Letya
Transkript
Letya
© 2009 |Alan Lezan Alan Lezan – Letya 1 H eybetiyle büyüleyen, bereketiyle yaşatan o dağlara bakınca insanı huzura boğan, çocuk sevinci yaşatan garip bir toprak olduğu fark edilirdi… Kürdistan toprağıydı bu! Bir anne şefkatiyle bağrına basmıştı çocuklarını. Otantik bir sessizlikte büyüyen dumanı ve kehribar üzüm suyu gibi akan sularıyla, ihanete karşı kucaklamıştı onları. On binlerin geçişini, kanlı yenilgilere şahit olmuş bir çınar… Qandil dağı da öylesine bir çınardı. Letya, beş yıldan bu yana bu çınarın altındaydı ve her yaprağını, her dalını, her mevsimini tanıyordu, biliyordu. Bu dağının eteğinde onlarca köy kasaba vardı ve Letya her gün oralara gidip geliyordu. Yollarını, koyaklarını, sularını, insanlarını avucunun içi gibi tanıyordu. Özgürlük aşkıyla, yanan yüreğiyle yürüdükçe rüzgâr savuruyordu saçlarını… Kendini özgürleştirmişti ve o özgürlüğü ile partiye katılmıştı. Kendisinin özgürlüğü koca bir ulusun özgürlüğüyle eş anlamdaydı... Öyle düşünüyordu! Otur3 Alan Lezan – Letya duğu yerden gökyüzünde saydamlaşan yıldızlara baktı. Aklında geçen tek bir şey vardı o an da; buralardan çekip gitmek! Özgür olarak katıldığı partiden, özgürce ayrılamıyordu! Ayrılanların „hain“ diye vurulmaları, onu hepten ürkütüyordu. Bu durum onu korkunç biçimde geriyordu. „İhanetle” suçlanma duygusu içini kemirip duruyordu. Partiye, özgürlük için savaşıldığını düşünerek katılmıştı. Oysa özgür iradeleriyle katılanlar serbestçe ayrılamıyorlardı. Kabul edilmesi mümkün olmayan, korkunç bir durumdu bu... Letya kararını çoktan vermişti; „İsterse beni yakalayıp öldürsünler,“ dedi, kendi kendine ve eşyalarını sırt çantasına yerleştirdikten sonra, nöbet tuttuğu mağaranın önünden uzaklaştı. Gece çok sakindi. Ormandan baygın, baygın çiçek kokuları geliyordu. Şafak çökmüş, otlar, ağaç yaprakları çiyden ıslak, ıslaktılar. Yakındaki bir leylak ağacından bir bülbül şarkı söyler gibi ötüp duruyordu. Parlak, masmavi gökyüzü üstüne abanmış gibiydi. Taşlar güneşin ışığında elmas gibi parlıyorlardı. Letya’nın düşünmeye artık zamanı yoktu. O Türklerin demokrasisi için değil, Kürdlerin özgürlüğü ve bağımsızlığı için dağa çıkmıştı. Ülkesine iha4 Alan Lezan – Letya net eden o değil, tam tersine Kürdistan’ın özgürlüğünden ve bağımsızlığından vazgeçen partinin kendisiydi. „Oysa bu dava da bizim sadece hukuksal değil, aynı zamanda doğal hakkımız var, insani hakkımız var; sağduyu ve vicdandan kaynaklanan hakkımız var,“ diye düşünüyordu. Bu haklı davadan kim vazgeçerse geçsin -Letya şehit düşen arkadaşlarının ölü bedenleri üzerinde yüzlerce kez ant içmişti- O vazgeçmeyecekti. 5 Alan Lezan – Letya 2 rgüt Prusya tipi örgütlenmeye gitmiş beşeraltışar kişilik gerilla grupları oluşturmuştu. Bu gerilla gruplarından biri de „Zilan“ ismindeki Letya’nın 6 kişilik kadın grubuydu. Her grupta olduğu gibi onlar da gündüzleri yatıyor, geceleri de dağları geziyor, köylere gidiyor, düşmana saldırıyor, eylem yapıyorlardı. Ö Birden Letya arkasında bir ses duydu… Dilan, dışarıdan görünmeyecek şekilde, mağaranın ağzındaki taşa oturmuş saçlarını okşuyordu. El sallayarak düşük bir tonla „Yolun açık olsun!“ dedi. Letya onu görünce hüzünlendi, neredeyse ağlayacaktı ama "Git!” dedi, kendi kendine. "Geriye dönüş yok artık.” Bir an geriye dönüp, Dilan’ı bağrına basıp kucaklayarak vedalaşmak istedi, ama sonra „Hayır! Bu çok tehlikeli, diğer arkadaşlar uyanabilirler,” dedi, ve ormanın derinliğine dalıp gözden kaybolup gitti. 6 Alan Lezan – Letya Üç saat sonra kendini dağın eteğindeki bir çeşmede buldu. Suyun akışına bakarken karma karışık düşüncelere kapıldı. Oldukça yorgundu ve saat 8:00’e geliyordu. Çeşmedeki su taze, sade, pırıl, pırıl ve berraktı. Tadına doyum olmuyordu. Esintisiz ve sıcak bir gündü, ortalık sıcaklıktan cayır cayır yanıyordu. Günün ilk saatlerinde gittikçe kararan bulutlar gökyüzünde kümeleniyor, sanki fırtınaya hazırlanıyorlardı. Letya, çok yorgundu, çünkü bütün gece yatmamış, dağları gezmişti. Yatmaktan korkuyordu. Gerilla gündüzleri dolaşmadığından Letya ormanda yine de saklana saklana durmadan yol alıyor, gecenin zifiri karanlığını bekliyordu. Zaten ondan sonra Dilan’ın nöbet sırası vardı. Nöbet iki saat sürüyordu. Kamplarda 24 saat nöbet tutuluyordu. Gerillalar ortalama olarak 5-6 saat yatıyordu. Bu da onlara yetiyordu. Dışarıda gündüzleri dolaşmak yasaktı, çünkü Türk askerleri gerillayı hep takip ediliyorlardı. Letya, Dilan’ın kendisini ihbar etmeyeceğini biliyordu. Onun için Letya’nın zaman kaybetmeye hiç isteği yoktu. Onlardan ne kadar çok uzaklaşırsa o kadar iyiydi. Letya, yürüyünce hemen her dakikada geride bıraktığı yola bakardı. Görünürlerde kimsecikler yoktu. Bir saat daha yürüdükten sonra bulutlar dağılmaya başladı, yerlerini masmavi, duru, parlak bir 7 Alan Lezan – Letya göğe bıraktı. Yalnızca uzaktan gürlemeler geliyordu. Ondan çok uzaklarda tarlalardan yükselen tozla karışmış yağmur yüklü kapkara bir bulut yığınını, şimşeğin çaktığı ışınları zor görüyordu ve gür sesini duyuyordu. Hewler, Qandil’e 648 km uzaklıktaydı. Bunu internet üzeri öğrenmişti. Letya, öyle hızlı yürüyordu ki saatte dört-beş kilometre geride bırakıyordu. Eğer böyle devam ederse 4-5 günde Hewler’de olacaktı. Letya’nın kız kardeşi Afşan, Letya’yı bundan bir yıl önce Hewler’de ziyaret ettiğinde Letya’nın gerillaya katılmadan önce biriktirdiği parasını ve Alman pasaportunun bir bankada depolamıştılar. Letya, Alman vatandaşı olduğu için yurt dışına çıkmasında herhangi bir sorunu yoktu. Zaten gerilladan kaçışını uzun süredir planladığı için, Hewler’e geldiğinde kız kardeşine telefon edecek ve kendisini Frankfurt Havalimanı’nda aldıracaktı. Eğer Afşan ve annesi olmasaydı Letya Güney Kürdistan’da kalacaktı ama, hem özlediği Afşan ile annesi yüzünden; hem de Almanya’ya bağlı olduğu için –ne de olsa Frankfurt’ta doğmuş büyümüştü, aynı zamanda bir Almandı- Almanya’ya tekrar yerleşmeye karar verdi. 8 Alan Lezan – Letya Ana dili Kürdçeydi ama Almanca en iyi konuştuğu dildi. Ayrıca her Dersim’li gibi asimile olmuştu. Türkçe biliyordu, ek olarak Almanya’da gittiği ortaokulda öğrenmiş olduğu az İngilizcesi vardı. Anne ve babası iyi Kürdçe biliyorlardı ama çocuklarıyla hep Türkçe konuşuyorlardı. Letya, babasından adeta iğreniyordu, çünkü babası "biz Kürd değil, biz Horasan’dan gelmiş Dersim’e yerleşmiş, Kürdler içinde Kürdçe öğrenmiş Türkleriz” diyordu ve Kürdlerden adeta nefret ediyordu. Hele kızının evlenmeyip, çoluk çocuğa karışamamasını ve gerillaya gitmesi düşüncesini hiç içine sindiremiyordu. Letya ise bunu araştırmış, bu saçma teorinin Türkler tarafından bulunmuş bir uydurma olduğunu belgeleriyle ispatlıyordu. Araştırmalarına göre bütün sülalesi diğer Dersim’liler gibi Kürd oğlu Kürd idiler. Dersim Kürd Alevileri, genel olarak ilerici ve aydın olarak bilinirler, durum şöyleydi: “Biz Müslümanız, Hz. Ali’nin takipçileriyiz” diyen, hiç de Dersim’lilerde rastlanmayan bir gericiydi. Letya’nın babasına göre Hz. Ali, Cami’de Sünniler tarafından arkadan bıçakla vurularak namaz esnasında öldürülür. Rivayet edilir ki, o gün Hz. Ali vasiyetnamesinde "benim yolumda gidenler bundan böyle Cami’ye gitmesinler” demişmiş. Babasının anlattığına göre o günden itibaren Aleviler ne Cami’ye gittiler, ne de Kilise’ye. Onlar sadece Al9 Alan Lezan – Letya lah’a kalbinde inandılar ama Müslüman olduğunu da inkâr etmediler. Letya’ya göre babasının Müslümanlığa ve Türklüğe sarılmasının tek nedeni birçok Kürd gibi inançtan değil, korkudandı. Çünkü Kürdistan’ı işgal altında tutan Türkiye, Iran, Irak ve Suriye’de Kürd olmak herkesin kârı değildi. Bu ülkeler tarafında işgal edilmiş Kürdistan’da Kürd olmak işkence, acı ve zulüm demekti. Letya ise İslam‘ın Alevilikle hiçbir ilişkisinin olmadığını savunuyordu. Çünkü Alevilik İslam‘dan binlerce yıl öncesinde vardı. Alevilik, Ezidilik - Zerdüştlük Mazdekizm gibi dinlerden etkilenmiş olmasına rağmen, kendi başına bir dindi. Belki de bu adı geçen dinler Alevilikten etkilendiler şimdilik bilemiyoruz ama Zerdüştlüğün, Mazdekizmin birçok adet ve töreleri halen Kürdistan’da ve Alevilikte görmek mümkündü. Aslında Kürd Aleviler, İslam’ın kılıcından korktuklarından, yaşamak için "Biz Müslümanız!“ demişlerdi. Hz. Ali yandaşı Şialar gibi Cami’ye gitmemek için, bahaneler uydurmuşlardı, ama canlarını korumak için de "Biz Alevi ve Müslümanız!“ demişlerdi. Kur’an ve İslam, sonradan Dersim’e yerleştirilmiş, tipik Arap 10 Alan Lezan – Letya dini ve kültürüydü. Bilindiği gibi Kur’an bundan 100 yıl evveli Dersim’in ve Alevi Kürdlerin yaşadığı Kürdistan’ın hiçbir yerinde yoktu. Letya’yı özünde dinler, milliyetler falan ilgilendirmiyordu. O zaten insanları inancında, kılık kıyafetinde, düşüncelerinde, milliyetinde, cinselliğinde tümden özgür olmasından yanaydı. Kürd olması aslında bir tesadüftü. Fakat din ideolojisi insanın zihnini esir ediyor, insanları bencilleştiriyor, köleleştiriyordu. O ise yaşamı değiştirmek, haksızlığa, sömürüye ve baskıya karşı çıkmak için dağa çıkmıştı. Eğer Kürd Alevileri Hz. Ali’ye inanıyorlardıysa o zaman Hz. Ali "Her kim ki aslını inkâr ediyorsa haramzadedir!“ demişti. O zaman; ‘Benim babam aslını inkâr ettiği için bir haramzadedir!’ diye düşünüyordu, çünkü aslında o Hz. Ali’ye bile inanmıyordu. Hz. Ali ki, baskıya zulme karşı başkaldırmış, sömürülenin, zayıfın, horlananın yanında yer almıştı. Bütün Peygamberler de Marx gibi birer Don Kişot, birer devrimciydiler. Aralarındaki fark birinin Allah’a inandığı, diğerlerinin inanmadığıydı. Bu da insancaydı. Tanrı varsa neden insanları üçe-dörde bölüyor, birbirleriyle savaştırıyor, bize bu kadar acı çektiriyor 11 Alan Lezan – Letya diyordu? Tanrı neden insan haklarını ortadan kaldırıyor, baskı, zulme, kötülüklere izin veriyordu? Letya kozmopolit bir enternasyonalist ve bir devrimciydi. Aslında O’nun yeri yurdu yoktu. O bir dünya vatandaşıydı. Kürdlerin ülkelerinin zenginliği sömürgecilerin iştahını kabartmış ve Kürdistan’ı bu nedenle işgal etmişlerdi. Kürdler „Kürd“ olduklarından acımasız bir baskı ve zulme tabi tutulmuşlardı. Bu zulme karşı olmak için, devrimci olmak şart değildi, insan olmak yeterliydi. Letya vicdani, ahlakı olan, hak ve hukuka inanan bir insandı. O bir insanın kalkıp başka bir insanın en doğal hakkı olan dil ve kültür gibi olguların yasaklanmasını, ülkelerini işgal etmelerini, onları sömürmesini, ezilmesini, acı çektirmesini, hak aradıkları için idam ve işkence edilmesini, doğal olarak 40 milyonluk bir halkın varlığının inkâr edilmesini bir türlü kabullenemiyordu. Nasıl olurda bir insan binlerce yıl yaşadığı ülkesinde kendi dilini konuşmasın, kültürünü yaşamasın, zenginlik içinde bunca yoksulluk yaşasın? Bu gerçeği hangi vicdanlı ve onurlu bir insan bu dünyada kabul edebilirdi? Beşinci gün büyük zorluklar içerisinde Hewler‘e vardığında saat 15:00‘e geliyordu. Hewler’in sokakları 12 Alan Lezan – Letya insanlardan ve sıcaklıktan kaynıyordu. Letya ilkin bir mağazaya girip elbiselerini kendi tanınmayacak şekilde değiştirdi, uzun bir elbise giydi ve yüzü görünmeyecek şekilde eşarp ile kapattıktan sonra bir lokantaya gitti, aceleyle bir şeyler atıştırdı. Her şey planladığı gibiydi. Frankfurt’a uçak 17:25’te kalkıyordu. Daha sonra kız kardeşi Afşan’ı aradı, sonra biletini alır almaz kadınların tuvaletine girdi ve elini yüzünü yıkadı. Havalimanı’n da birkaç saat bekledikten sonra uçağa bindi ve uçakta kimseyle konuşmadı. Sadece uyudu. Zaten yorgunluktan ölüyordu. Frankfurt Havalimanı’nda Afşan onu bekliyordu. Letya son olarak Afsan’ı Hewler’de bundan bir yıl önce görmüştü. Letya, Afşan’ı gördüğünde sanki yeniden doğdu. Sonra üzüntülere boğuldu, çünkü Kürdistan’ı terk etmek hiç de öyle kolay değildi. Hewler’de uçağa bindiğinde çok kararsızdı. Gitse miydi, gitmese miydi? Güney Kürdistan’da birkaç milisten başka kimseyi tanımıyordu. Eğer Kürdistan’da kalacaksa onun yeri dağlardı. Sefil, fakir fukara halka bakıp acı çekmek istemiyordu. Savaşmaktan başka elinde başka bir şey de gelmiyordu. Mesleğini yarıda kesmiş, beş sene gerilla olmuş, dağlarda yaşamış, savaşmıştı. Kürdistan’da ezilen ve horlananlar ordusuna katılıp vicdan 13 Alan Lezan – Letya azabı çekmektense, belki Almanya’da yine okuluna devam edebilir, iş güç sahibi olabilirdi. Gerillada 15-20 sene kalanlar vardı. Çoğunun yaşı gelmiş 60’lara dayanmıştı. Bunlar eğer silahı bırakırlarsa topluma nasıl entegre veya rehabilite olacaklardı? Ne meslek, ne emeklilik ne de başka bir şey? Çoğu bu nedenle partinin yön değiştirmesine, bağımsızlıktan vazgeçmesine karşı olmalarına rağmen partiyi terk edemiyorlardı. Terk edip de ne yapacaklardı? Bir insanı inancından vazgeçirmek, köleliğe, ezilmişliğe davet etmek, birkaç kuruşa muhtaç etmek o kadar basit miydi? Onların dağlarda parası pulu, şan-şöhreti yoktu ama onurlu bir yaşam sürdürüyorlardı. Çünkü onlar tamimiyle özgürdüler. Letya, tüm bunları düşününce çıldırası geliyordu. Bazen bir bomba olup İstanbul veya Ankara’nın en kalabalık polis karakolu veya askeri kışlasının içinde patlatarak, bütün kinini düşmana kusmak istiyordu. 14 Alan Lezan – Letya 3 F rankfurt Havalimanı’nın önünde Afşan’ın arabası onları bekliyordu. Afşan Frankfurt dışında herkesten uzakta bir otelde Letya’ya tek kişilik oda ayarlamıştı. Odaya gelir gelmez, Letya yorgunluktan kendini hemen yatağa bıraktı. Frankfurt’ta geldiğinden Afşan'dan başka hiç kimsenin haberi yoktu. Afşan’ın ertesi gün çalışması gerekiyordu. Letya, dengeye önem veren insanlardandı. Bir konu hakkında olayları ölçmeden, tartmadan, denge kurmadan karar vermezdi. İlişkilerinde de dengeye önem verdiği için, güçlü adalet duygularına sahip birisiydi. Haksızlığa hiç tahammül etmez ve herkese adil davranmaya çalışırdı. Kolay sinirlenmez, genelde nazik, fakat ısrar ve zorlanmaktan hiç hoşlanmazdı. Bunu Afşan’da iyi biliyordu. Letya, bu gibi durumlarla karşılaştığında bazen sabır ve nezaketlerini yitirebilirdi. İyi bir konuşmacıydı, sakin ve yumuşak sözler ile dinleyenleri etkileyebilen birisiydi. 15 Alan Lezan – Letya Afşan ise aşırı meraklı olduğundan başkalarının hayatına girmekten çekinmezdi. İkisinin ortak yönü; hayatlarındaki her şeyin güzel olmasını isterlerdi. Arkadaşlarının sahip olduğu güzel şeyleri ‚kıskanıp‘ onlara ulaşmak için her türlü yollara başvurabilirlerdi. „Onlarda her şey var, bizde neden yok!“ diyebilen bir mizaca sahiptiler. Letya, yalnız kalmaktan hoşlanmaz, dostluğa büyük önem verirdi. Onun için denge ve uyum arkadaş seçiminde de önemliydi. Son derece bonkördü, gerçek arkadaşlıklar için sadece para değil, ölüme bile gözlerini kırpmadan giden bir kadındı. Yeni şeyler öğrenmekten hoşlandığı için çabuk öğrenir ve bu sayede de işlerinde başarılı olurdu. Letya, aynı zamanda cazibeli ve estetikti. Bu tip insanlar, girdikleri her ortamda hemen fark edilirlerdi. Çekici ve büyüleyicidirler. Kendilerine has tarzları vardı. Bu yüzden örneğin modayı takip etmek yerine, kendilerine yakışanı tercih ederlerdi. Ne var ki Afşan’ın fiziksel yapısı çok güçlü olmasına karşın, sağlam sayılmazdı. Zaten hastalıklara karşı dirençsizdi. Letya ise tam Afşan’ın tersi, hem bedenen, hem de ruhen çok güçlü bir kadındı. 16 Alan Lezan – Letya Afşan, Letya’dan iki yaş küçüktü. Zaten çocukluğu beraber geçirdiğinden ablasını kendisi gibi iyi tanıyordu. Aralarındaki ilişki kardeşler arası ilişkiden çok, bir derin arkadaşlıktı. Afşan’ın en çok güvendiği ve sevdiği arkadaşı Letya’ydı. Ertesi gün Afşan, Letya’yı ziyarete geldiğinde, Frankfurt’u terk etmesini başka bir şehre veya ülkeye gitmesini söyledi. Letya, uzun uzun düşündükten sonra „Neresi sence en uygunu?“ diye sordu. Afşan hiç düşünmeden: „Bilbao!“ dedi. Letya bunu duyunca hafiften gülümsedi. „İyi fikir!“ dedi: „Ama ben eğer şehirlerde yaşayacaksam o zaman o şehir daha büyük olmalıdır! Ben metropolleri seviyorum. Bir semtini değiştirdiğinde sanki şehri tümden değiştiriyormuşsun gibi büyük bir şehir olmalı! Bir denizaltı gibi istediğin zaman denizin üstüne çıkarsın, istediğin zaman da milyonlarca insan arasına dalıp kaybolacağın kadar büyük şehirlerde yaşamak isterim!“ dedi. Afşan sakince; „O zaman New York en iyisidir!“ dedi. Letya gülümseyerek: „Yok, yok olmaz! Ben New York’ta ayakta duramam. Orada neyle ve nasıl geçi17 Alan Lezan – Letya neceğim? Ömür boyu sen bana yardım edecek değilsin ya? Hele bir yerde bir meslek falan örgeniyim de, sonra New York, L.A.’den hayal ederiz değil mi?” Sonra kahkahalarla güldüler… Zaten şaka yapıyorlardı. Qandil neresi, New York neresiydi? Hani olmayacak da değildi ama Berlin en uygun şehirdi. Berlin’de Letya’nın hem dil problemi olmazdı, hem de okulunu devam etmek için burs alma ihtimali vardı. İki kardeş gece geç saatlere kadar oturdular, anlattılar, şakalaştılar, güldüler, eğlendiler… Anneleri için de olsa Letya’nın Almanya’da kalması en doğrusuydu. Hiç olmazsa altı ayda bir ziyarete gelir, annesinin fazla üzülmesine neden olmazdı. Letya’nın politize olması 14 yaşında, 7. Sınıfta, 1992’de başlar. Ajna adında, Karslı bir Kürd kızı okulda politik ve ekonomi dersinde Kürdler üzerine bir çalışma hazırlar ve sunar. Letya bu çalışmadan çok etkilenir, Ajna ile arkadaş olur. O günden sonra babasından korktuğu için Kürdleri gizlice takip eder ve Kürdler üzeri bilgisini derinleştirir. Bir yandan evde babasının baskısı, diğer yandan okulda, dışarıda ve izinde hep ken18 Alan Lezan – Letya disine „Kürd’üm“ demekten korkması, Letya’yı oldukça düşündürür. Letya, Kürdleri araştırdıkça, onlar üzerindeki zulüm ve baskıyı gördükçe, içindeki direniş duyguları gelişmeye başlar. Aslında anne ve babası güzel Kürdçe konuşuyorlardı. Hele köydeki ninesi ve dedesi bir tek kelime Türkçe bilmiyorlardı. Peki, ‘bunlar,’ diyordu kendi kendine, "Neden kendilerine Kürd demekten korkuyor, Kürdlüğünü yaşamıyor, Kürdlüklerinden utanıyor, korkuyorlardı? Kürd olmak neden bir suç teşkil ediyordu? Kürdçe Türklerin işgali altında olan Kürdistan’da neden yasaktı? Bir halkın en doğal hakkı olan dili ve kültürü nasıl, ne hakla yasaklanırdı? 40 milyonluk bir halkın varlığı nasıl inkâr edilirdi?” Letya, gerillaya gitmeden önce 1996 yılında, yani 18 yaşında, satıcı olarak meslek yapmak için Frankfurt’ta, Neckermann’a girmişti. Oraya abesini gerillada kaybeden Ajna’nın teklifi üzerine girmişti. Ajna, politik ve aktiftir. Letya’ya bolca kitap ve dergiler getirirdi. Letya, ailesinden gizlice ve zamanı oldukça derneğe giderdi. Artık kendini gizlemekten de bıkmıştı, ailesine, hele babasına laf geçirecek halde değildi. Öyle bir durumdaydı ki, neredeyse Kürdlere yapılan bu haksızlığı gören ve bir şey yapmayan herkesten nefret etmekteydi. Hele babasından, Türklerden, Arap ve Farslardan adeta iğrenmekteydi. 19 Alan Lezan – Letya “Bunlar” diyordu, "Kürdlerden ne istiyorlar? Kürdlerin de dünyadaki diğer halklar gibi bu güneşin altında özgürce yaşama hakkı yok mudur?” Tüm bu nedenlerden dolayı Letya için Kürdlerin tek kurtuluş yolu direnişti. 1997 ilkbaharında Ajna ile birlikte gerillaya katıldı. Ajna 2,5 yıl sonra, 22 yaşında, Zagroslar’da şehit düştü. Ajna’nın ölümü Letya’yı çok fena etkiler. Fakat direnmekten ve savaşmaktan başka bir çare yoktu. Ölen bir Ajna mıydı? Ne yiğitler toprağa düşmüştü o dağlarda, Ajna onlardan sadece bir tanesiydi... Ertesi gün, Cumartesiydi. Letya güneşle birlikte uyandı. Otelin bahçesine çıktı, bir kahve içti. Yeni doğan güneş, yaprakları yemyeşil olan ıhlamur ağacının arasında parça, parça ışıldıyordu. Sağ tarafında bazı güller kurumuş, kararmıştı. Duru, soğuk gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu. Gökyüzü masmaviydi. Letya, bu güzel atmosferi terk etmek üzereyken Afşan kapıda göründü. İkisi sanki ilk olarak yıllar sonra yeni görüşüyorlarmış gibi birbirlerine doğru koşup kucaklaştılar ve doyasıya öpüştüler. Bir ülke için bir kral, bir genç için bir idol neydiyse, Afşan içinde Letya oydu. Letya beş sene Kalaşnikof’a sevgilisi gibi 20 Alan Lezan – Letya sarılmış, dağlarda yaşamış bir direnişçi, bir savaşçıydı. O ailesine ve sömürgeciliğe karşı direnmiş, düşman öldürmüş, evini barkını, malını mülkünü, özel yaşamını geride bırakmış, özgürlük için savaşmış bir savaşçıydı. O gerçek bir kahramandı. Ve bu kahramanın Afşan’ın ablası olması, O’nu oldukça mutlu ediyor, gururlandırıyordu. Çünkü Afşan’da, Letya’daki cesaret ve direniş azmi yoktu. Bu nedenle Afşan, Letya’ya yardım etmek için can atıyor ve ona yardım edince de bir o kadar mutlu oluyordu. Elinden gelen her şeyi yapıyordu ve yapmaya hazırdı... Yukarı çıktılar. Afşan Berlin’e bilet almıştı. Tren her saatte bir vardı. Aceleye gerek yoktu. Saat 9:45’te Frankfurt Tren İstasyonu’na geldiler. Tren sanki sadece onları bekliyordu. İki kardeş kucaklaşıp vedalaşınca, Letya’yı derin bir hüzün sardı. Vedalaşıp bir daha yüzünü göremediği o kadar çok arkadaş kaybetmişti ki, bu serenadı hiç sevmez hale gelmişti, hatta bazen vedalaşmaktan çok korkar olmuştu. Kondüktör düdüğü çaldı. Trenin kapıları kapandı. Letya’nın Berlin’e tren yolculuğu başladı. 21 Alan Lezan – Letya “Bay bay Afşan, bay bay benim canım ciğerim!” dedi. Afşan ve Tren görünmeyene kadar el salladı. Afşan, Letya’ya yer ayırmak için sormuştu ama O, "Hayır! Sevmediğim herhangi birinin yanına zorunlu oturmaktansa ayakta giderim daha iyi” demişti. Trende ileriye doğru yavaş yavaş giderken birbirine karşı duran üç boş koltuk buldu, sırt çantasını çıkardı rafa yerleştirdi ve kendisini koltuğa bıraktı. Yanında bir iki kitap ve Afşan’ın almış olduğu dergi ve gazeteler vardı. Onları okumak istedi, ama canı ilkin su istedi. Su içtikten sonra tuvalete gitti ve camdan dışarıya bakarak dağları, ormanları izledi. Sanki Qandil’deydi. Kassel’a kadar yolculuk sakin geçti. Kassel’da trene kadınlı erkekli birçok kişi bindi. Bunlardan biri 23-24 yaşlarında genç bir delikanlıydı. Biraz hippi tipliydi. Öğrenci olduğu her yönüyle belli olan bu Alman genç, karşısındaki koltuğa oturmak için Letya’ya; „Özür dilerim, koltuk boş mu?“ diye sordu. „Evet, boş!“ dedi Letya hafif gülümseyerek, camdan dışarıya baktı. 22 Alan Lezan – Letya Adam sırt çantasını rafa yerleştirdikten sonra elinde dizüstü kendisini koltuğa salıverdi. O an Letya’nın ilgisi dağılmış olacak ki, tekrar adama bir göz attı. Adam nazikçe gülümsedi. Letya’yı erkekler fazla ilgilendirmiyordu. Zaten dağa çıkmasıyla birlikte cinsel duygularını dondurmuştu. Bilindiği gibi partide aşk ve cinsel ilişkiler tamamen yasaktı. Normal ve aklı başında bir insan bunu anlamazdı, ama bu maalesef bilinen bir gerçekti. Dünyada en doğal olgu olan sevmek ve sevilmenin yasak olduğu bir yerde, özgürlük ve bağımsızlık için savaşmak yetmezmiş gibi, bir de parti içerisinde partiye karşı savaşmayı, artık kimse kaldıramıyordu. Bu nedenle partideki bazı komutanlar bu tür şeylere artık göz yumuyor ve içlerinde "sömürgecilere karşı savaştığımız yeter!” diyorlardı. Karşı çıkanlar ise ajan olarak damgalanıyor; ya hapse atılıyorlardı ya da işkence edilerek öldürülüyorlardı. Partide herkes Başkan’ın söylediklerinden başka hiçbir şeyi savunmayacak, onun kulu kölesi olacaktı. Tüm bunlar Letya ve onun gibi birçok insanı çıldırtıyorduysa da düşmana karşı olan kininlerinden dolayı kimse sesini çıkarmıyordu. 23 Alan Lezan – Letya Letya, trenden dışarı bakarken tüm bunlar üzerine düşünüyordu ve camdaki yansımadan adamı izliyordu. Acaba diyordu; "Bu adam şimdi ne düşünüyor? Acaba onun ne gibi problemleri var?” Sonra yüzünü kitabına çevirdi, okuyormuş gibi diğer sayfayı arkaya çevirdi. 24 Alan Lezan – Letya 4 T ren bir salyangoz gibi sessizce ve yavaşça hareket edip yolculuğa devam ederken, Letya’nın bir gözü kitapta bir gözü de camdaki yansımasından karşısındaki adamı gözlüyor ve Qadil’i düşünüyordu. Qandil neresi Almanya neresi diye düşünürken adam birden: “Elindeki kitabı ben de okudum! Garcia Lorca gerçekten harika!“ dedi. O an da Letya geldiği sayfadaki şiiri Almanca sesli okudu: “Ay kocaman at kara Torbamda zeytin kara Bilirim de yolları Varamam Kurtuba'ya” Adam teşekkür etti ve „Garcia Lorca’yı okuduğuna göre onu seviyorsun değil mi?“ diye Letya ya dikkatlice sordu. Letya göz kirpiklerini kapatıp açarak: “Evet!“ dedi ve nazikçe hafiften gülümsedi. 25 Alan Lezan – Letya Adam, “Benim en çok sevdiğim şair Pablo Neruda’dır ama şairleri, sanatçıları kıyaslamanın doğru olmadığını düşünüyorum, çünkü herkes kendisine göre güzel ve iyidir!“ dedi. Letya sesini çıkarmadı, ilkin camdan dışarı, sonra tekrar ona baktı ve aniden; “Yolculuk nereye?“ diye adama sordu. Adam gülümseyerek, “Berlin’e gidiyorum. Kassel’da bir arkadaşı ziyarete gelmiştim.“ "Ben de Berlin’e gidiyorum! Adım Letya! Tanıştığımıza memnun oldum!“ Adam, “Marc!“ dedi. "Ben de memnun oldum. Öğrenci misin?” "Hayır! Meslek yapmak istiyorum ama bakalım yer bulmak sandığımdan da zor. Benim Berlin’de ilkin ev aramam lazım. Ben aslen Frankfurt’luyum. Berlin’e yeni taşınıyorum.” "A ha! Öyle mi? Ben iki senedir üç kişilik ortak bir konutta kalıyorum. Gerçekten çok güzel! Arkadaşlar ile çok iyi anlaşıyoruz. Benim tanıdığım iki kadının oturduğu ortak bir konutta boş bir oda vardı. İstersen sana Ophelia’nın telefon numarasını vereyim bir danış ona. Eğer oda halen boşsa onlara sen de katılırsın. Ophelia ve Miyu gerçekten çok iyi insandırlar.” Letya, „Tamam! Neden olmasın?“ dedi ve telefon defterini Marc’a uzattı. Kendi kendine: “İyi, şansım yaver giderse oda aramaktan kurtulurum …” 26 Alan Lezan – Letya Zaten kendi başına bir oda bulmak öyle basit olmayacaktı. Marc, edebiyat okuyordu ve politik bilgisi de az değildi. Trende zaman çok hızlı geçti. İkisi çok iyi anlaştılar. Berlin’e yaklaştığında Marc, “Peki bugün yatacak yerin var mı?“ diye Letya’ya dostça sordu. Letya şaşkın bir şekilde: “Hayır, şimdilik yok! Ama kendime bugünlük bir pansiyon bulurum herhalde.” Marc, “Belki sana komik gelecek ama doğrusu senden insan olarak çok hoşlandım. İstersen bu gece bizde de kalabilirsin.” Letya çok teşekkür etti ve “olmaz!” dedi, "Ben kendi halime bakarım artık.“ “İstersen ortak Konut Santralı vardır. Orada kendine bir iki haftalığına ya ortak konutta, ya da tek oda bir yer de bulabilirsin. Çünkü pansiyonlar oldukça pahalıdır. Ayrıca, Berlin’de ev bulmak aylarını alabilir. Biz İstasyon’da inince ben senin için Ortak Konut Santralı’nın telefon numarasını internette bulabilirim.” Letya, bu iyi insana nasıl teşekkür edeceğini bilemiyordu: „Olur” dedi, "Zaten birkaç dakika sonra istasyondayız.“ İstasyona geldiklerinde bir internet kafeye gittiler. Orada söz konusu telefonları aldılar. Sonra bir kafede bir şeyler içtiler, telefonlarını ve maillerini birbirlerine verdiler. 27 Alan Lezan – Letya Marc, Berlin’de Letya’nın kontağa geçtiği ilk insan olmuştu. Letya, sevincinden uçuyordu, hem iyi bir insan tanımış, hem de belki yarından itibaren bir odası olacaktı. İşler yolundaydı. Marc gittikten sonra hemen telefon kulübesine gitti ve Ophelia’ya telefon etti. Saat 15:00‘e geliyordu ve kimse evde yoktu ama bir telesekreter vardı. Letya, “İyi...” dedi kendi kendine. "En iyisi ben Berlin’i biraz gezeyim akşama Ophelia’yı yine ararım.” Marc trende Letya’ya Berlin hakkında birçok şey anlatmıştı. Kulüpleri, tiyatro ve sinemaları, kafe, restoran ve semtleri. Berlin’in nüfusu 4 milyona yaklaşıyordu. Avrupa’da gece hayatının en enteresan olduğu bir şehirdi. Letya büyük Tren İstasyonu’nda bindi metroya ve Friedrichshain‘e doğru yol aldı. Çünkü Ophelia ve Miyu Friedrichshain’da oturuyorlardı. Marc’ın anlattığına göre Berlin çok enteresan tarihi bir şehirdi. 1933 Nazi faşistleri Almanya’da iktidara geliyorlar ve Yahudilerin her şeyini yasaklıyorlar. Aynı yıl Berlin 28 Alan Lezan – Letya Üniversitesi’nin önündeki alanda 20 binin üstünde kitap yakıyorlar. Bu kitapların içinde "Alman olmayan ruh!“ denilen Heinrich ve Thomas Mann, Arthur Schnitzler, Kurt Tucholsky, Max Brod, Arnold Zweig, Lion Feuchtwanger gibi yazarların kitapları da vardı. 1 Eylül 1939 yılında ikinci dünya savaşı başlıyor. Daha 18 Ekim 1934‘te Yahudileri topluca sınır dışı etmeler başlıyor. 9/10 Kasım 1938’de "Reichskristallnacht“ dedikleri Yahudilere karşı yakma ve yıkma savaşı başlıyor. Birçok Sinagog’un yanında Yahudi iş yerleri ve evleri de yakılıp yıkılıyor. 1943-45 yılları arasında Berlin havadan bombalanarak yerle bir ediliyor ve 2 Mayıs 1945’te Naziler savaşı kaybediyorlar. Geriye tahrip edilmiş şehirler, ölen 50 milyon insan ve çekilen büyük acılar kalıyor. Berlin’in nüfusu 1939’da 4,3 milyondu ama bu sayı 1945’te 2,8 milyona düşüyor. Her üç evin biri yıkılıyor, gaz ambarlarında 60 binin üstünde Yahudi zehirlenerek öldürülüyor, inanılmaz büyük acılar çekiliyor. 1948’de Berlin; Ruslar, Amerikalılar, Fransızlar ve İngilizler arasında dörde bölünüyor ve Berlin küçük bir adayı andırıyor. Batı Berlin etrafı Doğu Almanlar tarafından yapılmış, emperyalizme karşı duvarla çev29 Alan Lezan – Letya rilidir. Amerikalılar bu adayı yıllarca hava yoluyla destekliyorlar. Doğu Berlin, Doğu Almanya’nın; Bonn’da, Batı Almanya’nın başkenti oluyor ve Almanya Doğu (sosyalist) ve Batı (kapitalist) olmak üzere iki devlete bölünüyor. Letya tüm bunları okulda da öğrenmişti ama Marc’ın sade, yalın ve tane, tane açıklaması başkaydı. "Acaba…” diyordu Letya "Tüm bunlara rağmen faşistlerin Almanya’da bir daha iktidara gelme şansı var mıydı? Biz göçmenlerin sonu da Yahudiler gibi olur muydu?” Marc’a göre Almanlar okulda çocuklarını artık öyle eğitiyorlardı ki, bir daha böyle şeyler olmasın! Ama ekonomik krizler derinleşir, insanlar yine aç, susuz, evsiz kalırsa her şey yine de mümkündü. Fakat yaşadığımız uzay, iletişim çağında Almanya global dünyaya öyle entegre olmuş ki, Naziler gibi faşistlerin artık öyle şanslarının olmadığını düşünüyordu. Ayrıca şimdiki Almanya’da yaşayan göçmenlerle o dönemdeki Yahudilerin konumu başkaydı. Yahudilerin gideceği bir ülkeleri yoktu. Ama göçmenlerin her an yine geri dönebilecekleri bir ülkeleri vardı. Bu nedenle göçmenler Yahudiler ile kıyaslanmaz, diyordu. Letya’nın tüm bunları, zeki bir Alman edebiyat öğrencisinden duyması, kendisini bayağı rahatlatmıştı. 30 Alan Lezan – Letya Doğu Almanya 7 Ekim 1949’da kurulmuş ve 9 Kasım 1989’da yıkılmıştı. Almanya böylelikle 40 yıl bölünmüş olarak kalmıştı. Doğulular artık Rusça öğrenen cahil, fakir, İngilizce bilmeyen, tekniksel geri olan "Cahil Ossi“; Batılılar ise kibirli, zengin ve tekniksel ilerlemiş „Bilgili Wessi” idiler. Marc, “Biz 40 yıl içerisinde birbirimize çok yabancılaştık” dediğinde Letya sözünü kesmiş ve “Kürdler de 1923’te Lozan antlaşmasıyla beş parçaya bölündüler. Almanlar 40 yıl bölündü herkes ona karşıydı ve bu karşı çıkma elbette doğruydu tabi. Ama Kürdler 87 yıldır bölünmüş, parçalanmış hiç kimsenin umurunda bile değil. Ne garip bir dünya değil mi?” demişti. Marc ise, “Bence bu Kürdlerin politik bir güç olmadığından kaynaklanıyor. Ayrıca, Batı hep kendi çıkarlarına göre hareket ettiğinden dolayıdır. Batı’daki ülkelerin Kürdlerin kurtuluşunda hiçbir çıkarları yoktur. Ancak Kürdler kendi aralarında barışır, bölgede politik bir güç olurlarsa, belki ondan sonra, Batı onlara gereken ilgiyi gösterir,“ diye eklemişti. 31 Alan Lezan – Letya Kürdistan’ın bölünüp parçalanarak, farklı siyasi birimlerin egemenliğinde tutulması, elbette tarihi bir haksızlıktı, insanlığa karşı işlenen bir suçtu. Gerçekten de Doğu ve Batı Almanya arasındaki sınırın kalkmasını, özgürlük adına alkışlayıp, bayram havasına dönüştüren dünyalıların; Kürdistan’ın daha acılı parçalanmasına gösterdiği lanetli sessizlik, elbette anlaşılmazdı. Ama kınamaktan başka yapılacak bir şeyde yoktu. Marc, ancak bunun sadece tarihi bir haksızlık olmayıp; işleyen, süre giden bir haksızlık olduğunu bu anlamda tarihi ve güncel bir realite olduğunu da görmeliyiz demişti. Kore’de halen Kürdistan gibi parçalanmış durumda. ‘Bana göre,’ demişti Marc, ‘dünyada suni olarak bölünmüş bütün milletler er veya geç tabii sınırlarına kavuşacaklardır. Hele internetin olması bunu daha da hızlandıracaktır.’ Akşam saat 18:00’e geliyordu. Letya, Ortak Konut Santralı‘na gitmiş, kendisine Friedrichhain’da dört kişinin kaldığı ortak konutta, iki haftalık için bir oda kiralamıştı. Eğer Ophelia ve Miyu’nun yanındaki boş oda olmazsa, o zaman ilkin bu dört odalı evde kalacak ve oradan aramaya devam edecekti. 32 Alan Lezan – Letya Letya, dört odalı odaya gitmeden önce Ophelia’ya tekrar telefon açtı. Karşıda bir ses: “Ophelia!“ dedi. “Hallo Ophelia, benim adım Letya! Telefon numaranızı Marc’tan aldım. Marc’ın söylediğine göre oturduğunuz ortak konutun bir odası boşmuş. Ben Berlin’e yeni geldim, kendime ortak konutta bir oda arıyorum. Ortak konutunuzda ki oda daha boş mu acaba?” "Merhaba Letya! Oda daha boş! Bugün de iki kişi geldi ama daha kimin odayı alacağına karar vermedik. İstersen bir randevu yapalım sen de gel, görüşelim.” “Tamam! Ne zaman?“ "Yarın Pazar, kahvaltıya ne dersin? Şöyle saat 10:00’da. Miyu da evdedir.“ "Okay! Saat 10:00‘da. Ben beraber pide ekmeği getireceğim.“ "Nasıl istersen. Sevindim. Bay bay!“ "Bay, bay!“ Letya avizeyi kapattı ve yerinde iki ayağıyla havaya uçarak: „Yuppi!“ dedi. "Her şey tam istediğim gibi.” 33 Alan Lezan – Letya 5 L etya, Cumartesi akşamı saat 19:00’da Ophelia ile randevu yaptıktan sonra onlara yakın bir yerde, Friedrichshain’da kiraladığı odasına gitti. Bu evde çok çeşitli insanlar yaşıyordu. Odasını kiraladığı kişi izindeydi, bu nedenle oda kiraya verilmişti ve sakinlerinin hepsi öğrenciydi. Letya’nın odası ana caddeye bakan, 20 metrekare büyüklüğünde modern döşenmiş, yarı mobilyalı, çiçek dolu güzel bir odaydı. Odanın bir kadına ait olduğu her yönüyle belliydi. Letya, mutfaktakilere „İyi akşamlar!“ dedikten sonra odasına çekildi, yatağa uzandı, olup bitenleri bir film şeridi gibi gözünün önünde geçirdi. Qandil’i bir türlü kafasından çıkaramıyordu. Zaten orada yaşadıklarını bir iki günde aklından çıkarması mümkün değildi. Belki orada yaşadıkları bütün yaşamı boyunca kendisini gölge gibi izleyecekti. 34 Alan Lezan – Letya Partiyi terk etmesi doğru muydu? Acaba hakkında ölüm kararı verilmiş miydi? Aranıyor muydu? Bunların hepsini belki Fransa’da yaşayan Dilan‘ın kız kardeşinden öğrenebilirdi. Dağlarda gizli yaşaması için hiçbir nedeni yoktu. Orada hiçbir şeyden korkmuyor, istediği gibi yaşıyordu, çünkü dağlarda özgürdü. Letya, ertesi gün saat 9:45’te Ophelia’nin kapısının zilini çaldı. Bir Japon kızı kapıyı açtı ve “Hallo! Benim adım Miyu! Sen de Letya olmalısın. Buyrun içeri gel lütfen!“ dedi. Letya, Miyu’ya teşekkür etti ve yüzünü saran bir tebessümle içeri girdi. Letya’nın gözleri sevincinden parlıyordu. Sanki odayı alacağı, Miyu ve Ophelia ile yaşaması bir yazgıydı. Mutfağa gittiler. Mutfakta sofra daha yeni, yeni diziliyordu. Letya elindeki çantayı sandalyeye bıraktı ve, "Size pide ekmeği getirdim. Bilmem sever miydiniz?“ dedi. Miyu hemen, “Ben pide ekmeğine bayılıyorum! Teşekkürler… Bir şey içmek ister misin?” Letya, “Bir kahve fena olmaz!” diye karşılık verdiği o anda Ophelia içeri girdi. Ophelia uzun boylu, kısacık saçlarını siyaha boyamış, siyah bir mini etek giymiş, üstüne mavi bir üst giyinmiş güzel bir kadındı. Ophelia kısadan Letya’yı süzdükten sonra: “Günaydın! Benim adım Ophelia! Berlin’e yeni mi geldin?” 35 Alan Lezan – Letya "Evet, dün geldim.” "Marc’ı nereden tanıyorsun?” “Dün trende tanıştık. O gerçekten bir centilmen. Bana çok yardım etti.” Miyu, Letya’ya kahvesini doldurduktan sonra, “Berlin’e ilk olarak mı geliyorsun?“ diye sordu. Letya kahvesine süt doldurdu ve Miyu’ya gülümseyerek: "Hayır! Okuldayken öğrenci olarak bir haftalığına gelmiştik. Başkada ben Berlin’i tanımıyorum.” Ophelia ciddi bir ses tonuyla: "Sorması ayıp, sen nerelisin?“ Letya: "Ben Frankfurtluyum“ deyince; Ophelia gülerek, "Sen hangi milliyettensin? Onu aslında demek istemiştim.“ Letya biraz şaşkın bir şekilde, "Affedersiniz! Ben aslen Kürd’üm ama Alman vatandaşıyım. Frankfurt’ta doğup büyüdüm.“ Miyu kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, "Ne fark eder canım, sen aynı zamanda Almansın, çünkü Almanya’da doğmuş büyümüşsün“ Ophelia biraz utanarak, "Özür dilerim… Haklısınız… Benim için zaten bir insanın hangi milliyette olduğu fark etmez ama bendeki merak işte… Letya dış görünüşüyle bana göre bir İspanyol, ya da İtalyan da olabilirdi… Onun için sordum …Lütfen kusuruma bakmayın! Öğrenci misin?“ "Hayır! Ben bir meslek öğrenmek istiyorum.“ Miyu, Letya’ya dönerek: "Portakal suyu içmek ister misin?” 36 Alan Lezan – Letya “Evet, teşekkür ederim Miyu!“ Ophelia: "İyi o zaman istersen ilkin odaya bakalım, sonra daha yakından tanışırız artık …“ Eski binadaki dairenin üç odası, banyo, mutfak ve boş odanın balkonu vardı. Letya’nın odası ana caddeye bakıyordu. Güney batı istikametinde olduğu için, sabahtan akşama kadar güneş görüyordu ve 24 metre-kare büyüklüğündeydi. Odanın altı cilalanmış kalın meşe tahtalarıyla döşenmiş ve duvarlar bembeyazdı. Letya odayı görür görmez hemen balkona çıktı ve oradan Simon-Dach Caddesi’nden de aşağılara doğru baktı. Odayı çok beğendi, elinde olsa taşınmak isterdi ve hemen, "Odanın kirası ne kadar?“ diye Ophelia’ya sordu. "196.- Euro. Tabii kalorifer ve su içinde!“ Letya, "iyi“ dedi ve mutfağa geçtiler. Mutfakta bir buçuk saat sohbet ettikten sonra Letya evine geri gitti. Odayı anlaşılan çok kişi ziyaret etmişti ve yakında karar vermeleri lazımdı. Eğer kararı Letya için vereceklerse o zaman aybaşında, yani iki hafta sonra Letya odaya taşınabilecekti. Letya, ayrıldıktan sonra Miyu ve Ophelia uzun uzun gelenler üzerine tartıştılar, çünkü çoğuna Salı günü, yani üç gün sonra karar veririz demiştiler. Miyu, Letya odaya taşınsın dedi ama Ophelia başkasından ya37 Alan Lezan – Letya naydı. İki arkadaş bir türlü anlaşamıyorlardı ama Ophelia nedense Letya’nın sanki gizemli bir şeyi olduğunu, sanki bir şeyi sakladığını içgüdüsel sezinlemişti. Ophelia ise açık ve net insanları seviyordu. Ertesi gün Letya, Marc’a telefon etti ve onunla Prenzlauer Berg’te bir yerde buluştular. Letya, Marc’a odayı çok beğendiğini ama bunu orada söyleyemediğini, ne yapıp yapıp bu odaya taşınmak istediğini söyledi. Marc bu arada Ophelia ile görüştüğünü ve odayı kendisine verme tarafı olmadığını bildirince Letya biraz hayal kırıklığına uğradı. Ophelia’dan aniden soğudu. “Neden?” dedi. "Ben ona bir şey yapmadım ki? Hem sonra o beni daha hiç tanımıyor.” Letya, zaten hiç kimseden ricada bulunacak, ya da yalvaracak bir tip değildi. Eğer birisi kendisinden hoşlanmıyor, onu istemiyorsa bu onun bileceği bir işti. Artık üzerinde hiç durmayacaktı, ama hem Miyu ve Ophelia’dan, hem de odadan inanılmaz derecede hoşlanmıştı. Belki de bu ilgi, böyle güzel bir sohbeti, 5 senelik dağ yaşamından sonra, ilk olarak iki yabancı kadınla yapmış olmasındandı. 38 Alan Lezan – Letya Letya, "Neyse Marc!” dedi. "Ben artık başka yer arayacağım. Ne yapalım?” Letya, gerçekten de odayı, Friedrichhain’i çok beğenmişti, ama yapılacak bir şey yoktu. Berlin dergileri olan bir "Zitty” ve bir "Tip”i alarak eve gitti ve ilanlara baktı, oda aramaya devam etti. Kararını vermişti. Üç veya dört kişilik bir ortak konutta oturup, 4 milyon insanın yaşadığı Berlin’de kayıplara karışacaktı. İlk iş kendisine bir cep telefonu almaktı. Bunu Marc’a danıştı. Marc’ın hemen her konuda bir bildiği vardı, çünkü her şeyi internette iyice araştırıp bakardı. Letya, ertesi gün Marc’ın önerdiği bir cep telefonu aldı ve onunla ilk olarak Afşan’ı aradı. Olan biten her şeyi anlattı. Afşan, ”Üzülme sen muhakkak güzel bir meslek yeri ve oda bulursun,” dedi. “İlkin oda...” dedi Letya. “Şöyle birkaç ay dinleneceğim bir oda olursa güzel olur.” dedikten sonra kapattı. Tam da kapatmışken aniden telefon çaldı. Letya, karşıdaki sesi hemen tanıdı. Ophealia arıyordu ve odaya aybaşı taşınabilirsin diyordu. Marc, Ophelia ile konuşmuş ve Ophelia’ya Letya’nın cep telefonunu vermişti. Letya nasıl da sevinmişti. 39 Alan Lezan – Letya Sanki Kürdistan'nın bağımsızlık ilanını haber almış gibiydi. Letya’nın sırt çantasından başka hiçbir şeyi yoktu, ama Afşan: “Önemli değil sana gereken yardımı ben yaparım” demişti. 196.- Euro Letya için az para değildi, ama ilkin en kısa zamanda kendine iş bulup, meslek yeri bulana kadar çalışacaktı. Onun için oda artık bulunmuş sayılırdı. Şimdi sıra bir yerlerde bir iş bulmaktaydı! Marc ‘Ben sana yardım ederim’ demişti. Çünkü Berlin’i avucunun içi gibi biliyordu. ‘Yeter ki sen bana ne yapmak istediğini söyle’ demişti. Letya, Marc’a gerilla hayatından hiç söz etmemişti. Zaten Afşan’dan başkasına yaşamının bu kısmından kimseye bir şey anlatmayacaktı. Gerilla hayatı onun kalbinin derinliklerinde gizli bir sır gibi kalacak ve sadece onun olacaktı. Ophelia gibi insanlar hızlı düşünüp hızlı hareket ederlerdi. Tez canlıydılar. Aynı anda birden fazla işle uğraşabilirlerdi. Her işe kolaylıkla uyum sağlarlardı. Fakat sürekli fikir değiştirirlerdi. Bu sebeple Ophelia değişik karakterli olmasıyla tanınırdı. Marc’ın dediğine göre Ophelia gibi insanları anlamak zordu. Çok mutlu oldukları bir anda aniden mutsuz40 Alan Lezan – Letya luğa kapılabiliyorlardı. Yanlış anlaşılmaya müsaittiler ama dürüst, açık ve net insanları severlerdi. Gizli hiçbir şeyleri yoktu. Ophelia bilgisi olmadığı konuları son derece ustaca gizleyebilen, tam olarak bilmediği konuda ustaca bilgi verip, dinleyenleri akıcı ve etkili konuşmasıyla rahatlıkla ikna edebilen bir mizaca sahipti. Gerçek düşüncelerinden çok, diğer insanların duymak istediklerini söylemeyi daha uygun görürdü. Çabuk kavrayan bir zekâya sahipti. Her zaman çekici ve mantıklı konuşmaya özen gösterirdi. Ophelia, sürekli karar değiştirdiği için uzun projelerde çalışmaktan zorlanan bir kişilik sergilerdi. Maddi konularda da değişkendi. Bazen çok cimri olabilirken bazen çok bonkördü. Hareketli olmasından dolayı sağlıklı ve güzel bir fiziğe sahipti. Miyu ise detaycı, dikkatli, çalışkan ve zeki bir kadındı. İş konusunda oldukça başarılı ve amacına ulaşmak için, elinden gelen her şeyi yapan bir insandı. Olaylara anında müdahale ederdi. İnsanlara yardım etmeyi sevdiği gibi, aynı şeyleri onlardan da beklerdi. Miyu, sanatı, çalışmayı ve üretmeyi delicesine seviyordu. Bu nedenle tembellik yapmak ona anlamsız gelirdi. Ne var ki, aşırı detaycı olması, ayrıntılara takılı 41 Alan Lezan – Letya kalmasına neden olsa da genelde sağlam adımlar atmasına yardımcı olurdu. Aslında arkadaşlarını seçerken de titiz davranır, zor beğenen bir yapısı olmasına rağmen, Letya’yı ilk gördüğünde sempatik bulmuştu. Zaten Ophelia’ya 'biz Letya ile evlenmeyeceğiz, ille arkadaş da olmayacağız o bizimle sadece yaşayacak. Ona bu şansı verelim' demişti. Miyu, ilişkilerinde mesafeli olmayı seçen, kendine özgü kuralları olan biriydi. Kimsenin kendisini kullanmasına izin vermezdi. Geleceğini garanti altına almak için para biriktirir ama cimri biri değildi. Lüksü sevmez, mütevazı bir yaşamı vardı. Miyu, yaşadığı ortam ve temizlik konusunda da aşırı titizdi. Japonlar çoğunlukla böyledirler. Doğru beslenmeye de önem verdiği için, oldukça sağlıklı biriydi. Kendine aşırı özen göstermede üstüne yoktu. Kuralcı yapısı dış görünüşüne de yansıyordu. Onu dağınık görmek neredeyse imkânsızdı, ama o muhafazakâr değil, tam tersine bir eksantriklik, bir egzotikti. 42 Alan Lezan – Letya 6 G eleneksel kadın, küçücük bir kız çocuğu olarak başlar, büyür, birilerinin ilk aşkı olur. Bazen tercih eder, bazen de tercih etmek zorunda kalır. Deli gibi sever ve katlanır her şeye, sevmeyi acı çekmek zanneder, çünkü belki de sevmeyi hiç öğrenememiş, belki de hiç sevilmemiştir. Ve hatalar yapar. Kimileri de bir köy evinde çocuk yaşında ömründe hiç görmediği, tanımadığı bir adama para karşılığı satılı verilir. Oysa kimi daha şanslı doğar, yaşadığını bilir, yolunu çizer, doğru zamanda doğru tercihler yapar. Letya bu tip bir kadındı. Binlerce örnek verilir kadına dair; ezilen, hor görülen, taciz edilen, tecavüz edilen, dul olan. Ama bir şey vardır ki tarifi yapılamayan “Anne” olmak. En güzel kadın “Anne” olandır. Kadın kimileri için erkeğin namusu, kimileri için anamız, bacımız, kızımız, sevgilimiz, arkadaşımız geleceğimizdir. 43 Alan Lezan – Letya Letya’nın çocukluk arkadaşı Jandil bir keresinde; "Sadece bir kadını anlasam kendimi ermiş mertebesine sokacağım,” diye söylemişti Letya‘ya. Gerçekten de kadını, sevgiyi, aşkı anlamak, bir çiçeğin kokusunu, uzayın ötesini anlamak gibidir. Letya, şu an her şey olmak istiyordu ama o “Anne” olmak istemiyordu. Çevresinde tanıştığı herkes ya okuyor, ya da okumaya çalışıyordu. Kendisinin okumamasından adeta utanç duymaya başladı. Tabii her insanın ille de okuması mümkün ve gerekli değildi. Letya, zaten her mesleğe ve her işe büyük saygı duyan birisiydi ama Marc’ın, "Sen gel en iyisi okuluna devam et, ben sana yardımcı olurum!” demesi Letya’yı cesaretlendirmişti. Fakat Letya artık 24 yaşındaydı. Bir meslek edinmesi belki yeterliydi. Düz işçi olmak zaten istemiyordu, çünkü mesleği olanların bile iş bulamadığı bir devirde, düz işçi olup ta temizlik işi mi yapacaktı? Yoksa ömür boyu bir mutfakta bulaşıkçı olarak mı çalışacaktı? Okuması için en azından üç dört sene liseyi dışarıdan bitirmesi lazımdı. Letya, zeki bir kızdı ve Marc’ın önerisi üzerine uzun uzun düşünmüştü. "Liseyi bitirirsem 28 yaşım da olacağım,” demişti. ‘Ondan sonrada 4-5 sene okumak 33 yaşımda ancak üniversiteyi bitiririm.’ Başkaları en geç 28-29 yaşlarında doktorasını yapıyorlardı. Tekrar masaya oturup bu yaşta ders 44 Alan Lezan – Letya çalışmak, hem para kazanmak hem de öğrenci olmak kolay değildi, ama çok yaşlı da değildi. Treni henüz kaçırmış sayılmazdı. Almanların bazıları emekli olduktan sonra, bazıları da bir meslek yaptıktan sonra okumaya başlıyorlardı. İyi bir meslek altın gibi değerliydi. Letya, dört odalı evin mutfağında Jürgen ile tanıştı. Jürgen, informatik okumuştu ve evinde serbest çalışıyordu. Kompüteriyle bazı firmalar için program yazıyordu. Yaşamından da oldukça memnun gözüküyordu. Letya’nın son dönemler de tanıştığı hemen herkes sanki yaşamından memnun ve mutluydular. Mutluluğun belki aileye katılıp kocası ve çocukları için yaşamak olduğu düşüncesi, eskiden doğru ve anlaşılırdı, ama çağımızda nasıl öyle düşünüle bilinirdi. İnsan kendi için zevkle yaşayamadıktan sonra başkaları için niçin yaşasındı ki? Letya, Jürgen ile biraz sohbet ettikten sonra odasına dönüp çantasını aldı ve Frankfurt’ta gitmek için tren ana istasyonuna geldi. Yolculuk iyi geçti, kimseyle konuşmadı. Çünkü kapının hemen arkasındaki özürlülere tahsis edilmiş boş 45 Alan Lezan – Letya olan tek koltuğa oturdu, gazete okudu ve yolun bir kısmını da yatarak tamamladı. Frankfurt’ta geldiğinde aynı otele gitti ve Afşan’ı bekledi. Aybaşı Ophelia ve Miyu’ya taşınacaktı. Onun için ayıp olmasın diye kendisine bazı eşyalar lazımdı. Afşan onun boyundaydı ve elbiselerinin yarısını bir bavula doldurdu, "Al hepsi senin olsun! Gerisini bitpazarında temin ederiz, sen hiç merak etme” dedi. Bir bavul dolu elbiseyle Letya ertesi gün yine Berlin’e dört odalı evine taşındı. Oda sakinlerinin bazıları kocaman mutfakta toplanmış konuşup duruyorlardı. Letya, ilkin odasına çekildi, sonra kendisini toparladı ve derin bir nefes aldıktan sonra kalabalığa katıldı. Oda sakinlerinin hepsinin gözü yeni gelen konuktaydı. Letya, Jürgen’ın yanına yaklaştı ve Jürgen hepsine hitaben, "Bu gördüğünüz sevgili Letya’dır, Frankfurt’tan geliyor, kendisini ortak konutta bir oda buldu, aybaşında taşınacak!' dedi. Odadakilerin bazıları mırıldanarak, bazıları da bağırarak 'Gratuliere! Hi! Hallo!’ dediler. Jürgen, Letya’ya: "Bir şey içmek ister misin?“ diye sorunca; Letya: "Ben musluk suyu alacağım sağ ol!“ dedi ve önündeki bira kasasına baktı. Sonra kasadan bir bira çıkararak Jürgen’e açması için verdi. Jürgen 46 Alan Lezan – Letya açtı ve kendisine geri verdi. Letya, hiç düşünmeden kafaya dikti. Bu beş seneden sonra içtiği ilk biraydı. Dört odalı evin kocaman mutfağında sanki bir parti vardı. Letya, böylesi şeylere hiç alışık değildi. Qandil neresi, Berlin neresi, bu Alman öğrenci topluluğu neresi? Yeniden başka bir yaşama dönmüştü. Birayı çok dikkatli içiyordu. Fazla bir şey de yemediği için, kendisini çarpabilir, sarhoş olup etrafa kusmaktan, ya da saçma sapan şeyler konuşmaktan ve rezil olmaktan çekiniyordu. Mutfakta masanın diğer ucunda kocaman bir salata, cacık ve pide ekmeği duruyordu. Jürgen, Letya’ya: "Eğer açsan bir şeyler atıştırabilirsin,” dedi. Letya biraz çekinerek, "Fena olmaz!“ diye karşılık verdi ve yavaşça masanın öbür ucuna doğru ilerledi. Orada Julia ve Andreas oturuyorlardı. Onlar ile uzun bir konuşmaya daldı, zevkle yiyip içti, numaraları, mailleri değiştirdiler. Orada tanıdığı herkes ya öğrenciydi ya da okulları yeni bitirmişlerdi. Kimi Jürgen gibi çalışıyordu, kimi de halen okuyor ya da iş arıyordu. Letya, ertesi gün yine Marc ile buluştu ve Berlin’i gezdi. En sevdiği semt Nicolaiviertel dedikleri Yahudiler semtiydi. Oraya geldiğinde Marc, Yahudiler ile ilgili birçok şey anlattı. "İşte” dedi Marc, "Kürdlerin ve Yahudilerin kaderi bir bakıma aynı ama Yahudiler devlet olmayı başardı, 47 Alan Lezan – Letya çünkü arkasında zengin vatanseverleri vardı. İleri de bunu Kürdlerin de başaracağını düşünüyorum.” Marc bir optimistti. Zaten Letya’nın da böyle birisine ihtiyacı vardı. Gerçekten bu son iki hafta içerisin de tanıdığı bütün insanlar inanılmaz iyiydiler. Ama Marc, Letya’ya: "dikkat et!” demişti. "Batı insanından bir alacağın olmadığı sürece onlar hep iyidirler. Vermeye gelince kötüleşirler.” Nitekim ay başı gelmiş, Letya bavulunu ve çantasını alarak Ophelia ve Miyu’nun ortak konutuna yerleşmişti. Ve aynı gün kendisine bir futon, yastık ve yorgan da aldı, cilalı parlayan meşe tahtalarının üstüne serdi. Odada başka da bir şey yoktu, bomboştu. Yeni gelen konuğun başka eşyası olmaması tabi ki ev sakinlerini biraz şaşırtmıştı, ama Letya’nın 'Ben Frankfurt’ta ailemin yanında kalıyordum, çoğu eşyalarımı orada bıraktım' demesi, 24 yaşındaki bir Avrupalı için normal olmasa da kabul görmüştü. Belki Kürdlerde böyledir diye düşünmüşlerdi. Letya’nın bağlı olduğu ve onu en çok düşündüren insanlardan biri de annesiyle Afşan ve iki küçük kardeşiydi. Afşan 22 yaşındaydı ve halen anne ve babasının yanında kaldığı için Frankfurt’u bir türlü terk edemiyordu. O da ortaokulu bitirmiş, Degusa’da var- 48 Alan Lezan – Letya diyalı çalışıyordu. İşi zordu ama kazancı fena sayılmazdı. Afşan zeki bir kızdı ama maalesef diğer Kürd çocukları gibi kimse ilgilenmediği ve yol göstermediği için okuyamamıştı. Diğer iki kardeşleri daha küçüktü ve okula gidiyorlardı. Letya’nın diğer gerillalar gibi ölüm haberini beklerken, aniden sağ çıkıp gelmesi Afşan’ı inanılmaz derecede sevindirmişti. Letya, Afşan’a, "Anneme geldiğimi şimdilik söyleme. İşlerimi hallettikten sonra huzur içerisinde gelip görürsem daha iyi olur!” demişti. Afşan da: "Sen geldin ya gerisi artık önemli değil,” demişti. Marc ise bambaşkaydı. Edebiyat okumasına, sanat ile ilgilenmesine rağmen maddiyata çok önem veren bir insandı. 'Sahip olma' onun sanki yaşam felsefesiydi. Bu nedenle, Letya ile her görüşmesin de muhakkak okuması ve para kazanacak bir meslek edinmesi gerektiğini hep söylüyordu. ‘Ekonomi oku!’ diyordu. ‘Kürdlerin en çok yapması ve üzerinde durması gereken şey ekonomidir. Kürdistan zengindir. Bu nedenle Kürdler kendi ekonomisini kendileri çevirecek konuma gelmelidirler.’ Marc, Letya’ya her defasında üstüne basa basa ‘ekonomi oku, sonra da Güney Kürdistan’a yerleş’ diye akıl veriyor ve yol gösteriyor49 Alan Lezan – Letya du. Marc, işlerine düşkündü ve çok da sabırlıydı. İyi bir yazar değildi ama öğretmen olmak için yeterliydi. Başladığı işleri disiplinli, metanetli ve sabırlı yapmada olduğu için sonuna kadar devam ederdi. Fakat risk almaktan pek hoşlanmadığı için, kendini emniyette hissetmek isteyen birisiydi. Aynı zamanda çok güvenilir ve merhametliydi. Marc, insanlara yardım etmekten hoşlanıyordu. Kararlı, güvenilir ve sıcakkanlı olduğundan çevresi tarafından aranan değerli bir insandı. Somut konulara karşı, -şimdi Letya’nın içinde bulunduğu durum gibiilgi alanıydı. Bu sayede de ruhsal olarak doyuma ulaşmıştı. Rahatlığına düşkün olan Marc, fazla parası olmadığı halde lüksten ve konfordan keyif alıyordu. Onun için para, düşlediklerini rahat ulaşmak için sadece bir araçtı. Dikkatli olmasından dolayı çok fazla hata yapmıyor ve fırsatları değerlendirmekte ustaydı. Ne var ki, Marc beslenmesine dikkat etmediği için biraz kalın bir vücuda sahipti. Ama bu fiziksel yapısı Letya’yı hiç ilgilendirmiyordu. Letya, Marc’ı bir dost, bir arkadaş ve sade bir insan olarak seviyordu. Letya’nın Marc gibi birisi ile tesadüfen tanışması bir nimetti. Çünkü Letya neredeyse attığı her adımı ona soruyordu. Marc ise sanki onun bir danışmanı, kılavuzuydu… Bu arkadaşlığın nereye varacağı bilinmez50 Alan Lezan – Letya di, ama bu son üç haftada Marc’ın Letya için yaptıkları senelerdir Letya’nın tanıdığı, arkadaş bildiği insanların yapmadıklarıydı. Afşan, Dilan ve gerilladaki arkadaşları bu konuda istisnaydılar. Letya, bomboş odasına geri çekildi, kapısını arkadan kilitledi ve yatağa sırt üstü uzandı, bembeyaz tabana gözlerini dikti ve hıçkırarak ağladı. Artık sevincinden miydi, üzüntüden miydi bilemiyordu ama güzelce içini boşaltmıştı. Sonra kalktı balkona gitti, SimonDach Caddesi’nde yürüyen, kafelerde oturan, keyif yapan insanlara baktı ve içini derince çekti. O Kürdistan’dan ayrılalı tam üç hafta olmuştu ve anlaşılan, Kürdistan’ı, Qandil’i, Zagros’u, Serhat’ı, Cudi’yi, Gabar’ı ve arkadaşlarını çok, çok özlemişti. ‘Acaba partiden kaçmakla ben gerçekten halkıma ihanet mi ettim?’ diye kendisine sormuş ve derin düşüncelere dalıp gitmişti. Tekrar odaya döndü ve kendini yatağına bırakarak derin bir uykuya dalacakken aniden birisinin kapıya vurmasıyla uykusundan uyandırıldı. Miyu sessizce: "Oh! Özür dilerim! Yeşil Japon çayı yaptım. Bir yudum almak ister misin?“ Letya, ikiletmeden, "Evet, evet! Hem de severek” dedi. 51 Alan Lezan – Letya Miyu, çayı balkona getirdi ve yıllardır birbirlerini tanıyorlarmış gibi balkonda oturup, akşama kadar dostça sohbet ettiler. Miyu, Japonya’dan ve çocukluğundan, sanat ve pedagojiden anlatırken, Letya Frankfurt’taki yaşantısından anlattı. Saat 19:00’a doğru Ophelia geldi. Sanki kızmış bir hali vardı. Miyu: "Aldırma! O işten gelirken hep öyledir,“ dedi. Ophilia 27 yaşında Komünikasyon Dizayn okumuş ve bir seneden beri de bir acentede çalışıyordu. Görevi medya, çizim ve resim ile ilgilenmekti ama o daha çok internet sayfaları yapmakta ve internet sayfalarını yapan insanları yönlendirmekle görevlendirilmişti. Politika, sanat ve kültüre de büyük ilgisi vardı. Üstünü başını değiştirdikten sonra o da balkona geldi ve partiye katıldı. 52 Alan Lezan – Letya 7 B eş sene gerilla da kalmış bir insanın hayatı anlatılmaya kalkışılsa oda dolusu romanlar olur. Letya, beş sene içerisinde inanılmaz birçok şey yaşamıştı. Bu nedenle gece yatamıyor, garip garip, bazen de korkunç rüyalar görüyordu. Yanı başında kaç sevdiği arkadaşı şehit düşmüştü? Kaç kişinin elini ayağını kesmek zorunda kalmışlardı? Ne acılar çekilmişti? Tüm bunları ancak uzun süre gerillada kalanlar biliyordu. Kürdistan’ı ortadan ikiye bölen Irak-İran sınırında yer alan Qandil Dağı 3587 m yükseklikte, 1500 km uzunluğundaki Zagros Dagları’nın bir bölümünü oluşturdu. Letya, Qandil‘den yukarı Zagroslara geçeli neredeyse bir yıl olmuştu. Henüz bir yıllık gerillayken, hızın ve tutkunun esaretinde, kendini ve dağları, ovaları aşmanın arayışı içindeydi. Aslına bakılırsa insan yalnız başına üç gün bile dağda yaşayamaz. Her an basan yorgunluk, her an üşüyen, terleyen vücut, her an açlık, susuzlukla boğuşmak 53 Alan Lezan – Letya zorundasın. İklimle, araziyle, toplumla, düşmanla mücadele ediyorsun. Elinde bir Kalaşnikof ve hırkandan başka hiçbir şey yok. Seni ayakta tutan tek şey kurtuluşa, özgürlüğe ve bağımsızlığa olan inancındır. Letya, bu beş sene zarfında arkadaşlarıyla dağları gezmek, araziyi tanımak, eğitim görmek ve düşmanla sayısını bilmediği çatışmalarla geçirmek zorunda kaldı. Ormanlarda gizlenerek yaşıyorlardı. Bazen bir ağacın dibinde, bazen de bir yerde küçük bir taşın altını oymuş, oraya öyle kıvrılıyorlardı. Bazen yasak olmasına rağmen ateş yakabiliyor, öyle ısınıyorlardı. Orada bir çoban kendilerini görüyorsa, başka bir ormana, başka bir tepeye, vadiye gidiyorlardı ve oraya siniyorlardı. Kışın ahırlarda samanlıkların, otların içinde kalıyorlardı. Bazen gecede iki, üç kez yer değiştirmek gerekiyordu. Herhangi bir yerde yattıklarında ‘yastık olsa da başımızı koysak’ diyorlardı ama "uykuda yakalanırız” korkusuyla bir gözü uyanık, bir gözüyle de uyuyordu. Gözler yarı açık eli daima Kalaşnikof’un tetiğindeydi. Artık gerillada öyle bir duyarlılık oluşmuştu ki, kafalarını taşa koyarlarken, yüzlerce kilometre uzaklarda bir helikopter kalktığında topraktan telsiz gibi onun sesini duyuyorlardı. 54 Alan Lezan – Letya Kıştı. Karlar bir iki metre yükselmişti ve kar gerillaya düşman gibiydi. Kar kaç gerillanın ellerini ve ayaklarını almıştı. Kaç gerillayı ölüm uykusuna daldırmış ve yorgan gibi örtmüştür üstünü bilinmez. Dağların zirvesinde kışlar en şiddetli, en soğuk ve en acımasız haliyle yaşanırdı. Zagrosların zirvesi yüksek kayalıklarından ve derin uçurumlardan oluşuyordu. Zirve deyip geçmemek lazım! Labirent kayalıklar ve dibine bakmaya cesaret edilmeyen uçurumlar, ona zirve olmanın tüm vasıflarını kazandırmış, üzerinde olana yaşamını koruması için her türlü imkânı tanımıştı. Gerillanın sadece Kalaşnikof’u ve BKC’si vardı. Düşmanın ise insanın sayamadığı kadar çeşitli silahları, on binlere varan askeri vardı. Letya, bile buna şaşırıyordu bazen. Bu dengesiz koşullarda nasıl savaşabildiklerine... Bir defa mola vermişlerdi. Güneş sanki başucunda, rüzgâr en şiddetli şekilde esiyor, insanın kulaklarını ve dudaklarını jilet gibi kesiyordu. Letya, Batı’ya bakan zirvenin tam üstüne çıktı, silahını yanına koydu ve oradan karşıdaki köyleri seyrederken, birinin eldivenli sağ elini eline alıp okşadığını hissetti. Önce heyecan55 Alan Lezan – Letya dan titremeye başladı. Damarlarındaki kan en hareketli şekliyle kalbini güm güm diye vuruyordu. Letya, yavaşça başını sağa doğru çevirdi ve yanında elini okşayıp öpen Dilan’ı gördü ve şimşek çakar gibi hızla elini geri çekti. Dilan özür diledi. Letya; "Ya birisi bizi görünce ne olacak?” diye Dilan’a çok fena kızdı. Dilan canlı hareketleri, sağlam ve sakin görünüşüyle tanınırdı. Hiçbir zaman kendisinden şüphe duyulmayacak kadar güçlü bir yapıya sahip olmasına rağmen, insanları tanıma konusunda pekiyi değildi. 27 yaşında olmasına rağmen bazen saf ve temizdi... Doğallığı, neredeyse çocuksu cazibesi ve gözlerinde parıldayan yaşam sevinci, birçoklarında reddedilmez etki bırakan bir çekim gücüne sahipti. Dilan, güzel ve atletik bir kadındı. Letya, onu görünce bazen şehvetleşir ama bunu ona hiç hissettirmediğini sanırdı. Asalet, cesaret, doğru sözlülük, sevme yeteneği, iyilik gibi seçkin yetenekler Dilan’ı tarif etmeye yetmezdi. Ne yazık ki, kibir, gurur, hâkimiyet hırsı, küstahlık, kendini beğenmişlik de kendisinde vardı. Dilan’ın kararları kendi göre hatasızdı. Davranışları Letya’ya hoş gelmediği halde o, sanki herkese ve her şeye hükmetmeliydi. Aşkın gerillada yasak olduğunu bilmesine rağmen, gördüğü her fırsatta Letya’ya karşı isteklerini, sevgisini dile getirmekten tereddüt etmezdi. Öte yandan çok 56 Alan Lezan – Letya duygusaldı. Elinin geri çevrildiği her manevradan sonra, en azından bir iki gün Letya ile konuşmazdı. Dürüsttü, kendini feda etme derecesine varabilen iyi kalpliliği, verdiği sözlerden anlaşılıyordu. Ama kesinlikle güvenilir bir insan tipiydi. Belki bu nedenle Letya onuna, bazen sevgisini belli etmesine izin veriyordu. Ama Letya, bu nedenden dolayı başına bir iş gelsin istemiyordu. Çünkü davası uğruna her fedakârlığı yapmaya hazır bir kadındı. Bu ilişkinin bilinmesini asla istemezdi. O sadece bulunduğu ortamın sorumluluğunu yerine getirmekle sınırlamak istiyordu. Sorumluluk taşımak Letya için bir zahmet değildi. Tam tersine, 'her şey iyi gitmeli' fikri, zorlukları kolayca hal etmesini sağlayacak bir ilke olmuştu. Oysa sevgi, kırmayan bakış, incitmeyen kalpti. Letya’da sevginin tarif edilmez bir tutku olduğunu, yaşadığı şartlarda ulaşılmaz, mümkün olmayan bir tutku olduğunu çok iyi bildiği için duygularına, seksüel güdülerine tamimiyle hâkim bir kadındı. 57 Alan Lezan – Letya 8 G ünler hızlı geçti. Letya’nın ortak konutta oluşu, beşinci haftasını dolduruyordu. Bu beş hafta içerisinde Letya dinlenmekten başka fazla bir şey yapmadı. Bu arada konuttaki arkadaşlarını ve onların arkadaşlarını, misafirlerini biraz tanıdı. Kendi odasına bir masa ve raf, içeriye ve balkona birkaç çiçek aldı. Oda biraz oturaklı olmaya başladı ama yine de boş yerler çoktu. Zaten böylesini de Letya seviyordu. O eşyalarla doldurulmuş bir evi olsun istemiyordu. Letya, Pazartesi erkenden kalktı ve polise gidip kayıt oldu. Poliste evden kaçtığını ve illegal yaşamak zorunda kaldığını, bu nedenle adresinin gizli tutulmasını istedi. Ondan sonra liseyi dışarıdan bitirecek bir okul aradı ve Berlin Akşam Lisesi’ne danıştı. Orada okulun Ağustos’un 31. de başlayacağını ve burs alacağını söylediler. Letya buna çok sevindi. Ağustos’un sonuna kadar fazla zaman yoktu zaten. Okula üç buçuk sene gitmesi lazımdı. 58 Alan Lezan – Letya Oradan çıkar çıkmaz hemen Marc’ı ve Afşan’ı aradı ve durumu izah etti. Marc ile Afşan çok sevindiler ve kendisini kutladılar. Bu telefonlardan sonra Letya alış verişe gitti ve akşama arkadaşlarına bir Kürd yemeği yapmayı kararlaştırdı ve yemeğe Marc’ı da davet etti. Gerek Miyu ve gerekse Ophelia’nin hayat arkadaşları yoktu, ama beraber kaldıkları çok kişi vardı. İkisi de söylediklerine göre 'açık ilişkide’ yaşıyorlardı. Bunun anlamı herkesin tamamen birey olarak özgür olmaları, kimseye bağlanmamaları, istedikleriyle cinsel ilişkiye girmeleriydi. Aile kurmak, çocuk sahibi olmak hiçbiri şimdilik istemiyordu. Letya’nın kafasında ise Kürdistan, gerilla ve şimdi de okulu vardı. Sex, O’nun için bir tabuydu. 24 yaşında olmasına rağmen cinsel ilişkiye hiç girmemişti ve girmeye de hiç niyeti yoktu. Marc ile olan ilişkisi sadece dostçaydı. Letya için “aşk” yabancı bir kelimeydi. Akşam yemeğinde Letya büyük bir ‘zerfet’ yaptı. Herkes bu yemeğe şaşırmış ve hayatlarında ilk olarak Kürd yemeği yiyorlardı. Letya, yemekte ayranın yanına birkaç şişe şarap almıştı. Fazla alkol içmiyordu ama bazen tadına bakıyordu. 59 Alan Lezan – Letya Letya, aşırı bir şekilde alıngan, hassas ve evhamlı olan insanları pek sevmiyordu. Ophelia belki biraz bu tip insanlardandı, sorumluluklarının bilincinde olduğu için etrafındaki insanlardan da sorumluluk beklerdi. Ayrıntılara önem verdiğinden dolayı işlerinden başarılı sayılırdı. Ophelia, belki aşırı duygusal ve duyarlıydı. Bu nedenle kendisi de iletişim içinde oldukları insanlarda duyarlılık ve iyi niyet arardı. Ancak kendisini iyi hissettiğinde yardımsever, sıcakkanlı, anlayışlıydı. Eğer kendini iyi hissetmezse, ‘domuz‘ gibi bir karaktere sahipti. Son günlerde, Ophelia’nın iş yerinde, bazı şeyler istediği gibi yürümediğinden, onun hıncını Letya’dan çıkarıyordu. Buna Miyu müsaade etmiyordu. Letya ise onun bu komik davranışlarını görmezden geliyor, hepsini sanki hiçbir şey olmamış gibi yutuyordu. ‘Olsun’ diyordu, ‘Belki de beni fazla sevmedi, ama bu durum birbirimizi yakından tanıdıkça ilerde düzelir’ diyordu. Ophelia, hiç sebep olmaksızın alıngan ve somurtkan olabiliyordu. Sabırlı ve nazikti ama tartışmalardan ve eleştirilmekten pek hoşlanmamasına rağmen, bazen sabah geç saatlere kadar mutfakta tartışır dururdu. Kendini haklı çıkarmak, dinletmek pek hoşuna giderdi. 60 Alan Lezan – Letya Marc’ın Ophelia ile açık ilişkisi vardı ama, uzun süredir birbirlerini görmemiş, aralarında son dönemlerde de cinsel hiçbir şey olmamıştı. Şimdi ikisi mutfağa oturmuş iyi bir arkadaş gibi sohbet ediyor, şakalaşıyorlardı. Miyu, bir dedektif gibiydi. Çok meraklı olduğundan, bazen Letya’yı sorulardan boğuyordu. Letya ise çoğu kez yalan söylemek zorunda kalıyordu. Sanki son beş sene gerillada değil, Frankfurt’ta yaşamış gibi cevap veriyordu. Afşan, Letya’ya Frankfurt yaşantısından bazı kesitler anlatmıştı. Zaten masadakilerin hiçbiri Frankfurt’ta gelmemiş, Frankfurt’u tanımıyorlardı. Bu durum Letya için bir avantajdı. Mutfakta sohbet ederlerken Ophelia, bir kadının kendisini cinsel olarak metalaştırma tercihinin bir güçlenme eylemini temsil edebileceğini ve böyle bir tercihin kesin olarak olumsuz biçimde değerlendirilemeyeceğini söylüyordu. Bir kadın isterse sokakta çıplak dolaşsın, isterse fahişe olsun bu onun bileceği iştir. Ophelia, bu nedenle pornografiye karşı bile değildi. Her insan yaptığından sorumludur ve başkasının yaptığı gözüme sokulmadıkça kimin ne yaptığı beni ilgilendirmez diyordu. 61 Alan Lezan – Letya Letya ise bunları bir kadının ağzından duyduğuna şok olmuştu, ama kendi köşesine geri çekmiş onları dinlemekle yetiniyordu. Marc ve Miyu‘da bu konuda başka düşünüyorlardı. Miyu, kadının metalaştırılmasının doğası gereği sorunlu olduğu düşüncesinden hareketle, bunu reddediyordu. Genel olarak pornografiye, özel olarak da kadınları şiddete ve kötü muameleye maruz kalırken tasvir eden pornografiye karşıydı. Toplumsal cinsiyet stereo tiplerinin hem erkekler hem de kadınlar açısından zararlı olduğunu düşünüyordu. Ophelia ise sıkça 'kadınsı' stereo tiplerin kadını güçlendirmeye katkısı da bulunabileceğini savunuyordu. Bu nedenle çok seksi giyinip kuşanıyordu. Marc, Letya’ya bir göz attıktan sonra "Efendim! Belki de her ikisinin ortasını bulmak lazım, çünkü bazı erkeklerin pornografiye ihtiyaç duyduklarını kesin olarak biliyoruz. Eğer bir kadın zor kullanılmadan kendi isteği üzerine bunu yapıyorsa o zaman elbette bu onun bileceği bir iştir ve bize ona saygı göstermek düşer. Kimse ona karışamaz. Ama maalesef çoğu zaman zor durumda olan kadınlar, genellikle para için bu işi yapıyorlar, yoksa gönüllü istediklerinden, yani zevk aldıklarından değil.“ 62 Alan Lezan – Letya Ophelia, "Tamam! Bu konuda ben sana katılıyorum ama, benim demek istediğim daha çok bir insanın, özgür isteği üzerine kendisini 'metalaştırma' özgürlüğünün olduğunu söylemek istiyorum.” Miyu, "Bu tartışma, bazı ilginç ve önemli açılardan, hayvan sömürüsüne toptan son verilmesini savunanlar ile hayvan refahı anlayışını savunanlar arasındaki tartışmaya benziyor. Aslında, post-modern feminizm ve hayvan refahı anlayışı, aynı teorinin farklı bağlamlardaki uygulamalarıdır.“ Letya, derin bir soluk aldıktan sonra "Ev içi hizmetlerin toplumsal bir iş olmaktan çıkıp, özel bir hizmet haline dönüştüğü tarihsel dönem, ataerkil topluma geçişi ve kadının sosyal ezilmişliğinin başlangıcını oluşturur.“ Ve devam etti: "Kadınlar, erkek cinsi ile hukuksal olarak eşitliği sağladıkları ölçüde, kendi ezilmişliklerinin hak yoksunluğundan değil, bizzat kapitalizmin ekonomik karakterinden kaynaklandığını görürler ve doğrudan, açık bir biçimde sermaye düzenine karşı savaşıma yönelmelerinin imkânları, ileriki aşamalar da genişlemiş olur.“ Ophelia sesli gülerek "Oh!“ dedi, "Marx konuşuyor!“ Miyu, "Ben de Letya’ya katılıyorum ama, ben Marxist değilim. Bence kadının yaşam koşullarının düzeltilmesini, sömürünün ortadan kalkmasını beklemeden de gerçekleştirmek mümkündür. Letya’nın erkek ve 63 Alan Lezan – Letya kadın arasındaki 'hukuksal eşitliğe' değinmesini önemli buluyorum.” Marc, Letya’ya dönerek: "Bence“ dedi, "Klasik anlamda sömürü artık yoktur. Bu uzun konu olduğundan aslında tartışmak istemiyorum. Esas olan, şu an ne yapabileceğimizdir. Daha doğrusu kadının ne istediğidir.” Letya, "Kadın tarafından yapılan ‘ev işlerinin kamusal değil de özel bir karakter arz etmeye başlaması, o tarihsel dönemden bugüne, kadını bir 'baş hizmetçi' haline dönüştürmüş ve cinsel baskının da nesnel temeli olmuştur. Kapitalizmin kadını toplumsal üretime dâhil etmesi, ‘özel ev işlerinin’, ya da başka bir ifadeyle iş gücünün yeniden üretimi işinin toplumsallaştırılmaması nedeniyle, kadının cinsel sömürüsünü ortadan kaldırmamaktadır. Yalnızca kadını üç çeşit sömürü ile yüz yüze bırakmaktadır. Birincisi; ev işleri yaparak; ikicisi; dışarıda çalışarak, yani işgücünü satarak; üçüncüsü; seksüel sömürerek! Bence pornografi kadını sömürmek ve aşağılamaktır. Kadın bir seks objesi, ya da satın alınacak bir nesne değil, her şeyden önce bir insandır.” Mutfakta ki herkes seslice güldü. Ophelia, "Baksana sen tam bir devrimciymişsin!“ dedi. 64 Alan Lezan – Letya Marc, "Bence Letya’nın dedikleri özünde doğrudur, ama ben daha çok özgür bireyin özgürlüğünden yana olduğum için, bir kişinin özel hayatına saygım vardır. Pornografiyi sevmem ama yapanların da hoşuna gidiyorsa ne yapalım? Ophelia’nın dediği gibi gözümüze sokmadıkları müddetçe kendi bilecekleri bir iştir. Sonuçta her kesin vücudu kendine aittir. Onunla her istediğini yapmada tamamen özgürdür. Yaşa ve yaşat!” dedi. Miyu, “Bence biz çok yüzeysel tartışıyoruz. Letya çok önemli noktalara değindi, söylediklerini yabana atmamak lazım.” Letya, "Sorun, cinsiyetçiliğe karşı olanların, sömürüye dayalı bu kurumlara karşı çıkmalarının gerekip gerekmediği meselesidir bence,” dedi. Marc, "İstersen tartışmayı burada keselim! Biz bu sorunu zaten burada ve şimdilik çözemeyiz.” Letya’ya dönerek: "Yarın sinemaya ne dersin?” Letya: "Neden olmasın? Hangi filmi öneriyorsun?” Marc, masada "Zitty” dergisini aldı, açtı ve baktı. Saat 24:00’e geliyordu. Ophelia ve Miyu, Letya’ya yemek için içten teşekkür ettikten sonra yatmaya gittiler. Marc ve Letya da yarın için film aramaya başladılar. 65 Alan Lezan – Letya 9 G ünler yine geçmiş, bir hafta sonu daha gelmişti. Cumartesi‘ydi. Ophelia, en enteresan giysilerini giymiş mutfakta Miyu’yu bekliyordu. Odasından seksi bir elbiseyle çıkan Miyu, Letya’ya sordu: "Sen de bizimle gelmek istemez misin?” Letya her ne kadar 'Hayır' dediyse de beş para etmedi ve sonunda fazla diretmedi, "İyi! Madem bu kadar ısrar ediyorsunuz ben de geliyorum.“ Letya, her zaman giydiği elbiselerinden birini giydi ve üç kadın gece saat 02:00 sularında yola koyuldular. Friedrichhain’e yakın bir yerde 'Ost-Gut‘ denilen bir kulübe gittiler. Kulüp dört bölümden oluşuyordu. İçeri girdikten hemen sonra büyük bir hol vardı. Holun arkasında Chill-Out için bir oda, sağ tarafında yan yana üç tane birbirine bağlı normal büyüklükte ‘dark-room‘ dedikleri karanlık odalar vardı. Sol tarafta bir merdiven teraseye açılıyordu, çoğu insanlar 66 Alan Lezan – Letya orada chillenip, dans ediyorlardı. Buraya ‘Panorama Bar’ diyorlardı. Bu hafta sonu Ost-Gut’ta homosexüellerin bir partisi vardı. İçeri girer girmez Letya sanki kültürel bir şok geçirdi, çünkü kimin kıçı açıktı, kimi çırılçıplak, dufduf Techno müziğinin temposunda dans ediyor, keyif yapıyor, gülüp eğleniyorlardı. Üç kız beraber biraz ileriye, dans pistine doğru gittiler. Herkes delice dans ediyor, kimileri de bir köşede, ya da ortalıkta çılgınca sevişiyordu. Ophelia hemen dans etmeye başladı, Miyu, Letya’nın elini tuttu ve ‘dark-room’ dedikleri odalara götürdü. Odalar neredeyse kap karanlıktı. Hafiften kırmızı, yeşil ve mavi neon ışıklarının altında kimisi uyuşturucu alıyor, kimi lateks giyinmiş, siyah, yeşil, mavi, kırmızıya bürünmüş, acayip peruklar takmış anal veya oral seks yapıyor, kimi de gruplar halinde sevişirken, bazıları da köşelerde durmuş onlara bakıp elleriyle doyuma ulaşıyorlardı. Letya, tüm bunları görür görmez hemen dışarıya fırladı. Miyu peşinde geldi ve, "Letya neyin var?“ diye sordu. Letya, "Karnım fena şekilde ağrıyor!“ Ve bozuntuya vermeden "Ben eve gitmek istiyorum!“ dedi. Miyu, şaşırmıştı ama "İstersen başka bir yere gidelim! Ne dersin?” Letya, "Hayır! Ben eve gitmek istiyorum! Zaten geç oldu. Yarın erken uyanmam lazım!“ dedi ve yola ko67 Alan Lezan – Letya yuldu. Yolda yavaş yavaş eve doğru gelince sanki birisi kendisini takip ediyordu. Letya gittiği caddeden sola döner dönmez bir binanın önünde durdu ve içeri giriyormuş gibi yaptı ve bekledi. Adam hızlı adımlarla geldi, Letya’yı arıyormuş gibi bir sağa, bir sola baktı, binanın önündeki nişede saklanan Letya’nın yanından geçip gitti. Letya adamın uzaklaştığını görünce sessizce eve doğru yürümeye devam etti ama ödü kopmuştu. Kim olabilirdi bu saatte? Partiden birisi olabilir miydi? Kaldığı yeri biliyorlar mıydı? Letya, evde ilkin derin bir nefes aldıktan sonra mutfağa gitti ve kendisine bir çay yaptı. Bu akşam gördüklerine bir türlü inanamıyordu. "Ben” diyordu, "Acaba bu ortak konutta doğru bir yerde miyim?” Sonra yatağa gitti, ama uyku gözüne girmiyordu. Bir yandan gerilla yaşamı, diğer yandan bugün gördüğü çırılçıplak dans eden, sevişen insanlar, hiç birbirine uymuyordu. Sanki sopsoğuk sudan kaynar suya dalmıştı. Gerçi o, bu kültürün fazla yabancısı da değildi. Ama beş sene gerillada yaşadıktan sonra, bu tür şeyler ile karşılaşmak gerçekten kendisini şok etmişti. Oysa o da yeterince televizyondaki müzik programlarına bakmış, çoğu şeyleri oradan da tanıyordu ama bugün gördükleri kendisine oldukça çok geldi. Ne yapacaktı? Ayın başına, okulunun başlamasına iki hafta kalmıştı. Yeniden ev aramak, aradığı evde de 68 Alan Lezan – Letya yine böylelerin olması büyük bir ihtimaldi. Balkona çıktı. Simon-Dach Caddesi’nden ta aşağılara doğru, parıldayan ay ışığında baktı ve düşündü. Sonra bir kediotu çayı içti ve sabaha doğru yatağa uzandı. Sabah saat 10:00’a doğru uyandı. Miyu ve Ophelia’nın odalarının kapıları açık, odalar boştu. Onlar zaten cumartesi çıkınca pazar aksamı ancak gelirlerdi. Letya yalnızdı ve yalnızlığın tadını çıkarıyordu. Öğleden sonra Marc’a telefon etti ve biraz onun dilini aradı. Marc, bu tür şeylerin çok doğal olduğunu, canını sıkmaması gerektiğini, ileride kendisinin de bu tür atmosferlere alışacağını söyledi. Letya, ‘Canını sıkmamak ve bu tür atmosfere alışmak mı?’ dedi kendi kendine ve balkona çıkıp güneşlendi. Aksam saat 21:00’e doğru Miyu bir adamla birlikte eve geldi ve hemen mutfakta olan Letya’ya nasıl olduğunu sordu. Letya da "İyiyim” dedi. Miyu adamla birlikte odasına çekilince, Letya’da odasına gitti. O arada Afşan telefon etti ve olup biteni Afşan’a anlattı. Afşan Letya’nın anlattıklarına inanamıyor, oldukça heyecanlanmıştı, çünkü babası kendisini zaten Frankfurt’ta hiçbir yere bırakmıyordu. Afşan, buna benzer bazı şeyleri Alman arkadaşlarından duymuştu. O da Marc gibi "Doğal ve zamanla alışırsın,” dedi. 69 Alan Lezan – Letya Letya, telefonu kapattıktan sonra yatağa uzandı ama bir huzursuzluk sanki kendisini içten içe kemiriyordu. Bir yandan anlaşamadığı ailesi, diğer yandan gerilla yaşamı ve şimdi de 'yanlış' ortak konutta olması, kendisini oldukça rahatsız ediyordu. Ne yapacaktı? "En iyisi taşınmak! Bunların hepsi sapık!” dedi kendi kendine ve yine balkona çıktı. Uykusu gelmiyordu. Sonra bir kediotu çayı yapmak için mutfağa gitti. Orada Ophelia ile karşılaştı. Ophelia’nın makyajı çözülmüş, alnı ve yüzü buruşmuş, gözlerinin altındaki çember büyümüş, yaşlı bir kadını andırıyordu ve çok yorgun gözüküyordu. Letya, Ophelia ile biraz hoş-beş ettikten sonra çayını alıp odasına döndü. "Taşınsam mı, taşınmasam mı?” diye kendisine defalarca sordu, durdu. "Tolerans iyi güzel de! Ama benim tüm bunları yaşamam gerekiyor mu? Ben bir gerillayım, bunlar ise burjuva çocukları. Bildikleri tek şey delicesine eğlenmek! Başka bir şey bunların kafasında yok!” Sonra daha derince düşündü ve aslında bunların da zeki insanlar olduğu kanısına vardı. Ophelia okumuş, Miyu daha okuyordu. Boş zamanlarında da eğleniyorlardı. "Belki benim bu tür sorunlarım olmasaydı ben de onlardan başkası olamazdım” diye düşündü. Letya’nın kafası iki kültür arasında allak-bullak olmuştu. Öyle ki geceleri rahat uyuyamıyordu artık. Bir 70 Alan Lezan – Letya değil, sanki iki kişi olmuştu. Bir kediotu çayını diğerinin peşinde içiyordu ama yine de yatamıyordu. "Allah kahretsin!” diyordu bazen. "Ne bu diller, dinler, kültürler, ülkeler ve milletler? Kim yarattıysa hepsini geri alsın!” Kendisinin istediği, herkesin özgür ve eşit olduğu bir sistem sanki mümkün değildi. Bu durum Letya’yı bazen karamsarlığa, umutsuzluğa sürüklüyordu. Sonra bir an dünyadaki 7 milyar insanı düşündü. "Bu kadar farklılıklara rağmen, bu kadar kişinin birbirleriyle ‘barışçıl’ yaşamaları gerçekten enteresandı. Marc’ın dediği gibi, bu farklılıkların hepsini bir zenginlik olarak görmek lazımdı. Kimse bana bir şey yapmadıktan sonra nasıl yaşarsa yaşasın, bana ne?” dedi ve uyumaya gitti. Ertesi gün sabah erkenden uyandı ve burs için gereken işlemleri içeri verdi. Sonra kendine bir iki gazete ve dergi aldı, ev aramaya koyuldu ama sonra vazgeçti. "Miyu ve Ophelia gerçekten zeki ve çok iyi insanlar!” dedi. Bu onların özel yaşamıdır ve onlar başka kültürün insanıdırlar, elbette istedikleri gibi yaşayacaklardır. Belki de, herkese "özgürlük” böyledir. Kimi dans eder, kimisi açıkta sevişir, kimisi çıplak gezer, kimi delici takar, kimi dövme yapar, kimi de yapmaz. Ben hepsini olduğu gibi kabul etmesem de onlarda insandır, hoş görmem lazım. Yaşa ve yaşat. Zaten verdi- 71 Alan Lezan – Letya ğimiz mücadele bireyin, toplumun özgürlüğü ve refahı için değil midir?' Tüm bu söylemlere rağmen, yine de gördüklerine bir türlü inanamıyordu. "Bir insan sokakta öpüşür tamam,” diyordu", ama açık açık seks yapmak doğru muydu acaba? Gerçi orası sokak değil, kapalı bir yerdi ve oraya gitmeye mecbur değildi, ama olsun. Başkasının yanında açık sex yapmanın zevki neydi acaba? Ben exibizionist ya da voyeurist değilim” dedi. "Ama anlaşılan exibizionist ve voyeurist olan çok insan vardır. Hele köşede durup seks yapanlara bakıp kendini elle tatmin edenlere ne demeli? Bu normal miydi acaba?” Letya’nın kafasındaki soru işaretleri çoğalmaya başlıyordu. Özgürlük gerçekten neydi? Ahlak ve moralin sıfıra indiği bir toplum muydu özgürlük? Özgürlük, günümüzde insanın asıl değerlerinden soyunup, 'hayvansı' değerleri alarak kaybolması mıydı? Epeyce düşündükten sonra seslice, "Yaşa ve yaşat!” dedi. ‘Özgürlük istediğin gibi yaşamaktır. Bu insanlar istediği gibi giyiniyor, istediği gibi kuşanıyor ve istedikleri gibi de yaşıyorlar. Kimsenin başkasının yaşam biçimine, özel hayatına, kılık kıyafetine, zevk ve isteklerine bir şey demeye hakkı yoktur. Eğer herkes yaptı72 Alan Lezan – Letya ğından zevk alıyor ve hoşlanıyorsa, bana ne kimin ne yaptığından. Bana karışmadıktan sonra onların vücudu ve yaşamı bana ait değil ya! Kendimi özgür hissetmiyorsam yaşamamın da bir anlamı olmaz zaten. Ben onların hayatını yaşamıyor, kabul etmiyorum ama kendilerine de zaten karışmıyorum. Öyleyse onları hoş görmem lazım! ‘Özgürlük’ demek, sen de benim gibi yaşa demek hiç değildir. Ve beni, zaten kimse kendisi gibi yaşamaya zorlamadığı gibi, benim Miyu ve Ophelia ile yaşama mecburiyetim de yoktur. Ben istediğim için buradayım’ diyerek rahatladı. Tabii özgürlüğün de sınırları vardı. Letya bazı anarşistleri, Krişnamurti’yi, Sartre’yi falan okumuş birisiydi. Özgürlüğün çok karmaşık bir konu olduğunu biliyordu. Herkes her ne kadar 'özgürce‘ hareket ettiğini sanıyorsa da, özünde, örneğin hemen herkes yasa, kültür ve bazı törelere bağlıydı. Marc, en ilkel tinsel özgürlük ‘bağımlılıklarımızdan kurtuluşumuzdur’ demişti telefonda. “Zaten bilinç dışımız bu bağımlılıklardan kurtulmak için hiçbir sınır tanımaz,” diye devam etmişti. Kimine göre özgürlük başkasını rahatsız etmeden her şeyi yapabilmekti. Kimine göre de sadece olmak, örneğin bir resim çizme isteğinin olması, resim çizmenin eylemiydi özgürlük. Toplumsal anlamda özgürlü73 Alan Lezan – Letya ğe yüklediğimiz anlam, aslında soyut biçimiyle, kişisel anlamda tanımlanamayacak bir kelimeydi. İnsanın sahip olamadığını tanımlaması zaten zordu. İnsan onu tanımlarken sınırlandırır. Dans etmek, eğlenmek, sevişmekte, seks yapmak, resim çizmek, müzik yapmak gibi elbette özgürlüktü. İnsanlar eğer dünyada tümden refaha kavuşurlarsa, savaşlar, sömürü, baskı ve zulüm olmazsa ne olacaktı? Dünya cennete dönüşecek, herkes sabahtan aksama kadar deli gibi eğlenecekti. Belki de onun için 1967 Flower-PowerHareketi, Vietnam Savaşı’na karşı 'Make Love, Not War!' demişti. Letya, sevmek de, sevişmek de, seks yapmakta özgürlüktür, ama daha çok açıkta değil de, perde arkasında yapılmasından yanaydı. Çünkü seks, sevgi çok özeldi. Sadece çocuklar için olsa bile seksin açıkta yapılması doğru değildi. Letya metroda açıkta seks yapanları görmüş, sesini çıkarmamıştı. Kimse sesini çıkarmamış, herkes başka yöne bakmış, veya o reyonu terk etmişti. Belki de Ophelia haklıydı. Gözümüzün içine sokmadan kim ne yaparsa yapsın. Önemli olan insanın yaptığıyla –her ne olursa olsun- başkalarına zarar vermemesiydi. Yaşa ve yaşat! 74 Alan Lezan – Letya 10 L etya, pazartesi Ağustos’un 31’nde okula başladı. Sınıfında çok çeşitli yaşlarda insanlar vardı. En yaşlısı 38 yaşıyla Martin isminde bir Alman’dı. En genci ise 23 yaşıyla Luca’ydı. Bu durum Letya’yı çok sevindirdi. Sınıfta toplam 22 kişi vardı ve Letya’nın sağında Luca adında bir İtalyan göçmeni ve solunda da Jeanett adında bir Alman kadını oturuyordu. Luca, kısa boylu, siyah uzun kıvırcık saçlı, çok cana yakın bir insandı. Luca, teneffüste Letya’ya anlattığına göre Sicilya’dan geliyordu ve Catania adındaki bir şehirde doğmuştu. Ama küçük yaşlarda Almanya’ya anne ve babasının yanına gelmiş, ortaokulu bitirmiş, elektrikçi olmuştu. 22 yaşını doldurana kadar elektrikçi olarak çalışmış ve bir seneden beri işsizdi. Derken şimdi lise diploması almaya karar vermişti. Jeanett, Doğu Berlin’de doğmuş bir hemşireydi. Uzun boylu, beline kadar uzanan siyaha boyanmış saçları ve mavi gözleriyle gerçekten 31 yaşında bir 75 Alan Lezan – Letya güzellikti. Sınıfında Luca ve Letya’dan başka 33 yaşında bir Polonyalı ve 34 yaşında bir Hindistanlı kadından başka da göçmen yoktu. Diğerlerinin hepsi Alman’dı ve hepsi de gerçekten çok iyiydiler. Sınıfta Kadınlar erkeklerden daha çoktu. Letya, okuldan sonra dört odalı ortak konutta tanıştığı Julia ile Siyah Kafe’de buluştu. Julia, pek güzel sayılmazdı ama zeki bir kadındı, Teknik Üniversitesi’nde matematik okuyordu. Julia, Letya’ya "Eğer sen okula başlarsan matematik ve fizikten hiç korkma. Ben sana gereken yardımı veririm,” demişti. Letya, çevresinde bu kadar iyi niyetli insanların olmasına, bir türlü inanmasa da, bu durum gerçekti. Akşama doğru eve geldiğinde oldukça mutluydu. Ne yapıp yapıp artık annesini görmek istiyordu. Afşan ile bu konuyu konuştu ve bir hafta sonu Frankfurt’a annesini görmeye karar verdi. Hafta sonu Miyu 26 yaşına giriyordu ve bir parti verecekti. Miyu, Letya’ya 'Sen istediğini partime davet edebilirsin! Çünkü partiyi herkese açık yapıyorum!' dedi. Letya buna çok sevindi ve dört odalı ortak konutta Jürgen, Julia ve Andreas’ı, sonra okulunda da Luca ve Jeanett’i davet etti. Marc, zaten davetliydi ve Letya artık partide yalnız değildi. 76 Alan Lezan – Letya Cumartesi akşama doğru saat 19:00’dan sonra ilk misafirler ortak konuta damlamaya başladılar. Miyu bir sürü içecek almış ve suşi yapmıştı. Letya’nın ilk tanıdıklarından Jeanett erkek arkadaşıyla birlikte geldi. Sonra Julia, Jürgen ve Andreas, daha sonra da Marc geldi ama Luca gelmedi. Letya, tanıdıklarıyla odasının balkonuna çekildi, genellikle okul üzerine hoş sohbet ettiler. Saat 24:00’e doğru odalar, koridor ve mutfak dolmaya başladı, öyle ki insanlardan geçilmiyordu. Odaların kapıları sonuna kadar açıktı ve Miyu’nun odasında çalan Techno müzik, her tarafta duyuluyordu. Kimi dans ediyor, kimi sohbet ediyor, kimisi de yiyip içiyor. Bazıları da odadan odaya dolaşıyordu. Belli bir süre sonra Jürgen, Andreas, Jeanett ve Julia da dans etmeye başladılar. Marc, mutfakta derin bir tartışmanın içindeydi. Letya, yalnız kalınca diğer odalara bir göz atayım dedi ve Ophelia’nın odasına gitti. Orada eksantrik bir kadın kendisine gülümsedi. Letya, geri gelmek üzereyken kadın yanına geldi ve, "Sen de kimsin?” diye Letya’ya sordu. Letya, "Benim adım Letya!” diye karşılık verdi ve "Sen kimsin?” diye ona geri sordu. Kadın Letya’nın gözlerinin içine bakarak, "Benim adım Sirius! Sirius’u tanımaz mısın?” 77 Alan Lezan – Letya Letya kendisine oldukça sokulan ve bin bir çeşit parfüm kokan, müzik eşliğinde ve havasız sıcak odada, bu seks bombası gibi kadına, nasıl cevap vereceğini bilmiyordu. Letya’da müzik ritimine göre, içgüdüsel, hafiften dans ediyorken, aniden kadının kolunu okşadığını fark etti. Letya, hemen kendini geri çekti ve yanı başındaki banyoya kaçtı, kapıyı arkasından kapattı. Derin bir soluk aldıktan sonra elini yüzünü yıkadı ve mutfağa gitti. Mutfakta, Marc halen tartışıyordu, Ophelia, Miyu, Julia, Martin, Jürgen delice dans ediyorlardı. Letya odasına çekildi, ama oda insanlar ile dolmuştu. Her tip insan da mevcuttu. Kimi yatağına uzanmış sevişiyor, kimi balkonda oturmuş cıgaralık içiyor, kimi de öyle bir köşede oturmuş hafiften kıvırtıyor ve içkisini yudumluyordu. Letya, bir an ne yapacağını şaşırdı. Ophelia Shangria yapmıştı. Letya, mutfakta bir bardak Shangria aldı ve salonda bir köşede durup, içkisini içerken, o an Luca geldi. Luca’nın gelmesi Letya’yı oldukça sevindirdi, çünkü en azından yalnız değildi artık. Letya, Luca ile biraz sohbet ettikten sonra boşalan balkona gittiler ve Luca başladı bir cıgaralık sarmaya. Luca, cıgaralığı sardıktan sonra Letya’ya uzattı, Letya, "Hayır! Teşekkürler, ben sigara içmiyorum!” dedi. O an Miyu geldi ve Letya, Miyu ve Luca’yı tanıştırdı. Miyu, hemen Lu- 78 Alan Lezan – Letya ca’nın elinde cıgaralığı kaptığı gibi dudaklarının arasına sıkıştırdı ve çekti dumanı içine. Letya, şakın şaşkın Miyu’ya "Hani sen sigara içmiyordun!” dedi. Miyu gülümsedi ve "Aslında içmiyorum ama bazen işte böyle canım istiyor” dedi. Letya, aptal değildi tabi, cıgaralığın kokusun da marihuana olduğunu anlamıştı. Fırsat bu fırsatken Letya hemen koştu ve Miyu’ya aldığı hediyeyi getirdi. Letya, çok sevdiği Aynur Doğan’ın 'Keça Kurdan!' CD’sini Miyu’ya hediye etti ve 'Bu kadın benim en çok sevdiğim Kürd müzisyenidir!' dedi. Miyu, buna çok sevindi ve Letya’yı tuttuğu gibi yanağından öptükten sonra kucağına alıp sarıldı. Bu arada Luca’da mutfakta kendisine bir bardak Shangria aldı ve Letya ile balkondan oturdular. Sicilya’dan, okuldan, politika ve müzikten bahsettiler. Luca da Letya gibi daha çok e-gitar müziği dinliyordu. Crossover, Pankrock, Hardcore ve benzeri Letya’nın da çok sevdiği müzikleri dinlemesi, konserlere gitmesi Letya’yı heyecanlandırmıştı ama Luca aynı zamanda Minimal Techno, Goa ve Drum ‘n’ Bass’ de dinlerdi. 79 Alan Lezan – Letya Sabaha doğru birçok kişi yavaş, yavaş başka kulüplere gittiler, bazıları da eve gittiler. Letya ve Luca’da balkondan mutfağa geldiler. Marc, Ophelia, Jeanett ve Miyu halen dans ediyorlardı. Mutfakta Luca ve Letya bir şeyler atıştırdıktan sonra, Luca da dans etmeye gitti. Letya tekrar balkona geldi, ama balkon dolmuştu. Letya, cesaret edip Miyu’nun odasına bir türlü giremiyordu, çünkü orada hemen hemen herkes delice dans ediyor, kendinden geçiyordu. Letya, hayatında çok kez halay çekmiş, Crossover, Hardcore, Punkrock, Drum ‘n’ Bass televizyonda dinlemiş, nasıl dans ettiklerini görmüş, ama Techno’ya bir türlü ayak uyduramıyordu. Oysa her durduğu yerde, hafiften orasını burasını müzik ritimine göre oynatıp duruyordu, ama dans edenleri görünce de onlar gibi kendinden geçemiyordu. Sanki bir şey kendisini frenliyordu. Julia geldi, ‘ben eve gidiyorum’ dedi ve vedalaştıktan sonra gitti. Jürgen ve Andreas görünürlerde yoktular. Letya çekildi bir köşeye ve başladı insanları süzmeye. İçlerinde gerçekten çok enteresan insanlar vardı. Çoğu da sanki hippi tipiydiler, oynak, hoppa, gevşek renkli menkli pantolonları, kargo cepli mepli kendi boyadıkları veya çiçekler ile süsledikleri pantolonlar ve üstünde de çok renkli tişört giymiştiler. Bazılarında keçi sakalı, bazıların da uzun favorileri vardı, ama 80 Alan Lezan – Letya genellikle saçları çok kısa kesilmişti. Bıyıklı olan neredeyse yoktu, ama uzun saçlı erkekler de az değildi. Kadınların saçları genellikle pembe, mavi, kırmızıya boyanmış, lateks ve benzeri miniler, İspanyol paçalı pantolonlar giyinmişlerdi. Bazıları öyle fantezi dolu süslenmişlerdi ki, sanki uzaydan gelmişlerdi. Dövme, delici, bin bir çeşit zincir ve kulaklarında küpeler olmayan hiç kimse aralarında yoktu. Hatta karşısında duran kadın, sanki Allah tarafından özel dizayn edilmiş bir mankendi. Belinden kalçalarına doğru yayılan güzel çiçekli dövme, burnunda, kaşlarında ve dudaklarındaki onlarca çeşitli delici, yüzü ve gözüne çektiği ustaca makyaj gerçekten bir sanat eseriydi. Başındaki mavi pagen kesitli kulaklarının altına kadar sarkan saçlar, orijinal saçları değildi. Giydiği, parlayan mavimsi göğüslerini sıkan, çok dar olan lateks top, ve küçücük koyu kırmızı minisi, baldırını saran pembe çorapları, yeşil apartman topuklu ayakkabıları bir harikaydı. Her biri, bir bakıma sanki anlaşmışlar gibi birbirlerine benziyorlardı. Ama insan hepsini iyice incelediğinde herkes yine herhangi bir şekilde başkaydı. Genel olarak, hemen hepsi çok barışseverdi. Artık alkol ve uyuşturucunun etkisinden mi, yoksa zaten öyle miydiler, bunu Letya kesin bilmiyordu. Ama 81 Alan Lezan – Letya bunların çoğunun kesin olarak zararsız olduğu, sadece eğlenmek istediklerini, başka bir dertlerinin olmadığı kanısına vardı. Hele Luca’nın hem cıgaralık içmesi, hem de aşırı solcu kesilmesi ve Techno, Goa, Trance dinlemesi, kendisini büsbütün şaşırtmıştı. Luca’nın da hem dudağında hem de kaşlarında ikişer, üçer delici yanında kulaklarında onlarca küpe ve kollarında, ellerinde güzel desenli dövmeler vardı. Bir Letya’da tüm bunlardan hiçbir şey yoktu. Letya, karşısındaki kadının dış görünümüne ve güzelliğine öyle dalmıştı ki, o an sanki başka her şeyi unutmuştu. Aniden Luca’nın "Hey Letya! Balkona çıkalım mı?” demesiyle, sanki derin uykusundan sarsıldı ve hiçbir şey söylemeden Luca’nın peşinde gitmekle yetindi. Luca, balkonda yine bir cıgaralık sardı ve keyfi keyifti. Buradakilerin hiçbirinin Letya’nın kim olduğundan, kaç asker öldürdüğünden, ne zorluklar ile dağlarda yaşadıklarından haberi yoktu. Bunların çoğu, zeki olmalarına rağmen politikayla fazla uğraşmıyorlardı. Kafalarında sanki eğlenmekten, uyuşturucu, müzik ve dans etmekten başka hiçbir şey yoktu. Kimisi zengin ailelerden geliyorlardı, kimi de Miyu ve Ophelia gibi çalışıyor ve boş zamanlarında da deli gibi eğleniyor- 82 Alan Lezan – Letya lardı. İçlerinde Luca, Jeanett ve Julia gibi fakirler de vardı, ama bunlar azınlıktaydı. Sabaha doğru Luca da evine gitti. Miyu, Ophelia ve arkadaşları ‘Tresor’ denilen bir kulübe gittiler. Letya, Miyu’dan özür diledi ve "Sevgili Miyu, çok yorgunum, ben bugün evde kalacağım!” dedi. Onlar gittikten sonra Letya, bütün pencereleri sonuna kadar açtı. Evi güzelce bir havalandırdıktan sonra yatmaya gitti. 83 Alan Lezan – Letya 11 A kşam Lisesi’nde Letya’nın ilk haftası oldukça iyi geçti. Öğretmenlerin çoğu kadındı ve iyi insanlara benziyorlardı. Letya nihayet çok özlediği annesini ziyarete gidebilirdi. Cumartesi sabahı Frankfurt’a bir gidiş-geliş bileti aldı ve her zaman kaldığı otele gitti. Afşan öğleden sonra saat 15:00 civarında annesiyle Letya’yı ziyaret etti. Anne-kız tam beş senedir birbirlerini görmemiş, hasretten, üzüntüden ölüyorlardı. Letya’nın annesi Letya’yı görür görmez hemen bağrına bastı ve dakikalarca bırakmadı. Anne ağlamaktan soluk bile alamıyor, kızını sanki bir daha hiçbir yere gitmeyecekmiş gibi kucaklamış, yanaklarının sağından solundan akan gözyaşları için de doyasıya öpüyordu. Anne yüreğini anlamak zordu. Bir çocuk ne ağır şartlar altında yetiştiriliyordu. Kim bilir Letya’ya o dağlarda neler olabilirdi? Beş sene sonra şimdi annesinin kucağında olması, annesine inanılmaz bir düş gibi geliyordu. 84 Alan Lezan – Letya Anne, iki kızıyla saatlerce otelde tartıştı ve Letya’yı evine geri dönmek için ikna etmeye çalıştı. Letya, bunu çok istediğini, ama artık küçük çocuk olmadığını ve kendi yaşamından bundan sonra artık kendisi sorumlu olduğunu, ayrıca babasının olduğu bir eve, bir daha ayak basmayacağını söyledi. Anne, kızının kararlılığına hiç şaşırmıyordu. Çünkü Letya zaten çocukluğunda da biraz dik kafalı, istediğini yapan birisiydi. Babası Letya’nın hiç umurunda değildi, ama küçük kardeşlerine ve Afşan’a çok üzülüyordu. Afşan, Letya’ya "Sen beni hiç merak etme, ben de ileride bir çaresine bakarım” dedi. Afşan, elindeki büyük naylon torbayı açtı ve "Buyur! Güle güle kullan!” diyerek çıkardığı güzel ve pahalı görünen bir Notebook’u Letya’ya uzattı. Letya, sevincinden ne diyeceğini bilmiyor, sanki dilini yutmuş gibi Afşan’a şaşkın, şaşkın bakıyordu. Sonra Afşan’a yanaştı, güzelce kucakladı ve her iki yanağından, gözlerinden öperek, "Ne kadar teşekkür etsem azdır!” dedi. Akşam 18:00’e doğru Letya’nın annesi nasihatlarının boş olduğunu anladı ve kalktı kızını bir daha sıkı sıkı kucakladı, her iki gözlerinden bol, bol öptü ve "Yolun açık olsun kızım, benim elimde başka ne gelir ki?” diyerek Letya’yı bağrına bastı. Letya "Sen hiç merak etme anneciğim! Ben seni bundan sonra sık, 85 Alan Lezan – Letya sık artık ziyarete gelirim,” dedikten sonra üçü oteli terk ettiler. Afşan, arabasıyla ilkin annesini eve bıraktı, daha sonra Letya’yı istasyona getirdi. Tren gelene kadar Letya ile istasyonda oturdu ve sohbet etti. Afşan, Berlin’e gitmek için can atıyordu, ama nasıl gidecek, babasını nasıl kandıracaktı? Saat 18:45’te Letya’nın treni hazır bekliyordu. Letya kalktı ve hiç istemeyerek yine Afşan ile vedalaştı ve trene bindi. Trende fazla yolcu yoktu. Letya kendine pencere tarafında boş bir yer buldu ve oturdu. Sağ tarafında göbeği açık sarışın bir kadın ve saçları jöleli bir genç sevişiyorlardı. Letya ise annesini düşünüyor, "Zavallı Kürd kadınları ...” diyordu. "Bilimden, okuldan, teknolojiden, eğlenceden uzak, zavallı Kürd kadınları... Ülkelerinin zenginliği içinde her şeyden mahrum bırakılmış, köleleştirilmiş, ezilmiş Kürd kadınları!” Çoğu Kürd kadınları okulunun ara sınıfından alınır ve görücü usulü ile evlendirilirdi. Letya’nın annesi de üçüncü sınıftan ayırtılarak babası Almanya’da olduğu için babasına verilmişti… Letya, Kürd toplumu ve Batı toplumu arasında olan büyük uçurumu anlamak istiyordu, ama henüz daha kavrayamamıştı. 86 Alan Lezan – Letya Sonra okulunu ve yeni arkadaşlarını düşündü. Letya içinde biri Kürd biri de Alman iki kişi barındırıyordu. İki kültür arasındaki dağlarca farkı düşündükçe, bazen çıldırası geliyordu. "Şu gerici, despot ve faşizan Arap, Türk ve Farslılara bak” dedi kendi kendine. "Nasıl olur da bu barbarlar Kürdler gibi bir halkı sömürgesi yapıyorlardı? Eğer sömürgeciler İngiliz, Alman, Fransız ya da Amerika gibi gelişmiş Batı ülkeleri olsaydı insan belki anlar, ama ya Türk, Arap ve Farslının sahi gururlanacak nesi var?” Letya, bir Kürd olarak bu tip gerici ve orta çağ düzeyinde olan ülkelerin Kürdistan’ı işgal etmelerine, sömürüp soğana çevirmelerine, baskı ve esaret altında tutmalarını bir türlü kabullenemiyordu. Gururuna yediremiyor, onlardan adeta nefret ediyordu. Sonra pencereden dışarı baktı, hafiften yağmur çiseliyor, yağmurun damlacıkları camın üstünde kayıp gidiyordu. Letya, sırt çantasını açtı, fabrikadan yeni çıkmış dizüstünü çıkardı ve satranç oynamaya başladı. Letya’nın Qandil’de bazen yapacak işi olmadı mı, ara sıra, uluslararası canlı satranç oyunu sitelerine giriyordu. Qandil’de, gerilla en modern Kompüterler 87 Alan Lezan – Letya vardı ve Letya da bir çok gerilla gibi orada Kompüter eğitimi görmüştü. Letya, satranç oynarken genelde Fransız ve İspanyollara rakip oluyordu. Fransız ve İspanyollar iyi satranç oynarlardı. Satranç, monopoli ve Kompüter üzeri stratejik oyunlar dışında, Letya’nın oynadığı başka oyun yoktu. Okey ve iskambil oyunlarını, anlamsız buluyordu. Onun için pulları ya da kâğıtları karıştırıp tekrardan aynı sıralamaya getirmeye çalışmanın kıymeti harbiyesi yoktu. Zaten gerilla da kumar, içki ve uyuşturucu kullanmak tamamen yasaktı. Satrançta ise karmaşık hamleler vardı. Düşünce ile yürüyen bir oyundu. Her hamleyi çözdüğünüzde, yeni karmaşık hamlelerin kapılarını açarsınız. Düşünce akışınızın sivriliği ile galibiyetiniz gerçekleşir. Düşünsel hamlelerinizin galip gelmesi, kendinize olan güveninizi de artırır. Satranç, üfletip, püfletecek kadar sıkıcı, beynin boşu boşuna yorulmasına neden olan bir oyun gibi gelebiliyordu başkalarına, ama Letya satranca bayılıyordu. Letya, bir iki el satranç oynamak için her zaman satranç oynadığı bir siteye girdi. Türk asıllı biri karşısına çıktı. Türk, Letya’ya önce nerede olduğunu sordu. 88 Alan Lezan – Letya Letya: "Federal Kürdistan Başkenti Hewler’deyim!' diye karşılık verdi. Türk hamlesini yaptı ve yenmenin ilk tilkice zarfını attı. Müteakiben de Kürd ve Türklerin kardeş olduğunu vurgulayarak, "Kürd kardeşim” diye hitap etti ve Letya ile Kürd sorununu tartışmaya başladı. Letya, "Bu satranç masalarında tartışılacak bir mesele değildir!” dedi ama o ısrar etti. Letya, "Ben mağdur tarafım!' dedi. O ise: "Sen ne düşünüyorsun mağdur biri olarak, bu önemli? Kürdler de Müslüman’dır!' dedi. Letya, "Kürdler Müslüman olduğu için mi? Yoksa Kürd sorunu bir hak ve hukuk sorunu olduğu için mi çözülmesini istersin?” diye sordu. Türk, "Evet, Müslüman oldukları için” diye karşılık verdi. Letya, "bunda bir tilkilik var!” dedi kendi kendine. ‘Kürdler Müslüman’dır denildiği yerde, peşinden kardeşlik vurguları da gelmişse bir tilkilik dolaşıyordur. Kürd sorununu tartışmaya açarak, galibiyetin peşinde olabilirdi ancak’ diye düşündü ve "O dündü, Türk’ün Kürd kardeşine tilkiliği para etmiyor artık, oyununu oyna, Kürd sorununu tartışmanın perde 89 Alan Lezan – Letya arkasında sinsice yenme planın olduğunu biliyorum!” dedi. Türk, cevap vermedi, suçüstü deşifre olmuştu. Letya, onu bir el yendi. Türk, ısrar ederek tekrardan oynamaları gerektiğini istedi. Letya, kabul etti ve tekrardan sıkıştırdı, Türk bu sefer beraberlik önerdi ama Letya kabul etmedi. Türk yine Kürd-Türk meselesini açtı, kardeşlikten bahsetti: “Türk, Kürd’ü aldatmaz!” dedi. Letya, "Haşa, öyledir!” dedi ama bu cümle, aynı zaman da Letya’nın sinir gazına gelmesine neden oldu. Gerginleştirerek amaca ulaşmak, daha akıllıcaydı. Letya, Türk’e, Türk kardeşin Kürd kardeşini, hicazı Kürdi makamı tadında nasıl kandırdığını anlatmaya başladı, bir baktı ki, oyun süresinin bitimine 3 dakika kalmış. İnternet üzeri satranç oyunlarında, süre 20 dakikadır. Bu süreyi aştığınız da, üstünlük sizde ise bile oyun sonlanıyor ve rakibin galibiyeti ile sonuçlanıyor. Letya, "Beni konuşturdun, oyunu süre aşımından kazanabilirsin ama bu dürüst bir galibiyet değil!” dedi. 90 Alan Lezan – Letya Türk, zamanın kendi lehine dönüştüğünü görünce, koltuk altındaki haçını yere düşürdü. Kardeşliği savunan adam, düşman oldu ve Letya’ya, ”Aklını kullansaydın, gaza gelmeseydin” dedi. Ve ekledi: "Kürd, Türk’ü yenemez, Türk bin bir taktik bulur yine Kürd’ü mağlup eder, Türk’ün intikamı akıllıcadır!” diyerek, Kürd-Türk kardeşliğimizin defterini dürdü ve kaçtı. Letya, Türkiye Cumhuriyeti miydi, birey olup karşımda hortladı ve gitti diye gözleri dona kaldı. Sonradan derin düşündü. Devletin kendisinden peydahladığı büyük bir toplum var. Türkiye Cumhuriyeti’nin yanlış politikalarını da ayakta tutan gerçek buydu. Devlet, kendi zihniyetinden türeme bir toplum yaratmış, dayandığı toplumun fazla bir sayıdan müteşekkil olduğunu bildiği için, geriye kalanları takmadan yoluna devam edebiliyor. Türk devlet zihniyetinden türeme adamın söylemlerinde doğru olan tek şey vardı: 'Aklını kullansaydın, gaza gelmeseydin.' Letya, bu oyunda Osmanlının tilki oyunlarına karşı, Kürdlerin gerçekten rasyonel, ortak bir akılda dik ve kararlı bir duruş sergilemeleri gerektiği kanısına vardı. 91 Alan Lezan – Letya Ortak bir akıl, Kuzey’de bulunan tüm örgütlü güçlerin, soruna vakıf insanların, ulusal bir kongrede yan yana gelmeleri ile belirlenebilirdi. Bu dava, birkaç belirleyici aktörün omuzlarına bırakılmayacak kadar önemli, toplumsal bir özgürlük davasıydı. Türkler öyle kurnazdı ki, 'bin bir taktik' ile yürüyorlardı. Letya ‘babamızın hesabını kesmeyi görürken, annemizi üstüne vermeyelim!’ dedi kendi kendine. Kürdlerin sabrı tükenmiş toplum ve birey olarak, çabuk gaza geliyorlardı. Balık hafızasına sahip bir halk için, 'hele hele bu halk çok rahat da gaza gelebiliyorsa' ortak aklın ve duruşun belirlenmesi lazımdı. Kürd halkının evlatlarının bin bir cefa ile yürüttüğü mücadelenin, tehlikelerden soyutlandırılması adına, sımsıcak yataklarında uyuyan Kürd siyasetçilerinin, örgütlü kurumlarının istirahatlerini ulusal bir kongre adına 'artık yeter' ruhu ile bozmalarına çok ihtiyaç vardı. 'Artık yeter!' sloganını Kürd toplumu içselleştirebilirse, Türk Devleti karşısında bu slogan temellinde yürüteceği mücadeleden, yüzlerce kat ötede etki yaratacak, binlerce kazanım elde edecek, sömürgecilerden kesin kopuşu sağlayacaktır. Maalesef Kürd toplumu 92 Alan Lezan – Letya bu sorunu kendi içerisinde bilince çıkaramamıştır. Kuşkusuz bu süreç meselesidir. Letya, ilkin okuluna yoğunlaşacak, okuyup bitirecekti. Tren Berlin’e vardığında saat gece 1:00’e geliyordu. Son yeraltı treni ile evine geldiğinde Miyu ve Ophelia yatıyorlardı. Letya da üstündeki elbiseleri çıkardı, gece elbiselerini giydi, bir şeyler atıştırdıktan sonra dişlerini fırçaladı ve yatağa uyumaya gitti. 93 Alan Lezan – Letya 12 L etya’nın devam ettiği akşam lisesi her gün saat 17:10’da başlıyordu ve 21:05’te sona eriyordu. Okulda Almanca, İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Latince, Matematik, Fizik, Kimya, Politik Ekonomi Bilimi, Tarih, Coğrafya ve Görsel Sanatlar dersleri görüyordu. Pazartesi uyandığında posta kutusuna baktı ve burs alacağını yazan bir mektup gelmişti. Mektuba göre okulunun sonuna kadar ayda tam 595.- Euro burs alacaktı ve geride ödemeyecekti. Letya’nın odası için ödeyeceği kirası bilindiği gibi 196.- Euro idi. Böylelikle Letya’ya 399.- Euro cereyan, internet, elbise ve yeme içme için kalıyordu. Tabi bu para çok değildi ama başlangıç için yeterliydi. Zaten Letya, bütün eşyalarını bitpazarında alıyordu. İleride gerekirse günde iki-üç saat bir yerlerde çalışacaktı. Ama buna da belki gerek kalmayacaktı, çünkü Letya okuluna konsantre olacak, para fazla harcamayacaktı. Cimri değildi ama savurgan da değildi. Yaşadığımız bu dünyada paranın önemi ve değerini çok iyi öğrenmişti. 94 Alan Lezan – Letya Herkesin her hafta 25.- Euro alış veriş için ortak konutun kasasına koyması lazımdı. Haftada bir kişi mutfak, koridor ve banyonun temizliği için sorumluydu ve alış veriş yapacaktı. Artık kimin akşamları gönüllü yemek yapacağı onun bileceği işti. Yemekleri genellikle Miyu yapıyordu. Ophelia ve Letya, Miyu’nun yaptığı Japon yemeklerini çok seviyorlardı. Bazen de üçü birden beraber yemek yapıp zevkle yiyorlardı. Letya, bu kısa süre içerisinde kimin neyi sevdiğini artık öğrenmişti ve ona göre de sırası geldiğinde alış-veriş yapıyordu. Letya, ortak konutta alışmış ve hayatında oldukça memnundu, çünkü Letya’nın artık ortak konutta güzel bir odası, okulu, cep telefonu, Kompüteri ve iyi arkadaşları vardı. Gerisi artık can sağlığıydı. Akşamları okuldan geç geldiği için bazen arkadaşlarıyla yemek yiyemiyordu ama onlar her ne yaparlarsa Letya’nın payını bırakıyorlardı. Yemeğini yedikten sonra ya mutfakta Miyu ve Ophelia ile oturur sohbet ederdi, ya da internetin başına oturur forumlara, sitelere girer kafasında olan bütün sorulara cevap arardı. Özünde ‘mutlu’ bir yaşam sürdürüyor denilse de, aslında ‘mutlu’ değildi, çünkü Kürdistan sorunu ve akşamları girdiği Kürd forumları canını sıkıyordu. Bazı Kürdler gerçekten rezaletti. Bazı haftalar kendi95 Alan Lezan – Letya ni tüm bunlardan geri çekerdi, ama Kürdlerin esaret altında olması ve internette okuduğu Jacques Prévert’in dediği: "Gerçek özgür değilse, özgürlük gerçek değildir” sözü kendisini oldukça etkilemişti. Kürd ve Kürdistan sorununun karakteriydi bu. 87 yıldır ekilen ırkçılık ve inkâr tohumlarının başağa durmasıydı. Hâkim olan Türk ırkçılığının, hak ve özgürlüklerini isteyen Kürd toplumu karşısında ateşe yakalanıp, çıban çıkarmasıydı. Falaka, çok acı veren bir işkence türüdür. İşkenceciler ayak tabanına kalası indirdiler mi, benzersiz bir acı, vücudunuzu boydan boya geçerek saç tellerinizden fışkırır. Ve her vuruşta devam eder bu. Ayaklarınızın altı şişer, kabuk atar. Alttan kanlı, pembe bir deri belirir. Falakacılar ayağın o haline de vururlar. Tabanın o haline inen kalasların darbeleri çekilmezdir. Bin kez ölmek istersiniz, ancak ölüm uzaktadır… İnançlı insan için o halde yapılacak tek şey vardır: Acı karşısında kendini koyuvermek. Darbe alan ayakları kendinden saymamak! Başka şeyler düşünmek… Örneğin afacan bir çocuk olarak kırlarda koşup, çiçek topladığın günlere uzanmak… Bir türlü dokunamadığın gençlikteki sevgilinin elini tutmak… İnsan o zaman acıyı yenebilir belki. 96 Alan Lezan – Letya Dirençli bir tutsağın, falaka karşısındaki boş vermişliği gibi, Letya’da bazen Kürdlere olan baskı ve zulmü boş vermek zorunda kalıyordu. Bazen de buna rağmen bir Alman’dan daha çok Kürd olacaktı… Israrla Kürd olduğunu her yerde söyleyecekti. Katil sürülerinin Kürdistan topraklarını terk etmesi için, daha çok ısrarcı olacak; can, mal-mülk güvenliği ve olmazsa olmaz Kürdistan için bir statü isteyecekti… Bunları yapmakla bir gün, kalbini sömürgecilerin kurşunlarına, gövdesini sokak cellatlarının linç potinlerine hedef yapacağı kesindi. Letya, kendini buna mecbur görüyordu… "İnsanlığımız faşizmi çıldırtıyorsa; ne yapalım ki, insan olmaktan başka seçeneğimiz yoktur ...” diyordu kendi kendine. Ama bu tür düşüncelerini, Kürd davasına olan derin inancının aşkını ortak konut ve tüm diğer arkadaşlarından gizliyordu. Çünkü onların dünyası öyle başkaydı ki, kendisini zaten anlamayacaklardı. Evet, Letya aynı zamanda bir Alman’dı. Her ne kadar Almanya’da yaşasa da, Alman devletinden burs alsa da çoğu Alman, ne Letya’yı, ne de onun gibi diğer göçmenleri Alman olarak görmüyor, düşüncelerini, duygularını anlamıyorlardı. 97 Alan Lezan – Letya Letya, gerillaya katılmadan önce okuluyla birlikte bir haftalığına Londra’ya gitmişti ve Londra’da metro beklerken bir Amerikan ile tanışmıştı. Adam Letya’ya "Senin aksanın Almanlar gibi, sen nereden geliyorsun?” diye sormuştu. Letya’da adama "Ben Alman’ım!” demişti. Adam, "Yok olmaz!” demişti. Ardından: "Sen Alman değilsin, senin orijinalin nedir?” diye sormuştu. Letya’da, "Ben aslen Kürd’üm, Orta Doğu’dan geliyorum!” diye cevap verince; Adam : "Benim orijinalim İrlanda’dandır! ”demiş ve eklemişti: "Bundan 400 yıl evvel benim dedelerim İrlanda’dan Amerika’ya yerleşmişler.” Letya adamdan bunları dinleyince kendine daha sıcak bakmıştı. Bir yerde kendini ondan keşfetmişti. Bireyi oldukları milletleri henüz bağımsızlaşmadığı gibi, adamla bir başka ortak yanları her ikisinin de göçmen oluşlarıydı. Almanya’da, 1933-45 yılları arasında Naziler kimin Yahudi, kimin Alman olduğunu bire bir ispat ettikten sonra Yahudileri gaz ambarlarında soykırımdan geçirmiştiler. Böyle bir şey bir daha olur mu bilinmez, ama Almanya’da kimin nereden geldiği kayıtlıdır ve 98 Alan Lezan – Letya biliniyor. İsterse bundan binlerce yıl evvel dedelerimiz Almanya’ya gelmiş olsun, ya da bin yıl daha kalsınlar önemli değil. Kürd Kürd’tü, Türk Türk ve Alman’da Alman’dı. İnsan nasıl ki kendi ailesini ve kardeşlerini kendisi seçemiyorduysa, aynen öyle milliyetini seçemiyordu. Doğadan neysek oyuz. Nazilerin dedikleri gibi bir Alman’ın kan bağı üzeri tarif edilmesi saçmaydı. Örneğin Almanya’nın Amerika gibi olması ve göçmenlerin gerçek bir Alman gibi kabul görmesi için, daha yüz yılların geçmesi ve göçmenlerin tamamen asimile edilmesi gerekiyordu. Elbette milliyet ‘ırk’ değildir ama Almanya’da bir göçmen istediği kadar domuz etti yesin, bira içsin, mükemmel Almanca konuşsun, istedikleri kadar asimile olsun, dış görünüşü ve soy ismiyle Almanlar yine de O’na "Deutsche mit Migrationshintergrund” diyecekler. Yani "Göçmen kökenli Alman!” Göçmenleri tüm bunlardan dolayı "gerçek bir Alman” olarak kabul eden çok az Alman vardır. Bu durum Amerika dâhil bütün diğer ülkelerde maalesef böyledi. Öte yandan Türkiye’de de durum başka değildi. Bazı Kürdler Türklerden daha Türk’tü ama herkes onların Kürd olduğunu, devşirilmiş ve asimile olduğunu yine biliyordu. O halde milliyetini, kökenini saklamanın ne anlamı vardı? Bir Kürd’ün Kürd olması neden Türki- 99 Alan Lezan – Letya ye’de yasaktı veya kötüydü? Asıl önemli olan zaten bir insanın olduğu gibi kalması değil midi? Letya, elbette bir Alman vatandaşıydı ama o aynı zamanda da bir Kürd’tü. Zaten Letya, Almanya’da çalışınca vergisini ve bir vatandaşın devlete ödemesi gereken her şeyi ve vazifesini fazlasıyla yerine getiriyordu. Yine anne ve babası 40 yılından beri Almanya’daydılar ve usul, usul vatandaşlık görevlerini yerine getirmiş, dürüstçe çalışmış, her Alman gibi devlete gereken vergi vesaireyi ödemişlerdi. Zaten Homo Sapiens ırkından olan dünyanın bütün insanlarını kültürler ve diller ayırıyordu. Yoksa bir Alman, İngiliz, Türk veya Kürd nasıl tarif edilirdi? Milliyetçilik veya Ulusçuluk, kendilerini birleştiren dil, din, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmişti. Sosyal birikimlerin adı olan millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştü. İşte Letya’da Alman ve Kürd toplumunu iyi tanıyan, onların dil ve kültüründen anlayan sade bir insandı. Letya, Kürd kökenli göçmen bir Alman değil, tam Alman vatandaşı, tam bir Kürd’tü. Çünkü her iki kültürün de taşıyıcısıydı. Asıl önemli olan Kürdlüğünü ve kökenini inkâr eden 100 Alan Lezan – Letya bir insan değil, bilakis insanlar ve kültürler arası farklılıkları bir zenginlik olarak görmekti. Letya’da biliyordu ki farklıydı. Onun da diğer insanlar gibi ağzı, gözü, kulağı vardı, ama buna rağmen ondaki ağız, kulak ve göz diğerlerine zaten benzemiyordu. Letya, bu nedenle bir insanın diğer insanlar ile ortak yönünün "insan olduğudur” diye düşünüyordu. Bu durum tabii hayvan ve bitkilerde de vardı. Bir orkide diğerine benzemiyordu. Tabiatta on binlerce orkide türü vardı. Dünyada aynen böyleydi. İnsanların, kültürler arası farklılıkları birer zenginlik olarak görmeleri gerekiyordu. Ülkeler arası suni sınırların gün be gün kalktığı gezegenimizde, Kürd milliyetinin, aidiyeti ve kültürüyle dünya halkları içerisinde kendi kimliğiyle yer alması gerekiyordu. Asimilasyon beyaz soykırımdı. Kürd, Alman, Amerikan, Bask, homo, hetero, bi seksüel insanı tanımlayan özel ve önemli birer kimliktiler... Herkes dili, dini, kültürü ve cinsel kimliğiyle her yerde var olmalıydı. Dünyanın tek tip insandan oluşmadığı, tam tersine mülti-kültürel olduğu bilinen bir gerçekti. Zaten insanın iyisi ve kötüsü dünyanın her ülkesin de, her yerinde de vardı. Bu nedenle halklar 101 Alan Lezan – Letya ve insanlar için esas olan hak hukuk ve eşitlikti. Tolerans, eşitlik, plüralizm, demokrasi dünyanın her yerinde olmalıydı. Baskı, sömürü, zulüm, işkence, despotizm, faşizm, diktatörlükler asla olmamalıydı. Sömürgeciler, Kürdistan’ı askeri olarak işgal etmekle, zenginlik kaynaklarını sömürmekle kalmamış, sömürgeciler, Kürdlere dilini konuşmalarını, kültürünü yaşamalarını bile yasaklamıştılar. Letya, ‘bunu hangi onurlu ve vicdanlı insan kabullenebilir ki, ben de kabulleneyim?’ diyordu. Sömürgeciler, ne hakla Kürdistan’ı işgal ediyorlar, ne hakla okullarını yapıp Kürdçeyi yasaklıyor, Kürdlere zorla kendi dilini ve kültürlerini öğretiyorlardı? Kürdler, haklarını aradıklarında da sömürgeciler, Kürdlere işkence ediyor, öldürüyor, terör estiriyor, korku yayıyor, dışkı yediriyorlar, çocukları uzun yıllara varan hapis cezalarına mahkûm ediyorlardı. Böylesi bağnazlık, böylesi faşizm dünyanın başka hangi yerinde görülmüştü? ‘Bu Hitler faşizminin en alasıdır,’ diyordu. Letya, bir Dersim’liydi ve Dersim’lilerin kuşaklar boyudur, büyük acılar yaşadığını iyi biliyordu. Dersim’lilerin ve dolayısıyla Kürdlerin kimliği, değerleri, dili, inancı sürekli bir baskıyla karşı karşıyaydı. Genelde Kürdler, özelde Dersim’liler farklılıkları nedeniyle çifte standartçı uygulamalara maruz kaldılar. 102 Alan Lezan – Letya Hapishanelerde çürütüldüler, asıldılar, öldürüldüler ve görmedikleri işkence ve zulüm kalmadı. 1938 yılında Dersim’de yaşanan soykırım, tam bir vahşet olarak tarih sayfalarında yerini almıştı. Kürd ve Alevi kimliğinden ötürü Dersim katliamcı ve asimilasyoncu politikalarla haritadan silinmek istenmişti. Dersim’in dağları, ovaları ve mağaraları top ateşiyle dövülmüş ve kundaktaki bebeğine varana dek yediden yetmişe insanlar süngüden geçirilmiş, yakılmış ve kurşuna dizilmişti. Böylesi bir acıyı yaşamış toplumun çocukları olarak Letya, kaygılanmakta haklı değil miydi? Dersim’de insanlar isyan çıkarmak için değil, canlarına kurtarmak için dağlara sığınmışlardır. Dağlara çıkamayanlar toplu bir şekilde soykırımdan geçirilmişti. Letya, internette 1937/38 soykırımında görev almış askerlerin anlattıklarını okurken neredeyse çıldıracaktı. Karslı Asker A. Demirtaş söyle diyordu; "Köylüleri topluyorduk, bir araya getirip ‘sizleri koruyacağız, kurtaracağız’ diyerek dere kenarlarına veya uygun gördüğümüz yerlere götürüp makineli tüfeklerle tarı- 103 Alan Lezan – Letya yorduk. Kadın, çocuk, bebe, ihtiyar, genç demeden hepsini, hepsini öldürüyorduk.” “Subaylar ‘hiçbir Alevi’yi sağ koymayın, öldürün!’ diyorlardı. Daha sonra cesetlerin başına erler kurtlar gibi üşüşüyorlardı. Kollarını sıvazlayıp bilezik, kolye gibi altınları kapmak için hırslı bir yarış başlıyordu. Kadınlar için altın takmanın önemi büyük olduğundan kolları parçalayarak, keserek altınlar kapışılıyordu. Hatta altın dişler de alınıyordu, Alevi öldürüp cennete gitmek, altınlarına da sahip olup bu dünyada da rahatlık içinde yaşamak, o günlerde önemliydi. Velhasıl birçok köyde benzer bu tür şeyler yapıldı. Bugün Kars’ta, Dersim zenginleri var. Bunların zenginlikleri oradan kalma.” A. Demirtaş devamla; "Bir gün, 4–5 yaşlarında bir çocuğu komutan bana göstererek ‘öldür’ dedi. Ben ‘yapamam’ deyince, yüzbaşı rütbesindeki komutanım çocuğu ayağından tuttu. Güçlü ve kuvvetli elleriyle yanı başındaki kayalara başı gelecek şekilde kaldırıp, kaldırıp vurmaya başladı. O an hafızamı kaybetmişim. Kendime hastanede geldim. Hava değişimi verdiler. Bir daha da Dersim’e yollamadılar. Çünkü her şey bitmişti.” 104 Alan Lezan – Letya Letya, bu ve buna benzer bir sürü yazı internette okudu ve barbarlıkta sınır tanımayan, Kürdlerin dört tarafını sarmış Arap, Fars ve Türk sömürgecilerinden, Kürdlerin yalnız başına kurtulmalarının hiçte basit olmadığını anladı. Ama duygularına yer vermenin doğru olmadığını, bütün acılara rağmen sağduyulu, rasyonel hareket etmesi gerektiğini düşündü. Kürdler elbette davalarında haklıydılar ama sadece haklılık kazandırmıyordu bu dünyada. Güçlü olmak gerekiyordu. Güçlü olmak için de kendini eğitmek ve geliştirmek gerekiyordu. Letya, bu tür şeyleri düşününce öyle sinirleniyor ve kızıyordu ki, neredeyse tekrar sırt çantasını alıp Kürdistan’ın dağlarına çıkacaktı. Kürdlerin çektikleri acı ve ıstırabı görmek için bir insanın dindar veya komünist olması gerekmiyordu. Vicdanlı, sadece vicdanlı ve onurlu olmak yetiyordu. Letya, bağımsızlık demenin sömürgeciliğin siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik bütün egemenliğine son verilmesi demek olduğunu iyi biliyordu. Bunun için, askeri, siyasi, ekonomik, kültürel muazzam bir örgütlenmeye gitmek, Kürdistan’ın pazar birliğini de sağlayıp, kapitalist sisteme uyum sağlamak gerekiyordu. Çağdaş Batılı, sosyal değer gerçekleri olan serbest piyasa ekonomisi, hukukun üstünlüğüne dayalı de105 Alan Lezan – Letya mokratik sistemi savunmak, belki en doğrusudur, diye düşündü. Halkımız kendi geleceğini kendi tayin etsin, isterse ondan sonra özgür ve demokratik bir ortamda eşekler partisini şerçsin, umurumda bile değildi. Ama bir Kürd’ün anti-emperyalist, antikapitalist olmasında hiçbir çıkarı yoktu. Kürdler bir azınlık veya topluluk değildi. Ülkesinde 40 milyon nüfusuyla kayda değer bir toplumdu ve dili, kültürüyle homojen bir halktı. Bu nedenle Kürdlerin de diğer dünyadaki halklar gibi kendi devletini kurma ve koruma hakkı vardı. Özgürlük ve bağımsızlık Kürdlerin en doğal hakkıydı. 106 Alan Lezan – Letya 13 lkin saniyeler, sonra dakikalar, derken saatler, günler ve aylar geçmiş, bir Neol Bayramı ve yılbaşı gelmiş kapıya dayanmıştı. Bu süre içerisinde Letya çok yoğun çalıştı. Okuldan eve geldikten ve mutfakta bir şeyler atıştırdıktan sonra, okulda öğrendiği ve aldığı notları tekrar ve tekrardan okur, temize çeker, çok güzel de defter tutardı. Letya, kendi kendine çalışmayı öyle şahane öğrenmişti ki hiçbir özel yardıma gerek duymuyordu. En kötü notu ‘iyi’ dereceydi. İ Hafta arası okula, hafta sonları da arkadaşlarıyla sinemaya, tiyatroya ya da partilere gidiyordu. Bu arada Goa müziğini ve partilerini de keşfetmiş Luca ile bazen konserlere de gidiyordu. En son gittiği konser crossover-mix, metal, hip-hop, alternativ rock çalan "Rage Against the Machine”nin Arena’da verdikleri muhteşem konserdi. Letya, geldiği beş aylık yaşamına artık alışmış, kendisine küçük bir televizyon da bitpazarında almıştı. Ayrıca üstü başı da bu arada bir hayli değişmişti. 107 Alan Lezan – Letya ‘Atın yanında kalan ya huyundan ya tüyünden alır’ derler. Letya, eskiden güzel ve atletik vücudunun dişi çizgilerini hiç dışarıya göstermez, vücudunu hep bol duran gömlek ve pantolonlar ile saklar, elma kadar büyük, çok güzel ve yuvarlak olan göğüslerini dışa görünmesin diye belini öne doğru bükerdi. Şimdi ise güzel vücudunun dişi çizgilerini vurgulayan İspanyol paça ve çok cepli, genellikle çiçek desenli pantolonlar giyerdi. Pantolonlarının üstüne dar üstler veya karnının açık olduğu renkli dar tişörtler giyerdi. Uzun, siyah gür ve dalgalı saçlarını camgöbeği maviye boyamış, dreadlock yapmıştı. Szeneye uygun bir şekilde tam bir Goa müziğinin taraftarına benzemişti. Ne var ki Goa partilerine gidenler haddinden çok uyuşturucu kullanırlardı ama bu Letya’yı artık eskisi gibi rahatsız etmiyordu. Letya’da artık çok toleranslı olmuş, ‘yaşa ve yaşat’ felsefesini uygulamayı öğrenmişti. Sol gözünün üst kaşına, burnunun sol tarafına ve alt dudağının altına, dilinin ortasına ve göbeğine birer delici takmıştı. Dövme için parası olsaydı sol kolunun bileğine kocaman bir güneş sembolü kazıyacaktı ama şimdilik bunun için fazla parası yoktu. Neol Bayramı ve yılbaşında Ophelia New York’a bir arkadaşını ziyarete gitti. Bu arada Letya öğrendi ki, Ophelia’nın amcaları ve ailesi Hamburg’da kalıyor108 Alan Lezan – Letya lardı ve mülti milyonerlerdi. Ne var ki bunların hiçbirinin Ophelia’ya bir yardımı dokunmazdı. Ninesi de çok zengindi ve 92 yaşındaydı. Onu ziyarete gittiğinde, ninesi daimi ona en azından bin Euro kadar para verirdi ama Ophelia kendi parasını kendisi kazandığı için kimseye muhtaç değildi ve hayatından memnundu. Zaten bütün parasını giyim-kuşamına ve gittiği partilere veriyordu. Para biriktirdiği yoktu, çünkü ninesi ölürse kendisine büyük bir miras kalacaktı. Ayrıca bir abisinden başka ailesinin çocukları yoktu. Baba ve annesi doktordular. Onların da kazancı oldukça iyiydi. Miyu’nun anne ve babası orta direk sınıfındandılar. Miyu’nun annesi Japon Büyükelçisi’nde memur olarak çalışıyordu, babası ise Özğür Üniversite’de Japonoloji profesörüydü. Miyu ailenin tek çocuğuydu ve gereken yardımı alıyordu. Letya, tüm bu detayları öğrendikten sonra hayretler için de kaldı. Aslında bu iki kişiyle arasında dağlar kadar fark vardı ama gerek Miyu, gerekse Ophelia çok sıradan yaşıyorlardı. Letya’nın babası sıradan işçiydi, Frankfurt’ta 40 sene Siemens’te çalışmıştı ve şimdi ise 72 yaşında emekliydi. Kalp problemi vardı, hatta bir kriz bile geçirmişti. 109 Alan Lezan – Letya Ama şimdilik durumu iyi gözüküyordu. Annesi ise ev kadınıydı. Almanya’da bir göçmen olarak, dört çocuk büyütmek basit değildi. Tabii Kürdlerde de çok zengin ve iyi para kazanan iş adamları ve entelektüeller de vardı, ama bunların çoğunda ulusal bilinç yoktu. Dolayısıyla Kürdlere bir yararı da yoktu. Dersim şehri Türkiye’de üniversiteyi kazananlar içinde en ön sıradaydı, ama Dersim’de altyapı olmadığından, çoğu mezun olduktan sonra, Dersim’i terk ediyorlardı. Anlatılanlara bakılırsa Dersim bölgesi çok büyükmüş ve sınırları Erzurum, Erzincan’dan Sivas’a kadar uzanıyormuş. 1937 soykırımından önce nüfusu 500 binin üstündeymiş. Şimdi ise Dersim merkez ve kazalarıyla sınırlıdır ve nüfusu 90 bin civarındadır. Ne oldu diğer insanlara? Nereye göç ettiler? 1937’de öldürüldüler mi? Miyu, yılbaşında Berlin’de kalacağını ve eğer Letya isterse onunla Arena’daki beş günlük partiye gideceğini söyledi. Arena, kocaman bir salondu ve yedi bin kişilik bir yerdi. Orada Goacılar çingeneler veya bitpazarındaki gibi çadır kurar, kimi CD, kimi çaykahve, kimi içecek, kimi de takı, kitap vb. şeyler satarlardı. Bazı çadırlarda da dövme yapılır ve delici takılırdı. Salon dörde bölünmüştü. Üç bölümde bin bir çeşit ışıklar ile süslenmiş çeşitli dans pistleri vardı. 110 Alan Lezan – Letya Büyük bölümünde ise üç sokak oluşturulmuş bitpazarı kurulmuştu. Manzara harikaydı. Aralığın otuz biri Salı’ya denk geliyordu. Arena’da gece ve gündüz açık olan parti 28. Aralıkta Cuma günü başlıyordu, 1. Ocakta çarşamba gündüz 15:00’te bitiyordu. Tamı tamına beş gün non-stop müzik ve eğlence aralıksız devam ediyordu. Letya, Luca ve Miyu, sabah saat dörde doğru Arena’ya vardıklarında, Arena tıklım tıklım doluydu. Miyu, bağırdı: "İnferno” dedi. Letya, "Neee?” dedi. "Akustik kötü seni anlayamadım!” Luca, Letya’ya, "Cehennem, felaket, demek istiyor!” dedi. "Ama bence başımıza gelebilecek en iyi şey!” diye de ekledi. Letya’nın bunlar üzerine düşünmeye zaten zamanı yoktu. Son zamanlarda çok partilere katılmıştı ama böylesi bir olayı ilk kez yaşıyordu ve çok heyecanlıydı. Luca, "İsterseniz ilkin Chai Shop’a gidelim ve birer çay içelim!” deyince, Miyu "İyi fikir!” dedi ve üçü Chai Shop’a doğru ilerlediler. 111 Alan Lezan – Letya Yolda Miyu arada bir arkadaşlarını selamlıyor, onlarla kucaklaşıyor, öpüşüyor, bazen de bağırıp çağırıyordu. Dört arkadaş çaylarını içtikten sonra, birlikte çadırları ve bitpazarını gezdiler. Sonra Luca dans etmeye gitti. Miyu bir erkeğe takıldı, o da gitti. Letya, binlerce insanın içinde yalnız kaldı. ‘Hımm!’ Letya, biraz düşünüp taşındıktan sonra, kendisine bir bira aldı ve dans pistine, Luca’ya doğru ilerledi, ama canı heyecandan hiç dans etmek istemiyordu. Ne yapacaktı? Arena acayip süslenmiş, fena şekilde büyük ve kocamandı. İnsanlar gerçekten hoştu. Kimi bir köşeye yayılmış cıgara içiyordu. Kimi dolaşıp onunla bununla sohbet ediyordu, kimi de delicesine dans ediyor stres atıyordu. Bir an, sanki dünya Letya’nın umurunda değildi. Letya, öyle müziğin etkisi altında kalmıştı ki, dans ettiğinin farkında bile değildi. Bazen Luca gelir önde, etrafında dans eder ve yine kaybolup giderdi. Herkes sanki uyuşturulmuş trans içindeydi. Bazıları saatlerce sadece dans eder kimseyle konuşmazlardı. Yalnız mıydılar, müziğin ve uyuşturucunun etkisi miydi bilinmez. Letya da kalabalık içinde kendisini kaybetti sanki. Saatlerce dans ettikten sonra, Chill-Out bölü112 Alan Lezan – Letya müne geçti, kendisine bir bira daha aldı ve duvarın köşesinde bir yastığa oturdu ve çevresini dikizledi. Herkes bir yere yayılmış kimi yatıyor, kimi sevişiyor, kimi de cıgara sarıp sohbet ediyor, dinleniyorlardı. Letya’nın sol tarafında iki genç çocuk ve bir kız bir cıgaralık yaktılar ve sırayla içtiler. Çocuklardan biri cıgaralığı Letya’ya uzattı, Letya nazikçe gülümseyerek; “Teşekkür ederim! Ben kullanmıyorum!” dedi. Çocuk; "Sorun değil! Bir adın var mı?” Çocuk Letya’nın tam boyunda, yakışıklı, latif, sevimli, dostçaydı. “Benim adım ‘Letya’ ya senin?” "Benim adım Vincent’tir. Şu gördüğün güzel kadın Lysann, bu güzel ve yakışıklı erkek ise Lars’tır. Süper parti değil mi?” Letya, "Evet, parti gerçekten güzel!” diye karşılık verdi. Ve o an Vincent, Letya’nın yanına yanaştı. Letya’nın birası da bitmek üzereydi. Vincent, ben kendime bir bira alıp geleceğim. Sen de bir tane daha ister misin?” deyince Letya hiç düşünmeden: 113 Alan Lezan – Letya ”Teşekkürler!” dedi. "Ben sonra alırım.” Vincent bir bira yerine bir Cola ile geri geldi ve Letya ile sohbete daldılar. Genellikle okul üzerine konuştular sonra biraz politika, biraz parti ve szene derken dans etmeye gittiler ama herkes kendisine dans ediyordu. Letya, öğrendi ki Vincent Teknik Üniversitesi’nde Lysanne ile birlikte informatik okuyor ve 25 yaşındadır. Lars, Lysanne’nin erkek arkadaşıydı. Vincent altı ay önce çok sevdiği kız arkadaşından ayrılmıştı, çünkü kız arkadaşı başkasına âşık olmuştu. Saat öğlen 12:00’ye doğru geliyordu. Ne Miyu, ne de Luca görünürlerde yoktu. Letya, Vincent’in yanına yaklaştı ve "ben eve gidiyorum” dedi. "Çok yorgunum.” Vincent hemen cep telefonunu çıkardı ve numaraları birbirlerine verdikten sonra, Letya yalnız evine gitti, duş aldı ve kendini yatağa attı. Akşam altıya kadar uyudu. Uyanınca kendisini biraz karmakarışık, bir düzensizlik için de darmadağınık hissetti. Sonra kendisine bir çay yaptı ve balkona çıktı. Letya, yalnızdı. 114 Alan Lezan – Letya Akşam saat 22:00 sularında Vincent telefon etti ve "Ben halen partideyim. İstersen sen de gel!” Letya, ilkin düşündü, sonra "evde ne yapacağım” dedi. "Nasılsa okul yok, evde de kimse yok en iyisi yine partiye gideyim,” diye düşündü ve gitmeye karar verdi. Zaten giriş bileti beş gün için geçerliydi. Arena’da Vincent ile vedalaştıkları yerde buluştular. Vincent, Letya gelir gelmez sevincinden havaya uçtu, Letya’yı kucakladığı gibi havaya kaldırdı ve etrafından birkaç kez döndürdükten sonra yere bıraktı. Sonra bir şeyler içmek için bara doğru gittiler. Letya, bir Gin Tonic, Vincent’te bir Vodka Lime aldı. İkisi içkilerini tokuşturduktan sonra Chill-Out kısmına geldiler ve sohbet ettiler. Vincent’in önünde, gözünün içine baktığı kadın, güzelliğin yurdu, insanlığın beşiği olan Mezopotamya’dan geliyordu, ama Vincent daha bunu bilmiyordu. Kürdler iğrenç derecede çirkin olmadıkları zaman, doğulu simalarının en şahane özelliklerini temsil ederler. Letya’nın Cleopatra gibi çelimsiz, biraz uzunca yüzü, kalem gibi nakış eden kaşları, kocaman parıldayan siyah gözleri, dolgun ve mükemmel çizilmiş dudakları, tek kelimeyle güzel dinebilecek burnu, kulakları ve atletik vücudu ile bir harikaydı. Letya, belki de Vincent’in hayalinde bile olamayacak bir güzelliğe sahipti. Letya’nın aslı gözle- 115 Alan Lezan – Letya rinin o doğulu biçiminde belli oluyordu. Gözlerinin rengi derin ve ışık vurduğunda, bir elmas gibi parlıyordu. Sanki koyu lacivert kontak lensler takmıştı. Vincent’in Letya’yı tanıdığına çok mutlu olduğu her yönüyle belliydi. Letya da bu sürpriz ve ani tanışmadan memnundu, ama daha hayatında kimseyi dudaklarında öpmemiş, kimseyle yatağa girmemişti. Bu nedenle Letya heyecandan volkan gibi kaynıyordu. Letya, öyle konuşmaya, şakalaşmaya, eğlenmeye dalmıştı ki, sanki kendisini unutmuştu. Aniden fark etti ki Vincent ile öpüşüyor. Nasıl oldu, ne zaman oldu onu bilmiyordu. Öpücüğün nasıl tarif edileceği bilinmez ama, bu bitmek bilmeyen öpücük, sanki Letya’nın bütün sinir sistemini altüst eden bir virüstü. Filozoflara göre öpücük, çocuklar için oyun, gençler için zevk, yaşlılar için güvendi. Letya, Vincent’i öpmekte büyük bir zevk alıyor, şehvetleşiyor ve benliğini tümüyle Vincent’in kollarına bırakıyordu. İki âşık sabah saat 10:00’a kadar dans ettiler, şakalaştılar, sohbet ettiler, deliler gibi eğlendiler. Letya, saat 10:00’da Vincent ile vedalaştı ve evine geldi. Mutfakta Luca ve Miyu ile karşılaştı. Miyu ve 116 Alan Lezan – Letya Luca’nın birbirleri ile yattığı her hallerinde beli oluyordu. Sonra Arena’daki parti üzerine konuştular. Letya, Luca ve Miyu’yu mutfakta yalnız bıraktı ilkin duş aldı ve sonra yatağına yığıldı. Saat öğle bire geliyordu ve cumartesiydi. Yılbaşına, 2003’e iki gün kalmıştı. 117 Alan Lezan – Letya 14 V incent, keskin zekâsına ve ilginç düşüncelerine rağmen aslında iflah olmaz bir romantik, idealist ve optimistti. Bütün iyimserliğiyle hayallerini gerçekleştirmek için her türlü maceralara dalmaya hazırdı. Yüksekten uçuşlarını genelde düşüşle sonuçlanmaması için, keskin zekâ ve yaratıcılığını gerçekçi plan ve faaliyetlere göre dengeleyip geliştirmesini öğrenmişti. Vincent’te tükenmek bilmeyen öğrenme hırsı vardı. Çok yönlü yeteneğini, ilgisini ve zamanını devamlı yeni bir şey deneme tutkusuyla israf etmeye eğilimliydi. Aklının kölesi değil, efendisi olmayı öğrenmişti. Vincent, kibirlilik, maçoluk nedir bilmezdi. O daha çok sevecen, alçak gönüllü, dostane davranan biriydi. Bazen sanki yirmi beş yaşıyla ermiş bir insandı. Aslında sanatta olduğu kadar günlük pratik işlere de yetenekliydi. Ama informatiği, matematiği, rasyonelliği ve berraklığı daha çok severdi. Onun gibi insanlar kendilerini en değişik bilimlerde denerler. Öğrenme açlığı, ona sürekli olarak, yeniliklerin ve değişimlerin 118 Alan Lezan – Letya özlemini çektirir. Büyük planları gerçekleştirmek için, ilgisini gerçek ve doğru şeylere yöneltirler. Çünkü sadece o zaman gerçekten istediği şeye ulaşabileceğini bilirler. Letya, tanıştığı o kısa sürede Vincent’in hal ve hareketlerine bazen akıl erdirememekteydi. Her durumda açık ve tarafsızlığına olan inancı tamdı. Sabit fikirli olmadığına emindi. Belki de öyle davranması Letya’ya karşı olan saygıdandı. Letya’ya göre içten pazarlıklı hareketler, bir insanın fikirlerini gerçekleştirme alanını daraltan, anlaşılmaz hareketlerdir. Sonuçları her zaman can sıkıntısıyla bağlantılıydı. İki ya da üç şeyi bir arada yapmak Vincent gibi insanlara zor gelmez, tam tersine bu onların hayat prensipleriydi. Kişilikleri ve yaşam tarzları onların tek ifadesiydi. Ama aynı zamanda cazibeli, ‘liderlik’ yeteneğine sahipti. Gayretlerini, endişeli ve sorunlu olduklarında bile kaybetmeyen, iyimser insanlardandı. Letya, sanki Vincent’i risk rüzgârları esen, gizemli ve yeniliklerin yaşanabildiği bir yerde bulmuştu, çünkü Vincent beceriye dayanan hızdan zevk duyuyordu. Sporu, deli gibi dans etmeyi seviyordu ve iyi bir sporcuydu. Bu becerikli insan, özellikle kayağı, dalmayı, su kayağını ve paraşütle atlamayı, yani kısacası ani tepkilere ihtiyaç duyan her şeyi seviyordu. Golf onun için biraz fazla yavaştı, ama tenis, body jumping onu 119 Alan Lezan – Letya hızlı arabalar gibi çıldırtıyordu, çünkü o tehlikeli eğlenceleri seviyordu. Vincent’in annesi öğretmen ve babası Berlin’de tanınmış bir avukattı. Ailesinin maddi durumunun iyi olmasından dolayı, öğrenimini ailesi finanse ediyordu. Bir de ablası vardı. Eczacı ve iki çocuk sahibiydi. Vincent’tin dış görünüşü hiç içini ve asıl karakterini yansıtmıyordu. Vincent, dış görünüşüyle daha çok zavallı bir berduş gibiydi. Kung-Fu’da siyah kemerinin olduğunu ancak o söylerse insan biliyordu. Kısa kesilmiş, sarışın saçları, masmavi gözleri ve giydiği yırtık pırtık elbiseleriyle tam bir hippiydi. O da Letya gibi kommerz Techno’dan, günün şarkılarından, arabeskten nefret eder, o daha çok Goa partilerine, bazen de Crossover, Hardcore konserlerine gider, high society yaşamından uzak durur, ailesinin tam tersi bir profil çizerdi. Vincent, beş seneden beri daha çok Türklerin ve başka göçmenlerin oturduğu Kreuzberg’de yıkık dökük, perişan olmuş, eski mi eski bir binada oturuyordu. Bu yapı çok büyük bir binanın duvarına yapışmıştı. Kötü sıvalı, derinliği bulunmayan, aşırı yükseklikte bir konuttu. Her katta iki odalı bir daire vardı. Bu eve kocaman bir merdivenle çıkılırdı. Merdi120 Alan Lezan – Letya veninin tırabzanları demirden çiçeklerle süslenmişti. En altta bir Kompüter dükkânı vardı. Bu dükkân Vincent’in iki arkadaşına aitti. Pazar günüydü. Vincent oturmuş Kompüterin önünde ders çalışıyordu. Kafasında ise yeni tanıdığı Letya vardı. Letya’nın Almancası akıcıydı. Bu nedenle Vincent, Letya’nın nereden geldiğini sorma gereği duymamıştı, çünkü Vincent için O’nun nereden geldiği önemli değildi. Vincent, Letya’yı düşünmekten derslerine konsantre olamıyordu. İlkin bir cıgaralık sardı ve sonra kalktı telefonu eline aldı ve Letya’yı aradı. Saat 20:30’a geliyordu. Letya, Miyu ve Luca ile sinemaya gitmişti, telefonunu kapatmıştı ama telefonuna SMS ile bir haber yollanmıştı. Letya sinemadan çıkınca saat 23:00’i geçiyordu ve hemen Vincent’i geri aradı. Vincent, "Hindistan yemeğine ne dersin, Oranien Caddesi’ndeki Hindistan Restoran’ında buluşalım mı?” diye Letya’ya nazikçe sordu ve "Seni davet ediyorum!” diye de ekledi. Letya, "Ben şimdilik yalnız değilim, arkadaşlar var, başka zaman nasıl olur?” diye cevapladı ama Vincent, "Arkadaşlar da gelsin, ondan sonra da hep beraber bir partiye gideriz olmaz mı?” 121 Alan Lezan – Letya Letya, arkadaşlarına danıştı, hepsi de bir Arslan gibi acıkmıştılar. 'Olur, gidelim' dediler. Letya, Miyu, Lucas ve Vincent restoranda buluştular. Miyu ve Luca, Vincent ve Letya’nın arasında neler olduğunu bilmiyorlardı, ama âşık olan insanları çocuklar bile anlar. Letya’nın âşık olduğu pek belli değildi, çünkü Letya çaktırmamak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Ama Vincent ateş gibi yanıyordu. Letya, daha çok sessiz, her zaman olduğu gibi çok konuşkan olmayan ama iyi dinleyen bir profil çiziyordu. Belki de ilk aşkı olduğu için dikkatliydi, bir şey yanlış yaparım veya söylerim diye korkuyordu. Ama Vincent’in bu konuda tecrübesi olduğu kesindi. Dört arkadaş yemeklerini afiyetle yedikten sonra Arena’ya gittiler. Arene’da Miyu ve Luca her zamanki gibi çok kişi ile karşılaştılar. Vincent ise Lars ve Lysann ile buluştu. İçtiler, keyif yaptılar, doyasıya dans ettiler. Bu arada Letya bazen Lars ile, bazen de Lysann ile sohbet etti, onları da yakından tanıdı. Vincent, Letya’ya yaklaştı ve: "Seni yılbaşı akşamı evimde yemeğe bekliyorum! Şimdiden söylüyorum ki, başka bir yere gitmeyesin sakın.” Letya hiç düşünmeden "Okay! Saat kaçta?” “Saat 21:00’de olur mu?” 122 Alan Lezan – Letya Letya, ‘Evet olur’ der gibi gözlerini kırptı ve "Ben partilerden bıktım. Bana eyvallah!” deyip çıkıp gitti. Vincent bu ani çıkışa biraz şaşırdı ama sesini çıkarmadı. Letya, Lars ve Lysann’dan da vedalaştıktan sonra evine gelince saat gece 2:00 civarındaydı. Son günler Letya çok az yatmıştı ve Vincent ile tanışması da eklenince kendisini büsbütün şaşırmıştı. Duş aldı ve yatağa gitti, mışıl, mışıl uyudu. Letya, pazartesi sabah saat 10:00’da uyandı. Duş aldıktan sonra en güzel elbiselerini giydi, dışarı çıktı ve Spree’nin kenarında uzun bir yürüyüş yaptı, suların akışını izledi. Güneş kendisine gülümsüyordu, o ise Vincent’i ve Kürdistan’ın dağlarını düşünüyordu. Bazen sevincinden ve mutlu yaşamından gözlerinden yaşlar akıyordu, bazen de üzülüyordu. Dilan ve diğer arkadaşları acaba daha yaşıyorlar mıydı? Annesini neden Neol bayramında görmeye gitmedi? Vincent nasıl bir insandı? Sonra 'boş ver' dedi. Vincent’e telefon etmek isterken o an telefonu çaldı. Afşan, telefon ediyordu ve Letya, annesinin, ailesinin durumunun iyi olduğunu öğrenince sevindi. Zaten daha bir hafta tatili vardı. Letya, Afşan’a ayın üçünde sizi ziyarete gelirim diye söz verdikten sonra telefonu kapattı. Ama Vincent’ten hiç bahs etmedi, çünkü daha çok erkendi. 123 Alan Lezan – Letya Vincent’i gerçekten de daha iki gündür tanıyordu, ama Vincent, Letya’ya çok güvenilir geliyordu. Öte yandan Vincent’i çokta beğeniyordu. Âşık olup olmadığı henüz belli değildi ama aşkın gerçekten nasıl olduğunu da bilmiyordu. Bildiği tek şey şu içindeki her saniye onunla olma isteğiydi. Letya, kişiliğinde canlılığı, yaşam gücünü, ihtirası, yiğitliği ve asaleti temsil ediyordu. Yürüyüşü, canlı hareketleri, sıcaklığı, sağlam ve sakin görünüşü ile tanınıyordu. Asla kendisinden şüpheye düşürmeyecek güçlü bir yapıya sahipti ve son derece sıcak kalpliydi. Kandırılmak, kullanılmak hiç istemez, kendisini kandıranı, ihanet edeni, kullananı hiç affetmezdi. Doğallığı, neredeyse çocuksu cazibesi ve gözlerinde parıldayan yaşam sevinci, birçoklarında reddedilemez etki bırakan bir çekim gücüne sahipti. Böyle seçkin yeteneklere sahip başka bir insan belki dünyada yoktu. Asalet, cesaret, doğru sözlülük, azim, sevme yeteneği, büyüklük, iyilik, gerçekten çok ender rastlanan böyle bir kişilikte birleşebilirdi. Bunun yanında, kibir, gurur, hâkimiyet hırsı, küstahlık, kendini beğenmişlik gibi hiçbir özellik Letya’da mevcut değildi. Kesin olan şey, bu özelliklerin ve burada sayılamayacak eğitim, arkadaş etkisi ve sosyal çevre gibi faktörlerin Letya’da değişik kişiliklere yol açabileceğiydi. Ve nitekim bu da 124 Alan Lezan – Letya olmuştu. Bu nedenle ideal durumlarda dürüst, sıcak kalpli, geniş ve iyi insanlarla karşılaşabiliyordu. Belki Vincent bu tip bir insandı, ama Letya cinsel ilişkide, sevgi ve aşkta tecrübesizdi. Letya, çocukluğundan bugüne kadar hep arayış içinde oldu. Dünyayı değiştirmek için, uzun süre Marksizm ideolojisinin zehrini içti. Zenginlik, içki, kumar, erkek, "kirli yaşam”, geçmişteki dinsel ve daha sonra inandığı Marksist ideolojisine aykırıydı. Bütün saygı duyulacak güzel öğretiler, ne kadar haklı olsa da, onun iyi ve kötü dedikleri şeyler, yaşanmadan hiçbir şey ifade edecek durumda değildi, ruhunu dizginleyemezdi. Dünyada hiçbir öğreti insanın asıl tecrübesinin önüne geçemiyordu. Bu nedenle kendisine göre ‘doğru yolu’ ancak deneme-yanılma yoluyla bulabilirdi. Bir çocuk düşe kalka yürümeyi, deneye yanıla doğruyu öğrenirdi. Yeni emeklemeye başlayan bir çocuğa kaynayan süte yüzlerce kere elini vurma 'Cıs! Cıs!' olur demek bir anlam ifade etmezdi. Ancak çocuk sıcak süte yaklaşıp elini ona değdirdiği zaman, deneme-yanılma yoluyla sıcak sütün el yaktığını, "Cıs! Cıs!” uyarısının el yakmak anlamına geldiğini anlardı. 125 Alan Lezan – Letya İnsan hayatta tecrübe edinerek ancak o hayatı yaşayarak ya da ondan vazgeçerek, ya da devam kararı alarak, onu tadarak, onun iyilik ve kötülüğünü teraziye koyup tartarak, kişinin özgür iradesinin olgunlaşmasını sağlıyordu. Çoğu dogma, töre ve adetlerin, öğretilerin sözleri zamanla değerini kaybettiği, aslında boş laflar olduğu bilinen bir gerçekti. İnsan doğumdan ya iyiydi, ya da kötü, çünkü doğa, dengesini daha çok iyilik üzerine değil, kötülük ve vahşet üzerine kurmuştu. Bütün canlılar kendi çıkarları için başka canlıları parçalar, öldürür, yok ederdi. Ama bu vahşette bir masumiyet vardı. Çünkü bunu içgüdüleriyle, yaşamlarını sürdürebilmek için yapıyorlardı. Doğa, onlara böyle yapmalarını emrediyordu. İnsanlıkta böyleydi. Bu nedenle insan yaşamında, efsanelerdeki gibi hep iyiler ve kötüler arasında bir savaş yaşanmaktaydı ve sonuçta iyiler hep kazanıyordu. Letya, bu tespitine rağmen bazı öğretilere saygı duymakla beraber, onun öncesi ve sonrasının olmadığını düşünüyordu. Yaşam ‘şimdiki zamandı’ Dünyadaki her varlık kendi ‘şimdiki zamanın’ da huzura, ruh dinginliğine sahip çıkması, süreç içinde kölesi olduğu öğretinin aşılması ile özgürleşebilirdi. Öğretilerden yararlanarak, yaşayarak kendi 'ben'liğini ancak ondan sonra, bu tecrübelerle bulabilirdi. Tecrübe insanın 126 Alan Lezan – Letya kendisinin yine yararlandığı en özel yaşam kütüphanesiydi ve her insanın, her bireyin sosyalizasyonu, hayat hikâyesi, tecrübesi başkaydı. Letya, kötülüğün, iyiliğin, güzelin, çirkinin, küçüğün, büyüğün, kalının, incenin, siyah ve beyazın gerekli olduğuna inandığı gibi, dünyada var olan her şeyin değiştiği ve değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğu gerçeğinin de bilincindeydi. Doğal olarak Letya’da gerçek dünya ile inançlar arasındaki bağı bütünleştirdiğinde, birbirinden ayrılmazlığını keşfederken, ortak noktayı bularak huzura kavuşmanın olabilirliğini yaşayarak, öğrenerek bulmaya çalışıyordu. Kirli, kötü, düzenbazlıklardan ayrılmanın yolu, onu yaşayıp görerek mümkündü. Artık bundan sonra Letya, ne herhangi bir dine ve peygambere, ne de herhangi bir insanın peşinde gitmeyecekti. Ama kendi kalbinde kendisine göre de Allah’a inanacaktı, çünkü nasıl ki önündeki Kompüterin bir yapıcısı vardıysa, insanın, doğanın, evrenin ve ötesinin de bir yapıcısı olabilirdi. Yedi günde yeri göğü, evreni ve ötesini icat eden bir Allah işini insanlara havale etmez, gerekeni kendisi yapacak kudretteydi. Letya, sadece kendi yolunda gitmeyi doğru buluyordu ve kendisi ile yaratıcı arasında elçi istemiyordu. İnsanların Allah adına hareket etmesinin Allah’a hakaret olarak algılıyordu. 127 Alan Lezan – Letya Herkesin bir ağızdan konuşamayacağı nedeniyle, yaşamı organize etmek için demokratik yollarda seçilen başkanlar, başbakanlar, temsilciler elbette olacaktı. Ama insan kültü, insanı Tanrı yerine koymak ve kutsamak olmayacaktı, çünkü kendisini özgürleştirecek ruhsal huzuru ancak ve ancak kendisinde, kendi yolunda bulabilirdi. Sonuçta yaşamı üzerine karar veren insanın, yani bireyin kendisiydi, başkaları değildi. Bir insanın başka bir insanın yaşamı üzerine karar vermesi yanlıştı. İnsanlar Allah huzurunda tamamen eşit ve özgürdüler. Allah’ın insanların işine karışmadığı gün gibi ortadaydı. Fakat insanoğlu bazen 'benliğine' ulaşmak için, bir nehrin akışı gibi, uzun bir yolu katletmesi gerekiyordu. Başka türlü 'benliğine' ulaşamazdı. İnsanın bu ilerleyişi sırasında işlediği bütün günah ve sevapların toplamından, dingin bir ruh dogmalardan uzak oluşabiliyordu, çünkü doğanın felsefesini hiçbir öğreti değiştiremezdi. Zaten o öğretileri doğa yaratmıştı ve "Allah” doğanın kendisiydi. Letya, politik olarak da buna benzer bir yoldaydı. Ne yapıyorsa ,'benliği' içindi. 'Benlik”lerin toplamı için, yararlı ne varsa onu yapmaya hazırdı ve politik liderler ya da önderlik öğretileri için yürümeyecekti. Kürd ulusunun bir bireyi olarak hiçbir ideoloji ve lidere 128 Alan Lezan – Letya bağlı olmadan kendi benliği ile isteği ve kendisi inandığı için çalışmayı daha uygun görüyordu. Kürdlerin kurtuluşu için her ne yapılacaksa demokratik ve iç hukukun işlediği bir ortamda diyalog yoluyla yapılacaktı. Ama ne var ki Kürdlerin düşmanları, bazı insanlar ve halklar da özünde doğa ve doğadaki bazı hayvanlar gibi vahşiydiler. Gerillanın başını kesip havaya kaldıranlar, ayaklarını cesetlerinin üstüne koyup poz verenler ve kulaklarından teşbih yapıp onunla övünenler vahşi hayvanlardan farklı değillerdi. Letya, hiçbir savaş kurallı tanımayan, en aşağılık düzeye inen puşt, kalleş ve kahpe düşmana karşı vicdanı olan savaşır diyordu. Çünkü bunlar zaten demokrasiden, insanlar arası eşitlikten anlasalar bir ulusa bu vahşeti yapmazlar. Kötü insanın olduğu gibi bazı insanlar, zayıfların ve güçsüzlerin haksızlığa uğramasına karşı çıkan bir başka güdüye sahiptiler. Letya buna vicdanı olan iyi insanlar diyordu. Ve tarihte doğruyu, iyiyi, güzeli, özgürlüğü savunan hep kazanmıştır. Ya barbarlık, ya da uygarlık! Despotizm, faşizm ve sömürgecilik er veya geç yıkılacaktı. Nasıl ki, Hitler, Stalin, Mussolini, Franko, Saddam ve benzeri insan kasabı diktatörlükler tarihte 129 Alan Lezan – Letya yok olup gittilerse, aynen öyle de Arap, Fars, Türk despot ve faşistleri de tarihin çöp tenekesini boylayacak. Orta Doğu’da da güneş yeniden doğacaktı. Çünkü ezeli diye bir şey doğada yoktu. Belki de bu yüzden Alman filozofu İmmanuel Kant, 'ben yıldızlara ve iyiliğe şaşarım' demişti. Kürdler, Kürd olarak alnı ak zengin ülkelerinde ezilmeden, sömürülmeden, horlanmadan, işkence ve baskı görmeden hür ve onurlu bir yaşam sürdürmek istiyorlar. Bu Kürdlerin en doğal, en insani, hukuki, siyasi hakkıdır. Kürdler diğer halklardan bir zırnık bile istemiyorlar. İnsanlar dünyada her halka olan bu doğal hakları neden Kürdlere çok görüyorlar? Avrupa’da olan haklar ve olanaklar neden Kürdlere için de olmasın? Kürdler de Allah’ın kulu değil miydi? Kürd olmak neden suç oluyordu? Bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Zulüm ile abat olunmaz. Adaletsiz, zalim ve korku üzerine kurulan bütün sistemler sonuçta yok olmaya mahkûm idiler çünkü… 130 Alan Lezan – Letya 15 L etya, Pazartesi sabahı erkenden uyandı ve bir tas kahve içtikten sonra alış verişe gitti. Miyu daha uyuyordu. Letya, alış verişten geri döndükten sonra Miyu da uyanmış, mutfakta kahve içiyordu. Meraklı olan Miyu, Letya’ya "Vincent’te âşık mı oldun?” diye sordu. "Bilmem! Sen ne düşünüyorsun?” Miyu, bir yudum kahve aldıktan sonra, "Vincent iyi bir insana benziyor!” dedi. “Ya sen Luca’ya âşık mısın?” "Ben de bilmiyorum.” dedi ve ikisi seslice güldükten sonra Miyu devam etti: "Ah boş ver!” dedi. "Erkekler hep aynı ama Luca ile olan ciddi bir şey değildi. One night stand.” Miyu, çok iyi ve güzel bir insandı ama sosyal yaşamda çok karmaşık bir insan görüntüsü veriyordu, çünkü bazen onun ne zaman ne yapacağını bilinmiyordu. Bir yandan iyi, anlayışlı ve yardımsever, diğer yandan çok kararsız, tutarsız, melankolik ve kırılgan olabili131 Alan Lezan – Letya yordu. Bazen bir konuda çok ateşli davranırken, bazen de çok korkak ve çekingen olabiliyor. Sanki düşüncelerinden şüpheye düşüp, dünya gerçeklerine aykırı hareket emesine rağmen, hemen hemen her konuda bir fikri vardı. Miyu’da bulunan aşırı merak, zeki bir kadın olduğunun kanıtıydı. Konuşkandı ve anlattığı bazı absürt hikâyelerle, diğer insanları hemen çevresine topluyor, odak olmayı hep başarıyordu. Kendini kimsenin dinlemediğini hissederse sanki rüyalara dalıyordu. Ama Miyu, çoğu insanlar gibi lotoda altı tutturmayı hayâl etmeyen bir kişilikti. Her zaman gerçekçiydi ve kendi yeteneklerine güveniyordu, ama buna rağmen rüya ülkesinin kapıları ona hep açıktı. Yaptığı hayaller öylesine canlıydı ki, onları gerçekleştirme isteği duymazdı. Çünkü bir amaca ulaşmak için gerekli savaşçı ruhu ve isteği yoktu. Bunun dışında günlük işlerin rutinliğinden nefret ederdi. Mutlu olabilmek için, gelecekte olmasını umut edebilecekleri, yeni bir şeye hep ihtiyacı vardı. Miyu, felsefeye, sanat tarihine çok ilgi duyar, inatla hayatın anlamını arayan biriydi. 'Hayat, sonuçta meyvelerini yiyemeyeceğimiz bütün bu kavgalara değer mi?' diyordu. Karakterinin belirginleşmesinden sonra 132 Alan Lezan – Letya bu fikir, hayata kayıtsızlıkla yaklaşmasına neden olabilir, çünkü kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Belki bu nedenle Miyu da, Ophelia gibi hayatını amaçsızca sürdürüyordu, yetenekli olduğu konularda bile bazen beceriksizce davranıyordu. Böyle insanlar işlerini yapacaklarına, bol bol eğlenir, içlerine kapanır ve başarısızlıklarından dolayı da bazen acı çekerlerdi. Ama sabırlı ve kararlıydılar. Belki büyük atılımlar yapamazlardı, ama tamamen de batmazlardı. Letya bu tip insanlarla gerillada da çok karşılaşmıştı. Bunların çoğu, gerektiğinden bir nebze bile fazla gayret göstermezlerdi. Bir işe zihinsel veya bedensel olarak aşırı konsantre olmak, onlara gereksiz gelirdi. Ama yine de başarılı olabilirlerdi. Miyu ve Ophelia, Almanlar için söylenen ‘disiplinli ve çalışkan insanlar’ özelliği hiç yoktu. İkisi de çok kaotik bir yaşam sürdürüyorlardı. Belki de bu yaşam türü, Berlin gibi bir şehirde yaşanan gece hayatından kaynaklanıyordu. Miyu ve Ophelia milyoner değillerdi, ama ikisi, hemen hemen her dilediklerini yaptıkları için, bazen ne istediklerini de kesin olarak bilmiyorlardı. Letya, poşetten bir şişe şarap çıkarınca Miyu: "Ne o! Günün bu saatinde şarap mı içeceksin?” diye sordu. Letya, "Hayır! Vincent beni yarın akşam yemeğe davet etti, beraber götüreceğim,” deyince Miyu, sanki 133 Alan Lezan – Letya kıskanır gibi; "Oh! Vincent, sen ve yemek... Valla kulağa çok hoş geliyor,” dedi ve ekledi: "Yılbaşını onunla mı geçireceksin?” Letya, "Yemek akşam saat dokuzda. Ondan sonra tabi biz yine Arena’ya geleceğiz. İstersen sen de beraber Vincent’e gel! Sonra hep beraber Arena’ya gideriz.” Miyu, "Yok, yok! Olmaz! Benim senin randevuna gelme hakkım yok! Sen en iyisi Vincent’te git ben ise Anastasia’ya gideceğim, çünkü Anastasia beni partisine davet etti. Orada zaten diğer bütün arkadaşlar da var. Belki sabaha doğru Arena’ya biz de geliriz.” "Okay! Nasıl istersen, dışarı gezmeye çıkıyor muyuz?” "Bir duş alıyım ondan sonra!” "Okay! Ben de bu arada internete bir göz atayım.” Letya, tam odasının kapısını açarken Marc telefon etti ve hal hatır sordu. Letya da Vincent’ten hariç her şeyi Marc’a anlattı ve biraz sonra Miyu ile gezmeye çıkacağını, Marc isterse o da onlarla gelebileceğini söyledi. Ama Marc, "Hayır” dedi, "İşlerim var ama başka zaman.” Marc, zaten yılbaşında tanıdığı başka bir ortak konutta bir partiye gidecekti. Letya’yı da davet etti, ama O bir arkadaşta yemeğe davetli olduğunu ve 134 Alan Lezan – Letya sonra Arene’ya gideceğini söyleyince Marc da "olur!” dedi. "Belki sabaha doğru bizde geliriz ama şimdilik kesin bir şey söyleyemem.” Letya’nın kafası halen darmadağınıktı. Kimle, neyi, nerede, nasıl yapacağını bilmiyordu. Eğer Ophelia New York’a gitmeseydi, ortak konutta bir parti verecek ve bütün arkadaşlarını davet edecekti. Ama şimdi artık bu önemli değildi. Arena’ya gelenleri görecekti, gelmeyenin de canı sağ olsundu. Miyu, duştan çıktı. Elbiselerini giydikten sonra, Letya’nın odasına doğru: "Letya! Hazır mısın?” diye bağırdı. Letya, "Evet, hazırım!” dedi ve iki arkadaş beraber dışarı çıktılar. Miyu, öyle değişken bir insandı ki, kendisini hep bir maskenin arkasına gizleyip, arkadaşlarının hoşuna giden her role giriyordu. Ama insanlara hayallerini anlatmaya başladığında, kısa bir süre için maskelerini çıkarmış demekti. Bu maskelerin altında birbirine karşıt kişiliklerin özelliklerini saklamaya çalışan bir insan vardı. Letya, Miyu’yu bir türlü çözemiyordu, ama iyi insan olduğu için onu artık bir kardeş gibi seviyordu. 135 Alan Lezan – Letya Spree’nin kenarına vardıklarında bir banka oturdular ve Miyu, Letya’ya "Kürdler nasıl bir halktır? İstersen bana biraz Kürdlerden anlat!” dedi. Letya, durakladı, düşündü ve sonra "Kürdler de dünyadaki diğer halklar gibidir!” dedi ve ekledi: "Ne var ki Kürdler maalesef zengin bir ülkeye sahiptirler. Maalesef, çünkü bu zenginlik nedeniyle Araplar, Farslar, Türkler; Kürdlerin ülkelerini işgal etmişlerdir. Dolayısıyla Kürdlere her türlü baskı ve işkenceyi yapıyor ve Kürdlerin özgürce gelişmelerini engelliyorlar.” Letya’nın bu sözlerinden sonra Miyu’nun yüz, göz bakışlarından Kürdlere acıdığı, Kürdler ile dayanışmada olduğu belli oluyordu. Letya, Miyu’ya; "Kürdlere acımana gerek yok! Dünyanın hali bu! Kürdler de bir gün mutlaka özgürlüğüne kavuşacak, ama bu belki öyle kolay olmayacak.” Aslında Letya, Kürdler hakkında daha çok şey Miyu’ya anlatacaktı ama, anlatacağı çoğu şeyler gerçeği yansıtmayacaktı. Letya, 'Kürdler onurludurlar, onurlarını çiğnetmelerine ve incitmelerine izin vermezler, asla ümitsizliğe düşmezler; metin ve sabırlıdırlar, özgürlük ve bağımsızlığına aşıktırlar' diyecekti. 136 Alan Lezan – Letya 'Bilim, teknoloji ve sanatı çocukları gibi severler, dünya nimetlerinden ve güzelliklerinden en iyi şekilde faydalanırlar. Meşru müdafaa dışında insan ve hayvan öldürmezler. Zalimlere karşı onurlu ve zorlu, birbirlerine karşı alçak gönüllüdürler. Bozgunculuk yapmazlar; her zaman iyilik isterler. Çalışkandırlar. Boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; boş durmazlar, boş kalınca başka işe yönelirler. Kötü duygularını ıslah etmeye çalışırlar. Yaptıkları hatalara pişman olur, hemen ardından bir iyilik yaparlar ve aynı hatayı ikinci defa yapmazlar' diye anlatacaktı. Sanat ve savaş dışında hiçbir zaman aşırı gitmezler, taşkınlık yapmazlar; Kimseye el açıp yalvarmazlar; kimseden korkmazlar ve kimseden medet ummazlar. Zalimleri dost veya sırdaş edinmezler; zalimlere arka çıkmazlar; boyun eğmezler ve zalimlerin tuzaklarından ötürü tasalanmazlar. Ülke içinde demokratik ve herkese eşit davranan düzeni bozmazlar, dünyadaki doğal dengeyi korumak için çaba harcarlar. Zulme uğramış, yardım bekleyen insanlar, zulüm ortadan kalkıncaya kadar mücadele ederler. Yanlışa karşı mücadelelerini haksız ve yanlış yollarla yapmazlar. Mücadelelerini meşru ve en güzel şekilde yapar; kötülüğü iyilikle savarlar. 137 Alan Lezan – Letya Güzel söz söyler; güzel öğütle doğruluğa çağırırlar. Pislikten sakınırlar, güzeli ve temizi severler. Pis ve kötüyü asla temiz ve iyi ile bir tutmazlar. Öfkelerini yutarlar; kızdıkları zaman bile kusurları bağışlarlar. Kimseyle alay etmezler; kimseyi ayıplamazlar; kimseyi kınamazlar, kimsenin arkasından konuşmazlar. Kusur aramazlar; kusurları örterler. İftira etmezler; laf getirip götürmezler. İnsanına karşı yumuşak kalpli ve merhametlidirler. Başkalarının inançlarına hakaret etmezler; başkalarının inançlarına hakaret edilen topluluklarla oturmazlar. İnsanlar hor görse bile talep edeni kovmazlar; el açıp isteyeni azarlamazlar. Kimseyi kötü lakapla çağırmazlar. Böbürlenmez, büyüklük taslamazlar. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirmez; tabii bir şekilde, tevazuuyla yürürler. Şımarmazlar, nankörlük etmezler; her şeyin kıymetini bilirler. Düşünüp öğüt alır ve akıllarını kullanırlar. Bilgiye değer verirler; bilge ve aydın olmayı isterler. Sürekli öğrenir ve öğrendiklerini tatbik ederler. Birbirlerini dinler ve sözün en güzeline uyarlar. Her şeye ibret nazarı ile bakarlar; doğadan, varoluştan, geçmişten, ölümden ibret alırlar. Gönül huzuru, vicdan rahatlığı ve herkese refah ve mutluluk isterler. Tüm işleri hakkını vererek, titizlikle ve danışarak ya138 Alan Lezan – Letya parlar. Cahillerden yüz çevirirler; boş söz işitince yüz çevirir ve vakar ile geçip giderler. Tedbirlidirler; daima hazırlıklı ve uyanık bulunurlar. Bollukta da, darlıkta da ihtiyaçlarının fazlasını iyilik yolunda harcarlar. Harcamalarında ne israf ne cimrilik ederler. Gelirlerinden mahrum kalmışa belli bir hak tanırlar, yoksulu doyurur ve doyurmaya teşvik ederler. Ellerinden çıkana üzülmezler, sevdiklerinden verebilirler. Borçlarına sadıktırlar. Emeksiz ve haksız kazançtan kaçınırlar; Anne babalarına güzel söz söyler, iyi davranır, esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat gererler. Akrabalık bağlarını canlı tutarlar. Hayat arkadaşlarına sadık kalırlar ve her kişinin kendi hayat arkadaşını bulmasını ve ona sadık kalmasını teşvik ederler. İnsanların mahremiyetlerine saygı duyarlar, kendi evlerinden başka eve izin verilinceye kadar girmezler. Yetimi ve yetimin haklarını korurlar. Kadınların kadınlıklarının sömürülmesine müsaade etmezler. Adaleti ayakta tutarlar; hükmettiklerinde adaletle hükmederlerdi. Görevi ehli olana verirler. Doğruyu söz ve eylemleriyle tasdik ederler. Herkesçe güvenilir ve dürüst olarak bilinirler. Kendilerini ve inançlarını gizlemezler. 139 Alan Lezan – Letya Yalan yere şahitlik etmezler, en yakınları dahi olsa kimseyi kayırmazlar. Yerine getiremeyecekleri sözü vermez ve gerçekte yapmadıkları şeyi söylemezler. İlke ve inançlarını, arzu ve heveslerine ve her türlü menfaate tercih ederler. Çaresiz kalsalar, inanç veya ilkelerinden vazgeçmek yerine, başka bir yere göç etmeyi tercih ederler. Şahitlik etmekten kaçmazlar. Hainlik yapmazlar, karşılarındaki kendilerine hainlik yapsa veya hainlik yapacaklarını sezseler bile. Gizli konuşmazlar; yalana kulak vermezler. Sağlıklı düşünmelerini engelleyecek şeylerden uzak dururlar. Gizli ve karmaşık şeylerin peşine düşmezler. Mucize beklemezler; büyüyle, falla uğraşmazlar. Haberin doğruluğunu araştırır, kulaktan dolma bilgiyle, zan ve tahminle konuşmaz, kesin bir delil olmadan hiçbir şey hakkında münakaşa etmezler. Hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeyi aktarmazlar, hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeyin ardına düşmezler, hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeyler hakkında konuşmak istemezler. Kendi doğrularını başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışmazlar, en güzel şekilde öğüt verirler. Hayra çağırır, iyiliği tavsiye eder, kötülükten sakındırırlar. 140 Alan Lezan – Letya İyi ve güzel şeylerin yayılmasını arzu ederler; iyiliği engellemezler, önünü açar, doğruyu yapmak için destekçi beklemezler. Çokluğu bir ölçü olarak almaz ve çokluk kuruntusuna düşmezler. Grupçuluk yapmazlar, ortak temeller üzerinde yoğunlaşırlar, farklılıkları ayrılık vesilesi yapmazlar. Düşmanlık üzerine yardımlaşmazlar. İnsanların arasını düzeltirler, aralarına ayrılık sokmazlar. Kalplerinde birbirlerine karşı kin tutmazlar; birbirlerini dost edinirler. Birbirleriyle bağlarını canlı tutarlar, birbirlerini ziyaret eder, sever ve sayarlar. Kürdlerde, daha doğrusu dünyadaki çoğu insanlarda bu ideal özelliklerin maalesef hiçbiri yoktu. Letya işte böyle bir insandı. Ama kirli bir okyanusta, bir damla temiz suyun varlığı ve etkisi ne kadar olabilirdi ki? 141 Alan Lezan – Letya 16 Y ılbaşı günü akşam saat dokuza çeyrek kala Letya, Vincent’in zilini çaldı. Yıkık dökük binaya girdiğinde, kocaman eski ve demirden yapılmış süslü merdivenin korkuluklarını görüp biraz şaşırdı. Hayretler içinde kaldı. Sanki eski bir villaya girmişti. Vincent, ikinci katta oturuyordu. O kata vardığında kapıyı açık buldu. Ev sahibi yemek yapmakla meşguldü. Letya, kapıyı iter itmez, Vincent bağırarak, "Lütfen içeri gel!” dedi ve Letya’ya doğru yönelerek kucakladığı gibi sarıldı, öptü, okşadı. Sonra elinde tutarak mutfağa götürdü ve "Ne içmek istersin?” diye gülümseyerek nazikçe ona sordu. Letya, "Kırmızı İtalyan şarabı getirdim. Bilmem ‘Chianti’ sever misin? deyince Vincent teşekkür ettikten sonra hemen şarap şişesini aldı ve açtıktan sonra bardaklara doldurdu. İkisi bardakları tokuşturduktan sonra Letya dört kişilik yemek masasında Vincent’in 142 Alan Lezan – Letya oturduğu sandalyenin karşısına oturdu ve "Ne yemek yaptın?” diye sordu. Vincent, "Biliyorsun ben vejetaryenim! Bugün sana patatesli kereviz ve çingene salatası yaptım. “Fazla zahmet etmeseydin! Çingene salatasında neler var?” Vincent gülerek ve biraz da utanarak "Valla tam olarak ben de bilmiyorum!” dedikten sonra sesli güldü ve masadaki kitabı Letya’ya uzattı ve konuşmaya devam etti: "Sebzeler iyice yıkandıktan sonra marul ince ince doğranır. Salatalar kabukları soyulmadan dairesel olarak kestim. Domatesi de çoban usulü kestim. Biberlerin çekirdekleri çıkarıldıktan sonra önce boyuna dörde sonra enine üçe böldüm. Soğanlar halkaları çıkarılarak ekledim. Bu gördüğün büyük salata kabına koyduktan sonra sebzelerin üzerine haşlanmış mısırlar ve barbunyalar ilave ettim. Limon, yağ, şeker ve tuz bir bardakta çalkalayarak ve salata kabına ilave edilerek karıştırdım. Karışımın üzerine ince kıyılmış turplar ve sarımsak serpiştirdim. Hepsi bu!” dedi. Letya, diliyle dudaklarını yalayarak 'Hımm!' dedi. Çatallı salataya batırdı ve tatmak için bir demet salata ağzına indirdi ve biraz çiğnedikten sonra, "Gerçekten de çok lezzetli olmuş!” dedi. Vincent, Letya’ya teşekkür ettikten sonra, ocakta yaptığı yemeği masaya koydu. Sanki masa zaten hazırlanmış yemeği bekliyordu. Vincent, yemeği indirdikten sonra, masanın 143 Alan Lezan – Letya ortasına mavi bir mumu yaktı ve Letya’ya “Buyur!” dedi. “Takdir sizin!” Letya, Vincent’e çok teşekkür etti ve başladı yavaş, yavaş yemeği tabağına doldurmaya. Yemek gerçekten çok güzel olmuştu. Sebzeler kibrit çöpü boyunda soyulmuş, bir parmak eninde doğranmış, ince kıyılmış soğan katılmış ve zeytinyağında pembeleştirilmişti. Daha sonra sırasıyla ve yedi dakika arayla havuç, patates ve kereviz yemeğe katılmıştı. Sebzeler yumuşamaya başlayınca bezelye, tuz ve kıyılmış sarımsak, biraz da su eklenmişti. Soğuyunca servis tabağına koydu ve üzerine dereotu serpti. Letya, Vincent ile yapılan bütün sohbetlerinde Vincent’in inanılmaz derecede doğal olarak öğretme yeteneğini haiz olduğunu fark etti. Her şeye açık ve çok toleranslı olduğunu da gözledi… Aynı zamanda sezgileri de bir hayli güçlüydü. Letya’nın gözüne çarpan başka bir özelliği de, yırtık pırtık dış görünümüne rağmen, sağlığına ve beslenmesine çok dikkat ettiğiydi. Ama ne var ki, szenedeki herkes gibi onun da uyuşturucu kullanmasına akıl erdiremiyordu. Yemek merasimi güzel geçti. İki arkadaş bol, bol sohbet ettiler, birbirlerini biraz daha yakından tanıdılar. Yemek bittikten sonra birer espresso içtiler ve 144 Alan Lezan – Letya Vincent hemen bir cıgaralık sardı ve Letya’ya yakması için uzattı. Letya, Vincent’te teşekkür etti ve uyuşturucu kullanmadığını söyledi. Vincent "Okay!” dedi. "Ama ben içebilir miyim?” Letya, "Senin özel yaşamına ben zaten karışamam!” diye karşılık verince Vincent rahatlarmış gibi hafiften gülümsedi. Müzik kolonlarından ‘Pan Sonic’ denilen bir grubun garip müziği çalıyordu. Hafif lavanta kokan ortalığı, çok enteresan bir atmosfer sarmıştı. Letya, fazla alkol kullanmadığından, sanki içtiği iki bardak şaraptan biraz sarhoş olmuş gibi bir hali vardı. Ama şuuru yerindeydi ve neyin ne olduğunu pekiyi biliyordu. İçtiği espresso kendisine iyi gelmiş, karnı iyi doyduğundan çok hoş, rahat, güzel, bir durum içindeydi. Vincent, cıgarasını içtikten sonra ayağa kalktı ve "İstersen sana evimi göstereyim!” dedi. Letya, ikilemeden ayağa kalktı ve Vincent ile evi dolaştı. Epeyce ayakta sohbet ettikten sonra oturma odasına geçtiler. Vincent, banyo ve mutfağı olan, aşağı yukarı 83 metrekare büyüklükte bir dairede oturuyordu. Oturma odası, sanki 30-32 metrekare büyüklüğünde büyük pencereleri olan bir fabrika katına benziyordu. Elbise ve eşyaların yere serpildiği yatak odası, belki 18-20 145 Alan Lezan – Letya metrekare civarındaydı. Evin mutfağı zaten kocamandı ve salon da küçük sayılmazdı. Büyük odada iki büyük pencerelerin birisinin önünde Vincent’in çalışma masası vardı. Odanın sağ üst köşesinde de üç koltuk ve küçük bir masa bulunuyordu. Duvarlarda çok enteresan resimler asılıydı. Ayrıca odayı çiçekler ile doldurulmuştu. Letya, camın tam karşısına oturdu ve perdesiz pencereden karşıdaki binalara baktı. Hiçbir dairede ışık yoktu. Vincent, soğuk olmasına rağmen biraz pencereyi açtı ve o da dışarıya baktı ve Letya’ya yüzünü çevirdikten sonra "Lapa lapa kar yağıyor!” dedi. Pencereyi kapattı ve oturur oturmaz ikisi öpüşmeye, oynaşmaya başladırlar. Sonra Vincent, Letya’nın üstündeki üstünü, sütyenini çıkardı Letya’nın göğüsleri dolgun ve dimdikti. Hangi kadın göğüslerinin öpülmesinden zevk almaz ki? Letya kalktı Vincent’in elinden tuttu ve yatak odasına doğru öpüşerek sürükledi ve yatağa yavaşça uzandılar. Vincent, saatlerce Letya’yı ayaklarının başparmaklarından, tabanından başucuna kadar her yerini dili ve dudaklarıyla yavaşça ve nazikçe öpüyor, okşuyordu. Vincent’in zamanı çoktu, çok sakindi ve Letya’ya karşı küstah ve rahatsız edici hiçbir harekette bulunmuyordu. 146 Alan Lezan – Letya Uzun süre sonra Letya, yavaş ve ustaca Vincent’i sırt üstü yatağa yatırdı, yüzü ona doğru bacaklarının üstüne oturdu, inisiyatifi tamamıyla eline aldı. Sevgide tecrübeli bir kadın gibi yavaşça ve sessizce müzik eşliğinde pantolonunun düğmelerini açmaya başladı ve Vincent’i okşayarak anadan doğma soydu. Sonra Vincent’in kendisine yaptığı nezaketi aynen ona yaptı, kendisini sevdiği gibi sevdi. Bu merasim saatlerce sürdü. Odada müziğin ve dışarıda fişekler ve patlayıcıların eşliğinde tam saat gece on ikide Letya kadın olmuştu. İki sevgili birbirlerine sarılarak yatağa uzandılar ve onlarca dakika pencereden dışarıdaki havai fişek eğlencelerini seyrettiler. Sonra saat üçe kadar sohbet ettiler, seviştiler, keyif yaptılar. Afşan, Miyu, Lars ve Lysann ile telefonlaştılar ve yeni yıllarını kutladılar. Gece saat üçte duş aldıktan sonra Arena’ya gittiler. Arena’da sanki insanlar çıldırmıştı. Herkes delice dans ediyor, eğleniyordu. Letya ve Vincent Arena’da öğle saat 14:00’e kadar kaldıktan sonra, Letya’nın evine geldiler. Vincent, ilk olarak Letya’ya geliyordu. Batı’da bir ilişkiye girmek basit değildi. Çocuklu olsun olmasın, ilişkiler çoğu zaman masalların, sinemanın ya da reklamların bize vermek istediği 'rüya tablo147 Alan Lezan – Letya sunda' olduğu gibi sürekli mutluluk veren bir seyir izlemiyordu. Vincent, Letya’nın ilk aşkıydı. Letya, bu nedenle ona karşı bazen nasıl davranacağını bilmiyordu. Normalde, aşk sürecinde, çoğu insanlar her şeyi tozpembe görür, âşık olunan kişiyi idealleştirir. Her şey sanki yolunda gidiyor ama örneğin Letya ve Vincent arasındaki ilişkide birbirlerini idealleştirmek, kutsallaştırmak hiç yoktu. Daha doğrusu ikisi de çok içgüdüsel hareket ediyorlardı. Geleceğe yönelik hiç güzel bir laf ya da beklenti içine girmiyor, boş iltifatlar etmiyorlardı. Bilindiği gibi âşık olma döneminin sona ermesinin ardından, eşler daha farklı bir şekilde görülmeye başlanıyordu. Önceden "güzel" bulunan ufak tefek hatalar rahatsız etmeye başlıyor ve o insanın belki de ilk tanıdığı insana pek benzemediğinin farkına varılıyordu. Sonra ilk kriz sürecinde çok güzel bir dünya görünümünü korumak artık mümkün olmuyordu. Çiftler arasındaki farklılıklar gün ışığına çıkmaya başlıyordu. Bu güvensizlik ve tatminsizlik durumunun yarattığı içsel gerilim, çoğu kez kavga şeklinde su yüzüne çıkıyordu. Bazı çiftler bu noktada ayrılıyorlar, diğerleri 148 Alan Lezan – Letya bu krizi atlatmaya çalışarak bir diğer sürece doğru ilerliyorlardı. Gerçekten, sevenler ve sevilenler birbirlerinden aşırıya varan, tapınma derecesinde beklentilere girdiklerinde bozuşuyorlardı. Belki de bu nedenle Miyu ve Ophelia, tüm bu tür krizleri çok yaşadıklarından uzun herhangi bir ilişkiye girmekten sakınıyorlardı. Miyu ve Ophelia gibi kadınlar her ne kadar bu tür krizlerin nedenlerini anlamaya çalışıyordularsa da bir yanıt bulamıyorlardı. Miyu ve Ophelia, ya da Luca gibi insanlar, verilen tüm çabalara rağmen ilişkide bir türlü olumlu gelişmeler kaydedemiyorlardı. Sevginin gücüne olan inanç, yerini depresyona, üzüntüye, büyük acı ve ıstıraba bırakıyordu. Bu aşamaya gelen çiftler, bilindiği gibi eğer evliydilerse boşanma, ya da ayrılma kararı alıyorlardı. Zaten kim bu aşamaya kadar geldiyse, hem ilişkisinde hem de kişisel yaşantısında değişiklikler yapmak zorunda kalıyordu. Ama Miyu ve Ophelia gibi kadınlar, en kolay yolu seçerek hemen ayrılıyorlardı. Burada, çiftler aralarındaki iletişim şekli, yakınlık ve uzaklığın yanı sıra, sevgi üzerine gelişen fikirlerin de yeniden tanımlanması söz konusuydu tabi. Psikologlar, bu son adımı terapistlerin danışmanlığına başvuran çiftlerin çok önemli şeyler öğrendiğinin altını çiziyorlardı. "Krizler atlatılabilir, 149 Alan Lezan – Letya ancak bu, çok zorlu bir yoldur. Bunun ödülü ise, yeni bir başlangıçtır," diyorlardı. İnsanlar arası ilişkilerde çok çeşitli nedenler ve etkenler krize yol açabiliyordu. Miyu ve Ophelia daha çok uzun ilişkiye ve strese girmeden, sadece bir-iki günlük, ‘One Night Stand!” dedikleri, 'bir gecelik iş!' şeklinde tercüme edebileceğimiz, basit ve bir haftadan, bazen bir geceden fazla olmayan ilişkileri tercih ediyorlardı. İstedikleri erkek veya kadın ile yatıyorlar, tatmin olduktan sonra kapı dışarı ediyorlardı. Letya, bu iki kadının böyle yaşamasına saygı duyuyor ve onları anlıyordu, ama kendisi için şimdilik böyle bir yaşam biçimi aklının ucundan bile geçirmiyordu. Ama evlenmeye, bu dünyaya çocuk getirmeye, dolasıyla bir aile kurmaya da hiç niyeti yoktu. Letya’nın ortak konutuna akşama doğru Miyu da eve geldi. Üçü mutfakta oturup yeşil Japon çayı içerlerken Letya, ertesi gün Frankfurt’a gidip annesini ve Afşan’ı ziyaret edeceğini söyledi. Vincent: "Ben de seninle gelebilir miyim?” diye nazikçe Letya’ya sordu. Letya, "İyi fikir değil! Lütfen bana kızma ama ben yalnız gitmek istiyorum!” diye karşılık verince Vincent, biraz üzüldü ve şaşırdı, ama sesini çıkarmadı. Ancak 'nasıl istersen!' demekle yetindi. Vincent, Let150 Alan Lezan – Letya ya’nın bir Kürd kadını olduğunu, eğer annesi bu ilişkiyi duyarsa kim bilir ne tiyatro yapacağını, tabi şimdilik bilmiyordu. Vincent, ertesi gün sabah erkenden Letya’yı Tren İstasyonu’na kadar götürdü ve yolcu etti. Trende Letya her zamanki gibi kapının arka kısmındaki özürlülere ayrılan boş koltuğa oturdu ve derin düşüncelere daldı durdu. Bir yandan mutluydu, bir yandan da üzülüyordu. Letya, trende tuvalete gitti ve kulaklarından, kaşlarından ve dudaklarından bütün delicileri çıkardı, beraberinde aldığı bol bir kazağı giydi ve gelip koltuğa oturdu. Aslında bir şeyler öğrenmek istiyordu, ama başında geçenleri bir film şeridi gibi sırayla gözlerinin önünde canlandırması gerekti. Sanki bu zorunluydu. İlk olarak bugün ve burada Vincent’e âşık olup olmadığını düşündü. Sonra belki de 'aşk bu yaşadıklarıma denilir' diye düşündü. Sonra her şeyi olacağına bıraktı. Ama babası ile halen küskün olması, dağdaki arkadaşlarından hiçbir haber almaması, kendisini üzüntüye boğuyordu. Sanki dünyada olup biten ve başından geçen bu tür şeyleri hiç anlamıyordu. Bir vücutta hem kadın ve hem de erkeği barındıran, bir 151 Alan Lezan – Letya trance-sexüell gibi içinde iki kültürü yaşamasına artık dayanamıyordu. Ama yapacağı hiçbir şey de yoktu. Tren sanki ışık hızıyla ilerliyordu. Letya ise başını pencereye dayanmış dağ hayatını düşünüyordu. Doğada hayatta kalmak zaten başlı başına bir sanattı. Gerilla demek, öncelikle konfordan, kolaylıklardan uzak, mücadeleci bir hayat sürmek ve doğa ile bütünleşmek demekti. Hayatta kalmak için insanlar neler yapmazdı ki? Amaç hayatta kalmak olduğuna göre, koşullar ne kadar kötü olursa olsun, önemli olan yaşamaktı. Ölüm insanın burnunun ucunda dahi olsa artık ‘son nefesimi veriyorum‘ dese de kendine güven, moral ve ümit oldukça yaşamak mümkündü. Kaybolup paniğe kapılmalar, düşman ile savaşırken yanı başında sevdiğin en değerli arkadaşlarını kaybetmeler unutulmaz anlardır. Panik birçok ölümün başlangıcıydı. Böylesi durumlarda sakin olup, mantıklı karar vermek, artı ve eksi alternatifleri düşünüp kurtulmak basit değildi. Letya, yaşamak için paniksiz ve sakin, hatta bunları düşünürken, öncelikle oturup sakinleşme ve panikten kurtulmak için, bazen yüze kadar sayı saymanın insanı rahatlatacağını biliyordu. Trende tüm bunları dü- 152 Alan Lezan – Letya şünürken, Kondüktör biletini sordu. Letya, Kondüktöre biletini gülümseyerek uzattı ve Kondüktör, 'Okay!' dedikten ve bileti geri verdikten sonra, Letya geriye yaslandı. Gözlerini kapattı ve sanki uyuyormuş gibi yaptı ama yine kendini dağlarda buldu. Letya’nın içinde bulunduğu gerilla grubu „Zilan“ 1997-98 yılı kış aylarını Botan'da geçirmeye karar vermişti. Baharı orada karşılayacak ve gerillada bir ilki yaşamanın gururunu taşıyacaktı. Bu bir ilkti, çünkü daha önce hiçbir gerilla gücü kışı Zagroslar’da geçirme cesareti göstermemişti. Bütün çalışmalar tamamlanmış, hiçbir eksikliğin kalmamasına dikkat edilmişti. Gazdan televizyona, odundan battaniyeye kadar birçok temel ihtiyaç ve gerillada lüx sayılan battaniye, fanus, radyo ve benzeri gibi her şey vardı. Dağda yaşamak herkesin kârı değildi. Kaç kez yiyeceksiz, içeceksiz kalmışlardı. Onun için yılan, balık, çekirge ve kurbağa gibi ufak hayvanlar ile karınlarını doyurmaya çalışmışlardı. Çünkü insanoğlu, yedi günlük açlıktan sonra düşünme duyusunda kayıplara uğrardı ve mantıklı düşünme yetisinden azalma olurdu. 153 Alan Lezan – Letya Bu nedenle grup, beslenme ve su ihtiyacını karşılamaya elverişli göller, dereler ve su kaynakları açısından en zengin yerleri kamp alanı olarak seçerlerdi. Zagrosların etekleri dere ve göller bakımından çok zengindi. Gerilla dağ yaşamına hâkim olmasına rağmen, düşmana karşı aldıkları tedbirden dolayı, esas olarak akarsuların çevresine yerleşmiyordu. Suyun akış yönünü takip eden düşman, kampı kolayca bulabilirdi. Bu nedenle gerilla, su dolmuş küçücük göllerle, çukurlarla ya da pınarlarla yetiniyordu. Rüzgâr, Kuzey‘in erişilmez dağlarından esiyordu. Sesinde hırçınlığın ve uyumun gücü vardı. Bu yerlere yabancı olduğu nasıl da belliydi. Öylesine esiyordu ki, insanın burnunu, kulaklarını bıçak gibi kesiyor, gözlerini tozla dolduruyordu. Büyüklüğü tasavvur bile edilemeyen bu coğrafyayı nasıl bir çırpıda aştığına akıl erdirmek çok zordu. Duldasına sığınacağı bir ağaç dahi bulamayışı onu sanki çılgına çevirmişti. Rüzgâr, Zagrosları biraz tanımış olsaydı veya Zagrosların görkemliliğini duymuş olsaydı, böylesi bir arayışa girmezdi. Çünkü Zagrosların zirvesi, kendini yeşilden arındırmış, tek hedefi göklere ulaşmakmış gibi görünen, mağrur bir şekilde başını kaldırmış devlere benziyordu. Oysa birkaç ağaç olsa yaprakların arasına 154 Alan Lezan – Letya gizlice sokulur, soluklanırdı. Ya da sarp kayaların içinde kendine güzel bir yer bulur dinlenirdi. Şimdi ne esintisiyle sarsacağı dallar, ne de önünde engel olabilecek başka bir şey vardı. Sadece onun yolunu kesen uçurumları vardı. Bunlar gruba yol veren uçurumlardı. Kasım ayı sonlarında Zagros silsilesi beyaz bir tülle örtülmüş gibiydi. Yaz aylarının kahverengi Zagrosları şimdi mavi gökyüzüne yerden uzanan bulut gibiydi. O, gerilla gibi ne kışın hışmından korkuyor, ne de kar ve fırtınaya karşı herhangi bir hazırlık yapıyordu. Tüm varlığı, gerçekliği ve çıplaklığıyla kendisini ayakta dimdik tutuyordu. Tıpkı tarihi kadar gizemli ve görkemliydi. Orada kışlar en şiddetli, en soğuk ve en acımasız haliyle yaşanırdı. Bunu bildikleri için hazırlıklara yaz aylarından itibaren başlamıştılar. Bulundukları doğal mağarayı tam bir kamp yerine dönüştürdüler. Eğitim alacakları sınıfları bile vardı. Zagrosların zirvesi yüksek kayalıklarından ve derin uçurumlardan oluşuyordu. Zilan grubunun kışı orada geçiriyor olmaları oldukça tehlikeliydi. Çünkü oldukları pozisyonda yer değiştirmeleri gerekirse bunu ya- 155 Alan Lezan – Letya pacak koşulları çok azdı. Her ne kadar sahanın en güçlü arkadaşları seçilmişse de, kış koşullarında Zagroslarda kalmak sadece zor değil, imkânsız gibi bir şeydi. Bu nedenle mümkün olduğu kadar gizli hareket ediyorlardı. Mağaradan yirmi dakika uzaklıkta olan tepecikler bile gündüz ve gece grupları şeklinde hareket ediyordu. Gün boyunca ateş yakmıyor ve iz bırakmıyorlardı. Kış kampları için şişebilir mat kullanıyorlardı. Yatmadan önce bolca sıcak sıvı almaları gerekirken, içecek suları dahi olmaması bunu mümkün kılmıyordu. Su sanki ilaç gibiydi. İçinde canlı yaşayan sular güvenle içile biliniyordu. Başka da suyun mikroplu olduğunu düşündüklerinde ateşte kaynatıp mikroplardan arındırıyorlardı. Karı eritiyor ve ısınan suyu matara ile birlikte yatmadan önce tulumlarının içine koyuyorlardı. Sırt çantalarını boşalttıktan sonra arka kısmı yukarı gelecek biçimde başlarının altına koyuyorlardı. Fazla giysilerini de tulumun içine ve altına seriyorlardı. Zaten yeteri kadar giyiniyorlardı, fazla değil, çünkü fazla giyinmek zararlı olabilirdi. Gerilla tulumuna girmeden önce küçük bir antrenman yapıyordu ama terlememeye dikkat ediyordu. Yatarken başına bir yünlü külah da takıyorlardı. 156 Alan Lezan – Letya Dağın zirvesinde mağaralar küçük olduğundan yemek ve içecekleri zorunlu olarak mağaranın dışında gaz ocağında yapıyorlardı. Aksi takdirde çıkan buhar, mağaranın içerisinde tekrar yoğunlaşabilirdi. Isınmak için tulumun içerisinde nefes alıp vermek iyi değildi, bu tulum içerisindeki nemin artmasına sebep olabilirdi. Ertesi gün hava daha ağarmadan mevzilerini yaptılar. Biri mağaranın hemen önündeydi. Ve yola hâkimdi. Bununla karadan gelişleri engelleyeceklerdi. Diğeri, mağaranın üzerinde ve tüm sırta hâkimdi. Kobra indirmelerine ve saldırılarına karşı koyabilir bir mevziiydi. Mağaranın girişi gömülü gibi durduğu için, kobra atışları isabet etmiyordu. Ayrıca mağaranın önünde yaklaşık iki yüz metre uzunluğunda bir düzlük vardı. Bu düzlük düşmanın kolaylıkla gelmesini engelleyecekti. Çünkü sırtın arkasından çıkıp düzlüğe giren her düşman keklik gibi avlanırdı. Mevzilerini tamamlamışlardı. BKC ve B-7 silahlarını da yerleştirdikten sonra beklemeye başladılar. Hava aydınlanmaya başlamıştı. Gökyüzü açık ve bulutsuzdu. Ayazdan dolayı karın yüzeyi sertleşmişti. Bu havada değil mevzide beklemek soluk almak bile çok zordu. Rüzgâr insanın yanaklarını ve dudaklarını jilet gibi kesiyor, nefes alış verişlerini, soluklarını donduruyordu. Akşama kadar süren çatışma, gecenin karanlığıyla durmuştu. Mağaraya geldiklerinde dinlenmeye çalıştı157 Alan Lezan – Letya lar. Gün boyunca yaptıklarını anlatıp, neler yapmaları gerektiği üzerine tartışmalar yürüttüler. Sabah hava aydınlanmadan diğer iki takım mevzilendi. Savaşma sırası diğer takıma geçmiş olmasına rağmen çatışmayı mağaradan, anı anına, heyecanla takip ediyorlardı. Akşama kadar süren çatışmada bir subay yardımcısının ve birçok askerin vurulduğunu duydular. Gerillanın hiç kayıp vermemesi ise işin en güzel yanıydı. İlk iki günü fazla zorlanmadan geçirmişlerdi. Sadece bir gün kardan yaptıkları mevzilerde kalmıştılar. Erzak sorunları da yoktu. Ancak süresini tahmin edemedikleri bu çatışmanın bir zaman sonra aleyhlerine dönüşeceğinden hiç şüphe yoktu. Çünkü hem cephaneleri azalıyordu hem de düşman her gün bir öncekinden daha şiddetli gelecekti. En büyük tehlike kimyasal silahlardı. Düşman bu konuda hiçbir sınır veya kural tanımıyordu. Bu silahları kullanma tehdidini sık sık yapıyor, teslimiyete çağırıyorlarsa da, gerilla kendi arasında uzun uzun tartışıp kayıpsız bir çözüme ulaşmanın yollarını arıyordu. Mevziden gelen diğer gerillalar ıslak çoraplarını çıkarıp kurumaya terk etmişlerdi. Bu arada onlar için hazırlanmış sıcak mercimek çorbalarını içiyorlardı. Gözlerinden sevinç ve gurur okunuyordu. Tüm gün karın içinde savaşmış olmanın verdiği yorgunluk umurlarında bile değildi. Birçoğu 'yarın yine mevziiye 158 Alan Lezan – Letya gideceğim' diyordu. Gerillanın bu kadar moralli ve iradeli olmaları Letya’ya güç veriyor, en ufak bir ikircikliğe yer bırakmıyordu. Akşam yürütülen yoğun tartışmalar sonucunda, mağaranın beş yüz metre yukarısında bulunan küçük mağaraya taşınma kararı aldılar. Düşman üçüncü gün geri çekildikten sonra altı gün boyunca gelmedi. Bu süreyi fırsat bilerek yukarıdaki mağaraya taşındılar. Bu mağara diğerine oranla daha küçük ve dardı. İçindeki fazla toprağı dışarı attılar. Erzaklarını ve temel ihtiyaçlarını oraya taşıdılar. 46 kişi için biraz küçüktü ama stratejik konumdaydı. Önemli olan güvenlikleri ve sağlıklarıydı. Böylelikle Zagrosların en zirvesine yerleşmiş oldular. Zirve deyip geçmemek lazım! Labirent kayalıklar ve dibine bakmaya cesaret edilmeyen uçurumlar ona zirve olmanın tüm vasıflarını kazandırmış, üzerinde olana yaşamını koruması için her türlü imkânı tanımıştı. Zagroslarda, hem Güney hem de Kuzey yamaçlar ve daha gözün bile seçemediği uzaklıklar buradan görülebiliyordu. Köylerdeki eski canlılık, hareketlilik, yerini silah soğukluğuna bırakmıştı. Düşman, köylülerden kendilerine bu kadar yakın konumlanan gerilla gruplarından haberdar olup olmadıklarını öğrenmeye çalışıyordu. 159 Alan Lezan – Letya Onları en zayıf olan yönlerinden yakalamak istiyorlardı. Ama o kadar kötü yaklaşmışlardı ki, bırakalım bilgi almayı, çocukları dahi kandıramamışlardı. Gerillaya bağlılık düşmanı kızdırmış olacak ki, tankları köylere kadar getirmiş ve köylülere ölümü her an hissettiriyorlardı. Yeni mağaranın yönü Güney’e bakıyordu. Zagrosların Güney’i dipsiz uçurumlardan oluşuyorsa da, gerilla köylere iniş yolunu bulmuştu. Yaz aylarında kullandıkları ince patikayı metrelerce karın altında bulmak hiç de kolay değildi, ama deneyleriyle yeniden çıkış bulabiliyorlardı. Zaten yolun belirginleşmiş olması dezavantaj olsa da mevkinin yüksek oluşu ve tüm çevreye hâkim olmaları bu kaygıyı gereksiz kılıyordu. Altıncı günün sabahıydı. Gökyüzü bulutsuz, yeryüzü sessizdi. Güneş yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlamıştı. Gece ayazında yüzeyi buz tutmuş kar, güneş ışınlarının değmesiyle ışıl ışıl oluyor göz alıyordu. Rüzgâr hâlâ çok soğuk esiyordu. Sıkı sıkı bağlandıkları elbiseleriyle yüzlerini güneşe dönmüş, güneşin kendilerini ısıtmasını bekliyorlardı. Dewran adında bir gerilla "Bugün de düşman gelmedi!” diyerek sanki üzülüyordu. Letya, "Fazla sabırsız160 Alan Lezan – Letya lanma! Benim düşmanın geleceğinden hiçbir şüphem yok!” diye karşılık verince Dewran’ın gözünde bir sevinç belirtisi görüldü. Dewran, düşmanın hazırlıklı ve donanımlı bir şekilde sonuç almak istediği konusunda diğer arkadaşlar ile hemfikirdi. Aynı şekilde gerilla da hazırlanmıştı. Silahlarını temizlemiş, mevzi ve pusu gruplarının düzenlemelerini yaptıktan sonra, uzaktan köylüleri seyrediyorlardı. Her zamanki hareketlilik yoksa da, günlük işlerini yapan kadınlar ve erkekler görünüyorlardı. Çocuklar, evlerinin çevresinden uzaklaşmıyorlardı. Birkaç saat sonra bir köye askerler girdi. Köye giren askerler rastgele taramaya başlayınca, köylüler çığlık çığlığa evlerine koştular. Düşmanın amacı köylüleri korkutmaktı. Çünkü çatışma boyunca sergileyecekleri vahşete kimsenin tanık olmasını istemiyorlardı. Kısa bir süre sonra tanklar getirildi ve yönü gerillaya doğru çevrildi. Letya’nın yanında oturan Dilan gülümseyerek; 'Şenlik başlıyooor!' deyince herkes gülmeye başladı. Daha önceden yapılmış düzenlemelere göre herkes yerini aldı. Bazıları şakalaşıyor, bazıları nasihatler veriyor, kimisi ise çoraplarının üzerine bir yenisini daha giyiyordu. Uzaktan kobra sesleri duyulunca, bunların indirme yapacağını tahmin ederek tartışmayı bırakıp herkes hızla yerlerini aldı. Bir takım mağara161 Alan Lezan – Letya nın üst tarafında kardan yapılan ve yüksek kayalıklarla çevrili mevziiye çıkarken, bir takım da hem yola pusu atmış, hem de mağaranın girişinde mevzilenmişti. Yakın köylerden askerler gelmeye başladılar. Köylerin hepsi tutulmuş, çember, pusu atılmış ve on iki kobra arka arkaya geliyordu. Bu sefer çok ciddi görünüyorlardı. Onlar da gerillayı kolay kolay imha edemeyeceklerini anladıkları için, her türlü hazırlıklarını yapmış ve son model silahlarıyla grubu çember içine almışlardı. Uzun bir süre uzaklarında durdular. Silah mesafesine girmiyorlardı. Birkaç dakika sonra Zagrosların Kuzey’inde yüksek bir tepeye Kobralar indirme yaptılar. Bunlar özel timlerdi. Tepeye iner inmez tepedeki karı temizleyip çadır açtılar. Köylerden gelen askerler bir süre ilerlemediler. Köydeki tank gerillanın üzerine doğru atışlar yapıyor, ancak isabet ettiremiyordu. Mağaranın giriş kısmı yüksek kayalıklarla korunduğu için, hiçbir tank veya havan ateşi isabet etmiyordu. Sürekli uçuş halinde olan kobralarda sırayla tarama yapıyorlardı. Artık gerilla sıralamayı ezberlemişti. Önce tank, sonra havan, ardından kobra ve en son ise kara saldırısı olacaktı. Gece çatışma duruyordu. Ancak tank atışları devam ediyordu. Tüm arkadaşlar mağarada toplandılar. Tek eksiklikleri kara çaydanlıkta kaynayan çaylarıydı. 162 Alan Lezan – Letya Odun olmadığı için ısınamıyorlardı. 'Bari çay kaynatacağımız kadar odunumuz olsaydı' diyordu bir arkadaş. Hani buz tutmuş parmaklarının arasında sıcacık bir çaya hiç kimse ‘hayır’ demezdi. Normal bir günde, sabah ve akşam iki kez ocak yakıyorlardı. Sabah kahvaltı için yaktıklarında, gündüz için ihtiyacı olacak sıcak suyu da temin etmek artık zor değildi. Ocağı yaktıktan sonra tüm ısıtma, eritme ve pişirme işlemlerin bir kerede kesintisiz olarak tamamlıyorlardı. Bunun için bazen birden fazla tencere taşımaları gerekiyordu. Gerilla daimi radyodan haberleri dinliyordu. Spiker, Zagroslarda bir grup terörist ile girilen çatışmada, 84 teröristin öldürüldüğünü, henüz diğerlerinin ele geçirilmediğini ve çatışmanın son hızla devam ettiğini söylüyordu. Mağaranın içi kahkahalarla doldu. Bir arkadaş, 'kendi cenazelerini terörist diye tanıtıyorlar herhalde' dedi. Oysa gerilladan, tek bir kişinin burnu bile kanamamıştı. Gerilla düşmanın bu haberler ile ne yapmak istediklerini çok iyi anlıyordu. Nöbetçiler ve pusu grubu dışındakiler, dinlenmeye çekildiler. Çünkü gün ağarır ağarmaz çatışma yeniden başlayacaktı. Öğleden sonra kobra gerilla mevzilerinin çok yakınına indirme yaptı. Kobra alçalmaya cesaret edemedi163 Alan Lezan – Letya ğinden askerler yüksek bir mesafeden kendilerini yere atıyorlardı. Onlara ateş açınca kaçacak yer bulamadılar. Gerillalar bombalarla saldırı düzenlediler ve düşmanın o günkü altıncı saldırı teşebbüsünü de kırmış oldular. Bir gerilla kobradan kamera çekimlerinin yapıldığını söylüyordu. Akşam radyoyu dinlediklerinde dün akşamki haberin devamı veriliyordu. Önemli bir gücü kırılan teröristlerin bir süre sonra ele geçireceklerini ve kendilerinden hiç kayıp verilmediğini söylüyorlardı. Ertesi gün hava aydınlığında Botan’a giden stratejik yolların tutulduğunu ve asker sayısının üçe katlanmış olduklarını gördüler. Düşman her gün bir diğerine göre daha ağır yöneliyor, sonuç alamayınca da çılgına dönüyordu. Gerilla için tek bir yol açık bırakılmıştı. Bu da karın içinde ölmeleri anlamına geliyordu. Düşman peş peşe 'teslim olun' çağrıları artıyordu. Partinin gerillaya yardım edemeyeceğini söyleyerek, gerillanın ümitlerini kırmaya çalışıyorlardı. Gerillanın cephanesi bir sonraki gün bitebilirdi. Bunun yanında yukarı mağaraya taşıdıkları az miktardaki erzakları da bitmek üzereydi. Ve düşman şiddeti gittikçe artıyordu. Gerilla Bölük Yönetimi durum değer164 Alan Lezan – Letya lendirmesi yapmak için bütün arkadaşları topladı. En mantıklı kararı almaya çalıştılar. Karar şöyleydi; 'Bir takım bu gece Zagroslardan Botan’a doğru gidecekti. Giden grup yolu açmış olacaktı. Ayrıca, iki gruba ayrılmış olacaklardı. Ertesi gün kalan takım çatışacak, diğerleri operasyon alanının dışına çıkacaktı. Akşam kalan takım geri çekilecekti.' Hava karardıktan sonra planladıkları gibi bir takım Botan’a doğru yol aldı. Onlardan ayrılmak zor geliyordu, fakat en mantıklı kararı aldıklarından dolayı da savaşı kazanabileceklerini biliyorlardı. Küçük telsiz cihazla sürekli bağlantı kuruyor, onların Botan’a yürüyüşlerini dakika dakika takip ediyorlardı. Düşman bir grubun çıktığını öğrenince gerilla o an bir çatışma başlayacağından emindi. Bu nedenle hava aydınlanmadan hedefe ulaşmaları gerekiyordu. Metrelerce karı yarıp yürümenin zorluğunu gerilla bildiği için, gecikmeye anlam verebiliyordu. Grup, hava aydınlanmadan hedeflenen mağaraya ulaştı. Sıra diğerlerindeydi. Bu gece diğerleri de onlara ulaşacak, sonra Botan'a gidecektiler. Ama gün boyu sürecek olan çatışmaya katılmak zorundaydılar. Saat altıda yürümeye başladılar. Hava öylesine güzeldi ki Letya, tüm silahların susmasını ve başını gökyüzüne kaldırıp, mavilik içinde hayallere dalmak istiyordu. 165 Alan Lezan – Letya Ya da onları tüm çatışma boyunca yalnız bırakmayan atmacaların kanadına takılmayı. Şimdi ise ne yüzünde çocukların coşkusunun tebessümü, ne de gökyüzünün sakinliği yüreğindeydi. Sadece mermi, roket, havan ve top! Letya, yaşamını adadığı, bu güzel günlere olan inancın dirayetini içinde derin derin hissediyordu. Artık ne başka bir yaşama çağrı, ne de ölümün soğuk nefesi onu ilgilendirmiyordu. Günlerdir düşman, gerillanın direncini kırmak için, her türlü yolu deniyordu, ancak hiçbir sonuç alamıyordu. O gün karın içinde kanal yaptılar. Ucu uçuruma açılıyordu. O yönü kontrol etmek ve gelebilecek saldırıyı kırabilmek içindi. Deşifre olmamak için gerilla ellerinden gelen tüm hassasiyeti gösteriyordu. Hatta karın içinde saatlerce kalıp, ince bir sızı saplanan ayaklarını ısıtmak için dahi hiçbir şey yapamıyorlardı. Düşman biraz yakınlaşınca B-7 kullanıyorlardı. B-7 roketlerinin hiçbir etkisi olmazken basıncından dolayı mevzilerinin tüm karı üzerlerine yığılıyor ve yerleri deşifre oluyordu. Ağır silahlar karı dökülmüş mevzilerine doğru çalışmaya başladı. Letya’nın yanındaki arkadaş Letya’ya "Başka bir kayanın arkasına gidelim," dedi, çünkü yerleri yine belli olmuştu. Sonunda 166 Alan Lezan – Letya kendilerini büyük bir kayanın arkasına atarlarken Letya, sağ ayağından yaralandı. Gerilla olarak birkaç kez yaralanmış ve ölümden zor kurtulmuştu. Bu defasında da bacağından derin yaralanmış ve mevzidekilerin hemen hepsi düşmana kurşun sıkmakla meşguldüler. Letya, yaranın önemini tespit ettikten ve derhal imkânları dâhilinde müdahale ettikten sonra gözleriyle çevresini kontrol etti, duruma hâkim olmaya çalıştı. Bu arada ihtiyaç duyabileceği su, barınma, yiyecek, içecek için ilk çare ısınma, moral ve diğer gruplara haber niteliği olacak işaret vermekti. Bu nedenle ateş yaktı: Kısa süre içerisinde onlarca gerilla oraya toplandı ve düşmanı bozguna uğrattıktan sonra, Letya gibi diğer yaralıları da, bu zor durumdan kurtardılar. Akşama kadar oradan çıkmadılar, arkadaşlar ile bağlantı kurdular. "Bu gece bize ulaşın, çıkıp gidelim," diyorlardı. Dolunaysız bir gece başlamak üzereydi. Yürüyüş hazırlıkları tamamlanmış, zamanın gelmesini bekliyorlardı. Ama Letya ve üç başka yaralı arkadaşın buradan şimdilik ayrılması mümkün değildi. Gün yerini zifiri karanlığa bırakınca, günlerdir savaştıkları mevziden ve mağaradan, bir kısım gerilla ayrıl- 167 Alan Lezan – Letya dı. Gerillaların içi yeni bir maceraya atılmanın heyecanı ve kurtuluşun umuduyla dolmuştu. Hiçbir kayıp vermeden yürüttükleri çatışmanın son ve en tehlikeli aşamasıydı. Artık düşmanlarına yeni bir yenilgiyi tattırmanın tam zamanıydı. Bir buçuk saatlik yolun sabaha kadar süreceği gerçeği Letya’yı oldukça korkutuyordu. Korkuyordu, çünkü bu kadar uzun süre karda kalmak bir felaket getirebilirdi. Sürekli olarak 'çabuk olun!' talimatını bölük komutanı tekrarlıyorduysa da, gerilla güçlerini sonuna kadar kullandıklarından, tempoda bir yükseliş olmuyordu. Botan yolunun üzerinde hayvanlar için yapılmış tek tek ahırlar vardı. Dağın eteğindeki emniyetli evlerin çoğu bozulmuş olsa da, bir kısmı hala ayakta duruyordu. Gerilla yaz aylarında gelir burada dinlenirdi. Buz gibi çeşmeleri ve serin gölgeli ağaçları vardı. Şimdi karanlığın içinde soğuk, beyaza boyanmış yerleri tanımakta bile zorluk çekiyorlardı. Birden gruptan bir arkadaşın yürüyemediğini söylediler. Gerilla komutanı sıradan çıkıp Letya’nın yanına gitti. Letya takatten düşmüş, sürekli uyumak istediğini söylüyordu. Bölük komutanı Letya’ya, durmalarının çok tehlikeli olacağını, donma ihtimallerinin yüksek olduğunu söylediyse de Letya bacağının sızılarından başka hiçbir şey duymuyordu. Geç kalmaları halinde düşman gerillayı kısa bir sürede bulabilirdi. Yolları az kalmıştı. Fakat Letya ve diğer iki gerillanın durumu 168 Alan Lezan – Letya iyi olmadığından, onları yol üzerindeki yıkık bir eve götürmek zorunda kaldılar. Saat sabah 6:00 olmuştu. Letya, bazen derin düşüncelere dalıyordu. Eğer cephaneleri olsaydı ilk yerlerinden hiç ayrılmaz savaşacaklardı. Çünkü orada hem düşmanı takip edebiliyorlardı, hem de düşmana karşı oldukça inisiyatifliydiler. Fakat şimdi dışarıdaki yedi arkadaşın dışında, kimse savaşamıyor ve buradan nasıl kurtulunacağını da bilmiyorlardı. Zaman çok zorlu geçiyordu. Letya, ölümü hissetmeye başlamıştı ama ölmek korkutmuyordu onu. Kaç kez ölümün soluğunu ensesinde duydu, kaç kez usulca kaçıverdi pusularından. Ve kaç kez sırat köprüsünden geri döndü çatışmalarda. Bir senelik gerilla tecrübesi çok azdı. Sanki melekleri onu koruyordu. İçini ürperten ölümün geleceği değildi, ölümün vakitsiz oluşuydu. Letya, diğer arkadaşların yüzlerine, gözlerine bakıyordu durmadan; kimse de en ufak bir korku, kuşku ifadesi yoktu. Birazdan savunmasız kaldıkları bu daracık ahırda hepsinin öleceğinden emindi. Düşman son sınıra dayanmıştı. Yerleri kurtuluş için fazla şans 169 Alan Lezan – Letya tanımıyordu. Üstü uçurum, alt tarafı küçük vadiler, sadece geldikleri yol ve aynı hizadan gidiş vardı. O yol da tamamıyla çembere alınmıştı. Çemberi yarıp geçmek oldukça zordu. Yeni bir düzenleme yaptılar. Arkadaşların çoğu zaten Zagroslarda yıllarca gerilla olarak savaşmış ve oldukça büyük tecrübeye sahiptiler. Gerilla, hemen hazırlıklara başladı ve havanın kararmasını beklediler. Çatışmayı yedi arkadaş akşama kadar sürdürdü ve düşmana ağır kayıplar verdirdiler. Saat akşam yedi buçuktu. Akşamın koyu karanlığı bölgeyi ilk defa bu kadar güzel kaplamış, her yanı büyülü bir hava sarmıştı. Letya ve diğer yaralılar bütün gün ahırda yatmış, iyice dinlenmişlerdi. Bu nedenle içleri kıpır kıpırdı. Sevinç miydi, bilmiyordu, ama bu daracık, savunmasız yerden kurtuluş içinde inanılmaz bir coşku yaratıyordu. Ölüm tehlikesi yolda olduğu kadar ahırda da vardı. Aradaki fark; birinde eli kolu bağlı bir konumda kalırken, diğerinde kurtuluş mücadelesinin olmasıydı. Bu nedenle Letya içinde tarifi zor bir sevinç duyuyordu. Sonunda Botan'a gideceği ve kurtulacağı kesindi. 170 Alan Lezan – Letya Gerilla için hayatta kalma ve yaşamını sürdürmek için ateşin büyük rolü vardı. Çünkü kendilerini rahatsız eden sivrisinek ve diğer haşerelerden ateşin dumanı sayesinde kurtulabiliyorlardı. Ama ateş yakmak güvenlik açısından mecburi olmadıkları sürece yasaktı. Gerilla nasıl dumansız ateş yakacağını biliyordu. Letya ile birlikte üç yaralı ve dokuz sağlam gerilla ateşin çevresinde halka kurmuş birbirlerine hikâye, fıkra anlatıyor, sohbet ediyorlardı. Doğada yaşayan hayvanlardan sadece böcekler yenmez, bunun haricindeki bütün hayvanlar yenilebiliyordu. Etler tütsüleyerek veya kurutularak daha uzun süre bozulmadan muhafaza edilebiliyordu. Vahşi hayvan saldırısı içinde ateş caydırıcı bir unsurdu. Letya ve arkadaşları kaç kez yılan yemek zorunda kalmışlardı, ama kışın dağlarda yılan bulmak zordu. Yılanın kafa ve kuyruk kısımlarından birer karış kesildikten sonra kalan kısım derisi yüzülerek diğer etler gibi pişirerek yiyorlardı. Doğada en lezzetli hayvanlardan biri de kaplumbağaydı. Kaplumbağaların kafası ön kolu ile arka ayağının birisini kesiyorlardı. Kesilmeyen arka ayağından yüksek bir yere asılarak iki saat kadar içerisindeki kanın süzülmesi için bekliyorlardı. Kan süzüldükten 171 Alan Lezan – Letya sonra kabuğuyla birlikte ateşe gömüyorlardı ve bir saat kadar kaldıktan sonra kabukları kırılarak pişen eti yiyorlardı. Ahırda bazı mantarlar vardı. Genellikle pastel renkli üzerinde toz tabası bulunan ince saplı mantarlar zehirliydi. Bunların yerine sapı kalın, hoş kokulu, mat renkli ve içerisinde kurt yaşayan mantarlar güvenle yenilebiliyordu. Bilinen bitkiler zaten yeniliyordu, ama kışın dağda bitki bulunmazdı. Eğer bitkinin zehirli olup olmadığı bilinmiyorsa; üzerinde ayva tüyleri, kökünde yumru meyveleri, ince yaprakları olmayan, yaprakları kopartıldığında sütü çıkmayan bitkiler yeniliyordu. Gerilla bu bitkileri yemeden önce vücutlarının yumuşak derili bir bölgesine sürüyor. Eğer kaşıntı ve kızarıklık yoksa dudaklara sürüyorlardı. Bir süre beklendikten sonra tepki yoksa bir miktar ağızda çiğniyorlardı. Sonra yine olumsuz bir etki yoksa, az miktarda bitki yutuyorlardı. Eğer midede bir rahatsızlık yaratmazsa biraz daha bekledikten sonra bitki tümüyle yeniliyordu. İki arkadaş çoban kılığına bürünerek dağın karşısındaki köylere ekmek bulmaya gittiler. Dört saat sonra 172 Alan Lezan – Letya köylerde topladıkları bir torba ekmek ve peynirle geri geldiler. Yiyecek bulunması herkesi sevince boğdu. Letya ve arkadaşları bu ahırda 4 hafta çok zor şartlar altında kaldıktan sonra, yavaş yavaş yürüyerek Botan karargâhına ulaştılar. Karargâhta karları kaynattıktan sonra banyo yaptılar. Bir doktor yaralıların yaralarını iyice pansuman etti. Eylemde ve dağların eteğinde köyleri gezen gerillalar, bazen iki üç ay banyo yüzü görmezlerdi. Kışları zaten soğuktan banyo yapmak neredeyse imkânsızdı. Ama yaz aylarında bir akarsu ve göl bulduklarında, durum elverişliyse yıkanabiliyorlardı. Karargâhta bazı gerillalar ayda bir kez yıkanıyordu ve her gün sabah ve akşam da tuz ile dişlerini fırçalıyorlardı. Tuvalete gittiklerinde popolarını kışın karla, yazın ve diğer mevsimler de ağaç yapraklarıyla ya da ot ile siliyorlardı. Aslında Ana Karargâhta tuvalet kâğıdından diş macununa kadar her şey vardı. Fakat Letya’nın grubu daimi eylemde olduğu için, bazen üç ayda bir, bazen ise altı ayda bir Ana Karargâha ancak uğrarlardı. 173 Alan Lezan – Letya Letya, Tren hızla ilerlerken gerilladaki anılarına öyle dalmıştı ki, tam uyumak üzereyken Vincent’in bir "sms” ile yerinde irkildi. Vincent, "Hayallere dalıp gitmem ben, çünkü tek hayalim sensin benim! Hiçbir şey istemem ben çünkü bir tek istediğim sensin benim” diye yazıyordu. Letya’da şunları yazdı: "Bugün de, yarın da yüreğin kadar yanındayım, kendini yalnız hissettiğinde elini yüreğine koy... Ben hep oradayım!” 174 Alan Lezan – Letya 17 L etya’yı saat 14:00’te Vincent istasyonunda karşılamış, ikisi önce Vincent’te gittikten sonra, akşama doğru Letya evine gelmişti. Letya, Frankfurt’tan döndüğünde Ophelia da New York’tan dönmüştü. Kısa siyah saçlarını yeşile boyamış, sanki bir başka kişi olmuştu. Berlin’de Kürd Film Festivalı vardı ve Miyu, Letya’ya "Benimle bu akşam bir Kürd Filmi’ne bakar mısın?” diye sorunca, Letya hiç düşünmeden “Severek” diye cevapladı. Ophelia’nın işi olduğundan beraberlerinde gitmedi ve "Gelince bana anlatırsınız!” dedikten sonra odasına gitti. Letya ve Miyu saat 20:30’da Samira Makhmalbaf’un "Textê Reşé” filmine baktıktan sonra Morena denilen bir bara gittiler ve film üzerine konuştular. Textê Reşé, Halepçe’den 1980-87 yıllarındaki İranIrak savaşı sırasında, Saddam Hüseyin diktatörlüğünden kaçarak İran’a sığınan ve yasal olmayan yollarla, dağlardan topraklarına dönmeye çalışan Kürd mültecileri konu ediyordu. Bir öğretmenin tahtasıyla geze175 Alan Lezan – Letya rek çocuklara ders vermeye çalışması, Kürd trajedisini gözler önüne seriyordu. Bölgede yakın zamanda yaşanmış savaşların yarattığı yıkım ise, her sahnede kendini belli ediyordu. Öğretmenlerin sırtlarında taşıdıkları kara tahtaların tek işlevi, öğrencilere ders verilirken ortaya çıkmıyor, bu kara tahtalar, aynı zamanda bu zorlu coğrafyada birer kalkan ve sığınak görevi de üstleniyordu. Film 2000 yılında Cannes’da büyük jüri ödülünü almıştı. Kürd kadın yönetmen Samira Makhmalbaf ödülü aldığında 20 yaşındaydı. Miyu, filmden sonra âdete hayretlere kapılmış, bu tür şeylerin halen dünyada olmasına şaşırıp kalmıştı. Letya ve Miyu, Morena Bar’ın önünde oturmuş Kürdlerden bahsederken, Miyu’nun hemen yanında otuz yaşlarında şık giyinmiş, uzun sarışın bir Alman söze karıştı ve "Bana kalırsa Kürdlerin hepsini gaz ambarlarında yakmak gerekir!” diye seslice Miyu ve Letya’nın oturduğu yöne doğru bağırdı. Miyu, şimşek gibi yerinden kalktı ve adamın suratına bir şamar indirdi. Adam neye uğradığını anlayamadı. Şaşırıp kaldı. O an her şeyi gören Barmen barın arkasından hemen dışarı fırladı ve adamı tuttuğu gibi Morena Bar’dan dışarı attı. 176 Alan Lezan – Letya Miyu, Letya’ya "İşte böyle!” dedi. "Bu herifler için arabaları, otobanları ve polisi her şeyden önemlidir. Herifler Türkler gibi barbarları destekledikleri yetmiyormuş gibi, birde onları silah ile donatıyorlar. İnsanlar protesto ettiklerinde de böyle domuzlaşırlar!” Bir Alman’nın böylesine Kürdlerden nefret etmesine şaşıran Letya, şok olmuş, ama buna rağmen Miyu’yu teselli etmek istiyordu. Miyu’ya "Adam zaten manyağın teki!” dedi. "Fazla kafana takma ve moralini bozma. Almanların çoğu Kürdler ile dayanışma içindedirler. Fakat olumsuz tepkilerin doğmasına Almanya’daki bazı Kürd grupların akıl almaz eylemleri yol açmıştı. Kürdlerin, Kürdistan dışında şiddette başvurmaları çok yanlıştı. İşte bak Alman polisini dövmek, otobanlarını işgal etmek, arabalarını yakmak Kürdlerin hiçte yararına değildi. Kürdler İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin metropolleri dışında, Kürdistan dâhil başka dünyanın hiçbir yerinde şiddete başvurmamalıydılar. Letya biraz düşündükten sonra, "Doğrusu Kürdistan’ın hiçbir yerinde de savaş olmasın. Yapılacaksa bir savaş sömürgecilerin metropollerinde olsun, onlara hayatı zehir etsin. Aslında her türlü savaşa karşı çıkmak gerekir. Fakat bazen savaşmak kaçınılmaz oluyor. Savaşın caydırıcı gücünün olduğunu da bil177 Alan Lezan – Letya mek gerekir. Çünkü sömürgeci ülkelerin hiçbiri, işgal ettikleri Kürdistan’ın topraklarından kendiliğinden geri çekilmezler. Kürdler savaşmaya mecbur ediliyorlar, yoksa hiçbir Kürd savaş istemez. Herkesten çok Kürdler savaşın acılarını bilir.” Miyu: "Buna ben de inanıyorum!” dedi ve şöyle devam etti: "Kürdler haklı olmasına haklı, ama bu filmde de gördüğümüz gibi, çok ezilmiş ve geri bırakılmışlar. Haklı olmak bu devirde yetmiyor, güçlü olmak gerekiyor. Kürdlere akıl verecek değilim ama senin sayende yaptığım araştırmalara göre, Kürdlerin başarı sağlaması için muhakkak, Orta Doğu’da kayda değer politik bir güç olmaları gerektiğini düşünüyorum. Öyle ki Batı, sömürgeciler üzeri aldığını Kürdler üzeri alırsa eğer, ancak ondan sonra Kürdlere yardım eder. Ben internette Kürdistan haritasına baktım, Kürdistan’ın dört tarafı da düşman ile çevrili. Dünyada Kürdleri destekleyen resmi hiçbir devlet olmadığı gibi, düşman devletler Kürdleri, Kürdlere karşı kullanıyorlar. Ayrıca Kürdler de onlarca parti ve örgüt var. Sadece bir partinin yaptığını bir halka mal etmek çok aptalcadır. Biz bugün bütün Almanlar Nazi’dirler, bütün Ruslar komünisttir diyebilir miyiz? Burada ayırt etmek gerekmiyor mu?” 178 Alan Lezan – Letya Letya, "Haklısın! Maalesef Kürdlerin diğer büyük bir sorunu da içteki ihanettir. Hayat, ihanet edenler için bir komedi; ihanete uğrayanlar içinse bir trajedidir.” Miyu, "Vatana ihanet az ve öz olarak kendi ülkesinin çıkarlarına zarar veren, düşman ülkelere çalışan kişi, kurum, kuruluş, parti ve örgütlerdir. Öğrendiğim kadarıyla Kürdlerden tüm bunlardan fazlasından çok vardır. Ayrıca, Türklere karşı dağlardaki Kürd gerilla savaşının Kürdlere hizmet ettiğini sanmıyorum. Çünkü öğrendiğim kadarıyla bu savaşta ölenlerin çoğu Kürdler olduğu gibi, Türk devleti gerillayı bahane ederek aslında Kürdlerin kökünü kazımak istiyor.” Letya, "Aslında “ihanet” sadece Kürdler de değil bu birçok halkta görülmüştür. Çoğu Kürdler; sömürgeci devletlerine ve ülkelerinin sınırlarına saygı duyarken, onlar için çalışırken, onlara bakan, öğretmen, memur, hatta başkan olurken, kendi bağımsızlığına ve devletine ise ne yazık ki karşı çıkıyorlar. Öte yandan çoğu Kürdler halen Kürdistan’ın maalesef nerede olduğunu bile bilmiyorlar, ulusal bilinçten yoksunlar. Gerilla savaşına gelince: Bence savaşın özü doğru ama dediğine katılıyorum. Türkler savaşı bahane ederek, balığı yakalamak için denizi kurutmaya çalışıyorlar. Son 20 yılda 5 bin köyümüz yakıldı yıkıldı, 4 mil179 Alan Lezan – Letya yon insan yerinden yurdundan edildi, asimile etmek için Türk metropollerine sürüldü, coğrafyamızda taş üzerine taş bırakılmadı, Kürdlerin çekmediği acılar kalmadı.” Miyu, "Anlaşılan o ki, Kürdlerin işi oldukça zordur!” dedikten sonra kalktı, hesabı ödedi ve yüzünde bir tebessümle "Bizde mi gerillaya gitsek ne yapsak?” dedikten sonra iki arkadaş birbirlerine bakarak sesli güldüler. O an Letya, Miyu’ya beş sene gerilla da olduğunu söylemek istedi, sonra zaten inanmaz diye düşünerek vazgeçti. Hem sonra gizlendiği için; ‘Söyleme sırrını dostuna, dostunun da dostu var, saman doldururlar postuna’ dedi kendi kendine ve iki arkadaş metroya doğru yürümeye başladılar. Miyu, aslında Letya’ya, Basel’de yaşadığı bir olayı anlatacaktı, ama sonra Letya üzülür diye vazgeçti. Miyu, geçen yıl Neol bayramında, Basel’da bir arkadaşını ziyaret etmişti. Gece dolaşırlarken, çok az ışığın olduğu bir sokaktan geçtiler. Bir grup genç insan da oradan geçmiş ve aralarından biri: 'Yahu bu sokak ne karanlık, birkaç Kürd kendisini yaksa da biraz aydınlansa burası!' demiş. Miyu, bunu duyunca kulaklarına inanamamış ama ne yapacaktı? Avrupalılardı bunlar. Kürdlerin çektikleri acıdan zaten anladıkları 180 Alan Lezan – Letya yoktu ve Kürdler bunların umurunda da değildi. Çünkü empati yapmak bir yana, bunların Kürdlerin özgürleşmesinden herhangi bir çıkarı da yoktu. Ne diye Kürdleri destekleyeceklerdi? Bari vicdanları olsaydı. Ama ne gezer, çoğu Batılılar da vicdan! Batı’da neredeyse herkes erkek-karı-kız, para-pul, mal-mülk ve kariyer derdindeydi. Geç saatlerde eve gelen Miyu ve Letya, mutfakta Ophelia ile karşılaştılar ve Morena’da olup biteni Ophelia’ya anlattılar. Ophelia "Ben yerinizde olsaydım, o göt verenin yüzüne tükürürdüm, ama bir şamarda iyidir!” dedikten sonra herkes odasına çekildi. Letya, odasına geldikten sonra yatağa uzandı, ama bir türlü yatamıyordu. Kürdler o Alman’a ne yaptılar ki, adam Kürdler gaz ambarlarında yakılmasını istiyordu? Sonra düşündü ve partinin gerçekten Türkiye, İran, Irak ve Suriye dışında şiddete başvurması, Almanların otobanlarını işgal etmesi, polisini dövmesi çok yanlıştı. Anlaşılan o ki, bu davranış Kürdlerin Batı’da itibarını kırmıştı. Sonra kendi kendisini yakanları düşündü. Hangi Avrupalı kendisini, kendini yakanların yerine koyacak ve onların çektikleri acıları anlayacaktı? Sonra düşündü ve 'Bir Avrupalı bunu neden yapsın?' dedi. Kürdler, Kuzey Amerikalılar, 181 Alan Lezan – Letya Tamililer hakkında ne kadar biliyordularsa, rahatının peşinde olan Avrupalılar da o kadar Kürdler üzerine biliyorlardı. Almanlar Türklere silah satmasalar, başka ülkelerin satacağı kesindi. Türkiye NATO üyesiydi ve onların yardımı olmasaydı, şimdi ayakta kalamazdı. Türkiye’deki faşist devleti ayakta tutan, en modern silahlar ile donatan ABD ve Avrupa’ydı. Ama demokratik ülkelerde, demokratik yollar ile mücadele etmek en doğrusuydu. Öte yandan insan bazı Batılıların cehaletine karşı ne yapabilirlerdi ki? Letya, annesini, Afşan’ı, gerilladaki yaşamını, Vincent’i, Ophelia ve Miyu’yu, Kürdlerin gaz ambarlarında yakılmasını isteyen adamı ve kulüplerde, okulda tanıdığı bütün bu değişik dünyaların insanlarını düşündükçe, içinden fırtınalar kopuyordu. Ama ne yapacaktı, kime neyi, nasıl anlatacaktı? Dünya, koca evrende bir noktadan bile küçücük bir gezegendi. Kim bilir uzayda kaç tane böyle dünyalar, daha ne çeşit yaratıklar vardı. Ama bu ‘dünya’ denilen gezegende bari insanlar barış ve huzur içerisinde yaşasaydılar ne olurdu? Kim çizmişti insanlar arası bu sınırları? Kim yaratmıştı yüzlerce dili, kültürü? Hepimiz de aynı gezegenin insanları değil miydik? Neden dünyanın zenginliklerini eşit paylaşamıyorduk? Eğer Letya bir Kürd kadını değil de bir Alman olarak dünyaya gelseydi, onun da baba182 Alan Lezan – Letya sıyla, annesiyle bir kadın ve dahası bir Kürd olmaktan kaynaklanan problemleri olur muydu? Mihu ve Ophelia istedikleri şekilde giyinip kuşanıyorlar, istedikleri şekilde yaşıyorlar, aileleriyle, toplumlarıyla bu nedenden dolayı herhangi bir sorunları yoktu. Eğer Batı’da yaşayan milyonlarca insan, domuz eti yemekle, yarı çıplak gezmekle, ya da kadınları ve erkekleri durmadan erkek veya kadın değiştirmekle, cehenneme gidiyorlardıysa, kendisi neden onlarla birlikte cehenneme gitmesin? Onlar da Kürdler gibi et ve kemikten insanlar değil miydiler? *** Saat 2:00’ye geliyordu ve uyku Letya’nın gözüne girmiyor, yatakta dönüp duruyordu. İnsanların doğadan monogami mi, yoksa poligami mi? Bunu kesin olarak bilmiyordu. Bazı çiftler vardı ki, küçük yaşta tanışırlar, ergenlik çağında evlenirler ve ömür boyu beraber yaşarlar. Bazıları da bir partnerden bir partnere değiştirerek evlenmeden, bazen çocuk yaparak yaşarlar. Bu tür bir yaşam biçimi daha çok Batı toplumunda vardı. Çoğunluğu Müslüman olan Kürd toplumunda bazen çocuk yaşında, bazen ergenlik cağında evlenme vardı. Kürd toplumunda kadın ve erkekler arasında Batı’daki gibi arkadaşlık yoktu. Çünkü İslam toplumu, gayrı meşru kadın-erkek ilişkilerini büyük günahlardan sayarak, bu tip hareket ve davranışlara sopa ve 183 Alan Lezan – Letya recm gibi şiddetli cezalar getirmiş. Bu ilişkinin faillerine hor ve hakir gözle bakılmış, toplum tarafından dışlanmaları telkin edilmişti. İslam toplumu; 'namus’ ve 'ırz’a korunması gereken bir 'değer' nazarıyla bakardı. Bu hususta herhangi bir münakaşayı kabul etmezdi. Bir Müslüman, ırz ve namusu koruma uğrunda, mal ve canını isteyerek feda edilmesini, herhangi bir özür ve bahaneye yer vermeksizin gerekli görürdü. Ayrıca, İslam toplumu kadın ve erkek ilişkilerine sadece lezzet alma ve yararlanma ile sınırlı olan bakış açısını, içgüdünün doyumu için zevk almanın ve yararlanmanın doğal ve gerekli bir iş olduğunu reddediyordu. Namus İslam toplumunda -ki Hristiyanlıkta ve diğer dinlerde de başka değildi-, kadınların bacakları arasında aranıyordu. Oysa 'namus' denilen şey öz bilinç ve güçlü iradedir ve kadınların kendilerinin, ruhlarına ve bedenlerine sahip çıkmalarıyla oluyordu. Buraya kadar Letya için her şey sanki anlaşılırdı. 'Peki, seks olmasaydı insanlar da olur muydu?' diye kendine sordu. İnsanın sevdiği, istediği birisiyle yatması, seksten zevk alması neden kötü oluyordu? Aşksız, sevgisiz yaşam mümkün müydü? Kim yarattı bu töre ve adetleri? Niçin, neden? 184 Alan Lezan – Letya İnsanı mutsuz eden, yaşamını kendisine zehir eden töre ve adetler değil, aksine mutlu eden töre ve adetler yaratmalıydı. Letya, sonra Ksenofanes’in 'insanlar kendilerine bakarak tanrıları yaratmışlardır' sözünün bir yerde okuduğunu hatırladı. Din, töre ve adetlerin de hepsi insanın buluşu olduğu kanısına vardı. Eğer bir insan yaptığıyla memnunsa o zaman bir insanın yapacağı her şey sadece ve sadece kendisini ilgilendirir. Bana ne diğerlerinin hakkımda düşündükleri? Benim vücudum ve yaşamım bana ait değil mi? Onunla istediğimi yapmada tamamıyla özgürüm. Hiç kimsenin benim özel yaşamıma karışma hakkı yoktur. İsterse bu kişi öz babam olsun. İnsanların çoğunun ne yazık ki düşündükleri ‘çocuk oyuncağı kadardır' dedi, kendi kendine ve yorganı üzerine yavaşça çekti, lambayı söndürdü. Letya, içinden gelen, belki de Sokrates’in söylediği 'tanrısal sesi' ve 'vicdan'ını dinliyordu. Örneğin Vincent, kader denilen şeye inanmıyordu. O özdekçiydi, yalnızca atomlara, boşluğa inanıyordu. Letya ise kaderin insanlara, insanların isteği ve bilinci dışında olan her şey olduğuna inanıyordu. Örneğin hastalık- 185 Alan Lezan – Letya lar, bir kaza veya doğumdan Kürd ve kadın olması gibi. Gerek Batı’da, gerekse Doğu’da tarihi, felsefeyi ve neredeyse her şeyi belirleyen erkekti. Bütün peygamberlerin erkek olması tesadüf değildi. Bunun nedeni kadının hem cinsel hem de düşünen bir varlık olarak ezilmiş oluşuydu. Kutsal kitapların hemen hepsi erkeğin isteği ve düşünce tarzı biçiminde yazılmıştı ve neredeyse hepsi de kadına sanki düşmandı. Erkeğin kadınlar üzerindeki patriarkal veya kadınların erkekler üzerindeki matriarkal egemenliği bazı hayvanlardaki gibi tabi miydi yoksa sonradan olan sosyalizasyonla birlikte suni miydi? Hayvanlardaki gibi, çünkü insanlarda düşünen hayvanlardı. Örneğin fillerde de dişi olanı, ya da şempanzeler de dişiden kudretini alan erkek öncülük yapardı. Onlar bunu içgüdüsel yapıyorlardı. İnsanlarda anlaşılan karışık bir form vardı. İlkin kadınlar erkekler üzerinde, sonra da erkekler, kadınlar üzerinde egemenlik kurmuşlar. 186 Alan Lezan – Letya Sınıflı toplumlardan beri kadınlar erkeklerin egemenliği altında yaşıyorlardı. "Buna da iş bölümü neden olsa gerek” dedi. Kadınlar çocuk yapıp çocuk, ev ve bahçe işleriyle uğraşırken; erkek ok ve yay ile avlanmaya giderdi. Bu durum çağdaş toplumlarda bile halen günümüze dek devam ediyordu. Yani bu olay genetik değil sunidir ve istenilse her an yine terk edilebilirdi kanısına vardı. Ophelia haklıydı; Batı’da kadınlar çifte sömürülüyordu. Çünkü kadın hem para kazanmak için çalışmaya gider, hem de evde ev işlerini görür, alış veriş yapar vs. ev kadınıdır. Orta Doğu’da kadının hiçbir hakkı yoktu. Orta Doğu’da kadın erkeğin kölesiydi ve sadece ev kadınıydı. Letya, kadınların erkekler ve erkeklerin kadınlar tarafından yönetilmediği, ikisin de tam eşit olduğu bir toplumun olacağına inanıyordu. Böylesi bir toplumun olması, bugün veya yarın belki mümkün değildi ama gelecekte, belki 150-200 yıl sonra en azında Batı’da mümkün görüyordu. Kadının yaşamı en önemlisiydi, çünkü doğum veya reprodüksiyon yapması kendisini adeta kutsallaştırmıştı. Erkeğin avcı oluşu ve fiziksel yetenekleri onları bütünleştirdi. Biri diğerinin hizmetindeydi. 187 Alan Lezan – Letya Ay kadının simgesiydi. Menstruation = 28 gün, yani "Moon, Month, Menstruation” takvimi ve yaşamı yaratan kadın için söylenmişti. Çok eski kültürlerde kadın ve erkek arasında bir harmoni vardı, çünkü bunlar birbirlerine zıt değil, birbirini bütünleyici varlıklardı, biri diğeri olmadan yaşayamazdı. “Yin + Yang”," Alpha + Omega”, eski Orta ve Güney Amerika’da yerli halklarda "Kadın + Erkeği” dile getiren, onların birbirinin zıttı değil, bütünleyici olduğunu vurgulayan premonotheik toplumların sembolleriydi. Sonradan monoteist dinlerin ortaya çıkmasıyla kadının değeri düşüyor. Kürdistan’da, diğer İslam ülkelerindeki gibi kadınların istisnalar dışında hiçbir hakkı yoktu. Sorun Letya’ya göre 'sadece feodalizm ve sömürgecilik’ değildi. ‘Sorunun aslı biz kendimiziz' diyordu. Kürd erkeği kendisi her yürüyüşte, seminerde vesaire en önde yürür, seçer ve seçilir, fakat iş eşine, kızına, kız kardeşine geldi mi istemez. Tabi bu bir kültürel sorundu. Senin kızın katılım sağlar, en önde yürürse başkaları ne der? 188 Alan Lezan – Letya Kürd toplumunda hem erkekler hem de kadınlar hep başkalarının ne dediği için yaşarlardı. Letya, tüm bu nedenlerden dolayı Kürdistan’da bir zihniyet devrimi yapmanın şart olduğunu düşünüyordu! Ama ilk iş herkesin kendisinden başlamasıydı. 'Ben yaşamım ile mutluysam başkalarının benim hakkımda ne düşündüğü umurum da mı?' Peki, doğru yaşamak neydi? Belki de kişiler bilmediği için kötüydüler. Bilseler, ön yargılı olmasalar kötü de olmazlardı. Vincent, aklımızın iyiye ermesinin bir bilgi işi olduğunu, Einstein’ın “İnsanlar arası ön yargıları kırmanın atomu parçalamaktan zor” olduğunu söylediğini dile getirmişti. Zaten yaşamda esas olan mutlu olmaktır. Ve nasıl mutlu olacağını bilen insan, mutlu olmaya da çalışırdı. Bu anlamda neyin doğru olduğunu bilen insan, doğru davranmak zorundaydı. Çünkü hiç kimse mutsuz olmayı istemezdi. Letya, Ophelia ve Miyu’nun, gittiği partilerdeki çoğu insanların yaşantısına ilk başta ‘burjuva toplumunun pislikleri’ diye düşünmüştüyse de, şimdi artık böyle düşünmenin çok kötü ve yanlış olduğu sonucuna vardı. Çünkü bu insanların yaşamı Batı kültüründen ya da kendisine yabancı olan bir kültürden başka bir şey değildi. Bu insanlar böyle yaşamaktan mutlu muydular yoksa değil miydiler, asıl soru buydu. Birçok sorunlarına rağmen, özünde mutlu oldukları kesindi. Tabi bunların içinde mutlu 189 Alan Lezan – Letya olmayanlar da vardı, ama Batı toplumu esas olarak, her bireyin yaşamında mutlu olması için neredeyse her olanağı, herkese eşit derecede tanımıştı. Kimi bu olanaklardan yararlanıyor, kimi de her nedense acı çekmeyi tercih ediyordu. Bu da daha çok bir istisna ve insancaydı. Çünkü bazı insanlar var ki, kendilerine dünyayı, evreni ve ötesini de versen bir türlü mutlu olmuyorlardı. Oysa mutlu ve başarılı olmanın birçok yolu vardı. Kimisi çalışmakta, kimi dinde mutlu olmanın yolunu bulurken, kimisi de ekonomide, fizikte, felsefede, resim çizmede veya yazmada vs. mutluluk bulabilirdi. Genel olarak yaptığımız herhangi bir iş veya uğraşı, sevgi veya aile yaşamı insanı mutlu edebilirdi. Mutluluk ile denilmek istenilen genel olarak rahat, ruhu temiz, iç sükûnet, gerginliği azalmış bir vaziyetti. Mutluluğun esas kaynağı, kökeni iç barıştı, huzurdu. Böyle bir insan elbette ilahi değildi. Onun da mutluluğa rağmen bir sürü problemi vesaire olabilirdi. Fakat mutlu olan insanlar problemlerini çözmede de zorluk çekmiyorlardı. Mutluluğun çok türlü düzlemi vardı. Dalai Lama’ya göre, bu düzlemlerden biri, insanın kalbi ve iç barışı arasındaki ahenkli oyundu ve dünyadaki halklar arasında, dıştan gelen dünya barışıydı. Dalai Lama devamla: "Bütün dünyada yaşayan insanlara büyük refah diliyorum. Fakirlik ve sefalet mutlu bir yaşam getirmiyor. 190 Alan Lezan – Letya İnsanların ekmek, temiz su, konut vs. temel ihtiyaçları karşılanmalıdır. Bu bütün kültürler için geçerlidir,” demişti. Letya, Dalai Lama üzerindeki bu satırları okuduğunda saatin yelkovanı sabah beşe yedi dakika kaldığını gösteriyordu. 191 Alan Lezan – Letya 18 L etya, sevdiklerinden kolay ayrılmayan bir insandı. İçinde her zaman sevgiyi taşıyordu. Sevdiklerini kolay kolay kırmıyordu. Zor severdi, ama sevdiyse de tam severdi. Bir insanı tam anlamıyla sevebilmesi için, yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekiyordu. Ve sevmezse de, kimse asla onu sevmeye zorlayamazdı. Belki insan kolayca yüreğine girebilirdi. Ancak o insan eğer beyninde yer etmemişse her an yine terk edilebilirdi. Bazen sevmediği halde terk etmekte zorlanıyordu, çünkü engelleyemediği içindeki 'acıma' duygusuydu. Letya’nın narin, incecik atletik bedeni, esmer teni, uzun kirpiklerinin gölgelediği baygın bakışları her erkeği kendisine âşık edecek bir güçteydi. Bazen ayna karşısında kendi kendine bakarken ağlıyor, içindeki bütün acıları içine gömüyordu. Sanki ağlayan o değil, insanlık ağlıyordu! Banyodan çıktı ve maillerine bakmak için Kompüterin önüne oturdu. Bir sitede, ailesi Güney'e geçerken 192 Alan Lezan – Letya sınırda Türk özel timleri tarafından yakalanan, 14 yaşındaki bir Kürd çocuğunun dramını okudu. Türk özel timleri, Bijar adlı çocuğun annesi ve üç kardeşinin yanında babasının kafasını kesip öldürüyorlar. Türklerin binlerce savunmasız insanı vahşice öldürdükleri yeni değildi. Gerilla için durum başkaydı, çünkü silah kuşanan, sonucuna da katlanırdı. Letya’nın derdi daha çok masum çocuklar, kadınlar ve savunmasız insanlardı. Letya, toparlandı. İçindeki bütün acılar, düşmana karşı büyük bir kin ve nefret dönüşüyordu. Canı sıkıldı ve kahve içmek için mutfağa gitti. Mutfakta Miyu’da gelmiş bir şeyler atıştırıyordu. Miyu, Letya’yı üzgün görünce "Hayır ola! Bir şey mi oldu?” diye sordu. Letya, söz konusu Kürd çocuğunun dramını anlattı. Miyu’nun sesi soluğu kesilmişti. Ne diyeceğini bilmediği için kalktı Letya’yı kucakladı ve “üzülme, savaşlar sonsuz değildir!” dedi. Letya, zarif bir davranışla: "Biliyorum ama, bir şey yapamamaktan büyük vicdan azabı çekiyorum,” diye karşılık verdi. Uzun süre iki arkadaş birbirlerinin gözünün içine baktılar ve kimse bir şey söylemedi. Mutfağı boğan sessizliği, Letya’nın çalan cep telefonun bozdu. Karşıdaki yumuşak ve okşayıcı ses, "okuldan sonra sana uğrayabilir miyim?” diye Letya’ya sordu. Letya, "Neden 193 Alan Lezan – Letya olmasın!” dedikten sonra telefonu kapattı. Miyu’dan özür dileyerek odasına geri çekildi ve ders çalışmaya başladı. Akşam saat 22:00’ye doğru Vincent, Letya’ya geldi. Vincent’in elinde tuttu ve mutfağa götürdü, Vincent’te internette bir sitede bazı resimler gösterdi. Resmin birinde Türk askerlerinden birisi kesilen gerillanın başını saçlarından tutmuş, havaya kaldırmış ve ayağını gerillanın cesedinin göğsüne koyarak poz vermişti. Vincent sanki dilini yutmuş gibi bir şey söylemiyordu. O an sanki anlaşmışlar gibi Miyu ve Ophelia’da mutfağa geldiler ve ikisini derin bir sessizlik içerisinde görünce Ophelia, "Aman Allah’ım! Bu korkunç fotoğrafı nerede buldunuz?” Letya, Vincent’te "Ne düşünüyorsun?” dedi. Vincent’in şok geçirdiği belliydi ve aniden: "Korkunç!” dedi. Letya, "Sizce halklar kardeş olabilir mi?” diye sordu. Vincent, "Hayır! Bunu da nereden çıkardın?” "Öylesine sordum!” "Bunlar Kürd gerillaları ve Türk askerleri mi?” Letya, "Evet!” dedi ve devam etti; "Bazı Kürdler bu tür vahşiliğe rağmen Türklere ‘kardeş halk’ diyorlar. Ophelia, "Onlar belki komünisttir!” dedi. "Halklar eğer kardeş olsaydı, dünyada savaşlar olmazdı.” Miyu, "Bence de. Kardeşlik aynı anne ve babadan doğanlara denilir. Halklar arası kardeşlikten bahset194 Alan Lezan – Letya mek çok yanlıştır. Halklar arası kardeşlik değil, her zaman çıkar ilişkileri vardır. Ben ırkçı değilim ama, Türklerin gerçekten çok barbar bir halk olduğunu kabul etmek gerekir.” Ophelia, "Almanların Yahudilere yaptıkları da, Türklerin Ermenilere ve Kürdlere yaptıklarından az değildir, ama yine de ayırt etmek lazım. Bütün dünya halklarında olduğu gibi Türklerin içerisinde de iyi ve kötü insanlar vardır.” Vincent titrek bir tonla, "Kuşkusuz!” dedi ve ekledi: "Ama bu tür halklar da iyi olan insanlar daha çok azınlıkta ve bir istisna oluştururlar. Sence Türk kamuoyu Türklerin bu barbarlığını bilmiyorlar mı? Bence Hitler dönemi biraz başkaydı, çünkü çoğu Almanlar Nazilerin Yahudilere ne yaptığını bilmiyorlardı. Türkler neden dünyada sevilmiyorlar? Ben de ırkçı değilim, hatta Türk kökenli arkadaşlarım bile oldu, ama git Kreuzberg’de yaşayan Türklere bir bak. En çok a-sosyal olanlar onlardır.” Miyu, "Doğrusunu söylemek gerekirse ben Arap ve Türkleri hiç sevmedim.” Letya, Miyu’ya anlayışla baktı ve "Ben Ophelia’yı anlıyorum,” dedi. Halklar arası kardeşliğe ben de inanıyordum, ama bu tür bir vahşeti ve Türklerin Kürdler üzerine estirdiği bitmek bilmeyen terör, beni bu düşüncenden oldukça uzaklaştırdı. Elbette Türkler 195 Alan Lezan – Letya içerisinde Dr. İsmail Beşikçi gibi Kürd sorunu için 17 yılını hapiste geçirenler de var. Ayrıca, gerillada da birçok Türk var ama gerçekten de bunlar bir istisna ve küçük bir azınlıktır.” Miyu, "Bence esas olan halkın nasıl düşündüğüdür. Devlet sonuçta halkın devletidir.” Vincent, "Benim tanıdığım bütün Türkler, Kürdler söz konusu olduğunda, ellerinde gelse bütün Kürdleri yok ederler. Çoğu ilkin iyidirler, ama uzun süre tartıştıktan sonra asıl niyeti ortaya çıkıyor.” Opelia, "Doğrusu benim Türkler ile hiçbir yakın ilişkim olmadı. Beni en çok kızdıran Türk erkeklerinin kız kardeşlerini eve kapatması ve Alman kadınlarına ise hep laf atmaları, peşine düşüp rahat bırakmamalarıdır.” Miyu, "Bir de şu maçolukları yok mu? İnsanı çileden çıkarıyorlar.” Vincent, Letya’ya dönerek: "Sen kesin Türklerden nefret ediyorsun değil mi?” Ophelia : "Kim düşmanını sever?” Letya, "Ben sadece Türklerden değil, Arap ve Farslılardan da nefret ediyorum.” Miyu, hem pek nazik hem de pek alaycı bir şekilde “Orta Doğu’da Araplar, Farslar ve Türkler olmasaydı, şimdi Orta Doğu kesin cennete dönüşmüştü. Bence bu üç barbar halk diğer halkların anasını ağlattı.” 196 Alan Lezan – Letya Ophelia sesli gülerek; "Ya Japonluların, Kore ve Çin’e yaptıklarına ne demeli?” Miyu, "Biz suçumuzu Almanlar gibi kabul ediyoruz. Almanlar Yahudilerden özür diledikleri gibi tazminatta halen ödüyorlar. Türkler, Kürdistan’ı işgal etmekle kalmıyorlar, Kürdlerin varlığını tümden inkâr ediyorlar. Suç halklarda değil, suç sistemde demek bence çok yanlış, çünkü sistemi yaratan ve destekleyenler halk değil de kimlerdir?” Letya, "Bence Miyu çok haklı! Türkler ‘her Türk asker doğar!’ demiyorlar mı? Yine sistem halktan oluşmuyor mu? Devleti ayakta tutan, vergi ödeyen, hükümeti seçen halk değil de kimdir? İnsanlar kardeşse eğer, nasıl olurda bir kardeşin okulları, onlarca televizyonu, günlük gazeteleri olur, ama diğer kardeş bırakalım tüm bunları, kendi ülkesinde ana dilini bile konuşması yasaktır.” Ophelia, "Kim bilir belki bir gün gerçekten insanlar arası sömürü, zulüm ve baskı sona erer. Sınırlar kalkar ve dünya cennet olur, ama 21. yüzyılda böylesi bir toplum mümkün görünmüyor!” Letya sakin bir şekilde, "Kürdlerin özgürlüğü ve bağımsızlığı mümkündür. Yeter ki kendi iç birliğini gerçekleştirsinler. Düşman bildiklerine karşı meşru mücadelelerini versinler.” Miyu, Ophelia’ya dönerek; "Bir halk ne hakla tel örgülerle, mayın tarlalarıyla, sınırlarla, gözetleme kuleleriyle gerçek kardeşlerinden koparılıp, bölünür, parçalanır, sömürgeleştiriliyor? Kendi kardeşine kardeş olamayan insan güruhu düşmana kardeş olsa neyi 197 Alan Lezan – Letya kurtarır?” Vincent ajite bir şekilde ve ses tonunu yükselterek: "Yeryüzünde halklar arasında kardeşlik olsaydı 22 tane Arap devleti olmazdı. Her kardeşin tenceresi ayrı kaynar. Milletler arasında kardeşlik değil Miyu’nun da dediği gibi çıkar ilişkileri vardır. Bence Kürdlerin çıkarları ülkelerini birleştirmekte, parçalanmış milletlerini bir araya getirmekte yatıyor.” Ophelia biraz şaşkınca; "Aslında çok doğru! Kardeşlik teranesi doğru olsaydı Sovyetler dağılmazdı. 70 yıllık kardeşlik deneyinin getirisi dünyaya Nataşa ihracı oldu. Kardeşlik olsaydı Yugoslavya dağılmazdı. Kardeşlik gerçek olsaydı Çekler ve Slovaklar ayrı devlet olarak örgütlenmeyi seçmezdi.” Letya, Ophelia’dan cesaret aldı ve "Kardeşlik kırbacını kendi baskı rejimlerinin dayanağı haline getiren Stalin ve Lenin'in heykelleri çöplükleri doldururken; anti-komünist Türkiye devleti, istihbarat teşkilatına havale ettiği ideolojik sersemletmeyi, maalesef Kürd enayilerinin sırtından seslendiriyor.” Miyu: "Yeryüzünde milletlerin kardeşliği safsatasının reel bir örneği bulunmuyor. Mazlum milletlerin hak gasbına bahane edilmekten başka amacı olmayan, kardeş çığırtkanlığı, yıllar öncesinden yuvarlandığı çöplükte Stalin, Lenin heykelleriyle zıbarmaya da devam edecektir. Değerli arkadaşlar! Muhabbetiniz çok hoş ama ben yatmaya gidiyorum, çünkü yarın erken kalkmam lazım!” 198 Alan Lezan – Letya Ophelia, Letya ve Vincent birden: "İyi geceler Miyu!” dedikten sonra Ophelia’da kalktı odasına gitti, çünkü ertesi gün çalışacaktı. Vincent ve Letya mutfakta yalnız kaldıktan sonra, Vincent kalktı Letya’yı kucakladı ve Letya’nın siyah, gür ve uzun saçlarını okşayarak: "Biliyorum Kürdlerin işi çok zordur, ama bir halkın, bir ulusun davasını kişiselleştirmemek lazım. Kürdlere nasıl yardım edeceğimi şimdilik bilmiyorum, ama bu işin seni çok kurcaladığını biliyorum. Tabii sana akıl verecek değilim ama, bence sen okuluna konsantre olmaya bak. Orta Doğu’da daha çok taşlar devrileceğe benziyor. Kürdler artık eski Kürdler değil, ama düşmanları çok vahşi ve barbardır!” dedikten sonra masadaki Notbook’u eline aldı ve "İstersen odaya gidelim!” dedi. Ondan sonra ikisi kalktılar ve Letya’nın odasına gittiler. Ama resimler Letya’yı fena şekilde şok etmiş, moralini tümden bozmuştu, öyle ki hiç de sohbet edecek durumda değildi. 199 Alan Lezan – Letya 19 B azı insanlar birçok şeyi bilmiyorlar, bilseler de empati yapamıyorlardı. Dindarı dindar, politikacıyı politikacı, sanatçıyı sanatçı en iyi anladığı gibi, dağdaki gerillayı da elbette yine gerilla en iyi anlardı. İnsanlar sadece din, dil, kültür ile farklı değillerdi, aynı zamanda aynı dili, dini ve kültürü yaşayan bir halk içerisinde türlü türlü insanlar vardı. Bu nedenle dünyada savaşların olması, kalıcı bir barışın olamaması belki de doğaldı. Bilindiği gibi savaşlar tahribattı, ölümdü, acıydı. Buna rağmen savaşlar, maalesef diyalog için her yolun kapandığı, politikanın başka araçlar ile sürdürülmesiydi. Uluslar veya aynı ülkedeki iki teşkilat arasında, başka bir yolla elde edemediği şeyi, kuvvet zoruyla almak, istediklerini kabul ettirmek ve başkasının isteklerine boyun eğmemek amacıyla girişilen kuvvet denemesiydi. Eğer sömürgeciler işgal ettikleri Kürdistan’dan kendi isteği üzerine gitseydiler, Kürdler onlara karşı savaş200 Alan Lezan – Letya ma gereği duymayacaktı. Ama ne var ki, bu devletlerin hepsi Kürdistan üzerine hak iddia ediyorlar ve Kürdistan’ı sömürgeleştirdikleri yetmiyormuş gibi, Kürdlerin en doğal hakkı olan dilini ve kültürünü bile yasaklıyorlardı. Kürdlere zengin ülkelerinde en kötü fakirliği yaşatmakla kalmıyor, onlara olmadık işkence ve eziyetler de çektiriyorlardı. Bu faşist ve despot devletler, özgürlüklerini ve haklarını elde etmek için Kürdlere savaşmaktan başka bir yol bırakmıyorlardı. Kürdler de ya yapılan bunca sömürü, baskı ve zulme boyun eğecek, zengin bölgelerinde en kötü fakirlik içerisinde yaşamayı sürdürecekler, ya da haklı olarak direneceklerdi. Dünyada hangi halk başka bir halkın egemenliği altında yaşamak ister ki, Kürdler de istesin? Dünyada hangi halk baskıya ve ezilmişliği bir kadermiş gibi kabul eder ki, Kürdler de etsin? Letya, gerillada iyi bir gözlemci, araştırmacı ve dikkatli bir deneyci olmuş, sorumluluk üstlenmeyi de öğrenmişti. Bazen kafasında o kadar çok soru işareti vardı ki, nerede başlayacağını bilmiyordu. Son dönemlerde kafasına en çok takılan sorulardan bir tanesin de Kürdistan’ın nasıl sömürgeleştirildiğiydi. Okuldan sonra her akşam internete girer ve bu soruya cevap arardı. Sonra öğrendi ki, bütün sorun lanetli Lozan Antlaşması’ndan kaynaklanıyordu. 201 Alan Lezan – Letya Balkonda oturup keyif yapan Vincent’e dönerek; "Vincent!” diye seslendi; "Kürdistan’ın parçalanıp bölünmesinden Avrupa’nın suçlu olduğunu biliyor muydun?” Vincent içeri geldi, yüzünde bir tebessümle: "Evet!” dedi. "Senin sayende.” Letya: "Nee? Benim sayemde mi?” Vincent bilgisayarın başına geçti ve tuşlara basarak: "Seni tanıdıktan sonra Kürdler üzerine epeyce araştırdım ve bilgi edindim. İşte burada. Meşhur Lozan Antlaşması! 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Lozan Üniversitesi salonunda imzalanmış sözde bir "barış” antlaşması! Letya, "Biliyor musun Vincent? 20. yüzyılda da Kürd halkının yaşadığı en büyük felaket Lozan Antlaşması'dır. Lozan; 1639'da Osmanlı ve Safevi İmparatorlukları arasında, Kürdistan'ı parçalamak ve paylaşmak amacıyla imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması'nın çağdaş bir versiyonu ve devamıdır.” Vincent kızgın bir tonla: "Birinci Dünya Savaşı, başta İngiltere, Fransa ve Rusya'nın yer aldığı emperyalist güç blokunun, Orta Doğu coğrafyasını kendi aralarında bölüşüp paylaşmak için çıkardıkları bir savaştır. Ulaşmayı amaçladıkları siyasi, ekonomik ve sosyal 202 Alan Lezan – Letya alanlardaki işgalci emeller uğruna, milyonlarca insan öldü. Halkların belleğinde sarılması zor yaraların açılmasına sebep oldular. Ama daha da acısı Kürdistan halkı, hiç tarafı olmadığı bir savaşta büyük insani ve mali bedeller ödemesinin yanı sıra, en büyük darbeyi yedi. Kendilerini savunmaya ve temsil etmeye bile fırsat verilmeyen, masa başı antlaşmalarda tüm haklarını yitirdiler. Lozan Anlaşması'yla masa başında kaybettiklerini, 87 küsur yıldır elde edememiş olan Kürdler, halâ da her parçada ayrı ayrı bu anlaşmanın olumsuz etkilerini bertaraf etmenin mücadelelerini veriyorlar. Lenin’in lideri olduğu Sovyetlerin desteğini de arkasına alan Mustafa Kemal öncülüğündeki güçlerin, Yunanlıları yenmesi, Lozan'a gidecek son adımın da atılması anlamına geliyordu. Türk egemen güçleri, dört yıl boyunca tüm şartları kendi lehine çevirdikten sonra, daha da güçlenmiş bir şekilde Lozan'ın yolunu tuttular.” Letya ayağa kalktı, odada birkaç adım attıktan sonra yine oturdu ve "Biliyorum... Lozan'da, Türk Devleti’nin temsilcileri büyük bir memnuniyet ile karşılanmıştı. Çünkü Mustafa Kemal; Anadolu’daki ve Kürdistan'daki İslami muhalefeti etkisizleştirerek halifeli203 Alan Lezan – Letya ğin kaldırılacağına dair ilk sinyalleri vermişti. Böylelikle bu yeni yönetim, batının memnuniyeti ile karşılanmıştı. Rusya'daki iktidar değişikliği, siyasi arenada güçler dengesini alt-üst etmişti, ama sözde sosyalist Rusya, Sèvres Antlaşması'nın uygulanmaması için Kemalist yönetim ile iş birliği yapmıştı. Lozan'da da Batı emperyalistlerden farklı bir tavır geliştirmemiş, düşünebiliyor musun? Bunlar nasıl sosyalistlerdir? İngiltere, Orta Doğu'da bağımsız veya federal bir Kürdistan'ı hiçbir zaman istemiyordu. Bunun tarihi ve dini sebepleri kadar, Kürdistan gibi ekonomik zenginlikleri barındıran bir coğrafyanın Kürdlerin elinde kalmasının, kendileri için ileride büyük bir tehlike oluşturacağını düşünüyorlardı. Bu nedenle tüm gücüyle Kürdistan'daki özgürlük düşüncelerini ve hareketlerini bastırmaya çalışmıştı. Türkiye'nin egemenliğinde kalan Kürdistan parçasının bağımsızlık mücadelelerinin önünü kesme görevini Türkiye'ye devrederken; Güney Kürdistan’da ise, dünya savaşında bile kullanmadığı savaş uçaklarını ve kimyasal silahlarını, Şeyh Mahmut Berzenci önderliğindeki Kürd Ulusal Hareketi’ne karşı kullanmıştı.“ 204 Alan Lezan – Letya Vincent, Letya’nın ağzından kurşun gibi çıkan bu cümleleri duyunca biraz şaşırdı, sonra düşündü ve "haklısın” dedi. "Kürdistan'ın bir kez daha parçalanıp bölünmesine neden olan Lozan Antlaşması'nın altında imzası bulunan Londra, Kerkük'ün Arapların denetiminde kalması için "Kürdistan Önderi" ilan edip tanıdığı Şeyh Mahmud Berzenci ile savaşmaktan bile çekinmemişti. Londra, sadece Musul-Kerkük'ün değil, tüm Güney Kürdistan'ın Irak Devleti sınırları içinde kalması için, ulusal mücadele veren Kürdlere karşı havadan bombalar yağdırmış, Kürd köylerini yerle bir etmişti. Lozan Konferansı'nda, üzerinde çetin tartışmaların meydana geldiği konu "Musul Meselesi" olmuş. Müzakerelere ve müttefiklerine hâkim olan İngiltere için gerek zengin "petrol kaynakları" ve gerekse "Hindistan yolunun emniyeti" bakımından ele geçirilmesi zorunlu görülen stratejik ve iktisadi öneme sahip bir bölgedir.” Letya, Vincent’in yanına oturdu ve bilgisayarda okuduğu yazıyı göstererek, "Şunları bir oku!” dedi ve kendisi sesli okumaya başladı: "Türk heyeti, bu bölgenin nüfus yapısı itibariyle kendilerine verilmesinin gerekli olduğunu iddia ettiyse de, İngiltere'yi kandıramamış. Oysa o dönemlerde Musul vilayetinde yaşa205 Alan Lezan – Letya yan halkların nüfus sıralaması şöyleymiş. Kürd: 452.720, Türkmen: 65.895, Arap: 185.763, Hıristiyan: 62.225, Yahudi: 16.865, Toplam: 785.468 Din ve Halifelik Lozan'da, İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya tarafından en çok üzerinde durulan husustu. İngiltere, sömürgesi altında tuttuğu İslam coğrafyalarında sürekli 'dini yaşam ve Halife'nin etkinliği' gibi büyük sorunlar çıkıyor ve bundan bir an önce kurtulmak istiyordu. Türk heyeti, bu konu üzerinde tartışma yapmayacak kadar hazırlıklıymış. Zira yıllar öncesinden bu kadronun dine ve halifeliğe karşı oldukları emperyalist kamuoyuna açıklanmıştı. Lozan'dan hemen sonra Mart 1924'de halifeliğin kaldırılması, Kemalistlerin Lozan'da verdikleri sözlerinin birer sonucuymuş. Daha 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda (Anayasa), Kürdlere bir çeşit özerklik verilmesi öngörülmüşken; Lozan’ın imzalanmasından sonra çıkarılan 1924 Anayasası’nda bu hak geri çekilmiş. Ya buna ne demeli?” Vincent başını kaşıyarak, "Ben geçen gün bir yerde okumuştum, Türk heyetinin baş temsilcisi İsmet İnönü ve İngiliz temsilci Lord Curzon arasında samimi bir havada geçen müzakereler de "Kürdleri ne yapacaksınız?” sorusunu İsmet İnönü: "Yeni kurulacak devletin Türk ve Kürdlerin devleti olacağını, kendilerine çağdaş hukuk normlarında, tüm ulusal haklarının verileceğini ve Kürdlerin kesinlikle kendilerinden ayrılmayı kabul etmediklerini” cevaplarıyla geçiştirmiş. 206 Alan Lezan – Letya Zaten, bu soruyu soran İngiliz temsilcisi de, aslında gerçek cevabı istemiyordu, sadece müzakerelerde işe yarayacak cevabı duymak istiyordu.” Letya, "Sanırım İsmet İnönü, bunu söylerken; hem Sèvres sırasında Ermeni sorunu baz alınarak, Kürd şahsiyetlerin itilaf devletlerine çekmiş oldukları telgrafları ve hem de Yunanlılara karşı savaşlarında Kürdlerin Türklere vermiş olduğu desteği, Kürdistan'daki halkın itilaf devletlerine karşı gösterdiği direnişleri delil olarak gösteriyordu. Bunun yanı sıra, konferansa Mustafa Kemal'in talimatları doğrultusunda gönderilen ve Kürd halkının genel kararı ve talepleriyle ilgisi bulunmayan, 'Biz Kürdler, Türklerle kardeşiz, ayrılmak istemiyoruz, aramızda bir fark yoktur' telgraflarını öne süren iki Kürd Mebusu Pirinçzade Fevzi ve Zülfüzade Zülfü'nün Konferans salonunu terk etmeleri, Türk heyeti için büyük bir koz olmuştu. Bu girişim itilaf devletlerini de çok memnun etmişti. Bundan sonra Kürd halkının geleceği, görüşmelerde söz konusu dahi olmamış, her şey yeni Türk devletinin insafına bırakılmış. Lozan'dan dört yıl önce özerklikle ilgili maddeleri Kürdler için Sèvres'e alan itilaf devletleri, Lozan'ın hiçbir maddesinin hiçbir cümlesine Kürdlerin adını bile eklememişler.” Vincent üzülerek, "Evet, maalesef, Kürd ulusu bu antlaşma ile bütün ulusal ve uluslararası haklardan 207 Alan Lezan – Letya yoksun bırakılmış, dört devlet arasında bölüşülerek sömürgeleştirilmiş.” Letya derin bir ‘oofff’ çektikten sonra: "Aman Allah’ım. Bunlar çıldırmış mı ne?” Vincent bir bilgisayara bir Letya’ya baktı ve yüksek bir tonla: "Kürd Halkını, hiçbir açıdan temsil edilmediği ve Kürdlerin vatanını, hiçbir meşru tarafı bulunmayan kukla devletler arasında, tarihte eşi benzeri bulunmayan bir tarzda "böl-parçala-yönet" politikasına kurban ettiler. Tabii Avrupa emperyalizmi bunu Kürd halkını yakından tanıdığı için yaptığı kesin. Ama Kürdistan'ın bu şekilde dört parçaya bölünüp yöneltilmesi peki neden yapıldı biliyor musun?” Letya çok sinirli bir şekilde; "Bu nedenlerden elbette ilki zengin petrolü, suyu ve madenleri olan Kürdistan’ın yer altı ve yer üstü zenginliklerini daha rahat sömürebilmek. Türkiye topraklarında petrolün damlası bile yok. Türkiye'nin çıkardığı petrol tümüyle Kürdistan topraklarındadır. Aynı şekilde İran ve Irak devletlerinin kontrol ettiği petrol yataklarının üçte ikisi Kürdistan topraklarında yer alıyor. Suriye'nin çıkardığı sınırlı miktarda petrolde Kürdistan sınırları içerisinde ve Kürdlere aittir. 208 Alan Lezan – Letya Kürdler, dünyanın en yoksul halkı haline düşürülerek, dört devletin modern teçhizatlı ordularıyla denetlendi. Bu yetmezmiş gibi bu dört devlet tarafından birbirine sunulan siyasi-askeri destekle, soykırımlar, sürgünler, işkenceler, tutuklamalar eşliğinde esaret altında tutuluyor olmalarının başlıca nedenlerinden biri, Kürdlerin sahip olduğu petrol zenginliğidir. Yanılıyor muyum?” Vincent, "Hayır! Kesinlikle yanılmıyorsun. Kürdistan'ı beşe bölerek Kürd halkının toplumsal örgütlülüğünü ve gücünü dağıtmak ve böylelikle bölgede kendilerine engel veya alternatif olabilecek dinamiklerden Kürdleri mahrum bırakmak. Kürdistan'ı bölerek ve bunu iş birlikçi yönetimlere devrederek Kürd halkını daha rahat kontrol etmek. Ve sürekli denetim altında tutarak Kürdleri ulusal özgürlüklerinden ve haklarından mahrum etmek. Başka devletlerin boyunduruğunda Kürdler, dünya siyasetinde yer alamayacak, uluslararası düzeyde kendisini temsil edemeyecek, siyasal, askeri, ekonomik ve sosyal açılardan hiçbir etkinliği olmayacak şekilde, adeta felç edilmiş biçimde bütün hak ve özgürlüklerinden mahrum olacak.” Letya, "Allah bunları kahretsin! Başka ne diyeyim.” Vincent kalktı ve Letya’yı kucakladığı gibi alnından ve yanağından öptü. Derin bir nefes aldıktan sonra yerine oturdu. 209 Alan Lezan – Letya Letya durmak bilmiyordu ve şöyle devam etti: "Tüm bunlardan dolayı Kürdistan, tamamen çağ dışı ve kendi dönemlerinin en zalim yönetimleri arasında paylaştırıldı. Böylesine beşe bölünerek paylaştırılan Kürdistan coğrafyasının sahipleri olan Kürdler, on yıllar boyu ve hala günümüzde de devam eden korkunç imha, inkâr ve asimilasyon politikalarına maruz kaldılar. Sonrada Kürdistan’ı; polisi, jandarması, öğretmeni ve memuruyla işgal eden bu ülkeler, paylarına düşen Kürdistan parçasını, kendi ülkelerinin 'doğusu, batısı, kuzeyi ve güneyi' olarak ilan ettiler. Ve o Kürdistan parçası üzerinde yaşayan Kürdlerin de kendilerinin birer kolu olduğunu resmi tarih anlayışı içinde dillendirdiler. Öyle oldu ki; Türkler tarafından işgal edilen Kuzey Kürdlerin aslında Türk kökenli olduğu; Suriye ve Irak tarafından işgal edilen parçalarda Kürdlerin aslında Arap kökenli olduğu, İran’ın işgali altında olan Doğu Kürdlerin aslında Fars kökenli olduğu, Ermenistan tarafından işgal edilen parçasında Kürdlerin aslında Ermeni kökenli olduğu' gibi saçmasapan resmi anlayışlar ortaya çıktı. Ve ne tuhaftır ki tamamen saçma-sapan olan bu görüşleri, adı geçen ülkeler on yıllar boyu utanmadan hem Kürdlere ve hem de kendi kamuoyuna dayattılar.” Letya, tüm bunları internette okuyup Vincet ile tartışarak bilince çıkarınca yüreği ateş gibi yanıyordu ve insanlığa karşı içinde büyük bir nefret duyuyordu. Derin nefes aldıktan sonra konuşmaya devam etti; 210 Alan Lezan – Letya “Gelinen aşamada elbette ki artık hiç kimse bu yalanlara inanmıyor, ama maalesef gerçeği bilmek yetmiyor. Kürdlerin, ne yapıp edip dünyanın diğer özgür halkları gibi, kendi anavatanlarında özgür yaşamasının koşullarını ve imkânlarını oluşturmaları gerekiyor” diyerek kendisini teselli etmeye çalışıyordu. Sonra Letya, işaret parmağıyla gözünün üstündeki deriyi kaşıdı ve kendi kendine 'Vay namussuzlar! Şerefsizler!' dedi. 'Arap, Fars ve Türkler kendisine ait olmayan topraklar üzerinde, resmen egemenliğini ilan etmişler, hem de Avrupa emperyalistlerine dayanarak. Bu nedenle Kürdlere karşı hiç savaşmadıkları halde, Kürdistan’ı kendi aralarında paylaşmış ve işgal etmişler. Demek ki bu nedenle bu despotlar ‘Buralar hep bizim’ diyorlar. ‘Ne büyük bir haksızlık!' Letya’nın bu tartışma esnasındaki davranışları, ses tonu ve içindeki ruh halini, Vincent iyi anlıyordu, ama yapılacak bir şey yoktu. Vincent bu nedenle sakin duruyor ve duygularına yer vermiyordu. Ama Letya’yı çok iyi anlıyordu, çaresizdi ve şöyle devam etti: “Bazı Kürdler 1. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında Kemalistlere büyük destek vermişler, ama Cumhuriyet kurulduktan sonra Kemalistler, Kürdlere verilen tüm sözlerini unutmuş, Kürdler eşi görülmedik bir inkâr ve imha politikası ile yüz yüze kalmışlar. Lozan Antlaşması ile tamamen yok sayılmışlar. Tabii Lozan Antlaşması da Kürdistan’da yapılan soykırımlara zemin oldu. Çünkü Lozan Antlaşması ile Kürdler inkâr edildikten sonra, bu inkâra tepki olarak ortaya çıkan 211 Alan Lezan – Letya direnişler nedeniyle, yüz binlerce Kürd’ün katledilmesi ve bir o kadarının da sürgüne tabii tutulmasına sebep olundu. Kürdler bu süreçte Ermenilerden çok daha ağır bir soykırıma maruz kalmışlar. Ancak bu katliam zamana yayılarak işlendiği için, bir seferde yükün büyük bir Ermeni katliamı ile kıyaslandığında, ebadı görülmek istenmemektedir. Dış politikada Kürdlerin yeterince varlık gösterememeleri nedeniyle de bu soykırım dünyaya duyurulamamış.” Letya kendini toparladı ve, "Haklısın, Lozan Antlaşması ile tabii olmayan, uyduruk ‘Türk' diye bir halk yaratıldı. Mezopotamya’nın en kadim halklarından Kürdler ise yok sayıldı. Avrupa emperyalistlerinin içinde bulunduğu yukarıda adı geçen ülkeler tarafından imzalanan bu antlaşmanın hiçbir maddesinde Kürd adı geçmiyor. Bu antlaşmanın 37’den 45’e kadar olan maddeleri Türkiye’deki azınlıklarla ilgilidir ama Kürdler burada azınlık olarak dahi kabul edilmiyorlar. Bu antlaşmayı imzalayan 8 devletten 6´sı o dönemde krallık ile yönetiliyordu ve bu antlaşma krallar adına imzalanmıştı. Günümüzde o ülkelerin birçoğu Cumhuriyet ile yönetiliyor. Kürdler ne yapıp yapıp bu lanetli Lozan Antlaşması’nı geçersiz kılmalıdırlar! Bu da ancak ciddi bir lobi çalışması ile olur.” Sonra düşündü ve "Belki bu nedenle Avrupa Birliği Kürd sorununu ulusal bir sorun olarak değil, salt bir 212 Alan Lezan – Letya insan hakları sorunu olarak ele alıyor, çünkü Avrupa Birliği’nin Kürd sorununu çözmek gibi bir niyeti yok ve hiçbir zaman da olmadı. Zaten yıllardır, Kürdlere karşı kullanılan silahların büyük çoğunluğu, Avrupa Birliği ülkeleri tarafından Türkiye ve Irak’a satılmıştır. Avrupa Birliği, hiçbir zaman, Kürd sorununun çözümü noktasında Türkiye’ye ciddi bir anlamda yönelmemiştir. Türkiye, insan ve azınlık hakları konusunda, birçok antlaşmanın altına imza atmış, ama bunların gereğini hiçbir zaman yerine getirmemiştir. Avrupa ise susmayı tercih etmiştir.” Vincent, Letya’nın sözünü özür dilerek kesiti ve şöyle devam etti: "Avrupa Birliği’nin yaptığı gerçekten ikiyüzlülüktür. Çünkü aslında lanetli Lozan Antlaşması onların eseridir. Bana göre bu Antlaşmayı ancak Amerika yırtabilecek güçtedir.” Letya, bunları bilince çıkarınca insanlığa, sözde Avrupa 'uygarlığına' içinden lanetler okudu, ama elinde hiçbir kudret yoktu. Belli bir suskunluktan sonra, "Eğer Batı çıkarları için bu kadar gaddar ve insafsız idiyse peki Lenin’e ne olmuştu? Lenin gibi birisinin Mustafa Kemal gibi Kürd katilini desteklemesi mi gerekiyordu? Hani komünistler ezilenlerden yanaydı? Demek ki, sonuçta herkes kendi ülkesinin çıkarlarını, mazlum bir halkın çıkarından daha üstün tutuyordu. 213 Alan Lezan – Letya Zaten böyle olmasaydı Stalin 50 milyon masum insanın kanına girer miydi?” Vincent: "Biliyor musun Letya, belki Hitler gibi bir canavarı ancak Stalin gibi biri durdurabilirdi. İnan ki seni çok, çok iyi anlıyorum ama şimdilik yapılacak bir şey yok,” dedikten sonra, ikisi sanki anlaşmış gibi oturdukları yerden kalktılar ve çay içmek için mutfağa gittiler. 214 Alan Lezan – Letya 20 E rtesi günü akşama Letya, internette Lozan Antlaşması ile ilgili okuduğu ve öğrendiği her şeyi Miyu ve Ophelia’ya anlattı. Vincent de usul usul dinledkten sonra, "Biliyor musun Letya, Doğu ve Batı yarım kürelerindeki Avrupa sömürgeciliğinin kökleri, baharat ticareti için kaynak bulmak ve masalsı krallıkların varlığını keşfetmek isteyen Portekiz keşiflerine kadar geri gider. Avrupa dışındaki ilk ayak izi Ceuta’nın 1415'de fethedilmesiyle atılır. On beşinci yüzyılda Portekiz denizciler 1488'de Bartolomeu Dias’ın Ümit Burnu'nun çevresinden dolanarak Afrika kıtasının aşılabildiğini gösterip; Vasco da Gama’nın 1498’de Hindistan'a ulaşmasına yol açana dek, Atlantik adalarını ve tüm Afrika sahillerini keşfetmişlerdir. Portekiz denizcilerin başarıları, Christpher Columbus’un 1492'de İspanyol finansmanıyla, Batı kıyılarına doğru yeni bir keşif rotasına çıkmasının önünü açmıştır. Columbus, Japon sahillerine vardığı inancıyla günümüzde Bahamalar denilen yere ulaşmış, ancak gerçekte Amerika denilen yeni bir kıta keşfetmişti. 215 Alan Lezan – Letya İşte o günden bu güne 500 yıldır Batı, dünyadaki insanlara uygarlık adına kan kusturuyor. Batılılar bunu bilmiyorlar mı? Bu sömürgeciler yaptıklarını, dünya halklarının, gelişmemiş toplumları refaha kavuşturmak ve gelişmelerinde katkıda bulunmak amacıyla baskı altında tuttukları şeklinde algılamalarını sağlamaya çalışıyorlar. Bir bakıma iyimserlik havası estiriliyor. Sözde bilimsel teorilerle desteklenmeye çalışılan bu tip inançlar, daha çok 19. yüzyılda Avrupa'da yayılmış ve Avrupalıların tüm dünyada sömürgeci güç olarak yayılmasının da sözde meşru dayanağı olmuştur. Çünkü sömürgeciler, kendilerinin sömürdükleri insanlardan daha üstün olduklarına inanırlar. Oysa bunların 'uygarlık' adına yaptıkları bir tür modern barbarlıktır. Avrupa sömürgeciliği kabaca iki büyük dalgaya ayrılabilir. İlki keşiflerle başlamış, ikincisi de 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve halen devam eden dönemdir. Bu dünyada kimse kimseye acımıyor. Herkes kendi çıkarını düşünüyor. Eğer böyle olmasaydı dünya zaten şimdi bir cennet olacaktı... Petrol, su ve madenleriyle zengin olan Kürdistan’ın halkları, daha çok bu emperyalist pazar paylaşım savaşlarında ezilip gittiler. Kürdlerin bölgesinin zenginliği, Kürdlerin başına bela oldu ve gelecek yıllarda da başka olacağını 216 Alan Lezan – Letya pek düşünmüyorum. Çünkü hangi emperyalist ve sömürgeci ülke insafa gelir ve Kürdlere yardım eder? Kürdlerin daha uzun süre sabırlı olmaları gerekiyor diye düşünüyorum.” Letya kaşlarını çattı ve ciddi bir tonla, "Kürdler 87 yıldır büyük acılar çekiyor. Daha ne kadar sabırlı olsunlar sence?” Vincent, "Valla ben de bilmiyorum. Kürdlerin dört tarafı dünyanın en despot ve faşizan devletleriyle çevrili ki, bu devletlerin bin yılı aşkın devlet tecrübeleri var. Örneğin Türkiye’nin arkasında ABD ve Avrupa vardır. Biliyorum Kürdlerin kendi halkını eğitme şansı da yok. Kürdlerin Yahudiler gibi ABD’de ne lobisi ne de dünyada zenginleri vardır. Dört tarafı düşman ile çevrili çok yalnız bir halktır. Belki şunu yapabilirler: Dünyada çok savaşçı bir halk olarak tanınıyorlar ve de öyledirler ama bu devirde savaşmak yalnız başına bir savaşı kazandırmaz. Bir savaşı kazanmak için, lobi çalışması ve diplomasi bence çok önemlidir. Daha da önemlisi Orta Doğu’da politik bir güç olmak! O zaman Batılıların Kürdlere ilgi duyacağı sanırım kesindir. Kürdler 40 milyon nüfusuyla Orta Doğu’da zengin ülkeleriyle gerçekten de dikkate alınacak bir halktır.” 217 Alan Lezan – Letya Ophelia yerinden doğruldu ve Vincent’e; "Sen Kürdlerin özgürlüğüne ve bağımsızlığına inanıyor musun?” dedi. Vincent: "Evet! İnanıyorum, çünkü Letya’nın da sıkça doğru olarak dediği gibi, şartlar ne olursa olsun, dünyanın hiçbir halkı başka bir halkın egemenliği altında yaşamak istemez! Kürdler neden istesin? İste kocaman Sovyetler, Avrupalılar bütün sömürgelerini kaybettiler. Hem sonra Kürdler bağımsız olmayacak da ne olacak? Ezeli ezilecekler mi? Bence ‘ezeli’ diye bir şey yoktur.” Miyu, "Bence de.” dedikten sonra Letya’nın gözünün içine bakıyordu. Vincent yanılmıyordu ve elinde gelseydi dünyadaki bütün açgözlü ve doymak bilmeyen insanları kurşuna dizecekti, ama 7 milyar insanı Allah bile hizaya getiremiyordu. O nasıl getirsin? Ophelia, "Arkadaşlar bu tür konular bana ağır geliyor... Ben odama çekiliyorum!” dedikten sonra masada dolu duran şarap bardağını alıp gitti. Vincent, Letya’nın düşüncelere daldığını fark etti ve hemen yerinden kalktı internettin önüne oturdu. Letya da Batı toplumunu düşünüyordu. 218 Alan Lezan – Letya Batı’da hemen herkes bolluk içinde yaşıyor ve keyfi yerindeydi. Dünya zenginliklerinin üçte ikisi Batı toplumu için harcanıyordu. Batı toplumu ise dünyada yaşayan insanların üçte biri bile değildi. Belki de dünya nüfusunun %1‘inin dünya zenginliklerinin %40‘ına sahip olduğu, her gün 34 bin çocuğun yoksulluk ve önlenebilir hastalıklardan öldüğü ve nüfusun %50‘sinin günde 2 dolardan az kazandığı bir dünya. Büyük bir yanlışlık var, diye düşünürken o sırada Vincent, Letya’ya dönerek heyecanlı bir sesle: "İnsanlığın asıl problemi nedir biliyor musun?“ sorusunu sorduktan sonra kendisi hemen cevabını şöyle verdi: "Enerjidir!! Biliyor musun Letya? Enerji; endüstriyel ve teknolojik ham maddeler, besin, hava ve su. Enerji bugün toplumun dayandığı esastır. Tüm sosyal işlevsellik için en kritik faktörlerden biridir. Petrol ve fosil yakıtların çağı, tüm kirliliğin sonucuyla birlikte sona yaklaşıyor. Yapay ilgi yaratılmış ve kâr amaçlı olup, yeni ve temiz enerji ihtimallerini bir köşeye atan, fosil yakıtları kullanmak için artık hiçbir sebep yoktur. İçinde yaşadığımız dönem klasik bir deyimle, konvansiyonel olarak bilinen, kullanımdaki enerji kaynaklarının riskinin arttığı bir sürecin başlangıcıdır. Bu risk birçok faktörü içerir. Birincisi, klasik enerji kaynaklarının birçoğu hesaplanan yaklaşık bir süre sonunda tükenecektir. İkincisi, bu tür kaynaklar çevre için büyük ve geri dönüşümü olmayan tehlikeler 219 Alan Lezan – Letya yaymaktadır. Üçüncüsü, klasik enerji kaynaklarının artan ihtiyacı ve gelişen teknolojiyi beslemekte yetersiz kalmasıdır. Dördüncüsü ve en önemlisi, gelişmiş ülkeler enerji çeşitliliğini artırmakta, yaymakta ve belli enerji kaynağı türlerine büyük oranlarda bağımlı olmamaya çalışmaktadır. Batı gibi geçmişte petrol, günümüzde petrol-doğalgaz ve gelecekte doğalgaz bağımlısı olacak ülkelerin bugünü ve geleceği açısından bu felsefenin önemi daha da artmaktadır. Çağımızda yeni veya yenilenebilir enerji kaynaklarının çeşitliliği artmakta, bir kısmı ekonomik alternatiflik açısından değer kazanmakta, bir kısmı üzerinde ekonomik analizler yapılmakta ve her gün başka enerji kaynakları ortaya çıkmaktadır. Bu kaynakların neredeyse tamamının ortak yönü çevreye kısa ve uzun vadede olumsuz etki oluşturmamasıdır. Eğer Batı kendisini klasik enerji kaynaklarından kurtarırsa Araplar da çölde açlıktan ölecekler. Bugün, farkına varmamız gereken önemli enerji kaynakları jeotermal güç, su, rüzgâr ve güneş enerjisidir. Jeotermal güç, doğrudan dünyanın iç ısısına bağlı olan bu kaynaklar, çok kolay bir şekilde ısı ve elektriğe dönüştürülebiliyor. Basit fotovoltaik paneller enerjiyi bataryalara veya kişisel kullanım için, tam ölçekli güneş santrallerine depolayabilir. Bu konuda, potan220 Alan Lezan – Letya siyeli büyük çapta geliştiren, yeni teknolojiler sürekli ortaya çıkıyor. Az bilinen gel-git gücü, okyanustaki gel-git oluşumundan elde edilir. Bu hareketi yakalayarak yüklenen türbinlerle enerji üretir. Diğer yandan belki de en önemlisi, füzyon reaktörüdür. Ağır radyoaktif atomların, bir nötronun çarpması ile daha küçük atomlara bölünmesi veya hafif radyoaktif atomların birleşerek, daha ağır atomları oluşturması sonucu, çok büyük bir miktarda enerji açığa çıkar. Bu enerjiye nükleer enerji denir. Nükleer reaktörlerde füzyon reaksiyonu ile elde edilen enerji, elektriğe çevrilir. Güneşteki reaksiyonlar ise füzyon reaksiyonudur. Bu reaksiyonun yarattığı sıcaklık füzyon reaksiyonundakinden çok daha fazladır. Bu yüzden bu sıcaklığı kontrol edebilecek bir füzyon reaktörü henüz kurulamamıştır, ama ileride eğer güneş enerjisi gerçekten füzyon reaksiyonuyla elde edilebilse, o zaman sadece Kürdler değil, belki bütün dünya kurtulur. Bu nedenle bilim ve teknoloji, gelişen iletişim araçları bana göre, Kürdlerin işini ileride çok kolaylaştıracaktır.“ Vincent, tüm bunları anlatınca çok heyecanlanmıştı. Batı belki bir bakıma “barbardı”, ama yaptığı teknik buluşlar, bütün insanlığa hizmet edebilirdi. Belki bir gün gelecek, gerçekten Batı, bağımlı olduğu enerji kaynaklarından kendisini kurtaracak ve dolayısıyla 221 Alan Lezan – Letya Afrikalılar, Kürdler gibi mazlum halklar bir nefes alacak özgür ve bağımsız olacaklardır. Vincent’in bu düşünceleri Letya’ya mantıklı geliyordu, çünkü Letya sadece uydu ve internetin bile Kürdler için bir nimet olduğunu biliyordu. Çünkü despotların eli kolu bağlanmış ve bırakalım Kürdler arası, dünyadaki tüm insanlar arası bütün suni sınırlar, bu sayede etkisizleştiler. Tabi interneti, gelişen iletişim araçlarını sömürgeciler de iyi kullanıyordu. Ama esas olan Letya’nın Avrupa’dayken Kürdistan’ın en ücra köşesinde olan ufak bir olayı duymasıydı. Eskiden bu mümkün değildi. Bu nedenle internet ve yeni iletişim araçlarının, Kürdler için inanılmaz büyük bir anlamı vardı ve sanki bu teknoloji gerçekten Kürdler için yapılmıştı. Letya, gerilla arkadaşlarından biliyordu, eskiden bir insana ulaşmak için çoğu gerillalar o dağlar ve ovalarda köy köy dolaşır, gazete dergi götürüyorlardı. Şimdi ise herkes sıcak evinde çay kahvesiyle otururken, forumlarda sohbet ederek, dünyanın dört tarafına yayılmış Kürdlere ulaşabiliyordu. Eğer ileride internet ve televizyon bütün Kürdlerin evine girerse, o zaman halkı mobilize etmek, bu yol ile eğitmek daha basit olacaktı. Letya, tüm bunları düşündükçe gözleri sevincinden parlıyordu. 222 Alan Lezan – Letya Vincent, Letya’yı böyle mutlu görünce yanına geldi, omuzuna yayılmış uzun ve gür saçlarını okşayarak: "Ne düşünüyorsun?“ diye nazikçe ve yüzünde bir tebessümle sordu. Letya, "Hiç!“ dedi, „Bence sen haklısın. Bu yüzyılda bütün faşist ve despot ülkeler tarihe karışacak başta Kürdlerin bağımsızlığı olmak üzere dünyanın birçok ülkesi demokratikleşecektir.” Miyu ayağa kalktı ve Letya’ya bakarak: "Aynen dediğin gibi Letya. Üzme tatlı canını. Güneş bir gün mutlaka Kürdlere de gülecek,” dedikten sonra Letya’yı kucakladı ve yanağına bir öpücük verdikten sonra odasına çekildi. Letya, bazen bir çocuk gibiydi aslında, çünkü çocuk gibi davranmayı seviyordu. Vincent‘in kendisine, bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini istiyordu bazen. Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıydı, Vincent onu. Söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını istiyordu, çünkü Letya hem öğrenci hem de öğretmendi. Vincent, Letya’nın yüreğinde fırtınaların koptuğunu, bazen denizin dalgaları gibi coştuğunu biliyordu. Tabii falcı değildi, ama bu yüzyılda bilim ve teknolojide çok şeyin olacağını zaten Vincent de sezebiliyordu. Vincent için esas olan, dünyadaki zenginlik kaynakla223 Alan Lezan – Letya rının eşit dağılımıydı. Ama bu kendi başına, uzun bir hikâye olduğundan, Letya’ya bu tür şeylerden artık söz etmenin doğru olmadığını düşündü. Çünkü gerçek hayat başkaydı ve Kürdler şimdilik petrol denizinin içinde yaşıyorlardı. Vincent de Letya’ya bir iki öpücük verdikten sonra: "Letya, ben alış-verişe gidiyorum, sen de beraber gelmek ister misin?“ diye nazikçe sordu. Letya, “İyi gidelim! Ama ondan sonra ders çalışmam lazım…“ dedikten sora, ikisi çantalarını alıp alış-verişe gittiler. Vincent akıllı, bilgili, bağımsız olmakla birlikte, zor durumda kaldığı an, kendini kurtaracak beceriye sahipti. Modern görüşlerine rağmen, inatçı ve bazen de sabit fikirli olabiliyordu. Sabit fikirli olduğu için, bir konu hakkındaki fikri kolay kolay değişmez, ama Letya ile anlaşmadığı pek az konu vardı. Sevecen, ama özgürlüğüne aşırı düşkün bir insandı. Kişisel özgürlüğü onun için o kadar önemliydi ki, bu yüzden en yakın ilişkilerini bile kesip atabilirdi. Dostlarını sevmesine rağmen, arada her zaman bir uzaklık bırakır, ona yaklaşmak oldukça zordu. Böylelikle kişiliğini gizler ve herkese karşı enteresan bir kişilik sergilerdi. Vincent, insanlığın iyiliği için çalışmaktan zevk alıyordu. Dünyanın geleceği ile ilgilenir, dünyayı daha iyi bir yer haline getirip, kendisinden daha kötü du224 Alan Lezan – Letya rumda olan insanlara yardımcı olmak isterdi hep. İnsanlara bire bir yardım etmek isterken, aslında genel anlamda insanlığa faydalı olmak istiyordu. Vincent, oldukça idealistti. Bütün insanların soy, cinsiyet, din ve sosyal durumuna bakmaksızın aynı imkânlara sahip olmasını istiyordu. Miyu gibi Letya’nın bütün arkadaşları içinde, en ön yargısız olanıydı, her türlü insanla dostluk kurma yeteneğine sahipti. İlerici, hatta radikal fikirlere sahipti. Önceden ne yapacağı kestirilemeyen eksantrik bir yapısı vardı. Şaşırtıcı bir insandı, bazen. Başkalarından farklı olmayı arzuluyordu. Aşkta bir sevgiliden çok bir dost arıyordu. Onun kalbine giden yol, Letya gibi ender bulunan bir kadındı. Tensel tutkulara hiç sahip değildi. Entelektüel ilgilerini paylaşacağı birini bulduğu zaman bağlanabilir, ama bağlansa bile ona sahiplenmeyecekti, çünkü kıskanç değildi. Evlense bile, tutku ve meraklarını tatmin etmek için, yeterince özgür olmak istiyordu. Vincent oldukça zeki, felsefe, teknoloji, bilim ve yeniliklerden hoşlanan yetenekli bir kişilikti. Kendi işinde çalışırsa çok verimli olabilirdi. Keskin zekâsı ve parlak fikirleri ile başka insanları yönlendirebiliyordu. Gelenek ve alışkanlıklarla arası iyi değildi. Geçerliliğini kaybetmiş sistemleri bırakıp, yeni düzen getirmek isteyen birisiydi. Bilimin her alanında başarıyı elde 225 Alan Lezan – Letya edebiliyordu. Yüksek teknoloji, bilgisayar, internet, uzay bilimleri, televizyon, yayıncılık, astronomi, astroloji ile ilgili işler tam da ona göreydi. 226 Alan Lezan – Letya 21 G ünler geçmiş, yaz tatili yaklaşmış Letya okulunun ikinci sınıfının sonuna gelmişti. Yakında 25 yaşına girecekti, ama hayatında daha doğru dürüst ne izine, ne de deniz kenarına gitmişti. Ailesi ile yaşadığında her sene Dersim’e gitmişlerdi. Ortaokuldayken sınıfıyla bir kez Berlin’e gelmişliği vardı. Kürdistan dağlarından, Frankfurt am Main ve Berlin’den başka, dünyanın hiçbir yerini bilmiyordu. Vincent 26 yaşıyla çok yer gezmişti. Bazen senede iki üç kez izine giderdi. En çok uğradığı adalardan biri İbiza’ydı. İbiza’nın parti szene enteresandı ve dünyaca tanınıyordu. Ana sezonda Clubbing, House, Techno, Trance, Progressive Superlatif müziği hiç eksik olmazdı. Dünyanın çoğu tanınmış plak firmaları yaz sezonunda burada çadırlarını açarlardı. En büyük kulüpler, en vahşi parti szene, en iyi DJ’ler, en keskin hypelar burada yapılırdı. Gelen izleyicilerin çoğu İspanyol ve İngilizlerdi ama Fransız, Alman ve 227 Alan Lezan – Letya İtalyanların yanında Avustralya’dan Güney Amerika’ya kadar katılımcı vardı. İbiza’nın merkezi olan La Martina semtinin dar sokaklarında bir bardan bir bara, bir kulüpten bir kulübe gidilir, yazın güzel ve güneşli havasında, delicesine eğlenilirdi. Vincent, Letya’ya: "Belki İbiza’dan sen pek hoşlanmazsın, çünkü gelen izleyicilerin içinde pazıları şişkin bodybuilding yapmış cok a-sosyal tipler de var, ama biz daha çok alternatif kulüplere gideriz” diyerek ikna etmeye çalışıyordu. Letya ise İbiza’yı zaten tanımıyordu ve Vincent’e, "Neden olmasın? Doğrusu İbiza’yı sadece görmek ve bilmek için de olsa gitmek isterim,” dedi. Bu sohbetten hemen sonra, aynı akşam internet üzeri kendilerine İbiza’ya birer uçak bileti ve altı haftalığına bir yazlık ayarladılar. Letya’nın, zaten izin için birikmiş yeterince parası vardı ve Vincent’in ise zaten para sorunu yoktu. İbiza’da kiraladıkları odada her şey vardı. Duş, temiz yataklar ve mutfak. Sabahları uyandığında bazen kahvaltıya gider bazen de alış veriş yapar, balkonda uzunca oturur ve keyif ederlerdi. Öğlene doğru sahile 228 Alan Lezan – Letya gider, geç saatlerde merkezde bir yerlerde akşam yemeği yer ve kaldıkları yere gelirlerdi. Bir iki saat uyuduktan sonra gece kulüp turuna çıkarlardı. Letya için bu izin inanılmaz bir şeydi, çünkü tamamen başka bir dünyada yaşıyordu gibiydi. Aşağı yukarı altı yedi tane szene sahili vardı. Buralarda öğleden sonra sabahlara kadar açık havada partiler verilir ve eğlenirlerdi. Günün birinde Letya ve Vincent saat 14:00’te 'Es Cavallet' sahiline vardılar. Vincent anadan doğma çırılçıplak soyununca Letya: "Vincent ne yapıyorsun?' diye şaşkınca sordu. Vincent: "Burası bir çıplaklar sahilidir ama istemiyorsan sen soyunmayabilirsin!” diye karşılık verince Letya, biraz çevresine baktı ve gördü ki hemen herkes anadan doğma çırılçıplak. 'Hımm!' dedi, kendi kendine ve insanların anadan doğma denize girmelerine ilkin şaşırmışsa da, sanki dünyanın en normal şeyiymiş gibi algılamaya başladı artık. "Bunlarda nitekim insandı” diyordu. "İnsanlar ilkin cennette çırılçıplak değil miydi?” Ama anadan doğma çırılçıplak olmayı Letya estetik bulmuyordu. İnsanın üzerinde bir parça tekstilin olması daha cazibeliydi. Letya ve Vincent sabah saat dörtte doğru ya deniz kenarında sabahlıyor, ya da herhangi bir kulübe gidiyorlardı. Bir keresinde sabaha doğru "Amnesia” denilen bir kulübe gittiler. İnsanlar sanki çıldırmış, ken229 Alan Lezan – Letya dinden geçmişti. Orada birçok İtalyan ve İngiliz tanıdırlar, sohbet ettiler, doyasıya eğlendiler. Letya çok garip, eksantrik insanlar ile karşılaşmasına rağmen, artık hiçbir şey kendisini şaşırtmıyordu. Bu szeneye öylesine alıştı ki, onun artık bir parçası haline geldi. Bol, bol dans etti, eğlendi durdu. Akşama doğru ya "Café del Mar” ya da "Café Mambo”ya oturup güneşin batmasını seyrediyorlardı. İbiza sanki bir Cennet’ti, ama Letya hep üzgündü. Vincent her ne kadar Letya ile yakından ilgileniyorduysa da çare etmiyordu. Letya, en çok Kürd kadınlarını düşünüyordu. "İşten başka bir dakika bile eğlenmeyen Kürd kadınları!” diyordu kendi kendine. Avrupa kadını gerçekten neredeyse her istediğini yapmada özgürdü. Bu özgürlüğü Kürdlere, Kürd kadınına da istemek neden çok görülüyordu? Letya sahilin kenarında yüz üstü battaniyenin üzerine yayılmış, Vincent de sırtını kremliyordu. Aniden, "Biliyor musun Vincent, kadın toplumun duygularını, düşüncelerini, anlayışlarını, kültürünü, ahlakını, bilincini yansıtan öznelerden biridir. Bir toplumu çözümleyebilmenin önemli boyutlarından biri de, o toplumun kadınına yaklaşımını bilince çıkarmaktır.” 230 Alan Lezan – Letya Vincent Letya’nın bu ani çıkışına: "Hayır ola! Feminist mi oldun?” diye sordu. Letya bir balık gibi sırtüstü döndü ve "Kadınlar bir toplum için bu kadar önemliyken, ne yazık ki kadının konumu yeterince anlaşılamamış ve birçok toplulukta kadın geri plana itilmeye çalışılmıştır.” Vincent şaşkın şaşkın, "Doğru ama Batı’da kadınlar kısmen özgürdür, yoksa?” Letya yüzünde bir tebessümle, "Kürdlerde aslında eskiden kadın birçok konuda geri planda durmamış ve tutulmamış, aksine yaşamın birçok alanında, aktif rol oynamasına rağmen, feodalite adet ve töreleri yıkamamış, kendisini erkek egemenliğinden tümden kurtaramamış, biliyor musun? Kürd kadınını sosyal yaşamda değerlendirildiğinde, toplumda saygınlığı belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Ama bu durum, maalesef toplumunda ona yönelik baskıcı zihniyetleri ortadan kaldırdığı anlamına gelmiyor. Toplumda saygın bir yere sahip olan kadınlar, aynı zamanda kabile ya da aşiret hayatında da önemli bir yere sahipti. Kürd kadını, baskıcı zihniyete rağmen, kabile hayatındaki bütün önemli olaylara katılabiliyor ve hatta zaman zaman bazı kabilelerde önderlik bile yapıyordu.” 231 Alan Lezan – Letya Vincent, "Ya öyle mi? Doğrusu senden başka ben Kürd kadını tanımıyorum. Tekrar Berlin’e gittiğimizde artık bu konuda internette ne bulursam okuyacağım.” Letya sevindiğini belirtmeden "Geleneksel Kürd kadınları, Orta Doğu kadınlarının çoğundan farklı olarak yönetim bazında etkindi ve aynı zamanda evinin hanımıydı. Aile içinde etkinliği oldukça fazlaydı ve fikirleri önemsenir, saygı duyulurdu. Bu nedenle Kürd kadını, evine bağlı bir yapıya sahip olmak ile tanınıyordu. Hem göçebe hem de yerleşik aşiretlerde Kürd kadını, iş alanında da aktif bir rol alıyor ve aile ekonomisine katkıda bulunuyordu. Üretimde, birinci derecede etkisi vardı. Kürd kadını, aynı anda çok sayıda işin üstesinden gelebiliyordu. Evin her günkü işinden başka, yakacak tedariki, hayvanları sağmak, yağ, peynir yapmak; şal, kilim, çadır dokumak, çorap örmek kadınlara düşen görevlerin başlıcalarıdır. Tarla işlerinde de erkekle birlikte çalışıyor. Kürd kadının boş vakti olmadığından düğünler ve etkinlikler hariç, eğlenme diye bir kelime tanımazdı. Hiç işi bulunmadığı vakit iplik büker, kese, bel kuşağı, saç bağı dokurlardı." 232 Alan Lezan – Letya Vincent bir yudum su aldıktan sonra "Oh! Gerçekten mi? Kürdistan’da kahve, kulüp kültürü yok mu?” Letya gülümsedi ve kendini toparlamaya çalıştı, "Var ama erkeler için. Kadınlar genellikle evlerde buluşurlar, sohbet ederler. Kürd toplumunda kadın ve erkek, iş alanında eşit konumdaydı; erkekler tarlalarda çalışır, sürüleri güder, toprağı sürer, meyve ağaçlarına veya tütün tarlalarına bakar, ürettiklerini komşu pazarlara taşır; kadınlar ise meyveleri ve tütünü kurutur, halı dokur veya farklı ev işleriyle uğraşırlar. Yani erkek ve kadın arasında önemli ölçüde bir iş bölümü söz konusu ama eğlenmede öyle değil.” Vincent, "Anlamadım. Nasıl yani?” Letya, "Bunların yanı sıra Kürd kadının, toplumda sağlam bir karaktere de sahip olduğu söylenir. Ama sömürgeci ve feodal baskıyla, maalesef bu önemli özellik süreç içerisinde yitirilmiş. Kürdler, kızlarını oldukça disiplinli yetiştirirler. Kürd kızları her zaman ciddi ve kendinden emindir. İnsanlardan uzak değil, aksine sosyaldırlar. Ne var ki, bu gerçeklere rağmen, Kürd kadını yoksul ve emekçi olarak, kadın olarak ve Kürd olarak, dünyadaki diğer kadınlardan üç kat daha fazla eziliyor.” Vincent şaşırmış gibi "Oh! Sahi mi söylüyorsun? Senin ama bir Avrupalı kadından farkın yok.” 233 Alan Lezan – Letya Letya gülümsedi ve "Sen bakma bana. Ben bir istisnayım. Petrol, su ve madenleriyle çok zengin olan ülkelerinde yoksulluk, Kürd kadınlarının en önemli sorunudur. Kürdistan’daki gelenekler, Kürd kadınının bağımlı mirastan pay almaması ve mülkiyetin erkeğe ait olması, iş-üretim hayatındaki gerilik, kadının yoksunluğunun daha da büyük olduğunun göstergesidir. Kürdistan’daki kadınların %45'nin okumayazması olmadığını örneğin, biliyor muydun? Zaten sömürgeciler tarafından yapılan okullarda, amaç sadece sömürgeciliğin dilini ve kültürünü öğretmek, Kürd dili ve kültürünü de asimile ederek ortadan kaldırmaktır. Diğer yandan Kürd feodal insan tipi tarafından, kız çocukları evlenip dışarı gidecek kişi olarak görülüyor. Kürdistan’da okuyan kızların sayısı %20'dir. Diğer yandan dini değer yargılarıyla kız çocuğunun bedensel ve ruhsal gelişiminin eve kapatılmasıyla sonuçlanması, erken evlilik, ev işlerine küçük yaşta katılması gibi sebeplerle, kız çocuklarının eğitimi toplum ve aileler tarafından da sınırlandırılıyor.” Vincent "Hımm!” dedi ve biraz düşündükten sonra "Peki sağlık hakkında neler biliyorsun? Kürdistan’da sağlık sigortaları vs. var mı?” Letya "Hayır! Hiçbir şey yok!” dedi ve ekledi, "Memurlar ve maddi durumu biraz iyi olanlar dışında 234 Alan Lezan – Letya kimsenin sağlık veya sosyal sigortaları yoktur. Var olan tek sigorta çocuklardır. Bulaşıcı hastalıklar, yetersiz beslenme, kansızlık, su taşımanın yarattığı bel ve beden rahatsızlıkları, çok çocukluluğun getirdiği kadın hastalıkları, Kürd kadınları arasında yaygın sağlık sorunlarını oluşturuyor. Kırsal alanda yaşayan kadınların sağlık hizmetlerine erişimi oldukça sınırlıdır. Bu sınırlılık, maddi imkânsızlık ve doktora gitme konusunda geleneksel değerlerden -doktorların çoğunlukla erkek olmaları, Şıh ve hocalardan yararlanılması- kaynaklanıyor. Ek olarak kırsala özgü yeterli sayıda sağlık kuruluşu olmaması da rol oynuyor. Kırsal kadın için doktora gitmek, yapılacak hiçbir şey kalmadığında en son çare olarak görülüyor. Doğum, düşük ve bebek ölümlerinin oranı ise çok yüksektir.” Vincent, "Desene Kürdlerin Afrikalılardan pek fazla farkı yok. Oysa ben en azından Türkler tarafından işgal edilmiş Kuzey Kürdistan’da durumun bu derece vahim olduğunu bilmiyordum.” Letya, derin soluk sonra şöyle devam etti, "Kürdlerin durumu birçok üçüncü dünya ülkelerinden iyidir, çünkü çoğu köylüdür ama Türkler son 30 yılda gerilla savaşını bahane ederek balığı avlamak için denizi kurutma misali, Kürdleri Batı Türkiye’ye asimile etmek için göçe zorladı. Bu nedenle artık geleneksel 235 Alan Lezan – Letya üretiminden koparıldığından, mahkûm edildiler. açlık ve sefalete Kürdistan’da kadınlar daha çok, yeniden üretimin konusunu oluşturan çocuk bakımı, yemek, temizlik, vb. işleri yapıyorlardı. Kadın emeğinin görünür bir değer yaratmaması, erkeklerin para ve mülkiyet kazandıran işler yapması, "kadın işi ve erkek işi" ayrımının olması kadın emeğinin değersiz kılıyordu. Bu hatalı anlayış en yaygın olarak Kürdistan illerinde yaşanıyordu. Tabi bu durum sadece Kürdistan ile sınırlı değildi. Feodal üretim ilişkileriyle orantılı bir olaydı!” Vincent hayretle Letya’ya bakıyordu ve "Peki Kürd kadın-erkek ilişkileri nasıl? Yani nasıl birbirlerini buluyor ve evleniyorlar?” Letya, kaşlarını çattı ve dikkatlice Vincent’e bakarak, "Kadınların %40'ı, 15 yaşın altında evleniyorlar. Evlilik kararları genellikle aile büyükleri tarafından alınıyor. Bu oran kentlerde %30’a kadar düşüyor. Bu evliliklerin %20'sinde kadının rızası dahi alınmıyor.” Vincent, "Yapma yahu, bu çok korkunç!” deyince Letya, "Evet hem de nasıl? Bölgede hala birçok erkek-kadın ve çocuğun nüfus kâğıdı bile yok. Bu tabi 236 Alan Lezan – Letya sömürgecilikten kaynaklanıyor ve geri kalmışlıkla alakası yok, ama kan bedeli karşılığı evlenme, ailelerin kız ve erkek çocuklarının berdel denilen çapraz evliliği, imam nikâhı, akraba evliliği, beşik kertmesi, başlık parası, çok eşlilik, çok çocukluluk ise oldukça yaygındır. Sadece imam nikâhıyla evlenenlerin oranı kentte %15, kırda ise %30’ civarındadır. Kırsal alanda kadınların %50'sinin, kentte ise %40'nın kocalarıyla aralarında akrabalık bağı bulunuyor. Başlık parası kentteki evliliklerin %50'sinde, kırsalda ise %70'inde geçerliliğini koruyordu. Kadınların boşanması ve mirastan pay almaması ve kadının kocasının evinden ancak ölüsünün çıkacağı yönündeki gerici değer yargısı halen görülmektedir. Kadının ekonomik bağımsızlığın olmayışı, mülkiyetin tamamen erkeğin elinde olması gibi gelenekler, hem ömür boyu, hem günlük yaşamında eve hapsettiriyor. Ayrıca Kürdistan’da yaygın olan dinsel yargılar da kadının bağımlı ve edilgen konumunu ağırlaştırıyor. Kürd kadını, kocasına ve ailenin tüm büyüklerine ve erkeklerine bağımlı kılınmıştır.” Vincent hayretler içinde kaldı ve "Doğrusu ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Bu yüzdelikleri, nereden aldın? Bunlar eski gelenekler olmasın?” 237 Alan Lezan – Letya Letya gülümsedi ve "Hayır!” dedi, "Daha dün internette okudum, çoğu sakız gibi beynime yapışmış. Bir aşağı bir yukarı maalesef durum bu! Kürdistan’da kırsal alanda en yaygın aile tipi % 65 oranı ile çekirdek ailedir. Bununla birlikte ailelerin ekonomik bütünlüğünün devam etmesi ve birleşik büyük aile olarak, yaşam tarzı hala çok egemen bir durumdur. Kürd kadını bu nedenle, çoğu kez gelin-kaynana, kayın ve kayınbaba hiyerarşisi ve diğer aile büyüklerinin hiyerarşik baskısı altındadırlar. Çok eşlilik yörede, genelde erkek çocuk sahibi olmak için yapılagelmektedir. Erken evlenme çocuk sayısını artırıcı yönde bir etki yapmaktadır. Ortalama çocuk sayısı 5,1'dir. Bu rakamın üstündekiler çok çocuklu olarak kabul edilmektedir.” Vincent, "Doğru ya! Ortalama çocuk sayısı bildiğim kadarıyla Almanya’da 1,3’tür.” Letya, "Evet, aradaki farkı görüyor musun? Bazı Kürdler durmadan çocuk yapıyor ama çocuklarını nasıl geçindirecekleri hakkında hiç düşünmüyorlar. Bu aslında büyük bir sorumsuzluktur ama ben doğrusu Kürdlerin oldukça çoğalmasından yanayım ki, Kürd soyu hiç tükenmesin,” dedikten sonra hafifçe gülümsedi. 238 Alan Lezan – Letya Bu seferde Vincent seslice güldü ve Letya’nın başını okşayarak "Milliyetçi damarın mı tuttu yine!” dedi. Letya, "Hayır, ben ciddiyim. Kürdlere her zaman savaşacak insan lazım. Bu nedenle Kürdlerin çoğalması Kürdlerin yararınadır. Kürdistan Toprakları 550 kilometrekare ile Fransa veya Almanya kadar büyüktür. Oraya daha milyonlarca Kürd sığar.” Vincent, "Şaka yapıyorsun değil mi? Vatikan 0,44 kilometrekare, bin kişilik nüfusu ile dünyanın en küçük şehridir. Ama belki haklısın Vatikan’ın Arap, Fars ve Türkler gibi düşmanları ve işgalcileri yok.” Letya, "Neyse” dedi. "Evliliği sormuştun. Evlilik içi şiddet, Kürd kadının yaşadığı ciddi bir sorundur. Hatta bu şiddet, sadece kocasının değil, çoğu kez kayınları dâhil tüm aile erkeklerinin şiddeti olarak ortaya çıkıyor. Şiddete uğrayan kadınların oranı kırsalda %55, kentte %45 civarındadır.” Vincent, "Ailede şiddet ha! Ama bu maalesef dünyanın her yerinde var.” Letya, "Biliyorum. Benim daha çok demek istediğim; kırsal alanda varsıl ya da yoksul farkı olmaksızın, üretim sürecinin içinde yer alan kadının, karar verme sürecine katılımı, hane içindeki işlerle sınırlı kalıyor. 239 Alan Lezan – Letya Toplumsal kararlarda kadının rolü, yukarıda bahsedildiği gibi eskiye nazaran, sömürgeci sistem altında çok sınırlıdır. Geleneksel cinsiyetçi rol dağılımı, ayrıca kadının eğitim düzeyinin düşüklüğü de bu süreci pekiştiriyor. Karar vermede söz sahibi olamama, her kadın tarafından hissedilen, ancak kırsal alan kadınlarında daha belirgin olan bir gerçektir. Siyasi tercihlerde evin erkeği belirleyici oluyor. Ancak son yıllardan itibaren, siyasal-demokratik aydınlanma bu durumda ciddi bir değişiklik yarattı.” Letya biraz su içtikten sonra devam etti; "Kadının erkeğin namusu olarak nitelenmesi yönündeki gerici ahlak anlayışı, onun bireysel kadın kimliğinin, duygu ve düşüncelerinin yadsınması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle, törelerin çizdiği sınırların dışına çıkan veya bireysel kararlarının peşinden giden kadınlar, bunun bedelini çok ağır ödemek zorunda kalıyorlar. Töre cinayetleri, bölgede kadınlarını tehdit eden en önemli sorunlardan biridir.” Vincent, "Sahi mi? Peki köylerden kentlere gelen kadınların durumu hakkında da bilgin var mı? Köyden kente gelen kadınlar veya insanlar nasıl yaşıyorlar? Doğrusu merak ediyorum.” 240 Alan Lezan – Letya Letya, ciddi bir ses tonuyla, "Dil ve kimlik sorunu, göç, kadın yaşamında en ağır sonuçlarını doğurmuştur. Kürd ailesi sömürgeciler tarafından zorla boşaltılan köylerinden veya çatışmalardan kaçarak kent varoşlarına sığınmak zorunda kalmışlar. Yaşanan en ağır yoksulluk, işsizlik, kültür çatışması, çocukların eğitim sorunları, modernleşme içinde kimlik bunalımı gibi birçok ağır sorunla karşılaşıyorlar. Kürd kadını, bu sorunlarla baş etmede hazırlıksız kalmakta ve aileyi taşıyıcı güç olarak, ağır bir yükün altında eziliyor. Özellikle kentlerde büyük bir yoksulluk ve işsizlikle karşı karşıya kalan Kürd ailesi, hırsızlık, çetecilik, uyuşturucu, fuhuş gibi sorunların sosyal tehdidi altında yaşıyor. Çocuklar sokaklarda her türlü tehlikelerle boğuşarak çalışmak zorunda kalıyorlar. Evet, geçinme zorluğu nedeniyle çocuk işçilik de oldukça yaygın. Kürdistan’da yaşanan kadın intiharları, toplumsal bunalımın sadece bir yanını dışa vuruyor. İntiharlar, Kürdistan’da sosyal, ekonomik, cinsiyetçi koşullarla birlikte genel şiddet ortamının özel bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Kürdistan’ın kapalı toplum yapısı, ataerkil aile yapılanması, sömürgeci ve aile içi şiddet, feodalizm ve dinin ağır biçimde etkiliyor. Geleneksel değer yargılarındaki katılık nedeniyle, kadında güvensizlik ve umutsuzluk, çaresizlik psikolojisini derinleştiriyor. Başlık parası karşılığında veya istek dışı evlilik- 241 Alan Lezan – Letya ler, okula gönderilmeme, dar ilişkilere hapsedilme, kadın için karabasan olmayı sürdürüyor. Zorunlu göçün yarattığı nüfus yığılması, zorunlu kentleşmenin aynı ölçüde iş, eğitim, kültürel ve kentsel kurumlarla tamamlanamayışı toplumun geneli için büyük sorunlar yaratıyor. Potansiyel suçlu muamelesi, çatışmalar ve faili meçhullerin yarattığı genel şiddetin toplumsal bir travmaya dönüşmesi, çözümü olmayanlar için intihara yol açıyor. Gençlerle, geleneksel değerlere bağlı yetişkinler arasında çıkan kültür çatışması uyumsuzluğu, sorunları daha da derinleştiriyor. Yoğun aile ve çevre baskısı, küçümsenme, dışlanma, sınır ve kalıplara hapsedilme, eğitimsizlik, özellikle genç kadınlarla, sosyal yapı arasında çatışma yaratıyor. Bu çatışmaların yükünü paylaşacak kurumlar olmayınca büyük bir bunalım ortaya çıkıyor. Çözüm gücü olmayan, alternatif geliştiremeyen birey, ölümle yüz yüze geliyor.“ Vincent bunları duyunca ağzı açıkta kalmıştı. Letya bir yudum su aldıktan sonra kaldığı yerden devam etti: “Mücadele, kadının statüsünü değiştirmeye yol açtı ve sorgulama başlıyor. Her büyük sosyal ve siyasal hareket gibi, Kürd uyanışı da kadınları kitleler halinde içine katmıştır. Kürd sorununda hak eşitliği, Kürd dilini ve kültürünü sahiplenme mücadelesi kadınlar içinde de geniş bir yankı buldu. Kürd kadınları özellikle Newrozlar, Kürdçe eğitim, barış ve genel siyasi 242 Alan Lezan – Letya af eylemlerinde öne çıktılar artık. Kürd kimliğini, kültürünü ve dilini sahiplenmede, Kürd aydınlanmasında kitlesel bir kadın hareketi olarak ortaya çıktığını da söyleyebilirim.” Vincent ilkin düşündü sonra o da bir yudum su içti ve "Peki, bu mücadele Kürdistan’ın sömürgeci-feodal yapısını ne derece kırdı? Herhangi geniş bir gelişmeden söz edebilir miyiz?” Letya, "Elbette bu mücadele; aynı zamanda kadınların da geri feodal-aşiretçi toplumsal yapılanmanın ve kadını dar sınırlara hapseden aile yapısının kırılması, değiştirilmesi, modernleşme, demokratikleşme özlemlerinin de ifadesini bulduğu bir mücadele alanı oldu. Kendi cinsiyetçi-ataerkil-feodal zincirlerini kırma isteği, kadınlarda daha büyük kitlelerle siyasal mücadele alanına atılma sonucunu doğurdu. Kadınlar kitlesel mücadele içinde yer aldıkça, kadın ve aile sorunu, ulusal hareketin özel olarak eğilmek zorunda kaldığı bir alan oldu. Bu karşılıklı ilişki, sonuçta, Kürd kadının yaşam tarzında, modernleşmesinde ve siyasallaşmasında ciddi bir farklılık ve atılım yarattı. Siyasi mücadele içine giren Kürd kadını, bunun bedelini de en ağır şekilde ödemek zorunda kaldı. Yaşam ve özgürlük hakkının ortadan kaldırılmasının dışında, 243 Alan Lezan – Letya gözaltında cinsel taciz ve tecavüze uğrama gibi saldırılara da maruz kaldı. Sömürgecilerin gerillaya karşı yarattığı "iti ite kırdırtma” amaçlı Kürd kökenli köy koruyucularının ve diğer sömürgeci güvenlik güçlerinin tecavüzüne dair örnekler, yine bir kısım cesur ve öncü kadının girişimleriyle kamuoyuna taşındı. Şiddet ortamında korkunun sonucu, bazı hamile kadınlar çocuğunu düşürdü. Bazen korkudan dili tutuldu. Cinsel şiddet ve özellikle tecavüz yoluyla kadının aşağılanması, geri gelenekçi yapı içinde kadının baskılanması, toplumdan tecrit edilmesi, uyanış içindeki kadının mücadelesine ve kadın kimliğine ağır bir saldırı niteliği taşıyor diyebiliriz.“ Vincent yüzünde bir tebessümle; "Yani kitlesel Kürd kadın hareketi, bu ihtiyaca cevap verecek örgütlülük arayışlarına da girmiş ve kimi örgütlenmeler geliştirmiştir diyebilir miyiz?” Letya, "Evet, evet! Elbette, baro Kadın Komisyonları, Kürdistan’daki kadın sorunlarına saptayıcı, modernleştirici, değiştirici yöntemlerle eğiliyor; özellikle ceza ve medeni yasa bakımından eşitlik mücadelesi, kadınların aydınlatılması, şiddet karşısında başvuru yollarının geliştirilmesi yönünde ciddi bir çalışma ortaya koymaktadır. Ama bu çalışma maalesef yeterli değil.” 244 Alan Lezan – Letya Vincent, "Peki siyasal olarak Kürd Kadın Hareketi hangi aşamadadır?” Letya, "Uyanış içindeki Kürd kadını, demokratik siyasi partilerde örgütlenmede ciddi mesafeler kat etmiştir. Talepler üzerinden parçalı kimi örgütlenmeler geliştirmiş durumdadır. Zaman zaman bu hareketi Demokratik Kadın Platformu olarak birleştirmeye çalışıyorsa da, bu şimdilik yetersiz kalıyor. Siyasalkültürel-sosyal tam hak eşitliği, cinsiyetler arası eşitlik, sosyal yapının demokratikleştirilmesi; Kürd emekçiyoksul kadınlarının iş ve ekmek talebinin yükseltilmesi için birleşik-demokratik bir emekçi kadın örgütlenmesinin yaratılması ihtiyacı var önümüzde. Kürd kadın hareketi, daha da ileri taşıyacak bir güç olarak kendini dayatıyor. Kürdistan kadınları açısından metropollerde ve Kürd illerinde çalışma, ortak temel özellikleri yanında ayrışan yanları da bulunmaktadır. Ev kadınları için öne çıkan talepler yoksulluk, kuma, berdel, eğitimsizlik, iş ve gerici geleneklere, töre ve dinsel sınırlamalara karşı mücadele talepleridir. Genç kızlar toplumsal uyum, kimlik arayışı, eşitsizliğe, gerici gelenek ve değer yargılarına karşı mücadele, ulusal uyanış, sınıf talepleri uğruna mücadele, gerici eğitim sistemine karşı mücadele talepleri gün be gün yükseliyor. Ama sömürgeci sistem, özellikle büyük Kürd 245 Alan Lezan – Letya metropollerinde sosyal değişim, nüfus yoğunlaşması, işsizlikle beslenen arayışlar, kafe kültürü, günübirlik ilişkiler, uyuşturucu, genç kızların hayalleri ve özlemlerinin sömürülmesi ile yozlaştırılmasının dışında bir seçenek sunmuyor. Bu tehlikelere karşı mücadele, genç kızların sosyalleşme ve demokratik kültürle buluşmasının olanaklarını yaratmada önem taşıyor elbette.” Vincent, "anlıyorum ...” dedi. Letya akıcı biçimde devam etti; "Kürd halkının, yüzyıllardır baskı, zulüm sarmalı içerisinde insani tüm değerleri elinden alınmaya çalışılmıştır. Bu nedenledir ki Kürd halkı, sürekli olarak tüm imkânlarını seferber ederek, haklarını elde edebilmenin haklı mücadelesi ortaya koymuştur. Bu çabalarda, kadınlar da önemli bir duruş sergileyerek sosyal ve siyasal alanda yerlerini almış ve adını tarihe yazdırabilmiştir. Ama ne yazık ki, bu güne kadar tam kurtuluşunu sağlayamamıştır.” Vincent: "Evet! Bu çok acı bir gerçek” dedi. Letya, artık Vincent’e Kürdler hakkında hiçbir şey anlatmak istemiyordu, çünkü kendi morali zaten bu nedenle hep bozuktu ve Vincent’in moralini da kendi sorunlarıyla bozmak istemiyordu. Ama Vincent çok anlayışlıydı ve Letya’yı çok iyi anlıyordu. 246 Alan Lezan – Letya Vincent Letya’ya hep, "Şimdilik yapılacak hiçbir şeyimiz yok! O zaman günümüzün tadını çıkaralım, kim bilir belki yarın bir meteorit dünyaya çarpar ve bütün yaşam bir saniye içinde yok olur gider!” diyordu. Letya, Vincent’in bu tür düşüncelerine çok gülüyordu, ama Vincent de tabii hak veriyordu. Öte yandan bir toplumda eğer, kadın ve erkek eşit haklara sahip değildiyse o toplumun gelişmesi mümkün görünmüyordu. Bu nedenle Kürdistan’da, Batı’da 1968’lerde olduğu gibi bir zihniyet devrimini şarttı. Ama Kürdler bunu sömürgecilik altında nasıl yapacaktı? Kuşkusuz asıl sorun buydu. 247 Alan Lezan – Letya 22 L etya’nın 2003 yılının yaz aylarında Vincent ile İbiza’da yaptığı izin, hayatında bir dönüm noktası olmuştu. Deniz kenarında özgürce dans ederek, sevilir ve sevilirken kendinden geçerek, stres atarak yaşamın özünde çok güzel olduğunu anladı. Artık sanki dünyanın kapısı Letya’ya açılmış, yaşam başka bir anlam kazanmıştı. Özünde mutluydu ama Kürd toplumuna ait olması, zengin Kürdistan’ın halen feodalizmi yaşaması, sömürgeciliğin baskısı ve zulmü altında olması, kendisini çok üzüyordu. Belki de bu nedenle okuluna ve derslerine öylesine sarılmıştı ki, sanki bütün öcünü okulunu iyi yapmaktan çıkarıyor gibiydi. 'Başarılı olmalıyım!' diyordu kendi kendine, 'Mümkün mertebe başarılı!' Zaman geçmiş takvim Temmuz 2006’yı gösteriyordu. Letya bu son üç buçuk senede çok şey yaşamış, çok şey öğrenmişti. Bol bol sinema, opera ve tiyatroya, partilere ve konserlere gitmişti. Onlarca kitap okumuş, analiz etmişti. Televizyon, video bakmış, müzik dinlemişti. Prag, Paris, Lizbon, Barcelona, Viyana, Moskova, Varşova, Madrid, Londra, Budapeşte, Ro248 Alan Lezan – Letya ma gibi onlarca şehirleri ziyaret etmiş, bol bol gezmişti. En sevdiği filmlerin başın da "Matrix”, "Hero”, "Yüzüklerin Efendisi” ve Kevin Costner’in "Kurtlarla Dans” filmi geliyordu. Zaten İndianalıları çok seviyordu. İndianalılar ile ilgili nerede ne buluyorduysa alıp okuyordu. Aslında Hollywood filmlerini pek sevmezdi, daha çok off-sinemasına giderdi, ama bu filmlerdeki teknik Letya’yı sanki büyülemişti. Okuduğu kitaplar içerisinde en çok B. Traven ve John Steinbek’i seviyordu, çünkü onlar ezilenlerin hayatından anlatıyorlardı. Letya, bazen başıboş düşünmeyi, a-politik tartışmaları, havadan sudan sohbetleri yapmayı da öğrenmişti, ama bu daha çok kişilere göreydi. Tanıştığı insanlar çok türlüydü. Letya, 'Yaşa ve yaşat!' prensibini hayatta uygulamayı çok iyi öğrenmişti. Bu nedenle insanlara eskisi gibi ön yargılı yaklaşmıyor, daha çok bir insanı olduğu gibi kabul ediyordu. Anlaştığı en iyi arkadaşları Vincent, Afşan, Miyu, Ophelia, Luca ve Marc’tı. Letya, Vincent ile beraber olduğu için Marc ile eskisi gibi görüşmüyordu ama sık sık telefonlaşıyorlardı. Luca’yı zaten okulda her gün görüyordu, Afşan’ı ve annesini altı ayda bir ziyaret ediyor, başka da hep telefonlaşıyordu. Miyu ve Ophelia da zaten ortak konuktaydılar. 249 Alan Lezan – Letya 17 Temmuz 2006’da Letya’nın Okulu sona ermiş ve artık Almanya’nın her üniversitesinde okuyabilecek bir lise diplomasına sahipti. Okulunu pekiyi derece ile bitirmişti ama İngilizcesi istediği gibi değildi. Çünkü İngilizceyi ekonomi-politik okuyacağından 'anadili' gibi öğrenmek istiyordu. Bu nedenle bir yıl Amerika’ya 'au-pair' kızı olarak gitmek istiyordu ve internette yer için bir ajandaya kendini kaydetti. Bir hafta içerisinde New York City – Manhattan’dan 'Diamand' ailesi çıkınca Letya yüksek bir sesle 'Wow! Gökdelenler, her ülkeden insanlar ve kültürler binlerce sarı taksiler... Bu şehirde kesinlikle bir yıl geçirmeliyim!' dedi. Ophelia zaten New York’u avucunun içi gibi biliyordu ve Letya’ya "Sen hiç merak etme! Ben sana gereken yardımı veririm. Sen yeter ki git!” diyordu. Letya, bayan Dr. Sheila Diamand ile telefonla görüştü. Bayan Dr. Sheila Diamand siyah derili bir kadındı ve Letya’ya ailesinin çocuklar ile birlikte bir iki fotoğraf, mail ile gönderdi. Diamand ailesinin iki küçük çocuğu vardı. Lea adında beş yaşında bir kızı ve Jela adında da üç yaşında bir oğlu vardı. Ophelia bunu öğrenince, "Bu bir Yahudi soy ismidir ama kadın siyah derili, belki de eşi Yahudi’dir. Yahu250 Alan Lezan – Letya diler çok iyidir Letya bu fırsatı sakın kaçırma!” diyerek Letya’ya cesaret veriyordu. Letya sevincinden havaya uçuyordu. Görevi çocukları sabah uyandığında çocuk yuvasına hazırlamak ve götürmek, akşam da almaktı. Ayrıca evde bayan Dr. Diamand ve kocasına ev işlerinde, alış-verişte yardımcı olacaktı. Yani günde toplam 6 saati geçmeyecek şekilde evde çalışacaktı, ama bu bir hizmetçiden öteye aileye sadece yardım etmekti. Diamand ailesi Letya’ya her ay 260.- Dolar cep harçlığının yanında New York için metro ve otobüse binmesi için aylık kartı ve İngilizce kursunun parasını ödeyecekti. Letya, bu güzel haberi aldıktan sonra "İlk iş odamı kiraya vermek!” diye Miyu ve Ophelia’nın sırayla gözlerinin içine bakarak sessizce söyledi. Miyu, "Sen hiç merak etme!” dedi ve gülümseyerek "Ben senin odanı artık kiraya veririm. Sen en iyisi hazırlan ve New York’a gitmeye bak ki, biz seni ziyarete gelelim,” deyince üç kadın birden sesli güldüler... Letya, çayını içtikten sonra mutfaktan kalktı ve odasına gitti. Kendisini sırt üstü yatağına attı ve iki elini yüzüne kapattı: 251 Alan Lezan – Letya 'Allah’ım!' dedi, 'New York’a gidiyorum. Gerçek mi bu?' diye içinden söylendi, ve sevincinden göz yaşlarının yanaklarını okşadığını fark etti. Letya, dört hafta içerisinde bütün işlemleri bitirdi ve gerekli eşyalarını sırt çantasına koyarak uçakla New York’a uçtu. Uzun bir yolculuktan sonra kendisini John F. Kennedy International Airport’ta buldu. İnternet ve filmlerden tanıdığı bir sarı taksiye bindi ve bir kâğıda yazdığı adresi taksi şoförünün eline verdi. Diamand ailesi zaten kendisini evinde bekliyorlardı. Letya, Diamand ailesinin dairesine vardığında saat 18:00’e geliyordu ve çok heyecanlıydı. Hem New York’a ilk gelişiydi hem de geldiği ailenin dairesi 5 odasıyla Manhattan - Harlem‘de kocaman eski ama çok şahane bir binadaydı. Bu büyük ve zarif Neo-İtalyan Rönesans konak, New York'ta önemli binalardan bir tanesi sayılırdı. 1922 yılında yapılan bina harika dizayn edilmişti. Letya, taksiden indikten sonra binaya bakıp şaşırdı kaldı. Artık ne yapacaktı? Geriye dönüş mümkün değildi. Zili çaldı ve içeri girince sanki kocaman bir Şato’ya giriyordu. Merdivenler, duvarlar ve tavanlar harika dekore edilmişti. Letya, şaşkın, şaşkın merdiveni yukarı çıkarken bir kadın sesi İngilizce, "Sen Letya olmalısın. Bizde zaten seni bekliyorduk. İçeri gel Letya Lütfen!” dedi. Letya, kucağında küçük oğlu Jela ile bekleyen bayan Dr. Diamand’a teşekkür ettikten son252 Alan Lezan – Letya ra içeri girdi. İçeride mutfakta bay Dr. Diamand ve beş yaşındaki kızı Lea ile Letya‘yı sevinçle karşıladılar. Letya sırt çantasını koridora bıraktı ve herkese 'Hello! Nice to meet you!' dedikten sonra oturma odasına geçtiler. Lea, hemen Letya’nın yanına sokuldu ve „Senin adın nedir?“ diye sordu. Letya gülümseyerek: "Benim adım Letya, sen de Lea olmalısın değil mi?“ diye sorarak saçlarını okşadı. Hepsiyle hoş beş, hal hatır sorduktan sonra, derken bütün aile Letya ile birlikte akşam 19:00’a doğru mutfakta yemeğe oturdular. Harlem, New York kentinin bir semtiydi. Yaklaşık olarak sınırları, Manhattan adasının ortasındaki Central Park'ın kuzeyinden başlayıp, 155. caddede son bulurdu. Harlem’de çoğunlukla Afro-Amerikalılar yaşardı. Harlem adını Hollanda'daki 'Haarlem' kentinden alıyordu. New York'un "Nieuw Amsterdam” adıyla Hollanda egemenliğinde olduğu 1658'de, vali Peter Stuyvesant, Hollanda'daki "Haarlem” kentinden esinlenerek kentin bu bölümünü "Nieuw Haarlem”, yani "Yeni Haarlem” olarak adlandırmıştı. Diamand ailesinin evi Columbia Üniversitesi’nin yakınlarındaydı. Bay Prof. Dr. Natan Diamand bir mi253 Alan Lezan – Letya mardı ve Columbia Üniversitesi’nde hem mimarlık üzerine ders veriyor, hem de üç başka mimar ile orta büyüklükte bir mimar bürosu vardı. Bayan Dr. Sheila Diamand Nöroloji okumuştu ve iki başka Nörolog ile birlikte Harlem’de ortak bir büroda çalışıyordu. Yemekten sonra Bayan Dr. Sheila Diamand, Letya’ya oturdukları daireyi ve Letya’nın odasını gösterdi ve "İlk iki hafta sen hiçbir şeye karışmayacak, sadece bizim nasıl çocukları çocuk yuvasına hazırladığımıza bakacaksın,” dedi ve ekledi: "Ben sana ilk iki hafta içerisinde Harlem’i ve Manhattan’i biraz göstermeye çalışacağım. Biz sabah saat 5:00 ile 6:00 arasında uyanıyoruz, çocukları çocuk yuvasına hazırlıyoruz ve ondan sonra da işe gidiyoruz, akşam saat 17:00’de eve geliyoruz. Ben sana birkaç alış veriş merkezi göstereceğim, orada alış verişimizi iki hafta sonra sen yapacaksın. Ben sana tabii neler alacağını özel bir kâğıda yazacağım,” dediğinde Letya usul usul bayan Dr. Diamand’ı dinledi ve sonra; "Tamam! Ben alış verişi elbette severek yaparım. Sorun değil!' dedikten sonra, oturma odasına geçtiler. Bu arada Bay Prof. Dr. Diamand çocukları yatağa götürmüş ve bir bardak konyak almıştı. Sheila, ilkin profesöre bir göz attıktan sonra Letya’ya döndü ve "Biz birbirimize ön isimlerimizle çağırıyoruz. Eğer sizi rahatsız etmiyorsa, 254 Alan Lezan – Letya biz sizi de ön isminizle çağırmak istiyoruz, tabi sen de bizi!” Letya, "Memnuniyetle!” dedi ve üçü gülümsediler. Ertesi gün cumartesiydi ve bütün aile evdeydi. Kahvaltı yapıldıktan sonra Natan, Sheila’ya: "İstersen ben çocuklar ile nehrin kenarına gideyim sen de Letya’ya bugün Harlem’i gösterebilirsin,” dedi. Sheila, "Olur!” dedi. "Artık akşama evdeyiz!” diye cevap verdikten sonra Letya’ya döndü ve "Hazır mısın Letya?” diye Letya’ya sordu. Letya, "Evet gidebiliriz!” diye karşılık verdikten sonra iki kadın yola koyuldular. Harlem, New York’ta kesinlikle en enteresan insanların dolu olduğu bölgelerden biriydi. Sonra Manhattan’ın içini ve meşhur Brodway Caddesi’ni baştan sona gezdiler. Broadway Amerika'nın New York kentindeki Manhattan bölgesinde yer alan bir caddedir. Amerika’daki müzikal tiyatro gösterileri bu cadde üzerinde ve bu caddeye açılan sokaklarda bulunan tiyatro ve konser salonlarında zirveye ulaşmıştır. O yüzden de bu sokağın ismi Amerika'daki müzikal sanatıyla özdeşleşmiştir. Ayrıca Boadway’de her türlü insana rastlamak mümkündü. 255 Alan Lezan – Letya Sheila’nın anlattığına göre bu kentte sanatçılardan, bankacılardan, müzik yayımcılarından, menajerlerden, organizatörlere kadar herkes mevcuttu. New York Şehri, 19 milyon nüfusuyla Amerika'nın nüfus bakımından en büyük kentiydi. Yüzyıldan fazladır dünyanın en önemli ticaret ve finans merkezlerinden biridir. Şehir, medya, politika, eğitim, eğlence ve modadaki küresel etkilerinden dolayı, bir dünya şehri olarak kabul ediliyordu. Birleşmiş Milletler Genel Konseyi binasına ev sahipliği yaptığından, dış ilişkiler için de çok önemli bir merkez durumundaydı. Fakir semtlerinde ise, çok sayıda işsiz ve evsiz yaşar, çok sayıda da gecekondu vardı. New York, aynı zamanda bir göçmen kentiydi. Kentte yaklaşık 170 ayrı dil konuşulmaktaydı. Her üç kişiden biri Amerika dışında bir ülke doğumluydu. İngilizce çeşitli aksanlarla konuşulurdu. İngilizcenin yanı sıra İspanyolca da İngilizce kadar yoğun konuşulmaktaydı. Little Italy, yani Küçük İtalya semtinde İtalyanca, China Town’da, yani Çin mahallesinde de Çince konuşulurdu. Letya ve Sheila, China Town’a geldiklerin’de saat 14:00’e geliyordu ve çok yorgun olduklarından güzel bir Çin Restoran’ına oturdular ve yemek yediler. 256 Alan Lezan – Letya Sheila 38 yaşıyla iki çocuk doğurmasına rağmen Letya gibi uzun ince vücudu, nazik elleri, çikolata teniyle çok şık giyinmiş, vücuduna ve kendine gereken özeni çok iyi gösteren bir kadındı. Anlaşılan oydu ki, modayı sıkı takip ediyordu ama abartısız, eğlenceli ve güzeldi. Annesi bir İngiliz kadını ve babası da bir Afro-Amerikan’dı. Sheila’da bu tipteki melez kadınlar gibi, birçok açından şaşırtıcıydı ve erkeklerin uzun zaman boyunca beraber olmak isteyebileceği kadınlardandı. İki hafta içerisinde Sheila, Letya’ya Özgürlük Heykeli, Empire State Binası, Central Park ve Times Meydanı, Modern Sanat Müzesi, Guggenheim Müzesi ve Modern Tarih Müzeleri şehrin ilgi çekici bütün önemli mekânlarını, gökdelenleri, caddeleri, lokantaları, alış veriş merkezleri ve insanlarını bir bir gösterdi. Öyle ki, Berlin artık Letya’ya bir köy gibi geliyordu. Letya, son iki hafta içerisinde öğrendi ki, 46 yaşındaki bay Prof. Dr. Diamand’ın babası çok zengin bir Alman Yahudi’siymiş. 1933’te Naziler Almanya’da iktidara geldiklerinde İsaak Diamand her şeyini zamanında satmış ve birçok Yahudi gibi Amerika’ya sığınmıştı. Naziler "İsaak Diamand” ismini Yahudi ismi olduğundan zorlan değiştirmiş ve "Friedrich Löw” yapmışlardı ama Isaak Amerika’ya geldiğinden 257 Alan Lezan – Letya sonra yine eski ismini almıştı. Letya tüm bunları Natan’dan duyunca: "Kuzey Kürdistan’da yaşayan Kürdlerin de hemen hepsi Türk isimlerini taşıyorlar. Kürd isimleri halen yasaktır. Ayrıca Türkler sadece Kürdlerin ismini değil, dere, ova, şehir, köy, kent isimlerini de değiştirdiler!” deyince Natan ve Sheila hayretler içinde kalmış ve Sheila, "Kürdler gerçekten Orta Doğu’nun siyah derilileridir!” dedi. 258 Alan Lezan – Letya 23 G ünler hızlı geçiyordu. Letya New York’taki yeni evinde görevlerini iyi biliyor, işini bir robot gibi yapıyordu. Bu arada heyecanlı bir yaşam sürdürüyordu. Ev sahipleri ve çocuklar Letya’dan oldukça memnundu. New York gerçek anlamda multi-kültürel bir şehirdi. Letya İngilizce kursunda birkaç arkadaş edinmiş, onlar ile boş zamanında daima buluşuyor, New York’u geziyordu. Sabah erken uyandığından -hafta sonları hariç- gece hayatından uzak duruyordu. Akşamları internet üzeri Berlin’deki arkadaşlarıyla, Afşan ile Messenger üzeri görüşüyor, mailleşiyordu. Letya bir akşam oturma odasında film bakıyordu. Natan işten eve geldiğinde bir koltuğa oturup, Letya’nın izlediği filme baktı. Film bittikten sonra ikisi biraz film üzerine konuştuktan sonra Natan, Letya ya ; "Nasıl? New York yaşamına alıştın mı?” diye sordu. Letya ilkin durakladı ve sonra "Evet” dedi. "Alıştım sayılır!” 259 Alan Lezan – Letya Natan sağ kulağını eliyle hafiften kaşıdıktan sonra; "Güzel!” dedi ve hemen ekledi, "Bir dönem Bay Şaron’un Kürd liderlere gönderdiği mektupta, "Hayallerinizi ancak biz gerçekleştirebiliriz” söylediğini biliyor muydun?” Letya, şaşkın şaşkın "Hayır! Bilmiyorum,” dedi. "Bay Şaron ne zaman söylemiş bunu?” Natan, "Ben bay Şaron’un bunu ne zaman söylediğini kesin olarak bilmiyorum. Bir gazetede okumuştum, ama bildiğim kadarıyla Kuzey Irak’ta 100 bin Yahudi Kürd yaşıyor. Sanırım İsrail, Irak’taki Kürdlere verdiği bu destekle, hem kendi güvenliğini sağlama almak istiyor, hem de Kuzey Irak’taki Yahudilerin haklarını teminat altına almayı hedefliyor.” Letya düşündü ve Natan’ın böylesi bir mevzuyu neden açtığını anlamak istiyordu. ‘Belki de...’ dedi, ‘Benimle sadece sohbet etmek istiyor.’ Letya, Natan’a, "Belki de!” demekle yetindi ve bir yudum su içti. Natan, "Biliyor musun Letya? İsrail’in işi çok, çok zordur. İsrail eğer bu ğün 7 milyonluk nüfusuyla 300 milyonluk Arap dünyasını şah mat etmişse, bunu 260 Alan Lezan – Letya elinde bulundurduğu 150 tane atom bombasına borçludur. Yoksa İsrail bir gün bile ayakta duramazdı.” Letya, İsrail hakkında ne kadar az bildiğinin farkına vardığı için susmayı tercih etti. Natan devam etti: "İsrail Türklere yardım etmekle bence hata yapıyor, ama bunun kökleri çok eskilere dayanır. 1500 yıllarında 150 binden fazla Yahudi Engizisyon tarafından İspanya'dan sınır dışı edildiğinde, Osmanlı Devleti bu insanları topraklarında yerleşmeye davet eden tek ülke olmuştu. Bu tarihten sonra Yahudiler Osmanlı tarihinde çok önemli bir rol oynadılar. Özellikle 16. yüzyılda Yahudiler Osmanlı sarayında hekim, banker, diplomat görevlerini üstlendiler. Bu tarihten sonra saraydaki etkileri azaldıysa da Osmanlı tarihi boyunca ticaret, sanayi ve bankacılık dallarında, her zaman ön planda kaldılar. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra da Türk-Yahudi ilişkileri "dostluk” düzeyinde gelişmeye devam etti. Türkiye-İsrail ilişkileri 1949’da Türkiye'nin İsrail'in bağımsızlığını tanımasıyla doruğa ulaştı. Böylece Türkiye, İsrail'i tanıyan halkının çoğunluğu Müslüman olan ilk ülke oluyordu. Türkiye’de yaşayan Yahudilerin çoğu İsrail’e geri döndü, kalanlarda asimile edildiler. Bu nedenle İsrail, 261 Alan Lezan – Letya hem bir NATO ülkesi olarak Türkiye’ye, hem de Kuzey Irak’taki Kürdlere Orta Doğu’da ihtiyaç duyuyor.” Letya dikkatlice, "Sanırım Kuzey Irak ile ‘Güney Kürdistan’ demek istiyorsunuz?” deyince: Natan, "Özür dilerim... Aynen öyle! Ne yazık ki, Kuzey Kürdistan’da verilen gerilla savaşı komünistler önderliğinde olduğu için otomatikman onlar elbette Anti-Siyonist, Anti-Amerikancıdırlar. Aslında Kürdlerin bu politikadan hiçbir çıkarı yoktur. İsrail Bay Barzani’ye yardım ederken komünist Kuzey Kürdleri Filistinlilerin yanında İsrail’e karşı savaşıyorlardı. İsrail’in Türklere verdiği destek gibi Kürdlerin de Filistinlilerin yanında İsrail’e karşı savaşmalarını çok yanlış buluyorum.” Letya, koltuğunda kendisini düzeltti, derin bir nefes aldıktan sonra "Haklısın!” dedi. Çünkü Letya Kuzey'de mücadele eden gücün rüzgâra karşı işediğini anlamıştı. Natan, Letya’ya uzun uzun Knesset üyesi Luba’nın, 1966’da Mustafa Barzani’yle yaptığı görüşmede, Kürd devletinin kurulması için her türlü desteğin verileceği sözünü, Mustafa Barzani’nin 1973 yılında İsrail’e 262 Alan Lezan – Letya yaptığı ziyareti, Kürd ve İsrail arasındaki sıcak ilişkileri, bir bir anlatıyor, coşuyor, Kürdlere karşı büyük bir sempati beslediğini hiç gizlemiyordu. Letya ise ne diyeceğini bilmiyor, durmadan "Evet, evet” demekle onu onaylıyordu. Natan uzun konuşmalarının sonunda, "Biliyor musun Letya, neyin ne olacağını bilemeyiz ama Allah büyüktür. Bak bizim kızın ismi Lea. ‘Lea’ bir Yahudi kız ismi ve ‘Jela’ ise bir Afrika erkek ismidir. Babam benim Sheila ile evlenmeme karşıydı ama ben evlendikten sonra o da bu evliliği kabul etmek zorunda kaldı. Sheila’nın kendisi de melez. Belki bir gün gelecek ve dünyadaki bütün insanlar melez olur. Ama ondan sonra insanlar eşitlik içerisinde özgürce yaşar mı, dünya "cennet” olur mu onu da bilmiyorum. Neyse inşallah kafanı fazla yormadım, yarın erken kalkmamız lazım. Rus düşünürü Halfin 'Kürdler özgür olsaydı eğer, bugün dünyanın en uygar toplumu olurlardı' diye yazmıştı. Buna ben de buna inanıyorum... İyi geceler...” Natan, yatmaya hazırlanırken Sheila çalışma odasında masanın başında bir konuya dalmış okuyordu. Letya da kalktı yatmak için odasına gitti, yatağa uzandı ama yatamıyordu. Çünkü, sanki kafası Berlin’e geldiği ilk 263 Alan Lezan – Letya günler gibi karışmış, dünyayı, insanları anlamak istiyordu ama anlayamıyordu. Amerika dünyada bir süper güçtü ve isteseydi Orta Doğu’da bir günde yüz tane Kürd devleti kurardı, ama şimdilik bu çıkarına gelmiyordu. Sonra İsrail’i düşündü. Gerçekten İsrail 7 milyon nüfusuyla 22 Arap devletini şah mat etmişti. İsrail Amerika, Amerika ise İsrail’di. Devletler neden vardı? Yatağından kalktı Notbook’u açtı ve internette devlet üzerine olan birçok sayfayı okudu. 'Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu "tüzel varlık” olduğunu ve dünyada 195 tane tanınmış devlet bulunduğunu öğrendi. Bu devletlerin içerisinde 36 bin nüfusuyla Lichtenstein ve 486 bin nüfusuyla Luxemburg gibi devletler vardı. Ama Kürdler 40 milyon nüfusuyla her insani haktan yoksundu. Bir çocuk için anne ve baba neydiyse, bir halk içinde devlet oydu. Letya, Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin, "Kürd Devleti kurmak Kürdlerin en doğal hakkıdır” söyleminin çok önemli olduğunu düşündü. Bu, gelişigüzel veya herhangi bir düşünce açıklaması değildi. İsmail Beşikçi’nin dediği gibi bu düşünce hukuk tarihinde, siyasal düşünceler tarihinde ve devlet nazariyeleri tarihinde sağlam düşünsel te264 Alan Lezan – Letya melleri, sağlam düşünsel dayanakları olan bir görüştü. Doğal olan aynı zamanda doğru olandı. Doğal olana karşı olma, insani olana karşı olma anlamına geliyordu. Doğal hakkın, doğal hukukun zıddı olan reel hukuktur, yani pozitif hukuktur. Pozitif hukuk, reel hukuk ise, inkârı, imhayı, katliamları soykırımları meşrulaştırmaya çalışan bir hukuktur. Bu iki anlayış arasında derin bir çelişki olduğu açıktı. Kürdlerin kararlı, istikralı tutumları, istemleri bu çelişkileri aşacak, reel hukuk anlayışını deşifre edecek, hükümsüz kılacak güçteydi. Kürd kasabı Saddam, Güney Kürdistan’da petrol çıkarıyordu. Ondan kazandığı paranın bir kısmıyla helikopterler, savaş uçakları, zehirli gazlar alıp Kürdistan’a yöneliyordu. Bu tür insafsız ve insanlık dışı politikalar ile Halepçe’deki soykırımlar gerçekleşti. Amerika’nın müdahalesinden sonra Kürdlerin önü artık açılmıştı. Yani, Baas Partisi, Irak ordusu, El Muhabarat dağıtılmıştı. Bu, Kürdler’in önünü açmış ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi kurulmuş olduğundan büyük bir inşa faaliyeti başlamıştı. Yollar, okullar, hastaneler, evler, bankalar, fabrikalar yapılıyor, refah yükseliyordu. Zaten Kürdlerin öz devletinden başka hangi sömürgeci devlet kendi sömürgesini kalkındır- 265 Alan Lezan – Letya mıştı ki? Sömürgecilerin bir sömürgesini kalkındırdığı, dünyanın hiçbir yerinde görülmemişti. Kürdlerin, Orta Doğu’da önemli bir nüfusa sahip olmalarına rağmen, devletleşemedikleri için uluslararası politikada söz sahibi olamadıkları bilinen bir gerçekti. Lichtenstein ve Luxemburg gibi küçücük devletler, Kürdlerin kaderi üzerine söz sahibiydi, ama Kürdlerin 40 milyon nüfusuyla bu hakları yoktu. Letya, kendi kendine 'Bağımsız Kürdistan Devleti’nin zor ama imkânsız olmadığını' söyleyerek, "Amerika’nın Irak’a müdahalesinde, kim Kürdlerden Amerika’yı değil de, Kürd kasabı Saddam’ı desteklemesini isteyebilir?” dedi. Doğal hukuk, kişinin doğumla birlikte kazandığı, sahip olduğu haklardı. Bu haklar tartışılamaz, dokunulamaz, baskı altına alınamaz, devredilemez, engellenemez haklardı. Kişinin doğal hakları, sadece bireysel hakları kapsamaz, kişilerin bir arada yaşamalarından dolayı ortaya çıkan hakları, yani kolektif haklarını da kapsar. Buna da halkların ve milletlerin hakları denebilir. Hukuk tarihinde doğal hukukun, tabi hukukun büyük bir yeri vardı. 1689 İngiliz Yurttaşlık Hakları Bildirisi, 266 Alan Lezan – Letya 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, 1789 Fransız İnsan Hakları Bildirisi, 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisi, doğal hak, doğal hukuk anlayışının yaşama geçmiş pratikleriydi. Bu anlayış şüphesiz Kürdleri de özgürleştirecekti. Elbette devletin, özgürlükleri kısıtlayıcı bir siyasal yapı olduğu söylenebilirdi. Fakat çok ağır mağduriyetler, yoksunluklar yaşayan, darmadağın edilmiş, kendilerini değil hep başkalarını yaşamış Kürdler için, devletin gerekli olduğu şüphesizdi. Derlenip toparlanabilmek için bu kaçınılmaz bir gereklilikti. Letya dünyada var olan 195 devletin, bugün veya yarın ortadan kalkabilecek bir şey olmadığının bilicindeydi. "Eğer dünyada devlet olmayacaksa, o zaman en son olmaması gereken devlet Kürd devletli olsundu,” dedi ve mışıl mışıl uyumaya başladı. Letya, Kürdlerin işinin çok ama çok zor olduğunun bilincindeydi. Kürdlerin etrafı dünyanın dört despot ve faşizan devleti tarafından çevrilmişti. Bu despot ve faşizan devletlere karşı, hiçbir ülkeye dayanmadan mücadele etmek basit değildi. Düşmanın topu, tankı tüfeği vardı, ama Kürdlerin de çıplak yüreği ve ülkesine olan inancı vardı. Düşman Kürdlerin kalbinde, bu savaşı zaten kaybetmişti. 267 Alan Lezan – Letya 24 S heila, bir pedagoji öğretmeni gibi Letya’ya çocuklara nasıl doğru sınırlar koyacağını, onlara bağırmadan, sinirlenmeden, ceza vermeden nasıl söz geçireceğini bir bir anlatmıştı. Sınırlar, çocuklara korundukları, güvende oldukları ve değer verdikleri duygusu kazandırıyor, aile içi kurallara uymalarını, iş birliği yapmalarını, anne ve baba gibi ailedeki otoriteye saygı duymalarını sağlıyor ve sorumluluk kazandırıyordu. Sheila, sanki çocukları değil Letya’yı eğitiyordu. Letya, Sheila ve Natan’ın getirdiği önerileri tek tek dinliyor ve hiçbir kusur etmeden uyguluyordu. Ve öğrendi ki, bir çocuk düşe kalka yürümeyi, bir insanda deneye yanıla doğruyu öğreniyordu. Günün birinde Sheila ve Letya çocukları alıp Harlem’i gezerken, çocuk oyuncakları satan bir mağazanın önünde durup baktılar. O an, kucağında ayısıyla vitrinde oyuncaklarına bakan beş yaşındaki Lea, "Anne bana karşıdaki tavşanı alır mısın?” diye sordu. 268 Alan Lezan – Letya Sheila ise, "Eğer biz karşıdaki tavşanı alırsak, kucağındaki ayıcığın ağlar ve üzülür sonra. Bak, Lea beni sevmediği için tavşanı aldı diyecek. Sen ayının üzülmesini istiyor musun?” Lea, Letya’ya bir göz attı ve "Hayır istemiyorum!” dedi ve gülümseyerek kucağındaki ayıyı okşadı, öptü "Sen hiç korkma! Ben seni çok, çok seviyorum!” dedi. Letya, "Hadi gidelim Lea!” deyince Lea, "Hayır!” dedi. "Anne biraz daha oyuncaklara bakabilir miyim?” Sheila, "Tamam!” dedi. "Sana üç dakika zaman veriyorum!” Üç dakika sonra Sheila yürümeye başlayınca Letya’da yürüdü. Kimse Lea’ya bir şey söylemedi. Lea, annesi ve Letya’nın gittiğini görünce hemen paniğe kapıldı ve onları yakalamak için koşmaya başlayınca fena şekilde yere düştü ve ağladı. O an Letya hemen geri gitti ve Lea’yı yerinden kaldırdı. Sheila kızarak Letya’ya yaklaştı ve "Letya karışma Lütfen! Bırak kendisi kalksın!” deyince; Letya, "Ama o daha çocuk,” dedi. "Çocuklara yardım edilir!” 269 Alan Lezan – Letya Sheila, "Hayır!” dedi. "Çocuk eğitiminde sözlerden çok davranışlar etkilidir! Ben Lea’ya üç dakika senin yanında zaman tanıdım. Haber vermeden ayrıldık ki, üç dakikanın ne kadar süre olduğunu anlasın. İkinci olarak; Lea zamanı doğru kullanmayıp paniğe kapıldı ve kendisi düşmesine sebep oldu. Lea, düştüğü yerde kimsenin yardımı olmadan kendisi kalkacak yaşta ve yetenektedir. Senin yardımına bu nedenle ihtiyacı yoktur. Eğer sen yardım edersen bir daha yalnız düşerse hep birisinin kendisine yardım etmesini isteyecektir ve bu da doğru değildir.” Letya, "Özür dilerim!” dedi. Sheila bu sefer nazik bir davranışla: "Biliyor musun Letya? Senin bu davranışın bizde de eski Hristiyan kültüründe vardı. Ama çağımız rekabet zamanı. Başarılı olmak için güçlü olmak ve çok çalışmak zorundayız. Amerika ancak bu anlayış ve yaklaşımla dünyada bir süper güç olabildi.” Letya, ilkin "Senin bu anlattığın bir ‘dirsek toplumudur!’ diyecekti ama Sheila haklıydı, çünkü bu bir gerçekti. Amerika sosyal yardım kurumu değildi. Herkes her ne yapıyorduysa çıkarı gereği kendisi yapıyordu. Kürdlere de ancak Kürdler yardım edebilirdi. Ama burada esas olan Kürdlerin Amerika gibi dev bir güç270 Alan Lezan – Letya ten nasıl yararlanacağıydı. Amerikalılar, Almanlar kadar her işte dipsel, düzenli ve titiz olmasalar da, eğitime büyük önem veriyorlardı. Kürdlerde ise eğitimin E’si bile yoktu. Sömürgeciler Kürdlerin eğitim başta olmak üzere, her doğal hakkını gasp etmişlerdi. Eve geldiklerinde Natan, Letya’ya başta Amerika olmak üzere, Çok Uluslu Koalisyon Kuvvetleri’nin Irak’ta, Saddam katilini sabahın erken saatlerinde başkent Bağdat'ta açıklanmayan bir yerde asılarak idam edildiği haberini verdi. Takvim 30 Aralık 2006'yı gösteriyordu. Letya, heyecanlı, heyecanlı Natan ve Sheila ile uzun sohbet ettikten sonra televizyonun önünde ayrılmıyor, Saddam katilinin nihayet bertaraf edildiğine oldukça seviniyordu. Akşam 22:00’ye doğru yatmaya gitmeden önce Vincent ile görüştü. Vincent, birçok Alman gibi Amerika’nın Irak savaşına karşı çıkıyordu ama diğer yandan Kürd kasabı Saddam’ın bertaraf edilmesine o da çok seviniyordu. Letya, Vincent ile uzunca görüştükten sonra yatağına uzandı ama heyecandan uyku gözüne girmiyordu. Kürdler Güney Kürdistan’da gerçekten özgür müydü artık? Başkan Bush kararlı gözüküyordu. Güney Kürdleri bu fırsattan yararlanıp bağımsızlığını bile ilan edebilirlerdi, çünkü zaten birinci Kör- 271 Alan Lezan – Letya fez Savaş’ından sonra devletlerinin temelini atmışlardı. Letya, az uykuyla sabah saat 5:00 sularında uyandı ve yavaş yavaş çocukları hazırladıktan sonra, çocuk yuvasına bırakıp geldi. Televizyonda haberlere baktı. Sonra hazırlandı ve İngilizce kursuna gitti. İngilizce kursunda herkes katil Saddam’ın idamını konuşuyordu. Portekizli İnes adında bir kız "Nihayet bir tiran daha tarihin çöp tenekesini boyladı,” diyordu. Letya ise İngilizce kursundaki öğrencilere şu hikâyeyi anlattı: “Nuri Said Paşa 1950’lerde Irak Başbakanı’yken, İran şahı Muhammed Pehlavi ve dönemin Türkiye Başbakanı olan Adnan Menderes ile çok iyi ilişkileri vardı. Bu üçü Irak ve Kürdistan’da adeta terör estiriyor, hem Irak, hem de Kürd halkının kanını emiyorlardı. 1956’da, Bağdat’ta öğrenciler ayaklandı. Irak rejimi öğrencilerin üstüne panzerlerle gitmiş ve onlarca öğrenciyi katletmişti. Onlarcasının da Dicle nehrinin bir köprüsünden aşağı atılmış ve suda boğulmuşlardı. Semra Hanım, Nuri Said’in katlettirdiği Diab adlı bir öğrencinin annesiydi. Otuz yıl hizmetçilik yapmış, çocuğunu yetiştirmiş ve okutmuştu. Olup bitenleri 272 Alan Lezan – Letya öğrenir öğrenmez üniversiteye koşmuştu. Köprübaşına vardığında kanlar içinde Dicle nehrinde yüzen oğlu Diab’ın cesedini görmüştü. Göğe doğru iki elini açarak: "Yarabbi sen oğlumu aldın, bari bana nasip et ki ben de burada Nuri Said Paşa’nın idam ipini çekeyim!” diye dua eder. 1958’de Irak’ta devrim olur. Kral Faysal ve ailesi devrim gecesi idam edilir. Nuri Said Paşa saklanır ve üç gün sonra kadın kıyafetiyle yakalanıp kurşuna dizilir. Cesedi bir cipin in arkasına bağlanarak sokaklar da dolaştırılır. Tam Dicle köprüsünün başına getirilmişti ki, Semra Hanım arabanın önünü keser ve komutana iki yıl önceki duasını anlatır. Komutan askerlere hemen köprübaşında bir idam sehpasının kurulmasını emreder. Nuri Said Paşa’nın leşi Semra Hanım tarafından ipe çekilir.” 273 Alan Lezan – Letya 25 D iamand ailesi haftada birkaç kez çocuklar ve Letya ile birlikte şık restoranlarda yemeğe gidiyorlardı. Amerikan mutfağı iyi olmadığından, genellikle İtalyan, İspanyol, Sri Lanka, Japon, Çin ve Hindistan restoranlarını gidip, en lezzetli yemekleri yiyorlardı. Letya Berlin’deki büfe kültüründen sanki kurtulmuş, dünyanın en kaliteli yemekleriyle tanışmıştı. Amerika, Letya’nın giyim kuşamını da oldukça değiştirdi. Berlin’deki gibi biraz hippi ve eksantriklik görünüşünden daha çok, modaya uygun elbiseler giyiniyordu. Bu elbiseler için parası yoktu, ama Sheila’nın elbise dolabı, çağdaş modaya uygun elbiseler ile doluydu. Letya ve Sheila’nın boyları ve kiloları neredeyse aynıydı. Bu nedenle Sheila elbiselerinin bir kısmını Letya’ya hediye etti. Letya, elbiselerin diğer kısmını da kendisi satın aldı. Öyle ki Letya’nın dış görünümü modern ve şık, hatta 'yuppi' diyeceğimiz insanlara benziyordu. Renk, en çok dikkat edilmesi gereken unsurlardan biriydi. Kıyafetler, verilmesi gereken mesajların önüne geçmemeliydi ve hedef kitleye aykı274 Alan Lezan – Letya rı olmamalıydı. Letya, artık bir 'First Lady'nin, sadece rafine ve zarif giyinmesi gerektiğinin yeterli olduğu düşüncesinin, demode bulunduğu bir çağda yaşadığının bilincindeydi. Çünkü attığı her adımının, izlenen böylesi kadınların, aynı zamanda trendlere ayak uydurmaları da gerekiyordu. Artık New York’ta dolaşan modern ve trend giyinmiş kadınlardan bir tanesiydi. Sheila ile birlikte bazı akşamlar kulüplere ve barlara gidince, kendinden emin ve kendine oldukça güvenen bir kadındı. Sheila ve Natan’ın Kütüphanesi kitaplar ve plaklar ile dolmuş taşmıştı. Gerek Natan gerekse Sheila klasik ve caz müzik dinliyor, klasik ve caz konserlerine gidiyorlardı. Süreç içerisinde, Letya da onların dinlediği klasik ve caz müziğini dinleye dinleye, sanki başka bir dünyaya ayak basmıştı. Letya, akşam çocuklar yatağa gittikten sonra, bazen oturma odası boş olursa, en rahat koltuğa uzanır ve saatlerce klasik ve caz müziği dinler ve ruhunu dinlendirirdi. Letya, anladı ki müzik insanlığın evrensel dilidir, ruhun gıdasıdır ve ülkesi yoktur. 275 Alan Lezan – Letya 26 L etya, New York’ta son gününü Diamand ailesiyle Empire State Building’in panoramasında geçirdi. Güneşli bir gündü ve gökte tek bir bulutçuk yoktu. Buradan, insan New York, New Jersey, Pennsylvania, Connecticut ve Massachusetts'i kuş bakışıyla görebiliyordu. Akşam eve geldiklerin de yine Letya için bir vedalaşma töreni gelmiş dayanmıştı. Letya, çok sevdiği ve alıştığı küçük Jela ve Lea’yı, büyük saygı duyduğu Diamand ailesini, onların zeki ve saygın akademik arkadaşlarını, İngilizce ve Harlem’de tanıdığı onlarca kişiyi geride bırakmak zorunda kalacaktı. Sabah erken saatlerinde, aşağı yukarı dokuz saat uçak yolculuğundan sonra, Letya Berlin’e vardı. İşlemler bittikten sonra, çok özlediği ve aylardır görmediği, hasretini derinden çektiği Vincent’in kucağına koştu. İki sevgili doyasıya sarılıp birbirlerini okşayıp öpüştükten sonra Vincent’in evine gittiler. Vincent güzel bir yemek yapmış ve her şeyi hazırlamıştı. Bu arada belirtmek gerekiyor ki, Vincent, Let276 Alan Lezan – Letya ya’yı sömestr tatilinde New York’ta altı haftalığına ziyaret etmiş, birlikte New York’un gece hayatının tadına varmışlardı. Ertesi gün Letya evine gitti ve ortak konuttaki arkadaşlarına kavuştu. Letya’nın odası iki hafta önce boşalmıştı. Miyu, Letya’nın odasını İspanyalı bir kız öğrencisine bir seneliğine kiraya vermişti. Letya odasına girdiğinde İspanyol kadının odaya sinen güzel kokusunu hissetti. Vincent, Letya’nın eşya dolu bavulunu bir köşeye koydu ve mutfağa kahve yapmaya gitti. Letya sırt çantasını da bavulun yanına bıraktı. Kendi kendine "Bir sırt çantasıyla gittim ve bir bavul dolusu elbiseyle geri geldim,” diyerek yüzünde bir tebessümle mutfağa gitti. Vincent, Letya’ya, "Neden gülüyorsun!” diye sorunca, Letya, "Ben gerçekten bir çingeneyim!” dedi. "Her yerde elbise ve eşya topluyorum,” deyince bu sefer ikisi sesli güldüler. İki hafta sonra Letya artık Berlin Özgür Üniversitesi’nde ekonomi-politik öğrencisiydi. Öğrencilerin çoğu daha çok gençti ama Letya’nın yaşında da yeterince öğrenci vardı. Çoğu zengin ailelerden geliyor, 277 Alan Lezan – Letya şık giyinmiş, büyük ve sportif arabaları vardı. Letya, bu arada biriktirdiği birkaç kuruşuyla ehliyet kursuna da yazıldı. Akşamları boş zaman bulursa Kürd forum ve sitelerinde gezinirdi. Bir akşam Sevê Evin Çiçek’in "Esir Alınmış Koçgirililer!” yazısını okuyunca dayanamadı ve saatlerce yatağa uzanarak ağladı. Sevê Evin Çiçek’in yazısı, "İbil Pano Koçgiri’nin dedem Ap Temur’un anlatımları: Oğul, oğul siz yokluk görmediniz. Biz açlıktan dolayı çarıklarımızı bile yedik” cümlesiyle başlıyor ve bu yaşlı insanın başından geçenleri anlatıyordu. Dede, 1. Dünya Savaşı bittikten sonra Memê, Sıko, Alık yani iki amcasının ve babasının Kürd askeri yapılanması için asker olduğunu ve erkeklerin Kürdlerin haklarını elde etmek, korumak için bir araya toplandığını anlattığını yazıyordu. Köye gelenler olmuş ve onları ikna ettikten sonra eli silah tutan Kürd erkekleri gitmişler. Kimse onları zorla götürmemiş. Gönüllü ve bütün teçhizatlarını yanlarına alarak, silahı olan silahını, hançeri olan hançerini alıp, giyinip gitmişler ve kendi bölgelerindeki Kürd askeri birimleri içinde helallaşarak yer almışlar. Dede "Bir daha da kendilerini göremedik, geri gelmediler, bir haber alamadık” diyor. 278 Alan Lezan – Letya Geride kalanlara gelince, kış günüymüş. Her taraf karla kaplıymış. Askerler, köylerin, yerleşim birimlerinin etraflarını sarıyorlar. Köy sakinlerini evlerden çıkarmaya başlıyorlar. Köylüler ne olduğunu anlayamıyor. Yaşlı dede şöyle anlatıyor: "Ne yapmak istiyorlardı? Ki daha önce komşu köylerdeki Ermenilere ve Rumlara aynısı yapılmıştı. Çığlık atan çocuklar, korku, panik, telaş, ağlama, birbirimize sarılıp ağıt yakmalar... Köyümüze gelen yabancılar, askerler kendilerine karşı direnenleri evlerinin içinde, köy ortasında herkesin gözleri önünde öldürdüler. Ben, bir kız kardeşim, diğer yakınlarımız, köylülerimiz, köylerimize gelen askerler tarafından iplerle birbirimize bağlandığımızı, ne yapılacağını, nereye doğru götürüleceğimizi bilmiyorduk. Aynen Ermeni ve Rumlara yaptıkları gibi yanımıza yiyecek almamıza dahi izin vermediler. Üstümüzde bulunan elbiselerle yola çıkarıldık. Esir konvoyları olur ya aynen öyleydik. Memleketinde, toprağı üzerinde, evinde esir alınmış, dipçik darbeleri altında iplerle birbirlerine bağlanmış, hakaret, zulüm altında yürütülüyorduk. İttihatçıların yönettikleri, Kürdleri sürgün etme emri verdikleri askerler, sadece kaçabilenleri, ulaşamadıkları, gidemedikleri köylerde yaşayanları sürgün yolculuğuna çıkaramadılar. Bizleri karda, buzda yürütürlerken, yolda diğer yerleşim birimlerinden toplayıp, bir279 Alan Lezan – Letya birlerine bağladıkları insanlarımızı da, içinde bulunduğumuz esir konvoyuna katmaya devam ediyorlardı. Yerleşim birimlerinden bazılarının isimlerini verecek olursam; Gerni, Bozo, Çiçegali, Resulan, Qalqan, Çıragedig, Mecid, Cibo, Qurıçay’a, Kemah’a diğer nahiye, kaza ve Erzingan’a bağlı köyler. Biz Refahiye’ye bağlı olanlar idari olarak Erzurum vilayetine bağlıydık. Açtık. Tir tir titriyorduk. Biz erkek çocukları bellerimizdeki kayışları, deri kemerleri karla ıslattık. Ben ve kız kardeşim deri kemerimi kemirerek yedik. O bitince çarıklarımızı yemeye başladık. Çarıksız kaldığımız için ayaklarımız kar da yanıyorlardı. Ot yoktu ki yürürken ot toplayıp da yiyebilelim. Kar, fırtına, buz, açlık, korku. Herkes yürüyebildi mi? Hayır. Dayaktan, açlıktan dolayı yürüyemeyenler, güçsüz olanlar, bebekler, çocuklar, yaşlılar yolda bırakıldılar. Kendilerine Kürdleri sürgün etme, kırma emri verilen özel görevliler, emre göre davranıp, onları kenara itekliyorlardı. Bu insanlarımız 2-3 metre karın olduğu o soğukta dondular. Ya da daha donmadan kurtlar tarafından yenildiler. Bizi memleketimizden dipçik zoruyla yola çıkaranlar bu insanlarımızı doğrudan öldürmediler. Çünkü kurşun harcamak istemiyorlardı. Birden can vermelerini istemiyorlardı. Karın, buzun içinde acı çekerek dakika dakika ölüme yaklaşmalarını istiyorlardı. Daha canlılarken kurtlara yem olmalarını istiyorlardı. Kız kardeşimle birlikte karın içine düşen, yuvarlanan, inleyen, ağıt yakan insanlarımıza bakıyor, birbirimize sarılıyor ve ağlaya ağlaya yürüyorduk. 280 Alan Lezan – Letya Bizler, Eleziz’e doğru yola çıkarılmıştık. Eleziz’e vardığımız da dövüle dövüle yola çıkarılan insanlarımızın yarıdan fazlası kırıldı, yani öldü. Mustafa Kemal ve arkadaşları Kürd sürgün kararını uygulamaya koydukları, ilk andan itibaren, istedikleri şekilde sonuç almaya başlamışlardı. Her gün kırılıyor ve nüfus olarak da azalıyorduk. Bizi Elaziz garına götürdüler. Guruplara ayırarak trenlere bindirdiler. Ben orada kız kardeşimi kaybettim. Bir daha da bulamadım. Treni hiç durdurmadılar. Tren de ölenleri dışarıya doğru fırlatıp atıyorlardı. Ne inancımıza göre cenaze merasimlerimiz yapıldı, ne de insanlarımız gömüldüler. Gece, gündüz fark etmiyordu. Öldüğünü his ettiler mi, alıp fırlatıyorlardı. Ne dirimize ne de ölümüze saygıları vardı. Ki biz inancımıza göre güneş varken, karanlık olmadan ölülerimizi yıkar ve gömeriz. Trenler Bursa ve Estanbol güzergâhına doğru sürülmüşlerdi. Bizi Estenbol’a getirip bir askeri kışlaya yerleştirdiler. Nereye biliyor musun? Bizleri Haliç gemi tersanesinde çalıştırmaya başladılar. Esir alındık, sürüldük ve çalışma kampı koşullarında zorla devlet için çalıştırıldık. Askeri kontrol altında hareket ediyorduk. Bundan dolayı da bizler Hasköy ve Halıcıoğlu’na yerleştik. Bu semtler de gecekondular yapıp, yaşamaya başladık. Bir müddet geçti. Biz esir alınışı- 281 Alan Lezan – Letya mızı ve orada esirler gibi çalışmaya mecbur edilişimizi kesinlikle kabullenemedik. Hep kaçma, geriye gitme, toprağımıza basma, yakınlarımızı görme özlemi çekiyorduk. Kim öldü, kim kaldı, kim nerede? Bilemiyorduk. Koçgiri’de kalabilenler ne durumdaydılar? İçin içini kemiriyor. Etrafın askerle sarılıdır. Kendileri için çalıştırmasalar, köle işçilere ihtiyaçları olmasa bizleri de sağ bırakmazlardı. Kürd işçi taburlarıyla devletin ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Çanakkaleli birisiyle Haliç’de tanıştık. Gizlice konuştuk ve durumumuzu kendisine anlattık. Vatanımıza, Koçgiri’ye gitmek istediğimizi belirttik. Adam durumumuzu anlayınca dönüş için bize yardım edeceğini belirtti ve etti. Biz dört kişi gizlice tersaneden kaçmaya, yola çıkmaya karar verdik. Adam bize yardım ediyordu. Haliç’ten itibaren saklana saklana Çanakkale’ye geçtik. Bir hafta o adamın odunlarını kırdık. Bize 50 kuruş verdi. Ayrıca bizi götürüp bir deniz aracına bindirdi. Biz Kerasous’a kadar gittik. Orada indik. Oradan da yürüye yürüye Koçgiri’ye kendi köyümüze vardık. Biz Haliç tersanesinde esir işçiler olarak çalıştırılırken Koçgiri’de Kürd soykırımı yapılmıştı. Mustafa Kemal, Koçgiri’ye askeri sefer düzenleme istemini arkadaşlarından oluşan bakanlar kurulunada onaylatmıştı. Bakanlar kurulunun kararıyla ordular düzenlenmiş ve "Kürd’ü kırın” emri verilmişti. Kerasous’dan (Gire282 Alan Lezan – Letya sun) Koçgiri’ye doğru ilerlerken, Kürd Alevi düşmanı, Osmanlı Paşa’sı Mustafa Kemal’in özel emriyle bizzat görevlendirilen, Laz Topal Osman’a bağlı çeteler tarafından öldürülen Koçgirililerin cesetlerini görmeye başladık. İrkiliyorduk, sarsılıyorduk, ağlıyorduk. Koçgiri bölgesinin sınırlarına girene kadar sevinçten ağlamıştık. Girdikten sonra ise acıdan ağlamaya başladık. Geçtiğimiz yerleşim birimlerinde, yol kenarlarında, evlerin yakınlarında, köylerin dışında öldürüldükleri yerlerde bırakılan, gömülmeyen, gömülemeyen insanlarımız ve telef edilen hayvanlarımızın iskeletlerine baka baka Koçgiri köyüne doğru ilerledik. İnsanlar öldürüldükleri, öldükleri yerlerde çürümüşlerdi. Hayvanlar da aynen öyle. Çok sayıda köy boştu. Yakılan, yıkılan evlerin görüntüleri zulmün boyutunu gösteriyorlardı. Bizler öyle bir acı çektik ki nasıl tarif edebilirim? Bilemiyorum. Askeri kontrol alanından kaçıyorsun, uçarcasına vatanına dönüyorsun ve cesetlere baka baka ilerliyorsun! Şimdi televizyonlar da I. ve II. Dünya Savaşları’nın görüntülerini verdiklerinde ben hep o günleri hatırlıyorum. Asker ölülerinin yerinde gözümde Koçgiri Kürd’ünün cesetleri canlanır, film geçmeye başlar. Hayvan ölüleri de farklı. Orduların kullandıkları atlarla, sivil köylülerin hayvanları bir değil. Ama çok kötü hatırlatma yapıyor. Köye vardık ki evler bütün hey283 Alan Lezan – Letya betleriyle yanmış, yıkılmış halde duruyorlar. Yiyecek yok ve kıtlık var. İnsanlar yiyecek bir şey bulamıyorlar. Tohum, hayvan bir şey bırakılmamış ki! Osmanlı askerinin girdiği yer çöle dönerdi. Koçgiri de çölleştirilmişti. Çalmışlar, yemişler, hayvanlarına yedirmişler, el koyup kendileriyle götürmüşler. Sağ kalabilen insanlarımızsa açtılar. Biz kendi yiyeceğimizi insanlarımızla paylaştık. İnsanlarımızdan parası olanlar da alış veriş yapamıyorlardı. Çevre yerleşim birimlerinde yiyecek satılan yerler, Kürd olmayanlara aitti. Memleketimize yerleştirilen bu bakkal sahipleri aynen askerin, devletin ağzıyla, tavrıyla bizlere yaklaşıyorlardı. Yiyecek almaya gidiyorduk. Adamlar özel olarak tembihlenmiş olmalıydılar ki, dükkânlarının kapılarını, camlarını kilitliyorlardı. İçeri girmemize dahi izin vermiyorlardı. Bizlere hiçbir şey satmıyorlardı. Angora’da askeri karargâh kuranların buradaki dilleri, elleri bu nahiyelere, ilçelere, köylere yerleştirilen kişiler, Kürd olmayanlardı. Resmen bizlere düşmanlık yapıyorlardı. Adam yiyecek satmıyor. Bu tavır ne anlama geliyor? Ankara’daki askeri hükümet mensupları sizin ölmenizi istiyorlar. Bu istekten, emirden dolayı sizlere yiyecek satmıyoruz. ‘Açlıktan ölün, geberin!’ Ankara’daki hükümet sürdü, kırdı bu yetmedi. Çevredeki Kürd olmayan insanlarla da 284 Alan Lezan – Letya bizleri karşı karşıya getirmişlerdi. Dövüştürmek istiyordu. Onların eliyle de bizi aç bırakıyorlardı. Kıtlık, açlık Koçgiri bölgesinde çok etkiliydi. Bir şey kalmamış ki sağ kalabilen insanlarımız eksinler. Ne tohum, ne de hayvan. Hayvanları ya öldürmüşler, ya kesip yemişler ya da toplayıp götürmüşler. Sahipsiz kalan hayvan da dağ da, orman da Kurda kuşa yem olmuş. Çeteler, müfrezeler yakmadıkları yiyecekleri de, ya yemişler ya hayvanlarına yedirmişler, ya da götürmüşler. Evleri yaktıkları için evlerdeki her şey yanmış. İnsanlarımız taşı, toprağı mı yiyeceklerdi? Öyle bir duruma düşmüştük ki, köyünde kendisi için üreten insanımız, bu kırımdan dolayı hizmetkâr, çoban olmuştu. İnsanlarımız Kürd Alevi olmayan insanların yaşadıkları yerleşim birimlerine gidip, aile fertlerini yaşatabilmek, sağ kalabilmek için çobanlık, hizmetkârlık yapıyorlardı. Yaban ekmeğe, karın tokluğuna çalışıyorlardı. Oğul sen Koçgiri’de Kürd Alevilerin kulaklarının kesildiğini de bilmezsin! Köleleştirilenler, esir alınanlar damgalanırlar öyle değil mi? Aha filmlerde, belgesellerde görüyorsun. Afrika’dan esir alınanlar, Amerika kıtasına kadar nasıl götürülüyorlar. Çiftliklerde nasıl çalıştırılıyorlar. Bizler Estenbol’da köle, esir Kürd işçiler olarak çalıştırılırken, Koçgiri’de de Mustafa Kemal bizim insanlarımızı damgalatmayı da başarmıştı. Hem de ömür boyu silinmeyen bir izle 285 Alan Lezan – Letya damgayı vurdurmuştu! Damgalananın kimlikleri belliydi. İnsanlarımızın birer kulaklarını kesmişlerdi. Niye mi? Aç kalan insanlarımız diğer yerleşim birimlerinde de hizmetkâr olarak çalışmaya başlıyorlar ya, çalışıyorlarken, gelip giderlerken kendilerini görenler Kürd olduklarını anlasınlar! Görüldükleri yerde belli olsunlar. Zor, şiddet kullanarak insanlarımızın birer kulaklarını kesiyorlar. Yani "Bu vahşi bir Kürd’tür. Güvenme, yaklaşma, ilişki kurma, uzak dur, baskı uygula, açlıktan ölse de yiyecek verme, dost olma, sıcak davranma, sürekli dışla, aşağıla, Türkçe konuşmayı öğret, zorla, kendisine yabancılaştır, bunun için gerekli zemini hazırla. Mecbur et. Seçeneksiz bırak. "Birer kulağını kestiği Koçgirili aile mensuplarını yine rahat bırakmıyor. Koçgirili Kürd Alevi çocuk için de şart koşuyorlar; "Sağ kalmak istiyorsa, Kürdçe konuşmayacak. Düzenli olarak camiye gelecek. Hoca’nın denetiminde Kur’an okumayı öğrenecek. İslam’ın şartlarına göre yaşayacak. Yani esir dil, yön değiştirecek. Siyah derili, derisini yüzecek, ya da öfeleye öfeleye beyazlatacak! Beyaz derili olmak için ne gerekiyorsa kabul edip yapacak. Siyah olduğu halde ben siyah değilim ki, ben senden önce beyazdım diyecek. Kürd, Kürd olduğunu unu286 Alan Lezan – Letya tacak. Çoban, hizmetkâr olduğu köydekilerin konuştuğu dili öğrenecek ve konuşacak. Muhammedileşecek. Arap çöllerindeki Muhammed’in getirdiği şartları Koçgiri’de benimseyecek, Kürd’ün toprağına, Kürdlüğüne yabancı bir dinin inananı, uygulayanı olacak. Osmanlı paşaları da isteklerine kavuşacaklar. Bu insanların yüzlerine haykırılan; ‘Açlıktan ölmek istemiyorsanız, aynen Amerika kıtasındaki çiftliklere götürülen çalışacaksınız. Bu da yetmez, devletin istediği gibi döneceksiniz, dönme olacaksınız. Ziyaretlerinizi, Xızırınızı, ibadetlerinizi kısa bir sürede terk edip, bizim gibi ibadet edeceksiniz!’ Oğul bu zulüm değil de nedir? Başka bir ismi, izahatı var mı? İnsanlarımız sağ kalabilmek için kendilerine dayatılanları kabul ettiler. Çocuklarımız camilerde hocalar tarafından eğitildiler. Zaman içinde dillerini de inançlarında unuttular ve döndüler. Oğul, Osmanlı paşalarının şiddet kullanarak kendi yollarına, özlerine düşman ettikleri, dönderdikleri, osmanlının dönmeleri, her türlü şiddeti kullanarak bizim insanlarımızı da dönderdiler. Sürerek, kırarak, döndererek bizleri hep azalttılar. Ne oldu biliyor musun? Kerasous’dan (Giresun), Karahisar-ı Şarki’den bir heyet Koçgiri’ye geldi. Ben bizzat bu heyeti karşılayan Kürdler içinde yer aldım. Bu insanlar Mustafa Kemal’in özel görevlendirmesi, 287 Alan Lezan – Letya alay düzenlemesi ve emriyle Koçgiri’ye gelen, yakan, yıkan, çalan, öldüren, tecavüz eden, kadın ve kızlarımızı kaçıran, bu çetelerle ortak bir yanları, dayanışmaları, ilişkileri olmadığını açıkladılar. Biz Topal Osman ve denetimindeki güçlerin yaptıklarını onaylamıyoruz, benimsemiyoruz, kabul etmiyoruz, utanıyoruz. Kendisini desteklemedik. Topal Osman ve denetimindeki çeteler de yöremizin insanları oldukları için zorlanıyoruz. Biz ne Topal Osman’ın düşünce, fikir, iş ortağıyız, ne de yapılanlardan dolayı sorumluyuz. Topal Osman bir merkeze bağlı olarak çalışıyor. Bir yerden emir alıyor. Topal Osman, Mustafa Kemal’in denetiminde kendisinden istenilen memleketlerde çetecilik yapıyor. Yöneticilerinden biri olduğu Teşkilad-ı Mahsusa’nın memleketimizdeki özel adamlarından biridir. Mustafa Kemal’i temsilen, onun adına sizlere zarar verdi, acı çektirdi, insanlarınızı öldürdü. Bizler istediğimiz için değil. Gerçeği bilmenizi istiyoruz, her iki halk arasında barışı sağlamak istiyoruz. Bunun için siz Kürdlerle görüşme kararı aldık. Barışı sağlamak, dostluğu temin etmek için, eğer kabul ederseniz kendi kız çocuklarımızı sizlere vereceğiz. Bazı ailelerimiz bu heyet mensuplarının önerilerini kabul ettiler. Getirilen kız çocuklarını evlatları olarak 288 Alan Lezan – Letya kabul ettiler, evlendirdiler. Ben bu gelinlerin isimlerini açıklamayacağım. Rahatsız olmalarını istemiyorum. Geçmişlerinin bilinmesini istemiyorlar. Tohum ekemediğin yerde doyabilir misin? Mecburen, istemeye, istemeye köyümüzden ayrıldık. Gönüllü sürgün yolculuğuna çıktık. Ben yeniden Estanbol’a döndüm. Tersaneden nefret ediyordum. Orada sürekli asker vardı. Asker denetiminde çalışılıyordu. Asker görmemek için oraya gitmedim. Akrabalarım orada çalıştırılıyorlardı ve Hasköy çevresindeki gecekondularda yaşıyorlardı. Ben gecekondulara gider ve kendilerini ziyaret ederdim. İnşaatlarında çalıştığım ve bizim durumumuzu bilen bazı Estanbollu Ermeni, Rum inşaatçılar geçmişimizi biliyorlardı ve sempatiyle yaklaşıyorlardı, yardım ediyorlardı. Taksim’de, Şişli’de birlikte gezerken "Temir ileride buralar çok değer kazanır. ‘Gel burada sana yer verelim,’ dediklerinde, herkes kendi toprağına yakışır. Huzuru toprağında, insanları arasında bulur. Buralar bize ait değil, bize vatan olmaz. Ben buraları ne yapacağım? Köyüm bana yeter, der ve ret ederdim. Bomantı semtin de bira fabrikası vardı. Taksim, Şişli tümüyle boştu. Her tarafı dut ağaçları, yeşillik süslerdi. Balkanlardan zorla göçertilen ve buralara yerleştirilen Arnavutlar ise bu semtler de pırasa ve soğan ekerlerdi. Ben gurbette yaşayabilecek bir insan değilim. Hep köyümü özler289 Alan Lezan – Letya dim. Estabnol’da bir süre çalışıp, para biriktirdim. Bir çift öküz ve bir kaç keçi satın alabileceğime inandım. Bir heybe de tohum satın aldım. Koçgiri ye doğru yola çıktım. Gidip Qers’dan (Kars) dana satın aldım. Getirdim ve epey uğraştıktan, eğittikten sonra çifte koşabildim. Evler yakılmış, yıkılmıştı. Geride kalanlar ise dağlarda, mağaralarda saklanıp, sağ kalabilmiş olan insanlarımız, komşularımız tarafından alınmıştı. Almaya mecburdular. Açıkta kalamazlardı. Kendi evlerini onarmak, yapmak zorundaydılar. Yarı yanmış, yıkılmış evlerin camlarını, kapılarını, merteklerini kullanmışlardı. Ben köye dönünce gidip ev ustalarını bulup, götürdüm. Dumanlı ormanlarında ağaçları kesip, kütükleri köye taşıdık ve ev yaptık. Evlenememiştim de, bekârdım. Ev yaptıktan sonra evlenebildim. İlk eşim kendi köyümüzden, Koçgiri’dendi. İki oğlum, iki kızım oldu. Bir oğlum ve bir kızım hastalıktan dolayı öldüler. Bir süre sonra eşim de öldü. Bir yanda yiyecek yok, bir yan da hastalıklar ve doktor, ilaç yok. O şartlarda güçlü olan can sağ kalabiliyordu. İkinci eşim Çıragedig’dendi. Çocuğumuz olmadı. Kıtlığın güçsüz bıraktığı bedeni yaşama savaşını kaybetti. O da öldü. Üçüncü kez de o köyden evlendim. Son bayandan 5 çocuğum oldu. Oğullarımı evlendirdim. Nüfusumuz 290 Alan Lezan – Letya arttı. Amcan Estanbol’a gitti, çalışmaya başladı ve köye dönmedi. Saygı töreninde ayağa kalkmayanlarımıza ne yapıldı, biliyor musun? Haliç tersanesinde asker zoru, denetimi altında çalışan insanlarımız, sürekli şiddetle yüz yüze kalıyorlardı. Mıstoy Kûr yani Mustafa Kemal öldüğünde tersanede de saygı duruşu yapıyorlar. Yakınımız olan Mıço ayağa kalkmıyor. Saygı duruşunda bulunmuyor. Tören bittikten sonra yüzbaşı kendisine yöneliyor ve ‘Ulan Mıço niye saygı duruşunda bulunmadın?’ sorusunu soruyor. Mıço son derece dobra, sözünü esirgemeyen biriydi ve geçmişin acısı içine işlemiş olarak; ‘Biz onun sağlığında çok çektik. Kendisinden bir türlü kurtulamadık. İşi gücü bizi esir etmek, sürmek, öldürmek, elimizde olanı almaktı. Nihayet geberdi. Ölümüyle de mi bize azap çektirecek? Ben onun sağını da, ölüsünü de sikeyim. Koçgiri’yi, Dêrsim’i, Kürd milletini kırdı, mahvetti. Kökümüzü köçeğimizi kazıdı. İnsanlarımızı kurtta, kuşa yedirdi.’ Mıço, daha konuşurken yüzbaşı emrindeki askerlere de emir vererek hep birlikte Mıço’ya doğru saldırıya geçiyorlar ve üzerine çullanıyorlar. Çok kötü şekilde dövmeye başlıyorlar. Mıço’nun dövülmesini gören diğer yakınımız da dayanamıyor, müdahale ediyor ve onu kurtarmaya çalışıyor. "Vurmayın ulan. Öldürdü- 291 Alan Lezan – Letya nüz. Niye vuruyorsunuz?” diyerek koşup kendilerini engellemeye çalışıyor. Oğul, Mıço bu dayak sonucu felç oldu. Kesinlikle hareket edemiyor. Bitkisel hayatta. Çocukları sürekli kendisinin bütün ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Öbür yakınımız da yediği dayak sonucu kötürüm, sakat kaldı. Ok Meydanı’ndaki bütün Koçgirililer Mıço’nun yaşadıklarını biliyorlar. Yaşadıklarını bilmeyen de kendisini gördügünde nedenini soruyor. Bu insanları felç, sakat edenlerden hesap sorabildik mi? Hayır. Hangi devlet adamı, kurumu, kuruluşu bizi savunurdu? Hiç biri. Adalet nerede? Paşaların dudaklarının arasında!” Letya, Köçgiri direnişini anlatan dedeyi buraya kadar okuduktan sonra, yazının tümünü okumaktan vazgeçti, çünkü artık dayanamıyordu. Yazı uzanıp gidiyor ve onlarca sayfayı buluyordu. Letya yazıyı okuyunca, hem içinden ağlıyor, hem de düşmana karşı büyük bir kin ve nefret duyuyordu. Ama şimdilik yapılacak hiçbir şey yoktu. Yatağında geriye yaslandı ve bir süre tüm bu olaylar üzerine düşündükten sonra, yatağından doğruldu ve Google’da "Kürd Katliamları” diye bir başlıkla girince, karşısına birkaç sayfa çıktı ve Kürdler son 200 yıl içerisinde kendisine yapılan katliamlar yüzünden, yüz binlerce Kürd’ün yaşamını yitirdiğini öğrendi. 292 Alan Lezan – Letya *** Saddam rejimi 1987′den itibaren Kürdlere karşı oldukça sistematik bir soykırım yapmıştı. Kürdlerin bulunduğu alanlarda ilan edilen ‘yasak bölgeler’ genişletilmiş, Saddam’ın kuzeni olan Ali Hasan El Mecid ya da „Kimyasal Ali“ veya „Ali Enfal“ adlı cani, bir başbakan düzeyinde ‘özel yetkiler’le Kürd bölgesinden sorumlu kılınmıştı. Irak düzenli ordusunun 1. ve 5. Kolorduları, Emniyet Genel Müdürlüğü, Askeri İstihbarat ve bunların yardımcılığını yapan ve ‘Cahş’ olarak bilinen dinci Kürd milisler, Kürd bölgesinde görevlendirilmiş, 1. ve 5. Kolordularla kuşatma hamleleri gerçekleştirmişti. Bu gelişmelerle birlikte, dikkat çekici bir şekilde 17 Ekim 1987′de ulusal nüfus sayımı da yapılmıştı. Aslında bütün bu hazırlıklar Enfal Harekâtı’na yönelikti. Enfal Harekâtı, 8 harekât olarak planlanmış ve çeşitli aşamalardan oluşan bir soykırım harekâtıydı. Nüfus sayımından 4 ay sonra, 23 Şubat 1988′de planlanan Enfal Harekâtı’nın birincisi başlatılmıştı. İlk saldırılar 23 Şubat gecesi Sergelî ve Bergelî’ye yapılmıştı. Halepçe Katliamı da bu Birinci Enfal Harekâtı kapsamında gerçekleşmişti. 16 Mart günü Irak Hava 293 Alan Lezan – Letya Kuvvetleri’ne bağlı uçaklar, rüzgâr yönüne doğru kimyasal gazlar bırakmış ve burada bir iki saat içerisinde 5 bini aşan Kürd hayatını kaybetmişti. Kaçabilenler İran sınırına ve dağlara doğru gitmişler, ancak yaşam şansları pek olmamış, çoğunluğu yolda yaşamını yitirmişti. Birinci Enfal’den 25 Ağustos – 6 Eylül 1988 tarihleri arasında Behdinan bölgesinde gerçekleştirilen, Sekizinci Enfal Harekatı’na kadar sistematik katliam politikası sürdürülmüştü. Bu tarihler arasında katledilen insan sayısı 182 bin olarak biliniyordu. Milyonlarca insan ise yaralandı, yerinden yurdundan oldu, kamplarda açlık ve bakımsızlıkla ölüme terk edildi, sakat kaldı. Ve bütün dünya bu zulmü sadece seyretti. Enfal Harekatı sırasında uygulanan soykırım planı, Nazilerin Yahudilere karşı uyguladığı soykırım uygulamalarıyla birçok benzerlik arz ediyordu. Raul Hilberg’in deşifre ettiği Nazi soykırımı projesinin ‘dağınık bir grubu imha etme’ yöntemi Saddam rejimi tarafından kusursuzca uygulanmıştı. Nazi soykırım planına göre, önce bir grup, yani kurbanlar tanımlanmış, ondan sonra dağınık oldukları için bir araya getirilmiş, son olarak da ortadan kaldırma işlemi uygulanmıştı. Saddam rejimi de, yaptığı nüfus sayımıyla 294 Alan Lezan – Letya önce kurbanlarını tanımlamış, yani ne kadar olduklarını, nerelerde yaşadıkları, eğilimlerinin ne olduğu vb. saptamıştı. Bu bölgelerin tamamı zaten ‘yasak bölgeler’ ilan edilerek hedef haline getirilmişti. Sonra ise, daha çok kırsal kesimde köylerde yaşayan Kürdlerin toplanması işlemi hayata geçirilerek, çocuk, kadın, yaşlı demeden on binlerce insan kamplara dolduruldu. Daha sonra ise sistematik bir şekilde bu insanlar toplu mezarların bulunduğu yerlere götürüldü ve infaz edilerek cesetlerinin üstü örtüldü. Kamplarda tutulanların büyük çoğunluğu ise bakımsızlıktan ve açlıktan yaşamını yitirdi. Enfal kelimesi Arapça’da "Ganimet“ anlamına geliyor ve aynı zamanda Kuran-ı Kerim’in 8′inci süresinin adıdır. Saddam’ın Kürdlere karşı başlattığı Enfal Harekâtının 8 aşamadan oluşması bu açıdan dikkat çekiyordu. Enfal Suresi, Bedir Savaşı sonrasında elde edilen ganimetin paylaşımı ve savaşa ilişkin hatırlatmalar üzerine vahiy edilmiştir. İlginç olan ise, ülkesini İslami kurallara göre yöneten Saddam’ın, yine Müslüman olan Kürdleri, Kur’an’daki bir surenin ismini verdiği bir harekâtla soykırıma tabi tutmasıdır. Bu politika, günümüzde de Kürd düşmanı İslam ülkeleri tarafından halen uygulanıyor. 295 Alan Lezan – Letya Letya, irili ufaklı birçok soykırıma dipnotlar düşen tarihi kaynakların, Kürdlere yönelik sistemli ve kapsamlı soykırımları görmezden gelmelerini, ebette ki esef verici buluyordu. Ama Kürdlerin neden Arap, Fars ve Türk Müslümanlarının tüm bu barbarlıklarına rağmen, halen Müslüman kalışlarını bir türlü kavrayamıyordu. Kürdlerin Müslümanlardan çektiği bu acıların nedeni neydi? Ya da Kürdlerin tüm bu eziyet ve acılara rağmen, Müslüman olmalarındaki çıkarları neydi? Ki bu Müslüman ülkeler Allah adına hareket ediyorlardı. Bu muydu Allah’ın Kürdlere biçtiği kader? Neden? Niçin? Zira Kürdlerin son 200 yıldır yaşadıkları, denilebilir ki, tarihte hiçbir halkın yaşadıklarıyla kıyaslanamazdı. Kürd halkının bu süreçte yaşadıklarının soykırım tanımına tamamıyla uyduğunu, akıl ve vicdan sahibi hiçbir insan inkâr edemezdi. Letya anladı ki, resmi tarihi kaynakların görmezden geldiği ve kaydetmediği 'Kürdlere yönelik soykırımlar', kendi başına bilimsel bir çalışma gerektiriyordu. Bir gerçek vardı ki, şu an birey olarak yapılacak hiçbir şey yoktu ve çaresizlik çok kötü bir duyguydu. 296 Alan Lezan – Letya 27 G ünler bir nehrin suyu gibi yavaş, yavaş akıp gidiyordu. Letya’da sanki bu nehirde yavaş, yavaş su ile birlikte yüzüyordu. İnternette okuduğu bu ve buna benzer yazıları, Holocaust kurbanları üzerine okuduğu kitaplardan da biliyordu, ama Kürdler üzerine okuduğunda pimi çekilmeye hazır bir bombaya dönüşüyordu. Sonra 'Sakin ol!' diyordu kendi kendisine ve duygularını aklıyla bastırıyordu. Letya’nın artık üniversite eğitimi bitmiş, elinde çalışmak için 'pekiyi' dereceli diploması vardı. İstese bir iş bulur, sevdiği Vincent ile bir aile kurabilirdi. Çoluk çocuğa katılıp iyi, huzurlu ve mutlu bir yaşam sürdürebilirdi, ama nedense bir his kendisini hep frenliyordu. İçinden bir ses: 'Ezilen Kürdler için çalışmak, Kürdleri kurtarmak sana mı düştü? İyi bir yaşam için gerekli her şeyin var. Artık geçmişini mezara göm ve yeni bir başlangıç yap!' diyordu ama artık sorumluluktan mıydı, yoksa yabancı bir ülkede yaşamanın ve hep 'yabancı' olmaktan çektiği eziklikten mi, yoksa Avrupa’da olan yabancı düşmanlığı ve ırkçılıktan mıydı bilinmez, ama 297 Alan Lezan – Letya Letya’yı Kürdistan’a derinden bağlayan laf ile anlatılmaz bir duygu vardı. Neydi bu? Onu kesin olarak bilmiyordu. Bir insanın ana yurdu evinin içi gibiydi ve başkaydı. Yaşam için gerekli her şeye sahip bir insanın, başkaları için canını, malını ve mülkünü feda etmesi nasıl açıklanabilirdi? Kürdler denilince hangi Kürd kastediliyordu? Ki Kürdlerde de birbirini çekemeyen, birbirinin kanını içip doymayan haddinden fazla vardı. Kürdistan bağımsız olsa ve ondan sonrada 'güllük gülistanlık' olsa bile Letya’nın bunda kişisel hiçbir çıkarı yoktu. Bu dünya çıkarlar dünyası değil miydi? Herkes ilkin kendini düşünmüyor muydu? Letya, hayatı kimsenin sevmediği kadar sever ve gayretle ona kendi damgasını vurmaya çalışıyordu. Orta karar başarılar ve geleneksel düşünüş, ona göre dehşet vericiydi. Onun ihtiyacı, iyi bir yaşam ve yeni düşüncelerin keşfedilebileceği özgür bir ortamdı. Avrupa’da bol bol eşya tüketmek, para, mal mülk veya dünyanın zenginliklerini biriktirmek onun için değildi. Bu nedenle doğası gereği iyimser, canlı, atılgan, zeki ve rollerinden çok emindi. Cesaretini kanıt298 Alan Lezan – Letya layabileceği her fırsatı değerlendirmiş ve kendine yararlı olacağını düşündüğü insanlarla ilişki kurmuştu. Yüzeysel ilişkilerden uzak durmuş ve olağanüstü ölçüde çevresine uyum gösterebiliyordu. Yeni ülkeleri, kültürleri keşfetmek onun için çok cazipti. Aynı yerde saymak ve içindeki adalet duygusu, sıradan bir yaşam sürdürmesini engelliyordu. Kendine olan güveni, diğer insanlar üzerinde tıpkı bir kıvılcım etkisi yapıyordu. Tereddütlü arkadaşlıkları kayıtsızlıktan kurtarmayı biliyordu. Neredeyse her konuda erken olgunlaşmış biriydi artık. İnternet ve kütüphaneyi çok iyi kullanıyordu. Yeni deneyimler elde etmek ve yaptıklarıyla sansasyon yaratmak için yanar tutuşurdu. Çok gelişmiş ve güçlü bir sorumluluk duygusuna sahipti. Değişime çok fazla inanıyordu. Zaten doğası gereği adalete inanan, ileri görüşlü, namuslu, liberal ve hoşgörülüydü. Ama bazen değişim arzusu onu, ilginç gibi görünen, her iddiayı araştırmaya itiyordu. Başarısızlık korkusu ya da girişimlerinin karaya oturması, Letya’ya yabancı olduğu için sorunları genelde küçümsüyordu. Dolayısıyla küçük değil büyük düşünüyordu. Detaylarla uğraşmakta sabırsız olduğundan, bu görevi başkalarına bırakıyordu. Letya’nın zorluklardan kurtulma repertuvarı oldukça genişti ve sıkıntıya düştüğünde zekâsı 299 Alan Lezan – Letya en yüksek düzeyde çalışan ender insanlardan biri olup çıkıyordu. Letya‘nın diğer insanlardan ayıran bir diğer yeteneği de, insanları kendi ayakları üzerinde durdurmayı ve toplantılar organize etmeyi iyi başarıyordu. Kulüp ve firmaları kurup yönetebilirdi. Zorluklarla severek başa çıkan insanlardan farklı olarak, kendini büyük gruplara entegre edebilen biriydi. Ne var ki Letya, yalnızlıktan çok korkuyor ve bir şeyle meşgul olmadığında derin düşüncelere dalabiliyordu. Onun için en iyi şey, kendini bir idealle beraber tanımlamaktı. Adalet için savaşacak ve tüm enerjisini başka insanlar için sarf edecek bir yapıdaydı. Bu onun doğasıydı. Hâlihazırda Kürdlerin büyük bir kesimi, halen sömürgeci partileri seçiyor ve Kürdistan’ın bir ülke ve Kürdlerin bir ulus olduğundan bihaberlerdi. Letya için Kürd halkının gözünü açmak, onların bilinçlenmesini sağlamak için, bol bol forumlarda ve sitelerde yazı yazmak, artık fedakârlık değil, sanki bir görevdi. "Ve hırsızlar evimizde olduğu ve evimizi işgal ettiği sürece ben ömrümün sonuna kadar üzerime düşen bu görevi yerine getirmekte kusur etmeyeceğim,” diyordu. "Temennim o ki, onurlu, dürüst ve kalbi temiz genç kuşak Kürdler bu işi oynayarak, severek, zevkle yapsın ve torunlarımıza haydutlardan arındı300 Alan Lezan – Letya rılmış güzel bir ülke hediye etsinler. Biz çok acı ve işkence çektik, yaşamın en doğal haklarından mahrum bırakıldık, anadilimizi bile, yasaklı olduğu için öğrenemedik, sürgünde yaşamak zorunda kaldık, ama torunlarımız bütün bunları yaşamak yerine bilim, teknoloji, sanat ve kültürle uğraşsın,” diye, durmadan forumlarda yazıyor, insanları coşturuyordu. Sömestr tatillerinde Vincent ile birlikte, birçok defa Güney Kürdistan’a gitmiş, orada gençler ile konuşmuş, Güney hakkında bilgi toplamıştı. Berlin Özgür Üniversitesi’nin Kurdoloji Enstitüsi‘nde Kürdler ile ilgili, bütün seminerlere katılmış, politik olarak kendini oldukça geliştirmişti. Letya, dünya konjonktürün, son yüzyılın en önemli değişikliğinin yaşandığı bir dönemden geçtiğini biliyordu. 2. Dünya Savaşı‘ndan sonra, belirlenmiş olan uluslararası siyasal dengeler tümüyle değişmişti ve halen de değişmekteydi. Dünyada artık, komünizmin hayaleti değil, milliyetçiliğin hayaleti dolaşmaktaydı. SSCB, yerini onlarca bağımsız devlete bırakmıştı. Yugoslavya federasyonu ayrışmıştı. Bu ulusların, daha önce de belli ulusal hakları, kurumları ve yasal statüleri vardı. Bugün artık, bütün ulusal sorunların çözümü, evrensel anlamda bağımsızlık düzlemine oturmuş bulunmaktaydı. 301 Alan Lezan – Letya Doğu Blok’un çözülmesi ve SSCB’nin dağılması bu dönemin en belirgin olgularıydı. Toplumsal dinamikler ve belirleyici ideoloji ve politikalardan da çok önemli alt-üst oluşlar oluyordu. Dünyanın siyasal haritaları ve dengeler hızla değişiyordu, ama Orta Doğu’nun en eski ve yerleşik halklarından olan Kürd ulusunun, uluslararası sömürge statüsü halen devam ediyordu. En önemlisi, kimi Kürd politikacıları ve aydınlarının kafasındaki statükoların da henüz yıkılmamış olmasıydı. Bunların çoğu Kürd ulusunun özgürlüğüne ve Kürdistan’ın bağımsızlığına "imkânsız bir ülkü” olarak bakıyorlardı. Ne yazık ki alt sınırı "Kürd kimliğinin tanınması”, üst sınırı "federasyon” veya "otonomi” ile belirlenen politik bir daralma içindeydiler. Letya için ise, Kürd ulusunun kendi kaderini tayın hakkı, vazgeçilmez, devredilmez, ertelenemez kutsal bir haktı. Kürd ulusu, diğer dünyadaki her ulus gibi, bu en doğal hakkını mutlaka kullanacaktı. Letya’ya göre Kürd ulusunun bu hakkını kullanabilir olmasının, olmazsa olmaz en asgari iki koşulu vardı. O da özgürlük ve beş parçanın birleşmesiyle tam bağımsızlıktı. Çünkü özgür olmayan bir ulus, kendi kaderini kendisi tayin edemez. Bir ulusun kendi kaderine sa302 Alan Lezan – Letya hip çıkabilmesinin asgari koşulu, o ulusun tümüyle özgür olmasıydı. Kürdistan bir ülke, Kürdler bir ulustu. Ve bu ülke Türkler, Araplar ve Farslar tarafından işgal edilmiş, Kürdistan uluslararası sömürgeleştirilmişti. Bu gerçeğe rağmen, Kürdistan sorunu, sömürgeciler tarafından kendi "iç sorunu” olarak görülüyordu ve her parçanın sömürgeci devletlerin "sınırları” içinde, sömürgecilerin keyfine göre sözde "çözümden” bahsediliyordu. Bu çözüm de parçala, böl-yönet ve asimilasyondu. Asimilasyon bilindiği gibi beyaz soykırımdı. Diğer yandan Letya için dil ve kültür için elbette mücadele gerekliydi, hatta zorunluydu, ama kendi başına yeterli değildi. “Yalnızca bağımsız ve özgür bir ulus, dil ve kültürünü her türlü kaygı ve etkiden uzak, yaratıcı bir tarzda geliştirme şansına sahiptir,” diye düşünüyordu. Bölünmüş ve işgal altında olan bir ulusun, dil ve kültürünü de özgürce geliştirmesinden söz edilemezdi. Kürd halkı dilenci bir halk değildi. Kürdistan zenginlik kaynaklarıyla, petrol ve suyuyla çok zengin bir ülkeydi. Bu zenginlik sömürgecilerin iştahını öyle kabartmıştı ki, bunlar geri çekilmemek 303 Alan Lezan – Letya için, Kürdlere elinden gelen her baskıyı kalleşçe ve vahşice yapıyorlardı. Kürdler için hak aramak, kendi dilini konuşmak, kültürünü yaşamak yasaktı. Oysa Kürd ulusu, başkasına ait olan bir şeyi değil, kendi hakkı olan, anasının ak sütü gibi helal özgürlüğünü ve bağımsızlığını istiyordu. Kürd ulusal sorununu, Kızılay veya Kızılhaç örgütleri değil, özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi temelinde duran politik örgütler çözebilirlerdi, ancak. İşte Kürd hak ve özgürlüklerinin "insani boyutu” da buydu. Ne var ki Kürdler darmadağınıktı. Letya’ya göre Kürd ulusunun ihtiyaç duyduğu en önemli şey, uluslararası politikada bütün parçalardaki mücadele örgütlerinin temsil edildikleri, Kürd ulusunu bütünüyle temsil yeteneğine sahip ortak bir örgüt yapısını gerçekleştirmek ve kayda değer bir güç olmaktı. Her parçadaki ulusal kurtuluş öğütleri artık, sömürgeci devletlerle değil, kendi ulusal güçleri ile uzlaşma aramak, birbirinin desteğini sağlamak zorundaydılar. Kürdistan’ın bugünkü statüsünün en önemli nedenlerinden biri onun bölünmüşlüğüydü. O halde ulusal kurtuluşun en büyük anahtarı da bütün Kürdlerin ittifaka gitmesi, Ulusal Demokratik Birliğin sağlanması, beş parçayı kapsayan bir Ulusal Konferans’ın 304 Alan Lezan – Letya toplanması ve Ulusal Kongre'yi gerçekleştirmeleridir. Kürd halkı zaten ayaktaydı, ama ne var ki bu halka doğru önderlik edecek bir güç yoktu. Letya, Newroz 2010 yılınına iki hafta kala Ophelia ve Miyu ile mutfakta görüştü. "Ben sizden ayrılmak zorundayım,“ dedi. Ophelia şaşkın şaşkın "Hayır ola taşınıyor musun?“ diye sorunca; Letya, "Evet!“ dedi. "Hem de 21 Mart’ta.“ Miyu gülerek ve bağırarak; "Bu sefer hangi ülkeye gidiyorsun? Söyle biz de seninle gelelim!“ Letya; "Gelseniz sevinirim ama gelmezsiniz!“ Ophelia; "Hadi söyle canım! Meraktan çatlattın bizi.“ Letya; "Ben temeli Kürdistan’a dönüyorum!“ Miyu; "Gerçekten mi? Hadi! Hadi! Sen şaka yapıyorsun!“ Letya; "Hayır ben şaka falan yapmıyorum. İşte biletim. 21 Mart’ta uçacağım“ deyince Ophelia ve Miyu şaşırıp kaldılar. Ophelia; "Ya Vincent ne olacak?“ 305 Alan Lezan – Letya Letya; "Hiçbir şey. Onun yaşamı ona ait!” Miyu; "Hımm!” dedi ve kalktı Letya’ya sarıldı ve sağ eliyle sırtını okşayarak: “Seni çok özleyeceğim. Bizi ziyarete gelecek misin?” Letya: "Ben uzaya gitmiyorum ya!” deyince üç kadın sesli güldüler. İki hafta içerisinde Letya işe yaramaz bütün eşyalarını çöpe attı. Bir kısmını Miyu ve Ophelia’ya hediye etti ve gerisini bir bavula ve sırt çantasına doldurarak 21 Mart sabahı Kürdistan’a gitmek için yola çıktı… 306 Alan Lezan – Letya Kapaktaki resim: Leyla Qasım (1952-1974) Bu kitabı hazırlamada yararlandığım kaynaklar: Dr. İsmail Beşikçi: Bütün Peyama Azadi Yazıları (http://www.peyamaazadi.com) Yıldız İmrek: Kürd Kadını, Sorunlar ve Gerçekler (http://www.emep.org) Rıza Betkarê: „Levine'den Cudi'ye karlı yol“ Gerilla Anıları (http://www.rojaciwan.com) Kenan Fani Doğan: „Kardeşlik Palavrası“ (http://tr.netlog.com/Solaxi/blog) Gülcan Bahtiyar: Lozan Antlaşması (http://www.rojamedya.org) Sevê Evin Çiçek: „1. Dünya Savaşı sonra Kocgiri“ (http://avrupa-kocgirililer-birligi.com) Recep Maraşlı: „Ulusal kurtuluş problematiği ancak özgürlük ve bağımsızlıkla çözülür!“ Ferhat Tunç: „Dersim vahşeti tarihteki yerini nihayet almıştır“ (http://www.taraf.com.tr/) Hasan Bildirici: “Mecburuz ...” (http://www.kurdistan-post.com) Fırat Aras: “Satranç” (http://www.kurdistanpost.com) Enerji Kaynakları Üzerine Bilgiler: http://www.thezeitgeistmovement.com Wikipedia: http://de.wikipedia.org 307 Alan Lezan – Letya 308
Benzer belgeler
25.04.2016
geri dönmesi imkânsızdır. Tek yolu
2013’te verilen sözlerin yerine getirilmesi ve silahlı unsurların sınır dışına
çekilmesidir. Bu anlamda unsurların
dışarı çıkmasıyla birlikte operasyonların da an...
1 Sevê Evin Çiçek
gizlenen Kürdlere karşı bu bombardımanlar hiç de başarılı olmadılar.
Askeri otorite Dersim bölge ayaklanmasını izole etmek için çaba harcıyor ve
ayaklanmanın bütün Kürdistan’a yayılmasından korkuyo...