O İYİ İNSANLAR, O GÜZEL ATLARA BİNDİLER GİTTİLER
Transkript
O İYİ İNSANLAR, O GÜZEL ATLARA BİNDİLER GİTTİLER
O İYİ İNSANLAR, O GÜZEL ATLARA BİNDİLER GİTTİLER “Duvarın dibinde resmim aldılar Ak kağıt üstünde tanıyın beni” İnce Memed 1 “ O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler gittiler.” Bu cümle Akçasazın Ağaları’nda sık sık tekrarlanır (I. Cilt Demirciler Çarşısı Cinayeti, II. Cilt Yusufçuk Yusuf adıyla yayınlanmıştır.) Ve roman şu cümleyle sona erer “O iyi atlar, o iyi insanları aldılar, çektiler, gittiler”.1 Beş yaşındayken babası gözlerinin önünde öldürüldü, yine o yıllarda kurban kesimi sırasında oluşan kaza sonucu sağ gözünü yitirdi, ortaokul II. sınıfa kadar okuyabildi, askerliğini onbaşı vekili olarak tamamladı. Hani “yazsam roman olur” derler ya. Onunla gerçekten o kadar çok anımız var ki, hepsini yazsam bu derginin sayfaları yeter mi bilmiyorum? Ne zaman tanışmıştık? Yetmişli yılların sonu veya seksenli yılların başı olmalı. Nerede tanışmıştık doğrusu anımsayamıyorum. Hastanedeki odama “Oğlum Selçuk ben geldim!” diye bir gürültüyle gelir, çoğunlukla o anlatır ben dinlerdim. Ne anlatırdı? Dino’yu, Nazım’ı, Fransa’daki yayıncısını, İsveç’teki yayıncısını, Cumhuriyet gazetesindeki muhabirlik yıllarını. Anılarının büyük bölümünü defalarca dinlemiştim. Bir gün “yazsana bunları” dedim. “Hayır, yazmam” dedi. “Anı yazmak ayrı bir yetenek ister, ben destancıyım.” Akşamüstüne doğru geldiyse, “ Hadi gidiyoruz” derdi. Nereye gidiyoruz? Ya Kumkapı Minas’a ya Kalyon Oteli’nin bahçesine ya da Divan Bar’a. Uzun yıllar önce bir akşam, Tepebaşı’nda Pera Palas’ın önünde buluşuyoruz. Niyetimiz Pera kılavuzu, Aslanzâde Yakup Efendi’yi yedeğimize alıp zaman tünelinden geçmek. Orient Bar’a girip kuytu bir köşeye yerleşiyoruz. “Kalispera Jak Deleon, anlat bakalım”; 9 Simurg “Mata-Hari ve Agatha Christie burada demleniyor artık, Nadir Nadi şöyle bir uğrayıp Park Otel’de almıyor soluğu. Yahya Kemal bugün gelmeyecek. Piyer Loti hüzünlü, elinde gümüş zarflı bir kahve fincanı, gözleri barın Meşrutiyet Caddesi’ne bakan pencerelerine dalıp dalıp gidiyor. İngiliz gazeteci Ward Price sevinçten şampanyaları üst üste deviriyor, kolay mı Mustafa Kemal Paşa ile ilk röportajı yapan gazeteci unvanını almak? Greta Garbo ve Zsa Zsa Gabor piyanonun başında yürek yakıyor. Hemingway rakıyı denemiş ve müptelâsı olmuş. Charles Boyer ve Marie Bell’e ille de Fransız konyağı. Abajur ışığının pek de erişemediği noktada tek başına şarap içen siyah takım elbiseli adam mı? Ona hiç bulaşmayın, kendine Cicero dedirtiyor, pek de karanlık bir zat”.2 Jak Deleon’u dostlarıyla baş başa bırakıp çıkıyoruz Orient Bar’dan, Dram Tiyatrosu’nun yanından yürüyüp, İngiliz Konsolosluğu’nun önünde Pano’ya karşı soluklanırken, “Eski değil eskimeyen dostum” Cevat Çapan’a rastlıyoruz. Belli ki iki tek atmış söyleniyor. “Fena halde Londra’ya benzeyen Kalabalık bir kentmiş cehennem, Oysa küçük bir Venedik’ti Krepen Pasajı Tedavülden kaldırılmadan önce Hileyle ve cebren.” 10 O İyi İnsanlar, O Güzel Atlara Bindiler Gittiler Hristaki Pasajı* solumuzda Cadde-i Kebir** ışıklar içinde. Degustasyon’un penceresinden Orhan Veli el sallıyor. “Eyvallah Orhan Abi, takılmayalım.” Halep Pasajı, Ağa Camii, derken Yeni Melek. Bu akşam erken almış yükünü Kulis, oturacak yer yok. “Bonsuvar Mösyö Corj, iki sarı votka”, ayaküstü dipliyoruz. “Tekrar bonsuvar mösyö Corj, soranlara selâm”. Kristal Gazinosu’ndan taşan hüzzam makamı eşliğinde ve akşam serinliğinde, Gezi’nin içinden yürüyüp Divan’a ulaşıyoruz. Barmen Reşat ve Ahmet koşturuyorlar, rahat koltuklara gömülüp, bu geceyi burada bitirelim diyoruz, erken kalkalım, Tilda merak etmesin. 1996 ilkbaharı, çok sıkıntılı bir dönem, eşimin tedavisi için birkaç gün sonra Johns Hopkins’e gideceğiz. Akşamüstüne doğru odama girdi. “Kızım için, ne yapmak gerekiyorsa yapmaya hazırım.” dedi. Ben de devletin yurtdışı tedaviyi üstlendiğini, bir katkıya gerek olmadığını söyledim. Dolgun gözüyle cebinden bir deste dolar çıkarttı. “Bu İsviçre’de yayınlanan yeni kitabın telif ücreti, al bunu!” dedi. Bütün giderleri devletin üstlendiğini, ayrıca paraya gerek olmadığını tekrar tekrar anlatmaya çalıştım. Ama anlatabilirsen anlat. “O zaman kızım ameliyat olduktan sonra bu parayla Amerika’da gezdir.” dedi. * Çiçek Pasajı ** İstiklal Caddesi 11 Simurg Döndük, geldik, paraya hiç dokunmadım, defalarca geri vermeye çalıştım, her defasında “Yoksa sen kızımı gezdirmedin mi?” dedi ve konuyu kapattı. O gün için de, bugün için de önemlice bir paraydı. Ve bütün çabalarıma karşın parayı ona geri veremedim. Ününün ülke sınırlarını aştığı, birçok kitabının yabancı dile çevrildiği ve ilk kez Nobel edebiyat ödülüne aday gösterildiği yıllar. Bir akşamüstü genç bir gazeteci dostuyla Sirkeci Gar Lokantası’nda yemek yiyor. Sohbetlerinin konusu Nobel adaylığı değil, kısa süre sonra ülkede yapılacak genel seçimler. Yaygın deyimiyle ülke seçim sath-ı mailline girmiş. Genç gazeteci akşam Gazeteciler Cemiyeti lokalinde yapılacak kokteyle beraber gitmekte ısrarlı, bizimki pek gönüllü değil, ama sonunda “olur” diyor. Birlikte gidiyorlar, genç gazeteci toplantıya ünlü bir yazarla gitmiş olmaktan pek keyifli, bizimkini kolundan çekerek o günlerin çok ünlü Karadenizli bir politikacısıyla tanıştırmak istiyor. “Efendim, tanıyorsunuz değil mi? Yaşar Kemal.” diyor. Politikacı şöyle bir bakıyor “Danumayrum.” diyor. “Nasıl tanımazsınız, İnce Memed’in yazarı.” “Bilemeyrum.” Genç gazeteci ısrarlı “Efendim, Nobel adayımız.” diyor. Karadenizli politikacı şöyle bir düşünüyor “Uy” diyor, “Nobel hangi ilimizun ilçesuydu?” Şimdi onunla ilgili anıları dinlemek üzere, iki ünlü kalem ustamıza bırakalım sözü. “Yaşar’ın Cumhuriyet’e muhabir olarak girdiği yıllardaydı. Biz Sirkeci’de tramvay durağında, bir meyhanenin açık penceresi önünde hem gelene geçene bakıyor, hem vereceğimiz parayı hesaplaya hesaplaya şarap içiyorduk… Siz öyle dediğime bakmayın, bu işten muaf tutulan biz iki kişiydik masada. Biri meccani Fahri… Öbürünü de anladınız. Dönem o dönem işte! Yalnız içimizde keçeyi sudan çıkaran bir Mehmet Kemal var… Bir ara gözüm caddede, Yaşar Kemal’e ilişti. Elinde sazı, Aşık Veysel’i yedeğine almış koşturuyor. Tramvay durakta kısa bir süre bekleyecek, ya yetişecekler ya kaçıracaklar… Bu meraklı yarışı masadaki arkadaşlara da göstermem gerekirdi. Metin’e Mehmet Kemal’e, Fahir’e… “Bakın, bakın” dedim, “Yaşar Kemal’e bakın!.. Veysel’i nasıl çekiştiriyor!.. Şu Allahın hikmetine bakın, iki adama tek göz!..” Yarışı kazanıyorlar sonunda… Tam tramvay kalkarken, hoop yetişip atlıyorlar… Yaşar henüz İstanbul’un acemisi… Bindikleri çift tramvay… Yaşar ne bilsin bu tramvayların Edirnekapı’dan Topkapı’dan geldiğini, son durağın Bahçekapı olduğunu… Bunları bilse de kalkmak üzere olan tramvayın tabelasını kim okuyacak!.. Yaşar Kemal, İstanbul’un tramvayını vapurunu kolay mı öğrendi sanıyorsunuz. Hangimiz kolay öğrendik ki… Öğreninceye kadar bu Bizans katılımcıları bizlere neler çektirdiler! Ama sonra onlar bizden neler çektiler!”3 “Bir Beyoğlu gecesi… Bir yanımda Yaşar Kemal, bir yanımda siyah çerçeveli gözlükleri ve bir ayağı azıcık sakat olduğu için bastonuyla aksayarak yürümeye 12 O İyi İnsanlar, O Güzel Atlara Bindiler Gittiler çalışan bir karikatürist dost. Ortadaki caddeden durmadan akan arabalar. Işıklı vitrinler. Elektrikli reklamların durmadan yanıp sönen kırmızıları, yeşilleri, sarıları, mavileri… Ve omuz omuza zor bela yürünen Beyoğlu kaldırımları. Yaşar keyifli, ikide bir, azıcık arkada kalan karikatüriste başını çevirip: - Yürüsene ulan topal, diyor. Karikatüristte hiçbir cevap yok. Bastonuyla bildiğince geliyor. - Yürüsene ulan topal… O sırada sağa sola el ilanları dağıtarak bir çocuk geçti yanımızdan. Biz almadık. Yaşar yine başını çevirdi: - Ulan topal yürüsene, dedi. Karikatürist, çocuktan aldığı el ilânını uzattı Yaşar’a… İlanın üstünde kocaman harflerle “Körlere Yardım Derneği” yazıyordu”4 Muayenehanemde (1999) Ayaktakiler: Güler Arnas, İpek Özarmağan. Oturanlar: Ali Kavala, Yaşar Kemal, Fethi Naci, Suzan Ustan, Prof. Dr. Yalçın Eğeci, Sami Çölgeçen 13 Simurg Yazıyı, Yaşar Kemal’in çok sevdiği, Can Yücel dizeleriyle bitirmek istiyorum. Mare Nostrum (Bizim Deniz) En uzun koşusuysa elbet Türkiyede de devrim O, onun en güzel yüz metresini koştu En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak… En hızlısıydı hepimizin En önce göğüsledi ipi… Acıyorsam sana anam avradım olsun Ama aşk olsun sana çocuk, Aşk olsun. Evet, “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler, gittiler”. Kaynaklar 1. Fethi Naci, Bir Hikâyeci: Sait Faik Bir Romancı:Yaşar Kemal, Gerçek Yayınevi, 1990-İstanbul 2. Jak Deleon, İstanbul Barları-Meyhane Üzre Rûzname-Bodrum Barları, Cep Kitapları, 1989-İstanbul 3. Rıfat Ilgaz, Yokuş Yukarı, Çınar Yayınları, 1987-İstanbul 4. Çetin Altan, Bir Yumak İnsan, Milliyet Yayınları, 1997-İstanbul 14
Benzer belgeler
yaz sezonu 2015
odasından oluşmaktadır. Standart oda iç özelliklerine sahip olmasının yanında, ayrıca odada
Jakuzi, DVD ve PS–3 bulunmaktadır.
Presidental Suite:
2 Suitimiz bulunmaktadır. 85 M²’lik geniş alana sah...