HF147 - Hayatım Futbol
Transkript
HF147 - Hayatım Futbol
Yayın Koordinatörü PEREZ İlker Yılmaz Günümüz Türk futboluna yön verenlerin ağızlarına pelesenk olan ‘kurumsallık’ vurgusunun ne denli doğru anlaşıldığı ve uygulandığı tartışılır. İngiliz ve Alman kulüplerinin yönetim sistemlerini referans olarak önümüze koysak da yine başkan, gücü çerçevesinde kulübün tek sahibi olarak davranmaktan çekinmiyor. Real Madrid Başkanı Florentino Perez’in ise ‘kurumsallık’la ilgili ahkam kestiğini pek söyleyemeyiz. Kaldı ki onun böyle bir derdi de yok. Onu yıldızlar bile kesmiyor! Perez, her zaman en iyisini istiyor ama her zaman da en iyilerin toplanması size en iyi sonucu vermiyor. Hayatım Futbol’da bu hafta Perez’in yıldız takıntısını, önceki ve şimdiki başkanlık dönemlerinde yaptıklarını, bunun neticesinde elde ettiği/edemediği başarıları masaya yatırdık. Yazarlar Ahmet Sercan Ergün Emre Çelik Emre Gürkaynak Erman Yaşar Ozan Ateş Rafet Baran Eryılmaz Serkan Akkoyun Bu sayıda ayrıca; Galatasaray başkanlığına aday olan Alp Yalman’ın sarı-kırmızılı camiada önceki dönemlerde yaptığı yöneticilik icraatlerini, teknik direktörlerin futbola getirmek istedikleri değişiklikleri, UEFA Gençler Ligi’ni, FIFA’nın üstünde dolanan kara bulutları, Hamza Hamzaoğlu sonrası yükselişine devam eden Akhisar Belediye’yi ve Bielsa’lı Marsilya’yı kaleme aldık. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz [email protected] [email protected] #147 BU SAYIDA Galatasaray Başkanını Arıyor Alp Yalman 18 yıl önce bıraktığı koltuğu yeniden talip. Peki daha once ne yapmıştı? Filmin Devamı Akhisar Belediye yeni hocasıyla da üstüne koyarak devam ediyor Tek Adam Real Madrid’in nevi şahsına münhasır başkanı: Florentino Perez Teknik Direktörlerin Oyunu Futbola sizce de yeni kurallar gelmesi gerekmiyor mu? Bazı teknik direktörler bunu düşünüyor Marsilya’da Bir Dahi Bielsa yine farkını ortaya koydu. Bu kez Fransa’da adından söz ettiriyor Minik Devlerin Arenası Şampiyonlar Ligi’ndeki devlerin gençleri de mini bir Şampiyonlar Ligi heyecanı yaşıyor FIFA’nın Başı Dertte! Adı zaman zaman yolsuzluklarla anılan FIFA Başkanı Blatter’i yine bir kriz bekliyor Türkiye Serkan Akkoyun HF147 “EVET, NEREDE KALMIŞTIK?” Galatasaray’da yapılacak olan başkanlık seçiminde Alp Yalman adaylığını koydu. Bundan 18 sene önce bıraktığı göreve yeniden talip. İlk sefer yarım kalan bir şeyler mi vardı acaba? “En iyi lider, en iyi umut taciridir” Napoleon Bonaparte Arkasında günün yemek önerileri ve o gün doğan kız/erkek çocuklar için isim tavsiyeleri bulunan takvimin ön tarafında 17 Mart 1990 yazıyordu. Galatasaray Lisesi Tevfik Fikret Salonu’nda 2127 kişi oy kullandı. Bu oyların 45 tanesi geçersiz sayıldı. Kalan oyların 1116 tanesi, yapılan sayım sonucunda Galatasaray’ın yeni başkanını belirledi. Alp Yalman, 50 yaşında, Galatasaray’ın lise dışından seçilen ilk başkanı oldu. Juvenalis, Demokritos ve Herakleitos’un insanlık haline olan tepkilerini anlatmak için “Evinden dışarı adım atar atmaz gülmeye başlardı biri / öteki ise ağlamaya başlardı” der. Tevfik Fikret Salonu’nda yapılan seçim sonrasında Alp Yalman sevinçle kendisini kutlayanlara sarılırken rakibi Ali Tanrıyar ise üzüntü içerisindeydi. 1986 yılında takımın başına geçen Ali Tanrıyar, 14 yıl aradan sonra o sezon şampiyon yaptığı Galatasaray için, “Seni sevmeyen ölsün” demiş ve tarihe bu ifadelerle geçmişti. ANAP’lı Başhekim Tanrıyar, seçim günü kendisine desteğe gelen SHP’li Mustafa Sarıgül’ün tesellileri arasında önce Yalman’ı tebrik etti daha sonra salonu terk etti. Yalman ise Gordion düğümünü çözen Büyük İskender gibi zaferin tadını çıkardı. ‘Ölüm, mezar yok’ Alp Yalman, dönemin ruhuna uygun bir başkandı. Fenerbahçe’de Metin Aşık gibi Beşiktaş’ta Süleyman Seba gibi zaman zaman sert çıkışlar yapsalar da genellikle centilmen ve kibar başkanlar görev yapıyordu. Yalman da bu ekolden olduğunu kısa sürede ortaya koydu. Hatta bunu seçim zaferini kutladığı dönemde yaşanan bir olayla da kanıtlamıştı. Yalman’ın seçimi kazandığının açıklanmasının ardından bir grup Galatasaraylı “Ali Sami Yen, Fener’e mezar olacak” diye tezahürata başlayınca Yalman, “Ölüm, mezara sokmak gibi ifadeler Galatasaray’ın düşüncesi değildir. Bunlar Galatasaray prensiplerinde olmaz” diyerek cevabını vermişti. Sezai Karakoç, Gül Muştusu şiirinde geçen ‘gül saçarım düşmanıma bile’ der. Hem Fenerbahçe hem de Beşiktaş’la iyi geçinen Alp Yalman en büyük sıkıntısını Tanju Çolak’ın Fenerbahçe’ye transfer olmasının ardından sarı-lacivertli takımla yaşadı. 1987-1991 yılları arasında Galatasaray forması giyen ve burada anlatmaya gerek olmayacak kadar önemli işler yapan Tanju Çolak 1991 yılının yaz ayında olaylı bir şekilde Fenerbahçe’ye transfer oldu. Maaş konusunda anlaşamayan, istediği ücretin çok altında bir rakam teklif edilen Tanju, “Bana 18 yaşında bebe Bülent (Korkmaz) ve geçen sezon 4 gol atmış Erdal’la aynı parayı önerdiler” diyerek isyan etti. Yaşananları fırsat bilen Fenerbahçe başkanı Metin Aşık da devreye girerek Tanju’yu kaptı. Yılmaz Karakoyunlu meşhur Salkım Hanımın Taneleri kitabında, “Kurtlar kuzunun bol olduğu yeri değil, sahipsiz kaldığı yeri sever” der. Tanju transferinde Galatasaray, Fenerbahçe’yi suçlar. Basın üzerinden sert demeçler verirler. Daha sonra araya giren dönemin Kadıköy Belediye Başkanı Cengiz Özyalçın, Fenerbahçe burnunda yer alan tesislerde iki başkanı bir araya getirir ve barıştırır. Tanju olayı böyle kapanırken Beşiktaş başkanı Süleyman Seba ile çok daha ilginç bir olay yaşar Yalman... ‘Alo Alp bey, Süleyman Seba ben...’ Fatih Altaylı’nın naklettiği hikayeye göre Alp Yalman’ın başkanlık yaptığ dönemde Beşiktaş forması giyen bir orta saha oyuncusunu ‘kaçırırlar’. Alp Yalman’ın şu anda İstanbul’un Şişli ilçesinde bulunan ve Astoria Kuleleri olarak bilinen -o zamanki adıyla Tatko Kuleleri- ofisinde bir araya gelen ekip pürüzleri giderip sözleşmeye imza atmak üzereyken Yalman’ın telefonu çalar ve telefonu Yalman’ın sekreteri açar. Telefonun diğer ucunda Süleyman Seba’nın olduğunu söyler. Ortam bir anda buz keser. Odada bulunanlardan bir tanesi Alp Yalman’a dönerek, “Yok dedirt” işareti yapar ama Yalman bunu dinlemez, telefonu alır, Seba ile konuşur. Neticesinde Beşiktaşlı oyuncu tıpış tıpış Fulya’ya doğru geri döner. Montaigne, dostunun ona iyilik etmesindense, dostuna iyilik etmeyi tercih ederek yaşamıştır. Alp Yalman, Süleyman Seba ile aralarında geçen konuşmanın ardından Altyalı’nın aktardığına göre şunları söyler, “Bakın çocuklar, bir futbolcu transfer edeceğiz diye Süleyman Bey’in telefonuna çıkmamazlık edilmez. Süleyman Bey futbolcumuz orada mı diye sorunca da burada değil diye yalan söylenmez. Daha çok futbolcu alırız, satarız. Ama başka bir Süleyman Seba bulamayız.” Sportif başarının temelleri atıldı Alp Yalman, Galatasaray’ın başında 6 yıl, 3 dönem başkanlık yaptı; 3 seçim kazandı, 1 seçim kaybetti. 2 defa Galatasaray geleneğinin en güçlü kanadı olan Galatasaray Lisesi mezunu adayları geçmeyi başardı. Hatta 1990 yılında kazandığı ilk seçimde, Galatasaray tarihinin ilk lise dışı başkanı seçilmesinin ardından “Galatasaray’ı lisenin yönettiği hikayesinin gerçek olmadığı da ortaya çıktı” yorumları yapıldı. Başkanlığı Faruk Süren’e devrettiği 1996 yılı sonu haricinde Fenerbahçe, onun döneminde hiç şampiyonluk yaşamadı. 1992/93 ve 1993/94 yıllarında Galatasaray’la zafere ulaşan Yalman ilk iki yılında ise şampiyonluğu Beşiktaş’a kaptırdı. Ancak her şey şampiyonluk anlamına gelmiyordu. Yalman görevi 1996 yılında Faruk Süren’e bıraktıktan sonra Galatasaray art arda 4 sene Türkiye’de şampiyon oldu. 2000 yılında ise şimdiki adı UEFA Avrupa Ligi olan UEFA Kupasını kazanarak Türk futbol tarihinde bir ilk başardı. Fotoğrafa biraz daha geniş açıdan bakalım. Galatasaray’ın UEFA Kupası zaferini ve öncesinde gelen 4 yıllık seri şampiyonlukları getiren kadronun temelleri Alp Yalman’ın başkanlık döneminde atıldı. 1990 yılında kurmaya başladığı kadroyu her sene genç ve ileride Galatasaray’ın geleceğini oluşturacak isimlerle güncelleyen Yalman, 1992/93 sezonunda Hakan Şükür’ü Bursaspor’dan, Suat Kaya’yı Konyaspor’dan transfer etti Okan Buruk’u da altyapıdan A Takıma çıkardı. Ertesi yıl Hakan Ünsal’ı Karabükspor’dan, Ergün Penbe’yi de Gençlerbirliği’nden transfer eden Yalman böylece UEFA şampiyonu olan takımın da iskeletine sarıkırmızılı formayı giydirmiş oldu. Avrupa Fatih’i Galatasaray Futbol şube sorumluluğu yaptığı 80’li yıllarda da Jupp Derwall’i Galatasaray’a getiren Yalman, hem Galatasaray hem de Türkiye adını Avrupa futbolunda kulüpler düzeyinde de hatırı sayılır bir yere taşıdı. 1993/94 sezonunda Galatasaray, şimdiki adı Şampiyonlar Ligi olan Şampiyon Kulüpler Kupasında gruplara kalarak bu başarıyı gösteren ilk Türk takımı oldu. Yalman başkanlığında gelen bu zafer unutulmaz Manchester United maçlarının neticesiydi. Harvard Üniversitesi’nde profesör olan Rosabeth Moss Kanter, başarılı olup bunun üzerine sıçrama yapan insanların aslında değişimi sağlayanlar olduğuna dair bir cümle kurmuştur. Alp Yalman ile oluşturulan temeller, Galatasaray’ın başarılı olmasını sağlamış, Faruk Süren ile devam eden bu başarı, sıçramayı ve Türk futbolunda değişimi getirmiştir. Bakış açını değiştir Yılmaz Erdoğan’ın senaryosunu yazdığı Vizontele Tuuba filminde, Nafiz karakteri beraber masada oturdukları arkadaşından Deli Emin karakterini sinirlendiren bakışlarından vazgeçmesi için “En azından bakış açını değiştir” diye ricada bulunur. Galatasaray kritik bir seçim öncesinde. Ünal Aysal ile beraber yönetim anlayışını daha profesyonel bir hale getiren Galatasaray’da tek başkan adayı Alp Yalman. Eğer başka aday çıkmaz ve Yalman seçilirse Galatasaray camiası bambaşka bir yola girecek; en azından bakış açısını değiştirecek. “İyi bir seçim yapmak, sadece hiçbir kötü seçenek mevcut değilken kolaydır.” Robert Half Döneminden ilginç anektodlar * Fenerbahçe’nin efsane ismi Rıdvan Dilmen’i transfer etmek istedi. Dönemin Fenerbahçe başkanı Güven Sazak’ı arayarak fiyat sordu. “3,5 milyar” yanıtını aldıktan sonra indirim istedi ancak alamadı. *Lazio ve Juventus ile dünya futboluna damga vuran Pavel Nedved’i Sparta Prag forması giyerken transfer listesine aldı. Ancak Nedved, Lazio’yu seçti. *1995 yılında Ruud Gullit’e transfer teklifinde bulundu. Gullit, Chelsea’ye gitti. *Graeme Souness, meşhur Ulubatlı lakabını onun başkanlık döneminde gerçekleştirdiği olay sonucu aldı. *Belçika’da oynadığı veteranlar futbol maçı sırasında 26 yaşındaki Fahrettin Durak isimli bir futbolcuyu çok beğendi ve transfer etti. Ancak Fahrettin Durak hiç maç yapmadan takımdan ayrıldı. *1996 yılında görevi Faruk Süren’e devrederken kulübün hiç borcu yoktu. *1997 yılında TFF başkanlığına aday oldu ancak Abdullah Kiğılı’ya geçildi. Kiğılı’yı salonda ilk tebrik eden Alp Yalman’dı. *Elvir Boliç’i oynatmayan Feldkamp’ı uyardı ve “Bu çocuğu takıma kazandır” dedi. Ancak Boliç oynatılmadı ve 6 ay sonra Gaziantepspor’a gitti. Gol krallığında ikinci oldu. Ertesi yıl Fenerbahçe aldı. *1995 yılında Doğru Yol Partisi’nden milletvekili adayı oldu, seçilemedi. *Galatasaray’ın ‘şike iddiaları’ bulunan 8-0’lık Ankaragücü galibiyetini aldı. Türkiye HF147 Ozan Ateş FiLMiN DEVAMI Kademe kademe her yıl yükselmeye devam eden Akhisar Belediyespor, yeni teknik direktörüylede kurguladığı filmin devamını çekiyor. Sezona flaş bir başlangıç yapan Akhisar’ın sırrını inceledik Sezona Hamza Hamzaoğlu’nun milli takım tercihinin ardından Mustafa Reşit Akçay ile başlayan Akhisar Belediyespor’un bu sezonki başarısının sebebi kısa süreli doğru tercihler değil, yakın geçmişe dayanan bir gelenek. 2008’de 3. Lig’den, 2010’da 2. Lig’den ve son olarak 2012’de o dönemki adıyla Bank Asya 1. Lig’den yükselme başarısı gösteren Akhisar; tarihinde sadece 1994 yılında küme düşme üzüntüsü yaşadı. 2008’den bu yana sadece ileri gitmelerini sürekli yenilenen, gelişen ve her zaman uyumlu birliktelikleri oluşturan yapıya borçlular. Teknik direktöre yüksek bütçeler sağlayamıyorlar, fakat karşılıklı güven ortamı sağlanıyor. Son yıllardaki bu yükseliş döneminde çalışan 3 teknik direktör de başarının paraya ve tanınmış futbolculara bağlı olmadığını, sahada istenen sonuçları almak amacıyla takım olarak çalışmanın önemli olduğunu biliyordu. 2005-2011 yılları arasında teknik direktörlük görevi yapan Atilla Özcan ve ondan bayrağı devralan Hamza Hamzaoğlu kulübün bu yapısını devam ettirerek takımı yukarılara taşımaya devam etti. Mustafa Reşit Akçay da bu projeden etkilenerek Hamza Hamzaoğlu’nun yerini aldı ve Akhisar Belediyespor aynı yolda devam ediyor. Baskının az, güvenin çok olduğu bu uygun ortamda kaliteli nokta transferler ve tanınmamış futbolcuların izleyicilere göre sürpriz olan katkılarıyla kadroyu sürekli geliştiriyorlar. Doğru yıldız ve arkasına doğru ekip İdeal gözüken yönetim ve teknik kadro birliktelikleri bazen istedikleri kadroyu oluşturamayabilir. Bazen ise iddialı kadroları saha içinde hayal kırıklığına sebep olabilir. Akhisar’da bunların hiçbiri olmadı. Düşük bütçeye rağmen her sezon istenilen kadro kuruldu ve bu kadrolar beklentilerin de üstüne çıktı. Akhisar Belediyespor’un başarılı kadroları, takımı taşıyan yıldızlar ve yıldızları taşıyan takım şeklinde tanımlanabilecek iki parçadan oluşuyordu. Skoru arttırma görevini üstlenen futbolcular, arkasındaki savunan ve top taşıyan takımın değerini; takım ise iş bitiren yıldızların başarıyı getirdiğini biliyordu. Bu sayede hiçbir zaman takım ruhundan uzaklaşmadılar. Alt liglerde Doğan Şahin, Anıl Taşdemir gibi yıldızlaşan futbolcularla başarıyı yakalayan Akhisar, Süper Lig’de de yıldızlarını buldu. Sadece Süper Lig’deki ilk sezonunda Bruno Mezenga’yı tek forvet denedikleri, veya Mehmet Yıldız-Mert Kaytankaş forvet ikilisiyle oynamaya çalıştıkları dönemde başarısız oldular ve ligin son sırasına yerleştiler. Bu deneyimden dersini alan Akhisar bir daha forvetsiz kalmadı. Devre arasında takıma katılan Theofanis Gekas kısa sürede gollerine başladı ve yarım sezonluk performansıyla Akhisar’ın ligde kalmasını sağladı. 2013/14 sezonu başında Gekas ile anlaşamayan Akhisar, takımın defans oyuncusu Ibrahima Sonko’nun önerisiyle Oumar Niasse’ı denemeye aldı. Hazırlık maçlarında ve antrenmanlarda Hamza Hamzaoğlu’nu etkileyen Senegalli forvet, takımla 2 yıllık sözleşme imzaladı. 15 gol 7 asistlik başarılı sezonu Niasse’a Rusya kapılarını açtı. 250 bin euro karşılığında Akhisar’a gelen Niasse, 1 yıl sonra Lokomotiv Moskova’ya giderken takımına 5,5 milyon euro kazandırdı. 2014/15 sezonunda Gekas ile ücret konusunda bu sefer anlaşabilen Akhisar, yarım sezonluk kulüp efsanesini takıma döndürdü ve böylece yıldız forvetler serisi devam ediyor. Sivasspor, Erciyesspor ve Fenerbahçe maçlarında 2’şer gol atan 34 yaşındaki Yunan golcü gençlere taş çıkartıyor. Takımın 3 senelik Süper Lig macerasındaki diğer skor kahramanları ise, asistleri ve golleriyle santraforun üzerindeki yükü azaltan Bruno Mezenga ve Bilal Kısa. Sahanın çeşitli yerlerinde çeşitli görevler edinebilen Bruno, her geçen yıl performansını arttırıyor. Bilal Kısa, Pirlo’ya benzetilmesine sebep olan oyun görüşü, uzun pasları ve şutları sayesinde ilerlemiş yaşına rağmen milli takıma kadar yükseldi. Akçay ile yeni Akhisar Belediyespor 2014 Mayıs ayında Hamza Hamzaoğlu, milli takımdaki görevine devam edebilmek için Akhisar Belediyespor’a veda etti ve yerine Mustafa Reşit Akçay getirildi. 56 yaşındaki teknik direktör geçen sezon düşüş yaşayan takımı toparlamakla kalmadı, 4 maçta 10 puanlık görkemli bir başlangıç yaptı. Yeni Akhisar Belediyespor, yeni takviyeler ve hocasının yeni taktikleriyle farklı bir görünüme büründü. Braga’dan transfer edilen Douglão, Sonko’nun yerini aldı ve defansta Uğur Demirok ile mükemmel bir uyum yakaladı. Akçay’ın Trabzonspor’dan öğrencisi Didier Zokora, orta sahada Merter Yüce ile birlikte oynuyor. MKS Cracovia’dan gelen Saidi Ntibazonkiza kanat için, Roda’dan gelen Arnaud Sutchuin-Djoum orta sahanın ortası için değerli birer alternatif oldu. Akhisar’daki asıl fark ise Reşit Akçay’ın bu bol alternatifli kadrosunu kullanışı. Farklı rakiplere özel taktiklerle çıkmayı amaçlayan Akçay, hazırlık dönemini bu yönde kullandı ve ligin ilk haftalarında bu uyum sürecinin devam edeceğini söylüyordu. Fakat yeni taktik çalışmalarına kolayca adapte olan futbolcular 3 galibiyet 1 beraberlik ile Akhisar’ı liderlik koltuğuna oturttu. Rakibe özel taktik çalışmaları, sezonun ilk büyük maçında farkını gösterdi. Kanat forvetlerin ceza sahasına yaklaşması ve beklerin onların yerini almasıyla 2-5-3 benzeri sahaya yayılarak özellikle kanatlardan rakiplerine baskı kuran Fenerbahçe’yi ustalıkla durdurmayı başardılar. Akhisar’ın savunma planı yaklaşık olarak şöyleydi: Bekler (Ahmet Cebe ve Güray Vural) stoperlerle birlikte çok dar bir defans hattı kurarak ceza sahası çevresini korudu. Kanat futbolcuları (Bruno ve Kenan Özer) beklerin yerini alarak Caner Erkin ve Gökhan Gönül’ü karşıladı. Böylece top rakipteyken 6’lı bir defans görünümü ortaya çıkıyordu. Bu savunma sistemi Avrupa’nın büyük liglerinde denenen ama her zaman başarılı olamayan bir sistem. Newcastle United bu şekilde Manchester City’ye karşı koyamamıştı, fakat Akhisar Belediyespor’un Fenerbahçe’den fazla olan isteği ve hiç de aşağı kalmayan yetenekleri skorda üstünlük sağlamasına sebep oldu. Sistemin diğer kahramanları, orta sahadaki geniş alanı birbiriyle çok iyi anlaşarak savunan Merter Yüce ve Didier Zokora’ydı. Bilal Kısa’nın da katılmasıyla bu 3 futbolcu, Fenerbahçe’nin sürekli yer değiştiren orta saha futbolcularına karşı pek açık vermedi. Bu büyük savunma hattı geçildiğinde kalede geçit vermeyen Oğuz Dağlaroğlu’nun hakkını da vermek gerek. Yıllar sonra Süper Lig’e döndüğünde yetersiz kalacağını düşünenleri yanılttı ve 3 senedir ligin başarılı kalecilerinden biri. 35 yaşını geçti ve Akçay’ın Akhisar’ında da başarıyla devam ediyor. Futbolcuların kullanıldığı mevkiilerde de önemli değişiklikler görüyoruz. Önceleri daha çok Merter Yüce’nin yanında ön libero olarak oynayan Bilal Kısa forvet arkası rolüyle bütünleşmiş gözüküyor. Gekas ile serbest rollere sahip olan Bilal farklı noktalarda topla buluşup mesafe tanımaksızın arkadaşlarına pozisyon yaratıyor. Forvet arkası oynamasına alıştığımız Bruno Mezenga, sağ kanatta kendine yer buldu. Sezona sağ kanatta başlayan Kenan Özer sol kanada geçti. Geçen sezon ikinci yarının en etkili isimlerinden olan Mehmet Akyüz ve yeni transfer Ntibazonkiza’dan da yararlanan Mustafa Reşit Akçay’ın kadro derinliği konusunda sıkıntı yaşaması beklenmiyor. Theofanis Gekas Profesyonel futbol yaşantısına Larissa kulübünde başlayan Yunan golcü Theofanis Gekas; Kallithea ve Panathinaikos’taki başarılı performansıyla önce milli takıma yükselmiş, daha sonra 2006’da Bundesliga’ya yeni çıkan VfL Bochum takımına kiralık olarak gitmişti. Küme düşmeme mücadelesi veren Bochum, o sezonu 8. sırada tamamladı ve Gekas 20 golle gol kralı oldu. Bu çıkışı ona Bayer Leverkusen’in kapısını açtı. İyi başladığı yeni takımında daha sonraları hem gözden düştü, hem de performansı düştü. Yarım sezonluk Portsmouth ve Hertha Berlin maceralarında da aradığını bulamayan Gekas 2010’da Eintracht Frankfurt’un yolunu tuttu. Buradaki 16 gol 5 asistlik performansıyla takımının küme düşmesine engel olamadı. Almanya 2. liginde yarım sezon geçirdikten sonra 2012 Ocak ayında Türkiye’ye geçiş yaptı. Aradaki başarısız Levante serüveni haricinde o günden bu yana Türkiye’de en çok konuşulan forvetlerden biri olmayı başardı. Yarım sezon Samsunspor, yarım sezon Akhisar Belediyespor, bir tam sezon ise Konyaspor forması terleten Gekas; uğruna marşlar yazıldığı Akhisar’a geri döndü ve 4 maçta attığı 6 golle 2014/15 sezonuna muhteşem başladı. Bu yazının yazıldığı ana kadar Süper Lig’de 54 maça çıktı, 39 golü ve 12 asisti var. Gollerin 18’ini Akhisar, 13’ünü Konyaspor ve 8’ini Samsunspor formasıyla attı. Gekas’ın ağlarını sarstığı takımların başında ise Fenerbahçe geliyor. Yunan futbol tanrısından gol yiyen takımların istatistikileri şöyle: 5 gol – Fenerbahçe 4 gol – Sivasspor 3 gol – Erciyesspor, Akhisar Belediyespor, Beşiktaş, Bursaspor, Kasımpaşa, Başakşehir (İBB) 2 gol – Kayserispor, Karabükspor, Gaziantepspor, Orduspor 1 gol – Mersin İdman Yurdu, Trabzonspor, Eskişehirspor, Antalyaspor 34 yaşında bile Türkiye’deki bütün büyük takım taraftarlarının “Neden biz onu almadık?” şeklinde düşünmesine sebep olan Theofanis Gekas, bir süre daha böyle devam edebileceğinin sinyallerini veriyor. Yaşadığı fiziksel düşüşe ek olarak zaten ikili mücadele gücü yüksek olmayan Gekas; forvet sezgileri, boş alanlara yaptığı koşular ve usta bitiriciliğiyle kalıcı olmanın formülünü bulmuş gibi gözüküyor. Emre Çelik Profil HF147 TEK ADAM Kimine göre futboldan anlamayan başarılı bir şirket yöneticisi, kimine göre diktatör, kimine göre ise modern Real Madrid’in yaratıcısı… İşte Florentino Perez 2000 Şampiyonlar Ligi Finali öncesi basın toplantılarında tam da Del Bosque’nin konuştuğu esnada içeriye bir anda Lorenzo Sanz daldı. Del Bosque’nin basın toplantısını yarıda kesen Sanz, Toshack’tan aldığı enkazla takımı Şampiyonlar Ligi Finali’ne çıkaran Del Bosque’nin sözleşmesini 3 sene daha uzattığını açıkladı. Sanz’ın bu hareketi elbette Real Madrid cephesinin dikkatini, hem de bu denli yakışıksız bir tarzla, dağıtacak şeklinde yorumlandı ama Sanz’ın bu paniğinin altında yatan çok daha önemli bir sebep vardı: Yazın düzenlenecek başkanlık seçimlerinde adaylığını açıklayan, genç, merkezle son derece iyi ilişkileri bulunan, çok daha önemlisi arkasındaki destekle kulübün borcunu temizleyeceği yönünde çok iddialı konuşan yapan Florentino Perez! İnşaat mühendisi olan bu genç adam daha 30’lu yaşlarının başında siyasete atılmış, kulübe üye olarak dikkat çekmeye başlamış ve 80’lerin sonunda da OCP Construcciones firmasında hızla yükselmeye başlamıştı. Lâkin Perez için bütün bunlar yeterli de değildi. Nitekim 2000 yazındaki seçimleri kazandı ve Real Madrid, Santiago Bernabeu döneminin ardından en çok konuşulan, en sükseli transferlerin yapıldığı, bir o kadar da tartışılan bir döneme adım attı. Florentino Perez’in taktiği son derece basitti. Başarıyı para getirecekti elbet ama bunun yolunu da bulmalıydı. Nitekim Real Madrid’i bir kulüpten ziyade bir şirket gibi yönetecek, fakat kulübün popülaritesini de transfer edeceği isimlerle artırarak bundan faydalanacaktı. Nitekim ilk hamlesiyle futbol dünyasının zirvesine oturdu. Transfer edilen isim, ezeli rakip Barcelona’nın en önemli oyuncusu Luis Figo’ydu. Barcelona’yı muhatap bile almayan Perez, adeta Portekizli oyuncunun serbest kalma maddesini çıkarıp masaya koydu ve tarihin belki de o güne kadar en çok tartışma yaratan transferine imza attı. Figo’ya ödenen 60 milyon euroluk bedel ise 2000 yaz transfer döneminde Real Madrid’in toplam harcamasının yarısı bile değildi. Galiçya’dan yaklaşık 40 milyon euroya Flávio Conceicao ve Makalele, La Liga’nın parlayan santrforu Pedro Munitis ve Valladolid’in file bekçisi Cesar Sanchez’e yaklaık 20 milyon euro, Santiago Solari’ye ise 4 milyon euro harcayacaktı. İsimlerin tutup tutmamasından, verimlilikten ziyade önemli olan İspanya’nın ve Dünya’nın o sezon en çok konuştuğu isimleri kadroya katmaktı ki 2000 yazı sadece bir başlangıçtan ibaretti. Transferler bir kenara Florentino Perez, 2000 senesinde son derece önemli bir hamle daha gerçekletirdi. 1964’te kulübün efsane başkanı Santiago Bernabeu ve efsane hocası Miguel Muñoz tarafından kapıya konulan Alfredo di Stefano’ya onursal başkanlık verdi. Real Madrid’in 2000’de yüzyılın kulübü seçilmesindeki en önemli isimlerden biriydi Di Stefano. 50’lerin sonunda üst üste kazanılan 5 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunun saha içindeki en önemli mimarıydı. Lakin yaşından ve Miguel Muñoz’u eleştirmesinin ardından Bernabeu “Oğlumu kaybettim” dese de kapıya koymuştu Di Stefano’yu. Perez ise akıllılık yapıp hem Barcelona’daki Cruyff imajının karşısında bir alternatif sunmuş hem de Avrupa’da tekrar eski günlerine dönme emareleri gösteren Real Madrid için bu başarıların sıradan birer şey olduğu algısı oluşturup Real Madrid ismini pazarlama markasına dönüştürme konusunda kullanmıştı. Ayrıca global pazarlama hamleleriyle de gerek Asya pazarına gerekse Amerika pazarına girerek önemli bir savaşı da başlatmıştı. Zidanes y Pavones Real Madrid, 2000/01 sezonunu Avrupa’da yarı final, La Liga’da şampiyonlukla tamamladı fakat Perez kulübün başına geçtiği günden bu yana normal sezonlar değil transfer sezonları daha fazla konuşulmaya başlamıştı. Nitekim, Francisco Pavon Tek ve en büyük şanssızlığı, Perez’in Zidane ile birlikte Óscar Miñambres, Raúl Bravo veya Chupe’yi değil, Pavon’u anmasıydı. Yeteneksiz değildi elbet ama takıma girmekte başarılı olamadı. Dahası kendisiyle imzalanan 7 senelik sözleşme de bir bakıma elini kolunu bağladı. Ne kiralık gönderildi -kim bilir belki de kendisi istemedi- ne satıldı ne de serbest bırakılabildi. Ta ki 2007’de artık iyice kulübenin babası olana kadar… 2007’de Zaragoza’nın yolunu tutan Pavon geçirdiği 3 senenin ardınan Arles-Avignon’un yolunu tuttu ve 2011’de kramponları astı. Real Madrid tarihine ve literatürüne girmeyi başardı ama oynadığı oyunla değil, beklentileri karşılayamayan bir isim olarak… Figo’nun ardından bambaşka bir bomba daha patlattı. “Bundan böyle her transfer döneminde bir dünya yıldızını kadromuza katacağız. Bu bizim için bir gelenek olacak. Lâkin kendi altyapımızı da yabana atacak değiliz. Her sene bir yıldızın yanı sıra Pavon gibi altyapıdan da bir ismi as takıma kazandıracağız. Bu potansiyele sahibiz” diyordu Florentino Perez, dünyanın en pahalı transferi Zidane’ı açıklamasının ardından. Perez’in bu açıklamasından en kötü etkilenen isim ise o sezon as takıma büyük beklentilerle takıma yükseltilen Paco Pavon oldu. Talihsizdi, belki Perez o açıklamada Pavon değil de başka bir isim söylese üzerindeki ilgi bu denli fazla olmayacaktı. Guti, Makalele, Raul, Morientes, McManaman, Roberto Carlos, Fernando Hierro, Luis Figo ve Zinedine Zidane’ın top koşturduğu bir takımda elbette ne Pavon ne de o sene takıma terfi eden başka bir isim yer bulabilirdi. Dahası bu isimlerin arasında bile yeri garanti olmayanlar; Del Bosque’nin yerine bile yeni bir isim gelebileceği konuşuluyordu. Takım başarısız değildi belki ama Florentino Perez’e göre kulübede bu yıldızlara yakışan yıldız bir hoca olmalıydı. Mesela Capello gibi… Dahası Perez, Del Bosque’yi de kendi hocası olarak görmüyordu. Nitekim haklıydı da, başkan seçilmeden 2 hafta önce apar topar bir imzayla Del Bosque ile çalışmak zorunda kalmıştı. Bunun için de Avrupa kozunu kullandı ama lig şampiyonluğu ve oyunculardan bazılarının baskıları bir nebze olsun Perez’i frenledi. 2001/02 sezonu, yazın yapılan gövde gösterisinin ardından hem Perez için hem de Real Madrid için kabus gibi başladı. 9 haftada sadece 2 galibiyet alınabilmiş, şampiyonluk hedefi daha ligin başında adeta sona ermişti. Bunun sebebi ise birçok futbolcuya göre Florentino Perez’in ta kendisiydi. McManaman yıllar sonra “Pazarlama, sporun önüne geçmişti. Ne işimiz vardı ki Kahire’de?” diyerek sırf Real Madrid ismini Kuzey Afrika piyasasına da sokmak için Mısır’da yapılan hazırlık maçına atıfta bulunuyordu. Dahası Hierro ve Makalele de McManaman gibi sürekli bir organizasyondan başka bir organizasyona koşmaktan şikayetçiydi. Fakat Avrupa’da da işler tam tersine iyiydi. Bu 9 maçlık periyotta Avrupa arenasında 4 maç oynayan Real Madrid 4 maçını da kazanmıştı. Bu ivme takımın toparlanmasını, kulüp içindeki çekişmelerin bir nevi medyanın ilgisini çekmesini önledi. Halbuki Perez yedek kulübesi dahil her yerde hakimiyet kurmak isterken Del Bosque’nin patron olduğu soyunma odasında son söz Fernando Hierro ve arkadaşlarınındı. Lakin Real Madrid toparlanmış, ligde liderliğe kadar yükselmiş, Şampiyonlar Ligi’nde de geçen sene elendiği Bayern Münih’i turnuva dışına itmek için büyük avantaj eline geçirmişti. Hal böyle olunca sular da duruldu ve La Liga’nın kaybına rağmen Real Madrid Devler Ligi’nde finale yükseldi. Final maçı 2-1 kazanılırken ise her şey Florentino Perez’in istediği gibi oldu. Galacticos’un son parçası Zidane, öyle bir golle şampiyonluğu getirdi ki Perez’in rakipleri mecbur susmak zorunda kaldı. Perez de eseriyle övünüyor, adeta bu adama verdiğimiz parayı eleştirdiniz lâkin Zidane’a o kadar parayı işte bunun için verdik dercesine açıklamalar yapıyordu. Zidanes y Pavones belki işlememişti ama 2003 yazında yapılan Ronaldo transferiyle Perez’in kulübü tam tescilli Galacticos olmuştu. Açıkçası Pavones de ne Florentino Perez’in ne de başka birisinin umurunda değildi. Zaten forması satılan isimler de yıldızlardı. Yani para getiren isimler. Fakat piyasa her geçen yaz Perez’e dar geliyordu. Bu sebeple 2003 yazında Real Madrid sezon öncesi için Asya turuna çıktı. Dünyaya açılmayı hedefleyen kulüpler için son derece önemli olan Asya pazarından Real Madrid’de faydalanmak istiyordu. Perez’in ise antrenmanlar umurunda değildi. Tek istediği oyuncuların forma ve kulübün resmi ürünlerini imzalaması, taraftarların yüzüne gülerek sürekli onlarla ilgilenmeleri idi. McManaman o kamp için “Futbola dair hiçbir şey yapmadık. O sezon başarılı olmamız zaten imkânsızdı. Şuraya gideceksiniz deniyordu, yarım saat sonra orada oluyorduk. Tüm kamp böyle geçti” diyecekti yıllar sonra. Fakat Perez için önemli olan kulübün ekonomik başarısıydı. Kafasına taktığı bir diğer konu da Del Bosque’ydi. Göndermek istiyor, kendine yakın haber kaynaklarının da yıllar sonra itiraf ettiği üzere Del Bosque lehine eleştiri yazıları yazdırıyordu. Fakat Devler Ligi zaferinin ardından da Florentino Perez bile olsa Del Bosque’yi kovamazdı. Yine de ufaktan altını oydurmaya başlamıştı. Sonun başlangıcı 2002/03 sezonu sona erdiğinde Real Madrid, La Liga’yı zirvede tamamlamıştı. Lakin İspanyol basınını en fazla meşgul eden konu ise Şampiyonlar Ligi’nde Juventus’a kaybedilen seriydi. Del Bosque’nin takımı sahada varlık gösterememekle eleştiriliyordu. Sezon sonu için Florentino Perez’in eline bulunmaz bir fırsat geçmişti. Dahası koz toplamaya da devam edecekti. Ligin son maçından önce Perez, maçın ardından hemen toparlanma ve Madrid Belediyesi’nin gösterdiği noktada kutlamaları düzenleme emri vermişti. Fakat oyuncular başkana bu emre uymayacaklarını, Athletic maçının ardından ilk kutlamaların Santiago Bernabeu’da ardından ise isterse bir gün sonra Madrid Belediyesi ile ortak organizasyonda boy gösterebileceklerini açıkladı. Perez topu Vicente del Bosque’ye attı ve oyuncuları ikna etmesini istedi. Lâkin Del Bosque takıma danıştıktan sonra Perez’e “Kaptan Hierro ve oyuncuların bu kararı aldığı için onlara saygı duyduğunu” söyleyince ipler koptu. Athletic maçının ardından Perez, Santiago Bernabeu’nun sesini kapattırsa da oyuncular kutlamalardan vazgeçmediler. Perez için ise başarıdan veya oyuncuların isteklerinden önce devletle ve iş kademesiyle olan ilişkileri çok daha önemliydi. Parayı, her türlü anlaşmada kolaylığı ve popülariteye kısa yoldan ulaşma konusunda bu ilişkiler çok daha önemliydi. Kutlamalardan birkaç gün sonra Perez, Del Bosque’yi aradı ve ofise davet etti. Yolun ortasında ise Del Bosque’nin telefonu çaldı. Arayan kaptanı Hierro’dan başkası değildi. “Hocam, başkanın yanına mı gidiyorsun?” sorusuna olumlu yanıt alınca “Seni de kapıya koyacaklar. Hepimizi temizliyorlar. Ben 20 dakika önce oradaydım, kovuldum” diyor. Sözleşme uzatırım diye yola çıkan Del Bosque o esnada arabadaki eşine çaktırmasa da başkanla görüşmesinin ardından arabada ağlayarak olanları anlatıyor. Ardından “Ben 40 yılımı bu kulübe verdim. Kesinlikle böyle bir davranışı hak etmedim” dese de Perez, otoritesini sarsan hatta sarsmaya kalkan herkesi temizlemeye niyetli olduğunu açıkça gösterdi. Aynısı McManaman’ın da başına geldi. Gidenler sadece Perez karşıtları da değildi. Perez’in gözünde hücuma yönelik oyuncular ve forvetler haricinde herkes gönderilebilirdi. Bunun sebebi gol atan ve attıran isimlerin daha fazla konuşulması ve daha çok yıldız olarak kabul edilmesiydi. Örneğin Geremi ve Makalele ikilisine teklif edilen 30 milyon euro Perez için çok fazlaydı. Aynısını bir sezon sonra Patrick Vierra’ya için istenen bonservisi çok bulup transferden vazgeçerek de gösterdi. Düşüncenin temeli basitti: Forman satıyorsa iyi oyuncusun, aksi halde bu takımda vazgeçilmez değilsin. Lâkin Perez bununla da yetinmedi. Uzun süredir uğraştığı, ‘kulübün malı’ gibi gördüğünü söylediği, hatta en iyi dostu Raul’a bile bu sebepten “Artık kendimi bu kulübe ait hissetmiyorum. Real Madrid formasıyla kupa kazanmak istemiyorum” dedirttiği Fernando Morientes’i de kiralık bile olsa kapıya koydu. Raul’u ise Hierro sonrası kaptanlıkla ikna etti ki bir bakıma Raul’un kucağına da bombayı bırakmış oldu. McManaman’ın “Raul iyi bir oyuncuydu elbet ama daha o dönem için bir lider değildi. Hele Hierro’nun rolünü üstlenip soyunma odasında otorite kurabilecek, diğer oyuncuların fikirlerini de yukarıya iletebilecek biri hiç değildi” sözlerinin de açıkça belirttiği gibi Perez bir kumar oynadı ve bu hamleyle soyunma odasını da doğrudan kendine bağladı. 2003 yazında yaşanan tüm bu kaosu unutturan ise Florentino Perez’in Galacticos’u genişletme ve David Beckham’a formayı giydirme hamlesi oldu. Böylelikle Galacticos’un başkanı da rahat bir nefes aldı. Fakat hem Real Madrid için dolayısıyla da Florentino Perez için hiç de parlak geçmeyecekti. Çöküş Harvard’dan Anita Elberse, FourFourTwo’nun 2014 Ekim sayısı için Florentino Perez’in Real Madrid’ine film stüdyosu benzetmesi yaptı lâkin 2003-2006 arası dönemde Perez’in izlediği politikalardan dolayı artık filmde yan rolleri yapacak, setin işçiliğini üstlenecek isimler kalmamıştı. Dahası yeni yıldızlar da istenen performansı bir türlü ortaya koyamadı. 2004 yazında Perez’in yeni Galactico olarak tanıttığı Owen ile 2005’te takıma katılan ve Perez politikasının bir devamı olan Robiho da deyim yerindeyse patates çıktı. Yerine daha isimli bir hoca planlanan Del Bosque’nin ardından ise 3 sene içerisinde tam 5 farklı hoca gidip gelecekti. Carlos Queiroz, José Antonio Camacho, Mariano Meksika piyasası ve Chicharito transferi Bütün yaz Falcao’nun peşinden koşan Real Madrid, yaz transfer dönemi sonunda Manchester United’da bile forma şansı bulmakta zorlanan Javier Hernandez’i kiralayınca doğal olarak herkes suratını buruşturmuştu. Bunun üzerine 18 Eylül’de Perez’in firması ACS, Meksika Tula’da 432 milyon euroluk inşaat anlaşması yapınca ESPN İspanya bombayı ortaya bıraktı: “Hernandez, Meksika’nın Messi’si ve Perez de bu sayede 120 milyon nüfusa sahip olan bir pazara girdi” Dahası iddialar Hernandez ve Meksika ekseniyle de sınırlı değil. Perez yine Eylül başında Kolombiya’da da tüm pasifiği birbirine bağlayacak dev bir otoyol projesinin ihalesini yaklaşık 700 milyon euro karşılığında aldı. Kim bilir belki de Perez’in söylediği gibi James’in bu anlaşmadan hiç haberi yoktur ve Kolombiyalı yıldız sadece Dünya Kupası performansından dolayı alınmıştır. García Remón, Vanderlei Luxemburgo ve Juan Ramón López Caro beşlisinin hiçbirinin Galacticos ismine layık olmaması bir yana, bu 5 ismin 3 senede toplamda tek bir kupa kazanabilmesi, onun da İspanya Super Kupası olması işlerin Perez adına ne denli problemli gittiğini açıkça gösteriyordu. Dahası 2001’de Real Madrid’in basketbol şubesinin maçlarını oynadığı Raimundo Saporta Pavilion’un ve kentin merkezindeki antrenman tesisleri olan Ciudad Deportiva’nın nakit sıkıntısından dolayı Madrid Belediyesi’ne satılmasına rağmen yıkımlara 2004’te başlanması da Florentino Perez’in canını sıkmaya yetiyordu. Evet, Perez göreve gelirken kulübün 300 milyon euroya yakın borcunu eriteceğini iddia etmişti ve bu satıştan da yaklaşık 500 milyon Euro’luk nakit kasaya girmişti. Sorgulanan noktalar ise madem forma satışı ve pazarlamadan bu denli kazanılıyor -ki Perez, Zidane için “Başkanlığım süresince yaptığım en ucuz transfer” bile demişti- neden takımı toparlamak için daha isabetli transferler yapılmıyor eksenine kaymıştı. Nitekim bu dönemde Barcelona’nın Avrupa’da ve La Liga’da yükselişine rağmen Real Madrid’in bir türlü toparlayamaması Perez’in sonunu getirdi. 2005/06 sezonunun Şubat ayında oynanan Mallorca maçının ardından yönetim kurulunu bir anda toparlayan Perez, “Bir şeyler yanlış gidiyor ve bunu da herkes dün oynanan Mallorca maçında açıkça gördü. Ben de ayrılmaya karar verdim” açıklamasıyla ilk dönemine nokta koydu. şampiyonluğa rağmen başkan Ramon Calderon’un ardı arkası kesilmeyen skandallarıyla kulüp bir türlü istenilen çizgiye giremedi. Perez’in basın ordusu vardı, belki basını yönlendiriyor hatta yakın dostu olarak gördüğü 4-5 kişiden başkasına kesinlikle açıklama yapmıyor ve yaptırmıyordu. Ama kulübü kamuoyuna karşı yönetimindeki ustalığı yokluğunda ortaya çıktı. En azından Calderon gibi patavatsız olmadığı… Dahası Perez işin futbol boyutundan ziyade çok geniş çaplı düşünmesine, hatta takımın yapısını göz ardı etmesine rağmen, söylediği isimleri de neredeyse istisnasız takıma kazandırmıştı. Calderon ise 2006’da söz verdiği Ronaldo ile Kaka’yı bir türlü satın almayı başaramamıştı. Üstüne de 2006 seçimlerindeki usulsüzlük de patlak verince Perez adeta “açılın geliyorum” dedi, 2009’daki başkanlık seçimlerine giriş için teminat edilmesi gereken yaklaşık 60 milyon euroyu temin eden tek kişi olarak seçime girdi ve haliyle de kazandı. Gelir gelmez de önce Kaka’yı, hemen ardından ise Ronaldo’yu transfer edip üst üste iki transfer rekoru kırarak “o iş öyle olmaz böyle olur” mesajını verdi. Fakat Perez gibi bir başkanın gündemden aniden düşmesi çok da mümkün değildi. Perez borçları temizlediğini söylese de bunun aksi iddia ediliyordu. Ayrıca Avrupa’nın devlerinden ve İspanya’dan Ciudad Deportiva’nın Belediye’ye satışının hem İspanyol hükümeti hem de AB tarafından araştırılması istendi. Bir adam nasıl bu denli karlı bir satış ayarlayabiliyor, üstüne de şehrin dışından da olsa yeni bir spor kenti inşa edebileceği Valdebebas’ı devede kulak bir paraya satın alabiliyordu. Aslında cevabı çok da zor değildi; ACS’yi yönetirken de bankalarla ve merkezle çok iyi ilişkileri olan Perez’in ricası kolay kolay kırılamazdı. Bir telefonuyla transfer rekoru kırabilecek kadar nakit miktarını kredi çekebilirdi. Ve birçoklarına göre onun ricasıyla İspanyol yargısı bu satışlarda da illegal bir nokta olmadığını açıkladı. İkinci dönemindeki 5 sezonda 3 Barcelona, 1 de Atletico Madrid şampiyonluğu görmesine rağmen Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu Perez’i bir süre götürecektir lâkin periyotta da Perez’in fazlasıyla konuşulan günahları ve sevapları olmadı değil. Perez ne olursa olsun Galacticos politikasının önceliği olduğunu gösterdi lâkin başta Di Maria ve Xabi Alonso’nun ayrılışı ve son iki senedir yapılan transferlerden bir kısmının gereksiz, daha doğrusu Kralın dönüşü Perez köşesine çekildikten sonra Real Madrid’in istikrarsızlığını sürdürmesi, kazanılan iki ihtiyaç fazlalığı, şeklinde değerlendirilmesi sebebiyle 2003 yılı yazına benzetenler yok değil. Belki Del Bosque’yi son derece acımasızca ve olaylı bir şekilde gönderirken büyük hata yaptı ama ikinci döneminde ‘egoları yönetmenin önemini’ Carlo Ancelotti ile tekrar, bu sefer olumlu bir şekilde, yaşadı. Hatta isimli hoca takıntısının da pek bir işe yaramadığını Perez’in bile otoritesini sarsan şekilde takımı ikiye bölen ve Mourinho’nun da taraf olduğu bir şekilde yaşadı. 5 yıldaki tek şampiyonluğa ve transfer için harcanan inanılmaz paralara rağmen Real Madrid’in üçüncü sene üst üste Forbes’un listesinde en yukarıda bulunmasını sağladı. Çok daha önemlisi ise 12 yıldır beklenen La Decima hayalini hem de finalde tarihi rakibi Atletico Madrid’i devirerek elde etti. Geçmişte yaptığı büyük hatalardan biri için ise Hierro’yu futbol direktörü olarak Zidane’ın yerine geçirerek adeta günah çıkardı. Dahası tıpkı ilk adımı Di Stefano’da attığı gibi eski efsanelerin tamamını sahiplendi; Ruben de la Red, Zinedine Zidane, Santiago Solari, Guti, Roberto Rojas gibi eski topçularını da altyapılara yerleştirdi. Bütün bunlar iyi hoş, hatta Bale ile James gibi transferler de pastanın kreması olmuş durumda. Daha da gidecek olursak; evet, Real Madrid 20’nci yüzyılın en iyi kulübü olabilir ama bu başarının hem saha içinde özellikle de saha dışında sürmesini sağlayan yegane adam Florentino Perez. Bir bakıma modern Real Madrid’in baş, belki de tek mimarı. Ama şurası da bir gerçek. Perez bazı konularda ne kadar başarılı olursa olsun bazen de bir o kadar başarısız. Futbol takımını ekonomik olarak zirveye çıkarmasına rağmen, 2006’yı da Perez’in hanesine eklersek Santiago Bernabeu’nun ardından en fazla Barcelona şampiyonluğu gören Real Madrid başkanı. Şunu da hatırlatmak şart; Bernabeu yaklaşık 34 sene o koltukta otururken Perez ise toplamda 10 yıl başkanlık yaptı. Perez’in ikinci dönemindeki kaderini ise tıpkı 2002’deki Şampiyonlar Ligi zaferi sonrası olduğu gibi ne kulüp ekonomisi ne de alınan yıldızlar belirleyecek. Elbette tıpkı 2002’de olduğu gibi Devler Ligi’nin kredisini de cebine koymuş durumda. Lâkin işler istenildiği gibi gitmezse Xabi’ler, Di Maria’lar ve daha niceleri tıpkı Makalele, Hierro, McManaman gibi ortalığı karıştırmaya yetecektir. Kısacası Perez’in kaderini yıldızlarının performansları belirleyecek. İnşaat devi Mart ayında “Dünyanın en büyüğüyüz. Günde 105-110 milyon Euro fatura kesiyoruz” sözleri, Florentino Perez’in ağzından LaSexta’da çıktı. Son 15 yılın büyük bir bölümünü futbolla geçirmesine rağmen bir taraftan da ACS’yi dünyada zirveye taşıyan Perez’i, şirketi sayesinde kurduğu ilişkilerin kendilerine İspanya’da büyük bir fayda sağlayıp sağlamadığı yönündeki soruya ise yanıtı “İşlerimizin %85’ini yurt dışında. Sidney, Hong Kong, New York, Ottawa ve Londra başta olmak üzere birçok kentte çalışıyoruz” oldu. Ve de “Bu konulara çok girmek istemiyorum çünkü futbol konuşmak için buradayım. İşimi seviyorum ve iş yapmak isteyen herkese kapım açık. Ama burada değil” diyerek konuyu noktaladı. Belki de başarısının altında yatan en önemli sebep ACS ile Real Madrid’i birbirine karıştırmaması? Ama yine de akıllara MeksikaJavier Hernandez ilişkisi ve son dönemde Katar’da sıkça yapılan efsaneler maçları ve Real Madrid adasının altından bir şeyler çıkar mı soruları gelmiyor değil… 4000 17 Temmuz 2000’de başkanlık macerasına başlayan Florentino Perez, 2 Ekim 2014 itibarı ile başkanlık koltuğunda 4000’inci gününü tamamladı. 2 Şampiyonlar Ligi, 3 La Liga, 2 Copa del Rey, 2 UEFA Süper Kupa, 2 İspanya Süper Kupası ve 1 de Kıtalararası Kupa şampiyonluğu gören Perez, bu periyotta da toplam 1.148 milyon euroluk transfer yaptı. Perez ilk döneminde 143,3 ikinci döneminde de 366,5 milyon euro olmak üzere toplamda oyuncu satışlarından kulübün kasasına 509,8 milyon euro girmesini sağladı. Tam 9 farklı teknik adamla çalışan Perez, bu konuda da ikinci döneminde daha farklı bir görüntü çizdi. Saha Kenarı HF147 Emre Gürkaynak TEKNİK DİREKTÖRLERİN OYUNU Rusya’da düzenlenen 2018 Dünya Kupası’nın finalinde dört sene öncesinde olduğu gibi yine Almanya ve Arjantin karşı karşıya geliyor. Geçen kupada işleri nedeniyle final maçını kaçıran Ömer Üründül, bu sefer mikrofon başında. Son kural değişikliği ile birlikte 4,5 cm olan çim boyu 1,5 cm’ye düşmüş, yetkililer maçtan önce çimlerin sulanmadığından özellikle emin olmuş durumda. Arjantin, üç oyuncu çıkarmasına rağmen, hala bir oyuncu değiştirebilir. Çünkü Erik Lamela, Mats Hummels ile yaşadığı çarpışma sonucu ufak bir bilinç kaybı yaşayarak sahayı terk etti ve bu durum Güney Amerika temsilcisine fazladan bir hak veriyor. Almanya’nın molası kalmamış ama sağ ayağıyla kullandığı taçlarda etkili olabilen Toni Kroos, maçın son anlarında skor dengesini bozabilir. Ancak maç 0-0 sonlanırsa, Dünya Kupası’nın sahibi, direkt geçilecek penaltı vuruşlarıyla belirlenecek. Bu yaz Brezilya’da gördüğümüz finalden biraz farklı değil mi? Öyle, çünkü bu teknik direktörlerin kurallarını koyduğu, yeni bir görünüme kavuşturduğu oyun. Biz de bu hafta kulübedeki adamların istediği futbola göz attık. Mou ve Pep: Çim savaşları 2009/10 Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Mourinho’nun Inter’i, oynadığı savunma futboluyla Pep’in Barça’sını kupa dışına itiyor ve o sene Şampiyonlar Ligi’ni kazanıyordu. İki taraf arasında bu eşleşmede ortaya çıkan kıvılcımlar, Mourinho’nun El Clasico’nun başkent kanadı Real Madrid’in başına geçmesiyle ateşe dönüşüyordu. Böylelikle futbolun hızlanacağını belirten İspanyol hocanın karşılaştığı tepki ise “Herkes hızlı oyun oynamak istemeyebilir. Futbolda birçok stil olmalı” oldu. Bu sözleri söyleyen Mou, “Guardiola kel çünkü, futbolu sevmiyor. İşini sevmeyen insanların saçı dökülür” diyerek topu kendi uzun çimlerinden taca atmıştı bile. Klopp: Molaaa Şimdilerde Portekizli, Ada’da Chelsea’nin başında, Guardiola ise başarılara koşmaya Bayern Münih’le devam ediyor. İkili arasındaki atışmaların son perdesi ise tarafsız bölgede, UEFA tarafından düzenlenen Elit Teknik Direktörler Forumu’nda, sahneye kondu. Bu sefer konu, sahadaki çimlerin boyuydu. Futbol hipsterları tarafından, haklı bir şekilde, “Taktik Mesihi” olarak görülen Jürgen Klopp’un ne tipte bir hoca olduğunu anlamak için Dortmund’un herhangi bir maçını izlemek yeterli olacaktır. Sürekli dördüncü hakemle diyalog içerisinde olan Alman çalıştırıcıyı, gol sevinçlerinde gözlüğünü kırarken, oyuncularına hafif sert tokatlar atarken ve Dortmund’un “sarı duvar”ına doğru haykırırken görmek mümkün. 4,5 cm olan çim boyunun 1,5’a indirilmesi gerektiğini savunan Guardiola, futbolu daha güzel bir oyun yapacağını söylediği bu yeniliğin yanı sıra, sahanın maçtan önce değil hemen sonra sulanması gerektiğini savunuyordu. Klopp’un, futbolda görmek istediği yenilik de kenarda çizdiği bu profile uygun. 47 yaşındaki çalıştırıcı belki de oyuncuların daha iyi bağırabilmek için yeşil sahalara mola getirilmesini istiyor. Oyuncular üzerindeki etkisi tartışılmayacak nadir isimlerden Jose Mourinho da Klopp’a destek verirken; hocaların oyunu her iki yarıda da bir defa durdurma yetkisi olması gerektiğini söylüyor ve “Van Gaal, Dünya Kupası’nda su molasında takımının taktiğini değiştirdi ve bu, kazanmalarını sağladı” ifadelerini argüman olarak kullanıyor. Konu heyecana geldiğinde kulübede Klopp’gillerden olan Yılmaz Vural ise mola almanın oyunu keseceğini düşünüyor ancak Hürriyet’e yaptığı açıklamalarda antrenörleri sınırlayan çizgilerin orta sahaya kadar genişletilmesi gerektiğini savunuyor. İngilizler ve penaltılar İngiltere Milli Takımı, her daim penaltılardan çekmiştir. Son olarak Euro 2012’nin çeyrek finalinde İtalya’ya beyaz noktadan elenen ekip, 1998 Dünya Kupası’nda, takımın başında Glen Hoddle varken de kupaya penaltılarda veda eder. Dünyanın her yerinde penaltıların kaldırılabileceği dahi konuşulurken, Hoddle olaya farklı bir açıdan yaklaşıyor. Uzatma oynamadan, direkt 90 dakika sonrasında penaltı atışlarına geçilmesine öneren efsane, bu yöntemin futbolcuları daha az stres altına sokacağını ifade ediyor. Zaman, Martinez’i haklı çıkardı 2014 Dünya Kupası finalinde, kafasına darbe alarak sakatlık yaşayan Alman Christoph Kramer’in maçın hakemi Nicola Rizzoli’ye, “Bu Dünya Kupası finali mi?” demesi çok konuşulmuştu. Kramer kafasına aldığı darbeden sonra bir süre sahada kalsa da, Löw oyuncusunu riske etmemeyi tercih etti. 2013’te Kramer’in yaşadığı durumun hemen hemen aynısı Tottenham kalecisi Hugo Lloris’in başına geldiğinde teknik adamı Andre Villas Boas, Löw ile aynı şekilde düşünmemişti. Bu maçın ardından bilinç kaybı şeklinde zuhur eden sakatlıklarda, hocalara ekstra bir değişiklik hakkı verilmesini talep eden Roberto Martinez, Dünya Kupası finalinde haklı çıkıyordu. “Taçlar ayakla abi” Tony Pulis’in çalıştırdığı dönemde savunma yapmayı felsefe bellemiş Stoke City’nin en önemli gol silahlarından biri Rory Delap’ın uzun taç atışlarıydı. Korner ve serbest vuruştan daha etkili taçlar kullanabilen Delap’la Wenger’in canını yakan Stoke City, Fransız teknik adamı futbol oyun kurallarında bir değişiklik talebi yapmaya itmişti. Wenger, genellikle halı sahalarda kullanılan ve ‘taçlar ayakla abi’ naralarının atılmasına yol açan sistemi profesyonel seviyeye de istemiş ve taçların ayakla kullanılmasını, “Taçlar ayakla kullanılabilir. Neden olmasın? Bu oyunu hızlandırır” ifadeleriyle önermişti. Duran topların oldukça etkili olduğu günümüz futbolunda topun kornere çıkması için taça vurmak da tarihe karışabilir böylelikle. Peki neden? Klopp, Wenger, Guardiola ve daha birçok teknik adam. Taç atışları, molalar veya penaltılar. Teknik direktörler, başarılı olsun ya da olmasın bu oyunu değiştirmek istiyor. Guardiola’nın daha hızlı pas oyununa müsade eden kısa çimleri tercih etmesi, Klopp’un etkin yönü olan iletişimi mola yoluyla kullanma isteği ve Wenger’in teknik oyuncularına ayakla taç imkanı tanıması sadece takım adına avantaj yaratmak adına ortaya konmuş öneriler olarak gözükebilir. Ancak ne olursa olsun, bu teknik adamlar kendilerini düşünmeden, çok sevdikleri oyunu daha iyi hale getirmek istiyor. Onları düşünen ise henüz takım çalıştırmamış olan taze emeklilerden Jamie Carragher. Liverpool’un bayrak adamı, “Her takım, sezon içerisinde yalnızca bir teknik adamla çalışmalı” diyerek belki de ileride içerisinde yer alacağı camiaya sesleniyor. Peki bu değişiklikler bir gün gerçek olur mu? Gol çizgisi teknolojisini bu sene gördük, birkaç seneye, neden başka değişiklikler olmasın... Fransa Ahmet Sercan Ergün HF147 MARSiLYA’DA BiR DAHi MARCELO BIELSA Fransa’da bu sezon Marsilya fırtınası esiyor. Son şampiyonluğunu 2010 yılında kazanan Les Olympiens, 8 haftası geride kalan Ligue 1’de 19 puanla zirvede. Bu başarılarında şüphesiz ki El Loco lakaplı Şilili teknik direktör Marcelo Bielsa ve Fransız forvet Andre-Pierre Gignac başrolde bulunuyor Dünya futboluna son dönemde damga vurmuş teknik adamlar arasında, şüphesiz ki taktiksel açıdan fark yaratan isimler de var. ‘’Bu kadroyu herkes şampiyon yapar’’ Barcelona’sı ile kırılmadık rekor bırakmayan Pep Guardiola, uyguladığı akıl almaz pres ile herkesi büyüleyen Borussia Dortmund’un yaratıcısı Jürgen Klopp bu gruba giren genç isimler. Marcelo Bielsa ise, eski jenerasyondan fark yaratmaya devam eden teknik adamların başında geliyor. El Loco lakaplı bu çılgın Şilili, oynattığı hücum futbolu ile savunmanın ön planda olduğu günümüz futbolunda aksi yönde hareket ediyor. Yarattığı Şili takımı, otoriteler tarafından 2010 Dünya Kupası’nın en heyecan verici takımı olarak nitelendirilmişti. Teknik direktörlüğe ilk başladığı takım olan Arjantin ekibi Newell’s Old Boys ile Apertura ve Clausura şampiyonlukları yaşayan Bielsa, takımı ayrıca Libertadores Kupası’nda finale taşımayı başarmış ancak şampiyonluğu Sao Paulo’ya kaptırmıştı Bielsa-Mania Marcelo Bielsa, nam-ı diğer El Loco genellikle 4-2-1-3 ve 3-3-1-3 dizilişlerini tercih ediyor. Ön alanda yoğun pres uygulayan ve sürekli olarak hücumu düşünen takımlar onun eseri. Topsuz alanda hareketliliğin temel prensip olduğu oyun sisteminde mücadele etmeyen oyuncuların yeri yok. Sadece Bask oyunculardan oluşan Athletic Bilbao’nun ya da kısıtlı oyuncu havuzuna sahip Şili’nin başındayken de felsefesinden asla taviz vermeyen bir teknik direktör Bielsa. Öyle ki rakiplerini, tek tek tüm oyuncularına dek ezberlemek için onlarca maç kasedi izleyecek kadar da işine tutkulu. İngiliz gazeteci John Carlin’in onu ‘’gezegendeki en bilgili futbol kütüphanesi’’ olarak tanımlaması boşuna değil. Pep Guardiola 2012 yılında verdiği röportajda onun ‘’Dünyadaki en iyi teknik direktör’’ olduğunu söylemişti. Arjantin Milli Takımı’nı çalıştırırken oyuncularını mevkilere göre bölen ve onları farklı zaman dilimlerinde çalıştıran, bazen sinir bozucu ve sert biri olsa da UEFA Avrupa Ligi Finali’ne taşıdığı Bilbao’nun yıldız oyuncusu Llorente tarafından nihayetinde ‘’bir dahi’’ olarak nitelendirilen Bielsa; 2004 Atina Olimpiyatları’nda Tevez, Lucho Gonzalez ve Saviola gibi isimlerin bulunduğu Arjantin’i gol yemeden şampiyonluğa taşıyarak bir kez daha dikkatleri üzerine çekmişti. Ancak kazanılan bu şampiyonluk, aynı zamanda onun teknik direktörlük kariyerinde kazandığı son şampiyonluk anlamına da geliyordu. Bielsa’nın Marsilya’sı Bielsa yönetimindeki Athletic Bilbao, UEFA Avrupa Ligi ve Copa Del Rey’de final oynadıktan hemen sonra tabir-i caizse yere çakıldı. Ligi 12. sırada bitiren Bask ekibi, Copa Del Rey’e son 32’de veda ederken bir sezon önce final oynadığı UEFA Avrupa Ligi’nde defteri grup aşamasında kapatmıştı. Javi Martinez’in Bayern Münih’e satılması, sakatlık problemleri ve Fernando Llorente krizi onun İspanya macerasının yalnızca iki sezon sürmesine neden oldu. Bir yıldır takım çalıştırmayan Arjantinli’nin bir sonraki durağı ise Güney Fransa oldu. Marsilya Başkanı Vincent Labrune, Fransa’da bir radyo kanalına Şilili Marcelo Bielsa’nın yeni hocaları olduğunu açıkladığında tarihler bu yılın Mayıs ayını gösteriyordu. Aslında anlaşma 20 Nisan’da, Lille ile oynanan ve 0-0 sona eren maçın ardından yapılmıştı. Yeni kulübü ile 2 yıllık sözleşme imzalayan El Loco, göreve 2014 Dünya Kupası’nın hemen ardından başlayacaktı. Yaz transfer döneminde Standard Liege’den Michy Batsuayi, uzun süre Galatasaray’ın da gündeminde olan Brezilyalı stoper Doria, Rennes’den Romain Alessandrini ve El Cezire’den Faslı Abdelaziz Barrada kadroya katıldı. Takımdan ayrılan en önemli isim ise uzun yıllar boyunca Marsilya’ya hizmet eden Mathieu Valbuena oldu. Dinamo Moskova’ya transfer olan 29 yaşındaki Fransız yıldızın forması emekli edildi. Öte yandan Marsilya yönetimi, Borussia Dortmund’un yeniden dirilişini örnek alan bir proje üzerinde çalışıyor. Son yıllarda önemli oyuncular yetiştiren ve kaliteli bir jenerasyon yakalayan Belçika’yı yakından takip edecek olan Marsilya, Ligue 1 için en önemli transfer pazarı olan Afrika’ya da ayrı bir özen göstermeye hazırlanıyor. Lige deplasmanda 3-3’lük Bastia beraberliği ile başlayan Olimpik Marsilya, ikinci hafta maçında da Velodrome’da konuk ettiği Montpellier’ye 2-0 mağlup olarak yalnızca 1 puan toplayabilmişti. Ancak arka arkaya gelen 6 galibiyet, Marcelo Bielsa’nın kredisini bir anda artırdı. Şilili teknik adam, Athletic Bilbao’nun başındayken de ligin ilk haftalarında puan kayıpları yaşamış ancak ardından takım vites yükselterek istenen seviyeye gelmişti. Marsilya, kötü başlangıcın ardından son 6 haftada kalesinde sadece 2 gol gördü. Özellikle Reims karşısında alınan 5-0’lık galibiyetten ziyade oynanan oyun dikkat çekti. Skorun 5-0 olduğu 80. dakikada bile rakip yarı alanda 7 oyuncu ile pres yapan Marsilya, tam anlamıyla bir Bielsa takımı olduğunu gösterdi. Tecrübeli Fransız forvet AndrePierre Gignac kariyerinin en verimli dönemini onun yönetiminde geçiriyor. 8 maçta 8 gole ulaşan 29 yaşındaki tecrübeli yıldız, son vuruş ve fizik kalitesi ile şu ana kadar fark yarattı. Avrupa’da sezona Chelsea’nin yıldızı Diego Costa ile birlikte en iyi giren oyuncu durumunda. N’koulou-Mendy ikilisi savunmada iyi bir uyum yakalarken, genç oyuncular Thauvin ve Imbula da potansiyellerini sergilemeye başladılar. Rennes’den transfer edilen orta saha oyuncusu Alessandrini oyuna genelde ikinci yarılarda dahil olurken, takımın diğer forvetleri Ayew ve Payet de toplamda 5 gollük katkı sağlamış durumdular. El Loco’nun B Planı ? Gignac’ın formu sevindirici ancak onun olası sakatlığında, ilk 11’e girebilecek genç Batshuayi’nin katkısı akıllarda soru işareti yaratıyor. Rotasyon konusunda tutucu bir teknik direktör olan Bielsa -ki Athletic’te geçirdiği ikinci sezonda yaşadığı en önemli sorunlardan biri de buydu- 8 haftadır hemen hemen aynı 11’i sahaya sürüyor. Takımın Reims deplasmanında ortaya koyduğu performansı ve enerjiyi tüm sezona yaymasını beklemek, oyunculara da haksızlık olacaktır. Zira son alınan St.Etienne galibiyeti hariç gelen galibiyetler, puan sıralamasında sonlarda bulunan takımlara karşı geldi. Yılbaşına kadar Lyon, şampiyonluk yolundaki direkt rakipleri PSG, Lorient ve Monaco gibi önemli deplasmanlarda mücadele edecekler. Takımın bu yıl Avrupa Kupaları’nda mücadele etmiyor oluşu onlar için lig maratonunda elbette bir avantaj teşkil ediyor, ancak Bielsa rotasyon konusunda tutucu davranmaya devam ederse sorun yaşamaları olası. Marsilya’nın geniş bir kadrosu var ancak şu ana dek forma bulamayan oyuncuların yaş ortalaması 20’den fazla değil. Bu da tecrübenin gerekli olacağı ligin ilerleyen haftalarda sorun yaratabilir. Bielsa, şu ana kadar kafasındaki oyun şablonunu sahaya yansıtma konusunda başarılı oldu. Ancak El Loco, daha şimdiden takımın yaz transfer politikası konusunda eleştirilerde bulundu. Ardından da Olimpik Marsilya ile olan 2 yıllık sözleşmeye sadık kalamayabileceğini söyledi. Bielsa konusunda tarihin bize gösterdiği şey şudur ki, Temmuz ayında görevine başlayan bu çılgın Şilili teknik adama gereken süre 6 ay. Athletic’te oyuncuların yaşadığı fiziksel ve mental düşüşün, onun antrenman teknikleri ve sürekli olarak aynı kadroyu sahaya sürmesi ile ilgisi vardı. Düşündüklerini kamuoyuna açıklamaktan çekinmeyen bir profile sahip olan tecrübeli hoca, bu yüzden takım yöneticileri ile de sorun yaşıyor. Kadrosunun derin olmadığından şikayet eden Bielsa’nın, O.Marsilya ile ligde neler yapabileceği herkesin merak konusu olmaya devam ediyor. Fransa’nın güneyinde şimdilik işler yolunda, önümüzdeki günlerde ise ne olur bilinmez. Yine de kesin olan bir şey var ki, El Loco sıkıcı Fransız futboluna renk katacak ve bizler de Marsilya’yı daha yakından izlemeye devam edeceğiz. Erman Yaşar Avrupa HF147 MiNiK DEVLERiN ARENASI Avrupa futbolunun zirvesi olan Şampiyonlar Ligi’nin heyecanı son yıllarda altyapılarda da yaşanıyor, geleceğin yıldızları kıtanın en iyisi olabilmek için savaşıyor ‘’Kulüpler genç yeteneklerini en üst seviyede rekabetçi bir biçimde test etmek istiyordu ve bu talep son dönemde o kadar artar bir hale geldi ki buna daha fazla kayıtsız kalamazdık.’’ Yukarıdaki sözler UEFA Başkanı Michel Platini’ye ait. Son dönemde artan scouting ağlarıyla birlikte Avrupa’nın birçok kulübünün çok önemli genç yeteneklere sahip olduğu bilinen bir gerçek. Elbette en üst seviyede çok kırıcı ve sert bir rekabetin olmasından ötürü kulüpler bu oyuncuların birçoğunu hazır hale gelmeden A takım seviyesinde kullanamıyorlar daha doğrusu kullanmayı tercih etmiyorlar. Ancak altyapı seviyesindeki bu oyuncuların gelişimi için üst seviyede rekabete girmeleri önemli bir unsur. İşte bu nedenle kulüpler bir süredir Şampiyonlar Ligi benzeri bir oluşumun gençler seviyesinde de yapılabilmesi için UEFA’yı baskı altında tutuyordu. 2011 yılında Next Gen Series oluşumu bu şekilde ortaya çıktı. Resmi olarak UEFA’nın düzenlediği bir organizasyon değildi ancak UEFA’nın bu organizasyonu desteklediği ve olası bir gençler Şampiyonlar Ligi için bir model olarak gördüğü biliniyordu. Sonuç olarak 2005 yılında yolları kesişen spor televizyoncusu ve yapımcı Justin Andrews ile şu anda Brentford takımının teknik direktörü olan Mark Warburton yıllarca geliştirdikleri projeyi 2011 yılında hayata geçirdi ve ilk Next Gen Series o yıl içinde yapıldı. 2011/12 sezonunda 16 takımın katılımıyla başlayan Next Gen Series UEFA’dan bağımsız bir organizasyondu ama yukarıda da belirttiğim üzere UEFA bu organizasyona hem destek veriyor hem de kafalarında bulunan gençler Şampiyonlar Ligi projesi için bir temel olarak görüyordu. İlk sezon 16 takımla oynanırken bu takımlardan biri de Fenerbahçe’ydi. Recep Niyaz’ın da forma giydiği organizasyonda Fenerbahçe grup aşamasından ileri gidemezken Inter ilk sezonda şampiyonluğa ulaşıyordu. İşin ilginci organizasyon sadece genç oyuncuları parlatmıyor aynı zamanda genç teknik adamlara da kendini kanıtlama fırsatı sunuyordu. Inter’le burada şampiyonluğa ulaşan Andrea Stramaccioni turnuvanın hemen akabinde A takımın başına geçecekti. Stramaccioni bugün Udinese’nin teknik direktörü ve Serie A’ya 5 maçta 4 galibiyetle etkileyici bir başlangıç yapmış durumda. Organizasyon ikinci senesinde 16 takımdan 24 takıma çıkarken bu sefer İngiliz takımlarının hakimiyeti dikkat çekiyordu. Fenerbahçe ikinci sezonda da ülkemizden katılan tek takım olurken Chelsea ile Aston Villa’nın finalde karşı karşıya geldiği organizasyonu Aston Villa mutlu sonla tamamlıyor; bir başka İngiliz devi Arsenal de yarı final görmeyi başarıyordu. İlk sene karşılaşılan bir takım aksiliklerin ikinci sene de giderilmesinin ardından UEFA artık tam anlamıyla bir Şampiyonlar Ligi projesi için doğru zamanın geldiğini hissetti. 2013-14 sezonu itibarıyla Şampiyonlar Ligi ile paralel bir şekilde yürütülecek UEFA Gençlik Ligi için düğmeye basıldı. Taslak Şampiyonlar Ligi’nin basit bir kopyasını aynı kulüplerin U19 seviyesindeki takımları için işaret ediyordu. Yani o sezon Şampiyonlar Ligi’ne katılmayı başaran 32 takım tamamen aynı grup ve aynı fikstürlerle alt yaş grubunda da mücadele edecekti. Daha önce Next Gen Series’e çok sıcak bakmayan bazı Avrupa kulüplerinin de desteğini alan UEFA, bu heyecan verici organizasyonun iki senelik deneme amaçlı başladığını resmen ilan etti. 2013-14 ve 2014-15 sezonları bir nevi pilot turnuvalar olacak ve başarı gelirse gençler seviyesindeki bu Şampiyonlar Ligi devam edecekti. Organizasyon daha ilk senesinde önemli bir ilgi gördü ve ciddi bir başarıya ulaştı. Organizasyonun başarısındaki temel etken takımların bu turnuvayı oldukça ciddiye alması ve gerçekten önemli yeteneklerini bu organizasyona sunması oldu. Buna en güzel örneklerden biri bu sene Barcelona A takımı ile bir çok maça ilk 11’de başlayan Munir El Haddadi’nin geçen sene bu organizasyonda yer bulması, attığı 11 golle gol kralı olup büyük etki yaratması gösterilebilir. Real Madrid futbol direktörü Emilio Butragueno genç takımlarının A takım ile aynı gün aynı şehirde maça çıkmasının eşsiz bir deneyim olduğunu vurguluyor. Özellikle deplasman yolculuklarında her biri önemli yıldızlar olan ağabeyleriyle beraber seyahat etmelerinin bu çocuklar için eşsiz bir heyecan ve deneyim olduğunu vurgulayan Butragueno’ya Real Madrid’in genç İskoç yıldızı Jack Harper da katılıyor: “Her zaman Ronaldo, Bale, Benzema gibi isimlerle vakit geçiremezsiniz!” Sistem daha önce de belirttiğimiz üzere basit. Grup aşaması tıpkı Şampiyonlar Ligi gibi geçilen organizasyon son 16 turu ile birlikte değişkenlik göstermeye başlıyor. Son 16 turundan itibaren Şampiyonlar Ligi’nin aksine Youth Leauge’de tüm turlar tek maçlı eleminasyon sistemiyle geçiliyor. Son 16 turunda ev sahipleri, grup liderleri olarak belirlenirken çeyrek finalde bu iş kuraya kalmış durumda. Yarı final ve final ise zaten İsviçre’nin Nyon şehrinde oynanıyor, yani eğer İsviçre ekibi değilseniz tarafsız sahadasınız. İlk sezon Barcelona harika kadrosuyla ve Munir El Haddadi’nin büyüleyici performansıyla şampiyonluğa ulaştı. İkinci sezonda daha ikinci hafta heyecanındayız ve Liverpool, Chelsea, Barcelona, Real Madrid bu sene de ön planda olacak takımlar gibi gözüküyor. Eurosport her maç haftasında bir karşılaşmayı ekranlara getirmeye devam ediyor. Yarı finallerin 10 Nisan 2015 tarihinde Nyon şehrinde oynanacağı organizasyonda final yine aynı şehirde 13 Nisan tarihinde olacak. Liverpool’un müthiş golcüsü Jerome Sinclair ve çok büyük övgülere mazhar olan Jordan Rossiter, Real Madrid’in Brezilyalı sol beki Abner ve İskoç forveti Jack Harper, Ajax’ın süper çocuğu Donny van de Beek, Aaron Iseka ve Wout Faes’li Anderlecht, Romario Balde’li Benfica, Kaylen Hinds’li Arsenal, Isiah Brown ve Dominik Solanke’li Chelsea ile bu sene de büyük bir izleme keyfi vadeden UEFA Gençlik Ligi kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken bir organizasyon. Bu sene izleyeceğiniz birçok oyuncu tıpkı Munir El Haddadi gibi kısa bir süre sonra en üst seviyede karşınızda olacak. Şimdiden hazırlıklı olmanız için bundan güzel fırsat olmaz. Rafet Baran Eryılmaz Futbol Yönetimi HF147 FUTBOLUN ÜSTÜNDE BiR HAYALET DOLAŞIYOR! Uzun süredir yolsuzluk iddialarıyla çalkalanan FIFA’nın başı bir kez daha dertte. Kendi bünyesindeki soruşturmanın raporunu açıklatmayan FIFA yönetimini 2022 Dünya Kupası hakkında ciddi bir karar bekliyor Dünya üstündeki diktatörler, gerçekleri halktan gizlemek konusunda büyük titizlik göstermişlerdir. Bu diktatörlerin bir diğer ortak noktası da kaybedeceklerini anladıkları yahut yaptıkları hukuksuzlukların ortaya çıktığı anlarda bile iktidarlarından vazgeçmemeleridir. Çünkü bilirler ki en ufak bir yumuşama belirtisi gösterirlerse hukuk önünde hesap verecek ve halkın öfkesiyle karşı karşıya kalacaklardır. İşte 1998 yılından bu yana dünya futbolunu yöneten Sepp Blatter’in de yolsuzluklara ve hukuksuzluklara karşı duruşunu diktatörlerinkine benzetebiliriz. Her geçen gün hakkında ayrı bir yolsuzluk iddiası ortaya atılan, sunulan belgeler karşısında umursamaz bir tavır takınan Blatter, bir kez daha hedefteki isim konumunda. Ancak bu durumun iktidarını ne derece tehdit edeceği hâlâ muamma. FIFA’nın 2010 yılında 2022 Dünya Kupası’na Katar’ın ev sahipliği yapacağını açıkladığı günden itibaren büyük bir tartışma başladı. Turnuvanın hangi mevsimde oynanacağı gibi masum sorularla başlayan bu tartışma ortamı, oylamaya katılan üyelerin rüşvet aldıkları iddiaları ve stadyum inşaatlarında çalışan işçilerin ihmaller nedeniyle hayatlarını kaybetmesiyle giderek ciddileşmeye devam ediyor. FIFA, bu tartışmanın önünü almak; sorunların kaynağını ve nedenlerini bulmak için bir soruşturma başlattı. Bir yılı aşkın süren bu soruşturmayı yürüten ABD’li müfettiş Michael Garcia, geçtiğimiz günlerde 350 sayfalık raporunu tamamladı. Ne var ki FIFA yönetimi, bu raporun ‘henüz’ açıklanmayacağını belirterek ilk falsosunu vermiş göründü. Ayrıca raporun tamamlanmasından birkaç gün önce FIFA yönetim kurulu üyesi Theo Zwanziger’in “Dünya Kupası, Katar’da oynanmayacak” şeklindeki açıklamaları da kafalardaki soru işaretlerini artırdı. Kamuoyundaki güvenilirliği yerlerde olan FIFA ve Sepp Blatter’in bu raporu açıklamak yerine, “Daha sonra karar vereceğiz” demesi 350 sayfa boyunca masaldan ziyade büyük hukuksuzluklardan dem vurulduğunun kanıtı. Raporda ne var? Garcia’nın 350 sayfalık raporundan yola çıkılarak verilecek karar Ekim ayının sonunda açıklanacak. Raporun açıklanmasını engelleyen ve FIFA etik kurulunun başkanlığını yapan Hans-Joachim Eckert, 2018 ve 2022 Dünya Kupaları hakkında bir açıklama yapacak. Eckert’in açıklayacağı bu kararın ne yönde olacağı bilinmiyor. Ancak Garcia’nın yazdığı 350 sayfanın yanı sıra 2000 sayfalık kanıtları da kurula sunduğu biliniyor. FIFA yönetim kurulu üyelerinin ev sahipliği oylaması sürecinde aldıkları rüşvetlerden tutun da ev sahibi olmak isteyen ülkelerin hükümetlerinin el atından yaptığı ödemelere kadar pek çok hukuksuzluk Garcia’nın kanıtlarında yer alıyor. FIFA’nın tüm bu kanıtları inkâr ederek, turnuva hakkındaki kararlı tutumunu sürdürmesi pek olası görünmüyor. Zwanziger’in sağlık gerekçesiyle turnuvanın oynanamayacağını iddia etmesinin yanı sıra FIFA asbaşkanları Jim Boyce ile Ali bin Al-Hüseyin’in Garcia raporunun açıklanmamasına tepki göstermesi Blatter’in geri adım atma ihtimalini kuvvetlendiriyor. Oyun içinde oyun? FIFA’nın daha önce sponsorluk anlaşmalarında yolsuzluk yaptığı defalarca iddia edilmişti. Öyle ki Andrew Jennings’in büyük tartışma yaratan kitabı ‘FAUL!’ün önemli bir bölümü bu sponsorluk yolsuzluklarını konu alıyordu. Fakat bu sefer EA Sports’un dünya çapında büyük başarı elde eden FIFA serisi hakkında kötü kokular yükselmeye başladı. Geçen yıl EA ile FIFA arasındaki anlaşma yenilendi ve oyun serisinin 2022’ye kadar devam edeceği açıklandı. İşin garip tarafı FIFA ile Sepp Blatter hakkında çıkan yolsuzluk iddiaları kurumla işbirliği yapan diğer şirketlerin satışlarını olumsuz etkilerken EA’in kârını artırmayı başarması ve anlaşmayı yenilemesi oldu. Zira firma daha önce adı skandala karışan ünlü golfçü Tiger Woods’un adıyla yaptığı golf oyunundan, ticari itibarının olumsuz etkileneceği gerekçesiyle vazgeçmişti. EA’in Garcia raporunun açıklanmasının ardından doğacak sorunlara karşı ne yapacağı merak konusu. Her geçen gün şeffaflığı sorgulanan FIFA’nın Woods’unkine benzer bir karar alınması halinde oyun dünyasını karıştıracağına ve dünya çapındaki futbolseverleri şaşırtacağına şüphe yok.
Benzer belgeler
HF139 - Hayatım Futbol
her zaman en iyisini istiyor ama her zaman da en iyilerin toplanması
size en iyi sonucu vermiyor. Hayatım Futbol’da bu hafta Perez’in yıldız
takıntısını, önceki ve şimdiki başkanlık dönemlerinde ya...