Ria Kullanımının Genital Flora Üzerine Etkisi, Kültür
Transkript
Ria Kullanımının Genital Flora Üzerine Etkisi, Kültür
Yürütme Kurulu: Dr. Alpay ÖRKİ Dr. Nesrin SARIMAN Dr. Alper KARAOĞLAN Dr. Berna HALİLOĞLU Maltepe Üni v̇ ersi ṫ esi ̇ Tıp Fakültesi ̇ Dergisi, yılda 3 kez yayınlanan ve yayınlandığı tarihten ( 2009 ) itibaren hakemli dergidir. ISSN 1308 - 8661 İmtiyaz Sahibi: Dr.Kemal KÖYMEN Genel Yayın Yönetmeni: Dr. Ahmet ÇOLAK Editör ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Dr. Bülent ARMAN Yayın Kurulu: Dr. Meral KOZAKÇIOĞLU ÖZEKİCİ Dr. Orhan TÜRKEN Dr. Canan HÜRDAĞ Dr.Öner ÇELİK Dr. Alper KARAOĞLAN Dr. Alpay ORKİ Dr. Şevki ŞAHİN Dr. Nesrin SARIMAN Dr. Berna HALİLOĞLU Dr. Oya UYGUR BAYRAMİÇLİ Tıp Fakültesi Dergisi Danışma Kurulu: Dr. Tamer AKSOY Dr. Fehime B. AKSUNGAR Dr. Tuğrul ALICI Dr. Nüvit ALTINKAYA Dr. Ayşe ARISOY Dr. Bülent ARMAN Dr. Oya UYGUR BAYRAMİÇLİ Dr. H. Serpil BOZKURT Dr. Levent ÇELİK Dr. Nilgün ÇINAR Dr. Ahmet ÇOLAK Dr. Rahmi ÇUBUK Dr. Bahadır DAĞDEVİREN Dr. Kadir DEMİR Dr. Sinan EKİCİ Dr. Aynur EREN Dr. Rıfkı EVRENKAYA Dr. Arzu GERÇEK Dr. Peykan GÖKALP Dr. Esen KASAPOĞLU GÜNAL Dr. Şefik GÜNEY Dr. Hakan GÜNDEŞ Dr. Berna HALİLOĞLU Dr. Canan HÜRDAĞ Dr. Cem KALAYCI Dr. Alper KARAOĞLAN Baskı: Matsis Matbaa Hizm.San.veTic.A.Ş. Tevfik Bey mah. Dr.Ali Demirci cad. No:51 Sefaköy/ Küçükçekmece İST. Tel:(0212) 438 47 50 www.matbaasistemleri.com ATT Basım Yayın Reklam Org. İNŞ. SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Yalı Mah. Küçükyalı Cad. Ulusoy Apt. No: 44/3 Maltepe / İSTANBUL Tel: (0216) 371 17 37 (pbx) Faks: (0216) 371 50 71 www.attistanbul.com Dr. Kubilay KARŞIDAĞ Dr. Sibel KARŞIDAĞ Dr. Abud KEBUDİ Dr. Öncel KOCA Dr. Şeref KÖMÜRCÜ Dr. İsmail KURAN Dr. Bahire KÜÇÜKKAYA Dr. Nurettin LÜLECİ Dr. Esra SAĞLAM Dr. Şevki ŞAHİN Dr. Nesrin SARIMAN Dr. Kamil SERDENGEÇTİ Dr.Sadık ŞENCAN Dr. Selçuk ŞİMŞEK Dr. Ayşe ÖNER Dr. Alpay ÖRKİ Dr. Eşref ÖZER Dr. Ümit ÖZEKİCİ Dr. Güler ÖZTÜRK Dr. Meral KOZAKÇIOĞLU ÖZEKİCİ Dr. Orhan TÜRKEN Dr. M. Yaşar TÜLBEK Dr.Manuk MANUKYAN Dr. Ahmet MİDİ Dr. Ender LEVENT Dr. Gülbüz SEZGİN Yazışma Adresi: Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Feyzullah Cad. No: 39 34843 Maltepe / İSTANBUL Tel: ( 0216 ) 444 06 20 Faks: ( 0216 ) 399 00 60 www.maltepe.edu.tr İçindekiler Contents Cilt: 1 Sayı: 1 Ağustos 2009 Önsöz Yazarlara Bilgi “Globus Histerikus Tanılı Hastaların Polisomnografi ile Değerlendirilmesi” “Evaluation... 5-9 10 11 - 21 Levent ve Arkadaşları Ria Kullanımının Genital Flora Üzerine Etkisi,Kültür Sonuçlarının ... Effect Of The Intrauterın... 21 - 28 Akın ve Arkadaşları Üst Gastroı ̇ntestinal Sistem Endoskopisinde Sedasyon Amaçlı Midazolam Kullanımı... 28 - 32 The Use... Manukyan ve Arkadaşları Akciğer Lezyonlarında Bilgisayarlı Tomografisi... Our Computeri .̇ .. 32 -38 Çubuk ve Arkadaşları Gebelikte Servikovaginal Sitolojik Değişikliklerin Değerlendirilmesi The Evaluation... 38 - 47 Abalı ve Arkadaşları Bir Olgu Nedeniyle Hiperkalsemiler’e Bakış Hypercalcemia; 47 - 51 Sezgin ve Arkadaşları Tesadüfen Saptanan Koroner Arter Fistülünün Cerrahi Tedavisi Surgical Treatment... 51 - 54 Yıldız ve Arkadaşları Dyke-Davidoff-Masson Sendromu Hidrosefali ile Karışabilir Dyke-Davidoff-Masson ... 54 - 57 Karaoğlan ve Arkadaşları Kardiak Sinovyal Sarkom, Olgu Sunumu Cardiac Synovial ... 57 - 60 Midi ve Arkadaşları “Antikoagülan Tedavi Sırasında Pozitif Hava Yolu Basıncı Cihazı Kullanımına ... “Submucosal Hematoma ... 60 - 63 Levent ve Arkadaşları “Intracardiac Air-Fluid Level As Superposition: A Hiatal Hernia .... Running Ti ṫ le: ... Levent ve Arkadaşları 63 - 64 EN GÜÇLÜ YANIMIZ… Yaşamakta olduğumuz çağda, çevre ve yaşam şartlarının insan sağlığını yüksek seviyede tehdit etmesi; tıp, bilim ve teknoloji üçgenindeki gelişmelerle, sağlık hizmetlerinin paylaşımı gibi pek çok sorunun hızla ortaya çıkması nedeniyle, gelişmiş dünya ülkeleri, tıbbi gelişme adına yarış halindedir. Günümüzde, eskiye oranla daha uzun bir ömür sürme şansına sahip olmanın, yaşam kalitesi artmadan anlamsız olduğu ve sağlık beklentisinin yaşam beklentisinden çok daha önemli olduğu, karşı konulması imkânsız bir kabul olarak karşımızda durmaktadır. Bu koşullarda, söz konusu ihtiyaca cevap vermesi beklenen kurumlar olan tıp fakültelerinin, nitelikli eğitim ve bu eğitimin kazanımlarını insanlıkla paylaşma yeterliliğini sağlayabilmeleri, büyük önem kazanmıştır. Uzun, sağlıklı ve yaratıcı bir hayat için, tıp biliminde ilerlemenin kaçınılmaz olduğu dünyamızda; tıbbın gelişmesi için gerekli olan üç öğe, akademik eleman, tıbbi araştırma ve yayın, birbirinden ayrılmaz biçimde bağlantılıdır. Bu bağlamda, tıp biliminin gelişmesinin, ülkelerin ilgili bilim dalındaki nispi performans ve başarılarının en önemli göstergelerinden biri de, nicelik ve nitelikleriyle, akademik yayınlarıdır. İnsanlığa daha nitelikli bir yaşam sunmayı amaç edinen, bu kutsal, saygın ve onurlu mesleği büyük özveriyle yerine getiren hekimlerimizin, insan yaşamına saygıyı ifade eden üretimlerinin en anlamlı ifadelerinden biri olan ve tıp alanında yeniliklerin ulusal ve uluslararası literatürde paylaşımını sağlamaya yönelik tıp dergilerinden birinin de, Tıp Fakültemiz tarafından çıkarılıyor olması gurur vericidir.Bu üretim, “çağdaş bilgi ile donanmış, araştırma ve sorun çözme yeteneği gelişmiş; bilimsel araştırma ve yeniliklerde mükemmelliği arayan; topluma hizmet yükümlülüğünü evrensel düzeyde yürütmeyi benimsemiş bir nesil yetiştirme hedefiyle çıktığımız yolda, emin adımlarla ilerlediğimizin, somut göstergesidir. Üniversitemizin en güçlü yanı olarak nitelendirdiğimiz Tıp Fakültemiz tarafından yayınlanan bu derginin; içinde yaşadığı toplumun sorunlarını izlemek, incelemek ve bilimsel bakış açısıyla kendi görüşlerini oluşturma sorumluluğunu taşıyan değerli hekimlerimizin, insanlığın yararına olacak akademik çalışmalarıyla, uzun süre hayat bulması dileğiyle… Rektör Prof. Dr. Kemal KÖYMEN Başlarken, Üniversitelerin, bilgi üretme ve konulara evrensel bilim boyutlarında özgün katkılarda bulunma gibi asli görevleri vardır. Üretilen bilgilerin üretimi kadar diğer bilim adamları ile paylaşımı için yayınlanmaları da aynı oranda önemlidir. Bir başka değişle, bilimsel araştırmaların en belirgin özelliği yayınlandıklarında kalıcı hale gelmeleridir. Yapılan bilimsel araştırmalar, doğal olarak evrensel kurallar çerçevesinde yazılı hale getirilerek paylaşılmalıdır. “Ya yayımla, ya yok ol” olarak ifade edilen bu kural, dergimizin yayın hayatına girmesiyle yaptığımız araştırmalara ayrı bir kalıcı değer katacaktır. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1997 yılında kurulmuştur. Fakültemiz, ülkemizi ve dünyayı çok iyi tanıyan, Atatürk ilke ve düşüncelerini özümseyen, analitik düşünebilen, sorunlara çözüm arayıp üretebilen, araştırma yöntem ve tekniklerini öğrenip uygulayabilen, sağlam karakter ve düşünceli 21. yüzyılın ihtiyacı olan hekimler yetiştirmeyi amaçlamıştır. Akademik yaşama yönelen öğretim üye ve elemanlarının aynı zamanda bilimsel kişilik niteliklerine sahip olmaları beklenir. Tıp Fakültelerinin üç önemli görevi vardır: çağdaş eğitim ve öğretim, hastaların teşhis ve tedavisi ve de bilimsel araştırmalar yapma. Geçen zaman süresi içinde ilk iki işleve öncelik verilerek başarı ile yerine getirildi. Bilimsel bilgi üretimi ve araştırmalar çok sayıda yapılırken yayınlanmaları diğer yurtdışı ve yurtiçi dergilerde gerçekleşiyordu. Bu anlamda bir fakültesi dergisine olan ihtiyaç gün geçtikçe artıyordu. Maltepe Tıp Dergisini oluşturabilmek için uzun süredir uğraş verilmekteydi. Derginin önce Türkiye’nin sonra Dünya’nın alanında en seçkin ve aranılan bilimsel yayınları arasında yer alması hedeflenmektedir. Dergimizin ilk sayısının yayınlanması hepimiz için sevindirici oldu. Tıp Fakültesi Dekanı olarak ilk sayımızın yayına hazırlanması aşamalarında başta yayın kurulu olmak üzere emeği geçen arkadaşlarımıza ve yazılarıyla katkıda bilimsel makale sahiplerine teşekkür ederim. Dergimizin giderek olgunlaşması ve sürekliliği için hepimizin çaba göstermesi gerekliliğini hatırlatır, hepinize hayırlı olmasını dilerim. Maltepe Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Edi ṫ örün Düşündükleri ̇: 1997 yılından beri hizmet veren Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesinin öğretim ve eğitim elemanlarının faydalanacağı referans gösterebilecekleri ve referans alabilecekleri bir yayın organının olmaması ilk atamanın yapıldığı günden beri dikkatimi çeken konuların başında geliyordu. Bunun üzerine yola çıkarak daha önceki ‘‘ Heybeliada Tıp Bülteni’’ editörlüğümden gelen deneyimlerimden de yararlanarak şu anda okumakta olduğunuz Maltepe Tıp Dergisinin taslağını hazırlamaya başladık. Dekanımız Sayın Prof.Dr. Ahmet ÇOLAK, Sayın Rektörümüz Prof. Dr. Kemal KÖYMEN ve Mütevelli Heyet Başkanımız Sayın Hüseyin ŞİMŞEK ’in verdiği destek ile çalışmalarımızı hızlandırdık. Yayın kurullarımızı, danışma kurullarımızı ve diğer oluşumları tamamlayarak siz sayın meslektaşlarımızın ilk başlarda temkinli ve şüphecide olsa, sonradan hızlı, yayın ve sözel verdiğiniz desteklerle , yılda 3 kez ( 4 ayda bir ) çıkacak olan dergimizi size sunmanın onurunu yaşıyor ve sizlerle paylaşıyoruz. Yayınlar gayet titizlikle gözden geçirildiği dergimizin uygun formatına uyum sağlaması için devamlı pozitif yaklaşımda olacağımızı, yayınlarınızı biriktirmeden zamana yayarak göndermenizi ve özelliklede yayın göndermenin çeşitli eğitim kademe imtihanlarına yakın tarihlerde olmamasına özen göstermenizi özellikle rica ediyorum. Bu vesile ile dergimizin ilk sayısını sunuyor, tıp alemi ve fakültemize hayırlı olmasını tüm kalbimle diliyor, saygılarımı sunuyorum. Editör Prof. Dr. Bülent ARMAN YAZARLARA BİLGİ 1. Maltepe Tıp Dergisi, sağlık alanındaki bilimsel araştırmalar, teknolojik gelişmeler, derlemeler, klinik çalışmalar, olgu bildirimleri, bilimsel toplantı özetleri, editöre mektuplar, literatür özetleri ve biyografileri yayınlar. 2. Dergi yılda 3 sayı yayınlanır. 3. Derginin yazı dili Türkçe ve İngilizcedir. 4. Yayınlanmak üzere dergiye gönderilen yazıların dergiye kabul edildikten sonra her türlü yayın hakkı dergiye aittir. Yazılar yayın kurulu tarafından incelendikten sonra gerekli görülen düzeltmelerin yapılması için yazara geri gönderilir. Editör ve yay›n kurulu gerekli gördüğünde yazıların bilimsel danışma kurulu tarafından incelenmesini isteyebilir.Yazılar teslim tarihi göz önüne alınarak yayın kurulunun belirlediği sıraya göre yayınlanır. Yazım Kuralları a) Dergiye gönderilen araştırmalar ve derlemeler oniki, bilimsel toplantı özetleri on, olgu bildirimleri beş, editöre mektuplar, literatür özetleri ve biyografiler ise üç daktilo sayfasını geçmemelidir. b) Yazılar A4, beyaz birinci hamur kağıdın bir yüzüne kenarlardan 2.5 cm boşluk kalacak şekilde 2 satır aralık olarak daktilo edilmesi, bilgisayar yazıcısı kullanacaksa iyi kalite yazım modu seçilmelidir. b) Özet ve Anahtar Kelimeler Özetler 250 kelimeyi geçmeyecek şekilde kısa literatür bilgisi, çalışmanan amacını, gereç ve yöntemi, varılan sonuçları kısa ve açık bir şekilde belirtilmelidir. c) Yazı Metni Klinik ve deneysel araştırma yazıları giriş, gereç ve yöntem, sonuçlar ve tartışma bölümlerinden oluşturulmalıdır. d) Kaynaklar Kaynaklar yazıda kullanıldığı sırayla numaralanmalı, dergi isimleri Index Medicus’ taki stil ile kısaltılmalıdır. Altıdan fazla yazar olan makalelerde ilk üç yazarın ismi yazıldıktan sonra diğer isimler ve ark. (et al) kısaltılması ile gönderilmelidir. Dergiler için yazar soyadları, adlarının ilk harfleri, makalenin başlığı, derginin adı, tarih, bölüm sayısı ve sayfa olarak sıralanmalıdır. Örnek: Templeton PA, Coston CI, Zorhouni EA.: Current uses of CT and MR imaging in the stagini of the lung cancer. Radiol Clin North Am 1990 , 28: 631- 46.Kitaplar için: Yazar isimleri, bölüm adı, editör ismi, kitap adı, basım, şehir, yayınevi, tarih ve sayfalar şeklinde sıralanmalıdır. Örnek: Winfield HN, Schuersler W. Pelvic Iymphadenecomy. İn Claymon RV, Mc Dougo.II EM (eds). Laparoscopic Urology, Guolity Medical Publiser, St. Louis, 1993, P. 225 – 260. e) Tablolar, Resimler ve Alt Yazılar c) Gönderilen yazılar sıra ile şu bölümlerden oluşmalıdır. Başlık sayfası, Türkçe özet ve anahtar kelimeler, ingilizce özet ve anahtar kelimeler, yazı metni, kaynaklar, tablolar, resim ve şekiller için alt yazı. Olgu bildirimlerinde ise giriş, başlık, ingilizce başlık, Türkçe özet, inglizce özet, olgu ve olguların sunumu, tartışma ve kaynaklardan oluşmalıdır. Tablolar ayrı sayfalarda kısa bir başlık içerecek şekilde metinde bahsediliş sırasına göre numaralandırılarak hazırlanmalıdır. d) Yazının tamamı 3 kopya olarak kalın bir zarf içinde katlanmadan gönderilmelidir.Ayrıca yazının Microsoft Word Belgesi olarak kaydedilmiş disket ya da Cd’ si de eklenmelidir. * Yayınlanan yazıların sorumlluluğu yazarlara aittir. Gönderilen yazılar iade edilemez. Yazı Düzeni a) Başlık sayfası 1) Makalenin Türkçe ve ingilizce başlığı 2) Yazarların taşıdığı en yüksek akademik ünvanı, yazarların açık adı ve bağlı bulunduğu kurum. 3) Çalışmanın yapıldığı kurum veya kurumların adı. 4) Makale ile ilgili yazışmalardan sorumlu yazarın isim, adres ve telefonu numarası. 5) Makale daha önce bir yerde sunulmuş ise başlık sayfasının en altında belirtilmelidir. Fotoğraflar siyah beyaz ve net kalitede olmalıdır. Fotoğrafların arkalarında metindeki kullanılış sırası ve üst kısmını gösterir bir ok işareti konulmalıdır. Resim altyazıları ayrı bir sayfada aralıklı yazılmalı, resimler ayrı bir zarf içerisinde gönderilmelidir. Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal “Globus Histerikus Tanılı Hastaların Polisomnografi ile Değerlendirilmesi” “Evaluation of Patients with Globus Hystericus with Polisomnography” Ender Levent*, Nesrin Sarıman*, Akın Cem Soylu*, Şirin Yurtlu*, Ahmet Ertan Tezcan** ÖZET SUMMARY Amaç: Bu araştırma; globus histerikus tanılı hastaların polisomnografi ile uyku yapılarını incelemek ve hastalığın ayırıcı tanısında yada etiyolojiside obstrüktif sleep apne (OSA) varlığını araştırmak için tasarlanmıştır. Aim: Aim of this study is to investigate the sleep architecture and the role of obstructive sleep apnea (OSA) in the etiology and differential diagnosis of globus hystericus patients with polisomnography. Yöntem: Çalışmaya “Globus Histerikus” tanılı ve globus yakınmasına yol açabilecek altta yatan bir hastalığı olmadığı bilinen 9 erişkin (≥18 yaş) hasta alınmıştır. Tüm hastalar detaylı sorgulanmış, muayene edilmiş ve solunum fonksiyon testi ile spirometrik inceleme yapılarak üst solunum yolu obstrüktif patolojileri açısından akım-volüm halkası ile değerlendirilmiştir. Polisomnografi öncesi, uykuyla ilgili yakınmaları sorgulanmıştır. Çalışma süresince Göğüs Hastalıkları Kliniği Uyku Bozuklukları Laboratuvarı’nda polisomnografi ile tetkik edilen ve apnehipopne indeksi <5 saptanan olgular içinden, psikiyatrik hastalığı bulunmayan 35 kadın kontrol grubu olarak seçilmiştir Material and method: Nine adult patients (> 18 years ) with the diagnosis of globus hystericus and without any known complaints related to underlying diseases were included to the study. All the patients were examined with detailed history taking. Spirometric lung function tests were made and were evaluated with flow volume curves to exclude upper airways obstruction. They were asked about sleep diturbances before polysomnography. Control group consisted of the cases who had apnea–hypopnea index of < 5 in our sleep research laboratory. Thirty-five females without any psychiatric diseases met these criteria. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların hepsi kadındı. Yaş ortalaması 47±9yaş (35-62 yaş arası) idi. Hepsinin akciğer muayenesi ve akciğer grafileri normaldi. Hiçbir olguda solunum fonksiyon testinde, akım volüm halkasında, üst solunum yolu obstrüktif patolojilerini düşündürecek şekil değişikliği ve bazı OSA’lı hastalarda saptanan testere dişi paterni izlenmedi. Hastalarda KBB muayenesinde (orofaringolaringeal bölgede) globus hissine yol açabilecek bir patoloji saptanmamıştı. Hastaların ortalama boyun çevresi 34.6±2.3cm (32-38cm arası), ortalama vücut kitle indeksi 27.31±6.33 kg/m² (21.70-33.90 kg/m² arası) idi. Globus histerikus yakınmalarının ortalama süresi 5.6±9.94 yıl (36 gün-30 yıl arası) idi. Epworth Uykululuk Ölçeği 4±4 (0-10 arası) olup; hiçbir olguda gündüz aşırı uykululuk hali yoktu. Dokuz hastadan sadece 3’ünde OSA (orta, hafif, hafif) saptanmıştır (tüm olguların %33.3’ü). Globus histerikus hastalarının uyku mimarisi incelendiğinde; yalnızca uyku latensi süreleri globuslu hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha uzun bulunmuştur (p=0.027). Diğer polisomnografik parametreler, kontrol grubuyla benzerdir. Sonuç: Bu çalışma; globus histerikuslu hastaların uyku yapısı hakkında bilgi veren ve hastaların polisomnografik inceleme sonuçlarının belirtildiği ilk araştırmadır. Çalışmamızda hastaların 3/9’unda (%33.3) OSA saptanmıştır ve hastaların uykuya dalma sürelerinin kontrol grubuna göre anlamlı olarak uzun olduğu görülmektedir. Results: All the patients were female with a mean age of 47±9 years (range 35-62). Chest X-rays were normal. Flow–volume curves did not show any pattern (as saw tooth patern of OSA patients) related to upper airways diseases. ENT examination did not reveal any pathology leading to the feeling of globus hystericus in the oropharyngeal region. Mean neck circumference was 34.6±2.3 cms (range 32-38) and mean BMI was 27.31±6.33 kg /m2 (range 21.70-33.90). Mean duration of the symptoms of globus hystericus was 5.6±9.94 years (range 36 days- 30 years). Epworth Sleepiness Score was 4±4 (range 0-10) and they did not experience excessive day time sleepiness. In 3 of 9 patients we diagnosed mild and moderate OSA (33.3% of all the cases). When sleep patern of those patients were examined we found that duration of the sleep latency was longer than the control group (statistically significant, p=0.027). Other polysomnography parameters were within the limits of normals. Conclusion: This study is the first in the literature concerning sleep architecture of globus hystericus patients by the use of polysomnography. In 3 of 9 patients we diagnosed OSA (33.3% of all the cases) and we found that the duration of sleep latency of those patients was longer than the control group. Key words: Globus hystericus, polysomnography, obstructive sleep apnea, sleep. Anahtar kelimeler: Globus histerikus, polisomnografi, obstrüktif sleep apne, uyku. * T.C. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul. ** T.C. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı, İstanbul. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 11 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal GİRİŞ 12 Levent ve Arkadaşları hastalarda OSA varlığının araştırılması anlamlı görünmektedir. Globus histerikuslu hastalarda boğazdaki Globus histerikus, yutkunmayla ilişkili olarak boğazda yumru hissinin OSA ile ilişkili olup olmadığı daha önce (ösefagus yada hava yolunda) yumru yada yabancı cisime hiç incelenmemiştir. Araştırmamız, bu konudaki ilk ait bir takılma hissi varlığı ile karakterize bir konversiçalışma olması ve globus histerikuslu hastaların uyku yon bozukluğudur (1). Globus histerikus bazı yayınlarda yapısı hakkında bilgi verecek olması nedeniyle orjinal “globus pharyngeus” yada “globus sensation” olarak da bir projedir. adlandırılmaktadır (2). Globus histerikus insidansı tam bilinmemekle birlikte; otolaringolojistlerin bir yayınında OLGULAR VE YÖNTEM toplumda %3-10 oranında görülebildiği belirtilmektedir Çalışmaya Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Psiki(1,2). Nedeni tam bilinmemekte ve psikolojik bir durum yatri Kliniği’nde bir psikiyatri uzmanı tarafından “Gloolduğu kabul edilmektedir. Psikolojik problemler, boğazda bus Histerikus” semptomu varlığı saptanan ve globus yutkunma sırasında bir rahatsızlık hissine yol açar. Bu yakınmasına yol açabilecek altta yatan organik bir rahatsızlık hissi ösefagusta bir kitle hissi yada hava hastalığı olmadığı bilinen ardışık 9 erişkin (≥18 yaş) yolunda bir tıkanıklık ve boğulma hissi şeklinde olabilir hasta alınmıştır. Çalışma süresince Göğüs Hastalıkları (1). Bu rahatsızlık hissi genellikle suprasternal bölgede, Kliniği Uyku Bozuklukları Laboratuvarı’nda polisomnografi medyan yada paramedyan hatta ortaya çıkmaktadır ile tetkik edilen ve apne-hipopne indeksi <5 saptanan (1). Ayırıcı tanısında bir çok hastalık yer alır. Globus olgular içinden, psikiyatrik hastalığı bulunmayan 35 kadın histerikus tanısı, yakınmalara yol açan diğer fiziksel kontrol grubu olarak seçilmiştir (hastaların hepsi kadın nedenlerin yokluğunda konan bir tanı olmamasına olması nedeniyle). Hem globus histerikus hastaları hem karşın; boğazda globus hissiyle gelen hastalarda bu de kontrol grubu için; kalp yetmezliği olanlar, kortikoyakınmalara yol açabilecek fiziksel nedenlere yöne- steroid tedavisi başlanmış olan hastalar, gebeler, ek lik araştırma yapmak gerekmektedir (1). Çünkü bu hastalıkları nedeniyle uykunun yapısını değiştiren ilaç (antihistaminikler, antidepresanlar, hipnotikler,vs.) kulhastalığın ayırıcı tanısı için en uygun tanısal araştırma lanan hastalar, alkol ve ilaç bağımlıları, nöromüsküler yöntemi henüz bilinmemektedir (1,3). hastalık, serebrovasküler hastalık, laringomalazi, kraniyoObstrüktif sleep apne (OSA), uyku sırasında üst solu- fasiyal sendrom, kanser ve genetik hastalığı olan olgular num yolunun farengeal bölgesinin tekrarlayıcı kollapsı çalışmaya alınmamıştır. Globus histerikus hastalarının hiçbiri sonucu ortaya çıkan, soluk durmaları (apne) ve soluğun uyku problemleri nedeniyle hastaneye başvurmamıştır. yüzeyelleşmesiyle (hipopne) karakterize, yaygın bir Hastalar, daha önce mevcut yakınmaları nedeniyle hastalıktır (4). Erkeklerin %4’ünü, kadınların %2’sini (KBB ve gastroenteroloji kliniklerinde) muayene ve etkiler. OSA’lı hastalarda, gece boyu uyku sırasında bazı tetkikleri yaptırmış olduklarını anamnezlerinde ortaya çıkan apneler ve hipopneler nedeniyle, nokturnal belirtmektedirler. oksijen desatürasyonu, uyku bölünmesi, gün boyu aşırı Çalışmaya alınan hastalar, akciğer hastalıkları varlığı uykululuk hali ve artmış kardiyovasküler morbidite ve açısından sorgulanmış, muayene edilmiş ve solunum mortalite söz konusudur (5). OSA patofizyolojisinde yaş, fonksiyon testi ile spirometrik inceleme yapılarak üst cinsiyet, hormonlar, anatomik faktörler, genetik faktör- solunum yolu obstrüktif patolojileri açısından akımler, postural faktörler ve vücut yağ dağılımı önemli rol volüm halkası ile değerlendirilmiştir. Çalışmaya alınan oynar (6). Obezite, OSA için önemli bir risk faktörüdür. hastalar uyku testi öncesi, uykuyla ilgili yakınmaları, horlama, tanıklı apne, gündüz aşırı uyku hali gibi OSA OSA’lıların çoğu obez, kısa boyunlu olgulardır. Ancak temel bulgularını gösterip göstermedikleri sorgulanmıştır. OSA’lıların en az %50’sinin obez olmadığı bilinmektedir Gündüz aşırı uykululuk halini değerlendirmek amacıyla (7). Hastaların fizik muayenesinde tanı koydurucu bir Epworth Uykululuk Ölçeği kullanılmıştır. Bu ölçek ile bulgu yoktur. Uykuda gelişen solunum bozukluklarının en elde edilen puan 12’nin üzerinde ise gündüz aşırı uyku geniş bölümünü oluşturan OSA tanısında, laboratuvarda, halinin olduğu kabul edilmiştir. gözetim altında, tüm gece boyu yapılan polisomnografi altın standarttır (8). OSA’da temel patoloji farengeal bölgededir. Globus histerikuslu hastalarda da rahatsız edici, boğazda yumru hissi bu anatomik bölgelerde ortaya çıktığı için; bu Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Levent ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Polisomnografi gösteren SFT parametreleri (FEV1, FVC, FEV1/FVC, PEF ve PİF gibi) spirometre ile ölçüm raporlarından elde Çalışmaya alınan tüm hastalara bir gece uyku edilmiştir. laboratuvarında polisomnografi cihazı (Compumedics E Series Sleep System; Compumedics Limited 2004, Aus- Çalışma, tıp fakültesi yerel etik kurulu onayı alınarak tralia) ile polisomnografi testi yapılmıştır. Laboratuvara gerçekleştirilmiştir. Tüm hastalardan bilgilendirilmiş onam gelecekleri gün hastalardan gün içinde uyumamaları, alınmıştır. kafeinli içecek ve yiyecekleri almamaları, alkol ve uykunun yapısını değiştirecek ilaçları (antihistaminikler, antidepresanlar, hipnotikler vs.) kullanmamaları istenmiştir. Gece İSTATİSTİKSEL ANALİZ saat 21.00’da laboratuvara gelen hastalar hazırlanarak Sonuçlar ortalama (±SS:standart sapma) ve yüzdeler ortalama saat 23.00’te kayıta başlanmış ve kayıt sabah halinde sunulmuştur. Tüm istatistiksel incelemeler SPSS hastaların uyandığı saatte sonlandırılmıştır. Test sırasında; (Statistical Package for the Social Sciences for Windows iki elektroensefalografi (EEG) kanalı (C3/A2 ve O2/A1), software; Version 12, Chicago, IL, USA) istatistik programı iki elektrookülogram (EOG), bir çene altı ve bilateral kullanılarak hesaplanmıştır. Hasta ve kontrol grubunda; tibial elektromiyogramlar, elektrokardiyografi (EKG), polisomnografik parametrelerin, demografik ve antropometrik hava akımı (nazal kanul yada nazal-oral termistör ile), ölçümlerin ortalamalarının karşılaştırılmasında; Student t vücut pozisyonu, solunum eforu (torakal ve abdomi- testi ve Mann-Whitney U testi kullanılmıştır. Anlamlılık nal piezoelektrik kemerlerle), arteryel oksihemoglobin sınırı olarak p<0.05 kabul edilmiştir. satürasyonu (parmak ucundan, pulse oksimetre cihazı ile) ölçüm yapılmıştır. Bütün veriler, uyku süresince video kayıtlarıyla birlikte, bilgisayarlı polisomnografi sisteminde SONUÇLAR (ProFusion PSG 2 Software) toplanmış ve manuel olarak Çalışmaya Psikiyatri Kliniği’nde Globus histerikus sempskorlanmıştır. tomu bulunan 9 erişkin (≥18 yaş) hasta alındı. Globuslu Uyku evreleri 30 saniyelik epoklarla Rechtschaffen hastaların, altta yatan psikiyatrik hastalık tanıları Tablo ve Kales kriterlerine göre değerlendirilmiştir (9). Her 1’de gösterilmiştir. Bunlar, altı aylık süre içinde psikiyatri epokta hastaların EEG arousalları ve oksihemoglobin kliniğinden araştırmamız için kliniğimize refere edilen desatürasyonları saptanmıştır. Uyanıklık, REM (Rapid ardışık 9 hasta idi. Hastaların hiçbiri çalışmaya alındıkları Eye Movement) ve NREM (Non-Rapid Eye Move- dönemde antidepresan yada diğer psikiyatrik ilaçları ment) solunum sayıları hesaplanmış, apne ve hipopneler kullanmıyordu. değerlendirilerek apne hipopne indeksi (AHİ) saptanmıştır. Obstrüktif, miks ve santral apneler American Academy Çalışmaya alınan hastaların hepsi kadındı. Yaş ortalaması of Sleep Medicine kriterlerine göre belirlenmiştir (10). 47±9yaş (35-62 yaş arası) idi. Hepsinin akciğer muayenesi Hipopneler, uyku sırasında 10 sn’den uzun süren, oksijen ve akciğer grafileri normaldi. Hiçbir olguda solunum satürasyonunda ≥%3 düşüşe yol açan, bazal değere fonksiyon testinde, akım volüm halkasında, üst solunum göre tidal volümde ≥%50 azalma olarak tanımlanmıştır. yolu obstrüktif patolojilerini düşündürecek şekil değişikliği Apne hipopne indeksi, uyku süresince izlenen apne ve ve bazı OSA’lı hastalarda saptanan testere dişi paterni hipopnelerin saatlik ortalamasıdır. AHİ ≥ 5 ise OSA izlenmedi. Hastaların tümüne değişik dönemlerde glovarlığı tanısı konmuş, 15≥AHİ≥5 olanlar hafif OSA, bus yakınmaları nedeniyle KBB muayenesi yapılmış ve 30≥AHİ>15 olanlar orta OSA ve AHİ>30 olan hastalar (orofaringolaringeal bölgede) globus hissine yol açabilecek bir patoloji saptanmamıştı. İki hastada (tablolardaki 2. ağır OSA olarak belirlenmiştir. ve 4. hastalar) endoskopik incelemede gastroösefagiyal reflü saptanmıştı. Hastaların; karakteristik özellikleri Solunum fonksiyon testi Tablo 1’de, OSA varlığı açısından sorgulamaları sırasında Solunum fonksiyon testi (SFT), spirometre (Vitalograph belirttikleri semptomların varlığı ve Epworth Uykululuk II) ile, hasta oturur pozisyonda iken ve zorlu eksprium Ölçeği sonuçları Tablo 2’de, polisomnografi testi sonuçları manevrası ile yaptırılmıştır. Akım volüm eğrisi ile üst solu- Tablo 3’de, solunum fonksiyon testi sonuçları Tablo 4’de num yolu obstrüksiyonunu gösteren şekil değişikliklerinin ve uyku mimarisine ilişkin önemli veriler (kontrol grubuyla varlığı araştırılmıştır. Obstrüktif ve restriktif akciğer hastalığını karşılaştırmalı olarak) Tablo 5’de gösterilmektedir. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 13 Yaş 49 42 35 52 42 62 41 42 60 1 2 Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 3 4 5 VKİ: Vücut kitle indeksi, HT: Hipertansiyon, GÖR: Gastroösefagiyal reflü, DM: Diyabet mellitus, HL: Hiperlipidemi, OSA: Obstrüktif sleep apne 6 7 8 9 Kadın Kadın Kadın Kadın Kadın Kadın Kadın Kadın Kadın Cins Distimi 0.1 3.5 0.5 Distimi+ Kompülsif Bozukluk İnsomnıa 30.0 2.0 4.5 Globus Distimi Depresyon 0.2 4.5 Somatoform bozukluk Distimi 5.5 (yıl) Globus hissi süresi Panik Atak Psikiyatrik tanı 14 Hasta No 5 60 Yok Yok 0.8 Yok Yok Yok Yok Romatoid artrit Allerjik rinit, Neflityazis, atnalıböbrek Allerjikrinit, Endometriyozis Astım,Allerjik rinit,HT, Osteoponoz 20 HT,GÖR, Allerjikrinit, nasaldeviasyon DM,GER,HL, Tiroidektomi Yok Sigara içimi (paket (yıl) Tiroidektomi Eşlik eden hastalıklar 35 34 32 37 37 38 32 33 33 Boyun çevresi (cm) 26.2 25.2 22.3 27.1 41.2 33.9 27.7 23.2 25.0 VKİ (Kg/m2) Basit Horlama Basit Horlama Basit Horlama Normal HafifOSA HafifOSA OrtaOSA Normal Basit Horlama Polisomnografi test sonucu Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Levent ve Arkadaşları Tablo 1: Globus histerikus tanılı hastaların karakteristik özellikleri - + - + + + - + + 1 2 3 4 5 6 7 8 9 + + + - - + + + + Dilendirmeyen Uyku - + + - - + + - + Uykusuzluk + + - - - - - - - GAUH GAUH: Gündüz aşırı uykululuk hali, OSA:Obstrüktif sleep apne. Horlama Hasta No Boğulma hissi ile uyanma + + + + + - Tanıklı apne + - Tablo 2: Olguların obstrüktif sleep apneyi düşündüren semptomları açısından analizi - - - - - + + - - Huzursuz bacak 8 1 2 1 3 10 10 4 0 Epworth uykululuk ölçeği 2 3 1 1 2 1 0.16 10 2 OSA düşündüren yakınmaların süresi(yıl) Levent ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal 15 Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Levent ve Arkadaşları Hastaların ortalama boyun çevresi 34.6±2.3cm (32-38cm arası), ortalama vücut kitle indeksi (VKİ) 27.31±6.33 kg/m² (21.70-33.90 arası) idi. Globus histerikus yakınmalarının ortalama süresi 5.6±9.4 yıl (36 gün-30 yıl arası) idi. OSA varlığını düşündüren semptomların ortalama süresi ise 2.5±2.9 yıl (60 gün- 10 yıl arası) idi. Epworth Uykululuk Ölçeği 4±4 (0-10 arası) olup; hiç bir olguda gündüz aşırı uykululuk hali yoktu. Polisomnografide periyodik bacak haraketleri indeksi yüksek saptananlar içinde sadece 3. ve 4. hastalarda huzursuz bacak sendromu ile uyumlu anamnez vardı. düşündüren yakınmaların süresinden çok daha eskiye uzanmaktadır. Kontrol grubu; cinsiyet, VKİ (28.48±6.15 kg/m², p=0.358), boyun çevresi (35.2±2.9cm, p=0.525) ve yaş (43±10 yaş, p=0.456) açısından hasta grubuyla benzerdi. Globus histerikus hastalarının uyku yapısı (polisomnografi parametreleri) kontrol grubuyla karşılaştırmalı olarak incelendiğinde; yalnızca uyku latensi süreleri globus histerikuslu hastalarda anlamlı olarak daha uzun bulunmuştur (p=0.027). Diğer polisomnografik parametreler, kontrol grubuyla benzerdir. Dokuz hastadan; sadece 4. hastada orta OSA, 5.ve 6. hastada hafif OSA saptanmıştır (tüm olguların %33.3’ü). Bu 4. ve 6. hastalardaki globus hissi varlığı, OSA varlığını Tablo 3: Olguların polisomnografi testi sonuçları No Uyku etkinliği Evre 1 (%) Evre 2 (%) Evre 3 (%) REM (%) Uyku Latensi (min) REM Latensi (min) AHİ (n/saat) Minumum SpO2(%) 1 92.90 23.30 46.80 14.40 15.50 11.50 87.50 87.50 0.60 1.10 2 97.70 15.70 5.60 8.30 10.40 11.50 174.00 174.00 0.30 35.30 3 87.90 26.50 51.20 8.70 13.60 20.00 329.00 329.00 1.00 31.30 4 83.70 16.50 55.40 10.00 18.20 60.00 129.50 129.50 22.00 60.60 5 77.60 42.00 44.20 4.40 9.40 9.50 185.00 185.00 14.70 3.10 6 88.00 21.80 47.30 9.00 21.90 14.50 80.50 80.50 8.50 6.20 7 79.80 22.10 56.30 14.30 7.30 26.00 174.00 174.00 1.10 2.90 8 94.40 21.10 46.20 16.60 16.10 10.50 98.50 98.50 0.10 0 9 96.20 10.00 47.40 22.90 19.70 10.50 146.50 146.50 2.40 10.30 Tümü için Ortalama±SS (aralık) 88.69±7.21 (77.6-97.7) 22.11±8.92 (10-42) 12.07±5.55 (4.4-22.9) 14,68±4.93 (7.3-21.9) 18,17±17.18 (1-60) 156.06±75.75 (80.5-329) 156.06±75.75 (80.5-329) 5.63±7.87 (0.1-22) 16,76±21,02 (0-60,6) 51,±6.84 (44.2-65.6) REM: Rapid eye movement (Hızlı göz hareketlerinin görüldüğü rüya dönemi) AHİ: Apne hipopne indeksi Minimum SpO2: En düşük oksijen satürasyonu PLM: Periodic limb movements during sleep (Uykuda periyodik ekstremite hareketleri) SS: Standart sapma. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 PLM İndeks (n/saat) 88 115 3 4 82 7 94.22±21.52 (54-117) ortalama-ss (aralık) 88.67±23.76 (35-113) 35 80 84 113 103 103 84 85 111 FEV1(%) 79.44±10.44 (55-91) 55 91 88 80 85 76 82 76 82 FEV1/ FVC(%) 57.56±20.24 (25-86) 25 52 65 74 86 39 65 38 74 PIF(%) 97 84 90 104 116 88 60 92 84 88 92 88 36 93.22±24.50 (36-117) 20 76.67±23.94 (20-97) 107 117 82 97 IVC(%) PEF(%) Post FEV1:Bronkodilatatör sonrası 15. dakikada ölçülen FEV1 değeri, SS: Standart sapma. 54 9 8+ 117 6 75 97 2 104 116 1 5 FVC(%) No Tablo 4: Olguların solunum fonksiyon testi sonuçları 4.89±12.56 (-10-36) 36 1 -10 0 0 2 4 5 6 PostFEV1(%) açılma 72.22±158.81 (-230-350) 350 20 -230 0 0 60 120 150 180 PostFEV1(ml) açılma yok yok yok yok yok yok yok yok yok yok Testere dişi paterni Levent ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 17 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Levent ve Arkadaşları Tablo 5: Globus histerikus tanılı hastalarla kontrol grubunun polisomnografik verilerinin karşılaştırılması Globus Histerikus Hastaları (n:9) Kontrol Grubu (n:35) Değişkenler 18 P değeri Ortalama±SS Min-Maks. Ortalama±SS Min-Maks. Epworth uykululuk ölçeği* 4.33±3.97 0.00-10.00 7.28±5.97 1.00-19.00 0.205 Uyku etkinliği (%) 88.69±7.21 77.60-97.70 91.11±8.85 60.00-99.50 0.215 Uyku latensi (dk) 18.17±17.18 1.00-60.00 11.96±22.14 0.50-136.50 0.027 Gece boyu uyanık kalma süresi 28.28±33.17 0.00-96.50 18.07±28.22 0.00-123.50 0.215 Gece boyu uyanma sayısı (n) 4.33±3.39 0.00-11.00 2.54±3.28 0.00-12.00 0.071 Evre1 (%)* 22.11±8.92 10.00-42.00 17.29±11.95 2.00-48.60 0.265 Evre2 (%)* 51.16±6.84 44.20-65.60 50.87±16.47 11.60-75.10 0.961 Evre3 (%)* 12.07±5.55 4.40-22.90 16.66±14.97 0-62.10 0.375 REM dönemi (%)* 14.68±4.932 7.30-21.90 15.19±7.39 0-28.00 0.846 REM latensi (dk)* 156.06±75.75 80.50-329.00 140.79±79.72 42.00-359.50 0.610 Endüşük O2 satürasyonu (%)* 89.89±2.93 85-95 89.77±4.63 69.00-96.00 0.943 Ortalama O2 desatürasyonu oranı (%) 3.56±0.73 3-5 3.23±1.00 0-5.00 0.586 ≥%3 O2 desatürasyon sayısı* 45.22±62.59 1-154 21.37±13.78 Santral apne sayısı 1.22±1.09 0-3 0.94±1.45 0-6 0.300 Tüm apne sayısı 1.78±1.57 0-5 2.00±2.35 0-9 0.775 Tüm hipopne sayısı* 33.11±46.49 1-127 13.46±11.28 0-38 0.243 AHİ (/saat)* 5.63±7.87 0.10-22 2.18±1.49 0-4.90 0.226 Solunumsal arousal indeksi (/saat)* 37.56±15.70 19.70-68.70 38.90±20.79 10.50-105.30 0.858 Ortalama kalp hızı (/dk)* 65.67±2.69 61-69 66.17±5.55 45.00-78.00 0.794 PLM indeksi (/ saat) 16.76±21.02 0-60.60 14.03±20.52 0-49.00 0-81.40 0.288 0.668 REM: Rapid eye movement (Hızlı göz hareketlerinin görüldüğü rüya dönemi), AHİ: Apne hipopne indeksi, PLM: Periodic limb movements during sleep (Uykuda periyodik ekstremite hareketleri), Min: Minimum, Maks: Maksimum, SS: Standart sapma. *İşaretli parametrelerin karşılaştırmasında Student t testi, diğerlerinde Mann-Whitney U testi kullanılmıştır. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Levent ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal TARTIŞMA apne gelişimine predispozisyon yaratacağı ve globuslu hastalarda OSA prevalansının normal populasyondan Globus histerikus, ösefagus yada üst hava yollarında daha yüksek olabileceği düşünülebilir. Obstrüktif sleep rahatsızlık veren bir kitle varlığı hissi ile karakterize, apne sendromunda temel patoloji farengeal bölgededir. yaygın olmayan tipte bir konversiyon bozukluğudur Globus histerikuslu hastalarda da, rahatsız edici boğazda (1). Globus histerikus ilk olarak John Purcell tarafından yumru hissi bu anatomik bölgelerde ortaya çıktığı için 1707’de tanımlanmıştır (11). Günümüze gelinceye kapolisomnografi ile obstrüktif sleep apne varlığının dar; etiyolojisine yönelik çok çeşitli teoriler üretilmiştir. araştırılması anlamlı görünmektedir. Globus histerikusun nedeni bilinmemektedir, multifaktoriyal bir orijini olabileceği düşünülmektedir. Duygusal bir Çalışmamızdaki olguların 3/9’unda (%33.3) OSA uyaranın globus hissinin ortaya çıkmasında önemli bir saptanmıştır. Bunlar hipopne ağırlıklı ve aşırı kilolu/ faktör olabileceği tartışılmaktadır (2). Anksiyete yada obez olgulardır (Tablo 1). Bu hastalardaki OSA tanısına yol psikolojik çatışma, globus hissinin ortaya çıkması ve açan hipopnelerin varlığı, obezite hipoventilasyon ilişkisine bağlı olabilir. Çünkü; OSA saptanan bu hastalardaki gloilerlemesi ile anlamlı olarak ilişkilidir (1). bus hissi varlığı, OSA varlığını düşündüren yakınmaların Bu hastalığın ayırıcı tanısı için en uygun tanısal süresinden çok daha eskiye uzanmaktadır. araştırma yöntemi henüz bilinmemektedir Boğazda yumru hissi ya da yutkunurken takılma hissi (globus Bizim çalışmamızdaki olguların hepsi kadındı. Globus hissi) olan olguların çoğunda, altta yatan bir organik histerikus, 50 yaşın altındaki kadınlarda erkeklere göre bozukluğun ayırıcı tanısı amacıyla, genellikle baryumlu üç kat daha fazla görülmektedir (14). OSA ise bu yaş ösefagus grafisi çekilmektedir. (1,3). Bir çok ösefagografi grubu kadınlarda çok nadirdir (15). çalışmasında ve gastro-ösefagiyal reflü araştırmasında; Globus histerikus hastalarında, afoni, boğazda yumru üst ösefagus sifinkteri tonisitesinin globus histerikus pato- hisi, yutma güçlüğü, boğulma, dispne ve ağrı semptomları genezinde etiyolojik rolü araştırılmış ve belirgin etiyolojik olabilir. Bu rahatsızlık hissi boğazda bir küçük kılın irrolü olmadığı saptanmıştır (1,3,12). Globus histerikus ritasyonundan, bir bilardo topu varlığı hissine kadar etiyolojisini aydınlatmak amacıyla yapılan ösefagus ve değişik tipte olabilir. Bu rahatsızlık hissi, krikoid kıkırdak solunum yolları hastalıklarına yönelik araştırmalarda, düzeyinden çok, sıklıkla suprasternal bölgede, medyan belirgin bir etken saptanamamıştır. Bizim çalışmamızda yada paramedyan yerleşimlidir. Bu hastalarda genellikle da iki olguda endoskopik inceleme ile gastro-ösefagiyal kilo alma ve horlama yakınmaları bulunmaz (1). Bu reflü saptanmış ancak buna yönelik verilen tedavilere hasta grubunda horlama çok az görülmektedir %3 rağmen globus hissi kaybolmamıştır. İstatistiksel incele- (5/80 kişi) (11). meler, baryumlu ösefagus grafisi ile globus semptomları arasında anlamlı bir ilişki olmadığını göstermiştir (3). Çalışmaya alınan hastalar; uyku testi öncesi, uykuyla Yine de globuslu hastaların çoğuna baryumlu ösefagus ilgili yakınmaları, horlama, tanıklı apne, gündüz aşırı grafisi tetkiki, ayırıcı tanı amacıyla, yapılmaya devam uyku hali gibi OSA temel bulgularını gösterip gösteretmektedir. Oysa psikiyatrik değerlendirmeyle globus medikleri sorgulanmıştır (Tablo 2). Hastalarımızda dintanısı koyulabiliyor ise; ileri tetkiklere başvurmaya gerek lendirmeyen uyku (7/9), horlama (6/9) ve uykusuzluk (5/9) en sık görülen semptomlardır. Globus histerikus kalmaz (1). hastalarında bu semptomların varlığının sorgulanması Chung ve ark’nın globus hissi olan 83 hastada yaptıkları ve gündüz aşırı uykululuk halinin Epworth Uykululuk videofluoroscopic incelemede; cricopharyngeus’un erken Ölçeği ile değerlendirilmesi, polisomnografi testinden kapandığını, lingual ve palatine tonsillerin genişlemiş olduğunu kaçınmak için yeterli olmayabilir. Polisomnografi tessaptamışlardır. Genişlemiş lingual tonsillerin baryumlu incele- ti ancak klinik şüphe varlığında yapılmakta ve tüm melerde, tüm hastalarda dilin postero-inferior bölümünde ve hastalar bu teste laboratuvar yoğunluğu ve maliyet valleculae’de nodularite ve lobülasyon oluşturduğu, palatal gibi nedenlerle ulaşamamaktadır. Globuslu hastalarda tonsillerin 2 hasta dışındaki tüm olgularda simetrik olarak ayırıcı tanıda polisomnografi yapılması gerekliliğine dair genişlediği izlenmiştir. Bu değişikliklerin, patofizyolojik güçlü deliller elde etmek için; bu araştırmanın daha temeli açık olmamakla birlikte, globus hissine katkıda geniş hasta gruplarıyla yapılması uygun olur. Çünkü bu bulunabileceğini belirtmişlerdir (13). Globuslu hastalarda semptomlar globuslu hastalarda görmeye alıştığımız genişlemiş lingual ve palatine tonsillerin, obstrüktif sleep semptomlar değildir. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 19 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Globus histerikus tanılı hastaları, polisomnografik parametreler açısından kontrol grubuyla karşılaştırdığımızda; yalnızca uyku latensinin hastalarda anlamlı olarak daha uzun olduğu saptanmıştır. Bu sonuç; globuslu hastaların uykuya dalmada güçlük çektiğini düşündürebilir ve çalışmamızdaki hastaların uykusuzluk ve dinlendirmeyen uyku yakınmalarını kısmen açıklayabilir. Sonuç olarak; çalışmamızda 9 globus histerikuslu kadının 3’ünde (%33.3) OSA saptanmıştır ki; bu oran, normal populasyondaki kadınlardaki %2’lik OSA prevalansından çok yüksektir. Hastaların uyku yapısı incelendiğinde uykuya dalma sürelerinin (uyku latensi) kontrol grubuna göre anlamlı olarak uzun olduğu görülmektedir. Bu araştırma; globus histerikuslu hastaların uyku yapısı hakkında bilgi veren ve hastaların polisomnografik inceleme sonuçlarının belirtildiği ilk araştırmadır. Ancak; olgu sayısının az olması nedeniyle çalışmanın sonuçlarının genellenmesi için daha geniş hasta gruplarında çalışılmasına ihtiyaç vardır. KAYNAKLAR 20 1- Finkenbine R, Miele VJ. Globus hystericus: a brief review. General Hospital Psychiatry 2004; 26(1): 78-82. 2- Ott DJ, Ledbetter MS, Koufman JA, Chen MYM. Globus Pharyngeus: radiographic evaluation and 24hour pH monitoring of the pharynx and esophagus in 22 patients. Radiology 1994; 191(1): 95-97. 3- Back GW, Leong P, Kumar R, Corbridge R. Value of barium swallow in investigation of globus pharyngeus. J Laryngol Otol 2000; 114(12): 951-954. 4- White DP. Sleep apnea. Proc Am Thorac Soc 2006; 3(1): 124–128. 5- Patil SP, Schneider H, Schwartz AR, Smith FL. Adult obstructive sleep apnea: pathophysiology and diagnosis. Chest 2007; 132(1): 325-337. 6- Martins AB, Tufik S, Moura SM. Physiopathology of obstructive sleep apnea-hypopnea syndrome. J Bras Pneumol 2007; 33(1): 93-100. 7- Mortimore IL, Marshall I, Wraith PK, et al. Neck and total body fat deposition in nonobese and obese patients with sleep apnea compared with that in control subjects. Am J Respir Crit Care Med 1998; 157(1): 280–283. 8- Friedlander AH, Walker LA, Friedlander IK, Felsenfeld AL. Diagnosing and comanaging patients with Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Levent ve Arkadaşları obstructive sleep apnea syndrome. J Am Dent Assoc 2000; 131(8): 1178-1184. 9- Rechtschaffen A, Kales A: A manual of standardized terminology, techniques and scoring system for sleep satges in human subjects. Brain Information Service: Los Angeles, UCLA, 1968. 10- American Academy of Sleep Medicine. Sleeprelated breathing disorders in adults: recommendations for syndrome definition and measurement techniques in clinical research; The Report of an American Academy of Sleep Medicine Task Force. Sleep 1999; 22(5): 667-689. 11- Caylakli F, Yavuz H, Erkan AN, et al. Evaluation of patients with globus pharyngeus with barium swallow pharyngoesophagography. Laryngoscope 2006; 116(1): 37-39. 12- Sun J, Xu B, Yuan YZ, Xu JY. Study on the function of pharynx & upper esophageal sphincter in globus hystericus. World J Gastroenterol 2002; 8(5): 952-955. 13- Chung JY, Levine MS, Weinstein GS, Laufer I. Globus sensation: findings on videofluoroscopic examinations. Can Assoc Radiol J 2003; 54(1): 35-40. 14- Moloy PJ, Charter R. The globus symptom. incidence, therapeutic response, and age and sex relationships. Arch Otolaryngol 1982; 108(11): 740-744. 15- Young T, Peppard PE, Gottlieb DJ. Epidemiology of obstructive sleep apnea. a population health perspective. Am J Respir Crit Care Med 2002; 165(9): 1217-1239. Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Ria Kullanımının Genital Flora Üzerine Etkisi, Kültür Sonuçlarının Smear Sonuçları ile Karşılaştırılması Effect of the Intrauterin Device Using on the Genital Flora, Comparing of the Culture and Smear Results Figen Temelli Akın*, Ahmet Midi**, Aygen Çelik*, Berna Haliloğlu*, Erdin İlter*, Aynur Eren *** ÖZET SUMMARY Bu çalışmada RİA kullanımının genital flora üzerinde meydana getireceği değişiklikler ve bunun genital sistem enfeksiyonlarına etkisinin araştırılması planlandı. The study aims to find out whether the change on the genital flora resulted by the use of IUD causes any infections on the genital system. Çalışmaya RİA kullanan 50 ve kullanmayan 50 hasta alındı. Çalışmaya dahil edilen hastalardan iki adet steril pamuklu çubuk yardımıyla alınan sürüntü örnekleri standart kültür yöntemlerine göre işleme alındı. Trichomonas vaginalis için serum fizyolojikle hazırlanan lamlamel preparasyonlar incelendi. Boyalı inceleme için her örnekten iki preparat hazırlandı, bunlardan biri Gram yöntemiyle boyandı ve bakteriyel vajinozis ve vajinit etkenleri için değerlendirildi. Örneklerin aerop, anaerop ve mantar kültürü için ekimleri yapıldı. Ayrıca 100 olgunun smear sonuçları ile kültür sonuçları karşılaştırıldı. Çalışmada hastaların demografik özellikleri arasında anlamlı farklılık tespit edilmedi. Her iki grupta yer alan hastaların vaginal örneklerinde üreyen mikroorganizma türü ve sayısı adına fark saptanmadı. Bu nedenle, RİA kullanımının vaginal florayı etkilemediği ve vaginit etkenleri açısından da anlamlı bir farklılık oluşturmadığı gösterildi. Kültür sonuçları ile smear sonuçları karşılaştırıldığında: kültürde üreme olmayan 48 olgunun dokuzunun smearinde (kandida, kokobasil predominansı vd) gösterildi. Kültürde gardnerella vaginalis (GV) üreyen 21 olgunun dördünde smearde normal flora saptandı. Kültürde kandida üreyen 9 olgunun dördünde smearde kandida görülmedi. Buna karşın smearde zeminde normal flora izlenen 63 olgunun üçünde kandida, dördünde GV saptandı. Smearde kandida izlenen 7 olgunun dördünde kültürde üreme olmadı. The smear samples were taken from the patients by the help of two cotton sticks and sent to the microbiology laboratory in the Stuart transport culture media. According to the standard culture method, the samples were treated. The lam-lamella preparations prepared by serum physiological for Trichomonas vaginalis were examined. Two preparations were taken of every sample for the painted study. One of the preparations was painted with the Gram method and examined for bacterial vaginosis and vaginal effects. The culture of the samples was made for aerob, anaerob bacteria and fungal culture. Nonetheless smear and culture results of the 100 cases were compared. No serious differences were remarked among the demographic features, discharge and culture of the patients. Besides, no important discrepancies were seen between the two groups either.At the end of the study, it was observed that the vaginal floras were not affected with IUD usage and no meaningful change among pathogens was noticed.When smear results were compared with culture of the samples, 9 of the 48 patients with negative culture results showed infection in Pap smear tests with candida and coccobacillus predominance. 21 patients were positive for gardneralla vaginalis culture but smear couldn’t detect 4 of these 21 cases. Also Pap smear tests showed negative results in 4 of the 9 candidal infection detected patients with culture samples. On the other hand, Culture samples showed negative results for 4 of the 7 patients with candida infection confirmed with pap smear test. Anahtar Keli ̇meler: Rahim içi araç (RİA), genital flora, smear. Key Words: İntrauterine device (IUD), genital flora, smear. *Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Doğum Anabilim Dalı, İstanbul **Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Laboratuarı, İstanbul ***Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 21 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal GİRİŞ 22 Rahim içi araç (RİA) geri dönüşümlü kontraseptif metodlardan en yaygın kullanılanıdır. Türkiye’de 15 ile 49 yaş arasındaki evli kadınların %18’i bu metodu kullanmaktadır (1-4). Rahim içi araç kullanımı alt ve üst genital sistem enfeksiyonları ile ilişkili bulunmuştur (1,4-10). Rahim içi araç kullanımının cinsel yolla bulaşan hastalık ve daha yüksek oranda pelvik enflamatuvar hastalık (PID) riskini arttırdığını bulan çalışmalar yanında arttırmadığını bulan çalışmalar da mevcuttur (5-8). Vaginal enfeksiyonlar, sık rastlanılan klinik sendromlardır. Jinekoloji kliniklerine başvuran kadınlarda klinik bulgular arasında en sık vaginal akıntı ve vulvar yanma şikâyetine rastlanmaktadır. Vaginal akıntılar değerlendirildiğinde hepsinde mikrobiyal bir etyoloji bulunmamaktadır. Noninfeksiyöz nedenler de atrofik vaginit, fizyolojik lökore ve lokal irritanlar gibi aynı bulguları verebilir. Vaginitlerin oluşmasında bir bölümünden normal vaginal florada bulunan mikroorganizmaların aşırı çoğalması sorumlu tutulurken, bir bölümünden cinsel yolla bulaşan mikroorganizmalar sorumlu tutulmaktadır. Ayırıcı tanı için sadece semptomlar yeterli değildir (3,11-13). Etyolojide mikrobiyal faktörler içinde %90’ından fazlasında; Bakteriyel vaginozis (BV), mayalar (kandidiyazis) ve trichomoniyazis sorumludur. Etyolojide bazen birden fazla etken aynı anda gözlenebilir. BV vaginal infeksiyonların % 40-50’sini oluşturur. BV gelişiminde RİA kullanımı önemli risk faktörlerinden birisidir (3,11). Trichomonas vaginalis, cinsel yolla bulaşan, hareketli, anaerop, ortalama 15-20μm uzunluğunda ovoid şekilli tek hücreli bir protozoondur. Ön kısmında 4 hareketli kamçı, büyük bir nükleus ve arkada dalgalanan zara sahiptir. Kist formu yoktur ve sadece insanlarda patojendir. Rahim içi araçlar, yabancı bir cisme karşı tepkiden kaynaklanan bir gebelik önleyici özelliğe sahiptirler. Bakırlı RİA, serbest bakır ve bakır tuzları salarak endometrium üzerinde hem biyokimyasal hem de morfolojik etki sağlar, servikal mukus ve endometrial sekresyonlarda değişiklikler oluşturur. Bugün RİA ile ilgili enfeksiyonların meydana gelmesinde takılma sırasında endometrial kavitenin kontaminasyonundan dolayı olduğuna inanılmaktadır. Bu çalışmada, doğurganlık çağındaki kadınların kontraseptif metod olarak RİA kullanımının genital florasında oluşturduğu etkileri ve enfeksiyona yatkınlık riski incelenmiştir. Ayrıca mikrobiyolojik, klinik ve smear sonuçları karşılaştırılmıştır. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Akın ve Arkadaşları MATERYAL VE METOD Araştırmaya 50 intrauterin araç kullanan ve 50 intrauterin araç kullanmayan toplam 100 olgu dahil edildi. İntrauterin araç kullanan gruptaki hastaların yaşları 26-46 (ortalama 35) ve kontrol grubundaki hastaların yaşları 22-48 (ortalama 35) arasında idi.. İntrauterin araç kullanan hasta grubunu RİA kullanma süresi 1-5 yıl arasında olan hastalar oluşturdu. Herhangi bir doğum kontrol yöntemi kullanmayan hastalardan ise kontrol grubu yapıldı. Olguların yaş, gravida, parite, boy, kilo, doğum kontrol yöntemi şekli, mevcut şikayet ve sigara kullanımı açısından anamnezleri alındı. Olguların lökore şikayeti olup olmadığı tespit edildi. Hastaların transvaginal ultrasonografi eşliğinde jinekolojik sistem muayeneleri yapıldı. Çalışmaya; bariyer yöntemi kullanan hastalar, menopoz ve postmenopoz dönemdeki hastalar, diabetes mellitus hastaları, kanser hastaları ve sigara kullanan hastalar dahil edilmedi. Olguların vücut kitle indeksi (BMI) her olgu için ağırlık ve boy ölçümü sonrasında kg/m2 formülü kullanılarak hesaplandı. Çalışmaya dahil edilen hastalardan iki adet steril pamuklu çubuk yardımıyla alınan sürüntü örnekleri Stuart transport besiyerinde mikrobiyoloji laboratuvarına gönderildi. Örnekler standart kültür yöntemlerine göre işleme alındı. Trichomonas vaginalis için serum fizyolojikle hazırlanan lam-lamel preparasyonlar incelendi. Boyalı inceleme için her örnekten iki preparat hazırlandı, bunlardan biri Gram yöntemiyle boyandı ve bakteriyel vajinozis ve vajinit etkenleri için değerlendirildi. Örneklerin aerop, anaerop ve mantar kültürü için ekimleri yapıldı. Kültürde üreyen mikroorganizmaların tanımlanması, konvansiyonel yöntemlerle ve APİ tanımlama sistemi ( Bio Merieux, Inc. USA) kullanılarak incelendi. Hasta gruplarına bakılmaksızın kültür sonuçları ile smear sonuçları karşılaştırıldı. İstatistik: Çalışmadan elde edilen veriler, SPSS (Statistical Package for Social Sciences 11 ) programı ile analiz edildi. Hastaların demografik verilerini karşılaştırmada T-testi kullanıldı. Kültür ve lökore incelemelerinin karşılaştırılmasında ise Fisher’s Exact testi kullanıldı ve p<0.05 değeri için sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. BULGULAR Çalışmada hasta grubuna alınan olguların yaşı 2646 arasında olup ortalaması 35.3±5.20’dir. Kontrol grubuna alınan hastaların yaşı 22-48 arasında ve yaş Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Akın ve Arkadaşları ortalaması 34.64±7.33 olarak hesaplandı (p=0.605). Hasta grubunda ortalama ağırlık 64.16±11.64 kg ve ortalama boy 160.82±5.48 cm iken kontrol grubunda ortalama kilo 63.4±11.56 kg ve boy 160.56±4.99 cm olarak hesaplandı (kilo p=0.744 ve boy p=0.805). Hasta grubundaki vakaların ortalama vücut kitle indeksi (VKİ) 24.88±4.42 iken kontrol grubundaki vakalarda bu oran 24.66±4.69 idi (p=0.810). üreme tespit edilirken; 22 (%44) vakada üreme tespit edilmedi (Tablo 3) Rahim içi araç kullanan hasta grubunda kültürde üreyen mikroorganizmalar araştırıldı. Lökore saptanan olgularda; 4 olguda G.vaginalis, 2 olguda anaerop gram (+) çomak, 2 olguda C.albicans, 2 olguda B grubu ß hemolitik streptokok, 1 olguda anaerop gram (–) çomak, 1 olguda E.coli, 1 olguda enterokok ve 1 olguda metisiline Hasta grubundaki vakaların ortalama gebelik sayısı hassas S.aureus mikroorganizmları olmak üzere toplam 2.54±1.64 iken doğum sayıları 1.78±0.84 idi. Kontrol 14 olguda üreme tespit edildi. Rahim içi araç kullanan grubundaki olgularda da bu değerler sırasıyla 2.1±2.0 hasta grubunda lökore yokluğunda toplam 16 olguda ve 1.44±1.20 olarak bulundu (gravida p= 0.233 ve üreme saptandı. G.vaginalis 5 olguda, anaerop gram parite p=0.104). (–) çomak 4 olguda , E.coli 4 olguda, anaerop gram Her iki grubun demografik özellikleri birbirinden farklı (+) çomak 2 olguda ve B grubu ß hemolitik streptokok değildi. Bu veriler arasında istatiksel olarak anlamlı fark 1 olguda bulundu. C.albicans, enterokok ve metisiline bulunmadı (Tablo 1) Rahim içi araç kullanan grupta hassas S.aureus mikroorganizmaları ise saptanmadı 21 (%42) olguda lökore varlığı saptanırken 29 (%58) (Tablo 4). Ayrıca çalışmada RİA kullanmayan kontrol olguda lökore bulunmamaktaydı. Bu sayılar RİA kullan- grubunda kültürde üreyen mikroorganizmalar araştırıldı. mayan olgularda ise 18 (%36) vakada lökore bulgusu Lökore saptanan olgularda; 5 olguda G.vaginalis, 2 olvarken 32 (%64) olguda lökore bulgusu yoktu. Her iki guda anaerop gram (+) çomak, 2 olguda Pseudomonas grup arasında lökore bulgusu açısından anlamlı fark spp., 2 olguda C.albicans, 1 olguda B grubu ß hemolitik bulunmadı (Tablo 2). Rahim içi araç kullanan grupta 30 streptokok, 1 olguda Klebsiella pneumonia tespit edildi. (%60) olguda kültürde üreme saptanırken; 20 (%40) E.coli ve T.vaginalis tespit edilmedi. Toplam 13 olguda olguda üreme saptanmadı. Rahim içi araç kullanma- üreme bulundu. yan kontrol grubunda ise 28 (%56) olguda kültürde Rahim içi araç kullanmayan kontrol grubunda lökore Tablo 1 : Olguların demografik özellikleri Hasta Grubu (n=50) Ortalama±SD Kontrol Grubu (n=50) Ortalama±SD p değeri Yaş (yıl) 35.3±5.20 34.64±7.33 0.605 Kilo (kg) 64.16±11.64 63.4±11.56 0.744 Boy (cm) 160.82±5.48 160.56±4.99 0.805 BMI (kg/m2 ) 24.88±4.42 24.66±4.69 0.810 Gravida 2.54±1.64 2.1 ±2.0 00.233 Parite 1.78±0.84 1.44±1.20 0.104 Tablo 2: Her iki grupta lökore bulgusu RİA Kullananlar (n=50) RİA Kullanmayanlar (n=50) p değeri Lökore Varlığı 21 (%42) 18 (%36) 0.79 Lökore Yokluğu 29 (%58) 32 (%64 0.34 RİA Kullananlar (n=50) RİA Kullanmayanlar (n=50) p değeri Kültür Pozitifliği 30 (%60) 28 (%56) 0.72 Kültür Negatifliği 20(%40) 22 (%44) 0.41 Tablo 3: Her iki grubun kültür sonuçları Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 23 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal yokluğunda toplam 15 olguda üreme saptandı. G.vaginalis 6 olguda, anaerop gram (+) çomak 4 olguda , C.albicans 2 olguda, E.coli 1 olguda, B grubu ß hemolitik streptokok 1 olguda ve T.vaginalis 1 olguda bulundu. Klebsiella pneumonia ve Pseudomonas spp. tespit edilmedi (Tablo 5). Çalışmada her iki grubun kültür oranları birbirinden farklı değildi. Bu veriler arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. RİA kullanan grup ve kontrol grubu ayırımı yapılmadığında 100 olgunun 52’sinde kültürde üreme tespit edilirken, 48 olguda kültürde üreme olmamıştır. Kültürde üreme olmayan 48 olgunun smear sonuçları: 4 adet kandida, 1 adet kandida sporu, 2 adet kokobasil predominansı, 2 adet kokobasil + doderleinden oluşan miks flora, 39 adet doderlein basillerinden oluşan normal flora (NF). Kültürde gardnerella vaginalis (GV) üreyen 21 olgunun smear sonucu: 17 GV, 4 adet NF. Kültürde Akın ve Arkadaşları kandida üreyen 9 olgunun smear sonucu: 3 kandida, 2 kandida sporu, 4 NF. Kandida, trikomonas, GV dışında, kültürde üreme olan (psodomonas, streptekok cinsleri, anaerob gram (-) ve (+) çomak, e koli vd) 21 olgunun smear sonucu: 17 NF, 4 kokobasil. Buna karşın smearde zeminde normal flora izlenen 63 olgunun kültür sonuçları: 39 üreme yok, 3 kandida, 4 GV, 17 diğer (psodomonas, beta hem streptekok, vd). Smearde kokobasil predominansı saptanan 24 olgunun kültür sonuçları: 2 üreme yok, 1 trikomonas, 17 GV, 4 diğer. Smearde zeminde miks flora (doderlein+ kokobasil) izlenen 3 olgu kültür sonucu 2 üreme yok, 1 kandida. Smearde kandida izlenen 7 olgunun kültür sonuçları: 4 üreme yok, 3 kandida. Smearde zeminde kandida sporu izlenen 2 olgunun kültür sonuçları: 1 üreme yok, 1 kandida. Kültür sonuçlarının smear sonuçları ile karşılaştırılması tablo 6’da gösterilmiştir Tablo 4: Rahim içi araç kullanan olgularda kültürde üreyen mikroorganizmalar 24 RİA Kullananlarda Üreme (n=50) Lökore Varlığı Lökore Yokluğu Toplam G.vaginalis 4 5 9(%18) Anaerop gram (+) Çomak 2 2 4(%8) C.albicans 2 0 2(%4) B grubu ß hemolitik streptokok 2 1 3(%6) Anaerop gram (-) Çomak 1 4 5(%10) E.coli 1 4 5(%10) Enterokok 1 0 1(%2) Metisiline hassas S.aureus 1 0 1(%2) Toplam 14 16 30(%60) Tablo 5: Rahim içi araç kullanmayan olgularda kültürde üreyen mikroorganizmalar RİA Kullanmayanlarda Üreme (n=50) Lökore Varlığı Lökore Yokluğu Toplam G.vaginalis 5 6 11(%22) Anaerop gram (+) Çomak 2 4 6(%12) C.albicans 2 2 4(%8) B grubu ß hemolitik streptokok 1 1 2(%4) E.coli 0 1 1(%2) T.vaginalis 0 1 1(%2) Pseudomonas sp. 2 0 2(%4) Klebsiella pneumonia 1 0 1(%2) Toplam 13 15 28(%56) Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Akın ve Arkadaşları Tablo 6: Smear sonuçlarının kültür sonuçları ile karşılaştırılması Smear Kandida Gardnerella vaginalis Gardnerella vaginalis Trikomonas Üreme Yok Diğer Toplam 17 1 2 4 24 39 17 63 Normal flora 3 4 Miks flora (doderlein+ kokobasil) 1 2 3 Kandida 4 4 8 Kandida sporu 1 1 2 Toplam 9 21 1 48 21 100 Diğer: psodomonas, streptekok cinsleri, anaerob gram (-) ve (+) çomak, e koli vd TARTIŞMA Rahim içi araç dünyada en yaygın olarak kullanılan geri dönüşümlü, uzun süre etkili doğum kontrol yöntemidir (14-18)). Rahim içi araç hem yabancı cisim olduğu için hem de saldığı bakır aracılığıyla enflamatuvar reaksiyon meydana getirir (3). Bugün RİA ile ilgili enfeksiyonların takılma sırasında endometrial kavitenin kontaminasyonundan dolayı olduğuna inanılmaktadır. (15,16). Pelvik enfeksiyonun görülmesi uygulamayı takiben ilk bir yıl içerisinde, ancak özellikle ilk 4 ay içerisinde oluşmaktadır (2). Takılmadan 3-4 ay sonra gelişen enfeksiyonlarda RİA’nın doğrudan etkisinden ziyade kazanılmış cinsel yolla bulaşan hastalıktan (CYBH) ötürü olduğu düşünülmektedir. Rahim içi araç kullanımı birçok çalışmada alt ve üst genital sistem enfeksiyonu ile ilişkili bulunmuştur. Buna rağmen bu konu hala tartışılmaktadır (4,17). Rahim içi araç ile PID arasındaki ilişkide takılma sırasında endometrial kaviteye kontaminasyon veya çok eşliliğe bağlı artmış CYBH riski suçlanmaktadır. Bununla birlikte RİA ile alt genital sistem arasındaki ilişki netlik kazanmamıştır (4,18,19). Mevcut çalışmada RİA kullanan grupla kullanmayan grup arasında yer alan hastaların vaginal örneklerinde üreyen mikroorganizma türünde fark saptanmadı. Bu nedenle, RİA kullanımının vaginal florayı etkilemediği ve vaginit etkenleri açısından da anlamlı bir farklılık oluşturmadığı gösterildi. Reprodüktif çağdaki kadınlarda en sık rastlanan vaginal enfeksiyon BV’dir (16). Bakteriyal vaginozis, CYBH kliniğinde %33-36 oranında, gebe kadınlarda %1620 oranında ve jinekoloji kliniklerinde %25> oranda izlenmektedir (16,20). Joesoef ve arkadaşları (14) yaptıkları çalışmada BV ile RİA arasında ilişki bulmuşlardır. Bu bulguyu destekleyen hipotez olarak RİA’nın vaginal florayı değiştirdiği ve bakterilerin çoğalmasına sebep verdiğini düşünmüşlerdir. Anaerop bakterilerin arttığı BV varlığında RİA’nın da servikovaginal mikroorganizmaların yukarıya taşınmasına yardım ettiği ve PID enfeksiyonuna neden olduğu öngörülmektedir. Literatürle uyumlu olarak çalışmamızda RİA kullanan grupta kültürde üreme %18, RİA kullanmayan grupta %22 olarak saptandı. Smearde %24 olguda BV saptandı. Yaklaşık %75 oranında kadınlar yaşamları boyunca en azından 1 kez vulvo vaginal kandidiazis epizodu geçirmektedir. C.albicans için bu oran yaklaşık %70-90’dır ve %5 oranında rekürrens gelişmektedir (21). Rekürrens ancak RİA’nın çıkarılmasıyla çözümlenmektedir (22). Chassot ve arkadaşları (17) yaptıkları çalışmada RİA’nın üzerinde sıkıca bağlanan maya hücrelerini tespit etmişler ve bakırın maya hücrelerini yerinde tuttuğunu göstermişlerdir. Bu yüksek konsantrasyonun sebebi ipin vagina ile üst genital sistem arasında bir köprü rolü oynaması ve vaginada bulunan maya hücrelerinin yukarıya taşınmasını kolaylaştırması olabilir denilmiştir. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 25 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Actinomyces türleri kadın genital sisteminde kolonize olan ve polimikrobiyal pelvik abse oluşmasına yol açan bir organizmadır ve zorunlu anaerop gram pozitif basildir. Bu organizmayı rutin tetkikler ve kültürde üretmek zordur. A.israelii insanda en sık hastalık yapan etkendir. İnsanda ağız, tonsiller, diş etleri, gastrointestinal sistem, özellikle çekum ve apendiks dokularında bulunur. Sağlıklı bir insanda kommensal olarak yaşayan bu organizma, koşullar değiştiğinde fırsatçı enfeksiyonlara sebep olmaktadır (18). 26 Akın ve Arkadaşları 5- Meirik O. Intrauterin devices-upper and lower genital tract infection Contraception 2007;75:41-47. 6- Grimes DA. Intrauterin device and upper-genitaltract infection. Lancet 2000;356:1013-1019. 7- do Lago RF, Simoes AJ, Bahamondes L et all. Follow-up of users of intrauterin device with and without bacterial vaginosis and other cervicovaginal infections. Contraception 2003;68:105-109. 8- Viberga I, Odlind V, Lazdane G, Kroica J, Berglund L et all. Microbiology profile in women with pelvic inflammatory disease in relation to IUD use. Inf Dis Obstet Gynecol 2005;13:183-190. Literatürde RİA kullananlarda PID ile aktinomiçes arasında ilişki saptanmıştır (23). Viberga ve arkadaşları (8) yaptıkları çalışmada RİA kullananlarda aktinomiçes’in PID gelişiminde rol oynadığını göstermişlerdir. Pek çok 9- Guerreiro D, Gigante MAM, Teles LC. Sexually çalışma RİA kullanan olgularda aktinomiçeslerin pelvik transmitted diseases and reproductive tract infections abseye neden olduğunu yayınlamıştır (24). Bu çalışmada among contraceptive users. Inter Jour Gynecol Obstet hiçbir olguda Actinomyces basiline rastlanmadı. 1998;63:167-173. Smearde saptanan kandidaların bir bölümünün kül- 10- Tsanadis G, Kalantaridou SN, Kaponis A et all. türde ürememesi dikkat çekmektedir. G. vaginalisin Bacteriological cultures of removed intrauterine desmear ve kültür sonuçlarında uyum vardır. Smearde vices and pelvic inflammatory disease. Contraception kokobasil ve doderleinden oluşan miks flora izlenen 2002;65:339-342. 6 olgudan hiçbirinde kültürde gardnerella vagina11- Topçu AW, Söyletir G, Doğanay M. İnfeksiyon lis üremedi. Kültürde üreyen trikomonasın smearde Hastalıkları ve Mikrobiyolojisi Cilt 1. Nobel Tıp Kitabevsaptanamaması sprey fiksasyonuna bağlı artifisyel leri, İstanbul 2002;19:1079-1089. değişikliklere bağlanmıştır. Klinik tecrübelerimize göre sprey fiksasyonunda trikomonasın tanınması zordur 12- Rein MF. Vulvovaginitis and cervicitis. Ed. Mandell Bu durumda klinik hikayesi uygun değilse kesin emin GL, Bennett JE, Dolin R: Mandell, Douglas and Benolunmadan sprey fiksasyonlu smearlerde trikomonas tanısı net’s Principles and Practice of Infectious Diseases. Fifth Edition. Vol. 1, Churchill Livingstone, Philadelphia, verilmemesinin daha uygun olacağı kanaatindeyiz. 2000:1218-1235. KAYNAKLAR 13- Usluer G. Vaginal enfeksiyonlar. Ed.Willke Topçu A, Söyletir G, Doğanay M. İnfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyolojisi. Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 2002: 79-84. 1- Morrison CS, Sekadde-Kigondu C, Miller WC et all. Use of sexually transmitted disease risk assess14- Joesoef MR, Karundeng A, Runtupalit C et all. ment algorithms for selection of ıntrauterine device High rate of bacterial vaginosis among women with candidates. Contraception 1999;59:97-106. intrauterine devices in Manado, Indonesia. Contracep2- Kişnişçi HA, Gökşin E, Durukan T, Üstay K, Ayhan tion 2001; 64:169-172. A. Temel Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi. Ankara, 15- Speroff L, Fritz MA. Klinik Jinekolojik Endokronoloji Güneş Kitabevi. 1996;6:153-167. ve İnfertilite (Çeviri Editörü Erk A, Günalp S). Yedinci 3- Çiçek NM, Akyürek C, Çelik Ç, Haberal A. Kadın Baskı. Güneş Tıp Kitabevleri 2007; 25:975-995. Hastalıkları ve Doğum Bilgisi. Ankara, Güneş Kitabevi. 2004;53:566-575. 4- Hoduglugil NN, Aslan D, Bertan M. Intrauterin device use and some issues related to sexually transmitted disease screening and occurrence. Contraception 2000;61:359-364. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 16- Mishell DR Jr, Bell JH, Good RG, Moyer DL, The intrauterine device: a bacteriologic study of the endometrial cavity, Am J Obstet Gynecol 1966; 96:119-126. 17- Chassot F, Negri MFN, Svidzinski AE, Donatti L, Peralta RM et all. Can intrauterin contraceptive devices be a Candida albicans reservoir? Contraception 2008; 77:355-359. Akın ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal 18- Farley TM, Rosenberg MJ, Rowe PJ, Chen JH, Meirik O. Intrauterine devices and pelvic inflammatory disease: an international perspective. Lancet 1992; 339:785-788. 19- Mclntosh N, Kinzie B, Blouse A, eds. IUD Guidelines for Family Planning Service Programs. A Problem Solving Reference Manual, Second Edition. Baltimore: JHPIEGO Corporation, 1993; Section 9:4-5. 20- Hillier SL, Nugent RP, Eschenbach DA et al. Association between bacterial vaginosis and preterm delivery of a low birth-weight infact. N Engl J Med 1995;333:1737-1742. 21- Chong PP, Lee YL, Ian BC, Ng KP. Genetic relatedness of candida strains isolated from women with vaginal candidiasis in Malaysia. J Med Microbiol 2003;52:657-666. 22- Parewijck W, Claeys G, Thiery M, Van Kets H. Candidiasis in women fitted with an intrauterine contraceptive device. Br J Obstet Gynaecol 1988;95:40810. 23- Lippes J. Pelvic actinomycosis: a review and preliminary look at prevalence. Am J Obstet Gynecol 1999; 180:265-269. 27 24- Friorino AS. Intrauterin contraceptive device-associated actinomycotic abscess and Actinomyces detection on cervical smear. Obstet Gynecol 1996;87:142-149. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Üst Gastrointestinal Sistem Endoskopisinde Sedasyon Amaçlı Midazolam Kullanımı The Use of Midazolam in Uppergastrointestinal System Endoscopy Manukyan MN*, Deveci U*, Kapaklı MS*, Severge U*, Kebudi A* ÖZET: 28 Bu çalışmada tanısal amaçlı üst gastrointestinal sistem endoskopisi yapılan hastalarda işlem öncesi sedasyon amaçlı sistemik midazolam uygulanmasının etkileri incelendi. Çalışmaya Maltepe Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Endoskopi Ünitesinde 2007 Ocak- 2009 Nisan tarihleri arasında tanısal amaçlı üst gastrointestinal sistem endoskopisi yapılan 600 hasta alındı. İşlem öncesi hastalara 0,1mg/kg iv midazolam verildi.Tüm hastalarda pilor geçildi ve duodenum 1 kıta görüldü. Hastaların bazal, sedasyon sonrası ve işlem sonrası nabız ve oksijen saturasyonu, işlem süresi,anksiyete skoru ve hastanın işlem sırasındaki sedasyonu durumu endoskopist tarafından değerlendirildi. Altı yüz hastadan 562’si tıbbi gereklilik olması halinde tekrar üst gastrointestinal sistem endoskopisi yaptıracaklarını beyan ettiler.Üst gastrointestinal sistem endoskopisinde midazolam kullanılmasının, gerek işlemin endoskopist tarafından rahatça gerçekleştirilmesi, gerekse hastanın konforunun sağlanması ve daha sonraki endoskopik işlemler öncesi gelişecek anksiyetenin önüne geçilmesi için gerekli ve güvenli bir yöntem olduğu sonucuna varıldı SUMMARY: The aim of this study is to determine the role of midazolam used as a sedative agent in upper gastrointestinal system endoscopy. We evaluated the results of 600 patients. All of them were medicated by 0.1 mg/kg iv midazolam preoperatively. The duration of the procedure,basal and postgastroscopic pulse and 02 saturation, anxiety score and the sedation score of the patients were noted. Five hundred and fifty two of the patients were willing to undergo the same procedure if needed. Our study suggests that the use of midazolam in upper gastrointestinal system endoscopy makes the procedure easier and more comfortable both for the patient and the endoscopist. Key words: Sedation, midozolam, upper gostrointestinel system endoscopy Anahtar kelimeler: Sedasyon, midazolam, üst gastrointestinal sistem endoskopisi * Maltepe Üniversitesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı, İstanbul Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Manukyan ve Arkadaşları GİRİŞ VE AMAÇ Üst sindirim sistemini görüntülemede altın standart olan endoskopi, teknolojide son 40 yılda elde edilen ilerlemeler sonrası gastroenterolojik cerrahide vazgeçilmez bir yer edinmiştir. Üst gastrointestinal sistem endoskopisi uygulamalarında sedatif ve analjezik ajanların kullanımı her merkezde değişiklik göstermektedir¹. Yasal düzenlemeler ve maliyet hesaplamaları dışında, hasta ile kurulan diyalog ve yapılacak işlem hakkında iyi bir bilgilendirmenin işlem sırasında uyumu arttırdığı ve sedasyon ihtiyacını azalttığı bildirilmiştir². Gastroskopide farenksi uyuşturmak için verilen lidokain solunum depresyonu, hipotansiyon,bradikardi ve kardiak arrest ortaya çıkarabilir. Sedatif ajan olarak kullanılan midazolam kan basıncında düşme taşkardi, solunum depresyonu ve üst solunum yollarında direnç artışına neden olabilir. Bu çalışmada tanısal amaçlı üst gastrointestinal sistem endoskopisi yapılan hastalarda işlem öncesi sedasyon amaçlı topikal lidokain ve sistemik midazolam uygulanmasının etkilerini incelemeyi amaçladık. GEREÇLER VE YÖNTEM Çalışmaya Maltepe Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Endoskopi Ünitesinde 2007 Ocak- 2009 Nisan tarihleri arasında tanısal amaçlı üst gastrointestinal sistem endoskopisi yapılan 600 hasta alındı. Onsekiz yaşından küçük çocuklar, karaciğer ve böbrek yetmezliği olanlar, kanser tanısı olanlar,gebeler, benzodiazepin alerjisi olanlar, alkolikler ve konjestif kalp yetmezliği olanlar değerlendirmeye alınmadı.İşlem öncesi hastalara farenksi uyuşturmak için topikal lidokain ve 0,1mg/kg iv midazolam iki dakika içinde verildi.Tüm hastalarda pilor geçildi ve duodenum 1 kıta görüldü. Hastaların bazal, sedasyon sonrası ve işlem sonrası nabız ve oksijen saturasyonu, işlem süresi, hastanın işlem sırasındaki sedasyon durumu endoskopist tarafından değerlendirildi (1: uyanık,2: uyukluyor, 3: sözlü uyaranlarla uyanıyor, 4: fizik uyaranla uyanıyor, 5: uyanmıyor). Hastaların anksiyete skoru işlem sonrası en az 24 saat geçtikten sonra sorgulandı(0-10 arası skala kullanıldı).İşlemi tekrar yaptırıp yaptırmayacakları soruldu. İSTATİSTİKSEL ANALİZ İstatistiksel hesaplamalar için ‘statistical package for social sciences’ adlı bilgisayar programı kullanıldı. Deneklerin karşılaştırılmasında Fischer’in Ki-kare testi kullanıldı.P değerinin 0,05 den küçük olması istatistiksel anlamlılık sınırı olarak kabul edildi. BULGULAR Çalışmaya 361 erkek ve 239 kadın hasta dahil edildi. Ortalama yaş 48±19 olarak hesaplandı.İşlem süresi ortalama 312±162 sn olarak tespit edildi.İşlem sırasında yapılan değerlendirmede sedasyon durumu yapılan skorlama ile 4.1±1 bulundu. İşlem öncesi hastaların sO2% değeri 97 (99-92)ve nabız 98.3±20.3 atım/dk olarak ölçüldü. 0,1mg/kg iv midazolam verilerek sedatize edilen hastaların nabız sayısında anlamlı olarak düşme (p< 0.05) tespit edildi (Tablo1). İşlem bittikten sonra yapılan ölçümlerde nabız sayısının daha da düştüğü ve işlem öncesine göre anlamlı derecede düşük olmakla beraber işlem sırasındaki değer ile arasında istatistiksel olarak fark olmadığı görüldü. 29 Tablo1: Nabız ve S02 değerleri İşlem öncesi İşlem İşlem sonrası Nabız 98+19.8 87+19.8 84+18.8 SO2% 97 93 95 SO2 değerlerinde sedasyon sonrası düşme olmakla beraber anlamlı farklılık görülmedi. İşlem sonrası hastaların belirlediği anksiyete skoru ise gayet düşük olarak (1.97±2.29) bulundu.İşlemler sırasında sadece bir hastada saturasyonda düşme (sO2%76) tespit edilmesi üzerine işlem sonrası hastaya flumazenil ve nazal oksijen verildi.Bunun dışında komplikasyon gelişmedi. Altı yüz hastadan 562’si tıbbi gereklilik olması halinde tekrar üst gastrointestinal sistem endoskopisi yaptıracaklarını beyan ettiler.doskopisi yaptıracaklarını beyan ettiler. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Manukyan ve Arkadaşları Şekil 1: Nabız ve S02 değerleri 120 95 90 85 İşlem öncesi İşlem sırasında İşlem sonrası 80 75 Nabız SO2 TARTIŞMA 30 Başarılı bir endoskopik işlem için hastanın rahat olması ilk şarttır.Bunu sağlamak için kullanılması düşünülen sedatif ajanlar kardiovasküler sisteme toksik etki göstermemeli ve solunum depresyonuna yol açmamalıdır. Üst gastrointestinal sitem endoskopisi ayaktan yapılan bir işlem olup yatış gerektirmez ve işgücü kaybına yol açmaz.Ancak bu işlem sırasında sedatif ajan kullanımı ve dozu halen tartışmalıdır. Pereira ve ark. anksiyetesi olmayan hastalarda sedasyonun gereksiz olduğunu göstermişlerdir(4). Ancak bu çalışmanın tersi veriler çoğunluktadır. Sedasyon amacı ile kullanılan bir benzodiazepin gurubu ilaç olan midazolam yüksek dozlarda dahi hemodinamik değişikliklere yol açmayan anksiyolitik, antikonvulzif ve kas gevşetici bir ajan olarak bilinmektedir(5). Ayrıca midazolamın yarattığı amnezi hastaların daha sonraki endoskopik işlemleri kabul etmesini kolaylaştırmaktadır. Hastaların kognitif ve psikomotor fonksiyonlarının geri dönmesi 1-2 saat kadar sürer. Hastayı işlem sonrası benzodiazepinin etkisinden kurtarmak veya gelişen bir toksisiteye karşı antidot olarak reseptör antagonisti flumazenil kullanılır(6). Çalışmamızda yüksek doz midazolam kullanılmasına rağmen ( 0,1mg/kg iv) sadece bir hastada 02 saturasyonunda patolojik bir düşme saptandı ve flumazenil verildi. Bu vaka dışında S02 değerlerinde istatistiksel anlamlı bir düşme saptanmadı. Nabız atımında ise midazolam Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 istatistiksel anlamda düşme yaratsa dahi müdahale edilmesi gereken bir bradikardi vakası saptanmadı. Çalışmamızda midazolam uygulaması sonrası anksiyete derecesi son derece düşük bulundu ve işlem sonrası hastaların %93’ü tıbbi gereklilik halinde işlemi çekinmeden tekrarlayabileceklerini ifade ettiler. Bu verilerin ışığında günümüzde tam teşekküllü sağlık kurumlarında üst gastrointestinal sistem endoskopisinde midazolam kullanılması,gerek işlemin endoskopist tarafından rahatça gerçekleştirilmesi, gerekse hastanın konforunun sağlanması ve daha sonraki endoskopik işlemler öncesi gelişecek anksiyetenin önüne geçilmesi için gerekli ve güvenli bir yöntemdir. KAYNAKLAR 1- Oğuz D, Köksal AŞ, Çiçek B, Parlak E, Şahin B. Tanısal amaçlı endoskopik ultrasonografi yapılan hastalarda bilinçli sedasyon: Midazolam ile plaseboyu karşılaştıran randomize, çift kör, kontrollü çalışma. Akademik gastroenteroloji 2005;4(2):100-105. 2- Bonta PI, Kok MF, Bergman JJGH et al. Conscious sedation for EUS of the esophagus and stomach: a double-blind, randomized, controlled trial comparing midazolam with placebo. Gastrointest Endosc 2003;57:824-847. Manukyan ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal 3- Üyetürk Ü, Erdenen F, Üzüm AY ve ark. Bronşial astımlılarda gastroskopi ve gastroskopi esnasında uygulanan sedasyonun solunum fonksiyon testleri Spo2 ve nabız üzerine etkileri. Solunum 2005;7(4):149-154. 4- Pereira S, Hussaini SH, Hanson PJ.Endoscopy:Throat sprey or sedation? R Coll Physicians Lond 1994;28:411414. 5- Whitwam JG,Al-Khudhari D,McCloy RF. Comparison of midazolam and diazepam in doses of comparable potency during gastroscopy. Br J Anaesth 1983;55:773776. 6- Kankario A, Lewis JH, Ginsberg G et al. Flumazenil reversal of psychomotor impairment due to midazolam or diazepam for conscious sedation. Gastrointest Endosc 1996;44:416-422. 31 Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Akciğer Lezyonlarında Bilgisayarlı Tomografi Eşliğinde Transtorasik Aspirasyon Biyopsi Sonuçları; İşlem, Komplikasyonlar ve Tanı Değeri Our Computerized Tomography Guided Transthoracic Biopsy Results in Lung Lesions; Procedure, Complications and the Diagnostic Value Rahmi Çubuk*, Nuri Tasalı*, Ahmet Midi**, Esra Tozan Bayrak*, Gül Arslan*, Alpay Orki***, Mehmet Atasoy*, Levent Çelik*, Şefik Güney* ÖZET 32 Amaç: Kliniğimizde bilgisayarlı tomografi (BT) eşliğinde yapılan perkütan transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsi (TT-İİAB) bulguları retrospektif olarak değerlendirilmiş, TT-İİAB’nin tanı değeri ve komplikasyonlarının literatür ile birlikte tartışılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma grubu akciğerinde lezyon olan ve Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında Ocak 2007 ve Mayıs 2009 tarihleri arasında BT eşliğinde perkütan transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsisi uygulanan yetmiş iki olgu dahil edildi. Tüm olgularda biyopsi işlemi 2 dedektör ve 64 dedektör BT cihazı kullanılarak gerçekleştirildi. Hasta dosyaları ve resim arşivleme ve iletişim sisteminde arşivlenen BT imajları tarandı. Hedef lezyonların en büyük boyutları, lokalizasyonları ve morfolojik özellikleri değerlendirildi. Girişim sayısı, komplikasyonlar ve histopatolojik tanılar kaydedildi. Bulgular: Patolojik tanı 60 olguda patolojik tanı malign, 7 olguda benign olarak değerlendirildi. Beş olguda TT-İİAB sırasında yapılan sitolojik değerlendirmede tanı konulamadı. Böylece olguların %93.1’inde TT-İİAB ile tanı konuldu Malign lezyonlar için sensitivite %89.6, spesifite %100 ve doğruluk % 95.5 bulundu. Benign lezyonlar için ise bu değerler sırasıyla %42.9, %100 ve %94’tü. TT-İİAB’de olgulara 1-3 arasında girişim yapılmış olup ortalama değer 1.43’tü. 10 olguda (%13.8) pnömotoraks, 7 olguda hemoptizi görüldü. Sadece 2 olguda toraks tüpü takılması gerekti. Sonuç: Akciğer hastalıklarının tanısında; BT eşliğinde yapılan TTİİAB, etkin, güvenilir ve fatal komplikasyon oranı oldukça düşük bir tanı yöntemidir. Özellikle işlem sırasında sitopatoloğun eşlik ettiği durumlarda çok yüksek tanı oranına sahip bir metoddur. Anahtar Kelimeler: Çok kesitli bilgisayarlı tomografi, akciğer lezyonları, ince iğne aspirasyon biyopsisi. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 SUMMARY: Aim: Findings of percutaneous transthoracic computed tomography (CT)-guided fine needle aspiration biopsies (CT-FNAB) which were performed in our clinic are retrospectively reviewed. The diagnostic value and the complications of the procedure has been aimed to discuss the by means of our results and the current literature. Materials And Methods: The study group was composed of 72 patients with lung lesions who underwent CT-guided percutaneous transthoracic fine needle aspiration biopsy at the Medical School of Maltepe University, Department of Radiology from January 2007 to May 2009. All the biopsy procedures were performed under 2 or 64 detector CT guidance. Patients’ folders and the CT images which were archived in the Picture Archiving and Communication System (PACS) were reviewed. The largest dimensions, locations and the morphological features of the target lesions are evaluated and the number of sampling attempts, complications and the histopathological diagnoses were recorded. Results: The pathologic diagnosises were malign in 60 patients and benign in 7 patients. five patients could not be diagnosed by cytological assessments done during the CT-FNAB procedure. The diagnostic is ratio of CT-FNAB was found to be 93%. For the malignant lesions the sensitivity was 89.6%, specificity was 100% and the accuracy was 95.5%. For the benign lesions these values were 42.9%, 100% and 94% respectively. For sampling 1-3 (mean average 1.43) attempts applied to patients. In 10 patients (%13.8) pneumothorax and in in 7 patients hemoptysis was observed only in 2 patients chest tube placement was needed. Conclusion: For the diagnosis of lung diseases; CT guided FNAB is an effective and safe diagnostic method that has very low fatal complication rate. This method has very high diagnostic value especially when the cytopathologist intervene during the procedure. Key Words: Multi Slice-CT, lung lesions, transthoracic fine needle aspiration biopsy. * Maltepe Üniversitesi Radyoloji AD Kliniği , İstanbul ** Maltepe Üniversitesi Patoloji AD Kliniği, İstanbul *** Maltepe Üniversitesi Göğüs Cerrahi AD Kliniği, İstanbul Çubuk ve Arkadaşları GİRİŞ Bilgisayarlı tomografi (BT) teknolojisindeki yaşanan hızlı gelişmeler diğer vücut bölgelerinde olduğu gibi akciğer patolojilerinin tanısında da BT kullanımını artırmıştır. BT’nin yaygın kullanımı gittikçe artan oranda pulmoner nodül saptanmasına neden olmaktadır. Akciğer kanserinin cerrahi olmayan tedavisinde seçilecek kemoterapi ve radyoterapi protokolleri belirlenirken hücre tipi önemlidir (1,2). Bu lezyonlarda balgam, bronşial sekresyon ve fiberoptik bronkoskopi ile sitolojik tanı konulamadığında, transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsi (TT-İİAB) seçilecek tanı yöntemi olup tanı için yapılan cerrahi girişim oranını düşürmektedir. BT’de lezyonların morfoloji ve radyolojik özelliklerine bakarak benign/malign ayrımını yapmak çoğu zaman mümkün olmamaktadır. İnsidental olarak saptanan nodüllerin benign/malign ayrımında BT eşliğinde yapılan TT-İİAB yüksek tanı oranına sahiptir (3). Bir santimetreden büyük lezyonlarda TT-İİAB kolaylıkla yapılmakta olup, literatürde 3mm çaplı çok küçük boyutlu nodüllere de uygulandığı bildirilmektedir (4). 10mm’den büyük lezyonlarda tanısal doğruluk %90–100 arasında değişmekte iken (5-8), 10mm’den küçük lezyonlarda %52-88 arasında değişmektedir (7-9). Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal biyopsiler çalışmaya dahil edilmedi. Tüm olgularda biyopsi işlemi iki dedektör (Mx8000 2 Slice; Philips Medical Systems, Best, The Netherlands) ve 64 dedektör (Aquilion 64 Slice, Toshiba Medical Sysytem, Tokyo, Japan) BT cihazı kullanılarak gerçekleştirildi. Olgular lezyonun lokalizasyonuna göre supin dekübit veya pron pozisyonda cihaza yatırıldı. Lezyonun lokalizasyonu belirlemek için cilde grid yerleştirilerek, düşük doz (120kVp, 45mA) ve 8mm kesit kalınlığında kesitler elde edildi. Masa numarası belirlendikten sonra cihaz üzerindeki lazer ışığı yardımıyla cilt üzerinde giriş yeri tam olarak işaretlendi. En kısa giriş yolu tercih edildi. Fissür ve vasküler yapı geçmekten mümkün olduğunca kaçınıldı. Biyopsi bölgesi polivinil iodür ile sterilize edildi. Olguların hiçbirine premedikasyon uygulanmadı. Lokal aneztezi için cilaltı bölgeye lidokain HCL ve epinefrin içeren iki ampul jetokain uygulandı. Daha sonra lezyonun uzaklığına göre uygun uzunlukta ve lezyonun boyut ve morfolojisine göre 20-22 gauge “shiba” biyopsi iğneleri kullanıldı. Ciltte işaretlenen bölgeden biyopsi iğnesi hedef lezyona ilerletildikten sonra kontrol BT çekilerek iğnenin lokalizasyonu belirlendi. Daha sonra lezyonun santralinden aspirasyon işlemi gerçekleştirildi. Çalışmamızda kliniğimizde Ocak 2007 ve Mayıs 2009 Santralinde kistik veya nekrotik açıklık bulunan lezyonların tarihleri arasında BT eşliğinde perkütan transtorasik ince iğne periferinden aspirasyon yapılmasına dikkat edildi. Aspibiyopsisi uygulanan yetmiş iki olgunun bulguları ret- rasyon işleminde materyalin kanlı olmasından mümkün rospektif olarak değerlendirilmiş olup TT-İİAB’nin tanı olduğunca kaçınıldı. değeri ve komplikasyonları literatür ile birlikte tartışılması Aspirasyon işlemini takiben alınan materyal hasta başında amaçlanmıştır. yeterlilik açısından patolog tarafından değerlendirildi. GEREÇ - YÖNTEM Çalışmada Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında Ocak 2007 ve Mayıs 2009 tarihleri arasında BT eşliğinde perkütan transtorasik ince iğne biyopsisi uygulanan yetmiş iki olgunun bulguları sunulmaktadır. Tüm olgulara işlem öncesi bilgilendirilmiş onam formu doldurtularak onamları alındı. Biyopsi işlemi öncesi hastalar kontrendikasyonlar (antikoagülan kullanımı veya İİAB yapımına müsaade etmeyecek kadar yaşanan anksiyete) açısından sorgulandı. INR, trombosit sayımı, kanama ve pıhtılaşma zamanı, protrombin aktivitesi, protrombin zamanı, aktive parsiyel tromboplastin zamanı tetkikleri yapıldı. Laboratuvar sonuçlarında patoloji saptanmayan olgular biyopsi işlemine alındı. Pulmoner parankim geçilmeyen plevraya oturan büyük lezyonlarda tercih ettiğimiz kesici iğne yöntemi ile yapılan Materyal patolog tarafından lamlara uygun teknikle yayıldı. Havada kurutuldu ve hızlı boyama yöntemi MGG ile boyandı. Yeterlilik bildirilen olgularda işlem bir kez yapıldı. Yeterli materyalin alınamadığı olgularda işlem tekrarlandı. TT-İİAB sonrası pnömotoraks ekartasyonu için düşük doz BT çekilerek kontrol yapıldı. Pnömotoraks olmayan olgular gözlemlendikten sonra gerekli öneriler ile taburcu edildi. Pnömotoraks bulunan olgular aynı taraf altta kalacak şekilde yatırılarak bir ve altıncı saatte PA akciğer radyografisi ile kontrol yapıldı. Pnömotoraksta ilerleme olamayan olgular taburcu edilirken, ilerleyen olgular için klinik konsültasyon alınarak gerekli izlem veya göğüs tüpü uygulandı. Kliniğimiz PACS (Picture Archiving and Communication System) kayıtlı TT-İİAB işlemi öncesi ve sonrasında elde edilen toraks BT imajları ile hasta dosyaları retrospektif Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 33 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal olarak incelendi. Hedef lezyonların en büyük boyutları, lokalizasyonu ve lezyon morfolojileri değerlendirildi. Ayrıca girişim sayısı, komplikasyonlar ve histopatolojik tanılar kaydedildi. Lezyonlar anatomik oluşumlar ile komşuluklarına göre üç gruba ayrıldı. Plevra ile ilişkili ve plevraya uzaklığı 1cm den az olan lezyonlar periferik, hiler ve mediastinal lezyonlar santral lezyon olarak sınıflandı. Diğer akciğer lezyonları parankimal lezyonlar olarak değerlendirildi. Plevradan mediastene uzanan lezyonlar periferik gruba dahil edildi (10). BULGULAR 34 Çalışmaya 53’ü erkek, 19’u kadın toplam 72 olgu dahil edildi. Olguların yaşları 14 ile 79 arasında değişmekteydi (59.58±10.57). Lezyonların boyutları 18-110mm arasında değişmekteydi (Tablo 1). 8 lezyon (%11.1) santral, 15 lezyon (%20.9) parankimal ve 49 lezyon (%68) periferik yerleşimliydi (Tablo 2). Radyolojik görünüm 38 lezyonda kitle, 25 lezyonda pulmoner nodül, 5 lezyonda konsolidasyon ve 4 lezyonda kaviter lezyon şeklindeydi (Tablo 3). Toplam 60 olguda patolojik tanı malign, 7 olguda patolojik tanı benign olarak değerlendirildi (Tablo 4). Beş olguda TT-İİAB sırasında yapılan sitolojik değerlendirmede tanı konulamadı. Negatif sonuç alınan beş olgunun klinik ve radyolojik değerlendirmelerinde üç olguya benign hastalık olarak tanı konuldu. Torokotomi sonucu diğer iki olgu akciğer kanseri tanısı aldı. TARTIŞMA Çubuk ve Arkadaşları Bu sonuçlar ile toplam 72 olgunun 67 sinde patolojik tanı TT-İİAB ile konulmuş olup TT-İİAB’nin genel tanı oranı %93.1 olarak bulundu. Malign lezyonlar için sensitivite %89.6, spesifite %100 ve doğruluk % 95.5 bulundu. Benign lezyonlar için sensitivite %42.9, spesifite %100 ve doğruluk %94 bulundu. TTİİ-AB’de olgulara 1-3 arasında girişim yapılmış olup ortalama değer 1.43’dü. 10 olguda (%13.8) pnömotoraks, 7 olguda hemoptizi görüldü. Sadece 2 olguda toraks tüpü takıldı. Tablo 1. Lezyonların boyutları Boyut < 3 cm 3.1- 4 cm 4.1 - 5 cm 5.1 , 6 cm < 6 cm n 15 13 11 12 21 % 20.8 18.1 15.3 16.6 29.2 Tablo 2. Lezyonların lokalizasyonları Santral Parankimal Periferik n % 8 15 49 11.1 20.8 68.1 BT teknolojindeki son yıllardaki hızlı gelişmeler sonucu TT-İİAB işlemi daha kısa sürede, daha düşük doz kullanılarak ve daha küçük lezyonlara güvenle Tablo 3. Lezyonların radyolojik görünümü Kitle Soliter pulmoner nodül Multipl pulmoner nodül Konsolidasyon Kaviter Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 n % 38 14 11 5 4 52.8 19.4 15.3 6.9 5.6 Çubuk ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Tablo 4. Patolojik Tanıların Dağılımı n % Skuamöz hücreli karsinom 11 15.3 Adenokarsinom 8 11.1 Küçük hücre dışı karsinom 30 41.7 Küçük hücreli karsinom 7 9.7 Hodgkin dışı lenfoma 1 1.4 Metastaz 3 4.2 Yetersiz materyal 5 6.9 Benign sitoloji 7 9.7 yapılabilmektedir. Akciğerin malign kitle lezyonlarında BT eşliğinde yapılan TT-İİAB’nin pozitif prediktif değeri %100’e yakındır (11). Transtorasik iğne biyopsileri kesici iğne ve ince iğne aspirasyon yöntemleri kullanılarak yapılmakta olup kesici iğne biyopsisi özellikle benign lezyonlarda tanı oranı daha yüksektir. TT-İİAB’ nin 1cm den büyük malign lezyonlarda tanısal doğruluk oranı %90-100 arasında değişmektedir. Benign lezyonlarda bu oran daha düşük olup %11–68 arasında değiştiği bildirilmektedir (12-14). Bizim sonuçlarımız literatür ile uyumlu olup, çalışmamızda TT-İİAB’nin genel tanı oranı %93.1 olarak bulundu. Malign lezyonlar için sensitivite %89.6, spesifite %100 ve doğruluk % 95.5 bulundu. Benign lezyonlar için sensitivite %42.9, spesifite %100 ve doğruluk %94 bulundu. TT-İİAB 1cm den büyük lezyonlarda kolaylıkla yapılmakta olup, literatürde 3mm çaplı çok daha küçük nodüllere bile uygulanabileceği bildirilmektedir (4,15,16). 10mm’den büyük lezyonlarda tanısal doğruluk %90–100 arasında değişmekte iken (5-8), 10mm’den küçük lezyonlarda %52-88 arasında değişmektedir (7-9). Son yıllarda klinik kullanımı yaygınlaşan 2-deoxi-2-fluoro-[F-18]–D-glocose (FDG) pozitron emisyon tomografi ile lezyonların malign/benign ayrımında faydalı olmaktadır. FDG-pozitron emisyon tomografinin gereksiz cerrahi biyopsi oranını azalttığı bildirilmektedir (17). 1-3cm arası solid pulmoner nodüllerde %94 sensitivite ve %83 spesifite oranına sahiptir (18). Günümüzde kullanılan FDG-pozitron emisyon tomografi cihazlarının uzaysal çözünürlüğü 7-8mm civarındadır. Fakat 10mm, FDG-pozitron emisyon tomografide uzaysal çözünürlülük için alt sınır kabul edilmektedir. Ayrıca FDG-pozitron emisyon tomografi; tüberküloz, histoplazmozis ve romatoid nodül gibi bazı nadir benign patolojilerde; bu lezyonların yüksek glukoz metobolizmasına bağlı yanlış negatifliğe neden olmaktadır. Bundan dolayı özellikle TT-İİAB 10mm altı lezyonlarda tanısal üstünlüğünü korumaktadır. Bizim çalışmamızda subsantimetrik nodüler lezyon olmamasından dolayı karşılaştırma yapılamadı. Çalışmamızda hasta başında yapılan erken sitolojik değerlendirmede yetersiz materyel olarak değerlendirilen ve cerrahi sonrası akciğer malignitesi tanısı alan iki olgunun TT-İİAB görüntüleri tekrar değerlendirildiğinde; üçer kez tekrarlanmasına rağmen aspirasyonun santral tümör nekrozundan yapıldığı görüldü. Akciğer malign lezyonlarında TT-İİAB pozitif prediktif değeri %100 ulaşmakla birlikte, negatif prediktif değeri sıklıkla klinik parametrelere bağlıdır. Literatürde akciğer nodülleri için negatif prediktif değeri %59-%82 arasında değişmektedir. Quint ve arkadaşları 226 olguluk serilerinde (11); TT-İİAB sonucu benign nospesifik ve non-diagnostik olarak değerlendirilen 43 olgunun 16’sında daha sonra yapılan cerrahi veya klinik/radyolojik takiplerde malignite ortaya çıktığını saptamışlardır. Ve Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 35 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal yöntemin negatif prediktif değerini %68 bulmuşlardır. Bundan dolayı TT-İİAB’de yalancı negatiflikten kaçınmak için özellikle nonspesifik benign doku veya yetersiz materyel olarak raporlanan olgularda; klinik durum, lezyonun boyut ve sayısı ile eşlik eden diğer radyolojik bulgular birlikte değerlendirilmelidir. Bizim çalışmamızda yetersiz materyel olarak raporlanan iki olgu (%40) cerrahi sonrası malinite tanısı aldı. TT-İİAB de yetersiz materyel %4–18 oranında görülmekte ve ilave klinik işleme neden olmaktadır (1,10). TT-İİAB işlemi sırasında patolog tarafından alınan biyopsi materyelinin erken sitolojik değerlendirilmesi işlemin tanı oranı artırmaktadır (10,19). Bizim çalışmamızda yetersiz materyel oranı %7 olup literatürde bildirilen değerlerin alt sınıra yakındır. 36 Pnömotoraks TT-İİAB’nin en sık görülen komplikasyonudur. Literatürde %21–43 arasında oluştuğu bildirilmektedir (5,6). 10 mm altı nodüllerde pnömotoraks oranı artmakta ve %65 ulaşmaktadır (8,9). TT-İİAB işleminde geçilen havalanan akciğer parankimi miktarı artıkça pnömotoraks riskinin artığı bildirilmektedir (20). Ayrıca pnömotoraks riski azltmak için hastanın pron pozisyonda yatması ve solunum ile daha az hareket posterior girişin tercih edilmesi önerilmektedir. Bizim çalışmamızda pnömotoraks oranı %13.8 olup literatür ile uyumlu ve alt sınıra yakındı. Pnömotoraks oranının düşük olması akciğer parankimi geçilen olgularda işlemin uzmanlık eğitimi alan araştırma görevlilerinden daha çok deneyimli radyologlar tarafından yapılmasından kaynaklandığını düşündük. Torakostomi tüpü takılması nadiren gerekmekte olup, fatal pulmoner hemoraji ve hava embolisi oldukça nadir görülen komplikasyonlardır (8,9). Sadece iki olguda toraks tüpü takılmasına gerek duyuldu. Sonuç olarak; BT eşliğinde yapılan TT-İİAB, akciğer hastalıklarının tanısında özelikle işleme sitopatoloğun eşlik ettiği olgularda yüksek tanı oranına sahip, fatal komplikasyon oranı oldukça düşük güvenilir bir tanı yöntemidir. KAYNAKLAR Çubuk ve Arkadaşları gical management of lung masses? Can J Surg 1999; 42:297-301. 3- Y.L. Ng, D. Patsios, H. Roberts, A. Walsham, N.S. Paul, T. Chung, et al. CT-guided percutaneous fine-needle aspiration biopsy of pulmonary nodules measuring 10 mm or less. Clinical Radiology 2008; 63:272-277. 4- Todd TR, Weisbrod G, Tao LC, Sanders DE, Delarue NC, Chamberlain DW, et al. Aspiration needle biopsy of thoracic lesions. Ann Thorac Surg 1981;32:154-161. 5- Westcott JL, Najmussaqib R, Colley DP. Transthoracic needle biopsy of small pulmonary nodules. Radiology 1997;202:97-103. 6- Li H, Boiselle PM, Shepard JO, Trotman-Dickenson B, McLoud TC. Diagnostic accuracy and safety of CTguided percutaneous needle aspiration biopsy of the lung: comparison of small and large pulmonary nodules. AJR Am J Roentgenol 1996;167:105-109. 7- Tsukada H, Satou T, Iwashima A, Souma T. Diagnostic accuracy of CT-guided automated needle biopsy of lung nodules. AJR Am J Roentgenol 2000;175:239-243. 8- Ohno Y, Hatabu H, Takenaka D, Higashino T, Watanabe H, Ohbayashi C, et al. CT-guided transthoracic needle aspiration biopsy of small (<20 mm) solitary pulmonary nodules. AJR Am J Roentgenol 2003;180:1665-1669. 9- Wallace MJ, Krishnamurthy S, Broemeling LD, Gupta S, Ahrar K, Morello FA Jr, et al. CT-guided percutaneous fine-needle aspiration biopsy of small (1 cm) pulmonary lesions. Radiology 2002;225:823-828. 10- Baysal T, Mızrak B, Soysal Ö, Sığırcı R, Kutlu R. BT eşliğinde yapılan toraks ince iğne aspirasyon biyopsilerinde erken sitolojik değerlendirmenin yeri. Tanısal ve Girişimsel Radyoloji 2002; 8:206-210. 11- Quint LE, Kretschmer M, Chang A, Nan B. CT-guided thoracic core biopsies: value of a negative Result. Cancer Imaging 2006; 6:163–167. 12- Salepçi B, Özdoğan S, Öcal Z, Saraç G, Çağlayan 1- Santambrogio L, Nosotti M, Bellaviti N, Pavoni G, B, Genç A. Akciğer Lezyonlarında BT Eşliğinde TranRadice F, Caputo V. CT-guidedfine-needle aspiration storasik İİAB ve “Tru-Cut” Biyopsinin Tanı Değeri. Solucytology of solitary pulmonary nodules: a prospective, num Hastalıkları 2003;14:181-185. randomized study of immediate cytologic evaluation. 13- Lacasse Y, Brosseau L, Milne S, Martin S, Wong Chest 1997; 112:423-425. E, Guyatt GH, et al. Transthoracic needle aspiration 2- Odell MJ, Reid KR. Does percutaneous fine- biopsy for the diagnosis of localised pulmonary lesions: needle aspiration biopsy aid in the diagnosis and sur- A meta analysis. Thorax 1999;54:884-893. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Çubuk ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal 14- Lillington GA, Gould MK. Identification of benign pulmonary nodules by needle biopsy. Chest 1998;113:3-5. 15- VanSonnenberg E, Casola G, Ho M, Neff CC, Varney RR, Wittich GR, et al. Difficult thoracic lesions: CT-guided biopsy experience in 150 cases. Radiology 1988; 167:457–461. 16- Swischuk JL, Castaneda F, Patel JC, Li R, Fraser KW, Brady TM, et al. Percutaneous transthoracic needle biopsy of the lung: review of 612 lesions. J Vasc Interv Radiol 1998; 9:347–352. 17- Nomori H, Watanabe K, Ohtsuka T, Naruke T, Suemasu K, Uno K. Evaluation of F-18 fluorodeoxyglucose (FDG) PET scanning for pulmonary nodules less than 3 cm in diameter, with special reference to the CT images. Lung Cancer 2004;45:19-27. 18- Gould MK, Kuschner WG, Rydzak CE, Maclean CC, Demas AN, Shigemitsu H, et al. Accuracy of positron emission tomography for diagnosis of pulmonary nodules and mass lesions: a meta-analysis. JAMA 2001; 285:914-924. 19- Afify A, Davila RM. Pulmonary fine needle aspiration biopsy. Assessing the negative diagnosis. Acta Cytol 1999; 43:601-604. 37 20- Topal U, Ediz B. Transtorasik akciğer biyopsilerinde pnömotoraks gelişimini etkileyen faktörler. Tanısal ve Girişimsel Radyoloji 2002;8:555-558. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Gebelikte Servikovaginal Sitolojik Değişikliklerin Değerlendirilmesi The Evaluation of Cervicovaginal Cytological Changes During Pregnancy Remzi ABALI*, H.Serpil BOZKURT**, Mustafa AKSU***, Zuhal KOÇYILDIZ***, Nevra DURSUN**** 38 ÖZET SUMMARY Giriş ve Amaç: Kadınlarda jinekolojik kanserlerden ölüm nedenlerinin başında yer alan serviks kanseri etkin tarama programı ile azaltılabilmektedir. Rutin gebelik muayeneleri, tarama yapmak için önemli bir fırsattır. Bu amaçla gebelerde pap smear testinin uygulanabilirliğini araştırmak amacıyla çalışmamızı başlattık Gereç ve Yöntem: Kadın Doğum polikliniğimize 2006-2007 yılları arası başvuran 144 gebenin servikovaginal smear sonuçları retrospektif olarak yaş, gebelik haftası, özgeçmişteki hastalıkları, gebelik sayısı gibi bir dizi parametre ile birlikte incelendi. Patoloji tespit edilen smearleri gruplandırdık. Kontrol grubu olarak doğurganlık çağındaki gebe olmayan 82 kadın alındı. Bulgular: Gebe grubunun yaş ortalaması 28.12 ± 0.45, kontrol grubunun yaş ortalaması 31.83 ± 0.56 olarak saptanmıştır. Gebelik döneminde preinvazif lezyon görülme sıklığında artış olmadığı tesbit edildi. Tüm vakalarda ASC-US ‘dan (“atypical squamous cells of undetermined significance” = anlamı belirlenemeyen atipik skuamöz hücreler) daha ağır lezyon saptanmadı. Kontrol grubunda 3 (%3.6) ASC-US görülürken, gebe grubunda hiç ASC-US saptanmadı. Aradaki fark anlamlı değildi (p=0.08). Gebe grubunda (%28.1) kontrol grubuna (%6.09) göre enfeksiyon oranı anlamlı olarak artmış bulundu (p=0.0002). Gebelerde en sık kandida enfeksiyonuna rastlandı. Gebe grubunda 2 vakada smear sonucu yetersiz olarak değerlendirilirken , kontrol grubunda yetersiz smear sonucu yoktu. Ancak aradaki fark anlamlı değildi (p=0.738). Sonuç: Gebelikte uygulanan servikovaginal sitolojik taramanın etkinliği, gebe olmayan gruptan farklı değildir. Bu nedenle servikovaginal smear rutin gebelik testleri arasına sokulmalıdır. Böylece peryodik smear takibine gelmeyen, ancak gebelik kontrollerine gelen kadın hastalardan smear alınması bu hastaların taranmasına fırsat verecektir. Anahtar Kelimeler: Gebeilk, servikovaginal sitoloji. * Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Cervical Cancer, being the primary cause of death of gynecologic cancer among women, can be reduced by effective screening programme. Routine obstetrics visits are important opportunities to search through. To this purpose, we started our research to examine the application of pap smear test on the pregnants. Material and Method:144 pregnants’ cervicovaginal smear results, having resorted to our Obstetcic Policlinic between 2006 and 2007, were examined by retrospective along with the parameters such as age, the pregnancy week, history and the number of pregnancy. We classified the smears in which patalogy was determined. 82 women at their reprodüctive age were taken into the controlling group. Results: The average age of pregnancy group was determined as 28.12 ± 0.45 and that of the controlling group was determined as 31.83 ± 0.56. That there was no increase in the frequency of encountering preinvasive lesion during the pregnancy period was determined. In all cases, there was no severe lesion than ASC-US (atypical squamous cells of undetermined significance). While in the controlling group, 3(3.6%) ASC-US was encountered, in the pregnancy group, no ASC-US was seen. The differences between them was not significant (p=0,08). That the infection ratio in the pregnancy group (28,1%) increased expressively as to that in the controlling group (6,09%) was reached (p=0,0002).Candida Infection was encountered the most frequently among the pregnants. While the smear results were evaluated as insufficient in two cases of the pregnancy group, there was no insufficient smear result in the controlling group. However, the differences between them was not significant (p=0,738). Conclusion: The effectivity of cervicovaginal citologic screening carried out during pregnancy was no different from that of non-pregnant group. For this reason, cervicovaginal smear was put into the regular pregnancy tests. Thus, appliying the smear test on the women, not coming to the periodic smear follow-up but to the controlling of pregnancy, can give the opportunity for cervical screening these women. Key Words: Pregnancy, cervicovaginal cytology” SB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İstanbul **Maltepe Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, İstanbul ***SB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İstanbul **** SB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Kliniği, İstanbul Abalı ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal GİRİŞ Bu amaçla hastanemiz bünyesinde 2006-2007 yılları arasında gebe polikliniğimize takip amaçlı başvuran Uterin serviks kanseri dünya genelinde kadınlarda 144 gebenin servikovaginal smear sonuçlarını yaş, gememe ve kolorektal kanserlerden sonra en yaygın üçüncü belik sayısı, özgeçmiş, genel sağlık durumu kriterleri ile kanser durumundadır. Jinekolojik kanserlerde ise birberaber retrospektif olarak inceledik. inci sıradadır. Dünya genelinde yılda 370 bin yeni olgu çıkacağı, 190 bin ölüm olacağı öngörülmüş olmasına GEREÇ VE YÖNTEM rağmen (1), 2002 yılında 493 binden fazla yeni vaka, 274 Bu çalışmada gebeliğin patolojik smear oluşumuna bin ölüm tespit edilmiştir (2). Dünya genelinde kanser ölümlerinde meme kanserinden sonra gelir (3).Yaklaşık etkisini araştırmak amacıyla İstanbul Eğitim Hastanesi olarak kanser ölümlerinin %85’i gelişmekte olan ülkelerde Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği gebe polikliniğine görülmektedir ve bu ülkelerde kadınlarda kanserden 2006-2007 tarihleri arasında şikayetle veya şikayetsiz ölüm nedenlerinin başında gelmektedir (4). Olguların (kontrol amacıyla) başvuran 144 gebeden servikal smear %78’i yine bu bölgelerde görülmektedir. Gelişmekte olan alındı. Sonuçlar gebe olmayan doğurganlık çağındaki ülkelerde servikal kanser tüm kadın kanserlerinin %15’ni 82 kişiden oluşan kontrol gurubuyla karşılaştırıldı. oluşturur ve hayat boyu risk %3 civarındadır. Gelişmiş Vaginal smearler son 72 saat içinde koitus ve vaginal ülkelerde ise tüm kadın kanserlerinin %4.4’nü oluşturur duş yapmamış, herhangi bir vajinal ilaç kullanmamış ve hayat boyu risk %1.1’dir (1). Birçok gelişmekte olan bayanlardan, gebe olmayanlarda adetli olmadığı ülkede bildirilmeyen vakalar çok olup, hatasız veriler dönemde alınmaktadır. Hastalar jinekolojik masaya alınamamaktadır. litotomi pozisyonunda yatırıldı. Tek kullanımlık plastik spekulum kuru olarak vajene yerleştirildi. Işık kaynağı altında serviksin portio vajinalis kısmı net olarak görüldükten sonra plastik süpürge tarzı smear fırçası ile servikal eksternal ostan (endoservikste dahil) 360° döndürülerek örnek alındı. Alınan materyal lam üzerine yayıldı. Yayma sırasında fırçanın uzun ekseni lamın uzun eksenine paralel tutularak, nazik hareketlerle önce fırçanın bir yüzü, sonra diğer yüzü lam üzerine sürüldü. Daha sonra hazırlanan yayma kurumadan özel sprey kullanılarak fikse edildi. Sprey lama 25 cm uzaklıktan uygulandı ve incelenmek üzere hastanemiz patoloji laboratuarına gönderildi. Smearler patoloji uzmanları tarafından Bethesda 2001 derecelendirme sistemiyle değerlendirildi ve papanicolaou sınıflamasındaki karşılığı Servikal kanserlerin %60’dan fazlasının son beş yıl ile birlikte rapor edildi. içersinde hiç pap smear taraması yaptırmamış kadınlarda Smear alınan gebe grubunun yaş dağılımı 18-45 arasında idi. 144 hastada intraepitelial squamöz lezyon, görüldüğünü gösteren çalışmalar vardır (6). Bu nedenle prekanseröz lezyon, kanseröz lezyon ve enfeksiyon pap smear taramasının yaygınlaştırılması gerekmekoranları belirlendi. Bu oranların yaş gruplarına göre tedir. dağılımı belirlendi. Yetersiz olarak değerlendirilen smear Ülkemizde olduğu gibi peryodik kontrol alışkanlığı ol- sonuçları da kaydedildi. Alınan vajinal smearda yetersizlik mayan toplumlarda gebelik kontrolleri hekime serviks oranları ve sebepleri tartışıldı. kanseri taraması için bir fırsat yaratmaktadır. Gebelikte anormal servikal sitoloji görülme insidansı seksüel İstatistiksel değerlendirme: olarak aktif bir kadında görülme insidansına paralellik Bu çalışmada istatistiksel analizler GraphPad Prisma V.3 göstermektedir (7). paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde Biz de servikal patolojilerin saptanmasında gebelik tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama,standart döneminde uygulanan pap smear testinin önemini ve sapma) yanı sıra ikili grupların karşılaştırmasında bağımsız gebeliğin smear sonuçlarına etkisini vurgulamaya çalıştık. t testi, nitel verilerin karşılaştırmalarında ki-kare testi İnvazif serviks kanseri kadın genital organ kanserleri içinde en çok görüleni olma özelliğini birçok ülkede uzun yıllar korumuştur. Ülkemizde, 1980 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) desteği ile yapılan bir toplantıda bildirilen toplam 7433 kadın genital kanser olgusu arasında serviks kanserinin 4013 olgu ile ilk sırada yer aldığı saptanmış ve daha sonra yapılan çalışmalar da bu bilgiyi doğrulamıştır. Günümüzde birçok gelişmiş ülkede bu sıralama değişmiş, serviks kanseri kadın genital kanserleri arasında görülme sıklığı bakımından ikinci hatta üçüncü sıraya düşmüştür (5). Bunun da başlıca nedeni servikal dokunun ulaşımındaki kolaylık ve bundan yararlanılarak tarama yöntemlerinin geliştirilmiş olmasıdır. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 39 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir. BULGULAR Abalı ve Arkadaşları olup ortalama yaşı 28.12 ± 0.45 olarak saptanmıştır. Aşağıda Tablo-1, Tablo-2 ve Tablo-3’de gebe grubunun smear sonuçları görülmektedir. %85.4’lik oranıyla class II ilk sırayı almıştır, yetersiz olarak değerlendirilen vakalar (%1,3) görülmüştür. Çalışma 2006-2007 tarihleri arasında İstanbul Eğitim Hastanesi Kadın Hastalıklar ve doğum polikliniğinde Kontrol grubu doğurganlık çağında gebe olmayan 82 ikinci ve üçüncü trimestr dönemindeki 144 gebe üzerinde olgu üzerinden seçilmiştir. Kontrol grubunun yaş dağılımı uygulanmıştır. 19 ile 39 arasında değişmekte olup ortalama yaşı Olguların yaş dağılımı 18 ile 45 arasında değişmekte 31.83 ± 0.56 olarak saptanmıştır. Tablo-4, Tablo-5 ve Tablo-6’da gebe olmayan grubun smear sonuçları görülmektedir. Tablo 1: Gebe grubunda smear sonuçlarının oranları ve yaş dağılımları Yüzde Olgu Sayısı 40 Yaş Dağılımları Class 1 19 % 13.19 19 - 42 Class 2 123 % 85.4 18 - 45 Class 3 - - - Class 4 - - - Class 5 - - - Yetersiz 2 % 1.3 - Toplam 144 % 100 18 - 45 Tablo 2: Gebe grubunda smear sonuçları Yeterli Yeterli Yetersiz Reaktif hücresel değişiklik Enfeksiyon Olgu Sayısı Olgu Sayısı 104 % 72.2 38 % 26.3 2 % 1.3 68 % 47.2 40 % 28.1 Tablo 3: Gebe grubunda enfeksiyon etkenlerinin dağılımı Olgu Sayısı Yüzdesi 9 % 22.5 Kandida 30 % 75 Trikomonas 1 % 2.5 Gardnerella - %- 40 % 100 Yüzdesi Toplam Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Abalı ve Arkadaşları Tablo 4: Gebe olmayan grubun smear sonuçlarının oranları ve yaş dağılımı Olgu Sayısı Yüzdesi Yaş Dağılımı 9 % 10.9 23 - 39 71 % 86.5 19 - 39 3 3.6 33 - 39 - - - - - - - - - Class 1 Class 2 Class 3 Class 4 Class 5 Yetersiz Tablo5: Gebe olmayan grubun smear sonuçları Olgu Sayısı Yüzdesi 40 % 56 36 % 43.9 0 %0 56 % 38.8 5 % 6.09 Yeterli Yeterli Yetersiz Reaktif hücresel değişiklik Enfeksiyon Tablo 6: Gebe olmayan grubun enfeksiyon etkenlerinin dağılımı Olgu Sayısı Yüzdesi Bakteri Kandida Trikomonas 3 % 60 2 % 40 – - Gardnerella – - Smear olgularını normal, enfeksiyon görülenler ve atrofi görülen grubu benign, ASC-US, LGSIL, HGSIL, ve İn situ Ca olan olguları patolojik smear olarak sınıflayıp değerlendirmeye tabi tuttuk. Class 1 normal kabul edildiği için değerlendirme dışında tutuldu. gebe olmayan grubun karşılaştırılması üstte Tablo-7 ve Tablo-8’de görülmektedir. TARTIŞMA Servikal neoplazilere bağlı ölümlerde son dekaddaki azalma muhakkaktır ki servikal tarama yöntemlerinin kullanımının sıklığıyla yakından ilişkilidir. Servikal preinvazif Gebe olmayan grupta CLASS III’ün değerlendirilmesi: lezyonlar asemptomatiktir fakat spesifik tanı yöntemleri İncelenen smearların 3 adedi (%3.6) class 3 grubundaydı. ile saptanabilmektedir. Pap smear testinin uygulama Yaş dağılımı 33-39 arasındaydı. Class 3 grubunda sadece kolaylığı ve düşük maliyeti, bu yöntemi diğer tanı yöntem3 adet ASC-US bulundu. Bizim çalışmamızda gebe ve lerinin önüne çıkarmıştır (8,9). Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 41 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Abalı ve Arkadaşları Tablo 7: Gebe ve gebe olmayan grupların karşılaştırılması Gebe Gebe Olmayan Yaş 28.12 ± 0.45 31.83± 0.56 t: 5,05 Yeterli 104(% 72.2) 46(% 56.1) p= 0,02 Sınırlı 38 (9 56.1) 36( %43.9) p= 0,01 Yetersiz 2 ( %1.3) 0 (%0) p= 0,738 Class 1 19 (% 13.19) 9(%10.9) p= 0,781 Class 2 123 ( % 85.4 71(%86.5) p= 0,979 Class 3 0 (% 0) 3(%3.6) p= 0,08 68 ( % 28.1) 56(%38.8) p= 0,08 40( % 28.1) 5(%6.09 p= 0,0002 Ortalaması 42 Reaktif Hücresel Değişiklik Enfeksiyon Toplam 144 Tablo 8: Gebe ve gebe olmayan grupların enfeksiyon etkenleri dağılımı Gebe Gebe Olmayan Olgu Sayısı Yüzdesi Olgu Sayısı Bakteri 9 1 3 % 3.6 p= 0,598 Kandida 30 % 20.8 2 % 2.4 p= 0,0003 Trikomonas 1 % 0.69 0 %0 p= 0,449 Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Yüzdesi Abalı ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Pap smear testinin yaygın kullanılışı invazif serviks kanserine bağlı ölümleri önemli ölçüde azaltmıştır. Pap smear ile yanlış pozitiflik sıktır. Bu da gereksiz müdahalelere sebep olmaktadır. Bu yüzden yeni tarama yöntemlerinin geliştirilmesi çabaları sürmekte ve pozitif smear sonuçlu hastalara yaklaşım tarzı, sürekli tartışılan bir konu olarak güncelliğini korumaktadır. Yalancı negatifliğin de pek çok nedeni vardır. Smear alma tekniğinde hata, fiksasyonda hata, eritrosit varlığı, boyama hatası, patoloğun değerlendirme hatası olabilir. Yalancı negatifliğin %62’sinin örnekleme hatası, %22’sinin patoloğun değerlendirme hatası, %16’sının sitoteknoloğun tarama hatasından kaynaklandığı gösterilmiştir (10). Richart ve Vaillant invazif ca’larda %6, CIN’lerde %28, Coppleson ve Brown invazif ca’larda %24, in situ ca’larda %20-45, CIN’lerde %40 yalancı negatiflik oranlarını göstermişlerdir. İnvazif ca’larda %50 ye varan yalancı negatiflikler gösterilmiştir(11,12). gebe grubunda sırasıyla %6.25 (9 olgu), %0.69 (1 olgu) ve gebe olmayan grupta sırasıyla %3.6 (3 olgu), %0 (0 olgu) olarak görülmüştür. Bu sonuç ise istatistiksel olarak anlamlı değerlendirilmemiştir (Tablo-8). Gebelerde yetersiz ve sınırlı olarak değerlendirilen smear sonucunun fazlalığı enfeksiyon oranının artmış olmasından kaynaklanmaktadır (Tablo 7). Genel olarak gebelik yalancı negatif sonuç oranında belirgin bir değişikliğe neden olmasa da gebelikte meydana gelen birçok fizyolojik değişiklik nedeniyle pap smear’in tanısal yorumunda güçlükler olabilir. Beziroğlu ve Öniz’in yaptığı çalışmada, vajinal akıntı, yanma, kaşıntı ve koku gibi yakınmalarla polikliniğe başvuran 231 olgu incelenmiş ve en sık vajinit etkeni olarak bakteriler bulunmuştur. İkinci sırada kandida vajiniti, üçüncü sırada trikomonas vajiniti gelmektedir (17). Seri pap smear taramaları yalancı negatiflik oranını azaltır. Yalancı negatiflik oranının en az %20 olduğunun düşünürsek, üç ardışık tarama sonucu bu oran %0.8’e düşer (13). Bizim çalışmamızdaki preinvazif lezyon oranının literatür kaynaklarına göre düşük oranda çıkması yanlış negatiflik olasılığını düşündürmektedir. Hastalarımızın gebe olması preinvazif lezyon çıkma olasılığını etkilememektedir. Üstelik biliyoruz ki, gebeliğin görüldüğü fertil yaşlar, aynı zamamda preinvazif lezyonların ortaya çıktığı yaş dönemine uymaktadır.Ayinde ve arkadaşlarının Nijerya’da yaptığı çalışmalarda anormal smear paternlerini değerlendirmek aracıyla 4 yıllık bir retrospektif inceleme yapılmış ve 1127 smeardan 5’inde (%0,44) neoplastik değişime rastlanmıştır (14). Çalışmamızda enfeksiyon oranını gebelere ait smearlerde % 28.1 oranında gördük. Gebe olmayan smearler ile karşılaştırıldığında (%6,09) enfeksiyon oranı gebelerde artmaktadır. Kandida %75 oranı ile gebelerde enfeksiyon ajanları içinde ilk sırayı almaktadır (Tablo-3). Gebe olmayan grupta ise enfeksiyon ajanları içinde bakteri oranı %60 saptanarak ilk sırayı almıştır (Tablo-6). Gebe ve gebe olmayan grubun karşılaştırmasında ise kandida oranı sırasıyla %20.8 (30 olgu) ve %2.4 (2 olgu) saptanarak gebe grubunda fazla görülmüştür. Bu sonuç istatiksel olarak anlamlıdır. Bakteri ve trikomonas oranları ise Pisharodi ve Jovanaska gebelikte elde edilen anormal smearleri topladıkları bir seride, 100 smearden % 61’inde belirgin inflamatuar değişiklikler saptandığını göstermişlerdir. Kandida ve Trikomonas spp. smearlerde en sık tespit edilen infeksiyöz ajanlardır. Benzer olarak Pairwuti termdeki gebelerden elde ettiği smearlerin %40’ında inflamasyon saptandığını (infeksiyöz/non-infeksiyöz) bildirmiştir. Endoservikal epitelin artmış vagen pH’sına maruz kalışı skuamöz metaplazi odaklarının artmasına ve sitolojik incelemede displazi bulgularının ortaya çıkmasına neden olmaktadır (15,16). Servikal intraepitelyal neoplazilerin en sık görüldüğü dönem 20’li yaşların sonlarıdır. Karsinoma in situ yaklaşık 35 yaşlarında, invazif kanser ise 55-60 yaşlarında görülür. Bu yüzden, invazif kanser aşamasına gelmeden önce lezyonları yakalamak için taramaya erken yaşlarda başlanılmalıdır. Bazı yazarlar adenokarsinomların genç yaşlarda pik yapmasından dolayı tarama yaşının 18’e çekilmesini önermektedir (10). Belki de en doğrusu, birçok otörün önerdiği gibi, taramayı cinsel ilişkinin başladığı yaşlardan itibaren yapmaktır. Kliniğimizde yapılan bir çalışmada smear taraması yapılan kadınların yaş ortalaması 48 bulunmuştur (18). Görülüyor ki, kanser araştırması bizde genellikle sporadik olup, ferdi gayretlerle yapılmaktadır. Yine bu yaş ortalaması göstermektedir ki, kadınlarımız özellikle son yıllarda önem kazanan menopozal kontroller ve tedavi için doktora başvurmaya başlamışlardır. Biz hekimler de bu dönemde gelen ve hele hormon replasman tedavisi uygulanan her kadından yıllık smear almayı vazife bilmiş olmalıyız. Oysa bu yaşlar preinvazif lezyonları yakalamak için geç sayılabilecek yaşlardır. Bazı merkezlerin yürütmeye çalıştığı tarama çalışmaları ise, çok sınırlı bir popülasyona ulaşabilmekte ve çoğu zaman süreklilik göstermemektedir. Yani bu konuda tarama yaşının daha öne çekilmesini sağlayacak bir örgütlenme ve Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 43 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Abalı ve Arkadaşları organizasyona ihtiyaç vardır. 44 kapsamı üzerindeki etkisini tanımlamak amcıyla yapılan Genel populasyonumuzda doktora gitme sıklığındaki çalışmanın sonucunda, gebelik döneminde yapılan pap azlık smear takiplerinin genç yaşlardan itibaren smear taramasının; servikal kanser tarama programının düzenli olarak alınmasını engellemektedir, pap smear kapsama alanını arttırdığı görülmüştür. Araştırma sonuçlarında taramalarının başarısını düşürmektedir. Gebelik sırasında yaş veya pap smear yaptırma hikayesinden bağımsız servikovaginal smear ile serviks kanseri taraması yapmak olarak, gebe kadınların takip döneminde pap smear jinekoloji veya obstetrik pratiğinde yerleşmiş ve rutin yaptırma olasılığı gebe olmayan kadınlara kıyasla 4.3 bir prosedür değildir. Rutin gebelik kontrolleri hekime kat fazla bulunmuştur. Serviksin kanser öncesi lezyonları serviks taraması için bir fırsat yaratmaktadır. Spekulum insidansının pik yaşı ile gebeliğin meydana geliş sıklığı muayenesi, pap smear uygulanması ve pelvik muayene 25-35 yaş arasındadır . Bu açıdan antepartum bakım, rutin antenatal takibin bir parçasıdır. Yapılan epidemiyolojik rutin sağlık kontrollerini yaptırmayan kadınların pap çalışmalar her 100 serviks kanserli hastanın 1 tanesinin smear yaptırılmasına fırsat sunmakta ve programın tanı koyulduğu anda gebe olduğunu ortaya koymuştur. kapsamını arttırmaktadır. Bununla birlikte bu popülJones ve arkadaşları anormal sitolojik bulguları olan gebe asyonun taranması, bu kadınlardan çoğunun hamileliğin kadınların %83’ünde hastalığın Evre 1A ve 1B olarak başlangıcından kısa süre önce pap smear yaptırmış yakalandığını bildirmişlerdir. Prenatal servikovaginal sitoloji olabileceği gözönüne alınırsa “aşırı tarama”ya neden ve kolposkopi ile yapılan bir tarama gebelerin % 2’sinde olabilir. Gebe ve gebe olmayan kadınlar arasında pap CIN varlığını ortaya koymuştur. Benzer şekilde serviks smear alınma eyleminin asıl uygulanma biçimindeki kanseri taraması için sitolojik inceleme yapıldığı ve 3658 potansiyel farklılıkların anlaşılması, halk sağlığı kural kadının dahil edildiği başka bir araştırmada olguların yapıcılarının taramaya yönelik çatışan tutumların %1.7’sinde CIN veya mikroinvazif karsinom saptanmıştır. farkında olmasına ve antepartum pap smear etkisiBu bulgular, gebelikte en sık rastlanan neoplazi CIN nin rutin bir eylem olarak değerlendirilmesine yardımcı olduğu halde bu konunun ihmale uğradığı gerçeğini olacaktır. Antepartum pap smear’in “aşırı tarama”ya göstermektedir. Önceki yıllarda gebeliğin vaginal smear’i katkısı bulunmaktadır ancak bunun etkisi kadınların değiştirebileceği ve yanıltıcı sonuçlar vereceği görüşü ortalama olarak önerilen tarama yaşının başlangıcından hakimdi. Ayrıca gördüğümüz gibi çalışmamızda anormal sonra hamile kaldığı ülkelerde fazla değildir (19). sitoloji bulguları ve dolayısıyla yanlış pozitiflik oranları Konuyu kendi ülkemiz açısından ele aldığımızda, birçok artmış değildir. Smear’leri tarayan pataloğa bu konudaki gebe kadın belki de hayatında ilk ve tek kez gebelik görüşünü sorduğumuzda, bir gebenin sitolojisine bak- döneminde doktor yüzü görmektedir. Bunu da daha makta olduğunu bilerek değerlendirme yaptığını, bunun çok ultrasonda bebeğini görmek ve özellikle cinsiyetini da yanlış pozitiflik oranınını azalttığını ifada etmiştir. öğrenmek amacıyla yapmaktadır. Ultrason sayesinde Belki de hastanın gebe olduğunu bilmeden yapılacak geçmiş dönemlere kıyasla bugün birçok Türk kadını bir değerlendirmede daha yüksek oranda anormal si- gebeliği süresince en az bir kez doktora başvurmaktadır. tolojik bulgular saptanabilirdi. Yine de bugün gebeliğin İşte bizim yararlanmak istediğimiz de bu fırsattır. vaginal smear’i etkilemediği ve gebelerde de aynı gebe Sarkar S. ve arkadaşları tarafından gebe populasyonolmayanlarda uygulanan yöntemlerin takip edilmesi da servikal smear testinin etkinliğinin araştırılması için gerektiği bilinmektedir. Bu nedenledir ki hasta hangi yapılmış retrospektif, 100 gebeden oluşan çalışmada şikayetle başvurursa vursun mutlaka uygun koşullarda elde edilen sonuçlar Western Health Board sonuçlarıyla smear alınmalı ve takipleri anlatılmalıdır. karşılaştırılmış, %58 normal, %6 anormal, %36 yeterServiks kanser öncesi lezyonlarının insidansıyla (ortaya çıkması) gebeliğin meydana geliş sıklığı 25 ila 35 yaş arası kadınlarda aynı on yıllık süreye denk geldiğinden antepartum bakım Pap smear önerilmesi için bir fırsat sunmakta ve dolayısıyla programın kapsama alanını genişletmektedir. BMC Health Servisi tarafından antepartum pap smear’in sitolojik servikal kanser tarama programının Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 siz değerlendirilmiştir. Yetersiz smear sonuçları oldukça yüksek olduğu halde anormal sitoloji insidansı standart değerlerde kabul edilmiştir (20). Japaonya’da (Fukushima Medical University) yapılan 1593 gebenin servikal sitoloji açısında değerlendirmeye tabi tutulduğu bir çalışmada anormal sonuçları olan olgular kolposkopik biopsi ve sitolojik incelemeye alınmışlar. Anormal servikal sitoloji ve servikal neoplasm sırasıyla %1.63 Abalı ve Arkadaşları (26 olgu) ve %0.82 (13 olgu) olarak saptanmış. Anormal sonuçlar 45 yaş altı 214375 sayıda kişiden oluşan gebe olmayan gruptan (%0.9) daha fazla görülmüş. Servikal neoplasm yönünden ise iki grup arasında belirgin fark görülmemiştir. Bu çalışma gebelikte uygulanan servikal sitolojik tarama etkinliğinin, gebe olmayan gruptan farklı olmadığını ve gebelikte rutin servikal sitolojik taramanın önemini göstermektedir (21). Bizim vakalarda her iki grupta displaziye rastlanmadı. Gebe grupta ASC-US ve daha ağır smear sonucuna rastlanmazken, gebe olmayan grupta 3 (%3.6) ASC-US smear sonucuna rastlandı (Tablo-7). Gebe grupta patolojik smear sonucunun azlığı inflamatuar değişikliklerin gebelerde fazla olmasına ve değerlendiren patoloğun olguların gebe olduğunu bilerek sınırda olan smear sonuçlarını reaktif değişikler grubuna dahil etmesinden kaynaklandığı düşünüldü. Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal medi. Transformasyon zonunun örneklenmesi, materyalin yeterliliği ve sitolojik değerlendirmenin sağlıklı olabilmesi için gereklidir (23). Çünkü smearde endoservikal/metaplazik hücre varlığı, en çok malinite gelişme olasılığı olan transformasyon zonunun örneklendiğini gösteren bir bulgudur. Literatürde endoservikal hücre bulunduran smearların üç kat daha yüksek oranda epitelyal hücre anomalisi içerdiği de bildirilmiştir (24). Klinikopatolojik iletişimin arttırılması ve yeterlilik / yetersizlik nedenlerinin raporlarda belirtilmesi doktorun smear alma tekniğini tekrar gözden geçirmesine ve servikal smear kalitesinin düzeltilmesine yardımcı olmaktadır (22). Servikovaginal smear, son dönemde geliştirilen kanser tarama yöntemleri içerisinde en başarılılarından birisidir. Bunun en önemli nedenleri servikal dokuya ulaşımdaki kolaylık ve brush ile yeterli miktarda sitolojik örnek alabilme şansıdır. Premalign lezyonlardan kansere gidiş süresinin uzunluğu bizim tanı ve tedavi şansımızı arttırmaktadır. Bu sebeplerdendir ki servikal tarama Çalışmamızda reaktif hücresel değişiklikleri gebelere yöntemleri ile servikal kansere bağlı ölüm ilk sıralardan ait smearlerde %47.2 oranında gördük. Gebe olmaonlu sıralara gerilemiştir. yan smearlar ile karşılaştırıldığında (%38.8), bu oran gebelerde artmaktadır. Bu istatiksel olarak anlamlıdır Mevcut kanıtlar serviks karsinomundan kaynaklanan (Tablo-7). Bu sonuç gebelerde enfeksiyon oranının fazla mortalitenin azaltılmasında sitolojik tarama programlarının olmasına ve enfeksiyonun sebep olduğu inflamasyo- etkili olduğu yolundadır. Kanser taraması sadece mornun, reaktif hücresel değişiklik oranını arttırmasından taliteyi azaltmakla kalmaz bunu muhtemelen insidansı kaynaklanmaktadır. Ayrıca gebelikte sıklıkla izlenilen azaltarak da yapar. ektropion; glandüler epitelin vaginal ortama girmesi Kanser öncüsü lezyonların üreme çağındaki bayanile meydana gelmekte ve pap smear’de inflamatuar larda zirve yaptığı düşünüldüğünde, tarama yaşının değişiklikler şeklinde rapor edilmektedir. en azından bu dönemi kapsaması gerektiği aşikardır. Standart tanısal kriterler kullanıldığında, bir ASC-US tanısı pap-smear sonuçlarının %5’inden fazla olmamalıdır. Bizim çalışmamızda gebe grubunda ASC-US tanısı alan olgu görülmemiştir. Gebe olmayan grupta ASC-US tanısı alan olgu sayısı: 3/82 (%3.6) olarak tespit edilmiştir. Dağlı ve Özercan Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesinde yaptıkları çalışmada, 1322 olguyu retrospektif olarak incelemişler, servikal smearlarda yetersizlik oranlarını ve sebeplerini belirlemişlerdir. İnceledikleri smearların alınmasında servikal fırça kullanılmış ve elde edilen materyal iki lama yayıldıktan sonra %96’lık alkolle tespit edilerek gönderilmişti. Yaptıkları çalışma sonucunda 1322 olgudan 95’ini (%7,2) yetersiz olarak bulunmuşlardır. Yetersiz olarak değerlendirdikleri 95 olgudaki nedenler sırasıyla; aşırı inflamasyon (%38,9), squamöz hücre azlığı (%29,5), aşırı kanama (%17,9), fiksasyon kusuru ve yayma tekniğinde yetersizlik (%9,5), aşırı sitoliz (%2,1) ve klinik bilgi yetersizliğidir (%2,1) (22). Bizim çalışmamızda yetersizlik oranı gebe grubunda % 1.3 görüldü. Gebe olmayan grupta ise yetersiz sonuç görül- Bu nedenle peryodik smear takibine gelmeyen, ancak gebelik kontrollerine gelen kadınlardan smear alınması bu hastaların taranmasına fırsat verecektir. Pap smear rutin gebelik testleri arasına sokulmalıdır. muhtemelen insidansı azaltarak da yapar. Kanser öncüsü lezyonların üreme çağındaki bayanlarda zirve yaptığı düşünüldüğünde, tarama yaşının en azından bu dönemi kapsaması gerektiği aşikardır. Bu nedenle peryodik smear takibine gelmeyen, ancak gebelik kontrollerine gelen kadınlardan smear alınması bu hastaların taranmasına fırsat verecektir. Pap smear rutin gebelik testleri arasına sokulmalıdır. Fakat unutulmamalıdır ki, pap smear sadece bir sitolojik tanıdır ve kesin tanı histolojik tanı ile konulabilir. Hasta gebe bile olsa, kolposkopi endikasyonlarının geniş tutulup, şüpheli lezyonlardan doku biyopsisi ile kesin tanıya gitmek şu an en mantıklı yol olarak görülmektedir. Smear testinde yanlış pozitiflik ve yanlış negatiflik oranlarında çelişkiler olsa da, şu anda kabul edilebilecek en etkili tarama yöntemidir. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 45 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal KAYNAKLAR 1- Shingleton HM, Thompson JD. Cancer of the cervix. In: John AR, Thompson JD, eds. Te Linde’s Operative Gynecology. 8th ed. Philadelphia: Lippincott-Raven, 1997. p.1413-500. 2- Parkin DM, Bray F, Ferlay J, Pisani P. Global cancer statistics, 2002. CA Cancer J Clin 2005;55:74-108. 3- Jin XW, Cash J, Kennedy AW. Human papillomavirus typing and the reduction of cervical cancer risk. Cleveland Clin J Med 1999;66:533–539. Abalı ve Arkadaşları 14- Ayinde AE, Adewde IF, Babarinsa IA. Trends in cervikal cancer screening in Ibadon, Nigeria: A four-year review. West Afr Med 1998:17;25-30. 15- Pisharodi LR, Jovanoska S. Spectrum of cytologic changes in pregnancy. A review of 100 abnormal cervicovaginal smears, with emphasis on diagnostic pitfalls. Acta cytol 1995;39(5):905-908. 16- Pairwuti S. Pap smear examination in women with near-term pregnancy. J Med Assoc Thai 1991;74(3):156158. 17- Beziroğlu İ, Öniz A.Vajinal akıntı yakınması ile başvuran hastaların akıntı örneklerinin direk mikroskobik 4- Boyle P and Ferlay J. Cancer Incidence and Mortality in Europe, 2004 Annals of Oncology 2005;16:481- değerlendirilmesi. Sürekli Tıp Eğitim Dergisi 2004;13 (11):422. 488. 46 5- Atasü T, Şahmay S, editörler. Jinekoloji. Servik- 18- Abalı R, Bozkurt S, Arıkan İ, Şahin A, Erdener sin malign hastalıkları. 2. Baskı. İstanbul: Logos; 2001. O, Özkılıç T, Erginç S, Midilli K. Serviksin Prekanseröz Lezyonlarının Değerlendirilmesinde Sitoloji, Kolposkopi, p.257-264. Histoloji ve Human Papillomavirusün Yeri. Jinekoloji ve 6- Zemheri E, Koyuncuer A. Servikal kanserlerin erken Obstetrik Dergisi 2006;20:38-45. tanısında pap testinin önemi. Sürekli Tıp Eğitim Dergisi 19- Nygard M, Daltveit AK, Thoresen SO, Nygard JF. 2005 ;14:4-8. BMC Health Services Research 2007:23;7-10. 7- Berkman S, Ermiş H. Servikal intraepitalial neoplazi. Atasü T., Aydınlı K, editörler. Jinekolojik Onkoloji. 20- Sarkar S, Yusif S, Egan D. Cervical screening during pregnancy. Ir Med J 2006;99:284-285. 2. Baskı. İstanbul: Logos; 1999. p.239-260. 8- Sopracordevole F, Cadorin L, Muffato G, De Benetti 21- Morimura Y, Fujimori K Fukushima. Cervical L, Parin A. Papanicolau smear changes to be diagnostic cytology during pregnancy. J Med Sci 2002;48:27-37. for cervical squamous intraepithelial lesions (SIL) with 22- Dağlı A.F, Özercan M.R. Servikal smear tarama or without detectable HPV DNA at in situ hybridization programımızda sınırlılık yetersizlik oranları ve nedenleri. analysis. Eur J Gynaecol Oncol 1993;14:336-341. Fırat Tıp Dergisi 2006;11(3):166-169. 9- Greening SE. Errors in cervical smears: minimizing 23- Karabacak T, Aydın Ö, Düşmez D, Polat A, Cinel the risk of medicolegal consequences. Monogr Pathol L, Eğilmez R. Servikal smearlerde sınırlılık / yetersizlik 1997;39:16-39. oranları ve nedenleri. Patoloji Bülteni 2001;18:22-25. 10- McMeekin DS, McGonigle KF, Vasilev SA. Cervi- 24- Fiscella K, Franks P. The adequacy of Papanical cancer prevention: Toward cost-effective screening. colaou smears as performed by family physicians and Medscape womens health 1997;2(12):1. obstetrician-gynecologist. J Fam Pract 1999;48:29411- Richart RM, Vaillant HW. Influence of cell col- 298. lection techniques upon cytological diagnosis. Cancer 1965;18:1474-478. 12- Coppleson RM, LW, Brown B. Estimation of the screening error rate from the observed detection rates in repeated cervical cytology. Am J Obstet Gynecol 1974;119:953-958. 13- Korn AP. Management of abnormal cervical/vaginal pap smears. Medscape womens health 1996;1(3):1. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Bir Olgu Nedeniyle Hiperkalsemiler’e Bakış Hypercalcemia; Case report Gülbüz Sezgin*, Eşref M. Özer * ÖZET Kanda kalsiyum seviyesinin normal sınırlarından yüksek olması durumunda hiperkalsemiden bahsedilir.Genellikle belirti olmadan tesadüfi olarak başka hastalıklar nedeniyle yapılan kan ölçümlerinde fark edilir. Maligniteler ve primer hiperparatiroidi ,hiperkalsemilerin %90 sebebini oluştururken, geriye kalan nedenler D vitamini ;A vitamini entoksikasyonu, thiazid grubu diüretikler, theophyllin,lityum gibi ilaçlar ve diğer nedenlerdir.Bu yazımızda 82 yaşında kadın hastada kalsiyum seviyesi 15,9mg/dl bulunması nedeniyle hidrasyon,diüretik tedaviyle cevap alınamadı. Pamidronat tedavisi ile hiperkalsemi düzeltildi.Bu sırada hiperkalsemi sebepleri gözden geçirildi.Hastanın antihipertansif olarak kullandığı hidroklorotiazidin yaşa bağlı immobilizasyonla birleşince hiperkalsemiye sebep olduğu düşünüldü.İleri yaşta hidroklorotiazid tedavisi ile birlikte Kalsiyum preparatlarının alınması immobilizasyonla birleşince Parathormon baskılanması ile hiperkalsemi ‘ye sebep olabilir. Anahtar kelimeler: Hydroklorotiazid,hperkalsemi SUMMARY Hypercalcemia. is a frequently encountered finding during the routine work-up of patients..%90 of hypercalcemias are due to malignencies and hyperparathyroidism. Other causes of hypercalcemias are vitamin D and vitamin A intoxication, side effects of treatment with thiazide diuretics, theophyllins, lithium like medications and other rare causes.. We present an 82 year old woman with a blood calcium level 15,9mg/dl,who did not respond to vigorous rehydration and diuretic treatments .However she responded promptly to treatment with Pamidronate. We have ruled out the causes of hypercalcemia in this patient and decided that patient’s use of hydrochlorotiazides as antihypertensive medication for a long time , her age related physical inactivity ,consumptiom of extra calcium ,dehydration and consequently the suppression of parathyroid activity are the main causes of severe and dangerous level of hypercalcemia in this patient . Key Words: Hydrochlorothiazide, hypercalcemia. * Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları ABD, İstanbul Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 47 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal GİRİŞ Kan kalsiyum seviyesi aralığı 8,4-10mg/dl dir. Kanda 10,5-12mg/dl seviyesinde hafif hiperkalsemi ,12-14 mg/dl orta dereceli.14-16 mg /dl ağır hiperkalsemiden bahsedilir.(3) Hiperkalsemi sık görülen klinik bir bozukluktur.Altta yatan ciddi bir hastalık olabilir veya olmayabilir rutin yapılan tetkikler sonucu da ortaya çıkabilir. Erişkinlerde görülen hiperkalseminin en sık sebebi primer hiperparatiroidizm’dir. Hastanede yatan hastalarda ise hiperkalseminin en sık nedeni maliğnitelerdir(3). Hiperkalsemi ile ilişkili klinik belirtileri, halsizlik, sersemlik, depresyon, konsantrasyon yeteneğinde azalma, bulantı, kusma ve kabızlık olarak sayabiliriz. Kalsiyum seviyesi ağır hiperkalsemi seviyesine geldiğinde konfüzyon, stupor ve hatta koma görülebilir. Serum kalsiyum düzeyi pskiyatrik belirtilerin şiddeti ile paralellik gösterir. Kan kalsiyum değerleri12-16mg/dl olduğunda kişilik değişiklikleri ve duygulanım bozuklukları ortaya çıkabilir. Bilinç düzeyi değişiklikleri paranoid düşünceler ve halüsinasyonların bulunduğu akut organik beyin sendromu genellikle 16-19mg/dl, somnolans ve koma 19mg/dl üstündeki değerlerde gelişir 48 Hiperkalsemilerin tüm nedenleri arasında en sık görüleni (%90) primer hiperparatiroidizm ve malignitelerdir. Bu nedenle ayırıcı tanıda yaklaşım bu iki nedeni ayırmaya yöneliktir. Genellikle bunların arasında ayrım yapmak zor değildir. Primer hiperparatiroidi de Parathormon yüksekliği ve kalsiyum yüksekliği bir aradadır, halbuki maligniteye bağlı hiperkalsemilerde parathormon baskılıdır. Maliğniteler sıklıkla hiperkalsemiye sebep olduklarında hastada kalsiyum konsantrasyonu çok yüksektir ve hiperkalsemi semptomları hiperparatiroidizm olan hastalara göre çok daha aşikardır.(1-3) Hiperkalsemilerin %10 gibi diğer nedenleri PTH düzeyini arttırmadan hiperkalsemiye yol açan sebeplerdir.İlaçlar bu gruba girerler.Bizim olgumuz da thiazid grubu diüretikler ile birlikte kalsiyum preperatlarını kontrolsüz bir şekilde hekim tavsiyesi olmadan almıştı. Bu olgu yazımızda ilaçların hiperkalsemiye sebep olduğu bir olguyu ayırıcı tanısı ile sunuyoruz. Sezgin ve Arkadaşları kötü. oryantasyon-kooperasyon azalmış, obez, her iki dizde gonartroza bağlı krepitasyon, nöroloji konsultasyonunda önerilen beyin tomografide serebral atrofi dışında patoloji saptanmadı. Özgeçmişi; 7 senedir hipertansiyonu,10 senedir her iki dizde gonartrozu var, hareketsiz bir yaşamı var. Diklofenak sodyum, Telmisartan150mg Hidroklorothiazid 25mg/gün, son 6 aydır, Atenolol 50mg/gün_12.5mg hydrochlorotiazid kombinasyonu son 3aydır kullanıyor. Ayrıca hekim tavsiyesi dışında kalsiyum preparatları düzensiz olarak kullanıyor. Laboratuvar: Kreatinin:1,7mg/dl, potasyum:3,2mmol/l, fosfor:1,9mg/dl, total kalsiyum:15,9mg/dl, iyonize Kalsiyum:7,58mg/dl, ALT:95U/l, GGT:54U/l, Alkalen fosfataz: 74U/l, Albumin:3,6g/dl, PTH: 9,6pg/ml, TSH:2,28uİU/ ml CEA:1,63ng/ml CA:19.9:10,3U/ml,CA.125:5,3U/ml,CA 15-.3:9,5U/ml İdrar kültürü:100000 KOB/mlE.coli üredi.24 saatlik idrarda kalsiyum seviyesi 175 mg olarak tespit edildi. Görüntüleme: Akciğer grafi, sol akciğer medialde milimetrik opasite.kalp/göğüs oranı artmış.Tiroid USG:Tiroid bezi sağ lobta 6x3mm boyutunda net kontur çizmeyen hipoekoik nodül formasyonu saptandı.Dijital Mamografi ve meme USG de:Sağ meme üst dış kadranda 17x13mm boyutunda sınırları net seçilmeyen ,içerisinde milimetrik kalsifikasyon odakları seçilen solid kitlesel lezyon saptandı. Sağ memede saat 12 hizasında 12x7 mm hipoekoik lezyon saptandı.BI-RADS kategori 4 bulgular saptandı. Daha sonra meme true cut biopsi patolojisinde : Sağ meme,true–cut biopsi: Kollagenize, yoğun lenfohistiositik (CD68 ile pozitif)hücre infiltrasyonu gösteren stromada E-cadherin ile membranöz boyanma gösteren,SMA ile çevre miyoepitellerin seçilebilen dağınık küçük gland yapıları.Olguda öncelikle mastit ve buna reaktif değişiklikler düşünülmektedir. Gönderilen materyalde maliğnite izlenmemekte,gerekli görülürse tekrar biopsi önerilir.Hasta ailesi tekrar biopsiyi kabul etmediğinden tekrarlanmamıştır. Tüm vücut kemik sintigrafisi : 20mCi Tc99m-MDP verildikten 2 saat sonra anterior ve posteriordan alınan tüm vücut görüntülerinde:Sol hemithoraxta7.kosta anterior uçta fokal aktivite artışı, sağ omuzda aktivite OLGU artışı,vertebral kolonda düzensiz aktivite tutulumu,L4,L5 F.Y . 81 yaşında kadın hasta: geçici bilinç bulanıklığı vertebralarda aktivite artışı ,her iki dizde düzensiz ak,unutkanlık, ayağa kalkınca baş dönmesi, bacaklarda tivite artışı tespit edildi ağrı,yakınmaları ile acil servisimize getirildi. 13/11/2008 de Tüm abdomen BT: Karaciğer içi kitlesel lezyon izlenhastaneye gelişinde fizik muayenede TA:115/75mmHg, medi.Safra kesesinde 12 mm çaplı taş,dalak pankreas nabız:50/dk, ateş: 36,5, SpO2: %94,genel durum:orta- ta patoloji gözlenmedi. Umbilikal herni kesesine ait Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Sezgin ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal görünüm izlendi Uterus ve adnexlerde patoloji izlenmedi. Osseoz dokuda litik destruktif odak izlenmedi. de Micardis plus(Telmisartan-hydrochlorothiazid) toplam 25mg/gün tiazid grubu diüretik içeriyordu.Ayrıca son Klinik İzlem: Hasta yatırıldıktan itibaren saptanan 6 aydır çevrenin tavsiyesiyle kalsiyum takviyesi ve vitakalsiyum 15,9mg/dl olması nedeniyle hidrasyonu min preparatları aldığını ancak dozu konusunda kesin sağlandı .1000cc İsotonik NaCl günde toplam 4000cc bir bilgi veremiyordu. Yaşı ve gonartrozu nedeni ile son .Furosemid amp(4x1) uygulandı ancak tekrarlanan yıllardaki immobilazyonu birleşince hiperkalsemiye ve kalsiyum kontrollerinde %14,5 mg/dl ‘ye kadar düşme parathormon baskılanmasına neden olduğu düşünüldü. olması nedeniyle yeterli bulunmadı ve Pamidronat 30mg/ Hiperkalsemi tedavisi sonrası kan kalsiyum değerlerinin gün 3 gün süre ile 500ccizotonik NaCl içinde İ.V ver- tekrar yükselmemesi maligniteden bizleri uzaklaştırdı. ildi. Hastanın kalsiyum seviyesi giderek düştü.Taburcu Tiazidler intravasküler hacmi azaltır, bu da glomerül edildikten 8ay sonra Kalsiyum seviyesi 9,5mg/dl. Hasta filtrasyon hızını azaltır, kalsiyumun proksimal tubulden reabsorpsiyonunu arttırır ve plazmayı konsantre eder. takibi ayaktan devam etmektedir. (2-3-4) Bu faktörler plazma kalsiyumunu arttırır. Tiazidler ayrıca direkt olarak renal distal tubuler kalsiyum reabsopsiyonunu(6) arttırır. Hasta şu an hastaneden TARTIŞMA taburcu olduktan 9 ay sonra hidroklothiazidli diüreYüksek kalsiyum seviyeleri,özellikle 14mg/dl üzerinde tik almıyor, kalsiyum preperatı kullanmıyor,vitamin olunca acil tedavisi gerekli bir durumdur.Kalşiyum seviyesi kullanmıyor, kalsiyum ve parathormon seviyeleri noroptimal sınırda iken hücre fonksiyonları normal,10,5mg/dl mal sınırlarda gitmektedir.Literatürde örneklerinde olduğu seviyesinden sonra hücre membranında hiperpolarizasyon gibi(3-5-7) hydrochlorotiazide ve vitamin preparatlerının başlar(6)Kalsiyum seviyesi 12mg/dl seviyesine kadar kullanımı hiperkalsemiye yol açmaktadır.Tanı konulduktan asemptomatik olabilir.Bu seviyeden itibaren klinik belirtiler sonra ve özellikle maliğniteyi ekarte ederken tedavisini başlar.Bizim hastamızda görülen bradikardi,bulantı,kons yapmak hastanın hayatını kurtarıcı olmaktadır. Bu olgu tipasyon,poliüri,somnolans.karın ağrıları.unutkanlık.kemik sunumu ile ilaç ve immobilizasyona bağlı ileri yaşlarda ağrıları.özellikle alt extremite ağrıları (6) hiperkalseminin hiperkalsemilerin olabileceğini hatırlatmak istedik ve klinik belirtileridir ancak bunlar birçok hastalıkta görülebilir.. güncel literatürü taramayı amaçladık. Kanda kalsiyum seviyesi 15.9mg/dl bulunması nedeniyle klinik belirtilerle birleşince tablo belirlendi.Bu hastaya ilk yapılacak iş kalsiyum seviyesini düşürücü tedaviye KAYNAKLAR başlamaktır(6)Bu nedenle sıvı tedavisine başlandı.Yaşı itibarı ile en ufak bir yüklenmede kalp yetersizliğine 1- Uysal A.R. Primer Hiperparatiroidizm ve Hipgirebileceği düşünülerek aldığı ve çıkardığı sıvı takibi erkalsemi, Sekonder Hiperparatiroidizm. Erdoğan G. çok dikkatli yapıldı.Bu hastalarda saatte 200cc idrar Koloğlu Endokrinoloji Temel ve Klinik,2.baskı,Ankara,MN çıkması hedeflenir.Kan kalsiyumunu düçürmek amacıyla Medikal Nobel,2005:295-302. düşük doz loop diüretikleri (Furosemid 10-20mg)önerilirBiz 2- McPhee SJ,Papadakis MA,Lawrence M,Tierney hastamızda hidrasyonla kalsiyum seviyesini düşüremedik JR. Hyperparathyroidism.Current Medical Diagnosis & diürezle de düşmedi ve Pamidronat kullandık.Literatürde Treatment 46.ed.Mc Graw Hill. 2007: 1173-1179. daha çok malğn hastalık hiperkalsemilerinde bifosfonat- 3- Koppel M H., Shinaberger J H, Massry S G et al. lar önerilmektedir(6-7) Primer hiperparatiroidide post Hypercalcemic response to hydrochlorothiazide in üremia: menopozal kadınlarda Hormon replasman tedavisi () Evidence for external effect on calcium metabolizm. inatçı hiperkalsemilerde dialize kadar öneriler vardır. Annals of ınternal Medicine, 1970;72(5): 803. Biz bifosfonatla yeterli sonucu aldık. 4- Sato K, Hasegawa Y, Hydrochlorothiazide EfHastanın yaşı ve klinik bulgular birlikte değerlendirildiğinde fectively Reduces Urinary Calcium Excretion in two ilk akla gelen maligniteyi ekarte etmek oldu.Tüm vucut Japanese patients with Gain of Function Mutations maliğnite yönünden tarandı. Meme biopsisini hasta of the Calcium –Sensing Receptor Gene The J.of yakınları istemedikleri için ikinciye tekrar edilemedi. Clinical Endocrinology & Metabolism 2002;Vol.87, No.7 Aldığı ilaçlar sorgulandı ve hem antihipertansif olarak 3068-3073. kullandığı Tenoretik (Atenolol_hydrochlorothiazid) hem Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 49 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal 5- Hakim R, Tolis G,Goltzman D. et al Severe hypercalcemia associated with hydrochlorothiazide and calcim carbonate therapy. Can. Med Assoc J. 1979;121(5): 591-594. 6- Carrol MF, Schade DS. A practical approch to the Hypercalcemia, AM. Family Physician, 2003; 67(9): 1959-1966. 7- Ariyan CE, Sosa JA. Assessment and management of patients with abnormal calcium. Crit Care Med. 2004;32(4 Suppl):S146-150. 50 Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Sezgin ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Tesadüfen Saptanan Koroner Arter Fistülünün Cerrahi Tedavisi Surgical Treatment of an Incidentally Found Coronary Artery Fistula Mahmut Akyıldız*, Tamer Aksoy**, Benay Erden* , Esra Ertür *, Lütfi Çağatay Onar *, Harun Arbatlı* ÖZET SUMMARY 51 Koroner arter fistülleri, büyük damarlar veya kalbin odacıkları ile koroner arterler arasındaki bağlantılar ile karakterize olan ve nadir görülen anomalilerdir. Bu makalede 68 yaşında 5 yıldan uzun zamandır eforla artış gösteren dispnesi olan erkek hasta sunulmaktadır. Hastanın tetkikleri sırasında yapılan Koroner BT anjiografisinde koroner arter hastalığı tanısı konmuş ve koroner anjiografi önerilmişti. Koroner anjiografide koroner arterlerde önemli derecede bir stenoza rastlanmamış, ancak sol ön inen koroner arterin dalı diagonal arter ile ana pulmoner arter arasındaki fistül oluşumunu ortaya koymuştur.. Başarılı bir cerrahi tedavi ile fistül alanı bulundu, bağlandı ve ayrıldı. Postoperatif dönemde operasyonla ilgili sorunu olmayan hasta 5. gün taburcu edildi. Coronary artery fistulas are rare abnormalities, characterized with vascular communications between the coronary arteries and cardiac chambers or major vessels. A 68 years old male patient of exertional dyspnae over 5 years was admitted to our hospital. Coronary artery disease was diagnosed in his coronary CT angiography and coronary angiography had been recommended. However coronary angiography revealed no significant stenosis on the coronary arteries but showed a high flow fistula between the diagonal arterial branch of left anterior descending coronary artery and left main pulmonary artery. We performed a surgical treatment successfully, the fistulous tract identified, ligated and sewn up. After an uneventful course, the patient was discharged on the fifth postoperative day. Anahtar kelimeler: Koroner arter fistülü, koroner BT anjiografi, koroner anjiografi Key Words: Coronary artery fistula, coronary CT angiography, coronary angiography * TC. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilimdalı, İstanbul ** Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilimdalı, İstanbul Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Yıldız ve Arkadaşları GİRİŞ 52 inde korner BT anjiosunun aksine koroner arterlerde herhangi bir darlık tespit edilmedi. Koroner anjiyografi Koroner arter fistülleri sonlandırma anomalileri olarak ile sol ana koroner arterin dalı olan diagonal arter ve sınıflandırılmaktadır. Koroner arter fistülleri miyokardiyal sol ana pulmoner arter arasında ana pulmoner arteri kapiller yatağa uğramadan geçen ve koroner arterler ile dolduran yüksek akımlı fistül saptandı. Hastanın efor kalbin odacıkları veya venleri arasında yada pulmoner dispnesini izah eden bu anomaliye cerrahi müdahale dolaşım arasındaki bağlantılardır. Koroner arter fistülkararı alındı. Operasyon genel anestezi altında orta leri ilk olarak 1865 yılında tanımlanmış fakat 1978 sternal kesi ile yapıldı. Arteriovenöz fistül oluşumlarının yılına kadar anjiografik tanısı konamamıştır. Koroner sağ ventrikül infundibulum üzerinde görülmesi üzerine arteriyel fistüller tanı amaçlı yapılan tüm kardiyak kardiyopulmoner bypassa girilmedi. Görülen vasküler kateterizasyonların %0.1-0.2’sinde saptanmaktadır[5]. yapılar ayrı ayrı tespit edilip 4/0 poliprolen ile suture Arteriovenöz fistüllerin çıkış yerlerine göre görülme sıklığı, edildi. Herhangi bir elektrokardiografik ve hemodinasağ koroner arterden %50-58, sol ön inen arterden mik değişiklik gözlenmedi. Postoperatif dönemde yoğun %25, sirkumfleks arterden %18.3, diagonal arterden bakım takibinde oksijen saturasyonları düşük seyreden %1.9, sol ana koroner arterden ise %0.7 oranındadır. hastaya CPAP uygulandı ve göğüs hastalıkları konsültaÇoğunlukla koroner arter fistülleri konjenitaldir. Fakat syonu ile bronkodilatör tedavisi düzenlendi.Operasyon göğüs travması, koroner anjiografi ve bypass cerrahisi sonrası takip ve tedavilerinde problemi olmayan hasta, komplikasyonu olarak edinilmiş vakalar da bildirilmiştir. Bu postaperatif 5. gününde taburcu edildi. fistüller genellikle koroner anjiografi veya otopsi sırasında tesadüfen bulunmaktadır. Çünkü hastalar başlangıçta asemptomatiktir ve üfürüm için araştırma sırasında Resim:1 Ok pulmoner arterin dış konturunu, bulunurlar. Büyük fistüller zamanla daha da büyüme ok uçları ise Diagonal arterden kaynaklanan eğilimindedir. Konjestif kalp yetmezliği, miyokardiyal koroner AV fistülü göstermektedir. enfarktüs, aritmiler, enfektif endokardit, anevrizma oluşumu, felç, rüptür ve ölüm gibi komplikasyonlar ileri yaş hastalarda artış göstermektedir. Bu oluşumlar genellikle hızlı bir şekilde büyürken bir çoğu transkatater veya cerrahi teknikler ile onarım gerektirir. OLGU SUNUMU Yaklaşık 5 yıldır eforla artış gösteren nefes darlığından şikayet eden 68 yaşında erkek hasta bu şikayeti ile göğüs hastalıkları tarafından kronik obstrüktif akciğer hastalığı tanısıyla takip ediliyordu ve bronkodilator tedavi almaktaydı. Son 2 yıldır şikayetlerinin artması ve göğüs ağrısı olması üzerine koroner BT angiografi yapıldı ve sol koroner arterin “left anterior descending” (LAD), “intermediate” ve “circumflex obtuse marginal” dallarının her birinde %41 - % 51 oranlarında değişen darlıklar saptanmıştı. Koroner arter darlıklarının kritik olmadığı izlenimi edinilmesine rağmen koroner arter hastalığı tanısı konmuş ve darlık derecelerini tekrar gözden geçirmek ve semptomlarla ilişkisini açıklayabilmek için koroner anjiografi önerilmişti. Özgeçmişinde ve soygeçmişinde herhangi bir özellik yoktu. Yapılan fizik muayene, kan tahlilleri, akciğer grafisi ve elektrokardiogramında herhangi bir anormallik saptanmadı. Yapılan koroner anjiografisCilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 TARTIŞMA Koroner arterlere ait fistüller nadir anomaliler olup etiyolojisi tam olarak aydınlatılamamıştır. Tüm kardiyak kateterizasyonlar içerisinde görülme sıklığı %0.1-0.2 oranındadır [5]. En sık sağ koroner arterden (%60) çıkıp sağ ventriküle bağlanan( %90) tipi görülmektedir. Yıldız ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Hastalar bebeklikte nadiren semptomlarla başvururlar hastalığı tanısı olmasa bile koroner AV fistül olasılığının akılda ve sıklıkla ergenlikte tanı konulabilir. Hastaların çoğu tanı tutulmasını ve klasik koroner anjiografinin tamamlayıcı konulduğunda asemptomatiktir ancak bazı hastalarda olarak kullanılmasını önermekteyiz. dikkatli bir oskültasyonla spesifik olmayan üfürümler duyulabilir. Sol sağ şantın sebep olduğu kronik ventriküler KAYNAKLAR volüm yüklenmesine bağlı konjestif kalp yetersizliği, anjina pektoris, kardiomiyopati, atrial fibrillasyon hast1- Qureshi SA, Tynan M. Catheter closure of coronary alarda gözlenebilir. Bakteriyel endokardit, anevrizma artery fistulas. J Interv Cardiol 2001;14:299-307. rüptürü, miyokardial iskemi ve enfarktüs nadir görülen komplikasyonlardır. Transkatater kapamaların cerrahi 2- Armsby LR, Keane JF, Sherwood MC, et al. Mantekniklere göre başarı oranları %83-91 arasındadır. agement of coronary artery fistulae. Patient selection Transkatater “coil”(sarmal) kapamalarının komplikasyon and results of transcatheter closure. J Am Coll Cardiol riski düşüktür. ST-T değişiklikleri, aritmiler, koroner arter 2002;39:1026-1032. spazmı, fistül diseksiyonu, coil embolizasyon ve ölüm nadir 3- Olearchyk AS, Runk DM, Alavi M, et al. Congenital de olsa gelişebilen komplikasyonlardır. Komplikasyonlara bilateral coronary-to-pulmonary artery fistulas. Ann bağlı gelişen ölüm oranları %0-2.2 olarak belirtilmiştir. Thorac Surg 1997;64:233-235. (1,2) Bu sebeple, büyük fistül, çoklu açıklıklar, belirgin anevrizmal genişleme gibi komplikasyonların gelişebileceği 4- Marschall S. Runge M, Ohman M.E. Netter’in göz önünde bulundurulmalı, buna eşlik eden ek kardiyak Kardiyolojisi Türkçe Çeviri 1.basım, Buğdacı M.S. Nobel lezyonlar ve dolaşım yüklenmesi varlığında hastalar cer- Tıp Kitabevi/İstanbul 2008:492-493. rahi olarak tedavi edilmelidir. Cerrahi tedavide seçilecek 5- Vavumnakis M, Bush CA, Boudoulos H. Cononeryyöntem hastaya göre belirlenmelidir. Kardiyopulmoner ortery fismlosin odultsi İncidence, ongiographic cherecbypasa girmeden ya da girerek ligasyon yapılabilr. Diğer terics, natürel history.Catherizetion and Candıovescular cerrahi teknikler, fistülün pulmoner arter veya kalp İntervertions. 2005;35:116-120. odacıkları içerisinden kapatılması (%46.1), tanjansiyel arteriorafi (%28.8), tek başına distal ligasyon (%11.5), proksimal ve distal ligasyon (%6.7), ligasyon ve koroner bypas grefti (%3.8), anevrizmal koroner arter içinden kapama (%2.9) şeklindedir(3). Koroner arter fistülünde doğru teşhis koymak çok önemlidir. Geleneksel olarak koroner anomalilerde tanı amaçlı klasik koroner anjiografi kullanılmaktadır. Son yıllarda tıkayıcı koroner arter hastalıklarının tanısında koroner BT anjio önemli bir ilerleme kaydetmiştir. Başlangıçta 32 kesitli olan koroner BT anjiografi cihazları hızla geliştirilmiş ve 64, 128 ve 256 kesitli; daha az kontrast madde ve daha düşük dozda radyasyon kullanarak daha iyi görüntü sağlar duruma gelmişlerdir. Ancak konvansiyonel koroner anjiografi halen altın standarttır. Hastalarda cerrahi ya da invaziv kardiyolojik bir girişim gerektiğinde mutlaka konvansiyonel anjiografi yapılmalıdır. Bu sayede görüntü artefaktları ya da eksik görüntüleme nedeniyle tedavi hatalarından kaçınılabilir. Ayrıca bu olguda da görüldüğü gibi koroner damar yatağındaki kan akımının dinamik görüntüsü bize BT anjiografinin veremediği çok değerli bilgileri vermektedir. Bizim hastamızda olduğu gibi iskemi ya da dispne semptomları bulunan hastalarda BT’de koroner arter Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 53 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Dyke - Davidoff - Masson Syndrome may be Confused With Hydrocephalus Dyke - Davidoff - Masson Sendromu Hidrosefali ile Karışabilir Alper Karaoğlan*, Meral Çınar, ** Osman Akdemir** ̇, Hakan Erdoğan**, Ahmet Çolak*, 54 ÖZET SUMMARY Dyke-Davidoff-Masson (serebral hemiatrofi) sendromu tanısı mevcut dört vakayı sunuyoruz. İlk vaka hidrosefali ile karışabilecek serebral hemiatrofinin ciddi bir formudur. Diğer daha az ciddi serebral hemiatrofisi mevcut üç hastanın ise hidrosefali ile benzer yönü bulunmamaktadır. Sonuçta ciddi derecede serebral hemiatrofisi ve ventriküler genişlemesi var olan vakalar hidrosefali ile karışabilir. We reported four cases of Dyke-Davidoff-Masson syndrome (cerebral hemiatrophy). The first case is a severe form of cereberal hemiatrophy which may be confused with hydrocephalus. The other three are mild cases which are not so similar with hydrocephalus. In conclusion, the cases with severe cerebral hemiatrophy and ventricular enlargement may be confused with hydrocephalus. Anahtar Sözcükler: Dyke-Davidoff-Masson sendromu, hidrosefali, hemiatrofi. Key Words: Dyke-Davidoff-Masson syndrome, hydrocephalus, hemiatrophy * TC. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nörosinunji AD, İstanbul ** TC. Sağlık Bakanlığı Taksim EAH Norosinunji Kliniği, İstanbul Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Karaoğlan ve Arkadaşları Dyke-Davidoff-Masson syndrome (cerebral hemiatrophy) is a rare condition characterized clinically by facial asymmetry, seizures, contralateral hemiplegia or hemiparesis, and mental retardation (1,2,3). These findings may occur early in life or in utero. Radiologically, magnetic resonance (MR) and computed tomography (CT) demonstrate the parenchymal abnormalities of unilateral loss of cerebral volume and compensatory bone alterations in the calvarium, such as thickening, hyperpneumatization of the paranasal sinuses and mastoid cells as well as elevation of the petrous ridge and greater wing of the sphenoid bone (2,3). Also, there is unilateral ventricular enlargement depending on cerebral atrophy (2,3). Dyke-Davidoff-Masson syndrome may be confused with hydrocephalus because of this radiological feature. In this study we present four cases of Dyke-Davidoff-Masson, one of which shows similarity with hydrocephalus. Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal ment of extra-axial, ipsilateral, lateral ventricles. This patient received antiepileptic therapy and his seizures underwent control. CASE 4: A 22 year-old male was evaluated for recurrent seizures persisting since the age of fourteen. She had right hemiparesis in neurological examination. Brain MRI revealed atrophy of the left cerebral hemisphere, medulla oblongata, pons and mesencephalon with enlargement of left lateral ventricle. She was discharged from the hospital after antiepileptic therapy. DISCUSSION Cerebral hemiatrophy is not frequently encountered in clinical practice. When this develops early in life (during the first two years), certain cranial changes like homolateral hypertrophy of the skull and sinuses occur. The compensatory cranial changes occur to take up the relative vacuum created by the hypoplastic cerebrum (2,3). The classical clinical presentation includes CASE REPORTS seizures, facial asymmetry, contralateral hemiplegia CASE 1: An 8-year-old male was evaluated for right or hemiparesis and mental retardation (1-4). Imaging hemiparesis and seizures. Presented with locomotor studies show unilateral atrophy of the cerebral hemiand sensorimotor deficits at the age of eleven month sphere with ipsilateral shift of the ventricles. The sulci when walking had begun. In examination the only on the involved side are wide and often replaced by finding was right hemiparesis. MR imaging revealed gliotic brain tissue (1-5). The ventricles at the same atrophy at left cerebral hemisphere, mesencephalon, side with the atrophic hemisphere may seem dilated. pons and calvarial hypertrophy, hyperpneumatization In the cases, presented with severe ventricular enof the paranasal sinuses with ventricular enlargement largement, this imaging finding may cause difficulties on the same side. He continued to visit our depart- in differential diagnosis with monoventricular hydrocephalus as in our first case which was thought as ment after discharge. a monoventricular hydrocephalus. We were able to CASE 2: A 28-year-old female who suffered from diagnose the disease after a further evaluation. Both recurrent seizures since the age of six had right facial two pathologies may have the same clinical aspects atrophy detected in physical examination. In neurological like contralateral hemiplegia or hemiparesis and mental examination slight mental retardation and left hemiparetardation. Also similar etiologies may exist as preresis existed. Brain MRI demonstrated atrophy of the natal, perinatal, postnatal trauma and infections in pons, mesencephalon and the right cerebral hemisphere, this condition. Although MRI and CT imaging findings thickening of the calvarium at the same side and dilamay seem similar at first sight, many differences may tation of the calvarial sinuses with enlargement of the be detected by a careful evaluation. Atrophic sulci of ventricles at right. The patient’s seizures underwent only one hemisphere, atrophic parenchyma, shift on control by application of antiepileptic therapy. the same side and compensatory changes are the CASE 3: The present patient who was a 36 year findings of Dyke-Davidoff-Masson syndrome which are old male suffered from hypoesthesia and seizures. important in differential diagnosis. Also parietooccipital He had a history of dystocia and right hemiparesis in diameter is generally normal. neurological examination. Brain MRI demonstrated mild In contrast to the traditionally emphasized features atrophy of the left cerebral hemisphere and enlarge- of Dyke-Davidoff-Masson syndrome, in hydrocephalus Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 55 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Karaoğlan ve Arkadaşları Figure 1A: CT imaging showing right calvarial hypertrophy and hyperpneumatization of the paranasal sinuses in first case. 1B: MR imaging showing atrophy of the right cerebral hemisphere and severe ventricular enlargement on the same side in first case. 56 Figure 2: Imaging studies showing unilateral atrophy of the cerebral hemisphere with ventricular enlargement on the same side in other cases. there is flattening of sulci, periventricular CSF transmission, shift onto the opposite side and increased head’s REFERENCES circumference with wide and tight fontanels in pedi- 1- Afifi AK, Godersky JC, Menezes A, Smoker WR, atric patients. Intraventricular CSF pressure detection Bell WE, Jacoby CG. Cerebral hemiatrophy, Hypoplasia and functional MRI may be further methods that are of Internal carotid artery and intracranial aneurysm. important in differential diagnosis. Arch Neurol 1987;44: 232-235. The risk of confusion in differential diagnosis with 2- Sener RN, Jinkins JR. MR of craniocerebral hemihydrocephalus is not common when the ventricular atrophy. Clin Imaging 1992;16: 93-97. enlargement is less as in our 2nd and 3rd cases. 3- Zilkha A . CT of cerebral hemiatrophy. AJR 1980;135: In conclusion, the diagnosis of Dyke-Davidoff-Masson 259-262. syndrome with severe cerebral hemiatrophy and ven4- Parker CE, Harris N, Mavalwala J. Dyke-Davidofftriculary enlargement may be confused with hydroMasson syndrome. Five case studies and deductions from cephalus. For this reason, history, examination, CT and dermatoglyphics. Clin Pediatr 1972;11: 288-292. MRI should be evaluated carefully. Differential diagnosis of Dyke-Davidoff-Masson syndrome requires critical 5- Lerner MA, Gadoth N, Streifler J, Gordon CR, assessment. It may be confused with hydrocephalus Young LW. Am J. Radiological case of the month. Dykeand as two different syndromes requiring different Davidoff-Masson syndrome. Am Dis Child 1988;142: 303-304. treatments a clear identification is needed. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Kardiak Sinovyal Sarkom, Olgu Sunumu Cardiac Synovial Sarcoma, Case Report Ahmet Midi*, Rahmi Çubuk**, Sıla Altınel***, Alpay Örki***, Yeşim Önder****, Yüksel Yurdugül****, Bülent Arman***,Gülçin Kıyan*****, Orhan Türken***** 57 ÖZET Kardiak sinovyal sarkom nadir görülen bir tümördür. Otuz yedi taşında erkek hasta sağ atrioventriküler kitle nedeniyle dış merkezde opere olmuş ve sinovyal sarkom tanısı almıştır. Beş ay sonraki radyolojik incelemelerinde; toraks BT’de sol hemitoraksta 222x160x129 mm ölçülerinde torasik aortayı ve özofagusu deplese eden kitlesel lezyon izlenmiştir. Sağ akciğerde en büyüğü 18 mm çaplı çok sayıda metastazla uyumlu noduller görülmüştür. MR incelemesinde trikuspit kapak seviyesinde sağ ventrikül lümenine doğru protrüzyon gösteren 45x35 mm ölçülerinde lobule kontürlü tümör izlenmiştir. Sol hemitoraksındaki kitle torakotomi ile çıkartılmıştır. Operasyon materyalilinin mikroskopik incelemesinde yer yer storiform paternde ve genellikle düzensiz yapılanma gösteren, hücre sınırları belirsiz iğsi hücrelerden oluşan selüler tümör görülmüştür. Arada miksoid değişiklik gösteren selülaritesi düşük alanlar izlenmiştir. Kardiak sinovyal sarkom bu bölgede çok nadir görülmesi ve tanı güçlüğü oluşturması nedeniyle olgumuz sunulmaya değer bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Sinovyal sarkom, kalp, tümör ABSTRACT CARDIAC SYNOVIAL SARCOMA, CASE REPORT Cardiac synovial sarcoma is a rarely-seen tumor. A 37-years old male patient was operated in an external health center due to a right atrioventricular mass and was diagnosed as synovial sarcoma. Five months later, radiological examinations revealed a nodular(mass) lesion, 222x160x129 mm in size; in the left hemi-thorax that switches thoracic aorta and oesophagus on thorax CT. Plentiful nodules harmonious with metastasis the biggest of which is 18mm in diameter have been seen in the right lung. In his MR, a lobule-contoured,45x35 mm sized tumor that shows a protrusion on the level of tricuspic valve towards the right venticular lumen has been observed. The mass in his left hemithorax was removed by means of thoracotomy. In the microscopic examination of the operation material, at certain areas a cellular tumor made up of spindle cells in storiform pattern and whose borders were not clear and that usually showed an irregular structure has been spotted. At times, areas low in cellularity that showed myxoid change was observed. Cardiac synoval sarcoma due to its rarity in this area and its difficulty in diagnosis has been found worth presenting. Key Words: Synovial sarcoma, heart, tumour *Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul **Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İstanbul ***Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı , İstanbul ****Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 3. Sınıf Öğrencisi, İstanbul ***** M.Ü. Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Midi ve Arkadaşları GİRİŞ Sinovyal sarkom sıklıkla ekstremitelerde para-artiküler bölgelerde yerleşen genç ve orta yaşlı bireyleri etkileyen agressif bir tümördür (1). Nadir olmakla birlikte yumuşak doku dışında, ploropulmoner (göğüs duvarı, kalp, mediasten, plevra, akciğer) ve diğer lokalizasyonlarda da görülebilmektedir (1-4). Sinovyal sarkom değişik derecede epitelyal farklılaşma ve spesifik kromozomal translokasyon gösteren mezenkimal iğsi hücrelerle karakterize bir tümördür (5). Sinovya ile ilişkilendirilen ismine rağmen sinovyal sarkomun histogenezi açıklık kazanamamıştır (1). Dünya Sağlık Örgütü sinovyal sarkomu diferansiasyonu şüpheli malign yumuşak doku tümörü olarak sınıflandırmıştır (6). Sinovyal sarkomun sinovyumla ilişkili olduğu ve epitelyal komponentin sinovyal yarıklara benzediği düşünülmekle birlikte sinovyal doku ile ilişkisi gösterilememiştir. Literatürde kardiak sinovyal sarkom nadir olarak bildirilmiştir (1,7-12). Histomorfolojik olarak epitelyal hücreler ve iğsi hücrelerden oluşmaktadır. İmmünhistokimyasal olarak vimentin ve sitokeratin pozitif olarak izlenir. Tedavide tek başına veya radyoterapi ile birlikte geniş rezeksiyon uygulanır. 58 Şekil 1a: Storiform paternde ve genellikle düzensiz yapılanma gösteren, hücre sınırları belirsiz iğsi hücrelerden oluşan selüler tümör (Hematoksilen ve Eozin X40) Şekil 1b: Figür 1’in yakından görünümü (Hematoksilen ve Eozin X400) OLGU SUNUMU Otuz yedi yaşında erkek hasta sağ atrioventriküler kitle nedeniyle dış merkezde opere olmuş ve sinovyal sarkom tanısı almıştır. Bu operasyondan beş ay sonraki radyolojik incelemelerinde; toraks BT’de sol hemitoraksta 222x160x129 mm ölçülerinde torasik aortayı ve Şekil 2: Miksoid değişiklik gösteren selülariözofagusu deplese eden kitlesel lezyon izlenmiştir. Sağ tesi düşük alanlar akciğerde en büyüğü 18 mm çaplı çok sayıda metastazla uyumlu noduller görülmüştür. MR tetkikinde trikuspit kapak seviyesinde sağ ventrikül lümenine doğru protrüzyon gösteren 45x35 mm ölçülerinde lobule kontürlü tümör izlenmiştir. Sol hemitoraksdaki kitle torakotomi ile çıkartılmıştır. Operasyon materyalilinin mikroskopik incelemesinde yer yer storiform paternde ve genellikle düzensiz yapılanma gösteren, hücre sınırları belirsiz iğsi Şekil 3: Vimentin ile hücrelerde pozitif boyanma hücrelerden oluşan selüler tümör görülmüştür (Şekil 1a,b). (X100) Arada miksoid değişiklik gösteren selülaritesi düşük alanlar saptanmıştır (Şekil 2). İmmünhistokimyasal olarak tümör hücreleri vimentin (Şekil 3) ile pozitif boyanmıştır. Desmin, calretinin, CD34, pansitokeratin ile boyanma olmamıştır. Ki-67 (Şekil 4) ile proliferasyon inceksi %30 olarak bulunmuştur. Şekil 4: Ki-67 ile hücre nukleuslarında pozitif boyanma (X400) Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Midi ve Arkadaşları TARTIŞMA Atrial miksoma dışarıda tutulursa kalbin primer tümörleri metastaz ve direkt kalp tutulumunun izlendiği tümörlere kıyasla oldukça az görülür. Primer kalp tümörlerinin %75’i benigndir ve bunlarında %75’ini miksomalar oluşturur (11). Malign tümörlerin ise %75’ini sarkomlar oluşturur. En sık görülen sarkomlar anjiosarkom, rabdomiyosarkom, malign mezotelioma, ve fibrosarkomadır (11,12). Kardiak sinovyal sarkom ise oldukça nadirdir ve primer kardiak sarkomlar arasında görülme oranı %1 civarındadır (6). Histogenezi hakkında çeşitli spekulasyonlar olmakla birlikte epitelyal farklılaşma potansiyeli olan totipotantial mezenkimal hücrelerden köken aldığı düşünülmektedir (6). Eklem çevresi dışında solid organlarda görülmesi bu durumu açıklayabilir. Kardiak sinovyal sarkom kalpte nadir izlenen bir tümör olması nedeniyle tanısal güçlük oluşturmaktadır. Artroskopik, histopatolojik ve ultrastrikturel özellikleri yumuşak doku kaynaklı sinovyal sarkomlar ile aynı özelliklere sahiptir (6,13). Monofazik ve bifazik olarak iki histolojik tipi vardır. Monofazik varyant daha sık görülür ve uniform, iğsi hücrelerden oluşur. Elonge nukleuslu, hafif bazofilik sitoplazmalı sınırları belirsiz hücreler birbirini çaprazlayan fasiküller oluşturur. Yoğun hücresellik vardır ve arada minimal veya yer yer daha fazla miksoid kollajenize stroma bulunur. Epitelyal ve iğsi hücrelerin birlikte izlendiği bifazik paternde epitelyal morfolojideki hücreler sitokeratin pozitif boyanır. Olgumuz monofazik paternde iğsi hücrelerden oluştuğu için sitokeratin negatif olarak izlenmiştir. İntratorasik tümörler çok büyük boyutlara ulaşabilmektedir. Olgumuzda tümör 23 cm çapa ulaşmıştır. Bu kaynaklarda bildirilenden daha büyüktür (7,8). Ki67 proliferasyon indeksi %30 olarak bulunması hızla çoğalan bir tümör olduğunu göstermektedir. Tanısında vimentin ve sitokeratin pozitifliği önemlidir. Mezotelyal kaynaklı bir tümörden mezotelin negatifliği ile sarkomatoid karsinomdan sitokeratin negatifliği, vasküler bir tümörden CD 34 negatifliği, düz kas kaynaklı bir tümörden desmin negatifliği ile ayırıcı tanısı yapılmıştır. Olgumuz daha önce kardiak tümör nedeniyle opere olmuştur ve 4 ay sonra tümör nüksetmiştir. Tümörün geniş rezeksiyonu ilk seçenek olarak düşünülmekle birlikte tümörün kapak lokalizasyonu ve miyokarda invazyonu nedeniyle bu operasyondan kaçınılmıştır. Bu tür olgularda tümör tam rezeke edilemezse de tümör kitlesinin azaltılmasının sağ kalımda etkili Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Bu tür olgularda tümör tam rezeke edilemezse de tümör kitlesinin azaltılmasının sağ kalımda etkili olduğu bilinmektedir. Olgumuzda tümörün atrioventriküler kapakta bulunması nedeniyle obstruksiyon ile ciddi komplikasyon oluşturma ihtimali bulunmaktadır. Sinovyal sarkom olgularında ilk operasyonda tam rezeksiyon sağ kalımda, nüks ve metastaz oluşumunda etkili faktördür. Bu nedenle sarkom olduğu düşünülen olgularda daha geniş rezeksiyon yapılmalıdır. KAYNAKLAR 1- Neragi-Miandoab S, Kim J, Vlahakes GJ. Malignant tumours of the heart: a review of tumour type, diagnosis and therapy. Clin Oncol (R Coll Radiol). 2007;19(10):748-756. 2- Mirzoyan M, Muslimani A, Setrakian S, Swedeh M, Daw HA. Primary pleuropulmonary synovial sarcoma. Clin Lung Cancer. 2008;5:257-261 3- Kim CH, Dancer JY, Coffey D, Zhai QJ, Reardon M, Ayala AG, Ro JY. Clinicopathologic study of 24 patients with primary cardiac sarcomas: a 10-year single institution experience. Hum Pathol. 2008;39(6):933-938. 4- Drozenová J, Povýsil C, Tvrdík D, Babjuk M, Hanus T. [Primary synovial sarcoma of the kidney]. Cesk Patol. 2008;44(1):20-22. 5- Qubbany AW, Kinsara AJ. Metastatic synovial sarcoma to the left atrium. A management dilemma. Saudi Med J. 2007;28(12):1904-1906. 6- McAllister HA, Fenoglio JJ, Tumors of the cardiovascular system. In: Atlas of tumor pathology, second series. Washington: Armed Forces Institute of Pathology; 1978 7- White RW, Rushbrook J, Sivananthan MU, McGoldrick JP. Primary cardiac synovial sarcoma with imminent tricuspid valve obstruction. Ann Thorac Surg. 2009;87(1):322. 8- de Zwaan C, Bekkers SC, van Garsse LA, Jansen RL, van Suylen RJ. Primary monophasic mediastinal, cardiac and pericardial synovial sarcoma: a young man in distress. Neth Heart J. 2007;15(6):226-228. 9- Hing SN, Marshall L, Al-Saadi R, Hargrave D. Primary pericardial synovialsarcoma confirmed by molecular genetic studies: a case report. J Pediatr Hematol Oncol. 2007;29(7):492-495. 10- Mukhopadhyay S, Aubry MC. Recurrent primary synovial sarcoma of the chest wall. J Thorac Oncol. 2007;2:660-661. 11-Vander Salm TJ, Unusual primary tumors of the heart. Semin Thorac Cardiovasc Surg 2000;12:89-100. 12-Laissy JP, Fernandez P, Mousseaux E, Dacher JN, Crochet D. Cardiac tumors. J Radiol 2004;85:363369. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 59 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Original Images “Submucosal Hematoma of Oropharynx Due to Positive Airway Pressure Therapy During Anticoagulant Use” “Antikoagülan Tedavi Sırasında Pozitif Hava Yolu Basıncı Cihazı Kullanımına Bağlı Orofarinks Submukozasında Hematom” Ender Levent*, Nesrin Sarıman*, Akın Cem Soylu*, Şirin Yurtlu* 60 A 58-year-old woman with COPD, Type II respiratory insufficiency and multifocal atrial tachycardia was taking medical and BIPAP therapy. She was using warfarin sodium for 6 months. She was admitted to the hospital with sore throat and ecchymoses on the right hemithorax. On physical examination, we observed widespread ecchymoses starting from the submandibular area to the anterior surface of the right hemithorax (Figure1). Hematoma covered uvula, soft palate and sublingual area (Figure 2,3). Her neck was edematous and painful. On auscultation of the lungs decreased breath sounds were heard and expiration was prolonged. therapy was restarted. Warfarin sodium indication was due to chronic multifocal atrial tachycardia so this therapy was restarted under close observation. She was externed on the 5th day of her hospital stay. During chronic anticoagulation, patients should be informed about the risks of hemorrhagic complications and be reminded of close follow up anticoagulation parameters (INR,PT,PTT). Our patient is the first case presented with a hemorrhagic complication due to barotrauma of BIPAP therapy with prolonged bleeding time. The laboratory studies revealed the following: Hemoglobin, 10.7g/dL; hematocrit, 32.8%; CRP, 4.9mg/dL; sedimentation, 48mm/h; PT, >120s; PTT, 98.7s; and INR could not be measured. She was diagnosed as warfarin intoxication with hemorrhagic complication augmented with the barotrauma of BIPAP device. Treatment with vitamin-K injection and 6 units of fresh-frozen plasma were administered. Warfarin sodium and BIPAP therapy were stopped till normalisation of INR values for about 3 days. Arterial blood gases revealed a PaCO2 of 78mmHg and BIPAP * T.C.Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Levent ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Figure 1: Large ecchymotic area starting from the submandibular area to the anterior surface of the right hemithorax and an edematous neck. 61 Figure 2: Hematoma on the uvula and soft palate. Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Figure 3: Hematoma on the sublingual area. 62 Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Levent ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Original Images “Intracardiac Air-Fluid Level As Superposition: A Hiatal Hernia “Hiyatal herni süperpozisyonu nedeniyle intrakardiyak hava-sıvı seviyesi görünümü” Ender Levent* , Nesrin Sarıman* , Akın Cem Soylu*, Şirin Yurtlu* Intracardiac Air-Fluid Level as 63 Superposition: a “Hiatal Hernia” A 89-year-old woman was admitted to our hospital complaining of abdominal pain lasting for about 2 months. She had history of worsening abdominal pain especially after eating in the last 3 years. She was not a smoker. On physical examination, blood pressure was 150/70 mmHg and pulse rate was 78 beats/min. She had kyphoscoliosis. On auscultation; lung sounds were diminished in the left basal lung field. A systolic bruit (3/6º) was heard maximal in the aortic and mitral valvular area and this sound spreaded through the axillary area to the cervical area. The bowel auscultatory sounds were hyperkinetic. The rest of the physical examination was normal. The chest radiography showed air-fluid level that was superposed over the heart area Laboratory findings were within normal ranges. The electrocardiography was normal. In echocardiography; the ejection fraction of the heart was measured as 60 %. There was a grade I diastolic dysfunction and mild left ventricular hypertrophy. Calcified aortic valvular stenosis and grade Figure1: Chest radiography showing air-fluid level that was superposed over the heart area * T.C. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Figure 2: Lateral chest radiography. 64 II aortic valvular failure were also detected. Esophagogastroduodenography revealed the diagnosis of a large sliding hiatal hernia in the left hemithorax (Figure 3). Hiatal hernia is a herniation of a part of the stomach into the thoracic cavity through the esophageal hiatus in the diaphragm. Sliding hiatal hernia is one in which the gastroesophageal junction and fundus of the stomach slide upwards. Hiatal hernias usually appear later in life and may be secondary to esophageal contraction from reflux-induced injury, increased intra-abdominal pressure, or chronic intra-abdominal trauma due to obesity or lifting heavy weights. Their incidence increases with age; in the sixth decade of life the prevalence of such hernias is around 60 percent (1). Cilt: 1 Sayı: 1 Eylül 2009 Levent ve Arkadaşları Figure 3: Esophagogastroduodenography showing a large sliding hiatal hernia in the left hemithorax REFERENCES 1- Goyal RK. Diseases of the esophagus. In: Fauci AS, Braunwald E, Kasper DL, Hauser SL, Longo DL, Jameson JL, Loscalzo J, eds. Harrison’s Principles of İnternal Medicine. 17th ed. New York: McGraw-Hill; 2008:1854.
Benzer belgeler
maltepe_tip_son2 .indd - Tıp Fakültesi
ve açık bir şekilde belirtilmelidir.
c) Yazı Metni
Klinik ve deneysel araştırma yazıları giriş, gereç ve yöntem,
sonuçlar ve tartışma bölümlerinden oluşturulmalıdır.
d) Kaynaklar
Kaynaklar yazıda k...