pdf ındır - Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası
Transkript
pdf ındır - Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası
Editörden TEKSTİL İŞVEREN 371 - Şubat 2011 Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Adına İmtiyaz Sahibi HALİT NARİN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü AV. BAŞAR AY Yayın Danışma Kurulu SEVİL BURSA TUĞRUL BORNOVALI AV. SAMİM ERGENELİ Basın Müşaviri MİNE ŞENKUL ERGÜVEN Yayın Kurulu LERZAN ÖZTÜRK AV. ÇİĞDEM SUBAŞI AV. ÖMER EMRE KAYNAK BORA KOCAMAN CEREN ERMİŞ MERVE ŞENEREN İdari Merkezi TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI Metrocity A Ofis Blok Büyükdere Cad. No: 171 K.19 34330 1. Levent-İstanbul Tel: (0212) 344 07 77 (pbx) Fax: (0212) 344 07 66-67 İnternet Adresi www.tekstilisveren.org.tr Ofset Hazırlık DÜNYA YAYINCILIK A.Ş. Tel: (0216) 681 18 39 Grafik Tasarım ve Uygulama ALİ BAYRAM Basıldığı Yer DÜNYA YAYINCILIK A.Ş. “Globus Dünya Basınevi” 100. Yıl Mah. 34440 Bağcılar-İstanbul Tel: (0212) 629 08 08 Basıldığı Tarih: 4 Şubat 2011 Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın ISSN: 1307-6566 Tekstil İşveren Dergisi, Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası tarafından aylık olarak yayınlanır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. Dergide bulunan imzalı yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. ‘ÜRETİCİ VE İSTİHDAM DOSTU’ KARAR DEVREYE GİRİYOR Geçtiğimiz ay Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) ‘üretici ve istihdam dostu’ iki önemli tebliğ yayınladı. Tebliğlerden biri AB dışındaki ülkelerden yapılan kumaş ithalatındaki verginin yüzde 30, diğeri ise hazır giyim ithalatından alınan verginin yüzde 40'a varan oranda artırılmasını öngörüyor. Haksız ithalata karşı alınan karar henüz nihai şeklini almadı. 1 aylık itiraz süreci içerisinde hem üretici hem de ithalatçıların görüşü dinlenecek. Ardından Bakanlar Kurulu onaylarsa DTM'nin kararı uygulamaya girecek ve 9 ay boyunca da yürürlükte kalacak. Yerli sanayicilerin başvurusu üzerine başlatılan soruşturma, geçtiğimiz ay tekstil ve hazır giyim sektöründe en çok tartışılan konu oldu. Başlatılan sürece beklendiği gibi yine Uzakdoğu’dan ithalat yapan kumaş ve hazır giyim toptancıları ile perakendecileri karşı çıktı. Kamuoyuna da yansıyan tartışmalarda dikkat çeken unsur, tebliğe karşı çıkan isimlerin 'abartılı' demeçleri oldu. Verilen demeçlere ısrarla "ithal ürünlere getirilen yüzde 40 vergi" diye başlandı. Bunun da fiyatlara yüzde 40 zam olarak yansıyacağı dile getirildi. Getirilecek vergi kilogram bazında hesaplandığında da vitrine yansıması yüzde 40'ı bulmuyor. 900 gram gelen 400-1.200 lira fiyat aralığındaki bir erkek takım elbisesine gelecek maksimum vergi 27 lira olacak. Görüldüğü gibi "Ek vergi yüzde 40 zam getirir" diyerek bir kaşık suda koparılan fırtınanın getirdiği fiyat artışı sadece yüzde 2-6 aralığında. Koruma önlemleri soruşturması sonucunda, vergi artarsa, ithalatçıların ufak bir kazanç kaybı karşılığında yerli üreticiler yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktan kurtulacak. Nitekim geç alınmasına rağmen karar şimdiden yerli üreticileri motive etti. Çünkü uzun yılların emekleriyle kurulan Türk tekstil sanayii son yıllarda Çin, Endonezya, Vietnam, Suriye, Pakistan ve Mısır gibi ülkelerden yapılan dokuma kumaş ve hazır giyim ithalatı nedeniyle tam anlamıyla istila edildi. Rakamlarla örnek vermek gerekirse daha düne kadar adı bile duyulmayan Vietnam'dan 5 yıl önce sadece 1 milyon dolarlık kumaş gelirken, bu rakam bugün 70 milyon dolara çıkmış. Endonezya'dan getirilen kumaşa ödenen para 2005'te 92 milyon dolarken 2010'da 187 milyon dolara ulaşmış. Çin'den gelen kumaşa bir yılda ödenen para ise 248 milyon dolar. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Sadece bu rakamlar bile dikkate alındığında alınan koruma önlemleri soruşturmasının haklılığı su götürmez bir gerçek. Kaldı ki özellikle dünya ihracat pazarlarında iddialı olan Çin, Pakistan, Hindistan, Meksika, Endonezya Tayland, Brezilya, Bangladeş ve ABD gibi tekstil ve hazır giyim üreticisi ve tedarikçisi olan ülkeler, kendi iç pazarlarını Türkiye’den kat ve kat yüksek oranlı gümrük vergileri ve tarife dışı engellerle koruyorlar. Örneğin Çin ve Pakistan’da koruma oranları yüzde 20’leri, Hindistan, Endonezya ve Tayland’da ise yüzde 50’leri buluyor. Bu şartlardan etkilenen yerli üreticilerimiz de yasal haklarını koruma noktasında 2008 yılı sonunda doğal olarak DTM'ye başvurdu ve 2 yıl süren teknik inceleme sonunda yerli üreticiden yana ara karar çıktı. DTM nihai kararını 13 Şubat'a kadar verecek. Şimdi gözler DTM'de. Umarız DTM, tahrip edici rekabete karşı yerli üreticiyi korumaya devam edecek. Zaten Devlet Bakanı Zafer Çağlayan da bunun sinyalini 2 yıl önce vermişti. Çağlayan, haksız ithalata karşı alınacak önlemleri Sanayi Bakanı iken hazırladığı ‘Sanayi Eylem Planı’na da yazdırarak, ‘üretici ve ihracatçı dostu’ bir maddeyi bu plana eklemişti. ‘İthalatta koruma önlemlerinin etkin uygulanmasının sağlanması’ başlığını taşıyan maddede, ilgili mevzuat çerçevesinde ithalattan zarar gören yerli üreticilerin usulüne uygun şekilde başvurması halinde gerekli önlemin alınacağı yer alıyor. Şayet DTM nihai kararında da yerli üreticinin yanında yer alırsa Sayın Çağlayan, Sanayi Bakanı iken yazdığını bugün Devlet Bakanı olarak hayata geçirerek güzel bir tesadüfe imza atmış olacak. Böylece haksız ithalata karşı hem istihdam hem de üretici korunacak. Kazanan Türk milleti, Türk hazinesi ve Türk işçisi olacak! Sayı: 371 - Şubat 2011 1 İçindekiler 04 KAPAK 10 Kumaş ve hazır giyim ithalatına ek vergi göründü, yerli üreticinin motivasyonu artacak GÜNCEL Tekstilci riskini dağıtınca ihracatın yapısı değişti 14 16 22 Devletin memura tahsis ettiği lojman ve taşıt sayısı sürekli artıyor Kanuni’nin “Muhteşem Yüzyıl”ında tekstil Emek yoğun faaliyetler Doğu'ya, moda ve tasarım İzmir ile İstanbul'a VERGİ DÜNYASI GÜNCEL GÜNCEL 18 AYIN KONUSU Avrupa'nın kışı Türk tekstil ve hazır giyimine bahar havası getiriyor 30 26 SÖYLEŞİ HAZNEDAR Yataş, 2011’de yüzde 50’nin üzerinde büyümeyi hedefliyor Ekonomi penceresinden, 2011… Sayı: 371 - Şubat 2011 2 34 İNOVASYON 28 Ormo İcra Kurulu Başkanı Öcalgiray: “RFID projesi verimliliğimizi artırdı” PARANIN MERKEZİNDEN Merkez’in politika değişimi 38 44 51 2011 yılında emtia fiyatları yükselmeye devam edecek mi? Türk tekstil sektörünün geleceği nanoteknolojide Anadolu'nun desenleri modern çizgilerle buluştu FİNANS TEKNO-TEKSTİL MODA 40 ENERJİ Nükleer enerjide somut adımlar 52 TASARIM DÜNYASI Eğlenceli ve pırıltılı tasarımların modacısı: Zeynep Erdoğan 54 KÜLTÜR SANAT 56 GEZİ 58 MEDYADAN YANSIMALAR 63 İNGİLİZCE ÖZET Sayı: 371 - Şubat 2011 3 Kapak KUMAŞ VE HAZIR GİYİM İTHALATINA EK VERGİ GÖRÜNDÜ, YERLİ ÜRETİCİNİN MOTİVASYONU ARTACAK Sendikamızın yıllardır dile getirdiği haksız ithalata, DTM'nin ek vergi tebliği ile sonunda “dur” denildi. Kumaş ve hazır giyim ithalatında vergileri artıran karar, henüz nihai tebliği yayınlanmasa da yerli üreticiler için büyük bir motivasyon oldu. 2010 yılına siparişlerde yaşanan artışla moralli başlayan tekstil sektörüne bir moral de Dış Ticaret Müsteşarlığı’ndan (DTM) geldi. DTM, dokuma kumaş ve hazır giyimde ithalat vergilerinde artış öngören önemli bir tebliğe imza attı. 13 Ocak’ta Resmi Gazete’de yayınlanan tebliğ geçen ay sektörde en çok konuşulan konu oldu. Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın hemen her platformda dile getirdiği ‘haksız ithalat’a “dur” diyen DTM, yapılan başvuru sonrasında ‘koruma önlemleri soruşturması’ açılmasını, bu süreçte AB ve serbest ticaret anlaşması yapılan ülkeler hariç tüm kumaşların ithalatından yüzde 30, hazır giyim ithalatından ise yüzde 40’a varan oranlarda ek vergi getirilmesini öngörüyor. Tebliğ, 13 Şubat'a kadar gelecek itirazlar ve başvuralar da dikkate alınarak Resmi Gazete'de nihai karar yayınlandıktan sonra uygulamaya girecek. Kararın yayım tarihinden itibaren de soruşturmanın süreceği 9 ay boyunca belirlenen oranlarda vergi artışı yürürlükte olacak. Karar ithalatçıları üzerken, Çin ve Pakistan gibi ülkeleri de kızdırdı. Kararı duyan Pakistan Başbakanı’nın tekstil danışmanı Dr. Mirza İkhtiar Baig, hükümetle temasa geçti. Baig, getirilen Sayı: 371 - Şubat 2011 4 ek verginin kendilerini etkileyeceğini anlatarak, "Türkiye’ye yüklenmek üzere olan milyonlarca metrelik kumaş bundan etkilenecek" itirafında bulundu. Baig, Pakistan’ın Türkiye’ye denim ve ham kumaş ihraç eden başlıca ülkelerden biri olduğunu da belirterek, gümrük vergilerindeki artışın, Türkiye’nin ihracatını ciddi bir şekilde etkileyeceğini savundu. Baig’in "Türkiye’nin ihracatı zarar görür" tezine Türkiye'den bazı hazır giyimciler de destek verdi. Kamuoyuna yapılan bazı açıklamalarda getirilen vergi artışının, ihracat düşüşü yanında aynı zamanda iç piyasada fiyatlara yüzde 20’lere varan oranda zam olarak yansıyacağı uyarıları da yer aldı. DTM'nin kararını 'geç alınmış' olsa da 'motivasyonu artıracağı için' yerinde bulan yerli tekstil üreticileri ise memnuniyetle karşıladı. Söz konusu ithalat vergileri, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan yerli üreticilerin üst örgütlerince 1.5 yıl önce yapılan başvurular sonucunda ortaya çıktı. DTM'ye bir süre önce yerli üreticiler tarafından iki ayrı başvuru yapıldı. Kumaşla ilgili şikâyet başvurusunda, "İthal edilen dokuma kumaş yerli üretim maliyetlerinin (ürün tipine bağlı olarak) yaklaşık olarak yüzde 30 ile yüzde 70 oranında altında satılmakta olup mevcut halde ithal fiyatları yerli ürünlerin hiçbir şekilde rekabet edemeyeceği hale gelmiştir" denildi. Hazırgiyim ürünleriyle ilgili şikâyet başvurusunda ise şöyle denildi: “Sanayi geneline ilişkin üretim rakamlarıyla başvuru sahibi yerli üreticilerin verilerinde yer alan üretim, yurtiçi satış, stoklar ve istihdam gibi göstergelerde bozulmalar söz konusudur. Buna ek olarak, ithalatın iç piyasa payının artması sonucunda, tüketimin artmasına rağmen yurtiçi üretim ve satışların düşmesi, inceleme konusu dönemde başvuru konusu eşyanın yerli üretiminin ciddi zarara uğradığını göstermektedir. Öte yandan, bu zararın ilerleyen süreçte daha da artacağı yönünde açık göstergeler mevcuttur. Bu nedenle mevcut ithalatın aynı miktarlar ve fiyat düzeyleriyle devam etmesi halinde bu zarar çok daha ileri düzeylere taşınacaktır.” Bu başvurular üzerine DTM, şikâyete konu olan ve daha çok Çin, Bangladeş, Hindistan, Endonezya ve Vietnam gibi ülkelerden gelen ürünlerde vergileri artırarak, yerli üreticinin önündeki engeli geç de olsa kaldırmış oldu. DTM’nin kararını değerlendiren Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Başkanı Halit Narin, tebliği ‘geç kalınmasına rağmen teşekkür edilecek’ bir çalışma olarak nitelendirirken, “Sendikamızın Ankara oluşumunun çalışmasıydı bu. Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın ve Sayın Bakanımızın da çok büyük katkıları var. Çok geç kalmış bir karar an- İTHALATIN FATURASI KABARIYOR DTM antidamping vergisi getirmek için soruşturma açtığı Çin Halk Cumhuriyeti, Endonezya, Vietnam, Suriye, Pakistan ve Mısır gibi ülkelerden ithal edilen dokuma kumaş ve hazır giyim, hem miktar hem de dolar bazında sürekli artıyor. Endonezya'dan 2005'te gelen 120 milyon metre kumaşa 92 milyon dolar ödeyen Türkiye, 2010'da 227 milyon metre kumaşa 187 milyon dolar verdi. Çin Halk Cumhuriyeti'nden gelen kumaş 114 milyon metreden 211 milyon metreye çıkarken, ödenen para 137 milyon dolardan 248 milyon dolara yükseldi. Vietnam'dan alınan kumaş 5 yıl öncesine göre 1 milyon metreden 157 milyon metreye, değer olarak da 1 milyon dolardan 70 milyon dolara ulaştı. 2005 yılının tamamında 903 milyon dolarlık 834 milyon metre kumaş ithal eden Türkiye, 2010 yılına gelindiğinde 1 milyar 126 milyon metre kumaşa 1 milyar 118 milyon dolar ödedi. Hazır giyim ve konfeksiyon ithalatına bakıldığında ise 2005 yılında tüm ithal hazır giyim miktarı 60.7 milyon adet ve ödemeler 576.5 milyon dolar iken, 2010'da 214.9 milyon adetlik ithalata karşılık 1 milyar 964.5 milyon dolar ödendi. YILLAR İTİBARİYLE İTHALAT (Milyon Dolar) İthal edilen ürünün cinsi Yün, kıl ve bunların iplik ve dokumaları Pamuk, pamuk ipliği ve pamuklu mensucat Dokumaya elverişli bitkisel lifler, kağıt ipeği ve dokumaları Dokumaya elverişli suni ve sentetik lifler Sentetik ve suni devamsız lifler Vatka, keçe, dokunmamış mensucat, özel iplik, sicim ve mamulleri Halılar ve diğer dokumaya elverişli maddeden yer kaplamaları Özel dokunmuş mensucat, dantela, duvar halıları, işlemeler Emdirilmiş, sıvanmış, kaplanmış mensucat, bunlardan teknik eşya Örme eşya Örme giyim eşyası ve aksesuarları Örülmemiş giyim eşyası ve aksesuarları Mensucattan mamul diğer eşya, kullanılmış eşya, paçavralar TOPLAM 2007 472.7 2008 456.3 2009 308.1 2010* 341.1 2.829.5 2.331.9 2.098.7 2.985.1 188.5 1.576.3 1.879.1 181.8 146.3 1.494.4 1.243.6 1.695.9 1.519.9 216.6 1.506.7 1.870.8 378.7 416.5 373.0 382.5 192.7 210.3 141.4 164.8 230.0 186.6 129.4 157.2 253.8 218.6 239.2 230.4 761.1 752.8 1.230.9 1.157.3 256.0 338.0 914.4 1.411.9 221.7 223.4 539.0 857.9 123.5 9.712.0 130.4 110.7 131.0 9.588.1 8.430.2 10.676.1 (*) 2010 ithalat verileri kasım ayı sonu itibariyledir. Kaynak: TÜİK Sayı: 371 - Şubat 2011 5 Kapak DTM'NİN EK VERGİ KARARLARI HAZIR GİYİM: DTM'nin hazır giyim ithalatında yüzde 40'a varan oranlarda ek vergi uygulanmasını öngören ve nihai karar Resmi Gazete'de yayınlandıktan sonra uygulanacak olan tebliği şöyle: Yerli üretici tarafından, 61.01, 61.02, 61.03, 61.04, 61.05, 61.06, 61.07, 61.08, 61.09, 61.10, 61.12, 62.01, 62.02, 62.03, 62.04, 62.05, 62.06, 62.07, 62.08 ve 62.11 gümrük tarife pozisyonlu hazır giyim eşyasının ithalatında son yıllarda artış olduğu ve yerli üretimin bu ithalattan ciddi zarar gördüğü ve ciddi zarar tehdidine maruz kaldığı belirtilerek, soruşturma açılması ve geçici önlem alınması için gerekli şartların oluştuğu tespit edildi. Kurul, korunma önlemi soruşturması açılmasına, hazır giyim ithalatında geçici önlem uygulanmasına, geçici korunma önleminin gümrük vergisinde artış şeklinde uygulanmasına, gümrük vergisi artışının 'Diğer Ülkeler’de (DÜ) belirlenen gümrük vergisi oranlarına ilave yüzde 40 oranında, 'Gelişme Yolundaki Ülkeler’de (GYÜ) belirlenen oranlara ilave yüzde 37, 'En Az Gelişmiş Ülkeler’de (EAGÜ) belirlenen ve 'Özel Teşvik Düzenlemelerinden Yararlanacak Ülkeler’de (ÖTDÜ) belirlenen oranlara ilave yüzde 27 oranında belirlenmesine karar verdi. Kurul ayrıca, ilave gümrük vergisinin 'Diğer Ülkeler' için maksimum 20 dolar/kg, minimum 5.5 dolar/kg, 'Gelişme Yolundaki Ülkeler' için maksimum 18 dolar/kg, minimum 4.5 dolar/kg, EAGÜ ve ÖTDÜ için maksimum 16 dolar/kg, minimum 3.5 dolar/kg şeklinde ve her halükarda 474 No’lu Gümrük Giriş Cetveli Hakkında Kanun’da başvuru konusu eşya için gösterilen vergi hadlerinin yüzde 50 fazlasını aşmayacak şekilde sınırlandırılmasına ve geçici önlemin istihsali hususunda Bakanlar Kurulu’na öneride bulunulmasına karar verdi. İthalat Genel Müdürlüğü tarafından yürütülecek soruşturmalar 9 ay içinde tamamlanacak, gerekli hallerde olursa bu süre 2 ay daha uzatılabilecek. KUMAŞ: DTM'nin kumaş ithalatçılarını ilgilendiren ve yüzde 30'a kadar ek vergi öngören kararı ise şöyle: Yerli üreticiler tarafından 11, 51.12, 52.08, 52.09, 52.10, 52.11, 54.07, 54.08, 55.12, 55.13, 55.14, 55.15 ve 55.16 gümrük tarife pozisyonlu dokuma kumaşların ithalatında son yıllarda artış olduğu ve yerli üretimin bu ithalattan ciddi zarar gördüğü ve ciddi zarar tehdidine maruz kaldığı belirtilerek, Dış Ticaret Müsteşarlığı İthalat Genel Müdürlüğü’ne başvuruda bulunması sonucu yapılan ön incelemede yıllar itibariyle ithalatın seyri ve yerli sanayinin ekonomik göstergeleri incelenmiş olup soruşturma açılması ve geçici önlem alınması için gerekli şartların oluştuğu belirlendi. Korunma önlemi soruşturması açılmasına, söz konusu ürünlerin ithalatında geçici önlem uygulanmasına, geçici korunma önleminin gümrük vergisinde artış şeklinde uygulanmasına karar verildi. Ayrıca bu kapsamda, gümrük vergisi artışının 'Diğer Ülkeler’de (DÜ) gümrük vergisi oranlarına ilave yüzde 30 oranında, ‘Gelişme Yolundaki Ülkeler’de (GYÜ) belirlenen oranlara ilave yüzde 28 oranında, 'En Az Gelişmiş Ülkeler' (EAGÜ) ve 'Özel Teşvik Düzenlemelerinden Yararlanacak Ülkeler’de (ÖTDÜ) belirlenen oranlara ilave yüzde 21 oranında belirlenmesine, ilave gümrük vergisinin DÜ için maksimum 4.25 dolar/kg, minimum 1.25 dolar/kg, GYÜ için maksimum 4 dolar/kg, minimum 1 dolar/kg, EAGÜ ve ÖTDÜ için maksimum 3.75 dolar/kg, minimum 0.75 dolar/kg şeklinde ve her halükarda 474 No’lu Gümrük Giriş Cetveli Hakkında Kanun’da başvuru konusu eşya için gösterilen vergi hadlerinin yüzde 50 fazlasını aşmayacak şekilde sınırlandırılmasına ve geçici önlemin istihsali hususunda Bakanlar Kurulu’na öneride bulunulmasına karar verdi. Sayı: 371 - Şubat 2011 6 cak alınan bu karara herkesin bir teşekkür borcu var. Türkiye’nin ve Türk sanayicisinin menfaatine alınmış bir karar. Bu karar, evrak üzerinden para kazananlara set çekecek. Bu kararın tersine konuşmak çok yanlış bir harekettir, diye düşünüyorum. Yayınlanan bu tebliğ üretimin canlanması anlamına geliyor" dedi. İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İTKİB) Başkanı İsmail Gülle de kararı "Geç kalmış olmasına rağmen içerdeki firmalarımıza, fabrikalarımıza ve çalışanlarımıza hayat verecek bir uygulama. Bizim üreticiler olarak bu kararı desteklemememiz mümkün değil. Pek çok insan bu durumdan zarar görebilir ancak ihracat yapan firmalar bu karardan zarar görmez" şeklinde değerlendirdi. Gülle, "İthalatın ülkeye bir faydası yok, gelen vergiler bunun önüne geçecektir. Ben bu işin yapılması yönünde desteği olan birisiyim, çünkü yanımda 900 kişi çalıştırıyorum ve insan çalıştırmanın ne demek olduğunu iyi bilirim. Bu duruma karşı olanları da anlıyorum. Geçmişte de bu korumalar yapıldı. Özellikle iplik sektörü ipten alındı. İthalatla sahte bir cennet yaratıldı. İthalatçı arkadaşlarımızda bir kazanç kaybı olabilir. Fakat yerli üretim teşvik edilmeli" diye konuştu. Uygulanan vergilerin iddia edildiği gibi iç piyasadaki fiyatlarda çok büyük fark yaratmayacağını da söyleyen Gül- le, "Şöyle düşünülmeli: Evet ben bu ülke için 1 dolar az kazanıyorum ama benim bu az kazandığım 1 dolar binlerce insanımızın iş bulmasına vesile olur. Bu, bir memleket meselesidir. Bu verginin, ülkeye bir faydası olacak diye bakmak lazım. Dikilmiş bir ağaç olarak bakmak lazım" dedi. Sarar Giyim Yönetim Kurulu Başkanı Cemalettin Sarar da "Alınan kararı biz destekliyoruz. Çünkü Türk tekstilini öldürdük. İplik ve dokuma makineleri durdu. Bu kararın DTM: NİHAİ KARAR VERİLMEDİ Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) İthalat Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Bekir Aslaner, sanayicilerin yayınlanan tebliği nihai kararmış gibi algılamamaları gerektiğini söyledi. Tebliğin yerli sanayicilerin müsteşarlığa yapmış oldukları başvuruların ön değerlendirme sonucunda yayınlandığını söyleyen Aslaner, şu bilgileri verdi: "Bu tebliğin Resmi Gazete'de yayınlanması, Bakanlar Kurulu'na gitmeden önce herkesin konuyla ilgili haberdar olması anlamına gelmektedir. Bu tebliğ, nihai bir karar değildir. Tebliğ hakkında görüşlerinin belirtilmesi ve gerekli düzenlemelerin yapılması için 13 Şubat'a kadar süre var. Bu süreç içerisinde ilgili tüm kesimlerden görüş alınacak ve değerlendirmeler yapılacak. Daha sonra bir sonuç raporu hazırlanacak. Bu raporun da yine değerlendirme süreci olacak." Sayı: 371 - Şubat 2011 7 Kapak ihracatçıya dokunan bir tarafı yok. Fabrikalar ve sanayimiz yeniden çalışmaya başlayacak. Zaten ihracat amaçlı getirilen mallara gümrük uygulanmıyor. Bu sebeple ihracatçılarımız da etkilenmezler. Ben içtenlikle tebrik ediyorum. Biz de artık az kâr çok satış yapmaya çalışacağız" diye konuştu. DTM’NİN KARARI İHRACATÇIYI ETKİLEMEZ • DTM'nin getirdiği bu mütekabiliyet esasına dayalı korunma tedbirleri uygulaması kapsamında, iddiaların aksine, yerli üreticilerimiz ek vergiye tabi üçüncü ülkelerden ihraç kaydı ile getirecekleri tüm tekstil ürünlerini bu ek vergileri ödemeden AB ve/veya diğer ülkelere ihracatını yapabilecekler ve ihracatımız hiçbir şekilde olumsuz etkilenmeyecek. • Özellikle ihracata çalışan üretici/ ihracatçı firmalar üçüncü ülkelerden getirecekleri ithal tekstil hammaddelerini ihraç kaydı ile yasal yollar ile getirmeleri halinde bir ek vergiye tabi olmayacak ve herhangi bir zarar görmeleri de söz konusu olmayacak. Bu üretici/ihracatçı firmalarda yine isterler ise herhangi bir ek gümrük vergisine tabi olmadan yerli üreticilerden de ihraç kayıtlı şartlar ile tüm vergilerden muaf tekstil hammaddelerini alabilecek. Bu konuda ‘Dahilde İşleme Rejimi’, ‘İhraç Kayıtlı Geçici İthal’, ‘İhraç Kayıtlı Yurtiçi Teslimat’ kararnameleri, yönetmelikleri ve uygulamalarında açıklık mevcut. • Bakanlar Kurulu’nda tebliğlerle ilgili imzaların tamamlanmasına müteakip, DTM nihai vergi oranını maksimum 9-11 aylık bir süre içinde belirleyecek. Bu soruşturma süreci kapsamında, haksız ithalat olmadığını ve bu uygulama ile ciddi zarara uğrayacağını iddia eden ithalatçı/ihracatçı şirketler istedikleri takdirde gerekçeleri ve belgeleri ile başvurularını DTM'ye yapabilirler ve bu soruşturmaya da taraf olabilecekler. Bu takdirde de yerli üretici firmaların da yaptığı gibi ithalatçı/ihracatçı şirketler de kayıt ve belgelerini ve resmi mali defterlerini de DTM yetkililerine sunmak ve iddia ettikleri gibi haksız ithalatın yapılmadığını ve yerli üreticilere zarar vermediğinin tespitini kanıtlamakla mükellef olurlar. Sayı: 371 - Şubat 2011 8 Kahramanmaraş Ticaret ve Sanayi Odası (KMTSO) Başkanı Mehmet Balduk ise kumaş ve konfeksiyon sektörlerinde koruma önlemi alınmasına yönelik yoğun isteğin sonuç bulmasından duydukları memnuniyeti dile getirdi. Hükümetin gelen soruşturma taleplerini dikkate aldığını belirten Balduk, sanayicinin üretmediği zaman dışa bağımlılığın devam edeceğini ve bunun da krizlere neden olacağını savundu. Balduk, Türkiye'nin önemli sektörlerinden biri olan kumaş ve konfeksiyonda başlatılan soruşturma kararının daha çok üretim ve daha çok istihdam yaratmak açısından ciddi bir motivasyon olduğunu vurguladı. İTHALATA EK VERGİ NELER GETİRECEK? Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Başkanı Cem Negrin ise "Bu kararın hem artıları hem de eksileri var. İmalatçılar açısından iyi bir karar. Çünkü Uzakdoğu’dan gelen ürünler dolayısıyla Türkiye’de doğru düzgün imalatçı kalmadı. İthalata getirilen ek vergiyle imalatçılar açısından bir doluluk yaşanacak. Ancak diğer taraftan ithalatın kesilmesi, perakendede fiyatları artıracak. İnsanlar daha pahalıya mal alacaklar. Türkiye’de bulunan yabancı markalar da Bangladeş’te, Çin’de ürettirdikleri malları kendi ülkeleri üzerinden çevirip vergisiz bir şekilde Türkiye’ye sokacaklar. Türkler ise yurtdışından ithal ettikleri ürünler için yüzde 40 daha fazla vergi ödemiş olacaklar. Perakendeci de pahalıya mal satıyor olacak. Bu durum yarın başka mallar için de başımıza gelebilir. Yani gün gelir her şeye antidamping uygular hale geliriz" diye konuştu. • Milli ekonomik çıkarlarımız öncelikle gözetilerek, hızla büyüyen tekstil ve hazır giyim iç pazarımız artık AB dışındaki üçüncü ülkeler için tek taraflı açık bir pazar olmayacaktır. • Tekstil ve hazır giyim sektörümüzün yurtiçi ve yurtdışı pazarlarında sürdürülebilir rekabeti için son derece önemli olan modern ve entegre üretim altyapısı ve tedarik zinciri (Elyaf, İplik, Kumaş, Konfeksiyon) gözetilmiş olacak. • Dahilde İşleme Rejimi kapsamında ihraç kayıtlı yapılacak ithalata herhangi bir vergi söz konusu olmadığından, yanıltıcı iddiaların tam aksine, ihracatımıza da herhangi bir olumsuz etkisi olmayacaktır. • Belirli bir kesimin iddia ettiğinin aksine Türkiye mevcut kurulu kapasite ile olası talep artışını rahatlıkla karşılayacak niteliktedir. Alınan önlemlerle tekstilde toplam 1.2 milyar dolarlık, konfeksiyonda ise toplam 2 milyar dolarlık bir ithalata ek vergi getirilmesi söz konusudur. Vergi artışı bu ithalatı tamamen engellemeyecek, kısmen azaltarak, bir kısmının iç piyasada üretilmesine sebep olacak. Resmi istatistiklere göre 2010 yılında takribi yüzde 70-75 kapasite ile çalışmakta olan tekstil ve konfeksiyon işletmeleri, bu dönemde 21 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirmiştir. Herhangi bir makro yatırım gerekmeden sadece iyileştirme, yenileme ve verimlilik artışları ile mevcut işletmelerin 30 Milyar dolarlık ihracat rakamlarına ulaşması rahatlıkla mümkün olacaktır, sektörler üretim taleplerini karşılayabilecek kapasiteye sahiptir, ayrıca kararla ülkemizin en önemli sorunu olan işsizlik, sağlanacak istihdam artışı oranında azalacaktır. • Haksız rekabet ve farklı devlet sübvansiyonları ertesinde Türkiye dışına gitmek zorunda kalan Türk tekstil ve konfeksiyon yatırımcılarına yenileri eklenmeyecek, hatta söz konusu bu yatırımların yeniden Türkiye’ye dönmesi söz konusu olabilecek. • 3 yıl önce DTM’nin haksız iplik ithalatına karşı aldığı koruma tedbirleri Türkiye’deki mevcut iplik tesislerinin verimli çalışmasını sağladığı gibi, iplik alt sektöründe yeni yatırımlara, üretim ve istihdam artışına da katkı yaptı. Bu tedbirler ile de kumaş ve konfeksiyon üretiminde önemli istihdam ve üretim artışı çok kısa zamanda görülecek. • Özellikle Hindistan tarafından önce pamuk ardından da pamuk ipliği ihracatına getirilen yasaklama, iplik için DTM’nin aldığı korunma tedbirlerinin ne kadar isabetli olduğunu bir kez daha gösterdi. • İthalata getirilecek ek vergi sonrası perakende ürünlerin tüketici satış fiyatlarında da iddia edildiği üzere yüzde 40 bir artış kesinlikle söz konusu olmayacak. Nitekim kumaşta yüzde 30’luk, konfeksiyonda ise yüzde 40’lık bir vergi artışını öngören tebliğ kapsamında, DTM ek gümrük vergilerinde maksimum vergi tutarlarını USD/Kg olarak da belirledi. Bu maksimum vergi kriterlerine göre de; ithalatın nihai konfeksiyon ürünü olarak yapılması durumunda ortalama kalitede bir üründe, ürününe göre yüzde 1 ila yüzde 10 aralığında, ithal dokuma kumaş ile yerli konfeksiyon üretimi yapılması durumunda ise yüzde 0.2 ile yüzde 2.4 aralığında bir fiyat artışı söz konusu olacak. Özellikle perakende tüketici birim satış fiyatlarının ithal birim fiyatların 3 ila 5 katı seviyelerinde belirlendiği de göz önüne alındığında, yanıltıcı beyan ve iddiaların aksine, tüketici fiyatlarında da önemli bir artış olmayacak. İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkanı Hikmet Tanrıverdi ise kumaş ve hazır giyim ithalatına yapılan vergi zammının sektöre büyük zarar vereceğini belirterek, "Hazır giyim olarak bu uygulamaya karşıyız. Sektör bu durumda çok fazla zarar görür. Piyasanın ivme kazandığı bir dönemde önüne engel konulması anlamsız. Uygulama geçmişte yapılmalıydı. Bunu şimdi yapmak sektöre çok kan kaybettirir. Tekstil ve konfeksiyon 8 milyar dolar dış ticaret fazlası veriyor. Bize gelene kadar çok alan var" dedi. Tekstil Sanayicileri ve İşadamları Derneği Başkanı Cüneyt Dizdar ise "DTM'nin açtığı soruşturma süresi içerisinde hem üretici hem de ithalatçıların görüşleri dinlenecek. Biz bu soruşturma neticesinde yerli üreticilerin korunmasına öncelik verileceğine inanıyoruz. Karar her yönüyle her iki sektör içinde büyük yararlar sağlayacak" dedi. Sayı: 371 - Şubat 2011 9 Güncel TEKSTİLCİ RİSKİNİ DAĞITINCA İHRACATIN YAPISI DEĞİŞTİ Yeni bin yıl Türk tekstil ve konfeksiyon sektörüne yeni pazarlarla ticareti öğretti. Son 10 yılda iki büyük kriz yaşayan Türkiye’de sektör, geleneksel pazar Avrupa’ya olan bağımlılığı azaltırken, komşu ülkeler, Ortadoğu ve Afrika gibi yeni pazarlara yelken açtı. Türk tekstil ve hazır giyimciler son 10 yılda yaşanan krizler sayesinde pazarlarda çeşitliliğe giderek ihracatta riski dağıttı. Tekstil ve hazır giyimde artık Türkiye’nin geleneksel pazarı Avrupa ülkelerinin yanına, uzak pazarlardan ve komşulardan yenileri eklendi. Yaşanan bu değişimin sonucunda da hazır giyim sektöründe 200 milyon doların üzerinde ihracat yapılan ülke sayısı son 10 yılda iki kat artarak 6’dan 12’ye çıktı. Türkiye son 10 yılda iki büyük kriz yaşadı. Birincisi tarihe ‘Kara Çarşamba’ olarak geçen ve bu ay 10 yılı geride bırakacak olan 21 Şubat 2001 krizi. Diğeri ise 2008 sonunda başlayan ve etkileri hala devam eden global kriz. Her iki kriz döneminde de zor günler geçiren Türk tekstil ve hazır giyim sektörü, direncini dış pazarlara yönelerek gösterdi. İhracatın önem Sayı: 371 - Şubat 2011 10 kazandığı son 10 yılda Türkiye’nin toplam ihracatı yüzde 309.3 artarak 27.7 milyar dolardan 113.6 milyar dolara ulaştı. 2000 yılında 1 milyar doların üzerinde ihracat yaptığımız ülke sayısı sadece 5 iken 2010 sonunda bu rakam 26 ülkeye çıktı. Ancak AB ülkeleri ve ABD gibi gelişmiş ekonomilere yaptığımız ihracatın payı azaldı. Tam tersine komşularımız ile yakın ve Ortadoğu ülkelerine ihracatımızın payı arttı. İhracatta- ki 10 yıllık yüzde 309’luk artışa rağmen Almanya’ya ihracat artış hızımız yüzde 121’de, İngiltere’ye yüzde 242’de, İtalya’ya yüzde 266’da, Fransa’ya yüzde 270, ABD’ye yüzde 20’de kaldı. Almanya değişmez bir şekilde en büyük ihracat pazarımız olarak yerini korudu. Ancak 10 sene önce tüm ihracatımızın yüzde 18.6’sını Almanya’ya yaparken bu oran şimdi yüzde 10.1’e geriledi. Tekstil ve hazır giyim sektörlerine baktığımızda da benzer bir tablo ortaya çıktı. 10 yıl önce 2.6 milyar dolar tekstil ve hazır giyim ihracatı yapan Türkiye, bu alandaki ihracatını yüzde 151.8 artışla 6.5 milyar dolara ulaştırdı. Ancak sektörün genel ihracat içindeki payı yüzde 9.3’ten yüzde 5.7’ye geriledi. Hazır giyimde ise 10 yıl önce 7.5 milyar dolarlık ihracat yapılırken bugün bu rakam yüzde 96.3 artışla 14.7 milyar dolara çıktı. Buna rağmen bu sektörün de genel ihracat içindeki payında büyük gerileme gözlendi. Sektörün 2000 yılında ihracatta yüzde 26.9 olan payı yüzde 12.9’a geriledi. Geçtiğimiz 10 yılda hazır giyim ve konfeksiyon sektörünün AB ülkelerindeki ağırlığını azaltarak riski dağıtma yönüne gittiği görüldü. Riskin dağıtıldığı asıl milat ise 2008’de başlayan global kriz oldu. ABD’de başlayan ardından Avrupa’ya yayılan kriz Türk tekstil ve hazır giyim sektörüne zor bir dönem yaşattı. Türkiye’nin en büyük ihraç pazarı Avrupa’ya bağımlılık yavaş yavaş azalırken, AB pazarının kendi içinde de büyük değişim yaşandı. 2000 yılında hazır giyim ihracatında Almanya’nın payı yüzde 35’ler düzeyindeyken bu rakam 2010 sonunda yüzde 24.7’ye düştü. Buna karşılık Avrupa’nın moda ve marka merkezlerine yapılan hazır giyim ihracatındaki artış dikkat çekti. Verilere göre hazır giyimde İngiltere’nin 2000 yılında yüzde 11.7 olan payı yüzde 2010 yılı sonunda yüzde 14.1’e çıktı. İngiltere 2000 yılında en büyük 3. hazır giyim pazarımız iken 2010 yılında ikinci sıraya yükseldi. Fransa da sektörün ihracatını arttırdığı ülkeler arasında yer aldı. Fransa 2000 yılında hazır giyim ihracatından yüzde 6.7 pay alırken bu pay 2010 SEKTÖR BAZINDA İHRACAT RAKAMLARI (BİN DOLAR) Sıralama 2000 2010 3 1 1 2 6 3 5 4 4 5 2 6 10 7 8 8 7 9 12 10 9 11 15 12 17 13 11 14 20 15 13 16 16 17 18 18 19 19 23 20 21 21 14 22 24 23 22 24 25 25 TOPLAM SEKTÖR Otomotiv endüstrisi Hazır giyim ve konfeksiyon Kimyevi maddeler ve mamulleri Demir çelik ürünleri Elektrik-elektronik Tekstil ve hammaddeleri Makine ve aksamları Demir ve demir dışı metaller Hububat, bak., yağlı toh. ve mam. Maden ve metaller Çimento ve toprak ürünleri Ağaç mamulleri ve Orm. Ür. Yaş meyve ve sebze Fındık ve mamulleri Halı Deri ve deri mamulleri Kuru meyve ve mamulleri Değerli maden Meyve sebze mamulleri Gemi ve yat Canlı hayvan, su ürünleri ve mam. Tütün Zeytin ve zeytinyağı Diğer sanayi ürünleri Kesme çiçek 2000 2010 İHRACAT PAY (%) İHRACAT PAY (%) DEĞ (%) 2.538.573 9,1 17.382.809 15.3 584.7 7.459.578 26.9 14.644.153 12.9 96.3 1.898.317 6.8 12.720.421 11.2 570.1 2.023.177 7.3 12.302.328 10.8 508.1 2.029.904 7.3 9.630.539 8.5 374.4 2.592.463 9,3 6.528.299 5,7 151,8 766.242 2.8 6.355.791 5.6 729.5 940.428 3.4 5.796.890 5.1 516.4 1.179.724 4.2 4.112.524 3,6 248.6 567.219 2 3.658.875 3.2 545.1 875.699 3.2 3.216.400 2.8 267.3 444.874 1.6 2.928.738 2.6 558.3 391.815 1.4 2.184.303 1.9 457.5 589.491 2.1 1.544.484 1.4 162 300.125 1.1 1.286.389 1.1 328.6 554.182 2 1.272.305 1.1 129.6 418.590 1.5 1.243.308 1.1 197 352.520 1.3 1.205.896 1.1 242.1 390.071 1.4 1.119.555 1 187 138.916 0.5 1.118.462 1 705.1 171.375 0.6 962.309 0.8 461.5 488.377 1.8 698.728 0.6 43.1 31.323 0.1 189.520 0.2 505.1 62.252 0,2 59.989 0.1 -3.6 13.121 0 56.242 0 328.6 27.774.906 100 113.685.989 100 309.3 Sayı: 371 - Şubat 2011 11 Güncel 1.3 milyar dolarlık ihracat yapılırken 2010 yılına gelindiğinde ihracat 420 milyon dolara kadar düştü. ABD’nin hazır giyim ihraç pazarları arasındaki sırası 8’inciliğe kadar gerilerken payı da yüzde 17.2’den yüzde 2.9’a indi. Bu süreçte komşularımız ile yakın ve Ortadoğu ülkelerine ihracatımızın payı arttı. Irak’a 2000 yılında genel anlamda hiç ihracatımız yokken 2010 yılında en büyük 5’inci pazarımız oldu. İleride Almanya’nın arkasından en büyük ikinci ihracat pazarı haline gelmesi beklenen Irak hazır giyimde de büyük gelişme gösterdi. Hazır giyim ihracatında Irak yüzde 1.4 paya ulaşarak 12’nci sıraya oturdu. Tekstil ve hazır giyimde başta Rusya olmak üzere Libya, Suriye ve Çin gibi ülkeler de ağırlığını artırdı. Rusya’ya hazır giyim ihracatının payı 10 yılda yüzde 1.5’ten yüzde 1.9’a çıktı. Tekstil ve hazır giyimde ihraç pazarlarındaki çeşitliliğin önümüzdeki dönemde de devam etmesi bekleniyor. Özellikle dış siyasette son yıllarda yapılan politika değişikliğinin ihracata olumlu yansımasının devam etmesi ve çevre ülkelerin alımlarını hızlandırması beklentiler arasında. Tekstil ve hazır giyim ihracatçıları da yapılan çalışmaların meyvelerinin 2011’de alınacağını belirterek bu beklentiyi doğruluyor. Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği (UTİB) Başkanı İbrahim Burkay, “Özellikle yakın çevre ülkelerde, Asya Pasifik bölgelerinde çok olumlu operasyonlar gerçekleştirdik. Bunun sonucunda da AB, her ne kadar Türkiye'nin pazarları arasında öne çıksa da pazar çeşitliliği sektörde gerçek anlamda sağlandı” diyor. yılında yüzde 8.1’e çıktı. İtalya ise hazır giyim sektörünün 2000 yılında 7’nci büyük pazarı iken 2010 yılında 5’inci sıraya yükseldi. İtalya’nın payı yüzde 2.3’den yüzde 5’e çıktı. Danimarka da 2000 yılında 9’uncu büyük hazır giyim ihraç pazarı iken 2010 yılında 7’nci oldu. Danimarka’nın payı da yüzde 1.5’ten yüzde 3’e çıktı. 2000 yılında yüzde 17.2 ile Türkiye’nin hazır giyim ve konfeksiyon ihracatında ikinci en büyük pazarı olan ABD ise geçen 10 yıllık süreçte bekleneni vermedi. Bu ülkeye 2000 yılında Sayı: 371 - Şubat 2011 12 Burkay şunları söylüyor: “Tekstil ve konfeksiyon sektöründe, artık dünyada bildiğiniz gibi bütün dünya markalarının merkezlerinin çoğu Avrupa'da ve bütün ürünlerimiz bizim Avrupa'dan dünyaya dağılıyor. İşte, Made in Hong Kong etiketinden Made in Turkey etiketine bir dönüş var. Bütün bunlar aslında Türkiye'nin bu son yıllarda pazar çeşitliği için, Made in Turkey için, mar- ka ve imaj için yaptığı çalışmaların olumlu yansımaları.'' Antalya Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçı Birliği (ATHİB) Yönetim Kurulu Başkanı Azize Kalkavan ise tekstilde Uzakdoğu, Çin, Latin Amerika, İran, Irak ve Türk Cumhuriyetleri'nin yeni hedef pazarlar olarak belirlendiğini belirtiyor. Kalkavan, 2011 yılında ulaşacakları pazarları anlatırken şunları söylüyor: “Irak, Türkiye'nin genel ihracatında 5. pazar oldu. Kapısı hiç açılmamış İran pazarı var. Türk tekstil ihracatçılarının gideceği bir pazar da Rusya pazarıdır. Bu ülkelerin lüks caddelerinde Türk mağazaları sayısı artıyor. Türk markalarının ürünleri satılıyor. Hırvatistan, Sırbistan gibi ülkelerde Türk dizileri beğeniyle izleniyor. Kültür ihracı yapılıyor. Sadece kültür ihracı değil, Türk modası ve tekstil sektörünün de reklamı yapılıyor. Uzakdoğu, Çin, Latin Amerika, İran, Irak ve Türk Cumhuriyetleri yeni hedef pazarlarımız olacak. Önümüzdeki süreçte Kolombiya'da Tekstil Fuarı yapılacak. Bu fuar, Latin Amerika ülkelerinin buluştuğu bir tekstil fuarı. Türk tekstil firmaları Kolombiya'ya çıkarma yapacak. Çin rakibimiz ama aynı zamanda da pazarımız. Türkiye, Türk Cumhuriyetleri, Ortadoğu ve komşularının bulunduğu alanda yükselen bir yıldız olacak ve mallarını satacaktır. Önümüzdeki dönemde Türk Cumhuriyetleri’nde, İran ve Irak'ta Türk markalarının ışıldadığını göreceğiz.” Kalkavan yeni pazarları sıralarken geleneksel pazar Avrupa ile ilgili umudunu da yitirmiyor. Gelecek yıllarda talep yönündeki beklentilerinin daha da yüksek olduğunu anlatan Kalkavan, dünya ekonomisine yön veren Amerika'nın gün geçtikçe global krizden çıktığını, Avrupa pazarında özellikle bazı ülkelerin ekonomik durumlarıyla ilgili kaygıların sürmesine rağmen, Türkiye'nin en büyük ihracat pazarı olan Almanya'nın ekonomik datalarının da hızla iyileştiğini belirtiyor. HAZIR GİYİM SEKTÖRÜ İHRACATI ÜLKE DAĞILIMI (BİN DOLAR) 2000 SIRA ÜLKE 1 ALMANYA 2 ABD 3 İNGİLTERE 4 FRANSA 5 HOLLANDA 6 BELÇİKA 7 İTALYA 8 RUSYA 9 DANİMARKA 10 İSVEÇ 11 İSPANYA 12 AVUSTURYA 13 ISRAİL 14 İSVİÇRE 15 CEZAYİR 16 LİBYA 17 AHL SERBEST BÖLGE 18 NORVEÇ 19 S. ARABISTAN 20 MISIR TOPLAM İHRACAT PAY (%) 2.683.868 36 1.280.712 17.2 873.167 11.7 500.828 6.7 388.262 5.2 210.855 2.8 172.292 2.3 112.882 1.5 111.251 1,5 109.086 1.5 88.787 1.2 88.352 1.2 70.129 0.9 68.533 0.9 49.171 0.7 48.008 0.6 47.912 0,6 46.509 0.6 46.183 0.6 45.256 0,6 7.459.578 100 2010 SIRA 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 ÜLKE ALMANYA İNGİLTERE FRANSA İSPANYA İTALYA HOLLANDA DANİMARKA ABD BELÇİKA RUSYA İSVEÇ IRAK ROMANYA AVUSTURYA ISRAIL YUNANİSTAN İSVİÇRE KAZAKİSTAN ÇEK CUMH. POLONYA TOPLAM İHRACAT PAY (%) 3.623.256 24.7 2.066.613 14.1 1.192.178 8.1 1.166.567 8 731.293 5 723.985 4.9 437.286 3 420.911 2.9 400.518 2.7 280.244 1.9 278.847 1.9 208.280 1.4 199.711 1.4 143.676 1 134.383 0.9 132.010 0.9 130.732 0.9 118.012 0.8 117.973 0,8 115.110 0.8 14.644.153 100 Sayı: 371 - Şubat 2011 13 Vergi Dünyası DEVLETİN MEMURA TAHSİS ETTİĞİ LOJMAN VE TAŞIT SAYISI SÜREKLİ ARTIYOR Belki kızacaksınız ama maalesef durum böyle… Türkiye, kamu kurumlarının lojman, sosyal tesis ve taşıt sayısı bakımından, ayrı bir dünya rekoruna sahip. Lojmanlar 6 bin arttı 2010 yılında, lojman sayısı 2009 yılına göre 6.392 adet arttı. Lojman sayısı bakımından sıralamada; Emniyet Genel Müdürlüğü (46.085), Milli Eğitim Bakanlığı (43.733), Milli Savunma Bakanlığı (43.155), Jandarma Genel Komutanlığı (18.448) ve Sağlık Bakanlığı (20.355) ilk 5’i oluşturuyor. Bu arada Cumhurbaşkanlığı’nın 367 KAMU KURUMLARININ LOJMAN VE SOSYAL TESİS SAYISI KURUM Genel Bütçe Özel Bütçe Yüksek Öğr. K. Düz. ve Dent. Kurumlar TOPLAM Lojman 195.781 15.691 7.650 245 222.404 2008 Sosyal Tesis 1.972 708 357 232.172 Kaynak : Maliye Bakanlığı 2009, 2010 ve 2011 yılları Bütçe Gerekçeleri Sayı: 371 - Şubat 2011 14 Lojman 207.564 13.963 7.300 245 238.195 2009 Sosyal Tesis 2.099 683 318 - 2010 Lojman Sosyal Tesis 209.084 2.018 17.423 667 8.318 289 394 2 Prof. Dr. Şükrü KIZILOT lojmanı, Başbakanlığın 643 lojmanı, 1 sosyal tesisi, TBMM’nin 466 lojmanı ve 8 sosyal tesisi bulunuyor. Büyük üniversitelerde ise Atatürk Üniversitesi’nin 1.038 lojmanı, 4 sosyal tesisi, ODTÜ’nün 477 lojmanı ve 6 sosyal tesisi, İTÜ’nün 286 lojmanı ve 3 sosyal tesisi, Boğaziçi Üniversitesi’nin 179 lojmanı ve 3 sosyal tesisi, Gazi Üniversitesi’nin 65 lojmanı ve 7 sosyal tesisi var. Hacettepe Üniversitesi’nin ise lojmanı ve sosyal tesisi yok. Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlardan, SPK (142 lojman, 2 sosyal tesis) ve Rekabet Kurumu’nun (252 lojman) dışında; RTÜK, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, BDDK, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Kamu İhale Kurumu ve Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’na ait lojman ve sosyal tesis yok. Ancak üst kurulların büyük kısmı çalışanlarına ve yöneticilere, ciddi tutarda “kira yardımı” ödüyor. Mevcut uygulamada, lojman olayı, devlette kayırmacılığı ve adaletsizliği beraberinde getiriyor. Herkese lojman sağlanamadığı için kamu görevlileri arasında eşitsizlik yaratılmış oluyor. Taşıt sayısı 8-10 kat Kamuya ait taşıt sayısı; Japonya’da 10, İngiltere’de 12, Almanya’da 11, Fransa’da ise 9 bin adet. Türkiye’ye gelince, kamuya ait tam 83.383 taşıt var. Bu ise yukarıda belirtilen ülkelerdeki taşıt sayısının 8-10 katı civarında! Zaman zaman “kamuda taşıt saltanatına son verdik (ya da) vereceğiz” denilmesine rağmen, taşıt sayısında ciddi bir azalma göze çarpmıyor. Hatta kiralanan araçlar da göz önüne alındığında, sürekli artıyor. Olayın, bakım-onarım, yakıt maliyeti boyutunun yanı sıra özel işlerde kullanılma boyutu da var. Kamudaki savurganlık ve israfın göstergelerinden biri olan lojman ve makam aracı olayına, çok özellikli durumlar ve kurumlar dışında son verilmesinde yarar var. KAMU KURUMLARININ TAŞIT SAYISI KURUM Genel Bütçe Özel Bütçe Yüksek Öğr. K. Düz. ve Dent. Kurumlar TOPLAM 2008 75.221 4.970 2.565 162 82.918 2009 78.144 4.965 2.607 114 85.830 2010 77.608 4.822 2.812 141 83.383 Kaynak : Maliye Bakanlığı 2009, 2010 ve 2011 yılları Bütçe Gerekçeleri Sayı: 371 - Şubat 2011 15 Güncel KANUNİ’NİN “MUHTEŞEM YÜZYIL”INDA TEKSTİL Televizyonda gösterime girdiği andan itibaren büyük tartışmalara neden olan “Muhteşem Yüzyıl” dizisi, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki giyim kültürünün ihtişamını günümüze taşıyor. Peki ya Kanuni Sultan Süleyman döneminde Türk tekstilinin durumu neydi? Bu yazımızda Akdeniz’in Türk gölü haline geldiği dönemde, Türk tekstilinin yapısını sizler için araştırdık. Osmanlı'nın 10. Padişahı Kanuni Sultan Süleyman, tartışma konusu olan "Muhteşem Yüzyıl" dizisinde Has Odabaşı Pargalı İsmail'le birlikte tedbili kıyafet çıktığı çarşı-pazar turunda bir ipek satıcısının önünde durur. Henüz yeni tahta çıkmış olan Kanuni Sultan Süleyman, eliyle işaret ettiği kumaşın cinsini sorar. Satıcıdan "Bursa ipeği" yanıtını alınca, bu kez onun yanındakini sorar. "Venedik malı" der satıcı. Kanuni'nin "Peki kim alıyor bunları?" sorusu üzerine de satıcı "Genelde Saray'dan alıyorlar Ağam" der. Kanuni bunun üzerine tercihini Bursa ipeğinden yana kullanır ve "Kes şundan 10 metre" diyerek alır gider. Bu sahne Kanuni'nin daha tahta yeni oturduğu yıllardır. 1520'de oturduğu tahta 1566'ya kadar hükümdar kalır. "Akdeniz'i Türk gölü yapacağım" diyen Kanuni'nin ilk attığı adım da ticaret üzerine olur. Akdeniz'de ticareti elinde tutan koloni devleti Venedik tacirlerinin Osmanlı topraklarında sattıkları mallarda vergileri artırır. Venedik o tarihlerde, Osmanlı'nın bir parçası gibiydi. Padişahlar, sadrazamlar, paşalar kendine layık kaliteli kumaşları, elbise ve eşyaları Venedik’te bulabiliyorlardı. O günlerde Venedik mağazacılığın da merkeziydi. Osmanlılar da Venedik’teki kaliteli malları kullanıyorlardı. Özellikle de padişah eşlerinin siparişleri oluyordu. O dönemde İngilizler bugün Çin'in yaptığı gibi Venedik’in tanınmış markalarını taklit etmiş, ama Venedik kadar piyasaya hâkim olamamıştı. Venedik'in bu tekelini kırmak için Kanuni'nin son döneminden itibaren Osmanlı, Fatih döneminde ticari imtiyaz alan Venedik'e karşı Floransalı tüccarları teşvik eder. İstanbul limanında Venedik tüccarlarının gümrük ödemeyerek sağladığı dış ticaretteki ayrıcalığı bitince de Osmanlı tebası olan Yahudiler, Venedikliler'in yerini alır. Ticarette Venedik ve Cenevizliler'in ağırlığı azalır. Sayı: 371 - Şubat 2011 16 Avrupalılar'ın 'Muhteşem Süleyman' lakabını verdiği Kanuni Sultan Süleyman'ın bir diğer icraatı ise tahta çıkar çıkmaz babası Yavuz Sultan Selim'in 1518'de İran'dan ipek ithalatına getirdiği yasağı kaldırması oldu. İran'a getirilen ambargo ipek tcareti ve sanayi üzerindeki etkisinin yanında ekonomik sonuçları yalnız İranlılar için değil Osmanlılar ve İtalyanlar için de kötü olmuştu. Ambargo nedeniyle Bursa ipek sanayiinde yaygın işsizlik ve iflaslar başgöstermiş, Bursa'daki ipek dokuma tezahlarının dörte üçü durmuştu. Yavuz Sultan Selim'in ambargosu İtalyan ipekli dokuma sanayiini de hammadde kaynağından yoksun bırakmıştı. Yavuz Sultan Selim 1520'de tahta çıktığında İran'la ham ipek ticaretini eski düzenine kavuşturmakla kalmadı, hapisteki İranlı tüccarları de serbest bıraktı. Ancak Kanuni Sultan Süleyman bundan sonra ise ipek üretim bölgelerini doğrudan denetim altına alma yoluna gitti. Tebriz ve Azerbaycan seferleri de bu dönemde yapıldı. Kanuni Tebriz-Bursa ve Tebriz-Halep ipek yolu üzerinde tam bir kontrol sağlamak amacıyla Tebriz, Gürcistan ve Hazar Denizi'nde hakimiyet kurdu. Karadeniz'den Portekizliler'i geri atarak Hint okyanusu ticaretini imparatorluk lehine çevirdi. Böylece Osmanlı dünya ticareti için önemli bir koridor haline geldi. Peki bunun Osmanlı'ya ne getirisi oldu? Özellikle gümrük gelirlerinin etkisiyle Kanuni döneminde bütçe her yıl fazla verdi. Bütçedeki nakit fazlası 1527-1528'de 127 milyon akçe ile rekor seviyeye çıktı. Kanuni Sultan Süleyman'ın bütçesi sadece tahttaki son yılında (1565-1566) 6 bin akçe açık verdi. Kanuni, Osmanlı'nın sadece siyasi anlamda değil ekonomik bakımdan da kıtalar arası ticarette bir geçit olmasına çalışıyordu. Bu amaçla Hıristiyan birliğinin oluşmasına engel olmak ve coğrafi keşiflerin ardından Akdeniz ticaretini geliştirmek isteyen Kanuni, Fransızlar'a ayrıcalıklı haklar olan kapitülasyonları verdi. Bu ülkeden o dönemde ağırlıklı olarak ince yünlü kumaş geldi. Ancak sanıldığı gibi Avrupalılar'a ilk kapitülasyonları veren padişah Kanuni değil Fatih Sultan Mehmet'ti. İlk kapitülasyon- lar ticaretin gelişmesi için Fatih Sultan Mehmet'in Kapalıçarşı'yı inşa ettirmesinden sonra Venedikliler'e verildi. Hem Fatih döneminde hem de Kanuni döneminde verilen kapitülasyonlar serbest ticaret antlaşmaları gibi çift taraflıydı. Bu durumdan hem Osmanlı'nın hem de diğer ülkelerin büyük kazançları oldu. Kapitülasyonların sonradan tek taraflı hale dönüştürülmesi diğer padişahlar zamanında savaşlardan alınan mağlubiyetler sonucunda geldi. Kanuni'nin, Fransa’ya tanıdığı imtiyaz sırasında Fransız tüccarları getirdikleri mallardan çok daha fazlasını götürdüklerinden devlet kârlı idi. Ancak daha sonraki yüzyıllarda denge aleyhimize bozuldu. Kanuni'nin bir diğer özelliği de kanun yapıcılığıydı. Osmanlı döneminde giyim kuşamla ilgili ilk yasal düzenleme Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapıldı. Başta kavuk, sarık, külah, börk; ayakta mest, çizme; üstte mintan, gömlek; belde kuşak; altta don, şalvar, potur; en üste ise entari giyilmesi kurala bağlandı. XIX. yüzyıl başında Kanuni’nin koymuş olduğu giyim yasaları rafa kalkar. Türklerin fes ile tanışması da Kanuni döneminde oldu. Fes, Faslıların (fes ismi Fas’taki Fez kentinden gelir) ve Cezayirli berberi arapların yöresel başlığıydı. Berberi Arapların yerel başlığı fesi Cezayir’in fethinden sonra Kanuni'nin Kaptanı-Derya'lığa getirdiği Barbaros Hayrettin Paşa Osmanlı'ya getirir. Bu günden sonra kentsel yörelerdeki erkekler fes veya tarbuş (serpuş) takmaya başlar. Kanuni tüm Osmanlı sultanları gibi giyim-kuşama önem verir, lüks kumaşlardan dikilmiş kaftanlar giyerdi. Saray kıyafetleri ve mefruşat için kullanılan kumaşlar saray bünyesindeki atölyelerde hassa nakkaşları tarafından hazırlanan desenlere göre dokunurdu. Bu atölyeler yeterli olmadığı zamansa İstanbul ve Bursa'daki diğer atölyelere sipariş verilirdi. İpekliler devlet tarafından kontrol altında tutulur, çözgü tellerinin sayısından boyasına dek her detayın esaslarına uygunluğuna bakılırdı. Kanuni'nin Topkapı Sarayı Müzesi'nde halen saklanan ve günümüze kadar ulaşan 77 adet kaftanı da bu anlamda kumaş ve kadifelerin çeşitliliği açısından önemli bir zenginliği ifade ediyor. Sayı: 371 - Şubat 2011 17 Ayın Konusu AVRUPA'NIN KIŞI TÜRK TEKSTİL VE HAZIR GİYİMİNE BAHAR HAVASI GETİRİYOR 2010'da Avrupa pazarını koruma pahasına kârsız satış yapan tekstil ve konfeksiyon sektörü, gösterdiği özverinin meyvelerini alıyor. Borç krizi nedeniyle deyim yerindeyse 'karakış' yaşayan Avrupa, Çin'i bırakıp yakınlığı ve esnekliğiyle öne çıkan Türkiye'ye sipariş yağdırıyor. Borç krizi nedeniyle deyim yerindeyse 'karakış' yaşayan Avrupa, Türk tekstil ve hazır giyim sektörüne bugünlerde bahar havası estiriyor. Avrupa ülkeleri artık eskisi gibi ucuz fiyat veremeyen Çin'i bırakıp yakınlığı ve esnekliğiyle öne çıkan Türkiye'ye sipariş yağdırıyor. Çin’de maliyetlerin artmasının yanında Avrupa’da tekstil ve hazır giyim üretiminin azalması ve mevcut mağazaların stoklarının azalmasının da sipariş artışında etkili olduğu belirtiliyor. 2010’da Türkiye yüzde 10’a yaklaşan artışla hazır giyim ve konfeksiyon ihracatını 14.6 milyar dolara çıkarırken tekstil ihracatı ise 7 milyar dolara dayanmıştı. 2008 yılı rakamları yakalanmasa da 2010'u, ihracattaki artış trendi nedeniyle moralli kapatan tekstil ve hazır giyimciler, yeni yıla da Avrupa'dan gelen siparişlerle güzel bir başlangıç yaptı. Çin’de iç pazar tüketiminin artmasıyla maliyetlerin yüzde 30 civarında yükselmesi, pamuk fiyatlarındaki dalgalanmalar ve lojistik sıkıntısı bir araya gelince dünyanın en büyük alım grupları siparişlerini yeniden Türkiye’ye kaydırdı. Adidas, Nike gibi firmalar bu yıl Türkiye’den yüzde 25-30 daha fazla alım yapmaya hazırlanırken, 600 milyon doları bulan üretimini Çin’e yaptıran GAP ise yeniden Türkiye’deki şirketlere iş vermeye Sayı: 371 - Şubat 2011 18 başladı. Sektör temsilcilerine göre bazı şirketler şimdiden 6 aylık sipariş kotasını doldurdu. İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği (İTHİB) Başkanı İsmail Gülle, sektör açısından bu yıl işlerin iyi gideceğini belirterek ciddi siparişler geldiğini söylüyor. Gülle, "Ertelenen talep, hammadde fiyatlarındaki artış, Uzakdoğu'nun ucuz olmaktan çıkması Türkiye'yi altın ülke haline getirdi. 5-6 aylık siparişlerini alan firmalar bile var. 2011'in iyi geçeceği alınan yoğun siparişlerden belli. 2012'de ise komşu ülkelerle geliştirilen ilişkiler sayesinde ciddi bir ihracat patlaması yaşanır. Sa- Tekstilde Bahar Havası... dece bu yıl istihdamda yüzde 10 artış öngörüyoruz" diyor. Gülle, şunları söylüyor: "Dev alım grupları Çin’de ciddi problemler yaşadılar. Çin fiyatlar arttı diye ürettiği malları vermedi, bitmiş mallara fiyat farkı istedi. Alım grupları bundan çok rahatsız oldu. Bir de pamuktaki fiyat dalgalanmalarının kalıcı olacağını anladılar. Dolayısıyla 2011 alımlarını ağırlıklı olarak Türkiye’den yapacaklar. Zaten Türk şirketlerini arayıp ‘Siparişleri artıracağız, hazırlıklı olun’ bilgisini veriyorlar. Adidas, Nike gibi devler alımlarını artıracağını bildirdi. GAP yeniden Türkiye’ye döndü. Türk kumaşçılarla ciddi bağlantılar yaptı. Dolayısıyla ibre yeniden Türkiye’ye döndü." Şu anda sektördeki en büyük sıkıntının mal diktirecek atölye bulamamak olduğuna da değinen İsmail Gülle, siparişlerin yeniden Türkiye’ye kaymasının ihracatta yüzde 30’a yakın artış sağlayacağını kaydederek, "2010 tekstil ihracatımız 6.6 milyar dolar civarında gerçekleşti. Bu yıl 2.2 milyar dolar civarında bir artış olacak ve 8.8 milyar dolar seviyelerini yakalayacağız" öngörüsünde bulunuyor. İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkanı Hikmet Tanrıverdi ise özellikle fiyat dalgalanmaları yüzünden dev şirketlerin Çin’de sipariş iptallerine gittiğini belirtiyor. Bunun sonucunda da birçok perakende devinin Türkiye’ye yöneldiğini anlatan Tanrıverdi, "Özellikle İtalyan ve Fransız perakende grupları siparişlerini Türkiye’ye veriyor. Şu anda sipariş almakta değil, siparişleri yapacak atölye bulmakta sıkıntı yaşanıyor. 2008 krizinde sektörde 6 bin işyeri kapandı ve bunların çoğu küçük atölyelerdi. İstihdamda geri dönüş oldu ama açılan yeni işyeri sayısı sadece bin civarında" derken, işlerin böyle gitmesi halinde yeniden atölyelerin açılacağını belirtiyor. Sektörün yıllardır kârsız çalıştığını söyleyen Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Başkanı Cem Negrin ise "Avrupa özellikle KOBİ olan firmalarla çalışmayı kesince firmalar Türkiye'ye kaydı. Siparişler yüz güldürmeye başladı. Yıllardır kârsız çalışan sektör biraz fiyatları artırıp geçmiş sıkıntılarını aşmaya çalışacak. Sektör uzun zamandır ilk kez kârlı iş yapmaya başlayacak gibi görünüyor” diyor. HEIMTEXTIL’DEN SİPARİŞLERLE DÖNDÜK Sipariş artışlarına ilk sinyal 12-15 Ocak'ta Almanya'da düzenlenen Heimtextil Fuarı'na katılan firmalardan geldi. Fuara, Türkiye'den 153 firma katılırken üç ilden rekor katılım oldu. Bunların başında 49 firmayla İstanbul gelirken, 47 firmayla Bursa ve 38 firmayla Denizli onu takip etti. 60 ülkeden 2 bin 601 firmanın stant açtığı Heimtextil Fuarı'na katılan Denizli Ticaret Odası (DTO) Yönetim Kurulu Başkanı Necdet Özer, önceki yıllara göre geleceğe daha çok umutla baktıklarını ifade etti. Fuara katılan Türk firmalarının moralinin önceki yıllara göre çok yüksek olduğunu ve geleceğe umutla baktıklarını vurgulayan Necdet Özer, "Yoğun bir ziyaretçi akışı vardı. Firmaların stantlarına yaptığımız ziyarette, herkesi umutla mevcut ya da potansiyel bir alıcıyla görüşme yapar bulduk. Denizli ürünlerine de ilginin büyük olduğunu gördük. Bu ziyaretçilerin, gezici değil de potansiyel alıcılardan oluştuğunu gözlemledik" dedi. Özer, fuardaki bağlantılar nedeniyle Denizli ihracatı içinde 1.5 milyar dolar civarında olan tekstilin payının yüzde 35 artacağını söyledi. Özer, “Denizli, kalitesiyle, iplik fiyatından kaynaklanan maliyet artışını ve buna bağlı olarak oluşan yüksek satış fiyatını Avrupalı müşterilerine kabul ettirmiş durumdadır” dedi. Fuara katılan Türkiye Ev Tekstili Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TETSİAD) Başkan Yardımcısı Ali Aydın ise Türkiye'nin artık ucuz işgücü kullanımı yerine kaliteli üretim yapan, markalaşan ve ileri teknoloji kullanan bir ülke konumuna geldiğini belirterek, Türkiye'nin geçen yıllara göre fuara çok daha kaliteli ürünler ile katılım yapmasının avantaj olduğunu dile getiriyor. Boşluğu doldurma şansımız var Sipariş artışına neden olan bir başka gelişme olarak da Avrupa tekstilinin şu an içinde bulunduğu durum gösteriliyor. Anadolu Girişimci İşadamları Derneği (AGİD) Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Coşkun, “Son dönemlerde herkesin söylediği şu; Avrupa'da tekstil bitti. Fransa, Almanya, İtalya üretemiyor, yani meydan boş kaldı. Bu çok büyük bir şans. Biz, bu boşluğu iyi değerlendirmeliyiz” uyarısında bulunuyor. “Bittik, tükendik” gibi sözlerin Türk tekstiline yapılabilecek en büyük kötülük olduğunu belirten Ahmet Coşkun, “Tekstilde artık tekrar olumlu bir hava esmeye başladı. Tekstilimizin ikinci baharını yaşadığını söyleyebiliriz. Sadece konfeksiyonda değil, iplik sektöründe de işler yo- Sayı: 371 - Şubat 2011 19 Ayın Konusu Sektörün zarar etme pahasına son 5 yıldır pazarını korumak için elinden geleni yaptığını vurgulayan Bozbey, “Zor geçen son 5 yılın meyvelerini artık almaya başladık. Sektörde son bir yıldır siparişler Türkiye'ye döndü” diyor. lunda. Şu anda iplik fabrikaları 3 ay sırayla sipariş alıyor. İplik yatırımları dolu dizgin gidiyor. Kumaş fabrikaları çok çok iyi çalışıyor” ifadesini kullanıyor. Coşkun, bir dönem Türk tekstilinde paniğe neden olan Çin'in artık tehlike olmaktan çıktığını belirterek, "Avrupa'ya coğrafi yakınlık başta olmak üzere birçok avantajımız var. Sadece Avrupa'ya değil, Ortadoğu'ya olan yakınlığımız ve hepsinden önemlisi Türk tekstilinin kalitesi tartışılmaz. Şu anda Çin'deki tekstilin maliyeti, Türkiye'ye yaklaştı. Bunun yanı sıra Çin, coğrafi uzaklığının da dezavantajını yaşıyor. Moda sürekli değişiyor. Çin'e verilen sipariş 4 aydan önce adresine ulaşmıyor. Oysa biz, Çin'in üretim yaptığı Avrupa ülkelerine bir TIR’ı iki günde gönderebiliyoruz. Bir siparişi nereden alırsak alalım en geç 3 hafta içinde bitiririz. Türk tekstili bu avantajını çok iyi değerlendirmeli” diyor. Çin'in tekstildeki üstünlüğünün sona erdiğini ve siparişlerde Türkiye'ye dönüşlerin başladığını dile getiren bir başka isim Sanko Holding Yönetim Kurulu Başkanı Abdulkadir Konukoğlu ise 5-6 yıl önce söylediği, 'Çin'de herkes bir gömlek daha giymeye başladığı zaman tekstilde tekrar Türkiye'ye dönüş olacak' sözlerini hatırlatıyor. Çin'in ürettiği ürünlerin kendilerine yetmediğini kaydeden Konukoğlu, "Yani üretim ve tüketim dengesi söz konusu. Bugün Çin'de maliyetler yükseldi. Eskiden 10 dolar seviyesinde olan işçilik ücretleri şimdi 100-150 dolar arasında. Dolayısıyla ithalatta zorluklar başladı” açıklamasında bulunuyor. Üretici ülkelerin hız ve kalite noktasında Türkiye'yi artık yakalayamadığını anlatan Konukoğlu, siparişlerde yüzde 20’lik artış olduğunu, bunun yılsonuna kadar artarak süreceğini düşünüyor. Avrupa’da depolar boşaldı Akdeniz Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Tarık Bozbey ise tekstilde yaşanan bahar havasını değerlendirirken, küresel mali kriz nedeniyle mal alamamaktan dolayı depoları boşalan ülkelerin yeniden alıma başlamasının yanı sıra 4 yıl önce Uzakdoğu ülkelerine kaçan taleplerin yeniden Türkiye'ye gelmesinin etken olduğunu belirtiyor. Bozbey, ayrıca son yıllarda gelir seviyeleri yükselen Uzakdoğu ülkelerindeki tüketicilerin de artık satın aldıkları tekstil ürünlerinde Çin Halk Cumhuriyeti'nin etiketi yerine Türk etiketini görmek istediğini ifade ederek, bunun da sektörün canlanmasında etkili olduğunu söylüyor. Sayı: 371 - Şubat 2011 20 Tarık Bozbey, son 5 yılın en parlak dönemini yaşayan sektörde 6 aylık siparişlerin dolduğunu, birçok firmanın müşterilerinin dışında yeni siparişleri kabul etmediğini belirterek, şunları söylüyor: “Sektörde yoğun talepten dolayı fiyatlar arttı. Pamuk fiyatları 1.5 dolardan 4 dolara çıkınca dikiş fiyatları yüzde 30-40 civarında yükseldi. Ancak buna rağmen 6 aylık sipariş var. Sektördeki bahar havası önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Konut piyasasının hareketlenmeye başlamasıyla birlikte ev tekstili de hızlandı. Sektörde önümüzdeki 3 yılı çok iyimser görüyoruz. Sektörde kriz döneminde işten çıkartılan 250 bin çalışandan 200 bini yeniden işbaşı yaptı. Halen 100 bin kişilik daha işçi açığı var. Önümüzdeki 34 ay içerisinde bunlar da iş-güç sahibi olacak. Tekstil ve konfeksiyon sektöründe 2.5 milyon kişi istihdam ediliyor. Bunun yanında sektörün yılda 25 milyar dolara yakın ihracat potansiyeli var. Bavul turizmi ile 5 milyar dolara yakın ürün başta Rusya olmak üzere Balkan ve Kafkas ülkelerine gidiyor. Biz, bavul turizmi ile giden bu ürünleri de ihracat olarak sayıyoruz. Tekstil ve hazır giyim ülkeye hem döviz kazandırıyor hem de istihdama katkı sağlıyor. İstihdama katkısı, ülkenin sosyal huzurunun artması noktasında çok önemlidir. Sektör, en vasıfsız insanı bile bir ayda usta yapıyor. Tüm bunlar göz önüne alındığında tekstil ve hazır giyimin Türkiye için önemi ortaya çıkar.” Bilici Group Finans Grup Başkanı Tamer Bilici de tekstilin Türkiye'de yükselen bir değer olduğunu belirterek, Pakistan, Hindistan ve Çin Halk Cumhuriyeti'ne olan talebin azalmasının ardından Türkiye'nin yeniden gözde ülkeler arasında yer almaya başladığını söylüyor. Yurtdışından gelen yoğun taleplerle karşı karşıya olduklarını anlatan Bilici, kendilerinin de yüzde 100 kapasiteyle çalışmaya başladıklarını belirterek, “Müşterilerimiz dışın- Tekstilde Bahar Havası... da kimseye mal satmıyoruz. Mart ayına kadar da siparişlerimizi doldurduk” açıklamasında bulunuyor. Büyük alıcılar Çin'den vazgeçecek Denizli İhracatçılar Birliği (DENİB) Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Kocasert ise tekstil ithalatı yapan Avrupalı birkaç büyük firmanın Çin pazarından vazgeçerek Türkiye'ye yöneleceğini belirtiyor. Kocasert, pamuk ve iplik fiyatlarındaki artışa rağmen 2011 yılında ihracat rakamlarının beklenenin üzerinde bir artış göstereceğini ifade ediyor. Ege Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Emre Kızılgüneşler de sektör açısından 2010’un "Altın Yıl" olacağı görüşünde. Kızılgüneşler, "2010 yılının özellikle son çeyreğinde Avrupalı müşterilerin Uzakdoğu’daki alıcıları ile yaşadıkları kalite problemleri, küçük ölçekli sipariş yaptıramama, teslimlerin uzaması gibi nedenlerden dolayı Türk firmalarına geri döndüler. Rekabetçiliğimizi sağlayacak kur politikasının ilk işaretlerini Merkez Bankası vermiştir. Bu uygulama devam ettiği takdirde 2011 yılı sektörlerimiz açısından altın yıl olacaktır. Biz de 2011 yılında kur yönünden daha ümitliyiz. 2011 yılında 26-28 milyar dolar aralığında ihracat hedefliyoruz" diyor. Yünsa Genel Müdürü Cem Çelikoğlu ise bir dönem ‘Türkiye’den kumaş alınır mı?’ diyenlerin varlığını hatırlatarak, Avrupa’daki üreticiler yüzde 80 kapasiteyle çalışırken kendilerinin 14 milyon metrelik kapasitenin yüzde 100’ünü kullandıklarını aktarıyor ve ekliyor; “2011 için ilk çeyrek siparişlerimiz bile dolu”. Çin’in artık bir rakip olmadığını vurgulayan Çelikoğlu, Çin pazarının üst sınıfının kendileri için iyi bir müşteri konumuna geldiğini belirterek, “20 yıl önce Çinliler bisiklete, 10 yıl önce motosiklete binerdi, şimdi otomobile biniyorlar” şeklinde konuşuyor. Deri konfeksiyonda da siparişler artıyor İHRACAT 2011’E HIZLI BAŞLADI (1 Ocak-17 Ocak) Sektör Hazır giyim Tekstil Deri Halı TOPLAM İhracat (Milyon $) 623.0 291.7 41.0 51.6 4.571.8 Artış (%) 6.4 22.7 8.5 25.2 26.0 Bu arada tekstil ve hazır giyimin yanı sıra deri konfeksiyonda da Avrupa’dan gelen siparişler nedeniyle bahar havası yaşanıyor. Türkiye Deri Konfeksiyoncuları Derneği Başkanı Ramazan Hazar, Avrupa ve Balkanlar’daki sert kışın Türk deri sektörüne hareket getirdiğini ifade ederek, “Avrupa’daki soğuk hava şartları karşısında tekstil sektöründe deri kullanma oranının artması, önemli deri tedarikçisi Türkiye pazarına olumlu yansıdı. Özellikle üst giyim ve ayakkabı altın zamanlarını yaşıyor” diyor. Hazar, siparişlerin yüzde 30 arttığını belirterek bazı şirketlerin sipariş yetiştirmekte zorlandığını söylüyor. Dünyada derinin yeniden moda haline geldiğini belirten Hazar, “Dünyada birçok ünlü tasarımcı koleksiyonlarında deri ürünler kullanmaya başladı. Bu durumda üretiminin neredeyse yarısını ihraç eden Türkiye, dünyanın gözde pazarlarından biri oldu” tespitinde bulunuyor. Sayı: 371 - Şubat 2011 21 Güncel EMEK YOĞUN FAALİYETLER DOĞU'YA, MODA VE TASARIM İZMİR İLE İSTANBUL'A 'Sanayi Strateji Belgesi ve Eylem Planı'na 6 sektörle birlikte tekstil ve hazır giyim de girdi. 2011-2014 yıllarını kapsayan 72 maddelik eylem planına göre tekstil sektöründeki emek yoğun faaliyetlerin Türkiye'nin batısından doğu illerine taşınması teşvik edilecek. Plana göre İstanbul ve İzmir'in tasarım ve moda merkezi olması için marka ve tasarım destekleri artacak. Hükümetin uzun süredir üzerinde çalıştığı 'Sanayi Strateji Belgesi ve Eylem Planı' nihayet ortaya çıktı. 5 Ocak'ta Sanayi Bakanı Nihat Ergün'ün iş dünyası örgütlerinin başkanlarının da katıldığı bir toplantıyla açıklandı. Plan tekstil ve hazır giyimin yanı sıra otomotiv, makine, beyaz eşya, elektronik, gıda ve demir-çelik sektörlerinde uygulanacak. Amacı "Avrasya'nın üretim üssü olmak" olarak tanımlanan planda tüm sektörlerle ilgili üç temel stratejik hedef yer alıyor. Buna göre güçlü şirketlerin ekonomideki ağırlığının artırılması, orta ve yüksek teknolojili sektörlerin üretim ve ihracattaki ağırlığının artırılması ve düşük teknolojili sektörlerde katmadeğeri yüksek ürünlere geçilmesi öngörülüyor. Konuya ilişkin düzenlenen toplantıda dağıtılan ve 2011-2014 yıllarını kapsayan 72 maddelik eylem planında tekstil sektöründeki emek yoğun faaliyetlerin Türkiye'nin batısından doğu illerine taşınmasının teşvik edilmesi, ayrıca İstanbul ve İzmir'in Türkiye genelindeki tekstil hazır giyim kümelenmesi için tasarım ve moda merkezi olması öngörülüyor. İşletmelerin finansman kaynaklarına erişimini kolaylaştırmak, Gelir Vergisi sistemini yeniden düzenlemek, ihracatta sektör ve ülke çeşitlendirme stratejisi oluşturmak gibi hedefleri olan eylem planı, marka ve tasarım destekleri de içeriyor. 'Sanayi Strateji Belgesi ve Eylem Planı'nın tekstil ve hazır giyimle ilgili bölümünde sektörün yıl- Sayı: 371 - Şubat 2011 22 lardır dile getirdiği maliyetlere dikkat çekilerek, "Sektörde maliyet avantajına dayalı rekabet güçleşmektedir" deniliyor. Ucuz işgücü avantajına sahip ülkelerle rekabet edebilmenin ancak yüksek katmadeğerli, kaliteli, modaya uygun, markalı ve zamanında üretimle mümkün olacağı belirtilen belgede, ileri teknolojiler içeren teknik tekstillerin ve çok fonksiyonlu ürünlerin geliştirilmesi isteniyor. Sektörde son durum Eylem Planı'nın tekstil ve hazır giyimle ilgili bölümünde sektörün şu andaki durumu ile ilgili "Genel Bakış" başlıklı bölümde her iki sektörün de Türkiye’de gelişmeye başlayan ilk sanayi kollarından olduğuna dikkat çekilerek, "Bu iki sektör, mevcut kurulu kapasite, ihracat ve istihdam gibi ölçütler göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye ekonomisi için kritik bir öneme sahip olup, üretim ve istihdam bakımından en büyük imalat sektörleridir" deniliyor. Tekstil ve hazır giyimin Türkiye için vazgeçilmez olduğunun anlatıldığı bu bölümde, sektörde faaliyet gösteren firma sayısının 2002 yılında 56 bin düzeyinde olduğu, bunların da yüzde 80'inin 10 kişiden az eleman çalıştıran küçük işletmeler olduğu belirtilerek, "İstihdam edilen kişi sayısı, 2002 yılı itibariyle 700 bindir. Ancak sektördeki yüksek kayıtdışılık dikkate alındığında bu sayının 2 milyon kişiye ulaştığı söylenebilir" ifadesi yer alıyor. Değerli TL belgeye girdi Türkiye’nin toplam ihracatı içerisinde bu iki sektörün payının 2002'de yüzde 33 iken 4 yılda yüzde 20'ye gerilediği belirtilerek, bunda en büyük etkenin de 2005 yılının başında AB ve ABD’nin Çin’e uyguladıkları kotaları kaldırmaları gösteriliyor. Aynı zamanda AB’nin Hindistan, Güney Kore gibi sektörün tedarikçisi konumunda bulunan ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşması yapma kararı, tercihli menşe kurallarının üçüncü ülke menşeli ürünlere avantaj yaratacak şekilde basitleştirilmesi çalışmalarının başlatılması, ticari korunma araçlarının esnetilmesi girişiminin de sektörün rekabet gücünü olumsuz etkilediği belirtiliyor. Sektörde yaşanan bu sorunların yanında 2010 yılında tekstil ve hazır giyim ihracatçıları için büyük sorun olan değerli TL konusuna da Eylem Planı'nda yer veriliyor. Eylem Planı'nda bu konuda, "Artan hammadde fiyatları, değerlenme eğilimde olan Türk Lirası, yüksek vergi oranları, yüksek işgücü maliyetleri gibi unsurlar sektörün rekabet gücünü olumsuz etkilemektedir" ifadeleri kullanılıyor. Ar-Ge ve Ür-Ge'ye teşvik geliyor Eylem Planı'nda çevre dostu üretimi destekleyen, Ar-Ge ve üretim geliştirme (Ür-Ge) ile yenilikçilik yeteneklerini geliştiren, moderni- SANAYİ EYLEM PLANI'NDAN SATIRBAŞLARI • Gelir Vergisi sistemi yeniden düzenlenecek. • İhracatta sektör ve ülke çeşitlendirmesi stratejisi uygulanacak. • KOBİ'lerin finansman kaynaklarına erişimi kolaylaştırılacak, kredi garanti ve girişim sermaye sistemleri geliştirilecek ve yaygınlaştırılacak. • KOBİ'lerin pazarlama ve ihracat kapasitesini artırmaya dönük destekler verilecek. • Firmaların teknolojik gelişimi alanında özel sektör ve kamu sektörü tarafından yürütülen Ar-Ge faaliyetlerinin artırılması desteklenecek. • Sınai mülkiyet hakları konusunda, bilinçlendirme, teşvik sistemi ve yeni ürünlerin korunmasına yönelik çeşitli faaliyetler gerçekleştirilecek. • Dışa bağımlılığın yüksek olduğu sektörlerde, yerli ürün ve teknolojilerin geliştirilmesine yönelik araştırma programları öncelikli olarak desteklenecek ve etkinleştirilecek. • Başta AB olmak üzere bölgesel oluşumlar ile ikili ve çok taraflı ilişkiler kapsamında pazara giriş imkânlarının artırılmasına dönük faaliyetlerde bulunulacak. • Haksız rekabet hallerinden damping ve sübvansiyona konu ithalatın sebep olduğu zarara karşı ülkenin üretim dallarının etkin korunmasına devam edilecek. • Özel sektörün mesleki ve teknik eğitim kurumları açması halinde yüzde 100 vergi indirimi sağlanacak. • Organize sanayi bölgelerine, büyük fabrikalara ve limanlara özel sektör katkısı ile demiryolu bağlantı hatları yapılacak. • Limanların geri sahasında demiryolu aktarım terminalleri veya karada konteyner terminalleri kurularak, demiryolu taşımacılık anlayışından lojistik taşımacılık anlayışına geçilecek. • Artan ticaretin kesintisiz ve etkin bir şekilde akışını sağlayacak ve Türkiye'nin transit ülke konumuna gelmesini kolaylaştıracak olan büyük ölçekli ana limanlar oluşturulabilmesi amacıyla, uygun liman sahalarını belirleyecek ve girişimcilerin bu sahalara yönlendirilmesini sağlayacak. • Şirket kuruluşu kolaylaştırılacak. • Çevre etkilerini de dikkate alarak, enerjinin ve enerji kaynaklarının verimli ve etkin kullanılmasına yönelik yöntem ve araçlar geliştirilecek, bunların uygulanması sağlanacak ve toplumsal bilinç oluşturulacak. • Organize Sanayi Bölgeleri altyapı-arıtma ve Küçük Sanayi Siteleri üstyapı-altyapı inşaatlarının tamamlanması sağlanacak. • Dış ticareti kolaylaştırıcı politikalar oluşturmak amacı kapsamında; lojistik yapıların kurulmasını ve mevcutların iyileştirilmesini sağlayacak politikalar oluşturulacak. • Kümelenme konusunda yerel ve merkezi düzeyde politika çerçevesini çizecek bir yönetişim modeli oluşturulacak. Sayı: 371 - Şubat 2011 23 Güncel zasyon ve yenileme sağlayan yatırımların teşvik edilmesinin sektör tarafından talep edildiğine de dikkat çekilerek, "Özellikle, Çin’de üretilen tekstil ve hazır giyim ürünlerinin dünya pazarına girmesiyle beraber ucuz işgücü avantajını kaybeden sektörün, küresel rekabet baskısına dayanabilmesi için Ar-Ge ve Ür-Ge faaliyetlerine ağırlık vermesi yerinde olacaktır" deniliyor. Türkiye’deki tekstil ve hazır giyim sektörünün, AB’de 20'nci yüzyılın sonunda gelişen yapısal değişiklikleri gerçekleştirerek 'tedarikçi ülke' konumundan 'piyasa yapıcı ülke' konumuna geçmesi gerektiği de vurgulanan Eylem Planı'nda, yoğun Ar-Ge çalışmaları yaparak çok fonksiyonlu, interaktif giysiler ve ev tekstilleri ile yüksek performanslı teknik tekstillerin üretimine geçilmesinin zorunluluk olduğu dile getiriliyor. Ancak bunun sağlanması için birtakım eksiklikler olduğu belirtilerek, "TÜBİTAK tarafından kurulan ve 400 milyon ABD doları tutarında bütçeye sahip olan Tekstil Araştırma Merkezi benzeri bir başka kurumun olmayışı sektördeki yenilikçilik kapasitesinin düşüklüğünün bir göstergesidir. Bu gibi merkezlerin kurulmasının önünde iki türlü kısıt bulunmaktadır. Birinci kısıt, finansal kaynağın kısıtlı oluşudur. İkincisi ise, bu gibi kurumlarda çalışmaya uygun özelliklere sahip, nitelikli insan kaynağının azlığıdır" ifadesine yer veriliyor. Dünyadaki eğilimleri takip edelim İplik, dokuma, örme, nonwoven, tekstil terbiyesi ve konfeksiyonda dünyadaki talep eğilimlerinin dikkatle takip edilmesi istenen Eylem Planı'nda, sektördeki üretim desenini, talebi dünyada hızla artan ürünlerle uyumlu bir biçimde değiştirmek gerektiği de belirtiliyor. "Bunun için yeni yatırımlarla mevcut kapasiteyi artırmak yerine, üretimin teknolojik içeriğinin iyileştirilmesine odaklanılması gerekmektedir" denilen Eylem Planı'nda bu konuda yapılan çalışmalar da şöyle özetleniyor: "16.07.2009 tarihinde yayımlanan 'Yatırımlarda Devlet Yardımları Kararı' ile kütlü pamuk Sayı: 371 - Şubat 2011 24 işleme yatırımları, sentetik elyaf ve sentetik iplik üretimine yönelik komple yeni, tevsi ve entegrasyon cinsindeki yatırımlar, iplik ve dokuma (yün ipliği, akıllı ve çok fonksiyonlu teknik tekstil, halı, tafting, dokunmamış ve örülmemiş kumaş, çuval hariç) konularında modernizasyon yatırımları haricindeki yatırımlara teşvik belgesi düzenlenmemektedir. Ayrıca akıllı ve çok fonksiyonlu teknik tekstil yatırımları çeşitli bölgelerde teşvik edilmektedir." Eylem Planı'nın sektörle ilgili bölümünde Gümrük Birliği de geniş bir yer buluyor. Gümrük Birliği ile ilgili özetle şu ifadelere yer veriliyor: • AB’ye üyelik süreci çerçevesinde 1996 yılında tesis edilen Gümrük Birliği neticesinde, AB’den ithal edilen sanayi ürünlerindeki gümrük vergileri sıfırlanarak miktar kısıtlamaları kaldırılmış ve üçüncü ülkelerden ithal edilen sanayi ürünlerine ilişkin olarak da AB’nin Ortak Gümrük Tarifesi (OGT) hadlerine uyum sağlanmıştır. Bu çerçeve- de hem Türkiye’nin AB ile ihracatında 2008 yılı itibariyle yüzde 48’lik bir paya sahip olması hem de Türkiye’nin AB’den sanayi ürünleri ithalatında OGT’nin belirleyici olması nedeniyle, sanayi stratejisi açısından Gümrük Birliği’nin ayrı bir başlık altında değerlendirilmesi gerekmektedir. • AB’nin üçüncü ülkelerle gerçekleştirdiği ve önümüzdeki dönemlerde gerçekleştirmeyi öngördüğü tercihli düzenlemelere, Gümrük Birliği’nin tarafı olarak ülkemizi dahil etmemesi, uygulamaya koyduğu çeşitli yeni mevzuat hazırlıklarında önceden bilgilendirme gibi mekanizmaları kullanmaması ve işbirliğine gitmemesi ülkemizin bu tür düzenlemeleri yapmasını güçleştirmekte ve ülkemiz menşeli ürünlerin AB ve üçüncü ülkelerin pazarlarındaki rekabet gücünü olumsuz yönde etkilemekte; bu durum, sanayi sektörüne de doğrudan yansımaktadır. Bu nedenle, yapılacak bu tür düzenlemelerin Türkiye piyasası üzerindeki etkileri konusunda AB’nin bilgilendirilmesi ve etkin bir işbirliği sağlanması hususundaki girişimlere devam edilecektir. • Gümrük Birliği kapsamında üstlenilmiş bulunan Ortak Ticaret Anlaşması’nın Ticari Savunma Önlemleri Sistemi’ne de uyum sağlanmış olmakla birlikte taraflar, bu önlemleri üçüncü taraflara ortak uygulamamakta, sözkonusu tedbirleri ülkemiz ve AB ayrı ayrı düzenlemektedir. Bu durum, ülkemizin gerek AB pazarında ve gerekse üçüncü ülke pazarlarındaki rekabet edebilirliğine önemli bir engel oluşturmaktadır. Sözkonusu sorunlara çözüm bulunmasını teminen AB nezdindeki girişimler sürdürülecektir. Mesleki eğitime destek Eylem Planı'nda, sendikamızın da yıllardır üzerinde önemle durduğu mesleki eğitim konusuna da geniş yer veriliyor. Türkiye’de 12 üniversitede tekstil mühendisliği, 3 üniversitede tekstil ve hazır giyim öğretmenliği, 100’den fazla meslek yüksek okulunda ise tekstil teknikerliği bölümleri bulunduğu belirtilen Eylem Planı'nın 'Mesleki Eğitim' başlıklı bölümünde, sektörün ihtiyacı 2 bin 500 olmasına rağ- EYLEM PLANI'NA GÖRE TEKSTİL VE HAZIR GİYİMİN KARNESİ GÜÇLÜ YÖNLER • AB pazarına yakınlık. • Güncel teknolojinin varlığı. • Çevre standartlarına uyum. • Sivil toplum örgütlenmesi ve etkili iletişim. • Üretim zincirinin her halkasında etkinlik. ZAYIF YÖNLER • Vergi ve benzeri yüklerin yüksek oluşu. • Alt sektörler arasında koordinasyonun yetersizliği. • Üretim süreçlerinin maliyetinin yüksekliği. • İthal edilen ürünlerin haksız rekabete yol açması. • Ar-Ge ve eğitim politikaları. FIRSATLAR • Farklılaşma ve marka yaratma. • Tedarik zinciri yönetimi becerisinin gelişmesi. • Sektörel konsolidasyon. • Stratejik işbirlikleri. • Birlikte hareket etme ve kümeleşme. men, her yıl 7 bin 500 kişinin tekstil teknikeri olarak mezun olduğuna dikkat çekiliyor. Bu yönüyle sektörde çalışacak eleman bulma konusunda herhangi bir sıkıntı olmadığı belirtilen Eylem Planı’nda, "Ancak tekstil ve hazır giyim sektörlerinde faaliyet gösteren işletmelerin mevcut işgücünün beceri düzeyinden memnun olmadığını söylemek mümkündür. Altyapı ve öğretim elemanı eksiklikleri sebebiyle lisansüstü öğretimde yeterli başarı sağlanamadığı düşünülmektedir" deniliyor. Eylem Planı'nda mesleki eğitim konusundaki tespitler şöyle: • Özel sektörün bazı pozisyonlarda istihdam edeceği, uygun niteliklere sahip eleman bulma konusunda karşılaşılan problemler, Türkiye ekonomisinin sürdürülebilir bir biçimde büyümesi önünde bir kapasite kısıtı olarak belirmektedir. Özel sektörde, gerek çalışma hayatına yeni adım atan gençlerin, gerekse de mevcut iş gücünün sahip olduğu becerilerin, firmaların ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu yönünde bir algı mevcuttur. • Özellikle, işgücünün bilgisayar kullanımı ve yabancı dil becerilerindeki düşüklük, firmaların rekabet gücünün artışının önünde birer engel olarak algılanmaktadır. • Nitelikli ara eleman sıkıntısının merkezinde, mesleki ve teknik eğitim sistemindeki aksaklıklar yer almaktadır. Özel sektör tarafından yapılan değerlendirmeler, mesleki eğitim kurumlarından mezun olan gençlerin sahip oldukları becerilerin, beklentileri karşılamaktan uzak olduğunu göstermektedir. Meslek lisesi mezunlarının aldıkları reel ücretin ve bu okullardan mezun olanlar arasındaki işsizliğin genel liseden mezun olanlardan farklı olmaması da bu görüşü destekler niteliktedir. Halbuki meslek liselerinde öğrenci başına yapılan harcama, 2006 yılında, genel liselerde öğrenci başına yapılan harcamanın 1.8 katına ulaşmıştır. • Bu nedenlerden dolayı, mesleki eğitim sisteminde maliyet ve kalite dengesinin tutturulmasında sorunlar yaşanması, sanayinin rekabet gücünü olumsuz olarak etkilemektedir. • Aksaklıkları gidermek üzere Milli Eğitim Bakanlığı öncülüğünde mesleki eğitim sisteminin reformu çalışmalarına başlanmıştır. Sayı: 371 - Şubat 2011 25 Haznedar EKONOMİ PENCERESİNDEN, 2011… Adettendir, yeni bir yıla girerken hemen herkes yeni yıl hakkında görüşlerini, iyi dileklerini, tahminlerini söyler. Siz değerli okurlara 2011 yılının sağlık, mutluluk ve esenlikler getirmesi dileklerimi bu sütundan en içten dileklerimle iletmek isterim. Geçenlerde bir gazetede iki kâhinin 2011 yılı ile ilgili kehanetlerini okurken, acaba ben de bir şeyler yazarsam onlar gibi kâhin mi olurum diye düşünmedim dersem yalan olur. Benim ki kehanet değil ama 2011 yılı değerlendirmelerimi yaparken belirli hareket noktalarının olmasına özen göstermemin gerektiğinin farkındayım. Bu nedenle de konuyu önce Dünya ekonomisi, ardından da Türk ekonomisi açısından ele almak niyetindeyim. Dünya ekonomisi Hatırlanacağı üzere, Dünya, 21’inci yüzyıla, yani 2000 yılına girerken, ekonomik sorunları ve mücadele edilmesi gereken konuları; yoksulluk, terör, iklim değişimi, sermaye akışı, rekabet açılarından küreselleşme, enerji ve gıda güvenliği, büyüme, istihdam ve bölüşüm şeklinde belirlemişti. Oysa aradan 8 yıl geçtiğinde, yani 2008 yılına gelindiğinde tek sorunun mali piyasalarda ortaya çıkan “küresel kriz”le nasıl baş edileceği konusu tek odak noktası haline gelmişti. 2010 yılına gelindiğinde ise bu kez değişen Dünya koşulları, artık Dünya’da eski ekonomik ve finansal düzenin yerine yeni bir düzen gereği ile karşı karşıya kalındığının sinyallerini vermeye başlamıştı. Özellikle Dünya ekonomilerindeki büyüme, bundan 10 yıl önceki tablodan çok farklı bir görünüme bürünmüştü. 2008 yılsonu itibariyle Dünya GSMH toplamı 69. 8 trilyon dolar olarak hesaplanırken, bu miktarın, ➢ Yüzde 21.2’sini teşkil eden 14.8 trilyon dolarının 27 AB ülkesi, ➢ Yüzde 20.3’ünü teşkil eden (2007 de %29) 14.2 trilyon dolarının ABD, ➢ Yüzde 12.6’sını teşkil eden (2007 de %7) 8.8 trilyon dolarının Çin, ➢ Yüzde 6.2’sini teşkil eden (2007 de % 9) 4.2 trilyon dolarının Japonya, ➢ Yüzde 5’ini teşkil eden 3.5 trilyon dolarının Hindistan, ➢ Yüzde 4’ünü teşkil eden 2.8 trilyon dolarının Almanya, Sayı: 371 - Şubat 2011 26 ➢ Yüzde 3’ünü teşkil eden 2.1 trilyon dolarının İngiltere, ➢ Yüzde 1.3’ünü teşkil eden 0.8 trilyon dolarının Türkiye, ➢ Yüzde 77.4’ünü teşkil eden 54 trilyon dolarının G-20 ülkeleri tarafından üretildiği ortaya çıktığında, • Artık Çin’ nin Dünya’da 2. büyük ekonomi olduğu, 2030 da en büyük ekonomi olacağı, • G- 20 ülkelerinin Dünya GSMH’sinin yüzde 77.4’üne sahip oldukları kesinlik kazanmıştır. Buna göre, kabullenmek gerekir ki, son küresel krizle birlikte, Dünya ekonomileri; ➢ Boyutu bugüne kadar görülen krizlerle ölçümlenemeyecek kadar büyük ve derin, ➢ Bölgesel olmaktan öte tüm dünyayı kapsayan ve saran küresel, ➢ Bulaşıcı, ➢ Şişirilmiş finansal balonlar patladıkça zarar veren, ➢ Kurumlara ve devlete olan güveni kaybettiren, ➢ Riskleri artıran ve ➢ Finansal kaynakları kurutan bir krizle karşı karşıya kalmış ve bir iki yılda küresel kri- zin de etkisiyle ekonomiler büyük bir değişime uğramışlardır. Krizden kurtulmanın yolu olarak alınan tedbirlerle Dünya rezerv paralar arzının genişlemesi, ➢ Faiz artış ihtimalini, ➢ Kur savaşlarını, ➢ Kontrolsüz sermaye akışlarını, ➢ Enflasyon tehdidini, gündeme taşımıştır. Gündem değişirken, diğer taraftan krizle birlikte Dünya’da, 2010 yılında çeşitli vesilelerle yine bu sütunda belirttiğim üzere, ➢ Büyüyen değil, önce küçülen, 2010 yılından itibaren yeniden büyümeye başlayan ekonomiler, ➢ Dünya ekonomisinin büyüme lokomotifinin artık ABD değil, Çin ve Hindistan ekonomileri başta olmak üzere gelişmekte olan ekonomiler olduğu gerçeği, dolayısıyla gelişmiş ekonomi pazarlarının değil gelişmekte olan ülke pazarlarının revaçta olduğu yeni bir düzen, ➢ Güçlü ve yöneten değil, yardıma muhtaç dev finans kuruluşlarının yanı sıra müreffeh değil, mali müzayakaya düşen sanayi kuruluşlarına yardım için karşılıksız para basan para otoriteleri, ➢ İstihdam yaratan değil artan işsizlikle boğuşmak zorunda kalan piyasalar, Değişimin öncü sinyalleri olarak ortaya çıkmıştır. Bu tür gelişmenin sonuçlarını ise şüphesiz Dünya ekonomilerinde ve uluslararası mali piyasalardaki olası gelişmelerde gözlememiz söz konusu olacaktır. O zaman, 2011 yılında Dünya ekonomilerinde olası gelişmenin neler olabileceğini sıralamak gerekir ise ya da biraz kehanette bulunmak istersem, geçen yıl söylediklerimin daha da kuvvetlenerek 2011’e taşındığını ve ➢ Geçen yıl da söylediğim gibi artık Dünya’ da ekonomik karar oluşumunda G-8 yerine, G20 ülkelerinin söz sahibi olacağını, bu gerçeğin Seul’de yapılan G-20 Liderler Zirvesi’nde teyit edildiğini, ➢ ABD etrafındaki tek eksen yerine, artık başta Çin olmak üzere G-20 de yer alan G-8 dışındaki ülkelerin etrafında oluşacak çok eksenli bir ekonomik karar ve mali piyasalar oluşumunun gündemimizde olacağını, ➢ Mevcut tüketim - tasarruf platformundaki Tevfik ALTINOK Hazine ve Dış Ticaret Eski Müsteşarı Finans Kulüp Başkanı dengenin yerine, karşılıksız rezerv para arzındaki genişlemenin etkisiyle oluşacak enflasyon ve büyüme trendi paralelinde yeniden dengelenecek bir platformun oluşacağını, ➢ Serbest piyasa mekanizması yerine, G-20 Liderler Zirvesi’nden çıkacak kararlar çerçevesinde yeni otoritelerin müdahalesine muhatap bir mali piyasa mekanizması ve kurallar manzumesinin ortaya çıkacağını, ➢ ABD doları yerine, yeni rezerv para arayışlarının hızlanacağını, Çin’in bu konuda öncü olacağını, ➢ Mevcut IMF yerine, güçlendirilecek yeni bir otoritenin mali piyasalarda düzenleme ve denetleme otoritesi olarak görev alacağını, IMF yönetimine, kota değişikliği ile birlikte farklı ED’lerin gireceğini, ➢ Küresel ekonomik büyümenin 2011 yılında yüzde 3.4 civarında olacağını, bunun 2010 yılının yüzde 3.9’luk oranının altında ancak 1999-2008 yılları ortalaması olan yüzde 2.9 oranının üzerinde olacağını, ➢ Büyümenin bölgeler arasında eşit dağılmayacağını, Çin ve Hindistan’ın liderliğinde Asya’nın hızlı büyümeye devem edeceğini, buna karşın gelişmiş ülkelerde büyümenin yavaş kalmaya devam edeceğinisöylemek yanlış olmasa gerektir, diye düşünüyorum. Türk ekonomisi Dünya’da olası bu gelişmeler çerçevesinde, Türk ekonomisindeki gelişmelerin ve tahminlerin hiç de moral bozacak türden olmadığı ya da olmaması gerektiği değerlendirmesini yapanlar kadar, aksini savunanların da var olduğunu biliyoruz. İlk kategoriye girenlerin haksız olmadıklarını öne sürmek yerine, hâlâ Türkiye ekonomisinin gidişatında belirli sıkıntılarının var olduğunu, bu konularda daha dikkatli ve temkinli davranmanın gerektiğine dikkat çekenlere kulak vermek gerektiği görüşünde olanlardanım. Her ne kadar, Türk ekonomisindeki son göstergelere bakarak; ➢ Büyümenin tahminlerin ötesinde hızlı bir büyümeye dönüşmüş olsa da, ➢ Enflasyon yıllardır beklenenin ötesinde tek haneli seyretse de, ➢ İstihdam rakamları düşmüş gibi görünse de, ➢ Kamu maliyesinde açık azalmış, kamu borçlarının GSMH içindeki payı azalmış olsa da, Türk ekonomisinin temelde var olan yapısal sorunları henüz çözülememiştir. Bu görüş notumun bütünlüğü açısından ifade etmek isterim ki, önceki ay yazdıklarımı bu defa da tekrarlamakta yarar var diye düşünüyorum. Ve tekraren ifade etmek istiyorum ki; Bana göre, her defasında üzerine basarak anlatmaya çalıştığım üzere, Türkiye de uygulanacak ekonomi politikalarının “üretim odaklı” olması gerekir. Hâlâ Türkiye’de ne yeni OVP’de ne de yıllık programda, bu yönde bir ekonomi politikası değişikliğine geçileceğine ilişkin açıklık yoktur. Bu çerçevede, ➢ İç talebin artırılması, ➢ Üretim ve yatırımların desteklenmesi, ➢ İstihdamın artırılması ve ➢ bu amaçla, sürdürülebilir bir büyümenin sağlanabilmesi için kişisel kanaatim, uygulanmakta olan ekonomi politikaları ve alınan önlemlerin büyümeye odaklı politikalar olması ve OVP ile ilgili olarak uygulanmakta olan ekonomi politikalarının “üretim odaklı programlar” şekline dönüştürülmesi gerekir görüşündeyim. Bu çerçevede; “emek ve tasarruf” konularını, makroekonomik politikaları belirlerken öncelikle uygulanacak ekonomi politikası hedefinin ne olduğuna ve bu hedefe bağlı politikaların belirlenmesine yönelinmesi daha uygun olacaktır. Bu bağlamda, üretim odaklı bir ekonomi politikası tercihine Türkiye’nin şiddetle ihtiyacı vardır. Bundan sonraki aşamada ise Türkiye için alternatif büyüme modelleri seçiminde, “İleri teknoloji ve katmadeğerli sektörlere, faktör verimliliği artışına ve yurtiçi tasarruflara dayalı” bir büyüme modelinin seçilmesinin uygun olacağı görüşündeyim. Bu tercihler yapıldıktan sonrasında ise zaten üretimle birlikte artacak ekonomideki canlanmanın bir taraftan istihdamı olumlu yönde etkilemesini, diğer taraftan da yurtiçi tasarrufların artışına yol açmasını beklemenin normal bir beklenti olması gerektiğini kabul etmek icap eder, diye düşünüyorum. Kısacası, bugünün ekonomi kurmaylarına yapılacak tavsiye, ➢ önce makroekonomik politikanın yönünün üretime çevrilmesinin sağlanması, ➢ ardından da sürekli büyümenin sağlanabilmesi için büyüme modelinin “yüksek teknolojili ve katmadeğerli sektörlere” dayalı bir modelin benimsenmesi, yönünde olmalı, ➢ bu arada da özellikle uygulamada gözlenen dar boğazların giderilebilmesini teminen, • emek piyasasında esnekliğin sağlanmasına, • verimliliğin artırılmasına, • tüm tasarrufların artırılmasına yönelik önlemlere ilişkin öneriler tartışmaya açılmalıdır. ➢ Kaldı ki, Türk ekonomisinin temel meseleleri arasında yer alan özellikle hukuk ve demokrasi alanındaki reformların halen yapılmaması bir noksanlık olarak görülmeli ve bir an önce yapılmalıdır. ➢ 2011 yılının en çok sıkıntı verecek konularının başında yer alacağını tahmin ettiğim, • Büyümenin dış ticaretten kaynaklandığı ve finansmanın sıcak paradan sağlandığını görerek ekonomik meselelere yaklaşılması, • Düşük kurlarla rekabet ortamının bozulduğu, • Cari işlemler açığındaki çığ gibi büyümenin sıkıntı yarattığı ve yaratacağı, • Enflasyon ve kur riskinin halen ortadan yok olmamasının olumsuzlukları ortaya çıkaracağı, • İstihdam sorunu ve yeni iş gücü kullanımına yönelik imkânların yaratılamamasının sorun olmaya devam edeceği, • Kamu finansmanında kim ne derse desin 2011 yılında bir seçim yaşayacağımız gerçeğinin göz ardı edilemeyeceği, kamu personeli alımları ve benzeri harcamaların artışının olumsuz etkilerinin yaşanacağı konularının üzerinde durulması ve tartışılması gerekir, diye düşünüyorum. Bunlar benim kişisel görüşlerim… Beklentim ve dileğim, 2011 yılının, sizler için olduğu gibi, Dünya ve Türkiye ekonomisine de iyilikler getirmesidir… Sayı: 371 - Şubat 2011 27 Paranın Merkezinden MERKEZ’İN POLİTİKA DEĞİŞİMİ Merkez Bankası, Kasım ayından başlayarak yıllardır uygulamakta olduğu para politikasında yörünge değiştirmeye başladı. 1990’lı yılların sonundan bu yana hazırlandığı, 2001 krizi sonrası “örtük” olarak uygulamaya başladığı ve 2006 yılından sonra da “açıkça” kamuoyuna duyurduğu enflasyon hedeflemesine dayalı para politikasından bir anlamda vazgeçerek daha başka yörüngelere doğru hareketlendi. Alınan ilk işaretlerle Merkez Bankası’nın parasal istikrar yanında, finansal istikrara da önem vereceği ortaya çıktı. Küresel krizi en az hasarla atlatmamızda büyük payı olan güçlü bir finans sisteminin sağlığını koruma konusu bir anda gündemin başına yerleşti. Bunun nedeni olarak ise sıcak paranın finans sistemindeki olumsuz etkileri gerekçe olarak gösterildi. Merkez Bankası’nın anlatımı ile 2010 yılının son çeyreğinde gelişmiş ülkelerin Sayı: 370 - Ocak 2011 28 para politikalarının ikinci bir niceliksel genişleme sürecine girmesi ve buna bağlı olarak gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarının güçlenmesi, kısa vadeli sermaye girişlerinin iç ve dış talebin büyüme hızlarındaki ayrışmayı beslemiş, bu da cari işlemler açığının hızla artmasına neden olunca makro finansal riskleri azaltıcı yönde önlem alması gerekmiştir. Bu dönemde enflasyonun ana eğiliminin orta vadeli hedeflerle uyumlu seyretmesi, uygulanan para politikasının finansal istikrara odaklanmasına olanak tanımıştır. Politika değiştirme koşulları Enflasyon hedeflemesine dayalı bir para politikasından, amaç sayısı fazlalaşan başka bir para politikasına geçmenin iki önemli koşulu vardır. Birincisi siyasi otoritenin merkez bankasına verdiği görev (mandate) tanımın- da bir değişiklik olması, ikincisi ise bu amaçlara ulaşacak para politikası araçlarının merkez bankasının elinde bulunmasıdır. Birinci koşulun, yasal olmasa bile, fiilen hükümetin aylardır ve hatta yıllardır faizi düşürmesi konusundaki ısrarcı tutumundan kaynaklandığını düşünüyorum. Kuruluşundan bu yana Merkez Bankası’na ilgili yasalarda faizi düşürmek konusunda bir yükümlülük verilmemişti. Geçmişte kamunun finansmanı başta olmak üzere bir çok yasal görev üstlenen Banka, faizi düşürerek enflasyonu önleme ya da büyümeyi sürdürme gibi bir misyon üstlenmemişti. Ne var ki aylardır hükümetin ısrarcı tutumuna daha fazla dayanamadı. “Bir de bunu deneyelim ve ne olacağına bakalım” yaklaşımını kabullenmek zorunda kaldı. Bunun için ise bir hikâyeye ya da piyasaların inanacağı bir yaklaşıma gereksinim vardı. Bu nedenle finansal istikrarı koruma ve kollama görevi ile munzam karşılık tesis etme yetkisini Yasa’nın tozlanmış maddeleri arasından çıkararak piyasaya sürdü. Buna aslında piyasa da şaşırdı. Kendisinin sağlıklı, verimli ve risklere odaklı bir sistemde yaşadığını zannediyordu. Dolayısıyla “Bu da nereden çıktı” diye sormadan edemedi. Bu sorular sorula dursun Merkez Bankası fiyat istikrarını sağlamak amacının yanına finansal istikrarı korumak, cari işlemler dengesinin daha fazla bozulmamasını sağlamak ve sıcak parayı kaçırmak için bu hedeflere yönelik elindeki kısıtlı araçlara zorunlu karşılıkları ve likidite yönetimini de ekleyerek bir politika oluşturma yolunu tuttu. Hepsini birlikte kullanarak çoğulcu amaçlarına ulaşmak istedi. Ne var ki bu yeni oluşumda birçok çelişki de yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Gazi ERÇEL Merkez Bankası Eski Başkanı 1- Politika faiz oranlarını düşürerek sıkı para politikası uygulanmayacağı yıllardır bilinen bir husustu. Ekonomik kalkınma ve fiyat istikrarını sağlama yönünde kullanılacak faiz aracının, ekonominin aşırı ısındığı ve tüm dünyada ileriye dönük olarak enflasyonun artacağı alarmlarının verildiği bir dönemde düşürülmesinin ne anlama geldiğini anlamak güçleşti. 2- Faiz oranlarını düşürerek sıcak paranın girmesine mani olmanın anlamı, Merkez Bankası’nın amaçları arasına döviz kurunu da aldığı şeklinde algılandı. Piyasalar, düşen faiz nedeniyle değer kaybedecek TL’nin bu seviyesini korumanın da Merkez’in görev alanına girmiş olduğunu düşündü. 3- Zorunlu karşılık politikasının modası geçmiş ve etkinliği tartışmalı bir para politikası aracı niteliğinde bulunduğu bilinmeyen bir konu değildi. Bunun çağdaş versiyonu olan “Açık Piyasa İşlemleri (APİ)” hem etkin hem de hareket kabiliyeti yüksek bir araçken, neden zorunlu karşılıklara önem verildiği sorusu da ortada kaldı. Likiditeyi sıkmak istediğinizde günlük olarak piyasaya daha az para vermek ya da piyasada likidite fazlası varsa sistemden daha çok para çekmek gibi nitelikleri olan bir araç yerine başkasının seçilmesinin nedeni anlaşılamadı. 4- Faizi düşürmenin Merkez Bankası Başkanı’nın ifadesi ile iç talebi artırarak cari işlemler açığını da fazlalaştırabileceği gerçeği göz ardı edilemezdi. TL’nin değer kaybının bu etkiyi ne kadar azaltacağı ise tartışmalı bir konu olarak hâlâ ortadaydı. 5- Piyasa faizi, Merkez Bankası’nın politika faizinin oldukça üzerinde kaldığı takdirde alınan önlemlerin yönü de tartışmaya açıldı. 6- Dünyadaki enflasyonist eğilimlerin artması ve fazla likiditenin çekilmeye başlaması faiz artırımı baskılarını tüm merkez bankaları üzerinde hissettireceği gerçeği karşısında faiz artırmak zorunda kalacak Merkez Bankası’nın finansal istikrarı başka bir yönden bozma olasılığı ile karşılaşması da düşünülmeye başlandı. Bundan kastım Türk Bankacılık Sistemi’nin elinde bulunan sabit faizli hazine tahvilleri 100 milyar TL civarındadır. Giderek yüzde 7’ler civarında bir getiri eğrisi üzerine oturacak bu tahviller faiz artırımına karşı korumasız durumdadırlar. Faiz artınca fiyatların düşeceği, düşen bu değerlerin banka aktifinde zarar olarak yazılacağı düşünüldüğünde, finansal istikrarın önemli bir risk ile karşı karşıya kalacağı açıktır. 7- Merkez Bankası düşük faiz ve yüksek zorunlu karşılık oranları ile büyümeyi yavaşlatmayı, kredi artışını yüzde 25’lere indirmeyi, TL DİBS GETİRİLERİNDEN ELDE EDİLEN mevduatın vadesinin İKİ YILLIK REEL FAİZLER (YÜZDE) artırılmasını, sıcak paraya geçit vermemeyi ve fiyat istikrarını sağlamayı amaçlıyor. Tüm bu “isteklerin” bir anda gerçekleşememesi riskinin oldukça yüksek olduğunu piyasalar biliyorlardı. 8- Aşırı büyümenin temel nedeninin kredi genişlemesi olduğu gibi bir varsayımın da geçerliliğinin tartışmalı olduğunu unutmamalıyız. Alternatif politikalar Peki, Merkez Bankası’nın uygulamaya çalıştığı bu “yeni normal” politikanın başka seçenekleri var mı? Kanımca var. Enflasyon hedefine dayalı para politikası uygulamasından ödün vermeden sıcak paradan kaçınmak, cari işlemler açığının finansmanını daha fazla risk yaratmadan düzeltmek, aşırı kredi artışına mani olmak ve büyümeyi yavaşlatmak için; A) Faizleri değiştirmeden likiditenin açık piyasa işlemleri yoluyla kontrol edilmesi, B) Vergi önlemleri ile kredilerin pahalılaştırılması, C) Merkez Bankası’nın günlük döviz alımlarının miktarını artırarak hem döviz rezervlerinin yükseltilmesine hem de TL’nin aşırı değerlenmesine mani olunması, D) Finansal istikrar için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile daha yakın işbirliğine gidilmesi, E) Faiz aracının sadece enflasyon hedefine yönelik olarak kullanılması kanımca çok daha uygun bir strateji olabilirdi. Merkez Bankası daha rahat bırakılabilse ve bağımsız hareket etme olanağını güçlendirebilse idi bu seçeneği uygulayabilirdi. Piyasalar bu kadar tedirgin olmaz, ihracatçı istediği döviz kuru düzeyini sürdürebilir ve para politikası kredibilitesini daha da sağlamlaştırabilirdi. Sayı: 370 - Ocak 2011 29 Söyleşi YATAŞ, 2011’DE YÜZDE 50’NİN ÜZERİNDE BÜYÜMEYİ HEDEFLİYOR Yataş, 1970’li yıllarda sünger üretimiyle girdiği sektörde bugün birçok ürünüyle öncüler arasında gösteriliyor. Tüketiciye yeni ürünler sunarak ve yeni pazarlara ihracat yaparak krizin etkilerini azaltmayı başardıklarını söyleyen Yataş Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Nuri Öztaşkın, 2011 yılında yüzde 50’nin üzerinde büyüme hedefleri olduğunu söylüyor. Kriz dönemi olan 2009 yılında hükümetin aldığı KDV indiriminin yerinde bir karar olduğunu, bu kararın sektörü ciddi anlamda ayakta tutarak, kriz döneminde büyümeyi sağladığını söyleyen Yataş Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Nuri Öztaşkın, “2009 yılında krizi aşmada en büyük pay KDV indirimi oldu. 2009 yılında bu karar sayesinde pazar büyüdü” diyor. Öztaşkın bize Yataş’ın gelecekteki projelerinden bahsetti ve sorularımızı yanıtladı. Öncelikle Yataş’ın temelini oluşturan Süntaş A.Ş’den bugünlere kadar Yataş’ın gelişimiyle başlayalım isterseniz? ÖZTAŞKIN: İlk şirketimiz olan Süntaş A.Ş., sünger üretimiyle faaliyete başladı. Sünger üretimine 1970’li yıllarda başladık. O dönemlerde sünger Türkiye için çok yeni bir üründü ve çok az üreticisi vardı. Anadolu’da ilk kurulan sünger fabrikası ise Süntaş’tı. Sünger üretimiyle birlikte, sünger yatak üretimine de başladık. Sünger yataktan sonra tüketicideki talep giderek yaylı yatağa doğru kaydı. Biz de firma olarak, sünger yataktan yaylı yatağa geçiş yaptık ve yaylı yatak üretmeye başladık. Anadolu’da yaylı yatağı ilk Yataş firması üretti. Yataş olarak yatakla beraber Hollandalı bir ortakla ev tekstili işine girdik. Ortağımızla birlikte, iç piyasa için yepyeni, yıkanabilir yorganlar üret- Sayı: 371 - Şubat 2011 30 meye başladık. Türkiye’de ilk uyku seti üreten firma da Yataş’tır. Uyku seti kavramı da ilk olarak Yataş’tan çıkmıştır ve yeni bir kullanım tarzına bürünmüştür. Çok daha hesaplı olmasının yanı sıra full nevresim kullanımı ve yıkanabilen yorganlarla birleştirilmiş olmasıyla da önemli bir ürün. Biz Puffy yorgan, Yataş yatak ve diğer ev tekstili çeşitleriyle çok iyi konuma geldik. Daha sonra bunu Puffy Center’lerde satmaya başladık. Puffy Center’ler yatak yorgan merkezi gibi yoluna devam ediyordu ve Türkiye’de aşağı yukarı 300’e yakın mağaza açtık. Daha sonra yavaş yavaş kanepe, koltuk, mobilya üretimine yöneldik. 1998-2000’li yıllarda artık kanepe koltuk üretmeye başladık. Yeni üretimlerimizden de özellikle yataklı kanepeler bir hayli tutuldu. Daha sonra klik klak sistemli kanepeler üretmeye başladık. Mağazalarımız yetmemeye başladı ve daha büyük mağazalara ihtiyaç duyarak, Yataş Home’ları açmaya başladık. Bugüne kadar da 150 tane Yataş Home mağazası açtık. Yataş Home mağazalarımızda mobilya, ev tekstili, yatak, yumuşak grup dediğimiz koltuk, kanepe, salon takımı, yemek ve yatak odaları, TV üniteleri bulunuyor. Bütün çeşitler üretilmeye başlandı ve bugüne kadar da bu şekilde devam etti. İnsanların yaşam alanlarına girmek ve mutlu anlarını geçirdikleri ürünleri üretiyor olmak nasıl bir duygu? ÖZTAŞKIN: Bizim özellikle yatak ve ev tekstilinde hijyenik ürünler üretmemiz gerekiyor. Özellikle yatak, sağlık konusunda çok titiz olmamız gereken bir ürün çeşidi. İnsanlar hayatlarının üçte birini yatakta geçiriyor ve bu yüzden yatak bizim için önemli. Sağlıklı uyanmak için sağlıklı uyumak lazım, bunun için de doğru yatakta yatmak lazım. Doğru yatakta yatmadığınız zaman bel ve sırt ağrısı sorunları çok sık yaşanıyor. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki her insan hayatı boyunca bir dönem bel ve sırt ağrısı çekiyor. Bel ve sırt ağrıları, gripten sonra hastanelere gidilen ikinci hastalık olarak karşımıza çıkıyor. Bizim de firma olarak omurilik sağlığını korumamız gerekiyor. Biz Yataş olarak bununla ilgili çok ciddi araştırmalar yürüttük ve hastanelerde uzun süreli denemeler yaptık. Bütün bu araştırma ve denemelerden çıkan sonuçlara göre daha sağlıklı yatak üretmek için gayret gösterdik. Artık teknoloji daha da gelişti ve biz de firma olarak yeni birtakım tekniklerle, doğru yatağın tespiti konusunda çalışmalar yapıyoruz. Bu çalışmaları yakında yeni ürünler olarak da piyasaya süreceğiz. Örneğin bir dönem insan için doğru olan bir yatak, kilo aldığınızda ya da hamilelik döneminde yanlış yatak olabiliyor. Veya evli bir çiftten birisi zayıf diğeri kiloluysa, doğru yatak ne şekilde belirlenecek? Dolayısıyla yatak hassas bir iş ve doğru seçilmesi gerekiyor. Biz de yıllardır insanların özeline giriyoruz ve insanlara doğru yatağı ulaştırmaya çalışıyoruz. Aynı şekilde yorganlarımız, nevresimlerimiz de buna göre üretiliyor. Firmamızın ürettiği yorgan ve yastıkların içinde dac- ron elyaflar kullanılır ve bu ürünler yıkanabilir. Bu ürünlerin çeşitleri var. Ürünlerimizde hem böcek hem de tozlara karşı kendini koruyan maddeler kullanılıyor ve bunlar tamamen sağlık düşünülerek üretilmiş ürünler. Doğru elyafları kullanmak zorundayız yoksa hakikaten ciddi sorunlarla karşılaşırız. Solunum yetmezliğine kadar giden hastalıklar görülebiliyor. Bir de yorgan kullanırken, eğer yorganı doğru kalitede bir kumaşla kullanmazsanız içinden elyaf kusar. Özellikle yastık ve yorganı bütün gece koklarsınız ve yorganla haşır neşirsinizdir. Sabaha kadar kokladığımız yastık ve yorganların içindeki elyaf kalitesi düşükse, direkt solunum yollarından ciğerlere kadar gider ve sonuçta da birtakım hastalıklara neden olabilir. Bunlar çok hassas konular. Yataş olarak şimdiye kadar hep sağlıklı ürünler sunduğumuz için kendimize güvendik ve bu durum, bundan sonra da devam edecektir. Bütün yapılan çalışmalar neticesinde kendimize güvenimiz de devam ediyor. Buradan yola çıkarak, sizin müşterilerinize kaliteli ve rahat uyku kavramlarını yaşatmak adına çalışmalar yaptığınızı söyleyebiliriz. ÖZTAŞKIN: Evet. Kaliteli, sağlıklı, hijyenik ve de doğru uyku kavramlarını müşterilerimizin yaşaması için çalışıyoruz. Bütün bunların oluşması için de olması gereken doğru yataktır. Biz Yataş olarak yüzde 100 pamuklu ürünler kullanıyoruz. Birçok insanda alerji sorunu vardır. Ürünlerimizi sattıktan sonra gelen şikâyet telefonları artık gelmemeye başladı. Dolayısıyla bu bizim çok büyük hassasiyetle üzerinde durduğumuz bir konu. İhracat yaptığınız ülkeler hangileri? Kriz dönemi AB ve ABD pazarında yaşanan daralma ihracatınızda ne gibi değişikliklere sebep oldu? ÖZTAŞKIN: Kriz döneminde hem ABD hem de Avrupa’daki ihracat pazarlarında yaşanan daralma bize de olumsuz bir şekilde yansıdı. Biz de firma olarak, kendimize yeni pazarlar açtık. Bu pazarları açarken kaybettiğimiz aylar ve yıllar elbette ki oldu. Özellikle Irak, İran, Azerbaycan, Suriye gibi ülkelerde yani yakın coğrafyada yeni mağazalarımız devreye giriyor. Firma olarak AB ve ABD pazarlarında kaybettiğimiz ihracatı, buralarda tamamlamaya çalışıyoruz. Yeni pazarlardan bahsetmişken, özellikle kriz dönemi atak yapan Çin ve Hindistan veya Afrika pazarına yönelmeyi düşünüyor musunuz? ÖZTAŞKIN: Kenya’da bir mağaza açtık. Zaten Kenya’dan başlayarak diğer ülkelere de ulaşaca- Sayı: 371 - Şubat 2011 31 Söyleşi ğız. İhracatta lojistik anlamda daha yakın ülkeleri tercih ediyoruz. Çünkü bizim ürünlerimiz nakliye maliyeti yüksek olan ürünler. Bu nedenle yakın coğrafyaya ihracat yapmayı daha uygun buluyoruz. Hem de hızlı servis avantajını kullanmış oluyoruz. Lojistik ve terminal anlamda avantajlı sektörlerden birisi de mobilya sektörü. Otomotiv, beyaz eşya gibi siparişe göre 15 günde teslim edebiliyoruz. Fakat bu durum Çin’de altı ay sürüyor. Bir de kalite garantisi, Çin’in imajı konuları da önemli. Çin’in son dönemlerde çok kötü bir imajı oluştu. Halk Çin ve Uzakdoğu’yu çok tercih etmiyor. Firma olarak bizim Avrupa ülkelerinde Hollanda’ya da ihracatımız çoktur. Macaristan, Bulgaristan da ihracat yaptığımız ülkeler arasında sayılabilir. Türkiye’nin en büyük ihracat pazarı Almanya. Sizin buraya ihracatınız ne durumda? ÖZTAŞKIN: Biz Almanya’ya ihracat çok fazla yapmıyoruz çünkü orası korkunç rekabeti olan bir ülke. Talebin de çok olduğu ama çok fazla iniş çıkışın yaşandığı bir piyasa. Firma olarak birçok ilke imza attığınızı biliyoruz (ilk perakende mağazacılık, kendi sektöründe halka açılan ilk firma, vs.), bu ilklerden bahsederek, önümüzdeki dönemlerdeki projelerinizle ilgili bilgiler verir misiniz? ÖZTAŞKIN: Firma olarak şu anda bir değişim projemiz var. Dağıtım şirketi ile üretim şirketimizi birleştirdik. Onun onayı da SPK’dan çıktı. Olabildiği kadar işleri içerde yalın hale getirmeye ve daha hızlı olmaya çalışıyoruz. Bu arada yeni konsept mağazalarımızla hizmet veriyoruz. Logomuzu değiştirdik. Yatak ve ev tekstili için yatak odası mağazası oluşturduk. Enza isminde yeni bir markamız var. Enza için de yeni bir mağaza konseptimiz çok yakında devreye girecek. Bu sayede mobilyayla yatak odasını ayırmış olduk. Daha uzman mağazalar planlıyoruz. Özellikle yatak piyasası için daha teknolojik, halkın istekleri doğrultusunda çalışmalar yapıyoruz. İnsanların doğru yatakta yatması için olabildiğince teknoloji destekli mağazalar açıyoruz. İleriki dönemlerle ilgili en önemli projelerimizden birisi de bu akıllı mağazalar. Amerika menşeli firmalarla işbirliklerimiz var. Onlarla da birtakım çalışmalar yapıyoruz. Bunların neticeleri sanırım birkaç ay içinde ortaya çıkacak. Bu arada mobilya için de İngiliz bir firmayla çalışıyoruz. Mobilyada alışveriş anlayışını tamamen değiştirmek istiyoruz ve yeni fikirlerle yeni bir konsept yaratmaya çalışıyoruz. Mobilya sektörü için farklı bir tarz, farklı bir stil yaratarak, insanların zevkle, keyifle alışveriş yapıp eğlenebilecekleri bir mağaza konsepti yapıyoruz. Bu da önümüzdeki aylar içerisinde devreye girecek. Sektörünüz 2008 yılında başlayan ve küresel nitelik taşıyan krizden ne şekilde etkilendi? Kri- Sayı: 371 - Şubat 2011 32 zin etkilerini azaltmaya yönelik firma olarak ne tür çalışmalar yaptınız? ÖZTAŞKIN: Olabildiği kadar operasyonel giderlerimizi aşağıya çekmeye çalışıyoruz. Biz de kriz döneminde küçülerek büyüme politikasını benimsedik. Gereksiz maliyetlerimizi indirmeye çalışıyoruz. Bir de firmamız Ankara, İstanbul, İzmir, Kayseri gibi birçok bölgeye dağılmış vaziyetteydi. Şimdi bütün merkezi İstanbul’da toplayarak, biraz daha merkezi hale getirdik. Üretimler daha çok Kayseri ve Ankara’da yapılıyor. Kriz dönemi olan 2009 yılında hükümetin almış olduğu KDV indirimi gibi çok yerinde bir karar vardı. Bu, sektörü ciddi anlamda ayakta tutarak, kriz döneminde büyüten bir karar oldu. Şu anda bu uygulanmıyor ama 2009 yılında krizi aşmada en büyük pay KDV indirimi oldu. 2009 yılında bu karar sayesinde pazar büyüdü. 2010 yılında sektörde yüzde 5 seviyesinde bir büyüme görüldü. KDV indiriminin geriye çekildiğini düşünürsek aslında bu oranı yüzde 15 olarak algılamak gerekiyor. Çünkü KDV’den dolayı fiyatlar da yüzde 10 yukarıya çıktı. Yüzde 15 büyüme de oldukça iyi bir rakam. Firma olarak 2011 yılından beklentileriniz nelerdir? Bu yılki büyüme hedefiniz nedir? ÖZTAŞKIN: 2010 yılını firma olarak yüzde 5 artışla kapattık. 2011 yılında da sektör yüzde 10 gibi bir büyüme bekliyor ama firma olarak biz bu yıl yüzde 50-60 büyüme hedefliyoruz. Yüzde 50-60 büyüme hedefi ciddi bir oran. Bu hedefin belirlenmesinde neyin etkisi oldu? ÖZTAŞKIN: Biz yeni mağazalar açıyoruz. Aşağı yukarı 50’ye yakın yeni konseptte Yataş Bedding mağazamız var. Aşağı yukarı 30’a yakın da Enza mağazası planlıyoruz. Yataş’ın gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projeleri var mı? Varsa bunlardan bahsedebilir miyiz? ÖZTAŞKIN: Zaman zaman sosyal sorumluluk projelerimiz oluyor. Şimdi yeni başlayacağımız bir kampanyamız var, onda da olacak. Baba beni okula gönder, AÇEV gibi birçok kurumla birtakım kampanyalar gerçekleştiriyoruz. Örneğin eski yatakları alıyoruz ve kılıflarını değiştirip ihtiyacı olanlara geri veriyoruz. Bizden ADANA METEM GAZİLERLE BULUŞTU Adana Sarıçam Mesleki ve Teknik Eğitim Merkezi öğrencileri, Adana’nın düşman işgalinden kurtuluşunun 89. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde gazilerimizle buluştular. Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası bünyesindeki Türk Tekstil Vakfı'nın hayata geçirdiği METEM'lerden biri olan Adana Sarıçam Mesleki ve Teknik Eğitim Merkezi öğrencileri gazilerle buluştu. Adana'nın düşman işgalinden kurtuluşunun 89. yıldönümü münasebetiyle düzenlenen kutlama programına katılan gaziler, savaş meydanında yaşadıkları heyecanı öğrencilerle paylaştı. 9 Ocak'ta düzenlenen kutlama programına Sarıçam İlçe Milli Eğitim Müdürü Erdal Denge, Türkiye Muharip Gaziler Derneği Adana Şubesi'ne kayıtlı Abdurrahman Uygur, İskender Barug, Zübeyir Ayaz, Ali Sözbilir, Mehmet Bölat, Arif Seven, Ömer Mermer, Şeref Kara ve Halil Temiz'in yanı sıra öğrenciler ve veliler katıldı. Programda ayrıca, öğrencilerin hazırladığı şiir ve kompozisyonların okunmasından sonra katılımcılara günün önemini anlatan video gösterimi yapıldı. narız. Ayrıca, bu vatan için şehit düşen askerlerimizi ve büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ü de saygıyla anıyoruz" dedi. Bu arada Adana METEM'de 16 Ocak'ta yapılan bir başka etkinlikte ise öğrenciler, Gülriz Sururi'nin yazıp yönettiği 'Kısmet' adlı oyunu izledi. Oyun, Adana Devlet Tiyatrosu Hacı Ömer Sabancı Kültür Merkezi tiyatro salonunda sahnelendi. Adana METEM, 30'ar kişilik 10 sınıfta eğitim veriyor. Okulda 80 yataklı yurt ve 42 yataklı misafirhane de bulunuyor. Adana METEM Okul Müdürü Mustafa Naci Özkılınç, "Böyle anlamlı bir programda bizleri onurlandıran gazilerimize şükranlarımızı su- Sayı: 371 - Şubat 2011 33 İnovasyon ORMO İCRA KURULU BAŞKANI ÖCALGİRAY: “RFID PROJESİ VERİMLİLİĞİMİZİ ARTIRDI” Radyo Frekanslı Tanıma (RFID) projesinin tek depoda uygulanmasıyla hem işçilik hem de stok indiriminde çok ciddi bir kazanç sağlandığını belirten Giray Öcalgiray, “Stoklarımızda ilk üç ayda yüzde 35 azalma sağlandı. İşçilikte yüzde 40 azalma oldu. Yaklaşık olarak bir depoda kazancımız senelik 40 bin 400 dolar olarak gerçekleşti. Maliyetimizde yaklaşık tek defaya mahsus olmak üzere bir depoda 30 bin dolar civarında oldu. Sistem maliyetini 1 yıl içerisinde çıkartacak” dedi. Üretiminin yüzde 60’ını ihracata ayıran, dünyanın aynı çatı altında en büyük el örgü firması olan Ormo Yün İplik, tekstil sektöründe öncü bir çalışmaya imza attı. Firma, hammadde hazırlama, boyama, iplikhane, paketleme/yumaklama, fabrika/bayi depolama ve sevkıyat aşamalarından oluşan iş süreçleri boyunca radyo frekanslı tanıma projesi olan RFID teknolojisini kullanarak ürün izlenebilirliğini en üst seviyeye çıkardı. Süreç verimliliği de sağlayan firma, işçilik başta olmak üzere stoklarında da ciddi tasarruf sağladı. Yarı mamul stoklarını bu proje ile en düşük seviyeye indiren Ormo Yün İplik İcra Kurulu Başkanı Giray Öcalgiray ve İTÜ İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Alp Üstündağ ile RFID projesini konuştuk. RFID Projesi’ni uygulamaya nasıl başladınız? ÖCALGİRAY: Günümüz tekstil sektöründe gerek fiyatlar gerekse de maliyetlerde ciddi bir rekabet var. Bu rekabet, işimizi daha iyi ve efektif yapmaya zorluyor. Bu nedenle Ormo olarak, bu sene ciddi bir şekilde işçilik, hammadde ve stok maliyetlerimizi gözden geçirdik. Projenin ana çıkış noktası, “maliyetleri nasıl aşağı çekeriz” düşüncesiyle başladı. Ormo’da değişik dokuz mamul depomuz bulunuyor. “Bu dokuz depomuzda yarı mamul hammaddeyi nasıl indirgeriz ve bundan dolayı nasıl bir tasarruf sağlarız” diye çalışmaya başladık. İlk pilot çalışmayı Woolen Üretim Hattı’nın hammadde deposunda uyguladık. Projenin amacı, bu depomuzdaki boyanmış veya boyanmamış haldeki hammadde stoklarını indirgemek, kontrol altına almak ve anında görünürlüğü mümkün kılmaktı. Doğru siparişleri vermek, hammaddeye ekstra bir maliyet bağlamamaktı çabamız. Çünkü hammaddeyi alıyorsunuz ve bağlıyorsunuz. Üretimi etkilemeyecek minimum hammadde seviyesini bulmak için yola çıktık. Ormo’nun iştiraki olan Portneo firmamızda geliştirdiğimiz teknolojiler ve İstanbul Teknik Üniversitesi RFID Araştırma Merkezi ile birlikte bu gelişmeyi sağladık. Sayı: 371 - Şubat 2011 34 Nasıl bir gelişmeden bahsediyorsunuz? Tekstil sektöründe, bu uyguladığınız proje ne sağlayacak? ÖCALGİRAY: Bu tekstil sektörünün, bildiğim kadarıyla ilk uygulamalarından bir tanesidir. Bizim yaşadığımız problemler, Türk tekstil sektöründeki bütün firmaların da yaşadığı problemler. Tekstil sektöründe hammaddelerinizi ve ara mamullerinizi basit barkot sistemi ile izlemeniz mümkün değil. Çünkü çok değişik üretim etapları takip ediliyor. Projede hammadde ve yarı mamullerin üzerine radyo frekans etiketleri takarak bu ara mamul ve hammaddelerin nerede, ne zaman ve ne kadarının kullanıldığını sürekli anlık izleyerek süreci kontrol altında tutuyoruz. Yurtdışında bu ve buna benzer uygulamalar var mı? ÜSTÜNDAĞ: RFID, yani radyo frekanslı tanımlama projesi dünyada üç yıllık geçmişi olan ve yeni diyebileceğimiz bir teknoloji. RFID eski bir teknoloji ama uygulamalarda hareketlilik 2000’li yıllarla birlikte başladı. Yarı iletken teknolojisindeki gelişmeler, maliyetlerin biraz daha aşağı çekilmesi düşüncesi projenin önemli noktaları. Özellikle bu pasif etiket tarzı dediğimiz ki, Ormo’nun stok alanlarında uyguladıklarımızdır bunlar, daha düşük maliyetli etiketlerin kullanılmasıyla beraber bu iş lojistik ve tedarik zinciri alanında ciddi anlamda ön plana çıktı. Dünyada Wallmart ve Metro gibi büyük perakende grupları ilk pilot çalışmalarına başladı. Metro tekstil alanında hem depolama fonksiyonlarında hem de perakendeye kadar geçen süreçte RFID’nin kullanımı ile ilgili ciddi anlamda pilot çalışmalar yaptı. Bunlarla ilgili yaygınlaştırmalar da devam ediyor. Benim bildiğim kadarıyla Marks&Spencer da pilot bölgeler seçti ve çalışmalarına bu pilot bölgelerde devam ediyor. Ama tekstil alanında baktığınızda Türkiye’de öncü bir çalışma olduğunu söyleyebilirim. Zaten uygulama olarak dünyadaki örneklerinden farklı yönleri var. Özellikle sürecin kendi içerisinde bazı farklılıklar var. Sürecin ağırlıklarla birlikte takip edilmesi ve forkliftlerin de işin ve sürecin içine dâhil olmasıyla gerçek anlamda izlenebilir sonuçlar doğuyor. “RFID verimliliği artırıyor” Bu RFID’nin temel faydaları nelerdir? ÜSTÜNDAĞ: Birincisi süreç verimliliği sağlıyor. Yani verimliliği artırıyorsunuz. Otomasyon teknolojisi kullandığınız için insan kaynağı ihtiyacınız azalırken zamandan da tasarruf sağlıyorsunuz. İTÜ İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Alp Üstündağ: “SÜREÇ MÜHENDİSLİĞİ ÇALIŞMASI YAPIYORUZ” İTÜ RFID Araştırma Merkezi’nden bahseder misiniz? Ne zaman kuruldu ve neler yapıyor? Araştırma merkezini test laboratuarı olarak nitelendirebiliriz. 4-5 sene önce “bu teknolojiyle neler yapabiliriz?” diye dünyadaki örneklerini inceleyerek işe başladık. Bu teknolojiyi kullanan Almanya, ABD ve İngiltere’de bir takım laboratuarlar açıldı. İlk etapta Almanya’daki laboratuarlarda incelemelerde bulunduk. Özellikle bu yeni teknolojinin uygulama tarafında nasıl süreçler izlendiğini ve nasıl gerçekleştirildiğini görmek istedik. Üniversitelerde ciddi araştırmalar yapıldığını gördük. Teknoloji önden geldi, üniversitelerin dikkatini sonradan çekti. Biz de dünyadaki örneklere bakarak böyle bir laboratuar ve merkezi kurduk. “Bu teknolojiyi kendi sektörlerimize ve Türkiye’de tekstil gibi bütün sektörlere nasıl uygulayabiliriz?” diye çalışmalar yapıyoruz. Laboratuarın ilk kuruluşunda o dönemde yine tedarik zinciri projesini yürüttüğümüz Çanakkale Seramik, Kalebodur firmasından destek gördük. Oracle ve Siemens gibi bu işin donanımsal tarafında yer alan firmaların desteğiyle bu laboratuarı endüstri mühendisliği özelinde kurduk ama şimdi elektronik ve bilgisayar mühendisliği bölümleriyle beraber de ortak çalışmalar yürütüyoruz. Sektörde bununla ilgili bilinçlenme faaliyetleri, uygulama süreçleri ve testler yapıyoruz. RFID teknolojisi “tak çalıştır” sistemi olmadığı için testler çok önem taşıyor. Komplike bir teknoloji. Çok farklı etiketler çok farklı şekilde değerlendirilebiliyor. Bunların ne şekilde kullanılacağı, malzemenin etiketlerinin nasıl konumlandırılması gerektiği ve süreçlerin sistemde nasıl işletilmesi gerektiği ile ilgili çalışıyoruz. Bu aslında yeniden yapılanma projesi. Siz RFID ile geldiğinizde süreçleri yeniden ele alıyorsunuz. Bir süreç mühendisliği çalışması yapıyorsunuz. Bu süreç mühendisliği çalışmasının içinde bir de işin tasarım boyutu var. Yani biz, RFID projesini ne şekilde tasarlayarak entegre edeceğiz? RFID Gate’lerin kurulması, toplu okumalar, burada süreç verimliliğini sağlayan en önemli şey insan kaynağının, insan gücünün azaltılarak otomasyonun ön plana çıkartılmasıdır. Toplu ürün okumayla beraber daha hızlı bir sürecin izlenmesini sağlayan bir sistem. RFID, insan kaynağı ihtiyacını ne kadar azaltıyor? ÜSTÜNDAĞ: Bu her süreç için özeldir. Özellikle RFID projesinin sonuçlarının ne zaman ve ne şekilde döneceğini çok soruyorlar. Her süreç için çok özel hesaplanan bir şey. Sizin o süreçte ne kadar işçiyle çalıştığınız ve ne kadar süreli bir operasyon yürüttüğünüzle doğrudan ilgili. Sonuçlar açısından genel rakamlar var. İşçilikte yüzde 30 ila yüzde 50 arasında, bazen yüzde 60-70’lere varan azalmanın sağlandığı bir takım uygulamalarda görülebiliyor. Başka ne gibi faydaları söz konusu? ÜSTÜNDAĞ: Stok maliyetlerinizi aşağı çekiyorsunuz. Daha düşük stok maliyetleriyle çalışıyorsunuz ve görünürlüğü artırıyorsunuz. Siz kayıtlarınızda 100 tane stok olduğunu düşünürsünüz. Ancak 130-140 stok mevcuttur aslında. Böyle bir belirsizlik ve arada bir açık olduğu için siz hep yüksek güvenli stoklarla çalışır ve stoklarınızı daha üst seviyede tutmaya çalışırsınız. RFID’nin üçüncü fay- Sayı: 371 - Şubat 2011 35 İnovasyon dası güvenlik. Özellikle RFID, insan faktörünü dışarı çıkartan otomasyon teknolojisi olduğu için güvenlikle ilgili kayıp ve çalıntı maliyetlerinde ciddi anlamda azalmalar sağlıyor. Siz güvenlik kapıları kuruyorsunuz, giriş-çıkışları bir şekilde kontrol altına aldığınız için giriş çıkışlar otomatik olarak veriliyor ve siz bilgi sahibi oluyorsunuz. RFID Gate’ler vardır. Doğrudan insan faktöründen arındırarak otomasyonla doğru verilere ulaşabiliyorsunuz. Doğrudan kayıp satışı da engelleyen bir şey. Gerçek anlamda stoklarınızı bilmediğiniz ve tam stoklarınızı iyi yönetemediğinizden bir takım kayıp satış maliyetlerine maruz kalabiliyorsunuz. Bu sistemle stoklarınızı gerçek anlamda bildiğiniz için bu kayıp satışlardan maliyet azaltabiliyorsunuz. ÖCALGİRAY: Tekstil fabrikalarını gezdiğinizde, özellikle iplik fabrikalarını, etrafta bir sürü ara mamul vardır. Üst kademe yöneticiler gezerken, “bunlar niye bu kadar birikmiş?” diye sorular sorar. Çalışanlar da “çok siparişimiz var, ancak yetişiyoruz” der. Burada gerçekten bir “optimizasyon var mıdır, yok mudur?” belli olmaz. Tekstilde çok fazla ve değişik üretim safhalarında ara stoklar vardır. Bu her zaman sayılır ve kontrol altında tutulmaya çalışılır ama yöneticilerin gözüne çarpar ve manüel sayma yöntemi ile ancak bir yere kadar tespit edebilirsiniz. Ormo’nun uyguladığı projenin dünyadaki uygulamalardan farkı nelerdir? ÖCALGİRAY: Dünyadaki çoğunluk uygulamalarında bitmiş mamul üzerine bu etiketler konuyor. Burada tekstildeki handikap, boyalı bir hammadde ise nemli veya rutubetli olması, daha zor formlarda olması, karton koli halinde olmamaları, bambs, bobin veya çile iplik halinde olmaları gibi zorluklar mevcut. Bundan dolayı biz uygulama olarak RFID etiketlerini seçmede ve bunları konumlandırmada bir inovasyon yarattık. Bunun dışında hammadde giriş ve çıkışları RFID Gate dediğimiz kapılardan giriyor. Otomatik olarak kimsenin saymasına gerek kalmadan süreç kendi sayımını yapıyor. Girişe elektronik bir tartı kurduk. Gördüğünüz kafes içindeki hammadde elektronik olarak tartılıyor. Elektronik olarak bu etiketlerin içine bilgi yazılıyor. Hiçbir insan manipülasyonuna izin vermeden hammadde ve ara mamuller bir kapıdan giriyor ve çıkıyor. Dolayısıyla burada bizim kurduğumuz sistemde elektronik tartı, özel etiketlerimiz ve stoklama şeklimizle beraber hammadde ve ara mamullerin yüzde 100’ünün kontrolünü sağladık. Bunun dışında yine tekstil fabrikalarında sıkça görülen çok değişik hammadde kalemleri kullanılıyor ve bunların hepsi genelde tek bir ortak alanda stoklanıyor. Özellikle büyük fabrikalarda bazen, olan hammadde tekrar sipariş edilebiliyor. Çünkü o hammaddenin olmadığı varsayılıyor veya o hammadde başka bir yerde gizlenmiş olabiliyor. Dolayısıyla buradaki stoklama alanlarında her hammadde için bir yer ayrıldı ve de burada kullandığımız teknolojide hammadde doğru stok alanına konulmadığı zaman operatörün elindeki cihaza uyarı sinyali veriliyor ve genel sistem böyle bir hataya müsaade etmiyor. Kurduğumuz sistemde her hammadde cinsi doğru yerinde konumlandırılmış oluyor. Stok miktar kontrolünün dışında da doğru hammaddeyi doğru yerde konumlandırmanızın kontrolü de sağlanmış oluyor. “Stoklarda yüzde 35 azalma sağladık” Tek depoda uygulanıyor şu anda galiba… ÖCALGİRAY: Şu anda tek depoda uygulandı ve hem işçilik hem de stok indiriminde çok ciddi bir kazanç sağlandı. Deponun eski haliyle, yeni hali arasında geceyle gündüz kadar belirgin bir fark yarattık. Yukarıda anlattıklarımız dışında aynı zamanda büyük montanlı hammadde kabulü için forkliftlere de bir sistem kurduk. Forkliftlere sistem için gerekli olan ekran, okuyucu ve sensörleri monte ettik. Forklift hammaddeyi alıyor, hammaddenin üstündeki RFID etiketten onu tanıyor. Doğru hammaddeyi alıp almadığını operatöre söylüyor ve operatöre o hammaddeyi doğru olarak nereye koyması gerektiğini iletiyor. Hata oranını sıfıra indirip, işçilik maliyetini azaltıyorsunuz. Bu sistemden önce en az 3 kişinin yaptığı işi otomasyonla teke indiriyorsunuz. Ormo olarak amacımız günün getirdiği teknolojilerden faydalanarak, operasyonel süreçlerimizi minimum maliyetlerle döndürmek. Sayı: 371 - Şubat 2011 36 Bu tek depoda ulaştığınız maliyet azaltan sonuçları anlatır mısınız? ÖCALGİRAY: Stoklarımızda ilk üç ayda yüzde 35 azalma sağlandı. İşçilikte yüzde 40 azalma oldu. Yaklaşık olarak bir depoda kazancımız senelik 40 bin 400 dolar olarak gerçekleşti. Maliyetimizde yaklaşık tek defaya mahsus olmak üzere 30 bin dolar civarında oldu bir depoda. Bu maliyeti de hem donanım hem de yazılımsal olarak söylüyorum. Çünkü sırf donanımla değil, yazılımı da bu işin içinde. Sistem maliyetini 1 yıl içinde fazlasıyla çıkartacak… Bu sistemi boyahane ara iplik stoklarında ve de iplikhane ara iplik stoklarında da uygulayacağız. Her bir uygulama için maliyet değişiyor mu? ÜSTÜNDAĞ: O fark edebilir. Bu sadece uyguladığımız depoya aitti. Oradaki süreçte dönen işin durumuna bağlı. Ne kadar etiket kullandığınız önemli. Burada kullandığımız etiketler pasif, ucuz etiketlerdi, fiyatı yaklaşık 20 sent civarında… Yaklaşık bin etiket kullandık. Burada etiketler atılmıyor. Çuval/Bambs sistemi içinde taşındığı için sistem sürekli dönüyor. Tedarik zincirinde ürün perakende sürecine çıktığı için etikette beraberinde gider. Ancak burada kendi içinde çuvallarla takip edilen bir sistem olduğu için kendi işini döndürüyor. Etiket sürekli dönen bir sistem içinde yer aldığından burada da ciddi bir maliyet avantajı sağlıyor. İkinci derece de maliyeti belirleyen ise etiketleri okuyan okuyuculardır. Okuyucu cihazlar gerekiyor. RFID Reader olarak adlandırılıyor bu cihazlar. Bir de o okuyuculardan oluşan maliyetler var. Tabii ki buradaki datayı alıp filtre edecek ve size ulaştıracak bir yazılım ihtiyacı oluyor. Bundan sonraki projelerde yazılım ihtiyacı azalacaktır. Etiketlemede ise ne kadar etiket kullanacaksınız ve kaç noktada okuma kurgulayacaksınız, kapı ve el terminalleri kadar da bir donanım maliyeti oluşacaktır. Ön hazırlık ne kadar sürdü? ÖCALGİRAY: Aslında çok büyük bir ön hazırlık gerekmedi. 2-3 hafta bir ön inceleme yapıldı. Yazılımların hazırlanması bir ay aldı. Cihaz testi çok önemliydi. Bu alanda bir sürü cihaz var ve bunların hepsini test ettik. Depo alanımız kapalı bir alan ve betonarme bir yapı. Bu sinyallerin en iyi şekilde alınması ve en optimum şekilde okunması lazım. RFID’nin zor bir uygulaması söz konusu bu projemizde. Hem kapalı ve iletken bir mekân hem de kapıdan çok değişik cinste ve miktarda yoğun hammadde giriş-çıkışı oluyor. Bütün bu okuyucuların ve kapıların test edilmesi, değişik mamullerle uyumunun yapılması süreci önemliydi. Ürün stoklarının azaltılmasında inovatif bir proje oluşturmuşsunuz. Küresel rekabette başka ne tür inovatif çalışmalar yapıyorsunuz? ÖCALGİRAY: Ana hatlarıyla bakarsak hammadde maliyetlerini düşürmeye çalışıyoruz, diyebilirim. Bu konuda gerçekten ciddi bir şekilde dünyanın neresinde hammadde var, araştıran, bulan ve bunları bize getiren bir ekibimiz mevcut. Satış kanadında da ciddi pazarlar yaratıyoruz. Hammaddeyi en iyi şekilde aldığımızı ve pazarlarda da en iyi yerde kendimizi konumlandırdığımızı söyleyebilirim. Yeni teknoloji makinelere önce- lik verip, eski teknoloji makinelerimizi değiştiriyoruz. Teknolojiye yatırım yaparken iş süreçlerimizi de yeniliyoruz. “Amacımız sektörlere yol göstermek” Projenin diğer sektörler için de bir yol açtığını söylenebilir mi? ÖCALGİRAY: Portneo olarak Ormo’da uyguladığımızı Türkiye’deki başka sanayi firmaları için de uygulamayı düşünüyoruz. Projenin bir diğer amacı da diğer sektörlere yol göstermekti. İlk olarak tekstil sektöründeki uygulamalarını görmek istedik. Türkiye’deki bütün firmalar ERP sistemleri ile işlerini yönetiyorlar. Firmalar büyüdükçe bu yatırımlarını geliştirmek durumundalar. Burada kurguladığımız yazılımlar ile ERP sistemlerinden gerekli bilgilerin alınarak stratejik karar vermeye destek verici süreçleri yaratıyoruz. Portneo olarak hem yazılım hem de donanım teknolojilerini geliştirmek ve diğer sektörlerin de faydalanmasını sağlamak istiyoruz. ÜSTÜNDAĞ: 1990-2000 arası insanlar, bu kurumsal kaynak planlama yazılımlarını hayata geçirmekle uğraştılar ve verileri topladılar. 2000’den sonra toplanan bu verilerin nasıl değerlendirileceği süreci başladı. Sistemler o kadar karmaşıklaşıyor ki, artık insan beyninin tek başına karar vereceği ölçekte değil. Bunun için bir takım karar destek sistemlerine (Desicion Support Systems) ihtiyaç duyuluyor. Optimizasyon veya verim artışı deniliyor bu süreçlere. Birçok teknik kendi içinde kullanılıyor. Özellikle teknik alanda bu tür yazılımların kullanımına ihtiyaç duyuluyor. Portneo’da bu doğrultuda, bu yeni sistemleri geliştirmeyi ve firmaların kullanımına sunmayı amaçlıyor. Sonuçta bütün bu sistemler maliyetleri azaltmayı ve süreci etkin ve verimli kullanmayı sağlıyor. ÖCALGİRAY: Türkiye’de operasyonel anlamda teknoloji çok yüksek bir şekilde kullanılıyor ancak optimizasyonda sorunlar yaşanıyor. Şirketler komplikeleştikçe artık karar vermeden önce bu sistemlerden yararlanıp, doğru kararları verdiğini bilmek istiyor yöneticiler. 2010 yılında Ormo olarak nasıl bir performans gösterdiniz? ÖCALGİRAY: 2010’da ihracatımızı yaklaşık yüzde 10 artırdık. İç piyasada sabit kaldık. Tekstil sektöründe özellikle iplik sektöründe durağan bir sene yaşandı. Hammadde fiyatları çok yoğun arttı. 2011’de hem ihracatta hem de iç piyasada büyümeye devam etmek istiyoruz. Üretemeyen ülke ayakta kalamaz. Dolayısıyla tekstil sektörü kolay kolay gözden çıkarılamaz. Şu an Türk tekstil sektöründe faaliyet gösteren firmalar bu işe 40-50 senelerini vermiş firmalar. Bu firmalardaki know-how dünyanın hiç bir firmasında yok. Devletin sektörümüzü desteklemesi ve tekstil sektörünün de kendini bu tarz teknolojilerle yenilemesi gerekiyor. Yeni inovatif ürünler geliştiriyor musunuz? ÖCALGİRAY: Biz perakendeye çıkan ürürünler üretiyoruz. Bizim üretimimizin yüzde 90’ı el örgü yünü. El örgü yünü de, aynen bir bisküvi gibi perakende rafına çıkıyor. El örgü yünü sektöründe fiziksel olarak tüketiciye inovasyonlar göstermek gerekiyor. Bu sene Türkiye’de ilk anti bakteriyel bebek ipliğini ürettik. Yüzde 60 bambu, yüzde 40 polyamid kullanarak özel bir proses ile üretilen Türkiye’deki ilk anti bakteriyel bebek ipliğidir. Bu tür inovasyonlardan her zaman firmanızın geleceği açısından yararlanmak durumundasınız. Sayı: 371 - Şubat 2011 37 Finans 2011 YILINDA EMTİA FİYATLARI YÜKSELMEYE DEVAM EDECEK Mİ? Gelecek yıl dünyada “iki farklı ekonomi hikâyesi” olacak... Biri zayıf ve işsizlikle dolu bir iyileşme ile mücadele eden zengin dünya. Diğeri dört kat hızlı bir şekilde büyüyen, gelişmekte olan dünya. Halihazırda gelişmekte olan dünyanın lokomotifleri olarak Hindistan ve Çin gibi yeni endüstriyel güçlerin ortaya çıkması dengeleri tamamen alt-üst edecek bir gelişme. Bilindiği gibi genel kural, ekonomiler iyiye gidiyorsa önce emtialara talep artacak, emtia fiyatları yükseliyor, yok eğer ekonomide kötüye gidişler var ise bu kez para basılıp, altın, gümüş türünde bazı pasif yatırımlar prim yapıyor. 2010 yılında hızla toparlanan hammadde fiyatlarının, gelişmiş ülkelerin girdiği darboğaza karşın, gelişmekte olan ülkelerdeki hızlı büyümenin verdiği destekle 2011'de yükselişini sürdürmesi bekleniyor. Nitekim emtia fiyatları yaklaşık 11 yıl önce yukarı yönlü bir trend içine girmişti. Kriz ile beraber kısa bir mola sonrasında Amerika Birleşik Devletleri Doları'nın zayıflamaya başlaması ve enflasyon kaygılarının artmasıyla yatırımcı emtia fiyatlarını tekrar zirveye taşıdı. Paranın zamansal değeri faiz olduğuna göre, para bugünlerde oldukça ucuz. Menkul kıymet borsaları bu durumdan ciddi anlamda faydalanıyor. Başta enerji olmak üzere tüm emtialarda da fiyat artışları gözleniyor. Emtia artışları küresel enflasyonu tetikliyor, enflasyon düşük faizler üzerinde baskı yaratıyor. Peki, bu artışlar yeni bir balon mu, yoksa canlanan ekonomilerden kaynaklanan arz-talep dengesine bağlı bir artış mı? Eğer artışlar balon ise spekülatörlerden kaynaklanıyordur. Aldıkları menkul kıymet veya emtianın neden değerlendiğine bakmaksızın, daha yüksek fiyata satmak amacı ile piyasaya girerler ve alım gerçekleştirirler. Malın te- Sayı: 371 - Şubat 2011 38 mel değerinin bir anlamı yoktur. Aldıkları pozisyonda maliyetlerin üzerine çıkılması yeterlidir. Özellikle emtia gibi arz imkânları sınırlı piyasalara, sınırını insanların belirlediği parasal sistem ile karşılık aranırsa sorunların çıkması kaçınılmazdır. Petrolün, demirin veya buğdayın bir yıl içerisinde ne kadar üretileceği aşağı yukarı zaten bellidir. Ne kadar tüketildiği de yaklaşık olarak hesaplanabilir. Siz talep tarafını sanal talepler ile şişirirseniz fiyatların katlanması kaçınılmazdır. Emtia borsalarındaki işlemlerde sadece yüzde iki oranında fiziki teslimat gerçekleşiyor. Bu piyasalarda, yüzde 98 oranında günlük spekülasyonların etkisi hissediliyor. Özellikle krizde yaşanan gelişmeler sonrası büyük zararlar yazan fonların kaldıraç özelliği ile yaralarını sarmaya çalışmaları, kaybeden kumarbazın oyunu büyütmesine benziyor. Kaldıraç sistemi sorgulanıyor ancak dokunulamıyor. İşin tehlikeli tarafı yalnızca spekülasyon amaçlı kurulan hedge fonlar değil, büyük emeklilik fonları da son yıllarda portföylerine yüksek oranlarda emtiaya dayalı varlıklar alıyorlar. Sanal talep artıkça artıyor. Üretici ülkeler bu durumu tepki çekmeden destekleme yoluna gidiyorlar. Örneğin enerji fiyatlarının artması petrol üreten ülkeleri bir anlamda tekrar ihya ediyor. Benzer durum zengin maden yataklarına sahip ülkeler için de geçerli. Ancak hemen hemen tüm emtialarda da fiyat artışları gözleniyor. Emtia artışları küresel enflasyonu tetikliyor, enflasyon ise düşük faizler üzerinde baskı yaratıyor. ABD'nin piyasalara yeni para sürmeye başlayacağının sinyalini vermesiyle birlikte, emtialarda çıkış grafiği iyice hızlandı ve hızlı gitmeye devam edecek. Daha önceleri tüm emtia piyasasında ekonomilerden gelen haberlerin yansımasıyla yukarı ya da aşağı doğru toplu bir Murat SAĞMAN Ekonomist / Bankacı hareket yaşanıyordu. Ham petrol ve bakır ekonominin barometresi olarak görülüyordu ve her ikisi birbirini izliyordu. Ancak artık yatırımcıların ekonomik canlanmaya inancı arttıkça, her bir emtia ürünü kendi başına hareket etmeye başladı. 2011'de genel ekonomik görünüm emtia fiyatlarını etkilemeye devam edecek fakat fiyatların şekillenmesinde her biri ürünün kendi dinamikleri, arz ve talep dengesi büyük oranda belirleyici olacak. Gelecek yıl en iyi performansı değerli metallerin göstermesi bekleniyor. Yani hem reel hem de sanal talep devamlı olarak artıyor. Bu yılın başından bugüne kadar tarımsal emtia fiyatları ortalama yüzde 28 yükselmiş. Muhtemelen bu durum başlıca emtialarda gelecek yıl da aynen devam edecek... 2011’de güçlü performans göstermesi beklenen tahıllar arasında, 2010'un ikinci yarısında yüzde 72 değer kazanan buğday ve mısır ilk sıraları alıyor. Özellikle stoklarında azalma görülen mısırın, 2011'in en hızlı çıkış yapacak emtia ürünleri arasında yer almasına kesin gözüyle bakılıyor. Uluslararası gıda ithalatının faturası 2010 yılında 1 trilyon doları aşabilir. Dünyada birçok emtia fiyatı üzerindeki baskı azalmadığı için uluslararası toplum 2011 yılında daha fazla arz şokuna karşı ihtiyatlı ve hazırlıklı olmaya devam ediyor. Çin’in gösterdiği talep neticesinde soya fasulyesinde de benzer hareketler beklenebilir. Çin, Hindistan ve ABD gibi ülkelerin artan bitkisel yağ talebi, dünya yıllık üretimi 433 milyon ton olan yağlı tohumlarda sıkıntı yaratabilir. Bu durum ayçiçeği ve kanola fiyatlarını tetikleyebilir. 2010 yılında son 140 yılın en yüksek seviyesine çıkan pamuk fiyatları için ise durum biraz farklı. Artan fiyatlar ve yüksek getiri nedeniyle üretimin rekor seviyeye çıkması yatırımcıları aynı anda korkutuyor. Yatırım bankaları, petrol fiyatlarındaki artış beklentilerini, ekonomik canlanmaya bağlı olarak talepte meydana gelecek artış ve arz sıkışıklığına dayandırıyor. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), bu yıl ve gelecek yıl için küresel petrol talebi tahminini geçtiğimiz hafta yükseltmişti. IEA, küresel petrol talebinin gelecek yıl 260 bin varil artarak günlük 88.8 milyon varil olacağını tahmin ediyor. Bu yıl içinse petrol talebinin günlük 87.4 milyon varil olması öngörülüyor. Gelişmekte olan dünyanın ağır topu Çin 2011′de yavaşlayacak. Çin’in talebi 2010′da emtia üreticileri Brezilya, Avustralya ve Asya ülkelerini de yükselişe geçirmişti. Çin’de bu yıl beklenen yavaşlamanın diğer ülkeler üzerinde yıkıcı bir etkisi olmayacak çünkü ülkenin talebi ihracatçıları ayakta tutacak kadar güçlü... Emtia ihracatının gerilemesiyle Brezilya ve Rusya da 2011′de yavaşlayacak ama genel olarak iyi bir performans sergilemeye devam edecek. Diğer ülkelerdeki yavaşlamadan olumsuz etkilenmesi beklenmeyen Hindistan ise 2011′in yıldızları arasında yer alacak. Gelecek yıl Hindistan’da GSYİH artışının Çin’in üzerinde gerçekleşmesi bekleniyor. Önümüzdeki yıl için genel beklenti, 1999 yılında başlayan fiyatlardaki yükseliş trendinin süreceği yönünde. Ülke ekonomilerine olan güvensizlik ve enflasyon kaygıları nedeniyle trendin yukarı devam edeceği görünüyor. Tarihe baktığımızda bu emtia rallilerinin minimum 15 yıl, maksimum 23 yıl sürdüğünü söyleyebiliriz. Minimum bile sürse yükseliş için hedef 2014 oluyor !!! İyi seneler ve iyi kazançlar. Sayı: 371 - Şubat 2011 39 Enerji NÜKLEER ENERJİDE SOMUT ADIMLAR Türkiye 50 yıl önce başlattığı nükleer enerji politikasında ilk somut adımlarını attı. Mersin Akkuyu’da kurulacak santral için Rusya ile masaya oturan Türkiye, Sinop için de Japonya ile mutabakat anlaşması imzaladı. Türkiye yaklaşık elli yıldır nükleer teknolojinin ülkeye getirilmesi ve faydalanılması konusunda hem bilimsel ve teknik hem de politik sahada çalışmalar yapıyor. Bu çalışmalarda iki yer tespit edildi. Mersin Akkuyu ve Sinop. Mersin Akkuyu’da kurulması düşünülen nükleer santral için Rusya ile imzalar atıldı ve süreç işlemeye başladı. Sinop’ta kurulacak nükleer santral için de Almanya, ABD, Güney Kore ve Japonya ile uzun süredir görüşmeler sürdürülüyordu. Türkiye, Rusya ile imzaladığı ilk nükleer anlaşmanın ardından, ikinci imzayı da Japonya ile attı. Sinop’ta yapılacak santral için varılan anlaşmaya göre, üç aylık mutabakat süreci de başladı. Sinop’ta kurulacak santral için Güney Kore ile 10 Mart 2010 tarihinde yapılan anlaşma, 13 Kasım 2010 tarihinde sona erdi. İki ülke arasındaki anlaşmazlık nedenleri, enerji fiyatları ve devlet teminatları olarak gösterilirken, tam o sırada Japon Toshiba Santral Sistemleri’nin Türkiye’deki nükleer santral için devreye girdiği konuşuldu. Kısa sürede bu bilginin doğruluğu iki ülke bakanlarının bir araya gelerek bir mutabakat anlaşması imzalaması ile gerçeğe dönüştü. Böylelikle Türkiye, 50 yıllık nükleer enerji çalışmalarında ilk somut adımlarını atmış oldu. Deprem güvenliği ön planda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Japonya Ekonomi-Ticaret ve Sanayi Bakanı Akihiro Ohata ile birlikte mutabakata imza attı. Yıldız, “Coğrafi olarak iki uzak ülkenin gönül ve siyasi bağla yakın olduğunu söyleye- Sayı: 371 - Şubat 2011 40 bilirim. İnşallah tarihi projeye imza atacağız” dedi. “Japonya’daki nükleer güç santralleriyle ilgili tecrübenin Türkiye’de somutlaşmasını istiyoruz” şeklinde konuşan Yıldız, Japonya’da kamu ve özel sektörle yapılacak işbirliğinin bu konuya ışık tutacağının altını çizdi. “İleride somut bir nükleer santral kurulması ile ilgili an- laşmaya imza attık” diyen Yıldız, “Japonya’nın tecrübe ve birikiminin Türkiye’de de somutlaşmasını bekliyoruz. Tabii ki teknolojinin maksimum seviyeye ulaştığı ve en ileri seviyede santrali Türkiye’de görmek istiyoruz. Üçüncü ülkelerle de müteahhitlik işbirliğini geliştirerek farklı işler yapabiliriz. Uluslararası sermayeye açık ve cazip ülke olan Türkiye’nin yapacağı çok şey var, lojistik üs olmaya hazırız” açıklamasında bulundu. Akihiro Ohata da, kurulacak nükleer santralin depreme dayanıklılığı konusunu Japonya’dan örneklerle ortaya koydu. Taner Yıldız, mutabakat anlaşması imzalandıktan sonra sırasıyla, Maliye Bakanı Yardımcısı Mitsuru Sakurai, Japonya Hükümeti Kabine Sekreteri Yoshito Sengoku, Japonya Başbakanı Naoto Kan, Dışişleri Bakanı Seiji Maehara ile görüştü. Yıldız, Maliye Bakan Yardımcısı ile Türkiye’de yapılması planlanan nükleer güç santralinin olası mali boyutu hakkında görüş alışverişinde bulundu. Dışişleri Bakanı ile görüşmesinde de nükleer santral ile ilgili anlaşmalar ve nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılmasını görüştüğü belirtilirken, anlaşmaların da bir an önce imzalanması ve sürecin hızlandırılması konusunda Yıldız’ın görüş bildirdiği kaydedildi. Akdeniz’de Ruslar, Karadeniz’de Japonlar… Japonya’daki nükleer güç santrallerinin güvenliği konusuna değinen Akihiro Ohata, Japonya’nın nükleer teknolojisini ilk olarak İngiltere’den aldığını, bu teknolojiyi alırken Japonya’nın deprem bölgesi olmasını göz önüne aldıklarını ve bu anlamda depreme dayanıklı teknolojiler geliştirildiğini kaydetti. Japonya’daki 5 numaralı tesis tasarımında kendisinin de bulunduğunu kaydeden Ohata, şöyle devam etti: “Bildiğiniz gibi bu yörede büyük deprem oldu ve 7 tesis güvenli şekilde kendini durdurdu. Japonya’da sözden fazla ispata yer verilir. Yerinde görün santralimizin deprem dâhil ne kadar güvenilir olduğunu, hassas Türk kamuoyuna iletin.” Türkiye’de kurulması planlanan nükleer sant- TÜRKİYE-RUSYA ARASINDAKİ ANLAŞMANIN AYRINTILARI • Akkuyu’da toplam kurulu gücü 4 bin 800 megawatt olan dört ünite, üçüncü nesil basınçlı su reaktörlerinden VVER 1200 tipi (AES 2006 tasarımı) nükleer güç santrali kurularak 60 yıl süreyle işletilecek. • 12 Ağustos 2010 tarihine kadar Türkiye’de Anonim şirket statüsünde bir proje şirketi kurulacak ve Rus Yetkili Kuruluşları’nın payları bu şirkette hiçbir zaman yüzde 51’den az olmayacak. • TETAŞ ile kurulacak proje şirketi arasında imzalanacak elektrik satın alma anlaşması dönemi sonrasında santralin net kârının yüzde 20’si Türk Hazine’sine aktarılacak. • Santralde şartlar elverdiğince Türk personel eğitilecek ve çalıştırılacak, santralın inşaatında mümkün olduğunca çok Türk şirketi yer alacak. • Proje şirketi, izin ve onayların verilmesinden itibaren yedi yıl içinde Ünite 1’i ticari işletmeye alacak. 2, 3 ve 4. üniteler de birer yıl arayla devreye sokulacak. Bu durumda 2018’de ilk ünitenin üretime başlaması bekleniyor. • Santral için ilave arazi de proje şirketine bedelsiz olarak tahsis edilecek. Gerekli olursa proje şirketi, ilave arazi için Orman Fonu’na ödemeleri yapacak. • Türkiye, santralde çalışacak yabancılara verilecek izinleri kolaylaştıracak. • Taahhüt edilen miktardan fazla üretim gerçekleşmesi durumunda, fazla üretilen bu elektrik miktarı, Elektrik Satın Alma Anlaşması’na (ESA) uygun olarak satın alınacak. Üretimin belirtilenden az olması durumunda şirket bu miktarı temin edecek. • TETAŞ, proje şirketinden ESA’da belirtildiği şekilde NGS’de üretilmesi planlanan elektriğin ilk iki ünitenin yüzde 70, son ikisinin yüzde 30’una tekabül eden sabit miktarlarını her bir güç ünitesinin ticari işletmeye alınma tarihinden itibaren 15 yıl boyunca 12.35 ABD senti/kWh ağırlıklı ortalama fiyattan (KDV hariç) satın almayı garanti edecek. Proje şirketi, satın alınması garanti edilenin dışında kalan ürettiği elektriği ise serbest elektrik piyasasında satacak. • Proje şirketi, TETAŞ tarafından alınan elektrik için kullanılmış yakıt ve radyoaktif yakıt yönetimi hesabına 0.15 ABD senti/kWh ve işletmeden çıkarma hesabı için 0.15 ABD senti/kWh tutarında ayrı bir ödeme yapacak. • TETAŞ ve şirket arasında mutabakata varılan tarife kademelerinde, elektrik fiyatlarındaki yıllık değişim, projenin geri ödemesinin sağlanması açısından, fiyat limiti üst tavanı 15.33 ABD senti/kWh olmak üzere proje şirketi tarafından hesaplanacak. • Taraflarca ayrıca yapılabilecek bir başka anlaşmayla Rus menşeli kullanılmış nükleer yakıt, Rusya’da yeniden işlenebilecek. Proje şirketi, NGS’nin sökümü ve atık yönetiminden de sorumlu olacak, mevzuatın öngördüğü fonlara gerekli ödemeleri yapacak. • Aktarılacak nükleer madde; uranyum-235 olarak yüzde 20’den fazla zenginleştirilmeyecek. Ayrıca öncesinde aktaran tarafın rızası olmaksızın plütonyumu ayırmak amacıyla radyo kimyasal bir şekilde yeniden işlenmeyecek. rallerde, Akdeniz’de Ruslarla, Karadeniz’de de Japonlarla çalışmak istediklerini söyleyen Taner Yıldız, nükleer santral meselesinin iki ülke arasındaki uluslararası ilişkilerdeki önemini de vurguladı. Yıldız, bu bağlamda Türkiye ve Japonya hükümetlerinin siyasi kararlılıklarını önemsediklerini kaydetti. Yıldız, bu siyasi kararlılığın siyasetin serbest piyasaya müdahalesi olmadığını vurgulayarak, bunun bir koordinasyon ve işbirliği olduğunu söyledi. Türkiye’nin daha önce iki önemli nükleer güç santrali için müzakereler yaptığını hatırlatan Yıldız, iki ülke arasında yapılacak müzakerelerin, kamu, finansman gibi unsurlarının yanında işbirliği yönünün de olacağını dile getirdi. Taner Yıldız, nükleer santral için Japonya ile devam eden görüşmelerin yanı sıra Fransızlarla da görüştüklerini söyledi. Fransızların Türkiye’de nükleer santral yapma talebini değerlendirdikle- Sayı: 371 - Şubat 2011 41 Enerji ka bir ülkede santral sahibi olacaklarını, bunun inşaat ve işletme süreleriyle 100 yıl kadar Türkiye’de kalacakları anlamına geldiğini söyledi. Kiriyenko, Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev ile yaptığı görüşmede, “Bu gerçekten benzersiz bir sözleşme. Gelecek 100 yıl Türkiye’de olacağız demektir çünkü inşaat süresini, 60-70 yıl işletme süresini, ayrıca nükleer yakıt sağlanmasını da içeriyor” dedi. Proje maliyetinin yaklaşık 20 milyar doları bulacağı kaydedilirken, bu miktarın yarısı Rusya tarafından garanti ediliyor. Rosatom ayrıca Rusya’da, uranyum üretiminden reaktör inşasına kadar, nükleer faaliyetlerin tümünü bünyesinde toplayan dev bir kuruluş olarak biliniyor. rini belirten Yıldız, üç ekip kurduklarını, Rusya, Japonya ve Fransa masası oluşturduklarını, Fransa ile alakalı da bir çalışma başlattıklarını kaydetti. Şu anda Japonya ile görüşmeleri ağırlıklı olarak sürdürdüklerini belirten Yıldız, Fransa’da Areva, GDF ve EDF gibi önemli enerji şirketlerinin bir kısım tekliflerinin olduğunu ifade etti. Yıldız, Japonya ile görüşmeleri öne almak kaydıyla bunu değerlendirdiklerini de sözlerine ekledi. Net kârın yüzde 20’si Türkiye’nin Türkiye ile Rusya arasında Akkuyu’da Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşmayı Onaylayan Kanun Tasarısı, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. 12 Mayıs 2010 tarihinde imzalanan anlaşmaya göre, iki ülke; nükleer güç santralinin tasarımı, inşaası, santralin güvenilir şekilde işletilmesi, santralde üretilen elektriğin alım-satımı gibi konularda işbirliği yapacak. Bütün bunlar, Türk tarafına mali yük getirmeden yürütülecek. Anlaşmadaki taraflar; Rusya adına Rusya Federasyonu Devlet Atom Enerjisi Kuruluşu (Rosatom), Türk tarafı adına Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı olacak. Nükleer güç santralinin toplam kurulu gücü 4 bin 800 megawattlık 4 üniteden oluşacak. Rus tarafı, anlaşmanın imza tarihinden itibaren üç ay içinde proje şirketinin kurulması için gerekli işlemleri başlatacak. Proje şirketi, üretilen elektrik de dâhil olmak üzere, santralin sahibi olacak. Rus yetkili kuruluşlarının proje şirketindeki toplam payları, yüzde 51’den az olmayacak. Genel yükleniciliğini Rus Atomstroyexport firmasının yaptığı Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) anlaşmasına göre, 60 yıl boyunca santral işletilecek ve Türkiye 2018’de ilk nükleer enerjisine kavuşacak. Projenin başarısız olması durumunda sorumluluk Rus tarafında olacak. Proje şirketi, elektrik satın alma anlaşmasının sona ermesinin ardından nükleer güç santralinin her bir ünitesi için işletmeye girişten 15 yıl sonra net kârın yüzde 20’sini Türkiye’ye verecek. Proje şirketi, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’ndan (EPDK) elektrik üretimi lisansı almasından sonraki 30 gün içinde, 4 ünite için sabit miktarlı elektriğin alınması amacıyla Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim Şirketi (TETAŞ) ile elektrik satın alma anlaşması imzalayacak. TETAŞ, 15 yıl boyunca üretilmesi planlanan elektriğin sabit miktarlarını, 12.35 ABD senti/kWh ağırlıklı ortalama fiyattan (KDV hariç) satın almayı garanti edecek. Mersin Akkuyu’da nükleer santral inşa etmeye hazırlanan Rus şirketi Rosatom’un CEO’su Sergei Kiriyenko da, Türkiye’nin ilk nükleer santralinin inşaası için varılan anlaşmayla ilk kez baş- Sayı: 371 - Şubat 2011 42 Türkiye’nin nükleer macerası Türkiye’nin nükleer enerji macerası 1960’lı yıllara kadar uzanıyor. Türkiye bu amaçla nükleer santral kurmak için çalışmalarına o yıllarda başlıyor. Nükleer santral, enerji kaynaklarına alternatif oluşturması, yakıt maliyetlerinin düşüklüğü, dışa bağımlılığın azaltılması ve çevre kirliliği açısından en temiz enerji elde etme yöntemi olması nedeniyle tercih ediliyor. 1955 yılında “Atom Enerjisinin Barışçıl Amaçlarla Kullanılması” amacıyla toplanan 1.Cenevre Konferansı’ndan sonra, Türkiye’de 1956 yılında Başbakanlık’a bağlı bir “Atom Enerjisi Komisyonu” kuruldu. Türkiye 1957’de Birleşmiş Milletler’in bir kuruluşu olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) üyesi oldu. Türkiye'de ilk nükleer çalışma ve araştırmalar ise 1962'de İstanbul'da Küçükçekmece gölü kıyısında kurulan 1 megawattlık TR-1 araştırma reaktörüyle başladı. (1980'lerde bu reaktörün gücü 5 megawatta çıkarıldı.TR-2) 1962 yılında Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezince 1 MW gücünde TR-1 adında “Havuz” tipi bir deney reaktörü işletmeye alındı ama elektrik üretimi amacıyla kurulması tasarlanan nükleer santrallerle ilgili ilk etütler 1967-1970 yılları arasında yapıldı. 1970 yılında Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) kuruldu ve TEK’e bağlı olarak kurulan Nükleer Enerji Dairesi 1972 yılı başında çalışmaya başladı. 1967-79 yılları arasında, Türkiye’de ilk nükleer santralin kurulması planlandı, bu amaçla gerekli çalışmalar İsviçreli bir konsorsiyuma yaptırıldı; ancak 1977’de bitirilmesi planlanan santral, 1970-71 yıllarının ekonomik ve politik şartları nedeniyle bir türlü kurulamadı. 1970 yılında TEK bünyesinde kurulan Nükleer Santraller Dairesi ile santral kurmaya yönelik çalışmalar tekrar başladı. 1970'li yılların başlarında, nükleer santral sahası için fizibilite ve yer araştırmaları gerçekleştirildi. Bu çalışmalar kapsamında, nükleer santralın maliyet/fayda açısından kurulabileceği en uygun yerler olarak; Mersin-Akkuyu, Sinop-İnceburun, ve Kırklareli-İğneada sahaları belirlendi. Akkuyu Sahası için TEK tarafından saha lisans çalışmaları gerçekleştirildi ve yapılan yer etütlerine ve araştırmalarına dayanarak, Akkuyu için "Yer Raporu" hazırlandı. Bu rapor, lisanslama otoritesi olan Başbakanlık Atom Enerjisi Komisyonu’na sunuldu. Lisanslama otoritesi, 1976 yılında Akkuyu Sahası için "yer lisansı" verdi. 1977 yılı uluslararası ihaleye çıkış yılı oldu. 197880 yılları arası İsveç Firması (ASEAATOM&STALLAVAK Konsorsiyumu) ile yapılan sözleşme aşamasının son safhasında, gerek yüzde 5’lik ön ödemenin karşılanamaması ve gerekse 1980 ihtilali nedeniyle istenilen sonuç alınamadı. Türkiye, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması olan NPT'yi 1980 yılında imzalayıp onaylayarak nükleer silah imal etmeyeceğini ve bunların yayılmasına da aracı olmayacağını taahhüt etti. Akkuyu için ihale yapıldı NÜKLEER ENERJİNİN KULLANIM ALANLARI Nükleer enerjinin kullanımı yeni, teknolojik gelişimi çok hızlıdır. Bu enerjinin pek çok kullanım alanları vardır. Bunlardan en önemlisi elektrik üretimidir. Bundan başka, nükleer enerji tıpta, endüstride ve silah sanayinde (kıtalar arası balistik füzeler gibi) önemli ölçüde kullanılmaktadır. Bugün dünyada mevcut nükleer silahlar birçok gezegeni yok edebilecek güçtedir. ABD, Rusya, Fransa, İngiltere, İsrail, Çin, Hindistan, Pakistan, G. Kore gibi ülkeler nükleer silaha sahip başlıca ülkelerdir. Bilindiği gibi bu silahlar lokal değil, küresel öneme sahiptir. Çıkacak herhangi bir savaşta, sadece savaşan ülkeleri değil, tüm dünyayı tehdit edecektir. rulması, 15 yıl süreyle işletilmesi ve tüm borçların enerji satışlarıyla geri ödenmesinden sonra devredilmesi" tarzında yaptığı öneri, nükleer santral projesine önemli bir boyut kazandırdı. 1984 yılında OECD Nükleer Enerji Ajansı’na (NEA) üye olan Türkiye'de, 1986’da meydana gelen Çernobil nükleer santral kazasının yarattığı olumsuz ortam dolayısıyla nükleer santrallerle ilgili çalışmalar askıya alındı. 1988 yılında TEK Nükleer Santraller Dairesi Başkanlığı kapatıldı. 1990'ların sonuna doğru elektrik enerjisi üretmek üzere Nükleer güç santralı yapımı için çalışmalar hız kazandı. Ekim 1992’de TEK, dünyadaki belli başlı nükleer santral imalatçısı firmalara bir mektup yazarak, 2002 yılında devreye girecek şekilde, 1000 MW gücünde bir veya iki üniteli nükleer santralın Türkiye’de anahtar teslim veya Yap-İşlet-Devret olarak kurulması için teknik ve mali konularda bilgi istedi. Ocak 1993 tarihinde, Akkuyu Nükleer Santralı Projesi Resmi Gazete’de yayınlanarak tekrar yatırım programına alındı. 1995 yılından sonra Nükleer Proje Grubu önce müdürlük, sonra başkanlık statüsüne kavuştu. Şubat 1997 tarihinde uluslararası nükleer santraller ihalesine çıkıldı, Ekim 1997’de teklifler alındı. İhaleye NPI (Fransa-Almanya), AECL (Kanada-Japonya), WESTINGHOUSE (ABD-Japonya) konsorsiyumları katıldı. Ana teklif 1218 megawatt, 1482 megawatt ve alternatif teklif 2678-2964 megawatt arasında değişen teklifler oldu. Böylece 3000 megawatta yaklaşan nükleer enerji programını başlatacak önemli bir aşama kaydedildi. 2002 yılı sonlarında, Başbakanlığa bağlı lisanslama otoritesi olarak görev yapmakta olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlandı. Kasım 2004 tarihinde, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve TAEK, inşasına 2007 yılında başlanacak, toplam 5000 megawattlık üç nükleer reaktör yapılacağını açıkladı. 2006 Nisan ayında, Türkiye'nin ilk nükleer santralı sahası olarak Sinop'un seçildiği açıklandı. 18 Mart 2008 tarihinde Nükleer Güç Santrallerinin Kurulmasına yönelik Enerji Bakanlığı tarafından hazırlanan yönetmelik Resmi Gazete'de yürürlüğe girdi. 1983 yılında 166 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ülke elektrik enerjisi ihtiyacının bir bölümünü karşılamak üzere Nükleer Enerji Santralleri Kurumu kuruldu; ancak 1991 yılında çıkarılan 3743 Sayılı Yasa, kuruluş kararnamesi şartları yerine getirilmediği için iptal edildi. 1983-1984 yılları arasında KWU (Alman) ve AECL (Kanada) firmaları ile yürütülen ihale ve sözleşme çalışmaları, tıpkı 1978-80 yılları arasında olduğu gibi, fakat farklı nedenlerle sonuçlanmadı. Eylül 1984'de, Başbakan Turgut Özal'ın, "nükleer santrallerin imalatçı firmalarla oluşturulacak bir ortaklık vasıtasıyla ku- Sayı: 371 - Şubat 2011 43 Tekno-Tekstil TÜRK TEKSTİL SEKTÖRÜNÜN GELECEĞİ NANOTEKNOLOJİDE Gelecekte nanoteknolojinin kullanıldığı alanlar devrim niteliğinde gelişmelere sahne olacak. Şimdiden bu uygulamaların ilk örnekleri gündelik yaşamda görülüyor. Nanoteknolojinin ticari olarak ilk uygulandığı alan olan tekstil sektöründe nano malzemeler ile yapılacakların sınırları da ancak hayal gücüne kalıyor. T ekstil ve giyim endüstrisi dünyada olduğu gibi Türkiye’de de birçok insana istihdam sağlıyor. Geleneksel ve oldukça önemli bir pazarlama sektörü olan tekstil ve giyim endüstrisinde sanayisi gelişmiş ülkelerin (Avrupa Birliği ülkeleri, ABD, Kanada, Norveç vb.) kotalarının kaldırılması teklifleri ve Asya’da artan rekabet, sektörün yeniden yapılanmasını zorunlu hale getirdi. Modern teknolojinin yanı sıra ürünlerde de yenilikçi ve ayırt edici özellikte üretim devri başladı. Düşük maliyetli ülkeler daha çok giysi ve kumaş üretimi üzerine yoğunlaşırken, üretim maliyetlerinin yüksek olduğu ülkeler sektörde tutunmak için kullanıcılarına ekstra yarar sağlayan yüksek teknoloji ürünleri üretti. Su ve rüzgâr geçirmeyen, kendiliğinden temizlenen ceketler, akıllı giysiler, giyilebilir elektronikler sektörde yeni alanlar yaratırken, küresel rekabette öne geçmenin en temel unsurları arasında yer aldı. İşte bu noktada nanoteknoloji araştırmaları, sektörün yenilikçi ve ayırt edici ürünler üretmesi için bir çığır açtı. Yunanca 'cüce' anlamına gelen 'nano' kelimesi, metrenin milyonda birini ifade ediyor. Bir tel insan saçı çapından 100 bin kere küçük ve insan için algılanması oldukça zor. Nano teknolojinin gelecekte tekstil başta olmak üzere, bilişim, inşaat, kimya, boya sanayisi ve elektronik eşyalarda geleceği şekillendireceği kabul ediliyor. Nano malzemelerin tekstil üzerindeki etkinliğinden bahseden Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Menceloğlu, bu malzemeleri nanoteknoloji için yapı taşları olarak tanımlıyor. Nano boyutta hazırlanan ve tekstilde uygulanan malzemeleri iki temel başlık altında pasif ve aktif ya- Sayı: 371 - Şubat 2011 44 pılar olarak aktaran Menceloğlu, günümüzde ticari boyutlarda uygulanabilen nano malzemelerin genellikle pasif yapıları içerdiğini aktarıyor. Pasif yapılardan en fazla katmadeğeri yaratan sektörün tekstil olduğunu belirten Menceloğlu, “Nano boyutta malzemeler tekstilde uygulama alanlarına göre farklılık göstermelerine karşın temel hedef ürünlerde sağlanacak performans artışıdır” diyor. Türkiye ve dünyada nanoteknoloji Türkiye’nin nanoteknoloji konusunda iyi atılımlar yaptığını söyleyen Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma Merkezi Koordinatörü Dr. Volkan Özgöz ise bu konunun Vizyon 2023 belgesinde de yer aldığını söylüyor. 2005 yılında yapılan uluslararası bir çalışmada Türkiye’nin en çok nanoteknoloji makalesi yayımlayan ülkeler arasında 29. sırada yer aldığını belirten Özgöz, “Makale sayıları 2000– 2009 arasındaki 10 yıllık dönemde yaklaşık sekiz kat arttı” diyor. Özgöz, Rand Corporation tarafından yapılan bir çalışmada da Türkiye’nin öncü ve atılım yapan ülkelerin ardında üçüncü grupta yer aldığını aktarıyor. SABANCI ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. YUSUF MENCELOĞLU: NANOTEKNOLOJİNİN İLK TİCARİ ÖRNEKLERİ TEKSTİLDE OLUŞTU “Nano malzemelerin tekstil uygulamaları nanoteknolojinin ilk ticari örneklerini oluşturmuştur. Bunlar nano ölçekteki ara yüzde gerçekleştirilen iyileştirmeler ile elde edilen su, kir itici, anti mikrobiyal kumaşlardan, 100-300 nm boyutundaki metal oksit parçacıkların tekstil yüzeyine kaplanarak elde edilen kendini temizleme ve UV koruma sağlayan ürünler şeklinde piyasada satılmaktadır. Bu uygulamalar genellikle tekstil bitim işleminde yapılmakta olup performans etkileri sınırlıdır. Bunun yanı sıra iplik üretimi sırasında malzeme içerisine konulan nano parçacıklar, çok iyi dağıtılabilmeleri koşulu ile çok ekstra özellikler ortaya çıkarmalarına karşın işlenebilirliklerinde ciddi problemler vardır. Bu problemlerin giderilmesi de nanoteknoloji ile uğraşan teknologların, akademisyenlerin besin kaynağıdır. Üretilen çözümler, performans maliyet karşılaştırması anlamlı olması durumunda uygulamaya geçilmektedir.” lan yatırımlar var. Yatırım programlarına 2004 yılında 290 milyon TL ayrılmışken, bu tutar 2010 yılında 1.5 milyar TL. Yatırımın büyük bir bölümü ise nanoteknoloji ile ilgili alanlara ve araştırma merkezlerinin kurulmasına ayrılıyor.” Dünyada ve Türkiye’de bu alanda ayrılan kaynağın çok büyük olduğunu belirten Özgöz, şu bilgileri veriyor: “ABD’de 2010 yılında devlet desteği olarak 1.7 milyar dolar kaynak ayrılmış. ABD’nin nanoteknoloji alanını ayrı bir bütçeyle desteklemeye başladığı 2001 yılından bu yana, toplam devlet desteği 12 milyar doların üstünde. AB, 7. Çerçeve Programı'nda araştırmalar için 6 yıl sürede yaklaşık 5 milyar Euro ayırmış. Kore, 2001 yılında Nanoteknoloji Teşvik Yasası çıkarmış, nanoteknoloji araştırmaları için 4 milyar dolar kaynak ayırmış ve 2015 yılına kadar 20 bin nanoteknoloji uzmanı yetiştirmek üzere plan yapıyor. Türkiye’de ise DPT ve TÜBİTAK başta olmak üzere teknoloji alanlarına tutarlı olarak yapı- “Nanoteknoloji inşaat malzemelerinin ve tekstil ürünlerinin dayanıklılığını artırabilecek; elektronik ürünlerinin fonksiyonlarını geliştirebilecek, daha güvenli ve verimli bir ulaşım imkânı sağlayabilecek özellikler barındırıyor” diyen Eczacıbaşı İnovasyon Koordinatörü Ata Selçuk ise TÜBİTAK’ın Vizyon 2023 çalışmasında nanoteknolojinin öncelikli alanlar arasında gösterildiğini söylüyor. Bu teknolojinin gelişimini sağlamak üzere önemli kurumsal yapılanmaların hayata geçirilmesi için çalışmaların da mevcut olduğunu aktaran Selçuk, şunları söylüyor: “Ülkemizde Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi, DPT desteği ile kuruldu. Başta Bilkent Üniversitesi olmak üzere Ortadoğu, Koç, Sabancı, Anadolu, Ege Üniversitesi de bu alanda çalışmalarını sürdürmekte. Ancak şu anda Türkiye’de aktif olarak nanoteknolojiyi kullanarak ürün ve üretim yapan şirketlerin sayısı oldukça sınırlıdır.” Tekstildeki kullanım alanları Henüz yeni olmasına rağmen nanoteknoloji, tekstil ürünlerinin performansının artırmada rol oynamaya başladı. Tekstil arenasında nanoteknolojinin ilk ticari adımları atıldı. Tekstilde gelişme kaydetmek, yenilikler sunmak, dayanım ve performans özelliklerini artırmak artık mo- Sayı: 371 - Şubat 2011 45 Tekno-Tekstil leküler seviyede mümkün. Nanoteknoloji alanında daha çok çalışmak, ürüne değer kazandırırken, tekstil sanayisine ekstra gelir getireceği gibi firmaların küresel rekabette rakiplerine göre avantaj sağlamalarının da önünü açacak gibi görünüyor. Nano malzemelerin tekstil sektöründe kullanım alanlarını değerlendiren Prof. Dr. Yusuf Menceloğlu, şunları söylüyor: “Tüketimde kullanılan tekstil ürünleri, teknik tekstil ürünleri, tıbbi tekstiller olarak sınıflamak mümkün. Bunun yanı sıra tekstil prosesi düşünüldüğünde iplik üretiminden bitmiş kumaş aşamalarına kadar birçok alanda nano malzeme uygulaması olası… Elde edilen etki yalnızca kullanım performansını değil aynı zamanda üretim performansını da iyileştirebilir.” NANOTEKNOLOJİ YARDIMIYLA ÜRETİLEN ÜRÜNLER Koruyucu ve ısıya dayanıklı iş elbiseleri Ferahlık ve tazelik hissi uyandıran giysiler Yüksek nem absorbe edebilen elyaf Estetik kumaşlar Hafif ama dayanıklı malzemeler Buruşmaz kumaşlar Sensörler (alıcılar) Balistik koruma malzemeleri Kamuflaj malzemeleri Sporcu kıyafetleri Rüzgar ve su geçirmez montlar Smart (akıllı) tekstiller Sayı: 371 - Şubat 2011 46 Nano malzemelerin tüketim ürünleri ve teknik-tıbbi tekstillerdeki uygulamalarının genellikle akıllı tekstil diye tanımlanan uygulamalar olduğunun altını çizen Yusuf Menceloğlu, bu uygulamaları da şöyle örneklendiriyor: “Her gün karşımıza çıkan kendi kendini temizleyen kumaşlardan, kirlenmeyen, ütü istemeyen kumaşlara, çelik zırh yerine kullanılan, kurşun geçirmeyen esnek zırh kumaşlardan, güneş ışığı ve kişilerin hareketi ile kendi elektriğini üreten kumaşlara, ilaç taşıyan yara bantlarından yapay deriye kadar birçok uygulama söyleyebiliriz.” Nanoteknolojiden sektörün beklentileri Pasif nano sistemlerin yapıtaşları olan nano malzemelerin üretiminin genellikle aşağıdan yukarı yöntemi ile hazırlandığının altını çizen Yusuf Menceloğlu, bu malzemelerin üretim açısından çok yüksek yatırım gerektirmeyen tesislerde üretilebildiklerini ifade ediyor. Bu üretim esnasında dikkat edilmesi gereken noktayı ise Menceloğlu şöyle anlatıyor: “Üretilen nano boyuttaki malzemelerin topaklanmadan tekstil malzemesine transfer edilmesi ve burada beklenen performansın tekrarlanabilir şekilde sağlanmasıdır. Nano boyuttaki malzemelerin kullanıldığı alana göre performans iyileştirmesi, klasik yöntemin en az yüzde 50’den daha fazla performans göstermesi veya uygulandığı malzemeye yeni bir fonksiyon kazandırması gereklidir.” Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Tekstil Eğitimi Bölümü Öğretim Görevlisi B. Cenkkut Gültekin de tekstilde nanoteknolojinin gelecekteki beklenen gelişmelerini şöyle ifade ediyor: “Tekstil materyalinin var olan kalite performansı, gelişmiş akıllı ve yetenekli tekstiller ile eşi benzeri görülmemiş işlevleri… Yeni tekstil materyalleri yoğun bir araştırma adı altında, insanı koruyan teknolojik ilerlemeler. Örneğin güneşte uzun süre giyilebilir enerji depolayabilen sensörler, bilgi elde edebilen ve ileten sensörler, çok katlı ve incelikli koruma, suç ortaya çıkarma, sağlık alanında, yara iyileştirme işlevi, kendi kendini temizleyebilen, kendi kendini onarabilen işlevleri arayışı altındadır. Nanoteknoloji tekstil alanında gelecekte muhakkak büyük bir yer tutacaktır. Nanoteknoloji için tahmin edilen şey 10 yıl içerisinde yüz milyonlarca dolar yeni materyal üretilerek alış veriş gücü kazandıracaktır. Günümüzde alış verişte tekstil hiç şüphesiz önemli bir yere sahiptir. Görmeyi umut ediyoruz ki tekstil materyalinin yeni ufukları karşı konulmaz teknoloji dalgaları altında dalgalanacaktır.” DÜNYADAN İKİ ÖRNEK Nanoteknoloji merkezleri kurup, tekstil alanında fark yaratan firmalar küresel rekabette rakiplerinin bir adım önünde yer aldı. Burlington Industries’in kurduğu “Nano-Tex”, 2003’te Time Dergisi tarafından en “cool” olarak markalandırıldı. NanoTex; Levis, Eddie Bauer, GAP ve Old Navy gibi ünlü firmalar tarafından dayanıklılık, su ve yağ iticilik, leke tutmama bu sayede az yıkanma özelliklerini kumaş tutumunu etkilemeden sağladığı için tercih edildi. Tekstil fabrikalarında kolayca kullanılabilen Nano-Tex kimyasal reçetesi ve uygulama teknolojisi; yapıya kısa, ince ve yumuşak lifleri gömerek kumaşı moleküler seviyede değiştirdi. Kimyasal karışımdaki nano sakalı kiri uzak tutarak kirin giysiye girmesini önledi. Nano-tex ürün çeşidini genişleterek, leke tutmayan uyku tulumları, bot örtüleri ve nevresim takımları gibi yatak eşyaları yapmaya başladı. Aynı alanda çalışan bir başka firma olan Scholler Textiles AG, kirlerle temas eden yüzeyi sınırlayan özel bir 3 boyutlu yapı oluşturdu. “NanoSphere” terbiye prosesinin üreticisi olan firma bu prosesle, kumaşlara su iticilik, leke tutmama ve anti adesiv (kayganlık, yapışmazlık) özellikleri kazandırdı. Nanoteknoloji kullanımı tekstil endüstrisini çok fonksiyonlu hale getirdi. Örneğin plazma teknolojisi nanoliflerin üst tabakalarını modifiye ederek, bunlara anti-bakteriyel, mantar önleyici ve su itici özellik verdi. AB FONLARI NANO-PROJE BEKLİYOR Avrupa Birliği (AB) 7. Çerçeve Programı (ÇP) nano-teknoloji, malzeme ve üretim teknolojileri (NMP) alanında 2011 yılı çağrıları açıldı. AB, araştırma ve teknoloji geliştirme kapasitesini güçlendirmek amacıyla oluşturulan AB ÇP, çok uluslu ARGE projelerinin desteklendiği dünyanın en kapsamlı sivil araştırma programı. NMP Alanı, 2007-2013 yıllarını kapsayan 7. ÇP “İş birliği Özel Programı” altında yer alıyor ve söz konusu araştırma alanının toplam bütçesi ise 3.5 milyar Euro. NMP Alanı’nda 4 alt alandan oluşuyor: “Nanobilimler, Nano-teknolojiler, Malzemeler, Yeni Üretim Teknolojileri ve Endüstriyel Uygulamalara Yönelik Teknolojilerin Bütünleştirilmesi” Bu dört alanın dışında geçen yıl ilk defa çağrıları açılan Kamu-Özel Sektör Ortaklıkları (Public-Private Partnership / PPP) ikinci çağrıları da açıldı. Ayrıca, NMP Alanı, üç KamuÖzel Sektör Ortaklığı çağrısı altında proje konularını da destekliyor. Bu proje konuları ise şu şekilde sıralanıyor: “Geleceğin Fabrikaları (Factories of the Future), Enerji Verimli Binalar (Energy Efficient Buildings) ve Çevreci Taşıtlar (Green Cars)” Bu konular hakkında daha ayrıntılı bilgiye TÜBİTAK AB Çerçeve Programları Ulusal Koordinasyon Ofisi’nin [email protected] adresinden ulaşmak mümkün. Sayı: 371 - Şubat 2011 47 Fuarlara Katılımı Teşvik Projesi ÖNEMLİ BİR KIYAS: ÇOCUK GİYİMİ 2006 yılından beri yürüttüğümüz "Fuarlara Katılımı Teşvik Projesi" kapsamında fuarlara yapılan ziyaretler, kimi zaman geçmişe dönük karşılaştırmalar için de önemli bir nitelik taşıyor. 20-22 Ocak 2011 tarihleri arasında İtalya'nın Floransa kentinde yapılan Pitti Immagine Bimbo Fuarı'na yıllardır katılan Sevil Triko yetkilileri ziyaret sonrası bebe-çocuk giysilerinde gelinen son durumu Roma ve Nişantaşı-Osmanbey caddelerini karşılaştırarak çok güzel özetlemiş. Sendikamız Danışma Kurulu Üyesi Sevil Bursa, “Pitti Immagine Bimbo Fuarı'nda, 0-3 yaş giyimi giyimi için bir hayli az iştirak vardı. İtalya’nın çarşılarında da aynı tabloyu gördük. Aslında o kadar uzağa gitmeye gerek yok. Bu işin merkezi olan Nişantaşı ve Osmanbey de yeterli cevabı verebilir. Roma'nın en popüler alışveriş sokağında 1970-1990 yılları arasında 9 çocuk giyim dükkanı vardı. Aynı adet tesadüfen Rumeli Caddesi için de geçerliydi. Oysa her iki yerde de şu an çok küçük birer dükkan insanlara hitap ediyor. Eskiden babaanneler ve annaanneler yeni doğacak torunları için yarışırlar ve bizler ancak 6 aydan sonrası için giysi üretirdik. Daha sonra büyükler tembelleşti, sınır yeni doğmuşa kadar indi. 1990'lı yıllarda bu sarfiyat bir hayli yükseldi, daha sonra ise inişe geçti. İnsanın, çocuklar çıplak mı dolaşıyor, diyesi geliyor. Şu anda çok küçük bir zümre beberlere doğum çeyizi hazırlıyor” diyerek, konuyla ilgili tespitlerini anlatıyor. Dile getirdikleri gerekçelerin sektörde dükkan ve imalathanelerin kapanmasına neden olduğunu anlatan Sevil Bursa, “Bebekler çok basit kıyafetleri marketlerden giyinir oldular. 3 yaş üstü çocuklar ise çok fazla olmamak kaydıyla daha şanslı, büyüklerden esinlenmiş kıyafetleri giyiyorlar. Bu yüzden çocuk dükkanları bebeklerinki kadar yok olmadı. İlerisi ne olur bilinmez” dedi PAZAR ARAŞTIRMASININ EN PRATİK YOLU: FUAR ZİYARETİ Fuarlar, işletmeler için aynı zamanda pazar araştırması yapmanın en pratik yolu haline geldi. İşletmeler stand kiralayarak yeni ürün tanıtma, satış yapma, yeni müşteri bulma veya mevcut müşterilerle ilişkileri güçlendirme yanında fuarlara yaptıkları ön ziyaretlerle de bir sonraki fuarlara güçlü bir şekilde hazırlanıyorlar. Bu şekilde yapılan ön ziyaretler işletmelere birçok şey kazandırıyor. Çünkü fuar ziyaretleri çok düşük maliyetlerle çok önemli bilgiler elde edinme fırsatını da beraberinde getiriyor. Örneğin çok ucuza pazar araştırması yapılabilir. Mesela yeni bir ürün çıkarmayı düşünüyorsanız, ziyaretçilerin ilgilendikleri malları, hizmetleri, fiyatları, dağıtım şekillerini, mamullerin özelliklerini ve faydalarını araştırabilirsiniz. Fuarlar bu anlamda hepsini bir anda ve bir yerde hazır bulmayı sağlar. Fuar alanı rakipleri incelemek için de muazzam fırsatlar sunar. Sadece gözlem yaparak, kulak kabartarak, biraz dikkat ederek bir sürü değerli bilgiyi, bir anda öğrenmek mümkün. Hangi rakiplerin standları kalabalık? Hangi rakip ne tür müşterileri daha fazla cezbediyor? Müşterilere nasıl yaklaşıyorlar? Ne tip ürünler teşhir ediyorlar? İşte tüm bu soruların cevabını ve sektörde olup bitenleri, fuarlara yapılan ön ziyaretler sırasında birkaç gün içinde izleme imkânı mümkün. Bu konuda önemli bir tecrübe yaşayan Yünsa yetkilileri de ziyaretçi olarak View Premium Selection by Münih Fabric Start Fuarı'na katılarak bir sonraki fuar için önemli kazanımlar elde ettiklerini anlattılar. Yünsa yetkililerinin verdiği bilgiye göre 29- Sayı: 371 - Şubat 2011 48 30 Haziran'da Almanya'da düzenlenen fuarda, Premiere Vision Fuarı için hazırlanan ön koleksiyon müşterilere tanıtıldı. Bu sayede ön koleksiyondaki eksiklikleri tamamlama fırsatı bulundu. Ayrıca yeni sezona ilişkin yeni tasarımları da yerinde inceleyen Yünsa yetkilileri 14-16 Eylül tarihleri arasındaki Premiere Vision Fuarı’na da güçlü bir şekilde hazırlandılar. Yünsa katıldığı bu fuarda 2011-2012 sonbahar/kış koleksiyonunu sundu ve büyük ilgi gördü. FUAR TAKVİMİ (ŞUBAT-MART-NİSAN-MAYIS 2011) TARİH FUAR ŞUBAT 17.02.2011-20.02.2011 İstanbul (Türkiye) Anne Bebek-20. Uluslararası Anne Bebek Çocuk Ürünleri Fuarı MART 02.03.2011-05.03.2011 Yeni Delhi (Hindistan) Tekstil ve İplik Fuarı 03.03.2011-05.03.2011 İstanbul (Türkiye) IFF-İstanbul Moda Fuarı 03.03.2011-05.03.2011 İstanbul (Türkiye) Texbridge-Tekstil ve Aksesuarları Fuarı 09.03.2011-10.03.2011 Moskova (Rusya) Premiere Vision Moscou 22.03.2011-24.03.2011 Şanghay (Çin) Domotex Asia-Yer Döşemeleri Fuarı 26.03.2011-28.03.2011 Almatı (Kazakistan) Homedeco-Ev tekstili Fuarı 30.03.2011-01.04.2011 Pekin (Çin) Intertextile-Giyim Kumaş ve Aksesuarları Fuarı NİSAN 02.04.2011-04.04.2011 Şanghay (Çin) Intertextile Ev Tekstili Fuarı 05.04.2011-08.04.2011 Moskova (Rusya) FLOORING MOSCOW-Zemin Kaplamaları Fuarı 05.04.2011-08.04.2011 Moskova (Rusya) Decotex-Ev Tekstili ve Duvar Kaplamaları Fuarı 16.04.2011-18.04.2011 Karaçi (Pakistan) Textile Asia-Tekstil, Konfeksiyon ve Aksesuarları Fuarı 28.04.2011-30.04.2011 Jakarta (Endozezya) INATEX – Uluslararası Tekstil Elyaf ve İplik Fuarı 07.04.2011-10.04.2011 İstanbul (Türkiye) Tekstil Makineleri Fuarı MAYIS 21.05.2011-23.05.2011 Şanghay (Çin) CTFE 2011-Uluslararası Kumaş, Moda Giyim, Üretim Fuarı 21.05.2011 - 23.05.2011 Milano (İtalya) Moda Prima- Uluslararası Örgü ve Hazır Giyim Makineleri Fuarı 24.05.2011 - 26.05.2011 Frankfurt (Almanya) Techtextil Frankfurt-Teknik Tekstil Fuarı 24.05.2011 - 26.05.2011 Atlanta (ABD) Techtextil North America-Tekstil Fuarı 24.07.2011 - 26.07.2011 Düsseldorf (Almanya) CPD SIGNATURES 2011- Moda Fuarı Sayı: 371 - Şubat 2011 49 Moda TÜRK MODACI OLCAY KRAFFT'TAN ÇEVRECİ KOLEKSİYONUNA İLGİ Almanya'da tanınmış Türk modacılardan Olcay Krafft, yeni oluşturduğu "Avantgarde Green" adlı çevreci koleksiyonu ile moda çevrelerinden tam not aldı. Krafft'ın yeni kreasyonları Alman gazete ve dergilerine konu oldu. Kölner Stadt Anzeiger Gazetesi ve internetteki moda sayfaları da Olcay Krafft'ın yeni kreasyonlarını tanıtan haberlere geniş şekilde yer verdi. Krafft, yaptığı açıklamada, yıllardan beri doğal bir yaşam şeklini tercih ettiğini, şimdi de bu doğallığı kreasyonlarına yansıttığını söyledi. Hazırladığı kreasyonların bir kısmının tümüyle doğal ve katkısız hammaddelerden oluştuğunu ifade eden Türk modacı, "Hindistan ve Çin'de maalesef insan sağlığına zararlı kumaştan üretim yapılıyor. İnsanlar cilt ve kanser hastalığına yakalanabiliyor. Önceleri insanlar doğal maddelerden yapılan elbiselere tuhaf bakıyorlardı. Ancak değişen dünyada, düşünceler ve yaşam standartlarının da değişmesiyle birlikte doğal olanı seçenler artmaya başladı. Ben de kreasyonlarımın bir kısmını tümüyle doğal kumaşlardan hazırlıyorum. Bu tarzda hazırladığım kreasyonlarım her yerde aranır hale geldi" dedi. Çevreci "Yeşil Moda" olarak adlandırılan ekolojik giyim anlayışının artık dünyada tanınmaya başladığını belirten Krafft, bu konuda ilk kez temmuz ayında Berlin'de bir fuar düzenlendiğini kaydetti. Türk modacının kıyafetlerini giyen tanınmış model Tanja Lee de Krafft'ın kreasyon- larını çok beğendiğini ve ekolojik olarak hazırlanan kıyafetlerden çok etkilendiğini söyledi. ÇİÇEK FUARI'NDA LİF MODASI Tayvan'ın başkenti Taipe'de 18 Ocak'ta başlayan Uluslararası Çiçekçilik Fuarı ilginç bir defileye sahne oldu. Fuar bünyesinde bulunan Yeni Moda Pavyonu'nda düzenlenen defilede Uzakdoğu'nun uzun ve sağlıklı yaşam sırrı Ganoderma Lucidum (kırmızı resihi mantarı) ile çeşitli kamış ve sazların lifleri gibi malzemelerden yapılma kreasyonlar tanıtıldı. Defileye evsahipliği yapan fuar, 25 Nisan'a kadar sürecek. Sayı: 371 - Şubat 2011 50 ANADOLU'NUN DESENLERİ MODERN ÇİZGİLERLE BULUŞTU Ünlü tasarımcı Ahmet Özceyhan'ın Anadolu desenlerini çağdaş çizgilerle bütünleştirdiği koleksiyonu ''Anatolia 2”, Belçika'nın Ankara Büyükelçiliği konutundaki defileyle sergilendi. 19 Ocak'ta düzenlenen defilede koleksiyondaki 40 parça kıyafet sergilendi. Anadolu kültürünü yansıtan pek çok desenin kullanıldığı kıyafetler, defileyi izleyenlerin beğenisini kazandı. Ahmet Özceyhan, yaptığı açıklamada, Paris'te moda tasarımı üzerine eğitim gördüğünü, Türkiye'ye döndükten sonra da kendisine ait moda evini kurduğunu belirterek, şimdiye kadar 20 ülkede 50'den fazla defile yaparak Türk tasarımlarını tanıttığını söyledi. Tasarımlarında genellikle Türk motiflerini kullandığını ifade eden Özceyhan, şöyle dedi: "Türk desenlerini kullandığımız bu kıyafetleri dünyaya tanıtıyoruz. Modern kadınların günlük olarak rahatlıkla kullanabilecekleri kıyafetler yapıyorum. Yabancı misyon temsilcilerinin eşlerinin katıldığı bu defileyi düzenlememizin amacı da Türk desenlerini onlara tanıtmak. Burada sergilenen kıyafetler koleksiyonumuzun küçük bir kısmı." Özceyhan, koleksiyonlarında eskiyle yeniyi buluşturduğunu, hazırladığı giysilerde Anadolu'da çoraplarda, halılarda kullanılan desenlerden, çini ve duvar motiflerine kadar pek çok deseni kullandığını dile getirerek, "İnsanın kendi kültürünü ve ülkesini dünyaya çağdaş bir şekilde tanıtması bir vatan borcudur" dedi. İRAN ALIM HEYETİNE MİNİ DEFİLE İranlı işadamları, hazır giyim, ayakkabı ve saraciye gibi sektörlerde işbirliği imkânlarını görüşmek üzere 18- 20 Ocak tarihleri arasında İzmir'deydi. İzmirli meslektaşlarıyla görüşen İranlı işadamları için Alsancak’taki Tarihi Havagazı Fabrikası’nda bir defile düzenlendi. Defilede, kadın dış giyim, spor giyim, gecelik, sabahlıklar sergilendi. Defilede Çağla Doğanbaş, Gülşin Diker, Gözde Şensaz, Damla Şeker, Sevcan Demirkaya, Buket Kupik, Gizem Bölük, Tuğçe Dişibeyaz, Melis Semerci, Özge Güngörür podyuma çıktı. Ege Giyim Sanayicileri Derneği (EGSD) Başkanı Nedim Örün yaptığı açıklamada, “İran için 21 Mart'ta kutlanacak Nevruz Bayramı çok önemli. Noel gibi yoğun bir alışveriş dönemi oluyor” dedi. Sayı: 371 - Şubat 2011 51 Tasarım Dünyası EĞLENCELİ VE PIRILTILI TASARIMLARIN MODACISI: ZEYNEP ERDOĞAN Yurtiçi ve yurtdışında kendi tutkunlarını hızla artıran genç moda tasarımcısı Zeynep Erdoğan eğlenceli ve pırıltılı tasarımlarıyla çok farklı. Zeynep Erdoğan son yılların parlayan genç moda tasarımcılarından biri. Catzcabaret ve kendi adını verdiği Zeynep Erdoğan markalarıyla eğlenceli ve pırıltılı bir çizgi sunuyor. Catzcabaret daha çocuksu ve pop… Zeynep Erdoğan markası ise daha sofistike… Giysi ve aksesuarlarında genelde kabare dünyasıyla bütünleşen ironik bir ciddiyet var. Tabi vintage tutkusu hemen her parçada kendisini gösteriyor. Tasarımları çok özel çünkü ticari kaygılardan uzak sadece sevgiyle üretiliyorlar. Yeditepe Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü’nden mezun olduktan hemen sonra katıldığı İTKİB Genç Tasarımcılar Yarışması’nda dereceye girdi. Ve büyük ilgi gördüğü bu yarışmadan aldığı bursla Milano Domus Akademi’de master yaptı. Modanın merkezlerinden Milano onun çıkış noktası oldu. Ürettiği tek ürünlerini konsept mağazalarda satmaya başladı. Kapış kapış giden tasarımları daha çok satışı, bu da profesyonel üretim gerekliliğini getirdi. Uzunca bir süre Türkiye-Milano arasında mekik dokudu. Şu anda ise merkezini Türkiye’de kurmuş durumda. Zeynep Erdoğan markasının tutkunlarını yaratan belli bir tarzı var. Retro dünyadan ilham alıyor. Çeşitli dönemler, eski filmler, 80’lerin disco stili, 40’ların döpiyesleri, ikinci el mağazalar, gösteri dünyası, buz pateni, sirk dünyası, gay barlar… onun çok etkilendikleri arasında. Genellikle taşlanmış ipek veya krep türü dökümlü ve mat olan kumaşları tercih ediyor. Kış koleksiyonlarında ise gerçek deri ve triko vazgeçilmezleri… Modayı takip eden, farklı bir tarz isteyen genç bir kesime hitap ediyor. 2011 ilkbahar/yaz sezonu için yaşama dair el izlerinin mistik ve ironik taraflarından esinlenerek “Touch Me” isimli çok özel bir koleksiyon yarattı. Koleksiyonun konsepti kırık bir kalbin hikâyesinden esinlenerek oluşturuldu. Bu kalbin sahibi Dünya ve belki de bizlere son hikâyesini anlatıyor. Kırık kalbini tamir edebilmemiz için bize bir şans veriyor. Tasarımcıya göre; bir gün insanlar Sayı: 371 - Şubat 2011 52 dünyanın hissettiklerini anlamak için daha farklı çabalar gösterecek, tüm enerjilerini dünyayı kurtarmak için harcayacaklar. En büyük değişimin bunun gerçekleştiği zaman oluşacağına inanan tasarımcı gelecek kuşaklara kurtarılmış bir dünya bırakmanın en önemli amaç olduğunun altını çiziyor. Zeynep Erdoğan’ın 2011 ilkbahar/yaz koleksiyonunun en belirgin özelliği eldiven formlarıyla ironik parçalar ve bu formların bir araya gelerek oluşturduğu yüzey çalışmaları. Koleksiyonda ayrıca mini büstiyerler, kalıplı üste oturan elbiseler, keskin hatlı eldiven formunun soyutlamaları, yüksek bel paçalı 70’lerin pantolonları kullanılıyor. Çoğunlukla pastel ve kum renklerinin hakim olduğu parçalarda örtücü ve gizleyici unsur olarak siyah, ışık unsuru olarak da kemik ve şeker pembe gösteriliyor. Son koleksiyonu olan 2012 kış koleksiyonunda ise kendi hazırladığı özel bir deseni kullandı. İpek üzerinde çeşitli renk varyantlarında tiril ti- Aylin SARAÇOĞLU ril bir çok desenli parça yer alıyor. Benzer bir desende angora trikolar da yapıyor, aksesuar olarak da desenli angora bereler var. Moda tasarımcıları arasında en çok Martin Margiela ve Sonia Rykieli beğeniyor. Tarzlarını kendine yakın buluyor. Moda Tasarımcıları Derneği Üyesi Zeynep Erdoğan, İstanbul Moda Haftası ve GalataModa’ya katılıyor ve gördüğü ilgi her geçen gün katlanarak çığ gibi büyüyor. ANNE-KIZIN TASARIM SEVGİSİ DEVAL JEWELLERY Antonella-Sibel Deval, anne-kız olarak tasarım sevgileriyle hayat verdikleri Deval Jewellery markasını Milano ve Nişantaşı’nda satışa sundular. Değişik materyallerin altın ve pırlanta ile buluşturulduğu koleksiyonda; şehirli kadının formal iş hayatından spor şıklığa kadar günün hemen her diliminde anı yakalamalarına, girdikleri her ortamda göz kamaştırmalarına olanak veren detaylar var. Kendisini bildi bileli mücevher merakı olan Antonella Deval’in şimdiye kadar kendisi ve yakın dostları için gerçekleştirdiği takı tasarımları ve moda tasarımcısı kızı Sibel Deval’in kumaşmücevher birlikteliğinden doğan özgün işleri Deval Jewellery adıyla markalaştı. İtalyan, Türk ve Osmanlı yorumlarını tasarımlarında harmanlayan Antonella Deval’in koleksiyonunun ana teması “semantik”. Resim sanatında da çok başarılı olan “Anne”, bu sergisinde birtakım sembollerle resim yapmayı ifade eden “semantik” şekillerini tasarımlarına aktarıyor. Satış noktaları En önde gelen tasarımcıların markalarının satıldığı Midnight Express butiklerine girmiş durumda. Lazy, Newupstores Mayadrom da yine ona ulaşabileceğimiz satış noktalarından. Beyoğlu’nda kendi butiği de var. Yurtdışında ise Milano, Roma, Dubai, Berlin, Atina, Torino gibi pek çok şehirde tutkunlarıyla buluşuyor. Aynı zamanda bazı çok ünlü markalara danışmanlık yapıyor. Sibel Deval’in özgün tarzı genç, modern ve dinamik kadınlara özel unsurlar taşıyor. Takı tasarımında adeta gençlik rüzgarları estiriyor. Anne-kızın tasarım sevgisiyle hayat verdikleri bu marka bir dünya markası olma yolunda ilerliyor. İtalya doğumlu Antonella Deval, önce Türk eşine daha sonra da yerleştikleri İstanbul’a aşık oldu. Sanat ve tarih onun için hep bir tutkuydu. Bu tutku Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları’na başkentlik yapmış İstanbul’a gelince iyice büyüdü. Resim ve mozaik sergilerine katıldı. Son olarak, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin düzenlediği İstanbul Üniversitesi’nde yapılan ‘Konstantinopolis’ten İstanbul’a-Tarihin İzini Sürenler’ Mozaik Sergisi’nde yer alan eserleri büyük ilgi gördü. Küçüklüğünden beri mücevher merakı olan Antonella Deval, mücevherlerle ilgili hayallerini ve rüyalarını Deval Jewellery markasıyla gerçeğe dönüştürdü. Yeditepe Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı mezunu olan Sibel Deval, daha sonra İtalya’da staj yaptı. Sanatın başkentlerinden Floransa’da yaşayarak kendisini iyice geliştirdi. Yemek sanatına da ilgi duyan Sibel Deval, Floransa’da Apicius ve İstanbul’da Mutfak Sanatları Akademisi’nde eğitim gördü. Mücevher ile kumaşı birleştirip yaptığı tasarımlar çok farklı ve yenilikçi olarak nitelendiriliyor. Yurtdışındaki birkaç fuara da katılıyor. Önümüzdeki sezon Paris whosnext fuarına katılmanın hazırlıkları içinde. Şimdilerde son koleksiyonunu sergileyeceği defilesinin hazırlıkları içinde. Markasını uluslararası alanda tanınmış bir marka haline getirmeyi hedefliyor ve bu yolda emin adımlarla ilerliyor. Sayı: 371 - Şubat 2011 53 Kültür-Sanat SİNEMALARDA NE VAR, NE YOK... HERKES BİRAZ “SİYAH KUĞU”DUR SICACIK BİR AŞK FİLMİ Yazıp yönettiği “Pi” ile Sundance Film Festivali'nde yönetmen ödülü, “Şampiyon” (The Wrestler) ile Venedik Film Festivali - Altın Aslan ödülü kazanan Darren Aronofsky’nin yeni filmi “Siyah Kuğu” (Black Swan) bu yılın en merak edilen yapımlarından biri. Venedik Film Festivali’nce açılış filmi olan “Siyah Kuğu”da Natalie Portman, Mila Kunis, Winona Ryder, Vincent Cassel ve Barbara Hershey rol alıyor. Filmin hikâyesi kısaca şöyle: Nina (Natalie Portman), New York’ta yaşayan çok yetenekli bir balerindir ve hayatında çoğu balerin için de olduğu gibi dans etmekten başka bir şey yoktur. Eski bir balerin olan ve bu konuda çok hırslı olan annesi Erica (Barbara Hershey) ile yaşamaktadır. Oyun yönetmeni Thomas Leroy (Vincent Cassel), Kuğu Gölü’nün baş balerini Beth MacIntyre’i (Winona Ryder) yeni sezonda değiştirmeye karar verir ve ilk tercihi de Nina’dır. Balenin saf ve zarif Beyaz Kuğu ile şehvetin temsilcisi Siyah Kuğu’yu aynı anda canlandırabilecek birine ihtiyacı vardır. Fakat Nina’yı bekleyen yeni bir rakip vardır ve o da Leroy’u etkilemeyi başarmıştır. Nina, Beyaz Kuğu rolüne her ne kadar uysa da Lily de Siyah Kuğu’nun tam karşılığıdır. İki genç dansçı arasındaki rekabet garip bir arkadaşlığa dönüşürken Nina da kendi karanlık tarafıyla haşır neşir olmaya başlar. Yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak’ın yaptığı, başrollerini Mehmet Günsür ve Belçim Bilgin’in üstlendiği, Böcek Yapım’ın “Aşk Tesadüfleri Sever” filmi, bu ayın ilgi çekici yerli yapımlarından biri. Başrol oyuncularına Altan Erkekli, Yiğit Özşener, Ayda Aksel, Şebnem Sönmez, Hüseyin Avni Danyal ve Yılmaz Gruda'nın eşlik ettiği “Aşk Tesadüfleri Sever”, 4 Şubat’tan itibaren vizyonda. “Aşk Tesadüfleri Sever”, doğumlarından itibaren çocukluk ve ilk gençlik yılları boyunca yolları Ankara’da kesişen, 2010 yılında İstanbul’da tanışan Özgür (Mehmet Günsür) ve Deniz’in (Belçim Bilgin) birbirlerine doğru ve engellerle dolu aşk macerasını anlatırken, bir yandan da geri dönüşlerle onların bugünlerini yaratan dönemlere uzanıyor. Film, Türkiye’nin 70’li, 80’li, 90’lı ve 2000’li yıllarını ziyaret ederek, o yılların artık unutulmaya yüz tutmuş popüler kültür öğelerinden, müziklerinden, yaşam biçimlerinden ve alışkanlıklarından besleniyor. “Aşk Tesadüfleri Sever” pek çok gerçek hikayeden yola çıkılarak derlenmiş olaylar bütünüyle; İstanbul’dan Ankara’ya yaptığı nostaljik yolculuğun içinde izleyiciye doyurucu, duygusal, yıllarca akıllardan çıkmayacak bir aşk filmi vaad ediyor. KRAL OLMAK İSTEMEYEN KRAL “Zoraki Kral” olur mu? Mekân beyazperdeyse niye olmasın? Olur da Oscar’a göz bile kırpar... Başrolünü Colin Firth’ün oynadığı “Zoraki Kral”da (The King’s Speech) olaylar, babası 5.George'un (Michael Gambon) ölümü ardından ve ağabeyi Edward'ın (Guy Pearce) Amerikalı Wallis Simpson'a olan skandal aşkı yüzünden tahttan feragat etmesi üzerine, Bertie’nin (Colin Firth) istemeye istemeye krallık görevini devralmak zorunda kalmasıyla başlıyor. Aile içinde "Bertie" adıyla bilinen Albert, çocukluğundan beri büyük zorluklar yaşadığı, alay konusu olduğu kekemeliği yüzünden krallık görevinden ve yapmak zorunda kalacağı konuşmalardan dehşete düşmekte. Savaşın eşiğinde olan ve acilen bir lidere ihtiyaçları olduğunu bilen eşi Elizabeth (Helena Bonham Carter), ona, Avustralyalı çılgın konuşma terapisti Lionel Logue’u (Geoffrey Rush) takdim ediyor. Başta hiç uyuşamayan ikili daha sonra büyük bir aşama kaydediyorlar. Kral 6. George’un gerçek hikâyesine dayanarak yapılan bu filmde, kral olmaya itilen korku içindeki bir adamla, onu kral olabileceğine ve kekemeliğini yenebileceğine inandırmaya azmeden çılgın terapistin hikâyesi anlatılıyor. Tom Hooper’ın yönettiği “Zoraki Kral”, Colin Firth’ün oyunculuğunda bir dönüm noktası olarak anılıyor. Sayı: 371 - Şubat 2011 54 KİTAP KURTLARI İÇİN... FATİH SULTAN MEHMED’İN ÖYKÜSÜ Televizyon dizilerinin etkisiyle hepimizin Osmanlı tarihine ilgisi arttı. Yine de tarihi izlemektense okumakta fayda var. John Freely, “Büyük Türk”te dönemin Hıristiyan dünyası ve Avrupalı krallar tarafından “Türklerin Şanlı İmparatorluğunun Hükümdarı” olarak anılan Fatih Sultan Mehmed’in 30 yıllık saltanatını, hayatını, düzenlediği seferleri ve yaptığı tüm fetihleri bir roman lezzetinde anlatıyor. Son derece canlı ve ayrıntılı bir anlatımla tarihin arka planını da gözler önüne serdiği eserinde Freely, Hıristiyan dünyasının Osmanlı’ya bakışını da paylaşıyor okurlarıyla. Freely’nin bu çalışması, tarihi şekillendiren olağanüstü karakterleri betimlemedeki başarısının mükemmel bir örneği. 21 yaşındayken İstanbul’u fethederek dünyayı yeniden şekillendiren Fatih Sultan Mehmed son derece canlı anlatılıyor. EŞSİZ BİR DOSTLUK Joseph Kessel imzalı “Aslan” raflardaki yerini aldı. Doğu Afrika’nın insan eli değmemiş tozlu ve sıcak düzlüklerinde, Kilimanjaro’nun eteklerinde yaşanmış büyüleyici bir dostluğun romanı “Aslan”. Amboseli Milli Parkı’nın yöneticisi usta avcı Bullit’in hayvanlarla iletişim kurmakta özel bir yeteneği olan küçük kızı Patricia ile genç ve güçlü bir aslanın, King’in ilişkilerinin; gururlu Masai halkından genç bir yerlinin küçük kıza âşık olup, kendini ona ve kabilesine kanıtlamak için giriştiği eylemle bu cennetin yok oluşunun hüzünlü hikâyesi. İnsanla hayvan arasındaki dostluğu, sadakat ve aşkı anlatan; insanla hayvanın bin yıllardır yan yana yaşadığı kara kıtada kurmaya çalıştığı sömürge düzeniyle felaketlere neden olan beyaz adamı eleştiren bu ünlü roman, edebi değerleriyle de türünün klasikleri arasında yer alan ve okuyucunun zihninde iz bırakan bir başyapıt. ÇOCUĞUNUZUN ÖZGÜVENİNİ GELİŞTİRİN Özgüven, kendiyle barışık bir birey olma serüveninde başarının ya da başarısızlığın belirleyicisi olarak her çocuğun hayatında önemlidir. Maria Luisa Ferreros’un kaleme aldığı “Sarıl Bana Anne” kendi kararlarını almayı becerebilen, sorumluluk sahibi, bugünün ve yarının mutlu nesillerini oluşturacak çocuklarımızın her şeyden önce sağlam bir özgüvene sahip olmaları için anne babalara yol gösteriyor. Bir adı da “Çocukluk ve İlk Gençlik Çağında Özgüvenin Gelişi” olan kitap, mutlu bir çocukluk için ipuçları içeriyor. Çocuğunuzu tanıyor musunuz, onunla doğru iletişim kurabiliyor musunuz, çocuğunuza nasıl özgüven kazandırabilirsiniz, çocuklar çizdikleri resimlerle aslında ne anlatmak isterler, mutluluk genlerimizde mi saklı, yoksa öğrenilebilir mi gibi soruların yanıtlarını bu kitapta bulabilirsiniz. Sayı: 371 - Şubat 2011 55 Gezi KÖROĞLU’NUN DİYARINDA KAYAK KEYFİ: KARTALKAYA KAYAK MERKEZİ Türkiye’nin sayılı kayak merkezlerinden biri olan Kartalkaya Kayak Merkezi, Alp disiplini ve tur kayağı için uygun koşullara sahip. Aralık ayında başlayan ve mart ayına kadar devam eden kayak sezonunda kar kalınlığı 1 metre 45 santime kadar çıkıyor. 3 metreye kadar kar kalınlığının ölçüldüğü aylar da mevcut. Dağları, gölleri, bitki örtüsü ve temiz havasıyla İstanbul’un yanı başında dört mevsim turizmin her çeşidini sunan bir il Bolu. Yaz, kış günübirlik turizmin uğrak mekânı olan Bolu, özellikle kışın kayak tutkunları için haftasonu tatilinin keyifle geçirileceği ender mekânlardan biri. Türkiye’nin en önemli kış turizmi merkezlerinden olan Kartalkaya’ya sahip olan il, yerli yabancı kayak tutkunlarını her yıl kendine çekiyor. Bolu ilinin doğu tarafında Köroğlu Dağları’nda yer alan Kartalkaya Kayak Merkezi, Türkiye’nin sayılı merkezlerinden biri. Alp disiplini ve tur kayağı için uygun koşullara sahip olan Kartalkaya Kayak Merkezi’nde kayak alanları bin 850 ila 2 bin 220 metre yükseklikte yer alıyor. Yarı ılıman bir iklime sahip olan bölgede yer alan Kartalkaya Kayak Merkezi ve çevresi çam ormanlarıyla kaplı. Aralık ayında başlayan ve mart ayına kadar devam eden kayak sezonunda kar kalınlığı 1 metre 45 santime kadar çıkıyor. 3 metreye kadar kar kalınlığının ölçüldüğü aylar da mevcut. Grand Kartal Otel, Kartal Otel, Dorukkaya Otel ve Golden Key Kartalkaya her kış kayak severleri ağırlıyor. Kayak, kızak ve snowboard kiralama hizmetinin de bulunduğu tesisler muhteşem manzaraları ile de misafirlerini büyülüyor. Bolu ve Köroğlu Dağları etekleri ile o eteklerdeki yaylalar da manzaraya eşlik ediyor. Kartalkaya’da yer alan konaklama tesislerinin Sayı: 371 - Şubat 2011 56 özellikle kış aylarında doluluk oranlarının yüzde 80’i geçtiği düşünülürse, bölgenin ne kadar rağbet gördüğü daha kolay anlaşılıyor. Her türlü aktiviteye sahip olan otellerde restoranlar, yüzme havuzları, diskolar ve barlar bulunuyor. Her otel kendi bünyesinde sağlık hizmeti veriyor. Kartalkaya Kayak Merkezi, 6 Eylül 1982 tarihinde ilan edilen Bolu–Köroğlu Dağı Turizm Alanı içinde yer alıyor. Bin 500 yatağa sahip otelleri, 28 adet kayak pisti ve 14 adet mekanik tesisiyle Kartalkaya Kayak Mer- kezi, Türkiye’nin en donanımlı kış turizmi merkezlerinde biri olduğunu kanıtlıyor. Yurtdışından özellikle Hollanda, Rusya, Almanya ve İsviçre’den kayak tutkunlarını ağırlayan Kartalkaya Kayak Merkezi’nin dışında Bolu ilinde yer alan ve Gerede ilçesinde bulunan Esentepe Kayak Merkezi’de yoğun ilgi görüyor. Kartalkaya pistleri ve özellikleri Kartalkaya Kayak Merkezi’nde yer alan Kartal Otel pistlerinde 2 adet telesiyej, 6 adet teleski ve 3 adet baby lift olmak üzere toplam 11 lift (Yeşil Lift-Chairlift - 700 metre, Çamçukuru Lift-Chairlift - 650 metre, İnekçayırı 1-2-SkiLift-900 metre, Resuldede 1-2-Ski-Lift-600 metre, Kazankaya-Ski Lift-650 metre, Köroğlu Lift-Ski Lift-1200 metre) bulunuyor. Mekanik tesiste toplam taşıma kapasitesi saatte 6 bin kişiye kadar çıkıyor. 12 adet pistte toplam uzunluk 20 kilometreyi bulunuyor. Dorukkaya Otel Pistleri’nde ise 8 adet ski-lift, 11 adet kayak pisti bulunuyor. Ayrıca Dorukkaya Oteli’nde Türkiye'de ilk defa Avusturya'dan gelen mühendisler tarafından projelendirilmiş Türkiye'nin ilk profesyonel snowparkı bulunuyor. Snowparkta, 3 ana rampa, 1 corner, 3 handrail (6 metre, 4 metre ve 3 metre) ve 3 box (6 metre, 3 metre ve 3 metre) mevcut. Kartalkaya Kayak Merkezi’ne ulaşım Kartalkaya Kayak Merkezi Bolu il merkezine 38 kilometre, Ankara-İstanbul karayoluna ise 28 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Kartalkaya Kayak Merkezi'ne Ankara üzerinden havayolu ile ulaşmak için Ankara Esenboğa Havaalanı-Bolu arası, karayolu ile 200 kilometre mesafede. Havayolu ile İstanbul'dan ulaşmak isteyenler için İstanbul Atatürk Havaalanı-Bolu arası ise karayolu ile 280 kilometre, İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı ise Kartalkaya Kayak Merkezi’ne karayolu ile 200 kilometre uzaklıkta. Bolu il merkezinden yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuktan sonra kayak merkezine ulaşılıyor. Kartalkaya Kayak Merkezi Ankara Esenboğa Havaalanı’na 3 saat, İstanbul Atatürk Havaalanı’na ise 4 saat uzak- lıkta bulunuyor. Ayrıca otellerin merkeze servisleri de bulunuyor. Kartalkaya Kayak Merkezi ile Bolu arasındaki yol sürekli açık tutuluyor. Yollarda kar ve buzlanma durumuna karşı araçlarda zincir bulundurulması gerektiğini hatırlatalım. Esentepe Kayak Merkezi Bolu ilinin Kartalkaya kadar özel bir başka kış turizmi merkezi de Gerede ilçesinde yer alan Esentepe Kayak Merkezi’dir. Gerede ilçesinin kuzeyinde bin 300 metre yükseklikte yer alan kayak merkezi kış sporları ve kayak imkânına sahip. Tüm ilçeye hâkim mükemmel bir manzarası olan Esentepe’nin 4 kilometre yakınındaki Arkut Dağı’nda bulunan pistlerde kışın kış sporları, yazın da çim kayağı yapılıyor. Asırlık çam ağaçlarının bulunduğu Esentepe’ye bu isim, 17 Temmuz 1934’te bölgeyi ziyaret eden Atatürk tarafından veriliyor. Dünyada uluslararası bir anayola 3-5 dakika mesafedeki tek kayak merkezi olarak da geçen Esentepe Kayak Merkezi, günübirlik piknik alanları ve doğa yürüyüşlerine imkân veren parkurlarıyla da ilgi görüyor. Gerede'nin hemen arkasından başlayan ve ormanlarla kaplı tepenin adı olan Esentepe, profesyonel dağcıların da uğrak tırmanma alanlarından biri. Tarihi Romalılara kadar giden Gerede, dönemin önemli merkezleri arasında yer alıyor. Bizans döneminde piskoposlar burayı mesken tutuyor. Kuzeydeki Keçi Kalesi'ni de Bizanslılar yapıyor. Esentepe Kayak Merkezi’ne ulaşım İstanbul'dan Abant kavşağına gelip TEM üzerinden devam ediyorsunuz. Bolu'nun dışından geçip, Çamlıca gişelerinden itibaren 285. kilometrede Mengen girişindeki göbekten sapıyorsunuz. 1 km sonra Esentepe'desiniz. Abant kavşağına geldiğinizde, TEM yerine E-5 üzerinden Bolu yönüne de devam edebilirsiniz. Bu yol Esentepe'den geçer. Esentepe'ye gitmek için özel araç da şart değil. İstanbul-Ankara arasında çalışan bazı firmaların otobüsleri de Esentepe’den geçiyor. Sayı: 371 - Şubat 2011 57 Medyadan Yansımalar HÜRRİYET 30 Ocak Sayı: 371 - Şubat 2011 58 HÜRRİYET 31 Ocak Sayı: 371 - Şubat 2011 59 Medyadan Yansımalar DÜNYA 17 Ocak VATAN 17 Ocak Sayı: 371 - Şubat 2011 60 CEOLIFE Aralık 2010 Sayı: 371 - Şubat 2011 61 Tebessüm Sayı: 371 - Şubat 2011 62 Gülşen KARAGÖZ Summaries in English WINTER IN EUROPE FEELS LIKE SPRING TIME FOR THE TURKISH TEXTILE AND READY-MADE GARMENT INDUSTRY Although Europe experiences “severe winter” due to the debt crisis, it is spring time for the Turkish textile and ready-made garment sector. Orders from Europe are raining on Turkey because of its proximity and flexibility, as a result leaving a not-so-inexpensive China behind. Cost increases in China, limited manufacturing of textile and ready-made garments in Europe and lower stocks in stores are cited as reasons for this development. In 2010, Turkey increased its ready-made garment and apparel exports by close to 10%, reaching 14.6 billion dollars while textile exports reached 7 billion dollars. Although the figures are not as high as in 2008, textile and ready-made garment manufacturers were quite encouraged and made a good start to the new year with European orders. 30% cost increases in China as a result of growing domestic consumption coupled with the fluctuation in cotton prices and logistics difficulties shifted the largest orders in the world back to Turkey. Companies like Adidas and Nike are preparing to purchase 25-30% more from Turkey this year and GAP who contracts 600 million dollars worth of production to China began to work with companies in Turkey again. According to sector officials, some companies have already filled their 6 month quotas. President of the İstanbul Textile and Raw Material Exporters’ Association (İTHİB) İsmail Gülle says, “Deferred demand, increase in raw material costs and the fact that the Far East is no longer cheap made Turkey a golden country. There are companies who have received 5-6 months worth of orders.” President of the Istanbul Ready Made Garment and Apparel Exporters’ Association (İHKİB) Hikmet Tanrıverdi says that major companies are cancelling their orders in China due to price fluctuations. Tanrıverdi goes on to say that many retail giants are focusing on Turkey as a result of this situation. The President of the Mediterranean Ready-Made Garment and Apparel Exporters’ Association Tarık Bozbey says, “We have begun to reap benefits after a very difficult five years. In the last year, we have seen a return of orders to Turkey.” LABOR INTENSIVE WORK TO THE EAST FASHION AND DESIGN TO İZMİR AND İSTANBUL The “Industrial Strategy Document and Action Plan” that the government has been working on is finally announced. The announcement was made on the 5th of January by the Minister of Industry Nihat Ergün at a meeting attended by the presidents of business associations. The plan will be implemented in the textile and ready-made garment sectors in addition to automotive, machinery, white goods, electronics, food and iron and steel sectors. The plan aims to make Turkey “the production base for Eurasia” and includes three basic strategic targets for all sectors. It foresees the growing influence of strong companies in the economy, greater focus on the medium and hi-tech sectors in production and exports and a move to high added value in low technology sectors. The action plan distributed at the meeting and comprising of 72 articles envisions shifting labor intensive activities in textiles from the cities in the west to the cities in the east and making İstanbul and İzmir design and fashion centers in order to cluster textile and ready-made garments across Turkey. The action plan also aims to provide easier access to financing for companies; revamp the income tax system; and prepare strategies to diversify sectors and countries in exports. It also includes brand and design support. The section of the “Industrial Strategy Document and Action Plan” about textiles and ready-made garments refers to costs which has been a subject mentioned by the sector for a long time and states that, “competition based on cost advantage is more difficult.” The document also states that high value added, quality, fashionable and branded products and on-time production are important in competing with countries that have cheap labor as an advantage and it calls for the development of hi-tech technical textiles and multi-functional products. Sayı: 371 - Şubat 2011 63 Summaries in English CHAIRMAN OF THE EXECUTIVE BOARD OF ORMO, ÖCALGİRAY: RFID PROJECT INCREASED OUR EFFICIENCY Ormo Yün İplik which exports 60% of its production and is the world’s largest hand knitting company organized under one umbrella embarked upon a pioneering project in the textile sector. The company optimized product traceability in its business processes comprising of raw material preparation, dyeing, spinning, packaging/balling, factory/dealer storage and shipment by using Radio Frequency Identification RFID technology. The company increased process efficiency and gained significant savings in labor costs and stocks. We talked to Giray Öcalgiray, the Chairman of the Executive Board of Ormo Yün İplik, which minimized its semi-finished product stocks as a result of this project and to Assoc. Prof. Alp Üstündağ from the İTÜ Faculty of Management about the RFID project. When talking about the project, Öcalgiray said, “As far as I know, this is the first implementation of its kind in the textile sector. The problems we face are identical to the problems of all companies in the textile sector in Turkey. It is impossible for us to track raw materials and by-products with a simple barcode system because we have very diverse stages of production. We are able to control the process on a real time basis by constantly monitoring where, when and how much these by-products and raw materials are used, by putting RFID labels on raw materials and these products.” Üstündağ added, “The RFID, radio frequency identification, project has been around for only three years and is a rather new technology. RFID is old technology, but it began to be frequently implemented in the 2000s. Developments in semi-conductor technology and lowering cost are important aspects of the project. What we use at Ormo stock areas are called passive label style and they gained prominence in logistics and supply chains because of their low cost. Giant retail groups like Walmart and Metro began to use this in the world.” YATAŞ AIMS TO GROW BY MORE THAN 50% IN 2011 Yataş entered the market in the 1970s with foam rubber production and today remains a leader in many sectors with a number of its products. Chairman of the Board of Yataş and General Manager Nuri Öztaş- Sayı: 371 - Şubat 2011 64 kın says that they were able to minimize the effects of the crisis through new products and by exporting to new markets and adds that they aim to grow by more than 50% in 2011. Chairman of the Board of Yataş and General Manager Nuri Öztaşkın says, “VAT reduction was key to overcoming the effects of the crisis in 2009. The market grew in 2009 due to this decision.” Öztaşkın adds, “The contraction in the US and in Europe during the crisis had a negative effect on our exports. Therefore, we look to new markets. We did, of course lose months maybe years while entering new markets. We are opening new stores in countries closer to Turkey such as Iraq, Iran, Azerbaijan and Syria. We are trying to compensate for lost exports to the US and Europe through our business with these countries.” Nuri Öztaşkın also said that they opened a store in Kenya and that “other countries will follow Kenya.” Öztaşkın explained that the company was transforming itself and said, “We merged our distribution and production companies and this was approved by the Capital Markets Board. We aim to have as lean an organization as possible with faster response. In the meantime, we provide service through our new concept stores. We changed our logo. We established a bedroom store for beds and home textiles. We have a new brand called Enza. The Enza store concept will soon be available. In this way, we separated furniture from bedroom products. We plan to have specialized stores.”