Sayı:36 - Bahar / 2013 - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Transkript
Sayı:36 - Bahar / 2013 - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sayı:36 - Bahar / 2013 Murat Sadullah ÇEBİ Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek Hasan GÜLLÜPUNAR Belediye Başkanlığı Aday İmajı Algısı: Gümüşhane Örneği Esra AYDIN KILIÇ Seçmen Tercihinde İmaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması Hülya DOĞAN Antropolojinin Görseli Yeniden ve Yeniden Keşfi: Görsel Antropoloji Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Serdar ÖZTÜRK Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü: Panoptikon, Süperpanoptikon, Sinoptikon Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları Yusuf YÜKSEL Organizational Communication: An Analysis of the Main Perspectives, Main Concepts and Future Directions of the Field E-ISSN: 2147-4524 Hakemli Elektronik Dergi Özlem GÜLLÜOĞLU Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi Şahinde YAVUZ Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşümünde Reklamcılığın Rolü Öykü Ezgi YILDIZ, Ceyda DENEÇLİ Reklamda Animasyon Karakter Kullanımının Çocukların Beslenme Alışkanlıkları Üzerindeki Etkileri İlker ERDOĞAN Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları Emel ARIK Yurttaş Gazeteciliğinin Günümüzdeki Görünümü: Twitter Gazeteciliği Örneği Gökhan GÖKGÖZ İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim Salı Toplantıları Prof. Dr. Oya TOKGÖZ ile “İletişim Araştırmaları” Üzerine... Hakemli Elektronik Dergi Bahar 2013, Sayı 36 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi G.Ü. İletişim Fakültesi Adına Sahibi Rektör Prof. Dr. Süleyman BÜYÜKBERBER Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Dekan Prof. Dr. Zakir AVŞAR Editör Doç. Dr. Gülcan SEÇKİN Editör Yardımcıları Öğr. Gör. Dr. Serpil AYDOS Dr. Ayşe Elif EMRE KAYA Dr. İbrahim Hakan DÖNMEZ Arş. Gör. Çağrı KADEROĞLU BULUT Arş. Gör. Eda TURANCI Arş. Gör. Emrah ÖZTÜRK Arş. Gör. Emrah AYAŞLIOĞLU Yayın Kurulu Doç. Dr. Murat S.ÇEBİ Doç. Dr. Serdar ÖZTÜRK Doç. Dr. Cem YAŞIN Doç. Dr. Gülcan SEÇKİN Doç. Dr. Muharrem ÇETİN Yrd. Doç. Dr. Sirel GÖLÖNÜ Yrd. Doç. Dr. Erol İLHAN Yrd. Doç. Dr. M.Can DOĞAN Danışma Kurulu Prof. Dr. Zakir AVŞAR Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Suat ANAR Yeditepe Üniversitesi Prof. Dr. Necdet ATABEK Anadolu Üniversitesi Prof. Dr. Ümit ATABEK Yaşar Üniversitesi Prof. Dr. Bilal ARIK Akdeniz Üniversitesi Prof. Dr. Ayhan BİBER Kastamonu Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet YÜKSEL Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Burhan AYKAÇ Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Özlen ÖZGEN Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Hasan BACANLI Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Seçil BÜKER Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Hamza ÇAKIR Erciyes Üniversitesi Prof. Dr. Dilruba ÇATALBAŞ Galatasaray Üniversitesi Prof. Dr. Yusuf DEVRANMarmara Üniversitesi Prof. Dr. İhsan ERDOĞAN Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Suat GEZGİN İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Nilgün GÜRKAN PAZARCI Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Nurettin GÜZ Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Süleyman İRVAN Doğu Akdeniz Üniversitesi Prof. Dr. Ahmet KALENDER Selçuk Üniversitesi Prof. Dr. Kurtuluş KAYALI Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Fahrettin KORKMAZ Atatürk Üniversitesi Prof. Dr. Hale KÜNÜÇEN Başkent Üniversitesi Prof. Dr. Ahmet TOLUNGÜÇ Başkent Üniversitesi Doç. Dr. Mustafa YAĞBASAN Fırat Üniversitesi Doç. Dr. Fatma GEÇİKLİ Atatürk Üniversitesi Doç. Dr. Ersin ÖZARSLAN Gazi Üniversitesi Doç. Dr. Haluk EMİNOĞLUBilkent Üniversitesi Yayın Türü: Yılda iki kez yayınlanan ulusal, hakemli, yaygın, süreli bir elektronik dergidir. Yönetim Merkezi ve Adresi Tel Faks Web E-posta : Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, 06510 Emek, Ankara : 90 312 216 22 07 – 90 312 216 22 56 : 0 312 212 1832 : http://iletisimdergisi.gazi.edu.tr : [email protected] - [email protected] Taranan İndexler TÜBİTAK/ULAKBİM SBVT, EBSCO ve ASOS veritabanları tarafından taranmakta ve dizinlenmektedir. İÇİNDEKİLER Murat Sadullah ÇEBİ Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek 1-28 Hasan GÜLLÜPUNAR Belediye Başkanlığı Aday İmajı Algısı: Gümüşhane Örneği 29-45 Esra AYDIN KILIÇ Seçmen Tercihinde İmaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması 46-73 Hülya DOĞAN Antropolojinin Görseli Yeniden ve Yeniden Keşfi: Görsel Antropoloji 74-85 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi 86-131 Serdar ÖZTÜRK Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü: Panoptikon, Süperpanoptikon, Sinoptikon 132-151 Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları 152-174 Yusuf YÜKSEL Organizational Communication: An Analysis of the Main Perspectives, Main Concepts and Future Directions of the Field 175-192 Özlem GÜLLÜOĞLU Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi 193-218 Şahinde YAVUZ Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşümünde Reklamcılığın Rolü 219-240 Öykü Ezgi YILDIZ, Ceyda DENEÇLİ Reklamda Animasyon Karakter Kullanımının Çocukların Beslenme Alışkanlıkları Üzerindeki Etkileri 241-253 İlker ERDOĞAN Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları 254-272 Emel ARIK Yurttaş Gazeteciliğinin Günümüzdeki Görünümü: Twitter Gazeteciliği Örneği 273-287 Gökhan GÖKGÖZ İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim 288-309 Salı Toplantıları Prof. Dr. Oya TOKGÖZ ile “İletişim Araştırmaları” Üzerine... 310-316 Gülcan SEÇKİN Editör’den 31/ Temmuz / 2013 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi’nin bu sayısında on dört makale yayımlıyoruz. İletişim ve medya çalışmaları alanının zenginliğini, durmadan genişleyen ve karmaşıklaşan konu ve sorun alanlarını, politik, epistemolojik ve metodolojik yaklaşımlarının izlediği seyri örnekleyen bu çalışmaların alana katkı getirmesini, tartışılmasını umuyoruz: Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden Hülya Doğan’ın “Antropolojinin Görseli Yeniden ve Yeniden Keşfi: Görsel Antropoloji” başlıklı makalesinde dijital moderniteler çağında görsel antropolojinin görsel ve iletişimseli yeniden yeni halleriyle ve yeni olanaklarıyla ele alma çalışmalarıyla biçimlenme ve yol alma çabası sunulmaktadır. Kültürün belgecisi, yorumlayıcısı olmanın yanında, kültürün, yeni kültürel alanların üreticisi, gözlemcisi olma, sanat, iletişim, medya, yeni medya pratiklerinin, izleyicikullanıcı alımlaması, medya antropolojisi gibi konularla uğraşmanın görsel antropolojinin kaçınılmaz uğraş alanları haline gelmesine ilişkin bir giriş, bir sunuş çabası olarak okunabilir. Bir diğer makale, “İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim” başlığını taşıyor. 1865 tarihli Hunt’s Merchant Magazin’de telgrafın kullanılmaya başlanmasıyla birlikte pazarlara ilişkin bilgi iletişimi ile ticari kaynak kaybının, yaşanılan sıkıntıların son bulduğu ya da azaldığı yazılır. İletişim teknolojilerindeki gelişmelerin dağınık, uzak, çok sayıdaki pazarları izlemeye, birleştirmede nasıl da kolaylıklar sağladığı (Garbade, Silber, 1978, 2012:819) iktisat, iletişim vd. yakın disiplinlerin kitaplarında, dergilerinde dünkü ve bugünkü etkileriyle analiz edilmeye devam edilmektedir. Telekomünikasyon teknolojilerinin kullanılması, kapitalist sistemin mantığının yeni formlarda yenilenmesi, küreselleşen piyasalar, devletlerin, ekonomilerin aktörlerinin çalışma siyasaları, çevreleriyle ilişki kurma tarzları finansal iletişim gibi stratejik enstrümanları üretmiştir. Ekonomik sistemin taraflarının ilişkileri, maddi, söylemsel pratikleri, faaliyetleri finansal iletişimin yolundan, dilinden geçerek yorumsanmakta ve sunulmaktadır. Finansal bilgilerin etik kurallara uygun dağıtılması, şeffaflık, açıklık kültürü ve bunların etkileri gibi finansal iletişimin rolünü belirleyen unsurlar da sürekli bir tartışma zemini doğurmaktadır. Makalenin yazarı Gökhan Gökgöz finansal iletişimin ne olduğunu, iletişim çalışmaları açısından neden önem arzettiğini sunmaya girişmiştir. Fransız sosyolog Gabriel Tarde’ın bugünün sosyal bilimcileri için yeniden dönüp bakılması gereken önemli bir değer olduğunu hatırlatan bir makaleyi Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Murat Sadullah Çebi kaleme almıştır. “Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek” başlığını taşıyan makalesinde yazar, Tarde’ın geliştirdiği “kamusal alan modeli” üzerinden medyanın işlev ve etkilerini yeniden gözden geçirmeyi amaçlarken, bu modelin “sınırlı medya etkileri modeli”nin ilk örneklerinden biri olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini de tartışmaya açar. Yazar, Tarde’ın kamusal alan modelini oluşturan, karşılıklı etkileşen “basın, sohbet, kamuoyu, eylem” kavramları üzerinde durur. Tarde’ın modern toplumun sosyal inşaında basına atfettiği önemli işlevleri, bu kavramları ilişkilendirerek ele alma çabalarını yeniden değerlendirmeyi hedefler. I İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Editör’den Bir diğer makale, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Serdar Öztürk’ün “Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü:Panoptikon, Superpanoptikon ve Sinoptikon” başlığını taşımaktadır. Azınlığın, iktidar olanın çoğunluğu izlemesi, gözetimi, çoğunluğun da azınlığı izleme durumlarını (sinoptikon kontrol) sinema filmlerinden yola çıkarak örneklerle analiz etmeye çalışmıştır. Küresel çağda toplumsal düzenin (social order) üretilmesine yönelik değişen, çeşitlenen gözetleme, kontrol etme biçimlerinin önemini (direnme noktalarını, alternatif yaklaşımları ihmal etmeden) fark etmeye davet eden yazar sinema filmlerinden örneklerle bu kavramları yorumlamıştır. İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi İletişim Sanatları Bölümü’nden Öykü Ezgi Yıldız, ve Ceyda Deneçli, “Reklamda Animasyon Karakter Kullanımının Çocukların Beslenme Alışkanlıkları Üzerindeki Etkileri” başlıklı makalelerinde, küresel piyasaların her yerde hedef kitlelerinden biri olan çocukların olabildiğinde erkenden sıkı birer tüketiciye dönüştürülme çabalarına dikkat çekmektedirler. Çocukları eğlendiren animasyon karakterlerin yine çocuklara yönelik tüm ürünlerin üretim ve sunumunda kullanılmasına ilişkin analizlerinde “bu animasyon karakterlerin çocukluk döneminden itibaren tüketicilerle kurduğu duygusal bağdan yola çıkarak, çocuk tüketiciler üzerindeki rolünü irdelemeyi” hedeflemektedirler. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Özen Okat Özdem ve Erdem Geçit’in, “Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları” başlıklı çalışmalarında postmodern dönemin reklam metinlerine, reklam tasarımlarına nasıl yansıdığı, bu dönem sanat akımlarından reklamların nasıl etkilendiği ortaya konulmak, verilen reklam örnekleri ile bu etkiler analiz edilmek istenmiştir. Bu sayıda yer alan bir diğer makale “örgütsel iletişim”e dairdir. Yusuf Yüksel, İngilizce kaleme aldığı “Organizational Communication: An Analiysis of the Main Perspectives, Main Concepts and Future Directions of the Field” başlıklı makalesinde örgütsel iletişime dair bir tarihçe sunarken, ilgili teorik yaklaşımları, kavramların bu çerçeveler içinde ele alınışını konu etmekte, yazar ayrıca örgütsel iletişimle ilgili yeni yönelimleri de tartışmayı hedeflediğini ifade etmektedir. Lefke Avrupa Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü’nden Esra Aydın Kılıç doktora tezinden yola çıkarak “Seçmen Tercihinde İmaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması” başlıklı bir makale sunmaktadır. Bu çalışmada yerel seçimlerde siyasal parti ve aday imajının seçmen tercihlerini ne düzeyde etkilediği araştırılmıştır. Ankara’nın beş ilçesinde, tesadüfȋ örneklemle belirlenen seçmenlere sorular yöneltilmiş, araştırma tekniğinin geçerlik, güvenilirlik analizleri yapılarak, t-testi, tek yönlü anova, tukey testi, korelasyon analizi gibi testler eşliğinde çalışma gerçekleştirilmiştir. Aday imajına ilişkin puanlarla, parti imajına ilişkin puanlar arasında önemli bir fark izlenmediği, korelasyon analizinde seçmenin adayın imajına ilişkin görüşleri güçlenirken, parti imajına ilişkin görüşlerinin de güçlendiği saptanmıştır. Çalışma, araştırma sorunsalı, araştırma tekniği ve epistemolojik, metodolojik yaklaşımıyla bir siyasal iletişim araştırması örneği olarak sunulmaktadır. Gazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nden Mithat Yılmaz ve Teknik Sayı 36 /Bahar 2013 II Gülcan SEÇKİN Eğitim Fakültesi’nden Mülkişe Temizkan “Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi” başlıklı çalışmalarında devletin bastığı kağıt paraların üzerindeki görsellerin seçiminde, o dönemin egemen ideolojisinin ve söylemlerinin belirleyici olduğuna işaret etmektedirler. Resmi bir belge ve bir iletişim aracı olarak tanımladıkları kâğıt paraların üzerindeki görsel göstergelerin ne tür anlamlar ürettiğine dair göstergebilimsel bir analizi yapmaya girişmişlerdir. Peirce’in “belirti, ikon, simge“ sınıflandırmasına dayanarak bir çözümleyim yapılmak istenmiştir. Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nden Hasan Güllüpunar “Belediye Başkanlığı Aday İmajı Algısı: Gümüşhane Örneği” başlıklı makalesinde seçmenin oy verme davranışına yön veren ideoloji, parti bağımlılığı gibi unsurların etkisinin eskiye oranla zayıfladığı, adayın yeterliliği, projeleri, toplumsal ilişkileri gibi özelliklerin öne çıktığı ve buna göre de aday merkezli seçim kampanyalarının yaygınlaştığı tezini, özellikle yerel seçimler sürecinde yaptığı araştırma ile ortaya koymaya çalışmıştır. Yazar, seçim kampanyalarının öncelikli hedeflerinden birinin güçlü bir aday imajı inşa etmek olduğunu vurgularken, adayın ve seçmenin içinde bulunduğu koşulların, süreçlerin de aday imaj algısını karmaşık biçimde etkilediğine işaret etmektedir. Geçirilen son yerel seçimlerde Gümüşhane seçmeninin aday imajı algısını çözümlemek için, basit tesadüfȋ örneklem yöntemiyle ulaşılan seçmenlerle görüşülerek, aday imajına etki eden unsurlar tanımlanmaya çalışılmıştır. Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nden Özlem Güllüoğlu, “Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi” başlıklı makalesinde “çatışma” kavramı etrafındaki tartışmaları, bu kavramın çeşitli yaklaşımlar içindeki yerini konu edinirken, özel bir ilköğretim okulunda çalışan öğretmenlerin çatışma faktörlerini ve çatışmalı durumlarda ne türlü çatışma yönetimi stratejileri uyguladıklarını belirlemeye çalışmıştır. Başvurulan stratejilerin, öğretmenlerin demografik özellikleri ile ilişkili olarak farklılışabilmesi durumu araştırılmak istenmiştir. Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümün’nden İlker Erdoğan, “Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları” başlıklı makalesinde yeni medyanın gazetecilik açısından sunduğu olanaklara dikkat çekerken, kuralsız bir zeminde yol alındığını ve ortaya çıkan sayısız sorunlar arasında en başta etik sorunların geldiğini ortaya koymaktadır. “Editoryal kontrol sorunları, telif konusu, haber, reklam, ticari bilgi ilişkisi, haber toplama yöntemleri, doğruluk, güvenilirlik, kaynaklar, bloggerlar, yurttaş gazeteciler, profesyonel olmayan gazeteciler, dijital manipülasyon ile nefret söylemi ve saldırgan içerik” gibi pek çok soruna dikkat çekerken bütün bunların “iletişim etiği bağlamında” konu edilmesi, sonunda “etik bir paradigma belirlemenin kapsam ve sınırlarını tartışmak” hedeflenmektedir. Çok tartışılan konulardan biri de, bir “mikroblogging servis” ya da “online sosyal network”, ya da aynı anda haber medyası” gibi pek çok kullanım biçimiyle tanımlanmaya çalışılan bir iletişim kanalı “Twitter”. Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nden Emel Arık Twitter’ın tüm kurumlar, kişiler, tanınmış figürlerce kullanılmasını konu ederken Twitter gazeteciliği olarak tanımlanan, tartışılan III İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Editör’den ve yurttaş gazeteciliği ile ilişkilendirilen boyutu üzerine yoğunlaşmıştır. “Yurttaş Gazeteciliğinin Günümüzdeki Görünümü: Twitter Gazeteciliği Örneği” başlıklı makalesinde, habercilik yapan kurum ve kişilerin, sayısız insanın birarada gündemi takip ettiği, etkileşime girdiği, yaşanan ana ait tanıklıklarını, düşüncelerini, tepkilerini ifade ettiği Twitter’ın haberciliği hızlandırdığı, haber medyasının bir parçası haline, sıradan bireylerin de haberci gibi tanıklıklarını an be an ilettiği bir ‘yurttaş haberleşim ve haberciliği’ mecraına dönüştüğü tartışmalarını konu etmektedir. Yazar, Twitter’ın sıradan insanların da gazetecilik yapabilmeleri, seslerini duyurabilmeleri ve hak odaklı bir yayıncılık için bir alternatif oluşturduğunu, böylece yurttaş gazeteciliğinin önemli zeminlerinden biri haline geldiğini ortaya koymayı hedeflemektedir. Tüketim toplumu olma haline ilişkin endişeler gündelik hayatta giderek çok karşılık bulmazken, tam da bunu kolaylaştıran reklamlar üzerine bir çalışma: “Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşümünde Reklamcılığın Rolü”. Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Şahinde Yavuz kaleme aldığı bu makalesinde Amerika örneğinden başlayarak, Türkiye’nin kendi tarihsel ve toplumsal koşulları içinde tüketim toplumu olma yolunda geçirdiği aşamaları, reklamcılığın gelişim koşullarını ve reklamların oynadığı rolü araştırmayı hedeflemiş, 80’li yılların dünyasına entegre olma süreçlerinde geçirilen değişimlerin seyrine uygun olarak ve hızla gelişen reklamcılığın da katkılarıyla, toplumun giderek tüketimci bir yapıya dönüşmesinin analizini amaçlamıştır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi “Salı toplantıları” geleneğini sürdürmektedir. Son Salı toplantımızın konuğu Türkiye’de iletişim çalışmaları alanının köşe taşlarından biri olan, aralıksız çalışmaya, üretmeye ve paylaşmaya devam eden Prof. Dr. Oya TOKGÖZ‘dü. Türkiye’de iletişim araştırmalarının temellerini atan adımları, yapılan çalışmaları, iletişim araştırmalarının dünü, bugünü, seyrine dair görüşlerini ve gözlemlerini öğrenci ve akademisyenlerle paylaşmıştır. Bu sayımızda büyük bir zevkle yayımlıyoruz. Doç. Dr. Gülcan SEÇKİN Kaynak: Garbede, K.D., Silber, W.L., (1978, tb. 2012). “Technology, Communication and the Performance of Financial Markets: 1840-1975”, The Journal of Finance, Vol:33, No:3, June 1978, s.819. Sayı 36 /Bahar 2013 IV İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek Reconsidering the Functions and Effects of Mass Media in the Footsteps of Gabriel Tarde Murat Sadullah ÇEBİ Doç. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi E-posta: [email protected] Anahtar Kelimeler: Gabriel Tarde, Kamusal Alan, Kamusal Alan Modeli, Medyanın İşlevleri, Medyanın Etkileri, Sınırlı Medya Etkisi Keywords: Gabriel Tarde, Public Sphere, Public Sphere Model, Functions Of Mass Media, Effects Of Mass Media, Limited Media Effects. Öz Bu çalışmanın amacı, Fransız sosyolog Gabriel Tarde’ın geliştirdiği “kamusal alan modeli” üzerinden medyanın işlev ve etkilerini yeniden gözden geçirmek, tekrar düşünmektir. Araştırmada ayrıca; Tarde’ın kamusal alan modelinin, iletişim biliminde “çok aşamalı iletişim akışı modeli” olarak bilinen “sınırlı medya etkileri modeli”nin ilk örneklerinden biri olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışılacaktır. Tarde’ın kamusal alan modeli, karşılıklı etkileşen dört unsurdan oluşur: Basın, sohbet, kamuoyu, eylem. Tarde, basına modern toplumun sosyal inşasında önemli işlevler yüklemiştir. Tarde’a göre basın ilk olarak; bilgili, eleştirel ve rasyonel bir kamunun ortaya çıkmasını ve gelişmesini sağlamıştır. İkinci olarak; kahvehane ve salonlarda cereyan eden bir kamusal tartışma ve müzakere biçimine, yani sohbetlere zemin oluşturmuştur. Üçüncü olarak; kamuoyunu dillendirmiş ve oluşturmuştur. Dördüncü olarak; bireylerin sosyal, politik ve ekonomik süreçlerdeki tercih, öncelik ve kararlarını etkilemiştir. Nihayetinde, zihinlerde hayalî bir kurgu olarak millet ve milliyet fikrini oluşturmuştur. Abstract The purpose of this study is to reconsider, rethink the functions and effects of mass media through “public sphere model” developed by French sociologist Gabriel Tarde. In the study it was also discussed that whether Tarde’s public sphere model can be considered as one of the prototypes of “multi step flow model of communication” known as “model of limited mass media effects” in communication science. Tarde’s public sphere model consists of four elements: Press, conversation, public opinion and action. Tarde attributed important roles to press in social construction of modern society. Firstly, according to Tarde press provided to emerge and to develop of a knowledgeable, critical and rational public. Secondly, it formed a basis for public discussions and deliberations, in other words for conversations that took place in coffee houses and saloons. Thirdly, it expressed and created public opinion. Fourthly, it determined choices, priorities and decisions of people in social, economic and political processes. Lastly, it created the idea of nation and nationality in people’s minds as imaginary constructs. Murat Sadullah ÇEBİ Giriş Medyanın işlev ve etkileri, iletişim biliminde önemli bir araştırma konusu olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Bilim adamlarını ve düşünürleri medya üstüne kafa yormaya, inceleme yapmaya, konuşmaya, tartışmaya ve müzakere etmeye iten, medyanın gücü ile ilgili zihnimizde var olan belli düşünce, inanç, tutum ve yargılardır. Bu gücün bilinir ve görünür hale geldiği alanlar ise; medyanın toplumda üstlendiği işlevler, bireylerin tutum ve davranışları ile toplum üzerinde yol açtığı etkilerdir. Tarde’ın medyanın işlev ve etkileri üzerine yürüttüğü fikirler, yaptığı değerlendirmeler ve vardığı yargıların keşfedilmeye ve incelenmeye değer bir fikrî kazı alanına gömülü olduğu söylenebilir. Bu yüzden bu çalışmanın esas amacı, Tarde’ın medyanın işlev ve etkilerine ilişkin görüş ve düşüncelerini tekrar düşünmek, yeniden gözden geçirmek ve incelemektir. Bu girişim, aynı zamanda Tarde’ın kamusal alan modelinden yola çıkarak medyanın işlev ve etkilerini yeni baştan keşfetme, açığa çıkarma, anlama ve yorumlama çabası olarak görülebilir. Anlayıcı/yorumlamacı bilim perspektifine dayalı çalışma, betimleyici bir yaklaşımla, anlama ve yorumlama eylemleriyle kaleme alınmıştır. Çalışmada önce Tarde’ın kitle ve kamu arasında yaptığı ayrım çerçevesinde kitle/ cemaat çağı’ndan kamu/cemiyet çağı’na geçiş sürecine ilişkin düşünce ve görüşleri ele alınacaktır. Ardından, medyanın işlev ve etkileri Tarde’ın kamusal alan modeli üzerinden açıklanacaktır. Bu münasebetle önce, yapılacak analiz ve yorumların arka planını göstermek için kitle/cemaat çağı’ndan kamu/cemiyet çağı’na geçiş süreci kapsamlı bir şekilde ele alınacaktır. Ardından Tarde’ın kamusal alan modeli betimlenecektir. Sonra, Tarde’ın basının işlevlerine ilişkin görüş ve düşünceleri anlatılacaktır. Daha sonra; kamusal tartışma ve müzakere biçimi olarak sohbet, yani karşılıklı konuşma olgusu, ardından kamuoyu olgusu hakkında bilgi verilecektir. Son olarak Tarde’ın kitle iletişimi, sosyal etkileşim ve şahsi etkilere ilişkin görüş ve düşünceleri ele alınacak, ardından genel bir tartışma ve değerlendirme yapılacaktır. Gabriel Tarde, XX. yüzyılın sonuna doğru medyanın işlev ve etkileri üzerine kafa yormuş, zihin ve ufuk açıcı bir bakış ile fikir ve görüşler sunan yazılar kaleme almış önemli bir sosyologdur. Medyanın işlev ve etkilerini anlama ve açıklama çabasının bir sonucu olarak, çok da farkında olmadan bir kamusal alan modeli geliştirmiştir. Basın, sohbet, kamuoyu ve eylem; Tarde’ın analitik düşünce çerçevesinin asli unsurlarını oluşturur. İşlevselci bir teorik çerçeveye yerleştirilebilecek bu kamusal alan modeli, çizgisel bir iletişim anlayışına dayalı gibi görünse de etkileşimsel bir iletişim anlayışını ima eder. Tarde, geliştirdiği kamusal alan modeliyle zamanın önemli bir sosyal faili hâline gelmiş basının toplumda üstlendiği işlevleri, bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Tarde’ın medyanın işlev ve etkilerini incelemek üzere açtığı yolda ilerleyerek uzun mesafeler almış veya yeni patikalara yönelmiş düşünür ve bilim adamlarının sayısı oldukça azdır. Bununla birlikte; farklı disiplinlere mensup az sayıda bilim adamı, Tarde’ın medyanın işlev ve etkileri üzerine ileri sürdüğü düşünce ve görüşlerinden esinlenen eserler vermiştir. Tarde’ın kitle ve kamu ayrımına özel önem vermiş olan düşünürlerden biri, “Chicago Sosyoloji Okulu”nun önde gelen temsilcilerinden Robert Ezra Park olmuştur. Park, zamanının birçok başka ünlü Amerikalı bilim adamı gibi Almanya’da yüksek öğrenim 2 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek görmüş; Avrupa’nın hızla değişen toplum düzeninde basın ve kamuoyu üstüne yapılan sohbetlere katılmıştır. Bu sohbetlerin yanı sıra Tarde’ın görüşlerinden de etkilenen Park, Heidelberg Üniversite’sinde Prof. Dr. Wilhelm Windelband’ın danışmanlığında kaleme aldığı “Kitle ve Kamu: Metodolojik ve Sosyolojik Bir İnceleme” (Masse und Publikum. Eine methodologische und soziologische Untersuchung) başlıklı doktora tezinde, aynı çağın sosyal örgütlenme türleri olan kitle ve kamu arasında yeni ufuklar açan bir ayrım yapmıştır (Frazier ve Gaziano, 1979: 1; Pooley ve Katz, 2008: 768, 5 numaralı dipnot). Doktora tezinde Park, basın ve kamunun; kamusal alanın en önemli sosyal failleri konumuna yükseldiğini savunmuştur. Bu iki toplumsal failin, Durkheimcı anlamda din ve paylaşılan değerler gibi toplumsal düzenin dayandığı daha eski ve geleneksel sosyal yapıştırıcı türlerine karşı güçlü ve etkili halefler gibi hareket ettiğini ileri sürmüştür. Park’a göre gazete; oluşturduğu ve ilettiği bilgi, duygu, kanaat, inanç, değer, ihtiyaç, beklenti, arzu ve tutkular yoluyla insanları zihnî düzeyde birbirine bağlamıştır. Cooley ve Dewey gibi “Chicago Sosyoloji Okulu”na bağlı şahsiyetler de, medyanın toplumda kamu olarak kavramlaştırılan bir tür hayalî cemaat inşa ettiği görüşünü, aşağı yukarı benimsemişlerdir (Pooley ve Katz, 2008: 768). Chicago Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Terry N. Clark (1969), İletişim ve Sosyal Nüfuz (Communication and Social Influence) adıyla yayımladığı derleme eserinin “Kolektif Davranış” başlıklı bölümünde “Kamu ve Kitle”; “Kamuoyu, Kitle İletişimi ve Bireysel Etki” başlıklı bölümünde ise “Kamuoyu ve Sohbet” hakkında Tarde’ın kaleme aldığı yazılara yer vermiştir. Ünlü Amerikalı iletişim sosyologu Elihu Katz (1992, 1999, 2000, 2006: 263), özellikle Tarde’ın “Kamuoyu ve Sohbet’ konusunda kaleme aldığı ve neredeyse unutulmaya yüz tutmuş eserinde dile getirdiği düşünce ve görüşlerine yıllarca bilim adamları ve düşünürlerin dikkatini çekmeye çalışmıştır. Tarde’ın medyanın işlev ve etkileri üzerine ortaya attığı düşünce ve görüşleri, Elihu Katz’ın tek yazarlı olarak veya arkadaşlarıyla birlikte yazdığı makalelerde yeniden ele alınmıştır. Katz (1992), Tarde’a kadar geri giderek Paul Felix Lazarsfeld’in sohbet, kamuoyu ve medya etkilerine ilişkin yaklaşımının izlerini sürmüştür. Bu bağlamda Tarde’ın gazete, sohbet, kamuoyu ve eylem unsurlarından oluşan kamusal alan modeline ilişkin bakış açısının bir yüzyıl sonra ne derecede etkili olup olmadığını irdelemiştir. Yine Katz (1999), Sorokin ve Tarde’ın yayılma olgusu ve sürecine ilişkin düşünce ve görüşlerini incelemiştir. Katz, bu çalışmasında kamuoyu olgusunu bir yayılma sorunu olarak görmüş, Tarde’ın pozitivist anlayışa dayalı ‘kamuoyu ve kitle iletişimi araştırmaları’nın kurucu babalığına adaylığını desteklediğini bir kez daha açıkça bildirmiştir. Katz vd. (1998) bir başka makalede, Tarde’ın kamusal alan modelini ayrıntılı biçimde açıklamışlardır. Tarde’ın kamusal alan modeli ayrıca Kim vd. (1999) tarafından ele alınmıştır. Yetişkin (2011), Tarde’ın toplum yaklaşımı açısından kamuoyu ve maduniyet olguları arasındaki karşılıklı ilişkiyi incelemiştir. Kitle Çağından Kamu Çağına ve Topluluktan Topluma Geçiş Gabriel Tarde dikkatini ve merakını kitle kavramından çok kamu kavramı üzerinde toplamıştır. İnsan davranışının daha medeni yönlerine öncelik vermeye çalışan Tarde, Sayı 36 /Bahar 2013 3 Murat Sadullah ÇEBİ kitle konusunu Gustave Le Bon gibi gözde bilim adamlarına bırakmıştır. Buna rağmen Tarde’ın kamu olgusunu anlama ve açıklamaya ilişkin çabası, kitle üzerine kaleme aldığı çalışmaları ile birlikte değerlendirildiğinde daha iyi anlaşılabilecektir (Clark, 1969: 52). Sadece kitleden söz eden kitle psikolojisinin diğer ünlü ismi Le Bon’dan tamamen farklı düşünen Tarde, kitle ve kamu arasında keskin bir ayrım yapmıştır (Pietilä, 2001: 7; Clark, 1969: 52). Chicago Sosyoloji Okulu’nun kurucularından Park da, kitle ve kamunun birbirinden ayrı, değişik sosyal olgular olduğu, farklı etkileşim tarzları ve kalıplarıyla oluştuğu konusunda Tarde ile aynı düşünceyi paylaşır (Pietilä, 2001: 7). Tarde kitleyi, esasen bedenlerin bir araya gelmesiyle oluşan bir ruhsal/zihinsel bağlantılar yığını olarak kavrar (1901: 278). Park’a göre kitle; hiçbir muhakeme, eleştiri ve değerlendirme yapmaksızın boyun eğdiği bir kolektif güdünün etkisine teslim olmuştur (Pietilä, 2001: 7). Değişik karakterlere sahip insanlardan oluşan bir kitle, müşterek bir olay etrafında anlık ve tek bir amacı olan bir etkileşimden doğar (Katz, 2006: 267). Kitle, fiziksel olarak birlikte bir yere toplanan (Davis, 1906: 85), aynı anda aynı yerde bulunan insanlardan oluşur (Pietilä, 2001: 7). Başka bir deyişle kitle, özel nitelik kazanmamış kişilerin, ‘vasat adam’ların toplamıdır (Gasset, 2011: 42). Tarde, kitle fenomeninin üstünde durmuş (Borch, 2005: 82), kitle davranışını ayrıntılı incelemiştir. Kitle olgusuna ilişkin düşünce ve görüşlerini, geliştirdiği sosyal taklit teorisinin içine yerleştiren Tarde (Borch, 2006b: 86); bir yanda bilinçli ve özerk tekil birey ile diğer yanda bilinçsiz kitle üyesi arasındaki ayrımı da bulanık hâle getirmiştir (Arnoldi ve Borsch, 2007: 168). Bireyin ve kitle üyesinin tam olarak seçilememesine yol açan bu ayrım, Tarde’ın toplumun taklit, taklidin ise bir uyurgezerlik türü olduğu iddiasından açıkça anlaşılır (Tarde, 1903: 87). Bu iddianın özünde, gündelik taklitlerin kitlelerin tetiklediği taklitler kadar çarpıcı, dikkat çekici olmamasına rağmen, bütün sosyal fenomenlerin temel dürtüsünün grubun hipnotize edici gücü olduğu iması saklıdır (Arnoldi ve Borsch, 2007: 168). Tarde’a göre bu hipnoz hâli, Le Bon’un ısrarla savunduğu gibi sadece kitle içinde hüküm sürmez; tam aksine, uyurgezerlik toplumun kurucu bir özelliğidir (Borch, 2006b: 86). Taklidi toplumu belirleyen bir karakter mertebesine yükselten Tarde, böyle bir toplumda bireyin özgürce ve özerk bir biçimde hareket edebilmesinin mümkün olduğu düşüncesine karşı çıkar gibi görünür (Arnoldi ve Borsch, 2007: 168). Gerçeği söylemek gerekirse Tarde, hem kitlenin uyurgezer insanının hem de toplumun bireyinin düşünce, tutum ve davranışları üzerinde sosyal eylemler, toplumsal etkileşim ve alışverişlerin etkisi olmadığına iman ettiğini, dolayısıyla kendilerine telkin edilmiş olduğu halde düşünce ve arzularının kendiliğinden oluştuğu yanılsamasına kapıldıklarını ileri sürer (1903: 77). Çünkü kitle insanı ve birey, kendilerine telkin edilmiş olan en kişisel arzu ve özlemlerin bile taklit olduğunu görmekte çaresizdir. Bu yüzden Tarde, Le Bon’un aksine, kitle insanı ve birey arasında kolaylıkla ayrım yapılabileceği görüşünü paylaşmaz (Arnoldi ve Borsch, 2007: 168). Tarde, kitlenin şehrin karakteristik bir olgusu, birlikte yaşamanın esası olduğu fikrindedir. Bu bağlamda toplumların aile ve kitle olmak üzere iki farklı çekirdeği bulunduğunu ileri sürer. Hem aile hem de kitle, toplumda telkin yayan arketipik merkezdir. Her ikisi de bir lidere ihtiyaç duyar. En ufak bir tereddüt göstermeden, tam bir bağlılıkla liderlerine itaat ve biat etmeye, sadakat göstermeye hazırdır (Tarde, 1912: 325; Borch, 4 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek 2005: 89). Kitlenin, şehrin ve şehirleşmenin ayırıcı bir özelliği olduğunu söylemesine rağmen Tarde, kitle olgusunun kırsal yerleşim yerlerinde gözlemlenemeyeceğini iddia etmez. Bununla birlikte Tarde’a göre modern şehir; çok sayıda sakini, kamusal alanı, çeşitli ve farklı kamusal mekânları ile kitlelerin ortaya çıkması için kusursuz, uygun bir sosyal zemin oluşturur (Borch, 2005: 89-90). Tarde’ın mekânsallığı öne çıkararak vardığı hükümler, yaptığı tespit ve açıklamalar, kitle olgusunun şehir ve şehirleşmeyle bağlantılı olduğunu gösterir (Borch, 2006b: 87). Bu nedenle Tarde’ın bakış açısından kitle, şehir hayatında ortaya çıkan bir güruh, o güne kadar karşılaşılmamış, tuhaf ve yeni bir sosyal olgudur. Kitle; farklı sosyal grup, sınıf veya tabakalardan üyeleri bünyesinde barındırır. Birbirini tanımayan insanların fiziksel, mekânsal ve zamansal bakımlardan bir arada bulundukları kitle, değişik karakterlere sahip olan insanlardan oluşan bir kalabalıktır. Ancak; zihni bulanık bu kalabalık veya sürü, kısa süre içinde birbirinden farklı, değişik karakterlere sahip insanlardan birinin beslediği bir arzu ya da tutku kıvılcımının aniden parlamasıyla birden bire harekete geçebilir. Bundan dolayı kitle, ayırıcı özelliği ani taklit ya da tekrar olan, kendiliğinden ortaya çıkan bir oluşumdur. Bundan başka kitle, birbirini tanımayan heterojen unsurlar topluluğudur. Ancak, bu uyumsuzluk aniden uyuma dönüşebilir. Böylece kitlenin gürültüsü, tek bir ses hâline gelir. Binlerce insan kısa süre içinde birlikte karşı konulamaz bir kesinlikle hedefine yürüyen isimsiz vahşi bir canavara, eşi ve benzeri olmayan münferit bir hayvana dönüşür (1912: 323). Le Bon ve Tarde’ın çalışmalarından, kitlenin iki belirgin özelliği olduğu sonucu çıkarılabilir. Birincisi kitle bulaşıcı telkin aracılığıyla, esasen kitle üyelerinin herhangi bir zamanda kendi başlarına güçlükle gerçekleştirebilecekleri yıkıcı eylemler sergileyen farklı bir varlıktır. İkinci olarak kitleye, kendisini oluşturan bireylerden daha az zekâ ve rasyonellik yüklenir. Bu iki özellik birleştiğinde kitlenin kurulu sosyal düzene karşı, özellikle tüm sosyal farklılıkları bir an için eşit düzeye getirmesinden dolayı toplumun hiyerarşik farklılaşmasına karşı bir tehdit oluşturabileceği ima edilir (Borch, 2006b: 86). Tarde’ın kitle’ye bakış biçimi, Gustave Le Bon, Scipio Sighele, Robert Ezra Park gibi çok olumsuzdur. Tarde kitleyi; bünyesinde toplumu harap etme, parçalayarak dağıtma, toplumsal düzeni yıkma tehlikesini barındıran yıkıcı bir mahlûk olarak kavrar. Bu anlamda kitle, akılcı bireylerin genellikle asla benimsemeyeceği bir grup ruhunun bulaşıcı telkiniyle sapkın eylemler sergileyen akıldışı, ilkel bir varlıktır (Borch, 2006a: 7). Bundan dolayı Tarde, kitleden büyük endişe duyar. Tarde’ın kitleye karşı çıkışının en önemli sebebi, modern toplum için tehlike oluşturacağını düşündüğü, kitlenin ayırıcı özelliğini belirginleştiren ‘kendiliğindenliği’dir (Barry ve Thrift, 2007: 516). Tarde’ın bahsettiği kendiliğindenlik, esasen açık kitlelere özgü bir zayıflığa gönderme yapan uç bir tepkidir. Savaş sırasında halkın toplu olarak orduya dönüşmesi, ideolojisiz siyasi partilerin ani yükselişleri veya ayaklanmalar, isyanlar, devrimler, yağmalamalar ve linç girişimleri esnasında, bilinçsizce ve ansızın toplanan kalabalıklar açık kitlelere örnek gösterilebilir. Kendiliğindenlik, açık kitlenin hem aniden bir araya gelmesi hem dalgalar hâlinde devam eden katılımlarla büyümesi ve güçlenmesi hem de kopmalarla çözülmesi ve yok olması durumlarında kolayca gözlemlenebilir. Tarde, kitle psikolojisine dayanarak bir kamu psikolojisi geliştirilebileceğini öne sürer. Tarde’a göre psikolojik anlamda kamu, ‘bedenen birbirinden ayrı yaşayan, çok geniş alana dağılmış ve bağlılığı tamamen zihinsel nitelikte olan, ruhsal bir bütünlük; Sayı 36 /Bahar 2013 5 Murat Sadullah ÇEBİ bir birey serpintisi’dir. Kamuyu zihinsel düzeyde birbirine tutturan bağ, kamunun belli bir düşünce, inanç, değer, tutku veya arzuyu aynı anda çok sayıda birey ile paylaşma farkındalığıdır (1901: 277). Ancak böyle bir ruhsal/zihinsel birlik, fiziksel mesafeye bağlı olan sosyal etkileşimlere dayalı değilse nasıl oluşur? Tarde’ın bu soruya cevabı, üyeleri zihinsel düzeyde birbirine bağlayan belirli teknolojik gereçler, iletişim araçları olmaksızın kamunun var olamayacağıdır. Tarde’a göre gazete, bu amaca hizmet eden en önemli kitle iletişim aracıdır (Clark, 1969: 52-53). Bu anlamda kamu, gazete sayesinde ortak bir hayali kimliğin, bir kitle gibi paylaşılan bir duygu, düşünce, tutum, değer, inanç, ihtiyaç, beklenti, tutku, arzu veya ortak bir olay, konu, sorun etrafında bir araya gelmiş hayali bir topluluktur. Ancak kamu; kitle gibi telkin, propaganda, yönlendirme ve etkilerle hareket etmez. Tam tersine; basının çerçevelediği, öne çıkardığı, idealize ettiği müşterek olay, konu ve sorunlar veya paylaşılan duygu, düşünce, tutum, inanç, değer, ihtiyaç, beklenti, tutku ve arzular etrafında saf tutan okuyucular arasında zihinsel/ruhsal bir birlik ve bağlılık kurmasıyla oluşur. Bu anlamda kamu; basının daha derin düşünmeye, mantığa, rasyonaliteye, muhakemeye ve rasyonel eleştiriye dayalı, daha benzer karakterlere sahip bireylerden oluşturduğu hayali bir topluluktur (Katz, 2006: 267). Kamu; bedensel olarak ayrı yaşayan, aralarındaki birlik ve bağlılığın bütünüyle ruhsal/zihinsel düzeyde kurulduğu bireylerden meydana gelir. Bu birlik ve bağlılık; gazete gibi müşterek bir medyanın, bir insan topluluğunu oluşturan bireylerin zihinlerinde aynı anda ortak bir kanaat veya arzu uyandırmasıyla oluşur ve pekişir. Kamunun bu belirgin özelliklerinin dışında kalanlar, Tarde’a göre; tamamen kitleye benzeyen kalabalık, sürü ya da ayak takımıdır. Park, birbiriyle çarpışan düşünce ve görüşlere sahip bireylerden oluşan kamuya, basiret ve rasyonel düşünmenin yol gösterdiğini ileri sürer. Park’a göre kamunun kendine özgü etkileşim biçimi, başlangıçta kendini var eden anlaşmazlık, çatışma, çekişme, husumet ve fikir ayrılıklarını gidermek ve çözmek amacıyla girilmiş gibi görünen eleştirel tartışma ve müzakeredir. Ancak Tarde ile Park kamunun özellikleri, kalıcılığı veya gelip geçiciliği konusunda göze çarpacak derecede derin fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Bu bağlamda Tarde; kamuyu, ortak bir kanaat, tutku veya arzu etrafında zihinsel ve ruhsal bakımlardan birleşmiş, bütünleşmiş ve kaynaşmış kalıcı bir varlık olarak görür. Buna karşın Park; kamuya, düşünce ve görüşleri bölünmüş bir sosyal oluşum gözüyle bakar. Bundan başka Tarde, kamuların az çok kalıcı olduğuna inanırken; Park, kamuları er veya geç birlik ve bağlılığını kaybetmeye, parçalanıp dağılmaya mahkûm; eğreti, gelip geçici veya süreli sosyal oluşumlar olarak kabul eder (Pietilä, 2001: 7). Aktif, bilgili, rasyonel ve eleştirel veya ortak bir olay, konu ve soruna dikkat kesilen kamu, özellikle kolektif davranışın incelenmesiyle ortaya çıkmıştır (Pietilä, 2001: 7). Kolektif davranış olgusunu anlamaya ve açıklamaya çalışan bilim adamlarından biri de Tarde’dır. Tarde; XIX. yüzyılın sonuna doğru kitle çağı’ndan kamu çağı’na geçiş sürecini, kitlenin yerine geçen kamunun doğuşu ve gelişimini belirleyen faktörleri ortaya çıkarmış ve en ince ayrıntısına kadar incelemiştir (1901: 277-294). Sosyal taklidin seçkinlerden madunlara doğru aşağıya damlama/sızma etkisiyle değil; bireyler arasında kesintisiz olarak süren daha güçlü ve önemli karşılıklı etkilerle, yani toplumsal etkileşimler yoluyla yayıldığını gözlemleyen Tarde, buna bağlı olarak kitleden kamuya geçildiğini bildirmiştir (Katz, 2006: 267). Bu nedenle Tarde, XIX. yüzyılın kitleler çağı olduğunu iddia eden Le Bon ile aynı görüşü paylaşmaz, tam tersine, bu yüzyılı kamu veya kamular çağı olarak niteler (1901: 281). 6 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek Tarde’ın ‘kamu’su, bir hayli ‘yersiz yurtsuzlaşmış bir birliktelik’, bir tür ‘uzaktan etkileşim’ veya ‘belirli bir mesafeden etkileşim’ nedeniyle müşterek ruhsal ve zihinsel etkilerin ortaya çıktığı ‘dağınık bir topluluk’tur (Terranova, 2007: 139). Kamu, bir arada olmamasına rağmen, baskı ve kitle iletişim teknolojileri üzerinden dolaylı etkileşime girme yetenekleri sayesinde üyelerinin hayali bir topluluk oluşturduğu bir insan topluluğudur (Siebers, 2003: 17-18). Tarde’a göre kamu, kitle gibi göze çarpacak şekilde fikir ve duygulara damgasını vuran telkinlere açıktır. Ancak kamunun telkine açık olması, ayrışmadan çok medya aracılığıyla girilen dolaylı etkileşimlerle inşa edilmiş zihinsel/ruhsal bir birliğin ve bağlılığın oluşmasını sağlar (Leach, 1992: 18). Bundan dolayı kamu, bilinçaltı telkinlerden çok basın tarafından iletilen fikirlerle zihnî düzeyde bir araya gelmiş, bağ kurmuş, birleşmiş, kaynaşmış hayalî bir topluluktur. Kamuyu kitleden daha akılcı, barışsever ve uysal kılan şey, bu zihinsel ve ruhsal bütünlüğü veya birlikteliği oluşturan bireylerin herhangi bir bulaşıcı telkini benimsemelerine engel olan fiziksel dağınıklığıdır. Tarde’ın ifadesiyle kamu, fiziksel temas olmadan zihinsel/ruhsal bir birlik, bağlılık sergiler. Gerçekte kamunun üyeleri, bir araya gelmek ve kaynaşmak için yeterince etkileşime girerler. Ancak, üyeleri arasındaki bu etkileşimler kamuyu kışkırtmak, coşturmak, azdırmak için yeterli değildir. Bundan dolayı Tarde’ın kamusu, sosyal zehirlerden arındırılmış bir grup, kolayca yönetilebilir bir topluluktur (Leach, 1986: 102). Kamu; mekân bakımından değil, tam tersine zaman bakımından varlık kazanarak oluşmuştur. Zamanın mekânı bu şekilde egemenliği altına alması, Tarde’a göre yeni iletişim teknolojileri sayesinde bilginin aktarım ve uzak yerlere yayılma hızıyla sahneye çıkan mekân-zamansal birlikleri belirlemiştir. Böyle kamular, Foucault’nun disiplin toplumlarında bilinmeyen, Goffman’ın total kurumlar adını verdiği ıslah edici kurumlar ve Foucaultcu biyopolitik yönetim zihniyeti ile bir arada var olan yeni öznellikler ve sosyalleşme biçimlerinin dışavurumu olarak ortaya çıkmıştır. Bunlar, bireyler ve topluluklar arasındaki ilişkiyi yersiz yurtsuzlaştıran zihinsel bir birlikteliğin hareketliliğini anlatan kamulardır (Terranova, 2007: 139). Kamular, kıyaslanamaz bir biçimde sosyal gruplaşma türlerinin çok karmaşık bir çeşididir. Birey ve kamu arasında, gerçekte ayrıcalıklı bir aidiyet veya kimlik ilişkisi yoktur. Bu nedenle Tarde, bir bireyin aynı anda çeşitli kamuların üyesi olurken, sadece tek bir kitlenin üyesi olabileceğini savunur. Bir başka deyişle aynı birey iki farklı kitleye ait olamaz, ancak iki veya daha fazla farklı kamunun üyesi olabilir. Fiziksel yakınlık kısıtlaması nedeniyle çizilen kesin sınırlar, bir kitlenin erişebileceği azami büyüklüğü belirler. Ancak kamular, bu şekilde sınırlanmamıştır. Üyelik ve büyüklük gibi üst üste binen bu iki faktör nedeniyle kamular kitlelerden daha hoşgörülü olma eğilimi gösterirler. Buna karşılık kitlelerin üzerinde yükselen uluslar, kamuların ağır bastığı uluslardan daha çok hoşgörüsüz olma eğilimindedirler (Clark, 1969: 53; Terranova, 2007: 139). Tarde’a göre, bir kamunun oluşması için bir kitlenin oluşmasından çok daha ileri bir zihinsel ve sosyal evrim gerekir (Leach, 1992: 18). Tarde, kamuların kitlelerden daha az aşırı, ayrıca daha az zorba ve dogmatik olduğunu kabul etmesine rağmen kamuların zorbalığı ve dogmatizminin, kitlelerden çok daha fazla güçlü ve sürekli olabileceğini savunur (1901: 289). Sayı 36 /Bahar 2013 7 Murat Sadullah ÇEBİ Kamunun cemiyet çağı’na ait bir sosyal olgu olduğunu açık bir şekilde dile getirmesine rağmen, kamuların kitlelere dönüşebileceği ihtimali Tarde’ın zihnini sürekli kurcalamıştır. Daha açık söylemek gerekirse Tarde, aşırı heyecanlı kamuların sokaklarda ‘yaşasın’, ‘kahrolsun’ veya ‘ölüm’ sloganları atan oldukça tehlikeli fanatik kitlelere dönüşebileceğini söyler. Bu tür bir kamunun, potansiyel kitle olarak tanımlanabileceğini belirtir. Ancak Tarde, son derece tehlikeli olsa bile bir kamunun kitleye dönüşmesinin oldukça nadir gerçekleşebileceğini öngörür. Sosyal barış açısından; belli belirsiz sınırları eriyerek birleşmeye her zaman hazır iki kamunun rekabetinin, iki muhalif kitlenin çarpışmasından daha az tehlikeli olduğunu ileri sürer. Tarde, topluluktan topluma geçilen XIX. yüzyılın sonuna doğru, kitle çağı yerine artık birbirine uzak mesafede bulunan, geniş bir mekânda toplumsal eylemler sergileyen, sosyal etkileşim ve alışverişlere giren kamu ya da kamular çağından içeriye girdimizi haber vermiştir (1901: 281-282). Kamu çağına geçiş, medya çağına geçiş ile birlikte gerçekleşmiştir. Zaten Tarde, medya çağını ve medya sayesinde ortaya çıkan, gelişen bu yeni kolektif temsil türlerini, yani kamuları önceden öngörmüştür (Teobald, 2005: 7). Aslında kolektif temsil, özünde her zaman hayali topluluğun bir unsurunu barındırır: Kolektif temsil; belirli bir insan topluluğu tarafından arzu edilen bir topluluk imajı ile ilgili, insan bilincinin sınırlarını aşan, daha aşkın bir konuma ilişkin bir düşünceyi içerir. Medya çağında belirginleşen bu tahmin, sadece yeni iletişim teknolojileri ve araçları sayesinde gerçekleşmiştir. İnsanlar, her gün bireysel ve toplumsal benlikleri/kimlikleri; dinsel, mezhepsel ve etnik aidiyetleri; kendilerini kuşatıp sarmalayan kültür ve içinde yaşadıkları toplum hakkında medyada tasarlanan, inşa edilen ve yeniden üretilerek aktarılan; toplumsal eylem, etkileşim ve alışverişlerle yayılan imgelerin saldırısına uğrarlar. Bu medya imgelerini algılayan, yorumlayan, müzakere ve mübadele eden, sonunda benimseyen bireyler bir kamu hâline dönüşürler (Siebers, 2003: 18). Tarde, medya çağının bilgiyi eşi benzeri görülmemiş hızda, çok sayıda insana yayan yeni kitle iletişim teknolojileri ve araçlarıyla aynı zamana rastlayan kamular olarak adlandırdığı alıcıların yeni çeşitlerini gözlemlemiştir. Medyadan aktarılan mesajların etkisiyle oluşan bu yeni kamular, fiziksel bakımdan ortak bir alan/mekân paylaşmadan veya doğrudan zihinler arası etkileşimlere girmeden, herhangi bir gazetenin aktardığı benzer sözcükleri ve bilgiyi tüketen sanal topluluklar veya Benedict Anderson’un terimiyle ‘hayalî cemaatler’dir (Teobald, 2005: 7). Tarde’ın dikkat çektiği gibi bir kamu, genelde tek yönlü olsa da müşterek bir tür duygusal ele geçirmenin ürünüdür. Televizyon veya internet gibi uzaktan iletişim teknolojileri, kamular olarak faaliyette bulunan, dolaylı etkileşimlere giren, keşfedilmemiş parçalara ayrılmış belirsiz öznelliklerin çekim alanına alınması, ele geçirilmesi ve kontrol edilmesinin temel düzenekleridir. Bir kamu; bir film, bir televizyon dizisi, bir kitap, bir konuşmacı, bir haber, bir sanat eseri, kültürel bir etkinlik aracılığıyla oluşturulabilir. Bu, kamuların tam anlamıyla bir tutsaklığın geçici ürünü olduğu anlamına gelmez. Aksine kamular; romanlar, televizyon dizileri, radyo programları, bloglar ve konuşmacıların kontrolünü ele geçirebilirler (Terranova, 2007: 140). Tarde; Fransız toplumunda kamunun tarihsel gelişim serüvenini, şahsi gözlem ve deneyimleri ile gündelik hayat pratiklerine dayanarak anlatmıştır. Tarde’a göre kamu, gerçekte ilk kez matbaanın icadından sonra XVI. yüzyılda ortaya çıkmaya başlayan bir sosyal olgudur. Toplumu çok derinden sarsan bu teknolojik yenilik sayesinde ilk defa 8 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek binlerce kopyası basılan İncil, her gün ve sürekli okunmaya başlanmış; buna bağlı olarak toplumda Katolik kilisesinden ayrılan ve hayali bir sosyal birliktelik duygusunu paylaşan yeni bir topluluk oluşmuştur. Zihnî bakımdan birleşmiş ve kaynaşmış çok sayıda insandan oluşmuş bu dinî kamu, ayrı bir kilisenin kurulmasına rastlayan bir mezhep ayrışmasından başka bir şey değildir. Başlangıçta güçsüz olan Protestan mezhebi ile birlikte yeni bir kamu ve yeni bir kilise, aynı anda farklı ve uzlaşmaz ilkeler tarafından yönetilen iki dinî kamu ortaya çıkmıştır. Bu kamu, ancak XIV. Louis döneminde belli bir biçim almaya başlamıştır. O zamana kadar kraliyet taç giyme törenlerinde, önemli tatil günlerinde ve dönemsel kıtlıklar nedeniyle ortaya çıkan gösterilerde sel gibi ve oldukça büyük kitleler görülmüştür. Ancak kamu, aylık gazetesini veya küçük bir okuyucu kitlesi için yazılmış kitapları okuyan yüksek tabakaya mensup soylu kişilerden oluşan dar bir seçkin tabaka boyunca güçlükle oluşmuştur. Bu kamu, XVIII. yüzyılın ilk yarısında, hızlı biçimde büyümüş ve parçalara ayrılmıştır. Aynı yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve gelişen bir politik kamu, kısa süre içinde bir nehrin tüm akarsu kollarını emdiği gibi edebî, felsefî ve ilmî kamuları kuşatmış ve içine çekmiştir. Ancak, Fransız İhtilali’ne kadar kamu hayatının sınırları dar, yoğunluğu çok azdır. Gazeteciliğin, dolayısıyla kamunun gerçekten ortaya çıkışı, kamunun doğum sancılarından biri olan Fransız İhtilali’ne dayanır. Ancak bu devrimci kamu, ihtilalin ilk yıllarında şehirlerde yayımlanan gazetelerin tirajlarının çok düşük olması yüzünden Parisliler üzerinde kurduğu etkiyi Paris’in dışında gösteremez. Hızlı iletişim eksikliği, ihtilal sona erene kadar kamusal hayatın derinleşmesini ve yaygınlaşmasını engellemiştir. Haftada sadece iki veya üç kez yayımlanan gazeteler, Paris’te ve Güney Fransa’daki okurları arasında bir yakınlık duygusu ve eş zamanlı bir fikir birliği uyandıramaz. Fransız İhtilali’nin ardından günlük gazeteler, düşünceleri uzak mesafelere taşıyan ve anlık ileten medyaya dönüşmüşlerdir. Buna bağlı olarak tarihin derinliklerine doğru itilmeye başlanan kitle, yerini geleceğin kamusuna bırakmıştır. Böylece kamu olağanüstü ölçüde uçsuz bucaksız biçimde genişler, kamu hayatı daha çok derinlik kazanmıştır. Birbirini karşılıklı destekleyen üç keşif olarak matbaa, tren ve telgraf, basının toplumda önemli bir konum elde etmesine katkı sağlamıştır. Telefon, hatip ve vaizlerin sadık dinleyicilerini aşırı derecede genişletmiştir. Basının birey ve toplum üzerindeki artan etkisi ile birlikte toplumun kamulara bölünmesi, çeşitli zihin durumlarındaki farklılıkların birbiriyle dolaylı etkileşime girdiği, birbirine benzediği bütünüyle psikolojik bir bölünme gerçekleşmiştir. Böylece ekonomik, dini, edebiyat, sanat, politik alanlarda bölünmeler; şirket, mezhep, meslek, okul ve partilerde bölünmeler ortaya çıkmıştır. Bu kamular eski zamanların kitlelerine, hatiplerin ve vaizlerin edilgen dinleyicilerine benzemeyen; sosyal ilişki kurdukları, toplumsal alışveriş ve etkileşime girdikleri siyasi ve dini kamular tarafından yönlendirilen ve genişletilen zihinsel/ruhsal düzeyde bir araya gelmiş hayali topluluklardır (Tarde, 1901: 279-284). Sonuç olarak Tarde, gazetenin okuyucularını dolaylı toplumsal etkileşimler aracılığıyla hayali bir cemaat gibi zihinsel düzeyde birleştirdiğini ileri sürmüş, bu zihinsel birlik ve bağlılığın ortak bilgiler etrafında sosyalleşmek ihtiyacı ve arzusundan doğduğunu belirtmiştir. Başka bir deyişle Tarde, Le Bon’dan farklı olarak kitle çağına son noktayı koymuş, iletişim teknolojilerindeki icat ve yeniliklerle etkisini artıran basının kamu çağının ortaya çıkmasına yol açtığını söylemiştir (Katz, 2006: 267). Sayı 36 /Bahar 2013 9 Murat Sadullah ÇEBİ Tarde’ın Kamusal Alan Modeli Tarde, medyanın işlev ve etkilerini açıklayan bir kamusal alan modeli geliştirmiştir (Katz, 1999: 152). Tarde’ın belki de farkında olmadan tasarlayıp oluşturduğu bu kamusal alan modelinden kamusal alan araştırmalarında geniş ölçüde faydalanılmıştır (Katz, 2006: 268). Tarde’ın kamusal alan modelinin Paul Lazarsfeld’in ortaya attığı “İki Aşamalı İletişim Akışı Modeli”ne ilham kaynağı olduğu ileri sürülmüştür. Ancak Tarde’ın üzerinde gözlem yaptığı denekler, Lazarsfeld’in Ohio Eyaletinin Erie yerel yönetim bölgesinde gerçekleştirdiği araştırmadaki gibi ev kadınları değil, Paris’in kahvehane ve salonlarında boy gösterip sohbetlere katılan konuşmacılardır (Clark, 1969: 2, 57-58). İletişim biliminde kamuoyu olgusunu açıklamak üzere “Suskunluk Sarmalı Teorisi”ni geliştiren Elisabeth Noelle-Neumann’ın, göze çarpar biçimde Tarde’ın kamuoyuna ilişkin görüşlerine gönderme yaptığına dikkat çekilmiştir. Tarde gibi Noelle-Neumann da, insanların düşüncelerinde yalnız kalmayı arzu etmedikleri için, kanaat ikliminde çoğunlukta olduğunu algıladıkları görüşlere katılmadıkları hâlde grup psikolojisinin etkisi ve baskısıyla sosyal dışlanma korkusundan dolayı içe kapanıp konuşmaktan kaçındıklarını, böylece üyesi olduğu grup ve topluluklarla düşünce birliği içindeymiş gibi görünmeye çaba gösterdiklerini iddia eder (Katz, 2006: 267). Ancak Noelle-Neumann; insanlardaki taklit eğilimi ve yeteneğinin yalnız başına bırakılma, toplum dışına itilme korkusunun yanı sıra öğrenme güdüsünden kaynaklanabileceğini söyler (1991: 62). Tarde’ın kamusal alan modeli, muhakeme ve mantık süzgeçlerinden geçirilmiş akılcı kanaatlere sahip bir kamunun ortaya çıktığı süreci açıklar. Tarde’a göre kamusal alan; kahvehane, kulüp ve salonlarda gerçekleşen politik tartışma ve müzakereleri ateşleyen gazetelerin hızlı yaygınlaşmasıyla eş anlı oluşmuştur. Kamusal alan terimini kullanmamasına karşın Tarde’ın kamu kavramı, haber medyası ile sohbet ve kamuoyu oluşumu arasındaki sıkı ilişkilere gönderme yapan Habermas’ın kamusal alan kavramına oldukça benzer (Kim vd. 1999: 362). Ancak, içinde bir devletin vatandaşlarının hükümetin muhatabı olarak yer aldığı bir kamusal alan fikri, kuşkusuz Habermas kaynaklı değildir. Kamuoyu olgusu ilk defa Alman sosyolog Hans Speier tarafından dile getirilmiştir. Speier; özel veya mahrem kanaatleri başkalarına ifşa edilen kanaatlerden ayırarak kamuoyunu iki aşamalı bir iletişim süreci olarak düşünür: İletişim sürecinin ilk aşamasında vatandaşlar; kamusal konu ve sorunlar hakkında birbirine ters görüş ve inançları karşılıklı savunur ve fikir alışverişinde bulunurlar. İletişim sürecinin ikinci aşamasında vatandaşlar, kamusal tartışma ve müzakereler sonucunda belirgin ve baskın duruma gelen kanaatleri hükümete aktarırlar. Habermas gibi Speier de, kamusal tartışma ve müzakerelere katılan ve görüş bildiren kişilerin devlet yetkilileri olmaması gereğine dikkat çeker. Bunun yanı sıra kamusal tartışma ve müzakereler, hem düşünceyi ifade etme özgürlüğüne ve hem de nüfuz etme hakkına ilişkin paylaşılan bir inançla sıkı sıkıya bağlı olmalıdır (Katz, 2000: 123). Tarde’ın kamusal alan modeli, karşılıklı etkileşen dört ana unsurdan oluşur: Basın, sohbet, kamuoyu ve eylem (Katz, 2006: 267). Bu unsurları Katz, çizgisel bir iletişim modeli (Şekil 1) üzerinde sıralamış ve betimlemiştir: 1) Çoğunlukla hükümetin çalışmaları hakkında kamuya bilgi aktaran, kamusal tartışma ve müzakereler için gündem oluşturan basın; 2) Kahvehaneler, kulüpler ve salonlarda bir araya gelen kişilerin gerçekleştirdiği sohbetler; 3) Kamusal alanın bu mikro mekânlarında gerçekleşen sohbetler boyunca dile 10 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek getirilen kanaatlerin, zihinsel süzgeçlerden geçirilip berraklaşması, bir veya iki genel kanaate dönüştürülerek kristalize olması ile oluşan kamuoyu; 4) Kamuoyunun bireysel veya kolektif eylemlere yol açması (2000: 123). Basın Sohbet Kamuoyu Eylem Şekil 1: Gabriel Tarde’ın Kamusal Alan Modeli (Katz, 2006: 267). Basının İşlevleri Tarde, bütün dikkatini, basının bir kamu boyunca inançları yayması ve bu inançları paylaşan kamu üyeleri arasında ortak bir bilinç oluşturması üzerinde toplamıştır. Bu bakımdan Tarde, medyanın işlev ve etkilerine ilişkin o dönemde neredeyse bakir olan araştırma alanını çok çabuk kavrayan, sezgileri en kuvvetli yorumculardan biri olmuştur. Kuşkusuz Tarde’ın medyanın etkilerine ilişkin makro bir bakış açısını yansıtan düşünce ve görüşleri, medyayı geniş bağlamda incelemeyi isteyen kişilerin fazladan ilgisini hak eder (Clark, 1969: 54). Tarde, işlevselci teorinin ötesinde bizi âdeta teknolojik determinizmin kıyısına çeker (Katz, 2000: 123). Bu yüzden Tarde’ın belli bir dereceye kadar McLuhan (1964), Innis (1950, 2007) ve Eisenstein’den (1979) önce davranarak mesajdan çok aracı yücelten “Teknolojik Determinizm Teorisi”nin kurucu babası olduğunu söyleyebiliriz. McLuhan gibi mesaj yerine aracı kutsallaştıran bir bakış açısını benimseyen Tarde, basına yalnızca bilgi dağıtıcısı veya gündem tedarikçisi değil; aynı zamanda ulus inşasının güçlü bir faili gözüyle bakar. Bu yaklaşıma göre basın, ulusal birlik ve bütünleşmenin asli unsuru, önemli bir failidir. Okuyucuları tarafından paylaşılan gazete dili ve gazetelerin ulaştığı tiraj, milletin sınırlarını tanımlar. Basın, gazete gündeminin ortaklaşa okunması deneyimi aracılığıyla kolektif zihinde Benedict Anderson’un “hayalî cemaat” olarak adlandırdığı bir ulus bilincini inşa eder (Katz, 2000: 123-126). Tarde’ın sohbete ilişkin analizlerinin temelini, merkezî bir sosyolojik önerme oluşturur: Sosyal etkileşim, belli bir sosyal sistemde bir failler topluluğu tarafından benimsenen ortak normların gelişimine ve onaylanmasına yol açar. Gerçekten Tarde’ın irdelemelerinin çoğu, bu önemli konunun ayrıntılı olarak ele alınması ve rafine edilmesine ayrılmıştır. Her sosyal sistemin varlığı normların oluşması, korunması ve sürdürülmesine bağlı olduğu için sosyal etkileşim işlevsel bir zorunluluktur. Geniş bir sosyal sistemin inşası, muhafazası ve sürdürülmesi için gerekli bir diğer işlevsel zorunluluk, otorite hiyerarşisidir. Ancak toplumsal sistemin varlığını sürdürmesi için böyle bir hiyerarşi, ortak semboller ve paylaşılan değer ve inanç setinden kaynaklanan bir meşruiyete dayandırılmalıdır. Hem basın hem de süregiden sosyal etkileşimler, toplum boyunca bu ortak değer, sembol ve inançları yayarlar. Kuşkusuz Tarde, ulusal bütünleşmenin sadece gazetenin etkisiyle oluştuğuna ilişkin çok kapsamlı analiz ve yorumlar yapmamıştır. Tarde ayrıca; merkezî posta servisinin ve düzenli ordunun kurulması, ulusal demiryolu Sayı 36 /Bahar 2013 11 Murat Sadullah ÇEBİ ağının genişlemesi, kralın çevresinde tamamen aristokratik nitelikli bir saray tabakasının ortaya çıkması ve büyümesi gibi bir dizi gelişmenin ulusal bütünleşmenin sağlanmasına katkı sağladığını ileri sürmüştür (Clark, 1969: 59). Ancak Tarde’a göre, bir kamu ruhu oluşturarak toplumu ortak bir dil, ahlak anlayışı, kural, kanun, düşünce, değer, inanç, örf ve âdetler etrafında kaynaştırma görevi, esas olarak basına kalmıştır. Bu bağlamda Tarde gazeteciliğe, “kamu ruhu”nu zaman ilerledikçe kamuya benimsetmek hatta evrenselleştirmek fonksiyonunu yüklemiştir (Tarde, 1898: 303-304). İletişim teknolojilerindeki gelişmelerin sosyal ilişkiler üzerindeki etkisini inceleyen Tarde; telgraf, telefon, kitlesel üretilen kitap, hatta davetiye ve ilanların toplumda üstlendiği işlevleri ele almıştır. Ancak Tarde’ın çağında en önemli kitle iletişim aracı, tartışmasız şekilde, toplumların gitgide genişleyen ve üst üste binen kamu tabakalarına dönüşmesini sağlayan yüksek tirajlı gazetelerdir (Clark, 1969: 54-57). Bu nedenle Tarde, gazeteleri toplumun merkezî sinir sistemleri (Leach, 1986: 108), her gün sohbet edilecek olay, konu ve sorunları kamulara ileten ve kamusal alana taşıyan, sohbetin evrensel aktarma kayışları olarak görmüştür (Kim vd., 1999: 364). Tarde göre gazeteler; ilk önce imtiyazlı grupların, mahkeme, parlamento ve başkentin dedikodu, rivayet, görüşme, tartışma ve fikir alışverişlerinden yeniden üretip çoğalttığı bütünüyle yerel kanaatleri dile getirerek güne başlar. Daha sonra arzu ettiği kamuoyuna yol gösterip yön vererek, kamuoyunu adeta biçimlendirerek, günlük konu ve sorunlara ilişkin gündemlerini kahvehane ve salonlarda cereyan eden sohbetlere dayatıp işlerini bitirirler (1898: 304). Tarde, gazeteciliği emme basma bilgi tulumbası, dünya çapında okurlarına yeni, ilginç, çarpıcı olaylara ilişkin kendi anlatımlarını aktaran, giderek artan oranda güç ve nüfuz alanını genişleten bir sosyal güç olarak niteler (Teobald, 2005: 7). Tarde’a göre sabahleyin yeryüzünün her köşesinden gelen bilgiyi hem emen hem de pompalayan gazetecilik, gazetecinin ilgi ve dikkat çekici, çarpıcı olarak tanımladığı olaylar hakkında kaleme aldığı haberlerle, daha aynı gün dünyanın bütün köşelerine ulaşmayı amaçlar. Gazetecinin haber kaynaklarından topladığı bilgi, gerçekte giderek çok çekici bir hâl alan bir güç edinir (1898: 304). Tarde, gazete kurumunu Weberci anlamda bir ideal tip olarak düşünmüştür. Tarde’a göre, belirli bir okur grubuna seslenen bir gazete, sayfalarının sadece çok küçük bir bölümünde haber dışındaki gazete yazı türlerine yer vermelidir. İdeal tipik bir gazete, sayfalarının büyük bir bölümünü olguya dayalı gerçeklerin anlatıldığı haberlere, fotoğraflara, okur mektuplarına ve güvenilir bilgilere ayırmalıdır. İdeal bir gazete; politik yazılara yer vermemeli, tamamen haber, fotoğraf, tablo, grafik ve kısa başyazılardan oluşmalıdır (1903: 136-137). Tarde, modern toplumun oluşmaya başladığı dönemde gazete okurlarının yapısına ilişkin ilginç değerlendirmeler yapar. Tarde’a göre XVIII. yüzyılda basın alanında okur yelpazesi bakımından ikili bir yapı varlığını muhafaza etmiştir. Gazete ve dergi dağıtımcıları iki tür müşteriye, biri sabit ve diğeri değişken iki okuyucu grubuna satış yapıyordu. Bu aslında, iki tür gazete ve derginin bir arada varlıklarını sürdürdükleri anlamına geliyordu: değişmeyen, sabit okur kitlesi olanlar ve değişken, sabit olmayan okuyucu kitlesi olanlar. Kuşkusuz bahsedilen bu okur yelpazesi gazeteden gazeteye, dergiden dergiye çok farklılık gösteriyordu. Birinci grup yayın organları cemaat çağından kalan sınıf, grup ve zümrelerin sözcülüğünü yapıyordu. İkinci grup ise siyasi hareketler, partiler ve devletten tamamen bağımsız, cemiyetin tezahür ettiği modern çağın yayın organlarıydı. Tarde, modern toplumun ortaya çıkışı ile okur ve gazete arasında var 12 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek olan ilişkinin de dönüştüğünü ileri sürmüştür. Artık, modern toplumda ananevi, vefakâr ve sadık kitlelerin bir gazete veya dergiye bağlılıkları gittikçe kaybolmaya başladı. Bu tür okuyucu kitlesi, çok sayıda yetenekli ve becerikli gazetecinin giderek artan oranda üzerlerinde daha fazla nüfuz kurduğu çok hareketli, değişken okur grubuyla yer değiştirdi (1901: 283-284). Tarde, modern gazetenin geniş bir coğrafyada bilgi toplamak ve aktarmak için telgraf ve telefon gibi hızlı iletişim araçlarına olduğu kadar, tren gibi hızlı ulaşım araçlarına da muhtaç olduğunu fark etmiştir. Bundan başka gazetenin, yalnızca oldukça yüksek derecede sanayileşmiş bir toplumda mevcut olan bir teknolojik yenilikler bütününe de bağımlı olduğunu ileri sürmüştür (Clark, 1969: 54). Tarde’ın düşüncesine göre gazetenin kaynağı, dünyevî ve tanıdıktır. Gazeteler; kahvehane ve salonlarda gerçekleşen sohbetlerin ürünü olan farklı, ilginç, çarpıcı bilgilerden ilham alırlar. Kısacası gazete; özel, özgün bilgilerden türeyen bir kamusal mektup, bir kamusal konuşmadır. Tüm dünyadaki insanlar açısından yekpare, bir günden diğer güne derinden ve ayrıntılı biçimde değişen muazzam bir bilgi saklama aracı ve oldukça bereketli bir fikrî besin kaynağıdır. Ancak Tarde, gazetelerin içeriklerini zenginleştirdikleri; nesnel, tarafsız ve dengeli bir yayın politikası izledikleri, yayımlandıkları mekânla (şehir, ülke) bütünleşip kaynaştıkları ve zamanla birbirlerinden farklılaştıklarından oldukça kuşku duymuştur. Ama yine de, bir gazetenin bir milyon sözü açmaya yeterli gücü olduğu düşüncesine sıkıca sarılmıştır (1898: 304, 317-318). Tarde’ın kamusal alan modelinde, modern toplumun önemli bir unsuru gözüyle bakılan basına yüklenen birçok olumlu işlev vardır. Basın; en başta bilgili, eleştirel ve rasyonel bir kamunun ortaya çıkmasını ve gelişmesini sağlar. Tarde’ın da dikkat çektiği gibi modern anlamda kamular; matbaanın keşfiyle yaygınlaşan yeni kitle iletişim araçlarının, özellikle gazetenin ürünü olarak serpilip büyümüş ve modernliğin esas ayırt edici özelliğini oluşturmuştur (Borch, 2005: 96). Tarde’a göre gazeteler ve okuyucuları arasında kaynaktan alıcıya doğru tek yönlü bir mesaj aktarımı değil, karşılıklı etkileşim vardır. Kamular, gazetelerin gerçek muhatapları, muhabirleri ve haber kaynaklarıdır. Bu yüzden gazetelerde özel mektuplardan çok daha hızlı biçimde ilan ve reklamların yayımlanması hiç de şaşırtıcı değildir (1898: 316-317). Tarde’ın yaşadığı çağda gazete, toplum ile bir arada yaşamaya, birbirini tamamlamaya, karşılıklı fayda sağlamaya ve birbirinden karşılıklı beslenmeye dayalı simbiyotik bir ilişki biçimi kurmuştur. Bu sayede gazete; farklı duygu, düşünce, tutum, inanç, değer, ihtiyaç, beklenti, amaç, çıkar, tutku ve arzulara sahip olan kamulara kolaylıkla nüfuz edebilmiştir. Bundan başka basın, küresel bir nitelik kazanmıştır. Basının küreselleşmesi, Tarde’ın deyimiyle gazetelerin kanatlanmış sözcüklerinin kolayca ünlü ve saygın bir hatibin veya parti liderinin sözleri, çağrıları ve mesajlarının asla ulaşamadığı sınırların ötesine geçmesiyle sağlanmıştır. Örneğin Londra’da Times, Paris’te Figaro gibi bazı büyük gazeteler ve dergiler tüm dünyaya yayılan bir okuyucu kitlesi edinmiştir. Ancak Tarde’a göre gazetenin sadık okuyucularının, henüz kamu sayılmaları söz konusu olamaz. Gazetenin okuyucuları, ancak basının aktardığı kışkırtan fikir, arzu veya tutkular aracılığıyla ele geçirildiği andan itibaren gerçekten bir kamu hâline gelebilir (1901: 286, 288). Tarde, gazete sahipleri ve editörlerin, hem bir somut kitle hem de zihinsel/ruhsal düzeyde oluşmuş bir soyut kamu oluşturabilme gücüne sahip olduklarını ileri sürmüştür. Bu hayalî kamu ve somut kitlenin eylemlerini kontrol etmenin çok zor olduğuna inanmasına rağmen Tarde, basını Sayı 36 /Bahar 2013 13 Murat Sadullah ÇEBİ demokrasiyi çok iyi ayarlayan olmazsa olmaz bir koşul olarak görmüştür. Zira Tarde’a göre kamulardan oluşan bir topluma doğru gidiş, diyaloglar ve kanaatlerin çeşitliliği yönünde bir ilerleme anlamına gelir (Sumpter, 2006: 239). Endüstrileşmenin hızlanmasıyla birlikte gazetenin toplumsal işlevleri de çeşitlenmiştir. Bu nedenle gazetenin toplumda üstlendiği ve yerine getirdiği işlevleri endüstrileşmeyle bağlantılı sayısız gelişmeyle birlikte ele almak gerekir. Bu gelişmelerden biri, toplumsal denetim odağının kaymasıdır. Endüstrileşmenin başlamasından ve iletişim araçlarının gelişmesinden önce Orta Çağ Avrupa’sında sosyal bütünleşme ve sosyal denetim, köy, meslek grupları, aile gibi geleneksel ve değişmeyen sosyal birimler tarafından üstlenilen ve yerine getirilen işlevlerdi (Clark, 1969: 54). Egemenlik alanları çok sınırlı olan dışa kapalı feodal beyliklerde, çok çeşitli ve birbirine zıt kanaatler hüküm sürüyordu. Kamuoyu denen sosyal olgunun daha ortaya çıkmadığı feodal devletlerde kanaatler hem çok parçalıydı, hem de geniş bir alana yayıldığı için aralarında bağlantı kurulamıyordu: Orta Çağ İngiltere’si veya Fransa’sı gibi feodal bir devlette her şehrin, her köyün kendi iç ihtilafları, kendi politikaları vardı. Ve bu dışa kapalı yerleşim yerlerinin bünyesinde var olan ve çevresinde yayılan düşünce akımları veya daha çok düşünce girdapları, en azından olağan zamanlarda bir yerden diğerine farklılık gösterdiği gibi, birbirine zıt ve birbirinden farksızdı... Genel bir kanaat yoktu, ancak aralarında devam eden bağlar olmayan binlerce farklı ve bölünmüş kanaatler vardı (Tarde, 1898: 301). Kitap ve gazete, sayısız kanaat arasında ilişki kurulmasını sağladı. Önce kitap, sonra gazete aralarında hiçbir bağlantı olmayan, parçalara ayrılmış, dağınık yapıdaki sayısız kanaati mekân, mesafe ve zamanı aşarak birbirine bağladı. Böylece kamuoyu, iktidarlar ve toplum üstünde nüfuz kurmaya başladı. Özellikle gazete, mekân ve zaman bakımından birbirinden uzak olmasına rağmen zihinsel ve ruhsal bakımlardan birbirine sıkı sıkıya bağladığı kamuları, benzer bireylerden oluşan birincil grupların yerine geçirdi. Belli aralıklarla yayımlanan gazeteler cemaatleşme eğiliminin devam ettiği, yüz yüze ilişkilerin, dostluk ve sevgi bağlarının baskın olduğu ananevî toplumun birincil gruplarını, cemiyetleşme eğilimlerinin hızlanmasıyla birlikte âdeta hayalî bir cemaate dönüştürdü: Bu bağlantı, önce kitap ve sonra (çok daha büyük etkiyle) gazetenin ortaya çıkışına kadar sağlanmadı. Süreli basın bir hayli birbirine benzer bireylerden oluşan bu birincil grupların, şahsi ilişki olmadan, birbirini hiç görmeden ya da bilmeden üyelerinin zihinsel/ruhsal düzeyde birbirine bağlandığı ve birbiriyle bütünleştiği ikincil ve daha kuvvetli birlikteliklerin oluşturulmasına fırsat sundu. Bu durum nedeniyle bu gruplar arasında önemli farklılıklar ortaya çıktı. Bunlardan biri: İkincil gruplarda ve birbirine körü körüne bağlı, birbirini göremeyen bireylerden oluşan daha geniş gruplarda kanaatler sadece sayılırken ve tartılmazken, birincil gruplarda kanaatler sayılmaktansa tartılır. Basın farkında olmadan bu sayede niceliğin gücünü oluşturmaya ve haber değeri yoksa niteliğin gücünü azaltmaya çabaladı. (Tarde, 1898: 302). Tarde; basına, bir de kamu gözcüsü görevini yüklemiştir (Katz vd., 1995: 18). Kamu gözcülüğü işlevine göre basın, liberal demokrasilerde üstlendiği dördüncü güç göreviyle yasama, yürütme ve yargı erklerini toplum adına gözetler, denetler, dizginler, eleştirir 14 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek ve uyarır. Liberal siyasi düşüncenin medyaya yüklediği bu kamu gözcülüğü, “bekçi köpekliği” görevi olarak da adlandırılır. Liberal iletişim teorisyenleri, medyayı devletin kapısında bağlı, gelene geçene hırlayan ya da havlayan bir bekçi köpeği olarak görmezler. Tersine medyaya toplum adına devlet otoritesini ve görevlilerini özgür, özerk, şeffaf ve kamu yararını gözetecek biçimde gözetleyen, teftiş eden, uyaran, frenleyen ve eleştiren bir bekçi köpeği gözüyle bakarlar. Güçlü medya etkilerine olumlu açıdan yaklaşan bu anlayışa göre medya, demokratik toplumlarda kamu gözcüsü sıfatıyla devlet otoritesinin olumsuz kullanımlarını ve hatalı uygulamalarını teftiş eder, denetler, ortaya döker ve eleştirir. Tarde, basının kamu gözcülüğü işleviyle bağlantılı bilgilendirme işlevini yerine getirmesi gerektiğini de vurgulamıştır. Tarde’a göre gazeteler; kahvehaneler ve salonlarda fikir menüsü olarak boy gösterdi. Buna bağlı olarak basın sohbete zemin hazırladı; günün olay, konu, sorun ve durumları üstüne görüşler yaydı (Katz, 1999: 152). Tarde’ın basına yüklediği diğer bir işlev, medya gündemi aracılığıyla kamu gündemini oluşturmak ve biçimlendirmek, böylece kamusal tartışma ve müzakerelere zemin hazırlamaktır (Katz, 2006: 267). Bu görevi gerçekleştirmek için basın sohbetleri başlatır ve canlandırır; mesafeler boyunca yekpare duruma getirir, zaman içinde çeşitlendirir, değiştirir ve dönüştürür. Gazeteler, her sabah okuyucularına günün sohbet edilecek konularını sunarak kamu gündemini belirler (Tarde, 1898: 312). Gazete; hızlı sosyal taklit, kültür etkileşimleri ve kültür değişmeleri süreçlerinde etkin işlevler üstlenen bir sosyal kurum hâline geldi. Gazetelerin yaygınlaşması, kentlerde açılan salon ve kahvehanelerde sohbetleri teşvik etti ve canlandırdı. Bu yeni iletişim, toplumsal etkileşim ve alışveriş mekânları, kamusal tartışma ve müzakere zeminleri olarak işlev gördü. Kentsoylu insanlar, devlet otoritesinden bağımsız olan bu kamusal mekânlarda bir araya geldiler; kavga etmeden kamusal konu ve sorunlar üstüne düşüncelerini açıkladılar; fikir alışverişinde bulunup birbirlerinin düşünce ve görüşlerinden yararlandılar (Kim, 1997: 10). Tarde, gazetecilik mesleğinin ortaya çıkmasıyla o döneme kadar mektuplaşarak sürdürülen haberleşmenin kökten dönüştüğünü iddia etmiştir. Değişik yeni uyarıcılar ve besinlerle sohbetleri harekete geçiren ve gelişmesine yardım eden basın, kendi yararına kullandığı pek çok haber kaynağının âdeta iflahını kesmiştir (1898: 316). Tarde’ın basına yüklediği diğer bir işlev, kamuoyunu oluşturmak ve aksettirmektir. Tarde basını, kamuoyunun en önemli ve güncel kaynaklarından biri olarak görür (1898: 307). Basına, modern zamanlarda kamuoyunu biçimlendiren bir fail olarak hak ettiği değeri verir (Clark, 1969: 58). Tarde’a göre basın; okurlarını tefekküre teşvik eden bilgiler sağlar, okurları adına düşünür ve karar verir. Basın pek çok okurun kanaatini, doğrudan oluşturur (1903: 136). Tarde, kamuoyunun oluşmasında önemli olan başlıca faktörlerin, sohbetin asıl kaynağını oluşturan basın ile kamusal mekânlarda gerçekleşen sohbetler olduğunu savunur (Brundidge, 2010: 1056-1057). Sohbetin hem geçmişte hem de gelecekte kamuoyunun oluşması açısından önemini vurgular (Clark, 1969: 58). Tarde’a göre, modern toplumda sohbetler esas olarak yüz yüze gerçekleşir. Gazeteler ise, sohbetlerin gerçekleşmesine uygun ortamı hazırlayan, karşılıklı konuşmalar ve görüşmeleri teşvik eden, hızlandıran bir zemin olarak iş görürler (Pietilä, 2001: 3). Sayı 36 /Bahar 2013 15 Murat Sadullah ÇEBİ Tarde, basının modern toplumda millî iradenin kaynağını da kökten değiştirdiği ileri sürmüştür. Tarde’a göre basının önemli bir güç hâline gelmeye başlamasından sonra ulus devletlerde egemenliğin kaynağı da değişmiştir. Basının etki alanını genişletmesiyle birlikte, gazetelerin kolektif zihinde inşa ettiği ulus adı verilen hayalî cemaat ve ulusal birlik düşüncesi ulus devletlerde egemenliğin yegâne kaynağı hâline gelmiştir (1898: 305). Öte yandan basın; modern toplumda şahsî kanaatleri, kamuoyunu ve eylemleri biçimlendiren olumlu işlevler üstlenirken, aynı zamanda Merton’un “bozuk işlev” veya “ters işlev” olarak adlandırdığı sosyal sistemi bozucu sonuçları da beraberinde getirir. Tarde gazetenin, günümüzde özellikle televizyon, cep telefonu ve internete yüklenen benzer olumsuz işlevler üstlendiğini ileri sürmüştür. Gazete o dönemin samimi, oldukça uzun ve kapsamlı şahsî mektuplarını neredeyse ortadan kaldırmıştır. Gazetenin mektuba karşı üstünlük sağlaması; aslında içeriği, etkisi ve yaygın dağıtımından dolayı anlaşılabilir bir durumdur (1898: 317). Kamusal Müzakere ve Tartışma Biçimi Olarak Sohbet/Yüz Yüze Konuşma Tarde, “Kamuoyu ve Sohbet” adlı çalışmasında kitle iletişimi, sosyal etkileşim ve şahsi etkiler ile kamu ve kentleşme olgularının sohbet üzerindeki etkilerini açıklamıştır. Aydınlanma boyunca Orta Çağ Avrupa’sının ana kentlerinde açılan kahvehane ve salonlarda daha önceleri dedikodu ve söylentilerin kaynaklık ettiği sohbetlerde meydana gelen değişim ve dönüşümleri incelemiştir (Salmon, 2005). İma ettiği kapsam iletişim bilimi açısından değerlendirildiğinde, Tarde’ın belki de yanlış bir terim seçtiği söylenebilir. Zira sohbet terimi, genelde kişiler arasında geçen ve bir kurala bağlı olmayan yüz yüze konuşmaya gönderme yapar. Neticede Tarde, asıl araştırma konuları olarak kişilerarası iletişimin etkileri ve zihinlerin etkileşimi üstüne düşünen, fikirler yürüten ve bu amaçla oluşturduğu temel kavramlar repertuarıyla incelemeler yapan, meselelere çözüm yolu arayan öncü sosyologlardan biridir (Hughes, 1961: 556-557). Tarde sohbete, kamusal tartışma ve müzakerelerin bir türü olan yüz yüze konuşma gözüyle bakar (Pietilä, 2001: 3). Zihinlerin etkileşiminde, sohbete büyük önem verir. Esas itibarıyla saf bir toplumun ancak etkileşime giren zihinlerin sohbetiyle mümkün olabileceğine inanır. Ancak Tarde’a göre zihinlerin karşılıklı konuşması, sadece fikirlerin bir zihinden diğerine serbestçe değiş tokuşunu önleyen engellerin vurduğu tüm prangalardan kurtulan bir insan topluluğu bünyesinde gerçekleşebilir (Hughes, 1961: 556). Tarde; sohbetin faydacı, çıkar yönelimli olmadığını vurgular. Sohbeti; “bir kişinin belirgin ve anlık fayda gözetmeksizin, keyif için, bir oyun gibi kibarlıktan uzak, her şeyden önce tartışmak ve müzakere etmek için konuştuğu bir diyalog” olarak tanımlar. Tarde’ın sohbet tanımı; adlî sorgulamaları, diplomatik veya ticarî müzakereleri veya istişareleri ve hatta lüzumsuz çene çalmaların zenginliğine rağmen ilmî toplantıları kapsamaz. Öte yandan bu sohbet tanımı, esasen sır olmayan niyetler açık seçik belli olsa bile, memnuniyet verici olması nedeniyle kur yapmaları veya genel olarak aşkla ilgili değiş tokuşları hariçte bırakmaz. Tanım ayrıca ilkel insanlar ile görgüsüz, kaba ve hoyrat kişiler arasında geçse de bütün önemsiz, gereksiz tartışma ve müzakereleri de içerir (Tarde 1908: 308). Bu noktada Jürgen Habermas’ın sohbet tanımının Tarde’ın yaptığı 16 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek tanıma benzediği ileri sürülmüştür. Habermas da sohbeti, belirli amaçlara yönelik amaçlıstratejik eylemin tersine karşılıklı mutabakatlara yönelik açık yürekli bir iletişim eylemi olarak kabul eder (Kim vd., 1999: 362). Ancak Katz, bu görüşe karşı çıkar. Katz’a göre Tarde sohbet terimiyle, Habermas’ın aksine gerçekte pastane, kahvehane ve salonlarda gerçekleşen bütün yüz yüze konuşma türlerini kasteder. Bu sohbetler, siyasî konu ve sorunlar etrafında dönen, ancak hiçbir şekilde bunlarla sınırlı kalmayan samimi, mahrem, maksatsız tartışma ve müzakerelerdir. Tarde’ın vurguladığı gibi en ideal sohbetler, hem sosyal rol ve statü hem de dünya görüşü bakımından birbirine çok benzer kişiler arasında gerçekleşir. Bunlar, Habermas’ın ideal konuşma durumlarına yol açan kişilerden farklı olup, kamusal alana ayak basmadan önce statülerini askıya aldırmak veya muhakeme kurallarını kabul etmek istemeyen kişilerdir (2000: 123). Habermas’ın ideal konuşma durumu, özgür ve eşit bireyler arasında gerçekleşen daha iyi argümanların dışında her türlü baskıyı dışlayan, mutlak anlamda zorlamasız ve sınırsız tartışma durumudur. İdeal konuşma durumunda; sınıf ve statü farklılıkları, güç dengesizlikleri gibi argümanların özgürce ortaya konulmasına engel olan hiçbir dışsal baskı ve zorlama yoktur. İdeal konuşma durumunda; tartışmaya katılma, görüşlerini savunma, argümanlar yoluyla iddialarının doğruluğunu kanıtlama veya iddiaları eleştirme açısından herkes eşit, hiçbir şarta ve kurala bağlı olmayan hakka, fırsata sahiptir (Habermas, 2001: 42, 49). Yine Habermas XVII. yüzyıldan itibaren Fransa, İngiltere ve Almanya’nın kent hayatında kamusal mekânlar olarak göze çarpan ve yaygınlaşan salon, kahvehane ve cemiyetlerde bir araya gelen burjuva ve soyluların sınıf, statü ve güç farklarını bir yana bırakarak sohbet ettiklerini, tartışma ve müzakerelere katıldıklarından bahseder (1999: 98-106). Tarde sohbeti, “sohbet savaşı” ve “sohbet alış verişi” ile “tartışma” ve “müzakere” olarak iki farklı kategoride değerlendirir. Tarde’a göre ayrıca düzenli olarak gerçekleştirilen, biçimselleşmiş, belirli ve katı kurallara bağlanmış ayin ve törenlerde yapılan “zorunlu sohbetler” ile isteğe bağlı “serbest sohbetler” arasında ayrım yapılmalıdır. “Serbest sohbetler”, genellikle sadece eşitler arasında gelişir (1898: 310-311). Diyalojik bir iletişime dayanan bu tür sohbetlerde tarafların eşit ya da simetrik konumu, sohbetin ilerlemesini teşvik ettiği kadar muhatapların ilk izlenimlerini, duygu, düşünce, tutum, inanç, değer, ihtiyaç, beklenti ve arzularını değiş tokuş etmelerine katkıda bulunur. Bir sohbetin ayırıcı özelliği, yüz yüze konuşan muhatapların birbirine yönelttikleri içten gelen, “kendiliğinden dikkat”tir. Bu dikkat, sohbete katılanların birbirine derinlemesine nüfuz etmelerine yol açar. Böyle bir dikkatin bahşedildiği bir sohbet, yüz yüze konuşmanın muhataplarını, kasıtsız bir eylem aracılığıyla iletişime geçirir. Bu tür bir sohbet; sonuçta taklit, duygu ve düşünceleri, davranış tarzları ve kalıplarını yayan güçlü bir aracıdır. Tarde, topluluk karşısında yapılan bir konuşma ile sohbet arasındaki farkı şöyle açıklar: Bir topluluk karşısında yapılan büyüleyici ve çok alkış toplayan bir konuşma çoğu kez ima ve telkin yüklüdür. Çünkü bu tür konuşmalar, konuşmacının niyetini açıkça bildirir. Sohbet eden muhataplar ise sadece sözlü değil, seslerinin tonu, bakışları, dış görünüşleri, etkileyici yüz ifadeleriyle her an tetikte bekleyerek birbirine yakın mesafeden eylemler sergilerler. Hatta güzel konuşan, hoşsohbet bir kişinin kelimenin aşırı anlamında bir “büyücü” olduğu söylenebilir. Bu etkileyici unsurların çoğundan yoksun telefon görüşmeleri, eğer faydalı değilse genel olarak bütünüyle Sayı 36 /Bahar 2013 17 Murat Sadullah ÇEBİ sıkıcı olarak nitelenebilir (1898: 308). Bu nedenle Tarde, sohbetin hipnotize edici bir etkiye yol açabileceğine inanır. Ancak; diyalog durumunda oluşan karşılıklı ödün hâli ve fikir ayrılığı, sohbete katılan muhatapların birbirlerinin kanaatini değiştirmesi için bir fırsat sağlar. Tarde’a göre bu, despotların sohbete itimat beslememeleri ve kuşkuyla yaklaşmalarının en önemli nedenidir (Salmon, 2005). Sohbetler, geniş ölçüde hakkında konuşulan konuya, konuşanların kültür seviyesi, sosyal durumu, köylü veya kentli oluşu, meslek alışkanlıkları ve dinî inanışına göre değişebilir. Hatta sohbetler bahsedilen konular, resmiyet, üslup, ton, tını, hız ve uzunluk bakımından da değişiklik gösterir. Sohbet, tamamen farklı bir üslupta gerçekleşebilir. Hatta egemen ve madun arasındaki sohbet; eşitler, akrabalar, yakınlar veya yabancılar arasında cereyan eden sohbete göre; aynı sosyal statüdeki kişiler arasında gerçekleşen sohbet, erkek ve kadın arasındaki sohbete göre bütün yönleriyle farklı bir biçim ve hız kazanabilir. Köy ve kasabalarda aileden miras kalan dostluklarla birbirine bağlanan insanlar arasındaki sohbetler, büyük şehirlerde birbirini hiç tanımayan eğitimli insanlar arasındaki sohbetlerden tamamen farklıdır. Her ikisi de en iyi bildikleri ve fikir evreninde paylaştıkları şeyler hakkında konuşmaya yatkındır. Ancak eğitimli kişiler birbirini çok yakından tanımadıkları, birbirinin hangi ortak özelliklere sahip olduklarını bilmedikleri için muhataplarının ilgi duyduğu genel konular, sorunlar ve kamunun ilgilendiği düşünceleri tartışmaya ve müzakere etmeye istek duyar. Buna karşın kır kökenli insanların çok fazla ortak düşünceleri yoktur. Dedikodu, rivayet ve iftiraya eğilimli olsalar bile, tanıdıkları insanların hayatını ve karakterini iyi bilirler (Tarde, 1898: 309-310). Tarde, çeşitli bakış açılarından sohbetin etkilerini ortaya koymuştur. Sohbet; ilmî açıdan bakıldığında dilin etki alanını değil, dil yetisini korur ve zenginleştirir. Özellikle edebiyatı ve tiyatroyu teşvik eder. Sohbet, dinî açıdan bakıldığında din propagandasının, dogmatizmin ve şüpheciliğin en yararlı aracıdır. Politik açıdan bakıldığında sohbet, basının etki alanını genişletmesinden önce özgürlüğün dokunulmaz, doğruluğundan şüphe edilemez, dil uzatılamaz kalesi olarak hükümetleri frenleme görevini yerine getirmiştir. Sohbet; şöhret ve itibar sağlamış, şan ve şerefi ve buna bağlı olarak gücü belirlemiştir. Ekonomi açısından bakıldığında sohbet; çeşitli zenginlikler, mal ve hizmetlerin faydalarına ilişkin yargıları standart hâle getirmiş, değer fikrini belirlemiş, bir değerler ölçeği ve sistemi kurmuştur. Ahlak kuralları açısından bakıldığında sohbet; şahsî ihtiras, tutku, çıkar, arzu ve amaçların gözetilmesi eğilimlerine karşı sürekli ve yaygın bir başarı ile mücadele eder. Kalplerin ve gönüllerin etkileşiminde sohbet, öncelikli olarak sosyal ve ahlakî kaygılar taşıyan bir psikolojinin filizlenmesine ve gelişmesine katkıda bulunur. Estetik açıdan bakıldığında sohbet; önce tek yanlı, sonra karşılıklı iltifat aracılığıyla kibarlığa yol açar. Sohbet beğeniyle ilgili yargıları uzlaştırmaya yatkındır, sonunda bunu başarır ve bu sayede her çağda ve her ülkede egemen olan ve riayet edilen bir şiir sanatını, bir estetik anlayışını özenle hazırlar. Bu yüzden sohbet, nezaket ve sanatın en önemli koşulunu oluşturduğu medeniyet adına etkili bir biçimde iş görür (1898: 313-314). Kamuoyu Tarde’ı kamuoyu üzerine yoğunlaşan diğer teorisyenlerinden ayıran en önemli husus, kamuoyunun etkilerine değil kamuoyunun oluşumuna gösterdiği ilgidir. Kamuoyunun 18 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek nasıl oluştuğu bilmecesini çözemese bile Tarde, en azından kamuoyu yoklamalarının ayrıntısına girmeden kamuoyu üzerinde durmuştur. Tarde göre, kamuoyunun oluşum sürecinde önce birey ve okuduğu gazete arasındaki dolaylı etkileşim ile şahsî kanaatler yer alır. Sonra bireyler, şahsî kanaatlerini kahvehane ve salonlarda sohbetler aracılığıyla dile getirir, tartışıp müzakere ederler. Bu aşamada ayrıca, kişisel kanaatler belirgin duruma gelir ve rafine edilir. En son aşamada ise şahsî kanaatler bir veya iki kamusal kanaatin içinde eriyerek kamuoyu hâline dönüşür (Katz 2006: 267). Tarde’a göre kamuoyu, kamunun en önemli yegâne özelliği olarak billurlaşmıştır (Clark, 1969: 54). Beden için ruh ne anlama geliyorsa modern kamu için de kamuoyunun o anlama geldiğini söyleyen Tarde (1898: 297), Fransız Aydınlanma filozofu Denis Diderot’un kamuoyu tanımını çok doğru bulur. Diderot’a göre, ...etkileyen (değişken), iyiliğe veya kötülüğe yönelik gücü hepimizce iyi bilinen kamuoyu aslında, aklına bir fikir geldikten sonra konuşan ve toplumun farklı kesimlerinden kaynaklanan yanılgıların, iyice düşünülmüş ve mantıklı gerçeklerin inanç kuralları gibi yerleşik hâle geldiği şehrin sınırlarının dışına ulaşana kadar kademeli olarak aktığı eğitim/bilgi merkezlerini sürekli biçimlendiren birkaç insanın izleniminden başka bir şey değildir (Tarde, 1898: 307). Ancak Tarde, kendi kamuoyu tanımını yapmaktan da geri kalmaz. Tarde’a göre kamuoyu, “güncel meseleler hakkında aynı ülkenin insanları tarafından aynı anda defalarca yeniden üretilen ve dile getirilen anlık, az çok mantığa uygun fikirler kümesi”dir (1898: 300). Bu düşünceler kümesinin gerçek bir kamuoyuna dönüşebilmesi için, kamoyunu oluşturan bireylerin belirli temel inançları paylaştıkları ortak bir bilinç geliştirmeleri gerekir (Clark, 1969: 54). Tarde; özenli bir inceleme yapmak için, kamuoyu teriminin uygulamada çoğunlukla birbirine karışan iki unsurunun birbirinden ayırt edilmesi gerektiğini söyler: 1. Akla uygun kanaatler, yani bir düşünceler bütünü ve 2. Genel irade, yani bir arzular bütünü. Kamuoyu ayrıca kendisini hem besleyen hem de sınırlayan, aralarındaki daimî sınırlar hususunda ihtilâfa düşülen sosyal zihnin iki unsuru olan gelenek ve sağduyu ile karıştırılmamalıdır. Tarde’a göre kamuoyunu etkileyen üçüncü faktör, alışkanlıktır (1898: 297-299). Tarde; kamuoyunu, kamu bilincinin üst üste koyulmuş tabakaları olarak nitelediği dört grup hâlinde sınıflandırmıştır: 1) Evrensel kamuoyu, 2) Ulusal kamuoyu, 3) Bölgesel kamuoyu ve 4) Yerel kamuoyu (1898: 304). Noelle-Neumann, kamuoyu kavramına ilişkin iki görüş olduğunu söyler: 1) Demokraside kanaat oluşumu ve karar alma işlevlerinin uzantısı olan ve rasyonelliğe dayanan kamuoyu görüşü, 2) Sosyal bütünleşmeyi ve devamlılığı, karar verme melekesi için gereken ölçüde uzlaşma ve uyumu sağlayan işlevleriyle bir sosyal denetim mekanizması olan kamuoyu anlayışı. Neumann’a göre, birinci kamuoyu düşüncesinin Mertoncu anlamda açık bir işlevi vardır; bu kamuoyu amaçsal, rasyonel ve görüşmeye dayalıdır. Rasyonel kamuoyu görüşü mantıklı, anlaşılır savlar ileri süren; bilgili, muhakeme yeteneği bulunan vatandaşlara, politik hayata, politik tartışma ve müzakerelere dayanır. Rasyonel kamuoyu anlayışına göre, potansiyeli olan bütün vatandaşlar kamusal konu ve sorunlarla ilgili tartışma ve müzakerelere katılabilir. Ancak kanaat oluşumu sürecinde, gerçekte sadece bilgili ve ilgili küçük bir vatandaşlar topluluğu daha etkilidir. Ne amaçlı ne de bilinçli olan ikinci kamuoyu anlayışının ise örtük bir işlevi vardır. Bu ikinci görüşe göre, kamuoyunun örtük işlevi sosyal denetimdir. Sayı 36 /Bahar 2013 19 Murat Sadullah ÇEBİ Sosyal denetim, hem bireyleri hem de hükümetleri kapsar. Dışlanma tehdidini ve endişesini hisseden bireyin yanı sıra, kamuoyunun desteği olmaksızın dışlanacak ve sonunda iktidardan düşürülecek olan hükümetleri de etkisi altına alır. Tarde’ın kamuoyu anlayışı, rasyonellik ilkesine dayanır. Rasyonellik, bilginin akıl yoluyla bilinçli bir biçimde elde edilmesi ve bu bilgiye dayanılarak mantıklı ve akılcı çıkarımlar yapılması anlamına gelir. Rasyonel bir düşüncenin ürünleri olan çıkarımlar; mantıklı, akılcı ve bireyler arasında karşılıklı olarak kavranmaya uygundur (Noelle-Neumann, 1998: 252263). Speier rasyonel kamuoyunu, “görüşlerinin hükümetlerinin icraat ve kadrolarını veya yapısını etkilemesi veya belirlemesi gerektiği yönünde bir hak talebinde bulunan, devlet yönetiminin dışında kalan insanların halkı/toplumu ilgilendiren konu/sorunlar hakkında özgürce ve açıkça dile getirdiği düşünceler” olarak tanımlar (1950: 376). Speier’e göre kamuoyu, birbirini tamamlayan ve ayrılmaz bir bütün oluşturan iki unsuru içeren bir iletişim biçimidir. Kamuoyu, bir iki aşamalı iletişim sürecinde oluşur ve belirgin duruma gelir: 1. Vatandaşlar arasındaki karşılıklı yatay iletişim, 2. Vatandaşlar ve hükümet arasındaki karşılıklı dikey iletişim (Katz vd., 1995: 13). Tarde, kamuoyu olgusunun tarihî kökenlerinin çok eskilere dayandığını ileri sürer. Tarde’a göre kamuoyu, bugünkü derin anlamından farklı olmakla beraber bütün çağlarda, hatta en barbar dönemlerde bile mevcuttur. Klan bünyesinde, kabile içinde, hatta Antik Çağın ve Orta Çağ’ın kentlerinde herkes birbirini şahsen tanır. Özel görüşmeler ve halk hatiplerinin nutukları ile oluşan ortak bir kanaat, her gün birbirini gören ve konuşan, birbirini asla kandırmayan insanlar arasında bir köprü olarak hizmet görür (1898: 300). Tarde’ın kamuoyunun tarihî kökenleri ile ilgili görüşleri, Antik Yunan filozofu Aristoteles’in tek yönlü, çizgisel iletişim modelini akla getirir. İkna üzerine odaklanan bu modelde hatibin akla ve mantığa, duygulara, değerler, inançlar ve ahlak kurallarına yönelik çağrılarda bulunması gerekir. Tarde’ın bakış açısından değerlendirdiğimizde, cemaatin hüküm sürdüğü dönemlerde kamuoyunun oluşmasında mesaj kaynağının güvenilirliği ve erdeminin, yerleşik değer ve inanç sistemine, davranış kural ve kalıplarına uygun çağrıların önemli rolü olduğu aşikârdır. Tarde, şahsî düşüncelerin kamuoyuna dönüşmesi sürecini şöyle açıklar: Bir toplumun üyeleri arasında var olan düşünce benzerliğini anlamak için, bu örtüşmenin basında açığa vurulması, böylece başlangıçta şahsî nitelik taşıyan bir düşüncenin zaman ilerledikçe giderek yaygınlaşması gerekir. Bir şahsî kanaatin kamuoyuna dönüşmesi, Antik Çağ’da ve Orta Çağ’da kamusal söylem, Modern Çağ’da her zaman basın ve özellikle kamusal tartışma ve müzakerelere dayanan sohbetler sayesinde gerçekleşmiştir (1898: 300). Tarde’ın vurguladığı gibi kamuoyu; eski Yunan ve Roma’da, Orta Çağ’da kamusal söylemin, modern zamanlarda ise her zaman basının ve bilhassa kahvehane ve salonlarda gerçekleşen yüz yüze konuşmaların veya sohbetlerin ürünüdür. Kamuoyunun etkisi ve nüfuzu, Orta Çağ’dan Yeniçağ’a geçildiği iki tarihî dönemi ayıran uzun zaman diliminde son derece cılızdır. Bu dönemde kamuoyu, iktidarlar üzerindeki etkisini ve söz geçirme gücünü yitirmiştir. Bunun nedenleri, yerel kamuoylarının birbirinden habersiz olması, aralarındaki bağlantı kopukluğu nedeniyle ulusal kamuoyunun parçalanması, dağılması ve bütünlüğünü yitirmesidir (Tarde, 1898: 300). Ulus devletin ayak seslerinin duyulduğu bu dönemde, milleti kolektif bir bilinç 20 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek etrafında birleştirecek “kamu düşüncesi” ve “kamu aklı” henüz oluşmamıştır. Sadece bireylerin zihinlerine yerleşmiş münferit düşünce, tutku ve arzular vardır. Örneğin Fransa’da kral, bu muhtelif zihinsel yapıyı yöneticileri aracılığıyla öğrenmiyor, bunları kendi zihninde birleştiriyordu. Bir araya getirdiği bu düşünceler, plan ve icraatlarına temel oluşturuyordu. Ancak bu, kırılgan ve eksik bir birlikti. Sadece krala, genel olarak insanların zihinlerini meşgul eden şeylere ilişkin bulanık bir farkındalık sağlamıştır. XVI. Louis, Fransız halkının temsilciler meclisi olan Sınıflar Meclisi’ni toplantıya çağırmak zorunda kaldığında, bir bölgeyi yansıtan kanaatlerin ulusal nitelik kazanmasına yönelik yeni bir dönem başlar. Bu kanaatler her temsilcinin zihninde bir araya gelmiş, benzer kamu ile ilgili farklı kalıplara dökülür. Sınıflar Meclisi toplantılarının halka açık olmaması, basının meclis görüşmelerini takip etmesini engellemiştir. Bu yüzden basın; gezgin rahipler ve tüccarlardan aktarılan, haftalar ve aylar sonra ağızdan ağıza kulaktan kulağa söylenerek dolaşan rivayet ve dedikodulara dayalı çarpıtılmış ve bozulmuş haberler yayınlamak zorunda kalmıştır (Tarde, 1898: 302-303). Kamuoyunun oluşması için şartlar giderek olgunlaşmıştır. Önce devlet haberleşmesi, ardından özel haberleşmenin yaygınlaşmasıyla posta örgütü genişlemiş; insanlar arasındaki temasların yoğunlaşmasıyla ulaşım ağları gelişmiştir. Tüm ülkeden gelen askerlerin bir araya geldiği düzenli ordular kurulmuş; son olarak aristokratik elitlerin dünyanın her köşesinden Paris’e akın etmesiyle konaklar, malikâneler inşa edilmiştir. Bütün bu gelişmeler, kamusal aklın filizlenmesini sağlamış; geriye, basının bir bölgeye ait olmanın dar kalıplarını kırıp Fransa ve tüm Avrupa’da yaygınlaşması kalmıştır. Basının ülke içinde ve ülke dışında geniş okur kitlesine ulaşmasıyla, bu koşul da yerine getirilmiştir (Tarde, 1898: 303-307). Tarde, kamuoyunu, Paris ve Londra’nın kahvehane ve salonlarında gerçekleşen sohbetlerin ürünü olarak görür. Tarde’a göre sohbet, tekil kanaatlerin zihin süzgecinden geçirilmesine aracılık eder. Bir başka ifadeyle sohbet, tekil kanaatleri rafine ederek belirli bir konu/sorun hakkında daha dikkate alınan, itibar edilen bir veya iki kolektif kanaate dönüştürür (Krippendorf, 2005: 131). Tarde, çok sayıda sohbetten doğan pek çok kanaatin kahvehaneden kahvehaneye nasıl farklılaştığını, bir veya iki kanaatin farklı yönlerden gelip bir noktada birleşerek kamuoyunu oluşturduğunu açıklayamamıştır. Bununla birlikte, şahsî gözlem ve deneyimleri ışığında kamuoyunun özel alana ait olmadığını ortaya koymuş; gerçekte bize kamusal alan denilen sosyal olguya ilişkin zengin malzemeler sağlamıştır. Bu malzemeler arasında ulus devlet, hükümet ile vatandaşlar arasında aracılık eden basın; bilgili, rasyonel ve hoşsohbet vatandaşlar, sohbetlerin sürdüğü kararlaştırılmış kamusal mekânlar, kamuoyunun oluşum süreci, kamuoyunun dile getirilmesi; kararlar, değerler, ürünler ve davranış kalıplarında açığa vurulan şahsî tercihler ve karar oluşturma sürecindeki kolektif baskılar yer alır (Katz, 1999: 152). Kitle İletişimi, Sosyal Etkileşim ve Şahsî Etkiler Tarde kitle iletişimi, sosyal etkileşim ve şahsî etkilerin bireysel ve kolektif eylemler üzerinde yol açtığı değişiklikleri de incelemiştir. Konuya ele almadan önce, Tarde’ın eylem kavramından ne anladığını ortaya koymak gerekir. Eylem, Tarde’ın çizgisel kamusal alan modelinin en sonunda yer alır. Eylem kavramıyla Tarde, hem oy verme Sayı 36 /Bahar 2013 21 Murat Sadullah ÇEBİ ve tüketici tercihleri gibi bireysel düzeydeki seçimlere hem de hükümetin kamuoyuna yönelik tepkilerine gönderme yapar. Tarde’ın bireysel düzeyde oldukça silik olan eylem tanımı, sadece seçimler yapmakla sınırlıdır. Bununla birlikte Tarde, “hükümet üzerinde bir fren” olduğunu iddia ettiği, mutabakata ve rızaya dayalı kamuoyunun basın tarafından temsilinin ne şekilde gerçekleştiğinin açık seçik farkındadır (Katz, 2000: 123). Tarde’ın kamusal alan modelinde, kahvehane ve salonlarda gerçekleşen sohbetler boyunca berraklaşan ve belirgin duruma gelen kamuoyu; ekonomi, politika ve moda alanlarında bireylerin tutum, davranış, tercih ve kararlarını etkiler. Kolektif düzeyde kamuoyu, basında dile getirilerek hükümet üzerinde bir fren görevi görür (Katz, 2006: 267). Tarde, basının kamusal mekânlarda gerçekleşen sohbetler üzerindeki etkileri üzerinde durmuştur. Tarde’a göre gazeteler, kahvehane ve salonlarda yapılan sohbetlerde tartışılan, müzakere edilen düşünce ve görüşleri dile getirerek sohbetleri canlandırmış, birbirine bağlamış ve giderek çeşitlendirmiştir. Ayrıca, insanlara, sohbet konuları da sağlamıştır: Yeni sohbetlere yol gösteren en büyük güç, kitap ve gazetelerdir. Bu ikisinin akınından önce; bir kasabadan diğerine, bir ülkeden diğerine sohbet konularında, sohbetin tarzı ve üslubunda hiçbir şey çok değişmemişti, her şey çok tek düzeydi. Şu anda durum tam tersinedir. Basın; sohbetleri birbirine bağlar, canlandırır; mekân içinde yekpare hâle getirir ve zaman içinde çeşitlendirir. Her sabah gazeteler, okuyucularına o gün için sohbet edecekleri konuları verir. Bir kimse, aşağı yukarı belirlenmiş herhangi bir anda bir kulübün, bir sigara içme odasının içinde, bir koridorda sohbet eden insanlar arasında geçen sohbet konusunun öznesi veya nesnesi olabilir. Ancak sohbet konusu, neyse ki sabit bir konusu olan, çok nadir ulusal veya uluslararası bir sorun haricinde her gün ve her hafta değişir. Herhangi bir zamanda çok geniş bir coğrafi alanda gerçekleşen eş zamanlı sohbetlerin bu artan benzerliği, çağımızın en önemli özelliğidir. (1898: 312-313). Tarde, modern toplumun yeniden yapılandırılmasında gazetelerin gücünün altını çizer. Gazetelerin etkisinin sadece sohbetlerin içinde, doğrudan şahsî etki ile ortaya çıkacağını önemle belirtir (Clark, 1969: 58). Tarde’a göre gazetelerin etkisi okuyucuların gazeteleri okumasına, gazete gündemini sohbetler boyunca aktarmasına, değiş tokuş etmesine bağlıdır. Tarde, sohbetlerin gerçekleşmemesi halinde, gazetelerin bireylerin zihin dünyası üzerinde kalıcı etkiler bırakamayacağını ileri sürer. Bu durumda gazeteleri, “ses dalgalarının ulaştığı bir ses tablası olmayan müzik aletine takılmış titreşimler yayan bir ses teli”ne benzetir. Dolayısıyla okuyucu ile gazete arasındaki etkileşim üzerinde durur (1898: 307). Gazete çağında yaşayan Tarde, basının kamu ve kamuoyu üzerindeki etkilerine ilişkin kapsamlı değerlendirmeler yapar. Tarde’a göre, bir gazete haberi ülkede her zaman karışıklık çıkarma potansiyeli taşır. Gazete ayrıca, aralarındaki bağlığın zihinsel/ruhsal düzeyde sağlandığı kamu denilen hayalî bir sosyal birlikteliğin oluşmasını sağlamıştır. En önemlisi, bireylerin şahsî düşüncelerini genel düşüncelere dönüştürmüş, güçlü bir kamu bilinci ve kamu ruhu meydana getirmiştir: Bir gazetenin şef redaktörüne çekilen kişiye özel bir telgraftan elde edilen bilgilerle kaleme alınan çarpıcı bir haber, aniden ülkenin bütün büyük kentlerinde kalabalıkların oluşmasına neden olabilecek büyük bir ilgi ve heyecan uyandırır. Gazete; bir arada olmayan insanlardan oluşan, aralarındaki uzak mesafeye rağmen, aynı haber öyküsüne eş zamanlı ve ortak tepkiler vermenin bilincinden kaynaklanan samimi bir ilişkiye geçen bu 22 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek dağınık kalabalıklardan “kamu” denilen muazzam, soyut ve sınırı belli olmayan dev bir kitle oluşturdu. Gazete böylelikle sohbetle başlayan, karşılıklı mektuplaşmalarla ilerleyen, ama her zaman aralıklı ve dağınık bir çerçeve hâlinde kalan ve çok eski çağlara dayanan bir işi tamamladı: Şahsî düşünceleri yerel düşüncelere, ardından ulusal ve evrensel düşüncelere dönüştürmek, muazzam bir kamu bilinci, kamu ruhu oluşturmak. Bu, sürekli artabilecek müthiş bir güçtür. Çünkü insanın kendisinin de bir parçasını oluşturduğu kamu ile uyum içinde olma, genel düşünceye uygun düşünme ve davranma ihtiyacı giderek güçlenir ve karşı konulamaz bir hâle gelir. Bu kamu ne kadar büyükse, genel düşünce ne kadar zorlayıcıysa ihtiyaç da o sıklıkla tatmin edilir. Bu yüzden ne çağdaşlarımızın rüzgâr gibi gelip geçen fikirlerden etkilenmesine şaşmalı, ne de kişiliklerin mutlaka zayıf olduğu sonucunu çıkarmalıyız. Kavak ve meşe ağaçlarının bir fırtınada sökülmesinin nedeni, onların zayıflığı değil, fırtınanın giderek güçlenmesidir (1898: 318). Tarde, sohbet ve kamuoyu arasındaki etkileşime de dikkat çeker. Tarde’a göre, sohbet ve kamuoyu arasında sıkı bir ilişki vardır: “Sohbetin işlevini yerine getirmesi ve kanaat değişmeleri arasında güçlü ve etkili bir bağ vardır ve bu ilişki güç değişikliklerine bağlıdır.” (1898: 314). Tarde, iletişim ve kamuoyu oluşumu arasındaki güçlü ve etkili ilişkilerin karşılıklı olması gerektiğini savunur. Bu durumda sohbetler sadece kamuoyunu etkilemez yanı sıra kamuoyu tarafından da etkilenir. Tarde’a göre sohbetin ve kamuoyunun karşılıklı etkileşimi, siyasi ve ekonomik alanlarda daha belirgindir: Eğer Mirabeau veya Napolyon gibi bir devlet adamı, kişisel özellikleri açısından tüm Fransızlar tarafından biliniyorsa, otoritesini kurmak için sohbete ihtiyaç duymaz. Ancak….devletin sınırları kısa sürede küçük bir kentin sınırlarını aşar aşmaz, devlet adamlarının sohbet etmek amacıyla bir araya gelen insanlar arasında, iktidarlarını sürdürmelerini zorunlu kılan bir itibar oluşturması gerekir…. Bir insanı eylemlerini konuşarak kötü şöhretli, ünlü, şerefli veya aziz yaparız. Şan ve şeref aracılığıyla güç kazanır kazanmaz onun savaş planları, savaşları veya hükümet icraatları gücünü abarttığımız veya azalttığımız tartışma ve müzakerelerin yapıldığı sohbetlerin konusu olur… Sohbetin özellikle ekonomik hayatta, ekonomistlerin farkına varır gibi görünmedikleri önemli bir etkisi vardır. Sohbet, fikir alışverişi ya da daha çok karşılıklı veya tek yönlü aktarılan fikirlerin değiş tokuşunun, hizmet alışverişlerinin gerekçesi değil midir? Aynı toplumun üyesi insanlar önce kelimeler aracılığıyla sohbet ederek tüketime veya üretime ilişkin ihtiyaç ve arzularını birbirine bildirirler. Sohbet içinde ona sahip olmamıza ilişkin bir öneri ve telkin yapılmadan, yeni bir şeyi satın alma arzusunun sadece o nesneyi görmenizle ortaya çıkması çok nadirdir (1898: 314). Tarde; kamuoyunun, modern toplumlarda kamu üzerinde hâkimiyet kurma aracı olduğunu ileri sürer (1903: 230). Tarde’a göre pek çok insan, çoğunlukta olan kanaatlere kayıtsız şartsız bağlılıkları nedeniyle kendilerini sonsuz tekrara kaptırmıştır. Buna bağlı olarak insanlar çoğunluktaki düşüncelerin, azınlıktaki düşüncelerden üstün olduğuna inanırlar (Stack, 1987: 402). Kamuoyunun veya baskın kanaat ikliminin bireylerin duygu, düşünce, inanç, değer, arzu, ihtiyaç, beklenti, tutum ve davranışları üzerinde yol açtığı değişiklikler, Noelle-Neumann’ın bahsettiği toplumun sapkın bireyleri dışlamakla tehdit ettiğini, bu yüzden bireylerin sürekli dışlanma korkusu yaşadıklarını, yalıtılma korkusuyla bireylerin sürekli kanaat iklimini gözlemlediklerini, bunun sonucunda kendi düşüncelerini dile getiremediklerini, çoğunlukta olarak algıladıkları düşüncelere boyun Sayı 36 /Bahar 2013 23 Murat Sadullah ÇEBİ eğdiklerini ileri süren suskunluk sarmalının etkileri olarak ortaya çıkar. Tarde’ın basının kamusal müzakere ve tartışmaların yapıldığı sohbetler için uygun ortam hazırlayarak biçimlendirdiği kamuoyunun, eylemlere yol açtığına ilişkin görüşü şöyle özetlenebilir: Basın kamusal mekânlarında sohbeti teşvik eder, kamusal müzakere ve tartışmaların gerçekleştiği sohbetler boyunca kanaatler açık ve kesin biçimde ifade edilir, kolektif kanaatleri yansıtan kamuoyu toplumsal eylemlere neden olur (Katz, 2000: 123). Sonuç Tarde’ın medyanın işlev ve etkileri üstüne yürüttüğü fikirler, yaptığı tespit, açıklama ve yorumlar sadece iletişim bilimi açısından değil, beşerî ve sosyal bilimlerin çeşitli dalları açısından da güncelliğini korur. Tarde, medyanın gücüne makro bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Medyayı işlevselci bir yaklaşımla ele almış, bununla da yetinmemiş, birey ve toplum üzerinde mesajın yanı sıra aracın da etkisi olduğuna dikkat çekmiştir. Tarde, gazetenin sosyal bütünleşmede; ulus devlet, millet ve kamunun inşasında, sohbetlerin tetiklenmesi ve gerçekleşmesinde, kamuoyunun oluşumunda ve dile getirilmesinde önemli bir sosyal aktör olduğunu vurgulamıştır. Bununla birlikte Tarde’ın medyayı ele alış biçimi, kadir-i mutlak medya anlayışına dayanmaz. Kadir-i mutlak medya görüşü, aslında otoriter ve totaliter ideolojilerin beslediği güçlü devlet ve itaatkâr/uysal toplum anlayışıyla bağlantılıdır. Kadir-i mutlak yaklaşıma göre medya; her şeye gücü yeten, kudreti her şeyi kuşatan, sonsuz kudret sahibi, her şeyi bilen, her yerde hazır ve nazır, Thomas Hobbes’un modern devleti simgelemek amacıyla kullandığı bir Leviathan, adeta bir tür yeryüzü tanrısı gibi görülür. Kadir-i mutlak medya görüşü medyayı toplumun ve her şeyin üstünde, siyasi gücün ve otoritenin emri altında bir araç olarak kabul eder. Ancak Tarde; medyayı toplumun üstünde bir unsur olarak görmez. Tam tersine medyaya sahip olduğu gücü toplumun yararına kullanan, toplumla karşılıklı etkileşen bir toplumsal fail gözüyle bakar. Hatta daha da ileri giderek medya ve toplum arasında birlikte var olmaya, bir arada yaşamaya, dolayısıyla karşılıklı bağımlılığa ve etkileşime dayalı bir ilişki olduğunu ima eder. Medyanın işlev ve etkileri konusunda Tarde; bir yandan basının sohbetleri başlattığını, kamuyu ve kamuoyunu oluşturduğunu, toplumsal etkileşim ve alışverişleri tetikleyerek bireylerin tutum ve davranışlarını etkilediğini ileri sürer. Diğer yandan gazete içeriklerinin kamusal mekânlarda gerçekleşen yüz yüze konuşmalardan, sohbetler yoluyla oluşan kamuoyundan beslendiğini, etkilendiğini vurgular. Bu nedenle Tarde’ın geliştirdiği kamusal alan modeli, hem medyanın güçlü etkilerini yansıtan çizgisel bir iletişim modelini akla getirir, hem de medyanın dolaylı ve sınırlı etkilerini ima eden, mesaj dizilerinin ve benliklerin etkileşim ve alışverişlerine dayanan etkileşimsel ve transaksiyonel bir iletişim modelini çağrıştırır. Bu bakımdan Tarde’ın, medyanın etkilerine ilişkin mikro bir bakış açısını benimsediği ileri sürülebilir. Tarde; medya’nın işlev ve etkilerini açıklayan basın, sohbet, kamuoyu ve eylem unsurlarından oluşan bir kamusal alan modeli geliştirmiştir. Tarde’ın geliştirdiği kamusal alan modeli; kitle-kamu, cemaat-cemiyet arasında yapılan keskin bir ayrıma dayanır. Başka bir deyişle Tarde, kamusal alan modelini geliştirirken kitle-cemiyet ve 24 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek kamu-cemaat ikiliğinden hareket etmiştir. Tarde kitleyi taklit yoluyla aniden oluşan, kendiliğinden ortaya çıkan bir kalabalık olarak tanımlar. Kitle; bedenen bir arada bulunan, aralarında mekân ve zaman birlikteliği olan bir kalabalık veya sürüdür. Buna karşın Tarde’ın kamusu, adeta kitlenin uzantısı ve karşı tezi gibidir: Tarde’a göre kamu; mekân ve zaman bakımından birbirine uzak, fizikî bakımdan bir arada bulunmayan, geniş bir alana yayılmış bireylerden oluşur. Kamuyu oluşturan bireylerin arasındaki sosyal bağ, basın aralığıyla zihinsel ve ruhsal düzeylerde kurulmuştur. Kamu; basın sayesinde ortak duygu, düşünce, değer, tutum, inanç, ihtiyaç, beklenti, tutku ve arzuları paylaşan hayalî bir topluluktur. Tarde, kamusal alan modeline dayanarak gazetenin modern toplumda üstlendiği ve yerine getirdiği sosyal işlevlere dikkat çeker. Gazeteye yalnızca okuyucularına bilgi aktaran, kamu gündemini oluşturan bir araç olarak değil; aynı zamanda ulus ve ulus devlet inşasının, ulusal birliğin ve sosyal bütünleşmenin önemli bir faili gözüyle bakar. Tarde, basının akılcı muhakeme ve eleştirel düşünme kapasitesine sahip kamuyu ortaya çıkardığını ve genişlettiğini söylemiştir. Tarde’a göre basın, siyasi otoriteden bağımsız kamusal mekânlar olan kahvehane ve salonlarda, kamusal tartışma ve müzakerelerin yapıldığı sohbetlere zemin hazırlamıştır. Basın, sohbetler boyunca şahsî düşünce ve görüşlerin açıklanmasını teşvik etmiş, dolayısıyla hem kamuoyunu oluşturmuş hem de yansıtmıştır. Basın ayrıca, kamusal mekânlarda akıl ve mantık süzgeçlerinden geçerek billurlaşan genel kanaatlerin bireysel tercih ve kararları biçimlendirmesine yol açmıştır. Tarde’ın kamusal alan modeli; kamunun ortaya çıkışı, karşılıklı konuşmaların teşvik edilmesi, kamuoyunun dile getirilmesi ve oluşumu, bireylerin toplumsal eylemler gerçekleştirmesi açısından basının işlev etkilerini açıklar. Bu model aynı zamanda, kamuoyunun oluşumu üzerinde şahsî etkilerin olduğunu da ima eder. Medyanın güçlü etkilerine yönelik anlayışın, Lazarsfeld ve arkadaşlarının çalışmalarıyla değiştiği ileri sürülmüştür. Tarde’ın kamusal alan modeli de kamu ve kamuoyunun oluşumu, bireysel ve kolektif eylemler üzerinde basının önemli etkileri olduğunu anlatır. Ancak bu modelde, kamuoyunun oluşumunun sohbetlerin içinde girilen sosyal etkileşim ve alışverişler boyunca ortaya çıkan karşılıklı şahsî etkilere bağlı olduğunun altı çizilir. Dolayısıyla Tarde, basının birey ve toplum üzerinde dolaylı ya da sınırlı etkileri olduğunu ima eder. Basının bireyler üzerinde yol açtığı etkiler ile bireyler arasındaki ortaya çıkan şahsî etkiler, basının dillendirme işlevi ve iki aşamalı iletişim akışı ile bağlantılı olgulardır. Basın, Tarde’ın yaşadığı dönemde kahvehane ve salonlarda sohbet eden seçkinlere düşünce ve görüşlerini dile getirmede ve savunmada kullanacakları kelimeleri ve argümanları temin etmiştir. Başka bir deyişle basın kanaat önderleri olarak nitelenebilecek burjuva ve soylulara, kamusal mekânlarda tartışacakları, müzakere edecekleri fikir menüleri sunmuştur. Tarde’ın kamusal alan modelinde; kanaat önderlerine, gazetelerden yayılan mesajların toplumun geniş kesimlerine iletilmesinde aracı görevi verilmiştir. Tarde’ın kanaat önderlerine yüklediği bu işlev, esas itibarıyla olumlu niteliktedir. Kanaat önderleri, medyadan gelen iletileri topluma aktarmada Kurt Lewin’in bahsettiği bir tür “eşik bekçisi” veya “yorumlayıcı topluluk” işlevi üstlenirler. Medya karşısındaki konumları pasif olmaktan çok, aktif olan kanaat önderleri gazeteler ile sürekli etkileşim hâlindedirler. Kanaat önderleri, muhabirler aracılığıyla ya da bizzat şahsen kamu gündemine aktarılacak Sayı 36 /Bahar 2013 25 Murat Sadullah ÇEBİ konu ve sorunları gazetelere iletirler. Tarde’ın kanaat önderleri, Mertoncu anlamda gazetelerden aktarılan mesajları çarpıtma, bozma ve manipüle etmedeki ters işlevleriyle değil; mesajları anlama, yorumlama ve değiş-tokuş etmeye ilişkin olumlu işlevleriyle öne çıkan faillerdir. Kanaat önderlerinin üstlendiği bu olumlu işlev; toplumla yüz yüze iletişim kurma becerileri; eğitimli, bilgili olmaları ve medyanın etkilerini sınırlandırmalarından kaynaklanır. Bu işlev, kanaat önderlerinin benimsediği ve yerine getirdiği sosyal sorumlu liderlik işlevi ile bağlantılı bir fonksiyon olarak değerlendirilebilir. Kaynaklar Arnoldi, J., Borsch, C., (2007). “Market Crowds between Imitation and Control”, Theory, Culture & Society, 24, (7-8), s. 164-180. Barry, A., Thrift, N., 2007). “Gabriel Tarde: Imitation, Invention and Economy”, Economy and Society, 36, (4), s. 509-525. Borch, Christian (2006a). “Crowds and Pathos: Theodor Geiger on Revolutionary Action”, Acta Sociologica, 49, (1), s. 5-18. Borch, Christian, (2005). “Urban Imitations: Tarde’s Sociology Revisited”, Theory, Culture & Society, 22, (3), s. 81-100. Borch, Christian, (2006b). “The Exclusion of the Crowd: The Destiny of a Sociological Figure of the Irrational”, European Journal of Social Theory, 9, (1), s. 83102. Brundidge, Jennifer, (2010). “Toward a Theory of Citizen Interface with Political Discussion and News in the Contemporary Public Sphere”, International Journal of Communication, 4, s. 1056-1078. Clark, Terry N., (Ed.) (1969). Gabriel Tarde on Communication and Social Influence: Selected Papers, Chicago and London: University of Chicago Pres. Davis, Michael M. Jr., (1906). Gabriel Tarde: An Essay in Sociological Theory, Dissertation, New York: Columbia University. Eisenstein, Elizabeth L., (1979). The Printing Press as an Agent of Change. Cambridge: Cambridge University Press. Frazier, P. J., Gaziano, C., (1979). “Robert Ezra Park’s Theory of News, Public Opinion and Social Control”, Journalism Monographs, (64). Gasset, José Ortega J, (2011). Kitlelerin Ayaklanması, Neyyire Gül Işık (çev.), 2. baskı, 1. baskı 2010, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Habermas, Jürgen, (1999). Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Tanıl Bora ve Mithat Sancar (çev.), 2. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları. Habermas, Jürgen, (2001). İletişimsel Eylem Kuramı, Mustafa Tüzel (çev.), İstanbul: Kabalcı Yayınevi. 26 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek Hughes, Everett C., (1961). “Tarde’s Psychologie Économique: An Unknown Classic by a Forgotten Sociologist”, American Journal of Sociology, 66, (6), s. 553-559. Press. Innis, Harold, (1950). Empire and Communication, Toronto: University of Toronto Innis, Harold, (2007). İmparatorluk ve İletişim Araçları, Nurcan Törenli (çev.), Ankara: Ütopya Yayınları. Katz, E., Docter, S., Gusek, J., Metzger, M., O’Connell, J. and Stokes, J., (1995). “Press-Conversation-Opinion-Action: Gabriel Tarde’s Public Sphere”, ZumaNachrichten, 36, (19), s. 12-22. Katz, Elihu, (1992). “On Parenting a Paradigm: Gabriel Tarde’s Agenda for Opinion and Communication Research”, International Journal of Public Opinion Research, 4, s. 80-86. Katz, Elihu, (1999). “Theorizing Diffusion: Tarde and Sorokin Revisited”, The ANNALS of the American Academy of Political and Social Science, 566, (1), s. 144-155. Katz, Elihu, (2000). “Media Multiplication and Social Segmentation”, Ethical Perspectives, 7, (2-3), s. 122-132. Katz, Elihu, (2006). “Rediscovering Gabriel Tarde”, Political Communication, 23, (3), s. 263-270. Kim, J., Wyatt, R. O., Katz, E., (1999). “News, Talk, Opinion, Participation: The Part Played by Conversation in Deliberative Democracy”, Political Communication, 16, (4), s. 361-385. Krippendorf, Klaus, (2005). “The Social Construction of Public Opinion”, http:// repository.upenn.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1077&context=asc_papers. Erişim Tarihi: 23.04.2013. Leach, Eugene E., (1986). “Mastering the Crowd: Collective Behavior and Mass Society in American Social Thought, 1917-1939”, American Studies, 27, (1), s. 19171939. Leach, Eugene E., (1992). “Mental Epidemics: Crowd Psychology And American Culture: 1890-1940”, American Studies, 33, (1), s. 5-29. McLuhan, Marshall, (1964). Understanding Media: The Extensions of Man, New York: McGraw-Hill. Noelle-Neumann, Elisabeth, (1991). Öffentliche Meinung. Die Entdeckung der Schweigespirale, erweiterte Ausgabe, Frankfurt am Main, Berlin: Ullstein. Pietilä, Veikko, (2001). “Reflections on Public Discussion in the Mass Media”, Nordicom Information, (2), s. 3-13. Pooley, J. ve Katz, E., (2008). “Further Notes on Why American Sociology Abandoned Mass Communication Research”, Journal of Communication, 58, (4), s. 767786. Sayı 36 /Bahar 2013 27 Murat Sadullah ÇEBİ Salmon, Louise, (2005). “Gabriel Tarde and the Dreyfus Affair. Reflections on the Engagement of an Intellectual”, http://champpenal.revues.org/7185. Erişim Tarihi: 23.04.2013. Siebers, Tobin, (2003). “The Return to Ritual: Violence and Art in the Media Age”, Journal for Cultural and Religious Theory, 5, (1), s. 9-32. Speier, Hans, (1950). “Historical Development of Public Opinion”, The American Journal of Sociology, 55, (4), 376-388. Stack, Steven, (1987). “Celebrities and Suicide: A Taxonomy and Analysis, 19481983”, American Sociological Review, 52, (3), s. 401-412. Sumpter, Caroline, (2006). “The Cheap Press and the ‘Reading Crowd”, Media History, 12, (3), s. 233-252. Tarde, Gabriel, (1898). “Opinion and Conversation”, Terry N. Clark (ed.) (1969), Gabriel Tarde on Communication and Social Influence: Selected Papers, Chicago and London: University of Chicago Press, s. 297-318. Tarde, Gabriel, (1901). “The Public and Crowd”, Terry N. Clark (ed.) (1969), Gabriel Tarde on Communication and Social Influence: Selected Papers, Chicago and London: University of Chicago Press, s. 277-294. Tarde, Gabriel, (1903). The Laws of Imitations, Elsie Clews Parsons (translator), New York: Henry Holt and Company. Tarde, Gabriel, (1912). Penal Philosophy, Rapelje Howell (translator), Boston: Little, Brown, and Company. Teobald, John, (2005). “The Intellectual Tradition of Radical Mass Media Criticism: A Framework”, Fifth Estate Online: An International Journal of Radical Mass Media Criticism, s.1-21, http://www.fifth-estate-online.co.uk/criticsm/TheobaldFifthEstate.pdf. Erişim Tarihi: 23.04.2013. Terranova, Tiziana, (2007). “Future Republic: On Information Warfare, Bio-racism and Hegemony as Noopolitics”, Theory, Culture& Society, 24, (3), s. 125-145. Yetişkin, Ebru, (2010). “Tarde’ın Toplum Yaklaşımı Açısından Kamuoyu ve Maduniyet”, İletişim: Kuram ve Araştırma Dergisi, (31), Güz, s. 1-28. 28 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Belediye Başkanlığı Aday İmajı Algısı: Gümüşhane Örneği Candidate İmage Perception of Mayoralty: The Case of Gumushane Hasan GÜLLÜPUNAR Yrd. Doç. Dr., Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü E-posta: [email protected] Anahtar Kelimeler: Aday İmajı, Siyasal İletişim, Siyasal Seçim Kampanyaları, Aday, Seçmen. Öz Seçmen davranışları bakımından bireyselleşme ile birlikte yeni bir süreç başlamıştır. Bu süreçte oy verme davranışında ideoloji, parti bağlılığı gibi kavramlar etkisini eskiye göre kaybetmiştir. Yeni dönemde proje, hizmet, toplumsal ilişkiler, sivil toplumsallaşma içinde yer alma, yeterlilik gibi kavramlar ön plana çıkmıştır. Bu durum aday merkezli seçim kampanyalarının yaygınlaşmasına neden olmuştur. Özellikle yerel seçimler bağlamında düşünüldüğünde adaylar seçmenin iknası bakımından önemli bir etken olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle siyasal seçim kampanyalarının öncelikli hedeflerinden biri güçlü bir aday imajı oluşturmaktır. Ancak zaman, bölge, seçim atmosferi, seçmenlerin sosyodemografik özellikleri gibi birçok alt etkene sahip olan aday imajı algısı karmaşık bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla toplam aday imajının çok sayıda alt bileşeni bulunmaktadır. Bu çalışma Gümüşhane seçmeninin aday imajı algısının tespitine dönük olarak yapılmıştır. Basit tesadüfi örneklem yöntemi ile toplam 747 kişiyle görüşülen ve doğrulayıcı faktör analizinin yapıldığı araştırmada aday imajı ile ilgili görsel, siyasal, konu, hitabet ve sosyal olmak üzere beş faktör ortaya konmuştur. Toplam aday imajına etki eden en önemli faktörün sosyal faktör olduğu görülen araştırmada diğer faktörler toplam imaj üzerindeki önem sırasına göre hitabet, konu, siyasal ve görsel faktörler olarak sonuçlanmıştır. Keywords: Abstract Individualisation has revealed a new process in terms of voter choices. In this Candidate Image, process, impact of concepts as ideology and party loyalty has decreased in point of vote Political Communication, compared to the past. Concepts as project, service, social relations, civilian socialization Election Campaigns, and competence have come to the forefront in new period. This situation has caused to Candidate, Voter. become widespread political campaigns focused on candidate. Especially, candidates come out as most important actor in point of voter persuasion in local elections. For this reason, one of the priority targets of political campaigns is to create an effective candidate image. However, with its sub-factors such as time, district, election atmosphere, voter’s sociodemographic features candidate image has complicated structure. This study deals with candidate image perception of Gumushane voter. It was conducted a survey by 747 person depend on simple random sampling and was done confirmatory factor analysis. Research came out five factors named as visual, political, issue, rhetoric and social. In the study, it was concluded that social factor is most important factor about total candidate image. The other factors concluded as rhetoric, issue, political and visual in order to their priorities. Hasan GÜLLÜPUNAR Giriş Aday imajı, adayın kişisel özellikleri, seçim kampanyasında ele alınan konular, içinde bulunulan toplumsal ortam ve politik şartlar gibi çeşitli kaynaklardan beslenen bir durum olarak ifade edilebilir (Güllüpunar, 2010: 77). Giddens (2000: 33) sağ-sol gibi kutuplaşmaların ortadan kalkmasıyla birlikte çok daha karmaşık bir yapının ortaya çıktığını ve daha çok şartlara bağlı olgularla açıklanabilecek liderlik vasfının öneminin giderek arttığını belirtmiştir. Ayrıca seçim yarışının yoğunlaşmasına bağlı olarak aday imajı unsurları daha karmaşık bir hal almaktadır (Weitzel ve King, 1980: 101). Ancak aday imajı, daha çok karakteristik bakımdan adayın dikkat çekici kişisel özelliklerinden doğan bir görünümü olarak ifade edilmektedir (Newman ve Sheth, 1985: 178). Bireylerin davranış ve inançlarında en fazla sosyal etkiyi yaratan kişiler liderlerdir (Sakallı, 2001: 89). Bu bakımdan tarihin her döneminde liderlik vardır. Hiyerarşik bir doğaya sahip olan insan gelecekte de liderlere ihtiyaç duyacaktır (Sabuncuoğlu ve Tüz, 1996: 181). On dokuzuncu yüzyıla kadar lider insan tipinin üstün olan insanı anlattığı söylenebilir. Çünkü lider mistik bir kişiliktir. Bu kişiler yaratılış bakımından diğer insanlardan üstün ve farklı yaratılmışlardır. Bunlar aynı zamanda nadir bulunan insanlardır (Anık, 2005:159). Ancak hak ve özgürlükler on yedinci yüzyıldan itibaren tartışılmaya başlanmış, Avrupa’daki Rönesans ve Reform hareketleri yaşanmış ve bir aydınlanma geleneği başlamıştır. Bu durum zincirleme yeni oluşumları doğurmuştur. Aristokrasinin yanında ekonomik iktidara aday olan burjuvazi gelişmiş, Amerikan Bağımsızlık Savaşı, Fransız Devrimi, aristokrasi ve hatta kilise için demokratik yönetim seçeneğinin kabulü zorunlu hale gelmiştir (Tokgöz, 2008: 39-40). Dolayısıyla birçok yazara göre dünyada demokrasi hareketlerinin ve katılımın yaygınlaşması ile liderlere olan ihtiyaç azalmaktadır (Sabuncuoğlu ve Tüz, 1996: 181). Bu süreçte siyasal iletişim teknolojilerindeki gelişimin önemli bir role sahip olduğu söylenebilir. Çünkü, insanlık tarihindeki ilk büyük devrim olan yazı bulunmuş, ikinci büyük devrim olarak basım teknikleri gelişmiş, telgraf, telefon, telsiz, radyo, televizyon gibi elektronik teknolojiler devreye girmiş ve daha sonra bilgisayar teknolojisi ve internetle birlikte yeni bir devrim olarak insanlar sanal ortamda ilişkilerini düzenler duruma gelmişlerdir (Tokgöz, 2008: 54-55). Bu gelişmelere bağlı olarak siyasal iletişim alanında aday imajı oluşturma konusunda 1970’li yıllarda yoğun bir farkındalık oluşmuştur (Trent ve Friedenberg, 2008: 74). Bu durum siyasal iletişim çalışmalarında aday imajı kavramına büyük önem verilmesini ve bu konuda çok sayıda araştırma yapılmasını sağlamıştır. Dolayısıyla siyasal alandaki ilk imaj çalışmalarında açık uçlu sorularla aday ya da partiden hoşlanıp-hoşlanmama gibi seçmenlerin tutumları ölçülmeye çalışılmıştır (Uztuğ, 2004:66). Siyasal imajla ilgili olarak yapılan çalışmalarda genellikle aday imajının doğasının ne olduğu, nasıl geliştirilebileceği, siyasal seçim kampanyalarının aday imajında hangi etkilere neden olabileceği ve aday imajının seçmen kararlarını nasıl etkileyebileceği gibi sorular üzerinde durulmuştur (Powell ve Cowart, 2003: 55). Aday imajının kişisel özelliklere dayalı olmasının yanında seçim konusuna bağlı olarak da gerçekleşebileceği ortaya konmuştur (Hacker vd., 2000: 235). Ayrıca aday imajı açısından medyanın rolü 30 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belediye Başkanlığı Aday İmajı Algısı:Gümüşhane Örneği de, önemli inceleme konularından biri olmuştur. Convington ve arkadaşları (1993: 797) yaptıkları çalışmada adayın halk tarafından algılanması açısından basının etkin bir rolünün olduğunu ortaya koymuşlardır. Aday imajı seçmen davranışlarını etkilemektedir. Ancak bu etkinin açık bir şekilde ortaya konmasında bazı engellerin olduğu da söylenebilir. Çünkü aday imajı genel olarak seçmenin zihnindeki bilişsel bir oluşumdan ziyade, medyanın ve kampanya sürecinin bir yaratımıdır. Aday imajı oluşumundaki değişkenler detaylı olarak ortaya konamamakta, genel bir bakış açısını yansıtmaktadır. Aday imajı araştırmalarında iletişim perspektifi gözardı edilebilmektedir. Aday imajının oy verme davranışındaki etkilerini araştıran çalışmalar genellikle teknoloji, medya, reklam gibi unsurların daha yaygın kullanıldığı ve politik manipülasyonların olduğu genel seçimler üzerine odaklanmaktadır (Allen ve Post, 2004: 181). Bu çalışma genel seçimlere göre adayların daha ön plana çıktığı yerel seçimlerdeki aday imajı algısını ela almaktadır. Seçmenin oy verme davranışına etkileri bakımından aday imajı bileşenleri kompleks bir yapıya sahiptir. Çünkü bu yapı coğrafi, kültürel, ekonomik, siyasal, eğitim, yaş, cinsiyet gibi sosyo-demografik etkenlerin etkisi altındadır. Dolayısıyla seçmenin toplam aday imajı algısı içerisindeki bileşenlerin etkisi bu farklılıklara göre değişiklik gösterebilmektedir. Bu bakımdan çalışmada daha önce Güllüpunar (2010) tarafından Konya’da yapılmış olan aday imajı ölçeği kullanılarak Gümüşhane seçmeninin yerel seçimler bağlamında aday imajı ile ilgili algısının tespit edilmesi amaçlanmıştır. Elde edilen veriler hangi aday imajı faktörlerinin genel imaj üzerinde daha etken olduğunu göstermektedir. Aday İmajı Algısında Ortaya Çıkan Etmenler Aday imajı ile ilgili yapılan araştırmalarda genel olarak aday imajının birçok faktör tarafından etkilendiği ortaya çıkmıştır. Yer, zaman, seçim atmosferi gibi şartlar bu farklılıkların oluşmasında temel aktörlerdendir. Ancak genel itibariyle aday imajının oluşumu açısından siyasal, seçim konusu ve kişisel özelliklere bağlı etkenlerden bahsedilebilir. Aday imajına etki eden etmenlerin tespitine dönük olarak yapılan çeşitli araştırmalarda adayda bulunması gereken özellikleri ile ilgili ideoloji, dindarlık, cinsiyet, giyiniş, yandaşları kollama, tanınmış bir aileden olma, vaat ve söylemler, yakışıklılık (Kalender, 2005: 159), ileri görüşlülük, güvenilirlik, inanılırlık, ahlaki karakter, bilgi birikimi, siyasi tecrübe, konuşma tarzı, ikna yeteneği, öğrenim durumu, söylemler (Polat vd., 2004: 102), yetenek, açıklık, empati, uyumluluk, güzellik/yakışıklılık (Guzman ve Sierra, 2009: 214-215), dürüstlük, güvenilirlik, yeni projelere sahip olma (Canöz, 2010: 112), güven uyandırmak, yolsuzluklara karşı hassasiyet, çalışkanlık, tarafsızlık ve adil olmak, şehir ve bölge sorunları hakkında bilgi sahibi olmak (Damlapınar ve Balcı, 2005: 76) gibi özellikler sıralanmıştır. Adayın ideolojisi aday imajının oluşumunda belirleyici unsurlardan biridir. Örneğin ideoloji adayın seçimde ele alacağı konuları etkilemektedir (Devran, 2004: Sayı 36 /Bahar 2013 31 Hasan GÜLLÜPUNAR 207). Ancak bu durum basit bir süreç olarak değerlendirilemez. Diğer faktörlerin etkisi göz önüne alınmalıdır. Örneğin siyasal partilerin sosyal grup karakteristik yapılarından doğan imajları bir ölçüde parti kimliğinin tanımlanmasına neden olmaktadır. Bu açıdan bir adayın sosyal görünümü onun partizan oy olma oranını etkileyebilmektedir. Diğer bir ifade ile adayın partizan oy alabilmesi onun inancı ya da ideolojisi ile ilgili değil; partizan bir imaja sahip bir grupla olan ilişkisine bağlıdır. Dolayısıyla adayın inancı onun partizan oy alması bakımından durumsal bir etkiyi ifade etmektedir (Campbell vd., 2011: 42). Bir adayın seçim konusu ile ilgili tutumuna bağlı olarak sahip olduğu pozitif imajı kişisel özellikleri açısından da olumlu bir etki yapmaktadır. Aynı şekilde olumlu kişisel imaja sahip bir adayın seçimde ele aldığı ve görüş bildirdiği konu hakkındaki tutumu açısından da olumlu bir izlenim oluşmaktadır (Hacker vd., 2000: 67). Çünkü seçim kampanyalarında ülke veya bölge sorunları ile ilgili olarak adayın söylem ve tutumları aday imajının oluşumunda önemli bir etken olarak ortaya çıkmaktadır (Güllüpunar, 2010: 8). Yapılan bir araştırmada adayın çekicilik özelliği ile adayın seçimi kaybetmesi arasında biri ilişki bulunmuştur. Çünkü adaylar görünüm olarak çekici olmasına rağmen politik bakımdan yetersiz görülmüşlerdir. Dolayısıyla adayın kısa süreli çekicilik izlenimi seçim başarısını olumsuz yönde etkileyebilmektedir (Mattes vd., 2010: 42). Diğer bir anlatımla seçmenin oy verme davranışında adayın seçim konusu karşısında geliştirdiği pozisyonu kişisel özelliklerine göre daha etkendir. Çünkü adayın konu karşısındaki tutumu seçmenler tarafından daha ulaşılabilir niteliktedir (Hacker vd., 2000: 229). Başka bir anlatımla, adayın konu karşısındaki tutumu daha somutlaştırılmış mesajları içermektedir. Daha somut ihtiyaçların cevabını içermektedir. Kişisel özellikler gibi bileşenler hem ulaşılması bakımından daha güç hem de daha soyut ve göreceli bir süreci içermektedir. Ancak daha etkin bir sonuç için gündemde olan, seçmenin haber ve bilgisinin olduğu konuların seçilmesi gerekir. Yapılan bir araştırmada Clinton’un göç ve uyuşturucu konularındaki performansı değerlendirilmiştir. Göç ve uyuşturucu konusunda haber ve bilgiye maruz kalan seçmenlerin bu kavramlara daha fazla önem verdikleri ortaya çıkmıştır (Miller ve Krosnick, 2000: 305). Bu bakımdan aday diğer adaylarla kıyaslandığında farklı konuları ya da farklı çözüm yollarını ortaya koymalıdır. Bunu yapmadığında, seçmenler o konu ile ilgili olarak kendi pozisyonları ve adayın pozisyonu arasında bir ayırıma gidemeyecektir (Kalender; 2005: 60). Aday hakkındaki çelişkiler onunla ilgili bütünsel bir izlenim oluşmasını engellemektedir (Freedman vd., 2003: 97). Bu bakımdan tutarlı bir kişiliğe sahip olmalıdır. Adayın tutarlılığı geçmişteki ve son zamanlardaki söylem ve eylemleri, bu söylem ve eylemlerle ilgili halkta oluşan izlenimler kapsamında değerlendirilebilir (Johnson-Cartee ve Copeland, 1997: 81). Ayrıca problemle karşılaşıldığında aday çaresiz bir görünüm sergilememelidir. Görüntü olarak kendinden emin ve problemin çözümü ile ilgili ne yapılması gerektiğini bilen bir kişiliğe sahip olması gerekir (Grey, 1999: 121). Seçmenler bir siyasetçiyi bir kez beğendiklerinde; siyasetçi hata yapmış olsa bile uzunca bir süre o seçmen kitlesinden kredisi devam eder. Çünkü insanlar için izlenimlerinde yanılmış olmayı kabul etmek zordur (Çobanoğlu, 2007: 223). Ayrıca 32 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belediye Başkanlığı Aday İmajı Algısı:Gümüşhane Örneği bireyler çoğunlukla genel bir bilgiye dayanarak diğerlerine karşı izlenim oluşturma eğilimindedirler (Freedman vd., 2003: 96). Dolayısıyla seçmene gelen bir görüntü ve ilk izlenim veren kişisel özellikler oy verme davranışı bakımından üzerinde durulması gereken bir olgudur. Aday imajı konusu, uzun bir süre seçmende bırakılan kişisel izlenim olarak değerlendirilmiştir. Daha sonraki dönemlerde konu, kişilik ve seçim atmosferi, zaman ve mekân gibi diğer faktörlerin de birlikte ele alındığı bütünleşik bir olgu olarak düşünülmüştür (Hacker vd., 2000: 227). Ancak kişisel izlenim etkisinin seçmen zihnindeki en önemli algı etkenlerinden biri olduğu söylenebilir. Adayın kişisel özellikleri denildiğinde bir çok etken göz önünde bulundurulabilir. Genel olarak akıl, kendine güven, empati, toplumsal hassaslık (Nord, 1972: 508), fiziksel davranış, ses tonu, vücut hareketi, dış görünüş, giysiler (Trent ve Friedenberg, 2008: 73), çekicilik, özdeşleşme ve güvenilirlik bunlar arasındadır (Allen ve Post, 2004: 175). Diğer bir yaklaşımla adayın yeteneği, karakteri ve enerjisi (Johnson –Cartee ve Copeland, 1997: 85) veya adayda bulunan dürüstlük, ciddiyet, güç, zeka, uzmanlık ve yeterlilik gibi özellikler sayılabilir (Uztuğ, 2004: 61). Aday imajı kişisel özellikler bağlamında ele alındığında; ağırlıklı olarak görsellik, sosyallik, kişilik ve yetenek özellikleri ön plana çıkmaktadır. Bunlar arasında en somut olarak ortaya çıkan özelliğin görsellik olduğu söylenebilir. Örneğin 1984 Amerikan seçim kampanyaları örneklemi üzerinde yapılan bir araştırmada aynı adaya ait değişik fotoğraflar kullanmanın o adayın imajı ile ilgili olarak sevimli, doğru, yeterli, kamu görevi açısından uygun gibi farklı izlenimler oluşturduğu görülmüştür (Rosenberg ve McCafferty, 1987: 44). Adayın giyim tarzı görsel özelliğin en önemli unsurlarından biridir. Seçim kampanyalarında adaya halktan biri, bürokrat, işinin uzmanı, işçi, memur, arkadaş, aileden biri, sportmen gibi özelliklerin atfedilmesi için giyim tarzı üzerinde durulmaktadır. Zamanzaman tulum giymiş, başına kask takmış başkan adaylarında olduğu gibi. (Güllüpunar, 2010: 108). Diğer bir anlatımla adayın giyim tarzı seçmene verilen ilk mesajdır. Buna bağlı olarak seçmen, adayın tutarlılığı, entelektüel yapısı, eğitimi, dürüstlüğü ve diğer bir çok konuda yargılarda bulunur (Bike, 2001: 63). Bununla birlikte fiziki görünüş ve kılıkkıyafet güvenilirlik ve inanılırlığı da artırmaktadır (Oktay, 1996: 192). Adayı imajı konusunda söylemlerin yanında sözsüz iletişime dayalı bazı verilerde imaj öğelerini oluşturmaktadır. Genellikle yüz-yüze iletişimde ses tonu, retorik, ana dile hakim olma gibi özelliklerin yanında giyim tarzı, bedenin duruşu, ellerin kullanımı, takılar, aksesuarlar ve bakışlar imaj oluşturan unsurlar arasındadır (Erzen, 2008: 79). Başka bir anlatımla, sözsüz iletişim sadece yüz ifadeleri, mimik ve jestlerden oluşmamaktadır. Giyim, saç, sakal, bıyık gibi görseller sözsüz iletişimin önemli unsurlarındandır (Türkkan, 2004: 95). Adayın karakteristik özellikleri seçmen davranışını etkileyen en önemli faktörlerden biridir (Damlapınar ve Balcı, 2005: 75). Amerika’da 2004 başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti Adayları hakkında çıkan haberlerle ilgili yapılan içerik analizi araştırmasında adayların kendi karakterleri ile ilgili konuştuklarında en çok kişisel niteliklerine, ikinci sırada hedeflerine ve üçüncü sırada ise liderlik yeteneklerine yer verdikleri görülmüştür (Cho ve Benoit, 2005: 175). Sayı 36 /Bahar 2013 33 Hasan GÜLLÜPUNAR Hoşa gitme algısına dayalı nitelikleri esas alan kişilerarası çekicilik (Allen ve Post, 2004: 176) sosyal, fiziksel ve görev temelli olmak üzere üç şekilde ortaya çıkmaktadır (McCroskey ve McCain, 1974: 266). Başkasıyla arkadaşlık kurabilmek ve onunla bir araya gelmekten ve konuşmaktan hoşlanılması gibi duygular sosyal çekiciliği ifade ederken; görsel çekicilik: bireyin etkileyici fiziksel görünümü ve giyimi gibi özelliklerini ve görev temelli çekicilik ise: bireyin herhangi bir işin yapılmasında diğerinin yeteneğine güven duyması ve diğerini problem çözücü olarak görmesi gibi algıları içermektedir (McCroskey ve McCain, 1974: 263). Sıcak ve cana yakın kişilik, sevmeyi, övmeyi ve kabullenmeyi gerektirir (Freedman vd., 2003: 198). Adayın cinsiyeti sıcak kişilik özellikleri bakımından önemli bir gösterge olabilmektedir. Çünkü çeşitli araştırmalarda kadın adayların erkeklere oranla daha çok merhamet ve samimiyet vurgusu yaptığı görülmüştür (Johnston ve White, 1994: 322). Başka bir anlatımla insanlar kadın adayları sıcak, şefkatli, nazik ve edilgen olarak görme eğilimindedirler. Buna karşın, erkekleri güçlü, bilgili, katı, dürüst, kendine güvenen olarak algılarlar. Bu durum seçmenlerin konularla ilgili bakışlarını da etkilemektedir. Seçmenler kadın adayları sağlık, eğitim, kadın ve aile sorunları gibi konularda daha yetenekli görürlerken; erkek adayları dış ilişkiler, askeri ve suç gibi konularda daha yetenekli grmektedirler (Dolan, 2005: 41). İyi bir siyasal adayı tanımlayan karakteristikler içerisinde en önemli özelliklerden biri de doğruluktur (Blodgett ve Lofy, 2008: 6). Doğruluk ve empati özelliği seçmen tercihinde güçlü bir etkiye sahiptir (Funk, 1999, 714). Ayrıca seçmen davranışlarında adayın hitabeti de önemli bir etken olarak düşünülebilir. Çünkü siyasal toplantı ve mitinglerde hitabet sanatına yoğun bir ihtiyaç duyulmaktadır. Hitabetin topluluğu coşturucu, heyecan verici, kalabalıklara ve kürsüye hakim olması gerekir (Çobanoğlu, 2007: 290). Bununla birlikte büyük kitlelere hitap edildiğinde duygulara seslenilmesi daha etkindir (Çobanoğlu, 2007: 243). Ancak somut veriler ve değerlendirmeler dışına çıkılarak saldırgan bir üslubun kullanılması yeterlilik konusunda kuşku uyandırabilir (Uztuğ, 2004: 305). Yöntem Faktör analizi birbirleri ile ilişkili verileri birbirinden bağımsız daha az sayıda veriye dönüştürmek (Alpar, 2012: 497), diğer bir ifadeyle aynı yapıyı ya da niteliği ölçen değişkenleri aynı grupta toplayarak ölçümü daha az sayıda faktör ile açıklayan istatistiki bir tekniktir (Büyüköztürk, 2009: 123). Faktör analizi ile veri setinin küçültülmesi ve daha kolay açıklanabilir hale getirilmesi amaçlanır (Akgül ve Çevik: 2003: 417). Genel olarak keşfedici (açıklayıcı) ve doğrulayıcı olmak üzere iki tür faktör analizi yapılmaktadır (Alpar, 2012: 497). Açıklayıcı faktör analizi değişkenler arasındaki ilişkilerden hareketle faktör bulmaya dönük bir işlemdir. Doğrulayıcı faktör analizi ise değişkenler arasındaki ilişkiye dair daha önce saptanan bir hipotezin ya da kuramın test edilmesidir (Büyüköztürk, 2009: 123). Başka bir anlatımla önceden belirlenmiş faktörler test edilmektedir (Erdoğan, 2007: 342). Araştırmacı kaç faktör çıkacağına önceden karar 34 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belediye Başkanlığı Aday İmajı Algısı:Gümüşhane Örneği vermekte ve tasarımı bu amaç çerçevesinde biçimlendirmektedir (Erdoğan, 2007: 348). Çalışmada doğrulayıcı faktör analizi gerçekleştirilmiştir. Bu bakımdan Gümüşhane seçmeninin belediye başkanı aday imajı algısının tespiti amacıyla Güllüpunar’ın (2010: 148-150) Konya’daki aday imajı araştırmasında kullandığı ölçeğin yargıları kullanılarak yeni bir ölçek oluşturulmuştur. Konya’daki araştırmada ortaya konmuş olan altı aday imajı faktörü revize edilmiş; yeni ölçekte beş faktör olarak ele alınmıştır. Bunlar görsel, siyasal, konu, hitabet ve sosyallik faktörleridir. Konya’daki araştırmada elde edilen “yerellik faktörü” ise çalışmanın farklı bir bölgede yapılması nedeniyle devre dışı bırakılmıştır. Araştırma Soruları Siyasal ve ideolojik etkenlerin seçmen davranışları üzerindeki etkilerinin azalması ile birlikte seçim sonuçları bakımından adayların önemi artmıştır. Özellikle yerel seçimler bağlamında düşünüldüğünde: daha çok hizmet odaklı bir kabul, seçmenler tarafından desteklenmektedir. Bu destek adayın ürettiği projeleri, hizmetleri, sosyal alandaki ilişkileri, güvenilirliği, yeterliliği gibi özelliklere bağlı olarak farklılıklar gösterebilmektedir. Ayrıca adayın ideolojisi ve fiziksel özellikleri de bu sürece etki eden faktörler arasındadır. Bu bakımdan belediye başkan adayları ile ilgili imaj algısının tespitine dönük bu çalışmanın araştırma soruları şu şekilde belirlenmiştir: Aday imajının alt faktörleri nelerdir? Aday imajı ile ilgili yargıların seçmenler tarafından desteklenme düzeyleri nedir? Aday imajı faktörlerinin toplam imaj üzerindeki ağırlıkları nedir? Toplam aday imajını etkileyen en etkin faktör nedir? Seçmenlerin eğitim durumları ile aday imajı faktörleri arasındaki ilişki nedir? Seçmenlerin yaş düzeyleri ile aday imajı faktörleri arasındaki ilişki nedir? Seçmenlerin cinsiyetleri ile aday imajı faktörleri arasındaki ilişki nedir? Yerli ve yabancı seçmenlerin aday imajı algısında farklılık var mıdır? Aday imajı algısında kararlı ve karasız seçmenler bakımından bir değişim söz konusu mu? Araştırmanın Uygulanması ve Örneklem Araştırmada Gümüşhane merkez bölgesinde ikamet eden seçmenlerin belediye başkan adayı ile ilgili imaj algıları incelenmektedir. Çalışmada basit rastlantısal örneklem yöntemi ile yüz-yüze görüşmeye dayalı anket tekniği kullanılmıştır. Uygulama aşamasında Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü 4. Sınıf siyasal kampanyalar dersi öğrencileri anketör olarak görev almışlardır. Çalışma 2012 yılı Kasım ve Aralık aylarında gerçekleştirilmiş ve toplam 747 kişi ile görüşülmüştür. Veri Toplama Araçları Veri toplama aracı olarak kullanılan anket formu iki bölüm olmak üzere toplam Sayı 36 /Bahar 2013 35 Hasan GÜLLÜPUNAR 46 sorudan oluşmaktadır. Birinci bölüm aday imajı ölçeği yargılarından; ikinci bölüm ise seçmenlerin siyasal karar durumları ve sosyo-demografik değişken sorularından oluşmaktadır. Anket formunun birinci bölümünde aday imajı ile ilgili 35 yargı bulunmaktadır. Çalışmada bu yargılarla ilgili olarak “kesinlikle katılmıyorum” (1), “katılmıyorum” (2), “kararsızım” (3), “katılıyorum” (4) ve “kesinlikle katılıyorum” aralıklarında cevaplar elde edilmiştir. Verilerin Analizi ve Kullanılan Testler Araştırmada elde edilen veriler SPSS 15.0 programı ile analiz edilmiştir. Araştırmaya katılanların aday imajı yargıları ve faktörleri ile ilgili düşüncelerinin tespiti açısından betimleyici istatistik teknikleri kullanılmıştır. Daha önceden belirlenmiş olan faktörlerin doğrulanması bakımından faktör analizi gerçekleştirilmiştir. Aday imajı faktörlerinin genel imaj üzerindeki etkisinin tespiti amacıyla regresyon analizi yapılmıştır. Ayrıca aday imajı yargılarından elde edilen veriler ile sosyo-demografik ve siyasal karar durumu değişkenlerinin karşılaştırılmasında Bağımsız Örneklem T-testi (Independent Samples T-test) ve Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) yöntemleri kullanılmıştır. Değerlendirme aşamasında aday imajı ile ilgili bazı yargılarının denekler tarafından cevaplanmadığı görülmüştür. Bu nedenle cevaplanmayan yargılar “0” olarak kodlanmış ve analiz sürecinde devre dışı bırakılmıştır. Araştırmaya Katılanlarla İlgili İstatistikler Araştırma toplam 747 kişinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya katılanların % 37’sini kadınlar, % 63’ünü erkekler oluşturmaktadır. Yaş düzeylerine bakıldığında 18-24 yaş aralığı % 27, 25-30 yaş aralığı % 26, 31-40 yaş aralığı % 26, 41-50 yaş aralığı % 14 ve 51-82 yaş aralığı % 6 olarak gerçekleşmiştir. Eğitim durumu bakımından ele alındığında ise araştırmaya katılanların % 9’u ilköğretim düzeyinde eğitime sahipken; % 31’ ortaöğretim, % 55’i üniversite ve % 3.6’sı lisansüstü eğitim düzeyinde bulunmaktadır. Araştırmaya katılanların gelir durumlarının tespiti açısından açık uçlu bir soru sorulmuştur. Bu soruya araştırmaya katılanların % 26’sı cevap vermemiştir. Buna karşın 400 TL’ye kadar gelire sahip olanlar % 6, 401-1000 TL gelir düzeyi % % 25, 1000- 2000 TL gelir düzeyi % 27, 2001-3000 TL gelir düzeyi % 12, 3001-25000 TL gelir düzeyi % 4 olarak gerçekleşmiştir. Meslek grupları açısından bakıldığında ise: memur % 17, emekli % 14, işçi % 21, esnaf % 12, öğrenci % 17, ev hanımı % 7, İşsiz % 4 ve diğer meslek grupları % 6 olarak gerçekleşmiştir. Araştırmaya katılanlar üzerinde Gümüşhaneli ve Gümüşhaneli olmayan şeklinde bir ayırım yapıldığında Gümüşhaneli olanların oranı % 70, Gümüşhaneli olmayanların oranı ise % 30’dur. Ayrıca araştırmaya katılanların % 9’u şu an bir seçim olsa hangi partiye oy verecekleri konusunda kararsız olduklarını söylerken; % 91’i oy vereceği siyasal partiyi belirtmiştir. 36 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belediye Başkanlığı Aday İmajı Algısı:Gümüşhane Örneği Belediye Başkan Adayı İmaj Faktörleri Aday imajı ile ilgili Güllüpunar (2010) tarafından yapılmış olan araştırmadan hareketle 35 maddeden oluşturulan ölçek kullanılarak gerçekleştirilen araştırmada, yapılan faktör analizi sonucunda 29 maddenin 5 faktöre ayrılabileceği görülmüştür. Maddelere ait en yüksek yüklenme düzeyi 0.876 olarak gerçekleşirken; en düşük yüklenme düzeyi ise 0.433 olmuştur. Faktör analizine tabi tutulan maddeler ile ana grup orasında anlamlı bir fark oluşmuştur (p= .000). KMO (Kaiser Meyer Olkin) değeri % 85.8 olarak gerçekleşmiştir. Bu değer sosyal bilimler açısından çok iyi bir düzey olarak nitelenebilir. Yapılan faktör analizinde toplam varyansın % 51. 212’si açıklanmıştır (Tablo 1-2). Güllüpunar’ın (2010:148-150) yaptığı araştırmada görsellik faktöründe en yüksek yüklenme düzeyi “bıyıklı olmalı” maddesinde; en düşük yüklenme düzeyi ise “genelde resmi kıyafet tercih etmeli” maddesinde gerçekleşmiştir. Siyasal faktör bakımından en yüksek faktör yükü “partisine bağımlı olmalı” maddesinde; en düşük faktör yükü ise “kişisel beklentilerime cevap vermeli” maddesinde gerçekleşmiştir. Konu faktöründe en yüksek faktör yükü “belediyecilikte yeterli bilgi ve becerisi olmalı “ maddesinde; en düşük faktör yükü ise “projeleri ülkenin ekonomik ve siyasi yapısı ile uyumlu olmalı” maddesinde oluşmuştur. Sosyallik faktöründe en yüksek yüklenme düzeyi “ toplumsal alanlara sık-sık çıkmalı” maddesinde; en düşük yüklenme düzeyi “duygusal olmalı” maddesinde gerçekleşmiştir. Hitabet faktöründe ise en yüksek faktör yükü “miting konuşmasında dinleyenleri coşturmalı” maddesinde; en düşük faktör yükü ise “etkileyici bir konuşma üslubuna sahip olmalı” maddesinde olmuştur. Araştırmanın birinci faktörü altı maddenin gruplandığı görsellik faktörüdür. Toplam varyansın % 12.31’inin açıklandığı bu faktörün öz değeri 3.570 olarak gerçekleşmiştir. Görsellik faktörü çok yüksek olarak nitelenebilecek bir güvenirliğe sahiptir (a= .842). En yüksek faktör yükü “Uzun boylu olmalı” maddesinde gerçekleşmiştir (0.876 ). Bu maddenin aritmetik ortalaması 1’den 5’e doğru sıralanan Likert Ölçeğine göre 2. 504 olarak gerçekleşmiştir. En düşük faktör yükü (0.519) ile “cinsiyeti erkek olmalı” maddesinde gerçekleşmiş ve bu maddenin aritmetik ortalaması 2.556’dır (Tablo 1-2) Tablo 1: Faktör Analizi Sonuçları MADDELER GÖRSEL FAKTÖR Uzun boylu olmalı Kel olmamalı Fazla kilolu olmamalı Gösterişli bir fiziğe sahip olmalı Bıyıklı olmalı Cinsiyeti erkek olmalı SİYASAL FAKTÖR Partisi güçlü olmalı Parti genel merkezi ile güçlü ilişkileri olmalı Partisine bağlı olmalı Partisinin çıkarlarını gözetmeli Bağımsız değil, mutlaka bir partisi olmalı Siyasal görüşünü açıkça ortaya koymalı İdeolojisi önemli KONU FAKTÖRÜ İyi bir yönetici olmalı Projelerinde belediye bütçesini dikkate almalı Belediyecilikte yeterli bilgi ve beceriye sahip olmalı A.O S.S F. Yükü 2.504 2.380 2.537 2.766 2.450 2.556 1.167 1.166 1.200 1.313 1.164 1.451 0.876 0.854 0.800 0.758 0.668 0.519 3.284 3.678 2.229 2.610 3.249 3.466 3.677 1.367 1.214 1.246 1.306 1.383 1.279 1.227 0.726 0.704 0.677 0.651 0.629 0.599 0.553 4.610 4.439 4.579 0.692 0.823 0.785 0.777 0.765 0.748 Sayı 36 /Bahar 2013 37 Hasan GÜLLÜPUNAR Her görüşten insanlarla ve gruplarla iyi ilişkiler kurmalı Belediyecilik hizmetlerinde iş tecrübesi olmalı Şehir, bölge ve ülke sorunları ile ilgili açık bir duruş sergilemeli HİTABET FAKTÖRÜ Açık ve sade bir dili olmalı Duruşu, el kol hareketleri ve yüz hatları ile seçmeni etkilemeli İrticalen konuşma yapabilmeli Etkileyici bir konuşma üslubuna sahip olmalı Diğer adaylara karşı saldırgan bir konuşma üsluba olmamalı SOSYALLİK FAKTÖRÜ Düğün, cenaze gibi merasimlerde bulunmalı Toplumsal alanlarda sık sık görülmeli Yaşam tarzı şehir halkı ile uyumlu olmalı Orta sınıfa uygun bir konutta ikamet etmeli Milli ve manevi günlerde vatandaşlarla birlikte olmalı Tablo 2: Faktörler ve Güvenilirlik Değerleri Faktörler Özdeğer (Eigenvalues) Görsel Faktör 3.570 Siyasal Faktör 3.229 Konu Faktörü 3.061 Hitabet Faktörü 2.732 Sosyallik Faktörü 2.259 Total KMO Measure of Sampling Adequacy : .858 Bartlett’s Test of Sphericity : X2= 6074.687; df :406; p=,000 4.545 4.310 4.365 0.739 0.916 0.847 0.667 0.535 0.447 4.346 4.148 4.208 4.237 4.226 0.858 1.002 1.011 0.969 1.011 0.751 0.697 0.671 0.658 0.593 3.903 3.866 3.986 3.042 4.395 1.020 1.111 1.023 1.251 0.753 0.702 0.663 0.628 0.611 0.433 Varyans 12.311 11.136 10.555 9.420 7.790 51.212 C. Alpha .842 .794 .789 .772 .680 .846 İkinci faktör olarak 7 maddenin gruplandığı siyasal faktör belirlenmiştir. Siyasal faktörde toplam varyansın % 11.136’sı açıklanmış ve özdeğeri 3.229 olarak gerçekleşmiştir. Faktör oldukça güvenilir bir değere sahiptir (a= .794). “Partisi güçlü olmalı” maddesi 0.726 oranındaki faktör yükü ile en yüksek değeri temsil etmektedir. Bu maddenin aritmetik ortalaması 3.284’tür. Buna karşın “ideolojisi önemli” maddesi en düşük faktör yüküne (0.553) ve 3.677 aritmetik ortalamasına sahiptir (Tablo 1-2). Çalışmada 6 maddenin yer aldığı faktör konu faktörünü oluşturmaktadır. Bu faktörde belediye başkan adayında belediye yönetimi açısından bulunması gereken özelliklerin ve vaat edilen projeler ile ilgili düşüncelerin yer aldığı maddeler gruplanmıştır. Faktörün özdeğeri 3.061 olarak gerçekleşmiş ve toplam varyansın % 10.555’i açıklanmıştır. Ayrıca faktör güvenilirliği oldukça yüksek bir oranı (a=. 789) temsil etmektedir. 4.610 aritmetik ortalaması ile “iyi bir yönetici olmalı” maddesi en yüksek (0.777) faktör yüküne sahip olurken; 4.365 aritmetik ortalaması ile “şehir, bölge ve ülke sorunları ile ilgili açık bir duruş sergilemeli” maddesi en düşük (0.447) faktör yüküne sahip olmuştur (Tablo 1-2). Adayın kitleler karşısında konuşma yapması ve konuşma üslubunda bulunması gereken özelliklerin ifade edildiği hitabet faktörü 5 maddeden oluşmaktadır. Toplam varyansın 9.420’sinin açıklandığı hitabet faktörünün özdeğeri 2.732 olarak gerçekleşirken; güvenilirlik analizi oldukça güvenilir bir değeri (a=.772) ortaya koymuştur (Tablo 2). Faktörün en yüksek faktör yüküne (0,751) sahip maddesi, 4.346 aritmetik ortalaması ile “açık ve sade bir dili olmalı”, en düşük yüklen maddesi (0.593) ise 4.226 aritmetik ortalaması ile “ rakiplerine karşı saldırgan bir üsluba sahip olmamalı” olarak gerçekleşmiştir (Tablo 1). 38 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belediye Başkanlığı Aday İmajı Algısı:Gümüşhane Örneği Faktör analizi sonuçlarına göre gerçekleşen son grup sosyallik faktörü olmuştur. Adayın toplumsal ortamlarda bulunması ve kendi yaşam tarzının topluma uyumluluğunu içeren yargılardan oluşan sosyallik faktörü 5 maddeden oluşmaktadır. Toplam varyansın % 7.790’ının açıklandığı bu faktörün özdeğeri 2.259 ve güvenilirlik düzeyi a=.680’dir (Tablo 2). En yüksek faktör yüküne (0.702) sahip madde 3.903 ortalaması ile “düğün, cenaze gibi merasimlerde bulunmalı” ve en düşük faktör yüküne (0.433) sahip madde 4.395 ortalama ile “milli ve manevi günlerde vatandaşlarla birlikte olmalı” olarak gerçekleşmiştir. Tablo 3. Genel İmaj ve Faktörlerin Merkezi Eğilim İstatistikleri Genel İmaj FAKTÖRLER Görsel Faktör Siyasal Faktör Konu Faktörü Hitabet Faktörü Sosyallik Faktörü N 632 En Düşük 1.00 En Yüksek 5.00 718 703 735 716 720 1.00 1.00 1.00 1.00 1.00 5.00 5.00 5.00 5.00 5.00 Ortalama S.Sapma 3.593 0.4645 2.535 3.310 4.473 4.241 3.844 0.9339 0.8646 0.5627 0.6960 0.6889 Aday imajı ile ilgili toplam maddelerin ortalamalarına bakıldığında yüksek sayılabilecek bir değerin (3.593) ortaya çıktığı söylenebilir. Bununla birlikte en yüksek ortalamaya (4.473) sahip olan faktör konu faktörü olarak gerçekleşmiştir. Diğer faktörler ise en yüksekten en düşüğe doğru sırasıyla hitabet faktörü (4.241), sosyallik faktörü (3.844), siyasal faktör (3.310) ve görsel faktör ( 2.535) şeklindedir (Tablo 3). Bu sonuçlar konu ve hitabet faktöründe yer alan maddelerin seçmenler tarafından yüksek düzeyde bir olumlulukla değerlendirildiğini göstermektedir. Ayrıca sosyallik faktöründe bulunan maddelerin de seçmen tarafından desteklendiği görülmektedir. Buna karşın adayın görsel özelliklerini ifade eden maddeler seçmen tercihi açısından diğer imaj unsurlarına göre daha düşük bir kabul görmektedir. Güllüpunar’ın (2010) Konya’da gerçekleştirdiği araştırmada faktörlerde bulunan maddelere ait genel ortalamalar konu faktöründe 4.321, hitabet faktöründe 3.979, sosyallik faktöründe 3.819, siyasal faktörde 3. 411 ve görsel faktörde 2.405 olarak gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Konya’da yapılan araştırma ile Gümüşhane’de yapılan araştırma sonuçları faktörlerin aldıkları ortalamalar bakımından yapılan sıralamada aynı sonucu doğurmaktadır. Bu nedenle belediye başkanı adayı imajı bakımından Konya ve Gümüşhane seçmeninin benzer algılara sahip olduğu söylenebilir. İmaj Faktörlerinin Genel İmaj Üzerindeki Etkisi Yapılan basit doğrusal regresyon analizinde görsel (R= 0.629; R2= 0.396; P=.000), siyasal (R=0.709; R2= 0.502; P=.000) konu (R= 0.459; R2= 0.211; P=.000), hitabet (R=0.627; R2=393; P=.000) ve sosyallik (R= 0.648; R2= 0. 420; P=.000) faktörleri ile adayın genel imaj puanları arasında bir ilişki olduğu görülmektedir (Tablo 4). Görsel Sayı 36 /Bahar 2013 39 Hasan GÜLLÜPUNAR faktör genel imajdaki toplam varyansın % 39.6’sını açıklarken; siyasal faktör % 50.2’sini, konu faktörü % 21.1’ini, hitabet faktörü % 39.3’ünü ve sosyallik faktörü % 42’sini açıklamaktadır. İmaj faktörleri genel imaja pozitif bir etki yapmaktadır. Regresyon katsayılarının anlamlılığına ilişkin t-testi sonuçları incelendiğinde görsel, siyasal, konu, hitabet ve sosyallik olmak üzere her bir faktörün genel imaj üzerinde anlamlı bir yordayıcı olduğu görülmektedir (p< 0.05). Faktörlerin genel imaj üzerindeki etkileri pozitif yönlü olmuştur. Buna göre görsel faktördeki bir birimlik artış, genel imajı yüzde 31; siyasal faktördeki bir birimlik artış, genel imajı yüzde 39; konu faktöründeki bir birimlik artış, genel imajı yüzde 40; hitabet faktöründeki bir birimlik artış, genel imajı yüzde 42 ve sosyallik faktöründeki bir birimlik artış ise genel imajı yüzde 44 oranında artırmaktadır. Bu sonuçlar sosyallik faktörünün genel imajı en yüksek oranda etkileyen faktör olduğunu göstermektedir. Genel imaj üzerinde etkileri bakımından diğer faktörler ise büyükten küçüğe hitabet, konu, siyasal ve görsel faktörler olarak sıralanmıştır. Tablo 4. Genel İmaj ve İmaj Faktörleri Rekresyon Analizi sonuçları = 2.799 + 0.312 Görsel Faktör (0.000) R= 0.629; R2= 0.396; F(1,630)=412.596; P=0.000 = 2.234 + 0.385 Siyasal Faktör (0.000) R=0.709; R2= 0.502; F(1,630)= 635.299; P=0.000 Genel İmaj = 1.827 + 0.395 Konu Faktörü (0.000) R= 0.459; R2= 0.211; F(1,630)= 168.460; P=0.000 = 1.818 + 0.419 Hitabet Faktörü (0,000) R=0.627; R2=393; F(1,630)= 407.734; P=0.000 = 1.909 + 0.438 Sosyallik Faktörü (0.000) R= 0.648; R2= 0. 420; F(1,630)= 457.033; P=0.000 p değerleri parantez içinde verilmiştir. Seçmenlerin aday imajı algıları bakımından adayın sosyallik özelliği en etkin faktör olarak ortaya çıkarken; görsel özellikler en düşük oranda etki eden faktör olmuştur. Bu durum seçmen davranışları üzerinde görsel özelliklerin düşük bir değere sahip olduğunu göstermektedir. Adayın sosyal bir kişiliğe sahip olması, hitabet yeteneği ve adayın seçim kampanyasında ele aldığı konular, ortaya koyduğu çözümler, projeleri, bu konudaki bireysel yeterliliği bakımından sahip olduğu güvenilirliği gibi özellikleri genel imajı üzerinde önemli etkenler olarak ortaya çıkmaktadır. 40 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belediye Başkanlığı Aday İmajı Algısı:Gümüşhane Örneği İmaj Faktörleri ve Değişkenler Analizi Çalışmada araştırmaya katılanların eğitim, gelir, yaş, cinsiyet, yerli veya yabancı olma gibi sosyo-demografik özelliklerinin aday imajı faktörleri ile analizi gerçekleştirilmiştir. Ayrıca “şu an bir seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” sorusuna bağlı olarak kararlı ve kararsız seçmen gruplarının aday imajı algılarının belirlenmesi amacıyla analiz yapılmıştır. Araştırmaya katılanların eğitim durumları ile siyasal faktör (p=.000) ve sosyallik faktörü (p=.047) arasında anlamlı bir fark görülürken; görsel faktör (p=.051), konu faktörü (p=.195) ve hitabet faktörü (p=.424) arasında anlamlı bir fark oluşmamıştır. Eğitim guruplarında gerçekleşen ortalamalar ele alındığında, eğitim düzeyi yükseldikçe hem siyasal faktör hem de sosyallik faktörü bakımından paralel bir düşüşün olduğu söylenebilir. Siyasal faktör bakımından ortalamalar ilköğretim grubunda 3.410, ortaöğretim grubunda 3.532, üniversite grubunda 3. 174 ve lisansüstü grupta 3.154 olarak gerçekleşmiştir. Sosyallik faktörü bakımından ise ilköğretim 3.956, ortaöğretim 3.908, üniversite 3.772 ve lisansüstü 3.896 ortalamalarına sahiptir. Bu durum genel olarak eğitim durumu yükseldikçe hem siyasal faktörün hem de sosyallik faktörünün seçmen algısı bakımından daha düşük bir imaj değeri oluşturduğunu göstermektedir. Araştırmaya katılanların gelir durumları ile imaj faktörleri arasında anlamlı bir fark oluşmamıştır (p>.050). Yaş düzeyleri ve imaj faktörleri arasında yapılan analizde ise sosyallik faktörü bakımından anlamlı bir fark (p=.003) oluşurken; diğer faktörler bakımından anlamlı (p>.050) bir fark bulunamamıştır. 18-24 yaş grubunun sosyallik faktörü bakımından aritmetik ortalaması 3.682 olarak gerçekleşirken; 24-30 yaş grubu 3.885, 31-40 yaş gurubu 3.940, 41-50 yaş grubu 3.856 ve 51-82 yaş gurubu 3.931 olarak gerçekleşmiştir. Genel olarak değerlendirildiğinde, bu sonuçlar araştırmaya katılanların yaş düzeyleri yükseldikçe sosyallik faktörüne verdikleri değerin de arttığını göstermektedir. Diğer bir anlatımla seçmenlerin yaşları yükseldikçe aday imajı bakımından adayın sosyallik özelliğine daha önem verdikleri söylenebilir. Araştırmaya katılanların cinsiyet durumları ile faktörlerin karşılaştırılmasında görsel faktör (p=. 008) ve hitabet faktörü (p=.004) bakımından anlamlı bir fark oluşurken; diğer faktörler bakımından anlamlı bir fark (p=.050) bulunamamıştır. Hitabet faktöründe kadınlar ( 4.342) erkeklere (4.184) göre daha yüksek bir ortalamaya sahipken; görsel faktörde erkekler (2.516) kadınlara (2.307) göre daha yüksek bir ortalama ile bu faktörü desteklemişlerdir. Bu durum kadınların hitabet faktörüne, erkeklerin ise görsel faktöre daha önem verdiğini göstermektedir. Yerli ve yabancı olan seçmen bakımından yapılan analizde hiçbir faktör bakımından anlamlı bir fark oluşmamıştır. Ancak ortalamalar ele alındığında Yerli seçmenin görsel, siyasal ve sosyal faktörleri daha yüksek oranlarla destekleri; Gümüşhaneli olmayan seçmenlerin ise konu ve hitabet faktörüne daha önem verdikleri görülmüştür. Yerli seçmenler görsellik faktörüne 2.456, siyasal faktöre 3.344, konu faktörüne 4. 466, hitabet faktörüne 4.213 ve sosyallik faktörüne 3.867 ortalama ile destek verirken; yerli olmayan seçmen görsel faktöre 2.384, siyasal faktöre 3.210, konu faktörüne 4.490, hitabet faktörüne 4.297 ve sosyallik faktörüne 3.770 ortalamaları ile katılım göstermiştir. Bu durum yerli Sayı 36 /Bahar 2013 41 Hasan GÜLLÜPUNAR olmayan seçmenin daha rasyonel bir tercihte bulunduğu, yerli seçmenin de daha duygusal bir tercihe sahip olduğu şeklinde yorumlanabilir. Başka bir anlatımla, seçmenin aidiyet hissi nedeniyle duygusal imaj göstergelerine daha önem verdiği söylenebilir. Kararlı ve kararsız seçmen grupları açısından bakıldığında ise görsel faktör ve seçmenlerin karar durumları arasında anlamlı bir fark (p=. 007) oluşmuştur. Buna karşın seçmenlerin karar durumları ile siyasal, konu, hitabet ve sosyallik faktörleri bakımından anlamlı bir fark (p>.050) bulunamamıştır. Kararlı seçmenler (2.469) kararsız seçmenlere (2.109) göre görsel faktöre daha yüksek bir ortalama ile katılım göstermiştir. Anlamlı fark oluşmayan faktörlerin ortalamalarına bakıldığında ise: kararlı seçmenler siyasal faktöre 3.305, konu faktörüne 4.463, hitabet faktörüne 4.228 ve sosyallik faktörüne 3.838 ortalaması ile destek verirken; kararsız seçmenler siyasal faktöre 3.361, konu faktörüne 4.572, hitabet faktörüne 4.372 ve sosyallik faktörüne 3.903 ortalama ile katılım göstermiştir. Dolayısıyla kararsız seçmenler konu, sosyallik, hitabet ve siyasal imaj faktörlerine daha yüksek bir değer verirken; kararlı seçmenler görsel faktöre daha fazla önem vermişlerdir. Sonuç Yerel seçimler bağlamında belediye başkan adayı imajı ile ilgili olarak yapılan bu çalışmada Güllüpunar (2010) tarafından Konya’da yapılan araştırmada ortaya konan aday imajı ölçeği kullanılmıştır. Çalışma Konya’da yapılan bu araştırmayı 29 maddenin gruplandığı beş faktöre bağlı olarak doğrulamıştır. Bu faktörler adayın görsel, siyasal, konu, hitabet ve sosyal özellikleri bakımından imajını açıklamaktadır. Faktör ortalamaları bakımından en yüksek değer konu faktöründe gerçekleşmiştir. Ortalama değer bakımından ikinci sırada hitabet faktörü gelirken; üçüncü sırada sosyallik, dördüncü sırada siyasal ve beşinci sırada görsel faktör yer almıştır. Konya’da yapılan araştırmada ise (Güllüpunar, 2010) faktör ortalamaları büyükten küçüğe doğru sırasıyla konu, hitabet, sosyal, siyasal ve görsel olarak gerçekleşmiştir. Dolayısıyla faktör ortalamaları bakımından Konya’da ve Gümüşhane’de yapılan araştırmalar aynı sonuçları vermiştir. Araştırmada ortaya konan her bir imaj faktörü genel imaja pozitif bir etki yapmaktadır. Faktörler içerisinde genel imaja etki eden en önemli faktör sosyallik faktörü olurken; en az etki eden faktör esi görsellik faktörü olmuştur. Başka bir anlatımla sosyallik imajındaki artış, genel imajı en yüksek oranda artırırken; görsel imajda meydana gelecek artış, genel imaja en az katkı yapmaktadır. Bütün faktörler açısından bakıldığında ise: sosyallik, hitabet ve konu faktörlerine bağlı özellikler siyasal ve görsel faktöre oranla genel imajı daha fazla etkilemektedir. Dolayısıyla seçmenlerin adayın iletişim ve belediye başkanlığı görevi bakımından taşıdığı yeteneklerine daha fazla önem verdiği söylenebilir. Çünkü fiziksel, ideoloji ve siyasal alanla ilgili özellikler aday imajını, adayın sosyal hayattaki davranışlarından, yaşamından, belediye başkanlığının gerektirdiği yeteneklerinden, ürettiği projelerinden, hizmet anlayışından, insanlarla olan iletişiminden, topluluklar karşısında geliştirdiği söylemlerinden ve üslubundan daha az etkilemektedir. 42 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belediye Başkanlığı Aday İmajı Algısı:Gümüşhane Örneği Araştırmada eğitim durumu, yaş, cinsiyet, yerli ve yabancı olmak gibi sosyodemografik değişkenlerinin ve oy verme davranışı bakımından kararlı ve kararsız olma durumunun aday imajı ile ilişkileri ele alınmıştır. Yapılan analizlerdeki anlamlı sonuçlar, seçmenlerin eğitim durumları yükseldikçe siyasal ve sosyal faktörlerde bir düşüş gerçekleştiğini; yaş düzeyleri arttıkça sosyallik faktörüne verilen önemin de arttığını; kadınların hitabet faktörüne, erkeklerin ise görsel faktöre daha önem verdiğini ortaya koymuştur. Ayrıca anlamlı fark oluşmamasına rağmen ortalama sonuçları yerli seçmenin görsel, siyasal ve sosyal faktörleri daha yüksek oranlarda desteklediklerini; yerli olmayan seçmenin ise konu ve hitabet faktörlerine daha fazla değer verdiğini göstermiştir. Kararlı ve kararsız seçmen bakımından yapılan analizde ise kararlı seçmenler görsel faktöre, kararsız seçmenler konu, hitabet, sosyal ve siyasal faktörlere daha fazla önem vermiştir. Bu çalışma diğer bir çok çalışmada olduğu gibi aday imajı bileşenlerini açıklamaktadır. Aday imajını genel olarak değerlendirmektedir. Türkiye’de aday imajı üzerine yapılan araştırmaların bu konunun bütünüyle açıklanması açısından yetersiz olduğu düşünüldüğünde yeni yapılacak araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bakımdan bölgeye, zamana, seçim atmosferine bağlı olarak değişiklik gösterebilen bir olgu olan aday imajı kavramı, yapılacak farklı çalışmalarla daha açık bir şekilde ortaya konabilir. Bununla birlikte gelecekte yapılacak araştırmalar, aday imajı kavramını daha derinlemesine araştırmalıdır. Örneğin sadece konuya dayalı imajın alt bileşenlerinin tespiti için yeni çalışmalar yapılabilir. Böylece aday imajı açısından sosyallik, konu, hitabet gibi önemli etkilere sahip olan faktörler daha derinlemesine incelenebilir. Kaynakça Akgül, A. ve Çevik, O., (2003). İstatistiksel Analiz Teknikleri, Ankara: Emek Ofset. Allen, J. L. ve Post, D. J., (2004). “Source Valence in Assessing Candidate Image in a Local Election” Communication Research Reports, 21,( 2), s.174-187. Alpar, Reha. (2012). Uygulamalı İstatistik ve Geçerlik – Güvenirlik, Ankara: Detay Yayıncılık. Anık, Cengiz, (2005). Epistemolojik Düzlemde Yarınki Siyaset: Bilgi Sosyolojisi Açısından Bir Deneme, Ankara: Nobel Yayınları. Bike, William S., (2001). Winning Political Campaigns, Juneau/Alaska USA: Denali Press. Blodgett, J. ve Lofy, B., (2008). Winning Your Election the Wellstone Way: A Comprehensive Guide For Canditates an Campaign Workers, Minneapolis-London: University of Minnesote Press. Büyüköztürk, Şener, (2009). Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı, Ankara: Pegem Akademi. Campbell, D. E., Green, J. C. ve Layman, G. C., (2011). “The Party Faitful: Partisan Images, Candidate Religion, and The Electoral Impact of Party Identification”, American Journal of Political Scinece, 55, (1), s.42-58. Sayı 36 /Bahar 2013 43 Hasan GÜLLÜPUNAR Canöz, Kadir, (2010). “Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri Öncesinde Konya Seçmeni Üzerine Bir Araştırma”, Selçuk İletişim, 6, (2), s.95114. Cho, S ve Benoit, W., (2005). “Primary Presidential Election Campaign Messages in 2004: A Functional Analysis of Candidates’ News Releases”, Public Relations Review, 31, s.175-183. Çobanoğlu, Şaban, (2007). Suskunluk Sarmalı ve Siyasal İletişim, İstanbul: Fide Yayınları. Convington, C. R., Kroeger, K., Richardson, G. ve Woodard, J. D., (1993). “Shaping a Candidate’s Image in the Press: Ronald Reagan and the 1980 Presidential Election”, Political Research Quarterly, 46,(4), s.783-798. Damlapınar, Z. ve Balcı, Ş., (2005). “Seçmenin Zihnindeki Aday İmajını Belirleyen Etkenler: 28 Mart 2004 Yerel Seçimleri Alan Araştırması”, Selçuk İletişim, 4, (1), s.58-79. Devran, Yusuf, (2004). Siyasal Kampanya Yönetimi, İstanbul: Odak İletişim Yayınları. Dolan, Kathleen, (2005). “How The Public Views Women Candidates”, Women and Elective Office: Past, Present and Future, USA: Oxford University Press, s.41-53. Erdoğan, İrfan, (2007). Pozitivist Metodoloji, Ankara: Erk Yayınları. Erzen, Meltem Ü., (2008). “Siyasal Lider İmajının Seçimlere Etkisi”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 31, s.65-80. Freedman, J. L., Sears, D. O. ve Carlsmith, J. M., (2003). Sosyal Psikoloji, Ali Dönmez (çev.), Ankara: İmge Kitabevi. Funk, Carolyn L., (1999). “Bringing The Candidate into Models of Candidate Evaluaiton”, The Journal of Politics, 61, (3), s.700-720. Giddens, Anthony, (2000). Üçüncü Yol, Mehmet Özay (çev.), İstanbul: Birey Yayıncılık. Grey, Judge Lawrence, (1999). How To Win A Local Election. New York: M. Evans and Company. Guzman, F. ve Sierra, V., (2009). “A Political Candidate’s Brand Image Scale: Are Political Canditates Brands”, Brand Management, 17, (3), s.207-217. Güllüpunar, Hasan, (2010). Siyasal İletişim ve Aday İmajı, Konya: Eğitim Akademi Yayınları. Hacker, K. L., Zakahi, W. R., Giles, M. J. ve McQuitty, S., (2000). “Components of Candidate Images: Statistical Analysis of the Issue-Persona Dichotomy in the Presidential Campaign of 1996”, Communication Monographs, 67,(3), s. 227-239. Johnston, A. ve White, A. B., (1994). “Communication Styles and Female Candidates: A Study of the Political Advertising During the 1986 Senate Elections”, Journalism Quarterly, 71,(2), s.321-329. 44 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belediye Başkanlığı Aday İmajı Algısı:Gümüşhane Örneği Johnson-Cartee, K. S. ve Copeland, G. A., (1997). Inside Political Campaigns Theory and Pratice, London: Praeger Publishers. Kalender, Ahmet, (2005). Siyasal İletişim: Seçmenler ve İkna Stratejileri, Konya: Çizgi Kitabevi. Mattes, K., Spezio, M., Kim, H., Todorov, A., Adolphs, R. ve Alvarez, R. M., (2010). “Predicting Election Outcomes From Positive and Negative Trait Assessments of Candidate Images”, Political Psychology, 31,(1), s. 41-58. McCroskey, J. C. ve McCain, T. A., (1974). “The Measurement Of Interpersonal Attraction”, Speech Monographs, 41, s.261-266. Miller, J. M. ve Krosnick J. A., (2000). “News Media Impact on the Ingredients of Presidential Evaluations: Politically Knowledgeable Citizens”, American Journal of Political Science, 44,(2), s.301-315. Newman, B. I. ve Sheth, J. N., (1985). “A Model of Primary Voter Behavior”, Journal of Consumer Research, 12, (2), s.178-187. Nord, Walter R., (1972). Leadership, Walter R. Nord (Ed). Concepts and Controversy in Organizational Behavior, Pacific Palisades California: Goodyear Publishing, s.505511. Oktay, Mahmut, (1996). İletişimciler İçin Davranış Bilimine Giriş, İstanbul: Der Yayınları. Polat, C., Gürbüz, E. ve İnal, M. E., (2004). Hedef: Seçmen Siyasal Pazarlama Yaklaşımı, Ankara: Nobel Yayınları. Powell, L. ve Cowart, J., (2003). Political Campaign Communication, Boston: Pearson Education. Rosenberg, S. W. ve McCafferty, P., (1987). “The Image and Wote: Manipulating Woters’ Preferences”, Public Opinion Qarterly, 51,(1), s.31-47. Sabuncuoğlu, Z. ve Tüz, M., (1996). Örgütsel Psikoloji, Bursa: Ezgi Kitabevi Sakallı, Nuray, (2001). Sosyal Etkiler: Kim Kimi Nasıl Etkiler?, Ankara: İmge Kitabevi. Tokgöz, Oya, (2008). Siyasal İletişim Anlamak, Ankara: İmge Kitabevi. Trent, J. S. ve Friedenberg, R. V., (2008). Political Campaign Communication, Maryland: Rowman and Littlefield Publishers. Türkkan, R. Oğuz, (2004). İkna ve Uzlaşma Sanatı. İstanbul: Altın Kitaplar. Uztuğ, Ferruh, (2004). Siyasal İletişim Yönetimi, İstanbul: MediaCat Yayınları. Weitzel, A. R. ve King, S. W., (1980). “The Nature and Impact of Candidate Image”, Communication, 9,(2), s.97-104. Sayı 36 /Bahar 2013 45 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Seçmen Tercihinde İmaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması1 Image Factor in Elector Choice: A Field Study Towards the Comparison of Political Party and Candidate Image Esra AYDIN KILIÇ Öğr. Gör., Dr., Lefke Avrupa Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü E-posta: [email protected] Anahtar Kelimeler: Siyasal İletişim, Aday İmajı, Parti İmajı Keywords: Political Communication, Political Candidate Image, Political Party Image. Öz Bu araştırma, yerel seçimlerde siyasal parti ve aday imajının seçmenlerin tercihleri üzerindeki etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Ankara’nın beş ilçesinden seçilen üç mahalleden tesadüfi örneklem yöntemi ile belirlenen 546 kişinin parti imajı, aday imajı ve bunları oluşturan unsurlar üzerindeki görüşleri, geliştirilen ve geçerlik – güvenirlik analizi yapılan ölçeği kapsayan anket formundan yararlanılarak belirlenmiştir. Araştırma verileri cinsiyet, medeni durum, yaş, eğitim durumu, ilçe ve siyasal görüşü kapsayan demografik değişkenler dikkate alınarak irdelenmiştir. Cinsiyet ve medeni duruma bağlı farklılığın belirlenebilmesi için t- testi; yaş, eğitim durumu, ilçe ve siyasal görüş değişkenlerine bağlı farklılıkların belirlenebilmesi için Tek Yönlü Anova, farklılığın hangi grup ya da gruplardan kaynaklandığını belirleyebilmek için ise Tukey testi yapılmıştır. Ayrıca, seçmenlerin aday imajı ve parti imajına ilişkin görüşleri arasındaki ilişkinin belirlenebilmesi için korelasyon analizi uygulanmıştır. Seçmenlerin oy verme kararları ile ilgili ortalama puanlar incelendiğinde, aday imajına ilişkin puanların parti imajına ilişkin puanlardan biraz daha yüksek olduğu görülmekte ise de istatistik açıdan önemli bir fark bulunamamıştır. Korelasyon analizi sonuçları, seçmenlerin aday imajına ilişkin görüşleri güçlendikçe, parti imajına ilişkin görüşlerinin de güçlendiğini göstermektedir. Abstract This research is titled as “The Image Factor on the Voter’s Disicion: A Survey on the Comparison of Party İmage and Candidate İmage” have been made for the purpose of investigating effects of image of the parties and candidates. 546 people chosen by using random sampling method in three vicinities in the 5 districts in Ankara included within the scope of the research. In the gathering of the research data was used face to face interview technique. The questionnaire form includes “demographic information”, “voters’ views about candidate a n d p a r t y i m a g e . Answers given to sentences typed Likert were scored, applied factor analysis and items with factor loadings less than 0.30 were deleted. In order to test reliability of questionnaire were calculated “Cronbach Alpha” as inner consistency of coefficient. In this research, the t-test was performed for determining the differences dependent on gender and marital status variables between the voters’ opinions about party image, candidate image and sources of information. Moreover, One Way Anova was applied to determining the differences dependent on age, education status, district and political opinion variables between the voters’ opinions about party and candidate image. In order to indicate differences between groups depending on Anavo, the Tukey test was carried out. In terms of voting decision of voters, candidate image on local elections, party image and average scores intended on sources of information compared, candidate image scores is higer than party image but there are no significant differences. 1 Yazarın Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Ana Bilim Dalı’nda tamamlamış olduğu doktora tezinden türetilmiştir. Esra AYDIN KILIÇ Giriş İktidarın farklı seçenekler arasından seçim yapılarak belirlendiği demokratik rejimlerde, siyasal partiler seçmenlerin tercihlerinde etkili olacak unsurları göz önünde bulundurarak ikna çabalarını bunlar üzerinden planlamak durumundadırlar. Seçmenlerin rakip parti ve adayları karşılaştırması sonucunda ulaştığı sonuç siyasal iktidarı belirleyeceğinden seçmenin tercihi hem siyasal partilerin hem de toplumun geleceği üzerinde etkili olmaktadır. Seçimlerin partileri ve toplumları etkileyen bu yönü çeşitli sosyal bilim alanlarını, seçmen tercihini etkileyen faktörlerin belirlenmesi konusunda çalışmalar yapmaya itmiştir. Bu çalışmalarda; seçmen tercihinde etkisi olabilecek ideolojik yönelimler, ekonomik-sosyal çevreler ve siyasal kampanya çalışmaları gibi konular ele alınmıştır. Seçmen tercihinde etkili olan unsurların neler olabileceği ile ilgili ipuçlarının toplandığı çalışmalar daha çok araştırma şirketlerince yapılmış anketlere dayanmaktadır. Ancak, bu çalışmaların güvenirliği tartışılır nitelikte olduğundan akademik çalışmalara kaynak olarak tercih edilmeleri uygun görülmemektedir. Türkiye’de siyasal iletişim ve kampanya ile ilgili akademik birçok çalışma olmasına karşın bu çalışmalarda, daha çok kavramsal açıklamalar, kavramların tarihsel gelişimi ve kampanyalarda kullanım yoğunlukları, siyasal reklamlarda aday ve konu ağırlıkları ele alınmıştır. Bu alanda yapılan bazı çalışmalarda ise aday ve parti imajının seçmenin oy verme davranışı üzerindeki etkisinin ölçümünden çok siyasal kampanya planlama çalışmalarında nasıl ve hangi yollarla kullanılacağı üzerinde durulmaktadır. Ülkemizde yapılan bu çalışmalar izlenim oluşumu, algı ve tutum ölçütlerindeki genelgeçer temeller üzerine oturtulmuş böylece çalışmalardan bazı çıkarımlar yapabilmek mümkün olmuştur. Ancak, bu durumda toplumdan topluma farklılık gösterecek unsurlar dışarıda bırakılmış, çoğu batıda yapılan bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar kültürel ve toplumsal farklılıklar gözetilmeden ülkemize adapte edilmeye çalışılmıştır. Bu noktada, yerel seçimlerde doğru ve etkili bir seçim kampanyası yürütülebilmesi için, Türk seçmenlerin oy verme davranışlarını hangi motivasyonlar ile şekillendirdiklerinin belirlenmesi, siyasal adayların ve partilerin kampanya amaçlarına ulaşabilmeleri açısından büyük önem taşımaktadır. Seçmenlerin oy verme davranışında ön plana çıkan unsurların tespit edilmesinin, düzenlenecek kampanyaların parti ve aday imajlarından hangisi üzerinden planlanması gerektiği konusunda fikir verici olacağı düşünülmektedir. Seçmenlerin oy verme davranışına etki eden birçok unsur bulunmaktadır. Bu çalışmada ise, seçmenlerin oy verme davranışlarını hangi motivasyonlar ile şekillendirdikleri parti ve aday imajı çerçevesinde ele alınmaktadır. Siyaset ve İletişim Bağı İnsanlar arasındaki ilişkilerin her şeklinin temeli olarak tanımlanan iletişim (Tokgöz, 2008: 98), toplumsal sistemin devamlılığını sağlayan zorunlu bir faaliyettir (Erdoğan ve Korkmaz, 2002: 17). İletişim insanlık tarihinin başlangıcı ile var olan (Erdoğan ve Korkmaz, 2002:13) bir insan etkinliği (Fiske, 1997:15) olarak açıklanmaktadır. Bu etkinlik, toplumsal sistemin devamlılığını sağlayan zorunlu bir faaliyettir (Erdoğan ve Korkmaz, 2002: 17). İletişim ile ilgili ilk tanımlamalarda sosyal bilimcilerin izleri bulunmakta, iletişimi bilgi üretme, iletme ve anlamlandırma süreci olarak görmelerinin 47 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Seçmen Tercihinde İmaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması yanında iknaya yönelik olarak tanımlamakta, bu süreçte gönderici tarafından iletilenlerin alıcılar üzerinde etkisi olduğunu kabul etmektedirler. Amaçlı bir insan faaliyeti olarak tanımlanan iletişimin amaçlarından biri de “etkilemek ve yönlendirmektir” (Erdoğan ve Korkmaz, 2002: 151). İletişimin bu amaçları siyasal iletişimle bağlantılı olduğundan bu araştırmanın temelini oluşturmaktadır. Siyasal iletişim ile bağlantılı olan ikna ve etki kavramları, çalışmanın araştırma konusunu oluşturan seçmenlerin oy verme davranışlarında etkili olan unsurlarla da ilgilidir. İletişimin bilgilendirme işlevinin yanı sıra ikna ederek yönlendirme işlevinden hareketle, iletişim etkinliklerinin tamamını siyasal nitelikli olarak değerlendirmek mümkündür (Kılıçaslan, 2008: 9). Siyaset genel olarak ülke, devlet ve insan yönetimi olarak tanımlanmaktadır (Kışlalı, 1987: 3). Ülkelerin, devletlerin ve insanların yönetimi ise ancak iletişim ile mümkün olmaktadır. Siyasal iletişim kavramının bireylere seçme hakkının tanınmasıyla birlikte gelişmeye başladığı söylenebilir. Bu durum, siyasal iletişim çalışmalarının gelişmesine de zemin hazırlamıştır. Aziz, siyasal iletişimi belli bir ideolojik amacı toplumun belli gruplarına kabul ettirmek amacıyla çeşitli iletişim tekniklerinin siyasal aktörler tarafından kullanılması ile yapılan iletişim olarak tanımlamaktadır (Aziz, 2003: 34). Denton ve Woodward iletişimi siyasallaştıran etkinin, mesajın içeriği ve hedefleri olduğunu belirtmektedir (Denton ve Woodward, 1985: 11). Siyasal iletişimi, siyasetle ilgili hedefe dönük bir iletişim olarak açıklayan McNair ise yalnız yazılı ve sözlü ifadelerin değil kıyafetler, makyaj, saç veya logo gibi görsel sunumların da dahil olduğu bir tanımlama yapmaktadır (McNair, 2003: 24). Siyasal iletişim, bireylerin destek ve güvenlerini kazanmak amacıyla yapılan halkla ilişkiler, reklam gibi iknaya dayalı yöntemlerin kullanılması olarak da görülmektedir. Siyasal iletişim kavramının farklı disiplinler tarafından açıklanmaya çalışılması, farklı tanımlar geliştirilmesine neden olmuştur. Ancak bu tanımların tamamında ikna ve etki gibi kavramlara başvurulduğu görülmektedir. Siyasal İmaj Son yıllarda siyasal iletişim, halkla ilişkiler ve reklam alanlarında sıklıkla tartışılan kavramlardan biri de imajdır. Kavram, gerçeğin fiziksel veya imgesel temsili; genel anlamda gerçeğin yeniden üretilmesi olarak tanımlanmaktadır. Daha çok dış görünüşle ilgili bir anlam taşıdığı düşünülse de imaj kavramı reklamlardan doğal ilişkilere, içinde yaşanılan kültürel iklimden var olan önyargılara kadar çeşitli kanallardan elde edilen bilgi ve verilerin değerlendirilerek yorumlanması sonucunda oluşmaktadır (Tolungüç, 2000: 23). Bennett (2000: 164-165), imajı siyasal iletilerin imalı simgeselliği tarafından biçimlendirilen bir ürün olarak ifade etmektedir. Siyasal imaj, sembolik bir anlam taşımanın yanında seçmenlerin bu anlama kendi yorumlarını katarak oluşturdukları bir izlenim olarak görülmektedir. Bennett, başarılı bir siyasal imaj oluşturmada üç öğenin önemine işaret etmektedir (2000: 163-164). Bu öğeler, seçmenler için vurgulanan konu hakkında düşünürken kullanılmak üzere basit bir tema veya mesaj hazırlamak, diğer partilerin ya da adayların mesajlarından daha dikkat çekici ve çarpıcı olacak şekilde kampanya mesajlarını tasarlamak ve bütün iletişim kanallarına yaymak ve kampanya Sayı 36 /Bahar 2013 48 Esra AYDIN KILIÇ mesajının, seçmenler tarafından güvenilir şekilde algılanmasını sağlamaktır. Bu noktada nihai imaj, siyasal kampanya faaliyetleri dışında televizyondaki haber bültenleri, tartışma programları ile sunulan iletilerin seçmenlerin mevcut bilgi ve tecrübeleriyle etkileşime girmesi ile oluşmaktadır. Bu nedenle, adaylar için en uygun strateji, seçmenin mevcut bilgisiyle örtüşecek yeni kampanya konuları üretmek olmaktadır (Ansolabeheres ve Iyengars, 1994: 58,356). Debord, kitle iletişim araçlarının toplumu belli bir kalıba soktuğunu ve yönlendirdiğini söyleyerek, kitle iletişim araçlarıyla şekillendirilen bu toplumu “gösteri toplumu” olarak adlandırmıştır. Ona göre “gerçek dünyanın basit imajlara dönüştüğü yerde, basit imajlar da gerçek varlıklar ve bir davranışın etkili motivasyonları haline gelebilmektedir” (1996: 17-18). Siyasal kampanyalarda imaj yönetimi açısından adayın kişisel özellikleri, seçmenlerle etkili iletişim kurma kabiliyeti, yönetim becerisi, zeka ve bilgi düzeyi, ahlak anlayışı, yaptırım ve iş bitirme gücü, geçmiş dönemdeki icraatları ve sorunlar karşısında takındığı duruş gibi konular önem taşımaktadır. Bu noktada “imajın sadece dış görünüşle ilgili olmadığı söylenebilir. Fiske, imajı gerçekliğin (bir resim ya da fotoğraftaki gibi) fiziksel olarak ya da (edebiyat ya da müzikte olduğu gibi) imgesel olarak temsili” biçiminde tanımlamaktadır. Günümüzde ise imaj “izleyicinin hoşuna gitmesi için genel olarak gerçeği yeniden üretmek ve kamusal vurgu yapmak olarak nitelendirilir. Fiske, bu anlamda bir siyasetçinin imajından söz edildiğini belirtmektedir (1992: 112). Siyasal Parti İmajı Siyasal parti imajı bu başlık altında kurum imajından yola çıkarak anlatılmaya çalışılacaktır. Kurum imajı, pazarlamada tüketicilerin de içinde ve en başta olduğu tüm etkileşim gruplarının kurum hakkındaki algılamalarından oluşmaktadır. Kurum imajı bununla beraber kurum hakkındaki inançları da içermektedir. Siyasal partilerin imajları, lider özellikleri, yönetim kalitesi, sorunlar ve konular karşısında sergilediği politik tavır ve ürettiği çözümler gibi unsurları kapsamaktadır. Siyasal partilerin imajlarının etkin bir şekilde yapılandırılması ve korunması seçmenlerin oy verme davranışlarını istenen yönde etkileyebilmek için gerekmektedir. Başka bir anlatımla, parti imajının etkin bir şekilde planlanması, yürütülmesi ve korunması seçmenin istenilen yönde oy kullanmaya ikna edilmesinde kullanılmaktadır. Siyasal Aday İmajı İmaj, gerçekliğin fiziksel ya da imgesel temsili, genel olarak gerçeği yeniden üretmek olarak tanımlanmaktadır. Siyasal anlamda imaj ise; siyasal adayın kişisel ve profesyonel niteliklerinin algılanmasının toplamı olarak tanımlanabilir. Günümüzde “imaj yaratma”, seçmenlerin adaylar hakkındaki görüşlerinin aday lehinde tekrar yaratılmasının amaçlandığı bir yeniden bilgilendirme sürecidir. Bu süreçte, adayın kişisel özellikleri seçmenlerin oy verme davranışında bulunmalarını sağlayacak niteliklerle biçimlendirilir. İmaj kavramı; adayın sahip olduğu kişisel özelliklerden daha çok bunların algılanması ile ilgilidir. Önemli olan aday için yaratılmış imajın seçmenler tarafından algılanmasıdır. 49 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Seçmen Tercihinde Imaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması Yıldız, imaj kavramını iki öğenin oluşturduğunu vurgulamaktadır; görsel öğeler adaya ilişkin somut özellikleri açıklarken duyusal ve bilişsel öğeler de soyut birtakım özellikleri açıklamaktadır. “Duyusal öğe daha çok karizma, güven, tavır gibi adayla seçmen arasında gelişen ve tanımlanamayan ama varlığı kabul edilen olguları ifade etmektedir” (Yıldız, 2000: 29). Somut temelleri olmayan bu tanımlamalar duyusal ve duygusal anlamda aday ile seçmen arasında kendiliğinden oluşmaktadır. “Seçmen ve aday açısından, duyusal ve bilişsel öğeleri dört ana başlık altında toplamak mümkündür: Yeterlilik: Siyasal deneyim ve devlet adamlığı, siyasal konuları kavrama, gerçeklik ve zeka. Dürüstlük: Namus ve içtenlik. Güvenilirlik: Güç, sıkı çalışma, kararlılık, saldırganlık. Karizma: Liderlik, saygınlık, alçakgönüllülük, yurtseverlik ve insanlarla iletişim yeteneği, esin verme yeteneği” (2000: 29). Adayın sahip olduğu görsel ve duyusal öğelerin istenilen düzeyde olması olumlu bir imaja sahip olduğunun göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Siyasal adayla ilgili çalışmalarda, seçmenlere göre ideal aday tipinin güvenilirlik, çekicilik ve özdeşleşme olmak üzere üç temel değişkenden oluştuğu (Trent ve Friedenberg, 1983: 75) tespit edilmiştir. Rosenberg ve McCaffery (1987: 33) ise seçmen tercihi ve aday imajıyla ilgili çalışmalarında, adayın kişisel özellikleri, konumu, partisi ve ideolojisi olmak üzere dört değişken üzerinde durmuşlardır. Seçmen zihninde bir imaj yaratmak ve bu imajı güçlendirmek için adayın kendine ait olumlu kişilik özellikleri ön plana çıkartılmaya çalışılmaktadır (Newman, 1999: 262). Siyasal kampanyalarda yaratılan aday imajı; dürüstlük, güvenilirlilik, uzmanlık, başarı, zeka gibi kişisel özellikler ile adayın görünüşünü kapsamaktadır. Seçmenler daha önce belediye başkanlığı yapmış ya da hali hazırda görevini sürdüren bir adayın çalışmalarından memnun olma ve olmama durumlarına bağlı olarak tercihte bulunurlar. Adayın sorunlar ve konular karşısındaki duruşu seçmenlerin adayın imajı ile ilgili algılarını etkilemektedir. Adayların imajı, medyanın adayın bazı kişilik özelliklerini ön plana çıkarmasıyla olduğu kadar onun konular karşısındaki tutumlarının vurgulanmasıyla da oluşmaktadır (Newman, 1994:12). Seçmenler memnun oldukları adaylar lehinde oy vermeyi tercih edebilecekleri gibi o ana kadarki icraatlarından memnun olmadıkları adaylara oy vermekten kaçınacaklardır. Bu durumda, aday seçmenlerin gözünde bir “konuma” sahip olmaktadır. Seçmenlerin oy verme davranışı üzerinde yapılan araştırmalarda, kampanya gündemini oluşturan konuların önemli olduğu görülmektedir. Hacker (2000:228), gündeme alınan konuların seçmenlerin tercihleri üzerinde etkili olabilmesi için seçmenlerin konular hakkında ilgi ve bilgilerinin olması, adayların konular karşısındaki tutumlarının rakiplerinden farklı olması ve seçmenlerin ihtiyaç beklentileri ile konular arasında benzerlik olması gerektiğine değinmiştir. Bu noktada adaylar, kampanya gündemine seçmen gözünde güçlü görünebilecekleri konuları almaya ve rakipleri karşısında fark yaratmaya çalışmaktadırlar. Campbell (1976), seçmen davranışının siyasal parti, konular, adaylar ve gruplar olmak üzere dörtlü bir modele dayandığını belirtmektedir (Aktaran: Milburn, 1998:111,112). Buna gore, konular ve adayların öneminin arttığı durumlarda bile bunlarla ilgili özellikler partizan bir mercekten süzülmektedir (Kaid, 1999:433). Aday imajının Sayı 36 /Bahar 2013 50 Esra AYDIN KILIÇ oluşumu sürecinde önemli bir faktör konumundaki ideolojiler ise partiler ya da adaylar tarafından kendi aralarındaki hassas farklılıkları vurgulamak için kullanılmaktadır. Siyasal İletişim Araştırmalarında Siyasal Parti ve Aday İmajı Seçmenler oy verme kararlarını verirken tercihlerini belli etkiler altında kalarak yapmaktadırlar. Bu durum, seçmenlerin tercihlerini nasıl ve neye göre yaptıkları, tercihlerinde hangi unsurların etkili olduğu ya da ön plana çıktığı gibi soruların siyasal iletişimle ilgili çalışmalarda ele alınmasına neden olmuştur. Bu çalışmalarda, seçmenlerin oy verme kararında, partiye olan yakınlıkları, ideolojik duruşları, enflasyon, işsizlik gibi ekonomik konular ile siyasal kampanya ve reklamlar gibi etkenler arasından hangilerinin belirleyici olduğu açıklanmaya çalışılmaktadır. Araştırmacılar ilk olarak seçmenlerin karar verme davranışı üzerinde durmaktadırlar. İkinci Dünya Savaşı sonrasında hız kazanan seçim süreçlerinin analiziyle ilgili araştırmalar, tarihsel gelişim açısından temelde üç kuramsal çerçevede gelişim göstermiştir: Sosyolojik Yaklaşım (Colombia Ekolü-Lazarsfeld, Berelson ve Gaudet), Psikolojik Yaklaşım-Partiyle Özdeşleşme Modeli (Michigan Ekolü) ve Ekonomik Yaklaşım (Rasyonel Tercih Ekolü) (Aktaran: Hülür ve Kalender, 2002: 2). Temel varsayımı bireyin tutum ve tercihlerinin ilişkide olduğu insanlardan etkileneceği olan sosyolojik yaklaşıma göre seçmen davranışlarını toplumdaki sosyal bölünmüşlük belirlemektedir. Seçmenlerin parti tercihleri dini bir aidiyet ve vazgeçilmez alışkanlıklar olarak tanımlanır. Seçmenler, seçimlerde kullandıkları oy ile bu değişmez kimliği teyit ederler (Gökçe, 2002: 7). Seçmenin oy verme davranışını adaylar arasında bir tercih yapmak değil partiler arasında tercih yapmak olarak gören (Boiney ve Paletz, 1991: 5) sosyolojik yaklaşımda seçmenin kararında aile, sosyo-ekonomik statü, ait olunan grup, din gibi değişkenlerin etkili olduğu savunulmaktadır. Bu yaklaşımı benimseyen araştırmacılar, bireylerin aynı yerde yaşadıkları, birlikte çalıştıkları kişileri izleme eğiliminde olduklarından kişilerin demografik özelliklerinin seçimin tahmin edilebilmesinde yol gösterici olabileceğini düşünmektedirler. Sosyolojik yaklaşımı yaptıkları çalışmalarla geliştiren Lazarsfeld ve Berelson 1948 yılı Amerikan Başkanlık Seçimleri üzerine yaptıkları araştırmada iletişim araçlarının, seçmenlerin oy verme davranışını pekiştirdiği sonucuna ulaşmışlardır (Hülür ve Kalender, 2003:168). 1950’li yıllara doğru yapılan çalışmalarda alan araştırmalarına daha fazla yönelme olmuştur. Bireysel daha fazla verinin elde edilmesi psikolojik yaklaşımın ağırlık kazanmasını sağlamıştır. Bu dönemde Campbell ortaya koyduğu partiyle özdeşleşme modelinde seçmen tercihinde, seçmenlerin adaylar, politikalar ve partilerle toplumsal gruplar arasındaki bağlantılarına karşı tavırlarının belirleyici olduğunu savunmuştur. Miller, Converse ve Campbell 1948, 1952 ve 1956 yılları başkanlık seçimleri üzerindeki araştırmaların verileri sonucunda partiyle özdeşleşme modelinde gruplar yerine bireyler üzerinde durmuşlardır. Seçmenlerin çocukluk dönemlerinde aile ve çevre etkisiyle gerçekleşen siyasal sosyalleşme süreci sonundaki siyasal tutumlarının ve ideolojik yönelimlerinin ileri yaşlarda parti tercihlerinde etkili olduğu sonucuna ulaşmışlardır. 51 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Seçmen Tercihinde Imaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması Seçmen davranışlarıyla ilgili diğer bir yaklaşım olan ekonomik yaklaşımda, seçmenin çıkarlarını iyi bildiği ve bu çıkarlara en uygun adayı ve partiyi değerlendirerek oy verdiği düşünülmektedir.Vatandaşlar seçimlerde oylarını diğer bütün parti ya da adaylardan kendilerine daha çok fayda sağlayacağına inandıkları parti ya da aday lehinde kullanacaklardır (Downs, 1957: 49-50). Ülkemizde yapılan çalışmalarda bu durumun Türk seçmenlerin davranışları üzerinde de etkili olduğu ortaya konulmuştur. Bulutay ve Yıldırım’ın (1968: 21) çalışmasında, Demokrat Parti iktidarının seçimlerdeki başarısı tarımsal ürün fiyatlarındaki artış, GSMH’daki büyüme gibi değişkenlerle açıklanmaya çalışılmıştır. Siyasal adayın dış görünüşü, yarattığı izlenim gibi bütün bu faktörlerin bileşkesi siyasal aday hakkında seçmen algılayışlarında bir yer bulmakta (Sennett, 2002:365) ve siyasal aday söz konusu çerçeve içinde yorumlanmaktadır. Siyasal iletişimle ilgili çalışmalarda seçmenlere göre ideal aday imajının üç temel değişkeni söz konusudur. Bu değişkenleri oluşturan öğeler güvenilirlik, çekicilik ve özdeşleşmedir. Güvenilirlik, birçok konuda yetenekli olma, iyi kişilik ve enerjik olma gibi özelliklerden oluşmaktadır. İkincisi ise kişinin sahip olduğu çekicilik özelliğidir. Bu özellik adayın fiziksel ve toplumsal ilişkilerinden kaynaklanan cazibe olarak da açıklanabilmektedir. Üçüncüsü ise özdeşleşmedir. Seçmenlerin, kendilerinin kişilik özellikleri, toplumsal sınıf ya da inançları açısından adayla benzer özelliklere sahip oldukları inancına dayanmaktadır (Trent ve Friedenberg, 1983: 75). Yapılan seçmen tercihi ve aday imajıyla ilgili çalışmalarda adayın kişisel özellikleri, adayın konumu ile konular ve sorunlar karşısında takındığı tavır, adayın çevresi ve adayın bağlı bulunduğu parti ve ideolojisi olmak üzere dört değişken üzerinde durulmuştur (Devran, 2003: 206,207). Adaylar seçmenleri etkileyerek onların oy vermelerini sağlayacak yöntemler uygularlar. Bu yöntemler arasında imajın oluşumunda önemli bir yere sahip olan adayın konumu; adayın gündemdeki konular ve sorunlar karşısında takındığı tavrı gösteren temel ifade biçimidir (Kaid,1999: 426). Adayın karakteristikleri ise adayın kişilik özelliklerinin seçmenin zihninde güçlü bir imaj yaratmak için ön plana çıkartılmasıdır. Kişisel imaj sadece adayın dış görünüşüyle sınırlı değildir. Görüntü, ses, beden dili, karakter, özgüven, deneyim gibi unsurlar da kişisel imajın içindedir. Adayın partisi ve ideolojisi de aday imajının oluşum sürecinde belirleyici faktörlerdendir. Milburn (1998: 111-112), seçmen davranışlarının siyasal parti, konular, adaylar ve gruplar olmak üzere dört katlı bir modele dayandığını belirtir. Model, adayların öneminin arttığı düşünüldüğünde bile bunlarla ilgili özelliklerin partizan bir mercekten süzüldüğünü kabul etmektedir (Kaid,1999: 433). İdeolojiler ise partilerin ve adayların kendi aralarındaki farkları ortaya koymak için kullanılmaktadır. Bu alanda yapılan araştırmalarda ideolojinin seçmen tercihini belirlemedeki önemi ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ülkemizde de aday imajı ve aday, siyasal iletişim araştırmalarının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Damlapınar ve Bal aday imajına etki eden faktörleri belirlemek amacıyla Konya Merkez’de bir alan araştırması yapmışlardır. Araştırmada seçmenin oy verme davranışında en temel faktörlerden birinin, adayın kendisi ve özellikleri olduğu sonucuna varmışlardır. Özsoy (2002), “Türkiye’de Seçmen Davranışları ve Etkin Propaganda” adlı çalışmasında, seçmenlerin eğitim, gelir ve kültür düzeyleri ile o ülkede Sayı 36 /Bahar 2013 52 Esra AYDIN KILIÇ yapılan siyaset arasında paralellik olduğunu belirterek, GENAR araştırma şirketinin yürüttüğü “Seçmen Davranışı Ölçümü ve Siyaset Profili Araştırması”na yer vermiştir. Bazı çalışmalarda ise aday ve parti imajının ölçümünden çok siyasal kampanya planlama çalışmalarında nasıl etkili bir şekilde kullanılacağı üzerinde durulmaktadır. Ferruh Uztuğ’un (2007) “Siyasal İletişim Yönetimi” adlı çalışmasında siyasal iletişim, siyasal kampanya kavramsal olarak değerlendirildikten sonra siyasal kampanya planlanması ve aday konumlandırması açıklanarak etkili bir siyasal kampanya yürütebilmenin yolları anlatılmıştır. Osman Özsoy’un (2009) Seçim Kazandıran Siyasal iletişim” adlı çalışmasında ise siyasal iletişim stratejilerine yer verilerek başarılı bir kampanya yürütebilmek için ipuçları üzerinde durulmuştur. İmajı konu alan başka bir çalışmada Ertürk (2009), yazılı basının siyasal lider imajına katkısını incelemiştir. Çalışmada içerik analizi yöntemi kullanılarak, lidere ait haber başlıklarının lider imajı üzerinde olumlu etkisi olduğu sonucuna varılmıştır. Yıldız (2002), liderler, imajlar ve medyayı ele aldığı çalışmasında, medyanın siyasi lider sunumu ile ticari ürün sunumu arasında fark kalmadığını belirterek, 1990 sonrası siyasi liderlerin imajlarını değerlendirmiştir. Genç seçmenlerin siyasi bir liderde bulunmasını istedikleri özellikleri belirlemek amacıyla Polat ve Kütler’in (2009) yaptıkları araştırmada, liderde aranılan özelliklerin önem dereceleri sıralanmıştır. Parti ve aday imajı etkisini ölçmeye yönelik olarak yurt dışında yapılmış bazı araştırmalar da bulunmaktadır. Adaya karşı tutumların sistematik sorgulaması ile ilgili çalışmaların başlangıcı Michigan Grubu’na dayanmaktadır. Çalışmalarında adaya ve partiye ilişkin hoşlanma-hoşlanmama gibi açık uçlu sorularla, eşit biçimde hem adaya hem de partiye karşı tutumları incelemişlerdir (Boiney ve Paletz, 1991: 6). Rosenberg ve Mc Cafferty, siyasal adayın kişisel özelliklerinden olan kişisel görünümün, seçmenlerin oy verme davranışındaki etkisini ortaya koymaya yönelik bir araştırma yapmışlardır. Kişisel görünümün seçmenler üzerindeki etkisini ölçmek için yaptıkları deneyde aynı kişiye ait farklı fotoğraflar katılımcılara göstermiş, kişilere ilişkin izlenimlerin fotoğraflara bağlı olarak değiştiği sonucunu bulmuşlardır (Rosenberg ve McCafferty, 1987: 31-47). 1984 ABD Başkanlık Seçimi sırasında yapılan aday imajı araştırmasında; reklamlarda en çok “fedakarlık, beceriklilik, tecrübe, dürüstlük, liderlik, kişilik sahibi olma ve güç” gibi kişisel özelliklerin kullanıldığı görülmüştür (Aktaran: Johnson-Cartee ve Copeland, 1997: 11-12). Yabancı kaynaklar arasında temel oluşturan bu araştırmalar dışında, siyaset bilimi ve psikoloji gibi bölümlerde yapılan tezlerde seçmenin oy verme davranışı ve aday imajı konuları yer almaktadır.Yapılan bu araştırmalar daha çok seçmenlerin siyasetle ilgili bilgi düzeyleri, bilgiyi aldıkları kaynaklar ve etkilerinin ölçümünün incelenmesine yöneliktir. İmaj kavramı bu çalışmalarda, seçmen davranışına etki edebilecek unsurlar arasında yer almaktadır. Metodoloji Seçmenlerin oy verme kararlarında parti-aday imajı ile seçmen tercihinde etkili olan faktörler arasında hangilerinin belirleyici etkiye sahip ve ön planda olduğunu tespit etmek amacıyla, Ankara’da bir alan araştırması yürütülmüştür. Araştırmada parti, aday imajına yönelik sorular Türkçe ve yabancı kaynaklardaki araştırmalarda tespit edilen 53 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Seçmen Tercihinde Imaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması aday ve parti imajına etki eden faktörlerden yola çıkılarak oluşturulmuştur. Araştırma Ankara’da seçmen sayısının en yüksek olduğu Altındağ, Çankaya, Keçiören, Mamak ve Yenimahalle ilçeleriyle sınırlandırılmış, araştırma örneklemi Altındağ’da Hacettepe, Hamamönü ve Hamamarkası; Çankaya’da Mutlukent (Bilkent), Gaziosmanpaşa, Seyranbağları; Keçiören’de Subayevleri, Şose, Aktepe; Mamak’ta Abidinpaşa, Akdere, Türközü; Yenimahalle’de Çayyolu, Demet, Demetgül mahallelerinde ikamet eden seçmenlerden oluşturulmuştur. Araştırmanın yapıldığı her ilçeden üçer mahalle sosyo-ekonomik olarak gösterdikleri farklılıklar göz önünde bulundurularak seçilmiştir. Araştırmanın yapılacağı ilçelerdeki seçmen sayıları Yüksek Seçim Kurulu’ndan elde edilerek her ilçedeki seçmen sayısının %0,025’i alınarak, bu sonuçlar toplanmış ve araştırmada anketin uygulanacağı denek sayısı (546 kişi) elde edilmiştir. Araştırmada ayrıca, görüşülecek kişilerin cinsiyet bazında dağılımı 2009 Yerel Seçimi’ndeki yüzdelikler dikkate alınarak belirlenmiş, kadın ve erkek seçmen sayılarının birbirine yakın olmasına dikkat edilmiştir. Buna göre basit tesadüfî örneklem yoluyla 546 kişi ile yüz yüze görüşülerek anket uygulanmıştır.Anket formunda yer alan cümlelerin seçmenlerin aday imajına ve parti imajına yönelik görüşlerine katılma durumlarından yola çıkarak oy verme davranışlarına etkisini ölçüp ölçmediği, geçerlik analizi ile test edilmiştir. Analiz sonucunda anket formunda aynı ve farklı yapıları ölçen sorular belirlenmiştir. Bu soruların bir yapı altında yer alıp almadıklarını ise madde faktör yük değeri ile incelenmiştir. Faktör analizinde yük değerinin 0.45 ve üstü olması uygun görülmekte ancak uygulamada 0.30 yük değeri alt sınır olarak kabul edilmektedir (Kerlinger,1973). Anket formunun güvenirliği için tutarlılık katsayısı “Cronbach Alpha” hesaplanmıştır. Çalışmada madde puanları arasındaki korelasyonlar hesaplanmış, anket formunda yer alan cümlelerin olumlu ve olumsuz düşünceleri ayırt etme gücü madde analizi yapılarak incelenmiştir. Araştırma verileri cinsiyet, medeni durum, yaş, eğitim durumu, ilçe ve siyasal görüş değişkenleri göz önünde bulundurularak irdelenmiştir. Araştırmada, cinsiyet ve medeni durum değişkenleri dikkate alındığında, ortalamalar arasındaki farkın önem kontrolü için T-Testi’nden yararlanılmıştır. Yaş, eğitim durumu, ilçe, siyasal görüş değişkenleri için Tek Yönlü Anova Testi yapılmış, ayrıca farklılığın hangi grup ya da gruplardan kaynaklandığını belirlemek için Tukey testi uygulanmıştır. Ayrıca, seçmenlerin aday imajı ve parti imajına ilişkin görüşleri arasındaki ilşkinin belirlenebilmesi için Korelasyon analizi uygulanmıştır. Bulgular Yerel seçimlerde seçmenlerin oy verme kararlarında aday ve parti imajının etkisini saptamak amacıyla yapılan bu çalışma, seçmenlerin oy verme kararlarını etkileyen parti imajı ve aday imajı üzerinde demografik değişkenlerin etkilerini de ortaya koymaktadır. Araştirma bulgularını içeren çizelgeler ekte verilmiş, bulgular seçmenlerin aday imajına yönelik görüşleri, parti imajına ilişkin görüşleri ve oy verme kararlarına etki eden boyutlar Sayı 36 /Bahar 2013 54 Esra AYDIN KILIÇ alt başlıkları dikkate alınarak özetlenmiş ve yorumlanmıştır. Seçmenlerin aday imajına yönelik görüşleri değerlendirildiğinde; “Adayın Toplumsal Algılanışı”nın erkekler ve evlilerin oy verme davranışlarında etkili olduğu görülmektedir. Bu durum, evli seçmenlerin aile sorumluluğunu almaları nedeniyle aile içinde ortak fikirleri benimsemeleri ile açıklanabilir. “Adayın SosyoKültürel Kimliğinin”, kadınların oy verme kararlarında erkeklere oranla daha etkili olduğu görülmüştür. Adayın etnik kökeni ve dinine bağlı olması kadınlar açısından daha önemli bulunmaktadır. “Adayın Kişisel Özellikleri” adayın dürüstlüğü, çalışkanlığı, gündem, sorunlar ve kent hakkında bilgi sahibi olması ve vaatlerindeki tutarlılık gibi etkenlerin en çok üniversite mezunlarının oy verme kararlarında etkili olduğu görülmüştür. “Adayın Toplumsal Algılanışı” adayın arkadaş ve aile tarafından desteklenmesi ve adayla ilgili reklam araçlarının etkisi en az lisansüstü mezunlarının, en fazla ise ilkokul mezunlarının oy verme kararlarında etkilidir. Eğitim seviyesi yüksek seçmenlerin aile, arkadaş ve medya gibi etkenlerden daha az etkilenmeleri dikkat çekmektedir. “Adayın SosyoKültürel Kimliği” etrafında adayın etnik kökeni, dinine bağlı olması ve memleketinin, oy verme kararlarında en az etkisi olan seçmenler üniversite ve lisansüstü mezunlardır. En fazla etkinin okuryazar olmayan seçmenlerin oy verme kararlarında olduğu dikkat çekmektedir. İlçelere göre seçmenlerin aday imajına yönelik görüşleri değerlendirildiğinde adayın “Kişisel Özellikleri”nin Altındağ ilçesinde yaşayan seçmenlerin oy verme kararlarında diğer ilçelerdeki seçmenlerden daha etkili olduğu saptanmıştır. En az etkisinin olduğu belirlenen seçmenler ise Çankaya ilçesinde ikamet etmektedir. “Adayın Toplumsal Algılanışı” aile ve arkadaşların etkileri ile mitingler, medya ve basılı reklam araçlarının oy verme kararlarına etkisi en fazla Mamak’ta yaşayan seçmenler üzerinde görülmektedir. Bu durumun etkisi Yenimahalle ilçesinde yaşayan seçmenlerin oy verme kararlarında diğer ilçelere oranla daha düşüktür. Adayın etnik kökeni, memleketi ve dinine bağlı olması en az Çankaya’da ikamet eden seçmenlerin oy verme kararlarında etkilidir. Buradan hareketle, bu ilçede ikamet eden seçmenlerin farklılıklara daha açık veya daha ılımlı yaklaştıklarını söylemek yanlış olmaz. Siyasal görüşe göre “adayın kişisel özellikleri” en çok etkiyi herhangi bir görüşü olmayan seçmenler üzerinde göstermektedir. “Adayın Toplumsal Algılanışı”nın oy verme kararlarında en az etkili olduğu seçmenlerin siyasal görüşleriyle ilişkilendirildiğinde laikler ve sosyalistler olduğu görülmektedir. “Adayın Sosyo-Kültürel Kimliği” adayın dini, etnik kökeni ve memleketi, milliyetçi ve islamcı düşünceye sahip seçmenlerin oy verme kararlarında etkili olmakta ve diğer tüm siyasal düşüncelere göre farklılık göstermektedir. Bu bakımdan, etnik açıdan farklılık gösterecek bir adayı desteklemeleri mümkün gibi görünmemekle birlikte, milli değerleri ve kimliği ön plana çıkaracak adayları destekleme yoluna gitmeleri muhtemeldir. Kendilerini islamcı olarak nitelendiren seçmen grubu, dini değerlerine bağlı ve dini görüşlerini destekleyip sürdürebilmelerine olanak sağlayacak bir adaya daha fazla yakınlık duyacaklardır. Dolayısıyla dini değerleri ön plana çıkaracak ve dini söylemlerde bulunacak bir adayın islamcı seçmenler tarafından desteklenmesi beklenebilir. 55 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Seçmen Tercihinde Imaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması Seçmenlerin parti imajına ilişkin görüşleri değerlendirildiğinde; Cinsiyet ve medeni duruma göre partinin aile tarafından desteklenmesi, medya, mitinglerde bayrak ve afişlerin çok olması gibi (toplumsal algı) etkenlerin erkekler ve evlilerin oy verme kararlarında daha etkili olduğu gözlenmiştir. Parti programı, yönetim kadrosu, hedefleri, ideolojisi ve rakip partiler karşısındaki duruşunun ise erkeklerin ve bekar seçmenlerin oy verme kararlarında daha etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Partinin iktidar, muhalefet ya da yeni bir parti olmasının evli seçmenlerin kararlarında daha fazla etkili olduğu da tespit edilmiştir. Araştırma sonuçları, partinin yeni bir parti olması, muhalefet veya iktidar partisi olmasının, oy verme kararı üzerinde eğitim düzeyi düştükçe daha çok belirleyici olduğunu göstermektedir Bu bakımdan, eğitim durumu düşük seçmen gruplarına yönelik kampanya çalışmalarında partinin iktidar ya da muhalefet veya yeni bir parti olduğunu vurgulayacak mesajların hazırlanmasının daha etkili olacağı düşünülmektedir. Seçmenlerin yaşadığı ilçelere göre “Partinin Toplumsal Algılanışı” boyutuna ilişkin sonuçlar incelendiğinde; “Partinin Politik Konumlanması”nın en fazla Yenimahalle’de yaşayan seçmenlerin oy verme kararları üzerinde etkili olduğu görülmüştür. Siyasal görüşlere göre ise “Partinin Toplumsal Algılanışı” en çok islamcı ve dindar görüşe sahip seçmenlerin oy verme kararlarında etkilidir. Partinin politik konumlanması siyasal görüş açısından değerlendirildiğinde en çok liberal seçmenlerin oy verme kararlarında etkisi olduğu görülmektedir. İslamcı seçmenlere göre “partinin mevcut durumu”, laik ve sosyalist seçmenlere oranla oy verme kararlarında daha etkilidir. Seçmenlerin oy verme kararlarına etki eden boyutlar (aday imajı, parti imajı) değerlendirildiğinde; Aday imajı ve parti imajı boyutlarının evli seçmenlerin oy verme kararlarında bekarlardan daha fazla etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Aday imajı ile ilgili görüşler eğitim durumlarına bağlı olarak farklılık göstermektedir. Dolayısıyla aday imajından en az etkilenen seçmenler lisansüstü eğitime sahip seçmenler olup en fazla etkilenen seçmenler okuryazar olmayan ve ortaokul mezunu seçmenler olarak belirlenmiştir. Eğitim seviyesi düştükçe aday imajının seçmenin oy verme kararındaki etkisi de artmaktadır. “Parti imajı” boyutu için belirlenen değerler incelendiğinde, en fazla etkilenen seçmenlerin ortaokul mezunu, en az oranda etkilenen seçmenlerin ise lisansüstü eğitim seviyesine sahip olan seçmenler oldukları tespit edilmiştir. İlçe değişkeni göz önüne alındığında, “aday imajı”nın en fazla Altındağ ilçesinde ikamet eden seçmenlerin oy verme kararlarında etkili olduğu belirlenmiş, aday imajının oy verme kararlarında en az etkisinin olduğu seçmenlerin ise Çankaya ilçesinde ikamet ettikleri saptanmıştır. “Parti imajı” konusundaki görüşler ilçelere göre incelenecek olursa Çankaya ve Yenimahalle ilçelerinde yaşayan seçmenlerin görüşlerinin aynı doğrultuda olduğu söylenebilir. Bu ilçelerdeki seçmenlerin oy verme kararlarında parti imajının etkisi diğer ilçelere oranla daha düşüktür. Siyasal görüş açısından milliyetçi görüşe sahip seçmenler, aday imajı ile ilgili görüşlere en fazla düzeyde katılan seçmen grubudur. Aday imajının oy verme kararlarında en az etkisi olan siyasal görüşe sahip seçmenler ise sosyalistlerdir. Parti imajı boyutu değerlendirildiğinde; en yüksek Sayı 36 /Bahar 2013 56 Esra AYDIN KILIÇ ortalamaya sahip siyasal görüş islamcı görüştür. Araştırmada, seçmenlerin oy verme kararında aday imajı ve parti imajlarından hangisininin daha etkili olduğunu belirlemek için bir sıralama yapılmıştır. Buna göre, sonuçlar birbirine yakınlık göstermekle birlikte seçmenlerin oy verme kararlarında sırasıyla aday imajı ve parti imajının etkili olduğu tespit edilmiş ancak istatistik açıdan önemli bir fark bulunamamıştır. Araştırma bulgularından hareketle, istatistiksel açıdan anlamlı bir fark olmaması nedeniyle seçmenlerin oy verme kararı üzerinde aday imajının parti imajına oranla daha fazla etkisi olduğunu söylemek mümkün değildir. Araştırmada, korelasyon analizi yapılarak, seçmenlerin oy verme tutumunu ortaya koyan iki temel faktör olan “aday imajı ve “parti imajı” arasındaki ilişki belirlenmiştir. Seçmenlerin aday imajına ilişkin görüşleri güçlendikçe, parti imajına ilişkin görüşlerinin de güçlendiği belirlenmiştir. Sonuç Ankara ilinde gerçekleştirilen bu alan araştırmasının bulguları, siyasal imaja ilişkin kaynak ve araştırmalardan farklı sonuçlar ortaya koymaktadır. Bu durum, seçmen davranışlarının geçerlik ve güvenirliği test edilen bir ölçekten hareketle yapılan alan araştırmasıyla ölçülmesi ve ülkemizde yayınlanan kaynakların yurt dışında yapılan araştırmalardan yola çıkarak elde ettikleri çıkarımlar arasındaki farktan doğmaktadır. Ülkemizde yapılan birçok çalışmada özellikle Amerikan geleneğini yansıtan kuramlar kullanılması seçmenlerin oy verme kararlarında aday imajının en önemli etken gibi görülmesi yanılgısı içine düşülmesine neden olmaktadır. Yurt dışında yapılan araştırmaların ölçekleri, Türk seçmeninin özellikleri dışarıda tutularak ülkemizde uygulanmakta, sonuç olarak toplumdan topluma farklılık gösterecek unsurlar göz ardı edilmiş olmaktadır. Son dönemde yapılan çalışmalarda, yerel seçimlerde seçmenlerin oy verme kararlarında aday imajının ön planda olduğunun düşünülmesinin nedenlerinden biri de bu çalışmalarda içerik analizi yönteminin kullanılmasıdır. Araştırmacılar, siyasal reklamlar üzerinde yaptıkları analizlerde, adayın partiden ne kadar daha çok yer aldığı ya da parti logosundan ne kadar daha fazla alan kapladığı ile ilgili ölçümler yaparak bir sonuca ulaşmaya çalışmaktadırlar. Seçmenlerin oy verme kararlarını etkilemek amacıyla yapılan reklamlar üzerinden oy verme kararlarında etkili olan unsurların anlaşılmaya çalışılması, aday imajının en etkili faktör olarak değerlendirilmesine neden olmaktadır. Araştırma sonuçları, siyasal kampanya çalışmalarında seçmenlerin demografik özelliklerinin dikkate alınmasının önemli olduğunu göstermektedir. Öte yandan, seçmen grubunun özelliklerine uygun mesajların oluşturulmasının kampanyanın amacına ulaşmasında etkili olabileceği düşünülmektedir. Bu bakımdan, seçmenlerin demografik özelliklerine göre değişiklik gösteren ve öne çıkan aday ve parti imajını oluşturan değişkenler dikkate alınarak yürütülecek siyasal kampanya çalışmalarından daha etkili sonuçlar alınması beklenmektedir. 57 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Seçmen Tercihinde Imaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması Kaynakça Ansolabehere, S. ve Iyengar, S., (1994). “Riding The Wave Claiming Ownership Over Issues: The Joint Effects Of Advertising and News Coverage in Campaigns”, Public Opinion Quarterly, 58, 335-357. Aziz, Aysel, (2003). “Siyasal İletişim”, Nobel Yayın Dağıtım: Ankara. Bennett, W. Lence, (2000). “Politik İlizyon ve Medya” NehirYayınları: İstanbul. Boiney, J. ve Paletz, D. L., (1991). “In Search of the Model Model: Political Science Versus Political Advertising Perspectives on Voter DecisionMaking”, F. Biocca (ed), Television and Political Advertising, Vol. 1: Psychologial Processes, Lawrence Erlbaum Associates: New Jersey. Bbulutay T., Yıldırım N. (1968) “Türk Seçmenlerin Oy Verme Eğiliminde İktisadi Sebeplerin Önemi Üzerine Bir Deneme”, Ankara Üniversitesi, S.B.F. Dergisi, 23, 7-39. Damlapınar, Z. ve Balcı, Ş., (2005). “Seçmenin Zihnindeki Aday İmajını Belirleyen Etkenler: 28 Mart 2004 Yerel Seçimleri Alan Araştırması”, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, 4, 58-79. Debord, Guy, (1996). “Gösteri Toplumu ve Yorumlar”, Ayrıntı Yayınları: İstanbul. Denton, E. R. ve Woodward, C. G., (1985). Political Cominication in Amerika, Praegar Publishers: New York. Devran, Yusuf, (2003). Siyasal Kampanya Yönetimi: Mesaj, Stratej ve Taktikler, And Yayınları: İstanbul. Downs, Anthony, (1957). An Economic Theory Of Democracy, Harper-Row Publishers: New York. Erdoğan, İ. ve Alemdar, K., (2002). Öteki Kuram, Erk: Ankara. Ertürk, Kazım Özkan, (2009). Yazılı Basının Siyasal Lider İmajına Katkısı, New World Sciences Academy Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, Seri 4C. Fiske, John, (1992). İletişim Çalışmalarına Giriş, Ark: Ankara Gökçe, Orhan, (2002). “3 Kasım Seçimlerinin Anatomisi:Türk Siyasetinde Süreklilik ve Değişim”, Ü.İ.İ.B.F. Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, İbf.selcuk.edu.tr/ibf_ dergi/dosyalar/ 891347893699.pdf Hacker, Kenneth L., (2000), “Components of Candidate Images: Statistical Analysis of Issue-persona Dichotomy in Presidential Campaign of 1996”, Communication Monographs, Vol. 67, Issue: 3, s. 227-238. Hülür, H. ve Kalender, A., (2003). Sosyo- Politik Tutumlar ve Din, Çizgi Kitapevi: Konya İnceoğlu, Metin, (1993). Tutum, Algı, İletişim, Verso Yayınları: Ankara. Sayı 36 /Bahar 2013 58 Esra AYDIN KILIÇ Johnson-Cartee, K.S. ve Copeland, G. A., (1997). Inside Political Campaigns, Praeger: London Kaid, Lynda Lee, (1997). “Political Advertising: A Summary of Research Finding”, B.I. Newman(ed), Hanbook of Political Marketing, Sage Publications: London, p. 423-438. Kılıçaslan, D. ve Çakmak, E., (2008). Siyasal İletişim: İdeoloji ve Medya İlişkisi, Kriter Yayınevi: İstanbul. Kışlalı, Ahmet Taner, (1987). Siyaset Bilmi, Ankara Üniversitesi BYYO Yayınları: Ankara. Kerlinger, Fred N., (1973). Fondation of Behavioral Research, Second Edition, Holt, Rinehart and Winston: Newyork. Lerson, Charles, (1989). Persuasion, Woodwsworth, Publishing Comp: Belmont. McQuail D. ve Windahl, S., (2005). İletişim Modelleri, Konca Yumlu (çev.), İmge Kitabevi: Ankara. McNair, Brain, (2003). An İntroduction to Political Communication, London. McCombs, Max, (1981). “The Agenda Setting Aproch”, Dan Nimmo-Keith Sanders(eds.), Handbook of Political Communication, Sage Publication: Beverly Hills s.126. Newman, Bruce, (1999). Handbook of Political Marketing, Sage Publications: London. Newman Bruce, (1994). The marketing Of President: Political Marketing Campagin Strategy, Sage Publications: London. Milburn, Michael A., (1998). Sosyal Psikolojik Açıdan Kamuoyu Dönmez A., Duyan V. (çev.), İmge Kitapevi: Ankara. ve Siyaset, Miller, R. G. ve Burgoon, M., (1973). New Techniques of Persuasion, New York. Özsoy, Osman, (2009). Seçim Kazandıran Kampanyalar, Pozitif Yayınları: İstanbul. Özsoy, Osman, (2002). Türkiye’de Seçmen Davranışları ve Etkin Propaganda, Alfa Yayınları: İstanbul. Sennett, Richard (2002). Kamusal İnsanın Çöküşü, Abdullah Yılmaz, Serpil Durak (çev.), Ayrıntı Yayınları: İstanbul. Smith, Allen Craig, (1990). Political Communication, HBJ Publishers: London. Tokgöz, Oya, (2008). Siyasal İletişimi Anlamak, İmge Kitabevi: Ankara. Tolungüç, Ahmet, (2000). Turizm, Tanıtım ve Reklam, Media Cat Yayınları: İstanbul 59 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Seçmen Tercihinde Imaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması Trent S., J. ve Friedenberg, R. V., (1983). Political Campagin Communication, Praeger, New York, s.127-151. Rosenberg, S. W. ve McCaffery, P., (1987). “ The İmage and Vote: Manipulating Voter’s Preferences”, Public Opinion Quarterly, 51, 31- 47. Uztuğ, Ferruh, (2007). Siyasal İletişim Yönetimi, Media Cat Yayınları: İstanbul. Yıldız, Nuran, (2002). Türkiye’de Siyasetin Yeni Biçimi-Liderler, İmajlar, Medya, Phoenix Yayınları: Ankara. Sayı 36 /Bahar 2013 60 Esra AYDIN KILIÇ EK – Çizelgeler Çizelge 1. Seçmenlere ilişkin demografik bilgiler f Demografik bilgiler (n=546)%100 Cinsiyet Kadın Erkek Medeni durum Evli 280 266 359 51,3 48,7 65,8 Bekâr 187 34,2 30≤ 31--39 40-49 50≥ 225 126 99 96 Okuryazar değil Yaş Eğitim durumu f Demografik bilgiler (n=546)%100 % Altındağ Çankaya Keçiören 61 163 123 11,2 29,9 22,5 Mamak 86 15,8 41,2 23,1 18,1 17,6 Yenimahalle Liberal Demokrat Laik 113 20 24 35 20,7 3,7 4,4 6,4 17 3,1 Milliyetçi 83 15,2 Okuryazar 18 3,3 Sosyalist 27 4,9 İlkokul Ortaokul Lise Üniversite 44 54 237 154 8,1 9,9 43,4 28,2 İslamcı Dindar Görüşü yok Yeterli Yetersiz 20 162 175 92 333 3,7 29,7 32,1 16,8 61,0 Kararsız 121 22,2 Lisansüstü 22 61 % İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 4,0 İlçe Siyasal Görüş Gelirin Yeterlilik Durumu Seçmen Tercihinde Imaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması Standart Sapma Ortalama Kesinlikle Katılıyorum Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum Kesinlikle Katılmıyorum Çizelge 2. Seçmenlerin aday imajına yönelik görüşleri f - % - f - % - F 4 % 0,7 f 401 % 73,4 f 141 % 25,8 4,25 0,45 - - - - 5 0,9 392 71,8 149 27,3 4,26 0,46 3.Adayın yolsuzluklara karşı duruşu oy verme kararımda etkilidir. - - - - 4 0,7 386 70,7 156 28,6 4,27 0,46 4.Adayın adil olması oy verme kararımda etkilidir. - - - - 4 0,7 385 70,5 157 28,8 4,28 0,46 2.Adayın çalışkan olması oy verme kararımda etkilidir. - - 1 0,2 4 0,7 390 71,4 151 27,7 4,26 0,47 - - 1 0,2 12 2,2 391 71,6 142 26,0 4,23 0,48 - - 3 0,5 10 1,8 423 77,5 110 20,1 4,17 0,46 21.Adayın mitinglerinin kalabalık olması oy verme kararımda etkilidir 25 4,6 318 58,2 107 19,6 91 16,7 5 0,9 2,51 0,85 20.Adayın medya tarafından destekleniyor olması oy verme kararımda etkilidir 22.Adayın basılı reklam materyallerinin (billboard,bayrak,afiş, elilanı) çok olması oy verme kararımda etkilidir 18.Adayın ailem tarafından destekleniyor olması oy verme kararımda etkilidir 19.Adayın arkadaş çevrem tarafından destekleniyor olması oy verme kararımda etkilidir. Adayın Toplumsal Algılanışı 9.Adayın etnik kökeni oy verme kararımda etkilidir. 24 4,4 307 56,2 103 18,9 108 19,8 4 0,7 2,56 0,88 23 4,2 307 56,2 104 19,0 100 18,3 12 2,2 2,58 0,90 3 0,5 180 33,0 30 5,5 321 58,8 12 2,2 3,29 0,97 4 0,7 201 36,8 40 7,3 294 53,8 7 1,3 3,18 0,97 3 0,5 166 30,4 151 27,7 135 24,7 91 16,7 3,26 1,08 8.Adayın memleketi oy verme kararımda etkilidir. 2 0,4 209 38,3 155 28,4 100 18,3 80 14,7 3,08 1,07 16.Adayın dinine bağlı olması oy verme kararımda etkilidir. 21 3,8 253 46,3 45 8,2 199 36,4 28 5,1 2,92 1,08 5.Adayın kentin sorunları hakkında bilgi sahibi olması oy verme kararımda etkilidir 1.Adayın dürüstlüğü oy verme kararımda etkilidir. 6.Adayın gündemdeki sorunlar hakkında bilgi sahibi olması oy verme kararımda etkilidir. 11.Adayın sunduğu vaatlerin tutarlılığı oy verme kararımda Adayın Kişisel Özellikleri AdayınSosyo-kültürel Kimliği Sayı 36 /Bahar 2013 62 Esra AYDIN KILIÇ Çizelge 3. Cinsiyete göre seçmenlerin aday imajına ilişkin görüşleri ve T-testi sonuçları Adayınİmajı Adayın Kişisel Özellikleri Adayın Toplumsal Algılanışı Adayın SosyoKültürel Kimliği Cinsiyet N x s.s. Kadın 280 4,23 0,43 Erkek 266 4,26 0,42 Kadın 280 2,71 0,81 Erkek 266 2,94 0,70 Kadın 280 3,19 0,91 Erkek 266 2,98 0,82 t P -0,704 0,482 -3,638 0,000* 2,855 0,004* *p<0,05 Çizelge 4. Medeni duruma göre seçmenlerin aday imajına ilişkin görüşleri ve T-testi sonuçları Adayınİmajı Adayın Kişisel Özellikleri Adayın Toplumsal Algılanışı Adayın SosyoKültürel Kimliği 63 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Medeni Durum N x s.s. Evli 359 4,23 0,43 Bekâr 187 4,27 0,41 Evli 359 2,93 0,77 Bekâr 187 2,60 0,70 Evli 359 3,13 0,82 Bekâr 187 3,01 0,95 t p -0,888 0,375 4,905 0,000* 1,548 0,122 Seçmen Tercihinde Imaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması Çizelge 5. Yaş dağılımına göre seçmenlerin aday imajına ilişkin görüşleri veTek Yönlü Anova-Tukey testi sonuçları Aday İmajı Adayın Kişisel Özellikleri Adayın Toplumsal Algılanışı Adayın Sosyo-Kültürel Kimliği Yaş 30≤ 31-39 40-49 50≥ 30≤ 31-39 40-49 50≥ 30≤ 31-39 40-49 50≥ N x s.s. 225 126 99 96 225 126 99 96 225 126 99 96 4,26 4,27 4,26 4,16 2,74 2,88 2,90 2,86 3,11 3,08 3,15 2,99 0,42 0,45 0,41 0,41 0,74 0,77 0,78 0,80 0,96 0,80 0,88 0,73 Anlamlıfark F P 1,618 0,184 - 1,557 0,199 - 0,621 0,601 - (Tukey testi) Sayı 36 /Bahar 2013 64 Esra AYDIN KILIÇ Çizelge 6. Eğitim durumuna göre seçmenlerin aday imajına ilişkin görüşleri ve Tek Yönlü Anova-Tukey testi sonuçları Aday İmajı Adayın Kişisel Özellikleri Eğitim durumu Okuryazar değil 0,33 0,24 İlkokul 44 4,27 0,43 Ortaokul 54 4,21 0,43 237 4,19 0,40 Üniversite 154 4,36 0,45 Lisansüstü 22 4,21 0,51 3,02 0,72 Okuryazar değil 17 Okuryazar 18 3,02 0,64 İlkokul 44 3,20 0,79 Ortaokul 54 3,14 0,73 237 2,92 0,72 Üniversite 154 2,51 0,73 Lisansüstü 22 2,09 0,34 3,43 0,68 17 Okuryazar 18 3,29 0,80 İlkokul 44 3,03 0,97 Ortaokul 54 3,28 0,73 237 3,29 0,87 Üniversite 154 2,77 0,80 Lisansüstü 22 2,39 0,70 Lise İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 4,21 4,04 Okuryazar değil 65 s.s. 18 Lise Adayın SosyoKültürel Kimliği 17 x Okuryazar Lise Adayın Toplumsal Algılanışı N F 3,262 13,733 9,615 P 0,004* 0,000* 0,000* Anlamlı fark (Tukey testi) 2-6 5-6 6-2,5 1-6,7 2-6,7 3-6,7 4-6,7 5-6,7 6-1,2,3,4,5 7-1,2,3,4,5 1-6,7 2-6,7 4-6,7 5-6,7 6-1,2,4,5 7-1,2,4,5 Seçmen Tercihinde Imaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması Çizelge 7. İlçelere göre seçmenlerin aday imajına ilişkin görüşleri ve Tek Yönlü Anova-Tukey testi sonuçları Aday İmajı İlçeler Altındağ Çankaya Keçiören Mamak Yenimahalle Altındağ Çankaya AdayınToplumsal Algılanışı Keçiören Mamak Yenimahalle Altındağ Çankaya Keçiören Adayın Sosyo-Kültürel Mamak Kimliği Yenimahalle Adayın Kişisel Özellikleri N x s.s. 61 163 123 86 113 61 163 123 86 113 61 163 123 86 113 4,76 4,01 4,18 4,24 4,37 2,86 2,55 3,14 3,27 2,50 3,73 2,66 3,02 3,53 3,10 0,39 0,19 0,38 0,38 0,48 0,88 0,57 0,82 0,69 0,62 0,78 0,68 0,89 0,81 0,83 F 51,193 P 0,000* 26,965 0,000* 28,601 0,000* Anlamlı fark (Tukey testi) 1-2,3,4,5 2-1,3,4,5 3-1,2,5 4-1,2 5-1,2,3 1-2,4,5 2-1,3,4 3-2,5 4-1,2,5 5-1,3,4 1-2,3,5 2-1,3,4,5 3-1,2,4 4-2,3,5 5-1,2,4 Sayı 36 /Bahar 2013 66 Esra AYDIN KILIÇ Çizelge 8. Siyasal görüşe göre seçmenlerin aday imajına ilişkin görüşleri ve Tek Yönlü Anova-Tukey testi sonuçları Adayİmajı Adayın Kişisel Özellikleri Adayın Toplumsal Algılanışı Adayın Sosyo-Kültürel Kimliği 67 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Siyasi görüşler N x s.s. Liberal 20 4,20 0,39 Demokrat 24 4,07 0,24 35 4,19 0,37 Milliyetçi 83 4,18 0,39 Sosyalist 27 4,19 0,38 İslamcı 20 4,29 0,45 Dindar 162 4,17 0,38 Görüşü yok Liberal 175 20 4,24 3,01 0,48 0,78 Demokrat 24 2,49 0,59 35 2,22 0,52 Milliyetçi 83 2,91 0,78 Sosyalist 27 2,22 0,45 İslamcı 20 3,18 0,94 Dindar 162 3,14 0,68 Görüşü yok 175 2,68 0,74 Liberal 20 2,85 0,67 Demokrat 24 2,79 0,78 35 2,41 0,56 Milliyetçi 83 4,20 0,59 Sosyalist 27 2,00 0,33 İslamcı 20 3,63 0,76 Dindar 162 3,13 0,73 Görüşü yok 175 2,83 0,69 Laik Laik Laik F 4,756 13,554 53,481 P 0,000* 0,000* 0,000* Anlamlı fark (Tukey testi) 2-8 4-8 7-8 8-2,4,7 1-3,5 2-6,7 3-1,4,6,7,8 4-3,5 5-1,4,6,7,8 6-2,3,5 7-2,3,5,8 8-3,5,7 1-4,5,6 2-4,5,6 3-4,6,7,8 4-1,2,3,5,6,7,8 5-1,2,4,6,7,8 6-1,2,3,4,5,7,8 7-4,5,6,8 8-3,4,5,6,7 Seçmen Tercihinde Imaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması Ortalama Kesinlikle Katılıyorum Katılıyorum Kararsızım Standart Sapma f Katılmıyorum Kesinlikle Katılmıyorum Çizelge 9. Seçmenlerin parti imajına yönelik görüşleri 22 % 4,0 f 329 % 60,3 f 98 % 17,9 f 95 % 17,4 f 2 % 0,4 2,49 0,83 16.Bulunduğum çevrede parti bayrak ve afişlerinin çok olması oy verme kararımda etkilidir 21 3,8 316 57,9 97 17,8 108 19,8 4 0,7 2,55 0,87 14.Partinin medya tarafından destekleniyor olması oy verme kararımda etkilidir. 18 3,3 308 56,4 99 18,1 120 22,0 1 0,2 2,59 0,87 0,5 189 34,6 36 6,6 309 56,6 9 1,6 3,24 0,97 4 0,7 8 1,5 7 1,3 421 77,1 106 19,4 4,13 0,56 6 1,1 7 1,3 5 0,9 380 69,6 148 27,1 4,20 0,62 6.Partinin yönetim kadrosu oy verme kararımda etkilidir. - - 3 0,5 10 1,8 395 72,3 138 25,3 4,22 0,49 1.Oy verme kararımda parti ideolojisi önemlidir. 1 0,2 14 2,6 39 7,1 226 41,4 266 48,7 4,35 0,74 20.Parti programı oy verme kararımda etkilidir. - - 54 9,9 122 22,3 279 51,1 91 16,7 3,74 0,84 5.Parti lideri oy verme kararımda etkilidir. 1 0,2 3 0,5 1,5 65 11,9 469 85,9 4,82 0,47 12 2,2 222 40,7 181 33,2 125 22,9 6 1,1 2,80 0,85 16 2,9 222 40,7 141 25,8 157 28,8 10 1,8 2,85 0,93 4 0,7 95 17,4 94 275 50,4 78 14,3 3,60 0,95 15.Parti mitinglerindeki kalabalık oy verme kararımda etkilidir. 13.Partinin ailem tarafından destekleniyor olması oy verme kararımda etkilidir. 3 Partinin Toplumsal Algılanışı 7.Partinin hedefleri oy verme kararımda etkilidir. 9.Partinin rakip partiler karşısındaki politik performansı oy verme kararımda etkilidir. Partinin Politik Konumlanması 3.Partinin muhalefet partisi olması oy verme kararımda etkilidir. 2. Partinin iktidar partisi olması oy verme kararımda etkilidir. 4. Partinin yeni bir parti olması oy verme kararımda etkilidir 8 17,2 Partinin Mevcut Durumu Sayı 36 /Bahar 2013 68 Esra AYDIN KILIÇ Çizelge 10. Cinsiyete göre seçmenlerin parti imajına ilişkin görüşleri ve T-testi sonuçları Parti İmajı PartininToplumsal Algılanışı Partinin Politik Konumlanması Partinin Mevcut Durumu Cinsiyet N x s.s. t p Kadın 280 2,60 0,78 Erkek 266 2,85 0,72 3,772 0,000* Kadın 280 4,28 0,42 Erkek 266 4,33 0,43 2,068 0,039* Kadın Erkek 280 266 3,08 3,09 0,72 0,79 0,106 0,915 Çizelge 11. Medeni duruma göre seçmenlerin parti imajına ilişkin görüşleri ve T-testi sonuçları Parti İmajı Partinin Toplumsal Algılanışı Partinin Politik Konumlanması Partinin Mevcut Durumu *p<0,05 69 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Medeni Durum N x s.s. Evli 359 2,83 0,79 Bekâr 187 2,51 0,65 Evli 359 4,22 0,44 Bekâr 187 4,30 0,41 Evli 359 3,16 0,73 Bekâr 187 2,95 0,79 t p 4,798 0,000* 2,196 0,029* 2,985 0,003* Seçmen Tercihinde Imaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması Çizelge 12. Yaş dağılımına göre seçmenlerin parti imajına ilişkin görüşleri ve Tek Yönlü Anova-Tukey testi sonuçları Parti İmajı PartininToplumsal Algılanışı Partinin Politik Konumlanması Partinin Mevcut Durumu Yaş N x s.s. 30≤ 225 2,65 0,73 31-39 126 2,75 0,75 40-49 99 2,80 0,79 50≥ 30≤ 96 225 2,75 4,26 0,78 0,40 31-39 126 4,28 0,42 40-49 99 4,25 0,40 50≥ 96 4,15 0,50 30≤ 225 2,99 0,79 31-39 40-49 50≥ 126 99 96 3,08 3,14 3,22 0,77 0,69 0,75 Anlamlı fark (Tukey testi) F P 1,102 0,348 - 2,152 0,093 - 2,386 0,968 - Çizelge 13. Eğitim durumlarına göre seçmenlerin parti imajına ilişkin görüşleri ve Tek YönlüAnova-Tukey testi sonuçları Parti İmajı PartininToplumsal Algılanışı Partinin Politik Konumlanması Partinin Mevcut Durumu Eğitim durumu N x s.s. Okuryazar değil Okuryazar İlkokul Ortaokul Lise Üniversite Lisansüstü 17 18 44 54 237 154 22 2,90 2,86 3,02 3,08 2,83 2,40 2,05 0,70 0,73 0,82 0,81 0,72 0,67 0,17 Okuryazar değil Okuryazar İlkokul Ortaokul Lise Üniversite Lisansüstü Okuryazar değil Okuryazar İlkokul Ortaokul Lise Üniversite Lisansüstü 17 18 44 54 237 154 22 17 18 44 54 237 154 22 4,15 3,94 4,09 4,22 4,20 4,40 4,41 3,18 3,43 3,33 3,43 3,14 2,84 2,62 0,64 0,43 0,51 0,33 0,39 0,41 0,38 0,69 0,65 0,71 0,55 0,77 0,74 0,57 F 13,182 7,439 8,293 P Anlamlı fark (Tukey testi) 0,000* 1-7 2-7 3-6, 7 4-6, 7 5-6, 7 6-3, 5 7-1, 2, 3,4, 5 0,000* 2-6, 7 3-6 5-6 6-2, 3, 5 7-2 0,000* 2-6, 7 3-6, 7 4-6, 7 5-6, 7, 6-2, 3, 4,5 7-2, 3, 4,5 Sayı 36 /Bahar 2013 70 Esra AYDIN KILIÇ Çizelge 14. İlçeye göre seçmenlerin parti imajına ilişkin görüşleri ve Tek Yönlü Anova-Tukey testi sonuçları N Partiİmajı Partinin Toplumsal Algılanışı İlçeler Altındağ Çankaya Keçiören Mamak Yenimahalle Altındağ Çankaya Partinin Politik Konumlanması Keçiören Mamak Yenimahalle Altındağ Çankaya Partinin Mevcut Durumu Keçiören Mamak Yenimahalle 71 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi x s.s. 61 2,78 0,77 163 2,41 0,50 123 3,08 0,81 86 113 61 3,25 2,35 4,35 0,75 0,60 0,51 163 4,03 0,39 123 4,19 0,39 86 4,32 0,36 113 4,52 0,35 61 3,36 0,74 163 2,89 0,72 123 3,39 0,80 86 3,32 0,62 113 2,72 0,76 F 39,683 27,749 21,105 P 0,000* 0,000* 0,000* Anlamlı fark (Tukey testi) 1-2,3,4,5 2-1,3,4,5 3-1,2,5 4-1,2,5 5-1,2,3,4 1-2, 2-1,3,4,5 3-2,5 4-2,5 5-2,3,4 1-2,5 2-1,3,4 3-2,5 4-2,5 5-1,3,4 Seçmen Tercihinde Imaj Faktörü: Siyasal Parti ve Aday İmajı Karşılaştırmasına Yönelik Bir Alan Araştırması Çizelge 15. Siyasal görüşe göre seçmenlerin parti imajına ilişkin görüşleri ve Tek Yönlü Anova-Tukey testi sonuçları Parti İmajı Partinin Toplumsal Algılanışı Partinin Politik Konumlanması Partinin Mevcut Durumu Siyasi görüşler N x s.s. Liberal Demokrat Laik Milliyetçi Sosyalist İslamcı Dindar Görüşü yok Liberal Demokrat Laik Milliyetçi Sosyalist İslamcı Dindar Görüşü yok Liberal Demokrat Laik Milliyetçi Sosyalist İslamcı Dindar Görüşü yok 20 24 35 83 27 20 162 175 20 24 35 83 27 20 162 175 20 24 35 83 27 20 162 175 2,79 2,41 2,19 2,76 2,17 3,11 3,04 2,59 4,53 4,05 4,32 4,28 4,12 4,27 4,12 4,34 3,03 2,77 2,54 3,04 2,47 3,37 3,48 2,96 0,72 0,55 0,35 0,75 0,50 0,97 0,74 0,73 0,28 0,59 0,36 0,37 0,61 0,47 0,40 0,40 0,74 0,70 0,62 0,81 0,52 0,52 0,63 0,74 F 12,326 6,221 15,746 P 0,000* 0,000* 0,000* Anlamlı fark (Tukey testi) 2-6, 7 3-4, 6, 7,8 4-3, 5 5-4, 6, 7 6-2, 3, 5,8 7-2, 3, 5,8 8-3, 6, 7 1-2, 5, 7 2-1, 8 5-1 7-1, 8 8-2, 7 2-7 3-4, 6, 7,8 4-3, 5, 7 5-4, 6, 7,8 6-3, 5 7-2, 3, 4,5, 8 8-3, 5, 7 Sayı 36 /Bahar 2013 72 Esra AYDIN KILIÇ Çizelge 16. Seçmenlerin aday imajı ve parti imajına ilişkin görüşlerinin karşılaştırılması Boyutlar N x s.s. Aday İmajı 546 3,38 0,47 Parti İmajı 546 3,35 0,43 Çizelge 17. Seçmenlerin aday imajı ve parti imajına ilişkin görüşlerine yönelik korelasyon analizi sonuçları Aday İmajı 1 Parti İmajı 0,643** 0,635** Sig.(2-uçlu) --- 0,000 0,000 N 546 546 546 Pearson Korelasyon 0,643** 1 0,667** Sig.(2-uçlu) 0,000 -- 0,000 N 546 546 546 Pearson Korelasyon Aday İmajı Parti İmajı **Korelasyon 0.01 seviyesinde anlamlı (2-uçlu) 73 Bilgilenme Kaynakları İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Antropolojinin Görseli Yeniden ve Yeniden Keşfi: Görsel Antropoloji Anthropology Explores the Visual Again and Again: Visual Anthropology Hülya DOĞAN Yrd. Doç. Dr., Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi E-posta:[email protected] Anahtar Kelimeler: Görsel Antropoloji, Etnografik Film Yapımı, Medya ve Antropoloji Öz Antropoloji, ilk yıllarından itibaren yoğun bir şekilde görsel kullanımıyla uğraşmıştır. Sonraki yıllarda ise görsel sembollerin anlam üretiminin parçası haline geldiği bir dünyada çalışan antropoloji, bu ilişki üzerine düşünmekten yıllarca kaçınmıştır. Bunun gerisinde öncelikle, görselin gerçekliği aktarma aracı olarak görülmesinin problemli yanlarının 1970’li yıllardan itibaren sorgulanmaya başlaması yer almaktadır. Öte yandan 1990’larda gelişen “şimdinin antropolojisi” anlayışı ile, son yarım yüzyılın medya ağırlıklı analizleriyle bağlantıya geçme ve bunların alana adaptasyonu sonucu, elektronik medyanın merkezi olduğu toplumlar da çalışılmaya başlanmıştır. Çalışmada bir disiplin olarak antropolojinin ilk yıllarından itibaren görsellerle olan bu ilişkisi incelenmiştir. Yazılı dile bir alternatif olma potansiyeli açısından görsel üretimini tercih eden, etnografik filmler çeken antropologların diyalojik bir antropoloji için görselin sunduğu imkânlara yaptıkları vurgunun yanısıra, görselle nasıl ilişki kurulacağını teorize etmeye çalışan düşünürlerin fikirlerine de yer verilmiştir. Tüm bu tartışmalar, görsel antropoloji başlığında derlenmeye çalışılmıştır. Buna göre görsel antropoloji; antropolojinin görsel anlatım tercihini, dolaşımdaki görsellerin sembolik ve iletişimsel boyutlarını, insanların yaygın olarak tükettikleri görsel medyayla ilişki biçimlerini ve alımlama boyutunu bir alt dal çerçevesinde organize etmeye aday gibi görünmektedir. Böylelikle görsel antropoloji; antropoloji ve izleyicilerinin kesişim noktasında bulunup bu kısmı sorgulayan bir alt alan şeklini alabilir. Bu makale, konuyla ilgili olarak bugüne kadar uzanan görsel kayıt teorilerine, bunların temel sayılan örneklerine ve yeni yaklaşımlara göz atmak isteyen öğrencilere ve sosyal bilimcilere, giriş düzeyinde kaynak olabilecek bir çalışmayı oluşturmaktadır. Keywords: Visual Anthropolgy, Making Ethnographical Film, Media And Anthropology Abstract Anthropology, from the first times, dealed with using visuals. However in following years anthropology avoided working on this relationship while visuals were getting more important roles about construction of meaning. Because questioning visuals as tools of transferring reality started in 1970s. Before, they were seen as reality itself. On the other hand, growth of “anthropology of present” in 1990s lets more anthropologists to start dealing with visual media centered societies. In the article, this relationship between visuals and anthropology is examined under the title of “visual anthropology”. It cruises from different lanes. Some of the anthropologists see visuals as an alternative way to written language for “telling” and they find visuals more dialogical. In addition to this preference, some of anthropologists describes visual anthropology as a subdiscipline which stands between visuals and viewers, and examines the communication of visuals, reception of them etc. Visual anthropology seems to be a willing aspirant for organizing the connotations of visuals and exploring visual ways of doing anthropology. Hülya DOĞAN Giriş Andre Leroi-Gourhan, 1948 yılında ilk etnografik film konferansını düzenlerken ünlü Fransız yönetmen Jean Rouch kendisine sorar: “Etnografik film diye bir şey var mı gerçekten?” Gourhan ancak şu cevabı verebilir: “Bu projeyi hazırladığımıza göre, var” (Rouch, 2003: 79). Gourhan’ın Rouch’a cevabı, “bir alt disiplin olarak görsel antropoloji var, çünkü American Anthropological Association’da bölümü var, üniversitelerde bu alanda yetişen öğrenciler mevcut, üç ayrı akademik dergide konuyla ilgili çalışmalar yayınlanıyor” şeklinde zenginleştirilebilir. Ancak bu çaba bile, yazılı bir geleneğe dayanan antropolojinin, 20. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, hâlâ fotoğraf ve sinema gibi görsel teknolojileri kullanmakta tereddüt ettiğini, görselle ne yapılabileceğinden emin olmadığını gösterir sadece. Hayatımızın her alanında görsellerle karşı karşıya olmamıza ve görmenin “çağımızın en ayrıcalıklı duyusu” (Debord, 2001: 97) olarak tarif edilmesine rağmen hâlâ resimlerin ve görmenin ne olduğunu, dille ilişkisini, gözlemciyi dünyada nasıl konumlandırdıklarını, tarihlerinin nasıl anlaşılacağını, bunlarla ya da bunlar hakkında ne yapılacağını tam olarak bilmediğimizi ya da daha çok yazılı kültüre dayalı olarak aldığımız eğitimin bunun için yeterli olmadığını seslendiren görüşler artmaktadır (Mitchell 1994, Evans ve Hall 2001, Howells 2006). Oysa geçen zaman içerisinde özellikle yukarıdaki soruyu soran yönetmen Rouch’un katkılarıyla görsel antropolojinin, antropologlarla takipçilerinin buluştuğu yerdeki bir alan olarak görseli keşif çabaları, ciddi bir tarihsel birikimle birlikte görünür olur. Görsel antropolojinin yapabilecekleri sadece antropoloji alanının genişletilmesi ile sınırlı değildir. Bilgi edinme konusunda üretken olma açısından da görselin kullanımı önemlidir. “Bir kadavra canlansaydı eğer, kas hareketlerini, organların çalışmasını çok farklı bir şekilde görebilirdik” diyen John Collier (2003: 236), etnografya müzelerindeki kalıntıların canlanmasının da başka bir kavramlaştırma biçimiyle gerçekçi şekilde kültürel zamanı gösterebileceğini söyler. Metaforlar ya da görsel sembollerle, yazılı olarak anlatmanın zor olduğu konularda görsel kaydın alternatif bir bilgi edinme aracına dönüştürülme çabası -ve bunun mümkün olduğuna dair saf bir inanç- görsel antropoloji tarihine damgasını vurmuştur. David MacDougall (1999: 292), görsel antropolojinin, antropolojik bilgi birikimine, kültürü tanımlayıp yapılandırmada yazı temelinden görsel temeline kayan yeni patikalar sunduğunu söyler. Ona göre bu çalışma biçimini yazılı dil geleneğiyle anlatmak, yazıya çevirmek zordur. Heider de (akt. Ruby, 2000) etnografik filmin; görme ve anlamayı, bilim ve estetiği bir araya getiren bir deneyim olduğunu belirtir. Dolayısıyla görsel antropoloji denilince akla gelen ilk uğraşın, yazıya alternatif bir görsel dilin örgütlenmesi olduğunu söyleyebiliriz. Ruby (2005: 162), görsel antropolojinin bu ayağının film ve videonun antropolojik bilgi aktarımındaki potansiyelini keşfetmenin yeni dijital teknoloji ile çok daha olanaklı hale geldiğini belirtir. Antropolojinin görselle ilişkisine tarihsel bir bakış attığınızda, görselle ve medyayla geliştirdiği başka ilişki biçimlerini, kendine oluşturduğu yeni çalışma konularını, bu konularda geliştirdiği problemlerin antropoloji disiplinine katkılarını görmek mümkün hale gelmektedir. 75 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Antropolojinin Görseli Yeniden ve Yeniden Keşfi: Görsel Antropoloji Antropolojinin görselle temasları; etnografik, ticari ve deneysel filmler Görsel antropoloji, bir alan olarak kendine yer bulma konusunda sıkıntılar yaşamış olsa da aslında görselin antropolojide kullanımının geçmişi, neredeyse disiplinle yaşıttır. Banks ve Ruby (2011: 1-2), antropolojinin ilk yıllarındaki görsel kullanımının antropolojinin sadece bir parçası olduğunu, birincil ve ikincil amaçları da bütüncül bir görsel üretimi olan çalışmaların ortaya çıkmasıyla birlikte yakın geçmişte bir alan olarak görsel antropolojiden söz edilebileceğini söylemektedir. Ancak görsel üretimine ilişkin en önemli tartışmalara yön veren problemler antropolojinin ve sömürgecilik faaliyetlerinin ilk yıllardan bu yana görselle ilişkisine göz atmadan anlaşılamayacaktır. Antropoloji masa başı bilimi olmaktan çıkıp alana gittiğinde, antropolojinin takipçileri için görünmez olan farklı kültürler, o toplumdan kişiler aracılığıyla müzelerde, popüler caddelerde, derslerde sergilenmeye başlar. Hatta her kültürün kendi bağlamı içinde anlaşılır olabileceğini belirterek “kültürel görecilik” ilkesini şekillendiren Franz Boas dahi, 1893’te Chicago’da Antropoloji Salonu’nda 14 Kwakiutl yerlisinin sergilenmesini sağlar ya da Kroeber’in haberci yerlisi, hayatının son yıllarını bir müzede geçirir. Fotoğraf ise, bu aşağılama biçiminin “daha kolay” bir alternatifi olarak ortaya çıkarak gerçeklerinin yerini almaya başlar. Spencer, 1902’de Aranda filmlerini Melbourne Town Hall’de sergiletir. Ancak bu fotoğraflar daha çok çıplak kadın-adam fotoğraflarıdır. Bunların, dahil olduğu fiziksel çevre, toplumsal gruplardan soyutlanarak sergilenmesi, tek başına kültür hakkında bilgi verecek bir kaynağı oluşturmaz. Daha sonra bu fotoğraflar, çeşitli dekorasyonlarla “estetize” edilerek sunulmaya başlanır. Sosyal Darwinist fikirlerin hakim olduğu bu dönemde bu görseller, hayvanlarla modern insan arasına yerleştirilip; çıplaklık, hayvan derisinin kullanımı gibi sembollerle “ilkel”in temsili haline getirilirler. 20. yüzyılın ilk yıllarında bu resimler, posta kartlarında da sıklıkla kullanılmaya başlanır. Kolonyal gelenekte antropolojinin insan toplumlarını sınıflandırmak için görsellere yönelmesinin gerisinde; zooloji, botanik, jeoloji gibi doğa bilimlerinin dünyayı görsel araçlarla tanımlamasının karşılığında kültürlerin çizilip fotoğraflanabilir olduğunu göstermek de yatmaktadır. 1930’lara kadar yoğun görsel kullanımı bu şekilde sürer (MacDougall, 1999: 277-281). Malinowski (1996: 21), ilk kez 1922’de yayınlanan kitabı Argonauts of the Western Pacific’te, açıklayıcı ve güvenilir materyaller olan fotoğraf kullanımının öneminden söz ederek, yerlilerin gerçek ruhunu yansıtmada bu kayıtların anlaşılırlığını ve okuyucuyu ikna kabiliyetini över . Öte taraftan hareketli resim teknolojisi “sinema”, 19. yüzyılın sonunda kendi izlerkitlesini yaratmaya başlamıştır. Lumier Kardeşler’in sinematografı, dünyanın çeşitli yerlerine gönderdikleri kameramanlar aracılığıyla, belgesel ya da aktualite (gerçekçi) film türünün ilk örneklerini de beyazperdeye taşır. Antropolojiye ilgi duyan kişiler de, neredeyse bir yıl kadar kısa sürede bu icadı kullanmaya başlar. 1896 yılında antropolojiyle ilgilenen fizikçi ve anatomici Felix-Louis Regnault, Senegal’de Wolof kadınının çömlek yapımını, erken Mısır, Yunanistan ve Hindistan tarzıyla karşılaştırarak anlattığı filmi ile Sayı 36 /Bahar 2013 76 Hülya DOĞAN ilk “etnografik film” çeken kişi konumundadır. 1 Daha sonra arşiv oluşturma çabalarıyla da adından söz ettiren Regnault’un film yapımındaki teorik odağı, (antropolojik yazının da bir dönem gündeminde olduğu gibi), kaybolmadan ‘fizyolojik’ olarak toplulukları kaydetmektir (Brigard, 2003: 13-16). Etnografın “bilen özne” konumunun henüz sekteye uğramadığı bu yıllarda antropolojinin “kaybolan halklar”ı kayıt altına alma çabasını desteklemek üzere de görsel kullanımı yaygındır. Ancak kısa sürede Avrupa’nın kaybolan gelenekleri için de yürütülen çabalar etnografik film yapımını, Ruby’nin (2000: 10) yorumuyla “antropoloji eğitiminin ihtiyaçları değil, milliyetçi bir gururla ilgili bir mesele” haline getirecektir. Melies tarafından 1897 yılında sinemaya kazandırılan “kurmaca film” türü ise kısa sürede “belgesel romans” tarzı hibrit türlerin sinemada hâkim anlatı olmasını sağlar. George Melies’in kardeşi Gaston Melies, 1912”de uzak diyarların filmlerine duyulan ilgiyi fark edip Tahiti ve Yeni Zellanda’ya gider ve döndüğünde kelle avcılarından kurtulup prensesle evlenen İngiliz araştırmacının maceralarına benzer beş tane film yaparlar. 1914 yılında antropolojiyle ilgisi olmayan Edward Curtis’in Amerikalı yerliler arasında çektiği ve sevdiği kız için kahramanca savaşan bir genci anlattığı Land of the Head Hunters filmi, ticari sinemanın bundan sonra yerliler hakkındaki genel kodları oluşturacağı süreci başlatan ilk kurmaca filmdir (Brigard, 2003: 18-19). Kâr olasılığını fark eden ticari film yapımcıları, kimi zaman alana bile gitmeden stüdyo ortamında, kimi zaman antropolog destekli Medeniyetin Sınırı, Maymun Adam, King Kong, Tarzan gibi keşif-kurmaca-egzotik filmler ile etnografik filmleri geride bırakırlar (Brigard, 2003: 20). Bugün bile izleyicileri mest eden “egzotik öteki” imajı, 1930’larda ticari sinemada yerleşmeye başlamıştır. Jay Ruby (2000), bu deneyimi şöyle anlatır: Kırk yıl boyunca sinema izleyicisi Afro-Amerikanları Tarzan’la, Meksikalı yerli Amerikalıları, Kızılderilileri kovboy filmleriyle öğrendi. Filmlerde oynatacak yerli bulamazlarsa Bulgarları kullanıyorlardı. Hollywood izleyicisine öğretilen egzotik yerli, teni biraz koyu olan herkes olabilirdi. İzleyicide oluşturulan beklentiler doğrultusunda antropolojik film yapımcıları, Hollywood’un popüler egzotik ötekisini göstermek için her filmde yamyamlar, kafa avcıları, diğer vahşilik klişeleri ile anlatmak zorunda hissettiler yerli deneyimlerini. Antropolojinin ahlaki, politik ve entelektüel bir görev olarak Batılının “öteki” hakkındaki temsilleriyle mücadele etme gibi bir misyonu olduğunu hatırlatan Ruby ile benzer bir görüşü paylaşan Collier de (2003: 251), John Marshall’ın Bushmen of the Kalahari Desert (1972) filminde olduğu gibi insanların medeniyete dair görüşlerini sorgulatabilecek kadar iyi filmlerle, bilimin dahi yetmediği yerde görsel materyallerin devreye girebileceğini belirtir. Antropoloji, bir bilim olarak görmezden gelinen kesimlerin sesini duyurmada gündelik anlam üretimine yoğun bir şekilde katılan sinema filmlerini de 1 Belgesel film türü ile etnografik film arasında sınır çizmek zor olmakla birlikte bu çalışmanın kapsamını aşan tartışmalar hala devam etmektedir. Farklı kültürleri anlatan ilk belgesel filmler, üretimde antropolog olmamasına rağmen ilk etnografik filmler olarak da kabul edilir. Belgesel sinemanın “gerçeğe sadakat” ile “gerçeğin yaratıcı biçimde yorumlanması” (Kuruoğlu, 2006: 98) gibi tanımlamalarla çizilen çerçevesi, antropoloji tarafından sorgulanır. Tarih ve antropoloji arasındaki sınırı belirtirken Clifford’un yaptığı referanslar, bu ayrımı belirgin hale getirir: “Tarihin geçmişin metinlerine –belgesel, arşiv- gömülü olduğu düşünülür. Etnografi ise bugünün kanıtlarına –sözlü, deneyimsel, gözleme dayalı- dayanır” (Clifford, 1988: 340). Öte yandan görsel antropoloji için, etnografik araştırmanın yeni araç ve metotlarını arayan bir alan olarak “iletişim ürününün bir türüne işaret eder, yoksa etnografik film olur” diyen Olivier de Sardan (1999: 13) ise, belgesel sinemayla etnografik film arasında kullandığı sinema dili ve amaçları açısından ayrım yapılamayacağını, antropolojik hassasiyetlerin öne çıktığı etnografik filmlerin de belgesel türleri olarak ele alınması gerektiğini söyler (1999: 14, 24). 77 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Antropolojinin Görseli Yeniden ve Yeniden Keşfi: Görsel Antropoloji etkin bir şekilde kullanabilir. Etnografik film tarihi, bu etkinliği sağlamak üzere kameranın konumundan hareketine, kullanılan mercekten yerlinin müdahilliğine uzanan tartışmalar ve çarpıcı örneklerle doludur. Egzotik öteki’nin film diline yerleştirildiği 1930’lu yıllar, antropolojide ise film kullanımı konusunda tipografiler oluşturulmaya çalışılarak, eğitim ve araştırma amacına öncelik verilmesi gereğinin vurgulandığı dönemdir. Regnault’un önerisini dinleyen Margaret Mead ve Gregory Bateson’un 1936-38 yıllarında yaptıkları çalışmayla birlikte üniversitelerde, müzelerde antropoloji eğitimine filmler girmeye başlamıştır (Brigard, 2003: 20). Üniversite arşiv merkezleri ya da devlet destekli, antropolog katılımlı ya da profesyonellerce eğitim amaçlı film yapma geleneği, bugün de bazı kanallar ya da yayın kuruluşları aracılığıyla sürdürülmektedir. Daha çok belgesel formatıyla üretilen ve dünya çapında yaygınlık kazanan bu ürünlerin kültürleri ele alış biçimini antropolojik bir eleştiri süzgecinden geçiren çalışmalar da görsel antropoloji kapsamına girmektedir. İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte farklı ülkelerde antropolojik çalışma yapma imkânlarının sınırlanması; etnografik film yapımında durgun bir sürece işaret etmekle birlikte, dönemin popüler konusu olan “ulusal kültür”leri çalışmak için görsel antropoloji alanında yeni bir kapının zorlanmasına neden olur. Bateson ve Kraucer Alman sinema filmlerini, Benedict ve Meadow Japon sinema filmlerini inceleyerek bu ülkelerin kültürel ve psikolojik özellikleri, diğer uluslarla ilişkileri, aile yapıları hakkında çıkarsamalar yapmaya başlarlar (Weakland, 2003: 51-52). Dönemin “ulusal kültür” çalışmalarına gebe olduğu da unutulmamalıdır. Günümüzde bu tarz çalışmaların yapılması ve bir alt alan olarak görsel antropolojiye eklemlenmesi gerektiğini belirten John Weakland (2003), “Feature Films as Cultural Documents” adlı çalışmasında bunun için ‘içerik çözümlemesi’ tekniğini de biçimlendirir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sinema alanında göze çarpan en önemli gelişme, 16 mm. kameranın kullanıma girmesi, böylelikle 35 mm’nin hantallığından sonra hem teknik bilgi birikimine duyulan ihtiyacın azalması hem de hafifleyen kamerayla birlikte hareketin kolaylaşmasıdır. Aynı şekilde taşınabilir ses kayıt cihazlarının gelişmesi de çekim yapmak için gereken yükü ve masrafı azaltmaya yardımcı olmuştur. Bu dönemde yaptığı sıradışı etnografik Resim 1. Man with a Movie Camera, Dziga filmlerle adından söz ettiren Jean Rouch, 16 mm Vertov, 1929 ile Vertov’un ‘sine-göz’ü ve Flaherty’nin ‘katılımcı kamera’sı arasında yeni bir dilin oluşmaya başladığını söyler (Rouch, 2003: 84, 90). Dziga Vertov, Robert Flaherty ve Jean Rouch, sinema ve görsel antropoloji tarihinin dönüm noktalarında yer alan isimlerdir. Rusya’da Vertov, Eskimolarla film çeken Flaherty; aynı dönemde -1920’ler, farkında olmadan sosyoloji ve etnografi yaparlar. Sovyet Sineması’nın önemli yönetmeni Vertov’un 1929 yılında filme aldığı Kameralı Adam (Man with a Movie Camera), montaj merkezli sinema teorisinin de temsili gibidir (Resim 1). Buna göre sinema, film öncesi gözlem sürecinden Sayı 36 /Bahar 2013 78 Hülya DOĞAN itibaren bir montaj sistemi ile ilerler. Kameranın konumu ve deviniminde yönlendirmenin olması, film materyalinin kaba kurgusunun yapılması, montaj parçalarının birleştirilmesi, parçaların yeniden organizasyonu gibi süreçler sinemanın “görünen dünyanın organizasyonu” olduğuna yönelik bir montaj teorisinin geliştirilmesini sağlar (Brigard, 2003: 23). Kamera en saf konumda da olsa, hiç gösterişsiz de çekim yapsa, görüntülerin tertip edilmesi gereği, onları tematik bir gerçekliğe entegre eder. Vertov’un Resim 2. Nanook of the North, Robert kameranın “foyası”nı meydana çıkarmasının Flhaherty, 1922 gerisinde, yapım sürecinin nasıl işlediğini göstererek bilinçli bir devrim toplumu yaratma amacı vardır. Flaherty ise 1922 yılında “gerçekliği anlatma”nın peşine düşerek, Kanada’da yaşayan bir Eskimo ailesinin hikayesini filme alır. Nanook of the North (Resim 2), insanın doğayla mücadelesini bir kişi aracılığıyla anlatabilmesini, Rouch’un terimiyle “katılımcı kamera”ya, görsel bir hafızaya borçludur (Rouch, 2003: 80). Bilgi verme amaçlı birkaç metin karesinin dışında bütün hikaye görsellerle anlatılır. Ancak Flaherty filminde Nanook’un karısı yerine başka birini oynatmış, tüfekle av yaptıkları ve vahşi hayvan da avladıkları halde sadece zıpkınlarla balık avladıklarını söylemiş ve göstermiş, filminin sonuna da açlıktan öldükleri senaryosunu eklemiştir. Etnografik filmin zayıf ve güçlü yönlerini bir arada taşıyan film (Grimshaw, 2002: 7), hem antropologların yerliye bakışındaki problemleri gün ışığına çıkaran, hem de kameranın etnografi çalışmalarında kullanılabilirliğini gösteren önemli ve ilk örneklerdendir. Bu yıllar, antropolojinin sürrealist sinemayla ilişkisine özel bir parantez açılması gereken bir döneme de işaret eder. Sürrealist belgeselcilik2, Luis Buñuel’in Endülüs Köpeği (1928) ve Golden Age (1930) gibi sürrealist filmlerinden hemen sonra çektiği ve İspanya’nın dağlık bir bölgesi olan Las Hurdes’te yaşanan yoğun yoksulluğu, izolasyonu, kaynak sıkıntısını anlattığı Land Without Bread (1932) ile beyazperdede görülmeye başlanır. Sürrealizmin, mantığın saltanatını sorgulayan kara mizah anlayışını arkasına alan Buñuel, “Hurdonas hayatının zavallı durumundan fazlasını ön plana çıkarır. Normal bir etnografik film kaydının yanı sıra Batının, en azından İspanya hükümetinin ve kilisesinin bu gereksiz ızdırabı dindirmeye yardım konusundaki ihmaline de dikkati çeker” (Francis: 2008: 79). Antropologun özne olarak konumu olmasa da bakış açısı, sürrealizmin sorgulama ve “alay”ına maruz kalmaya başlamıştır. Antropolojide filmin not alma stiliyle kullanımına uzun süre öncülük eden Margaret Mead’ın 1930’larda çektiği ancak 1952 yılında gösterime soktuğu filmi Trance and Dance in Bali’nin kurgusunda çekimleri daha uzun tutması, ağır çekimi kullanması, antropolojik önemi vurgularken kapanmalardan faydalanması, küçük açıklamalar için üst-sesi eklemesinde, Buñuel’in etkisi hissedilir; Gardner’in Forest of Bliss (1988) filmi sürrealist belgeselciliğin daha yakın zamandaki bir yorumu olarak görülür (Francis: 2008: 77). Yine yukarıda sözü 2 Deneyimsel dünyayı farklı kombine ederek bozan, farklı bakış açılarından çekimlerin biraradalığı, net olmayan çekimler ve imgeyi bozan filtrelerin kullanımı, devamlılığı takip etmeyen kurgu teknikleriyle izleyiciyi altüst eden bir dünya yaratan sürrealist sinemacılar, 1930’lardan itibaren bu türü bilimsel formla birleştirmeyi denemişlerdir. Ancak “sürrealist belgeselcilik” ismi ilk kez 1979 yılında Virginia Higginbotham tarafından kullanılmıştır (Francis, 2008: 75, 73). 79 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Antropolojinin Görseli Yeniden ve Yeniden Keşfi: Görsel Antropoloji geçen Marshall’ın filmi de Buñuel’in kesmekle uğraştığı “Batılı göz”ü rahatsız etmeye devam eden yapımlardandır. Kendisinden önceki görsel kaynak ve çalışma yöntemlerini değerlendiren Fransız antropolog ve yönetmen Jean Rouch ise, 1950’lerde yeni bir sinema dili oluşturmaya başlar. Öncesinde antropologlara cazip gelen “gözlemci kamera” tekniğinin nesnellik iddiasını eleştiren Rouch, kamerasını Paris sokaklarına koyarak ve kimi zaman kendiniçalışanları da dahil ederek “paylaşılan bir antropoloji” yapmaya niyetlenir (Resim 3, Chronicle of a Summer, 1962); kameranın önündekilerle yönetmenin gücünü paylaştığı bir çalışma (Ruby, 2000). Jean Rouch etnografik filme bilimsel, politik ve sanatsal boyut kazandıran tarzıyla, sinema tarihinin önemli akımlarından biri olan Fransız Gerçekçiliği’ne (Cinema Verite) öncülük eden isim olur. Afrika’daki çekimler sırasında tripotunu nehre düşürdüğünde ise Rouch, kamerasını omzuna Resim 3. Chronicle of a Summer filminden, alıp çalıştığı kişileri takip etmeye, yeni çekim Rouch’un (solda) da yer aldığı bir sahne teknikleri geliştirmeye başlar. Etnografik filmin, film yapımcısı ve filme alınanlar arasındaki bir iletişim süreci olarak yorumlanması, savaştan sonra yaşanan önemli değişimlerdendir (Brigard, 2003: 32). Rouch’un bu eğilimi, ‘yerli’yle iletişimi öne çıkarma çabası, dönemine göre önemli açılımlar sağlayabilecekken, o yıllarda ana akım kültürel antropoloji tarafından etnografik filmler görmezden gelinerek marjinalize edilmektedir. 1970’lere gelindiğinde “etnografik film saldırıya uğruyorsa, bu sağlıklı olduğu içindir” diyen Rouch (2003: 80), eleştirileri kameranın insanlar arasındaki yerini bulmaya başlamasına bağlar. 1970’li yıllara kadar belgesel-etnografik filmlerin teorik bir temele ihtiyacı olmadığına, kameranın gerçekliği olduğu gibi kaydettiğine yönelik inancın sürdüğünü söyleyebiliriz. Öncesindeki bu alandaki tartışmalar da daha çok nasıl film yapılması gerektiği, filmin doğruluğu, nesnelliği, belgesel gerçekçiliği, öğrenmedeki rolü, etnografik olup olmadığı, yazılı antropolojiyle ilişkisi gibi konulardan kaynağını alırken; antropologlar film, semiyoloji ve iletişim teorileri hakkında bilgi edindikçe durum değişir. Bundan sonra, Ruby’nin (2000: 4) ifadesiyle, pozitivizmin duvarındaki çatlak belirginleşince, araştırmacılar da belgesel gerçekçiliği ve sosyoloji bilgisinin belirli epistemolojilerin ürünü olduğunu görme ihtiyacına tercüman oldular. Bu yıllar, entelektüel ve politik dairelerin örtüştüğü yıllardır. 1970’li yıllarla birlikte dünyanın gözlemle anlaşılabilir, izole bir gerçekliğinin olduğuna dair naif bir emprisizme ve bilginin kaynağını deney olarak gören, metedolojiyi yalnızca bir araç olarak ele alan pozitivizme tepkilerin artması, “bilgi edinme süreci”nin de masaya yatırılmasına neden olur. Bilginin keşfedilmediği, yaratıldığı dillendirilmeye başlanır. Düşünümsellik (reflexivity) tartışmalarıyla birlikte beklenen şey, antropologların sistemli olarak yöntemlerini ve kendilerini bilgi toplamanın araçları olarak açığa vurmaları ve kullandıkları aracın izleyici/okuyucu için hazırladığı konumu yansıtmalarıdır. Önceki çalışmalar bu açıdan oldukça eksiktir. 1922 yılında yazdığı Argonauts of the Western Pacific kitabında yerlinin bakışını yakalamak istediğini söyleyen Malinowski (1996), onlarla Sayı 36 /Bahar 2013 80 Hülya DOĞAN etkileşime geçtiği anları ise kaydın dışında bırakır. Yazarın varlığına dair tek kanıt, doğru bilgiyi edinmek için kamp kurmayı önerdiği bölümde gösterdiği çadırıdır. Antropoloğun katılımlı gözlem yapıyor olması, tek başına özne-nesne ilişkisi bilimi olmaktan çıkarmaz antropolojiyi. Ruby (2000: 163), yerlinin kendisine antropoloğun gözüyle bakmasının sağlanması gerektiğini belirtirken Rouch da (2003: 95) “ilk izleyicim filme aldığımdır” diyerek filmin diğerine onu nasıl gördüğünü göstermenin metodu olduğunu vurgular. Bu anlamda etnografik filmin kayıt değeri de, tekrar edilebilme fırsatı ve filme alınan yerli halka gösterilip onların da fikrinin alındığı diyalojik bir süreç sayesinde anlaşılır olmaktadır. Egemen bilim felsefesinin dayatmalarının aksine sosyal bilimlerde; kültür, değer yargıları, politik-ekonomik-ahlaki olarak tanımlanmış araştırmacının kendi kültürüne dair izlerin tamamen silindiği bir çalışma biçimi mümkün değildir. Ruby’e (2000: 166) göre antropolojide bu sorun, “sınırlarına giriş izni veren daha yorumsamacı” çalışmaların yapılmasını gerektirir. Görsel düzlemde de bazı çekimlerin, yapımcının kendi fikrini ve kültürel bakışını empoze etmesiyle sonuçlandığını belirten Margaret Mead (2003: 8), kaybolan kültürlerin kayıt altına alınması niyetiyle kullanmaya başladığı görsel kayıt teknolojisinde bu sorunun, “yaratıcı bir dahil etme” süreciyle aşılabileceğini belirterek, çalışılan yerlilerin film yapım ve kurgu aşamasında rol alabileceklerini söyler. Peter Adair’in Holy Ghost People filmi (1967), bu tarz bir çalışmaya örnek olarak gösterilir. Sanayi Devrimi’nin simgesi (insan gözünün mekânik uzantısı) ve pozitivist iyimserliğin gözbebeği (nesnel kaydedicisi) olmak gibi tarihsel bir geçmişi olan bu teknolojileri yeniden yorumlayarak olanaklarından faydalanmak ve hayatımızınöğrenme biçimimizin bir parçası haline geldiklerini reddetmeden alana bunları adapte etmek; sömürgeci geçmişinin üzerine sorgulamacı bir bilim yaratan antropoloji için imkânsız değildir. Hatta aksine görsel sistemlerin kayıt, sınıflandırma ve analizi üzerine geliştirilecek teori ve metodoloji, antropolojinin konu ve sorunlarına yönelik açılımlar da barındıracaktır (gerçekliğin kaydı, özne-nesne ilişkileri, nesnellik ve düşünümsellik problemi, bilginin sunumu, anlam inşasına katılan söylemlerin analiz ve eleştirisi vs). Yeni bir görsel teori üretmek, antropolojinin görselle ilişkisini derlemeye uğraşan bu çalışmanın amacını hayli aşmaktadır ancak antropolojinin içinde yükselen bu eleştiri ve öneriler3, disiplinin yeni bir görsel keşfi için önem taşımaktadır. “Toplumsal gerçekliği tasvir etmek için kullanılacak araçların yeterliliği hakkındaki kuşku”yu anlatan bir “temsil krizi” antropoloji yazınının da hala gündemindedir (Marcus, Fischer, 2013: 47). Antropolojinin; yapımcı, yapım süreci, ürün ve okurun aktif rolünün anlam inşa süreci içindeki düşünümsel ilişkisini kabul eden, niteliksel ve niceliksel metodlar gerektiren bir sosyal bilim olarak geliştirilmesi gerektiğini söyleyen Ruby (2000: 166), dünyayı tanımlayan bilimin, onu belirlediğini de bize yeniden hatırlatır. Antropoloğun kendi teorik konumları ve kültürel varsayımlarından yola çıkarak sorular oluşturduğunun ve cevapların bu sorulardan sonra verildiğinin anlaşılmasından sonra, aktif bir sürecin varlığını görme ihtiyacı kaçınılmaz olur diyen Ruby (2000: 167), antropolojik film yapımında da pozitivizmin izlerini taşıyan belgeselcilik geleneğinden çok kurmaca 3 Örneğin Rouch (2003: 89-92), tripod kullanımı yerine kamerayla birlikte yürüyerek izleyicinin harekete dahil edilmesi, dikizlemeye benzer bir zoom kullanımından uzak durulması, altyazı yerine imajın kendisinin sunuma dönüştürülmesi, eylemi destekleyecek bir fon müziğinin kullanılabilirliği gibi öneriler sunmuş; Timoty ve Patsy Asch (2003: 344) film öncesi alanda en az üç aylık bir alan araştırması yapmanın karşılıklı rahatlığı ve güveni sağlamadaki önemini vurgulamış; Ginsburg (2003: 370) farklı bir açıdan antropoloji disiplinine temel olacak politik ve epistemolojik tartışmaların, alanın toplumla ilişkisinin de özbilinç yükseltme sağlayacak şekilde görsel çalışmalarına dahil edilmesi gerektiğini belirtmiştir. 81 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Antropolojinin Görseli Yeniden ve Yeniden Keşfi: Görsel Antropoloji ve sanat filmlerinden ödünç alarak yaratılacak eklektik bir türün daha “düşünümsel” olacağını söyler. Alımlama Meselesi ve Görsel Antropoloji “Kültürel bağlamı bilen kişiler için görselin anlaşılır bir sesi vardır ancak kavramlaştırmaları için sürekli bir bağlamdan destek alan yazılı metnin aksine görsel, izleyicinin kendi referans dünyasını harekete geçirir” diyen MacDougall (1999: 290); bu bağlamın bilimsel söylemler, popüler olanlar, hatta ırkçılık bile olabileceğine de vurgu yapar. “Yazılı metin” ve “görsel” arasında bizi hiçbir sonuca götürmeyecek ikiliği bir kenara bırakırsak MacDougall’ın sözünü ettiği problem nedeniyle özellikle 1990’lı yıllar, etnografik film yapımında alımlama sürecinin yoğunlukla çalışıldığı bir döneme denk düşer. İzleyicinin anlam inşasında aktif bir rolü vardır. Diğer türlü Susan Sontag’ın (2004) müthiş örneğinde belirttiği gibi savaş fotoğraflarını gören herkes savaş karşıtı olurdu. İzleyiciler kendilerine sunulan filmi, resmi yapımcılar tarafından anlaşılması üzere dizayn edilen sembolik bir eylem olarak görebildikleri gibi, senaryo ve anlatıyı, karakterleri, kendi kültürel kabulleriyle de anlamlandırabilirler. Daha da önemlisi yapımcının niyetiyle izleyicinin anlamlandırması çatıştığında, son söz izleyiciye aittir. Güney Almanya’da Easy Rider filmini izleyen bir gruptaki bazı kişilerin, filmin sonunda “pis” Hippylerin öldürülmesi nedeniyle filmi beğendiğini kaydeden Jay Ruby (2000: 92), özellikle Amerikan sinema kültürünün kötü yabaniler, iyi yabaniler gibi oluşturduğu steryotiplerin seyirci algısını da belirleyen kalıplara dönüştüğünü söyler. Bu nedenle, kitle iletişim araçlarının yaygın tüketiminin gerçekleştiği günümüzde kültürel temsillerin nasıl alımlandığı da görsel antropoloji bağlamında çalışmalara eklenmektedir. Mısır’da yayınlanan bir pembe diziyi inceleyen Abu-Lughod (1997), aynı sahnelerin kentli ve köylü kadınlar arasında farklı şekillerde anlamlandırıldığını, yönetmen kadının ise çok başka amaçlar güttüğünü gözlemlemiştir. Medya Parantezi Yakın zamanda antropologlar, Avro-Amerikan film ve fotoğrafı, yerli sanatını, yerel tv yayınlarını (indigenous media) ; kültürel olarak teknolojilere eklenmiş görsel sistemler ve antropolojik analize uygun görsel temsil stratejileri olarak kabul etmeye başladılar (Banks, 2006: 11). Sadece görsel kayıt teknolojilerinin kullanımı da değil, örneğin, antropolojinin günde altı saat televizyon izlenilen bir dünyada, antropologların kontrol etmediği bir tanım kümesinde üretilen kültürel temsillerle ilişkilerini de sorgulaması gerekir. Faye Ginsburg’un da vurguladığı bir nokta; pratik, etik ve epistemolojik nedenlerden ötürü bu gelişmelerin görmezden gelinemeyeceğidir: “Çünkü ‘yerel bilgi’ye kendi donanımımızla girişimiz, televizyon teknolojisinin şekillendirdiği bir dünyada, ‘küresel köy’de gerçekleşiyor” (Ginsburg, 2003: 364). Peterson (2002: 26), antropolojinin medya konusundaki bu ilgisinin F. Boas’ın 1911 yılında yerli Amerikan gazetelerinin önemi üzerine yazdığı bir metinle başladığını belirtir. 1940’lara kadar çok sofistike Sayı 36 /Bahar 2013 82 Hülya DOĞAN yöntemler geliştirilemese de, örneğin din gibi antropolojinin çalışma konularının sinema ve radyo dolayımıyla incelendiği araştırmalar yayınlanır. Peterson (2002: 31), Warner ve Lunt’un (1941) gazetelere sembolik ürünler olarak yaklaştığı çalışmasını önemli bir başlangıç kabul eder. Sembolik sistemlere olan bu antropolojik ilgi, 70’li yıllardan sonra medyayı da konularına dahil ederek sürer. Ginsburg, Abu-Lughod ve Larkin (2002: 3), 1980’lere kadar medyaya yönelik olarak sistemli bir ilgi geliştirilememesini, küçük ölçekli toplumları çalışan bir disiplin olan antropoloji için medyanın fazla Batılı bir tabu olarak kalmasına bağlarlar. 1980’lerden sonra gelişen ilgi de belirli bir tarihsel ve teorik konjonktürden kaynağını almaktadır. 1980’lerin antropolojik teori ve metodolojisindeki kırılmalar ve 1990’larda gelişen “şimdinin antropolojisi” anlayışı ile, son yarım yüzyılın medya ağırlıklı analizleriyle bağlantıya geçme ve bunların alana adaptasyonu sonucu, elektronik medyanın merkezi olduğu toplumlar da çalışılmaya başlanmıştır. “Alımlama çalışmaları” da aslında antropolojinin yöntemi olan etnografinin medya çalışmalarına adapte edilmesidir. Medya antropolojisi, hem medya metinlerinin üretimini ve hem de tüketim aşamasında gerçekleşen izleyici davranışını, etnografik alan araştırması süreçlerinde inceler. Jay Ruby (2005: 163) “görsel medyanın antropolojisi” adıyla görsel antropolojinin alt dallarından biri olarak tarif ettiği bu ilginin, üç farklı patikada ilerlediğini söyler: Tarihsel fotoğrafların incelemesi –genellikle Batılı olmayan halklarınyoluyla yapımcıların ideoloji ve kültürlerinin ifşası ve bunların imajda kendilerini nasıl dışavurduğu; yerlinin medyasının kültür üretimi olarak çalışılması ve son olarak görsel medyanın alımlanmasının etnografik incelemesi. Sonuç Görsel antropoloji için var olduğunu söylediğimiz kimlik krizi, antropolojinin ve diğer pek çok sosyal bilimin alt dalları için de çok tanıdık bir problemdir. Antropolojinin disiplinlerarası doğasının, merkezci olmak ya da kavramlaştırmaları fazla genişleterek tutarsızlığa düşmek endişesi arasındaki bir gerilimi tarihi boyunca yaşattığını söyleyen Morphy ve Banks (1999: 2), görsel antropolojinin bir taraftan antropolojik araştırmada görsel materyalin kullanımını, öte tarafta görsel sistemlerin ve görsel kültürün üretimi ve tüketimini odağına aldığını belirtir. Görsel antropoloji sadece etnografik film yapma işi yerine, sembolik eylem üreten görsel sistemleri içine alacak şekilde yeniden organize olmaktadır. Böylelikle görsel antropoloji; “antropoloji ve izleyicilerinin kesişim noktasında bulunup bu kısmı sorgulayan da bir alt alan” şeklini alabilir (Banks, Morphy, 1999: 2). Elbette bu şekil verme süreci, bir bilim olarak antropolojinin kendine ve geçmişine yönelik sorgulamalarından ve “temsil krizi” olarak nitelenen problemlerinden bağışık değildir. Dolayısıyla buraya kadar (eksikleri fazla olsa da) özetlenen özellikleriyle, hem kültürel sembollerin görsel materyaller dolayımıyla üretimi, hem bunların birer anlatı olarak temsil özellikleri, hem de izleyiciler tarafından üretilen anlamlandırmalar gibi patikalarda görseli yeniden ve yeniden keşfe devam etmesi gereken görsel antropoloji; geliştirilmeye açık bir alan olarak iletişim bilimci, antropolog, sosyolog gibi sosyal bilimcilere de göz kırpmaktadır. 83 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Antropolojinin Görseli Yeniden ve Yeniden Keşfi: Görsel Antropoloji Kaynaklar Abu-Lughod, Lila, (1997). “The Interpretation of Culture(s) after Television”, Representations, Special Issue: The Fate of Culture: Geertz and Beyond, No: 59, Summer, p. 109-134. Asch, T. ve Asch P., (2003). “Film in Ethnographic Research”, Principles of Visual Anthropology, Paul Hockings (ed.), Berlin: Mouten de Gruyter, s. 335-360. Press. Banks, M. ve Morphy, H., (1999). Rethinking Visual Anthropology, Yale University Banks, Marcus, (2006). “Visual Anthropology: Image, Object and Interpretation”, Image-Based Research: A Sourcebook for Qualitative Researchers, Jon Prosser (ed.), London: Routledge-Falmer, s. 9-23. Banks, M. ve Ruby, J., (2011). Made to Be Seen: Historical Perspectiven on Visual Anthropology, University of Chicago. Brigard, Emilie, (2003). “The History of Ethnografic Film”,Principles of Visual Anthropology, Paul Hockings (ed.), Berlin: Mouten de Gruyter, s.13-43. Clifford, James, (1988). The Predicament of Culture: Twentieth-Century Ethnography, Literature and Art, Cambridge: Harvard University Press. Collier, John, (2003). “Photograph and Visual Anthropology”, Principles of Visual Anthropology, Paul Hockings (ed.), Berlin: Mouten de Gruyter, s. 235-254. Debord, Guy, (2001). “Separation Perfected”, Visual Culture, London: Sage Pub, s.95-98. Evans, J. ve Hall, S., (2001). Visual Culture, London: Sage Pub. Ferro, Marc, (1995). Sinema ve Tarih, Turhan Ilgaz (çev.), Hülya Tufan (çev.), İstanbul: Kesit Yayıncılık. Francis, Caroline, (2008). “Slashing the Complacent Eye: Luis Bunuel and the Surrealist Documentary”, Visual Anthprology, s. 21: 72-87. Ginsburg, Faye, (2003). “Ethnographies on the Airwaves: The Presentation of Anthropology on American, British, Belgian and Japanese Television”, Principles of Visual Anthropology, Paul Hockings (ed.), Berlin: Mouten de Gruyter, s. 363-398. Grimshaw, Anna, (2002). “Eyeing the Field: New Horisons for Visual Anthropology”, Journal of Media Practice, Vol. 3 Issue 1, s. 7-15. Howells, Richard, (2006). Visual Culture, UK: Polity Press. Kuruoğlu, Huriye, (2006). “Belgesel Filmde Yaratıcılık: Olanaklar ve Sınırlar”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi : 27, s. 97-111. Sayı 36 /Bahar 2013 84 Hülya DOĞAN MacDougall, David, (2003). “Beyond Observational Cinema”, Principles of Visual Anthropology, Paul Hockings (ed.), Berlin: Mouten de Gruyter. MacDougall, David, (1999). “The Visual Anthropology”, Rethinking Visual Anthropology, Marcus Banks (ed.), Howard Morphy (ed.), Yale University Press. Malinowski, Branislaw, (1996). Routledge&Kegan Paul Ltd Argonauts of the Western Pacific, London: Marcus, G. E. ve Fischer, M. M. J., (2013). Kültürel Eleştiri Olarak Antropoloji, Barış Cezar (çev.), İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları. Mead, Margaret, (2003). “Visual Anthropology in a Dicipline of Words”, Principles of Visual Anthropology, Paul Hockings (ed.), Berlin: Mouten de Gruyter. Press. Mitchell, William J. T., (1994). Picture Theory, USA: The University of Chicago Oliver de Sardan, Jean-Pierre, (1999), “The Ethnographic Pact and Documentary Film”, Visual Anthropology: Published in Cooperation with the Commision on Visual Anthrpology, 12: 1, s. 13-25. Rouch, Jean, (2003). “The Camera and Man”, Principles of Visual Anthropology, Paul Hockings (ed.), Berlin: Mouten de Gruyter. Ruby, Jay, (2000). Picturing Culture: Exploration of Film&Anthropology, The University of Chicago Press. Ruby, Jay, (2005). “The Last 20 Years of Visual Anthropology: A Critical Review”, Visual Studies, 20: 2, s. 159-170. Sontag, Susan, (2004). Başkalarının Acısına Bakmak, Osman Akınhay (çev.), İstanbul: Agora. Weakland, John H., (2003). “Feature Films as Cultural Documents”, Principles of Visual Anthropology, Paul Hockings (ed.), Berlin: Mouten de Gruyter. 85 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Semiotical Analysis of the Published Banknotes in the History of the Turkish Republic Mithat YILMAZ Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi E-posta: [email protected] Mülkişe TEMİZKAN Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Matbaa Eğitimi Bölümü Mezunu E-posta: [email protected] Anahtar Kelimeler: Görsel İletişim, Gösterge Bilim, Banknot Öz İnsan, doğumdan ölüme kadar pek çok görsel mesajla karşılaşır ve bu durum da görsel iletişimi oluşturur. Görsel öğeleri anlamlandırmak ve mesajların kodlarını çözmek göstergebilim ile mümkündür. Göstergebilim, gösterge dizgelerini inceleyen bir bilim dalıdır ve göstergelerin anlam evrenini çözümlemeyi amaçlar. Hukuki manâda resmi belge olan banknot, tek yönlü bir iletişim sağlamaktadır. Banknotlardaki görsel seçimine, çıkarıldığı dönemin ideolojisi ve iletilmek istenen mesaj etki eder. Bu durum aynı zamanda banknotların ulusal ve uluslararası bir iletişim aracı haline gelmesini sağlar. Bu araştırma, banknotlar üzerindeki göstergeleri yorumlayarak, görsellerin vermek istediği mesajı açıklamayı ve paranın bir iletişim aracı olarak kullanıldığını ortaya çıkarmayı amaçlamıştır Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar 9 emisyon grubunda, 24 farklı değerde, 132 tertip banknot dolaşıma çıkarılmıştır. Bu araştırmada, her emisyondan en büyük ve en küçük banknotların ön ve arka yüzleri seçilerek göstergebilimsel olarak incelenmiş, dizisel ve dizimsel boyutları ve ideolojik yaklaşımları çözümlenmeye çalışılmıştır. İnceleme Peirce’nin ikinci üçlüğünde bulunan belirti, ikon ve simge sınıflandırmasına göre gerçekleştirilmiştir. İncelemede banknotların üzerindeki görsel göstergelerin taşıdığı mesajlar ve anlam evreni açıklanmaya çalışılmıştır. Çalışma sonucunda banknotların üzerindeki göstergeler açığa çıkarılmış ve bu göstergeler yoluyla ulusal ve uluslararası iletişimin nasıl gerçekleştiği ortaya konulmuştur. Keywords: Visual Communication, Semiology, Banknote Abstract People encounter many visual messages from birth to death and this creates the visual communication. Exploring the meanings of these visual elements and decoding messages is possible with semiotics. Semiotics is a scientific way for studying sets of signs and it looks for decoding the meaningful universe of signs. In terms of legal sense, banknotes are official documents and they provide one-way communication. The visual choices in banknotes are effected by the ideology of the period they are produced in and the message which they are made to carry. This makes banknotes national and international communicational tools. This study aims to explain the messages constituted by visual items and to demonstrate that money has been used as a tool for communication by analyzing visual signs on banknotes. Since the foundation of the Turkish Republic, 132 reserves of banknotes have been put into circulation in 9 emission groups and 24 different values. In this study, the front and back facets of the biggest and smallest banknotes of each emmission were chosen for the semiotic analysis and the sequential and syntactic dimensions and ideological biases of the banknotes are examined. The semiotic analysis is carried out in accordance with the sign, icon and symbols classification of Pierce’s second triology. The analysis involves exploring and explaining the meaning universes and messages of the visual signs in banknotes. At the end of the study, the signs on banknotes and how the international communication is took place with the help of these signs are demonstrated. Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Giriş Antik Yunan’dan günümüze kadar pek çok bilim adamının dikkatini çeken göstergebilimin çağdaş anlamda kuruluşu, 20.yy. başlarına dayanır. Bir disiplin olarak göstergebilimin inceleme alanına, başta kitaplar olmak üzere resimler, fotoğraflar, mimari eserler, doğal diller, masallar, romanlar, filmler, afişler, trafik işaretleri, logolar, amblemler ve paralar gibi pek çok nesne, olgu, kavram girer. İşaretler bilimi olarak nitelenen göstergebilim; herhangi bir nesne, kavram, olgu, vb. göstergelerin incelenmesi ve analizini konu edinir. Başka bir deyişle göstergebilimin temel çözümleme nesnesi, göstergelerdir. “Gösterge, genel olarak kendi dışında bir şeyi temsil eden ve dolayısıyla temsil ettiği şeyin yerini alabilecek nitelikte olan her çeşit biçim, nesne ve olgu olarak tanımlanabilir” (Rifat, 2009: 11). Göstergeler, anlam inşa etme araçlarıdır. Aynı zamanda çeşitli duygu, düşünce, tutum, niyet, beklenti, ihtiyaç ve arzuların aktarılmasına aracılık ederler. İnsanların iletişim kurmak, sosyal etkileşim ve alışverişlere girmek amacıyla kullandıkları her şey aslında bir gösterge niteliği taşır. Devletin izni ile bastırılan ve tedavüle sürülen, toplumun birikimine ilişkin sembolik mesaj ve anlamlar taşıyan banknot, madeni para, pul ve hatıra parası gibi nesneler göstergebilimin inceleme alanına girer. Bu materyallerin içerdiği görsel unsurlar için kanunlar çıkartılır, kimi zaman da bu görsel unsurların seçimi için ödüllü yarışmalar düzenlenir. Bu nesnelerin tasarımları sadece ulusal değil, evrensel simge ve mesajlar da taşıyabilir. Devleti simgeleyen, kolektif hafızada yer etmiş karizmatik liderler, ülke tarihindeki önemli olaylar, ülkenin varlığına katkı sağlayan büyük şahsiyetler, önemli yatırım, proje ve mimari eserler, baskın kültürel motifler, bağımsızlık günleri, resmi bayramlar ve bayrak gibi pek çok görsel unsur bu tasarımlarda yer bulur. Kağıt para, yani banknot, piyasada bir değişim ve eder ölçüsü olarak kullanılmaktadır. Banknotlar, bankalar tarafından ihraç edilebildiği gibi devletler tarafından da çıkarılabilir. Hukuki manâda resmi bir belge olan banknot, tek yönlü iletişim sağladığı gibi üzerinde bulundurduğu görseller ile de propaganda amacıyla kullanılabilir. Böylece banknotun üzerindeki görsel seçimine çıkarıldığı dönemin ideolojisi, siyasi yapısı veya iletilmek istenen mesaj etki eder. Bu durum banknotların ulusal ve uluslararası bir temsil aracı haline gelmesini sağlamıştır. Göstergebilim ile ilgili literatür taraması sonucunda, çeşitli alanlarda yapılmış bazı araştırmalara rastlanmıştır. Bu araştırmaların başında, reklam ve grafik tasarım alanında yapılan çalışmalar gelmektedir. “Reklam çözümlemesine göstergebilimsel bir yaklaşım” (Demirbağ, 1994), “Pirelli reklamının göstergebilimle analizi” (İmançer ve Özel, 1999), “Göstergebilim ve sinema, temel kavramlar retorik göstergebilimsel çözümleme yöntemi model önerisi ve bir örnek çözümleme” (Tekin, 1996), “Göstergebilim açısından grafik gösterge anlamlarının incelenmesi” (Denli, 1997), “Pop-Art’ta nesnenin bir gösterge olarak kullanımı” (Karahan, 2003) isimli çalışmalar reklam ve grafik tasarım alanlarında yapılmıştır. “Ana dil öğretiminde gösterge biliminin yeri: ana dili ders kitaplarındaki sözel metinlerle görsel metinleri bütünselliğinin analizi” (Batur, 2010) adlı çalışma dil alanında yapılmıştır. “Göstergebilim ve bir uygulama: kulenin anahtarı” (Yazıcı, 2007) ve “Ömer Seyfettin’in Yüz Akı öyküsünün göstergebilimsel çözümlemesi” (İşeri, 2008) 87 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi adlı çalışmalar edebiyat eserleri üzerinde yapılmıştır. “Sahne ve seyirci etkileşiminin tarihsel gelişiminde göstergebilimsel açıdan bir analiz” (Yıldız, 2008) adlı çalışma tiyatro alanında yapılmıştır. “75 yılda Paranın Tarihi” (Sönmez, 1998) isimli kitap ve “Türk Lirası Banknotlarının Görselliği Üzerine” (Pekşen, 2005) isimli çalışma ise banknot inceleme alanında yapılmıştır. Buraya kadar verilen literatür incelendiğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nde tedavüle sürülen banknotlar üzerinde yer alan göstergelerle ilgili olarak göstergebilim alanında yeterli sayıda araştırmanın yapılmadığı görülmektedir. Oysa göstergebilim, içerisinde gösterge bulunan her şeyi inceler. Banknotlar ise gündelik hayatın içerisinde en çok kullanılan ve bilinçli, kasıtlı olarak oluşturulmuş, aşikar ve örtülü anlamlar içeren göstergeler bütünüdür. Bu göstergelerin anlam evrenine girmek, bu evreni oluşturan göstergeleri keşfetmek, ortaya çıkarmak ve çözümlemek göstergebilimin görevidir. Göstergebilim çözümleme tekniği kullanarak banknotları incelemek, göstergelerde demirleyen veya örtülü, saklı anlamların ortaya çıkarılmasını sağlayacaktır. İşte sözü edilen eksiklikten dolayı bu araştırmanın konusu olarak banknotların göstergebilim çözümleme tekniği ile incelenmesi seçilmiştir. Bu araştırma, gözden geçirilen literatürde yer alan özellikle Sönmez’in editörlüğünü yaptığı çalışma ve Pekşen tarafından yapılan araştırma ile amaç ve konu bakımından benzerlikler göstermesine karşın çözümleme tekniği ve araştırmanın kapsamı bakımından farklıdır. Sözü edilen iki çalışmada Cumhuriyet dönemi banknotlarının kupür değerleri, grafiksel yorumları ve dönemin ideolojileri ele alınmıştır. Ancak her iki araştırmada da göstergebilimsel bir yaklaşım kullanılmamış; ayrıca yedinci, sekizinci ve dokuzuncu emisyon paralarının herhangi bir çözümleme tekniği ile incelenmesine de rastlanmamıştır. Oysa yapılan bu çalışmada, Cumhuriyet döneminde tedavüle sokulan banknotlardaki görsel unsurlar göstergebilim çözümleme tekniği ile incelenmiştir. Çalışmada göstergebilim analiz tekniklerinden Charles Sanders Peirce’in çözümleme modeli (belirti, ikon, simge) ile Ferdinand de Saussure’nin dizisel ve dizimsel çözümleme teknikleri birlikte kullanılmıştır. Göstergelerin derin anlamını ortaya çıkarabilmek için sentagmatik (dizisel) çözümleme aşamasında önce banknotlarda yer alan göstergelerin genel bir betimlemesi yapılmış, sonra paradigmatik (dizimsel) çözümleme safhasında göstergelerin derin, örtülü anlamları açığa çıkarılmaya çalışılmıştır. Türkiye’de bu kapsamda ilk defa yapılan bu araştırmanın önemi iki noktada öne çıkmaktadır. Birincisi Cumhuriyet döneminde dolaşıma sokulan banknotları göstergebilim analiz tekniğine dayanarak ve dönemin egemen ideolojilerini dikkate alarak incelemesidir. İkincisi ise banknotlar üzerindeki göstergelerin taşıdığı düz ve yan anlamların okunmasıyla banknotların bir iletişim vasıtası ve zemini olarak kullanıldığının ortaya çıkarılmasıdır. Yapılan çalışmanın diğer aştırmacılara yol gösterici olacağı ve olumlu katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Çalışmanın temel amacı Cumhuriyet döneminde dolaşıma sokulan banknotlar üzerindeki göstergelerin taşıdığı aşikâr ve örtülü anlamları açığa çıkarmaktır. Diğer amaçlar ise bu göstergeleri toplumsal ve kültürel bağlamları da dikkate alarak anlamak ve yorumlamaktır. Araştırmanın kapsamına gelince, Cumhuriyet tarihinde dolaşıma sokulan Sayı 36 /Bahar 2013 88 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN dokuz emisyon vardır. Çok sayıda banknot olması ve incelemede kolaylık sağlaması amacıyla bu emisyonlarda bulunan en büyük ve en küçük banknotların ön ve arka yüzleri çözümleme amacıyla seçilmiştir. Seçilen örnekler göstergebilim analiz tekniği ile tahlil edilmiş, bu çerçevede dönemin ideolojileri çözümlemeye dahil edilmiştir. Bu araştırmanın sınırlılığını ise Cumhuriyet tarihinde dolaşıma çıkan dokuz emisyonda bulunan en büyük ve en küçük banknotlar oluşturmaktadır. Bu banknotların ön ve arka yüzleri göstergebilimsel olarak incelenmek için seçilmiştir. Çözümlemenin sonucunda elde edilen verilere göre, banknotlar üzerindeki göstergelerin ulusal ve evrensel mesajlar aktarmak amacıyla kullanıldığı görülmüştür. Bu göstergeler çoğunlukla banknotların tedavüle çıkarıldıkları dönemler açısından önem taşıyan cansız varlıklar arasından seçilmiştir. Bununla birlikte emisyonlar arasında bir tasarım ilişkisi bulunmadığı anlaşılmıştır. Bunun bir nedeni olarak banknotların uzun bir süre yabancılar tarafından tasarlanması gösterilebilir. Bazı banknotların, basımı ve tasarımı gerçekleştiren ülkenin banknotlarına benzemesi dikkat çekmektedir. Peirce’ün Göstergebilimsel Çözümleme Tekniği Bu çalışmada göstergebilim analiz tekniği kullanılacaktır. Göstergebilimsel çözümlemenin temelinde, mesajı okuma, yani anlama ve yorumlama edimleri bulunmaktadır. Fakat çözümleme sürecinde sergilenen bu edimler sadece metinde demirlemiş, açık veya görünür mesajları açığa çıkarma anlamına gelmez. Göstergebilimsel okuma aynı zamanda daha duyarlı, titiz ve derin bir gayretle, metinde yer alan göstergelerin örtülü veya çağrışımsal anlamlarını da ortaya çıkarmayı gerektirmektedir. Göstergebilim alanında geliştirilen tüm anlamlandırma modelleri büyük ölçüde birbirine benzeyen bir yapıyı paylaşırlar. Bu modellerin her biri anlamlandırma çalışmalarına şu ya da bu biçimde katılabilecek üç öğeyi içerir. Bunlar, 1. Gösterge, 2. Göstergenin gönderme yaptığı şey, 3. Göstergenin kullanıcıları’dır. Bu üç öğeden gösterge, kendisinden başka bir şeye gönderme yapan, duyularımızla kavrayabileceğimiz fiziksel bir şeydir ve varlığı, kullanıcıların onu bir gösterge olarak kabul etmelerine bağlıdır (Fiske, 2003: 41). Bu araştırmada çözümleme tekniği olarak daha önce farklı alanlarda uygulamaları yapılmış mevcut göstergebilimsel çözümleme modellerinden, Amerikan Göstergebilimi’nin kurucusu Charles Sanders Peirce’nin anlamlandırma modeli kullanılmıştır. Peirce, ‘göstergebilim’i tanımlamak için “semiyotik” terimini tercih etmiştir (Hartley, 1978: 37). Amerikalı mantıkçı ve düşünür Charles Sanders Peirce, Saussure’ün eksik bıraktığı gösterge kategorilerini, geliştirdiği bir anlamlandırma modelinde tamamlamıştır. Peirce’nin geliştirdiği gösterge tanımı, bazı açılardan Saussure’ün tanımından ayrılmaktadır. Bir gösterge, kimi yönlerden bir kimsenin veya başka bir şeyin yerine koyulabilme özelliğine ve kapasitesine sahip olan bir şeydir (Lyne, 1980: 157; Cook, 2001: 74; Gripsrud, 2002: 108). Peirce, gündelik konuşmada genel olarak kendisinden başka bir nesneye gönderme yapan her şeyi gösterge olarak adlandırmakta (Merrell, 2001: 28) ve gerçekte ‘her şeyin gösterge olduğunu’ söyleyerek kavramsal tanımlamayı oldukça genişletmektedir (Gripsrud, 2002:109). 89 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Peirce, göstergelerin sınıflandırılmasında üç ayrı üçlük belirler. Peirce’ün üçlü ayrımını ele almadan önce gösterge kavramına ilişkin şu tanımlamasına yer vermek gerekir: Bir gösterge veya ‘representamen’, bir kişi için herhangi bir şeyin yerini, herhangi bir bakımdan ya da herhangi bir sıfatla tutan bir şeydir. Birine yöneliktir, bir başka deyişle bu kişinin zihninde eşdeğerli bir gösterge ya da belki daha gelişmiş bir gösterge yaratır. Bu gösterge bir şeyin yerini tutar: nesnesi’nin yerini. Söz konusu gösterge, bu nesnenin yerini her bakımdan değil de, benim kimi kez, representamen’in temeli diye adlandırdığım bir çeşit kavram’a iletme bakımından tutar. Buradaki “kavram” sözcüğünü, gündelik dilde yaygın olarn, bir tür Platon’cu anlamda ele almak gerekir (Rifat, 2000: 132). Göstergelerin bölümlenmesinin yapıldığı ikinci üçlüğe göre bir gösterge, görüntüsel gösterge (ikon), belirti ve simge diye adlandırılabilir (Rifat, 2000: 132-133; Fiske, 2003: 46; Rose, 2001: 78). Görüntüsel gösterge, bazı yönlerden nesnesine benzeyen göstergedir. İkon olarak da adlandırılan görüntüsel gösterge, nesnesi gibi görünür ya da onun gibi ses çıkarır. Görüntüsel gösterge nesnesine benzeyen, nesnesinin niteliğini paylaşan göstergedir (Gripsrud, 2002: 110; Fiske, 2003: 46). Görüntüsel gösterge, belirttiği nesne var olmasa bile, kendisini anlamlı kılma özelliği taşıyan bir göstergedir. Başka bir anlatımla görüntüsel gösterge belirttiği şeyi doğrudan temsil eder, canlandırır (Rifat, 2000, 134). Görüntüsel göstergede gösteren ve gösterilen arasında doğal bir ilişki vardır. Bir kişiye benzeyen ve onu temsil eden bir resim portresi veya bir fotoğraf bir görüntüsel gösterge olabilir. Gösterilenin gösteren tarafından yeniden temsil edilme derecesini açıklayan temsiliyetin güvenilirliği ve doğruluğu, temsil konusunda nasıl uzlaşıma varılacağının ters bir ölçümüdür. Bu nedenle gerçekçi bir portre ya da nesnesiyle benzerlik taşıyan bir portrenin gösterdiği şey hakkında kolayca uzlaşım sağlanır. Bu uzlaşım, yeniden temsil edilen gerçekliğe ilişkin deneyimimizin gösterenin gösterdiği nesneye anlam yükleme yetisine bağlıdır (Hartley, 1978: 38). Sözün kısası görüntüsel gösterge, varlığına gönderme yaptığı nesneyle bir benzerlik ilişkisi kurmaktadır (Rifat, 2000: 134). Görüntüsel göstergeler görsel veya sözel olabilir. Fotoğraf, harita, kadın ve erkek tuvaletlerini temsil eden yaygın görsel göstergeler birer görüntüsel göstergelerdir. Ancak görüntüsel göstergeler, sözel nitelikli de olabilir. Doğal seslerin taklit edilmesi görüntüsel gösterge oluşturma girişimi olarak değerlendirilebilir. Sözgelimi Beethoven’in ‘Pastoral’ Senfonisi, doğal seslerin müzikteki görüntüsel göstergelerini içerir. Öte yandan bazı parfümlerin yaydığı kokunun cinsel uyarıya yol açan bitkisel ya da hayvansal kokuların yapay görüntüsel göstergeleri olduğu akla getirilebilir (Fiske, 2003: 47). Belirti, “nesnesi ortadan kalktığında kendisini gösterge yapan özelliği hemen yitirecek olan ama yorumlayan bulunmadığında bu özelliği yitirmeyecek olan bir göstergedir. Sözgelimi; İçinde, ateş edilmiş olabileceğini gösteren bir kurşun deliğinin bulunduğu bir mulaj; eğer ateş edilmemiş olsaydı, delik olmayacaktı; ama burada bir delik var, herhangi biri bunu ateş edilmiş olmasına bağlasın ya da bağlamasın” (Rifat, 2000: 133-134). Belirtisel gösterge ise nesnesi arasında doğrudan varoluşsal bir bağlantının bulunduğu bir göstergedir (Fiske, 2003: 47). Başka bir anlatımla, belirtisel gösterge, dinamik nesnesiyle kurduğu gerçek ilişki gereği bu nesne tarafından belirlenen bir gösterge olarak tanımlanabilir (Rifat, 2000: 134). Gösterge ile nesnesi gerçekte birbirlerine bağlıdırlar. Gösterge ile gönderme yaptığı nesnesi arasında gerçek, kendine özgü bir ilişki Sayı 36 /Bahar 2013 90 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN vardır (Fiske, 2003: 47). Gösterge ile nesnesi arasındaki ilişkinin kendine özgü niteliği ise kültürel olarak belirlenir (Rose, 2001: 78). Sözün kısası belirti, varlığına gönderme yaptığı nesne ile bir bitişiklik, bir yakınlık ilişkisi kurar (Rifat, 2000: 134). Sözgelimi duman ve ateş arasındaki ilişkiye bakarsak, bu ilişkinin belirtisel bir ilişki olduğu rahatlıkla görülür: Duman ateşin, hapşırma soğuk algınlığının belirtisel göstergeleridir. Bir kimse ile buluşmak isteyen bir kişinin kendisini tanıması için buluşacağı kişiye bıyıklı olduğunu ve yakasına bir sarı gül takacağını söylemesinin söz konusu olduğu bir durumda bıyık ve sarı gül o kişinin belirtisel göstergesi olacaktır (Fiske, 2003: 47). Aynı şekilde bulut da yağmurun belirtisidir. Simge, yorumlayan ya da anlam atfeden olmadığında kendisini gösterge yapan özelliği yitirecek olan bir göstergedir. Başka bir anlatımla bir simge, dinamik nesnesi tarafından, yalnızca yorumlanacağı yönde, anlamda belirlenen bir göstergedir. Bu bakımdan bir simge, herhangi bir şeye bir kural gereği gönderme yapar. Daha açıkçası, bir simge, insanlar arasındaki bir uzlaşmaya dayanan bir göstergedir (Rifat, 2000: 134). Simgede gösterge ile nesnesi arasında ne benzerlik ne de bağlantı vardır. Simgenin anlam inşasında kullanılmasını sağlayan tek neden, simgenin yerine geçtiği şeyi nitelemesi konusunda insanların bir mutabakata varmış olmalarıdır. Simge, uzlaşım ya da anlaşma sonucunda herkesin az ya da çok aynı kesinlikte anlayabileceği bir nesneye gönderme yapmaktadır. Bir simge, nesnesiyle bağlantısı uzlaşma, anlaşma ya da kural sonucu kurulan bir göstergedir (Fiske, 2003: 47-48). Sözgelimi doğal dillerdeki sözcükler genelde mutabakata dayalı birer simgedir. Çünkü bir sözcük, gönderme yaptığı bir şeyi, yalnızca bu anlama geldiğini bilmemiz sayesinde belirtmiş olur (Rifat, 2000: 134). Trafik lambasındaki renkler, kimi logolar simgedirler ve diğer fenomenleri simge olarak anlamlandırabilmek için gösterdikleri nesnelere anlam yüklememize imkan veren belli kodları öğrenmek gerekir (Gripsrud, 2002: 110). Bir başka örnek de ‘terazi’ figürünün evrensel boyutta ‘adalet’in simgesi olmasıdır. Sözün kısası simge, ilettiği şeye doğal bir ilişkiyle değil de saymaca bir bağıntıyla ulaştırması bakımından rastlantısal, keyfi bir özellik gösterir (Rifat, 2000: 134). Peirce, üçüncü olarak bir göstergeyi sözcebirim, önerme ve kanıt olarak adlandırmaktadır. Sözcebirim ya da terim “yorumlayan açısından nitel bir olasılık göstergesidir; bir başka deyişle herhangi bir olası nesneyi canlandıran olarak kavranabilir. Bir terim, herhangi bir bilgi sağlayabilir ama herhangi bir bilgi sağlayıcı olarak yorumlanamaz. Nesnesini yalnızca özellikleri bakımından canlandıran, ileten bir göstergedir. Teke tek ele alınan bütün sözcükler gibi, sözcebirim ne doğru ne de yanlış olan bir nesneye verilen ad olarak belirtilebilir. Önerme, yorumlayanı açısından gerçek bir varoluş göstergesidir; ikili bir göstergedir (özneyüklem),bilgi iletir, tümce değeri bulunur. Kanıt ya da çıkarım “yorumlayanı açısından bir kural göstergesidir”; nesnesini gösterge özelliği bakımından canlandırır. Aslında bir simge olması gerekir. Simge olarak da ayrıca bir kural gösterge olmak durumundadır. Üç öğeye sahiptir yada usa uygun biçimde ikna edici özelliği bulunmaktadır. Bir öncül ile bir sonuç içerir ve yorumcunun zihninde bir değişiklik yaratması beklenir (Rifat, 2000, 135). 91 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Aşağıdaki Şekil 3’de Peirce’ün anlamlandırma modeli sunulmaktadır. Gösterge Nesne Yorumlayıcı Şekil-1: Peirce’ün Anlamlandırma Modeli. Gripsrud, 2002: 109. Cumhuriyet Dönemi Banknotlarının Göstergebilimsel Çözümlemesi Kullanılan görsel malzemeye bakıldığında, ilk grupta karşımıza çıkan dönemle ilişkili olma, onu yansıtma özelliğinden ikinci emisyon grubunun tüm paraları için söz etmek mümkün görünmüyor: Merkez Bankası, Boğaz manzarası, Ulus Atatürk Anıtı, Ankara Kalesi, Ankara keçisi, Çanakkale Boğazı, Rumeli Hisarı ve Ankara’daki Güven Park’tan iki değişik görüntü. Ankara’ya ilişkin resimler yine ağırlıktadır. Merkez Bankası resminin kullanımı bankanın yeni kurulmuş olmasına bağlanabilir. Ulus Atatürk Anıtı’nın kullanımı da Atatürk’ün ölümüyle ilişkilendirilebilir. Banknotların ön yüzünde İnönü resimlerinin kullanılmaya başlaması da geçiş döneminin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Ancak diğer görsel malzemeye ilişkin anlamlı bir okuma yapmak zor görünmektedir (Peksen, 2004). Sayı 36 /Bahar 2013 92 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Birinci Emisyon Bir Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-1: Birinci Emisyon Bir Liranın Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel yapı görüntüsel kavram, olgu Gösteren Büyük Millet Meclisi sürülen toprak, tarla Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Millet Meclisi binası. Tarıma elverişli olan, sınırlı ve belirli toprak parçası. görüntüsel insan kadın çiftçi Geçimini toprağı ekerek sağlayan kimse. görüntüsel hayvan çift, tarladaki hayvanlar Toprağı sürmek için birlikte koşulan iki hayvan. görüntüsel giysi, kıyafet şapka görüntüsel alet, araç saban Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Resmî kimlik Umut Emek, alınteri. Türk kadının Türk toplumundaki yeri. Türk kadının çalışkanlığı, fedakârlığı. Cumhuriyet ile toplumsal hayatta meydana gelen değişim. Cumhuriyetin temel öğesi olan halk. Sermaye Şapka devrimi. Başarılı Türk devrimi. Keçe, hasır, kumaş, ip vb. ile yapılan modernleşmenin başlık. belirtisi, kıyafetlerdeki değişimin bir sembolü. Sermaye. Türk Çift süren hayvanların koşulduğu çiftçisinin o dönemde demir uçlu tarım aracı. geçimini sağlayabilmek için kullandığı araç. Tablo-2: Birinci Emisyon Bir Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi 1927 yılında piyasaya sürülen 1 liralık banknotun ön yüzünde Türkiye Cumhuriyeti’nin 1925’te inşa edilen ilk başbakanlık binası yer almaktadır. Genç Türkiye Cumhuriyeti meşruluğunu sağlama çabasındadır. Hem kendisini hatırlatır hem de köylünün (halkın) yanında, köylüden yana olduğunu vurgulama çabası içinde gibidir. Genel olarak Osmanlı motifleri kullanılmıştır. Yuvarlak hatlı çizgiler ve yeşil 93 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi renk güveni pekiştirmektedir. Topluma güven aşılanmak istenmektedir. Bilindiği gibi yeşil renk güveni temsil etmektedir. Bankaların yeşil rengi tercih etmesi bu nedenledir. Birinci Emisyon Bir Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-2: Birinci Emisyon Bir Liranın Arka Yüzü Dizisel (Paradigmatik) Eksen Gösterilen Yan Anlam Mimarî – tarihî eser. Yeni kurulan Türkiye Türkiye Cumhuriyeti’nin 1925 yılında Cumhuriyeti’nin inşa edilen ilk başbakanlık binası. meşruluğunu ifade etme aracı. Sarı ile mavinin karışmasından ortaya çıkan, bitki yapraklarının çoğunda Güven. görülen renk. Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren görüntüsel yapı bina görüntüsel renk yeşil Tablo-1: Birinci Emisyon Bir Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi 1927 yılında piyasaya sürülen 1 liralık banknotun arka yüzünde karasabanla çift süren bir köylü görünür. Bu görsel düzenleme, Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir” sözüyle uyum içindedir. “Türkiye’nin hakiki sahibi, hakiki müstahsil olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve layık olan, köylüdür. TBMM hükümetinin iktisadi siyaseti, bu asli gayeyi istihsal etmeye matuftur.” Tarlayı sürmek için kullanılan hayvanlar, o dönemde çiftçinin sahip olduğu en önemli sermayedir. Bu da döneme ışık tutmaktadır. Bu nedenle anlamlıdır. Saban da Türk çiftçisinin sahip olduğu bir diğer önemli sermaye aracıdır. O dönemdeki tarım teknolojisini göstermesi bakımından önem taşır. Sürülen toprak ve tarla, umudun bir ifadesidir. Buna göre, Türk halkı, Türk çiftçisi örnekleminde geleceğe dair umut taşımaktadır. Birinci emisyon paraları resmeden Ali Sami Bey, 6 - 7 - 8 Kanunisani 1927 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “Yeni paralarımız hakkında Müfid Malumat” başlıklı yazı dizisinde şu bilgileri vermektedir: Sayı 36 /Bahar 2013 94 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN “1 liralıkların yüz tarafında ziraati temsil eden bir resim vardır. Bu resimde genç Türk köylüsünün çift sürdüğü görülüyor. İkinci planda görünen dağ, eski Ankara’yı; meclis binası da yeni Ankara’yı resmeder. Bunun bordürü hattı kufi olarak “1 Türk lirası” ibaresinin tekrarı ile teşkil edilmiştir. Bir liralığın arkasındaki bina Maliye Vekaleti binasıdır. Çerçeveyi teşkil eden motifler çok eski Türk sanayi-i tezyinesi bakayasından iktibas edilmiştir. Filigran Gazinin portresidir (TV, 1998: 17).” Toprağa ekin ekmek için bir saban gerekmektedir (dönem koşulları içerisinde). Bu sebepten ötürü ‘saban’ nedendir. Toprakta oluşan izler ise sonuçtur. Toprakta oluşan izler ortadan kalktığında, saban bir gösterge olma özelliğini kaybeder. Bu nedenle ‘saban’, ‘toprakta oluşan izler’in göstergesidir. Bu göstergeyi insanoğlu oluşturmamıştır; fakat insanoğlu yorumlamıştır. Çizimi oluşturan göstergede nesne ile gösterge birbirine benzemektedir. Belirttiği nesne var olmasa bile kendisini anlamlı kılma özelliğini taşıyacak bir gösterge vardır. Çizimde geçek dünyadaki nesnesini çok yakın bir biçimde yansıttığı için ilgili imge (karasabanla tarla süren köylü) bir ikondur. Simge ise bir uzlaşmaya bağlıdır. Gösterge ile nesne arasındaki ilişki öğrenilmek zorundadır. Gösterilen her zaman soyuttur. Burada Ankara Kalesi ve meclis binası önünde karasabanla çift süren köylü kadın; yeni cumhuriyetin köylü (halk) ile kurulduğunu ve değişimi simgelemektedir. Dikkat çeken bir diğer husus ise genç köylünün taktığı şapkadır. Şapka ülkede yapılan ‘Şapka Devrimi’ni, dolayısıyla medeniyeti simgelemektedir. Başarılı Türk devrimi mesajı yansıtılmaktadır. Bu göstergeler herkes tarafından farklı simgeleri ifade edebilir. Birinci Emisyon Bin Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-3: Birinci Emisyon Bin Liranın Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Görüntüsel İnsan Görüntüsel Çizim Gösteren Mustafa Kemal Atatürk Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu (1881-1938). Eğri çizgiler Dik ve paralel olmayan doğrular Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider, ata. Canlılık, feminen duygusu. Tablo-3: Birinci Emisyon Bin Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Birinci emisyon bin liranın ön yüzünde, Atatürk portresinin arkasında, düz ve açıları ile bir ışık demetini andıran çizgiler bulunmaktadır. Bu çizgiler yeni bir odak noktası 95 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi belirler. Burada kullanılan çizgilerle tasarım üzerinde bir hareketlilik yakalanmıştır. Çizgiyle ilgili olarak; “Eğik çizgiler; kademe kademe yön değiştirirler. Dalgalardan, spirallerden oluşan eğik çizgiler vardır. Yüzeyde bir hareket ve daha çok canlılık ifadesi verir, feminendir” (http://www.bilgisayardershanesi.com/Y420-grafik-tasarim-dersleri. html). Birinci emisyon dönemi paraları, genç cumhuriyetin rüştünü ve değişimini simgelemektedir. Yalnız harf devrimi henüz yapılmamıştır. Paraların üzerinde eski Türkçe ve Fransızca kupür değeri ve açıklamalar bulunmaktadır. Bu da paraların üzerinde kullanılan göstergelerle bir tezat oluşturmaktadır. Cumhuriyetin ilk döneminde Osmanlıdan kalan evrak-ı naktiyeler kullanılmış daha sonra para bastırılmıştır. Bu paralar ve üzerinde bulunan görseller için kanun çıkarılmıştır. Lakin edebi göstergebilime de başvurularak paraların üzerinde kullanılan yazılar ve anlamları irdelenirse, görselde edilmek istenen başarının, dilsel olarak bir karmaşaya dönüştüğü anlaşılacaktır. Birinci Emisyon Bin Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-4: Birinci Emisyon Bin Liranın Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren görüntüsel yapı demiryolu Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Gösterilen Lokomotif, vagon vb. demir tekerlekli taşıtların üzerinde hareket ettiği, Gelişme, sanayileşme. paralel iki ray döşenerek yapılan bir Ekonomik kalkınma. yol türü, tren yolu, demir hat. Tablo-4: Birinci Emisyon Bin Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Bin liralık banknotun arka yüzünde demiryolu görüntüsüne yer verilir. Atatürk döneminde büyük bir demiryolu hamlesi gerçekleşmiştir. Yalnızca 1923-1930 yılları arasında, hiç bir dış yardım alınmadan toplam 2300 km. demiryolu inşa edilir. 1938’e geldiğimizde bu rakam 3578 km.’ye ulaşır (Peksen, 2004). Demiryolu resminin bu grubun en değerli parasında kullanılması bu açıdan önemlidir. Sayı 36 /Bahar 2013 96 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN İktisadi gelişmenin itici gücü olan yollar ve nakliye vasıtaları, Atatürk’ün deyimiyle “milli mevcudiyetin maddi ve siyası kan damarlarıdır.” Bu nedenle olacaktır ki, ilk olarak küçük kupürlere resmedilmesi düşünülen Anadolu kentleri teması, büyük banknotlara uygulanmış ve diğer ülkelere yapılan yatırımlar ve değişim gösterilmeye çalışılmıştır. O dönemde büyük banknotlar halkın elinde pek fazla bulunmuyordu. Alım gücü yüksek bu banknot ise döneminde bir milletvekili maaşına denktir. Bu nedenle büyük banknotlardaki öğeler veyahut göstergeler daha çok ülke dışı mesaj vermek için kullanılmıştır. Yolların bu önemini Mustafa Kemal’in 1931’de demiryolu için söylediği şu sözde bulmak mümkündür: “Demiryolu memleketin tüfekten, toptan daha mühim bir emniyet silahıdır.” Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi demiryolu hem ülke içi hem de ülke dışı değişimi ve çağdaşlığı simgelemektedir. Simgeler herkes için farklı anlam taşıyabilir. Simgeler bir uzlaşma birliğidir ve soyuttur. İkinci Emisyon Elli Kuruşun Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesİ Resim-5: İkinci Emisyon Elli Kuruşun Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren görüntüsel insan İsmet İnönü görüntüsel giysi frak Gösterilen Cumhuriyet’in ilanından sonraki Türkiye'nin ilk başbakanı, ikinci cumhurbaşkanı olan, İstiklal Madalyası sahibi asker ve siyasetçi (1884-1973). Resmî törenlerde giyilen uzun etekli, eteğinin arkası beline kadar yırtmaçlı, siyah erkek ceketi veya takımı. belirtisel mimik/yüz ifadesi bakışı yukarı yöneltmek Yukarı – ufka bakmak. görüntüsel çizim eğri çizgiler Dik ve paralel olmayan doğrular Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider Modernizm. Yönünü Batı’ya çevirme. Geleceğe odaklanmak. Gündelik sorunlar ile ilgilenmeyip geleceğe hazırlanmak. Aydın kimse. Canlılık, feminen duygusu. Tablo-5: İkinci Emisyon Elli Kuruşun Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Atatürk’ün vefatından sonra çıkarılmış, ilk İsmet İnönü portresini taşıyan ve en küçük banknot olan elli kuruşluk banknot, ön yüzde sade, beyaz bir çerçevenin içerisinde daha batılı bir görünüm taşımaktadır. Dalgalı eğik çizgilerden oluşan bir çerçeve kullanılmıştır. 97 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Paranın değerinin yazılı olduğu kısmın arkasına gotik diye tanımlanabilecek dalgalı, eğik çizgilerden kurulu bir motif yerleştirilmiştir. Orta kısımda fraklı ve bakışları yukarıda bir İsmet İnönü portresi bulunmaktadır. Frak burada önemli bir ayrıntıdır. Batılılaşmayı ve modernleşmeyi vurgulamaktadır. İsmet İnönü’nün bakışlarının yukarıda, ileride ve ufukta odaklanması, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğe güvenle yürüdüğünün, geleceğe umutla baktığının bir ifadesidir. Bu, ayrıca İsmet İnönü’nün bir “aydın” olarak topluma kılavuzluk etmesini ifade etmektedir. Çizgiler de tasarıma canlılık katarak genel vurguyu destekleyici bir unsur olarak yer alır. İkinci Emisyon Elli Kuruşun Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-6: İkinci Emisyon Elli Kuruşun Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel yapı görüntüsel çizim Gösteren Merkez Bankası binası Gösterilen Bir ülkenin ya da ülkeler grubunun para politikasından sorumlu kurum Eğri çizgiler Dik ve paralel olmayan doğrular Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Türkiye Cumhuriyet’nin bir kurumu. Canlılık, feminen duygusu. Tablo-6: İkinci Emisyon Elli Kuruşun Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Elli kuruşluk banknotun arka yüzünde, ortada merkez bankası binası kullanılmıştır. Eğik ve dalgalı çizgilerden kurulu motiflerle çerçeve ve zemin oluşturulmuştur. Varlığı ve yaşamı temsil eden bina tasarımın optik ve görsel merkezine yerleştirilmiştir. İnsan yaşamının devam edebilmesi, yemek, içmek, çalışmak, uyumak gibi gelen ve özel ihtiyaçlarının karşılanması için bir barınak gerekmektedir. Bu nedenle “bina” nedendir. İçindeki yapılan ya da gerçekleşen “yaşam” ise sonuçtur. Kullanılmayan, harabe bir bina olsaydı eğer bina gösterge olma özelliğini kaybederdi. Çünkü yaşam ortadan kalkmış olacaktı. Detay olarak bakıldığında binanın çevresinde gelişen çizimlerde diğer binalar, ağaç, yol, elektrik direği olduğu görülmektedir. Bu göstergeler de nesneyi desteklemektedir. Fotoğraf hiçbir stilize ve deforme yapılmadan çizime aktarılmıştır. Nesne ile gösterge ise bir benzerlik taşımaktadır. İkon olma niteliği taşıyan gösterge yani bina ve çevresinde gelişen diğer göstergeler aslına çok yakın olduğu için bu niteliği taşımaktadır. Sayı 36 /Bahar 2013 98 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Simge boyutu ise tartışmalıdır. Merkez bankasının yeni kurulması sebebiyle tasarımda kullanılması ihtimal dâhilindedir. Fakat bu bir simge olma özelliği taşımamaktadır. Simge bir uzlaşmaya bağlı olduğu her zaman bir soyuttur. İkinci Emisyon Bin Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-7: İkinci Emisyon Bin Liranın Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren Mustafa Kemal Atatürk görüntüsel insan görüntüsel giysi papyon belirtisel mimik, yüz ifadesi ağzı iki yönde genişletme Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu (1881-1938). Kelebek biçiminde, bir çengelle veya lastik bağla yakaya tutturulan kravat, papyon kravat. gülümseme Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider, ata. Modernizm. Güven, başarı, muvaffakiyet. Tablo-7: İkinci Emisyon Bin Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Oryantal desenli bir çerçeve içerisinde, sağ tarafta papyon takmış, gülümseyen, cepheden bir çizimi bulanan Atatürk portresi işlenmiştir. Çerçevede karışık çiçek, yaprak, dal motifleri kullanılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün papyon takmış bir resminin kullanılması modernizme bir işarettir. Kıyafette bir devrim yaşanmaktadır ve bu devrim tüm halk kesimlerine yayılmaya çalışılmaktadır. Banknot üzerinde yeni tür kıyafetlerin yer alması, bu banknotları kullanan halka bunu ulaştırmanın kolay ve etkin bir yoludur. Resimde Atatürk’ün gülümsemesi ise güvenin, başarının, muvaffakiyetin yansıtılmak istenmesini göstermektedir. 99 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi İkinci Emisyon Bin Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-8: İkinci Emisyon Bin Liranın Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren görüntüsel yapı anıt Görüntüsel Bitki çiçek Görüntüsel Yer (mekân) gökyüzü Gösterilen Ankara Güven Park’ta bulunan Güvenlik Anıtı. Bir bitkinin, üreme organlarını taşıyan çoğu güzel kokulu, renkli bölümü. Atmosferin gözle görünen bölümü. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Sanat, medeniyet, gelişmişlik. Mutluluk, sevgi Sonsuzluk, huzur Tablo-8: İkinci Emisyon Bin Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Arka yüzde ağır bir görüntü veren, çiçek motiflerinin yoğun şekilde kullanıldığı bir çerçeve bulunmaktadır. Sağ tarafta Atatürk’ün filigran resminin bulunduğu beyaz bir boşluk görülmektedir. Optik ve görsel merkezde, iki kat kürsünün üzerinde bir heykel yer almaktadır. Ankara’nın merkezine yapılan Güvenlik Anıtı karışık bir çerçeve içerisinde sade bir gökyüzünün önünde resmedilmiştir. Taş, tunç, bakır, kil, alçı gibi maddelerden yontularak, kalıba dökülerek ya da yoğrulup pişirilerek biçimlendirilen yapıt, yontu olarak tanımlanan heykel, tasarımda karşımıza nesne olarak çıkmaktadır. Burada heykel soyut bir olgunun nedenidir. Pek çok meziyetin bir araya gelmesinin neticesinde bir anlatının sonucu olan sanat bu tasarımın sonucudur. Bu tasarımdaki heykel ortadan kalksaydı sanat göstergesi olacak herhangi bir nesne olmazdı. İnsanoğlu tarafından oluşturulmuş bir eser olmasına karşın yorumun öznellik göstermesiyle sonuç ortadan kalkmayacaktır. Bu nedenle heykel sanat belirtisidir. Türk ulusunun polis ve jandarmaya olan güvenini, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda ve İnkılap hareketlerinde beraber bulunduğu arkadaşlarını temsil eden heykeller ve insan zekâsını, çiftçinin tarım çalışmalarını betimleyen kabartmaların yer aldığı anıt belirttiği nesneleri çok yakın bir şekilde temsil etmektedir. Bu nedenle ilgili imgeler bir ikondur. Yukarıda da bahsedildiği gibi yapılan eserdeki parçalar incelendiğinde her biri başka bir faaliyeti temsil etmektedir. Örneğin; çiftçinin yaptığı tarımı temsil eden aletler ve başak, polisin ve jandarmanın ülke korumasındaki önemini vurgulayan ve temsil eden ve heykelin kaidesine destek veren ve ondan destek alan insan figürleri. Bu bütün öğeler genel olarak sanatın içerisinde yer almaktadır. Sanatı bir simge olarak almak geneli kapsadığı için daha doğru olacaktır. Sanat inkılabın göstergesidir. Medeniyetin ve gelişmişliğin simgesidir. Tüm toplumlar sanatın bu simgesini kabul etmiştir. Sayı 36 /Bahar 2013 100 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Üçüncü Emisyon İki Buçuk Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-9: Üçüncü Emisyon İki Buçuk Liranın Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren görüntüsel insan İsmet İnönü görüntüsel şekil kalın çizgili çerçeve Gösterilen Cumhuriyet’in ilanından sonraki Türkiye'nin ilk başbakanı, ikinci cumhurbaşkanı olan, İstiklal Madalyası sahibi asker ve siyasetçi (1884-1973). Resim, yazı, ayna vb.ni süslemek veya bir yere asılabilecek duruma getirmek için bunlara geçirilen kenarlık. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider Batılı yaklaşım. Tablo-9: Üçüncü Emisyon İki Buçuk Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Sakin ve sade bir görünüm sağlayan, karmaşadan uzak çerçeve kullanımı tercih edilmiştir. Daha önceki tasarımlarda kullanılan yaprak, çiçek, dal motifleri yerini bu tasarımda çizgilere ve renge bırakmıştır. Sağ tarafta, Atatürk’ün portresini görmeye alıştığımız yerde İsmet İnönü’nün truvakar bir portresi yer almaktadır. Paranın küpür değerinin bulunduğu orta kısımda ise çerçeveye göre daha abartılı çizgilerden oluşturulmuş bir zemin görmekteyiz. Bu tasarım o dönemdeki Batılı yaklaşımı ifade eder. Türkiye’nin yönünün Batı’ya, modernleşmeye dönük olduğu belirtilmeye ve vurgulanmaya çalışılmaktadır. 101 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Üçüncü Emisyon İki Buçuk Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-10: Üçüncü Emisyon İki Buçuk Liranın Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren Gösterilen Cumhuriyet’in ilanından sonraki Türkiye'nin ilk başbakanı, ikinci cumhurbaşkanı olan, İstiklal Madalyası sahibi asker ve siyasetçi (1884-1973). görüntüsel insan İsmet İnönü görüntüsel yapı halkevi Bir kültür merkezi, sosyal mekân. görüntüsel bitki ağaç Meyve verebilen, gövdesi odun veya kereste olmaya elverişli bulunan ve uzun yıllar yaşayabilen bitki. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider Türk Milleti’ne çizilen, gösterilen yol. Ululuk, kutsiyet. Tablo-10: Üçüncü Emisyon İki Buçuk Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Ön yüzde kullanılan sade çerçeve arka yüzde de tercih edilmiştir. İsmet İnönü portresinin arka tarafına gelen kısmında yine İnönü’nün filigran resmi kullanılmıştır. Ağaçlar içerisinde Halkevi binasının üst katları görülmektedir. Sol tarafta ise üç farklı çerçevenin üzerinde paranın değeri ve güvenlik işaretleri bulunmaktadır. İkinci emisyon elli kuruşun arka yüz görsellin semiotik görünümünde bina/yaşam göstergesinin açıklaması yapılmıştır. Ek olarak yaşam göstergesinin çevresinde bulunan ağaçlar da doğanın göstergesidir. Göstergelerin bildirişim amacı ile kullanıldığından daha önce de bahsedilmişti. Ulusal yada uluslararası mesaj vermektedirler. Halkevleri 1932’de, yeni bir toplum inşa etmek için Mustafa Kemal Atatürk’ün düşüncesiyle kurulmuştur. Halkevlerinin çalışmaları dil- edebiyat, güzel sanatlar, tiyatro, spor, sosyal yardım, halk dershaneleri ve kurslar, kütüphane ve yayın, köycülük, tarih ve müze gibi 9 kolda düzenlenmiştir. Halk evlerinin kuruluş amacı; Türk halkının çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşması, halk arasında kültür ve düşünce birliğini sağlamak daha önemlisi yapılan inkılâpların benimsenmesini sağlamaktır. Bu düşünce Cumhuriyet Halk Partisi programında yer alan ifadelerle de desteklenmiştir. 1932- 1951 yılları arasında çalışmalarına devam eden Halkevleri 1951 yılında Adnan Menderes tarafından kapatılmıştır. Bir ülke mesaj vermek için niçin halkevini tercih eder? Kuruluşunun üzerinden 5 yıl geçmiştir ve en küçük banknota basılmıştır. Büyük değerli banknotlar halkın eline çok geçmediği için Sayı 36 /Bahar 2013 102 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN en küçük banknotta kullanılması gösterge aracılığı ile ulaşılan bildirişimi sergilemektedir. Göstergeler halk tarafından sıklıkla karşılanarak kabul görmektedir. Göstergeye bir bina ve yaşam temsili olarak baktıktan sonra neyi simgelediğine bakılacak olursa bir uzlaşım aranmalıdır. Halkevleri köy enstitüleri ile beraber planlanmış ve gerçekleştirilmiş bir inkılap hareketidir. Yaşanılan dönemde ve sonrasında farklı ideolojik yaklaşımlardan ötürü çok konuşulmuştur. Bir kesim ülkenin muhasır medeniyetler seviyesine ulaşması için gerekli görse de, bir kesim halkın benliğinden uzaklaştırılması ve kendi öz kültüründen yabancılaştırılması için yapıldığı şeklinde yorumlamıştır. Üçüncü Emisyon Bin Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-11: Üçüncü Emisyon Bin Liranın Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren görüntüsel insan İsmet İnönü görüntüsel şekil kalın çizgili çerçeve Gösterilen Cumhuriyet’in ilanından sonraki Türkiye'nin ilk başbakanı, ikinci cumhurbaşkanı olan, İstiklal Madalyası sahibi asker ve siyasetçi (1884-1973). Resim, yazı, ayna vb.ni süslemek veya bir yere asılabilecek duruma getirmek için bunlara geçirilen kenarlık. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider Batılı yaklaşım. Tablo-11: Üçüncü Emisyon Bin Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Yuvarlak hatlı çizgiler ve floral desenler kullanılarak oluşturulmuş bir çerçeve bulunmaktadır. Diğer emisyonlara göre ebadının büyük olması tasarıma da yansımıştır. Alışılagelmişin dışında mili şefin truvakar portresi ayrı bir çerçevenin içerisindedir. Batılı yaklaşımın izlerinin arttığı banknotta, klasik, ağır bir çerçevenin içerisinde boş alanlar oluşturulmuş, oluşan bu alanlarda sol tarafta, kupür kısmının altına, daha geleneksel duran çizgilerden zemin oluşturulmuştur. Desenler, kalın çerçeve, o dönemde Avrupalı ülkelerin pek çoğundaki banknotların tasarımına benzemektedir. Bu da Türkiye’nin yönünü dönmüş olduğu Batı’yı çağrıştırmaktadır. 103 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Üçüncü Emisyon Bin Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-12 Üçüncü Emisyon Bin Liranın Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren görüntüsel insan izci görüntüsel müzik aleti borazan Gösterilen Dayanışma ve yardımlaşma duygularını geliştirmek, ruhça ve bedence güçlendirilmek için kamplarda ve okullarda eğitilen genç. Üfleyerek çalınan, perdesiz çalgı, boru. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Modernizm, eğitimli insan. Modernizm, sanat. Tablo-12: Üçüncü Emisyon Bin Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Arka yüzde; ön yüzde kullanılan çerçevenin bir bölümünün büyütülüp kullanılmasının yanı sıra, diğer unsurlarla ilgili bir benzerlik dikkat çekmemektedir. İnönü portresinin arkasında filigran yerleştirmek için boş alan bırakılmamıştır. Merkezde genç izciler görülmektedir. Bir tören sırasını anımsatan ve ellerinde borazanlarıyla başları yukarda genç izciler perspektifsel olarak görülmektedir. Üfleyerek çalınan ve perdesiz bir çalgı olan borazan nesnenin nedenidir. Eğer borazan olmasaydı, bu müzik aletinden çıkan ses olmazdı. Borazan görüntüsü izcilerin bu enstrümanı çaldığını göstermektedir. Borazan görüntüsü ortadan kalksa çıkan ses anlamsızlaşır. Bu nedenle borazan sebep, ses ise sonuçtur. Nesne bu belirtileri vermektedir. Ayrıca perspektif şekilde verilen izciler ufka kadar uzamaktadır. Bu uzayış çokluğu belirtmektedir. Gençlik, atik ve çevik olmayı gerektirmektedir. Kullanılan genç izciler dinamizmin nedenidir, dinamizm ise gençliğin sonucudur. İzcilik parolalarına bakıldığı zaman bu fikri destekleyen sloganlar görürüz. Yavrukurt izci; yavrukurt çok çalışır, izci; izci daima hazırdır, ergin izci; ergin izci topluma hizmet eder şeklinde kendilerini ifade ederler. İzcilik gençlere kendi kendine yetme ve doğada hayatta kalma eğitimi vererek, karakter ve fiziksel gelişimlerini desteklemek amacıyla yapılan bir gençlik hareketidir. Yardımseverliği, topluma hizmeti ve en önemlisi kendini gerçekleştirmeyi temsil eden izcilik, toplumdaki inkılabın sonucunu ve fiziksel ve kültürel anlamda yetişmiş gençleri simgelemektedir. İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) sonrası basılan banknotta ülke tarihini önemli yerleri dışında genç izcilere yer verilmesi manidardır. Kimi insanlar tarafından önemsiz bulunsa da savaş sonrası gençlerini ön plana çıkaran bir ülke, savaşa girmeyip dünyadaki Sayı 36 /Bahar 2013 104 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN zarardan kendini en az hasarla çıkarmaya çalışma çabasını, tarafsız bir görselle desteklemektedir. Dördüncü Emisyon On Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-13: Dördüncü Emisyon On Liranın Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren görüntüsel insan İsmet İnönü görüntüsel giysi kravat belirtisel mimik (yüz ifadesi) Gözlerin sıfır açıyla açık kalması Gösterilen Cumhuriyet’in ilanından sonraki Türkiye'nin ilk başbakanı, ikinci cumhurbaşkanı olan, İstiklal Madalyası sahibi asker ve siyasetçi (1884-1973). Bir ucu ince, diğer ucu daha geniş, gömlek yakasının altından geçirilerek önde üçgen biçiminde bağlanan, özel kumaştan yapılan giysi aksesuarı, boyun bağı. Bakışları “tam” karşıya yöneltmek Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider Modernizm Kararlılık Tablo-13: Dördüncü Emisyon On Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Türk lirasına Mark yaklaşımı ile ABD dolarından farklı bir görüntü vermek için parada kırmızı renk kullanımı dikkat çekmektedir. Türk kültürü esintileri taşımayan çerçevelerin kullanımı devam etmektedir. Sol tarafta kullanılan İnönü portresinde bakışlar tamamen karşıya yönelmiştir ve papyon yerine kravat taktığı bir resim işlenmiştir. Kravat da tıpkı papyon gibi, Batılılaşma’nın, modernleşmenin bir aracı, simgesidir. Paranın küpür değeri çizgilerle oluşturulmuş bir çerçevenin yanı sıra, bir zemin rengi ve gölge verilerek desteklenmiş, klasiğin dışında bir yazı karakteri tercih edilmiştir. İsmet İnönü’nün kararlılığı, topluma verilen bir mesajdır. 105 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Dördüncü Emisyon On Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-14: Dördüncü Emisyon On Liranın Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren Görüntüsel yapı çeşme Görüntüsel yer (mekân) gökyüzü Görüntüsel bitki ağaç Gösterilen Genellikle yol kenarlarında herkesin yararlanması için yapılan, borularla gelen suyun bir oluktan veya musluktan aktığı, yalaklı su hazinesi veya yapısı, pınar. Atmosferin gözle görünen bölümü. Meyve verebilen, gövdesi odun veya kereste olmaya elverişli bulunan ve uzun yıllar yaşayabilen bitki. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Mimarî eser, sanat. Sonsuzluk, huzur Ululuk, kutsiyet. Tablo-14: Dördüncü Emisyon On Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Arka yüzde; ön yüzünün aksine kopuk olarak, daha büyük ve kaba imgeler, orta kısımda kullanılan ince zarif işçilikteki çeşme resmini gölgelemektedir. Çeşme sade bir gökyüzü, sol tarafında bir bina ve sağ tarafında bir ağaçla resmedilmiştir. Tasarımsal ve göstergebilimsel bir yorum için kısır kalan ve daha verimli öğeler varken kullanılması bir erk göstergesi olmayan görsel kullanılmıştır. Çeşme, suyun akmasına aracılık ettiği için bir nedendir. Bu nedenle bağlı olarak çeşmeden suyun akması bir sonuçtur. Mimari olarak dünya mirasına önemli katkı yapan, kültürümüzün bir öğesi olan sanat eserleri elbette ki kıymetlidir. Lakin birinci emisyon grubu paralarda görülen başarılı ve bildirişim için emek sarf edilen tasarımlar, bu emisyon grubunda görülmemektedir. Bu duruma yabancı tasarımcıların etkisi ise yadsınamaz bir gerçektir. Onaylayan mercilerin Türk makamları olmasına karşın, gün içerisinde en çok kullandığımız ve tasarımıyla karşılaştığımız materyallerin üzerindeki özensiz görsel öğe seçimi düşündürücüdür. Mimarinin sanatın bir dalı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Buradaki çeşme bir mimari eseri, dolaylı olarak sanatı simgelemektedir. Diğer dikkat çeken bir nokta ise İsmet İnönü dönemi paralarında Ankara’nın az kullanılışıdır. Bahsi geçen dönemde tüm kupürlerde yeni başkente az yer verilip daha çok İstanbul teması işlenmesidir. Sayı 36 /Bahar 2013 106 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Dördüncü Emisyon Yüz Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-15: Dördüncü Emisyon Yüz Liranın Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren Görüntüsel insan İsmet İnönü Görüntüsel şekil çizgi Gösterilen Cumhuriyet’in ilanından sonraki Türkiye'nin ilk başbakanı, ikinci cumhurbaşkanı olan, İstiklal Madalyası sahibi asker ve siyasetçi (1884-1973). Çizilerek veya çeşitli yollarla oluşmuş iz, çizi, hat, tahril. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider Batılı stil. Tablo-15: Dördüncü Emisyon Yüz Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Genel olarak birkaç emisyon önceki tasarımlara yakın bir görüntü dikkati çekmektedir. Sol tarafta görülmeye alışılan İsmet İnönü portresi ayrı bir çerçeve içerisinde orta kısma yerleştirilmiştir. Kupür değerinin alt kısmındaki çizgisel fon yaklaşımı devam etmektedir. Marktan sonra bir yabancı devletin para tasarımına en çok benzeyen tasarımdır. Yazı fontundan kullanılan çerçeveye kadar bütün göstergeler bir bakıma örtüşmektedir. Banknotun ön yüzü genel bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda, Batılı bir tasarım dikkati çekmektedir. Çizgiler, çerçeveler, desenler bunu destekler niteliktedir. Dördüncü Emisyon Yüz Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-16: Dördüncü Emisyon Yüz Liranın Arka Yüzü 107 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren görüntüsel yapı Rumeli Hisarı görüntüsel araç, taşıt gemi Gösterilen İstanbul'un Sarıyer ilçesinde Boğaziçi'nde bulunduğu semte adını veren hisar. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethinden önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı'nın tam karşısına inşa ettirilmiştir. Burası boğazın en dar noktasıdır. Su üstünde yüzen, insan ve yük taşımaya yarayan büyük taşıt, sefine. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Mimarî eser, sanat, güç, ekonomik güç, dayanıklılık, kararlılık. Sanayileşme, gelişim, ticaret, zenginlik. Tablo-16: Dördüncü Emisyon Yüz Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Arka yüzde; tarihi Rumeli Hisarı işlenmiştir. İstanbul’un diğer yakası ve boğazda geçen bir gemi detay olarak verilmiştir. Bir şehrin veya önemli bir yerin korunması için taştan yapılmış, yüksek duvarlı ve kuleli, çevresinde hendekler bulunan küçük kale olarak tanımlanan hisar bir göstergedir. Korunmak amacından ötürü nedendir. Hisarın getirdiği koruma ve korunma ise bir sonuçtur. Hisar göstergesi ortadan kalktığında koruma ve korunma da beraberinde ortadan kalkacağı için nesne gösterge olma özelliğini kaybeder. Gösterge insanoğlu tarafından işlenmiş ve yorumlanmıştır. Rumeli Hisarı Fatih Sultan Mehmet tarafından boğazın en dar kısmına İstanbul’un fethi öncesi yaptırılmıştır. Bu hisar dünyanın en büyük kale burçlarına sahiptir. En dikkat çeken özelliklerinden biri ise 90 gün gibi kısa bir sürede yapılmasıdır. Bu özellikler dikkate alındığında ilgili gösterge tarihi ve eşsiz mimariyi tasarım için simgelemektedir. Beşinci Emisyon İki Buçuk Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-17: Beşinci Emisyon İki Buçuk Liranın Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel insan görüntüsel giysi Gösteren Mustafa Kemal Atatürk. papyon Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu (1881-1938). Kelebek biçiminde, bir çengelle veya lastik bağla yakaya tutturulan kravat, papyon kravat. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider, ata. Batılılaşma, modernleşme. Tablo-17: Beşinci Emisyon İki Buçuk Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Sayı 36 /Bahar 2013 108 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Beşinci emisyon 2 buçuk liranın ön yüzünde dolar ve mark etkisinden kurtulunmuş, klasik ve sade görüntüsüne kısa süreli bir dönüş yapmış, floral desenli bir çerçeve kullanılmıştır. Atatürk paranın sol kısmına resmedilmeye yeniden başlanmıştır. Papyon, modernleşmenin, Batılılaşmanın bir simgesidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşundan itibaren modernleşmeyi, Batılılaşmayı kendine hedef olarak seçmiştir. Bu doğrultuda, Batılılaşmanın bir simgesi olarak görülebilecek papyonun Atatürk’ün portresinde yer alması anlamlı ve önemlidir. Beşinci Emisyon İki Buçuk Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-18: Beşinci Emisyon İki Buçuk Liranın Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren Gösterilen görüntüsel şekil motif Yan yana gelerek bir bezeme işini oluşturan ve kendi başlarına birer birlik olan ögelerden her biri. görüntüsel yapı Merkez Bankası binası Bir ülkenin ya da ülkeler grubunun para politikasından sorumlu kurum Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Geleneksele bağlılık, gelenekten kopmama, geleneğe verilen değer ve önem. Türkiye Cumhuriyet’nin bir kurumu. Tablo-18: Beşinci Emisyon İki Buçuk Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Arka yüzde; merkez bankasının eski idare binası resmin görülmektedir. Filigran gazi portresi yerleşimi için boş bir alan bırakılmıştır. Sağ taraftaki bu boşluğun dengelenmesi adına, sol tarafta, geleneğimize daha yakın bir motifin detaylı kesiti büyütülerek işlenmiştir. Bu motif, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleneğe olan bağını ifade etmektedir. Buna göre, geleneğe bağlılık devam etmektedir. Daha önceki emisyonda olduğu gibi merkez bankası resmedilmiştir. Halen kendi banknot matbaamız bulunmamaktadır. Lakin merkez bankası görselinde ısrarlı bir tutum vardır. Semiyotik görünümde aynı göstergeler diğer emisyondaki geçerliliğini sürdürmektedir. Dikkat çeken bir husus ülkede iktidarla beraber görsellerin değişmesidir. Bu banknotta değil ama beşinci emisyon elli liranın görsel tasarımlarından itibaren bu değişiklik hissettirilecektir. “Milli Şef” ile Ebedi Şef” ideolojik olarak tartışılacak, bu 109 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi tartışmalar banknot, madeni para, hatıra paralar ve pullar gibi resmi nitelikte taşıyan aynı zamanda görsel öğe bulunduran materyallere yansıyacaktır. Dönemin ideolojik yapısına baktığımızda, Milli Şef dönemini unutturmak isteyen Demokrat Partililer, paralar üzerinde hala, İnönü portresi ile karşılaştıkları için “paralardan, pullardan Atatürk’ün remini kaldırdınız.” sözlerini CHP’lilere karşı sık sık kullanmaktalardı. Yeniden para bastırmak üstelik tüm kupürleri bir anda tedavülden kaldırıp, yenilerini dolaşıma sunmak o kadar da kolay değildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında, artan enflasyonun sıkı para politikasını olumsuz yönde etkilediği bir gerçektir. Birçok malın fiyatı, yokluk ve karaborsa yüzünden öylesine fırlamıştır ki, özellikle geliri belli dönemlere ve belli etkenlere bağlı olan ve halkın çoğunluğunu oluşturan köylünün alım gücü sürekli düşmüştür. Demokrat Parti, geçmiş dönemin sıkı para politikasına 1951’den itibaren son verecek ve ithalat serbest bırakılacaktır. Aynı yıl hem NATO’ya üyelik hem de Amerikan yardımı beklentileri ülkede geçici bir rahatlık ve bolluk dönemi yaşanmasına yol açmıştır. Bu iyimser hava içinde 1951 yılında İngiltere’de Bradbury Wilkinson Matbaası’nda bastırılan Atatürk resimli kağıt paralar tedavüle çıkarılır. Ön yüze Atatürk resminin konmasıyla Milli Şef dönemini anımsatan ve her an göz önünde durduğu için, Demokrat Parti iktidarını huzursuz eden İnönü resimli banknotlar tarihe karışmıştır. Ancak Demokrat Parti bunu bir politik söylem olarak iktidardan düşene kadar kullanacak ve Atatürkçülüğe sahip çıktığını, hem Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkarmakla hem de “paralardan pullardan İnönü’nün resmini kaldırmakla” kanıtlamaya çalışacaktır (TV,1998: 26). İsmet İnönü’nün Seyfi Sadi Pencap’ın yönelttiği soruya verdiği cevabı, Haldun Derin konuya açıklık getirmek amacıyla kitabında yer vermektedir. İnönü, paralardan Atatürk’ün resminin kaldırılması konusunda şunları söylüyordu: “Atatürk ölmüştü, lider gitmişti. Ona yakın olan biriyim ve Atatürk’ü göğsünde taşıyan bir İsmet İnönü olarak da liderliğimi ilan emek zorundayım. Atatürk’ü bu kadar kutsiyetle andığım halde gölgesinde lider olamam. Paralar üzerinde Atatürk var, ama Atatürk yok. Anlatmak istedim ki, Atatürk öldü ama yeri boş kalmadı.” (TV, 1998: 26).” Beşinci Emisyon Bin Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-19: Beşinci Emisyon Bin Liranın Ön Yüzü Sayı 36 /Bahar 2013 110 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel insan görüntüsel şekil Gösteren Mustafa Kemal Atatürk. çerçeve Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu (1881-1938). Resim, yazı, ayna vb.ni süslemek veya bir yere asılabilecek duruma getirmek için bunlara geçirilen kenarlık. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider, ata. Batılı yaklaşım, Batılılaşma, Modernleşme. Tablo-19: Beşinci Emisyon Bin Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Banknotların taklit edilmesini önlemek amacıyla ön yüzde, sol tarafta Mustafa Kemal Atatürk’ün filigran portresi ve orta kısımda farklı boyutlarda kupür değerleri yazısı ve çizgilerle oluşturulmuş güvenlik önlemleri yer almaktadır. Sağ ve solda aynı tarz çerçeve kullanılarak denge sağlanmıştır. Fakat paranın orta kısmında tam bir karmaşa dikkati çekmekte ve gözü yormaktadır. Dünyadaki tüm banknotlar incelendiğinde, banknotların ait olduğu ülkenin en büyük liderinin, atasının banknotlarda yer aldığı görülür. Türkiye Cumhuriyeti’nde tedavüle sokulan banknotlarda da Atatürk’ün portresinin yer alması bu doğrultuda anlamlıdır. Atatürk’ün portresinin arkasında kalın çerçeve kullanılması Batılı bir yaklaşımın eseridir. Bu da, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Batılılaşma ve modernleşme gayretinin bir ifadesidir. Beşinci Emisyon Bin Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-20: Beşinci Emisyon Bin Liranın Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü görüntüsel Gösterge Gösterilen Karadeniz ile Marmara Denizi'ni birbirine bağlayan su geçidi. İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı ile birlikte Türk Boğazları olarak adlandırılır ve Avrupa ile Asya kıtalarını birbirinden ayıran doğal sınırlardan biri olarak kabul edilir. 1 Mayıs 1982 coğrafî mekân İstanbul Boğazı tarihinde yürürlüğe giren İstanbul Liman Tüzüğü uyarınca, İstanbul Boğazı'nın kuzey sınırı Anadolu Feneri'ni Rumeli Feneri'ne birleştiren hat; güney sınırı ise Ahırkapı Feneri'ni Kadıköy İnciburnu Feneri'ne birleştiren hat olarak belirlenmiştir. 111 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gösteren Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Tarihe bağlılık, güç, kudret. Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi görüntüsel yapı Rumeli Hisarı İstanbul'un Sarıyer ilçesinde Boğaziçi'nde bulunduğu semte adını veren hisar. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethinden önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı'nın tam karşısına inşa ettirilmiştir. Burası boğazın en dar noktasıdır. Mimarî eser, sanat. Tablo-20: Beşinci Emisyon Bin Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Arka yüzde; yine Rumeli Hisarından bir görünüm resmedilmiştir. Rumeli Hisarından manzara görüntüsü içerisinde karşı kıyı, ufuk, boğaz ve resmin ön kısmında bir ağaç görülmektedir. Rumeli hisarı bu tasarımda karşımıza kente hakim bir görünüşü ile çıkmaktadır. Hisar koruma ya da korunmanın göstergesidir. Manzara yani görünüş yukarıdan resmedilmiştir. Bu görünüş yüksekliği beraberinde getirmektedir. Görünümde pek çok devlete başkentlik yapmış İstanbul manzarası vardır. Tarih sahnesinde boğazların hangi devlette olacağı ile ilgili çok çeşitli sorunlar çıkmış, fakat Türkiye bu sorunu bertaraf etmiştir. En yüksek değerli banknot da pek çok gücün peşinde olduğu boğazı ve eşsiz manzarasını kullanmak akıllıcadır. Altıncı Emisyon Beş Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-21: Altıncı Emisyon Beş Liranın Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren Mustafa Kemal Atatürk. görüntüsel insan görüntüsel hayvan güvercin görüntüsel bitki çiçek görüntüsel bitki dal Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Lider, ata. kurucusu (1881-1938). Güvercingillerden, hızlı ve uzun zaman uçabilen, kısa vücutlu, sık Özgürlük, bağımsızlık. tüylü, evcilleşmiş birçok türü bulunan, yemle beslenen bir tür kuş. Bir bitkinin, üreme organlarını taşıyan Mutluluk, sevgi, huzur. çoğu güzel kokulu, renkli bölümü. Ağacın gövdesinden ayrılan kollardan Destek, güven. her biri. Tablo-21: Altıncı Emisyon Beş Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Sayı 36 /Bahar 2013 112 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Banknotun sağ tarafında olabildiğince büyük, çerçevesiz, bakışları sert ve karşıda bir Atatürk portresi bulunmaktadır. Batının bol desenli, karışık ve yoğun çerçevelerinden kurtulmuş ferah bir tasarımdır. Paramız artık Türk tasarımcılara ve matbaacılara emanettir. Bu anlamda Türkiye batıya bağımlı olmaktan, banknot matbaasını kurarak kurtulmuştur. Ortada bir güvercin, çiçekli bir dala konmuş şekildedir. Sol tarafta ise filigran için bir boşluk ayarlanmıştır. Güvercin barışın simgesidir. Banknotun ön yüzünde çizgisel halde bulanan çiçekli dallar üzerine konmuş güvercin barışın sembolüdür. Bu simge üzerinde uzlaşıma varılmıştır. Altıncı Emisyon Beş Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-22: Altıncı Emisyon Beş Liranın Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren görüntüsel bitki ağaç görüntüsel Coğrafî mekân Manavgat Şelalesi Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Gösterilen Meyve verebilen, gövdesi odun veya Kudret, güç, soyluluk, kereste olmaya elverişli bulunan ve ölümsüzlük. uzun yıllar yaşayabilen bitki. Antalya'nın Manavgat ilçesinde Manavgat Nehri üzerinde bulunan ünlü bir şelaledir. Antalya'ya 72 km mesafededir. Manavgat ilçesinin 3 km kuzeyinde bulunan ve adını bu ilçeden Doğal güzellik, doğal alan şelale, ırmak sularının 3-4 m'lik miras, huzur, mutluluk. bir falezden düşmesiyle meydana gelir. Az bir yükseklikten dökülmesine rağmen geniş bir alan üzerinde yüksek bir debiyle akar. Tablo-22: Altıncı Emisyon Beş Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Arka yüzde; Antalya’nın Manavgat ilçesinde bulunan doğa güzelliğimiz Manavgat Şelalesi’nden bir görünüm bulunmaktadır. Ön yüzdeki sadelik arka yüzdeki tasarımda da görülmektedir. Suyun akması için bir yatak gerekmektedir. Bir falezden akan ırmak sularının oluşturduğu şelale sonuçtur. Şelalenin akması için su gerekmektedir. Su bu yüzden nedendir. Su ortada kalktığında şelale gösterge olma özelliğini kaybeder. Bu göstergeyi insanoğlu oluşturmamıştır fakat insanoğlu yorumlamıştır. Çizimi oluşturan göstergede nesne ile gösterge birbirine benzemektedir. Belirttiği nesne var olmasa bile kendisini anlamlı kılan özelliğini taşıyacak bir gösterge vardır. Çizimde geçek dünyadaki nesnesini çok yakın bir biçimde yansıttığı için şelale imgesi bir ikondur. 113 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi İnsan emeğinin bir parçası olmayan şelale, doğayı simgelemektedir. Ülke genelinde çok bilinen bir şelalenin, doğa mirasını simgelemek açısından konulmuş olması muhtemeldir. Başı dik, gözleri kısık ve karşıda, hafif tebessüm eden Atatürk portresi karizmatik, güvenilir bir lider imajını temsil ediyor. Tebessüm ederken dişlerin gözükmemesi, uzakta bir yere odaklı olduğunun anlaşılması için kısık gözler, emin ve güvenilir bir lideri, bir kurucuyu anlatıyor. Altıncı Emisyon Bin Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-23: Altıncı Emisyon Bin liranın Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel insan belirtisel mimik, yüz ifadesi Gösteren Mustafa Kemal Atatürk. gülümseme, tebessüm görüntüsel Bitki lale görüntüsel Şekil Hayat ağacı Görüntüsel Yapı Su yolu Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu (1881-1938). Mutluluk, huzur Zambakgillerden, yaprakları uzun ve sivri, çiçekleri kadeh biçiminde, türlü renkte bir süs bitkisi. Soy ağacı. Bazı kâğıtların dokusunda bulunan, ışığa tutulduğunda görülebilen çizgi, resim veya yazı, filigran. Çizgi, yol Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider, ata. Güven, başarı, muvaffakiyet. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin simgesi Soyluluk, geçmiş. estetik Tablo-23: Altıncı Emisyon Bin Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Geniş bir tarihi ve kültür altyapısına sahip olan Türk milletinin, Osmanlı ve Selçuklu devletlerinden günümüze kadar ulaşan motifleri ön planda tutulmuştur. Alışılageldiği gibi Atatürk portresine sol tarafta yer verilmiştir. Bakışları karşıda, dişleri görünmeden tebessüm eden sakin bir portredir. Banknotun ön yüzünde ön plana çıkan lale figürlerinin yanı sıra, su yolu ve hayat ağacı motiflerini görüyoruz. Banknotun ön yüzünde geleneksel motifleri ağırlığını görüyoruz. İnsanoğlu tarafından oluşturulmuş bu nesneler, kendi kültürel alt yapısına göre yorumlandığı ve o kültürel alt yapıya sahip bireyler tarafından aynı anlama geldi için ortak bir belirti tabanında değerlendirilememektedir. Örneğin kuş figürü, uluslararası değerde “barışı” simgelemektedir fakat kuş uçmanın belirtisidir. Kuş figürünü gördüğümüzde zihnimizde bir uçuş canlandırırız. Bu gösterge olma özelliğini taşımaktadır. Fakat bir lale motifi her kültür tarafından kendi birikimlerine göre yorumlanır. Bu nedenle laleyi ya da diğer desenleri nesne kabul edersek, nesnenin belirtisi kültüre dayalı olur ve gösterge simge özelliğini barındırır. Sayı 36 /Bahar 2013 114 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Çizimde özel bir lale türü resmedilmiştir. Bu lale türü Osmanlı Lalesi olarak bilinir. Osmanlı Lâlesi’nin çiçeği badem biçiminde yaprakları ise hançer şeklinde ve uçları tığ gibi ince ve sivridir. Islah edilmiş ilk lâle çeşidini elde edenin Şeyhülislam Ebu Suud Efendi olduğunu belirten T. Baytop , zaman içinde yüzlerce lâle çeşidinin yetiştirildiğini ancak Lâle Devri’nin (1730) sona ermesiyle birlikte İstanbul yani Osmanlı Lâlesi’nin yavaş yavaş ortadan kalktığını belirtmiştir (Erken, 2002). Lâlenin Türkler için farklı bir değer taşımasının sebebi, göze hitap etmesi dışında, en çok yetiştirildiği dönemle ilgilidir. Saray ve saray çevresi yanında sırdan halkında ilgilendiği bu çiçek kelimenin tam anlamıyla “moda” halini almıştır. Aynı zamanda değeri gittikçe artan ve çeşitleri çoğaltılan bu çiçek ticari bir mal haline gelmiştir. Osmanlı günlük yaşamına da ayna tutan bu çiçek, şiirlere, fermanlara, hikayelere konu olmuştur. Bir çiçeğin bir dönme ismini verecek kadar önem kazanması, beklide tarihte nadir rastlanan olaylardan biridir. Bu Osmanlıların “güzele” ve sanata verdiği önemi de ortaya çıkarmaktadır. Su yolu, suyun insan hayatındaki önemini vurgulamak için halı, kilim, çini ve mimari gibi pek çok sanat dalında kullanılmıştır. Hayat ağacı motifi, sonsuzluğun sembolüdür. Bu motif, ölümsüzlüğü araştırmanın ve ölümden sonra yaşam olduğu umudunun bir nişanıdır. Geleneksel Türk motiflerinin anlamları, bölgelere göre farklılık gösterir. Ancak motifler genelde dini inançları, asaleti, gücü, uzun yaşamı v.b. sembolize eder. Halı, kilim, camii, kervansaray, çini, tezhip gibi eserlerde kullanılan motifler sadece sanatçının hünerini göstermekle kalmaz, ayrıca onların mesajlarını iletir, kültürel birikimini gösterir. Altıncı Emisyon Bin Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-24: Altıncı Emisyon Bin liranın Arka Yüzü Dizisel (Paradigmatik) Eksen Gösterilen Yan Anlam Geleneğe bağlılık, Yazma kitaplarda, sayfaların yaldız ve geleneğe önem ve değer boya ile bezenmesi, yaldızlama. verme. Gelenekselden kopmama. Bazı kâğıtların dokusunda bulunan, ışığa tutulduğunda görülebilen çizgi, estetik resim veya yazı, filigran. Çizgi, yol. Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren görüntüsel şekil tezhip görüntüsel yapı su yolu 115 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi görüntüsel yapı hisar burçları görüntüsel yapı Boğaz köprüsü görüntüsel araç, taşıt gemi görüntüsel coğrafî mekân deniz Kale duvarlarından daha yüksek, yuvarlak, dört köşe veya çok köşeli kale çıkıntısı. Karadeniz ile Marmara Denizi'ni birbirine bağlayan İstanbul Boğazı üzerinde yer alan iki asma köprüden biri. Köprünün ayakları Avrupa Yakası'nda Ortaköy, Anadolu Yakası'nda Beylerbeyi semtlerindedir. Su üstünde yüzen, insan ve yük taşımaya yarayan büyük taşıt, sefine. Mimarî eser, sanat. Gelişme, kalkınma. Ticaret, zenginlik, ekonomik kalkınma, sanayileşme. Yer kabuğunun çukur bölümlerini Enginlik, sonsuzluk, kaplayan, birbiriyle bağlantılı, tuzlu su büyüklük, kudret, güç. kütlesi. Tablo-24: Altıncı Emisyon Bin Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Arka yüzde; geleneksel Türk motifleri kullanımı sürmektedir. Sağ tarafta bir tezhip örneği ve ön yüzde kullanılan su yolu motifinin farklı renk kullanımını görüyoruz. Sol tarafta paranın kupür değerinin altında hayat ağacı motifinin tasarımcı tarafından değiştirilerek işlenmesi dikkati çekiyor. Orta kısımda ise hisar burçlarını ve Boğaz köprüsünü görüyoruz. Tasarıma derinlik katmak için ve denizin daha net ortaya çıkması için bir gemi çizimi kullanılmaktadır. Deniz, büyüklüğü, kudreti, gücü, enginliği simgelerken; gemi ise ticarî gelişmeyi, zenginliği, sanayileşmeyi ifade eder. Yedinci Emisyon On Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim -25: Yedinci Emisyon On Liranın Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel insan belirtisel mimik, yüz ifadesi Gösteren Mustafa Kemal Atatürk. kaş çatma Görüntüsel Şekil motif görüntüsel resim portre Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu (1881-1938). Sinirlilik, ciddiyet Yan yana gelerek bir bezeme işini oluşturan ve kendi başlarına birer birlik olan ögelerden her biri. Bir kimsenin yağlı boya, sulu boya, karakalem vb. bir yolla yapılmış resmi. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider, ata. Kızgınlık, korku salma estetik Uzlaşım, ortaklık. Tablo-25: Yedinci Emisyon On Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Ön yüzde hakim olan bir Atatürk portresi görülmektedir. Hem renk hem de büyüklük açısından dikkat çeken portre de, kaşları çatık ve bakışları yukarda ciddi Sayı 36 /Bahar 2013 116 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN bir görüntü sergileniyor. Geleneksel Türk motiflerinin kullanıldığı banknotta, imge karmaşası yaşanmamaktadır. Banknotun ön yüzünde bulunan sekiz adet motif ve üç adet insan portresi bir imge karmaşası oluşturmaktadır. Simge uzlaşım gerektirmektedir. Yedinci Emisyon On Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim -26: Yedinci Emisyon On Liranın Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel Bitki görüntüsel insan belirtisel mimik (yüz ifadesi) görüntüsel insan görüntüsel insan Gösteren Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Gösterilen Bir bitkinin, üreme organlarını taşıyan çiçek Mutluluk, huzur, sevgi. çoğu güzel kokulu, renkli bölümü. Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Lider, ata. Atatürk. kurucusu (1881-1938). Ağzı iki yönde Güven, başarı, gülümseme genişletme muvaffakiyet. Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Lider, ata. Atatürk. kurucusu (1881-1938). Eğitim, modernleşme. Öğrenim görmek amacıyla ders alan öğrenci Gençliğe ve öğrenciye kimse, okul çocuğu, talebe, şakirt. verilen değer ve önem. Tablo-26: Yedinci Emisyon On Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Banknotun arkasında, kız ve erkek öğrenci portreleri konulmuştur. Erkek öğrenci önde ve yüzü tam yan (profil), kız öğrenci ise erkek öğrencinin arkasında, başı daha yukarıda ve profil çizimleri bulunmaktadır. Atatürk’ü merkez alarak büyüyen motifli daireler zemin olarak kullanılmıştır. Atasına çiçek takdim eden öğrenciler bulunmaktadır. Atatürk öğrencilere doğru eğilmiş, çiçeği almak için elini uzatmış ve güler yüzlüdür. Paranın merkezine kullanılmış portreler bir insanın belirtisidir. Belirli bir kısmı vererek tümü barındırmak, çağrıştırmaktadır. Çizimdeki portreler olmasaydı, bir insan ikonundan bahsedemeyecektik. Bu nedenle kullanılan portre çizimleri, insanın belirtisidir. Ülkenin kurucusuna takdim edilen çiçekler ise bizim kültürümüzde duyulan saygıyı simgelemektedir. Gençliğin Ata’ya minnetinin ifadesi olarak şükranları ile birlikte çiçekleri sunmaktadırlar. 117 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Yedinci Emisyon Yirmi Milyon Liranın Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-27: Yedinci Emisyon Yirmi Milyon Liranın Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel insan belirtisel mimik (yüz ifadesi) görüntüsel bitki görüntüsel hayvan görüntüsel yapı Gösteren Mustafa Kemal Atatürk. gülümseme, tebessüm Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu (1881-1938). Mutluluk, huzur Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider, ata. Güven, başarı, muvaffakiyet. Ilıman iklimi seven bir bitki türünün Barış. dalı. Yumurtlayan omurgalılardan, akciğerli, sıcakkanlı, vücudu tüylerle örtülü, Barış. kuş gagalı, iki ayaklı, iki kanatlı uçucu hayvanların ortak adı. Anadolu'nun batı kıyısında, bugünkü Selçuk ilçesi sınırları içerisinde bulunan, daha sonra önemli bir Roma Efes Antik Kenti kenti olan antik bir Yunan kenti. Klasik Tarihi eser, kültür-sanat. Yunan döneminde İyonya'nın on iki şehrinden biriydi. Kuruluşu Cilalı Taş Devri MÖ 6000 yıllarına dayanır. zeytin dalı Tablo-27: Yedinci Emisyon Yirmi Milyon Türk Lirasının Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Paranın küpür değeri her zaman görmeye alışık olduğumuz Atatürk portresinin yerine konulmuştur. Atatürk portresi ise cepheden, genç, tebessüm eden bir şekilde orta alana daha yakın bir biçimde resmedilmiştir. Atatürk’ün arkasında dünya geoit şeklinde yer almıştır. Hemen yanında ağzında zeytin dalı taşıyan bir kuş figürü bulunmaktadır. Arka yüzde ise; Efes Antik Kenti’nden bir görünüm bulunmaktadır. Sütunlar ve mekânların ihtişamlı giriş kapılarının kalıntıları görülmektedir. Sayı 36 /Bahar 2013 118 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Yedinci Emisyon Yirmi Milyon Liranın Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-28: Yedinci Emisyon Yirmi Milyon Liranın Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel insan belirtisel mimik (yüz ifadesi) görüntüsel bitki görüntüsel hayvan görüntüsel yapı Gösteren Mustafa Kemal Atatürk. gülümseme, tebessüm Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu (1881-1938). Mutluluk, huzur Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider, ata. Güven, başarı, muvaffakiyet. Ilıman iklimi seven bir bitki türünün Barış. dalı. Yumurtlayan omurgalılardan, akciğerli, sıcakkanlı, vücudu tüylerle örtülü, Barış. kuş gagalı, iki ayaklı, iki kanatlı uçucu hayvanların ortak adı. Anadolu'nun batı kıyısında, bugünkü Selçuk ilçesi sınırları içerisinde bulunan, daha sonra önemli bir Roma Efes Antik Kenti kenti olan antik bir Yunan kenti. Klasik Tarihi eser, kültür-sanat. Yunan döneminde İyonya'nın on iki şehrinden biriydi. Kuruluşu Cilalı Taş Devri MÖ 6000 yıllarına dayanır. zeytin dalı Tablo-28: Yedinci Emisyon Yirmi Milyon Türk Lirasının Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Dünyayı arkasına alan bir Atatürk nezdinde Türk milleti simgelenmiştir. Dünya coğrafi manada kullanılmamıştır. Bu göstergeyi insanoğlu yapmamıştır. Fakat insanoğlu yorumlamaktadır. Dünya göstergesinin hemen yanında zeytin dalı ve kuş göstergeleri bulunmaktadır. Zeytin dalı, Antik Yunanistan geleneklerine dayanan ve Batı kültüründe barışı veya zaferi simgeleyen semboldür. Zeytin dalının barışın bir sembolü olarak kullanılması MÖ beşinci yüzyıla dayanır. Yunan oyun yazarı Aristophanes’in Barış (İrini) adlı eserinde “tüm tanrıçaların en yücesi, barış tanrıçası İrini’ye göre zeytinin oldukça değerli olduğu” belirtilir. Benzer şekilde zeytin dalı, Roma İmparatorluğu dönemindeki sikkelerde de İrini’nin niteliklerinden biri olarak yer almaktadır. Efes Anadolu’nun batı kıyısında, bugünkü Selçuk ilçesi sınırları içerisinde bulunan, daha sonra önemli bir Roma kenti olan antik bir Yunan kentiydi. Klasik Yunan döneminde İyonya’nın on iki şehrinden biriydi. Kuruluşu Cilalı Taş Devri MÖ 6000 yıllarına dayanır (http://tr.wikipedia.org/wiki/ Zeytin_dal% C4%B1). 119 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Sekizinci Emisyon Bir Yeni Türk Lirasının Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-29: Sekizinci Emisyon Bir Yeni Türk Lirasının Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel insan belirtisel mimik (yüz ifadesi) Gösteren Mustafa Kemal Atatürk. gülümseme, tebessüm görüntüsel şekil üç boyutlu çizim görüntüsel bitki başak görüntüsel bitki çınar Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu (1881-1938). Mutluluk, huzur Eninden ve boyundan başka derinliği de olan. Arpa, buğday, yulaf vb. ekinlerin tanelerini taşıyan kılçıklı başı. İki çeneklilerden, 30 metreye kadar uzayabilen, gövdesi kalın, uzun ömürlü, geniş yapraklı bir ağaç. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider, ata. Güven, başarı, muvaffakiyet. Ziraat, mimarî. Tarım, bereket Osmanlı Devleti’nin simgesi. Tablo-29: Sekizinci Emisyon Bir Yeni Türk Lirasının Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Güvenlik önlemleri artırılmış bu tasarımda farklı renk kullanımları görülmektedir. Banknotun ön yüzünde ziraatı ve mimariyi simgelemek için, üç boyut efekti verilmiş çizimler bulunmaktadır. Banknotun ortasına yakın bir şekilde bakışları tam karşıda ve cepheden bir portresi olan, tebessüm eden Atatürk resmedilmiştir. Sekizinci Emisyon Bir Yeni Türk Lirasının Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-30: Sekizinci Emisyon Bir Yeni Türk Lirasının Arka Yüzü Sayı 36 /Bahar 2013 120 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel yapı görüntüsel bitki görüntüsel bitki görüntüsel şekil görüntüsel şekil Gösteren Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Gösterilen Adıyaman ve Şanlıurfa illeri arasında, Fırat Nehri üzerinde kurulu olup, enerji ve sulama amaçlıdır. GAP Projesi Sanayileşme, gelişme, Atatürk Barajı içinde, Karakaya Barajının 180 km kalkınma. mansabında, Şanlıurfa ilinin Bozova ilçesine 24 km uzaklıkta Fırat Nehri üzerinde kurulan barajdır. Arpa, buğday, yulaf vb. ekinlerin başak Tarım, bereket tanelerini taşıyan kılçıklı başı. İki çeneklilerden, 30 metreye kadar Osmanlı Devleti’nin çınar uzayabilen, gövdesi kalın, uzun simgesi. ömürlü, geniş yapraklı bir ağaç. Geleneğe bağlılık, Yazma kitaplarda, sayfaların yaldız ve geleneğe önem ve değer tezhip boya ile bezenmesi, yaldızlama. verme. Gelenekselden kopmama. Alt ve üst tabanları birbirine paralel ve eşit iki çokgenden, yanal yüzeyleri de Mimarî prizma eşit ve paralel doğrulardan oluşan çok düzlemli cisim, menşur, biçme. Tablo-30: Sekizinci Emisyon Bir Yeni Türk Lirasının Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Arka yüzde tema Atatürk barajıdır. Barajın yüksek bir yerden çekilmiş resmi işlenmiştir. Bu tema dışında tasarımda geleneksel Türk motiflerine yer verildiği görülmektedir. Başak figürü, çınar yaprağı, yıldızlı bir tezhip örneği ve kare prizmanın üzerinde silindir bir prizma tasarımda kullanılan görsel öğelerdir. Su hayatta kalabilmek için almamız gereken, sadece insanlar için değil tüm canlı varlıklar için yaşam kaynağı olan temel içecektir. Bu sebepten ötürü “su” nedendir. Su olmasaydı hayatın devamı düşünülemeyeceği için “hayat” sonuçtur. Su olmadığında resim boşalacak ve bu tablo gösterge olama özelliğini kaybedecektir. Bu nedenle “su”, “hayat”ın göstergesidir. Bu göstergeyi insanoğlu oluşturmamıştır fakat insanoğlu yorumlamıştır. Çizimi oluşturan göstergede nesne ile gösterge birbirine benzemektedir. Belirttiği nesne var olmasa bile kendisini anlamlı kılan özelliğini taşıyacak bir gösterge vardır. Çizimde geçek dünyadaki nesnesini çok yakın bir biçimde yansıttığı için ilgili imge (su dolu bir baraj) bir ikondur. Simge uzlaşmaya bağlıdır. Gösterge ile nesne arasındaki ilişki öğrenilmek zorundadır. Gösterilen her zaman soyuttur. Banknotun arka yüz görselinde kullanılan pek çok simge vardır. İncelemeye sağ üstte başlar isek karşımıza çıkan ilk simge çınar yaprağı olacaktır. Çınar yaprağı üzerinde uzlaşılan yorumu kalıcılık, köklü bir geçmiştir. Aynı zamanda çınar ağacı uzun yaşamı temsil eder. Çınar yaprağı kullanılarak, çınar ağacına bir gönderme yani metafor yapılmıştır. Çınar ağacı ve yaprağı Osmanlı Devleti’nin simgesi olmuş ve toplum olarak bu simge benimsenmiştir. Tasarımda bu simgenin kullanılışı köklü bir geçmişe atıf yapmaktadır. 121 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi İkinci simge başaktır. Burada başak figürü kullanılarak hem tarıma hem de bereketliliğe gönderme yapılmıştır. Stilize edilmiş başak figürü kullanılan baraj görselinin, su ile daha gelişmiş bir tarımı sağlayacağına işaret etmektedir. Üçüncü simge barajdır. Baraj hem bir belirti hem de bir simgedir. Baraj gelişmiş bir mimariyi simgelerken, yapıldığı bölgede devam eden hayatın bir belirtisidir. Dördüncü simge bir kare prizmanın ve üstünde bir silindir prizmadır. Bu göstergelerin bir çizimde kullanılabileceği için, ilgili öğelerin mimariyi simgelemek için kullanıldığı düşünülmektedir. En soldaki ve beşinci simge ise genellikle Anadolu’da karşımıza sık çıkan ve geleneksel Türk sanatlarının içinde bulunan tezhip sanatından bir örnektir. Milli kültür öğeleri tasarımın her bölümünde karşımıza çıkmaktadır. Sekizinci Emisyon Yüz Yeni Türk Lirasının Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-31: Sekizinci Emisyon Yüz Yeni Türk Lirasının Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel insan görüntüsel şekil daire görüntüsel şekil motif görüntüsel kavram/olgu Gösteren Mustafa Kemal Atatürk. sivil Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu (1881-1938). Bir çemberin içinde kalan düzlem parçası. Yan yana gelerek bir bezeme işini oluşturan ve kendi başlarına birer birlik olan ögelerden her biri. Özel bir biçimde olmayan, üniforma olmayan (giysi). Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider, ata. Tarihî ve mimarî eser, sanat. Geleneksel Türk motifi. Geleneğe bağlılık. Atatürk’ün sivil kimliğine vurgu, siyasetin sivillerin işi olduğuna çağrışım. Tablo-31: Sekizinci Emisyon Yüz Yeni Türk Lirasının Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Banknotun genelinde soğuk renklerden olan mavi ve yeşil kullanılmıştır. Ön yüzde 5 adet iç içe geçmiş daire bulunmaktadır. Bu dairelerin her birinin dolgusu farklı renk ve desendedir. Ön yüzde dikkat çeken diğer bir öğe sakin yüzlü ve sivil halli Atatürk portresidir ve tasarımda geleneksel Türk motiflerinden örnekler kullanılmıştır. Bu Türkiye Cumhuriyeti’nin geleneksele olan saygısını ve bağlılığını ifade etmektedir. Buna göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin derin bir tarihsel geçmişi vardır ve geçmişiyle arasında güçlü bir bağ bulunmaktadır. Atatürk’ün sivil giysili bir resminin burada kullanılması Sayı 36 /Bahar 2013 122 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN ile, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün sivil kimliğine vurgu yapılmıştır. Siyaset ve ülke yönetimi sivillerin işidir. Sekizinci Emisyon Yüz Yeni Türk Lirasının Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-32: Sekizinci Emisyon Yüz Yeni Türk Lirasının Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren görüntüsel yapı İshak Paşa Sarayı görüntüsel şekil motif Gösterilen Ağrı Dağı'nın yakınında, Doğubayazıt'ın 5 kilometre uzağında bulunan bey kalesidir. 116 odalı sarayda türbe, cami, surlar, iç ve dış avlular, divan ve harem salonları, koğuşlar bulunur. Yan yana gelerek bir bezeme işini oluşturan ve kendi başlarına birer birlik olan ögelerden her biri. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Tarihî ve mimarî eser, sanat. Güç, gelişmişlik, zenginlik, kültürel miras. Geleneksel Türk motifi. Geleneğe bağlılık. Tablo-32: Sekizinci Emisyon Yüz Yeni Türk Lirasının Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Arka yüzde yeniden restorasyonuna başlanan İshak Paşa Sarayı bulunmaktadır. Ön yüzde kullanılan dairelerin aksine beyaz bir kontur ile, eski dönem mimaride kullanılan kapı figürü silueti tercih edilmiştir. Yine geleneksel Türk motiflerinden örnekler kullanımı devam etmektedir. Hükümdarların veya devlet başkanlarının oturduğu büyük yapı olan saray bir yönetimi temsil etmektedir. Kullanılan saray göstergesi eski bir yönetime aittir. Bu sebepten ötürü “saray” nedendir. Kullanılan saray göstergesi olmasaydı bu bölgedeki yönetimden ve bağıntılı olan hükümdardan, medeniyette, kültür yapısından vb bahsedilemezdi. Bu nedenden ötürü de “saltanat” sonuçtur. Bu göstergeyi insanoğlu oluşturmamıştır fakat insanoğlu yorumlamıştır. Çizimi oluşturan göstergede nesne ile gösterge birbirine benzemektedir. Belirttiği nesne var olmasa bile kendisini anlamlı kılan özelliğini taşıyacak bir gösterge vardır. Çizimde geçek dünyadaki nesnesini çok yakın bir biçimde yansıttığı için ilgili imge (saray) bir ikondur. Yapımları çok masraflı olan, çok fazla insan ve hayvan gücü gerektiren 123 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi saraylar; tarih boyunca hükümdarların zenginliğinin, gücünün ve bulundukları bölgenin gelişmişliğinin bir simgesi olmuşlardır. Yönetimin, saltanatın ve ihtişamın kudretini gösterir nitelikte olan saraylar bulundukları ülkenin kültürel mirasını da temsil eder. Dokuzuncu emisyon grubu banknotlarının kullanımı halen devam ettiği için Merkez Bankası’ndan kaynak alınarak tablolama yapılmamıştır. Dokuzuncu Emisyon Beş Türk Lirasının Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-33: Dokuzuncu Emisyon beş Türk lirasının Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren Mustafa Kemal Atatürk. görüntüsel insan görüntüsel gök cismi ay yıldız görüntüsel giysi kravat belirtisel mimik (yüz ifadesi) ağzı iki yönde genişletme Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Lider, ata. kurucusu (1881-1938). Türk bayrağındaki ayça ve beş ışınlı Türkiye Cumhuriyeti yıldızdan oluşmuş simge. Bir ucu ince, diğer ucu daha geniş, gömlek yakasının altından geçirilerek önde üçgen biçiminde bağlanan, özel Modernizm, Batılılaşma kumaştan yapılan giysi aksesuarı, boyun bağı. Güven, başarı, gülümseme muvaffakiyet. Tablo-33: Dokuzuncu Emisyon Beş Türk Lirasının Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi “5 Türk Lirası’nın ön yüzünde Atatürk’ün, 1927 yılında Ethem Tem tarafından çekilmiş fotoğrafından yararlanılarak oluşturulmuş bir portresi bulunmaktadır” (Merkez Bankası, 2008). Atatürk’ün gülümseyen bir portresinin tercih edilmesinin nedeni, güvenin, başarının ve muvaffakiyetin ifade edilmek istenmesidir. Ayrıca, portrede Atatürk’ün kravatının da yer aldığı dikkat çekmektedir. Kravat, Batılılaşma’nın, modernleşmenin bir göstergesidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kıyafet alanında yaşadığı yeniliğin ve gelişmenin vurgulandığı söylenebilir. Ay-yıldız da Türkiye Cumhuriyeti’ni ifade etmektedir. Fon karışık renklerde ve dalgalı olarak tercih edilmiştir. Güvenlik önlemlerinden birinin yer aldığı ve banknotun sağ tarafında bulunan baskıda atom modeli görseli kullanılmıştır. Bu da Batılı ve modernist bir yaklaşımdır. Sayı 36 /Bahar 2013 124 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Dokuzuncu Emisyon Beş Türk Lirasının Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-34: Dokuzuncu Emisyon Beş Türk lirasının Arka Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge Gösteren Gösterilen Türkiye’de bilim tarihçiliğinin yerleşmesini sağlamış bilim adamıdır. Ordinaryüs Profesör Doktor Ordinaryüs Prof. ünvanı taşır. 1942 yılında Harvard Dr. Aydın Sayılı Üniversitesi’nde bilim tarihi alanında doktorasını tamamlamış olan Sayılı, dünyada bilim tarihi alanında bilinen ilk doktora derecesinin sahibidir. görüntüsel insan görüntüsel doğa Güneş sistemi görüntüsel doğa DNA görüntüsel çizim İlk çağ mağara resimleri Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Türkiye’nin ne kadar önemli bilim adamları yetiştirebileceğine bir örnek. Ordinaryüs Prof. Dr. Güneş ışınlarının ve ısısının etkilediği Aydın Sayılı’nın çalışma ortam. alanından bir örnek. Ordinaryüs Prof. Dr. deoksiribonükleik asit. Aydın Sayılı’nın çalışma alanından bir örnek. Ordinaryüs Prof. Dr. Mağarada yaşayan insanların Aydın Sayılı’nın çalışma günümüze ulaşan çizimleri. alanından bir örnek. Tablo-34: Dokuzuncu Emisyon Beş Türk Lirasının Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Arka yüzde; Ordinaryüs Prof. Dr. Aydın Sayılı’nın portresi yer almaktadır. Aydın Sayılı, Harvard Üniversitesi’nde ve bilindiği kadarıyla dünyada bilim tarihi alanında verilen ilk doktora derecesini alan kişidir. Arka yüzde ayrıca “güneş sistemi, atomun yapısı, DNA ve ilk çağ mağara resimleri” gibi motifler bir kompozisyon içinde kullanılmıştır (Merkez Bankası, 2008). Bu tasarımda simgelerle belirtilmek ve anlatılmak istenen mesajlar vardır. Bu nedenle simgeyi irdelediğimizde mesaj anlaşılmış olacaktır. Simge uzlaşmaya bağlıdır. Gösterge ile nesne arasındaki ilişki öğrenilmek zorundadır. Gösterilen her zaman soyuttur. Banknotta canlı vücudunun şifrelerinin bulunduğu DNA modeli Aydın Sayılının yaptığı çalışmaları temsil etmekle birlikte, bilimi simgelemektedir. Atom modeli ve ilk çağ mağara görselleri bilim simgesini taşımakla 125 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi birlikte Aydın Sayılının bilim tarihi alanını kompozisyon olarak anlatmaktadır. Çizimi oluşturan göstergede nesne ile gösterge birbirine benzemektedir. Belirttiği nesne var olmasa bile kendisini anlamlı kılan özelliğini taşıyacak bir gösterge vardır. Çizimde geçek dünyadaki nesnesini çok yakın bir biçimde yansıttığı için ilgili imgeler (DNA, Atom Modeli) bir ikondur. Dokuzuncu Emisyon İki Yüz Türk Lirasının Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-35: Dokuzuncu Emisyon İki Yüz Türk lirasının Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel insan belirtisel mimik (yüz ifadesi) Gösteren Mustafa Kemal Atatürk. Ağzı iki yönde genişletme görüntüsel giysi kravat görüntüsel gök cismi Ay yıldız Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu (1881-1938). gülümseme Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider, ata. Güven, başarı, muvaffakiyet. Bir ucu ince, diğer ucu daha geniş, gömlek yakasının altından geçirilerek önde üçgen biçiminde bağlanan, özel Modernizm, Batılılaşma kumaştan yapılan giysi aksesuarı, boyun bağı. Türk bayrağındaki ayça ve beş ışınlı Türkiye Cumhuriyeti yıldızdan oluşmuş simge. Tablo-35: Dokuzuncu Emisyon İki Yüz Türk Lirasının Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi 200 Türk Lirası’nın ön yüzünde Atatürk’ün, 1934 yılında Çankaya Köşkü’nde Cemal Işıksel tarafından çekilmiş fotoğrafından yararlanılarak oluşturulmuş, kravatlı, tebessüm eden bir portresi bulunmaktadır (Merkez Bankası, 2008). Arka fon karışık renklerde ve dalgalı olarak tercih edilmiştir. Güvenlik önlemlerinden birinin yer aldığı ve banknotun sağ tarafında bulunan baskıda uçan bir güvercin görseli kullanılmıştır. Sayı 36 /Bahar 2013 126 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Dokuzuncu Emisyon İki Yüz Türk Lirasının Arka Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Resim-36: Dokuzuncu Emisyon İki Yüz Türk lirasının Ön Yüzü Dizimsel (Sentagmatik) Eksen Gösterge Türü Gösterge görüntüsel insan belirtisel mimik, yüz ifadesi Gösteren Mustafa Kemal Atatürk. gülümseme, tebessüm görüntüsel insan Yunus Emre dilsel dilsel kavram/olgu kavram/olgu sevmek sevilmek Gösterilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu (1881-1938). Mutluluk, huzur Anadolu'da Türkçe şiirin öncüsü olan mutasavvıf bir halk şairidir. Büyük bir Türk filozofudur (1240-1321). Sevgi ve bağlılık duymak. Sevgi duyulmak, sevgi beslenilmek. Dizisel (Paradigmatik) Eksen Yan Anlam Lider, ata. Güven, başarı, muvaffakiyet. Sanat adamı, tarihî şahsiyet. Arzu edilen duygu. Arzu edilen duygu. Tablo-36: Dokuzuncu Emisyon İki Yüz Türk Lirasının Ön Yüzünün Göstergebilimsel Çözümlemesi Arka yüzde ise Anadolu’da Türkçe şiirin öncüsü olan mutasavvıf ve halk şairi Yunus Emre’nin portresi bulunmaktadır. Tasarımdaki diğer görsel öğeler Yunus Emre’nin anıt mezarı, gül motifi, güvercin bulunmaktadır. Bu banknotta Yunus Emre’nin felsefesini anlatan “Sevelim Sevilelim” dizesine arka yüzde yer verilmiştir. Ölünün gömülü olduğu yer mezar olarak tanımlanabilir. Mezarı görünce zihnimizde bu anlam ortaya çıkmaktadır. Bu sebepten ötürü “ölü” nedendir. Ölü olmasaydı mezarda olmayacağı için “mezar” sonuçtur. Mezar görseli olmadan ölüyü çağrıştıracak bir belirti olmadığı için, ölü gösterge olama özelliğini kaybedecektir. Bu nedenle “mezar”, “ölünün” göstergesidir. Bu göstergeyi insanoğlu oluşturmamıştır fakat insanoğlu yorumlamıştır. Çizimi oluşturan göstergede nesne ile gösterge birbirine benzemektedir. Belirttiği nesne var olmasa bile kendisini anlamlı kılan özelliğini taşıyacak bir gösterge vardır. Çizimde geçek dünyadaki nesnesini çok yakın bir biçimde yansıttığı için ilgili imge (anıt mezar) bir ikondur. Simge uzlaşmaya bağlıdır. Gösterge ile nesne arasındaki ilişki öğrenilmek zorundadır. Gösterilen her zaman soyuttur. Banknotun arka yüz görselinde kullanılan pek çok simge vardır. Yurdumuzda Yunus Emre’ye ait olduğu söylenen on dört anıt mezar bulunmaktadır. İşlenen Yunus Emre teması ve kullanılan figürler barış çağrısı yapmaktadır. Güvercin daha önce de belirttiğimiz gibi barışın simgesidir. Gül motifi Yunus’un şiirlerinde işlediği bir temadır ve sevgiyi anlatmaktadır. 127 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Sonuç ve Değerlendirme Bu araştırma, banknotları göstergebilimsel olarak incelemek, dizisel ve dizimsel boyutlarını ve ideolojik yaklaşımlarını çözümlemek amacıyla yapılmıştır. Çözümleme, Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar tedavüle sürülen dokuz emisyon grubundaki, 24 farklı değerde 132 tertip banknot arasından en büyük ve en küçüklerinin ön ve arka yüzleri seçilerek yapılmıştır. Banknotların çözümlemesi Peirce’ün belirti, ikon ve simge sınıflandırmasına göre ve Saussure’un dizisel ve dizimsel yöntemine göre yapılmıştır. Çözümlemede banknotların üzerindeki görsel göstergelerin taşıdığı mesajlar ve anlam evreninin açıklanabilmesi için öncelikli olarak genel künye bilgisi verilmiştir. Daha sonra görüntüsel anlatım yapılmış ve göstergeler ortaya çıkarılmıştır. Yorumlanması ise dönemin kültürel ve ideolojik yapısı dikkate alınarak gerçekleştirilmiştir. Birinci emisyon banknotlarında, yeni bir yönetimin ve köklü bir değişimin izlerini görmek mümkündür. Bu banknotlarda kullanılacak görseller hakkında kanun çıkartılması görsel seçimine ne kadar önem verildiğini gösterir. Cumhuriyetin yeni kurulmuş olması dolayısıyla banknotlarda yoğun mesaj içerikli tasarımlar kullanılmıştır. İkinci emisyon banknotlarında Atatürk’ün ölümünden sonra, Milli Şef – Ebedi Şef ayrımı ile karşılaşılmaktadır. Bu dönemde İsmet İnönü’nün portresinin bulunduğu paralar bastırılmış ve dolaşıma sürülmüştür. Bu dönemin özelliği hem Atatürk hem de İnönü portreli paraların bir arada kullanılmasıdır. Ayrıca görsel seçiminde ilk emisyondan farklı olarak sıradan ve mesaj verme kaygısından uzak durulmuştur. Üçüncü emisyon paralarının tamamında İsmet İnönü portresine yer alır. Almanya’nın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden habersiz piyasaya farklı seri paralar sürmesi nedeniyle basım Amerika’da devam etmiştir. Yani tasarımda Amerika’da yapılmış ve böylece Türk lirası banknotları Amerikan dolarına benzemeye başlamıştır. Üçüncü emisyon bin lirada kullanılan çerçeveli tasarım banknot matbaasının kurulmasıyla ortadan kalkmıştır. Bu dönem paralarında önemli inkılâpların ürünü olan halkevleri görselinin toplumun algısına yön verir olduğu görülmektedir. İncelenen banknotlarda genç izciler ve halkevleri figürleri kullanılmış ve geçmişi değil geleceği nitelendiren görseller tercih edilmiştir. Bunun altında İkinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkan toplumlara gelecekle ilgili mesaj verme kaygısı yatmaktadır. Dördüncü emisyon banknotları hem renk hem de görsel seçiminden dolayı kendinden önceki banknotlara göre biraz daha farklıdır. Bu emisyon grubundaki banknotlarda yoğun Ankara temalı görseller yerine İstanbul temalı görseller kullanılmıştır. 1950 seçimlerinin ardından iktidar değişmiş ve ilk olarak “Atatürk’ü Koruma Kanunu” çıkarılarak resmi bütün evraklarda görsel değişikliğine gidilmiştir. Beşinci emisyon paralarından İsmet İnönü portreleri kaldırılmış ve tekrar Atatürk portreli döneme geçilmiştir. Banknotların ön yüzünde yapılan bu değişiklik günümüze kadar devam etmiştir. Ancak arka yüzde önemli yatırımlar, resmi ya da ideolojik mesajlar yerine daha çok ülkenin çeşitli yerlerinden seçilen görsel malzemeler ve tarihi güzellikler kullanılmıştır. Sayı 36 /Bahar 2013 128 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN Altıncı emisyon banknotlarında, Türk tasarımcılar işi devraldığı için ayrı bir öneme sahiptir. Banknotlarda özgün tasarımlar ve Türk kültürü motifleri kullanılmaya başlanmıştır. Özel bir tür olan Osmanlı Lale’li tasarımın yer aldığı banknot birinci emisyondan sonra Anadolu kültür öğelerini yansıtan en önemli ve dikkat çekici olanıdır. Yedinci emisyonun en küçük banknotu olan on lirada kullanılan görsel bir saygıyı ifade etmektedir. Şöyle ki en sık dolaşan banknotta Atatürk’e çiçek sunan gençler kullanılmıştır. Bu durum Atatürk’e duyulan minnet ve şükran duygularını ifade etmesi açısından önemlidir. 70’lerin sonu ve seksenlerin başı beklide ülke tarihindeki siyasi karışıklıkların ve çalkantıların yaşandığı dönemdir. Siyasi karışıklıkların ve çalkantıların artması, banknot tasarımına her tertibinin üzerindeki görselin değişmesi şeklinde yansımıştır. Bu emisyondaki ilk banknot 1979’da, son banknot ise 2001 de çıkarılmıştır. Dikkat çeken bir başka nokta da; en büyük banknotta Hıristiyan âlemi için ayrı bir önem taşıyan Efes Antik kentinin kullanılmasıdır. Binlerce Hıristiyan’ın hacı olmak için ziyaret ettiği mekânın banknot üzerinde kullanılmasının nedeni turist çekme politikasında yatmaktadır. Bu durum görsel banknotların sadece çıkarıldıkları ülkenin mensuplarına değil, aynı zamanda diğer ülke milletlerine de mesaj verme kaygısıyla tasarlandığının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Sekizinci emisyon hem iktidarın değiştiği hem de ülke tarihinde çok önemli bir devalüasyonun yaşandığı döneme rastlamaktadır. Dönemin en küçük banknotu olan bir milyon Türk lirasında, ülke tarihinin en büyük yatırımlarından biri olan Güneydoğu Anadolu Projesinin içinde bulunan Atatürk Barajı resmedilmiştir. Yaklaşık yirmi yıl çalışılan ve halen devam eden proje dünya çapında çok büyük yankı getirmiştir. Proje yurtdışında çeşitli alanlardan araştırmacılara konu olmuştur. Ayrıca en büyük banknotta Selçuklu, Osmanlı ve Türk mimarisini birleştiren ender eserlerden biri olan İshak paşa sarayının kullanılması oldukça önemlidir. Bu nedenle kültür birikimini göstermesi ve yapılan restorasyonla tekrar halka kazandırılması açısından banknotta kullanılmasın uygun olduğu görülmüştür. Dokuzuncu emisyon paraları halen kullanılmakta olduğu için kesin yargılar söylenememektedir. Halen devam ettiği ve değişebilme olasılığı olduğu için araştırmanın yapıldığı dönemde kullanılan banknotlar incelenmiştir. Bu dönemde banknotlara Atatürk’ün gülümseyen yüz ifadeli görsellerin kullanılmasıyla ilgili eleştirilerde bulunulmuştur. Ayrıca banknotların arka yüzünde önemli bilim insanları ve düşünürler kullanılmıştır. Bu dönem banknotlarında devamlılık arz eden tasarımlardan söz edilebilir. Banknotlar Cumhuriyet tarihinden itibaren günümüze kadar pek çok görseli üzerinde taşımıştır. Banknotlarda kullanılan görseller o denli önemlidir ki kullanılacak görseller hakkında kanunlar dahi çıkarılmıştır. Fakat 1927’de basılan ilk emisyon grubu paralarında görülen yoğun mesaj içerikli tasarımları ileriki emisyonlarda pek görülmemiştir. Amerika, Almanya, İngiltere gibi gelişmiş ülkelere bakıldığında ise banknot tasarımında devamlılık söz konusudur. Ancak bu durum Türkiye’de kullanılan banknotları için geçerli değildir. Basıldığı ülke ve iktidar değiştikçe banknotlar üzerinde bir öncekinden tamamen farklı çalışmalar yapılmış ve görsel bir devamlılık sağlanamamıştır. Diğer yandan dönemin ideolojilerinin, bir emisyonun tamamına ya da bir banknot serisine yansıdığı görülmüştür. 129 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türkiye Cumhuriyeti’nde Tedavüle Sürülen Banknotların Göstergebilimsel Çözümlemesi Genel olarak taşıdığı göstergelerle iletişimi sağlayan banknotlarda, Türkiye’de tasarım devamlılığı olmadığı için bir kültür oluşturulamamıştır. Banknotların uzun bir süre yabancılar tarafından tasarlanması milli değerlerin tasarımlara yansımasını geciktirmiştir. Ayrıca her enflasyon ve devalüasyon dengesi değişiminde de tasarımlarda köklü değişikliğe gidilmiştir. Fakat bu durum incelendiğinde banknot tasımı kültürünün oluşmasında fayda sağlamadığı gözlemlenmiştir. Sonuç olarak bu araştırmada incelenen banknotlarının üzerindeki göstergeler göstergebilimsel yöntemle açığa çıkarılmıştır. Her ne kadar banknotlar arasında tasarım bağıntısı olsa da emisyonlar arasında kopukluklar olduğu görülmüştür. Banknotların çıkarıldığı dönemde ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik, siyasi ve sosyal durumlar ile yönetimde bulunan iktidarın yaklaşımı görsel kullanımını etkilemiştir. Dönemin şartlarını ve yaklaşımını banknotların üzerindeki göstergelere bakarak anlayabilmek mümkündür. Ancak simgeler üzerinde uzlaşı gerekmesinden dolayı göstergelerin farklı yorumlanması da mümkündür. Kaynakça Batur, Zekerya, (2010). “Ana Dili Öğretiminde Gösterge Biliminin Yeri: Ana Dili Ders Kitaplarındaki Sözel Metinlerle Görsel Metinleri Bütünselliğinin Analizi”, Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 5/4 Fall 2010: 174-200. Cook, Guy, (2001). Discourse of Advertising. Florence: Routledge. “Cumhuriyet Dönemi Banknot Resimleri”, http://www.pulko.com.tr/Urunler. aspx?KatId=174. Erişim Tarihi: 05.05.2013. Demirbağ, İsmail, (1994). Reklam Çözümlemesine Göstergebilimsel Bir Yaklaşım /Eine Semiotische Untersuchung Der Werbeanalyse, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Denli, Salih, (1997). Göstergebilim Açısından Grafik Gösterge Anlamlarının İncelenmesi / The Analysis Of Graphical İndication Meanings Regarding Semiology. Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Dervişcemaloğlu, Bahar, “Göstergebilim Ders Notu”. http://www.ege-edebiyat. org/docs/493.pdf. Erişim Tarihi: 05.05.2013. Fiske, John, (2003). İletişim Çalışmalarına Giriş, Süleyman İrvan (Çev.), Ankara, Bilim ve Sanat. Gripsrud, Jostein, (2002). Understanding Media Culture. London, Newyork: Arnold-Oxford Press. Hartley, John, (1978). Reading Television, Florence: Routledge. İmançer, D. ve Özel, Z., “Göstergebilimsel Çözümleme Örnek Çözümleme: Pirelli Reklamı”, http://www.golge-fanzin.com/ forum/viewtopic.php?p=401&sid=b9265eb64e Sayı 36 /Bahar 2013 130 Mithat YILMAZ, Mülkişe TEMİZKAN 474fe44fa294 cf136d44f3. Erişim Tarihi: 05.05.2013. İşeri, Kamil (2008). “Ömer Seyfettin’in Yüz Akı Öyküsünün Gösterge Bilimsel Çözümlemesi”. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 5/3: 117-139. Karahan, Çağatay, (2003). Pop-Art’ta Nesnenin Bir Gösterge Olarak Kullanımı / The Use of Object in Pop-Art as a Sign. Yüksek Lisans Tezi, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü. Lyne, John R, (1980). “Rhetoric and Semiotic in C. S. Peirce”, The Quarterly Journal of Speech, Cilt 66: 155-168. Merkez Bankası “Kağıt Paranın Tarihçesi” http://www.tcmb.gov.tr/. Erişim Tarihi: 05.05.2013. Merkez Bankası, http://www.tcmb.gov.tr/tlkampanya/images/paralar/200l.html Erişim Tarihi: 05.05.2013. Merrell, Floyd, (2000). “Charles Sanders Peirce’s Concepts of Sign”, Copley, Paul (Ed.), Routledge Critical Dictionary of Semiotics & Linguistics, Florence: Routledge: 28-38. Pekşen, Ali, “İzinsiz Gösteri Dergisi “ Türk Lirası Banknotlarının Görselliği Üzerine”, http://www.izinsizgosteri.net/asalsayi05/ali.peksen_05.html. Erişim Tarihi: 05.05.2013. Rifat, Mehmet, (2000). XX. Yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları, Cilt 1: Tarihçe ve Eleştirel Düşünceler. İstanbul: Om Yayınları. Rose, Gillian, (2001). Visual Methodologies: An Introduction to the Interpretation of Visual Materials, London: Sage Publications. Sönmez, Mustafa, (1998). 75 yılda Paranın Tarihi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. Tekin, Ali, (1996). Göstergebilim ve sinema, temel kavramlar retorik göstergebilimsel çözümleme yöntemi model önerisi ve bir örnek çözümleme, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yazıcı, Selçuk, (2007). Göstergebilim ve Bir Uygulama: Kulenin Anahtarı (The Key of the Tower), Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Atatürk Üniversitesi. Yıldız, Pelin, (2005). “Sahne ve Seyirci Etkileşiminin Tarihsel Gelişiminde Göstergebilimsel Açıdan Bir Analiz”, Sayı 13: 425-442. 131 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü: Panoptikon, Süperpanoptikon, Sinoptikon The Transformation of Visibility through Movies: Panopticon, Superpanopticon, Synopticon Serdar ÖZTÜRK Doç. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV ve Sinema Bölümü E-posta:[email protected] Anahtar Kelimeler: Panoptikon, Superpanoptikon, Sinoptikon, Gözetim Keywords: Panopticon, Superpanopticon, Sinopticon, Surveillance Öz Tarih boyunca iktidarlar değişik yöntemler kullanarak toplum karşısında görünürlüklerini kontrol etmeye çalışacak teknikler geliştirmişlerdir. İktidarların varlıklarını devam ettirmesi ve güçlerini artırmasında kullandığı bu teknikler, yeni medya teknolojileriyle birlikte farklı boyutlara ulaşmıştır. Günümüz toplumlarında gözetim sistemleri üzerine kullanılan üç temel kavram bulunmaktadır: Panoptikon, Superpanoptikon, Sinoptikon. Panoptikon, tarihsel olarak bu sistemlerin içinde en eski olanıdır. Panoptikon, bir mekân içindeki görülmeden görme ilişkisine gönderme yapar. Panoptikon, günümüz toplumlarındaki gözetim olgusunu anlamakta bir ölçüde yetersizdir. Kredi kartlarından, cep telefonlarına, sayısal yayıncılıktan, uydu sistemlerine, her alana yerleştirilen kameralara ve özellikle internete kadar bir dizi gelişme Panoptikon kavramı üzerinde yeniden düşünmemize yol açmaktadır. Günümüzdeki durumu anlamak için Superpanoptikon kavramı kullanılmaktadır. Sinoptikon ise çoğunluğun azınlığı izlemesini içerir. Böylece Panoptikonun görülenleri görene dönüşür. Günümüzde bunlar birbirini dışlamak yerine, yan yana varlığını sürdürmektedir. Bu makale, sinema filmlerinden örneklerle konuyu analiz etmeyi amaçlamaktadır. Analizde kullanılan kavramlar ve teorik çerçeve, sinema filmlerinden kesitlerle somutlaştırılmaktadır. Filmler, incelenilen kavram ve düşünceleri en etkili temsil ettiği düşünülen sahneler dahilinde incelenmiştir. Abstract Throughout history power has developed different techniques in order to manage their visibilities before the society. These techniques applied by the power changed their forms with the new media technologies. Today, there are three basic terms on surveillance systems: Panopticon, Superpanopticon, Synopticon. Panopticon is the oldest one among them. This model refers to the case which is to see without being seen. It, however, to some extend, is lack of understanding the today’s survelliance society. From credit cards to mobile phones, from digital broadcasting to satellita sytems, from cameras deployed everywhere, to, particularly, Internet, a range of developments may cause about Panopticon. Superpanopticon is being used to reach a beter understanding today’s world. Synopticon, on the other hand, involves many watch few. So the objects watched in the Panopticon turn into watch to few. These models do not exclude one another, rather they co-exist. This study aims to analyse the topic by using some movie clips. Movie scenes embody the concept and theoretical framework of the paper. Movies are analysed with regard to scenes which may epitomize the terms and thoughts in an efficient way. Serdar ÖZTÜRK Giriş İktidarlar, tarih boyunca görünürlüklerini kontrol etmek ve yaygınlaştırmak için mücadele etmişlerdir. Ortaçağ’daki idam törenleri, çeşitli gösteriler iktidarın topluma, “ben iktidarım” mesajını verdiği değişik yöntemler arasında sayılabilir. Süreç içerisinde, iktidarın “kendisini göstermeden görebilme ilkesi” gözetim toplumuna damgasına vurmuştur. Panoptikon olarak tanımlanan bu sistem, yeni iletişim ve enformasyon teknolojileriyle genişlemiştir. Panoptikonun yaygınlaşmış ve genişlemiş halini temsil eden Süperpanoptikon, Sinoptik medya olan televizyonla daha farklı bir boyuta ulaşmıştır. Panoptikon konusu son yıllarda giderek yaygınlaşan çalışma konularından birisidir. Aynısı, Superpanoptikon ve Sinoptikon kavramları için söylenemez. Oysa, günümüz toplumlarını sadece Panoptikon kavramı ile anlamak olanaksızdır. Superpanoptikon ve Sinoptikon, Panoptikona eşlik etmektedir. Bugünün dünyası bütün gözetim sistemlerinin yan yana varlığını devam ettirmektedir (King, 2001: 48-4). Bu üç kavram, günümüz toplumlarındaki disiplin ve kontrol sistemlerinin gelişimini anlatmaktadır. Bu gelişime süreçsel bakabilmek ve kavramak için bu kavramlar son derece önemlidir. Süreç içerisindeki kırılmalar, taktikler, stratejiler ve iletişim çalışmaları açısından önemli olan, “iletişim” ve “medya”nın Panoptikon, Superpanoptikon ve Sinoptikon sistemleri içerisindeki rolü daha ayrıntılı teorik ve ampirik çalışmalara açıktır. Buna karşın bu makale, çeşitli sinema filmlerindeki sahnelerden yararlanarak modern toplumlara iyiden iyiye içkin hale gelmiş bu üç gözetim, kontrol ve disiplin sistemlerinin mantığını analiz etmeyi amaçlamaktadır. Sayısal teknolojiler sayesinde televizyonun dahi biçim değiştirdiği bir dünyada bu üç kavram arasındaki ilişkinin analizi daha önemli hale gelmektedir. Kavramların analizinde yararlanılan filmlerin seçiminde, filmlerin genel bağlamı yanı sıra, filmler içerisinde vurgulanmak istenilen noktayı en çarpıcı şekilde somutlaştırdığı düşünülen sahneler temel alınmıştır. Bir hapishane filmi olan Son Kale (Rod Lurie, 2001) Panoptik modeli temsil etmektedir. Panoptikon’un işyerlerine yaygınlaşmasını örneklemesi açısından ise 1984 (Michael Radford, 1984) ve Modern Zamanlar (Charlie Chaplin, 1936) seçilmiştir. 1984’te ofiste çalışma ortamı, Modern Zamanlar’da fabrikadaki gözetim sistemini anlatan sahneler Panoptik modelin hapishaneden diğer kurumlara aktarılmasının yarattığı sonucu etkili anlatmaktadır. Kredi kartları ve Süperpanoptikon ilişkisini göstermek için Bir Alışverişkoliğin İtirafları (P. J. Hogan, 2009) seçilmiştir. Süperpanoptikon aynı zamanda kameralar üzerinden işlediği için V for Vendetta (James McTeigue, 2005) ve Kapışma (Guy Ritchie, 2000) filminde, kavramı somutlaştıran sahnelere yer verilmiştir. Televizyon ve görünürlük arasındaki ilişkiyi anlatan Sinoptikon kavramını temsil etmesi açısından Fahrenheit 451 (François Truffaut, 1966), Bir Rüyaya Ağıt (Darren Aranofsk, 2000) ve Truman Show (Peter Weir, 1998) filmleri seçilmiştir. Bu filmler eğlence dünyası altında gerçek dünyanın gerçek koşullarından uzaklaşma ve iktidarın televizyon dünyasıyla kuruluşunu anlamamıza olanak verecek sahneler içermektedir. Kahire’nin Mor Gülü (Woody Allen, 1985) ise çalışma içerisinde ortaya attığımız, televizyon veya sinema karakterlerinin seyircilerle ilişkiye geçmesi durumunda neler olabileceğini örneklemesi açısından seçilmiştir. 133 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü: Panoptikon, Süperpanoptikon, Sinoptikon Sahnelerdeki görüntüler, diyaloglar, kamera hareketleri ve sahnelerin genel bağlamı incelenen kavramlarla ilişkilendirilmektedir. Analizde, sosyoloji, iletişim sosyolojisi ve felsefeden yararlanılmaktadır. İletişim sosyolojisi merkezli bu çözümlemede, filmlerdeki sahnelerin dili sosyal teoriyle ilişkilendirilmektedir. Bununla birlikte Panoptikon, Süperpanoptikon ve Sinoptikon kavramlarını incelerken yararlanılan filmleri, bu kavramların birer türevi olarak değerlendirmek filmlerin kendi dilini ihmal etmek, onları ikincil plana atmak anlamına gelir. Bunun yerine, filmin kendi dili ile sosyal teorik argümanlar arasında gidip gelen, birini diğeri içinde eritmeyen bir yaklaşım benimsemektedir. Filmler ve sosyal bilim “düşünce”yi içinde barındırır. Gelgelelim, düşüncenin işlenişi, filmler ve sosyal teoride birbirinden farklıdır. Bu farkın bilinci içerisinde olmak, sanatsal ve kavramsal düşünce arasındaki diyalektiğin yaratıcı ve üretici doğrultuda evrilmesine katkı sağlayabilir. Panoptikon, Süperpanoptikon ve Sinoptikon “Bir kaleye bakın, herhangi bir kaleye. Şimdi de onu bir kale yapan unsurları düşünün. 1000 yıldır değişmemişlerdir. Bir, konum. Göz alabildiğine geniş bir alana hakim yüksek bir konum. İki, korunma: Cepheden saldırıya karşı koyabilecek kadar güçlü, kocaman duvarlar. Üç, bir garnizon: Öldürmek için eğitilmiş ve buna istekli adamlar. Dört, bir bayrak. Adamlarına “Siz askersiniz, bu da bayrağımız” dersin. Onlara “Bayrağımızı kimse ele geçiremez” dersin. Sonra herkes görsün diye bayrağı göndere çekersin. İşte sana bir kale. Bu kaleyle diğerleri arasında tek bir fark var. Diğerleri insanları dışarıda tutmak için yapılır. Bu kale ise, insanları içeride tutmak için yapılmıştı.” Son Kale (Rod Lurie, 2001) filminin girişindeki bu ifadeler, Michel Foucault’un Panoptikon üzerine teorik tartışmalarını iyi somutlaştırır. Bir hapishane mekânı, mekânda yüksekten nesneleri gözetleyen bir göz ve kontrol pratikleri. Görmeye ve görülmeye imkan veren bir sistem. Ancak Foucault’un tarihsel ve sosyolojik analizleri Panoptikonu anlamak için daha pek çok unsurun olması gerektiğini anlatır. Nedir Panoptikon? Öncelikle Panoptikon, bir hapishane dizaynıdır. Kavramı sosyal bilimlere kazandıran Foucault olsa bile, bu kendine münhasır hapishane modelinin mimarı Jeremy Bentham’dır. Bentham, 1791’de bu hapishane projesini ürettiğinde, amacı, bedenleri ve zihinleri ıslah ederek yeniden topluma kazandıracak bir iktidarı içselleştirme sisteminin kurgulanmasıydı. Kısaca açıklamak gerekirse, ortada bir gözetleme kulesi, onun etrafında dairesel biçimde tasarlanan hücreler, her bir hücrede sadece bir mahkumun yer alması, hücreler arasında duvarların bulunması, bu nedenle mahkumlar arasında iletişimin mümkün olmaması ve mahkumların daima gözetleme kulesindeki gözetleyici tarafından gözetlenmesi. Bu özgün mimari yapıda hücrelerin iki penceresi vardı: gözetleme kulesine bakan pencere içeride, hücrelerin içine ışığın içeriye sızmasını sağlayan pencere dışarıda (Foucault: 2006: 292; 296-297). Kuledeki gözetleyici, mahkumları devamlı bir gözetime tabi tutacaktı, ya da en azından mahkumlar buna inanacaktı. Kule, aşağı ve yukarı hareket edecek şekilde dizayn edilmişti. Böylece iktidarın bakışı her daim hareket halinde olacaktı. Gözetleyicinin Sayı 36 /Bahar 2013 134 Serdar ÖZTÜRK bulunduğu kısım çekme perdeyle kapalı olduğu için mahkumların gözetleyiciyi görmeleri mümkün değildi. Bakış, tepeden kurulmalı ve mahkumlar kendilerinin daima gözetlendiğinin bilinci içerisinde bütün eylemlerine yön vermeliydi. Kısaca mahkumlar kendileri her an gözetlenmezlerse bile eylemlerinin sürekli görülebildiklerini bildikleri için davranışlarını buna göre ayarlamakta ve sanki her zaman gözetleniyorlarmışcasına hareket etmeliydiler. Düşünürün deyimiyle, Panoptikon olarak tanımlanan bu mekânizmanın en büyük etkisi, “tutukluda iktidarın otomatik işleyişini sağlayan bilinçli ve sürekli bir görülebilirlik halini yaratmak”tan kaynaklanmaktadır (Foucault, 2006: 297). Bu gözetim, sadece kulenin tepesindeki gözetleyici tarafından sağlanan bir süreç değildir. Gözetim mekânizmaları, mahkumların yedikleri yemeklerin sayı ve sürelerini, gıdalarını nitelik ve tayinini, işin cinsi ve ürününü, ibadet zamanını, ne zaman konuşulacağını ve deyim yerindeyse “ne zaman düşünüleceğini” ayarlamaktadır. Bu ayarlamalar, hapishanede verilen eğitimle olmaktadır (Foucault, 2006: 343). Gözetim, bilgi, eğitim, mahkumların sürekli gözetlenildiğine inandırılma ve böylece iktidarın otomatikleştirilmesi sayesinde işlemektedir. Ancak Foucault, bu sistemin toplumun diğer kurumlarına aktarıldığını savunur. Eğitim kurumları, fabrikalar, hastaneler hapishanelerdeki panoptik sistemi devralmışlar ve iktidarın bakışını kurumsal mekânizmaların merkezine yerleştirmişlerdir. George Orwell’ın aynı isimli romanından uyarlanan 1984 (Michael Radford, 1984) filminin giriş sahnesi, vurgulanmak istenilen noktayı daha iyi açıklar. Burası gerçekte bir hapishane değildir, çalışma mekânıdır. Çalışanlar, hapishane mekânında giyilen tek tip üniforma giymiş vaziyette oldukça küçük çalışma alanlarında çalışmaktadırlar. Kamera biraz daha yakınlaştığında, tıpkı mahkumların hücrelerinde olduğu gibi tek bir çalışanın tek bir mekânda bulunduğu görülür. Kamera Winston’un çalıştığı alana indiğinde, yukarıdan televizyon olarak düşündüğümüz medyanın aslında daha farklı olduğunu anlarız. “Big Brother” çalışanların yanındadır ve onları izlemektedir. En azından çalışanlar öyle hissetmekte ve çalışmalarına, konuşmalarına gözetlenildiklerinin bilinci içerisinde yön vermektedirler. Charlie Chaplin’in klasikleşmiş filmi Modern Zamanlar (Charlie Chaplin, 1936) fabrikada gözetimin ve kendini denetlemenin ne anlama geldiği üzerine bir başka panoptik örnek sunar. 135 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü: Panoptikon, Süperpanoptikon, Sinoptikon Filmde, ekonomik iktidar işçileri, Panoptikondaki gözetleyici ya da 1984 filmindeki Big Brother gibi izlemektedir. Aynı zamanda talimatlarını sürekli ekrandan aktarmaktadır. Ekran kapalı olduğunda dahi işçiler izlenildiklerini bilmektedirler. Filmin bir sahnesinde fabrika sahibi ekranı açar ve montaj bölümündeki işçilerin hızlarını artırmak için montaj bandının hızlandırılmasını, bu bölümde görevli işçiye iletir. Montaj bandında çalışan işçilerin başında daha alt düzeyde gözetleyiciler vardır ve bunlar da işçilerdir. Ustabaşları, işçilerin montaj bandına uyumlu bir performans sergilemesi için çaba gösterirler. Bu sahnede işçilerin otomatikleşmiş faaliyetlerini görürüz. Chaplin de işçilerden birisidir ve otomatikleştirilmiş hareketler eşliğinde tuvalete yönelir. Tuvalet içerisinde sigarasını yakar, bu arada kapalı olan ekran tekrar açılır ve ekonomik iktidar, işçinin sallanmayı bırakıp işinin başına dönmesini azarlayıcı bir ses tonuyla işçiye bildirir. Sayı 36 /Bahar 2013 136 Serdar ÖZTÜRK Büyük harfle başlayan İktidar ile küçük harfle başlayan iktidar arasındaki bu karşılaşma anı bize panoptik sistemin hapishane dışındaki mekânlara aktarılmasının nasıl bir anlam ifade ettiğini somutlaştırmaktadır. Sonuçta disipliner toplumun esas karakteristiğini oluşturan hapishanelerdeki kontrol yöntemleri, Foucault’ya göre işyerlerine, okullara, hastanelere aktarılmaya başlandığında gözetim toplumun birçok alanına yaygınlaşmaya başlar. Panoptisizm olarak adlandırılan bu model, daha önceki iktidar uygulamalarına etkin bir alternatif olur. Böylece Panoptikon, sadece hapishanelere içkin olmak yerine, modern toplumlardaki iktidar ilişkilerinin örgütlenmesi için genelleştirilebilir bir model haline gelir (Giddens, 2005: 352). Süperpanoptikon Bir Alışverişkoliğin İtirafları (P. J. Hogan, 2009) filminde alışveriş yapmaktan kendini alıkoyamayan ve kendisini bu şekilde ifade etmeyi bir tutku haline getiren genç bir kadının hikâyesi anlatılır. Alışveriş mekânları ve bu mekânlardaki nesnelerle ilişkinin yarattığı sonuçlara bakıldığında ise konunun basit bir “alışverişkoliklik” olarak açıklanamayacağı ortaya çıkar. Nesneler insanları çağırdığında ve insanlar nesnelere sahip olmak için kendilerine sunulan her türlü aracı kullanmaya başladıklarında, nesnelerle kurulan bağ büyük harfle başlayan “İktidarla” ilişkiye dönüşür. Ekonomik, politik, zorlayıcı ve sembolik iktidarlar alışveriş mekânlarında nesnelerle ilişkiye giren insanların Büyük Biraderleri haline gelir. Filmin bir sahnesinde, alışverişkolik, mağaza vitrinin önünde durmak zorunda hisseder, çünkü yeşil bir şal boynuna bağlanmış manken onu çağırır: Bunu satın almalısın, sadece seni soğuktan korumaz, daha önemlisi böylece güvende hissedersin. Hayali bir söyleşidir bu, kendi kendisiyle iletişimdir. Alışverişkolik olan kişi kendisiyle sürekli mücadele etmektedir. Sorunu, aşırı alışveriş yüzünden kredi kartlarında limitlerin tükenmesi ve aşırı bir borç altına girmesidir. 137 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü: Panoptikon, Süperpanoptikon, Sinoptikon Superpanoptikon, kapalı fiziksel mekânların bariyerlerini aşan bir özellik olarak aslında alışverişkolik olan kadının karakterine, sokaklarda, yaşadığı ilişkilere ve kullandığı iletişim teknolojilerine içkin hale gelmiştir. Alışverişi kolaylaştıran kredi kartı ise kullandığı diğer kimliğini gösteren araçlar gibi yaşamının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Ancak kredi kartı sadece bir kart değildir, o aynı zamanda, ne zaman, nerede ve nasıl bir tercihte bulunduğunu gösteren bir araçtır. Gelişen iletişim teknolojileri, her yeri izlenebilir ve gözetlenebilir hale getirmiştir. Bu yanıyla bu alışveriş merkezindeki kredi kartıyla gerçekleştirilen alışveriş eylemi Superpanoptikon bir eylemdir. Kredi kartına sahip olmak için doldurduğumuz form Superpanoptikonun önemli parçalarından birisidir. Elektronik posta, adres, telefon ve mesleğimize dair bilgiler kredi kartının ayrılmaz parçasıdır. Böylece gerçekleştirilen bir alışveriş eylemi aynı zamanda kredi kartıyla ilişkide bulunan iktidarlarla bağlantıya geçmemiz anlamına gelir. Sahneyi devam ettirdiğimizde alışverişten sonra çalan bir telefon, izler bırakmaya devam etmemiz demektir. Telefon konuşmaları her daim takip edilebilir, her daim öğrenilebilir, her daim kayıt altına alınabilir. Sözlü kültürün dünyasında “söz uçar, yazı kalır” ifadesi böylece anlamını kaybeder. Söz uçmaz, söz daima kayıt altına alınır ya da istenilirse sözün her ayrıntıları, firmalar, zorlayıcı iktidarlar ya da televizyon gibi sembolik iktidarlar tarafından sözü üretene geri döner. Böylece Panoptikonun siber-mekânsal versiyonu olan bir süreçle karşıya geliriz: bedenlerimiz, ağlara tespih taneleri gibi dizilmeye başlar. Superpanoptikon kavramı Mark Poster’in kullandığı ve David Lyon’un geliştirdiği bir kavramdır (Lyon, 2006: 231-241). Bilgisayarlar, bilgisayarlardaki veri tabanları ve bilgisayarlar vasıtasıyla gerçekleştirilen iletişim Panoptikonu hapishaneden çıkarmaktadır. Özne, artık çeşitli kapalı kurumsal yapılarda değil, heryerde kurulmaya başlamaktadır. Bilgisayarlar vasıtasıyla bütün toplum her yerde gözetimin nesnesi olmaktadır (Lyon, 2006: 233). Böylece, insanlar, uzaktan işlenen, sınıflandırılan, çoğaltılan, değerlendirilen ve de pazarlanan bir nesne haline gelmektedir. Kullandığımız GPS cihazları, cep telefonları, sokaklar dahil her mekâna konulan kameralar, dinleme cihazları, internette yapılan alışverişler, sosyal medya, paylaşım siteleri Superpanoptikon modelinin ayrılmaz teknolojileri haline gelmiştir. Böylece, iktidar her yere yayılır. Elektronik parmak izleri ve elektronik verileri temin eden kurumlar insanları sınıflandırmakta ve profillerini çıkarmaktadır. Bu bilgiler sayesinde büyük harfle başlayan iktidarlar güçlenmektedir. Sokaklara kadar yerleştirilen ve her türlü eylemi Sayı 36 /Bahar 2013 138 Serdar ÖZTÜRK gözlemleyen ve gözetleyen kameralar, hapishanelerdeki Panoptikonun genişletilmiş ve elektronikleştirilmiş durumlarını temsil etmektedir (Koskela, 2006: 163-181; Dubbeld, 2006: 182-205; Pole, 2006: 206-220). V for Vendetta (James McTeigue, 2005) filminin bir sahnesinde evlerdeki özel konuşmaları dinlemek üzere üzerine çanak antenler konulmuş hareket halindeki taşıt, Superpanoptikonun uç örneklerinden birisini temsil eder. Kapışma (Guy Ritchie, 2000) filminde ise kameralar asansör dahil her yerde işlemektedir. Kapıdan girişten başlayarak insanlar gözetlenmektedir. Asansöre binme, asansör, asansörden çıkış, koridorda yürüyüş. Bütün eylemler ve alanlar iktidarın bakışı altındadır. Burada sorulacak soru, Kapışma’da olduğu gibi bir kurum içindeki kamera sisteminin Superpanoptikondan ziyade Panoptikon olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğidir. Çalışmanın girişinde belirttiğimiz üzere, günümüzde gözetim modelleri birbirini dışlamak yerine yan yana varlığını devam ettirmektedir. Panoptikon bu örnekte kurumun her alanına yayılmıştır ve denetleme sistemleri de başka denetim sistemleri tarafından denetlenmektedir. Yine Snatch’dan örnek verilecek olursa, kapının girişinde kamera sistemleri yanı sıra, güvenlik taramaları yapılır. Bunun için elektronik cihazlar kullanılır. Kimlik, elektronik tarama cihazları yanı sıra kamera da bunları kayıt altına alır ve de kamera başındaki gözetleyici bu kontrolleri izler: Kontrolü kontrol eden kontrol sistemi. Robbins ve Webster’e göre teknoloji günümüzde artık o kadar sofistike hale gelmiştir ki, birisi ne zaman telefon etse, bankamatiği kullansa, kredi kartıyla otelde yer 139 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü: Panoptikon, Süperpanoptikon, Sinoptikon ayırtsa, veya internete girse veriler kayıt altına alınmakta, ölçülmekte ve daha sonraki kullanımlar için veri bankalarında biriktirilmektedir (1988: 44-76). Superpanoptikonun üç işlevi vardır: tanımlama, sınıflandırma ve değerlendirme. Tanımlama, kimlik bilgilerini elde etme anlamına gelir. Doldurduğumuz formlar, internette verdiğimiz bilgiler insanları tanımlama stratejilerine örnek verilebilir. Bilgiler ele geçirildiğinde sınıflandırma aşamasına geçilir. İnsanlar ortaklaşa paylaştıkları çeşitli özellikler temelinde sınıflandırılır. Benzer karakterlere sahip olanlar benzer tipolojiler altına yerleştirilir (Gandy, 1996: 132-155). Sınıflandırmada elektronik dünyada yaptığımız tercihler rol oynar. Örneğin bir online kitap alışveriş sitesinde kitap satın almamız, aldığımız kitabın türü v.s. bilgiler bu şekilde sınıflandırmaya olanak verir. Üçüncü ve son işlev, değerlendirmedir. Tanımlama, tüketicilerin kim oldukları bilgisini verir. Sınıflandırma onların ne çeşit insanlar oldukları karar vermeye yardımcı olur. Değerlendirme işlevi ise kişilerin anayönelim içinde mi yoksa dışında mı olduğunu belirlemeye yardımcı olur. İnsanlar belli yönelimde tercihlerde bulunurlar. Kişilerin tercihlerine göre anayönelimin içinde olup olmadıklarına karar verme, pazarlama stratejilerinden, politik değerlendirmelere kadar uzanan bir dizi sonuca yol açar. Panoptikonda “Bir veya birkaç kişi” “Çoğunluğu” izlemektedir. Hatırlanacağı üzere, hapishanenin ortasındaki kuledeki gözetleyici, ya da alışveriş merkezlerinde kameranın başındaki görevli çoğunluğu izlemekte, ancak çoğunluk “azı” izleyememektedir. Superpanoptikonda ise hem “az” “çoğu” izlemekte; hem de “çok çoğu” ve de “azı” izlemektedir. Bilgisayar örneğinden gidersek, örneğin bir kişi internete girebilir ve sitelerden mal veya hizmet satın alabilir. Bu durumda “az” anlamına gelen “ekonomik iktidar” alışveriş yapan kişinin tercihlerini izler, onu tanımlar, sınıflandırır ve değerlendirir. Diğer yandan bu kişi başkalarını sosyal medyada görebilir, izleyebilir. Buna karşılık kendisini, kendi paylaşımlarını gösterir. Böylece hem görür, hem de görünür. Herkes birbirini izler, herkes birbirini okur, işitir, görür. Herkes bir şeyler paylaşır ve karşılığında başkalarının paylaşımlarını bekler. İnsanlar paylaşım beklentisi içinde birbirlerini takip ederler. Üstelik, cep telefonları gibi teknolojiler vasıtasıyla insanlar nerede, ne yaptığının bilgisinin anında paylaşırlar. Göstermek ve görülmek temel bir davranış haline gelir (Konuyla ilgili en son çalışmalardan biri için bkz. Niedzviecki, 2010). Sinoptikon Sinoptikonda ise “çok” “azı” izler. Bu çerçevede Sinoptikonun temel medyası radyo ve özellikle televizyon gibi araçlardır. Kısaca, iletişim literatünde “kitle iletişim medyası” olarak nitelendirdiğimiz araçlar Sinoptikon modelinin temel unsurları arasında yerini alır. Geniş alanlara dağılan, birbirinden farklı yaşlara, sınıfsal konumlara, cinsiyetlere, tercihlere, kültürel arkaplanlara sahip insanlar, kültür endüstrilerince yaratılan aynı mesajlara maruz kalırlar. Mesajların içeriği önemli kişilikler, yıldızlar, kurmaca veya gerçek olaylar olabilir. Buna karşın, mesajların yaratımında alımlayıcıların doğrudan bir katkısı olmaz, onlar katılımcı değildirler; daha çok kendilerine sunulanları alırlar. Sinoptikonda belirleyici olan, görünürlüğün değişmesidir. İnsanlar, az sayıdaki Sayı 36 /Bahar 2013 140 Serdar ÖZTÜRK kurgusal veya gerçek karakterleri takip ederler. Televizyon örneğinden gittiğimizde izlenilen televizyon karakterlerinin izleyicileri izlemeleri ve onlara doğrudan yanıt vermeleri mümkün değildir. Peki bunun anlamı ve sonuçları nelerdir? Televizyon seyretme eyleminin doğasını anlamak için distopik kurguda üretilmiş Fahrenheit 451 (François Truffaut, 1966) filmindeki bir sahneye bakmak gerekiyor. Film, kitapların dünyasına savaş açmış bir devletin televizyon dünyasıyla izleyiciler üzerinde kurmak istediği iktidarı etkili bir dille anlatır. İtfaiyenin görevi kitap yakmaktır. Yazılı kültüre karşı açılan bu savaşta görevli olan itfaiye personeli olan Montag evine girer ve eşine terfi edildiğini söyler. Eşi ise kanepede televizyon dünyası ve o dünyadaki karakterlerle özdeşleşmiştir, Montag’ı duymaz ya da duymazlıktan gelir. Kadının izlediği program, bir kadının fiziksel olarak güçlü bir erkeğin gücünü nasıl kendi avantajına çevireceği üzerinedir. Eğlence formatında bir programdır ve gerçekte mesajların içerisinde hiçbir derinlik yoktur. Zaten derinlik olmaması özellikle arzu edildiği için bu tür programlar üretilmektedir. İzleyicilerin derin uykularında, hayalleme mekânizmalarını sadece televizyonda üretilen programlar ekseninde çalıştırmaları arzu edilmektedir. Nitekim bu sahnede de böyle olur, kadın ve Montag başka dünyalarda yaşamaktadır. Montag, işi gereği evde olmadığı için televizyon karşısında fazla vakit geçirmemektedir. Onun sorunu, terfi etmek, kitap yakma görevini yerine getirmektir. Karısı olan Linda ise maaş artışı durumunda yeni tip televizyon alma peşindedir. Karısıyla karşılaşmasında ürettiği ifadeler bunu açıkça gösterir: Montag: Terfi ettim. Dinliyor musun Linda?” (Linda yanıt vermez, kanepede televizyonla bütünleşmiştir. Montag oradan uzaklaşır. Montag yan odaya geçerken karısı seslenir). Linda: Oh! Harika Montag. Montag: Kaptan, dışarıdaki konuşma esnasında bana söyledi.” (Linda, halen Montag’ı dinlememektedir). Linda: Ne dedin? Montag: Terfim hakkında konuşuyorum. (Montag elbisesini değiştirirken, kadın halen televizyon seyretmektedir. Başını televizyondan ayırmaz) Linda: Bu maaş artışı anlamına mı geliyor? Ne kadar?” 141 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü: Panoptikon, Süperpanoptikon, Sinoptikon Belirtildiği üzere, Linda’nın arzusu, yeni tip televizyonları eve alarak daha eğlenceli vakit geçirmektir. Montag, ev satın almaktan söz ederken Linda, televizyon almanın gerekliliğini vurgular. Sahneden anladığımıza göre Linda, aynı zamanda sakinleştirici ilaçlar kullanmaktadır. Böylece iki tür uyuşma mekânizması yan yana işlemektedir: Fiziksel uyuşma, zihinsel uyuşma. Fiziksel uyuşma, hareket etmeden televizyon başında kalmayla ve ilaç kullanmayla sağlanır. Zihinsel anlamda gerçek yaşamla ilişkisini kesme veya azaltma da keza, televizyon ve ilaç vasıtasıyla olur, ki bu nokta Bir Rüyaya Ağıt’ın da (Darren Aranofsk, 2000) konusunu oluşturur. Orada da ilaç veya uyuşturucu kullanma ile televizyon seyretme deneyimleri eşdeğerde işlenir, ikisi de insan bedenini ve zihnini pasifleştiren tecrübelerdir. Fahrenheit 451’de Linda, televizyon dünyası, yıldızları ve ilişkileriyle bütünleşmek ister. Televizyon bu isteğini karşılar. Bir Rüyaya Ağıt’da ise toplum içinde artık önemsiz hale geldiğini düşünen ve görünmek için, kendisini ifade etmek için televizyon ekranlarına çıkmayı arzu eden, bu uğurda çaba gösteren yaşlı bir kadınla karşılaşırız. Televizyon seyretmekle insanlar, sadece televizyon olaylarına ve karakterlerine değil, diğer izleyicilere de bağlanırlar. Ancak bu bağlanma, gerçek bir iletişim olmaktan ziyade hayal edilmiş, imgelenmiş bir iletişimdir. İnsanlar hayallerinde birbirlerine bağlanırlar. Bu bağlanmanın önemli sonuçları vardır, Şöyle ki, medyadan yayılan mesajlarla kurulan ilişki, disiplinin kurulmasına ve içselleşmesine katkı yapar. İktidarın artık özneleri sürekli izlemesine gerek yoktur. Kontrol, sembollerle sağlanır. Sembollerle kurulan ilişki vasıtasıyla çoğunluk azınlığın dünyasını izler. Superpanoptikon dünyasını temsil eden bilgisayar, kısmen Sinoptikon modelinin bazı özelliklerini içinde barındırır: Gazeteleri, televizyon programları, filmleri; kısaca aynen kitle medyasında üretilen ve geniş kitlelere yayılan mesajları bilgisayarda da takip edebiliriz. Aradaki fark, bilgisayarın katılıma daha fazla imkan vermesinden kaynaklanır. Gelgelelim örneğin yıldızlar, önemli kişilikler, olaylar geniş sayıdaki insanlar etrafından kaynaklanır; kurgusal ve gerçek karakterler bilgisayar başındaki insanları göremez. Görme, duyma ve okuma ilişkisinde gören, duyan ve okuyanlar izleyiciler olan “çoğunluktur”. Büyük iktidarın araçlarından birisi olan medya orada bekler ve etrafında kümelenen çoğunluk medyaya maruz kalmakla başka bir dünyaya yolculuk yapar. Kısaca Panoptikon’un seyredileni, seyredene dönüşmüştür. Panoptikon insanları bir yere çakıp sürekli izlenme durumuna sokarken, Sinoptikon baskısız, koşulsuz, eğlenceli bir seyretme eylemine sokmuştur. Toplum elemeden geçmiş kişilikleri seyretmektedir. Daha önce azınlık çoğunluğu izlerken, şimdi çoğunluk azınlığı seyretmektedir. Seyredilenler; seçkin yıldızlar, politika, spor, bilim, şov ve iletişim dünyasının seçkin insanlarıdır. Seyredilenler, seyredenlere genel bir hayat tarzının mesajını verirler; bunu kendi hayatlarına kendi hayat tarzlarına dair söylem ve davranışlarla yaparlar; imrenme yaratırlar. Bu seyretme edimi son derece haz verici olduğu için artık insanları baskıyla yönetmeye gerek de yoktur. Çünkü insanlar seyrederken sürekli eğlendikleri için baskı altında olduklarını bilmezler. Eğlence, artık dünyayı yönetmenin ideolojisi haline gelir. İnsanlar televizyon ekranlarında kendilerinden geçerek gerçek dünyanın gerçek Sayı 36 /Bahar 2013 142 Serdar ÖZTÜRK problemlerinden uzaklaşırlar. Bu noktada eğlence artık gerçek ideoloji haline gelir. Bir Rüyaya Ağıt’da bir televizyon şovunun başında gerçek dünya ile ilişkisini kaybeden yaşlı kadının hikâyesi bunu anlatır. Televizyon vasıtasıyla mevcut dünyadan hayalettiği dünyaya, hayallerinde yolculuk yapan bu kişi, televizyona yarışmacı olarak katılacağını öğrendiğinde yapması gerekenleri düşünür. Kilo almıştır ve gençliğinde giydiği kırmızı elbise artık bedenine uymamaktadır. Bu durumda kilo vermesi gerekir, ancak bunu nasıl yapacaktır? Televizyon başına kilitlendiği için fiziksel aktiviteleri bulunmamaktadır, yaşamını gerçek hayatta çeşitlendirecek ne imkanı vardır ne de bu yöndeki bir düşünümü bulunmaktadır. Bu durumda televizyon mesajlarında kilo kaybetme programlarını izler, kilo kaybetmeyle ilgili ilaç reklamlarını bulmaya çalışır. Televizyonda Bourdieu’nun “fast food thinker” olarak nitelendirdiği uzmanların anlatımlarını takip ettiğinde yapması gereken iki şey vardır: yiyecekleri azaltmak ve ilaç almak. Bu ikisini de yapar, ancak dozu artırdıkça televizyon ve ilaca bağımlılığı daha da artar. Gerçek hayattaki nesnelerle ve ilişkilerle ilgisini kaybeder, tamamen imgelem dünyasına dalar. Hayallerinde kırmızı elbiseler içinde televizyon programına çıktığını, herkesin onu alkışladığını, önemli bir kişilik olarak herkes tarafından takdir edildiğini, herkesin mutlu ve gülümseyen yüzlerle kendisini takdir ettiğini görür. Gerçekliğin çarpıtılması artık 1984’te olduğu gibi düz, propagandist mesajlarla olmak zorunda değildir. 1984’ün dünyasında katı ve despotik bir anlayış mesajlar dahil her alana sindiği için bu dünyada insanların soru sorma, sorgulama şansı bulunmamaktadır. Nitekim ana karakterler olan Winston ve Julia bu soruyu sorabilmişler, içinde yaşadığı dünyayı sorgulayabilmişlerdir. Bu çerçevede Winston, düzenin eskiden nasıl olduğuna dair sözlü belleklere dahi başvurmayı ihmal etmemiş ve belleğini sürekli yoklamıştır. Gelgelelim, Bir Rüyaya Ağıt ve Fahrenheit 451’in dünyalarında içinde yaşanılan dünyaya sorular sormak ve onu sorgulamak oldukça zordur: Eğlence, insanların temel kaynakları içinde olduğu haz ve heyecan içerisinde gündelik deneyimlerini yaşayan insanlar mutluluk yanılsaması içinde vakitlerini geçirmektedirler. Sadece sıradan insanlar değil, medya profesyonellerinin de bu yanılsama içerisinde hareket ettiklerini Network (Sidney Lumet, 1976) filmindeki değişik sahnelerden anlarız. Filmde, ticarileşme ve metalaşmanın uç boyutlarıyla henüz karşılaşmamış, Edward Said’in Entelektüel’inde belirttiği “amatör” ruhunu (Said, 2009: 78) henüz kaybetmemiş televizyonun haber dairesi şefi Max ile hız ve harekete kendisini adapte eden ve tek amacı sürekli reytingleri artırarak görünürlüğünü artırmak olan Diana arasındaki çatışma ilginç diyaloglarla sunulur. Yeni anlayışı kabul edemediği ve de adapte olmadığı için görevinden ayrılmak zorunda kalan Harold, aynı zamanda aşık da olduğu Diana ile gerçek dünya ve televizyon dünyası arasındaki farka dair çeşitli tartışmalar yapar. Bu sahnelerden birisinde Max şöyle der: “Seninle altı ay birlikte yaşadıktan sonra senin senaryolarından birisine dönüştüğümü fark ettim. Bu bir senaryo değil Diana. Burada devam eden hakiki ve gerçek bir yaşam var. Bugün karımı ziyaret etmeye gittim çünkü depresyon içinde. (…) Bu durum karşısında berbat hissediyorum. Karım ve çocuklarıma yol açtığım acıyla ilgili olarak kendimden tiksiniyorum. Suçlu ve vicdanı yaralı duygular içindeyim. Senin gelip 143 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü: Panoptikon, Süperpanoptikon, Sinoptikon geçici duygusal olarak nitelendirdiğin bütün o şeyler için benim neslim basit bir ifade kullanır: insanı anlama. (…) Diana, gerçek tereddütleri olan bir adamla ilgileniyorsun ve onunla baş etmek zorundasın. Barbara Walters Show’undaki menapozlu erkekleri tartışan adamlardan birisi değilim. Tahmin edeceğin üzere aşık olabilen bir adamım. Yaşamının bir parçasıyım. Burada yaşıyorum. Gerçeğim. Başka bir televizyon kanalına geçemezsin.” Richard Sennett (2006) gerçeklikle temastan kaçınmanın nasıl bir deneyim olduğunu arkadaşıyla yaşadığı bir olayı anlatarak analiz eder. New York’un kenar mahallelerinde arkadaşıyla birlikte bir alışveriş merkezinde film seyretmeye giderler. Vietnam Savaşı sırasında arkadaşı sol elinin bir kısmını kaybetmiştir. Çatal bıçak tutmasını ve yazı yazmasını sağlayan metal parmakları olan mekânik bir alet takmaktadır. Seyrettikleri film kanlı bir savaş destanı çıkmıştır. Arkadaşı, film boyunca hiçbir heyecan belirtisi göstermeden oturur ve ara sıra bir iki teknik yorumda bulunur. Film bittiğinde, insanların da kendilerini katılmasını bekleyerek bir süre sigara içip dışarıda oyalanırlar. Arkadaşı sigarasını ağır ağır yakar; sigarayı pençesiyle, neredeyse gurur duyarak düzenli aralıklarla dudaklarına götürür. Seyirciler paramparça bedenlerle dolu iki saat boyunca oturup başarılı darbeleri alkışlamışlar, “kan banyosundan” oldukça memnun kalmışlardır. Ama filmden sonra insanlar Sennett ve arkadaşına yaklaşırken metal protezi görüp uzaklaşmışlardır (2006: 12). Yakınların uzak, uzakların yakın olduğu bu ilişki üzerine yazan Zizek de Avatar üzerine çözümlemesinde benzer noktayı vurgular (2010, “Avatar, Avatar’ın ta Kendisi”). Zizek’e göre filmde kaybedenler lehine bir duruş sergilenmiştir. Ancak Zizek’e göre film bize şunu öğretmektedir: “Yerlilerin tek seçeneği insanlar tarafından kurtarılmak ya da yok edilmek. Sadece emperyalist gerçekliğin kurbanı olmakla beyaz adamın fantezisinde kendilerine biçilmiş rolü oynamak arasında tercih yapabilirler.” Zizek, filmde konu edilen kaybedenlerin iktidara karşı mücadelesini tam da film sinemalarda oynarken gerçek yaşamda yaşanan gelişmelerle karşılaştırır. Hindistan’daki Naksalit asiler, asgari düzeyde onurlu bir yaşamdan mahrum bırakılan, açlık çeken bir kabiledir. Bu kabile, varolma koşullarına karşı hükümetle mücadele halindedir. Ancak filmin tersine, köylülere yardım edecek “beyaz kahramanlar”, “asil prensler” yoktur: Sayı 36 /Bahar 2013 144 Serdar ÖZTÜRK “Film tipik bir ideolojik ayrımı tecrübe etmemizi sağlıyor: Gerçek mücadelelerini reddederken, idealize edilmiş yerlilere sempati duymak. Filmi beğenen ve yerli asilerine hayranlık duyanlar, muhtemelen Naksalitleri görse tabanları yağlayacak ve cani teröristler diyerek geri çevirecektir.” Gerçek deneyim yerine vekaleten yaşanan bu deneyim, sinoptik bir deneyimdir aynı zamanda. Gelgelelim burada ayrıma gitmek gerekiyor. Sinoptik deneyim, televizyon ve popüler filmlerle olabileceği gibi örneğin kitaplarla da olabilir. Kitaplar da kitle iletişim medyasıdır. Buna karşın kitapların inşa ettiği dünya, tam da televizyon gibi görsel sinoptik araçlarının yarattığı gizemi, büyüyü deşifre edecek boyutlara sahiptir. Bu yüzdendir ki, Fahrenheit 451’de kitaplar iktidarın algılamasında yakılması gereken medyalardan birisi olarak yerini alır. Bu nedenle sinoptik modeli tartışırken yazılı kültürü ayrı bir yerde konumlandırmayı ihmal etmemek gerekir. Gerçektik sinoptik model, televizyon ve kısmen popüler kültür ve eğlenceyi merkeze alan sinema filmleri için daha fazla geçerli olabilecek bir modeldir. Deleuze’un deyimiyle Roberta Rosellini gibi sinemacıların ürettikleri sinema ise felsefe kadar değerli ve önemlidir. (http://www.youtube.com/watch?v=4p81EMXYoAc). Bu nedenle düşünce veya sanat sinemasını Hollywood’un sadece geçici hazlar yaratmayı amaçlayan popüler sinemalarından ayırmak gerekiyor. Burada Woody Allen’in Kahire’nin Mor Gülü (1985) filmini temel alarak Sinoptikon modeline sorular sormamızı tetikleyecek bir akıl yürütme yapabiliriz. Sinoptikonun temel belirleyicilerinden birisi olan görsel dünyadaki karakterler kendilerini izleyenleri gördüğünde neler olabilir? İzleme karşılıklı olduğunda neler olabileceğine ilişkin fantastik tartışma bu filmde oldukça çarpıcı şekilde işlenir. Taşrada eşi çalışmayan mutsuz bir evli kadın, içinde bulunduğu yaşamın sıkıntı verici koşullarından sinema filmleri izleyerek kurtulmaya çalışır. Sinema filmleriyle ve özellikle filmlerdeki karakterlerle özdeşleşir. Sürekli aynı filmi izlemek üzere gelen Cecilia bir gün filmdeki Tom ile göz göze gelir. Birbirleriyle söyleşirler. Tom, filmden çıkar ve gerçek dünyada Cecilia ile romantik bağ kurar. Tom, kurmaca bir karakter olduğunu, senaryodaki karaktere göre hareket ettiğini sürekli vurgular. Zaman zaman gerçek dünyadaki ilişkileri ve özellikle materyal alışverişi anlamakta zorlanır. Seyredilen Tom aynı anda hem seyreden hem de seyredilen olmuştur. Filmdeki Tom karakteriyle, bu karakteri oynayan Tom karşı karşıya geldiğinde ise Cecilia tercihini “gerçek” olduğu gerekçesiyle gerçek dünyadaki Tom lehine kullanır. Filmdeki Tom, filme döner; Cecilia ise kararını verirken gerçek dünyadaki gerçek ilişkileri unutmuştur. Bunun bedelini öder, karakteri oynayan gerçek Tom uçağa binerek taşradaki Cecilia’yı yalnız bırakır. Tom, görevini yapmıştır: Oynadığı Tom’u filme geri döndürmüştür. Günümüz Dünyası: Üç Modelin Yanyanalığı İletişim literatüründe en fazla tartışılan hususlardan birisi medya teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte eski medya teknolojilerine ne olduğu üzerinedir. Aslında bu literatürü çok daha gerilere, örneğin Platon’a dahi götürmek mümkündür. Platon, insanlık 145 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü: Panoptikon, Süperpanoptikon, Sinoptikon tarihinin en önemli medyalarından birisi olan “yazı”nın Yunan toplumuna girmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte yazıya muhalif olmuş filozoflardan birisi olmuştu. Platon’un gerekçesi aslında günümüzde dahi yapılan tartışmalara yön vermesi açısından önemlidir. Düşünüre göre, yazı, belleği ve yaratıcılığı öldüren bir medyadır. Konuşma ise tam tersine yaratıcılığı ve belleği canlandıran, aktifleştiren dinamik bir olgudur. Konuşmanın kıvrımlarında rahatça gezinti yapılabilir. Konuşma, bir nehir gibidir, nereye gideceği belli olmaz ve spontandir. Oysa, yazı ve dolayısıyla yazma insanı çerçeveler. (Platon ve yazı arasındaki çelişkili ilişkili hakkında bkz. Allen, 2010). Platon yazıya şüpheyle bakmıştı ancak argümanların yazıyla savundu. Yazı olmasaydı ne Platon’un sesini duyabilirdik ne de Platon sesini yayma ve gelecek kuşaklara iletme imkanı bulurdu. Platon’un yazıya yönelik itirazları sağlamdır, ancak günümüz tartışmalarına yön vermesi açısından karşı çıkılması gereken husus, yazının aynı zamanda içsel düşünceyi geliştirdiği, yazı sayesinde zihnin kıvrımlarının açıldığı, belleğin analitik işlediğidir. Yazı, bir taraftan konuşmanın tersine yaratıcılık üzerinde sınırlamalar getirirken aynı zamanda konuşmayla anlatılmayacak olan şeyleri anlatabilme ve de düşünceyi parçalara ayırma ve sonra tekrar yeniden okuma ve her yeni okumada yeni yorumlar ve açıklamalar üretebilme olanağını vermektedir. Yazı, her medya gibi diyalektik bir etkiye sahiptir. İnsanlık tarihinde her yeni medya her zaman şüpheyle karşılanmıştır. Gelgelelim her aracın epistemolojisi birbirinden farklı olduğu için bu doğaldır. Bir süre sonra yeni medyaya alışılmış ve tartışmalar daha dinginlemiş, kristalize olmuştur. Televizyonla birlikte radyonun devrini tamamladığı, sinemanın etki ve önemini kaybettiği, bilgisayar ve internetle birlikte televizyonun gözden düştüğü biçimindeki düşünceler aslında binlerce yıl önce Platon’un argümanlarına benzemektedir. Oysa, her yeni iletişim teknolojisinin eski olanın özelliklerini kendi bünyesine kattığı, eski olarak nitelendirilen medyanın yeni iletişim teknolojileri karşısında yeni formatlar geliştirdiği, kendisine gelişmelere adapte edebildiği bilinmektedir. Radyo tarihi, televizyon tarihi bize bunun sayısız örneklerini sunar. (Ayrıntılı tartışmalar için bkz. Crowley ve Heyer, 2007; Part VI ve VII). Bu tartışmaları, Panoptikon, Superpanoptikon ve Sinoptikon modellerine uyarladığımızda benzer durumla karşılaşırız. Üç model birbirini ortadan kaldırmak yerine yan yana varlığını devam ettirir. Hatırlanacağı gibi, Panoptikonun kökenleri Jeremy Bentham’ın hapishane projesine kadar götürülebilir. Bu projedeki disiplin mantığı giderek diğer kurumlara yaygınlaştırılmıştır. İletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte Lyall King’in de vurguladığı gibi artık Bentham’ın fikirlerinin günümüz toplumlarındaki gelişmelere uyarlandığını görürüz. Superpanoptikon ya da bazılarının elektronik Panoptikon dediği bu durum, hükümet kurumlarının, ticari çıkarların ve şirketlerin enformasyon ve iletişim teknolojilerini, toplumu ‘gruplar’ ve ‘tipler’ halinde sınıflandırma ve onlar üzerinde güç uygulama biçiminde kullanmalarını içerir (King, 2001: 40). Panoptikonun günümüz toplumlarındaki gelişmeleri anlamada yetersiz olduğunu düşünen Robins ve Webster (1988) ise yeni iletişim teknolojilerinin günlük yaşam üzerindeki etkilerinin yeni tür bir disiplin toplumu inşa ettiğini savunurlar. Onlara göre, Sayı 36 /Bahar 2013 146 Serdar ÖZTÜRK bu teknolojiler, bizleri sadece fabrikalarda değil evlerde de çalıştırmaya başlamıştır. Bizler artık kapitalist ekonomiyi beslemek için boş zamanlarımızı ve paramızı materyal nesnelere harcamakla disipline edilmekteyiz. Dolayısıyla Robins ve Webster, enformasyon ve iletişim teknolojilerini tüketimciliği ve özel yaşamı evlere yaygınlaştıran araçlar olarak algılarlar. Böylece sosyal yaşamlarımız kârı artırıcı egzersizlere dönüştürülür. Böylece Panoptikon, eve, işyerine, hükümet birimlerine, eğlence alanlarına, günlük yaşama, kısaca her yere taşınır. Nasıl ki Panoptikon, kuledeki gözetleyiciye insanların davranışlarına sızma ve onları yönetme imkanı veriyorsa, enformasyon ve iletişim teknolojileri de onların geliştiricilerine, sahiplerine ve kullanıcılarına toplumun davranışlarına sızma ve onları yönetme kabiliyeti sağlar. Teknoloji bizleri öyle birbirimize bağlamıştır ki hemen hemen yaptığımız her şey, onu ne kadar yaptığımız, nereye ve hangi sıklıkta gittiğimiz gözetlenebilir. Teknoloji bizleri öyle sıkı bir şekilde ilişkiye sokmuştur ki bizler sürekli görülebiliriz. Gözetlenen birey artık görülebilir, bilinebilir bir nesne haline dönüştürülür (Robins ve Webster, 1988). Bu görüş, Superpanoptikon’u Panoptikon’un genişletilmiş ve yaygınlaşmış hali olarak düşünür. Buna karşın, David Lyon, Panoptikon metaforunun Superpanoptikonu anlamakta yetersiz olduğuna inanır. Lyon’a göre, Superpanoptikon sanal bir kontrol dünyasıdır. Disiplinin kendisi dahi sanaldır. Üstelik, Panoptikon’daki “hapishane” ifadesini Superpanoptikondaki “toplum”a uyarlamak pek geçerli değildir. Lyon’un itirazlarından bir diğerini hapishanelerde uygulanan disiplin ile şirketler tarafından uygulanan disiplin arasındaki fark oluşturur. Ona göre Panoptikon’da asıl olan tutukluları gerçek iletişimden mümkün olduğu kadar yalıtmak ve onları izleyenleri görmekten alıkoymaktır. Buna karşın günümüzde insanlar teknolojiye umulmadık derecede erişim şanslarına sahiptirler ve bazen büyük şirketlere ve devletlere teknolojinin sağladığı imkanları ortalama yurttaş da kullanabilmektedir. Lyon’un deyimiyle kişisel bilgisayara ve internet erişimine sahip olan herhangi birisinin iletişim kurmada olağanüstü güçleri bulunmaktadır. Üstelik şayet teknolojik mantaliteye sahipseler ve hacker olma ruhları varsa, kendilerini gözetleyenleri dahi görebilme yetilerine sahiptirler (Lyon, 1993). Panoptikon’un günümüzdeki durumu anlamada yetersiz olduğu kabul edilmekle birlikte, tamamen devre dışı bırakılamayacağı açıktır. Daha önceki film analizlerimizden de görülebileceği, her ikisi birlikte iç içe geçmiştir: Mağazada alışverişi kameralarla izleme (Panoptikon), kredi kartıyla alışverişi gerçekleştirme (Superpanoptikon). Bununla birlikte, sadece ikisi değil, Sinoptikon modelini de bu eklemlenmiş ilişkiye katmamız gerekir: Hastanede kameralarla izlenme (Panoptikon), bu sırada cep telefonunun kullanılması ya da cepten online bağlantı (Superpanoptikon) ve aynı anda muayene sırasını beklerken televizyon mesajlarıyla karşılaşma (Sinoptikon). Bu iç içe geçmişliği Truman Show (Peter Weir, 1998) filmi örneğinde inceleyebiliriz. Reality televizyon show programının ana aktörü olan Truman değişik ipuçlarından yararlanılarak içinde bulunduğu kasabadaki yaşamının birileri tarafından kurgulandığı şüphesine düşer ve nihayetinde korkularıyla da yüzleşerek tekneyle yolculuğu göze alır. Son sahnede televizyon şovunun yaratıcısı olan kişiyle konuşur ve tercihini kurgusal dünya değil gerçek dünya lehine kullanır. Bu filmde Panoptikon, Superpanoptikon ve 147 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü: Panoptikon, Süperpanoptikon, Sinoptikon Sinoptikon iç içe geçmiştir. Kasabada 5.000 kamera bulunmaktadır. Bu kameralar sokaklar, evler, parklar, deniz sahili, devlet kurumları, kamusal kurumlar ve özel yerler dahi her yere yerleştirilmiştir. Kameraların başında Panoptik mekânizmanın gözetleyicileri bulunmakta, gece gündüz gözetleme görevlerini yapmaktadırlar. Gözetlenildiğini bilmeyen tek kişi Truman’dır. Adı üzerinde o, “True” “Man”dır, yani kasabada aslında gerçek olan tek şeydir, diğerleri Truman’ı kontrol etmekle ve izlemekle görevli olan aktörlerdir ve hepsi rol yapmaktadırlar. Böylece Truman, birkaç katlı gözetlemenin nesnesi olmaktadır. İlk katta, kasabalılar, ikinci katta kasabalıları da gözetleyen kamera başındaki gözetleyiciler, üçüncü katta Truman’ı, Truman’ı gözetleyen kasabalıları ve bütün bunları gözetleyen bekçileri de gözetleyen şov yöneticisi ve dördüncü katta bütün bunları izleyen televizyon başındaki izleyiciler. Kameraların bütün mekânlara yerleştirilmesi Panoptik mekânizmanın genişletilmesi anlamına gelir. Üstelik kameralar vasıtasıyla bilgiler sürekli işlenmekte, reklam bindirmeleri yapılmakta, kurgular araya sokulmakta kısaca gözetlenen dünya söylemsel işlemden geçirilmektedir. Bilgiler sınıflandırılmakta, işlenmekte ve şov için tehlike arz ettiği düşünülen kişiler şov dışına alınmaktadır. Enformasyon ve iletişim teknolojileri hem Panoptik hem de Süperpanoptik düzeyde işlev görmektedir. Truman’ın dünyası seyirciler için yaratılmıştır, çünkü televizyon seyircileri reklamcılara pazarlanacak çerezlerdir. Reyting kaygısı, öyle boyutlara ulaşmıştır ki, kimsenin hayal dahi edemeyeceği gerçeklik ve imgelenmiş arasındaki sınırları iyiden iyiye eriten yeni bir format arayışına yol açmıştır. Truman arayışın sonucudur. Filmin girişinde şovun yaratıcısının söylevi bu gerçeğe işaret eder: “Aktörleri seyretmekten bıktık. Bizlere sahte duygular verenleri seyretmekten sıkıldık. Özel efektler kullanmaktan yorulduk. Truman’ın yer aldığı dünya, bazı yönlerden, sahte olsa bile Truman’ın kendisiyle ilgili hiçbir sahte şey yok. Senaryo yok, ipucu kartları yok. (…) Bu bir gerçek yaşam.” Bu bir televizyon şovu olduğu için, çoğunluk azınlığı seyretmektedir. Kasaba ve kasaba içindeki dünya ve özellikle asıl karakter Truman, Sinoptik modelin asıl cihazı olan televizyonun yıldızıdır. İzleyiciler, Truman Şovu’nu, banyoda kuvette, barda, gece koltuğunda uyuklar vaziyette, kısaca her an ve her mekânda izlemektedirler. Onlar, şovun tutkunu haline gelmişlerdir. Konuşma konuları da şova göre biçimlenmiştir. Bu kurgu dünya, izleyicilerin yaşamına içkin hale gelmiştir. Truman’ın son sahnesinde şovun yaratıcısıyla Truman arasındaki konuşma, gerçek ile gerçek olmayan arasındaki ilişkiye düşünümüze katkı yapacak boyuttadır: “Truman: Siz kimsiniz? Christof: Milyonlara, umut, neşe ve ilham veren televizyon şovunun yaratıcısıyım. Truman: O halde ben kimim? Christof: Bir yıldızsın. Truman: Hiçbir şey gerçek değil miydi? Christof: Gerçek olan sendin. (…) Senin için yarattığım dünyadan başka dışarıda daha fazla hakikat yok. Aynı yalanlar. Aynı aldatmalar. Fakat benim dünyamda korkacağın hiçbir şey yok.” Sayı 36 /Bahar 2013 148 Serdar ÖZTÜRK Dışarıdaki hayatın da kurgusal olduğu savunusunun altında yatan neden, bu makalede altı çizilen, Panoptik model ile başlayan, Superpanoptikonla genişletilen ve Sinoptikonla pekiştirilen gözetim toplumunun bir senaryo olduğunu imlemektedir. Sheakspear’ın hayatın bir tiyatro ve bizlerin de tiyatroların oyuncu olduğu biçimindeki ifadesinde de vurgulandığı üzere, doğduğumuz andan itibaren hayatımıza giren söylemler, kurumlar, ağlar, ilişkiler ve kurumsal yapılar Truman’ın dünyasına benzer bir dünyada yolculuk yaptığımıza dair göndermeler yapar. Şovun yöneticisi bu gerçeğe işaret eder ve Truman’a seçenek sunar: Dışarıda gerçek olarak düşündüğün ve aslında aynı sahtelikte olan riskli dünya yerine, sana sunulan risksiz dünyayı seç. Truman ise riskli dünyayı seçer. O dünyayı deneyimlemek ister. Günümüzde her ne kadar gözetim sistemleri Panoptikon, Super Panoptikon ve Sinoptikon boyutlarıyla yaşamımızın ayrılmaz parçaları olsa da, bir iletişim gücü olan insan, Truman örneğinde olduğu gibi, bu sistemler karşısında tamamen pasif konumda değerlendirilemez. Gözetim sistemlerini yaratanların da, gözetleyenlerin de, gözetlenenlerin de insan olduğunu hatırlamak ve tarih boyunca insanın daima yaratıcı taktikler geliştirerek Spinoza’nın büyük İktidar (Potestas) olarak nitelediği iktidarlara karşı mücadele ettiğini hatırlamak vurgulamak istediğimiz noktadır. Sonuç Günümüzde Panoptik model ortadan kalkmamıştır. Panoptikon, Superpanoptikon ve Sinoptikon modelleri ile birlikte varlığını devam ettirmektedir. Panoptikon’un sadece biçimi değişmiştir. Günümüzde işyerlerinde gözetlemeyi sağlayan kameralar, odalar arasındaki görünürlüğü sağlayan şeffaf bariyerler Panoptik mekânizmanın değişik biçimleri arasında kendisini gösterir. Ancak her alana yerleştirilen kameralar, kredi kartları, cep telefonları, internet, hatta dijital televizyonlar Superpanoptikon modeline geçtiğimizin kanıtlarını sunar. Diğer taraftan azın çoğu seyrettiği ve iktidarın özellikle eğlence üzerinden kendisini sürekli yeniden ürettiği Sinoptikon televizyonun yaygınlaştığı 1950’lerden itibaren disiplin toplumunda yerini almıştır. Bununla birlikte, Superpanoptikon sistemlerinin yaygınlaşmasında etkisi olan digital teknolojiler ve uydu teknolojileriyle birlikte bu güç Truman Show programlarına benzer programlarla kendisini göstermektedir. Bu çalışmada üç model sinema filmlerinden karelerle anlatılmaya çalışılmıştır. Her bir film düşünceyi içinde barındırır. Buna karşın bu düşünce sanatsal düzlemde filmin kendi iç mantığına uygun olarak işlenir. Sosyal teorideki kavramsal düşünce, bu bağlamda daha farklıdır. Bu çalışma, kavramsal düşünce ile sanatsal düşünce arasında bağlantı kurarak görünürlüğün dönüşümünü bir makalenin sınırları içerisinde anlamaya çalışmıştır. Burada daha çok gözetim sistemlerinin mantığı ve bireylerin bu sistemlerle ilişkileri incelenmeye gayret edilmiştir. İletişim gücü olan insanın sistemler karşısındaki mücadeleleri, başka film karelerinin ve başka bir teorik çerçevenin yardımıyla incelenecek bir konudur. 149 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Filmlerle Görünürlüğün Dönüşümü: Panoptikon, Süperpanoptikon, Sinoptikon Kaynaklar Allen, Danille S., (2010). Platon Neden Yazdı?, (çev.) Ayşe Batur, İstanbul: İletişim. Crowley, David ve Heyer, Paul (ed.), (2007). Communication in History, Boston: Pearson. Deleuze, Gilles, (2012). Erişim tarihi: 14.03.2013 İmge. http://www.youtube.com/watch?v=4p81EMXYoAc. Foucault, Michel, (2006). Hapishanenin Doğuşu, (çev.) M. Ali Kılıçbay, İstanbul: Gandy, Oscar H., (1996). “Coming to Terms with the Panoptic Sort”, Computers,Surveillance, and Privacy içinde (Lyon D and Zureik E, eds) (Minneapolis: University of Minnesota Press), s.132-155. King, Lyall, (2001). “Information, Society and the Panopticon”, The Western Journal of Graduate Research, 10 (1), s. 40-50 Koskela, Hille, (2006). “‘The other side of surveillance: webcams, power and agency”, (ed.) David Lyon, Theorizing Surveillance: Panopticon and Beyond, Portland: Willan Publishing, s. 163-181. Lynsey, Dubbeld, (2006). “Telemonitoring of cardiac patients: user-centred research as input for surveillance theories”, (ed.) David Lyon, Theorizing Surveillance: Panopticon and Beyond, Portland: Willan Publishing, s. 182-205. Lyon, David, (1993). “An Electronic Panopticon? A Sociological Critique of Surveillance Theory”, The Sociological Review, 41, s. 653-678. Lyon, David, (2006). Gözetlenen Toplum Günlük Hayatı Kontrol Etmek, (çev.) Gözde Soykan, İstanbul: Kalkadeon. Niedzviecki, Hal, (2010). Dikizleme Günlüğü, İstanbul: Ayrıntı. Pole, Mark, (2006). “The role of confession in reflective practice: monitored continuing professional development (CPD) in health care and the paradox of professional autonomy”, (ed.) David Lyon, Theorizing Surveillance: Panopticon and Beyond, Portland: Willan Publishing, s. 206-220. Robins K. ve Webster F., (1988). “Cybernetic Capitalism: Information, Technology,Everyday Life”, The Political Economy of Information (Vincent Mosco and JanetWasko, eds) (Madison: The University of Wisconsin Press, Madison), s.44-75. Said, Edward, (2009). Entelektüel Sürgün, Marjinal, Yabancı, (çev.) Tuncay Birkan, 3. Baskı. İstanbul: Ayrıntı. Sennett, Richard, (2006). Ten ve Taş, (çev.) Tuncay Birkan, İstanbul: Metis. Slavoj, Zizek, (3 Mart 2010), “Avatar, Avatar’ın ta Kendisi”, http://www.radikal. com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=984386&CategoryID=99. Erişim Tarihi: 16.03.2013. Sayı 36 /Bahar 2013 150 Serdar ÖZTÜRK Filmler Son Kale (Rod Lurie, 2001). 1984 (Michael Radford, 1984). Modern Zamanlar (Charlie Chaplin, 1936). Bir Alışverişkoliğin İtirafları (P. J. Hogan, 2009) V for Vendetta (James McTeigue, 2005) Kapışma (Guy Ritchie, 2000) Fahrenheit 451 (François Truffaut, 1966) Bir Rüyaya Ağıt’ın da (Darren Aranofsk, 2000) Kahire’nin Mor Gülü (Woody Allen, 1985) Truman Show (Peter Weir, 1998) Network (Sidney Lumet, 1976) 151 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları Postmodern Art Movements and Reflections to Advertisements Özen OKAT ÖZDEM Öğr. Gör. Dr., Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi E-posta: [email protected] Erdem GEÇİT Doktora Öğrencisi, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi E-posta: [email protected] Anahtar Kelimeler: Postmodernizm, Sanat Akımları, Postmodern Sanat Akımları, Reklam. Öz Günümüzde reklama ilişkin tartışmalardan biri, reklamın sanatsal mı yoksa ticari bir faaliyet mi olduğudur. İnsan tarafından gerçekleştirilip ‘artifakt’ adı verilen oluşumların sanat eseri sayıldığı gerçeğinden hareketle zaman zaman, reklamın da sanatın bir parçası olduğu tartışmalı bir şekilde düşünülmektedir. Ancak tartışılmaz olarak ifade edilebilecek bir gerçek vardır ki o da topluma ilişkin olguların birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğidir. Özellikle matbaanın icadı sonrası dönemde büyük bir gelişim gösteren reklam ürünleri, günümüzde postmodern özellikler göstermektedir. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı, reklamın en büyük ivme gösterdiği postmodern dönem sonrası reklam çalışmalarının, postmodern sanat akımlarından ne ölçüde etkilendiğini ortaya çıkarmaktır. Bu amaçla çalışmada, postmodern dönemin özellikleri, postmodern dönem sanat akımları ve bu akımlardan etkilendiği çok açık bir şekilde gözlenebilen reklam örneklerine yer verilecektir. Keywords: Postmodernism, Art Movements, Postmodern Art Movements, Advertisement Abstract In that days, one of the main debates that whether advertising is art or commercial activity. From the view, which is ‘artifacts’ that maden by human are considered as art work, sometimes it is thought contradictively that advertising is also a part of the art. Hardly, there is an indisputable realistic that social facts can’t have been thought distinctly from each other. Advertising products, which have made progress especially after the invention of the printing press, presents postmodern features. Therefore, the aim of this study is to reveal, how advertising products have been effected from postmodern art movements, after postmodern period that advertising made progress in. For this purpose, in this study, it will have been explained that the features of postmodern period, postmodern art movements and the examples of advertisements that are effected from postmodern period which can have been seen clearly. Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT Giriş Sanayi Devrimi’nden sonra başlayan aydınlanma hareketleri, ‘modern dönem’ adı verilen bir sürecin başlamasına yol açarak, rasyonaliteye ve mantığa dayalı düşünce yapısının yönetim ve üretim süreçlerinin dışına çıkmasına; toplumun tüm katmanlarına yayılmasına neden olmuştur. Dolayısıyla da bir değişim ve dönüşüm süreci başlamıştır. Ortaçağ ve öncesinde din otoritesine bağlı olan toplumsal yapı, ‘modern dönem’ ile birlikte kültürel anlamda farklılaşmaya başlamıştır. Böylece tüm sanat, edebiyat ve mimari alanlarda özgür eserler ortaya çıkmıştır. Teknolojik gelişmelere bağlı olarak üretim tarzlarında ve iletişim alanında yaşanan değişim ve dönüşümler ile birlikte özgürlüğün mantık ile eşgüdümlü olarak hakim olduğu modern dönem sona ermiş ve tamamen ‘kaotik’ olarak adlandırılabilecek, ‘sanat’ kavramının dahi sorgulandığı ‘postmodern dönem’ başlamıştır. Toplumun tüm katmanlarına yayılan bu değişim ve dönüşüm sürecinden sanat ile yakın ilişki içinde olan görsel tasarım ve buna bağlı olarak reklam sektörü de etkilenmiştir. Dolayısıyla bu dönem ile birlikte görsel materyallerin oluşturulmasında, postmodernizmin ve postmodern sanat akımlarının etkisini görmek olanaklı hale gelmiştir. Görsel tasarımları bağlamında göstergebilimsel analiz yöntemiyle irdelenen reklam örneklerinin postmodern sanat akımları bağlamında değerlendirildiğinde hangi reklamın, hangi postmodern sanat akımından ne yönde etkilendiğini anlamanın mümkün olabileceği öngörülmektedir. Bu bağlamda ilk olarak postmodern dönem ve postmodernizm tanımlanacak, ardından farklı bir bakış açısıyla postmodern sanat akımları sınıflandırılarak açıklanacaktır. Son bölümde ise günümüz reklam örnekleri gözden geçirilerek postmodern sanat akımlarından etkilenilerek tasarlandığı öngörülen reklam örnekleri göstergebilimsel çözümleme yöntemiyle analiz edilecektir. Postmodern Dönem Postmodernite, 20. yüzyıl sonlarında modernizme karşı olarak ortaya çıkan bir akımı simgelemektedir ve kelime anlamı itibariyle de ‘modern sonrası’ anlamını taşımaktadır. Sarup’a (1995: 156) göre postmodernlik, modernlikten sonra neyin geldiğini bildirmektedir. Bu bağlamda Sarup’un postmodernliğe ilişkin anlayışı ‘postmodern’in kelime anlamı ile örtüşmektedir. Featherstone’a göre postmodernlikten söz etmek ‘kendine özgü örgütleyici ilkelere sahip yeni bir toplumsal totalitenin ortaya çıkışını içeren bir çağ değişikliğini ya da modernlikten kopuşu ileri sürmek’ anlamına gelmektedir (Featherstone, 2005: 22). Postmodernizmin terim olarak çıkış noktası kesin olarak bilinememektedir. Sarup, terimin 1960’larda New York’taki sanatçılar ve eleştirmenler arasında ortaya çıktığını, 70’lerde ise Avrupalı kuramcılar tarafından geliştirildiğini söylemektedir (Sarup, 1995: 158). Akay’a göre ise kavram, 1960’lı yıllarda Amerikalı soyut ekspresyonizm kapsamında adı anılan Robert Rauschenberg’in resimlerindeki kolajların başlamasıyla plastik sanatlara girmiştir (Akay, 2005: 7). Terimin ilk kez 1934 yılında, edebiyat bilimci 153 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları Federico de Oniz tarafından yeni İspanyol ve İspano-Amerikan şiirinin dönemlerini, ‘modernismo’, ‘postmodernismo’ ve ‘ultramodernismo’ şeklinde ayırdığı dönemde kullanıldığı da savunulmaktadır (Kızılçelik, 1986: 32). Dolayısıyla kavramın edebiyat çıkışlı olmakla birlikte plastik sanatlar ve mimaride kullanıldığı söylenebilmektedir. Ancak Akay’a göre bugünkü anlamdaki asıl tartışmanın başlangıç kaynağı, J.F. Lyotard’ın 1979 yılında yayımladığı ‘Postmodern Durum’ adlı kitabıdır (Akay, 2005: 7). Kale ( 2002: 35 - 36), kendini bir karşı-modernlik olarak sunan postmodernizm söylemini şu şekilde özetlemektedir: Genel geçerlik iddiası taşıyan önermelerin reddedilmesi, dil oyunlarında, bilgi kaynaklarında, bilim adamı topluluklarında çoğulculuğun ve parçalanmanın kabul edilmesi, farklılığın ve çeşitliliğin vurgulanıp benimsenmesi, gerçeklik, hakikat, doğruluk anlayışlarının tartışılmasına yol açan dilsel dönüşümün yaşama geçirilmesi, mutlak değerler anlayışı yerine yoruma açık seçeneklerle karşı karşıya gelmekten çekinmemek; korkmamak; güvensizlik duymamak gerçeği olabildiğince (sonsuz) yorumlamak, belli bir zaman ve mekân sözcüklerini kullanmak yerine gerçekliği kendi bütünlüğü özerkliği içinde anlamaya çalışmak, insanı ruh beden olarak ikiye bölen anlayışlarla hesaplaşmak, tek ve mutlak doğrunun egemenliğine karşı çıkmak. Bu söylemde artık önemli olan “hakikat/doğru nedir?” sorusu değil, hakikatin/doğrunun nasıl kurulduğu sorusudur ya da önemli olan daha doğru bilginin araştırılması değil yeni doğruların oluşturulmasıdır. Genel ahlaksal anlayışlar, ilkeler artık geçerliliğini yitirmiştir; ahlaksal normların kaynağı yaşanan koşullardır; çağın, zamanın gerekleridir (Kale, 2002: 35 – 36). Yukarıda da görüldüğü üzere postmodernizm belirsizliğe, parçalılığa, farklılığa, etnikliğe, alt-kültürlere, kültürel çoğulculuğa, bilgiye yönelik çoğulcu bakış açısına, yerel bilgiye, yerelliğe, özgünlük ve özgürlüklere ayrıcalık tanıyan bir harekettir (Kızılçelik, 1986: 28). Bu yönüyle modernizmin biçimsel tekdüzeliği ve kuralcılığı postmodernizmde reddedilmektedir. Akım, edebiyat ve sanat alanındaki temsili özgürleşme ile birlikte, insanın temel yargılarından kurtularak özgürleşmesini, bağımsızlaşmasını, yeni ve özgün eserler ortaya koymasını savunmaktadır. Dolayısıyla Doug Brown da postmodernizmin, modern endüstriyel kapitalizmin temel kültürel yapısını tamamen değiştirmeye yönelik bir nitelik taşıdığını söylemektedir (Brown, 1991:3). Postmodernizmin, modernizme yaptığı temel eleştiri, Batı’nın katı mantıksal kuralcılığına karşıdır. Temellerini Aydınlanma felsefesine yaslayan toplumbilim anlayışı, iyiye ulaşma ve akılcılık yoluyla ileriye gitme sentezini benimserken, postmodernistler bu tür bir rehberliğin olanaksızlığından söz etmekte, Hiroşima’ya ya da Auschwitz’e gönderme yaparak modernizmi eleştirmektedirler (Şaylan, 2002: 34). Postmodern kuramcılara göre, insan ve toplum değişkendir, sürekli bir devinim halindedir. Böylesi bir yapıda geleceğe yönelik kestirim yapmak da olanaklı değildir (Ercan, 2003: 228). Postmodernizmde güvensizlik hakimdir. Sosyal kurumlar, insan ve doğa çatışmasından doğduğuna, kurumlaşmak da doğal olanı disiplin altına sokmak ve onu sistemleştirmek anlamına geldiğine göre, sosyal ve kültürel kurumlar doğanın kendisinde tartışılmaz doğrular olarak yer almaz, öyleyse tüm kurumlar ve onlara ait sistemler, kavram ve doğrular kurmacadır (Kale, 2002: 34). Sayı 36 /Bahar 2013 154 Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT Bilim ve aklı temel dayanak noktaları olarak alan modernizm, bilim ve akıl sayesinde insanların daima huzur ve mutluluk içinde yaşayacağı gerçeğini öngörmüştür. Ancak bu büyük söylem, modernitenin getirdiği birçok gelişmeye rağmen tam olarak gerçekleştirilememiştir. Savaşlar, açlık, sefalet, ölüm, yoksulluk, işsizlik, çevre kirlenmesi gibi sorunlar, modernizmin ideallerine, büyük söylem, proje ve anlatılarına şüpheyle bakılmasına yol açmıştır. Bu bağlamda modernizm eleştirilerinin önemli bir bölümü modernizmin süreç içerisinde geçirdiği krizlerle yakından ilişkilidir (Odabaşı, 2004: 21). Özellikle İkinci Dünya Savaşı ve Nazi rejiminin neden olduğu kitlesel kıyımlar, sonraki yıllarda soğuk savaş, nükleer tehdit ve insanlığın tümüyle yok olma korkusu, endüstri devrimiyle ortaya atılan ve uygarlığın sürekli ileriye gittiği düşüncesine karşı Batı toplumunda bir güvensizlik yaratmıştır (Kale, 2002: 34). Harvey’e göre, 70’li yıllarda işgücü piyasasındaki dalgalanmalar, ekonomik krizler ve belirsizlikler, kadın işçilerin yaşadığı sorunlar fordizmden esnek birikime geçiş ile ilgilidir ve bu durum bireyleri kimlik arayışına yöneltmiştir (Harvey, 2010: 164 - 196). Bu bağlamda postmodernizm, insanlığın kimlik arayışına ilişkin kapsamlı önermeler dizisi olarak karşımıza çıkmaktadır (Kale, 2002: 37). Modernizmin postmodernizme dönüşüm sürecinde öne çıkan pek çok ayrıntı bulunmaktadır. Toplumların pek çok kesiminde ortaya çıkan göstergeler bu dönüşümü açıkça ortaya koymaktadır. Brown’un, ‘modern ve postmodern özellikler ve ikili karşılaştırma tablosu’ (Bkz. Tablo 1), hem modernizmin hem de postmodernizmin getirilerine işaret etmesi yönünden çarpıcı bir değerlendirme sunmaktadır: Modern /Modernite Düzen / Kontrol Kesinlik / Belirleyicilik Fordizm /Fabrika İçerik / Derinlik İlerleme / Yarın Türdeşlik / Kanı Birliği, Ortak Görüş Sıradüzen / Yetişkinlik Varoluş / Gerçeklik Önceden Tasarlanmış / Dışa Dönük Düşünme, Tasarlama / Metafizik Uygunluk / Tasarım Postmodern / Postmodernite Düzensizlik /Kaos Belirsizlik /Şüphelilik Post-Fordizm / Büro Tarz / Yüzeysellik Durağanlık / Bugün Türdeş Olmayan / Çoğulcu Eşitlik / Gençlik Performans / Taklit Oyuncu / Benmerkezci Katılım / Parodi Uygunsuzluk / Şans Tablo 1: Modern ve Postmodern Özellikler ve İkili Karşılaştırma Kaynak: Brown, 1993: 22. Postmodern Sanat Postmodernizmin, modernizme karşı duruş olarak ortaya çıkan bir akım olması doğal olarak onu modernizmden farklı kılmaktadır. Postmodernizmden sonra ortaya çıkan sanat eserlerinde ise bu farklılık belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Adı gerek siyaset gerek sanat olsun, toplumlara özgü tüm değerlerin birbiriyle içiçe olduğu ve birbirinden etkilendiği düşünüldüğünde postmodernizm akımının sanatı etkilememesi de olanaksızdır. Bu nedenle postmodern sanat akımları da modern sanat akımlarından çok açık bir biçimde farklılaşmaktadır ve yeni bir anlayış oluşturmaktadır. Postmodernizmin temel amacı modernizmin kaybolmuş düşlerinin yerine yeni bir ütopya koymak amacından çok yeni bir dil oluşturarak, yeni kavramlar getirerek modernist vizyonun gözden kaçırdığı 155 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları ufukları fark etmektir (Şaylan, 2002: 46). Bu yönüyle irdelendiğinde postmodernizmin, modernizmin eksikliklerini tamamlama çabası olduğu da ifade edilebilmektedir. Akımın sanatsal yansıması da bu bağlamda şekillenmektedir. Postmodernistler bir sanat eseri ne şekilde yorumlanıyorsa o sanat eserinin gerçekliğinin de o olduğunu iddia etmektedirler. Postmodernistler, sanatı sadece elit sosyal sınıfa ait olan bir oyuncak olarak değil, yaşamla bağ kurmayı sağlayan, bireyler arasındaki iletişimi güçlü kılan bir ‘yaşam aracı’ olarak görmeyi yeğlemektedirler. Bir diğer ifadeyle postmodern sanatta sanat, soyut bir imgeleme yöntemi olmaktan çıkarak gerçeğin kendisi haline dönüşmüştür. Baudrillard bu durumu, sanat ile gerçekliğin arasındaki sınırların ortadan kalktığı, yeni bir süreç (postmodern süreç) olarak tanımlamaktadır (Kılıç, 2007: 7–8). 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişmeye başlayan postmodernizm, ilk oluşumunu Fütürizm ve Dadaizm gibi düşünce ve sanat akımlarından alan ve modernist sanatın temelini oluşturan, iki boyutlu yüzey ve biçimciliğin ön plana çıkartılması anlayışını eleştiren bir hareket olma yolunda gitmektedir (Baudrillard, 2005: 72). Yeni bir sanat anlayışı olarak postmodernizm, modernist hareketin yüksek ve seçkinci sanatıyla, gündelik hayata yönelik olan kitle kültürünü birbirine yaklaştırma girişimine sahip olan temelde de popüler ve Amerika çıkışlı olarak kendini göstermektedir. Buna bağlı olarak modernist geleneğin seçkinciliğine tepki olarak ‘pop-art’a yönelen postmodern estetik, modern arılık arayışının (işlevsel mimarlık, soyut resim ve yeni roman) yerine mimarlıkta süslemenin, resimde figürün ve edebiyatta öykülemenin gelmesiyle birlikte, sanat ve yaşam arasındaki uçurumun kapatılması çabası olarak tanımlanmaktadır (Yamaner, 2007: 42). Clement Greenberg’in de savunduğu, tuvalin iki boyutlu yüzeyini esas alan ve sanat eserini, ekonomik, siyasi ya da her türlü toplumsal olayın bir yansıması olmaktan öte, biçimsel ve estetik arayışların bir göstergesi olarak gören modernist anlayışı, postmodernizm reddetmiştir (Kılıç, 2007: 90 – 91). Resim 1: Postmodern resim Kaynak: http://cemiyyet.blogcu.com/postmodern-hayat-tarzi2/4047877 Postmodernist sanat, özü yönünden irdelendiğinde ortaya çıkan tablo şu şekildedir: Her ‘şey’in sanata dahil edilmesi, her nesnenin sanatın konusu olması, yaşama ilişkin her Sayı 36 /Bahar 2013 156 Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT bir parçanın sanat olarak değerlendirilebilmesi mümkündür. Postmodern sanat ‘gerçek olanı’ bulma çabasıdır. Postmodern sanatın modern sanattan farklılaşan en önemli noktası kullanılan malzeme ve yöntemlerin sınırsızlığıdır. Bu bağlamda yaşam içinde kullanılan her bir eşya, örneğin bir diş fırçası bile sanatın aracı ya da konusu olabilmektedir. Sanattaki katı kurallar postmodernizm ile birlikte yıkılmıştır. Yeryüzünde yaşayan canlılara ilişkin her öğe sanatı konusunu ve yöntemini meydana getirmiştir. Postmodern Sanat Akımları Diğer tüm düşünsel akımlarda olduğu gibi postmodernizm de sanatsal alanlarda önemli etkiler bırakmıştır. Sanatın toplumsal bir göstergeler dizgesi olması mantığından hareketle, postmodernizmi anlamanın en iyi yolunun dönemin sanat eserlerini incelemekten geçtiğini söylemek mümkün olabilmektedir. Postmodern sanat akımları ile ilgili olarak sınırları çok keskin şekilde belirlenmiş bir ayrım yapmak olanaksızdır. Örneğin; sanat akımı dahilinde ele alınan bir eser eşzamanlı olarak başka bir sanat akımı içerisinde de değerlendirilebilmektedir. Bu doğrultuda çalışmada, literatürde yer alan sanat akımlarının en genelgeçer ve yaygın olanları sınıflandırmaya dahil edilmiştir. Dolayısıyla kesin sınırlar dahilinde olmamak koşuluyla en temel ve genelgeçer ana yönelimler bağlamında postmodern sanat akımları aşağıdaki başlıklar altında açıklanabilmektedir: 1. Pop-Art Pop-art kavramının temeli popüler kültüre dayanmaktadır. ‘Pop Art’ terimini ilk kez 1958 yılında, İngiliz eleştirmen Lawrece Alloway (1926 – 90), Architectural Design dergisine yazdığı ‘Sanatlar ve Kitle İletişimi’ başlıklı makalesinde, popüler kültür ürünlerini tanımlamak için kullanmıştır (Antmen, 2012: 160). Popüler kültür ürünleri ise, kolay tüketilebilen, anlaşılabilen nesneler olması itibariyle hızla kabul görmüştür. Bu dönemden sonra büyük bir popülarite kazanan pop-art, modernizme, modernist estetik anlayışına ve modernist sanatçı anlayışına karşı postmodern tepki olarak tanımlanabilmektedir (Türkmenoğlu, 2007: 96). 1960’lı yıllara değin modernist bakış açısı ‘seçkinci’ olarak tanımlanmaktadır. Postmodern görüşlerin doğuşu bu seçkinci bakış açısına bir karşı çıkış hareketinin sonucudur. Sanat, sadece belirli bir zümrenin ürettiği ve tükettiği bir meta olmaktan çıkarılmalıdır. Bu nedenle herkesin üretebileceği ve anlamlar çıkarabileceği eser tiplerinin olması arzusundan hareketle popüler kültürün, kitle kültürünün ürünü olan pop art (pop sanatı) doğmuştur. Pop-art’ın çıkış noktası, sanatın yaşama yön verme ya da yaşamı kritik etme gibi bir işlevi olmadığıdır (Türkmenoğlu, 2007: 96). “Pop-art’ın en tanınmış ve büyük ustalarından biri olan Amerikan sanatçı Andy Warhol, aynı zamanda postmodernist sanat anlayışının öncülerinden de sayılmaktadır. Warhol’e göre sanatın misyonu olması anlamsız bir tezdir, sanatın temel işlevi yaşamın yansıması olmalıdır” (Şaylan, 2009: 116). Warhol’un eserlerinde çok renklilik hakimdir 157 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları ve yaşamın ciddiyetinden uzak, çizgi roman temasında yapılar görülmektedir. Warhol örneğinden hareketle pop-art ürünlerinin eğlenceli, çok renkli ve kolay anlaşılır yapılara sahip oldukları düşünülmektedir. 2. Kavramsal Sanat (Conceptual Art) Postmodern sanat anlayışının, sanatı yaşamın içine katması, seçkinci sanat anlayışının yıkılması, sanata karşı sanat yapılması, pek çok sanat yapıtının tek bir sanat yapıtı içinde birleştirilmesi ve farklı sanat eserleri türlerinin ortaya çıkması özellikleri kavramsal sanat anlayışını doğurmuştur. 1960’larda ortaya çıkan ve ilk kez Sol LeWitt tarafından tanıtılan akımın ana iddiası, sanatın nesneden çok bir ‘kavram’ olduğudur (Little, 2010: 132). Postmodernizmin sanattaki en büyük yansıması olarak tanımlanabilecek kavramsal sanatın içine, literatürde ayrı ayrı ele alınmış pek çok eseri dahil etmek mümkündür. Çünkü kavramsal sanat, postmodern sanat anlayışı ile birebir örtüşen bir yapı sergilemektedir. Kavramsala yaklaşım, sanatın demokratikleşme sürecini tamamladığı ve yaygınlık kazandığı, profesyonel sanatçının elinden çıktığı günümüzün Batı dünyasında, insanın kendini ifade etme yollarının nerelere dek uzanabileceğini göstermesi açısından önemlidir (LeWitt, 2005: 59). 1960’lı yıllar sonrasında sanatın nesneye ihtiyacı olup olmadığı tartışılmaya başlanmıştır. Düşünce ön plana geçerek sanat eserinin biçim ve form özellikleri önemini neredeyse tamamen yitirmiştir. İlk başta ‘Düşünce Sanatı’, ‘Enformasyon Sanatı’ gibi isimlerle anılan bu tür eğilimler, Minimalist sanatçı Sol LeWitt’in kendi yapıtlarının kavramsallığını vurgulamak için 1967 yılında Artforum dergisinde yayınladığı ‘Kavramsal Sanat Üzerine Paragraflar’ yazısından sonra ‘Kavramsal Sanat’ başlığı altında toplanmış, ayrıca ‘konseptüalizm’ (kavramcılık), dönemin hemen tüm alternatif ifade biçimlerini karşılayan bir genel terim haline gelmiştir (Antmen, 2012: 193). Kavramsal sanat anlayışına göre sanat eseri sadece estetik kaygılarla üretilmemelidir. İzleyiciyi düşündürtmeli ve hatta bir ölçüde aklını karıştırmalıdır. Bu nedenle her türlü materyal, kavramsal sanatın malzemesidir. Kavramsal sanat yapıtını her birey kendi penceresinden yorumlayabilir, çünkü kavramsal sanat eserinde tek bir doğru yoktur; izleyicinin doğruları ve çıkarımları vardır. Dolayısıyla da kavramsal sanatın en temel yönünün, sanat pratikleri, kuram ve eleştiri arasındaki ayrımı yıkmak olduğu söylenebilmektedir (Newman ve Bird, 1999: 2). Sanatın sadece yetenekle varolan bir unsur olduğu varsayımını yıkmaya çalışan kavramsal sanat yapıtları tepkisel bir anlayışla ortaya çıkmıştır. Bunlara, Robert Rauschenberg’in ressam Willem de Kooning’in bir desenini alıp 40 adet silgi tüketerek sildiği ‘Silinmiş De Kooning Deseni’ (1953) ya da Paris’teki Iris Clert Galerisi’ndeki bir sergiye, ‘Bu telgraf Iris Clert’in portresidir, ben öyle diyorsam öyledir’ mesajıyla gönderdiği telgrafla katılması örnek olarak verilebilir (Antmen, 2012: 194). Kavramsal sanat kapsamında ele alınabilecek diğer akımlar ise süreç sanatı, performans sanatı, fluxus hareketi olarak sınıflandırılabilir: Sayı 36 /Bahar 2013 158 Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT Süreç Sanatı: Süreç sanatının en temel özelliği herhangi bir nesnenin oluşum sürecinin (bu sanatçının yarattığı bir nesne olabileceği gibi doğal bir oluşum süreci de olabilir) izleyicinin gözleri önüne serilmesidir. Bu anlayıştaki sanatçılar alışılagelmiş gereçlerin dışında yağ, buz, toprak, keçe, çimento, lastik, kömür, çimen... kullanmakta ve Oldenburg gibi yumuşak gereçlerden (kumaş, plastik) yontular yapmaktadır. Bir kısmı ise doğal değişimleri tetikleyerek (örneğin korozyon ve/veya mantarların maden plaklarını zamanla çürütmeye başlatmasını) bunların fotoğraflarını sergilemekte ya da çeşitli aygıtlarla süreli deneyleri yapmakta, bunları izleyiciye sunmaktadırlar (Demirkol, 2008: 168). Genellikle sanat eserlerinde izleyicinin görebildiği sadece (sanat eserinin kendisi) sonuçtur. Ancak süreç sanatında izleyici sanat eserinin kendisinden çok yapım aşamaları üzerine odaklandırılır. En bilinen süreç sanatı anlayışı ise fakir sanattır. - Fakir Sanat (Arte Povera): ‘Fakir / Yoksul Sanat’ olarak Türkçe’ye çevrilmiş olan Arte Povera hareketi, temeli İtalya’da atılmış ve dolayısıyla İtalyanlara mal edilmiş bir sanat hareketidir. Bu sanat hareketi özünde, sanat yapıtının oluşum sürecinde doğal ve atık malzemelerin kullanılması esasına dayanmaktadır. Celant’ın 1969 tarihli ‘Arte Povera: Kavramsal, Hakiki ya da İmkansız Sanat?’ başlıklı kitabı, akımın İtalya dışında tanınmasına katkıda bulunmaktadır (Antmen, 2012: 213). Bu dönemden sonra da doğal ve atık malzemeler kullanılarak üretilen sanat eserleri bu akımın birer örneği olarak nitelendirilmişlerdir. Performans Sanatı: Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğü’ne (tdk.gov.tr) göre performans, ‘başarım’ anlamını taşımaktadır. Bir sanat yapıtının ‘başarımı’, bir başka deyişle ‘sanat performansı’, o sanat yapıtının, sanatçı tarafından ek bir çaba gösterilmeden seyirci tarafından anlaşılmasıdır. “Bu anlayışın esası sanatçının, konusu önceden yazılmamış bir olayı tiyatro tarzında konuşarak, hareketlerle, doğaçlama olarak gösteri şeklinde seyirciyi o konu üzerinde düşündürtmesidir. Bu eylemin belli bir yeri yoktur; açık havada ya da bir salonda basit dekor ve eşyalardan oluşan hatta dekorsuz sahnelerde, alanlarda, su içinde, gökte ve diğer yerlerde gerçekleştirilir” (Demirkol, 2008:157). 159 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları Resim 2: Yves Klein’in ‘antropometrie’ adlı çalışması Kaynak: Maroon Galeri, http://www.maroon.com.tr/galeri/Yves-Klein/yves-klein-9 1960’da Yves Klein’ın maviye boyadığı üç çıplak modeli tuval üzerinde hareket ettirerek gerçekleştirdiği ‘antropometrie’ gösterisi ve kendini pencereden atarken gösteren ‘boşluğa sıçrayış’ fotoğrafı bu sanatın erken örneklerindendir (Atakan, 2008: 72 - 73). Performans sanatı ile vücut sanatı zaman zaman eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada ise vücut sanatı, performans sanatı başlığında ele alınmaktadır. - Gövde / Vücut Sanatı (Body Art): İfadenin ilk ve en önemli öğesi olarak vücudun kullanılışı, 1964 yılı sonrası ‘Vücut Sanatı’ olarak adlandırılan yeni bir eğilimin ortaya çıkmasına yol açmıştır (Atakan, 1998: 73). Vücut sanatı ve performans sanatı 70’li yıllardan sonra bir arada anılmaya başlamıştır. Çünkü vücut sanatı, performans sanatında olduğu gibi seyircinin önünde gerçekleştirildiği gibi fotoğraf aracılığıyla da izleyicisiyle buluşmaktadır. Vücut sanatında insan ya da hayvan bedeninin tüm açıklığıyla ortaya konulması izleyiciyi tedirgin edebilmekte ve ürkütebilmektedir. Bu yönüyle bu sanat eserlerinin ‘çarpıcı’ olduğu ifade edilebilmektedir. Fluxus Hareketi: Fluxus akımı için yapılmış çok fazla tanım bulunmaktadır. Bu nedenle ‘çokluk’ anlamına gelen fluxus adı seçilmiştir. Bu akımın temel felsefesi sanatı reddetmek üzerine kuruludur ve sanata karşı bir duruş sergilemektedir. Fluxus sanatçıları, şenlikler, olaylar gösteriler, yayınlar ve filmlerden oluşan çalışmalarıyla sanata alternatif bir yaklaşımın savunucuları olmuştur (Atakan, 2008: 66). George Maciunas söz konusu akımın öncü yaratıcılarından biridir. Maciunas’ın (1931 – 78) yazdığı Fluxus Manifestosu’nda, 1960’lı yılların en radikal sanat hareketlerinden biri olan Fluxus’un amaçları, ‘sanatı burjuva hastalıklarından’ kurtarmak!, Ölü sanattan arınmak!, Sanatta devrimci bir akım başlatmak! olarak tanımlanıyordu (Antmen, 2012: 203). Fluxus grubu, Duchamp’ın Gerçeküstücülük ve Dada’yla bütünleşen düşüncelerinin yanında, Batı dışı düşünce sistemlerini eylemleriyle bütünleştiren besteci ve öğretmen John Cage’den etkilenmiştir. Fluxus grubu uluslararası bir nitelik taşımaktadır, deneyseldir; inter-medyadan yararlanmıştır. Farklı geçmişleri olan sanatçılar bedensel gösteriler, ses, imge ve müzik, edebiyat, dans kadar görsel sanatlar dilini de birleştiren gösteriler yapmışlardır. Eserlerde sanat/yaşam ikilemi çözülmeye çalışılmıştır ve her Sayı 36 /Bahar 2013 160 Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT zaman şimdiki zaman kipi içinde çalışarak olaylara insanı, oyunculuğu, sürprizi ve gelip geçiciliği katmışlardır (Atakan, 2008: 68). Özetle fluxus sanatının en temel özelliğinin, “sanat eseri gibi görünmeyen sanat eserleri ortaya koymak” olduğu söylenebilmektedir. Bu yönüyle söz konusu sanat hareketinin ‘asi’ duruşu net bir şekilde görülebilmektedir. Ekranda sadece sayıların artarak göründüğü Maciunas eseri olan film, fluxus hareketinin en çarpıcı örneğidir. 3. Yeni Kavramsalcılık Sanatta yeni kavramsalcılık hareketi, kavramsal sanatın bir devamı niteliğindedir. 1970’lerde ortaya çıkan çeşitli sanatsal eğilimleri ve eleştirileri kapsar; sanatsal ve kültürel normları (özgünlük ve cinsiyetçilik gibi) eleştirir (Little, 2010: 134). Kavramsal sanat, postmodernizm ile birlikte sanat alanında başlayan ‘sanat sadece seçkinler için değildir’ anlayışını yaymaya çalışan bir karşı duruş hareketiyken; yeni kavramsalcılık, toplumsal bazı olgulara karşı duran bir harekettir. Yeni kavramsalcılık, toplumda varolan çarpıklıkları, çatışmaları ve hoşgörüsüzlükleri bertaraf etmek amacıyla ortaya çıkan bir sanat hareketi olarak tanımlanabilmektedir. Bu akıma özgü sanat eserlerinde ırkçılık, kadın-erkek eşitsizliği, savaş gibi olgulara karşıt görüşler izlenebilmektedir. Özellikle 1980’li yıllarda, postmodern kuramların yaygınlık kazanmaya başladığı yıllarda dikkat çekmeye başlayan postmodern ‘Yeni Kavramsalcılık’, sanatsal nesneden çok toplumsal anlama odaklanan, cinsiyet ayrımcılığından ırk ayrımcılığına, medya eleştirisinden sanat kurumlarının eleştirisine uzanan, özünde belli güç ilişkilerinin şekillendirdiği toplumsal kodları irdeleyen sanatçıların pratikleriyle şekillenmiştir (Antmen, 2012: 277). Sanatın toplumdan bağımsız düşünülmesinin imkansızlığı çerçevesinde değerlendirildiğinde postmodern sanat, sanat ve toplum tarafından biçimlendirilen reklamları da çok doğal olarak etkilemiştir. Bu doğrultuda çalışmanın bu bölümünde postmodern sanat akımlarının reklamlara etkisi irdelenecektir. Postmodern Sanatın Reklam Üzerindeki Etkisi Reklam, ticari bir faaliyet olmakla birlikte özünde yaratıcılık barındırması, estetik algılara seslenmesi gibi nedenlerle çeşitli görüşler bağlamında sanatsal bir faaliyet olarak da değerlendirilebilmektedir. Bazı görüşlere göre ise reklam ticari bir faaliyet olması nedeniyle sınırlamalara tabidir ve sanat sınırlandırılamayacak bir olgudur. Her iki görüşte de haklılık payı varolmakla birlikte gerçek olan, reklamın sanattan bağımsız düşünülemeyeceğidir. Her ne kadar ticari kaygılarla gerçekleştirilse de genellikle reklamlarda sanatın izlerine rastlanmakta, hatta başlı başına sanat eseri denilebilecek türde reklamlarla da karşılaşılmaktadır. Bu konuya ilişkin Mehmet Yılmaz ‘Modernizmden Postmodernizme Sanat’ adlı eserinde şöyle bir tespitte bulunmaktadır: 161 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları Reklamcılık daha çok işletme, iktisat ve iletişim alanında incelenmektedir. Gerçi, 1960’lardaki pop sanattan beri reklam dünyasının birçok sanatçıya ilginç geldiğini, ilham verdiğini biliyordum bilmesine de, bütün çekiciliğine karşın reklamcılığın önemli bir sanat türü olduğunu aklıma getirmemiştim – ta ki Paul Rutherford’un ‘Yeni İkonalar: Televizyonda Reklam Sanatı’ adlı kitabına rastlayıncaya kadar. Rutherford, iletişimcilerin babası kabul edilen Marshall McLuhan’ın izinden giderek, reklamcılığın zamanımızın sanatı olduğunu savunuyor (Yılmaz, 2006: 374). İsmail Tunalı ise ‘Tasarım Felsefesine Giriş’ adlı eserinde sanatçı ve tasarımcının (reklam, endüstri tasarımcısı) özgürleşme bağlamında birbirlerinden ayrıldıklarını ifade etmektedir (Tunalı, 2004: 52). Ona göre sanatçı, yaratma sürecinde özgürken tasarımcı, belirli sınırlar dahilinde yaratmak durumdadır. Bununla birlikte tasarımcının sanatçıdan çok daha fazla bilgi birikimine sahip olması gerekmektedir. Bir diğer görüşe göre de özellikle 16. yüzyıldan itibaren pek çok sanat eserinin zaten ‘ısmarlama’ olarak yaratıldığı, dolayısıyla da sadece reklamın sanattan değil, sanatın da reklamdan etkilendiği, sanatta reklamın ya da ticaretin izlerinin görüldüğü de söylenebilmektedir (Yılmaz, 2006: 376 – 377). Günümüzde kullanıldığı anlamıyla reklamcılığın başladığı ilk yıllarda, reklamın ilk örnekleri sayılabilen afişlerin her zaman ressamların elinden çıktığı bilinmektedir. Çünkü afiş tasarlamak, eğer bilgisayar gibi bir araç yoksa, çizim yeteneği ya da sanatsal el becerisi gerektiren bir iştir. Tasarımları bağlamında reklamlar, ressamların elinden çıktığı için aynı zamanda birer sanat eseri olarak tanımlanmaktadır. Bir diğer taraftan da Jules Cheret ve Henri de ToulouseLautrec gibi afiş sanatçılarının, Rene Magritte ve Andy Warhol gibi ressamların, Jean Luc-Godard gibi sinemacıların birçok çalışmasında reklam özellikleri ağır basmaktadır (Becer, 2002: 239). Günümüzde de grafiğin bir sanat dalı olması ve grafik tasarımının reklamı görselleştirmede doğrudan doğruya kullanılması dahi reklamın sanat ile olan yakın ilişkisini gözler önüne sermektedir. Birbiriyle son derece yakın ilişki içinde olan reklam ve sanatın birbirlerinden bağımsız düşünülemeyeceği oldukça açıktır. Reklamların gelmiş geçmiş tüm sanat akımlarından izler taşıdığı söylenebilmektedir. Günümüz reklamlarının ise daha çok 20. yüzyıl sonrası sanat akımlarından etkilendiği görülmektedir. Bu bağlamda çalışmanın bu bölümünde, üç ana akım olarak açıkladığımız postmodern sanat akımlarının, günümüzde hangi reklamlara nasıl etki ettikleri göstergebilimsel çözümleme yöntemiyle1 analiz edilecektir. 1 Göstergebilimsel çözümleme yöntemi Rengin Küçükerdoğan’ın “Reklam Nasıl Çözümlenir?” adlı eserinden uyarlanmıştır. Sayı 36 /Bahar 2013 162 Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT Pop-Art Akımından Etkilenen Reklamlar: DKNY - Be Delicious Reklamının Göstergebilimsel Açıdan Çözümlenmesi: Resim 3: DKNY – Be DELICIOUS Limited Edition Reklamı Kaynak:http://designyoutrust.com/2009/07/limited-edition-pop-art-for-dkny-be-delicious- fragrance/ Genel Betimleme: Reklam iletisi bir tam sayfa şeklinde görülmektedir. Reklamın tamamı bir çizgi roman görüntüsündedir. Renkler canlı ve parlaktır. Reklamda, ısırdığı elmayı elinde tutan bir kadın figürü yer almaktadır. Kadının arkasında ikiye bölünmüş bir alan görülmektedir. Soldaki alanda kırmızı fon üzerinde kırmızı elmalar, sağdaki alanda ise yeşil zemin üzerinde yeşil renkli elmalar bulunmaktadır. En önde yeşil elmalarla birlikte parfüm şişesi ve reklamın üzerinde reklam metni yerleştirilmiştir. Reklam metninde “the new limited edition – BE DELICIOUS – fragrance bottle for woman – DKNY – DKNYfragrance. com” ifadeleri dikkati çekmektedir. Söz konusu reklam DKNY’nin aynı adlı parfümünün klasik sürümünün (bkz. Resim 4) reklamının “pop-art” formuna dönüştürülmüş şeklidir. Görüntü Oluşturum Göstergeleri: Çerçeveleme: Reklamdaki kadın figürü kadrajlanarak reklama yerleştirilmiş ve yakın plan elde edilerek bakışlarının etkisinin artırılması hedeflenmiştir. Böylece parfümün çekiciliği, kadının çekiciliği üzerinden yansıtılmaya çalışılmıştır. Ölçek: Görüntü dikey ve yakın ölçekte verilmektedir. İletide görsel öğelerin sıkışıklığı söz konusudur. Bakış Açısı: Yukarıdan aşağıya bir bakış açısı bulunmaktadır. Kadına “çekici, etkileyici” izlenimi verilmiştir. 163 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları Düzenleme: Görselin en güçlü öğesi kadının bakışlarıdır. İzleyici reklamı yukarıdan aşağıya doğru okumaktadır. Biçimler: Reklam iletisi çizgi roman biçiminde tasarlanmıştır. Bu biçim Andy Warhol’un pop-art eserlerinde de görülmektedir. Yuvarlak biçimler kadınsılık, dişilik özelliklerini yansıtmaktadır. Renk: Kullanılan renkler ile izleyiciye ferahlık (yeşil) ve iştah açıcılık (kırmızı) mesajları verilmektedir. Renkler, reklamın “be delicious – lezzetli ol” mesajıyla ve parfümün ferah kokusuyla özdeşleşmektedir. Renklerin son derece canlı bir şekilde kullanılması yine Andy Warhol’un eserlerinde görülen bir unsurdur. Anlatı Yapı Çözümlemesi: Kişi: Manken Louise Pederson’un çizgi karakter şekline dönüştürülmüş hali. Parfümün klasik türünde görülebilen manken, reklamın pop – art uyarlamasında yeniden kurgulanmıştır. Çekici, seksi bir kadın figürü yaratılmıştır. Zaman: Reklamın çizgi roman formunda olması nedeniyle zamansızlık durumu söz konusudur. Uzam: Görsele göre uzamsal bir yorumda bulunulamamaktadır. Anlamlandırma: Reklam iletisinin genel göstergeleri bağlamında değerlendirildiğinde temel gösterilenin “çekicilik, seksapel, dişilik” olduğu söylenebilmektedir. Ürünün ferah ve dişil oluşu da farklı göstergelerle anlatılmaktadır. Gösteren: Kadın, Elma, Parfüm Şişesi Gösterilen: Dişilik, Çekicilik, Ferahlık Resim 4: DKNY BE DELICIOUS Orijinal Reklamı Kaynak:http://img102.imagevenue.com/img.php?image=10843_DKNY_BeDelicious_ LouisePedersen_122_497lo.jpg Sayı 36 /Bahar 2013 164 Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT Pepsi Reklamının Göstergebilimsel Açıdan Çözümlenmesi: Resim 5: Pepsi Reklamı Kaynak:http://www.campaigntr.com/2013/03/07/36487/beyonce-pop-artla-pepsi-reklaminda/ Genel Betimleme: Reklam iletisi dört ayrı kareye bölünmüş şekilde görülmektedir. Reklamın tamamı bir çizgi roman görüntüsündedir. Renkler canlı ve parlaktır. Reklamda, ilk üç karede Beyonce adlı dünyaca ünlü ses sanatçısının görüntüleri yer almaktadır. Ancak Beyonce’un fotoğrafları çeşitli görsel efektlerle çizgi roman şekline dönüştürülmüş ve renkleri parlak hale getirilmiştir. Son karede ise Pepsi’nin ürün görüntüsü yine çizgi roman şeklinde görülebilmektedir. Reklamın en alt sınırında orta kısımda ise Pepsi logosu ve Beyonce imzası dikkati çekmektedir. Görüntü Oluşturum Göstergeleri: Çerçeveleme: Reklam dört ayrı kareye bölünerek parçalı bir görünüm elde edilmiş ve bu şekilde çizgi roman imajı yakalanmıştır. Ölçek: Görüntü dikey ve yakın ölçekte verilmektedir. Bakış Açısı: Tam karşıya doğru bir bakış açısı bulunmaktadır. İzleyici ile “eşit” mesajı verilmektedir. Kadına “sevimli” izlenimi verilmiştir. Düzenleme: İleti dört ayrı unsura göre bölümlenmiştir. Bu bölümleme Andy Warhol’un ünlü Marilyn Monroe adlı eserinin (bkz. Resim 6) sergilenmesinde sıkça rastlanan bir bölümleme türüdür. Görüntünün en güçlü noktası Beyonce’un gözlerini 165 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları açarak dudaklarını büzdüğü fotoğraftır. Görselin izleyici tarafından okunması üst soldan sağa, sağdan aşağıya ve sağdan sola şeklinde görülmektedir. Resim 6: Andy Warhol’un “Marilyn Monroe” adlı Pop Art Çalışması Kaynak: http://lacenleather.wordpress.com/2010/10/06/diamond-dust/marilyn/, Erişim Tarihi: 29.04.2013. Biçimler: Reklam iletisi çizgi roman biçiminde tasarlanmıştır. Bu biçim Andy Warhol’un pop-art eserlerinde de görülmektedir. Yuvarlak biçimler kadınsılık, dişilik özelliklerini; parlak renklerse pozitif duyguları yansıtmaktadır. Renk: Kullanılan renkler izleyiciye canlılık, enerji (kırmızı, sarı), pozitif duygular (pembe) ve kurumsallık (mavi) hissini vermesi amacıyla kullanılmıştır. Renklerin son derece canlı bir şekilde kullanılması yine Andy Warhol’un eserlerinde görülen bir unsurdur. Anlatı Yapı Çözümlemesi: Kişi: Dünyaca ünlü şarkıcı Beyonce’un çizgi karakter şekline dönüştürülmüş halidir. Sahne şovları ve müziği ile enerjik bir kişilik olarak bilinen Beyonce’un genç bir hedef kitleye yönelik hazırlanmış bu reklamda kullanılması, izleyicide pozitif (olumlu) algılar uyandırmaktadır. Zaman: Reklamın çizgi roman formunda olması nedeniyle zamansızlık durumu söz konusudur. Uzam: Görsele göre uzamsal bir yorumda bulunulamamaktadır. Anlamlandırma: Reklam iletisinin genel göstergeleri bağlamında değerlendirildiğinde temel gösterilenin “enerjiklik, sevimlilik ve olumlu duygular” olduğu söylenebilmektedir. Gösterilenlerin, marka imajına yansıması hedeflenmektedir. Gösteren: Beyonce, Pepsi kutusu. Gösterilen: Pozitiflik, enerji, kurumsallık. Sayı 36 /Bahar 2013 166 Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT Kavramsalcılık Akımından Etkilenen Reklamlar: Şişecam Reklamı: Resim 7: Şişecam 75. Yıl Özel Reklamı Kaynak: http://www.youtube.com/watch?v=Zrf4XcOQX-E , Erişim Tarihi: 29.04.2013. Genel Betimleme: Reklam filmi ilk sahnede bir kum tepesinin arkasından kameraya doğru gelen Şişecam çalışanlarını göstermektedir. Sonraki sahnede çalışanlar birbirlerine bakmaktadır ve kravatlarını çözerek, ceketlerini çıkararak, kollarını sıvayarak coşku içinde koşmaya başlamaktadırlar. Kumların üzerinde yalınayak koştukları görünen çalışanlar yere çökerek kumdan tepeler yapmaya başlamaktadırlar. Kumdan tepeler gitgide dev kulelere dönüşmektedir. Çalışanların hepsi, kumdan kuleler tamamlandıktan sonra durup gururla kulelere bakmaktadırlar. Bu esnada kulelerin üzerindeki kumlar uçuşmaktadır ve ortaya, camdan binalar, dev şişeler, kavanozlar, karaflar ve sürahiler çıkmaktadır. Aynı anda dış ses “Şişecam, bundan tam 75 yıl öncesinde yarını gördü. Camla yapabileceklerini gördü. İyi ki doğdun Şişecam” metnini okumaktadır. Reklam genel görünüme geçerek tüm bu camdan eşyaları ve onların önünde gururla onları izleyen insan topluluğunu göstermektedir. Dış ses “her cam Şişecam” metnini okurken ekranda Şişecam logosu belirmektedir. Reklamın tamamında duyulan fon müziği, temposu yer yer artarak azalan bir Fahir Atakoğlu bestesidir. Görüntü Oluşturum Göstergeleri: Çerçeveleme: Reklam, televizyon reklamı olduğu için doğal olarak çerçevelidir. Ölçek: Genel plan, çok yakın planlar kullanılmıştır. Bakış Açısı: Alt açı, üst açı ve olağan görüş noktası filmde kullanılan çekim açılarıdır. Alt açı, cam ürünlerin büyüklüğünü vurgulayarak izleyicide heyecan yaratmakta; üst açı, 167 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları genel görüntüyü vermekte ve olağan görüş noktası ise izleyicilerin Şişecam çalışanlarına ve camın üretim sürecine kendilerini yakın hissetmelerini sağlamaktadır. Düzenleme: Reklam filminin kurgusu izleyiciyi heyecanlandıracak ve duygusal yoğunluk yaşatacak şekilde tasarlanmıştır. Bu şekilde izleyici camın üretim sürecini yakından hissederek, camı üretenlerin heyecanını paylaşacaktır. Bu durum reklamın, kavramsal sanat akımlarından biri olan “süreç sanatı”ndan izler taşıdığına işaret etmektedir. Reklamda doğal malzemelerin kullanımı da süreç sanatının bir kolu sayılan “fakir sanat” etkilerini temsil etmektedir. İletinin vurucu noktası, müziğin de tepe noktasına rastlayan kumdan kulelerin cam eşyalara dönüştüğü sahnedir. Biçimler: Reklamda yuvarlak (kum tepeleri) ve dikey biçimler (kum kuleleri) birarada verilmektedir. Renk: Kullanılan renkler izleyiciye doğallık (kum rengi), saflık (beyaz giysiler), rahatlık ve olumlu duygular (mavi gökyüzü) hissini vermesi amacıyla kullanılmıştır. Tüm renkler natürel ve pastel tonlardadır. Anlatı Yapı Çözümlemesi: Kişi: Şişecam çalışanları reklamda camın üretim sürecini vurgulamak amacıyla kullanılmaktadır. Zaman: Reklam, güneşli ve az bulutlu bir yaz ya da ilkbahar gününde güneşin doğuş ya da batış saatlerini işaret etmektedir. Uzam: Reklam, Türkiye’nin güney sahil şeridinde yer alan Patara Plajı’nda çekilmiştir. Anlamlandırma: Reklam iletisinin genel göstergeleri bağlamında değerlendirildiğinde temel gösterilenin “üreticilik, yaratıcılık, çalışma aşkı” olduğu söylenebilmektedir. Gösterilenlerin, marka imajına yansıması hedeflenmektedir. Gösteren: Şişecam çalışanları, kum, buğday başakları, cam ürünler, kumdan kuleler. Gösterilen: Çalışma aşkı, üreticilik, yaratıcılık. Sayı 36 /Bahar 2013 168 Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT Dünya Doğayı Koruma Vakfı Reklamı: Resim 8: WWF Reklamı Kaynak: http://www.andrewkeir.com/animal-illustrations-painted-on-hands/ , Erişim Tarihi: 29.04.2013. Genel Betimleme: Reklamda, ilk bakışta bir kartal görülmektedir. Ancak reklama dikkatli bir şekilde bakıldığında görselin gerçek bir kartal resmi olmadığı, insan elinin kartal figürüne boyanmış şekli olduğu görülmektedir. Görüntü Oluşturum Göstergeleri: Çerçeveleme: Reklam tek sayfa yakın plan olarak verilmektedir. Ölçek: Görüntü yatay ve yakın ölçekte verilmektedir. Bakış Açısı: Bakış açısı izleyici ile aynı hizadadır. Düzenleme: İleti tek sayfa olarak verilmektedir. Görüntünün en güçlü noktası kartalın bakışlarıdır. Biçimler: Reklam iletisi, insan elinin boyanması ile oluşturulmuştur. İnsan elinin boyanarak reklam iletisinin oluşturulmuş olması, kavramsal sanat akımlarından vücut sanatı etkilerini işaret etmektedir. Reklam iletisinde kartalın bakışları dehşet verici bir şekilde izleyiciyi ürküterek etkilemektedir. Renk: Kullanılan renkler, kartalın doğal renkleridir. Fonda ise tarafsızlığın rengi gri kullanılmıştır. Bu durum, tarafsızlığını her durumda vurgulamak durumunda olan bir sosyal sorumluluk örgütü için olağan kabul edilmektedir. Anlatı Yapı Çözümlemesi: Kişi: Reklamda kişi belirgin değildir. Sadece bir insan eli yer almaktadır. Söz konusu insan eli boyanmış olduğu için hangi cinsiyette bir insana ait olduğu da seçilememektedir. 169 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları Zaman: Reklamda zamana ilişkin unsurlar seçilememektedir. Dolayısıyla zamansızlık durumu söz konusudur. Uzam: Görsele göre uzamsal bir yorumda bulunulamamaktadır. Stüdyo ortamı kullanıldığı açıktır. Anlamlandırma: Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın Resim 8’de görülen reklamında kavramsal sanat akımlarından olan performans sanatının vücut sanatı etkileri, söz konusu sanat dalının ‘çarpıcı’ biçimlerine nazaran daha yumuşak bir şekilde görülmektedir. İnsan elinin bir hayvan figürüyle boyanmış şekli ile “vahşi yaşama bir el uzatın” sloganı pekiştirilmek istenmektedir. Reklam iletisinin genel göstergeleri bağlamında değerlendirildiğinde temel gösterilenin “vahşilik, tarafsızlık, yardım eli uzatmak” olduğu söylenebilmektedir. Gösteren: Kartal figürü, gri renk, el. Gösterilen: Vahşilik, tarafsızlık, yardım eli uzatmak. Yeni Kavramsalcılık Akımından Etkilenen Reklamlar: Benetton Reklamı: Resim 9: Benetton Reklamı Kaynak: www.toscani.com, Erişim Tarihi: 29.04.2013. Genel Betimleme: Reklam iletisi tam sayfadan oluşmaktadır. Reklamda beyaz tenli bir yetişkine ait olduğu anlaşılan bir insan eli ve siyah tenli bir çocuğa ait olduğu anlaşılan bir insan eli karşılıklı durmaktadır. Görselde kullanılan zemin rengi gri tonlarındadır. Görüntü Oluşturum Göstergeleri: Çerçeveleme: Reklam doğal olarak kendi sınırlarıyla çerçevelidir. Ölçek: Görüntü yatay ve yakın ölçekte verilmektedir. Sayı 36 /Bahar 2013 170 Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT Bakış Açısı: Reklamda derinlik izlenimi bulunmaktadır. Düzenleme: İletide öncelikle yetişkinin eli, daha sonra çocuğun eli fark edilmektedir. Dıştan içe doğru bir okuma sırası oluşmaktadır. Biçimler: Reklam iletisi siyah tenli ve beyaz tenli insan ayrımını vurgulayacak biçimde tasarlanmıştır. Renk: Kullanılan renkler siyah ten rengi, beyaz ten rengi, gri ve logonun yeşilidir. Reklamda kullanılan renkler, reklamın ana vurgu noktasını oluşturmaktadır. Anlatı Yapı Çözümlemesi: Kişi: Reklamda beyaz tenli bir yetişkin ile siyah tenli bir çocuk eli yer almaktadır. Ellerin kimlere ait olduğuna ilişkin başka bir bilgi verilmemektedir. Zaman: Reklamda zamansızlık durumu söz konusudur. Uzam: Görsele göre uzamsal bir yorumda bulunulamamaktadır. Çekimler stüdyo ortamında gerçekleştirilmiştir. Anlamlandırma: Reklam iletisinin genel göstergeleri bağlamında değerlendirildiğinde temel gösterilenin “sevgi, eşitlik” olduğu söylenebilmektedir. Bu bağlamda reklamın sosyal sorumluluk projesi kapsamında gerçekleştirildiği görülmektedir. Böylesi sosyal sorumluluk temelli sanatsal çalışmalar ise “sanat toplum içindir” anlayışıyla yeni kavramsalcılık akımı bağlamında değerlendirilmektedir. Dolayısıyla söz konusu reklamın da postmodern sanat akımlarından “yeni kavramsalcılık” akımının izlerini taşıdığı ifade edilebilmektedir. Gösteren: Siyah tenli çocuk eli, beyaz tenli yetişkin eli. Gösterilen: Sevgi, eşitlik. Sonuç Tam anlamıyla bir karşı duruşu simgeleyen postmodernizm, kuralları yıkan, uyum aramayan, karmaşıklığa göz yuman bir yapıya sahiptir. Bu düşünce yapısının ‘postmodern dönem’ sanatının tamamına yansıdığı söylenebilmektedir. Özellikle ilk olarak edebi alanlarda, resim ve mimaride görülen yansımalar, zamanla sosyal yaşamın diğer alanlarına da sıçramıştır. Postmodern sanatın karmaşık ve kaotik yapısı, günümüz reklam uygulamalarında da sıklıkla görülmektedir. Tüketicinin değişen özellikleri neticesinde, postmodern söylemler ve görsel tasarım uygulamaları günümüz reklam anlayışında geniş yer edinmektedir. Böylelikle, farklılaşan tüketicinin daha rahat ikna edilmesi amaçlanmaktadır. Bir diğer açıdan değerlendirildiğinde ise, sanatın toplumun içinden doğan sosyal bir olgu olması ve insan eliyle gerçekleştirilmesi, reklamın da insan ve toplum odaklı bir sistem olması, topluma ilişkin tüm olgu ve sistemlerin birbirini etkilemesi gibi nedenler, reklam ve sanatın birbirleriyle içiçe olması sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla reklamın 171 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları sanat olup olmadığına ilişkin tartışmaların yersiz olduğu açıkça görülebilmektedir ki sanat ve reklam birbirini sürekli olarak besleyen ve birbirinden etkilenen iki kavram olarak ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla reklamın varolduğu her dönemde sanatta reklamın, reklamda ise sanatın izlerini görmek olanaklıdır. Çalışma kapsamında gerçekleştirilen göstergebilimsel analiz neticesinde de, günümüz reklamlarının pek çoğunda postmodern özelliklerin ve postmodern sanat akımlarının etkilerinin görüldüğü söylenebilmektedir. Bu durum, sanat ve reklamın içiçe geçmiş kavramlar olduğunu ve her durumda birbirlerini etkilediklerini kanıtlamaktadır. Kaynakça Akay, Ali, (2005). Postmodernizm, İstanbul: L&M Yayınları. Antmen, Ahu, (2008). 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, İstanbul: Sel Yayıncılık. Atakan, Nancy, (1998). Arayışlar Resimde ve Heykelde Alternatif Akımlar, İstanbul: YKY Yayınları. Atakan, Nancy, (2008). Sanatta Alternatif Arayışlar, İzmir: Karakalem Kitabevi. Barthes, Roland, (2009). Göstergebilimsel Serüven, İstanbul: YKY Yayınları. Baudrillard, Jean, (2005). Simulakrlar ve Simulasyon, Çev. Oğuz Adanır, Ankara: Doğu Batı Yayınları Becer, Emre, (2002). İletişim ve Grafik Tasarım, Ankara: Dost Yayınları. Brown, Doug, (1991). “Postmodernizme Kurumsal Bir Yaklaşım”, Journal of Economic Issues, Vol. XXV, No.4. Brown, Stephen, (1993). “Postmodern Marketing?”, European Journal of Marketing, Vol.27, No. 4. Campaign.tr, http://www.campaigntr.com/2013/03/07/36487/beyonce-pop-artlapepsi-reklaminda/. Erişim Tarihi: 29.04.2013. Demirkol, Vedat, (2008). Batı Sanatında Modernizm ve Postmodernizm, İstanbul: Evrensel Basım Yayın. Design Your Trust (2012), http://designyoutrust.com/2009/07/limited-edition-popart-for-dkny-be-delicious-fragrance/. Erişim Tarihi: 29.04.2013. Ercan, Fuat, (2003). Modernizim, Kapitalizm ve Azgelişmişlik, İstanbul: Bağlam Yayınları. Erol, Murat, (2008). http://cemiyyet.blogcu.com/postmodern-hayat-tarzi2/4047877. Erişim Tarihi: 10.02.2013. Featherstone, Mike, (1996). Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, (çev.) Mehmet Küçük, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Sayı 36 /Bahar 2013 172 Özen OKAT ÖZDEM, Erdem GEÇİT Harvey, David, (2010). Postmodernliğin Durumu, Sungur Savran (Çev.), İstanbul: Metis Yayınları. Image Venue, http://img102.imagevenue.com/img.php?image=10843_DKNY_ BeDelicious_LouisePedersen_122_497lo.jpg. Erişim Tarihi: 30.05.2013. Kale, Nesrin, (2002). “Modernizmden Postmodernist Söylemlere Doğru”, Doğu Batı Düşünce Dergisi; Dünya Neyi Tartışıyor?; Yeni Düşünce Hareketleri 2, Felsefe Sanat ve Kültür Yayınları, Yıl: 5, Sayı 19. Keir, Andrew, (2010). http://www.andrewkeir.com/animal-illustrations-painted-onhands/. Erişim Tarihi: 29.04.2013. Kellner, Douglas, (2004). “Popüler Kültür ve Postmodern Kimliklerin İnşası”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Sayı 15, No.4. Kılıç, Levent, (2007). Görüntü Estetiği, İstanbul: İnkılap Kitabevi. Kızılçelik, Sezgin, (1986). Postmodernizm Dedikleri, İzmir: Saray Medikal Yayıncılık. Küçükerdoğan, Rengin (2009). Reklam Nasıl Çözümlenir?, İstanbul: Beta Yayıncılık. Lace & Leather, http://lacenleather.wordpress.com/2010/10/06/diamond-dust/ marilyn/. Erişim Tarihi:30.05.2013. Lewitt, Sol, (2005). Paragraphs on Conceptual Art - Kavramsal Sanat Üzerine Paragraflar, Sol LeWitt’in aynı isimli eserinden (çeviri), Artist Dergisi, Eylül 2005/08. Little, Stephen, (2013). İzmler – Sanatı Anlamak, İstanbul: Yem Yayın. Maroon Galeri, http://www.maroon.com.tr/galeri/Yves-Klein/yves-klein-9. Erişim Tarihi: 30.05.2013. Newman, M. ve Bird, J., (1999). Rewriting Conceptual Art, London: Reaktion Books. Odabaşı, Yavuz, (2004). Postmodern Pazarlama, İstanbul: Kapital Medya. Odabaşı, Yavuz, (1999). Tüketim Kültürü; Yetinen Toplumun Tüketen Topluma Dönüşümü, İstanbul: Sistem Yayıncılık. Olivero Toscani Studio, (2012). http://www.toscani.com. Erişim Tarihi: 29.04.2013. Sarup, Madan, (1995). Post-Yapısalcılık ve Postmodernizm, Baki Güçlü (Çev.), Ankara: Ark Yayınevi. Stewart, Susan, (1993). On Longing: Narratives of the Miniature, the Gigantic, the Souvenir, the Collection, Durham: Duke University Press. Şaylan, Gencay, (2002). Postmodernizm, Ankara: İmge Kitabevi. 173 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Postmodern Sanat Akımları ve Reklamlara Yansımaları Tunalı, İsmail, (2004). Tasarım Felsefesine Giriş, İstanbul: Yapı Yayın. Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük, tdk.gov.tr. Erişim Tarihi: 20.05.2013. Türkmenoğlu, Dilek, (2007). “Toplumsal ve Kültürel Değişim Sürecinde Pop Sanatı”, Sosyal bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 23. Yamaner, Güzin, (2007). Postmodernizm ve Sanat, Ankara: Algı Yayın. Yılmaz, Mehmet, (2006). Modernizmden Postmodernizme Sanat, Ankara: Ütopya Yayınevi. YouTube, (2013). http://www.youtube.com/watch?v=Zrf4XcOQX-E. Erişim Tarihi: 29.04.2013. Sayı 36 /Bahar 2013 174 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Organizational Communication: An Analysis of the Main Perspectives, Main Concepts and Future Directions of the Field Yusuf YÜKSEL Dr., Polis Akademisi Trafik ve Ulaşım Güvenliği Araştırma Merkezi E-posta: [email protected] Anahtar Kelimeler: İşlevsel/ Yorumlayıcı/ Eleştirel Yaklaşım, İletişim, Organizasyon, Kültür, Kontrol. Keywords: Functional/Interpretive/ Critical Perspective, Communication, Organization, Culture, Control. Öz Örgütsel iletişim alanının kapsamı ve bu alanı ilgili displinlerden ayıracak içerik, teori, yöntem, ve uygulamalar üzerine akademik tartışmalar 1980’li yıllardan beri devam etmektedir. Bu tartışmalar, örgütsel iletişim alanının derinlemesine anlaşılması, sınırlarının belirlenmesi ve diğer disiplinlerden ayrılan özelliklerinin anlaşılması noktasında hayati öneme sahiptir. Bu temel tartışmalardan hareketle, bu makale örgütsel iletişim alanının tarihçesini, sınırlarını, alandaki temel teorik yaklaşımları (işlevsel, yorumlayıcı, eleştirel), ‘organizasyon, iletişim, kültür, ve kontrol’ gibi alanda önemli kavramların bu farklı yaklaşımlar içerisinde sunumunu incelemektedir. Ayrıca, literatürdeki boşlukları ve alanın gelecek yönelimleri de bu makale içinde tartışılmaktadır. Bu konuları tartışarak, bu makale örgütsel iletişim alanını bütünsel bir şekilde sunmayı ve bu alanda çalışan akademisyenler için temel bir referans olmayı amaçlamıştır. Abstract There is a scholarly debate since the 1980s regarding the content, theory, methodology and applications that define the scope of organizational communication and separate it from other related disciplines. This debate is critical in the sense that it enables to identity organizational communication in a rich manner and helps us define the scope of the field and its unique characteristics. Based on this debate, this article provided the history and scope of the field, analysis of the major theoretical perspectives in the field (functional, interpretive, and critical), conceptualization of the most critical concepts (organization, communication, culture, voice/control) in these theoretical perspectives. Current gaps and future directions of the field are also discussed in this article. By discussing these topics, this article aimed to provide a holistic view of organizational communication and become a basic reference for scholars in this field. Yusuf YÜKSEL Introduction Organizational communication is one of the broadest subfields of the communication discipline. Not only is it quite extensive in its own right, but it also spans and intersects with various other subfields within communication, and with other disciplines. Moreover, it has both theoretical and professional dimensions. However, there is a scholarly debate on the characteristics of the field since the 1980s. The main debate is what content, methodology and applications define the scope of the field and separate it from other related sciences and disciplines? The main problem that scholars argued is the need of a perspective and theory to conceptualize communication as a foundation for the organizations (Putnam, 1983). The debate is critical in the sense that it further helps to shape the identity of organizational communication as a full academic field by developing its own scholarship, applications and theory and distancing itself from the management school (Taylor et al., 2001). Since then, the debate has been revolving around the scope of the field, different perspectives within the field, and how to conceptualize communication and organization, which all constituted a main consideration within the literature (Kuhn, 2005). Within this context, the purpose of this paper is to discuss the scope of the field, different perspectives within the field, and conceptualization of main concepts in the field. As such, the present article will address the history of the field in a way to link contemporary discussions, the major theoretical perspectives in the field (functional, interpretive, and critical) and conceptualization of the most critical concepts such as ‘organization, communication, culture and voice/control’ in these theoretical perspectives. Description of these points will contribute to understand the content, theory, and applications of the field and separate it from other related disciplines. It will also increase the likelihood of meaningful contributions of communication scholars. Following this section, future directions for the field of organizational communication will be discussed based on the articulation of the gap existing in the current literature. History of Different Perspectives in Organizational Communication Before directly focusing on different perspectives in organizational communication, a brief overview of the history of the field may be useful as to link the contemporary discussions with the early development of the field. Although the origin of the field dates back to the traditional rhetoric (Ruben and Stewart, 2006), the modern field of organizational communication has a more recent history that can be traced back to the early 19th century. This early research was not conducted mainly by communication scholars; rather, it was performed by academics within the fields of organizational psychology, organizational behavior, administrative science, and management (Redding and Tompkins, 1988). The focus of the research in the first half of the century was basically on communication skills, managerial effectiveness, superior-subordinate relationships (Richetto, 1977). It was only after 1950s that organizational communication under the name of ‘business and industrial communication’ has emerged as a potentially autonomous discipline in its own right (Redding and Tompkins, 1988) but the research was mainly conducted by scholars from diverse fields. In the second half of the century, studies from the other areas that 176 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Organizational Communication: An Analysis of the Main Perspectives, Main Concepts and Future Directions of the Field emerged in the field were information flow studies, network analysis, climate analysis, message content, and the adaptation of systems theory to organizations (Goldhaber et al., 1978). In this period, the academic field of organizational communication can trace most of its conceptual roots to four sources: traditional rhetorical theory, mass communication, human relations and, management/organization theory all of which had basically the characteristic of a pragmatic, utilitarian philosophy. In fact, most of the studies in the field until 1980s have taken this modernist or empirical orientation. Since the 1980s, the field has started to make a turn toward interpretive and critical perspectives which essentially focus on meaning, interpretation, and power in organizations (Putnam and Krone, 2006). This ‘interpretive turn’ greatly influenced the way the field evolved in the following years. In fact, this shift in the field was not unique or independent from the change in other disciplines as all is rooted in some emerging epistemological and ontological orientations regarding the nature of reality and social order, which have influenced social sciences in general. The challenge to Newton’s and Galileo’s theories lays the groundwork for the reasoning of deduction/induction and universal laws (Berger, 1977; Craig, 1983) especially by the notion of Luckman’s social construction of reality, symbolic interaction movement that emerged in Chicago School of Sociology, Heidegger’s phenomenology (Taylor et al., 2001), and hermeneutics (Smircich and Calas, 1987). Goffman’s dramaturgical and social phenomenological perspective (Delia, 1987) also provided a base for interpretive, meaning oriented approaches. In a similar way, Frankfurt school of critical theory and cultural studies in Europe propelled the study of power and inequality in the communication field (Delia, 1987; Eisenberg and Goodall, 1993). Based on these new approaches, the new organizational communication scholars dealt much more with social construction of meaning, meaning making, inter-subjective meaning, and power (Axley, 1984). In this sense, organizational communication can be best understood within comparisons and contrasts of different perspectives in the field, instead of being debated and defined in a reified way. The next section introduces the main assumptions of each perspective. This discussion will enable to understand the field itself in a rich manner and help us define the scope of the field and its unique characteristics compared to other related fields. Main Perspectives in Organizational Communication Functionalistic Perspective The functionalistic perspective is associated with an objectivist stance on reality, which is viewed as an objective, a priori dimension of the world, and an external order of objects that can be uncovered, a deterministic view of human nature, and logical positivism that aims to test theories with ‘objective’ and ‘scientific’ data obtained from experiments and surveys (Delia, 1987). Researchers center on more validity, reliability, dependent and independent variables, sampling strategies, and generalized law-like statements for the purpose of prediction, control, and manageability across situations, experimental research designs, and use of multivariate statistics (Smircich and Calas, 1987). As such, the focus of research in this view is more antecedent-based or outcome-based and less process- Sayı 36 /Bahar 2013 177 Yusuf YÜKSEL based. Functionalist tradition underlines the principles of prediction, generalizability, and causality with a concern of producing useful knowledge. Functionalistic perspective defines communication as mainly information exchange and treats communication as a variable that can be manipulated to produce certain effects, such as effectiveness, coordination or collaboration. It takes its theoretical base from the mechanical view of communication, leading it to put more emphasis on communication failure, information flow and message fidelity (Putnam, 1983). Although the functionalistic perspective has been influenced by other perspectives and recent communication theories that take into account receivers’ role in the communication in a way that recognizes the interpretation of the messages by receivers, and the role of relational and contextual variables in the interpretation, its basic theoretical orientation remained very much the same (Taylor, 1993). Interpretive Perspective Although functionalistic research remains dominant in the field of organizational communication, the interpretive perspective has become more common in literature recently. As briefly discussed, the ‘interpretive turn’ of the 1980s greatly influenced how the field evolved in the following years. The emerging epistemological and ontological orientations regarding the nature of reality and social order provided a base for the interpretive perspective, which takes a subjective stance of social reality, anti-positivist epistemology, and voluntarism which, in contrast to determinism, accepts the role of human agency in the creation of meaning (Orlikowski, 1992). As opposed to dealing with prediction and control, this perspective is concerned with the processes and experiences through which people construct organizational reality and meaning (Geertz, 1973; Smircich, 1983). As a result, the new organizational communication scholars dealt much more with the social construction of meaning, meaning making, and constitutive approach to meaning, inter-subjective meaning, and power (Putnam, 1983). In fact, the interpretive perspective brought to the field new conceptualizations of communication and culture as well as a rich understanding of organizations. In addition, it provided scholars with new directions for research and a wide range of flexibility in terms of content, application, and methodology. Critical Perspective Although typically rooted in Marxian theory, critical theory has entered the academy via a number of routes. In the field of organizational communication, the Frankfurt school and cultural studies in Europe provided its theoretical base (Delia, 1987; Eisenberg and Goodall, 1993; Lindlof and Taylor, 2002). In most cases, critical theory makes its contributions known to organizations through studies of power and hegemony despite a growing interest in discourses. For critical theorists, “organizations are a struggle site in which conflicting preferences and interpretations between the members of dominant and marginalized groups is inevitable” (Alvesson, 1993:134). These theorists recognize and focus on an organization’s hegemonic structure with an anti-managerial tone, power relations, ignored and silenced concerns of minorities, old and new forms of organizational 178 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Organizational Communication: An Analysis of the Main Perspectives, Main Concepts and Future Directions of the Field control (i.e., culture, identification), harsh working conditions, and so forth (Cheney, 1995). Consistent with their focus on a more democratic and participatory organizational life, critical scholars strive to contribute to the establishment of a democratic workplace where informed, authentic participation, and freedom from various coercive acts are possible. For this purpose, Habermas suggested an ‘ideal speech situation’ which might be regarded as the idealistic goal of these perspectives, in which organizational members who are affected by decisions can voice their concerns freely and openly with out one dominating the other in any way (Deetz, 2001). Basically, critical scholars aim to understand, critique, and educate in order to increase awareness and create more democratic, participative work environments, especially for lower-level employees and specific minority groups (Collins, 1998). Although the study in functional, structural perspective still dominates the field, the number of studies in both interpretive research and critical research increased throughout the 1990s (Martin, 2002). Main Concepts in the Field Four concepts were selected for the analysis: Communication, organization, culture, and voice/control. The concepts selected for the analyses provide valuable insights into the evolution and diversity of the field and the unique role that the organizational communication field can play among the many other fields that deal with organization and communication. Communication ‘Communication’ is the main concept to understand the field and different perspectives within the field. It crystallizes the role that the organizational communication field can play different from related disciplines. Although some attempts like Lasswell’s communication theory (Delia, 1987), have been observed to theorize communication in a way that help scholars to examine (mass) communication and its effect, the basic underlying theory that shaped the field of communication after 1950s was basically Shannon and Weaver’s theory, which posited that communication is the transmission of information or sending and receiving messages (Craig, 1999). The messages sent or received are assumed to have an objective reality; in such a way, messages exist independent of sender and receiver. Within the framework of this conceptualization, the studies mainly focused on information flow, message content, communication skills, message channel, message fidelity to understand communication problems, the nature of superior-subordinate relationships, and effectiveness of communication (Thayer, 1986). In this approach, technically ‘noise’, practically information overload, distortion, coordination problems, communication skills and attitudes, message content result in communication problems (Eisenberg and Goodall, 1993). Thus, in order to increase effectiveness in communication, clarity of message and open communication is proposed as a practical solution to managers (Dawson, 2004) as well as the rationale for making structural shifts in organizations that will allow more communication among organizational members from different positions (McPhee and Poole, 2001). These suggestions follow the assumption of that the problem in communication is not a norm, but exception (Miller et al., 1994) which has drawn from Sayı 36 /Bahar 2013 179 Yusuf YÜKSEL information overload, information blockage, communication skills of sender, or message content (Taylor, 1993). In spite of the heavy criticism of this model, this view of communication still dominates popular books, text books and the heads of scholars inside and outside the field (Zorn et al., 2000). In response to these critiques some attempts have been made as to develop new models of communication in the following years by Westley and Maclean, Dance, Thayer, Schramm (Ruben and Stewart, 2006), which complemented the original model with feedback, the role of receiver, situation and relationship variables, the notion of two-way communication, and strategic ambiguity as another communication strategy (Motley, 1990), but the models remained confined within the scope of information exchange model of communication. In contrast to this conceptualization of communication as information exchange, the scholars, influenced by aforementioned shifts in epistemological and ontological orientations regarding the nature of reality and social order suggested to focus on communication as a constitutive process (Peters, 1999), in which “messages are active part of the production of meaning, perceptions, and feelings” (Deetz, 1994: 573). In other words, communication is viewed as a process through which shared meanings are produced and reproduced (Putnam, 1983). This perspective can be perceived as a meaning-centered view whereby meaning is not universal and fixed, but negotiated and situated (Deetz, 2001). In compatible with this conceptualization, miscommunication or unintentional communication is something expected, not an exception (Axley, 1984). Clarity of message for effective communication is believed to be misleading because all meaning is seen as fundamentally contextual and constructed by individuals. Relational variables that arise through a combination of source, receiver, and message factors, and context should be considered when interpreting the massage rather than the message itself (Eisenberg, 1983). Regardless of making any argument on effectiveness, this perspective offers to look at the process rather than the outcome to understand communication. Although this shift is mostly reflected in the privilege of qualitative approaches over quantitative approaches, the difference between the perspectives should be considered more in tandem with epistemological and ontological shift (Kuhn, 2005). Although critical theory makes its role known in organizations through studies of power based on structural and ideological aspect of organizations, there is a growing interest in discourses in the field which focus on more micro-political processes, communication content, joined nature of power and resistance (Conrad and Hynes, 2001). Deetz (2001) even make a distinction like critical (macro-oriented) and dialogic (micro-oriented) perspective in his classification of the field. Critical scholars criticize information oriented studies of communication for their position on message in which the messages sent or received are assumed to have an objective reality (Taylor, 1993). They argue that communication does not simply portray reality that already exists as suggested by the informational view of communication; rather communication shapes reality which has intended and unintended consequences that both enable or constrain the possibilities of collective action and challenge the dominant system (Mumby and Stohl, 1996). However, by viewing communication as neutral as stated by functional 180 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Organizational Communication: An Analysis of the Main Perspectives, Main Concepts and Future Directions of the Field scholars, communication reproduces existing meanings which benefit some groups and lose its ability to challenge dominant systems and power while the constitutive view has a potential producing for new meaning (Deetz, 2001). By taking a constitutive view, critical scholars aim to explore political processes that are usually undemocratic and to support democratization and participation in the workplace. As understood from this discussion, effectiveness is considered part of workplace language that reflects and serves to maintain managerial control (Zorn et al., 2000). Organization Another important concept for the field that we should focus on is the different conceptualizations of ‘organization’, and its relation to the environment. In a similar line of thought with communication, the ontological and epistemological perspectives you take determine the way you understand the organization. Compatible with the abovementioned methodological stance of functional perspective, organizations are defined as places where groups or individuals work in cooperation in pursuit of common goals and interests (Jones et al., 2004). Organizations acquire a physical, rigid, and containerlike quality and communication is something that occurs in this physical space (Putnam, 1983). The scholars in this view tend to see organizations as fixed entities that can be understood based on its size, structure, hierarchical charts, and task practices. Using this perspective, the source of the power comes out of the fixed structural position of organizational members rather than situated activities of individuals. In contrast, in the interpretive perspective, organizations are viewed as a range of factionalized groups with diverse and multiple goals (Putnam, 1983). Organizations are dynamic; they are produced, reproduced and transformed thorough the ongoing activities of its members (McPhee and Zaug, 2001). Such that, a hierarchical chart is defined with a screen metaphor which implies the power structure existing in chart is the product of the interaction among organizational members rather than their structural positions. For the critical theories, organizations are site of struggle. The creation of meanings in the communication process is fundamentally mediated by power, leading to a struggle over meaning domination (Mumby, 1993, 2001). For instance, in Smith and Eisenberg (1987), the family metaphor in times of conflict was reinterpreted in a different way by employees and managers that caused tension among them. Family metaphor had been used to indicate closeness among all employees and difference from other parks for a long time. However, during the strike, family metaphor was interpreted differently by employees and managers. While employees perceived management’s economic measures to be a threat to the family, management tried to reinterpret family emphasizing that “family life can sometimes be hard, and families must make sacrifices if they are to survive” (Smith and Eisenberg, 1987: 375). This example clearly shows conflicting implications of metaphors in organizations which is a sign of struggle over meaning. Thus, critical scholars denote communication, power and organization as interdependent phenomena (Mumby, 2001). Culture Another important concept in the field is ‘culture’ which has its own well-developed Sayı 36 /Bahar 2013 181 Yusuf YÜKSEL literature. Different perspectives have been very much represented in the studies of organizational culture literature. These perspectives depend on their methodological stance, conceptualization of culture, the role of culture in organizational effectiveness and change, the role of communication and leader in culture. In functionalistic tradition, culture is taken as an essential organizational variable, something an organization has that can be managed to produce certain effects, such as effectiveness, commitment, and satisfaction in the workplace (Smircich, 1983). It is common to define organizational culture in this tradition by emphasizing widely shared values and practices within any given organization (Schein, 1985). From this standpoint, organizational culture has historically been described as widely shared patterns of beliefs, norms, rituals, symbols, and stories that develop over time and function as social or normative glue that hold people together. In this perspective, culture is essential for an organization’s success in tough times and to keep employees motivated (Martin, 2002; Pettigrew, 1979; Smircich, 1983). The scholars in the functional perspective argue that leaders or top managers play a central role in the transformation and creation of a strong culture. They can build a strong culture by emphasizing a set of values and norms, adapting certain policies, rituals, and performances and communicating a vision (Bryman, 1999; Deetz et al., 1999; Mc Donald, 1991). This strong and unified culture is supposed to lead to greater commitment and effectiveness in organizations (e.g. Peters and Waterman, 1982). In fact, this view of organizational culture continues to attract attention from both managers and scholars due to its claim that culture can be a tool for managers to improve organizational effectiveness. The assumptions underlying the positivist, functional organizational culture literature have been extremely challenged (Alvesson, 1993, Gregory, 1983, Smircich and Calas, 1987). Many academics who were highly critical of this view of organizational culture emphasized the need for new perspectives to expand the types of issues being studied and address the deficiencies of the functional and structural analysis of culture (Pacanowsky and Trujillo, 1983). The academics also criticized the monolithic, highly shared view of culture that addresses multiple goals, cultures and ambiguity in organizations (Chan, 1996, Wood, 2004). As a reflection of ‘interpretive turn’ in the organizational communication literature, organizational culture focuses on more processes through which people construct organizational reality and meaning (Geertz, 2000; Smircich, 1983). In this perspective, organizational culture is not unitary; it is reciprocal like a fluid and constructed through communication (Smith and Eisenberg, 1987). This view gives considerable attention to constitutive and performative functions of communication through which culture of an organization manifest itself (Pacanowsky and Trujillo, 1983). This perspective changes completely our conception of organizational culture. As stated by Smircich (1983: 387), “a culture is not something organization has; a culture is something organization is”, in such “organizations can be understood as cultures”. The researcher’s role is defined as a ‘cultural interpreter’ who intends to describe and interpret the meanings related to the activities of people with the purpose of drawing the natives’ points of view (Geertz, 1973). Critical theorists point out the hegemonic structure of workplace and emphasize 182 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Organizational Communication: An Analysis of the Main Perspectives, Main Concepts and Future Directions of the Field power relations and how the notion of strongly unified culture can be used to control employees (Kunda, 2006). Culture is seen as a set of explicit and implicit rules and body of traditions that guides the relationship between the organization and its members; as such, culture governs what the organizational members need to know, think, and feel in order to meet the standards of membership (Kunda, 2006). In general, according to critical scholars, management of organizational culture is thought to improve control rather than to directly increase performance, and the notion of strong culture and identification is viewed as a form of value-based unobtrusive control which has gradually replaced simple, technical, and bureaucratic forms of control (Papa et al., 1997). This new form of control adopted, especially in modern organizations, limits decision options for organizational members in favor of organizational interest and masks the mechanism of discipline (Zorn et al., 2000). In addition, critical scholars emphasized cultural variation within organizations in the form of subcultures, multi-cultures, and finally the tensions and paradoxes among these cultures (Alvesson, 1993; Chan, 1996). They aim to increase awareness and create more democratic, participative work environments especially for lower-level employees. Control/Voice ‘Control and voice’ is another concept which is quite helpful to understand the goal of different perspectives within the field. The perspectives in the field have different orientations in terms of the nature of control and which voice to reflect. The studies in the functionalist perspective mostly aim at increasing effectiveness by prediction and control which inherently reflects a managerial interest and voice while the interpretive perspective is increasingly characterized by a multiple voice perspective of organizational actors regardless of the hierarchical position and without taking an open side between managerial and employee interests (Mumby and Stohl, 1996). In fact, the functional perspective as well as other perspectives supports a pro-people and pro-profit notion (Eisenberg and Goodall, 1993), but the emphasis of the functionalist perspective on prediction and control inherently reflects a managerial bias. However, critical scholars focus on lowlevel employees with a goal to increase their consciousness and enact a more democratic workplace (Tompkins and Cheney, 1985). Deetz (2001:38) challenged us to “rethink the goals of research and to move from a managerial bias to consider alternative voices as well as the social and political consequences of organizational activities”. Critical scholars also criticize the interpretive perspective for not having a research agenda for a better organizational life whereas, their multiple voice approach in some way contributes to the benefits of the low-level employees. In critical view, the notion of strong culture (Martin, 1992, 2002), identification, empowerment, (Papa et al., 1997), and teamwork (Barker, 1993) can become a new form of control -concertive control- which basically based on value-based appeals. Peer influence in team work or strong identification that limits decision options for the organizational members in favor of organizational interest mask the mechanism of discipline. In addition, the workplace language (i.e. teamwork, participation, empowerment, strong culture) drawn from managerial discourse in popular management books justifies a wide range of managerial actions and interests, frame these concepts in a positive light and helps to maintain voluntary consent (Lewis et al., 2006). A statement that explains the voluntary consent would be “power is most effective when it is unnecessary” (Hardy and Clegg, 1996: 32). Critical scholars suggest a democratic Sayı 36 /Bahar 2013 183 Yusuf YÜKSEL workplace where informed, authentic participation and freedom from various coercive are possible. Habermas’s ‘ideal speech situation’ might be conceived as the idealistic goal of these perspectives in which the organizational members affected by decisions voice their concerns freely and openly (Deetz, 1996). Discussion of Perspectives and Concepts in the Field The main argument in this paper is the idea that the field can be best represented in the comparison and contrast of these three perspectives. None of these perspectives is comprehensive enough to define the field, but each one constitutes a unique map for making sense the field of organizational communication. Based on the aforementioned debate, it is obvious that the development of various perspectives not only contributed to the flourishing of the field but also brought more complex and nuanced understandings of organizational communication. The field has also been classified in other ways by different scholars who privilege different assumptions regarding the field. For instance, Deetz (2001) classified the field as ‘normative, interpretive, critical and dialogic’. Some other scholars demonstrated how the field divided based on ‘structure/action dialectic’ (Conrad and Hynes, 2001), or in its methodological preferences ‘qualitative / quantitative’, ontological stance ‘objective reality / subjective reality’ or ‘positivism / social constructionism’ (Putnam 1983; Redding and Tompkins, 1988). All these classifications have a ground in the field, but as it is in all classifications, they all have some limitations. For instance, as suggested by Kuhn (2005: 624), the shift in the field in the 1980s provided “a warrant for the proliferation of qualitative approaches against the dominance of quantitative research”, but the value of the shift “as an innovation is lost if it is considered merely a methodological rather than an epistemological or ontological shift”. In this sense, this study is an indication of the belief that these perspectives cover the epistemological or ontological shift among different approaches in the field not only methodological. Although Deetz’s (2001) classification very much represents the field, the distinction between critical and dialogic perspectives has many aspects overlapping that make it difficult to address in the analysis of different concepts or themes in the field. The concepts selected (organization, communication, culture, voice /control) for the analysis provides valuable insights into understanding the field. As the foregoing literature explains, there is little agreement on the description of these concepts though both ‘organization’ and ‘communication’ label the name of the field. In this sense, these concepts are critical to reflect the nature and diversity of the field and the unique role that organizational communication field can play among the many other fields such as management or administrative science. In fact, the interpretive and critical perspectives brought to the field new conceptualizations of many critical concepts as well as rich understandings of communication and organization. If the field would remain dominantly confined to the study of tangible message outputs, information flow, and processes like organizational diagnosis and development, scholars of organizational communication would have difficulty in expressing what they do different from other fields. However, right now, as indicated above, different conceptualizations of organization and communication 184 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Organizational Communication: An Analysis of the Main Perspectives, Main Concepts and Future Directions of the Field provide scholars with new directions for research and a wide a range of flexibility in terms of content, application and methodology. In a similar line of thought, it seems that the study of ‘culture’ provides valuable insights into understanding of organizations and communication. Even, some scholars such as Pacanowsky and Trujillo (1983) suggest studying communication in organizations as ‘cultural performances’. Thus, although the position of each perspective is different, it seems reasonable to say that organizational culture or specifically cultural metaphor becomes a significant lens for communication scholars to examine or engage with organizations (Pacanowsky and Trujillo, 1983; Van Maanen, 1991). Similarly, ‘voice/ control’ concepts can help develop the identity of organizational communication by focusing on multiple voices and emerging control mechanisms with a focus on not only managers but also low-level employees (Mumby and Stohl, 1996). Current Gaps and Future Directions Current Gaps Organizational communication faces similar limitations that obstruct most academic fields. First, there is a persistent gap between academic world and professional world. This idea is popular at many disciplines, but the consequentiality of communication suggests that communication scholarship can be and need to be part of the practice and produce publicly meaningful outcomes by addressing the concerns of both managers and followers (Ruben, 2000). Organizations are generally concerned with a profit motive or a mission motive and a research which does not advance one of those motives does not find a ready audience in the field of practice. In their book on organizational communication, Eisenberg and Goodall (1993) ask to reconsider the role of communication in business, profit and accomplishment of mission as parts of their scholarly interest. This argument hasn’t taken as a suggestion for going back to the time when the field was mainly characterized to serve managers to increase effectiveness and productivity. To take perspectives of all stakeholders and consider multiple voices seems to be one of the most distinguishing characteristics of the field. There are many different examples in the field that goes behind a managerial bias, but helpful in terms of the richness they provide to understand organizations (e.g. Barker, 1999), reflexivity it provides to managers (e.g. Barge, 2004) and making visible the emotions and voice of different groups in the organization as well as managers (e.g. Hylmo and Buzzanell, 2002; Van Maanen, 1991). Especially, the field of organizational communication can provide a process oriented approach in addition to antecedent or outcome oriented approach. If organizational communication scholars can’t do that, as stated by Ruben (2005: 295), the gap will be filled out by “practical and professional writers who do not have a scholarly understanding of communication”. Thus, organizational communication scholars need to remember that they have a dualistic responsibility when conducting academic research: providing knowledge for the field and also providing recommendations and suggestions for organizational management and employees. Organizational communication scholars can offer many different perspectives for making sense of the world, which can benefit practice by drawing the attention of practitioners to the actual complexities of organizational life and helping organizational Sayı 36 /Bahar 2013 185 Yusuf YÜKSEL members to steer away from superficial, cut-and-paste solutions. Secondly, communication is inherently a broad, interdisciplinary topic that has been studied by scholars from many different fields. At this point, it is important to recognize that the contributions of scholars that are outside the field of communication in no way discredit the work of those within the communication field. Instead, they can provide new insights. Regardless of one’s field of organizational expertise (e.g. management, behavior, theory, communication) there is not a golden bullet to solve organizational issues. Perhaps it is at the juncture of different fields that rich data is to be found. Rather than persisting in a method or perspective to the exclusion of the rest of the academy, communication scholars might bring significant value to their research through interdisciplinary research with scholars from other fields. As Eisenberg and Goodall (1993) suggest, the scholars must no longer work independently to achieve their goals but should coordinate with organizational theorist and behaviorist to meet the needs of administrators, managers and policy makers. The last gap that will be addressed is the distinction between micro-level and macrolevel approaches. There is a tendency towards the analysis of communication patterns, practices, and interpersonal communication within the boundaries of organization without taking into account the broader level of power, ideology, economy, and cultural factors that surrounds the organization (Jones et al., 2004). Systems theorists suggests scholars to think organization as located in the environment rather than being in isolation from the environment, to consider the continuing evaluation of relationships, and to take into account macro structures as well as micro structures to understand organizations. In this sense, organizational communication scholars need to get “dialectic of micro-practice and macro-thinking which necessities more meso-level research” (Jones et al., 2004: 732). Future Directions With the rise of new technologies, mediated communication has become an important part of organizational life. This provides an opportunity for organizational communication scholars to lead in the development of this important area. With the rise of mediated communication, virtual organizations and teams, distributed organizations and workgroups, transnational organizations will be a significant part of the future of local and global organizations (Fulk and Jarvis, 2001). These new forms of organizations bring diversity to the workplace with possible implications on the conflict, identification, culture, and communication practices. This area offers significant opportunities for communication scholars to lead the field of study with a communication perspective. Another important change in organizations deals with the structure. Early conceptions of organizational structure were driven by the command and control models of military and other hierarchical structures. The recognition of emergent structures, technologies and complexities highlight the corresponding complexity of the manager’s role. An early management theorist, Henry Mintzberg says that the “management school has been more effective at training technocrats to deal with structured problems than managers to deal with unstructured ones” (Pugh and Hickson, 1997: 28). This problem has been discussed by Donald Schön (1983:45) in his book, ‘The Reflective Practitioner’, noting that a gap exists “between professional knowledge and the demands of the real-world practice”. 186 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Organizational Communication: An Analysis of the Main Perspectives, Main Concepts and Future Directions of the Field The mismatch between technocratic training of experts is an opportunity for the field of communication. Organizations are looking for managers and communication studies that can meet that need. Conclusion The field of organizational communication has made improvements since the field emerged in the last three decade with its own content, methodology, and applications and generated an adequate body of research within different perspectives (Mumby, 1993). Not only have new perspectives been addressed, but also novel methodologies for studying these various perspectives have been created. Organizational communication scholars interested in organizational processes seemed to pick up where management scholars left off by studying not only the antecedents, outcomes of many common areas of study, such as culture, change, and leadership, but also the process where culture, change, and leadership occur. Therefore, the doubts and hesitations communicated in the 1980s concerning the future of the field have been diminished. However, many literature reviews (Mumby and Stohl, 1996; Deetz, 2001; Redding and Tompkins, 1988) published in the last decade both praised the field of organizational communication for its emergence and success, and posed questions of doubt regarding the field’s continued achievement or accomplishment considering that if there is any reasonable area of agreement on what the field is. This paper is mostly devoted to the representation of three perspectives which are basically distinguished in their methodological and theoretical orientations. None of these perspectives can fully speak on behalf of the field. Each one constitutes a unique map for making sense of the world, but none of these maps is comprehensive or provides all the answers by itself. In this sense, representation of the field by different perspectives provides richness to the field compared with the time when organizational communication was solely dominated by functional, positivist research. That’s why; scholars of organizational communication should leave off asking for a unified, grand (scientific) theory integrating different perspectives. The possible problem is not the diversity or different perspectives in the field, but the possible isolation of each perspective rather than exercise influence over each other. One can prefer taking a perspective and use it more appropriately and deeply and at the same time, can benefit from insights generated by utilizing the other perspectives. That’s why; scholars of organizational communication at least need to be aware of other perspectives’ general assumptions in a way they can use them to provide insights into their own research in direct or indirect ways. References Alvesson, Matz, (1993). Cultural Perspectives on Organizations, New York: Cambridge University Press. Axley, Stephen, (1984). “Managerial and Organizational Communication in terms of the Conduit Metaphor”, Academy of Management Review, 9, 428–437. Sayı 36 /Bahar 2013 187 Yusuf YÜKSEL Berlo, David, (1960). The Process of Communication: An Introduction to Theory and Practice, San Francisco: Rinehart Press. Barge, J. Kevin, (2004). “Reflexivity and Managerial Practice”, Communication Monographs, 71, 70-96. Barker, James, (1993). “Tightening the Iron Cage: Concertive Control in Selfmanaging Teams”, Administrative Science Quarterly, 38, 408-437. Barker, C. Joan, (1999). Danger, Duty and Disillusion, Illinois: Waveland Press. Berger, R. Charles, (1977). “The covering law perspective as a theoretical basis for the study of human communication”, Communication Quarterly, 25, 7-18. Bryman, Alan, (1999). Leadership in Organizations, London: Sage. Bullis, Connie, (2005). “From Productivity Servant to Foundation to Connection”, Management Communication Quarterly, 18, 595-603. Chan, Janet, (1996). “Changing Police Culture”, British Journal of Criminology, 36, 109-134. Cheney, George, (1995). “Democracy in the Workplace: Theory and Practice from the Perspective of Communication”, Journal of Applied Communication Research, 23, 167-200. Craig, T. Robert, (1983). “Galilean Rhetoric and Practical Theory”, Communication Monographs, 50, 395-412. Craig, T. Robert, (1999). “Communication Theory as a Field”, Communication Theory, 9, 119-161. Conrad, Charles, and Haynes, Julie, (2001). “Development of Key Constructs”, In Fredric M. Jablin and Linda Putnam (eds.), The New Handbook of Organizational Communication, Thousand Oaks, CA: Sage, pp. 44-77. Dawson, Patrick, (2004). “Managing Change”, Dannis Tourish and Owen Hargie (eds.), Key Issues in Organizational Communication, New York: Routledge, pp. 60-73. Deetz, Stanley, (1994). “Future of Discipline: The Challenges, the Research, and the Social Contribution”, Stanley Deetz (ed.), Communication Yearbook, CA: Sage, pp.565-600. Deetz, Stanley, (2001). “Conceptual Foundations”, Fredric M. Jablin and Linda Putnam (eds.), The New Handbook of Organizational Communication, Thousand Oaks, CA: Sage, pp. 3-46. Delia, Jesse, (1987). “Communication Research: A History”, Charles R. Berger and Steven H. Chaffee (eds.), Handbook of Communication Science, Beverly Hills, CA: Sage, p. 20-98. Eisenberg, Eric, (1984). “Ambiguity as Strategy Communication”, Communication Monographs, 51, 227-242. 188 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi in Organizational Organizational Communication: An Analysis of the Main Perspectives, Main Concepts and Future Directions of the Field Eisenberg, E. and Goodall, H. L., (1993). Organizational Communication: Balancing Creativity and Constraint, Bedford: St Martin’s. Fulk, J. and Collins, L., (2001). “Wired Meetings: Technological Mediation of Organizational Gatherings”, Fredric M. Jablin and Linda Putnam (eds.), The New Handbook of Organizational Communication, Thousand Oaks, CA: Sage, pp. 624-663. Geertz, Clifford, (2000). The Interpretation of Cultures, New York: Basic Books. Gregory, L. Kathleen, (1983). “Native-view Paradigms: Multiple Cultures and Culture Conflicts in Organizations”, Administrative Science Quarterly, 28, 359-376. Goldhaber, Gerald, (1978). Communication Research, 5, 76-96. “Organizational Communication”, Human Hardy, C. and Clegg, R. S., (1996). “Some Dare Call it Power”, In Clegg R. Stewart et al. (eds.), Handbook of Organization Studies, London: Sage Publications, pp.622-641. Hylmo, A. and Buzzanell, M. P., (2002). “Telecommuting as Viewed Through Cultural Lenses: An Empirical Investigation of the Discourses of Utopia, Identity, and Mystery”, Communication Monographs, 69, 329-356. Jones, Elizabeth, (2004). “Organizational Communication: Challenges for the New Century”, Journal of Communication, 54, 722-750. Kuhn, Timothy, (2005). “The Institutionalization of Alta in Organizational Communication Studies”, Management Communication Quarterly, 18, 618-627. Kunda, Gideon, (1992). Engineering Culture, Philadelphia: Temple University Press. Lewis, K. Laurie, (2006). “Advice on Communicating During Organizational Change: The Content of Popular Press Books”, Journal of Business Communication, 43, 113–137. Martin, Joanne, (1992). Cultures in Organizations, New York: Oxford University Press. Martin, Joanne, (2002). Culture Wars, Thousand Oaks: Sage. McDonald, Peggy, (1991). “The Los Angeles Olympic Organizing Committee: Developing Organizational Culture in the Short Run”. Peter Frost (ed.), Reframing Organizational Culture, Newbury Park: Sage, pp. 26-38. Mcphee, R. D. and Zaug, P., (2001). “Organizational Theory, Organizational Communication, Organizational Knowledge and Problematic Integration”, Journal of Communication, 12, 574-591. McPhee, D. R. and Poole, S., (2001). “Organizational Structures and Configurations”, Frederick M. Jablin and Linda Putnam (eds.), The New Handbook of Organizational Communication, CA: Sage Publications. pp. 503-543. Miller, Vernon, (1994). “Antecedents to Willingness to Participate in a Planned Organizational Change”, Journal of Applied Communication Research, 22, 59-80 Sayı 36 /Bahar 2013 189 Yusuf YÜKSEL Motley, T. Michael, (1990). “On Whether One Can (not) Communicate: An Examination Via Traditional Communication Postulates”, Western Journal of Speech Communication, 54, 1-20. Mumby, K. D. and Stohl, C., (1996). “Disciplining Organizational Communication Studies”, Management Communication Quarterly, 10, 50-72. Mumby, K. Dennis, (1993). “Critical Organizational Communication Studies: The Next 10 Years”, Communication Monographs, 60, 18-25. Mumby, K. Dennis, (2001). “Power and Politics”, Frederick M. Jablin and Linda Putnam (eds.), The New Handbook of Organizational Communication, CA: Sage, pp.585623. Pacanowsky, M. and O’Donnell-Trujillo, N., (1983). “Organizational Communication as Cultural Performance”, Communication Monographs, 50, 127-147. Papa, J. Michael, (1997). “Organizing for Social Change within Concertive Control Systems: Member Identification, Empowerment, and the Masking of Discipline”, Communication Monographs, 64, 219-249. Peters, J. Durham, (1999). The Problem of Communication, Chicago: University of Chicago Press. Peters, J. T. and Waterman, H. R., (1982). In Search of Excellence: Lessons From America’s Best-run Companies, New York: Harper & Row. Pugh, S. D. and Hickson, J. D., (1997). Writers on Organization: An Invaluable Introduction to the Ideas of Leading Authorities of Management, London: Penguin Books. Putnam, Linda, (1983). “The Interpretive Perspective: An Alternative to Functionalism”, Linda Putnam and Michael. E. Pacanowsky (eds.), Communication and Organizations: An Interpretive Approach, Beverly Hills, CA: Sage Publications, pp. 3154. Putnam, Linda, (1986). “Contradictions and Paradoxes in Organizations”, Lee Thayer (ed.), Organizational Communication: Emerging Perspectives, Norwood, NJ: Ablex. pp. 151-167. Putnam, L. and Krone, J. K., (2006). “Editors’ Introduction”, Linda Putnam and Kathleen J. Krone (eds.), Organizational Communication, Thousand Oaks, CA: Sage. pp. xxiii – xxiii. Redding, W. C. and Tompkins, K. P., (1988). “Organizational communication: Past and Present Tenses”, Gerald. M. Goldhaber and George. A. Barnett (eds.), Handbook of Organizational Communication Norwood, NJ: Ablex, pp. 5-33. Richetto, M. Gary, (1977). “Organizational Communication Theory and Research: An Overview”, Brent D. Ruben (ed.), Communication Yearbook 1, Transaction Publishers, pp. 331-346. 190 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Organizational Communication: An Analysis of the Main Perspectives, Main Concepts and Future Directions of the Field Ruben, D. Brent, (2000). “Systems Theory and the Quality Approach to Organizations”, Linda C. Lederman and David W. Gibson (eds.), Communication Theory: A Casebook Approach, Dubuque, IA: Kendell Hunt, pp. 173-201. Ruben, D. Brent, (2005). “Linking Communication Scholarship and Professional Practice in Colleges and Universities”, Journal of Applied Communication Research, 33, 294-304. Ruben, D. B. and Stewart, P. L., (2006). Communication and Human Behavior (5th edition), Allyn: Bacon. Schein, H. Edgar, (1985). Organizational Culture and Leadership, San Francisco: Jossey-Bass. Schön, A. Donald, (1983) The Reflective Practitioner: How Professionals Think in Action, London: Temple Smith Smircich, Linda, (1983). “Concepts of Culture and Organizational Analysis”, Administrative Science Quarterly, 28, 339-358 Smircich, L. and Calas, M., (1987). “Organizational Culture: A Critical Assessment”, Frederick Jablin et al. (eds.), Handbook of Organizational Communication, Beverley Hills, CA: Sage, pp. 228-263. Smith, C. R. and Eisenberg, M. E,, (1987). “Conflict at Disneyland: A Rootmetaphor Analysis”, Communication Monographs, 54, 367-380. O’Kane, Paula, et al., (2004). “Communication Without Frontiers: The Impact of Technology Upon Organization”, Dennis Tourish and Owen Hargie (eds.), Key Issues in Organizational Communication, New York: Rutledge, pp. 74-95. Orlikowski, J. Wanda, (1992). “The Duality of Ttechnology: Rethinking the Concept of Technology in Organizations”, Organization Science, 3, 398-427. Taylor, James, et al., (2001). “Organizational Communication Research: Key Moments, Central Concerns, and Future Challenges”, Communication Yearbook, 24, 99137. Taylor, James, (1993). Rethinking the Theory of Organizational Communication: How to Read an Organization, Norwood, New Jersey: Ablex Publishing. Thayer, Lee, (1986). Communication and Communication Systems: In Organization, Management, and Interpersonal Relations, Lanham: University Press of America. Tompkins, Philip, and Cheney, George, (1985). “Communication and Unobtrusive Control in Contemporary Organizations”, Robert McPhee and Philip K. Tompkins (eds.), Organizational Communication: Traditional Themes and New Directions, Beverly Hills, CA: Sage. pp. 179-210. Van Maanen, Joan, (1991). “The Smile Factory: Work at Disneyland”, Peter Frost et al. (eds.), Reframing Organizational Culture, Newbury Park: Sage, pp. 58-76. Sayı 36 /Bahar 2013 191 Yusuf YÜKSEL Wood, Jennifer, (2004). “Cultural Change in the Governance of Security”, Policing & Society, 14, 31-48. Zorn, E. Theodore, (2000). “Nuts about Change: Multiple Perspectives on Changeoriented Communication in a Public Sector Organization”, Management Communication Quarterly, 13, 515-566. Zorn, E. Theodore, (2002). “The Emotionality of Information and Communication Technology Implementation”, Journal of Communication Management, 7, 160-171. 192 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi Analyzing Conflict Factors and Conflict Management Strategies of the Teachers Working in Private Schools in Kayseri Özlem GÜLLÜOĞLU Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü E-posta: [email protected] Anahtar Kelimeler: Örgütsel Çatışma, Çatışma Yönetimi, Çatışma Yönetimi Stratejileri, Özel İlköğretim Okulları Keywords: Organizational Conflict, Organizational Conflict Management, Conflict Management Strategies, Private Primary Schools Öz Çatışma kavramı insanın var olduğu her yerde mevcut olan ve varlığını yaşamın her alanında hissettiren bir olgudur. Kavram, farklı bilim dalları tarafından araştırılmış, sebepleri ve sonuçları üzerine literatürde çok sayıda araştırma yapılmıştır. Çatışma kavramı geleneksel görüşte tehlikeli ve ortadan kaldırılması gereken bir kavram olarak değerlendirilirken, modern görüşte -yönetildiği takdirde- örgütler için tetikleyici bir unsur olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmada, Kayseri’de hizmet veren özel ilköğretim okulu öğretmenlerinin çatışma faktörlerinin belirlenmesi, çatışma durumlarında uyguladıkları çatışma yönetimi stratejilerinin tespit edilerek, söz konusu stratejilerin kullanımının, öğretmenlerin demografik özellikleri bağlamında farklılaşma durumu incelenecektir. Abstract The concept of conflict is inevitable and being lived in everywhere. There are lots of surveys on it in different fields of sciences in the literature. The concept evaluated as a dangerous and destructive according to traditional approach while modern approach evaluates it as a chance if managed successfully. In this study, we aim to examine the conflict factors which teachers are facing in private primary school in Kayseri. Also we will try to study on conflict management strategies which teachers use in the conflict process. And finally, we will look at the possible differences between these conflict management strategies and demographic variable of teachers. Özlem GÜLLÜOĞLU Giriş Çağımızda her alanda olduğu gibi, örgütsel alanda da değişim kaçınılmaz bir hal almış; değişik altyapılardan oluşan ve homojen olmayan örgütler farklılaşmayı da beraberinde getirmiştir. Örgütsel yapı içerisinde yaşanan bu dönüşüm ise “çatışma” ve “çatışma yönetimi” kavramlarını daha görünür kılmıştır. Örgütlerde meydana gelen çatışmalar örgütün dinamik yapısının gereğidir. Eğer bir örgüt içerisinde anlaşmazlık ve çatışma yoksa bu durum örgütte sorun yok anlamına gelmemektedir. Çünkü durağanlık da bir tür sorundur. Bu nedenle örgütte meydana gelen çatışma hep olumsuz olarak algılanmamalıdır. Eğer çatışma iyi yönetilirse örgüt için olumlu yönde değişmenin ve örgütsel etkinliğin de tetikleyicisi olabilir (Fleedwood, 1987:6). Çatışmanın etkin yönetimi için çalışanların çatışma faktörlerinin doğru belirlenmesi, çözüme götürecek stratejinin de doğru tespit edilmesine yardımcı olacaktır. Söz konusu akademik kaygıyla kaleme alınan bu çalışma, Kayseri’de hizmet veren özel ilköğretim okulu öğretmenlerinin çatışma faktörlerini, söz konusu çatışma faktörlerini yönetmede kullandıkları çatışma stratejilerini ve bu stratejilerin öğretmenlerin demografik özelliklerine göre farklılaşma durumunu tespit etmeyi amaçlamaktadır. Çalışmada öncelikle, çatışma ve örgütsel çatışma kavramlarına yönelik teorik altyapı oluşturulmaya çalışılacak; örgütsel çatışmanın tanımı, çatışma nedenleri, çatışma yönetimi kavramı ve çatışmanın çözümünde uygulanan çözüm stratejileri kuramsal olarak açıklanmaya çalışılacaktır. Çalışmanın ikinci kısmında ise Kayseri İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden alınan izin ve bilgiler doğrultusunda Kayseri’de hizmet veren özel ilköğretim okulu öğretmenleri ile gerçekleştirilen anket çalışmasının bulgularına yer verilecektir. Örgütsel Çatışma Kavramı ve Örgütsel Çatışmanın Nedenleri Her birimiz işimize iki patron ile birlikte geliriz. Bunlardan biri örgüt ve yönetim, diğeri ise içimizdeki “ben” dir (Mayer, 1990:115). Sosyalleşmenin girdisi olan insan unsurunun bulunduğu her yerde bireysel farklılıklara bağlı olarak bireyler arası anlaşmazlık ve çatışmaların olması kaçınılmaz bir sonuçtur. Çatışma kavramı karmaşık neden-sonuç ağı içermesi ve taraflarca farklı algılanması nedeniyle tanımlanması ve incelenmesi güç bir konudur. Dolayısıyla ilgili yazında çatışma kavramına yönelik kesin bir tanımlama mevcut değildir. Her yeni çalışma bu tanımlamalara yenisini eklemekte ve kavrama farklı bir bakış açısı getirmektedir. Örneğin Koçel’e (1998:488) göre çatışma, iki veya daha fazla kişi veya grup arasındaki çeşitli kaynaklardan doğan anlaşmazlıktır. Başka bir tanımda Gordon (1991:465) çatışmayı, birbirine uymayan veya zıt potansiyel etkilerin ilişkiler bütünü olarak ifade etmektedir. Sözlük anlamına bakıldığında çatışma, söz, iddia veya davranışların birbirini tutmaması, birbiriyle çelişmesi anlamına gelmektedir (TDK, 1998: 238). Örgütsel çatışma kavramı ise yönetim biliminde ilk defa Marry Parker Follett (1995) tarafından dikkat çekilen bir konudur. Follett, farklılıkları kabul etmeyi çatışmayı olumlu yönde yönetmenin ilk ve en önemli adımı olarak görmekte; örgütsel çatışmayı etnik bir ön yargılama, bir savaş olarak değil, farklılıkların bir görüntüsü, fikirlerin farklılığı ve farklı 194 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi ilgiler olarak ifade etmektedir. Örgütsel çatışmaya yönelik yapılan bir diğer tanımlamada ise kavram, örgüt içindeki birey ya da gurupların kendi içlerinde, aralarında ya da örgütle, çeşitli nedenlerden kaynaklanan, uyuşmazlık, anlaşmazlık veya birbirine ters düşme şeklinde ortaya çıkan etkileşim süreci olarak tanımlanmaktadır (Sökmen ve Yazıcıoğlu, 2005: 3). Çatışmanın olumsuz ve yıkıcı sonuçlarını bertaraf etmek çatışmayı iyi yönetmekle mümkündür. Öyle ki, Hellriegel (1986), Mayer (1990), Tjosvold (1991) Medcalf ve Unwick (2003) gibi yazarlara göre, çatışmanın yıkıcı boyutlara gelmeden önce örgüt ve iş gören yararı doğrultusunda yönetilmesi ustalık gerektirmekte ve kavramın doğru yönetilebilmesi öncelikle nedenlerinin doğru tespit edilmesiyle mümkün olmaktadır. Hendricks (1992)’e göre ise çatışma, pozitif ya da negatif değildir. Çatışma tehlikelerin belirtisi olabileceği gibi yeni fırsatların habercisi de olabilmektedir. Çatışmanın sonuçlarının olumlu veya olumsuz olması çatışmanın nasıl anlaşıldığına ve nasıl yönetildiğine bağlı olmaktadır. Çatışmanın olumsuz bir kavram olarak görülmesi, çatışmanın anlamı hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaktan ve geçmişteki olumsuzluklardan hareketle çatışmaya yıkıcı bir anlam yüklemekten kaynaklanmaktadır. Bu noktada yönetime düşen görev, çatışmanın en az zararla atlatılabilmesi ve hatta fırsata çevrilebilmesi için çatışmaya neden olan faktörleri belirlemektir. Eğer çatışmaya neden olan faktör ya da faktörler doğru olarak tespit edilebilirse, çözüme yönelik doğru stratejinin belirlenmesi de kolaylaşacaktır. Örgütsel çatışmanın nedenlerine yönelik literatür sınıflandırması 3 ana başlık altında toplanabilir: •Kişisel farklılıklardan kaynaklanan çatışmalar •Örgütsel yapıdan kaynaklanan çatışmalar •İletişim eksikliğinden kaynaklanan çatışmalar Kişisel Farklılıklardan Kaynaklanan Çatışmalar Örgüt çalışanlarının kişilik farklılıkları örgütsel çatışmanın en temel nedenleri arasındadır. İlgili yazında çatışmaya yol açan bu farklılıklar aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır (Kılınç, 1986: 157; Hitt vd., 1989:449; Sandole ve Kelman, 1993: 32; Luthans, 1995:278; Usal ve Kusluvan, 1997: 76; Davis, 1998: 336; Rollinson vd., 1998: 405; Tekarslan vd., 2000: 296; Eren, 2000: 289; Şimşek vd., 2003: 289; Coşkun, www. hrturkiye.com): •Kişilik Uyuşmazlığı •Fikir Ayrılığı •Kişisel ilgi ve Hedeflerin Farklılığı •Engellenme •Stres •Amaç farklılığı Sayı 36 /Bahar 2013 195 Özlem GÜLLÜOĞLU •Değer ve algılayışlardaki farklılıklar •Algılama Farklılığı •Çıkar farklılığı •Statü Farklılıkları •Rol Çatışması Konuya ilişkin farklı bir bakış açısı Hofstede (1980)’in kültürel farklılıkları ortaya koymakta kullandığı boyutlardan birisi olan bireycilik-toplumculuk (individualismcollectivism) yaklaşımıdır. Bu boyut bireyin çevreye yönelişlerinde kişisel amaçlarını ön planda tutması ve “ben” merkezli bir yaşam biçimine yönelmesi ya da ortak amaçların öncelik kazandığı, “biz” anlayışı ve işbirliğine yatkınlık olarak tanımlanabilecek davranış ve tutumları kapsamaktadır. Hofstede’in oluşturmuş olduğu kültür boyutu içerisinde yer alan bireyselci ve kolektivist özelliklerin ağır bastığı toplumlarda çatışma yönetimi stratejisi farklılık göstermektedir. Öyle ki, bireysel kültürün ağır bastığı ortamlarda, kişiler kendi istek, amaç, ihtiyaç ve başarılarını grubun çıkarlarından üstün tutarak gerçekleştirmeye çalışırlar. Bu tür toplumlarda çatışma yönetimi stratejisi olarak güç kullanma ya da uyma stratejileri uygulanmaktadır. Ortaklaşa (kolektivist) kültürün yaşandığı ortamlarda ise grubun çıkarı, amaçları ve başarısı kişisel çıkarlardan daha önceliklidir. Bu tür toplumlarda daha çok bütünleşme ve uzlaşmaya dayalı stratejilerin uygulandığı saptanmıştır (Kaushal ve Kwantes, 2006:582; Boonsathorn, 2007:200). Öte yandan bazı araştırmacılar kişilik özelliklerini, karşılaşılan çatışmaların sebepleri içinde küçük bir oran olarak kabul etmektedirler (Hines, 1980; Latham ve Wexley, 1981; Schmidt ve Tannenbaum, 1995). Öyle ki, yöneticilerin gözünde çalışanın düşük performansının nedeni bireysel tembellik, beceri eksikliği ve motivasyon düşüklüğü olabilirken, çalışanların gözünde düşük performansın nedeni gerekli araç gereç ve malzemeyi temin edememe, işbirliğine uygun olmayan çalışma arkadaşları vs. olabilmektedir. Dolayısıyla yöneticilerin dikkatli olmaları gereken konulardan biri, kötü davranışın ille de kötü kişiliği belirlemeyeceğidir. Tam tersi, kişiler arası ilişkilerdeki saldırgan ve sert tutumların nedeni, iyi niyet sahibi olmalarına rağmen çoğu insanın yoğun duygusal anlarda ne yapacağını bilememesi olabilmektedir (Whetten ve Cameron,1991: 397). Özetle, kişisel farklılıklardan kaynaklanan çatışma nedenlerinin bireysel odaklı olduğunu ifade edebiliriz. Burada dış etkenler değil, çalışanların başta kişisel özellikleri olmak üzere, amaç ve değerlerinin diğer çalışanların hem kişisel özellikleriyle hem de amaç ve değerleriyle uyumu ya da uyumsuzluğu söz konusudur. Örgütsel Yapıdan Kaynaklanan Çatışmalar Örgütsel faktörler başlığı altında kaynakların sınırlı olması, işlevsel bağımlılık, örgütün büyüklüğü, rekabetçi ödül sistemi ve yönetimin görüş ve uygulamalarındaki farklılıklar gelmektedir. Örgütsel yapıdan kaynaklanan bu faktörler çalışanlar arasında çatışmanın yanı sıra strese de yol açabilmektedir. 196 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi Örgüt içinde -ekonomik nedenlerle- kaynakların sınırlı olması (herhangi bir aracın birçok kişi tarafından kullanılmak zorunda olması), kaynaklarda arz-talep dengesinin kurulamaması, kaynak için talepte bulunan guruplardan birinin veya birkaçının o kaynağa ulaşamaması gibi nedenler örgüt içinde çatışmaya neden olabilmektedir. Kaynakların sınırlı olması günümüzde işletmelerin aşamadığı önemli problemler arasındadır (Mescon vd., 1988: 559; Coşkun, www.hrturkiye.com). Örgütsel yapıdan kaynaklanan çatışma nedenlerinden bir diğeri de işlevsel bağımlılıktır. Örgüt içinde bazen bir gurubun kendi işini yerine getirebilmesi, başka bir gurubun çalışmasına bağlı olabilmektedir. Bu tarz durumlar kimi zaman çalışanlar arasında çatışmaya neden olabilmektedir (Can, 1999: 311; Ertürk, 2000: 229). Örneğin bir gazetede sayfa tasarımının yapılabilmesi için öncelikle bazı haber ve fotoğrafların hazır olması gerekmektedir. Haber ve fotoğrafın hazır olmadığı durumlarda mizanpaj yapılamamakta dolayısıyla süreç sekteye uğramaktadır. Böylesi bir durum hem bireyler arasında hem de guruplar arasında çatışmaya neden olabilmektedir (Coşkun, www. hrturkiye.com). Örgütlerde karşımıza çıkan en yaygın çatışma nedenlerinden bir diğeri de örgütün büyüklüğüdür. Örgüt büyüdükçe, örgütün amaçları, beklentileri ve tüm bunlara ulaştıracak araçlar daha karmaşık bir hal almakta; yeni uzmanlıklar, rol ve statüler ortaya çıkmakta, örgüt içindeki ilişkiler ikincil ilişkiye dönmekte ve iletişim kanallarının sayısı artmaktadır (Kindler, 1997:24; Öztürk, 2005:357). Dolayısıyla örgüt büyüdükçe biçimsellik ve karmaşıklık artmakta; hem çalışanlar hem de guruplar arasında çatışma ihtimali yükselmektedir. Örgütsel yapıdan kaynaklanan bir diğer çatışma nedeni de örgütlerde motivasyon aracı olarak kullanılan ödüllendirme sisteminin tarafları birbiriyle rekabete itmesidir. Bu rekabet ortamında kaybeden tarafın algısı eğer sistemin taraf tutarak adaletsiz bir biçimde değerlendirme yaptığı yönünde olursa, çalışanlar arasında muhtemel bir çatışmanın yaşanması söz konusudur (Başaran, 1991:197).Yapılan araştırmalar, tüm bölümlerin ortak başarısı yerine her bölümün başarısının ayrı ayrı değerlendirilmesi durumunda çatışmaların artacağını göstermektedir. Örneğin, üretim bölümünün maliyeti minimuma indirmesi ödüllendirilirken, satış bölümünün alıcılara hızlı mal tesliminin ödüllendirilmemesi çatışmaya yol açabilmektedir (Kılınç, 1985: 115). Yönetimin görüş ve uygulamalarındaki farklılıklar da çalışanlar arasında çatışmaya neden olabilecek bir diğer konu başlığıdır. Demokratik bir yönetim anlayışının benimsendiği, çalışanların yönetime katılımlarının sağlandığı ortamlar, totaliter yönetim tarzıyla yönetilen ve çalışanları iş için sadece bir araç olarak gören yönetim tarzına nazaran çatışma ortamının daha az yaşandığı ya da çatışmaların daha az zararla atlatıldığı ortamlar olarak kabul edilebilir. Öyle ki, günümüzde çalışan odaklı yönetim anlayışının örgütsel amaçları başarmada önemli bir araç olduğu ifade edilmektedir (Hicks vd., 1981:101; Ertürk, 2000:227; Robbins, 2001: 387). Dolayısıyla örgütsel çatışmanın önüne geçmede ya da çatışmayı en az zararla ortadan kaldırmada çalışana insan olarak değer vermenin ve fikirlerine saygı göstererek onların yönetime katılmalarının sağlanmasının önemli olduğunu ifade edebiliriz. Sayı 36 /Bahar 2013 197 Özlem GÜLLÜOĞLU İletişimden Kaynaklanan Çatışmalar Örgütlerde çatışmaların önemli bir bölümü iletişim ve etkileşim süreçlerindeki aksamaların ve tıkanıklığın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır (Rollinson vd., 1998: 404; Erdoğan, 1999: 279). İlgili yazında etkin iletişimi engelleyerek çatışmalara neden olan bazı faktörler aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır (Cüceloğlu, 1995: 21-23; Dökmen, 1997: 99; Baltaş ve Baltaş, 2000: 30; Eren, 2000: 346; Robbins, 2001: 386): • Anlama Güçlükleri • Algılamada Seçicilik • Pasif Dinleme Sorunu • Yetersiz iletişim Ayrıca örgüt kültüründeki ortak dilin bireyler tarafından yeterince geliştirilememesi, uygun iletişim araçlarının kullanılmaması, bireylerin ve grupların birbirleriyle ilgili yeterli bilgiye sahip olmamaları, bilgi alışverişinin yetersiz olması ve bu nedenle oluşan önyargılar iletişim kaynaklı çatışma nedenleridir (Koçel, 1983: 72). İletişim eksikliği tüm çatışmaların nedeni değildir elbette. Ancak insan için gerekli bir araç olduğundan, yanlış ya da eksik kullanımı çatışmaya neden olabilir. Yapılan araştırmalar iletişim sürecinde meydana gelen sorunların, işbirliğini geciktirdiği ve yanlış anlamalara neden olduğunu ortaya koymaktadır (Özkalp ve Kırel, 1996: 2008; Sökmen ve Yazıcıoğlu, 2005: 4). Bu sebeple kurum içinde biçimsel ve biçimsel olmayan iletişim kanallarının doğru yönetilmesi ve bu noktada çalışanların yaşayacağı iletişim doyumu (Güllüoğlu, 2011) örgütsel çatışmanın önüne geçecek önlem maddeleri arasındadır. Sonuç olarak örgüt içinde çatışmaya neden olacak çok sayıda faktör vardır. Bu noktada önemli olan sorun tespitinin doğru olarak yapılmasıdır. Çatışma nedenlerinin tespiti, çözüme yönelik uygulanacak çatışma stratejisinin de doğru tespitine olanak sağlayacaktır. Örgütsel çatışmanın yönetimine ilişkin literatürde farklı stratejiler bulunmaktadır. Geçmişten günümüze çok sayıda akademisyenin ve araştırmacının kaleme aldığı bu stratejiler, örgütsel çatışma kavramına farklı bakış açıları getirmeleri açısından son derece önemlidir. Çatışma Yönetimi ve Çatışma Yönetimi Stratejileri Geçmişte örgütlerin çatışmayı ortadan kaldırma çabaları, yerini zamanla çatışma ile yaşamaya ve çatışma kavramı üzerinde yoğunlaşarak onu örgüt lehine işler hale getirmeye bırakmıştır. Ross (1993:226)’a göre çatışma yönetimi, uzlaşmazlığı belirli bir yönde sonuca ulaştırmak için çatışmaya taraf olanların ya da üçüncü bir tarafın karşılıklı olarak bir dizi eylemde bulunması şeklinde tanımlanmaktadır. Söz konusu bu eylemler çatışmanın sona erdirilmesine ya da çatışma sürecini etkilemeye yönelik olmaktadır. Bu noktada çatışma yönetiminin amacı olumlu, barışçıl ve uzlaşmacı bir biçimde çatışmayı 198 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi sonlandırmak olabileceği gibi, karşı tarafa üstünlük kurmaya yönelik de olabilmektedir. Çatışmayı yönetme sürecindeki aşamalar çeşitli kaynaklarda farklı biçimlerde sıralanmakla birlikte (Carrol, 1993; Ross, 1993; Snowden & Gorton, 1998; Karip, 2002) genel olarak aşağıda belirtilen basamakları içermektedir: a. Kızgınlığı kontrol altına almak. b. Çözüm için eyleme geçmeden önce bir değerlendirme yapmak. c. Olumlu bir hava oluşturmak. d. Çatışma yönetimi sürecinde temel kurallara dikkat etmek. e. Problemi karşılıklı tartışma ve müzakere süreci içinde tanımlamak. f. Olası çözümler için beyin fırtınası yöntemine başvurmak. g. Olası çözümleri değerlendirmek ve uygun olanları belirlemek. h. Çözümlerin işlerliğini izlemek. Çatışma yönetim süreci, çatışmanın tanımlanmasını ve çatışmaya müdahale edilmesini içermektedir. Ancak müdahalede bulunmadan önce çatışmanın teşhis edilmesi, doğru tanımlanması, çatışmanın niteliğinin, düzeyinin ve tarafların çatışmada uygun bir yaklaşım içinde olup olmadıklarının belirlenmesi gerekir. Dolayısıyla problemin doğru olarak tanımlanabilmesi, çatışmanın derecesi, tarafların çatışma yönetimi stratejileri ve çatışmanın birey, grup ve örgütün verimliliğine etkileri değerlendirilerek elde edilen bilgilerin analizi ile mümkündür (Rahim, 2002:222). Bu amaçla yapılan araştırmalar sonucu çatışma yönetimine ilişkin birtakım stratejiler geliştirilmiştir. Bu stratejiler Bütünleştirme, Hükmetme, Uzlaşma, Kaçınma ve Uyma’dır. Bütünleştirme Bütünleştirme stratejisinde tarafların çözüm için bir araya gelmelerinin altında yatan temel düşünce, sorunun çözümlenmesindeki sorumluluğu paylaşmaktır. Bu stratejide taraflar karşı karşıya gelerek gerçek problemi ve problemle ilgili ne yapılabileceğini güven ve açık sözlülükle ifade ederler. Kabul edilebilir bir çözüme ulaşabilmek için aralarındaki farklılıkları analiz ederler. Temel kural “kartların ortaya konması”dır (Kılınç, 1986:161). Bütünleştirme stratejisinde birey, kendi ihtiyaçları kadar diğerlerinin ihtiyaçları üzerinde de yoğunlaşarak, problemleri yeni ve yaratıcı çözümler üreterek çözmeye çalışır. Bu noktada strateji, her iki taraf açısından kabul edilebilecek bir çözüme ulaşmak için problemi tanımlama, problemin açıklığını ve problemle ilgili yatıştırıcı fikirleri bulmaya uğraşarak, iletişim ve gelecekteki karşılıklı etkileşim için, ilişkiyi nezaket kuralları içerisinde tutan başarılı çözümler üretme çabasıdır (Rahim,1992: 23-25; Gross ve Guerrero, 2000:206). Sayı 36 /Bahar 2013 199 Özlem GÜLLÜOĞLU Sonuç olarak bütünleştirme stratejisinde kimin kazandığı, kimin kaybettiği veya kimin haklı kimin haksız olduğu tartışmalarına izin verilmez. Amaç her iki taraf için de fikir ayrılıklarını belirleyerek en iyi çözümü bulabilmektir. Taraflar fikirlerini açıkça ortaya koyarlar, karşı tarafın görüş ve düşüncelerini dinlerler. Bu durum, anlaşmaya varılıncaya kadar devam eder. Aranan çözüm her iki tarafı da tatmin etmeye yöneliktir. Hükmetme Hükmetme stratejisi taraflardan birinin karşı tarafın istek ve amaçlarını düşünmeksizin kendi yararına göre sorunu çözmeye çalışmasıdır. Çatışma sürecinde bireyin kendisine yüksek, başkalarına düşük ilgisi söz konusudur. Bu stildeki hükmetme eğilimli kişi, kendi kazançlarını hesaplarken karşı tarafın istek ve beklentilerini göz ardı etmekte; kendisinin ve/veya pozisyonun doğruluğuna inanmakta ve daima ne pahasına olursa olsun kazanmak istemektedir (Özgan, 2006: 52). Bir örgüt çalışanı muhtemel bir çatışma durumunda, kendisi için yüksek, karşı taraf için düşük derecede endişeleniyorsa çatışmayı hükmetme yoluyla çözümlemeye çalışıyor demektir. Bu yol aynı zamanda kazan-kaybet şeklinde de tasvir edilmektedir. Hükmetme yoluyla çatışma çözümünü seçen bireyler neye mal olursa olsun kazanmak isterler (Rahim vd., 2000: 11). Çatışan taraflardan, kendini diğer tarafa oranla nispeten güçlü gören taraf, durumu kendi lehine çevirmek için güç kullanır. Bu güç onun eğitimi, tecrübesi ya da biçimsel yetkisi olabilir (Friedman vd., 2000: 39). Örneğin, astlarıyla anlaşmazlık içinde olan bir üstün, kendini haklı çıkarmak ve karşısındakini ezmek için çatışma durumunu bir kazan-kaybet mücadelesine çevirmesi ve sonuçta üst olmanın verdiği güçle kendini haklı çıkarması hükmetme yönteminin tipik bir örneği niteliğindedir (Tekarslan vd., 2000: 313). Sonuç olarak, hükmetme stratejisinde kişi kendi çıkarlarını, karşı tarafın çıkarları pahasına gerçekleştirmeye çalışır. Israrcı olan, işbirliğine yanaşmayan bu klasik çatışma şekli genellikle yıkıcı sonuçlar yaratmaktadır. Uzlaşma Uzlaşma stratejisi, kendi çıkarını öne sürme ile karşıdaki ile işbirliği yapmaya istekli olma arasında yer almaktadır. Uzlaşma, kavram olarak, kişinin kendi isteklerinin yarısının karşılanması ile tatmin olabilmesidir. Bu stratejinin uygulanmasında, belli faydayı elde etmek için tarafların isteklerinin bir kısmından vazgeçmesi söz konusudur (Newstrom ve Davis, 1993:395; Luthans, 1995:280-283). Hocker ve Wilmot (2010)’a göre uzlaşmacı yöntem, orta dereceli bir pozisyonu, stratejiler arasındaki farklılığı ortadan kaldırmayı, karşı tarafla birlikte orta bir yol bulmayı, değiş-tokuş önermeyi, kazancı en üst seviyeye çıkarırken kayıpları en aza indirmeyi ve gündemdeki çatışma için çabuk ve kısa dönemli bir çözüm teklif etmeyi içermektedir. Görüldüğü gibi uzlaşmaya dayalı bir karar, kaçınma stiline benzer. Ancak uzlaşmanın en belirgin ve ayırt edici niteliği, karşı tarafın her ikisinin de kendilerince önemli olan bazı konularda ödün vermeleri ve özveride bulunmalarıdır. Burada karşılıklı ödün vermeler ve özveriler sonucunda orta noktada anlaşmaya varan taraflardan hiçbiri mağlup veya galip değildir. Yani, kesin bir kazanç ya da kayıp biçiminde somut bir sonuç 200 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi yoktur. Her iki taraf da anlaşmadan hoşnuttur (Eren, 2000:567). Sonuç olarak çatışma yönetimine ilişkin uzlaşma yaklaşımı işbirliği ve iddiacılık arasında orta yerde bulunan bir davranış şeklidir. Taraflar hem kendileri için hem de karşı taraf için orta düzeyde kaygı duyarlar. Uzlaşmak için her iki tarafta birtakım çıkarlardan vazgeçer. Kaçınma Kaçınma, çatışma durumunda bireyin kendisi için ve diğer taraf için düşük derecede endişelendiğinde seçtiği bir yöntemdir. Çeşitli kaynaklarda, eylemsizlik ya da görmeme şeklinde de tasvir edilmektedir. Yöntemin temelinde “şeytanı görmemek, şeytanı duymamak ve şeytanla konuşmamak” düşüncesi vardır (Rahim ve Magner, 1995:125). Gerek bireysel olarak çatışmanın çözümlenmesinde, gerekse yöneticinin çatışmayı çözümleme çabası olarak kaçınma, en sık kullanılan yöntemlerden biridir. Spitzberg (akt: Gross ve Guerrero, 2000:208), bu stili çatışmaya gösterilen en minimumlaştırıcı tepki olarak tanımlamıştır. Çünkü bu yöntemde görüş ayrılığı olan ve birbirinden kaçınmalarının olanaksızlığını anlayan yönetici ve iş görenlerin duygu ve düşüncelerini dışarıya yansıtmamaları, durumu baskı altına alma yolu ile çatışmadan kaçınmaları söz konusudur. Ayrıca taraflar birbirleriyle karşılaştıklarında, çatışmanın varlığından söz etmezler ve birbirleriyle karşılaşmamaya çalışırlar. Kısa dönemli yararı olan bu yaklaşım, uzun dönemde çözüm getirmediği için, söz konusu çatışmanın ileride yineleme ihtimali yüksektir. Özetle, kaçınma stilinde, çıkarcı davranışlar yoktur. Ancak, işbirliğine de yanaşılmaz. Bu stil, çekilme, ilgisizlik ve kadere boyun eğme şeklinde tanımlanabilir (Hellriegel ve Slocum, 1978:441). Örgütte bireyler bu stili, örgüt içindeki düzensizlikleri ve anlaşmazlıkları görmezlikten gelerek çatışmadan uzak kalmak ve tarafsız olmak için kullanırlar. Böyle bir yaklaşım bazen çatışmanın çözümlenmesine yardımcı olurken, bazen de çatışmayı artırıcı, daha olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu stilin sürekli ve sık kullanımı, diğer bireyler tarafından az desteklenen bir durumdur (Szilagy ve Wallace, 1980:367). Uyma (İtaat Etme) Uyma stratejisi, hükmetmenin tersine karşıdakinin gereksinimini tatmin ederken, kendi gereksinimini görmezden gelmeyi içermektedir. Çoğu zaman bu strateji, beklenen sonuçları üretmede etkin olmayıp, tarafların her ikisinin de kaybetmesine neden olmaktadır. Böyle bir stratejinin temel sorunu, dostça bir ilişki için kişisel ve kurumsal çıkarların göz ardı edilmesidir (Szilagy ve Wallace, 1980:367; Newstrom ve Davis, 1993:95; Luthans, 1995:280-283). Uyma stratejisi, karşı tarafla ilişkinin korunması ve sürdürülmesine verilen önem, kendi ilgi ve ihtiyaçların doyurulmasına verilen önemden daha yüksek olduğu durumlarda etkili olmaktadır. Dolayısıyla ilişkinin sürdürülmesine önem veriliyorsa ve karşı tarafla çatışmayı sürdürmek veya çatışmanın çözümü için müzakerelere girişmek, karşı tarafla olan ilişkilere zarar verecekse, karşı tarafın isteklerini kabul etmek ve öncelikle karşı tarafı Sayı 36 /Bahar 2013 201 Özlem GÜLLÜOĞLU tatmin edecek bir çözümde anlaşmak en uygun seçenek olarak görülmektedir (Gross ve Guerrero, 2000:205; Karip, 2003:66). Özetle uyma stili, rekabetçi stilin aksine çıkarcı olmayan ve işbirlikçi olan davranışları içermektedir. Bu stili kullanan taraf, karşı tarafa taviz vermeye hazırdır. Uyma stili bencil olmayan davranışları içerir; diğer bireylerle işbirliği sağlar ve onların isteklerine boyun eğmeyi gerektirir. Çatışma yönetimi stratejilerinin seçimi kişiye göre değişirken, bu stratejilerin seçiminde Johnson ve Johnson (1994:336)’a göre dikkat edilmesi gereken 2 önemli nokta vardır. Bunlardan ilki kişinin ihtiyaç ve amaçlarını karşılayacak bir çözüm yöntemi olması, diğeri ise seçilen yöntemin çatışma yaşanan kişi ile ilişkinin devam ettirilebilmesini mümkün kılabilecek olmasıdır. Görüldüğü üzere örgütsel çatışma ve çatışma yönetimi, üzerinde titizlikle durulması gereken konu başlıklarından biridir. Öyle ki, geçmişten günümüze kavrama ilişkin yurtiçi ve yurtdışı literatürde gerçekleştirilen çok sayıda çalışma mevcuttur. Gümüşeli (1994), Özgan (2006), Özmen (1997), Erol (2009), Yıldırım (2003), Türker (2010), Kırçan (2009), Şirin (2008), Başer ve Kaya (2010), Özgan ve Gedikoğlu (2008), Çopur (1990), Varlık (2008)’ın araştırmaları yerli literatürde örgütsel çatışma ve çatışma yönetimi stratejilerine yönelik eğitim kurumlarında gerçekleştirilen araştırmalardan bazılarıdır. Fleetwood (1987), Abbott (1994), Donovan (1993), Edelstein (1991), Hoover (1990), Ingersol (1993), Karen (1990), Meeker (1990) gibi isimler de konuya ilişkin yabancı literatürde eğitim kurumlarını ele alan araştırmalar gerçekleştirmişlerdir. Örgütsel çatışma ve çatışma yönetimine ilişkin yukarıda yer verilmeye çalışılan kavramsal çerçeve ışığında, çalışmanın diğer bölümünde, Kayseri’de hizmet veren özel ilköğretim okulu öğretmenleri ile gerçekleştirilen araştırma bulgularına yer verilecektir. Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin Tespiti ve Çatışmaya Yönelik Kullandıkları Çatışma Stratejilerinin Belirlenmesine İlişkin Araştırma Çalışmanın bu bölümünde, araştırmanın konusu, amacı ve modeli, evren ve örneklem, araştırma yöntemi, verilerin toplanması, araştırma soruları ve hipotezler ile toplanan verilerin analizine ilişkin bulgulara yer verilecektir. Araştırmanın Konusu ve Amacı Toplumun ulaşmak istediği sosyal ve ekonomik hedeflere erişebilmesi, öncelikle eğitim örgütlerinin amaca uygun ve etkili olarak çalıştırılması ile mümkündür (Özdemir, 1997: 24). Eğitim örgütlerinin etkinliği ise örgütsel amaçların gerçekleştirilmesinde görev alan bireylerin etkinliği ile sağlanabilir. Bu noktada eğitim sisteminin en önemli parçası da kuşkusuz eğitim personelidir (Özgan, 2006:3). Her örgütte olduğu gibi okullarda da farklı nedenlerden dolayı çeşitli çatışmalar yaşanmaktadır. Hatta diğer örgütlerden farklı olarak okul ortamındaki güçler ve gruplar 202 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi daha akıcı olduğundan ufak sürtüşmeler bile umulmadık çatışmalara yol açabilmektedir (Bursalıoğlu, 2002: 156). Ayrıca dünden bugüne her örgütte olduğu gibi eğitim kurumlarında da yaşanan sorunların çehresi değişmiş; belki 20 yıl önce en temel çatışma nedeni öğrencilerin kendileri ya da çevreleriyle çeşitli konularda yaşadıkları sorunlar iken, günümüzde sorunlar alkol ya da madde bağımlılığı gibi son derece tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Kuşkusuz bu noktada öğretmenler kilit rol oynamaktadırlar. Bir öğretmen, diğer öğretmenler başta olmak üzere, okul yöneticileri, öğrenciler, öğrenci velileri, diğer okul çalışanları ve müfettişler ile sürekli ilişki durumundadır. Dolayısıyla okulda yaşanan çatışma durumlarını yönetmede en temel görevlerden biri de öğretmenlere düşmektedir. Bu noktadan hareketle, araştırmanın amacı, Kayseri ilinde hizmet veren özel ilköğretim okulu öğretmenlerinin çatışma faktörlerinin tespit edilerek, muhtemel çatışma durumlarında tercih ettikleri çatışma yönetimi stratejilerinin demografik değişkenler bağlamında tartışılmasıdır. Araştırma Evreni ve Örneklemi Araştırma evrenini Kayseri İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden alınan bilgi ile 13 özel ilköğretim okulunun 247 öğretmeni oluşturmaktadır. Evrenin tamamına ulaşılma olasılığı olduğu için örneklem alma yoluna gidilmemiştir. Araştırmanın Yöntemi Çatışma yönetimi stratejilerinin kullanımına yönelik araştırmalarda uygulanan pek çok ölçek bulunmaktadır. Hall tarafından 1969’da geliştirilen Conflict Management Survey (CMS), Thomas ve Kilmann tarafından 1974’de ortaya konan Management of Differences Exercise (MODE), Renwick tarafından 1975’de geliştirilen Employee Conflict Inventory (ECI), Rahim tarafından 1983’te geliştirilen Rahim Organizational Conflict Inventory (ROCI), Holton ve Holton (1993) tarafından geliştirilen Conflict Management Strategies bu ölçeklerden bazılarıdır. Bu çalışmada Holton ve Holton (1993) tarafından geliştirilen ve Emin Karip (2003) tarafından uyarlanarak “Okullarda Çatışma Yönetimi Üzerine Bir Araştırma” adlı çalışmada kullanılan “Conflict Management Strategies” ölçeğinden faydalanılmıştır. Anket 3 bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde öğretmenlerin demografik özelliklerinin yanı sıra, kıdemleri, branşları ve görev sürelerini içeren sorular yer almaktadır. İkinci bölümde çatışma durumlarına ilişkin sorulara yer verilmiş; öğretmenlerin yoğun olarak kimlerle çatıştıklarını ve yaşanan çatışmanın konusunu ölçümlemeye ilişkin sorular mevcuttur. Anket metninin üçüncü ve son bölümünde ise öğretmenlerin yaşadıkları çatışma durumlarını çözümlemek adına kullandıkları çatışma yönetimi stratejilerini belirlemeye ilişkin sorular bulunmaktadır. Araştırma Soruları Çalışmanın amacı doğrultusunda aşağıdaki araştırma sorularına cevap aranacaktır. 1.İlköğretim okulu öğretmenlerinin en yoğun çatışma yaşadıkları taraflar kimlerdir? 2.İlköğretim okulu öğretmenlerinin çatışma konuları nelerdir? Sayı 36 /Bahar 2013 203 Özlem GÜLLÜOĞLU 3.İlköğretim okulu öğretmenlerinin çatışma nedenleri nelerdir? 4.İlköğretim kullanmaktadırlar? okulu öğretmenleri hangi çatışma yönetimi stratejilerini 5.İlköğretim okulu öğretmenlerinin çatışma yönetimi stratejilerini kullanma yoğunluğunun cinsiyete, yaşa, kıdeme, branşa ve görev süresine göre farklılık düzeyi nedir? Verilerin Toplanması Araştırma Kayseri İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden alınan izin doğrultusunda 20112012 eğitim-öğretim yılı 1. döneminde gerçekleştirilmiştir. Anket uygulaması bizzat araştırmacı tarafından gerçekleştirilerek; araştırma evrenini oluşturan 247 öğretmene ulaşılmaya çalışılmıştır. Ancak bir kısmının başka okullarda dersinin olması, izinli veya hasta olmaları gibi nedenlerle tüm öğretmenlere ulaşılamamıştır. 132 öğretmenle anket çalışması gerçekleştirilmiş; birden fazla kodlama, eksik kodlama ve anketin teslim edilmemesi gibi nedenlerle 112 anket değerlendirilmeye alınmıştır. Anketten elde edilen veriler uygun istatistikî programlar aracılığıyla analize tabii tutulmuştur. Veriler çözümlenirken, araştırmanın amacı doğrultusunda oluşturulan araştırma sorularından yola çıkarak bazı tanımlayıcı istatistiklerden ve istatistik testlerinden yararlanılmıştır. Kişisel bilgilere ilişkin veriler ile çatışma durumuna ilişkin genel bilgilerin (çatışma yaşanılan kişi, çatışma konusu, çatışma nedeni vs.) çözümlenmesinde frekans, yüzde, aritmetik ortalama ve standart sapma gibi çeşitli tanımlayıcı istatistikî teknikler kullanılmıştır. Çatışma stratejilerine ilişkin öğretmen görüşlerinin, kişisel özelliklere göre karşılaştırılması yapılırken ise bağımsız örneklem t testi, ki kare ve tek yönlü varyans analizi tekniklerinden faydalanılmıştır. Ayrıca yapılan varyans analizi sonucunda anlamlı bir fark bulunan değişkenler üzerinde söz konusu farklılığın nereden kaynaklandığını tespit edebilmek amacı ile LSD testi uygulanmıştır. Daha sonra ise bulunan sonuçlar tablo ve grafikler halinde sunulmuştur. Çalışmada istatistiksel çözümlemeler yapılırken 0,05 anlamlılık düzeyi esas alınmıştır. Araştırma Bulguları ve Değerlendirme Özel ilköğretim okullarında görev yapan öğretmenlerin yaşadıkları çatışma faktörlerini tespit etmek ve söz konusu çatışmaları hangi stratejiyle çözümlediklerini belirlemek üzere gerçekleştirilen çalışmanın bu bölümünde, belirlenen araştırma sorularından yola çıkarak, araştırma alanından toplanan verilerin istatistiksel analizi sonucu elde edilen bulgular ve bunların değerlendirilmesine yer verilecektir. Araştırma bulguları; “İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Kişisel Özellikleri”, “İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Yaşadığı Kişiler ve Çatışma Durumları”, “İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Kullandıkları Çatışma Yönetimi Stratejileri” olmak üzere üç başlık altında sunulacaktır. 204 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Kişilik Özelliklerine İlişkin Bulgular İlköğretim okulu öğretmenlerinin cinsiyet, yaş, mesleki kıdem, branş ve görev süresi ile ilgili elde edilen verilerin frekans ve yüzde dağılımları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Bu bulgular araştırmaya katılan ilköğretim okulu öğretmenlerinin genel özellikleri hakkında tanımlayıcı bilgiler elde edilmesini sağlayacaktır. Tablo 1: İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Kişisel Özellikleri Kişisel Özellikler Cinsiyet Yaş Mesleki Kıdem Branş Görev Süresi Kadın Erkek 30’dan küçük 31-40yaş arası 40 ve üzeri 1-10 yıl 11-20 yıl arası 21 ve üstü Fen Bilgisi-Matematik Türkçe-Sosyal Bilgiler Resim İş, Müzik, Beden Eğitimi Sınıf Öğretmenliği İngilizce Diğer Branşlar 1-4 yıl 5-8 yıl 9 ve üzeri n 60 52 25 46 41 24 57 31 29 26 21 17 15 4 20 48 44 % 53,6 46,4 22,3 41,1 36,6 21,4 50,9 27,7 25,9 23,2 18,8 15,2 13,4 3,6 17,9 42,9 39,3 Araştırma kapsamında bulunan öğretmenlerin cinsiyete göre dağılımına ilişkin verilere bakıldığında araştırma evreninin % 53,6’sının kadınlardan, % 46,4’ünün ise erkeklerden oluştuğu görülmüştür. Bu verilere bakarak araştırma kapsamına alınan öğretmenlerin cinsiyete göre dağılımlarının birbirine yakın olduğunu söylemek mümkündür. Öğretmenlerin yaş dağılımları incelendiğinde 30’dan küçük yaşta olan öğretmenlerin oranı % 22,3 iken, 31-40 yaş arasında olduğunu ifade eden öğretmenlerin oranı % 41,1 ve 40 ve üzeri yaşta olan öğretmenlerin oranı ise % 36,6’dır. Araştırmaya katılan öğretmenlerin mesleki kıdemleri incelendiğinde, mesleki kıdemini 1-10 yıl olarak belirtenlerin oranı % 21,4 olarak tespit edilirken, mesleki kıdemini 11-20 yıl olarak belirtenlerin oranı % 51 ile yarıdan fazla olarak gerçekleşmiştir. 21 ve daha fazla yıllık mesleki kıdeme sahip olan öğretmenlerin oranı ise % 28’dir. Ankete katılan öğretmenlerin branşlara göre dağılımına bakıldığında Fen BilgisiMatematik branşlarında görev yapan öğretmenlerin oranı % 25,9; Türkçe-Sosyal Bilgiler branşlarında görev yapan öğretmenlerin oranı % 23,2’dir. Resim İş, Müzik, Beden Eğitimi gibi branşlarda görev yapan öğretmenlerin oranı % 18,8; araştırmaya katılanlar arasında sınıf öğretmeni olanların oranı % 15,2; İngilizce öğretmeni olanların oranı ise %13,4’tür. Bu branşlar dışında başka bir branşta görev yapan öğretmenlerin oranı ise % 3,6’dır. Sayı 36 /Bahar 2013 205 Özlem GÜLLÜOĞLU Araştırma kapsamında bulunan öğretmenlerin görev sürelerine ilişkin dağılıma bakıldığında, 1-4 yıldır öğretmenlik yaptığını belirten öğretmenlerin oranı % 17,9; 5-8 yıldır öğretmenlik yapanların oranı 42,9’dur. 9 yıl ve daha fazla süredir öğretmenlik görevini yaptığını belirtenlerin oranı ise % 39,3’tür. Öğretmenlerin görev süreleri ile ilgili olarak % 82,2 ile oldukça büyük bir oranın, 5 ve daha üzeri yıldan beri öğretmen olduğu görülmektedir. İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Yaşadığı Kişiler ve Çatışma Durumlarına İlişkin Bulgular Bu başlık altında, öğretmenlerin en yoğun çatışma yaşadığı taraflar, bu kişilerle hangi konularda çatışma yaşadıkları ve bu çatışmaların sebeplerinin neler olduğuna yönelik sorulara verilen cevapların analizleri sonucunda elde edilen bulgular, grafikler ve tablolar halinde sunulacak ve yorumlanmaya çalışılacaktır. Grafik 1: İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin En Yoğun Çatışma Yaşadığı Kişiler Öğretmenlerin en yoğun çatışma yaşadıkları kişileri gösteren grafik incelendiğinde, ilk sıralarda müdür ve müdür yardımcılarının olduğu dikkat çekmektedir. Müdür ve müdür yardımcıları ile çatışma yaşadıklarını ifade eden öğretmenlerin oranı her iki sütunda da % 22,3 olarak gerçekleşmiştir. Öğretmenlerin okulda çatışma yaşadıkları üçüncü tarafın ise % 13,4 ile öğrenci velileri olduğu görülmektedir. Araştırma kapsamında bulunan ve diğer meslektaşları ile en yoğun çatışma yaşadığını ifade eden öğretmenlerin oranı %11,6 iken; çatışma yaşanılan tarafın öğrenciler olduğunu belirtenlerin oranı % 10,7’dir. İlköğretim müfettişleri ile çatışma yaşadığını belirten öğretmenlerin oranı % 2,7; “diğer” konu başlıklarında çatışma yaşadıklarını ifade eden öğretmenlerin oranı ise % 8 olarak tespit edilmiştir. Bu soruyu cevapsız bırakanların oranı ise % 7,1’dir. 206 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi Bu sonuçlar ışığında araştırma kapsamında yer alan 1. araştırma sorusu cevaplanmış olmaktadır. Tablo 2: İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Yaşadıkları Konular Çatışma Yaşanılan Konular Görev dağılımı Ödül ve ceza verme Teftiş ve değerlendirme Mevzuatla ilgili konular Kılık kıyafet Öğrenci davranışları Güç ve yetki kullanımı Eğitim Öğretimi destekleyici hizmetler Sınıf geçme ve not verme Geç gelme, görece gelmeme ve izin alma Kaynak dağılımı Olumsuz bireysel tutumlar Okul içinde sigara içme Müfredat Sınıf dışı öğretim etkinlikleri Sınıf içi öğretim etkinlikleri Siyasi konular ve sendikal faaliyetler Tayin Okul ve sınıf temizliği Parasal konular Keyfi uygulamalar Toplam n 9 8 8 7 7 6 6 6 5 5 5 5 5 5 5 4 4 4 3 3 2 112 % 8,0 7,1 7,1 6,2 6,2 5,4 5,4 5,4 4,5 4,5 4,5 4,5 4,5 4,5 4,5 3,6 3,6 3,6 2,7 2,7 1,8 100,0 Araştırma anketine katılan öğretmenlere okulda çatışma yaşadıkları konuların neler olduğu sorusu yöneltildiğinde, öğretmenlerin çeşitli cevaplar verdiği görülmüştür. Bu soruya öğretmenlerin % 8’i görev dağılımı; % 7,1’i ödül ve ceza verme; yine % 7,1’i teftiş ve değerlendirme; % 6,2’si mevzuatla ilgili konular ve yine % 6,2’si kılık-kıyafet cevabını vermişlerdir. Araştırmada öğrenci davranışlarını çatışma konusu olarak belirten öğretmenlerin oranı % 5,4; güç ve yetki kullanımı konusunda çatışma yaşayanlar % 5,4 ve yine % 5,4 ile eğitim öğretimi destekleyici hizmetler konusunda çatışma yaşayanlar yer almaktadır. Analizler sonucunda, ‘sınıf geçme ve not verme’, ‘geç gelme, görece gelmeme ve izin alma’, ‘kaynak dağılımı’, ‘olumsuz bireysel tutumlar’, ‘okul içerisinde sigara içme’, ‘müfredat’ ve ‘sınıf dışı öğretim teknikleri’ konusunda çatışma yaşama durumlarının % 4,5 ile ortak bir orana sahip olduğu görülmüştür. ‘Sınıf içi etkinlikler’, ‘siyasi konular ve sendikal faaliyetler’ ve ‘tayin’ konusunda çatışma yaşayan öğretmenlerin oranı % 3,6 şeklinde gerçekleşirken; ‘okul ve sınıf temizliği’ ve ‘parasal konular’ % 2,7; ‘keyfi uygulamalar’ ise % 1,8 olarak gerçekleşmiştir. Bu sonuçlar ışığında araştırma kapsamında yer alan 2. araştırma sorusu cevaplanmış olmaktadır. Sayı 36 /Bahar 2013 207 Özlem GÜLLÜOĞLU Tablo 3: İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Nedenleri Çatışma Nedenleri Çıkarcılık, Yaranma Haklılık, Doğruluk ve Hatasızlık Algısı Ortak Karar Alma Durumunda Görüş Farklılıkları Gücü Test Etme Yetersizlik-Bilgisizlik Kalıplaşmış Yöntemlerle Yeni Yöntemlerin Çelişmesi Saygısızlık Baskı, Kendini Kanıtlama Çabası Taraflı Davranma, Gruplaşma Kaynak ve Mekân Eksikliği Görev ve Yetkileri Bilmeme Verilen İşi Hafife Alma, Savsaklama İletişim Yetersizliği / Bozukluğu Yaşam Biçimi- Siyasi Farklılıklar Yasalara Uymayan İstek ve Beklentiler Bilgi, Eğitim ve Kültür Farklılıkları Rekabet ve Kıskançlık, Aşırı Duygusallık Öğrenci İle İlgilenmeme Yenileşmeye Karşı Direnme Para Toplanmak İstenmesi Asılsız Suçlama Toplam n 13 11 9 9 7 6 6 5 5 5 5 5 4 4 4 3 3 3 3 1 1 112 % 11,6 9,8 8,0 8,0 6,2 5,4 5,4 4,5 4,5 4,5 4,5 4,5 3,6 3,6 3,6 2,7 2,7 2,7 2,7 0,9 0,9 100,0 Öğretmenlere yaşadıkları çatışmanın asıl kaynağının ne olduğu sorulduğunda, cevaplarının çeşitlilik gösterdiği tespit edilmiştir. Tabloda görülen ilk beş nedenin % 11,6 ile ‘çıkarcılık ve yaranma’; % 9,8 ile ‘haklılık, doğruluk ve hatasızlık algısı’; % 8 ile ‘ortak karar alma durumunda görüş farklılıkları; % 8 ile ‘gücü test etme’ ve % 6,2 ile ‘yetersizlik ve bilgisizlik’ olduğu görülürken; ‘asılsız suçlama’ ve ‘para toplanmak istenmesi’ nedenlerinin % 0,9 ile en sonlarda yer aldığı görülmüştür. Bu sonuçlar ışığında araştırma kapsamında yer alan 3. araştırma sorusu da cevaplanmış olmaktadır. İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Kullandıkları Çatışma Yönetimi Stratejilerine İlişkin Bulgular Öğretmenlere sorulan sorulardan yola çıkarak hangi çatışma stratejisini kullandıklarına ilişkin dağılım aşağıdaki tabloda gösterilmiştir: 208 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi Tablo 4: İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Kullandıkları Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Dağılımı Çatışma Yönetimi Stratejisi Öğretmenlerin Ç atışma Yönetimi Stratejilerini Kullanma Durumları Evet Hayır n % n % Toplam n % Uzlaşma Hükmetme Bütünleştirme Uyma Kaçınma 81 76 68 60 55 112 112 112 112 112 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 72,3 67,9 60,7 53,6 49,1 31 36 44 52 57 27,7 32,1 39,3 46,4 50,9 Araştırma kapsamında bulunan ve Kayseri İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı özel ilköğretim okullarında görev yapan öğretmenlerin herhangi bir çatışma durumunda hangi çatışma yönetimi stratejisini kullandıklarına ilişkin dağılımı gösteren tablo incelendiğinde, öğretmenlerin % 72,3 ile yüksek bir oranının ‘uzlaşma’ stratejisini kullandığı tespit edilmiştir. İkinci olarak öğretmenlerin % 67,9’u ‘hükmetme’ stratejisini kullanırken üçüncü sırada ise % 60,7 ile ‘bütünleştirme’ stratejisinin kullanıldığı görülmektedir. Öğretmenler tarafından ‘uyma’ stratejisi % 53,6 oranında kullanılırken ‘kaçınma’ stratejisinin % 49,1 oranında kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu sonuçlar ışığında araştırma kapsamında yer alan 4. araştırma sorusu da cevaplanmış olmaktadır. Tablo 5: İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Cinsiyete Göre Kullandıkları Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Farklılaşma Durumuna İlişkin t Test Sonuçları Çatışma Yönetimi Stratejileri Cinsiyet f Kadın 60 Erkek 52 Kadın 60 Uzlaşma Erkek 52 Kadın 60 Hükmetme Erkek 52 Kadın 60 Uyma Erkek 52 Kadın 60 Kaçınma Erkek 52 σ = Standart Sapma = Aritmetik Ortalama X Bütünleştirme X σ 1,71 0,454 1,48 0,504 1,83 0,375 1,59 0,495 1,56 0,499 1,80 0,397 1,46 0,503 1,61 0,491 1,43 0,499 1,55 0,501 * p<0,05= Anlamlı t p 2,603 0,011* 2,875 0,005* -2,794 0,006* -0,256 0,798 -1,577 0,118 Yapılan t testi analizi sonucunda öğretmenlerin cinsiyetleri ile bütünleştirme, uzlaşma ve hükmetme stratejileri arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılığın söz konusu olduğu tespit edilmiş ancak uyma ve kaçınma stratejilerine ilişkin görüşlerin cinsiyete göre farklılık arz etmediği görülmüştür. Kadın ve erkek öğretmenlerin çatışma yönetimi stratejilerini kullanma ortalamaları Sayı 36 /Bahar 2013 209 Özlem GÜLLÜOĞLU değerlendirildiğinde, bütünleştirme stratejisinin ( X =1,71) ve uzlaşma stratejisinin ( X =1,83) kadınlar tarafından daha yoğun kullanıldığı; hükmetme stratejisinin ise ( X = 1,80) erkekler tarafından daha fazla kullanıldığı görülmüştür. Tablo 6: İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Mesleki Kıdemlerine Göre Kullandıkları Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Farklılaşma Durumuna İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi Test Sonuçları Demografik Özellikler Bütünleştirme Kaçınma Uzlaşma Hükmetme Uyma Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Kareler Toplamı 3,468 23,246 26,714 0,850 27,141 27,991 0,093 22,327 22,420 2,187 22,242 24,429 0,210 27,647 27,857 Sd 2 109 111 2 109 111 2 109 111 2 109 111 2 109 111 Kareler Ortalaması 1,734 0,213 0,425 0,249 0,046 0,205 1,093 0,204 0,105 0,254 Anlamlı Fark F P 8,131 0,001* 1-10yıl/11-20yıl 1-10yıl/21 ve üstü 11-20yıl/21ve üstü 1,708 0,186 p>0,05 0,227 0,798 5,358 0,006* 1-10yıl/11-20yıl 1-10yıl/21 ve üstü 0,414 0,662 p>0,05 p>0,05 p <0,05 = Anlamlı * Öğretmenlerin mesleki kıdemlerine göre kullandıkları çatışma stratejilerinin farklılaşma durumu ile ilgili yapılan varyans analizi sonucunda bütünleştirme stratejisinin ve hükmetme stratejilerinin mesleki kıdeme göre farklılaştığı tespit edilmiş, diğer çatışma yönetimi stratejilerinin kıdeme göre farklılaşmadığı görülmüştür. ANOVA yani varyans analizi gruplar arasındaki farklılıkları bir bütün olarak değerlendirir; diğer bir değişle hangi ikili gruplar arasındaki farkın anlamlı olduğuna ilişkin bilgi vermez. Bu nedenle bulunan farklılığın nereden kaynaklandığını tespit edebilmek için ayrıca LSD testi yapılmıştır. LSD testi sonucunda mesleki kıdemlerini 21 ve üstü olarak belirten öğretmenlerin, mesleki kıdemi 1-10 yıl olanlara ve 11-20 yıllık mesleki kıdeme sahip olanlara göre bütünleştirme stratejisini daha yoğun olarak kullandığı tespit edilmiştir. Bu sonuçlar ışığında öğretmenlerin mesleki kıdemleri arttıkça herhangi bir çatışma durumunda karşı taraf ve kendisi için orta yol bulmaya ve iyi/doğru olan bir çözüm geliştirmeye uğraştığını söylemek mümkündür. Hükmetme stratejisine ilişkin sonuçlara bakıldığında ise bu stratejinin 1-10 yıllık mesleki kıdeme sahip öğretmenler tarafından, 21 ve üstü kıdeme sahip öğretmenlere oranla daha yoğun olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu sonuçlar 1-10 yıllık mesleki kıdeme 210 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi sahip öğretmenlerin henüz yeterince deneyimleri olmadığı için kendilerini çevrelerine kabul ettirmek ve saygınlık kazanmak için daha kararlı bir tavır sergilemeyi seçtikleri şeklinde yorumlanabilir. Tablo 7: İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Branşlarına Göre Kullandıkları Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Farklılaşma Durumuna İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi Test Sonuçları Demografik Özellikler Bütünleştirme Kaçınma Uzlaşma Hükmetme Uyma Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Kareler Toplamı 2,616 24,098 26,714 1,379 26,612 27,991 0,741 21,679 22,420 0,519 23,909 24,429 0,941 26,916 27,857 Sd 5 106 111 5 106 111 5 106 111 5 106 111 5 106 111 Kareler Ortalaması 0,523 0,227 0,276 0,251 0,148 0,205 0,104 0,226 0,188 0,254 Anlamlı Fark F P 2,301 0,050 1,098 0,366 p>0,05 0,725 0,606 p>0,05 0,460 0,805 p>0,05 0,741 0,594 p>0,05 * Sınıf öğrt/TürkçeSosyal Bilgiler Sınıf öğrt/İngilizce p<0,05=Anlamlı * Öğretmenlerin branşlarına göre kullandıkları çatışma yönetimi stratejilerinin farklılaşma durumuna yönelik yapılan tek yönlü varyans analizi sonucunda yalnızca bütünleştirme stratejini kullanma açısından anlamlı bir farklılık bulunurken uzlaşma, hükmetme, uyma ve kaçınma stratejilerinin kullanılma durumunun öğretmenlerin branşlarına göre farklılaşmadığı görülmüştür. Bütünleştirme stratejisinin kullanılma yoğunluğunun sınıf öğretmenlerinde p=0,050 anlamlılık düzeyiyle, Türkçe-Sosyal ders öğretmenlerine ve İngilizce ders öğretmenlerine oranla daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Tablo 8: İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Yaşlarına Göre Kullandıkları Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Farklılaşma Durumuna İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi Test Sonuçları Demografik Özellikler Bütünleştirme Kaçınma Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Kareler Toplamı 0,190 26,524 26,714 3,571 24,420 27,991 Sd 2 109 111 2 109 111 Kareler Ortalaması 0,095 0,243 1,785 0,224 Anlamlı Fark F P 0,391 0,677 p>0,05 7,969 0,001* 41 ve üzeri/ 30 41 ve üzeri/31-40 Sayı 36 /Bahar 2013 211 Özlem GÜLLÜOĞLU Uzlaşma Hükmetme Uyma * Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam 2,768 19,652 22,420 1,143 23,286 24,429 0,221 27,636 27,857 2 109 111 2 109 111 2 109 111 1,384 0,180 0,571 0,214 0,111 0,254 41 ve üzeri/ 30 41 ve üzeri/31-40 7,677 0,001* 2,675 0,073 p>0,05 0,436 0,648 p>0,05 p <0,05 = Anlamlı Öğretmenlerin yaşlarına göre kullandıkları çatışma yönetimi stratejilerinin farklılaşma durumuna yönelik yapılan tek yönlü varyans analizi sonucunda, kaçınma ve uzlaşma stratejisinin öğretmenlerin yaşlarına göre farklılaştığı görülmüştür. Diğer çatışma yönetimi stratejilerinde ise öğretmenlerin yaşlarına göre anlamlı bir farklılaşma durumu tespit edilmemiştir. Farklılığın nereden kaynaklandığını tespit etmek üzere yapılan LSD testi sonucunda ise, 41 yaş ve daha üzeri yaştaki öğretmenlerin 30 yaş ve daha küçük yaştaki öğretmenlere ve 31-40 yaş arası öğretmenlere oranla kaçınma ve uzlaşma stratejisini daha fazla kullandığı görülmektedir. Tablo 9: İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Görev Sürelerine Göre Kullandıkları Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Farklılaşma Durumuna İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi Test Sonuçları Demografik Özellikler Bütünleştirme Kaçınma Uzlaşma Hükmetme Uyma Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Gruplar arası Grup İçi Toplam Kareler Toplamı 0,776 25,938 26,714 0,979 27,013 27,991 0,142 22,277 22,420 0,380 24,048 24,429 0,112 27,745 27,857 Sd 2 109 111 2 109 111 2 109 111 2 109 111 2 109 111 Kareler Ortalaması 0,388 0,238 0,489 0,248 0,071 0,204 0,190 0,221 0,056 0,255 F P Anlamlı Fark 1,631 0,201 p>0,05 1,974 0,144 p>0,05 0,348 0,707 p>0,05 0,861 0,425 p>0,05 0,219 0,803 p>0,05 p>0,05=Anlamsız Öğretmenlerin çalıştıkları okuldaki görev sürelerine göre kullandıkları çatışma yönetimi stratejilerinin farklılaşma durumuna yönelik yapılan tek yönlü varyans analizi sonucunda herhangi bir strateji ile görev süreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmemiştir. 212 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi Sonuç ve Öneriler İletişim ve etkileşim içinde olan toplumsal tarafların tercihlerinde, isteklerinde, değerlerinde ve inanışlarında farklılıklar olduğu sürece çatışma kaçınılmazdır. Kurum çalışanlarının performanslarının artırılması için çalışanların çatışmaları kontrol altında tutulmalıdır. Bu nedenle çatışma yönetimi iş hayatında önemli bir konu başlığı haline gelmiştir. Hem konu ile ilgili yapılan araştırmalar sonucunda hem de, çalışmamızın ulaştığı bulgular doğrultusunda genelde örgütler, özelde ise okullar için çatışma kavramını doğru yönetebilmek adına aşağıdaki önerilere yer verilebilir. •Hem yapılan literatür çalışmasında hem de araştırmamızdan çıkan sonuçlar doğrultusunda, çatışma yönetimindeki önemli etkenlerin başında yönetim gelmektedir. Çatışmayla etkin mücadele için yönetim katındaki müdür ve müdür yardımcılarının etkili liderlik ve çatışma yönetimi becerilerini geliştirici seminerlere katılımları sağlanmalıdır. •Öğretmenlerle işbirliği, kararlara katılımlarının sağlanması, örgüt hedefleri ile birlikte kişisel beklenti, istek ve ihtiyaçlarına önem verilmesi, onların özgürce çalışmaları için gerekli ortam ve koşulların yaratılması daha olumlu bir iklimin oluşmasına katkı sağlayacaktır. Olumlu okul iklimi ise, bireylerin anlaşmazlıklarıyla olumlu biçimde yüzleşmelerini sağlayacaktır. Böylece sorunlar belirlenerek ve düzenleyici önlemler alınarak fonksiyonel olmayan çatışmalar azaltılacaktır. •Öğretmenlerin okulda yaşanan çatışmalar ve bu çatışmaların yönetimine ilişkin algılarını ortaya koymayı amaçlayan çalışmalar hayata geçirilmeli ve mevcut durumun tespitine yönelik adımlar atılmalıdır. •Çatışmada kullanılacak yöntemlerin örgütteki morali teşvik edecek, bireyleri yönlendirecek, iş tatmini ve örgütsel bağlılığı artıracak nitelikte olmasına önem verilmelidir. •Öğretmenlerin birbirlerini tanıma olanağı bulabilecekleri motivasyon tekniklerine başvurulmalıdır. •Okulda görev dağılımından kaynaklanan çatışmaları ortadan kaldırabilmek için ve çalışanların görevlerini daha iyi yerine getirebilmelerine destek olabilmek için görev tanımlamaları net çizgilerle yapılmalıdır. •Okulda taraflı davranma ve gruplaşma nedeniyle yaşanan çatışmaları azaltmak için, okul yönetimi çalışanlar arasında grup çalışmalarını desteklemeli ve gruba bağlılığın sağlanması için çalışmalar yapmalıdır. •Okuldaki uygulamalar ve görevler konusunda eşit görev dağılımını sağlamak için öğretmenler işbirliği yapmaya ve fikir alışverişi yapmaya özendirilmelidirler. Genelde örgütlerin, özelde ise eğitim kurumlarının amaçlarını gerçekleştirmesinde en etkili rolü oynayan kuşkusuz insan faktörüdür. Ham madde insan olunca hiç şüphesiz ilişkilerde çatışmaların olması da kaçınılmazdır. İletişim ve etkileşim içinde olan toplumsal tarafların farklılığı çatışmanın varlığını beslemektedir. Dolayısıyla önemli olan çalışanlar Sayı 36 /Bahar 2013 213 Özlem GÜLLÜOĞLU arasında çatışmanın hiç olmaması değil çatışmayı örgüt amaçları doğrultusunda doğru stratejiyle yönetebilmektir. Kaynakça Abbott, Jessica H., (1994). The Need for Conflict Resolution Training for Public School Administartors As Perceived by Indiana Public School Superintendents and High School Principles, Unpublished Doctoral Thesis, Indiana: Indiana State University. Baltaş, A. ve Baltaş, Z., (2000). Bedenin Dili, İstanbul: Remzi Kitapevi. Başaran, İbrahim E. (1991). Örgütsel Davranış- İnsanın Üretim Gücü, Ankara: Ekinoks Yay. Boonsathorn, Wasita, (2007). “Understanding Conflict Management Styles of Thaisand Americans in Multinational Corporations in Thailand”, International Journal of Conflict Management, 18(2):196-221. Bursalıoğlu, Ziya, (2002). Okul Yönetiminde Yeni Yapı ve Davranış, Ankara: PegemA Yay. Can, Halil, (1999). Organizasyon ve Yönetim, Ankara: Siyasal Kitabevi. Chu, Jennifer, (1993). “Responding to User Queries in a Collaborative Environment”, Annual Meeting of the Association for Computational Linguistics, Ohio State University. Coşkun, Meral, (2009). http://www.hrturkiye.com/index.php/organizasyonlardacatisma-ve-yonetimi/. Erişim Tarihi: 12 Kasım 2012. Cüceloğlu, Doğan, (1995). Yeniden İnsan İnsana, İstanbul: Remzi Kitabevi Çopur, Halil, (1990). “Academic Professionals: A Study of Conflict and Satisfaction in Professoriate”, Human Relations, 43(2): 113-127. Donovan, Mary M., (1993). Academic Deans and Conflict Management: The Relationship Between Perceieved Styles and Effectiveness of Managing Conflict, Unpublished Doctoral Thesis, Visconsin: Marquette University. Dökmen, Üstün, (1997). İletişim Çalışmaları ve Empati, İstanbul: Sistem Yay. Edelstein, Caren J., (1991). The Viewpoints of Texas Public School Principles on Intra-Organizational Conflict, Unpublished Doctoral Thesis, Texas City: Texas State University. Erdoğan, İlhan, (1999). İşletme Yönetiminde Örgütsel Davranış, İstanbul: Dönence Basım. Eren, Erol, (2000). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, İstanbul: Beta Basım. Ertürk, Mümin, (2000). İşletmelerde Yönetim ve Organizasyon, İstanbul: Beta Yay. 214 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi Fleetwood, Karen L., (1987). The Conflict Management Styles and Strategies of Educational Managers, Unpublished Doctoral Thesis, Newark: University of Delaware. Friedman, R. A., Currall, C., ve Tsai, J. C., (2000). “What Goes Around Comes Around: The Impact of Personal Conflict Style on Work Conflict and Stress”, The International Journal of Conflict Management, 11: 32-55. Follet, Mary P., (1995). Prophet of Management, (Ed), Graham, J.R., USA: Harvard Business Press. Gordon, Judith R., (1991). Diagnostic Approach to Organizational Behaviour, Allyn&BaconPub. Gross, M.A. ve Guerrero, L.K., (2000). “Managing Conflict Appropriately and Effectively: An Application of the Competence Model to Rahim’s Organizational Conflict Styles”, The International Journal of Conflict Management,11(3): 200–226. Güllüoğlu, Özlem, (2011). Örgütsel İletişim –İletişim Doyumu ve Kurumsal Bağlılık, Konya: Eğitim Yay. Gümüşeli, Ali İ., (1994). İzmir Ortaöğretim Okulları Yöneticilerinin Öğretmenler ile Aralarındaki Çatışmaları Yönetme Biçimleri, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi. Hellriegel, D. ve Slocum, J. W., (1978). Management: Contingency Approaches, Massachusetts: Addison-Wesley Publishing Company. Hellriegel, Don, (1986). Organizational Behavior, Newyork: West Publishing Company. Hendricks, William, (1992). How to Manage Conflict: How to Handle Difficult People and Situations for Win-Win Results, USA: National Press Books. Hicks, Herbert G. ve Gullet, Ray C., (1981). Organizasyonlar: Teori ve Davranış, (çev.) Besim Baykal, İstanbul: İİTİA İşletme Bilimleri Enstitüsü Yayınları, No: 1. Hines, Pamela J., (1980). Conflict and Conflict Management, Athens: University of Georgia Press. Hitt, M.A., Dennis R.M. ve Mathis, R.L., (1989). Management: Concept and Effective Practice, NewYork: West. Hoover, Donald R., (1990). Relationships Among Perceptions of Principals’ Conflict Management Behaviours, Levels of Conflict and Organizational Climate in High School, Unpublished Doctoral Thesis, Pennsylvania: Pennsylvania State University. Ingersoll, Richard, (1993). Organizational Conflict and Control in High School, Annual Meeting of the AERA, Atlanta. Johnson, D. ve Johnson, F.P., (1994). Joining Together- Group Theory and Group Skills, London: A Paramount Communications Company. Sayı 36 /Bahar 2013 215 Özlem GÜLLÜOĞLU Karen, Sue, (1990). How Elementary School Principals Handle Conflict, Unpublished Doctoral Thesis, Arizona: Arizona State University. Karip, Emin, (2003). Çatışma Yönetimi. Ankara: PegemA Yayıncılık. Kaushal, R. ve Kwantes, C.T., (2006). “The Role of Culture and Personality in Choice of Conflict Management Strategy”, International Journal of Intercultural Relations, 30:579-603. Başer, M.U. ve Kaya, T., (2010). “Okul Müdürlerinin Çatışma Yönetimi Yöntemlerini Kullanma Sıklıkları ve Bu Yöntemlerin Etkililiğine İlişkin Öğretmen Algıları”, E-International Journal of Educational Research, 2:79-94. Kılınç, Tanıl, (1985). “Örgütlerde Çatışma: Mahiyeti ve Nedenleri”, İ.Ü. İşletme Fakültesi Dergisi, 14(1): 103–124. Kılınç, Tanıl, (1986). “Örgütlerde Çatışma: Başa Çıkma Yöntemleri ve Çatışma Yönetimi”, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, 15(1): 149-168. Kindler, Herbert S., (1997). İş Yaşamında Anlaşmazlıkların Yapıcı Çözümü, (çev:) T. Savaşer, İstanbul: Rota Yay. Koçel, Tamer, (1983). Yönetim Kavram ve Teknikleri, İstanbul: Uluslararası Eğitim Müdürlüğü Yay., No: 1. Koçel, Tamer, (1998). İşletme Yöneticiliği: Yönetim ve Organizasyonlarda Davranış Klasik-Modern-Çağdaş Yaklaşımlar, İstanbul: Beta Yay. Latham, G., ve Wexley, K., (1981). Increasing Productivity Through Performance Appraisal, Public Productivity Review, 5(3): 227-279. Luthans, Fred, (1995). Organizational Behavior, New York: McGraw-Hill Inc. Mayer, Richard, (1990). Conflict Management-The Courage to Conflict, Ohio: Battle Memorial Inst. Medcalf, H. ve Unwick, L., (2003). Dynamic Administration: The Collected Papers of Mary Parker Follett, New York: Harper&Brother Pub. Mescon, M.H., Albert, M. ve Franklin, K., (1988). Management, New York: Harper&Row Pub. Newstrom J. W. ve Davis K., (1993). Organizational Behavior: Human Behavior at Work, New York: McGraw-Hill Inc. Özdemir, Servet, (1997). Örgütsel Gelişim, Ankara: Pegem Yay. Özer, Mehmet A., (2000). “Etkin ve Verimli Örgüt Yönetiminde Doğru Bir Adım: Çatışma”, Verimlilik Dergisi, 4: 17-43. Özgan, Habib, (2006). İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Yönetimi Stratejilerinin İncelenmesi (Gaziantep Örneği), Gaziantep: Yayınlanmamış Doktora Tezi. 216 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Kayseri’de Hizmet Veren Özel İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Çatışma Faktörlerinin ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin Analizi Özgan, H. ve Aslan, N., (2008). “İlköğretim Okul Müdürlerinin Sözlü İletişim Biçiminin Öğretmenlerin Motivasyonuna Etkisinin İncelenmesi”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(1): 190-206. Özgan, H. ve Gedikoğlu, T., (2008). “İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Kişisel Özellikleri ile Çatışma Yaşadıkları Kişilere İlişkin Görüşlerinin İncelenmesi”, Milli Eğitim Dergisi, 179: 241-252. Özkalp, E. ve Kırel, Ç., (1996). Örgütsel Davranış, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayınları No:111. Özmen, Fatma, (1997). Fırat ve İnönü Üniversitelerinde Örgütsel Çatışmalar ve Çatışma Yönetimi Yaklaşımları, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Elazığ: Fırat Üniversitesi. Öztürk, Mehmet, (2005). Fonksiyonları Açısından İşletme ve Yönetim, İstanbul: Papatya Yay. Rahim, M. Afzalur, (1992). Managing Conflicts in Organizations, Westport CT. Rahim, M.A. ve Magner, R.N., (1995). “Confirmatory Factor Analysis of the Styles of Handling Interpersonal Conflict: First-Order Factor Model and Its Invariance Across Groups.”, International Journal of Conflict Management, 80(1): 122-132. Inc. Robbins, Stephan P., (2001). Organizational Behavior, New Jersey: Prentice Hall Rollinson, Derek vd., (1998). Organizational Behavior and Analysis: An Integrated Approach, Longman, Addison Wasley. Press. Ross, M. H., (1993). The Management of Conflict, New Haven, CT: Yale University Sandole, D. ve Kelman, H., (1993). Conflict Resolution Theory and Practice: Integration and Application, New York: Manchester University Press. Schmidt, W.H. ve Tannenbaum, R., (1995). “Management of Differences”, Harvard Business Review, 38: 107-115. Snowden, P. ve Richard, G., (1998). School Leadership and Administration: Important Concepts, Case Studies and Simulations, New York: McGraw-Hill. Sökmen, A ve Yazıcıoğlu, İ., (2005). “Thomas Modeli Kapsamında Yöneticilerin Çatışma Yönetimi Stilleri ve Tekstil İşletmelerinde Bir Alan Araştırması”,Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, 1:1-19. Szilagy, A.D. ve Wallace, M.J., (1980). Organizational Behavior and Performance, California: Goodyear Publishing Company. Şimşek, M. Ş., Akgemci T. ve Çelik, A., (2003). Davranış Bilimlerine Giriş ve Örgütlerde Davranış, Konya: Adım Matbaacılık ve Ofset. Sayı 36 /Bahar 2013 217 Özlem GÜLLÜOĞLU Şirin, E. K., (2008). Beden Eğitim ve Spor Yüksekokulu Yöneticilerinin Liderlik Stilleri ve Çatışma Yönetimi Stratejilerinin İncelenmesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Tekarslan, E., Kılınç, T. ve Baysal, C., (2000). Davranışın Sosyal Psikolojisi, İstanbul: Dönence Basım. Tjosvold, Dean, (1991). The Conflict-Positive Organization, Massachusetts: Cameran Pub. Türk Dil Kurumu, (1998). Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Whetten, D.A. ve Cameron, K.S., (1991). Developing Management Skills, UrbanaChampaing: HarperCollins. Willmot, W. ve Hocker, J., (2010). Interpersonal Conflict, McGraw-Hill. Yıldırım, Atila, (2003). İlköğretim Okulu Yöneticilerinin Empatik Eğilimleri ve Empatik Becerileri ile Çatışma Yönetimi ve Stratejileri Arasındaki İlişki (Ankara İli Örneği), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi. 218 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşümünde Reklamcılığın Rolü The Role of Adversing in Turkish Society’s Transformation into a Consumer Society Şahinde YAVUZ Doç. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Fakültesi E-posta: [email protected] Anahtar Kelimeler: Tüketim, Tüketim Toplumu, Reklamcılık, Modernleşme, Kimlik. Keywords: Öz Reklam, kendine özgü söylemiyle yaşam/tüketim biçimlerini ve davranışlarını etkileyerek, değiştirip, dönüştüren bir iletişim disiplinidir. Kitlesel üretim, taşımacılık ve iletişimdeki gelişmelerin kaçınılmaz bir sonucu olarak tüketim toplumu ortaya çıkmıştır. Bu makalede, Türkiye’nin tüketim toplumu oluşunda reklamların oynadığı rolün araştırılması amaçlanmaktadır. Makalede tüketim toplumunun ve reklamcılığın gelişimini ilk yaşayan ülkelerden biri olan Amerika örneğini incelenerek Türkiye ile karşılaştırma yapılmıştır. Bunun için araştırmada önce ABD’de, 19. yüzyılın son dönemleri ile 1920’lerde tüketim toplumuna doğru geçirilen evrede yaşanan gelişmeler; tüketim toplumunun doğuşu, çalışma biçimlerindeki değişimlerin tüketime olan etkisi, reklamların mal tüketimiyle kimlik ve modern oluş arasında kurdukları bağ; ikinci olarak, Türkiye’nin tüketim toplumu olma yolunda geçirdiği aşamalar; tüketim ve reklamın Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından neden gelişemediği, 1950’lerde değişen siyasal ve ekonomik konjonktürün tüketim toplumu oluşumuz üzerindeki etkileri, ardından 1980’li yıllarda yaşanan toplumsal, ekonomik ve kültürel değişimlerin rüzgarıyla reklamcılığın gelişimiyle kanaatkar toplumun tüketim toplumuna evrilişi incelenmiştir. Abstract Advertising is a communication discipline which affects and changes the life styles, Consumption, consumption modes and behaviours through its specific discourse. The most important Consumption Society, figure forming the consumption culture is advertisements. The rise of the consumer society Advertising, Modernism, was an inevitable outcome of the developments in the mass production, mass transportation Identity. and mass communication. In this article it is aimed to investigate on a historical trail the role the advertisements played in the emergence of the production society in the face of the American example. Accordingly, the things that we will examine are, firstly, the changes occured in the USA at the end of the nineteenth century and in the 1920’s during the evolution towards a consumer society; the rise of the consumer society and consumption under the effects of the changes in the working conditions; advertisements as an agent between consumption on the one hand and identity and modernity on the other. Secondly we will examine the stages witnessed in Turkey on the road to become a consumer society; the reasons for the rudimentary situation of consumption and advertising in the Ottoman area and in the first years of the Republic; the changing political and economical structure in the 1950’s and the development of advertising under the social, economical and cultural changes in the 1980’s in which the contented society evolved into a consumer society. Şahinde YAVUZ Giriş Reklam iletilerinden kaçışın mümkün olmadığı bir evren, yirminci yüzyıl fenomenidir. Raymond Williams (1993), bu özelliği nedeniyle reklam için “kapitalizmin resmi sanatı” ifadesini kullanır. Geçmişte de satıcılar alıcıların kararlarını kendi malları lehine değiştirmek istemişlerdir. Ancak yüzyüze iletişimin imkanlarıyla reklamın/ duyurunun gelişmesi olanaksızdır. Reklamın gelişeceği mecra için iki gereklilik söz konusudur; markalı ürünlerin satılacağı kitlesel bir pazar ve bu ürünlerin tanıtımının yapılacağı kitlesel yayın yapan medya. 19. yüzyılın sonlarına doğru reklamın gelişimini sağlayan en önemli koşul olan toplumların tüketim eksenli tanımlanmaya başlanması, kapitalist ülkelerde geçerlik kazanmıştır. Gazetelerle başlayan kitlesel yayıncılık, dergiler, radyo ve televizyonla günümüzdeki boyutlarına ulaşmıştır. Bu makalede, Türkiye’de tüketim toplumu olgusunun oluşumunda reklamların rolünün incelenmesi amaçlanmaktadır. Bu nedenle önce ABD’de, 19. yüzyılın son dönemleri ile 1920’lerde tüketim toplumuna doğru geçirilen evrede yaşanan gelişmeler analiz edilecek, ikinci olarak, Türkiye’nin tüketim toplumu olma yolunda geçirdiği aşamalar incelenecektir. Tüketim ve reklam ilişkisi doğru orantılı bir ilişki olduğu için, her iki toplumun tüketim toplumuna evrilişlerinde reklamın nasıl bir işlev gördüğü ortaya konacaktır. Tüketim Toplumunun Doğuşu 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar pek çok ülkedeki ekonomik sistem, tarıma dayalı ve durağandır. İnsanların büyük çoğunluğunun kırsal alanda yaşadığı tarıma dayalı ekonomilerde; çiftliklerde, ev ve evin çevresinde üretilmekte olan mallar tüketilmektedir. Malların pazarda satılması sınırlıdır, daha çok kişiler arasında ihtiyaca dayalı olarak malların değişimi söz konusudur. 19. yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyıla kadar geçen zaman içinde, üretim ve tüketim önem kazanmıştır. Ekonominin tarımdan endüstrileşmeye doğru yön değiştirmesinde, fabrika sisteminin kurulup yaygınlaşmasının önemi büyüktür. Avrupa’da 18. ve 19. yüzyılda yeni buluşların üretime uygulanması ile yaşanan Endüstri Devrimi’yle, geçmişe ait ekonomik, toplumsal, kültürel yapı ve yaşama biçimleri kökten değişime uğramıştır. Endüstri Devrimi’ni 16. ve 17. yüzyıldaki dinsel, siyasal, bilimsel ve felsefi düşünceler hazırlamıştır. Ekonomi tarihi içinde 20. yüzyılın başına kadar modern iş süreçleri, püriten, iş uyumlu etik tarafından desteklenen bir sosyal yapı içinde, biriktirme ve yatırım süreci olarak belirmiştir. Tüketim toplumunun kökenleri, püriten ahlakın varlığında boy göstermiştir. 20. yüzyılda karşımıza çıkan kitlesel tüketimin ve Batı kapitalizminin kökenini Max Weber (1997:143), Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu adlı kitabında açıklamaya çalışır. Weber’e göre kapitalizm, temel dini inançlardan beslenir. Kapitalist sistemin, insanların kendilerini para kazanma sistemine adamalarına gereksinimi vardır. Dünyevi meslek yaşantısı içinde inancın ispatı gereklidir. Püriten inanç içinde, Tanrının şanının boş zaman ve zevk ile değil, ancak çalışma ile artırılabileceğine inanılır, zamanı boşa harcama günahların içinde en büyüğü olarak kabul edilir. İşe karşı isteksizlik, kutsanmışlık 220 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşmesinde Reklamcılığın Rolü durumunun eksikliğini gösterir. Bedensel zevkler ve günah için değil, Tanrı için çalışarak zengin olunmalıdır. Püritenizm’de, mülk arttıkça bu mülkü Tanrının şanı için kaybolmadan tutmak ve çoğaltmak gerekliliğinin, kapitalizmin gelişmesindeki anlamı çok açıktır. Weber’e göre, dinsel neden dünyevi çilekeşliğin gerektirdiği bastırma mekanizmalarını haklılaştırmıştır. Dünyevi çilekeşlik akılcılık ile birleşince daha da şiddetlenmiş, iktisadi başarının sürekli, ısrarlı, yöntemli ve düzenli bir biçimde sağlanması tek hedef haline gelmiştir. Yöntemci, akılcı özdenetim, serbest piyasa düzeninde bir ideale dönüşmüştür. Weber buna “kapitalizmin ruhu” adını vermiştir (Weiskopf, 1995:41-44). Püritenliğin konumuz açısından önemi, kapitalizmin oluşum aşamasında üretim yapmak üzere güdülenen bireylerin, ileri kapitalizmde tüketim için benzer bir itkiyle güdülenmeleridir. 17. yüzyılda Aydınlanma Çağı filozofları, bilimsel yöntemi ve rasyonel düşünme ilkelerini geliştirmişlerdir. Fransız Devrimi aracılığıyla bu düşünceler Avrupa’ya yayılmış, 17. yüzyılın bilimsel buluşları, Endüstri Devrimi’nin teknolojik gelişmelerine kaynak oluşturmuştur (Jeanniere, 1993). Malların fabrikalarda üretilmesiyle, 1860’lı yıllardan sonra üretimde büyük bir artış yaşanmış, yeni makinelerle farklı ürünler üretilmiştir. Üretim skalası genişlemiş, demiryolları ulaşımının sağlanması ile üretilen ürünlerin ve ürün hammaddelerinin taşınması sorunu, büyük oranda çözülmüştür. Tarım ekonomisinden endüstriyel ekonomiye geçişle, kamu ve özel yaşamların doğası değişmiş, iş ve iş dışı zaman ayrımı doğmuştur. Önceleri üretimin yapıldığı iş ve ev aynı mekâna ait iken, fabrikalaşma ile iş evin dışında yer almıştır. Mallar zanaat üretimi yerine fabrikalarda üretilmeye başlamış, insanlar köylerin dayanışmacı ama gözetim altında da tutan baskısından kaçarak, şehirlerin anonimliğine karışmışlardır (Fowles, 1996:31-33). Endüstri Devrimi’nin getirdiği fabrika düzeni, belli bir çalışma saatlerinin karşılığında ücret ödeme sistemine dayanmaktadır. Endüstrileşmenin ilk aşamalarında çalışma ve ücret düzenlemeleri, günümüz şartları ile karşılaştırılamayacak zorlukta olmakla birlikte, zamanla gelişen sosyal politikalarla bu şartlar iyileştirilmiştir. Gitgide daha fazla sayıda kişinin bir gelire sahip olduğu yeni üretim biçiminde insanlar, tüketim mallarını kendileri üretmek ya da pazaryerinde değiş tokuş etmek yerine, satın alma ihtiyacını hissetmişlerdir. Bu ihtiyacın belirmesindeki neden, “endüstriyel gelişimle uyumlanan pazarda hızlı teknolojik yenilik, kitle üretim ve mal çeşitliliğindeki hızlı artıştır. Bu artış, günlük yaşamın kendisinde bir devrim etkisi yaratmıştır” (Leiss vd., 1990:65-66). 20. yüzyılın başlangıcına kadar, sosyal sınıflar, ekonomik ve politik güce göre belirlenmektedir. Alt sınıf yoksulluk ve ezilme ile, üst sınıf zenginlik ve politik etki ile tanımlanmakta, günlük yaşamda her sınıf ayrı alanları/mekânları paylaşmaktadır. Tüketim malları evde üretilmekte, popüler kültür aktiviteleri (festivaller, törenler, eğlenceler) halâ güçlü bölgesel, etnik ve dilsel farklılık göstermektedir. Kültürel gelenekler, her grubun tüketim biçimini belirlemektedir. Alt sınıf, sadece kendi ürettikleri el yapımı malzemeleri tüketebilirken, daha zengin sınıflar ürünler arasında seçim yapabilmektedir (Leiss vd., 1990:59). 19. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak tüketim, geniş halk kitlelerine açılmaya başlamıştır (Gottidiener, 2000:12). Başlangıçta, seçkinlerin sıradan halkın tüketim aktivitesini denetleme isteği, kitlesel olarak üretilen malların tüketilmesi Sayı 36 /Bahar 2013 221 Şahinde YAVUZ gerekliliği nedeniyle işlevsiz kalmıştır. Üretilen malların, kitleler tarafından tüketilmesi, üretim döngüsünün işlemesi için birincil önemdedir. Tüketim alanının genişleyerek seçkinlerden halka doğru açılması, siyasi arenada boy veren fikirlerle de eşgüdümlü değerlendirilmiştir. Tüketim ve demokratikleşme de bu vesile ile yanyana gelen ilginç kavramlardan biridir. Tüketimin halka açılması ile ortaya atılmış olan “tüketimin demokratikleşmesi” olgusu, 19. yüzyılın ortalarında kamusal alanda ifade edilmeye başlanmıştır. “1850’li yıllarda itibaren sanayi burjuvazisi, tüketim kültürünü topluma yaymak için düzenlemelere girişmiştir. Bu düzenlemelerin başında, teknolojinin getirdiği yeniliklerin üretimde etkinliğin arttırma yolu olarak kullanılmasının yanında, verimliliğin getireceği refahtan çalışan kitlelerin de yararlandırılması ya da “tüketimin demokratikleştirilmesi” anlayışı gelmektedir” (Aydoğan, 2000:119). Tüketimin halka açılması kavramının cilalı bir söyleyişle değerlendirilmesi, tüketimden herkesin eşit olarak yararlanamayacağı gerçeğinin bir tarafa bırakılarak, tüketimin püriten ahlakın dışında bir yerde yüceltilmesi ve değerli bir olgu olarak görülmesinin sonucudur. Schudson (1997:143), tüketim toplumu olma aşamasında ürünlerin üç aşamadan geçerek demokratikleşmeye hizmet ettiğini belirtir. İlk olarak, mallar kitlelerce tarafından tüketilebilmek için daha standart hale getirilmiş, ürünlerin kullanımı basitleştirilmiştir. İkinci olarak, standart ürünlerin kullanımı kolaylaştırılmış, kadın, erkek, çocuklar tarafından kullanım olanağı doğmuştur. Üçüncü olarak, özel tüketimden çok kamusal tüketimin standartlaşması daha çok dikkati çekmiştir. İnsanlar artan biçimde kendi tüketim kalıplarını başkalarıyla karşılaştırmaya başlamış, sosyal düzen hem görme, hem de imrenme açısından da demokratikleşmiştir. Tüketemese de tüketim mallarını sergilendikleri mekânda görme anlamında eşit olma fikri, tüketim toplumunun temel ideolojisi olarak bugün de varlığını sürdürmektedir. Yeterli geliri olmayıp, bir gün bu gelire sahip olacağını düşünerek tüketmenin hayalini kurmak da, tüketim toplumunu ayakta tutar. Tüketimin çalışan kitlelere açılması yoluyla demokratikleştirilmesine yönelik eleştiriler de mevcuttur. Oskay’a göre (1993:177-178), tüketim yoluyla aslında kitlelerde ekonomik ve toplumsal konum bakımından üst konumdakilerin kimliğini kazanabilecekleri yanılsaması yaratılmış, tüketim kitlelerin gerçek yaşamda kendilerinden esirgenen doyumların acısının hafifletilmesinin aracı olmuş, böylelikle tüketim ideolojisi bir yaşam felsefesi haline gelmiştir 19. yüzyılın son çeyreğinde pek çok üretici, tren yollarının etkililiğine rağmen dağıtımla ilgili sorunlar yaşamaktadır. Toptan ve perakende satışların çözüm olmadığı yerde daha ucuz ve daha etkili bir yol ortaya çıkmıştır: Reklam yapmak. Reklamın temelinde, üreticilerin ürettikleri ürün için tüketicilerde talep yaratabilmeleri, kitle üretimleri için potansiyel müşterilerinin ürünlerine dikkat etmelerini sağlayarak mesajlarını yapılandırmaları olgusu yatar. Üretilen ürünlerin pazarlanma stratejisinin işlemesi için iki temel koşul gereklidir. Bu koşullardan ilki, müşterilerin bir ürünü isteyebilmeleri için o ürünü diğerlerinden ayıran bir isminin olması zorunluluğudur. 19. yüzyıl sonlarında üretilen ürünler genel olarak etiketlenmemekte, satıcılar üreticisi bilinmeyen ürünleri satmaktadır. Üretim çoğalıp, dağıtım etkili hale gelip, pazarlama stratejisi yarışmacı sisteme dayanınca, bir üreticiyi diğerinden ayırmaya yarayan marka isminin avantajları açıkça görülmeye başlanmıştır. Markalaşma başarıldıktan sonra ikinci önkoşul, markalı ürünleri tüketiciye taşımaktır (Fowles 1996:37). Modern reklamcılığın temeli, isimsiz 222 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşmesinde Reklamcılığın Rolü malları isimlendirmeye dayanır; bu konuda öncü bir çalışma, “Amerikan Quaker Oats Company” tarafından 19. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleştirilmiştir. 1880’li yıllarda Schumacher isimli üretici, ürünün üstüne ismini basmış (Falk, 1997: 88-89), markalı ürün yaratmanın ilk adımı atılmıştır. İnsanlar daha önce de yulafı tanımaktadır, ancak markalı “Quaker Oats” markalı yulaf ile tanışmaları yenilik teşkil etmiş, böylece özel paketinde yulaf, sadece yulaf olmaktan çıkmıştır. Teknolojideki ilerlemeler, tüketici ürünlerinin daha önce hayal edilemez boyutlarda üretilmesine ve ambalajlanmasına olanak tanımıştır. Üretim bolluğu üreticileri uzaklardaki pazarlara gitme konusunda cesaretlendirmiş, ürünlerin adları ve yararlarını tüketicilerin belleğine yerleştirme amacı taşıyan markanın önemi artmıştır (Tungate, 2008: 21). 1880’ler ve 1920 arasında endüstri açısından ileri ülkelerin ekonomileri, endüstriyel üretim ve kitle tüketimine uyumlu hale gelmiştir. İnsanlar üretimle ilişkilerini, önce ücret sözleşmesi yoluyla, sonraları da yeni standart haline gelen ve markalı olan malların tüketimi yoluyla kurmuştur. Tüketim bu anlamda, üretim sisteminin bir parçası olarak iş görmektedir. Tüketim, modernizmin sosyal gelişiminin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Yeni Çalışma Biçimleriyle Gelişen Tüketim Olanakları Modern Amerika Birleşik Devletleri, 19 yüzyılın sonundan itibaren tüketim toplumunun ilk örneklerinden birini oluşturur ancak İngiltere’de 18. yüzyılda ilk tüketim toplumu olarak gösterilmeye dair emareler oluşmuştur (Schudson, 1984:178). Toplumsal dönüşümlerin başlatanları ya da hızlandıranları, tarihsel süreç içinde her zaman var olagelmiştir. Henry Ford da öncü bir girişimci olarak tarihsel söyleme “Fordizm” sözcüğünü hediye etmiştir. Fordist üretim tarzında, verimlilik ve üretim yüksektir. Henry Ford, Taylorist üretim biçimi ile yeni bir toplumsal yaşam biçiminin sentezini yapmıştır. Bu; 8 saatlik işgünü ve 5 dolar ücret; fabrikada 8 saat çalışan işçilerin kalan boş zamanlarını, üretilen ürünleri satın almaya ayırmaları anlamına gelir. Ford’un çözümlemesi, aynı zamanda belli bir yaşam biçimini ifade eder. Pazarın sürekli olarak genişleyip, büyümesi için işçilerin; “yeterli” ücret alması, kendilerine ayıracak bol zamanlarının olması ve işçilerin aldıkları ücretlerini pazarda tüketime harcamaları gerekir (Şaylan, 1999:118-119; Harvey, 1997:148). Bu nedenle 1920’lerde Amerika’da işçilerin çalışma süreleri kısaltılmış ve ücretleri yükseltilmiştir. Bu iki strateji çalışanları tüketicilere dönüştürmenin bir yolu olarak kullanılmıştır. Endüstrileşmeyle birlikte malların kitlesel üretimiyle, ihtiyaç tatmininin geleneksel biçimleri (ev üretimi, pazaryerindeki değiş tokuş) çözülmeye başladığı için, insanlar çok sayıda ürünün yer aldığı pazaryerinde gereksinimlerini nasıl karşılayacaklarına ilişkin, bir karmaşa yaşamaya başlamışlardır. Geleneksel yaşantıda büyüklerinden, cemaatinden öğrendikleri giyim, yemek gibi gereksinimleri gidermeye alışmış olan bireyler yeni ortaya çıkan, kitle üretim mallarıyla dolu karmaşık ortamda, neyi satın alacakları ve satın aldıklarını nasıl kullanacakları konusunda yönlendirilmek için sosyal ipuçlarına ihtiyaç duymuşlardır. Reklam ve pazarlama ortaya çıkan boşluğu doldurmuş “kültürel Sayı 36 /Bahar 2013 223 Şahinde YAVUZ geleneklerin rolünü üstlenerek” (Leiss vd. 1990:65) tüketicileri yönlendirme girişimlerini başlatmıştır. İş yaşamı ve endüstri dünyasının da, üretim hattından malların hareket etmesi için yoğunlaştırılmış satış çabalarına gereksinimleri vardı. Reklamcılık, üretilen malların pazarlanması sürecinde, 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıktı. Tüketim kültürünün temel elementleri olan toplumsal konumlama ve kendini ifade etmenin sembolik aracı olarak malların kullanımı, 19. yüzyılda yerleşti. “1920’lerde üretim hattı, yeterince mal üretimini sağlamıştı, reklamcılardan istenen kapitalizmin kültürel çerçevesini gerçekleştirmekti” (Ewen, 1976:33). Mal tüketiminin modern olmakla eşdeğer sayılmasına ilişkin yaratılacak anlayış, reklamcılara yüklenen en önemli görevlerden biridir. Yalnızca mal tüketimini arttırmak değildir reklamcıların amacı, mal tüketiminin sistemli şekilde arzuların tatminine, yeni arzuların yaratılmasına yol açacak bir şekilde düzenlenmesidir. Bir kez bu düzen kurulur, tüketmeye istekli kitleler yaratılırsa, üretim bandının döngüsü kusursuz hale gelecektir. Ewen, 1920’lerde Amerika’nın tüketim toplumu haline gelişi esnasında, reklamcıların rolünü incelediği Captains of Conciousness adlı kitabında, işadamları ve reklamcıların işbirliği halinde tüketim kültürünü ve üretilen malların tüketicilerini oluşturma sürecini nasıl kurduklarını anlatır. Ewen (1976:25-26), endüstrinin kitleselleşmesi ile ileri görüşlü işadamlarının sadece üretilen malların değil, satın alacak kamunun da yaratılmasının gerekliliğini görmeye başladıklarını belirtir. İşadamları için insan yönetiminin gerekliliğinin keşfinin, elektriğin ya da çeliğin kullanımından daha değerli bir üretim, eşit derecede endüstriyel bir keşif olduğu görüşünü ileri sürerek devam eder: Yeni üretim ortamında, bilimsel yönetilen endüstri ideali içinde, ham materyaller ve tüketicilerin her ikisi de işlenebilir olarak görülmüştür. Artık her iki olguda; üretim hattının, parasal çıkarların, kapitalin yeni beliren üretim araçlarının taleplerince şekillenecektir. Reklamcılar, büyüyen endüstri içinde tüketim aracılığı ile belirleyici bir etken olan tüketiciyi, yeni ürünleri talep etmede öngörülebilir ve coşkulu kılabilirlerse, modern iş sisteminin rasyonelleşmesi ve dinamizm kazanması gerçekleşecektir. Bu yolda Marchand’ın (1985:31) ifadesiyle; “üreticiler sadece mal üretimi yapmaktadır, oysa reklam yazarları daha yüksek üretim düzeyinde iş görmektedirler; onlar tüketici üretmektedirler. Modern reklamcılığın doğuşunun ön koşulunu oluşturan etkenler arasında, tüketim malları pazarının genişlemesi kadar, gösterişçi yaşam tarzının önem kazanması da yer alır. Pek çok eleştirmen için reklam, püriten ahlâkı çürüten bir olgu olarak görülür. Reklam olmadığı taktirde püriten çalışma ahlâkı bozulmadan kalacak ve gereksiz tüketim yerini ihtiyaçlarla sınırlı bir tüketime bırakacaktır. Kitlesel üretim ve ihtiyaçların sınırsız oluşu, bu bakış açısında, çözümlenmemiş bir sorun olarak varlığını sürdürür. Püriten inançla üreten ilk temsilciler üretime odaklanmışken, onları sonradan takip edenler zevklerini kanıtlama peşinde olmuşlardır. Buna göre, zevk sahibi olduğunu göstermekle, iyilik de kanıtlanmış olur. Bir insanın zevk sahibi olduğuna ilişkin ipuçları onun modaya uyduğunu göstermektir. Bu nedenle geç Protestanlar, modayı takip etmeye ve lüks malları tüketmeye hevesli hale gelmişlerdir. Colin Campbell’a göre, geç Protestan etiği bilinçsiz de olsa modern tüketicilik ruhuna yol açmıştır. Erken Protestanlar çileci iken, geç Protestanlar 224 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşmesinde Reklamcılığın Rolü hedonist ve bireycidir, yanılsamalar, gündüz düşleri ve fantezilerle beslenen bir ruhtur. Campbell, Weber’in aksine fantezi ve büyüye dayalı ruhun mutluluğa yol açtığını belirtir. (Akt. Ritzer, 2000:96). Gösterişe dayalı tüketim, geç Protestanların yaşama biçimidir. Tüketim, hayata ilişkin felsefenin merkezine yerleştiği zaman, reklam bu felsefenin katalizörü görevini üstlenir, bazen ihtiyaçlar yaratır, bazen ihtiyaçların nasıl giderileceği sorununu çözmeye yardımcı olur. Farklı bir bakış açısından modern reklamcılık, tüketirken püriten ahlaktan uzaklaştırıp rahatlatmaya da yarar. Reklam psikologu Ernest Dichter tarafından belirtildiği gibi, reklamın tarihsel görevi; bir çok malın tanıtımı ve reklamında, -bu ister yiyecek, ister bir sürat teknesi, bir radyo ya da spor bir ceket olsun- tüketimi içsel bir özgürlük olarak sunmak ve bir şeyin kullanımı yoluyla hayattan tat almaya ahlaki onay vermeye cesaretlendirmektir (Akt. Falk, 1997:99-100). Bugünkü bakış açısıyla baktığımız zaman, reklamın tüketim toplumunun yaratılma sürecinde üstlendiği tarihsel görevi başarıyla yerine getirdiğini gözlemleriz. Hayattan tat alma bir kola markasının sloganı olmuş olsa da, bireyler hayattan kam almayı çoktandır tüketimle özdeşleştirmiş, hayallerinin başköşelerini günü gelip de sahip olacakları mallarla süslemeye başlamıştır. 20. yüzyıl başlarında reklamcılığın iki görevi söz konusudur. Bunlardan ilki, kitlesel olarak üretilen malların pazarlanmasına yardımcı olarak tüketilmelerini sağlamaktır. Reklam birinci işlevini, malların nasıl kullanılacağı konusunda rehberlik ederek, mal kullanımının modernliğin bir parçası olduğunun altını çizerek gerçekleştirmiştir. Reklamın ikinci işlevi ise; anonim şehir yaşantısı içinde insanların benlik arayışında, onlara benliklerini sunma, teşhir etmek için mal tüketimini önermektir. Reklam bu işlevini, insanların yaşadığı boşluğu reklam sloganlarıyla doldurmak suretiyle yerine getirmiştir. Kimlik ve Reklam Endüstri toplumunun oluşum aşamasında, nüfus kentlerde birikmiş, aile ve etnik topluluk bağları çözülmüş, anonim bir kalabalık içinde bireyler, cemaat tipi örgütlenmeleri terk ederek aralıksız süren değişim gerçeği ile yüzleşmişlerdir. Endüstri öncesi toplumlarda, bireyler aynı yerde doğup, büyümekte çocukluktan yetişkinliğe geçene kadar aynı insanlarla ilişki kurmaktadır. Statü, doğum ve aile ile belirlendiği için kişinin başarısının da başarısızlığının da bir sınırı vardır. Aristokrat aristokrat, köylü köylü olarak kalmaktadır. Endüstriyel ve demokratik devrimle yaşam hareket kazanmıştır. Modern toplumda coğrafik ve sosyal hareketlilik, özellikle kişilerarası ilişkilerde kopmanın nedenini oluşturur. Nüfusun büyük kentlere göçünün psikolojik sonucu olarak insanların ilişkileri zayıflamıştır. (Schudson, 1989:47). Geçmişlerinden, köklerinden kopan bireyler, kimliklerini ortaya koymak için dayanaklarını kaybettiklerinden, kimlik kişinin doğduğu aileyle olan bağlarına daha az, ilişkide olduklarına daha yakından bağımlı hale gelmiştir. Bu ortamda insanların bir yere yerleşmeye ve inanacak bir şeylere ihtiyacı vardır. Geleneksel kaynaklardan elde edilen ancak yeni dönemde tatmin alanı kaybolan inanç boşluğu, kitle iletişim araçlarıyla doldurulmaya çalışılmıştır. Marchand (1985:13), kitle ürünleriyle dolu, şehir yaşantısı içinde kaybolmuş, kimlik arayışı içindeki insanların oluşturduğu toplumda reklamcıların, yeni üretilen ürünleri modernliğin hoşnutsuzluklarına yanıt olarak ileri sürdüklerini belirtir. Ancak reklamcılığın modernliği ironiktir. Reklamcılar, hem modernliği tanıtmakta, Sayı 36 /Bahar 2013 225 Şahinde YAVUZ hem de modernliğin mutsuzluk yaratan yönünü, kamuyla empati içinde, mal tüketimini önererek yatıştırmaya çalışmaktadır. Endüstrileşen toplumda aile hala sosyalleşmekte önemli bir kaynak olarak kabul edilmektedir ancak, ortak kültüre gitgide daha fazla reklam ve kitle iletişim araçları dahil olmuştur. Kitle iletişim araçları tarafından gençler, reklamı yapılmış, pazarlanmış ve garantilenmiş kimlikleri elde etmek üzere cesaretlendirilmişlerdir. Medya bir yandan kişilerin sahip oldukları benlik duygusunu ve olanaklar dünyasını genişletmiş, diğer yandan insanlara kendilerini başkaları ya da başkalarının imajlarıyla durmadan karşılaştırma yolunu açmıştır. Bu dünyada dış göstergeler çok önemli bir yer tutmaktadır (Schudson, 1989:49). Dış uyaranların önem kazandığı bu dünya, geleneksel toplumlarda yaşayan insanların anlamlandırmaya alışkın oldukları dünyadan kopuşu temsil eder. Hareketli kent yaşantısında yeni anlam sistemlerine gereksinim duyulmaktadır (Yavuz, 2007b). Kırsal hayatın cemaat yapısının tersine şehir yaşantısında, birey tek başınadır. Bireyin şehrin anonim yapısı içinde kaybolup gitmemesi için farklılık duygusunun yaratılması gerekli olur. Şehirlerde yaşayan bireylerin, çalışma dışında sosyal yaşantıyı paylaşacakları anlar seyrek ve kısadır. Bu yüzden mümkün olan en kısa zamanda çarpıcı bir etki uyandırabilmek gerekir (Back, 1985:8-12). Şehir yaşantısında bireylerin farklı oldukları biçimleri ortaya koymak, modern olmanın da bir göstergesi olarak işler. Değişerek farklılaşmak miti, moda ve tüketim ile doruk noktasına ulaşır. Toplum içinde bir yere ait olmak için kazanılan gelirin varlığı yetersizdir, maddi malların tüketilerek gelirin görünür kılınması gerekir. Schudson’un (1989:157) belirttiği gibi, bu evrende giysi modası, tüketimin diğer örnekleriyle karşılaştırıldığında, bireyselliği ifade etmenin en iyi yolu olarak belirir. 19. yüzyıldan itibaren giysi, pek çok insan için, benliği açıklayan bir gösterge sistemi olmuştur. Giysinin kısa yoldan açıklama ve etkileme özelliği, kent hayatının hızına uygun, istenilir bir olgudur. Moda, bu anlamda “akla aykırı bir sömürü olmayıp, tamamen dünyevi bir kültürde fark edilebilmek için sürdürülen varoluşçu bir arayıştır” (Chaney, 1999:47). Kendini farklı kılmak güdüsünden güç alan moda, Slater’ın (1997:10) da ifade ettiği gibi, “tüketim kültürünün; kendini ulaşılabilen şeyler, yeni, son moda, geçici heves ya da moda olabilen, gelişmiş ya da gelişmekte olan şeklinde sürekli kendini yeni baştan yaratmanın” aktif bir elementidir. Yeni oluşan toplumda beliren modern duyarlılık, geleneksel topluma hakim olan uzun süreli ve dengeye dayalı ilişkiler yerine, anonimliği, geçiciliği, kısa süreli tatminleri koyar. Bu ortamda kadın ve erkeklerin ailelerinden miras olarak almayı umdukları şey yani kimlikler, satın alınabilir mallar aracılığı ile diğerlerine gösterilebilir hale gelir. Önceleri ihtiyaç olarak satın alınan mallar, şimdi moda olarak dayatılmaktadır. Geçmişte yaşamı sürdürmek için alınan şeyler artık kimliği, statüyü, geliri göstermeye yaramakta, önceleri pazarlar fuarlar aracılığı ile özel günlerde, tatillerde elde edilebilen eğlence, artık sıradanlaşmakta, her gün elde edilebilmektedir (McCraken, 1988:17). Değişimi sağlayan güç; kitlesel üretim, şehir hayatının karmaşası, gelişen iletişim ve ulaşım sektörüdür. Reklam yaratıcıları yeni tempoya uyamayan şaşıran kamuyu yakalamış, bu şaşkınlığı kendi amaçları için kullanmış, reklamın gücünü ve statüsünü arttıran ekonomik güçleri 226 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşmesinde Reklamcılığın Rolü coşkuyla karşılamış ve müşterilerinin kaygılarını ve ikilemlerini çözecek stratejileri araştırmışlardır. Bu süreçte stil ve içerik açısından gelişen Amerikan reklamcılığı, modern formlara kavuşmuştur (Marchand, 1985:4). Reklamcıların umdukları şey, kitleleri yalnızca mal satın almaya yöneltmek değil, mal satın almayı içselleştirmeleridir. Moderni Oluşturan Unsur Olarak Reklamlar 19. yüzyılın ortalarında patentli ilaçlar, reklamı yapılan en bilinir ürünlerdir. 1870 ve 1880’lerde bölümlü dükkan reklamcılığı, ilaç reklamlarının yerini almaya başlamıştır. Bu dönemde üretim ve dağıtım sisteminin, ulusal markalı reklam ürünlerinin gelişimi, reklam uyumlu tüketim toplumunun yaratılmasında çok önemlidir. Reklam veren ilk firmalar; göreceli küçük, yenilikçi ve teknolojik açıdan gelişkin firmalardır. İlk ulusal reklam verenler ise, hemen hemen tümü düşük fiyatlı, paketli tüketim malları üretmek için devamlı işleyen yeni makineleri kullanan işletmelerdir (Schudson, 1989:56). 1880’lerden sonra reklam, ulusal pazarlama örgütlerinin kurulmasına dahil olan, pazarlama karışımının en önemli elementlerinden biri olmuştur (Schudson, 1989:59). Bu nedenle Leiss vd.(1990:55), 19. yüzyılın sonundan başlayarak endüstrileşen toplumun “üretim ahlakından” “tüketim ahlakına” geçiş yaptığını belirtir. Bu dönemde büyük bölümlü mağazalar kurulmuş, olabildiğince ucuz tüketim malları kitlesel biçimde üretilmiştir. 1890-1925 yılları arasında yapılan reklamcılıkta, ürünün tanıtılması esastır. Markalaşma yaygın bir uygulama olmadığı için, izleyici/okuyucunun dikkatini çekme, ikna etmek konusunda ilk adımı oluşturmaktadır. Anılan dönemde özellikle yiyecek, kişisel bakım ve evle ilgili yeni ürünlerin nasıl kullanılacağı bilinmediğinden, ürün karakteristikleri ve bireylerin istekleri arasında doğal bir ilişki olduğu kabul edilmemektedir. Gün geçtikçe çoğalan markalı malların gündelik yaşantının içine yerleştirilerek, kullanım nedenlerinin detaylı bir şekilde anlatıldığı reklamlarda, nedensellik (reason why) yöntemi geçerliydi. Reklamcılığın ilk dönemde “eğitimsel bir işlevi” vardı (Leiss vd., 1990:138). Bu dönemde ticarileşmiş basılı medyanın gelişmesi, reklamcılığı ürüne doğru yönlendirmiştir. Ürünün tüm niteliklerinin sayıldığı bu reklamlarda, tüketici rasyonel bir karar verici olarak düşünülmüştür. Satın alma davranışının temelinin kıskanma, sınıf ilişkileri ve otorite olarak kabul edildiği bu dönemde, kaygılar ve arkadaş gruplarının tepkilerinin önemli olduğunu fark eden reklamcılar, bu bilgileri tüketicileri yeni yaşam biçimi ve tüketim pratiklerine uyumlandırmak için kullanmışlardır. Anılan dönemde önce magazin, sonra gazetelerde ürünün niteliklerine dair tartışmaların yapıldığı illüstrasyonlar ve görsel düzeneklerin önemi artmıştır. Dönem reklamlarının stratejisini Leiss vd., (1990:330), “rasyonel” olarak değerlendirir. Reklam söylemi, mantıklı bir söylemdir; duyguya yer yoktur, bilgilendirme ve akılcılık esastır. Bu yöntemde insanın çelişkilerinin cevabı açıktır; “tüm ihtiyacınız olan şey, dişleri fırçalamak için doğru diş macunu, kullanmak için doğru araba, saçlar için doğru şampuan, içmek için doğru birayı bulmaktır” (Cummins, 1996:62). Özellikle I. Dünya Savaşı’ndan sonra, gerek reklam ajansları gerekse reklamların yer aldığı magazinler, tüketici/okuyucu araştırmaları yapmaya başlamış, hedef kitlelerini tanımak istemişlerdir (Leiss vd., 1990:155). Tüketici araştırmaları, “tek tip” tüketici ve farklılaşmamış izleyici/okuyucu kavramlarından uzaklaşmayı beraberinde getirmiştir. Bu dönemde tüketiciyi ikna etmek için ürünün niteliklerini sayıp dökmek yeterli değildir, nüfusun farklı bölümlerine farklı mesajlarla seslenmek gerekir. 1925 yılından sonra Sayı 36 /Bahar 2013 227 Şahinde YAVUZ ajansların profesyonelleşmesiyle reklamcılık, yeni bir araç olan radyonun olanaklarını kullanarak kamusal politikaları etkilemiştir. Reklamcılar artık, ürünü merkeze almaktan vazgeçmişlerdir. Çünkü yapılan araştırmalar, insan doğasının rasyonel güdülerden çok, duygusal güdülere yaslandığını göstermektedir. Böylece reklamlar ürün değil, ürüne dair sembollerin yer aldığı iletişim formlarına dönüşmüştür. Bundan sonra ürünler tüketimin sosyal motivasyonları olarak statü, şıklık, kaygının azaltılması, mutlu aile gibi tüketiciler tarafından arzulanan niteliklerle ilişkilendirilmeye başlanmıştır. Ürün uyumlu yaklaşım terk edilmese de, giderek özel mal ve medya biçimleri için kullanılır olmuştur. Medyanın teknolojik gelişimi ile birlikte magazinlerde, fotoğraf ve sanatta yeniliklere doğru bir yönelim başlamıştır. Radyoda sponsorlu programlar yapılmış, ürünlerin tanıtılmasında aktör ve aktristlerden yararlanılmıştır. Bu deneyim, reklamcılara tüketimin sosyal bağlamını özümleme fırsatı sunmuştur. 1920’lerde yapılan reklamcılıkla, savaş öncesinin kıt malları kategorize edilerek, bu malların tüketimi Amerikan orta sınıfının hayat tarzı haline getirilmiştir. Bu ortamda reklamcılar, insanların ihtiyaç duyduklarını bile bilmedikleri malları almalarını sağlamıştır. Evlere kolayca ulaşabilen radyo, milyonlarca insana seslenerek insanlara aynı değer yargılarını, fikirleri, satın alma alışkanlarını kısaca ortak bir kültürü aşılamıştır (Marketing Türkiye 1994,Y3:S71). Kent yaşantısının, anonim ortamında oluşan kültürün ortak paydası, mal tüketimiyle ortaya konan kimliktir. Reklamcılar 1920’lerde, insanların gerçekte olduklarından ziyade olmak istedikleri kimlikleri tercih ettikleri varsayımına dayanmaktadırlar. Bu yüzden çoğu reklamda okuyucuların sosyal durumlarından en azından bir adım önde konumlanması amaçlanmıştır (Marchand, 1985:166). Reklamlarda yer alan sorunsuz, daima genç, mutlu ve zengin bireylerin varlığı bu görüş ile açıklanabilir. Modern yaşantı, reklamların temel vurgusudur. Bu vurgu temelde ürün tüketimi ile gerçekleştirilmiş, piyasaya yeni çıkan ürünlerin yaygın olmayan kullanımları, modern oluş ile ilişkilendirilerek tanıtılmıştır. Ancak Ewen’ın (1976:45) belirttiği gibi, reklamlar içinde “modern endüstriyel yaşam” kavramı kullanılmamış, bunun yerine basılı bir sayfada modern yaşam; ısıtılmış bir ev, kolay ulaşım ve ev işlerinin kolaylığı olarak tanımlanmıştır. Reklamcılık, farklı sorunların çözümünü tüketim yoluyla çözmeyi önermiş, tüketim yoluyla modern yaşantının nasıl olması gerektiğine ilişkin yol göstericiliğinde bulunmuştur. Mal tüketimi, yeni bir kültürel çerçeve, yeni bir insan tipolojisi, yeni bir toplum anlayışı yaratarak bir anlamda modern Batı’yı kuran bir unsur olarak iş görmüştür. 20. yüzyıldaki ilerlemeler nedeniyle reklamcılık, ülkenin ekonomisinin merkezine daha da yaklaşmıştır. İnsanlar “profesyonellik” ve “kamu hizmeti” olarak reklamlardan bahsetmektedir. Yeni ikna biçimleri reklamcılığa adapte edilmiş ve psikoloji reklamlarda kullanılmıştır (Dyer, 1982:43). Reklam, zamanın yavaşlayan hızını bilinçli bir şekilde gelişmeye zorlayan ve bu yolla daha hızlı bir değişim yaratan güç olarak görülmektedir (Eells ve Walton, 1974:3). Bu görüşe göre, bilim ve teknoloji gelişmeyi sağlamakta ancak popülarize edememektedir. Reklam bu gelişmeleri tanınır, bilinir kılmaktadır. 20. yüzyılın başlarındaki hızlı teknolojik üretimin sonucunda ortaya çıkan, ürünler ve insanlar arasındaki mesajları ve sosyal ipuçlarının dolaşımını sağlayarak popüler kılan reklamdır. Maddi gelişme, bu nedenle üç çabanın birleşmesinin sonucu olarak görülmektedir. 228 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşmesinde Reklamcılığın Rolü Türkiye’nin Tüketim Aracılığı ile Modernleşme Serüveni Amerika ve Kıta Avrupa’sında yaşanan Endüstri Devrimi’nin Osmanlı’da yaşanmamış oluşu onu batılı kılacak pek çok nitelikten yoksun bırakmıştır. Osmanlı’da modernleşme, ülkenin yaşadığı sorunlara yanıt ararken ortaya konan uygulamaların sonuçları olarak tezahür etmiştir. Belge’ye göre (1982:1293), üstten dayatılan batılılaşma; Osmanlı toplumunun kendi özgül maddi koşullarına monte edilen bir yapı olmadığı, ülkede Batı’daki Sanayi Devrimi gibi hızlı ve radikal bir kopma yaşanmadığı, hayat kökten değişmeyip, maddi toplumsal pratikler kendi içlerinde dönüşmediği için benimsenmemiştir. Özünde üretim ilişkilerinde yaşanan değişim, ideolojide kültürel bir değişim olarak algılanmıştır. Gelişkin bir üretim ve ekonomiyi gereksindiği için Osmanlı’da reklam, büyüyüp, bir sektör olma konumuna gelememiştir. O dönem içinde, reklam yapmak için yegane araç olan gazetelerin bile yabancı girişimciler tarafından kurulmuş olması, ekonominin reklamcılığın gelişmesi için gerekli dinamizme sahip olamayışı, reklam olgusunun Osmanlı’da tanınmasını güçleştirmiş, ihtiyaç kavramının dışına taşımıştır. Toplumsal, ekonomik ve kültürel yapının elverişli hale gelmesi için uzun bir dönem geçmesi gerekmiştir (Yavuz, 2007a). 19. yüzyıl sonunda, Avrupa ve Amerika’da yaşanan Sanayi Devrimi’nin sonucu olarak ortaya çıkan reklam yapma ihtiyacıyla, mal satma girişimlerine Osmanlı’da rastlamak olanaklı değildir. Ülkede okuma yazma olanağı kadar tüketim olanakları da kısıtlı olduğu için, gazetelerde yayınlanan reklamı okuyarak, reklamı yapılan ürünü tüketecek bir kitle bulunmamaktadır. Cumhuriyet rejimi birçok açıdan olduğu gibi, ekonomik açıdan da çökmüş bir rejimin sona ermesi üzerine kurulmuştur. Devralınan ülke, tüketim olanakları açısından kısıtlı olanaklara sahiptir. Rejimin başarmak istediği uygulama, devlet teşebbüsüyle ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmektir. Bu nedenle ilk reklam verenlerin devlet ve devlete ait kuruluşların olması şaşırtıcı değildir. Devlet eliyle özel teşebbüsün desteklenmesi, korumacı ve dışa kapalı ekonomik yapı içinde, yaygın tüketim mallarının ülke içinde üretilmesini gerekli kılmıştır. Cumhuriyet’in kuruluş yılları, dünya ekonomisinde büyük bir bunalımın yaşandığı bir döneme denk gelmiştir. Hem ülke içinde kendine yeterli olma, hem de dünya ekonomik bunalımının etkisi ile yerli malı kullanımı özendirilmeye çalışılan bir uygulama olmuştur. Bu nedenle Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında, halkın tasarruf etmesi, harcamalarında yerli mallara öncelik vermesini sağlayan reklam kampanyaları düzenlenmiştir. Latin alfabesinin kullanıma geçmesiyle, okuma yazma seferberlikleri başlatılmış ve eskiye kıyasla okuyan yazan kesim artmış, bu da gazetelerin okunma oranına yansımıştır. Şapka devrimi gibi batılı olmayı önceleyen devrimlerle yaşanan dönüşümler, reklamlar aracılığı ile halka yansıtılmıştır. Reklamların bu uygulamada yeri, yeni olanı kitlelere taşımaktır. Cumhuriyet’in ilanı yeni bir toplum ve reklamcılar için de yeni bir kitle demektir. Batılı ve modern oluşun temsili giyimden geçtiği için giyim tarzında yaşanan yeniliğin, kadınlı erkek karışık geçmişten farklı yaşam biçiminin tanıtımı, reklamlar aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Türkoğlu’nun ifade ettiği gibi “modern ürünlerin kullanımı; saygınlık, güzellik, kazanç, süs, oyun gibi sosyal değerlerin görünürde bile olsa elde edilmesini sağlamaktadır” (Türkoğlu, 1995:7). Modern olmak, çoğu zaman yeni çıkan ürünlerin tüketimi ile özdeş kılındığından, Cumhuriyet dönemi reklamlarında, Fransız Satie Sayı 36 /Bahar 2013 229 Şahinde YAVUZ firması, elektrik süpürgesi, cila aleti, çamaşır makinesi, Frigidaire, Telefunken (radyo), AEG, Johnson (deniz motoru), RCA (radyo) Everady (pil ve fener) vb bulunmaktadır. Gıda alanında Çapamarka, Hacı Bekir; otomobil reklamlarında Ford, Chevrolet, Renault; kozmetik ürünlerinde Pertev, Nivea, Tokalon gibi markalar öne çıkmıştır (Akçura, 2002b:29-34). Osmanlı’da ilanın “teşhir, teşhirinse ayıp sayılmasına” (Akçura, 2002a:9) ilişkin bir anlayış bulunmaktadır. Bu anlayışın da etkisi ile reklam yapmanın öneminin kavranabilmesi gecikmiştir. Cumhuriyet döneminde Batı’nın değerleri kurumsallaşarak tartışmasız bir değer olarak toplumun üst kesiminde benimsenmiştir. Cumhuriyet’le birlikte topluma model olan üst tabakanın mekânı İstanbul olmaktan çıkmış, Ankara olmuş, yeni kültürel değerler Ankara’dan topluma yayılmıştır. Özellikle 6 Ocak 1926’da devlet desteğiyle TTTAŞ (Türkiye Telefon Telsiz A.Ş.) özel radyo yayınına başlamasıyla Ankara, Batı kültürünün aktarıldığı merkez haline gelmiştir. Telsiz radyo, devletin dil, kültür, sanat, yeni bir insan modeli ve yaşam tarzının benimsetilmesini amaçlayan bir kitle iletişim aracı niteliği kazanmıştır (Zorlu, 2003). 1930’lardan 1950’lere kadar döneminin belirgin iktisat politikası korumacı ve devletçi sanayi anlayışına dayanmaktadır, Dünya ekonomisi büyük buhran yıllarını yaşarken, Türkiye ekonomisi de dışa kapalı bir ulusal sanayileşme denemesine girişmiştir. Bu deneme, öncelikle yaygın tüketim mallarının ülke içinde üretilmesine dayanıyorken, tekstil ve gıda sanayiinde temel ürünler; un, şeker, dokuma yerli üretimle gerçekleştirilmiştir. İktisadi seferberlik ve tasarruf çağrıları reklamcılar tarafından da dikkate alınmıştır (Türkoğlu, 1995:13). Cumhuriyet ile yeni bir yaşam biçimi görülür olmuş, artan tüketimle birlikte, yabancı mallara yönelik bir talep başlamıştır. Genç Cumhuriyet yönetimi, bu durumun yol açtığı olumsuzluklara karşı ve devletçilik ilkesi gereği, uzun süre ülkenin gündeminde kalacak olan ‘Yerli Malı Kullan’ kampanyalarını başlatarak, kendi malını üretmeyi, nitelikli işgücü yaratma amaçlı adımlar atmış, daha 1922’lerde başlayan yerli malı kullanımını desteklemek üzere, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’ni kurmuştur (Yavuz, 2007a). Cumhuriyetin kuruluş yıllarının akabinde, radyonun yaygınlaşmasına değin tüketim kültürünü yaymanın en yaygın aracı gazetelerdir. 1929-1944 yılları arasında Cumhuriyet gazetesi, basın reklamlarının yer aldığı en önemli yayın organıdır. O yıllarda tüm ajanslar gazetelere verecekleri ilanlar için İlancılık Kollektif Şirketi’nin aracılığını kullanmışlardır. Bu şirket 1909 yılında kurulmuştur ve Hoffer, Salamon, Hulli adlı üç ortağı bulunmaktadır. (Parmaksızoğlu, 1982:12). O dönemde bu tekel nedeniyle, gazeteler ancak İlancılık Ajansı kanalıyla gelen ilanlara yer vermektedir. Bu ajansın dolayımından geçmeden, herhangi bir reklam ajansının, reklamını yayınlatma karşılığında bir komisyon alması söz konusu değildir. İlancılık Ajansı, kiraladıkları adamların üzerinde reklam panoları takarak Beyoğlu’nda dolaştırmış, ilk sinema reklamlarını planlayan bir ajans olmuştur (http://markayonetmeni.wordpress.com/2009/10/07/araclar-%E2%80%B9markayonetmenis-blog-%E2%80%94-wordpress/). Cumhuriyet rejimi ekonomik açıdan da çökmüş bir rejimin sona ermesi üzerine kurulmuştur. Tüketimin gelişebilmesi için gerekli olanaklar o dönemde kısıtlıdır. Devlet 230 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşmesinde Reklamcılığın Rolü teşebbüslerinin varlığı ile ekonomik gelişimi tamamlama arzusunda olan yeni yönetim, devlet eliyle özel teşebbüsün desteklenmesi, korumacı ve dışa kapalı ekonomik yapı içinde yaygın tüketim mallarının ülke içinde üretilmesini zorunlu görmüştür. Yerli malların kullanımının özendirildiği halkın tasarruf etmesinin tüketmekten daha öncelikli olduğunu savunan reklam kampanyaları yapılmıştır. Yeni kurulan hükümet, batılı olma arzusunu gerçekleştirmek için reklamlardan da yararlanmıştır. O dönemlerde henüz televizyon yoktur, radyo yaygın değildir ve gazeteler geniş yığınlara ulaşamazken, afişlerle, eğitim düzeyi düşük halka seslenmek çok elverişli bir yöntem olarak belirmiştir. İhab Hulusi, hazırladığı afişlerde çağdaş görünümlü kimseleri kullanarak, yeni devletin ideolojisini, yerli malı kullanmayı halkın belleğine yerleştirmiş ve yaygınlaşmasına yardımcı olmuştur (Merter,1998:25). Reklamların bu uygulamada yeri yeni olanı kitlelere taşımaktır. Batılı öncülleri ile karşılaştırıldığı zaman, ülke reklamcılığının pek çok sorunu bulunmaktadır ancak görülen ilk reklam örnekleri günümüz reklamcılığının temellerinin atılmasını sağlamıştır. Tüketim Toplumunun Köklerinin Atılışı: 1950-1970 Türkiye’de tüketimin gelişimi, Türk siyasal yaşantısının değişim yılları olan 1950 ve 1960’lı yıllara denk düşer. Osmanlı Devleti’nin ekonomisini devralan Türkiye Cumhuriyeti üretim yetersizliği nedeniyle tüketim mekanizmalarının gelişimini sağlayamamış, 1929 ekonomik bunalımı da tüketim düzeyinin yükselişini etkilemiştir. 1950’lere değin tek parti döneminde Türk siyasal yaşamında devletin yanında özel sektörde önemli gelişmeler kaydetmiştir ancak devlet müdahalesi tam anlamıyla kaybolmamıştır. Özellikle Amerika’nın başı çektiği batılı ülkeler, Türkiye’nin piyasa siteminin güçlerine açılmasını istemektedir. Bu ortamda demokrasiyi ve özel işletmeciliği geliştirme amacını öncelikli bir amaç olarak belirleyen Demokrat Parti, işadamlarının da desteğini alarak iktidara gelmiştir (Ahmad, 1999). 1950 yılında siyasal değişme ile birlikte ekonomi politikasında da bazı değişmeler meydana gelmiştir. Demokrat Parti yönetimine kadar geçen yıllarda Türk ekonomisinde karma ekonomi modeli ve devlet işletmeciliği sistemi hakimdir. 1950’li yıllarda Türkiye’nin NATO’ya girişinin akabinde, gelişmiş ülkeler tarafından alınan, kalkınmamış ülkeleri kalkındırmaya yönelik iktisat teorilerinin desteğiyle, Türkiye’de özel teşebbüs lehinde bir eğilim görülmüştür (Kılıçbay, 1999). Bu dönemde tarım, özellikle traktör kullanımındaki artışla beraber hızla makineleşmiş, Demokrat Parti Hükümetince tarım ürünleri fiyatları desteklenmiş ve yeni üretim alanları açılmıştır. Tarım sektörünün gelişimi, muhafazakar yeni bir sınıfın yükselişinin önünü açmıştır. Buna ek olarak karayolları yapımının hızlanması nedeniyle ulaşım araçlarında yaşanan gelişme, kentleşmeyi yani köyden kente göçü arttırmıştır. Tarımın yanı sıra sanayi sektöründe de önemli gelişmeler yaşanmış, aynı dönemde yaşanan kırsal kesimden kentlere doğru yoğun göçle beliren işgücü, sanayinin canlanmasını sağlamıştır (Kepenek ve Yentürk, 2000). Dönemin en önemli özelliği de tüketim kültürünün hız kazanması ve toplumun alt katmanlarına doğru yayılmasıdır. Liberal ekonomiyi ve özel girişimciyi destekleyen bir siyaset güden Demokrat Parti iktidarı, “her mahalleye bir milyoner” ve “küçük Amerika” gibi sloganlarla sıradan insanların zenginlik ve tüketime yönlenmesini hedefleyen, refah örneği olarak Amerika’nın seçildiği bir politika gütmüştür. Sayı 36 /Bahar 2013 231 Şahinde YAVUZ Özel işletmelerin desteklenerek sanayinin göreceli canlanmasıyla, Türk ekonomisinde dayanıklı tüketim mallarının ithal edilmesi yerine yerli üretimle desteklenmesi dönemi başlamıştır. Karayollarına, diğer tüm ulaşım yollarının bertaraf edilerek öncelik verilmesiyle de tetiklenen köyden kente göç olgusunun getirdiği hızlı kentleşme, iç pazarda tüketimin genişlemesinin yolunu açmıştır. Kentlileşen nüfusun gıda, giyim, eğitim ve sağlık gibi alanlarda tüketim ihtiyaçları artmış, dayanıklı tüketim malları edinme isteği canlanmıştır. 1950 sonrası ithalat ve ihracat için getirilen kolaylıklar nedeniyle dayanıklı-dayanıksız lüks tüketim ürünlerine olan talebi çoğaltmıştır (Kepenek ve Yentürk, 2001). Özel girişim ve sermayeye dayanan liberal politikaları benimseyen Demokrat Parti zamanında, serbest piyasa ekonomisine ve kapitalizme ortam sağlayan politikalarla birlikte, araba ve ev eşyaları ithal edilmeye ve tüketilmeye başlanmıştır. Ancak fiyatları dolayısıyla oldukça pahalı olan bu malların yaygın olarak tüketilmesi Arçelik firmasının kurulup, 1959’da çamaşır makinesi, 1960’da buzdolabı üretmeye başlamasıyla gerçekleşmiştir. 1959 yılında Ketim dergisinde yayınlanan bir mülakatta, kocası serbest meslek erbabı olan bir ev hanımı şöyle demektedir “Evimde pek mühim bir ihtiyaç diye vasıflandırdığım buzdolabı ve çamaşır makinesini çok istiyorum. Bunun için tasarrufa dahi başladım. Bunların memleketimizde yapılmaya başlaması beni çok memnun etti. Gönül bunların, her ev kadınının sahip olabileceği şekilde ehven fiyatlara satılmasını istiyor” (Buğra, 2011:148). Başlangıçta oldukça düşük olan dayanıklı malların satış rakamları büyük bir hızla artmış ve çamaşır makineleri, buzdolapları elektrik süpürgesi ve fırın gibi gereçlerin, kısa zamanda kitle tüketim malları haline geldikleri gözlenmiştir. Buğra dayanıklı tüketim mallarının artışının ne reklamla ne de kredili satışlarla gerçekleşmediğini, tüketimi hızlandıran sistemin, Türkiye’de devlet müdahalesinden de, piyasadan da farklı prensiplere dayanan bayi ağlarınca gerçekleşmiş olduğunu belirtmektedir. Bu binlerce Arçelik ve Beko satıcısını kapsayan bayiler ağının dayandığı prensipler, karşılıklılık ilkesiyle bağdaşan, kişisel güven ve dayanışma prensiplerine dayanmakta, üreticilerle bayileri, bayilerle tüketicileri, “bir büyük aile gibi” birbirine bağlayan ilişkiler temelinde gelişmektedir. Koç ailesi güvenilir bayiler bulmakta, bayiler de kişisel ilişkileri neticesinde dayanıklı tüketim mallarını alıcılarına taksitle satmaktadır. Satışta da bayi seçiminde yaşandığı gibi tüm mekanizma, karşılıklı güven anlayışıyla şekillenmektedir (2011:148-149). Köyden kente göç ederek yeni açılan fabrikalarda işçi olarak çalışan kesim, kazandıkları ücretle ihtiyaçlarını karşılamaya başlayan tüketiciler haline gelmiştir. Düzenli gelire kavuşma, Amerika örneğinde olduğu gibi Türkiye’de de malların satın alımında artışı sağlamıştır. Tüketim; kaynakların tasarrufdan çok, mal alımına yatırılmasıyla gerçekleşir. Türk toplumun kanaatkar olmaktan çıkarak, tüketim toplumuna dönüşmesinin temelleri 1950’lerde atılmış, bu temel 1980’lerde gelişmiş, günümüzdeki biçimini almıştır. Köyden kente göç, tüketimi arttırmanın yanısıra pek çok toplumsal farklılaşmayı –geleneksel değerlerin çözülüşü, batılı değer yargılarının benimsenişiniberaberinde getirmiştir. Yeni değerlerin ve kapitalist yaşantının etkilerini 1950 ve 1970 yılları arasındaki magazin dergilerini inceleyerek açıklayan Oktay çalışmasında (2002), bu dönemde dergilerde kanaatkarlık olgusunun yerine fırsatların değerlendirilerek, girişimci bir ruhla para kazanmanın yüceltildiğini ve bilgilendirme amaçlarının yerini eğlendirmenin aldığını göstermiştir. 232 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşmesinde Reklamcılığın Rolü Paranın bollaştığı bu ortamda Belge’ye göre, “tüketime karşı geleneksel muhafazakar tutum da değişmiştir” (1984:846). Bu dönemde, kitlesel ürünlerin tüketimi için reklamlara gereksinim duyulmuş, uygulanan ekonomi politikalarının ortaya çıkardığı rekabetçi ortamda, reklam harcamaları artmıştır. 1950’lerin ortalarından itibaren tarımda yaşanan patlama sona ermiş, ihracat düştüğü için, ithalat talebi ile arasında, daha sonraları müzminleşecek olan açık belirmiştir. Hükümet açığı kapatamayınca, dış ticaret üzerinde kısıtlamalara gitmiştir. Böylece, küçük ama büyümekte olan bir imalatçı sınıfına da yarayan, korumacı bir dönem başlamıştır. 1960’lardan itibaren Türk sanayii, “ithal ikameci” olarak adlandırılmaktadır. İthal ikameci sanayii ile birlikte, dayanıklı tüketim mallarının günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğu, bir zorunluluk olarak kabul edildiği döneme girilmiştir (Cumhuriyet Ansiklopedisi, C:3,146). Ekonomik gelişmelerin dönüştürdüğü toplumsal ve kültürel yaşam içinde, reklama duyulan ihtiyaç artmıştır. Çünkü üretilen ürünlerin tüketilmesi gereklidir. Amerika’da 1920’li yıllarda yaşanan ürün bolluğu dönemi, Türkiye’de 1960’lı yıllarda yaşanmıştır. Amerikalılar için çeşitli elektrikli aletlerin yanısıra Ford otomobili, Türkiyeliler içinse Arçelik marka beyaz eşyanın yanısıra, Anadolu’dan esinlenen bir isimle “Anadol” marka otomobil üretilmiştir. Yaşanan bu yapısal değişimle birlikte, Türk reklamcılığındaki dönüşümün temelleri atılmıştır (Yavuz: 2006). Ancak yine de, 1960‘lar, reklamcılığın gelişkin uygulamalarının görüldüğü yıllar değildir. Reklamcılık bir iş kapsamında, çok ciddi bir girişim olarak kabul edilmemektedir. Reklam ajansında bulunan bir kişi, pek çok işi aynı anda yapmakta; matbaa sorumluluğu, müşteri temsilciliği, medya direktörlüğü aynı kişide toplanabilmektedir. Büyükdoğan‘a göre, bu dönemde reklam müşterisi Sultanhamam‘daki 20 kişiden oluşmaktadır. Bugün ‚account direktor‘ denilen kişi o dönemde ‚reklam prodüktörü‘ olarak adlandırılmaktadır. Bu kişiler reklam almak için Eminönü ve Sultanhamam civarında dolaşarak ilan toplamaktadır. Toplanan ilanların büyük kısmının radyolara verildiği bu dönemde, müşteri ile reklam karşılığında alınacak para konuşulmamakta, reklam beğenilmezse, reklamveren tarafından para ödenmemektedir (Marketing Türkiye,1994; Y4:S87). Reklam mecrası olarak yalnızca gazeteler ve dergiler vardır ve bu yayınların baskı kaliteleri gelişkin değildir. Günümüz anlamındaki bilboard kavramı henüz bilinmemektedir. 1970’lı yıllara gelindiğinde tüketimi etkileyen olgu, 1961 ve sonrası Avrupa’ya giden işçilerin ülkeye dönmeleriyle gerçekleşmiştir. İşçiler yurda dönerken yanlarında getirdikleri ürünlerle, yeni tüketim alışkanlıklarının hem kentlerde hem de kırsal alanlarda yaygınlaşmasını hızlandırmışlardır. Mal tüketiminin prestij ve toplumsal statü göstergesi sayılmasının da etkisiyle yeni tüketim kalıplarının ve arzularının kasabalar ve köylere kadar yayılması bu dönemde gerçekleşmiştir (Zorlu,2003). Anılan dönemde tüketim hızı üretim hızının üstünde seyretmiştir. 1962’de Ankara Radyosu’nun kuruluşunun ardından, 1972 yılında televizyonun reklamlara yer vermesi, reklam ajansları için büyük bir yenilik olarak kabul edilmiştir. Televizyonda reklam filmlerinin yayınlanmaya başlamasıyla reklamcılık, ciddi bir ekonomik faaliyet haline gelmiştir. Reklam ajansları sayısı, reklam harcamaları miktarı artmıştır (Öztürk,1981:6). Televizyonun görsel ve sesle desteklenen mesajları, tek Sayı 36 /Bahar 2013 233 Şahinde YAVUZ kanalın TRT olması nedeniyle görülmemesini imkansızlaştırmakta ve dönemin önemli markalarının mutlaka televizyon reklamları da yayınlanmaktadır. Reklamların geliştiği toplumlar, ekonomik anlamda tüketimi içselleştirmiş toplumlardır. Televizyonda reklamların yayınlanmaya başladığı yıllar olan 1970’lerde Türkiye, tüketim toplumu olma özelliğini tam anlamıyla kazanmamıştır. Ayrıca reklam endüstrisi teknik açıdan gelişmemiştir. Reklamlar gerçek hayattan yansımalar taşıdığı için, tüketim düzeyi düşük toplumun reklamlarının da sayısı az olacaktır. ‘70’li yıllarda reklamlar henüz hayatlar üzerinde belirleyici örnekleri sunmaya başlamamıştır. 1980’ler, tüketim toplumu olma yolunda daha belirgin öncüllerin oluştuğu yıllardır. Anılan tarihten itibaren ekonominin toplumsal yaşamda yarattığı dönüşüm, günümüze uzanan bir çizgide sürmektedir. Ülke reklamcılığı el yordamı ile ilerlerken, uluslararası reklamcılığın kuralları ve standartları henüz bilinmemektedir. 1980’lere gelinceye değin ekonomik yapı, tüketimi körükleyecek şekilde yapılanmamıştır. Amerika’da 1920’lerin başında yaşanan reklam ve tüketimin de tetiklediği toplumsal dönüşüm, Türkiye’de 1980’lerde yaşanmıştır. Oysa Amerika’nın tüketim toplumu olma fikrine adapte olduğu yıllarda, ülkede Endüstri Devrimi’nin aşamaları hazmedilmiş, ekonomi hızlı bir dönüşüm geçirmiştir. Ancak Türkiye’nin tüketim toplumuna dönüşümü sırasında sanayisi gelişkin değildir. İthal edilen mallar ile yaşanan bolluk görüntüsünün etkilemesiyle de tüketim artmıştır. Yıllarca en temel malzemelerin dahi bulunamadığı bir ortamdan çıkan Türk halkı, azalan ücretlerine rağmen, tüketme konusunda istekli bir toplum görüntüsü çizmiştir. Tıpkı 1920’ler Amerika’sı gibi Türk toplumunda da henüz bilinmeyen ürünler, reklamlar aracılığı ile “modern olmanın gerekliliği” şiar edinilerek tanıtılmıştır. Tüketim malları, incelemeye konu olan her iki ülkede, dönemleri farklı olsa da modernliğin kurulmasına katkıda bulunmuştur. Reklamlar modern yaşamanın gerekliliklerini tanıtma rolünü üstlenmişlerdir. 1920’ler Amerika’da belki de bolluk toplumunun ideolojisinin ilan edildiği ilk yıllardır. Her şeyin üstünde bu dönemde reklam, günlük tüketim ve modernlik arasında güçlü bağı tanıtmıştır. Slater’ın (1997:12), 1920’ler Amerika’sını tariflerken kullandığı gibi, “dünya kısmen tüketim aracılığı ile modernleşmiş, tüketim kültürünün kendisi, günlük yaşantının modern olması gerektiği fikriyle yaygınlık kazanmıştır”. Amerika’da 1920’lerde yapılan reklamcılıkla, savaş öncesinin kıt malları kategorize edilerek, bu malların tüketimi Amerikan orta sınıfının hayat tarzı haline getirilmiştir. Bu ortamda reklamcılar, insanların ihtiyaç duyduklarını bile bilmedikleri malları almalarını sağlamıştır. Evlere kolayca ulaşabilen radyo, milyonlarca insana seslenerek insanlara aynı değer yargılarını, fikirleri, satın alma alışkanlarını kısaca ortak bir kültürü aşılamıştır (Marketing Türkiye 1994,Y3:S71). Türkiye 1980’lerde 1920’lerin Amerika’sına göre daha gelişkin kitle iletişim araçlarına sahiptir, 80’lerin ortalarından itibaren televizyon renkli yayına başlayarak reklamcılığın gelişimini sağlamış, 1990’larda özel televizyonlar ve radyolar yayın hayatına başlamış, gazete ve hobiler üzerine kurulu dergilerin sayısında artış yaşanmıştır. Türk ekonomisinin ithal ikameci yapısı nedeniyle bireylerin daha önce sahip olmadığı malların tanıtımında reklam, yenilikleri popülarize etme işlevini görmüştür. 234 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşmesinde Reklamcılığın Rolü 1920’ler Amerika’sında bolluğu ile her yana yayılan yeni metaları emecek talebi harekete geçirmek için reklamın yanısıra evlerdeki alışkanlıklarda, harcama biçimlerinde ve aile değerlerinde radikal değişiklikler olması gerekmiştir. Artık ailenin bir üretim merkezi olmaktan ziyade bir tüketim merkezine dönüşmesi, tutumluluğa karşı yaklaşımı tamamen değiştirmiş, önceliğin modern ve genç olmaya kaydırılması bir zorunluluk olarak belirmiştir (Wernick, 1996:47). Tüketimin İvme Kazanması ile Gelişen Reklamcılık Türkiye 1980’lerde yeni bir ekonominin getirdiği toplumsal ve kültürel bir yapıyı deneyimlemeye başlamıştır. 24 Ocak 1980’de alınan ekonomik kararlarla, Türkiye ekonomisi liberal bir dönüşüm geçirmiştir. 1980 sonrasında korumacı ve ithal ikameci ekonomi yönetiminin yerini serbest rekabet alınca, önce ihracat serbest bırakılmış, 1983 yılının sonunda ithalatın da serbest bırakılması ile Türkiye piyasası yabancı ürünlere açılmış, Türk malları yabancı ürünlerle rekabet etmeye başlamıştır. 1980 sonrasında siyaset ve ekonomideki değişim, gündelik hayatta da bir dönüşüme yol açmış, insanlar tüketimle tanışmışlardır. Tüketim mallarına rahatlıkla ulaşma, bolluk görüntüsü yaratmış, kredi kartı, taksitli satışlar gibi destekleyici unsurlarla tüketim dinamiği hız kazanmıştır. Süren, 80’lerden sonra tüketimin artışında baş aktörün dönemin başbakanı Turgut Özal olduğunu söylerken, Özal’ın Türkiye toplumunu “kanaatkar bir toplumdan” çıkarıp kapitalist toplumla bütünleşmiş bir “tüketim toplumuna” dönüştürdüğünü belirtmektedir. Ona göre, bu rejim mühim bir şey yapmış; Türk insanını tüketici yapıp, tüketim ekonomisinin içine sokmuştur. Batı’ya uyulacaksa -ki Batı tüketim kapitalizmine dayanmaktadır- Türkiye insanı da tüketmeli, tüketmek için para kazanmalı, para kazanmak için çalışmalıdır (Akt. Çetinkaya, 1993:51). Çetinkaya, özellikle 1980’li yıllardan itibaren Türkiye toplumunun bir “tüketim toplumuna” dönüştürülmesinin, Türk insanının tüketim ekonomisi içine sokulması fikrinin siyasi otorite tarafından kararlaştırıldığı düşüncesindedir. Ona göre, yalnız başına reklamın bir toplumu tüketim toplumuna dönüştürebilmek gibi bir işlevinden söz edilemez. Ancak reklam, toplumun dönüştürülmesi sürecinin başladığı andan itibaren, bu süreci hızlandırmak üzere bir takım işlevler üstlenebilir. Bali de (2001) yukarıda yer alan fikirleri destekler, ona göre, 12 Eylül sonrasında uygulamaya konan ekonomik tedbirlerle, tüketimi artırmak için sıradan insanlardan, geliri yeterli olmasa bile tüketim için istekli bir kitle yaratılması amaçlanmıştır. Günümüzde tüketim etiğinin Türkiye’de oturduğu ya da oturmakta olduğu görülmektedir. Birbirinin ardı sıra açılan alışveriş merkezleri, bu merkezleri bir mabedi gezer biçimde turlayan tüketiciler, artık farklı bir evrende yaşadığımızı göstermektedir. Bu evrenin kodları, tüketim dolayımından geçerek açılmaktadır; sevgiyi, ilgiyi göstermenin yolu dahi tüketim dolaylıdır günümüzde. Türk toplumunun tüketim toplumuna dönüşümünün temelleri siyasi otoritelerce atılmışsa da, fiili olarak güncel hayatın içine dahil olmasını sağlayan medyadır. Gerek reklamlar, gerekse diğer programlar aracılığı ile Türk halkı meziyet olarak kabul ettiği tasarruf etmeyi ve yerli malı kullanmayı, 1980 sonrasında değiştirmek durumunda kalmıştır. Amaç, batılı olmak için gerekli her düzenlemeyi uygulamaktır. Bunun başında tüketmek gelmektedir. Sayı 36 /Bahar 2013 235 Şahinde YAVUZ Reklam, Türkiye toplumunun doğulu yaşam biçiminden batılı yaşam biçimine geçiş sürecinin hızlanmasında, önemli roller oynamaktadır. Özellikle bu sürecin hızlandığı ve gelenekten kopuşların sıkça gözlendiği 1980 sonrası dönemde, reklamın rolleri daha belirginlik kazanmıştır (Çetinkaya, 1993,68). Türkiye gibi sonradan modernleşen batılı yaşam ülkelerde reklam, toplumun aynası olmaktan çok, bu yaşam biçiminin taşıyıcısı ve bilinçaltına ulaştırıcısı olmuştur. Toplumun değerlerinin, alışkanlıklarının oluşturulması ve alışkanlıklarının doğrultusunun belirlenmesinde önemli roller üstlenen reklamın, Türk halkına modern yaşam biçimini öğretmek gibi bir yan işlevi de vardır. 1980 sonrasında, belli bir kesim çok kısa sürede yüksek gelir düzeyine erişmiştir. Oluşan yeni tüketici sınıfı reklamcılar için önemli hedef kitle yaratmış, reklamlarda genç, iyi eğitimli ve yüksek gelir düzeyli, bu sınıfın beğenisine hitap edecek ve dikkatini çekecek mesajlar verilmiştir. 1980 öncesinde piyasada üretim düşük, tüketim yüksektir. Tüketimin yüksekliği enflasyonu yaratmıştır. Enflasyondan etkilenmemek için, insanlar tüketim maddelerine yönelmiştir. Reklamverenler ise reklamlarını bilinçli olarak yaptırmaktan çok, rekabet ettiği firma reklam yaptığı için yaptırmıştır. Bu nedenle ‘80 öncesi reklam için yapılan çalışmalara “reklam harcaması”, 1980 sonrasında “reklam yatırımı” denmiştir. Reklamverenler, bir malın üretimi esnasında reklama harcayacakları parayı, maliyet unsurları arasında değerlendirmeye doğru bir eğilim içine girmişlerdir. Reklam bir kere maliyet unsurları arasında sayılınca, reklamveren, reklam yaptıracağı ajansı daha bilinçli seçmeye yönelmiş, bunun sonucunda ajanslar da bilinçlenmeye başlamıştır. Artık reklamverenler için sadece güzel reklam yetmemekte, sattıran reklam unsurları da aranmaktadır (Yavuz, 2006). Üretici için ürettiği ürünü, reklamcı için reklamını yaptığı ürünü satmak, reklamvereni ve reklam ajansını bilinçli kaynak ve strateji kullanımına itmiştir. Salman’a göre (1989: 3), bu dönemle birlikte “hatır için verilen reklamlardan, bir ihtiyaç, bir yatırım için verilen reklamlara ulaşılmıştır” 1980’lerde reklamcılar Türkiyeli tüketicilere eski alışkanlıklarını bırakarak yeni alışkanlıklar edinmeleri yönünde telkinde bulunmuşlar, örneğin suyun şişeden içilmesi, sütün kutulu, ambalajlısını tükettirme yönünde bir uğraş vermişlerdir. 1980 sonrasında ithalatın serbest bırakılması ile Türkiye toplumu daha önce bilmediği pek çok malın var olup, kullanılmakta olduğunu öğrenme fırsatını yakalamıştır. Türk toplumu yeni olanı kullanmak için sabırsızlık göstermiştir. Reklamcılar, yeniliğin tanıtılmasında öncülük etmiş, mikrodalga fırın, bulaşık makinesi, telsiz telefon gibi bir çok ailede daha önce kullanılmamış, yeni ürünlerin nasıl kullanılacağı konusunda izleyici/okuyucuya önerilerde bulunmuş, bu mallara sahip olma konusunda istek yaratmıştır. 1990’lı yıllara gelindiğinde, Türk insanının çağdaş tüketim malzemeleri ile tanıştırmak isteyen gazeteler de, kuponla yeni ürün vererek, geniş ölçüde tanıtılan malların yaygınlaşmasına yardımcı olmuştur. Türkiye’de reklam, tüketim toplumunu oluşturma konusunda önemli bir etken olarak işlemiştir ve hala bu etkisini sürdürmektedir. Reklam hedef kitlesini, prestij, kimlik, sınıf atlama gibi değerlerle yönlendirerek onları tüketim yapmaları konusunda yüreklendirir. Popüler kültürel değerlerle bezeli sunumlar –moda olan, out/in kabul 236 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşmesinde Reklamcılığın Rolü edilenlerle- tüketim yönlendirilir. İnsanlar mallara sahip olarak/sahip olmayı hayal ederek, onları kullanarak ya da bu mallara ilişkin konuşarak tüketim toplumu ideolojisini canlı tutarlar. Sonuç Modern olma pratiğinin göstergesi olan sosyal uygulamalar, kültürel değerler ve fikirler tüketimle bağlantılı tanımlanır. Türkiye’de reklam, yeni olana öncülük etmiş, tüketimi hızlandırma misyonu ile yön bulmuş, yeniliğin motoru olma görevini endüstri ile eşgüdümlü olarak yerine getirmiştir. Kimi zaman varlığının dahi farkına varılmayan pek çok mal, reklamlar aracılığı ile yaşamlarımıza dahil olmuştur. Artık o mallardan “ihtiyaçlarımız’ olarak söz ediyoruz. Yeni üretim biçimlerinin yarattığı endüstriyel yaşam tarzı içinde reklamlar, tüketilecek ürünler için, nasıl tüketilmeleri gerektiğine ilişkin yöntemlerle yol gösterici olmuşlardır. Mal tüketimi ihtiyaç boyutundan çoktan çıkmıştır. Prestij, kimlik, farklılık ve statü, tüketimi yönlendiren etkenler olarak işlediğinden, reklamlar bu unsurlarla bezenerek tüketim kültürünün katalizörü olmuştur. Küresel ekonominin parçası olmayı hedef olarak seçen Türkiye’de 1980 sonrasında yaşanan ekonomik gelişmeler, toplumsal hayatın kendisini dönüştürmüştür. Dönüşümde reklamlar öncül kabul edilemese de, önemsiz de sayılamaz. Çoğalan medya ve reklamlar aracılığı ile gelişkin ülke olmanın yegane koşulunun tüketmek olduğu fikri geniş ölçüde kabul edilen bir kanı haline getirilmiştir. Bu anlamda reklamcılar, ürettikleri reklamlarla endüstriyel hayattaki yenilikleri popülarize etmişler, yaygınlaştırmışlardır. Artık reklamlardan yeniliğin öncüsü, reklamcılardan modernliğin tanıtıcısı olarak bahsetmek çok olanaklı görünmemektedir ancak günümüzde artık tanıtımı yapılmayan ürünü satın almak istemeyen tüketiciler için reklam, bir güvence rolünü de üstlenmektedir. Kaynakça Ahmad, Feroz, (1999). Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul: Kaynak Yayınları. Akçura, Gökhan, (2002a). “Reklam-ı Evvelde Ses ve İşaret Vardı, Uzun Metin Sevenlerden misiniz?” Ivır Zıvır Tarihi 3, İstanbul: Om Yayınları, s. 7-16. Akçura, Gökhan, (2002b). “Reklamverenler Tarihi, Uzun Metin Sevenlerden misiniz?” Ivır Zıvır Tarihi 3, İstanbul: Om Yayınları, s. 25-44. Aydoğan, Filiz, (2000). Medya ve Serbest Zaman, İstanbul: Om Yayınları. Back, Kurt, (1985). “Modernism and Fashion: A Social Physchological Interpretation”, M. Solomon (Der) The Psychology of Fashion, Massacchussets, Toronto: Lexington Books. Bali, Rıfat, (2001). “Ertuğrul Özkök: Yeni Türk İnsanının Heykeltıraşı”, Birikim, s.144, 57-65. Baudrillard, Jean, (1997). Tüketim Toplumu, (çev.) Hazal Deliceçaylı- Ferda Keskin, Sayı 36 /Bahar 2013 237 Şahinde YAVUZ İstanbul: Ayrıntı. Belge, Murat, (1982). “Kültür”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 5. Belge, Murat, (1984), “Türkiye’de Günlük Hayat”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 3: 837-867. Buğra, Ayşe, (2011). Devlet-Piyasa Karşıtlığının Ötesinde / İhtiyaçlar ve Tüketim Üzerine Yazılar, İstanbul:İletişim. Chaney, David, (1999). Yaşam Tarzları, (çev.) İrem Kutluk, Ankara:Dost. Cummins, Walter, (1996). “Love and Liqeur:Modernism and Postmodernism in Advertising and Fiction”, M Cross (der), Advertising and Culture, Praeger:Westport, Connecticut, London. Çetinkaya, Yalçın, (1993). Reklamcılık, İstanbul: Alternatif Üniversite-Ağaç Yayıncılık. Dilber, M., (1981). Reklamda Eğitim Sorunu Üzerine Bir Tartışma, Mesaj, 8, s. 4-9. Du Gay, Paul, (1996). The Culture of Consumption:Consumption and Identity at Work, London, Thousand Oaks: Sage. Dyer, Gillian, (1982). Advertising as Communication, London, NY:Routledge. Eels R. ve C. Walton, (1974). Progress and Stability, J. S. Wright, J. Metres (Der), Advertising Role in Society, St Paul, NY, LA: West Publishing Co. Ewen, Stuart, (1976). Captains of Conciousness:Advertising and the Social Roots of the Consumer Culture, NY, San Fransisco:McGraw Hill Book Company. Falk, Pasi, (1997). The Genealogy of Advertising, Constructing the New Consumer Society, (ed) P Sulkunen, J Halmwood, H Radmar, G Schulze, (der), Houndmills. Basinstoke, London:Mc Millan Press. Fowles, Jib, (1996). Advertising and Popular Culture, Sage: London. Gottidiener, Mark, (2000). “Aproaches to Consumption: Classical and Contemporary Perspectives”, New Forms of Consumption:Consumers, Cultures and Commodification, (der) M. Gottidiener, J. Arditi, M. D. Bramlettve K. A. Cerulo, England:Rauman& Littlefield, s. 3-32. Harvey, David, (1997). Postmodernliğin Durumu, (çev.) S. Savran, İstanbul: Metis. Jeannierre, A., (1993). “Modernite Nedir?”, Modernite Versus Postmodernite, (çev.) N Tutal, (der) Mehmet Küçük , Ankara:Vadi, s.15-23. Kılıçbay, Ahmet, (1999). Türk Ekonomisi, İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi. Kepenek, Yakup ve Nurhan, Yentürk, (2000). Türkiye Ekonomisi, İstanbul: Remzi Kitabevi 238 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşmesinde Reklamcılığın Rolü Leiss, W, S. Kline ve S. Jhally, (1990). Social Communication in Advertising, Persons, Product and Images of Well-Being, London Routledge. McCracken, Grand D., (1988). Culture and Consumption: New Approaches to the Smybolic Character of Consumer Goods and Activities, Bloomington:Indiana University Press. Marchand, Roland, (1985). Advertising in American Dream:Making Way for Modernity 1920-1940, Berkeley:University of California Press. Merter, Ender, (1998). Müsellesten Üçgene:İhab Hulusi, İstanbul:Türk Tanıtım Hizmetleri. Oktay, Ahmet, (2002). Türkiye’de Popüler Kültür, İstanbul:Everest. Oskay, Ünsal, (1993). XIX. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri, İstanbul:Der Yayınları. 9. Öztürk, T., (1981). Reklamda Eğitim Sorunu Üzerine Bir Tartışma, Mesaj, Sayı:8:4Parmaksızoğlu, D., (1982). Reklamcılıkta 26 Yıl. Mesaj, Nisan,12, 12-13. Ritzer, George, (2000). Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek, (çev.) Ş., S. Kaya, İstanbul: AyrıntıYayınları. Schudson, Michael, (1984). Advertising, The Uneasy Persuasion:It’s Dubious Impact on American Society. NewYork:Basic Books Inc. Publishers. ___________(1989). “Historical Roots of Consumer Culture”, Advertising in Society: Classic and Contemporary Readings on Advertising Role in Society, (der) R. Howland ve G.B. Wilcox Lincolnwood, Illinoi:NTC Business Boks, s. 42-72. Slater, Dan, (1997). Consumer Culture&Modernity, Cambridge:Polity Press. Şaylan, Gencay, (1999). Postmodernizm, Ankara: İmge. Tungate, Mark, (2008). Reklamcılığın Global Tarihi. (çev.) L. Göktem, İstanbul:MediaCat Yayınları. Türkoğlu, Nurçay, (1995). Türk Reklamcılığının Popüler Tarihi I (1938-1980), Evrensel Kültür, 37. s. 4-7. Weber, Max, (1997). Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Hil: İstanbul. Weiskoph, Walter A., (1996). Yabancılaşma ve İktisat. (çev.) O. Köymen, İstanbul: Anahtar Kitaplar. Wernick, Andrew, (1996). Promosyon Kültürü:Reklam İdeoloji ve Sembolik Anlatım, (çev.) O. Akınhay, Ankara: Bilim ve Sanat. Williams, Raymond, (1993). “Advertising: The Magic System”, The Cultural Studies Reader, (der) S. During., London/ New York: Routledge, s. 410-424. Sayı 36 /Bahar 2013 239 Şahinde YAVUZ Yavuz, Şahinde, (2006). “Reklamlar ve Reklamcılık Sektörü Açısından 1980’lerde Türkiye Panoraması”, İleti-ş-im, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 5, s. 157-182. _______(2007a). Modernleşme Sürecinde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Reklam Serüveni, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 29, s. 183-196. _______(2007b). Reklamları İzlediniz: Reklamların Farklı Okumalarına Dair Bir Çalışma, Ankara:Ütopya. Zorlu, Abdulkadir, (2003). “Batılı Bir Yaşam Tarzı Olarak Tüketim: Türkiye’de Tüketim Ürünlerinin ve Kültürünün Tarihi Gelişimi” Hacettepe Üniversite Sosyolojik Araştırmalar -e Dergisi. http://www.sdergi.hacettepe.edu.tr/zorlucerceve.htm Cumhuriyet Ansiklopedisi, C:3,146 Marketing Türkiye (1994) Y3:S71 Medya,1993:12 Milliyet Gazetesi, 1 Mayıs 1987. 240 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Reklamda Animasyon Karakter Kullanımının Çocukların Beslenme Alışkanlıkları Üzerindeki Etkileri The Effects of Animation Character Usage in Advertisements on Nutritional Routines of Children Öykü Ezgi YILDIZ, İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi İletişim Sanatları Bölümü E-posta:[email protected] Ceyda DENEÇLİ İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi İletişim Sanatları Bölümü E-posta: [email protected] Anahtar Kelimeler: Animasyon, Reklam, Marka, Kurum Kimliği Keywords: Animation, Advertisement, Brand, Corporate Identity Öz Rekabetin küresel boyutlarda yaşandığı günümüzün farklı pazarlarında, kurumlar hedef kitlelerine ulaşmada çok çeşitli yollara başvurabilmektedir. Kurumlar, tüketiciyi farklı mekânlarda yakalama çabasının ötesinde, tüketiciye yaşam döngüsünün her aşamasında ulaşmaya da çalışmaktadır. Yetişkinlik döneminde tüketiciyle bir araya gelen markalar, günümüzde kimi zaman, çocukluk döneminden itibaren geleceğin tüketicileriyle etkileşime geçmektedir. Bu durumda reklamlarda, çocukların dikkatini çekecek kimi öğelerin kullanımına yol açabilmektedir. Özellikle, animasyon karakterler çocuklara yönelik üretilen mal ve hizmetlerin tanıtımlarında başvurulan ilgi çekici görsellerdir. Çalışmada da bu animasyon karakterlerin çocukluk döneminden itibaren tüketicilerle kurduğu duygusal bağdan yola çıkılarak, çocuk tüketiciler üzerindeki rolü irdelenecektir. Abstract In today’s markets that have competition in global dimensions, the corporations use various ways to reach their target markets. In addition to the efforts of the corporations to reach their consumers in different spaces, they also try to reach them in all levels of their life cycle. The brands meeting their consumers in their adulthood could have been in an interaction with them since their childhood. For this reason it can be seen that some elements attracting the children’s attention are used in advertisements. Especially the animation characters are the attractive visual elements that are used in the promotion of the goods and services produced for children. In this study the role of the animation characters on child consumers will be examined by analyzing the emotional bond that the brands establish with them in their childhood. Öykü Ezgi YILDIZ, Ceyda DENEÇLİ Giriş Görsel kültürün egemenliğindeki dünyamızda, bireylerin kendi varlıklarını ve dünyayı algılayış biçimleri üzerinde “görme ediminin” etkisi yadsınamaz bir olgu haline gelmiştir. İnsanlar kendi varlıklarının ve çevrelerinin bilincine ulaştıkları andan itibaren sürekli olarak çeşitli görsel iletilerle etkileşime geçmektedirler. Bu görsel dünyanın ve ekonomik düzenin en dikkat çeken kültürel öğelerinden reklamlar da çocukluktan başlayarak, bireylerin zihinlerini şekillendirebilme stratejisiyle eyleme geçmektedir. Yeme, içme, giyinme, barınma vb. yaşama biçimlerini şekillendiren reklamlar, rekabetin küresel boyutlara ulaştığı günümüzde hedef kitlelerin ilgisini tanıtımını yaptıkları ürünün üzerine çekme çabası içindedirler. Reklamlar hedef kitlelerine ulaşmada bu bağlamda çok çeşitli yollara başvurmakta ve hedef kitlelerinin çeşitli sosyo-ekonomik özelliklerini de dikkate alarak, yaratıcı iletiler aracılığıyla, ürün ve hizmetlere yönelik talep yaratma ya da var olan talebi arttırma amacındadırlar. Bu amaçlarını gerçekleştirirken de hedef kitlelerine ait verileri dikkatlice değerlendirmektedirler. Çalışmada, özellikle çocuk tüketicilere yönelik reklam iletilerinin nasıl kurgulandığı, hedef kitleye ne şekilde seslenildiği, çocuk tüketicilerin ilgilerini çekmek amacıyla, kimi zaman ürünlerin ambalajlarında kullanılan maskot karakterlerin kimi zamanda reklam filmlerinin içeriğinde yer alan çeşitli çizgi karakterlerin etkileri ele alınacaktır. Özellikle bu tür renkli animasyon karakterlerle hedef kitleye seslenen reklam iletilerinin, çocuk tüketicilerin beslenme alışkanlıkları üzerinde nasıl bir etki yarattığı irdelenecektir. Ölçekte bu etkiyi ölçmeye yönelik yer verilen boyutlar ürünü fiilen tüketme ve ürünü gelecekte tüketme arzusudur. Ölçekteki ilgili boyutlar aracılığıyla çocuk tüketicilerin mısır gevreğine yönelik beslenme alışkanlıkları açıklanmaya çalışılacaktır. Marka Simgesi Olarak Çizgi Karakterler Kurumsal bir kimlik oluşturma sürecinde temel unsur olan markalar, tüketicilerin zihinlerinde yer edinebilmek amacıyla çok çeşitli yollara başvurmaktadır. Kurumlar; markalarının, ürünlerinin, kimliklerinin ayırt edici yönlerini vurgulamak, pazarda bir yer edinebilmek, anımsanabilir olmak, rakipleri arasından seçilebilmek ve benzeri birçok nedenle adlarıyla, tasarımlarıyla ve tanıtım çalışmalarında kullandıkları çizgi karakterleriyle hedef kitleleriyle çeşitli ortamlarda biraraya gelmektedir. Rekabetin yoğunlaştığı küresel pazarlarda sayıları giderek artan kurumlar; kurumsal imaj yaratmak ve kimliklerini ortaya koyabilmek adına markaları için yenilikçi ve özgün adlar kullanmaya başlamışlardır. Bunun yanı sıra kimi kurumlar ürün ya da markaları için ayırt edici animasyon karakterlerden de yararlanmışlardır. Bu karakterler genellikle hayvanlardan, bitkilerden ya da çizgi film karakterlerinden oluşmaktadır. Kurumlar, ürün ya da markalarının temel özelliklerini animasyon karakterleriyle bütünleştirmektedirler. Animasyon karakterin özelliklerinin markayla ilişkisinin yüksek olması durumuna paralel olarak, tüketicilerin bu markayı tanımalarının ve olumlu tepki vermelerinin oranının da oldukça arttığı gözlemlenmiştir (Chiu ve diğerleri, 2009: 386-387). 242 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Reklamda Animasyon Karakter Kullanımının Çocukların Beslenme Alışkanlıkları Üzerindeki Etkileri Markalarla bağ kurulmasına yardımcı olduğu düşünülen animasyon karakterler, bir ürünü ya da markayı tanıtmada kullanılan bitki, hayvan vb. karakterler biçiminde tanımlanabilir. Bu karakterler çizgi filmler, karikatürler ya da çizgi programlar için yaratılmış karakterler olmayıp, markaların tanıtımında kullanılmak üzere yaratılmıştır. Bu karakterlerin yaratılmasındaki temel amaç ürün ya da markanın tanıtılmasıdır. 1800’lü yılların son dönemlerinden bu yana marka tanıtımlarında tanınmayan çeşitli çizgi karakterlere yer verilmeye başlanmıştır. Zaman içinde Snuggle Bear, Tony the Tiger , Poppin’ Fresh Pillsbury Doughboy gibi karakterlerin marka tanıtımlarında kullanıldığı görülmektedir. Bu karakterlerin yoğun olarak reklamlarda ve diğer tanıtım çalışmalarında yer edinmeye başlamasıyla çeşitli televizyon programlarında, medyada ve akademik araştırmalarda bu animasyon karakterlerin marka kimliği ve olumlu marka çağrışımları yaratmada yararlı olduğu da vurgulanmıştır (Garretson ve Niedrich, 2004: 25). Animasyon karakterler aracılığıyla tüketicilerle bir bağ kurmayı amaçlayan kurumlar marka bilinirliliklerini güçlendirmek amacıyla çeşitli iletişim ortamlarında hedef kitleleriyle buluşmaktadır. Tüketiciler üzerindeki etkilerine ilişkin bir çok araştırma yapılan animasyon karakterlerin, çeşitli reklam kampanyalarında yer aldığı görülmektedir. Marka simgesi ve karakter ikonları olarak kabul edilen bu animasyon karakterler sembolik olarak markanın niteliğini ya da yararlarını aktarmada kullanılmaktadır (Garretson ve Burton, 2005: 118). Animasyon karakterler; reklamlarda, ürün paketlerinde ve tüketici satış promosyonlarında yer alarak tüketicilerin yaşamlarında kuşaklar boyu varlığını sürdürmektedir. Kimi zaman tüketicilere küçük yaşlarından bu yana kullanmış oldukları ya da güven duydukları markaları anımsatabilen animasyon karakterler üzerine gerçekleştirilen bir çalışmada da bu karakterlerin tüketicilerde nostaljik bir takım duyguları ortaya çıkarabildiği de öne sürülmüştür (Garretson ve Niedrich, 2004: 28). Yoğun rekabet koşullarının egemenliğindeki birçok pazarda kurumlar ve markalar, tüketiciler tarafından fark edilebilmek, ürün ve hizmetlerine talep yaratabilmek amacıyla çeşitli duyguları eyleme geçiren animasyon karakterlerden yararlanabilmektedir. Bu karakterler tüketicilerin ürün ve hizmetlerle aralarındaki bağın olumlu bir biçimde gelişmesine yardımcı olabilmektedir. Ayrıca kurumun, markanın tüketicilerin zihinlerinde çocukluklarından başlayarak yer edinmesi konusunda da güçlü etkilerinin bulunduğu ileri sürülebilir. Tüm bu nedenler doğrultusunda geçmişten günümüze çeşitli markaların tanıtım çalışmalarında, reklam iletilerinde bu karakterlere yer verildiği görülmektedir. Özellikle de çocuklara yönelik reklamlarda sıklıkla rastlanan animasyon karakterlerin, onların markaları algılayışları üzerindeki etkilerinin önemi de dikkate değerdir. Çocuklara Yönelik Reklamlarda Animasyon Karakter Kullanımı Kurumlar çeşitli tanıtım etkinlikleriyle hedef kitlelerine ulaşmayı amaçlamaktadırlar. Bu tanıtım etkinliklerinden reklamlar aracılığıyla kurumlar, hedef kitlelerin tutum ve davranışları üzerinde amaçları, beklentileri doğrultusunda değişiklikler yaratmaya çalışmaktadırlar. Tüm reklamlar hedef kitleleri üzerinde farkındalık oluşturarak, iletileriyle Sayı 36 /Bahar 2013 243 Öykü Ezgi YILDIZ, Ceyda DENEÇLİ hedef kitlelerin hem mantığına hem de duygularına seslenmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda reklamcılar, iletilerini; demografik, sosyo-ekonomik ve bunun gibi çeşitli değişkenleri, bağlamları düşünerek kurgulamakta ve iletilerinde hedef kitlelerini etkileyecek, eyleme geçirecek kimi unsurlara yer vermektedirler (Elden ve Bakır; 2010: 114). Etkili bir iletişim biçimi olan reklam bir yandan tüketiciye bilgi aktarırken bir yandan da tüketiciyi mal ya da hizmeti kullanmaya, satın almaya ikna etmektedir. Görsel ve dilsel açıdan içeriğinde birtakım simgeler barındıran reklam iletisi, bu simgeler aracılığıyla hedef kitlenin duygularını, tutkularını, düş gücünü eyleme geçirmektedir (Küçükerdoğan,2005: 9). Reklam ayrıca duygular ve hislerin yanında yazılı iletileri de aktaran ikna edici bir iletişimdir. Reklam, tüketicilerde marka ismine ilişkin farkındalık yaratmanın yanı sıra tüketicilere işlevsel ve duyusal değerler sağlayarak markanın uzun süreli olmasını sağlamaktadır (Aaker ve Biel, 1993: 52). Reklamın iletisiyle ilgili karar aşamasında birden fazla etkenin hedef kitleyle olan etkileşimi ve hedef kitlenin temel demografik özellikleri göz önünde bulundurulabilmektedir. Yaş da bu etkenler arasında reklam iletisinin içeriğine yön veren temel belirleyiciler arasında yer almaktadır. Satın alma davranış kalıplarının oluşumunda ve gereksinimlerin ortaya çıkış biçimlerinde hedef kitlenin içinde bulunduğu yaş grubu önem taşımaktadır. Özellikle doğrudan çocuklara yönelik ürünlerle ilgili reklamlarda yaş unsurunun etkisi daha net gözlemlenebilmektedir. Çocuklara yönelik reklamlarda onların dikkatlerini çekebilen çizgi karakterlerin ve animasyonların kullanımı, çocukların bu tür reklamlara yönelik ilgilerini olumlu yönde etkileyebilmektedir (Elden ve diğerleri, 2009:105). Günümüzün tüketici odaklı pazarlama çalışmalarında tüketicilerin demografik özellikleri, beklentileri pazarlamacılar ve reklamcılar tarafından dikkate alınmaktadır. Yetişkin tüketiciler kadar günümüzde çocuk tüketiciler de büyük bir pazar olarak pazarlamacıların dikkatinden kaçmamaktadır. Bu alanda yapılan araştırmalarda da çeşitli yaş aralıklarındaki çocukların markaları algılama biçimleri ve bu algılama süreçleri üzerinde etkili olan animasyon karakterlere ilişkin farklı yaklaşımlara yer verilmiştir. Tüketicilerle çocukluklarından itibaren etkileşime geçen markalar; çocukların ekonomik açıdan büyük bir pazar oluşturduğunun bilincindedir. 1990’lı yılların sonlarına doğru yapılan kimi çalışmalarda çocukların her yıl yaklaşık 24 milyar dolar bireysel harcama yaptıkları ve buna ek olarak yaklaşık 500 milyar dolar da aile bütçelerinden harcama yaptırdıkları öne sürülmüştür (Moore, 2004: 161-162). Günümüzde pazarda daha etkin bir rolü olan çocuklar ayrıca markalar hakkında daha fazla bilgiye sahiptirler. Çocuk tüketicilere yönelik pazarlama çabalarının yoğunlaşmasında, çocuklar için yapılan harcamaların artmasının da etkili olduğu ileri sürülmektedir. 1980’lerin başında çocukların yaptığı tüketime ve çocuklar için yapılan tüketim tercihlerine yönelik araştırmalar gerçekleştirilmiştir. Bu araştırmalar sonucunda; çocukların aile giderleri üzerinde önemli bir etkisi olduğu saptanmıştır. Bu durum reklamcıların çocuklara çekici gelen ürünler üzerinden reklam iletileri kurgulamalarına neden olmuştur (Evans ve diğerleri , 2009: 275-276). Günümüzde önemli bir pazar oluşturan çocuklar, tüketici olarak karar verme 244 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Reklamda Animasyon Karakter Kullanımının Çocukların Beslenme Alışkanlıkları Üzerindeki Etkileri görevini küçük yaşlardan başlayarak üslenmektedirler. İki yaşındaki çocukların bile tüketici malları arasından seçimde ve tercihte bulunmaları onların sembolik marka tutumlarına dayanmaktadır. Ayrıca televizyon reklamları ve renkli paketler de çocukların markalara karşı olan tutumları üzerinde etkilidir. Örneğin üç yaş grubundaki çocukların; reklamlardaki çizgi film karakterinden etkilenmeleri sonucunda, reklamlardaki bu karakterle ilişkilendirdikleri ürün hakkında olumlu tutum oluşturabildiklerine ilişkin saptamalar bulunmaktadır (Arnould ve diğerleri, 2004: 503-504). Bu bağlamda çocukların yaş gruplarının reklamlardaki iletilerin içerikleri üzerinde etkili olabileceği söylenebilir. Farklı yaş gruplarındaki çocukların bilişsel gelişimleri onların çevrelerini algılama biçimlerine ve davranış biçimlerine yön verebilmektedir. Bu nedenle de çocuk tüketicileri anlamaya yönelik gerçekleştirilen kimi araştırmalarda reklamların iletilerinde yer alan animasyon karakterlere ilişkin çocukların tutumlarının anlaşılabilmesi için onların bilişsel gelişmelerinin de göz önünde bulundurulabildiği görülmektedir. Çocukların reklamları algılamalarının yaşa göre ne derece farklılık gösterdiği bilişsel gelişim kuramlarıyla açıklanabilmektedir (Calvert, 2008: 214). Bilişsel basamak teorisinden yola çıkan araştırmacılar, reklam iletilerinden çocukların ne anladıklarını, hangi durumlarda ikna olduklarını ve olgunlaştıkça değişken tepkileri üzerine çeşitli çalışmalar yapmışlardır. Bu araştırmanın temel öğretilerine göre çocukların yaş grupları reklamın amacını anlama konusunda farklılık gösterebilmektedir. Çocukların bu reklamları değerlendirebilmeleri için en az iki temel bilgi işleme yeteneğine sahip olmaları gerekmektedir. İlk olarak ticari ve ticari olmayan içerik arasındaki farkı ayırt edebilmeleri gerekmektedir. İkincil olarak da reklamın ikna edici içeriğinin farkına varması ve bu bilgiyi reklamın satış iletisini yorumlamada kullanabilmesi gerekmektedir (Moore, 2004: 162163). Örneğin 3 yaş grubundaki çocuklar, program ya da reklamın içeriğini doğru olarak tespit edebilirken bunlar arasındaki amaç farklılığını açıklayamamaktadır. Televizyon programının bir eğlence reklamın ise bir satış aracı ya da mecrası olması arasındaki fark bu yaş grubu çocuklar tarafından algılanamamaktadır. Reklam ve televizyon programı arasındaki farklılığa ilişkin çocukların yaptığı tespitler; reklamın süresinin kısa oluşu, renkleri, devinimi ya da reklam müziğine ilişkin algılarına dayanarak gerçekleşmektedir (Oates ve Blades, 2001: 239). Kimi yaklaşımlarda ise; 5 yaş grubundaki birçok çocuğun; reklamlar ve televizyon programları arasındaki ayrımın bilincinde oldukları ileri sürülmektedir. Küçük çocuklar reklamların televizyon programlarına nazaran daha kısa ve daha eğlenceli olduğunu ifade edebilmektedirler. Yaklaşık 8 yaş grubundaki çoğu çocuk ise; reklamın temel amacının ürün satışı gerçekleştirmek olduğunu anlayabilmektedir. Geleneksel olarak çocuklar reklamın ikna edici amacının bilincine vardıklarında reklama daha kuşkuyla yaklaşıp, reklama karşı direnebilmektedirler. Ancak, reklamlar çocukların tutumsal ve bilişsel savunma yapabilecekleri olgunluğa gelinceye kadar, onların düşüncelerini şekillendirebilmektedir (Moore, 2004: 162-163). Yapılan diğer araştırmalarda çocukların ürün ve markalar hakkında şaşırtıcı derecede bilgisi olduğu ortaya çıkarılmıştır. Örneğin ilkokul çağındaki çocuklar giydikleri kot pantolonların, oynadıkları bilgisayar oyunlarının markaları hakkında değerlendirme yapabilmektedirler (Solomon, 1994: 271). Diğer taraftan, örneğin 10-12 yaş aralığındaki Sayı 36 /Bahar 2013 245 Öykü Ezgi YILDIZ, Ceyda DENEÇLİ çocuklar, reklamın her zaman doğruyu söylemediğini düşünerek, reklam iletilerine karşı daha şüpheci yaklaşabilmektedirler. Ancak çocukların şüpheci yaklaşımları çocukların reklamlar karşısındaki durumunu tamamen değiştirememektedir. 8-12 yaş arasındaki çocuklara reklamların içeriğinin ikna edici unsurlar aktardığı hatırlatılmadığı sürece onların televizyon reklamından etkilenmesi olasıdır. Küçük çocuklar ise; reklam iletisinin asıl niyetini daha az anladıklarından, mesajlara kolayca inanmakta ve genelde kolay etkilenmektedirler. Bu nedenle küçük yaştaki çocuklar reklama karşı daha olumlu tutum sergileme eğilimdedirler (Moore, 2004: 162-163). Genel olarak reklamlar incelendiğinde, reklam içeriğinde çocukların ilgisini çekmek için dikkat çekici ürün özelliklerinin kullanıldığı görülmektedir. Bu bağlamda televizyonda yer alan çocuklara yönelik reklamlarda; aksiyon, hareket, tempo, ses efektleri ve yüksek müzik gibi özelliklere sıklıkla yer verilmektedir (Calvert, 2008: 208209). Okul öncesi çocuklarda animasyon içeren reklamlar; belirgin ses efektleri ve hızlı hareketlerin yer alması nedeniyle ilgi çekmektedir. Bu belirgin algısal farkındalığa, reklamlarda kullanılan animasyon karakterlerin büyük, renkli, aksiyon odaklı olması, değişik sesler içermesi neden olmaktadır. Sonuçta animasyon karakterler reklamın odak noktasıdır (Neeley ve Schumann; 2004: 9). Gerçek karakterler ve animasyon karakterler çocukların dikkatlerini televizyon programlarına ve reklamlara çekmede oldukça etkilidir. Özellikle küçük yaştaki çocuklar sevdikleri animasyon karakterlerin özelliklerini algılayarak, daha büyük yaştaki çocuklar ise bu karakterlerle duygusal bağ kurarak reklamı yapılan ürüne karşı olumlu tepkiler geliştirmektedirler (Brand, 2007: 5). Genel olarak bakıldığında markaların bir figürü, bir hayvanı, bir görüntü göstergeyi maskot biçiminde kullanmalarıyla marka kimliğine belli bir değer katılmakta ve marka kimliğinin görsel boyutuna anlam eklenerek tüketici ile daha yakın bir ilişki kurulabilmektedir (Küçükerdoğan, 2009: 85). Pazarlama alanında küçük çocuklara yönelik pazarlama stratejilerinde animasyon karakter kullanımı teşvik edilmektedir. Kimi kahvaltılık yiyecekler ve mısır gevreği gibi yiyeceklerin televizyon ve diğer mecralarda yer alan tanıtımlarında kullanılmak üzere kurumlara ilişkin çeşitli ikonlar ya da çizgi karakter yaratılmaktadır. Reklamların içeriğinde yer alan ve kimileri çocuklar tarafından bilinen bu karakterlerle ürünler arasında bir bağ kurulduğu görülmektedir (Leibowitz ve diğerleri,2012: 69). Buna ek olarak, yiyecek reklamlarının kısa vadede çocukların reklamı yapılan yiyeceklere yönelik tüketimlerini arttırdığı ifade edilmektedir (Harris ve diğerleri, 2009: 213). Çocuklar geleceğin potansiyel müşterileri olarak görüldüğünden, kurumlar erken yaşta marka sadakati yaratmaya yönelik kampanyalar oluşturmaktadırlar. Örneğin 2002 yılında Amerika’da çocuklar hedeflenerek yazılı basın, televizyon gibi çeşitli mecralarda yapılan ürün yerleştirme, satış teşvik, ambalaj tasarım, halkla ilişkiler gibi pazarlama iletişim çalışmaları için yaklaşık 15 milyar dolar harcanmıştır. Yaklaşık olarak Amerika’da çocuklar haftada 5 saat televizyonda reklam filmi izlemektedir. 7 ülkede 9-14 yaş aralığındaki ergenler üzerinde yapılan bir çalışmaya göre, ergenlerin televizyonu ürün bilgisi sağlaması bakımından temel kaynak olarak gördükleri öne sürülmüştür (Moore, 2004: 161-162). 246 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Reklamda Animasyon Karakter Kullanımının Çocukların Beslenme Alışkanlıkları Üzerindeki Etkileri Kimi markaların pazarlama kampanyalarında kurumlarla ilişkili markalaşmış karakterler kullanılmaktadır. Bu şekilde marka ismi gençlere ve çocuklara daha çekici ve anımsanır hale gelebilmektedir. Örneğin Sünger Bob, Tony the Tiger gibi karakterlerin ruhsatı belli bir ücret karşılığı farklı firmalara verilerek; mısır gevreğinden, tatile kadar çok çeşitli ürünleri satmaya yardımcı olmaktadır. Pazarlamacılar satmak istedikleri ürünlere ve etkinliklere olan ilgiyi daha da arttırmak için bu ürün ve etkinlikleri “eğlenceli” karakterlerle ilişkilendirmektedirler. Aynı karakterleri çevrimiçi pazarlama kampanyaları ve televizyon reklamlarında kullanmaktadırlar. Örneğin McDonald’s’ın Happy Meal paketinde yer alan küçük oyuncak gibi hediyeler de çocuklar tarafından televizyon ya da çevrimiçi olarak ürünü satın aldırmak için kullanılmaktadır (Calvert, 2008: 209). On sekiz aylık bebekler McDonald’s ve Camel gibi markaları tanımaktadır. Bu durumun temel nedeni, günümüzün medya ağırlıklı kültürü söz konusu olduğunda, reklamların sayıca artmasıyla ve reklama maruz kalan çocukların yaş ortalamalarının giderek aşağıya çekilmesiyle ilişkilendirilebilir. Örneğin üç aylık bebeklerin neredeyse yarısı televizyon izlemektedir. Bu bebekler iki yaşına geldiklerinde ise oran yüzde 90’a kadar varabilmektedir. Ayrıca bu çocuklar televizyon dışında; internet, cep telefonu, bilgisayar oyunları gibi farklı ortamlarda reklamlarla karşılaşabilmektedir (Lindstrom, 2012: 30). Altı aylık bebeklerin kurumsal logo ve maskotların zihinsel imgelerini kafalarında oluşturabildikleri de ileri sürülmektedir. Çocukların, güncel kimi araştırmalarda 36 aylık olduklarında 100 marka logosunu ayırt edebildikleri, 10 yaşına geldiklerinde ise yaklaşık 300-400 markayı ezbere bildikleri öne sürülmektedir. Ayrıca araştırmalarda çocukların bu markaları yalnızca ezberlemekle kalmadıkları markalarla ilgili tercihler oluşturdukları da saptanmıştır (Lindstrom, 2012: 30-31). Bahn (1986) çalışmasında; işlem öncesi ( pre-operational) ve somut işlemler (concrete operational) dönemi olmak üzere 4-5 ve 8-9 yaş aralıklarında iki farklı çocuk gurubu üzerinde araştırma yapmıştır. Çalışmasında; 4-5 yaşlarındaki çocukların mısır gevreği kutularındaki animasyon karakterlerden yola çıkarak ürün özelliklerine ilişkin bir fikre vardıklarını saptamıştır. Çalışmaya göre çocuklar, mısır gevreği ürün çeşitlerinden kendilerine uygun ürünü seçebilmektedirler. Bu duruma örnek olarak şekerli ve tatlı özellikler içeren gevrek türü ürünlerin kutularının üzerindeki animasyon karakterler sayesinde kendileri için uygun olan ürünü tespit edebildikleri gösterilebilir. Ayrıca çalışmaya göre animasyon karaktersiz mısır gevreği kutuları gördüklerinde bu ürünlerin yetişkinlere yönelik şekersiz, sağlıklı ürünler olduklarını kavramışlardır (Bahn;1986: 384-391). Okul öncesi çocukların ürün seçimlerini saptamaya yönelik gerçekleştirilen kimi araştırmaların sonuçlarına göre çocuklar, markalı ürünleri seçmekte ve kendilerine sunulan yiyeceklerden markalı olanların tadının daha güzel olduğunu iddia etmektedirler. Bir grup okul öncesi çocuk üzerinde yapılmış olan bir gözlem bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Çocuklar kendilerine farklı ambalajlarda sunulan yiyeceklerden Mcdonald’s’ın logosunu taşıyan ambalaj kağıtlarına sarılmış olan ve içerik olarak aynı olan yiyecekleri daha lezzetli bulmuşlardır (Lindstrom,2 012: 30-31). Sayı 36 /Bahar 2013 247 Öykü Ezgi YILDIZ, Ceyda DENEÇLİ Çocuklara yönelik reklamlar sektörde çok tartışılan konulardandır. 1988 yılından sonra yapılan bir çalışma çocukların yılda 20.000’den fazla reklam izlediğini saptamıştır. Bu sonuç tartışmalara yol açmıştır. Tartışmaların sonucunda bir grup, çocukların doğru değerlendirme yapamayacağını ve satın alma kararı veremeyeceğini belirterek bu alanda yasal düzenlemelerin gerekliliğine vurgu yapmışlardır. Diğer grup ise; konuyla ilgili yasal düzenlemeler yapmaktansa, çocuklara ilişkin reklam sınırlamasının en iyi evde yapılacağını savunmaktaydı (Wells ve diğerleri, 2006: 80). Günümüzde yoğun rekabetin yaşandığı pazar koşulları içinde markalar, tüketicileriyle çok daha erken yaşlarda buluşabilmenin yollarını aramaktadır. Çocukluk ya da ilk gençlik yıllarında tüketicilerin zihinlerinde yer edinebilen markalar, yetişkinlik dönemlerinde de kimi zaman onları, ürünlerini satın almaları yönünde etkileyebilmektedir. Kimi araştırmalar ise; işi daha da ileri bir noktaya vardırmakta ve markaların kurumların ürünlerini pazarlamaya, tanıtımlarını yürütmeye anne karnında başladığını öne sürmektedir. Bu amaçla hareket eden ve tüketicileri yaşam döngülerinin çok erken tarihlerinden itibaren yakalamaya çalışan markaların özellikle çocuk tüketicilerle iletişime geçmede kullandıkları stratejilerde izledikleri yol farklı çevrelerce zaman zaman etik açıdan da tartışılabilmektedir. Bu çalışmada pazarlama stratejileri içinde sıklıkla başvurulan; renkli, devingen, ilgi çekici maskotların, animasyon karakterlerin kullanıldığı reklam iletilerinin çocuk tüketiciler üzerindeki etkilerine yönelik saptamalarda bulunulmaya çalışılacaktır. Katılımcılar Araştırmada, çocukların reklamların içeriklerini algılama biçimleri göz önünde tutularak çocukların reklamlara karşı tutumlarını ölçen Rossiter (1977: 180) çalışma ve Prasad ve Smith (1994: 346) gerçekleştirdiği benzer çalışmalar da göz önüne alınarak özellikle 9 yaş grubu çocuklar örneklem olarak seçilmiştir. Araştırma kontrol grup içeren deneysel bir araştırmadır. Deneysel araştırmalarda, her bir grubun 15 denek gibi az sayıda denek içermesinin yeterli olduğu düşünülmektedir. Bazı araştırmacılara göre ise deneysel araştırmalarda her grupta en az 30 denek bulunmalıdır. (Gay, 1987’den aktaran Arlı ve Nazik, 2001: 77). Öte yandan iki grubun ortalamalarının karşılaştırılmasını içeren z testi analizi için ise 10 kadar denekten oluşan örneklem yeterli görülmektedir. (Akgül ve Çevik, 2005: 158) Bu bağlamda araştırma özel bir ilkokulun üçüncü sınıfında öğrenim görmekte olan 9 yaş grubundaki toplam 80 öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiştir. Öğrencilerin 41’i denek grubunda, kalan 39’u ise kontrol grubunda yer almıştır. Öğrencilerin %53,8’i kızlardan, %46,3’ü ise erkeklerden oluşmaktadır. Denek ve kontrol grubundaki öğrencilerin cinsiyetlerine göre dağılımları birbirlerine benzerdir (denek grubunda kızların oranı %53,7, kontrol grubunda kızların oranı %53,8). 248 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Reklamda Animasyon Karakter Kullanımının Çocukların Beslenme Alışkanlıkları Üzerindeki Etkileri Yöntem Araştırmada denek grubuna bir mısır gevreği markasının animasyon içeren reklam filmi, kontrol grubuna ise aynı markanın animasyon içermeyen reklam filmi gösterilmiştir. Ölçekler Araştırmada animasyon içeren reklamın katılımcıların beslenme alışkanlıklarını değiştirme düzeyi üzerindeki etkisini belirleyebilmek amacıyla, reklam filmini izledikten sonra katılımcılara gelecekte söz konusu yiyeceği yemeyi arzu etme düzeyi sorulmuştur (“Reklamda izlediğiniz markaya ait yiyeceği kahvaltılarınızda hangi sıklıkla yemek istersiniz?”). Araştırmada katılımcıların gelecekte söz konusu yiyeceği tüketme arzularına etki edebileceği düşünülen reklamı beğenme düzeyleri (“İzlediğiniz reklamı nasıl buldunuz?”), marka bilinirliği (“Reklamda izlediğiniz yiyecek markasını biliyor muydunuz?”), markaya karşı duygusal yakınlık duyma (“Reklam izlediğiniz yiyecek markasının seviyor musunuz?”), fiilen ürünü tüketme (“Reklamda izlediğiniz markaya ait yiyeceği kahvaltılarınızda yiyor musunuz?”) unsurları da ayrıca değerlendirilmiştir. Söz konusu değişkenlere ilişkin yöneltilen sorulara verilen yanıtlar beşli Likert ölçeğinde düzenlenmiştir. Buna göre 5, katılımcının ilgili soruya son derece olumlu yanıt verdiğini, 1 ise tam tersi bir durumu göstermektedir. Ölçekte yer alan soruların içerik geçerliğinin belirlenmesi amacıyla, araştırma öncesinde soruların 9 yaş grubu öğrencileri tarafından doğru anlaşılıp anlaşılmayacağını belirlemek üzere çocuk pedagojisi alanında uzmanlığına sahip üç farklı kişiden görüş alınmıştır. Uzmanlar soruların 9 yaş grubundaki öğrenciler tarafından araştırma amacına uygun bir biçimde anlaşılacağını belirtmişlerdir. Ayrıca yine araştırma öncesinde denek grubunda yer alacak öğrencilere benzer özellikte 5 öğrenciye sorular sorulmuş ve sorulardan ne anladıklarını belirtmeleri istenmiştir. Öğrencilere yapılan bu uygulamada öğrencilerin soruları araştırmacıların arzu ettikleri doğrultuda doğru olarak anladıkları belirlenmiştir. Araştırma uygulaması söz konusu çalışmanın ardından gerçekleştirilmiştir. Ölçeğin güvenirlik analizinin gerçekleştirilmesi amacıyla, araştırma gerçekleştirildikten bir ay sonra denek ve kontrol grupları içerisinde yer alan öğrencilerden beşer kişi üzerinde uygulama tekrar gerçekleştirilmiştir. Öğrencilerin ilk ve ikinci uygulamada sorulara verdiği yanıtların birbiriyle ilişkisinin yüksek olduğu (r>0,70; soruların her iki uygulamaya ilişkin korelasyon katsayıları 0,89 ile 0,96 arasında değişmektedir), buna göre ölçekteki soruların güvenilir olduğu belirlenmiştir. Bulgular Araştırma sonucunda değişkenlere ilişkin elde edilen yanıtlar incelendiğinde (Tablo 1) her iki grupta yer alan katılımcıların markayı tanıdığı ve markayı sevmeye yakın oldukları görülmektedir. Yine her iki gruptaki katılımcıların markaya ait ürünü kahvaltılarında bazen yediklerini ifade ettikleri ortaya çıkmaktadır. Söz konusu unsurlara göre gruplar arasında farklılık olmaması her iki grubun söz konusu değişkenler itibariyle Sayı 36 /Bahar 2013 249 Öykü Ezgi YILDIZ, Ceyda DENEÇLİ birbirine denk olduğunu gösterir niteliktedir. Her iki gruptaki katılımcıların kendilerine izletilen reklamı beğendikleri görülmektedir. Animasyon içeren reklamı izleyen denek grubundaki katılımcıların reklamı beğenme düzeylerinin animasyon içermeyen reklamı izleyen kontrol grubundaki katılımcıların reklamı beğenme düzeylerine göre daha yüksek olduğu dikkat çekmektedir; ancak her iki ortalama arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildir. Benzer şekilde her iki gruptaki katılımcıların gelecekte ürünü tüketme arzuları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmazken denek grubunun gelecekte ürünü tüketme arzusunun kontrol grubuna göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Tablo 1: Değişkenlerin Denek ve Kontrol Grubuna Göre Farklılıkları Değişkenler Denek Grubu Kontrol Grubu n=41 n=39 z Test M SD M SD z p Marka Bilinirliği 4,73 0,90 4,79 0,66 -0,36 0,72 Markaya Duygusal Yakınlık 3,61 1,32 3,77 1,51 -0,50 0,62 Fiilen Tüketme 3,20 1,40 3,18 1,34 0,05 0,96 Reklamı Beğenme 4,37 0,94 4,08 1,16 1,23 0,22 Gelecekte Ürünü Tüketme Arzusu 3,63 1,39 3,59 1,35 0,15 0,89 Ürünü Animasyon içeren reklam filminin katılımcıların gelecekte ürünü tüketme arzusu üzerindeki etkisini belirleyebilmek amacıyla çoklu regresyon analizi gerçekleştirilmiştir. Analizde bağımlı değişken (dependent variable) reklam filmini izledikten sonra katılımcının gelecekte ürünü tüketme arzusu, bağımsız değişkenler (independent variables) ise markanın bilinirliği, markaya duygusal yakınlık, fiilen ürünün tüketilme düzeyi ve izlenen reklamın beğenilme düzeyi olarak belirlenmiştir. Analiz her iki grup için ayrı ayrı gerçekleştirilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre (Tablo 2), denek grubunda bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkende ortaya çıkan değişikliğin %52’sini açıkladığı; 250 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Reklamda Animasyon Karakter Kullanımının Çocukların Beslenme Alışkanlıkları Üzerindeki Etkileri kontrol grubunda ise bu oranın %32 olduğu ortaya çıkmaktadır. Analize dahil edilen tüm değişkenlerin denek ve kontrol grupları arasında anlamlı farklılık göstermediği dikkate alındığında, her iki modelin açıklama güçlerindeki denek grubu lehine ortaya çıkan farklılığın (%20) tek farklılık gösteren değişken olan reklam filminin animasyon içermesine bağlı olarak ortaya çıktığı ileri sürülebilir. Regresyon modelleri incelendiğinde, denek ve kontrol grubunda katılımcının gelecekte ürünü tüketme arzusu üzerinde etkili olan tek değişkenin katılımcının markaya karşı duyduğu duygusal yakınlık olduğu görülmektedir. Söz konusu değişkene ilişkin standart beta katsayısı denek grubunda 0,65 iken kontrol grubunda 0,44’tür. Buna göre animasyon içeren reklam filminin katılımcının markaya duyduğu duygusal yakınlığı üzerinde etkili olarak ürünü gelecekte daha fazla tüketme arzusu duymasına yol açtığı düşünülebilir. Tablo 2: Katılımcının Gelecekte Ürünü Tüketme Arzusu Üzerinde Etkili Olan Unsurlara İlişkin Gerçekleştirilen Regresyon Analizi Sonuçları Denek Grubu Değişkenler Beta Std. Error Sabit 0,23 1,093 Reklamı Beğenme 0,03 0,203 Marka Bilinirliği 0,04 0,204 Markaya Duygusal Yakınlık 0,69 0,132 Fiilen Ürünü Tüketme 0,19 0,123 R=0,72; R2=0,52; F=9,92, p=0,00<0,01 **p<0,01 Kontrol Grubu Değişkenler Beta Std. Error Sabit -0,51 1,766 Reklamı Beğenme 0,29 0,176 Marka Bilinirliği 0,29 0,302 Markaya Duygusal Yakınlık 0,39 0,134 Fiilen Ürünü Tüketme 0,01 0,148 R=0,56; R2=0,31; F=3,81, p=0,01<0,05 *p<0,05 Std. Beta 0,02 0,02 0,65 0,19 Std. Beta 0,25 0,14 0,44 0,01 t 0,21 0,14 0,18 5,22 1,57 p 0,84 0,89 0,86 0,00** 0,13 t -0,29 1,66 0,97 2,93 0,06 p 0,78 0,11 0,34 0,01* 0,95 Sonuç Pazarlama etkinlikleri ve reklamların etkisiyle, çocuklar küçük yaşlardan itibaren toplumsal yaşamda etken bir birey olabilmek, kendini ifade edebilmek, sevilmek ve sayılmak için belli markalara ait ürünleri kullanmaya eğilimli olabilmektedir. Markalar çeşitli stratejiler aracılığıyla özellikle çocukların etkiye fazlasıyla açık oldukları dönemlerinden itibaren yaşamlarında yer edinmeye başlamaktadır. Kurumlar, markalar farklı yollar izleyerek, tüketicilerle çocukluklarından başlayarak etkileşime geçmekte ve onların ilgilerini kendi ürün ve hizmetlerine çekmeye çalışmaktadırlar. Markalar kimliklerini oluşturan logolarında kullandıkları sembollerle, sanal ve çizgi karakterlerle, tüketicilerde genç yaşlarından itibaren marka bilincinin oluşmasını sağalamaya çalışmaktadır. Sayı 36 /Bahar 2013 251 Öykü Ezgi YILDIZ, Ceyda DENEÇLİ Çalışmada, araştırmanın kısıtlılıklarından ötürü bilgisayar oyunları, cep telefonları ve yeni medya ortamları gibi diğer reklam ortamları bu araştırmanın dışında bırakılmıştır. Çalışmada televizyon reklamlarının 9 yaş grubu çocukları üzerindeki etkisi anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla özel bir ilköğretim okulunda sosyo-ekonomik anlamda benzer özellikler gösteren toplam 80 çocuk üzerinde yapılan anket çalışmasının sonucunda; animasyon içeren reklam filminin, içermeyen reklam filmine oranla çocukların markayla duygusal bir yakınlık kurmalarında etkili olduğu ve bu durumun da çocukların ürünü gelecekte daha fazla tüketebilmelerine neden olabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Gerek akademik çalışmalara gerekse pazarlama alanında yapılan çalışmalara bakıldığında, animasyon karakterlerin çocukluk döneminden başlayarak, markaların geleceğin tüketicileriyle duygusal bir yakınlık kurmada etkili olabileceğine ilişkin güçlü kanıtlar sunulmakta olduğu görülmektedir. Bu durum reklamlarda kullanılan animasyon karakterlerin çocuk tüketiciler üzerindeki etkisinin, onların tüketim eylemlerini yönlendirebildiğini gösterebilmektedir. Kaynakça Tanaka, Hiroshi, (1993). “Branding in Japan”, Aaker, D.A. ve Biel, A.L. (eds.), Brand Equity and Advertising :Advertising’s Role in Building Strong Brands , New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates Publishers, s.51-67. Akgül, A. ve Çevik, O., (2005). İstatistiksel Analiz Teknikleri. 2. Basım. Ankara: Emek Ofset. Arnould, E., Price, L. ve Zinkhan, G., (2004). Consumer, New York: McGrawHill. Bahn, Kenneth D., (1986). “How and When do Brand Perceptions and Preferences First Form? A Cognitive Developmental Investigation”, Journal of Consumer Research, 13 (3).s.382-393. Brand, Jeffrey E., (2007). “Television Advertising to Children. A Review of Contemporary Research on the Influence of Television Advertising Directed to Children”, http://www.acma.gov.au/webwr/_assets/ main/lib310132 /television_ advertising_to_ children.pdf. Erişim Tarihi: 11.11.2012. Calvert, Sandra L., (2008). “Children as Consumers: Advertising and Marketing”, Postsecondary Education in the United States, 18(1), s.205-234. Chiu, Y.K., Lin, C.Y ve W.L. Liu, (2009). “The Affect Transfer Effect On SpokesCharacters”, 386-398. http://www.myacme.org/ACMEProceedings09/p46.pdf. Erişim Tarihi: 09.09.2012. Elden, M.ve Bakır, U., (2010). Reklam Çekicilikleri, İstanbul: İletişim Yayınları. Elden, M., Ulukök Ö. ve Yeygel, S., (2009). Şimdi Reklamlar, İstanbul: İletişim Yayınları. Evans, M., Jamal, A. ve Foxall, G., (2009). Consumer Behaviour. 2. Basım, 252 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Reklamda Animasyon Karakter Kullanımının Çocukların Beslenme Alışkanlıkları Üzerindeki Etkileri England: Wiley Publication. Garretson, J. A. ve Niedrich., R. W., (2004). “Spokes-Characters-Creating Character Trust and Positive Brand Attitudes”, Journal of Advertising, 33,(2). s.25-36. Garretson, J. A. ve Burton, S., (2005). “The Role of Spokescharacters as Advertisement and Package Cues in Integrated Marketing Communications”, Journal of Marketing, 69,s.118–132. Arlı, M. ve Nazik, H., (2001). Bilimsel Araştırmaya Giriş, Ankara:Gazi Kitabevi Harris, J. L., Pomeranz, J. L., Lobstein, T. ve Brownell, K. D., (2009). “A Crisis in the Marketplace: How Food Marketing Contributes to Childhood Obesity and What Can Be Done.” 30.211-25. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/18976142. Erişim Tarihi: 17.06.2013. Küçükerdoğan, Rengin, (2009). “Markalar, İkonlar ve Tanıdık Göstergeler: Maskot Kullanımı ve Marka”, The BrandAge, Sayı 11, s. 84-88. Küçükerdoğan, Rengin, (2005). Reklam Söylemi, İstanbul:Es Yayınları. Leibowitz, J., Rosch, J. T., Ramirez, E., Brill, J. ve Ohlhausen, M., (2012). “A Review of Food Marketing to Children and Adolescents - Follow-Up Report.”, http:// www.ftc.gov/os/2012/12/121221foodmarketingreport.pdf. Erişim Tarihi: 17.06.2013. Lindstrom, Martin, (2012). Brandwashed Pazarlama ve Reklamcılık Sektörünün Uyguladığı Hilelere Çarpıcı Bir Bakış, (çev) Levent Göktem, İstanbul: Optisimit Yayınları. Neeley, S.M. ve Schumann, D.W., (2004). “Using Animated Characters in Advertising to Young Children. Does Increasing Attention to Advertising Necessarily Lead to Product Preference?”, Journal of Advertising, 33,(3),s.7-23. Moore, Elizabeth, S., (2004). “Children and the Changing World of Advertising”, Journal of Business Ethics, 52 ,(2), s.161-167. Oates, C. ve Blades, M., (2001). “Children and television advertising: When do they understand persuasive intent?”, Journal of Consumer Behaviour, 1 (3), s.238-245. Prasad, V.K. ve Smith, L. J., (1994). “Television Commercial Violent Programming: An Experimental Evaluation of Their Effects on Children”, Journal of the Academy of Marketing Science, 22 (4), s.340-351. Rossiter, John R., (1977). “Reliability of a Short Test Measuring Children’s Attitudes Toward TV Commercials”, Journal of Consumer Research, 3(4), s.179-184. Solomon, Michael R., (1994). Consumer Behavior, Buying, Having and Being, Boston: Allyn and Bacon. Wells, W., Moriarty, S. ve Burnett, J., (2006). Advertising Principles & Practice, Upper Saddle River, NJ: Prentice-Hall. Sayı 36 /Bahar 2013 253 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları The Scope and Limitations of Determining an Ethical Paradigm in New Media Journalism İlker ERDOĞAN Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü E-posta:[email protected] Anahtar Kelimeler: Yeni Medya, Yeni Medya Gazeteciliği, İnternet, Enformasyon, Haber, Etik Keywords: New Media, New Media Journalism, Internet, Information, News, Ethics Öz Yeni medya gazeteciliği, çok büyük iletişim potansiyeliyle, modern bir haber toplama ve yayımlama biçimidir ya da pek çok farklı katılımcının bağlanabildiği çevrimiçi (online) bir forumdur. Ayrıca, bu biçim ya da forum, dijital ya da çevrimiçi (online) gazetecilik olarak adlandırılan, medya profesyonellerine sınırsız kaynaklar ve teknolojik olanaklar sunan internet üzerinde ve internet aracılığıyla gerçekleştirilen internete özgü bir gazetecilik türüne gönderme yapmaktadır. Yeni medya, teknolojik gelişmelerin ve değişimlerin paralelinde gelişim sürecini sürdürmekte, hızlı olduğu kadar da belirli kurallara bağlı kalmadan geliştiği için yeni sorunları beraberinde getirmekte ve bu nedenle, yeni medya gazeteciliğinin etik düzenlemelere acil olarak kavuşturulması gerekmektedir. Yeni medya gazeteciliğindeki etik sorunları ya da ikilemleri, genel olarak, editöryel bağımsızlık, editöryel kontrol eksikliği, enformasyonun yeniden dağıtılması-telif hakları, haber-reklam-ticari enformasyon ilişkisi, çevrimiçi (online) içeriğin yayımlanma hızı, ticari baskı, köprülerin (hyperlinks) kullanımı, doğruluk ve güvenilirlik, kaynaklar, mahremiyet, düzenleme, haber toplama yöntemleri, kaynak şeffaflığı, bloggerlar, yurttaş gazeteciler, profesyonel olmayan gazeteciler, dijital manipülasyon ile nefret söylemi ve saldırgan içerik olmak üzere on sekiz ayrı kategoride sınıflandırmak mümkündür. Bu çalışmada, yeni medya gazeteciliğinde etik bir model önerisinin oluşturulması açısından etik sorunlar iletişim etiği bağlamında değerlendirilerek kuramsal çerçevenin belirlenmesine çalışılmakta ve modern iletişimin vazgeçilmez bir alanı olan yeni medya gazeteciliğinde etik bir paradigma belirlemenin kapsamı ve sınırları tartışılmaktadır. Abstract New media journalism is a form of modern news gathering and publishing methods in a great communication potential or is an online forum which many people can connect. In addition, this form or forum refers to a kind of journalism particular to internet which called as digital or online journalism provides unlimited sources and technological supplies to media professionals, made real on internet and by internet. New media has been continuing process of development paralleling technological improvements and changes, because it’s so fast and not depending on particular rules, it has been bringing with new problems and so ethics regulations should be conducted in the new media journalism as soon as possible. Ethical problems or dilemmas in the new media journalism can be classified into eighteen categories which are editorial independence, lack of editorial control, redistribution of information-copyrights, relationship between news-advertising-commercial information, speed of dissemination of online content, commercial pressure, the use of hyperlinks, accuracy and credibility, sources, privacy, regulation, news gathering methods, source transparency, bloggers, citizen journalists, unprofessional journalists, digital manipulation with hate speech and offensive content. In this study, we have tried to build theoretical framework on constituting an ethical model suggestion in the new media journalism by evaluated ethical problems in the context of communication ethics and also discussed the scope and limitations of determining an ethical paradigm in new media journalism in which an indispensable field in the modern communication. İlker ERDOĞAN Martin Conboy’a göre, etik gazetecilik, yalnızca, gazetecinin ve okurun bireysel sorumluluğu ile kurumların ve toplumsal-siyasal grupların kolektif sorumluluğu arasındaki diyalog ilişkisi aracılığıyla geliştirilebilir. Aynı zamanda, etik gazetecilik, piyasanın egemen pratikleri içinde ya da karşısında kendi sınırlarını belirlemeye ihtiyaç duymaktadır. Modern dünyada, müdahaleye uygun bir eleştirel model sunmak için etik gazeteciliğin, kelimenin en geniş anlamıyla, popüler olması gerekmektedir (Aktaran: Keeble ve Cohen-Almagor, 2010: 232). Giriş 1990’lı yıllarda, teknolojik gelişmelerin ve değişimlerin paralelinde ve aynı zamanda, internet kullanımının yaygınlaşmasıyla, internetin, haber iletim sürecinde yeni bir ortam olarak gündeme gelmesi söz konusu olmuştur. Sadece iletişim profesyonelleri değil, iletişim alanı ile ilgili olmayan aktörler de haber iletim sürecine teknolojik olanakları ölçüsünde katılmıştır ve dolayısıyla, yeni medya gazeteciliğinde, etik sorumluluk, yalnızca yayıncı kimliğiyle yayın yapanları mı, yoksa tüm internet kullanıcılarını mı kapsamaktadır? sorusu gündeme gelmiştir. Yeni medya da denilen bu ortamda, medya etiği ilkeleri ve uygulamaları sorgulanmaya başlanmış, internete dayalı ana akım medyanın ve geleneksel olmayan yeni haber medyasının, yeni etik sorunlar yaratıp yaratmadığına dair sorular, medya eleştirisi ve medya etiği alanlarında tartışmalara neden olmuştur (Lumby ve Probyn, 2003). Yeni medyada faaliyetlerini sürdüren haber medyası ve medya profesyonelleri, farklı etik sorunlar ve uygulamalar ile karşı karşıya kalmıştır ve yeni medya gazeteciliği ana başlığı altında online gazetecilik, multimedya gazeteciliği, blogblogging (internet günlüğü) gazeteciliği, dijital fotoğraf gazeteciliği, yurttaş gazeteciliği ve sosyal medya gazeteciliği gibi alanlarda etikle ilgili konuların yeni medya teknolojisi ya da internet teknolojisi bağlamında ele alınması acil bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Yeni medya etiği, genel olarak hem profesyonel olarak gazetecilikle ilgili kişi ya da kuruluşların yeni medya alanına taşıdıkları haber, bilgi ve görüntülerin etik ilkeler çerçevesinde ne şekilde değerlendirilmesi gerektiğine hem de gazetecilikle ilgili olmayan vatandaşlar tarafından sağlanan haber, bilgi ve görüntülerin internette nasıl kullanılması gerektiğine dair sorulara yanıt aramaktadır. Çünkü profesyonel gazeteciler, gazetecilik alanlarını internet bağlamında, vatandaşlarla, yani, twitter kullanıcıları, bloggerlar, yurttaş gazeteciler ve sosyal medya kullanıcıları ile paylaşmaktadır ve bu durum, “gazeteciliğin yapısını ve gazetecilik etiğini dönüştürmektedir”, bir başka ifadeyle, “yeni medya, medya etiğini yeniden biçimlendirmektedir (Ward ve Wasserman, 2010: 275, 281)”. Dolayısıyla, yeni medya etiğinin, merkezi ve önemli bir soruya, yani, mevcut medya etiği, bugünün ve yarının interaktif haber medyası için ne kadar ya da ne ölçüde uygundur? sorusuna yanıt araması gerekmektedir. Bunun en önemli nedeni, mevcut medya etiği ile ilgili genel ilkelerin çoğunluğunun, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında geliştirilmiş ve öncelikle de, bu yüzyılda ortaya çıkan kitlesel ticari gazeteler için profesyonel ve nesnel etik kodlar olarak belirlenmiş olmasıdır. Yeni medya, toplumsal paylaşım ağları, mesajlaşma ortamları, bloglar ve diğer kullanıcı türevli içerik forumları ile dünyanın farklı bölgelerinde, birbirinden bütünüyle 255 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları farklı deneyimlere sahip insan topluluklarının hızlı iletişim kurmalarına olanak tanımakta, başka bir ifadeyle, internet teknolojisinin öncesinde ya da yaygınlaşmadığı dönemlerde hayal dahi edilemeyen bir büyüklük ve açıklık düzleminde, milyonlarca insanın haberleşebilmesini ve her tür iletiyi paylaşabilmesini olanaklı hale getirmektedir (Laughey, 2010: 19). Yeni medyada, haberler, bilgiler, görüntüler; Twitter, YouTube, Facebook, bloglar, cep telefonları ve e-posta üzerinden inanılmaz bir hızla tüm dünyaya iletilebilmektedir. Ayrıca, söylentiler, doğru olmayan, tam doğru olmayan ya da çarpıtılmış bilgi ve haberler, bir ön editöryal kontrol sürecine tâbi olmadan dünyaya büyük bir hızla yayılmaktadır. Bu durumla ilişkili bir başka sorun da, kasıtlı olmayan yanlış bilgilendirmenin ya da haber iletiminin düzeltilmesinin nasıl yapılabileceği ile ilgilidir. Bu sorun, sadece amatör kişi ya da kuruluşların haber iletimi ile ilgili bir sorun değildir. Büyük haber kuruluşları da aynı hataya sıklıkla düşebilmektedir. Etik ilkeler ya da bu alandaki mücadeleler, öncelikle bu kadar hızla iletilen haber, bilgi ya da görüntülerin, doğru, çarpıtılmamış ve eksiksiz bir şekilde söz konusu teknoloji ile nasıl aktarılabileceği üzerine yoğunlaşmaktadır. Özet olarak, yeni iletişim teknolojileri ve yeni medyanın haber içeren her boyutu, gazetecilik etiği ile ilgili yeni tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Bu tartışmaların en gündemde olanı da, herkesin haber aktarabileceği ve iletişim ortamlarına katılabileceği bir alanda gazeteciliğin geleneksel normlarının ve etik kodlarının hala geçerli olup olmadığı ya da profesyoneller dışında haber üreten, aktaran ve sunan kişilerin de bu normlar ve kodlarla çalışmalarının zorunlu olup olmadığıdır (Geray ve Aydoğan, 2010). Yeni medya, vatandaşları, görüş ve düşüncelerini paylaşmaya teşvik eden bir ortamdır. Toplumsal tartışma platformları, toplumsal paylaşım ağları ya da siteleri aracılığıyla ve anında mesajlaşmaya olanak tanıyan birçok farklı teknolojik ürün ile vatandaşlar her tür bilgi, haber ve görüntüyü paylaşabilmektedir. Kaynağı belirsiz olan çok sayıda haber ve bilgi de, bu paylaşıma dahil edilebilmektedir. Hızlı ve anında paylaşım yoluyla tüm dünyayı dolaşan kaynağı belirsiz haberlerin, doğru olmayan bilgilerin, tahrip edilmiş ya da çeşitli tekniklerle değiştirilmiş görüntülerin, ülkelerin ya da dünyanın gündeminde çatışma ortamları doğurabilmesi, panik dalgaları oluşturabilmesi, toplumları karşı karşıya getirebilmesi de olası sonuçlardan sadece bazıları olarak değerlendirilebilmektedir. Bu bağlamda, hızı kadar etkisi ve yaratabileceği sonuçlar açısından önemi de büyük olan yeni medya gazeteciliğinde, etik ilkelerin genel çerçevesinin nasıl oluşturulabileceği ya da oluşturmanın hangi sorunsalları gündeme getirebileceği, kim ya da kimlerin sorumluluk paydasında yer alabileceği gibi sorulara söz konusu çalışmanın sınırlı çerçevesinde yanıtlar aranmaktadır. Bu çalışmada, yeni medya gazeteciliğinde etik bir model önerisinin oluşturulması açısından etik sorunlar iletişim etiği bağlamında değerlendirilerek kuramsal çerçevenin belirlenmesine çalışılmakta ve modern iletişimin vazgeçilmez bir alanı olan yeni medya gazeteciliğinde etik bir paradigma belirlemenin kapsamı ve sınırları tartışılmaktadır. Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Sorunlar Yeni medya gazeteciliği, “çok büyük iletişim potansiyeliyle, modern bir haber toplama ve yayımlama biçimidir ya da pek çok farklı katılımcının bağlanabildiği çevrimiçi (online) bir forumdur” (Spence ve Quinn, 2008: 264). Ayrıca, bu biçim ya da Sayı 36 /Bahar 2013 256 İlker ERDOĞAN forum, dijital ya da çevrimiçi (online) gazetecilik olarak adlandırılan ve aynı zamanda, medya profesyonellerine sınırsız kaynaklar ve teknolojik olanaklar sunan internet üzerinde ve internet aracılığıyla gerçekleştirilen, internete özgü bir gazetecilik türüne (Deuze, 1999: 373), bir başka ifadeyle, basılı medyanın ve radyo-televizyon yayıncılığı yapan medyanın mantığından farklı olduğu düşünülen ayırt edici bir medya mantığı tarafından şekillendirilen (Dahlgren, 1996), internette haber içeriği toplama ve dağıtma biçimi olarak tanımlanan (gazete, radyo ve televizyon gazeteciliğinden sonraki dördüncü gazetecilik türüdür) online gazeteciliğe (Deuze, 1999) ve aynı zamanda, konuşma, yazılı kelime, müzik, hareket eden görüntüler, grafik animasyonlar ile interaktif ve aşırı metinsel (hypertextual) unsurların da dahil olduğu medya formatlarını kullanarak bir web sitesi üzerinde ya da e-mail, SMS, MMS, radyo, televizyon ile basılı gazete ve dergi gibi farklı ortamlar aracılığıyla, bir haber hikâyesinin sunumu olarak tanımlanan multimedya gazeteciliğine (Deuze, 2004: 140) gönderme yapmaktadır. Çevrimiçi (online) versiyonları olan pek çok ana akım gazetenin dahil olduğu yeni haber medyası ya da online gazeteciliğin bir parçası ve online haber medyası üretiminin en yaygın biçimi olan ana akım haber siteleri (Deuze, 2003: 205, 208) ile basılı gazeteler arasındaki küçük ya da önemsiz fark; yeni haber medyasının, yeni bir ortamda (internet), geleneksel metne ve fotoğrafa dayalı olarak haber sunmasından kaynaklanmaktadır. Ancak, yeni haber medyası, gazeteler için gerçekleştirilen gazetecilik pratiklerinin birer parçası olan geleneksel metinlere ve fotoğraflara ek olarak video görüntüsü ve ses; basılı gazeteler gibi haber medyasının diğer birçok biçimi de, geleneksel radyo ve televizyon haberlerini tamamlayan çevrimiçi (online) bir içerik de sunmaktadır. Ayrıca, yeni medya; video alıcı ve ses kayıt cihazları, dizüstü bilgisayarlar ve cep telefonları gibi küçük elektronik araçların kullanıldığı, geleneksel olmayan pek çok haber toplama ve yayımlama yöntemini de önermektedir ya da kullanmaktadır (Spence ve Quinn, 2008: 264-265). Bu bağlamda, dünya çapında, yeni, bilgisayara dayalı ve bilgisayar ağı merkezli teknolojilerin benimsenmesiyle birlikte, dijital fotoğrafta görüntülerin manipülasyonu, enformasyonu elde etme hızı, içeriğin elenmesi ya da seçilmesi ve gerçeğin kontrol edilmesi ile ilgili sorunlar ile izin almaksızın enformasyonun yeniden dağıtılması, çevrimiçi (online) haberin ve diğer dijital içeriğin güvenilirliği gibi çok sayıda etik sorun ortaya çıkmaktadır (Ramaprasad vd., 2012: 103). Bununla birlikte, özel yaşamın gizliliği, kişisel verilerin güvenliği, telif ve patent haklarının korunamaması, haber ve ticari enformasyon arasındaki sınırların karmaşıklığı ya da belirsizliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yeniden üretimi, nefret söylemi, dilin özensiz kullanımı, içeriğin asıl kaynağının gösterilmemesi, üretilen içeriklerin olgunlaşmadan ve doğruluğu teyit edilmeden yayılması, yeni medya özellikleriyle kullanıcının yoğun reklama maruz bırakılması, içeriklerin yanıltıcı bir biçimde etiketlenmesi ve başlıklandırılması, söylemsel pratiklerdeki sorun, bireyin yeni medya ortamında tüketici olarak konumlandırılması (www.alternatifbilisim.org), haberin çarpıtılması, gerçek dışı haber, bilgi akışı ve yayılımı, kaynakların güvenilir olmayışı ve bunun kontrolünü yapmanın zor oluşu, editöryal bir kontrolün genellikle olmayışı, yoğun reklam içeriği, fotoğraf ve videolarla yapılan çeşitli yanıltıcı eylemler, görüntülerde çarpıtma ya da tahribat, yeni medyadaki etik sorunların yalnızca bir kısmını oluşturmaktadır. Ancak, yeni medya gazeteciliğindeki etik sorunlar bunlarla sınırlı değildir. Başka gazetelere ya da internet sitelerine ait haberlerin kaynak 257 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları gösterilmeksizin özel haber gibi yayımlanması, fotoğrafların izinsiz kullanılması, internet ortamının “sınırsız özgürlük alanı olduğu” gibi yanlış bir anlayışla, internet gazetelerinde kişisel düşmanlıkların açıkça sergilenmesi, web sayfalarındaki sayaçlar üzerinde etkili bir takım ara programlar kullanılarak ziyaretçi sayılarını olduğundan fazla gösterme yoluyla reklam verenlerin aldatılması hem gazeteciliğin hem de internet ortamının etik kurallarına aykırı davranışlardır (Erol, 2009: 40). Bu bağlamda, medyada etik sorunlara neden olan ve hem geçerliliğini koruyan hem de gelecekte gündem oluşturacak en önemli unsurlardan biri yeni teknolojilerdir. Yeni medya teknolojileri ve özellikle internet, herkesin içeriğin hem üreticisi hem de tüketicisi olduğu anonim bir küresel iletişim ortamında, özellikle güvenilirliği açısından (ya da güvenilirliğinin yokluğu açısından) gazeteciliği etkilemektedir (Bardoel ve Deuze, 2001). Yeni medya teknolojileri; haberin toplanması, işlenmesi ve dağıtılması için bir araç olarak teknolojiye güven duyulan gazetecilik alanında etik tartışmaları körüklemektedir (Bardoel, 1996). Dolayısıyla, yalnızca gazetecilik alanında değil, tüm medya alanında, sayısal, görsel, işitsel ve siber teknoloji etiğinin çok ciddi bir şekilde ele alınması gerekmektedir. Örneğin, “doğrunun ya da gerçeğin” belirsiz yapısı göz önüne alındığında, dijital görüntülerin ve seslerin kolaylıkla değiştirilmesi ya da bunlar üzerinde oynama yapılması (photoshop yapılmış görüntüler gibi), gittikçe artan bir şekilde mahremiyetin aşındırılması (gizli bir şekilde gözetleme ve istihbarat toplama gibi) önem kazanmaktadır (Black, 2008: 29). Çünkü internet ve enformasyon teknolojileri, yeni medyanın en önemli etki alanlarından biri olan gazeteciliği dönüştürmekte (Pavlik, 1999: 54) ve söz konusu dönüşüm yeni medya gazeteciliğinde etik sorunlara ya da ikilemlere neden olmaktadır. Yeni medya, interneti; haber ve enformasyon yayımlamada en yeni ortam ya da araç olarak tanımlamak için kullanılan bir terimdir (Berkman ve Shumway, 2003: xx). Bu bağlamda, genel olarak gazetecilik nosyonu göz önüne alındığında ve yeni medyada gazetecilik etiğine ilişkin alanyazın incelendiğinde ise, yeni medya gazeteciliğindeki etik sorunları ya da ikilemleri, genel olarak; editöryal bağımsızlık, editöryal kontrol eksikliği, enformasyonun yeniden dağıtılması-telif hakları, haber-reklam-ticari enformasyon ilişkisi, çevrimiçi (online) içeriğin yayımlanma hızı, ticari baskı, köprülerin (hyperlinks) kullanımı, doğruluk ve güvenilirlik, kaynaklar, mahremiyet, düzenleme, haber toplama yöntemleri, kaynak şeffaflığı, bloggerlar, yurttaş gazeteciler, profesyonel olmayan gazeteciler, dijital manipülasyon ile nefret söylemi ve saldırgan içerik olmak üzere on sekiz ayrı kategoride sınıflandırmanın mümkün olduğu görülmektedir. Editöryal Bağımsızlık: Haber tüketicilerinin, mantıklı bir şekilde, kendi çıkarlarının peşinde koşmaları, haberin kalitesini değerlendirmeleri mümkün değildir ya da zordur. Piyasa mantığı ile hareket eden medya kuruluşları da, tüketicinin çıkarlarını değil, reklam verenlerin çıkarlarını ön planda tutabilmektedir. Haber üretenler ve tüketenler arasındaki ilişkide böyle bir dengesizliğin oluşması, haberlerle ilgili olarak kararlar alınması noktasında bağımsızlığa zarar vermektedir (Cohen, 2002: 537). Bu nedenle, editöryal departmanlar ile reklam departmanlarının statülerinin belirlenmesi ve bu departmanlara ait kurallar arasında ayrım yapılması gerekmektedir. Dolayısıyla, gazetecilik etiği ve editöryal bağımsızlığın korunması noktasında, editöryal statüler ve kurallar (gazeteler kendi editöryal kurallarını belirlemektedir, ancak, bu kurallar internetteki yeni gelişmelerle uyumlu olamayabilmektedir) açık ve net olmalıdır (Deuze ve Yeshua, 2001: 287). Sayı 36 /Bahar 2013 258 İlker ERDOĞAN Ayrıca, haber kuruluşları, gazetecilerin bağımsızlıklarını koruyabilmeleri için, onları, fikirlerini açıklamaları ve kendi bloglarında kendi seslerini duyurmaları noktasında teşvik etmeli (Plaisance, 2009: 161) ve bu teşvik edici uygulamayı, editöryal bağımsızlığın sürdürülebilmesinde bir yöntem olarak kullanmalıdır. Editöryal Kontrol Eksikliği: Haberin ya da enformasyonun işlenmesi anlamında, gazetecilik faaliyetlerinin doğası hem haberin hem de bilgi veren unsurların (kaynaklardan ticari olmayan özgün editöryal içeriğe) editöryal kontrolünü gerektirmektedir, bir başka ifadeyle, gazetecilik içeriğinin üretiminde hem kamuya sunulabilir hem de reklam içeriğinden ya da tanıtıcı içerikten ayırt edilebilir bir içerik elde etmek için editöryal kontrole ihtiyaç duyulmaktadır (Deuze ve Dimoudi, 2002: 90). Bu nedenle, online ortamda, kullanıcı kaynaklı ya da bir başka ifadeyle, kullanıcının (vatandaşın) ürettiği içeriğin (yazılı haber, fotoğraf ya da video), seçilme ve dağıtılma aşamaları, (profesyonel) gazeteciler tarafından kontrol edilmelidir. -Bazı medya kuruluşları, bu uygulamayı gerçekleştirmektedir- (Domingo vd., 2008: 338). Enformasyonun Yeniden Dağıtılması-Telif Hakları: Yeni medya gazeteciliğindeki en önemli etik sorunlardan ya da ikilemlerden biri, izin almaksızın enformasyonun yeniden dağıtılması (Ramaprasad ve diğerleri, 2012: 103) ya da telif haklarıdır (Uzun, 2005). İnternet, kopyalama ve çoğaltmayı basitleştirmektedir ve dolayısıyla, sanal uzayda, herhangi bir eser, çok kısa bir süre içerisinde çok sayıda kullanıcı tarafından kopyalanabilmektedir. Ancak, daha da önemlisi, asıl nüsha ile çoğaltılan nüsha arasında hiçbir kalite farkı bulunmamaktadır (Uzun, 2005: 46). Telif hakkı (copyright), “belirli bir eserden çoğaltma yapma hakkını ve başkalarını, eser sahibinden izin almaksızın, söz konusu eseri kopyalamaktan alıkoyma yetkisini (Uzun, 2005: 47)” ifade etmektedir. Telif haklarını sınırlandırabilen ilkelerden biri olan adil kullanım (fair use), sanal uzayda en çok başvurulan ilke durumundadır. Bir haberin, bir kez, bir gazetede yayımlandığında, internet aracılığıyla tamamen harfi harfine dağıtımının adil bir oyun olduğuna inanılmaktadır, ancak, adil kullanım ilkesi, bu tür kullanımları mazur görmemektedir (Uzun, 2005: 47). Bütün bunların ötesinde, ticari medya kuruluşları, sanal uzayda gerçekleştirilen gazetecilik faaliyetlerinin denetlenmesinde, telif haklarının habere uygulanmasını bir yöntem olarak değerlendirmektedir (Uzun, 2005: 47-48). Haber-Reklam-Ticari Enformasyon İlişkisi: Yeni medya gazeteciliğindeki en önemli etik sorunlardan ya da ikilemlerden bir diğeri de, haber içeriği ve reklam arasındaki sınırların ortadan kaldırılması ya da haber ile ticari enformasyon arasındaki sınırların belirsizleşmesidir. Yeni medya ortamında çalışan gazeteciler ve editörler, editöryal faaliyetler ile reklamcılık arasında geleneksel medyaya (yazılı ve görsel) oranla çok daha az ayrım yapabilmektedirler (Lumby ve Probyn, 2003: 142). Haber içeriği ile reklam alanlarının açık bir şekilde birbirinden ayrılmaması ve haber sayfalarına bağlantılar (linkler) eklenerek okurların diğer sayfalardaki reklamlara yönlendirilmesi, güvenilirliği azaltmakta ve güvenilirliğin sorgulanmasına neden olmaktadır (Demir, 2011: 540). Sorunun bir diğer boyutunu da, pek çok internet sitesinde yer alan sponsorlu içerikler oluşturmakta ve reklamlar, sayfanın her yerinde, bazen haber metninin ortasında bile yer alabilmektedir. Sayfadaki bağlantılar, katılımcıları ya da ziyaretçileri ilgili bir yazıya yönlendirebileceği gibi ticari sitelere de yönlendirebilmektedir. Bir kitap eleştirisinde, 259 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları okuru kitabı satan yayınevinin sayfasına yönlendiren bir bağlantı bir kamu hizmeti olarak düşünülebilmekte, ancak, okurlar, haber sitesinin satılan her kitap başına belirli bir ücret aldığını bilmiyorsa, o sitenin güvenilirliği tartışılabilir hale gelmektedir (Evers, 2010: 323). Geleneksel gazetecilikte, habercilik ve ticaret birbirinden açıkça ayrılmış alanlardır, ancak, bu durum, online gazetecilik için her zaman geçerli değildir. Hemen hemen bütün internet medyası serbest erişime açıktır ve web siteleri gelirlerini abonelik üzerinden değil, reklamlardan elde etmektedir. Bir şirketin elektronik reklam afişi (banner), online bir gazetenin ana sayfasında görülebilmektedir. Bu nedenle, asıl sorun, deneyimli bir kullanıcı için haber ile reklam arasındaki ayrımın ortadan kaybolup kaybolmadığıdır (Evers, 2010: 323). Bu noktada, eleştirmenler, tanıtılacak ürünün kullanımını ve etkilerini, değişik ögeler yardımıyla ayrıntılı bir biçimde anlatmak için haber biçiminde hazırlanıp sunulan reklamlar (advertorials) göz önüne alındığında, haber içeriği ile reklamlar arasındaki bütün sınırların bulanıklaştığı ve haber tanımının değiştiği konusunda hemfikirdir (Evers, 2010: 324). Çevrimiçi (Online) İçeriğin Yayımlanma Hızı: Yeni medya gazeteciliğindeki bir diğer etik sorun ya da ikilem, çevrimiçi (online) içeriğin çok hızlı bir şekilde yayımlanmasıdır. Bu durum, hızın egemen olduğu bir ortamda (internette), doğruluk ve eksiksiz haber yayımlama ilkesine; adil, doğru ve önyargısız çalışma anlayışına zarar verebilmektedir. Okurların, eksiksiz bir haberi mi, yoksa basitçe işlenmemiş haber malzemesini mi okuduğunu bilmesi mümkün değildir. Bir tuşa tıklayarak haberlerin dünyaya yayılmasını sağlayan bir araç olarak internette, bütün olgular doğrulanana kadar yayın yapmak için beklemek özel bir çaba gerektirmektedir. Çünkü mevcut enformasyonu hemen yayına verme eğilimi çok güçlüdür. Zamana karşı yarışmanın bir sonucu olarak, haber üzerinde etraflıca düşünmek, tekrar gözden geçirmek ya da haberi daha iyi inşa etmek için uğraşmaya vakit kalmamaktadır. Hıza dayalı bir ortam olan internetin, kolaylıkla hatalara yol açtığı genellikle kabul edilmektedir, ancak, haberi ilk olarak verme savaşı, gazetecilikte yeni bir durum değildir (Evers, 2010: 324). Ticari Baskı: İnternetin sağlamış olduğu yeni teknik olanaklar, şirketler arasında (işletmeden işletmeye), üreticiden tüketiciye (işletmeden tüketiciye) ya da tüketiciler arasında (kişiden kişiye) ürünlerin online satışını gerçekleştiren e-ticaret gibi yeni pazarlama stratejilerine esin kaynağı olmuştur. Lasica’ya göre, e-ticaretten elde edilen gelir, genellikle ücretli bir abonelik modelinin olmadığı web siteleri için tek finansal kaynak haline gelmekte ve söz konusu gelir, editöryal içerik üzerinde ticari bir etkiye yol açabilmektedir (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 278). Mann’e göre, internet kullanıcısı, bir ürünün ya da bir şirketin elektronik reklam afişine (banner) erişmekte ve böylece, içeriğin kafa karıştırıcı ve melez bir formunu oluşturmuş olan reklam verenlerin web sitesine doğru yön değiştirmektedir (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 278). Williams’a göre de, internet kullanıcıları, çoğunlukla editöryal içeriği okumayı bıraktıklarının ve artık ticari bir mesajı okuduklarının farkına varamamaktadırlar (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 278). Cooper (1998: 73-74, 78), bu teknoloji etkisini, web sitelerini ve içeriği oluşturan bireyleri kullanan çoklu medya (multimedia) şirketleri arasındaki olası bir çıkar çatışması olarak tanımlamaktadır. Sayı 36 /Bahar 2013 260 İlker ERDOĞAN Köprülerin (Hyperlinks) Kullanımı: Online medya mesleklerinin tanımlayıcı niteliklerinden biri olan aşırı metinsellik (hypertextuality), gazeteciye, haberin ve enformasyonun dağıtılmasında ya da yayılmasında yararlı bir araç olan köprüleri (hyperlinks) (Chang ve diğerleri, 2011) kullanarak, herhangi bir özel hikâyenin derinliğini artırabilme imkanı sağlamaktadır (Deuze, 1999). Lynch’e göre, gazeteciler, metne bir ya da daha fazla bağlantı (link) ekleyebilmekte ve internet kullanıcıları haber konusu hakkında daha fazla bilgi bulmak için diğer ortama doğrudan dijital olarak geçebilmektedir (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 279). Ancak, Tsui’ye göre haber editörleri, mensubu oldukları kuruluşlar tarafından kontrol edilemediği için kontrol edemedikleri web siteleri ile bağlantı kurmaktan çekinebilmektedir (Aktaran: Chang ve diğerleri, 2011: 685). Ayrıca, Mann’e göre, bağlantılı (linked) bir ortamda, gazetecinin, çevrimiçi (online) bağlantı kurduğu bilgi ile ilgili olarak sorumluluğunun nerede bittiği merak edilmektedir (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 279). Bütün bunların ötesinde, Byrd’e göre, World Wide Web (www) için bir anahtar olan aşırı metinsellik, gazetecinin yeni medya teknolojisini kullanmasıyla hız kazanan yeni sorunları da temsil etmektedir (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 279). Bu gibi sorunlar, özellikle, intihal ve online ahlaksızlık gibi onur kırıcı yayınları (libel) kapsayabilmektedir. Örneğin, özgün yazarın kim olduğunu belirlemek daha da zorlaşmıştır, öyle ki, bir internet kaynağından alıntı yapmak ile başkasının içeriğini kopyalamak birbirinden güçlükle ayırt edilebilmekte ve her ikisi arasındaki fark kolayca tespit edilememektedir (Cooper, 1998). Doğruluk ve Güvenilirlik: İnternet, yedi gün, yirmi dört saat, dakika dakika yayın yapan hızlı bir araçtır ya da ortamdır. Ancak, Mann’e göre, hız ve dolaysızlık ya da doğrudanlık; doğruluğun, tarafsızlığın, eksiksizliğin ve dengenin sağlanabileceği anlamına gelmemektedir. Singer’a göre, online kaynakların güvenilirliğini soruşturmak ya da kanıtlamak zordur. Yeni bir hikâye, yazı ya da söylenti birkaç dakika içerisinde tüm dünyaya dağıtılabilmektedir (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 279). Yine Singer’a göre, bu durum, atlatma bir haber (scoop) yapmak için baskıya neden olmaktadır. Ancak, online ortamda çalışan bir gazeteci, yayımlamadan önce tenkit edilmiş bir haber kaynağından haberin yanlış olduğunu kanıtlamak için yeterli zamana sahip olamayabilmektedir (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 279). Haberin toplanması, işlenmesi ve dağıtım aşamalarında yeni medyanın devreye girmesi, piyasa koşullarında rekabet açısından büyük önem taşıyan hızı ve verimliliği artırmış, aynı ürünün farklı medya ortamlarında pazarlanabilmesine olanak sağlamıştır. Bu durum rakipleri atlatarak verilen “atlatma haber”lerin çok daha ötesinde; seri, sıradan, ucuza getirilmiş, kalitenin düştüğü haber içeriklerinin iletişim ortamını kapladığı bir süreci beraberinde getirmiştir (Törenli, 2005: 186-187). Haber hikâyelerinin yanlış olduğu ortaya çıktığında ise, hikâyeler bir çift “mouse” tıklamasıyla değiştirilebilmektedir. Bu, atlatma bir haber (scoop) yapmak isteyen gazeteciler için cazip bir çözümdür, çünkü yanlış haber hızlı bir şekilde çevrimdışı (offline) bırakıldığında, dava edilme riski azalmaktadır (Deuze ve Yeshua, 2001: 279). İnternetteki çalışma anlayışı, “ilk önce onu online olarak koyarız ve yanlış olduğu ortaya çıktığında da çıkarırız” şeklindedir ve bu anlayış, haberde düzeltme ve doğruluk ile ilgili özel bir editöryal politikayı gerektirmektedir. Örneğin, dijital manipülasyon (Cooper, 1998). Fotoğraf gazeteciliği, internetin muazzam yayın kapasitesi sunduğu ve kendine 261 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları özgü birtakım sorunları olan farklı bir gazetecilik türüdür. Fotoğraf gazeteciliği, online gazeteciliğin bir özelliği olarak değerlendirildiğinde (dijital fotoğraf gazeteciliği), haber hikâyesinin bir parçası olarak kullanılan herhangi bir dijital görüntünün doğruluğunu kanıtlamak hemen hemen imkansız olabilmektedir (Deuze ve Yeshua, 2001: 280). Cowan, Lasica ve Pavlik’e göre, yeni medya etiğinde dikkat çeken sorunlardan bir diğeri de, güvenilirliktir (Aktaran: Spence ve Quinn, 2008: 265). “İnternet, özellikle herkesin içeriğin hem üreticisi hem de tüketicisi olduğu anonim bir küresel iletişim ortamında, içeriğin güvenilirliği açısından (ya da bu güvenilirliğin yokluğu) gazeteciliği etkilemektedir” (Bardoel, 1996; Bardoel ve Deuze, 2001; Deuze ve Yeshua, 2001: 274). İnternet yayıncılığının gerçek zaman hızı göz önünde bulundurulduğunda, ilk olarak geleneksel haber pazarındaki rakipler arasında uzun süredir devam eden büyük rekabetin bir parçası olan haberlerin elde edilmesi, giderek artan bir şekilde kaygı verici bir hal almıştır. Haber metinleri internete neredeyse anında yüklenebilmekte, ancak, bu, sık sık düzenleme ve gerçeğin doğruluğunu kontrol etme gibi koruma tedbirleri olmaksızın gerçekleştirilebilmektedir. Birçok haber toplayıcısının internette haber metinlerini iletme hızı doğal olarak bu içeriğin doğruluğu ve eksiksizliği konusundaki güven duygusunu sarsmaktadır (Spence ve Quinn, 2008: 265). Bu bağlamda, yeni medya gazeteciliğinde, haberlerin güvenilirliğini artırmanın üç yolu bulunmaktadır (Evers, 2010: 327): İlk olarak öznelerarası bir değerlendirme yapılır, kullanıcılar birbirlerini denetler ve birinin yaptığı hata diğeri tarafından düzeltildiğinde hakikat er ya da geç ortaya çıkar. Örnek olarak Wikipedia’yı düşünün. Bunun dışında “kullanıcı tarafından oluşturulan içerik” editöryal kadro ya da olguların geçerliliğini doğrulayan ve olayın iki tarafını da dinleyen profesyonel bir gazeteci tarafından güvenilirlik testine tabi tutulabilir. Bu yol, haber sitesi Ohmynews.com’da uygulanmaktadır. Ek olarak bir puanlama sistemi oluşturulabilir. Kullanıcılar haberlere puan verirler. En yüksek puanı alan haberler sitede en belirgin konuma yerleştirilir. Kaynaklar: Yazar hakları ile ilgili etik sorunlar, geleneksel gazetecilikte her zaman varlığını sürdürmektedir. Ancak, internet teknolojileri, yazar hakları ve kaynak adlandırmaları ile ilgili olarak yeni sorunlara neden olmaktadır. Başka birinin çalışmasını kopyalama gazetecilikte kesinlikle reddedilmektedir. Paylaşma ve intihal arasında ince bir çizgi bulunmaktadır (Deuze, 1999). Patterson ve Wilkins’e göre, internet, bir yayından diğerine bir paragrafı kopyalayıp yapıştırmayı özendirmekte ve kolaylaştırmaktadır (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 280). Teknik olanaklar, izinsiz alıntı yapılmış bilginin yeni bir biçimine kapı açmaktadır. Ayrıca, online gazetecilikte, gazeteci özgün kaynaklara erişimi sağlayan bağlantıları sunmazsa, internet kullanıcısı, gazetecinin kullandığı kaynaklar üzerinde kontrol sahibi olamamaktadır. Diğer taraftan, dünya çapında, gazeteciler tarafından kabul edilen etik bir sorun olarak kaynakların mahremiyetini, online bir ortamda korumak zordur, çünkü herkes internette elektronik bir iz bırakmakta ve doğru bilgi ile donanıma sahip bir kişi insanların kimliklerini çok kolay bir şekilde izleyebilmektedir (Deuze ve Yeshua, 2001: 280). Dijital aldatma ve elektronik imza arasındaki bu paradoks, online medya profesyoneli için yeni taleplerin ortaya çıkmasına ve bir çok etik soruna neden olmaktadır (Cooper, 1998). Mahremiyet: Gordon ve Kittross’a göre, yeni medya gazeteciliğindeki bir diğer etik sorun ya da ikilem, internetin, vatandaşlara ait (mevcut) mahrem bilgiyi toplama faaliyetini gerçekleştirirken kamu yararını gözetmeyen web siteleri ile istila edilmesidir (Aktaran: Sayı 36 /Bahar 2013 262 İlker ERDOĞAN Deuze ve Yeshua, 2001: 280). İnternette, sıradan vatandaşların kişisel bilgilerinin toplandığı kamuya açık sayfalar bulunmakta, herkes belirli bir ücret karşılığında başkalarının dosyasına erişebilmektedir (Evers, 2010: 326). Bu noktada, gazetecilik yapan web siteleri ve bu faaliyeti gerçekleştiren gazeteciler, araştırmalarında, kamu yararını gözetmeyen bu siteleri kullanmalı mıdır? ve bir gazeteci bir e-mailin ya da chat -internet ortamında yapılan sohbetin (ICQ ya da IRC aracılığıyla)- içeriğini kullanmalı ve yayımlamalı mıdır? soruları gündeme gelmektedir (Deuze ve Yeshua, 2001: 281). Bununla birlikte, Gordon ve Kittross’a göre, bir diğer önemli etik sorun ya da ikilem, gazetelerin, okurlarını takip etme ve onların kişisel bilgilerini satma hakkına sahip olup olmadıklarıdır (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 281). Çünkü online gazetecilik yapan sitelerin bazıları, sitenin içeriğine erişmeden önce internet katılımcılarının mahremiyetini doğrudan etkileyen kişisel verileri isteyebilmektedir (Deuze ve Yeshua, 2001: 281). Ayrıca, herhangi bir konu ile ilgili olarak düşünmeden yapılmış her yorum, yıllar sonra, yine olmaması gereken yerlerde ortaya çıkabilmekte, bir röportajda aceleyle ve düşüncesizce söylenmiş her söz medyanın dijital arşivinde kalmakta, bu eski röportaj, bu kişinin adı google’da arandığında, sürekli ortaya çıkabilmekte ve o kişiye zarar verebilmektedir. Medyadan, bazı röportajları arşivden çıkarması ya da isimleri gizlemesi talep edilebilmektedir. Bu noktada, röportaj yapılan kişinin çıkarları ile müdahale edilmemiş bir arşive sahip olan medyanın genel çıkarları çatışabilmektedir (Evers, 2010: 326). Düzenleme: Merkezi olmayan internetin küresel olma özelliği, bu aracın düzenlenmesini imkansız hale getirmektedir. İnternet, her şeyin, bir modem ya da kablo bağlantısına sahip kişisel bir bilgisayar erişimine sahip olan herhangi biri tarafından yayımlanabildiği bir sistemdir. Bu tür açık ve karmaşık bir ortamda, normlara ve değerlere ilişkin herhangi bir standart yürürlüğe koyulabilir mi ya da bu standarda bağlı kalınabilir mi? sorusuna yanıt aranması gerekmektedir. Caruso’ya göre, internetin düzenlenmesi zordur ve ifade özgürlüğüne değer veren bir ortamda hoş karşılanmamaktadır (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 281). Williams’a göre, online ortamda düzenleme ikileminin temelini oluşturan en önemli nedenlerden biri, sınırları belirlenmiş bir editöryal politika geliştirmektir (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 281). Diğer taraftan, pek çok online gazetecilik içeriği; online ortamda, gazetecinin özerkliğini ve editöryal politikanın özgürlüğünü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakan medya şirketleri tarafından sahiplenilmekte ve finanse edilmektedir (Deuze ve Yeshua, 2001: 281). Haber Toplama Yöntemleri: Patterson ve Wilkins’e göre, gazeteciler, bir haber hikâyesi için kaynak bulmaya ya da bilgi edinmeye çalışırken ve bunun için internette haberleşirken kendilerini profesyoneller olarak tanıtarak dikkatli bir şekilde hareket etmelidirler (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 282). Çünkü online iletişim kuran ya da haberleşen internet katılımcıları (surfers) sadece diğer bir katılımcının değil, bir gazetecinin sorularına cevap verdiklerinin ya da bu gazeteciye bilgi sağladıklarının farkında olmalıdırlar. Singer’a göre, haber toplama ve sorumluluk açısından bu durumla bağlantılı bir başka sorun, bir gazetecinin internette ne kadar ileri gidebileceğidir, bir başka ifadeyle, gazetecinin isteyerek ve gizli bir şekilde çalışıp çalışmadığıdır (Aktaran: Deuze ve Yeshua, 2001: 282). Bir diğer sorun da, kamusal bir mekâna yerleştirilen online bir video kamera gibi yeni bir haber toplama yöntemi ile vatandaşların sürekli olarak gözlemlenebilmesidir (Evers, 2001). 263 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları Kaynak Şeffaflığı: Haber sitelerindeki ya da bloglardaki enformasyonla ilgili en önemli etik sorunlardan bir diğeri, güvenilirlik derecesini belirleme noktasında ortaya çıkmaktadır. Herkes kendi adıyla ya da takma adla görüşlerini yayımlayabilmektedir ve bu durum, kısmen ya da tamamen uydurulmuş ya da doğrulanmamış söylentilerin yayılmasına neden olmaktadır. Bu noktada, şeffaflık büyük önem kazanmaktadır. Çünkü mesajların kaynağı ve blog yazarının (ticari ya da politik) bağlantıları ve olası çıkarları hakkında açık olmak gerekmektedir. Bu sayede, belirli bir süre, yazılarıyla kamu güvenini sarsmadığını kanıtlayan blog yazarı, yavaş yavaş belirli bir güvenilirlik ve inanılırlık seviyesine ulaşabilmektedir (Evers, 2010: 326). Bloggerlar: Blog yazarları, kendilerini, geleneksel gazeteciliğe kıyasla, toplumu bilgilendirme noktasında daha başarılı olan yurttaş gazeteciler olarak tanımlamaktadırlar ve kendilerini, demokratik gözcülük işlevi atfedilen yaygın medyanın da denetçisi olarak görmektedirler (Evers, 2010: 327). Ancak, eksiksiz bir şekilde gerçek ya da doğru için çaba göstermesi beklenen ya da istenen (Kuhn, 2007: 33) bloggerlar; izinsiz alıntı yapmak, kimliklerini gizlemek ya da yanlış tanıtmak, hataları gizlemek ya da ideolojik yönelimlerle uyumlu olmak için geriye dönüp geçmişteki yorumları silmek ya da değiştirmek, ticari çıkar gruplarından para kabul etmek şeklinde sıralanabilen etik sorunlara neden olmaktadır (Perlmutter ve Schoen, 2007: 39). Bu bağlamda, güvenilirlik ve inanılırlık sorunu, yurttaş gazeteciliği söz konusu olduğunda daha da önem kazanmaktadır. Çünkü gazetecinin profesyonel olmadığı bir ortamda, okurlar ya da editörler aktarılan olayların doğruluğundan ya da aktaranının güvenilirliğinden nasıl emin olabilir? (Evers, 2010: 327) sorusu yanıtsız kalmaktadır. İnternet üzerinde kişisel sayfa yazarlığının ya da bir başka ifadeyle, internet günlüğü-blog gazeteciliğinin (blogging) ortaya çıkmasıyla birlikte endişeler artmaktadır. Çünkü yayımlama süreci, bir web sayfasını yayımlamaktan ve fiziksel bir gazete basmaktan daha kolay ve daha otomatik bir hal almıştır. Öyle ki, gazetecilik konusunda eğitilmemiş; açıklık, doğruluk, denge ve bütünlük konusunda standartlara bağlı kal(a)mayan birçok potansiyel haber toplayıcısı geniş bir şekilde gazetecilik ve yayın yapma yeteneğine sahip olmuştur. Yurttaş Gazeteciler: Yurttaş gazetecilerin etik olmayan davranışlar sergilediklerini varsaymak adil değildir, ancak, gazetecilik yapma standartları ve bu standartlardan kasıtlı olmayan bir şekilde uzaklaşmaları nedeniyle, haberin izler kitle üzerindeki etkileri konusunda, bu gazetecilerin sahip oldukları farkındalık hakkında şüpheci olmak gerekmektedir. Öyle ki, yurttaş gazetecilerin gazetecilik standartları konusunda küçük bilgisizliklerinden daha çok, açık bir şekilde gerçekleştirilmiş etik yanlışların örnekleri dikkat çekmektedir. Örneğin, Brown’a göre, online bir yurttaş gazeteciliği forumu, siyasi adaylarla ilgili üstü kapalı basın açıklamalarını yerleştirmek için kullanılabilmektedir (Aktaran: Spence ve Quinn, 2008: 266). İnternet katılımcılarının, gerçek gazetecilik ile üstü kapalı bir basın açıklaması ya da bir pazarlama kampanyası arasındaki farkı bilmelerini beklemek doğru değildir (Spence ve Quinn, 2008: 266). Bu nedenle, gazetecilik standartları konusundaki bilgisizlik söz konusu olduğunda ya da bu standartları zayıflatan kasıtlı bir eylem gerçekleştirildiğinde, yurttaş gazeteciler, gazeteciliğin güvenilirliği için önemli bir tehdit oluşturabilmektedir (Spence ve Quinn, 2008: 266). Sayı 36 /Bahar 2013 264 İlker ERDOĞAN Profesyonel Olmayan Gazeteciler: Profesyonel gazeteciler tarafından belirlenmiş olan araştırma yapma, gerçeği denetleme ya da kontrol etme ve doğruluk gibi nitelikler; “gazetecilik alanını twitter kullanıcıları, bloggerlar, yurttaş gazeteciler ve sosyal medya kullanıcıları ile paylaşan profesyonel gazetecileri (Ward ve Wasserman, 2010: 276)” amatör gazetecilerden ayırmaktadır (Phillips, 2010). Ayrıca, gazetecilik ideolojisinin ideal ve tipik özelliklerinden biri etiktir ve bu yaklaşımın altında yatan temel fikir, profesyonel gazetecilerin, enformasyonu denetleyerek ya da kontrol ederek prestij kazandıkları ve profesyonel gazetecilerin, haber bağlamında, etik olmasının beklendiği ya da talep edildiği fikridir (Lewis, 2012: 845). Ancak, en güçlü haber kuruluşlarına kıyasla daha büyük iletişim yeteneğine sahip olan sıradan insanların haber üretme ve yayımlama kapasitelerinin artmasıyla birlikte, söz konusu haber kuruluşlarında çalışan gazetecilerin, haber üretimi ve güncel yorumlar üzerindeki egemenliği sona ermiştir (Meyers vd., 2012: 193). Teknolojik değişim, kamu adına önemli olan enformasyon kaynaklarına öncelikli erişim ile özel ve seçilmiş bazı kişilere açık olan, bir kişiye ve topluluğa özgü ya da halka açık olmayan enformasyon dağıtım araçlarına erişim olmak üzere gazeteciliğe özgü iki temel ayrıcalığı ortadan kaldırmıştır (Meyers vd., 2012: 193). Bu bağlamda, yeni medya gazeteciliğindeki bir başka etik sorun ya da ikilem, herhangi birinin online gazeteci olması ya da olabilmesidir (Deuze ve Yeshua, 2001: 282). Yeni medya platformlarının yaygınlaşmasına paralel olarak ortaya çıkan yeni gazetecilik biçimi ya da türü, gazeteciyi, medya kurumları için çevrimdışı (offline) haber üretimini kolaylaştıran bir profesyonel olarak kabul etmektedir (Beckett ve Mansell, 2008: 92). Ancak, profesyonel, kurumsal ya da geleneksel rollerin ve değerlerin değiştiği ve değişmeye devam ettiği dijital medyada, gazeteciyi, iletişim alanı ile ilgili olmayan aktörlerden ayıran ve gazeteciyi farklı kılan unsurların doğru okunması son derece önemlidir. Gazeteci ile diğer aktörler arasındaki en önemli farklılık ya da farklılıklardan biri, gazetecinin sunduğu içeriğin güvenilirliğidir ve söz konusu güvenilirliğin temelini gazetecinin rolüne ve değerine ilişkin kültürel ve toplumsal değerlendirmeler oluşturabilmektedir. Dolayısıyla, mevcut ya da gazeteciliğe dair bilginin değeri, bu bilgiyi üreten kişinin ya da gazetecinin değerlerinden kaynaklanmaktadır (Hayes vd., 2007: 262). Güven, doğası gereği, kendilerine yalan söylenmediğine dair insanların güvende hissetmelerini sağlayan ahlâki toplumsal etkileşimin temelidir. Bu güven tahrip edildiğinde ya da yıpratıldığında kurumlar ve ilişkiler çökmektedir. Gazeteciler için bu güveni elde etmenin yolu, içinden çıkılmaz bir şekilde rollerin, değerlerin ve içeriğin birbirine bağlı olduğu güvenilir bilgiyi düzenli bir şekilde sağlamaktır (Hayes vd., 2007: 263). Yeni kitlesel medya teknolojileri, eşik bekçiliği, çerçeveleme, gündem koyma ve saptama gibi geleneksel medyanın diğer rolleri üzerinde söz sahibi olan yazılı medya ile radyo ve televizyon yayıncılığına meydan okumaya başlamış ve söz konusu durum hem geleneksel haber nosyonunun hem de bu haberleri toplayan, düzenleyen ve bildiren bireylerin yeniden tanımlanmasını gerektirmiştir. Özellikle haftada yedi gün, yirmi dört saat haber programı yayımlayan haber kanalları, maliyeti daha az olan talk showlar ve geleneksel objektif gazetecilik ile kişisel görüşler arasındaki sınırı bulanıklaştıran ve daha çok bir tiyatro gösterisine benzeyen tartışma gazeteciliği ile program ihtiyaçlarını karşılamaya başlamıştır. Ancak, medyadaki gelenekçiler bunun gazetecilik olmadığını öne sürmektedir (Hayes vd., 2007: 263). Bilgi kaynaklarının çeşitliliği, bu kaynakların her 265 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları yerde ve aynı anda bulunabilmesi (internet, televizyon, yazılı medya gibi) medya (haber) tüketicisinin hangi içeriğe güvenebileceğine ve bu içeriği nereden elde edebileceğine dair temel soruları gündeme getirmektedir. Yalnızca kendi görüşlerine uygun olan bakış açılarını ya da fikirleri ve haberleri ve özellikle de bakış açıları ya da fikirler ile karıştırılmış haberleri isteyen medya (haber) tüketicisi için sınırsız sayıda internet sitesi, televizyon yayını ve yazılı medya kurumu bulunmaktadır. Ancak, medya (haber) tüketicileri, haberler konusunda zihinlerinde var olan geleneksel kalıplara daha uygun ürünlere ihtiyaç duyduklarında, diğer seçenekleri arayıp bulmak zorundadır (Hayes vd., 2007: 264-265). Gazetecileri tanımlamaya yönelik bazı çabalar, mesleki etikle başlamıştır, ancak, mesleki davranış göz önünde bulundurulduğunda, bu yaklaşımın oldukça naif bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Çünkü geniş ölçüde kabul edilmiş normların çok kötü bir şekilde ihlal edilmesi, gazeteciler ile gazetecilerden önce kendilerini “profesyonel bir şekilde doğruyu bulmaya adayan” kişi olma iddiasıyla ortaya çıkan kişiler arasında ayrım yapmaya yönelik her türlü çabaya meydan okumaktadır ve bu yaklaşım, doğru bilgi yayma konusunda bloggerları kapsam dışında tutmaktadır. Bazı uzmanlar, “izler kitleye, kurgulanmamış olayları bildirme konusunda eğitilmiş (Turow, 2003: 45)” olan gazetecileri herhangi bir eğitim görmemiş olan gazetecilerden ayırt etmenin bir yolu olarak mesleki eğitimi vurgulamaktadır. Ancak, gazetecileri tanımlamaya yönelik bütün bu çabalar, bir kısır döngüye neden olmaktadır. Çünkü roller ve değerler ile ilgili olarak herhangi bir araştırma yapmak için uygun başlangıç noktasının içeriğin kendisi ile ilgili olduğu öne sürülebilmektedir. Bu noktada, içeriğin doğrulanabilir bilgiye dayalı olup olmadığı; içeriğin, vatandaşların siyasi, sanatsal, kültürel, cinsel, dini ve ekonomik alanlardaki özgürlüklerini korumalarını ve bu özgürlükleri daha da ilerletmelerini sağlayan kamusal söyleme bir şey ekleyip eklemediği sorgulanmalıdır. Çünkü ahlâki değerlerin felsefesi, izler kitle tarafından gerçek, güvenilir, yerinde ve anlamlı bilgiler sağlayarak kamusal söyleme katkıda bulunmak olarak algılanan şeylere gazeteci ya da haber kuruluşunun duyduğu ihtiyaç tarafından şekillendirilmektedir (Hayes vd., 2007: 265). Dijital Manipülasyon: Yeni enformasyon ve iletişim teknolojileri, resimleri ya da fotoğrafları dijital olarak değiştirmek için pek çok olanak sunmaktadır. Diğer taraftan, dijital teknoloji, asla gerçekleşmemiş, sanal ya da gerçek olmayan olayların resimlerini ya da fotoğraflarını üretmek ve bunları değiştirmek için olanaklar sunmakta ve söz konusu resimler ya da fotoğraflar, dünya çapında hemen dağıtılabilmektedir (Evers, 2001). Bu bağlamda, yurttaş gazeteciliğine ilişkin iki etik sorundan biri, enformasyonun güvenilirliği ve fotoğrafların sahiciliğinin yeterli bir şekilde değerlendirmeye tabi tutulamamasıdır (Evers, 2010: 327). Nefret Söylemi ve Saldırgan İçerik: Yeni medya gazeteciliğindeki etik sorunlardan bir diğeri de, nefret söylemi ile saldırgan, hakaret eden ve zararlı içeriklerdir. Nefret söylemine ve bu tür içeriklere karşı izler kitleyi korumak ise bir zorunluluktur ve bu zorunluluk, ırk ve etnik köken ile kültürel, dinsel ve cinsel tercih hakları ile ilgili olarak metinlerin daha dikkatli bir şekilde yazılmasını gerektirmektedir (Birsen, 2011: 234). Yeni medyanın özellikleri, gündelik yaşamın söylemsel pratiklerinde üretilen ve geleneksel medya metinlerinde dolaşıma sokulan homofobik, transfobik, heteroseksist Sayı 36 /Bahar 2013 266 İlker ERDOĞAN cinsiyetçi, yabancı düşmanı, ırkçı, etnik milliyetçi ve ayrımcı nefret söyleminin çok daha kolay bir şekilde yaygınlaşmasına ve sıradanlaşmasına neden olmaktadır. Ayrıca, ayrımcı ve dışlayıcı söylemsel pratikler kanıksanmakta, zaman içinde toplumdaki farklı kimlikler ve varoluş pratikleri ötekileştirilmekte ve hatta yok edici eylemlere, bir başka ifadeyle, nefret suçlarına dönüşebilmektedir (Binark, 2010). Online haberler, metinlerden, görsel malzemeden, ses ve video görüntülerinden ve diğer internet sayfalarına bağlantılardan oluşmakta ve bunlara ek olarak, okurların haberler hakkındaki görüşlerini paylaşabilecekleri bir sohbet odasına ya da tartışma bölümlerine de yer verilebilmektedir. Habere temel oluşturan belgelere verilen bağlantılar iyi tasarlanmış bir haberciliği olanaklı kılabilmektedir. Ancak, bu durum, söz konusu bağlantıların nefret gruplarının sitelerine verilip verilmeyeceğine, editöryal kadronun katılımcıların ya da ziyaretçilerin site üzerinden yaptıkları aramalardan ne ölçüde sorumlu olduğuna ve bağlantıların, katılımcıları ya da ziyaretçileri, yanıltıcı, hakaret içeren ya da zararlı içeriklere yönlendirmesinin ne tür sonuçlar doğurabileceğine dair soruları da gündeme getirmektedir (Evers, 2010: 325). Sonuç ve Tartışma Teknoloji, insanları, etik standartları önemsememeleri için kışkırtmaktadır. Çünkü insanları, teknoloji kullanımına mecbur eden en önemli değerler, verimlilik ve amaca uygunluktur, ama bu değerler arasında etik yoktur (Plaisance, 2009: 242). Merkezi bir kontrol noktası olmadan, merkezi olmayan internet, siber uzay ya da sanal gerçeklik pratikleri için etik kodların, ilkelerin, normların, standartların ve politikaların uygulanması mümkün değildir (Cooper, 1998: 73). Bu çalışma hem yeni medya gazeteciliğindeki mevcut etik sorunlara ya da ikilemlere hem de yeni medya gazeteciliğinde, gelecekte ortaya çıkabilecek olan sorunlara ya da ikilemlere ilişkin etik bir paradigma belirlemek için Spence ve Quinn (2008) ile Ward ve Wasserman (2010) tarafından ortaya konulan iki farklı kuramsal yaklaşımın temel argümanlarını benimsemektedir. Ayrıca, bu çalışma, eski ve yeni medya etiği arasındaki ayrımın; internetin, online çalışan ya da online kaynak kullanan gazetecilerin karşılaştıkları çok sayıda etik sorunu ya da ikilemi yeniden tanımladığı fikrine dayandığını (Deuze ve Yeshua, 2001: 276) ve bu nedenle, yeni medya etiğinin (medya etiğinin yeni bir türü olarak kabul edilmeyebilir), (geleneksel) medya etiğine yeni bir bakış açısı getirdiğini kabul etmektedir. Bu ön kabulden hareketle, çalışma, Spence ve Quinn (2008: 266-267) tarafından ortaya konulan ve hem yeni ve geleneksel medyaya hem de bilginin üretimine ve yayılmasına rehberlik edebilecek olan standartlara değinen ahlakî kapsamın ya da çerçevenin, medya etiğine getirdiği yeni bakış açısını önemsemektedir. Bu kapsam ya da çerçeve, yeni medyaya küresel erişimin artması nedeniyle, yeni medya üretiminin ve yeni medya kullanımının kültürel sonuçlarını göz önünde bulundurmayı ve kuramsal olarak hem online hem de online olmayan gazetecilik için hem küresel anlamda etik standartlar hem de epistemolojik standartlar üreten bir temel olarak evrensel etik ilkeler oluşturmak 267 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları amacıyla akılcı gerekçeler sunmayı amaçlamaktadır. Bu standartlar pratikte her zaman olmasa da, en azından ilke düzeyinde kabul edilmelidir. Bu bağlamda, söz konusu kapsam ya da çerçeve ile (1) internette yayılan ya da dağıtılan dijital enformasyona odaklanarak pratik uygulamalar (enformasyonun oluşturulması, üretimi, dağıtımı, iletişimi ve tüketimi) açısından enformasyonun, neden kendine özgü normatif bir yapıya sahip olduğuna dair bir gerekçe sunulması; (2) enformasyonun kendine özgü normatif yapısı nedeniyle, önerilen etik ve epistemolojik standartların evrensel ve bu nedenle küresel olduğunu göstermek için meta-etik bir çerçevenin sunulması ve (3) zayıf ve sağlam ahlakî değerler arasındaki ayrıma ve bu ahlakî değerlerin potansiyel küresel etik içinde oynadığı role odaklanarak farklı kültürler arasında farklı inanç sistemleri tarafından ortaya konulan etik sorunların tanımlanması ve incelenmesi hedeflenmektedir. Çünkü küresel ölçekte, insanların ve toplumların temel değerleri ve normları arasında derin ya da çözümlenemez çatışmalar söz konusu olabilmekte ve yeni medya, bu değerlerin ve normların evrensel olmadığını (Ess, 2009: 109, 112) açıkça ortaya koymaktadır. Medya etiği ile ilgili geleneksel metinler, medya profesyonellerinin online ortamda karşılaştıkları sorunlara ya da ikilemlere ilişkin sorulara ya yeterince yanıt verememektedir ya da hiç yanıt vermemektedir (Christians, 1998). Ward’a göre, “yeni bir çağ için gazetecilik etiğinin bütünüyle yenilenmesi ya da değiştirilmesi” gerekmektedir (Aktaran: Christians, 2011: 85) Ward ve Wasserman’a (2010) göre, yeni medya teknolojileri, gazetecilik etiği ile ilgili tartışmaların parametrelerini değiştirmekte, yeni medya, “açık bir medya etiği”nin ortaya çıkması ya da oluşması noktasında yararlı olmakta ve özellikle küresel medyada görülen bu gelişmeler, kapalı bir profesyonel etik anlayıştan bütün vatandaşları ilgilendiren açık bir etik anlayışa doğru bir değişimi teşvik etmektedir. Ward ve Wasserman (2010: 276), bir etik kodun ilkelerine değil, etiğin nasıl tartışıldığına, eleştirildiğine ve değiştirildiğine, ilkelerin nasıl tartışıldığına ve bu tartışmayı kimin kontrol ettiğine gönderme yapan iki ayrı kavramı (kapalı etik ve açık etik) tanımlamaktadır. Kapalı etik, ilkelerin öncellikle ya da yalnızca görece küçük bir grup insan için tasarlandığı ve aynı zamanda, ilkeleri tartışma, eleştirme ve değiştirme noktasında sınırlamaların söz konusu olduğu bir etik söylem biçimidir. Batıya özgü gazetecilik etiği, gazetecilik etik kodlarının öncelikle seçilmiş bir grup profesyonel gazeteci için tasarlandığını varsaymış ve vatandaşların, ilkelerin tartışılması ve yeniden düzenlenmesi noktasındaki katılımını sınırlamıştır. Açık etik ise, ilkelerin daha büyük bir grup insan için tasarlandığı, içeriği etkileme ve değiştirme noktasında sınırlamaların daha az olduğu bir etik söylem biçimidir. Gazetecilik etiğine ilişkin böyle bir yaklaşım, gazetecilik etik kodlarını, yalnızca profesyoneller için değil, aynı zamanda, gazetecilik yapmak için medyayı kullanan herhangi bir kişi ya da herkes için tasarlanmış kodlar olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda, etik pratiğin kapalı ya da açık olduğuna karar verebilmek için etiğin kimler için tasarlandığını, etik kararların alınmasında kimlerin söz sahibi olduğunu (etik söylemin katılımcılarının kimler olduğunu) ve etiğin içeriğini kimlerin belirlediğini ortaya koymak gerekmektedir (Ward ve Wasserman, 2010: 277). Gillmor (Aktaran: Friend ve Singer, 2007: 14), etkileşimi, yeni medya etiğinin özü olarak kabul etmektedir. Yeni medya uygulayıcıları, yurttaş gazeteciler ya da internet üzerinde kişisel sayfa-internet günlüğü (blog) yazan kişiler, çalışmalarında, okurlarının pek çok konu hakkında kendilerinden daha fazla bilgi sahibi oldukları fikrini Sayı 36 /Bahar 2013 268 İlker ERDOĞAN esas almaktadır (Friend ve Singer, 2007: 14). Bu nedenle, yeni medya gazeteciliğinde etik bir paradigma belirlerken, haber ya da enformasyonun üreticisi olan vatandaşların ve aynı zamanda, söz konusu haber ya da enformasyonu tüketen okurların hem üreten hem de tüketen olarak bireysel ve kolektif sorumlulukları mutlaka dikkate alınmalıdır. Çünkü insanlar, giderek artan bir şekilde, daha fazla izlenme ve kendini ifşa etme olanağına kavuşmakta, büyük medya tekelleri karşısında bireysel içerik oluşturanların sayısı artmakta ve ayrıca, etkileşim olanaklarının artmasıyla birlikte, yeni medyanın, demokratikleşme ve kullanım açısından bir eşitlik getireceği düşünülmektedir. Ancak, bu durum, ekonomi-politik gerçekliği (Şakı Aydın, 2011: 108-109) ortadan kaldırmamaktadır. Telif hakları, kişilik haklarının korunması, özel yaşamın gizliliği, mahremiyet, haberreklam ayrımının belirsizleşmesi, ticari sır, veri güvenliği gibi sorunlar, ekonomi politik bağlamda değerlendirilmesi gereken sorunlardır ve internetteki mülkiyet ilişkileri, istihdam ilişkileri ve teknolojik bağımlılık gibi ekonomi politik çözümleme düzeyleri ile ilişkilendirilmeyen etik çözümlemeler yetersiz kalmaktadır (Atabek, 2006). Bütün bunların ötesinde, eleştirmenler, genel olarak internet ve özel olarak online gazetecilik için işleyen bir öz-denetim sisteminin geliştirilmesi konusuna şüpheyle yaklaşmaktadır. O kadar fazla sayıda ve çeşitlilikte haber sitesi vardır ki, profesyonel pratikler ve değerler konusunda bir ortaklık sağlamak olanaksız görünmektedir. Ayrıca, gazetecilik, özellikle de, online gazetecilik, sınırları çizilmiş ve açıkça belirlenmiş bir meslek değildir. Fakat ne kadar güç olursa olsun, online gazetecilik standartlarının belirlenmesinin ve ilkelere uygun davranılabilmesinin tek yolu, özdenetimin gerçekleştirilmesidir. Online medya, etik ilkeler oluşturmalı ve bunları duyurmalıdır. Online medya, ancak, bu şekilde gelişecek, profesyonelleşecek ve kendine uygun bir online etiği uygulamaya koyabilecektir (Evers, 2010: 328). Bu bağlamda, geleneksel gazeteciliğe ilişkin etik sorunlardan farklı olarak, yeni medyada gazetecilik etiğinin genel kapsamının ya da çerçevesinin belirlenebilmesi ya da yeni medyada (profesyonel) gazetecilerin karşılaştıkları etik sorunların ya da ikilemlerin ortadan kaldırılabilmesi için genel olarak, dijital ya da online haber toplama ile ilgili olarak etik standartların, dijital ya da online haber üretiminin etik kurallarının, dijital ya da online haber içeriğinin etik sınırlarının ve aynı zamanda, etkileşimli ve küresel haber sisteminde gazetecilerin karşılaştıkları genel etik sorunların belirlenmesi (Pavlik, 2001: 82) gerekmektedir. Ancak, daha da önemlisi, yeni ve bilgisayar ağlarının egemen olduğu bir çağda, gazetecilikte etik standartlar geliştirilirken profesyonel haber üretiminin korunmasına yardım edebilecek yeni şeffaflık standartları da belirlenmelidir (Phillips, 2010). Kaynakça Atabek, Ümit, (2006). “İnternette Etik Sorunların Ekonomi Politik Bağlamı”, Küresel İletişim Dergisi, 2, s.1-9, http://siyasaliletisim.org/pdf/internetetikpolitik.pdf. Erişim Tarihi: 18.06.2012. Bardoel, Jo, (1996). “Beyond Journalism: A Profession Between Information Society and Civil Society”, European Journal of Communication, 11 (3), s.283-302. Bardoel, J. ve Deuze M., (2001). “Network Journalism: Converging Competences 269 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları of Media Professionals and Professionalism”, Australian Journalism Review, 23 (2), s.91-103. Beckett, C. ve Mansell R., (2008). “Crossing Boundaries: New Media and Networked Journalism”, Communication, Culture&Critique, 1 (1), s.92-104. Berkman, R. I. ve Shumway C. A., (2003). Digital Dilemmas: Ethical Issues for Online Media Professionals, Ames: Iowa State Press. Binark, Mutlu, (2010). “Nefret Söyleminin Yeni Medya Ortamında Dolaşıma Girmesi ve Türetilmesi”, Tuğrul Çomu (der.), Yeni Medyada Nefret Söylemi, İstanbul: Kalkedon Yayınları, s.11-53. Birsen, Haluk, (2011). “Internet Journalism and Journalistic Ethics: Working Conditions and Qualifications of Journalists in the New Media”, Journal of US-China Public Administration, 8 (2), s.230-240. Black, Jay, (2008). “An Informal Agenda for Media Ethicists”, Journal of Mass Media Ethics, 23 (1), s.28-35. Chang, T., Southwell, B. G., Lee, H. ve Hong, Y., (2011). “Jurisdictional Protectionism in Online News: American Journalists and Their Perceptions of Hyperlinks”, New Media&Society, 14 (4), s.684-700. Christians, Clifford G., (1998). “Media Ethics and the Technological Society”, Journal of Mass Media Ethics, 13 (2), s.67-70. Christians, Clifford G., (2011). “Journalism Ethics for a New Era”, Journal of Mass Media Ethics, 26 (1), s.84-88. Cohen, Elisia L., (2002). “Online Journalism as Market-Driven Journalism”, Journal of Broadcasting&Electronic Media, 46 (4), s.532-548. Cooper, Thomas W., (1998). “New Technology Effects Inventory: Forty Leading Ethical Issues”, Journal of Mass Media Ethics, 13 (2), s.71-92. Dahlgren, Peter, (1996). “Media Logic in Cyberspace: Repositioning Journalism and Its Publics”, Javnost/The Public, 3 (3), s.59-72. Demir, Müge, (2011). “Importance of Ethic, Credibility and Reliability in Online Journalism”, European Journal of Social Sciences, 24 (4), s.537-545. Deuze, Mark, (1999). “Journalism and the Web: An Analysis of Skills and Standards in an Online Environment”, International Communication Gazette, 61 (5), s.373-390. Deuze, M. ve Yeshua, D., (2001). “Online Journalists Face New Ethical Dilemmas: Lessons From The Netherlands”, Journal of Mass Media Ethics, 16 (4), s.273-292. Deuze, M. ve Dimoudi, C., (2002). “Online Journalists in the Netherlands: Towards a Profile of a New Profession”, Journalism Studies, 3 (1), s.85-100. Deuze, Mark, (2003). “The Web and Its Journalisms: Considering The Consequences Sayı 36 /Bahar 2013 270 İlker ERDOĞAN of Different Types of Newsmedia Online”, New Media&Society, 5 (2), s.203-230. Deuze, Mark, (2004). “What is Multimedia Journalism?”, Journalism Studies, 5 (2), s.139-152. Domingo, D., Quandt, T., Heinonen, A., Paulussen, S., Singer, J. B. ve Vujnovic, M., (2008). “Participatory Journalism Practices in the Media and Beyond: An International Comparative Study of Initiatives in Online Newspapers”, Journalism Practice, 2 (3), s.326-342. Erol, Ebru G., (2009). “Medya ve Etik: İnternet Haberciliğinde Nesnellik, Etik İlkelerin İçeriği, Uygulamadaki Sorunlar ve Televizyon Haberciliği ile Karşılaştırılması”, Medya ve Etik Sempozyumu, Fırat Üniversitesi, 07-09 Ekim 2009, s.33-47. Ess, Charles, (2009). Digital Media Ethics, Cambridge: UK, Polity Press. Evers, Hubb, (2001). “New Moral Dilemmas in Online Journalism”, Forum Medienethik, 1, s.37-46., http://www.european-mediaculture.de/fileadmin/bibliothek/ english/evers_journalism/evers_journalism.pdf. Erişim Tarihi: 11.09.2012. Evers, Hubb, (2010). “İnternet Haberciliği: Yeni Etik Sorunlar Mı?”, Bülent Çaplı ve Hakan Tuncel (der.), Televizyon Haberciliğinde Etik, Ankara: Fersa Matbaacılık, s.322-328. Friend, C. ve Singer, J. B., (2007). Online Journalism Ethics: Traditions and Transitions, Armonk, New York: M. E. Sharpe. Geray, H. ve Aydoğan, A., (2010). “Yeni İletişim Teknolojileri ve Etik”, Bülent Çaplı ve Hakan Tuncel (der.), Televizyon Haberciliğinde Etik, Ankara, Fersa Matbaacılık, s.305-321. Hayes, A. S., Singer, J. B. ve Ceppos, J., (2007). “Shifting Roles, Enduring Values: The Credible Journalist in a Digital Age”, Journal of Mass Media Ethics, 22 (4), s.262279. Keeble, R. ve Cohen-Almagor, R., (2010). “Ethical Space: Journal with a Difference”, Review of Communication, 10 (3), s.228-235. Kuhn, Martin, (2007). “Interactivity and Prioritizing the Human: A Code of Blogging Ethics”, Journal of Mass Media Ethics, 22 (1), s.18-36. Laughey, Dan, (2010). Medya Çalışmaları: Teoriler ve Yaklaşımlar, Ali Toprak (çev.), İstanbul: Kalkedon Yayınları. Lewis, Seth C., (2012). “The Tension Between Professional Control and Open Participation: Journalism and Its Boundaries”, Information, Communication&Society, 15 (6), s.836-866. Lumby, C. ve Probyn, E., (2003). Remote Control: New Media, New Ethics, Cambridge: Cambridge University Press. Meyers, C., Wyatt, W. N., Borden, S. L. ve Wasserman, E., (2012). “Professionalism, 271 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yeni Medya Gazeteciliğinde Etik Bir Paradigma Belirlemenin Kapsamı ve Sınırları Not Professionals”, Journal of Mass Media Ethics, 27 (3), s.189-205. Pavlik, John V., (1999). “New Media and News: Implications for the Future of Journalism”, New Media&Society, 1 (1), s.54-59. Pavlik, John V., (2001). Journalism and New Media, New York: Columbia University Press. Perlmutter, D. D. ve Schoen, M., (2007). “If I Break a Rule, What Do I Do, Fire Myself? Ethics Codes of Independent Blogs”, Journal of Mass Media Ethics, 22 (1), s.3748. Phillips, Angela, (2010). “Transparency and The New Ethics of Journalism”, Journalism Practice, 4 (3), s.373-382. Plaisance, Patrick L., (2009). Media Ethics: Key Principles for Responsible Practice, London: Sage. Ramaprasad, J., Liu, Y. ve Garrison, B., (2012). “Ethical Use of New Technologies: Where Do Indian Journalists Stand?”, Asian Journal of Communication, 22 (1), s.98114. Spence, E. H. ve Quinn, A., (2008). “Information Ethics as a Guide for New Media”, Journal of Mass Media Ethics, 23 (4), s.264-279. Şakı Aydın, Oya, (2011). “Teknoloji, Haber, Nesnellik-Yeni Medya Üzerine Tartışma Notları”, Zeliha Hepkon (ed.), İletişim ve Teknoloji: Olanaklar, Uygulamalar, Sınırlar, İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, s.103-120. Törenli, Nurcan, (2005). Bilişim Teknolojileri Temelinde Haber Medyasının Yeniden Biçimlenişi: Yeni Medya, Yeni İletişim Ortamı, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Turow, Joseph, (2003). Media Today: An Introduction to Mass Communication, New York: Houghton Mifflin Company. Uzun, Ruhdan, (2005). “Haber Telif Hakları ve İnternet Gazeteciliğinde İntihal”, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi İletişim, 21, s.45-75. Ward, S. J. A. ve Wasserman, H., (2010). “Towards an Open Ethics: Implications of New Media Platforms for Global Ethics Discourse”, Journal of Mass Media Ethics, 25 (4), s.275-292. Yeni Medyada Etik Sorunlar, Alternatif Bilişim, http://www.alternatifbilisim.org/ wiki/Yeni_Medyada_Etik_Sorunlar. Erişim Tarihi: 28.08.2012. Sayı 36 /Bahar 2013 272 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Yurttaş Gazeteciliğinin Günümüzdeki Görünümü: Twitter Gazeteciliği Örneği The Look of Citizen Journalism Today: The Example of Twitter Journalism Emel ARIK Öğr. Gör., Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü E-posta:[email protected] Anahtar Kelimeler: Öz Yurttaş Gazeteciliği, Bu çalışmada son yılların güncel konularından biri olan Twitter gazeteciliğinin Twitter Gazeteciliği, temel dinamikleri analiz edilmiş ve yurttaş gazeteciliği ile arasındaki ilişki ele alınmıştır. İnternet, Sosyal Medya, Gazeteciliği hızlandıran, kısaltan ve anında mesajın tüm dünyaya interaktif bir şekilde ulaşmasını sağlayan Twitter, kısa sürede tüm medya ortamının dahil olduğu bir platform Habercilik haline gelmiştir. Resmi veya gayrı resmi, tüm medya ve haber profesyonellerinin içinde yer aldığı, pek çok insanın gündemi takip ettiği Twitter haber medyasının büyük bir parçasına dönüşmüştür. Aynı anda hem ünlü, profesyonel gazetecilerin, hem de sıradan insanların benzer konuda attığı iletiler okurlar için okuma, yazma, paylaşmada hızlılık, yanı sıra çoğulculuk, muhalefet imkanı sağlamaktadır. 90’lı yıllarda Amerika’da ortaya çıkan yurttaş gazeteciliği özellikle internetin devreye girmesiyle, yoğun bir şekilde sanal ortama taşınmış ve pek çok projenin dijital ortamda hayata geçirilmesiyle kamu gündeminde kendine yer bulmuştur. Yurttaş haberciliğinin yolunun Twitter gazeteciliği ile kesişmesi ise son derece işlevsel bir işbirliğinin de habercisi olmuştur. Twitter’da sıradan insanların da gazetecilik yapabilmeleri, seslerini duyurabilmeleri ve hak odaklı bir yayıncılık için işlevsel bir araç olma potansiyeli onu yurttaş gazeteciliğinin önemli zeminlerinden biri haline getirmiştir. Keywords: Abstract Citizen Journalism, In this study, the basic dynamics of twitter journalism as a current subject of the Twitter Journalism, last years is analyzed, and its relation to citizen journalism is taken into consideration. Internet, Social Media, Twitter which speeded up, and shortened journalism, and made it possible for the message Journalism to reach the world has become, in a short while, a platform shared by all media. Officially or unofficially, Twitter has turned into a big part of news media followed by many people and full of all media and news professionals. The speed in reading, writing and sharing messages sent by both famous and professional journalists and regular people provides pluralism and opposition opportunity. In 1990s the citizen journalism that emerged in America with especially the advance of internet has been carried to the virtual environment, and, with many projects realized in digital space, has found a place in public agenda. The overlap between citizen journalism and Twitter journalism has also been the sign of a functional cooperation. The fact that ordinary people can do journalism, have their voices heard and the potential of being a functional vehicle for justice-based journalism have made Twitter one of the most important grounds of citizen journalism. Emel ARIK Giriş Yeni iletişim teknolojilerinin gelişmesi, özellikle de sosyal medyanın hayatımızda kapladığı alanın genişlemesi bu yeniliklerin tartışılmasını da beraberinde getirmiştir. Gazeteciliğin yoğun bir şekilde yeni medya düzenine uyumlandığı günümüzde, gazeteciliğe dönük yeni tartışmalardan biri de Twitter gazeteciliğidir. Sıradan insanların Twitter aracılığıyla zaman zaman birer gazeteciye dönüşmesi ve gazetecilik ortamının bu sosyal medya platformuna taşınmasını ifade eden bu kavram, aynı zamanda günümüz medya ortamının bir gerçeği olarak kabul edilmektedir. Twitter’daki yoğun ve tartışılabilir gazetecilik ortamı, geleneksel medyayı beslemekte, etkilemekte ve giderek dönüştürmektedir. Gazeteciliğin geleneksel gereklerini ve editoryal aşamalarını devre dışı bırakan Twitter gazeteciliğinin ne derece “iletişim özgürlüğünün” bir ifadesi olduğu tartışılmalıdır. Geleneksel basın ortamlarına kıyasla çeşitli avantajlara sahip olan Twitter gazeteciliği, diğer taraftan önemli dezavantajları da bünyesinde taşımaktadır. İfade ve basın özgürlüğüne katkı sağlayan bu yeni gazetecilik türünü 90’lı yıllarla birlikte iletişim ortamının önemli tartışmalarından biri olan yurttaş gazeteciliğine bağlayanların sayısı az değildir. Yurttaşlar tarafından, vatandaş ve hak odaklı yapılan yurttaş gazeteciliği yeni iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle biçim değiştirmiş ve sosyal medyaya kadar uzanmıştır. Özellikle 2006 yılında kurulan Twitter, gazetecilik ortamını en çok temsil eden sosyal medya görünümündedir. Dolayısıyla yurttaş gazeteciliği ile Twitter’ın yolları kesişmiş ve Twitter gazeteciliğinin, günümüzde yurttaş haberciliğinin en dinamik işlediği alanlardan biri olduğu iletişim çevrelerinde sıkça dile getirilir olmuştur. Bu çalışmada son yılların güncel konularından biri olan Twitter gazeteciliğinin temel dinamikleri analiz edilecek ve yurttaş gazeteciliği ile arasındaki ilişki ele alınacaktır. Dolayısıyla öncelikle 90’lı yıllarda ilk kez Amerika Birleşik Devletleri’nde konu edilmeye başlanan yurttaş gazeteciliği kavramı tartışılacak, ardından internet ve sosyal medyanın gazeteciliğe etkileri ele alınacaktır. Son olarak Twitter’ın ortaya çıkış koşulları ve gazeteciliğe etkisi analiz edilecektir. Çalışmamız niteliksel bir makaledir ve niteliksel tarihsel tasarım yöntemine göre yapılandırılmıştır. Yurttaş Gazeteciliğine Kavramsal Bir Bakış Yurttaş gazeteciliği 90’lı yılların başında Amerika’da ortaya çıkan basın özgürlüğü, egemen medya baskısı ve hak odaklı yayıncılık tartışmaları sonunda ortaya çıkmış bir gazetecilik türüdür. Temel felsefesi gazeteci kavramının genişlemesi ve profesyonel gazeteci olmayan sıradan “yurttaşların” da haberler üreterek, genel iletişim ortamına dahil olmaları ve vatandaşlık haklarının savunusu amacıyla gazetecilik yapmalarına dayanır. Burada vatandaşlar sadece haberin nesnesi olmayı reddetmekte, medyanın onları görmesini beklemeden bizzat kendileri haber üretmektedir. Dolayısıyla “yurttaş sadece haber kaynağı haline gelmiyor, kendi sorunlarıyla ilgili olarak harekete geçirilirken, haberin bizzat yapıcısı haline de geliyor. Bu arada haber farklı yurttaşların bakış açısından çerçeveleniyor, böylelikle haber sadece elit merkezli ve elitlerden yurttaşlara doğru akan bir nitelik taşımaktan çıkıyor ve yurttaş merkezli, aşağıdan yukarıya işleyen, bu arada da yurttaşlar arası bir diyaloğun önünü de açan bir hale geliyor (Alankuş, 2009: 110).” 274 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yurttaş Gazeteciliğinin Günümüzdeki Görünümü: Twitter Gazeteciliği Örneği Yurttaş gazeteciliğinin gelişimine Amerika’da pek çok kurum ve vakıf katkıda bulunmuştur. Bunlardan biri de Washington DC merkezli bir kurum olan Pew Center’dir. Bu kurum yurttaşların fikir belirtmediği, gönüllü olmadığı, oy vermediği ve aktif olarak kamusa alana dâhil olmadıkları kaygısıyla 1990’larda yurttaş gazeteciliği uygulamalarına destek vermeye başlamıştır. PEW’in direktörü Jan Schaffer’ın da belirttiği gibi “PEW, gazetecilikten ziyade sivil katılıma odaklanmıştır.” Pew Center’ın destekleriyle en çok uygulama alanını yerel medyada bulan yurttaş/kamu gazeteciliği, ana akım medyanın haber politikalarını eleştirerek, medya kullanıcılarını pasif birer izleyici olmaktan, aktif birer katılımcıya dönüştürme çabaları içindedir. Görüldüğü gibi yurttaş gazeteciliği, hem gazeteciliğe yeni bir tarif sunmuş hem de sivil katılımı ve kamusal alanın dönüşümünü teşvik etmiştir (Ongun, 2013). Kimi kaynaklara göre yurttaş gazeteciliğini doğuran temel etken, halkın basına yönelik ilgisizliğini giderme çabasıdır. Medyada 90’lı yıllardan itibaren yoğunlaşan tekeleşme ve holdingleşme tartışmaları halkın basına yönelik güvensizliğini pekiştirmiştir. Basına egemen olan şirketler 90’lı yıllardan itibaren azalır ve medya ortamından orta ölçekli kuruluşlar teker teker çekilirken çok uluslu büyük medya holdingleri iletişim ortamının çoğunu 2000’li yılların başında ele geçirmiştir. Halkın yaşanan bu dönüşüm sürecinde habere yönelik ilgisi ve güveni erezyona uğramıştır. Bu süreçte “Gazeteciliğin aşınan mesleki temellerini onarmaya yönelik yeni arayışlar gündeme gelmiştir. Gazetecilik mesleğindeki aşınmanın onarılması için yurttaş gazeteciliği okuyucu/izleyici ile medya arasındaki ilişkileri yeniden kurmaya çalışmıştır. Bu bağlamda gazetelerin okurlarına karşı sorumlulukları olduğu vurgulanmaya başlanmıştır. Yapılan pek çok yoklamada, toplumdaki kurumlar arasındaki güvenilirlik sıralamasında gazetelerin en alt sıralarda yer aldığının görülmesi, okur ile gazete arasındaki güveni yeniden kurma çabalarını gündeme getirmiştir. Özlüce, bazı haber örgütleri, okurları/izleyicileriyle ekonomik bağlarını güçlendirme çabalarının bir parçası olarak, sorun çözmede ve hangi konuların haber değeri olduğuna karar vermede kamunun katılımını vurgulayan bir habercilik pratiği oluşturmaya çalışmışlardır. Bu da yoklamaların, odak grupların, topluluklarla yapılan toplantıların ve diğer halkı anlatma çabalarının birleşimini gerektirmiştir. Bu pratikte, topluluk neyle ilgilendiğini, karşılaştığı en önemli sorunları ve onları çözmede medyanın nasıl yardımcı olabileceğini gazetecilere anlatmaktadır. Bu tür bir vekillik ve ortaklık, medya ile halk arasındaki ilişkileri engelleyen güvensizliği en azından kısmen kırmak için tasarlanmıştır (Seib ve Fitzpatrick, 1997:196, akt. Uzun, 2006: :640). Yurttaş gazeteciliğinde haber oluşturma sürecinde sadece resmi makamlarla değil, habere konu olan ya da haberle ilgili çok sayıda yurttaşla sık temasa geçilmektedir. Böylelikle yurttaş gazeteciliğinin önemli bir boyutu olarak bazı örneklerde, yurttaş bilgi ve görüş veren bir haber kaynağı olmaktan çıkıp, bizzat haberin oluşturulmasında çok daha aktif bir rol üstlenir duruma geçmiştir. Yurttaş gazeteciliği yurttaşı sadece bilgilendirmekle görevli görmemiş, yurttaşın haklı olduğu alan ve konularda, bu haklı isteğin somut olarak gerçekleşmesini de talep etmiştir. Bir başka deyişle, ‘yurttaş taleplerinin militanlığını’ üstlenmiştir. Yurttaş gazeteciliği, yurttaşlar ile iktidar arasında bir elçi görevi yapmaktadır. Kuşkusuz bu sağlanabildiğinde okuyucunun/yurttaşın gazeteciye olan inancı, güveni artmaktadır. Gazetecinin özel çıkar için değil kamu çıkarı için çalıştığını bizzat ve somut Sayı 36 /Bahar 2013 275 Emel ARIK olarak gören yurttaşlar, bu harekete destek olmuşlardır (Duran, 2005: 98- 99). Yurttaş gazeteciliğinde sıradan halkın, sadece haberin nesnesi değil, aynı zamanda öznesi konumunda olması hedeflenir. Yurttaşlar haberlerle manüpile edilen, sessiz yığınlar değil, cüretkarca bu alanda egemen çevrelerden rol çalan, kendi haklarının savunusu konusunda kimseden medet ummayan özneler olarak hareket etmeye çalışır. Dolayısıyla haber aktarım sürecindeki tek yönlülük, geri bildirimin kısıtlılığı gibi yurttaşların aleyhine kurulan dengelerin bu habercilik türünde yerini çift yönlülüğe ve etkin geribildirime bırakması için uğraş verilir. Yurttaş gazeteciliği, yönetici konumundaki egemen çevrelere bizatihi geribildirim çabasıdır denilebilir. Yurttaş gazeteciliğinin kısa sürede tüm dünyada örneklerine rastlanmış ve sıradan insanlar tarafından, yapılan sorun ve hak odaklı yayıncılık pek çok başarılı örneği verilmiştir. 2000 yılında Güney Kore’de kurulan OhmyNews sitesi buna örnek olarak verilebilir. OhmyNews sitesi bilgisayarlı ağ teknolojilerinden yararlanarak, “OhmyNews her yurttaşı bir muhabir yapıyor” sloganıyla ortaya çıkmıştır. Siteye, her gün ev kadınları, öğrenciler, profesörler ve diğer yurttaş gazetecilerinden yüzlerce haber gönderilmektedir. 53 kadrolu muhabiri ve editörünün yanında 26.700 yurttaş muhabiri bulunan sitenin yaklaşık 1 milyon okuyucusu vardır. Haber ve yorumu bir arada sunan siteye yurttaşlardan gelen haber öyküleri editoryal bölüm tarafından değerlendirilerek sayfaya yerleştirilmektedir. Sitenin kurucusu ve başkanı Oh Yeon-Ho’ya göre, OhmyNews, geleneksel basına duyulan hoşnutsuzlukla vatandaşların birbirleriyle konuşma isteğini bir araya getirmekten doğan bir sitedir (Yu, 2003’den akt. Uzun, 2006: 643). İnternet ve Gazeteciliğe Etkisi Etkileşimlilik oranı ve yoğunluğu önceki araçlarla kıyaslanmayacak zenginlikte bir kitle iletişim aracı olma özelliğiyle öne çıkan internet, kişisel bilgisayar kullanımının yaygınlaşmasıyla dev sanal ağları, sanal kitleleri, sanal cemaat örüntülerini ortaya çıkarmış; kendi kültürünü yaratmış ve tıpkı öncekiler gibi yeni bir yaşam biçimini dayatmıştır. İnternet artık, zaman ve mekânın sıkışması, sıkıştırılması olarak da algılanabilen küreselleşmenin en güçlü destekçisi olarak görünmektedir. Bundan böyle internetsiz olunmayacak bir dünyanın eşiğinde, bu kültürün ürünü haline gelen kullanıcı kitlesi tüm dünyada önemli bir sayıya ulaşmıştır. İnternet aynı zamanda geleneksel iletişim biçimlerinde önemli bir değişimi beraberinde getirmiş, iletişimin boyutlarını dönüşü olmayacak biçimde farklılaştırmıştır. “İnterneti geleneksel iletişim araçlarından ayıran en önemli özellik, iletişim sürecinde etkileşimin güçlü bir biçimde ortaya çıkmasıdır. Geleneksel iletişim ortamında iletişimde bulunan bireylerin alıcı konumunda bulunması ve iletişim sürecine müdahalesinin sınırlı olmasına karşılık, internet üzerinden etkileşimde kullanıcının iletişim sürecindeki egemenliği daha belirgin olmaktadır (Timisi, 2003: 132). The Language of the New Media” adlı kitabında Lev Manovich yeni medya ile ilgili herşeyi ve tüm ürünleri yeni medya objeleri olarak isimlendirmektedir. Bu yeni medya objeleri aynı zamanda da kültürel objelerdir ve fiziksel olarak gerçek dünyada var olan nesneleri referans alarak, onları temsil ve inşa ederek oluşturulmaktadır. Manovich yeni medyanın özelliklerini şöyle sıralamaktadır : 276 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yurttaş Gazeteciliğinin Günümüzdeki Görünümü: Twitter Gazeteciliği Örneği “Dijital temsil (numerical representation): İçeriğin matematiksel bir fonksiyon olarak tanımlanabilmesi anlamına gelir ve yeni medyanın kodsal altyapısı tamamen matematik odaklıdır. Modülerlik (modularity): Yeni medya dünyasındaki objeler moduler özelliğe sahiptir. Her öğe hem kendi başına, hem de diğerleri ile birlikte anlamlı bir yapı oluşturur. World Wide Web moduler bir yapıdır. Internet çeşitli web sayfalarından oluşmaktadır. Bu web sayfalarının her biri, bağımsız elementlerden oluşmaktadır. Web sitesine bir bütün olarak ulaşıldığı gibi, içindeki elementlerede ayrı ayrı ulaşılabilir. Otomasyon (automation): İçerik oluşturulrken çoğu zaman şablonlşardan ve algoritmalardan faydalanılmaktadır. Dolayısıyla insan emeğinin yaratıcılığı kısmen geri plana atılmıştır. Değişkenlik (variability): Birinci ve ikinci özelliğin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Nesnelerden pek çok kopya çıkarılması ve farklı sürümlerin olması söz konusudur. Dolayısıyla içerik sürekli olarak değişime uğrar. Kod çevrimi (transcoding): Metinlerin, görüntülerin ve seslerin bilgisayar ortamında Kodlanmakta, dosya yapılarına, listelere, kayıtlara ve dizilere dönüşmektedir (Manovich, 2002: 49-65).” Manuel Castells yeni medyanın kültürel etkisiyle dünyanın bir “ağ toplumu”na dönüştüğünü ifade etmiş ve yeni bir toplumsal dönüşümün başladığını eserlerinde dile getirmiştir (2004). Castells’e göre enformasyonu ön plana çıkaran ağ toplumu bilişim teknolojileri tarafından harekete geçirilen, bilişim ağlarında oluşan ve tüm küreye yayılmış yeni bir toplumsal organizasyon yapısıdır. Bu yapı insanlar arasında kültür aracılığıyla şekilllenen bir etkileşim ortaya koyduğu gibi; üretim, tüketim ve güç ilişkilerini de etkilemiştir (2009: 125) Gane ve Beer ise yeni medyanın anlaşılmasında, enformasyon, arayüz, arşiv, etkileşim ve dönüşüm gibi kavramların önem kazandığını ve yeni medyanın teknolojik altyapısını oluşturduğunu vurgulamıştır (2008:1). Haluk Geray da internetin kısa sürede gazetecilik için yeni olanaklar sunma sürecini şöyle değerlendirmiştir: “İnternet kısa sürede medya ortamını ve iletişim pratiklerini etkilemiş ve geleneksel gazetecilik ortamı yavaş yavaş internet gazeteciliğine evrilmiştir. Geleneksel medya gazeteciliğine göre; daha hızlı ve pratik olması, kullanıcı yani okuyucuyu interaktif pozisyona getirmesi ve zaman ve mekândan sınırsız olması nitelikleriyle internet gazeteciliği tercih sebebi olmaktadır. İnternet gazeteciliği ile geleneksel gazetecilik; kurum yapıları, pazara giriş olanakları, haber üretim yapıları ve etkileşim alanlarında da birbirinden farklılık göstermektedir. Yeni medya, geleneksel medyadan farklı olarak enformasyonun geniş kitlesel paylaşımına fırsat tanımaktadır. Özellikle okurun, tepkisini aracısız bir biçimde anında verebilme imkânına sahip olarak haber yapım sürecine de doğrudan etki etmesi internet gazeteciliğinin önemini artırmaktadır. Ayrıca yeni medyanın göreceli olmakla birlikte geleneksel medyaya nazaran daha masrafsız ve daha geniş bir hedef kitleye sahip olduğu görülmektedir (Geray, 2003: 17, 19).” İnternetten sonra “yeni medya” kavramı hayatımıza girmiş ve pek çok “yeni” gelişme, geçmişle şimdiki zaman arasındaki gazetecilik pratiklerinin değişmesine neden olmuştur. Geleneksel medyayla yeni medya arasındaki farklılıkların başında “etkileşim” gelmektedir. Yeni medyada alıcı ve verici, eş deyişe yazar ile okur arasındaki iletişim Sayı 36 /Bahar 2013 277 Emel ARIK geçmişe göre çok değişmiştir. Artık bir haber internete düşer düşmez ona bir tepki verebilmek olasıdır. Dolayısıyla karşılıklı etkileşim aynı zamanda okurların yazarlar üzerindeki etkisinin de artması anlamını taşımaktadır. Zaman birliği de bir diğer önemli yeniliktir. Artık günün her saati, dakikasında internet gazeteleri yenilenmekte, okurlar haberlere ertesi gün değil, yapıldığı anda ulaşabilme imkanına sahip olabilmektedir. Dolaysısıyla anında haber iletme özelliği, gün boyu dinamik kalmayı gerektirmekte; artık geleneksel gazetelerin aksine internet gazetelerinde haberler ertesi güne kalırsa “bayatlamaktadır.” Ayrıca internet gazetesi okurları, daha kendisine yönelik haberleri, -“benim gazetem” uygulamaları gibi- okumakta, tüm kitleye yayın yapan bir habercilikten, kişiye özel bir sunuma geçilmektedir. İnternetin medyada çeşitliliği desteklediğini ve çoğulculuğa katkıda bulunduğunu düşünenler, bu teknolojinin içerik üretimi ve paylaşımını, kitle iletişiminin geleneksel formlarıyla kıyaslanamayacak ölçüde kolaylaştırdığına ve dileyen herkes için olanaklı hale getirdiğine dikkat çekmektedirler. İnternetle birlikte, bloglar başta olmak üzere çeşitli çevrimiçi uygulamalar yoluyla aktif olarak içerik üretimine ve paylaşımına katılma olanağı bulan kullanıcılar, geleneksel medyanın pasif tüketicisi ya da müşterisi olma konumlarını terk etmektedirler. Böylece enformasyon akışında belirgin bir değişiklik yaşanmakta; çevrimiçi erişilebilir olan enformasyon artık yalnızca profesyonel medya kuruluşları tarafından değil, giderek artan oranda söyleyecek ve gösterecek bir şeyi olduğuna inanan, “eskiden izleyici/okuyucu olarak bilinen” sıradan insanlar tarafından da üretilmektedir. Bu durum, sıradan insanların profesyonel medyanın içerik üretimi ve paylaşımı işlevine ortak oldukları çevrimiçi bir yurttaş medyasının ortaya çıktığı şeklinde yorumlanmaktadır (Çelikel, 2013:68). Yurttaş medyasının etkinliğinin arttırması iletişimin demokratikleşmesi için son derece önemlidir. Yurttaş haberciliğinin gelişimi, daha etkin geribildirimi ve özgür bir üretim biçimini zorunlu kılar. Bu noktada dijital medya teknolojileri, internet ve sosyal medyanın bireylerin kitle iletişim süreçlerine katılımını arttırdığını, ulusal ve uluslararası düzeyde kitle iletişiminin önündeki yapısal bariyerleri sarstığı söylenebilir. Artık birbirlerini hiç görmeden aynı amaç doğrultusunda yeni mecraları kullanan, egemen medya çevrelerine başkaldıran sanal web toplulukları söz konusudur. Bu topluluklar iletişimin modern düyayadaki manüpilatif ve tek yönlü doğasını bozuma uğratan, en önemli yurttaş hareketlerinin başında gelmektedir. İnternet üzerinden örgütlenebilme kolaylığı, aynı zamanda bu sanal toplulukları siyaseten güçlendirmekte ve iletişim yolu ile mevcut düzende ayakta ve muhalif kalmalarına imkan sağlamaktadır. İnternetin kullanımı gazeteciliği zenginleştirerek, haber örgütlerinin yurttaşlara yardım etme kapasitesini artırmaktadır. Haberin Web ile birleşmesi sonucu haber örgütleri yurttaşları ilgilendiren meseleler konusunda bir bilinçlendirme geliştirmeye yardımcı olmuştur. Diğer yandan, Web siteleri ve webloglarda yayınlanan haberler, büyük medya kuruluşları için bir kaynak oluşturmaktadır. Örneğin, 2004 baharında, bir yurttaşın ABD askerlerinin bayrağa sarılmış tabutlarını Irak’ta bir uçağa yüklenirken gösteren dijital fotoğraflarını çekmesinden birkaç gün sonra, fotoğraflardan biri Seattle Times’ın ön sayfasında yayınlanmıştır. Birkaç gün sonra, TheMemoryHole.org, Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası (Freedom of Information Act) hükümleri sayesinde edindiği 278 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yurttaş Gazeteciliğinin Günümüzdeki Görünümü: Twitter Gazeteciliği Örneği düzinelerce benzer fotoğrafı yayınlamıştır. Daha sonra, fotoğraflar tüm büyük gazetelerde yer almıştır. Ardından Irak’taki Ebu Garip cezaevinden taciz ve işkence fotoğrafları akmaya başlamıştır. ABD askerlerini üst üste binmiş çıplak Iraklı askerlerin önünde poz vermiş şekilde gösteren fotoğraflar, aslında karşı koyma hakkının ve demokrasi kurumunun zaferini göstermektedir. Iraklı esirlerin fotoğrafları, gerçeği saklamak yönünde gösterilen tüm çabalara karşın, demokratik değerlerin ve yurttaşlık haklarının yaşadığının ve korunduğunun bir kanıtı olarak değerlendirilmelidir (Uzun, 2006: 643). Teknolojik gelişmelerin hedeflerine uygun olarak her yerde hazır ve nazır bulunan dijital kameralar, hangi yöne bakılsa elinde bir dijital kamera ile her an kayda hazır insanlar görülebilir: ABD’ye kalkacak bir uçağa yüklenen asker tabutlarını çeken kişinin bir gazeteci değil, eski bir kargo bölümü çalışanı olması, Bağdat yakınlarındaki Ebu Gıreyb Cezaevi’nde sorgulama taktiklerini fotoğraflayanların da asker olmaları, gerçekleri ortaya çıkarabilecek olayların artık gazeteciler değil, olayı deneyimleyen ya da ona tanık olan sıradan insanlar tarafından gündeme getirilebileceğini göstermektedir. Gerçekte, haber konusu olayı meydana getiren, deneyimleyen ya da olaya tanık olanlar (gazetecilik terminolojisinde göre haber kaynakları) büyük medya kuruluşlarında yayınlanmayan hikayelerini, ağ teknolojileri sayesinde kitlelere ulaştıracak bir araca sahip olmuşlardır. Gazeteler de haberi doğrudan haber kaynağından almak yerine, ikincil bir haber kaynağı olarak interneti kullanmakta, sanal ortamda ilgi gören haberlere sayfalarında yer vermektedirler (Uzun, 2006: 643) Dolayısıyla vatandaşların haber üretim süreçlerinde etkin olma çabaları, onların güdüp yönetilecek “koyunlar” olmadığının ve her an yapabilecekleri haberlerle, haberleşmelerle egemen çevrelerin oyununu tersine çevirebilecek birer iletişim gerillası olma gücüne işaret etmektedir. Dolayısıyla, artık haber her yerdedir ve her an olup bitenlerin pek çok kişi tarafında bildirimi, haberleştirimi, egemen çevrelerin iletişim süreçlerine hakim olmaları nedeniyle sahip oldukları avantajların sarsılabileceği anlamına gelmektedir. İletişim mecralarının, platformlarının bu tarz kullanımları aynı zamanda toplumların demokratikleşmesini ve yurttaşlık haklarının güvence altına alınmasını etkileyebilecek faktörlerin başında gelmektedir. Sosyal Medya ve Gazeteciliğe Katkısı İnternet başlangıçta hızlı veri alışverişi sağlayan bir ortam olarak tanımlanırken, günümüzde adeta sosyal medya olarak tanımlanır hale gelmiştir. Sosyal medya gazete, televizyon ve film gibi geleneksel medyadan farklıklar göstermektedir. Sosyal medya ve geleneksel medya arasındaki farkları tanımlamaya yardımcı olacak özellikler kullanılan yönteme göre farklılıklar gösterebilir. Bu özelliklerden bazıları şunlardır: Geleneksel medya da, sosyal medya teknolojileri genel bir kitleye ya da farklı kitlelere erişime olanak verir. Geleneksel medya güçlü holdinglerin, hükümetlerin kontrolünde iş görürken, sosyal medya siteleri ve Web 2.0 teknolojileri insanlara etkileşimde bulunma, malumat, bilgi paylaşma için çok az bir maliyetle, çok çeşitli olanaklar sunmaktadır. Öte yandan dijital teknolojileri takip eden ve kullanma gücüne fazlasıyla sahip olan geleneksel medya şirketleri de sosyal medya sitelerini, web teknolojilerini yoğun bir biçimde kullanmaktadır. Geleneksel medya sabit yatırımlarını Sayı 36 /Bahar 2013 279 Emel ARIK (matbaa, gazete ofis binaları, tv stüdyoları, kadrolu, telifli medya profesyonelleri, vb. üretim güç ve araçlarını örgütlemeyi, işletmeciliği) sürdürürken, sosyal media platformlarını oluşturmak, kullanmak bu denli yatırım gerektirmemekte, kullanıcıların çokbecerili (multiskills) olması gerekmemektedir. Daha keyfiyete bağlı bir katılıma olanak veren ve söz söyleme alanı olarak herkese açık kamusal alanlar görünümündedir. Sosyal medya araçlarını kullanarak çok sayıda insana ulaşabilmek, anında cevap verebilmek, çok çabuk geri besleme almak, “çok sayıda insana anında ulaşarak acil durumlarda problem çözme teknolojisi olarak kullanma” (White, 2011: 13), ortaya çıkan meseleler üzerine değişik niteliklerde, farklı kalitede söz, haber, durum, veri paylaşımlarına girişme olanağı sunmaktadır. Sosyal medyada etkileşimin zamanına, aralığına, hızına kullanıcılar karar vermektedir. Geleneksel medyanın içerik hazırlama ve sunma hızı, sosyal medya araçlarıyla yapılan iletişimlerin hızına yetişecek şekilde artmaktadır. Matbaada basılan medya ürünleri üzerinde sonradan değişiklik yapılamazken sosyal medya teknolojileriyle hazırlanan içerikler üzerinde istenildiği anda kaldırmak, değiştirmek gibi çok sayıda değişiklikler yapılabilmektedir. Sosyal medyada gerçek hayatta olduğu gibi gerçek zamanlı konuşmalar, ilişkiler, karşılıklı alıp vermeler, paylaşılmış düşünceler ve diğer iletişim pratikleri yerleşmiştir. Günümüzde sosyal medya, yöneticilerden danışmanlara, Internet liderlerinden reklamcılara, blog yazarlarından gazetecilere kadar geniş bir kitlenin, fikir alışverişinde bulunduğu bir ortam sunmaktadır. Breakenridge’e göre sosyal medya basitçe interneti kullanarak kişiler arası konuşma ve iletişime olanak sağlayan bir ortamdır. Bu yeni medya insanlara kendi düşüncelerini, bilgilerini, tecrübelerini küresel ortamda yayınlamaları için fırsat sunmaktadır. Çoğu durumlarda bu kişilerin sesi, bilinen gazeteciler, ünlüler ve uzmanlar kadar etkili olabilmektedir (Breakenridge, 2008: 15). Sosyal medya sayesinde medyada içerik oluşturmak sadece gazeteciler, programcılar için değil orta derecede bilgisayar bilgisi olan herkes için mümkün hale gelmiştir. Son yıllarda sosyal medya kullanıcılarının ürettikleri içerikler, geleneksel medya içeriklerini belirlemekte, bol malzeme sunmaktadır. Günümüzde bir çok gazete, televizyon ve radyo, sosyal medyadan devşirdikleri içerikleri yayınlamaktadır. Bu durum yeni medyaya odaklanan geleneksel medyayı sosyal medya aygıtlarını kullanan sıradan ya da popüler figürlerin sözlerini, paylaşımlarını, ürettikleri içerikleri izleme çabasına sürüklemekte, bu akışta pek çok yeni içerik ana akım medyada temsil imkânı bulmaktadır. Geleneksel medyanın içerik üretme, dağıtma süreçlerindeki ağırlığı, egmen konumu bu süreçlerden etkilenirken, sosyal medya kullanıcıları yeni etkileyenler tabakası haline gelme potansiyelini hissettirmiştir. Profesyoneller ve geleneksel gazetecilerin yanı sıra sosyal medya kullanıcıları gazeteciler kadar, bazen onlardan daha fazla çok çeşitli nitelikte, çok miktarda ileti, içerik üretme pratiğine girişmişlerdir. Geleneksel medyada içeriği sunanlar profesyonelken, sosyal medyada bunu meslek edinmiş az insan vardır. Geleneksel medyada kurumlar reklam ve haber yoluyla var olma savaşı verirken, sosyal medyada bizzat temsil edilmektedirler. Geleneksel medya ile ayrıştıkları noktalardan biri sosyal medya içeriğinin bir monologdan ziyade diyaloga daha yaklaşmasıdır. Endüstriyel medya içeriklerini üretildikten ve yayınlandıktan sonra değiştirmek mümkün değil veya çok zordur ancak sosyal medyanın içeriklerini anında değiştirmek, yorumlar yardımı ile yön vermek, değiştirmek mümkündür (Sertbal: 2012). 280 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yurttaş Gazeteciliğinin Günümüzdeki Görünümü: Twitter Gazeteciliği Örneği Twitter Gazeteciliği ve Temel Özellikleri 2006 yılında Jack Dorsey tarafından geliştirilen Twitter dünya çapındaki popülaritesini gün geçtikçe arttırmış ve içerdiği uygulamaların programlama arayüzünün kısa mesaj gönderim ve alımı konusundaki olanaklarıyla internet dünyasının SMS’i (kısa mesaj) olarak anılmaya başlamıştır. Twitter’daki temel mantık kişinin, 140 karakter ile ne durumda olduğunu, ne düşündüğünü, ne hissettiğini takipçileri ile paylaşması üzerine kuruludur. Yazılanlar (tweetlerini gizlemediği takdirde) kullanıcının sayfasına gelen herkes tarafından görülebilir. Twitter’da mesajlarda geçen konu ya da kavramların, geçiş yoğunluğuna göre listelendiği Trend Topics isimli biri sistem bulunmaktadır. O zaman diliminde Twitter’da en çok ne konuşuluyor ise, bu konular liste halinde kullanıcıya sunulmaktadır. Twitter aynı zamanda fotoğraf ve video paylaşımına imkân sağlamaktadır. “Dünyada 225 milyon insan Twitter kullanmakta ve her gün 250 milyondan fazla tweet atılmaktadır. Türkiye’de ise bu sayı 5 milyon civarındadır (Sanal alem, 201).” Lady Gaga, toplam 18.3 milyon takipçiyle bu alanda lider konumdadır. Onu, 16.6 milyon takipçiyle Justin Bieber ve 14.1 milyon takipçiyle Katy Parry izlemektedir. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2 milyon 739 bin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2 milyon 258 bin takipçisi bulunmaktadır. Cem Yılmaz’ın ise 3 milyon 400 bin takipçiyle Türkiye’de en çok takip edilen ünlü konumundadır. Çok kısa sürede ünlü/ünsüz kişilerin, resmi ve özel kurumların kendilerine yer buldukları Twitter aynı zamanda son derece dinamik bir gazetecilik ortamına sahiptir. Tüm yayın kuruluşları TwiTter’a link vermekte, resmi hesapları üzerinden ileti transferi yapmakta, okurlarıyla ilişki kurmakta ve iyi haberlerini sadece internet sayfasına koymakla yetinmeyerek, mutlaka Twitter üzerinden de servis etmektedir. Hemen hemen tüm gazeteciler, genellikle “kurumsal değil, kendi şahsi görüşlerimdir” ibaresiyle bu sosyal medyada yer almakta, 140 karakter ile yoğun bir gazetecilik yapmışlardır. Twitter’ın en etkin ve popüler kullanıcılarının başında ünlü gazeteciler gelmektedir. Nitekim Ahmet Hakan, Cüneyt Özdemir, Ece Temelkuran ve Mehmet Ali Birand gibi gazeteciler sadece diğer gazeteciler arasında değil, tüm kullanıcılar arasında da en popüler isimlerdir. Sözgelimi Ahmet Hakan’ın 653 bin 639, Cüneyt Özdemir’in 1 milyon 167 bin 597, Ece Temelkuran’ın 492 bin takipçisi bulunmaktadır. Pek çok gazeteci artık Twitter’da birbirlerine haber atlatmakta, haberler, özellikle de yorumlar yoğun bir şekilde bu ortamı beslemektedir. Twitter’daki popüler tartışmalar, güncel topicler, hashtag’lerin (bir konuyu belirlemek ve ayrıştırmak için kullanılan # işareti, Twitter bu işaretle birlikte yazılan sözcüklere link koyar, böylece bu sözcüğü içeren linklere erişilebilir), yanı sıra herhangi bir konu ile ilgili kelime arama özelliği sayesinde pek çok gazetecinin ilgili konuya ilişkin yazdıkları takip edilebilmektedir. Gazetecilerin ve diğer insanların yoğun bir şekilde katkı sağladığı Twitter, bazı okurlar için internet ve basılı gazetelerden daha dinamik bir katkı sunmaktadır. Dünyada ve Türkiye’de bunun pek çok örneği bulunmaktadır. Geleneksel medyanın iletim süreçlerine takılmadan, sıradan ya da profesyonel gazeteciler tarafından atılan iletiler yoluyla Twitter gazeteciliği popülerleşmiştir. Özellikle sıradan insanların, bazı önemli olaylarda profesyonel gazetecilerden daha fazla gündemi belirleyebilmesi, yoğun bildirim, geri bildirim sunması, yurttaş gazeteciliğinin artık günümüzde bu sosyal medya sitesi Sayı 36 /Bahar 2013 281 Emel ARIK üzerinden de önemli bir açılım sağladığını göstermektedir. Sıradan yurttaşlar, artık Twitter sayesinde önemli haber kaynaklarına dönüşebilmekte ve vatandaşları ilgilendiren pek çok olay yurttaş gazeteciler tarafından Twitter aracılığıyla tüm dünyaya duyurulabilmektedir. Barack Obama’dan, sokaktaki sıradan bir insana kadar toplumun farklı katmanlarından pek çok insan bu dijital platformda söz söylemektedir. Herhangi bir haberin yakınında bulunmak, artık birer yurttaş gazeteci olmak için yeterli olmaktadır. Özellikle hemen hemen herkeste bulunan, kameralı ve internete her yerden girebilen akıllı telefonlar da yurttaş gazetecilerin imkanlarını arttırmıştır. Bazı Twitter gazetecileri, 140 karakter üzerinden yaptıkları yorum ve tespitlerle önemli bir takipçi sayısına ulaşmakta ve buradan geleneksel medyaya sıçrayarak profesyonel gazeteci ve yazar haline gelmektedir. Söz gelimi Pucca kod adıyla Twitter’da yer alan Selen Işık dönemin internet şöhretlerinden biri olmuştur. 310 bin 209 takipçiye sahip olan Pucca, sanal alemin en popüler yazarlarından biridir. Eski sevgilisini anlattığı günlüklerinin bir anda takipçi rekoru kırmasıyla şöhret olan Pucca, uzun bir süre kimliğini gizlemiş, ardından Selen Işık olarak kendini hayranlarına tanıtmıştır. Yoğun bir argoyla, kadın erkek ilişkilerini didikleyen Pucca, yazdığı kitabıyla da yoğun ilgi görmüştür. Bir diğer Twitter ünlüsü de Ceri Lewis kod ismini kullanan Ömür Özdemir’dir. Amerikalı Jery Lewis’in hayranı olduğu için kendine bu ismi seçen Özdemir’in de takipçi sayısı 116 bin 523’dir. Bir ilaç firmasında çalışırken Twitter’da yorum yapmaya başlayan Özdemir, güncel meseleler üzerine yaptığı değerlendirmelerle popülerliğini arttırmaktadır. Twitter’daki ünü sayesinde radyo programı yapmaya, ünlülerle arkadaş olmaya başlayan Özdemir sanal ortamın tanınan figürlerinden biri olmuştur. Pucca ve Ceri Levis kod isimleriyle internette şöhreti yakalayan Selen ışık Hürriyet Gazetesi’nde, Ömür Özdemir ise Vatan Gazetesi’nde köşe yazarı olmuş ve Twitter’dan geleneksel medyaya geçiş yapmıştır. Etkileşimi ve katılımı artıran medya teknolojileri ve dijital araçlar yurttaş gazeteciliğinin etkisini de her geçen gün artırmaktadır. Asya’daki tsunami facialarının detaylarının duyurulması, Londra’daki terör faaliyetlerinin açıklığa kavuşturulmasında Twitter gazeteciliği önemli rol oynamıştır. Londra’daki saldırının ardından geçen ilk altı saatte BBC’ye olay mahallinde bulunan yurttaşlardan 1000’i aşkın fotoğraf, 4 bin kısa mesaj ve 20 bin e-posta gelmiştir. 2009 yılının Haziran ayında İran’da gerçekleştirilen seçim protestolarında ise İranlı yurttaşlar mobil telefonlar ve dijital kameralarla çektikleri fotoğraf ve videoları CNN ve BBC gibi kanallarla paylaşarak anlık muhabirlikler gerçekleştirmişlerdir. Twitter’da açılan #iranelections49 etiketi İranlıların protestolar ve seçim süreçleriyle ilgili haber ve bilgi paylaşımında bulundukları bir alan yaratmıştır. İran’da yaşananlara daha sonra abartılı bir ifade olarak tartışılabilecek Twitter Devrimi de denmiştir. Twitter, yurttaş gazeteciliği adına önemli mecralardan biridir. Dünya çağında bilgi paylaşımına, ana akım medyada yer alan bir haberin doğrulanması, yalanlanması ya da detaylandırılmasına imkân sunan ve içeriğin kullanıcılar tarafından üretildiği dijital bir platformdur. 140 karakter limiti sunan Twitter’ın anlık paylaşımları hem Tahran’dan hem de dünyanın birçok yerinden haber ve güncellemelere ulaşma imkânı sunmuştur. Bu eylemlerin her birinde sosyal medya eyleme katılanların bilgi, haber, görüş ve yorum paylaştıkları araçlar olmuştur. Yurttaş gazeteciliği ve sosyal hareketler iç içe geçmiştir (Ongun, 2013). 282 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yurttaş Gazeteciliğinin Günümüzdeki Görünümü: Twitter Gazeteciliği Örneği Türkiye’de de Van Depremi’nden Afyon’daki cephanenin patlamasına, Reyhanlı Faciası’ndan Galatasaray Üniversitesi yangınına, en önemlisi de Gezi parkı protestoları olarak başlayıp çok çeşitli muhalif tavırları içeren gösteriler biçiminde dalga dalga tüm Türkiye’ye yayılan protestolara varıncaya değin pek çok olayda Twitter geleneksel medyadan çok daha hızlı ve detaylı bir haberleşme aracı haline dönüşmüş ve gazetecilik deneyimi olmayan pek çok kişi olayları, durumları bizzat yaşayan, gözlemleyen, haber unsurlarının kaynağı ve ileteni olarak görev yapmıştır. Örneği verilen, bu tarz kitlesel olaylarda, olay mahallinde bulunan kimseler hemen durum tespitleri yapmakta, 140 karakterde özetlenen iletiler sayesinde en yaşamsal sorular yanıtlanmaya çalışılmaktadır. En son Cüneyt Özdemir Amerika’daki Twitter gazetecileriyle kurduğu iletişim sayesinde Boston Bombacısı kardeşlerin bir kayığın içinde yakalanma anını an be an Twitter’dan paylaşmış ve geleneksel medyanın donduğu bir ortamda Amerikan filmlerini anımsatan bu kovalamacanın tüm detaylarını takipçileriyle paylaşmıştır. Yine yakın dönemde Hopa, Oda TV, Şerzan Kurt gibi davaların takibinde de Twitter gazetecileri adliye habercisi olmuştur. Adliyeden ve mehkemeden davaları naklen yayınlayan gazeteciler ya da Twitter aktivistleri bu sayede iletişim yasaklarını delerek, takipçilerinin merak ettikleri davaları an be an izlemesini sağlamıştır. Burada da egemen çevrelerin baskılarına karşı Twitter aracılığıyla bir yurttaş direnişi sözkonusudur. Adliye’den haber aktaran Efkan Bolaç, konuyla ilgili şunları söylemiştir: “Sosyal medya ve akıllı telefonların gelişmesi neredeyse herkesi yazar veya gazeteci yapmış, tanık olduğu olayları kendi gözüyle takipçilerine anlatmaya başlamıştır. Aslında bu durum bir anlamda ana akım medya kanalında tehlikeli bir durum, iktidar yönlendirmesi dışında da bağımsız kaynaklarca aktarım yapılabileceğinin de ispatı olarak görülmelidir. An itibariyle sosyal medya gelişimi açıkça haber alma anlamında çok büyük katkılar sağlamakta olup, sağlıklı gelişiminin devamı suni denge anlamında yapılmak istenen dezenformasyonları boşa çıkarabilecek kapasitededir. Dileğim; gelişmeye açık bu kanalın sağlıklı olarak gelişimin devamını sağlayabilmek ve haber alma hakkı anlamında yeni bir mecranın var olduğunun gösterilebilmektir.” Yine Twitter aracılığıyla gazetecilik yapan Elif Ilgaz Peri de, bu yeni aracın gücünü şu sözlerle dile getirmektedir: “Türkiye’de son dönemde büyük bir korku imparatorluğu yaratıldı. Bunun ilk icraatlarından biri de gazetecileri susturmak oldu. Muhalif gazeteciler birer birer tutuklandı, cezaevine atıldı. Aylar süren bekleyişin ardından çıkan iddianamelerde gazetecilik ve gazetecilik faaliyetleri yargılandı. Ama bu haberi ne gazeteler gördü, ne de televizyonlar. Tutuklanmayan gazeteciler ise, teker teker işten çıkarıldı. Onların da haberleri yapılamadı. Şu an ana akım medyada bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda gazeteci kaldı. İşte böylesi bir dönemde ‘Twitter gazeteciliği’ doğdu. İlk kez bir davayı canlı aktarmayı arkadaşımız Kumru Başer başlattı. O gün ‘Twitter camiası’ Hopa Davası’nı tüm detaylarıyla ondan takip etti. Sanırım bu dünyada da bir ilkti. İlk kez bir dava Twitterdan hem de 12 saat boyunca ‘canlı’ verildi. Yine aynı gün ben de Cihan Kırmızıgül’ün Puşi Davası’nı Beşiktaş Adliyesi’nden aktardım. O günden sonra gittiğimiz davalardan hepimiz haber geçmeye başladık. Son olarak ben ve arkadaşlarım Oda TV Davası’nı takip ettik. Giderek tecrübe kazandığımızdan sekiz duruşmalık bu seri davayı bir grup arkadaşımız da İngilizceye çevirerek tüm dünyaya duyurdu. Böylece Oda TV Davası, Türk basınında bulamadığı yeri, yabancı basında buldu. Görünen o ki, gazete patronları devlet ihalelerine girdiği, başbakan düzlediği toplantılarla gazetecilere ‘mesleklerinin sınırlarını’ çizdiği yani basın özgürleşemediği sürece bizler haberlerimizi bu yeni mecradan, Twitter’dan yapmayı sürdüreceğiz. Yaşasın Twitter gazeteciliği! (Koçak, 2012)” Sayı 36 /Bahar 2013 283 Emel ARIK Twitter gazeteciliğinin bir yurttaş hareketi olarak gelişme potansiyeli pek çok kişinin bu amaç doğrultusunda örgütlenmesini beraberinde getirmiştir. Sosyal medya giderek yurttaş gazeteciliğinin önemli bir zemini olarak değerlendirilirken Facebook ve özellikle de Twitter bu aktivist hareketlerin örgütlenmesine önemli katkı yapmaktadır. “Ana akım medyanın filtreli habercilik anlayışına karşılık tarafsız haberciliği savunan bağımsız bir karşı medya hareketi olarak ortaya çıkan 140 Journos ise Facebook ve Twitter üzerinden yayın yapan bir yurttaş gazeteciliği örneğidir. 19 Ocak 2012 tarihinde Twitter merkezli yayın hayatına başlayan 140 Journos, ana akım medyanın bulunmadığı veya yeterince işlemediği olaylara dair takipçilerine haber içeriği sunmaktadır. Alandan röportajlar, fotoğraflar ve canlı yayınlarla olayların nabzını tutmaktadır. Bağımsız, filtresiz, hızlı haber sunmayı, tarafsız yaklaşım iddiasıyla toplumun her kesimini, olup bitenlerden haberdar ederek toplumsal farkındalığı arttırmayı ve medya atmosferini değiştirmeyi amaçlayan 140journos; tüm akıllı telefon ve tablet bilgisayarlara ücretsiz olarak indirilebilecek bir vatandaş haberciliği uygulaması (application) geliştirmek üzere çalışmalarını sürdürmektedir. Aynı şekilde Ötekilerin Postası da yine Facebook ve Twitter üzerinden yayın yapan bir yurttaş gazeteciliği girişimidir. Daha önce Facebook’ta Açlık Grevi Postası adıyla bir araya gelen grup, bugün Ötekilerin Postası adıyla tüm “ötekilerin sesi” olmayı hedeflemektedir ( Ongun, 2013). “ Twitter gazeteciliğinin yurttaş gazeteciliğini geliştirdiği ve pekiştirdiği açıktır. Artık, herkesin belli anlarda haberin unsurlarını üretebildiği bir ortam, enformasyon iletimi konusunda bir çeşitlenmeyi ve görece özgür hissetmeyi de beraberinde getirmiştir. Öte yandan bütün olumlanan mevcut ve potansiyel nitelikleri yanında temel sorun, geleneksel medyanın süzgeçlerinden geçmeyen tweetlerin manüpilatif olmaları ve haber olma yeterliliği taşımamasıdır. Herhangi bir editoryal süreçten geçmeden sunulan iletilerin yalan, yanlı ve yönlendirici olma ihtimali Twitter gazeteciliğin güvenilirliğinin ve niteliğinin sorgulanmasını beraberinde getirmektedir. Buradan yayılan söylentilerin bazılarının doğru olmaması, buradan alınan enformasyonun ne derece “doğrulanmış ve editoryal aşamalardan geçmiş” bir haber olarak nitelendirilebileceği önemli bir sorun olarak karşımızda bulunmaktadır. Bu yüzden bazı iletişimciler Twitter’ı bir haber merkezi gibi değil, bir eğlence alanı olarak gördüklerini söylemekten kaçınmamaktadır. Sözgelimi önemli medya profesyonellerinden biri olan Serdar Turgut, Twitter’daki yoğun ileti alışverişini bir gazetecilik olarak değil, eğlence olarak gördüğünü söylemektedir: “Twitter’ı bir haber mecrası olarak görmüyorum. Eğlence olarak görüyorum. Çok fazla etiksel tartışmaların üzerinde dönmesini çok doğal karşılamıyorum. Haberin pratik yerlerden alınmasından yanayım. Dedikodu ve söylentiler olduğu için de (Twitter) eğlence mecrasıdır.” ( Bora, 2011) Akademisyen Aslı Tunç da Twitter’ın gazeteciler için adeta mayınlı bir tarla olduğunu, çünkü dedikodu, söylenti ve haber kırıntılarının bu ortamda birbirine karıştığını ileri sürmektedir. “ Twitter dedikoduyla gerçek haberin sınırının hızla flulaştığı bir alan. Gazeteciler doğruluğunu kontrol etmeden, anlık heyecanla gördükleri mesajları tekrar dolaşıma sokuveriyorlar. Re-tweet’le dedikodunun oradan oraya hızla gidip gelmesine engel olmak çok zor. Twitter gazeteciler için çok etkin bir araç olabilir kuşkusuz. Twitter’ı iyi kullanan bir gazeteci, anaakım medyanın es geçtiği, görmezden geldiği ayrıntıları, kişisel gözlemlerini de katarak paylaşmalı. Sosyal medya ne yazık ki gazetecinin kamusal sorumluluğu ve etik gibi kavramları daha kaygan bir zemine taşıyor. 284 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yurttaş Gazeteciliğinin Günümüzdeki Görünümü: Twitter Gazeteciliği Örneği Haber atlatma ve hız uğruna yine de bu kavramlar feda edilmemeli ( Bora, 2011).” Dolayısıyla twiter bir yandan son derece hızlı ve dinamik bir habercilik sunarken, diğer taraftan son derece kişisel ve subjektif öğelerin de aktarım sürecine yansımasına imkan sağlamaktadır. Özellikle profesyonel gazetecilerin bu zeminde aktif olarak yer almaları, bir yandan haberlerin inandırıcılığını arttırmakta, ancak diğer yanda doğru olamayan enformasyonların yayılımını hızlandırmaktadır. Sonuç Yeni iletişim teknolojilerinin ve internetin gelişmesi gazetecilik pratiklerini önemli ölçüde değiştirmiştir. 2000’li yıllarla birlikte sosyal medyanın yaşamımızda kapladığı alanın genişlemesi de bu dönüşümün hızlanmasına neden olmuştur. Yoğun bir şekilde deneyimlediğimiz sosyal medya, özellikle Twitter gazetecilik ortamına ciddi katkı sağlamıştır. Gazeteciliği hızlandıran, kısaltan ve anında mesajın tüm dünyaya birden inetraktif bir şekilde ulaşmasını sağlayan Twitter, tüm medya ortamının dahil olduğu bir platform haline gelmiştir. Resmi veya gayrı resmi tüm gazete ve gazetecilerin dahil olduğu Twitter, pek çok insanın gündemi takip ettiği bir medya platformuna dönüşmüştür. Aynı anda hem ünlü, profesyonel gazetecilerin, hem de sıradan insanların benzer konularda attığı iletiler, okurlar için kimi zaman sürat, kimi zaman çoğulculuk, kimi zaman da muhalefet imkanı sağlamaktadır. 90’lı yıllarda Amerika’da ortaya çıkan yurttaş gazeteciliği özellikle internetin devreye girmesiyle, yoğun bir şekilde sanal aleme taşınmış ve kamu gündeminde kendisine yer bulmuştur. Yurttaş haberciliğinin yolunun Twitter gazeteciliği ile kesişmesi ise son derece işlevsel bir işbirliğinin de habercisi olmuştur. Twitter’da sıradan insanların da gazetecilik yapabilmeleri, seslerini duyurabilmeleri ve hak odaklı bir yayıncılık için son derece işlevsel bir araç olması onu yurttaş gazeteciliğinin temel zeminlerinden biri haline getirmiştir. Dolayısıyla günümüzde yurttaş gazeteciliğinin en dinamik alanlarından birinin Twitter olduğunu söylemek yanlış olmaz. Twitter çok kısa sürede Kore’den Çin’e, İran’dan Suriye’ye varıncaya değin dünyanın pek çok ülkesinde haberin en sıcak olduğu dakikalarda herkesin takip ettiği bir paylaşım odağı olmuştur. Ülkemizde de, yaşanan felaket ve terör olaylarında, gündemin en hızlı takip edilebildiği alanların başında Twitter gelmektedir. Gazetecilik için böylesine önemli bir misyonu yerine getiren bu sosyal paylaşım sitesi, bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da yurttaş gazeteciliği yapmak isteyenlerin birincil zemini olmaya devam edecek görünmektedir. Özellikle Gezi Parkı olayları sosyal medyanın, özellikle de Twitter’ın gücünü göstermesi bakımından son derece önemli veriler içermektedir. İlerleyen yıllarda sosyal medyanın ve Twitter’ın gücünden bahsedildiği zaman mutlaka anılacak olan bu dönem, aynı zamanda yurttaş gazeteciliğinin en yoğun gerçekleştiği bir dönem olarak karşımızda durmaktadır. Bir taraftan hız, diğer yandan editoryal süzgeçlerin dışında doğru-yanlış yoğun bir haber aktarım trafiği, özellikle egemen medyanın “sustuğu” bu dönemde Twitter gazeteciliğinin önemini daha da arttırmış, pek çok insan gündemi anaakım haber kanallarından değil, Twitter’dan takip etmiştir. Sayı 36 /Bahar 2013 285 Emel ARIK Kaynakça Alankuş, Sevda, (2009). “Yeni Habercilik Arayışları: Hak Odaklı Habercilik, Yurttaş Gazeteciliği, Barış Gazeteciliği”, Sevda Alankuş (der.), Gazeteciliğe Başlarken, İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları. Bora, Nihan, (2011). “Gazeteci Twitter’da hür mü?”, http://www.ntvmsnbc.com/ id/25240668/. Erişim Tarihi:12.8.2011. Breakenridge, Deirdre, (2008). Pr2.0 New Medis, New Tools, New Audiences, New Jersey: FT Press. Castells, Manuel, (2004). “An Introduction to the Information Age”, Frank Webster (Ed.), The Information Society Reader, London:Routledge. Castells, Manuel, (2009). “The Rise of the Network Society : Volume I: The Information Age: Economy, Society, and Culture”, London: Blackwell Publishing. Çelikel, Tolga, (2013). “Türkiye Spor Medyasında İçerik Çeşitliliği: Günlük Gazeteler ve Futbol Blogları Arası Bir Karşılaştırma”, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı: 18, s. 110-122. Duran, Ragıp, (2005). Yurtaş Gazeteciliği, İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları. Gane, N. ve Beer, D., (2008). New Media: The Key Concepts, Oxford: Bergpublishers Publishing Geray, Haluk, (2003). İletişim ve Teknoloji Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni Medya, Ankara: Ütopya Yayınları. 2012. Koçak, Esra, (2012). “Yaşasın Twitter gazeteciliği!”, Birgün Gazetesi, 11 Ocak Manovich, Lev, (2002). The Language of New Media, Cambridge: The MIT Press. Milliyet, 23 Ocak 2012, “Sosyal medya coştu ‘sanal alem’ zıpladı”. Ongun, Ömer (2013) “Gazeteciliğin Tarifi Değişiyor”, http://bianet.org/biamag/ ifade-ozgurlugu/144054-gazeteciligin-tarifi-degisiyor. Erişim Tarihi: 2.2.2013. Seib, P. ve Kathy F., (1997). Journalism Ethics, USA: Harcourt Brace College Publishers. Sertbal, Kerem, (2012). “Sosyal medya nedir?” http://blogenki.com/icerik_goster. php?id=134. Erişim Tarihi: 10.04.2013. Timisi, Nilüfer, (2003). Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi, Ankara: Dost Yayınevi. Uzun, Ruhdan, (2006). “Gazetecilikte Yeni Bir Yönelim: Yurttaş Gazeteciliği”. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 16, s. 633-656. 286 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yurttaş Gazeteciliğinin Günümüzdeki Görünümü: Twitter Gazeteciliği Örneği White, Connie M., (2012). Social Media, Crisis Communication, and Emergency Management: Leveraging Web 2.0 Technologies, CRC Press, Taylor and Francis. Yu, Yeon-Jung, (2003). “OhmyNews Makes Every Citizen a Reporter”, Japan Media Review, http://www.japanmediareview.com/japan/internet/1063672919.php. Erişim Tarihi: 10.04.2013. Sayı 36 /Bahar 2013 287 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim A New Field in Communication Studies: Financial Communication Gökhan GÖKGÖZ Uzman, Dr., Gazi Üniversitesi E-posta:[email protected] Anahtar Kelimeler: Finansallaşma, Finansal İletişim, Beklenti Yönetimi, Merkez Bankası, Medyalaşma, Parasal Teori, Rasyonel Beklentiler, Para Politikası Hikâyesi, Bilişsel Kapitalizm. Keywords: Financialization, Financial Communication, Expectation Management, Central Bank, Mediatization, Monetarist Theory, Rational Expectations, Monetary Policy Story, Cognitive Capitalism. Öz 1970’li yıllar toplumsal ve politik tarih açısından önemli bir uğrağı temsil eder. Bu yılların başında yaşanan kriz, ekonominin işleyiş süreçlerini, devletin yapısını ve toplumsal alanın tasavvur edilme biçimini büyük ölçüde değiştirmiştir. Bu dönemde, finansal sermaye, kapitalizm içerisinde bir hegemonik lider olarak ön plana çıkmış; devlet, bir yandan üretimin çekirdeğinden uzak bir yerde konumlandırılırken diğer yandan paranın dolaşım kanallarının rehabilitasyonu işine odaklanmış; insana ilişkin değerler, kültürel mefhumlar ve toplumsal pratikler ise birer değişken olarak ekonomi-politikanın merkezine taşınmıştır. Kültür ile ekonomi arasındaki geleneksel ilişki bozulmuş; bir ekonomi-politikanın başarısı, toplumsal aktörlere temas etme kabiliyeti ile paralel hale gelmiştir. Finansallaşma sürecinde bu temas, iletişim politikaları vasıtasıyla sağlanır; ekonomi-politika ve bundan sorumlu merkezi kurumlarla toplumsal alan arasındaki bağ, iletişim stratejileri üzerinden kurulur; ekonomik alan ile kültürel alan arasındaki boşluk, iletişim kanalları içerisinden taşınan enformasyon marifetiyle doldurulur; insana ilişkin öngörülemezlikler, iletişim süreçleri vasıtasıyla öngörülebilir kılınır. Bu çalışmada, iletişim çalışmaları içerisinde yeni bir mecra olarak çağrılan “finansal iletişim”in farklı temas noktalarına işaret edilecek ve her bir uğrağın finansal iletişim alanına bağlandığı nokta, modeller üzerinden gösterilecektir. Abstract 1970s represents an important moment in terms of the social and political history. The crisis at the beginning of this years has changed work process of the economy, the structure of the state and way to imagine the social space. In this period, the financial capital came into prominence as a hegemonic leader in capitalism; the state, on the one hand positioned in a place away from the core of production, on the other hand focused rehabilitation of circulation canals of money; human values, cultural senses and social practices moved to the center of economic policy as a variable. The traditional relationship between economy and culture has changed; the success of an ekonomic policy have become paralel with the ability to contact the social actors. This contact in the process of financialisation is provided through communication policies; the link between economic policy, the central authorities responsible for it and social space is established through communication strategies; the gap between economic and cultural field are filled by means of information carried through channels of communication; human unpredictability is predictable through communication processes. In this paper will be indicated different contact points of “financial communication” called as a new field in communication studies and the point that each moment is connected to financial communication field will be displayed via models. Gökhan GÖKGÖZ Giriş 1970’li yıllar toplumsal ve politik tarih açısından önemli bir uğrağı temsil eder. Bu yılların başında yaşanan kriz, yalnızca ekonominin işleyiş süreçlerini değiştirmekle kalmamış, devletin yapısında ve toplumsal alanın tasavvur edilme biçiminde de önemli değişimleri beraberinde getirmiştir. Kriz sürecinden çıkma çabası, kuşkusuz üretim ilişkileri alanında gündeme gelen daha esnek istihdam biçimleri ve otomasyon teknolojileri üzerinden de okunabilir ancak, bu yeni dönemdeki en önemli gelişme, farklı bir sermaye biçiminin kapitalist ekonomi içerisindeki hegemonik liderliği eline almasıdır. “Finansal sermaye”, artık, bir yandan ideal bir ekonomik büyüme modelini tarif edip, bu model içerisinde paranın küresel çevrimini merkezi bir noktaya yerleştirirken, bir yandan da ulusal ekonomilerin küresel alana eklemlenmek için geçmek zorunda oldukları “finansallaşma” uğrağının nirengi noktalarını belirler. Bu nokta önemli: zira finansallaşma, sanayi sermayesinin itici gücü oluşturduğu geleneksel bir büyüme retoriğinden farklı olarak, önkoşullarını toplumsal ve kültürel alanda bulur; ekonomi-politik alanla toplumsalkültürel alan arasında varsayılan geleneksel ilişki böylece bir anda bozulur; kültür, ekonominin zeminine yerleşiverir. Bu noktadan itibaren “finansal iletişim”, toplumsal alana “gömülme” arzusu duyan bir ekonomi-politikanın alet çantasındaki en önemli araç olarak yerini alır. Finansallaşma, kısaca, yerel bir toplumsal alandaki tüm politik ve kültürel unsurların, paranın küresel coğrafyasına dâhil olma sürecinde harekete geçirilmesini ifade eder. 1970 krizi ile birlikte çöken Bretton Woods sistemi sonrası “paranın maddi temeli ortadan kalktığından” (Arın, 2003: 575), bir başka deyişle paranın ilişkilendirildiği altın gibi bir sabite artık kalmadığından, paranın değerlenmesini sağlayacak ve ulusal paranın etrafındaki bir toplumsal biradalığı harekete geçirecek ek mekânizmalara ihtiyaç duyulur. Paranın ekonomik zemininin ideolojik bir zeminle yer değiştirdiği bu süreçte, küresel düzenleyici aktörlerin önerdiği ekonomi-politik reçeteler kadar, ulusal düzenleyici kuruluşların kendi etkinlik alanı içerisindeki toplumsal kadastro ile kurduğu iletişim de büyük önem arz eder. Bir toplumsal alan içerisinde hareket eden bireylerin, ekonominin gidişatına ilişkin bakış açısı, ekonomik görünüme ilişkin paylaştıkları anlam, geleceğe dönük beklentileri ve bu doğrultuda gerçekleştirdikleri pratikler, hem ulusal ekonomik performansın hem de küresel alandaki paranın o ulusal alana göstereceği “teveccüh”ün önkoşulu haline gelir. Finansal bir ekonomi ve sıcak paraya yaslanan bir büyüme retoriği, toplumsal aktörlerin kültürel-bilişsel özelliklerini dışarıda bırakarak kendisini yeniden üretemez; farklı beklentilere sahip insanlara rağmen varolamaz. Finansal iletişim, bu kültürel-bilişsel alana seslenecek ve bireylerin beklentilerine odaklanacak bir kanal olarak bu noktaya kurulur. “Beklenti yönetimi”, bu nedenle, finansallaşma sürecindeki kritik konuların başında gelir (Blinder vd., 2008). Ulusal düzenleyici kuruluşların parasal hedefleri ile beklentileri yönetme becerileri arasında doğrudan bir ilişki vardır. “Gelişmekte olan” ülkelerin içine çekildiği, enflasyonla mücadele etrafında şekillenen ve bu doğrultuda kalkınma, istihdam vb. vurguları geri plana iten büyüme retoriği (Yeldan, 2010: 20), hedeflenen enflasyon oranına ulaşma kapasitesi ile politik iktidarların ulusal toplumsal kadastro üzerindeki hegemonya kurma becerisi arasında bir paralelliği gerektirir. Bireylerin ekonomik 289 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim gidişata ilişkin duydukları “güven”, enflasyonun aşağı yönlü hareketinin temel işlemsel değeri olarak kurulur. Toplumsal aktörlerin uygulanmakta olan ekonomi-politikaya ilişkin olumlu hissiyatı, bir yandan örneğin yastık altında tutulan paraların finansal piyasalarla buluşmasını ve/veya hanehalkı gelirlerinin mortgage kredilerine aktarılmasını mümkün kılarken1 bir yandan da ulusal alana girmeye hevesli finansal sermayeye toplumsal risklerden arınmış bir alan sağlar. Düşük döviz kuru ve yüksek faiz esasında çalışan ulusal para politikası, ancak bu toplumsal ve ideolojik bağ marifetiyle küresel finansal sermaye ile buluşur. Finansal iletişim, bu ideolojik alanın hemen yanı başında yer alır; paranın mevcut kabullerine bükülen bir toplumsal hegemonya, finansal iletişim süreçleri üzerinden yükselir. “Finansal İletişim”i Kavramsallaştırmak Finansal piyasalar ile toplumsal hegemonya arasında kurulan bir ilişkiyi gündeme getirmek, devletin ideolojik kapasitesinden de bahis açmayı gerektirir; zira, bu iki farklı kategori arasındaki bağ ancak devlet üzerinden kurulabilir. Ekonomik ve toplumsal olan, ancak politik alan marifetiyle birbirine bağlanır. Bu noktada devleti nasıl tasavvur ettiğimiz kritik önemdedir; devleti tasavvur etme biçimimiz, finansal iletişim süreçlerini ele alma biçimimizle doğrudan ilişkili bir hal olarak kendisini gösterir. Zira, devleti, a priori bir şekilde sermayenin bir uzantısı ve/veya modern bürokrasinin somutlaşmış bir hali olarak görmek yerine, ekonomi ile toplum arasındaki ilişkinin, sermaye ile emeğin ilişkisinin bir başka deyişle, somut bir çıktısı olarak düşünmek gerekir. Jessop’un belirttiği üzere, devleti, “kapitalist piyasa güçlerinin mantığını boylu boyunca kesen politik bir rasyonalite” (Jessop, 2008: 202) olarak düşünmek gerekir. Devleti, “monolitik” bir blok olarak tasavvur etmek yerine, farklı ekonomik, politik, kültürel ve sınıfsal çıkarların göreli ağırlıkları arasındaki bir ilişki olarak; toplumsal alandaki mikro-düzeydeki iktidar ilişkilerinin üzerinde yükselen bir makro-biçim olarak kavramsallaştırmak gerekir. Poulantzas’ı izleyerek söyleyecek olursak, devleti, “monolitik bir blok değil, stratejik bir alan olarak” (Poulantzas, 2004: 41,154) görmek gerekir. Bu tarz bir düşünüş, devleti “ilişkisel” ve dolayısıyla “dinamik” bir yapı olarak tasavvur etmeyi sağlayacağı gibi, bu dinamik yapıyı sürekli olarak yeniden üretmeye odaklanmış iletişim süreçlerinin devlet içindeki artan ağırlığını tespit etmemize de imkân tanır. Finansal iletişim, devletin demokratikleşmesi, sivilleşmesi, şeffaflaşması gündemine paralel olarak artan bu iletişim gündeminin hemen yanı başında kendisini ortaya koyar. Bu tasavvur etme biçimi, sermaye ile devlet arasındaki ilişkiye dair de bir şey söyler. Bu iki kategori arasındaki ilişkide birini diğerine araçsal bir statüde görmek yerine, karşılıklılığı ve stratejik-ilişkisel birlikteliği ön plana çıkarır. Zira Jessop’a göre, “eğer ekonomik girdilerin sermayenin ihtiyaçlarına cevap veren yasal ya da politik çıktılara otomatik çevirisi olsaydı, o zaman hukukun ya da devletin hiçbir özerkliği olmazdı. Hukuk ve devlet, daima verili bir girdiyi verili bir çıktıya çeviren ve girdilerle çıktılar arasındaki ilişkiyi çeşitlendiremeyen ‘gereksiz makinelerden’ başka bir şey olmazdı” (2008: 140). Buna göre, örneğin parasal hedefler açısından, vergi gelirlerinin artması ve 1 Bu konuya ilişkin olarak Akerlof ve Shiller’in basit bir dille ifade ettiği üzere, “İnsanlar güven duyduklarında dışarı çıkar ve satın alırlar; güvensiz olduklarında ise geri çekilir ve satarlar” (2010: 33). Finansal iletişim, tam da bu “güven”i inşa etmeye dönük olarak kurulur. Sayı 36 /Bahar 2013 290 Gökhan GÖKGÖZ devlet elitlerinin sınıfsal yeniden üretimi ile finansal sermayenin faiz getirilerinin artması ve bütün olarak sermaye sınıfının çıkarı arasında bir karşılıklılığın olduğu söylenebilir. Bu iki süreç, birbirini öncelemez, göreli olarak farklı güzergâhlar izler, “aralarında mutlak bir ayrılık –ya da aynılık (y.n)- yoktur” (Bonefeld ve Holloway, 2007: 137); ancak Bourdieu’nun “ontolojik suç ortaklığı” (2003: 119) diye ifade ettiği üzere, sürekli olarak birbirini dengeler, devletin alanı içerisinde toplanan bir birlikteliğe referansla değerlendirilebilir. Poulantzas’ın (2004) devletin kurumsal varlığı ile devletin alanı arasında yaptığı ayrım bu noktada önemli: zira yalnızca zor ile ikna ve/veya bürokratik süreçler ile ideolojik etki alanı arasındaki bir ayrımı gündeme getirmez, aynı zamanda finansal iletişimin mekânsal olarak nerede kurulabileceğini de işaret eder. Hiç kuşkusuz, bu ayrım özellikle neo-liberalizmin referansları esasında düşünüldüğünde daha da somut bir hale bürünür. Zira, finansallaşma sürecinde toplumsal aktörlerin bilişsel yapılarının, beklentilerinin, psikolojilerinin ve kültürün, hatta solunan tarihin bile2 bir değişken olarak ekonomi-politikanın zeminine yerleşmesi, küresel alanda kesintisiz olarak dolaşıma sokulacak bir büyüme modelinin ve iletişim stratejisinin olmadığı sonucuna doğrudan bizi götürür. Blinder’in başka bir açıdan da olsa, “söz konusu iletişim politikası olduğunda, tek bir biçim tüm merkez bankalarına uymaz” (2008: 27) demesinin nedeni de budur. Buradaki boşluk, ulusal devlet ve onun hegemonik kapasitesi tarafından doldurulacaktır. Ancak bu sürece eşlik eden, bir yandan finansallaşma sürecinde ekonominin toplumsala gömülme yönelimini ve bu yönelim içerisinde ulusal devletin merkeziliğinin altını önemli çizerken diğer yandan devletin geri çekilmesini, üretimin çekirdeğinden uzak bir yerde konumlanmasını salık veren bir başka mefhum daha vardır ki, bu iki paralel süreç ve/veya mefhum arasındaki denge, merkez bankası benzeri “bağımsız” düzenleyici kuruluşlar üzerinden sağlanır. Zira, Hirsch’in de belirttiği gibi, kapitalizmin finansallaşma süreci “yalnızca piyasa ekonomisi olarak varlığını sürdüremez” (Hirsch, 2011: 32). Devletin kurumsal varlığından “bağımsız” ancak devletin alanı içerisinde “kayıtlı” bir merkez bankası vasıtasıyla hem küresel finansal sermayenin talepleri hem de yerel toplumsal aktörlerin ihtiyaçları birbirine bağlanır. Geleneksel olarak “katı” iktisadi sıfatlarla tanımlanan merkez bankası gibi örgütler, üzerinde toplumsal aktörlerin gezindiği ve enformasyon paylaşımının gerçekleştirdiği birer kamusal mekân olarak yeniden kurulur. En nihayetinde finansal iletişim çalışmaları, bu enformasyonun içinden aktığı söylem, dil vb. kanalları, bu enformasyonun hedeflediği toplumsal aktörleri, beklentileri, psikolojileri, bilişleri ve bu enformasyonun büküldüğü ekonomi-politik ve toplumsal yapıları eş zamanlı olarak ele almak durumundadır. Finansal iletişim dediğimizde, anlaşıldığı üzere, ekonomik alandan kültürel alana doğru uzanan, paranın küresel çevrimine ve en sıradan gündelik pratiklere eş zamanlı olarak temas eden, toplumsal alanda farklı nesnel konumlara sahip aktörleri devletin alanı içerisinde birbiriyle konuşturan bir süreçten bahsediyoruz. Ekonomi-politik ve kültürelideolojik içerimleri olan bu süreci ele almak, bu nedenle, medyada mülkiyetin ötesine bakan bir ekonomi-politik anlayış ile medyada temsille kendini sınırlamayan bir kültürel çalışmalar yaklaşımını, -en azından- iletişim çalışmaları içinde birbiri ile konuşturmayı zorunlu kılar. Zira finansallaşma sürecinde ekonominin ve devletin toplumsala gömülme 2 Poulantzas, “…tarihi-kültürel gelenek gibi (…) görünüşte son derece doğal bir öğe –bile- kapitalist düzende, geçmiştekinden farklı bir anlam kazanmaktadır” (2004: 109) derken, sanırım buna yakın bir şeyi işaret etmiş olmalı. 291 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim yönelimi ile finansallaşmaya eşlik eden postmodern gündem doğrultusunda toplumsal alanın kimlikler esasında parçalanması gündemi ancak bu diyalog marifetiyle birbiriyle ilişkisi içinde kavranabilir. Finansallaşma sürecinde hem küresel ekonominin, merkez bankaları ve/veya girişimci kentler arası bir ağ olarak hem devletin, mikro-iktidar alanları arası bir ağ olarak hem de toplumun, çoğul kimlikler arası bir ağ olarak kavranması, finansallaşmanın ağsal bir yapı olarak görünürlük kazanması bir başka deyişle, finansal iletişimin içerimlerinin neler olacağına da açıklık kazandırır. “Finansal İletişim”in Uğrakları Finansal piyasalara sosyolojik bir yaklaşım sergileyen Preda’ya göre, finansal piyasaların öneminin modern toplumlarda giderek belirginlik kazanması ile yine örneğin medyanın gelişmesi ve finansal enformasyonun yayılmasında, finansal işlemlerin organizasyonunda bilgisayar teknolojilerinin gelişmesi arasında bir paralellik vardır (Preda, 2007: 506-507). Dolayısıyla içinde bulunduğumuz süreçte finansal piyasalar ve iletişim ilişkisi, hem teknoloji hem de içerik üzerinden ikili bir vasıtayla kurulur. “Gelişmekte olan” ülkelerde özellikle 1980 sonrası dönemdeki “bilgisayarlaşma” ve “medyalaşma” gündemi finansallaşma gündemine paralel bir seyir izler. Nitekim Hakken de, iletişim politikalarının, bilgisayarlaşma gündemini kapsadığını, bir başka deyişle piyasalardan gelen verilerin değerlendirilmesi sonucunda elde edilen hesaplanabilir rasyonelliğin, toplumsal rasyonellik haline gelmesi çabasını içerdiğini belirtir (Hakken, 2010). Bilgisayarlaşma ve medyalaşma gündemleri arasında “enformasyon” ve onun politik güven ilişkilerinin inşa sürecindeki önemi üzerinden sağlanan temas, finansallaşma sürecinde değişen/dönüşen ekonomi ile toplum arasındaki ilişkinin bir veçhesini oluşturur. Finansallaşma sürecinde ekonomi ile toplum arasındaki ilişkinin değişmesi, kültürel unsurların, ekonomi-politikanın inşa sürecinde bir değişken olarak ele alınması dolayısıyla finansal piyasalar da, pür ekonomik süreçlerin dışından kavranarak “sosyal etkileşimin bir alanı” (Preda, 2007: 507) olarak yeniden kurulur. Aynı paralelde, “enformasyon”un da, söz konusu finansal piyasalar olunca merkezi kategorilerden birisi haline gelmesi, finansal işlemlerin üzerine yerleştiği bu toplumsal zeminle ve/veya toplumu tasavvur etme biçimiyle ilişkilidir. Buna göre toplum, farklı beklentilerden, her bir farklı kültürel varoluşa denk gelen farklı yönelimlerden ve dolayısıyla farklı çıkar gruplarından oluşur; finansal piyasalarda oluşan bir fiyat, bu farklı toplumsal konumlanışların ortak ürünüdür. Nitekim, finansallaşma sürecinde, bir ulusal ekonomik performans için temel ölçüt olan fiyat istikrarını sağlama çabası, bu doğrultuda bireylerin bu kültürel donanımlarına da seslenmek durumundadır. Finansallaşmanın genel kabullerine bükülen ekonomi-politik yapı, bireylerin bilişsel yapıları ile iletişim kurabilmelidir.3 Bu iletişim, hem bireylerin öznel-kültürel niteliklerine ilişkin belirsizliğin piyasa süreçlerini gölgelemesinin önüne geçmek hem de piyasa ile temas eden diğer toplumsal aktörlerin belirsiz bir enformasyon ile karşılaşması neticesinde beklentilerindeki bozulmayı engellemek noktasında büyük önem arzeder. Görüldüğü üzere, piyasada sağlıklı bir fiyatın oluşması, derinlikli bir finansal yapının ortaya çıkması, bireylerin en gündelik düzeyde sürdürdüğü rutinlere, 3 Bu yönelim, özellikle İtalyan Otonomistlerinin, finansallaşma dönemini “bilişsel kapitalizm” olarak çağırmalarının da temelini oluşturur. Bu konu için özellikle bkz. Vercellone, 2007; Marazzi, 2011. Sayı 36 /Bahar 2013 292 Gökhan GÖKGÖZ alışkanlıklara, pratiklere kopmaz biçimde bağlıdır ve finansal iletişim süreçleri esas olarak buraya yönelir. Bu doğrultuda, Nervaj vd. finansal iletişimin, toplumun farklı kesimleriyle yürütülen bir diyalog sürecini içerdiğini belirtirler. Bu diyalog, sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ve fiyat istikrarı için bir önkoşul olarak kendisini dayatır (Nervaj vd., 2006: 1). Bu vurgu önemli, zira toplumun uzağında bir yerde inşa edilen para politikasının ve/ veya ekonomik hedeflerin kendi başına bir anlamı olmadığını, atılacak adımların nasıl anlaşılması gerektiğinin öncelikle toplumsal aktörlere anlatılması gerektiğini işaret eder. Toplumsal alanda yürütülen bir iletişim süreci, böylece ekonomi-politikanın zeminine yerleşir; bu diyalog sürecinden yapılacak çıkarımlar, para politikasının bundan sonraki adımlarında da bir girdi olarak yerini alır. Bir ulusal alanın küresel alana eklemlenmesine ilişkin gereklilik, buna ilişkin enformasyon, öncelikle yerel alanda kullanılan dilin içinden geçerek, o yerel alandaki kültürel hassasiyetleri dikkate alan bir iletişim stratejisi vasıtasıyla toplumsal alana aktarılır. Dolayısıyla Gramsci’yi takip eden Ives’in belirttiği üzere, “Dil, anlamlandırma ve iletişimin gayri-maddiliği ile iktisat ve metaların maddiliği arasında varsayılan karşıtlığı kabul etmeye karşı çıkmak” (2011: 201) bu süreci anlamak açısından büyük önem arz eder. Zira finansal iletişim süreci, fiyat istikrarı ve ekonominin genel gidişatını sekteye uğratmayacak bir “ortak anlam”ı inşa edebilirse başarılı kabul edilir (Ehrmann ve Fratzscher, 2007: 22). Finansallaşma süreci, toplumsal alanda inşa edilen bu “anlam”a yaslanır. Bu süreçte finansal iletişimin yanı başında ilerleyen bazı kavramlardan bahsetmek gerekir: şeffaflık, hesap verebilirlik ve bağımsızlık (Şekil 1). Neo-liberalizmin temel mefhumlarından birisinin, devletin üretimin çekirdeğinden uzak bir yerde konum alması gerekliliği olduğunu daha önce belirtmiştik. Ancak buna rağmen, finansallaşma sürecinin iletişimsel, kültürel, dilsel vb. düzenleme biçimlerine zorunlu bağımlılığı nedeniyle devletin alanı ile temas etmesi de ayrı bir gerekliliktir. Politik alanın konumuna ilişkin ekonomik ve toplumsal kaynaklı bu iki zıt eğilimin, finansal iletişimin içini dolduran söz konusu kavramlar üzerinden belli bir dengeye oturtulduğu söylenebilir. Üretimin çekirdeğinden kovulan devlet, dolaşım süreçlerini rehabilite etme hedefi vasıtasıyla yeniden ekonomik süreçlerle temas eder hale gelir; devletin kurumsal varlığı, alanı piyasaya ve onun kendini has, doğal özdüzenleme biçimlerine bırakırken; devletin alanı, tüm ideolojik yetkinliğiyle sürecin merkezinde yer alır. Ön kapıdan kovulan ulusal devlet, arka kapıdan sürece yeniden dâhil olur. Akçay’ın işaret ettiği gibi, bunun gerisinde, “uluslararası para sisteminin giderek daha istikrarsız hale gelmesi ve ulusal paralar üzerindeki ‘disipline edici’ işlevini yerine getirememesi” yatar (Akçay, 2009: 23). Merkez Bankası vb. düzenleyici kuruluşların ve/veya diğer üst kurulların “bağımsızlaşması” gündeminin nedeni budur ve aynı nedenden dolayı bu kurumların, toplum nezdinde itibar katsayısı yüksek, güvenilir kurumlar/kurullar olduğu kabul edilir. Papadatos’un belirttiği üzere, modern itibari paranın yönetimi, toplumsal güce ve merkez bankasına duyulan güvene bağlıdır” (Papadatos, 2009: 188). Kazandıkları bağımsızlık marifetiyle bu kurumlar/ kurullar, devletin kurumsal varlığı ile devletin alanı, ekonomik alan ile toplumsal alan, küresel alan ile yerel alan ve en nihayetinde sermaye ile emek arasına yerleşirlerken, kendilerini tüm bu unsurlarla temas eden, paylaşımcı, şeffaf, demokratik ve yine attıkları adımlardan dolayı tüm bu unsurlara hesap verebilir bir görünüm ile donatırlar. 293 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim Şekil 1. İdeal Bir Finansal İletişim Sürecinin Bileşenleri Kaynak: CEMLA Central Bank Communication Group, 2004: 6; Nervaj, 2006: 5. Aslında tüm bu unsurlar, finansal iletişim sürecinin bir parçasını oluştururlar, bu sayede toplumsal aktörlerin, ilgili kurumlara göstereceği “itimat”, aynı paralelde ekonominin gidişatına ilişkin beklentilerini etkileyeceğinden ve daha da önemlisi “güven”le atılacak davranışları önceleyeceğinden, küresel finansal sermayenin ulusal alana göstereceği “teveccüh”e zemin teşkil ederler. Söylendiği üzere, “iletişim çerçevesi, toplumsal aktörlerin beklentilerini, merkez bankasının enflasyon hedefine demirleyebilmelidir” (Nervaj vd., 2006: 18). Hedef ile beklenti arasındaki uyum, finansal iletişim süreçleri vasıtasıyla sağlanır. Dolayısıyla finansal iletişim, devletin demokratikleşmesi ve/ veya sivilleşmesi gündeminin bir sonucu olan şeffaflık, bağımsızlık, hesap verebilirlik vurgularını içerir; sağlıklı bir finansal piyasa, varlığını öncelikle bu vurguların en güçlü biçimde yapılmasına borçludur ve en nihayetinde ilgili iletişim kanalları bu niyeti taşır, mesajın toplumsal aktörler tarafından nasıl açımlandığı ile de özel olarak ilgilenir. Buradaki mesajın, hedeflenen gruplara ve onların sınıfsal, kurumsal, kültürel niteliklerine göre farklılaşan bir mesaj olduğunu da bu noktada belirtelim.4 Lu vd., bu doğrultuda, toplumsal alanın heterojen bir niteliğe sahip olmasından hareketle, finansal iletişim süreçlerinin de bu parçalı toplumsal yapıyı dikkate alması gerektiğini belirtir. Zira, farklı toplumsal çıkarların enformasyon ihtiyacı görece birbirinden farklı olacağından, iletişim stratejisi de bu taleplere uygun bir biçim içerisinden toplumsal aktörlere seslenir. Bu özellikle yerel alandaki merkez bankası gibi düzenleyici kuruluşların yerleştiği denge halini yeniden görünür kılar; zira, bu kurumların varlığı, homojen bir ekonomi-politik yapı ile heterojen bir toplumsal-kültürel yapı arasında sürekli salınır. Finansal iletişim süreçlerinin yöneldiği bu “denge” hali, aynı zamanda bu iki alan arasındaki “ortak anlam”ın inşa edildiği yerdir. Nitekim bu “ortak anlam” kurulduğunda, dolayısıyla toplumsal aktörlerin farklı bir “anlam” peşinden gitme riski ortadan kalktığında, “para politikasının etkinliği de maksimuma ulaşır.” Böyle bir 4 Burada ima edilen, bazı gruplara, sınıflara ve/veya fraksiyonlara bir “enformasyon avantajı” sağlamak noktasından çok daha derindir. Bahtin’in deyişiyle, toplumsal alandaki farklı çıkarlara ilişkin söylemlerin, “söylem ve karşıt-söylemlerin üst-üste binmesi ve tek bir ağızda birleşmesi”ne ilişkindir (Bahtin, 2004: 209). Sayı 36 /Bahar 2013 294 Gökhan GÖKGÖZ iletişimin çerçevesi beş unsuru içerir (Şekil 2): “Enformasyonun kaynağı, enformasyon içerikleri, iletişim kanalları, hedef gruplar ve enformasyon geri bildirimleri” (Lu vd., 2009: 1).5 Bu çerçevede, özellikle enformasyon geri bildirimleri, para politikasına kararlarına katılım yönünde toplumsal aktörleri “çağırdığından” (Althusser, 1991: 39-72) ideolojik de bir mahiyet gösterir. Şekil 2. Lu vd.’nin Finansal İletişim Çerçevesi Kavramsallaştırması Kaynak: Lu vd., 2009: 2. Bu noktada, finansal iletişimin, temel olarak para politikasının yönelimine uygun bir beklenti inşasına odaklanmasının, kapitalizmin “normal” zamanlarından belki de daha fazla “kriz” dönemlerinde yararlı olduğu söylenebilir. Finansal iletişimin inşasına yöneldiği “güven, kriz zamanlarında çok yardımcı olur” (Srinivasan, 2008: 5). Zira, kriz dönemlerinde ortaya çıkan belirsizlik, bireylerin kendi gelecekleri üzerine duydukları kaygı, kriz sürecinin gelecekteki yönelimine ilişkin enformasyon sıkıntısı ile birleşince beklentilerde bozulmaya, daha temkinli atılan ekonomik adımlara (özellikle sıradan insanlar için borçlanma ve tüketim pratikleri düzeyinde) ve en nihayetinde sığ bir piyasa yapısının oluşmasına yol açar. Ekonomik alanda başlayan bir kriz hali, toplumsal alanı boydan boya kat ederek, kriz halinin bir üst düzeyde daha da derinleşmesi ile nihayetlenir. Bu durum, özellikle tükettiği oranda üretemeyen ve dolayısıyla sürekli bir cari açık riski ile yaşayan gelişmekte olan ülke ekonomilerinde, sürdürülebilir olmayan bir borç yapısını ortaya çıkarması nedeniyle daha da derinden hissedilir. Zira borçluluğun sürdürülebilirliğine dair soru işaretleri, finansal sermayenin risk algısını da olumsuz etkiler. Yerel düzeyde toplumsal algıda yaşanan bozulmaya, küresel ölçekte finansal sermayenin risk algısındaki bozulma eşlik ederek, bir yandan paranın küresel çevrimindeki sorunları daha da belirginleştirirken diğer yandan özellikle “çevre” ülke ekonomilerini bütün olarak ağır bir bunalım ile karşı karşıya bırakır. Finansal iletişim tam da burada, bu iki algıya, 5 Bu noktada bir parasal kararın, hangi kurum tarafından, nasıl bir usulle alındığı; bu karar doğrultusunda inşa edilen enformasyonun içinin nasıl doldurulduğu ve daha da önemlisi hangi amaca yöneldiği; enformasyonun miktarı/dozu; hangi iletişim kanalları kullanılarak toplumsal alana aktarıldığı ve söz konusu iletişim kanallarının bizatihi kendisinin ilgili enformasyon ve/veya mesaja müdahale kapasiteleri, çerçevelendirme yönelimleri ve en nihayetinde özel olarak hangi toplumsal grubu ve/veya sınıfı hedeflediği ayrı ayrı önem taşır. Bu noktada her bir başlığa tek tek girmek bu yazının kapsamını oldukça aşar. 295 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim finansal sermayenin ve toplumsal aktörlerin algısına seslenir, onları “olumlu bir anlam”a bükülecek biçimde yönetmeye odaklanır. Heilbroner’ın belirttiği üzere, finansal iletişim, “toplumların deneyimlerini yorumlamak ve düzenlemek yoluyla, algıya ilişkin çerçeveleri işaret eder” (Heilbroner, 1990: 103). Algılar, beklentiler, psikolojiler –ilk bakışta ekonomi ile ilgisiz bu kategoriler- doğru bir iletişim stratejisi, doğru bir söylem ve dil vasıtasıyla yönetilebilirse, kapitalizmin gemisi güvenli bir limana –bir kez daha- demirleyebilir. Bu noktada Ross, bireylerin bir kriz haline tepkilerinin beş aşamalı bir hat üzerinden ilerlediğini belirtir: Bunlar, inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenmedir (akt. Žižek, 2011). Nitekim finansal iletişim de bu toplumsal ekseni takip eder; iletişim sürecinin başarılı bir şekilde nihayetlendiği noktada (ki bu nokta aynı zamanda hegemonyanın yeniden kurulduğu noktadır), kapitalizm açısından yeni bir genişleme dalgası başlar.6 Paranın çevrimine toplumsal katılımı talep eden bu iki-yönlü (two-way) iletişim, finansal iletişim başlığı altında özellikle ideoloji çalışmalarının temas etmesi gereken bir alan gibi duruyor. Özellikle finansallaşma sürecinde, toplumsal sınıflar arasındaki “konsensüs” inşasını hedefleyen, “kültürlerarası”, “öznelerarası”, “diyalojik” bir metodolojiyi takip eden -bir tür- “yeni-korporatist ilişki” (Lu vd., 2009: 3) arayışı dikkate alındığında bu husus daha da somut bir nitelik kazanır. Bu noktada örneğin Tufte ve Mefalopulos, katılımcı iletişim gündemi ile postmodernizm arasında bir temas olduğunu belirtir. Pozitivist modernleşmenin doğrusal (lineer) enformasyon transferinin yerini diyalojik iletişim almıştır: “Bu süreç, modernleşme paradigmasının düşünsel gelişimine uygun olarak yönelimlerdeki/davranışlardaki farklılıklar üzerinden tanımlanır” (Tufte ve Mefalopulos, 2009: 1). Her ne kadar Tufte ve Mefalopulos bu vurguyu özellikle Dünya Bankasının “kalkınma” projeleri için ileri sürmüş olsalar da, finansallaşma sürecinde Merkez Bankasının –adına uygun bir biçimde- merkezinde yer aldığı iletişim süreçleri açısından da bakıldığında bu kategorileştirme aynı keskinlikte kullanılabilir.7 Zira bu diyalojik iletişim sürecinde iki şey önemli: bunlardan birincisi, toplumsal aktörlerin kendi deneyimleri ve kendi kendilerini tanımlama biçimleri vasıtasıyla içinde yer aldıkları bir diyalog süreci; ikincisi ise, bireylerin beşeri sermayelerini geliştirmelerine, toplumsal risklerle daha iyi mücadele edebilmelerine, finansal iletişim kanalları üzerinden aktarılan mesajı anlayabilmelerine imkân tanıyacak olan eğitim uygulamaları (Tablo 1). Nitekim merkez bankası, kendisini bir kamusal alan olarak kurarak birincisine, uygulamaya koyduğu finansal eğitim uygulamaları ile de ikincisine yanıt verir. Dolayısıyla finansal iletişim, finansal eğitim uygulamalarını da içermek durumundadır. 6 Bu yeni genişleme dalgasının içerimleri bu noktada doğrudan konumuz değil; zira kapitalizmin tarihinde bu “yeni” süreçlerin, eskisine nazaran daha düzenlemeci ve/veya daha katılımcı formları beraberinde getirmesi vakıa olduğu gibi, faşist ve komünist bir devlet biçimi ile eklemlendiği, yine bir savaş ekonomisi ile nihayetlendiği durumlar da vakıadır. Bu yazıda, söz konusu hususların parantez içine alındığını belirtmek gerekir. 7 Diğer yandan, özellikle finansallaşmaya tekabül eden küreselleşme sürecinin, devletin kurumsal varlığının bir adım geriden izlediği, küresel düzeyde dünya bankası, ulusal düzeyde ise merkez bankasının düğüm noktalarını oluşturduğu bir ağ üzerinden şekillendiği veri olarak alınırsa, toplumsal ve ideolojik yönleri görünür olan bu iki bankayı bir arada tutan bir yapısal birlikten, Jessop’un deyişiyle (2005: 304) “yapısal eşgüdüm-eşevrim”den de bahsetmek gerekir. Aynı ontoloji içerisinde kökleşen bu yapısal birlik, birinde yapılan tanmlamaların farklı bir düzeyde de olsa diğerinde de yapılabileceğini ima eder. Sayı 36 /Bahar 2013 296 Gökhan GÖKGÖZ Tablo 1. Tufte ve Mefalopulos’un İletişim Modları Karşılaştırması Kaynak: Tufte ve Mefalopulos, 2009: 13. Topluluk yönelimli, toplumsal aktörleri birer paydaş olarak konumlandırıp onların aktif katılımını teşvik eden, sıradan insanları karar alma süreçlerine katarak kendilerini geliştirme imkânı veren, bir enformasyona ilişkin algıların ve görüşlerin paylaşılmasını sağlayan, güvene, diyaloga ve uzlaşı arayışına yaslanan açık uçlu bir süreç olarak diyalojik iletişim, kültürel ve toplumsal açıdan ideal bir süreç olarak tasavvur edilebilir. Kendinden menkul bir kavram olarak alındığında öyledir de… Ancak özellikle ekonomipolitik koşullar, parasal hedefler sürece dâhil olduğunda ve en nihayetinde finansallaşma sürecinin birbirine kopyalanabilir beklentilere sahip bireylerden oluşan toplumsal alan arzusu dikkate alındığında, buradaki “diyaloji”nin, Bahtin’in uyardığı üzere hem bir monolojiye dönüşme riski hem de postmodern-diyalojinin temeli olan toplumsal “farklılıklar”ın “kendi tekil yalıtılmışlıklarında kapitalizmin ağır tecavüzü ile güçten düşme” (Bahtin, 2004: 19-20) potansiyeli, üzerinde hassasiyetle durulması gereken mefhumlardır. En nihayetinde finansal iletişim süreçleri açısından bakıldığında, diyaloji ve onun demokratik çağrışımlarının, paranın ve devletin mevcut kabullerine bükülen bir “ideolojik fon” olarak işlev görme hali de sürece içkin bir hal olarak dikkate alınmalıdır.8 Bu vasıtayla finansal iletişim ve ideoloji yeniden yan yana gelir. Bu noktada, bir dilbilimci olan Smart, Kanada Merkez Bankası üzerine gerçekleştirdiği bir çalışmada, para politikasını bir “hikâye” ve/veya bir “anlatı” olarak değerlendirir (Smart, 1999). Ekonominin genel gidişatına ilişkin inşa edilen bir “kurgu” (Doheny-Farina, 1993), toplumsal alana aktarılır. İnşa edilen ve maddi üretim süreçlerinden de farklı bir güzergâhı takip eden bu hikâye, bir adım sonrasında toplumsal aktörler tarafından pratiğe aktarılır, onların davranışlarını biçimlendirmelerine imkân tanıyacak bir tür “sosyolojik muhayyile” veya “bilişsel bir kaynak” olarak çalışır. Toplumsal alanda 8 Zira, örneğin insanlar arası samimi ilişkilerin ifadesi olan “güven”, söz konusu parasal çerçevenin kurulması/ korunması olduğunda bu samimiyetinden arınır, bambaşka bir gönderge ile ortaya çıkar, içi farklı bir anlamla doldurulur. 297 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim hareket eden bireyler ekonomiye ilişkin kendi beklentilerini şekillendirirken bu kaynağa sürekli olarak referans verirler, kendi deneyimleri için bu kaynağı alıntılarlar. Dolayısıyla merkez bankasının kurumsal bünyesinde geliştirilen bir hikâye, bu vasıtayla gerçekleşme imkânı bulur. Dolayısıyla merkez bankası ile toplumsal aktörler arasında kurulan iletişim, aslında finansallaşma sürecinin yapısal boyutlarıyla temas etmeyen ve/veya ilişkili olduğu üretim süreçlerini parantez içine alan, ontolojiye dokunmayan epistemolojik bir faaliyettir. Toplumsal alandaki farklı çıkarlardan toplanan bireysel hikâyeler ve öznel beklentiler daha büyük bir hikâye içerisinde birleştirilip nesnelleştirilerek, öznelerarasılığın temel eğilim olduğu bir alanda yeniden dolaşıma sokulur. Böylece farklı özne konumları, farklı beklentiler ve en nihayetinde farklı çıkarlar, aynı hikâye içerisinde birbirine temas ettirilirken, aynı zamanda hikâyenin kendisi demokratikleşir, şeffaflaşır, toplumsallaşır ve en nihayetinde meşrulaşır. Finansal iletişim, tüm bu süreçleri birbirine tutturan, aynı eksende buluşturan, aynı bağlama oturtan bir “omurga” olarak pozisyon alır (Şekil 3). Şekil 3. Smart’ın Finansal İletişim Stratejisi Tasavvuru Kaynak: Smart, 2003: 24. Merkez Bankası’nın finansallaşma sürecinin merkezi kategorisi olarak önemi buradan ileri gelir; o finansal piyasalar için temel olan enformasyon akışının hem girdisi hem çıktısı olarak kendisi kurar. Toplumsal alandan toplanan niteliksel veriler, merkez bankasının “yapısal söylemsel alan”ından süzüldükten sonra yeniden toplumsal alana giydirilir. Smart’a göre, bankasının toplumsal alana ihraç ettiği “söylem türleri”, gerek banka ile toplumsal aktörler arasındaki gerekse de toplumsal aktörlerin kendi aralarındaki diyalog sürecini belli bir çerçevede tutar: “Türlerin, banka tarafından üretilmesi ve hükümetin, finansal piyasaların, akademinin ve gazetecilerin bankaya ilişkin söylemini içeren daha geniş bir tür sistemi, katılımcılar ile kurumun konuşmasını sağlar” (Smart, 1999: 252). Dolayısıyla para politikası hikâyesi, “bilişin özel alanları ile öznelerarasılığın Sayı 36 /Bahar 2013 298 Gökhan GÖKGÖZ müzakere edildiği kamu alanları arasında arabulma hizmeti”ni yerine getirir (Smart, 1999: 253). Para politikasının ve bütün ekonominin geleceğine ilişkin “ortak anlam” ve bu anlamla uyumlu “rasyonel” toplumsal beklentiler, bireysel deneyimlerle, öznel anlatılarla ve/veya kısmi çıkarlarla merkez bankasının kurumsal çerçevesi arasındaki temas sayesinde mümkün kılınır. İki alan arasındaki temas, finansal iletişim süreçleri vasıtasıyla gerçekleşir; merkez bankası iletişim politikası metinlerinde temsil edilir.9 Bütünüyle finansal iletişimin kendisi, iletişim çalışmalarının nesnesi olmakla birlikte, -Smart’ın iletişim tasavvurunu yansıtan modelden de görüldüğü üzere- spesifik olarak medya da, bu iletişim sürecinin muhataplarından ve/veya paydaşlarından birisidir. Fuchs vd.’nin ayrımı üzerinden belirtecek olursak (2010: 197), hem medyanın mülkiyet yapısını, medya sermayesinin özellikle finansal piyasalarla temas eden diğer iş alanlarındaki faaliyetlerini veya –tersi yönden- finansal sermayenin medya endüstrilerindeki pozisyonunu içeren, dolayısıyla kendi varoluşsal kaynaklarını finansallaşmanın derinleşmesinde bulan “meta formu”10, hem de özellikle ekonomi haberciliği ve/veya finans medyası ile finansal piyasalar ve düzenleyici kuruluşlar arasındaki yakınsama düzeyinin11 somut bir çıktısı olarak görülebilecek “ideolojik formu”, medyayı, finansal iletişim sürecindeki ayrıcalıklı yerine yerleştirir.12 Bu hal (Şekil 4), “dikey ve yatay entegrasyon, medya konsantrasyonu, medya yakınsaması/yöndeşmesi, medya küreselleşmesi, medya sermayesinin ve sermayenin diğer tiplerinin entegrasyonu, üretimin rasyonelleşmesi, üretimin küreselleşmesi, dolaşım ve ticaret; şirket içi iletişim, reklam ve pazarlama şeklinde kendisini gösterir” (Fuchs vd., 2010: 198). Dolayısıyla medya, ekonominin terimleriyle söyleyecek olursak, “sermayenin realizasyonu” üzerinden para politikasına temas edip, meta formunu gerçekleştirirken; “sermayenin toplumsallaşması” üzerinden iletişim politikası ve/veya finansal iletişim süreçleriyle temas eder, ideolojik formunu da bu vasıtayla pratiğe aktarır. Zira –yine- Fuchs vd.’nin belirttiği üzere, “Meta hipotezi, medyanın değişim değeri yanını tartışır. İdeoloji hipotezi ise, otoriterliğin yeniden üretimi ve meşrulaştırılmasında medyanın rolünü oluşturan, değişim değeri vasıtasıyla medyanın kullanım değerinin nasıl hâkimiyet altına alındığını gösterir. Bu iki hipotez, medyanın 9 Temel politika metinleri dışında sunumlar, konuşmalar, araştırma tebliğleri, kitapçıklar, teknik notlar, konferans ve çalıştaylar da iletişim politikasının bileşenlerini oluşturur. Ancak bu noktada önemli olan merkez bankası mesajının içinden geçtiği bu yazılı ve sözlü türler değil –esasen onlar değil-, bu türlerin büküldüğü kurumsal mefhum, ideolojik yönelim ve yapısal bağlamdır. Nitekim bu mefhuma/yönelime/bağlama, iletişim politikası metinlerindeki “düzenlilikler” takip edilerek ulaşılabilir: “Bu düzenlilikler, bir diyagramın nasıl çizileceği ya da bir argümanın nasıl çerçevelendirileceği kadar, bir metnin okumasının nasıl yapılacağını da kapsayacaktır (Bazerman, 1988: 314). Aynı perspektif, merkez bankalarının, toplumsal alandaki farklı bilişsel düzeylere sahip insanlara eş zamanlı olarak seslenecek bir “söylem türü” ve/veya “retorik strateji” inşa çabasını ele alan çalışmasında Smart tarafından da vurgulanır (Smart, 1993). 10 Bu noktada yerel ölçekteki holding tipi organizasyonların küresel finansal sermaye ile sınıfsal ortaklığından bahsetmek gerekir (Akçay, 2009: 198-199). 11 Zira, “medya” ile “düzenleyici kuruluşlar” arasındaki, ekonomik süreçleri ve/veya piyasa gelişmelerini çerçevelendirme biçimleri arasındaki aynılıklar ya da farklar başlı başına bir inceleme konusudur. Bu konuda örneğin, Chakravarrty ve Schiller (2010: 686), “iletişim endüstrisi sermayesinin, son yıllarda, uluslarüstü ölçekteki finansal haberlere ve piyasa gelişmelerine kanalize olduğunu” belirtse de, bu iki alan arasındaki kurumsal entegrasyonun biçimi hakkında hiçbir şey söylemez. Belirtilmelidir ki, bu iki alan, medya ile finansal piyasalar ve/ veya medya ile düzenleyici kuruluşlar (merkez bankası vb.), finansal iletişim süreçleri tarafından birbirine bağlanır. Ancak yine belirtilmelidir ki, bu iki alandan birini diğerinin basit bir uzantısı olarak almak yerine, her iki alanı da kendi özgüllükleri içinde kavramak, finansal iletişimin içerimlerini anlamayı ziyadesiyle kolaylaştıracaktır. 12 Morris ve Shin, bu doğrultuda bir medya kuruluşuna referansla, finansal piyasalar üzerindeki “CNBC etkisi”nden bahsederler (Morris ve Shin, 2001). 299 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim çelişkili çifte karakteri üzerinden bağlanır.” (Fuchs vd., 2010: 199). Medyaya ilişkin bu “ikili karakter” tasavvuru, finansallaşma sürecinde özellikle merkez bankasının kurumsal bünyesinde bir araya gelen “para politikası” ile “iletişim politikası” arasındaki ilişkiyi anlamak noktasında da bir başlangıç noktası oluşturabilir. Şekil 4. Kapitalist Bir Medya Ekonomisinin Temas Noktaları Kaynak: Fuchs vd., 2010: 198. Bu noktada Dale vd. özellikle finansallaşma sürecinde ekonomik istikrarın merkezinde yer alan merkez bankası ile genel-kamu arasındaki iletişime odaklanırlar. Özellikle ekonomide yaşanan gelişmeler hakkında kamunun eksik bir bilgiye sahip olduğu varsayımında hareketle, enformasyonun farklı biçimlerinin onlara aktarmak üzere nasıl bir araya getirileceği üzerine düşünürler. Bu enformasyon marifetiyle bir yandan bireylerin parasal kabuller açısından “makul” bir beklentiye sahip olmaları hedeflenirken bir yandan da özellikle finansal piyasalarla temas edecek pratiklerinde daha “rasyonel” Sayı 36 /Bahar 2013 300 Gökhan GÖKGÖZ davranmaları beklenir. Ancak bu finansal iletişim süreci, onlara göre “iki ucu keskin bir kılıç”tır (Dale vd., 2008: 4): Zira merkez bankası bir yandan toplumsal aktörlere “doğru” bir enformasyonu aktarmaya odaklanırken, diğer yandan bu enformasyonun toplumsal aktörler tarafından “doğru” bir şekilde anlaşılmasını da hesaba katmalıdır. Anlaşıldığı üzere, finansal iletişim, bu iki “doğru” arasında çekilen bir hat üzerinde hareket eder; bireylerin sosyal sermayelerini geliştirmelerine imkân tanıyacak bir tür “finansal eğitim” (TCMB, 2011) faaliyetini yanına alarak ilerler. Söylendiği üzere, burada, “ekonominin genel görünümü hakkında sürekli bir öğrenme süreci söz konusudur” (Dale vd., 2008: 5-6). Şekil 5. Dale vd.’nin İletişimin Zamanları Modeli Kaynak: Dale vd., 2008: 7. Finansal eğitim, finansal iletişim, enformasyon kavramlarının bu birlikteliği iki noktada önemli gözüküyor. Bunlardan birincisi, merkez bankasının farklı iletişim stratejilerini, söylemini, dilini ve hatta merkez bankası başkanının sözlü konuşmalarındaki imalarını, para politikasının yönü açısından doğru bir şekilde okuyabilme becerisinin genel kamuda gelişimi, iletişim sürecinde içerilen bu mutabakatın sağlanması, parasal bir ekonominin istikrarı açısından büyük önem arzediyor. İkinci olarak, toplumsal alana merkez bankası iletişim kanalları üzerinden aktarılan bu “biliş”, aslında toplumsal alandaki tüm aktörlerin kendi davranışlarını ona göre şekillendirecekleri bir retorik kaynak, bir “sosyolojik muhayyile” olarak iş görüyor. Bireylerin kendi gündelik pratiklerine şekil verirken sürekli olarak alıntı yapacakları bir toplumsal ve/veya parasal çerçeve olarak konum alıyor. Finansal iletişim söz konusu olduğunda hedeflenen, bu iki hususun da gerçekleşmesi, merkez bankasının paranın geleceğine ilişkin tahminlerinin, zamanla genel kamunun ekonominin geleceğine ilişkin kendi tahminleri olarak içselleştirilmesi ve böylece finansallaşmanın toplumsala gömülme sürecinin bir başka veçhesinin tamamlanmasıdır (Şekil 5). Bu noktadan sonra merkez bankasının rolü, toplumsal ve kültürel açıdan “heterojen”, ancak paranın geleceğine duydukları “güven” açısından aynı 301 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim bilişsel kaynaktan beslendiklerinden “homojen” bir toplumsal alanda, “koordinasyonu”13 gerçekleştirmektir. Anlaşıldığı üzere, enformasyon yönetimi, algı yönetimi, beklenti yönetimi, psikoloji yönetimi vb. kavramlar, finansal iletişim sürecinin alt başlıklarını oluşturur. Zira söylendiği üzere, -tek başına- “daha fazla enformasyon, daima daha iyi değildir” (Dale vd., 2008: 17). Anlaşılacağı üzere, finansal iletişimin önemli ayaklarından birisini, özellikle finansallaşmadan sorumlu merkez bankası gibi düzenleyici kuruluşlardan yapılan “konuşmalar” oluşturur (Reinhart ve Sack, 2006). Bu, ilgili kurum içerisindeki herhangi bir birimin yürüteceği rutin bir kurumsal iletişimden farklı olarak özellikle başkanın konuşmasında karşılığını bulan bir içerime sahiptir.14 Örneğin bir merkez bankası başkanı, finansal piyasaların önemini, temsil ettiği kurumun toplumsal ağırlığını ve devlet bürokrasisi içinde büyüttüğü sınıfsal arka planı omuzlarında taşıyarak konuşur.15 Ağzından çıkacak her kelime hem finansal piyasalar ve politik iktidar hem de toplumsal aktörler açısından ekonominin gelecekteki yönelimine dair bir mesaj olarak algılanacağından sürekli bir denge halini gözetmek durumundadır. Nitekim finansal iletişim, tam da bu dengeye yönelir. Günümüzde örneğin merkez bankası gibi aslında devlet bürokrasisi içinde diğerlerinden yapısal bir farkı olmayan bir kurum başkanının, devlet başkanlarından sonra ikinci sırada işaret edilen kudreti, en etkili isimler arasındaki yeri, bu iletişim becerisini ne oranda gerçekleştirebildiği ile doğrudan alakalıdır. Bu nedenle, örneğin Comenescu, birbiriyle görece çelişkili talepler arasında salınan bu finansal iletişim sürecini, bir “sanat” olarak değerlendirir.16 Bu sanatsal faaliyetin temel unsurları da, “basitlik”, “anlaşılırlık” ve “şeffaflık”tır.17 Bu noktada konuşmalara dizilen kelimelerin “basit” olması son derece önemli (Woodford, 2005); zira Issing’in de belirttiği üzere (2005), basitlik, “dünyanın aslında olduğundan daha güvenli ve daha basit olduğunu” işaret etmenin imkânını da yaratır. Dolayısıyla finansal iletişim dediğimizde, göstergebilimsel bir süreçten de eş zamanlı olarak bahsediyoruz; ekonomi-politik unsurlarla dilsel öğeleri yan yana getiriyoruz; onları aynı çerçeveye dâhil edip, diyalog kurmalarını talep ediyoruz. Finansal iletişim -“dil”e yapılan vurgu nedeniyle- bir yönüyle de antropoloji ile temas eder; yorumsamacı bir etnografiyi kendi metodolojisi içerisinde barındırır. Zira, toplumsal alandaki farklı çıkarlara, gruplara, sınıflara veya daha geniş bir tabirle mikrodünyalara hitap edecek bir bilgiyi inşa etme girişimi, aynı zamanda o dünyaların kendi gerçekliğini de dikkate almak, dolayısıyla iletişimin köprülerini bu doğrultuda kurmak durumundadır. Bu hem ilgili toplumsal aktörlerin finansallaşma süreçlerine katılımını sağlamak ve sürekli kılmak doğrultusunda hem de örneğin merkez bankası gibi kurumların 13 Morris ve Shin (2002), buradaki hali, “koordinasyon oyunu” olarak tarif ederler. 14 Nitekim Issing’in, merkez bankası iletişimini, rutin bir halkla ilişkiler faaliyetinden ayırmasının nedeni de budur (Issing, 2000). 15 Padoa-Schioppa’nın “merkez bankacılığı sanatının özü, doğru zamanda, doğru kelimeleri bulmaktır” vurgusunun yanına, Comenescu’nun “doğru kişilik” vurgusunu eklemesinin nedeni de budur (Padoa-Schioppa, 1999; Comenescu; 2002: 10). Dolayısıyla finansal iletişim açısından, iletişimin zamanlaması, basitliği ve iletişimi gerçekleştirecek olanın kişiliği bir bileşke oluşturur. Finansal piyasalar ve toplumsal aktörler açısından bu bileşkenin her bir unsuru, gösterge niteliği taşır. 16 Buradaki şekliyle, finansal iletişimi, sanatsal bir faaliyet olarak değerlendiren bir başka çalışma için bkz. Brunner, 1981: 85; Woodford, 2001: 307 ve 312; De Haan vd., 2007: 2. 17 Bu süreç, söz konusu kategoriler arasındaki bir denge üzerine kuruludur. Dolayısıyla buradan, adı geçen şeffaflığın sonsuz olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Finansal iletişim sürecine şeklini veren “optimum şeffaflık”, mesajın ve/veya söylemin içeriği kadar, sesleneceği kitlenin bilişsel ve kültürel donanımlarıyla da ilişkilidir. Sayı 36 /Bahar 2013 302 Gökhan GÖKGÖZ para politikasına ilişkin aldıkları kararların toplumsallaşması noktasında büyük yarar sağlar. Toplumsal alandaki mikro-alanlar ile devletin bu mikro-alanlar üzerinde yükselen makro-biçimi arasındaki bağ bu vasıtayla –ekonomi politik niteliğinden önce- kültürel bir nitelik kazanır. Merkez bankası gibi bir organizasyonun, Smart’ın deyişiyle, “bir topluluk içindeki gerçekliği inşa eden paylaşılmış anlam ağı”na bu müdahalesi (1998: 113), buradaki öznel/birincil gerçekliği, kendi kurumsal mefhumları doğrultusunda inşa ettiği nesnel/ikincil bir gerçeklikle iletişime geçirmesi18, aşağıdaki şekilde temsil edildiği biçimiyle “sonuçlar” kutucuğunda nihayetlenecek bir sürecin, Bourdieu’nun (2003) deyişiyle bireyler ile kurumlar arasındaki “ontolojik suç ortaklığı”nın, Giddens’e (1999) göre de politika çerçevesinde nihayetlenecek bir “yapısallaşma”nın yerleştiği zemindir (Şekil 6). Şekil 6. Winkler’in Para Politikasının İletişimi Modeli MB: Merkez Bankası, A: açıklık, N: netlik, KA: karşılıklı anlaşma, BE: karar almada bilgi etkinliği. Kaynak: Winkler, 2000: 16; Yetkin, 2005: 13. En nihayetinde alanlar arasındaki, ekonomi-politik ve kültürel-antropolojik düzeyler arasındaki bu karşılıklılığın sürmesi için ihtiyaç duyulan sembolik formlar, bir taraftan diğerine aktarılan yaşanılan gerçekliğe ilişkin inşa biçimleri, finansal iletişim süreçleri tarafından taşınır. Finansallaşma sürecinin derinleşmesinin önündeki bilişsel sınırlılıklar, mikro-alan ile makro-alan arasında iletişim kanalları tarafından kurulan bu “yakınsama” 18 Geertz’in (2007) tabiriyle iletişime geçen bu kategoriler, “deneyime yakın” ve “deneyime uzak” kavramlar olarak işaretlenebilir. Yine Bahtin’in (1981) terimleriyle “merkezcil” ve “merkezkaç” güçlerin diyalojik etkileşimi olarak tasavvur edilebilir. 303 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim marifetiyle aşılır. En nihayetinde, toplumsal alandaki farklı mikro-bölgelerdeki farklı hikâyeler, deneyimler, yaşam döngüleri, paranın genel kabullerine bükülen daha “geniş bir hikâye” içinde birbirine tutturulur. Bireylerin veya toplulukların, ekonomiye ilişkin bizatihi kendi deneyimlerinden yola çıkarak geliştirdikleri bakış açılarının, merkez bankası tarafında inşa edilen “kavramsal” bir bakış açısı ile girdiği ve finansal iletişim süreçleri vasıtasıyla kurulan bu bir tür “entelektüel işbirliği”, anlaşıldığı üzere ideolojik de bir süreçtir.19 Zira, Heilbroner’in (1990) belirttiği üzere, algı ve yorumlama sürecinde sosyal gerçekliğe ilişkin hangi çerçevenin referans alınacağını işaret eder. Ve finansal iletişim süreçlerinin gösterdiği bu algı çerçevesi ve/veya bilişsel çerçeve, sağlıklı bir para politikasının, parasal hedeflere ulaşılmasının, finansal piyasaların derinleşmesinin ve küresel alanla kurulan güçlü bağların da ön koşulunu oluşturur. Sonuç Finansal iletişim dediğimizde, ekonomi-politikten kültürel antropolojiye kadar uzanan bir alandan bahsediyoruz. Dolayısıyla konuya ilişkin ancak giriş niteliği taşıyabilecek bu yazıda, finansal iletişimin içerimlerini ve/veya temas noktalarını belirtmeye çalıştık. Finansal iletişim anlaşıldığı üzere çok katmanlı bir konu; küresel kapitalizm içerisinde finansal sermayenin hegemonik liderliği, bu çevrim içerisinde devletin kapitalist biçimi, bu biçim içerisinde devletin ideolojik etkinlik alanı, bu alan içerisinde örneğin merkez bankası gibi finansallaşma sürecinde etkinliği artmış kurumların toplumsal ve ideolojik önemi, bu ideolojinin seslendiği toplumsal aktörlerin bilişsel yapıları, kültürel konumları, sınıfsal çıkarları, gelecek beklentileri, toplumsal pratikleri vb. başlıkların tamamı birbirinin içerisinden çıkartılabilecek ve ayrı bir başlık altında ele almayı zorunlu kılan unsunlar… Finansal iletişim alanını tüm yönleriyle ele almayı odak alan bir çalışmanın tüm bu katmanları –bir soğan temsili- tek tek ve özenle soyması, en dış katmanla en içteki öz arasındaki diyalektiği de gözden kaçırmadan alana yaklaşması, konunun anlaşılabilirliği açısından büyük önem arzediyor. İletişim çalışmalarında yeni bir mecra olarak yazıya başlamıştık; üç nedenle böyle bir başlangıç yaptığımızı söyleyebiliriz: Birinci olarak, her ne kadar finansal iletişim, 1970 sonrası dönemdeki kapitalizmin finansallaşma uğrağına ilişkin bir gündem olsa da, Türkiye’de bunun ekonomik ayağının 1980 sonrası dönemdeki finansal serbestleşme eğilimi ile kurulduğu, toplumsal ayağının 1990 sonrası özellikle AB’nin Maastricht kriterleri vasıtasıyla desteklenen sivilleşme gündemi ile oluşturulduğu, kurumsal ayağının da 2001 sonrası dönemde Merkez Bankası bağımsızlığı ve bu bağımsızlık retoriği içerisinde iletişime genişçe bir yer açılması20 ile sağlandığı belirtilmelidir. Dolayısıyla finansal iletişimin bir çalışma alanı olarak “yeni” olmasının öncelikli nedeni, konunun tarihsel-toplumsal arka planının çok eskilere dayanmıyor olmasından ileri gelir. İkincisi, özdüşünümsel bir çerçeveden iletişim alanına baktığımızda, “medya”dan öteye bakan bir iletişim tasavvurunun alana çok da yerleşik olmadığını kabul etmemiz gerekir. Bu 19 Tam da bu nedenle total bir ideoloji çerçevesi içinde “bilişin özel alanlarını” eritme ya da Bahtin’in “heteroglossia” (1981) olarak isimlendirdiği birbiriyle yarışan perspektiflerin karnavalını monolitik bir portre içinde görmezden gelme riskini potansiyel olarak içerir (Smart, 1998: 119) Finansal iletişim çalışmalarının bu riski her daim göz önünde bulundurması gerekir. 20 Merkez Bankası içerisinde İletişim Genel Müdürlüğünün kurulması bu tarihe rastlar örneğin. Sayı 36 /Bahar 2013 304 Gökhan GÖKGÖZ halin, “iletişim” kavramını -yukarıda belirttiğimiz üzere- çok daha geniş bir bağlamda ele almayı ve hatta medyada mülkiyetten öteye bakan eleştirel ekonomi-politik ile medyada temsil ve alımlama pratiklerinden öteye bakan bir kültürel çalışmalar yaklaşımını, -hatta daha önemlisi- bunlar arasındaki sağlıklı bir diyalogu imkânsız kıldığını belirtmemiz gerekir. Dolayısıyla finansal iletişimin yeni bir mecra olarak görünürlük kazanmasının, inceleme nesnesine ilişkin bir sorun olduğu kadar “özne”ye ilişkin de bir sorun olduğunu eş zamanlı olarak belirtmek diyalektik düşünmenin de bir gereğidir. Üçüncü olarak, mevcut akademik işbölümü içerisinde, finansallaşma, merkez bankası vb. kavramların “katı” iktisadi kategoriler olarak ele alınması yöneliminin iktisat disiplini içerisinde zamanla egemen hale gelmesidir. Yılmaz’ın belirttiği üzere, iktisadın kendisini giderek daha fazla “pozitif”, “objektif” ve beşeri gerçeklikten giderek uzaklaşarak “doğa bilimi düzeyinde” tanımlama arzusu (Yılmaz, 2001: 89), iletişim gibi kültürel ve toplumsal bir içeriğe de haiz konuları bile matematiksel denklemlere vurma alışkanlığı, para ve iletişim arasındaki geleneksel ilişkiyi bozacak, iletişim süreçlerini para politikasının ve bütün olarak finansallaşmanın temeline yerleştirecek, konuyu ekonomi-politik olduğu kadar kültürel ve ideolojik bir eksende tanımlama cesareti gösterecek yaklaşımları da ziyadesiyle zorlamıştır. Dolayısıyla finansal iletişim söz konusu olduğunda, burada kurduğumuz özne-nesne ilişkisinin, bu ilişkiye dışsal bir faktör tarafından sürekli olarak bozulduğunu da önemle belirtmek gerekir. En nihayetinde finansal iletişim, iletişim çalışmaları içerisinde yeni bir mecra olma niteliğini sürdürüyor. Finansallaşma sürecinin toplumsala gömülme yöneliminin bir uğrağı olarak iletişim, küresel-ekonomik alandan mikro-toplumsal pratiklere kadar uzanan temas noktalarıyla, hem iletişim çalışmaları içerisinde yoğunlukla işlenen ideoloji, dil, semiyoloji, söylem, biliş vb. kategorilerin hem de ekonomi politika, sermaye, mülkiyet, devlet vb. kategorilerin eş zamanlı olarak uygulamaya aktarılabileceği bir çalışma alanı sağlıyor. Bu alanın hassasiyetle doldurulması, toplumsal hayatın tüm içerimleriyle birlikte –bütün olarak- görünür kılınması yanında, neo-klasik piyasa kavramsallaştırması içinden bakıldığında iletişim profesyonelleri için geniş bir istihdam alanı anlamına gelebileceği gibi, eleştirel bir perspektiften bakıldığında kapitalizmin mevcut kabullerini yapı-bozuma uğratma sürecinde iletişimin merkezi önemini de toplumsal aktörlere yeniden hatırlatmış olacaktır. Kaynakça Akçay, Ümit, (2009). Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi-Politiği, İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayını. Akerlof, George A. ve Shiller, Robert J., (2010). Hayvansal Güdüler, N. Domaniç, L. Konyar (çev.), İstanbul: Scala Yayıncılık. Althusser, Louis, (1991). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Y. Alp ve M. Özışık (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları. 305 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim Arın, Tülay, (2003). “Türkiye’de Mali Küreselleşme ve Mali Birikim ile Reel Birikimin Birbirinden Kopması”, Ahmet H. Köse, Fikret Şenses, Erinç Yeldan (der.), Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar; Korkut Boratav’a Armağan, İstanbul: İletişim Yayınları, s.569-609. Bahtin, Mihail M., (2004). Dostoyevski Poetikasının Sorunları, Cem Soydemir (çev.), İstanbul: Metis Yayınları. Bakhtin, Mikhail M., (1981). The Dialogic Imagination: Four Essays, M. Holquist (ed.), Translated by C. Emerson and M. Holquist, Austin: University of Texas Press. Bazerman, Charles, (1988). Shaping Written Knowledge: The Genre and Activity of the Experimental Article in Science, Madison: University of Wisconsin Press. Blinder, Alan S., (2008). Talking about Monetary Policy: The Virtues (and Vices?) of Central Bank Communication, CEPS Working Paper, No:164. Blinder, Alan S., De Haan, J., Ehrmann, M., Fratzscher, M. ve Jansen, David J., (2008). “What we know and what we would like to know about central bank Communication”, http://www.voxeu.org/article/central-bank-communication (15 May 2008). Bonefeld, W. ve Holloway, J., (2007). Küreselleşme Çağında Para ve Sınıf Mücadelesi, M. Çelik, A. Rıza Güngen vd. (çev.), İstanbul: Otonom Yayıncılık. Bourdieu, P. ve Wacquant, Loic J.D., (2003). Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar, Nazlı Ökten (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları. Brunner, Karl, (1981). The Art of Central-banking, Center for Research in Government Policy and Business Working Paper GBP, Rochester: Graduate School of Management, University of Rochester. CEMLA Central Bank Communication Group, (2004). Code of Principles and Best Practices in Central Bank Communication, Center for Latin American Monetary Studies (CEMLA), (March 2004). Chakravartty, P. ve Schiller, D., (2010). “Neoliberal Newspeak and Digital Capitalism in Crisis”, International Journal of Communication, 4, s.670-692. Comănescu, Anton, (2002). To Talk or Not To Talk?, Reflections on Central Bank Communication in Times of Crises, Symposium at the Bank of England. Dale, S., Orphanides, A. ve Österholm, P., (2008). Imperfect Central Bank Communication–Information versus Distraction, IMF Working Paper (March 2008). De Haan, J., Eijffinger, Sylvester C.W. ve Rybiński, K., (2007). “Central Bank Transparency and Central Bank Communication: Editorial Introduction”, European Journal of Political Economy, 23(1), s.1-8. Doheny-Farina, Stephen, (1993). “Research as Rhetoric: Confronting the Methodological and Ethical Problems of Research on Writing in Nonacademic Settings”, Rachel Spilka (ed.), Writing in the Workplace: New Research Perspectives, Carbondale: Southern Illinois University Press, s. 253-267. Sayı 36 /Bahar 2013 306 Gökhan GÖKGÖZ Ehrmann, M. ve Fratzscher, M., (2007). Explaining Monetary Policy in Press Conferences, ECB Working Paper Series, no.767. Fuchs, C., Schafranek, M., Hakken, D. ve Breen, M., (2010). “Capitalist Crisis, Communication and Culture: Introduction to the Special Issue of tripleC”, TripleC Journal, 8(2), s.193-309. Geertz, Clifford, (2007). Yerel Bilgi, K. Emiroğlu (çev.). Ankara: Dost Kitabevi. Giddens, Anthony, (1999). Toplumun Kuruluşu, Hüseyin Özel (çev.), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Hakken, David, (2010). “Computing and the Crisis: The Significant Role of New Information Technologies in the Current Socio-economic Meltdown”, TripleC Journal, 8(2), s.205-220. Heilbroner, Robert L., (1990). “Economics as ideology”, W. J. Samuels (ed.), Economics as Discourse: An Analysis of the Language of Economists, Boston: Kluwer Academic Publishers, s.101-116. Hirsch, Joachim, (2011). Materyalist Devlet Teorisi, Levent Bakaç (çev.), İstanbul: Alan Yayıncılık. Issing, Otmar, (2000). Communication Challenges for the ECB, Speech given at the CFS Conference ‘The ECB and Its Watchers’ (26th June), Frankfurt. Issing, Otmar, (2005). “Communication, Transparency, Accountability: Monetary Policy in the Twenty-First Century”, Federal Reserve Bank of St. Louis Review, 87(2), s.65-83. Ives, Peter, (2011). Gramsci’de Dil ve Hegemonya, Ekrem Ekici (çev.), İstanbul: Kalkedon Yayıncılık. Jessop, Bob, (2005). “Ulusal Ekonomi ve Ulusal Devletin Geleceğini Anlatılamak”, Alev Özkazanç ve Betül Yarar (der.), Hegemonya, Post-Fordizm ve Küreselleşme Ekseninde Kapitalist Devlet, İstanbul: İletişim Yayınları, s.301-342. Jessop, Bob, (2008). Devlet Teorisi: Kapitalist Devleti Yerine Oturtmak, Ahmet Özcan (çev.), Ankara: Epos Yayınları. Lu, B., Liu, X. ve Wang, H., (2009). The Impact of Central Bank Communication on Public Expectations, Presented at International Conference on Management and Service Science. Marazzi, Christian, (2011). The Violence of Financial Capitalism, Translated by Kristina Lebedeva and Jason F. McGimsey, Cambridge: MIT Press. Morris, S. ve Shin, Hyun S., (2001). The CNBC Effect: Welfare Effects of Public Information, Cowles Foundation Discussion Paper No. 1312, Cowles Foundation, Yale University. 307 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim Morris, S. ve Shin, Hyun S., (2002). “Social Value of Public Information”, American Economic Review, 92, s.1521–1534. Nervaj, E., Kaso, R., Kraja, I., Lama, D. ve Peeters, M., (2006). A Proposal for the Inflation Targeting Communication Strategy of the Bank of Albania, Munich Personal RePEc Archive, Paper No. 27564, Online at http://mpra.ub.uni-muenchen.de/27564/. Padoa-Schioppa, Tommaso, (1999). Eurosystem: New Challenges for Old Missions, Speech at Deutsche Bundesbank, Frankfurt. Papadatos, Demophanes, (2009). “Günümüz Kapitalizminde Merkez Bankacılığı: Enflasyon Hedeflemesi ve Finansal Krizler”, C. Lapavitsas (der.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi, Tuncel Öncel (çev.), İstanbul: Yordam Kitap, s.171-202. Poulantzas, Nicos, (2004). Devlet, İktidar ve Sosyalizm, Turhan Ilgaz (çev.), Ankara: Epos Yayınları. Preda, Alex, (2007). “The Sociological Approach to Financial Markets”, Journal of Economic Surveys, 21(3), s.506-533. Reinhart, V. ve Sack, B., (2006). Grading the Federal Open Market Committee’s Communications, Presented at the AEA Annual Meetings in Boston (6-8 January). Smart, Graham, (1993). “Genre as Community Invention: A Central Banks’ Response Its Executives’ Expectations as Readers”, Rachel Spilka (ed.), Writing in the Workplace: New Research Perspectives, Carbondale: Southern Illinois University Press, s.124-140. Smart, Graham, (1998). “Mapping Conceptual Worlds: Using Interpretive Ethnography to Explore Knowledge-Making in a Professional Community”, Journal of Business Communication, 35(1), s.111-127. Smart, Graham, (1999). “Storytelling in a Central Bank: The Role of Narrative in the Creation and Use of Specialized Economic Knowledge”, Journal of Business and Technical Communication, 13. s.249-273. Smart, Graham, (2003). “A Central Bank’s ‘Communications Strategy’: The Interplay of Activity, Discourse Genres, and Technology in a Time of Organizational Change”, Charles Bazerman ve David R. Russell (eds.), Writing Selves/Writing Societies: Research from Activity Perspectives, Perspectives on Writing, Colorado: The WAC Clearinghouse. Srinivasan, Krishnaswamy, (2008). Communication in Banking Services, Speech at the seminar organized Indian Banks Association and Consumers Association of India (6 October). TCMB, (2011). Türkiye’de ve Dünya’da Finansal Hizmetlere Erişim ve Finansal Eğitim, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/finansal_egitim.pdf. Erişim Tarihi: 1 Kasım 2011. Sayı 36 /Bahar 2013 308 Gökhan GÖKGÖZ Tufte, T. ve Mefalopulos, P., (2009). Participatory Communication: A Practical Guide, World Bank Working Paper no.170. Vercellone, Carlo, (2007). “From Formal Subsumption to General Intellect: Elements for a Marxist Reading of the Thesis of Cognitive Capitalism”, Historical Materialism, 15(1), s.13-36. Winkler, Bernhard, (2000). Which Kind of Transparency? On the Need for Clarity in Monetary Policy-Making, ECB Working Paper, no. 26. Woodford, Michael, (2001). Monetary Policy in the Information Economy, Prepared for the Symposium on Economic Policy for the Information Economy (Revised 2001). Woodford, Michael, (2005). Central Bank Communication and Effectiveness, Presented at the FRB Kansas City Symposium on The Greenspan Era: Lessons for the Future (25th-27th August). Yeldan, Erinç, (2010). Küreselleşme, Kim İçin? Dünyada ve Türkiye’de, İstanbul: Yordam Kitap. 103. Yılmaz, Feridun, (2001). “İktisatta ‘Politik’in Doğası”, Doğu-Batı, 4 (17), s.87- Yetkin, Zeynep Ö., (2005). Merkez Bankalarının Para Politikalarının Tasarımında İletişim Politikalarının Önemi ve Bekleyişlerin Yönetimi, Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Ankara: TCMB İletişim Genel Müdürlüğü. Žižek, Slavoj, (2011). Ahir Zamanlarda Yaşarken, Erkan Ünal (çev.), İstanbul: Metis Yayınları. 309 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 36 / Bahar 2013 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2013 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Salı Toplantıları Prof. Dr. Oya TOKGÖZ ile İletişim Araştırmaları Üzerine “…Ben asistan olarak girdiğim zaman UNESCO’nun verdiği daktilolar vardı. Hocalar getirip fotoğraf makinesiyle öğretirdi. Kamera yoktu. Öğrencileri TRT’ye götürürlerdi. Gazetenin nasıl hazırlandığını falan göstermek için Rüzgarlı’ya götürürdük... En sonunda Siyasal Bilgiler Fakültesi UNESCO’yla birlikte Basın Yayın Yüksekokulu’nun programını hazırlıyorlar ve ders başlıyor. Ünsal Oskay, Ahmet Taner Kışlalı ilk asistanları arasındadır.” Bu toplantıda iletişim araştırmaları üzerinde duracağım. Anglo-Amerikan ya da ana akım iletişim kuramı üzerine bir kitabı bitirmek üzereyim ve 20 yıldan fazla Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde bu dersi verdim. Yine de bu kitabı yazarken hiç bilmediğim şeyler öğrendim. Önce bunu aktarayım istedim. Şimdi ana akım kuram -ki Türk iletişim araştırmalarında, özellikle eleştirel kuramdan önce ana akım kuram çok fazla kullanılıyordu- nedir onu anlatayım. Ayrıca Türkiye’de iletişim sahasının nasıl başladığını da anlatayım. Yani iletişim meselesinin ilk önce hikâyesini anlatayım. Belki Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne gelenlere o zaman söylemişimdir. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi 1965’te kurulup öğrenci almaya başladıktan sonra, ders programında “Kitle İletişim Programları” diye bir ders vardı ama iletişimle ilgili ders sayısı fazla değildi. Daha çok sosyal bilimlerle ilgili dersler koymuşlardı. UNESCO okulun kuruluşuna yardım ettiği için onun programı vardı. UNESCO özellikle bu okulların kurulmasını ve aynı zamanda akademisyenlerin yetişmesini, gazetecilerin eğitim görmesini planladığı bir program Salı Toplantıları hazırlamıştı. Bu programın başında Hıfzı Topuz vardı. Hıfzı Topuz’un iletişim alanına çok büyük katkıları olmuştur. Yani Hıfzı Topuz iletişim çalışmalarının babasıdır diyebiliriz. Aynı zamanda komisyonun başında çalışanlar arasında Nermin Abadan Unat vardı, yani o da bu sahanın anasıdır diyebiliriz. İletişim Fakültesi kurulduğunda Türkiye’de hiç iletişimle ilgili kitap yoktu. Nermin Hanım’ın bir avantajı vardı çünkü doçent olmadan önce Fulbright bursuyla yurtdışında iletişim alanıyla ilgili eğitim görmüştü. Halk Efkarı diye bir kitabı vardı. ‘Halk efkarı’ o zamanlar kamuoyu anlamında kullanılmaktaydı. Ayrıca Halkla Münasebetler adında bir kitap yazmış ve 1965’te de ilk defa seçimlerle ilgili bir çalışma yapmıştı. Bu çalışmada iletişim araçlarının kullanımı nispeten vardır ama daha çok siyaset sosyolojisi üzerine bilgiler vardı. Konuya dönecek olursak, ilk önce UNESCO ve Fulbright komisyonu uzman gönderiyor, fakültedeki dersleri idare etmeye çalışıyorlardı çünkü İstanbul’daki İstanbul Üniversitesi veyahut da Gazetecilik Enstitüsü’nde o zamanki dersleri yine iktisat fakültesinden öğretim üyeleri veriyordu. Geri kalanı da Babıali’den eski gazetecilerdi. Örneğin bunların arasında Burhan Felek, Cevat Fehmi Başkut, Hasan Refik Ertuğ gibi isimler vardı. Ancak gazetecileri piyasadan toplayıp derse soktuğunuz zaman çok büyük problem ortaya çıkıyordu. Örneğin hatıralarını anlatırlar, işte “şu şudur bu budur” diye anlatır geçerlerdi ve dersi tamamen götüremezlerdi. Oysa asıl önemli olan “Kitle İletişim Kuramı” dersinin verilmesiydi. O dönemlerde Ünsal Oskay kendisine yardımcı kaynak olarak verilmiş bazı makaleleri İngilizceden Türkçeye çevirerek ders notu hazırlamıştı. O ders notları uzun müddet iletişim kuramlarının kaynağı oldu. Yani iletişim kuramları çalışmalarının ülkemizdeki başlangıcı bu 311 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi şekilde olmuştur. Aynı şekilde Prof. Dr. Oğuz Onaran’ın hazırladığı ders notları vardı. Ünsal’ın ilk hazırladığı ders notları daha sonra Kitle İletişim Kuramları adıyla ilk ders kitabı olarak Ankara Üniversitesi S.B.F Basın Yayın Okulu tarafından basıldı. Ancak tabi bu sonra çok değişikliğe uğradı. Ünsal ana akımdan eleştirel kuramlara döndü. “…Öğrenciler sorarlar ‘neden bizde olmuyor?’ diye. İşte bunun için altyapı gerekiyor.” Bu arada bir şeyden daha bahsetmek istiyorum, özellikle ‘ana akım kuramı’ dediğimiz kuramın, yani güçlü etkilerden sınırlı etkilere, daha sonra güçlü etkilere doğru giden belirli bir kuramın, veyahut da bununla bağlantılı olarak araştırmaların başlangıcını, özellikle iki tane Avrupa’dan gelen Marksist kökenli bilim adamına borçlu olduğunu söylemek gerekiyor. Bunu son zamanlarda Amerika’da yazılmış olan ‘iletişim kuramı’ tabiriyle ilgili kitaplarda veyahut da belgelerde görebiliyorsunuz. Bunlardan bir tanesi Kurt Lewin’dir. Lewin, Hitler’den kaçan Yahudi asıllı Marksist bir Almandır. Amerika’ya geldikten sonra 1947’de hayatını kaybetmiştir. Ama asıl işin direğini kuran kişi Paul Lazarsferd’tir. Paul Lazarsferd Polonyalı bir Yahudidir. O ve ekibi bir araştırma enstitüsü kuruyor ve burada radyo üstünde çalışıyorlar. Ondan sonra işsizlik vs üzerinde çalışıyorlar. Aynı zamanda kitle iletişim kuramlarıyla ilgili birçok araştırma yapıyorlar. Yalnız şimdi şurada şunu da belirteyim ki bu yaklaşımın çok sağlam kuramsal bir temeli yok. Bunun kuramsal temelini de oluşturan Robert Merton’dur. Robert Merton Lazarsferd ile beraber Kolombiya Üniversitesi sosyoloji bölümünde çalışırken ona Oya TOKGÖZ ile İletişim Araştırmaları Üzerine hem yardım ediyor ve aynı zamanda bu kuramsal çerçeveyi oturtturmasında katkıda bulunuyor. Ondan sonra gelenler aslında siyaset bilimci, sosyolog ve aynı zamanda sosyal psikologlar var fakat bunların hepsinin toplaştığı bir alan var: II. Dünya Savaşı sırasında hem propagandayı yürütmek hem de tedbirleri alabilmek için çeşitli yerler oluşturuluyor ve hepsi burada çalışıyorlar. Zaten araştırmaların ilk yayınlanması da II. Dünya Savaşı’ndan sonra olabiliyor. Radyo araştırmaları, siyasal araştırmalar yapılıyor ve bunlar gün yüzüne çıkmaya başlıyor. Bunları tanıtan ve propogandasını da yapan kişi Wilbur Schramm. Bu kişi hepsiyle iyi dost. İlk önce Ohio’da iletişim departmanını kuruyor, ondan sonra Chicago’ya geliyor. Orada o kitapların basılması işini yönetiyor. Bu kitaplar Amerika çapında yayınlanıyor fakat ondan sonra Stanford’a gittikten sonra orada da bir iletişim departmanı kuruyor ve bundan sonra artık Amerika çapında iletişim bilimciler yetişmeye başlıyor. Bu iletişim bilimciler doktora programlarından geçmişler ve birçok kuramsal yaklaşımları oluşturuyorlar. Öğrenciler sorarlar “neden bizde olmuyor?” diye. İşte bunun için altyapı gerekiyor, ancak ondan sonra yapılan çalışmalarla bir şeyler çıkabiliyor. Söylediğim gibi Avrupa’dan Amerika’ya verilen bir olgu ve bu saha ondan sonra gelişiyor. Aynı zamanda şimdi hani eleştirel kuram ilk önce Frankfurt ekolüyle başlar derseniz; evet doğru. Frankfurt Ekolü de daha sonra II. Dünya Savaşı sırasında Amerika’dadır. Bunların bir kısmı Amerika’da kalmıştır, bir kısmı tekrar Batı Almanya’ya dönmüştür. Başka bir damar ise İngiltere’den çıkmıştır. Yani iş öyle çok yekpare halde oluşmamış ve onun da getirdikleri ve götürdüklerinin tartışılması gerekiyor. Sizlere şimdi Türk iletişim araştırmaları başlarken nelerin gerçekleştiğini anlatacağım. Fakat bunu anlatmam için de, iletişim eğitiminin Türkiye’de başlamasının ve özellikle doktora tezlerinin yaptırılmak zorunda kalınmasının ne kadar önemli olduğunu anlatacağım. Ersan İlal’e armağan için hazırlanan kitaba “Türk İletişim Araştırmaları İçinde 1970’li Yıllarda Siyasalda Yapılan Doktoranın Rolü ve Önemi” diye bir çalışma yaptım. Bu çalışmadan bilgiler paylaşacağım. İlk iletişim araştırması gazeteci Ahmet Emin Yalman tarafından Kolombiya Üniversitesi’nde 1914 yılında yapılmıştır. Ondan sonra sadece bazı gazeteler üzerinde yapılmış çalışmalar görülebilmektedir. Birkaç tane de basın tarihi çalışması var. Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne devredildiği zaman Türkiye’de iki tane üniversite var. Bunlardan bir tanesi İstanbul Üniversitesi olan Darülfünun, diğeri de İstanbul Teknik Üniversitesi. 1930’lu yıllardan 50-60’lı yıllara kadar pek bir gelişme olmuyor. Darülfünun’dan devreden Hilmi Ziya Ülken’in yaptığı çalışmalar var. Ondan sonra bazı sosyal psikologların yaptığı çalışmalar var fakat asıl büyük çalışmalar ve kitle iletişimiyle ilgili bazı çalışmalar Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde yapılmıştır. 1946’da burada iyi bir sosyoloji bölümü kuruluyor ve sosyoloji bölümünde, eskiden bir kısmı Hilmi Ziya Ülken’in öğrencileri olan, sonradan ABD’ye gidip doktora yapmış kimseler var. Mübeccel Kıray, Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Behice Boran’ı bu isimler arasında saymak mümkün. Bir de sosyal psikolog Fatma Başaran var. O doktora aşamasındayken jüriye üye bulamıyorlar, sonra da kadıncağız uzun yıllar kocası mühendis olarak Diyarbakır’da çalıştığı Sayı 36 /Bahar 2013 312 Salı Toplantıları için, Diyarbakır’da liselerde öğretmenlik yapıyor. Ondan sonra ben Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne geldiğim zaman (o sırada modernleşme kuramı, kalkınma kuramı çok revaçtaydı) Daniel Lerner’ın meşhur kitabı yayınlanmış, ondan sonra Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuş belirli şekilde, onun yaptığı bazı çalışmalar var. Aynı zamanda, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin siyasal ve sosyal açıdan verdiği derslerde kullandığı programlara Amerikan yaklaşımları eklenmiş. Bu nedenle ben Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okurken, yani 1960-64 arası bu programlarla okuduk. Bunlar olduktan sonra 1950’de İstanbul’da Gazetecilik Enstitüsü kuruluyor fakat başarılı olamıyor. Ankara’da Gazeteciler Cemiyeti, sendika, Anadolu Ajansı, hepsi eğitimli ve dil bilen gazeteci arıyorlar. En sonunda Siyasal Bilgiler Fakültesi UNESCO’yla birlikte Basın Yayın Yüksekokulu’nun programını hazırlıyorlar ve ders başlıyor. Ünsal Oskay, Ahmet Taner Kışlalı ilk asistanları arasındadır. Ondan sonra ben, Aysel, Uygur, Nilgün Abisel asistan olarak alındı. Ünsal’a bana ve Aysel’e UNESCO bursu verildi. Ben Boston Üniversitesi’ne gittim, gazetecilik mastırı alıp döndüm. Gazeteciliğe ve iletişime ilişkin Türkçe terminolojinin oluşturulması bize düştü. Gene Mahmut Tali Öngören ve arkadaşları televizyona ilişkin terminolojiyi yoktan var etmişlerdir. Mithatpaşa Caddesi’nde küçük bir stüdyoda televizyon işi başladı. BBC’ye bazı kimseler gönderildi, onlar çok az kursla işi idare etmeye çalıştılar ve tamamen yapboz şeklinde her şeyi yürüttüler. Çeviriler yapılarak zahmetli uğraşlar sonucu yeni terminoloji oluşturuldu. Nermin Hanım’dan başka iletişimle ilgili konulardan anlayan yoktu. Şimdi 70’li yıllarda ilk beş doktora nasıl yapıldı onlar hakkında bilgi vereceğim. Ortam nasıl bir 313 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi ortam, o ortamda neler yapılması gerekiyor bilmek gerekiyor. II. Dünya Savaşı bitmiş, 46’da Demokrat Parti kurulmuş, 50’de Demokrat Parti iktidara gelmiş. Radyo devletin elinde ama televizyonun adı yok. 1954’ten itibaren öğrencilere “televizyon alıcısı nasıl yaparsınız?” diye ödevler verilmiş. Onu yapmak için hazırlamışlar ve ondan sonra az da olsa yayın yapılmış. İstanbul’da parası olan birkaç kişi alıcı almış televizyon seyrediyorlar. Sonra 61 Anayasası geliyor, bu anayasa ile bazı kurumlar kuruluyor. Bunlardan bir tanesi Anayasa Mahkemesi, bir tanesi TRT kurumu, öbürü DPT’dir. Bu çok önemli kurumlar toplumu değiştirmeye başlıyor. DPT planları yapıyor, ondan sonra Anayasa Mahkemesi çıkan kanunların medyasallığını denetliyor. Bir de TRT kurumu var. TRT, BBC örnek alınarak kurulmuş; bu nedenle özerk. Artık özgürlüklerden, radyo hürriyetinden bahsediliyor, televizyon hürriyetinden bahsediliyor, özerklikten bahsediliyor, tarafsızlıktan bahsediliyor, ama halkın lügatinde bu kelimeler yok. Halk o kadar yadırgıyor ki herkes birbirine soruyor, anlamıyor. Şimdi bu ortam içinde hukuk fakültesi kolları sıvıyor. Bunlardan bir tanesi ilk yapılan tez fakat bunun hangi fakültede yapıldığı belli değil, kaydını bulamadık. Bu Cengiz Taşer tarafından yapılan tez 1969’da TRT tarafından basılıyor. Bu tez özerklik üzerinde duruyor. Size tezden ilginç bulduğum bir pasaj okuyacağım: “Siyasal iktidarın emrinde olmayan, onun sözcüsü durumunda olmayan, özerk kamu hukuku kurumu niteliğinde organize edilmiş radyoculuğun yurdumuzda eski bir mazisi yoktur. Bu yeni düzenin bazı çevreleri, bazı kişileri, bazı güçleri rahatsız etmesi pekala mümkündür. İşte özerkliğin değeri bu rahatsızlıkla iyi anlaşılabilir ve açıklanabilir. Burada en büyük görev Oya TOKGÖZ ile İletişim Araştırmaları Üzerine özerk radyonun kendisine aittir. Bu görev, özerkliğin nedenini, amacını iyi anlamak, iyi değerlendirmek ve bu özerkliğe sahip çıkmaktır. Aksi halde özel mevzuat değişikliğine de lüzum kalmaksızın özerkliğin küçük menfaatler karşılığında değiştirildiği veya kişiliksiz yöneticiler elinde kaybolup gittiğini görmek gibi bir acı sonuca katlanmak gerekir.” Daha sonra 1971’de Nihat Erim başa geliyor, başbakan oluyor, anayasa değişikliğine gidiliyor. TRT özerk bir kamu kuruluşu olarak ancak yedi yıl daha dayanabiliyor ve bunun sonunda da tarafsız bir kamu kuruluşu haline geliyor. Ersan İlal’in kitabı da Radyo Hürriyeti ve Özerklik adını taşıyor. 1970 tarihinde İstanbul Hukuk Fakültesi’nde savunulmuş tezi, radyo hürriyetinden başlayarak özerkliğe değinmektedir. Onun iddiası, özel radyo istasyonlarının kurulması ve radyo hürriyetiyle ilgilidir. Özerklik zorunlu olarak “kamu tüzel kişiliğini ve tekelini kendiliğinden gerektirmez” diyen Ersan İlal, özerklik öngören anayasanın 121. maddesinin tekel ve kamu tüzel kişiliğini zorunlu kıldığını söylemektedir. Bununla birlikte bu konunun tartışılmasını da isteyen İlal, özel radyo istasyonları ve radyoda ifade hürriyeti kavramlarının 1961 Anayasası’ndan önce üzerinde durulmamış kavramlar olduğunun altını çizmektedir. Ünsal’ın doktora tezi zannettiğiniz tez aslında doktora tezi değil, TRT büyük ödülünü kazanan tezdir. Ünsal Oskay belgelere dayanarak çok büyük bir araştırma yapmıştır. O günkü radyo televizyonun konumunu ortaya koymuştur. Ama asıl üstünde durmak istediği şey “modernleşme ve kalkınma kuramlarıyla ne yapılabilir, yapılamayan şeyler nedir?” sorularının yanıtını bulmaktır. Yine de onun en çok söylediği şey ve ilgi çeken yönü başkadır. Ünsal Oskay “bir toplumsal gelişme modeli kurmamız lazım. Bu model Türkiye’yi Batı’ya bağımlayıcı ve taklitçi batılılaşma yerine, tıpkı Mustafa Kemal dönemindeki ilk arayışlar gibi daha anlamlı ve özlü bir uygarlaşma yolunu sağlayabilir” demektedir. Ünsal Oskay’ın arkasından 1972’de ben “Türkiye’de ve Orta Doğu Ülkelerinde Radyo ve Televizyon Sistemleri” konulu doktoramı yaptım. Aslında medya sistemleri ve bu konu hala yankı bulan bir tezdir. Tezde medyayla siyaset arasındaki yakın ilişkiden bahsediyorum. Aslında bunlar hiç kimsenin lügatinde olmayan kavramlardı. Şimdi burada ortaya çıkardığım sonuçlarından bazı şeyleri söyleyeceğim, siz de bana bugüne uyup uymadığını söylersiniz. Devlet tekelinin neden ve niçin kurulduğu gerçeği bu araştırmanın en önemli vurgularından bir tanesidir. Devlet tekelinin şekli ve derecesi ülkeden ülkeye değişmektedir. İncelenen “Ünsal Oskay ‘bir toplumsal gelişme ülkelerde tam ve mutlak devlet tekeli modeli kurmamız lazım. Bu model modeli bütün ayrıntılarıyla görülmektedir. Türkiye’yi Batı’ya bağımlayıcı ve Özel şirkete verilmiş devlet tekeli modeline taklitçi batılılaşma yerine, tıpkı araştırmada hiç rastlanmamıştır. Şimdi radyo ve televizyonun kullandıkları yayın Mustafa Kemal dönemindeki ilk ilkeleri, radyo ve televizyonu devlet tekeli arayışlar gibi daha anlamlı ve özlü altında tutan siyasal sistemlerin otoritesini bir uygarlaşma yolunu sağlayabilir’ meşrulaştırmaktadır ya da meşrulaştırmak demektedir.” için kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. Radyo ve televizyona ait yayın olanakları, hatta Sayı 36 /Bahar 2013 314 Salı Toplantıları yayın hakları bile devlet mülkiyetindedir. Reklâm yayınlarının kullanılması devlet tekeli altında çalıştırılan radyo ve televizyon örgütleri bakımından tuhaf gelmekteyse de, ticari yayınların rekabetçi modelinin esası olmasına rağmen tekel modelinde de kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. İncelenen ülkelerde görülen devlet tekeli açısından bir diğer sonuç ise radyo ve televizyonun kullanılmasında dinin rolü olduğu gerçeğidir. Şimdi Arap Baharı koşulları itibariyle düşünüldüğü takdirde o zaman için çok doğru şeyler söylediğim ortaya çıkmaktadır. Aysel Aziz ise televizyon üzerinde odaklanıyor. Aysel televizyonun yetişkin eğitimi üzerindeki rolü üstünde dururken, Amerika’da geliştirilmiş olan kuramlara değiniyor. Tezinde diyor ki: “Televizyon yayınları, ülkemizde yeni ve bu yeniliğinden ötürü birçok eksiklik ve yetersizliği olmasına rağmen kamu tarafından artan bir ilgiyle karşılanmaktadır. Kişi eğlence, eğitim, kültür hatta haber kaynağını bu araca çevirmiştir.” Çıkardığı genel sonuç bu fakat ayrı sonuçları var. Diyor ki: “Şimdiki durumda televizyon yayınlarından yararlananları, daha çok yaşam düzeyi orta ve yüksek düzeyde olanlar oluşturmaktadır. Düşük yaşam koşullarında bulunanlar, televizyon alıcılarının yüksek ücretli oluşu nedeniyle yararlanamamakta ya da sınırlı olarak yaralanılabilmektedir. Televizyon yayınları ülkemizde salt eğlence ya da eğitim ve haber aracı olarak görülmekte, her ikisinin birlikte verildiği hatta verilmesi gerektiği bir araç olarak kabul edilmektedir.” Uygur. O da diyor ki: “Devlet radyodan etkin bir şekilde yararlanamamıştır. Siyasal iktidarlar radyo konusunda çok bilinçlidirler, buna rağmen radyodan etkin bir şekilde yararlanamadıklarını iki noktada tamamlamak gerekmektedir. Radyonun daha etkin kullanılması için zaman zaman girişimler olmuştur ancak bu girişimler uzun soluklu ve kalıcı olmamıştır.” Bir de profesyonelleşme olmamasından yakınmıştır. Nilgün’ünki çok ilginç bir tez ve burada söylediği şeyler çok ilginç, onu da bir noktada belirtmek durumundayım. Diyor ki: “Türk sinema endüstrisinde hammadde üretimine geçilmediği gibi karmaşık teknolojik sistemler gerektiren aygıtların üretimi kuşkusuz ülkemizde yapılamamaktadır. Bu eksik yön ilk günden bu yana sinemamızın ana sorunlarını hazırlamıştır. Türk sineması dünya sineması içinde kendine özgü bir yer sağlayabilecek ve gelişen uluslar arası film alışverişinden pay alabilecek kadar yetkin ürünler verememektedir. Türk sineması uzun süre kolay kar getiren maceracı bir meslek olmaktan öte gidememiştir.” Yani o zamanki koşullar altında tefecilerden bahsetmektedir. Şimdi bu tezler o yıllar Türkiye’sinde geçerli olan koşullara ve yeni yasal düzenlemelere göre hazırlanmış çalışmalar olma özelliğini taşımaktadırlar. Bu çalışmalar zamanın ruhunu çok iyi yansıtıyorlar. Ayrıca ilk defa kitle iletişim araçlarının, üzerinde tartışılır bir araç olduğunu söylüyorlar, topluma bunu tanıtıyorlar. Toplum bunu dahi anlamış Uygur radyo konusunda tez yapıyor. değil, bilincinde değil o zamanlar. Bu Uygur arşiv faresiydi. TRT’nin veyahut çok önemli, bu bilinci yerleştirmişiz. Ben da o zaman radyonun bir yerlerde arşivleri öyle söylüyorum, öyle görüyorum. Yani varmış, depoları varmış. O, fareler arasından hepsinin kanımca çok büyük bir değeri bu tezi çıkardı. Çok kapsamlı 500 küsur var. Şimdi bir şeyle bitireceğim. Aslında sayfa bir tezdir ve tabi çok emek harcamıştır iletişim eğitimini vermek yetmiyor, daha 315 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Oya TOKGÖZ ile İletişim Araştırmaları Üzerine çok aynı zamanda iletişim eğitimini verecek eğiticilerin de çok iyi yetiştirilmesi lazım. Bunlar yetiştirilmediği takdirde eğitim yarım gidiyor ve aynı zamanda her şey yarım yamalak olmaya devam ediyor. Çok sayıda iletişim fakültesi açıldı. Özellikle Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde yeni kurulan üniversiteler, ‘radyomuz olursa kendimizi daha iyi tanıtırız, şehre hizmet ederiz’ vs. diye düşünüyorlar. Ama çok büyük teknolojik olanaklar sağlamanız lazım ve personeliniz olacak, yoksa eğitimde çocuklara bunu yaptırarak sağlayamazsınız, şehre hizmet götüremezsiniz. Özellikle 90’lı yılların başından beri yeni kurulan pek çok Anadolu’daki üniversite bunu istedi ve bunlara sahip oldular. Şimdi bu teknoloji bakımından veyahut da alet edevat bakımından iyi bir durum. Bizim hiçbir şeyimiz yoktu benim çalıştığım okulda, fakültede, bir çöpümüz yoktu ilk başlandığı zaman. Ben asistan olarak girdiğim zaman UNESCO’nun verdiği daktilolar vardı. Hocalar getirip fotoğraf makinesiyle öğretirdi. Kamera yoktu. Öğrencileri TRT’ye götürürlerdi. Gazetenin nasıl hazırlandığını falan göstermek için Rüzgarlı’ya götürürdük. Sonra yavaş yavaş her şeyimiz oldu. Şimdi radyo yayını yapılıyor; çocuklar o radyo stüdyosunda hala eğitim görüyorlar. Ondan sonra tabi televizyon birimi var, onlar orada çalışıyorlar. Fotoğrafhane açıldı, reklâm atölyesi açıldı. Ama o kadar çok iletişim fakültesi var ki sektör kaldırmıyor, onun için yan sektörler oluştu. verildi. İstanbul Üniversitesi’nde 1988’de 4 tane verildi. İki tanesi de Marmara Üniversitesi’ndendir. Bu üniversiteler bu programları ilk açanlardır ama başlarda iletişimle ilgili ders yoktu. Daha çok sosyoloji dersleriyle öğrenciler doktora sahibi oldu. Ama yapılan doktoralar halkla ilişkilerle ilgili doktoralarıdır. Doktoralarda gazete ve basın üstünde durmamamız çok büyük bir eksikliktir ama yapılmamış o zamanlar. Anladığım kadarıyla hocalar da istememişti. 1980’li yıllardan itibaren de ben doktora yaptırmaya başladım. İlk yaptırdığım doktora Erol Mutlu’nundur, ondan sonra Veysel’e yaptırdım. Arada gazeteci Ahmet Tan’a yaptırdım. Ondan sonraki doktora da Haluk Geray’ındır. Doktora yaptırdım diyorum, yapmışım diyorum. İnşallah, yani buradaki gençler de bu çalışmaları yapacak, yaptıracak. Bir de şuna değinmeden geçmeyeyim; tabi bizim hazırladığımız tezler siyasalda belirli bir şekilde devam ede geldi. 90’lı yıllara kadar devam etti diyebilirim. Fakat 1988 yılından itibaren YÖK’ün doktoraları verilmeye başlandı. Bu ilk doktoraların nerede verildiğini söyleyeyim: İstanbul ve Marmara Üniversitelerinde Sayı 36 /Bahar 2013 316
Benzer belgeler
08-11 NisanApril 2015
// Considerations on Musicals and Composers in Field of Turkish Theatre in Republic Period And Its Present Day Condition. . . . . . . . . . . . 485
Öğr.Gör. Yıldız ÖZFIRAT
19. Yüzyıl Batı Resim San...
Sayı:37 - Güz / 2013 - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Prof. Dr. Fahrettin KORKMAZ Atatürk Üniversitesi
Prof. Dr. Hale KÜNÜÇEN Başkent Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet TOLUNGÜÇ Başkent Üniversitesi
Doç. Dr. Mustafa YAĞBASAN Fırat Üniversitesi
Doç. ...
haber söyleminde egemen ideolojinin yeniden
makalesinde seçmenin oy verme davranışına yön veren ideoloji, parti bağımlılığı gibi
unsurların etkisinin eskiye oranla zayıfladığı, adayın yeterliliği, projeleri, toplumsal
ilişkileri gibi özellik...