını önerir. Böylece, evli çift her akşam sahnede evlilik sorunlarını, birbirlerine olan sevgilerini ve geleceğe ilişkin tasarılarını canlandırmaya başlar. Barbara ve George evliliklerine ilişkin sorunları sahnede çözümlerken canlandırdıkları durumlar da tiyatroda büyük bir başarı sağlar ve seyirci bu sahnelerin kendilerini neden daha çok etkilediğini sormaya başlar (tanık -seyirci tedavisi) (Engin GENÇTAN, MAKALE). MORENO’NUN ‘’AN’’ FELSEFESİNDE SOMUTLAŞTIRMANIN ÖNEMİ Bu gelişmeden de anlaşılacağı üzere, Psikodramada Somutlaştırmanın tarihsel kökenleri Viyana bahçelerinde, tiyatro sahnelerinde ve psikoterapi odalarında saklıdır ve biliyoruz ki iyileşme sürecindeki tüm sosyometri ve psikodrama kavramları, spontanite, yaratıcılık, eylem, tele ve sahne An’dan temel almaktadır. Yani her şey “şimdi ve burada” gerçekleşmektedir. Moreno’ya göre bunu yaşatabilen en etkin yöntem ise eylem halidir. Ancak eylemde olan canlı “an” da olabilir ve zamansızlığı yaşayabilir. Yani her şey “şimdi ve burada” gerçekleşmektedir. Eylemsiz hiçbir canlı olmamasına rağmen insanoğlu eylemin ‘’An’’ yarattığını ve böylece an içinde hayatını nasıl oluşturduğunun çok fazla farkına varmaz. Fark ettiği an ise onun spontan ve yaratıcı eylem içinde olduğu an’dır. Bunu en iyi psikodrama sahnesinde deneyimleyebilir. Bu eşsiz sahne bizde var olan spontanlığın ve yaratabilme gücümüzün ortaya çıkmasını eğitilmesini sağlar. Bu anlamda somutlaştırma, psikodrama sahnesinin tüm yerinde vardır. Moreno’nun An felsefesi ve Tanrı tanımında ki yüce, güçlü, canlı, yaratıcı, hareketli olduğu ile ilgili varsayımlarından ve Tanrı kavramı içinde tanımladığı ve psikodrama grup terapisin de başlıca kavramları olan spontanlık, yaratıcılık ve eylemin, psikodrama sahnelerinde bizi “AN” a götürmesi ve kişinin bilincinin alt komplekslerinde bir bağlantı kurması somutlaştırmanın büyülü yanıdır. Moreno’ ya göre bireyler aslında geniş anlamıyla evrenin ve dünyanın yaratılması sürecin içinde bir bütünün parçasıdır. İnsanı evrenden ayrı düşünmek, soyutlamak, onun varlığını iyi anlayamamaktır. Bu anlayış içinde Moreno kozmik dünya olayları olarak itme-çekme gücü, eylem, spontanlık ve yaratıcılığı hem insan varlığının bütünleyici unsurları, hem de sosyometriyi ilk psikodrama araştırma ve uygulamanın önemli konuları olarak ele alır. O bu görüşten hareketle bireysel var oluşun anlam ve değeri ile evrenin yaratıcı süreci arasında ilişki kurar. İnsanı kozmik insan olarak görür. ( Özbek, 1987 ) Moreno, insanda bulunan yaratıcı gücün, bir kaynaktan fışkırırcasına insanı özgür ve önceden yordanamaz eylemlerde bulunmaya ittiği görüşündedir. Moreno, insanda ki bu özelliklerden yararlanarak psikodramayı gerçekleştirmeye çalışmıştır. Psikodrama sahnesinde, an da kalarak ısınma yoluyla spontanlıkları arttırılan kişiler içlerinde bulunan yaratıcı gücü sonsuz seçenekle eyleme, yeni davranışlara geçirebilirler. Bu bağlamda düşünüldüğünde somutlaştırma 44 yapılırken, sahnede o an da var olunur her şey orada yaşanır. Moreno, Ben- Tanrıyı açıklarken evrenin sonsuz yaratıcılığının her türlü varoluş boyutunda gerçekleşmesinin bizi birbirimize bağladığını, ayrıca geçmişte, şimdi de ve gelecekte oluşması tüm galaksileri ve her yaşayan organizmayı birbirine bağladığını açıklamıştır. Somut olan evren ve kosmozdur.Gerçek denen kavram, bizim deneyimlediğimiz an da ve biz deneyimlediğimiz için oluşur. O’nu görerek, koklayarak, duyarak, düşünerek ya da hissederek yaratan biziz. Somut olan biziz. Biz yoksak gerçek de yoktur ve somutlaştırma evrenin kendisidir. Psikodramada bu anlamda yaratıcılığın ortaya çıktığı yerdir. Evrenin bu işleyiş biçimini, makro düzeyden yani Tanrı boyutundan, mikro düzeye uygulayabilen Moreno, psikodrama sahnesinde yaşamları somutlaştırırken ‘’Ayna Tekniği’’ uygulayarak ‘’şimdi ve burada’’ protagonistin gerçeğini keşfetmesini bir anlamda yeniden yaratıp, deneyimlemesini sağlamıştır. Ayna Tekniği sayesinde somutlaştırdığı sahnesine dışarıdan bakarak, o anda oluşan farkındalık ve iç görü sayesinde tekrar o sahneye girip yeni gerçeğini yaratır. Bu anlamda, psikodrama sahnesinde somutlaştırılan yaşamlarda gerçekleştirilen her durum, duygu, olay yaratılırken, bir durumun veya şeyin hiçbir şeyden ortaya çıkıp, kendini geçici olarak ‘’şimdi ve burada’’ gösterip, kendini tekrar yok etmesi mümkündür. Somutlaştırma sürecinde psişemizin gerçeği an be an oluşur. Üstelik zamana yayılıp, gelişerek aynaya bakmayı öğrenerek somut gerçekliği oluştururuz. SOMUTLAŞTIRMA VE EYLEM (Anlatma yap, söyleme göster.) Yirminci yüzyıl garip bir yüzyıl olarak tamamlandı. Yirmi birinci yüzyıl garip bir yüzyıl olarak başladı. Bir önceki çağın garipliği, insana getirdiği olağanüstü tanım genişliğinden kaynaklanıyordu. İnsan artık bir ‘’varlık’’ olmaktan çıkmış. Başlı başına Moreno ‘nun da kavramı olan robopati , (kültürel konserve ) yapı haline dönüşmüştü. Laboratuvarlarda, kliniklerde, hastanelerde ve nihayet sanal ve görsel dünyada ele alınan insan yarattıklarının kölesi olmuştur. Moreno’ ya göre bu şekilde devam edilirse yarınlara yani geleceğe kimsenin kalamayabileceğini anlatmaya çalışmıştır. O’na göre evrenin yasası yaratıcılıktır. İnsanoğlu için hiçbir kavram inisiyatif, spontanlık ve cesaret kadar anlamlı ve gerekli değildir. Tüm bunlar Tanrı’nın özellikleridir ve insanoğlunda da bulunmaktadır. Moreno insan varlığının “mutlu insan olmak” noktasında sağlıklı ve verimli bir birey haline nasıl gelebileceği konusunda, Aristoteles’in an felsefesinden etkilenmiş ve “Tanrı” kavramına ve var oluş üzerine varsayımlarda bulunmuş ve Psikodramayı ve sosyometriyi üç önemli kavram üzerine kurmuştur. Spontanlık, yaratıcılık ve eylem. Somut olan yaratılandır, sonuçtur ve bir dizi eylemden oluşur. Bu anlamda varoluş, doğum ve yaradılış evren gözle gördüğümüz bu dünya somut olandır. Bu bize an be an oluşan bir evreni anlatır. “Spontanlık” ve “yaratıcılık”; Bu iki kavramın ilişkisine bakıldığında, spontanlığın, yaratıcılık etkinliği için bir katalizör görevi yaptığını görülür. Birey yaratıcı düşüncelere sahip olabilir ancak spontanitesi olmadan bunları yaşama geçirmesi, gerçekleştirmesi olanaklı değildir. Spontanlık ile impulsif davranış arasında bir benzerlik yoktur; impulsif davranış içten gelen ve kontrol edilemeyen dürtülerle oluşur ve bu spontanlığın tanımına uymaz. “Eylem”; Psikodramanın felsefesinde eylem, bu yaklaşımın farklılığının yaşama geçiş biçimi olarak çok önemli bir kavramdır. Somut olan sonuçtur ve içinde bir dizi eylemi barındırır. Eylem, psikodrama içinde gerçeğin olduğu gibi görülmesinin garantisidir. İnsan yalnızca sözcüklerle kurgulanamaz. Bu açıdan psikodrama, psikoterapiyi sözcüklerin batağından kurtarmıştır. Psikodramada kontrol altında ortaya çıkan ve sağlıklı olan acting-out anlamında eylem, psikoterapi sürecinin çok etkili ve gerekli bir bölümüdür. Yaşam öyküsünün somutlaştırılmasında eylem çok önemli bir kavramdır. Kendini ifade edebilmek de sorun çözmek kadar önemli bir beceridir ve psikodrama bu gereksinmenin takdir edilmesine dayanmaktadır. İfadenin değerli olmasının nedeni duygularla düşünceleri hem açıklığa kavuşturması hem de geçerli kılmasıdır. Kendini ifadenin ikinci işlevi de, duygu ve düşüncelerin başkaları 45 tarafından duyulmasının onlara geçerlilik kazandırması, onları daha gerçekçi bir hale getirmesidir. Somutlaştırılan sahnelerde, protagonistler yalnızca söylemek istediklerini konuşarak değil, boş bir koltukta oturan hayali bir kişi bile olsa, kendi söylediklerini duyarak daha canlı bir var olma duygusu hissederler. Bir jest, parmakla göstermek, hareket yapmak, kalkıp yüz yüze kalmak somutlaştırmayı daha da etken hale getirir. Bu bağlamda Moreno; eylem açlığından söz ederek, kişilerin bedenlerinde bunu yaşamalarından yarar görürler. Çocuklar bu şekilde, oyunlarında duygularını somutlaştırarak yaşarlar. Bu açıdan Moreno, önemli akıl hastalıkları olan insanların açlığını bastırmak ya da saptırmak yerine, yanılsama ve sanrılarının canlandırılmasını aktif bir biçimde somutlaştırmayı önermiştir. Psikodramada somutlaştırırken öğrenilen temel ilke her zaman şu dur : ‘’Anlatma yap, söyleme göster." Psikodrama sahnesinde her duygu somut halde getirilir.Protagonistten yaşantısını, duygularıı anlatması değil, yapması ve bunu göstermesi istenir. Örneğin İlişkinin yapış yapış olduğunu söyleyen protagoniste bunu göstermesi istenir (D.Altınay, Mart 1988). Bilinçaltı aslında bedenimizdir. Bizim hayatımızın hikayesini tutar. Eylem ve ilişki bağlantısını ise somutlaştırma ile kurarız. Rol sayesinde vücut bize doğru şey söyler ve kaynağa götürür. Çatışmanın yaşandığı düğüme götürür. Önceden içselleştirilmiş gerçeklik deneyimlerine ulaşmamıza yardımcı olur.Yüzeyde olan her şey mantık ve düşüncedir. Donmuş olan duygular ise bedende serbesttir.‘’Zihin unutur, beden hatırlar ‘’ der J.L. Moreno. Bir çocuk öfkeli bir ebeveyni tarafından dövüleceği korkusuyla yaşarsa, başını korumak için büzülmeyi ve omuzlarını kaldırmayı öğrenir. Bu korkudan kurtuluşu yoksa, savunmacı omuz zırhlanması asla gevşemez ve buna karşılık olarak sıkı sinirli midesi ve tedirgin sığ nefesleri de gevşemez. Bir süre sonra da çocuk sürekli olarak ‘’tetikte’’ olmaya öyle uyumlanmış olur ki korku, organizmasında kronik olarak adlandırılan kalkık omuzlar, bükülmüş sırt, sıkışık göğüs ve mide biçimde kilitli halde kalır. Yıllar içinde bu gibi tutma kalıpları belirli karakteristik sabit postürlere kadar uzanabilir. (Reich, 1951) . Bu koşulları çözemeyiş donmuş beden anısı olarak sonuçlanır.Somutlaştırma teknikleri ile her türden rüyayı ve yaşantıyı ‘’geçmiş yaşam‘’ fantezilerini yaşar hale getirmek aslında psikolojik çatışmaların çözümlenmesini ve protoganistin şifa bulmasını kolaylaştırmaktadır. Duyguların hissedilmediği, düşüncelerin içinde sıkışılıp kalındığı, kendiliğin ifade edilemediği durumlarda hiptonik bir farkındalık oluşturur psikodramadaki somutlaştırma tekniği.‘’Hayal gücü bilgiden daha önemlidir." der, Einstein. Hele bir de hayal gücüne eşlik eden, yıkılmış katılaşmış bakış acısı ve eylemlilik var ise içimizdeki bizi rahatsız eden misafiri yargılamadan, ona direnmeden sıcak bir şekilde onunla karşılaşarak dıştan içe doğru baştan başa ‘’temizlenerek yeni bir hayata merhaba diyebilme şansımız da vardır, yeter ki sezgisel ve spontan önyargısız bir somutlaştırma sahnesi yaşansın psikodramada. ''Anlatma göster, söyleme yap'' ilkesine dayandırılarak zenginleştirilmiş somutlaştırma sahneleri protagonisti, düşünceden uzaklaştırarak yaratıcı ve spontan olmaya zorlar. Çoğumuz günlük hayatlarımızda farkında olmadan yaşamaktayız. Zihnimizi otomatiğe bağlamış bir boyutta sadece bilinçsizce yaşamaktayız. Bilinç yaşamı sürdürmemizde önemli araçtır. Çevremizin ve kendimizin farkında oldukça, eylemlerimizi bu farkında olduğumuzu olaylara göre biçimlendiririz. Yani bilinç, çevremizdeki gerçekliğin farkında olma durumudur. Bilinç aynı zamanda bir güçtür. Bilincin insanda evrimleşmiş ve olgunlaşmış şekli ise akıldır. Akıl, kavram ve düşünme gücü kazanmış bir bilinç şeklidir. Akıl körelince özsaygı ve öz etkinlikte körelir. Zihin ne kadar az çalışırsa kişinin kendi yaşamında değişiklikler yapma arzusu da o ölçüde azalır. Bilinçli yaşamaya çalışmak, her şeyin farkında olarak yaşamaktır. Farkında olmak da an da kaldığımızda oluşur.Farkında olup da bunu eylemek dökemiyorsak bu kendimize ihanettir. Bu eylemli bir yaşam değildir. Şimdiyi yaşamak, kendiliğinden olan olağan bir durum değildir. Bazı insanlar sürekli geçmişi düşünürler. Bazıları da gelecekte yaşar kaygıları vardır. ‘’Şöyle yaparsam ne derler, şöyle olursa ne yaparım vs.’’Zihnimiz gelecekte ya da geçmiş de yaşasa da bedenimiz şimdidedir. Geçmişin 46 anıları vardır, geleceğin de umudu. Yaşamamız için gerçek olan sadece şimdiki zamandır.Şimdiki zamanda beden-zihin bütünlüğünü sağlamak için bitmemiş işleri bitirmek gerekir. Sönmemiş ateşleri söndürmek gerekir. Geçmiş şimdiyi etkiliyorsa, geçmiş sorun yayıyorsa geçmiş değildir. Şimdidir. Şimdi ise geçmişe odaklanmıştır. Geçmişte olmuş olaylar hala enerjileriyle şimdi ye ulaşıyor demektirler. İyileşmenin amacı öncelikle bu bulaşmaları susturmaktır. Psikodrama sahnesinde eyleme geçtiğimizde, an dayızdır ve gösterdiğimizde yani somut hale getirdiğimizde iyileşme süreci de başlamıştır. Somutlaştırmada Zihin – Beden İlişkisi – Terapötik Süreç Bilinçaltı, duyguların, hayallerin, hatıraların, alışkanlıkların ve sezgilerimizin barındığı yerdir. Ayrıca kendiliğinden işleyen tüm beden işlevlerinin düzenlendiği, rüyaların üretildiği ve üst bilince açılan bir kapıdır. Ve kendimizi ve dünyayı nasıl algıladığımızı sağlayan esas ve merkezi yerdir. Bilinçaltını bu anlamda harekete geçirmek için güçlü tekniklere ihtiyaç vardır. Psikodramada bunu birçok teknikle yapabiliyoruz. İyi bir terapi için de güçlü bir hipnotik durum gerekir. Somutlaştırmada asla hatırlayamayacağımızı sandığımız o olumsuz olayları yeniden canlandırma sağlarız. Buna regresyon demekteyiz. Hipnotik regresyon, bir kişinin bilinçaltında yerleşmiş anılarını ‘’yeniden canlandırma’’ yöntemidir. Somutlaştırma anında, bu anılar çok daha canlı hale gelir, duygulara ulaşmak kolaylaşır. Ayrıca bu durum, yeni iç görülerin çok rahat kazanıldığı bir durumdur. Çünkü bilinçaltı için hayalle gerçek aynıdır.Bazen grup üyelerinin ‘’Bu yaşadıklarım gerçek mi, yoksa hayal mi görüyorum ‘’ diye sordukları olmuştur.Psikodrama sahnelerinde gerçek iyileşmeye götüren güç regresyondur. Regresyonla geçmişi hatırlamayız, geçmişi aynen yaşarız. Söylenen sözler tek tek, kelime kelime canlanır ve canlandırılır. Bu yeniden canlandırma sayesinde terapi çok etkili olur. Psikodrama bu iyileştirici gücü somutlaştırmadan alır.Bilinçaltımız bilgileri toplarken yanlış doğru ayrımı yapamaz. İlk aldığı bilgiyi, daha önce bu bilgiyi karşılaştıracağı yerleşmiş bir kaydı yoksa aynen alır. Bu andan itibaren bu bilgi için bilinç devreye girmiştir. Bundan sonra bu alınan bilgiyi destekleyen olaylar bilinçaltına girmeye, desteklenemeyen iletiler ise ret edilmeye başlanır. Örn. ‘’Erkeklere güven olmaz’’ ilk bilgi ve kanı bu ise kişi bunu destekleyen her olay için bilinçaltından onay alır. Bilinçli olarak bu inancı kaldırmaya çalışsak da, bilinçaltımız bu çabadan etkilenmez. En derinlerindeki bu inanç, onun için çok değerlidir. Eğer bu inancımızı değiştirmezsek, sonucumuz ret olacaktır. Bu nedenle ilk çocukluk yıllarımızda yerleşen bu bilgiler çok önemlidir. Sorunları yaratan o anda bilinçaltının o olaya yüklediği olumsuz duygular ve acıdır. Bu yüklemeyi ne belirler? Olay anında kişinin yaşadıkları, o anda hissettikleri. Bu arada savunma mekanizmaları devreye girer. Birinci algı; ‘’Ben istenmeyen bir varlığım, ben değersiz bir varlığım. İkinci algı : Ölüm korkusudur. Üçüncü algı ise; Öfkedir. Korkunun karşısında güç olarak. Öfke ifade edilmez ise kişi kendini tehlike ile karı karşıya geldiği durumlarda öfkeyle karşılık verir. Regresyonda sıkışan duyguların boşaltılmasına izin verilmelidir. Psikodrama sahnesinde her duygu somut halde getirilir. Örn . Somutlaştırma da kullandığımız ''Vücut da gezen duygular ısınma çalışması'' bu anlamda bedensel hafızayı da zorlamış olur. Örn. Sahnede değersizlik duygusu çalışılırken protagonistin annesinin doğum anına gittiği, kendi doğum kayıtlarının olumsuzluğu ve istenmeyen bebek oluşu ve ‘’ben istenmeyen bir varlığım ‘’ algısı taaaa doğum sırasında annenin istemediği dönemdeki bilgileri kaydetmesinden o anda oluşur. Bebekte algılama o anda olur ama ne algıladığı sonrasında çözülür. Yani sözler anlam kazandıktan sonra. Ama iletiler sadece sözde ibaret değildirler. Farklı boyutlarda, farklı moleküller bu iletiyi taşır. Psikodrama da yaşanılan her duygu somutlaştırılarak, tanık olma ve yeniden değerlendirme bağlamında özellikle yapılan eylem, grup üyelerinin davranıştaki daha derin anlamını görmelerini ve bundan da ‘’eylem bilgisi’’ elde etmelerini sağlar. Somtlaştırmada herşey canlandırılıp, görünür hale getirildiği için sembollerde uyarıcı ve belleği harekete geçirir durumundadır. 47 Hatırlama, mekanizmamızı devreye sokan, bir sembolün uyarıcı haline gelerek, belirli bir durumu ve tepkiyi tekrar yaratma halidir. Uyarıcı-tepki durumu. Uyarıcılar yaşamımızın her anında, her yerde çoğu kez biz farkında bile olmadan bizim davranışlarımızı belirler. Kahvenin kokusunu duyduğumuzda canımızın birden kahve istemesi gibi. Bilinçaltımız adeta uyarılar ve bunlara bağlı olarak anılarla doludur. Bu uyarıların farkında olmadığımız için birçok değişimi yapmakta güçlük çekeriz. Sadece düşünmek bu bağlamda değişimimiz için yetmez. Çünkü bilinçaltı beden ve bilinçle çatışma halinde olduğunda kazanan ilk çocukluk yıllarımıza ait olan ilk olumlu ya da olumsuz uyarıcılardan oluşan bilinçaltı olur. Derin anı süreçlerimiz, kişilerarası ilişkiler ve aile sistemlerindeki güçlükleri, öz değer ve kişisel güçlenme sorunlarını; yetişkinlik veya çocukluk döneminde cinsel tacize uğramaktan gelen psişik yara kalıntıları, anksiyete, derin duygusal engeller, fobiler vb. durumları depolar. Çeşitli şikayetlerin, somatik belirtilerin veya ayrışma bozuklukların altında imgeler, semboller yatıyor olabilir. Somutlaştırma yapılarak canlandırılan geçmiş yaşantılar, uyarılan beden ve zihinde donmuş kalan kalıntılarındaki enerjiyi boşaltım için olanak sağlar. Somutlaşan bu nesne parçaları, psişenin ayrışmış parçalanmış ya da yanlış işlenmiş kısımlarını yeniden bütünleşmesinin yolunu hazırlar.İnsan ana rahmine düştüğü andan itibaren uyarılarla şekillenen bir varlıktır. Hamilelik boyunca annenin yaşadığı deneyimler, hissettiği duygular, beslenme şekli bebeği şekillendirir. Çocuk istenip istenmeyen bir bebek olduğunu bile ‘’hisseder’’. Tüm deneyimler, ana ait beş duyuyla algılanır ve bilinçdışına kaydedilir. Anlar dolu dolu tam farkındalıkla yaşandığında geçmişe ait duygusal bağımlıklarda oluşmaz. Tam farkındalıkla yaşanan anda gelecek korkusu ve endişesi yoktur. Sadece anın vardır. Geçmişe ait tam farkındalıkla yaşananlar duyusal bellek olarak zihnimizde kalır. Eylem açlığı ise beden hafızasında kalır. Somutlaştırma, tam farkındalıkla yaşanmamış anları geri getirerek tamamlanmayan davranış, duygu, söz vs ne ise bunu tamamlanmasına yardımcı olur. Tamamlanmamış her anı, bu yüzden sürekli bizi geçmişe doğru çeker. Her şey doğası gereği tamamlanmak, bütünleşmek, bir olmak ister. Farkındalıksız ve an da yasamayan insan zamanla robotlaşır ve mekanik bir insan olarak sağlıklı bir değerlendirme yapamaz, özgürleşemez, daima bir şeylere bağımlı olma ihtiyacı duyar. Dine, kişilere, nesnelere, unvanlara, eşyalara vb. Böylece güven gereksinimini sağlayacağını umar. Somutlaştırmanın izlediği 3 terapötik stratejisi vardır; 1) Travmatik Kalıntılara Erişim stratejisi : Ayna Tekniği İşlevi: Travmatik kalıntılara erişerek hatırlanan veya imgelenen geçmişten gelen derin anıları canlandırarak önemli iç figürlerin rol aldıkları senaryoları ‘’sanki, -mış gibi’’ yaşatarak yeniden yaşatma ve iç görü ve farkındalık kazandırma. 2) Bedensel- Duygusal boşaltım (katarsis); Ayna-rol etkileşimi işlevi a) Sigmund Freud, psikoterapide ‘’katarsis’’kavramını ilk kez, danışanı Anna O’nun daha önce bastırılmış olan duygularını ifade etmesinin ardından tüm belirtilerinin kaybolduğunu keşfettikten sonra kullandı. Moreno, katarsisde, Aristo’ya göre toplumun şifa bulması için katarsisi kasten teşvik eden Yunan trajedyası ile bir devamlılık bulmaktadır. Freud’un ıskalayıp da Moreno’nun fark ettiği şey, katarsisin bastırılmış öfke, hiddet veya üzüntünün duygusal yükünü salıvermekten veya boşaltmaktan daha fazlası olduğuydu. Moreno bunu, danışanların yeni iç görüler edinip bunları şu an ki yaşamlarına entegre etmeleri için bir fırsat olarak görmüştü. b) Somutlaştırma yolu ile bedenden ve duygulardan ayrıştırma sağlayarak rahatlama sağlama. Sözel ve zihinsel çerçeveleme yoluyla, somatik farkındalığa sistematik odaklanma sağlayarak, bilinç alanını genişletme. c) Katarsis sağlayan nefes çalışmaları ile hormonların uyarılıp, bedensel farkındalığı ve hücresel belleğin rahat bırakılması ile donmuş, katılaşmış bedensel-duygusal enerjilerin salıverilmesi. 3) Olumsuz duygularla çevrelenmiş benliğin kayıp parçalarını yeniden bütünleştirme: (Eşleme, rol değiştirme 48 tekniği, ayna, rol alma, rol oynama, monolog, geleceğe projeksiyon işlevi) a) Başlangıç yolcuğunda karşılaşılan içsel figürlerle diyalog kurarak, b) Mitler, atalar, tarihsel figürler, veya yüksek alemlerden kişilik ötesi ‘’ruhsal’’ figürlerin canlandırılıp sahnede somutlaştırılması ile kendi benliği ile uzlaşma sağlayarak, c) Yaşamının heykeli ve sahnelerin çok boyutlu canlandırılması ile gömülmüş bilinçdışı inanç sistemlerini aşarak, yeniden sağlıklı çerçeveleme yapmak, şimdiye ve geleceğe taze ve olumlu düşünce tohumlarını aşılayarak umut aşılamak. d) Yeni bir davranış ortaya çıkarmak ve geliştirmek. Yaratıcılık bir teknik değil, bir bilinç halidir. Yaratıcı bireyler yüksek düzeyde düşünme tekniğini kullanırlar, fakat bunu yaparken farkında olmadan, bilinçsizce yaparlar. Büyük yaratıcılar, en büyük hayalperestlerdir. Einstein, ‘’Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. ‘’ direk imgelem gücünün insanlık tarihini yaratmış olduğunu açıkça vurgulamıştır. Psikodrama da somutlaştırma tekniği ile aracılığı ile annesi ile girdiği çatışmayı o sahnede daha önceden bilmediği yeni davranış ve yaklaşım yolları yaratarak, spontanlığını ve yaratıcılığını da artırmış olur. Terapötik Somutlaştırma Sürecinin Aşamaları Etkili bir somutlaştırma sürecinin başlıca aşamaları aşağıdaki gibidir: Sergileme Gelişim (düğüm) Çatışma Doruk Çözüm (yıkım, son) * Sergileme: Somutlaştırmada çatışmayı yaratacak önsavı oluşturur. Konu ve yardımcı üyeler ve somutlaştırmayı başlatacak ısınma hareketleri, nesneler, objeler, sahneler sunulur. * Gelişim (düğüm) : Somutlaştırmanın başında başlatıp devam eden eylemin yönelimini, olayların iç eğilimini bize gösteren (abartmaların) uygulandığı, blokların olduğu, şoklamaların yapıldığı, çelişmelerin düğümlerinin atıldığı, yeni olanın ortaya çıkmasının sağlandığı an ‘dır. Burada amaç; gelişimin nasıl bir sona varacağını vermek değil belli bir sonuca nasıl bir gelişimle varılacağını göstermektir. ‘’An’ da kalmak, uzun sessizlikler, somutlaştırılan ne ise bunun içinde kalmak’’ çok önemlidir. *Çatışma: Doğru yapılmış bir somutlaştırmada; sergilenen çelişmeler çatışma yaratır, somutlaştırmanın çatışmaları göz önüne seren ve direnci yıkıp eylemi tetikleyen iç dünya ile bağlantıyı hızlandıran görüntü, ses, duygu temas vb. olaylar dizisinin yaşandığı aşamadır. * Doruk : Gerilimin başladığı, protagonistin tetiklendiği, ilgi ve heyecan beden titreşimlerinin gözle görünür biçimde arttığı yerdir. Doruk noktasından düğüme sonra gittikçe sönen bir rahatlamanın olduğu aşamadır. * Çözüm (yıkım, son) ise bedenin soğuması vardır, olumlu duyguların protagoniste ihtiyacı olanın verilmesini içerir. Verilende somutlaştırılır. Annenin sevgiyle sarılması, ilgi ve şefkat duyguları gene somutlaştırılarak kişiye aktarılır. Çatışmanın temelinde yatan çelişmelerinde çözümü gelir. Nesnel gerçeklik, zamanın algılanması vs.. istenir. Bir somutlaştırmada en can alıcı ve önemli aşama doruk noktasıdır. Gerilim uç noktası, çatışmanın en keskin ve yoğun uğrak noktası bu bölümdür. Eylemin ve beklenenin tam tersine dönmesi an olarak, bilgisizlikten bilgiye, farkındalıksızlıktan farkındalığa geçtiği an dır. Bu süreçde somutlaştırılan an da gerektiği kadar beklemek çok önemlidir yoksa beklenilen son oluşmaz. 49 • • • • • • • • • • • • • • • • • • KAYNAKÇA • • Psikodrama ve Grup Psikoterapisi El Kitabı (Yaşama Dair Çok Şey). İstanbul: Sistem Yayıncılık, 2000. Deniz Altınay. • Beyninize Hoşgeldiniz, Sandra aamdt – Sam Wang, 2008 • Bir Rol Yaratmak, Konstantin Stanislavski, 2008 • Bir vücut terapisi doğru. Psikanalitik İnceleme, 61, Moreno, J. L., ve Enneis, J. M. (1950) • “Psikodramada Bilişsel Çarpıtmaların İşlenişi”.Üstün Dökmen • Sosyometri ve Psikodrama, ( Kuramsal Temeller - UygulamalardanÖrnekler - Yeni • • • • • • • • Yaklaşımlar). İkinci basım. İstanbul: Sistem Yayıncılık, 1995.Üstün Dökmen Drama Sanatı, Özdemir Nutku, 2001 "The Unique Social Climate Experienced in Group Psychotherapy". Dreikurs, R. "Therapy in Group Setting". Contemporary Psychotherapy (Ed. M. FRANK, J.D. Geçmişin Hipnozunu Bozmak, Bülent Uran,2008 Gestalt Terapi, Doç. Dr. Ceylan Daş, 2010. Group Psychotherapy. 1951, 3, 292-299 Grup Psikoterapisi El Kitabı. Derleyen : Deniz Altınay. İstanbul : Sistem Yayıncılık, 2000 Human Dizayn,Chetan Parkyn, 2009 Hypnodrama ve Psikodrama.Grup Psikoterapi,10.Weiner, H. (1974). in Psychotherapy, Vol. III, Grune, N.Y. ı958 “Psikodramanın Değişen Karakteri, Sırada Ne Var”. Psikodrama, Kipper, David A. Kökenleri ve Anlamlarıyla Semboller, işaretler, Alfa, 2008 "About Tele, the Function of the Unconcious and Acting Out," Group, LEBOVICI, S. Modern Zihin Sağlığı, Dianetik, L. Ron Hubbard, 2009 "Psychodrama". American Handbook of Psychiatry (Ed. S. Arieti), MORENO, J.L. The First Book of Group Psychotherapy, Beacon House, N.Y. ı958. MORENO, J.L. Mühürlenmiş Zaman , Andrey Tarkovski, 1985 Özbek, Abdülkadir ve Grete Leutz. Psikodrama (Grup Psikoterapisinde Sahnesel Etkileşim). Ankara : Grup Psikoterapileri Derneği, 1987. Psikodrama 400 Isınma Oyunu ve Yardımcı Teknik, Deniz Altınay, 2009 Psikodrama etkili nedir? GA Leutz yılında mettre sa Vie en Sahnesi [sahnede hayatını Putting]. Leutz,G.A.(1985). Psikodrama odaklanın: psikodrama terapötik yönleri. Kellermann, P. F. (1992).Londra: Jessica Kingsley. Psikodramada Çağdaş Yaklaşımlar, Deniz Altınay, 2010 Psikodramada Seçme Konular, Deniz Altınay,2004 Psikodramanın Temelleri, Deniz Altınay,2002 Psychotherapy, 1955. 8, 177. Sahnede Yaratıcılık, Deniz Altınay, 2004 Freee Prees, N.Y. 1961., 42-59, Stein Tanı ve Terapide İmgesel Görüntü Yaşantısı, Doç.Dr. Ali Nahit Babaoğlu, 1998 • Temas, Gestalt Terapi Dergisi, 2002 • Tiyatro Yolu İle Ruhsal Tedavi ‘’Psikodrama’’ , ODTÜ, Prof . Dr. Engin Gençtan, Makale • Tiyatronun ABC ‘si, Aziz Çalışlar, 2009 • Uygulamalı Yaratıcı Monologlar, Yılmaz Arıkan, 2011 • Uzm. Psikolog Bülent Korkmaz; Psikodarama nedir ? • Varoluş Süreci, Michael Brown, 2010 Vol. II, Basic Books, N.Y. 1959. 50 51 PSİKODRAMA VE TASAVVUFTA ÖLÜM VE GELECEK KAVRAMLARI FUTURE AND DEATH CONCEPTS IN SUFISTIC MYSTICISM AND PSYCHODRAMA Psk. Şeref Algur Eğitmen psikodramatist “İnsanın gerçek benliği ancak ölüm karşısında doğar’’ Saint AUGUSTUNE ÖZET Psikodrama ve tasavvufta “An” önemlidir. Her iki sistemin felsefesinde de gelecekle ilgili kaygılarımızla çalışmak, onlara bakmak, onları An’ın bilgisiyle yeniden anlamlandırmak önemli bir yer tutmaktadır. Ölüm kavramıysa her insanda varlığını hissettiren, yaşadığımız tüm kaygıların temel kaynağı olarak düşünülen bir olgudur. Bu olgu gelecekle ilgili varlığını sürdürmekte ve şimdiye sürekli endişe yüklemektedir. Hem tasavvufi açıdan hem de psikodramatik olarak geleceğin özellikle ölüm kavramının çalışılması, varoluşsal tüm kaygıların gelecekte şekillenip şimdiyi hasta etmesini engelleme amaçlanmaktadır. Geleceği yani ölümü cesaretle kabullenmek psikolojik açıdan sağlıklılığın ön koşuludur. ABSTRACT Moment is essential in psychodrama and sufism. In the philosophy of the both system, working on our anxieties about future, considering them and giving them a new meaning with the knowledge of the ‘moment’ have an important place. The death is a fact which is the main source of the all anxieties that we have and has an influence in every human being. This fact has been continuing its existence and overloading anxiety to the present. In the respect of not only sufism but also psychodrama, working on the future especially on the death is aimed for the prevention of being sick with the present by all existential anxieties’ have been shaped in the future. Accepting the future or in other words the death is the prerequisite for being healthy psychologically. PSİKODRAMA VE TASAVVUF Moreno’ya göre herkes, her şey tanrının bir parçasıdır. Özellikle Tasavvuf ekollerinden Vahdet-i Vücut anlayışında her şey tanrıya geri dönecektir. Bununla kastedilen aynı zamanda şudur! İnsan yaşamı statik değil, dinamiktir. Psikodrama da ise Moreno’ ya göre Transscendent aşama, etik ve dinsel rollerle birlikte insanın kendisini Evrenin bütünlüğü içinde yaşayabilmesi, Evren ve Tanrı ile bütünleşebilme duygusudur; Ben’in dar çerçevesinin üstüne çıkabilmesidir(Özbek ve Leutz, 1987: 34). Değişim insan yaşamının içinde sürekli varolur. Ancak yeni davranışlara, çözüm yollarına ve davranışların terk edilmesine direnç, sorunların çözümünü engeller. Gelecek sadece mistizmin değil, spirütüellerin, astrolojiden fiziğe uzanan pek çok bilim dalında çözüm bulmaya çalıştığı bir sorun alanıdır. Din metafizik olarak adlandırılan pek çok bilgi ve duyguyu içinde barındırmaktadır. Din sistemi içindeki birçok kavram, insan doğasının birçok gerçeğine işaret eder. (An, ölüm, ölümden sonraki yaşam v.b). Moreno yaratıcı insanın varoluş ve beden biçimi ile ilgili düşüncelerinde evrenin başlangıcından itibaren sürekli olarak var olan üç kozmik olgu (fenomen) üzerinde durur. Bunlar spontanlık, eylem ve yaratıcılıktır. Moreno saydığımız bu üç esas kozmik olgunun insan varoluşundan çok önceki zaman içinde var olduğunu kabul eder. Ancak insanlık hastalanmak pahasına, sahip olduğu ve gereksinim duyduğu spontaniteden ve an’ı yaşamaktan uzaklaşmaktadır. Bu durumun nedeni; spontanite insana sürekli olarak bir varoluş anksiyetesi yaşatmaktadır. Bireyler bu durumdan kaçınarak güvenli olanı denemeye başlamakta, Konserve davranışlara yönelmektedir. Moreno konserve rollerle; yazı gibi teknik araçlarla korunan, üretilen stabil rolleri anlatmaktadır. Bunlar belli kurallara, kalıplara göre önceden biçimlendirilmiştir. Bunun sonucunda insanlık anlık, belirsiz ve hazırlıksız olandan uzaklaşmaya, anksiyete hissetmeye başlamaktadır. PSİKODRAMA VE TASAVVUFTA ÖLÜM Ölüm kaygısı; her insanda varlığını hissettiren, yaşadığımız tüm korkuların temeli olarak düşünülen bir duygudur. İnsan bir yandan ölümle uzlaşmaya çalışırken bir yandan da ölümsüzlüğünü özler. Çeşitli törenlerde ve inançlarda sergilenen, insan bedenini temsil ederek saklama düşüncesi, ölümsüzlük arzusunun en belirgin dışavurumudur. Ölüm düşüncesini bastırmak ve ölüme karşı duyulan korkuyu azaltmak için uygulanan, ölüyü gömmeden önce onu süsleme ve güzelleştirme, esasen ölümsüzlüğe duyulan özlemi anlatmaktadır. Ölümü cesaretle kabullenmek psikolojik olarak sağlıklı yaşamın bir ön koşulu olarak görülür. Ölüm karşısında alınan tavır, denge ve uyumunu yitirdikçe bireyin kaygı düzeyini artırmakta, yaşadığı çevreye uyum sağlaması güçleşebilmektedir. Kişinin kendi ölümüyle karşı karşıya gelmesi, onu cesaretle karşılaması, onu kabul etmesi; deneyimleri içerisinde, bütünleştirmesi bireye yaşam deneyiminin zenginliğini ve bütünlüğünü hissettiren psikolojik süreçler olarak görülmektedir. Psikodrama şimdi ve burada bulunan sorunu çözmek için geçmişle ve benliğin derinlikleriyle uğraşmasının yanında, gelecekle ilgili kaygıların geçirilmesi olanağınıda verir. Hayatın kendisinin insana vermediği gelecek zaman provalarına ve ön hazırlıklara olanak sağlar. Bir gelecek tasarımı içinde ilişkilerimizi ve duygularımızı somutlaştırmaya yardım eder. Bu bizi varoluş yaklaşımının en temel sorununa götürür. Ölüm kaygısı ve yalıtılmışlık.İnsanın ancak ölümle yüzleşmesi onu güçlendirir. Genel olarak ölüm karşısında bireyin tepkileri yadsıma, acı çekme ve kabullenme evrelerini kapsar. Birey ölümlülüğüne dayanamadığı için 52 kendine bitmemiş işler yaratır, Geçmişle göbek bağının ucuna sarılır ya da her şeyi olduğu biçimiyle korursa zamanın akışını durduracağı sanrısıyla zorlantıların peşine takılır. İyileşmeyen bir hastalıkla baş başa kaldığımızda, gerçeği en katı ve en uç noktasıyla algılama olanağı buluruz. Hatta insan hayatını gözden geçirir, bu şekilde yaşam ve ölümle barışma olasılığı yükselir. Bu süreçleri psikodrama sahnesinde deneyimleyen insan gerçeklikle güvenli bir alanda doğrudan karşılaşma ve prova etme şansı bulmuş olur. Ölüm, Mevlana’nın eserlerinde üzerinde durduğu önemli konulardan biridir. Mevlana’nın ölüm anlayışı, onun Allah, evren, insan, ruh, hayat ve devir hakkındaki görüşlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Mevlana’ya göre bir devir sistemi içinde hayatın anlamı, ruhun ölümsüzlüğü, Allah’a kavuşmanın ve onda yok olmanın bir yolu ölümden geçmektedir. Mevlana Tasavvuf geleneğinde sıkça vurguladığı gibi ölümü “İradi ölüm” ve “Tabi ölüm” diye ikiye ayırmaktadır. Buradaki iradi ölüm; ölmeden önce ölünüz hadisinin Mevlana dilinden söylenişidir. Mevlana ölümle ilgili şu tespitte bulunmuştur. “Ey ölümden kaçan can, işin aslını doğrusunu istersen, sen ölümden korkmuyorsun kendinden korkuyorsun, çünkü ölüm aynasından ürküp korktuğun ölümün çehresi değil, senin çirkin yüzündür. Senin ruhun bir ağaca benzer, ölüm ise o ağcın yaprağıdır. Her yaprak ağacın cinsine göredir. O yaprak iyi ise de kötü ise de senden bitmiştir. Nasıl ki hoş olsun hoş olmasın, senin gönlüne gelen her hayal, her düşünce senden, senin kendi varlığından gelmişse” (Mesnevi 3, 3441- 3443 İbtidanâme, 650-670) Tasavvufta ölüm, en çarpıcı tarifiyle “Allah’ın seni senlikten öldürmesi, kendisiyle diriltmesidir.” Bütün sır buradandır. Yani kendi benliğinin tanrının benliğinde yok olarak O olmasıdır. Bu noktada çelişkiler yok olmakta, ölümle hayat birleşmektedir. Aslında ölüm bir değişimdir. Tasavvufi düşüncede ölüm, sadece bedenin ölümüdür. Ölüm yeni bir doğumun sancısı gibidir. İnsan her şeyle sürekli ilişki halindendir. Ölümle o gelmeden çok önce ilgi kuran tek varlık insandır. İnsan ölümle her an beraberdir. Çünkü insanın yapısı, var olan hiçbir şeyden ilgisini kesmesine müsaade etmez. Yaşam bir bütündür. Her doğum kadar her ölümde yaşam cümlesindendir. Çünkü her ölüm yeni bir doğumun parçasıdır. Tasavvufta ölüm, bir ayrılık değil, ruhun tanrıya kavuşmasıdır. Ölen kişi, sevgilisine kavuşacak bir gelin gibidir. Bu nedenle Hz. Mevlâna ölüm gününü “Şeb-i arûs” (Düğün gecesi) diye nitelendirmektedir. İnsan yaşamının en büyük spontanitesi ölümdür. Psikodramada bitirilmemiş işlerin tamamlanması, yaşam sahnesinin gözden geçirilmesi, geçmişin prangasından kurtularak yeni davranış ve roller denemesine olanak verir. Bu durum bireyin cesaretini artırır. Psikodrama sahnesinde bütün korku ve kaygıyla yüzleşme fırsatı bulur. Başkalarının ölümünü çalışırken kendi ölüm korkularıyla yüzleşebilir. PSİKODRAMA VE TASAVVUFTA GELECEK Psikodramada yaratıcı olan andır. Kişi için önemli olan şimdi ve buradan geçer. Sorun olan şeyde, şimdi ve burada, cereyan ettikleri mekan içinde çözülmelidir. Böylece geçmişteki olaylar, geleceğe yönelik umutlar korkular “psikodrama anı” yada başka bir değişle şimdiki an’a aktarılırlar. Görüldüğü gibi psikodramada zaman, fizik ve biyolojik zaman olmaktan ziyade, psikolojik zamanı da ifade etmektedir. Psikodramada her şeyi An’a getirmek değişimi sağlar. “An” tanrısal bir kavramdır. An insanı tanrıya yakınlaştırır. Tasavvuf’ta da tanrı insanları anda yaratmıştır. Tanrı için geçmiş ve gelecek kavramları yoktur. Mevlana bu konuda geçmiş ve geleceğin Allah’a karşı bir perde olduğunu ifade etmiştir.(Mesnevi 1. Cilt) Moreno; biz şuanda yaşarken aslında gelecek için, gelecekte olacak şeylerle ilgili yaşadığımızı söyler. Böylece bir çeşit hayat provası ile kaygı uyandıran konuların terapötik müdahale ortamına entegre edilmesi gerektiğinden bahseder. Psikodrama hayatın kendisinin insana vermediği gelecek zaman provasına, bu duruma karşı ön hazırlık sağlar. Aslında başkasının yaşamının bitmesine duyduğu üzüntünün içinde temelde hayatın, özellikle kendi hayatımızın da kısalığının farkına varmak ve buna karşı duyulan üzüntüyü de içinde barındırmaktadır. 53 İnsanın en temel yeteneklerinden birisi, düşünüp ve hayal ederek yaşamını yaratmasıdır. Düşüncenin ve hayal edilenin olumlu olması, cesareti artırır ve kişinin kendi hayatının yaratıcısı olmasını sağlar. Psikodramada kullanılan tekniklerden biri olan geleceği deneme (future projection) yaşamın provası olarak nitelendirilebilir. Burada protagonist gelecekte ön gördüğü bir durumu sahnede somut olarak görür ve bu durumla ilgili duygu ve düşüncelerini kontrol etme şansı yakalar. Psikodrama oturumunda, kişilerin çözemeyeceği hiçbir sorun, göremeyip üstesinden gelemeyecekleri hiçbir çatışma yoktur. Bu sır psikodramanın yaşamın sırrını barındırıyor olmasından kaynaklanır. Buda yaşamın içinde var olan ritme ayak uydurmak yani diğer bir değişle an’da olabilmekle olasıdır. Bu durum Mevlana’nın tasavvufta belirtmiş olduğu devir kavramıyla ilişkilidir. Psikodrama aslında kişiye “An felsefesi” ile gerçek bir yaşamın felsefesini sunar. Geçmiş ve geleceğe saplananlar an’ı ve aslında yaşamı kaçırırlar. Geçmişe takılı insanlar sürekli suçluluk hissederler. Bundan dolayı da onların hep keşkeleri vardır. Gelecek belirsizliği sürekli kaygı bulaştırır. Aslında geçmiş ve gelecek sadece bir ilizyondan ibarettir. Kontrolümüzde olan tek şen şu andır. Psikodrama sahnesinde her şey mümkündür. Birey geleceği de an’a getirir. Sürekli an’da olmayı deneyimleyen birey bu noktadan hareketle an’ın bilgisine yani yaşamın bilgisine sahip olmaya başlar. Protagonist geleceğin nasıl olacağına, nasıl bir yerde olacağına ilişkin düşüncelerini terapistin ve diğer grup üyelerinin yardımıyla sahnede canlandırır. Bu teknik protagonistin geleceğini önceden yaşamasını sağlar. Herkesin geleceğe ilişkin düşünce ve duygu olarak yatırımları, planları vardır. Bu teknik yoluyla protagonistin; a) Gerçekçi olmayan istekleri; ne olduğuyla ne olmak istediği arasındaki zıtlıkları b) Geleceği gerçekçi şekilde algılaması, kaygılarını kontrol altına alabilmesi sağlanır. Bir anlamda protagonist burada gerçeği test etmekte ve aynı zamanda gerçeğin bir provasını yaparak, geleceğe de hazırlamaktadır. Terapist protagonistten geleceğe yönelik projeksiyonları olabildiğince açık sahnelemesini ister. Protagonistin geleceğe ilişkin olasılık getirdiği resim ne kadar açıksa ilerde bunlarla karşılaşması ve anlamlandırması o kadar iyi olacaktır. Protagonistin olabildiğince oyun sırasındaki bedensel durumunu, kendisini, çevresinde tasarladığı nesneleri, olayın olduğu zamanki gerçeklere benzer olarak yaşaması, şimdiki gerçekleri, o zaman ve oradaki gerçekler içinde eritip farkındalık geliştirmesi amaçlanır. Gelecek beklentileri ve fantezileri, gelecekle ilgili koşullardan doğan yersiz endişe ve korkular yanında, gerçeğine uymayan istekler ve beklentilerde aynı anlayışla, gerçeği yaşama denemesi, gelecek planı olarak canlandırılırlar. Böylece oluşturulan gerçek koşullarda, insanın hayali korkuları yenilir, kendisi ve yetenekleri hakkında gerçekçi iç görü ve anlayış geliştirilmesine yardım edilir. Psikodramada ister geçmişteki, ister şimdiki sorunları, isterse gelecekteki tasarımları ve istekleri içermiş olsun, canlandırılacak şey şimdi ve buradadır. Bu nedenle “şimdi ve burada” kuralı psikodrama çalışmasının gerçekliğe ulaşması için en önemli koşullardan biridir. Tasavvufi anlayış tarzına göre insanın “ruhsal yönü” onun bedeni, duygularıyla ve zihniyle bir bütünlük arz etmekte, onları kapsamakta, onu mükemmelliğe götürmektedir. İnsanın mükemmelleşmesinin son durağı, onun tasavvufun öngördüğü “İnsan-ı Kamil” modeline ulaşmasıdır. Bu modele ulaşan insan bütün kaygılarından uzaklaşmış, yaratanı ile bütünleşerek O olmuştur. Tasavvufa göre zaman dediğimiz şey iki nokta arasında harekettir. Çünkü “dün” ve “yarın” ölüdür. İnsanın Allah ile bütünlük kurduğunu hissettiği zamana “İbnü’l vakt” denir. Psikodrama ya göre ise bu düzeydeki insan, felsefi olarak kendisinin “olağanüstülüğünü” hisseder arke tip yönünü yaşar. Kişi evrende insan olarak var olma rolünü , kendi bireysel kişiliğinden daha önemli olarak kavrar. Dağ, ağaç, yıldız, deniz ve başka insanlarla da empati kuarabilir. Geçmişe ve geleceğe takılmadan an’ı değerlendirmek insanı, Allah’a, kainata ve diğer insanlara karşı sorumluluk bilinci gelişmiş bir hale getirir. Kişi “Transcendet” yani Bütünleyici rolüne ulaştığında endişelerinden kurtulmuş olacaktır. Zaten endişe ile geliştirilmiş manevi hayat, kendisini doğuran endişeyi sürekli bir şekilde geliştirir. “İbnü’l 54 vakt” yani an da bu endişelerden sıyrılmak için sırlar gizlidir. Tasavvufun gelecekle ilgili, özellikle varoluş kaygımızla ilgili kullandığı uygulamalardan biri “Rabıta”dır. Etimolojik açıdan rabıta sözcüğü rabt kökünden türemiştir “birleştirmek” ve “bağlamak” anlamlarına gelmektedir. Rabıta yapılışında tıpkı psikodramadaki gibi gelecek an’a getirilir. Tasavvufi anlayış tarzına göre Rabıta-ı Mevt; insanın kendi alemini ve cenazesini ölmeden önce gözünün önünde canlandırıp büyüyüp ihtiyarladığını, ölüm anını, kabre konuluş anını, mezarındaki yalnızlığını düşünüp tefekkür halinde Allah’a, gönlünü de şeyhinin gönlüne bağlayınca başlar. Bu durum protagonistin kendi gelecek sahnesini psikodrama sahnesine koymaya cesaret etmesi, grubuna güven geliştirmesi ve ayrıca terapistle kurduğu tele olgusuyla örtüşmektedir. Yeni durumlara uyum sağlamak cesaretimizle ilgilidir. Cesur olmak yaşamdaki reflekslerimizi de geliştirmektedir. Aslında geleceğimizi zihnimizde sürekli projekte etmekteyiz. Ölüm varoluş sürecimizin önünde önemli bir tehdittir. Çünkü ölüm her an gelebilir. Ölüm rabıtasının diğer bir işlevi tasavvufta mevcut bulunan anın sıkıntılarına ve varoluş kaygılarına karşı bir rahatlama ve savunma metodu olmasıdır. Derviş Rabıta-ı Mevt (ölüm rabıtası) yaparak kaygılardan sıyrılıp huzur bulmaktadır. Burada geleceği varoluşsal projekte etmek, gelecekte kalmak değil, an dahil oluşan kaygılardan kurtulmayı amaçlamaktadır. Derviş çok huzursuzsa ölüm sahnesini detaylandırır ve dramatize eder. Buradaki amaç, yaşamdaki kaygıların küçüklüğünü algılamayı sağlamaktır. Ölüm çoğunlukla hayatımızın soğuk yüzü ve korku ile algıladığımız bir kavram olagelmiştir. Rabıta-ı Mevt, ölüm duygusunu bir an bile hatırdan çıkarmamayı hedef alır. Bu durum, düşünce ve davranışları düzenlemek için gerekli olduğu kadar, ‘’ölmeden evvel ölüm’’ sırrına erebilmek ve bedenimizi ölü gibi farz ederek onun ruh üzerindeki ağırlığı ve bulanıklığını gidermeye çalışmak içinde gereklidir. Rabıta-ı Mevt te keşfedilen bu durum, psikodrama da Morenonun ruhun bedenin dar çerçevesinden çıkıp özgürleşmesi, aşkın rol yani transandantal rol kavramı ile örtüşmektedir. Tasavvuf mistizminde amaç Allah’a ulaşmak kendini aşarak Allah’la bir olmaktır. Mistik birey(sufi) dünyaya ait olandan sıyrılıp Allah’a varma ve onda yok olma şuuruyla yaşar. Sufi önce bildiğimiz fiziki zamanın içinde hareket eder. Ancak onu kırmaya, üstüne çıkmaya çalışır. Zamansızlık sadece Allah’a aittir. Bu makam doğmaktan, doğrulmaktan kurtulmuşların makamıdır. An yakalanmıştır. Sufi Ebul- Vakt’lık (zamanın babası) boyutuna geçmiştir. Zamanın ilmine vakf olmuş ve zamansızlığı yakalamıştır. Onun öncesini ve sonrasını görmektedir. Tasavvufta buna tayy-i zaman ve tayy-i mekan denilmektedir. Psikodrama sahnesi tayy-i zaman ve tayy-i mekanı içermektedir. Yani zaman ve mekânlar arasında geçiş yapılmaktadır. Güneşin doğup batmasına eksenine endeksli zaman sınırları, tasavvufi pratiklerin beyin ve bedenimiz üzerindeki etkileri neticesiyle genişletilip daraltılabilir. Bu durum protagonistin ısınma yürüyüşle başlayan sahneleri kurmasıyla açılan ve daha sonra çekirdek çatışmanın keşfiyle daralıp keşfedilen bilginin ana aktarılmasıyla yeniden şekillenen bir gerçekliği temsil etmektedir. Kişi bu hal içerisindeyken kendini bu dünyaya ait tüm maddi sınırlardan soyutlamış ve onun tamamen dışına çıkabilmiş hisseder. Yani aynı anda asırlar yaşamış gibi yada dünyevi zaman ile uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen sanki hiç vakit geçmemiş gibi hissedebilir. Psikodramada an, yalnızca bir zaman parçası değil, yaşamda var olan tüm olasılıklardan yalnızca birinin gerçekleşme noktasıdır. Psikodrama da an çok değerlidir. Protagonist bir yaşam sahnesinden diğerine yada geçmişiyle ilgili bitirilmemiş, tamamlanmamış bir sahneye gidebilir. Bunun dışında yirmi yıl sonrasına, beklentilerine bir yolculuk yapabilir. Psikodramada da zaman biyolojik zaman olmaktan çok psikolojik zamanı ifade etmektedir. Psikodrama; geçmişteki ve şimdiki çatışmaları geleceğe dair kaygı ve beklentileri, somutlaştırma ve rol oynama teknikleriyle ‘’an’’lar ve ‘’mekanlar’’ arasında özgürce dolaşma olanağı sunar. Psikodrama ile geçmişi ve su anı fark etme, anlama, yeniden yaşama, değiştirme ve gelecekte ne ile karşılaşacağımızı, ne hissedeceğimizi görmek, deneyimlemek mümkündür. Böylelikle yaşantımızda, karşılaştığımız, karşılaşabileceğimiz durumlarla, yeni ve uygun başa çıkma teknik ve sosyal becerileri geliştirme olanağı buluruz. 55 Buradan şu sonuca ulaşırız; psikodrama ile geçmiş, su an ve gelecekte yaşama dair her şey ve her korku ile çalışılır. Psikodramatik zaman geçişkenlik gösterir. Sufiler bireylerin reel olarak zamanın tümü ile bir ilişkisi olmadığını söylerler. Sufiler bireylerin zamanla olan ilişkisini ‘’onun vakti’’ şeklinde tanımlamışlardır. Kendisini ‘’art ardalığın’’ görünürdeki bir dizinden başka bir şey olmadığı şeklindeki değerlendirmeye yönlendiren kişi geçmiş ve geleceğin tamamen sübjektif süreçler olup, gerçekte objektif bir varlıklarının olmadığını anlar. Herhangi bir şeyin objektif olarak gerçekte var olup olmadığı sorusu varlığını korumasına rağmen ‘’gerçek’’, yegâne referans olarak sadece varoluş anımızı tanır. İnsanın çektiği acıların büyük bölümü sufilere göre zamanla kurduğu gerçekte gereksiz ve yanılsamadan ibaret olan bir nesneleştirmeden kaynaklanır. Çünkü insanın sıkıntılarının çoğu geçmişteki bir şeyin hatırlanması veya gelecekteki bir endişenin zihni meşgul etmesinden kaynaklanır. Sonuçta reel olarak var olmayan geçmiş ve gelecek, insan yaşantısının pratik aşaması içerisinde olduğu anı hüzün ve endişelerle ıstıraplı hale getirir. Sufizme göre geçmiş hatırlandığında bir anı yeniden canlandırılır ancak bu şimdide yapılır. Gelecek ise hayal edilen bir şimdidir. Gelecek zihnin bir projeksiyonudur. Ve geldiğinde ancak şimdi olarak gelir. Gelecek hakkında düşündüğümüz her şeyi, ancak anda düşünebiliriz. Buna bir örnek verecek olursak ay kendi başına bir ışığa sahip olmayıp, sadece güneşin ışığını yansıtabildiği gibi, geçmiş ve gelecekte sadece ebedi şimdinin ışığının, gücünün ve realitesinin solgun yansımalarına sahiptirler. Onların realitesi ‘’şimdiden’’ alınmıştır. Bu şekilde yorumlanmayan zaman suçluluk ve kaygıyla benliğimizi sarar. Psikodrama ve tasavvufta an önemlidir. Her iki sistemin felsefesinde de gelecekle ilgili kaygılarımızla çalışmak, onlara bakmak, onları an’ın bilgisiyle yeniden anlamlandırmak önemli bir yer tutmaktadır. Kullandıkları yöntemler itibari ile birbirine referans teşkil eden iki sistemin benzerliği açıkça ortadır. Psikodrama sahnesi tasavvufta tayy-i zaman ve tayy-i mekan olarak ortaya konulmaktadır. Sonuç olarak psikodramada kullanılan future projection(geleceği prova etmek) ve tasavvufta yer alan Rabıta-i mevt çalışmaları amaçladıkları sağaltım ve kullanılan yöntemler birbiriyle benzerlik göstermektedir. 56 olarak KAYNAKÇA • Altınay Deniz, (2000), Psikodrama Grup psikoterapisi El Kitabı, Sistem Yayıncılık, İstanbul • Altınay Deniz ,(2004), Psikodramada Seçme Konular, Aura Yayınları, İstanbul • Cohen Zeynep Pınar, (2010) Zamanda Yolculuk Edenler An Felsefesinde Zaman Kavramının Küçük Grupta İncelenmesi, IPI Yayınlanmış Tez, İstanbul • Çelik İsa, (2009) Türk Tasavvuf Düşüncesinde Ölüm. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 40, Erzurum • Doğan Türkan, (2012) Sağlıklı Duygusal İşişkiler Geliştirmede Psikodramanın Rolü Bir Olgu Sunumu Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi 49-60,Ankara • Kapkın Emre, Psikodramada Ölüm Temasılya Yüzleşme Biçimleri, Abdulkadir Özbek Psikodrama Enstitüsü Tez • Kaner Sema, Psikodramada Kuram, Teknik ve Araçlar Ankara Üniversitesi Dergisi, Ankara • Kirli Yusuf, (2015) Tasavvuf Sohbetleri, Kayseri • Özbek Abdulkadir, Leutz Gerete (1987) Grup Psikoterapisinde Sahnesel Etkileşim Verso Matbaacılık, Ankara • Öztürk Kaloğlu Zehra ,(2010) Çukurova Ünüversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı Hastalıkları Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi Adana • Sayın Esma ,(2014) Tasavvuf Terapisi, Nesil Yayıncılık, İstanbul • Sayın Perihan, (2013) Psikodrama Yöntemleri İle Geleceği Yaşatmak IPI Yayınlanmamış Tez, Ankara 57 GRUPTA İYİLEŞTİRİCİ UNSURLARIN VAROLABILMESİNDEKİ TEMEL BİLEŞEN; GRUP BİRLİĞİ (KOHEZYON) ve PSİKODRAMA COHESION AS A BASIC THERAPEUTIC AGENT IN PSYCHODRAMA Fulya KURTER Uzm. Psik. Dan. Eğitmen Psikodramatist ABSTRACT The focus of the article is on “cohesion” as a therapeutic agent that is essential for the initiation of other therapeutic factors (e.g. Yalom, 1995) in the group and how different tools and powerful elements in psychodrama such as sociometry, tele, spontaneity and some techniques and rituals can facilitate and strengthen cohesion in the group, based on Corey & Corey’s (2002) general assumptions on cohesion in a group process. Hence the article discusses the leader’s role to create a cohesion. The author also emphasizes how an achieved cohesion in a small group can be a pathway towards a sense of greater “cohesiveness” and “oneness” on a larger scale “group”; cosmos. GRUPTA İYİLEŞTİRİCİ UNSURLARIN VAROLABILMESİNDEKİ TEMEL BİLEŞEN; GRUP BİRLİĞİ (KOHEZYON) ve PSİKODRAMA Bu makalenin oluşmasına psikodrama yaşantı gruplarındaki (lider/psikoterapist olarak) deneyimlerim, devam ettiğim psikoterapi alanındaki eğitim gruplarındaki öğrenci olarak güncel keşiflerim ve özellikle Deniz Altınay ile gruptan “zamansız” ayrıldığı izlenimine kapıldığım üyelerim hakkındaki “süpervizyon” görüşmeleri ilham verdi. Bu yazıda, tüm teröpatik unsurların varolabilmesindeki temel bileşen olduğu tezinden hareketle kohezyonu; grup birliğini kavramsal bir çerçevede özetlemeye ve psikodramadaki karşılığını tartışmaya çalıştım. Psikodrama gruplarında birlikte görünmez bağlarla birbirine bağlı bireylerin spontanlık içinde birlikte an’da yaratabileceklerinin sınırsızlığına inanarak… Grubun Gücü, Grup Terapisi ve “İyileştirici” Unsurlar Grup terapisi, psikoterapist ve tek bir kişi (danışan) dışında başka bireylerin de dahil olduğu kişilerarası bir süreçtir. Oyun spontan olması sayesinde bilinçdışına bastırılan duygulara doğrudan doğruya yaklaşmaya olanak verir. Bir başka deyişle direnci çözücü etki gösterir (Altınay, 2015). Çünkü hayat ilk günden itibaren, farklı ilişki ağları içerisinde akar, bireyin benliği başta ebeveyn veya bakım sağlayan diğer yetişkinler olmak üzere ilişkiler üzerinden inşa olur; İnsan, ilişkiden doğan ( anne ve babanın ilişkisinden), İlişki aracılığıyla hayatta kalan (anne veya temel bakım sağlayan kişiler sayesinde) ve gelişen (pek çok farklı ilişki ağı içinde) bir varlıktır. İlişkisel psikolojinin temel savını da oluşturduğu üzere psişenin temel motivasyon kaynağını, diğerleriyle kurulan ilişkiler oluşturur. Birey, bu ilişkilerin içinde beslenir büyürken bir yandan da bazen hafif, bazen ağır yaralar alarak yol alır. Dolayısıyla ilişkilerle aldığımız yaralar ancak ve ancak yine ilişkiler içinde iyileşebilir. Bireyin grup içinde şifalanmasının tarihi insanlık tarihi kadar eski olması bu açıdan tesadüf değildir. Özellikle psikospritüel ve törensel yaklaşımların esas olduğu yöntemler grupla beraber (örn. Şamanlar) olmanın gücünü öne çıkarır. Örneğin Navaho terapisinde, Eskimo şamanlarında olduğu gibi hasta bireyin fiziksel hali ve tutumu kadar sosyal gruba aidiyeti de dikkate alınarak grup ritüelleri eşliğinde sağlıklı yaşama geri kazandırılmasının esas olduğu bilinmektedir. İlkel toplumlarda ve dinsel şifa gruplarında hasta kişinin toplumdan izole edilmeksizin topluma dahil edilerek belirli bir kültürel çevre içinde ele alınmaktadır (Serlin, 1993). Bununla beraber, modern psikoloji tarihinde, “grup terapisi” ve “grup psikoterapisi terimlerinin ise ilk kez psikodramanın kurucusu J.Moreno tarafından resmi olarak 1932’de Amerikan Psikiyatri Derneği Philadelphia Konferansı’nda dile getirildiği görülmektedir. Bu tanıma göre, grup psikoterapisi grubun doğalından gelen bireyin kendisini düzenleyen mekanizmaları koruyan ve harekete geçiren bir yöntemdir. Çünkü, Moreno’ya göre (1953) toplumun en küçük ünitesi birey değil, sosyal atomdur. Bir başka değişle toplumun en küçük ünitesi bireyin kendisini canlandırdığı ve deneyimlediği temel kişilerarası ilişki ağlarıdır. Bu açıdan psikodramatik canlandırma gerçek yaşamın bu yönünü yansıtmaya en yakın terapidir ve spontanitenin gelişebilmesi için uygun koşulların yaratılabilmesi için etkili bir araçtır (Moreno, Z., 2006). Şüphesiz iyileştirici bir ortamın varlığı bazı ön koşullara bağlıdır çünkü her türlü grubun temelinde üyelerin değişmez ihtiyaçları bulunmaktadır. Temelde bunlar grup tarafından kabullenildiğini, ait olduğunu ve güvende olduğunu hissetmektir (Ohlsen, Horne ve Lawe, 1988). Bu güçlerin eksikliği, grup üyelerinde düşmanlık, duygusal çekilme ve duyarsızlık doğurabilmektedir. Temel ön koşulların sağlandığı bir grupta gerçekleşen psikoterapinin bireylere sağladığı yardım ve “iyi geliş” bazı unsurlarla açıklanabilir; umut aşılama, evrensellik, katkısal bilgi, özverili olma, birincil aile özelliklerinin grupta yinelenmesi ve bunun onarıcı niteliği, kendini anlama (öz kavrayış), toplumsallaştırıcı tekniklerin gelişimi, taklitçi davranış, karşılıklı öğrenme, grup birliği (kohezyon), katarsis, varoluşsal etmenler (Yalom, 1970, 1995) bunlar arasındadır. Görebileceği gibi kişilearası; yalnızca terapist ve danışan ötesinde oluşun getirdiği pek çok iyileştirici unsur bulunmaktadır. Psikodramada protogonistlerden ve psikodramatistlerden topladığı verilere dayalı olarak, gruptaki iyileştirici unsurları inceleyen Kellerman’ın (1992) tanımladığı iyileştici etmenler arasında “kişilerarası öğrenme ve canlandırma ile öğrenme” yer almaktadır. Bir arada ele alınması önerilen bu iki etmen, yardımcı egoların aldığı rollerle ilişkilerin 58 canlandırılmasının, protagonist ve lider arasındaki ilişki kadar tedavi edici oluşuna vurgu yapar ( Moreno, Z., 2006). Moreno’nun “sosyometrik düşüncelerinin ve kişilerarası ilişkilere bakışının uzantısı olarak, gruplar bireylerin toplamı şeklinde hareket etmekten ötedir. Moreno, grup dinamiklerinin yalnızca bireylerin yansıttığı geçmiş deneyime dayalı beklentilerin şekillendirdiği aktarımlardan (transferans) ibaret olmadığını, karmaşık ve ince bir düzeni yansıttığına vurgu yapmıştır. “Elle tutulmayan, ancak grup üyeleri arasında oluşan, sosyometrik ölçümün de temeli olan “çekim ya da itim”lerin oluşturduğu dinamiktir “tele”. Tele”, grup üyeleriyle terapistle ilişkiler bütünü, “kişilerarası kimya” olarak da tanımlanabilir. Tele, seçimlerin görünmez kaynağına daha derin bir bakıştır ve role bağlıdır. Bu esnada çıkan hassas konuların dikkatle ele alınması karşılıklı destek veren ilişkilerin olduğu bir ortamla “grup birliği” ile mümkündür. Bu destekleyici çerçeve içinde “ilişkilerin duygusal açıdan” tehtid edici yönlerini irdeleyebilecek ve benliklerini ayırt edici bir biçimde tanımlayabilmeleri için cesaret toplanmaktadır (Blatner,2002). Moreno’ya göre tele, toplumsal kohezyonu sağlayan iyileştirici bir sevgidir (akt.Yıldırım Keskin, 2010). İyileştirici Etmen olarak Grup Birliği (Kohezyon) Bireysel psikoterapide danışanla ittifak kurmanın (working alliance), ilişki kalitesinin iyileştirici önemine sıklıkla vurgu yapılmaktadır. Grup ortamında da üye-grup lideri arasındaki bu ittifak; işbirliği ve dayanışma duygusu önemini korur. Ancak grupta, ilişki yalnızca üyeler ve terapist arasında kurulmaz, üyeler arasında da kurulur ve grup birliği terapisti de içinde alan, grubu oluşturan tüm bireyler arasındaki ilişkiye dairdir (Burlingame, Fuhriman ve Johnson, 2001). Bununla beraber, grup birliği belirsiz bir kavramdır. Yalom, grup birliğine ilişkin, “grupta kalmaları için tüm üyeler üzerinde etkili olan güç ve bir grubun iye için taşıdığı “çekicilik gibi tanımları kullanmıştır (Karabekir, 2011). Grup birliğini, iki boyut çerçevesinde ele alan Dion’a (2000) göre ise, kohezyonu belirleyen ilişkinin yapısı ve ilişkinin kalitesidir. İlişkinin yapısı, ilişkinin yönü ve işlevselliğini kapsar. İlişkinin yönü, dikey ve yatay bağlam çerçevesinde gelişir. “Dikey kohezyonda”, grup üyelerinin grup liderinin yetkinliğine, sahiciliğine ve sıcaklığına ilişkin algıları devreye girer. “Yatay kohezyonda” ise, grup üyelerinin birbirleriyle kurulan ilişkiler ve grupla kurulan ilişkinin bütünü konusudur. Grup birliğini oluşturan işlevsellik boyutu ise, üyelerin ne denli belirlenmiş amaçlara yönelik çalışmaya çekildikleriyle ilgilidir. Grup birliğinin yüksek oluşu, üyelerin birbirine sunduğu duygusal destekten dolayı birbirleriyle bağlantıda olduklarını göstermektedir (Dion, 2000). Grup birliğinin, bir diğer boyutu olan ilişkinin kalitesini oluşturan unsurlar ise, son yıllardaki araştırma bulguları ışığında netleşmiştir. Buna göre, gruptaki terapötik ilişkinin varlığı, iki temel değişkene bağlıdır; Bunlardan ilki önceden de değinildiği üzere ait olma ve kabul görmeye dair unsurları içermektedir. Diğeri ise, grubun işbirliği içinde çalışabilmesi, grubun iklimi, bireysel olarak çalışmaya kendini verebilme gibi kişilerarası çalışmayla ilgili olan unsurları kapsamaktadır (Burlingame, Mackenzie ve Strauss, 2004). TFI-Kohezyon altölçeği (Lese ve MacNairSemands, 2000) alt maddelerine bakıldığında ise , ortak bir karara ulaşma konusundaki üyelerin yatırımı gruba kendini adanmışlık gibi kavramların öne çıktığı görülmektedir. Dolayısıyla grup birliği, psikoterapiye yönelik adımların atılabilmesinin ve terapötik çalışmalara odaklanabilmenin ön koşuludur. Özetle, grup içindeki birliktelik duygusu üyelerin grupta bulunan diğerlerinin desteğini aldığında, yargılanmadan anlaşıldıklarında ve birbirlerinin iç dünyalarına tanık olduklarında oluşan özel bir bağdır. Kendilerini oldukları gibi kabul eden bir grubun içinde, görülme, kabul edilme ve aidiyet duygularını yaşarlar. Grup birliğinin tüm üyeleri grup içinde tutma işlevi sayesinde, grup üyeleri ancak bu şekilde kendilerini ortaya koyabilme cesareti gösterebilecek, kendisini daha fazla araştırabilecek, diğerleriyle daha sahici ilişkiler kurabilmede yol alabilecek, kendilerine ait daha derin gerçekleri paylaşmaya istekli olabileceklerdir (Corey, 2002 s.144). Bu durum, gerçek yaşamda yargılama, erken yorum, öneri 59 getirme vb. gibi iletişim biçimlerinin hakim olduğu ortamdan oldukça farklı olması nedeniyle onarıcıdır. Grup birliğini oluşturan; gruptaki kabul, duygusal iyi oluş, kendini açma, kişilerarası beğeni, bireysel alana saygı düzeyi gibi (Burlingame ve ark. 2002) ölçütlerin davranışsal düzlemdeki, gözlemlenebilir karşılığını ele almak konuyu somutlaştırmak açısından yardımcı olacaktır. Grup birliğinin düzeyi, Hornsey, Dwyer ve Oei’e (2007) göre, devamlılık (katılım), sözel içerik, oturma biçimi (uzaklık-yakınlık), göz temasının ne denli olup olmadığı, erkenden grubu bırakmanın derecesi gibi unsurlarla bağlantılıdır. Grup birliğini hisseden üyeler, gruptaki “almaverme” ilişkisinde daha dengeli bir tutum sergiledikleri düşünülebilir. Üyelerin zaman içinde yeterince etkileşimde bulunması ise bunun ön koşuludur. Corey ve Corey’in (2002), vurguladığı gibi, devam eden süreç içinde gelişen kardeşlik duyguları, bireylerin birbirleriyle ilişkilerinde aldıkları risklerle gelişir. Yaşamdaki diğer tüm yakın ilişkilerin gelişmesi ve güçlenmesi de benzer biçimde mümkündür. Kohezyon, grubun süresinden bağımsız bir değeri olsa da, beş ile dokuz üyeden oluşan ve 12 haftadan daha fazla süren gruplarda, birlik duygusunun daha da güçlendiğini gösteren araştırmalar bulunmaktadır (Burlingame, Theobald McClendon ve Alons, 2011) İlerleyen zaman içinde grupta terapötik çıktıların deneyimlenmesi de grup birliğini güçlendiren etmenlerden biridir. Bununla beraber, gerçek kohezyon, sabit, değişmez, kendiliğinden; otomatik oluşan bir koşul değildir. Grup yaşantısı boyunca farklı aşamalarında grup birliğinin dalgalanma gösterme özelliğine sahip olduğu hatırlanmalıdır (Yalom, 1992, s. 46). Grup Birliğini Güçlendirmede Kolaylaştırıcı Araçlar ve Psikodrama Grup birliği, güven ortamının erken aşamalardan başlayarak oluşmasının sağlanmasıyla, grubun amaçları ve bireylerin amaçlarının uyumuna dikkat edilmesiyle, grup üyelerinin kendileri hakkında anlamlı bilgileri paylaşmalarıyla, tüm üyelerin olabildiğince katılımcı olmasıyla, çatışmaların kabulü ve üzerinde çalışılmasıyla ve grubun çekiciliği gibi unsurlarla yakından ilişkilidir (Corey ve Corey, 2002, s.144) Psikodramada, grup birliğinin, bütünleşmenin sağlanabilmesi ise kısa bir sürede gerçekleşmektedir. Karabekir (2011) bu durumu , yılların dakikalara indirildiği çalışmalardaki sahnelemeler yardımıyla oluşuna vurgu yapmaktadır. Grup üyelerinin aldıkları roller, tüm grubun protogoniste sunduğu destek ve katılım, terapistin, ve üyelerin fedakar bir biçimde hizmet etmesi güvenle beraberlik duygusunun oluşmasında katkıda bulunmaktadır. Bu bölümde, Corey ve Corey’in (2002) grup birliğini oluşturmada değindiği unsurların psikodramada nasıl sağlandığı üzerinde durulacaktır. Psikodrama, ısınma oyunları sayesinde grup üyelerinin düşüncelerine ve duygularına saygı gösterildiği güven ortamının grubun erken aşamalarında oluşturulmasını daha ilk baştan sözel bir kontratın ötesine taşımaktadır. Grubun ilk aşamalarında öne çıkan grup kurallarının (gizlilik vb.) belirlenmesinin, tanışma oyunlarının yanı sıra, güven havuzu, oturan daire vb. bedenin dahil olduğı eyleme dönük çalışmalarla güven inşa olmaya başlar. Tanışma, “sözel beyan edilenin” ötesindeki bir gerçeklikte gerçekleşir. Sosyometrik keşifler ile bağlar kurulmaya başlar. Bu noktada Moreno’nun “karşılaşma” kavramı hatırlanabilir. Moreno’ya göre, (1946, 1970, 1975) kişilerarası ilişkilere yönelik ısınma sağlanabildiğinde iki insan arasında gerçek “karşılaşma” mümkündür. Grup böylece yavaş yavaş lider tarafından ve grup tarafından “tutulduğunu” hissetmeye başlar. Grup üyelerinin kendileri hakkında anlamlı bilgileri paylaşmaları, grup birliğinin ön koşullarındadır. Herkesin kendisini “açması, “paylaşması” farklı hızda ve derinlikte olsa da yakınlık düzeyi arttıkça grup üyelerinin paylaşımlarının derinleşmesi beklenir. Psikodramanın bu süreci kolaylaştırıcı yönü, grup üyelerinin kendilerine yönelik içgörülere ulaşabilmesi ve paylaşabilmesine uygun zemini açan “eylemdir”. An’da, grup üyelerinin eylem içinde buluşması, örneğin protagonist merkezli bir çalışmada üstlenilen roller aracılığıyla ifade 60 bulan gerçeklik ve yapılan keşifler, grup üyelerinin eylem sonrası paylaşımlarını kolaylaştırır. “Rolün sunduklarını, “bir diğer kişi” üzerinden aktarması rahatlatıcıdır. Grup üyeleri kollektif bir bütünün parçası olarak konuşurlar. Canlanan “çağrışımlar” aracılığıyla da kendilerine dair malzemeyi daha rahat paylaşabilirler. Bu esnada “ yorumlama ve genellemeden” kaçınma kuralı çerçevesinde kalınması da grup üyelerini koruyan, sarmalayan ve tutan prensiplerdendir. Terapötik sürecin esası olan “containment” güvenlik hissi yaratan sınır ve çerçeve ile bağlantılıdır. “Akış” kadar kaygı ve kafa karışıklığını engelleyen sınırlara da ihtiyaç vardır (Csikszentmihalyi, 1990, akt. Farsworth, 2013). Psikoterapinin ve yaşamın bütünü açısından oldukça geniş bir konudur bu… Grubun amaçları ve bireylerin amaçlarının uyumunun sağlanmasının da grup birliğini güçlendirdiğinden bahsedilmektedir. Spontanite ve an’ın belirleyeciliği üzerine kurulu psikodramada önceden belirlenmiş bir program veya gündem olmadığı üzere, o oturumun çalışması grup üyelerinin getirdikleriyle belirlenir. Eğer protogonist merkezli bir çalışma gerçekleşecekse, birden fazla aday olması durumunda grubun seçimiyle çalışılacak konu belirlenir. Bu prensipler, birey-grup amaç uyumunu güçlendirmede etkili olmaktadır. Grup üyelerinin ilgisini çeken konular üzerine çalışmak da devamında kohezyonu daha da güçlendirecektir. Tüm üyelerin olabildiğince katılımcı olması grup birliği açısından önemlidir. Psikodramada katılımın ölçütü, sözel paylaşımdan ötedir. Tüm grubun katılımını teşvik eden oyunlar herkesin olabildiğince bağlarını güçlendirmede rol oynar. Ayrıca üyelerin “role seçilmesi”, zaman zaman liderin yönlendirmesiyle üyelerin sahneye spontan dahil olması (örn. eşlemeler, koro vb. teknikler) ve tüm grubu kapsayan ritüeller (törenler) katılımı daha derin ve eylemsel düzleme taşır. Bununla beraber psikodramada katılım kişilerarası seçim ve itim ve çekimler ;sosyometri ve tele üzerinden daima işler. Tele, grupların spontanlığını ve yaratıcılığını tetikler, iki insanın anda birbirlerinin duygu dünyalarını algılamaları ve iç dünyalarını hissetmelerinde etkili olur. Yardımcı bilinç dışı ile bağlantılı olarak içgüdüsel bağlantılar tesadüfi görünen seçimlere, duyu ötesi algılamalara, sezgilere psikodramada yer vardır (Armağan, 2006). Grup kohezyonu ve tele ilişkisini en iyi aktaran cümle ise Blatner’in ifadesinde saklıdır; kohezyon grupta varolan pozitif tele etkileşim sayısıyla doğru orantılıdır (Blatner, 2006). Corey ve Corey’in (2002) bahsettiği bir diğer grup birliğini güçlendirmede dikkat edilmesi gereken unsur, çatışmanın gruplarda kaçınılmaz olduğunun kabulüdür. Bunun üzerinde çalışılması kohezyonu daha da güçlendirmektedir. Psikodramadaki “rol değiştirme” ve “ayna” gibi büyülü araçları bu çatışmaların eylem içinde ele alınması açısından benzersizdir. Terapötik sürece direncin daha fazla gözlemlenmesi de grup birliğinin daha az gelişmiş olmasıyla yakından ilgilidir. Gözlemlenebilen direnç işaretleri, gündelik hayattan; havadan sudan konuşmak, sessizliğin hakim sürmesi, rol almaktan kaçınma, protagonist adayının çıkmaması şeklindedir (Drankulic, 2010). Bütün bunların üstesinden gelinebilmesi şüphesiz liderin varoluşuyla, yeterlikleriyle ve enerjisiyle bağlantılıdır. Öncelikli olarak grupta ısınmış, spontan olması gereken kişi grup lideridir. Şimdi ve burada kalabilmenin öncüsüdür. Sosyometrinin en önemli olgularından “birlikte olma, birlikte hissetme, ve birlikte yapma” deneyiminin taşıyıcısıdır. Son olarak, insanlar, sosyal varlıklardır ve ben merkezcilik eğilimlerine rağmen, topluluk olma potansiyeli hazırda bulunmaktadır Bunun ötesinde birleşme, “ben”in yerini “biz”in alması gelir (Blatner, 2002). Grup birliği içinde üyeler psikodramada roller aracılığıyla kendisinin yansımasını, parçalarını görürken, her dönemle, yaşla, duyguyla, cinsiyetle, varlıkla buluşur. Bu açıdan bakıldığında yaşamın genelinde, “biz”i hissetmede , “daha büyük ölçekli bir grubun” birliğine doğru ilerlemede, psikodramanın sunabildikleri heyecan vericidir. KAYNAKÇA • Altınay, D. (2016). Psikodrama El Kitabı. İstanbul. Epsilon Yayıncılık. • Armağan, B. (2006). Moreno ve Tanrı. D. Altınay ( Ed.). Psikodrama’da Cağdaş 61 • • • • • • • • • • • • • • Yaklaşımlar, 143- 170. İstanbul. Sistem Yayıncılık. Blatner, A. (2002). Psikodramanın Temelleri. Tarihçe, Kuram, Uygulama (Çev. Gülden Şen). İstanbul: Sistem Yayıncılık. Blatner, A. (2006). Erişim: http://www.blatner.com/adam/pdntbk/tele.ht m Burlingame, Gary M.; Fuhriman, Addie; Johnson, Jennifer E. (2001). Cohesion in group psychotherapy. Psychotherapy: Theory, Research, Practice, Training, 38(4), 373-379. http://dx.doi.org/10.1037/00333204.38.4.373 Corey, M.S., Corey, G. (2002). Groups, Process and Practice. (6th Ed.) Belmont: Brooks/Cole. Dion, K. L. (2000). Group cohesion: From “field of forces” to multidi- mensional construct. Group Dynamics, 4, 7–26. Farnsworth, J. (2013). Boundary and Flow: Max Clayton and psychodrama in action. The Australian and Aotearoa New Zealand Psychodrama Association Journal (22) 51 http://aanzpa.org/ Hornsey, M., Dwyer, L., & Oei, T. (2007). Beyond cohesiveness: Reconceptualizing the link between group processes and outcomes in group psychotherapy. Small Group Research, 38, 567–592. Karabekir, N. (2004). Grup Psikoterapisinde ve Psikodramada Terapötik Faktörler. D. Altınay (Ed.) Psikodramada Seçme Konular (ss. 163-198). İstanbul: Sistem Yayıncılık. Kellermann, P. F. (1992). Focus on Psychodrama: The Therapeutic Aspects of Psychodrama. London: Jessica Kingsley. Laplace, P. S. (1951). A philosophical essay on probabilities. (F. W. Truscott & F. L. Emory, Trans.). New York, NY: Dover. (Original work published 1814) Lese, K. P., & MacNair-Semands, R. R. (2000). The therapeutic factors inventory: Development of a scale. Group, 24(4), 303317. Mindoljević Drakulić, A. (2010). Resistances in the first session of psychodrama psychotherapy group with adults. Psychiatria Danubina, 22(2), 261-265. Moreno, J. L. (1953). Who Shall Survive? (2nd ed.) Beacon, NY: Beacon House Moreno, J. L. (1970). The triadic system, psychodrama-sociometry-group • • • • 62 psychotherapy. Group Psychotherapy and Psychodrama. 23(16). London: Routledge. Moreno, J. L. (1975). Psychodrama: Foundations of Psychotherapy. Vol.2. Beacon, NY: Beacon House . Moreno, Z. T. (2006). The Quintessential Zerka: Writings by Zerka Toeman Moreno on Psychodrama, Sociometry and Group Psychotherapy. New York: Brunner/Routledge. Ohlsen, Merle M., Horne, Arthur M., Lawe, Charles F. (1988). Group Counseling. Winston Press Inc. US. Serlin, I. (1993). Root images of healing in dance therapy. American Journal of Dance Therapy. 15 (2), 65-76. • Yalom, I. (1992). Grup Psikoterapisinin Teori ve Pratiği. (Çev. A. Tangör ve Ö. Karaçam) Ankara: Nobel Tıp Kitapevleri. • Yalom, I. D. (1995). The Theory And Practice of Group Psychotherapy. Basic Books. • Yıldırım Keskin, M. (2006). Çift Psikodramasında Genososyogram. D. Altınay (Ed.) Psikodrama’da Cağdaş Yaklaşımlar, 197-.225. İstanbul: Sistem Yayıncılık. 63 BAŞKASININ ROLÜNDE PROTAGONİST OLMAK ANTAGONİSTİN İYİLEŞMESİ BEING PROTAGONIST IN ROLE OF OTHER HEALİNG THE ANTOGONIST Psk.Dan.Begüm Kodalak Bilik Eğitmen Psikodramatist ÖZET Psikodramanın önemli amaçlarından birisi insanlar ya da farklı içsel rol ve figürler arası teleyi açığa çıkartmak ve bunları yeniden yapılandırmaktır. “Başkasının Rolünde Protagonist Olmak “ konulu tez çalışmasında da kişiler arasında bu bağı kurmak ve bir başkasının rolünden empati sağlamanın nasıl değişimler yarattığının görülmesi amaçlanmıştır. Protagonist üstlendiği rolde, o rolün sahibinin gözüyle olaya bakar ve gerçekten o kişi olur böylece onun iç gerçeği ile buluşur. Böylece kişi rol değiştirme yoluyla karşısındakini yaşar. Psikodrama çalışmalarında protagonist olan kişiler ve çalışmaları ile bağlantılı olan kişilerde olumlu değişim ve gelişimler gözlenmektedir. Bu çalışmada kişiler başkalarının yerine protagonist olacaklarından çalışma sonunda yerine çalışma yapacakları kişilerde de olumlu anlamda değişme ve gelişme olması beklenmektedir. Bu sayede kişiler kuşaklararası bir tıkanıklık mevcut ise, ailede herhangi bir çözümlenmemiş bir sır var ise, rol karmaşası veya rollerin iade edilmesi gereken bir durum var ise, herhangi bir direnç mevcut ise veya problem yaşadığı kişiye yardım etmek istiyor ise bu teknik kullanılarak kişilerin şifa bulması sağlanabilir. Bu çalışma ile ulaşılmak istenen her ne kadar yerine çalışma yapılan kişilerde olumlu anlamda değişimler yaratmak olsa da, aynı zamanda başkasının rolünden çalışmayı yapan antagonistler de, çalışma süresince ve sonunda problem yaşadıkları kişilere karşı “Empati” geliştirme şansını da yakalamışlardır. Çalışmanın sonunda; Tele ve bireylerin ilişkilerinde yer alan transferansın kökenlerinin daha iyi anlaşılabilmesi ve ortaya çıkması için yapılacak olan kuşaklararası psikodrama çalışmalarının gerekliliği ve önemi de ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak çalışma sonunda tüm grup üyelerinin yerine çalışma yaptıkları kişiler ile olan ilişkilerinde olumlu anlamda bir değişiklik olduğu gözlenmiştir. ABSTRACT One of the important purpose of the psychodrama is to build connection/tele between the people or between the different inner roles and figures and rebuilding those connections. In the dissertation thesis entitled “Being a protagonist in another person’s role”, the aim is to observe the kind of changes/impacts resulting from the built connection between people or role being emphasized. Even it is anticipated to reach the goal of producing positive outcomes for the people whose role is being empathized (protagonists) in this research; the antagonists, who performed another one’s role, could have chance to build empathy against the people whom they have problems with, during and at the end of the research. In addition to the built awareness and development as the research outcomes as the result of the research, the need for conducting the research with the earlier generations has been identified in order to better understand the roots of transference between the people. As a conclusion, it is observed that all group members had positive impact on the relationships that they have with the people whose role is being emphasized. 64 BAŞKASININ ROLÜNDE PROTAGONİST OLMAK Rol Değiştirme ve Başkasının Rolünde Protagonist Olma Psikodramanın ana amacı insanlar ya da farklı içsel rol ve figürler arası tele kurmak ve bunları yeniden yapılandırmaktır. Bu amaca hizmet eden en önemli tekniklerden biri rol değiştirme tekniğidir. “Başkasının Rolünde Protagonist Olmak“ başlığı ile yapılan çalışmada rol değiştirme tekniği ile bireyin seçtiği başka bir kişi yerine protagonist olması ve tüm çalışmasını seçtiği kişi olarak sürdürmesi ve çalışmayı kendi rolünden tamamlaması amaçlanmıştır. Elbette bu çalışma ile ulaşılmak istenen her ne kadar yerine çalışma yapılan kişilerde olumlu anlamda değişimler yaratmak ise de, aynı zamanda çalışmayı yapan kişi içinde “Empati” geliştirme şansını ortaya çıkartmıştır. Çalışma ile bu anlamlarda sağlanan farkındalık ve gelişimler kadar , Tele yada “Derin İlişki”yi ve bunların bireylerin tepkilerinde yer alan transferansın kökenlerinin anlaşılması için çalışmaların önceki kuşaklar ile yapılması gerekliliğini de ortaya çıkmıştır. Bu sayede kişiler kuşaklararası bir tıkanıklık mevcut ise, ailede herhangi bir çözümlenmemiş bir sır var ise, rol karmaşası veya rollerin iade edilmesi gereken bir durum var ise, herhangi bir direnç mevcut ise veya problem yaşadığı kişiye yardım etmek istiyor ise bu teknik kullanılarak kişilerin şifa bulması sağlanabilir. Başkasının yerine protagonist olmak; kendimizi kullanarak başkalarına yardım edecek bir yol olduğu gibi aynı zamanda da kişilerin kuşaklararasında var olan görünmeyen bağlarından haberdar olabilmesini ve hatta bu durumları çözüme kavuşturabilmesini sağlayabilmektedir. 2015 yılında yapılan 21. Uluslararası İstanbul Psikodrama Konferansında Marcia Karp yaptığı bir süreç analizinde nesiller arasında olumsuz bilgi ve inançların nasıl geçtiğini açıklamış, özellikle rollere ait önemli inanışların değişmesi için bir önceki kuşak ile çalışma yapılması gerektiğini bizlere hatırlatmıştır. Keith Tudor ‘un Psychodrama: Advances in Theory and Practice ve Karan Carnabucci’nin Integrating Psychodrama and Systemic Constellation Work kitaplarında da önceki kuşakların çalışmasına yönelik önem vurgulanır. Bu noktada; Psikodramanın temel tekniklerden biri olan rol değişimiyle kişi her açıdan tüm hedeflere ulaşmak için şanslıdır. Aynı zamanda “Rol değiştirme “ tekniği ile terapist için de danışana söz konusu farkındalıkları yaratmak için en önemli araç sağlanmıştır. Protagonist üstlendiği rolden hem o rolün sahibinin gözüyle olaya bakmaya başlar, gerçekten o kişi olur. Hem de bu sayede o kişinin iç gerçeği ile buluşur. Tekniğin kullanımının kuşaklar arası çözümlenememiş olan ve bugüne kadar süregelen sorunların çözümündeki faydası kuşkusuzdur. Özellikle bu teknik ile öğrenilmiş ve kuşaklararası aktarılmış rol ve sorumlulukların iade edilmesi, kişinin kendisine ait olmayan dirençlerin, inançların şifa bulması sağlanabilir. Psikodrama seanslarında sadece çalışan kişinin değil, rol alan ve katılım sağlayan kişilerinde kendi süreçlerindeki farkındalıkları ile yaşadıkları iyileşmelerde dolaylı olarak gözüküyor olsa da aynı amaca hizmet eder. Aynı zamanda Psikodramada temel tekniklerden biri olan rol değişimiyle kişi o yaşam deneyimini kendi de yaşamış olur. Geçmiş, bu güne, şimdi ve burada’ya getirilip yeniden yaşanır. Ama farklı olan duygu dışa vurumu ile beraber şu anda farklı bakış açılarıyla yeniden yapılanmasını sağlamış olur. Bireyler arasında yaşanan gelişmiş ve sağlıklı bir ilişki biçimi olan tele sürecinde bir an için bireyler birbirlerinin iç dünyalarını o sırada nasıl hissettiklerini kendi içlerinde yaşarlar. Psikodramada bu süreç protagonist kendi oyunundaki kişileri role seçmesi ile hatta protagonistin belirlenmesi ile birlikte başlar çünkü tele bireyleri sözcükler olmaksızın görünmez olarak birbirine bağlar. Elbette bir başkasının yerine yapılan psikodrama çalışması ile elde edilen empatinin ve içselleştirilmiş iyileşmenin kişiler arasında yaratacağı “Tele”nin gücü ayrıca değerlendirilmelidir. Şüphesiz bu çok daha güçlü bir bağ yaratacaktır. Çalışmaların devamında bu yönde bağ sağlanmış kişiler ile oluşturulacak ayrı çalışma grupları yaratılarak da devam edilebilir. Bu çalışmalardan elde edilecek bilgi mutlaka çok daha farklı olacaktır. Başkasının Rolünden Protagonist Olmak ve Tele Aslında bu durumu sadece “Başkasının Rolünde Protagonist Olmak” çalışmalarında değil, bireylerin kendi konuları çercevesinde yaptıkları çalışmalarda da görebiliriz. Kişilerin kendi psikodrama çalışmaları sonrasında yaptıkları paylaşımlarda “Sebepsiz yere” yada “Nasıl olduğunu anlamadıkları” şekilde çevrelerindeki kişilerin tutum/davranışlarının değişmesi başka nasıl açıklanabilir ki? “Tele” sadece psikodramatist olmayanlara yabancı bir terimdir. “Derin ilişki” kelimesinin bu dinamikleri açıklamakta daha kolay anlaşılır olduğu için tercih edilebilir. Moreno’nun ve diğerlerinin yorumlarında telenin aslında “derin ilişki”nin olumlu gücüne orantılı olarak açığa çıkan bir dinamiğe işaret ettiği de eklenmelidir. Telenin; kişilerarası tercih ve karşılıklılık olarak isimlendirilebilecek iki temel bileşeni vardır. Tercih başlığı altındaki yapıları değerlendirdiğimizde ; biyolojik sistemlerde, hatta tek hücreli en ilkel hayvan bile hazmedeceği maddelere yönelik ve kaçacağı ve yakınlaşacağı mekanlara yönelik seçicilik görebiliriz. Bunun yanısıra tek hücrelilere göre daha gelişmiş hayvanlar çoğu yaşam işlevlerinde (yemek yemek, eş seçmek, oyun oynamak vs.) ayırım yapabilme kapasitelerini geliştirmişlerdir. Daha sosyal olan türlerde, yaşadıkları bölgeyi korumaları, sürü içgüdüsü, baskınlık ve boyun eğme örüntüleri gibi konularda daha seçicilik görülür. İnsanlar da bu örüntüleri ve dahasını sergilemektedirler. Sinir sisteminin karışıklığı sebebiyle, bizim türümüz bağlantı kurma, semboller, imajlar ve duyguların incelikli sistemleriyle bu içgüdülerin üstüne çıkar. Bu içgüdüsel süreçlerin hayali yönleri, Carl G. Jung’un “arketip” olarak adlandırdığı olgunun özünü içerir. Bu anlamda, tele temel bir seviyede çalışan psikolojik bir işlev olarak algılanabilir 65 demektir. Daha net ifade edebilirsek, çoğu zaman yaşayamamak demektir. Psikodrama sahnesinde kişi, geçmişi ve geleceği an’a getirir ve çözümler. Sürekli olarak an‘da olmayı deneyimleyen birey, gitgide bunu hayatına katmaya başlar. Bu noktadan hareketle an’ın bilgisine, yani yaşamın bilgisine sahip olmaya başlar, düşüncelerinden ve önyargılarından daha fazlasının çevresinde ve hayatında olduğunu görür ve bunları algılar. Bu ise yaşamı daha bütüncül ve kapsayıcı bir pencereden görme şansını bize verir. An’da durmak, kişiyi yaratıcı olmaya zorlar, an hazırlıksız olandır ve hazırlıksız olan kişinin temel varoluş sebebini ve gerçek fonksiyonunu harekete geçirir.Yaratıcı birey, yaratıcılığını ortaya koyan ve nereden bildiğini bilmediği bilgilere ulaşmasını sağlayan spontanitesi sayesinde yaşamdaki herşeyi keşfedebileceği; üstelik keşfederken çözümler üretebileceği gerçeğini görür. Rol değiştirme tekniği ile kişi, yerine protagonist olacağı kişinin rolüne geçerken tele yardımı ile de o kişinin tüm varlığı ile empati kurulabilir. Çalışma esnasında kişi artık protagonist olarak yerine çalışacağı kişi olur ve bu noktadan itibaren psikodrama sahnesine o kişinin geçmişte yaşadıkları, geleceğe ilişkin hayalleri ve ya o kişinin tıkanıklık yaşadığı durumlar getirilecektir. Kişinin yerine protagonist olacağı bireyi seçmesi ile iyileşme süreci başlar. Sonrasında yerine protagonist olunan kişinin duygu ve düşünceleri sahneye taşınmaya başlar. Çeşitli psikodramatik müdahaleler ile yerine protagonist olunan kişinin teması çalışılır. Çalışma esnasında yerine protagonist olunan kişi artık o sahnededir ve sahnedeki bütün eylemleri yapan kişi de odur. Bu nedenle o roldeki kişi eyleme geçtiğinden iyileşme de başlamaktadır. Bu morfik rezonan teorisine göre şu şekilde açıklanabilir; Shaldrake’e göre organizmaların geçmiş biçimleri ve davranışları zaman ve uzayı aşan direk bağlantılarla sonraki organizmaları direk olarak etkilemektedir. Bir olay tekrarlandığında, morfik bir alan oluşuyor ve bu morfik alanla kurulan rezonans aynı olayın tekrarlanma olasılığını arttırıyor. Bu sayede herhangi bir konuda farkındalık yaşandığında ki bu psikodramada protagonistin kendi çalışmasını tamamlaması ile birlikte yaşadığı farkındalık olarak tanımlanabilir. Başka insanları da aynı konuda farkındalık yaşama olasılığı artmaktadır. Teorinin önemli noktası şudur; Morfik rezonansın bir kez yayılmaya başlaması, tüm uzayda ve zamanda genişlemesi demektir. Yani, mekanda oluşan bir morfik alanın anında bütün diğer yerler üzerinde de etkisi olur. Sonuçta da değişim bütün dünyada anında yaşanır. Bu teoriye dayanarak kişi protagonist çalışmasını yaptıktan sonra çalışmada yer alan tüm bireyler bu morfik alanda yer aldığından kişilerdeki değişim protagonist çalışması ile başlar. Morfik rezonans teorisine dayanarak kişi yerine protagonist olacağı kişinin yerine çalışma yaptığında aslında bu kişi ve çalışmada yer alan tüm bireyler bu morfik alanda yer aldığından, kişilerdeki değişim çalışmanın başlaması ile başlar ve çalışma esnasında gerçekleşen tüm değişikliklerden çalışma içindeki tüm bireyler ve özellikle yerine çalışılan protagonist etkilenir. Psikodrama sahnesindeki değişimin dış dünyaya yansımasını bu şekilde açıklayabiliriz. Başkasının Rolünde Protagonist Olmak çalışmalarında esas olarak dikkate alınan, insan psişesi çoğulculu bir çok rolü barındırmaktadır. Başka kişilere yönelik telemiz, içinde bulunduğumuz kendi rol ilişkilerimize bağlıdır. Çalışma süresinde bu ana ilke her zaman dikkate alınmıştır. Rol ilişkisinin doğasının değişmesi ile telenin de önemli bir ölçüde çeşitlendiği,kişilerin “Tele”lerinin önüne geçen transferanslarının nasıl netleştiği yapılan oturumlarda ve sonrasında takip edilebilmiştir. Çalışma sırasında morfik rezonansın etkileri de net olarak gözlemlenmiştir. Bilindiği gibi morfik rezonansın bir kez yayılmaya başlaması, tüm uzayda ve zamanda genişlemesi demektir. Yani, mekanda oluşan bir morfik alanın anında bütün diğer yerler üzerinde de etkisi olur. Sonuçta da değişim bütün dünyada anında yaşanır. Bu teoriye dayanarak kişi protagonist çalışmasını yaptıktan sonra çalışmada yer alan tüm bireyler bu morfik alanda yer aldığından kişilerdeki değişim protagonist çalışması ile başlar. 66 “Başkasının Rolünde Protagonist Olmak“ konusunda yapılan çalışmaya psikodrama mezunu olan kişiler dahil edilmiştir. Bu durum; bir grup lideri olarak, telenin en büyük kullanım alanı, kavram olarak grup üyelerine öğretilmesi ve böylece çekim ve itimlerine dair farklı ve karmaşık duygularını birbirleriyle konuşabilmelerini sağlamıştır. Grubun “Tele” terimine bu aşinalığı ve bilgisi ile yola çıkılıp yapılan yorumlarda “ Derin İlişki” tanımı kullanılmamıştır. Daha öncesinde bu konu hakkında ,İstanbul Psikodrama Enstitüsü bünyesinde yapılmış herhangi bir çalışma olmadığı için ,grubun yapılandırması süreç içerisinde oluşturulmuştur. Hedeflenen minimum 6 kişilik bir grup oluşturulmuş olup gruptaki herkes başkası yerine protagonist çalışma yapmıştır. Bu nedenle grup toplamda 7 hafta sürmüştür. Uygulamadan Örnekler Psikodramada başkasının rolünde protagonist olunan çalışmalar ile sorun yaşadıkları kişilere yardım etmeleri ve kişilerin kuşaklararası var olan tıkanıklıkları fark etmeleri ve çözümlemeleri amacıyla yapılan uygulamalarda kişilerin yerine protagonist oldukları kişilerde olumlu değişim gözlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya psikodrama mezunu olan kişiler dahil edilmiştir. Bunun sebebi psikodrama tekniklerine hakim olduklarından dolayı çalışmanın daha iyi ilerleyebilmesi ve daha derinden çalışmalar yapılabilmesi içindir. Aynı zamanda bir grup lideri olarak, telenin en büyük kullanım alanı, kavram olarak grup üyelerine öğretilmesi ve böylece çekim ve itimlerine dair farklı ve karmaşık duygularını birbirleriyle konuşabilmelerini sağlamaktır. Daha öncesinde bu konu hakkında yapılmış herhangi bir çalışma olmadığından grubun yapılandırması süreç içerisinde oluşturulmuştur. Hedeflenen minimum 6 kişilik bir grup oluşturulmuş olup gruptaki herkes başkası yerine protagonist çalışma yapmıştır. Bu nedenle grup toplamda 7 hafta sürmüştür. Son zamanlarda güncel veya süre gelmekte olan sorunları olan protagonist adayları ile oynanan ısınma oyunları sonrasında protagonist adayları belirlenmiştir. Protagonist olan üyenin kimin yerine çalışacağına karar vermesi ile birlikte protagonist bu süre itibari ile yerine çalışma yapacağı kişinin rolüne geçmiş ve tüm oturum boyunca onun rolünden çalışmaya devam etmiştir. Grup üyelerinin kendi rollerinde ve kendi istedikleri şekilde çalışmayı bitirmeleri sağlanmıştır. Çalışmanın son oturumunda tüm grup üyelerinden teker teker yerine protagonist çalışma yaptıkları kişi ile şimdiki ilişkilerini yansıtacak olan ilişki heykellerini yapmaları istenmiştir. Heykellere bakıldığında tüm grup üyelerinin yerine protagonist oldukları kişilerde olumlu anlamda değişiklik olduğu ve grup üyelerinin de bu kişiler ile empati kurmaya ve onları daha iyi anlamaya başladıkları tespit edilmiştir. GRUP OTURUM ÖRNEĞİ İkinci hafta gruba 5 kişi katıldı. Grup üyelerinden bir önceki haftanın paylaşımı alındı Eylül annesi ile aralarının biraz daha iyi olduğunu fakat annesinin kaygı durumunun devam ettiğini grup üyeleri ile paylaştı. Sonrasında grup üyelerine gönüllü çalışmak isteyen birinin olup olmadığı soruldu. Serap’ın gönüllü olması üzerine kendisi sahneye alındı. Aile fertlerinin olduğu bir aile heykelini inşa etmesi kendisinden istendi. Heykelde eşi, kız kardeşi ve annesi bulunuyordu. Serap tüm aile fertlerinin rollerine geçerek onları heykelde yerleştirdi. Serap’ın eşi heykelde tam önünde ona sarılır halde duruyordu, annesi ise arkasında ve destek verir bir şekilde dururken kız kardeşi biraz daha uzakta duruyordu. Serap rolden çıkartılarak aile heykeline dışardan bakması sağlandı ve nasıl göründüğü ona soruldu. Kız kardeşinin biraz uzakta kaldığı onun dışında heykelin iyi gözüktüğünü söyledi. Daha sonrasında Serap’ın tüm aile fertlerinin rollerine geçip hepsine birer cümle vermesi istendi. Bunun üzerine eşi ona her zaman yanında olduğunu ve onu sevdiğini söyledi. Annesi ise canım kızım seni seviyorum dedi kız kardeşi ise beni anlamanı istiyorum umarım bir gün anlarsın dedi. Protagonist olan Serap ise kız kardeşine cevap verdi ve zaten ben seni anlıyorum! Diyerek yüksek bir sesle cevap verdi. Sonrasında diğer aile bireyleri sahneden gönderildi ve Serap kız kardeşi ile karşılıklı konuşmaya başladı. Bu konuşma sırasında kız kardeşi Serap’a kendisini hiç anlamadığını, onun hep iyi çocuk olduğunu fakat kendisinin bir sürü problemler yaşadığını, annesinin hep Serap’ın yanında 67 olduğunu fakat onun yanında olmadığını söyledi. Serap da elinden geldiği kadar onun yanında olmaya çalıştığını fakat bunun kendisine yetmediğini kız kardeşine söyledi. Kız kardeş ise annesinin yeterince yanında olmadığı için böyle davranışlarda bulunduğunu paylaştı. Bunun üzerine Serap’a isterse kız kardeşi yerine çalışabileceğimiz ve bu durumu halledebileceğimiz söylendi. Serap da durumu kabul etti ve bundan sonra çalışmasına ablası rolünden devam etti. Abla annenin kendisine daha az vakit ayırdığını, Serap’ı hep daha çok sevdiğini, zor zamanlarında annesinin ona yeterince yardımcı olmadığını, hep kötü çocuğun o olduğunu, problemler yaşadığını fakat o zamanlarda da annesini yeterince yanında hissedemediğini anlatması üzerine anne role seçildi ve abla annesi ile konuşmaya başladı. Anne ile karşılıklı konuşmaya geçmeden önce Serap kendisinin ablasına olan öfkesi devreye girdiği için rolden çıktı ve çalışmaya direnç gösterdi fakat sonrasında liderin motivasyonu ile abla rolüne geri dönebildi. Abla anneye karşı öfkeli olduğunu, çocukluğunda onunla yeterince ilgilenmediğini, ve sonrasında da yeterince ilgi göstermediğini ve bu nedenle çok öfkeli olduğunu, bunun Serap ile bir ilgisi olmadığını tamamen annenin ilgisizliğinden kaynaklandığını annesine söyledi. Sonrasında abla yastıklardan birini annenin ilgisiz tarafı olarak seçti ve annesine olan öfkesini çıkardı. Öfke çıkarımı bittikten sonra anne ile tekrardan bir konuşma gerçekleştirildi. Abla anneye çocukluğumdan ve benden özür dilesin dedi. Ablanın çocukluğu role seçildi ve anne de hem ablanın çocukluğundan hem de kendisinden özür diledi. Özür dileme sonrasında Serap rolüne geri döndürüldü ve bu sahnenin içinde olup olmak istemediği kendisine soruldu. Hayır ben bu sahnede izleyici olmak istiyorum, onların aralarına girmek istemiyorum demesi üzerine Serap kendi rolüne geri döndükten sonra özür dileme sahnesi tekrar canlandırıldı. Rol paylaşımları ve özdeşim paylaşımları alınarak çalışma burada sonlandırıldı. SON SÖZ Genel olarak tüm danışanlar ; çalıştıkları kişiler ile ilişkilerinin daha sağlam olduğunu, yüklerinden arınmış olduğunu, korku ve kaygılarından kurtulduğunu artık anı yaşamaya başladıklarını paylaşmışlardır. Artan empati, daha önce rahatsız eden davranış ve tutumların daha az göze battığı , artan ifade yetkinlikleri ile iletişimlerinde olumlu gelişmeler olmuştur. Yapılan çalışma sonucuna göre; grup üyelerinin, yerine protagonist oldukları kişileri daha çok anlamaya başladıkları, onlarla daha çok empati yapmaya başladıkları ve onları olduğu gibi kabul etmeye başladıkları gözlendi. Bunun yanı sıra kişilerin, yerine çalıştıkları kişiye karşı olan öfkelerinin ve ona yardım edersem ona hak veririm düşüncelerinin role girme konusunda onları oldukça etkilediği ve zorladığı görüldü. Burada kişilerin role girmeye direnmesi, o rolü almak istememekle ilgili bir durumdur. Çünkü kişi o rolü alır ise , direnç çözülür ve bu sayede yakınlığı sağlanır. Yerine çalışılan kişinin erkek arkadaş ve ya nişanlı /eş olması halinin çalışmada bir avantaj olduğu ve bu rollere geçme konusunda grup üyelerinin zorlanmadığı tespit edildi. Yerine çalışılan kişi anne figürü olduğunda ise grup üyelerinin oldukça zorlandığı tespit edilmiştir. Anne ve bebeğin arasındaki ilk bağlanma ve annenin çocuğun ihtiyaçlarına cevap vermemesi büyük bir travmaya yol açması sebebiyle grup üyelerinden annesi ile çalışma yapanlar çocuk rolünden ben neden ona yardım ediyorum? sorusunu kendilerine sormaya ve role girme konusunda direnç geliştirmeye başlamaktadırlar. Buradaki dirençi yaratan durum ; empatinin gelişmesi ve sonrasında da çalışma yaptıkları kişileri anlayıp onlara hak vermeye başlayacak olmalarıdır. Bunun yanı sıra öfkenin ve patolojinin de ikiye katlanması söz konusu olur , kişi hem kendi rolünden annesine öfkesini taşıyor hem de annesinin rolüne geçtiğinde onun öfkesini de hissetmeye başlıyor. Temeldeki annenin yaşadığı öfke veya sorun çözülürse zaten çocuğun yaşamış olduğu sıkıntılar da otomatik olarak çözülmeye başlıyor. Ve yine unutulmamalıdır ki , gelişimsel bir yönelme açısından , tele transferans çok erken evrede , ebeveynle bağlanma süreci ile ortaya çıkar. Bir yetişkinin o dönemden tepkisel olarak geliştirdiği karşıt transferans ile karşı karşıya kalmaktadır. 68 Başkasının yerine protagonist olma çalışmasına katılan her grup üyesinin yerine çalışma yaptığı kişi ile olan ilişkisinin olumlu anlamda değiştiği gözlenmiştir. Yapılan çalışmanın sonucuna göre bu çalışmanın kuşaklar arası bir çalışmaya uyarlanabileceği düşünülmüş olup önceki kuşakların yerine protagonist çalışma yapılmasının geçmiş kuşakların yaşadıkları olumsuz olayların şimdiki nesillerde var olan olumsuz etkilerinin ortadan kalkmasını sağlayacağı düşünülmektedir. Tele ya da “Derin İlişki”yi ve bunların bireylerin tepkilerinde yer alan transferansı çözmesi için çalışmaların önceki kuşaklar ile yapılması çok daha önemli değişimler yaratacaktır. Yapılan tüm seanslarda (önceki kuşak ve anne rolleri ile yapılanlar dışında) , kişilerin birbirlerinden beklenti içinde olmaları ve bu beklentilerini aktarmaları ile karşı tarafta gücenme-kırgınlık veya tahrik duygularını ortaya çıkarttığı net olarak görülmektedir. Unutulmamalıdır ki şifalı iyileşmeyi sağlamak için olumlu teleye ihtiyaç vardır. Bu çalışmalar ile hem çalışılan kişinin çalışan kişiye olan tranferanslarında iyileşme sağlanmış bu sayede de olumsuz transferanslardan ayrılmış gerçekçi ve telesel etkileşimlere geri dönülmüştür. KAYNAKÇA • • • • • • • • • http://www.varoluscuterapi.com/resmipsikolojinin-kurulusu/wilhelm-wundt http://ferhatceylan.blogcu.com/niyetingucu/7084876 www.ntvmsnbc.com www.therapeutictouch.org www.ajanspsikoloji.com New Scientist Dergisi 2626 nolu sayısından, 23 Ekim 2007, sayfalar 10-11 Yazan: Zeeya Merali (New Scientist Dergisi, 23 Ekim 2007) Çeviren: Esin Tezer Kaynak Kitap: Ruhsal Şifa, Derleyen: Dora Kunz. Ege Meta Yayınları Düşünce Gücüyle Tedavi 1-2, Yazar : Louise L. Hay. Altın Kitaplar Psikodrama Grup Psikoterapisi 400 Isınma Oyunu ve Yardımcı Teknik, Uzm. • • • • • • • • • • • • • • 69 Psk. Dnş.Deniz Altınay. Epsilon Yayıncılık Psikodrama Grup Psikoterapisi El Kitabı, Uzm. Psk. Dnş. Deniz Altınay. Epsilon Yayıncılık Sezgilerle İyileşme, Laura Alden Kamm. Kuraldışı Yayınları Psikodrama’da Eş’in Genososyogram Uygulamalarındaki Derinliği, Ayça Atasoy, İstanbul Psikodrama Enstitüsü Bitirme Tezi, 2010. Psikodrama Grup Psikoterapilerinde Kuantum ve Rölative Kuramları Üzerine Bir İnceleme, Ekrem Demirağ, İstanbul Psikodrama Enstitüsü Bitirme Tezi, 2009. Psikodrama’da Tele-Aktarım İlişkisi ve Roller, Serhat Türktan, İstanbul Psikodrama Ensitüsü Bitirme Tezi Tele: The Dynamics Of Rapport, (Psychodrama Since Moreno 26 February 2006) Adam Blatner Psikodramada Çağdaş Yaklaşımlar Sistem Yayıncılık Psikodramada Seçme Konular Derleyen: Deniz Altınay, Epsilon Yayıncılık Sosyometri ve Psikodrama, Prof. Dr. Üstün Dökmen, Sistem Yayıncılık Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati, Prof. Dr. Üstün Dökmen, Sistem Yayıncılık Evrensel Enerji, Yazar : Bedri Çetin (Psychodrama)Psikodrama. Yöntemlerin Bir Özet Sunumu.Anne Ancelin Schützenberger. Çeviren: Dr. Abdülkadir Özbek, 1995. (Psychodrama)Psikodrama: Grup Psikoterapisinde Sahnesel Etkileşim. J.L. Moreno’ya Göre Psikodrama.Dr. Abdülkadir Özbek ve Dr. Grete Leutz. Yayına Hazırlayan Ülgen H. Okyayuz 1987, 2003. Psikodrama Eğitici Eğitimi Ders Notları (Deniz Altınay). 70 “Grup Psikoterapisi ve Psikodrama Dergisi” Yayın Koşulları • • • Grup Psikoterapisi ve Psikodrama Dergisi, İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nün bir yayınıdır. Dergimizin Yayın Amacı: Meslek mensuplarına, ilgili diğer meslek gruplarına, danışmanlık hizmeti alan danışanlara, öğrencilere ve ilgilenlere; o Grup Psikoterapisini ve Psikodrama’yı tanıtmak, o Alandaki çalışmaları, araştırmaları ve yenilikleri duyurmak, o Konu hakkındaki fikir dünyasını ve tartışma alanlarını geliştirmek, Dergimiz, enstitü web sayfası üzerinden yılda 2 defa bahar ve güz dönemlerinde yayınlanır. Dergimizde yayımlanacak yazılara ilişkin koşullar aşağıdadır: 1- 2- 3- 4- 5- Yayın Kurulu: E-dergide yayınlanmak üzere gönderilen her yazı, makale ve arştırmalar Yayın ve Etik Kurul tarafından değerlendirilir. İçerik, anlam ve etik koşullara uyan yazılar değerlendirmeye alınır. Makalelerde dile getirilen düşüncelerden yazarları sorumludur. Ancak yazıların içerikleri, derginin amacına, evrensel, bilimsel etik kurallarına ve kişilik haklarına saygılı olmalıdır. Dergimizde yayınlanması istenen yazıların öz ve kolay anlaşılır biçimde düzenlenmesine özen gösterilmelidir. Format: Gönderilen yazılar 1 satır aralığında, 12 punto büyüklüğünde ve her türlü tablo, şema dahil A4 sayfasını geçmeyecek boyutlarda olmalıdır. Dergide yayımlanacak yazıların yazım ve dilbilgisi kurallarına uygun olması şarttır. Türk Dil Kurumu'nun (TDK) yazım kılavuzu ve yazım kuralları örnek alınmalıdır. Detaylı bilgi için TDK'nın web sayfasına bakınız: www.tdk.gov.tr . Yabancı sözcükler yerine olabildiğince Türkçe sözlükler kullanılmalıdır. Türkçe'de alışılmamış sözcükler kullanılırken ilk geçtiği yerde yabancı dildeki karşılığı parantez içinde verilebilir. 6- Dergimizin yayın dili Türkçe ve İngilizcedir. Türkçe yayınların uluslarası literatüre de kaynak olması için isteyen yazarlar “abstract” eklemelidirler. 100-150 kelimeyi geçmeyecek İngilizce özet (Abstract), İngilizce başlık ve Türkçe özet (Özet) yer alabilir. Özetlerde; amaç, yöntem, bulgular ve sonuç bilgilerinin yer almasına özen gösterilmelidir. Anahtar kelimeler (Keywords) İngilizce ve Türkçe olarak belirtilmelidir. Özetlerde kısaltma kullanılmamalıdır. 7- Referanslar: Gönderilen yazılar başka bir kaynaktan alıntı veya farklı bir kaynağa atıfda bul unuyorsa, mutlaka ana kaynağa referans yapılmalıdır. 8- Dergide yayımlanacak çeviri yazılarda çevirmen eserin yazarından ve/veya yayın hakkına sahip kişi veya kurumdan yazılı yayım izni almak ve bu izin belgesini yayın kuruluna iletmek zorundadır. 9- Derginin bir sayısında bir yazarın birden fazla yazısı yayınlanmaz. Ancak ortak çalışma ürünü olan ve birden çok yazarlı çalışmalarda bu koşul aranmaz. 10- Gönderim: Yazılar enstitü’ye e- posta ile aşağıdaki adrese gönderilir: [email protected] [email protected] 11- Yazılar dergi adresine elektronik postayla da gönderilebilir. Gönderim Adresi: [email protected] 12- Yazarlar kendilerine ait haberleşme adreslerini veya diğer iletişim bilgilerini yayın kuruluna bildirmelidir. 13- Dergiye basılmak üzere gönderilen yazılar, disketler ve CD’ler yayımlansın veya yayımlanmasın yazarına geri gönderilmez. İSTANBUL PSİKODRAMA ENSTİTÜSÜ İSTANBUL ULUSLARARASI ZERKA MORENO ENSTİTÜSÜ Teşvikiye mah. Şakayık sok. Hera apt. No:57 D:2 Nişantaşı/İSTANBUL Tel: 0212 232 12 63 GSM: 0532 213 63 62 www.istpsikodrama.com.tr 71 Group Psychotherapy and Psychodrama Journal’s Publication Guidelines and Editorial Principles Group Psychotherapy and Psychodrama Journal is the publicaion of Istanbul Psychodrama Institute The aims of our journal is: 1) To introduce group psychotherapy and psychodrama, 2) To announce the researches and ne applicaitons of the field, 3) To enchance the ideas about the field and to develop the discussion areas for the people it may concern, to th students, to the clients , to experts from the field and to the other professionals. The journal is a refereed journal and published two times a year in Autumn and Spring • • • Here is the Principles and Application Requirements for the Articles and Papers: 1) Editorial Board: Having been examined by the Editorial and Ethic Boards, papers submitted for publication will be sent to two other boards specialized on the topic. The papers should be accepted with context, meaning and ethical conditions. The responsibility fo the content of the articles and their appendices (pictures,drawings, maps, documents etc) belongs to the author.But again it must be respectful to the human rights, the aims of journal and the conditions of universal and ethical issues The articles should be designed with easy and clear understanding Principles of Publishing; The Text shall be 12 font size Authors have to comply with the rules set by the TDK (Turkish Language Society) Spelling Guide. Please see the TDK’s web site for further information www.tdk.gov.tr 2) 3) 4) 5) htpp://www.tdk.gov.tr/ Turkish words sould be used in stead of foreign words. 6) The language of the journal is Turkish and English. In sending the articles and translations addition to the text itself, Turkish and English abtracts should be added, each of them not exceeding 100-150 words. The abstracts should cover the content, aim and results fo the paper. Key words must be written in English and Turkish. 7) References: If the papers have been taken from other resources or referred by another article, main references should be clearly shown. 8) If there is a translated papers, the permission needs to be taken from the original writer and present the permission to the editorial board. 9) More then one paper cannot be published from the same writer in the journal in one issue. But this rule is not valid if there is cowriters. 10) The papers can be sent to the Institute through email to: [email protected] or [email protected] 11) The writers should send their correspondings ( mail address and phone numbers) to the editorial boad. The papers, arcticles, writings and CDs cannot be returned either they are published or not. İSTANBUL PSYCHODRAMA INSTITUTE ULUSLARARASI ZERKA MORENO INSTITUTE Teşvikiye mah. Şakayık sok. Hera apt. No:57 D:2 Nişantaşı/İSTANBUL Phone: +90 212 232 12 63 GSM: +90 532 213 63 62 www.istpsikodrama.com.tr
Benzer belgeler
Psikodrama J - Refika Yazgaç Derslerim
başvuran psikolojik danışmanlar, psikologlar ve
pisikiyatristler eğitimlere kabul edildikten sonra
yükümlülüklerini yerine getirerek yardımcı
terapist diplomalarını alabilmektedirler. Üst
aşama sür...
Psikodrama*t*ist...Hoşgeldiniz
olarak sürecin içine kendilerini daha farklı bir
çalışma sürecinin içinde buldular.
Ensitümüz geldiği yer ve konumu itibariyle
düzenli ve sürekli eğitim çalışmasını 20 yıla
yakın süredir sürdürmekt...
Buradan - İnci Doğaner
Moreno‟nun eğitim verdiği ilk Avrupalı‟dır. Fransa‟da Françoise Dalto ve R.Gessain tarafından
psikoanalist olarak eğitildi. 1947- 1968 arasında bilimsel araĢtırmalar yaptı ve 1968‟de iĢinde kalma
h...