KIBRIS`TA S RTAK
Transkript
KIBRIS`TA S RTAK
Arka Kapımıza Dayandılar KIBRIS'TA SĠRTAKĠ SADĠ SOMUNCUOGLU Kasım 2002, ANKARA "TARĠH BÖYLE BĠR OLAY KAYDETMEMĠġTĠR" ... İnsan olmam için; mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi, birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istikbal vardır ki, yabancıların nasihatlarıyla, planlarıyla yükselsin? Tarih, böyle bir olay kaydetmemiştir... Mustafa Kemal Atatürk 6 Mart 1922, TBMM AB'NĠN "YÜCE-LĠĞĠNE(!) ĠSYANIMIZDIR Dünya dediğimiz "yüce" ülkelerin Kıbrıs'ta 34 yıldır Kıbrıs Türklerine reva gördükleri haksızlık ve adaletsizlik (bu dünyada tarafsız Uluslararası Adalet Divanı olsa) mahkemelik suç teşkil ederdi. 34 yıldır katlanıyoruz. Bunlar Rum-Yunan ikilisinin Girit oyununun suflörleri oldular. Zorla veya kandırılarak Kıbrıs'ı Rum'a, Yunan 'a peşkeş çekiyorlar. Oyunun son perdesindeyiz. AB yolu İle perdeyi indirip bizi mahkum edecekler. Rauf DenktaĢ-KKTC CumhurbaĢkanı 4 Eylül 1997 ÖNSÖZ Bugün ülkemizin sadece dıĢ politikada değil, iç politikada da birinci gündem maddesi haline gelen Kıbrıs'la ilgili geliĢmeleri A'dan Z'ye inceleyen "Kıbrıs'ta Sirtaki"nin özü, Avrupa BĠrliği'nın bu soruna taraf olmasından sonra çözümün nasıl zorlaĢtığı ve geliĢmelerin Türkiye aleyhine nasıl hızlandığıdır, Kıbrıs'ın milattan önceden itibaren tarihinin anlatılması, Megali idea fikri ile birlikte Ada'nm nasıl Yunanistan'ın hedefi haline geldiği, özellikle de Kıbrıs'ın 1878'de ingiltere'ye kiralanmasından sonraki sürecin detaylı bir Ģeküde ele alınması, bugün Kıbrıs için "ver-kurtul" diyenler ya da "Kıbrıs milli davamızdır" tezini küçümseyenlere tarihi hatırlatmak açısından ayrıca önem taĢımaktadır. Ada'cjaki kanlı olaylar, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulusu ve yıkılıĢı, uluslararası antlaĢmalar ve müdahaleler, 1963'ten sonra yeniden baĢlayan katliamlar ile Türk BarıĢ Harekâtı, KKTC'nin kuruluĢu, bu devletin kutulusunun hukuki olup olmadığı, uluslararası camiada neden tanınmadığına ĠliĢkin bilgiler, tarih bilincindeki zaafiyetleri giderci niteliktedir. Kıbrıs ve Girit Adası'ndakĠ geliĢmelerin benzerliğinin ortaya konulması da kitabın can alıcı noktalarından birisidir. 8u arada gerek Yunanistan, gerekse de Kıbrıs Rum kesiminin silahlanması ve teröre verdiği destek, Kıbrıs Türk kesimine fiilen 1964'te baĢlatılan, 19741e Ġse uluslararası bir nitelik kazandırılan ambargo uygulamasının "açlıkla terbiye" yöntemi olup olmadığı, ambargonun nihai amaçlan, Ġnsani ve hukuki boyutları da sorgulanarak, gerçekler ortaya konulmuĢtur. Özetle AB'nin Kıbrıs konusunda 30 yıldan bu yana hukuku ayaklar altına aldığı, AB'nin Anayasası niteliğinde olan Roma ve Maastrich AntlaĢmaları ile Kopenhag kriterlerine aykırı olarak __Rum kesimini üyeliğe hazırladığı, böylece sorunun AB eliyle çözüme değil, çözümsüzlüğe götürüldüğü doğrudan AB belgeleri ile ortaya konulmuĢtur YeĢil hatla ayrılacak kadar tepeden tırnağa ihtilaflı Rum kesimini kendi kriterlerine aykın olarak üyeliğe almaya çalıĢırken, Türkiye'nin üyeliği için Kıbrıs sorununu halletmesi Ģartını getiren AB'nin derin çeliĢkisi gözler önüne serilmiĢtir. Kitabın ağırlık noktasının AB, Yunanistan, Türkiye üçgenindeki Kıbrıs olduğunu belirtmiĢtik. Bu çerçevede "Türkiye nerede hatta yapmıĢ da kendi mülkü olan bu adanın elinde kalan son üçte birlik parçasını da bir yüzyıllık süreçte kaybetme noktasına gelmiĢtir?" sorusunun cevabı da tüm açıklığı ile aranmıĢtır. Kıbrıs'ta Sirtaki, Türkiye'nin "hatalar zincirinin" ilkinin Türkiye ekonomisine ağır darbe indiren tek yanlı Gümrük Birliği uğruna Kıbrıs Rum kesiminin üyelik baĢvurusuna zımni onay verilmesi olduğunu, belgesi Ġle net bir biçimde ortaya koymuĢtur. 1999 yılında Türkiye'nin adaylığı uğruna kabul edilen Helsinki Belgesi ile, soruna çözüm bulunmasa da (bize göre Kıbrıs Rum kesiminin, AB ve Yunanistan'a göre Kıbrıs'ın) AB üyeliğine alınmasına resmen onay verilerek, ikinci büyük hatanın yapıldığı detaylı bir Ģekilde anlatılmıĢtır. Bu arada aynı belge Ġle Kıbrıs baĢta olmak üzere AB'nin tüm Türk-Yunan sorunlarına îaraf olmasının da kabul edildiği vurgulanmıĢtır. Türkiye'nin Kıbrıs konusundaki üçüncü büyük hatasının ise AB tarafından yol haritası adı altında verilen Katılım Ortaklığı Belgesi olduğu, bu belgede Kıbrıs ve Ege'nin, kelime oyunları ile Türkiye'nin AB üyeliğinin siyasi kriterleri haline getirildiğinin analizi yapılmıĢtır. Ülkemizin Önde gelen siyasilerinden olan yazarın, Kıbrıs politikası konusunda özellikle 1999'dan bu yana ülke yönetiminde bulunanlara yönelik eleĢtirileri dikkat çekicidir. Ancak kitabın belki de en ilginç yanı, yazarın Helsinki Belgesi'nîn kabul edildiği dönemde bakanlık görevinde bulunması sebebiyle, belgenin Bakanlar Kurulu'nda görüĢülmesi sırasında Kıbrıs baĢta olmak üzere, Ege ve ülkemizde suni azınlıklar yaratılmasını hedefleyen Ģartlara karĢı çıkan tek bakan olarak bu kitabı kaleme almasıdır. Sonuç olarak Türkiye'nin Kıbrıs'ta adım adım nasıl mevzii kaybettiğini detaylı bir Ģekilde anlatan Kıbrıs'ta Sirtaki, "yavru vatanımızın" akıbeti konusunda ne kadar kritik bir döneme gelindiğini ortaya koymaktadır. Bu önemli tespitlerle yetinilmeyip, "Türkiye'nin son direnç noktası" Kıbrıs'ın kaybedilmemesi için acilen yapılması gerekenlerin madde madde sıralanmıĢ olması kitabın eksiksiz hazırlandığının bir diğer göstergesidir. Yavru vatanımızın tarihini ve Önemini hatırlatan Kıbrıs'ta SırtakĠ'yi hazırlayan değerli fikir adamı ve siyasetçi Sayın Sadi SOMUNCUOĞLU'na teĢekkür ediyor, bu güzel esen ATO aracılığı ile sizlere ulaĢtırdığımız için de gurur duyuyoruz. Sinan AYGÜN ATO Yönetim Kuru/u BaĢkanı ĠÇĠNDEKĠLER ÖNSÖZ .................................................................................... 5 SUNUġ ............................................................................... 45 BÖLÜM ! KIBRIS: AKDENĠZ'DE SÖNMEYEN FENER COĞRAFYASINA MAHKUM BĠR TARiH .............................. 21 Kıbrıs Türklerinin Kökeni ...................................................... 24 Kıbrıs Rumlarının Kökeni ....................................................... 25 MECALĠ ĠDEA NEDĠR? ......................................................... 26 Enosıs Nedir?......................................................................... 26 1821 Mora isyanı ve Ġlk Enosis Bildirisi ................................28 KIBRIS'IN ĠNGĠLTERE'YE KĠRALANMASI ....... , ....................29 ingilizlerin Ġlhakı...................................................................... 32 1895 Olayları ve ilk EĢitlik Talebimiz ...................................... 36 1921 Enosis Plebisiti ve 1931 isyanı ....................................... 37 1950 Enosis Plebisiti ...............................................................38 ATATÜRK'ÜN KIBRIS DĠREKTĠFĠ ..........................................39 EOKA NEDĠR? .......................................................................40 TÜRK MUKAVEMET TEġKĠLATI (TMT) ..................................41 TAKSĠM FĠKRĠ NEDĠR? .......................................................... 42 KĠRADAN, ĠLHAKA ĠNGĠLĠZ GASPI VE ADA'NIN STRATEJĠK ÖNEMĠ ............................................................... 42 Yunanistan'ın Resmen Taraf OluĢu ........................................45 Majeste Kraliçe Hükümetinin ġartı...........................................47 ULUSLARARASI ANTLAġMALAR ........................................ 49 Londra Konferansı ......................... ............................... 49 Zürıh ve Londra AntlaĢmaları ..............................................50 Garantörlük AntlaĢması ...................... ..................... 51 ittifak AntlaĢması ...................................................... ........52 KIBRIS CUMHURĠYETĠNĠN YIKILIġI ................................ 56 Akritas Planı Nedir? ..............................................................60 Ve YeĢil Hat .......................................................................... 63 1960 ANAYASASI'NIN FESHĠ ............................................... 68 Ake! ve Rum Meclisinin Karan ............................................... 68 1964-1974 Döneminde Türklerin Durumu ve Yasaklar............................................................... 68 BM Belgelerinde Rum Baskılan.............................................. 69 ULUSLARARASI MÜDAHALELER ....................................... 73 Acheson Planları.................................................................... 73 Plaza Raporu ve Ġlk Federasyon Teklifi ................................... 74 Türk Milletvekillerinin Meclis'ten Kovulması ............................ 75 KATLĠAMLAR VE SONRASI ................................................... 77 Kıbrıs Türk Yönetimi ............................................................ 78 EOKA B'nin Hedefi Silahlı Enosîs ........................................... 78 Makarîos'un Terör Mektubu .................................................... 79 TÜRK BARIġ HAREKATI ....................................................... 82 1. ve 2. Cenevre GörüĢmeleri ................................................ 83 KIBRIS TÜRK FEDERE DEVLETĠNĠN KURULUġU ..................................................... 85 BM ve Yunan Mahkemesinin Kararları .................................... 87 Meclisin Self-Determinasyon Kararı ....................................... 90 VE KKTC'NlN ĠLANI............................................................... 92 KKTC'nin ilanı Hukukidir ........................................................ 93 KKTC'yi Tanımama Hukuki Değil, Siyasi Karar....................... 95 BÖLÜM II GĠRĠT ÖRNEĞĠ GĠRĠT ÖRNEĞĠ ...................................................................... 98 GĠRĠT, MEGALJ ĠDEA'NIN 3EġĠNCĠ MADDESĠ ..................... 99 BÖLÜM ili TERÖR ÜSSÜ: YUNANĠSTAN VE GÜNEY KIBRIS TERÖR ÜSSÜ: YUNANĠSTAN VE GÜNEY KIBRIS ........................................................... 108 TERÖRĠST BAġI ÜZERĠNDEN KIBRIS ................................ 113 NATO ANLAġMASI VE AĞIT ġARTI NE DĠYOR? ..................................................... 115 YUNANĠSTAN AVRUPA'NIN TERÖR ÜSSÜ ........................ î 17 RUM-YUNAN SAVUNMA DOKTRĠNĠ .................................. 117 S-300 FÜZELERĠ VE SĠLAHLANMA Ç1LGINLÎĞ! ..................................... 119 BÖLÜM IV AMBARGO YA DA AÇLIKLA TERBĠYE AMBARGO YA DA AÇLIKLA TERBĠYE ................................ 125 AB, KIBRISLI TÜRKLERĠ KORUYABĠLĠR Mi? .................. 127 YUNANĠSTAN MĠLLĠ AZINLIKLARI ĠNKAR EDiYOR ................................................................... 131 RUMLARĠN UYGULADIĞI AMBARGOLAR VEAMAÇLARI ..................................................................... 135 AB ADALET DiVANI'ISIIN KARARI NEDĠR? .......................... 135 AB'NĠN MALĠ YARDIMLARINA NE OLDU? ......................... 137 RüĢvet Kabilinden Teklifler ................................................. 141 Aleni Çökertme Operasyonu ................................................ 142 BÖLÜM V AB'NĠN ADA'YA GELĠġĠ AB'NĠN ADA'YA GELĠġĠ ....................................................... 146 KIBRIS-AB BAĞLANTISI..................................................... 147 G-Günü: 6 Mart 1995 .......................................................... 150 Gümrük Birliği Nedir? ........................................................... 152 KIBRIS'TA TAVĠZ VERiLDi Mi? ............................................ 155 AB'yeGöre Kıbrıs'ta Taviz Verdik .......... - ............................ 158 AP'den Ġnsafsız Ayırım, Ölçüsüz Suçlamalar ....................... 163 Ġtalya'nın Cesareti, Fransa'nın Sözü ve ingiliz Oyunu ................................................................... 169 2002'de "Kıbrıs'ta Kim Taviz Verdi?" TartıĢması ................... 171 iĢte Kıbrıs'tan Tavizin Belgesi .......................................... 174 Zirvelerde Kıbrıs Rum Kesimi ve Kıbrıs Sorunu .................... 176 Gümrük Bırlıği'ne Değdi mi"? ............................................... 181 LÜKSEMBURG'TAN HELSĠNKĠ'YE KIBRIS ......................... 183 VVashmgton'daki Hava ......................................................... 183 Helsinki Zirvesi ..................................................................... 189 DenktaĢ'ın Açıklaması .......................................................... 196 Bakanlar Kurulu Toplandı ..................................... ... 197 Belge ve Mektup Yanyana Okunmalıydı ........................... 200 Helsinki'den 1 Gün Sonra Bakanımszdan Gelen Ġtiraf .......................................................................... 204 Çok TeĢekkür ve de Mutlu Yıllar! .......................................... 209 Helsinki Sonrası Tepkiler .....................................................210 KOB DÖNEMECĠ.................................................................. 212 Kıbrts'rn Kaderi Bir Gecede Çizilir ..........................................212 KOB Taslağına Tepkiler........................................................ 215 Ecevit "Aldatıldık" Der .........................................................222 Yıimaz'a Göre Ġse Ġstenenler "Atla Deve Değil"! .....................224 Bahçeli: Helsinki'den Geri Bir Belge ...................................... 233 DıĢiĢleri'nden Ġtiraz, Bakandan "Olur" ................................... 235 YUNAN VE AB CEPHESĠNDE DURUM .............................. 237 Almanya: Türkiye'nin Boğazına Bıçak Dayamayalım" ............................................................ 239 Fogg'a Göre, ġart Değil, ÖncelikmiĢ .....................................240 Fransız-Yunan iĢbirliği .......................................................... 242 KOB'DA ĠKĠNCĠ DEĞĠġĠKLĠK...VE EGE LĠSTEYE GĠRER .......................................................... 243 Bahçeli'nin Gördükleri ve Göremedikleri .............................. 248 Gerçekte Ne Oldu? ............................................................... 251 AB'ye Paket Teslim .............................................................. 254 Askerden Net ve Kesin Tepki ................................................257 Yunanistan ve AB Ne Diyor? ................................................. 258 Avrupa Parlamentosu Ne Yaptı? ...........................................261 Rum Kesimi Üyelik Yolunda .................................................. 265 NĠCE ZĠRVESĠ... RUM KESĠMĠ AP'DE, TÜRKĠYE'NĠN ADI BĠLE YOK .................................................................... -.278 Avrupa Ordusu Mücadelesi ................................................... 280 Ġtalya Yeni ġartı Ağzından Kaçırdı mı?.................................. 283 BÖLÜM VI AB'NĠN HUKUKU YOK AB'NĠN HUKUKU YOK .......................................................... 286 30 YĠLLĠK YASADIġI ĠLĠġKĠ.................................................. 287 GEÇMiġTE ĠMZALANAN ANLAġMALAR ........................... 292 RUM BAġVURUSU VE KKTC'NĠN ĠTĠRAZI ........................... 294 BM NE YAPIYOR?................................................................ 296 RUM TARAFININ NĠHAĠ HEDEFĠ ......................................... 299 10 AB KENDi ANAYASASINI ÇĠĞNĠYOR................................... 301 BÖLÜM VIi AB KRĠZ MĠ, ÇÖZÜM MÜ ARIYOR? AB KRĠZ Mj, ÇÖZÜM MÜ ARIYOR? .................................... 305 AB KIBRĠS'Ġ NASIL TANITIYOR? ......................................... 306 TÜRKĠYE'YE ġART, RUM KESĠMĠNE VE YUNANĠSTAN'A DEĞiL .......................................................... 307 TÜRKĠYE RAPORU NASIL?................................................. 310 YARUMKESlMl? ................................................................ 312 AB'NĠN HEDEFĠ TUTTU MU? ............................................... 320 Sik Uyanlar.................................................................................... 320 Brüksel Merkezi'nin Tespitleri ............................................... 322 Rumları Cesaretlendirdi ........................................................ 328 AB Çözümü Değil, Krizi Hızlandırdı ...................................... 329 Son Uyarılar ......................................................................... 330 ABD'nin Kıbrıs Politikası ....................................................... 338 AB'NĠN YALAN RÜZGARI, TÜRKĠYE'NĠN ĠHMALĠ VE SONUÇ ............................................................. 342 RUM KESĠMĠ GERÇEKTEN ÜYELĠĞE EHĠL MĠ? .............. 345 ilerleme Raporlarında Kıbrıs Sorunu..................................... 346 Rum Kesimi Kopenhag Kriterlerine Uyuyor mu? .................... 352 Terörizm, Kara Para ve Kaçakçılık ...................................... 358 BÖLÜM VUl SONUÇ: ĠġTE KIBRIS GERÇEĞĠ SONUÇ: ĠġTE KIBRIS GERÇEĞĠ ......................................... 363 DE GAULLE: ĠKĠ MĠLLETĠ BĠR DEVLETTE BĠRLEġTĠRMEK ĠĞRETĠDĠR .............................................. 364 TÜRKiYE NEREDE HATA YAPIT? .................................... 367 SANAL ÖDÜLE KANMAK GAFLET, DALALET HATTA ĠHANETTĠR .......................... 376 EKLER EK:1 ......................................................................................... 382 KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ'ın DanıĢmanı Prof Dr Mümtaz SOYSAL'm, 11 "Perspektifler" baĢlıklı yazısı (Hürriyet Gazetesi, 13 Temmuz 1997) EK: 2.................................................................................... 383 Yazar Doğan Uluç, Lüksemburg Zirvesi öncesi hem DenktaĢ'ın, hem de kendi isyanını "Kral Çıptak" baĢlığı ile dile getirir (Hürriyet Gazetesi, 4 Eylül 1997) EK: 3............................................................................................. 385 Prof. Mümtaz SOYSAL'ın, tartıĢmalı Katılım OrtakJığı Belgesi'nĠ yorumladığf "ġematik" baĢlıklı yazısı (Hürriyet Gazetesi, 6 Aralık 2000) EK: 4 .................................................................................... 386 Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan'ın KKTC'ye yıllardır uygulanan ambargoyu anlattığı, "Halk, Demokrasi ve DıĢ Politika-2" baĢlıklı yazısı (Radikal Gazetesi, 24 Temmuz 2002) EK: 5 ................................................................................... 388 BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın, "Bayrak-Mayrak" dediği 19 Haziran 2002 tarihli grup konuĢması (Aydınlık Dergisi, 7 Temmuz 2002) EK: 6 ................................................................................... 389 ingiliz Hukukçu Prof. Mendelson'un, Rum kesiminin AB üyeliğinin mümkün olmadığını ortaya koyan mütalaası EK: 7 ................................................................................... 394 Prof. Erol Manisalı'nın "ismail Cem Diye Biri..." baĢlıklı yazısı (Cumhuriyet Gazetesi, 15 Temmuz 2002) KAYNAKÇA......................................................................... 396 12 SADĠ SOMUNCUOGLU 1940 yılında Aksaray'da doğdu. 1962'de Ankara iktisadi ve Ticari ilimler Akademısi'nden mezun oldu, 1957-58 yıllarından itibaren Türk Ocaklan'mn faaliyetlerine katıldı ve fikri yetiĢmesi de bu yıllarda baĢladı. ÇeĢitli devlet memuriyetlerinde bulundu. 1965 yılında Bab-ı Ali'de Sabah Gazetesi'nin çıkarılmasında görev aldı. Türkiye ve Ortadoğu Amme Ġdaresi Enstitüsü'nde Organizasyon ve Metod ile idarecilik kurs ve eğitimi gördü 1967 yıiında aktif siyasete atıldı. MHP Gençlik Kolları Genel BaĢkanlığı yaptı. 1969 yılında MHP Genel idare Kurulu'na seçildi ve 12 Mart 1971'e kadar gençliğin eğitim ve teĢkilatlanması iĢlerini yürüttü. 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar MHP Genei BaĢkan Yardımcılığı görevinde bulundu Devlet, Töre ve Bozkurt dergilerinin yayınında görev aldı. Birçok yazı ve makalesi yayınlandı, yurt içinde ve dıĢında çok sayıda konferans verdi. 1977 yılında Niğde Milletvekili olarak Parlamento'ya girdi. Demirel'in BaĢbakanlığındaki koalisyon hükümetinde Devlet Bakanı olarak görev yaptı. 1980 darbesiyle birlikte tutuklandı ve MHP davasında idamla yargılandıktan sonra beraat etti. 1980-1995 yılları arasında siyasetten ayrıldı. Türk Ocakları Genel Merkez Heyeti Üyeliği ve Türk Ocakları Genel BaĢkanlığı görevlerinde bulundu. 1995 seçimlerinde ANAP Aksaray Milletvekili oldu. 1.5 yıl sonra ANAP'tan ayrılarak, MHP'ye katıldı, Genel BaĢkan Yardımcılığı yaptı 1999 seçimlerinde MHP'den Aksaray Milletvekili seçildi. Bu seçimden sonra kurulan 57 Hükümette Devlet Bakanlığı görevini üstlendi. CumhurbaĢkanlığına aday olduğu için Mayıs 2000'de Devlet Bakanlığı görevinden azledildi. Halen MHP Aksaray Milletvekili olarak görev yapmaktadır. Avrupa Birliği Bitmeyen Yol (Otüken Yayınları/ Mart 2002) ve Gümrük'te KuĢatma (1 Baskı-ATO YayınlarıATemmuz 2002, 2 Baskı Yeni Avrasya Yayınları/Ağustos 2002) isimli kitapları bulunmaktadır 13 SUNUġ TARĠHTEN KURTULMAK!.. Yunan DıĢiĢleri Bakanına göre, Ortadoğu'daki tehlikeli geliĢmeler, Türkiye'ye komĢu ülkelerde yer alan ihtilaller, Ġran'daki istikrarsız durum, Irak'taki Kürt hareketi, Türkiye için kaygı yaratıcı geliĢmelerdi. Üstelik, Türk iç politikası da gergin ve Ġstikrarsız bir yöne kaymaktaydı Bu nedenlerle de Türk hükümeti Kıbrıs sorununun bir çözüme ulaĢması ve Yunanistan'la iliĢkilerin düzeltilmesi ihtiyacı duymaktaydı... Ankara'dakı ingiltere Büyükelçisi, Londra'ya gönderdiği telgrafta, Türk DıĢiĢleri Bakanının TBMM Bütçe Komisyonunda yaptığı konuĢmada, Amerika'nın bu sorunla ilgili olarak Türkiye karĢısında herhangi bir inisiyatif kullanmadığını, tarafsız kaldığını ve üç müttefik ülke arasında soruna çözüm bulunmasını istediğini açıkladığını bildirir. Türkiye'de hükümet her geçen gün kamuoyunun güvenini kaybetmekteydi; iç huzurun sarsıldığı, iç siyasetin çok gerginleĢtiği, ekonomik sıkıntıların arttığı bir dönem yaĢanmaktaydı. Ankara, ABD'nin ekonomik desteğine, dıĢ kredilere büyük ihtiyaç duyuyordu Kıbrıs sorununun Nato'nun doğu kanadındaki iki müttefik ülkeyi savaĢın eĢiğine getirmesi Türk-Yunan iĢbirliğini temelinden sarsıcı bir nitelik kazanması, Batıyı özellikle de ABD'yi rahatsız ediyordu. Bu nedenle Washington, Türkiye'yi sıkıĢtırmaya, Yunanistan'la uzlaĢmaya varacak esnek bir politika izlemesi için diplomatik baskı altına almaya baĢlamıĢtı. DıĢ ekonomik yardırniar da bir bakıma, bu gerginliğin giderilmesi yönünde atılacak ciddi adımlara bağlanmıĢtı. Bugünkü durumumuzu anlattığımızı zannetmeyin Tarihten bazı sayfalar çevirdik sadece, ilk paragraf, 1959 yılının ilk günlerine ait. Türkiye, Yunanistan ve ingiltere arasında Kıbrıs için Londra-Zürih AntlaĢmalan'nm görüĢüldüğü dönem. Türkiye'nin Ġçinde bulunduğu durumu 15 yorumlayan da Yunanistan'ın DıĢiĢleri Bakanı Averoff. ikinci paragrafta anlatılanların tarihi ise 8 Ocak 1959, Londra'ya telgraf çeken ingiliz Büyükelçi Sır Bernard Burrows, bahsettiği de DıĢiĢleri Bakanımız Fatin RüĢtü Zorlu. ĠĢte tarihten bir sayfa daha. Dünya Osmanlı Ġçin "hasta adam" benzetmesini Rus Çarı l. Nikola'nın ağzından duymuĢtur. Peki, l. Nikola'nın, "hasta adamın" mirasını paylaĢmaya kalkıĢtığında Osmanlı'dan aldığı cevap üzerine, "Türk padiĢahının tokadının acısını hala yüzümde hissediyorum" dediğini kaçımız biliyoruz?.. Tarihin tekerrürden ibaret olduğunu göstermek değil amacımız. Gerçekleri bilmenin Önemine iĢaret etmek istiyoruz, özellikle uzun ve köklü geçmiĢi olan sorunlarda... Sanki herĢey bugün ve bir anda ortaya çıkmıĢ gibi davranıp, tarihten bihaber yaĢayarak, nereye varabilir, menfaatlerimizi ne kadar koruyabiliriz? Rus Generali Çarnayeî, "Türkleri yenmek Ġçin önce tarihlerini yenmek gerekir" tespitini yapmıĢ, "Bir de Ģu Türk tarihinden kurtulsak" demiĢti Karen Fogg, meĢhur e-maillerinde... Tarihi silemeyeceklerine göre gerçekte neydi kurtulmak Ġstedikleri?.. Türklere geçmiĢlerini, kutsallarını unutturmaktı elbette kastedilen. Yöneticilerimiz bile artık "duygularımızı aĢmaktan" bahsedip, tarihimizi "geçmiĢteki bazı kötü hatıralar" diye niteiendirebilmektedir. Ne yazık ki düğmeye basılmıĢtır. Bunun neden ve niçinini, Almanya'da Nazilerden kaçtıktan sonra 194060'larda istanbul Üniversitesi'nde görev yapan hukukçuların Hocası Prof. Neumark, gayet özlü anlatmıĢtı aslında; "Sizler farkında değilsiniz ama onlar Ģu gerçeğin farkındadırlar; tarihten Türkler çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arĢivi tam olarak ortaya çıkarsa bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir." demiĢ ve devam etmiĢti: "En az 400 yıl Avrupa'da sırtımızda ve ensemizde at koĢturdunuz. Selçuklular, Anadolu'yu, Osmanlılar Ġse Orta Avrupa ve Balkanları Haçlı Ordusu'na mezar ettiler. Sizi silah Ġle yenemeyenler sizleri kendilerine benzeterek hâkimiyet sağladılar. Sizler gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa'nın refahı ve medeniyeti yıkılır." insanlar geçmiĢlerini, milletler tarihlerini yok sayabilir mi? Ne yazık ki, böyle bir tehlike ile karĢı karĢıyayız. Yok saymamızı istiyorlar, hatta silmek istiyorlar. Biz geçmiĢimizden koptukça, buldukları her fır- 16 satta tarihimizi önümüze getirip, hesap sormaya kalkıyorlar. Kendileri beĢikten mezara, din görevlisinden, toplumun bütün kesimlerine kadar tarihlerini canlı tutup, ideallerini adım adım gerçekleĢtirirken, biz kah tarihten utandığımız, kah bunu Ģovenlik olarak gördüğümüz daha doğrusu böyle olması gerektiği bize telkin edildiği için geçmiĢ, gelecek bağlantısını kurup, milletimizin hak ve menfaatlerini koruyacak bîr perspektif oluĢturamıyor, oluĢturamaz hale geliyoruz. Oysa en değersiz otun bile bir kökü, beslendiği bir daman yok mudur? Onu kopardığımızda, tüm imkanları sağiasak bile kaç gün yaĢatabiliriz? Milletler de böyledir. Eğrisiyle doğrusuyla, günahıyla, sevabıyla kökleri, kutsalları, dokunulmazları vardır. Vatan, egemenlik, bayrak gibi... Tarihin her sayfasında yeri olan acaba baĢka bir mület var mıdır? Ya da kutsalları için çocuğunu davul zurna ile ölüme yollayabilen? ġimdilerde birileri askerimizi "ihraç ürünü", bayrağımızı "mayrak" gibi görse de, Özgürlük Ģampiyonları "egemenlik düĢmanlığı" yapsa da, tarihi unutup, gerçekleri "sendrom" alaycılığına indirgese de, bu milleti millet yapan kutsalları yok mudur? iĢte daha dün kadar yakın tarihi Ġle bir baĢka kutsalımız, Kıbnsımız, yavru vatanımız.. Ana yavrusundan vazgeçer mi?...Kah silahla, kah îüm dünyayı karĢımıza dikerek vazgeçirmeye çalıĢtılar, çalıĢıyorlar. ġimdilerde de tehditle, gözdağı Ġle, illa da geçmiĢten kopararak almaya çalıĢıyorlar. Cihan Devleti Osmanlı'nın nasıl paylaĢıldığını unutup, kaybettiğimiz vatan topraklarında kalan insanların da nasıl katliama ve yok edilmeye terkedildiğini görmek isteyenlerin ibretle bakması, bilmesi gereken canlı bir örnektir Kıbrıs. Ayrıca ülküsüz insanların istismar edildiği gibi ülküsüz milletlerin nasıl sömürüldüğünü anlatan bir acı gerçek ve bedeli büyük bir tecrübedir de . Kıbrıs, azmin, inancın, ülkünün ve politikanın baĢarısının aynasıdır aynı zamanda Ama bizim için değil. 150 yıl gibi, tarih içinde damla kadar olan bir sürede, üzerinde hiçbir hakkı olmadığı halde adanın üçte Ġkisini ele geçiren, Ģimdi de kalan üçte birlik bölüm için iek bir yumruk halinde mücadele veren Yunanistan'ın hikayesidir. Böyle bir mücadele karĢısında, her kafadan ayrı sesin çıktığı, hatta Rum ve Yunandan daha Ġleri görüĢleri savunanların bulunduğu, tarihi gerçekler hakkında ortalama bilginin dahi verilmediği bir görüntü ile baĢarılı olmak 17 mümkün müdür? Yunanlıların, Türkler'den farkını yıllarca düĢünen ve sonunda bulan Prof. Dr Suat Bilge veriyor bu sorunun cevabını: "Yunanistan'da Yunan milliyetçiliği ile Ortodoks Kilisesi ÖzdeĢleĢmiĢ, Devlet ve hükümet politikaları, papazların önderlik ettiği Yunan milliyetçiliğinin etkisi altında; Kilise devlet yönetiminde etkiü olduğu sürece bu böyle sürer gider." Sorunu biz yaratmıĢız, Türküyle, Rumuyla. Ada'dakı insanları biz katletmiĢiz, anlaĢmaları, hukuku biz ayaklar altına almıĢız gibi onlardan önce bizden birileri "çözüm bulun" diyor. Mesulü olmadığımız sorunu nasıl çözeceğiz, nedir çözüm "ver-kurtul!" mu? Kendi aydınımız, Adada yıllardır barıĢı ve güvenliği sağlayan askerimize "iĢgalci" diyebildikten sonra, karĢımızdakilere hangi haklılığımızı, nasıl anlatacağız? Topyekün tarih seferberliği mı Ġlan etmemiz gerekiyor? Çok geriye de gitmeye gerek yok, iĢe ingiliz belgeleri Ġle baĢlayabiliriz mesela. Londra-Zürih antlaĢmaları imzalanırken, Kıbrıs'ın, "Türkiye'nin ve Yunanistan'ın birlikte üye olmadıkları veya bu iki ülkenin izni olmaksızın herhangi bir devletle, tamamen veya kısmen, herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe girmesini engelleyen" hükümlerin konulmasını isteyen tarafın Yunanistan olduğunu biliyor muyuz? Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası'nda CumhurbaĢkanı Yardımcısına tanınan "veto" yetkisini sadece dıĢ politika,savunma ve Ġç güvenlik alanlarını kapsamasını isteyenin, bunu sonuna kadar destekleyen ve bunun bir denge unsuru olacağını söyleyenin yine bizzat BaĢbakanı Karamanlis olduğundan haberimiz var mı? Bu tarihi tespitleri bugünkü gerçekler ıĢığında değerlendirdiğimizde görüyoruz ki, Yunanistan, Ada'nın tarihi geliĢimi baJomrndan Türkiye'ye daha yakın olduğunu bilmektedir ve elinden gidebileceği endiĢesiyle sözkonusu tedbirlere ihtiyaç duymuĢtur. Bugün anlaĢılması zor olsa da, o günkü gerçekleri ve kabulü göstermesi açısından yeterince dikkat çekici ve anlamlı değil midir? Yunanistan'ın bu çabası dahî Ada üzerindeki hakkımızı ve bunu Yunanistan'ın biie kabul ettiğini tüm açıklığıyla göstermemekte midir? Ancak geçen 40 yılda, Ada, Yunanistan'a yaklaĢmıĢ veya îopyekün bir çaba ile yaklaĢtırılmıĢ, ne acı ki, Türkiye de, Yunanistan'ın kendisi için koydurduğu o tedbirlere baĢvurarak, Kıbrıs'taki hak ve menfaatlerini savunacak duruma dü - 18 sürülmüĢtür. Bu geçmiĢi bilmediğimiz, olayları sadece bugünü ile değerlendirdiğimiz içm de anlaĢmalarda yer alan sözkonusu maddeleri kendimizin koydurduğunu zannedip, "yöneticilerimiz ne kadar ilen görüĢlüymüĢ" diyoruz. Ne acıdır ki bu kadar kısa sürede gelinen noktada baĢarı, basınından gençliğine, kilisesinden iĢadamı ve aydınına kadar megalı ideayı benimseyip, onun için çalıĢan Yunanistan'ın olmuĢtur. Hedefi, ülküsü, Ġdeali olanlarla olmayanlar arasındaki mücadelede kaçınılmaz akıbet böyle oluyormuĢ dedirtircesine!. Garanti AntlaĢması'nda yer alan "müdahale hakkı"nı sahiplenen ve savunanın da Yunanistan olduğunu vurgulamamız gerekmektedir. Bu maddenin hazırlanması sırasında Rum Lider Makarios'un tereddütlerini Yunanistan BaĢbakanı Karamanlis gidermiĢ ve Makarios'a, "Hata yaptığı takdirde garantör ülkelerin müdahale hakkının doğacağını, anlaĢmalar gereği gibi uygulandığı sürece böyle bir müdahaleye gerek kalmayacağını" anlatmıĢtır iĢte anlaĢmalar ayaklar altına alındığı, soykırım planları hazırlanıp, uygulandığı için Türk askeri Ada'ya çıkmıĢtır. Ama bugün Yunanistan baĢta olmak üzere, AB ve de içimizden bazıları Türk askerine "iĢgalci" diyebilmektedir. Tüm bunları yok sayıp. Ada'da adım adım enosisi gerçekleĢtiren tarafın Yunanistan ve Rum tarafı olduğunu, soykırım planı Akritas'ın hala yürürlükte bulunduğunu unutacak mıyız? Yıllarca Kıbrıs'ta görev yapmıĢ ve Kıbrıs'la ilgin kitaplar yazmıĢ ingiliz tarihçi Sir H. Luke, daha 1958'de "Kıbrıs sorunun Kökeninde, Yunan yayılmacı emellerinin bulunduğunu, ingiltere'nin özerklik önerilerinin enosisi önleyebileceği düĢüncesiyle de Rumlar tarafından devamlı reddedildiğini, Makarios'un kendisini Kıbrıs'ı düz bir tabak içinde Anavatan Yunanistan'a sunan kiĢi 'olarak gördüğünü" yazmıĢken, bugün nasıl olmuĢ da sorunun müsebbibi Türkler gösterilir hale gelinmiĢtir? iĢte kitabımızda Kıbrıs'ta bir tarihi perspektif sunarken, bu süreci, ağırlıklı olarak Kibns-AB-Yunanistan üçgeninde yaĢananları anlatmaya çalıĢtık. Rum kesiminin AB üyeliğinin "dolaylı enosis" olduğunu tüm akıl, vicdan ve Ġnsaf sahipleri kabul ederken, "hukukun, insanî ve ahlaki değerlerin" merkezî olarak sunulan AB'nin ıkı yüzlülüğünü ve hukuk tanımazlığını kendi belgelerine dayanarak ortaya koyduk Bu arada böylesi milli bir davada yanlıĢlarımızı, daha doğrusu politikasızlığımızı da 19 objektif olarak yansıtmak istedik. ġunu gördük ki, karĢımızdaki bu güçlü blok ile mücadele ederken, kendimizi de sorgulamamız artık kaçınılmaz hale gelmiĢtir. Çünkü Yunanistan, halkıyla bütünleĢerek, her zeminde Kıbrıs Rum kesiminin menfaatlerini savunup, sözcülüğünü yaparken, onların söylemediğini, söyleyemeyeceğini bizden birileri söyleyip, "Türkiye devreden çıksın. Kıbrıslı Türkler Türkiye'yi istemiyor" diyebiliyorlar. Hangi ve nasıl bir mantığın ürünü olduğu anlaĢılamayan bu tutumun, karĢımızdakileri daha da cesaretlendirmesi normal değil midir? Öyle olduğu için de bugünkü DıĢiĢleri Bakanımızı beğenmeyip, yerden yere vurma hakkını kendilerinde görüyor, daha da ileri gidip, "daha kötüsü olamazdı" Ġddiasında bulunabiliyorlar. Ya da DrĢiĢleri Bakanımız, cümle alemin bildiği Yunanistan'ın terörle bağlantılarını hatırlattığında, pervasızca, "Eski bakan olsaydı bunları söylemezdi" yorumunu yapabiliyorlar. Artık devletlerarası iliĢkilerin gereği olan asgari saygıyı bile muhafaza etmeye gerek görmeyenler, bu hakkı ve cüreti nereden almaktadırlar? Elbette ki bizim dağınıklığımız, basiretsizliğimiz ve beceriksizliğimizden...Hepsinden önemlisi de yöneticisiyle, halkıyla tarih Ģuurundan yoksun oluĢumuzdan. SavaĢ meydanında kazandıklarımızı masada kaybetme yolundayız, farkında mıyız?... Sadi SOMUNCUOĞLU 20 Temmuz 2002/Ankara 20 BOLUM l KIBRIS: AKDENĠZ'DE SÖNMEYEN FENER (*) COĞRAFYASINA MAHKUM BĠR TARĠH Kıbrıs Adası coğrafî bakımdan Anadolu'nun bir parçasıdır. Güneyde Mısır kıyılarından 370, kuzey-batıda Rodos'tan 400, Girit'ten 500 ve de Yunanistan'dan 800 kilometre uzakta olduğu halde, Anadolu kıyılarından sadece 70 kilometre mesafede bulunmaktadır. Bu yüzden olmalı ki, tarihî devirlerden beri Anadolu'da kuruîan yönetimler, burada siyasî birliği sağladıktan hemen sonra Kıbrıs Adası ile ilgilenmiĢlerdir. Ada, 9 bin 251 kilometrekare yüzölçümü ile Doğu Akdeniz'in en büyük, Sicilya ve Sardunya'dan sonra da, Akdeniz'in üçüncü büyük adası olup, çok eski ve çok zengin bir tarihe sahiptir. Kıbrıs, adaya adına veren zengin bakır madeni yataklarından dolayı ekonomik, Suriye, Mısır ve Anadolu kıyıları arasındaki konumu itibariyle de coğrafik açıdan, daha i!k çağlardan itibaren büyük önem kazanmıĢtır Kıbrıs tarihi, Milat'tan çok öncelere kadar büyük bir açıklıkla bilinmekledir Ada M.Ö. 15'inci yüzyılda, Hitit egemenliğinde bulunuyordu Hitit egemenliği MÖ. 1450 yılında Mısır ile yer değiĢtirir ve adaya M.Ö.450 yılına kadar Mısırlılar egemen olur. M.Ö. 1320 yılında bir ara tekrar Hitit egemenliği altına girer, daha sonra sırası ile Finike, Asur, * Kıbrıs'ın tarihi ve olayların geliĢimi ile Ġlgili bilgiler, "www.kibris.gen.tr/turkce/ tarihce,htm, www.kibris.gen.trÂurkce/index.hîml,www,kibris.gen.tr/sorun/ ge{isimgeliĢim.html,www.kibris.gen.tr/turkce/sorular/soru 001-090.html" sitelerinden alınmıĢtır 21 tekrar Mısır, Persier, Photomeler, Roma ve Bizans, egemenlikleri görülür. Ada, M.S. 395'de Bizans, 638 yılında Ġse islam komutanlarından Ebubekir'in Kıbrıs'a çıkmasıyla önce önemli yerleri, 647'de de Halife Osman zamanında da, bütün Ada islam egemenliğine geçer. Halîfenin ġam valisi olan Muaviye. 650 yılında bir sefer düzenleyerek, Ada'da Ġslâm hakimiyetini sağlar. Bu seferin en önemli yanı, Müslümanların denizlerdeki hakimiyetlerinin baĢlangıcı olmasıdır. Üç asır kadar devam eden bu dönemde Kıbrıs'ta üretim artar ve ada ticaret sayesinde oldukça geliĢir. Kıbrıs, 965'te Bizanslıların eline geçer, böylece Bizans imparatorluğu için, Doğu Akdeniz'deki konumunu güçlendirecek olan Suriye yolu açılır. Bu dönemde Kıbrıs, 1096 yılında l. Haçlı Ordusuyla gelip, bölgenin Müslüman-Türk hakimiyetleri arasında sıkıĢıp kalan Haçlılara gönderilen Bizans ve Latin yardımlarının ulaĢtırılması bakımından bir üs vazifesi görerek, yeniden önem kazanır. Bu dönemden sonra ada çok çeĢitli çatıĢma ve savaĢlara sahne olur. Selahaddin Eyyûbî'nin Kudüs'ü fethetmesi üzerine. 1189 yılında düzenlenen III. Haçlı seferi sırasında Kıbrıs'ta Haçlı krallığı kurulur. Bu tarihlerde Anadolu, Selçuklu Türklerinin Ġdaresindedir. Selçuklu sultanları fetihler Ġle ülkenin siyasî Ġstikrarını sağlamak yanında, Türkiye'nin Batı-Doğu, Kuzey-Güney istikametinde uzanan baĢlıca iki ticaret yolunu egemenliklerine almayı amaçlıyorlardı. Selçukluların, ülkelerinde milletlerarası ticareti geliĢtirmek Ġçin çok önemli giriĢimlerinden birisi, batılı Hıristiyan tüccarlara, Ġmtiyazlar tanıyan ahidnâmeler vermeleridir ve ilk o/arak, Antalya'nın fethinden sonra l. Gıyaseddin Keyhusrev tarafından, Kıbrıs kralları ve Venedikliler için düzenlenir. Kıbrıslı tacirler, Antalya'nın fethinden önce de, verimliliği, ürünlerinin çeĢitliliği ve coğrafîk konumu nedeniyle ticarete çok uygun bir durumda bulunan Anadolu'ya sık sık geliyorlardı. Kıbrıs kralları, özellikle gıda maddesi ihtiyaçlarını karĢılamakta bağımlı oldukları Türkiye'nin, güneydeki giriĢ kapısı olan Antalya'nın fethi sırasında, Selçuklular'a karĢı, Ģehrin hakimine yardım ederler. Ancak fetihten sonra, ekonomik mecburiyetler ve karĢılıklı ticarî menfaatler dolaylıyla, bu düĢmanlık bir tarafa bırakılarak, iki ülke arasında bir ticaret anlaĢması imzalanır. Bu dönemde. Türkiye Selçuklu Devleti Ġle Kfbrrs Haçlı Krallığı arasmda ya da Kıbrıs vasıtasıyla batıdan Türkiye'ye. 22 Türkiye'den batıya ihraç ve ithal edilen mallar Ģunlardır Yun, pamuk, pamuklu dokumalar, ipek ipekli kumaĢlar, kenevir, yünlü kumaĢların boyanmasında kullanılan ve Avrupalılarca çok rağbet gören Ģap, kırmızı böceği, kök boyası, meĢe mazısı ve diğer boya maddeleri Ġle ladin zamkı, balmumu, meyve, kuru üzüm. deri, Ankara keçisi tiftiği, Bursa ve Antalya sabunları ve halılar Türkiye'den ihraç ediliyordu. Sultan Keykubat'ın 1220 yılında Venedikliler ile yaptığı anlaĢmaya göre, altın, gümüĢ, kıymetli taĢlar ve buğdayın Türkiye'ye ithali tamamen serbestti ve gümrük muafiyeti vardı. Sonuç olarak, Kıbrıs adası, Batı ile ticaret iliĢkilerinde, filolarının yetersizliği sebebiyle Kıbrıs'tan öteye gidemeyen Türk tüccarları ile, Türkiye topraklarına kadar ulaĢamayan Batılı tüccarlar için bir köprü görevi yapar, her iki ülke de, uluslararası ticarette oynadıkları bu faal rollerin ödülünü, ülkelerinin kalkınmasında ve sosyal hayatlarının canlanmasında görürier Yeniden Ada'nın stratejik önemine dönersek; Haçlı seferlerinin baĢlamasından sonra Bizans'ın idaresi altındaki topraklar Latınlerin eline geçer ve Türk-lslâm dünyasına yönelik saldırılarda, haçlıların hareket ve iaĢe merkezi olur. Seiçukiu-Kıbrıs iliĢkisi, tarih boyunca devam eden Anadolu-Kıbrıs iliĢkisinin bir halkasıdır. Anadolu birliğini kuran Türkler, Anadolu'nun siyasî ve ticarî güvenliği için ada ile yakından ilgilenirler, Anadolu'dan. Suriye ve Mısır'a yönelik askerî faaliyetlerin merkezi yapılır. Öyle ki, Anadolu'daki siyasi istikrar veya tersi geliĢmeler adaya hemen yansır. Haçiı seferleri ve fetret devirleri sırasında Ada, Anadolu Ġçin tehlike merkezi haline gelirken, Anadolu'da birlik ve bütünlüğün kurulduğu dönemlerde ise Anadolu'ya bağlı olur. Görüldüğü gibi jeopojıîik durumundan doiayı Kıbrıs, tarih boyunca, Anadolu için önemli bir yer niteliğinde olmuĢ, Anadolu. Suriye ile Mısır arasında askerî ve ticarî bir üs olarak kullanılmıĢtır. Anadolu Selçukluları, Karamanoğullan ve Akkoyunlular Kıbrıs'la siyasî ve ticarî iliĢkide bulunmuĢlar, Osmanlılar da 1488 tarihinden itibaren adayla yoğun olarak ilgilenmiĢlerdir. Mısır'ın fethi, adanın Osmanlı topraklarına katılma sürecini hızlandırmıĢ, sırasıyla Limasol, Tuzla, Girne, LeîkoĢa ve Mağusa Osmanlı topraklan arasına katılmıĢtır. Lala Mustafa PaĢa, Riyale PaĢa, Kaptan Ali PaĢa, Muzaffer PaĢa Canpolat Bey, Anadolu, Ka- 23 raman, Sivas, MaraĢ beylerbeyleri adanın fethinde bulunmuĢlardır. Osmanlı Devlet/ her fethettiği ülke gibi Kıbrıs'ta da Türk adalet ve idarî düzeninin sağlanabilmesi için bir takım tedbirler alır. Bunların baĢmda kanunlarının düzenlemesi, vergi sisteminin Ġslâm ve Türk Örfî hukuku çerçevesinde ıslah edilmesi gelir. Müslüman olmayan halka daha Önce konulmuĢ pek çok vergi, Osmanlı Türkleri tarafından zulüm olarak nitelendirilerek, kaldırıfırveya çok aza indirilir. Bu düzenlemelere paralel olarak bir de iskân politikası yürütülür. Kıbrıs adasına Türklerin iskânı, buranın Batı'nın Anadolu'ya karĢı bir üssü olmasını engellediği gibi, ekonomik açıdan da değer kazanmasını sağlar. Kıbrıs Türkferîntn Kökeni Kıbrıs Türklerinin kökeni Anadolu'daki Türk Halkıdır. Kıbrıs'ın fethinden sonra adanın geliĢmesi için üretici nüfusa ve sanatkara Ġhtiyaç olduğunu gören PadiĢah 2. Selim, adada kalan 20 bin civarında askerin yanısıra 10 bin civarında sanatkar ailenin de Kıbrıs'a gönderilmesini kararlaĢtırır. Bu amaçla çıkarılan bir "Sürgün Hükmü"ne dayanılarak, Anadolu, Karaman, Rum ve Dulkadir Kadıları Ģehir ve kasabalarda oturan zenaat ve meslek sahipleri arasında seçme yapılarak, her on haneden bir hane Kıbrıs'a gönderilir. Bu meslek sahipleri içinde ayakkabıcılar, terziler, dokumacılar aĢçılar, mumcular,semerciler, nalbantlar, bakkallar, demirciler, dericiler, taĢçılar, kuyumcular, yapıcılar, kalaycılar ve kazancılar baĢı çeker, Ada'da kısa sürede ekonomik yaĢama büyük bir canlılık gelir. Yunanistan ise daha Osmanlı egemenliği altında olması nedeni ile Rumları kıĢkırtacak durumda değildir. Megali Idea fikri ortaya atılana kadar, iki halk Osmanlıların adil yönetimi altında barıĢ içinde bir arada yaĢar. Adadaki iki halkın barıĢ içinde bir arada yaĢadığı tek dönemin, fiilen Osmanlı idaresi altında yaĢanan bu 307 yıllık dönem olduğu bilinmektedir. Orta Doğu politikası uzmanlarından ingiliz Profesör.Clement H. Dodd, Kıbrıslıların kökenini anlatırken, Ada'nın gerçek sahibinin Türkler 1 olduğunu dolaylı da olsa teyid eder ve Ģu tespitlerde bulunur: "Aslında Kıbrıs probleminin birçok Özelliği Kuzey irlanda'da gö1} Kıbns Meselesr-Güncel Bir BakrĢ, sf.2 24 rülebıiır Yüzyıllar önce ingiliz hükümranlığı zamanında irlanda'ya yerleĢmiĢ olan Protestan Anglo-lskoçlarm torunları Eıre Cumhuriyetı'nın kendi topraklarında hiçbir hak iddia edemeyeceğini öne sürmektedirler. Kıbrıslı Türkler de Kıbrıslı Rumiar için aynı Ģeyi hissetmektedir. Bunlar, adanın sahibi Venediklilere karĢı kazanılan son Osmaniı zaferinin ardından oraya yerleĢen Türklerin torunlarıdır. 18 ve 19 yüzyıllarda, Rum nüfusunun Türklere oranı onları azınlık konumundan çoğunluk konumuna getirecek Ģekiîde yükselmiĢtir. 1878 yılında, ada ingiliz hakimiyeti altına girdiği dönemlerde, Türklerin toplam nüfusun dörtte birini, 1960 yılında Ġse beĢte birini oluĢturduğu sanılmaktadır" Kıbrıs Rumlarının Kökeni Kıbrıs'ın ilk yerü halkı Anadolu'dan gelmiĢtir. Ve. tarihte hiçbir zaman Kıbrıs, Yunanistan'ın egemenliğine girmemiĢtir Bunun yanında tarihte hiçbir zaman Yunanistan'dan. Kıbrıs'a büyük çapta bir göç de olmamıĢtır. Öyleyse Rumlar niye kendilerini Yunan saymaktadır? Kıbrıs Anadolu'nun doğal bir uzantısıdır Jeolojik dönemin birinci zamanında Anadolu'nun Hatay bölgesine bitiĢik olduğu belirtilen Kıbrıs'ın, ikinci ve üçüncü zamanlarda oluĢan çökmelerle Anadolu'dan koptuğu, Ada'da Anadolu'da yaĢayan cüce fi! fosillerinin ve yine Kıbrıs'taki kazılarda bulunan vazolarla, Anadolu'da ortaya çıkarılan vazolar ve evlerin birbirine benzerliğinin bunun kanıtı olduğu bildirilmektedir. Bundan hareketle, Ġlk yerli halkın kesinlikle Anadolu'dan geldiği söylenmektedir. Kıbrıs tarihte; Hititler, Mısırlılar, Fenikeliler, Asurlular, Persler, Romalılar, Araplar, Bizanslılar, Templer ġövalyeleri, Luzinyanlar, Cenevizliler, Venedikliler. Osmanlılar ve ingilizler tarafından yönetilmiĢtir, iĢte Anadolu'dan gelen yerli halkla, Kıbrıs'ı iĢgal eden bu ulus ve kavimlerin karıĢması sonucu, tarih içinde ortaya melez bir halkm çıktığı bu melez halkın zaman içinde denizci bir kavim olan MĠkenlerm kültürel etkisi altında kaldığı kaydedilmektedir. Yunanlılar, MĠkenlerĠ Helen ırkından saymaktadır Ayrıca Kıbrıs'ın Roma imparatorluğunun egemenliğine girmesinin ardından, M.S. 46 yılında St. Paul Kıbrıs'a gelerek, Hıristiyanlığı yaymıĢtır. Bizans döneminde ise resmi dilin Yunanca, resmi dinin da Ortodoks Hıristiyanlığı olması ve bunların Kıbrıs'taki 25 melez yerli halka da zorla kabul ettirilmesi, bu insanların kendilerini zamanla Yunanlı olarak görmesine yol açmıĢtır. Sonuç olarak, Anadolu'dan gelen adanın esas yerli halkının, zaman Ġçinde Kıbrıs'ı ĠĢgal eden kavimlerle karıĢarak melezleĢtiği, Bizans döneminde de Bizans'ın dinikültürel etkisi ile kendini Yunanlı görmeye baĢladığı ifade edilmektedir. MECALĠ ĠDEA NEDĠR? Megali tdea, kelime anlamı ile "Büyük ideal, büyük fikir" demektir. Bu fikre ve ilkeye göre, 1453'de Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilen Ġstanbul tekrar ele geçirilecek, Yunanistan, Girit, Rodos, Kıbrıs, Anadolu ve iskenderiye'ye kadar olan topraklar iĢgal edilerek, bir Helen imparatorluğu olarak kabul edilen büyük Bizans imparatorluğu kurulacaktır. Bu imparatorluğun baĢkenti ise eski Bizans'da olduğu gibi hala "Konstantinapolis" diye andıkları istanbul olacaktır. Megali Idea fikri ilk kez Rigas Ferreros adlı bir Rum tarafından gündeme getirilmiĢtir. Rigas Ferreros, bu amaçla Ġlk Megali Idea haritasını 1791-1796 yılları arasında BükreĢ'te hazırlamıĢ ve 1796 yılında Viyana'da yayınlamıĢtır. Megali Idea'nın yaĢatılması ve nesilden nesile aktarılması görevini, Rum Ortodoks kilisesi ve Ortodoks mezhebinin merkezi olan istanbul'daki Patrikhane üstlenmiĢtir. Kilise, bu amaç ve eylemleri gerçekleĢtirmek için de Osmanlı Ġmparatorluğu'nü n kendisine tanıdığı geniĢ hoĢgörüden yararlanmıĢtır. Örneğin 1754 yılında PadiĢahın yayınladığı bir fermanla, BaĢpiskopos, adanın ikinci politik ve nüfuzlu kiĢisi olma hakkını kazanmıĢtır. Bu tarihten Ġtibaren BaĢpiskopos'a "Ulusal Lider" anlamına gelen "Etnarh" denmeye baĢlanmıĢtır. Megali Idea çerçevesinde, 1821 yılında Mora isyanı patlak vermiĢ ve Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra Megali Idea haritası Ġçinde yer alan topraklan ele geçirmek üzere faaliyete baĢlanmıĢtır. Nitekim daha sonra Girit, Rodos, 12 adalar ve diğer Ege adaları ele geçirilmiĢ, Anadolu'ya asker çıkarılmıĢtır. Yunanistan ve kilise, bu çabalarında baĢta ingiltere ve Çarlık Rusya'sı olmak üzere, Batılı ülkeler tarafından daima desteklenmiĢtir. Enosis Nedir? Enosis, Megali Ġdea hedefi çerçevesinde Kıbrıs'ın Yunanistan'a 26 bağlanmasıdır. Kelime anlamı "ilhak" olan Enosis, ıtk MegalĠ Idea haritasının çizildiği 1791 yılından beri gündemdedir. Bu bir anlamda, Kıbrıs sorununun da baĢlangıç tarihidir. Enosıs fikri resmen Ġlk kez Yunanistan'ın, 18 Ekim 1828 tarihinde ingiltere, Rusya ve Fransa'ya bir nota vererek, adanın kendisine bağlanmasını istemesi ile ortaya çıkmıĢtır. Yunanistan, Kıbrıs'ı 30 Aralık 1918 yılında da talep etmiĢtir. Birinci Dünya SavaĢından sonra Paris'te toplanan BarıĢ Konferansı'na Yunanistan'ın toprak isteklerini sunan Yunan BaĢbakanı Venizelos'un listesinde, Kıbrıs da dahil, Ģu bölgeler yer alıyordu: 1. Batı Anadolu {izmir, Bursa, Çanakkale, izmit ve civarı) 2. Pontus (Trabzon, Sivas, Kastomonu ve civarı) 3. Kuzey Epir {Güney Arnavutluk) 4. Kıbrıs. Rodos, Meis, Girit. Bozcaada ve imroz 5. Batı ve Doğu Trakya K'brrs'ta Yunan kilisesi, Patrikhane ve Yunan Hükümeti tarafından desteklenen Enosis hareketi, bu ideali gerçekleĢtirmek için 1821 yılından itibaren Türk halkına saldırılar düzenler. Çünkü Türk halkı, Enosis'in önündeki en büyük engel olarak görülmektedir. Bu engeli ortadan kaldırmak için de 1895, 1912 ve 1955-74 dönemlerinde saldırılar ve katliamlar yapılır. Enosis fikrinin 1918'lerde Rum çocuklarına nasıl aĢılandığını, bir Rum yazar olan Tenekides Ģöyle açıklamıĢtır: "Rum okulları Helen düĢüncesini yaymak amacı ile kullanılıyordu. Rum öğretmenler, çiçeklerle çerçevelenmiĢ Yunanistan'la birleĢmelerini temsil eden armağanları Vali'nin kasabaları ziyareti sırasında verirken, mızraklı bir alay gibi sıraya sokulan öğrenciler, önceden öğretilmiĢ olan (YaĢasın Enosis) çığlıkları atıyordu..." Orta Doğu uzmanı Prof. Clement H. Dodd'un, Megali idea ve 2 Enosis ile ilgili düĢünceleri ise Ģöyledir: "Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs'ın, Batı aleminin Doğu'yla sınır teĢkil ettiğini öne sürdükleri Helen dünyasının bir parçası olduğu yolundaki MegalĠ Ġdealarım, Enosis yoluyla gerçekleĢtirmek istemiĢlerdir. Ancak aynı zamanda da Helen dünyasının, eski Yunan geçmiĢiyle özdeĢleĢmesi 2) Kıbrıs MeselesĠ-Güncel Bir BakıĢ, sf 4 27 sebebiyle. Batı'nın entelektüel ve kültürel çekirdeğini teĢkil ettiğini ileri sürmüĢlerdir. Türkler ise Konstantinople'ı alarak, Bizans imparatorluğu'nü yıkarak, barbar Doğu'nun Ġlk planda vücut bulduğu kiĢilik olarak görülmüĢtür. Bu yüzden, bugüne kadar Yunanlılar Türkleri en büyük potansiyel düĢman konumuna oturtmuĢlardır. Ancak Türkler, bu konuda Yunanlardan daha rahat bir tutum içindedirler. Çünkü 1 .Dünya SavaĢı sonrasında, KurtuluĢ SavaĢı döneminde Yunanlıları büyük bir yenilgiye uğratmıĢlardır. Her Ģeyden öte, Türkiye Ģu anda Yunanistan'dan daha kalabalık bir nüfusa ve daha büyük bir güce sahiptir." 1821 Mora Ġsyanı ve ilk Enosis Bildirisi Yunanistan'ın bağımsızlığına kavuĢmasından sonra uyguladığı bu yayılmacı ve hegemonyacı politika, bir buçuk asırdır Kıbrıs'ta yaĢanan huzur ve barıĢı da ortadan kaldırır. Mora isyanının baĢlamasından sonra, Kıbrıs'ta Kilise, isyan hazırlığı yapar ve öncelikle ayinlerde, kiliseye bağlı ruhban okullarında yoğun bir propaganda ve beyin yıkama faaliyetine giriĢir. Bu arada 19 Haziran 1821'de Filiki Eteriya'nın liderlerinden Konstentin Kanaris, Kıbrıs'a gelerek, Ġsyanın propagandasını yapar, bildiriler dağıtır, Yunanistan'daki Ġsyancılara götürmek üzere para, silah, yiyecek toplar. Bunun ardından, BaĢpiskopos Kiprîanos, kiliseleri birer silah deposu haline getirir. Ayaklanma için çeĢitli bölgelerdeki kiliselere mektuplar gönderir, ayaklanmanın nasıl olacağını anlatır, isyan hazırlığı, Dimitrî adlı bir Rum'un, Osmanlı Valisi Küçük Mehmet PaĢa'ya yazdığı ihbar mektubu ile ortaya çıkar. Vali Küçük Mehmet, bu ihbar üzerine kiliseleri basarak, isyan Ġçin depolanan silahlara ve saldırı aletlerine el koyar, isyanın elebaĢılarından kimisini idam eder, kimisini sürgüne veya hapse gönderir. Dimitrî adlı Rumun Valiye gönderdiği Ġhbar mektubu Ģöyledir: "Paskalya gecesi saat altıda LefkoĢa'da top atıĢı olacaktır. BaĢpiskopos Kiprianos, Rumca yazılmıĢ mektubunu kendi adamına vererek adı geçen köyde (Ayanni) kilisede okutmuĢtur. Bu mektuba göre, top atıĢı duyulduğu vakitte, bütün Hıristiyanlar harp silahlan Ġle LefkoĢa'ya hücum edeceklerdir. Tüm adayı almak için birlikte hareket ederek, sözleĢmelerini öneren BaĢpiskopos'a göre, Hıristiyanlar, LefkoĢa'y" da ele 28 geçirdikten sonra, bütün Müslümanları katledip ortadan kaldıracaklardır Bu konuyu Hmstiyanlara kesin olarak bildirip tembih eden adı geçen mektubu diğer köylere de yollayıp okutmuĢtur" Görüldüğü gibi daha Osmanlı döneminde tüm Türklerin katledilmesi tasarlanmıĢtır. Vali Küçük Mehmet'in sürgüne gönderdiği bir kısım papazlar, 1821 yılı sonlarında Roma'da toplanarak, ilk Enosıs bildirisini yayınlarlar ve tüm Hıristiyan Krallarına çağrıda bulunarak. Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı için yardımcı olmalarını isterler. KIBRIS'IN ĠNGĠLTERE'YE KĠRALANMASI Osmanlı Devleti, 1853-1856 tarihleri arasında üç yıl devam eden Kırım SavaĢı'nda ingiltere, Fransa ve italya ile iĢbirliği yaparak, Rusya'ya karĢı galip gelmiĢti. SavaĢ sonunda 1856 yıiında yapılan Paris AnlaĢması'yla Osmanlı Devleti, Avrupa Devletler Hukuku kapsamında değerlendirilerek, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü garanti altına alınır. Böylelikle Osmanlı Devleti, 18 yüzyıldan beri gittikçe artan Rus baskısından kısa bir süre için de olsa kurtulur. 19. yüzyılın sonlarında dönemin iki sömürge imparatorluğu olan Ġngiltere ile Rusya, Ortadoğu'daki menfaatleri bakımından birbirleriyle büyük bir çatıĢmanın içine girerler. Rusya nihaî hedefi olan istanbul'a girmek ve Boğazlan almak düĢüncesinin yanısıra, Kafkasya üzerinden iskenderun ve Basra Körfezleri'ne inmeyi de tasarlıyordu. Ancak Rusya'nın bu politikası, Osmanlı DevletĠ'nin güneyini hayatî bölge olarak gören ingiltere'nin menfaatlerine uygun düĢmüyordu 1875'de baĢlayan Hersek Ġsyanı'nın sonunda Osmanlı Ordusu baĢarı kazanmasına rağmen, Rusya'nın 31 Ekim 1876'da verdiği ültimatom ile mütareke Ġmzalamak zorunda kalır. Osmanlı Devleti, Bosna-Hersek ve Bulgaristan meselelerinde Rusya, ingiltere, Fransa, Avusturya-Macarisîan, Almanya ve Ġtalya tarafından imzalanan Londra Protokolünü (31 Mart 1876} reddeder. Bundan sonra da içte ve dıĢta zaten büyük sıkıntılar içinde olan Osmanlı Devleti, 1877 yı!ı baĢında Avrupa devletlerinin desteğini tamamen kaybeder ve Rusya, Osmanlı Devleti'ne 24 Nisan 1877'de savaĢ ilan eder. 1877-78 Osrnanlı-Rus SavaĢı'nda yenilgiye uğrayan Osmanlı Devleti, büyük toprak kayıplarına 29 sebep olan Ayasteîanos AnlaĢmasını imzalamak zorunda kalır. 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan bu anlaĢma ile Rusya'nın Slavcılık politikası büyük bir zafer kazanır ve Osmanlı Devleti'nden önemli bir toprak kütlesi kopararak, Balkanlar'da nüfuzunu arttırır. Ayastefanos AnlaĢması ile Rusya'nın elde ettiği askeri ve politik güç, ingiltere'nin Ortadoğu'daki emellerini tehdit etmekteydi. 19. yüzyılın baĢlarından itibaren Mısır ve Doğu Akdeniz'le yakından ilgilenmeye baĢlayan ve Kıbrıs üzerinde de hesapları olan Ġngiltere, harekete geçmek ihtiyacı duyar. Bu günlerde mevcut statükoda Kıbrıs'ın yeri ve adanın kıyı ile bağlantısını sağlayacak Ġskenderun'un alınması fikri ingiliz kabinesinde tarttĢtîtr. ingiltere, aniaĢmafarfa tespit edilip, Avrupa devletleri tarafından garanti edilmiĢ olan statükonun Rusya tarafından bozulduğunu belirterek, Ayasteîanos AnlaĢması'nın yeniden gözden geçirilmesini ister ve Rusya'ya bir nota verilir. Nota'da; Ayastefanos AnlaĢması'nın Ģartlarına itiraz edilerek, Bulgaristan Prensliği'nin küçültülmesi ve Rusya'nın Doğu Anadolu'dan çekilmesi Ġstenir. Rusya, Doğu Anadolu'nun terki dıĢında, Ġngiltere'nin tekliflerini kabul eder. Bundan sonra ingiltere'nin Kıbrıs'a yerleĢmesini sağlamak için Londra ile istanbul arasında gizli bir haberleĢme trafiği baĢlarken, Ġngiltere'nin Rusya'dan aldığı, Ayastefanos AnlaĢması'nın ağır olan Ģartlarının tadili veya Rus emellerinin durdurulması gibi sözler, bu ülkeye Osmanlı üzerinde nüfuz imkanı doğurur. Osmanlı Devleti ile ingiltere arasında ittifak öngören ilk mektuptan sonra, ingiltere'nin Osmanlı Devleti'ni destekleyebilmesi için Malta adasından daha yakın bir üs verilmesini isteyen ikinci mektup ve nihayet bu yakın yerin Kıbrıs olabileceğini belirten üçüncü mektup gelir. Bu mektupların sonunda da, gelirinin yine Osmanlı Hazinesi'ne verilmesi Ģartıyla Kıbrıs adasının geçici olarak ingiltere'ye terkedilmiĢi konusunda PadiĢahı II. Abdülhamit Ġkna edilerek, iki maddelik bir anlaĢma imzalanır. AnlaĢma ile Kıbrıs idaresi Ġngiltere'ye bırakılmakla beraber, Osmanlı Devleti'nin ada üzerindeki mülkiyet hakkı ortadan kalkmaz. Ayrıca, 1 Temmuz 1878'de yapılan sekiz maddelik bir ek anlaĢmayla, Rusya'nın Kars ve Doğu Anadolu'yu terk etmesi durumunda ingiltere'nin de Kıbrıs'ı tahliye edeceği kayıt altına alınır. Sultan II Abdülhamid anlaĢmayı "Hukûk-u Ģahaneme halel gel30 memek Ģartıyla rnu'âhedeyı tasdik ederim" diyerek onaylar Böylece Ada'dakı 308 yıllık Osmanlı idaresi sona erer. Adanın mülkiyeti Osmanlı Devietı'nde kaimak Ģartıyla, yönetimi geçici olarak Ġngiltere'ye verilmiĢse de, bu kağıt üzerinde kalır ve Ġngiltere, bir anlaĢmayla Ģartlı olarak girdiği adayı, 15-16 Ağustos 1959'da Kıbrıs Cumhuriyeti iiân edilinceye kadar elinde tutar. Özetlersek Osmanlı bu anlaĢma Ġle, Kıbrıs'ı "emaneten" ingiltere'ye bırakıyordu KarĢılığında Rusya'nın. Osmanlı Imparatorluğu'na yeni bir saldırıda bulunması halinde Ġngiltere destek sağlayacak, bunun için de Kıbrıs'ı bir üs gibi kullanacaktı Ġngiltere Hükümeti yılda 500 bin doîar kira öderken, Kıbrıs'ta egemenlik Türkiye'de kalacaktı, ingiliz hükümeti, bu anlaĢma ile üstlendiği taahhüdü, yani Osmanlı Ġmparatorluğu'nu bir Rus saldırısına karĢı koruma yükümlülüğünü yerine getirmeye hazır mıydı? Bazı ingiliz yazarları dahi buna kuĢkuyla bakıyor ve anlaĢmayı yapan Ġngiliz BaĢbakanı Dısraelfnın Osmanlı PadiĢahını aldattığı görüĢünü taĢıyorlardı Benjamin Dısraeli'nin yerine gelen 3 Gladstone'nun değerlendirmesi ise çok acımasızdı "1878 Kıbrıs AntlaĢması milletlerin tarihinde daha kötüsü görülmemiĢ, benzerine de pek az rastlanan bir ikiyüzlülük örneğidir." ingiltere'nin Kıbrıs üzerindeki oyunu ve iki yüzlülüğü, Ada'yı 1960'da iki topluluğa bıraksa da hiç bitmeyecektir. Mesela, Ġngiltere bu devir sırasında egemenliği altındaki Akrotiri ve Dikelya üslerini terketmez. Bu üsler ingiltere için öylesine önemlidir ki, 1959'da LondraZürih AntlaĢmalarının Ġmzalanmasından sonra Cumhuriyetin kuruîuĢunun iki kez ertelenmesinin ana nedenlerinden birisi oiur. ingiliz Hükümeti, görüĢmelerin baĢından beri, bu üslerdeki egemenliği üzerinde ısrar eder ve bunu, "olmazsa olmaz Ģart" olarak değerlendirir. GörüĢmeler sırasında Makarios Ġse, hem üs bölgelerinin alanını daraltmak, hem de egemenlik konusunda tavız koparmak peĢindeydi Bu yüzden müzakereler bîr ara kopma noktasına gelir ve Makarios, bir ültimatom yayınlayarak, görüĢmeleri durdurmaya karar verir. Bu aĢamada ingiliz ajanlarının Makarıos'un özel hayatı ile Ügili bazı bilgileri gündeme getirilir 3) Silahsız SavaĢ-Bır Mücadele Sanatı Olarak Dipiomasi-Onur Öymen/ 1 Baskı Haziran 2002. sf.4Q9 31 ve görüĢmeler sürdürülür Görüldüğü gibi, Ġngiltere'nin bu görüĢmelerdeki yoğun çabasının sebebi, Kıbrıs sorununun çözümü değil, kendi menfaatleridir. Nitekim, görüĢmeler yeniden baĢladıktan sonra Makarios, ingiliz DıĢiĢleri Bakanına, egemenlikten amaç üslerin, iĢlevini en iyi Ģekilde yerine getirmesi ve Ġngiltere'nin bu üsleri tam olarak kontrol edebilmesi Ġse, bunun sağlanması için her türlü ve en ciddi güvenceleri vermeye hazır olduğunu söyler, ingiliz DıĢiĢleri Bakanı Lloyd ise Ma4 karios'a Ģu karĢılığı verir: "Hiçbir güvence, egemenlik hakkı kadar sağlam olamaz. Kıbrıs'ta ileride hükümet değiĢebilir ve yeni hükümet Ġngiltere'nin üsler üzerindeki kontrolünü kısıtlamak veya tamamıyla ortadan kaldırmak isteyebilir. Halbuki egemenlik hakkına dokunamaz. Bu nedenle üslerin egemen olması kaçınılmazdır." Ġngiliz DıĢiĢleri Bakanı'nın bu sözleri, Kıbrıs Türklerinin egemenlik ısrarının, ne kadar doğru ve haklı olduğunu göstermesi bakımından son derece önemli bir tespittir. ingilizlerin Ġlhakı Osmanlı Devleti'nin Kıbrıs'ı ingiltere'ye devretmesinden sonra Kıbrıs Türk ve Rum halklarının iliĢkilerini belirleyen en önemli faktör, Kıbrıs Rumları'nm "enosis" mücadelesi olmuĢtur. Adanın ingilizlere kiralanmasının, "enosis" yolunda önemli bir aĢama olduğunu düĢünen Rumlar, Yunanistan'ın da yoğun tahrikleriyle ilhak faaliyetlerini hızlandırmaya baĢlarlar. Nitekim ingiliz Yüksek Komiseri, daha adaya adım atar atmaz, kendisini karĢılayan baĢpiskopos baĢkanlığındaki Rumlar, yönetim değiĢikliğini sevinçle karĢıladıklarını, çünkü ingiltere'nin Ege adaları gibi Kıbrıs'ı da Yunanistan'a vereceğine inandıklarını söylerler. istanbul'daki ingiliz Büyükelçisi Layard, 1 Ağustos 1878 tarihinde DfĢiĢJeri Bakan) Lord Salisbury'e gönderdiği bîr raporda, "Rumlar Türkleri her Ģeyden yoksun bırakmak ve adadan kovmak gayesiyle büyük çaba harcayacaklardır. Bütün Kıbrıs topraklarını elde etmek için her türlü sahtekarlığı yapacaklar ve böylece Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak is4) Enosis Çemberinden Kıbrıs Cumhuriyeti'ne- Bugünlere Gelmek Kolay Olmadı 3- Ahmet C.Gazîoğlu/Kıbrıs AraĢtırma ve Yayın Merkezi -Nisan 2000 32 teyeceklerdir." der. Büyükelçi Layard gözleminde yanılmamıĢtır, ingiliz yönetimi ile birlikte adanın Yunanistan'a ilhakı çalıĢmaları artar. Rumlar, Ada'yı ziyaret eden ingiliz yetkilileri ve devlet adamlarına Enosis taleplerini bıkmadan, usanmadan tekrarlayıp, onları baskı altına almaya çalıĢırlar. Bu giriĢimlere muhatap olanlardan biri de 1907 yılında, Avam Kamarası üyesi sıfatıyla Ada'ya gelen VVĠnston Churchill'dir ve Rumların enosis talepleri için Ģöyle der. "Yunan ırkından gelen Kıbrıs haikının Ada'nın anavatanlarıyla birleĢtirilmesini samimi bir Ġdeal olarak görmesi çok doğaldır. . ileri sürülen bu düĢünceler, Ġngiliz hükümetinin saygı göstermeyeceği görüĢler değildir." Türkler, adanın Yunanistan'a verileceği endiĢesi ile Ġngiliz idaresine destek oldukları halde, ingilizler re-organizasyon ve tensikat maskesi altında, iĢ baĢındaki Türkleri emekliye sevk edip, yerlerine Rum memurları tayin ederler. Bunun sonucunda ekonomik sıkıntıya giren Kıbrıs Türk halkının bir kısmı adadan ayrılarak, Anadolu'ya göç eder. Bu da adadaki nüfus dengesinin Türkler aleyhine bozulmasına neden o!ur. Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya SavaĢı'na Almanya'nın yanında katılması üzerine ingiltere, 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs'ı îek taraflı olarak ilhak eder. Osmanlı Devleti, bu ühâkı sadece protesto etmekle yetinir, ingiliz vatandaĢlığına girmek istemeyen 8 bin kadar Türk ailesi ise Anadolu'ya göç eder. ingiltere, l. Dünya SavaĢı'nda yanlarında yer almaları halinde Kıbrıs'ı Yunanistan'a vermeyi teklif eder ancak Yunanlılar reddeder. Bizzat DıĢiĢleri Bakanı Edvvard Grey tarafından yapılan bu teklif ile, o zamana kadar Enosis'e karĢı olduğunu söyleyen Ġngiltere, resmi politikasını değiĢtirmiĢ ve Kıbrıs'ı gözden çıkarmıĢtır. Ġngiltere'nin o güne kadar Enosis'e direnen Türkleri düĢünecek durumu yoktu çünkü imparatorluğun yüksek menfaatleri, Yunanistan'ın kendilerinden yana savaĢa katılmasını gerektiriyordu ve bu uğurda Kıbrıs feda edilecekti, ingilizlerin tek Ģartı vardı, Yunanistan'ın bir hafta içinde karar vermesi...O zamanki Yunan Kralı I.KonsîantĠn. Aiman asıllıydı ve Alman imparatoru 5) Silahsız SavaĢ-Bir Mücadele Sanatı Olarak Di po iması-On u r Öymen/ 1 Baskı. Haziran 2002 sf 411. 33 II.Kaiser VVilhelm'in de kuzeniydi. Yunanistan'ın Almanya'ya savaĢ açması kolay değildi ve o bir hafta içinde savaĢa girmeye karar veremedi. Böylece Kıbrıs'ı ilhak etme fırsatını kaçırmıĢ oldu. Müttefikler, Yunanistan'ın baĢında Konstantin'in bulunmasına tahammül edemez. Pire Limanı'na bir donanma gönderilerek, Konsîantin, taht! terk etmeye zorlanır. 1917 yılında iktidara gelen BaĢbakan Venizelos, Ġngiltere ve müttefiklerinin yanında yer almayı kabul eder ama artık çok geçtı'r. ingilizler bir daha Kıbrıs'ı verme teklifinde bulunmazlar. Buna rağmen Rumlar Ġngilizlerle birlikte savaĢmıĢ gibi, Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakını talep ederler. Ġngilizler bunu kabul etmeyerek, anayasa hazırlanmasını gündeme getirirler. Rum tarafı, içinde "enosis" bulunmayan hiçbir teklife yaklaĢmaz. ingiliz idaresinin Rum yanlısı tutumunun tahrik ettiği ve Rumların "enosis" çalıĢmalarını arttırdığı bu dönemde teĢkilatlanma ihtiyacı duyan Kıbrıs Türkleri, 10 Aralık 1918'de Kıbrıs Müftüsü Hacı Hafız Ziyâî Efendi baĢkanlığında "Meclis-i Millî" adını verdikleri bir meclis toplayarak, "Adanın yeniden Osmanlı DevletĠ'ne verilmesi gerektiğini acıklarJar. Toplantıda, "Türk haklarının korunması" Ġçin, Paris'te yapılacak olan BarıĢ Konferansı'na Hacı Hafız Ziyâî Efendi'nin gönderilmesi kararlaĢtırılır ancak ingiliz idaresi temsilcinin Kıbrıs'tan ayrılmasına izin vermez. Bu arada Rum Ortodoks KilisesĠ'nin Enosis çabaları düzenli bir biçimde yürütülür ve bu amaçla "Ulusal Konsey" oluĢturulur. Artık bu mücadele sadece sözle değil, gerektiğinde Ģiddet kullanılarak yapılacaktı, ilk hedef de Ada'dakĠ ingiliz yönetimiydi. Çünkü o tarihlerde ingiltere Ada'yı Yunanistan'a vermeyi düĢünmüyor, sömürge yönetimini sürdürmek istiyordu, iki savaĢ arasındaki dönemde ingiltere'nin çıkarları bunu gerektiriyordu, ingiltere o tarihlerde Rumların Enosis çabalarını önlemek için Türkleri bir denge unsuru olarak düĢünmüĢ müydü? Büyükelçi Onur Öymen, bazı belgelerin böyle bir düĢüncenin olduğunu doğruladığını söylemekte ve Mayıs 1929'da. ingiliz Sömürgeler BakanlJğYnda hazırlanan bir belgede, "..Ada'da Türklerin bulunmasının siyasal açıdan ingiltere için bir kazanç olduğu"nun vurgulandığını ak7 tarmaktadır." 6 a.g.e-sf. 411-412 7 a.g.e sf. 424-425 34 KurtuluĢ SavaĢı kazanıldıktan sonra 23 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan AntiaĢmas? ile Hilaf Devletleri tarafından resmen tanınan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kıbrıs'ın ingiliz mülkü olduğunu kabul eder. Lozan AntlaĢması'nm Kıbrıs'la ilgili maddeleri Ģöyledir: - Madde 16: Türkiye iĢbu muahedede açıklıkla belirtilen hususlar dıĢında bücümle arazı üzerinde ve bu araziye bağlı kezâlik iĢbu muahede ile üzerlerinde kendi hâkimiyet hakkı tanınmıĢ olan adalardan gayri cezireler üzerinde (-ki bu arazi ve cezirelerin mukadderat ilgililer tarafından tayin edilmiĢ veya edilecektir-) her ne mahiyette olursa olsun hâiz olduğu bütün hukuk ve rnüstenidatından feragat ettiğini beyan eyler, iĢ bu maddenin hükümleri komĢuluk münasebetiyle Türkiye ile hemhudud memleketler arasında kararlaĢtırılmıĢ veya kararlaĢtırılacak oian özel hükümleri ihiâi etmez. - Madde 20: Türkiye Hükümeti Kıbrıs'ın Britanya Hükümeti ta rafından 5 Kasım 1914'te Ġlan olunan ilhakını tanıdığını beyan eyler. -Madde 21: 5 Kasım 1924 tarihinde Kıbrıs adasında oturan Türk tebaası mahallî kanunun tayin ettiği Ģartlar dairesinde Ġngiliz tâbiiyetine sahip ve bu yüzden Türk tâbiiyetini kaybetmiĢ olacaklardır. Bununla beraber iĢbu muahede nâmen in merıyyet mevkiine girdiği günden itibaren iki yıilık bir müddet zarfında Türk tâbiiyetinde kalmakta serbest olacaklardır. Bu taktirde bu haklarını kullandıkları tarihi takib eden 12 ay zarfında Kıbrıs adasını terketmeye mecbur olacaklardır. Bu muahedenâmenin yürürlüğe girdiği tarihte Kıbrıs adasında oturmakta olup da, yerli kanunun tayin ettiği Ģartlar dairesinde yapılan müracaat üzerine belirtilen tarihte ingiliz tâbiiyetini ihraz etmiĢ veya etmek üzere bulunmuĢ olan Türk vatandaĢları da bundan dolayı Türk tâbiiyetini kaybetmiĢ olacaklardır. ġurası Ģüphesizdir ki, Kıbrıs Hükümeti Türk Hükûmeti'nin rızası olmaksızın Türk tâbiiyetinden baĢka bir tâbiiyet ihraz etmiĢ olan kimselere Ġngiliz tâbiiyetini vermekten kaçınmak yetkisine hâiz olacaktır. Kıbrıs'ın ingiltere'ye ilhakını da içeren Lozan AnlaĢması, ingilizler tarafından 6 Ağustos 1924 tarihinde onaylanır Yüksek Komiserlik makamı kaldırılarak, yerine valilik makamı ihdas edilir. Lozan AnlaĢması ile, Türkiye Cumhuriyeti vatandaĢlığına geçmek isteyen Kıbrıslı Türklere iki yıllık bir süre tanınması üzerine, Ingiüz idaresinden memnun olmayan çok sayıda Türk Anavatan Türkiye'ye göç eder. 35 1925'ten 1959'a kadar süren dönemde Rumlar, adanın statüsünü değiĢtirmek için giriĢimlerini sürdürürler, ingiliz Hükümeti, Ortadoğu politikasında yaptığı değiĢiklik sonucu, Rumlardan yüz çevirince, vergi kanunu bahanesiyle 21 Ekim 1931 tarihinde Ġlk isyanı yapar ve valî konağını ateĢe verirler, isyan Mısır'dan getirilen takviye kuvvetlerle bastırılabilir. ingiliz Hükümeti, adada Özerk bir yönetim kurmak üzere 1947 yılında, Lord VVinster'i vali olarak tayin eder. Ancak VVinster'Ġn giriĢimleri, hazırlanan anayasanın Türkler ve Rumlarca benimsenmemesi üzerine baĢarısızlığa uğrar. Vali VVinster, seçtiği bir "istiĢare Meclisi" ile adayı yönetmeye devam eder. Bu arada 15-20 Ocak 1950'de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi önderliğinde yapılan "plebisit" ile Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı isteği tekrarlanır. IngiJiere, bu plebisiti tantmayarak, adaya özerklik verilmesi konusunda yeni adımlar atar ancak 1954 anayasa teklifi de sonuçsuz kalır. BarıĢçı yollardan "enosis"Ġ gerçekleĢtiremeyeceklerini anlayan Rumlar, 1953 yılında kurduk/an "Eoka" terör örgütünü 1 Nisan 1955'te harekete geçirirler, ingiltere, Eoka'nın üzerine fazla gitmez. ġiddet eylemleri karĢısında kendini koruma ihtiyacı hisseden Kıbrıs Türk Halkı da 1 Ağustos 1956'da "Kıbrıs Türk Mukavemet TeĢkilatr'nı (TMT) kurar. ġiddet eylemlerinin artması üzerine Kıbrıs Valisi MareĢal Harding, baĢta Makarios olmak üzere Rum liderleri "bağımsız devlet" üzerinde anlaĢmaya yapmaya çalıĢır. Bu teklifi de kabul etmeyen Rum liderleri Makarios ve Kipriyanu, Atina'ya gitmek üzereyken yakalanarak, sürgüne gönderilirler. Diğer yandan ingiltere, adanın Türk ve Rum tarafları ile birlikte Türkiye, Yunanistan ve ingiltere tarafından ortak yönetilmesi teklifini getirir. Yunanistan reddettiği halde, ingiltere Mc Millan planını yürürlüğe koyar. Plan gereğince Türkiye temsilcisi, 1 Ekim 1958'de resmen ve fiilen görevine baĢlar, bunun üzerine Yunanistan görüĢme masasına oturmak zorunda kalır. Böylece, ĠlerikĠ bölümlerde detaylı olarak anlatılacak olan Londra-Zürih AntlaĢmalarının temeli atıJır 1895 Olayları Ve ilk EĢitlik Talebimiz Osmanlıların lS78'de ada yönetimini geçici bir süre için ingilizlere devretmesinin, Kıbrıs Rumları arasında Enosis'in gerçekleĢeceğine dair 36 umutlan arttırdığını, Enosis propagandasının yoğunlaĢtığını belirtmiĢtik, iĢte bu ortam içinde LefkoĢa'nın Tahtakaie semtinde yaĢayan Türklere yöneük saldırılar olur. 25 Mart 1895'de Yunan Bağımsızlık Günü Ģenlikleri sırasında meĢaleler taĢsyan Rumlar, büyük bir yürüyüĢ kolu oluĢturarak, Tahtakale'deki Türk mahallesine girip, Türkleri kesip katledeceklerine dair tahriklerde bulunurlar. Yine aynı günlerde Vadiü ve Vitsada köylerinde de, Yunan Konsolosu Filernon'un baĢını çektiği tahrikler ve saldırılar yapılır. Magosa Komiseri Travers, sömürge MüsteĢarına yazdığı bir mektupta tahriklerin, Türklerin soğukkanlılığı sayesinde atlatıldığını anlatır ve "Öyie anlaĢılıyor ki aynı saldırgan Rum metodları, hem Vadili'de hem de Vitsada'da uygulanmıĢtır. Yani bazı Rumlar gecenin ortasında silahlanarak, yollara dökülmüĢ ve diğer Rumları da kendi emniyetleri için aynı Ģeyi yapmaya teĢvik etmiĢlerdir. Vitsada'da Rum olduklarına inandığım bazı kiĢiler birkaç ef ateĢ açarak kaçmıĢlar ve daha sonra suçu Türklere yüklemeye çalıĢmıĢlardır" der. Rumların bu tahrikleri, gerek Kıbrıs Türkleri, gerekse Osmanlı devieti adına Saıd PaĢa tarafından, ingiltere nezdinde protesto edilir ve "Yunanlı ajanların" kıĢkırtmaiannın önlenmesi istenir. Bu çerçevede Müftü Ali Efendi ile BaĢ Kadı Mustafa Fevzi Efendi de, 17 Nisan 1895 tarihinde hazırladıkları bir muhtıra ile Enosis tahriklerini protesto ederler. Öte yandan, sözkonusu tahriklerden "3 yıl önce 1882 yılında, ingiliz yönetimi bir DanıĢma Meclisi oluĢturmaya karar vermiĢ, bu Meclise 9 Rum, 3 Türk ve 6 memur atamayı kararlaĢtırmıĢtır. Türk halkı bu ayrımcı tutumu protesto ederek, eĢitlik talebinde bulunmuĢtur. ĠĢte bu, Türk halkının eĢitlik mücadelesinin baĢlangıcıdır ve bu mücadele 100 yıl sonra bugün de devam etmektedir. 1921 Enosis Plebisiti Ve 1931 isyanı Yunan iĢyarımın 100. yıldönümü olan 25 Mart 1921'de, 500 kilisede toplanan Rumlar ilk Enosis plebisitini yaparak, ilhak yönünde bir kararı onaylarlar ve ingiliz Yönetimine baĢvurarak, Enosis taiep ederler. Bundan l O yıl sonra, 1931'de de Enosis için ayaklanırlar. Kıbns Türkleri, Milli Kongre oluĢturarak, ingiliz Sömürge Yönetimine bayrak açmıĢken, karĢılarında yeni Enosis ile Kıbrıs Rumiarım ve Yunanistan'ı bulurlar. 1800'iü yıllardan beri süren yoğun Enosis propagandası, nihayet 1931 37 yılında fiili bir ayaklanmaya dönüĢmüĢtür, ilginç olan ayaklanmanın, Kıbrıs'ın sömürge idaresinden kurtulup, bağımsızlığını kazanması için değil; bir baĢka sömürgeci ülke olan Yunanistan'a bağlanması, yani EnosĠs için yapılmasıydı. Enosis'ci Kıbrıs Rumları, Yunan Konsolosu Kyrou'nun da kıĢkırtmaları ile "Milli kurtuluĢumuz Yunanistan'la birleĢmektir" diyen Papaz Nikodimos'un peĢinden giderek, "ilhak" naraları üe hükümet binalarına saldırıp, Vali konağını yakarlar. Bu saldırıda 7 kiĢi ölür, 67 kiĢi yaralanır ve maddi hasar meydana gelir, ingiliz yönetimi aldığı sert önlemlerle isyanı bastırır. 400 kiĢiyi tutuklar, elebaĢılarını ve kıĢkırtıcı rol oynayan Yunan Konsolosu Kyrou'yu adadan sürer, milli tarihlerin okutulmasını yasaklar, basına sansür uygular, siyasi faaliyetleri ve milli bayrakların çekilmesini yasaklar, yasama meclisi niteliğindeki Kavanin Meclisi'ni kapatır. Ancak isyana katılmayan, hatta isyana karĢı çıkan Kıbrıs Türkleri de sömürge yönetimi tarafından cezalandırılır, temsilcileri Kavanin Meclisi'nden uzaklaĢtırılır, konan tüm yasaklalara muhatap olur. Böylece Türk Halkı, bir kez daha sömürge yönetiminin haksız baskısına uğrarken, yine baĢından beri mücadele ettiği ilhak giriĢimlerinin kurbanı olur ve katılmadığı eylemlerin sonuçlarına katlanmak zorunda kalır. Bu Ġsyanın en önemli sonucu, Türk Halkının anti-sömürgeci savaĢı baĢlatması olur. 1950 Enosis Plebisiti Rum liderliği ile Yunanistan 1949 yılında, EnosĠs için ortamın uygun olduğu inancıyla plebisit giriĢimlerini yeniden baĢlatır. Bunu kiliseye kaptırmak istemeyen Komünist AKEL Partisi daha çabuk davranarak, Enosis için bir imza kampanyası açar. Seferber olan AKEL üyeleri ev ev gezerek, "Enosis Ġstiyorum" yazılarının altına imza toplarlar. Kilise de ayrı bir çalıĢmanın içine girer. O zaman Baf metropoliti olan Makanos. plebisit olayının baĢarı ile sonuçlanması Ġçin büyük çaba gösterir. Çünkü bu baĢarısı ona BaĢpiskoposluk kapılarını açacaktır. Böylece asırlardır Enosisin bayraktarlığını yapan kilise de, 15 Ocak 1950'de bir plebisit gerçekleĢtireceğini açıklar ve balkın kendilerinin düzenleyeceği plebisite katılmasını Ġster. Kilisenin cephe alması üzerine, baĢarısız bir sonuç almak yerine, kiiiseyi desteklemeyi uygun gören ko- 38 münıst AKEL partisi de çalıĢmalarını Ġptal ederek, halkı, kilisenin düzenlediği plebisite katılmaya çağırır. Plebisit, 15 Ocak 1950'de kiliselere konan defterlere, "Enosis'e Evet" ya da "Enosıs'e Hayır" Ģeklinde imza atarak gerçekleĢtirilir, sonucun, yüzde 96 "Enosis'e Evet" olduğu açıklanır. Böylece bir kez daha sağcısı ve solucu ile tüm Rumların Enosiscı olduğunu görülür. Bu eylemden sonra Makarios BaĢpiskopos seçilir. Makarıos'un BaĢpiskoposluğu döneminde, Enosis faaliyetleri daha da yoğunlaĢır. Yunanistan plebisit sonucunu 1954'de BirleĢmiĢ MĠlletier'e götürür. BM'in reddetmesi üzerine de, 1955 yılında EOKA kurulur ve silahlı eyleme geçilir. Amaç, politik anlamda plebisit sonuçlarını heyetler vasıtası iie tüm dünyaya duyurmak, bu sonuçiara saygı duyulmaması halinde Kıbrıs'ın bir kan gölüne dönüĢtürüleceğini dünyaya göstermektir. Nitekim, bir süre sonra Kıbrıs gerçekten bir kan gölüne dönecektir ATATÜRK'ÜN KIBRIS DĠREKTĠFĠ Asırlardan beri üzerinde büyük bir Türk toplumunun yaĢadığı Kıbrıs'ın Türkiye için olan coğrafik ve stratejik önemini en iyi anlayan Atatürk olmuĢtur. Ada'daki 1931 Rum Ġsyanlarından sonra Ankara'ya gelen ve kurulacak oian direniĢ hareketi için yardım isteyen bir Kıbrıs Türk heyetine Atatürk'ün o günlerin zor ekonomik Ģartları altında büyük bir maddi yardımda bulunması, Ada'ya verdiği önemi gösterir. Atatürk, Kıbrıs'ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti için olan büyük önemini sık sık ve açık bir Ģekilde vurgulamıĢtır. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 1930'lu yıllarda Antaiya bölgesinde yaptığı ve muhtemel bir düĢman kuvvetinin bölgeyi iĢgal ettiği varsayımına dayanan tatbikat sırasında Atatürk'ün, komutan ve subaylara söylediği, adeta bir direktif olan Ģu sözleri son derece anlamSıdır. "Efendiler, Kıbrıs düĢman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin Ġkmal yolları tıkanmıĢtır. Kıbrıs'a dikkat ediniz. Bu Ada bizim Ġçin çok önemlidir." Ada'da 1963 olayları olarak bilinen kanlı Rum saldırılarının baĢlaması üzerine devrin BaĢbakanı ismet inönü'yü ziyaret eden Rauf DenktaĢ, durumun vehametini heyecanlı bir Ģekilde dile getirir, inönü. DenktaĢ'i Ģu sözlerle cevaplar: 39 "DenktaĢ, DenktaĢ, Kıbrıs benim sorunumdur. Kıbrıs Türkiye'nin sorunudur. Fazla söze gerek yok. Her türlü yardım yapılacaktır." EOKA NEDĠR? EOKA, Kıbrıs'ta Türk halkını yok edip, adayı Yunanistan'a bağlamak için kurulmuĢ olan bir terör örgütüdür- EOKA için ilk gizli görüĢmeler, 2 Temmuz 1952'de Atina'da Makarios'un baĢkanlığında yapılır. Bu toplantıların ardından 7 Marti 953'de bir "ihtilal Konseyi" kurulur ve konsey kurucuları, Enosis için Ģu gizli yemini ederler: "Enosis davası hakkında bildiklerimi ve bundan böyle bileceklerimi iĢkence altında ve canım pahasına bile olsa bir sır olarak gizli tutmaya Tanrı huzurunda yemin ederim. Bana verilen tüm emirlere soruĢuz olarak Ġtaat edeceğim..." Bunun ardından 1954 yılının ilk aylarında Yunanistan hükümetinin bilgisi dahilinde, Kıbrıs'a gizli silah sevkıyatı baĢlar, Grivas ise 9 Kasım 1954'de gizlice adaya çıkar. Bir süre sonra Yunan DıĢiĢleri Bakanı Stefanoplus'un direktifi ile 1 Nisan 1955'de EOKA, ilk bombalarını patlatarak, resmen eyleme geçer. EOKA'nın amacı, önce ingilizleri adadan atmak, ardından da topyekün bir imha hareketi ile Türk halkını yok ederek, aday; Yunanistan'a bağlamaktır. Ancak kısa süre sonra Ġngilizlerin adadan ayrılması dahi beklenmeden, 21 Haziran 1955'den itibaren Türklere de saldırılar baĢlar. Grivas hatıralarında, 22 Kasım 1954'de Makarios'un, kurduğu PEON adlı gençlik örgütünü eğitip, silahlandırması için karar aldığını yazmakta, böylece EOKA'nın gerisinde Makarios'un olduğunu vurgulamaktadır. Makarios'un, önceleri Atina'ya yaptığı çeĢitli ziyaretlerde, konuyu Yunan yetkilileri ile kararlaĢtırdığı da bilinmektedir. Grivas, 4 Haziran 1959 tarihli bir mektubunda, Makarios'un kendisini EOKA'yı yönetmek üzere Kıbrıs'a çağırdığından söz etmekte ve tedhiĢ örgütüne silah alınması için para yardımında bulunduğunu açıklamaktadır. Nitekirn 27 Mart 1955 tarihinde de Grıvas'ı çağırıp, eyleme geçmesi emrim bizzat Makarıos verir. Makarios'un, EOKA'nın siyasi lideri olduğunu öğrenen ingilizler, 9 Mart 1956 tarihinde onu tutuklayıp SeyĢel adalarına sürgüne gönderir. EOKA, eylemlerde bulunduğu süre Ġçinde yüzlerce 40 Türkün yanısıra. 100 Ġngiliz ve yüzlerce Rumu katleder 30 Türk köyünü yakıp yıkar ve bu köylerde, yaĢayan Türklerin göç etmesine neden olacak Ģekilde adayı kan ve ateĢe boğar. Aynı EOKA, 1963'de yeniden saldırılara baĢlar ve bu kez de 103 Türk köyünü yakıp yıkarak, 500'den fazla Türkü katleder, onbinlerce Türk'ü göçe zorlar. EOKA, 15 Temmuz 1974'de bu kez EOKA-B adı ile silahlarını kendi halkına çevirerek 2000 Rum'u katleder Bugün ise Rum propagandası, EOKA'yı bîr "Ufusal KurtuluĢ Örgütü", EOKA mücadelesini de bir "Ulusal KurtuluĢ Mücadelesi" olarak sunmaktadır Oysa EOKA ne kurtuluĢu, ne de bağımsızlığı savunmuĢtur. EOKA'nın tek bir hedefi vardı; Enosis. Bilindiği gibi EnosĠs de, Ada'nın bağımsızlığını değil; bir baĢka ülkeye, bağlanmasını, ilhak edilmesini ifade etmektedir. Yani ulusal kurtuluĢ ve bağımsızlık değil; bağımlılık söz konusudur. TÜRK MUKAVEMET TEġKĠLATI (TMT) Açık adı "Türk Mukavemet TeĢkilatı" olan TMT, 27 Temmuz 1957'de Burhan Nalbantoğlu, Rauf DenktaĢ ve Kemal Tanrısevdı tarafından LefkoĢa'da kurulur. 1 Nisan 1955'de faaliyete geçen ve Türklere saldırmaya baĢlayan, Türk köylerini yakıp yıkan, EOKA tedhiĢ örgütüne karĢı Türk halkının savunmasını yapacak bir örgütlenme Ġhtiyacını duyan Kıbrıs Türkleri, önceleri çeĢitli mukavemet grupları oluĢturur. Bunlar arasında en etkili olanı Voikan'dır. Ancak dağınık, küçük ve eğitimsiz olan bu grupların, askeri bir yapıya sahip EOKA karĢısında, Türk Halkının savunmasını yapabilmeleri mümkün değildi. TMT, iĢte bu ihtiyaçtan doğan ve dağınık olarak faaliyet gösteren küçük mukavemet gruplarını birleĢtirerek, tüm adaya yaygın, her Türk köyünde varlık gösteren güçlü bir mukavemet örgütüdür. TMT, Rumların iddia eîîiği gibi bir saldırı ve tedhiĢ örgütü değildi. Zaten EOKA'dan 2.5 yıl sonra, Türklere yönelik saldırıların yo ğunlaĢması üzerine kurulmuĢ olması da, buna doğrulamaktadır Yine aynı Ģekilde faaliyette olduğu süre Ġçinde hiçbir Rum köyüne saldırmamıĢ olması, sadece Türk gençlerini eğiterek, onlara savunmaları Ġçin gerekli silahları sağlaması ve onları bulundukları yerleĢim yerlerini savunmakla görevli kılması da, bunun bir baĢka kanıtıdır. TMTnın 41 amaçları, "Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliğini sağlamak, Enosis'e ve bu hedef doğrultusunda yapılan giriĢimlerle estirilen teröre karĢı durmak, Türklere yapılacak saldırıları geri püskürtmek, Türk Toplumunun birliğini ve bütünlüğünü sağlamak, Enosis'i savunan AKEL'in Türk toplumu içinde ideolojik etkinlik kurmasını ve iç cepheyi bölmesini önlemek, Rumlara ve ingilizlere karĢı Kıbrıs Türklerinin haklarını savunmak, Anavatan Türkiye ile sıcak iliĢkileri ve Türk Halkının Anavatana bağlılığını sürdürmek." olarak belirlenmiĢtir. TMT, bu ilkeler doğrultusunda verdiği savaĢında baĢarılı olur. 1958-60 ve 1963-74 döneminde direniĢi Örgütleyerek, Türk halkının, Rum saldırıları karĢısında ayakta kalmasına yardımcı olur. TMTnin bu direniĢi, adanın Yunanistan'a bağlanmasını önlerken, Türklerin bağımsızlığının gerçekleĢmesini sağlar. TAKSĠM FĠKRĠ NEDĠR? 1950 Plebisitinden sonra ve EOKA'nın da eyleme geçmesinin ardından savunulan "Taksim" fikri, Kıbrıs Türk Halkının selfdeterminasyon hakkına sahip çıkılması görüĢünden kaynak/anıyordu. Kıbrıs Rumları, self-determinasyon haklarına dayanarak, Enosis istiyorlarsa, Kıbrıs Türkleri de yine bu haklarına dayanarak Taksim'!, yani kendilerine ait olan bölümün Türkiye'ye bağlanmasını savunuyordu. Taksim fikri, birçok açıdan o günlerin Ģartlarında, Enosise karĢı ileri sürülen en doğru tezdi. Her Ģeyden önce, Türklerin can ve mal güvenliğini koruyacak bîr formüldü. Ayrıca Türkiye'nin stratejik çıkarlarım korumaktaydı. En önemlisi de, Kıbrıs Türklerinin, self-determinasyon hakkına sahip çıktığının ve adada ayrı bir halk bulunduğunun Ġfadesiydi. KĠRADAN, ĠLHAKA ĠNGĠLĠZ GASPI VE ADA'NIN STRATEJĠK ÖNEMĠ Kıbrıs 1878 Kıbrıs AntlaĢması ile ingiltere'ye kiralanmıĢtı, yani Ada'nın gerçek sahibi Osmanlı'ydı. Peki 1960 yılına kadar geçen 82 yılda nasıl olmuĢ da Ġngiltere, Kıbrıs'ın sahibi haline gelmiĢ, Türkiye de, Ada'yı Yunanistan'la paylaĢmaya zorlanmıĢtı? 82 yıllık bu dönemi iki bölümde değerlendirmek mümkündür 42 Ada'yı 1878'de kiralayan ingiltere, 36 yi! sonra 1914'de ilhak kararı alır Bu süre, Rumların Enosis faaliyetlerinin yoğun olduğu dönemdir ancak ingiltere buna karĢı çıkmaktadır. Ada'daki Türkler de, Enosis'e geçit vermeyeceklerini, daha 21 Eylül 1911'de LefkoĢe'de. 24 EylüĠ'de de Lefke'de yaptıkları kalabalık ve coĢkulu mitinglerle dünyaya duyururlar. Bu mitinglerde kabul edilen kararlarda, Ġngiltere Ada'dan çekildiği takdirde, Kıbrıs'ın Türkiye'ye iade edilmesi gerektiğinden söz ediliyor ve bunun için Kıbrıs Türklerinin, gerekirse kanlarının son damlasına kadar savaĢacakları vurgulanıyordu. O tarihlerde Kıbrıs hala hukuken Osmanlı Ġmparatorluğu'n un egemenliğlndeydi, Ġngiltere Ġse kiracı veya emanetçi statüsündeydi. Ama bu çok uzun sürmez. Bilindiği gibi ingiltere önce Birinci Dünya SavaĢı'na kendi yanında girmesi halinde Ada'nın Yunanistan'a verilmesini tekiri eder, anlaĢma sağlanamaması üzerine de savaĢın hemen baĢlangıcında Kasım 1914'te Kıbrıs'ı ilhak ettiğini açıkiar. Bu karardan sonra Kıbns, artık yalnız fiilen değil, resmen de ingiliz yönetimine girer, daha doğrusu ingiltere'nin sömürgesi olur. \. Dünya SavaĢı'nın ağır Ģartları Ġçinde Osmanlı'nın hak ve hukukunu savunacak kimse yoktur. Ġngiliz iĢgalinin ikinci dönemi 1914-1960 arasındaki 46 yıllık süredir. KurtuluĢ SavaĢı'nın kazanılmasından sonra 1923 yılında Lozan AntlaĢması'nın imzalanmasına kadar ingiltere'nin Kıbrıs'taki tek taraflı fiili ilhakı devam eder ve hiçbir itiraz görmez. Lozan AntlaĢması ile de Ada'nın resmen ingiltere'ye ait olduğu, müzakerelere konu edilmeden ve hiçbir pazarlık yapılmadan Türkiye tarafından da kabul edilir. Türkiye o sıralarda nasıl bir politika Ġzliyordu? AntlaĢmalara göre Kıbrıs Ġngiltere'ye verilmiĢti, Türkiye, bu statü devam ettiği sürece meseie yaratmak niyetinde değildi Ancak Yunan ve Rum ikilisinin Enosis faaliyetleri 1931 yılından itibaren alabildiğine hızlanmıĢtı ve hedef !ngilizlerdı. Yukarıda da aktarıldığı gibi ingilizler, isyan hareketlerini Mısır'dan getirilen takviye kuvvetle bastırabilir, Ada'da sıkıyönetim benzeri uygulamalar baĢlatılır. Ancak saldırılar artıp, baĢedilemez hale gelince Ġngiltere, adeta Kıbrıs'tan kurtulmaya çalıĢır ve Ada'yı kimin yöneteceği tartıĢmaları baĢlar. Bütün bu yaĢananlara ve tartıĢmalara rağmen, 1950'ü yıllara gelindiğinde de Türkiye'nin tutumunda değiĢiklik oîmaz. Öyle ki. DıĢiĢleri Bakanı Necmettin Sadak, Ocak 1950'de TBMM 43 Bütçe Komisyonu'nda yaptığı konuĢmada, kamuoyundaki hassasiyeti yatıĢtırmaya çalıĢır ve ingiltere'nin adayı bırakmak niyetinde olmadığı güvencesini verir. Bakan Sadak, Ģunları söyler: "Kıbrıs meselesi diye mesele yoktur. Bunu hayli zaman evvel gazetecilere açıkça söylemiĢtim. Çünkü Kıbrıs bugün, ingiltere'nin hakimiyet ve idaresi altındadır ve ingiltere'nin Kıbrıs'ı baĢka bir devlete devretmek niyetinde ve eğiliminde olmadığı hakkında kanaatimiz vardır. Kıbrıs'a yapılan hareketler ne olursa olsun ve bunları yapanlar kim olursa olsun, Ġngiltere hükümeti Kıbrıs Adası'nı baĢka bir devlete terketmeyecektir. Bu böyle olunca, gençlerimiz boĢ yere heyecana ka8 pılıyorlar, gereksiz yere yoruluyorlar." Aynı yıl yapılan seçimlerden sonra iktidarı devralan Demokrat PartĠ'nin politikası da farklı değildi. 1950 yılının Haziran ayında partisinin grup toplantısında bir konuĢma yapan yeni DıĢiĢleri Bakanı Fuat Köprülü, bir Kıbrıs meselesinin mevcut olmadığını söyler. Köprülü, bu görüĢlerini Yunan basınına da açıklar ve "Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs dîye bir mesele yoktur" der. Kısacası o tarihlerde Türkiye, ingiltere'nin Kıbrıs'ı terk etmeyeceğinden emindir, ingiltere'de de, devlet adamlarının yanı sıra askeri yetkililerin, Kıbrıs'ı bırakma niyeti yoktur. DıĢiĢleri Bakanı Ernest Bevin, daha 1946 yılında Savunma Komitesi'ne sunduğu bîr raporda, ingiltere'nin Akdeniz'deki varlığını sürdürmesinin, ülkenin büyük devlet konumunun korunması açısından hayati Önemde olduğunu söylüyordu. 1950 yılında ingiliz Genelkurmayının hazırladığı bir değerlendirme notunda da, "Eğer Jngiîtere Ortadoğu'daki durumunu sürdürmek istiyorsa, Kıbrıs Ġngiltere'nin elinde kalmalıdır" deniliyordu. Oysa o sıralarda Yunanistan, bütün gücüyle Enosis hedefine ulaĢmaya çaJiĢ.'yor, ingiltere'den Kıbns'tn Yunanistan'a verilmesini resmen talep ediyordu. Ada'nın gerçek sahibi Türkiye'nin sesi çıkmazken, hiç ilgisi ve hakkı olmayan Yunanistan kendisini yavaĢ yavaĢ konunun tarafı ilan ediyordu, Bu geliĢmeler de Türkiye'nin tutumunu değiĢtirmeye yetmez. Ama biraz daha dikkatli olunması gerektiğinin farkına varılır. DıĢiĢleri 8 Kıbrıs'ta Enosis ve Taksim Politikalarının Sonu Mehmet Hasgüler/1. Baskı- 2000, sf. 54-55 44 Bakanı Fuat Köprülü, "ileride Kıbrıs'ın durumu hakkında bir değiĢiklik ciddi surette söz konusu olursa Türkiye'nin haklarına aykırı bir Ģekilde konunun ele alınmasına imkan bırakmayız" demeye baĢlar. BaĢbakan Adnan Menderes de, 1954 Haziran ayında ABD ziyareti dönüĢünde Atina'ya uğradığında, Yunan BaĢbakanı Alekandros Papagos'un Kıbrıs sorunundan söz edeceğini öğrenince, tepki gösterir ve "Kıbrıs konusunu Yunan hükümetinin bana açmasına izin veremem. Bu niyette Ġseler Atina ziyaretimi Ġptal ederek, derhal Türkiye'ye dönerim." mesajını gönderir. Bunun üzerine Yunanlılar resmi görüĢmelerde konuya değinmezler. 1952'lerde siyasi çevrelerde, Ġngiltere'nin Ada'dan çekileceği konuĢmaları artar, iĢte bu sıralarda Alrnan Devletler Hukuku Profesörü Prof. HirĢ, bir eserine Ģu notu koyar: "...Olmaz ya, Ģayet Ġngiltere bu adayı bırakacak olursa yine eski sahibi Türkiye'ye iade etmesi gerekir. Adanın stratejik önemi ve Türkiye'nin savunması meselesinde taĢıdığı büyük önem onun yine Türkiye'ye iade edilmesini gerektirir. Ada halkının büe bu. konuda değiĢik seçeneklerinin olmaması lazımdır.." Yunanistan'ın Resmen Taraf OluĢu Eoka'nın eylemleri, Türkiye'nin Kıbrıs'a bakıĢ açısını değiĢtirmeye baĢlar. 1954 seçimlerinden sonra yeniden iktidara geien Menderes, Devlet Bakanı olarak atadığı Fatin RüĢtü Zorlu'ya, Kıbrıs'ın sorumluluğuna da verir. Zorlu'nun Kıbrıs konusunda tespit ettiği iki ana ilke Ģu olur: Türkiye'nin Kıbrıs üzerinde en az Yunanistan kadar söz sahibi olduğunu belgeleriyle kanıtlamak ve dünya kamuoyuna duyurmak. Dava çözülünceye kadar Kıbrıs Türklerine her türlü yardımda bulunarak, baskıya dayanma güçlerini arttırmak. Türkiye gerçekte Kıbrıs konusunda Yunanistan'ı taraf ve muhatap eimezken, Zorlu'nun peĢinen özellikle birinci ilkeyi nasıl ve neye göre belirlediği anlaĢılamamıĢtır. Çünkü, Zorlu'nun bu ilkesi, en azından Yunan BaĢbakanı Ġle Kıbrıs'ı görüĢmeyi reddeden BaĢbakan Menderes'in politikasına terstir. Ada'daki Türklerin saldırıya uğraması üzerine Türkiye, 23 Ağustos 1955'de ingiltere Büyükelçisine bir nota vererek, Türklerin can ve mal güvenliklerinin korunması ister Noîa'da. Kıbrıs'taki Türklerin imha ten45 ilkesine maruz kaldıkları belirtilerek, Türkiye'nin buna karĢı hareketsiz kalmasına Ġmkan bulunmadtğf bildirilir, iĢte bu Nota'dan sonra Londra konferansları süreci baĢlar. Ancak artık masada Yunanistan da vardır. Oysa BaĢbakan Menderes, Londra'ya gidecek heyete yoia çıkmalarından önce Ģu talimatı vermiĢtir: "Kıbrıs'taki ırkdaĢlarımıza karĢı bir katliam yapılacağı etrafta duyulmaktadır. Oradaki halkımız silahsız ve hareketsiz olabilir. Ancak bu durum hiçbir zaman onların bir an için dahi savunmasız kalacakları anlamına gelmez..Türkiye'nin Kıbns statükosunda bugün Ġçin ve hatta yarın için bu memleket aleyhine olabilecek bir değiĢikliğe katiyen tahammülü yoktur...ġu noktayı da Yunanlıların gözleri önüne sermek gerekir. Çoğunluk ilkesine dayanarak mı, daha dün denilecek kadar yakın geçmiĢte Ankara önlerine kadar gelmiĢlerdir?..Kıbrıs Anadolu'nun devamından ibarettir ve güvenliğinin esaslı noktalarından biridir. Kıbrıs'ın bugünkü durumunda bir değiĢiklik sözkonusu olursa...uygun bir çözüm bulunması gerekecektir. Bu da Kıbrıs'ın Türkiye'ye iadesinden baĢka bir Ģey değildir." Londra Konferansı'nın toplandığı tarihte dahi Kfbns toprakların yüzde 60'ı Türklere aitti. Londra Konferans ı 'nda Zorlu, Lozan AntlaĢması'nm 30. maddesine atıfta bulunarak, Türkiye'nin Kıbrıs üzerindeki egemenlik hakkını sadece ingiltere'ye devrettiğini hatırlatır. Ġngiliz Hükümeti, Kıbrıs üzerindeki egemenlik haklarından vazgeçmek niyetinde ise Kıbrıs adası asıl sahibine dönmeliydi. Ġngiltere, Türkiye'den aldığı bu toprağı, Yunanistan'a devredemezdi. Yunanistan, Kıbrıs sorununda Türkiye'ye muhatap bile olamazdı. Zorlu, konferansta özetle bu görüĢleri savunur. Türk heyeti baĢkanı Zorlu, konferansta daha çok Türkiye'nin güvenliğini ön plana çıkarır ve "Kıbrıs adasının Türkiye'nin savunması ve güvenliği açısında büyük önemi vardır. Bir savaĢ halinde Kıbrıs hesaba katılmazsa Türkiye'nin kuvvet ve kudretinin sürekliliği sağlanamaz... Lozan AntlaĢması, Kıbrıs'ın geleceğinin ilgili taraflar arasında tayin edilmesini öngörür. Taraflar ise Türkiye ve ingiltere'dir.,.Kıbrıs'ta selef determinasyon ilkesi uygulamaya kalkıĢmak, Lozan'ın kurduğu düzeni olumsuz yönde etkiler ve çok kapsamlı sonuçlar doğmasına sebebiyet verebilir." der. Türkiye'ye göre, Yunanistan Kıbrıs konusunda muhatap 46 bile değildi ama Londra Konferans ı' ndayd ı ve bilinen Ģelf determinasyon talebini tekrarlıyordu Majeste Kraliçe Hükümeti'nin ġartı Bu donemde Kıbns'a stratejik açıdan bakan sadece Türkiye değildi ingiltere BaĢbakanı MacMĠîlan Konferansı açıĢ konuĢmasında, Ada'nın stratejik açıdan Ġngiltere için de büyük önem taĢıdığını söyler. MacMıüan'a göre, "Ada üzerinde Türklerle, Yunanlıların yakın ve uzak emelleri ne olursa olsun, onlar Ģunu iyi bilmeliydiler ki, Ġngiltere'nin Kıbrıs'taki kara. deniz ve hava üslerinin tartıĢma konusu yapılmasına Majeste Kraliçe'nin hükümeti asla razı" olmayacaktı. Londra Konferansı hiçbir sonuç vermeden dağılır. Konferans sırasında Zorlu'nun yaptığı özel görüĢmelerde. Ġngiliz DıĢiĢleri Bakanı, Ġngiltere çekildikten sonra Kıbrıs'a belirli bir özerklik tanınabileceğini ancak Türkiye'nin hak ve çıkarlarının da korunacağı mesajını verir. Zorlu bu görüĢmeleri BaĢbakan Menderes'e aktarır. Menderes'in talimatı açıktır. "Ġster resmi, ister gayrı resmi, ister esasa, ister prosedüre ait bulunsun, Kıbrıs konusunda hiçbir tavize yanaĢmayacağımızı her fırsatta muhataplarımıza anlatınız." Zorlu, ingiliz yöneticilerle görüĢmesinde. "Ġngiltere Ġsterse Ada'dan ayrılabilir ama Türkiye ayrılmayacaktır." der. ingiltere'nin adadan çekilmesinin kesinlik kazanmasından ve Rumların terör hareketlerinin hızlanmasından sonra artık Türkiye için de "bir Kıbrıs meselesinin var olduğu" ortaya çıkar. Türkiye politikasında değiĢiklik yapılır ve bir daha "Kıbrıs meselesinin olmadığından" söz edilmez. Ancak önceleri, "adayı eski sahibine teslimden" bahseden ingiltere, Kıbrıs'ın Türkiye ve Yunanistan arasında taksim edilmesi tezini savunmaya baĢlar. BaĢbakan Menderes ise artık meselenin Yunanistan'la anlaĢma yoluyla ve barıĢ içinde halledileceğine inanıyordu Bunun sebebi de Yunanistan BaĢbakanı Karamanlis ile olan kiĢisel dostiuğu, fikir birliği ve ona olan güveniydi. Kıbrıs 1957'den itibaren artık uluslararası b:r konu haline gelir, bir anlaĢmaya varılması Ġçin Türkiye-Yunanistan-ingıitere arasında görüĢmelere baĢlanır ve BM gündemine girer Bugün olduğu gibi, o dönemde de Kıbrıs, Ortadoğu'da çok ÖzeĠ 47 bir stratejik konumdaydr. Bölgedeki petrof üretimi 1938'deki 6 milyon tonluk düzeyden, 1955'de 163 milyon tona yükseimiĢti. Bölge, dünya petrol rezervlerinin yüzde 65'ine sahipti ve o tarihlerde ingiltere, petrol ihtiyacının üçte ikisini bu bölgeden karĢılıyordu. MacMillan, Ġngiltere'nin Mısır'dan çekilmesinden sonra Kıbrıs'ın alternatif bîr üs oluĢturduğunu söylüyor ve Ada'nın deniz kuvvetleri, özellikle de hava kuvvetleri açısından büyük değer kazandığını vurguluyordu. MacMîllan'ın Ģu sözleri dikkat çekicidir: "...Az kiĢi Kıbrıs'ın gerek bizim, gerek Türkiye için iaĢjdtğ; önemin farkında. Gerçek Ģudur ki, Kıbrıs Adası'nı kim elinde bulundurursa, Ġskenderun Limanı'nı ve Türkiye'nin arka kapısını kontrol altına alır." ingiltere'nin bu görüĢü, kapalı kapılar ardında değil açıktan da söyleniyordu, ingiltere BaĢbakanlarından Eden, Avam kamarasındaki bir konuĢmasında, "Kıbrıs'ın yalnız ingiltere ve Yunanistan'ı ilgilendiren bir sorun olduğunu asla düĢünmüĢ değilim. Kıbrıs'ın, Türkiye'nin savunması açısından önemi büyüktür. Kıbrıs'ın statüsünde bir değiĢiklik yapıldığı takdirde, Türkiye'nin bu adayı, ingiltere'ye terk etmesiyle ilgili hükümleri içeren Lozan AntlaĢması'n ı n değiĢtirilmesini isteyeceğini bildirmesi hay9 ret uyandırmamıĢtır." diyordu. ingiltere Kıbrıs adasının kendisi için stratejik önemini asla unutmaz ve anlaĢmalarda da bunu asla gözardı etmez. Ada'nın, ingiltere'ye kiralanmasının anlatıldığı bölümde de vurgulandığı gibi, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluĢu aĢamasında en önemli tartıĢmalardan birisi Ada'daki üslerin kullanılması konusunda yaĢanır. Hatırlanacağı gibi Makarios üsler konusunda direnç gösterince, ingilizler, özel hayatına iliĢkin bilgilerle Makarios'a Ģantaj yaparak, Ġsteklerini kabul ettirmiĢtir. Kıbrıs'ın 1878'den 1960'a kadar olan 82 yıllık dönem gerçekten hazindir ve nereden, nereye diye hayıflanmamak mümkün değildir. Bize ait, üstelik de stratejik açıdan büyük önemi herkes tarafından kabul edilen ve geçici bir süre için ingiltere'ye kiralanmıĢ olan Kıbrıs'a, bîr süre sonra devletin içinde bulunduğu zor koĢullardan istifade edilerek el ko9 Silahsız SavaĢ-Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi, Onur Öymen/1. Baskı-Hazıran 2002. sf. 411-421. Kıbrıs'ın Tamamı Ġade EdiimeliKurultay Gazetesi. 16 Haziran 2002. Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu, ismail Tansu. 48 nuîmuĢ, daha sonra da sömürge yapılmıĢtır Ada'nın gerçek sahibi olan Türkiye bu ĠĢgale seyirci kalırken, hiç ilgisi olmayan Yunanistan, Megali Idea hedeîı doğrultusunda verdiği inanılmaz bir mücadele sonucunda önce Kıbrıs'ın ortağı, bugün ise tümünün sahibi olduğunu iddia eder hale gelmiĢtir. Oysa Türkiye baĢlangıçta Yunanistan'ı muhatap almıyor. Ada ile bir ilgisinin olmadığını söylüyordu. Zaman içinde Yunanistan muhatap alınıp, görüĢme masasına oturulmuĢtur. 82 yılın sonunda da, ingiltere ve Türkiye ile birlikte Yunanistan'ın Kıbrıs garantörlüğü kabul edilmiĢtir. 1960'dan bugüne geldiğimizde ise baĢlangıçta muhatap saymadığımız Yunanistan bizi muhatap aimamaya baĢlamıĢ, Ada'nın tümüyle Rumlara ait olduğu iddiasını uluslararası platformlara taĢıyarak, kabul ettirmeyi baĢarmıĢ ve devreden çıkarak, sorunu Türkiye-AB sorunu haline getirmiĢtir. Bununia da yetinmemiĢ, Kıbrıs sorunun çözümünü, Türkiye'nin AB üyeliğinin Ģartları arasına koydurarak, meseleyi tümüyle Türkiye'nin omuzlarına yükletmiĢtir. Bir tarafta mücadele, kararlılık ve usta diplomasi, diğer tarafta ilgisizlik ve politikasızlık...iĢte sonuç; 124 yıl sonra Kıbrıs'ta Enosis'e ramak KalmıĢtır. ULUSLARARASI ANTLAġMALAR Londra Konferansı 1950 Yılında yapılan EnosĠs plebisitinden sonra, Yunanistan'ın siyasi tercihini daha açık bir Ģekilde Enosis lehinde ortaya koyması, Kıbrıs Rum liderliği için yeni arayıĢların doğmasına neden olur. Kıbrıs Rum liderliği ile kilise sorunu, "Self-determinasyon hakkı" gibi bir çerçeveye sokarak, dünya platformalarına taĢımak niyetindeydi. Nitekim Yunan yönetimi ile yapılan iĢbirliği sonucu sorun, ilk kez 1954 yılında "Self-determinasyon", yanı "Kıbrıs'ın kendi geleceğini tayin etme hakkı" talebiyle BM'e götürüldü. Oysa Kıbrıs'ta iki ayrı halk vardı ve Selfdeterminasyon hakkı, her iki halk için de geçerli olmalıydı. Kıbrıs Türk halkı ve Türkiye, Yunanistan'ın bu baĢvurusuna büyük tepki gösterir. Bu tepkinin etkisi ve ingiltere'nin karĢı yönde tavır koyması sonucu konu, BM gündemine alınmaz. Kıbrıs Rumları bundan sonra 1 Nisan 1955'den itibaren silahlı eyleme baĢlar. ingiltere'nin Orta-Doğu'daki etkinliğini kırıp yerini almak ve Akdeniz'de bir güç olmak isteyen ABD de, Rum-Yunan ikilisinin Enosis 49 talebini destekleyip, Ġngiltere'yi köĢeye sıkıĢtırmaya çalıĢır, iĢte bu baskıların da altında, geride kalan bölümlerde de belirtildiği gibi çıkıĢ yolu arayan Ġngiltere, Ada'nın gerçek sahibi olan Türkiye'yi Kıbrıs sorununa resmen taraf yapmak ve bir denge sağlamak üzere harekete geçerek, 29 Ağustos 1955'de Londra Konferansı'nı düzenler. Londra'da yapılan bu konferansın tarafları, Türkiye Yunanistan ve Ġngiltere'dir. Yunanistan toplantıda, "Self-determinasyon" adı altında EnosfsĠ Ġsterken, Türkiye, adadaki her iki halkın da Self-determinasyon hakkının olduğu görüĢünü savunur. Toplantıdan somut bir sonuç çıkmaz. Zürih ve Londra AntlaĢmaları Ada'da iki halk arasında baĢlayan çarpıĢmalar sonucu, Rumların savunduğu Enosis ve Türklerin savunduğu Taksime karĢı bir orta yol olarak, adanın bağımsızlığı fikri doğar. Bu fikrin, ingiltere, Yunanistan, Türkiye ve ABD tarafından benimsenmesinden sonra, 11 ġubat 1958'de Zürih AntlaĢması, 19 ġubat 1959'dada Londra AntlaĢması Ġmzalanır. Bu anlaĢmaların altına, ingiltere ve Türkiye'nin yanıĢına, artık iki anavatandan biri sayılan Yunanistan ile her Ġki toplumun eĢit statüdeki Ġki ortak kurucusu imza atar. Böylece Kıbrıs'ın, iki halkın ortak egemenliğinde ve yönetiminde, iki toplumlu bir Cumhuriyet olduğu ilan edilir. Zürih ve Londra antlaĢmalarına göre, CumhurbaĢkanı Rum, Yardımcısı Türk olacaktır. Bakanlar Kurulu 7 Rum, 3 Türk üyeden; Temsilciler Meclisi 35 Rum, 15 Türk üyeden; Cumhuriyet Ordusu 60-40 ve memur kadroları 70-30 oranı Ġle iki toplum fertlerinden kurulacaktır. Her fkf toplumun kendi iç ĠĢlerine bakacak birer Cemaat Meclisi bulunacaktır. Bu Meclis toplumsal harcamalar için vergi koyacaktır, ayrıca din, eğitim ve küJtür islerinden de sorumlu olacaktır. Ġç güvenliği, polis ve jandarma sağlayacaktır. Ceza davalarında mahkeme heyeti, suçlunun ait olduğu toplumun yargıçlarından oluĢacak, beĢ büyük Ģehirde ayrı belediyeler ile resmi dil Türkçe ve Rumca olacaktır. CumhurbaĢkanı Yardımcısının veto yetkisi vardır ve önemli konularda Türk üyelerin ayrı oy çoğunluğu aranacaktır. Her Ġki anavatan, kendi toplumlarına eğitim ve kültürel alanlarda mali yardımda bulunabilecektir. Enosis ve Taksim Anayasa ile yasaklanmıĢtır. Ancak Rum li50 derlıği. bütün eski EOKA'cıları Cumhuriyetin kilit noktalarına yerleĢtirdiği gibi. Enosis faaliyetleri bizzat Makarios'un önderliğinde sürdürülür AntlaĢmalara göre, anayasal konulardaki anlaĢmazlıklar ıçm bir Türk, bir Rum ve bir de tarafsız yargıçtan oluĢacak Anayasa Mahkemesi kurulur Bu mahkemenin ilk tarafsız yargıcı, Alman Anayasa Hukuku Profesörü Ernest Forsthoff olur. Yardımcısı Ġse Christıan Hemze'dır Ne var ki Rumlar, tarafsız yargıcın verdiği adii kararlardan rahatsızlık duyar, tehdit, baskı ve yıldırma kampanyası sonucu Forsthoff ve yardımcısın:, istifa edip adadan ayrılmak zorunda bırakırlar. Garantörlük AntlaĢması Zürih ve Londra antlaĢmalarına ek olarak, Kıbrıs, Türkiye, ingiltere ve Yunanistan arasında imzalanan Garanti AntlaĢması'nm 1. maddesinde, "Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bîr devletle tamamen veya kısmen herhangi bîr siyasi veya iktisadı birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleĢmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolayısı Ġle teĢvik edecek her nevi hareketi yasak ve ilan eder" denilmektedir. Tarafsız hukukçular, bu maddeye göre Kıbrıs'ın, Yunanistan, Türkiye veya AB ile birleĢmesinin mümkün olmadığı görüĢündedir. Garanti AntlaĢmasının, ikinci maddesinde, "Yunanistan, Türkiye ve BirleĢik Krallık, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bu anlaĢmanın birinci maddesinde gösterilen yükümlülüklerini göz önüne alarak, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve aynı zamanda Anayasanın temel maddeleriyle kurulan düzenini tanırlar ve garanti ederler", 4. Maddenin son paragrafında ise, "Ortak veya anlaĢarak hareket imkanı olmadığı takdirde, garanti veren her üç devletten her biri, bu anlaĢma ile kurulan düzeni tekrar kurmak amacı ile harekete geçmek hakkını sakîı tutarlar" hükümleri yer almaktadır. Türkiye, 1974 BarıĢ Harekatını, iĢte anlaĢmanın 4. maddesinin kendisine verdiği bu hakka dayanarak yapmıĢtır. Böylece, 1974 BarıĢ Harekatı ile uluslararası bir anlaĢmadan doğan bir hak kullanılırken, o anlaĢmanın yüklediği sorumluluklar da yerine getirilmiĢtir. Rum-Yunan liderliğinin sürekü oiarak Garanti AnlaĢmasına saldırmasının ve en azından tek yanlı müdahale hakkından tavız verilmemesi haiinde, her- 51 hangi bir anlaĢmayı imzalamayacaklarını söylemesinin sebebi budur. Daha doğrusu 1966 yılında ortaya çıkan Akritas Planı böyle söylemelerini emretmiĢtir. Ġttifak AntlaĢması Taraflar arasında bir de ittifak AnlaĢması imzalanır. AnlaĢmanın 1. maddesine göre, taraflar ortak savunma için iĢbirliği yapacak, savunma sorunlarında birbirlerine danıĢacaklardır. 2. madde de tarafların, "Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığına veya toprak bütünlüğüne karĢı doğrudan veya dolaylı yöneltilen herhangi bir hücum ve saldırganlığa, ortak karĢı koymaları" Öngörülür, ittifak AnlaĢmasının 3. maddesi ise, Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarında kurulacak üçlü karargahı düzenler ve "Üçlü, karargaha katılacak Yunan askerlerinin sayısını 950; Türk askerlerinin sayısını ise 650" olarak belirler. Buna paralel olarak, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin CumhurbaĢkanı ve Yardımcısı anlaĢarak, Yunan ve Türk Hükümetlerinden birliklerini artırmayı ve azaltmayı isteyebilecek, Yunan ve Türk b iri iki erindeki subaylar, Kıbrıs Ordusunun eğitimi iĢini de üstlenecektir. Üçlü Karargahın komutanlığı, Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs CumhurbaĢkanı Ġle Yardımcısının atayacakları Kıbrıslı, Yunan ve Türk generaller tarafından bir sene süre ile "rotasyonla" yürütülecekti. Ayrıca Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye DıĢiĢleri Bakanlarından oluĢan ortak bir komite, bu ittifakın en üst organı olacak ve üç ülkenin hükümetlerinin sunacakları ittifakı Ġlgilendiren sorunları Ġnceleyeceklerdir. Londra-Zürih AntlaĢmalarının hem Yunanistan ve Rum kesiminde ve hem de Türkiye ve Kıbrıslı Türkler arasında büyük yankıları olur. Rum ve Yunan ikilisi, antlaĢmaları Ġçine sindiremedikleri için Ġlerideki bölümde de anlatılacağı gibi sadece 3 yıl dayanır ve bunları yok sayar. Kıbrıs Türk toplumunda Ġse küçük bir grup Taksim tezinin terk edilmesine tepki gösterse de, genel olarak sükunetle ve temkinli bir Ģekilde karĢılanır. Kıbrıs Türk Toplumu Lideri Dr. Fazıl Küçük, Ada'ya dönüĢünde, havaalanındaki karĢılama töreninde Ģunları söyler: "Hepinizden tekrar rica edeceğim ki, bugünden itibaren mesaimize ve çalıĢmalarımıza daha büyük hız vereceğiz. Yeni kurulacak hükümette, biz Kıbrıs Türkü daimi surette hissiyatımızı gösterecek ve 52 Kıbrıs Türkü her zaman olduğu gibi, kanun ve nizamlara itaat etmiĢ 10 kimseler olduğumuzu ispat edeceğiz." Dr Küçük'ten sonra söz alan Rauf DenktaĢ'ın konuĢması da Özetle Ģöyle oîur: "Bu anlaĢma, tarn istediğimiz Ģekilde, istediğimiz gibi son bulmuĢ değildir. Artık Türkiye bizimle ilgilenmeyi, biz haksızlığa uğrarsak müdahale etmeyi, buraya askeriyle gelme güvence altına almıĢ, taahhüt etmiĢ bulunuyor. 1878'den bu yana tek bir Türk askeri görmemiĢ olan, Türk askerine özlem duyan bu topraklar, kısa bir zaman sonra Türk askerine, Mehmetçiğine kavuĢacaktır. Kıbrıs'ta Türk haklarının korunması için bundan daha büyük bir garanti, daha kuvvetli bir dayanak olabilir mi? Biz, Ģerefii bir anlaĢmaya imza koyduk. Haklarımızın korunacağına inandığımız için bu anlaĢmayı Ġmzaladık ġartımız budur, haklarımıza saygı gösterilecektir. Köle muamelesi, azınlık muamelesi is 1 temiyoruz." AnlaĢmalar, Türkiye basınında genelde olumlu bir üslupla değeriendirilirken, en ciddi ve kapsamlı incelemeyi yapıp, eleĢtiri ve uyarılarını bir yazı dizisi ile açıklayan CoĢkun Kırca olur. CoĢkun Kırca, Uius Gazetesi'nde (7 Mart 1959) yayınlanan yazılarında, hem hükümeti, hem 1 de kamuoyunu uyarmaya çalıĢır. Sonraki yıllar ve geliĢmeler Kırca'yı haklı çıkarır. AnlaĢmalar, TBMM'de ise, 1-4 Mart 1959 tarihleri arasında yapılan bütçe görüĢmeleri sırasında ele alınır. Bilgi veren DıĢiĢleri Bakanı Fatin RüĢtü Zorlu, Kıbrıs'ın hiçbir zaman yabancı bir devlete ilhak edilmemesi, adadaki Türk toplumunun azınlık konumuna düĢürülmesine asla izin verilmemesi gerektiğini anlatır ve ingiliz üslerinin bir güvence olduğunu kaydeder. Daha önce ingilizlerin Ada'yı terketmeyeceği iddia edilip, ingilizlerin varlığının güvence olduğu söylenirken, görüldüğü gibi 9 yıl sonra artık ingiliz üslerinden medet umulur hale gelinir. Meclıs'te Kıbrıs anlaĢmaları ile ilgili esas tartıĢma 4 Mart 1959'da olur ve 4 saat sürer. Ana muhalefet partisi CHP Lideri ismet Ġnönü, anlaĢmanın Eno10 Enosis Çemberinden Kıbrıs Cumhuriyeti'n e- Bugünlere Gelmek Kolay Olmadı 3-Ahmet C. GazĠoğlu. sf. 119-120 11 ag.e.sf 120-121 12 Ahmet C Gazıoğlu-age sf 128-130 53 sis'e karĢı bazı açık kapılar bıraktığını ifade ederek, Ģu önemli uyarda bulunur: "Unutmamalı ki, böyle bir zamanda, anlaĢmayı ihlal eden Kıbrıs Cumhuriyeti, BM'nin azası bulunacaktır, ihtilaf bütün dünya teĢkilatının ve hususiyle Güvenlik Konseyi'nin müĢterek meselesidir. Bu vaziyette Türkiye, eğer süratle hakkını kullanarak, müdahale imkanına malik olursa yapacağı haklı bir emrivaki iie davasını kazanabilir. Halbuki, Ģartların tarafımızdan süratle bir askeri hareket yapmaya müsait olduğu ve her zaman olacağı iddia edilemez. Bu sebeple, anayasa dıĢı teĢebbüs edilecek Enosis hareketini, iĢbu anlaĢma hukuken bertaraf etmiĢ görünürse de, fiilen bertaraf etmemektedir. Halbuki taksim tezi hukuken HO olduğu gibi fiilen de bertaraf edilmiĢtir." TBMM'deki görüĢmelerde, anlaĢmalar konusunda muhalefetin diğer temsilcilerinin üzerinde söz birliği ettiği konuların baĢrnda, "Kıbrıs'ın Nato'ya üye olması gerektiği ve adada bir askeri üssün bulunmasının kaçınılmazlığı ile Enosîs tehlikesinin tam olarak giderilemediği" hususları gelir. GeliĢmeler, CoĢkun Kırca gibi merhum înönü ve muhalefet sözcülerini hakir çıkaracaktır. Yunan Parlamentosu Ġse anlaĢmaları 23-28 ġubat 1959 tarihleri arasında sert, zaman zaman kavgalı oturumlarla tartıĢır, muhalefet 14 sözcüleri, hükümeti "Bir ata toprağını terk ve Ġhanetle" suçlar. Türkiye'de bu yıllarda, Kıbrıs meselesinin öneminin henüz çok iyi anlaĢılmadığını ve tam da sahiplenümediğini belirtmiĢtik. TMT'nin kurucularından emekli Albay Ismaif Tansu da, anılarını derlediği kitabında, 1960 dönemi ile ilgili olarak ana baĢlıkları ile Ģu değerlendirmeyi yapmıĢtır "Doğrusunu açıkça ifade etmek gerekirse 27 Mayıs ihtilali Türkiye için olduğu gibi, Kıbrıs mücadelemizin Kuvay-i Milliyesi oian Kıbrıs Türk Mukavemet TeĢkilatı Ġçin de hayırlı olmamıĢtır. Örneğin; ihtilal rejiminin yöneticilerine, Türk-Rum ortak Cumhuriyeti'n in kurulması ile Kıbrıs sorunun çözümlendiği fikri hakim olmuĢtur. Bu, düzeltilmesi çok pahalıya mal olan vahim bir hata idi. Öte yandan Kıbrıs'ta Makarios ileride oynatacağı oyunların mizansenini hazırlıyordu. Her vesile ile anayasanın 13 AhmetC Gazıoğlu- a.g.e. sf. 131-137 14 AhmetC Ga2ioğlu-a.ge sf. 138-140 54 değiĢtirilmesi gerektiğinden söz ediyordu. Bir yandan da Albay Grivas ile birlikte, Türkleri Ada'da yok etme veya kaçırmak için Akrıtas adı verilen katliam planları yaptırıyordu. Bu arada Papaz Makarios, anayasayı değiĢtirme planının bir parçası olarak Türkiye'ye de ziyarette bulunuyor, ihtilal yönetiminin devlet BaĢkanı ve BaĢbakan Orgeneral Cemal Gürsel tarafından Devlet BaĢkanlarına mahsus törenle karĢılanıyor ve kabul ediliyordu. Kıbrıs'ta bütün bu oian bitenler karĢısında ihtilal rejiminin hükümeti son derece duyarsız davranıyordu. Ġsmail Tansu, Kıbrıs davamızın 50 yıllık seyrini kronolojik olarak 16 da Ģöyle sıralamıĢtır: "1950-1955: Ada'nın gelecekteki statüsü hakkında önceden tespit edilmiĢ bir politika çizgisi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olayian günlük önlemlerle karĢılamaya çahĢmaktadfr. Kıbrıs Türk halkı ise kaderini Türkiye'ye bağlamıĢ, giriĢilen milli mücadele için önceden hazırlanmıĢ bir plan ve programı yok, toplum liderlerinin nutukları ile oyalanmaktadır, gelecek karanlık görünmektedir. 1955-1957: Rumların Enosis yolunu açmak için harekete geçmesi karĢısında Kıbrıs Türk halkının (Ne olacak halimiz?) dediği karamsarhk dönemidir. 1957-1960: Kıbrıs Türk halkının yüzünün güldüğü ve geleceğe umutla baktığı yıllardır. Gerçekten de artık Türk halkının can ve mal güvenliğini sağlayan, Türk subaylarının komutasında, eğitilmiĢ, örgütlendirilmiĢ ve silahlandırılmıĢ, yer altında eli tetikte bekleyen, TMT mücahitleri vardır. 1960-1963 Umutla baĢlayan, hayal kırıklıkları ile süren bu yıllar, Papaz Makarıos'un Ġhanetlerinden kaynaklanan huzursuzluk, Türk halkının ufkunu karartan kara bulutların oluĢtuğu ve meĢ'um günlerin habercisi olayların olduğu trajik yıllardır. 1963-1974 21 Aralık 1963'te Makarios'un Noel katliamı ile baĢlayan, TMT mücahitlerinin silahlarına sarılıp, yeraltından çıkarak direniĢe geçmeleri ile devam eden ve 11 yi! süren bu direniĢte, acılara, ızdıraplara ve yokluklara rağmen, yaratılan kahramanlık destanlarının yazıldığı yıllardır bu yıllar. Ve nihayet 20 Temmuz 1974, Kıbrıs Türk 15 Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu, sf 258 16 ağ e si 265-271 55 halkını karanlıktan aydınlığa çıkaran ve kara bulutları dağıtan ve Türk Ulusunun göğsünü kabartan, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin BarıĢ Harekatı. Bundan sonra ise; Kıbrıs Türk halkının özgürlüğü, toprakları üzerinde egemenliği ve bağımsızlığı ve 23 Kasım 19S3'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti" KIBRIS CUMHURĠYETĠNĠN YIKILIġI Zürih-Londra AndlaĢmalan ile Kıbrıs Türk ve Rumlarının eĢit siyasr haklarına dayalı 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra da Rumların, Enosis arayıĢları çeĢitli Ģekillerde yeniden gündeme gelir. Hatta imzaların hemen ardından gerek Yunan devlet adamları, gerekse de Makarios, "Ada idaresinin 8 asırdan bu yana ilk kez Rumların eline geçtiği, bağımsızlığın nihai bir hedef olmadığını, sadece Enosis'e giden yolda bir ara aĢama olduğu" açıklamalarını yaparlar. Kıbrıs BaĢpiskoposluğu Sekreteri ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin ilk Atina Büyükelçi/iğine atanan Nikos Kramîdiotis de, 1959 Zürih-Londra AndlaĢmaları'nın imzalandığı günlerde Kıbrıs Rum halkı ve siyasi liderliğinin duygularını Ģu Ģekilde dile getirir: "Enosis arzusu Kıbrıs Rumlarının gönüllerinde kök salmıĢ bir biçimde güzel bir ideal ve son çözüm olarak yaĢamaya devam ediyordu, fakat, en azından Ģimdiki aĢamada uluslararası ortam bu amacın gerçekleĢmesine müsait değildir. Böylece, Kıbrıs Rumları duygusal olarak ENOSĠS -ideallerini geleneksel Yunan mücadelesi ruhu rie uzun vadede kavuĢacakları ülküleri olarak gönüllerine saklarken, (Zürih-Londra) AntlaĢmalarını, sadece bazı Ģeylerden kaçınmak için değil, aynı zamanda daha çok özgür olacakları bir dönemin baĢlangıcı olarak kabul ediyorlardı." Kıbns Cumhuriyeti'nin yıkılıĢını birçok yazar kaleme almıĢtır. Mesela Profesör RĠchard A. Patric, Rum liderliğinin Cumhuriyeti yıkmak için sürdürdüğü gizli hazırlığı, "Kıbrıs Rum gizli ordusunun el altında kadrolarının doldurulması, eğitim ve teĢkilatlanması, 1961'in Ġlk aylarında baĢladı 1955-59 döneminin EOKA teĢkilatı dağıtılmıĢtı ama silahlarının çoğu Kıbrıs polisine teslim edilmemiĢti. TeĢkilatın hücrelerinin 17 Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu, sf 174 IsmaÜ Tansu 56 karĢılıklı bağımsızlık ve yükümlülükleri de hala canlıydı. Bu hücreler yeni kuvvetin önce çekirdeğini oluĢturdu. 1967'de bölük çapındaki birliklerin atıĢ ve silah eğitimleri Kıbrıslı Rum subay namzetlerinin nezaretinde ve hükümetin silah depolarından Ödünç alınan silahlarla Trodos dağlarında yürütülmekteydi. 1963 Aralık olayları baĢladığında, saldırılara katılan ve belli bir derecede eğitilmiĢ 5000 civarında Rum vardı" diye anlatmıĢtır. Yazar Purchell ve Prof. Pierre Oberling ite 1960-1963 döneminde Kıbns Anayasa Mahkemesi BaĢkan Yardımcısı olan Alman hukukçu Dr ChristĠan Heinze'in, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yıkılıĢına iliĢkin gözlemlerinden bazı baĢlıklar ise Ģöyledir: "Yalnızca Türk Rum oranı bozulmakla kalmadı. Anayasanın izin verdiği yardımcı Rum polis kuvveti de yaratıldı. Özel olarak yaratılan kadroların çoğu da eski EOKA'cılara nasip oluyordu: Hem polis, hem de jandarmada terfi edenler, çoğunlukla bu teĢkilatın eski adamlarıydı." "Kıbrıslı Rumların anayasayı ihlal ettikleri örneklerden Kıbrıslı Türkler Ġçin en ciddi sonuçlar taĢıyan bir tanesi, yani beĢ kentte ayrı ayrı Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk belediyeleri kurulması hakkındaki anayasa hükmünün ihlali Kıbrıs Cumhuriyeti Yüksek Anayasa M ah kem esi'n in Önüne getirildiğinde Rumlar davayı kabul ettiler. Ancak bundan daha önce ve özellikle 1963 Nisan'ında verifen karardan sonra da Kıbrıs hükümetinin Rum kanadı, bu kararı tanımayacağını ilan etmiĢti. Bu, anayasanın ihlalinin resmen hukuki olarak geçerlilik kazanması ve Kıbrıs'ta Kıbrıslı Rumlar ve Türkler arasındaki uyuĢmazlıkların getirilebileceği tek bağımsız merci olan Yüksek Anayasa Mahkemesi'nin iĢlemez hale getirilmesi demekti" "Forsthoff ve Heinze, Makarios'un anayasa ihlallerini ortaya koyduklarında Kıbrıs Rum Cemaati Liderleri için önemli bir sorun haline geldiler Saygınlıklarını lekelemek ve istifaya zorlamak üzere dedikodu kampanyası baĢlatıldı. Dr. Forsthoff küçük rütbeli bir nazi subayı olmakla suçlandı ve Heidelberg Ünıversitesi'nin 2. sınıf bir profesörü olmakla nitelendirildi. Dr. Heinze'nin Türklerden aldığı rüĢvetle lüks içinde yaĢadığı söylentileri yayıldı, hayatı bile tehdit edildi." "MüĢterek bir yasama oluĢturmadaki baĢarısızlık ilgili tarafların beceriksizliğinden değil, yönetimdeki Kıbrıslı Rumların egemen kesiminin iĢbirliğine gitmek veya bir uzlaĢmaya varmak çabası harcarnaytp 57 varolan anayasayı göz ardı etmelerinde ve hiçe saymalarında artan bir inatla diretmelerinden gelmektedir. Anayasanın baĢarısızlığı, bundan yararlanmak için iyi niyetin oimamasmdandı". "Veto hakkını ortadan kaldırmak bahanesini gösterip, gerçekte kanuna uydurup, Enosis'i gerçekleĢtirmek istemekteydiler. Bu tasarıyı uygulamak üzere Makarios, Yorgacis, Papadopufos ve Glafkos Klerides gizli bir eylem planı hazırlamakla görevlendirildi, ilk deîa 21 Nisan 1966'da Patris gazetesinde yayınlanan meĢhur Akritas Planı, biraz da gizemli bir biçimde (ġef Akritas} diye imzalanmıĢtı, oysa, bu, Akritas aynı dönemde adada-iç barıĢı sağlamakla görevli olan Yorgacis'ten baĢkası değildi. Plan, Enosis'i gerçekleĢtirmek amacı ile hükümet içinde bir darbe yapdmasmı ve güçlenmesine izin vermeden, Türk muhalefetinin temizlenmesini öngören bir programdı." O dönemde, Enosis'Ġn önündeki engelleri kaldırmak Ġsteyen Makariûs, bu amaçla Türk halkrna da söz hakkı veren Anayasanın 13 maddesini değiĢtirmek için bir plan hazırlamıĢtır. Bu plana göre, söz konusu maddelerin değiĢtirilmesini Türklere teklif edecek, reddedilmesi halinde zorla empoze edilmesi yoluna gidilecekti. KarĢı konulduğu takdirde de "Türkler hükümete Ġsyan etîi" diye olay dünyaya duyurulacak, "asilerin ezilmesi", Kıbrıs hükümetinin bir iç meselesi olarak sunulacaktı Makarios'un tahmin ettiği gibi Anayasa değiĢikliği, Türk halkı ve Türkiye tarafından derhal reddedilir. Makarios'un değiĢiklik teklifleri Ģöyleydi: CumhurbaĢkanı ve CumhurbaĢkan Muavini'nin Veto haklarının kaldırılması. (Anayasaya göre BaĢkan ve Yardimcısı Bakanlar Kurulu ve Meclisin DıĢ ĠliĢkiler, Savunma ve Güvenlik konularındaki kararlarını veto etme hakkına sahipti) CumhurbaĢkanı yurt dıĢında iken veya görevlerini yerine getirmeyecek durumda olduğunda, BaĢkan Yardımcısının ona vekalet etmesi. Rum Temsilciler Meclisi baĢkanı yurt dıĢında, ya da görevlerini yerine getiremeyecek durumda olduğunda, Meciis BaĢkanlığı görevinin Meclis BaĢkan yardımcısı tarafından yerine getirilmesi. Meclis BaĢkanı Rum, Yardımcısı Türk üyelerce ayn ayn seçileceklerine, her ikisinin de Meclis Genel Kurulunca seçilmesi (Bu durumda çoğunlukta Rumlar olduğu için Meclis BaĢkanı hep Rum olurken. 58 Türk Yardımcı, Rumların Ġstediği bir kiĢi seçilecekti ve tümüyle Türklerin birliğini bozmaya yönelik bir teklifti) Bazı yasaların Medıs'îe onaylanması için, ayrı çoğunluk Ģartının aranmaması. (Anayasa'ya göre vergi, belediyeler ve seçim yasaları için ayrı ayrı çoğunluk gerekiyordu. Bu durumda Rumlar çoğunluklarına dayanarak, istedikleri düzenlemeyi yapabilecekti) BirleĢik Belediyelerin kurulması. (Anayasaya göre, beĢ büyük Ģehirde ayrı belediyeler olacaktı. Ancak değiĢiklikle belediye baĢkanlıkları sadece Rumların eline geçecekti.) Adalet hizmetlerinin birleĢtirilmesi. (Rum suçlulara Rum, Türk suçlulara da Türk yargıçlar bakıyordu. Bu durumda Türk sanıklar suçsuz olsalar bile Rum yargıcın Ġnsafına bırakılacaktı. Bunun bir baĢka tehlikesi de, Rum yargıçlardan alınacak tutuklama ve arama emirleri ile Türk evleri ve yerleĢim yerlerinin aranması, kiĢilerin tutuklanıp baskı altına alınmasının yolunun açılmasıydı) Güvenlik kuvvetlerinin, pofis ve jandarma olarak ikiye ayrılmasına son verilmesi, güvenlik Kuvvetlerinin sayısının yasa ile belirlenmesi. (Anayasa'ya göre, CumhurbaĢkanı ve yardımcısı sayıyı ortaklaĢa azaltıp, çoğaltabilecekleri), hükümete ve orduya, iki toplumun katılma oranlarının, ıkı toplumun nüfusuna göre değiĢtirilmesi.(Bu teklif, Kıbrıs Türklerinin yönetimden tümüyle dıĢlanması anlamına geliyordu.) Kamu Hizmeti Komisyonu'nun üye sayısının, 10'dan 5'e indirilmesi,(On üyeden üçü Türk'tü) Komisyonu'nun tüm kararlarının basit çoğunlukla aSması. (Çoğunlukta Rumlar olacağı Ġçin istedikleri kararı alabileceklerdi) Rum Cemaat MeclısĠ'nin yürürlükten kalkması (Cumhuriyet yönetimini bir Rum yönetimi haline getirmenin baĢka bir yolu açılacaktı) Orta Doğu uzmanı Prof. Ciement H Dodd'un, bu dönemle ilgili değerlendirmeleri Ģöyledir; "Sonunda, Kıbrıs Rum kesimi Anayasayı iĢlemez Ġlan etti. Bunun yamsıra, Kıbrıslı Rumların istediği, Taksim fikrinin tohumlarının yeĢermekte olduğunu gördükleri, kendi kendilerini yöneten Türk belediyelerinden kurtulmaktı. Bu özellikle, enosis fikrinin reddedilmesini gerçeklikten ziyade bir formalite olarak görenler için böyleydi Bütün bunların neticesinde çok ciddi bir problem ortaya çıktı Bundan sonra ne 59 yapılmalıydı? Yapılacak Ģey garantör devletler olan ingiltere, Türkiye ve Yunanistan'a baĢvurmak ve anayasal sorunları ortadan kaldırmak olmalıydı. Ancak Makarios, böyle yapmak yerine, o zamanki ingiliz Yüksek Komiserliği tarafından anayasaya konulması uygun görülen 13 maddelik değiĢikliği önerdi. Bu öneriler Türk hükümeti ve Kıbrıslı Türkler tarafından reddedildi. Daha sonra Makarios, Türk toplumunun isteklerini reddetmek amacıyla kuvvet kullanmaya karar verdi. Planın adı meĢhur Akritas Piam'ydf ve anayasal değiĢikliklerin uygulanması sırasında çıkabilecek her türlü Kıbrıs Türk tepkisine karĢı özel güç kullanımını öngörüyordu. Aralık 1963'te önceden tasarlanan olaylar patlak verdi ve yüzlerce Türk öldü." Akritas Planı Nedir? Rumların Cumhuriyeti yıkma giriĢimleri, Akritas adlı bir plan doğrultusunda yapılır. 21 Nisan 1966 tarihli Patris gazetesinde yayınlanan bu plana göre, Türk halkJ ani bir saldırı ile yok edilecek ve Ada Yunanistan'a bağlanacaktı. Bu planın hazırlayıcıları arasında Akritas kod adlı içiĢleri Bakanı YorgacĠs, CumhurbaĢkanı Makarios, Meclis BaĢkanı Klerides de bulunuyordu. Patris gazetesi bu planda görev a/an Rum liderlerin Ġsimlerini de açıklamıĢtı: BaĢkan: Polikarpos YorgacĠs, BaĢkan Vekili: ÇalıĢma Bakanı Thassos Papadopulös, Kurmay: Milletvekili Nikos KoçiĢ, Kurmay Daireleri Müdürü: Meclis BaĢkanı Glafkos Klerides. Planın anahtarı ise, "Makarios'un verdiği demeçler milli davanın alacağı yönü göstermiĢtir. Esas gaye değiĢmemiĢtir. (Ġlhak, Enosis) Amaca ulaĢmak için iç ve dıĢ tahrikler izlenecektir." talimatıydı. "Gizliliğe uyulacaktır" ilkesini de kapsayan Akritas planının hedefleri, ana hatları ile Ģöyleydi: "EOKA müdahalesinin son safhasında Kıbrıs davası dünya kamuoyuna ve diplomatik çevrelere Kıbrjs Halktntn self-determinasyon hakkına kavuĢması Ģeklinde sunulmuĢtu. ġimdi ilk hedefimiz, uluslararası alanda Kıbrıs probleminin çözümlenmediği ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiği kanaatini yaymak otmafıdır. Bu amaçla, bulunmuĢ 18 Kıbrıs Meselesi- Güncel Bir BakıĢ, sf 5-6 60 olan çözümün tatminkar olmadığı adil olmadığı, iki toplumun bir arada yaĢayabileceği belirtilmelidir Kıbrıs liderliği yerinde bir davranıĢla anlaĢmaları halk oyuna sunmamıĢ ve elimizdeki bu durum koz olmuĢtur. Kıbrıs'ın Ģimdiye kadar Rumlar tarafından idare edildiğini, Türklerin Ġse sadece olumsuz, köstekleyici bir fren rolü oynadığını gösterdik." Planın diğer bölümlerinde, imhanın yeraltı çalıĢmalarını sürdüren Eoka aracılığı ile nasıi gerçekleĢtirileceği aniatılmıĢ, her bölgede ne kadar kuvvet bulundurulacağı, silah miktarı, bölge sorumluları, saldırı planlan, ayrıntılı olarak Ģemaiar üzerinde gösterilmiĢtir. Nitekim saldırıların bu planda öngörüldüğü gibi gerçekleĢtirildiği daha sonra ortaya çıkmıĢtır, "Çok Gizli" ibareli ve "Karargah" baĢlıklı talimat ile Akritas planının amacı da Ģöyle duyurulmuĢtu: "BaĢpiskopos Makarıos'un verdiği son demeçler Milli davanın yakm bir gelecekte alacağı yönü gösterir. GeçmiĢte de belirttiğimiz gibi milli davalar bir günde halledilemez. Müli davaların çeĢitli geliĢim merhalelerinin tamamlanması için belli zaman tahditleri koymak da mümkün değildir. Davamız Ģimdiye kadar yer almıĢ olan geliĢmelerin, bu süre içinde belirmiĢ Ģartların ve alınmıĢ tedbirlerin ıĢığında, bu tedbirlerin ayarlanması ve tatbiki de göz önüne alınarak incelenmeli ve alınacak tedbirler iç ve dıĢtaki politik duruma uygun olmalıdır. Bütün bu iĢlem gerçekten güçtür ve birçok safhadan geçirilmesi Ģarttır; çünkü sonucu etkileyecek olan çok ve çeĢitli nedenler vardır. Herkesin, alman tedbirlerin esaslı bir inceleme sonucu alındığını ve gelecekte alınacak tedbirlerin temelini teĢkil ettiğini bilmesi kafidir. Ayrıca, Ģimdi düĢünülen bu tedbirlerin, (ilk adımı) ve (self-determinasyon) hakkımızı kayıtsız Ģartsız ve tam olarak tatbiki olan gayemizin (yalnız bir safhasını) teĢkil ettiğini de bilmesi kifayet eder" Akritas planının, bu genel hususlar dıĢında, bugünkü geliĢmeler de dikkate alındığında belki en önemli yam, "Uluslararası alanda kullanılacak metodların" anlatıldığı bölümdür. Çünkü, Kıbrıs meselesinin hangi noktalara vardınlacağı adeta adım adım anlatılmıĢtır ve görünen o ki muaffak olunmuĢtur, iĢte Akritas Planfna göre, uluslararası alanda kullanılacak metodlar. "ilk gaye, Rum çoğunluk oiarak haklı çıkmak ve {BulunmuĢ olan çözüm tatminkar ve adil değildir. Varılan anlaĢma, çatıĢan tarafların gö- 61 nüllü ve baskısız rızaları sonucu elde edilmemiĢtir. AnlaĢmaların gözden geçirilmesi, zorunlu bir varoluĢ koĢuludur, Rumların imzalarını inkar etme çabası değildir, iki toplumun bir arada yaĢaması mümkündür. Yabancıların güvenmesi ve dayanması gereken güçlü unsur Türkler değil, Rum çoğunluğudur) izlenimini yaratmak olmuĢtur. Bu gayeleri gerçekleĢtirmek çok güç çaba gerektirmiĢse de tatminkar sonuçlar alınmıĢtır. Birçok diplomatik temsilcilikler, anlaĢmaların tatminkar ve adil olmadığına baskılarla ve gerçek görüĢmeler yapılmadan imzalandığına, çeĢitli tehditler sonunda empoze edildiğine inanmıĢ bulunuyorlar Birine; aĢamayı böylece tamamladıktan sonra, ikinci aĢama eylemlerimizi ve gayelerimiz; uluslararası alanda gerçekleĢtirmemiz gerekiyor. ġimdiye kadar Türkler, dünya kamuoyunu, Ada'nın Yunanistan'a ilhak edilmesinin kendilerini köle durumuna sokacağına inandırmakta baĢarılı oldular. Bu Ģartlar altında talebimizi, mücadele süresince olduğu gibi, Enosis değil de self-determinasyon için hür irademizi uygulama hakkımız temeline dayamamız halinde, dünya kamuoyunu kendi yönümüzde etkileyebilirle çabamızda.ciddi baĢarı imkanımız bulunduğu değerlendirilmektedir. Bu hakkımızı tamamen ve engellenmeden kullanabilmemiz için de Anayasanın ve antlaĢmaların (Garanti ve Ġttifak vs.) halk iradesinin kayıtsız bir Ģekilde Ġfade ve uygulanmasını engellendiğini belirtmeli ve dıĢ müdahale tehlikesine gebe tüm hükümlerden kurtulmamız gerektiğini bilmeliyiz. Bu nedenlerle i/k saldın hedefimiz; bundan böyle Kıbrıslı Rumlarca kabul edilmediğini Ġlk olarak belirttiğimiz Garanti AntlaĢması olmuĢtur. Planımızın baĢarısı için bir giriĢim ve geliĢmeler zinciri gereklidir. Bunların her biri zaruri ve zorunludur, çünkü aksi halde, gelecekteki giriĢimlerimiz, yasal olarak haksız ve politik yönden baĢarılması imkansız olur. Hareket hatlımız Ģöyledir: AntlaĢmaların olumsuz maddelerini değiĢtirmek ve buna paralel olarak Garanti ve ittifak AntlaĢmalarını fiilen zayıflatmak. Bu adım kaçınılmazdır çünkü olumsuz yönleri tadil etmek ihtiyacı genellikle bütün dünyaca kabul edilmiĢtir ve makul addedilmektedirftek yanlj hareketimizi bile haklı gösterebiliriz). Yukarıdaki iĢlemden sonra Garanti AntlaĢması (müdahale hakkı) hukuken ve esas olarak uygulanamaz. Bunun sonucu olarak da beliren gerçek Ģudur; Eğer eylemlerden herhangi bir uluslar arası baĢarı 62 imkanımız olmasını umuyorsak, mücadelemizin herhangi bir aĢamasını, 1 19 bir Önceki aĢama tamamlanmadan açıklamamak zorundayız ' Gerçek bir devletin resmi dıĢ politika esaslarını andıran planın hala yürürlükte olduğu ortadadır. Kıbrıs Anayasasının tek taraflı uygulanmasından sonra bilindiği gibi Garanti ve ittifak anlaĢmaları tartıĢmaya açılmıĢtır. Sözkonusu anlaĢmaların, henüz geçersiz sayılması noktasına gelinmsse de, özellikle AB'nin devreye girmesiyle birlikte fiilen yok sayılmıĢtır. Ve YeĢil Hat... Rumların saldırıları sürer ve tarihe "Kanlı Noel" olarak geçen Aralık 1963 katliamı yaĢanır. Türk Hükümeti, ateĢkes anlaĢmasına uyulmaması halinde, ateĢkesin Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından sağlanması yönünde bir karar alır. Ancak saldınlar durmaz, tam aksine, Yunan alayı da bu saldırılara katılır. Küçük Kaymaklı düĢer, LefkoĢa'ya saldırılar yoğunlaĢır Köyler ĠĢgal eciüir, köylüler toptan katledilerek, toplu mezara gömülür. 24 Aralık günü yapılan bu katliamda 21 sivil insan öldürülür Bunun üzerine 25 Aralık 1963'de, Türk SavaĢ uçakları LefkoĢa üzerinde alçak uçuĢlar gerçekleĢtirir. Bir müdahaleden korkan Rumlar, Ġngiltere'nin arabuluculuğu ile ateĢkesi kabul ederler. 27 Aralık günü de Ġngiliz generalin komutasında, üç garantör ülkenin askerleri "BarıĢı Koruma Kuvveti" adi altında göreve baĢlar. 30 Aralık günü Ġngiliz general, mevcut duruma göre, "YeĢil HaV'tı çizer. Bu hat, LefkoĢa'nın Türk ve Rum kesimini ayıran ve Rum saldırılarının durdurulduğu hattır ve adını, yeĢıE bir kalemle çizilmesinden alır. 1960 ANAYASASl'NIN FESHĠ Makarıos, 1 Ocak 1964'de. 1960 anlaĢmalarını tek yanlı olarak feshettiğini açıklar. Ardından ġubaî ayı içinde Türklere yönelik saldırılar yeniden baĢlar. Bunun üzerine Türkiye 13 ġubat 1964'de, BM Güvenlik Konseyi'ne baĢvurur. Güvenlik Konseyi 4 Mart 1964 tarihinde bir karar 19 Kleridese Mektuplar. Rauf DenktaĢ/KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Bakanlığı Tanıtma Dairesi-1977 sf 103-108 63 alır. Kararda, Kıbrıs'ta durumu kötüleĢîirecek davranıĢlardan kaçınılması, bu amaçla bir BM BarıĢ Gücü kurulması, bir arabulucunun tayini gündeme getirilir ve "Kıbrıs Hükümetf'nden Ģiddet ve kan dökülmesini önleyecek her türlü tedbiri alması istenir, iĢte bu "Kıbrıs Hükümeti" ifadesi, yasadıĢı Rum yönetiminin yasal Kıbrıs Hükümetinin tanınması olarak kabul edilir. Bütün dünya bu karara dayanarak, devleti ele geçiren Rum yönetimini yasal hükümet olarak tanır. Türkiye de, ne yazık ki gerek Kıbrıs'ta Türk kanı akıtılmasını önlemek için bir an önce ateĢkesin sağlanması, gerekse de Güvenlik Konseyi üyelerinin, Rumları yasal hükümet olarak tanımayacakları Ģeklindeki güvencesine dayanarak, bu karara olumlu oy verir. Ancak BM Güvenlik Konseyi üyeleri verdikleri sözleri tutmaz ve gayrı meĢru Rum idaresi, tüm Kıbrıs'ın meĢru hükümeti olarak tanınır. Güvenlik Konseyi'nin bu toplantısında Rauf DenktaĢ, Ktbrrs Türk/erinin davasını savunarak, sert ve etkileyici bir konuĢma yapar. Ancak Rum-Yunan tarafının tepkisini çekerek, "istenmeyen adam" ilan edilir ve Ada'ya döndüğü takdirde tutuklanacağı tehdidinde bulunulur. BM'nin 186 sayılı bu kararını, Kıbrıs meselesinde tarihsel dönüm noktalarından birisi olarak nitelendiren Prof. Clemenet H. Dodd, kararın öncesi ve sonrasına iliĢkin olarak ilginç değerlendirmelerde bulunmuĢtur: "1964 yılı Ocak ayında Makarios, Londra'da toplanan Garantör Devletler Konferansına katılmaya mecbur kaldı. Ancak Türk toplumunun haklarının azınlık hakları olarak değiĢtirilip, Öylece tanınması yolundaki isteği reddedilince, sorun çözüme ulaĢamadı. Bunun üzerine Türkiye'nin de destek verdiği Ġngiltere, BM Güvenlik Konseyi'ne baĢvurdu. Güvenlik Konseyi,1964 yılınm Mart ayında (karar no:186), Barış Gücü'nü oluĢturma aĢamasında, Kıbrıs Rum Hükümeti'nin Kıbrıs'ın meĢru hükümeti olduğunu ima eden ifadeler kullandı. Türk CumhurbaĢkanı Yardımcısının, Anayasaya aykırı olduğu yolundaki protestolarına rağmen, bu karar, Kıbrıs Daimi Temsilcisi Zenon Rossides'in hükümeti Ġçin konuĢmaya tek yetkili ağız olmasının kabulü yolunda önceden alınmıĢ bir kararı yansıtıyordu. 1964 yılında alınan BM Güvenlik Konseyi'nin bu kararı ayrıca Kıbrıslı Rumların hoĢ karĢılamamalarına rağmen, Garantör 64 Devletlerin önemli rolüne iĢaret ediyordu Kıbrıslı Rumlar aslında istediklerine ulaĢmıĢ, meseleyi BM platformunda Senlerine çevirmeyi baĢarmıĢlardı. Kıbrıs Rum Hükümetı'nın, her ıkı toplumun da hükümeti olarak tanınması yolundaki karar, Türkiye dıĢındaki bütün BM ülkeleri 20 tarafından kabul edildi." Prof Dodd. bu tarihi dönüm noktasına gelinmesinde Türkiye'nin sorumlu oiduğunu ima etmiĢtir Prof. Dodd'un buna iliĢkin notu Ģöyledir "Türkiye, Güvenlik Konseyi'nın 186 no'lu kararında Kıbrıs Hükümeti'ne atıfta bulunulmasına izin verdiği için sorumlu tutulmaktadır. Rauf DenktaĢ'a göre ingiliz ve Amerikalılar, BaĢbakan ismet inönü'ye (hükümet) sözcüğünün kullanılmasına Ġtiraz etmemesi için baskı yapmıĢîardır. inönü ise öncelikle Kıbrıs Türkleri'nin korunması için adaya BM askerlerinin çıkmasının gerekliliğine inanıyordu (hükümet) sözcüğünün ise haklı olarak sadece Kıbrıs Rum tarafını değil, 1960 Anayasasının ortaya koyduğu hükümeti kastettiğini düĢünüyordu."21 Kıbrıs sorununun Garantör Devletlerin kontrolünden çıkıp, uluslararası platforma taĢındığı bu dönemde, özellikle Türkiye cephesinde bir karıĢıklığın yaĢandığı ve Türkiye'nin kendi politikalarını tespit etmek yerine daha çok Ġngiltere'yi izlediğini belirtmiĢtik. BaĢbakan Adnan Menderes'in, Londra ve Zürih AntlaĢmalarının imzalanmasından sonra 6 Eylül 1959'da, TMT kurucularından brifing aldıktan sonra söyledikleri de bunu teyid etmektedir: "Kıbrıs davasının idaresi bir bakanlık iĢi olmaktan çıkmıĢ, bir kabine ve devlet ĠĢi halinde bulunmaktadır. Bu sebeple Bakanlar Kurulu'nda hükümete de izahat vermeniz gerekecektir. Ayrıca Cum?? hurbaĢkanına da izahat vermeniz çok iyi olacaktır Bu tespitler, Türkiye'nin konunun önemini 1959'da anladığını, ancak 1964 yılına kadar henüz bir Kıbrıs politikası oluĢturamadığını da göstermektedir. Gazeteci ve Milletvekili Ahmet TAN da. 2002 yılında Ģöyle yazmıĢtır: 20 Kıbrıs Meselesi-Güncel Bir BakıĢ, sf. 6-7 21 a.g.e. sf. 47 22 Astmda Hiç Kimse Uyumuyordu ismail Tansu, sî 180 65 "DenktaĢ sabrını 40 yılı aĢkın bir zamandır elbette önce Kıbrıslı Rumlara gösterdi. Sonra da Türkiyeli kimi siyasetçilere... N as 11 mı? (Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur-DıĢiĢieri Bakanı Fuat Köprülü TBMM-1953)..Rumların soykırım giriĢiminden sonra Türkiye'nin dört bir yanında patlayan (Ya taksim.ya ölüm) gösterileri. Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulması ve ardından Kıbrıs Türk'ünü sindirme çabalan.1974 BarıĢ Harekatı ve sonrası. Zorlu, dikenli, kaygan, taĢlı, iki yanı uçurum yollarda pq sürüp giden upuzun serüven. Prof. Dodd, BM'nin aldığı bu kararın tümüyle "politik" olduğunu ve böylesi bir karardan tüm büyük devletlerin çıkarı bulunduğunu, hatta Rumların, bu ülkeleri daha o zaman tehdit ettiğini de, Ģu tezlerle ortaya koymuĢtur: "Kıbrıs Rum hükümetinin tanınmasının sebebi olarak birtakım politik nedenler öne sürüldü. Daha farklı pratik bir hükümet çözümü ne gidilemeyeceği, toplulukların bu yolda anlaĢma sağlayamadıkları söy lendi. Ayrıca, ortada ingiliz üsleri meselesi de vardı. Bu üslerin kul lanılabilmesi için güvenli bir ortama Ġhtiyaç duyuluyordu, ingilizler, Kıb rıslı Rumlarla ters düĢmenin yaratabileceği tehlikelerden oldukça etkilenmiĢ görünüyorlardı. Öte yandan, böyle bir ters düĢme halinde Sovyetler BirliğĠ'nin iĢe karıĢması da mümkündü ki, bu da Nato'nun iĢine gelmiyordu. Amerikan hükümeti ise Kıbrıs'ın bîr Akdeniz Küba'sı haline gelmesinden endiĢe ediyor ve enosis fikrine sıcak bakıyordu. Bütün bunların ötesinde ABD'deki Yunan lobisinin de büyük etkisi vardı. Ayrıca BM'deki pek "çok ülkenin de kendi potansiyel azınlık sorunları mevcuttu ve bu sorunların büyümesi istenmiyordu. Kıbrıs, üçüncü dünya ülkelerinde, sömürge yönetimine karĢı savaĢan ülke/er arasında yer alan bir kahraman olarak görülüyordu ve Soğuk SavaĢın hüküm sürdüğü dünyada, bağlantısızlar arasında yer almaya istekli ve hevesliydi, in giltere bir Garantör Devlet olarak bu hükümeti tanımayabilirdi ama öyle 04. yapmadı. Onun yerine, bu sorumluluktan kaçmayı tercih eni. Prof. Dodd, ABD'nin Enosis fikrîne destek verdiği yolundaki id diasına da Ģöyle açıklık getirmiĢtir; 23 Hem Denk hem TaĢt/AkĢam Gazetesi- 1 1 Mayıs 2002 24 a.ge sf. 7-8 66 "Ġngiliz belgelerinin açığa vurduğu üzere. Ingıiız-Amerikan pianıncla (6.6 1964} Türkiye'ye tavizler verilmesiyle birlikte, Yunanistan ve enosise dayalı kökten bir çözüm aranması konusu yer alıyordu Kıbrıs Türklerinin haklan ise yeten kadar dikkate alınmıyor; sadece gönüllü olarak bölgeyi boĢaltmaları halinde yardım görecekleri belirtiliyordu. Yunanistan, Makarios'u devirmek amacıyla bir darbe düzenlemeliydi. Garantör devlet statüsünü göz önüne alan Ġngiltere sonunda plana karĢı çıkmaya karar verdi. Belgeler Cyprus VVeekly'de yeniden yayınlanmıĢtır. 25 7-12 Ocak 1995)" iĢte böyle bir dönemde ve bu Ģartlar altında kabul edilen BM'nın 186 no'iu kararı uyarınca bir BarıĢ Gücü Ordusu kurulması çalıĢmaları baĢîar. BM BarıĢ Gücü'ne asker verecek ülkeler hazırlıklarını sürdürürken, Rumlar, BM Gücü adaya gelmeden önce mümkün olduğu kadar çok Türk köyünü ele geçirmek için Mart ayı boyunca saldırılarını sürdürür Türk bölgelerine bu yoğun saldırılarda, ağır kayıplar verilir BarıĢ Gücü (UNFlCYPJ'nün kurulması 17 Mart 1964'de tamamlanır, 24 Martta Sakarı Tuomiojia arabulucu olarak atanır, 27 Mart 1964'de da BanĢ Gücü göreve baĢlar. Buna rağmen Nisan ayı içinde de saldırılar durmaz. Birçok bölgeye baskınlar yapılır, köylerine yapılan saldırılar sonucu, daha güvenli bölgelere göç etmeye çalıĢan Türkler yollardan alınıp, kurĢuna dizilir. Bu dönemde 103 köyden on binlerce Türk göç eder, 500'ün üzerinde Ģehit, 1203 yaralı ve 203 kayıp verilir, büyük maddi kayıplar meydana gelir. BM BarıĢ Gücü ise saldırıya uğrayan Kıbrıs Türklerine yardım edeceği ve saldırıları durduracağı yerde, Rum liderliğine yardımcı bir îavır Ġçine girer. BM'nin tek yaptığı; saldırılar baĢladığı zaman aradan çekilmek ve dıĢarıdan bir gözlemci gibi, ölenlerle, yaralananların kendine göre raporunu tutmak olur. Türk bölgelerine giriĢlerde kurulan barikatlarda, sivil halkın, Ġnsan haklarına aykırı ve insanlık onurlarını yaralayıcı bir Ģekilde aranmasına seyirci kalınır, sadece açlık çeken bölgelere, o da Rum yönetiminin izm verdiği ölçüde, yiyecek götürülmesine aracılık edilir. Bu durum 26 Nisan 1964'de büyük bir mitingle protesto edilerek, BM'nin tarafsız davranması istenir. 20 Haziran 1964'de de kayıp aileleri, BM BarıĢ Gücünün ilgisizliğini protesto mitingi 25 39 e sf 48 67 yaparlar. Bu geliĢmeler. BarıĢ Gücünün Türklerin güvenliğini sağlayamayacağını gösterir. Akel ve Rum Meclîsinin Karan Her zaman Ģovenizme karĢı çıktığını ve uzlaĢmaz olanın Türk liderliği olduğunu söyleyerek, Türklere karĢı dostluk politikası güttüğünü iddia eden komünist AKEL Partisi liderleri, Rum çetecilerinin Türklere yönelttiği saldırılara karĢı hiçbir tepki göstermezler. AKEL Merkez Komitesi, 14 Mayıs I964'de yayınladığı bildiride, "Kıbrıs Rumlarının kurtuluĢ mücadelesi, Ģüphesiz ki Türk dostlarımızın gerçek çıkarlarına hizmet edecektir" iddiasrnda buJunur. AKEL'in "KurtuluĢtan anladığı elbette ki Enosis'ti. AKEL Merkez Komitesi'nin, ABD'nin sunduğu Acheson planına iliĢkin o/arak 8 Ağustos 1964 tarihinde yaptığı bir açıklamada ise, "Kıbrıs halkının isteği, emperyalist NATO ile birleĢmek değil, Yunanistan'la olacak birleĢmedir. Yunanistan'la olacak bir/eĢmeye evet, NATO ile oîacak birleĢmeye hayır." denir. Yine AKEL eski Genel Sekreteri Papayuannu 22 Ağustos 1964 tarihinde; Ortadoğu Haber Ajansı ile yaptığı söyleĢide, "Partimiz, her zaman Enosis'ten yana olmuĢtur. Kıbrıs HaJkt, kendi geleceği için karar verme zamanı geldiğinde biz, Enosisten yana oy kullanacağız" ve 8 Eylül 1964'de de Associated Press'e, "Partimizin politikası her zaman Ġçin Yunanistan'la birleĢme yolu ile milli rehabilitasyondan yana olmuĢtur" açıklamalarını yapar. Papayuannu, 16 Eylül 1964'de yapılan Merkez Komitesi toplantısında ise self-determinasyon hakkından ne anladığını açıkça söyler ve "Kendi kaderini tayin hakkını kullanmak, Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleĢmesi için oy kullanmak demektir." der. 1964 -1974 Döneminde Türklerin Durumu ve Yasaklar Kıbrıs Türk halkının 1964 saldırılarından sonra Devletin tüm organlarından dıĢlanması ve 11 yıl sürecek insanlık dıĢı bir kuĢatma altında yaĢamaya zorlanması, her alanda olumsuz sonuçlara yol açar. Göçmen olan 30 binden fazla Türk, çadırlarda, sinema salonlarında okulfarda barınmak zorunda kalır Türk Halkı üretimden kopar. Her yaĢtan tüm erkekler, eide silah can güvenliklerini sağlamak için mevzilere dolar. Adanın yüzde 3'luk bir bölümündeki kuĢatma boyunca, dıĢ dünyadan soyutlanan Kıbrıs Türklerinin haberleĢmesi, ulaĢımı, ekonomik iliĢkileri tümü ile yasaklanır Türk bölgelerine mektup gelmesi, mektupların dıĢ dünyaya ulaĢması, yabancıların Türk bölgelerine geçmesi bütünü ile engellenir. Ulusal gelir günden güne düĢerken, Türk halkı, sadece Türkiye'den gelen yardımlarla ayakta durmaya çalıĢır. Yıllarca her Kıbrıslı Türk kamu görevlisine eĢit olarak 30 Kıbrıs Lirası verilir ve bu, Anavatan Türkiye'nin gönderdiği maddi yardımdan sağlanır. Yiyecek doktor ve Ġlaç ihtiyacı bütünü ile Türkiye'den Kızılay'ın gönderdiği yardımlar ile karĢılanır, bu arada Kızıiay, tam teĢekküllü bir hastaneyi hizmete sokar. Türk toplumunu açlığa mahkum ederek, çökerteceğini sanan Rum liderliği, aralarında çividen, bot bağına kadar her çeĢit malzemenin bulunduğu tam 37 çeĢit malın Türk bölgelerine giriĢini yasaklar ve bu 11 yıi boyunca Türk halkının bütçedeki hakkını, dıĢ yardımların tümünü gasp eder. Vergiler toplanır ama Türk bölgeierine tek bir kuruĢluk yatirırn yapılmaz. Yol, su, elektrik, sağlık hizmetlerinden yararlandırılmayan Türkler, "utanç barikatlarında" onur kırıcı muamelelere maruz bırakılır. Bu insanlık dıĢı Ģartlar 1974 Türk Barış Harekatı'na kadar devam eder. BM Belgelerinde Rum Baskılan Rum saldırılarını ve insanlık dıĢı davranıĢlarını çok yakından izleyen BM Gene! Sekreteri, gözlemlerini sürekli olarak BW! Genel Kurulu'na aktarırken, bu insanlık dıĢı uygulamaları örnekleri iie belgeler. Türk halkının 1964-74 döneminde çektiği ekonomik sıkıntılar, uygulanan ekonomik ablukalar ve Türk bölgesinin bilinçli olarak nasıi geri bıraktırıldığı. Genel SekreterĠ'nĠn raporlarına geçer, iĢte bu notlardan bazı bölümler: Yılın birinci yansında tarım ve endüstride meydana gelen zararlara ilaveten, Türk toplumu baĢka gelir kaynaklarını kaybetmiĢti ve bunlar içerisinde Kıbrıs hükümetinde ve Kıbrıs Rum bölgelerinde olan kamu ve özel firmalarda çalıĢmakta olan 4.000 kiĢinin maaĢları da vardır (S/5950 10 Eylül I964 tarihli raporun 140. paragrafı) Tekrar gözden geçirilmekte olan zaman zarfında yaĢadıkları yerlerden' göç eden Kıbrıslı Türklerin problemlerinin halledilmesine 69 doğru hemen hemen hiçbir Ġlerleme olmamıĢtır. (31 Mayıs 1973 tarihli S/10940 sayılı raporun 67.paragrafı) Kıbrıs Türk göçmenlerinin genel problemlerinin çözümü için hiç ilerleme olmamıĢtır. Lefke kasabasında bulunan Türk köyü Yağmuralan'ın tekrar yerleĢime açılması (hükümet) tarafından reddedildi. (S/10842 sayılı 1 Aralık 1972 tarihli raporun 48. paragrafı) BirleĢmiĢ Millet/er Gene/ Sekreteri, Güvenlik KonseyĠ'ne sunduğu raporlarda ise Ģu tespitlere yer verir: Aralık 1963'te baĢlayıp da, 1964'ün baĢlarına kadar devam eden olaylarda, sadece arabalarında ve yanlarında taĢıyabilecekleri kadar eĢyaları ile kendilerine göre daha güvenli olarak gördükleri Türk köy ve bölgelerine sığındılar. (UN Doç. S/8286 sayı ve 8 Aralık 1967 tarih) BM Kıbrıs BarıĢ Gücü, adada olayların hüküm sürdüğü dönemde meydana gelen zararları saptamak açısından ayrıntılı bir araĢtırma yaptı. Çoğu Türk veya karma olan 109 köyde 557 ev tahrip edildi, 2.000 ev de zarara uğratıldı ve tahrip edildi. (10 Eylül 1964 tarih ve UN Doç. S/5950 sayılı rapor) Genel Sekreteri'nin 10 Eylül 1964 tarihi ve S/5950 sayılı raporundan diğer bazı önemli bölümler de söyledin Durum endiĢe yaratmaktadır. Kıbrıs'taki Türk toplumuna uygulanan ekonomik kısıtlamalar, (Kıbrıs Hükümeti'nin) ekonomik baskı yoluyla, olası bir çözümü zorlayarak, kabul ettirmeye çalıĢtığını gösterir. UNFICYP'nĠn(BanĢ Gücü) üzerinde duracağı problemler arasında en önemlisi ekonomik kısıtlamalar sorunudur. Bu kısıtlamalar, Kıbrıs Türk toplumuna olan olumsuz etkisi ve adadaki hukuk düzeninin korunmasını olanaksız hale getirmesi nedeniyle özel Önemdedir. 21 Aralık 1963'de baĢlayan karıĢıklıklardan itibaren Kjbrıslı Türklere 15 Haziran tarihli raporumda da açıkladığım, çeĢitli kısıtlamalar uygulanmıĢtır. Kısıtlamalar ve Türklere yapılan ayırım nedeni Ġle yollarda dolaĢım Özgürlüğüne sahip değiller, toplumun temsilcileri zor durumda bırakılıyor ve hiç ekonomik faaliyette bulunmuyorlar. Bu raporda daha önce de belirtildiği gibi UNFICYP kararlı olarak çeĢitli alanlardaki zorlukları ortadan kaldırmaya çaba sarîetti. O dönemde, yaklaĢık 25.000 Kıbrıslı Türkün göçmen durumuna düĢmesiyle, iĢsizlik çok yüksek dü70 zeye çıktı ve buna bağlı olarak Türk toplumunun gerçekleĢtirdiği ticaret önemli ölçüde azaldı. Temmuz ayının ortalarında hükümet, Kıbns Türk toplumuna daha fazla zorluk yaratmak için Ġki önlem daha aldı. 17 Temmuz'da UNFICYP'e resmen 25 maddenin daha Kıbrıs Türk bölgelerine girmesinin yasaklandığım bildirdi. Bu maddeler çimento, demir, elektrikli malzemeler, bataryalar, odun, otomobil aksesuarları, lastikler, kimyasal maddeler, akaryakıt vb Ġdi. Ayrıca Kızılay'ın yaptığı yardımlara da kısıtlamalar getirilmiĢtir Aralık 1963'den beri 6 gemilik Kızılay yardımı Türk Cemaat Meclisi aracılığı ile dağıtım yapılması için gönderildi. Bu malzemelerin çoğunu tıbbi malzeme ve ilaçlar, un ve diğer yiyecek maddeleri oluĢturmaktaydı. 5 gemi Temmuz 1964'den önce geldi ve boĢaltıldı fakat 6 gemi 15 Temmuz'da geldiğinden geminin boĢaltılmasına zorluklar çıkarıldı. UNFICYP tarafından yapılan yoğun giriĢimler sonunda hükümet bu malzemelerin boĢaltılmasına izin verdi. Fakat bunlardan gümrük talep etti. Türk toplumu, bu yardım malzemelerine gümrük ödemeyi reddettiği için, boĢaltılan mallar sadece gümrükten muaf olan mallardır. Bunun bir neticesi olarak 900 toniuk kargodan sadece 390 tonu boĢaltılmıĢtı. Hükümet ayrıca bu geien yardım malzemelerinin dağıtımını da kontrol için ısrar ediyordu. UNFlCYP'in bu konuda yaptığı birçok baĢvuru da baĢarısız oldu UNFlCYP'in Kızılay konvoylarına refakat etme giriĢimlerine de sık sık engeller çıkarılıyordu. Dillirga savaĢından sonra hükümet, Kıbrıs Türkleri tarafından LefkoĢa, Koççino ve Lımni'de kontrol edilen bölgelere tüm yardımların durdurulacağını ilan etti. Bu ilandan sonra bu bölgelere girecek olan gıda ve diğer elzem malzeme konvoylarının hedeflerine gitmeleri engellendi. ġayet bu çok aĢın önlemler devam ettirilirse, Türklerin durumu dayanılmaz olacak ve Türklerin silaha baĢvurmalarını gerekli kılacak. Kıbrıs Türkleri açlığa mahkum edildiklerini Ġddia ediyorlar ve Rumlar da Türklerin depolarda kendilerine aylarca yetecek kadar gıda olduğunu ve gelen gıdaların da Türk savaĢçılarına gittiğini iddia ediyorlar. Ben anlaĢmazlığı göz önüne alarak, 16 Ağustos'da, UNFlCYP'e, Kıbrıs Türklerinin yaĢadığı 142 köy ve 5 Ģehirde, Türklerin gıda ve diğer elzem maddelerini araĢtıran bir çalıĢma yaptırdım Bu çalıĢma o zaman 71 köylerin yüzde 40'ından fazlasının unu olmadığını ve bazılarının sadece birkaç gün için yetecek kadar yemekleri bulunduğunu ve köylerin yüzde 25'inin bir-iki haftalık unları bulunduğunu ve en çok unu olanların da ancak bir ay dayanabileceğini gösteriyordu. Bu araĢtırma ayrıca süt, süt ürünleri, pirinç ve tuz eksikliği olduğunu, gaz yağının ise çok az olduğunu gösterdi. Buna ek olarak tıbbı teçhizatın da köylerde çok az olduğu tespit edildi. ġehirlerde ise durumun köylere nazaran daha iyi olduğunu, ama gün geçtikçe durumun oralarda da kötüleĢtiğini gösteriyordu. UNFICYP, hükümetin, LefkoĢa, Lefke ve Koççino djĢmdaki K)brıs Türk bölgelerine yapılan ambargonun kaldırılacağına dair verdiği teminat üzerine bu bölgelere gerekli yardımın yapılması için giriĢimlerde bulundu. Fakat maalesef o bölgelerde UNFICYP hala zorluklarla karĢılaĢmaktadır. Gelen raporlar, hükümetin anlaĢmayı uygulamak istemediği yönündeydi. Konuyu derhal hükümetle ele aldık. Ama hükümet kısıtlamayı kaldırmak yerine, Magosave Larnaka'nm Türk bölgelerini de, kısıtlı bölgeler lisîesine ekledi. Hükümet ayrıca UNFlCYP'e, diğer bölgelere de ekonomik kısıtlama hakkı olduğunu bildirdi. Nitekim daha sonra engelleme ve el koymalar artmıĢtır. Aynı konuda 16 Eylül 1964 tarihinde Time Dergisi'nde yayınlanan bir yazıda, "Bazı barikatlarda Kıbrıslı Türk kamyon Ģoförleri durdurulup usandırıcı araĢtırma yapılmaktaydı ki, bu arama maksadıyla meyve veya sebze yükleri yere boĢaltılıyor ve bazen de kullanılmaması için hasar veriliyordu." denilir. New York Herald Tribune'nın 16 Eylül 1964 tarihli sayısında da, "Ambargo herhangi bir amaç için kabul edilebilir bîr araç olarak görülebilir. Ta ki bu uygulama insan haklarını ve Ġnsan yaĢamını tehdit eder boyuta ulaĢmasın." eleĢtirisi yapılır. Kıbrıslı Türkler, 1964-74 döneminde eğitim alanında da çeĢitli engellerle karĢılaĢır. Rurn yönetiminin, Kıbrıslı Türklere vermek zorunda olduğu bütçe gelirini ani o)arak kesmesi sonucu, 2 binden fazla Öğretmenin maaĢları ödenmez, 10 binlerce çocuk eğitim imkanından ve ders kitaplarından mahrum edilir. Göçler sonucu köylerini terk eden Türk çocukları altı aylık bir zaman kaybından sonra tekrar okullarına döndüklerinde, sağlıksız Ģartlarda, kitapsız, deftersiz, kalemsiz, silgisiz eğitim görmeye baĢlarlar. 103 köydeki okullar, ya tamamen ya kısmen tahrip edilir ya da el konur. Diğer taraftan 1963'den sonra doğan Türk 72 çocuklarının kaydı yapılmayarak, nüfus kağıdı verilmez. Yurt dıĢında öğrenime giden Türklere her türlü kolaylık gösterilir ama buradaki önemli nokta, gidenlere dönüĢ izni verilmeyecek olmasıydı. Nitekim yüksek öğrenim için ada dıĢına çıkan Türk Öğrencilerin bu ülkenin vatandaĢları olmalarına, aileleri Kıbrıs'ta bulunmasına rağmen, adaya girmelerine izin verilmez ve havaalanlarından geri çevrilirler. Bu durum, BM Genel Sekreierı'nin 8 Aralık 1967 tarihli S/8286 sayılı raporunda, "Kıbrıslı Türklere dıĢ seyahatlerinde uygulanan kısıtlamalar bu dönemde çok az değiĢmiĢtir. Örneğin: Türkler de Rumlar gibi adayı terk etmekte serbesttirler Ama Türk Öğrencilerin adaya dönüĢleri engellenmektedir. Türkiye'ye çok kısa bir süre için büe giden Türkler, Kıbrıs'a dönüĢlerinde çok zorluklarla karĢılaĢmaktadır" ifadeleriyle yer alır. Seyahat ve dolaĢım Özgürlüğünden îek etkilenen öğrenciler değildir. BM GeneĠ Sekreteri'nin aynı raporunda, "31 Ekim 1967 günü erkenden 1964'den beri adaya sokulmayan ve Türkiye'de yaĢayan Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi BaĢkanı Sn. Rauf DenktaĢ, gizlice Kıbrıs'a tekrar girmeye çalıĢtı. Fakat adaya ayak bastıktan kısa bir süre sonra kendisi ile birlikte gelen diğer iki Kıbrıslı Türk'ie tutuklanmıĢlardı," denilerek, DenktaĢ'ın maruz kaldığı muamele anlatılır. Türk Cemaat Meclisi BaĢkanı Rauf DenktaĢ'm suçu, 1964'ün baĢında Güvenlik Kûnseyi'nde yaptığı konuĢmaydı ve Rum yönetimi bu konuĢmasından dolayı DenktaĢ'ın adaya dönüĢünü yasaklamıĢtı. Prof. Clement H.Dodd, bu dönemi bir cümle ile tarif eder. "Bu konu hakkında genelde söylenilen Ģey; 1963-1974 yılları arasında geçen olayları Kıbrıslı Rumların hatırlayamadığı, Kıbrıslı Türk26 lerin ise unutamadığıdır." ULUSLARARASI MÜDAHALELER Acheson Planlan 1963 saldırılarından sonra devreye giren ABD ve ingiltere 31 Ocak 1964'de ortak bir plan sunar. Buna göre, adaya 10 bin kiĢilik bir NATO birliği gelecek, bu arada bin 200 kiĢilik bir ABD birliği de Türk. Yunan ve ingiltere birliklerine katılacak, bu birlikler bir ingiliz Komutanın 2Q Kibns Meselesi -Güncel Bir BakıĢ sf 9 73 emrinde olacak ve NATO tarafından bir arabulucu tayin edilecektir. Planın Makarios tarafından reddinden sonra, ABD DıĢiĢleri Bakanı George BalI tarafından sunulan bir diğer barıĢ planını da, yine Makarios beğenmez. Birkaç ay sonra ise Makarios, 4 Nisan 1964'de ittifak anlaĢmasını feshettiğini açıklar. Bu geliĢmelerin ardından 15 Temmuz 1964'de ABD, Acheson aracılığı ile bir baĢka plan sunar. Plana göre, Karpas'da ada yüzölçümünün yüzde 5'ini oluĢturan bir bölge üs olarak Türkiye'ye verilecek, buna karĢılık Türkiye Enosisı kabul edecekti. Ayrıca Kıbrıs 6 yerel yönetime ayrılacak, bunlardan Ġkisi Türk denetiminde bırakılacakti. Enosis'e karĢılık Meis adası Türkiye'ye bırakılırken, Kıbrıslı Türklere azınlık hakları tanınacaktı. Makarios, bunu da, "Enosis'i Ģartsız olarak öngörmediği" gerekçesiyle reddeder. Yunanistan'ın sunduğu planda Ġse, EI-Greco burnunda 32 kilometrekarelik bir alanrn, 25-30 yıllık bir süre Ġçin Türkiye'ye üs olarak verilmesi ve Türklere azınlık hakları teklif edilir. Bu kez reddeden taraf Türkiye olur. Bunun üzerine Ağustos ayı içinde Acheson'un ikinci planı gelir. Buna göre KomikebĠr'in 2 mil batısından geçen bir Kuzey-Güney çi2gisinin doğusu, yaklaĢık 200 milkare, 50 yıl için Türkiye'ye kiraya verilecekti. Ada Türklerine azınlık haklan tanınacak ve LefkoĢa'da Türk iĢlerine bakan bir yüksek memur bulunacaktı. Ada ise Yunanistan'a bjrakılacak, ancak Türk haklan ABD garantisi altına alınacaktı. Türkiye, "prensip olarak", Makarios da yine "kayıtsız ve Ģartsız Enosis" öngörmediği için bu planı kabul etmez. Plaza Raporu ve ilk Federasyon Teklifi Acheson'un baĢarısızlığa uğramasından sonra, Galo Plaza'nın teklifleri gündeme gelir. Galo Plaza, Ekvator Devlet BaĢkanfdır. BM Güvenlik Konseyi karan ile arabulucu olarak atanan Sakari Tumioja'nın 9 Eylül 1964'de ölümü üzerine 16 Eylül 1964'de arabulucu olarak görevlendirilir. Plaza, taraflarla bir dizi temas yapar. Bu temaslarda Rumlar, "Kıbrıs'ın üniter devlet olmasını, garanti-ittifak anlaĢmalarının kaldırılmasını, Türklere azınlık hakları ve bazı konularda muhtariyet verilmesini kendilerine ise self-determinasyon hakkının tanınmasını" isterler. Türkler ise, 1960 anlaĢmaları ile kurulan düzene, coğrafî bir temel sağlanmasını isteyerek, ilk kez resmi bir coğrafîk federasyon teklifinde bulunurlar. 74 Plaza raporu, taraflara 26 Mart 1965'de sunulur ve BM Güvenlik Konseyi Önüne gelir Plaza, Rum görüĢlerini benimseyerek, Türklere azınlık haklarım önermiĢ, anlaĢmayı beğenmeyen Türklerin de Türkiye'ye göç edebilmesini öngörmüĢtür Türkiye ve Kıbrıs Türkleri buna karĢı çıkarak, Plaza'nın yetkisini aĢtığını, rapor yerme, gorüĢ-öneri sunduğunu ve arabuluculuk yetkisinin sona erdiğini duyurur Görüldüğü gibi federasyon görüĢünü ilk kez ortaya atan ve bunu istikrarlı bir Ģekilde 1965'den itibaren savunan Türk tarafı olmuĢtur. Türk Milletvekillerinin Meclisten Kovulması Bu arada Rumlar, Türk milletvekillerinin devlete isyan ederek, Meclisten kaçtıklarını iddia etmektedir. Gerçekte Türk milletvekilleri ölümie tehdit edilerek, Meclisten koyulmuĢlardır. 1963 saldırıları üzerine, can güvenliği nedeni ile Meclise gidemeyen Türk milletvekilleri, ortalığın biraz sakinleĢmesinden sonra Meclise dönmek istedikleri zaman, Rum yönetiminden aldıkları cevap, "Gelirseniz can güvenliğinizi garanti edemeyiz" olur. Bu durum 1965 yılı yaz aylarına kadar devam eder. 50 kiĢilik ortak Meclisin 35 üyesini oluĢturan Rum milletvekilleri Anayasaya aykırı olarak tek baĢlarına toplanıp, gayrı meĢru kararlar alırlar. Yine Anayasaya aykırı olmasına rağmen, Rum Milli Muhafız Ordusu yasası çıkartılıp, yasa dıĢı bir ordu kurulur. Polis, jandarma ve belediye yasaları değiĢtirilir. Türk halkının, Anayasada tanınan hakları gasp edilir. 21 Temmuz 1965'de ise Seçim Yasasının değiĢtirileceği ilan edilir. Getirecekleri değiĢikliklerde, sadece Rum CumhurbaĢkanının, Rum Bakan ve Milletvekillerinin görev süresinin uzatılması, öngörülmektedir. Yapacakları ikinci önemli değiĢiklik ise Türk ve Rum milletvekili adaylarının tek bir listeden seçime girmeleri, bu listelere Rum ve Türklerin birlikte oy vermesi ve ayrı seçim bölgelerinin b Ġri eĢtiril m esidir. Bunun anlamı Türk adayların ayrı liste çıkarma ve Türk halkının kendi temsilcilerini seçme haklarının fiilen yok edilmesiydi. BirleĢik listelerden aday olacak Türklerin hiç bir zaman seçilme Ģansı olmayacaktı Çünkü Rumiar nüfus olarak çoğunluktaydı. Bunun bir diğer anlamı da Türk adaylarını, Rum partilerinden seçime girmelerim zorlamaktı. Böylece Türk halkının özerkliği, meclisteki temsil hakkı, politik eĢitliği ve tüm anayasal hakları fiilen yok edilerek, devlet Rumların egemenliğinde unı75 ter bir yapıya büründürülecek ve Türkler de Maronit. Ermeni, Latinler gibi önemsiz birer azınlık durumuna indirgenecekti. Türk Milletvekilleri bu anayasa dıĢı tutum karĢısında 22 Temmuz 1965 tarihinde yeniden Meclis BaĢkanı Klerides'e baĢvurarak, Meclis çalıĢmalarına katılmalarına imkan sağlanmasını isterler. Klerides bu isteği reddeder. Bunun üzerine BM Genet Sekreteri'nin Özel Temsilcisini arabulucu koyan Türk Milletvekilleri, Klerides'den randevu talep ederler. 23 Temmuz 1965 sabahı Türk milletvekilleri, BM BarıĢ Gücü'nün koruması altında Rum ĠĢgali altındaki bölgeye geçip Klerides'le görüĢürler. Klerides, Meclis çalıĢmalarına katılmalarının 3 Ģartla mümkün olacağını belirtir: Türk milletvekilleri, Rum temsilcilerin 1963-1965 döneminde tek baĢlarına geçirdiği anayasaya aykırı olan tüm yasaları tanıyacaklardı. Bundan böyle geçirilecek yasalarda veto ve ayrı oy çoğunluğu haklarını kullanmayıp, Meclis'tekĠ Rum çoğunluğun kabul ettikleri yasalan olduğu gibi onaylayacaklardı. Seçim yasasında yapılacak değiĢiklikle, diğer önemli bazı yasalarda yapılması tasarlanan değiĢikliklere engel olunmayacaktı. Tüm bunların anlamı, Türk halkının daha Önce reddettiği 13 değiĢiklik maddesinde öngörülen, azınlık statüsüne Ġndirgenme, devletin tümü ile bir Rum Devletine dönüĢmesi, Enosisin Önündeki engellerin kaldırılması ve o güne kadar anayasaya aykırı olarak yapılan değiĢikliklerin onaylanıp, anayasa dıĢı eylemlere ortak olmanın kabul edilmesiydi. Bir baĢka deyiĢle Ġki yıllık direniĢten sonra teslim olmaktı. Türk milletvekilleri, bu anayasa dıĢı koĢulları kabul etmeyerek, Meclis çalıĢmalarına katılmalarının anayasal haklan olduğunu ve Meclise geleceklerini söylerler. Klerides'in cevabı. "Eğer gelirseniz, sizi fiziki güç kullanarak içeriye sokmam" olur. Ertesi gün yayınlanan Rum gazeteleri, Türk Milletvekillerinin "Meclisten kovulduklarını" duyurur. Türk Milletvekilleri ve Cemaat Meclisi üyeleri bu durum üzerine bir toplantı yaparak, 24 Temmuz 1965'de ikinci bir yasama meclisi oluĢturup, Türk CumhurbaĢkanı Yardımcısı ile Türk Milletvekillerinin görev sürelerini uzatan ayrı bir yasa yaparlar. Bu yasa 26 Temmuz tarihinde Dr. Fazı) Küçük tarafından imzalanarak, basdan bîr Resmi Gazete'de yayınlanıp, yürürlüğe girer. 1 no'lu Resmi Gazete iĢte bu karann yer aldığı gazetedir ve Krbns'ta resmen iki ayrı yasama 76 meclisinin kurulduğu tarihi anlatır. Rumlar ise 23 Temmuz 1965'de öngördükleri değiĢiklikleri kendi aralarında onaylayıp, ayrı bir Resmi Gazete'de yayınlarlar. Rumların bu tutumu Türkiye, ingiltere ve BM Güvenlik Konseyi tarafından tanınmayarak, kınanır, Türkiye ve ingiltere Makarios'a birer sert nota verir, ama o bildiğini okumaya ve yarattığı emrivakilerı kalıcı hale getirmeye devam eder. iĢîe Kıbrıs'ın ilk resmi bölünmesi böyle olur 1963'de baĢlayan fiili bölünme, 1965'de Rumların zorlaması ile resmi bir bölünmeye dönüĢmüĢtür Ġlk günler Makarios'un bu emrivakilerini tanımayan ülkeler, zaman içinde sessizce tanımaya ve bir Rum devletine dönüĢen Makarios'un gayrı meĢru yönetimini, Türk-Rum ortaklığına dayanan meĢru yönetimmıĢ gibi tüm Kıbrıs'ın yasal hükümeti olarak kabuf etmeye baĢlarlar. Dünyanın kendi çıkarları gereği gerçekleri görmek islememesi, Kıbrıs'ın bölünmesi ve sorunun kangren haline gelmesinin baĢlıca sebebidir. Katliamlar ve Sonrası Ada'dakidönüm noktalarından biriside 15 Kasım 1967'deGrivas liderliğindeki Rum-Yunan ordusunun Geçıtkale ve Boğaziçi köylerine saldırıĢıdır BM BarıĢ Gücü askerlerinin gözleri Önünde 28 kiĢiyi öldüren, yaĢlı bir ihtiyarı canlı canlı üzerine benzin dökerek yakan, köyleri yağmalayan ve tüm köylüleri esir alan Rum-Yunan Kuvvetleri, Türkiye'nin çok sert tepkisi ile karĢılaĢır. Türkiye Trakya, Ege ve Mersin bölgelerine asker kaydırmaya baĢlar. Türk donanması Kıbrıs'a gitmek üzere denize açılır, savaĢ uçakları iĢgal edilen köyler üzerinde uyan uçuĢları yapmaya baĢlar. 17 Kasım'da toplanan TBMM, köylerin boĢalamaması ve Yunan askerlerinin, geri çekilmemesi halinde adaya müdahale ve gerekirse Yunanistan'la savaĢ kararı a! ı r. ABD, ingiltere ve Kanada her zaman olduğu gibi yine devreye girerek, Türk müdahalesini önlemeye çalıĢır 24 Kasım'da toplanan NATO Bakanlar Kurulu, ıkı üyesinin savaĢmaması için, konuyu görüĢür Sonuçta da Türkiye'nin istediği Ģartlar kabul edilir. Bundan sonra Grivas adadan ayrılır, Yunanistan'ın gizlice adaya soktuğu askerlerden 12 bini geri çekilir, sürgünde oian DenktaĢ'ın adaya dönmesine izin verilir, iĢgal edilen köyler boĢaltılır ve esirler serbest bf- rakılı r, Türk bölgelerine uygulanan kuĢatmalar gevĢetilir. Türk bölgelerini korumak üzere BarıĢ Gücü'nün yetkileri ve sayısı artırılır. Bu arada iĢgal edilen köylerin halkının zararları tazmin edilecek, Rum Ordusu dağıtılacak, toplumlararası görüĢmeler baĢlayacaktı. Ne var ki, ne tazminatlar Ödenir, ne de Rum Ordusu dağıtılır Rumların tehlike geçtikten sonra anlaĢmalara uymadığı bir kez daha görülür. Kıbrıs Türk Yönetimi Kıbrıs Türkleri, Cumhuriyetten dıĢlanınca devletsiz kalır ama 1964 yılı Ocak ayının ilk günlerinde yönetim iĢini yüklenecek genel komite adlı bir organ oluĢturulur. Komitenin BaĢkanı CumhurbaĢkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük'tür. Komite, 1967 yılına kadar zorunlu yasama ve yürütme görevlerini yerine getirir. GeçĠtkafe saldırılarından sonra 28 Aralık 1967'de Geçici Türk Yönetimi ilan edilir, BaĢkanlığa Dr. Küçük, Yardımcılığına da Cemaat Meclisi BaĢkanı DenktaĢ getirilir. Temsilciler Meclisi ile Cemaat Meclisi üyeleri de Türk Yönetimi Meclisi olarak görevlendirilir. BaĢbakan ve Yardımcısı dıĢında 11 kiĢilik Yürütme Kurulu, Bakanlar Kurulu olarak göreve baĢlar. Hemen ardından, 4 yıllık sürgün biter ve DenktaĢ, 13 Nisan 1968'de adaya döner. Geçici Türk Yönetimi, bir süre sonra, ismindeki "geçici" ifadesi düĢürülerek, "Kıbrıs Türk Yönetimi" adını alır. 1973 yılında da seçimler yapılarak, yönetim yenilenir. CumhurbaĢkanı Yardımcılığı ve Türk Yönetimi BaĢkanlığını Rauf DenktaĢ tek aday olarak üstlenir. Bu durum, otonom Türk yönetiminin ilan edildiği 1974 yılma kadar devam eder. EOKA B'nin Hedefi Silahlı Enosis 1968 yılı içinde baĢlayan toplumlararası görüĢmeler sürerken, Kıbrıs Rumlarında iki görüĢ ön plana çıkar. Bunlardan ilki, ani bir askeri harekatla Kıbrıs Türk direniĢini kısa yoldan kırıp, Enosisi ilan etme, diğeri ise uzun vadeli bir program çerçevesinde ekonomik ve siyasi baskılarla Türk direniĢini kırma ve yine Enosise ulaĢmadır, lik görüĢü eski EOKA'cılar ve cunta yanlısı güçler, diğerini de askeri bir harekatın Türk müdahalesi ile baĢansizlıkla sonuçlanacağını iyi bilen Makarios savunmaktadır. Kıbrıs'ta, üstelik de BM, AB gibi uluslararası kuruluĢlar baĢta olmak Özere birçok ülke tarafından desteklenen ve yıllardır süren 78 ambargo ve siyasi baskılar, halen Makanos'un görüĢünün yürürlükte olduğunu kısacası uzun vadeli enosısın gerçekleĢtirilmesinin kararlaĢtırıldığını göstermektedir. Enosis konusunda askeri kısa yolu tercih edenler Eoka'yı canlandırarak, "Eoka-B" adlı cunta destekli ve Yunanistan tarafından yönetilen gizli bir örgüt kurarlar. Gizli örgüt, adada bulunan ve Rum Ordusunu da yöneten Yunanlı subayların kontroiündedir. Ġlk etkili eylem olarak 1970 yılı Mart ayı baĢlarında Makanos'un bindiği helikoptere ateĢ edilir Helikopter zorunlu iniĢ yapar ve Makarıos kurtulur. Bunun üzerine 11 eski EOKA'cı tutuklanır, ĠçiĢleri eski Bakanı Yorgacis bu olaydan sonra Ģüpheli Ģeklide öldürülür. 28 Ağustos 1971'de ise Grivas gizlice adaya döner ve Eoka-8'nin baĢına geçer. Silahlı çatıĢmalar, sabotajlar baĢlar Grivas, Enosis demeçleri verir. Makarios, 21 ġubat 1971'de Grivas'a bir mektup yazarak, iĢbirliği yapmalarını Ġster, ancak Grivas bunu reddeder. 29 Ek'ırn 1971'de bir açıkiama yapan Makarios, "Bütün Yunan hükümetlerinin rızası bulunduğu takdirde, Enosisi Ġlan etmekte tereddüt etmeyeceğini, fakat bu tür bir giriĢimin baĢarısına ve baĢarısızlığına yol açacak çeĢitli faktörler makul olarak değerlendirildikten sonra bunun imkansız olduğunu" gördüğünü duyurur. Makarios'u devirip kısa yoldan Enosis'e ulaĢmayı isteyen Eoka-B ise, sabotaj, Ģiddet ve terör eylemlerini arttırır Makarios, 31 Ocak 1973'de yaptığı açıklamada, EokaB'nin eylemlerini "EnosĠs'in mezar kazıcıları" olarak nitelendirir. Makarios'un "Terör" Mektubu Yunanlı subayların yönetimindeki Rum Mitli Muhafız Ordusunun lojistik desteği ile her geçen gün artan Ģiddet oiayları karĢısında Makarios. kendisine bağlı kiĢilerden bir yedek polis birliği oluĢturur Bu birliklerle, Eoka-B arasında Ģiddetli çarpıĢmalar meydana gelmeye baĢlar Makarios, Yunanistan CumhurbaĢkanı Fedon Gizikıs'e hitaben kaleme aldığı 2 Temmuz 1974 tarihli mektupta özetle Ģunları söyler. "Büyük bir üzüntüyle sorumluluğu Yunanistan Hükümetine ait olduğuna inandığım Kıbrıs'taki bazı kabul edilmez durum ve olayları gözler önüne sermek zorundayım General Grivas'ı n Kıbrıs'a kaçak olarak gitmesinin. AtĠna'dakı bazı çevrelerin desteği ve daveti üzerine gerçekleĢtiğine dair söylenti ve kanıtlar var Ne var ki ilk geldiği günden îti- 79 baren, Milli Muhafız Kuvvetlerinde görev yapan Yunanlı subaylarla görüĢüp, onların da desteğiyle sözde Enosis için savaĢarak, yasa dıĢı bir örgüt kurmak için faaliyete geçtiği kesindir. Ve Kıbrıs için birçok kötülüğün kaynağı olan, Eoka—B cinayet Ģebekesini kurdu. YasadıĢı ve ulusal çıkarlarımıza zararlı, iç cephede bölünmelere ve uyumsuzluklara yol açıp, Kıbrıs Helenizmini iç savaĢta karĢı karĢıya getiren, bîr örgütün neden Yunanlı subaylar tarafından desteklendiğini ve aynı Ģekilde, bu desteğin ne oranda Yunan Hükümeti tarafından onaylandığını birçok kere kendi kendime sormuĢumdur, inkar edilemeyecek tek olay, Yunan subayları tarafından Eoka-B'ye sağlanan destektir. Belli ve inkar edilmez bir baĢka olaysa, Eoka-B'nin canice faaliyetini destekleyen Kıbrıs'taki Yunan basınının, Atina'dan mali yardım gördüğü ve izleyeceği çizginin Yunan istihbarat TeĢkilatı (KiP) ve Genelkurmay bürosu tarafından belirlendiğidir. Yunan hükümetine, bazı subayların tutum ve davranıĢlarından dolayı Ģikayette bulunduğumda her seferinde, bana bunların Kıbrıs'tan geri çağrılmaları için isimleriyle ve iĢledikleri suçları belirterek, ihbar etmemi istedikleri doğrudur. Bunu yalnız bir sefer yaptım. Kötülüğün kökünün çok derin olduğunu ve Atina'ya kadar vardığını söylemekle üzüntü duyuyorum. Daha da açık Yunanistan'daki üyelerin, Eoka-B tedhiĢ örgütünün hareketlerini destekleyip, yönettiklerini söylüyorum. Askeri rejimin suçluluğunu, Eoka-B yöneticilerinin üstünde bulunan belgeler ispatlıyor. Milli Merkez tarafından, bu Örgütün bakımı Ġçin bol miktarda para yollanıyordu, yani gene) olarak herĢey Atina'dan yönetiliyordu. Bu belgelerin gerçekliği tartıĢma konusu yapılmaz. Ne var ki Milli çıkarlar uğruna sessizliğimi korudum. Kıbrıs Kilisesinde büyük bunalımlara yol açıp, sonra da görevlendirilen üç Pisikopos'a hakim olan kurnaz kötü niyetin de doğum yeri yine Atina'dır. Bu konuda hiç bir açıklamada bulunmadım. Yalnızca bütün bunlar niye diye düĢünüyorum ve eğer bunun Kıbrıs'ta sürmekte olan dramdan tek acı çeken ben olsaydım, Yunan hükümetlerinin rolü ve sorumluluğu konusunda yine susacaktım. Ama bundan tüm Kıbrıs Helenizmi etkilenmekledir. Kıbrıs'taki devlet temellerini yıkma çabalarında Yunanistan hükümetinin sorumluluğu büyüktür. Kıbrıs devleti ancak Enosis durumunda dağılmalıdır. Midi Muhafız Kuvvetleri bugünkü yapısı ve üyelerinin niteliği yü- zünden amacından sapmıĢ yasadıĢı hareketlerde bulunan kiĢilerle, devlete karĢı komploların hazırlandığı merkez ve Eoka B'yi destekleyen kaynak haline gelmiĢtir Milli Muhafız Kuvvetlerinin bu sapmasından da Yunanlı subaylar sorumludur. Yunan hükümetinin bir iĢareti üzerine bu üzücü durum sona erebilirdi. Ne var ki Yunan hükümeti böyîe bir harekette bulunmamıĢtır. MĠlîi Güvenlik Muhafız Kuvvetlerinde görev yapan Yunanlı subayların geri çağrılmaların! rica ediyorum. Bu subayların Milli Muhafız Kuvvetlerinde kalıp, onları yönetmeye devam etmeleri halinde LefkoĢa-Atina iliĢkileri zarar görebilir. Umarım bu arada, Atina tarafından Eoka-8 faaliyetlerine son~vermek için gerekli emirler verilmiĢtir, çünkü, eğer bu örgüt kesin Ģekilde dağılmazsa yeni bir Ģiddet ve cinayet dalgası görülebilir. Yunanistan hükümeti ile iĢbıriiğimî kesmek niyetinde değilim Ne var ki, benim Yunanistan'ın Kıbrıs'a atadığı vali değil, Helenizmin büyük bir bölümünün seçtiği önder oiduğum anlaĢılmalı, Ulusal Merkezin bana karĢı tavrı, buna göre ayarlanmalıdır." Cunta, bu mektubu, 15 Temmuz 1974'de darbe yaparak, cevaplandırır. YunanSi subayların komutasında harekete geçen Rum Ordusu ve Eoka-B, Makarios'un sarayını top ateĢine tutarak ele geçirir, karĢı koyan Makarios'u destekleyen Akel ve Edek partisi yanlılarını katleder ve iktidara el koyar. Bu iç savaĢ sırasında 2 bin civarında Rum ölürken, birçok yaralı Rumun da cuntacılar tarafından diri diri toprağa gömüldüğün, bizzat onları gömen Papaz Papatsestos iddia eder. Darbe baĢarıya ulaĢtıktan sonra Türk kasabı diye bilinen Nikos Samson, CumhurbaĢkanlığına getirilir ve Eoka-B yanlılarından oluĢan yeni bir hükümet kurulur. Bu arada önce Bafa, sonra ingiliz üslerine sığınan, daha sonra da Malta'ya kaçan Makarios, ingiltere'de görüĢmelerde bulunur. BirleĢmiĢ Milletlerde yaptığı konuĢmalarda da darbeden cuntayı sorumlu tutar. Görüldüğü gibi Kıbrıs'taki terör eylemlerinin kaynağı Yunanistan'dır ve bu durum Enosis'in bir numaralı ismi Makarios'u dahi çileden çıkarmıĢtır. Hedefe varmak için kendilerinden birisi olan Makarios engelini aĢmak Ġçin bunları yapanların, Türklere karĢı neler yapabileceğini anlamak Ġçin fazla düĢünmeye gerek yoktur. Yunanistan'ın Türkler ve Türkiye'yi hedef olan teröre desteği, Ġlerikı bölümlerde de anlatacağımız gibi, sonraki yıllarda artarak, devam eder 81 TÜRK BARIġ HAREKATI Makanos'un cuntaya gönderdiği mektup ve darbenin bizzat Yunanlı subaylar tarafından yönetilmesi, aslında adanın b/r yabancı ülke tarafından iĢgal edildiğinin de ispatıydı. Makarios da zaten, 19 Temmuz 1974'de BM Güvenlik Konseyi'nde yaptığı konuĢmada bunu açıklıkla söylemiĢti. Adanın kısa sürede fiilen Yunanistan'a bağlanacağı ortadaydı Nitekim, bir Yunan subayları grubunun Atina'da, Ajans France Press'e verdiği belgede, darbenin amacı "bir yıllık süre içinde yapılacak halkoylamasından sonra, Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleĢtirilmesi" diye açıklanmıĢtı. Türkiye ise, geliĢmeleri yakından izliyordu. Çünkü "ilhaka" ramak kalmıĢtır. Nitekim, Samson, daha sonra yayınlanan anılarında, Türk müdahalesinin gerçekleĢtiği sıralarda, Yunanistan'dan beklenen yardımın gelmesi halinde, Yunan Devlet BaĢkanı Gizikis'le varılan anlaĢma uyarınca, Enosis için hazırlanan mesajın radyodan okunup, "ilhakın gerçekleĢtiğinin" duyurulması noktasında olduklarını belirtmiĢtir. Sözkonusu mesajda Ģöyle denilecekti: "Kıbrıs Yunan Halkı, Tanrı, insanlık ve Kıbrıs Helenizmin özgürlük Ġçin yaptığı fedakarlıklar adına, Kıbrıs'ın birleĢtiğini ilan ediyorum. Halkımızın oldum olası var olan isteği ve ülküleri bu an için haklılığa kavuĢmuĢ bulunuyor. YaĢasın BirleĢmiĢ Ulus." iĢte, Türk BarıĢ Harekatı böyle bir dönemde yapılır. Harekatın yegane amacı, adanın Yunanistan'a ilhakı ve Türklerin ilhaka karĢı çıktıkları Ġçin yok edilmesini önleyerek, Kıbrıs'ın bağımsızlığını koruma ve adada her iki halk için geçerli olacak barıĢı gerçekleĢtirmektir. Dönemin hükümeti, TSK'nın da talebiyle adadaki Yunan ĠĢgalini önlemek amacı ile müdahaleye karar verdikten sonra, BaĢbakan Bülent Eceviî, bu müdahalenin, diğer garantör devlet Ġngiltere ile birlikte yapılması amacıyla görüĢmelerde bulunmak üzere 16 Temmuz 1974'de bu ülkeye gider. Yapılan görüĢmeler sonucu ingiltere'nin ortak müdahaleye yanaĢmayacağı anlaĢılır. Ecevit, BaĢbakan Harold VVıĠson ve DıĢiĢleri Bakanı Callaghan'dan, hiç olmazsa daha az kan dökülmesi için ingiliz üs bölgelerinden çıkartma yapabilmemiz Ġçin izni ister. Bu teklif de reddedilir. Bunun üzerine Türk birlikleri 20 Temmuz sabahı Girne böl - 82 gesinden adaya çıkar, aynı anda Hava Kuvvetleri'ne ait uçak ve helikopterler Boğaz ve Ortaköy bölgelerine indirme harekatı baĢlatır. Bu arada Türk halkının yaĢadığı ve Türk mücahitlerinin savunduğu bölgelere saldırıya geçen Rum birlikleri, bir çok küçük Türk köyünü yakıp yıkıyor, sivil halkı esir alıyordu. Magosa ve LefkoĢa hariç birçok büyük kasaba Rum-Yunan birliklerinin eline geçmiĢti. Birçok bö!gede yoğun çarpıĢmalar yaĢanıyordu. Kıbrıs'ta çarpıĢmalar sürerken 20 Temmuz günü toplanan BM Güvenlik Konseyi, 353 sayılı karan alarak, yabancı askerlerin derhal adadan çekilmesini ister. 22 Temmuz tarihinde yapılan toplantıda da, bu kez 354 sayılı karar ile aynı talep tekrarlanır. Türkiye, BM kararına uyarak, 22 Ternmuz'da ateĢkesi kabul eder. Kıbrıs'ta ateĢkes sağlanması ile birlikte Yunan hükümeti istifa eder, Karamanlis, Fransa'dan Atina'ya dönerek, bir uiusai birlik hükümeti kurar. Kıbrıs'ta ise Samson çekilir, yerine eski Temsilciler Meclisi BaĢkanı Glafkos Klerides geçer. Bunun ardından da Cenevre görüĢmeleri baĢlar. 1. ve 2. Cenevre GörüĢmeleri Türkiye, Yunanistan, ingiltere ve Kuzey Ġrlanda DıĢiĢleri Bakaniarı 25-30 Temmuz 1974'îe Cenevre müzakerelerini gerçekleĢtirirler. Bakanlar, 1960 tarihlî uluslararası anlaĢmaları ve BM Güvenlik Konseyı'nin 352 sayılı kararını dikkate alarak, Kıbrıs'taki durumun, makul bir sürede yeniden tanzim edilmesi ve alınacak tedbirlerin, acil ve devamlı olacak Ģekilde düzenlenmesinin Önemini, bu arada bazı acil tedbirlere ihtiyaç duyulduğunu kabul ederler. Yayınlanan ortak bildiride, durumu Ġstikrara kavuĢturmak için karĢı karĢıya bulunan silahlı kuvvetlerin, kontrolleri altındaki bölgeleri geniĢletmemeleri gerektiği belirtilir, gayri nizamı olanlar da dahil, bütün kuvvetler saldırgan ve hasmane faaliyetlerden kaçınmaya davet edilir. Acilen yürürlüğe konulacak tedbirler de Ģöyie belirlenir: Türk Silahlı Kuvvetlerince iĢgal edüen bölgenin bittiği yerden itibaren, geniĢliği Türkiye, Yunanistan ve BirleĢik Krallık temsilcileri tarafından, BM BarıĢ Gücü ile istiĢarelerle bir güvenlik böfgesi kurulacaktır. 83 Bu bölgeye, giriĢ yasağına nezaret edecek olan BM BarıĢ Gücü hariç hiç bir kuvvet girmeyecektir. Yunan veya Kıbrıs Rum kuvvetlerince iĢgal edilen bütün Kıbrıs Türk bölgeleri derhal boĢaltılacak, bu bölgeler BirleĢmiĢ Milletler BarıĢ Gücü tarafından korunmaya devam edilecektir. Karma köylerdeki güvenlik ve polis görevleri, BM BarıĢ Gücü tarafından yürütülecektir. Tutuklanan askeri personel ve siviller mümkün oian en kısa zamanda ya mübadele edilecek ya da milletlerarası Kızıl Haç Komitesi'nin nezareti altında serbest bırakılacaklardır. Cenevre müzakerelerinde, bütün tarafların kabul edebileceği adi! ve sürekli bir çözüm çerçevesinde, Kıbrıs Cumhuriyeti'nde barıĢ, güvenlik ve karĢılıklı güven oluĢturulduğu Ölçüde silahlı kuvvetlerin sayısı ile silah, mühimmat ve diğer harp malzemelerinin uygun zamanlarda ve kademeli Ģekilde azaltılması konusunda anlaĢma sağlanır, Cenevre'de, Kıbrıs Cumhuriyeti'n in bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve güvenliği için müzakerelerin devamı da kararlaĢtırdı r ve "Bölgedeki bansın iadesi ve Kıbrıs'ta anayasal hükümetin yeniden tesisi"nin altı çizilir. Mü zakerelerin, 8 Ağustos 1974'cte Cenevre'de devamı ve Anayasa'ya iliĢkin görüĢmelere, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum toplumları temsilcilerinin de katılmaları üzerinde anlaĢma sağlanır. GörüĢülecek anayasal sorunlar arasında, 1960 Anayasasının CumhurbaĢkanı Yardımcısına tanıdığı görevleri yerine getirmesi ile anayasal meĢruiyete derhal dönülmesi gibi çok Önemli baĢlıklar yer alır. Kıbrıs Cumhuriyeti'nde fiiliyatta Türk ve Rum olmak üzere iki muhtar idarenin mevcut bulunduğu not edilir. SÖzkonusu bildiri, gerekli tedbirlerin alınmasj çağrısıyla BM Genel Sekreterine gönderilirken, Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki tüm ilgili tarafların tam bîr ĠĢbirliği göstermesinin zaruri olduğu vurgulanır. GörüĢmelerden sonra ortak bir açıklama yapan Türkiye, Yunanistan, ingiltere ve Kuzey irlanda DıĢiĢleri Bakanları, bildirinin 1960 Garanti AntlaĢmasının yorumlanmasının veya bu antlaĢmadan doğan hak ve vecibeler hakkındaki görüĢlerin hiçbir Ģekilde ihlal edilmesi olmadığını vurgularlar. Bakanların ortak açıklamasında, "Aynı muhtar bölgeye dahil kantonlar arasında serbest dolaĢımın, merkezi hükümet tarafından garanti edileceği, merkezi hükümetin yetkilerinin, devletin ıkf toplumdan oluĢtuğunun göz önünde tutularak tespit edileceği, yeni Anayasardüzen yürürlüğe girinceye kadar, var olan Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum yönetimlerinin birlikte, ülkede hayatı normalleĢtirecek ve dengeyi sağlayacak tedbirleri alacakları, Ģiddet ve ayırım hareketlerinden kaçınacakları" duyurulur KIBRIS TÜRK FEDERE DEVLETĠ'NĠN KURULUġU Alınan tüm kararlara rağmen, ateĢkesin Rum ve Yunan tarafınca ihlali üzerine 15 Ağustos 1974'te ikinci barıĢ harekatı yapılır. Türk Ordusu, önceden belirlenen hedeflere süratle ilerleyerek, halen iki taraf arasındaki sınırı oluĢturan hatta kadar gelirler. Türk birliklerinin ilerleyiĢini ikinci ateĢkes çağrısı durdurur. Prof. Ciement H.Dodd'a göre, bu geliĢme Kıbrıs meselesinde üçüncü tarihi dönüm noktasıdır. Türklerin, "Kıbrıs'ın RumlaĢmasını en11 gellemek ve Kıbrıslı Türkleri korumak gibi iki amacı olduğunu hatırlatan Prof. Dodd, geliĢmeleri Ģöyle değerlendirmiĢtir: "Müdahale Batı tarafından Önce olumlu karĢılandı ve bir ateĢkes imzalandı. Sampson hükümeti ve Atina'daki askeri cunta devrildi Kıbrıslı Türklerin, halen Kıbrıslı Rumlar tarafından rehin tutulduğunu öne süren Türk hükümeti, Rumların Kıbrıs Türkleri için altı kantonu öngören planı, danıĢma için zaman harcamadan kabul etmesi isteğinde bulundu. Bu îaiep batılı güçlerde tepkiyle karĢılandı. Ancak Türkiye'nin adanın yüzde 36'sını kontrolü aitına almasını engelleyemedi. Adan t n fiilen bölünmesi anlamına gelen bu hareket, Türkiye'yi BirieĢik Devletler ve ingiltere'nin gözünde kötü bir konuma itti. Sayıları 140-160 bini bulan Kıbrıslı Türk kuzeye göç etti. ikinci BarıĢ Harekatı'nın hemen ardından 25-26 Ağustos 1974 tarihlerinde Kıbrıs'a gelen BM Genel Sekreteri, toplumlar arasında ikili görüĢmelerin baĢlatılmasını ister Böylece, 28 Aralık 1967 tarihinde Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi'nın ilanından sonra, 13 ġubat 1975 günü Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edilir. 27 a.g e. sf 8-9 Kıbrıs Türk Yönetimi Meclisi, oybirliği ile Kıbrıs Türk Federe Devletini ilan ederken, yeni devletin anayasası ile seçim yasasını yapması için Türk toplumunun tüm kurum ve kuruluĢ temsilcilerinin katılımı ile bir Kurucu Meclis'in oluĢturulması kararlaĢtırılır. Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin kuruluĢ bildirisi, Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi BaĢkanı Rauf DenktaĢ tarafından okunur Bifdiride, yaĢananlar hatırlatılıp, Kıbrıs Türk toplumunun varlığını koruyup, can ve mal güvenliğini sağlamanın amaçlandığı vurgulanır. Nihai amacın, "Ġki bölgeli bir federasyon çerçevesinde Kıbns Rum Toplumuyla birleĢmek, 1960 Anayasasının Ktbns Federal Cumhuriyeti'nin anayasası olarak değiĢtirilmesi ve Federal Cumhuriyetin kurulmasına kadar muhtar Kıbrıs Türk Yönetiminin yeniden düzenlenmesi" olduğu açıklanır. Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin kuruluĢ çalıĢmaları devam ederken, soruna çözüm bulunabilmesi için görüĢmelere açık olunur, DenktaĢ, bu çerçevede yeniden Rum yönetiminin baĢına gelen Makarios ile Î977'de bîr zirve yapar. 3 Ağustos 1977 tarihinde Makarios'un Ölmesinden sonra Kıbrıs'ın Rum tarafı Kipriyanu'yu Kıbrıs CurnhurbaĢkanlıgı'na seçer. Ancak Türkiye ve Kıbrıs Türk Federe Devleti, haklı olarak KĠpriyanu'nun, yalnızca Güney Kıbrıs'taki Rum yönetimini temsil edebileceğini belirterek, KĠpriyanu'nun Kıbrıs CumhürbaĢkanltğf'nr tanımaz. Yine de Kıbrıs sorununa çözüm bulunması amacıyla 1979'da DenktaĢ ile Kipriyanu arasında bir zirve gerçekleĢtirilir. Prof. Dodd, Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin kuruluĢunu dördüncü tarihi dönüm noktası olarak nitelendirmektedir Prof Dodd'un, yeni devleî, Kibns Türklerinin niyeti ve sonraki geliĢmelerle ile ilgili değerlendirmesi Ģöyledir: "Bu elbette ki, federal bir devlet değildi. Devletin adı, Güney kesimiyle kurulacak bir federasyona bağlı olacağını gösteriyordu. Yeni devlet, referandumla onaylanmıĢ ve liberal ve demokratik bîr anayasayla donanmıĢtı. BM Güvenlik Konseyi bu karan (üzüntüyle) karĢıladığını bildirdi Avrupa insan Haklan Komisyonu ise bu devleti tanımaktan kaçındı. Daha doğrusu 1983 yılında Kıbrıslı Türkler kendi kaderlerini tayin Ġlkesi doğrultusunda bağımsızlıklarını Ġlan ettiler ancak yine de federasyon fikrini tamamen rafa kaldırmadılar 15 Kasım 1983'te de 86 KKTC'yî ilan ettiler Kıbrıs Türklerinin amacı gelecek yıllarda kurulabilecek bir Kıbrıs Federe Cumhuriyetinin kurucularından bîri olduklarına iĢaret etmekti. BM Güvenlik Konseyi bu bağımsızlık ilanının bütünden ayrılma anlamına geldiğini ve kanuni olarak geçersiz olduğunu bildirdi (karar no: 541.1983). Bu kararın taslağı ingiltere tarafından sunuldu ve BM bu yeni devlete Kıbns Rum kesiminin uyguladığı ambargoyu desteklemeye devam etti. Ne Kıbrıs Türk Federe DevletĠ'nin kurulması, ne de KKTC'nın ilanı müzakereleri sona erdirrnedi. BM ve Yunan Mahkemesinin Kararları BM Genel Kurulu, .1 Kasım 1974 tarihinde bir karar alır. Türkiye'nin de oy verdiği 3212 sayılı kararda, "Kıbrıs sorununu inceledikten sonra, Milletlerarası BarıĢ ve Güvenlik için bir tehdit olan Kıbrıs buhranının devam etmesinden ötürü cidden kaygılanarak ve bu buhranın BM'nin amaç ve prensipleri uyarınca gecikilmeksizin barıĢçı yollarla çözümü gereğini gö?önünde bulundurarak" açıklamasıyla, Ģu hususlara •~)Q yer verilir: Bütün devletleri, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve bağlantısızlık siyasetine saygı göstermeye ve bu deviete karĢı bütün eylem ve müdahalelerden kaçınmaya çağırır. Kıbrıs Cumhuriyetindeki bütün yabancı askeri kuvvetlerin ve yabancı askeri varlığın ve personelin süratle geri çekilmesi ve bu devlete yönelik bütün yabancı müdahalelerin durdurulmasında ısrar eder. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin anayasa sisteminin, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumlarını ilgilendiren bir sorun olduğunu düĢünür. Gene! Sekreter'Ġn iyi mesaisiyle iki topîum temsilcileri arasında eĢitlik esası uyarınca iliĢkilerin ve görüĢmelerin baĢlamasını uygun bulur ve bu iliĢki ve görüĢmelerin, bunların temel ve meĢru haklarına dayalı karĢılıklı olarak kabui edilebilir bir siyası çözüme serbestçe ulaĢılması amacıyla devam etmesini diler. Bütün göçmenlerin güvenlik içinde evlerine dönmeleri gerektiğini 28 a.g.e. si.9-10 29 www kibris gen tr/sorun/aradonem/a2 html 87 düĢünürve ilgili tarafları bu amaca yönelik acil tedbirler almağa çağırır. Genel Sekreterden Kıbrıs halkının her kesimine BirleĢmiĢ Milletler Ġnsancıl yardımını sağlamaya devam etmesini rica eder ve bütün devletleri bu çabaya katkıda bulunmaya çağırır. Toplam 10 maddeden oluĢan bu kararda, Türk tarafının lehine olan unsurlar ve gerekçeler Ģöyle değerlendirilmektedir; Yabancı askerlerden söz edilmekte, Türk askeri "iĢgalci" olarak tanımlanmamaktadır. Türk askerlerin Garanti AntlaĢmasına göre "yabancı" sayılmayacağı açıktır. Bunun aksi iddia edilse bile "tüm yabancı askerler" dendiğine göre o zaman ingiliz, Türk, Yunan ve BM askerleri gündeme gelecektir. BM askerleri "yabancı asker" tanımına girmediği takdirde, Türk askerinin girmesi de mümkün değildir. Kararda, iki toplumun eĢitliği kabul edilmekte, aynca "Kıbrıs Hükümeti"nden değil, eĢit "iki toplumdan" söz edilmektedir. Son olarak da Ġnsancıl BM yardımının, her iki topluma da yapılması istenmektedir. Ne yazık ki, kısa bir süre sonra bu karar da gözardı edilir ve Rum yönetiminin Türk Halkını da temsil eden, "Adanın tek meĢru hükümeti" olduğu kararı alınarak, sorunun iyice düğümlenmesine yol açılır. Öte yandan, Garanti AntlaĢması ve BM kararlarına rağmen, Avrupa Parlamentosu baĢta olmak üzere AB organları sonraki yıllarda, özellikte de Rum yönetiminin 1990'da üyelik baĢvurusunu yapmasının ardından sık sık ve Rum tezleri doğrultusunda, Kıbrıs'taki Türk askerlerinin "iĢgalci" olduğunu iddia edip, bu durumu kınamaya veya askerlerimizin adadan ayrılmasına yönelik kararlar alacaklarda. Oysa Garanti AnlaĢması'nın 4. maddesi Ģöyle demektedir: "Bu anlaĢma hükümlerine bir riayetsizlik halinde Yunanistan, Türkiye ve BirleĢik Krallık bu hükümlere riayeti sağlamak için gereken teĢebbüsler veya tedbirler hakkında birbirleri Ġle istiĢare etmeyi taahhüt ederler. MüĢterek veya anlaĢarak hareket mümkün olmadığı takdirde garanti veren üç devletten her biri bu anlaĢma ile ihdas edilen nizamı tekrar kurmak münhasır maksadı ile harekete geçmek hakkını muhafaza eder". Türkiye, bu maddeye dayanarak, adaya müdahale etmiĢtir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, amacının "Darbe öncesindeki duruma dönmek olmadığını" da ilk günden açıklamıĢttr. Bunun ne anlama geldiğini "Kıbrıs Sorunu ve Milletlerarası Hukuk" adlı eserinde Doç, Dr. Sevin Toluner, Ģöyle yorumlamaktadır "Bu anlaĢmanın Türkiye'ye verdiği müdahale hakkı, Kıbrıs Türk Toplumunun Zürih ve Londra anlaĢmaları ile doğan hak ve çıkarlarını korumayı amaçlamaktır. Kıbrıs Türk Toplumunun 1960 anayasası ile sağladığı haklar ise, 1963'de Rum tarafının tek yanlı emrivakisi ile ortadan kaldınîmiĢîir. Sonuçta, 1974 darbesine kadar geçen dönemde bir Kıbrıs Cumhuriyeti değil, fiilen bir Kıbrıs Rum devleti ve Kıbrıs Rum hükümeti ortaya çıkmıĢtır. 1974 darbesi de, Türk Toplumunun yasal haklarını tümden inkar eden ve adayı Yunanistan'a bağlamayı amaçlayan yasadıĢı, Yunanistan'ın tek yanlı müdahalesi demek olan bir eylemdi. Dolayısıyla Türkiye ve Kıbrıs Türkleri için 15 Temmuz 1974 darbesi öncesindeki fiili duruma dönmek, I960 Anayasası ve Zürih ve Londra anlaĢmaiarı ile doğan hukuki duruma dönmek değil; tamamı ile Türk Toplumunun aleyhine olan ve yasal hiçbir yanı bulunmayan eski fiili duruma dönmek demek olacaktı. Diğer bir açıdan ise Türkiye'nin adaya müdahalesi (meĢru müdafaa) hakkından doğmaktadır. MeĢru müdafaa hakkı, uluslararası hukukun bütün devletlere tanıdığı bir haktır. 20 Temmuz'a bu açıdan da bakmak gerekmektedir. Çünkü 1963 saldırıları ve ardından da 15 Temmuz darbesi ile Türk Toplumunun yasal haklan ve varlığı toptan ortadan kaldırılmak istenmiĢ dolayısı ile meĢru müdafaa hakkı doğmuĢtur. Bu açıdan bakıldığında da 20 Temmuz, Uluslararası hukuka uygun, bir kuvvet kullanmak eylemidir. Türkiye'nin adaya müdahalesinden sonra ada topraklarının bir bölümünün Türk Toplumu denetimine girmesi Ģeklinde de-facto bir durumun ortaya çıkmasının, hukuk açısından ters bir görünüm yaratmaması gerekmektedir. Çünkü 1963 saldırıları iie Rum tarafının yarattığı fiili durum da orta yerde durmaktadır. Böyfe bir durum, eĢitlik ve ortaklık esası üzerine kurulu olan Cumhuriyeti yıkıp, fiili durum yaratma hakkını, yalnız Rum toplumuna tanımak olur. Amaç fiili durum yaratmak değildir Ama Rum tarafına bu tanınırsa, eĢit bir toplum olarak Türk Toplumunun da bu hakkı var30 dır" Nitekim, Avrupa Konseyi DanıĢma Kurulu Daimi Komitesı'nin 29 30 www.kıbris gen tr/sorun/aradonem/a1 .html 89 Temmuz 1974 tarih ve 573 sayılı. "Türkiye, Garanti AnîlaĢması'nın 4,rnaddesi uyarınca müdahaie hakkını kullandı" Ģeklindeki kararının yanısıra. Atina Temyiz Mahkemesi dahi, 21 Mart 1979 tarihinde aldığı 2658/79 sayıiı karar Ġle. Türk müdahalesinin "iĢgal" olmadığına hükmeder. Atina Temyiz Mahkemesi'nin sözkonusu karan Ģöyledir: "Türkiye'nin Zürih ve Londra AnlaĢması çerçevesinde garantör devlet olarak Kıbrıs'a müdahalesi yasaldır. Asıl sorumlu, haklarında dava açılan Yunanlı subaylardır. Zürih AnlaĢmasını imzalayan devletler, Yunanistan, Türkiye ve ingiltere, Garantör Devletler olarak Kıbrıs'ın herhangi bir devletle birleĢmesini, bölünmesini, Kıbrıs Cumhuriyetinin güvenliğini garanîi altına alıp, koruyacaklarına dair taahhütlerde bulunmuĢlardır. 15 Temmuz I974'de General Yuannidis, adadaki Yunan birliği komutanı General Yorgacıs ile 102 Yunanlı subay Ġhtilal yapmıĢtır. Kıbrıs Anayasası ayaklar altına alındıktan sonra, adamları Nicos Sampson baĢa getirilmiĢtir. Türkiye 20 Temmuz 1974'de ancak, ya31 ratılan bu durumdan sonra adaya müdahalede bulunmuĢtur." Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan'a göre, Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesi, Garanti AntlaĢması veya baĢka bir karara ihtiyaç göstermemektedir çünkü öncelikle Soykırım SözleĢmesi'ne uygundur. Radikal Gazetesi'ndeki köĢesinde, "Kıbrıs'ın GeçmiĢi ve Geleceği?/ 27.7.2002"ni anlatan Aktan, Türkleri tasfiyeyi ve Enosis'i amaçlayan Akritas Planının Soykırım SÖzleĢmesi'nĠn 3{c) maddesi kapsamında, "soykırıma teĢebbüs" niteliğinde olduğunu belirterek, yeni bir bakıĢ açısı getirir ve "1974 Sampson darbesi olduğunda Türkiye'nin müdahale amacı sadece Türk toplumunu, Rum-Yunan darbecilerin yok etme giriĢiminden kurtarmaktı. Aslında bu tutum. Soykırım SözleĢmesı'nin 1.maddesine göre soykırımı (önleme) kavramına uygun olduğundan 4.maddedeki yetkiye de muhtaç değildi." değerlendirmesini yapar. Meclisin Self-Determinasyon Kararı 1981'deki Yunanistan seçimlerinde, bütün politikasını ve seçim propagandasını "Türk düĢmanlığı" üzerine kuran PASOK lideri Papandreau'nun iktidara gelmesinden sonra Kıbrıs görüĢmeleri sıkıntılı bir 31 www kıbrıs gen tr/sorun/aradonem/al.html 90 sürece girer. Öyie ki Papandreau, 1982 yılında Kıbrıs'a yaptığı resmi ziyarette, Kıbrıs'ın bir Yunan toprağı olduğunu iddia ederek, Türkleri Kıbrıs'tan çıkarmak için haçlı seferlerini baĢlatma çağrısında bulunur Papandreau, Batı Anadoiu toprakları için de, "Kaybedilen Yunan topOp rakfan ifadesini kullanır. Papandresu, tam bîr Enosis tutkunudur ve bu yüzden taraflar arasındaki görüĢmeler tamamen askıya alınır. RurnYunan tarafı, geleneksel politikasını bir kez daha uygulamaya koyarak, konuyu BM gündemine taĢır ve amacına 13 Mayıs 1983'îe ulaĢır. Bu tarihte toplanan BM Genel Kurulu, aldığı Ģu kararla, 1960'dan sonra adada terör estiren Rum yönetimini adeta ödüllendirir: "Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs halkının tamamı ve toprağının bütünü iie tabii kaynaklan üzerinde tam ve etkili egemenlik hakkına sahiptir. Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti'nin bu hakkının kullanılmasını sağlamak için, bütün hükümetleri destek sağlamaya ve yardım etmeye çağırır" Rumların, BM Gene! Kurulu'nda tek yanlı bîr karar çıkarması üzerine durumu görüĢen KTFD Meclisi; 17 Haziran 1983'te, Kıbrıs Türk halkmın self-deterrninasyon hakkını vurgulayan tarihi bir karar alır. Sözkonusu kararda, Kıbrıs Türk Halkının, Kıbrıs'ta Ġki toplumlu, iki kesimli, bağımsız bağlantısız ve federal bir devlet kurulması yolunda yapıcı içten çabalar gösterdiği bir sırada, "Rum yöneticilerinin görüĢme masasını terk edip, konuyu Kıbrıs Türk Toplumunun söz hakkını gasp ettikleri forumlara götürdükleri, iki kesimli, iki toplumlu federasyon fikrini daha önce resmen kabul ettikleri halde bununla asla bağdaĢmayan görüĢler Ġleri sürdükten, eĢit haklara sahip olan Kıbrıs Türk halkının görüĢmelere eĢit Ģartlarla katıldığını görmezlikten gelerek, Kıbrıs sorununu, federasyon fikrine temelden ters düĢecek Ģekilde, bir çoğunluk-azınlik sorunu gibi göstermeye kalkıĢtıkları, iki toptumun liderleri arasında BM Genel Sekreterinin huzurunda yapılan zirve toplantılarında varılan anlaĢmaları hiçe sayarak, görüĢmelerin sonuca ulaĢmasını engelleyecek hareketlere giriĢtikleri" hatırlatılır Silahlı saldırılar, Ġmha planlan ve insanlık dıĢı baskılarla. Kıbrıs Türk halkına bugüne kadar empoze edemedikleri tahakkümlerini, Ģimdi Kıbrıs Türk hal32 Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meseiesı-Bugünü ve Yannı-2001/ Kısım 5~sf 44 91 kının eĢit söz hakkını gasp ederek, onun katılmadığı forumlarda tek yönlü kararlar aldırarak, empoze etmeye çalıĢtıkları vurgulanarak, Ģu kararlar alınır: - Kıbrıs'ta iki eĢit halktan biri olarak kendi kendini yönetme hakktna sahip bulunan Kıbrıs Türk Halkı, kendi topraklarında hür ve de mokratik bir düzen içinde, kendi varlığını, milli ve kültürel kiĢiliğini, bütün insanların, doğuĢtan eĢit Ģekilde sahip oldukları temel hak ve hür riyetlerini korumaya kararlıdır. ~ Kıbrıs Türk Halkının güvenliğini tam olarak korumaya yetmeyecek, onu eskiden uğradığı saldırılara, teröre, Ġnsanlık dıĢı ayırımlara ve baskılara yeniden uğrama tehlikesine düĢürebilecek herhangi bir çözüm Ģeklini Kıbrıs Türk Halkı reddeder, Kıbrıs sorununa KfbnsTürk Halkının hür iradesi dıĢında hiçbir çözüm bulunamaz. ' - Kıbrıs Türk Halkı tarafından seçilmemiĢ, Kıbrıs Türk Halkını hiçbir Ģekilde temsil etmeyen ve Kıbns Türk Halkı adına konuĢma Jıakkına hiçbir Ģekilde sahip olmayan Rum yöneticileri, Kıbrıs Türk Halkının gıyabında, hür iradesi dıĢında alınmıĢ veya alınabilecek herhangi bir kararı ona empoze edemez. - Kıbrıs Türk Halkı kendi kaderini bizzat kendisinin belirlemesi hakkına (setf-determinasyon) sahiptir. Bu hak hiçbir Ģekilde ortadan kaldırılamaz. - Yukarıdaki 4, maddedeki hakkımızı kullanmaya zorlandığımız taktirde dahi doğacak sonuç, DenktaĢ-Makarios ve DenktaĢ-Kipriyanu zirve anlaĢmalarında belirtilen esaslar çerçevesinde Öngörülen ve iki ulusal topluma dayalı, iki kesimli, bağımsız, bağlantısız bir Cumhuriyetin eĢit Ģartlarda görüĢmeler yoluyla gerçekleĢtirilmesine engel teĢkil etmez. VE KKTC'NĠN ĠLANI BM'ninr kararından sonra Kıbns Rumları, "Kıbns Hükümeti" olarak tüm dünyada tanınmalarının rahatlığı Ġçinde hiçbir anlaĢmaya yanaĢmazlar. Tıpkı bugün AB üyeliğini garantiledikleri için müzakere masasına laf olsun dîye oturdukları gibi... Bunun üzerine self determinasyon hakkını kullanan Kıbrıs Türk halkı, 15 Kasım 1983'de Federe Meclis'în oybirliği ile aldığı bir kararla. Kuzey Kıbrıs Türk Cum- 92 hurıyetî'nin ilanını dünyaya duyurur. KKTC'nın ilanına iliĢkin karar Ģöyledir; "Kıbrıs Türk halkının özgür iradesini temsil eden, doğuĢtan hür ve eĢit olan bütün insanların hür ve eĢit yaĢamalarına inanan, bu inanç içinde, Kıbrıs Türk Halkının kendi kaderini tayin etme hakkını 17 Haziran 1983 tarihli kararıyla dünyaya Ġlan etmiĢ olan, ırk, milli menĢe, dil ve din gibi farklara dayalı olarak Ġnsanlar arasında ayırım gözetilmesini, her türlü sömürgeciliği, ırkçılığı, baskı ve tahakkümü reddeden, Kıbrıs'ta. Doğu Akdeniz'de, Ortadoğu'da ve dünyada tam bir barıĢ ve istikrarın, huzur ve güven Ġçinde yaĢama ve kendi kendilerini yönetmeye hakları olduğuna inanan, aynı adada yan yana yaĢamaya mecbur bulunan bu Ġki halkın aralarındaki bütün sorunları, eĢit düzeyde müzakerelerle, banĢçî, adil ve kalıcı bir çözüme ulaĢtırmanın mümkün ve zorunlu olduğu görüĢüne sımsıkı bağlı bulunan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ilanının, iki eĢit halk arasında ortaklığının bir federasyon çatısı altında yeniden kurulmasını ve sorunların çözümlenmesini engellemeyıp. kolaylaĢtırabileceğine kani olan, Ġki halk arasındaki bütün sorunların barıĢçı ve uzlaĢmacı bir politika ile çözümlenebileceğine inanan ve bu amaçla müzakereler yürütülmesini yürekten diîeyen ve önerilmiĢ bulunan zirve toplantısının bu açıdan yarar sağlayacağına Ġnanan Meclisimiz, Kıbrıs Türk halkı adına, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kuruluĢunu ve (bağımsızlık bildirisini) onaylar". Türkiye Cumhuriyeti, KKTC'yl ilk ve ne yazık ki son tanıyan ülke olur. Çünkü, Kıbrıs Rum kesimini Kıbrıs'ın resmi temsilcisi sayan ABD, KKTC'nin bu kararını "üzüntü" ile karĢıladığını ilan eder. Sonuçta da ABD DıĢiĢleri Bakanüğı, öncelikle islam ülkelerinin temsilcilerini tek tek arayarak, bu ülkelerin KKTC'yı tanıma yönündeki eğilimlerinin önüne T dj^ geçer. KKTC'nin Ġlanı Hukukidir KKTC'nin ilanı, her Ģeyden önce, halkların kendi geleceklerini tayin (self-determinasyon) hakkının kullanılmasına dayanmaktadır. 33 AB Kıskacında Kıbrıs Meselesı-Bugünlı ve Yarını-/Kıbrıs Sorunu ve ABD-Yrd Doç.Dr Nasuh UsJu/Arıkara-2001/sf 150 93 Ancak, KKTC'nin Ġlanı, self-deîerminasyon ilkesinin yanı sıra, bazı poütik ve hukuksal giriĢimlerin de bir sonucudur. KKTC'nin iianı, devletler hukukundaki selî-determinasyon ilkesine uygundur. Çünkü; - Kıbrıs Türk halkı. 1960'da kurulmuĢ olan iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyetî'nin kurucu ortaklarından biridir ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin egemenliği, Ada'daki iki toplumdan birine değil, ortaklaĢa her ikisine devredilmiĢtir. 1960'da sömürge yönetiminden kazanılan ba ğımsızlıkta ve egemenlikte, Kıbrıs Türk Halkı eĢit hak sahibidir. 1960 Anayasası ve buna kaynak olan 1960 KuruluĢ ve Garanti AntlaĢmaları Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının da imzalarını taĢımaktadır - Kıbrıs Türk halkının kendi ayrı yönetimi vardır ve Güneydeki Rum yönelimi Türk halkını temsil etmemektedir. Rum yöneticileri Kıbrıs Türk halkı tarafından seçilmemiĢtir. Bu nedenle Rum yöneticileri Kıbrıs Türk Halkını temsil edemez ve onun adına konuĢamaz. Kıbrıs Türk halkı, 1963'de iki toplumlu cumhuriyetten zorla dıĢlandıktan sonra kendi kendini yönetmiĢ, bu yönetimler, 1963-1967 devresinde "Genel Komite", 1967-1974'te Geçici Türk Yönetimi, 1974-1975 Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi ve 1975-1983 döneminde ise Kıbrıs Türk Federe Devleti Ģeklinde olmuĢtur. Bu gerçekler, BM raporlarında da açıklanmaktadır. Zamanın BM Genel Sekreteri U-Thant, Güvenlik Konseyi'ne 1964'te sunduğu bir raporda, BM BarıĢ Gücü'nün Türkler üzerinde otoritesini sağlamak için Kıbrıs Hükümeti'ne yardımcı ol mayacağını belirtmiĢtir. 1974 Cenevre AntlaĢması'nda da, Kıbrıs'ta iki ayrı yönetim olduğu ve Rum yönetiminin Kıbrıs Türklerini temsil etmediği vurgulanmıĢtır En önemlisi ise Türkiye'nin de oy verdiği, BM Genel Kurulunun 3212 sayılı ve 1 Kasım 1974 tarihli kararının 3. maddesidir ki, Kıbrıs Hükümetı'nden değil, iki toplumun eĢitliğinden söz edilmiĢtir. BirleĢmiĢ Milletler yasasına uygun olarak "Devletler Arasındaki Dostane iliĢkiler ve ĠĢbirliği Ġle ilgili Devletler Hukuku Prensiplerini belirleyen 1970 tarihli BM Gene! Kurulunun Deklarasyonu da, "halkların eĢitlik ve self-determinasyon haklarım" tanımıĢtır. Bu deklarasyona göre, "Tüm halklar seff-determinasyon hakkına sahiptirler. Selfdeterminasyon hakkı ile halklar hiçbir dıĢ müdahaleye uğramaksızın, politik statülerini serbestçe belirlemek hakkına ve serbestçe izlemek 94 hakkma sahiptirler". Kıbrıs Türk TopSumu da. devletlerarası hukuk normlarına uygun olarak self-determınasyon hakkını kullanmıĢtır. BM Güvenlik Konseyi, KKTC'nin ilanını geçersiz sayan kararı ile öncelikle kendi yasasını ve uluslararası birçok hukuk kuralın: ihlal etmiĢtir. Aynı Ģekilde Avrupa Konseyi de, KKTC'nin ilanını tanımayan kararı ile uluslararası hukuk kurallarının yamsıra, 1975 Helsinki Nihai Senedı'nın 8'inci maddesinde belirtilen halkların self-determînasyon ve eĢitlik hakkı ilkesine ters düĢmüĢtür. Bu maddeye göre, tüm halklar, iç politik statülerini hiçbir dıĢ müdahaleye uğramaksızın beiiriemek hürriyetine sahiptirler. KKTC'yĠ Tanımama Hukuki Değil, Siyasi Karar BaĢta BM zemini, hemen tüm uluslararası platformlarda siyasi tercihler, hukuk ilkelerinden ağır basmıĢtır. Bunun en somut Örneği, BM Güvenlik Konseyı'nce, "KKTC'nin tanınmaması" için diğer devletlere yapılan çağrıdır. Halbuki BM Yasasında, baĢka devletlerin içiĢlerine karĢılamayacağı ilkesi önemli bir yer tutmaktadır. Herhangi bir devlet baĢka bir devleti tanıma veya tanımama hakkına sahiptir. Bu hak, devletlerin egemenliğinden kaynaklanmaktadır. Egemen bir devlet, yeni kurulan bir devleii tanıma veya tanımama konusunda iradesini serbest olarak kullanabilmelidir. BM Güvenlik Konseyi'nin "KKTC'nin tanınmaması" yönündeki kararı, önemli bir baskı unsuru olmuĢ ve egemenlikten doğan serbest irade kullanma hakkını kısıtladığı gibi, sorunun çözümünü engeli emiĢti r. KKTC, devletlerarası hukukun öngördüğü "Devlet Normu"na uymaktadır. Devletler hukuku konusundaki kitabında Brierly, bir devleti oluĢturan kriterleri, "Devamlı, kesin ve belirli birtopiurn oimak, kesin ve belirli bir toprak parçasına sahip olmak, uluslararası iliĢkileri yürütebilecek derecede bir bağımsızlığa sahip olmak."Ģeklinde sıralamaktadır. KKTC, kesin ve belirli bir toprak parçasına, belirli ve kesin bir nüfusa, örgütlenmiĢ bir hükümet ve uluslararası ĠliĢkileri yürütebilecek bir kapasiteye sahiptir. Dolayısıyla devletlerarası hukukun öngördüğü bütün kriterlere sahiptir ayrıca, "tanınma" iie "devlet" haline gelmez; "tanınmama" ile de yok olmaz. Brierly'nin belirttiği bir diğer husus; "Devletlerarası hukukta, bir 95 devletin devlet olduğunu belirleyen uluslararası bir mekanizmanın" olmamasıdır. Bu nedenle BM Güvenlik Konseyi, devletlerarası hukuk normlarına göre bir devlet olan KKTC aleyhine karar vermekle de devletlerarası hukuk normlarını ihlal etmiĢtir. Yine büyük devletler de, diğer devletlere "KKTC'yĠ tanımamaları için baskr yaparak", devletlerarası hukuk normlarını çiğnemiĢlerdir. Ayrıca bu durum, ABD DıĢiĢleri Bakanlığı'nın 1976'da yayınlanan "Bir Devletin Tanınması ile ilgili ABD'nin Resmi Hukuk GÖrüĢü"ne de aykırıdır. ABD'nin bir devleti tanıma ile ilgili resmi hukuk görüĢü Ģöyledir: "ABD'ye göre, devletlerarası hukuk, bîr devletin diğer bir kuruluĢu devlet olarak tanıması hususunda, amir hüküm Ġçermemektedir. Bir kuruluĢun devlet olarak tanınması, o kuruluĢu devlet olarak tanıyacak ilgili devletin takdirine ve kararına kalmıĢ bir husustur. ABD tanınma Ġle Ġlgili karar verirken, geleneksel olarak aĢağıda belirtilen kriterleri göz önünde bulundurur: Belirli bir toprak parçası ile belirli bir halk üzerinde etkin bir kontrolün olup olmadığı, toprak parçasında örgütlü bir Hükümet Yönetiminin olup olmadığı, uluslararası ĠliĢkileri yürütmede ve uluslararası yükümlülükleri yerine getirmede etkin bir kapasiteye sahip olup ol- , - ,,^A madiği. Görü/düğü gibi KKTC'nin durumu, ABD'nin bir devleti tanıma ile ilgili resmi görüĢüne de uygundur. Sonuç olarak KKTC, Kuzey Kıbrıs'ta bağımsız ve egemen bir devlettir. Bu devlet, Kıbrıs Türk halkının selfdetermînasyon hakkını kullanması ile oluĢturulmuĢtur. Devletlerarası hukukun "Devlet" ve "Tanıma" ile ilgili tüm normlarını taĢımaktadır. Ancak ne yazık kî, bu normları belirleyen ABD, "KKTC'nin tanınmaması" baskısını yapan devletlerin baĢında gelmiĢtir. Çünkü Kıbrıs'ın coğrafik ve stratejik önemi, büyük devletlerin soruna, hukuk ve insan haklan açısından değil, kendi çıkarları açısından bakmalarına yol açmaktadır. Bu da hukukun ayaklar altına alınıp, "politik kararlar" ile bir topluluğun yok edilmesine göz yummak anlamına gelmektedir ki, sorun bizzat büyük devletler eliyle kang re kestirilmektedir. Nitekim, ABD tarafından süreci hızlandırmak için Haziran 1989'da Kıbrıs Özel Koordinatörü olarak atanan Nelson Ledsky ile 34 American Journal of International Law. Vol, 71. No 2, sayfa 337 96 DenktaĢ arasında geçen diyalog, soruna ne kadar siyasi bakıldığını ortaya koymuĢtur DenktaĢ, BM Güvenlik Konseyi'nin, Rumları meĢru hükümet olarak tanıyan 4 Mart 1964 tarihli kararının haksızlığından bahsedince Ledsky Ģunları söylemiĢtir: "1964'ün dosyalarını incelettim BM Güvenlik Konseyi'nce alınan bu kararın hukuki temellere dayanan bir karar değil, siyasi mülahazalarla alınmıĢ bir karar olduğunu tespit ettim. Dolayısıyla, kuzeyde kurduğunuz devletin uluslararası hukuka göre meĢru olduğunu kanıtlamak için bu gibi hukuki mütalaalara boĢ yere paranızı ve vaktinizi harcamayın, ABD oc yönetimi oiarak devletinizi hiçbir zaman tanımayacağız. Bu bolümü Kıbrıs hakkında 1913 yılında bir kitap yazmıĢ olan Fransız Gazeteci Deleporte'nin, Girit örneğini hatırlatarak, yaptığı uyarı daha doğrusu isabetli bir öngörü ile bitirmek istiyoruz: "...Herkes gibi hayat ve hürriyet hakları olan Türkleri katliam etmekle Giritliler çok yanlıĢ bir yola sapmaktadırlar. Onlar(Giritli Rumlar) kan kardeĢlerinin Ġntikamlarını karıĢık cinayetlerde aramakta ve Ģereflerini tamir etmeye çalıĢmakta tamamen haksızdırlar. Doğrusunu söylemek lazım gelirse, Yunanlıları Afrikalı vahĢiler mevkiine düĢüren bütün bu barbarlıkları, samimi bir Helen dostu olarak telin ediyoruz. Yunanlıya karĢı duyduğumuz aĢk bizi cinayetleri atfetmek için yalan söylemeye kadar götürmez...ve bazıları Kıbrıs'ta bu cinayetleri ha36 zırlamaktadırlar..." Hem de tüm ülkelerin elbirliği ve desteği ile... 35 Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs MeseiesĠ-Bugünü ve Yarını/Kıbrıs Sorunu ve ABD-Yrd Doç Dr.Nasuh Uslu/sf.156 36 Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi-Bugünü ve Yarını/ Ankara-2201/sf 38 97 BOLUM II GĠRĠT ÖRNEĞĠ Girit Adası'nm geçmiĢi, burada yaĢananlar ve bugün gelinen nokta itibariyle Kıbrıs'ta olanlara örnek teĢkil etmektedir. Değerli Yazar Metin Erksan'ın, "Girit Adası ve Kıbrıs Adası sorun/an, eĢdeğer so37 runlardır Girit sorunu bilinmeden Kıbrıs sorunu bilinemez." diye ifade ettiği bu îarini olayı bir kez de biz hatırlatmak istiyoruz. DıĢiĢleri Bakanlığı kayıtlarında Girit olayları, Osmanlılar devrinde Ada hatkının Önce bağımsızlık, sonra Yunanistan'a katılma amacıyla ayaklanması olarak anlatılmaktadır. Buna göre, Girit'in Rurn asıllı halkı ilk olarak 1821'de Osmanlı yönetimine baĢkaldırmıĢ, Mısır Valisi Mehmet Ali PaĢa bu ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilmiĢtir, Yunanistan'ın Osmanlı devletinden ayrılarak, bağımsız bir krallık oluĢundan sonra Girit'te 1830 yılında Ġkinci bir ayaklanma olmuĢ, Mehmet Ali PaĢa 1831'de bunu da bastırmıĢtır. Ancak, adadaki milliyetçilik akımının geliĢmesi ve Yunanistan'ın giriĢtiği yoğun propaganda sebebiyle Girit'te huzur bir türlü sağlanamamıĢ ve 1840 Londra AntlaĢmastndan sonra buranın yönetimi Mısır Valisi Mehmet Alî PaĢa'dan alınmıĢtır. Yunan mültecileri tarafından çıkartılan bir baĢka Ġsyan (1841) da Mustafa Naili PaĢa tarafından bastırılmıĢtır. En önemli ayaklanma ise 1866'da olmuĢ, asiler, Yunanistan'a katıldıklarını ilan etmiĢlerdir. Osmanlılar bunu kabul etmemiĢ ve Sadrazan AĠĠ PaĢa olaya el koymuĢtur. Sonunda üye çoğunluğunu Rumların teĢkil ettiği bir meclisin kurulmasıyla ayaklanma bastırılmıĢtır. Ancak daha sonra adanın Rum 37 38 Girit ve Kıbrıs-Cumhunyet Gazetesi/21.5 2002 www.mfa gov tr/Turkce/gruph/ha/ha01 rrtm/04.htm halkı çeĢitli haklar talep etmeye baĢlamıĢ, 1877-1878'de yapılan antlaĢmalarla ada valisinin Rum, yardımcısının Türk olması, 80 üyelik mecüse 50 Rum üyenin seçilmesi, resmi iĢlem ve yazıĢmaların hepsinde Rumcanın kullanılması kabui edilmiĢtir. Girit meselesi 1897'de yeniden alevlenmiĢ. Yunan hükümeti ve Etnıki Eterya cemiyetinin açık ve gizli kıĢkırtmaları sonucunda adada geniĢ bir çete faaliyeti baĢlamıĢtır. Bu arada Yunanlılar, Girit'e 1500 kiĢiîik bir asken kuvvet çıkarmıĢ, ingiltere, Fransa, Rusya ve italya'nın desteğini kazanmak için her türlü yola baĢvurmuĢlardır. Ancak Osmanlı hükümetinin iç iĢlerine yabancıları kanĢtırmamak konusundaki kararlı tutumu karĢısında batılı devletler, Yunanlıların adadan kuvvetlerini çekmesi için donanmalarıyla GĠrĠt'i abluka altına almıĢlar, Yunan hükümeti bu ablukaya da aldırmayınca, Ethem PaĢa kumandasındaki Osmanlı ordusu Makedonya, Alasonya üzerinden saldırıya geçerek Dömeke meydan savaĢında Yunan ordusunu yenilgiye uğratarak, Atina'ya doğru ilerlemeye baĢlamıĢtır. Batılı devletlerin iĢe karıĢmaları sonucu bu harekat durdurulmuĢ, Girit'te Rusya, ingiltere, Fransa ve italya'nın himayesinde bir yönetim kurularak, Yunan kralının oğlu Georgios, komiser olarak tayin edilmiĢtir. ikinci MeĢrutiyetin ilanından sonra (1908) Girit Mecüsi Yunanistan'a katıldığını resmen iîan etmiĢ ve 26 Temmuz 1909'da Rumlar Hanya kalesine Yunan bayrağını çekmiĢlerdir. 1911'de 25 Girit Rum mebusu Yunan Parlamentosu toplantılarına katılmak amacıyla Pire'ye doğru yola çıkmıĢ fakat Ġngiliz donanmasına bağlı savaĢ gemileri bunu önleyerek Giritli mebusları tevkif etmiĢtir. Balkan savaĢından sonra Londra ve BükreĢ AntlaĢmalarıyla Girit'in.Yunanistan'a ilhakı Osmanlı Devleti tarafından 1913 yılında resmen kabul edilmiĢ, böylece Girit meselesi kapanmıĢtır. GĠRĠT, MEGALĠ ĠDEA'NIN BEġĠNCĠ MADDESĠ Megaîi Ġdea ve Enosis'Ġn en somut örneği olan Girit, kesintisiz uygulanan Yunan politikalarının sonuçlarından birisidir. Yunanistan'ın bağımsız bir devlet olarak doğuĢundan itibaren takip etmeye baĢladığı "Helenlerın önderliğinde Bizans Ġmparatorluğunu yeniden diriltmek ülküsü" olarak tanımlanan "MegalĠ Idea" doğrultusunda, 1810'da BükreĢ'te 99 Eterya ton Filomuson (Sanat Tanrıçası Dostları Cemiyeti), 1813'te Paris'te Hotel Grec ve 1814 yılının sonlarında Odesa'da Filiki Eterya cemiyetleri kurulmuĢtur Bunlardan Filiki Eterya kurulurken hazırlanan program, MegalĠ Idea'nm hedefleri olmuĢtur. Bu hedefler Ģöyle be39 lirtilmektedir: 1 .Yunan Milletinin tam istiklalinin temini, 2. Batı Trakya ve Sefanik'în Yunanistan'a ilhakı, 3. Ege Adaları'nın Yunanistan'a ilhakı, 4. OnıkĠ Ada'nın Yunanistan'a ilhakı, 5. Girit Adası'nın Yunanistan'a ilhakı, 6. Batı Anadolu'nun Yunanistan'a ilhakı, 7. Pontus Rum Hükümeti'nin kurulması, 8. Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı, 9. imroz ve Bozcaada'nın Yunanistan'a ilhakı, 10. istanbul'un iĢgal edilerek Doğu Roma imparatorluğunun ih yası. Aynı ülküyü, her platformda gündeme getiren Yunanistan gazeteleri, 1896 yılı Nisan ayında (Girit olaylarının yoğunlaĢtığı dönem) imzasız bir beyanname yayınlayarak, Etnikî Eterya'nın faaliyet planını ilan ettiler. Bu beyannamede açıklanan ana Ġlkeler, günümüzdeki Yunanistan'ın millî politikasının dayandığı temel prensipler ni40 teliğindedir: "Ezeli ve ebedi düĢmanımız Türklerdir. Yunan ulusu, bağımsızlığını elde etmekle önemli bir kazanç sağlayamadı. Ulusun büyük bir kısmı Türklerin boyunduruğu altında kaidı. Bunları kurtarmak hepimizin görevidir. Megali Idea'yı gerçekleĢtirmek için savaĢ esastır. Gayeye varmak Ġçin gizliliğe olağanüstü dikkat etmek gerekir, Yunanistan'da parti mücadeleleri ve fikir ayrılıkları kesin olarak terkedilmelidir. Bütün Grek ulusunun Etnikt Eterya bayrağı altında toplanması, yüksek çıkarlarımızın gereğidir. 39 40 www.turkatak.gen tr/Yunan/yunanĠstan_ve_terör.htm www.turkatak.gen.tr/Yunan/y u nanistan_ve_teror.htm 100 Megaiı Idea'mn gerçekleĢmesi için her türlü araca baĢ vurulacaktır Etniki Eterya, Rum halkını bütünü Ġle silahlandıracakiır. Mukadder olan vaktin gelmesinden sonra, ezeli ve ebedi düĢmanımız olan Türklere taarruz edilecektir Ezeli ve ebedi düĢmanımız olan Türklere karĢı, Yunanistan dıĢarıdan hiçbir yardım beklemeyecek ve yalnız kendisine güvenecektir, Etniki Eterya, Doğu'da birçok karıĢıklıklar çıkaracaktır Hükümet Ġlgisiz kalır ve tarafsız olursa Etniki Eterya hükümete görevini bildirecektir. Politik fırsatlardan yararlanmak, Etniki Eterya'mn baĢ görevidir. Etniki Eterya, bütün Rum zenginlerini örgüte yardıma davet eder. Sonsuz bir güce sahip olan Elenizmin gücüne Ġnanarak, eski ve ebedi düĢmanımız Türklere karĢı büyük düĢmanlık hareketine baĢlayalım Etniki Eterya, hiçbir siyasi partiye tabi olmadığı gibi, hiçbir siyası partinin de emrinde değildir. ġayet hükümet ülke sorunları üzerine eğitmezse, Etniki Eterya, hükümeti, görevini yapmaya zorlayacaktır. Tanrının yardımı ile Megafi Idea kesin olarak gerçekleĢecektir." 1 Haziran 1999 tarihli Fransız Le Figaro gazetesinin "bölgenin en ırkçı ve yayılmacı ülkesi" olarak nitelendirdiği Yunanistan, ırkçılık ve yayılmacılık konusunda tarih boyunca kullandığı esasları dört noktaya da41 yandırmıĢtır: "Birincisi, isyan sebebi olarak Türkleri gösterip onların nüfuz ve hakimiyeti altında Hıristiyanların menfaatlerinin çiğnenmekte olduğunu yaymakjkincisi, büyük devletlere yönelik olarak uygulanan devamlı propagandanın etkisinden istifadeyle Avrupa siyasetinin lehlerine değiĢmesini sağlamak; Üçüncüsü, çıkaracakları isyanlar sonunda Avrupa devletlerinin müdahaleleriyle Türklere nazaran üstün haklara sahip olmaya çalıĢmak; Dördüncüsü, bu geliĢmeler sonucunda hedef bölgeyi Yunanistan'la birleĢtirmek." 41 www.turkatak.gen tr/Yunan/yunanistan_ve_teror htm 101 Aynı ırkçıfık ve yayılmacılık politikası günümüze kadar devam etmektedir ki, 1844'de söylenenlerle, 150 yıl sonra, Yunanistan ĠçiĢleri MüsteĢarı Kuluris'in sözleri arasında bir fark yoktur. Kuluris, Ģunları 42 söylemiĢtir: "Eienizmin sınırları Kuzey ucundan baĢlayarak Trakya'yı, Ege'yi kapsar ve Kıbrıs'a kadar uzanır... BaĢı böylesine büyük dertler Ġçindeyken Türkiye ile boy ölçüĢmemiz zor olmaz" Emekli General Suat ilhan, Yunanistan'ın yayılmacı politikasını Ģöyle özetlemiĢtir. "Yunanistan Megali Idea'sı 150 yılda Ģu Ģekilde bir geliĢme gösterdi: 1821 Mora isyanı; 1830 bağımsızlığın ilanı, 1869 ingilizlerden 7 adanın alınması, 1890 Teselya ve Narda'nın alınması, 1887 sınır düzeltmesi, 1908 Girit'in alınması, 1913 Makedonya,Epir,Batı Trakya ve 43 Ege adalarının alınması, 1951 12 Ada'nın alınması." Türk ordularının aldıkları yerlerin Balkan savaĢı hariç Yunan diplomasisinin baĢarıları sonucu kaybedildiğini belirten Suat ilhan, Yunan Megali Ideası'nın bundan sonraki hedeflerinin baĢında Kıbrıs'ın tamamında ve Ege Denizi'nde egemenlik geldiğini vurgulamıĢtır, ilhan, "Yunan hırsını; ne istiklal Harbi yenilgisi ne de Kıbrıs yenilgisi durduramamıĢtır. Yunanlılar ve Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs sorununu diplomatlarının, DıĢiĢleri kadrolarının ve politikacılarının çabası ile askeri 44 yenilgiye rağmen lehlerine çevirmiĢlerdir." demiĢtir. Bu tarihi gerçekleri haklı olarak hiç ama hiç unutmayanların baĢında KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ gelmektedir. Öyle ki, geliĢmeler üzerine DenktaĢ, 2002 yılında Girit'in kronolojisini yeniden çantasında taĢımak zorunda kalmıĢtır. Gazeteci Mustafa Balbay, "DenktaĢ'ın Cantasmdaki Girit Kronolojisi" baĢlıklı yazısında, 4 sayfalık bu kronolojiyi, "1821'den 1913'e kadar uzanan 92 yıllık Girit sürecini Ankara'ya da anımsatmak Ġstiyor olmalı!.." diyerek, Ģöyle özetlemiĢtir. "1821-Birinci donem...Mora'da baĢlayan isyan hareketi Rusların tahrikiyle GĠrit'e de bulaĢtı. 42 www.turkatak.gen.tr/Yunan/yunanistan_ve_terör htm-Kaynak: Agon Gazetesi, 9.12.1994 43 AB'ye Neden Hayır-Jeopolitik YaklaĢım/2000/sf. 120 44 a.g.e7sf.120 45 Cumhuriyet Gazetesi-? 1 Mayıs 2002 102 1830-Londra Konferansı'nda Yunanistan'ın bağımsızlığı tanındı. Yunanistan Gırit'i de istedi. Kabul görmedi. Aynı yıl Girit'te isyan çıkaranlar Ġçin Babıali tarafından af çıkarıldı 1841- Mehmet Ali PaĢa Girit'ten çekildi. 1856- Ġslahat Fermam'yla birlikte Girit'teki kimi Müslümanlar Hıristiyanlığa geçmeye baĢladı. 1866- III.Napolyon Ģartlar gerektirirse, Suriye Hıristiyanlar! için olduğu gibi Girit Hıristiyan lan için de gerekeni yapabileceklerini söyledi Aynı yıl asilerce oluĢturulan meciis, adadaki Türk hakimiyetini tanımadığım ve adanın Yunanistan'a ilhakını Ġlan etti, 1868- Yunanistan-Giriî bağlantısını kesmek üzere Yunanistan'a ültimatom verildi. 8 gün içinde cevap alınamayınca Yunan sahilleri ablukaya alındı. Girit isyanı sona erdi. 1878- (kinci dönem...Osrnanlı-Rus savaĢı Rusların lehine dönmeye baĢlayınca Yunanistan'da Türkiye'ye karĢı savaĢa girmek isteyenler savaĢ karĢıtlarının evini bastı. Girit'teki Rumları eğitmek üzere Pire limanından bir gemiyle Yunan subayları gönderildi. Aynı yıl Osman!ı-Rus savaĢını sona erdiren Ayastefanos AntlaĢması imzalandı. Yunanistan GirĠt'i istedi. Verilmedi ama, 23 madde Girit'e ayrıldı. Girit'te ayrı bir meclis kurulacaktı. 49 Hıristiyan, 31 Müslüman... 1879-Yunanistan, Ayastefanos AntlaĢması'nın 24. maddesine koydurduğu,{yeni düzenlemeler yapılabilir) maddesine dayanarak, Girit için Babıali'ye baĢvurdu, reddedildi. 1896- Yunanistan BaĢbakanı, Girit'e donanma göndereceğini açıkladı. 1897- 2 zırhlı, 12 torpidodan oluĢan Yunan donanması Girit'e hareket etti. Osmanlı donanması Haliç'te kullanılamaz durumdaydı. Do nanma personeli Marmara Deniz'fnde tatbikat yaptı. 1897- Türk-Yunan savaĢı baĢiadı. GirĠt'in Özerkliği ilan edildi 1908- Sonuç. ll.MeĢrutiyet'Ġn ilanını istismar eden Yunanistan, GĠrit'i Ġlhak ettiğini açıkladı. 1913- Londra BarıĢ Konferansıyla Osmanlı, Gırit'ın Yunanistan'a verilmesini kabul etti." Balbay, yazısını, "90 yıl insan için uzun ama, devletler, toplumlar için öyle değil. Bir adamn baĢka bir ülkenin eline geçmesinin kısa kronolojisi böyle" diye bitirmiĢtir. 103 Yazar Metin Erksan da, Girit sorunu süresince Avrupa devletleri ve Çarlık Rusyası'nın, Osmanlı DevletĠ'ne karĢı, Yunanistan'a siyasal, askeri, ekonomik yardım yaptığını hatırlatarak, "ġimdi ise Yunanistan Devleti'nin ve Kıbrıs Rum Devleti'nin yanında ve arkasında Türkiye Cumhuriyeti DevletĠ'ne karĢı AB vardır. Tarih tekerrür etmektedir. Tarih yinelenmektedir." der. Erksan, oldukça Ġlginç bir de örnek verir. "Yıl 1880. Osmanlı Devleti PadiĢahı ve Halifesi 2.Abdülnamit'tir. Yunanistan Devletî 1878 Berlin Kongresi ve AnlaĢması koĢullarına dayanarak, Osmanlı Devleti'nden bir bölüm toprak ister. Yunanistan Devleti'nin istediği toprak, Osmanfı-Yunan kara sularının bulunduğu Tesalya ve Epir bölgesindedir. 2. Abdülhamıt Tesalya ve Epir bölgesinden Yunanistan'a toprak verilmesini Ġstemiz. Osmanlı Devleti toprağı olan Girit, Sisam ve Ġpsara Adası'nın Yunanistan'a verilmesini ister. PadiĢah ve Halife, bu iĢin sonuçlandırılmasını Hükümete ve Vekiller Kurulu'na buyurur Vekiller Kurulu büyük asker komutanların katılımıyla bir toplantı yapar. Kurul, Girit, Sisam ve Ġpsara adalarının Yunanistan DevletĠ'ne verilmesini oy çokluğu ile kabul eder. Sorumluluğu üstüne almak Ġstemeyen 2. Abdülhamit oy çokluğu Ġle alınan kararı sakıncalı bulur. Kararın oy birliği Ġle alınmasını ister. Kurul, 2.Abdülhamit'in isteği doğrultusunda oy birliği Ġle karar vermek için toplanır. Gizli yapılan kurul toplantısını öğrenen ingiltere Büyükelçisi, 2.Abdülhamit'e ve Babıali'ye giderek, Ģu istekte bulunur. (Girit Adası Yunanistan DevletĠ'ne verilirse, ingiltere Devleti Osmanlı Devleti'nden toprak isteyecektir.) Ingffiz Büyükelçısi'nin bu isteği ve davranıĢı 2. Abdülhamit'i ve Babıali'yi korkutur. PadiĢah ve Sadrazam, Girit Adası'nın Yunanistan DevletĠ'ne ve46 rilmeyeceği hakkında ingiliz BüyükelçisĠ'ne güvence verirler." Oktay EkĢi ise, "Girit'e Giden Yol" baĢlıklı yazısında. "Kıbrıs adasının kaderinin sonunda bir Girit hikayesine dönüĢeceği taa 1974'dekî BarıĢ Harekatı ardından çok söylendi ama doğrusu- bu satırların sahibi değil- pek çoğumuz (artık olmaz öyle Ģey) diyerek inan47 madık." demiĢtir. Oktay EkĢi, yaklaĢık 30 yıl sonra Kıbrıs'ın Girit olabileceği noktasına gelmiĢtir. 46 47 Girit ve Krbns-Cumhunyet Gazetesi/21.5.2002 Hürriyet Gazetesi/15 Mayıs 2002 104 Emekli General Suat Ġlhan'a göre, "Yunanlılara yıllarca sorunları unutturulmamıĢ, bizde Ġse eskiyi hatırlamak dahi Ģovenlikle suçlanır olmuĢtur" ilhan, "GĠrit'i kim hatırlıyor? Ege adalarının onar, on beĢer Yunan asken ile toparlanıp, alındığını kim biliyor?" diye sormaktadır. Gerçekten de hala yaĢananları hatırlamak ve gerçekleri anlamak istemeyenler bulunmaktadır. Askeri uzmanlar da, Girit ve Kıbrıs benzeĢmesini "Akdeniz'in batısına açılma imkânlarının ortadan kalkması ardından, Akdeniz'in doğusundaki harekât sahasının da yitirilmesi ih48 timali" Ġle açıklamaktadırlar. Tüm bunlara rağmen gerçeklere gözlerini kapatanlara söylenecek tek bir Ģey vardır; "GeçmiĢi ne kadar derin bilirseniz, o kadar Ġleriyi görebilirsiniz" Girit öylesine önemli bir örnek ve ölçüdür ki, tarihini okuduğumuzda, yöntemler daha diplomatik hale gelmiĢ olsa da, önümüzde Kıbrıs sürecini bulmamız mümkündür. Tarihe ıĢık tutan araĢtırmacı Murat Bardakçı'nın 12 Kasım 2000 günü Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan yazısını, fazla söz ve yoruma gerek bırakmadan aynen aktarmak istiyoruz. "114 yıl önce Girit'i verdik ama Avrupalı olamadık Avrupa, Kıbrıs sorununu AvrupalılaĢmamızın Önündeki ilk engellerden biri olarak önümüze resmen koydu ve Kıbrıs bu hafta açıklanan Katılım Ortaklığı Belgesi'nde "kısa vadeli beklentiler" arasında yer aldı. iĢin bu haii alması bana 19. yüzyılda çektiğimiz bir baĢka ada derdini, Girit meselesini hatırlattı. Bugün "Önce Kıbrıs'ı halledin" diyen Avrupa o zamanlarda "Aramıza girecekseniz Girit iĢini çözün" diye diline dolamıĢtı. Bize Girit oyununda ofsayt yapılmamıĢ, birdenbire sert bir gol atılmıĢ, bu golden sonra adayı Yunanistan'a vermiĢ ama gene de Avrupalı olamamıĢtık. AvrupalılaĢma yolunda azimle Ġlerlediğimiz sırada önümüze birdenbire Kıbrıs engeli çıkıverdi ve Kıbrıs iĢi Katılım Ortaklığı Belgesi'nde "kısa vadeli beklentiler" arasında yer aldı. Moralimizin bozulduğunu gören DıĢiĢleri Bakanı Ġsmai! Cem ĠĢin 48 Murat Yetkin/De n ktaĢ. Girit ve Devletin En Derin Travması/ Radikal-3 Mart 2002 105 "göt değil ofsayt" olduğunu söyleyip hepimizi rahatlattı ama ben gene de bundan yüz küsur sene önce de yaĢadığımız aynı AvrupalılaĢma maceramız sırasında baĢımıza dert olan bir baĢka adanın, Girit'in hikâyesini düĢünmeden edemedim. iĢte, bizim Ģimdi Kazancakis'in "Zorba"sından ve Teodorakis'in müziğinden tanıdığımız o zamanki Girit tartıĢmasının ve yediğimiz golün kısa öyküsü: Suçlu gene biz olduk Yunanistan 19. asrın baĢında bağımsızlık sevdasına düĢüp isyan bayrağını açmıĢ, Avrupa "ara bulma" bahanesiyle var gücüyle Atina'yı destekleyince 1830'un 24 Nisan'mda ortaya bağımsız bir Yunanistan çıkmıĢtı. iĢ bu kadarla kalmadı. Yunanistan'ın "Yunanca konuĢulan her yeri sınırlan içine katma" sevdası yüzünden Balkan(arttaki Osmanlı topraklarında peĢpeĢe huzursuzluklar yaĢandı. Asıl büyük sıkıntı, nüfusunun üçte biri Müslüman, geri kalanı Ortodoks olan Girit'teydi: Hacı Mihail önderliğindeki Giritli isyancılar, 1886'nm 2 Eylülünde adayı "Yunanistan'a ilhak ettiklerini" açıkladılar. Türkiye isyana karĢı askeri ve idari tedbirler almaya çalıĢtıysa da Avrupa'nın baskısı yüzünden ĠĢi bir türlü halledemedi, isyancılar Girit'in Müslüman halkını kılıçtan geçirmeye baĢladılar ama hadîse dünyaya "Türkler Hrîstiyanları kesiyorlar" diye yansıdı. Biz o sıralarda da "Avrupalı olmaya çalıĢmakla" meĢguldük. 1856'nm 30 Mart'ında imzalanan Paris AndlaĢması'nın yedinci maddesi bizi gerçi kâğıt üzerinde de olsa "Avrupalı" yapıp toprak bütünlüğümüzü garanti altına alıyordu ama herĢey lâftaydı, ingiltere Lübnan'daki Dür1 ziler.'!, Fransa Maruniler !, Avusturya Bosna-Hersek'i, Rusya ise Türklerle Müslümanlar dıĢında kalan kim varsa hepsini kıĢkırtmakla meĢguldü. Avrupa, AvrupalılaĢma çabamızın her aĢamasında Girit meselesini önümüze sürdü ve tek bir çözüm gösterdi: "Verip, kurtulmak!..". Onlar "Girit'i bırakın" diye dayatıyor, biz ise "Vermeyiz!.. Hani toprak bütünlüğümüzü garanti etmiĢtiniz?" diyorduk. Mücadele seneler boyu devam etti, Girit dünya gündeminin hep ilk sırasında yer aldı. Yunanistan'ın isyancılara açıkça verdiği destek Atina'yla Babıali arasındaki ipleri gerdikçe geriyordu. Atina'ya yapılan 106 ihtarlar ve yollanan notalar cevapsız kalınca, Türkiye 1897'nĠn 18 Nisan'ında Yunanistan'a savaĢ ilân etti Yunan ordusu her cephede yenıldı, Atina'yı almamıza ramak kalmıĢken Avrupa devreye girdi Hatta Rus Çarı ikinci NĠkola bile bizzat zamanın hükümdarı Abdülhamid'e telgraf gönderip "daha fazla kan dökülmesine mani olmasını insaniyet adına" rica etti ve çarpıĢmalar bir anda sona erdi. Babıali kırık dökük bir barıĢ andlaĢrnasıyla yetinmek zorunda kalırken asıl gariplik birkaç ay sonra yaĢandı: ingiltere, Fransa, Ġtalya ve Rusya. Girii'e özerklik veriverdiler. Girit resmen Osmanlı toprağıydı ama bağımsızlığın ilk adımı olan özerklik Türkiye'nin toprak bütünlüğünü garanti etmiĢ olan Avrupa'dan geliyordu. Güçsüz ve çaresiz istanbul kararı kabullenmek zorunda kaldı. Yunanistan'ı savaĢta periĢan eden Türkiye "Türk yenilirse çok Ģey verir ama kazanırsa hiçbir Ģey alamaz" sözünü doğrulamıĢtı. Öyle bir gol yedik ki... ĠĢin bir sonraki aĢaması adanın Yunanistan'la birieĢmesiydi ve 6 Kasım 1908'de o da oldu; Girit Meclisi "Yunanistan'a ilhak" kararı verdi. Türkiye ise arkasına bütün Avrupa'yı almıĢ olan Yunanistan'a karĢı sadece birkaç protesto mitingi düzenlemekle yetindi. Bu mitinglerde atılan "Ya Girit, ya ölüm" yahut "Girit bizim canımız, feda olsun kanımız" gibisinden sloganlar yarım asır boyunca hafızalarda kalacak, 1950'lere gelindiğinde sloganlardaki "Girit" sözünün yerini "Kıbrıs" alacaktı... Neticede biz "Ha bugün, ha yarın Avrupalı oluyoruz" hayaline dalmıĢ giderken, Girit'te sert bir gol yedik. Sonra benzer gollerle baĢka topraklar da elimizden gitti, çekmediğimiz kalmadı, herĢeyi yaĢadık ama tek bir Ģeyi hariç: Bir türlü Avrupalı olamadık... Türkiye o devirlerde Avrupa'nın gözünde "ġark meselesi"ydi. Aynı Avrupa bize bugün hangi gözle bakıyor dersiniz?" 107 BOLÜM III TERÖR ÜSSÜ: YUNANĠSTAN VE GÜNEY KIBRIS Türkiye tarihin her döneminde, hassas ve stratejik konumu sebebiyle dünyanın güç dengesini etkileyecek Ģekilde sürekli ve çok yönlü çıkar çatıĢmalarının yanısıra terör destekli oyunlara hedeî olmuĢtur. Diplomatlarımızı katleden Ermeni terör örgütü ASALA'mn eylemlerini durdurması ile eĢ zamanlı olarak ortaya çıkan ya da çıkarılan bölücü terör örgütü PKK, 17 yıl gibi bir süre zarfında ülkenin birlik ve bütünlüğüne kastetmiĢ, binlerce insanımızı katletmiĢ ve Türk ekonomisine milyarlarca dolar zarar vermiĢtir. Tüm bunlara rağmen ülkemizin bir ve bütün olmuĢ insanlarını parçalamayı baĢaramayan terör örgütü, silahlı mücadeleyi kaybetmiĢtir. Bu kez destekçisi ülkelerin de yardımıyla "siyasallaĢma" sürecini baĢlatan bölücü terör, yine destekçilerinin isteği üzerine örgütün adını değiĢtirmek suretiyle yeni bir kimliğe büründürülmek istenmiĢtir. Oyun o kadar açık oynanmıĢtır ki, Avrupa'dan giden talimatlar ve örgütün bunları harfiyen yerine getirdiğine ĠliĢkin bilgiler adeta havada uçuĢmuĢ, ancak "yüksek insani ve ahlaki değerlere sahip, insan hakları savunucusu" Avrupa ülkeleri "taktisyenliği" inkar yoluna gitmeye bile gerek duymamıĢlardır. Elbette Avrupa'nın bu rahatlığında, Türkiye'nin Ġçinde bulunduğu ağır ekonomik ve sosyal Ģartlar Ġle Avrupa'nın karĢısında ülkenin haklarını kararlılıkla savunamayan yönetim zaafiyetinin de büyük etkisi olmuĢtur. Yakın tarihimizin son oyununun çok açık oynandığını belirtmiĢtik. Stratejiler tespit edilip, yürürlüğe girene kadar örgütü "terör listesine" almayan Avrupa, iĢlem tamamlandıktan sonra Türkiye'nin gözünün içine baka baka PKK'yı listeye 108 dahil etmiĢ, sözde genel baĢkanı, yönetim kadroları, hedefleri aynı olan ve bunu ilan eden KADEK'ı. örgütün devamı saymamıĢtır. Aksine büyük bir piĢkinlikle, lütufta buîunmuĢcasına, karĢılık olarak Türkiye'den, silahla yapılamayanı bu kez demokratikleĢme kılıfı allında talep etmeye baĢlamıĢtır. Bilindiği gibi, hiç bir terör örgütü kendi kendine yeterli değildir. Para, barınma, konaklama, sığınma, silah, cephane, araç-gereç ve her çeĢit donanım ile eğitim gibi ihtiyaçlarını hedef aldıkları ülke Ġçinden ve dıĢından yapılan yardım ve desteklerle karĢılamak zorundadır. 17 yıl Türkiye'de faaliyet gösteren terör örgütünün de bu Ģekilde Özellikte dıĢ ülkeler tarafından desteklenmiĢ olması gerekmektedir ki, öyle olmuĢtur. Özellikle terör Örgütünün para kaynağının büyük bölümünün uyuĢturucu madde kaçakçılığından temin edildiği dikkate alındığında uluslararası desteğin boyutu ve kirliliği daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. ĠĢte bu bölümde, konumuzla Ġlgisi dolayısıyla örgütün, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminden aldığı desteği hatırlatmak istiyoruz. Türkiye'ye yönelik teröre destek veren ülkelerin baĢında Yunanistan'ın geldiği bilinmektedir. Bu desteğin temelinde, stratejik sebepler yanında, Türkiye'ye duyulan tarihi husumet ve yine tarih boyunca "Megali Ġdea" doğrultusunda hareket edilerek, politikaların Türk DüĢmanlığı üzerine ĠnĢaa edilmesi vardır. Yunanistan'ın Türkiye'ye yönelik "terör" destekli politikası adeta bir "milli politika" haline gelmiĢtir, Türkiye, kendisiyle aynı Ġttifaka üye olan ve pek çok uluslararası antlaĢmaya birlikte imza koymasına rağmen terörü desteklemekten vazgeçmeyen Yunanistan'ı, delilleriyle birlikte defalarca uyardığı halde; Yunanlı politikacılar, terör örgütlerini desteklediklerini hiçbir zaman kabul etmek istememiĢlerdir. Ancak Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin terör örgütü PKK'ya sürekli desteği bilinmektedir. Bunu yalnız Türkiye değil, uluslararası kuruluĢlar da ortaya koymuĢlardır. Bölücü terör örgütü PKK'nın Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminden aldığı destek ile buralardaki faaliyetlerine ĠliĢkin bazı örnekler 49 vermek gerekirse; - PKK güdümündeki Kıbrıs-Kürdistan DayanıĢma Komitesi'nin 49 www turkatak.gen tr/Yunan/yunanıstan_ve_terÖr htm 109 Lefkosa'da 4-5 Ocak 1994'de düzenlediği toplantıda; "Türkiye aleyhindeki faaliyetleri dünya kamuoyunda daha da artırmak" yolunda karar alınmıĢ ve uygulamaya konmuĢtur. Bir yandan muvazzaf veya emekli Yunan subayları vasıtasıyla K.lrak, Suriye ve iran'daki kamplarda örgüt militanları askeri alanda eğitilirken, öte yandan Yunanistan'daki kamplarda Örgüt militanları Türkiye'deki büyük metropollerde bombalama, suikast eylemi yapacak ve orman yangınları çıkaracak Ģekilde yetiĢtirilmiĢtir. - Silah, malzeme ve mühimmat yardımı yaparak PKK terör ör gütünü lojistik açıdan da destekleyen Yunanistan, ülkesinde terör örgütü PKK adına bürolar açılmasına izin vermek suretiyle uluslararası plat formda terör örgütüne siyasi kimlik kazandırmaya uğraĢmıĢ, Yunan mil letvekilleri ve basını, PKK terör Örgütüne siyasi ve psikolojik destek sağlayarak, AB'de sık sık sözde Kürt sorununu, gerçekte ise Türkiye'yi yıkmaya yönelik politikalarını gündeme getirmiĢlerdir. - ABD DıĢiĢleri Bakanlığı ve ClA'nın hazırladığı yıllık terör ra porlarında da Yunanistan'ın PKK ve DHKP/C île olan ortaklığı kesin bir Ģekilde belirtilmiĢtir. - Yunanistan, değiĢik zamanlarda Türkiye'den kaçan birçok te röriste kucak açmıĢ, Atina yakınlarında 1949 yılında "Yabancı Göç menler Tedavi Merkezi" adı ile açılan "Lavrion Kampı", PKK baĢta olmak üzere Türkiye aleyhtarı terör örgütü mensuplartnın merkezi haline ge tirilmiĢtir. Daha sonra, Atina'nın batısında, Korintos yolu üzerinde Alepohori köyünün civarında kiralanan 2 bin metrekarelik bîr araziye sahip çiftlik evi de terör eğitimi amacıyla kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Ayrıca; Pendeli, Somion, E. Stephanos ve Loutrahinin Prekora kamplarında da mülteci maskesi altmda PKK terör örgütü mensupları barındınlmıĢtır. - Lavrion'daki PKK'lı militanlara, emekli Yunan generallerinden Zervos ve Pattas Önderliğinde özel eğitim verilmiĢ bu arada 17 Mayıs 1982'de Atina'da, Yunan basın organlannın ileri gelenleri ile Hükümet temsilcileri arasında yapılan bir toplantıda; PKK terör Örgütünün "Tür 50 kiye'deki eylemlerinin desteklenmesi" kararı alınmıĢtır. - 1984'de, Yunanistan'da Türkiye aleyhtarı faaliyetler hızlanmıĢ 50 www turkatak.gen.trA'unan/yunanistan_ve_terör.htm-kaynak: Elefterotipia Gazetesi, 18 Mayıs 1982 110 ve Yunan hükümeti, "en büyük tehdidin Türkiye'den geldiğini iddia eden yeni bir savunma doktrini"nı kabul etmiĢtir. Nisan'da, Yunanistan Gizli Servısı'nın Selanik'te organize ettiği toplantıda bir araya gelen Türkiye aleyhtarı terörist gruplar; Türkiye'deki rejimin yıkılması kararını alırken, 10 Mayıs'da PASOK Kurultayı'nda konuĢan Papandreu; "Helenızmi, istanbul, Bozcaada, Gökçeada ve Kıbrıs'ın yakından ilgilendirdiğini" belirtmiĢ, hemen ardından Lazkiye'ye gelerek Hafız Esad ile buluĢmuĢtur. Ardından Temmuz ayı içinde, ġam'da Hafız Esad baĢkanlığında; terör örgütü PKK'nın baĢî Abdullah Öcaian, ASALA'nın baĢı Agop Agopyan, Barzani, Talabani, Abdurrahman Kasemlu ve EI-Muhaberat BaĢkanı'nın katıldığı bir toplantıdan sonra da, 15 Ağustos 1984'de Eruh ve ġemdinli'de Türk askerlerine karĢı giriĢilen saldın iie Türkiye'ye karĢı alınmıĢ olan ortak eylem kararı uygulanmaya baĢlamıĢtır. - Atina'da, 21 Mart 1985'te düzenlenen bir basın toplantısı iie terör örgütü PKK'nın alî birimi olan Kürdistan Ulusal KurtuluĢ Cephesi (ERNK)'nin faaliyete geçirildiği ilan edilmiĢ, aynı yıl içinde Atina'da, terör örgütü PKK'nın yayın organı olarak Yunanca bir dergi, 1986 Mayısı'nda da yine Atina'da, PKK terör örgütü radyosu ve dayanıĢma bürosu fa aliyete geçmiĢtir. - 27 Mayıs 1986'da, "Halkların Haklan ve KurtuluĢu için Yunan Birliği" adlı dernek, Selanik'te, PKK terör örgütü ile dayanıĢma toplantısı düzenlemiĢ, PASOK Merkez Komite Üyesi Mihalis Haralambidis Ġle Sol Birlik (EDA) Partisi lideri Manoiis Glezos'un da katıldığı bu toplantıda, Türkiye'ye karĢı Ermeniler ile terör örgütü PKK'nın oluĢturduğu ortak cephenin daha fazla desteklenmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Mart 1987'de ise, Andreas Papandreu baĢkanlığındaki Yunanistan hükümeti, îeröristbaĢı Abdullah Öcaian ile diğer PKK'lı teröristlerin Girit Adası'nda oturmasına izin vermiĢtir. - 5 ġubat 1988 tarihi, Yunanistan'ı yöneten PASOK'un kont rolündeki Yunan Milli Ġstihbarat Örgütü (EĠP)'nün, PKK terör örgütü ite iliĢkilerine hız kazandırmak için düğmeye bastığı tarih olmuĢtur. Bu ta rihte, îerör örgütü PKK'nın temsilcisi ihsan Kaya, Atina'ya gelmiĢ ve "Halkların Hakları ve KurtuluĢu için Yunan Birliği" adlı kuruluĢun bi nasında, Türkiye aleyhindeki faaliyetlerin koordinasyonu için Mihalis Haraiambidis ile görüĢmüĢtür. Yunan basını da bu görüĢmeyi, bu- 111 luĢmadan 15 gün duyurmuĢtur. Atina'da yayımlanan 22 Ocak 1998 tarihli "Nei Antropi" adlı derginin manĢeti; "Yunan Örgütü'nün Davetlisi Olarak Kürt Otonomistler Yunanistan'da" Ģeklinde idi. Haberin metninde ise Ģunlar yer alıyordu: "Önümüzdeki günlerde bir Yunan Cemiyetinin davetlisi olarak üst düzeyde kurt otonomistlerden oluĢacak bir heyet Atina'ya gelecek ve Atina'da bulunacakları günler Ġçinde Yunan basınına mücadelelerini ve mücadelelerinin gerçekleĢmesi halinde Yunanistan'ın bundan neler kazanabileceğini anlatacaklar. "Kürtlerin otonomi faaliyetlerinden bizim kazancımız çok büyük olacak. Kürt sorunu, Türkiye için bîr dikendir. Türkiye, Yunanistan ile bir savaĢa girecek olursa, Kürt ve Ermeniler onun iç güvenliğini sarsacaklardır." - PKK'ya desteğin içinde politikacılar, generaller, diplomatlar, gazeteciler, kilise ve devletin tüm kuruluĢlarından temsilciler rol al mıĢlardır. Eski Kamu Düzeni Bakanları Stelyos PapathemelĠs ve Safis Valirakis, emekti Amiral Andonis Naksakis, eski Rum MĠHĠ Muhafız Or dusu Komutanı Dimitris Matafias, Yunan Meclis BaĢkan Yardımcısı PASOK Milletvekili Panayotis SigurĠdis, Mihalis HaralambidĠs gibi isimler PKK Ġle iliĢkilerde önemli yer tutmuĢtur. Özellikle Papandreu dönemi Kamu Düzeni Bakanlarından Valirakis'in ayrı bir yeri olmuĢtur. Çünkü o, 1976'da, Yunanistan'dan Sakız'a, Türkiye'ye yönelik eylemlerde bu lunmak Ġçin ASALA terör örgütüne silah kaçırırken "Orion" feribotunda yanlıĢlıkla yakalanmıĢ ve Yunan emniyet teĢkilatı Etniki Asfalya'nın BaĢkanı General Kalamakis'in araya girmesiyle serbest bırakılmıĢtı. Bîr yıl sonra da, Valirakis yakalandığında "onun milli bir görev yaparken koordinasyon hatası yüzünden yakalandığını" söyleyen Papandreu'nun partisinden milletvekili olarak parlamentoya girmiĢtir. Halen PASOK Milletvekili olan PapathemelĠs ise, 1978-1979 yıllarında ASALA'nın Av rupa toplantılarına partinin temsilcisi olarak katılmıĢt/r. Milletvekili Haralambidis,Yunan kamuoyu tarafından, cinayet Ģebekesi PKK'yı Yu nanistan'a getiren adam olarak bilinmektedir. PASOK'un kurucularından ve Merkez Komife'nin üyesi Emekli General Matafias Ġse bir çok kez Bekaa Vadisi'nde terörıstbaĢı Öcalan ile buluĢmuĢ, Atina'da PKK terör örgütünün toplantılarına katılmıĢ ve teröristbaĢmın temsilcisi olduğunu iddia edip ondan mesajlar okumuĢtur. - Meclis BaĢkan Yardımcısı Panayotis Siguridis ise, parlamenter 112 ve gazetecilerden oluĢan gruplarla gittiği Bekaa'da teröristbaĢını ziyaret etmiĢtir. Aynı dönemde; Kıbrıs'ta, Türklere karĢı giriĢilen katliamlarda önemli rol oynayanlardan biri olan ve daha sonra Rum Milli Muhafız Ordusu Komutanlığı yapan emekli Korgeneral Dimitris Matafias baĢkanlığındaki ve içinde Mihalis Galenianos(YDP), Elefterios Verivakis (PASOK), Dimitris Vunatsos (PASOK), Elizaveî Papazoi(PASOK) adlı milletvekilleri ile Yunan K-29TV Kanalı, Ethnos ve Kathimerini Gazetesi muhabirlerinden oluĢan bir heyet, 12-14 Ekim 1991'de Bekaa vadisindeki PKK terör kamplarını ziyaret etmiĢ, teröristbaĢı ile görüĢmüĢ, teröristlerin eğitimlerini izlemiĢ ve PKK terör örgütüne her türlü destek Ġçin söz vermiĢlerdir. - Yunanlı parlamenterler tarafından vaadedüen destek kap samında; 1991 Kasım'ında, Yunanistan'ın Volos limanı üzerinden, Su riye'de PKK'ya teslim edilmek üzere silah sevkıyatı baĢlamıĢ, dönemin Yunanistan DıĢiĢleri Bakanı Andonis Samaras, Ocak 1992'de "kültür katkısı" çerçevesinde, bakanlığının Yunanistan'daki 33 PKK'Ġı teröriste burs verdiğini açıklamıĢ ve aynı yılın Eylülü'nde bu kez uçaksavar ve roketatarlar terör örgütü PKK'ya ulaĢtırılmıĢtır. Kasım 1992'de ise, iĢin boyutları biraz daha geniĢleyerek, terör örgütü,Yunanistan tarafından temin edilen Strella füzeleri ile donatılmıĢtır. - Yunanistan Meclis BaĢkan Yardımcısı Panagiotis Chriticos, 2 gazeteci ile birlikte, Iran üzerinden Kuzey Irak'a geçerek, 23-24 Ekim 1999 tarihlerinde, PKK terör örgütünün sözde baĢkanlık konseyi üyeleri 51 ile görüĢmüĢtür. TERÖRĠSTBAġI ÜZERĠNDEN KIBRIS TeröristbaĢı Abdullah Öcalan'ın, Türkiye'nin baskısı Ġle Suriye'yi terketmek zorunda kalmasından sonra yaĢanan olaylar kendisine en büyük desteğin yine Yunanistan tarafından sağlandığını resmen ortaya çıkarmıĢtır. Yunanistan, terörizm ile iliĢkilerinde bu kez kelimenin tam anlamıyla suçüstü yakalanmıĢtır. Yunan hükümeti, teröristbaĢına verilen 51 www îurkatak.gen tr/Yunan/yunanîstan_ve_terör.htm-kaynak: NTV'nin,istihbarat kaynaklarına atıf yapılarak 26 Ekim 1999 tarihinde yayınladığı haber 113 desteğin ortaya çıkması üzerine, hükümetin denetimi dıĢındaki bazı güçlerin bu faaliyetleri organize ettiğini iddia etmiĢ ve ilgili bakanları görevden alarak, terörizmi destekleyen üike imajından sıyrılma gayreti içine girmiĢ, hemen ardından da Türkiye'ye dostluk elini uzatarak, 30 bin insanımızın katilini koruyup, kolladığını unutturmaya çalıĢmıĢtır. Ne yazık ki Türkiye, diğer birçok konuda otduğu gibi burada da, hesap sorma yerine geçmiĢi çabucak unutarak, Yunanistan'ın iĢini kolaylaĢtırmıĢtır. Oysa Yunanistan; BirleĢmiĢ Milletler TeĢkilatı'nın, "Terörle Mücadele ve Saldırının Tarifine iliĢkin Kararlan" ve "BM Yasasının 2/4'ncü maddesi"ni, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü hedef alan bir terörist Örgüte destek vererek, açıkça ihlal etmiĢtir. Yine Yunanistan-Türkiye arasında, 1930 yılında "Dostluk, Tarafsızlık, UzlaĢma ve Hakemlik AntlaĢması" ile 1933 yılında "içten AnlaĢma Paktı" imzalanmıĢtır, iki devlet arasında ikili ve çok yanlt anlaĢmalarla sağlanan dosttuk bağlarını daha da güçlendirmek ve bu antlaĢmanın süresini uzatmak için 1938 yılında "1930 AntlaĢmasına Ek" yeni bîr anlaĢma ĠmzalanmıĢtır. Bu antlaĢmanın 3'üncü maddesiyle taraflar, "kendi topraklan üzerinde öteki ülkelerin esenlik ile güvenliğini bozmak ya da hükümetini değiĢtirmek amacını güden örgüt ve kümelerin oluĢmasına ve yerleĢmesine; bundan baĢka öteki ülkeye karĢı propaganda ya da baĢka herhangi bir yöntemle savaĢım amacını güden kiĢiler ve kümelerin oturmasına hiç bir zaman imkan vermemeyi" taahhüt etmiĢlerdir. AntlaĢmalar, taraflarca son verilmediği için halen yürürlüktedir. Bu gerçeklere ve özellikle 193S AntlaĢması'nın 3'üncü maddesine rağmen Yunanistan, Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüne kasteden PKK terör örgütünü açıkça desteklemiĢtir ve desteklemeye devam etmektedir. AB'nin kurucu antlaĢması olan Roma AntlaĢması'nın 224'üncü Maddesine göre de, üye devletlerin, bir üye devletin (Yunanistan AB üyesidir) kamu düzenini bozucu ciddi iç karıĢıklıklar, savaĢ veya savaĢ tehdidi oluĢturan ciddi uluslararası gerginliklere yol açması durumunda Adalet Divanı'na baĢvurması gerekmektedir. Ancak bölücü terör örgütünün hamiliği konusunda AB ülkeleri neredeyse birbirleriyle yarıĢtıkları için Yunanistan'ın yaptıkları adeta yanına kar kalmıĢtır. Yunanistan'ın, suç üstü halinden kurtulmak için Türkiye'ye ale- 114 lacele uzattığı "dostluk eli"nin altından bile oyun çıkmıĢ, bu el, Kıbrıs'ın kaderini AB'ye teslim etmiĢtir Bilindiği gibi AB, 1997 Lüksemburg ZĠrvesi'nde Türkiye'yi adaylığa uygun görmemiĢ, bunun üzerine Türkiye AB ile tüm iliĢkilerini askıya almıĢtı Ancak aynı AB 1999 Helsinki ZirvesĠ'ne gidilirken, birdenbire Türkiye'nin aday ülke ilan edilmesini ka rarlaĢtırmıĢtı. Türkiye'nin konumunda bir değiĢiklik olmadığı halde ne olmuĢ da AB fikir değiĢtirmiĢti? Çok Ģey olmuĢtu...Mesela teröristbaĢı yakalanmıĢ, üstelik de "ayrıcalıklı bir üyesine" suçüstü yapılmıĢtı, öncelikle bu suçüstü halinin unutturulması gerekiyordu. Ayrıca ĠliĢkileri koparmıĢ bir Türkiye'ye, Kıbrıs ve Ege konulan baĢta olmak üzere yine ayrıcalıklı üyesinin talepleri doğrultusunda bir Ģeyleri kabul ettirme imkanı yoktu. Oysa AB, sanal üyelik gibi bir taĢla, birden fazla kuĢ vurabilirdi. Öyle de oldu. Yunanistan'ın "terör" suçu örtbas edildi, Kıbrıs ve Ege konuları Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar olmaktan çıkartılıp, Türkiye ile AB arasındaki sorunlar haline getirildi. Bu da yetmedi, yine Kıbrıs ve Ege sorunlarının çözümü, Türkiye'nin AB üyeliği için siyasi ön Ģart yapıldı. ĠĢte, bugün Kıbrıs konusunda yaĢananlar, AB'nin kendi oyununun faturasını Türkiye'ye ödetme çabalarıdır. Yunanistan, Girit ve 12 Adalar'da olduğu gibi Kıbrıs ve Ege'nin de, hamisi ülkeler eiiyle kendisine teslimini beklemektedir. Özelde Yunanistan-PKK, genelde de AB ülkeleri-PKK iliĢkisini çok yönlü olarak incelemek ve değerlendirmek mümkündür. Ancak, "AB, n Türkiye'yi 'ye bölsün?" diyenlerin, öncelikle, "Acaba AB terör Örgütlerini niye besleyip, kolluyor?" sorusunu da sormaları gerekmektedir. NATO ANTLAġMASI VE AGĠT ġARTI NE DĠYOR? Türkiye ve Yunanistan aynı tarihte 18 ġubat 1952 yılında Naîo'ya üye olmuĢlardır. Nato'nun kuruluĢuna iliĢkin 4 Nisan 1948 tarihli Kuzey Atlantik AntlaĢması'nın 4 Maddesi, "Taraflardan herhangi biri, taraflardan birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiğini düĢündüğü zaman, tüm taraflar birlikte danıĢmalarda bulunacaklardır." demektedir. Yunanistan, müttefik bir ülkenin bütünlüğünü hedef alan terör örgütlerini sahiplenerek, Nato'nun bu maddesini de açıkça ihlal etmektedir. Avrupa Güvenlik ve iĢbirliği TeĢkilatı AGlT üyesi ülkelerin devlet 115 veya hükümet baĢkanlarının, 19 Kasım 1999'da istanbul'da yaptıkları zirvede, Avrupa Güvenlik ġartı'm ĠmzalanmıĢtır, imzacıları arasında Yunanistan îte Kıbrıs Rum kesiminin de bulunduğu Sarfın 4. maddesi Ģöyledir:52 "Uluslararası terörizm, Ģiddete baĢvuran aĢırılık, örgütlü suç ve uyuĢturucu kaçakçılığı güvenliğe artan ölçüde bir tehlike teĢkil etmektedir. Nedeni ne olursa olsun ve ne Ģekilde tezahür ederse etsin terörizm kabul edilemez bir olgudur. Her türlü terörist faaliyetin hazırlanmasını veya mali destek bulmasını önlemek için çabalarımızı artıracağız ve teröristlerin topraklarımızda üstlenmesine izin vermeyeceğiz. Hafif ve küçük silahların aĢın ve istikrarı bozucu Ģekilde artması ve kontrolsüzce yayılması da güvenliğimize ciddi bir tehlike oluĢturmaktadır. Sözkonusu yeni risk ve tehditlere karĢı savunmamızı güçlendirmeye kararlıyız. Güçlü demokratik kurumlar ve hukukun üstünlüğü, bu savunmanın temelini oluĢturur. Bu tehditleri göğüsleyebilmek için birbirimizle daha etkin ve yakın iĢbirliği yapmaya da kararlıyız," Aynı Sarfın 6. maddesi de Kıbrıs'taki durumla yakından Ġlgilidir ve "AGĠT bölgesine yakın, özellikle Akdeniz ve Orta Asya'daki üye ülkeler komĢu bölgelerdeki güvenliğin AGlT için artan öneme haiz olduğunu teyid ediyoruz. Bu bölgelerdeki istikrarsızlık ve tehlikelerin AGĠT ülkelerinin güvenlik ve refahına doğrudan etkisi bulunduğunun bilincindeyiz." demektedir. Avrupa Güvenlik ġartı, üye devletlerin bu kural ve ilkelerin uygulanmasında birbirlerine karĢı sorumlu oldukları, her katılımcı devletin eĢit güvenlik hakkının bulunduğu, üye devletlerin kendi güvenliklerini diğerlerinin güvenliği pahasına güçlendirmeyeceği, ama özellikle de, "AGĠT içinde hiçbir devlet, devletler grubu veya kuruluĢun AGlT bölgesinde barıĢ ve istikrarın sürdürülmesinde diğerlerinden ayrıcalıklı bir sorumluluğa sahip olamayacağı veya sözkonusu bölgenin herhangi bir yerini kendi nüfuz bölgesi olarak göremeyeceği" belirtiliyorsa da Türkiye-Yunanistan dengesine, özellikle de Kıbrıs açısından bakıldığında, bu hükümlerin ne kadar yürürlükte olduğu ortadadır. 52 Avrupa Güvenlik ġartı. BaĢbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Ganel Müdürlüğü. Mayıs 2000 Î16 YUNANiSTAN AVRUPA'NIN TERÖR ÜSSÜ 1 Haziran 1999 günü Fransız Le Figaro gazetesinde "Avrupa'nın Terör Üssü ve Kamburu Yunanistan" baĢlığıyla bir makale yayınlanmıĢtır. Bu makaleden bazı bölümler Ģöyledir: "Dokuz milyon koyunlu, on milyon nüfuslu bu küçük ülke, Ģüphesiz bölgenin en ırkçı ülkesi sıfatıyla, Avrupa Birlıği'nin en yabancı karĢıtı ülkesidir. Yunanlılar, yirmi yıldır Brüksel'in onlara verdiği 250 milyar Frankı fütursuzca yutuyor, Kıbrıs'ı ve Alsas-Loren'leri, ya da neden olmasın, istanbul'u geri almayı düĢünüyorlar. Kosova SavaĢı, Yunanlıları bugüne kadar emsali görülmemiĢ bir Avrupa karĢıtı yapmıĢtır. Yunanistan Ortodoks dayanıĢmasına yeniden giriĢip Sırplara ve Orta Avrupa'ya bağlanarak, Brükse! ve Batı'dan uzaklaĢmıĢtır. Yunan toprağı üzerinde Avrupa yanlısı bir tek vatandaĢa bile rastlamak mümkün değildir. Yunanistan, Avrupa'dan sağlanan kaynaklan boĢa harcamıĢ ve ülkenin bütün ekonomisini bir anda millileĢtirmiĢtir. Memur alımlarında usulsüzlük yapılmıĢtır (1989 yılında alınan 500.000 memurun yüzde gereksizdir). Papandreu hedefsiz bir koruma sistemi oluĢturmuĢ, utanmadan kasayı boĢaltmıĢtır. Papandreu döneminin sonucu olarak, Yunanistan topluluğa giriĢinden 10 yıl sonra bile kalkınamamıĢtı (yüzde 0,8'lĠk bir büyüme, yüzde 23'lük bir enflasyon, Gayri Safi Milli Hasılalarının yüzde 120'si kadar bir kamu borcu ve yüzde 40'ı kadar dıĢ borcu vardı). Simitis, artık baĢbakan olarak kalmayacaktır. Herkes, Sağ'ın zaferini beklemektedir. Avrupa'nın talepleri, NATO'nun bombardımanı, Yunan sosyalistlerine güç kaybettirecektir. Yunanistan biraz daha kendi içine kapanacaktır. Bugün çok az nüfusuyla Yunanistan, 21. yüzyılda, fakir ama genç bir insan kuĢağı ile kıskaca alınmıĢ zengin ve yaĢlı Yunanlılardan oluĢan çok küçük bir ülke olacağının farkındadır. On yıl süreyle ve Batılı bir yaĢam tarzı içinde Yunanistan'ın nüfusu, Ģüphesiz 10 milyon'da kalacaktır. Fakat Türkler 80, Arnavut ve Bulgarlar 10'ar milyon nüfusa ulaĢacaktır. 10 milyon zengin, 90 milyonu müslüman olmak üzere toplam yüz milyonluk yoksulla çevrili olacaktır, iĢte, Yunanistan'ın bugünkü gerçek sorunu budur." RUM-YUNAN ORTAK SAVUNMA DOKTRİNİ Klerides'in 1993 yılında, Rum yönetimi CumhurbaĢkanlığına se- 117 çifmesinden sonra, Yunanistan'la, Rum yönetiminin izleyeceği temel strateji Ģöyle belirlenir 1- BM Fikirler Dizisi reddedilecek 2 - GörüĢmelerden kaçınılacak, görüĢmeye mecbur kalınırsa katı davranılarak yokuĢa sürülecek ve çözümsüzlüğün suçu Türk tarafına yüklenecek. 3 - AB'ye tam üyelik baĢvurusu ileri götürülecek. 4- Kriz politikası Ġzlenecek. Bu çerçevede sınır gösterileri yo ğunlaĢtı n facak. 5- Silahlanma faaliyetleri ve bu konuda Yunanistan'la iĢbirliği arttırılacak. Rum-Yunan ortaklığı bu politikaların tamamını harfiyen takip etmiĢ ve yerine getirmiĢtir. Ancak Özellikle silahlanma faaliyetleri üzerinde durmak gerekmektedir. Çünkü Kasım 1993'de "Ortak Savunma Doktrini" AnlaĢması imzalanarak, Rum kesiminin silahlanma harcamaları günde 2 milyon Dolara çıkarılmıĢtır. Yunanistan'la oluĢturulan "Ortak Savunma Alanı" stratejisi çerçevesinde, yeni silah ve füze sistemleri sipariĢi verilmiĢ, "Paralı asker" adı altında binlerce profesyonel Yunanlı asker adaya getirilmiĢ, Rusya ve Fransa'dan modem tanklar alınarak, saldırı amaçlı yeni tank birlikleri kurulmuĢtur. Ayrıca Adadaki Yunan alayı mekanize bir birliğe dönüĢtürülmüĢ, Ağustos ve Ekim I994'den itibaren Yunanistan'ı da katılımıyla ve "Yunanistan burada" sloganıyla ortak askeri tatbikatlar yapılmıĢ, bu tatbikatlarda Yunan hava ve deniz kuvvetleri fiilen yer almıĢtır. Yunanistan'ın adadaki subay ve asker varlığı artırılmıĢ ve 10 bin kiĢilik bir güce ulaĢılmıĢtır. Buna Ġlaveten Yunanistan'a verilmek üzere Baf ve Larnaka'da hava ve deniz üsleri inĢa edilmiĢtir. 1996 yılı baĢında ise Rusya ile imzalanan askeri iĢbirliği anlaĢması çerçevesinde Rum yönetimi modern savaĢ araç gereci almaya baĢlamıĢtır Bunlardan en önemlisi ise ABD dahil tüm ülkelerin tepkisini çeken S-300 füzeleridir. Tepkiler, Rum kesiminin silahlanmasını engelleyememiĢ ancak füzeler, Kıbrıs'a değil Girit'e konuĢlandırılmıĢtır. AB üyeliği neredeyse kesinleĢen. Rum kesiminin silahlanmasındaki esas amacın, adada krizi tırmandfrmak ve sınırlı bir savaĢa neden olarak Türkiye'yi AB ve BM ile karĢı karĢıya getirerek, bir 118 çözümden önce Türk askerinin adadan çekilmesi için baskı yaratmak olduğu bilinmektedir. Klerides, Türk askerinin adadan hemen çekilmesi halinde silahlanmaya ve füze ithaline son verecekleri açıklamasıyla bu amacın gizli olmadığını ortaya koymuĢtur. Ancak gerek ABD ve BM, gerekse de AB, Rum kesimine "Ne oluyor?" diye soracağı yerde, onların tezine destek olurcasına yıllardır tüm sorunlara rağmen Ada'da barıĢı sağlayan Türk askerinin çekilmesinde ısrar etmektedir. S-300 FÜZELERĠ VE SĠLAHLANMA ÇILGINLIĞI AB'nin amacı önce böige, sonra tüm dünyada barıĢ. Rum kesimi AB'ye girecek, Rum ve Türk kesimleri arasında barıĢ görüĢmeleri devam ediyor... Öyleyse Rum kesiminin bu çılgınca silahlanmasının sebebi a ban nedir? Uluslararası antlaĢmalardaki hakkını kullanarak, Ada'y § getiren Türk Ordusu'nu "iĢgalci" diye nitelendiren ve Kıbrıs'tan ayrılmasını isteyen AB, Rum kesiminin silahlanmasını neden görmezden gelmektedir? Bu silahlar kime karĢı kullanılacaktır? ABD, Rusya'dan S300 füzeleri almak isteyen Rum kesimine nota verirken, AB ne yapmaktadır? 1997 yılındaki geliĢmeleri Hürriyet Gazetesi'nin 9 Ocak 1997 tarihli nüshasında "ABD'den Rumlara füze notası" baĢlığı ile yayınlanan haberden takip edelim: "Washington, Rusya'dan S-300 tipi füze satın aimak üzere anlaĢma Ġmzalayan Kıbrıs Rum Kesimi'ne nota verdi. Rum DıĢiĢleri Bakanı Alekos Mihailıdes, ABD'den notanın yanı sıra adını açıklamadığı bir Avrupa ülkesinden de yazılı uyan aldıklarını, önümüzdeki günlerde baĢka ülkelerden de benzer giriĢimler beklediklerini söyledi. Rum Bakan, dün BBC Radyosu'na verdiği demeçte, füze alımının iptal edilmesi için yapılan baskılara boyun eğmeyeceklerini belirterek, (Biz S-300 füzelerini güvenliğimiz için satın alıyoruz. Silahlanma programımız, saldırı değil, savunma amaçlı. Ada'daki Türk iĢgali devam ettiği sürece silahlanmaya devam edeceğiz) dedi." Bu arada, Rum Radyosu, S-300 füzelerinin bu yıl içinde Kıbrıs'a yerleĢtirileceğini duyurur. Radyo, füzelerin 300 kilometre menzili bulunduğunu, 70 hedefi aynı anda havada Ġzleyip, bunlardan 24'ünu vurabildiğin! belirtir. Rumların Türkiye'yi de vurabilecek kapasitedeki füzeîer için Rusya ile anlaĢma imzalaması Ada'da gerginliği 119 tırmandırırken, KKTC CumhurbaĢkanıığı'nda kriz toplantısı yapılır ve Rumlara karşı izlenecek tavır e/e alınır. CumhurbaĢkanı DenktaĢ, füze anlaĢmasıyla Rumların Kıbrıs sorununa çözüm umutlarını bir kez daha boĢa çıkardığını kaydederek, Ģunları söyler: "1997'nin barıĢ yılı olabileceğini söyleyen Batılı ülkeler bile savaĢ ihtimalinden söz etmeye baĢladılar. Bu gidiĢata Batı ve Güvenlik Konseyi göz yumuyor. Çünkü beyanatlardan öte bir Ģey yaptıkları yok. AnlaĢılan (iĢler daha kötü olmadan daha iyi olamaz) prensibini uygulayacaklar. Yani Kıbrıs'ta hır çıkmasını, iki tarafın da birbirini iyice ezdikten sonra azlaĢmaya razı olmalarını bekliyor olabilirler. YanılmıĢ olmayı diliyorum. Çünkü bu Kıbrıs'ı mahveder." Türkiye Ġle KKTC arastnda 20 Ocak 1997'de imzalanan bir ortak deklarasyon ile Rum tarafınca sürdürülen ağır silahlanma çabalarının yanısıra Güney Kıbrıs'ta hava ve deniz üsleri kurulması ile, Ada'da ve Doğu Akdeniz'de istikrar ve güvenliği tehdit eden bir durumun yaratıldığı uyarısında bulunulur. Deklarasyonda, Kıbrıs Türk halkının güvenliğinin tehdit altında kalmasına Ġzin verilmeyeceği de belirtilir ve "KKTC'ye yapılacak bir saldırı aynen Türkiye Cumhuriyeti'ne yapılmıĢ bir saldırı telakki edilecektir" denilir. Türkiye ile KKTC arasında müĢterek savunma konsepti oluĢturulacağı açıklanır. 21 Ocak 1997'de de TBMM, oybirliği Ġle "T.C. Kıbrıs'ta etkin ve fiili garantisini eksiksiz sürdürecek. KKTC'ye vaki olacak bir saldın, aynen T.C.'ye yapılmıĢ bir saldın o/arak telakki edilecek" kararını alır. CumhurbaĢkanı Süleyman Demîrel ve KKTC CumhurbaĢkanı DenktaĢ, 4 Temmuz 1997'de yaptıkları bir ortak açıklama ile, "Yunanistan ile mevcut ortak askeri doktrin çerçevesinde, Kıbrıs Rum tarafında sürdürülen ağır silahlanma, Güney Kıbrıs'ta Yunan hava ve deniz üsleri kurulması, Türkiye'yi de tehdit alanı içine alabilecek silahların Güney Kıbrıs'ta konuĢlandırılma olasılığı ve terörist faaliyetlere verilen destek, yalnız KKTC'nin ve bölgenin değil, Türkiye'nin de güvenliğini tehdit eden hususlardır. Türkiye, tüm olumsuz geliĢmeleri sadece Kıbrıs Türk halkının barıĢ ve huzuru açısından deği), kendi güvenlik gereksinimleri açısından da dikkatle takip etmektedir." Ģeklinde yeni bir uyanda bulunurlar. BaĢbakan Yardımcısı Bülent Ecevit de, Ģunları söyler 120 "S-300 füzelerini satmak Ġçin aniaĢmaya vardılar. Bu füzelerin menzili Kuzey Kıbrıs değil, doğrudan Türkiye. Bildiğimiz kadarıyla Güney Kıbrıs'ta en az 3 bin Rus Ģirketi var. Bu da en az 30 bin Rus vatandaĢı demektir Yani fiilen Rusya, Doğu Akdeniz'i kendi nüfuz alan; haline getirmeye çalıĢıyor. Bu üç faktöre dayanarak Rumlar çok katı bir davranıĢ içine girdiler. Artık eĢitlikti, federasyondu bunları bir tarafa bıraktılar, Böylelikle AB üyeliği konusunda verilen söz ve o sözden sonra Türkiye'ye tam üyehk kapısının tamamen kapatılmıĢ olması çok ciddi bir aĢama haline geldi. Bunu ne Türkiye'nin, ne Kıbrıs'ın kabul etmesi mümkün, Kaidı kî, Güney Kıbrıs'ın bu ölçüde silahlanması karĢısında artık, Türkiye, Güney Kıbrıs'taki Türklerin güvencesi olmaktan çıktı, Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti de Türkiye'nin güvencesi haline geldi. Türkiye, yalnız Kıbrıs'taki Türklerin değii, kendi güvenliği açısından iliĢkilerini belli co düzeyde sürdürmeye kararlıdır. BaĢbakan Yardımcısı Ecevit, bu geliĢmeler üzerine dolaylı da olsa ABD'yi göreve çağırır ve "ABD kanımca idrak etti. Onun için Kıbrıs konusunda da daha ihtiyatlı davranacağını sanıyorum. Yüksekten sesini çıkarmasa btle, herhalde Rusya'nın Güney Kıbrıs'ı askeri, ekonomik bir üs haline getirmesi, Doğu Akdeniz'i kendi nüfuz bölgesine dönüĢtürmesi karĢısında ABD'de de bir gerginlik duyuyor olsa gerek" değerlendirmesini yapar. Rum kesiminin silahlanmasına bir isyan da Gazeteci Doğun Uluç'dan gelir. S-300 füzelerini fabrika bacalarına benzeten Uluç, KKTC'ye uygulanan baskıları madde madde yazdıktan sonra Ģöyle 54 der: "ġimdi baĢımızı kuma sokup bu kafadaki insanlarla dostluk, komĢuluk laf salatasıyla ortak devlet rni kuracağız ? Ortalığı toza duman katacak Rus füzeleri getirenlere zeytin dalı uzatma safdilliği yerine (göze göz, diĢe dıĢ) demekten baĢka çare yok Bundan sonra Kıbrıs masasına getirilecek belge çifte ikili federasyon safsatası yerine açık-seçik {Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) adını taĢımalı. Ne eksik, ne de fazla." S-300 füzesi ile ilgili tartıĢmaların yoğunlaĢtığı dönem, Rum ke53 AB'ye Mahkûm Değiliz/ Hürriyet Gazetesi-19 8.1997 54 Kral Çıplak? Hürriyet Gazetesi- 4 9 1997 121 simine müzakereler için takvim verilirken, Türkiye'nin dıĢlanacağı Lüksemburg Zirvesi öncesidir. ĠĢîe bu ortamda, Yunanistan ve Rum kesimi, füzeleri de tehdit ve Ģantaj aracı olarak kullanırlar. Son geliĢmeler üzerine, Türkiye'nin Avrupa ile iliĢkisinin, Yunanistan tarafından Kıbrıs Ġfe doğrudan bağlantılı hale getirildiği yorumları yapılır. Bu Mart 1995'teki Gümrük Birliği pazarlığının sağlama alınıp, bir adım daha ileri gidilmesi olarak da değerlendirilebilir. Nitekim, bu günlerde altında beĢ siyasi grubun da imzası bulunan Avrupa Parlamentosu'nca alınan bir kararda, "Türkiye ite AB arasında yapıcı iliĢki kurulması, Ankara'nın Kıbrıs'taki politikasına bağlıdır" denilir. Klerides gerçek amacı açıklamakta gecikmez ve tepkilere, "Kıbrıs sorununun çözümü yönünde ilerleme sağlanamazsa bu füzeler 1998 haziranında Ada'ya gelecek." karĢılığını verir. Gazeteci Ferai Tınç, tüm bu geliĢmeleri "Gümrük Birliği sürecinde yaĢanan, al gülüm-ver gülüm pazarlığı devam ediyor. S-300'ler pazarlık 55 ortamını kızıĢtırıyor." Ģeklinde değerlendirir. Fransa baĢta olmak üzere Avrupa'nın, Kıbrıs'ta bir uzlaĢma sağlanamaması halinde TürkYunan krizinin derinleĢerek Avrupa'yı da çıkmaza sürüklemesinden endiĢe ettiğini belirten Gazeteci Tınç, iĢte Kıbrıs-AB-Türkiye arasındaki bağlantının da bu noktada kurulduğunu kaydeder. Tınç, "Gümrük Birliği'nde olduğu gibi Avrupa, Türkiye ile iliĢkilerini Yunanistan blokajından Kıbrıs pazarlığıyla kurtarmaya çalıĢıyor. Rum Yönetimi, istediği biçimde bir çözümün hayata geçmesi için Avrupa'ya S-300 Ģantajı yapıyor." der. Ġngiliz The Independent gazetesi, Rus S-300 füzelerinin Kıbrıs Rum kesimine yerleĢtirilmesinin, Türkiye'nin bölgedeki stratejik üstünlüğünü etkileyemeyeceğîni yarar. Gazete, "S-300'ler modem bir hava savunma silahı, sesten 6 kat hızlı gidebiliyor, 100 bin feet yükseklikten giden uçaklara karĢı etkili savunma aracı. Peki bu füzeler hangi askeri amaca hizmet edecek? Ankara için ne denli can sıkıcı olsalar da, bu füzeler Türkiye'nin stratejik üstünlüğüne gölge düĢüremez. Türkiye'nin hem adanın kuzeyinde 35 bin askeri var, hem de Kıbrıs ile uzaklığı sadece 40 mil. Bir savaĢ çıksa adanın 3'te 2'sine sahip Rumlar ezilir, gider. Yunanistan ise adaya 500 mil uzakta." görüĢüne yer verir. 55 S-300 ġantajına Dikkat/Hürriyet Gazetesi 122 Bu arada ABD BaĢkanı Bili Clinton'un Kıbrıs Özel Temsilcisi Richarö Holbrooke, Kıbrıs'ın göründüğü gibi barıĢçıl bir yer olmadığını, her hangi bir kıvılcım, hava Ġhlali, motosiklet çetesi, Rock konseri veya yanlıĢ anlamanın savaĢa yoi açabileceğini söyleyerek, "ġansımız var ki iĢin içinde 56 nükleer silahlar yok." der Tüm tepkilere rağmen Rum-Yunan savunma doktrini planlandığı gibi devam eder. Yıllardır Türkiye'yi Ada'ya asker ve cephane yığmakla suçlayan Rum Yönetimi Lideri Glafkos Klerides, artık kendi yaptıklarını gizleme gereği bile duymaz ve bir seçim mitinginde Atina ile 4 yıl önce imzalanan otlak savunma doktrini sayesinde Yunanistan'ı yeniden Ada'ya getirdiklerini söyler. Hızını alamayan Klerides, Yunanistan'ın 2 yıl önce Ada'ya personeliyle birlikte 50 tank gönderdiğini açıklar. Oysa Klerides, Yunanistan'ın tank sevkıyatının gizli kalması konusunda Rum Ulusal Konseyi üyelerine teker teker yemin ettirmiĢti. Bu ifĢaat Güney Kıbrıs'ta ortalığı karıĢtırır, Komünist AKEL Partisi, Klerides'i askeri sırlan açıklamakla suçlarken. Yeni Ufuklar Partisi Rum Liderinin istifasını ister. Komünist AKEL Partisi protesto bildirisinde "Türkiye'yi Ada'ya yeni tanklar getirmekle suçlarken, Ģimdi biz zor durumda Kalacağız. Türk tarafının eline önemli bir koz verildi." der. ilginçtir bu haber Türk basınında. 57 "Klerides'in inanılmaz gafı" baĢlığı ile yer alır Klerides gibi tecrübeli bir politikacının yaptığı bu açıklama "gaf" değil, açıkça varılan cüretin sınırını gösteren bir meydan okumadır. Görüldüğü gibi Yunanistan her olay ve fırsatı AB'ye tehdit ve Ģantaj olarak kullanmakta, nedense AB'de bunları boyun eğmektedir. DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem, 30 Mart 1998'de KKTC'de düzenlediği basın toplantısında, AB'nĠn, Rum yönetimini tüm Kıbrıs adına müzakere edebilir saydığını, ona bütün Kıbrıs'ın hükümeti gibi hayali bir sıfat yakıĢtırdığını hatırlatır ve bunun sadece uluslararası hukukun açık ihlali ve gerçeğin inkarı değil, Doğu Akdeniz'de çok tehlikeli olabilecek bir tırmanıĢın ilk adımı olduğunu söyler. Cem, "Vakit çok geç olmadan, adada savaĢın yollan Güney Kıbrıs Rum Yönetimince döĢenmeden, AB'ye 56 57 Hürriyet Gazetesi-11 6.1998 Hürriyet Gazetesi- 2 12 1997 123 atacağı adımlan büyük dikkatle değerlendirmeye bir kez daha çağırıyoruz." diyerek, bu geliĢmelerden AB'yî sorumlu tutar. AB'nin, Yunanistan'a karĢı özellikle Türkiye ve KKTC sözkonusu olunca sergilediği bu teslimiyetçi tutumu, tesadüf veya çaresizlik olarak nitelendirmek mümkün değildir. Çünkü böylesi AB'nin de iĢine gelmekte, bu uğurda S-300 füzesi gibi tüm dünyayı tehdit edecek silahların Türkiye'ye karĢı koz olarak kullanılıp, pazarlık konusu yapılmasına izin verilmektedir. Yunan Ekonomi Bakanı Nikos Hristodulakis, Türkiye'yi ziyaretinde Bilkent Üniversîtesfnde, bir öğrencinin sorusu ile karĢılaĢmıĢtır. Yunan Bakanı terleten ve "Konumuz ekonomi, terörizm değil. Yunanistan terörün her çeĢidine karĢı çıkan demokratik bir ülkedir." cevabını verdiren bu soruyu artık, yardımlar ve fonlarla Yunanistan'ı ihya eden AB'nin de sorması, sormuyorsa, Türkiye'nin sordurtması gerekmektedir, fĢte üniversite öğrencisinin, durumu özetleyen, anlamlı sorusu: "Yunanistan üyelik için AB'den sağladığı fonların ne kadarlık bö58 lümünü komĢu ülkelerde terörü desteklemek için kullandı?" 58 AkĢam Gazetesi-10.5 2002 124 BÖLÜM ĠV AMBARGO YA DA AÇLIKLA TERBiYE 1974 yılma kadar Rum ve Yunan silahlan île yıldırılmak istenen Ada'daki Türklere, BarıĢ Harekat ı'ndan sonra bu kez "ambargo" silahı çevrilir. Bu insanlık dıĢı uygulama ile silahla yaptırılamayan, ekonomik sıkıntılara yol açarak yaptırılmak istenmekte, Türklerin teslim olması ya da göç etmesi hedeflenmektedir, iĢin en acı tarafı ise "medeni" dünyanın, bu insanlık ve hukuk dıĢı uygulamayı seyretmesi ve destek vermesidir. Aslında Rum ambargosu fiilen 1964'de baĢlamıĢtır, 1974'den sonra sadece daha da ağırlaĢtırılmıĢ ve tüm dünyaya yaygınlaĢtırılmıĢtır. Rumların 1974'den önce Türk bölgelerinde uyguladığı Ġnsanlık dıĢı kuĢatma günlerinde, 37 çeĢit malın Türk bölgelerine giriĢi yasaklanmıĢ, yine buralara yol, su, elektrik, telefon hizmetleri verilmemiĢ, Türk köylülerinin ürettiği ürünler tahrip edilmiĢ veya el konulmuĢ, yatırım Ġzni ve kredi haklan engellenmiĢ, kısacası Türkler ekonomik sıkıntı içine itilmiĢti. Birinci bölümden de hatırlanacağı gibi, tüm buniar BirleĢmiĢ Milletîer gözlemcilerinin gözleri önünde yaĢanmıĢ ve BM raporlarına da geçmiĢti. Rum tarafının herhangi bir yasal dayanağı bulunmayan bu Ġnsafsız uygulaması iie ilgili olarak alınmıĢ ve tarafları bağlayan bir BM karan da yoktur. Ancak 1974'den sonra diğer ülkeler de ambargoya destek vermiĢler ve buna da, "Çözümü kolaylaĢtıracak" gibi bir gerekçe bulmuĢlardır. Bu, bağımsızlıklarına ve egemenlik haklarına sahip çıkan Kıbrıslı Türklerin "Açlıkla terbiye edilmek" istenmesinden baĢka bir Ģey değildir ve aksine çözüme varmayı da geciktirmiĢtir. Bugün KKTC'yı geri kalmıĢ ekonomisi ile eleĢtiren, Rum kesiminin kalkınmıĢlığını ballandıra ballandıra anlatan ve kiĢi basma düĢen geliri kıyaslayanlar, bu sonuçtan ağır bir dille Türkiye'yi sorumlu tu - 125 tabilmektedirler. Bu durumu ortadan kafdırmamn yolunun da Türkiye'nin Rum kesimi ile "uzlaĢıp", Kıbrıs'ın AB üyeliğine engel çıkarılmaması olduğunu söylemektedirler. Ancak nedense 1964'den beri uygulanan insafsız ambargoyu, üstelik bunun suç ortağının da AB olduğunu hatırlamamaktadırlar. Sadece haklarını savundukları için AB'nin bu muamelesine maruz kalan Kıbrıslı Türklerin, Rum kesiminin yanında sığıntı gibi azınlık statüsünde AB'ye girmeleri halinde baĢlarına neler gelebileceği düĢünülmemektedir bile. Üstelik AB üyesi Yunanistan ve bu Yunanistan'ın içinde yer alan Batı Trakya Müslüman-Türk azınlığın durumu gözler önündeyken. Türkiye'yi KKTC konusunda ağır bir dille eleĢtirmekten çekinmeyenler Türk ekonomisinin durumunu ve bunun sebeplerini de bilmektedirler. Gümrük Birliği baĢta olmak üzere AB'nin tek yanlı talep ve uygulamalarının, bu arada yine AB ülkelerinin desteğiyle yıllarda devam eden bölücü terörün ekonomimize verdiği zarara rağmen Türkiye, KKTC'ye elini uzatmaktan hiçbir zaman geri kalmamıĢ, Rum-Yunan ve AB ĠĢbirliği ile alınan tüm tedbirlere anında KKTC ile bütünleĢerek cevap vermiĢtir. Mesela, 20 Ocak 1997'de Türkiye ile KKTC arasında imzalanan ortak deklarasyonla, "Ekonomik ĠliĢkilerin derinleĢtirileceği ve KKTC ekonomisinin somut iĢbirliği projeleri Ġle güçlendirileceği" bildirilmiĢ, 20 Temmuz 1997'de yapılan ortak açıklamada da, Ģöyle denilmiĢtir: "KKTC ekonomisinin haksız ambargolardan ve engellemelerden etkilenmesini önlemek için T.C. ile KKTC arasında ekonomik ve mali birlik oluĢturulacaktır. Bu arada KKTC, Türkiye'nin öncelikli bölgesel kalkınma makro ekonomik master planlar kapsamına alınacaktır. Türkiye'deki kalkınmada öncelikli yörelere uygulanan destek ve teĢviklerden KKTC de yararlanacaktır. T.C. ile KKTC'nin serbest bölgeleri bütünleĢtirilerek, Doğu Akdeniz'de büyük bir ticaret ve sanayi merkezi oluĢturulacaktır. Türkiye üzerinden KKTC'ye ulaĢım olanakları geniĢletilecektir. KKTC'nin su gereksinimi en kısa sürede Türkiye'den karĢılanacaktır. Bunların yanısıra Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile AB'nin giriĢecekleri tüm yapısal iĢbirliği ve uyum düzenlemelerinin benzerleri T.C. ile KKTC arasında da gerçekleĢtirilecektir." Türkiye ile KKTC, 26 ġubat 1998'de de çok yönlü iliĢkileri kap- 126 sayan bir Ticaret ve Ekonomik iĢbirliği AnlaĢması da imzalanmıĢtır. Bu anlaĢmada, KKTC'mn ihracatından, yatırımlara kadar birçok konuda ortaklık öngörülmüĢtür. KKTC'ye uygulanan ambargo için, "Irak'a uygulanandan daha zalimce" benzetmesini yapan BaĢbakan Bülent Ecevit'in, 15 Kasım 2000'de çizdiği iablo ise Ģöyle olmuĢtur. "Aslında Kıbrıs Türkleri 1963 sonlarından beri kendi kendilerini zor koĢullar altında yönetiyorlardı. Bütün hakları çiğnenmiĢti. LondraZürih AntlaĢmalarıyla tanınan haklar esirgenmiĢti, çiğnenmiĢti. Anayasada Kıbrıslı Türklere ait olan bütün hükümler yürürlükten kaldırılmıĢtı ve Kıbrıslı Türkler yıllarca adeta gettolarda yaĢamak zorunda kalmıĢlardı. Kıbrıslı Türklerin denize bir kapıları yoktu, o yüzden, Türkiye'ye de kolay kolay ulaĢamıyorlardı. Sürekli saldırılarla karĢılaĢıyorlardı. Sürekli soykırım tehdidi altsnda yaĢıyorlardı. Türkiye dıĢında hiçbir devlet Ģu ana kadar KKTC'yi tanımıyor. Üstelik Irak'a uygulanandan daha zalimce ekonomik ambargolar, yıllardan beri KKTC'de Türklere uygulanıyor. Bu ambargolara, bu engellemelere rağmen KKTC kalkınmasını Türkiye'nin de katkısıyla sürdürüyor KKTC, bazı Balkan ülkelerinden daha kalkınmıĢ durumdadır. Sadece 180 bin nüfusu olan KKTC'de 6 üniversite var. Bu 6 üniversitede yabancı ülkelerden ingiltere'den, Amerika'dan, baĢka demokratik batı ülkelerinden profesörler, doçentler görev yapıyor. Bu ülkelerden ve baĢka birçok ülkeden öğrenciler ders alıyor. 180 bin nüfusuna rağmen KKTC her alanda baĢarılı çalıĢmalarını sürdürüyor. Bugün KKTC'de, dünya ister kabul etsin, Ġster etmesin iki ayrı bağımsız devlet vardır. Biri Kıbrıs Rumlarının devleti biri de Kıbrıslı Türklerin devleti. Bu gerçeği görmezden gelenlere rağmen bu gerçek varlığını sürdürüyor ve sürdürmeye devam edecektir." AB KĠBRĠSLĠ TÜRKLERĠ KORUYABĠLĠR MĠ? Yunanistan ve AB, Kıbrıslı Türkleri azınlık statüsünde görmekte, Rum kesiminin AB üyeliğini gerçekleĢtirerek de bunu resmileĢtirmeye çalıĢmaktadır. Bugüne kadar Türkleri asgari insan haklarından dahi 59 Egemenlik. Avrupa Birliği ve KKTC/KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Bakanlığı- Si 70-83 127 mahrum ettiklerini de unutarak, AB Ģemsiyesinin Kıbrıslı Türklerin güvencesi olacağı tezini iĢlemektedirler, iĢte burada Batı Trakya'daki Müslüman-Türk azınlığın durumunu hatırlamak gerekmektedir Yunanistan AB üyesidir, dolayısıyla Batı Trakya'daki Müslüman-Türk azınlığı AB Ģemsiyesi altındadır ama yaĢadıkları hiç de AB güvencesi altında olduklarını göstermemektedir. Batı Trakya'daki Müslüman-Türk azınlığın yaĢadıkları, AB'nin isteğinin gerçekleĢmesi halinde, Kıbrıs Türklerinin baĢına geleceklere canlı bir örnektir. Yunanistan'da resmi azınlık olan ve statüleri Lozan AntlaĢması ile belirlenen Batı Trakya Müslüman-Türk topluluğunun içinde bulunduğu Ģartlar, AB'nin anayasası niteliğinde olan Kopenhag kriterlerine de aykırıdır Kopenhag kriterlerinin ifade ettiği gerçek azınlık tarifine uygun olan bu insanları koruyup, haklarına sahip çıkmayan AB, hem kendi müktesebatına aykırı bir Ģekilde ve hem de egemen devletlerin yetkisine müdahale ederek, Türkiye'nin bir ve bütün olmuĢ insanları arasından sanal azınlıklar yaratmaya çalıĢmaktadır. Öncelikle Kürt vatandaĢlarımız üzerinden yola çıkan AB'ye göre ülkemizde 25 etnik grup vardır. Bunlara sosyal-kültürei haklar verilmesini isteyen AB, bunu da Kopenhag kriterlerinin "olmazsa olmaz" Ģartı saymaktadır. Kopenhag kriterlerini Türkiye için böylesine çarpıtan AB'nin öncelikle yapması gereken üye ülkelerindeki resmi azrnlıkfann hak ve hukukuna sahip çıkmak olmalıdır. Batı Trakya'da yaĢananları özetlersek; Batı Trakya'daki Müslüman Türk Azınlığın nüfusunun 150.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Lozan belgelerine göre, 1923 yılında 129 bin 120 olan Batı Trakya Türk nüfusu, bölge nüfusunun yüzde 68'ini teĢkil ederken, bugün 150 bin nüfusla bölge nüfusunun ancak yüzde 35'ini oluĢturmaktadır. Lozan AntlaĢması'n ı n imzalandığı tarihte ve Lozan Konferansı belgelerine göre, toprak mülkiyetinin yüzde 84'üne sahip olan azınlığın, bugün sahip olduğu toprak oranı ise yüzde 20'ler civarındadır. Bölgedeki Türklerin ekonomik durumu, her geçen gün zayıflamaktadır. Hükümetin bölgedeki Yunan halkına yoğun maddî desteği varken, genellikle küçük esnaf olarak geçimini sağlayan Türkler, hükümetin ve Yunan halkrnın baskılarından dolayı asgari seviyede kazanç sağlayabilmekte, bazıları ise zarar edip iĢini bırakmaktadır. Yunanistan, göç ettirmek veya asimilasyon suretiyle Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığj'nı tamamen eritmeyi amaçlamaktadır. Sunun için de: 128 - Azınlığı Türk, Pomak ve Çingenelerden müteĢekkil homojen olmayan bir topluluk olarak tanımlayıp, bölünmelerini sağlama, -Azınlığı dini kimliği ile tanıyıp etnik kimliğinin, dolayısıyla Türkiye iie bağiarmın zayıflatılması ve yine bölünmeyi gerçekleĢtirme, - Azınlığın ekonomik geliĢmesini engellemek ve sosyal güvenlik ve dayanıĢmasını sarsmak suretiyle göçü özendirme, stratejisi uy gulamaktadır. Bunların gerçekleĢtirilebilmesi için harekete geçilmiĢ ve VatandaĢlık Kanunu'nda değiĢiklik yapılarak, Türk Azınlık nüfusunun "kabul edilebilir" bir düzeyde tutulmasına çalıĢılmıĢ, sonuçta da 60 bin civarında Batı Trakyalı Türk'ün vatandaĢlığına son verilmiĢtir. Uygulama sonradan kaldırılsa da, bu insanların gasp edilen hakları iade edilmemiĢtir. Azınlığın asimile edilmesini kolaylaĢtırmak için yasak bölge uygulaması baĢlatılmıĢ, taĢınmaz edinme denetlenerek, azınlığın güçlenmesi önlenmiĢ, kamulaĢtırmalar yoluyla azınlıklar top raksızlaĢtırılmıĢtır. AB'de serbest dolaĢım hakkı temel haklardan sayılırken, AB üyesi Yunanistan, azınlıklar için "yasak bölge" Ġlan etmiĢtir. Batı Trakya'daki bu uygulamada, bölgede Bulgaristan sınırına paralel Ģekilde Doğu-Batı yönünde kateden bir hattın kuzeyinde kalan, 20-30 km. geniĢliğinde olan, yaklaĢık bölgenin üçte birini kapsayan ve Ġçinde daha çok soydaĢlarımızın yaĢadığı yer, "askeri yasak bölge" yapılmıĢtır. Halen yasak bölgeyi ziyaret etmek isteyen yabancı uyrukluların yerel güvenlik makamlarından izin almaları gerekmektedir. Komünist sızmaları önlemek Ġçin kurulmuĢ olan yasak bölge, bugün azınlığın bir bölümünü diğerinden ve dıĢ dünyadan tecrid etmek için kullanılmaktadır. Öte yandan Türkiye'ye dönmek isteyen Türkler, baskı yapılarak, teĢvik edilmektedir. Hatta sınırda bu tip geçiĢlere kasıtlı olarak göz yumulmaktadır. Türkiye yolunda sık aralıklarla asılmıĢ trafik levhalarında "Konstantinapol'e ...... km. var" Ģeklinde ibareler bulunduğu bildirilmektedir. Yunanistan, Lozan AntlaĢması Ġle garanti altına alınmıĢ olan hakları da açıkça ihlal etmektedir Mesela eğitim hakkı kapsamında, Türkiye'den bölgeye gönderilen öğretmen sayısını re'sen giderek azaltmıĢ ve sadece 16 öğretmen için vize vermeye baĢlamıĢtır. Bölgedeki Türk okulları son derece yetersizdir. Öğretmen sayısının yok denecek 129 kadar az olması nedeniyle eğitim de yok gibidir. Bölgedeki öğretmenlerin yansı Türk, yarısı Yunanlıdır ancak hem Türk," hem Yunan öğretmenleri hükümet seçmektedir. Türk azınlığın okul açma isteklerine karĢı çıkılmaktadır. Batı Trakya Türk Azınhğı'mn din ve vicdan özgürlük ve haklarıyla din kurumları, Lozan AntlaĢması'nda genel ifadelerle düzenlenmiĢtir. Batı Trakya Türk azınlığı dinsel kurumlarını kendi özgür iradesiyle oluĢturmakta ve müftüleri seçim yoluyla görevlendirirken, buna iliĢkin yasanın yerine, "Müftülerin atama yoluyla iĢbaĢına getirilmesini" öngören yeni bir yasa yürürlüğe konmuĢtur. Bundan sonra da. seçilmiĢ Ġskeçe Müftüsü Mehmet Emin Ağa ve Gümülcine Müftüsü ibrahim ġerif, birbirini izleyen mahkeme ve hapis cezalarıyla taciz edilmeye baĢlanmıĢtır. Halen Ġskeçe ve GümülcĠne'de azınhğm seçtiği ve tanıdığı ile idarenin re'sen atadığı, ancak azınlığın tanımadığı ikiĢer müftü bulunmaktadır. Bölgedeki Türk azınlığın Türk'üm" demesi de yasaktır. Müslüman veya Osmanlı denmesi istenmektedir. Buradaki Kilise, oldukça zengin ve etkindir ve çıkardığı Shotos(Hedef) isimli haftalık gazetede "Bin yıl da geçse istanbul'u alacağız" Ģeklinde yazılar çıkmakta, Yahudilerin Kudüs'ü alması Örnek gösterilmektedir. Lozan AntlaĢması'nın 40. maddesinde, "Batı Trakya Türk Azmlığı'nın giderlerini kendileri karĢılamak üzere, her türlü hayır kurumları, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer Öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eĢit hakka sahip olmaları" ÖngörülmüĢtür. 21 Nisan 1967 darbesinden sonra Yunan Cuntası, seçimle ĠĢbaĢına gelmiĢ olan yönetim kurullarını azlederek, yerlerine kendi tayin ettiği kiĢileri getirmiĢtir. Ġskeçe vakıf malları halen 1967 yılında cunta iktidarının atadığı bir kiĢi tarafından yönetilmektedir. GümülcĠne'de ise, yine cuntanın atadığı kiĢinin 1989'da istifasından sonra, cemaat yönetimi, denetleyici sıfatıyla atanmıĢ müftüye tevdi edilmiĢtir. Bölgedeki Türk vakıf malları Rumlara kiralanmaktadır. Gümülcine'ye Rusya'dan muhacirler getirilip, bunlara bedava ev ve kredi verilmektedir. Bir kanun çıkarılarak, "Kullanılmayan mezarlıklar istimlak edilebilir" denilmiĢ, sonra da Türk mezarlıkları Ġsîimlak edilmiĢtir. Balkanlar'da Türklüğün ayrılmaz bir parçasını teĢkil eden Pomak Türkleri'nĠn çoğunluğu Bulgaristan'da, bir kısmı Ġse Batı Trakya'da 130 Rodop Dağları üzerinde "Yasak Bölge"de yaĢamaktadır ÇeĢitti dönemlerde, toplu katliamlara varan yöntemlerle Bulgarlar tarafından asimile edilmek istenen Pomak Türkleri, 19601ı yıllardan bu yana da Batı Trakya'da, Yunanlıların aynı amaçlı sistematik planlarıyla karĢı karĢıya bulunmaktadır. Azınlık hakları savunucusu AB'nin"imtiyazlı" üyesi Yunanistan, yalnız Müslüman-Türk azınlığın değil, Makedonlar, Arnavutlar 60 ve Ulahlan da azınlık kabul etmemekte ve baskı uygulamaktadır YUNANĠSTAN MĠLLl AZINLIKLARI ĠNKAR EDĠYOR Batı Trakya'deki bu tablo, birçok uluslararası kuruluĢ tarafından dile getirilmiĢtir. Bunlardan birisi de Merkezi Viyana'da bulunan ve 1982 yılından beri faaliyet gösteren Uluslararası Helsinki insan Haklan Federasyonu (iHF)'dur. Sözkonusu kuruluĢ 2002 yılı Mayıs ayında açıkladığı son raporunda, Avrupa Güvenlik ve iĢbirliği TeĢkilatı (AĞĠT) üyesi 40 ülkede yaĢanan azınlık ve insan hakları ihlallerini incelerken, Yu61 nanistan'a da 10 sayfa ayırmıĢtır. Yunanistan'da Türk ve Makedon azınlıkların varlıklarının inkarının devam ettiğini bildiren ÎHF, uluslararası kuruluĢların uyarılarına rağmen insan hakları ihlallerinde düzelme olmadığını kaydetmiĢtir Raporda öncelikle, Yunanistan'da göçmenlere ve azınlıklara karĢı insan hakları ihlallerini, 2001 yılında da devam ettiği vurgulanmaktadır. Raporun, "Milli Azınlıklar" baĢlıklı bölümünde, Batı Trakya Türk azınlığı Ġle Makedon azınlığa geniĢ yer ayrılarak, Yunanistan'ın, bu azınlıkların etnik kimliklerini inkar politikasını sürdürdüğü bildirilmektedir. "Türk kelimesini kullanmanın hala zorluk yarattığı" belirtilen raporda, Rodop Bidayet Mahkemesi'nin Batı Trakya Türk azınlığı mensubu 42 kadın tarafından yapılan Rodop Türk Kadıniar Birliği kuruluĢ müracaatını aynı nedenle reddettiği bilgisine yer verilmektedir. Iskeçe Türk Bırliği'nın açılması ile ilgili davanın, Gümülcine Temyiz Mahkemesi tarafından yeniden reddedildiğini de hatırlatan raporda, Batı Trakya Türk azınlığının eğitim sorunlarının ciddi boyutlarda bulunduğu kaydedilerek, Celal Bayar Lisesinde Türkçe kitap eksikliği dolayısıyla 60 www.turkatak.gen.tr 61 www.turkatak.gen tr 131 matematik, fizik ve kimya derslerinde Türk öğretmenlerin zor durumda kaldığı anlatılmaktadır, Türk çocuklarının azınlık okullarındaki kötü eğitim dolayısıyla hayata yetersiz hazırlandığını aktaran rapor, ortaokul öğreniminin zorunlu olmasına rağmen azınlık okullarında öğrenime baĢlayan her beĢ öğrenciden ancak birisinin üçüncü sınıfa kadar ulaĢabildiğini, bunlardan da ancak üçte birinin öğrenimini ta mamlayabildiğini belirtmektedir. Azınlık okullarındaki Türk öğrenciler ile ilgili istatistik^-b Ġlgiye de yer veren Ġnsan Hakları raporunda, 2000-2001 öğrenim yıJında ortaokul birinci sınıfa baĢlayan öğrencilerden sadece yüzde 26'sınm bu yılı baĢarı ile tamamlayabildiği, yüzde 30'unun sınıfı geçemeyerek, yeniden yıl sonu sınavına girmek zorunda kaldığı, Öğrencilerin yüzde 44'ünün ise baĢarısız olduğu tespiti yapılmaktadır. Raporda, Makedonca isimlerin kullanılmasının da yasaklandığı ve bu isimleri kaydettirmek isteyenlerin Yunanlı yetkililerin kasti tacizine uğradığı, "Zorla ElenleĢtirme" politikası gereği, Makedon isimlerin Yunanca benzerlerinin kayda geçirildiği de anlatılmaktadır. Makedon Evi adlı kuruluĢun kurulmasının Yunan makamları tarafından sürekli engellendiği ve Yunanistan'ın Avrupa insan Haklan Mahkemesi'nde bu uygulama dolayısıyla mahkum edildiği de hatırlatılarak, ancak Florina Barosu'nun bu konuyu takip edecek avukat atamayarak, Makedon evinin kaydının yapılmasını çeĢitli mazeretlerle engellediği dile getirilmektedir. Raporda dikkat çeken bir diğer husus da, Yunanistan'da Ġfade özgürlüğünün en alt düzeyde olduğu tespitidir. Ulah Kültür Derneği kurmak için çaba gösteren Sotaris Bletsas'm 15 ay hapis cezasına mahkum 1 edildiği, yıllarca süren dava sonunda bu Ģahsın 2001 Aralık ayında beraat ettiği anlatılarak, bu konuda basın mensuplarına yönelik uygulamalara iliĢkin Örnekler de verilmektedir, Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi'n in 2001 yılında Yunanistan'ı iĢkence ve insanlık dıĢı aĢağılayıcı uygulamalar dolayısıyla mahkum ettiğinin hatırlatıldığı raporda, Yunan asıllı olmadığı için Yunan vatandaĢlığını kaybedenlerin sorunlarının çıkarılan kanuna rağmen çözülmediği de dile getirilmektedir. Sezgin Durgut adlı Yunan vatandaĢının, vatandaĢlığını ancak 2002 yılı baĢında kazanabileceğinin kabul edildiği örneğinin verildiği raporda, "Kaldırılan 19. maddenin mağduru olan bir çok Yunan vatandaĢının hakları hala iade edilmemiĢtir." denilmektedir. 132 Yunanistan'ın bugün Avrupa Konseyi üyesi ülkeler Ġçinde din özgürlüğünü çiğnediği için aleyhine en fazla dava açılan ve mahkum edilen ülke haline geldiğini de belirtmek gerekmektedir. Oysa AB'nin kurucu antlaĢmalarından oian Amsterdam AntlaĢması'nda, "AB'nin özgürlük, demokrasi, insan haklan ve temel özgürlüklere saygı ile hukuk devleti ilkeleri üzerine kurulduğu" belirtilmiĢ, bunu ihlal eden üyeler için, "oy hakları dahil üyelik haklarının askıya alınması" kararlaĢtırılmıĢtır. Bugüne kadar Batı Trakya'da olanları görmeyen, duymayan, konuĢmayan AB, adeta büyük bir piĢkinlikle Kıbrıs'taki Türklerin güvencesi olacaklarını söyleyebilmektedir Ecevit, "AB'nin Türklerin de güvencesi olacağı tezi inandırıcı değil. Yunanistan AB'nin üyesi. Ama Batı Trakya Türklerinin hakları ayaklar aitma alınıyor. Demek ki, AB'ye üyelik Ġnsan haklan, özgürlükler bakımından bir güvence değil" derken çok doğru bir tespitte bulunmuĢtur. RUMLARIN UYGULADIĞI AMBARGOLAR VE AMAÇLARI Rum kesiminin Türklere uyguladığı ambargolar ana baĢlıkları ile Ģöyledir: - Türk kesiminin ithalat ve ihracatını önlemek için büyük bir kampanya baĢlatılır. Bu çerçevede aĢağıda detaylıca anlatılacak olan Avrupa Birliği Adalet Divanı kararı çıkartılır ve Türklerden mal alan veya mai satan her firma baskı ve Ģantaja maruz kalır. - KKTC'ye turist g'elmesini önlemek için, çeĢitli ülkeler ve seyahat acenteleri nezdinde baskılar, tehditler yapılır. Son olarak 2002-baĢında irlanda'dan KKTC'ye yapılacak uçak seferleri engellenir. - KKTC ulaĢımını engellemek için KKTC limanları yasa dıĢı ilan edilir, yabancı gemi ve uçak seferleri düzenlenmesi Önlenir. KKTC'ye geien uçak pilotları ve gemi kaptanları tutuklanıp hapis ve para cezasına çarptırılır. - KKTC haberleĢmesini engellemek için, Dünya Posta Birliği'nin KKTC pullarını tanıması engellenir. KKTC pullarının tümden geçersiz sayılması için yapılan baskılar halen devam etmektedir. KKTC, bugün ulaĢım ve haberleĢmeyi sadece Türkiye üzerinde yapabilmektedir. 62 Hürriyet Gazetesı-19 8 1997 133 Üzerinde "KKTC" yazılan mektupların ülkeye gelmesi engellenmektedir. ~ KKTC gençlerinin uluslararası alanda spor yapmaları ve spor kuruluĢlarının uluslararası federasyonlara üye olması engellenmektedir. - KKTC kuruluĢlarının ve KKTC'nin uluslararası örgütlere ve ku ruluĢlara üye olmasını önlemek için büyük baskılar yapılmaktadır. - KKTC'ye yatırım yapacak veya kredi verecek kuruluĢlara, bas kılarla engel olunmaktadır. - Açılan Uluslararası ihalelere yabancı firmaların katılması en gellenmektedir. - Türk halkına verilen yabancı yardımlara ya el konulmakta, ya da yardım verilmesi engellenmektedir. - KKTC'den alıĢ-veriĢ yasaklanmakta, kendi vatandaĢları dahi olsa alıĢ veriĢ yapanlar tutuklanıp cezalandırılmakta, aldıkları mallar imha edilmektedir. Sadece 1985-1998 döneminde iki binden fazla Rum Türklerden mal aldıkları için cezaya çarptırılmıĢtır. - Dört bir yanda KKTC aleyhine kampanya sürdürülmektedir. Bu ambargonun acımasızlığını Prof. Dr. Aslan Gündüz açık bir biçimde ortaya koymaktadır: "Kıbrıs devlet olarak insan hakları belgelerinin tamamını kabul etmiĢtir bu arada Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesini de imzalamıĢtır. Bu sözleĢme ve diğer belgelerde insan haklarının her türlüsü yer almaktadır. Ama Kıbrıs Türkleri zulümden zulüm beğenme ile karĢı karĢıya bırakılmıĢtır. 1963'den, 1974'e kadar yaĢama hakkı dahil her türfü haktan mahrum edildiler. 1974'den sonra ise amansız bir ambargonun altında Ġnletilmektedirler. Bunun acımasız ve gayrı Ġnsanı sonuçlan var Kıbrıs Türkleri yurtdıĢına çıkamazlar, çünkü KKTC'nin pasaportu tanınmıyor. YurtdıĢına mallarını satamazlar. YurtdıĢından (eğer Türkiye üzerinden gelmiyorsa) mektup dahi alamazlar. Mal edinmeleri daha tartıĢma konusu yapılabilir. Yabancı sermaye Kuzey Kıbrıs'a gelmez. Yabancı gemi ve uçak da gelemez. Kuzey Kıbrıs Ġzole edilmiĢtir. Neden? Kıbrıs Rumlara teslim edilsin diye. Kıbrıs Türkleri, Irak'tan ve Afganistan'dan, Sırbistan'dan daha katı bir ambargo ile karĢı karĢıya. Büîün bunlar yasal hakları çiğnenmiĢ bir halka yapılmaktadır. Bunu ya134 panlar yüzleri kızarmadan etraflarına ve bu arada'bize hukukun üs 63 tünlüğü dersini veriyorlar. Hukuk Kıbrıs'ta katledilmiĢtir." Evet, bütün bu insanlık dıĢı uygulamaların amacı; KKTC'nin dünyadan soyutlanması, ekonomik yönden çökertilmesi, Türklerin direnme gücü ve moralinin zayıflatılarak, KKTC'ye inancını sarsılması, bunun sonucunda da göç etmelerinin sağlanmasıdır. Nitekim AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, "10 yi l sonra Kıbrıs'ta bulundurduğumuz asker sayısı oradaki Kıbrıslı Türklerin sayısından fazla 64 oiacak" diyerek, adeta AB'nin de katkılarıyla Kıbrıslı Türkleri göç ettirme politikasının baĢarılı olacağını ima eder. Öyle ki, Cumhuriyet Gazetesi'nden Hikmet Bila, Kıbrıs'ta uygulanan stratejinin Yılmaz'ı bile etkilediğini belirtip, bu sözleri bilinen Türk tezinden önemli bir sapma olarak 65 değerlendirir. Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan da, "Halk, Demokrasi ve DıĢ Politika(2}" baĢlıklı yazısında acımasız ambargoyu görmeyen ve görmek istemeyenleri "Ahlaktan önce insaf gerek" diye uyarır. (Ek-4) AB ADALET DlVANl'NlN KARARI NEDĠR? Rum kesiminin Kıbrıslı Türklere uyguladığı ambargo Avrupa Birüğı Adalet Divam'nın bir kararı ile resmileĢtirilmiĢtir. ġöyle ki; Rum tarafının müracaatı üzerine Ġngiliz Yüksek Mahkemesi, KKTC'nin ihraç ürünleri hakkında hukuki bir süreç baĢlatır Konu, AB Adalet DĠvanı'na intikal eder ve 5 Temmuz 1994'te alınan bir kararla, fiili durum resmi niteliğe dönüĢür Öte yandan bu süreci baĢlatan Ġngiltere, davanın görüĢülmesi sırasında KKTC'nin yanında yer alarak, yeni bir ikili oyun sergiler. Karar da, KKTC aleyhine olur. Bu durum ambargoya, AB adına yeni bir boyut getirir. BirleĢmiĢ Milletler ise kararı, müzakereleri ve özellikle güven arttırıcı önlemlerin uygulanmasını önleme amaçlı bir gi66 riĢim olarak nitelendirmekle yetinir. ingiliz Prof. Clement H.Dodd, AB Adalet Divanı kararının detaylarını ve sonraki geliĢmeleri Ģöyle anlatır: 63 Kıbrıs Davasında Hukuksuzluk/Zaman Gazetesi-13.12 2001 64 AB Treni Kaçarsa Ne ol u r? Hürriyet Gazetesi-11 5.2002 65 Kını Çatlayacak? Cumhuriyet Gazetesi-15 5.2002 66 Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa BĠrtiği'ne Üye Olabilir mı^Turkıye-AB Karma Parlamento Komisyon u. Avrupa Birliği Bilgilendirme Serisi". 3/2001-sf 18 "Kıbrıslı Türklerin müzakerelere karĢı tutumu, Avrupa Adalet Divanı'nm bir ingiliz mahkemesinin tavsiyesi üzerine aldığı, Kuzey Kıbrıs'ın, AB ülkelerine narenciye ve patates Ġhracatını yasaklayan 5 Temmuz 1994 tarihli kararı Ġle olumsuz yönde etkilendi- Kıbrıs Rum ihracatçılarının, Kuzeyden ihraç edilen bu ürünlere, Kıbrıs Cumhuriyefince tasdik belgesi verilmesi yolundaki iddiası destek buldu. (Büyük Britanya ve Avrupa Komisyonu davada kuzeyin tarafında yer aldılar). BM'nin 1974'den bu yana desteklediği Kıbrıs Rum ambargosuyla olumsuz yönde zaten etkilenmiĢ olan KKTC ekonomisi, bu son yasakla derin bir yara aldı. Doğru veya yanlıĢ Avrupa Adalet DĠvanı'nın kararı, BM'nin 1992'den beri yaptığı müzakerelerin bir sonuca ulaĢmaması halinde yaptığı tehditlerin bir uygulama Ģekli olarak görülmüĢtü. Avrupa Adalet Divanı'ntn anlaĢmaya taraf ülkefer arasındaki ticareti düzenleyen kuralların, Kıbrıs vatandaĢları veya Ģirketleri arasında bir ayırıma yol açmayacağından bahsederken bu kararı, 1973 Ortaklık anlaĢmasının 5. maddesinden çok esasen (ortaya çıkan ürünlerin ve iĢbirliği içinde yönetimin metodlarını tanımlayan) 1977 protokolüne öncelik veriyordu. Bu kararı eleĢtirenler, Ortaklık AnlaĢmasının onu takip eden protokolden daha önemli bir belge olduğunu düĢünüyorlardı. KKTC bu kararı protesto etmek amacıyla baĢta müzakerelere devam etmeyeceğini açıkladı. Daha sonra 28 Ağustos'ta Milli Meclis'in vardığı bir kararla (ihracat üzerinde Avrupa Adalet Divanı karan yürürlükte kaldığı) ve Kıbrıs Rum yönetiminin AB'ye tek taraflı üyelik için ısrarlı çalıĢmaları devam ettiği sürece güven arttırıcı önlemler üzerinde görüĢmenin hiçbir yarar sağlamayacağının anlaĢıldığını açıklandı. Bu arada Türkiye ile ekonomik entegrasyonun tamamlanması konusu iĢlendi ve Meclis, federasyonun Kıbrıs probleminin tek çözümü olduğuna iliĢkin daha önceki karartarını tamamen dıĢlamamakla birlikte Ġptal etti. Prof. Dodd'un iĢaret ettiği 1973 Ortaklık AnlaĢması Kıbns-AET Ortaklık AnlaĢması'dır. Bu anlaĢma 1972 yılında BarıĢ Harekatı'ndan önce, toplumlararası görüĢmeler devam ederken imzalanmıĢtır ve 5'inci maddesinde, "AET'nin Kıbrıs'taki iki toplum arasında hiçbir ayırım yap67 Kıbrıs Meselesi-Günce! Bir BakıĢ/1996-sf. 18-20 136 00 mayacağı" belirtilmektedir. Ancak bu hükme uyulmamıĢ, Avrupa, Rumların 1963'ten bu yana Kıbrıs Türklerine karĢı uyguladığı ekonomik, siyasi, kültürel ve sportif alanlardaki ambargolara kayıtsız kalmakla yetinmemiĢ, desîek vermiĢtir, iĢte Prof. Dodd da bu durumu vurgulamaktadır. Rum Yönetimi Lideri Klerides, KKTC'nin bu kararından sonra, hem suçlu hem güçlü misali 7 Eylüi 1994'te Türk tarafını BM'ye mektupla Ģikayet eder. Klerides, "Konseyin kararlarına itaat etmeyen tarafa birtakım zorlayıcı tedbirler uygulanması ya da daha farklı ve daha etkili usuller aranması için Güvenlik Konseyi'nden talepte bulunulması ge69 rektiğini" düĢünüyordu. Bu kadar korunup, kollanan Rum kesimi, oysa kağıt üzerinde bile olsa AB'ye karĢı yükümlülüklerini yerine getirmemektedir. AB Ġse bunları görmezden gelerek, Rumların acımasızlıklarını arttırmalarını adeta teĢvik etmektedir. Mesela, yazılı bir yasak olmamasına rağmen KKTC ile ticaret ihanet sayılmaktadır. Nitekim, Rum BaĢsavcı Markides, bu gerçeği dile getirince, Rum kesiminde kıyamet kopmuĢ ve BaĢsavcı, söylediklerini geri almak zorunda kalmıĢtır. Ancak, en azıdan kağıt üzerinde böyle gösterilmesi gerektiğini, çünkü AB'ye girebilmek için bu tür bir yasal düzenlemenin yapılması gerektiğini itiraf etmiĢtir. Gerçekleri görmeyen AB, bu itirafı da duymamıĢtır. AB'NĠN MALĠ YARDIMLARINA NE OLDU? AB'nin Ortaklık AnlaĢması ve Kıbrıs Rum kesiminin üye adaylığı çerçevesinde yaptığı mali yardımlardan KKTC'nin de yararlandırıldfğı gibi bir izlenim veriimektedir. 1979 yılında baĢlayarak AB ile Rum kesimi arasında imzalanan 4 ayrı mali protokol ile iki halkın da yararlandırılacağı maskesi adı altında Kıbrıs'a toplam 210 milyon Eculuk yardım verilmiĢtir. Ancak Kıbrıs Türk tarafı sadece 8 milyon Ecu miktardan yararlandmlmıĢtir. Bu da Türk tarafının AB'ye verdiği 20 projeye değil, Güney Kıbrıs'ın bağlı olduğu ve 1974 barıĢ harekatından sonra 68 Egemenlik, Avrupa Birliği ve KKTC/KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Ba kanlığı, sf.44 69 Clement H.Dodd. a g e sf 19-20. 70 Konu Sızı Sıkıyor mu? Orhan Bırgıt/Cumhuriyet Gazetesı-15 5.200 137 KKTC toprakları içinde kalan Haspolat Arıtım Tesislerine bağlı kanalizasyon sisteminin LefkoĢa Türk kesiminin bîr kısmını da kapsayacak Ģekilde Ģebekeye bağlanmasında kullanılmıĢtır. Kalan miktar da, Girne Caddesi Atatürk Meydanı'nm düzenlenmesine harcanmıĢtır. Bunu dahi hazmedemeyen Rum kesimi, KKTC'ye yardımların önünü kesmek için tedbir alır, daha sonra da AB ile bir anlaĢma yaparak, Türk tarafına verilecek herhangi bir yardımın kendilerinin onayından geçmesi Ģartını getirir. Doğal olarak Türk kesimi bunu kabul etmez. Kıbrıs Türk kesimine yapılacak yardımlar için Rum kesiminin onayını almayı kabul eden AB, Türkiye'de birtakım sivil toplum örgütlerine "demokratikleĢme çalıĢmalarına destek" adı altında kaynak aktarırken, Türk hükümetinden izin alma gereğini duymaz. Yalnız siyasi açıdan değil, ekonomik açıdan da korunup, kollanan Rum kesimine AB, uluslararası finans kuruluĢları ve zengin ülkeler yüklü miktarlarda yardım yapmaktadır. Rum kesimi için kilise fonları da sınırsız bir biçimde devrededir. KKTC Büyükelçisi Ahmet Zeki Bulunç, Mülkiyeliler Birliğî'nin Aralık 2001'de düzenlediği, "AB Sürecinde Türkiye-KKTC" konulu sempozyumda, Rum kesimi ite KKTC ekonomisini karĢılaĢtıranlara cevap verirken, önemli bir araĢtırmaya iĢaret etmiĢtir. Büyükelçinin verdiği bilgiye göre, 1975-1990 arasında yapılan bir araĢtırma, Rum kesimine 3.2 milyar dolar dıĢ yardım ve kaynak sağlandığını ortaya çıkarmıĢtır. Aynı dönemde KKTC'ye yapılan yardım miktarı ise 670 milyon dolar civarındadır. Kısacası Kıbrıslı Türkler, ABAD kararı ve 33 yıldır süren ambargolarla, ağır bir ekonomik baskı altında tutulurken, sadece Türkiye'den giden yardımlarla ayakta durmaya çalıĢmaktadır. Brüksel AraĢtırma Merkezi uzmanları, 7. bölümde detaylı olarak yer verilecek raporlarında, AB'nin iki topluma uygulamasını "Havuçsopa" politikası olarak nitelendirmekte ve Kıbrıslı Türklerin ekonomisopası ile ikna edilmeye çalıĢıldığını açıkça belirtmektedirler. Bu acımasız uygulamanın yegane sebebi Kıbrıs Türklerini "çözüme zorlamak" daha doğrusu, Ġstedikleri çözümü kafauf ettirmektir. AB'nin ambargo kararına, çözümü kolaylaĢtıracağı gerekçesiyle destek verdiğini söy71 Egemenlik. Avrupa Birliği ve KKTC/KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Bakaniığı/sf.3 138 lemistik AB KomĠsyonu'nun 1995 yılında Ada'dakĠ Temsilcisi olan Gilies Anoil, iki toplum temsilcilerinin katıldığı bir toplantıda Türklere, Rumlarla birlik olup AB'ye katılmazlarsa yok olacaklarını açıkça söyler Anoıl, " ..Tek baĢınıza yola devam ederseniz hiçbir etkinliğiniz olmaz ve çı7P karlarınızı koruyamazsımz. diyerek, Kıbrıslı Türkleri adeta egemenlik hakları ile ekonomik çıkarları arasında bir tercih yapmaya zorlar. Kıbrıs Türklerinin bu tecridine ne yazık ki tüm dünya seyircidir Nato Büyükelçimiz Onur Öymen de, DıĢıĢieri Bakanlığı MüsteĢarı iken 1997 yılında görüĢmeler Ġçin Ankara'ya gelen ABD BaĢkanı Cünton'un Kıbrıs Özel Temsilcisi Richard Holbrook'a, öncelikle ambargodan bahseder. Öymen çözüm önerisini Ģu sözlerle Ġfade eder: "Kıbrıs meselesinin Ģimdiye kadar çözülememesinin nedeni izlenen yöntemlerin yanlıĢ olmasıdır. 1975 yılından beri bu sorunun Türk tarafına baskı yapılarak, çözülebileceği varsayımından hareket edilmiĢtir. Neredeyse 25 yıl geçmiĢ ve bu yöntemin çözüme götüremeyeceğı görülmüĢtür. Türkiye'nin dıĢ baskılarla politika oluĢturma geleneği yoktur ġerefli bir çözüm isteniyorsa Önce Ada'daki iki tarafa tam anlamıyla eĢit davran ı Imalıdı r. Kıbrıs Türk tarafına ambargo uygulamasından vazgeçilmelidir. Kıbrıs Rum tarafının her Ģartta destekleneceği izlenimi verilmemelidir. Aksi halde Rumların esneklik gösterme ihtiyacı duymaları önlenmiĢ olur. Rumlara Kıbrıs meselesi çözülmeden ve Türkiye üye olmadan AB'ye girebilecekleri ümidi verilmemelidir. Bu hem uluslararası antlaĢmalara aykırıdır, hem de Rumların herhangi bir konuda esneklik 73 göstermelerini olanaksız kılar." Büyükelçi Öymen gibi 2001 yılı sonunda dönemin Kıbrıs'tan sorumlu Devlet Bakanı, DıĢiĢleri Bakanı ġükrü Sina Gürel de, benzer bir çağrıda bulunur. Gürel, Mülkiyeliler Birliği'nin "AB Sürecinde TürkiyeKKTC Sempozyumu"nda, "Öncelikle, Ģu yapılabilir. AB, hemen, derhal Kıbrıs Türk halki üzerinde Ģimdiye kadar bütün olumsuz etkilerini zaten göstermiĢ bulunan o acımasız ambargoyu kaldırabilir. Böylece Kıbrıs Türk halkı bir ferahlama sürecine girer, bu hem ekonomik açıdan olur, 72 Silahsız SavaĢ-Bır Mücadele Sanatı Olarak Diploması. Onur Öyrnen/1 Baskı. Haziran-2002,sf.467-168 73 (a.g.e sf.469-470) 139 hem siyasal açıdan olur, hem de psikolojik açıdan olur, bunun da her,kese faydası olur, hemen bunu yapabilirler. Bu arada Sayın DenktaĢ'la, Kıbrıs Rum Lideri arasındaki görüĢmeler devam eder ve üstelik ambargoların kaldırılması, Sayın DenktaĢ'a ve Klerides'e bundan sonra olumlu adımlar atmaları konusunda son derece yardımcı olur." der. Dünya devlerinin güç mücadelesinin arenası haline gelen Kıbrıs'ta aslolan hak, hukuk ve uluslararası antlaĢmalar değil ülkelerin çıkarlarıdır Bu çıkarlar da Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye'nin devre dıĢı bırakılmasını gerektirmektedir. Böyle olduğu için de ABD ve AB, ne Gürel veya Öymen'in önerisine, ne de hak ve hukuka bakar. Büyükelçi Öymen'în kitabında yer verdiği bir not, çıkarlar için her yolun "mubah" görüldüğünü tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır ve Kıbrıs'la ilgili olduğu Ġçin aynen aktarmak Ġstiyoruz. ABD BaĢkan Yardımcısı Dick Cheny 1999 yılında yayınlanan bir kitapta yer alan makalesinde, ABD'nin Kıbrıs harekatı gerekçesiyle koyduğu askeri ambargonun neden Yunanistan'a değil de, Türkiye'ye karĢı uygulandığını Ģöyle anlatır "1974 yazında BaĢkan Ford ile çalıĢmaya baĢladığımda karĢılaĢtığımız ilk dıĢ politika krizi Kıbrıs nedeniyle Türkiye ile Yunanistan arasında çıkan çatıĢma olmuĢtu. O zaman Kongre'nin bu krize cevabı Türkiye'ye silah ambargosu uygulamak oldu. Bu çok ilginç bir durum yarattı. Zira Türkiye bir Nato müttefikimizdi. Türkiye'ye karĢı resmi antlaĢmalardan kaynaklanan taahhütlerimiz vardı. Yunanlılarla da hemen hemen aynı nitelikte iliĢkilerimiz mevcuttu. Onlar da Nato müttefikimizdiler. Ama biz yaptırımları Yunanistan'a değil, Türkiye'ye uyguladık. Niçin? Kıbrıs'ta olup bitenlerden sonra makul olarak yapılması gerekenin bu olduğu için değil, ABD'nin genel dıĢ politikası bunu icap ettirdiği için de değil. Türkiye'ye yaptırım uyguladık çünkü ülkemizdeki Yunan asıllı Amerikalıların lobisi Türk asıllı Amerikalıların lobisinden daha büyük ve etkiliydi. Bunun yapmamızın esas sebebi buydu." Dick Cheney, bu yöndeki uygulamaların bugün de devam ettiğini anlatırken, halen topraklarının yüzde 20'si Ermenistan taraftndan iĢgal edilen mazlum ve mağdur Azerbaycan halkına uygulanan ambargonun 74 Silahsız SavaĢ-Bir Mücadele Sanatı Olarak Diploması, Onur Öymen/1 .Baskı. Haziran-2002,sf.467-468 140 kökeninde de tutarlı bir dıĢ poiitika tercihinin değil, sadece ABD'deki Ermeni lobisinin güçlü olmasının yattığını itiraf eder. Bu itiraflar, haien Kıbrıs Türklerine uygulanan ambargonun hiçbir haklı gerekçesi olmadığını ve olamayacağını da ortaya koymaktadır. Dünya, Öymen'in beklediği "Ģerefli çözümün" değil, Kıbrıs Türklerinin, Rum-Yunan ikilisinin istediği Ģekilde teslim olmasının peĢindedir. RüĢvet Kabilinden Teklifler Tüm baskı ve ambargolara rağmen çözülemeyen ve haklı da: vasmda geri adım atmayan KKTC için AB'den,Türkıye ve KKTC'ye zaman zaman rüĢvet kabilinden teklifler de gelir. Bu tekliflerin nihai hedefi de yine, Rum tarafına teslim olunmasıdır. Mesela, dönemin ABTürkiye Karma Parlamento EĢbaĢkanı Daniel Cohn Bendit, Gazeteci Niigün Cerrahoğlu'na verdiği bir mülakatta, Rum kesiminin neden AB'ye alınması gerektiğini anlattıktan sonra. "Kuzey Kıbrıslıların yaĢam Ģartları çok zor. Onlara da ambargoyu kaldıralım." der. Bendit'in teklifi gayet açıktır. Rumların üyelik politikasına ses çıkarılmaması karĢılığında ambargonun kaldırılması... Niyet açık olmasına karĢılık bu mülakatta Bendit'in söylediği bir hususun üzerinde durulması gerekmektedir. Bendit, "Avrupa Parlamentosu olarak ambargonun kaldırılmasına ön ayak olmak istediklerini hatta Antalya'da yapılan toplantıda bunu gündeme getirdiklerini ve değiĢik AP gruplarından çok sayıda parlamenterin bu stratejide fikir birliği yaptığını" anlattıktan sonra, "Türk tarafı bunun üzerinde hiç durmadı" iddiasında bulunmuĢtur. DıĢiĢleri Bakanı Ġsmail Cem'in de bulunduğu bu toplantıda, gerçekten böyle bir giriĢim gündeme gelmiĢ midir ve Bendit'in iddia ettiği gibi üzerinde durulmamıĢ mıdır? Bendit'in ambargonun kaldırılmasından neyi kastettiği, Avrupa Parlamentosu'nun Kıbrıs için o günlerde hazırlattığı planla ortaya çıkar. Bugüne kadar Türkiye'nin önüne Kıbrıs Ģartını koyan AP, bu kez Kıbrıs için bir plan hazırlar. Planın, Ada'da insanların ve malın serbest dolaĢımına iliĢkin bölümünü, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu EĢbaĢkanı Daniel Cohn-Bendıt, askeri konulan da AP raporuna sözde Ermeni soykırımının eklenmesi nedeniyle Türkiye raportörlüğü görevinden ayrılan Fransız Phılippe Morillon kaleme alacaktır. KKTC'ye 75 Avrupa Bekleyemez/Mıllîyet Gazetesi-26 Kasım 2000 141 uygulanan ekonomik ambargonun kalkmasıyla, Türk kesiminde refahın artırılmasını hedefleyen Cohn-Bendit, bu sayede Ada'da yaĢayan iki toplum arasındaki "Ekonomik uçurumun" kapanacağını savunur. Morillon Ġse, Kıbrıs'taki "duvarın" temel taĢının Türk Ordusu olduğunu ileri sürmektedir. Fransız parlamenter, bu nedenle Türk Ordusu'nun belirli bir zaman dilimi içinde Ada'dan geri çekilmesi görüĢündedir. Kısacası AP, KKTC'ye uygulanan ambargonun kaldırılması için iki Ģart koĢmaktadır. ġantajdan baĢka bir Ģey olmayan bu Ģartlar, "Türk Ordusu'nun Ada'dan çekilmesi ve Kıbrıs'ın bir bütün olarak en geç 2004'te AB'ye tam üye ol76 masıdır" ki, Ġstenen, Türkiye'nin bütün tezlerini terk etmesidir. Bendit'in anlattığı gibi pek çok AP parlamenterinin bu strateji üzerinde fikir birliği yapması ne kadar normal ise, Türk tarafının bunu, üzerinde durmaya değmez bulmasr da o kadar normaldir... iyi niyetli olanların elbette öncelikle yapması gereken, AB fonlarından KKTC'nĠn de yarariandırılmasıdır. Ancak AB fonlarından KKTC'ye hiçbir yardım gitmez, çünkü bu yardımlar da Rum kesiminin Ġznine bağlanmıĢtır. Bugüne kadar buna sesini çıkarmayan AB, 2002'ye gelindiğinde, tavır değiĢtirir. Bunun sebebi Rum kesiminin üyeliğine aylar kalması ama sorunun henüz çözülememiĢ olmasıdır. Türk tarafını bir Ģekilde ikna eîrnek gerekmektedir. Ocak 2G02'de baĢlayan DenktaĢKlerides görüĢmeleri sürerken, AB'nĠn aklına fonlar gelir ve Rum sözcülüğü artık tescillenen AB'nĠn GeniĢlemeden sorumlu komiseri Gunter Vehreugen'in ağzından, "aday ülkelere bölgesel yardımlar" çerçevesinde, Kıbrıslı Türklere, sorunun çözülmesi halinde, 150 milyon 77 Euro yardım yapılacağı mesajı verilir. Teklifin ahlaki boyutu bir yana, Brüksel'in, "Kıbrıs konusunu hiç ama hiç anlamadığı, anlamaya da niyetli olmadığı" ortadadır. Aleni Çökertme Operasyonu Son dönemde KKTC'ye yönelik AB fonları destekli propaganda faaliyetlerinin alenileĢip, artması, 38 yıldır yürütülen insanlık dıĢı çabaların sonuç vermediğini, yeni bir stratejinin devreye sokulduğunu göstermiĢtir. 76 77 Hürriyet Gazetesi- 26 Kasım 2000 Hürriyet Gazetesî-13.2 2002 142 AB komisyonu Türkiye Temsilcisi Karen Fogg'un deĢifre edilen e-mail skandalında, Kıbrıs'ın aldığı yer, konunun önem ve ciddiyetinin yanısıra oynanan oyunları bir kez daha gözler önüne sermiĢtir. Elektronik posta yazıĢmalarında, Türk Ordusu'nun Kıbrıs'tan çı kartılmasından, KKTC'nin tasfiyesine, Kıbrıs'ta iç çatıĢma çıkartılması için ayrılan ödeneklere ve DenktaĢ'ın yıpratılması amaçlı de78 zenformasyon çalıĢmaları tek tek ortaya çıkmıĢtır. Kıbrıs'ın yanısıra, doğrudan Türkiye'yi hedef alan birçok faaliyetin varlığını ortaya koyan bu elektronik postalara rağmen Türkiye Cumhuriyeti DevietĠ, Bayan Fogg'a ve AB'ye bir kınamada bulunmadığı gibi, yazıĢmaları kimin sızdırdığını bulmaya çalıĢarak, adeta Fogg'dan Ö2ür düer duruma düĢmüĢ, Türkiye'den AB'ye bir ikaz veya kınama gitmeyince, AB'den Türkiye'ye nota gelmiĢtir. iĢte bu tutum yüzünden Fogg, KKTC ve Türkiye aleyhindeki açıklama ve çabalarını e-mail skandalından sonra daha da açık bir biçimde sürdürme cesaretini bulup. Kıbrıslı Türkleri ayaklanmaya çağı rabılmıĢtır. AB Temsilcisi, Kıbrıs'la ilgili yeni planlarını açıklarken, Kıbrıslı Türklerin sokaklara dökülerek, DenktaĢ ve Türkiye'den kurtulması gerektiğini söylemiĢ, Kıbrıslı Türklerin Türkiye'yi istemediğini öne sürmüĢtür. "Kıbrıslı Türkler sokaklara dökülmeli, yollara oturmalı ve koloni olmaktan kurtulana kadar kalkmamalı diyen, Kuzey Kıbrıs'ta baskı olduğunu öne süren Fogg, "Kıbrıslıları özgür olmaya ve korkuyu yenmeye" davet etmiĢtir. Kıbrıs konusunun çözümlenmesi için gayrı resmi ve gönüllü hareket ettiğini söyleyen ,Fogg, Türkiye kamuoyunun doğru bilgilendirilemediği iddiasıyla, internet sitesi açıp gerçekleri yazmaktan bahsetmiĢtir. Kendi misyonu içerisinde olmamasına rağmen Kıbrıs'la Öze! olarak ilgilendiğini belirten Karen Fogg, Kıbrıs'ta çözümsüzlüğün Türkiye'nin AB üyeliğini engelleyeceğini de söylemiĢtir. Oysa aynı Karen Fogg, 2000 yılı sonunda Türkiye'ye verilen Katılım Ortaklığı Belgesi'nde yer alan Kıbrıs maddesinin "ön Ģart değil, öncelik olduğunu" söylemiĢti. 78 Karen Fogg'un E-Postal!an-Qoğu Perinçek/2 Basım Sf 32-40, 79 80 Hürriyet Gazetesı-8 5 2002 Cumhuriyet Gazetesı-10 5.2002 155 143 KKTC CumhurbaĢkant Rauf DenktaĢ'ın, sadece "40 yıldır diplomatlarla görüĢürüm. SöyleĢini görmedim. diyebildiği Fogg, ortaya çıkan bu skandali için de özür dilemek yerine dostça yapılan, gayrı resmi bir sohbetin çarpıtıldığını iddia etrniĢ ve "Bunun hızla unutulacağını um81 düğünü" söyjeyebilmiĢtir. Gazeteci Mustafa Balbay, AB'nin KKTC'dekĠ fon destekli çalıĢmalarına açıklık getirirken, çok önemli bir noktaya ĠĢaret etmiĢtir: "Fogg'un çıkıĢlarına paralel olarak AB'nin de KKTC'de Türkiye karĢıtı bir yapı oluĢması Ġçin her türlü giriĢimde bulunduğu dikkati çekiyor. Sağlam kaynaklardan sızan haberlere göre KKTC halkı ile Türkiye'yi karĢı karĢıya getirmek için AB 30 milyon dolar harcadı. Bu paranın önemli bir diliminin kamuoyu oluĢturma olanaklarına harcandığı gö82 rülüyor." KKTC'ye mali yardımları esirgeyen ve bunu Rum tarafının onayına bırakan AB'nin propaganda için herhangi bir onaya gerek duymadığı görülmektedir...AB'nin Kıbrıs'ta Türkiye'yi teslim almak için izlediği stratejinin üç ayaklı olduğunu anlatan Gazeteci Hikmet Bila da, ilk ayağın Türkiye ne derse desin, Rum kesimini AB'ye alma tehdidi olduğunu hatırlatıyor. Bila'nın belirlediği, diğer Ġki strateji konumuzla doğrudan Ġlgili olduğu için aktarmak istiyoruz: "Türkiye içinde AB-Yunan tezine destek sağlamak için kampanya. Bu konuda da Büyükelçi Karen Fogg'un yoğunlaĢarak, süren çabalarını hatırlamak gerekiyor. Medyada ve bazı sivil toplum örgütlerindeki baĢarılı çalıĢmalardan sonra bir grup entel Türk'ün Kıbrıs için ver-kurtul kampanyasında bir hayli yol aldığı görülüyor. KKTC yurttaĢlarından bazılarının satın alınması, Türklere Rum pasaportu verilmesi, cazip iĢ önerileri, ingiltere'ye gönderme sözleri, bazı sporcuların Güney'e kaçmaya ikna edilmesi gibi yöntemler de stratejinin bir bölümünü oluĢturuyor. Karen Fogg'un Kıbrıslı Türkleri ayaklanmaya çago ğıran sözlerini de herhalde bu grupta değerlendirmek gerekiyor." 81 Hürriyet Gazetesi-11.5.2002 82 Yunanistan Kıbrıs'ta Batı Trakya Modeli istiyor/Cumhuriyet Ga zetesi-10.5.2002 83 Kim Çatlayacak? Cumhuriyet Gazetesi- 15 5 2002 144 Avrupa Parlamentosu 1998'de, "AB ülkelerinde insan haklan" adlı bir raporu onaylayarak, üyesi ülkelerdeki ırkçı ve yabancı düĢmanlığına yönelik uygulamaları sert bir dılie kınamıĢtır. AB'nĠn daha saygınlık kazanması için insan haklarına yönelik ihlallerin üzerine gidilmesini isteyen AP, "Üçüncü ülkelere yönelik eleĢtirilerin ciddiye alınması, önce AB ülkelerindeki ihlallere son verilmesiyle gerçekleĢebilir." diye de son derece doğru bir tespitte bulunmuĢtur. AP, "Her türlü ırkçı, yabancı düĢmanlığına yönelik uygulamalar" kapsamında. "ĠĢ, ĠĢ eğitimi, konut, okul eğitimi, sağlık ve sosyal yardımlar konusundaki ayı84 rımcılığı" Ģiddetle protesto etmiĢtir. Bu kararlan kağıt üzerinde bırakan AB, Batı Trakya'da "üç maymunu" oynamakta, Kıbrıs'ın teslim alınması için ne kadar gayrı insanı ve gayrı ahlaki yöntem varsa uygulanmasına göz yummakta, hatta yardımcı olmakta, bunun adına da "çözüm" demektedir Bugüne kadar Türkiye baĢta olmak üzere üçüncü ülkelere insan hakları dersi vermeye kalkan AB'nin "iğneyi kendine batırma" zamanı gelmemiĢ midir? 84 Hürriyet Gazetesi-18.2 1998 145 BÖLÜM V AB'NĠN ADA'YA GELĠġĠ Yunanistan 15 Temmuz 1959'da, 16 gün sonra 31 Temmuz 1959'da da Türkiye AET'ye baĢvurur. Geçen 43 yıllık sürede Türkiye, AET'nîn devamı olan AB ile iliĢkisinde adeta yerinde saydınlır, hatta konumu 1959'un da gerisine itilir. Çünkü 1964'te yürürlüğe giren Ankara AnlaĢmasına göre Türkiye, "ortaklıkstatüsünde" Ġdî ve topluluk üyeliğine adaydı. Ancak Türkiye 35 yıl sonra yeniden "aday ülke" Ġlan edilir. Buna karĢılık, 12 Haziran 1975'te tam üyelik müracaatında bulunan Yunanistan, 6 yıl sonra üyeliğe alınır. AT DıĢiĢleri Konseyi, Yunanistan'ın baĢvurusunu kabul ettiği 24 Haziran 1975 tarihli kararda, Türkiye ile olan ortaklığına iliĢkin bir beyana da yer verir. Konseyin 347'inci toplantısı tutanaklarında yer alan bu beyanda; - Topluluğun Türkiye ile çok yakın ortaklık iliĢkilerini idame et tirmek ve geliĢtirmek hususundaki ilgisi ve, - Yunanistan tarafından yapılan tam üyelik baĢvurusunun Ġn celenmesinin, Toplulukla Türkiye arasındaki ĠliĢkileri etkilemeyeceği ve AET ile Türkiye arasındaki anlaĢmada yer alan hakların etkilenmeden kalacağı kaydedilir. Komisyon'un Yunanistan'ın tam üyelik baĢvurusu hakkında hazırladığı 29 Ocak 1976 tarihli görüĢte de, Konseyin 1975 tarihli bu beyanı tekrarlanır ve buna iĢlerlik kazandırılması gerektiği ifade edilir. Aynı görüĢte, AT'ın Türkiye ile Yunanistan arasındaki ihtilaflara taraf olmadığı 85 ve olmaması gerektiği de vurgulanır. Yunanistan ile Ġlgili Komisyon "GörüĢ"ü Ocak 1976'da açıklanır. 85 GKRY AB'ye Üye Olabilir mi? Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu AB Bilgilendirme Serisi/Haziran 2001/sf. 16 146 Görüldüğü gibi Yunanistan'la ilgili görüĢ baĢvuru tarihinden 7 ay sonra hazırdır, Türkiye ile Ġlgili görüĢ ise 2.5 yıl gibi, diğer ülkelere göre rekor bir sürede hazırlanır AT Komisyonu, Yunanistan'ın üyeliği ile ilgili olarak olumsuz görüĢ bildirir. Raporda, Yunanistan'ın "AT'ın fonlarını bitireceğinden ve bu ülkede, hayat düzeyinin çok düĢük olmasından" bahsedilerek, açıkça "Yunanistan üyeliğe alınmasın" denilir. Ama AT'ın siyasi otoritesi, Temmuz 1976'da Yunanistan Ġle müzakerelere baĢlar ve 86 1 Ocak 1981'de de tam üyeliğe kabul eder. Türkiye ise 14 Nisan 1987'de tam üyelik müracaatında bulunur Türkiye ile ilgili "GörüĢ", Yunanistan'ın çeĢitli engellemeleri sonucu (Bu tarihte Yunanistan artık AB üyesidir) ancak 18 Aralık 1989'da tamamlanır, AT DıĢiĢleri Komisyonu ise bu raporu 5 ġubat 1990'da onaylar. Toplam 164 sayfa olan Türkiye ile ilgili "GörüĢ"'ün 150 sayfası ekonomi ile Ġlgili olurken, siyasi değerlendirmelere sadece 14 sayfa ayrılır. Siyasi analizin yapıldığı bölümde, "Türkiye Ġle bir topluluk üyesi devlet arasındaki anlaĢmazlığın olumsuz etkileri ve ayrıca, AT Konseyi tarafından kısa bir süre önce tekrar endiĢe ifade edilmiĢ olan, Kıbrıs'taki durum dikkate alınmazsa, Türkiye'nin katılmasının politik yönlerine iliĢkin bir Ġnceleme eksik olurdu. Burada söz konusu olan, BM'nin ilgili kararlarına uygun olarak, Kıbrıs'ın birliği, bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğüdür." denilerek, ilk kez ancak genel Ġfadelerle, Yunanistan ve Kıbrıs sorunlarına iĢaret edilir. Neticede AT'ın Türkiye'nin baĢvurusu ile ilgili kararı, Yunanistan'da olduğu gibi kesin ret değildir. Rapora göre, "Türkiye, Topluluğa katılmaya ehil bir ülkedir, ancak ekonomik, siyasi ve sosyal nedenler ile nüfus ve coğrafik büyüklüğü sebebiyle Topluluk ve Türkiye bu katılıma hazır değillerdir". Buna rağmen değil tam üyeliğimiz, adaylığa kabulümüz bile uzun zaman mümkün olmaz. AT'ın Türkiye'ye karĢı tutumu, Yunanistan'ın üyeliğinden, daha açık bir biçimde de Rum kesiminin baĢvurusundan sonra değiĢir ve çifte standartlar baĢlar. KIBRIS-AB BAĞLANTISI AET, yasadıĢı "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile ilk kez 1972 yılında bir 86 Prof. Haluk Günuğur-Avrupa Birliği El Kitabı-Merkez Bankası/ 2Baskı-1995-sf.182 147 Ortaktık AnlaĢması imzalayarak, ĠliĢkiye geçer. Rum yönetimi 3 Temmuz 1990 tarihinde ise tüm Kıbrıs adına AB'ye tam üyelik baĢvurusunda bulunur. AT Konseyi, baĢvuruyu "GörüĢ"ünü bildirmesi için Komisyona havale eder. GörüĢ 30 Haziran 1993'te verilir ve baĢvurunun uygun bulunduğu açıklanır. Ancak bu geliĢmelerin Öncesinde ilginç bir altyapı oluĢturulur. Rum kesimi daha tam üyelik müracaatında bulunmadan 26 Haziran 1990 tarihinde Dublin'de yapılan AT zirvesinde, Kıbrıs ko- 07 nusunda Ģöyle bir bildiri kabul edilir. "Kıbrıs meselesi Türkiye-AT iliĢkilerini etkiler" ĠĢte bu bildiri Ġle Rum kesimine kapılar açılır ve sadece l hafta sonra baĢvuru gelir. AT organları da, iki taraf arasındaki mevcut sorunların BM aracılığıyla çözülmeye çalıĢıldığını ve adada bir BM barıĢ gücünün bulunduğunu, kısacası Kıbrıs'ta olağanüstü Ģartların varlığını dikkate almaksızın, Rum Kesiminin baĢvurusunu normal bir baĢvuru olarak değerlendirmeye alır. Türk kesimi, Kıbrıs Cumhuriyeti'n in kendileri adına konuĢma hakkı olmadığını belirterek, baĢvuruyu protesto eder ancak AB, bu itirazları geçiĢtirir, AT Bakanlar KonseyĠ'nin, Kıbrıs Rum Yönetiminin üyelik baĢvurusunu 17 Eylül 1990'da AB Komisyonu'na havale etmesi Amerika'nın muhalefetine rağmen gerçekleĢir. Amerika'da belli çevreler, Kıbrıs sorununun NATO ittifakının siyasi ve jeopolitik çıkarlarının dikkate alınarak, çözülmesi gerektiğini düĢünüyorlar, Türkiye karĢı olduğu için onlar da, AT'ın soruna müdahil olmasına karĢı çıkıyorlardı. Mesela, görev yaptığı dönemde DenktaĢ'a, BM kararlarının "siyasi" olduğunu açıkça söyleyen Amerika'nın eski Kıbrıs özel koordinatörlerinden Nelson Ledsky, Haziran 1995'te verdiği bir röportajda Ģöyle der: "Kıbrıs üzerindeki Ģahsi tecrübeme göre, Kıbrıs'ın AB üyeliği birleĢtirici bir nitelikte değil, bölücü bir niteliktedir. Bu ise geçmiĢte iki toplum arasında anlaĢmazlığa neden olmuĢtur, birbirlerini anlamaya değil. Dönemin BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar da, Rumların AT 87 Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa BirlĠği'ne Üye Olabilir mi?yTBMM Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu, Avrupa Birliği Bilgilendirme Serisi:3/ 2001-sf.17 88 Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi-Bugüne ve Yannı/2001Kısım 12-sf.159 148 baĢvurusuyla Ġlgili olarak 11 Eylül 1990'da, AB üyeliğinin çözüm çerçevesinde ıkı tarafça müzakere edilmesi gereken bir konu olduğuna iĢaret eder ve bu geliĢmenin çözümü güçleĢtirebileceğı uyarısında bu89 lunur AT Komisyonu "GörüĢ"ünde, Perez De Cuellar'ın bu uyarısı da yer alır. Bu arada, önsöz olarak Kıbrıs'taki fiili durumu anlatan bir rapor hazırlanır. Rapor, Kıbrıs Türk kesimi hakkında iehîike ĠĢareti veren bilgiler içeriyordu ve ingiliz Profesör Clement H.Dodd'un aktardığına göre, "•PenklaĢ'ın Kıbrıs'taki Türk göçmenlerin oylarıyla Parlamento'da çok büyük çoğunluk elde ettiği iddia ediliyordu. Komisyon, sonuç olarak ise."Kıbrıs"ın üye olarak kabul edilebileceğini ve sorunun çözümü kesinleĢmeye baĢlayınca, Topluluğun Kıbrıs'ın tam üyeliği ile son bulacak iĢlemlere baĢlayabileceğini" bildirir. Toplumlararası görüĢmelerde herhangi bir sonuca ulaĢılamazsa o zaman her iki tarafın da görüĢmelerde takındıkları tavırlara dayanarak, "Kıbns"ın tam üyeliğinin, Ocak 1995'te tekrar gözden geçirileceği duyurulur. Ancak AB Konseyi, 24-25 Haziran 1994'tekĠ Korîu Zirvesi'nde, Kıbrıs'ın baĢvurusu ile ilgili geliĢmelerin değerlendirilmesi ve AB'ye kabul edilmesi için müzakerelerin hızlandırılmasında ısrar eder. 9 Aralık 1994'teki Essen zirvesinde de AB'nin ilk geniĢlemesinin "Kıbrıs'ı da içe91 receği" açıklanır, ingiliz Prof. Dodd'un aktardığına göre, bu dönemde resmi olmayan görüĢler arasında farklılıklar vardı. Mesela ingiltere BaĢbakanı John Majör, Avam Kamarası'nda yaptığı bir konuĢmada, "Rumlar ve Türklerarasmdaki farklılıklaryüzünden Kıbrıs'ın tam üyeliğe çok uzak olduğunu" söylüyordu. 1995 yılı Ocak ayında Londra'da gerçekleĢen Major-Klerides buluĢmasından sonra da Kıbrıs'la müzakereler baĢlamadan önce, her iki tarafın anlaĢmaya ne kadar yakın olduğu konusunun açıklığa kavuĢmasının gerektiği ve ayrıca müzakerelerin 1996'dan önce baĢlayamayacağı bildirilir. Komisyonun "GörüĢ"ünün Ocak 1995'te tekrar gözden geçirilmesi bekleniyordu Görünürde BM destekli görüĢmelerde ilerleme kaydedilmesi ve BM gözlemcisinin ra89 GKRY AB'ye Üye Olabilir mi? Türkıye-AB Karma Parlamento Ko misyonu AB Bilgilendirme Sensi/Hazıran 2001/sf 13 90 Kıbrıs Meselesi- Güncel Bir BakıĢ/sf 22 91 a.g.e sf23 149 porunun askıya alınması üzerine beklenen gerçekleĢmez. Ġngiltere ve ABD Güven Arttırıcı Önlemler hakkında konuĢmaların devamı ürerinde ısrar ederken, Prof. Dodd'a göre, "Avrupa problemin karmaĢıklığının daha çok farkındaydı". Prof. Dodd, herhalde AB'nin Rum kesiminin baĢvurusunu kabul etmesinin ve Yunanistan'ın yoğunlaĢan baskılarının yarattığı karmaĢaya iĢaret etmektedir. G Günü: 6 Mart 1995 Bu geliĢmeler üzerine Ocak'ta yapılmayan AB Bakanlar Konseyi toplantısı, 6 Mart 1995 tarihinde yapılır ve "Kıbrıs" iie tam üyelik görüĢmelerinin 1996 yılı sonlarında tamamlanması beklenen hükümetlerarası konferansın bitiminden 6 ay sonra baĢlaması kararı alınır. AB'deki bu tavır değiĢikliğinin Önemli bir sebebi vardı. Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği ortaklık anlaĢması imzalanacaktır. O günlerdeki havayı öncelikle Prof. Dodd'un kitabından aktaralım: "Son zamanlarda Yunanistan, Kıbrıs meselesini Türkiye ve AB arasında kurulabilecek Gümrük Birliği meselesine bağlayarak, Kıbrıs Rum kesiminin pozisyonunu daha da kuvvetlendirmeye çalıĢmaktadır. Yunanistan Kıbrıs'ın da AB'ye katılması Ġçin öngörülen müzakereler Ġçin kesin bir gün belirlenmedikçe Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne girmesi kararını veto edeceğini açıklamıĢtır. Ancak ingiliz, Fransız, Alman, italyan ve Türk DıĢiĢleri Bakanlarının katıldığı bir toplantıda Yunanistan'ın 1997 yılında Kıbrıs'ın üyeliğiyle ilgifi müzakerelerin başlaması karĢılığında vetoyu kaldıracağını bildirmiĢtir. {Bu uzlaĢma planı Fransa tarafından öne sürülmüĢtür) Bunun, anlaĢma sağlansa da sağlanmasa da, Kıbrıs'ın üyeliğe kabul edilebilir anlamına gelip gelmediği pek belli değildir. Türk hükümeti. Türk politikasının sağında ve solunda Gümrük Birliği'ne karĢı olan veya Türkiye'nin Avrupa'nın bir parçası olmasını istemeyen etkili unsurlara kuvvet kazandıran bu Ģarta karĢı koymak için tesirli olmasa da, gayretle çaba göstermektedir. 1974 yılında Kıbrıs'a askeri harekatın yapılmasını isteyen sosyalist/islamcı koalisyon hükümetinin BaĢbakanı oian Bülent Ecevit'in görüĢü. (Kıbrıs dosyasının artık kapanması) gerektiği yolundadır. Çünkü ortada zaten bir çözüm vardır. Eğer Türkiye, AB ile bir Gümrük Birliği anlaĢması imzalarsa, AB Divanı'nın KKTC'nĠn ihracatına uyguladığı ambargoya uymak zorunda kalacaktır. (Böyle bir 150 ambargoyu kabul edebilecek bir hükümetin yetkilileri ise sokakta bile görünmeye cesaret edemeyeceklerdir). 9 ġubat'ta Yunanistan, Mart ayında yine de vetosunu kullanacağını açıkladı. Amacı Türkiye'ye yapılacak mali yardımın miktarının kısılıp, Yunanistan'ınkinin arttınlmasıydı. Ancak Öncelikle Orta ve Doğu Avrupa üîkelerininkine benzeyen planlanmıĢ bir kabul usulü ortaya konmasını istiyordu. Aslında istedikleri açıkça bir anlaĢmaya varılamasa bile Kıbrıs'ın AB'ye gerçekten girmesiydi. Bu da Türkiye'nin Gümrük Birüği anlaĢması hakkında ya da Kıbrıs konusunda alınacak bir kararın 1995 Martından sonraya kalması demekti. 16 ġubat'ta Avrupa Parlameniosu'nun Gümrük Birliği fikrini, Türkiye'nin insan hakları dosyasını öne sürerek, reddetmesiyle, daha muhtemel bir hale geldi. Daha sonra uluslararası baskılar altında kalan Yunanistan, Türkiye'nin Gümrük Birliği anlaĢmasını veto etmeyeceğini, AB ve Kıbrıs arasındaki görüĢmelere baĢlama sözü verilmesi no Ģartıyla bildirdi. Evet, Prof Dodd'un aktardığı gibi Yunanistan, Gümrük Birliği'ni veto etmekten vazgeçer ancak karĢılığında, Rum kesimi ile üyelik müzakerelerine baĢlanmasını garanti altına alır. Yunanistan'a bu garantiyi veren AB Konseyi, "AB'nin elindeki tüm imkanlarla, BM'nĠn Kıbrıs'ta etraflı bir çözüme ulaĢma yolunda sarf ettiği çabaları desteklemeye kararlı olduğunu da" bildirir. Böylece de AB, Türkiye ile Yunanistan arasındaki bu sorunun tarafı olduğunu duyurur, ilginç olan bu açıklamanın, Türkiye ile Gümrük Birliği anlaĢmasının imzalandığı 6 Mart günü yapılmasıdır ki, bu Yunanistan'ın iĢi ne kadar sıkı tuttuğunu göstermektedir. Kısacası Yunanistan, veto tehdidi ile Rum kesiminin "yasadıĢı" baĢvurusunu kabul ettirmekle yetinmemiĢ, devreden çıkarak, Kıbrıs'ı AB-Türkiye arasındaki bir sorun haline getirmenin ilk resmi adımını atmıĢtı. Çünkü AB Konseyi'nin "yapısal diyalog tesisi" adı altındaki bu kararı ile Rum kesimi, resmen tüm Kıbrıs adına yegane muhatap kabul edilmiĢtir. AB Konsey'i bu kararını, 1997'deki Lüksemburg Zirvesi'nde resmileĢtirecek ve "Rum tarafının Kıbrıs'taki iki ayrı halk ve tüm Ada adına tasarrufta bulunmaya ve bu çerçevede tam üyelik görüĢmelerini yürütmeye yetkili olduğunu" karara bağlayacaktır iĢte bu karardan sonra KKTC, herhangi 92 a.g.e. si.23-24 151 bir müzakere surecine toplum düzeyinde katılım sağlamayacağını, bundan sonraki görüĢmelerin ancak Ada'dakĠ iki devlet arasında yürütülebileceğini, Rum yönetimi Ġle AB arasındaki tam üyelik mü QQ zakerelerine ise katılmayacağını açıklayacaktır. AB ve Yunanistan Gümrük Birliği AnlaĢması'nı fırsat bilerek, Türkiye'yi kelimenin tam anlamıyla kıskaca alıp, Kıbrıs Ġçin adım adım hedefe ulaĢırken, o günün siyasi Ģartlan sebebiyle gözleri Gümrük Birtiğî AnlaĢması'nı ne olursa olsun imzalama dıĢında bîr Ģeyi görmeyen yöneticilerimiz, Rum Yönetiminin üyelik görüĢmelerine sözlü Ġtirazla yetinmek durumunda kalırlar. Prof. Dodd, o günlerde Yunanistan ve Rumların hedefini Ģöyle anlatır: "YunanJjfar ve Kıbrıslı Rumlara göre Kıbrıs'ın AB'ye kabul edilmesi problemin çözümü için bir katalizör niteliğindeydi. Çünkü bu durumun Türkiye'yi ve KKTC'yi taviz vermeye zorlayacağı düĢünülüyordu. Teorik olarak, Kıbrıs'ın AB'ye kabulüyle birlikte, Kuzey Kıbrıs konusunda AB'deki Avrupa devletlerinin vatandaĢlarına tanınan bir dtei. hak, Yunanlılara (ve AB'deki diğerlerine) tanınacaktı. Kıbrıslı Rum kesiminin çok önem verdiği üç özgürlük AB tarafından .onaylanmıĢ olacağından Türk askerleri bir AB ülkesi topraklarını iĢgal etmiĢ duruma düĢeceklerdi. Gümrük Birliği Nedir? Bu yoğun dönemde Türkiye cephesinde yaĢananları aktarmadan önce, yalnız ekonomik değil aynı zamanda çok önemli siyasi sonuçları olan Gümrük Birliği anlaĢmasının ne olduğunu ve neden yapıldığını kısaca hatırlatmak istiyoruz. AET'nin kurucu antlaĢması olan 1957 tarihli Roma AntlaĢması'nın yürürlüğe girmesinden sonra 15 Temmuz 1959'da Yunanistan, 16 gün sonra da 31 Temmuz 1959'da Türkiye'nin topluluğa katılmak için müracaat ettiğini belirtmiĢtik. Türkiye'nin gerekçesi, uzun dönemde Batı Avrupa'da kurutabilecek siyasal bir birliğin dıĢında kalmamak ve Gümrük Birliği içinde Yunanistan'a verilecek ticari tavizlerden 93 Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa Birfiği'ne Üye Olabilir mi?/ TBMM TürkĠye-AB Karma Parlamento Komisyonu, Avrupa Birliği Bilgilendirme Serisi:3/2001-sf.18-19-20 94 Prof.Dodd.a.g e. sf.23 152 yoksun olmamaktı. 4 yıi sûren görüĢmelerden sonra 12 Eylül 1963'te, Türkiye AET arasında "ortaklık" kuran Ankara AnlaĢması Ġmzalanır. 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren anlaĢma ile, Türkiye ekonomisinin kalkındırılmasını hızlandırmak, Türk halkının istihdam seviyesi ve hayat Ģartlarının yükseltilmesini sağlamak için taraflar arasında ticari ve ekonomik iliĢkilerin aralıksız ve dengeli olarak güçlendirilmesini teĢvik etmek öngörülür. Türkiye'nin kalkınmasına yardımcı olmak üzere de topluluğun Türkiye'ye ekonomik yardımda bulunması kararlaĢtırılır. Ankara AnlaĢması'nda öngörülen hedef, "diğer üyeler statüsünde" Avrupa Ekonomik Topluluğu'na ya da bugünün AB'sine girmekti. Ancak AET, AT ve ardından AB'ye dönüĢtükten sonra anlaĢmadaki temel unsurlar ve nihai hedef gözardı edilerek, iliĢki sadece Gümrük Birliği ile sınırlı tutulur. Türkiye, 14 Nisan 1987 tarihinde AT'a tam üyelik müracaatında bulunur. AT Komisyonu, müracaatımıza 18 Aralık 1989'da cevap verirken, birde "GÖRÜġ" hazırlar. Buna göre, "Türkiye, Topluluğa katılmaya ehil bir ülkeydi, ancak ekonomik, siyasi ve sosyal nedenlerle, Topluluk ve Türkiye bu katılıma hazır değillerdi". AT DıĢiĢleri Bakanları Konseyince de 5 ġubat 1990 tarihinde kabul edilen bu görüĢte, Türkiye'nin nüfus ve coğrafik büyüklüğünden duyulan endiĢe de dile getirilir, Türk ekonomisinin içinde bulunduğu durumun üyeliğe elveriĢli olmadığı anlatılır. Bu gerekçelerle Türkiye'nin üyelik baĢvurusu geri çevrilir ancak, hemen ardından, "Türkiye'ye, topluluğa üye olma ehliyeti üzerinde Ģüphe yaratmaksızın" bir yol haritası çizilmesi ve bir d.izi somut tedbirin alınması kararlaĢtırılır. Bu tedbirler, "Türkiye'nin özlemlerine ve ihtiyaçlarına cevap veren dört unsur üzerinde yoğunlaĢacaktır: Gümrük Birliğinin tamamlanması, malî iĢbirliğinin yeniden baĢlatılması ve yoğunlaĢtırılması, endüstriye!' ve teknolojik iĢbirliğinin geliĢtirilmesi ve politik ve kültürel bağların güçlendirilmesi." Ģeklinde açıklanır En önemlisi de Komisyon, Türkiye Ġle Gümrük Birliği'nin 1995 yılında tamamlanmasını kararlaĢtırır, Görüldüğü gibi AB, Gümrük Birliği ile ilgili kararını daha 1989 yılında vermiĢtir. Türkiye'de Ġse bunun çok büyük mücadeleler sonucu elde edildiği gibi bir hava yaratılır. Burada Ġki ilginç noktayı ĠĢaret etmek gerekmektedir. Bunlardan ilki, Türkiye'nin tam üyelik baĢvurusunun 5 ġubat 1990'da reddedilmesinden sonra Rum kesiminin 3 Temmuz 1990'da tam üyelik baĢvurusunda bulunması, diğeri de, AB Ko - 153 misyon u'nün, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin üyelik baĢvurusu üzerine 30 Haziran 1993'te hazırladığı "GörüĢ"te yer alan Ģu ifadedir kî aslında, Rum kesimine, sorunun çözüm Ģartının konulması anlamına gel95 mektedir: "...çözüm yönünde bir ilerleme kaydedilmemesi halinde iki tarafın tutumları gözönünde bulundurularak, Kıbrıs'ın AB üyeliğinin 1995 yılında yeniden değerlendirilmesi..." AB, Türkiye'nin baĢvurusunu reddetmiĢ, hemen ardından sadece 5 ay sonra Rum kesiminin müracaatı gelmiĢtir. AB, Türkiye'ye de, Kjbrıs Rum kesimine de 1995 için randevu vermiĢtir... Bu ilginç çakıĢmalar tesadüf olmasa gerek. Evet AB, Türkiye'nin tam üyelik baĢvurusunu geri çevirmiĢti ancak yöneticilerimiz Gümrük Birliği için çok hevesliydiler. Öyle ki, dönemin BaĢbakanı Turgut Özal, "Gümrük BĠrliği'ne mutlaka gireceğiz" diyordu. Sonrasını Prof. Erol Manisalı'dan, akrataralım; "Brüksel ve Atina anlaĢtılar, konu Kıbrıs'tı. AB, 1993'ten beri adayı Türkiye'den koparıp birlik içine almak istiyordu. Zaten 1993'teki Brüksel açıklamasında (Kıbrıs konusunun 1995'te gündeme getirileceği) 96 açıklanmıĢtı." Manisalı'nm, burada bahsettiği, yukarıda yer verdiğimiz, Rum Kesimi için kararlaĢtırılan randevu tarihidir. Nihayet Türkiye'nin 6 Mart 1995 olan randevu tarihi yaklaĢmıĢtır. Prof. Manisalı anlatıyor: "24 ġubat 1995'te AB Komisyonu BaĢkant, BaĢkanlık Bildirgesi baĢlığı ile resmi bir açıklama yaptı. Bu açıklamada, (Kıbrıs Cumhuriyeti ile en kısa zamanda tam üyelik görüĢmelerine geçileceği) belirtiliyordu. Birkaç gün sonra Gümrük Birliği belgesi imzalanacaktı, imza öncesi Brüksel, koĢulunu açıklamıĢtı. Bu koĢul çerçevesinde 6 Mart belgesi Ġmzalanacaktı. Yani Ankara hükümetine dolaylı yoldan evet de97 dirtiliyordu." Sert eleĢtirileri üzerine dönemin BaĢbakanı Tansu Çiller ile Yardımcısı ve DıĢiĢleri Bakanı Murat Karayalçm, Prof. Manisalı i(e biraraya 95 GKRY AB'ye Üye Olabilir mi? Türkiye-AB Karma Parlamento Ko misyonu AB Bilgilendirme Serisi/Haziran 2001/sf.17 96 Avrupa Çıkmazı-1.basım sf 134 97 a.ge.sf 134-135 154 gelirler. Manisalı, Kıbrıs baĢta olmak üzere GB'nin sakıncalarını anlatır. Ancak 1.5 saatlik yemek sonunda Çiller, "Artık hiçbir Ģey yapamayız, QQ belge tamamlandı. 6 Martla imzalayacağız " demekie yetinir. Pazarlıklar ve büyük tartıĢmalar arasında AB-Türkiye Gümrük Birliği anlaĢması 6 Mart 1995'te imzalanır. KIBRIS'TA TAVĠZ VERĠLDĠ MĠ? Ve Gümrük Birliği anlaĢmasından çok Kıbrıs konusu hem Türkiye'de, hem uluslararası platformlarda ön piana çıkar. Türkiye'deki tartıĢmaların ağırlık merkezine "Kıbrıs'ta iaviz verilip, verilmediği" oturur. Dönemin DıĢiĢleri Bakanı Murat Karayalçın, anlaĢmanın imzalandığı 6 Martta AB- Türkiye Ortaklık Konseyi'nde bir konuĢma yaparak, o güne kadar çoktan pazarlıkların merkezine oturmuĢ olan Kıbrıs sorununu, AB ile iliĢkilerden ayırmaya çalıĢır. Karayalçın, gerek Rum kesiminin üyelik müracaatının kabulü, gerekse de üyelik görüĢmelerine baĢlanmasının yasal olmadığını hatırlatıp, "Üyelik görüĢmelerinin adada kalıcı çözüme ulaĢılmadan baĢlatılması, görüĢmelerin Kıbrıs Rum kesimiyle tek taraflı sürdürülmesi anlam na gelecektir. Arzu edilmeyen bu durumun gerçekleĢmesi halinde Ġse baĢka bir seçeneği kalmayan Türkiye, KKTC ile entegre olmak üzere gerekli adımlar atacaktır." der. AB'nin takındığı tutumun Kıbrıs'ta kalıcı çözümün bulunması Ġçin çaba harcamak yönünde rol almasını engellediğini belirten Karayalçın, Türkiye'nin görüĢmelerin ilerlemesi Ġçin vereceği desteğin, Kıbrıs Rum kesiminin çözüm yönünde göstereceği isteklilik ve Yunanistan'ın bu amaçla ortaya koyacağı destek ölçüsünde olacağını bildirir. Karayalçın, Konsey'in kararının, adanın bundan sonra sürekli bölünmüĢ olarak kalmasına sebebiyet verecek bir karar olduğunu da vurgular, Karayalçın'ın bu açıklaması Rum delegasyonunu öfkelendirir ve Rum Bakan Georges Mangakis, AB'ye bir mektup yazarak, "Karayalçın'ın Kıbrıs m AB'ye üye olma hakkını tahrik edici bir Ģekilde sorguladığı, özellikle de bir iç anlaĢmaya varılmadan Kıbrıs'ın AB'ye üyeliği gerçekleĢirse, adanın Kıbrıs Curnhuriyetı'nin iĢgali altındaki kısmını 98 Erol Manisalı a g.e sf.135-136 99 Egemenlik Avrupa Birliği ve KKTC/KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Bakanlığı/sf68 155 Türkiye'ye katmakla tehdit ettiğini" bildirir. Rum Bakan'a göre, bu tehdit, birçok Avrupa Konseyi kararına ve ortak tutuma açıkça karĢı gelmekti. Komisyon üyesi Hans Van Der Broek da düzenlediği basın toplantısında, "Çok iyi tahmin edilebilir ki, eğer Konsey uygun görürse, Kuzey kısımla yapılan görüĢmeler, LefkoĢe hükümetine danıĢıtarak sona erdirilebilir çünkü AB'nin 15 üyesi ve Komisyon sadece bir Kıbrıs devletî tanımaktadır. diyerek, Rum kesimine destek verir. Görüldüğü gibi daha Gümrük Birliği anlaĢmasının mürekkebi kurumadan Kıbrıs sorunu AB'nırt sorunu haline gelmiĢ, Rum kesimi Türkiye'nin karĢısında, "Avrupa Konseyi kararları ve ortak tutumunun" arkasına sığınmaya baĢlamıĢtır. Prof. Dodd'un da vurguladığı gibi, Mart ayından bu yana gündemde olan soru. Türkiye'nin, 8 Kasım 1995'te Avrupa Parlamentosu'nda onaylanan ve 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek olan Gümrük Birliği AnlaĢması ile, daha iyi bir atmosfer yaratma çabasıyla Kıbrıs konusunda birtakım zararlı tavizler verip, vermediğidir. Oysa DıĢiĢleri Bakanı Karayalçın, Türkiye'nin Kıbrıs konusundaki tavrını koruyacağın; bildirmiĢti. Türkiye'nin tutumu; eğer AB, Yunanistan'la Gümrük BirlĠğî'ni veto etmeme karĢılığında Kıbrıs müzakerelerinin baĢlatılması yolunda zımni bir anlaĢmaya vardıysa, bu konunun Türkiye'yi ilgilendirmediği Ģeklindeydi. Prof. Dodd, "Ama bu konu acaba gerçekten de Türkiye'yi ilgilendirmiyor muydu? diye soruyor ve devam ediyor: "Anavatan Partisi Genel BaĢkanı Mesut Yılmaz ve diğerleri, Türkiye'nin, Kıbrıs müzakerelerinin AB takvimine dahil edilmesini protesto etmesi gerektiğini öne sürdüler. Türkiye, bir garantör devlet olarak, Türkiye'nin üyesi bulunmadığı AB'ye Kıbrıs'ın girmesini veto edecek Kıbrıs Türk tarafı kararını destekleyebilirdi. Bu Ģartlar altında Türkiye Garanti AntlaĢması maddelerinin tatbikini garanti edecek gerekli adımlan atabilirdi. Bu vetonun nasıl uygulanacağı ise Ģüphesiz problem yaratacak bir konuydu. EleĢtiri yöneltenlerin iĢaret ettiği bir baĢka nokta ise, aralarında Yunanistan'ın da bulunduğu 15 ülke tarafından kabul edilen AB 100 Clement H.Dodd-Kıbrıs Meselesi Güncel Bir BakıĢ/sf.26 101 Prof.Dodd, a.g.e sî.27 156 Belgesı'nde (SH 1661/95, 242.1995) Türk toplumunun da Kıbrıs'ın bir parçası olarak AB'ye girmesiydi. Türk toplumunu ikinci plana atan bu karar, BM'nin her iki topluma da eĢit muamele uygulamasını hiçe sayıyordu. Bu belgenin Türkiye tarafından reddedilmesi gerektiği iddia ediliyordu. Genellikle Türk Hükümetinin Avrupa'nın kucağına atlamak için haddinden fazla istekli davrandığı, aslında bunun Türkiye'den çok 'Avrupa'ya yarar sağlayacağını hükümetin takdir edemediği ve Türkiye'nin gelecekti Kuzey Kıbrıs haklarını savunma kapasitesini engelleyici birtakım tavizler verilmesine göz yumduğu öne sürülüyordu." Evet, Prof. Dodd'un da iĢarei ettiği gibi Türkiye o kadar iĢtahlıydı ki, Gümrük Birliğinin 1995'te tamamlanmasına daha 1990 yılında karar verildiği halde, AB kendini geri çekiyordu. Bunun Ġçindir ki, AP, 6 Mart öncesi bu anlaĢmanın onaylanmasına Ġzin vermeyerek, Türkiye'nin pazarlık masasına çekilmesini ve ticari bir anlaĢma üzerinden siyasi tavizler koparılmasını sağlar AnlaĢma imzalanmadan önce, ileriki bölümde detaylı olarak anlatılacak olan "demokratikleĢme, insan haklan, Kıbrıs ve Kürt sorunları" gibi tümüyle ülkemizin birlik ve bütünlüğüne yönelik konularda Ģart koĢulur, güvence istenir. Bundan sonradır ki, Gümrük Birliği anlaĢması imzalanır ve Avrupa Parlamentosu da, reddettiği bu anlaĢmayı Say sonra onaylar. Hükümetin Kıbrıs konusunda gizli tavizler verdiği tartıĢmaları o kadar yoğunlaĢır ki, Türkiye'nin Kıbrıs politikasını açıklığa kavuĢturucu yeni giriĢimler yapılması mecburiyeti ortaya çıkar. Bu geliĢmelerin, özellikle de Avrupa Parlamentosu'nun ağır Ģartları üzerine MGK'nın Aralık 1995'te aldığı kararla, 28 Aralık 1995'te iki ülke CumhurbaĢkanları Demirel ve DenktaĢ'ın Ġmzasıyla bir Ortak Deklarasyon yayınlanır. Deklarasyonun özü, "Türkiye-AB iliĢkileri ile Ankara'nın Kıbrıs politikası arasında bağ yoktur, Gümrük Birliği baĢka Kıbrıs baĢka" Ģeklinde ifade edilebilir Deklarasyonda, özellikle Ecevit'in, Gümrük Birliği'nin, Türkiye'nin KKTC ile ticari ĠliĢkilerini kesmesine yol açacağı Ģeklindeki uyarısına cevap verilırcesine, Türkiye-KKTC arasındaki ticaretin Gümrük Birliği'nden olumsuz etkilenmeyeceği, aksine Gümrük Birliği'nin sağladığı imkanlardan en geniĢ ölçüde yararlanılacağı vurgulanır. Türkiye ile KKTC'nın her konuda müĢterek hareket edeceğinin belirtildiği deklarasyonda, KKTC ile ilgili uluslararası antlaĢmalara da iĢaret edilerek, 157 Kıbrıs'ın Türkiye ile Yunanistan'ın üye olmadıkları uluslararası siyasi ve 102 ekonomik birliklere katılamayacağı hatırlatır. Bu deklarasyonu değerlendiren Prof.Dodd'a göre, "Bildirinin kararlılığı, Gümrük Birliği AnlaĢmasının Ġmzalanmasından önce Kıbns Rum Hükümetinin meĢruluğunu kabul edermiĢ gibi görünen birtakım tutumlara ters düĢüyordu,Örneğin, Türk hükümetinin, 1995 Marfmda Türk Milli Hentbol takımının Güney-Kıbrıs'a bir karĢılaĢma için gitmesine itiraz etmemesi, Kıbrıslı Rumların Güney'e, (iĢgal) altındaki kuzeyden giriĢi yasaklamasını ve KKTC'nin Kıbrıs Rum Hükümeti tarafından ta •)flQ mnmamasını kabul etmesi anlamına geliyordu. Prof. Dodd, daha o günlerde, "Türkiye'de Avrupa'yla entegrasyonda Kıbrıs'ın bir engel teĢkil ettiğini düĢünen çevreler olduğu açıktır. Gümrük Birliği gerçekleĢtikten sonra bu tip baskılara ne derecede boyun eğileceği Ġse daha ileriki zamanlarda görülecektir." tespitini yapıyordu. AB'ye Göre Kıbrıs'ta Taviz Verdik Prof. Erol Manisalı'nın aktardığına göre Brüksel, Türkiye-KKTC Ortak Deklarasyonu üzerine, "Ankara neden kızıyor, tepki gösteriyor? Biz Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile 6 Mart 1995 öncesi Türkiye hükümeti ile sağlanan mutabakat sonucu görüĢmelere baĢladık.' diyordu. Türkiye AB'ye, Gümrük Birliği için gerçekten Kıbrıs konusunda taviz vermiĢ miydi? Buna iliĢkin ipuçlarını ancak Avrupa Parlamentosu'ndaki görüĢmelerde bulabiliyoruz. Gümrük Birliği anlaĢmasından önce bu kararı reddeden Avrupa Parlamentosu'nun 8 ay sonra Kasım 1995'te anlaĢmaya onay vermesi baĢlı baĢına ilginç bir geliĢmedir. Avrupa Parlamentosu'nun bu izini vermesini, güçlü bir lobi çalıĢmasına bağlamak mümkün değildir. Gerçi bunun yapıldığı, dönemin BaĢbakanı Tansu Çiller'in AP'deki 626 milletvekiline bazı sözler içeren, etkili bir mektup gönderdiğinden söz edilmiĢtir. Bu arada AB Komisyonu üyesi Sir Leon Britîan'ın, Avrupa Parlamentosu'na Kasım 1995'te gönderdiği, "Türkiye, Gümrük Bîrliği'ne sokulunca, Kıbrıs uyuĢmazlığı Brük102 EgemertlĠk,Avrupa Birliği ve KKTC/KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Bakanlığı/sf.66 103 Prof.Dodd,a.g.e. sf.28 104 Prof. Manisalı,a.g.e sf.155 158 sel'in yaklaĢımı doğrultusunda çözülebilecektir." Ģeklindeki iç hizmet raporunun da AP'yi etkilemiĢ olması mümkündür Ancak Gümrük Birliği'nĠ onaylayan Avrupa Parlamenîosu'nun Ģartları o kadar ağırdır ki, MGK'nm kararı ile Türkiye ve KKTC CumhurbaĢkanları yukarıda aktardığımız ortak deklarasyonu yayınlamak zorunda kalırlar. Avrupa Parlamentosu'nun hangi Ģartları koĢtuğunu, 1 yıl sonra yapılan oturumdaki değerlendirmelerden açık bir Ģekilde görüyoruz. Gümrük Birliği AnlaĢmasının ilk 9 ayını değerlendirmek üzere 18 Eylül 1996'da Strasburg'ta yapılan toplantıda yaĢanan tartıĢmalar, tümüyle siyasi sebeplerle (demokratikleĢme, insan hakları, Kıbrıs ve Kürt sorunları) Türkiye ile Gümrük Birîiği'nin tamamlanmasına onay verildiğini ve yöneticilerimizin de bu Ģartları maalesef kabul ettiğini gözler önüne serer. AB, 1 yıl sonra bu isteklerin yerine gelmediğini görünce, Türkiye'yi 0 kadar ağır Ġfadelerle suçlar ki, bunların değil müstakbel bir ortaklık, düĢmanlar arasında teiaffuzu dahi mümkün değildir. Türkiye, Kıbrıs'la ilgili olarak, "Baskı, cinayet, sindirme Avrupa'nın değerleri değildir" ve "20 yılı aĢkın bir süreden beri Avrupalı Kıbrıs'ın üçte birini ve Avrupa'yı iĢgal eden Türkler bugün oralarda Kıbrıslıları öldürüyorlar." diye suçlanır. Buna benzer çok sayıda asılsız ve sorumsuz suçlama yapıldıktan sonra da Gümrük Birliği'nin durdurulması ve Türkiye'ye yapılacak olan tüm mali yardımların askıya alınması teklif edilir. Toplantıdaki tartıĢmalardan Kıbrıs'la ilgili bazı bölümler özetle Ģöyledir:106 VAN DER BROEK (Komiser/Türkiye'nin 6 Mart 1995'teki tepkisi üzerine, Kıbrıs'ın kuzey kesimi ile görüĢmelerin LefkoĢe hükümetine danıĢılarak sona erdirilebileceği tehdidinde bulunarak, açıkça Rum kesimine destek veren milletvekili}: Hükümetlerarası Konferansın kapanıĢından sonraki 6 ay Ġçinde Kıbrıs'ı da aramıza almak üzere görüĢmelere baĢlamak için aldığımız pofitik karara sıkı sıkıya bağlı "Kalmalıyız Türkiye'deki siyasi durum oldukça karmaĢık olup, bu aĢamada Türk dıĢ politikasının Ġzleyeceği yön ve Avrupa ile iliĢkilerinde takınacağı tutuma iliĢkin çok ileriye dönük çıkarımlarda bulunmak oldukça 105 Türkîye-Avrupa ĠliĢkilerinde Sessiz Darbe,Prof.Dr Erol Manisalı/ 1 Baskı-Temmuz 2002, sf. 201 106 iKV nın topiantı tutanakları gayn tesmı tercümesi 159 güç görünmektedir. Bu sebeple, Türkiye'yi bu forumdan bir kez daha, diğer meselelerin yanında yeni toprak talepleri, askeri provokasyonlar veya baĢka usullerle Yunanistan ile arasındaki gerginliği tırmandırmamaya çağırıyoruz. Toprak taleplerinin Lahey Uluslararası Divanı'na getirilmesi gerekmektedir. GREEN (Avrupa Sosyalist Partisi Sözcüsü): Kıbrıs, bizim Türkiye ile olan siyasi iliĢkilerimizin bölünmez bir parçasıdır, çünkü Kıbrıs'ın kuzeyinin üçte biri Türk güvenlik güçlerinin iĢgali altındadır. Türkiye'nin, Kıbrıs'ın kuzeyinde 35 bin askeri bulunmaktadır. Kıbrıs, AB'ye tam üyelik baĢvurusunda bulunmuĢ ve Komisyon'dan olumlu görüĢ almıĢ bir devlettir. Dolayısıyla Kıbrıs'ta gerçekleĢen olayları Türkiye ile siyasi iliĢkilerimizin ayrılmaz bir parçası olarak ele almak istememiz gayet tabiidir. Baskı, cinayet, sindirme Avrupa'nın değerleri değildir.Türk yetkili makamlarının uygulamaları karĢısında iyi niyet, beklenti ve vaad gibi kavramlar değerini yitirmiĢtir. Türkiye ile iliĢkilerimizde uzlaĢmacı kararların ve çifte standartların yeri yoktur. Açıkça söylemek gerekirse, söz ve vaadlerin siyasi Ġradeye ve kesin uygulamaya dönüĢtürülmesi gereklidir. Bu nedenle, benim mensup olduğumu siyasi grup Türkiye'ye yönelik tüm mali yardımların askıya alınması için her türlü çabayı gösterecektir. CALlGARlS (Avrupa için Birlik Grubu Sözcüsü): Yunanistan ile Kıbrıs ve Ege konusundaki artan anlaĢmazlığından, israil ile vardığı anlaĢmadan, Kürdistan'daki askeri mevcudiyetinden ve Irak krizi konusunda benimsediği tavırdan görüleceği gibi Türkiye bu bölgede anahtar unsuru oluĢturmaktadır. Gerek içeride, gerekse dıĢarıda kabulü mümkün olmayan ve ölçü dıĢı tutumlara gösterilen tepkiyi anlayıĢla karĢılamakla beraber Türkiye'yi uzaklaĢtırabilecek ve tecrid edecek, iç durumu kötüleĢtirerek onu uzun zamandır yakınlaĢmaya çalıĢtığı Avrupa'dan ayıracak GB'nîn durdurulması kararına hayır dememiz gerektiğine Ġnanıyorum. Bununla birlikte, AB'nin otoritesine zarar veren ve hiçbir sonuca götürür gözükmeyen bîr diyalogun sürdürülmesine de hayır. Bu nedenle Komiser Van Den Broek'un da arzuladığı gibi Avrupa'nın krizleri anlayabildiğini ancak alaya alınmaya müsamaha edemeyeceğini göstermek üzere tamamen farklı, katı talepkar ve kuvvetli temeller üzerine bir diyalog tesis edilmelidir. PĠOUET (Avrupa BirleĢik Sol-Nordik YeĢil Sol Konfederal Grubu 160 Sözcüsü): Parlamentomuz GB anlaĢmasını, yetkililerin Türkiye'nin karĢı karĢıya olduğu sorunları aĢmasına yardımcı olacağı gerekçesiyle kabul etmiĢtir. Fakat hiçbir Ģey değiĢmedi, aksine daha da ağırlaĢtı. ġüphe etmiyorum ki, parlamentomuzun oyunun rengi, büyük çoğunlukla Türk yetkililer ile olan iliĢkilerde Komisyon ve Konsey'in katı tutum takınması yönünde olacaktır. Bu bir siyasi gereklilik sorunudur. Bu aynı zamanda AB için haysiyet meselesidir. STlRBOlS (Bağımsız): Bu anlaĢmanın çok ciddi bir sonucu var. Bu anlaĢma Ankara AnlaĢması'nın 28.maddesinin de öngördüğü gibi 65 milyon Türk'ün Avrupa'ya entegrasyonuna kesin bir geçiĢtir. Yani ülkelerimizde yaĢayan mevcut milyonlarca Türk'e 65 milyon ek bir katılım olacaktır. Türk Hükümeti Kıbrıs sorununa çözürn bulmak için söz vermiĢtir. 20 yılı aĢkın bir süreden beri Avrupalı Kıbrıs'ın üçte birini ve Avrupa'yı iĢgal eden Türkler bugün oralarda Kıbrıslıları öldürüyorlar. Sanıyorum, hükümetlerimiz bu dehĢet verici anlaĢmayı ertelemekten yanalar. Hal ne olursa olsun Türkiye'ye metelik yok diyorum. SAKELLARlOU (Avrupa Sosyalist Partisi Sözcüsü): Bakanlar Konseyi BaĢkanının konuĢması sırasında yüksek sesle güldüğüm Ġçin suçluyum ve özür diliyorum. Ama bir sefere mahsus olmak üzere, hafifletici nedenlerimi kabul ediniz. Ama bundan sonrası için size söz veriyorum, Konsey BaĢkanlığı Bayan Çiller'in vaatlerinin ayrıntılarına girse bile, gülme dürtümü bastırmaya çalıĢacağım. Bayan Çiller'in, bu parlamentonun 626 üyesine ve bu arada bana da göndermiĢ olduğu ve vaadetüği herĢeyi gerçekleĢtirebilmesi için bizlerden kendisine yardımcı olmamız ricasını Ġçeren mektubu hala saklıyorum. Bu mektubu sakladım, çünkü bir BaĢbakandan her gün mektup almıyorum. Bu mektubu bugün okuduğunuzda, gözlerinizden yaĢlar akıncaya kadar gülersiniz, çünkü Ġçerdiği vaadlerin hiçbirisi yerine getirilmemiĢtir. Sadece Türkiye'deki durumun her dört alanda daha da kötüye gitmiĢ olmasından dolayı değil, ama Bayan Çiller'in iktidara gelmesini engellemek istediği aynı kiĢiyi iktidara taĢımak için bizim yardımımızı kötüye kullanmıĢ olmasından dolayı...Ciddî olduğumuzu Türkiye'ye gerçekten göstermek zorundayız ve bence bugün için bunun tek yolu, Türkiye'ye yönelik tüm yardımların askıya alınmasıdır. LAMBRlAS (Yunanistan Yeni Demokrasi Partisi Sözcüsü): Küs- 161 tahlrğın en doruk noktası da Ģudur; ÇilekeĢ Kıbrıs'a adıl, kalıcı ve güvenli bir çözüm bulunması için yapıcı bir diyaloga katkı yerine, ordularının istila ettiği kuzey kesimine faĢist bozkurtlarım göndermektedir. GAROSCĠ (Avrupa Ġçin Birlik Grubu): Avrupa ile Türkiye arasındaki GB'yi uygulamalı ve iĢler hale getirmeliyiz. GB anlaĢmasıyla Türkiye'ye Avrupa'ya diyalogda bulunma ve böylece geleceğe daha iyimser bir Ģekilde bakma imkanını sunuyoruz. Hazin bir geçmiĢe yeniden dönmekten baĢka Türkiye için bir alternatif mevcut değildir. AB, üye devletleri ve ilk etapta Yunanistan'ın çıkarlarını daima korumak zorundadır. HerĢeye rağmen olumlu Ģekilde yaklaĢmak istediğimiz Türk milleti ve halkı, Avrupa'nın ve özellikle Akdeniz'in gelecekteki senaryosunda büyük imkan ve sorumluluklara sahiptir. HRĠSTODOULOU (Yunanistan Yeni Demokrasi Partisi Sözcüsü): Türkiye'nin Kıbrıs trajedisinin Türk-Yunan meselesi olarak gösterilmesi çabalarının da durdurulması gerekmektedir. Bu sorun bütün medeni dünyanın ve özellikle AB'nin sorunudur ve bu çerçevede görülmesi gerekir. CROVVLEY (Avrupa Ġçin Birlik Grubu Sözcüsü): GB'yi oluĢturmamız sebebiyle Türkiye'deki Ġnsan hakları durumunun iyileĢeceğine, bunun gibi Türkiye GB'ye katıldığı için Kıbrıs adasının tekrar birleĢeceğine inanıyordum. CAUDRON (Avrupa Sosyalistler Partisi): 1 yıl önce 1995 sonunda Türkiye'deki seçimlerin arifesinde, GB'yi kabul etmemizi isteyen Ġkna edici mucizevi bir makine çalıĢmaya baĢladı. Devlet baĢkanlarının giriĢimleri, hükümetlerin baskıları, telefonlar, insan hakları konusunda ve Kürtlere demokrasi konularında üst üste verilen sözler, hatta Kıbrıs'ta barıĢ. Ve gürz gibi bir nihaî argüman; eğer GB kabul edilmez ise islamcılar Ġktidara gelecekler. GB'yi ve daha bir çoğunu eli ayağı bağlı olarak onayladık. Açıktır ki, bugün AP'nin onayını verdiği dönemdeki politik Ģartlar mevcut değildir. Tüm bunlar artık sözkonusu edilmeli ve Avrupa mali protokolden kaynaklanan ve MEDA programı çerçevesinde öngörülen kredi paketini dondurmalıdır. Komisyon GB'yi gündeme getiren Ģartları da Ġncelemelidir. TartıĢmalardan, Türkiye'nin Kıbrıs'ta net bir taviz vermiĢ olduğu sonucu çıkarılamasa da, Gümrük Birliği uğruna en azından AB ile iliĢ162 kilerimizde temel bir konu haline gelmesine ve pazarlık aracı olarak kullanılmasına imkan sağlandığı görülmektedir. AP'den Ġnsafsız Ayırım, Ölçüsüz Suçlamalar Avrupa Parlamentosu, bu toplantıdan sonra Türkiye'deki siyasal geliĢmelerle ilgili olarak tüm siyasi gruplarca hazırlanan bir karar metnini kabul eder. Bu karar metni, 23 red ve 20 çekimser oya karĢılık 319 kabul oyu alır. AP'nin, Kuzey Irak'taki son durum ve Kıbrıs konularında Ġki ayrı 7 kararı daha olur. AP, Türkiye'deki siyasi durum île ilgili olarak, "geçmiĢ ilke kararları çerçevesinde" gözönünde bulundurduğu hususları (Kıbrıs ile ilgili) Ģöyle sıralar; - Özellikle Gümrük Birliği kararını onaylarken benimsediği ve Türkiye ve AB arasında anlaĢmalara dayalı yeni iliĢkilerin kurulması di leğinin ifade edildiği 13 Aralık 1995 tarihli ilke kararını; eski BaĢbakan Tansu Çiller'in demokratikleĢme ve insan haklan konularında iyi leĢmelerin gerçekleĢmesi, Kıbrıs konusunda ilerleme sağlanması ve Kürt sorununun barıĢçıl yollardan çözülmesi yönündeki taahhütleri, - Gümrük Birliği'nin gerçekleĢmesinden bu yana, Tür kiye'deki insan hakları durumunun çok belirgin bir biçimde kötüleĢtiğini ve demokratikleĢme konusunda Önemli hiçbir geliĢmenin ger çekleĢmediğini; diğer yandan Ege denizi ile Kıbrıs'taki provokasyonlar ve Kuzey Irak'taki saldırılar gibi dıĢarıdaki gerilimlerin de artmıĢ olduğu, - Kıbrıs'ın tam üyelik müzakerelerinin Hükümetlararası Konferans'm bitiminden 6 ay sonra baĢlayacağı, - ParamĠliter Türk kuvvetleri tarafından desteklenen Türk askerleri tarafından Ada'nın iĢgal altındaki bölümündeki sınır çizgisinde soğukkanlılıkla silahsız Kıbrıslı iki Rum gencinin Öldürülmesi karĢısında büyük bir kaygı duyarak, - Sınır çizgisinin iki tarafında da kurban verilmesine yol açan tarafsız böîgede meydana gelmiĢ bir çok olaydan üzüntü duyarak, ġu kararlan alır; 107 iKV'nin 4 Ekim 1996 tarihinde milletvekillerine gönderdiği bilgi notu 163 - Türk HükümetĠ'nden, AP'nin Gümrük Birliği için uygun gö rüĢünü temel olarak dayandırdığı 13 Aralık 1995 tarihli kararında be lirttiği ve dört alandaki- insan hakları, demokratikleĢme, Kıbrıs ve Kürt sorunu- tutumunu AB'ye açıklamasını talep eder, - Anastosios Isaak ve Solomos Solomos'un Türk askerleri ve paramiliterleri tarafından Öldürülmesini Ģiddetle kınar ve bu cinayetlere karıĢan herkesin tutuklanması ve mahkum edilmesini tatep eder, - Türk HükümetĠ'nden askeri ĠĢgal kuvvetlerini geri çek mesini, Kıbrıs sorununa adil ve sürekli bir çözüm bulunmasına yönelik BM ilke kararlarını kabul etmesini ve uygulamasını talep eder ve Kıbrıs Hükümeti ve Kıbrıs Türk toplumu liderliğini Kıbrıs sorununa BM Güvenlik Konseyi ilke kararları çerçevesinde barıĢçıl çözüm arayıĢlarını sür dürmeye çağırır, - Hükümetlerarası Konferansın bitiminden 6 ay sonra Kıbrıs ile tam üyelik müzakerelerinin baĢlatılmasının bu gergin duruma son vermek açısından her zamankinden daha fazla gerekli olduğu görüĢüyle Kıbrıs'taki iki toplumun güvenliğinin diğer tüm mülahazalardan Önce gelmesi gerektiğini vurgular. Avrupa Parlamentosu, ayrıca Kıbrıs'la ilgili olarak; - Ağustos ayında, Ada'nın birleĢmesi amacıyla yapılan ve Kıbrıs'ın Türk iĢgali altındaki bölümünde Güvenlik Güçleri tarafından iki Kıbrıslı Rum'un öldürüldüğü ve aralarında iki BM BarıĢ Gücü askerinin de bulunduğu birkaç kiĢinin yaralandığı barışçıl bir gösteri sırasında meydana gelen Öldürme olayları karĢısında derin bir kaygı duyarak, - Türk tarafının, daha önce belirtilen yasadıĢı yönetiminin ve silahlı kuvvetlerinin desteği ve üyelerinin kitlesel katılımı Ġle sözde bir karĢıt gösteri oluĢturduğunu, - Demir sopalar ve çivili coplar ile silahlanmıĢ aĢın mifliyetçi Türk örgütü "Bozkurtların önemli sayıdaki üyelerinin, "karĢıt-gösteri" kisvesi altında Ģiddet olayları yaratmak ve böylece Kıbrıslı Rum ve Türklerin barıĢ içerisinde bir arada yaĢayamayacağı yönündeki yanlıĢ bir fikri yaymak için Türkiye'den gelmesini, - Kıbrıs Hükümetf'nin bir deklarasyonuna göre, Solomos Solomou Ġsimli Kıbrıslı Rum'un öldürülmesi olayına karıĢmıĢ olma ola- 164 siliği bulunan DenktaĢ yönetiminin bir üyesinin kimliğinin ortaya çıkarıldığını göz önünde bulundurarak, - Bu trajik olayların uluslar arası kınamalara yol açtığı ve bütün hükümetler ve uluslar arası örgütler tarafından kınandığını, - Acil olarak uluslar arası hukuk ve BM ilke kararlarına da yanan ve Topluluk müktesebatı ile bağdaĢan adil ve sürekli bir çözüm bulma gerekliliğini göz önünde bulundurarak, Ģeklindeki iddialara dayanarak, Ģu kararlan alır. - Türk iĢgal ordusu ve gayrımeĢru DenktaĢ yönetimi üyeleri tarafından iki Kıbrıslı Rum'un öldürülmesini kınar ve kurbanların ai lelerine desteğini ifade eder, - Aynı güçlerin silahlarını ayırım gözetmeksizin kullanması karĢısında derin bir endiĢe duyar, - AĢırı Türk örgütü "Bozkurîlar"m üyelerinin, silahsız gös tericiler ile çatıĢmaya girmek için Türkiye'den Kıbrıs'a sokulmasını kınar ve bu tür bir politikanın Kıbrıs'taki barıĢı ve güvenliği tehlikeye attığını belirtir, - Cinayete ve silahsız göstericilerin makineli îüfekfe ta ranması olayına karıĢan herkesin kimliğinin belirlenmesi, tutuklanması ve yargı Önüne çıkarılması için Türkiye'den gerekli önlemleri uygulamak için ĠĢbirliği yapmasını talep eder, - BM'yi bu suçların sorumlularını aramak için iĢbirliği yap maya davet eder, - Konsey'den ve Komisyon'dan, Kıbrıs'ın tam üyelik baĢ vurusu ile ilgili 12 Temmuz 1995 tarihli ilke kararının 19.Maddesinin uy gulanması çerçevesinde Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla ortak eylem ve giriĢim mekanizmalarının iyileĢtirilmelerini talep eder, - irlanda Dönem BaĢkanlığının Kıbrıs Ġçin özel bir AB tem silcisini muhafaza etme kararını memnuniyetle karĢılar ve bu bağlamda Konsey'den ortak ve daha etkin bir eylem içerisinde BM, ingiltere ve AB temsilcilerinin giriĢimlerini koordine etmek için tüm gayretlen sarîetmesini talep eder ve Dönem BaĢkanlığı'nın Kıbrıs temsilcisi, Bü yükelçi Kester Heaslip'den yazın bölgeye gerçekleĢtirdiği ziyaretler ko nusunda Parlamento'ya bir rapor sunmasını ister, 165 - Kıbrıs Hükümeti'nin Ada'nın silahsızlandırılması Önerisini destekler ve Türkiye'den iĢgal kuvvetlerini geri çekmesini ve BM'nin Kıbrıs île Ügili ilke kararlarına uymasına ister, - Kıbrıs Hükümeti ve Kıbrıs Türk toplumu liderliğine, BM Güvenlik Konseyi'nĠn iîgili ilke kararları çerçevesinde Kıbrıs sorununa barıĢçıl ve adil çözüm arayıĢlarına devam etmeleri çağrısında bulunur, - Sınır çizgisinin Ġki yanında birçok kurban verilmesine yol açan tarafsız bölgede meydana gelen olaylardan büyük üzüntü duyar. Tespit denilen gerçek dıĢı iddialar üzerine alınan bu kararlar, Avrupa Parlamentosu'nun Rum kesimine kesin desteğini ve Türkiye'ye bakıĢ açısını bir kez daha net bir Ģekilde ortaya koyar. Adnan kararları özetlersek; Üyesi olmayı hedeflediğimiz AB'nĠn Parlamentosu, Gümrük Birliği gibi ticari bir anlaĢmayı siyasi bir takım hedeflere ulaĢmada araç olarak kullarım (ġtf r. Kıbrıs'ta barıĢı ve Türklerin can güvenliğini sağlamak Ġçin ulusJararası anlaĢmaların tanıdığı haklar çerçevesinde Ada'da bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri'ni iĢgalci olarak görmektedir. Rum kesimini Kıbrıs'ın tüm temsilcisi olarak kabuf ederken, milliyeti, dili, dîni, tarihi ve kültürü ayn olan ve ortaklığı uluslararası anlaĢmalarla teyid edilmiĢ Türk kesimine "toplum" diyerek, azınlık statüsü vermekte, DenktaĢ yönetimini gaynmeĢru ilan edebilmektedir. Kıbrıs Hükümeti'nin Âda'nm silahsızlandırılması önerisini desteklediğini belirtmekte ancak Rum kesiminin silahlanmaya günde 2 milyon dolar ayırdığını görmezden gelmektedir. Bin civarında fanatik Rumun, 11 Ağustos 1996'da yeĢil hattı geçerek, sınırı delme eylemi sırasında, Türk bayrağı indirilecek yerine Yunan bayrağı çekilecekti, iĢte tv'lerde de yayınlanan bu eylem sırasında, iki Rum gencinin gönderdeki bayrağımızı indirme giriĢimi üzerine meydana gelen olaylarda sadece Kıbrıs Türk tarafını ve Türkiye suçlanmakta, Rumların saldırı ve provokasyonları masum birer protesto gösterisi olarak sunulmak istenmektedir. Buna karĢılık Rumların olaylardan kısa bir süre sonra Türk bölgesine sızarak, nöbetteki askerimizi 108 Hürriyet Gazetesi-23 Temmuz 1997 166 öldürmesine hiç değinilmemektedir Türk kesimine geçerek, eylem yapan Rumların haklarını savunan Avrupa Parlamentosunun, PKK'nın binlerce insanımızı öldürmesi karĢısında sessizliği, hatta fırsat buldukça terör örgütünü destekleyici kararlar aldığı da unutulmaması gereken bir çifte standarttı r, Türkiye-AB arasındaki Gümrük Birliği tartıĢmaları 1997 yılında da devam eder. AB Komiseri Van der Broek, Kıbrıs Rum yönetimine üyelik müzakerelerinin açılmasını öneren ve Türkiye'yi dıĢlayan AB Komisyonu raporu konusunda, Türkiye'nin rahatsızlığını ileten DıĢiĢleri Bakanı Ġsmail Cem'e, "Siz önce Kürt sorunu, Kıbrıs, Yunanistan ve Ġnsan hakları konularında verdiğiniz sözleri tutun. Hükümetinizden daha olumlu bir tavır bekliyoruz." der. Daha önceki hükümetleri ve Tansu Çiller'i eleĢtiren Broek, AB'ye pek çok söz verildiğini, ancak bunların hiç birinin tutulmadığını vurgular. BaKan Cem de, Broek'a, "Türkiye'ye tam üyelik için perspektif verilmedi. Halkımızı artık hayallerle kandıramayız Gümrük Birliği zararımıza iĢliyor. Konuyu yeniden tartıĢmaya acarız." cevabını verir. Van der Broek'un, -Türkiye'nin üyeliği önünde öne sürdüğü bu Ģartlara karĢılık, Cem, Türkiye'nin görüĢlerini içeren bir belge sunar. Belgede Türkiye'nin Gümrük Birliği'ni AB'ye tam üyelik perspektifi çerçevesinde gerçekleĢtirdiği, ancak Komisyon'un son raporunda Türkiye'ye bu perspektifin verilmediğine dikkat çekilir. Cem tarafından hazırlanan belgede, Türkiye'nin bu durumdan büyük rahatsızlık duyduğu, perspektifin verilmemesi halinde zaten ekonomik açıdan zarar getiren Gümrük Birliği'nin tartıĢmaya açılacağı bildirilir. Belgede, ayrıca Kıbrıs Rum Yönetimi'ne tam üyelik perspektifi verilmesi de eleĢtirilerek, bunun 1960 anlaĢmalarına aykırı olduğu ve Türkiye'nin böyle bir duruma göz yummayacağı vurgulanır. DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem, görüĢmeden sonra düzenlediği basın toplantısında, isim vermeden Çiller'i eleĢtirerek, "Bazı siyasilerin gönülden konuĢma alıĢkanlıkları, beklentilerin gerçeğin önüne geçmesine yol açmıĢtır" der. Cem, Türkiye'nin üyeliği yolunda sorunlar bulunduğunu belirterek, "GeçmiĢte olduğu gibi boĢa gidecek laflarla halkımızı yanıltmayacağız. Tam üyelik perspektifi verilmemiĢtir"108 açıklamasını yapar. 167 BaĢbakan Yardımcısı Ecevit de, Türkiye'nin, Gümrük Birliği anlaĢması imzalanırken, Kıbrıs'la bağlantı kurulmasına izin verdiği iddiaları için Ģunları söyler: "O dönemde iĢ baĢında olanlar ve DıĢiĢleri Bakanlığı böyle bir pazarlık yapılmadığını ısrarla belirtiyorlar. Görünürde böyle bir pazarlık yapılmadı, perde arkasında yapıldı mı bilemem. Ama perde arkasında söylenen bir Ģey Türkiye'yi bağlamaz. Resmi belgelerde bunu ka1 09 mtlayacak hiçbir Ģey yok." O günlerde Kıbrıs ve AB konularında "Ģahin" bir görüntü çizen, bu yüzden de bazı çevrelerin eleĢtirilerine hedef olan Ecevit, sıkıntısını Ģöyle dile getirir: "Türkiye'de son zamanlarda, entelektüel demeye dilim varmıyor, bîr entel grup ortaya çıktı. Bunlar küreselleĢmeyi adeta teslimiyetçilik olarak ele alıyorlar. Ulusal haklarımıza sahip çıkmayı çağdıĢı bir anlayıĢ gibi görüyorlar. Ve beni çok üzen davranıĢlarla karĢılaĢıyoruz. Örneğin Gümrük Birliği yeniden gözden geçiriJsĠn, 1.5 yi) oldu, birtaJöm aksaklıklar oldu, bize verilen sözler yerine getirilmedi, dıĢ ticaret açığımız hjzla büyümeye baĢladı. Yeniden gözden geçirelim dedim diye o entel çevreler kıyameti kopardılar. Bu tabii Türkiye'nin pazarlık gücünü engelüyor. Türkiye'ye çok zarar vermiĢ oluyorlar. Ne zamandan beri dünyada bir ulusun kendi haklarına sahip çıkması Ģahinlik sayılıyor. Bizim kimseye savaĢ ifan ettiğimiz yok. Bizim kimseyle iliĢkilerimizi keselim dediğimiz yok. Ama bazı ekonomi alanında söz sahibi gibi görünen kuruluĢlar, bizim bu davranıĢlarımızı eleĢtirdikleri zaman biz dıĢ dünyada çok büyük kayıplara uğruyoruz." Muhalefetteyken, "iktidara geldiğimizde Gümrük BîrlĠği'nî Sevr gibi yırtıp,aiacağjz" diyen Ecevit, yukarıdaki beyanatı verdiği 1997 yılından beri iktidardadır. Geçen süre zarfında Gümrük Birliği'ndeki kayıplanm/zı gündemine almamasında acaba bu baskıların mı etkisi oldu diye sormak gerekmektedir, Eski DıĢiĢleri Bakanı Mümtaz Soysal ise, 1998 yılında "Türkiye'nin Gümrük Birliği uğruna, Rumlarla müzakereleri 1995'te kabullendiğini" açık açık yazar. Soysal, "Tren" baĢlıklı yazısında Ģunları söyler: 109 Hürriyet Gazetesi-1 9 Ağustos 1 997 168 "O Gümrük BirliğĠ'nde, (Rumlarla müzakerelerin, Türkiye'nin 1995'te kabullenmesi üzerine gerçekleĢtirildiği) geçen salı Avrupa'da bir kez daha söylenmiĢtir. Milliyetin Brüksel muhabiri Ahmet Sever, açılıĢ töreninde ingiliz DıĢiĢleri Bakanı Robin Cook'un böyle konuĢtuğunu bildiriyor. Bu durumda, (Türkiye'nin dıĢlandığı birliğe Kıbrıs'ın girmesini kabullenemeyiz) yahut (Güney Kıbrıs'ı meĢru devlet sayan bir Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği imzalamıĢ saymıyoruz kendimizi) biçimindeki Ġtirazlar böyte bir (razı oluĢ) karĢısında bütün ağırlığını kaybediyor. ġimdi o günkü sorumluların, yani Çiller ve Karayalçın'ın, (Cook doğru söylemiyor; biz zımni muvafakat bile vermedik) diye herkesin ve özellikle Avrupa'nın duyabileceği resmi bir yalanlamaya gitmeleri gerekmez mi? Hele bütün bunlar, (Tam üyelik vagonuna geçiĢin son adımıdır) diye sunulan, ama Türkiye'yi Avrupa'nın marĢandiz katarından baĢka Ģeye bindirmemiĢ olan bir Gümrük Birliği uğruna yapılmıĢsa, vebal çok bü110 yüktür." Soysal'ın atıf yaptığı, Brüksel'den gelen habere göre, AB Dönem BaĢkanı ingiltere DıĢiĢleri Bakanı Robin Cook, "AB'nin geniĢleme sürecine içerden ve dıĢardan kimse engel olmasın" mesajı verirken, AB Komisyonu DıĢiliĢkiler Sorumlusu Hans Van Der Broek, "Türkiye, artık 11 kehanet bildirimlerinde bulunmayı bırakmalı demiĢti. Can atıcı açıklama, ingiltere DıĢiĢleri Bakanı Cook'dan gelmiĢ ve Cook, "Türkiye'nin Kıbrıs ile müzakerelerin açılmasını 1995'te kabullendiğini, Gümrük Birliği'nîn de bu çerçevede gerçekleĢtiğini, AB üyeliğinin Rumlardan çok 111 Türklere yarayacağını" söylemiĢti. italya'nın Cesareti, Fransa'nın Sözü ve Ġngiliz Oyunu AB'nin çok önceden kararlaĢtırıldığı Ģekilde, Rum kesimine, Lüksemburg Zirvesi'nde resmen müzakere takvimi vermesi ve sorunun çözümünü Ģart olmaktan çıkarmasına kısa bir süre kalmıĢtır, KKTC ve Türkiye'nin yalnızlığı ise devam etmektedir, iĢte bu günlerde DenktaĢ, Tahran'da yapılan ĠKÖ ZĠrvesi'ne gözlemci statüsüyle katılırken, islam 110 111 Hürriyet Gazetesı-3 Nisan 1998 AB'den Ankara'ya' Engel oîma/Mılliyet Gazetesi-1 Nisan 1 998 169 alemine sitemde bulunur ve "islam aleminin çeĢitli sıkıntıları var. Ancak islam ve Arap alemi bu sıkıntıları görüĢürken, daima Kıbrıs TürklerĠ'ni unutmaktadır. Bunu üzülerek söylüyorum." der. DenktaĢ, islam alemine ilginç bir örnekle çağrıda bulunur: "Büyük ve kritik bir dönemeçteyiz. Ümit ederiz, islam alemi bunu anlar ve bugüne kadar her yönüyle destek verdikleri Rum tarafına birkaç söz söyler. Hiç olmazsa (tafya DıĢiĢleri Bakanı'nın söylediği kadarıyla (Siz Kıbrıs Türkleri'nin temsilcisi değilsiniz, olamazsınız. Türkiye evet 112 demeden AB'ye giremezsiniz) deme cesaretini gösterir" Evet, italya sözde de kalsa, Rumların, Türklerin .temsilcisi olmadığını söyleyebilmiĢ, uluslararası anlaĢmaları hatırlatmıĢtır. Rumlarla müzakerelere baĢlanmasına sayılı günler varken Fransa da, Türkiye'ye üç önemli konuda söz verir. Hem de CumhurbaĢkanı Chirac'ın ağzından, CumhurbaĢkanı Demirel'e... Buna göre, Kıbrıs-AB üyelik görüĢmelerinde, "Kıbrıs heyetinde Türk temsilci bulunmazsa, Kıbrıslı Rumlar, S-300 füzelerini adaya yerleĢtirmeye baĢlarsa ve Atina, AB'nin Türkiye'ye verdiği mali yardımı veto etmeyi sürdürürse, Fransa görüĢme 11*} surecini sona erdirecek ve Kıbrıs'ın üyelik sürecine engel olacak"tır. Ancak Fransa, yaklaĢık 20 gün sonra bu sözlerinden çark eder. Avrupa Birliği DıĢiĢleri Bakanlan'nın Edinburgh'da yapılan Kıbrıs gündemli gayrı resmi oturumda, ingiltere bastırınca, Fransa bu toplantı için hazırladığı ve "Türk tarafı olmadan Kıbrıs Rumları ile görüĢmelere baĢlanmayıp, bir süre beklenilmesi" yolundaki çekinceyi de içeren teklifini geri çeker. Fransa'nın teklifinde, Ġki tarafın da masada yer almaması halinde Komisyon'un, vakit geçirmeden Konsey'e bir rapor hazırlaması ve Konsey'în bunun sonuçlarına göre karar alması isteniyordu. EdinX burgh toplantısının gündemine ağırlığını koyan AB Dönem BaĢkanı ingiltere, Kıbrıs'Rum kesiminin, Türk kesiminin gelmemesi halinde de 31 Mart'ta baĢlayacak tam üyelik sürecinin içinde olacağını vurgular. Ġngiltere DıĢiĢleri Bakanı Robin Cook, "Türk kesiminin de bulunmasını Ġsteriz, ancak gelmezlerse Lüksemburg'da öngörüldüğü gibi görüĢmeler 31 Mart'ta baĢlayacak" açıklamasını yapar. Cook, Klerides'in gerçekçi 112 113 Hürriyet GazetesĠ-9 Aralık 1997 Hürriyet Gazeîesi-21 ġubat 1998 170 ve cömert teklifinin Türk tarafınca kabul edilmemesi halinde doğacak 114 sonuçtan, Rumların sorumlu tutulamayacağını da savunur. ingiltere DıĢiĢleri Bakanı Cook'un, Türkiye'nin, Rumlarla müzakerelere baĢlanmasını 1995'te kabullendiğini açıkladığı Brüksel'deki toplantıda Fransa DıĢiĢleri Bakanı Vedrine, "AB, 1995 yılında verdiği Kıbrıs ile üyelik müzakerelerini açma sözünü tuttu. Ama aynı tarihte, Türkiye'ye mali yardım sözü de vermiĢti ve bu sözünü tutmadı" der. Fransız Bakan, CumhurbaĢkanı Chîrac'ın, Dernirel'e verdiği üç sözü yerine getirmemenin ezikliği içinde olsa gerek, Rum kesimi ile müzakerelere baĢlanacak olmasına, "nüanslı" bir yaklaĢım gösterir ve "Bugün sözkonusu olan sadece müzakerelerin açılmıĢ olmasıdır. Sorun açık duruyor" diyerek, konunun önemini hafifletmeye çalıĢır. Vedrine, Ankara'nın tepkisini de, "Soğukkanlı ve sakin olmak gerekir. Bu konuda, bugünkü demeçlere dayanarak bir analiz yapmak doğru olmaz." sözleriyle geçiĢtirmeye çalıĢır. Gerçekten de Fransa'nın teklifi, sadece Türk kesiminin gelmemesi halinde Rum tarafıyla görüĢmelere baĢlanmadan önce bir süre beklenmesine yönelikti. Türklerin, Rumların yanında ve emrinde müzakerelere katılmasının mümkün olmadığını elbette Fransa baĢta olmak üzere tüm üyeler biliyordu. Fransa, Ģekil Ģartlarını yerine getirip, görüntüyü kurtarmaya çalıĢmıĢtı ancak AB, kısa bir süre beklenmesine bile tahammül edecek durumda değildi. Özellikle de Kıbrıs'ın garantörlerinden birisi olan ingiltere'nin tutumu gerçekten dikkat çekicidir ve dün olduğu gibi, o gün de Ġkili oynamıĢtı ve yarın da oynayacaktı. , 2002'de "Kıbrıs'ta Kim Taviz Verdi" TartıĢması Gümrük Birliği anlaĢması uğruna Türkiye'nin Kıbrıs'ta taviz verip, vermediği tartıĢmaları Rum kesiminin AB üyeliğine kesin gözüyle bakılan 2002 yılında yeniden alevlenir Kıbrıs konusundaki dönüm noktalarının baĢlangıcı olan Gümrük Birliği anlaĢmasının imzalandığı dönemde BaĢbakan Tansu Çiller'dir ve o dönemde muhalefette olan ANAP'ın Genel BaĢkanı Mesut Yılmaz, önceki sayfalarda belirttiğimiz gibi bu anlaĢmaya Ģiddetle karĢı çıkar, Kıbrıs'ın sonraki keskin viraj ni114 Hürriyet Gazetesi-15 Mart 1998 171 telîğindeki dönüm noktalan olan Helsinki BeJgesĠ'nin imzalandığı ve Katılım Ortaklığı Belgesi'nin verildiği dönemde ise Mesut Yılmaz BaĢbakan Yardımcısı, Çillerde muhalefet lideridir. Türkiye gündemini, 2002 yılının ilk aylarında ağırlıklı olarak Rum kesiminin üyeliğinin yamsıra, AB'nin Türkiye'ye müzakere tarihi vermesi için Kıbns'da çözümün Ģart olup, olmadığı oluĢturur. Türkiye'nin resmi politikası AB üyeliği ile Kıbrıs meselesinin ayrı konular olduğu Ģeklindedir ancak BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz baĢta, bazı çevreler bu politĠKaya ters beyanlarda bulunur. Yılmaz, 1995'te Gümrük Birliği uğruna Kıbrıs Rum kesiminin tam üyelik adaylığına izin verildiğini de savunarak, "Bugünkü Ģahinlerin hiçbiri o zaman ses çıkarmadı. Biz sesimizi çı115 kardık, o zaman da bize karĢı çıktılar." der. Bu da, Gümrük Birliği defterinin yeniden açılmasına yol açar. Gazeteci Murat Çelik, "Kıbrıs konusunda karar alıcılardan önemli bir isme" atfen yaptığı değerlendirmede, "Gelinen noktada, Kıbrıs konusu, Türkiye gündeminde, Avrupa Birliği (AB) baĢlığından ayrı değerlendirilemiyor. Bu nedenle de, BaĢkent'Ġn karar alıcıları, Kıbrıs sorununu yatırdıkları masalarda, hassas dengeleri, ihtimal hesaplarıyla ve öngörülerle aynj potada eritip, stratejilerini öyle üretiyorlar. Hakim görüĢ Ģu: Türkiye, idam cezasının kaldırılması, Kürtçe öğrenim ve yayın hakkı gibi konuları, zor da olsa Avrupa'nın taleplerine uygun Ģekilde sonlandırsa dahi AB yolunda gerçek anlamda mesafe katetmiĢ olmayacak. Asıl ve belirleyici konu, Kıbrıs'tır." dedikten sonra Ģu ilginç notu aktarır: "Sene 1995... 6 Mart'ta, Türkiye, AB ile 1 Ocak 1996'dan geçerli olan Gümrük Birliği antlaĢmasını imzaladı. Dönemin BaĢbakanı Tansu Çiller, DıĢiĢleri Bakanı Murat Karayalçm'dı. Ülkede yaratılan, tam anlamıyla bir bayram havasıydı. Gümrük Birliği'ne dahil olmak, adeta AB'ye tam üyeliğin gerçekleĢmesi gibi gösteriliyor ve öyle algı/anıyordu. Bugün olduğu gibi, o gün de, Türkiye'nin Kıbrıs konusundaki vazgeçilmez'lerinden biri, dayanağını Londra ve Zürih antlaĢmalarıyla 1960 Anayasası'ndan alan Ģu görüĢtü: Türkiye ve Yunanistan'ın üye olmadıkları bir uluslararası kuruluĢa, bu iki ülkenin onayı olmaksızın, Kıbrıs'ın üyeliği mümkün değildir. Türkiye'nin bu tezi, resmi söylemde halen geçerli. Ancak fiili durum böyle değil. Türkiye bu kesin Ģartından, Güm115 Radikal Gazeîesi-20.6.2002 172 rük Birlığı'ne giriĢte verdiği gayrıresmi ve Ģifahi ödünle fiilen vazgeçmiĢ vazıyette. Perde arkasında, Çilfer'in, AB'nin o dönemki baĢkanı Fransa'nın yetkililerine, biz resmi söylemimizde, bu konudaki katı tutumumuzu sürdüreceğiz, ancak, siz kendi görüĢleriniz doğrultusunda adımlarınızı atın dediği biliniyor. Nitekim, imza sonrası akĢam yemeğinde, dönemin Fransız DıĢiĢleri Bakanı Alain Juppe, Türkiye'nin de olumlu açılımıyla, Kıbrıs'ta da yeni sürecin baĢlayacağını söylerken, hemen ardından Türk mevkidaĢı Karayaiçın, DıĢiĢleri Bürokratlarının Ģekillendirdiği sert ve taviz vermez nitelikteki konuĢmasını yapıyordu. Sonuçta da, Türkiye Gümrük Biriigi'ne girerken, Güney Kıbrıs'ın AB 116 üyeliği sürecinin temeli de atılıyordu. Hem de, aynı gün..." Evet, dönemin BaĢbakanı Tansu Çiller, BaĢbakan Yardımcısı Yılmaz'ın yanısıra, gerek konunun uzmanları, gerekse de basın tarafından Kıbrıs'tan taviz verilmesinden birinci derecede sorumlu tutulur. Yılmaz ve Çiller, AB ile ilgili geliĢmeleri görüĢmek üzere biraraya geldiklerinde de "Kıbrıs'ta taviz" tartıĢması yaĢanır. TartıĢma basına Ģöyle yansır: Çiller- Kıbrıs artık AB için kriter haline gelmiĢtir. Yılmaz: Gümrük BĠrliği'ni imzalarken Kıbrıs'ta rahatsız edici ĠĢlem yaptınız. Çiller: Ben Kıbrıs'ta ne yapmıĢım? Yılmaz: Taviz verildi. Güney Kıbrıs'ın müzakere süreci baĢlatıldı. Çiller: (GB anlaĢmasını uzatarak) Alın bakın, bunun neresinde v var Kıbrıs?" Yılmaz: Ben onu biliyorum. Çiller: Buyrun, buyrun... Yılmaz: (Ciller'in ısrarı üzerine GB anlaĢmasını alıp masanın üstüne koydu.) Çiller: Londra ve Zürıh anlaĢmaları ortadayken nasıl tavizden bahsedersiniz? Yılmaz. Yazılı olarak değil, zımnen kabul ettiniz. Çiller: Zımnen taviz olmaz. Bu söyledikleriniz hukuki değil 116 ABJürkrye ve Tabii Kıbrıs-Star Gazetesi/13.6.2002 117 Zaman Gazetesi-22 6 2002 173 Ġki liderin bu tartıĢması içerik olarak doğrudur ama gerçekte birbirlerine söyleyecek fazla da sözleri yoktur. Çünkü Çiller nasıl Gümrük Birliği uğruna, Rum kesimi Ġle üyelik müzakerelerine baĢlanmasına göz yummuĢsa, Yılmaz'm da içinde bulunduğu 57. Hükümet, Helsinki Belgesi'ni kabul ederek, Yunanistan'ın 6 yıldır uğraĢtığı ve bazı AB üyesi ülkelere dahi kabul ettirmede zorlandığı, çözüm olmasa bile Rum kesiminin üyeliğe alınması kararına resmen izin vermiĢtir. ÜslupiarmdakĠ dikkat, siyasi nezaketin gereği değil, bu gerçeğin sonucudur. Aslında ANAP Genel BaĢkanı Mesut Yılmaz, geçmiĢte AB'nin Gümrük Birliği ve Kıbrıs'ta taviz beklentileri arasındaki bağı gördüğünden dönemin BaĢbakanı ve partisinin lideri merhum Turgut Özal ile tartıĢmıĢ, Gümrük 1 Birliği imzalanırken de, Çiller ! ağır Ģekilde eleĢtirmiĢti. Kıbrıs ile müzakerelere baĢlanmasını protesto çağrısında bulunan Yılmaz, anlaĢmayı Balta Limanı AnlaĢmasına benzetmiĢ, hatta bunun Kıbrıs Türk davasına ihanet olduğunu söylemiĢti. Yukarıdaki tartıĢmanın yaĢandığı 2002 yılında ise karĢımızda artık kayıtsız-Ģartsız AB taraftan bîr Mesut Yılmaz vardır ve üslubundaki dikkatin yegane sebebi Çiller'e nezaket değil, AB'ye nezakettir. GeçmiĢin kayıtsız-Ģartsız AB taraftarı ve "Gümrük Birliği'nin fatihi" olan Çillerin ise elbette bugün söyleyeceği fazla bir Ģey olmaması gerekmektedir. Çiller halen AB taraftandır ama eskiye göre daha temkinlidir, ayrıca Gümrük Birliği'nden zararlı çıkan tarafın Türkiye olduğu ayan-beyan ortadadır ve ÇiJler'in bunu bilmemesine imkan yoktur. Birbirlerine söyleyecekleri fazla Ģey yoktur ama her ikisini birleĢtiren bir baĢka ortak nokta daha vardır. Çiller, 1995 seçimlerine "Gümrük Birliği fatihi olarak" girmenin hesabıyla, Avrupa Parlamentosu'nda eleĢtiri, hatta alay konusu olan mektubu yazmıĢ, adeta her isteği kabul etmiĢtir. Bugünün AB savunucusu Mesut Yılmaz'ı n ise tüm planını, barajın altında kalan partisini kurtarma üzerine kurduğu ve "AB'den tarih alan fatih" unvanıyla seçime gitmeyi amaçladığı bilinmektedir. ĠĢte Kıbrıs'tan Tavizin Belgesi Yılmaz "zımni" diyor. Çiller ise Ģiddetle reddediyor ancak, Gümrük Birliği uğruna AB'nin Kıbrıs Rum kesimi ile müzakerelere baĢlamasına onay- verdiğimizin belgesi vardır. ġöyle ki; 174 Kamuoyunda Gümrük Birliği anlaĢması olarak bilmen ve 1995 yılında Çiller tarafından imzalanan "AT-Turkiye Ortaklık Konseyi'nin Gümrük Birliğfnin Son DönemĠ'nin Uygulamaya Konmasına iliĢkin 22 Aralık 1995 tarih ve 1/95 sayılı Kararı (96/142/EC)" ile Gümrük Birliğı'nin geçiĢ dönemi tamamlanmıĢ ve tam ortaklığa geçilmiĢtir. Sözkonusu anlaĢmada, Türkiye-AT Gümrük Birliği ortaklığının bundan sonrasına iliĢkin kurallar belirlenmiĢtir. Bu kararın 16. maddesi ile de AT'm üçüncü ülkelerle yaptığı anlaĢmaların Türkiye tarafından üstlenilmesi öngörülmüĢtür. "Gümrük Biriiği'ne Değdi mi?" baĢlıklı bölümde de görüleceği gibi Türkiye, AB'nĠn ya da o günkü adıyla AT'ın karar me-• karizmalarında yer almadığı halde böyle bir yükümlülük altına girerek, dıĢ ticaret politikasını tümüyle birliğe teslim etmiĢ oluyordu. Bu madde ile ilgili 10 numaralı ekte de, Türkiye'nin üstleneceği otonom rejimler ile tercihli anlaĢmalar madde madde sayılmıĢtır, [Ģte bunların arasında maalesef onların Kıbrıs olarak adlandırdığı Rum kesimi de vardır. Türkiye bu eki kabul ederek, Rum kesimi ile müzakerelere baĢlanılmasını, "göz yummanın" Ötesinde, açıkça ve resmen kabullenmiĢtir. Oysa Türkiye o güne kadar Rum kesiminin AB'ye tam üyelik baĢvurusunun hukuka ve uluslararası anlaĢmalara aykırı olduğunu savunuyor, AB'nin böyle bir iliĢki kurmasını Ģiddetle reddediyordu. Ancak Gümrük Birliği anlaĢması Ġle bu tezden vazgeçiliyor ayrıca bir anlamda Rum kesiminin tüm Kıbrıs'ı temsil ettiği kabullenilmiĢ oluyordu. Çünkü anlaĢmaya göre Türkiye, AB'nin Rum kesimi ile yaptığı tercihli anlaĢmayı üstlenecekti. Türkiye henüz bu anlaĢmayı üstlenmem iĢti r ama AB, özellikle ilerleme raporlarında Türkiye'yi, bu anlaĢmayı yapması için ısrarla uyarmaktadır. AB, bu anlaĢmayı yaptırmayı baĢardığı takdirde, Türkiye'nin, Rum kesimini tüm Kıbrıs'ın meĢru hükümeti olarak resmen de tanımasını sağlamayı hesaplamaktadır, iĢte Gümrük BirlĠğTnin sözkonusu eki: EK10* 16. Madde'de Anılan Otonom Rejimler ve Tercihli AnlaĢmalar 1. 16'ncı Maddede belirtilen otonom rejimler Ģunlardır: • GenelleĢtirilmiĢ Tercihler Sistemi;ĠĢgai Altındaki Topraklar menĢeli mallara iliĢkin rejim; • Ceuta ve Melilla menĢeli mallara ĠliĢkin rejim, • Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Slovenya Cumhuriyetleri ve Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti menĢeli mallara iliĢkin rejim. 175 1. 16 ncı Maddede belirtilen tercihli anlaĢmalar Ģunlardır: • Faroe Adaları ilejıkdediten SerbesLTıcaret Anlaşması • Kıbrıs ve MaltaJfe akdedilen Ortaklık Anlaşmaları • Estonva. Letonva veLİtvanva ileakdeöiİenSerbest Ticaret Anlaşmaları: • İsrail ile akdedilerjAnlaşma; • Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye ile akdedilen AnlaĢmalar; • isviçre ve LihtenĢtayn ile akdedilen Serbest Ticaret AnlaĢması; • Avrupa Ekonomik Alanı AnlaĢması ("Kaynak: AB Komisyonu Türkiye Temsilciliği -www.dettur.cec.eu.inV i-gumruk1 .html) Gümrük Birliği fatîhi Tansu Cifler, kabul etmese de gerçek budur. Çillerin Ġtirazının samimi olduğunu kabul etsek bile, en Ġyimser tahminle, neyin altına imza attığının farkında bile değildir. Çillerle tartıĢmasında, "yazılı olarak değil, zımnen kabul ettiniz" diyen BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın da meseleden bihaber olduğu, kulaktan dolma bilgilerle hareket ettiği görülmektedir, iç siyasi kaygılarla alınan "günlük kararların ülkeyi ne tür badirelerle karĢı karĢıya bıraktığı ortadadır, ancak ne yazık ki aynı anlayıĢ sürdürülmektedir. Bu yüzden yeni badirelerin önümüze çıkması mukadder görünmektedir. Zirvelerde Kıbrıs Rum Kesimi ve Kıbrıs Sorunu Kıbrıs Rum kesiminin bu yasadıĢı baĢvurusundan sonra AB Konseyi zirve toplantılarında, Kıbrıs ile iliĢkiler ve Rum kesiminin üye"t 1 fl (iğini garantiye atacak kararların altyapısı özetle Ģöyle hazırlanır: Lizbon Zirvesi (25-27 Haziran 1992): AT Konseyi, Kıbrıs, Malta ve Türkiye'nin baĢvurularını ele alırken, her birinin kendi içinde değerlendirilmesi gerektiğine karar verir. Kopenhag Zirvesi (21-22 Haziran 1993); Bu zirvede, Avrupa Konseyi'ndeki Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkelerinden arzu edenlerin, topluluğa tam üye olabilecekleri kararlaĢtırılır. Tam üyelik için gerekli ekonomik ve siyasi Ģartlar, kısacası meĢhur Kopenhag Kriterleri (demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların korunmasını teminat altına alan kurumlarda Ġstikrarın sağlanması, iĢleyen bir piyasa 118 Avrupa Birliği ve Türkiye-Ekim 1999/DıĢ Ticaret MüsteĢarlığı/ sf. 194-239 176 ekonomisinin varîığı ve AB içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısı ile baĢa çıkabilme yeteneği) belirlenir. Bunları yerine getiren ortak üye ülkelerin mümkün olan en kısa sürede tam üye olacakları bildirilir, Bu zirve ile iigiiı olarak altı çizilmesi gereken en önemli hususlardan birisi Kopenhag kriterleri arasında "sınır sorunlarının çözülmesi" Ģartının bulunmasıdır. Zirveden yaklaĢık 10 gün sonra AB Komisyonu'nun Rum kesiminin üyelik müracaatı ile ilgili "GörüĢ"ü açıklanmıĢtır ve bu görüĢte de Kıbns sorununa iĢaret edilmiĢtir. Kısacası Rum kesimi, sınır sorunları açısından Kopenhag kriterlerine uymamaktadır. Ancak AB, sonraki zirvelerde aldığı kararlarla Rum kesiminin üyeliğinin önünü açarak, "GÖrüĢ"te soruna Ģeklen değinildiğini, sınır sorunlarını çözmese de, Rum kesimini üyeliği alma kararında olduğunu gösterecektir. Korîu Zirvesi (24-25 Haziran 1994); Avrupa Konseyi, Kıbrıs ve Maita'nm AB'ye Katılmak için yaptıkları baĢvurularla Ġlgili olarak kaydedilen önemli geliĢmeleri memnuniyetle karĢılar ve hazırlık sürecinde Önemli bir aĢamanın tamamlanmıĢ olduğunu kabul eder. Konsey, bu koĢullar altında, Birliğin bundan sonraki geniĢleme aĢamasının Kıbrıs ve Malta'yı içereceğini bildirir. Cannes Zirvesi (26-27 Haziran 1995): Bu zirvenin en önemli özelliği toplantılara ilk kez üye devletler dıĢında ülkelerin de davet edilmesi olur. Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri, Baltık Ülkeleri, Kıbrıs ve Maita'nm gözlemci olarak çağrıldıkları zirvede, gerek son iki ülke ile tam üyelik müzakerelerinin baĢlaması, gerek MDAÜ ile Baltık ülkelerinin Birliğe katılmalarının hızlandırılması yönünde bu ülkelere gösterilen istek ve kararlılık ortaya konulur. En önemlisi de, Malta ve Kıbrıs'ın AB'ye tam üyelik müzakerelerinin komisyon önerilerinin dikkate alınarak, 1996 Hükümetlararası Konferansının tamamlanmasını izleyen 6 aylık süre sonunda baĢlayacağı yolunda Türkiye ile Gümrük Birliği anlaĢmasının imzalanması sırasında Yunanistan vetosunu önlemek için alınan karar teyid edilir. Madrid Zirvesi (15-16 Aralık 1995): AB Komısyonu'nun önerisi üzerine, Malta ve Kıbrıs'ın katılım müzakerelerinin 1996 Hükümetlerarası Konferansın tamamlanmasını Ġzleyen 6 ayın sonunda baĢlatılması kararlaĢtırılır Ayrıca bu ülkelerin geliĢmelerle ilgili olarak 177 düzenli olarak bilgilendirilmesi ve ülke temsilcilerinin, Birlik BaĢkanlığı Ġle iki ayda bir toplantı yaparak, kendi görüĢlerini ortaya koymaları Ġmkanı sağlanır. Torino Zirvesi (29 Mart 1996): Toplantıya AB üyeliğine aday 10 Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkesi, Kıbrıs ve Malta gibi ülkeler davet edilirken, Türkiye davet edilmez. Sonuçta 11 ülkenin baĢvurularının Ġncelemeye tabi tutulacağı, planlanan sürece sadık kalınacağı ve Kıbrıs Ġle Malta'nm üyeliği için görüĢmelere Konferansın tamamlanmasından 6 ay sonra baĢlanacağı açıklanır. Floransa Zirvesi (21-22 Haziran 1996): Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri ile yapjlacak müzakerelerin ilk aĢaması ile Kıbns ve Malta ile baĢlatılacak müzakerelerin baĢlangıcının aynı döneme denk getirilmesi istenir. Dublin Zirvesi (13-14 Aralık 1996): Merkezi ve Doğu Avrupa Ġle Baltık ülkeleri, Kıbrıs ve Malta bu toplantıya yine davet edilirler. Avrupa Konseyi, ilk kez "Ege sorununa uluslararası normlar çerçevesinde kabul edilebilir bîr çözüm bulunması"nı gündeme getirir. Konsey, Kıbrıs sorununa BirleĢmiĢ Milletler Güvenlik Konseyi'nĠn önerileri doğrultusunda çözüm bulunabilmesi Ġçin Türkiye'nin etkisini kullanması hususunu da "ısrarla" tavsiye eder. Lüksemburg Zirvesi (12-13 Aralık 1997): Kopenhag Zirvesi kriterlerine uygunluk, bütün katılım müzakerelerinin baĢlatılabilmesi için ön Ģart olarak kabu/ edilir. Zirvede, Kıbrıs'la ilgili karar arınırken, önemli bir diğer geliĢme ise Türkiye'nin Yunanistan'la ihtilaflarında Uluslararası Adalet DĠvanı'nı devreye sokma niyetinin Ġlk kez deklare edilmesi olur. Avrupa Konseyi, Türkiye'nin AB Ġle bağlarının güçlendirilmesinin, "Bu ülkenin AB'de yürürlükte bulunan insan hakları normları ve uygulamalarına uyum sağlama, azınlıkların haklarının korunmasında, Yunanistan ile tatminkar ve istikrarlı iliĢkiler kurma, ihtilafların çözülmesinde hukuki yollara baĢvurma (Özellikle Uluslararası Adalet Divanı) ve BM Güvenlik Konseyi Kararları çerçevesinde Kıbrıs sorununa politik bir çözüm bulmak amacıyla BM gözetiminde gerçekleĢtirilen müzakerelere, deste k verme gibi alanlarda baĢlattığı giriĢimlerin devam ettirilmesine bağlı olduğunu" kararlaĢtırır. Bu zirvede Türkiye aday ülkeler arasında savıJmadığı gibi, Ġnsan hakları, azınlık hakları, Yunanistan ile 178 tatminkar iliĢkiler kurma kriterleri diye sayılan çok sayıda siyasi talebi kabul etmesi Ģartıyla Avrupa Konîeransı'na davet edilir. Hatırlanacağı gibi Türkiye, Mart 1998'de yapılan bu konferansa katılmama karan alır ve AB ile siyasi diyalogu durdurur. Lüksemburg Zirvesi'nin en önemli yanı da Türkiye dıĢındaki aday ülkelere müzakere takviminin verilmesi, ardından da Kopenhag kriterlerinin müzakerelere baĢlamak için Ön Ģart haline getirilmesidir. Kısacası Kıbrıs Rum kesimi baĢta olmak üzere aday ülkelerle Kopenhag kriterlerini yerine getirmedikleri halde müzakerelere baĢlanacaktır. Mesela, müzakere takvimi için Kıbrıs Rum kesimine, 31 Mart 1998 tarihi verilir. Bu durumda müzakerelere baĢlamak Ġçin getirilen yeni Ģart sadece Türkiye için geçerli olacaktır. Öyle de olmuĢtur. Bu Ģartla yetinmeyen AB, 1999'daki Helsinki Zirvesi'nde bu kez Kopenhag kriterlerinin siyasi bölümünü müzakerelere baĢlamanın Ģartı ilan etmiĢtir ki, bu da sadece Türkiye'ye yönelik bir karardır. Çünkü diğer aday ülkelerle müzakereler baĢlamıĢ ve devam etmektedir, bunlar içinde müzakere takvimi alamayan tek ülke Türkiye'dir. Lüksemburg Zirvesi'nde, Kıbrıs sorunu için alınan karar, "Kıbrıs'ın bir bütün olarak AB'ye katılımı sağlanmalı ve bu katılım barıĢ ve uzlaĢmayı teĢvik etmelidir. Katılım müzakereleri, Kıbrıs sorununa, iki toplumlu ve iki bölgeli federatif bir yapı kurulması yönünde, BM bün.yesînde devam eden çözüm arayıĢlarına da olumlu bir katkıda bulunacaktır. Bu bağlamda Konsey, Kıbrıs Hükümetinin, katılım müzakerelerine Kıbrıs Türk toplumu temsilcilerini de dahil etme yönündeki niyetini somutlaĢtırmasını talep etmektedir. Bu niyetin so mutlaĢtı nlabilmesi amacıyla, BaĢkanlık ve Komisyon gerekli giriĢimlerde bulunacaktır." Ģeklindedir. Görüldüğü gibi AB, "Kıbrıs konusunda adım adım ama hızlandırılmıĢ bir program Ġzler. Türkiye ile iliĢkiler adeta yerinde sayarken, Kıbrıs Rum kesimi ve Yunanistan'a söylenmeyen Ada'daki sorunlar, Ege ve en sonunda da Uluslararası Adalet Divanı gibi yeni Ģartlar sırasıyla Türkiye'nin önüne konulmaya baĢlar. Lüksemburg Zirvesi, Türkiye'nin AB ile siyasi diyalogu durdurmasının yanısıra, Rum tarafının tek muhatap kabul edilmesi sebebiyle geride kalan bölümlerde anlatıldığı gibi KKTC'nın müzakerelerden çekilmesi, dolayısıyla Kıbrıs müzakere sü- 179 recinin de kesintiye uğraması sonuçlarını doğurur. Bu tutumu ile tarihi bir sorumluluk üstlenen AB, Haziran 1998'deki Cardiff Zirvesi'nde Ģartlarına bir yenisini daha ekier ve Kıbrıs sorununa bulunacak çözümün, "AB kazanımlarma uygun olması gerektiğine ĠĢaret eder. AB'nin Kıbrıs ve Ege konulardaki nihai ve net politikası ise ileriki bölümlerde geniĢ olarak efe alacağımız 1999 Helsinki Zirvesi'nde ortaya çıkar ve bu zirve hem Türkiye, hem de Kıbrıs için tam bir dönüm noktası olur. AB ülkeleri oyun içinde oyun sergilerken, Türkiye'nin ĢaĢkın, çeliĢkili politikaları da iyice su yüzüne çıkar. Yeni hükümetin BaĢbakan Yardımcısı Ecevit ile DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem'Ġn Kıbrıs'la Ġlgili açıklamaları, kafaları karıĢtırdığı gibi, Türkiye'nin Ġnandırıcılığını da alabildiğine zedeler. Lüksemburg Zirvesi'ne aylar kala Ecevit, "Sizi dıĢ politikada ve özellikle Kıbrıs'ta Ģahin olmakla suçlayanlar var. Gerçekten Ģahin misiniz?" sorusuna, "Aslında güverciniz. Bizim BarıĢ Harekatı'yla oluĢturduğumuz düzen, Ada'ya hem barıĢ, demokrasi ve özgürlük, hem kalkınma getirdi. Biz o düzenlemeye dayanarak bir uluslararası çözüm arayıĢı içindeyiz. Bunun Ģahinlikle filan Ġlgisi yok." cevabını verdikten sonra, AB'nin Kıbrıs'la tam üyelik müzakerelerini baĢlatma kararının Ada'yı nihai bölünmeye götüreceğini söyler. Ecevit, "KKTC'yi ilhak söz konusu mu?" sorusunu ise Ģöyle cevaplandırır: "Kesinlikle sözkonusu değil. KKTC mutlaka bağımsız bir devlet olarak kalmalıdır. Bizim öngördüğümüz bütünleĢme kısmi bütünleĢmedir. Biz KKTC'yle, kuzey ülkeleri arasındaki konseye benzer bir ĠliĢki kuruyoruz. NordĠk Konseyi'ne katılan ülkelerden kimi AB üyesi, kimi NATO üyesi, kimi değil. Bizim öngördüğümüz Ortaklık Konseyi de Kuzey Konseyinden farklı bir Ģey değit. Kuzey Konseyi nedeniyle Kuzey ülkelerinden hiçbiri bağımsızlığını da yitirmiĢ değil", eleĢtiriler yanlıĢ." Ecevit'Ġn bu açıklamasından sadece 15 gün sonra DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem, "Eğer, Kıbrıs Rum kesimi AB'ye girerse, Türkiye üzerine düĢen sorumluluğu son noktasına kadar yerine getirir. Bu konuda Türkiye'nin de elinde Ġlhak dahil, kullanacağı kozlar vardır" der. Bu ko119 Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa BĠrliği'ne Üye Olabilir mi?/ TBMM Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu, Avrupa Birliği Bilgilendirme Serisi:3/2001-sf20 120 Hürriyet Gazetesî-19 Ağustos 1997 180 nuda Türkiye'nin üstünü çizmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini söyleyen ve "Türkiye'nin, alacağı karar ve takınacağı tavrın bedelini 121 ödemeye hazır" olduğunu belirten Cem, "Türkiye tek ses olmalıdır" gibi ilginç bir çağrıda da bulunur. Evet, bu önemli süreçte Türkiye'nin gerçekten en önemli ihtiyacı "tek seslilik"ti. Ancak Kıbrıs Rum kesimi hızla AB üyeliğine yol alırken, Türkiye'de ne yazık ki "çok seslilik" hakırn olur. Tecrübeli Büyükelçimiz Onur Öymen'Ġn, Ģu sözleri, kısa bir sürede Kıbrıs davasında hangi noktaya geldiğimizi tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır: "Biz hep, Sayın DenktaĢ taviz versin ve iĢ çözülsün diyoruz. Yunan basınında hiç Klerides taviz versin de Ģu iĢ çözülsün tarzı bir haber gördünüz mü? Sadece DenktaĢ'm taviziyle mi bu iĢ çözülecek. Sadece taraftarlardan biri taviz versin demek, karĢı tarafın tezini kabul edin demektir. Yabancı basındaki yazdara bakarak Türkiye temel çıj OO karlarından taviz verirse, gelecek kuĢaklar bizi affetmez." Gümrük Birliği'ne Değdi mi? Acaba Gümrük Birliği anlaĢması, Kıbrıs'ın, AB ile iliĢkilerimizin ortasına oturtulmasına ve AB'nĠn kendisini adeta Türkiye, Ġngiltere ve Yunanistan'dan sonra dördüncü garantör ilan etmesine değmiĢ midir? Öncelikle Ģunu belirtmemiz gerekiyor; AB'ye üye veya üye adayı olmaksızın Gümrük Birliği AnlaĢması'nı imzalamıĢ tek ülke Türkiye'dir. Türkiye bu anlaĢma ile, karar mekanizmalarında yer almadan, AB'nin üst kuruluĢlarınca belirlenen kural ve kararlara uymayı peĢinen kabul etmiĢtir. 1995 Mart'ında imzalanıp, 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe gîren Gümrük Birliği anlaĢması ne yazık ki etraflıca tartı sı imarmĢ, ancak etkili kesimler, bunu Türkiye'nin kurtuluĢu ve AB'ye giriĢin son adımı olarak sunmuĢlardı. 6 yılın sonunda ise baĢlangıçta Gümrük Birliği'ni canSa, baĢla savunanların büyük bölümü bunun Türkiye ekonomisinin aleyhine olduğunu görmüĢlerdir. Bu anlaĢmanın ağır siyasi faturası ise sonradan önümüze konmuĢtur ve konmaya devam etmektedir. Türkiye Gümrük Birliği anlaĢmasını imzalarken Ģu beklentiler içindeydi: 121 Hürriyet Gazetesi-4 Eylül 1997 122 AB iliĢkilerinde Bize Haksızlık Yapıidı-Sabah Gazetesı/5.7 2002 181 1. 2. Türkiye'den, AB'ye yapılan ihracatta patlama olacak AB'den ve diğer ülkelerden Türkiye'ye yatırım sermayesi akacak 3. Ülkemize yüksek teknoloji gelecek, her alanda stan dartlarımız yükselecek 4. AB'nin üçüncü ülkelerle yaptığı imtiyazlı ticaret an laĢmalarından yararlanacağız 5. AB'den büyük mali yardımlar gelecek 6. AB kapısı açılacak ve en kısa zamanda üye olacağız Bu beklentiler gerçekleĢti mi, Gümrük Birliği'nden hangi taraf kazançlı çıktı? "Gümrük'te KuĢatma" adlı kitabımızda da enine boyuna ortaya koyduğumuz gibi bu iliĢkiden hem siyasi, hem de ekonomik açılardan zararlı çıkan taraf Türkiye olmuĢtur. Bunu yalnız biz değil, o günlerde Gümrük Birliği'ne inanılmaz Ģekilde destek veren çevre ve kuruluĢlar da söylemektedir. Özetlersek; - Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB'ye müracaatının görüĢülmesi Güm rük Birliği anlaĢmasını imzalamamız sayesinde baĢlatılmıĢ, böylece Kıbrıs konusu Türkiye'nin aleyhine bir çıkmaza sürüklenmiĢtir. - Ticari iliĢkiler düzeninden Ġbaret olan Gümrük Birliği, "siyasi di yalogun geliĢtirilmesi" adı altında, ülkemizin birlik ve bütünlüğü ile men faatlerine zarar veren bir dizi dayatmanın fırsatı yapılmıĢ, iliĢkiler ge rilmiĢtir. - AB, tam bir Gümrük Birliği yerine sanayi mallarının do laĢımından ibaret tek yanlı bir ĠliĢki düzeni kurmuĢ, uğradjğımjz zararlar; anlaĢmalara rağmen karĢılamam ıĢtır. Bunun sonucunda, bütçe açığımız artmıĢ, tekstil ve otomotiv ile tarım basta olmak üzere birçok sektörümüz darbe yemiĢtir. - Üçüncü ülkelerle ticaretimiz, dolayısıyla dış ticaret rejimimiz tümüyle AB'nin kontrolüne girmiĢtir. - Gümrük duvarlarını kaldırdığımız için yabancı sermaye ya tırımları azalmıĢtır. Çünkü yabancı sermaye, daha çok gümrük duvarı varken, bunu aĢmak için bir ülkeye yatırım yapmaktadır. - Dünya Ticaret Örgütü'nün geliĢmekte olan ülkeler için uy guladığı özel koruma imkanlarından Gümrük Birliği üyesi olduğumuz için mahrum bırakıldık. 182 LÜKSEMBURG'TAN HELSĠNKĠ'YE KIBRIS AB, KKTC ile Türkiye'nin tüm itirazlarına ve izlediği politikanın müzakere sürecini kesintiye uğratmasına rağmen Rum kesimini muhatap aimaya devam eder. Lüksemburg Zirvesi'nden sonra KKTC ve Türkiye CumhurbaĢkanları ortak bir deklerasyon yayınlayarak, Rum kesiminin AB ile bütünleĢmesine karĢılık Türkiye'nin de KKTC ile aynı ölçüde bütünleĢmeye gideceğini duyururlar. Ancak 9 Kasım 1998'de Brüksel'de yapılan AB Genel iĢler Konseyi'nde, Rum kesimi ile üyelik müzakerelerine baĢlanması karan alınır ve sözkonusu görüĢmeler 10 Kasım'da gerçekleĢtirilir. Türkiye ve KKTC 11 Kasım'da yaptıkları açıklamalarla, bu geliĢmeye tepki gösterir ve uluslararası anlaĢmaları hatırlatırlar. Müzakerelere baĢlanmasına yalnız Türk tarafı ve Türkiye değil, bazı AB üyesi ülkelerden de tepki geür. Fransa, Almanya, Hollanda ve italya, 9 Kasım 1998'de yaptıkları ortak açıklamada, Rum kesimi ile tam üyelik görüĢmelerinin baĢlanmasından memnuniyet duyulduğunu Ġfade ederler ancak Kıbrıs'ın Özel durumu sebebiyle müzakere sürecinin devamında bir dizi problemle karĢılaĢılabileceği uyarısında bulunurlar. Söz konusu ülkeler, Kıbrıs'ın bölünmüĢlüğü sebebiyle, AB'nin temel taĢlarından olan ortak dıĢ ve güvenlik politikalarının uygulanmasında ciddi 123 sorunlar yaĢanabileceğine de dikkat çekerler. AB, üyelerinden gelen bu haklı uyarıları da dikkate almaz. VVashington'daki Hava DenktaĢ'ın danıĢmanı da olan DıĢiĢleri eski Bakanı Prof. Dr. Mümtaz SOYSAL, Lüksemburg geniĢleme zirvesi öncesinde kaleme aldığı "Perspektifler" baĢlıklı yazısında, Türkiye'de de Kıbrıs konusunda politika değiĢikliğine gidildiğini irna ediyor ve "Siz ne derseniz deyin, hatta çözüm olsun olmasın, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni üyeliğe alacağız; Kıbrıs'ın, tarihsel açıdan Batı dünyası için taĢıdığı simgesel anlam bir yana, Avrupa'nın Ortadoğu'daki ağırlığı bakımından da önemli olduğu için Av124 rupa Birliği dıĢında kalamaz!' mesajının verildiğini söylüyordu. (EK-1) 123 Güney Kıbrıs Rum yönetimi Avrupa Birliği'ne Üye Olabilir mi?/ Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu-Avrupa Birliği Bilgilendirme Se risi :3-Sf. 22 124 Hürriyet Gazetesi-13 Temmuz 1997 183 AB'nin Gündem-2000 raporu Ġle Rum kesimine Mart 1998 için müzakere takviminin verileceğinin açıklandığı Temmuz 1997'de ABD'nin tepkisi gelir. BaĢkan Clinton tarafından apar topar Avrupa baĢkentlerine gönderilen Kıbrıs özei temsilcisi Richard HoJbrooke, Avrupa BĠrliğĠ'nîn, Kıbrıs sorunun çözümü için BirleĢmiĢ Milletler ve ABD'nin giriĢimlerini göz önüne almasını ister ve aksi halde AB'nin büyük hata yapacağını bildirir. AB'yi Kıbrıs konusunda hata yapmaması için uyaran Holbrooke, Kıbrıs'ın AB üyeliği konusunda Ģunları söyler: "ABD olarak biz, BM'nin giriĢimlerini destekliyoruz. Bu çabaların, Kıbrıs'ın AB üyeliği Ġçin baĢlayacak müzakerelerle paralel olabileceğine inanıyoruz. Biz olaylara seyirci değiliz, NATO üyesi oJan Türkiye ve Yunanistan'a yardım etmeye kararlıyız. AB farklı düĢünüyor ama biz, ABD olarak, Türkiye'ye bir Avrupa ülkesi olarak bakılması gerektiğine inanıyoruz. Kıbrıs'ın üyeliğinin de, sorunun çözümü için Önemli bir rol oynayacağını düĢünüyoruz. Bu iki olay, birbirine bağlıdır. AB, Kıbrıs sorununun çözümü için ABD ve BM'nin giriĢimlerini göz önünde bulundurmalıdır. Aksi halde büyük hata yapar. Kıbrıs'ın AB üyeliği, 125 Ada'nın geleceği ve sorunun çözümü için çok önemlidir." ABD'nin, Rum kesimi ile müzakerelere baĢlanacak olmasından görünürde telaĢlandığı açıktır. AB'nin kararına kesin bir dille karĢı çıkmayan ABD, bu hukuk diĢiliğin, BM'nin giriĢimleri ile paralel yürütülmesi gibi çok genel bir Ģart karĢılığında Rum kesimi ile müzakerelere baĢlanmasına onay vermektedir. Çünkü ABD de, Kıbrıs'ın üyeliğinin sorunun çözümünü kolaylaĢtıracağı Ģeklindeki önce Rum ve Yunan Ġkilisinin, sonra da AB'nin politikası haline gelen tezi benimsediğini ortaya koymaktadır. ABD'nin telaĢının gerçek sebebi Nato üyesi iki müttefiki Türkiye ve Yunanistan'ın karĢı karĢıya gelmesinden duyduğu endiĢedir, daha doğrusu Türkiye'nin karara sert tepki göstermesi ihtimali karĢısında harekete geçme gereği duymuĢtur. Holbrooke, "ABD olarak, Türkiye'ye bir Avrupa ülkesi olarak bakılması gerektiğine inanıyoruz." diyerek, Türkiye'nin gönlünü almayı Ġhmal etmezken, AB'nin böyle düĢünmediğini de teyid etmektedir. ABD'nin Kıbrıs Özel Temsilcisi, o günlerde Bosna ile Kıbrıs ara125 Hürriyet Gazetesı-16 Temmuz 1997 184 sında benzerlik kurulmasına da itiraz eder ve Bosna ile Kıbrıs arasında hem benzerlikler, hem de farklılıklar olduğunu belirtir. Holbrooke, özetle "Kıbrıs'ta savaĢ 23 yıl önce bitti. Bosna'da müzakereler savaĢ sırasında yapıldı. Bosna'da üç, Kıbns'ta iki etnik grup yaĢıyor, iki ülkenin de tarihi farklı. Bu nedenle aynı formülü önermek doğru olmaz.." der. Aynı günlerde BaĢbakan Yardımcısı Bülent Ecevit, "AB'ye mahkûm değiliz" diyordu. AB'nin Güney Kıbrıs'a kapısını açmasının, sadece Türkiye'ye değil, aynı zamanda ABD'ye meydan okumak olduğunu söyleyen Ecevit, Kıbrıs politikasında değiĢikliğe gitmediklerini ancak daha kararlı ve açık bir üslupla politika Ġzlediklerini bildirir. Ecevit, "AB, New York diyaloguna adeta dinamit koydu. Aslında bu yalnız Türk tarafına karĢı değil, ABD'ye de bir meydan okuma. Bunu ABD ne kadar içine sindirir onu bilemiyorum. Fakat ABD giriĢimiyle baĢlayan bir diyalog sürecini göz göre göre, bile bile o diyalog sürerken, AB baltalamıĢ oldu. iki kutuplu dünya sonrası döneminde Türkiye'nin taĢıdığı ve yeni kazandığı önemi Avrupa pek idrak edemedi. Fakat ABD kanımca idrak etti. Onun için Kıbrıs konusunda da daha ihtiyatlı davranacağını sanıyorum. Yüksekten sesini çıkarmasa bile, herhalde Rusya'nın Güney Kıbrıs'ı askeri, ekonomik bir üs haline getirmesi, Doğu Akdeniz'i kendi nüfuz bölgesine dönüĢtürmesi karĢısında ABD'de de bir gerginlik duyuyor olsa gerek." değerlendirmesini yapar. Ecevit, AB'nin pozisyonunu değiĢtirmemesi halinde Rumların çözüm arayıĢlarını sürdürmelerine gerek olmayacağını, bu toplantıların anlamının da kalmayacağını kay126 deder. BaĢbakan Yardımcısı Ecevit, Kıbrıs'ta, Bosna-Hersek'te olduğu gibi Nato güvencesi olup, olamayacağına iliĢkin bir soru üzerine de, "Nato gücü gelinceye kadar Bosna Hersek'te kan gövdeyi götürdü, çok acılar çekildi.'Soykırım uygulandı. Ve o eylemleri Yunanistan da, Kıbrıs Rum yönetimi de destekledi." açıklamasını yapar. BaĢbakan Mesut Yılmaz ise, Lüksemburg Zirvesi'ne 1 ay kala Yunan BaĢbakanı Simitis'le Girit'te yapacağı görüĢme Öncesinde, "Ege'de çatıĢma ihtimali"nden söz eder. GörüĢmeye "Çok da iyimser bakmadığı" iĢaretini veren, buna rağmen yapılmasını bile "Bir adım" olarak niteleyen Yılmaz, "Ama Yunanistan, Türkiye'nin Avrupa BĠrliği'ne 126 Hürriyet Gazetesi- 19 Ağustos 1997 185 giriĢini Kıbrıs'a endekslemeye çalıĢıyor..." Ģeklindeki bir soru üzerine, "iĢte yanlıĢ yapıyor... Avrupa da aynı oyuna girdi, ama Avrupa onun 197 Ģimdi ne kadar tehlikeli bir egzersiz olduğunu gördü." der. AnlaĢılan Yılmaz, Lüksemburg Zirvesi için umutludur, çünkü o'na göre Avrupa "Kıbrıs oyununun ne kadar tehlikeli bir egzersiz olduğunu" görmüĢtü. Ancak Yılmaz'a ne kadar yanıldığını Lüksemburg BaĢbakanı, hem de çok kaba ifadelerle gösterir. Zirve Öncesinde böylesine umutlu olan Yılmaz, zirveden sonra AB ile iliĢkileri dondurur, hatta beklemediği bu sonucun yarattığı Ģokla olsa gerek, üyelik baĢvurumuzun geri çekilebileceğini söyler. Yılmaz, AB ile iliĢkilerin dondurulması kararını uygulamaya koyar ama üyelik baĢvurumuzun geri çekilmesini bir daha ağzına almaz. Türkiye'nin önüne Kıbrıs dahil uzun listenin konulduğu meĢhur Lüksemburg Zirvesi için BaĢbakan Mesut Yjlmaz, bu ülkeye gittiğinde, AB Dönem BaĢkanı olan Lüksemburg BaĢbakanı Jean-Claude Juncker, tarafından ağırlanır. Juncker, bir gün sonra, Türkiye'yi kastederek, "iĢkence uygulayan bir ülkeden gelen temsilcinin AB masasında oturması mümkün değildir" açıklamasını yapar. Bu sözler AB liderleri tarafından dahi "zamansız ve gereksiz" bulunur. Juncker'in en azmdan diplomatik teamüllere aykırı, çirkin ifadeleri bununla kalmaz. Türkiye'nin AB üyeliği için onlarca yıl geçmesi, Öncelikle belirti Ģartları yerine getirmesi gerektiğini belirten Lüksemburg BaĢbakanı, "Türkiye'nin öncelikle komĢusu Yunanistan'la sorunlarını çözmek üzere Lahey Adalet Dîvanı'na gitmesi lâzım. Ayrıca Kıbrıs'ın (Rum Kesimi) tam üyeliğiyle ilgili olumsuz tutumunu da gözden geçirmeli. Çünkü hem Kıbrıs'ın üyelik görüĢmelerini önlemeye çalıĢmak, hem de bu ülkeyi askeri teHdit altında tutmak 128 olmaz." der. Bu arada Yunanistan BaĢbakanı Kostas Simitis, Türkiye'yi Batı Avrupa BirJiğj (BAB) Asamblesi'ne Ģikayet eder. Simitis BAB'ta yaptığı konuĢmada, Ege adaları ve karasularla ilgili Türkiye ile ikili sorunların bir paket halinde Lahey Adalet Divanı'nda çözülmesi gerektiğini, Türkiye'nin buna yanaĢmadığını söyler. Bir parlamenterin Kıbrıs'la ilgili sorusunu da 127 Sedat Ergin,Yılmaz:SavaĢ Çıkabilir- Hürriyet Gazetesi- 3 Kasım 128 Hürriyet Gazetesi- 13 Aralık 1997 1997 186 cevaplandıran Yunan BaĢbakanı, "Kıbrıs'ın tam üyelik baĢvurusuyla Kıbrıs sorunu ayn ayrı konulardır, bu iki konu arasında bağlantı kurulmaması gerekir" der. Simitis, bir baĢka parlamenterin sorusuna verdiği cevapta da, "Üçüncü bir ülke baĢka bir ülkenin AB baĢvurusunun baĢlamasına engel olamaz. Örneğin, AB dıĢındaki Türkiye, Kıbrıs'ın 129 .üyeliğini engelleyemez" diye konuĢur. BaĢından beri Kıbrıs'ın üyeliğinin sorunun çözümünü kolaylaĢtıracağı iddiasını savunan ve bunu hem AB, hem de ABD'ye kabul ettiren Yunanistan'ın, müzakere takvimi alındıktan sonra, Rum kesiminin üyeliği ile Kıbrıs sorununu birbirinden ayırmaya çalıĢması anlamlıdır. Yeni Yunan politikasının, Türkiye'nin muhtemel engellemelerinin önünü kesmeye yönelik olduğu ortadadır. Türkiye'nin "Kıbrıs sorunu ayrı, Türkiye'nin üyeliği ayrı" görüĢünü, görmezden ve anlamazdan gelen AB, bizzat kendisinin yol açtığı ve Kıbrıs sorununun kilitlenmesinin en büyük sebeplerinden birisi olan Rum kesiminin hukuk dıĢı üyelik giriĢimlerinin, sorunun dıĢında gösterilmesi politikasını ise sahiplenmektedir. Lüksemburg ve Yunanistan BaĢbakanları, günler öncesinden Lüksemburg Zirvesi sonuçlarını açıklamıĢlardı aslında. Juncker ve SĠmitis'Ġn Ege sorunları ile ilgili Lahey Adalet Divanı isteği ise 2 yıl gecikmeyle 1999 Helsinki ZĠrvesi'nde karĢılanacaktır. O günlerde KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ, "yetti artık" diyerek isyan eder. iĢte DenktaĢ-'ın isyan ifadeleri: "Dünya dediğimiz (yüce) ülkelerin Kıbrıs'ta 34 yıldır Kıbrıs Türklerine reva gördükleri haksızlık ve adaletsizlik (bu dünyada tarafsız Uluslararası Adalet Divanı olsa) mahkemelik suç teĢkil ederdi. 34 yıldır katlanıyoruz. Bunlar Rum-Yunan ikilisinin Girit oyununun suflörleri oldular. Zorla veya kandırılarak Kıbrıs'ı Rum'a, Yunan'a peĢkeĢ çekiyorlar. Oyunun son perdesindeyiz. AB yolu ile perdeyi indirip bizi mahkum edecekler. Van Der Brooke bana (Hukukun üstünlüğünden bahsetme, Kıbrıs siyasi bir meseledir) diyor ! 1960 anlaĢmalarını gündeme getiriyorum. (Onlar eskidir) diyor. Fiili durum - iki cemaat, iki devlet diyorum. Alay edercesine (Dünya Kıbrıs Hükümeti'ni meĢru hükümet olarak tanıyor. Bu hükümet üyelik için geçerli müracaatı yapmıĢtır. Aklınızı 129 Hürriyet Gazetesi-3 Aralık 1997 187 baĢınıza alınız, treni kaçırmayınız) diyor. Trenin Kıbrıs treni olmadığını, Rum'un treni olduğunu bir türlü görmek istemiyor. Kıbrıs üzerinde Türk-Yunan dengesi var, Kıbrıs her iki Anavatan'ın üye olmadığı bir birliğe giremez diyorum. Anlamazlıktan gelip (AB hangi ülkeyi üye yapacağı konusunda kimseye veto hakkı tanımaz) diyor. Kıbrıs diye kabul ettiği kuruluĢun 34 yıldır silah zoru ile ambargolarla, dıĢ dünyada yalanlarla, Ģantajlarla (her iki cemaatin vatanıdır) dedikleri Kıbrıs'ta, Kıbrıs Türklerine tahakküm için uğraĢtığını gören, anlayan yok!.." Yazar Doğan Uluc, köĢesinde yer verdiği bu isyana Ģu ifadelerle destekler: "Hukuk ve adalet yoksunluğuna düĢenler dıĢında hiç kimsenin DenktaĢ'ın yakınmalarına katılmaması mümkün değil. Oysa taverna, uzo'lu buzuki partileri, dostluk geceleriyle Türk-Yunan-Rum dostluğunu pekiĢtirerek Kıbrıs'ta adil çözüme ulaĢılacağını sananlann gözardı ettikleri önemli.bir husus var. Rum yönetiminin 1960'lardan bu yana Kıbrıs Türk'ünü siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda kendi halkıyla eĢit görmeye yanaĢmayıĢı tüm çözüm formüllerini kitleyen tek engel. Makarios'tan baĢlayıp Kipriyanu, Vasiliu ve Klerides'le karĢılıklı görüĢmelerimizde Kıbrıs Türklerini adanın ikînci-üçüncü sınıf halkı görme tutkularına bizzat Ģahit olduk. Bu sabit fikri mevcut olmayan güveni artırıcı değil, yaratıcı yöntemlerle ortadan kaldırmak yerine ne yaptıkları ortada. Türkiye düĢmanı PKK'ya kucak açmak, Kıbrıs Türk'ünü yaĢamdan bezdirmek Ġçin ambargo uygulamak, Türk kesimine geçen turistlerin dönüĢlerinde alıĢveriĢine el koyup ceza yazmak, fabrika bacası boyunda S-300 füzeleri sipariĢi vermek, sınır anlaĢmalarını ihlal edici motorize konvoylar düzenleyerek kıĢkırtıcılığı tırmandırmak, AB üyeliği Ģantajı son zamanlarda sözde ortak devlet çözüm müzakerelerine paralel Rum giriĢimleri. Atina'nın Ege Adaları, kıta sahanlığı, karasuları, FIR hattf gibi sorunları taĢıdığı dıĢ dünyada yıllardır sürdürdüğü düĢmanca kampanya da Rum-Yunan ikilisinin Türk ırkına beslediği kin üstüne ayrıca tuz-biber." (EK-2) Yine Hürriyet Gazetesi, ABD'nin giderek ısınan Ege ve Akdeniz'de tansiyonu düĢürmek Ġçin iki koldan atağa kalktığını bildirir. Buna 130 Hürriyet Gazetesi-Doğan Uluç/Kra! Çıplak- 4 Eylül 1997 188 göre, ABD DıĢiĢleri Bakanı Afbrıght, Kıbrıs'ta DenkiaĢ ve Klerides'i sürpriz bir zirveye ikna eder. Ayrıca VVashington'da, ay sonunda TürkYunan DıĢiĢleri Bakanları zirvesi planları yapılmaktadır. GörüĢmeye tarafların 'hayır' demediği ancak Türkiye'nin bir itirazının Yunanistan'ın da bir isteğinin bulunduğu kaydedilir. Türkiye "Bu tür toplantılar yapılıyor. Sonunda bir metine imzalar atılıyor, fakat Yunanistan hemen sonrasında attığı imzaya uygun düĢmeyen bir tutum takınıyor. Yine böyle olacaksa böyle bir zirveye ne gerek var" uyarısında bulunur. Yunanistan ise, "Böyle bir zirve yapılacak ve sonunda bir ortak bildiri yayınlanacaksa, Türkiye zirve öncesinde bu bildiriye Kardak anlaĢmazlığını Lahey'deki Uluslararası Adalei Divanı'na götürmeye razı olduğunu belirten ibareler 131 koyulmasına itiraz etmeyeceği güvencesi vermeli" Ģartını koĢar. Bili Clinton'un Kıbrıs Özel Temsilcisi Richard Holbrooke, Rum kesimi ile müzakerelere baĢlandıktan 2 ay sonra doğru ama eksik bir tespitte bulunur Holbrooke, Los Angeles Times gazetesine "AB, Bulgaristan ve Slovakya dahil üyelikten çok uzak ülkeleri bile geniĢleme sürecine alıp, Türkiye'yi dıĢarıda bırakmakla gereksiz yere Türkler'e hakaret ediyor. Türkler de, (O zaman Kıbrıs'taki herhangi bir geliĢmeyi önleyeceğiz) diyerek hınçlarını çıkarıyorlar. Bu arada Yunanistan Türkiye'ye- verilecek AB'ntn tüm mali yardımlarını veto ediyor. Tam bif 1 '•f? kargaĢa der. Bu tespit ve çabaların hiçbirisi AB'yi, Kıbrıs Rum kesimini üyeüğe alma azminden ve Rum-Yunan tezlerini sahiplenip, Türkiye'yi diplomatik oyunlarla dıĢlama kararlılığından vazgeçirmeye yetmez. Helsinki Zirvesi Lüksemburg Zirvesi geniĢleme sürecinin ilanı olur ama Türkiye ile iliĢkiler kesilir, Kıbrıs müzakereleri kesintiye uğrar. Bu arada Yunanistan, PKK ve teröristbaĢı Abdullah Öcalan'a verdiği destekle tam anlamıyla suçüstü yakalanır. IĢîe böyle bir dönemde Brüksel adeta Yunanistan'ı kurtarmak istercesine Türkiye'ye el uzatır ve AB Komisyonu, 1999'da yapılacak olan Helsinki Zirvesı'nde Türkiye'nin aday ülke Ġlan edilmesini 131 132 ABD Kıbrıs için Bastırıyor,Hürriyet Gazetesi-17 Eylül 1997 Hürriyet Gazetesi-11 Haziran 1998 189 teklif eder, 2 yıl içinde ne değiĢir de bu karar alınır? Lüksemburg Zirvesi'nden sonra Türkiye'nin AB ile iliĢkilerini kesmesi, planları bozmuĢtur. Bu Ģartlar altında Kıbrıs Rum kesiminin üyeliği ve Ege sorunlarında Yunanistan'ın talepleri doğrultusunda ilerlemek mümkün olmayacaktı. Ayrıca Türkiye gibi büyük ve stratejik konumu olan bir ülke baĢka arayıĢlara girebilirdi. Elden kaçırılmaması gerekiyordu. 1989 yılında baĢvurumuzu reddederken de Türkiye'yi açıkça kontrol altında tutma gereği ifade edilerek, sonu gelmeyecek bir yol haritası çizilmiĢti. 10 yıl Gümrük Birliği ile oyalanan Türkiye'nin, yolunun uzatılması için bulunan yeni formül "özel iliĢki ve aday ülke" formülü olur. Bekleme odası olarak da nitelendirilebilecek bu formülde, Türkiye ne içeri alınacak, ne de dıĢarı çıkmasına izin verilecekti. AB'nin belgeleri incelendiğinde bu tablo net bir Ģekilde ortaya çıkmaktadır. 10-11 Aralık 1999'da yapılan ve Türkiye'nin aday ülke ilan edildiği Helsinki Zirvesi'nde BaĢkanlık Sonuçları Belgesi yayınlanır. Belgenin 4.maddesînde aday ülkelerin sınır uyuĢmazlıklarına iĢaret edilir. Bu madde, ülke ismi belirtilmese de, doğrudan Türkiye-Yunanistan sorunlarına yöneliktir ve Ģöyle denilir: "AB Konseyi, artık 13 aday ülkeyi tek bir çerçevede biraraya getiren katılma sürecinin kapsayıcı niteliğini vurgular. Aday ülkeler, katılım sürecine eĢit temelde iĢtirak etmektedir. Aday ülkeler, AB'nin antlaĢmalarda yer alan değerlerini ve amaçlarını paylaĢmalıdır. Bu çerçevede, AB Konseyi, uyuĢmazlıkların, BM ġartına uygun biçimde barıĢçı çözümü ilkesini vurgular ve aday ülkelerin mevcut herhangi sınır uyuĢmazlıklarını ve diğer ilgili konuları çözmek Ġçin ellerinden gelen tüm çabayı harcamalarını Ġster. Bu gerçekleĢmediği takdirde, aday ülkeler, sorunu makul bir sürede Uluslararası Adalet Divanı'na götürmelidir. AB Konseyi, süregelen sorunlara iliĢkin durumu, özellikle katılım sürecine yansımaları açısından ve bunların Uluslararası Adalet Dîvanı vasıtasıyla çözümünü sağlamayı teĢvik için en geç 2004 yılı sonuna kadar gözden geçirecektir. AB Konseyi, ayrıca Kopenhag AB Konseyinde ortaya konan siyasi kriterlere uyumun, katılım müzakerelerinin açılması için bir Ön gereklilik olduğuna ve Kopenhag Kriterlerinin tümüne uyumun, Birliğe katılımın temelini teĢkil ettiğine iĢaret eder." Belgenin 9'uncu maddesinde a ve b bendi ile de Kıbrıs ve Ege sorunlarına yer verilerek, Ģu kararlar alınır: 190 (a) Avrupa Birliği Konseyi, 3 Aralık tarihinde New York'ta Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümünü amaçlayan görüĢmelerin baĢ lamasını memnunlukla karĢılar ve BM Genel Sekreteri'nin, bu sürecin baĢarıyla sonuçlanması yönündeki çabalarına kuvvetli desteğini beyan eder. (b) AB Konseyi, siyasi bir çözümün Kıbrıs'ın AB'ye katılımını kolaylaĢtıracağının alîmi çizer. Katılım görüĢmelerinin tamamlanmasına kadar herhangi bir çözüme yanlamadığı takdirde. Konseyin katılıma iliĢkin kararı, yukarıdaki hususlar herhangi bir ön Ģart teĢkil etmeksizin verilecektir. Burada Konsey, bütün ilgili unsurları dikkate alacaktır. Helsinki Belgesinin 12. maddesinde ise Türkiye'nin adaylığının Ģartları sayılır ve Ģöyle denilir: "AB Konseyi, Komisyonunun ilerleme Raporunda belirtildiği gibi, Türkiye'de son dönemdeki olumlu geliĢmeleri ve aynı zamanda, Türkiye'nin Kopenhag Kriterlerine uyum doğrultusundaki reformları sürdürme niyetini memnunlukla karĢılar. Türkiye, diğer aday ülkelere uygulanan aynı kriterler temelinde Birliğe katılması mukadder bir aday ülkedir. Mevcut, Avrupa stratejisi temelinde Türkiye, diğer aday ülkeler gibi, reformlarını teĢvik etmek ve desteklemek için bir katılım öncesi stratejisinden yararlanacaktır. Bu katılım öncesi stratejisi, insan hakları konusuna özellikle atıfta bulunarak, katılıma iliĢkin siyasî kriterlerin karĢılanması yönündeki ilerlemeye ve 4 ve 9(a) paragraflarında yer alan hususlara ağırlık verilmek suretiyle geliĢtirilmiĢ siyasi diyalogu içerecektir. Türkiye ayrıca, Topluluk programlarına ve ajanslarına ve aday ülkelerle Birlik arasında katılım süreci çerçevesinde yapılan toplantılara katılma imkanına sahip olacaktır. Önceki AB Konseyi kararlan çerçevesinde bir katılım ortaklığı hazırlanacaktır. Bu ortaklık aynı zamanda, siyasi ve ekonomik kriterler Ġle üye ülke olmanın gerektirdiği yükümlülükler ıĢığında ve AB müktesebatının üstlenilmesine ĠliĢkin ulusal program ile birarada, katılım hazırlıklarının üzerinde yoğunlaĢacağı öncelikleri içerecektir. Uygun ileme mekanizmaları oluĢturulacaktır. Türk mevzuatı ve uygulamalarının Topluluk müktesebatıyla uyumlaĢtmlmasının güçlendirilmesi amacıyla, Komisyon, müktesebatm analitik incelemesi sürecini hazırlamaya çağrılır. AB Konseyi, Komisyonu, katılım öncesine yönelik tüm AB mali kaynaklarının eĢgüdümü için tek bir çerçeve sunmaya çağırır." 191 Oldukça muğlak ifadelerle kaleme alındığı halde, Türkiye'nin sözlü itirazla yetinip., kabul ettiği Helsinki Belgesi, bugüne kadar meydana gelen geliĢmeler de dikkate alınarak değerlendirildiğinde önümüze çıkan tablo Ģudur: 1. Helsinki Zirvesi'ne kadar AB'nin raporlarında kaydetmekle yetindiği Turkiye-YunanĠstan arasındaki sorunlar artık resmen Türkiye ile AB arasındaki sorunlar haline gelmiĢ ve bunlar, AB'ye adaylığımız, ardından da müzakerelere baĢlamanın Ģartları olarak görülmeye baĢlanmıĢtır. Bu geliĢme, çok önemli sonuçlara yol açtığı gibi Türkiye-AB iliĢkisini çok farklı bir mecraya sokmuĢtur. Helsinki Belgesi'ndekî Kıbrıs ve Ege ile ilgili düzenleme Ģu dört sonucu doğurmuĢtur: - Türkiye, o güne kadar uluslararası antlaĢmalara aykırı ol duğu için karĢı çıktığı ve temel politikası haline gelen, Kıbrıs Rum ke siminin AB'ye adaylığını, dolayısıyla üyeliğini kabul etmiĢtir. AB'nin, Rum kesimini tüm Ada'nın resmi hükümeti olarak kabul ettiğini dikkate al dığımızda, bu hukuk diĢiliğin da dolaylı olarak Türkiye'ye kabul et tirildiğini söylememiz mümkündür. Dolayısıyla bugün yaĢanan tar tıĢmalarda da görüleceği gibi, üyeliğin Ada'nın tamamını mı, sadece Rum kesimini mi kapsayacağı tümüyle AB'nin insiyatifine bırakılmıĢtır. Türkiye'nin türn itirazlarına rağmen AB, Ada'nın tümünün üyeliğinden bahsetmektedir. - Helsinki Belgesi ile Ada'daki sorun çözülmese bile Rum Kesimi'nîn AB'ye üyeliğinin önü açılmıĢtır. Bilindiği gibi Kıbrıs BirleĢmiĢ Milletler tarafından yeĢil hat çekilecek kadar sorunlu bir bölgedir. 38 yıldır yeĢil hatla aynlan Rum kesimi için sınır sorunları Ģartı görmezden ge linmiĢ ancak Türkiye'den sınır sorunlarını halletmesi istenmiĢtir. - AB, Kıbrıs baĢta olmak üzere Tu rkiye-Yunan Ġstan ara sındaki sorunların resmen tarafı ve çözüm mercii olmuĢ, Kıbrıs'ta bir anlamda Türkiye, ingiltere ve Yunanistan'dan sonra dördüncü garantör haline gelmiĢ, hatta garantör üstü bir statüye kavuĢmuĢtur. - Kıbrıs ve Ege sorunlarının, "siyasi diyalog" ibaresi altında Türkiye'nin AB aday/ığının ön Ģartf olmasının temeli atılmıĢtır. Belgede, Kıbrıs ve Ege ilgili hususlara ağırlık verilmesi isteği, siyasi kriterlerin karĢılanması yönünde ilerleme sağlanması Ģartının hemen ardından zikredilerek, fiilen siyasi kriterlerle rliĢkîlendirilmiĢtir. Nitekim sadece 1 yrl 192 sonra Türkiye'ye verilen Katılım Ortaklığı Belgesi ile de resmen Kıbrıs meselesi kısa vadeli, Ege de orta vadeli siyasi kriter yapılmıĢtır, 2. Türkiye'ye, tez ve politikalarına ters düĢecek Ģekilde, Ege so runlarına 2004 yılına kadar çözüm bulunmadığı takdirde Lahey Adalet Divanı'na gidilmesi yine dolaylı olarak kabul ettirilmiĢtir ki, Yunanistan, baĢından beri bunu istemekteydi. 3. Türkiye'nin diğer aday ülkelere aynen uygulanan kriterler te melinde aday olduğu belirtilmiĢ ancak Kopenhag kriterlerinin siyasi bö lümünün karĢılanması Ģartı getirilmiĢtir. Gerçekte bu Ģart, sadece Tür kiye için konulmuĢtur. Çünkü 1993'de belirlenen Kopenhag Kriterlerinin, müzakereler tamamlandıktan sonra üyeliğe geçiĢ aĢamasında yerine getirilmesi kararlaĢtırılmıĢtı. 1997 Lüksemburg Zirvesi'nde alınan bir kararla bu kez Kopenhag Kriterleri müzakerelere baĢlamanın ön Ģartı ilan edilmiĢti. Bu karar alınmadan önce ise diğer tüm aday ülkelere mü zakere takvimi verilmiĢti. Takvim verilmeyen yegane ülke Türkiye'ydi, dolayısıyla sadece Türkiye Ġçin geçerli olacaktı. Nitekim, diğer aday ül keler siyasi kriterler baĢta olmak üzere Kopenhag'ın diğer kriterlerinin büyük bölümünü müzakereler devam ederken karĢılamaya ça lıĢmıĢlardır. (Mesela Polonya, Bulgaristan ve Kıbrıs Rum kesimi idam cezasına iliĢkin 6 no'lu protokolü müzakereler baĢladıktan 1 ila 2 yıl sonra ĠmzalamıĢlardır. Halen Rum kesimi mevzuatında, askeri suçlar veya savaĢ zamanında iĢlenen suçlarda idam cezası muhafaza edi lirken, diğer adaylardan Bulgaristan, Letonya, Litvanya, Estonya'da da adi suçlar dahil ölüm cezası bulunmaktadır. Bu ülkelerin 10 yıl veya daha uzun süredir bu cezayı infaz etmemeleri, idam cezasının pratikte kal dırılması olarak kabul edilmektedir. Bu gerçeklere rağmen Türkiye'den 6 No'lu Protokolü daha müzakerelere baĢlamadan imzalaması istenmiĢ ve bu müzakerelere baĢlamanın olmazsa olmaz Ģartları arasında sa yılmıĢtır. Türkiye'nin idam cezasını 18 yıldır uygulamıyor olması ise dik kate alınmamıĢtır. Daha doğrusu teröristbaĢı yakalanıp, idam cezasına çarptırılana kadar bu de facto durumu kabul eden AB, sonrasında teröristbaĢının durumuyla da açıkça bağlantı kurarak, Ġdam cezasının kaldırılmasını istemeye baĢlamıĢtır. Öyle ki, Türkiye Anayasa değiĢikliği ile 6 no'lu protokolün ruhu ve özüne de uygun olarak, terör, yakın savaĢ ve savaĢ olmak üzere üç istisnai hal dıĢında idam cezasını kaldırdığı 193 halde bu beğenilmemiĢ, terör suçlarında da idamın kaldırılmasında ısrarlı olunmuĢtur.) Üyeliğe alınma noktasına geldikleri halde halen Kopenhag Kriterlerini karĢılamamıĢ ülkeler bulunmaktadır. AB, 1999 Helsinki ZĠrvesi'nde bu kez, Kopenhag kriterlerinin siyasi bölümünü müzakerelere baĢlamanın ön Ģartı kabul etmiĢtir ki, doğal olarak bu da sadece henüz müzakerelere baĢlamamıĢ tek ülke konumundaki Türkiye Ġçin alınmıĢ bir karar niteliğindedir. 4. Helsinki Belgesi ile, katılım öncesine yönelik tüm AB mali kaynaklarının bir çerçevede toplanması adı altında Türkiye'nin Gümrük Birliği baĢta olmak üzere anlaĢmalarla taahhüt altına alınan, ancak AB tarafından o güne kadar karĢılanmayan mali yardımlar bir anlamda silinmiĢ, diğer tüm aday ülkelere her aĢamada verilen yardımlardan Türkiye'nin ancak müzakereler baĢladıktan sonra yarartandtnlması kararlaĢtırılmıĢtır. Evet, Helsinki Belgesi ile görünürde, Kıbrıs ve Ege konuları Türkiye-AB iliĢkisinde "siyasal diyalog" çerçevesinde değerlendirilecektir ve sorunların çözümü Türkiye'nin üyeliği için ön Ģart değildir. Ancak bu belge ile gerçekte artık AB, Kıbrıs ve Ege sorunlarında resmen taraf ilan ediliyor, bu da Türkiye'ye kabul ettiriliyordu. Helsinki Belgesi Ġle ilgili otarak Prof. Erol Manisalı, "AB Kıbns konusunda 1993'ten beri yürüttüğü sistemli politika içinde adım adım Ġlerliyordu. AB Kıbrıs konusunda hem uluslararası hukuk dıĢına çıkmıĢtı, hem de ada üzerinde 1960 yılında kurulan Türk-Yunan dengesini, siyasi olarak Yunanistan lehine bozmuĢtu. AB Ģimdi enosis diyordu. Ankara iĢin özünde haklı olmasına karĢın, AB'nin aldatma ve taktik savaĢlarına yeni düĢmüĢtü, ilk ödün 1T^ 1995'te, ikinci ödün de Helsinki'de verilmiĢti." değerlendirmesini yapıyordu. Emekli General Suat ilhan da Helsinki Zirvesi sonuçları için, "Bu iki madde, sadece Kıbrıs'ı değil, Ege sorunlarını da kapsıyor. Kararlar kaleme alınırken, elbette ki üye ülke olan Yunanistan da bulundu. Kabul etmek gerekir ki Yunan diplomatları, Yunan DıĢiĢleri Bakanlığı gene iyi çalıĢma yapmıĢ. Bizim diplomatlarımızı da çok iyi tanıyorlar."134 diyordu, ilhan'ın bu tespitinin gayet doğru ancak eksik olduğunu söy133 Avrupa Çıkrnazt-1 basım sf 169 194 Ġememiz gerekmektedir. Çünkü Yunanistan, yalnız diplomatlarımızı değil, siyasilerimizi de çok Ġyi tanımaktadır Bunu, Yunan siyasilerinin demeçlerinde açık bir Ģekilde görmemiz mümkündür Nitekim, Yunanistan DıĢiĢleri Bakanı Yorgo Papandreu, daha sonraki yıllarda, Türkiye ile ilgili politikasına yönelik eleĢtiriler üzerine Ġmarissıa adlı gazeteye, emekli General Ġlhan'ı ve bizi doğrularcasma Ģu demeci verecektir: "Bizi sürekli tebessüm ettiğimiz için eleĢtiriyorlar, buna haklan yok !ki ülke iliĢkilerinde bugüne kadar olumlu adımlar karĢılıklı tebessümler sayesinde oldu. Türkiye ile olan sorunlarımızı AB çerçevesine taĢıdık, bu da tebessümle oldu. Önümüzdeki dönemde Orta Asya'dan Türkiye-Yunanistan üzerinden italya'ya doğalgaz akıĢını sağlayacağız, bu da tebessümle oldu. Helsinki'de Türkiye'nin siyasi, ekonomik ve toplumsal devrim yapacağı yolu açtık, bu da tebessümle oldu. Aramızdaki sorunlar uluslararası hukuk temeline oturtuldu, bu da tebessümle oldu. ġimdi artık sorunlarımızın Lahey Adalet Divanı aracılığı ile çözülmesi yolunda adımlar atıyorum. Benim Ġsmail Cem ile olan iliĢkilerimi, Türkiye konusundaki politikalarımı eleĢtirenlere Ģunu söylemek isterim. Sert tavır takınarak, tüm baĢta söylediklerimi kimse baĢaramazdı. Sorun bu ise, sorun sert ve tavizsiz bir politika izleyerek, yaramaz çocuğu oynamak Ġse bugün artık bunun modası geçmiĢtir. Bugün ülkeler arası iliĢkilerde masaya yumruk vurularak, diplomasî yapılmıyor. Her Ģeyin altı üstüne gelmezse Kıbrıs sorununun da çözüm yoluna gireceğine inanıyorum. Papandreu, iki ülke arasındaki sorunları nasıl uluslararası platforma taĢıdıklarını anlatırken, haklı olarak övünmektedir. Çünkü "tebessüm politikasının" kazanan tarafı onlar olmuĢtur. Kaybeden ve sürekli baĢı ağrıyan taraf ise bellidir... Metin Aydoğan da Helsinki belgesi için, "Bu geliĢmelerle birlikte Türkiye'nin Ġki önemli sorunu sonu olumsuzluklarla dolu bir geleceğe bırakıldı. Kıbrıs aynı yüzyıl önceki Girit gibi, Türkler için acılı sonuçlar doğuracak bir yola sokuldu. Kıta Sahanlığı sorunun çözümü Lahey Adalet 134 Avrupa Brrtiği'ne Neden Hayır-Jeopolitik YaklaĢ ı m/2000/sf. 123 135 Cumhuriyet Gazetesi/ 2 Haziran 2002 195 Divam'na bırakıldı. Kıbrıs ve Kıta Sahanlığı hakkındaki Helsinki kararları Yunanistan'da gösterilerle kutlandı."1 yorumunu getiriyordu. DenktaĢ'ın Açıklaması Helsinki'de bu kararlar alınırken, KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ, iki eĢit taraf olarak New York'a davet edilmiĢ ve görüĢmeler için zemin hazırlamaya yönelik dolaylı görüĢmeler baĢlamıĢtı. DenktaĢ, böyle bir ortamda Helsinki Belgesi'nin Kıbrıs maddesi ile ilgili olarak Ģu ön değerlendirmeyi yapan "AB Konseyi'nĠn Nevv York'ta devam eden ve yeni bîr baĢlangıç oluĢturduğu kabul edilen dolaylı görüĢmeler sürecine destek ifade etmesi memnuniyet vericidir. Ancak, bu sürecin Kıbrıs'taki Ġki eĢit taraf arasında yürütüldüğünün ve amacının, kapsamlı bir çözüme yol açacak anlamlı müzakereler için gerekli zeminin hazırlanması olduğunun dikkate alındığı görülmektedir. Genel Sekreterin dolaylı görüĢmelerin baĢlatılmasını mümkün kılan açıklamasının sözüne ve ruhuna özen gösterilmesi gerektiğini bir kez daha önemle vurgulamakta yarar görmekteyiz. AB Konseyi adına ortaya konan diğer görüĢler ise dolaylı görüĢmeler yoluyla anlamlı müzakereler için zeminin hazırlanması amacıyla doğrudan çeliĢmekte ve kapsamlı bir çözüme doğru ilerlenmesi Ģansını zayıflatmaktadır. Ayrıca, böyle bir yaklaĢımın Rum tarafının uzlaĢmazlığını daha da artırmaktan baĢka bir amaca hizmet etmeyeceği aĢikardır. Kapsamlı bir çözüme varılmaksızıh, Kıbrıs adı altında Kıbrıs Rum tarafına AB'ye üyelik kapısının açık tutulmasını ise yanlıĢ, haksız ve kabul edilemez bulmaktayız. AB'njn adadaki iki taraftan sadece biri olan Kıbrıs Rum tarafı ile hak ve adalet ilkelerine ve gerçeklere aykırı olarak Kıbrıs adı altında sürdürdüğü sürece hukuk ve uluslararası anlaĢmalar temelinde Ģiddetle Ġtiraz etmeye devam ediyoruz. AB'nin hem iki eĢit taraf arasında kapsamlı bir çözümü desteklemesi, hem de taraflardan birini Kıbrıs adı altında kendisiyle müzakereye ehil görmesi mantık ve adalet sınırlarını zorlayan bir çeliĢkidir. AB, Kıbrıs'taki iki eĢit taraf arasında serbestçe müzakere edilmiĢ bir uzlaĢmaya varılmasını güçleĢtirecek ve BM Genel Sekreterinin iyi niyet ^ — _ _ _ w - ^ — l 136 Türkiye'yi Bekleyen Tehlikeler Bitmeyen Oyun 8-baskı sf.309 196 görevini zaafa düĢürecek tutum ve davranıĢlardan özenle kaçınmalıdır. Bunların dikkate alınmaması sadece Kıbrıs adasında değil, bütün Doğu Akdeniz'de barıĢ, güvenlik ve istikrara hizmet etmeyecektir. Kıbrıs'ta iki eĢit halk ve iki egemen devlet bulunduğu gerçeği inkar edilemez. Kıbrıs'ta kapsamlı bir çözüme ulaĢılma Ģansı ancak bu gerçekler dikkate alındığı ölçüde artacaktır. AB'nin Kıbrıs konusunda izlediği bu yanlıĢ tutum, garantör ülke ve anavatanımız Türkiye ile aramızdaki özel bağların ve iliĢkilerin daha da geliĢtirilmesini zorunlu kılmaktadır. Avrupa Birliği (Kıbrıs) adı altında GKRY'nin tam üyeliğini kabul ettiği takdirde adayı kalıcı olarak bölmenin ağır sorumluluğunu taĢıyacaktır. AB'nin bu tarihi sorumluluğunun bilinci Ġçinde hareket edeceğine inanmak is137 teriz/' Helsinki Zirvesi'nin hemen ardından BaĢbakan Bülent Ecevit de, "... Kıbrıs'la ilgili görüĢmelerden birsonuç alınamaması durumunda dahi, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs adı altında Avrupa Birliği'ne üyelik iĢleminin uygulanabileceği izleniminin verilmesi ise çok sakıncalıdır. Bu konudaki görüĢümüz herkes tarafından bilinmektedir. Bu tutumumuz değiĢmeyecektir. Kıbrıs'ta iki ayrı devlet bulunduğu gerçeği hiçbir Ģekilde inkar edilemez. Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasındaki özel iliĢki ve bağlar, Avrupa Birliği'nin Kıbrıs konusunda izleyeceği tu138 tuma paralel olarak geliĢmeye devam edecektir." der. Bakanlar Kurulu Toplandı Helsinki Belgesi'nde, "siyasi diyalog" adı altında da olsa Kıbrıs ve Ege konularına yer verilmesi büyük tartıĢmalara yol açar. Herkesin kafası karıĢmıĢtı. Kıbrıs baĢta olmak üzere hayati konularda taviz verildiği Ġddiaları yine gündeme gelir. O dönemde Devlet Bakanı olarak bu tartıĢmanın hükümet boyutunda yer aldım. Buna iliĢkin değerlendirmeleri 1 ^o oy "AB-Bitmeyen Yol" adlı kitabımdan aynen aktarmak istiyorum: "10 Aralık 1999 Helsinki Zirvesi'nde Türkiye AB'ye aday ülke yapıldı. BaĢbakan Ecevit'in ertesi gün "Aile Fotoğrafı" için Helsinki'ye gitmesi gerekiyordu. Ö gece geç saatlerde Bakanlar Kurulu toplantıya ça137 138 139 www kibris.gen.tr/turkce/belgeler/helsinki_zirvesi.html www kibris.gen. tu r/tu rkce/belge!er/he Isı n ki_zirvesi.html Avrupa Birliği Bitmeyen Yol/sf. 61-65 197 girildi. Toplantıya, konunun önemi sebebiyle o dönemde kabinede görevi olmayan ANAP Genel BaĢkanı Mesut Yılmaz da katıldı. Konu "adaylığımız" ve özellikle de Helsinki Belgesı'ndeki muğlak Kıbrıs maddesi idi. Tereddütler ve tartıĢmalar üzerine hem AB Dönem BaĢkanı, Finlandiya BaĢbakanı Lipponen, hem de ingiltere DıĢiĢleri Bakanının gönderdiği mektuplarla, Türkiye-AB iliĢkilerinde Kıbrıs'ın bir "Ön Ģart" olmadığı, sadece siyasi diyalog Ġstendiği güvencesi verildi. iĢte bu belirsizlik ve gerginlik içinde yapılan toplantıda Bakanların Önüne, "Helsinki Zirvesi BaĢkanlık Sonuçlarından Alıntılar" baĢlığı altında alelacele tercüme edilmiĢ ve DıĢiĢleri Bakanlığı'ndan, BaĢbakanlığa faksla gönderilmiĢ 3-4 sayfalık bir metin konuldu. Belgelerde Türkiye ile ilgili bölümler paragraflar halinde yer alıyordu. DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem ve AB'den sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Irtemçelik konu hakkında bifgi verdiler. Irtemçelik'in açıklamalarına göre, DıĢiĢleri bürokratları zirve kararlarına Ģüphe ile bakıyor ve karĢı çıkıyorlardı. Ancak BaĢbakan'ın huzurunda düzenlenen bir toplantı ile gerekli açıklamalar yapılmıĢ ve bürokratlar "ikna" edilmiĢti. AB Dönem BaĢkanı Lipponen ile ingiltere DıĢiĢleri Bakanı'nın mektupları Türkiye'nin endiĢelerini gidermiĢti. Ancak söz konusu mektuplar vakit darlığından tercüme edilmemiĢti. Açıkçası Bakanlar Kurulu üyeleri bu mektupları görmediler. 3-4 sayfalık metin üzerinde de sağlıklı bir değerlendirme yapılmadı. Toplantıda Ġlk söz alanlardan birisi BaĢbakan Yardımcısı ve MHP Genel BaĢkanı Devlet Bahçeli oldu. Sadece Kıbrıs konusuna değinen ve önceden hazırlanmıĢ yarım sayfalık bir metni okuyan Bahçeli, konuĢmasını yüksek sesle, "hayırlı olsun" diyerek, tamamladı. BahçelĠ'nin, hazır bir metinle gelmesi, Helsinki Belgesi konusunda önceden bilgi sahibi olduğunu gösteriyordu. Biz bakanlar ise belgeyi toplantıda gördük. Toplantının devamında, Milli Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu, Kopenhag Kriterleri hakkında bilgi isterken, Devlet Bakanı Tunca Toskay, AB'nin bugüne kadar taahhüt ettiği mali yardımları vermediğini hatırlattı ve "Adaylık dönemimiz ile birlikte alacaklarımız ödenecek mi?" sorusunu yöneltti. Bakanlar Kurulu'nda ben de söz alarak, (Bütün endiĢelerimizi giderdiği söylenen Ġki mektubun AB'yĠ bağlayıp, bağlamadığını) sordum. 198 Bunun üzerine bir tartıĢma baĢladı. AnlaĢıldı ki, bu husus değerlendirilmemiĢti. Uzun bir tartıĢmadan sonra karar verildi ki, ingiltere DıĢiĢleri Bakanının mektubu, bu unvanı ile imza attığı için AB'yi bağlamıyordu ama Lipponen'in mektubu, dönem baĢkanı sıfatıyla imzaladığı için AB açısından bağlayıcıydı. Cevaptan tatmin oimayınca (Lipponen'in mektubu Helsinki'den gelen metnin eki midir?) diyerek sorumu tekrarladım. DıĢiĢleri Bakanı Cem, (Çok iyi söylediniz Sayın Bakanım. Aynen öyledir. Bu mektup, metnin ekidir.) cevabını verdi. Teknik bir konuydu ama yine de ikna olmamıĢtım. Bunun üzerine metnin geneli üzerinde bir değerlendirme yaparak, Helsinki Belgesi'ndeki ifadelerin muğlaklığına ve elastiki birdîlle yazılmıĢ olmasına dikkati çektim. DeğiĢik yorumlara müsait bir Ģekilde hazırlanmasından bir amacın güdülmüĢ olduğunun anlaĢıldığını belirterek, özetle Ģunları söyledim: Kıbrıs ile ilgili maddede hiçbir siyasi otoriteden bahsedümemekte sadece Kıbrıs denilmektedir Bu ifade ile Ada'nın bütün olarak AB'ye alınmasından söz edilmektedir. KKTC, (Bu hukuka aykırıdır ve ben Türkiye ile entegrasyona gidiyorum) dese de, Çin ġeddi gibi duvarlar çekse de KKTC'dekiler de AB vatandaĢı olacağından bu insanlar nasıl tutulacaktır? Eğer bu metne dayalı olarak adaylığı kabui edersek, korkarım ki, Kıbrıs ve Ege'deki haklarımızı, ayrıca insan hakları adı altında Türkiye'de yaratılmak istenen yeni azınlıklar yolu ile de bütünlüğümüz ve üniîer devlet yapımızı korumada çok zor durumda kalabiliriz. Biz, insan hakları denildiğinde insanların eĢitliğine ve hukukun üstünlüğüne dayalı geliĢmiĢ bir demokratik hayata ulaĢılmasını anlıyoruz. AB Ġse, bugüne d er kadarki metinlerinde de görüldüğü gibi Türkiye'ye iğ ülkelerden farklı bir anlayıĢla yaklaĢıyor ve yeni azınlıklar yaratmak suretiyle, bütünlüğümüzü ciddi olarak rahatsız edecek gayretler içinde görülüyor Bu sebeplerle biz bu muğlak metinden Kıbrıs, Ege ve insan hakları konularında ne anladığımızı açık ve kesin bir dille yazıp, bir devlet belgesi olarak karĢı tarafa gönderip, bu Ģartlarda müzakere yapacağımizı bildirelim. Bunlardan ne anladığımızı beyanatlara değil yazıya dayandıralım. Çünkü devletlerarası iliĢkiler yazılı dosya bilgilerine göre yürütülür. Bunu yapmazsak Ġleride bir problem çıkması halinde Türkiye'nin hak ve menfaatlerini koruyandayız. Özellikle Kıbrıs'la ilgili olarak adeta bugün yaĢananları gö- 199 rürcesine anlattıklarım karĢısında ANAP Genel BaĢkanı Yılmaz ise, baĢını arkaya doğru sallayarak, beni tasvip etmediğini gösteriyordu. Yaratılmak istenen azınlıklar konusundaki sözlerim üzerine ise DıĢiĢleri Bakanı Cem, bizim azınlıklarımızın Lozan ve Bulgaristan AntlaĢmaları Ġle belirlendiğini, müktesebatma göre AB'nin, aday veya üye ülkeler içinde azınlık tarif ve tespit etme yetkisi bulunmadığını söyledi. Cem, bu konuda, egemen devletlerin kendi karar ve beyanlarının esas olduğunu da kaydederek, (Onun için hiçbir AB organ veya yetkilisinin Ģu veya bu Ģekilde bizim etnik veya azınlık grubumuz bulunduğunu ileri sürmesi mümkün değtfdirjdedi. Yapılan bu açıklamalara rağmen, yazılı cevap hazırlanması teklifimi iki kez daha tekrarladfrn ancak hiçbir bakan arkadaĢımdan destek görmediğim için sonuç almak mümkün olmadı. Mektuplar konusunda Ġkna olmadığımdan, Bakanlar Kurulu toplantısından sonra, bynlarm hukukiliğini araĢtırdım. Maalesef mektupların hiçbir hukuki bağlayıcılığı yoktu. Çünkü bünyesinde veto sistemi olan .kuruluĢlarda hukuki temsil mümkün değildi. Yani Bakanlar Kurulu doğru bilgilendirilmemiĢti." Gerçekten o günden sonra uzun süre, Helsinki Belgesi ile gelinen noktada, aldatılmıĢlığımızın mı, bilgisizliğimizin mi ağır bastığını düĢündüm, durdum. Sonraki geliĢmeler kesinlikle büyük bîr aldatılmıĢlıkla karĢı karĢıya kaldığımızı gösteriyordu. Ancak yöneticilerimizin kayıtsızlığı yüzünden ülkemizin kelimenin tam anlamıyla sahipsiz olmasının da, Helsinki ve sonraki geliĢmelere damgasını vurduğunu söylemek zorundayım. Belge ve Mektup Yan Yana Okunmalıydı!.. Bakanlar Kurulu'ndaki görüĢmelerden sonra Türkiye'nin güvence kabul ederek, Helsinki Belgesini imzalamasına yol açan, gerçekte ise hukuki hiçbir geçerliliği bulunmayan AB Dönem BaĢkanı Finlandiya BaĢbakanı Paavo Lipponen'in, BaĢbakan Ecevit'e hitaben yazdığı 10 Aralık 1999 tarihli mektup Ģöyleydi: "Sayın BaĢbakan, Bugün, Avrupa Birliği, Türkiye Cumhuriyeti ile iliĢkilerinde yeni bir dönem açtı. Türkiye'ye diğer aday ülkelerle aynı koĢullarla aday ülke statüsü tanıma konusunda oybirliği Ġle karara vardığımızı size resmen bildirmekten memnunluk duyuyorum. 200 Avrupa Konseyi toplantısında bu mektubun ekinde yer alan taslak karar metni üzerinde tartıĢırken, kararın 12'Ġncı paragrafında Kopenhag kriterlerine ek olarak hiçbir yeni kıstasın getirilmediğini ve 4 ile 9a paragraflarına yapılan göndermenin de katılım kriterleri ile değil, yalnızca siyasi diyaloga iliĢkin olduğunu söyledim ve bu hiçbir itirazla karĢılaĢmadı. Katılım Ortaklığı bugün aiınan konsey kararlan temelinde hazırlanacaktır. Dördüncü paragrafta yer alan 2004 tarihi, sorunların Uluslararası Adalet Divanı aracılığıyla halledilmesi için öngörülen en son tarih değil, fakat Avrupa Konseyi'nin halli sağlanamayan tüm sorunlarla ilgili olarak bir durum değerlendirmesi yapacağı tarihi belirtmektedir. Kıbrıs ile Ġlgili olarak, soruna siyasi bir çözümün bulunması AB'nin nihai amacı olmaya devam etmektedir. Kıbrıs'ın katılımına gelince, konuyla ilgili tüm faktörler Konsey kararı alınırken hesaba katılacaktır. Bu çerçevede, sizi diğer aday devletlerle birlikte yarın Helsinki'de verilecek öğle yemeğimize davet ediyorum." Bu mektup, Bakanlar Kurulu toplantısında önce gelmiĢ, BaĢbakan Ecevit de, LĠpponen'e, daha Bakanlar Kurulu'nu toplamadan aynı gün Ģu cevabı vermiĢti: "Sayın BaĢbakan Tarafımızda bazı kuĢkulara neden olan, BaĢkanlık Sonuçlarındaki açıklamaları içeren nazik mektubunuzu bugün aldığımı belirtmek istiyorum. Herhangi bir yanlıĢ anlamayı ortadan kaldıran açıklamalarınızı memnuniyetle karĢılıyorum. Mektubunuz Avrupa Birliği hukukunun birleĢmiĢ bir parçasını oluĢturuyor. Bu akĢam geç saatlerde, bu alt yapıya karĢılık olarak, BaĢkanlık Sonuçları ile ilgili hükümetimin bakıĢ açısını size göndereceğim. Bu metinle ilgili sîzin yorumlarınızı bekleyeceğim. Helsinki'de sizi görmeyi umut ediyorum. Saygılarımla " Lipponen'in mektubunu ve BaĢbakan Ecevit'in cevabını birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Her iki mektupta da dikkat çeken pek çok husus vardır. Mesela Ecevit, Lipponen'i, Bakanlar Kurulu toplanmadan ve hükümetin kararı belli olmadan cevaplandırılmıĢ, üstelik de açıklamalardan memnuniyet duyduğunu belirtilmiĢtir. Ecevit, Lipponen'in mektubunun, AB hukukunun birleĢmiĢ bir parçasını oluĢ- 201 turduğunu bildirmiĢtir ancak hukuken geçerli olmadığı gibi, Lipponen'ın mektubundan böyle bir sonuç çıkarmak da mümkün değildir çünkü açıklamalar bize göre, tümüyle Lipponen'in Ģahsi görüĢleridir. ġöyle ki, Lipponen, Avrupa Konseyi toplantısında, mektubunda Ġfade ettiği görüĢleri anlatmıĢ, bunlara da herhangi bir itiraz gelmemiĢtir. Ancak herhangi bir resmî kayda ya da tutanağa geçirilmemiĢtir. Bu sebeple, herhangi bir Ġtiraz gelmemiĢ olması, bu görüĢlerin AB hukukunun parçası sayılması için yeterli değildir. Kaldı ki, AB. gerçekten hukukunun parçası olan protokol ya da deklarasyonların (Özellikle Gümrük Birliği ile ilgili olarak) gereğini dahi yerine getirmemektedir ki, sözlü Ġfadeleri hatırlaması mümkün olsun. Öte yandan Ecevit'in, Bakanlar Kurulu'nu henüz toplamadığım söylemesi ise kelimenin tam anlamıyla kendi elini zayıflatmasıdır. Kanaatimizce Ecevit, böylece AB'ye Türkiye'nin kararının henüz kesinleĢmediğini anlatmaya çalıĢmıĢtır ancak memnuniyetini ifade etmesi, üstüne de "Helsinki'de sizi görmeyi umut ediyorum." demesi, Türkiye'nin vermek istediği mesajı da, Bakanlar Kurulu toplantısının önemini de ortadan kaldırmıĢtır. Nitekim, tüm itirazlarıma rağmen Bakanlar Kurulu toplantısında ne yeni bir karar alınmıĢ ve ne de Kıbrıs ve Ege Ġle insan haklarından ne anladığımızın yazıya dökülmesine gerek duyulmuĢtur. Lipponnen'in mektubunda, herhangi bir nezaket veya iyi dilek ifadesi olmadığı halde Ecevit'in saygılarını sunması ise, bu hususların yanında detay kalmaktadır. Lipponen'in mektubunda dikkat çeken önemli hususlardan birisi de, Ege sorununu yakından ilgilendiren 2004 tarihi ve Lahey Adalet Divanı ile ilgili karar hakkında yapılan açıklamadır. Lipponen, 2004 tarihinin Avrupa Konseyi'nin konuyla ilgili durum değerlendirmesi yapacağı tarih olduğunu öne sürmüĢtür. Oysa Helsinki Belgesi'nde, uyuĢmazlıkların makul bîr sürede çözülmediği takdirde Lahey Adalet Divanı'na götürüleceği yazılmıĢtır. Ayrıca Lipponen'in belirttiği gibi 2004 tarihi AB Konseyi'nin durum değerlendirmesi yapacağı tarih değil, katılım sürecini etkilemesi halinde sorunların Adalet Dıvanı'nda çözümünü teĢvik etmeyi gözden geçireceği en son tarihtir. Kısacası Helsinki Belgesi'ne göre, AB Konseyi en geç 2004'e kadar sadece Lahey'e gitmeyi teĢvik edip etmeyeceğini gözden geçirecektir. Bu kesin ve bağlayıcı bir karar değildir. Ancak kesin ve bağlayıcı olan, anlaĢma sağlanamaması halinde 202 Lahey'e gidileceğidir Kaldı ki, durumun Lipponen'in yazdığı gibi olduğunu varsayalım. AB Konseyi, benzer bir kararı Rum kesiminin üyelik baĢvurusu üzerine almıĢ ve müzakerelerin seyrine göre bu müracaatın 1995'te gözden geçirileceğini açıklamıĢtı. Bu kararın akıbeti hatırlanacağı gibi geride kalan sayfalarda detaylı olarak anlatılmıĢtı. Lipponen'in mektubunun en önemli bölümü ise, "Kıbrıs ile ilgili olarak, soruna siyasi bir çözümün bulunması AB'nin nihai amacı olmaya devam etmektedir." ifadesidir. "Kıbrıs'ın hukuku ne olacak?" diye sorması gereken BaĢbakan Ecevit, memnuniyetini sunmayı uygun görmüĢtür. Oysa hatırlanacağı gibi, KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ, AB'nin bu bakıĢ açısına karĢı çıkarken, "Van Der Broek bana (Hukukun üstünlüğünden bahsetme, Kıbrıs siyasi bîr meseledir) diyor ! 1960 anlaĢmalarını gündeme getiriyorum. (Onlar eskidir} diyor." sözleriyle adeta isyan bayrağı açmıĢtı. Görüldüğü gibi, 1999 tarihli Helsinki Belgesi, AB Komiserlerinden Van Der Broek'un daha 1997'de dile getirdiği, DenktaĢ'ı çileden çıkaran "Hukukun üstünlüğünden bahsetme, Kıbrıs siyasi bir meseledir" sözlerinin diplomatik anlatımından baĢka bir Ģey değildir. Ve son önemli bir husus ya da açık açık gelen kıskaç ..Lipponen mektubunda, "Katılım Ortaklığı bugün alınan Konsey kararları temelinde hazırlanacaktır." diyor. Lipponen, açıkça 1 yıl sonra verilecek ve Türkiye'nin baĢına büyük dertler açacak olan Katılım Ortaklığı Belgesi'nde, Konsey'de sözlü Ġfade ettiği, Türkiye'ye de mektupla bildirdiği teminatların değil, Konsey'in yazıya döktüğü kararların esas alınacağını bildirmektedir aslında. Bu cümle dahi, Lipponen'in mektubunun geçersizliğini ortaya koymaktadır ama Ecevit, "memnundur"... Helsinki Belgesi ve Türkiye'nin AB hukukunun bir parçası saydığı Lipponen'in mektubunda ülkemizin hayati konularında, hayati kararlar yer almaktadır. Ancak sayfalardır yorum yapmamız bile, aslında her iki metnin de ne kadar muğlak ve tartıĢmalı olduğunu göstermektedir. Gerçek bu olduğu Ġçindir ki, daha Helsinki Belgesi'nin mürekkebi kurumadan, hem Türkiye'de ve hem de AB içinde büyük görüĢ ayrılıkları ortaya çıkmıĢtır. 140 HürriyetGazetesı-Doğan Uluç/Kra! Çıplak-4 Eylü! 1997 203 Helsinki'den 1 Gün Sonra Bakanımızdan Gelen Ġtiraf Farklı yorum ve görüĢ ayrılıklarının en ciddi ve önemli sonucu Türkiye'ye 1 yıl sonra veri/en Katılım Ortaklığı Belgesi'nde görülür. Detaylarını Ġlerîki bölümlerde anlatacağımız KOB'da, Kıbrıs ve Ege ön Ģart haline getirilir. Bunun üzerine DıĢiĢleri Bakanlığımız, Helsinki Belgesini ve Lipponen'Ġn mektubunu hatırlatmak zorunda kalır. Hala, mektubun hukuki bağlayıcılığı olduğuna inanılıyordu. AB, bu ikazımızı ciddiye bile almaz. Çünkü Helsinki Befgesi'ndeki Ġfadeler gerçekten muğlaktır ve herkes kendine göre yorum yapmaktadır. Ancak bu AB'nin iĢine gelmektedir ve "diplomasi lisanı" île baĢarılmıĢtır. Açık bir ifadenin Türkiye tarafından kabul edilmeyeceği biliniyordu. Zirve devam ederken meydana gelen kriz havasını dağıtmak için "orta yol" formülü adı altında söz konusu tartıĢmalı metnin hazırlanmıĢtır. Buna iliĢkin olarak 13 Aralık 1999'da Hürriyet GazetesĠ'nde yer alan haber Ģöyleydi: "...Sonunda iĢ diplomatlara düĢtü. Diplomatların kaleme aldığı ve muğlak Ġfadelerle dolu sonuç metni tüm tarafların onayını aldı. Metne göre, Kıbrıs sorununun çözümü, Kıbrıs Rum KesĠmĠ'nin üyeliği için bir engel teĢkil etmeyecekti. Ancak Avrupa Konseyi, üyelik sürecinde tüm Ġlgili faktörleri göz Önünde bulunduracaktı. Bir AB diplomatı, .(Fransız ve Almanlar çekincelerinde ısrar edemeyeceklerini gördüler. Bu formül çerçevesinde Kıbrıs'ın üyeliğini bloke edebileceklerinin farkına vardılar) dedi." Metindeki bu muğlaklıktan Yunanistan DıĢiĢleri Bakanı Papandreu da ustalıkla yararlanır. Yunan DıĢiĢleri Bakanı, 12 Aralık 1999'da Hürriyet Gazetesi'ne, "Büyük risk aldığını" iddia ettiği bir demeç verir. Bakan, Hürriyetin, "AB kararlarına göre, 2004 yılına kadar TürkYunan sorunları çözülmezse Uluslararası Lahey Adalet Divanı'na gidilmesi öngörülüyor. Bu bağlayıcı bir karar mı sizce?" sorusu üzerine, "Karar açık. Ben yorumlamak Ġstemiyorum." der. Papandreu, gazetecinin, "Ama sizin yorumunuz da önemli" jsrarı üzerine Ġse, "Fakat siz de benim kadar iyi Ġngilizce biliyorsunuz. Zaten birkaç yıl sonra AB'nin resmi dilleri arasına Türkçe girince sorun tamamen ortadan kalkacak. Ama Ģunu söyleyeyim. Biz Türkiye ile sorunlarımızı barıĢçı yöntemlerle çözmek istiyoruz. Eğer 2004 yılma kadar Ġlerleme olmazsa AB Konseyi 204 durumu gözden geçirecek." Ģeklinde, "Arif ofan anlar" anlamına gelebilecek, kaçamak bir cevap verir. BaĢbakan Eceviî "Aile Fotoğrafı"nda yer aldıktan sonra yurda dönerkenj Yunanistan BaĢbakanı Simitis, sonuçtan duyduğu memnuniyetten olsa gerek, "çarpıcı bir jest" yapar. Simitis, Finlandiya'deki Yunan Büyükelçisinden, Ecevit'i havaalanından uğurlamasını ve kendisi adına bir "zeytin dalı" vermesini ister. Kıbrıs ve Ege'de adım adım emellerine ulaĢan Simitis, Türkiye'ye teselli ikramiyesi olarak zeytin dalını uygun görmüĢtür. Ecevit'le birlikte Helsinki'ye giden DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem ise yurda döner dönmez ilk kez "Kıbrıs'la ilgili ifadeler aleyhimizedir."der. Cem, bu durumu Ģöyle açıklar: "Daha önce dört ülke, italya, Almanya, Fransa, Belçika açık bir biçimde, (bölünmüĢ Kıbrıs'ı AB'ye alamayız) diyorlardı. Yunanistan bunu kaldırmak istiyordu. Helsinki'de bunu sağlamıĢ oldu. Helsinki metnine Kıbrıs'ı bütünleĢmesine veya bölünmesine bakılmadan koydurmak istiyordu ve koydurttu. Bu açık söylemek gerekirse bizim aleyhimizedir. Ancak Kıbrıs paragrafının sonunda, üyelik aĢamasında Kıbrıs'la ilgili bütün faktörlerin gözden geçirileceği yazılı, iĢte bu ifade bize bu konuda nefes aldırıyor. Ama genel olarak Kıbrıs'la ilgili bölüm Yunanistan'ın lehine görünüyor." Helsinki Zirvesi konulu Bakanlar Kurulu toplantısında, DıĢiĢleri bürokratlarının da belgeye karĢı çıktığı ifade edilmiĢti. DıĢiĢleri Bakanlığı MüsteĢarlığı da yapan, Nato eski Büyükelçimiz Onur Öymen'Ġn, Helsinki'den 3 yıl sonra yaptığı Ģu değerlendirme bunu doğrular niteliktedir: "Türkiye'nin adaylığının kabulü için 1999 yılının Aralık ayında yapılacak Helsinki Zirvesi'ni beklemek gerekecekti. Orada da üyelik müzakereleri için herhangi bîr tarih saplanmayacaktı. Türkiye Ġle Kıbrıs'ın üyelik süreçleri çok açık biçimde birbirinden ayrılmıĢ, Kıbrıs'a Öncelik tanınmıĢ ve Kıbrıs sorunu çözülmese bile Rum kesiminin üyeliğine S<apı aralanmıĢtı. Sonuçta, 1999 AB Helsinki Zirvesi'nde Kıbrıs sorunu çözülmese dahi Rumların AB üyesi olabileceklerine dair bir karar alındı. Türkiye'yi tatmin edici bazı yumuĢatıcı Ġfadeler de eklenerek. 141 Hürriyet Gazetesı-12 Aralık 1999 142 Silahsız SavaĢ-Bir Mücadele Sanatı Olarak Diploması,On u r Öymen/1 Baskı-Hazîran 2002,sf.469 205 Tecrübeli Büyükelçi Öymen, diplomatik bir' üslup kullansa da, Helsinki Belgesi ile Türkiye'nin Rum kesiminin üyeliğine onay verdiğini teyid etmektedir. Ancak Helsinki Belgesi ile sadece Rum kesiminin üyeliğine onay verilmesi ya da Türkiye'nin temel politikalarına tümüyle ters düĢecek bir Ģekilde Kıbrıs ve Ege'nin, AB'nin "yetki" alanına devredilmesi ile kalınmamıĢ, hiçbir aday ülkeye uygulanmadığı Ģekilde Kopenhag Kriterlerinin siyasi bölümü, müzakerelere baĢlamak için ön Ģart yapılmıĢ, bu da yetmemiĢ, Kopenhag Kriterleri istismar edilerek, hatta çarpıtılarak, Türkiye'nin önüne konulmuĢtur. Mesela, azınlık adı altında sanal azınlıklar yaratılmak istenmiĢ, Almanya, Fransa ve Yunanistan baĢta olmak üzere tüm AB ülkelerinde eğitim, yalnız resmi okullarda değil, özel okullarda dahi resmi dilde yapılırken, Türkiye'den tüm ana dillerde temel ve yaygın eğitim yapılması istenmektedir. Ayrıca, Helsinki Belgesi sonuçlarının değerlendirildiği bölümde detaylı olarak anlatıldığı gibi idam cezasının kaldırılması Ģartı, tümüyle teröristbaĢının kurtarılmasının aracı yapılmıĢtır. Kopenhag kriterlerine yüklenen farklı anlamlar ve bunlar arasında yapılan öncelik tercihleri ile doğrudan ülkenin birlik ve bütünlüğüne yönelik taleplerin dayatılmasmın yolu açılmıĢtır. Bütün bunlara rağmen DıĢiĢleri Bakanı Cem, gerçekten hayret edilecek bir biçimde, Türkiye'nin adaylığının hiçbir Ģarta bağlanmadan kabul ve ilan edildiğini, diğer adaylarla eĢit konumda olduğunu savunuyor ve Lipponen'in mektubunun Helsinki kararının eki niteliğinde olduğuna da inanmaya devam ediyordu. Oysa Helsinki Belgesi ile DıĢiĢleri Bakanı Cem'in, "Bize nefes aldırıyor" dediği, "Üyelik aĢamasında Kıbrıs'la ilgili bütün faktörlerin gözden geçirileceği" ifadesi bugüne kadar AB'nin resmi ağızlarınca görmezden gelindi ve hiç telaffuz edilmedi. Helsinki'deki bu ibare ile AB, Kıbrıs'ı meydana getiren temel hukuk kurallarını dikkate alacağını söylüyordu ama söz konusu ibareyi gündeme getirmeyerek, iki yüzlülüğünü sürdürüyordu. Ne yazık ki, "Bize nefes aldırdığı" söylenen söz konusu ibare, Cem'ın Ġlk günlerde verdiği bu beyanat dıĢında, adeta Türkiye'de de unutulur. Bakan Cem uzun bir aradan sonra ancak, 2002 143 Mart'ında bu ibareden ne anladığını izah eder: "AB kendi tanımlanyla, Kıbrıs bizim tanımımızla Rum yönetimini 143 Radikal Gazetesı-5 Mart2002/DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem'in CNN Türk'ün ManĢet Programındaki açıklamalarının tam metni 206 üye almaya hazırlanmaktadır Üye alacaktır ama üye alma kararını verirken bütün ilgili etkenleri dikkate alacaktır ġimdi ben bunu abartmıyorum çok da fazla önem atfetmiyorum ama hukuken bunun anlamı Ģudur: Öyle bir noktaya gelindiğinde, bütün etkenleri dikkate atacağı taahhüdünde bulunuyor. Bütün etkenler, yani Kıbrıs'ta bir ortak kabul edilebilecek çözüm konusunda Türk tarafı ne yapıyor, Rum tarafı ne yapıyor...Etken budur Bizim Ģu anda o etkenler konusunda söyleyecek çok sözümüz var. Sayın CumhurbaĢkanı DenkîaĢ'ın giriĢiminden sonra- ben katiyen hayalci Ģeyler bina etmiyorum üzerine, fakat vaka olarak söylüyorum- biz o noktaya gelindiğinde pekala AB'ye dönüp, (Bakın siz ilgili bütün etkenleri dikkate alacağınızı söylemiĢtiniz) diyebiliriz. Kıbrıs'taki Türk tarafı elinden gelen herĢeyi yaptı, öteki taraf uymadı. Bunu da dikkate aîın diyebileceğiz. Bunu belki AB Ġçinde bir-ikî ülke de diyebilir." DıĢiĢleri Bakanı Cern'in Helsinki Belgesi'ni ne kadar yanlıĢ okuduğu ortadadır. Cem'in, 1999 yılındaki açıklamaları ile 2002'deki değerlendirmeleri arasındaki çeliĢki, böylesine ciddi konuların ne kadar ayak üstü ve rastgele yorumlandığını göstermektedir. Öncelikle Cem'in, Helsinki Belgesi açıkîandığında, tek önemli husus olarak gördüğü ve "bize nefes aldırıyor" dediği Ġbareyi, bugün, "çok da fazla Önem atfetmiyorum" sözleriyle Önemsiz göstermeye çalıĢtığına dikkat çekmek istiyoruz. Belgedeki "tüm faktörler" ibaresinden kastedilen ölçünün, görüĢmelerdeki tutum olduğunu iddia eden Cem, bu ibarenin konulduğu 1999 yılının, Kıbrıs'ta müzakerelerin kesildiği, DenktaĢ'ın masadan kaçmakla suçlandığı bir dönem olduğunu da unutmuĢ gözükmektedir. Böylesi bir ortamda, "tüm faktörlüden" müza kerelerin kas tedilemeyeceği aĢikardır. Öyle bile olsa, bu açık bir biçimde belirtilir ve belki de tarafları daha da teĢvik edici olurdu. Ne yazık ki, DıĢiĢleri Bakanımız olayları günün geliĢmelerine göre yorumlamakta, bu yüzden kendi kendisiyle dahi çeliĢmektedir. Gerçi, Helsinki Belgesi'ne iliĢkin yorumunda Cem, yalnız değildir. Yunanistan ve Rum kesiminin yanısıra AB yetkilileri de böyle düĢünmektedir. Nitekim Cem'in bu değerlendirmelerinden sadece 3 ay sonra AB'nın GeniĢlemeden Sorumlu Komiseri, Günter Verheugen, hazırladığı bir raporda, Kıbrıs sorununun çözümünde kilit ülkenin Türkiye olduğunu, KKTC CumhurbaĢkanı Rauf 207 DenktaĢ'ın sorunun çözümünde yapıcı bir tavır sergilemediğini, Rum kesiminin ise yapıcı ve fedakar davrandığını öne sürer. AB'nin "tüm faktörlerden" ne anladığı ortadadır ve DıĢiĢleri Bakanımızın, benzer yaklaĢımından sonra buna ĢaĢırmamak gerekmektedir. Hatta, AB yetkililerinin bundan cesaret aldığını söylemek de mümkündür. Ama bu doğru bir yaklaĢım ve değerlendirme değildir. Gerçekte tüm faktörlerden kastedilen, Kıbrıs Cumhuriyetine vücut veren Anayasa ve 1960 antlaĢmaları yani Ada'nın hukuku île toprağı, halkı, tarihi gibi temel hususlardır. En azından Türkiye'nin böyle anlaması ve anlatması gerekmektedir. Nitekim Helsinki Belgesi'ndeki ifade tam olarak, "AB Konseyi, siyasi bir çözümün Kıbrıs'ın AB'ye katılımını ko laylaĢtıracağının altını çizer. Katılım görüĢmelerinin tamamlanmasına kadar herhangi bir çözüme vanlamadığı takdirde, Konseyin katılıma ĠliĢkin kararı, yukarıdaki hususlar herhangi bir ön Ģart teĢkil etmeksizin verilecektir. Burada Konsey, bütün Ġlgili unsurları dikkate alacaktır." Ģeklindedir ki çözüm olup, olmamasının önem derecesi net bir biçimde ortaya konmuĢtur. Yanı müzakerelerin, sonuca herhangi bir etkisi olmayacak, sadece "kolaylaĢtırıcı" bîr fonksiyon olarak değerlendirilecektir. BaĢbakan Bülent Ecevitde, bu ifadeden aynı Ģeyi anladığı ıçîn 11 Kasım 2000'de KOB'la ilgili olarak yaptığı bîr açıklamada, Finlandiya BaĢbakanı Lipponen'in AB adma, 10 Aralık 1999 günü gönderdiği mektupta yer alan "Kıbrıs konusunda bir siyasal çözüm Avrupa Birliği'nin amacı olmaya devam etmektedir. Konseyin, karar verme aĢamasına gelindiğinde Kıbrıs'ın üyeliğe kabulü Ġle Ġlgili bütün önemli etkenler dikkate alınacaktır." Ģeklindeki Ġfadelerini hatırlatarak, "Lipponen'in bu sözleri Türkiye'nin Kıbrıs konusundaki duyarlılıklarının göz önünde tutulacağı anlamına gelmektedir." demiĢtir. Ecevit'in bu değerlendirmesinin halen Cem'in Bakanlığfmn internet sitesinde bulunuyor olması da ayrıca bir kara mizah örneğidir. DıĢiĢleri Bakanımızın, BaĢbakanı ile ters düĢerek, konuyu sadece görüĢmelerde kimin daha aktif olduğuna indirgemesi, Türkiye'nin elini zayıflatacak, Yunan tezini kuvvetlendirecek bir yaklaĢımdır ki, böyle bir değerlendirmeyi nasıl ve neden yaptığının Ġzahı gerekmektedir. Yıl144 Cumhuriyet Gazetesi-19 Haziran 2002 145 www.mfa.gv.tr/Turkce/gaipa/aj/ 208 Ġardır gerek dıĢ dünyanın tamamı, gerekse de son dönemde Türkiye içinden bazı çevrelerin KKTC CumhurbaĢkanı DenktaĢ'ı "uzlaĢmaz taraf" Ġlan ettiği ve DenktaĢ'ın tüm çabalarına rağmen bu tutumun sürdüğü gerçeği ortadayken, Cem'in, "Biz görüĢmelerde elimizden geleni yaptık" diyerek, kimseyi ikna etmesi mümkün değildir En sonlarda yer alması gereken bir hususu neredeyse tek ölçü kabul eden Türkiye'nin asıl ve öncelikle yapması gereken, AB'ye, hukuku ve kendi kriterlerini hatırlatmak olmalıdır. Helsinki ZirvesĠ'nin sonuçlarını KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ'm nasıl değerlendirdiği de önemlidir. "DenktaĢ'a Kalsa Çe146 kilirdi" baĢlıklı haber, DenktaĢ'ın o gün içinde bulunduğu durumu bütün açıklığı ile göstermektedir. "AB'nin kararıyla sarsılmasına rağmen dolaylı görüĢmelerden çekilmeyen DenktaĢ, bundan sonra atılacak adımı belirlemek için Helsinki Zirvesi boyunca Türkiye'den gelecek haberleri bekledi. AB'yi çe1 liĢkili davranmakla ve Rumlar ! cesaretlendirmekle suçlayan DenktaĢ, Türkiye ile ciddi bir değerlendirme yapacaklarını belirtti. Rauf DenktaĢ, Ocak ayında yüzyüze yapılması planlanan Ġkinci tur görüĢmelere katılıp, katılmayacağı yolundaki soruları yanıtsız bıraktı. Hürriyet'e konuĢan bir yetkili, (DenktaĢ, New York görüĢmelerini Türkiye'nin Helsinki'de adaylığını tehlikeye atmamak için kabul etti . DenktaĢ, norma! koĢullarda müzakerelerden derhal çekilirdi) dedi." DenktaĢ, Türkiye ile ciddi bir değerlendirme yapmayı ummuĢtur. Ama biz bakanlar bile son dakikaya sıkıĢtırılan bir toplantı Ġle haberdar olmuĢ ve birkaç saat Ġçinde Helsinki Belgesi'nin onaylanması kararlaĢtırılmıĢtı. Bunun artık geriye dönüĢü olmadığı da dikkate alınırsa, acaba DenktaĢ'ın beklediği ciddi değerlendirmeyi yapma imkanı kalmıĢ mıydı ve bunu yapacak bir siyasi irade ve siyasi zemin var mıydı diye sormak gerekmektedir. Çok TeĢekkür ve de Mutlu Yıllar!... BaĢbakan Bülent Ecevit, bu sıkıntı, belirsizlik ve hengame arasında 24 Aralık 1999'da, AB dönem baĢkanı, Finlandiya BaĢbakanı 146 Hürrîyeî Gazetesi nde-12 Aralık 1999 209 Paavo Lipponen' e bir mektup daha yazar. Niye yazıldığı tam olarak anlaĢılmayan mektup Ģöyleydi: "10 Aralık 1999 tarihli mektubumda, hükümetimizin Helsinki BaĢkanlık kararları konusundaki görüĢleri ile ilgili yapmıĢ olduğum beyanat metnini size gönderdiğimi belirtmiĢtim. Metin ĠliĢikte sunulmuĢtur. Helsinki Avrupa Konseyi sonuçlarına katkıda bulunan çok değerli çabalarınız için size teĢekkür etme fırsatını bana verdiğiniz için size çok teĢekkür ediyorum. Avrupa Birliği ile olan bağlarımızda Türkiye diğer aday ülkelerle eĢit karĢılıklı iliĢkiler kuran önemli geliĢmeler baĢarılmıĢtır. Avrupa Birliği ile dayanıĢma, birlik ruhu ve sonunda katılrmımız ile ilgili görüĢler içerisinde Avrupa Birliği ile bütün alanfarcia iliĢkilerimizi geliĢtirmeyi arzu ediyoruz. Bu münasebetle, size ve ailenize mutlu yıllar diliyorum. Ayrıca, sizi baĢarılı, verimli ve tatmin edici BaĢkanlığınızdan dolayı kutluyor ve yeni yıl için en Ġyi dileklerimi sunuyorum. Saygılarımla." DıĢiĢleri bürokratlarının karĢı çrktığr, DıĢiĢleri Bakanı (smaif Cem'e, "Kıbrıs'la ilgili ifadeler aleyhimizedir." itirafını yaptıran, KKTC CumhurbaĢkanı DenktaĢ'ı ise müzakerelerden çekilme noktasına getiren Helsinki Belgesi ile Ġlgili olarak gerçekten hangi geliĢme olmuĢtur da, BaĢbakan Ecevit, 14 gün sonra bir kez daha Lipponen'e teĢekkür edip, mutlu yulaf dileme Ġhtiyacını duymuĢtur, anlamak mümkün değildir. Kesin olan Ecevit'in, hukuken geçersiz bir mektubu "değerli katkı" saydığı, diplomasi oyunlarını ise, "baĢarı, dayanıĢma ve birlik ruhu" olarak gördüğüdür. En önemlisi de Ecevit, böylesine önemli ve ciddi bir konuda muhatabına gönderdiği tek taraflı beyanların yeterli ve geçerli olduğunu zannetmektedir ki, bu kanaatinin yanlıĢ, teĢekkürünün de ne kadar yersiz kaldığını 1 yıl sonra görecek ve "AB, bizi aldatmıĢtır." diyecektir. Helsinki Belgesi'nin sonuçları, aslında uzun Ġzahata gerek duyulmayacak kadar açıktır. Bakanlar Kurulu toplantısında, bu belge Ġle Kıbrıs'ı kaybedeceğimizi ifade etmiĢtim. DenkîaĢ'ın sıkıntısı da ortadadır. Bugün gelinen nokta ne yazık ki, DenktaĢ'ı da beni de, bu belge ile ilgili kaygılarımızda haklı çıkarmıĢtır Helsinki Sonrası Tepkiler Bu Ģartlar altında yapılan Helsinki ZirvesĠ'nde Türkiye'nin aday- 210 lığının ilan edilmesinden sonra farklı tepkiler gelir. Bunlardan bazıları 147 Ģöyle: CumhurbaĢkanı Süleyman Demirel: ġartlar içinde olabildiğince iyi bir karar. Zaman Ġçinde pek çok Ģey değiĢecektir. Türkiye Avrupa'nın içine girmiĢtir. Yarın yeni Ģartlar ortaya çıkar (Demire!, yine CumhurbaĢkanı sıfatıyla 2 ġubat 1995'te "AB Sevr'i istiyor" demiĢti) Ecevit: Evet dedim ama içime sindiremedim. ismail Cem: Rum kesimi ile ilgili paragraf bu kesimin görüĢme masasından kaçmasını tamamen teĢvik ediyor. Korkarım artık Kıbrıs sorununun çözüm Ġhtimalinden biraz uzaklaĢtık. Ancak adaylıkla Türkiye'nin haklı görüĢlerini bundan böyle AB içinde etkin olarak dile getirebileceğiz. Yunanistan BaĢbakanı Sımitis: Türkiye aday olmuĢtur bu adaylık ile somut yükümlülükler aitma girmiĢtir ve bu yükümlülüklerini yerine getirmekle mükelleftir. Yunan Hükümet Sözcüsü: Çok mutluyuz ki Kıbrıs dahil bizim tekliflerimiz kabul edildi. Finlandiya DıĢiĢleri Bakanı Tarja Halonen: Solana Ankara'ya adaylık konusunda ciddiyetimizi göstermek için gitti. Ancak bu Türkiye'nin son Ģansıydı. Biz Türkiye'ye Ģu mesajı ilettik. Kabul et veya etme. Reddedersen yakın bir zamanda adaylık konusunda bir görüĢme yapılmasını bekleme. Bu son teklif. Günter Verheugen (AB'nin GeniĢlemeden sorumlu Komiseri): Merak edecek bir Ģey yok biz Türkiye'ye tam üyelik için hiçbir güvence vermedik. italya BaĢbakanı MassĠmo D'Alema: ġimdi ÖcaĠan'ın hayatı kurtuldu. Alman Federal Parlamento Sözcüsü Michael Kloss: Adaylık statüsü sembolik katacak ve tam üyelik için yıllarca beklemek zorunda kalacak olan Türk halkı büyük hayal kırıklığına düĢüp, AB'den soğuyacak. isveç Televizyonu: Adaylığın tescili Abdullah Öcalan'a yaradı ve adaylık onun için hayat sigortası oldu. Bu yorumlar, Helsinki denklemini ve Türkiye'nin neden aday ülke 147 Avrupa Birliği Bitmeyen Yol/ sî 65 211 ilan edildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Helsinki denkleminin içinde Kıbrıs'tan, teröristbaĢının kurtarılmasına kadar bir dizi hedef bulunmaktadır... KOB DÖNEMECĠ Evet Türkiye aday ülke ilan edilmiĢtir. Sıra yol haritası vermeye gelir. AB Komisyonu Türkiye'nin tam üyelik stratejisini tek taraflı olarak belirlediği Katılım Ortaklığı Belgesi ile ilgili taslak çalıĢmasını tamamlar. Kasım 2000'de Türkiye'ye teslim edilir. Türkiye de AB'nin bu belgede yer alan taleplerinden hangilerini, ne kadar sürede yapabileceğini gösteren Ulusal Programı'm hazırlar. Katılım Ortaklığı Belgesi ile görünürde bürokratik bir iĢlem yapılmaktadır. Ancak detayları aĢağıda verildiği gibi belgenin hazırlanması gerçekten, tam bir diplomasi savaĢına sahne olur. Taslak belgenin açıklanıp, son Ģeklinin verildiği 1 aylık süre içinde yaĢananlar hem Kıbrıs, hem de Türkiye için tek kelimeyle dönüm noktası niteliğindedir. Ve bugün Kıbrıs baĢta olmak .üzere AB ile aramızda yaĢanan tartıĢmaların birinci sebebi Helsinki Belgesi ise ikincisi ve en önemli sebebi Katılım Ortaklığı Belgesi'dir. Çünkü belge, Yunanistan'ın baskısıyla 1 aylık süre Ġçinde iki kez değiĢtirilmiĢtir. Diplomasi savaĢının kazanan tarafı Yunanistan olmuĢ ve istekterinfn tamamı yerine getirilmiĢ, Türkiye ise Helsinki Belgesî'nin de gerisine düĢmüĢtür. Katılım Ortaklığı Belgesi ile Yunan tezleri, AB eliyle Türkiye'ye resmen tebliğ edilmiĢtir. Kıbrıs'ın Kaderi Bir Gecede Çizilir Süre olarak kısa ama diplomasi taktikleri açısından oldukça yoğun, bir o kadar da karmaĢık bir çalıĢma sonucu hazırlanan KOB'un geçirdiği aĢamaları en baĢından ele almak ve olabildiğince detaylı bir Ģekilde anlatmak gerekmektedir. Türkiye'nin Katılım Ortaklığı Belgesi AB Komisyonu tarafından 2000 Kasım'ının ilk günlerinde tamamlanır. Taslak metinde, Kıbrıs konusu da yer almaktadır. Ancak taslaktaki ifadeler Helsinki Belgesi'ndekĠ gibidir ve mesele "siyasi diyalog" kapsamında görülmektedir. Türkiye KOB'la ilgili hazırlıkları takip etmeye çalıĢmaktadır ama Kıbrıs ve Ege konusunda o dönemde özel bir çaba göstermiĢ midir, bu belli değildir. Sadece DıĢiĢleri Bakanı Cem'in Ağustos aylarında AB Komisyonu'na bir 212 mektup yazarak, Türkiye'nin, Kıbrıs konusundaki hassasiyetini ilettiği bilinmektedir. Bunun dıĢında gerek AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, gerekse de DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem, Türk kamuoyunun rahatsız olmaması için KOB'da "Kürt" Ġfadesinin kullanılmaması yönündeki kulis faaliyetlerine ağırlık verirter. Yılmaz ve Cem'in bu çabaları sonuç getirse de, gerçekte Türkiye'nin baĢını daha da ağrıtacak bir Ġfadeye yer verilir. KOB belgesinde, "Kürt" kelimesinin yerini "azınlık haklan" alır. Bu, "Kürt" kelimesinin kullanılmasından daha sakıncalıdır çünkü AB'ye göre, ülkemizde 25 etnik grup bulunmaktadır ve AB neredeyse bunların tamamını azınlık olarak görmektedir. AB'nin bu tutumu, kendi Anayasası niteliğinde olan Kopenhag Kriterlerine aykırıdır. Çünkü Kopenhag Kriterlerinden kastedilen her egemen devlet tarafından belirlenen resmi azınlıklardır ki, Türkiye'nin resmi azınlıkları gayrı müsüm vatandaĢlarımızdır. Ayrıca baĢka ülke veya kuruluĢların azınlık belirleme hakları yoktur. Bunlara rağmen AB, ülkemizde baĢka azınlıklar olduğunu iddia edip, "sanal azınlıklar" yaratma peĢindedir. iĢte böyle bir ortamda Yunanistan 1 gecede Kıbrıs'ın kaderini çizer. AB Komisyonu'nun KOB taslağı 8 Kasım günü açıklandığında, Kıbrıs sorununun çözümünün, Türkiye'nin önüne kısa vadede yerine getirilecek siyasi kriterlerden birisi olarak konulduğu görülür. Türkiye için AB yolundaki ilkeler, öncelikler, ara hedefler ve Ģartları belirleyen bu belgede Kıbrıs konusu Ģöyle düzenlenmiĢtir. Kısa Vade (2001): Siyasi Kriterler- "Siyasi diyalog çerçevesinde, BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması sürecinin baĢarılı bir sonuca ulaĢtırılması yönündeki çabalarının kuvvetle desteklenmesi" Bu belgede dikkat çeken bir diğer husus, toplam 11 madde altında toplanan kısa vadeli siyasi kriterler içinde Kıbrıs'ın en son sırada yer almasıdır. Dikkatlerden kaçırmak için böyle bir yola baĢvurulmuĢ olması ihtimal dahilindedir. Çünkü 1 ay sonra yapılan değiĢiklikle Kıbrıs birinci maddeye çekilecektir. Aslında Yunanistan, belge açıklanmadan önce Ege ve TürkYunan anlaĢmazlığı konusunun da orta vadeli siyasi kriterler arasında sayılması için çaba gösterir. AB bunu kabul etmez ama KOB'un giriĢ 148 www belgenet com/arsıv/abkortak_2000html 213 bölümünde "ilkeler" baĢlığı altında Ege konusuna değinerek, Yunanistan'ın isteğini kısmen de olsa karĢılar, anlaĢmazlıkların çözüm yeri 1 olarak Lahey Adalet Divanı'nı, süre olarak da 2004'ü gösterir. Yunanistan'ın Ege talebi, belgede 1 ay sonra yapılacak değiĢiklikle yerine getirilecektir. Yunanistan'ın son dakika müdahalesi ile KOB taslak metninde. Kıbrıs, kısa vadeli siyasi kriter yapıldıktan sonra Ege Ġle Türk-Yunan sorunlarına da Ģöyle yer verilir: "AB Konseyi, Helsinki'deki toplantısında, 13 aday ülkenin tek bir çerçeveye alınması ile oluĢan katılım sürecinin kapsayıcı niteliğini teyit etmiĢtir. Aday Devletler katılma sürecine eĢit koĢullarda katılmaktadırlar. AB Konseyi, aday Devletlerin AB AntlaĢmalarında belirlenen değerleri ve amaçlan paylaĢmaları gerektiğini belirtmiĢtir. Bu bağlamda, AB Konseyi, BirleĢmiĢ Milletler Yasası'na uygun olarak uyuĢmazlıkların barıĢçı çözümü ilkesini vurgulamıĢ ve aday Devletlerin mevcut tüm sınır sorunlarını ve ilgili diğer sorunları çözmek için her türlü gayreti göstermelerini önemle talep etmiĢtir. Makul bir sürede bu gerçekleĢmediği takdirde, aday Devletler uyuĢmazlığı Uluslararası Adalet Divanı'na götürmelidirler. AB Konseyi ayrıca, çözüme kavuĢmayan herhangi bir soruna iliĢkin durumu, özellikle katılım sürecine yansımaları açısından ve bunların Uluslararası Adalet Dîvanı vasıtasıyla çözümünü sağlamayı teĢvik için, en geç 2004 yılı sonuna kadar gözden geçireceğini kararlaĢtırmıĢtır." Belge, AB'nin en yüksek karar organı olan AB Konseyi'nin 20 Kasım veya 5 Aralık toplantısında onaylandıktan sonra resmi olarak geçerlilik kazanacaktı. Ancak Türkiye kelimenin tam anlamı ile "son dakika gölü" yemiĢ ve Lipponen'in mektubuna çok güvendiği için olsa gerek hazırlıksız yakalanmıĢtı. BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz hariç...Çünkü Yılmaz, ileride yer vereceğimiz açıklamasında da görüleceği gibi, Yunanistan'ın mali yardımları bloke etme engelini aĢmak için "taviz verildiğini" Ġddia edecektir. Oysa Türkiye'nin böyle bir taviz vermesine Ġmkan da, gerek de yoktu. Çünkü Yılmaz'ın da kabul ettiği Helsinki Belgesi'ne göre zaten mali yardımlar Kopenhag kriterlerine 149 Hürriyet ve Milliyet gazetelerî/9 Kasım 2000 214 bağlanmıĢ ve müzakerelere baĢlanmadan yardım yapılmayacağı karar altına alınmıĢtı. AB'den sorumlu ve yetkili birisi olarak bunu bilmemesine imkan bulunmadığına göre Yılmaz'ın, AB ve Yunanistan'ın diplomasi oyununa gerekçe aradığı ortadadır. BaĢbakan Ecevit ise belge Ġle Ġlgili olarak Ġlk anda olumlu mesajlar verir. KOB'da yapılan son dakika değiĢikliğine, Türkiye'den önce AB'nin GeniĢlemeden sorumlu Komiseri Verheugen tepki gösterir. Yunanistan'ı kınayan Verheugen, yapılan değiĢikliğin Türkiye'nin sert tepkisine yol açabileceği uyarısında bulunur ve "Bu tür değiĢiklikler Türkiye ile herĢeye yeniden baĢlamamıza neden olabilir." der. KOB Taslağına Tepkiler Helsinki Belgesi'nde masumane "siyasi diyalog" adı altında yer alan Türk-Yunan sorunlarından Kıbrıs (20-25 gün sonra da Ege), bir gecede ve ince bir manevra ile Katılım Ortaklığı Belgesi'nde Türkiye'nin AB üyeliği için siyasi ön Ģart haline gelmiĢtir. Yukarıda iĢaret ettiğimiz gibi ilk etapta, meiin tam anlaĢılamadığı ya da tam okunmadığı için olsa gerek, BaĢbakan Ecevit baĢta, yetkililer KOB hakkında olumlu değerlendirmelerde bulunurlar. Bu durum da basına, "Hükümet aceleci davrandı" baĢlığı ile haber olur ve "Ecevit Hükümeti, Katılım Ortaklığı Beigesi daha açıklanmadan görüĢ bildirdiği için, Kıbrıs Ģokundan habersiz bazı olumlu mesajlar verdi. BaĢbakan Bülent Ecevit, belgenin (bir dayatma değil, yol haritası olduğunu) söyledi. BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz ise belgeyi (genel hatlarıyla kabul edilebilir) diye ni15 teledi." değerlendirmesi yapılır. Ancak kısa bir süre sonra gerçek durum anlaĢılır ve tam bîr curcuna yaĢanır, hükümet ortakları da, bakanlar da çeliĢkili açıklamalar yaparlar. Ecevit, "AB bizi aldatmıĢtır" derken, ortağı Mesut Yılmaz, BaĢbakan'ın bu açıklamasından günlerce önce "istenenlerin atla deve olmadığını" söyler ve belgenin kabul edildiğini duyurur. Diğer hükümet ortağı Bahçeli'ye göre, belge, Helsinki Zirvesi kararlarından da geridir. DıĢiĢleri Bakanı Cem ise hem BaĢbakan Ecevit, hem de Bakanlığı ile ters düĢer. KOB'la ilgili geliĢme ve değerlendirmeler gün gün Ģöyle bir seyir izler: 150 Hürriyet Gazetesi-9 11 2000 215 Ecevit, ilk gün yaptığı açıklamada "dayatma yok" diyerek, Ģunları söyler: "Bu belge, Türkiye'ye dayatma değil, kendi benimsediğimiz hedefler doğrultusunda bir yol haritası niteliği taĢıyacaktır. Belgede, Türk ulusunun içine sindiremeyeceği veya uygulayamayacağı konuların yer almayacağını umuyorum. Çünkü biz, Helsinki ZĠrvesi'nde adaylığımızla ilgili karar oluĢturulurken, neleri kabul edip, edemeyeceğimizi bütün açıklığıyla belirttik. AB yetkilileri de bunları olumlu karĢıladıklarını, gece geç saatte Ankara'ya kadar gelerek, ilettiler. Eğer umduğumuz gibi çıkarsa, KÖB, aynı zamanda demokrasimizi ve ekonomik, sosyal geliĢmemizi güçlendirme konusundaki kararlılığımızın teyidi olacaktır. Ecevit, hukuki geçerliliği olmayan LĠpponen'in mektubunu hatırlatmaktadır. Daha sonra belge 9 Kasım 2000 günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında ele alınır. Toplantının ardından açıklanan hükümet bildirisinde, ilginç bir Ģekilde genel olarak Helsinki Belgesi çerçevesinde kalındığı ve siyasi diyalogun unsurlarının teyid edildiği belîrtĠlir.Kıbrıs konusunda yapılan değiĢikliğe gösterilen tepki, Verheugen'Ġn tepkisinden ve tahmininden bile daha hafif kalır ve Ģöyle denilir: "Belgede hedefler arasında yer verildiği görülen Kıbrıs konusu öncelikle adadaki iki tarafı ilgilendirmektedir. Türkiye Kıbrıs konusunda Helsinki Doruk kararlarının ve bu bağlamda AB ile varmıĢ olduğu yazılı anlayıĢ birliğini esas almaya devam edecektir. Kıbrıs konusu ile AB adaylığını daima birbirinden ayrı tutan Türkiye, dün açıklanan Katılım 2 Ortaklığı Belgesini de yukandaki ilkeler ıĢığında değerlendirecektir. Bakanlar Kurulu bildirisinde yer alan "yukarıdaki ilkeler ıĢığında" Ġfadesinden kastedilen Ģudur; Katılım Ortaklığı Belgesi tek taraflıdır ve aday ülkelerle müzakere edilmemektedir. Buna rağmen ülkemiz için hazırlanan belge öncesinde Komisyon yetkilileri, hükümet Ġle temas kurmuĢ ve bu temaslar sırasında, her defasında görüĢ ve duyarlılıklarımız iletilmiĢtir. Böylece hükümet, AB Komisyonu'na Kıbrıs konusundaki hassasiyetlerimizin sözlü olarak iletildiğini, onların da bunu bildiğini, ayrıca belgenin tek taraflı olduğunu kısaca merak edilecek bir 151 9 Kasım 2000-Milliyet Gazetesi 152 www.befgenetcom/ars]'v/ab/î<ob2000_02.htm[ 216 durum bulunmadığını ifade etmektedir Oysa yazılı metin ortadadır ve Helsinki Belgesı'ne rağmen Kıbrıs hem siyasi kriter yapılmıĢ, hem de kısa vadeli hedefler arasına alınmıĢtır. Uluslararası iliĢkilerde sözlü değil, yazılı metinler esastır. Buna rağmen Türkiye, yine sözlü uyarılarla yetinmiĢ ve aĢırı bir iyimserlik göstermiĢtir. Bu yaklaĢımın yeterli ve doğru olmadığı bir kez daha görülecektir. Hükümet bildirisinde, KOB'daki bu düzenleme, AB ile aramızda basit bir görüĢ ayrılığı olarak sunulmak istenirken, vahim bir hata yapılır ve AB'nin yaptığı veya yapacağı değiĢikliklerinin "sorun" olarak görülmeyeceği belirtilir. ĠĢte, AB'ye açık çek anlamına da gelebilecek Ġfadeler: "Adaylık sürecinde çeĢitli konularda AB ile aramızda görüĢ değerlendirme ve öncelik farklılıkları doğabilir Önemli olan, temel hedef ve Ġlkelerde AB ile aramızdaki uyumun sürdürülmesi, farklılıkların birer (sorun) halini almaması, Türkiye'nin üyelik yolunda kaydettiği ve Önümüzdeki dönemde kaydedeceği geliĢmelerin AB tarafından objektif bir Ģekilde değerlendirilmesidir. Bu çerçevede AB'den iliĢkilerimizi daha da ileri götürme yönünde çaba göstermesini bekliyoruz, iliĢkilerimizde karĢılıklı güvenin, diyalogun, iyi niyetin korunması ve karĢılıklı yükümlülüklerin yerine getirilmesi büyük Önem taĢımaktadır. Her iki tarafa da bu çerçevede önemli görevler düĢmektedir," "Üyelik sürecinde varmıĢ olduğumuz bu yeni önemli aĢamanın milletimize hayırlı olmasını diliyoruz" temennisiyle biten bu bildiride kesinlikle doğru olan tek tespit, AB ile Türkiye arasında yeni bir dönemin baĢladığıdır. Ancak bu, hükümetin gördüğü veya görmek istediği kadar olumlu bir dönem değil, aksine son derece olumsuz geliĢmelerin yaĢanacağı ve milletimiz için çok da hayırlı olmayacak bir dönemdir Bu açıklama ile öncelikle yukarıda da iĢaret ettiğimiz gibi Türkiye, AB'nin tek yanlı olarak yaptığı veya yapacağı değiĢikliklere vize vermiĢtir. AB'den iliĢkilerimizin daha da ileri götürme yönünde çaba göstermesini isteyen Türkiye, bizatihi bu açıklamaya yol açan KOB ile iliĢkilerin ne kadar geriye götürüldüğünü, DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem'in dahi "Genel olarak Kıbrıs'la ilgili bölüm Yunanistan'ın lehine görülüyor" diyerek, Türkiye'nin aleyhine bulduğu Helsinki Belgesi'nin de gerisine düĢürüldüğümüzü görmemiĢ veya görmek istememiĢtir. AB, Yunanistan'ın baskı ve isteği 217 ile Helsinki BelgesĠ'riin üzerinden 1 yıl geçmeden, buradaki imzasını unutmuĢ ancak Türkiye, ĠliĢkilerde karĢılıklı güven, diyalog ve Ġyi niyetten bahsedebilmiĢ, AB üyeliği için aĢırı ĠĢtahını bir kez daha sergilemiĢtir. Oysa Türkiye'nin yapması gereken, Helsinki Belgesi'ni kesin ifadelerle hatırlatıp, KOB'un Helsinki'ye sadık olarak hazırlanmasında ısrar etmek olmalıydı. Hükümet bunu yapmadığı gibi, bir süre sonra "AB ile değerlendirme ve öncelik farklılıklarının sorun haline gelmemesi" görüĢüne uygun davranıĢlar sergiler. Mesela. AB'nin KOB'da öngördüğü idam, ana dillerde yayın ve eğitim gibi talepler ile Türkiye'nin Ulusal Programı'ndaki değerlendirme ve öncelikler farklıdır. Ancak hükümet, KOB'da yer alan hususları sanki Ulusal Programında taahhüt etmiĢ gibi davranmaya baĢlar, kısacası Türkiye'nin değerlendirme ve Önceliklerini değil AB'nin taleplerini esas alır. Asla taviz verilmeyeceği açıklamalarına rağmen, Kıbrıs ve Ege konularında da KOB'a öncelik verilmesi mümkündür ki, nitekim AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, 1.5 yıl sonra Kıbrıs konusunda devlet politikası Ġle ters düĢecektir. AB'nin KOB'dakĠ tutumu, değil sözlü anlaĢmaların, AB nezdinde imzaların bile bir değerinin olmadığını açıkça göstermiĢtir. Evet, ilk kez Helsinki Belgesi ile Kıbrıs ve Ege meselelerinde AB'nin taraf olduğu resmen kabul edilmiĢtir ancak bundan 1 yıl sonra KOB ile gelinen noktada artık bu çok önemli Ġki konu, Türkiye'nin üyeliğinin Ģartlan arasına alınıyor, Kopenhag kriterlerine yeni kriterler ilave ediliyordu. Ne yazık ki, Türkiye'ye Ġse kafa karıĢıklığı, belirsizlik, çeliĢki ve politikasızlık hakimdi. Böyle bir havada, bu olumsuz gidiĢatı tersine çevirmek, en azından durdurmak mümkün müydü? Göreceğiz... 8 Kasım'dan sonraki günlerde KOB'daki Kıbrıs düzenlemesi Ġle ilgili tartıĢmalar alabildiğine artar. Öyle ki ilk anda olumlu değerlendirmeler yapan BaĢbakan Ecevit, 15 Kasım 2000'de. AB üyesi ülkelerin baĢbakanlarına bir mektup göndermek zorunda kalır. Mektupta Türkiye'nin Kıbrıs politikası, Helsinki Belgesi'ni nasıl anladığı detaylı olarak belirtilir. Ancak hassasiyetlerimizin karĢılanmaması halinde ne yapacağımız yine kesin bir dille ifade edilmez. Kanaatimizce, böylesine önemli bir konu ikili iliĢkiler niteliğindeki bir mektuba bırakılmamalı, sözkonusu mektuba benzer hususlar içeren ama sonuç değiĢmediği tak- 218 dirde ne yapacağımızı da gösteren ve doğrudan AB KonseyĠ'nı muhatap alan bir yazı gönderilmeliydi Çünkü adeta zamanla yarıĢılıyordu ve Yu153 nanistan boĢ durmuyordu. Ecevit'in sözkonusu mektubu Ģöyleydi: "Sayın BaĢbakan, Çok önemli bir konuyu dikkatinize getirmek istiyorum. Türk hükümetinin, geçtiğimiz günlerde AB Komisyonu tarafından kabul edilen Türkiye'nin AB'ye Katılım Ortaklığı BelgesĠ'ne ĠliĢkin resmi açıklamalarında, Belge'nin genei olarak Türkiye'nin yerine getirmeye hazır olduğu öğeleri Ġçerdiği görüĢünü dile getirdiğini anımsayacaksınız Bu, Türkiye-AB iliĢkilerinin geleceği açısından iyi bir geliĢmedir. ġimdi Türkiye'nin AB'ye üye olması için karĢılıklı giriĢimlerimizin daha da ileri götürülebilmesi yönünde çalıĢabiliriz. Ancak, kesinlikle doğru çerçeveye oturtulması gereken bir nokta bulunmaktadır. Söz konusu nokta, Katılım Ortaklığı Belgesi'nin kısa vadeli hedefler bölümünde Kıbrıs'a iliĢkin bir maddenin yer alıyor olmasıdır. Kıbrıs konusunu Türkiye Ġçin siyasi bir kriter olarak belirlemeye kalkıĢmak Avrupa Konseyi'nin 1999 Helsinki Sonuçları'na göre olanaklı değildir. Aslında DıĢiĢleri Bakanı Cem, AB ülkeleri DıĢiĢleri Bakanlarına ve AB GeniĢleme Komiserine gönderdiği 31 Ağustos 2000 günlü mektubunda, Kıbrıs konusunda önceden uyanda bulunmuĢ ve Türkiye'nin AB'ye üyeliği ile Kıbrıs konusu arasında bağlantı kurulmasına kesinlikle karĢı olduğumuzu dile getirmiĢtir. Dolayısıyla Hükümetim böyle bir koĢulu kabul edecek veya yerine getirecek konumda değildir. Helsinki Sonuçları'nın hiçbir bölümünde Kıbrıs konusuna Türkiye'nin üyeliği için bir siyasi kriter olarak değinilmemektedir. Aksine, AB yetkilileri. Helsinki Doruğu sırasında bize Kopenhag kriterlerine bir yenisinin eklenmediği ve Belge'nin 4. ve 9(a) (Kıbrıs) paragraflarmdaki ifadelerin (. .katılım kriterleriyim değil, sadece siyasi diyalogla ilgili olduğu) güvencesini vermiĢlerdi. Bu anlayıĢ, Helsinki Sonuçları'nın Konsey'de benimsenmesi Türkiye tarafından kabulü süreci boyunca AB tarafından sözlü ve yazılı olarak özellikle teyid edilmiĢtir. Türkiye yıllardır BM Genel Sekreterı'nin Kıbrıs'taki iyi niyet gö153 www belgenet com/arsıv/ab/kob2000_03 html 219 revtni desteklemiĢtir. Garantör ülke olarak Kıbrıs'taki iki taraf arasında varılacak bir anlaĢma yoluyla kalıcı ve yaĢayabilir çözüm arama çabalarını desteklemeyi sürdüreceğiz. Ancak, bir çözüm aranması ve çözümün gerçekleĢtirilmesi Kıbrıs Türkleri ve Rumların sorumluluğundadır. Herhangi bir üçüncü tarafın BM Genel Sekreteri'nin çabalarına desteği, tanımı itibariyle, bu çabaların baĢarılı sonuç vermesi Ġçin yeterli koĢul değildir. Dolayısıyla Türk Hükümetinin kendisini sadece Helsinki Sonuçlarfnda yer alan Ġfadelerle yükümlü varsaydığının altını çizmek isterim. AB Bakanlar Konseyi aynı anlayıĢa bağlı kalarak, Helsinki Sonuçlan temelinde hareket etmeli ve böylece Kıbrıs konusunun Türkiye Ġle arasında bir sorun haline dönüĢtürülmesinden kaçınmalıdır. AB'nin Kıbrıs konusu ile Türkiye'nin adaylığı arasında bağlantı kurmak konusunda ısrarlı olmaması gerekmektedir. Katılım Ortaklığı Belgesi'nden Kıbrıs'la ilgili tüm atıfların çıkarılması bu amaca hizmet edecektir. Böyle bir yaklaĢım Türkiye ile AB arasındaki iliĢkilerin yararına olacaktrr. Bu husus, eğer Ada'daki iki Devlete, iki tarafça da kabul edilebilir bir çözüm bulma konusunda içtenlikle Ģans tanınmak Ġsteniyorsa, büyük önem taĢımaktadır. Halklarımızın çıkarları ve AB içindeki ortak geleceğimiz doğrultusunda desteğinize güveniyorum. En iyi dileklerimle ve saygılarımla," Yunanistan'ın boĢ durmadığını söylemiĢtik. Gerçekten KOB'un taslak metninde Kıbrıs'ta istediği düzenlemeyi gerçekleĢtiren ama Ege konusunda aynı sonucu alamayan Yunanistan, bu kez KOB'un son Ģeklinde Ege konusunun da siyasi kriter yapıtması için çalıĢıyordu. Bu geliĢme üzerine Ecevit, 18 Kasım'da, "Avrupa Birliği, duyarlılığımızı gereğince değerlendirmezse, ĠliĢkilerimizi gözden geçirmemiz kaçınılmaz olacaktır. Türkiye, hiçbir Ģekilde ve hiçbir anlamda, Kıbrıs konusunu ve sınır anlaĢmazlıkları unsurunu bîr siyasi kriter olarak kabul edemez." açıklamasını yapar. Ecevit, bu açıklaması ile i/gili bazı sorulan da Ģöyle 154 cevaplandırır: 154 www.belgenet.com/arsiv/ab/kob2000J36.html 220 Soru: Yeniden gözden geçirmeyi biraz daha açabilir misiniz? EcevĠt: ġu aĢamada açamam. Ama elbette bu konuda değiĢik düĢüncelerimiz, hazırlıklarımız var. Soru: Türkiye AB'den vazgeçebilir mi? Ecevit: ġimdilik o konuda bir Ģey söylememiz doğru olmaz. Biz uyanlarımızın, beklentilerimizin dikkate alınacağını umuyoruz. Soru: Tamamen askıya alınması da bir yöntem midir? EcevĠt: ġimdilik bu kadar... müsaadenizle. Ecevit'in açıklamalarında da görüldüğü gibi Türkiye'nin tepkisi sözde kalmaya devam ediyor, hala kararlı ve sonuç alıcı bir politika beli rlen emiyordu. TartıĢmalara CumhurbaĢkanı Ahmet Necdet Sezer de katılır. Sezer, 20 Kasım 2000'de bir toplantı vesilesiyle KOB'dakî Kıbrıs'la ilgili düzenlemenin kabul edilemez olduğunu belirtir ve Ģunları 155 söyler: "Katılım Ortaklığı Belgesi ile Avrupa Parlamentosunun 15 Kasım'da Türkiye Ġle ilgili olarak kabul ettiği karara kısaca değinmek istiyorum. Katılım Ortaklığı Belgesinin (kısa dönemli hedefler) bölümünde Kıbrıs konusuna yer verilmiĢ olması, ne yazık ki Helsinki sonrası dönemde Avrupa Birliği ile aramızda oluĢmuĢ bulunan ortak anlayıĢı yansıtmamaktadır. Helsinki Zirvesinden bu yana geçen bir yıl içinde Avrupalı dostlarımıza her vesileyle vurguladığımız gibi, Kıbrıs sorununa çözüm bulma çabalarıyla ülkemizin Avrupa Birliği'ne adaylığı arasında herhangi bir bağlantı kurulmasını kabul etmemiz olanaklı değildir. Burada bu noktayı bîr kez daha dile getirmekte yarar görüyorum. Benzer biçimde, Avrupa Parlamentosunun sözde Ermeni soykırımı ile sözde Kürt sorununa yer veren, Türk askerlerinin Kıbrıs'tan çekilmesini isteyen kararını da ciddiye almamız ve kabul etmemiz söz konusu değildir. Bu kararın, Avrupa Parlamentosunun görüĢlerini yansıttığı ve Avrupa Birliği Bakanlar Konseyı'ni bağlamadığı yönündeki savlan da inandırıcı bulmuyoruz. Çünkü, Avrupa Parlamentosunun kararı, tarihsel ve siyasal gerçekleri ve Türk kamuoyunun duyarlılıkları n ı göz ardı ettiği gibi, Helsinki sonrasında Avrupa Birliği ile aramızda varılan anlayıĢı ve tam üyelik sürecinin karĢılıklı yükümlülüklerini hiçe 155 www belgenet com/arsiv/ab/kob2000_07.html 221 sayan bîr yaklaĢımı ortaya koymaktadır. Bütün bu geliĢmelere karĢın ülkemiz, Avrupa Birliği'ne adaylık sürecinin gereklerinin hızla ve kararlılıkla yerine getirilmesi yönündeki çalıĢmalarını eĢgüdümlü bir biçimde sürdürecektir. Amacımız, Avrupa Birliği istiyor diye değil, halkımız hak ettiği için bu sürecin gereklerini yerine getirmek olmalıdır." AB, Helsinki Belgesi'ni hiçe sayarak, Kıbrıs'ı Türkiye ile adaylık müzakerelerine baĢlamanın kısa vadeli siyasi kriter yapmıĢ, aynı günlerde Avrupa Parlamentosu sözde Ermeni Soykırım Tasarısını kabul etmiĢtir. Ama bütün bunlara rağmen CumhurbaĢkanımız, "AB'ye adaylık sürecinin gereklerinin htzla ve kararlıkla yerine getirilmesi yönündeki çalıĢmaların eĢgüdümlü bir biçimde sürdürülmesinden" bah sedebilmiĢtir. Tepki gösterip, ardından herĢeye rağmen "yola devam" anlamına gelen bu açıklamaların faydasının olmayacağı aĢikardır. Öyle de olur... Ecevit "Aldatıldık" Der BaĢbakan Ecevit, 22 Kasım 2000 tarihînde ise partisinin Meclis 1 cc Grup toplantısında, Ģu değerlendirmeyi yapar: "Türk ulusunun siyaset anlayıĢı dürüstlük üzerine kuruludur. O nedenle bana göre, uluslararası iliĢkilerde güvenilirlik ölçütü Kopenhag ölçütünden çok daha değerlidir. Avrupa Komisyonu'nun 8 Kasım günü Türkiye için açıkladığı Katılım Ortaklığı Belgesi bu açıdan bende derin hayal kırıklığı yaratmıĢtır. Çünkü bu belge ile, Avrupa Birliği, 10 Aralık 1999 günü Helsinki Doruğu'nda Türkiye'yi üye adaylığına kabul ederken, Kıbrıs ve Ege konularında bize vermiĢ olduğu sözü çiğnemiĢtir. Üstelik her iki konu Türkiye için yaĢamsal Önem taĢımaktadır. Her iki konuda da asla veremeyeceğimiz ödünler vardır. Bu iki konudaki duyarlılığımız bütün Avrupa Birliği üyesi ülkelerce bilinmektedir. 18 Kasım günü yaptığım açıklamada da belirttiğim gibi, Avrupa Birliği Komisyonu veya Konseyi bizim bu duyarlılığımızı gereğince değerlendirmezse, Avrupa Birtiği ile ĠtiĢ kilerim Ġzi yeniden gözden geçirmemiz kaçınılmaz olacaktır. Önümüzdeki günlerde yeniden toplanacak olan bu kurulun, Kıbrıs ve Ege konularında Türkiye'nin beklentilerine uygun bir sonuca varacağını 156 www.belgenet.com/2000/be2211 .html 222 umarım. Böyle bir sonuca varılmazsa, Türkiye'nin tepkisi herhalde sözde kalmayacaktır. Ancak Ģunu da belirtmeliyim ki; Türkiye kendiliğinden üye adaylığını askıya alacak veya üyelik amacından vazgeçecek değildir. Bunu temenni edenler varsa boĢuna hayal kurmasınlar. Avrupa yalnızca Avrupa Birliği üyelerinin ülkesi değildir. Avrupalılık da, Avrupa Birliği üyelerinin tekelinde değildir. Türkler yaklaĢık 600 yıldır Avrupalıdırlar. Türkiye 1949'dan beri Avrupa Konseyi'nde üyedir, 1952'den beri NATO üyesidir. 1963'den beri Avrupa Birlıği'nde ortak üyedir. 1995'den beri Batı Avrupa Birliği'nde ortak üyedir. 6 Mart 1995'den beri Avrupa Birliği'yle Gümrük Birliği iliĢkisi içindedir. 10 Aralık 1999'dan beride Avrupa Birliği'nde üye adaydır. Türkiye Avrupa Birliği'yle böylesine çok yönlü ve çok boyutlu iliĢkiler içindeyken, hiçbir güç onu Avrupa'dan veya Avrupalılıktan koparıp soyutlayamaz. Eğer Avrupa Birliği Kıbrıs'ta uzlaĢı Ġstiyorsa, bunun yolu Kıbrıslı Türkleri baskı altına alıp, Rum egemenliğine sürüklemek olamaz. Bunun yolu Kıbrıs'ta iki ayrı bağımsız devlet bulunduğu gerçeğini içlere sindirmektir Eğer Avrupa Birliği Ege sorununun hakça bir çözüme ulaĢmasını istiyorsa, onun da yolu, Yunanistan'ın kaprislerine boyun eğmek değil, onu Türkiye ile uygarca bir diyaloga yöneltmektir." Ecevit, AB'nin Helsinki Zirvesi'ndeki sözünü çiğnediğini hatırlatmaktadır. Evet, AB bir kez daha sözünü çiğnemiĢti ama devlet iĢlerinin yazılı belgeler yerine, sözler veya hukuki bağlayıcılığı olmayan mektuplarla yürütülmesi halinde bu tür aldatmalarla özellikle AB ile iliĢkilerde her zaman karĢılaĢabileceğimizi bilmemiz gerekmektedir. Ecevit'in çeliĢkileri devam etmektedir. Bir yandan AB'nin yaĢamsal konularda bizi aldattığını ve güvenilmez olduğunu ilan etmekte, Öte yandan böylesi "yaĢamsal konularda" maruz kaldığımız ağır darbelere rağmen AB amacından vazgeçememektedir. CumhurbaĢkanı da, BaĢbakan da, AB'nin tutumuna haklı olarak ve açık bir Ģekilde karĢı çıkıp, tepki gösterirler Ama Öte yandan "ne pahasına olursa olsun adaylığı sürdüreceğiz" anlamına gelen açıklamaları ile adeta kendi tepkilerini geçersiz kılarlar. AB, bu tepkileri duymaz bile. Çünkü BaĢbakan Ecevit'in konuĢmasının birinci bölümü ne kadar iç kamuoyunun tepkisini dindirmeye yönelikse, ikinci bölümü de AB'ye "sız- 223 den vazgeçemeyiz" niteliğinde bir mesajıdır. EcevĠt'in Kıbrıs konusundaki "Bizi aldattılar" sözlerine, sadece dönemin AB-Türkiye Karma Parlamento-Komisyonu EĢ BaĢkanı Danîel Cohn Bendit cevap verir. Kıbrıs'la ilgili tepkileri abartılı bulan Bendit, "Hiçbir ülke bir üye ülkeyle sınır sorunlarını çözmeden AB'ye giremez." der, bunun AB'nin "doğal ön Ģartı" olarak görüldüğünü söyler ve Ecevit'in yaklaĢımının hatalı olduğunu ifade eder. Bendit, "Türkiye'nin herĢeyi son dakikada keĢ157 fettiği doğru değil" diyerek, yetkililerimizin geliĢmelerden haberdar olduğunu da ima eder. Bendit'in değerlendirmesinde ortaya çıkan bir diğer dikkat çekici nokta da AB Ġçin, hak veya hukukun değil, üyesi ülkenin önceliğinin önemli olmasıdır. Bendit, sınır ihtilaflarının, Türkiye'nin AB üyeliği için kriter ama Kıbrıs Rum kesiminin üyeliği için kriter olmadığını bir kez daha teyid etmektedir aslında. Kısacası AB, sınır sorunlarını, Türkiye için hem siyasi, hem de doğal ön Ģart olarak görmektedir ama Türkiye ile yıllardır sınır sorunları yaĢayan Yunanistan'ın AB üyeliğine kabulünde veya BM'nin "YeĢil Hattı" ile ayrılan Kıbrıs'ın üyeliğe alınacak olmasında böyle bir Ģart sözkonusu değildir. Yılmaz'a Göre Ġse Ġstenenler "Atla Deve Değil"!.. Kıbrıs Rum kesiminin AB üyeliğinin adım adım yaklaĢtığı 2002 yılında AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, Kıbrıs'ın Türkiye'nin AB ile ĠliĢkilerinde halledilmesi gereken bir sorun olduğunu söyler, KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ'ı "biraz daha uzlaĢmacı" olmaya çağırır. Yılmaz'ın birçok çevrede yadırganan ve tepkiyle karĢılanan bu tavrı aslında sürpriz değildi. Yılmaz, KOB'la ilgili tartıĢmaların yoğun bir Ģekilde sürdüğü o günlerde, 14 Kasım 2000'de partisinin grup toplantısında, Kıbrıs, Ege ve "sözde azınlıklar" gibi çok önemli hususları içermesine rağmen, bu belge ile ilgili olarak "Yerine getirilemeyecek, kesinlikle reddedilecek bir unsur bulunmadığı, istenenlerin atla deve" olmadığı değerlendirmesini yapabilmiĢtir. Yılmaz'm, Türkiye için hayati önemde hususular içeren KOB'la ilgili görüĢleri Ģöyleydi: "Türkiye açısından bakıldığında, KOB'da, bizim yerine ge157 Milliyet Gazetesi-26 Kasım 2000 158 www.befgenetTOfu2000my1411.html 224 tiremeyeceğimiz, kesinkes reddedeceğimiz herhangi bir unsur söz konusu değildir, Arna, bizi rahatsız eden iki tane unsur vardır. Bunlardan birincisi Kıbrıs ile ilgilidir. Ġkincisi de maiî iĢbirliği ile ilgilidir. Kıbrıs ile ilgili konu, aslında Helsinki Zirvesi kararlarında Türkiye ile ilgili olarak bir ifade kullanılmıĢtır. Bu ifade, bizim yadırgadığımız bir ifade değildir, hatta mutabık kaiarak o belgeye konulmuĢ bir ifadedir. Bu da, (Türkiye'nin Kıbrıs konusunda yürütülen siyasî diyaloga, yani BirleĢmiĢ Milletler Genei Sekreterinin gözetiminde yürütülen siyası diyaloga güçlü biçimde destek olacağı} ifadesidir. Bu, Helsinki'de yer almıĢtır; ama, Helsinki'de bu ifade yer aldığı zaman, Sayın BaĢbakan,bunu hiçbir Ģekilde Türkiye'nin tam üyeliğinin Kıbrıs sorununun çözümüne bağlı olduğu Ģeklinde anlamadığımızı, yani Kıbrıs meselesinin çözümü ile Türkiye'nin üyeliği arasında bir bağlantıyı kabul etmediğimizi açıklamıĢtır. Sayın BaĢbakanın açıklamasıyla yeti n ı [m em iĢti r, o zamanki Avrupa Birliğinin Konsey BaĢkanı olan Finlandiya DıĢiĢleri Bakanı da bunu yazılı olarak Türkiye'ye taahhüt etmiĢtir. Yani, {Biz de sizin bu anlayıĢınızı kabul ediyoruz, bu mesele, Kıbrıs meselesi ile Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği arasında bir bağlantı yoktur, bu bir önĢart değildir) Ģeklinde bize yazılı güvence vermiĢtir. Dolayısıyla bizim açımızdan Avrupa Birliğinin bu konudaki anlayıĢı bizim anlayıĢımızla ö düĢmektedir. Buna rağmen, Katılım Ortaklığı Belgesinde ilk taslakta, yani Ġlgili komiser tarafından Komisyona sunulan ifk taslakta, aynı ifade, ama genel ilkeler içerisinde ifade edilmiĢtir. Bu bizi pek mutlu etmese de, biz buna karĢı herhangi bir tepki göstermedik; çünkü, netice itibariyle Helsinki'deki durumun tekrarından ibaretti. Ama, son anda Komisyonda bu metnin karara bağlanması sırasında, hem ana giriĢ bölümündeki o ifade muhafaza edilmiĢ hem de Türkiye'nin bir yıl içerisinde gerçekleĢtirmesi gereken kısa vadeli hedefler arasına aynı ifade tekrar konulmuĢtur. Hiç Ģüphe yok ki, bu, Yunanistan'ın baskısıyla olmuĢtur. Bu durumda, Türkiye açısından belgeyi değerlendirirken, iki ihtimal vardı: Birincisi, AB'nin Helsinki'den bu yana Türkiye'nin üyeliği ile ilgili olarak Kıbrıs konusundaki bu tavır değiĢikliği nedeniyle bu belgeyi tümüyle reddetmek, bunu kabul etmediğimizi söylemek. Ġkincisi, Helsinki'de bize AB tarafından da yazılı olarak teyit edilen anlayıĢın bizim için geçerli olduğu, dolayısıyla Kıbrıs meselesinin hiçbir Ģekilde bizim AB iliĢkilerimizde bir unsur olarak tarafımızdan kabul edil- 225 meyeceğini ifade ederek, belgenin tümünü kabul etmek. Bakanlar Kurulunda bu konu tartıĢılmıĢtır. Hem Bakanlar Kurulıfnun açıklamasında, hem DıĢiĢleri Bakanlığının bir gün Önce yaptığı açıklamada bu konudaki anlayıĢımız açıkça ifade edilmiĢtir ve Kıbrıs konusundaki bu ifade, dıĢta kalmak kaydıyla belge Türk Hükümeti tarafından kabul edilmiĢtir. Yani, basında çıkan (Acaba Hükümet buna evet mi dedi, hayır mı dedi) tartıĢmaları bîr anlamda abes tartıĢmalardır. Hükümet, bu belgeye dayalı olarak Ulusal Programı hazırlayacağını ifade etmekle, bu belgeyi kabul ettiğini zaten ortaya koymuĢtur; ama, Kıbrıs meselesindeki tutumunu muhafaza etmektedir. Bu, sadece bizim tutumumuz değildir, biraz önce söylediğim gibi, Helsinki'de bize zaten Avrupa Birliği tarafından da yazılı olarak teyit edilen bir tutumdur." KonuĢmasından, KOB'un hazırlanmasında akîif Ģekilde rol aldığı anlaĢılan AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'm gerçekten Üginç ve bir o kadar da çeliĢkili olan bu açıklamalarını satır satır değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü Kıbrıs'ın ve Türkiye'nin kaderinin Çizildiği, hatta adeta Kıbrıs'ın idam fermanın hazırlandığı bu tarihi dönemde baĢrof oyuncularından birisi olan Yılmaz'm tutumu hem o günlerde, hem de sonraki yıllarda çok önemli geliĢmelere yol açmıĢtır. Ayrıca bu açıklamalar, Türkiye'nin dıĢ politikasını ve ülke yöneticilerinin ne denli tutarlı olduklarını göstermesi açısından tarihi birer belge niteliğindedir. Ancak öncelikle çok önemli bir hususu hatırlatmakta yarar bulunmaktadır. Katılım Ortaklığı Belgesi, tek yanlı bir belgedir ve genelde ilgili ülke ile müzakere edilmeden hazırlanmaktadır. Nitekim, yöneticilerimiz de KOB ile ilgili tartıĢmalar sırasında buna sıklıkla iĢaret etmiĢ, sonra da bir övünç vesilesi olarak, AB'nin KOB'u bizimle müzakere ederek hazırladığını söylemiĢlerdir. Oysa kanaatimizce bu, Türkiye'ye iyilik veya lütuî değil, Kıbrıs ve Ege baĢta olmak üzere can alıcı konularda getirecekleri dayatmalara Türkiye'yi alıĢtırmak, daha doğrusu "suç ortağı" yapmaktır. Öyie olduğu içindir ki, AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu EĢ BaĢkanı Daniel Cohn Bendit, EcevĠt'Ġn yaklaĢımının hatalı olduğunu söylerken, "Türkiye'nin herĢeyi son dakikada keĢfettiği doğru değil" diyebilmiĢtin Yılmaz'ın konuĢmasına gelince; AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısının, KOB Ġle ilgili değiĢiklik sürecini baĢından itibaren bildiği ve izlediği anlaĢılıyor. Belgenin Ük ha- 226 imde Helsinki Zırvesı'ndeki ifadenin yer aldığını, bunun da AB ile mutabakat sağlanarak konulduğunu, dolayısıyla AB Ġle anlayıĢımızın örtüĢtüğünü anlatan Yılmaz, daha sonra, nedense bunun kendilerini "pek mutlu etmediğim" söyler. Mutabakat ile konulduğuna ve Helsinki BeĠgesinin tekrarı olduğuna göre acaba Yıimaz'ı, mutsuz eden nedir? Kibns ve Ege'nin bir Ģekilde yol haritamsza girmesinin, d u rd uru la m ayacak bîr sürecin baĢlaması anlamına geldiğini mı görmüĢtü acaba? Ya da ABTürkiye Karma Parlamento Komisyonu EĢ BaĢkanı Daniel Cohn Bendit'in ırna ettiği gibi en azından bazı yetkililerimiz KOB ile Ġlgili pazarlıklardan haberdar mıydı? Yılmaz, KOB'un taslağında Yunanistan'ın baskısıyla yapıian değiĢiklikten sonra i!k metinde "mutabakat" sonucu yer verilen Helsinki Belgesinin devamı niteliğindeki Ġfadelerin hem giriĢ bölümünde muhafaza edildiğini, hem de Türkiye'nin 1 yi! içinde gerçekleĢtirmesi gereken kısa vadeli hedefler arasında gösteriîdığinı bildirir Ancak bu değiĢiklik, Yılmaz'm göstermek istediği kadar basit ve sıradan bir düzenleme değiidir. Evet, aynı ifadeler kullanılmıĢtır, ancak ifadelerin yer aldığı bölümler değiĢmiĢtir. Kaidı ki, Kıbrıs ve Ege'nin belgenin giriĢ bölümünde bulunması bile baĢh baĢına Önemlidir. Çünkü Helsinki'de baĢlayan ve Türkiye-AB iliĢkilerine bu iki konuyu da dahil eden süreç, Türkiye ile müzakerelere baĢlama Ģartlarını içeren KOB'a taĢınarak, daha da sağlamlaĢtırılmıĢtır. Bununla da yetinilmemiĢ, yapılan değiĢiklikle Kıbrıs meselesinin çözümü, Türkiye'nin 1 yıl içinde yerine getirmesi gereken kısa vadeli hedefler arasına alınmıĢtır. Yıimaz da bunu kabul etmiĢtir ama nedense bunun aynı zamanda bîr siyasi kriter olduğunu açıklamamıĢ ya da açıklamak istememiĢtir. Ayrıca eğer gerçekten Yılmaz'm söylediği gibi Önemsiz bir düzenleme idiyse ve Helsinki BeĠgesindeki ifadelerin tekrarı mahiyetindeyse, acaba Yunanistan bunu neden îalep etmiĢ ve bu kadar ısrarlı olmuĢtu? Sebebi gayet açıktır; Helsinki Belgesi ile AB'nin yetki ve Ġlgi alanına alınan Kıbrıs ve Ege konulan, bir adım öte gidilerek, kademeli olarak Türkiye ile müzakereler baĢlamanın ön Ģartı yapılıyor, böylece de Türkiye'nin tezlerine aykırı olarak, doğrudan AB üyeliğimiz ile iliĢkilendiriliyordu. Yılmaz, partisinin Meclis grubundaki konuĢmasının devamında, "AB'nin Helsinki'den bu yana Türkiye'nin üyeliği ile ilgiîı olarak Kıbrıs 227 konusunda tavır değiĢtirdiğini" kabu! eder. Bu durumda Türkiye'nin önünde, belgeyi ya reddetmek ya da kabul etmek seçeneklerinin olduğunu belirtir, hemen sonrasında da Kıbrıs ile Ġlgili Ġfade dıĢarıda kalmak kaydıyla KOB'u kabul ettiğimizi açıklar. Oysa o günlerde KOB ile ilgili pazarlıklar devam ediyordu ve önümüzde daha 20 gün vardı. Belgeye nihai Ģekli Aralık baĢında verilecekti. Böyle bir ortamda BaĢbakan Yardımcısı, günlerce önce KOB'un kabul edildiğini ve Ulusal Programın buna göre hazırlanacağını açıkladıktan sonra belgede, Türkiye lehine değiĢiklik yaptırmak mümkün olabilir miydi? Bir ülkenin eli neden ve nasıl bu kadar zayıflatılabilirdi? AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı, bunları söylerken, BaĢbakan Ecevit, AB üyesi ülkelerin BaĢbakanlarına mektup yazıp, sözkonusu ifadenin kabul edilemez olduğunu bildiriyor ve KOB'dan çıkarılmasını istiyordu. BaĢbakan, bir hafta sonra da "AB bizi aldatmıĢtır" diyecektir. BaĢbakan ile Yardımcısı arasındaki bu politika farklılığı, eğer kasıt yoksa, vurdumduymazlık ve baĢıbozukluktan baĢka ne olabilirdi? Çünkü Türkiye, pazarlık yollarını kendi eliyle kapatıyor, ancak Yunanistan'ın sonraki günlerde belgeye, Ege Ģartını ilave etmesinin de yolunu açıyordu. BaĢbakan Yardımcısı da, BaĢbakan gibi, bütün bu olumsuzluklara karĢı, hukuken hiçbir geçerliliği olmayan Dönem BaĢkanı Finlandiya BaĢbakanı LĠpponen'in mektubuna sığınmaktadır. 1999'da Helsinki Zirvesi sebebiyle yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında, Kıbrıs'la ilgili endiĢelerimi dile getirirken kafasını "yanlıĢ söylüyorsun" anlamında sallayan Yılmaz, 1 sene sonra, LĠpponen'in mektubunun yazılı bir teyit olduğundan bahsetmekte ama bizim neden yazılı bir belge vermediğimiz ya da veremediğimize değinmemektedir. Söylendiği gibi LĠpponen'in mektubunun hukuki bir geçerliliği bulunsa ve de Türkiye, zamanında AB KonseyĠ'ne, Helsinki BelgesĠ'nden tam olarak ne anladığına iliĢkin yazılı bîr belge vermiĢ olsa acaba AB, Helsinki Belgesi'nĠ çiğneyerek, KOB'da böylesi temel bir düzenleme ve değiĢiklik yapabilir miydi? AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı'nın, belgedeki değiĢikliğin neden ve nasıl yaprldığmr, bunu niçin kabul ettiğimizi anlatırken söyledikleri de, en az yukarıdaki değerlendirmeleri kadar Ġlginçtir. Yılmaz'm sözleri, hem bu değiĢiklikten haberdar olduğunu, hem de ne uğruna Kıbrıs'tan tavız verdiğimizi gösteren itiraflar dizisi gibidir. 228 "Niye bu değiĢiklik son dakikada gerçekleĢmiĢtir? Çünkü, Katılım Ortaklığı Belgesi, bu ayın 18'inde Avrupa Birliğinin Bakanlar Konseyinde yani DıĢiĢleri Bakanlarının katılacağı Konseyde görüĢülecektir. Daha sonra da Aralık ayının -sanıyorum- 9'unda Hükümet BaĢkanları Zirvesinde görüĢülecektir. Ancak, bu sürecin sonunda bu belge resmiyet kazanacaktır, Ģu anda sadece bir komisyon metnidir. Bu Katılım Ortaklığı Beigesinin hem Bakanlar Konseyinde, hem de Hükümet BaĢkanları Zirvesinde karara bağlanması sırasında oybirliği aranmamaktadır. Yani, bazı üyelerin muhalefetine rağmen, oy çoğunluğu ile bu belgenin kabul edilmesi mümkündür. Ama, bu belgenin içinde yer alan birtakım malî hükümlerin, yani Türkiye'nin bu hedefleri gerçekleĢtirmesi için Avrupa Birliği tarafından Türkiye'ye yapılacak olan ekonomik yardımları içeren maiî hükümlerin içinde bulunduğu çerçeve anlaĢması, mutlaka oybirliğiyle kabul edilmesi gereken bir belgedir. Dolayısıyla Yunanistan, Katılım Ortaklığı Belgesini, eğer kendisi açısından tatmin edici bir belge olmazsa engelleyemese bile, bu belgenin hayata geçirilmesini sağlayacak olan çerçeve anlaĢmasını veto etmek, onun karara bağlanmasını engellemek hakkına, yetkisine sahiptir. Yunanistan'ın bu blokajını aĢmak için, Yunanistan'a, bize göre, Hükümetimizin anlayıĢına göre, benim anlayıĢıma göre, tamamen kozmetik olan böyle bir taviz verilmiĢtir, ileride bu Avrupa Birliği iliĢkilerimizde çeĢitli aĢamalarda yeniden önümüze çıkarılamaz mı? Çıkarılabilir. Ama, demin dediğim gibi, bu konuda bizim çok sağlam dayanaklarımız vardır. Yani, 1981'de Yunanistan'ın tam üyeliğinin kabulü sırasında Avrupa Birliği bize taahhütte bulunmuĢtur, demiĢîir ki: (Yunanistan'ın Avrupa Birliğine tam üye olması, Avrupa Birliği-Türkiye iliĢkilerini etkilemeyecektir) Arna, buna rağmen görülmüĢtür ki, Yunanistan her-safhada bizim iliĢkimizi bloke etmiĢtir, engellemiĢtir, veto hakkını uygulamıĢtır, hep Türkiye'ye karĢı kötü niyetli bir tutum içinde olmuĢtur. Ama, bu seferki güvence sadece sözlü bir güvence değildir. 1981'de Yunanistan'ın tam üyeiiğindeki gibi sözlü güvence değildir, demin dediğim gibi, elimizde aynı zamanda Konsey BaĢkanı sıfatıyla yazılmıĢ, bir anlamda AB müktesebatının bir parçasını oluĢturan bir de mektup söz konusudur, bir belge söz konusudur. Dolayısıyla Kıbrıs konusundaki bu 229 anlayıĢımızı muhafaza ederek, Türkiye, Katılım Ortaklığı Belgesinde kendisinden yapılmasını istediği hususları kabul etmiĢtir." Öncelikle Yılmaz'ın bir yanlıĢını düzeltmek gerekmektedir. BaĢbakan Yardımcısı, AB'nin 1981'de Yunanistan'ın tam üyeliğe kabulü sırasında Türkiye'ye verilen güvencenin sözlü olduğunu, ama Ģimdi elimizde yazılı güvence bulunduğunu iddia etmektedir. AB'nin 1981'deki "Yunanistan'ın AB'ye tam üye olması, AB-Türkiye iliĢkilerini etkilemeyecektir" Ģeklindeki taahhüdü, bu bölümü baĢında da belirttiğimiz gibi, AB DıĢiĢleri Bakanları Konseyi'nin kararıdır ve Konseyin 347'Ġnci toplantısının tutanaklarında yer almıĢtır Aynı taahhüt AB Komisyonu'nun raporuna da girmiĢ ve buna iĢlerlik kazandırılması istendiği gibi, "Topluluğun, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ihtilaflara taraf olmadığı ve olmaması gerektiği" vurgulanmıĢtır. Kaldı ki AB'nin burada Türkiye'ye bir taahhütte bulunması da gerekmemektedir çünkü Türkiye o dönemde henüz olayın tarafı değildir. Buna rağmen AB, kendiliğinden böyle bir karar almıĢ ve bunu yazılı belgelerine geçirmiĢtir. Yılmaz'ın burada haklı olduğu husus, AB'nin kendiliğinden aldığı bir karara dahi uymamasıdfr ki, bu sıktıkla yaĢanmıĢtır ve yaĢanmaya devam etmektedir. Ancak Yılmaz, burada taahhütlerini yerine getirmeyen AB'yi suçlamaktan nedense imtina etmiĢ ve sorumluğu ya da suçu Yunanistan'a yüklemeye çalıĢmıĢtır. Oysa gerek DıĢiĢleri Bakanları Konseyi, gerekse de Komisyon kararı Ġle AB, kendisiyle Ġlgili bağlayıcı bir karar almıĢtır. Bu karar, AB'nin Türkiye ve Yunanistan'la ĠliĢkilerini düzenleyen tek taraflı bir karardır ve diğer tarafları bağlamamaktadır. Bu gerçeğe rağmen Yılmaz, AB'nin ismini özenle dıĢarıda tutarak, ustaca bir saptırma ile bu karara uymayan veya taahhüdü yerine getirmeyenin Yunanistan olduğunu iddia etmiĢ, böyle bir görüntü vermeye çalıĢmıĢtır. Doğrudur, Yunanistan veto baĢta olmak üzere çeĢitli yöntemlerle Türkiye'nin önünü kesmeye çalıĢmıĢtır ancak buna Ġmkan veren ve göz yuman da AB olmuĢtur. Ydmaz'ın, bu basit gerçeği dahi görmezden gelmesi gerçekten anlamlıdır. Evet, bugün Türkiye'nin elinde Lipponen'in mektubu vardır ama acaba 1981'deki Konsey kararı kadar hukuki ve sağlam mıdır? Ayrıca, Lipponen'in mektubu Türkiye'nin isteği üzerine adeta zorla kaleme alınmıĢtır. Kendi iradesi Ġle aldığı kararı uygulamayan AB'nin, Helsinki Zir- 230 vesi'nı kurtarabilmek için bizim zorumuzia verdiği ve sadece görüĢ bildiren bir mektubu ciddiye almasını beklemek ne kadar gerçekçi bir yaklaĢımdır? Yılmaz'ın en sağlam dayanağımız dediği, BaĢbakan ve DıĢiĢleri Bakanı'nın da sık sık atıfta bulunduğu, Lipponen'in mektubunun, "bünyesinde veto sistemi bulunan kuruluĢlarda hukuki temsil mümkün olmadığından" hiçbir hukuki geçerliliğinin olmadığını söylemiĢtik. Bu durum bir yana, bir an için geçerli olduğunu kabul etsek bile AB, KOB'da yaptığı değiĢiklik ile Lipponen'in mektubunu resmen geçersiz kılmıĢtır. Lipponen'in sozkonusu mektubunda. "...Kopenhag kriterlerine ek olarak hiçbir yeni kıstasın getirilmediğini ve 4 ile 9a paragraflarına yapılan göndermenin de katılım kriterleri iie değil, yalnızca siyasi diyaloga iliĢkin olduğunu söyledim ve bu hiçbir itirazla karĢılaĢmadı. Katılım Ortaklığı bugün alınan Konsey kararları temelinde hazırlanacaktır." deniliyordu. Ancak hazırlanan ve Ģu ana kadar üzerinde durduğumuz Katılım Ortaklığı Belgesi taslağında, Kıbrıs "kısa vadeli siyasi kriter" baĢlığı altında düzenlenerek, Kopenhag kriterlerine yeni bir kıstas ilave ediliyordu. BaĢbakan Yardımcısının, Türkiye'nin kabul ettiğini açıkladığı belge ile mektuptaki ifadeler örtüĢmediğîne göre, Lıponnen'in mektubunun bir güvence olduğundan söz etmek mümkün müdür? Yılmaz'm açıklamalarına göre, son dakika değiĢikliğini kabul etmemizin yegane sebebi Türkiye'ye yapılacak mali yardımlarda Yunanistan'ın blokajını aĢmaktır. Bunu "taviz" olarak nitelendirmekte sakınca görmeyen Yılmaz, KOB'da Kıbrıs'la ilgili olarak yapılan değiĢikliğin Önümüze çıkarılması tahmininde de bulunur ve yanıltmaz. Ancak Yılmaz, "taviz" vermekte sakınca görmediği mali yardımlar konusunda yanılmakta ya da yanlıĢ bilgi vermektedir. Bölümün baĢında da belirttiğimiz gibi Türkiye'nin bu konuda herhangi bir taviz vermesine imkan da. gerek de bulunmamaktaydı. ġöyle ki; Öncelikle AB'rtin yeni geniĢleme politikası kapsamında, "Bir ülkenin aday olması, aday ülkeye mali yardım yapılması için AB'ye herhangi bir yükümlülük getirmeyecektir." kararı alınmıĢtı. Bunun anlamı, AB'nin, bundan sonra tam üyelik görüĢmeleri baĢlayana kadar hiçbir mali yükümlülüğe girmeyecek olmasıdır Üsteiik bu kararın da sadece Türkiye için çıkarıldığını düĢünmemiz gerekmektedir. Çünkü bu karar 231 alındığında AB, 12 aday ülke ile üyeJik müzakerelerine baĢlamıĢtı, bugün olduğu gibi durumu tek belirsiz olan ülke Türkiye'ydi. Bu durumda sözkonusu karar sadece Türkiye için geçerli olacaktı. Bu kararın alınmasının en büyük sebebi ise özellikle Gümrük BirlĠği'nden doğan ve hakkımız olan mali yardımların verilmemesinin yeni yollarının aranmastydı. Yılmaz'in bahsettiği mali yardımlarla Ġlgili "tek çerçeve" uygulaması da KOB'dan 2 yıl önce üstelik de Yunan vetosunu ortadan kaldırmak Ġçin belirlenmiĢ bir düzenlemeydi. Ayrıca bu vesile ile Gümrük BirlĠği'nden kaynaklanan haklarımızı ustaca gündeminden çıkarmıĢ, yardım ve hibe sistemi karmaĢık bîr hale getirilmiĢ, bu yüzden hangi kaynaktan ne kadar mali destek öngörüldüğü, bunların ne kadarının verildiğinin takibini güçleĢtiren bir mekanizma kurulmuĢtu. Kaldı ki, büyük bölümü tüm Akdeniz ülkeleri için geçerli olan bu uygulamada da, Türkiye'ye özel Ģartlar getirilmiĢ, mesela bütün mali kaynakların sivil toplumun geliĢtirilmesi alanında yoğun/aĢtın iması ĠstenmiĢtir. Son olarak zaten yetersiz olan bu yardımlar gayrı resmi olarak 1997'de, resmen Ġse 1999 Helsinki ZirvesĠ'nde Kopenhag kriterlerine bağlanmıĢtı. Bu durum da üzerinde tartıĢtığımız KOB belgesinde, "Türkiye için katılım öncesi proje finansmanı için sağlanacak Topluluk yardımı, Türkiye'nin Ortaklık AnlaĢması, Gümrük Birliği ve Örneğin tarım ürünleri için ticaret rejimi gibi AT-Türkiye Ortaklık KonseyĠ'nin ilgili kararları çerçevesindeki yükümlülüklerine saygı göstermesine bağlıdır. Kopenhag kriterlerini yerine getirmeye matuf olarak atılacak daha Ġleri adımlar ve özellikle bu Katılma Ortaklığının belirli Önceliklerinin 2001 içinde yerine getirilmesi yönünde geliĢme sağlanmalıdır. Bu genel Ģartlara uymamazlık, önerilen tek çerçeve yönetmeliğinin 4. maddesi çerçevesinde, Konsey tarafından mali yardımların askıya alınması sonucunu doğurabilecektir." Ģeklinde yer alıyordu. Mali yardımlar Ġçin KOB'da Kıbrıs konusunda taviz verilmesini adeta normal karĢılayan AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı Yılmaz'ın bu son durumdan da, AB'nin Gümrük BirlĠği'nden dolayı Türkiye'ye yapması gereken yardımlardan en büyük dilimi oluĢturan 4 no'lu malî protokolde öngörülen 600 milyon Euro'nun Yunan vetosu yüzünden değil, "hukuki bazı" olmadığı gerekçesiyle AB tarafından silindiğinden dahi haberdar olmadığı 232 verdiğimiz soru önergeleri üzerine ortaya çıkmıĢtır. AB'nin Türkiye'ye mali yardımlar konusunda oynadığı oyunların tümü "Gümrük'te KuĢatma" (sf 55-81) adlı kitabımızda detaylı olarak anlatılmıĢtır. Ancak ana hatları ile saydığımız gerekçeler sebebiyle KOB'da, eğer doğruysa, Yılmaz'ı n ifadesiyle boĢu boĢuna "taviz" verdiğimizi, yöneticilerimizin yanıitsldığını veya bizleri yanıltmaya çalıĢtıklarını söylememiz gerekmektedir. BaĢbakan Yardımcısı Yılmaz, malı yardımların yapılmamasınf 2002 yılında ise, AB bütçesinin 5 yılda bir yapılması gibi tuhaf bir gerekçeye bağlayacaktır ĠĢte bu aldatılmıĢlık ve aldırmazlık, Kıbrıs'ın AB'ye üçüncü kez taviz olarak sunulmasıdır, 1995 yılında Gümrük Birliği uğruna Rum kesimi ile görüĢmelere baĢlanmasına kapı açılmasından sonra, 1999'da aday ülke ilan edilmemiz uğruna Helsinki Belgesi'yle, Kıbrıs ve Ege, AB'nin yetki alanına devredilmiĢ ve bu Türkiye'ye de onaylattı n IrnıĢtı. Nihayet 2000'de de Katılım Ortaklığı Belgesi'yle, sadece sanal adaylığımızın devamını sağlamak adına Kıbrıs AB'nin ellerine teslim edilmekle kalınmıyor, Türkiye'nin AB üyeliği için de siyasi bir kriter haline getiriliyordu. Bahçeli: "Helsinki'den Geri Bir Belge" AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı Yılmaz'ın bu ilginç açıklamaları yaptığı saatlerde, TBMM çatısı altındaki bir baĢka salonda diğer BaĢbakan Yardımcısı MHP Genel BaĢkanı Devlet Bahçeli de KOB'u değerlendirir. Hükümet ortaklarının aynı sırada, birbirinden habersiz yaptıkları açıklamalar öylesine farklıdır ki, bu görüntü basına, "Yılmaz ile Bahçeli'nin söz düellosu. Bahçeli ve Yılmaz'ın KOB'a iliĢkin her sözü, birbirinden habersiz ama birbirlerine yanıt tarzındaydı. diye yansır. Ağırlıklı olarak, KOB'da yer alan ana dillerde radyo-tv yayını ve Kıbrıs konularında yaĢanan bu düello, satırbaĢları ile Ģöyle cereyan eder: BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, KOB'da Türkiye'nin yerine getiremeyeceği hiçbir hususun bulunmadığını söylerken, Bahçeli "Katılım Ortaklığı Belgesi'rtin Türkiye-AB iliĢkilerinin geleceği bakımından ifade ettiği mana ne yazık ki tatminkar olmaktan uzaktır. Belge, AB Ko159 Hürriyet Gazetesi-14 Kasım 2000 233 misyonu'nun Ġyi niyetinden Ģüphe etmemize yol açan bir mahiyet arz ediyor" der. Yılmaz'ın, "Kolayca aĢılacak bazı konuları toplumun önüne aĢılamayacak pürüzler gibi koymanın arkasında AB düĢüncesini sindirememenin yattığını gayet iyi görüyorum." sözlerine karĢılık Bahçeli, "Herhangi bir tartıĢmalı konuda meseleyi yok saymak kadar hafife almak da çözümsüzlüğe eĢ değer bir durumu ifade eder." değerlendirmesini yapar. Yıimâz, "Türkiye'nin bu konuda yapması istenenler, atla deve Ģeyler değildir." iddiasında bulunurken, Bahçeli, "Her Ģeyden önce, KOB, hem sistematiği hem de muhtevası bakımından Helsinki Zirvesi kararlarından daha geri bir belgedir. Bazı AB sözcülerinin belge metnini yumuĢatmaya yönelik yorumları bu gerçeği değiĢtirmeye yetmemektedir." görüĢünü savunur. Hükümet ortakları Kıbrıs'ın belgede yer alıĢ biçimine Ġtirazda birleĢirler ancak, bu kez de ciddi bir üslup farklılığına düĢerler. Yılmaz, yukarıda da yer verdiğimiz gibi, Kıbrıs konusunun Helsinki Zirvesi kararlarından farklı ele alınmasının rahatsız edici olduğunu söyledikten sonra Türkiye'nin önündeki seçenekleri saymıĢ ve Kıbrıs ile ilgili ifade dıĢarıda kalmak Ģartıyla belgenin kabul edildiğini duyurmuĢtu. Bahçeli ise, KOB'da Kıbrıs konusundaki bölümlerin, "tek yanlı ve gayri adil yaklaĢımın örneği" olduğunu ifade ederek, "Helsinki ZĠrvesi'nde alınan kararları bile hiçe sayan, çözüme değil çözümsüzlüğe hizmet eden" bir anlayıĢı içerdiğini söyler. Bahçeli, "Bu yaklaĢımı hiçbir Ģekilde kabul edilmez buluyor ve kınıyorum. Bir gerçek herkes tarafından çok iyi bilinmelidir. Milletimizin tarihi geçmiĢi gibi, Kıbrıs meselesi de Türkiye'nin üzerinde ne kamburdur,, ne de yüktür. Bu zamana kadar hiçbir Türkiye Cumhuriyeti hükümeti de bu meseleye bu Ģekilde yaklaĢmamıĢtır. Bundan sonra da yaklaĢmayacaktır" der. Görüldüğü gibi, Türkiye'nin en tepe noktalarrnın KOB'la ilgili değerlendirmeleri sert, bîr o kadar da çeliĢkilidir ve yapılan haksız muamele karĢısında AB ile mücadele etmek gerekirken, yöneticilerimiz adeta birbirleriyle mücadeleye girmiĢlerdir. Üst düzey tepkilerle ilgili bu bölümü KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ'ın değerlendirmesi ile tamamlamak istiyoruz. KOB'dakĠ Kıbrıs ile ilgili Ġfadelere sert tepki gösteren DenktaĢ, belgede Türkiye'nin önüne Kıbrıs meselesinin ko - 234 nuiduğunu ve Ankara'ya Ģantaj yapıldığını belirterek, bu belgenin Kıbrıslı Rumları uzlaĢmazlık yolunda cesaretlendireceğini vurgular. DenktaĢ, H f\r\ "Türkiye'nin bu belgeyi kabul edemeyeceği" görüĢündedir. DıĢiĢleri'nden Ġtiraz, Bakandan "Olur" Kıbrıs'ın siyasi kriter haline getirildiği KOB taslağına, devletin tepe noktalarındaki bakıĢtan sonra bürokrasinin değerlendirmelerine de yer vermek istiyoruz. Özellikle daha baĢında Helsinki Belgesi'ne karĢı çıkan DıĢiĢleri Bakanlığı'nın görüĢü önemlidir KOB'un bu hali DıĢiĢleri Bakanlığı'nda da tartıĢma ve çeliĢkilere yol açar, öyle ki Bakanlık, Ba kanı ile ters düĢer. DıĢiĢleri Bakanlığı, KOB taslak metninin açıklanmasının ardından, Kıbrıs'ın kısa vadeli AB beklentileri arasına alınmasının "ima sının dahi" kabul edilemeyeceğini ve KOB'daki ifadenin değil, Helsinki Zirvesi sonuç bildirgesinin bağlayıcı olduğunu bildirir. Bakanlık, "Kıbrıs meselesinin adadaki KKTC ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasındaki bir konu olduğunu. Türkiye'nin Kıbrıs meselesinin çözüm bulma arayıĢları Ġle AB adaylığı arasında bir bağlantının varlığını hiçbir zaman kabui etmediğini, KOB'daki Kıbrıs bölümünün, Türkiye'nin bu konudaki temel tutumuyla uyumlu olduğu ölçüde dikkate alınacağını" belirterek, resmi devleî politikasını duyurur. Ancak belge açıklanmıĢ ve "iması dahi kabul edilemeyecek" husus açıkça yer almıĢtır. DıĢiĢleri Bakanı Ġsmail Cerrfe göre ise, KOB'daki Kıbrıs konusu tartıĢmalıdır ve "Kıbrıs ile ilgili kısım bazılarının dediği gibi gol değil, ofsayttır'". Belgenin, Kıbrıs ile ilgili kısmının, hukuka saygı gösteren AB'nin imajına zarar verdiğini belirten Cem, bu maddenin hükümsüz olduğunu söyler. Cern, Kıbrıs ile ilgili kısmın Ada'da sorunun çözümüne yönelik giriĢimlere katkıda bulunmayacağını da kaydederek, "Türkiye'nin Kıbrıs politikasını değiĢtirmeyeceğini" bildirir. Ancak hemen ardından da, bel geyi "genel olarak olumlu değerlendirdiklerini açıklar. Bakanlık, "imasını dahi kabul etmiyor", Bakan hukuken geçersiz sayıyordu ama yine de, belge genelde olumlu bulunabiliyordu Bu, izahı 160 161 162 Hürriyet GazetesMO Kasım 2000 Hürriyet GazetesĠ-8 Kasım 2000 Hürriyet Gazetesı-IO Kasım 2000 235 gerçekten güç bir yaklaĢımdır. CumhurbaĢkanı ve BaĢbakan gibi, DıĢiĢleri Bakanı da önce "tepki" gösteriyor, ancak hemen ardından Bakanlığının "Ġmasını dahi kabul etmediği" düzenleme yer aldığı halde bu belgeye, "olumlu" görüĢ bildirerek, "olur" veriyordu. DıĢ politikanın deneyimli ismi, TBMM DıĢiĢleri Komisyonu BaĢkanı Kamran Ġnan ise, belgenin üzerinde çok çalıĢılması ve ciddi değiĢikliklere gidilmesi gerektiği görüĢündedir, inan, öncelikle belgenin diline dikkat çeker ve "Aday bir memlekete, Türkiye'ye yönelik temenniler, ricalar olabilir. Türkiye'deki bazı uygulamaların veya yasal hükümlerin dünya ve AB standartlarına aykırılığı gündeme gelebilir. Ancak kullanılan dil, fazla dikte edici ve devamlı ön Ģart Ģeklinde bir lisana baĢvurulması çok rahatsız edicidir, ikincisi, bu belgede yer almaması gereken konular konulmuĢtur." der. inan, Kıbrıs'la ilgili durumu da Ģöyle 163 değerlendirir: "Helsinki'de Ege ihtilafı ve Kıbrıs meselesi ön Ģart olarak koĢulmadı ancak bir nevi hatırlatma Ģeklinde 2004 yılı esas gösterilerek yer ald/. Bu defa onun çok ötesine gidilerek, Kıbrıs meselesi 2001 yılı gündemine alınıyor. Yani orta vadedeki acil iĢler ve üstelik de maalesef bir ön Ģart havasında veriliyor. Demek isteniyor ki, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin baĢlayabilmesinin ön Ģartı Kıbrıs ihtilafı, Kıbrıs'ın halli ki, bunun kabulü mümkün değil. Buradan çıkan düĢündürücü bir netice var: O da AB'nin Kıbrıs meselesi ve Ege konularında Yunanistan'ın arkasında yer alması ve Yunanistan'ın arzu ettiklerini bunlara dikte ettirmesidir. Bu da tabiatıyla çok rahatsız edici ve düĢündürücüdür. Türkiye, AB'ye tam üye olmayı diğer bütün üye memleketlerle eĢit Ģartlar içerisinde kabul eder ama bir bedel alınması düĢünülüyorsa ve bilhassa bu bedel, Kıbrıs gibi bir milli dava üzerinden düĢünülüyorsa bu mümkün değildir. Hiçbir hükümet, Meclis ve Türk milletinin böyle bir bedel ödemeyi kabul etmesi düĢünülemez. Ne demek oluyor bu? AB'nin Kıbrıs konusunda Yunanistan'ın yanında yer alarak baskı yapması ve dolayısıyla Türkiye bu baskıyı kabullenmezse tam üyeliğinin önlenmesi için yeniden bir bahanenin, bir mazeretin ortaya konulmasıdır." Açıklamasının devamında, 13 aday ülkeden 12'sinin müzakere takvimini bildiğini, 6'sı ile müzakerelerin devam ettiğini hatırlatarak, 163 Hürriyet Gazetesı-9 Kasım 2000 236 Güney Kıbrıs ile uluslararası anlaĢmalar çiğnenerek müzakerelere baĢlandığını söyleyen Ġnan, Kıbrıs meselesinin çözülmesini tıkayanın AB'nin kendisi olduğunu savunur ve "Tam üyelik müzakerelerine baĢladığı andan itibaren Güney Kıbrıs yönetimi bir çözüm arama ihtiyacında değil. AB'ye girecek, gizli Enosis'ın ilk adımını atacak ve mümkünse kuzeyiyle, Ģu veya bu Ģekilde beraberimde nasıl sürükleyebilirim politikasını uygulamak suretiyle Türkiye'nin bulunmadığı AB içerisinde Yunanistan ta11 rafından yutulmasının yolunun açılması hadisesi gündeme geliyor. der. Kıbrıs meselesinde bir ilerleme kaydedilmernesinin, bir çözüm bulunamamasının sorumluluğunun doğrudan AB'ye ait olduğunu vurgulayan inan, "AB bunda ısrar eder ve Güney Kıbrıs'ı her Ģeye rağmen tam üye alırsa Kıbrıs'ın fiili olarak bölünmesinin sorumluluğunu da alır" uyarısında bulunur. Kıbrıs Ģartının son dakikada Yunanistan'ın isteği doğrultusunda öncelikli konular arasına alındığını da hatırlatan inan, sonunda "Bu bir orta yol değil, dümdüz Yunan yolu olmaktadır" sözleriyle tepkisini dile getirir. Evet, CumhurbaĢkanı, BaĢbakan, hükümet ortaklan, DıĢiĢleri Bakanı ve de TBMM DıĢiĢleri Komisyonu BaĢkanı, KOB'daki Kıbrıs ! maddesine tepkilidirler ancak nasıl oluyorsa Türkiye, "Yunan yolu' nda yürümeye ve yürütülmeye devam ettiriliyordu. YUNAN VE AB CEPHESİNDE DURUM Kıbrıs maddesinin KOB'da kısa vadeli beklentilere eklenmesi doğal olarak Atina'da memnuniyetle karĢılanır. Özellikle son dakika manevraları ile bu maddenin belgeye eklenmesini sağlayan AB Komisyonu'nun Yunan kadın üyesi Anna Diamandopulu, büyük ilgi ve takdir görür. Böyle bir sonuç beklenmediğinden olsa gerek, ilk anda Yunanistan'da ĢaĢkınlık dahi yaĢanır. Çünkü belge yayınlanmadan önceki saatlerde Kostas Simitis Hükümeti, hala çok umutlu değildir. O sırada, Kiev'de bulunan Yunan DıĢiĢleri Bakanı Yorgo Papandreu, birkaç kez hem AB'nin geniĢlemeden sorumlu üyesi Günther Verheugen'i, hem de AB Dönem BaĢkanı Fransa DıĢiĢleri Bakanı Hubert Vedrine'i telefonla arayıp, itirazlarını bildirmiĢ ancak kesin bir sonuç alamamıĢtı Bu nedenle, Atina, hazırlıklarını 19 Kasım'daki AB DıĢiĢleri Bakanları Konseyi'ne yönelik olarak yapmaya baĢlamıĢtı, ilk anda Yunan tarafında 237 yaĢanan ĢaĢkınlığın sebebi buydu. Atina, Kıbrıs için sonuç almanın memnuniyeti içinde hemen diğer Türk-Yunan sorunlarının da siyasi kriterler arasında alınması için mücadeleye hazırlanmaya baĢlar. Peki, AB Komisyonu'nun Yunan kadın üyesi bu son dakika değiĢikliğini nasıl baĢarmiĢtı? Anna Diamandopulu, son toplantıda itirazlarını sürdürür. Diamandopulu'ya önce Komisyonun BaĢkan Yardımcısı Ġspanyol Laliola Depalathio'dan, 'Bir topluluk üyesiyle, üye olmayan bir ülkeye yönelik tutumumuz aynı olamaz' sözleriyle destek gelir. Portekizli Viîorino da, 'NATO toplantılarında Türk-Yunan anlaĢmazlıkları ve Kıbrıs'la ilgili konular geldiği zaman Amerikalılar istediklerini yaptırıyorlar. Ancak burada Amerikalılar yok. Ortaya koyacağımız metin, topluluk metinlerini ve özellikle de Helsinki zirvesi kararlarını esas almalıdır' der. Avusturya, Belçika, isveç, ingiltere, Danimarka, Lüksemburg temsilcileri de destekleyince Vergheugen, Ankara'nın tepki göstereceği endiĢesini dile getirir. Ancak, daha sonra, "Kıbrıs sorununun çözümü için BM gözetiminde yapılan müzakerelerin desteklenmesi ve Türkiye'nin de katkısının beklendiği" ifadesini, giriĢ bölümünden çıkartıp, kısa vadeli kriterler bölümüne almayı kabul 164 eder. Atina, KOB'daki baĢarısını temkinli bir yaklaĢımla değerlendirir. Hükümet Sözcüsü Dimitri Reppas, düzenlediği basın toplantısında, KOB'un bir Türk-Yunan meselesi olmadığını söyler. KOB'a iliĢkin görüĢmelerin devam etmesi nedeniyle Atina'nın bu konuda ayrıntılı açıklamalar yapmak Ġstemediğini belirten Reppas, "Bu belge, Türkiye ile AB arasındaki iliĢkinin bir parçasıdır. Bu bir Türk-Yunan meselesi değildir. Bu çerçevede, o tarafın ya da bu tarafın kazançlı çıktığı veya kaybettiği gibi değerlendirmeler yapılamaz. Belgenin yayımlanması Türkiye açısından olumlu bir geliĢmedir" der. Atina'nın Helsinki Zirvesi kararlarının uygulanmasını arzu ettiğini kaydeden Reppas, "Kıbrıs konusu öteden beri AB-TürkĠye iliĢkilerinin kapsamında olduğu için KOB'da da yer alması gerekiyordu" Ġddiasında bulunur. Yunanistan DıĢiĢleri Bakanlığı Sözcüsü Panayotis BeglĠtis de, KOB'un 'tatmin edici unsurlar' içerdiğini söyler. BeglĠtis, "Belge, Türkiye'nin AB'ye yaklaĢımında esas olacak siyasi kıstasları içeriyor ve bu 164 Hürriyet Gazetesi/9-10 Kasım 2000 238 Türk-Yunan iliĢkileri açısından önem taĢıyor. Ayrıca, Kıbrıs konusu siyasi ve stratejik açıdan dahil edilmiĢ durumda, bu konu da Türk-Yunan iliĢkilerini etkileyen bir sorundur. Bu noktada, devam eden müzakere sürecine zarar vermemek için daha fazla bir Ģey söylemek istemiyorum" açıklamasını yapar Begliîis, süreç boyunca, konuya iliĢkin çabaların süreceğini ve Atina'nın belgenin son halinin uygulanabilir bir nitelik taĢımasını arzu ettiğini de vurgular Almanya: "Türkiye'nin Boğazına Bıçak Dayamayalım" Yunan basın: da, KOB'u Atina açısından tatmin edici nitelikte bulur ve aslında AB Komisyonu'n un son ana kadar Atina Ġçin önem taĢıyan bu konuları yuvarlak ifadelerle geçirme eğiliminde olduğunu kaydeder. Ancak bu arada Yunan basınında ilginç bir haber dikkat çeker ve özellikle Almanya'nın, "Türkiye üyelik için teme) siyasi ve ekonomik kıstasları yerine getirmiĢ değil. Bu noktada yakın gelecekte yerine getirmesi gereken Ģartlarla boğazına bıçak dayamaya kalkıĢmanın anlamı yok" Ģeklinde özetlenebilecek bir direniĢ gösterdiği yazılır. Gazeteler, Atina'nın "Helsinki kararlarının tam olarak KOB'a yansıtılması" talebinin Avusturya, Belçika, isveç, Ġngiltere, ispanya, Portekiz, Danimarka ve Lüksemburg'un desteğiyle kabul edildiğini de duyururlar Yunan basını, elde edilen baĢarıyı siyasi açıdan önemli görmekle birlikte, Ankara açısından tam olarak bağlayıcı bir nitelik taĢımayabileceğin i de vurgular. Bu önemü dönemeçte, Türkiye'nin belirsiz, çeliĢkili, dağınık hatta ĢaĢkın politikasına karĢılık, Yunan yönetiminin ne kadar bütünlük Ġçinde ve kararlı bir tavır izlediği ortadadır. Oysa son dakikaya kadar Yunan tarafı umutsuz, AB de isteksizdir Türkiye, KOB'un hazırlanması aĢamasrnda iĢi sıkı tutsa, Kıbrıs'ın siyasi Ģart haline getirilmesinin engellenmesinin imkan dahilinde ofduğu ortadadır Öncesinde bunu yapmayan Türkiye, sonrasında da iĢe ciddiyetle eğilmemiĢtir. Eğer hükümet ortakları meseleyi ciddiyetle inceleyip, bütünlük ve kararlılık Ġçinde haklarımızı savunabilseydi, aleyhimizdeki hususlar düzeltilebilir, 4 Aralık'ta yeniden hazırlanan belgeye Kıbrıs'a ilave olarak Ege'nin de orta vadeli, siyası kriter olarak konulmasına ne Yunan tarafı, ne de AB cesaret edebilirdi 239 Fogg'a Göre, ġart Değil ÖncelikmiĢ Kasım ayındaki bu tartıĢmalara, Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilcisi Karen Fogg da bir basın toplantısı ile katılır. KOB'da, Kıbrıs konusunun çözümlenmesine, siyasi diyalog çerçevesinde BM'nin çabalarına destek verilmesinin beklendiğini anlatan Fogg, Kıbrıs'a iliĢkin ifadelerin "zaten uygulanmakta olan bir sürecin desteklenmesi" olduğunu söyler. Kıbrıs'ta farklı taraflar olduğunu ve bu konuyu bîr ülkenin kendisinin çözmesinin beklenemeyeceğini kaydeden Fogg, "KOB'da soruna iliĢkin yer alan bölüm, bir Ģart değil, önceliktir. Birliğe giriĢ için gerekli genel Ģartlar bakidir ve bu belge ile değiĢmemiĢtir." der. Fogg'un, görünürdeki bu iyimser değerlendirmesine karĢılık, o gün tam olarak anlaĢılamayan ancak bugünkü geliĢmelere ıĢık tutan asıl mesajı Ģudur: "KOB'daki unsurlar Ģart değil, önceliktir. Bu belge Türkiye'den yapılması istenilen herĢeyin bir listesini vermiyor. Aday ülkelerin her biri 1 fi*! için birliğe giriĢ Ģartları aynı ancak öncelikleri farklı." Burada anahtar kelime "önceliktir" ve "Ģartı" baĢarılı bir biçimde kamufle etmektedir. Fogg, Kıbrıs'la ilgili ifadelerin Ģart değil Öncelik olduğunu söylemiĢtir. Bu durumda Fogg'un ifadesiyle, aday ülkelerin birliği giriĢ Ģartlan aynı ancak Öncelikleri farklıdır. Buna göre, Kıbrıs, Kopenhag kriterlerine ilave olarak "Türkiye için öncelikli" konu yani "Ģartlardan" birisi olacaktır. Öyle de olur... Fogg gibi Türkiye ve Kıbrıs alehtarı tutumu ile tanınan AB'nîn GeniĢlemeden Sorumlu Komiseri Günter Verheugen ise KOB'daki Kıbrıs Ģartını, bir kez de Morillon Raporu olarak bilinen ve son dakikada Ermeni soykırım Ģartının ilave edildiği raporun Avrupa Parlamentosunda görüĢüleceği gün değerlendirir ve yine Türkiye lehine konuĢur: "Yaptığınız iĢin kötü sonuçları olacak, dikkat edin. Ermeni meselesini Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği çerçevesinde ele alırsanız yollar kesilir. Kıbns sorununu Ankara'nın önüne bir önkoĢul olarak koyarsanız bu proje suya düĢer. Helsinki'de Kıbrıs konusunun bir ÖnkoĢul olmayacağını belirttik. Kıbrıs sorununun çözümünün sürekli Türkiye'den istenmesi anlamsız oluyor. Sorunu çözmek için tüm taraflar devreye 166 girmeli, Türkiye tek baĢına çözemez" 165 166 Hürriyet Ga?etesi-9 Kasım 2000 (Hürriyet Gazetesi- 14 Kasım 2000) 240 Hatırlanacağı gibi Verheugen, KOB taslak metninde Kıbrıs'ı siyasi kriter yapan 8 Kasım'daki son dakika değiĢikliğine tepki göstermiĢ ve Yunanistan'ı kınayarak, Türkiye'nin serî tepkisine yol açılabileceği uyarısında bulunmuĢtu. Verheugen, Aralik'ta KOB'a son Ģeklinin verilmesi sırasında da Ankara'nın tepki göstereceği endiĢesini tekrarlamıĢtı. Gerek Fogg'un, gerekse de Verheugen'in, Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak sonraki aylarda ve yıllarda yaptığı değerlendirmeler, hatta dayatmalar bu görüĢlerine taban tabana zıt otur, Kıbrıs konusunda Türkiye'nin borcu olduğundan, sorun çözülse de, çözülmese de Rurn kesiminin AB'ye alınacağına kadar yerli yersiz açıklamalarda bulunan Verheugen, iĢi Türkiye'yi tehdit etmeye kadar götürerek, adaylığının askıya alınabileceğini söyler. Ama Helsinki belgesinde yer alan, "tüm unsurların gözönünde tutulacağı" hususunu bir kez dahi hatırlamaz. Çünkü bu hususun hatırlanması demek, Kıbrıs'ın kurucu antlaĢmaları ve Anayasasının gündeme gelmesi demektir. Bu da Rum kesiminin AB'ye alınmasının önündeki en büyük engeldir. Verheugen, son olarak 2002 yılma gelindiğinde de, Kıbrıs'ın Türkiye'nin tam üyelik süreciyle bağlantısı konusunda, "Reformlardan sonra ikinci çok önemli konu da Kıbrıs'tır. Her ne kadar koĢul değildir desek de iki konu arasında siyasi bir 1 fi7 bağın varlığı inkar edilemez. der. Verheugen, bu açıklaması sırasında Helsinki Belgesi'nin, "tüm unsurların gözönünde tutulacağı" ifadesinden ise "DenktaĢ'm esneklik göstermesini" anladığını ima eder. Kızıl Dany lakaplı, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Esbaskanı Daniel Cohn-Bendit de KOB tartıĢmalarına katılır. Bendit'in, "Kıbrıs siyası bir Ģart olmasa da siyasi bir bağlantı olarak karĢımıza çıkıyor. Eğer sorun çözülmezse AB 2003-2004 yıllarında geniĢlemeyle Ġlgili olarak böyle bir siyasi sorunla karĢı karĢıya kalacaktır" Ģeklindeki sözleri Fogg'un kelime oyunlarına dayanan değerlendirmesinden çok da farklı değildir. Fogg'un, "öncelik" dediğine, BendĠt, "siyasi bağlantı" demektedir. Bendit'e cevap vermeye çalıĢan muhatabı,Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Esbaskanı, Aksaray Milletvekili KürĢat Eser ise KOB'un ortak çıkarlar doğrultusunda iĢledik kazanabilmesinin, "tarafların ev ödevlerini iyi niyetle ve karĢılıklı güven içinde yapmalarına bağlı olduğunu" söylemekle yetinir. Bu süreçte her iki taraf açısından 167 Hürriyet Gazetesi 2362002 241 bazı sorumluluklar bulunduğunu ve bunun da doğal olduğunu belirten Eser, "Bu gibi sorumlulukları yerine getirirken, tarafların birbirinin güvenlerini zedeleyecek davranıĢlardan kaçınmalarının önemini bu vesileyle bir kez daha vurgulamak istediğini" bildirir. Fransız-Yunan ĠĢbirliği AB'nin KOB aracılığıyla Kıbrıs dayatması üzerine sürpriz bir geliĢme olur ve DenktaĢ, Ankara'da devletin zirvesinden aldığı destekle aracılı görüĢmelerden çekilir. Büyük ĢaĢkınlık yaratan bu tepkiyi ABD, "beklenmedik ve çok sert bir hareket" olarak değerlendirir. Yürütülen son görüĢmelerin mimarı olan ABD'den böyle bir karĢılık beklemeyen TürIfîfi kiye, ABD'nin bazı misillemelerde bulunması endiĢesine düĢer. Atina, "Türkiye'nin Kıbrıs'ı Bosna'ya çevirdiğin" ileri sürer, Rumlar, "DenktaĢ Ģantaj yapıyor" diye ayağa kalkar. Yunan Savunma Bakanı Akis Çuhacopulos, BaĢbakan Bülent Ecevit'le DenktaĢ'ı gerçekleri idrak edememekle suçlar. Çuhacopulos. "Bu gerçek Türk ordusunun on binlerce Kıbrıslı Rum ve Türk'ü evinden edip, etnik temizlik politikası uygulayıp adayı Bosna'ya dönüĢtürmüĢ olmasıdır" iddiasında bulunur. Yunan Savunma Bakanı, Türkiye'nin, adanın AB üyeliğini engellediğini söyler ve bu Ģartlar altında Türkiye'nin AB Ġle ortaklık iliĢkisinin olamayacağını savunur. Rum Yönetimi Sözcüsü Mihailis Papapetru ise AB ve BM'yi, DenktaĢ'ın "tehditlerine" boyun eğmemeye çağırır, "Böyle bir durum uluslararası hukuk ve AB kurallarının Ģanîaj yoluyla değiĢtirilmesi anlamına gelir ve tehlikeli bir emsal oluĢturur. Uluslararası topluluk bunun siyasi bedelini ödemek zorunda kalır" der. Bu arada Kıbrıs'ta bulunan Avrupa Parlamentosu Kıbrıs raportörü Jacques Poos, görüĢmelerden çekilmesi halinde Türk tarafına sorumluluk yükleneceğini öne sürer. Poos, "DenktaĢ, AB'nĠn bir sömürge imparatorluğu değil demokratik devletlerin oluĢturduğu bir birlik olduğunu artık anlamalı" diye konuĢur. Rum lider Glafkos Klerıdes de BM Genel Sekreteri Kofi Annan ve AB liderlerine birer mektup gönderir. Kıbrıs'ta çözümün ancak iki devlet temelinde sağlanabileceğini söyleyen BaĢbakan Bülent Ecevıt'in bu 168 Hürriyet Gazetesi- 26 11.2000 242 açıklamasının, görüĢmelerde basan perspektifini ortadan kaldırdığını öne süren Klerıdes. "Türkiye'ye Kıbrıs sorunu çözülmedikçe üyeliğe alınmayacağı net bir dilîe söylenmeli" çağrısında bulunur Aynı günierde Atina'da, Yunanistan BaĢbakanı Kostas Simıtıs Ġle iki saat görüĢen AB Dönem BaĢkanı Fransa CumhurbaĢkanı Jacques Chirac, "Umarım, bu konuda sağduyu hakim olur Sorunun çatıĢma ile değil, barıĢçı bir yoldan çözüme ulaĢtırılmasının herkesin yararına olduğu gerçeği görülmelidir. Bu açıkça ortada ve ayrıca açıklama getirmeye gerek yok" der. Simîtıs ile AB'nın Nice zirvesinde ele alınacak konuları görüĢtüklerini kaydeden Chirac, Atina'nın görüĢlerini dikkate alacağını belirtir Fransa CumhurbaĢkanı, Rum kesimi Ġle üyelik müzakerelerine baĢlanan Mart 1998 öncesinde Türkiye'ye verdiği, "GörüĢmelerde Türk temsilci bulunmaması, Rumların S-300 füzelerini yerleĢtirmesi ve Yunanistan'ın Türkiye'ye verilen mali yardımlara vetosunun sürmesi halinde görüĢmelere ve Rum kesiminin üyelik sürecine engel olacağı" Ģeklindeki üç sözü, ingiltere'nin baskısı gerekçesiyle yerine getirmez ama Yunanistan'a verdiği bu sözü tutar ve ilerıki sayfalarda da görüleceği gibi, Kıbrıs'tan sonra Ege'nin de, kelime oyunları ile Türkiye'ye verilecek Katılım Ortaklığı BelgesĠ'nde siyasi kriter yapılmasını sağlar. KOB'DA ĠKĠNCĠ DEĞĠġĠKLĠK...VE EGE LĠSTEYE GĠRER... Bütün bu tartıĢmalardan ve geliĢmelerden sonra AB Genel iĢler Konseyi, 20 Kasım tarihli toplantısında, KOB'u onaylayamaz. Ancak onayın gecikmesine, Türkiye'nin bu tutarsız politika ve tepkisinin değiS, Yunanistan'ın listeye Ege'yi de dahil etme ısrarının yol açtığını tahmin ediyoruz. Çünkü Türkiye belgeyi kabul ettiğini peĢinen açıkladığına göre, Konsey'in normalde onay vermemesi için bîr sebep kalmıyordu. Bu durumda, Yunanistan'a zaman kazandırma isteğinin ağır bastığını söylememiz yanlıĢ olmayacaktır. 20 Kasım'dan sonra KOB'a son Ģeklini vermek için 4 Aralık 2000 tarihinde Brüksel'de yeni bir toplantı yapılır. Bu toplantının ardından DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem, "Katılım Ortaklığı BelgesĠ'nde, Kıbrıs ve Ege konularında bizim görüĢ ve duyarlılıklarımızın dikkate alındığını ve Helsinki Zirvesi sonuçlan Ġçerisinde kalındığının görüldüğünü" söyler, Cem. gazetecilerin sorularını Ģöyle cevaplandırır 243 SORU: Yani Kıbrıs siyasi bir kriter olmaktan çıkarıldı mı? CEVAP: Efendim bizim isteğimiz Ģuydu, bu alınmakta olan kararın Helsinki sonuçlarıyla tam olarak uyum halinde olmasıydı. Bu konuda tereddüdümüz vardı. Ancak görüldüğü kadarıyla Kıbrıs ve Ege konulan geliĢtirilmiĢ siyasal diyalogun çerçevesinde, Ģöyle diyeyim "in the context of the political dialog" Ģeklinde tanımlanarak, bu belgede yer almakta, dolayısıyla Helsinki'deki tanımlar aynen burada geçerliliğini korumakta. SORU: Ege'yi çıkarttılar mı? CEVAP: Evet Ege için de aynı Ģey. Yani tabii bu belirttiğim gibi daha henüz tam resmileĢmiĢ bir olay değil, onun Ġçin ben ihtiyat kaydıyla konuĢmaktaytm. Fakat belirttiğim gibi bizim duyarlı l (kfarrmız, bizim düĢüncelerimizin dikkate alındığı görülmektedir. SORU: Sayın Bakanım Nice'e gidecek misiniz Sayın BaĢbakanla birlikte? CEVAP: Onu Sayın BaĢbakanımız takdir edecek. SORU: Peki efendim, Ulusal Programda Türkiye bundan sonra yoluna devam edecek mi? Kriz bitti yani? CEVAP: Efendim zannediyorum tabi bu 8'inde kesinleĢsin, o zaman... SORU: Yani bu haliyle kesinleĢirse Ulusal Program devreye girecek? CEVAP: Zaten Hükümetimizin bu doğrultuda kararı vardı ve o karar devam ediyor. SORU: Kriz bitti diyebilir miyiz? CEVAP: Onu siz söyleyin. Malum, Brüksel'deki toplantıda bir politik mutabakat çıktı. Bizim açımızdan değerlendirince Ģöyle: Bu Katılım Ortaklığı Belgesine, bize göre doğru olmayan bir Ģekilde bazı yanlıĢ tanımlar eklenmek üzereydi. Bu konuda Bakanlığımız yoğun bir çalıĢma sürdürdü. Ben en az 12-13 Bakanla kendim görüĢtüm. Sayın MüsteĢarımız ve Avrupa Birliğinden Sorumlu Yardımcısı Avrupa Birliği ülkelerinin hemen hemen bütün baĢkentlerine gitti, hatta "hemen hemen" değil, tümüne gitti. Orada muhataplarıyla görüĢtü. Fransız BaĢkanlığı doğrusu gerçekten çok iyi bir yönetim gösterdi. Ben Sayın Vedrîne'e özel olarak teĢekkür etmek Ġstiyorum. Kendisiyle sürekli temasta kaldık. Tabii 244 bütün bunlar ayın 8'inde resmileĢecek. Onun için Ġhtiyat kaydıyla konuĢmaktayım. Ancak KOB adaylıktan üyelik sürecine geçiĢte çok önemli bir dönemeç. Bu dönemeç alınmıĢtır. KOB, Avrupa Bırliği'nin özünde tek baĢına hazırladığı bir belgedir. Yani bizimle ancak istiĢarede bulunur. Avrupa Birliği bu konuda, bizimle müzakere yapmaz. Ancak bu istiĢare gerçekten çok iyi geliĢti. Tam Ġstediğimiz gibi olmadı, îakat bazı yanlıĢlardan sakınıldı. ġimdi bundan sonrası Ulusal Program hazırlanmasıdır. O da Türkiye'nin tek baĢına hazırlayacağı, evet istiĢare ve danıĢma içinde ama tek baĢına hazırlayacağı bir belgedir. Her zaman belirttiğim gibi Avrupa Birliği süreci iniĢli çıkıĢlı, zaman zaman sorunlu bir süreçtir. Türkiyemizin bu süreçte baĢarıyla kendi kimliğini, kendi Ġnançlarını, Cumhuriyetimizin temel ilkelerini, devletimizin üniîer yapısını, bütün vatandaĢlarımızın eĢitliğini, yani Anayasamızda var olan temel Ġlkeleri özenle koruyarak, Avrupa Birliğine üyelik sürecinde Türkiyemiz geliĢecektir. SORU: Efendim bu KOB'da Ģimdi GeliĢtirilmiĢ Siyasi Diyalog ve Siyasi Kriter adı altında bir yeni ara baĢtık konulmuĢ oldu Yunanistan da bunu, müzakere sürecine gelindiği zaman siyasi kriter olarak algılayabilir. Yani biz bunu siyasi diyalog gibi algılarken, Yunanistan da tatmin olmuĢ olabilir bundan. CEVAP: Bunların hepsi teorik tartıĢmalar. Orada hukuken mesele çok açıktır. Böyle bir teorik tartıĢmayı çok Ġleri götürüp de tahrik edici sözler söylemenin anlamı yoktur bizim açımızdan. HerĢey meydandadır ve Helsinki'deki GeliĢtirilmiĢ Siyasal Diyalog tanımı ve bu tanımla belirtilen iki konu aynı Ģekilde Ģimdi bu KOB'a yerleĢtirilmiĢtir. Yani burada bize göre herhangi bir sorun mevcut değildir. Herkes istediği gibi düĢünür. Kaldı kî onu ben hep söylüyorum, bu iki konu Türkiyemiz açısından mesele olan konular değildir. ġöyle ki, orada 4. Madde Türkiye'nin zaten fazlasıyla gerçekleĢtirdiği, zaten her zaman kendini hazır hissettiği, bunu açıkladığı, zaten benim katıldığım Hükümetlerden önceki Hükümetlerin doğru bir Ģekilde ortaya koyduğu ve bizim o günden bu yana izlediğimiz politikadır. Ama biz bunu geçmiĢte çok iyi anlatamıyorduk ġimdi daha iyi anlatabilmekteyiz. Kıbrıs konusu, Kıbrıs dediğiniz vakit, o gayet açıktır. BirleĢmiĢ Milletler Genel Sekreterinin aracıyla konuĢma çalıĢmalarına, Kıbrıs'ta bir kapsayıcı çözüm bulma 245 yolundaki çalıĢmalarına destek vermektir, yani budur. Yoksa Kıbrıs meselesini çözeceğiz, çözmeyeceğiz gibi bir mesele değildir. Biz BirleĢmiĢ Milletler Genel Sekreterinin çalıĢmalarına her zaman destek verdik, bu bağiamda, bu çerçeve Ġçinde. Burada tabii destek vermek her söylediğini doğru bulmak, yanlıĢları kabullenmek, yanlıĢ yapana "aferin iyi yaptın" demek değildir. Destek vermek aynı zamanda yanlıĢı göstermektir, doğru yola iĢaret etmektir. Yani bizim açımızdan bunların çok büyük bir mesele oîacağınt zannetmiyorum. Türkiye doğru bir yoldadır. Türkiye 169 doğru olanı yapmaktadır ve yapmaya devam edecektir KOB'da yapılan son değiĢikliğin detaylarına geçmeden DıĢiĢleri Bakanımızın açıklamasını değerlendirmemiz gerekmektedir. Yeni düzenlemede, Kıbrıs'a ilave olarak Ege de belgeye girmiĢtir ama Bakan Cem, bunu es geçmek için belgenin kesinleĢmesini beklemek gerektiğini söyler. Hükümetin KOB'un kabulü yönünde zaten daha Önceden alınmıĢ kararı olduğunu hatırlatarak da, tartıĢmaya ya da pazarlığa niyetimiz olmadığını gösterir. Kasım ayında kabul ettiğimiz açıklanan belgede ssdece Kıbrıs varken, yeni belgede Ege yer atmıĢ, buna rağmen Türkiye'nin görüĢü değiĢmemiĢtir. O zaman, bütün bu tartıĢmalar neden yaĢandı ya da Cem'in ifadesiyle, gerek kendisi gerekse de bürokratları neyin yoğun çalıĢmasını yaptılar, bu çalıĢmalar yapılmasaydı acaba belge nasıl çıkardı diye sormak gerekmektedir. Gazeteciler dahi, KOB'un yeni halindeki kelime oyunlarına dikkati çekip, Yunanistan'ın bu Ġfadeleri siyasi kriter olarak değerlendirebileceği öngörüsünde bulunurken, Bakan Cem, bu öngörüyü teorik bulur. DıĢiĢleri Bakanı, herkesin istediği gibi düĢünebileceğini Ġfade ederken uluslararası iliĢkilerde, düĢüncelerin ya da yorumlarm değil, yazılf belgelerin geçerli olduğunu unutmuĢ gözükmektedir Bu durumda karĢı taraf da, Türkiye'nin Helsinki BelgesĠ'ni geçerli kabul ettiği yönündeki açıklama ve görüĢleri için "Herkes istediği gibi düĢünebilir" diyebilecektir. Kısacası DıĢiĢleri Bakanımızın, KOB'un bu haline de hiçbir itirazı yoktur, O'na göre, herhangi bir sorun bulunmamaktadır, bunların büyük mesele olacağını da zannetmemektedir. Oysa, Katılım Ortaklığı Belgesi ile Kıbrıs kısa, Ege de 169 DıĢiĢleri Bakanlığı internet sitesi www.belgenetcom/arsiv/ab/kob2000_08.html 246 orta vadeli siyası kriterler arasına alınarak, Türk-Yunan sorunları olmaktan çıkartılıp, resmen ve tümüyle AB'nin meselesi haline getirilmiĢtir. Artık Türkiye'nin bu konulardaki muhatabı AB'dir. Ancak DıĢiĢleri Bakanımız bunları görmek Ġstemediği gibi, meselenin önemini ve ciddiyetini hafifletmeyi tercih etmiĢtir. Bakan, buniarın büyük mesele olmayacağı görüĢünde de yanılacak ve Kıbrıs meselesi sadece 1.5 yıl sonra Türkiye-AB iliĢkilerinin merkezine oturacaktır. KOB'daki son düzenleme iie ilgili bir değerlendirme de, Cem'den bir gün sonra BaĢbakan Yardımcısı ve MHP Genel BaĢkanı Devlet Bahçeli'den gelir. KOB'da, Türkiye'nin tepkisi üzerine yapılan "kısmi iyileĢtirmelerin" olumlu, ancak yeterli olmadığını belirten Bahçeli, Ģunları 170 söyler: "Türkiye'nin haklı tepkisini ortaya koymasıyla birlikte gözden geçirilen metinde kısmi bazı iyileĢtirmelere gidildiği görülmektedir. Bu olumlu bir geliĢmedir, ancak yeterli değildir. Türkiye'nin haklarının gözardı edilmemesi, milli duyarlılıklara saygı gösterilmesi önem taĢımaktadır. Görüldüğü üzere Türkiye-Avrupa Birliği iliĢkileri sancılı ve uzun bir döneme girmiĢ bulunmaktadır. Birilerinin zannettiği gibi, böyle bir yol sadece Kıbrıs sorununun varlığıyla Ġzah edilebilecek ya da sadece Türkiye'nin arzusu ve çabalarıyla kated i leb ilecek bir mesafe değildir. Bilakis Avrupalı muhataplarımızın iyi niyetine, samimiyetine ve karĢılıklı iĢbirliğine ihtiyaç vardır." KOB'un ilk halini "Helsinki Belgesi'nin de gerisinde" diye değerlendiren BaĢbakan Yardımcısı Bahçeli, ne yazık ki belgenin yeni halini, yetersiz olsa da "olumlu" bularak, kendisiyle çelîĢmiĢtir. Çünkü son düzenleme Kıbrıs'ın yanısıra Ege'yi de kapsaması sebebiyle Helsinki'nin iki adım daha gerisine düĢmüĢtür. Ayrıca, "Böyie bir yol sadece Kıbrıs sorunun varlığıyla izah edilebilecek bir mesafe değildir" sözleri, Kıbrıs ile KOB'daki diğer talepleri eĢdeğer göstermeye yöneliktir ki bu doğru ve sağlıklı bir yaklaĢım değildir. Elbette belgedeki diğer talepler de doğrudan ülkenin birlik ve bütünlüğüne yönelik olduğu için çok önemlidir ancak Türkiye zaten Helsinki Belgesi'ni onay vererek, kısacası bugün çarptırılarak Türkiye'nin önüne konuluyorsa da, Kopenhag Kriterlerini kabul etmiĢti. Ayrıca Kıbrıs ve Ege konularında AB'nin yetkisi tanınmıĢ. 170 Hürriyet Gazetesi-5 Aralık 2000 247 üstelik de soruna çözüm bulunmasa da Rum kesiminin AB üyeliğine alınmasına onay verilmiĢti. MHP Genel BaĢkanı Bahçeli'nin Helsinki'nin getirdiği bu olumsuzlukların farkında bile olmadığı anlaĢılmaktadır. Bütün bunlara rağmen Helsinki Belgesi'nde Kıbrıs ya da Ege Türkiye'nin AB üyeliği için siyasi kriter değildi. Oysa Ģimdi Helsinki'ye aykırı olarak kriter haline getiriliyordu. Buradaki önemli nokta çifte haksızlık yapılıyor olmasıdır. BaĢbakan Yardımcısı Bahçeli'nin sık sık tanık olduğumuz önce sert bir dille itiraz edip, sonradan kabul etme üslubu bu olayda da geçerli olmuĢtur. 14 Kasım 2000'de, "Tek yanlı ve gayrı adil yaklaĢım. Bu yaklaĢımı hiçbir Ģekilde kabul edilmez buluyor ve kınıyorum." diyen Bahçeli, 21 gün sonra, 5 Aralık 2000'de, "Avrupalı muhataplarının iyi niyetine, samimiyetine ve karĢılıklı iĢbirliğine ihtiyaç olduğunu." ifade etmektedir. Bahçeli'nin Gördükleri ve Göremedikleri MHP Genel BaĢkanı ve BaĢbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin, AB tartıĢmalarının çok yoğunlaĢtığı, hatta hükümeti sarstığı 2002 yılında Kıbrıs ve AB bağlantısı ile ilgili olarak yaptığı değerlendirmeler ise iyice ĢaĢkınlık yaratır. Dr. Devlet Bahçeli imzasıyla MHP Genel Merkezi'nce Temmuz 2002'de yayınlanan "Son GeliĢmeler IĢığında Türkiye'nin AB Üyeliği ve MHP-Temel YaklaĢım Biçimimiz ve GörüĢlerimiz" baĢlıklı kitapçıkta MHP Genel BaĢkanı Ģu görüĢleri savunur: "Kıbrıs'ın (Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin) AB üyelik süreci de Yunanistan'ın bu politikası sonucu baĢlatılmıĢ ve bugün Ġleri bir aĢamaya getirilmiĢtir. Yunanistan, Türkiye île AB arasında Gümrük Birliği kurulması sürecini de bu amaçla kullanmıĢ ve Güney Kıbrıs Rum YÖnetimi'nin tek taraflı ve meĢru olmayan üyelik baĢvurusuyla üyelik görüĢmelerinin baĢlatılmasını sağlamıĢtır, (sf.93) Kıbrıs sorunu Türkiye için hayati Önemi olan mifli bir davadır. Bu sorunun Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında çözümlenmesi gerektiği de açıktır. Garantör ülkeler olan Türkiye, Yunanistan ve bîr ölçüde ingiltere de siyasi çözüm arayıĢlarına katkıda bulunmak durumunda olan ülkelerdir. AB bu sorunun tarafı değildir. Kıbrıs konusu AB'nĠn yetki alanına girmemektedir. Ancak Kıbrıs sorunu Yunanistan'ın sistemli çabalarıyla Türkiye ile AB arasındaki iliĢkiler denklemine sokulmuĢtur. Rum yö- 248 netimînin yasal olmayan baĢvurusuyla "Kıbrıs'ın AB üyesi olması ihtimali, Kibrıs sorununu Türkiye iie AB iliĢkilerini etkileyen çok önemli bir unsur haline getirmiĢtir. , AB, Kıbrıs'la teknik anlamda üyelik müzakerelerıni kısa sürede tamamlamayı öngörmekte ve Aralık 2002 Kopenhag Zirvesinde Kıbrıs'ı siyasi çözüm öncesi üye olarak almaya hazırlanmaktadır. Bu geliĢmeler, Helsinki Zirvesinde Türkiye'nin AB üyelik süreci ile Kıbrıs konusu arasında bir bağlantı kurulamayacağı yolunda bize verilen teminatların fiiliyatta anlamsız ve geçersiz hale gelmesi tehlikesinin bulunduğunu göstermekîedir.(sf.94-95) MHP'nĠn vurgulamak istediği husus Ģudur: !dam ve ana dil konusunda üç ön Ģartın yerine getirilmesinin, AB ile üyelik görüĢmelerine baĢlanmasının önünü açacağına inanan siyasi partilerimiz, bunun yeterli olmayacağını, aynı Ģekilde bir Kibrıs faturasının da önlerine getirileceğini bilmek durumundadırlar, (sf.96-97) Türkiye'nin AB üyeliği süreci ile Kıbrıs sorunu arasında organik bir bağ kurulması ve Kıbrıs'ın Ġhmal edilebilir tali bir unsur olduğu yolundaki değerlendirmeler eseî vericidir. Türkiye böyle bir bağı hiçbir Ģart altında kabul etmeyeceğine iliĢkin siyasi iradesini ortaya koymuĢtur. Bu tutum kararlılıkla sürdürülecektir. Türkiye'nin AB üyeliği yolunu ebediyen kapatmak için GKRY'nin baĢvurusu sonuçlandırılarak "Kıbrıs"ın AB'ye alınmasını düĢünenler varsa, bilinmelidir ki bu yaklaĢım AB Ġle iliĢkilerimizde geçerli olması gereken asgari iyi niyet ve samimiyetle bağdaĢmayacaktır. (sf.98-99)" Bu değerlendirmeler Bahçeli'nin, Kıbrıs ile ilgili kafa karıĢıklığının sürdüğünü göstermektedir. Rum kesiminin AB üyelik sürecindeki hızlı yürüyüĢü salt Yunanistan'ın çabaları ile olmamıĢ, geride kalan bölümlerde de anlattığımız gibi Türkiye'nin Gümrük Birliği uğruna verdiği onay da buna büyük katkı sağlamıĢtır, ikinci onay ise Bakanlar Kurulu'nda doğru dürüst müzakere bile edilmediği haide MHP Genel BaĢkanı Bahçeli'nin de kabul ettiği Helsinki Belgesi ile gelmiĢ ve Belgedeki, "AB Konseyi, siyasi bir çözümün Kıbrıs'ın AB'ye katılımını kolaylaĢtıracağının altını çizer. Katılım görüĢmelerinin tamamlanmasına kadar herhangi bir çözüme yarılamadığı takdirde, Konseyin katılıma ĠliĢkin kararı, yukarıdaki hususlar herhangi bir Ön Ģart teĢkil etmeksizin verilecektir. Burada Konsey, bütün Ġlgili unsurları dikkate alacaktır." 249 Ģeklindeki ifade ile çöajm olsun olmasın Rum kesiminin üyeliğe alınacağı Türkiye tarafından da tasdik edilmiĢtir. Buna rağmen Bahçeli. "GKRY'nin baĢvurusu sonuçlandırılarak Kıbrıs'ın AB'ye alınmasını düĢünenler varsa" diyebilmektedir. Bahçeli'nin iddiasının aksine AB, üstelik de Helsinki Belgesi ile Kıbrıs sorununun tarafı haline gelmiĢ, bu belgenin imzalanmasından sonra Türkiye'ye çözüm için baskı yapma hakkını kendisinde görmüĢ, KOB ile daha da ileri giderek, sorunu Türkiye'nin üyeliği için kısa vadeli siyasi kriter yapmıĢtır. Türkiye de tüm bunları kabu! etmiĢtir. Bahçeli, Ecevit ve Yılmaz gibi, dönem baĢkanı LĠpponen'in mektubunu kastederek, Helsinki'de bize verilen teminatların îrüiyaîta anlamsız ve geçersiz hale gelmesi tehlikesinin bulunduğunu söylemektedir ki, ĠĢ Ġhtimal olmaktan çıkmıĢ, korkulan daha 2000 yılında Katılım Ortaklığı Belgesi ile gerçekleĢmiĢtir. Bahçelî'nin bir diğer çeliĢkisi Ġse, ısrarla Kıbrıs sorunu ile Türkiye'nin AB üyeliği arasında bağlantı bulunmadığını vurguladığı halde, öte yandan idam ve ana dil konularının yeterli olmayacağını, Kıbrıs faturasının da önümüze getirileceğini söylemesidir. Diğer yöneticiler gibi Bahçeli de, Kıbrıs sorununa "siyasi çözümden" bahsetmektedir kir bu zaten hukuku ayaklar altına alan AB'nin politikasıdır. Oysa "milli davamız Kıbrıs"ta elimizdeki en önemli koz hukuktur ve öncelikle vurgulanması ve istenmesi gereken hukuki çözümdür. Hukuka dayanmayan siyasi çözüm arayıĢlarının konuyu hangi boyutlara getirdiği ortadayken, Türkiye'nin AB ile aynı argümanı kullanması meseleye ne kadar yüzeysel bakıldığını göstermektedir. Bahçeli'nin, AB'nin Türkiye'yi oyaladığını anlatmaya çalıĢırken, çizdiği tablo ise eksik ve yanlıĢ olsa da diğer söylediklerini tümüyle ortadan kaldıracak niteliktedir. Türkiye'nin, hukuki ve siyasi bir çözüm bulunmadan Rum kesiminin AB üyeliğine alınmasına Ģiddetle karĢı çıkması ve bunu engellemesi gerekirken, Bahçeli'nin Ģu sözleri. Rum kesiminin üyeliğini peĢinen kabullendiğimiz görüntüsünü vermektedir: "Ancak, AB'nin Kopenhag kriterlerinin tüm unsurlarının yerine getirilmesi ve uygulamanın görülmesi ısrarından vazgeçilebileceği varsayılsa bile, unutulmamalıdır ki, böyle bir tarih için üç asgari talebin karĢılanması da tek baĢına yeterli olmayacaktır. Bu üç Ģartın yanısıra Kıbrıs sorununun Yunan/Rum emellerine uygun olarak çözümü veya en azın- 250 dan siyasi çözüm öncesi Güney Kıbrıs'ın tüm adayı temsiien AB'ye üye olmasına Türkiye'nin rıza göstermesi de talep edilecektir. Bunu da kabul etmemiz halinde, iyimser çevrelerin beklentilerine göre, muhtemelen 2004 yılında katılım görüĢmelerine baĢlanabilecektir. Burada bir nokta daha Türk milletinden saklanmak istenilmektedir En iyimser bir bakıĢ açısıyla AB ile üyelik görüĢmelerinin en az 9-10 yıl süreceği tahmin edilmektedir. Bu uzun süreç sonunda Türkiye'nin AB'ye resmen üye olabilmesi için de tüm AB üyesi ülkelerin milli parlamentolarının ayrı ayrı onayı gerekecektir. Yani, Türkiye'nin üyeliğinin her Ģart altında Yunan ve (Kıbrıs) parlamentoları tarafından da onaylanması ve kabul edilmesi zorunludur (sf 72-73)" Evet, Türkiye'nin, Kıbrıs ve Ege baĢta olmak üzere çok önemli konularda 1999 yılında Helsinki'de baĢlayan, Bahçeli'nin ifadesiyle "sancılı ve uzun dönemi". TBMM DıĢiĢleri Komisyonu BaĢkanı Kamran Ġnan'ın benzetmesiyle de, "Yunan yolundaki" yürüyüĢü, bu karıĢıklık ve çeliĢkiler içerisinde devam etmektedir. Gerçekte Ne Oldu?.. DıĢiĢleri Bakanı Cem'in bu iyimser değerlendirmesine karĢılık gerçek durum hiç de Ġç açıcı değildir. Türkiye, Kıbrıs meselesinin kısa vadeli öncelikler arasında bulunmasına, geride kalan bölümlerde anlattığımız çeliĢkili politikalarla karĢı çıkarken, Yunanistan, Ege sorununun da belgeye konulması yönündeki ısrar ve çabalarını, KOB'a son Ģeklinin verileceği Aralık ayında da sürdürür. Dönem BaĢkanı Fransa orta yolu bulmak için formül geliĢtirmeye çalıĢır. Nice Zirvesı'nin sıkıntılı geçmesini istemeyen Fransa'nın bulduğu formül, "siyasi diyalog" baĢlığı altında yeni bir paragraf açılmasıdır. Böylece Fransa, AB'nin iki ülke arasındaki diyaloga tam desteğini sürdüreceği mesajını verecektir. Ancak bu paragrafta da Kıbrıs'ın "kısa vadeli öncelikler" bölümünde yer alacağına kesin gözüyle 171 bakıldığı için Türkiye'nin sözkonusu formüle yaklaĢımı sıcak olmaz Aralık ayında bizim dıĢımızdaki diplomatik çevrelerde de ilginç ve alabildiğine yoğun bir hareketlilik yaĢanır. ABD, Almanya, Fransa ve italya baĢta olmak üzere, AB baĢkentleri devreye girer ABD'nin Atina 171 Hürriyet GazetesM Aralık 2000 251 Büyükelçisi Nicholas Burns, Yunanistan DıĢiĢleri Bakanı Yorgo Papandreu'yu arayarak, "Türkiye blöf yapmıyor. AB Ġle köprüleri atabilir" uyarısında bulunur. Burns, Yunanistan'dan bir ara formülde uzlaĢmaya gitmesini ister. AB Dönem BaĢkanı Fransa, bütün ağırlığını Atina'ya verir. Fransa CumhurbaĢkanı Jacques Chirac, Atina'ya giderek, bizzat BaĢbakan Kostas Simitis'le görüĢür. Bu görüĢmenin ardından uzlaĢma formülleri gidip gelmeye baĢlar. Ve Nice zirvesinin hemen öncesinde, 4 Aralık Pazartesi günü toplanan AB DıĢiĢleri Bakanları, Kıbrıs ve Ege konusunu, siyasi kriter çerçevesinde bırakır, ancak bunu, "GüçlendirilmiĢ Siyasal Diyalog ve Siyasi Kriterler" baĢlığı ile süsler. Sonuç, "Böylelikle Ankara'mn isteği oldu ve her iki konunun da Türkiye'nin önüne (Ön Ģart) olarak konulması 173 önlendi." diye duyurulur.Türkiye, sadece Helsinki belgesine atıf yapıldığı için bu metni kabul etmiĢtir. Yaratılan havaya göre AB, Türkiye'nin Ģiddetli tepkisine yol açan Kıbrıs ve Ege konusunu 'ön Ģart' olarak getirmeyip 'GüçlendirilmiĢ Siyasi 1 Diyalog ve Siyasi Kriterler baĢlığıyla yeni bir paragraf oluĢturmuĢtu. Oysa Kıbrıs ve Ege konusu, siyasi kriter çerçevesinde kalmıĢ sadece bu metne yeni bir baĢlık konulmuĢtu. Değerlendirmeler, bu düzenleme Ġle Ankara'nın isteğinin olduğu, her iki konunun Türkiye'nin önüne 'Ön Ģart' olarak getirilmesinin önlendiği, Atina'nın elinin de, Brüksel tarafından boĢ bırakılmayarak, Kıbrıs'ın "Kısa vade", Ege'nin ise 'Orta vadeli öncelikler' baĢlığı altına alındığı Ģeklindeydi. Katılım Ortaklığı Belgesi'nin son halinde "ilkeler" baĢlığı altında, yine sınır anlaĢmazlıklarının adresi Lahey Adalet Divanı, süre olarak da 2004 yılı gösterilip, Helsinki Belgesi'ne atıfta bulunulduktan sonra Kıbrıs ve Ege konuları Ģöyle düzenlenir: Öncelikler ve Orta Vadeli Hedefler Kısa Vade (2001) GüçlendirilmiĢ Siyasal Diyalog ve Siyasi Kriterler "Helsinki sonuçlar bildirgesine uygun olarak, siyasal diyalog bağlamında, Helsinki sonuçlar bildirgesinin 9(a) maddesinde atıf ya172 Hürriyet Gazetesi-5 Aralık 2000 173 Türkiye istediğini A!dı/Hürriyet Ga.zetesi-5 Aralık 2000 252 pıldıği gibi, BM Genel Sekreten'nin Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması sürecini baĢarılı bir sonuca bağlamaya yönelik çabalarını güçlü bir biçimde desteklemek. Orta Vadeiı Öncelikler Helsinki sonuçlar bildirgesine uygun olarak, siyasal diyalog bağlamında, anlaĢmazlıkların BirleĢmiĢ Milletler Anayasası'na uygun Ģekilde barıĢçı yollardan çözülmesi ilkesi kapsamında, Helsinki sonuçlar bildirgesinin 4. maddesinde atıf yapıldığı gibi, devarn eden sınır anlaĢmazlıklarını ve diğer ilgili konuları çözmek için her çabayı sarf etmek. Bizim Ġtiraz ettiğimiz ilk belgede, Ege konusu baĢlangıç bölümünde yer alıyordu. Peki Kıbrıs ile ilgili madde nasıldı? Hatırlatmak için tekrarlamak istiyoruz. 8 Kasım 2000 tarihli KOB'daki düzenleme Ģöyleydi: Kısa Vade (2001): Siyasi Kriterler- "Siyasi diyalog çerçevesinde, BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması sürecinin baĢarılı bir sonuca ulaĢtırılması yönündeki çabalarının kuvvetle desteklenmesi" Görüldüğü gibi Kıbrıs, belgenin ilk halinde de, son halinde de siyasi kriterdir, iki fark vardır; siyası kriterler baĢlığının yanına "GüçlendirilmiĢ Siyasa! Diyalog" tabiri konmuĢ, metin içinde de Helsinki Belgesi'ne atıfta bulunulmuĢtur. Helsinki Belgesi'ne atıfta bulunulmuĢ olması çok da önemli değildir çünkü taraflar bunu farklı de ğerlendirmektedir. Ayrıca, gende Kalan bölümlerde de anlatıldığı gibi Helsinki için bize verilen güvence hukuken geçerli değildir ve KOB'daki bu düzenleme ile de zaten ortadan kalkmıĢtır. Türkiye, Kıbrıs ve Ege resmen siyasi kriter yapıldığı halde ne yazık ki, Katılım Ortaklığı Belgesi'ni kabul etmiĢtir. Sözkonusu belgeyi kabul ettiğini göstermek Ġçin de Ulusal Programını hazırlamıĢtır. 19 Mart 2001 tarihli Ulusal Programda, Kıbrıs konusu sadece "giriĢ" bölümünde yer almıĢ ve Ģöyle denilmiĢtir: "Türkiye Kıbrıs'ta tarafların egemen eĢitliğine ve Ada gerçeklerine dayalı karĢılıklı olarak kabul edilebilir bir çözüm kapsamında, yeni bir ortaklık kurulması için BM Gene! Sekreteri'nin Ġyi niyet misyonu çerçevesindeki çabalarına destek vermeye devam edecektir." 253 Meseleye gerçekçi yaklaĢmak zorundayız. Türkiye, KOB'daki "GüçlendirilmiĢ Siyasal Diyalog ve Siyasi Kriterler" baĢlığının birinci bölümüne dayanarak, Kıbrıs maddesi ile ilgili iyimser değerlendirme yapmaya ve bunun siyasi kriter olmadığını söylemeye devam etmektedir. Bu bakıĢ açısını doğru ve geçerli kabul edersek, KOB'da bu baĢlık altında yer alan diğer maddelere de siyasi diyalog kapsamında bakılması gerekmektedir. Ancak gerek AB, gerekse de bazı yöneticilerimiz siyasi kriterleri "olmazsa olmaz" kesinlikte görmektedirler. Bu durumda nasıl oluyor da, aynı baĢlık altında düzenlenen hususlardan birisi "güçlendirilmiĢ siyasi diyalog", diğerleri "siyasi kriter" olarak telakki edilmektedir? Bu ayırım kim tarafından, neye göre yapılmaktadır? Önümüzde iki seçenek vardır; Ya Kıbrıs maddesinin de siyasi kriter olduğunu kabul etmek veya diğer maddeleri de "güçlendirilmiĢ siyasal diyalog" kapsamında değerlendirmek, ikinci Ģıkkı, AB kabul etmediğine göre, geriye birinci Ģık kalmaktadır ki, bu da Türkiye açısından mümkün değildir. AB'nin Türkiye'yi kelime oyunları ile düĢürdüğü açmaz ortadadır. AB'ye Paket Teslim Gerçekte 1999 Helsinki ZirvesĠ'nden bu yana yapılanlar kelime oyunundan baĢka bir Ģey değildir. Bu oyun Kasım-Aralık 2000'de de devam eder. Önce Kıbrıs meselesi kısa vadede halledilecek sorun olarak Türkiye'nin önüne konulur. Ardından "düzeltme" adı altında belgede yapılan ikinci değiĢiklik ile Türkiye açısından Kasım'dakĠ belgenin de gerisine gidilir. KOB'un nihai halinde artık Kıbrıs kısa vadeli, Ege de orta vadeli siyasi kriterdir ve Yunanistan Kasım'da yapamadığını sadece 1 ay sonra baĢarmıĢtır. Oysa BaĢbakan Bülent Ecevit, 15 Kasım 2000'de AB üyesi ülkelerin BaĢbakanlarına yazdığı mektupta, "KOB'dan Kıbrıs'la ilgili tüm atıfların çıkarılmasını" ĠstemiĢ, 18 Kasım 2000'de Ġse, KOB'a Ege'deki sınır anlaĢmazlıkları unsurunun da siyasi kriter olarak eklenmesi giriĢimlerine sert tepki göstererek, "Avrupa Birliği, duyarlılığımızı gereğince değ erle nd irmezse, iliĢkilerimizi gözden geçirmemiz kaçınılmaz olacaktır" demiĢti. Ecevit, BaĢbakan Yardımcısı olduğu 1997 yılında da, Kardak krizi için Yunanistan'ın Lahey Adalel Divanı'na gitme talebi üzerine Ege konusunda daha net ve kararlı mesajlar vermiĢti: 254 "Kardak için Lahey'e gitmek gülünç bir Ģey geliyor bana Ege sorununu parçalamayı kesinlikle içimize sindiremeyiz Çok sakıncalı olur. Her konuda ya bir taraf kazanır, ya obur taraf kazanır Bu da gerginliği artırır, karĢılıklı güvensizliği artırır Diyalog yoluyla sorunlar bütünlük olarak ele alınır, sonunda ayrıntılar açıkta kalmıĢsa o zaman bir hakeme veya mahkemeye gidilir. Fakaf bu bir hukuki sorun olmasının yanında siyası, stratejik bir sorun. Bunu iki olgun millet olarak kendi aramızda ele almalıyız, en sonunda gelecek pürüzlü noktalarda üçüncü bîr hakeme baĢvurmalıyız. Ecevit'in Ege politikasında, 1999 Helsinki Belgesi ile baĢlayan geri gidiĢin Katılım Ortaklığı Belgesi ile devam ettiği ortadadır. DıĢiĢleri Bakanlığımızın değerlendirmesine göre, "Bu tepkilerimiz sonrasında, AB Gene! ĠĢler Konseyi hassasiyetimizi büyük ölçüde gözönünde bulundurmuĢ ve 4 Aralık tarihinde yapılan toplantısında Kıbrıs ve Ege konularını siyasi diyalog kapsamına almıĢtı." Bu de ğerlendirme karĢısında, "Türkiye tepki göstermeseydî acaba sonuç nasıl olurdu?" diye düĢünsek yeridir. Türk basını ise geliĢmeleri diplomatik kulislere dayandırarak, "AB hem halay çekti, hem de sirtaki yaptı" baĢlığı ile verir ve hem Ankara, hem Atina'nın memnun edildiğini duyurur Nasıl mı? Bir gazetemizin yorumuna göre, "AB Kıbrıs ve Ege sorunları için siyasi kriter getirmemiĢti. Kıbrıs paragrafı GüçlendirilmiĢ Siyasi Diyalog ve Siyasi Kriterler baĢlığını taĢıyan bölümün açılımında, siyasi diyalog çerçevesine oturtulmuĢtu. Böylelikle Kıbrıs konusu Türkiye ile müzakerelerin baĢlaması önünde bir ön Ģart olmaktan çıkmıĢtı". Gazete Atina'nın memnuniyetini ise, doğal olarak Ege'yi de belgeye koydurmasına bağlıyordu. Ege'nin Kıbrıs'tan farkı, konuya Ġsim konulmadan değinilmesıydi ve sadece iyi komĢuluk iliĢkileri çerçevesinde değerlendirilmesiydi. Oysa "iyi komĢuluk yani sınır sorunlarının da bir anlamı vardı. En azından dönemin AB-Türkiye Karma Parlamento EĢbaĢkanı Bendit'e göre "doğal ön sarftı. Kaldı ki, KOB. Türkiye'nin AB ile müzakerelere baĢlayabilmesi için yapması gerekenleri gösteren bir liste olduğunu ve bu listede de hem Kıbro, hem de Ege konulan bulunduğuna göre, bunların hangi baĢlık 174 175 AB'ye Mahkum Değıliz-Hürrıyet Gazetesi-19 Ağustos 1997 www mfa.gov.tr/Turkce/grupa/a|/18 htm 255 altında ve hangi ifadelerle düzenlendiğinin bir öneminin olmayacağı açıktır. Kesin olan, Türkiye'nin AB ile müzakerelere baĢlamak için bu listedeki isteklerin tamamını yerine getirmesi gerektiğidir. Bu durumda evet Yunanistan sirtaki oynayabilirdi ama Türkiye'nin halay çekecek hali kalmamıĢtı. Gazete, siyasi kriterler Ġfadesinin, "Atina'nın bu belgeyi kendi ka1 muoyuna, siyasi Ģart olarak Ankara'nın önüne koyulan zorunluluk" gibi sunmasını sağlayacağını iddia ediyordu, ama nedense "siyasi diyalog" Ġfadesinin de sadece Türk kamuoyunun Ġknası için belgeye konulmuĢ olabileceğini görmüyor ya da akla getirmiyordu. Görüldüğü gibi AB, inanılmaz kelim,6ıoyunlarıyla aynı konuları Türkiye'ye "siyasi diyalog", Yunanistan'a "siyasi kriter" olarak sunmuĢtur. Doğrusu, hem siyasi kriter, hem de siyasi diyalog geçerlidir. BaĢlıklardan birini görüp, diğerini yok saymak, kendi kendini aldatmaktan baĢka bir Ģey değildir. Bugüne kadar yapılan tartıĢma ve değerlendirmelerin "siyasi kriter" ağırlıklı sürdürüldüğü düĢünülürse, "siyasi diyalogun" büyük bir aldatmaca olduğu, kısacası Türkiye'nin bir kez daha aldatıldığı görülecektir. Bu arada yine Hürriyet GazetesĠ'nin 5 Aralık 2000 tarihli nüshasından Ģu ilginç haberi aktarmak istiyoruz: "Avrupa Gene! iĢler Konseyi'nin Türkiye'nin KOB'la ilgili kararını beklemeden BaĢbakan Bülent Ecevit'Ġn 7-8 Aralık'takĠ Nice Zirvesi için uçağını Nice Havaalanına inecekmiĢ gibi yer ayırttığı ortaya çıktı. Geçtiğimiz günlerde KOB tasarısına eklenen Kıbrıs Ģartı yüzünden Avrupa'ya rest çeken Ecevit'Ġn, Avrupa baĢkentlerinden gelen olumlu haberler üzerine Nice Zirvesine gitmeye hazırlandığı anlaĢıldı. Ecevit kararın açıklanmasını beklemeden 6 Aralık günü saat 10.00'da uçağı Nice Havaalanına inecekmiĢ gibi meydan rezervasyonu yaptırdı." Katılım Ortaklığı Belgesi, gerçekten dıĢ politikamızın temel unsurlarından olan Kıbrıs ve Ege konularında, dolayısıyla Türkiye'nin AB ile iliĢkilerinde çok ciddi bir dönüm noktasıdır. Ancak geride kalan bölümlerde olabildiğince tüm detayları îte vermeye çalıĢtığımız belgenin Ģekillendirilmesi sırasında Türkiye'nin izlediği politikanın, iĢin ciddiyeti ile ne kadar bağdaĢtığı objektif bir Ģekilde düĢünülmeli ve tartıĢılmalıdır. 176 Hürriyet Gazetesı-5 Aralık 2000 256 BaĢbakan EcevĠt'ın. KOB ile ilgili kararın açıklanmasını beklemeden Nice uçağına rezervasyon yaptırması da o güne kadar izlenen politikaya yakıĢacak bir son noktadan baĢka bir Ģey değildir Çünkü sonuçta, Yunanistan ve AB bildiğini yapmıĢ, Türkiye'nin tepkisi ise yine sözde kaSmıĢtı! Askerden Net ve Kesin Tepki Siyasiler ve medyanın, KOB'la ilgili tartıĢmaları tarn bir kargaĢa içinde devam edip, sonradan yapılan değiĢiklikler de bu cephede genelde olumlu karĢılanırken, askerin değerlendirmesi farklı olur. Mesela, Harp Akadem'îerı Komutanı Orgeneral Nahit ġenoğul, 11 Ocak 2001 günü KOB'la ilgili görüĢlerini açıklar. Kelime oyunları ile yapılan düzenleme askeri kesimi tatmin etmemiĢtir. Orgeneral ġenoğul, özetle 177 Ģunları söyler: "Türkiye'nin Katılım Ortaklığı Beigesfnde yer alan Kıbrıs ve Ege Denizi ile ilgiîi bağlayıcı kararlar güvenlik ihtiyaçlarımıza zarar verecek niteliktedir. Çünkü, Bazı Avrupa Birliği üyesi ülkeler, ülkemize karĢı önyargılıdırlar ve her zaman Türkiye karĢıtı hareketin Ġçinde yer almaktadırlar. Bu üikeler aslında Türkiye'nin Avrupa BirlĠği'ne üye olmasına sıcak bakmamaktadırlar. Bazı Avrupa ülkeleri ise Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne aimak yerine Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yakın iĢbirliğini Ġçeren bir statüde kalmasını istemektedirler. Bu görüĢün sözcülüğünü Fransa eski CumhurbaĢkanı Valery Gıscard D'estaing ile Federal Almanya eski BaĢbakanı Helmut Schmidt yapmaktadır. Geriye kalan Avrupa ülkeleri de Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğini kerhen desteklemektedirler. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğini içtenlikle destekleyen Avrupa Birliği'ne üye olan bir ülke söylemek mümkün değildir. Burada haklı olarak, (Avrupa Birliği üyesi ülkeler neden Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne aday ülke olarak kabul ettiler?) suali akîa gelmektedir. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımının 2010 yılından sonrasına ertelenmesi ve bu belgeye göre; Kıbrıs ve Ege sorunlarında sanki bu sorunları biz yaratmıĢız gibi tek taraflı olarak taviz vermemizi ve ulus devletimizden fedakarlık yapmamızı Ġstemeleri. Avrupa Birliği'nin ülkemize 177 www belgenet.com/arsıv/ab/senogul_110101 html 257 karĢı haksız ve vefasız tutum ve davranıĢları olarak algılanmakta ve Türkiye'yi aldatılmıĢlık duygusuna sevk etmektedir." Silahlı Kuvvetler Akademisi Komutanı Tuğgeneral Halil ġimĢek de, aynı toplantıda, "Ülkemiz bölünmek istenmektedir." der. Tuğgeneral ġĠmĢek'in görüĢleri de Ģöyledir: ''Hatırlanacağı üzere 15 Kasım 2000 tarihinde Avrupa Parlamentosunda 234 oyla kabul edilen karar; (Avrupa Parlamentosu Türk hükümetini ve TBMM'ni Türk toplumunun önemli bir kesimini oluĢturan Ermeni azınlığa desteği artırmayı ve bu çerçevede modern Türk Devletinin kurulmasından önce Ermeni azınlığın maruz kaldığı soykırımı resmen tanımaya davet eder) demektedir. Ayrıca AB Katılım Ortaklığı Belgesinde de, bireysel hak ve özgürlükler kapsamında, bu devletin kurucusu ve asli unsuru olan Kürt orijinli vatandaĢlarımız için kültürel haklar, anadilde yayım ve eğitim haklan adı altında ülkemiz bölünmek istenmektedir. Ġçeriden ve dıĢarıdan desteklenen bu geliĢmeler milli birliğimizi ve toprak bütünlüğümüzü bozacak büyük bir tehdit niteliğini almıĢtır. Çünkü bu oluĢumların arkasında olan Avrupa, Ermeni kozu ile Kafkaslara, Ege sorunuyla Balkanlara, Kıbrıs ve Güneydoğu sorunlarıyla Ortadoğu'daki politikalara müdahil olmanın hukuki altyapısını hazırlamaktadır." Yunanistan ve AB Ne Diyor? Katılım Ortaklığı Belgesi ile ilgili olarak Türkiye cephesinde ilk günden itibaren bu kargaĢa ve çeliĢkiler yaĢanırken, Yunanistan açısından olay gayet nettir. Yunanistan BaĢbakanı Kostas Sfmitis, belgenin Atina açısından tatmin edici olduğunu söyler ve "Bu, Türkiye'nin komĢu ülkelerle sorunlarını çözümleme yolunda her türlü çabayı göstermesi gerektiği anlamına geliyor. Aksi halde Türkiye'nin Uluslararası Adalet Divanı'na baĢvurması gerekiyor. KOB, Helsinki'de bir adım ileridedir ve bu uzlaĢmanın kazanan ve kaybedeni yoktur." der. Sfmitis, Türkiye ile Yunanistan arasındaki iliĢkilerin KOB üzerine ĠnĢa edilebileceğini de kaydeder. Yunanistan Savunma Bakanı Akis Çohacopulos ise Türkiye'nin bölgede bir Ġstikrarsızlık unsuru olduğunu ve komĢularına karĢı 178 www.belgenet com/arsiv/ab/sımsek_110101 .html 258 tek müzakere kozunun askeri gücü olduğunu Ġddia ederek, "Türkiye baĢka neye dayanabilir? Demokrasisine mi. özgürlüklerine mi yoksa sosyal devletine mı? Böyle bir komĢu ile iliĢki zordur." açıklamasını yapar. Yunan basını da, belgedeki bazı belirsizliklere rağmen, Kıbrıs ve Türk-Yunan ĠliĢkilerinin artık Türkiye için siyasi kriter haline geldiği, Brüksel'deki toplantıda Yunan Ģartlarının kabu! edildiği görüĢünü sa179 vunur. Resmi politika, açıklama veya tartıĢmaların hilafına, daha önce de vurguladığımız gibi gerçek olan; AB'nin. Kıbrıs ve Ege'yi kesinlikle Türkiye'nin önüne siyası kriter ve ön Ģart olarak koyduğu ve bunu böyie görüp, karar aldığıdır!.. Simiîis'in iddiasının aksine bunun kazanan ve kaybeden tarafları vardır. Türkiye açısından durdurulamaz süreç Helsinki'de baĢlamıĢ ve yine Simitis'in vurguladığı gibi KOB ile Helsinki'nin de bir adım ilerisine gidilmiĢtir. Rum kesiminin AB adaylığının kabulü ile Kıbrıs sorunun çözme yükümlülüğünden kurtulan Yunanistan, bu iĢi tümüyle AB'nin güvencesi altına alırken, bundan sonra Ege sorunları için de parmağını dahi oynatmaya gerek duymayacak, 2004'de Lahey Adalet Divanı'na gitmeyi bekleyecektir. Bu gerçeği, KOB zaferinden sonra sıcağı sıcağına Elefteros Tipos GazetesĠ'ne bir demeç veren Yunanistan DıĢiĢleri Bakanı Papandreu da teyid eder: "Helsinki kararlarıyla Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunları AB sorunu 180 olmuĢtur. Kimse devekuĢluğu yapamaz." Yunan DıĢiĢleri Bakanı'nı, KOB'dan 3 ay sonra yaptığı açıklamada ise oldukça net ve ilginç mesajlar verir. Türkiye ile ikili iyi iliĢkilerin Kıbrıs konusuna bağlı olduğunu, bunun "ya iki ülkeyi yakınlaĢtıracağını ya da ayıracağınfsöyleyen Papandreu, Yunanistan veya Kıbrıs Rum Yönetimi'nin çıkarlarına zarar verecek herhangi bir ülkenin, Yunanistan ile karĢı karĢıya geleceğini belirtir. Papandreu, Kıbrıs'ta çözümsüzlüğün Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesine engel olacağını iddia eder ve "Türkiye'nin bunu çok iyi bildiği" gibi oldukça ilginç bir Ġîade kullanır. Papandreu, Kıbrıs konusunu artık, "bir Avrupa sorunu" olarak nitelendirmektedir Yunanistan DıĢiĢleri Bakanı, iddialı ve ilginç 179 180 Hürriyet Gazeîesı-5 Aralık 2000 Hürriyet Gazetesi- 5 Aralık 2000 259 açıklamasını, bu konunun "Avrupa konularının baĢında yer aldığını Brüksel'in kesinlikle belirttiği" sözleriyle sürdürür ve Helsinki zirvesinde 181 Kıbrıs'ın "iĢgalin esiri olamayacağı yönünde güvence verildiğini" öne sürer. Kasım ayında KOB'daki Kıbrıs'la ilgili birinci değiĢiklik Ġçin, "Ģart değil, öncelik" diyen AB KomĠsyonu'nun Türkiye Temsilcisi Büyükelçi Karen Fogg da, belgenin son halini değerlendirir. Kelime oyunlarına devam eden ancak daha açık konuĢmaya baĢlayan Fogg, Kıbrıs konusunun KOB'da "geliĢtirilmiĢ siyasi diyalog" baĢlığı altında yer almasının, bu konunun AB Ġçin öncelikli olduğu gerçeğini değiĢtirmeyeceğini söyler. Fogg, "Konu, AB için hala önceliğini koruyor" diyerek. Kıbrıs sorununa çözüm bulunmasının AB için önemli olduğunun altım çizer, Kıbrıs Rum yönetimiyle adaylığa iliĢkin görüĢmelerin en geç Ġki yıl içinde sona ereceğini ve bugün olmasa bile, iki yıl sonra AB'nîn yine zor kararlarla karĢı karĢıya kalacağını bildirir. Fogg, Kıbrıs Rum yönetimi için hazırlanan KOB'da da Kıbrıs sorununa iliĢkin ifadelerin yer aldığını iddia eder. Türkiye'nin AB'ye resmen aday olduğunu ve AB ile Türkiye arasında daha yoğun siyasi diyalog bulunması gerektiğini hatırlatan Fogg, bu sayede hem Ġki taraf arasındaki güvenin artacağını, hem de Türkiye'nin Kıbrıs dahil her konuya ait görüĢlerini daha rahat dile getirebileceğini öne sürer. AB'nin bugüne kadar en haklı konularda dahi Türkiye'ye yönelik haksiz tutumu ve siyasi diyalogdan kastinin "monolog" olduğu örnekleri ile ortadayken, Fogg, bundan sonrası için adeta "Kıbrıs dahil tüm görüĢlerimizi dile getirebilme" izni vermektedir. Ama, "Türkiye, KOB'da yer alan bazı konuları Ulusal Programında yok sayarsa ne olur?" sorusu Bayan Fogg'un kızmasına ve siyasi diyalogu unutmasına yeter. Fogg, bu soruyu, tehditle karıĢık Ģöyle cevaplandırır: "KOB, TürkĠye-AB siyasi diyalogunun bîr parçasıdır. Hiçbir ülkenin, böyle bir belgeye tamamen karĢı olduğunu söylemesi mümkün değildir. Bazı konulan yok sayma yoluna gidilebilir. Böyle bir durumda, AB yok sayılan konulara değerlendirme raporlarında daha sık yer verir. Bir ülke beklenen noktadan geriye giderse, komisyon tek yaptırım konusu olan mali iĢbirliğini askıya alabilir, ancak böyle bir durumla AB daha 181 Hürriyet Gazetesi- 9 Mart 2001 260 önce hiç karĢılaĢmadı ve mali iĢbirliğinin askıya alınması yaptırım olarak 1 RP daha önce kullanılmadı." En hızlı AB yanlısı gazetecimiz Mehmet Aiı Birand'ın CNN Türk'teki programına konuk olan AB Ko misyon u'rıda Türkiye'den sorumlu direktör Mıchael Leigh, önümüzdeki 10 ayın. Kıbrıs için büyük önem taĢıdığını söyler. BĠrand'a göre, Leigh'in, açıklamalarının çok dikkatle okunması ve analiz edilmesi gerekiyordu. Michael Leigh. bir politikacı değil Komisyon bürokratı olduğu için söylediklerinin. AB'de oluĢan ortak görüĢü kapsadığına inanan Bırand, bu söyleĢiden Ģu sonuçları 183 çıkarır: Kıbrıs, herhangi bir çözüm bulunamasa dahi, AB'ye tam üye olarak kabul edilecektir. Avrupa Birliği bir çözüm bulunmasını tercih etmekle birlikte, geniĢleme sürecini geciktirmeme kararındadır. Kıbrıs sorununun çözümsüz kaiması, Türk tarafının AB'ye katılmamasıyla sonuçlanacak bir geliĢme, Türkiye'nin tam üyeliğini engelleyebilir. Bu daha çok Türkiye'den kaynaklanabilecek tepkiler sonucu gerçekleĢebilir. Birand değerlendirmesini, "Michaei Leigh'nin söyleĢisi bence son derece önemliydi, zira ilk defa bir AB yetkilisi kelimeleri çiğnemeden, açıkça koĢulları ve tehlikeleri ortaya koydu. 2002'nin Kıbrıs yılı veya Türkiye Yılı olacağı apaçık ortada." gibi bir sonucu bağlar ki, AB'nın, Kıbrıs meselesini Türkiye'nin üyeliği için ön Ģart olarak gördüğünü anlatmaya çalıĢmaktadır. Avrupa Parlamentosu Ne Yaptı? AB içinde Türkiye karĢıtlığında hatta düĢmanlığında ilk sırayı kimseye kaptırmayan Avrupa Parlamentosu bu kritik süreçte ne tür kararlar almıĢtır, bakmakta fayda var. Bazı yetkililerimiz her ne kadar AP'nin kararlarının bağlayıcı olmadığını söyleseler de en netameli konuların önceiıkie burada tartıĢılıp, biraniamda zemin hazırlığı yapıldığı bilinmektedir. En azından raporları hazırlayan görevlilerin de AP üyesi oldukları dikkate alındığında, buradaki tartıĢmalardan etkilenmemeleri 182 183 Hürriyet Gazetesı-6 Aralık 2000 Hürriyet Gazetesı-17 7 2001 261 ve bunların raporlarına yansımaması mümkün değildir. Bu durumu, Türkiye ve Kıbrıs ile ilgili karar ve raporlarda da net olarak görebiliyoruz. Bilindiği gibi AP, Türkiye-Kıbrıs bağlantısını Ġlk kez Gümrük Birliği anlaĢmasının imzalanmasından itibaren kurmuĢ ve aralarında Kıbrıs'ın da bulunduğu bir dizi Ģart karĢılığında Gümrük BirlîğĠ'ne onay vermiĢti. O tarihten bu yana Parlamento Ġçinde Ön plana çıkan Ġsimlerden birisi AP Kıbrıs Raportörü Jacques Poos olmuĢtur. Poos, meĢhur 1997 Lüksemburg ZĠrvesĠ'nde, dönem BaĢkanı Lüksemburg'un DıĢiĢleri Bakanı'ydı ve sonraki yıllarda da her kritik olayda adeta yeminli Türk düĢmanı olarak karĢımıza çıkar. BaĢından beri Türkiye'nin üyeliği ile Kıbrıs arasında bağlantı kuran, bu bölümün baĢında geniĢ bir Ģekilde anlatıldığı gibi Gümrük Birliği öncesi ve sonrasında yapacağını yapan Avrupa Parlamentosu, Türkiye'nin aday ülke Ġlan edildiği 1999 Helsinki Zirvesi ile 2000'de verifen Katılım Ortaklığı BeJgesĠ öncesi ve sonrasında da boĢ durmaz. Nisan 1999'da Kıbrıs Rum kesiminin AB üyeliğine yönelik bir raporu ele alan AP, Türkiye'nin adadaki askeri birliklerini geri çekmesini ister ve sorunun çözümü için AB'nin Türkiye'ye baskı yapması çağrısında bulunur. Hollandalı Parlamenter Jan-WHlem Bertens tarafından kaleme alman raporun Türkiye açısından tek olumlu yanı, S-300 füzelerinin adaya kon uslandı n l mamasından memnuniyet duyulduğu ifadesi ile Atina'nın, Türkiye'ye yönelik AB yardımlarını engellemesinin eleĢ184 tirilmesidir. KOB'dan yaklaĢık 1 ay önce 4 Ekim 2000 tarihinde, Kıbrıs ile ilgili bir kararı kabul eden AP, Ankara ve KKTC'nin tepkisini çekerken, Rum tarafını sevindirir. Karar, AB'ye tam üyelik için Ankara'nın önüne Kıbrıs sorununu bir an önce çözmesi Ģartını getirmekte ve Türk Ordusu'ndan "iĢgal gücü" diye bahsetmektedir. Kıbrıs'ta çözüm olmadan da Rumların AB üyesi olabileceğine hükmeden karar, dolaylı görüĢmeler sürecinde, Rumları uzlaĢmazlık yolunda iyice cesaretlendirecek niteliktedir. Çünkü kabul edüen Kıbrıs kararında AP üyeleri, Avrupa Birliği'ne resmen çağrı yaparak, "Toplumlararası Kıbrıs görüĢmelerinde AB'nin ön plana çıkmasını ve arabuluculuk" yapmasını da talep ediyorlardı. AB'nin bugüne 184 Hürriyet Gazetesi-15 Nisan 1999 262 kadar yürüttüğü politikaya tamamen ters düĢen bu çağrının yanı sıra, raporun görüĢülmesi sırasında söz alan konuĢmacıların verdiği mesajlar da baĢtan sona Rum yanlısı olur. KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ, karara çok sert tepki gösterir. AP'nin tavsiye kararını "Bahtsız, gereksiz, zamansız ve saçma'' olarak nitelendiren DenktaĢ, Avrupa Konseyı'nden de bu yönde bir karar çıkması halinde dolaylı görüĢmelerin noktalanacağı uyarısında bulunur. Türk DıĢiĢleri de, AP'nin takındığı bu tutumla Kıbrıs'ta soruna çözüm bulma çabalarına ağır bir darbe indirdiğini bildirir AP'nin böylece Ada'daki iki toplumdan birisinin varlığını kabul edip, diğerini gözardı etmesinin akıl ve mantıkla bağdaĢmadığı vurgulanır. DıĢiĢleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Hüseyin Diriöz, "Bu karar Kıbrıs'ta adil ve kalıcı bir çözüm bulunması çabalarını kolaylaĢtırmayacaktır" der. AP'nin kararını kaygı verici bir geliĢme olarak değerlendiren Diriöz, "Avrupa Parlamentosu bu kararıyla Rum yanlısı tutumunu sürdürmektedir. Parlamento, Kıbrıs'a ĠliĢkin çözümde olumlu bir rolü tercih etmemektedir" açıklamasını yapar. AP'nin aldığı bu tavsiye kararının raporu, Lüksemburglu parlamenter Jacques Poos'a aittir. Rum Yönetimi Sözcüsü Mihailis Papapetru, Poos tarafından hazırlanan raporun kabul edilmesiyle ortaya 1 QC çok önemli siyasi bir belgenin çıktığını söyler Kısacası AP, Katılım Ortaklığı Belgesi öncesinde, yapacağını yapmıĢtır. AP Genel Kurulu Eylül 2001'de, 31 ret oyuna karĢılık 504 oyla onaylanan ve "Kıbrıs Ültimatomu" olarak nitelendirilen bir karar daha kabul eder. Bu kararda verilen en Önemli mesaj, Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye tarafından "Ġlhak" edilmesinin, Türkiye'nin AB üyeliğinin sonu olacağının açıkça belirtilmesi olur. Adada "iĢgalci"diye tanımlanan Türkiye, kilise, manastır gibi dini alanları tahrip etmekle de suçlanır Özetle, Türkiye'ye "Ġlhak söyleminden vazgeçmezsen Avrupa Birliği üyeliğini unut" mesajı veren rapor, bundan sonrası için Ankara'nın üyelik yolunun Kıbrıs'a endeksleneceğinin Ġlk iĢareti olarak algılanır ve bunun kısa vadedeki ilk etkisinin Kasım ayında görüleceği yorumlan yapılır. Kıbrıs konusunda Ankara'yı sert rüzgarların beklediğini ortaya koyan raporun "ruhunun" 185 Hürriyet GazetesĠ/6 Ekim 2000 263 AB Komisyonu'nun hazırlayacağı ilerleme Raporu'na yansıtılmasına kesin gözüyle bakılır. Öyle de olur. Bu raporun yazarı da, Türkiye'nin AB adaylığından dıĢlandığı Lüksemburg zirvesinin mimarlarından olan ve Kıbrıs raporunu kaleme alan eski Lüksemburg DıĢiĢleri Bakanı Jacques Poos'dur. Poos, çözümsüzlüğün Kıbrıs Rum Kesimi'nĠn üyeliğine engel oluĢturmayacağını söyler. Türkiye'yi kastederek, serî ifadelerle güç kullanımı Ġle 'kazanım' sağlanamayacağını belirten Poos, "Soğuk savaĢ dönemi bitti. DüĢmanlar artık ortak oldular. Avrupa'nın son duvarını kaldırmalı" der. Belçika ve Almanya'dakĠ gibi federal bir sistemin adada kalıcı çözüm olabileceğini belirten Poos, 2001 sonu ve 2002 baĢında BM nezdinde sürdürülmesi planlanan müzakerelerin "son Ģans" olacağını kaydeder. Poos, aynı günlerde Rum kesimini ziyaret edip, Rum Meclisi'nde bir konuĢma yapar. Rum Kesimi'nĠn gelecek yıl AB'ye katılım sözleĢmesini imzalayacak ilk ülkelerden biri olacağını söyleyen Poos. "Kıbrıs sorununa çözüm bulunmadan ne Kıbrıs Türkleri, ne de Türkiye AB üyesi olabilecekler." ifadelerini kullanır. Türkiye'nin tepkisi için, "ġahsıma karĢı olan bu saldırı çok sertti. Ancak bu beni etkilemiyor. Kıbrıs Türk tarafının tutumunu yeniden gözden geçireceğini umuyoruz. AB ailesi olmanın tek yolu, Kıbrıs sorununa siyasi çözüm bulunmasından geçer." değerlendirmesini yapar. Poos'tan önce,Ada'yı ziyaret eden AB Komisyonu BaĢkanı Romano Prodi, "Kıbrıs, AB ailesine hoĢ geldin" mesajı vermiĢtir zaten. Ada'ya geliĢinde Yunan bayraklarını görünce, "Siz Yunan sömürgesi değilsiniz" diyen Poos, Yunan sembolleri kullanımının asgariye indirilmesini isteyerek, "Siz bağımsız bir ülkesiniz ve Yunanistan ile değit, AB ile bütünleĢeceksiniz" diye çıkıĢır. Poos, "Kıbrıs, ne Yunanistan'ın sömürgesidir, ne de onunla birleĢmesi söz konusudur. 186 Kanımca bu herkes tarafından anlaĢıldı" diye devam eder. Türkiye aleyhindeki raporların mimarı Poos hakkında bilgi vermiĢtik. Ancak aktarmamız gereken son bir not bulunmaktadır. Poos, Lüksemburg'un dönem baĢkanı kendisinin de DıĢiĢleri Bakanı olduğu 186 Hürriyet - Milliyet gazeteleri-5/6.9.2001, www.kibris.gent tr/sorun/haberler/31_JO_2Q01 _haber.html. www.kibns.gent îr/tu rkce/basin/20017010906. www.kıbrıs gen.tr/sorun/rıaberler/tehlikelr_gelısme html 264 1997'de ise, Türkiye'nin AB'ye giriĢinin Kürt sorununun çözümüne bağlı olduğunu Ġlan eden kıĢıdır Poos, o donemde DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem baĢkanlığındaki heyetle yaptığı görüĢme sonrasında. Türkiye'nin bazı siyasi koĢullara uyması halinde tam üyelik müzakerelerine baĢlanabileceğini bildirmiĢ, "Kürtlere yönefık muamele iyileĢtirilmeli, diyalog açılmalı. Kürtlere kültürel özerklik sağlanmalı ve diğer demokratik ül187 kelerdeki uygulamalar doğrultusunda çözüm bulunmalı" demiĢti Poos, 3-4 yıl sonra ise görüldüğü gibi Türkiye Ġle müzakerelere baĢiamak için Kıbrıs Ģartına sarılmıĢtır. Tüm bu geliĢmelere ABD cephesinden nokia koymak istiyoruz. Amerika'nın önde gelen düĢünce kuruluĢlarından Heritage Foundation'ın uzmanlarından John Hulsman'ın, 7 Haziran 20Q2'de, "Kıbrıslı Rumlar, kalemlerini açıyor, kameralara gülümseyerek, toplantılara katılıyor ve saatin dolmasını bekiiyorlar Onlar kendi payına durumu, bitmiĢ bir anlaĢma olarak görüyor. Yıl sonunda AB'ye girmeyi bekliyorlar, îĢler bir tren kazasına doğru ilerliyor. değerlendirmesini yapar. BaĢkan George W. Bush'un ulusal güvenlik danıĢmanlarından Matt Bryza da. "Kıbrıs, muhtemelen AB üyesi olacak ve ABD olarak, bunu engellemeye gücümüz yok. Saat iĢliyor. Bir Ģeyler yapılması gerekiyor." görüĢündedir Her iki Amerikalının sözleri, Kıbrıs'taki gidiĢatı ve yaĢanacakları tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır. Rum Kesimi Üyelik Yolunda Evet Bush'un danıĢmanı Bryza'nm gayet sade ve isabetli bu tespitine rağmen, yöneticilerimizin AB ile iliĢkilerdeki malum tutumu ve bunun nirengi noktalarından olan KOB'la Ġlgili tek yanlı yorum ve değerlendirmeleri sonraki yıllarda da devanı eder. Türkiye. Helsinki Belgesi'nde ısrarlıdır ama geliĢmeler hiç de bu tezi doğrulayacak bîr seyir izlemez. Özellikle Kıbrıs Rum kesiminin üyeliği yaklaĢtıkça, AB'nin Türkiye üzerindeki baskıları artar. Öyle ki, gende kafan bölümlerde belirttiğimiz ve aĢağıda da değineceğimiz gibi AB'den sorumlu BaĢbakan 187 AB BaĢkanı Türkiye'yi kızdırdı-Hürrıyet Gazetesi/ 2 Eylül 1997 188 Tren Kazası Olur mu^Hikmet Bıla/Cumhunyet Gazetesı-5 Temmuz 2002 189 www kibrıs gen tr/sorun/haberler/tehltkeli_geltsme htm! 265 Yardımcısı, Kıbrıs meselesinin Türkiye ile müzakerelere geçilmesinin önünde bir engel olduğunu söylemeye baĢlar. Türkiye, bu konuya baĢlangıç noktasındaki "siyasi diyalog" çerçevesinde bakmaktadır ancak AB, hiç de Öyle düĢünmemekte ve "siyasi kriter" gibi görmektedir. KOB'daki "GeliĢtirilmiĢ Siyasal Diyalog ve Siyasi Kriterler" baĢlığı altında yapılan kelime oyunun özellikle AB cephesinde nasıl anlaĢıldığı ve yorumlandığı giderek daha da netleĢmektedir. DıĢiĢleri Bakanı Ġsmail CEM'Ġn, 1.5 yi! sonra CNIM Türk'e verdiği mülakat da, yöneticilerimizin hala konunun ciddiyetini anlamadıklarını gösterir. Çünkü Cem, KOB için pazarlık yapıldığını ve sonuç alındığını iddia etmektedir. Burada bir parantez açıp, yöneticilerimizin, sıklıkla AB'nirî istek ve Ģartlan üzerinde pazarlık yapılamayacağı gerekçesine sığındıklarını hatırlatmakta fayda görüyoruz. Cem'in, açıklamalarına 190 dönersek, DıĢiĢleri Bakanımız Ģunları söyler: "AB ile iliĢkilerimizde Kıbrıs bir Ģart değildir, bir koĢul değildir. Bunu koĢul olarak getirmeyi istedi bazı AB üyeleri, yani iĢte Kıbrıs sorunu çözüldüğü ölçüde Türkiye adaylıkta geliĢir, üye olabilir falan gibi.. bu böyle değildir. Nitekim Helsinki'de bu çok açıktır. KOB'da bu çok açıktır. Buna rağmen genel siyasi ortamı AB-Türkiye siyasi iliĢkilerini elbette etkileyen ve etkileyecek olan bir faktördür." Cem, bu muğlak ifadelerden sonra Kıbrıs konusunda "aklıselime inandığını" söyler, "aklıselimin hakim olmasını" ister. AB'nin bugüne kadar ki hukuksuz ve akıl dıĢı uygulamalarını ya da uluslararası iliĢkilerde bu Ölçülerin değil, çıkarların geçerli olduğunu en iyi bilmesi gereken kıĢı olan DıĢiĢleri Bakanımızın, Kıbrıs konusu gibi hayati bir meselemizi AB'nin aklıselimine havale etmesi kelimenin tam anlamıyla aczin ifadesidir. Cem, aynı mülakatta, "AB ile tartıĢmayı bilmeli" iddiasında bulunurken, KOB örneğini verir ve "Elbette uyuĢmadığımız noktalar var Bunları da ciddiyetle sakin bir Ģekilde anlatırız ve ikna ederiz. GeçmiĢte ikna etîık. Ben hatırlıyorum ve KOB sırasında önümüze gelen Ġlk metinlerde efendim Türkiye'de yeni azınlıkları yaratıp, azınlık hakkı olarak bazı kategoriler kurmak gibi bir düĢünce vardı. Bunu da kötülüklerinden değil öyle gördüklerinden koyuyorlardı. Bunu münakaĢa ettik, Türkiye'ye 190 Radikal Gazetesi-5 Mart 2002 266 Avrupa'nın bazı hastalıklarını ihraç etmeyiniz veyahut Avrupa'ya baktığınız gözlükle Türkiye'ye bakmayınız, çünkü bunlar bizim açımızdan olmayan Ģeyler Bunu izah etîık Nitekim iĢte o KOB'da bana göre çok saçma olan hususların hiçbiri yer almadı" der. Burada Cem, AB'nin Katılım Ortaklığı Belgesi'nde "Kurt" ifadesine yer vermek istediğini ancak bunun engellendiğini söylemek istemektedir. Evet KOB'da bu ifadeye yer verilmez ama kısa vadeli siyasi kriterlerde, "Türk vatandaĢlarının tv ve radyo yayıncılığında anadillerini kullanmaları", orta vadeli siyasi kriterlerde de, "kökenlerine bakılmaksızın türn vatandaĢların kültürel haklarının güvence altına alınması, eğitim dahil bu hakların önündeki engellerin kaldırılması" istenerek, Kürt vatandaĢlarımızın dıĢında da sanal azınlıklar yaratmanın yolu açılır. Nitekim KOB'dan sonra yayınlanan 2000 ve 2001 yıllarına ait ilerleme raporlarında Kürt ve Alevi vatandaĢlarımızın isimleri açıkça telaffuz edilerek, onlar adına bir takım taleplerde bulunulur. Ġlerleme raporları, KOB'un açılımını yapan belgelerdir. Bu durumda Gem'Ġn söylediğinin aksine, KOB'da sözkonusu ifadelerin yer almamasının bir önemi ve anlamı kalmamaktadır. Ancak Cem, hala gerçekleri görmezden gelip, bu düzenlemeyi neredeyse bir zaîer(!) olarak sunabilmektedir. Kıbrıs ve Ege'nin siyasi kriter ve ön Ģart olup olmadığı tartıĢmaları 2002 yılma gelindiğinde yeniden ısınır çünkü Rumların AB üyeliğine aylar kalmıĢtır Bu konudaki geliĢmelere sonraki bölümlerde detaylı olarak yer'vereceğiz. Ancak burada Türkiye Cumhuriyeti Devleti bugüne kadar "Kıbrıs ayrı AB ayrı" politikası izlediği halde, AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın, Kıbrıs'ı ön Ģart olarak görmeye ve kabuf etmeye baĢladığını vurgulamak istiyoruz. Yılmaz, AB'nin Türkiye'den idam, yayın vs taleplerinin yerine getirilmesi gerektiğini anlatırken, bunu baĢardıkları takdirde "Avrupa yolu önündeki tek engelin 191 Kıbrıs'a indirgenmiĢ olacağını" söyleyebilmiĢtir. Kıbrıs ile ilgili tartıĢmalar 2002 Haziran'ında iyice yoğunlaĢır. Çünkü DenktaĢ-Klerides arasındaki müzakerelerin bu ay sonunda tamamlanması istenmektedir. ĠĢte Mayıs ayında, Kıbrıs ayrı, AB ayrı po191 Hürriyet Gazetesi/11 5 2002 267 ütikamızdan sapma gösterip. Kıbrıs ile AB'yi iliĢkilendirmeye baĢlayan BaĢbakan Yardımcısı Yılmaz, ilk çıkıĢının ardından 1 ay sonra 10 HaT ziran 2002 de NTV'nin canlı yayın konuğu oiur. Yılmaz, AB'nin idam, ana dilde yayın ve Öğrenim konularında tüm isteklerini yerine getirsek bile Kıbrıs yüzünden kilitlenme olacağı ve dıĢlanacağımız iddialarını yo192 rumlarken Ģunları söyler: "Bu konuda evvela Katılım Ortaklığı Belgesine bakmamız lazım, yani Avrupa Birliği'nin bize resmen vermiĢ olduğu belge, Türkiye'yle üyelik Ģartlarını belirleyen belge bu konuda ne diyor diye bakmamız lazım. Orada bize Ön Ģart olarak Ģimdi sunulan hususlar, Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine getirilmesidir. Bu ön Ģart derken, üyelik müzakerelerinin baĢlamasının ön Ģartı olarak diyorum. Bu bizim baĢtan ben bilmediğimiz, yolda karĢılaĢtığımız, bizim için sürpriz olan bir husus değil. Biz 1993'te tespit edilen Kopenhag Kriîerleri'nin tıpkı diğer aday ülkeler için olduğu gibi bizim için de Avrupa BirliğĠ'yle tam üyelik müzakerelerinin baĢlaması için Ģart olduğunu zaten bilerek bu iĢe girdik. Dolayısıyla o konuda herhangi bir sürprizle karĢılaĢmıĢ filan değiliz Kıbrıs meselesine gefince. Katılım Ortaklığı Belgesinde Kıbııs meselesi, kriterler arasında yer almıyor. Yanı bir anlamda ön Ģartlar arasında sayılmıyor. Nerde sayılıyor? Siyasi diyalog baĢiığı altında sayılıyor. Orada Türkiye'den beklenen husus Ada'daki iki toplum arasında yürüyen müzakerelere katkıda bulunmaktan ibarettir. Türkiye'nin bu katkıyı sağlayıp sağlamadığı ilerde değerlendirilebilir. Ama netice itibariyle Kıbrıs meseiesi Türkiye - Avrupa Birliği iliĢkileri açısından herhangi bir Ģekilde bir kriter değildir, bir ölçü değildir, bîr Ģart değildir. Kaldı ki Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'ye aday ülke statüsü tanındıktan sonra biliyorsunuz bizim bu konuda duyarlık göstermemiz üzerine dönem baĢkanı Ankara'ya kadar geldi, Sayın BaĢbakan'a yazılı bir mektup verdi. Kıbrıs meselesiyle. Türkiye'nin Avrupa Biriiğı iliĢkileri arasında doğrudan bir iliĢkinin olmadığı, Türkiye'den beklenenin sadece demin de ifade ettiğim gibi bu meselenin çözümüne katkı sağlamaktan öteye geçmeyeceği konusunda bir de elimizde yazılı bir güvence var. ġimdi bu ortadayken Kfbns meselesini Kopenhag siyasi kriterleri gibi Türkiye'nin üyeiık mü192 \vww ntvmanbc com/news/157563.asp 268 zakerelerine baĢlayabilmesi için bir Ģart olarak ileri sürmek veya o Ģekilde anlamak, düĢünmek yanlıĢtır. Ben bunun daha çok Türkiye nin Avrupa Bırliği'ne girmesini aslında gönülden arzulamayanların bîr bahanesi olarak görüyorum. Kıbrıs meselesi konusunda Türkiye'nin, Türk toplumunun ne kadar hassas olduğu bellidir, ne kadar duyarlılık taĢıdığımız bellidir. Kıbrıs konusunun çözümünün ne kadar zor olduğu da bellidir. Bu çevreler demek istiyorlar ki biz ne yaparsak yapalım Avrupa Birliği bizi almamak için Kıbrıs meselesini her zaman bize karĢı bir bahane olarak kullanabilir. Türkiye'nin üyeliğini bu Ģekilde yokuĢa sürebilir. Ama unutmamak lazım ki bunu test etmenin yolu dahi zaten bildiğimiz ve yerine getirmeyi kabul ettiğimiz kriterleri yerine getirmekten geçiyor. Bunu yapmadan bunu ölçme imkanımız da yok " AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısının son cümlesi gerçekten dikkat çekici ve üzüntü vericidir, çünkü Kıbrıs konusunu test aracı olarak gördüğünü gizleme gereği bile duymamaktadır. Kıbrıs konusu KOB'da. "Siyasi Diyalog ve Siyası Kriterler" baĢlığı altında düzenlendiği ve açıkça Türkiye'nin kısa vadede yerme getirmesi gereken bir kriter olduğu halde Yılmaz, kelimelere sığınıp, siyasi diyalogdan bahsetmeye devam etmektedir. "Yani bir anlamda ön Ģartlar arasında sayılmıyor, Nerede sayılıyor? Siyasi diyalog baĢlığı altında sayılıyor." diyen Yılmaz, sanki iki ayrı bölüm varmıĢ gibi bir Ġzlenim vermeye çalıĢmaktadır. Oysa geride kalan bölümlerde tam metnini verdiğimiz Katılım Ortaklığı BelgesĠ'nde siyasi kriterlerle ilgili tek bir bölüm bulunmaktadır ve Kıbrıs da bu bölümde yer almaktadır. Yılmaz, KOB ile Helsinki Belgesinde değiĢikliğe gidilmesine rağmen halen bu belgeden ve Liponnen'in mektubundan söz ederek, gerçekleri gizlemektedir. Bu açıklamasında Kıbrıs'ı test aracı gibi gören BaĢbakan Yardımcısı, 1 ay sonra ise açıkça, "Bugün AB ile pazarlık konusunda Kıbrıs'tan dolay güçiü konumdayız" diyecektir. Yılmaz, partisinin grup toplantısının kapalı bölümünde yaptığı bu değerlendirmesinde iĢi, "bayrak-mayrak" ya da "Tek devlet, tek di!, tek millet AB değerlerine aykırı. Cumhuriyet Devrımi'nın tabularını tartıĢmaya açtık." sözleriyle akıl almaz noktalara götürmekten de çekinmez. (Ek-5) AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı, Kıbrıs Rum kesiminin ys! sonunda AB ye alınmasının AB savunucularını zor duruma düĢürüp, 269 düĢürmeyeceği yolundaki bir soruya ise Ģu karĢılığı verir; "Avrupa Biriığı'nden bize anlayıĢ göstermesini, bize yardımcı olmasını beklemek gayet tabi bizim hakkımız. Ama Avrupa Biriığı'nden bu anlayıĢı, bu yardımı talep etmeden önce bizim dönüp evvela kendi kendimize taahhüt ettiğimiz hususları yerine getirip getirmediğimize bakmamız lazım. Biz Ģu anda daha henüz taahhütlerimizi yerine getirebilmiĢ değiliz. Evvela biz bu kriterleri yerine getirirsek, Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirirsek, o zaman bizim de Avrupa'ya karĢı Kıbrıs meselesinde, zaten bugüne kadar takınmıĢ olduğu tek yanlı tutumun, Rum yanlısı tutumun açıkçası, ilerde hem Kıbrıs sorununa hem Türkiye Avrupa Birliği iliĢkilerine ne kadar zarar vereceği konusunda onları uyarma imkanımız olacak. Ama biz kendi taahhütlerimizi yerine getirmeden doğrusu bu tartıĢmayı baĢlatırsak burada bana sapla samanı birbirine karıĢtırırsınız diye geliyor. Bundan da doğrusu ciddi rahatsızlık duyuyorum. Halbuki demin dediğim gibi biz eğer kriterleri yerine getirirsek o zaman Kıbrıs meselesinde bizim müzakere eîrne imkanımız olacak. Yani bizim Kıbrıs meselesinde ayağımızı daha sağlam yere basma imkanımız olacak. Her zaman söylediğim bir Ģeyi tekrarlamak durumundayım. Biz pazarlığa tabi olan, müzakere edilebilecek olan Ģeyferie, pazarlığa tabi olmayan Ģeyleri aslında aynı sepete koyuyoruz. Kopenhag Kriterleri, bizim baĢtan beri bildiğimiz, hiçbir Ģekilde pazarlık etme Ġmkanımız olmayan, bir nevi Avrupa Birliği'nin giriĢ Ģartı olan, giriĢ tüzüğünde yazan giriĢ koĢulu gibi addedilmesi gereken hususlardır. Onlar pazarlığa tabi değildir, hiçbir üye ülkeyle, hiçbir aday ülkeyle bunların pazarlığı da yapılmamıĢtır. Bir anlamda bu Ģartları yerine getiren ülkenin Avrupalı olduğu kabul edilir, onlar o ülkeyle tam üyelik müzakereleri baĢlatılmaktadır. Bu bizim için Ġcad edilen bir kriter de değildir. Bizim için özel olarak ortaya konulmuĢ bir kriter de değildir. Dolayısıyla bizim evvela onları yerine getirip ondan sonra müzakereye tabi bir konu olan, pazarlığa tabi bir konu olan Kıbrıs konusunda sonuna kadar direnmemiz lazımdır. Ama biz Ģu anda bu iki konuyu tamamen birbirine karıĢtırmıĢ durumdayız. Zannediyorum kamuoyu da yanlıĢ yönlendirmeler sonucunda sanki Kıbrıs konusunun da Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerinin baĢlaması için bir ön Ģart olduğunu düĢünüyor. Bu doğru değil," 270 BaĢbakan Yardımcısı, Kopenhag kriterlerinin bizim baĢından beri bildiğimiz, pazarlık edilemez hususlar olduğunu iddia etmektedir. Doğrudur, ancak burada sorun AB'nin Kopenhag kriterlerini Türkiye'ye farklı uygulamak istemesidir. Mesela Kopenhag Kriterleri arasında sayılan azınlıklar meselesinden kastedilen kabul edilmiĢ, resmi azınlıklardır ve bundan da anlamamız gereken ülkemizdeki gayrı jmüslim vatandaĢlarımızdır Oysa AB, farklı düĢünmektedir. Kopenhag Kriterleri adı altında ülkemizin bir ve bütün olmuĢ insanlarını azınlık konumuna düĢürmek istemektedir ve bu oyun görmezden gelinmektedir. Konunun can alıcı tarafı, kendi müktesebatı bir ülkede azınlık tespiti yapmasına imkan vermediği halde AB'nin böylesine haksız ve maksatlı çarpıtmaya gitmesidir. Ne yazık ki, yöneticilerimiz, Kopenhag Kriterlerini gerçek anlamında değil, AB'nin bu bakıĢ açısıyla görüp, değerlendirerek, AB'nin iĢini kolaylaĢtırmaktadırlar. Bugün bu kadar acele eden ve pazarlık yapılamayacağını söyleyen Mesut Yılmaz, tam 1 yıl önce ise, adımlanmızı ihtiyatlı atmamız gerektiğini savunuyordu Türkiye'nin AB üyeliği için gereken siyasi kriterleri diğer aday ülkeier kadar kolayükla yerine getiremediğini belirten Yılmaz'ın görüĢleri Ģöyleydi: "Çünkü biz onlar kadar coğrafi bakımdan Ģanslı değilĠz.BĠzım komĢularımız Avusturya, Almanya, Ġsviçre değil. Bizim komĢularımız Rusya.lran, Suriye, Irak. Dolayısıyla biz, dünyanın jeopolitik açıdan en kritik bölgesinde olan bir ülkeyiz. Kendi iç sorunlarını da tam olarak çözememiĢ bir ülkeyiz. 15 yıla yakın ayrılıkçı terörle mücadele verdik. Böyle fedakarlıklarla elde edilen kazanımları kısa surede kaybetmek is1 QQ temiyoruz. O günlerde doğru ve gerçekçi tespitlerde bulunan AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı, ne yazık ki sonradan fikir değiĢtirmiĢ ve meseleye açıkça Ankara'dan değil, Brüksel'den bakmaya baĢlamıĢtır Türkiye'nin yükümlülüklerinden bahseden Yılmaz, AB'nin bugüne kadar yerine getirmediği yükümlülüklere değinmemekte, AB'nin Kıbrıs konusundaki tutumuna iliĢkin Ģimdiye kadar neden uyarıda bulunmadığını açıKlamak yerine, "ayağımızı sağlam basmak" adına herĢey o!up, bittikten sonra konuyu gündeme getirmekten bahsetmektedir. Yılmaz 193 Türkiye ve Avrupa SemmerĠ/Hürnyeî Gazetesı-1 Mayıs 2001 271 açıkça "Önce biz istenenleri yapalım, sonra Kıbrıs konusunu gündeme getiririz" demeye çalıĢmaktadır. Böylece de. Kıbrıs'ı AB ile aramızda bir pazarlık konusu olarak gördüğünü deklare edip, resmi politikamız Ġte bir kez daha ters düĢmektedir. Eğer gerçekten Kıbrıs konusunu "siyasi diyalog" kapsamında görüyor ise AB ile neyin pazarlı yapılacaktır ve ne için sonuna kadar direnmemiz gerekmektedir? Yılmaz'ın bu sözleri de Kıbrıs konusunu "siyasi kriter" olarak gördüğünün ve yine kendisinin belirttiği gibi AB'nin, Rum-Yunan tezlerini destekleyerek, geliĢmeleri yönlendirdiğinin teyididir. Bu durumda gerçekte kimin "sapla, samanı karıĢtırdığı" ve AB'nin Kıbrıs'a yaklaĢımı konusunda kamuoyunu yanlıĢ yönlendirdiği ortaya çıkmaktadır. Yılmaz, son olarak, 2002 sonunda yapılacak Kopenhag Zirvesi'ne kadar Kıbrıs sorununun çözülüp, cözüimeyeceğine iliĢkin bir soruyu da özetle Ģöyle cevaplandırır: "KeĢke çözülebilse. Ama ben bu konuda bu kadar uzun zamandan beri devam eden, bu kadar karmaĢık bir sorunun her ne kadar Avrupa Birliği üyeliği dolayısıyla bir ivme kazanmıĢ olsa da, bu konudaki belli bir siyasi irade ortaya çıkmıĢ olsa da, sadece teknik müzakereler bakımından bu sürede çözülebileceğine fazla Ġhtimal vermiyorum. Ama Kıbrıs meselesinde müzakere eden her iki liderin de zaman faktörünü en öncelikli faktörlerden birisi olarak gözönünde tutması gerektiği de açıktır. Ben bunun bizim için daha da fazla önem taĢıdığını düĢünüyorum. Çünkü her ne kadar biz zamanı geldiğinde Kıbrıs meselesini bir bütün olarak yeniden değerlendireceğiz, bununla ilgili bütün hususları birlikte mütaafa edeceğiz dîye Helsinki Zirvesi'nden sonra yayınlanan deklarasyonda bir ifadeye yer verilmiĢse ve bu daha sonra Avrupa Birliği yetkilileri tarafından, özellikle komisyon yetkilileri tarafından tekrarlanmıĢ olsa da, ben Kıbrıs Rum tarafıntn tam üyeliğinin aĢağı yukan kesine yakın olduğunu, Türkiye'nin bunu da dikkate alarak Kıbrıs konusunun çözümünde hakikaten bugüne kadar verdiği katkıyı sürdürmesi gerektiğini düĢünüyorum." Bir yandan Rum kesiminin üyeliğine kesin gözüyle bakan, ancak öte yandan Türkiye'nin çabasını devam ettirmesi gerektiğini söyleyen Yılmaz, daha önce söylediklerini boĢa çıkarmaktadır. Gerçek durum bu ise Türkiye Kıbrıs konusunda neyin çabasını gösterip, neyin pazarlığını 272 9 yapacaktır Kendisi bile AB'mn Helsinki BelgesĠ'ndeki "tüm unsurların birlikte değerlendirileceği ve ondan sonra karar verileceği" Ġfadesine inanmamaktadır TartıĢmalar ve hazırlıklar devanı ederken Türkiye'nin Katılım Ortaklığı Belgesini kabul ettiğini açıklayan AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı, burada da sonucu peĢinen ilan etmektedir. Bu da izledikleri politikanın iflasının deklare edilmesinden baĢka bir Ģey değildir BaĢbakan Yardımcısı, bu açıklamalarının hemen ardından ise. yeni bir çeliĢkiye düĢer ve yine de Rum kesiminin üyeliği çantada keklik görmemesi gerektiğini çünkü bazı ülkelerin kaygıları bulunduğunu söyler Bu dönemde Kıbrıs'ın hak ve hukukunun, tüm platformlarda yüksek sesle söylenmesi gerekirken, Rum kesiminin üyeliğini önlenmede sadece bazı ülkelerin Kıbrıs üzerindeki politikalarına bel bağlamak gerçekten üzücüdür. Yılmaz, "Güney Kıbrıs'ın tarn üyelik meselesinin Türkiye'yle Avrupa Birliği arasında yeni bir gerginliğe, yeniden bîr uzaklaĢmaya neden olmaması, Türkiye'yle Yunanistan arasında yeniden bir gerginlik yaratmaması için, en önemlisi Ada'da yeni bir gerginliğe yol açmaması için bizim bu geçecek süreyi mümkün olduğu kadar bizden beklenen katkıyı sağlayarak değerlendirmemiz" gerektiğini de söyier. Yılmaz'ın bu ifadeleri tümüyle Türkiye'nin "ilhaka" yönelik açıklamaları ile ilgilidir ki, bunu onaylamadığını ima etmektedir. AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı'nın olaylara ne kadar AB gözlüğü Ġle baktığını gösteren bir baĢka örnek de, anlaĢmalara rağmen Türkiye'ye verilmeyen mali yardımlardır. GeçmiĢte, çeĢitli vesilelerle bu konudaki Ģikayetlerini dile getiren, daha sonra KOB'da Kıbrıs tavizinin mali yardımlarda Yunan vetosunu aĢmak için verildiğini iddia eden Yılmaz, bulduğu yeni gerekçelerle bu konuda da politika değiĢikliğine gider AB'nin Türkiye'ye karĢı yükümlülüklerini yerine getirip, getirmediğine iliĢkin bir soruya Yılmaz, "Burada daha çok Helsinki sonrasında yükümlülüklerin yerine getirilmemesinden değil, AB'nin, Türkiye'nin tam üyeliğe hazırlanması için yeterü desteği sağlamamıĢ olmasından söz edilebilir. Bu da AB'nin bütçesinin 5 yıllık dilimler halinde yapılmasından ve Helsinki öncesinde Türkiye'nin adaylığının henüz daha karara bağ194 lanmamıĢ olmasından kaynaklanıyor." Ģeklinde tümüyle gerçek dıĢı bir cevap verir. 194 Cumhuriyet Gazetesi- 15 06 2002 273 1963'te baĢlayan Türkiye~AB iliĢkisini, Gümrük Birliği anlaĢmasını ve bunun AB'ye yüklediği taahhütleri unutan ya da unutturmak isteyen Yılmaz, AB ile iliĢkimizi Helsinki Zirvesi ile baĢlatmakla kalmayıp, Birlik bütçesinin yapılıĢ Ģeklini gerekçe göstererek, açıkça AB'nin sözcülüğünü üstlenmiĢtir. Çünkü Yılmaz'ın, "Türkiye'nin üzerine düĢenleri yerine getirmesi halinde AB'nin verdiği sözü tutacağı konusunda Ģüp195 hesi" yoktur. Oysa Yılmaz, 1 yıl önce, "Türkiye 6 yıldan beri AB ile Gümrük Birliği iliĢkisi içindedir. Verebileceği en büyük tavizi karĢılıksız olarak vermiĢtir. Dünyada AB'ye Türkiye gibi kapısını açrmĢ baĢka hiçbir ülke yok. Bugün yaĢanan ekonomik krizin önemli nedenlerinden birisi 6 senedir dıĢ ticarete Gümrük Birliği'nĠn getirdiği yüklerdir. Bîr iliĢkinin kalıcı, devamlı olması adil olmasına bağlıdır. AB, Türkiye ile iliĢkisini bir de J Q£* hakkaniyet yönünden gözden geçirmek durumundadır, görüĢündeydi. AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı'nın, detaylı bîr Ģekilde aktarmaya çalıĢtığımız devlet politikasına ters düĢen açtkfamaları, çeliĢki dolu ve gerçekleri ustalıkla gizlemeye yönelik olsa da, artık mızrağın çuvala sığmaması sebebiyle, aynı kabinede görev yaptığı, Kıbrıs'tan sorumlu Devlet Bakanı ġükrü Sina Gürel'i dahi çileden çıkarır. Gürel'in sözlerine katılmamak mümkün değil diyor ve yorumsuz aktarıyoruz: "Mesut Yılmaz, biraz kendini ve bu ülkeyi düĢünüyorsa, Kıbrıs'la 197 ilgili sorumsuz beyanlarından kaçınmalıdır..." Evet, Kıbrıs ve Ege konularının Türk-Yunan sorunları olmaktan çıkıp, hem Türkiye-AB sorunu, hem de Türkiye'nin üyeliğinin Ģartlan haline gelmesi süreci Helsinki Belgesi Ġle baĢiarmĢtır. Ancak Türkiye ne olmuĢ da, Ģiddetli tepki gösterdiği 8 Kasım'dakĠ taslak belgenin de gerisine giden bu yeni Katılım Ortaklığı Belgesi'nĠ sessizlikle, hatta memnunlukla karĢılamıĢtır. Prof. Dr. Mümtaz Soysal, bu tablo ile ilgili olarak 198 "ġematik" baĢlıklı yazısında ilginç bir değerlendirme yapar. Soysal, öncelikle ne olmuĢtur sorusunun cevabını verir: "Yapılan Ģu; ilk metinde 2001 yılına kadar karĢılanması zorunlu 195 196 197 198 Milliyet-15.6.2002 Hürriyet Gazetesi-1 Mayıs 2001 STV'den alıntı- BoĢfuk-Fatih Çettrge-Star Gazetesi/17 6.2002 Hürriyet Gazetesi-6 Aralık 2000 274 kısa vadeiı siyasal kriterler arasında bulunan ve Kıbrıs sorununu bir an önce DenktaĢ'a çözdürün anlamına gelen son paragraf bölümün baĢına alınmıĢ ve hepsine birden güçlendirilmiĢ siyasal diyalog ve siyasi kriterler diye yeni bir baĢlık konmuĢtur. ġimdi sormaz mısınız' DeğiĢen nedir? Kriterse, yine kriter. Yani, siyasal diyaiog çerçevesinde de olsa, sonucu değerlendirmede bu ölçüte uyulup, uyulmadığına yine bakılacak. Kısacası koĢul demenin kibarcası. Ayrıca 2001 vadesinde değiĢiklik yok. Sonra, Yunanistan'ın, 8 Kasım'da konan Kıbrıs paragrafı yetmiyormuĢ gibi metne eklenmesinde ısrar ettiği Ege'yi uluslar arası hukuka göre çözün paragrafı giriĢten ayrı olarak yine güçlendirilmiĢ siyasa! diyalog sözleri de eklenip, orta vadeli kriterlerin baĢına konmuĢtur." Prof. Soysal, daha sonra bu değiĢikliklerin ve bunların Türkiye tarafından kabul edilmesinin sebebini açıklarken, çok ciddi bir iddiada bulunur: "Peki, bütün bu olanlar ne zaman oluyor? Yalçın Doğan'ın geçen günkü Milliyet'te belirttiği gibi gizli bir elin düğmeye basmasıyla Türkiye borsalarından Fransız, ingiliz, Alman bankalarına ve Avrupa'daki yatırım fonlarına çekilen paraların yarattığı Ģamatalı bir mali kriz sürerken. Ekonomisi çökertilme tehdidi altına sokulan Türkiye, kamu bankalarının acele özelleĢtirilmesi ve Telekomun'un yabancılara teslim edilmesinde olduğu gibi, AB'nin bu göz boyayıcı yeni formülüne de boyun eğmek zorunda kalmıĢtır. Ama, söyleyin Allah aĢkına sevinir gözükmek ve zafer çığlıkları atmak zorunda mıdır?" (EK-3) AB'nin, uygulamada Kıbrıs meselesini Türkiye için Ģart olarak gördüğünü ve Türkiye üzerindeki baskıları arttırdığını belirtmiĢtik. Kıbrıs'ın akıbetinin belirleneceği Kopenhag Zirvesi'ne 6 ay kala daha da ağırlaĢan bu hava, basına Ģöyle yansır: "Son dönemde, özellikle Almanlar çok hareketlendiler. Almanya, dıĢ politikasına öncelikli hedefi oiarak Avrupa Birliğı'nin Doğu'ya geniĢlemesini koydu. Bunun için özellikle de adaylardan Polonya'nın bu yıl sonunda üyeliğe kabul edilmesi için Alman diplomatlar-siyasetçıler tam anlamıyla atağa kalkmıĢ durumdalar Bu geniĢlemenin önündeki olası tek engel Kıbrıs sorunu. Eğer Kıbrıs sorunu yıl sonuna kadar çö 199 Kıbrıs KoĢul Oluyor Zeynep Gürcanlı/Star Gazetesı-3 7 2002 275 zülmezse. bazı AB ülkelerinin Rumların AB üyeliğine itiraz etme ihtimali var. Tabii bu da, Yunanistan'ın da AB'nin tüm geniĢleme sürecini veto etme ihtimalini, bir baĢka deyiĢle Almanya'nın büyük kabusunun gerçekleĢme ihtimalini doğuruyor. ĠĢte bu kabusun gerçek olmasını engellemek için Almanya, tüm gücüyle Türkiye üzerine bastırıyor. Son dönemde Ankara'ya AĠman heyetlerinden biri gidiyor, diğeri geliyor. Türkiye'nin AB üyelik süreci için verdikleri mesaj hep aynı; Türkiye eğer yi! sonunda tarih istiyorsa, Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmeli; Bir de Kıbrıs'ta çözüm için ĠĢbirliğini artîırmalı. Kısacası Kıbrıs, Türkiye'nin AB üyelik sürecinde, resmen olmasa da fiilen koĢul haline geliyor. Üstelik tek koĢul Kıbrıs'ta çözüm de değil. BaĢta Almanlar, Avrupalı diplomat-siyasetçilerin büyük bölümü Türkiye'nin yıl sonunda müzakereler Ġçin tarih alabilmesi için, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AĞ S P) sorununda da iĢbirliğinin arttırılmasının olumlu olacağını söylüyorlar." Sonuç itibariyle bu Önemli dönüm noktasını nasıl gelinmiĢ, son 2.5 y/lda nasıl olmuĢ da Kıbrıs ve Ege meselelerimiz tümüyle AB'nin yetki alanına bırakılmıĢ ve hukuki hiçbir varlığı olmayan Kıbrıs Rum kesiminin AB üyeliğine alınmasına ramak kalmıĢtır? 1995 yılında Gümrük Birliği anlaĢması uğruna, AB'nin Rum kesimi ile üyelik müzakerelerine baĢlama kapısının açılmasını bir yana bırakırsak, Rumları AB üyeliğine götüren, 1999 yılmda Helsinki Zirvesi Ġle hızlanmıĢtır. Türkiye, aday ülke ilan edilmesi karĢılığında, AB'nin önüne koyduğu, geçmiĢte Lüksemburg Zirvesi'nde reddettiği Ģartlardan ağır hususları içeren Helsinki Belgesi'ni imzalayarak, Kıbrıs ve Ege konularını, AB'nin yetkisine devretmeyi kabul ettiği gibi, sorun çözülmese de bizim ifademizle Rum kesiminin, AB'nin ifadesiyle "Kıbrıs"ın üyeliğine izin vermiĢtir. AB, hemen 1 yıl sonra Ġkinci adımı atarak, 2000 yılında Türkiye'ye verdiği yol haritası KOB ile Kıbrıs ve Ege'yi hem Türkiye'nin üyeliğinin siyasi Ģartları haline getirmiĢtir. Türkiye baĢlangıçta buna itiraz etmiĢ ancak AB, kelime oyunları ile ustalıkla amacına ulaĢmıĢ ve belgeyi kabul ettirmiĢtir. AB'nin Türkiye'yi bir kez daha aldatması ile sonuçlanan hakka ve hukuka aykırı bu tablonun ortaya çıkmasına da. maalesef tümüyle yöneticilerimizin zaaf ve duyarsızlıkları sebep olmuĢtur. Helsinki'den itibaren meseleye ciddiyetle yaklaĢ ı îmadığt, bir devlet politikası belirlenmediği gibi sonraki geliĢmeler 276 de dikkatli bir Ģekilde takip edilmemiĢ, herĢey son dakikaya bırakılmıĢ ve adeta ei yordamı ile götürülmüĢtür KOB'a, Türkiye'nin kabul etmesi mümkün olmayan siyasi Ģartların konulacağının duyulmasından itibaren sert tepki gösteren CumhurbaĢkanı ve BaĢbakan, bu tepkilerinin hemen ardından, "Büîün bunlara rağmen AB yolumuzun devanı edeceğini" söyleyerek, kendilerini, daha doğrusu Türkiye'yi "blöf yapar" konuma düĢürmüĢlerdir. AB'den sorumlu BaĢbakan Yardımcısı da. iki taraflı ve Türk kamuoyunu yanıltıcı beyanları, DıĢiĢleri Bakanı ise çeliĢkili açıklamaları ile AB'yi ve Yunanistan'ı ziyadesiyle cesaretlendirmiĢlerdir Türkiye'nin A takımının çizdiği bu görüntü Ġle lehimize sonuç almak mümkün olabilir miydi? Heie de DıĢiĢleri Bakanlığımız açısından bir diğer kara mizah örneği olan Ģu tespitten sonra; Türkiye için hayati önemde olan Katılım Ortaklığı Belgesi'nin 8 Kasım 2000 tarihli metin Ġ!e 4 Aralık 2000 tarihli son metne ulaĢmak için baĢvurduğumuz DıĢiĢleri Bakanlığı'nın internet sitesinde, önümüze sadece 8 Kasım 2000 tarihli taslak metnin çıkması gerçekten büyük bir sürpriz oldu. Sitede, haien büyük tartıĢmalara yol açtığı için sonradan değiĢtirilen ve herhangi bir geçerliliği bulunmayan taslak metin, Türkiye'ye verilmiĢ olan KOB gibi sunulmaktadır. Evet, DıĢiĢleri Bakanlığımızın, internet sitesinin Türkiye-AB iliĢkilerinin anlatıldığı bölümde, AB'ye Katılım Süreci baĢlığı altında, KOB alî baĢlığı ile 8 Kasım 200 tarihli taslak metin yer almaktadır. Çok ilginçtir, benzer bir hadise AB Genel Sekreterliğı'nde de yaĢanmıĢtır. AB'nĠn bağlı olduğu BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'a, "mali yardımların da Kopenhag kriterlerine bağlanmasına" iliĢkin olarak yazılı bir soru önergesinde kullanılmak üzere 25 Ocak 2002 tarihinde, AB Genel SekreîerlĠği'ne müracaat ederek, Katılım Ortaklığı BelgeSf'ni istedik, Genel Sekreterliğin faksla gönderdiği KOB'dan istifade ederek, Önergemizi hazırladık ve ilenki tarihlerde fazım olur düĢüncesiyle 14 sayfalık KOB metnini arĢivimize kaldırdık. DıĢiĢleri Bakanlığı internet sitesinde tespit ettiğimiz skandal üzerine, karĢılaĢtırma yapmak üzere arĢive kaldırdığımız belgeye müracaat etmek istediğimizde, AB Genel 200 www mfa gov îr/Turkce/grupaab/abab/ganresmıaciiklama.htm 277 Sekreterliği'nin de 8 Kasım'daki taslak KOB'u göndermiĢ olduğunu gördük. Türkiye'nin AB'den müzakere tarihi alabilmesi için çalıĢtığı iddiasındaki Yılmaz'a bağlı bulunan ve AB ile iliĢkilerden birinci dereceden sorumlu bu birimin iĢi ne kadar ciddiye aldığı ortadadır. Her ne kadar AB Genel Sekreterliği'nin internet sitesinde sonradan doğru KOB belgesine yer verilmiĢ olsa da, iĢlerin el yordamıyla götürüldüğü bir gerçektir. Basit gibi görünen bu tespitler, aslında dıĢ politikada neden ve nasıl bu kadar açmaza düĢtüğümüzü, uzun uzun anlatmaya gerek bıraktırmayacak açıklıkta ortaya koymaktadjr. NĠCE ZĠRVESĠ... RUM KESĠMĠ AP'DE, TÜRKĠYE'NĠN ADI BĠLE YOK... Türkiye'ye Katılım Ortaklığı Belgesi verildikten hemen sonra Nice Zirvesi yapılır ve bizim dıĢımızdaki 12 aday ülkenin gelecekte Avrupa Parlamentosu'nda sahip olacakları sandalye sayısı belirlenir. NĠce'te, Türk bayrağı asılır, Ecevit aile fotoğrafında yer alır ama Türkiye'nin parlamentoda bir tek sandalyesi olmaz. Bu zirvede de üyelik müzakereleri için takvim verilmeyen Türkiye'nin AB Ġle randevusu 2010 yılına atılır. Avrupa Parlamentosu'nda, yasadıĢı Rum kesimine Ġse 3 sandalye ayrılır. AB Dönem BaĢkanı Fransa, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine baĢlanmadığı için Ankara'nın, birliğin yapacağı kurumsal reformların gelecek 10 yıllık öngörü listesine alınmadığını bildirir. Gerçek sebebi Ġse zirveyi takip eden gazeteci Ferai Tınç yazar: "Türkiye'nin dıĢlanmasının önemli bir nedeni tabii ki nüfusu. Zirvede konuĢtuğum Avrupalı diplomatlar, (Türkiye'yi hesaba katarak hazırlanacak bir metni tartıĢmaya açmak, zaten kilitlenmiĢ olan toplantıya yeni bir sorun daha eklemek olacaktı) diyorlar. Gerçekten de Türkiye'nin 65 milyon nüfusuyla o listeye eklenmesi, oy dağılımında Almanya'dan sonra en fazla oya sahip ülke olarak ikinci sırada yer alması demekti. Avrupalılar için böyle bîrsıralamayı karĢılarında görmek tam bir kabustu. Zaten öğrendiğime göre Portekiz, dönem baĢkanlığı sırasında iki belge hazırlamıĢ. Biri Türkiye'nin de dahil olduğu 28 üyeye göre yapılan oy 201 dağımı, diğeri 27 ülkelî," 201 Hürriyet Gazetesi-Nıce-11 Aralık 2000 278 Nice SözleĢmesĠ'ne göre, Avrupa Parlamentosu'nda halen 626 olan sandalye sayısı geniĢleme sonrası 732'ye çıkacak ve oy dağılımı Ģöyle olacaktır: Almanya, ingiltere, Fransa ve italya'ya 29 oy. Ġspanya ve Polonya'ya 27 oy, Romanya'ya 15, Hollanda'ya 13, Yunanistan, Çek Cumhuriyeti, Belçika, Macaristan, Portekiz'e 12 oy, Ġsveç, Bulgaristan, Avusturya'ya 10 oy, Slovakya, Danimarka, Finlandiya, irlanda, Litvanya'ya 7 oy, Letonya, Slovenya, Estonya, Kıbrıs Rum Kesimi ve Lüksemburg'a 4 oy, Malta 3 oy. iĢte Kıbrıs ve Ege baĢta olmak üzere ülkenin birlik ve bütünlüğüne yönelik tüm Ģartların kabulüne karĢılık gelinen nokta. YasadıĢı Rum kesimini Pariamentosu'na uygun gören AB, Türkiye'nin adını bile anmaz. Üstelik bu zirveden sonra Türkiye kendini yeni bir tartıĢmanın tam ortasında bulur. Avrupa Ordusu... Bu yeni gündem maddemize geçmeden önce BaĢbakan Ecevit'in Nice'te olduğu saatlerde Ankara'da yaĢanan bir geliĢmeyi hatırlatmak gerekmektedir. Bir süredir devam eden Kürtçe TV ve radyo yayını konusunda sessiz kalan Genelkurmay BaĢkanlığı, BaĢbakan Bülent Ecevit'in Nice'te AB fotoğrafı çektirdiği sırada yaptığı bir açıklama ile bu sessizliğini bozar ve Kürtçe yayın konusuna bakıĢını kamuoyu Ġle paylaĢır. "PKK, terörün Ġkinci boyutu olan siyasallaĢmada ana dilde eğitim ve yayın konularını toplumu ikna temaları olarak kullanmaktadır" diyen Genelkurmay BaĢkanlığı, PKK'yı en fazla cesaretlendiren geliĢmelerin, Türkiye'nin AB'ye giriĢ sürecinde yaĢanmasına da dikkat çeker. Genelkurmay BaĢkanlığı, bu görüĢünü, Kıbrıs ve Ege konularının yanısıra Kürtçe yayın meselesinin de yer aldığı AB Katılım Ortaklığı Belgesindeki talepleri karĢılayacak olan Ulusal Program'a iliĢkin hazırlıkların tamamlanma aĢamasına gelindiği bir dönemde, Genelkurmay Genel Sekreteri i ğ f nce dağıtılan "2000 Yılı iç Güvenlik Harekatı Değerlendirmesi" raporu aracılığı ile duyurur. Raporun en dikkat çekici bölümü AB lie Ġlgili değerlendirmedir ve "Sözde demokrasi ve insan hakları savunuculuğu platformunda kendine yer edinme gayretlerinde PKK'yı en çok cesaretlendiren geliĢmeler Türkiye'nin AB'ye giriĢ sürecinde yaĢanmaktadır Terör insanlığa ve demokrasiye yönelik en önemli tehdittir. Bu AB için de böyledir ve AB anlaĢmasının 29. maddesi birlik üyelerini 279 terörizme karĢı mücadeleyie yükümlü kılıyor. Ancak geçmiĢte bazı AB üyeleri açık ve gizli olarak terör örgütü PKK'ya destek vererek, örgütün 202 varlığını devam ettirmesinde baĢlıca etken oldular." denilir. Genelkurmay BaĢkanlığı'nın bu açıklaması hem içerik, hern de zamanlama itibarıyla dikkat çekmiĢtir. Katılım Ortaklığı Belgesi ile ilgili görüĢünü dolaylı da olsa bu Ģekilde açıklayan Genelkurmay BaĢkanlığı'nm, kimlere, ne mesajlar vermek istediği ortadadır. Avrupa Ordusu Mücadetesf Genelkurmay BaĢkanlığfnın, KOB'dan sonra üzerinde hassasiyetle durduğu bir diğer konu da Avrupa Ordusu'dur. Avrupa Ordusu, genel olarak Türkiye'nin AB ve Yunanistan'la iliĢkilerini, öncelikle de Kıbrıs'ı doğrudan ilgilendirmektedir. AB'nın bir ordu kurmasına Körfez SavaĢı'ndan sonra karar verilmiĢ, kamuoyu bilgisine ise, Bosna ve Kosova'da yaĢananlardan sonra sunulmuĢtur. Avrupa'nın ortasında yapılan katliamlara ve onbinlerce insanın öldürülmesine seyirci kalan AB ülkelerinin, 1999 sonunda Helsinki'de "askeri kimlik" arayıĢına yeĢil ıĢık yaktıkları açıklanır, Avrupa, muhtemel krizleri yönetmek amacıyla 2003 yılına kadar 60 bin askerden oluĢacak bir acil müdahale gücü kuracaktır. Yeni askeri oluĢumun Nato imkan ve yeteneklerinden istediği zaman ve istediği ölçüde yararlanması gerekmektedir, bu amaçla ittifaktan talepte bulunulur. Ancak AB, üyesi olmayan 6 Avrupalı Nato müttefiki Türkiye, Norveç, izlanda, Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti'nin karar mekanizmasına ve planlama aĢamasına alınmasına kesinlikle karĢıdır. Bu ülkelerle iliĢkiler, danıĢma ve bilgilendirme düzeyinde kalacaktır. BaĢta Fransa olmak üzere AB, 19 Nato müttefikinden 11'nîn üyesi olmasına güvenmektedir. Nitekim Fransa Savunma Bakanı Alain Richard, "AB'de kararlar oybirliği ile alınır, biz kararımızı verdik. AB'nin askeri mekanizmasına AB dıĢı ülke almayız" der. Nato'dada kararların oy birliği ile alındığı ve Türkiye'nin tavrı p AO hatırlatılınca ise sinirlenen Fransız Bakan, "engelleri aĢacakları" mesajını verir. Oysa Türkiye Avrupa Ordusunun temeli olan BAB'da 202 203 Milliyet Gazetesı-8 Aralık 2000 Hürriyet Gazetesi 7 Aralık 1999 280 (Batı Avrupa Birliği) veto hakkı hariç îarn olarak yer almıĢtı, Ģimdi Ġse AB adayı bir ülke olmasına rağmen, bundan geri gitmesi isteniyordu. Türkiye, 2 yıl devam eden bu tartıĢmalar sırasında yumuĢak ama kararlı bir politika izler. Genelkurmay BaĢkanlığı baĢta olmak üzere verilen neî mesaj; Karar mekanizmalarının dıĢında bırakılması halinde Türkiye'nin veto hakkına dayanarak, Nato imkan ve yeteneklerinin kullanılmasına izin vermemeye kararlı olduğuydu. Türkiye'nin ikazlarını dikkate almayan AB ülkeleri, 4 Kasım 2000'de Brüksel'de yapılan Konsey toplantısında askeri kimlik arayıĢına iliĢkin kararı onaylar ve Nice Zirvesi'ne gönderirler. Bu belgelerde, Türkiye ve diğer AB üyesi olmayan Nato ülkeleri dıĢlanmıĢtır. Türkiye, diplomatların "kibar veto" olarak nitelendirdikleri tavrını sürdürür ve geri adım atmaz. KOB'da olduğu gibi devreye yine ABD girer. Savunma Bakanı VVilîiam Kohen, Brüksel'e sert çıkarak. "Naîo'nun harabe haline getirilmemesi" çağrısında bulunur Bundan sonra Ġngiltere ve Almanya VVashington'a yönelir. iĢte Nice Zirvesi'nin Türkiye'yi Avrupa Parlamentosunda sandalye dağılımından sonra belki de bundan daha çok Ġlgilendiren gündem maddesi Avrupa Ordusu iie ilgili bu geliĢmelerdi. Ve beklendiği gibi Türkiye bu zirvede, Avrupa Parlamentosu'ndan sonra Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliğinden (AGSP) de dıĢlanır. AB üyesi olmayan ülkelerinin karar mekanizmalarında bulunmaması kararlaĢtırılmıĢtır çünnkü. Bundan sonra da Nato'dakı veto hakkımızın da elimizden alınması için uğraĢılır. Ancak özellikle Genelkurmay BaĢkanlsğı'nm yoğun ve haklı direnci sürer. Aralık 2001'de Türkiye, ABD ve ingiltere'nin Ankara Mutabakatı adı verilen ortak bir metinde uzlaĢtığı bildirilir. Bu metin hakkında açıklama yapılmaması ise tedirginlik yaratır. Yunanistan baĢta olmak üzere tüm tarafların bildiği bir konunun Türk kamuoyundan gizlenmesine bir anlam verilemez. EleĢtiriler üzerine DıĢiĢleri Bakanı Ġsmail Cem, açıklamanın kararının onaylanmasından sonra yapılacağını soyier. Oysa bu, TBMM baĢta olmak üzere, toplumun tüm kesimlerinin bilgisine sunulması gereken önemde ve özellikte bir konuydu. Ancak yo neticılerimiz nedense kendi kamuoylarına yönelik bir "gizlilik" politik, ı., 204 Hürriyet Gazetesi-7Arahk 2000 281 izler. Bu arada Cem'fn, özellikle Ġngiltere BaĢbakanı Tony Bfairtn mektubunun güvence olduğu yolundaki açıklaması tartıĢmaların merkezine oturur. 1980'de Yunanistan'ın Nato'ya alınmasında dönemin Nato Genel Sekreteri Rogers'm ve 1999'da Helsinki ZirvesĠ'nde Kıbrıs'ın ön Ģart olmadığına ĠliĢkin Dönem BaĢkanı Finlandiya BaĢbakanı Lippon'in mektuplarına rağmen bu iki konuda gelinen nokta ortadayken, Türkiye üçüncü kez "hiçbir fonksiyonu olmayan" mektup diplomasisi ile karĢı karĢıya olabilirdi. Bugüne kadar daima Yunanistan'ın yarımda yer alan AB'nin, bu konuda nihai kararını verirken, Blair'ın mektubunu hatırlayıp, hatırlamayacağını hep birlikte göreceğiz. Çünkü bu konuda en fazla çalıĢan ve direnç gösteren yine Yunanistan'dır. Avrupa Ordusu'nu hem Türkiye'ye, hem de KKTC'ye karĢı kullanma kararlılığında olan Yunanistan, Ankara Mutabakatı denilen bu anlaĢmayı da beğenmez. Aralık 2001'de yapılan Laeken ZirvesĠ'nde Yunanistan ikna edilemeyince Avrupa Ordusu'nun kurulması gecikir. 2002 Barselona Zirvesî'nde Yunanistan'ın uyarılması kararlaĢtırılır ama sonuç değiĢmez. Yunanistan 14 AB üyesi karĢısında direniĢini sürdürür. Emekli büyükelçi, Yazar Gündüz Aktan, "Sorun Yunanistan 205 mı?" baĢlıklı yazısında DenktaĢ ve Klerides arasında devam eden görüĢmelerde, Türk tarafının Rum tarafının önerilerini kabul etmesine imkan bulunmadığını ve bunu Yunanistan'ın da bildiğini vurguladıktan sonra bazı sorular eĢliğinde haklı olarak Ģu tespitte bulunun "O zaman neden veto tehdidiyle bu önerileri destekliyor? Bu bağlamda akla Yunanistan'ın Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) konusundaki tutumu geliyor. Amerika, ingiltere ve Türkiye arasında varılan Ankara mutabakatını, Yunanistan hâlâ kabul etmedi. Edeceğe de benzemiyor. Bunun anlamı Ģu: Yeni kurulacak AB Acil Tepki Gücü'nün Türkiye'nin çıkarlarıyla doğrudan iliĢkili olduğu kriz bölgelerine yapacağı harekâtla ilgili karar sürecine Türkiye'nin katılmasını istemiyor. Bu bölgelerin içinde Kıbrıs ve Ege var. Oysa Türkiye, Avrupa Birliği üyesi olursa AGSP karar mekanizmasına doğal olarak katılacak. Demek ki Yunanistan'ın bu tutumunun altında Türkiye'nin üye olmayacağı ve Kıbrıs'la, Ege'de kn'z çıkabileceği varsayımı yatıyor. Bu durumda Rum önerilerinin gerçek amacının Kıbrıs sorununu çözmek değil. Güney 205 Radikal Gazetesı-14.5 2002 282 Kıbrıs Rum Yönetımi'ni tek baĢına Avrupa BırliğĠ'ne sokup, dıĢarıda kalacak KKTC ve Türkiye'ye karĢı kriz halinde AB Acil Tepki Gücü'nü kullanmak olduğu gibi bir sonuç çıkıyor, Yunanistan' ı makul çizgiye çekmek AB'nin görevi. Ama bu ülkenin bazı gerçekleri kendiliğinden görmesi gerekiyor. Türkiye, Yunanistan'ın geniĢlemeyi veto etmesinden korkup, Kıbrıs'ta 1963 öncesine dönülmesini öngören bir çözümü kabul edemez. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs'ı temsilen Avrupa Birliği üyesi olursa büyük bir kriz çıkması mukadder olur. Toplumlararası görüĢmelerin nedeni ortadan kalkar ve ada kesin olarak bölünür." Devlet Bakanı ġükrü Sina Güre), 8 Mart 2002'de Gazi Üniversitesi'nde verdiği "Türkiye, AB ve Kıbrıs" konulu konferansta bu konuya değinirken, Türkiye'nin son sözünü söylediğini vurgular ve "Bir üyesi dıĢında AB'nin diğer tüm üyelerinin benimsemiĢ olduğunu anladığımız bu uzlaĢmanın o üyeye de benimsetilmesi iĢi tıpkı baĢka Türkiye-AB konularında olduğu gibi artık AB tarafına düĢer. Türkiye'nin kendisinin hiçbir Ģekilde karar verme sürecinde yer almadığı ama kendi güvenlik alanı içinde faaliyet gösterecek bir sözde güvenlik örgütüne 206 katkıda bulunması zaten sözkonusu olamazdı " der. KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ da, Klerides iîe görüĢmeleri hakkında bilgi verirken, Yunanistan'ın Avrupa Ordusu ile ilgili tutumundan duyduğu endiĢeyi, "AB'nin oluĢturacağı o askeri kanadı buraya getirip, garantör Türkiye'yle AB askerlerini karĢı karĢıya getirme gibi P 07 bir açık gözlülükten de vazgeçmeleri gerekir. sözleriyle dile getirir. Ġtalya Yeni ġartı Ağzından Kaçırdı mı? AB'nin prestij meselesi haline gelen bu konuda bugüne kadar, Yunanistan'ın ikna(!) edilmesi bir yana Rum kesiminin, Nato programlarına katılması için teĢvik ve destek faaliyetleri baĢlar. Yunan Savunma Bakanı YĠannos Papandoniu, açıkça Rum kesiminin Naîo'ya ka208 tılımı için formül bulunacağını ümit ettiğini söyler. Yunanistan, Avrupa Ordusu'nu öncelikle Rum Kesiminin AB üyeliğini garanti altına almak için önemli bir koz oiarak görmektedir ve AB geniĢlemesinin belli olacağı 206 207 208 www.brt.gov.nc.tr/haberler/gurelkibris htm Cumhuriyet Gazetesi-9.6.2002 Radikal Gazetesı-16 5 2002 283 T Kopenhag Zirvesi öncesi atağa kalkar. Haziran 2002 de yapılan Sevilla ZirvesĠ'nde Ankara Belgesi'ni tartıĢmaya açan Yunanistan, belgeye. Türkiye'nin Kıbrıs ve Ege'de müdahale Ġmkanını ortadan kaldıracak hükümler konmasını talep eder. Zirveden sonra da AB üyesi 15 ülkenin bu konuda anlaĢma sağladığını açıklar. Yunanistan zirve öncesinde "uzlaĢmaz" taraf ilan edilmiĢ ve yalnız bırakılmıĢtı ama Sevilla'da bu geüĢmeler olur. Zirveden ne karar çıktığı tam olarak anlaĢılmaz. Yeni bîr oyunun sahnelendiği ortadadır. Nitekim Ġtalya BaĢbakanı Silvio Berlusconi, Avrupalıların aklından geçen pazarlıkları açıklar ve "Eğer Türkiye AGSP konusundaki yeni öneriyi kabul ederse, üyelik müzakereleri 209 için tarihi de alır" mesajını verir. Sevilla'dan sonra Atina, "zaîer kazandık" çığlıkları atarken, Ankara, "Ankara Belgesi temeldir ve ge210 çerliliğini korumaya devam etmektedir" der. Ama nasıl olduysa, herkes topun yeniden Ankara'ya atıldığı kanaatindedir. Ankara, resmi açıklamalarında belgede değiĢikliği hiçbir Ģekilde kabul etmeyeceğini söylese de, Yunanistan'ın bu yeni diplomasi oyunlarına karĢı tedbir almaya çalıĢır. Yunanistan ise lobi faaliyetlerine çoktan baĢlamıĢtır ve üye 211 ülkeieri, "Türkiye iç iĢlerimize ve güvenliğimize karıĢıyor" iddiasıyla ikna etmek üzere harekete geçmiĢtir. Yunanistan'ın bir diğer iddiası da, Ankara Belgesi'nin imzalanmasını sağlayan Ġngiltere'nin, AB üyelerinin onayını almadan Türkiye ile müzakere yaptığı ve bunun ahlaki olmadığıdır. Oysa, müzakereler sırasında ingiltere'nin AB adına hareket ettiği açıklanmıĢtı. Hatırlanacağı gibi Ġngiltere BaĢbakanı Tony Blair de bu konuda Türkiye'ye teminat niteliğinde mektup vermiĢti. Daha önce bu mektubun gerçekten teminat sayılıp, sayılmayacağını göreceğiz demiĢtik. Ankara Belgesi'nin Ġmzalanmasından 6 ay sonra gelinen nokta Ģu olur: "Türkiye'nin Aralık ayında, AB üyesi ingiltere ve Nato'nun lider ülkesi ABD ile müzakere edip, onayladığı Ankara Belgesi'nin yüzüne ise pek kimse bakmıyor. BaĢlangıçta Ankara BelgesĠ'ne karĢı çıkan Yunanistan'ın itirazlarını (Ģımarıklık) gibi değerlendiren Avrupa ülkelerinde tutum değiĢmiĢ görünüyor. Öyle ki, Türkiye ile Ankara Belgesi'ni bizzat müzakere eden ingiltere bile. bu anlaĢmaya sahip çıkmıyor. Kapalı ka209 210 211 Star Gazetesi-23.6.2002 Cumhuriyet Gazetesi-28 6.2002 Zaman Gazetesi-3.7.2002 284 pilar ardında Türkiye'ye. (Yunanistan'ı tatmin edecek düzenlemeleri kabul ediverin) baskısı iyiden iyiye artıyor. AB ülkelerinden bir kez daha cesaret alan Yunanistan'ın yeni oyunların peĢinde olduğu açıktır Ancak Türkiye, Genelkurmay ikinci BaĢkanı Orgeneral YaĢar Büyükanıt'ın da dediği gibi; "Ankara Bel213 gesi'nin tek bir harfinin bile değiĢtirilmesine izin vermemelidir". Evet Kıbrıs süreci tehlikeli bir Ģekilde ilerlemektedir. Böylesi hayati bir konuda kimsenin devekuĢluğu yapma hakkı da, lüksü de yoktur. Çünkü kronometre çok hızlı çalıĢmaktadır... 212 213 Kıbrıs KoĢul Oluyor Zeynep Gürcanlı/Star Gazetesı-3.7.2002 Cumhuriyet GazetesĠ/4 7.2002 285 BOLÜM VI AB'NĠN HUKUKU YOK Geride kaian bölümlerde Rum kesiminin AB ile iliĢkisinin uluslararası anlaĢma ve sözleĢmelere aykırı olduğunu, buna rağmen AB'nin baĢvuruyu kabul ettiğini söylemiĢtik. Hukuki açıdan yok sayılan bu ĠliĢki, bugün Rum kesiminin AB üyesi olması noktasına getirilmiĢtir. AB'nin önündeki tek mesele, bu üyeliğin sadece Rum kesimini mi kapsayacağı, yoksa tüm Kıbrıs mı olacağıdır. Çünkü, AB aslında baĢından beri Kıbrıs'ın tamamını üyeliğe almak istemektedir. BaĢvuran Rum kesimidir ancak AB, bu kesimi tüm Kıbrıs'ın temsilcisi ve meĢru hükümeti olarak görmektedir. Nitekim, Türkiye'ye verilen Helsinki Belgesi'nde dahi kullanılan ifade "Kıbrıs'tır". Bu ifadeden biz Rum kesimini anlıyorsak da, AB, Kıbrıs'ın tamamını kastetmektedir. AB, sonradan sorununun boyutlarının büyümemesi için Rum kesiminin üyeliğe alınacağı Ģeklinde bir politika Ġzlemeye baĢlamıĢsa da nihai hedef, hukuki veya fiili Kıbrıs'ın tamamının AB toprağı yapılmasıdır. AB'yi Ģimdilik politika değiĢikliğine mecbur eden, Ada'nın diğer halkı olan Türk kesiminin böyle bir iliĢkiyi reddetmesidir. Tüm ülkelerin can attığı AB üyeliğine bu karĢı çıktĢın sebepleri nelerdir? Bu bölümde de KKTC'nin bu direncinin gerekçelerini ve Kıbrıs'ın hukukunu hatırlatmak istiyoruz. Kıbrıs'ta bir uzlaĢma sağlamak için BM gözetiminde yapılan görüĢmeler sürdürülürken, Rum tarafı Temmuz 1990'da tek yanlı olarak ancak tüm Kıbrıs adına AET'ye tam üyelik baĢvurusunda bulunur. Glafkos Kferides, "Avrupa Birtiği'ne girildiğinde, 1960 Garanti AntlaĢmasının bir Avrupa ülkesine karĢı pratikte iĢlemeyeceğini, iki kesimlilik ve global mal,mülk değiĢimi dahil Kıbrıs Türklerinin olası bir anlaĢma ile elde edecekleri hak ve güvencelerin Avrupa Birliği normlarına göre geçersiz 286 addedileceğini, tüm Rum göçmenlerin Kuzey'e geri döneceklerini ve bu sayede Yunanlılığın Kıbrıs'ta son hedefine ulaĢmıĢ olacağını" söyleyerek, baĢvurunun amacının ekonomik değil, tümüyle siyasi olduğunu 214 açıklar AET'ye baĢvurudan sonra dönemin Yunanistan Savunma Bakanı ArsenĠs, "Kıbrıs'ın artık Avrupa'nın savunma alanı içerisine girdiği, Avrupa sınırlarının artık Kıbrıs'ı da içerdiği, bunun Kıbrıs HelenizmĠ'nin bir zaferi olduğunu" söyler Benzer bir değerlendirme de Yunanistan'ın Avrupa iĢlerinden sorumlu DıĢiĢleri Bakan Yardımcısı Mangakis'den gelir. Mangakis, "BM gözetiminde sürdürülen toplumlararası müzakereler Kıbrıs Helenizm! Ġçin bir tuzak, bir mezardı... Kıbrıs Rumlarının AB'ye müracaatı Avrupa tarafından kabul gördükten sonra, Ģimdi bu tuzaktan 215 kurtulmuĢ olduk." der 30 YILLIK YASADIġI ĠLĠġKĠ Rum yönetimi, ABD'nin Kıbrıs Özel Temsilcisinin de itiraf ettiği gibi "tümüyle siyasi sebeplerle alınan" 4 Mart 1964 tarihli BM Güvenlik Konseyi kararı Ġle tüm Kıbrıs'ın meĢru hükümeti sayılmaktadır. Rum kesimi dahi, dıĢ dünyanın dayattığı bu "sanal hükümet" olma rolüne henüz alıĢamamiĢken, AB üyeliği yolunda hızla ilerlemekte ya da ilerletilmektedir. Nitekim, bir görüĢmede, DenktaĢ'ın, "Yani sen bizim hükümetimiz olduğunu mu iddia ediyorsun?" sorusu üzerine Klerides, Ģu OH C cevabı verir "Hayır, böyle bir iddiam yoktur, Hükümetiniz olmadığımı biliyorum. Ancak bütün dünya bana meĢru Kıbrıs Hükümetisin diyor. Benden, dünyaya dönüp, hayır ben meĢru Kıbrıs hükümeti değilim dememi mi bekliyorsun?" Rum kesimi ile ilgili bu fiili durum, öncelikle BM ve AB'nin Kıbrıs Anayasasının geçerli olduğu yolundaki görüĢlerine aykırıdır Çünkü bi214 Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi/ irfan Kaya ÜLGERErtan EFEGĠL- sf.X 215 Egemenlik. Avrupa Birliği ve KKTC/KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Bakanlığı, sf.45-46 216 DenktaĢ'ın 9 Mart 1998'de KKTC Meclısı'nde yaptığı konuĢma/ Egemenlik, Avrupa Birliği ve KKTC-KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Bakanlığı-sf 6 287 rinci bölümde detaylı olarak anlattığımız Londra-Zürih ve Garanti AntlaĢmaları ile 1960 tarihli Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası'na göre, Rum kesiminin değil AB üyeliğine baĢvurması, AB ile ortaklık anlaĢması yapması bile mümkün değildir. Bilindiği gibi AET, 1972 yılında Rum kesimi ile böyle bir anlaĢma imzalamıĢtır. Kısacası AB, Rum kesimi ile iliĢkisinin baĢından itibaren, yani 30 yıldır hukuku ayaklar altına almaktadır. ingiltere, Türkiye ve Yunanistan'ın garantör ülkeler olduğu Londra-Zürih ve Garanti AntlaĢmaları Ġle Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Kıbrıs'ın Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üye olmadıkları herhangi bir siyasi ve ekonomik birliğe girmesini belli Ģartlara bağlamıĢtır. Örneğin, Kıbrıs Anayasası'n m 50. maddesi, CumhurbaĢkanı ve CumhurbaĢkanı Yardımcısının, hangi yasa veya kararlarda veya bunların hangi kısımlarında veto hakkı bulunduğunu düzenlemiĢtir ki her ikisinin de birlikte veya ayrı ayrı bu hakka sahip oldukları belirtilmiĢtir. Veto hakkı tanınan dıĢiĢleri Ġle Ġlgili konular arasında, "Yunanistan Krallığının ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ikisinin birden katıldığı uluslararası kurumlar ve ittifak anlaĢmaları" hariç olmak üzere, "uluslararası antlaĢma, sözleĢme ve anlaĢmaların imzalanması" da yer almaktadır. Görüldüğü gibi, bu maddede, Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üye oldukları kuruluĢlara Kıbrıs'ın da katılması benimsenmiĢ, ancak Ġki ülkenin birlikte üye olmadığı kuruluĢlara Kıbrıs'ın üyeliği konusunda, dengenin bozulmaması için, veto hakkı tanınmıĢtır. Aynı düzenleme, Garanti AntlaĢmasında da vardır ve 1. maddesinde Ģöyle denilmektedir: "Kıbrıs Cumhuriyeti, herhangi bir devlete, tamamen veya kısmen, herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder." Londra-Zürih ve Garanti AntlaĢmalarının hazırlanması yıllar almıĢ, çetin pazarlıklar yapılmıĢtır, ingiliz Devlet ArĢivi'nde bulunan tutanakları göre mesela, 18 Aralık 1958'de, ingiltere, Türkiye ve Yunanistan DıĢiĢleri Bakanlarının yaptığı toplantıda, ingiliz Bakan Lloyd, Ġki toplumla anavatanları arasında bazı özel iliĢkiler olup olmayacağını sormuĢ, Yunan DıĢiĢleri Bakanı Averoff, Anayasaya, Türkiye ve Yunanistan'ın izni alınmadan, Kıbrıs'ın herhangi bir ittifak anlaĢması yaP17 pamayacağı maddesinin yazılmasını teklif etmiĢtir. 217 Enosis Çemberinden Kıbrıs Cumhuriyeti'ne-Bugünlere Gelmek Kolay Ofmadı-3/Ahmet C, Gazioğlu- sf 14 288 11-12 ġubat 1959'da Londra ve Zürih AntlaĢmalarının görüĢülmesi sırasında, bizzat Yunan DıĢiĢleri Bakanı Averoff, "Kıbrıs'ın iki Anavatanın birlikte üye olmadığı siyasi ve ekonomik birliklere üye olamayacağı" ilkesi üzerinde durmuĢ ve Ġki Anavatan arasında Lozan ve Kıbrıs'ta kurulan dengelerin korunması açısından bunun Ģart olduğunu belirtmiĢtir Bu toplantıya katılan ingiliz Devlet Bakanı Lord Perth'Ġn, Kıbrıs'ın dıĢ politikası ve veto hakkı ile ilgili ayrıntılı bilgi istemesi üzerine Averoff, "Teorik olarak Kıbrıs Cumhuriyeîi'nin dıĢ politikası serbest olacaktır. Fakat uygulamada veto mekanizması iĢleyecek ve bu politikanın ancak Türkiye ve Yunanistan'la anlaĢarak belirleneceği ve uygulanacağı böylece güvence altına alınacaktır." der. Yine Londra'da yapılan ikinci toplantıda, ingiliz Devlet Bakam Perth'Ġn bir sorusu üzerine, Yunan DıĢiĢleri Bakanı Averoff, Türkiye ve Yunanistan'a, Kıbrıs karĢısında ayrıcalıklı fakat eĢit düzeyde ekonomik haklar tanınmasının nedenini Ģöyle 218 izah eder: "Bundan amaç, üç ülke (Türkiye Cumhuriyeti, ingiltere, Yunanistan) dıĢındaki diğer ülkelerle Kıbrıs'ın daha elveriĢli ikili anlaĢmalar yapmasını, ayrıca Türkiye veya Yunanistan'ın Kıbrıs'ta diğerinden daha avantajlı ekonomik durumlar elde etmesini, örneğin, Yunanistan'ın bir nevi ekonomik enosisi gerçekleĢtirmesini önlemektir." iĢte bu uluslararası anlaĢmalar kapsamında olaya bakıldığında, 219 ortaya Ģu tablo çıkmaktadır: Rum Yönetimi 1960 AnlaĢmaları ile Kıbrıs Anayasasının öngördüğü meĢru bir idare değildir. Tüm adayı temsil edemeyeceği gibi Türk Halkı adına da konuĢma hak ve yetkisi bulunmamaktadır. Bu sebeple tüm Kıbrıs adına, AB'ye tam üyelik baĢvurusu yapma hakkı da yoktur. Eğer Kıbrıs Anayasası geçerli Kabul edilecekse, o zaman Anayasa gereği, Türk tarafının da onayının ve otomatik veto hakkının kabul edilmesi gerekmektedir. Çünkü Garanti AntlaĢmaları Rum tarafının, Ġki Anavatanın birlikte üye olmadığı herhangi bir siyasi ve ekonomik birliğe 218 Avrupa Birliği Kiskacmda Kıbrıs Meselesi/Editörler: irfan Kaya ÜLGER-Ertan EFEGlL-Ahmet C. Gazıoğlu-Kıbrıs'ın AB Üyeliği, Enosis Ha yalleri ve Gerçekler sf.80-81 219 www,kibris.gen.tur/tuckce/sorular/soru080 html 289 üyeliğini engellemektedir. Kıbrıs Anayasasının 50. maddesi de bu konuda Türk tarafına veto hakkı tanımaktadır Öte yandan 19 Mayıs 1979'da DenkîaĢ-Kiprıyanu arasındaki zirve anlaĢmasının 8,maddesınde, "Cumhuriyetin bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve bağlantısızlığı, baĢka herhangi bir devletle tamamen veya kısmen birleĢmeye karĢı herhangi bir biçimde taksime ya da Ġlhaka karĢı yeterli güvenceye kavuĢturulmalıdır." denilmiĢtir. BM Güvenlik Konseyi'nin 649: 716. 750. 774, 939 sayılı kararlarında da, "....bir çözüm, bir baĢka ülke ile kısmen ya da bütün olarak birleĢme veya taksim ve ayrılmanın herhangi bir Ģeklini Ġçermez." hükmü yer almaktadır. BM Güvenlik Konseyi'nin müzakerelere zemin olarak onayladığı Fikirler DĠzisi'nde ise . "Federal Cumhuriyetin AET'ye üyeliği ile ilgili konular müzakere edilecek, üzerinde anlaĢmaya varılacak ve ıkı toplumun onayı için ayrı ayrı referanduma sunulacaktır" kararı alınmıĢtır. Ġigiii tüm taraflar, uluslararası antlaĢmaların geçerliliğini kabul ettiğine göre. hukuk ve hukukun üstünlüğüne saygı. Rum kesiminin baĢvurusunun geçersiz Ġlan edilmesini gerektirmektedir. Rum kesiminin AB'ye adaylık baĢvurusunun uluslararası hukuka aykırı oiduğunu savunan ünlü ingiliz Hukukçu Prof. Dr. Mendelson, 2001 yılı sonunda verdiği mütalaasında, bu topluluk Ġle doğrudan veya dolaylı tüm faaliyetlerin 220 yasak olduğunu belirtmektedir. AB'nin, Rum Kesimi ile ticari anlaĢma yapması da bu kapsamda değerlendirilmektedir. Prof. Dr. Mendelson, "Garanti AntlaĢması sadece bu birliği yasaklamakla kalmıyor, aynı zamanda bu tür bir birliğe yol açabilecek doğrudan ve dolaylı tüm faaliyetleri de yasak kapsamında mütalaa ediyor." tespitinde bulunmuĢtur. AB Ġse daha AET olduğu dönemde, 1972 yılında yasadıĢı "Kıbrıs Cumhuriyeti" iie bir Ortaklık AnlaĢması imzalamıĢ ve yine bilindiği gibi Rum yönetiminin 3 Temmuz 1990 tarihinde tüm Kıbrıs adına yaptığı tam üyelik baĢvurusunu kabul etmiĢtir. Ġngiliz hukukçu Profesör MaurĠce H. Mendelson OC'nın, Güney Kıbrıs Rum YÖnetimi'nin AB'ye katılım baĢvurusuyla ilgili mütalaası, BM Genel Kurul ve Güventık Konseyi belgesi olarak da yayımlanmıĢtır. 220 www mfa.gov tr/turkce/grupa/aj/28.htm 290 Profesör Mendelson 12 Eyiü! 2001 tarihli bu çalıĢmasında öncelikle 1997 yılında aynı konuda hazırlamıĢ olduğu raporundaki hususları, özellikle Rurn kesiminin iieri sürdüğü karĢı görüĢler sĢığında yeniden değerlendirmiĢtır.(EK-6) Prof. Mendelson'u n bu son mütalaasında, GKRY'nin AB'ye üyeliği konusunda vardığı baĢlıca sonuçiar Ģu noktalarda toplanmaktadır. - GKRY'nin AB'ye katılım baĢvurusu, 1960 Garanti AntlaĢması'nın. Kıbrıs'ın herhangi bir üîke ile tamamen veya kısmen ve Türkiye île Yunanistan'ın birlikte üye olmadıkları siyasi ve ekonomik bir liklere katılımını yasaklayan açık hükmüne aykırıdır. Böyle bir baĢvuru, Garanti AntlaĢması'nın ve 1960 AntlaĢmalarıyla Kıbrıs adasında kurulan hukuki ve siyasi düzenlemelerin ve bunların içerdiği uluslararası yü kümlülüklerin ihlalini oluĢturmaktadır. - Kıbrıs'ın bağımsızlığını garanti eden Garantör Ülkelerin de. yasaklanan böyle bir birliğin gerçekleĢmesini doğrudan veya dolaylı Ģe kilde sağlamayı amaçlayan faaliyetleri önleme yükümlülüğü bu lunmaktadır. Bu nedenle ingiltere ve Yunanistan'ın bu yöndeki çabaları önlemeleri bu ahdi yükümlülüklerinin bir gereğidir. - AB'ye üye diğer ülkeler de, bu hukuk dıĢı müracaatın en gellenmesi hususunda sorumluluk taĢımaktadırlar. - Kıbrıs'ta iki tarafı temsil eden meĢru birotorite yoktur. KKTC'nin onayını vermediği ve tüm ada adına yapılan bu müracaat hukuken ge çersizdir, Prof. Mendelson'un bu mütalaası. Türkiye'nin bu konuda bugüne kadar ısrarla savunduğu tezlerin geçerliliğini ve haklılığını teyid etmiĢtir. Bir diğer Ġngiliz Profesör Clernent H. Dodd da, "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin AB'ye kabui edilmesinin 1960 Garanti AnlaĢması'nm 1. maddesine göre 9?1 Ģüpheli olduğunu belirtmiĢtir Dodd, bu maddeye karĢılık, AB'nin bir devlet olmadığı savunmasının yapıldığını bildirse de, AB yoluyla Yunanistan'ın bir enosis gerçekleĢtirebileceği iddiasına da hatırlatma gereğini duymuĢtur. Ancak bu gerçekleri, ne Rum kesimi, ne AB ve ne de BirleĢmiĢ Milletler görmek istemektedir. Yukarıda izah edilen uluslararası anî221 Kıbrıs Meselesi - Güncel Bir BakıĢ / sf 25 291 (aĢmaların Ġmzalanması aĢamasında dile getirilen tüm kaygıların ve alınan tedbirlerin ne kadar haklı ve doğru olduğu görülmektedir. Üstelik de bu tedbirleri Ada'nın Türkiye'ye daha yakın olması sebebiyle Yunan tarafı gündeme getirmiĢtir. Daha 1959 yılında tedbir alınma ihtiyacı duyulan "ekonomik enosis", hukukun tanınmaması sayesinde yaklaĢık 30 yıl sonra Yunanistan değil ama AB üzerinden gerçekleĢmiĢ, sıra yine AB üzerinden "siyasi enosis"e gelmiĢtir. AB, hukuku da, hukukçuları da dinlememe kararlılığındadır. Nitekim Rum kesimi ile üyelik müzakerelerinin baĢlatılması kararı kesinleĢtiğinde Türkiye, mektup diplomasisine baĢvurur. DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem, Temmuz 1997'da Dönem BaĢkanı Lüksemburg DıĢiĢleri Bakanı Jacques Poos'a bir mektup gönderir. Mektubunda, AB'nin kararını eleĢtiren Cem, bu kararın 'Kıbrıs sorununun çözümü için BM tarafından baĢlatılan giriĢimleri torpillediğini" bildirir. Cem'i sert bir dille cevaplandıran AB Dönem BaĢkanı Poos, "Kıbrıs'ın AB üyeliğiyle ilgili müzakerelerin baĢlaması, sorunun çözümü yönünde olumlu bîr adımdır... Ne yazık ki, AB, Türkiye'nin bu konudaki görüĢlerini benimsemiyor ve Kıbrıs devletinin AB'ye yaptığı baĢvuruyu uluslararası anlaĢmalara uygun bufuyor." diyerek, hukuk tanımazlığın sürdürüleceği mesajını verir. GEÇMĠġTE ĠMZALANAN ANLAġMALAR Oysa bugün görmezden gelinen uluslararası hukuk kuralları geçmiĢte dikkate alınmıĢ ve Kıbrıs'ın bazı birlik ve kuruluĢlara üyeliği bu esaslara göre gerçekleĢmiĢtir. Örneklersek; Commonwealth Üyeliği: Ocak 1960'da Londra'da toplanan ikinci Kıbrıs Konferansını takip eden günlerde, seçilmiĢ Kıbrıs CumhurbaĢkanı ile, seçilmiĢ CumhurbaĢkanı Yardımcısı ve ingiliz Hükümeti arasında, Ġki Anavatanın da bilgisi dahilinde, özel surette varılan bir anlaĢmayla gerçekleĢmiĢtir. Bu anlaĢmaya ait resmi bildiri, ilgili üç tarafın onayı Ġle 20 Ocak 1960 tarihinde yayınlanmıĢtır. Bildiride, müracaat kararının, Cumhuriyetin ilanından sonra oluĢacak iki toplumlu mecliste onaylanması gerektiği belirtilmiĢtir. O dönemde Londra Ortak KomĠtesi'ndeki Türk Temsilci olan Osman Örek, Rum tarafının sadece Bakanlar Kurulu onayı üzerinde ısrar ettiğini, Türk tarafının ise Meclis onayı üzerinde dur - 292 düğünü ve ingiltere'nin de "ileride hukuki geçerlilik açısından herhangi bir Ģüpheye yer vermemek için" Türk tarafının tutumunu destekleyerek, onayın iki toplumlu Meclisle yapılmasında ısrar ettiğini ve anlaĢmanın da bu Ģekilde yapıldığını belirtmiĢtir. Osman Örek hatta, iki toplumlu Mecüs onayı ile de yetinilmedığini, Meclis onayından sonra, 1961 yılında Commonwealîh'ın ilk Devlet BaĢkanları toplantısına Rum DıĢiĢleri Bakanı iie birlikte Savunma Bakanı olarak kendisinin de katılmasını Makarios'un kabul etmek zorunda kaldığını kaydetmiĢtir. Dolayısı ile Commonwealth üyeliğinde, hem iki toplumun ve hem de Anavatanların onayı alınmıĢtır. BM Üyeliği: Kıbrıs'ın BM üyeliği de Ġki Toplum temsilcilerinin onayı ile gerçekleĢmiĢ ve 1960 yılındaki üyeliğe kabul töreninde, Ragıp Malyalı, Kıbrıs'ın BM Daimi Temsilcisi Rossides'in yardımcısı olarak ve iki toplumlu bir heyetle Genel Kurul'a katılmıĢtır. Türk tarafı, Rum yönetiminin "tüm Kıbrıs adına" bazı uluslararası kuruluĢlara müracaatına 1 dahi, anında tepki göstermiĢ ve müracaatların, tüm Kıbrıs ! bağlamadığını bildirmiĢtir. Örneğin, 1971 'de Rum tarafının, tüm Kıbrıs adına Uluslararası Telekomünikasyon Birliği'ne katılımının tüm Kıbrıs'ı bağlamadığı, CumhurbaĢkanı Yardımcısının 59/64/2 sayılı ve 18 Ağustos 1971 tarihli mektubu ile; 1972 yılında, Avrupa Konseyi'nin Sosyal Güvenlik AnlaĢması protokollerini tüm Kıbrıs adına imzalamaları, yine CumhurbaĢkanı Yardımcısı'nın 11/64/3 sayılı ve 22 Mayıs 1972 tarihli mektubu ile protesto edilmiĢ ve 1960 Anayasası çerçevesinde Rum Temsilci Modinos'un tüm Kıbrıs'ı bağlayıcı imza atamayacağı, Konsey Genel Sekreteri Toncic Sorinj 'e hatırlatılmıĢtır. CumhurbaĢkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük, Rusya ile "Kıbrıs" arasında Ġmzalanan Havacılık AnlaĢmasını da 19 ġubat 1964 tarihinde veto etmiĢ, ancak Makarios Anayasa hükümlerini çiğneyerek, tek taraflı uygulamaya geçmiĢtir. Yine, 23 Mart 1964 tarihinde Kolombo'da gerçekleĢen Bloksuz Ülkeler Konferansına katılım, CumhurbaĢkanı Yardımcısı Dr. Küçük'ün, 19 Mart 1964 tarihli bir mektubu ile veto görmüĢtür. Avrupa Konseyi Üyeliği: Kıbrıs, 24 Mayıs 1961 tarihinde Avrupa Konseyi'ne 16. üye olarak kabul edilmiĢtir. Bu üyelik de iki toplumun onayı ile gerçekleĢmiĢ ve Kıbrıs'ın, Avrupa Konseyi DanıĢma Mec- 293 lisi'nde biri Türk. Ġkisi Rum olmak üzere 3 üye ile temsil edilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Ne yazık ki. 1963 sonlarında Kıbrıs Türk toplumuna karĢı baĢlatılan etnik temizlik saldırıları sonucu iki toplumun ortaklığına dayalı yasal Kıbrıs Cumhuriyeti ortadan kalktığı halde. Rum kesimi hem BM'de, hem Commonvvealth, hem de Avrupa Konseyi'nde temsil hakkından tek baĢına yararlanmayı sürdürmüĢ, Türkler ise bu tür uluslararası kuruluĢlardan, uluslararası hukuka aykırı olarak dıĢlanmıĢlar, ilgili kuruluĢlar da buna destek vermiĢtir. Bu gerçekler, Rum yönelimi ile AB yetkililerinin, KKTC'ye, "geçmiĢte benzer anlaĢmalara tepki göstermediniz. Rum tarafı, tüm Kıbrıs adına AB'ye tam üye olabilir. GeçmiĢte örnekleri vardır" Ģeklindeki yaklaĢımının doğru olmadığını, bu iddianın her türlü hukuki ve siyasi dayanaktan da yoksun bulunduğunu ortaya koymaktadır. RUM BAġVURUSU VE KKTC'NĠN ĠTĠRAZI Bu gerçekleri dikkate almayan Avrupa ve Rum yönetimi, hukuku çiğneyerek, tüm itirazlara rağmen 19 Aralık 1972'de Kıbrıs-AET Ortaklık AnlaĢmasını imzalamıĢtır Türk Toplumunun itirazlarını önlemek için anlaĢmanın 5. maddesinde "AET'nin adadaki Ġki Toplum arasında hiçbir ayırım yapmayacağı" Ġfade edilmiĢti. Ambargo ile ilgili bölümde de aktardığımız gibi bugün AB, kendi koyduğu bu maddeyi çiğneyerek, tek muhatap olarak Rum toplumunu almaktadır. ĠĢte Rum yönetimini cesaretlendiren de bu olmuĢ ve 3 Temmuz 1990' da, yine tüm Ġtiraflara rağmen, tüm Kıbrıs adına AB'ye tam üyelik baĢvurusunu yapmıĢ, AB de bunu kabul etmiĢtir. KKTC, Rum tarafının 3 Temmuz 1990 tarihinde yaptığı tam üyelik baĢvurusuna, 12 Temmuz 1990 tarihli bir mektupla AB Bakanlar Konseyi nezdinde itiraz eder. Ġtiraz mektubunda, uluslararası antlaĢmalar, Kıbrıs'ın iki toplumlu bir ada oiduğu, Rum kesiminin "Kıbrıs Cumhuriyeti" unvanını gaspetîiğı ve Kıbrıs'ın tümünü temsil etme edemeyeceği, bölünmüĢ bir adanın AB'ye(o dönemde AT) üyeliğine imkan bulunmadığı, geçmiĢte yaĢananlar, Kıbrıs Türk halkının haklarının elinden alınması, enosis amaçlan uzun uzun anlatılır ve baĢvurunun hukuken geçersizliği ortaya konulur. 294 Mektupta, Kıbrıs'ın Ġki toplumlu yapısının daha Kıbrıs bağımsızlığını kazanmaya çalıĢtığı dönemde, ingiliz hükümeti tarafından da tescil edildiği hatırlatılır Ġngiliz Sömürgeler Bakanı Lennox Boyd'un, 19 Araîık 1956'da, "Kraliçe'nin hükümetinin amacı, Kıbrıs'ın özel durumunu dikkate alarak, her hangi bir self-determinasyon hakkı kullanılacağında, Kıbrıs Türk toplumunun da. Kıbrıs Rum toplumuna tanınan tüm, (daha az değil) haklara sahip oiarak. kendi geleceğine özgürce karar vermesini garantilemektir." demiĢtir. Kısacası Kraliçenin hükümeti, iki toplumlu bir adada Taksimi de seif-deîerminasyon hakkının nihai seçenekleri arasında saymıĢ, bu görüĢ BaĢbakan Macmillan tarafından 26 Haziran 1958'de onaylanmıĢtır. Cenevre'de imzalanan 30 Temmuz 1974 deklarasyonu iie de Yunanistan, Türkiye ve ingiltere DıĢiĢleri Bakanları, toplumlar arasında yönetim ve toprak ayrılığı olduğunu ve adada iki otonom idare bulunduğunu kabullenmiĢtir. Mektupta, bu durumun, ortaklık devletinin ve yönetimin parçalanması nedeni ile Mart 1964'de her iki tarafın onayı ile adaya gelen BM BarıĢ Gücü'nün, adayı bölen yeĢil hattı muhafaza etmesiyle onaylandığı vurgulanmıĢtır. Kiraz mektubunda. KKTC'nin, AB üyeliğine karĢı olmadığı ancak "eĢit iki taraf arasında özgürce tartıĢılıp ulaĢılan, hukuki ve kalıcı bir anlaĢmadan doğacak, iki toplumun statüsünü ve rolünü doğru bir Ģekilde temsil eden bir Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulmasından" sonra, AB üyeliğinin en az Rumlar kadar Ġsteneceği vurgulanır. KKTC, bu mektubu, bir de bildiri ile tamamlar. Bildiride, 19 ġubat 1959 tarihinde Londra ve Zürih. AnlaĢmalarının imzalandığı Londra Konferansının hazrriık toplantısının notlarına yer verilerek, (Bu notlar ingiliz Hükümetinin 30 yıî açılmama kanununa göre ancak yakın zamanda açıklanmıĢtır) ilgili taraflar Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum toplumlarının, Kıbrıs'ta kurulacak ortaklık Cumhuriyetinde, siyasi eĢitliğe sahip olacağı yönündeki karar hatırlatılır. Öte yandan ingiliz arĢivlerindeki notlara atıfta bulunularak, Prof. Dodd'un ĠĢaret ettiği, "AB'nın bir devlet olmadığı" savunmasına bir anlamda cevap verilir Belgelere göre, 1960 Garanti AnlaĢmasının 2'incı paragrafının 1'incı maddesinin açık ifadesi ile, "diğer Ģeyler yanında" Kıbrıs Cumhuriyetinin "bütünü veya kısmı olarak herhangi bir politik veya ekonomik birliğe veya herhangi bir devlete katılmasını yasaklamaktadır." denildiği anlatılır. Ġngiliz 295 arĢivlerindeki belgelerden atman notlarla, 1960 AnlaĢmasında tarafların, Kıbrıs'ın baĢka bir ülke ile herhangi bir ekonomik birlik ihtimalini ortadan kaldırdığı, hem Yunan DıĢiĢleri Bakanı Averoff, hem de Türk DıĢiĢleri Bakanı Zorlu'nun bu noktayı vurguladığı ispatlanır. Türkiye-AB iliĢkisinde Kıbrıs sorunu ile doğrudan bağlantı kurulması, 1995 yılındaki Gümrük Birliği anlaĢması ile olur. Besince bölümde detaylı olarak anlatıldığı gibi, AB-Türkiye arasındaki gümrük birliği anlaĢmasına veto tehdidinde bulunan Yunanistan, Rum kesimi ile üyelik müzakerelerine baĢlanmasını ister ve bunu kabul ettirir. ĠĢte o günlerde dönemin DıĢiĢleri Bakanı Murat Karayalçın'ın sözlü itirazının ardından, 28 Aralık 1995'te iki ülke CumhurbaĢkanlarınca Türkiye ve KKTC'nin resmi tutumunu deklare eden bir ortak bildiri yayınlanır. Daha sonra buna dayanılarak yine iki üfke cumhurbaĢkanları tarafından 20 222 Ocak 1997'de ikinci bir deklarasyonla özetle Ģu cörüĢler dile getirilir. Bir çözüm olsa dahi, Kıbrıs Türkiye'den Öme AB'ye giremez. Zira bu, Türkiye ile Yunanistan arasındaki hassas dengeyi bozacaktır. Türkiye, 1960 antlaĢmaları ve bundan doğan haklarını mahfuz tutmaktadır. Ġçinde Yunanistan'ın bulunduğu AB, Kıbrıs soncumun çözüm yeri değildir. Çözüm BM Genel Sekreterî'nin iyi niyet misyonu çerçevesinde bulunacaktır. Buna rağmen Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin AB üyeliği ileri götürülürse, Türkiye de KKTC Ġle benzeri bir bütünleĢmeye gitmek durumunda kalacaktır. BM NE YAPIYOR? Türkiye, Kıbrıs sorununu BM Genel Sekreteri'nin Ġyi niyei çerçevesinde ele alınmasını savunduğuna göre, bu tarihlerde BM, neler yapmaktadır, kısaca buna göz atmak istiyoruz. BM Genel Sekreteri'nin 28 Haziran 1994 tarihinde sunduğu Güven Arttırıcı Önlemler kapsamında DenktaĢ ve Klerides arasında resmi olmayan görüĢmeler baĢiar. BM'in önerdiği Güven Arttırıcı Önlemler paketi yaklaĢık bir yit görüĢülür ve kapsamlı bir çözüm için Ġki taraf arasındaki derin güvensizliğin 222 Egemenlik,Avrupa Birliği ve KKTC/KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Bakanlığı,Tanıtma Dairesi- sf.69-72 296 giderilmesinin ifk adımı olarak değerlendirilir. Resmi olmayan görüĢmeler sırasında Klerides, Güven Arttırıcı Önlemler Paketi veya kapsamlı bir anlaĢma olsun olmasın, Kıbrıs'ın AB'ye üyeliğini ilerdeki görüĢmeler için Ön Ģart koĢar Klerides BM Genel Sekreterimin ortaya koyduğu gündemi de küçümseyerek, getirilen önlemleri tartıĢmayı bile reddeder. Kıbrıs Türk tarafı Ġse, BM Genel Sekreteri'nin 1992 tarihli teklifini kabul eder. Buna göre, Kıbrıs'ın AB üyeliği, iki toplum tarafından kuruiacak, iki toplumiu-ıki bölgeli iĢleyebilir Federal bîr Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra düĢünülecekti. Ancak AB'nĠn, Kıbrıs Rum tarafının, tüm ada adına sözde "meĢru Kıbrıs Hükümeti" olarak yapmıĢ olduğu tek taraflı ve gayri resmi baĢvuruyu geçerli sayması, uluslararası anlaĢmalardaki hükümlerin yanısıra, BM'nin tekliflerini de geçersiz kılar. BM'nin yanısıra ingiltere ve ABD de, "bölünmüĢ bir Kıbrıs'ın" AB'ye üyeliğine karĢı çıkan Türkleri ikna etmeye çalıĢır, ingilizler 1960 Garanti AnlaĢmasına göre, AB üyeliğinin Garantör güçlerin (Türkiye, Yunanistan, ingiltere) hak ve yetkilerini etkilemeyeceğini savunurken, ABD BaĢkanının temsilcisi Richard Beattie, 9 Mart 1995'deki açıklamasında, "Amerika iki toplumu da kapsayan Federal bir Kıbrıs'ın AB'ye üyeliğini destekliyor." diyordu. BirleĢmiĢ Milletler Kıbrıs Özel temsilci yardımcısı Gustave Feissel ise 12 Mart 1995'da "Kıbrıs'ın AB üyeliği Türkiye'nin garantisini ve adanın iki-kesimli karakterini zayıflatmaz" açıklamasını yapıyordu. Bu değerlendirmelerden hemen sonra Kıbrıs Rum Yönetimi Sözcüsü KassoulĠdes, "BaĢvuru Kıbrıs Hükümeti tarafından, tüm Kıbrıs adına yapıldı. Hükümet öyle inanıyor ki, Kıbrıs'ın AB üyeliği garantileri önemli ölçüde değiĢtirecektir..." iddiasında bulunuyor, birkaç gün sonra da "Bizim açımızdan konu açıktır. KeĢke Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs'ın (giriĢ görüĢmelerinde) meĢru Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından temsil edildiğini kabul etseler. Bu kabul, Kıbrıs sorununun erken çözüleceği anlamına OpT gelirdi..." diyordu. Yunanistan DıĢiĢleri Bakanlığı Avrupa iĢleri MüsteĢarı, Yorgos MangakĠs ise, Kıbrıs Rum gazetesi Agon'a Ģunları söylüyordu: 223 Cyprus Mail, 14 Mart, 1995 297 ". ġimdi Avrupa Birliği etkili bir duruma geldi ġu anda AB, BM'nin rakibi halindedir. AB'nin devreye girmesiyle, Kıbrıs Sorunu (mezardan} çıktı ve bundan sonra yalnız değildir. AB üyelik diyalogunun baĢlaması ile Kıbrıs Avrupa ailesinin bir üyesi olma noktasına geldi. ġu anda Kıbrıs. Avrupa'nın bir parçasıdır. Türkiye zor bir duruma düĢtü. Kıbrıs'ın AB üyelik sürecine giriĢi Türkleri, korkutucu bir boyutta rahatsız ediyor... Bundan böyle Kıbrıs gemisi takılmıĢ olduğu kayalardan kurtuldu ve yoluna devam ediyor. Bugünkü Kıbrıs, Mart'tan önceki Kıbrıs değildir. Bugün Kıbrıs'ın baĢka bir uluslararası statüsü vardır. Bugün Kıbrıs, Dünyadaki uluslararası organizasyonlar arasında en büyüklerinden biri olan AB'nin koruması altındadır Çünkü Kıbrıs, bu organizasyonun organik bir unsuru olmuĢtur. Türklerin açgözlülükleri ve tehditleri artık geçerli değiidir. Bundan dolayı Türkler ümitsiz bir durumdadır." Girit'i Avrupa devletleri eliyle teslim aidıktan sonra, kendi açgözlülükleri yüzünden "Kıbrıs gemisini" kana bulamaktan çekinmeyen, Ģimdi de Kıbrıs'ı AB'nin koruması altına alma iddiasıyla aynı yolu izledikleri halde, Türkleri açgözlülükle suçlayanlar daha Pontus ve istanbul(ConstantĠnopol) planlarını sırada bekletenlerdir. Rum ve Yunan tarafının öncelikli stratejik amacı Ģimdilik, AB üyeliğidir. Bunu istemektedirler çünkü böylece; - Garanti AntlaĢmasını yok edeceklerini,(Akritas Plam'nın ana hedefü) - Kıbrıs'taki Ġki kesimliliği, yetki dağılımını ve siyasi eĢitliği or tadan kaldıracaklarını, - iki kesimlilikten etkilenen tüm Kıbrıslı Rumların evlerine dön melerini sağlayacaklarını ve sonuçta da, Kıbrıs'ta "Helenizmin zaferini" elde edeceklerini düĢünmektedirler. Rum kesimine ve Yunanistan'a bu cesareti veren de, 6 Mart 1995 tarihli Avrupa Konseyi karan ve sonraki geliĢmelerdir. AB'nin iuturnu. Rumları daha da uzlaĢmaz yapmıĢ Klerides, tüm dünyaya "Kıbrıs'ın bir Yunan adası olduğunu" duyurmuĢ ve "Yunan Kıbns"ın AB üyeliğini hiçbir Ģeyin engellemeyeceğini söylemiĢtir. Oysa AB baĢta olmak üzere tüm ilgililer, Kıbrıs'ın AB üyeliğinin sorunun çözümünü kolaylaĢtıracağı iddiasındaydı. Bunun doğru olmadığı ortadadır. Nitekim ingiliz Prof. Dodd, AB'nin Rum kesimi ile mü- 298 zakereieri baĢlatma kararından sonra Ģu değerlendirme ve uyarıyı yapmıĢtır. "Burada önemli olan nokta Kıbrıs Cumnuriyetı'nsn, herhangi bir anlaĢma sağlanmadan AB'ye kabul edilip, edilmeyeceğidir. Eğer Kıbrıslı Rumlar bunun olabileceğine inanırlarsa, uzlaĢmaz bir tutum takınmak için daha da cesaret alacaklardır. KKTC ve Türkiye'nin taviz vermeleri için üzerinde çok büyük baskılar olduğunu düĢüneceklerdir. Kıbrıslı Türkler. Kıbrıslı Rumlarla ancak eĢit Ģartlar altında iĢbirliği yapmak konusunda çok kararlıdırlar. Aksı takdirde, büyük ölçüde desteklenen (Türkiye'nin bir parçası haline gelme) fikri tek çareleri olacaktır. Ksbrıs problemini, çözümsüz bir Ģekilde AB'ye taĢıma çabaları açıkça ortadadır. Uluslararası diplomasinin vazifesi, kesin olarak iki tarafın da uzlaĢmaz bir tavır takınmasını önlemek olmalıdır. Güney'deki üsler ve diğer tesisler hakkında çok hassas olan herhangi bir Ġngiliz hükümetinin, olaya adil bir çözüm getirmede öncülük etmesi çok kesinlik kazanmamıĢtır." 1995'ten sonraki geliĢmeler Prof. Dodd'un öngörülerini doğrulamıĢ ve sorun AB eliyle neredeyse içinden çıkılmaz hale getirilmiĢtir. Rum kesimi sırtını AB'ye dayarken, hem DenktaĢ ve hem de Türkiye üzerindeki baskılar artmıĢtır. RUM TARAFININ NĠHAĠ HEDEFĠ Rum kesiminin AB'ye üyelik çabalarının amacının ekonomik değil, siyasi olduğunu söylemiĢtik. Çünkü buraya kadar oian tüm bilgi ve 225 belgelerde de görüleceği gibi Rum tarafının nihai hedefi; - Türkiye'yi, AB üyesi bir ülke toprağını "iĢgal" eden ülke du rumuna düĢürerek, AB ile karĢı karĢıya getirmek, hatta çatıĢtırmak. Rum tarafı bu nedenle "Almanya örneğine" sarılmakta ve Batı Almanya gibi önce Güney Kıbrıs'ın tam üyeliğe alınmasını, sonra AB'nin, Türkiye' ye baskısı ile Kuzey' in de Güney' e iltihakını sağlamak istemektedir. - AB' ye tarn üye olarak, Yunanistan' la birlikte Türkiye' ye karĢı 224 225 Kıbrıs Meselesi.Güncel Bir BakıĢ- Sf 25 www kıbns gen tr/turkce/sorular 299 iki oya sahip olmak ve AB'yi kendi çıkarları doğrultusunda daha fazla etkileme imkanı elde etmek. - Gayrı meĢru statüsünü meĢru bir zeminde pekiĢtirmek, iĢ galinde tuttuğu "Kıbrıs hükümeti ve devleti" etiketini güçlendirmek. - AB ilkeleri temelinde bir çözüm iddiasıyla, 3 özgürlükler ko nusunda AB desteğini elde etmek ve iki kesimlilik Ġlkesini ortadan kal dırarak, 1974 öncesine dönüĢü sağlamak. - AB'ye, "tüm Kıbrıs'ın meĢru hükümeti" sıfatı ile tam üye ola caklarından, Batı Trakya örneğinde olduğu gibi Türk Halkını otomatik olarak "Kıbrıs devletinin içinde bir Azınlık" statüsüne düĢürmek ve eĢitlik ilkesini yok etmek. - AB'den alacağı yardımlarla ekonomisini daha da güçlendirerken, ambargoların da yardımıyla KKTC ekonomisini daha ağır bir baskı altına almak ve Güney Kıbrıs'ı bir çekim ve cazibe merkezi haline getirerek Türk kesimini içten çökertmek. - En önemlisi de, Garanti ve Ġttifak AntlaĢmaları'nı fiilen geçersiz hale getirerek, Lozan'da Türkiye ve Yunanistan arasında kurulan ve 1960 AnlaĢmaları ĠJe Kıbrıs'a da yansıtılan dengeleri Yunanistan lehine bozmak, Türk Halkını korumasız bırakmak. Türkiye'ye karĢı stratejik üstünlük elde etmek. - Yunanistan'la dolaylı ENOSlS'i gerçekleĢtirerek, 1791 yılında çizilen ilk "Megalo Idea" haritasında gösterilen hedefler çerçevesinde, 200 ytldır sürdürdükten ENOSfS mücadelesini zaferle sonuçlandırmak. - Yunanistan'ı Doğu Akdeniz'e kadar getirerek, Türkiye'nin Güney sahillerini, kuĢatmak ve ülkeyi bir Orta Doğu ülkesi haline ge tirerek, petrol bölgelerinde etkili bir güç yapmak. Nitekim Rum yönetimi BaĢkanı Klerides, özellikle Garanti AntlaĢması konusunda, gerçek niyetlerini ortaya koymaktan çekinmemiĢtir, iĢte bazı örnekler: "2-3 yıl içinde AB'ye üye olmamız halinde, Türkiye'nin AB'ye üye bir ülkeye müdahale etmesi, aklın alamayacağı bir hareket olacaktır." (Rleleftheros- 25.4.1994) "AB'ye girmemiz durumunda, anayasal konularda, Kıbrıslı Türklerin ileri sürdükleri birçok konuda, Rum tarafının eiine kozlar geçecektir." (Agon-25.7.1994) 300 "Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne girmesi, Türkiye'nin Garanti AntlaĢmasından kaynaklanan tek yanlı müdahale hakkını ortadan kaldıracaktır..." (Agon- 18.7.1995) Aynı dönemde, bazı Rum gazetelerinde konuyla ilgili yayınlanan P2B yorumlardan bazıları da Ģöyledir: "Kıbrıs'ın AB'ye kabulünden sonra, Türkiye AB üyesi bir ülkenin toprağını iĢgal altında tutan bir ülke durumuna düĢecek," (Simerini23.1.1995) "Kıbrıs'ın ĠĢgalden kurtulması ancak AB'ye tam üyelikle mümkündür." (Simerini-5.8.1994) "Bizim istediğimiz Kıbrıs, Türk askerlerinden ve sömürgecilerinden ve Türkiye'nin sahip bulunduğunu iddia ettiği tek yanlı müdahale haklarından arınmıĢ bir Kıbrıs'tır." (Fileleftheros-1.12.1994) Tüm bunlara, Yunan asıllı bir bilim adamı olan ABD ConnectĠcut Üniversitesi Uluslararası iliĢkiler Bölümü Profesörü Chris Vassilopulos, 227 2002'de adeta cevap verir: "GKRY'nin AB'ye tam üye olarak kabul edilmesi Kıbrıs Türk tarafının razı olabileceği adaletli bir çözümü hemen hemen imkansız hale getirecektir. Bu durumda Türkiye KKTC'yi terk etmek ya da Ġlhak etmek tercihleriyle karĢı karĢıya gelebilecektir." AB KENDĠ ANAYASASINI ÇĠĞNĠYOR KKTC CumhurbaĢkanı ile 19 Mayıs 1995'de görüĢen Fransa DıĢiĢleri Bakanlığı MüsteĢarı Claude Martin BaĢkanlığındaki heyet, "Garanti AntlaĢması zaman aĢımına uğramıĢ ve çağdıĢı kalmıĢtır. Bunların geniĢletilerek daha güncel hale gelmesi gerekir" diyebilmiĢtir. Bu da, Rum kesiminin asılsız iddialarına verilen desteği, buna karĢılık Türk tarafının, kaç cephede birden savaĢması gerektiğini göstermektedir. Sorunun kilitlenmesine ne yazık ki, her fırsatta hak,hukuk,adalet ve insan haklarına, hukukun üstünlüğüne büyük önem verdiğini iddia eden ancak Kıbrıs konusunda affedilemez, derin bir çeliĢki örneği sergileyen AB sebep olmuĢtur. Çünkü, tüm uluslararası anlaĢmalara rağ226 Egemenlik, Avrupa Birliği ve KKTC-KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Bakaniığı-sf 39 227 Cumhuriyet Gazetesı-16 5 2002 301 men AB'ye göre. Rumlar Kıbrıs'ın bütününün hükümetidir. Bunu Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına dayandıran AB, aynı anayasa ile Türk kesimine venlen veto hakkını ve garantör devletlerin hukukunu tanımıyor. Kısacası varsayılan Anayasa, sıra Türk kesimine gelince yok îarzedüiyor. Bu Ģekilde hukukun çiğnendiği, hukukun olmadığı yerde devleîlararası Ġhtilafların nasıl ve neye göre çözüleceğini tayin etmek elbette mümkün değildir. Hak, hukuk ve ahlakın değil esas alınması, ağıza bile alınmadığı, sadece siyasi hesaplara dayanan bir çözüm, Kıbrıs örneğinde görüldüğü gibi. keyfilik, zorbalık ve sömürgeciliği getirmektedir. Nitekim Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aslan Gündüz. Kıbrıs meselesinde belgelere ve bugün gelinen noktaya baktidığında, hukukun katledildiğini söylemektedir. Kıbrıs'ı kuran anlaĢmaların BM'ce tescil edildiğini, Kıbrıs'ı devlet olarak tanıyanların o haliyle tanıdığını hatırlatan Prof. Gündüz, bugün olanları, "hukuksal gasp ve hukuksal bir ucube" diye nitelendirir ve Rum kesimi iie yapılan tüm anlaĢmaların geçersiz yani batıl olduğunu söyler. Bu anlaĢmaları yapan her devlet veya birliğin de hukuku çiğnediği uyarısında bulunan Prof. Gündüz, "Hukuk çiğnenerek hak istishali ise hukukta mümkün değildir. OQQ Hakkı çiğnene meĢru vasıtalarla savunma hakkını verir" der. Bugün gelinen noktada AB, Rum kesiminin baĢvurusunu kabul 1 etme uğruna, yalnız uluslararası hukuku değil, kendi anayasası niteliğindeki antlaĢmaları da çiğnemiĢtir. Bilindiği gibi Maastrich ve bunu geliĢtiren Amsterdam AntlaĢmaları Ġle Kopenhag Kriterleri AB'nîn anayasalarıdır. Maastrich AntlaĢması, AB üyeliği Ġçin baĢvuracak ülkelerin hangi özelliklere sahip olması gerektiğini Ģöyle belirlemiĢtir: "Her Avrupa devleti AB'ye üyelik baĢvurusunda bulunabilir. Bir ülkenin AB'ye üye olabilmesi için temel olarak üç Ģartın mevcudiyeti esastır; Ülkenin Avrupalı olması, demokratik bir rejime sahip olması, insan haklarına saygılı olması." Bu Ģartlan daha da detaylandıran Amsterdam AntlaĢmasında Ġse, "Birliğin temellerini oluĢturan özgürlük, demokrasi, hukuk devleti ve 228 Kıbrıs Davasında Hukuksuzluk/Zaman Gazetesı-13.12.2001 302 Ġnsan haklan ile temel özgürlüklere saygı ilkelerine bağlı her Avrupa devleti birliğe üye olmak için baĢvuruda bulunabilir." denilmiĢtir. Kopenhag Kriterlerinin siyası bölümünde de, AB üyeliğine alınacak ülkeier için, "demokrasi, hukukun üstünlüğü Ġnsan hakları, azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunmasını garanti eden kurumların varlığı" Ģartlan getirilmiĢtir Bu kriterlerin acilimi da. "Ġstikrarlı ve kurumsallaĢmıĢ bir demokrasinin var olması, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü "dür. AB'nın her anlaĢma ve kriterinde belirttiği hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü kavramlarının anlamı, öncelikle üyeliğe alınacak ülkenin meĢru bir Anayasaya sahip olmasıdır Ancak AB, Kıbrıs Rum kesimi ile iliĢkisinde tüm bu Ģartlan kağıt üzerinde bfrakmıĢtırve bu iliĢkinin hiçbir yerinde hukuk yoktur. AB, 1960 tarihli Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını bazen var. bazen yok saydığına göre, Rum kesiminin baĢvurusunu nasıl kabul etrniĢ, müzakerelere nasıl baĢlamıĢ ve üyelik aĢamasına nasıl getirmiĢtir? Oysa AB'nin kurucu antlaĢması olan Roma AntlaĢmasının 238'Ġnci maddesi Ģöyle demektedir "Topluluk bir üçüncü devlet, bir devletler birliği veya uluslararası bir kuruluĢ ile karĢılıklı hak ve yükümlülükler, ortak faaliyetler ve özel usuller öngören bir ortaklık kurma amacıyla anlaĢmalar yapabilir" Gayet açıktır ki AB, Kıbrıs'ta bir devlet, devletler birliği veya uluslararası bir kuruluĢla değil, bir topluluk iie ortaklık kurmaya çalıĢmakladır ve bu uğurda kurucu antlaĢmasını dahi ihlal etmektedir Haziran 2002'de ortak biidiri yayınlayan yurt içinde ve yurtdıĢındaki çeĢitli üniversitelerden bir grup öğretim üyesi de. Ģu açıklamayı OOQ yapmıĢlardır "Türkiye söz konusu olduğunda Kopenhag Kriterleri için büyük bir hassasiyet gösteren AB'nin Kıbrıs konusunda (milletlerarası antlaĢmalarla garanti altına alınmıĢ Anayasasını ilga eden ve anayasa ve uluslararası anlaĢmalar açısından meĢruiyetini kaybetmiĢ bir ülkenin 229 Devletler Hukuku ve AB Hukuku Açısından Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin AB ye Üyeliği ve Türkiye- Cumhuriyet Gazetesı/15 6 2002 303 üye olabileceğini) Ġddia etmesi, AB'nin üzerine kurulduğu hukukun üstünlüğü, hukuk devleti ve uluslararası anlaĢmalara saygı gibi temel ilkelerin de reddi anlamına gelmektedir." Prof. Dr. Astan Gündüz'ün ifadesiyle, "Haksız fiilden hak doğmaz".... Ancak, yüksek değerler üzerine kurulduğunu iddia eden AB, hukuku ayaklar alöna alarak, Rum kesimi için haklar doğurmaya çalıĢmaktadır. 304 BÖLÜM Vli AB KRĠZ MĠ, ÇÖZÜM MÜ ARIYOR? O dönemdeki adıyla AET'nin, 1970'li yıllarda Kıbrıs Rum kesimi ile iliĢkiye girdiğini, önce bir ortaklık anlaĢması imzaladığını, daha sonra da 1990'da, Rum kesiminin tüm Kıbrıs adına üyelik baĢvurusunda bulunduğunu, Topluluğun da bu hukukdıĢı baĢvuruyu kabul ettiğini anlaîmıĢtık. Bu bölümde ise AB'nin, gerek genel raporlarında ve gerekse de ilerleme raporlarında Kıbrıs meselesine bakıĢı, bu konuyu Türkiye ile ĠliĢkilerinde ele alıĢ tarzı ile Rum kesiminin AB üyeliği için gerekli Ģartları taĢıyıp, taĢımadığını anlatmak istiyoruz. Tüm bu araĢtırmamızdan sonra ortaya çıkan gerçek, baĢlangıçta Kıbrıs'ın üyeliği için sorunun çözümünü Ģart olarak gören AB'nin, zaman içinde diplomatik manevralarla bu Ģartı, üstelik de Türkiye'nin onayı ile kaldırdığı ama hemen ardından sorunun çözümünü tümüyle Türkiye'nin omuzlarına yüklediğidir. AB, bütün uyarılara rağmen, sorunun çözümünü sağlayacağı iddiasıyla, Rum kesimi adı altında Kıbrıs'ın tümünün üyeliğini isterken, krizi iyice tırmandırmıĢ, hatları daha da kesinleĢtirmiĢtir. Kıbrıs'ın tümü olmasa bile en azından Ģimdilik Rum kesimini üyeliğe almaya kararlı gözüken AB'nin, böylece yıllardır duran yeĢil hattın üzerine bir de "AB damgası" vurmakla kalmayıp, tüm bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyeceğine kesin gözüyle bakılmaktadır. Kaldı ki, AB'nin tüm "destek, iltimas ve anlayıĢına" rağmen Kıbrıs Rum kesimi gerek siyasi, gerekse güvenlik ve ekonomik açıdan üyeliğin Ģartlarına haiz değildir. Böyle olduğu halde, AB, bu tehlikeli oyunu neden oynamaktadır? Bunun tek gerekçesi Yunan Ģantajı olamayacağına göre, AB'nin, bölge Ġle ilgili hangi hesapların içinde ve peĢinde olduğunun iyice irdelenmesi, meseleye daha geniĢ bir perspektif içinde bakılması gerekmektedir. Ne yazık ki Türkiye, geliĢmeleri zamanında değerlendirip, AB'yĠ kararlılığına Ġkna edememekte, giderek daralan Yunan-Rum-AB kıskacında sıkıĢmaktadır. 305 AB KIBRIS'I NASIL TANITIYOR? Kıbrıs Rum kesiminin AB ile iliĢkisini 6. bölümde genel hatiarı ile aktarmıĢtık Peki bu iliĢki AB kaynaklarına göre nasıl kurulmuĢ ve neler olmuĢtur? Öncelikle AB Komisyonu'nun internet sitesinde aday ülkelerin tanıtıldığı bölümde "Kıbrıs" baĢlığı altında yer alan bilgilere ba 230 karsak; Kıbrıs Cumhuriyeti'n Ġn yüzölçümünün 9 bin 251 kilometrekare T olduğu, bunun yüzde 37 sinin Türk kontrolü altında bulunduğu belirtildikten sonra Ada'nın tarihçesine geniĢ bir Ģekilde yer verilmektedir, Yakın tarihin anlatıldığı bölümde Ġse, EOKA'nın 1955'te bağımsızlık için mücadeleye baĢladığı, 1960'ta Kıbrıs'ın bağımsız devlet olduğu, 1963'te sokak çatıĢmalarının baĢladığı, sonunda Türk tarafının genef yönetimden çekildiği, sonrasında BM BarıĢ Gücü'nün Ada'ya geldiği ve halen burada bulunduğu öne sürülmektedir. Yakın tarihe damgasını vuran kanlı olayları "es" geçip, yaĢananları sıradan sokak çatıĢmalarına indirgeyen bu yaklaĢım, AB'nin meseleye bakıĢ açısını ortaya koyan ilk ve önemli Ġp uçlarından birisidir. Tanıtımın devamında, Türk ordusunun 1974'te Ada'ya geldiği, Cenevre görüĢmelerinin baĢladığı, ikinci askeri operasyonda Türkiye'nin adanın üçte birine "el koyduğu", 200 bin insanın evlerinden olduğu, Yunan askeri darbesi ve Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs'ı ĠĢgalinin uluslararası bir zulüm yarattığı, sonuçta da Ada'nın bölündüğü anlatılmaktadır. Bu bölünmüĢlük, Berlin Duvarına benzetiliyor ki, Yunanistan DıĢiĢleri Bakanı Yorgo Papandreu da, Yunanistan Parlamentosu'nda yaptığı bir konuĢmada aynı ifadeyi kullanmıĢ ve AB üyeliğinin. Avrupa'nın ortasındaki bu son duvarı yıkacağını söylemiĢti. Almanya ile Kıbrıs arasında en ufak bir benzerlik olmadığı halde nasıl bir saptırma yapıldığı ortadadır. Bilindiği gibi, Almanya l.Dünya SavaĢı'ndan sonra Ġkiye ayrılmıĢ, bir bölümü Sovyetler Biriiği'nin, diğer bölümü müttefiklerin kontrolüne geçmiĢti Kısacası Berlin Duvarı iie bir millet bölünmüĢtü. Kıbrıs'ta ise, milliyeti dili, dini, tarihi, kültürü farklı iki topluluk vardır. Ayrıca geçmiĢte bu Ada'nın sahibi ve yöneticisi de Türklerdi Önce saldırılar, sonra da uluslararası diplomatik oyunlarla Ada'nın tümünü ele geçirmeye çalıĢan Rumları ancak Türk ordusu durdurabilmiĢtir. Uluslararası ant230 www/europaeu-infcomm/enlargement/cyprus/index.htm 306 laĢmalarda yer alan garantörlük hakkını kullanarak, güvenliği sağlayan Türkiye'nin yegane isteği ve çabası ıkı toplumun eĢitliği ve egemenliğine dayanan bir çözüm bulmaktır. Bu gerçekler ortada olduğu içindir ki, Ada'yı tümüyle iĢgal edip, Yunanistan'a ilhak planlarından vazgeçmeyenler, böylesi sakat, yanlıĢ ve geçersiz benzetmelere sığınmaktadırlar. AB'nın Kıbrıs ı tanıtımı, "Kıbrıs-AB" iliĢkilerinin anlatıldığı bolüm ife devam etmektedir. Bu bölümde ise tüm Ada adına tam üyelik baĢ: vurusunun 1990 da yapıldığı ve AB Komisyonu'nun bu baĢvuruyu 1993'ta sonuçlandırdığı, 30 Mart 1998'de de müzakerelerin baĢladığı hatırlatılmaktadır. Müzakerelerin 2002 sonunda tamamlanmasının planlandığı ve "Kıbns"ın AB geniĢlemesinin ilk dalgasında yer alacağı da vurgulanmaktadır. Rum kesimine yapılan mali yardımlardan, adeta KKTC'nın de yararlandınldığı gibi bîr üslup kullanılması dikkat çekerken, bu yardımların iki toplumun uzlaĢmasına katkıda bulunduğu iddiasına da yer verilmektedir. Bunun doğru olmadığını KKTC'ye uygulanan ambargoları detaylı bir Ģekilde anlattığımız bölümde görmek mümkündür. Öte yandan AB'nin 2002 baĢlarında hizmete giren ve AB'dekı etkinliklerin anlatıldığı Euro-Activ sitesinde de Türkiye ve Kıbrıs ile ilgili olarak tek yanlı, daha doğrusu Yunan-Rum tezine uygun bilgilendirmelerin sürdüğü görülmektedir. 15 Ocak 2002 tarihinde hazırlanan Kıbrıs bölümünde, "1974 Türk istilası ile Kıbrıs ekonomisi etkilendi. Konsey hala çözüm olmamasından üzüntü duyuyor. Rum tarafı, Kıbrıs Türklerinin de üyelik görüĢmelerine katılmasını teklif ediyor ancak 231 bu davet kabul edilmiyor." denilmektedir. Aynı sitenin 5 ġubat 2002 tarihli Türkiye-Kıbrıs iliĢkisinin anlatıldığı bölümünde, yine Ġç savaĢtan, Türkiye'nin adayı istilasından ve Kıbrıs'ın statüsünde yakın gelecekte bir değiĢiklik görülmediğinden bahsedilmektedir TÜRKĠYE'YE ġART, RUM KESĠMĠNE VE YUNANĠSTAN'A DEĞĠL Kıbrıs meselesinin Türkiye için Ģart ancak Rum Kesimi ve Yunanistan için Ģart olmadığı da yine AB'nin raporlarında açıkça görülmektedir. Öncelikle Yunanistan'ın, Türkiye ve Kıbrıs ile iliĢkisini ele 231 www euractıv com/cgı-bın/cgınl exe/1056076-1 SO'-'targ 307 almak istiyoruz. Hatırlanacağı gibi, Yunanistan 15 Temmuz 1959'da AET'ye baĢvurmuĢ, 12 Haziran 1975'te de tam üyelik müracaatını yapmıĢtır. AT DıĢiĢleri Konseyi, 24 Haziran 1975'te Yunanistan'ın baĢvurusunu kaydederken, Türkiye ile ilgili de bir beyanda bulunmuĢ, Konseyin 347'incĠ toplantısının tutanaklarında yer alan bu metinde; - Topluluğun Türkiye ile çok yakın ortaklık ĠliĢkilerini Ġdame et tirmek ve geliĢtirmek hususundaki ilgisi ve - Yunanistan tarafından yapılan tam üyelik baĢvurusunun in celenmesinin, Toplulukla Türkiye arasındaki iliĢkileri etkilemeyeceği ve AET ile Türkiye arasındaki anlaĢmada yer alan hakların etkilenmeden kalacağı duyurulmuĢtu. Komisyon'un Yunanistan'ın tam üyetîk baĢvurusu hakkında hazırladığı 29 Ocak 1976 tarihli görüĢte, Konseyin 1975 tarihli bu beyanı tekrarlanmıĢ ve buna iĢlerlik kazandırılması gerektiği ifade edilmiĢti. Aynı görüĢte, AT'ın Türkiye Ġle Yunanistan arasındaki ihtilaflara taraf olOQp madiği ve olmaması gerektiği de vurgulanmıĢtı. Geçen 27 yıllık sürede AB'nĠn kendi taahhüdüne uymadığının, Türkiye ile iliĢkisinin her adımında önce Yunanistan'ın, 1990'lı yıllardan sonra da buna Ġlave olarak Kıbrıs Rum kesiminin istek ve çıkarları doğrultusunda hareket ettiğinin sayısız örnekleri bulunmaktadır. Avrupa Parlamentosu'nun, Lüksemburg Zirvesi öncesi hazırlanan 8 Eylül 1997 tarihli Yunanistan ile Ġlgili bir raporu da bu durumu tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır. SÖzkonusu raporda Yunanistan'ın, AB-Türkiye iliĢkisinde "kesinlikle farklı bir yaklaĢım istemediği", Türkiye'nin aday ülke olmak Ġstiyorsa Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi gerektiğinin belirtildiği vurgulanmaktadır. Yunanistan'ın diğer aday ülkelerin üyeliğini destekleme karĢılığında temel isteğinin "Kıbrıs" Ġle müzakerelerin baĢlaması olduğu, iki Balkan ülkesi Romanya ve Bulgaristan, bu arada Türkiye ile de yakından ilgilendiği kaydedildikten sonra Yunanistan-Kıbrıs iliĢkisi özetle ~'?'V\ Ģöyle anlatılmaktadır 232 GKRY AB'ye Üye Olabilir mi? Türkiye-AB Karma Parlamento Ko misyonu AB Bilgilendirme Serisi/Haziran 2001/sf. 16 233 www.europarl.eu .int/eniargement/members/gr.hîm 308 "ġüphe yok ki, Kıbrıs'ın üyeliğinin en ateĢli destekleyicisi Yunanistan'dır. DıĢ politikasındaki temel hedefi ve isteği, ki Avrupa Komisyonu da aynı görüĢtedir; sorun çözülmemiĢ olsa da Kıbrıs ile müzakerelere baĢlanmasıdır Yunanistan, müzakerelerin Kıbrıs sorununun çözümünde rol oynayacağına inanmaktadır. Yunanistan'ın Kıbrıs'ın baĢvurusu ile ilgili pozisyonu nettir. Müzakerelerin devam etmesini ve herhangi bir üye ülkeden görüĢmeleri geciktirecek herhangi politik veya teknik bir engelin gelmemesini istemektedir. Böyle bir durumda Yunanistan'ın, diğer ülkelerle müzakereleri veto ile geciktirme veya durdurma ihtimali bulunmaktadır. Yunan DıĢiĢleri Bakanlığı da, Kıbrıs ile iliĢkinin iskandinavya ülkelerinden önce baĢladığını, normalinin de üyeliğinin bunlardan önce olması gerektiğini belirterek, Kıbrıs'ın 1 numaralı aday olduğunu, herhangi bir politik sebep yaratılması halinde, geniĢlemenin gerçekleĢmeyeceğini açıkladı." Görüldüğü gibi, Yunanistan adeta Ģantaj yapıp, Ģart üstüne Ģart koĢarken, Türkiye ile ilgili hiçbir Ģartı kabul etmediğini söylemiĢ, AB de, gerek Türkiye, gerekse de diğer aday ülkeler konusunda Yunanistan'a çok önceden teslim olmuĢtur. Aynı raporun Yunan Ġsta n-Türkiye iliĢkileri baĢlıklı bölümünde Ġse yine Özetle Ģu görüĢlere yer verilmektedir: "Türkiye'nin Avrupa'ya uyumu sadece Yunanistan için değil tüm üye ülkeler için çok hassas bir konudur. Yunanistan açısından sorun iki ülke arasında çok sayıda problem ve köklü farklılıkların bulunmasıdır. Ana sorunlar ise Kıbrıs ve Ege'dir. Yunanistan temel farklılıklar giderilmeden, hiçbir Ģekilde müzakereye taraftar değildir. Yunanistan, Türkiye'nin 1993 geniĢleme prosedürüne uymadığını hatırlatıyor ve politik olarak AB Ġle bağlantı kurmasının mümkün olmadığına inanıyor. Ġnsan haklan ihlalleri, Kürt problemi, basın özgürlüğü, yönetimde askerlerin ağırlığı itibariyle Türkiye'nin demokratik bir ülke olmadığını ve son olarak yıllık yüzde 80 enflasyon bulunduğunu belirtiyor. Bu Ģartlar altında Türkiye'nin adaylığa kabul edilemeyeceği, ayrıca diğer ülkelerin de Türkiye'nin adaylığına doğrudan karĢı çıkmak yerine, Yunanistan'ın arkasına saklandığı kaydediliyor. Yunanistan, Türkiye, Yunanistan'ı suçlamaktan vazgeçene, Yunan adalarının Yunan olduğunu kabul edene v'e 12 mil, hava sahası ile Kıbrıs sorunları yasalar ve tarihi gerçekler temelinde çözülene kadar AB-Türkiye iliĢkilerinin kesilmesini de 309 istiyor Yunanistan-Türkıye iliĢkilerinde temel problemlerden birisi olan Kıbrıs konusunda Yunanistan ABD baskısı altında bulunuyor. Yunan : DıĢiĢleri Bakanı, ABD nin Yunanistan-Türkiye iliĢkilerinde ve Kıbrıs probleminin çözümünde büyük rol oynadığını bildiğini fakat ABD'nin de. AB üyesi olmadığını, bu sebeple geniĢleme takvimini etkiieyemeyeceğini. bunun sadece AB devletlerinin iĢi olduğunu açıklamıĢtır." AB'nin Türkiye ile ilgili ağır eleĢtiriler ve dikte edici bir üslupla kaleme alman raporlarıyla karĢılaĢtırıldığında, adeta tümüyle Yunanistan'ın görüĢ ve Ġstekleri doğrultusunda hazırlandığı görülen bu raporun, sonuç böfümü de oldukça ilginç Ġfadelerie tamamlanmaktadtr. Yunanistan'ın AB'nin geniĢlemesinde önemli rol oynadığı belirtildikten sonra, aynı zamanda özel ilgisi olan Kıbrıs'ın ilk geniĢleme dalgasında yer almasını, iki Balkan ülkesi ile iyi ĠliĢki kurulmasını istediği ve Türkiye'nin baĢvurusunun Birlik için de çok önemli bir sorun olduğu açıkça vurgulanmaktadır. Özellikle Kıbrıs ve Türkiye meselesinde Yunanistan'ın, açık bir Ģekilde ABD veya herhangi bir AB ülkesinin baskısını kabul etmediği, Türkiye ile ilgili sorunların sadece ekonomik, politik ve diplomatik olmadığı, "Türkiye'nin kıĢkırtıcı ve tehdit edici tavrı sebebiyle" Yunan devleti ve halkının, hakları teslim edilene kadar hiçbir imtiyaz verilmesine istekli olmadığı bildirilmektedir. Yunan tezlerini sahiplendiği görülen AB'nin. Türkiye ile ĠliĢkisini temel ölçüler ile değil, Yunanistan ve Kıbrıs ekseninde belirlediği ortadadır. Yunanistan, Türkiye'ye hiçbir ayrıcalık yapılmamasını isteyip, tehdit ve Ģantajla Kıbrıs'ta hedefine ulaĢabilmek için Ģart üstüne Ģart koĢarken, AB de açık bir Ģekilde bu çifte standarda ortak olmuĢtur. TÜRKĠYE RAPORU NASIL? AB Komısyonu'nun 16 Temmuz 1997 tarihli Gündem 2000 raporu ile Avrupa Parlamentosu'nun 10 ġubat 2000 tarihli, "Türkiye ve AB iliĢkisi" baĢlıklı 7 numaralı özet raporu, hem içerik, hem de üslup açısından AB'nin, Yunanistan ve Türkiye'ye yaklaĢımını karĢılaĢtırmamıza yardımcı olacak niteliktedir. Aday ülkelere perspektif sunan Gündem 2000 adlı raporda. Türkiye diğer ülkelerden ayrı bir bölümde değerlendirilmiĢ. "AB-Türkiye 310 iliĢkilerinin Gümrük Birliği çerçevesinde derinleĢtirileceği" açıklanmıĢtı ĠĢte bu raporda, iliĢkilerin geliĢtirilmesi bazı konularda ilerleme kaydedilmesine bağlanmıĢ ve ardından bu liste Aralık 1997'de yapılan lüksemburg Zirvesi'nde Türkiye'nin önüne konulmuĢtu. Listede yer alan 5 siyasi Ģarttan ikisi, "Yunanistan ile iliĢkilerin iyileĢtirilmesi ve Kıbrıs konusunda adil ve kalıcı bir çözüm Ġçin Türkiye'nin BM kararlan çerçevesinde çaba göstermesi" idi Görüldüğü gibi AB, daha 199/" yılında diplomatik bir ifadeyle de olsa açıkça, Türkiye'nin adaylığını Kıbnsta çözüme endeksiemıĢtir. Bugün ise yine belgelerdeki kelime oyunlarının arkasına saklanıp, bu kez müzakere tarihi vermek için Türkiye'den Kıbrıs sorununu çözmesini istemektedir. Avrupa Parlamentosu için hazırlanan ve Türkiye-AB iliĢkisinin anlatıldığı 7 no'lu özet raporun Kıbrıs bölümü ise, "1974'den beri Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının yüzde 37'sini kanunsuz bir Ģekilde iĢgal 004. etmektedir"^ cümiesi Ġle baĢlamaktadır. AB üyeliğinin Ada'nın tümünün menfaatine olduğunun, ancak Türkiye'nin tıkama politikası Ġzlediğinin, DenktaĢ'ın da Türkiye tarafından desteklendiğinin belirtildiği raporda, AB'nin Türk askerinin Ada'nın kuzeyinden çekilmesini istediği hatırlatılmaktadır. Raporun devamında. Yunanistan DıĢiĢleri Bakanı Papandreu'nun 38 yıl aradan sonra Ocak 2000'da Türkiye'yi ziyaret ettiği, bu ziyarette BaĢbakan Bülent Ecevıt'in, "Eğer biz iki taraflı problemleri çözersek bunun Kıbrıs'ı da olumlu etkileyeceğini" söylediği, buna karĢılık Yunan DıĢiĢleri Bakanı'nın; "Eğer Kıbrıs problemini halledersek, Türkiye ile Yunanistan arasındaki tartıĢmalar daha kolay çözülür. Kıbrıs, ĠliĢkilerin geliĢtirilmesi için en önemü faktör" dediği vurgulanmaktadır. Ege konusuna da değinilen raporda, Avrupa Parlamentosu'nun 6 Ekim 1999'da Türkiye'yi. Ġyi komĢuluk iliĢkileri ve uluslararası hukuk temelinde tüm Avrupa'nın güvenliği için Yunan devleti ile tarn bir iĢbirliğine çağırdığı ancak Avrupa Komisyonu'nun 13 Ekim 1999 tarihli raporunda, Türkiye'nin Ege gibi hassas konularda AB ile politik diyaloga girmeyi reddettiğinin not ettiği bildirilmektedir. Sözkonusu raporda ifade edilen Avrupa Komisyonu'nun 13 Ekirn 234 www europarl eu ınt/enlargement 1999 tarihli notu üzerinde durmamız gerekmektedir. Buna göre, Türkiye, Ege gibi hassas konutarda AB ile diyaloga girmeyi reddetmiĢtir. Oysa AB, daha 1997'de gerek Gündem 2000 raporunda, gerekse de Lüksemburg ZirvesĠ'nde, Türkiye ile iliĢkilerin geliĢtirilmesini, açıkçası adaylığını Yunanistan'la sorunların giderilmesine bağlamıĢtı. Türkiye, Lüksemburg ZirvesĠ'nde bunları reddettiği gibi AB ile iliĢkisini kesmiĢti. 13 Ekim 1999 tarihine gelindiğinde de Türkiye'nin tutumunda herhangi bîr değiĢiklik olmadığı görülmektedir. Ancak bilindiği gibi Türkiye, bu tarihten yaklaĢık 2 ay sonra 10 Aralık 1999'da yapılan Helsinki ZirvesĠ'nde aday ülke Ġlan edilmiĢtir. Bu sonucu sağlayan ne yazık ki Türkiye'deki tutum değiĢikliğidir. Daha önceki bölümlerde detaylı bir Ģekilde anlattığımız gibi, Türkiye, Kıbrıs ve Ege konularında AB ile siyasi diyalogu Helsinki'de kabul etmiĢtir. 2 ay içinde, üstelik de aynı hükümet döneminde meydana gelen bu tavır değiĢikliği, milli davalar ve ülkenin menfaatlerinin hangi ciddiyet ve tutarlilık içinde takip edildiğini göstermesi açısından üzüntü ve ibret vericidir. Kıbrıs konusunda uluslararası hukuku ilk andan itibaren görmezden gelen hatta ayaklar altına alan AB'nin, bu raporunda hem Türklerin, hem de Rumların güvenliği Ġçin Ada'ya giden ve 28 yıldır barıĢı sağlayan Türk Silahlı Kuvvetlerini ĠĢgalci gösterilmesi ise, meseleye ne kadar yanlı yaklaĢıldığını ortaya koyan bir diğer örnektir. Ayrıca, uzlaĢmaz taraf olarak Türkiye ve KKTC'yi göstermekten kaçınmayan AB'nin, sorun tek yanlıymıĢ gibi, tüm Avrupa'nın güvenliğini Türkiye'nin omuzlarına yükleme çabası da dikkat çekicidir. YA RUM KESĠMĠ?... AB'nin Rum kesimine yaklaĢımını gösteren temel belge ise, bu toplumun yasadıĢı tam üyelik baĢvurusu üzerine dönemin AT Komisyonu tarafından hazırlanan 30 Haziran 1993 tarihli "GörüĢ"tür. Bilindiği gibi, Rum yönetimi 3 Temmuz 1990 tarihinde tüm Kıbrıs adına tam üyelik baĢvurusunda bulunmuĢ, AT Konseyi, "GörüĢ"ünün alınması için baĢvuruyu Komisyona göndermiĢti. Ancak bunun öncesinde ilginç bir Ģekilde geliĢmelerin altyapısı hazırlanmıĢ, Rum kesimi daha tam üyelik müracaatında bulunmadan 26 Haziran 1990 tarihinde 312 Dublin'de yapılan AB zirvesinde, Kıbrıs konusunda Ģöyle bir bildiri kabul 235 edilmiĢtir: "Kıbrıs meselesi Türkıye-AT iliĢkilerini etkiler" Bu kararın, daha doğrusu bildirinin detaylarını da yine AB'nĠn ra2 porlarından öğreniyoruz: "Konsey, toplumlararası görüĢmeleri çıkmaza giren Kıbrıs konusunu görüĢtü. Bağımsız, üniter bir yap* için BM Genel Sekreteri'nin çözüm çabalarını desteklediğini tekrarladı. Bu arada Kıbrıs probleminin, AB-Türkiye iliĢkilerini etkileyeceğini ve bunun iliĢkide temel bir konu olduğunu tekrarladı." Oysa Dublin ZirvesĠ'ne kadar olan dönemde, gerek AB, gerek Türkiye ve gerekse de Yunanistan'la Ġlgili dokümanların hiçbirisinde, Kıbrıs probleminin AB-Türkiye iliĢkilerini etkileyeceğine iĢaret eden herhangi bir Ġfadeye rastlamak mümkün değildir. Daha önceki bölümlerde de vurguladığımız gibi, iĢte bu bildiriden sonra Rumlara kapılar açılır ve sadece 1 hafta sonra Rum kesiminin baĢvurusu gelir. Rum kesiminin üyelik baĢvurusu üzerine AT Komisyonu'nun hazırladığı 30 Ha237 ziran 1993 tarihli "GörüĢ"e dönersek; Komisyon'un "GörüĢ"üne göre, 26-27 Haziran 1992'de yapılan Lizbon Zirvesi'nde, Türkiye, Kıbrıs ve Malta'nın üyelik baĢvurulan sunulur, Konsey, her bir baĢvurunun kendi ölçüleri içinde incelenmesi ve değerlendirilmesine karar verir. Burada Ġlginç olan husus Türkiye'nin üyelik baĢvurusunun da ele alınmasıdır. Oysa AT, 1987 yılında yaptığı tam üyelik baĢvurusu üzerine 1989 tarihinde açıkladığı "GörüĢ" ile Türkiye'yi üyeliğe ehil bulmuĢ ancak iki tarafın da henüz buna hazır olmadığını bildirmiĢ, AT DıĢiĢleri Bakanları Komisyonu da bu raporu 5 ġubat 1990'da onaylamıĢtı. Türkiye'nin baĢvurusunun 2 yıl aradan sonra tekrar, üstelik de Türkiye'nin yeni herhangi bir talebi olmaksızın gün235 Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa Birlıği'ne Üye Olabilir mi?/ TBMM Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu, Avrupa Birliği Bilgilendirme Serisi:3/2001-sf.17 236 www.europaeu.int/comm/enlargemenfcyprus/index.htm 237 www.europa.eu infcomm/enlargement/cyprus/op_06_93 mdex.htm 313 deme alınmasının, tümüyle Rum kesiminin müracaatının kamufle edilmesi amaçlı olduğu sanılmaktadır. Nitekim, hemen bir sonraki paragrafta Komisyon, sadece Kıbrıs ve Malta ile güçlü bir iĢbirliğine girilmesinden ve üyeük baĢvurularının politik diyalog ile geliĢtirilmesinden bahsetmiĢtir. GörüĢ'te yer alan bilgiye göre. 21-22 Haziran 1993 Kopenhag ZĠrvesi'nde, yine her baĢvurunun kendi ölçüleri içinde ele alınacağı, Komtsyon'un Malta ve Kıbrıs'la ilgiîi görüĢünü kısa zamanda sunma niyetinde olduğu, bu görüĢün süratle inceleneceği. Konseyin de, iki ülkenin özel durumunu dikkate alacağı bildirilir. AT Komisyonu, Rum kesiminin baĢvurusu ile ilgili olarak, görüĢ ya da kararını verirken, Ada'nın tarihi ve coğrafik özelliklerinden bahseder ve burada 2 bin yıldır çeĢitli Avrupa kültür ve medeniyetlerinin bulunduğunu öne sürer. Komisyona göre, Kıbrıs, Avrupa'nın değerlerinden kesinlikle etkilendiği gibi kültürel, politik, ekonomik ve sosyal yaĢamını paylaĢmaktadır. Avrupa kimlik ve karakterinin teyid edilmesi Kıbrıs'ın, Topluluk Ġle iliĢkisini gerektirmektedir. Kıbrıs'ın üyeliğinin Ada'nın güvenlik ve toprak bütünlüğünü sağlayıp, iki toplumu yakınlaĢtıracağı görüĢünü savunan Komisyon, bu Ģartlar altında Kıbrıs'ın üyeliğe "ehil" olduğunu savunur. Ancak, BM Genel Sekreteri'nin bu durumun çözüm çabalarını etkileyebileceği uyarısında bulunduğu da bir cümle olarak kaydedilir. Evet, daha önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi dönemin BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar, Rumların AT baĢvurusuyla ilgili olarak 11 Eylül 1990'da, üyeliğin, çözüm çerçevesinde iki tarafça müzakere edilmesi gereken bir konu olduğuna iĢaret etmiĢti. Buna rağmen Komisyon, Kıbrıs'a her türlü desteğin verilmesine bir an önce baĢlanması, bunun Ada'nın kuzeyinin ekonomisini de geliĢtireceği görüĢündedir. Rapor, BM Genel Sekreteri'nin çabaları doğrultusunda üyelik baĢvurusunun Ocak 1995'te tekrar düĢünüleceği kaydı ile tamamlanır, iĢte bu son cümle, gerçekte Rum kesimi ile görüĢmelere baĢlanmasının Kıbrıs'ta çözüm Ģartına bağlanmasıdır. Bunu, Yunanistan baĢta olmak üzere tüm AB ülkeleri ile uzmanlar böyle anlamıĢtır. Öyle olduğu için de Yunanistan, kısa bir sürede baĢlattığı diplomatik manevra ve giriĢimlerle önce bu Ģartın gündeme getirilmesini engellemiĢ, 6 yıl sonra da Helsinki Belgesi ile Rum kesiminin üyeliğinin 314 çözüm olmaksızın gerçekleĢmesini resmen garanti altına almıĢtır. ġöyle ki: Komisyonu'nun. Rum kesimine verdiği Ocak 1995 randevusuna gelindiğinde, geliĢmeler ıĢığında "GörüĢ"ün tekrar gözden geçirilmesi bekleniyordu ancak BM destekli görüĢmelerde ilerleme kaydedilmesi ve BM gözlemcisinin raporunun askıya alınması üzerine beklenen gerçekleĢmez. Ayrıca Ġngiltere ve ABD Güven Arttırıcı Önlemler hakkında konuĢmaların devamında Ġsrarlıdırlar. Ancak gerçekte bunlardan daha etkili bir mekanizma devreye girmiĢtir. AB. Türkiye ile Gümrük Birliği anlaĢmasını imzalayacaktır ve Yunanistan veto silahına sarılır. KarĢılığında Rum kesimi ile müzakerelere baĢlanmasını ister. Bu geiıĢmelerden sonra AB Bakanlar Konseyi, Türkiye üe Gümrük Birliği anlaĢmasının imzalandığı 6 Mart 1995 tarihinde toplanır ve "Kıbrıs" ile tam üyelik görüĢmelerinin 1996 yılı sonlarında tamamlanması beklenen hükümetlerarası konferansın bitiminden 6 ay sonra baĢlaması kararını alır. Yunanistan, Gümrük Birlığı'ni veto etmekten vazgeçme karsağında, cözürn Ģartı olmaksızın Rum kesimi Ġle üyeiik müzakerelerine baĢlanmasını sağladığı gibi Kıbrıs sorununu, AB-Türkiye arasındaki bir sorun haline getirmenin ilk resmi adımını atar. Çünkü AB Konseyi'nin "yapısal diyalog tesisi" adı altındaki bu karan, 1997'deki Lüksemburg Zirvesi'nde resmileĢtirilirken, "Rurn tarafının Kıbrıs'taki iki ayrı halk ve tüm Ada adına tasarrufta bulunmaya ve bu çerçevede tam üyelik görüĢmelerini yürütmeye yetkiü olduğu" açıklanır. Yunanistan'ın bu dönemdeki tehdit ve Ģantajları, A8 raporlarına da yansımıĢtır. Avrupa Parlamentosu'nun 8 Ağustos 2000 tarihli "Kıbrıs ve AB'nin GeniĢlemesi" baĢlıklı 1 numaralı özet raporunda, Rum kesimi Üe müzakerelere baĢlama kararı ve Türkiye ile Gümrük Birliği anlaĢması yapılmasının aynı tarihte gerçekleĢtiği, bu pozisyonda çeĢitli sebeplerin etkili olduğu belirtilrnektedir.238 Raporda yer alan ama detayı verilmeyen "çeĢitli sebeplerin" Yunan tehdit ve Ģantajları olduğu açıktır Avrupa Parlamentosu'nun 6 Mart 1995 tarihli Gümrük Birlığı'ne önce onay vermediği ancak 8 Kasım 1995'te onayladığını belirtmiĢtik, iĢte bu tavır değiĢikliği o dönemde Almanya SDP Milletvekili Dr. Winfreid VVolf'ü de ĢaĢırtmıĢtır. Bu ĢaĢkınlığı bir makalesinde ortaya koyan Dr.VVolf un 315 tespitleri, Yunan Ģantajının ne kadar etkili olduğunu gös 239 termektedir: "AP, 1995 Mart'ında Türkiye ile Gümrük Birliği anlaĢmasına neredeyse tümden karĢıydı. O zamana kadar Yunanistan da veto hakkını kullanıyor, Türkiye'nin AB'ye entegrasyonu bağlamında bir adım daha atılmasına karĢı çıkıyordu. Aralık ayında herĢey değiĢti ve AB, Türkiye Ġle Gümrük Birliği anlaĢmasını imzaladı. (Dr. VVolf'ün burada Gümrük Birliği'nin yürürlüğe giriĢini kastettiği san ı (maktadır. AnlaĢma 6 Mart 1995'te imzalanmıĢ ancak 31 Aralık'ta yürürlüğe girmiĢtir.) Türkiye bu anlaĢma ile AB üyesi olmaksızın Brüksel ile Gümrük BĠrliği'ne giden ilk ülke oldu. ġaĢırtıcı olan nokta AB'nin Gümrük BĠrliği'ne iliĢkin bir dizi koĢulunun yerine getirilmemesine rağmen anlaĢmanın Türkiye ile imzalanmasıdır." Dr. Wolf, makalesinin devamında "Yerine getirilmeyen koĢulların Avrupa Konseyi'nin 30-31 Ekim 1995 tarihli 1878 numaralı raporunda sıralandığını" belirtmiĢtir. Dr.VVolf ün sıraladığı Ģartlar arasında, "Kıbrıs konusunda hiçbir çözüm iĢareti yoktur. Kuzey Kıbrıs'taki gayrı meĢru parlamentonun banĢı devamlı olarak engellemesine dair durum analizi..." de yer almaktadır. AP'nĠn Kıbrıs'la ilgili bu raporunda baĢka bazı ilginç detaylar daha yer almaktadır. Özetlersek; "Kıbrıs, AB üyelik kriterlerine fazlasıyla sahiptir. Özellikle politik kriterler açısından. Ancak Ada'nın bir bölümü, üçüncü bîr ülke tarafından Ġllegal bîr biçimde iĢgal edilmiĢ ve Türkiye, uluslararası camiada tanınmayan bağımsız bir cumhuriyet Ġlan etmiĢtir." denilmektedir. Rapora göre, Rum kesimi ile müzakerelerin baĢlamıĢ olması sorunun çözümüne katkıda bulunacaktır ve barıĢçı bir çözümü savunan Avrupa'nın görüĢü, müzakerelere kuzeyin de katılmasının tüm Ada'nın menfaatine olduğu yönündedir. Sözkonusu raporda, Kıbrıs'ın yakın tarihinde yaĢananlar daha önceki raporlarda olduğu gibi çarpıtılmakta, çok önemli olaylar "es" geçilmekte ve Aralık 1963-Ağustos 1964 arasında yaĢananın Enosis-Taksim çatıĢması olduğu, bundan sonra Türk tarafının yönetimden çekildiği öne sürülmektedir. Rapora 238 www.europarl.eu.int/enlargement 239 Festung Europa. Dr. VVinfried Wolf, Ekim 1996/ Kayseri Türk Ocağı BüftertĠ.NĠsan20Q2. IS.Sayı 316 göre, Türk ordusunun 1974'deki müdahalesi Garanîi AntlaĢrnası'na uygundur ancak sonraki müdahale yasadıĢıdır ve Ada'nm yüzde 37'si iĢgal edilmiĢtir. Bu iĢgalde insanlar ölürken, Kıbrıs'ın kültürel mirası tahrip edilmiĢ, sonrasında BM Güvenlik Konseyi'nin gözleri önünde KKTC ilan edilmiĢ ve Ada resmen bölünmüĢtür. Mevcut durumdan açıkça Türkiye'yi sorumlu tutan rapora göre, "Ancak artık Türkiye resmen AB adayıdır ve bu sorunun çözümüne yardım edebilecek durumdadır." Bu cümle Türkiye'nin Helsinki zirvesinde neden aday yapıldığını göstermektedir. Bilindiği gibi AP, Gümrük Birliği anlaĢmasında bile, Kıbrıs Ģartını koĢmuĢtu. Buna benzer bir ifade yine AP'nin üyelik Ģartlarının anlatıldığı Ajanda 2000 çerçevesinde hazırlanan 37 nolu özet raporunda da yer almaktadır. Raporda, Türkiye'nin Helsinki'de aday ülke ilan edildiği, bu adaylığın Kopenhag'ın siyasi kriterlerinin karĢılanması, insan haklan ve sınır sorunları Ġle Kıbrıs sorununa barıĢçı çözümü kapsadığı, özellikle de AB Konseyi'nin, Kıbrıs probleminin çözümü için BM Genel Sekreterinin çabalarını destekleme kararı aldığı vurgulanmaktadır. Raporda, Helsinki Belgesi'nde yer alan, "Politik çözüm Kıbrıs'ın üyeliğini kolaylaĢtıracaktır. Kıbrıs'ın üyeliğine eğer çözüm olmazsa Konsey ön Ģart olmaksızın karar verecek ve tüm faktörleri gözönünde tutacaktır" ifadesinin altı çizilecek önemde olduğunun söylenmesi ise ayrıca dikkat çekmektedir. AP'nin Kıbrıs ve AB'nin GeniĢlemesi baĢlıklı 1 no'lu raporunda, dikkat çeken bir baĢka husus da, Rum kesimi ile müzakerelere baĢlanmasından sonra dahi AB'nin kendi içinde özellikle Ada'nm bölünmüĢlüğü üzerindeki tartıĢmaların devam ettiğinin görülmesidir. Fransa'nın 1998 Cardiff Zirvesi'nde, Ada'nm bölünmüĢlüğünün giderilmesi talebinde bulunduğu, AB Konseyi'nin ise, bunun üyelik için bir ön Ģart olamayacağını kararlaĢtırdığı belirtilmekte, yine aynı yıl Fransa'nın yanısıra Ġtalya, Almanya ve Hollanda'nın, bölünmüĢ Kıbrıs'ın üyeliğine ihtiyatla yaklaĢtıkları hatta karĢı çıkıp, açıkça rezerv koydukları, ancak 1999 Helsinki Zirvesi'nde, Kıbrıs sorununa politik çözüm bulunmasının üyelik için ön Ģart olmadığının resmen deklare edildiği ha tırlatılmaktadır. 240 www europarl.eu.inî/enlargemenet 317 Bu ülkelerin özellikle de Almanya nın, geniĢleme dalgasında yer aian bazı Doğu Bloku ülkelerinin üyeliğinin gerçekleĢmesiyle AB içindeki etkinliğini arttırma hedefinin rezervini geri çekmesinde rol oynadığı, Almanya'nın, etkinliği altındaki bu ülkelerin üyeliğinin Yunanistan tarafından veto edilmemesi için Kıbrıs tezinden vazgeçtiği be241 lirtilmektedir. Aynı raporda yer alan çok Önemli bir diğer husus da, Rum kesimine verilen Katılım Ortaklığı Belgesı'nde Kıbrıs sorununun çözümüne ĠliĢkin bir kriterin bulunduğu ifadesidir. Hatırlanacağı gibi, Türkiye'ye verilen Katılım Ortaklığı BelgesĠ'nde Kıbrıs'ın siyasi kriter yapılması ile Ġlgili tartıĢmalar üzerine AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi Karen Fogg, benzer bir kriterin Rurn kesimi için de geçerli olduğunu söylemiĢti. Avrupa Parlamentosu raporunda. Kıbrıs sorununa BM gözetiminde bir çözüm bulunmasının kısa vadeli kriterler arasında sayıldığı ve bu sürenin T 2000 de sona erdiği bildirilmektedir. AP raporunda yer alan bu son ve çok önemli iki hususu birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Öncelikle Helsinki ZĠrvesi'nde alınan kararın altyapısının çok önceden hazırlandığı ve "Kıbrıs sorununun çözümünün üyelik için ön Ģart olmadığı" kararının sıradan veya tesadüfi bir karar olmadığı görülmektedir. Bazı AB ülkeleri, bölünmüĢ Kıbrıs'ın üyeliğine karĢı çıkmıĢlar ve hatta bunun ön Ģart olmasını ĠstemiĢler ancak AB'nin "siyasi iradesi" bunu uygun görmemiĢ, yine de Rum kesiminin üyeliği yaklaĢırken muhtemel tepki ve Ġtirazların önünü kesmek Ġçin böyle bir formül bulmuĢtur. Tümüyle Kıbrıs Rum kesiminin üyeliğini garantilemek için alındığı anlaĢılan bu karar, ne yazık kî Helsinki'de Türkiye'ye de onaylattmlmıĢtır. Türkiye, bu kararı her ne kadar kendi üyeliğinin geleceği açısından olumlu yönden değerlendirmeye çalıĢsa da, kanaatimizce mekanizma Rum kesiminin üyeliği hedefine göre kurulmuĢtur ve Rum kesiminin üyeliği gerçekleĢtiği takdirde, baĢta Türkiye olmak üzere gelebilecek itirazlara karĢı, Helsinki Belgesi hatırlaîıiacakîır. Sorunun çözümünün Rum kesiminin katılım ortaklığı belgesine ise Türkiye'ye bu konuda yapılacak baskılar için tamamen Ģeklen konulduğu açıktır. Öyle olmasa 2000 yılında sona eren kısa vadeli bu krı241 Esas Melese Kıbns-Hasan ÜnaiyZaman Gazetesı-28 6 2002 318 terin yerine getirilmemiĢ olmasının, Rum kesiminin AB üyeliğini engellemesi gerekirdi. Kaidı ki, AB ilerleme raporuna göre, Rum kesimi bu kriteri yerine getirmiĢtir. Türkiye'nin bu duruma bakarak, sorunun çözümünün, kesinlikle siyasi kriter olmadığını ve olamayacağını söylemesi mümkündür ancak AB'nin, bugüne kadar olan tutumu ve Türk tarafı üzerindeki baskıları, aynı hususu Türkiye ve Rum kesimi için farklı yorumladığını göstermektedir. Nitekim, Ġngiltere Parlamentosu DiĢiĢleri KomiiesĠ'nce hazırlanan 30 Nisan 2002 tarihli "Türkiye-AB iliĢkileri" baĢlıklı rapor da, AB-Türkiye iliĢkilerinde Yunanistan ve Kıbrıs'ın etkisine iĢaret etmektedir. Raporun. "Geleneksel DüĢmanlık" baĢlıklı bölümünde, Türkiye ile Yunanistan arasındaki iliĢkilerin son dönemde geliĢtiği ancak iki potansiyel engelin bu havayı bloke edebileceği, bunların da Ege ve Kıbrıs Q Af} olduğu hatırlatılarak, özetle Ģöyle denilmektedir: "Herhangi bir AB üyesi, herhangi bir ülkenin adaylığını veto edebilir. Yine üyelik aĢamasında da bir AB üyesinin devleti veya parlamentosunca veto gelebilir. Türkiye, bu açıdan Yunan Parlamentosundan endiĢe duymaktadır. Bir diğer büyük endiĢesi de, çözüm bulunmadan Kıbrıs'ın AB üyeliğinin gerçekleĢmesi halinde, Türkiye'nin müzakerelere baĢlamasına çifte vetonun gelmesidir Diğer aday ülkelerin üyeliğini veto edecek düĢmanları yok. Gerçekte Yunanistan, Kıbrıs'ın iik geniĢleme dalgasında yer almasını istemiĢ ve aksi halde geniĢlemeyi veto edeceğini açıklamıĢtır. Türkiye'nin yakını yok. Avrupa Komisyonu, Türkiye'nin Kopenhag kriterlerinin tamamını yerine getirdiğine karar verse de, bir üye ülkenin devleti veya parlamento üyeliğine izin verilmeyebilir. Tavsiyemiz, Türkiye'nin Kopenhag Kriterlerini yerine getirmesi halinde objektif karar verilmesi ve üye ülkelerin özel sorunlarının engelleme yapmasına izin verilmemesidir." ingiliz raporunun "Sınır Sorunları: Yunanistan ve Ege" baĢlıklı bölümü ise Helsinki BelgesĠ'nĠ yorumlamaktadır ki. AB'nin yukarıda değindiğimiz, sorunların çözümünü Türkiye için "ön Ģart" olarak gördüğü tezini destekler niteliktedir. Raporda, AB Konseyı'nin Helsinki Zırvesi'nde aday ülkelerin sınır sorunlarını çözmek için her türlü gayreti göstermeye 242 www.publıcations parliament uk/pa/cm2Q0102/cmselecî/cmfaff/ 606/60603.htm 319 zorlama, 2004 yılı sonuna kadar çözüm bulunmadığı takdirde de Lahey Adalet Divam'nı gitme kararı aldığı hatırlatılmaktadır. Türkiye'nin, Yunanistan ile Kıbrıs, Ege, kıta sahanlığı, hava sahası gibi bir dizi tartıĢmalı sorunu bulunduğunun kaydedildiği raporda, "Türkiye ve Yunanistan arasındaki bu tartıĢmalı sınır sorunların çözümünün yalnız Türkiye'nin AB adaylığı için değil, tüm bölgenin güvenliği Ġçin çok iyi olacağı" ifadesine yer verilmektedir ki, Ġngilizler, üstü kapalı da olsa sadece Kıbrıs'ın değil, diğer tüm sorunların Türkiye'nin adaylığını etkileyebileceğini ima etmektedirler. AB'NĠN HEDEFĠ TUTTU MU? AB'nin Kıbrıs Rum kesimi Ġle iliĢkisi baĢından itibaren hukuk dıĢıdır, çünkü uluslararası hukuk ihlal edilmiĢtir. AB, bu hukuk diĢiliği Kıbrıs sorununu çözme iddiasıyla örtmeye çalıĢmaktadır. Geride kalan bölümlerde yer verdiğimiz kendi raporlarında da görüldüğü gibi AB, Kıbrıs Cumhuriyeti'n in üyeliğinin, soruna çözüm getireceğini öne sürmüĢtür. Rum kesiminin baĢvurduğu 1990 yılını esas alırsak, geçen 12 yıllık sürede AB bu hedefine ulaĢmıĢ mıdır, yoksa sorun daha da içinden çıkılmaz hale mi gelmiĢtir? Ġlk Uyarılar Bu sorunun cevabını vermeden önce dönemin BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar'ın, 11 Eylül 1990'da, Rumların baĢvurusuyla ilgili olarak, bu durumun çözüm çabalarını etkileyebileceği, üyeliğin, çözüm çerçevesinde iki tarafça müzakere edilmesi gereken bir konu olduğu uyarısında bulunduğunu hatırlatmak istiyoruz. Görev yaptığı dönemde DenktaĢ'a, BM kararlarının "siyasi" olduğunu açıkça söyleyen Amerika'nın eski Kıbrıs özel ko ordinatörlerinden Nelson Ledsky'nin de, Haziran 1995'teT "Kıbrıs üzerindeki Ģahsi tecrübeme göre, Kıbrıs'ın AB üyeliği birleĢtirici bir nitelikte değil, bölücü bir niteliktedir. Bu ise geçmiĢte Ġki toplum arasında anlaĢmazlığa neden olmuĢtur, birbirlerini anlamaya değil." dediğini kay243 detmek gerekmektedir Yine Türkiye ile Gümrük Birliği anlaĢmasının 243 Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi-Bugûnü ve Yarını/ 2001-Kısım 12-sf.159 320 imzalanmasına karĢılık, Rum kesimi ile tam üyelik müzakerelerinin baĢlama kararının alındığı 1995 yılında ingiliz hukukçu Prof.Dodd, Yunanistan ve Rumların hedefini Ģöyle anlatıyordu: "Burada önemli olan nokta Kıbrıs Cumhuriyetı'nin, herhangi bir anlaĢma sağlanmadan AB'ye kabul edilip, edilmeyeceğidir. Eğer Kıbrıslı Rumlar bunun olabileceğine inanırlarsa, uzlaĢmaz bir tutum takınmak Ġçin daha da cesaret alacaklardır. KKTC ve Türkiye'nin taviz vermeleri için üzerinde çok büyük baskılar olduğunu düĢüneceklerdir Kıbrıs problemini çözümsüz bir Ģekilde AB'ye taĢıma çabalan açıkça ortadadır. Uluslararası diplomasinin vazifesi, kesin olarak iki tarafın da uzlaĢmaz bir tavır takınmasını önlemek olmalıdır." Görüldüğü gibi BM ve ABD temsilcileri ile bir Avrupalı hukukçu aynı noktada birleĢmiĢlerdir. Buna göre, "AB üyeliği Kıbrıs sorununu içinden çıkılmaz hale getirecektir". Zaman bu görüĢü savunanları haklı çıkarır. Çünkü Rum yönetimi, silah zoru ile gerçekleĢtiremeyeceğini anladığı enosisi, AB üzerinden gerçekleĢtirmeyi hedeflemektedir. Bu yüzden de AB kapıları birer birer açıldıkça daha da uzlaĢmaz bir tutum takınır. Özellikle müzakerelerin baĢlayacağı 1998 yılına kadar tüm çabasını uluslararası camiayı oyalayabilme yönünde yoğunlaĢtıran Rum tarafı, Kıbrıs Türk tarafının iyi niyetle yaptığı görüĢme çağrılarına ve üçüncü çevrelerin tüm çabalarına rağmen görüĢme masasından kaçmakla kalmayıp, askeri gücünü tüm hızıyla arttırır. Rum kesiminin 1993-1996 dönemindeki giriĢimlerine bazı ör245 nekler vermek gerekirse; "Atina ve Kıbrıs Rum kesimi, 1993'te (Ortak Savunma Doktrini) Ġlan ederek, askeri alanda (entegrasyon) uygular. Rum kesiminin yıllık silahlanma harcaması, 400 milyon dolara ulaĢır ve kısa zamanda dünyanın kiĢi baĢına en fazla silahlanma harcaması yapan kesimi olur. Yine 1993'den itibaren, sınır olaylarını planlı bir Ģekilde hızlandırılır. Adada Yunan-Rum ortak üsleri Ġçin inĢaat faaliyetleri artırılır, Baf bölgesindeki yeni üs 1997'de tamamlanır ve deniz üssü yapımına baĢlanır. 1996 sonunda Rusya ile S-300 füzelerinin alımı konusunda anlaĢma yapılır. 244 245 Kıbrıs Meseiesı-Güncel Bir BakıĢ/sf.25 www.kibris.gen.tr/turkce/makaleler/02.htm! 321 Atina ile ortak askeri manevra giriĢimleri arttırılır. Bu arada Yunanistan da, gerek bölgede, gerekse AB içinde, Türkiye'ye karĢı engelleme ve kriz politikasını tırmandırır" 12 Mart 1995 tarihînde BirleĢmiĢ Milletler Kıbrıs Öze! Temsilci Yardımcısı Gustave Feissel, "Kıbrıs'ın AB üyeliği Türkiye'nin garantisini ve adanın iki-kesimlî karakterini zayıflatmaz" açıklamasını yapınca, Rum Yönetimi Sözcüsü Kassoulides, "BaĢvuru, Kıbrıs Hükümeti tarafından, tüm Kıbrıs adına yapıldı. Ve, Hükümet öyle inanıyor ki, Kıbrıs'ın AB üyeliği garantileri önemli bir ölçüde değiĢtirecektir..." cevabını vermiĢti. Kassoulides, "Bizim açımızdan konu açıktır. KeĢke Kıbrıslı Türkler, giriĢ görüĢmelerinde Kıbrıs'ın meĢru Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından temsil edildiğini kabul etseler. Bu kabul, Kıbrıs sorununun erken PAR çözüleceği anlamına gelirdi..." diye devam etmiĢtir AB ve Rum tezlerinin ne kadar örtüsîüğü ve ortaya çıkan sonuç, yorum gerektirmeyecek kadar açıktır. Brüksel Merkezi'nin Tespitleri Rum kesiminin üyeliğine ayların kaldığı 2002 yılındaki tabloyu ise yine iki AB uzmanı ortaya koyar. Brüksel AraĢtırmalar Merkezi'nden Mîchael Emerson ve Nathafie Tocci'nin hazırladığı, "Kıbrıs Doğu Ak247 deniz'in Feneri" baĢlıklı geniĢ değerlendirme raporunda, öncelikle Kıbrıs'ın AB üyeliğinin, krizi mi, çözümü mü hızlandırdığı anlatılır, bu arada "tarihi taviz" olarak ifade edilen Gümrük Birliği anlaĢması baĢta olmak üzere, Helsinki ve Katılım Ortaklığı belgeleri ile Rum kesimi lehine yapılan düzenlemelerle, Türkiye'nin Kıbrıs konusunda nasıl devre dıĢı bırakıldığı açıkça ortaya konulur. Ayrıca Avrupa Ordusu'nun özellikle Kıbrıs'ın durumu açısından büyük önem taĢıdığı ifade edilerek, Türkiye'nin bu konudaki direncinin haklı ve yerinde olduğu vurgulanır. Tocci Raporu olarak da adlandırılan, raporun giriĢinde, Rum kesiminin adanın tümü adına Temmuz 1990'da AB üyeliği için yaptığı baĢvuru ve AB'nin kararı anlatılarak, "O zamandan beri, Avrupalı kurumların sürekli olarak AB üyeliğinin, adada 38 yıldır süren uyuĢmazlığın 246 wwwtmcpio.org/turkce/turkcesayfa.htm 247 (www.trncpresidency.org/eu/natha![ı_toccı1.htm 322 çözümünü hızlandıracağı kanaatine vardığı" hatırlatılır. Bu görüĢün tüm zirve ve raporlarda yer aldığını, AB yetkililerinin de aynı ifadelen sıklıkla kullandığını, ayrıca ilk günden ben, Kıbrıs'ın üyeliğine kesin gözüyle bakıldığını vurgulayan raporda, "Fakat bu beyanları motive eden zımni iddia nedir? Neden AB, Kıbrıs'ın Birliğe katılımının çözümü hızlandırabileceğine inanıyor?" sorusu sorulur ve "AB'ye katılım süreci neden Kıbrıs sorununda çözümü hızlandırsın?" baĢlığı altında özetle Ģu değerlendirme yapılır: "AB iki tarafa da, gelecekte birliğe üye olma Ģeklinde iĢtah açıcı havuç göstermiĢtir. AB üyeliği bir yerde Kıbrıs sorununa çözüm veya ilerleme Ģartına bağlanmıĢtır. Ek olarak Kıbrısiı Rum hükümetine yönelik uzlaĢmazlığın çözümü Ģartı kaldırılınca, AB Türkiye'ye zarar verecek potansiyel bir sopa yaratmıĢtır. Dolayısıyla AB, havuç ve sopalarıyla Türk ve Kıbrıslı Türkleri ödün vererek anlaĢma için isteklerini arttıracağına, çözüm için hızlandırıcı bir rol oynayacağına inanıyor. Kıbrıslı Türkler Ġçin, AB üyelik havucu otomatik oiarak çözüm Ģartına bağlıdır. AB'nın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımadığını göz önünde tutarsak, Kuzey Kıbrıs, AB'ye ancak politik bir çözümden sonra girebilecektir. AB'nĠn Ģu anki tutumu Ģunu kastediyor; Kıbrıslı Türklerin AB üyeliğinden istifade edebilmeleri, en azından tekrar birleĢtirilmiĢ bir devleti öngören politik çözüm Ģartına tabidir. Fakat tam olarak Kıbrıslı Türklere sunulan Ģartlı havuçlar nelerdir? AB tarafından Kıbrıslı Türklere teklif edilen Ģartlı teĢvikler ağırlıklı olarak ekonomiktir. Her ne kadar da Kıbrıslı Türklerin haklarının korunacağına atıfta bulunuyorlarsa da, AB'ye ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ne göre ekonomik kazançlar Kıbrıs Türk Toplumu için en önemli teĢvikleri temsil eder. Genel iĢler Konseyi de üyelik müzakerelerinin (kuzeyin ekonomik olarak yetiĢmesi, büyüme ve istihdamın geliĢtirilmesine fırsat vereceğini) belirtti. AB, Kuzey Kıbrıs gibi küçük, fakir ve potansiyel olarak ticarete bağımlı bölgelere ekonomik olarak Önemli faydalar sağlayabilir. Kuzey Kibrıs'ın ekonomik kazançları, Türkiye ile beraber AB gümrük birliği ve ortak pazarına girmesiyle, bölgeye 27 yıldır uygulanan ekonomik ablukaların sona ermesi olacaktır." AB'nin Türkiye'ye de "Ģartlı havuç" uzattığı görüĢünün savunulduğu raporda, Helsinki ZirvesĠ'nde aday ülke statüsüne yükseltilmesinin, Türkiye'nin Kıbrıs konusunda daha uzlaĢıcı bir tutum ser- 323 gilemesinde ikna edici olduğu iddiasına yer verilir ki, bu tespit, daha önceki bölümlerde vurguladığımız Türkiye'nin aday ülke yapılma gerekçelerinden birisinin Kıbrıs konusunu Rum-Yunan tezine uygun çözmeye yönelik olduğu Ģeklindeki görüĢü teyid etmektedir. Raporda AB yetkililerinin, Ankara'nın AB ile olan bağlarının, Kıbrıs'la olan bağlanndan daha değerti olduğuna inandığı ve Türklerin Kıbrıs'a verdikleri önemin giderek azaldığı öne sürülür, ancak öte yandan da Ģu değerlendirmeye yer verilir: "Türk karar mercilerinin AB üyeliği Ġçin Kıbrıs'taki haklarından vazgeçmeleri kesinlikle mümkün değildir. Her ne kadar Kıbrıs'ta 1960'lı yılların baĢlarındaki olaylar, genç nesil Türkler tarafından hatırlanmasa da, Türkiye'deki herhangi bir politikacı, AB için Kıbrıs'tan feragat etmek gibi radikal bir karar alamaz. Türkiye'nin tam üyeliğe iliĢkin olarak, bölünmüĢ bir Kıbrıs'ın AB'ye giriĢinden kaynaklanacak sorunlar ve birleĢmiĢ bir adanın katılımıyla doğacak fırsatları iĢaret eden bakıĢını göz önünde tutarak, AB, Ankara'dan Kıbrıs'ta erken çözüm Ġçin bastırmasını "umabilir. Bununla birlikte, AB üyeliği teĢviğînin, Türkiye'nin Kıbrıs politikasını ters çevirmesi mümkün değil. Avrupalı yetkililer, Kıbrıs konusundaki Türk karar mercilerinin tavırlarından hoĢnut görünmüyorlar. Belirtilmelidir ki, 1995 Mart ayında verilen tarihi ödün, her ikisi de Ģimdi iktidar olup o dönemde muhalefet olan Bülent EcevĠt'in Demokratik Sol Partisi ile Mesut Ytlmaz'ın Anavatan Partisi tarafından Türkiye'nin, Kıbrıs Türk davasına ihaneti olarak algılanmıĢtı." Uzmanlar, AB Ġçinde, Türkiye'nin Kıbrıs politikasının, insani yardımdan çok stratejik temele dayandığı görüĢünün yaygın olduğunu öne sürürken de, "Ankara'nın Kıbrıs'a verdiği önem enerji unsurlarından dolayı, (özellikle iskenderun Körfezinden Irak'a olan yaptırımların kaldırılmasıyla petrolün akıĢının baĢlaması veya Bakü-Ceyhan boru hattının yapılması ve Kıbrıs'ın bunu kontrol etmesi) artmıĢ olabilir. Yine de Kıbrıs'a verilen genel stratejik Önemin Soğuk SavaĢ döneminden sonra önemli bir Ģekilde azaldığı görülmektedir. Türklerin uzun zaman Kıbrıs'a göstermiĢ oldukları önemin azaldığı sırada, özellikle Helsinki Zirvesinden sonra AB emellerine verdikleri değerin arttığı düĢünülüyor." iddiasında bulunurlar. AB uzmanları, Helsinki'den sonra ~aday ülke ilan edilen Tür- 324 kiye'nin tam üyeliğinin uzak bir gelecekte olduğunun bilinmesine rağmen, "AB Kurumlarının, Ankara'dan AB emellerinin üzerine daha aktif ve kesin olarak gitmesini beklediğini, bunun da geniĢ bir iç politika reform sürecini içerdiğini, politika değiĢiklikleri arasında hiç Ģüphesiz Türkiye'nin Birliğe yolunu açacak olan Kıbrıs sorununa çözüm bulunmasının da yer aldığını" Hade ederler. Raporda, Kıbrıs sorununun çözümünün, Türkiye'nin AB'ye giriĢi için açıkça bir Ģart olarak konulmadığı ancak Kasım 2000 tarihinde verilen Katılım Ortaklığı Belgesinde bu hususun yer aldığı ve belgedeki ifadelerin çeĢitli Ģekillerde yorumlanabileceğine iĢaret edilir. Uzmanlar, KOB'daki ifadenin anlamının, önemli ölçüde BM fikir ve önerilerine bağlı olduğunu belirtirken de, ilginç bir tespitte bulunur ve "Komisyon'un Kıbrıs hakkında madde içeren Katılım Ortaklığı Belgesi ile BM'nin kağıt olmayan kağıdının, her ikisinin de 8 Kasım 2000 tarihinde yayınladığını, dolayısıyla AB'nin, Türkiye'nin AB Ģartını yerine getirmediği kanaatinde" olduğunu vurgulayarak, "Helsinki sonuçlarının belirsiz ifadelerinin daha detaylı bir Ģekilde açıklanması" gerektiğinin altını çizerler. Raporda, AB'nin Ankara'dan çözüm için çaba harcamasını beklemesindeki en önemli sebebin, "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin yakın gelecekte AB'ye giriĢinin beklenmesi olduğu belirtilir ancak öte yandan Kıbrıs Rum kesimi için çözüm Ģartının adım adım nasıl kaldırıldığı da Ģöyle anlatılır: "Çözüm, Kıbrıs'ın üyeliği için 1993 Komisyon GörüĢünde Ģart olarak yorumlanabilirdi. Paragraf 48, (Birlik, Kıbrıs'ı üyelik için ehil buluyor... çözüm Ġhtimali daha kesinlik kazandığında, Komisyon Kıbrıs'ın katılımını sağlayacak görüĢme sürecini baĢlatmaya hazırdır) demiĢtir. Buna rağmen baĢarılı Yunan diplomatik baskılarının sonucu, Kıbrıs'ın AB'nin geniĢlemesine katılması, ilk olarak, 1994'te Corfu ve Essen'deki Zirvelerde belirtildi. ġart koĢulunu kaldırma zımni kararı, daha sonra 6 Mart 1995'te Genel ĠĢler Konseyi'nde alındı. Toplantı esnasında Fransız baĢkanlığı ustaca. Türkiye-AB Gümrük Birliği'nin gerçekleĢmesi sırasında son anda Yunan vetosunun kalkmasını, Kıbrıs'ın katılım sürecinin 1996'da hükümetlerarası konferansın sona ermesinden altı ay sonra baĢlamasına bağladı. 1997'dekĠ Lüksemburg Zirvesi resmi olarak Kıbrıs Cumhuriyetiyle katılım görüĢmelerini baĢlatmaya karar verdi ve 325 Mart 1998'de görüĢmeler baĢladı Birçok üye ülkenin, örneğin Fransa. Almanya ve Hollanda'nın isteksizliğine rağmen sorunun çözüm Ģartı Aralık 1999 Helsinki Zirvesinde resmen kaldırılmıĢ oldu. Kıbrıs Cumhuriyetine koĢulan, kesin çözüm Ģartının kaldı n imasından sonra, gerekirse Kıbrıs'ın bölünmüĢ bir ada olarak AB'ye üye olması beklenmektedir." AB uzmanları, ne yazık ki, Helsinki ZirvesĠ'nden çıkan, katılım zamanına kadar çözüm bulunmaması durumunda, AB'nin "tüm ilgili faktörlerin" dikkate alınacağı yönündeki kararını, DıĢiĢleri Bakanımız Ġsmail Cem ve AB'nin GeniĢlemeden sorumlu komiseri Verheugen gibi yorumlayarak, bu maddenin, "Kıbrıslı Rumların, çözüm için çaba sarf ettikleri görüĢünün var olması durumunda Birliğe giriĢlerinin gerçekleĢeceği" anlamına geldiğini, AB'nin de Ģimdiye kadar, Kıbrıs Rumlarının çözüme ulaĢmak için yeterli çaba sarfettiği görüĢünde olduğunu bildirirler. Rum kesimine verilen Katılım Ortaklığı Belgesi'nin, hükümetin kjsa dönemde, "BM çerçevesinde çözümü desteklemesi için çabalarını en üst düzeye çıkarmasını" talep ettiğini belirten uzmanlar, nitekim 2000 Ġlerleme Raporu'nda bu önceliğin yerine getirildiği kaydının bulunduğunu belirtirler. Dolayısıyla AB'nin halen Rum kesiminin, çözüm çerçevesinde üzerine düĢen görevi yerine getirdiği kanaatinde olduğunu, fakat bundan da önemlisi, Yunanistan'ın Kıbrıs'ın 2003-2004 Ġ!k geniĢleme dalgasında yer almaması durumunda tüm geniĢlemeyi veto edeceği tehdidinde bulunduğunu hatırlatan uzmanlar, bu sebeple bölünmüĢ Kıbrıs'ın Birliğe giriĢinin beklendiğini, herhangi bir AB hükümetinin de bunu veto etmesinin mümkün olmadığını Öne sürerler. Raporun devamında, bölünmüĢ bir Kıbrıs'ın üyeliğinin muhtemel sonuçları değerlendirilirken, bu durumun Türk çıkarlarına önemli Ģekilde zarar vereceğine ve Türkiye'nin garantörlüğünün pratikte ortadan kalkacağına iĢaret edilir ve Avrupa Ordusu'nun Önemi gündeme getirilir. AB uzmanlarının bu konulardaki tespitleri de Ģöyle olur: "Kıbrıs konusundaki Yunan-Türk uzlaĢmazlığı yerini etkili bir Türk-AB uzlaĢmazlığına bırakacaktır. Bu da Türk-AB iliĢkilerini ve Türklerin Birliğe üye olma emellerini Önemli oranda etkileyebilir. Kıbrıs CumhuriyetĠ'nin üyeliği, Kıbrıslı Rumların Türkiye üzerindeki baskı gücünü de artırır. Kıbrıslı Rumlar Yunanistan'la birlikte, Türkiye'nin AB 326 üyeliği için etkili Ģekilde veto hakkına sahip olacaklardır. Dolayısıyla Kıbrıs'ın AB üyeliği Kıbrıslı Rumların, Kıbrıs'ta istedikleri gibi bir çözüm eide etmeleri için Türkiye üzerine Önemli derecede baskı oluĢturacaktır BölünmüĢ Kıbrıs'ın üyeliği, Kıbrıslı Rumların Ģartlarında, bir çözümün olmasını cesaretlendirir. Adada resmi bir çözüm olmadan ne Yunanistan'ın ne de Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Türkiye'nin üyeliğini kabul etmesi pek mümkün değildir. Kıbrıs Rum yetkililer Ģimdiden Kıbrıs'ın bölünmüĢ bir ada olarak AB'ye alınması durumunda, kabul edilir bir çözüm bulunana kadar Türkiye'nin üyeliğini veto edeceklerini beyan etmiĢlerdir. Ayrıca AB üyeliği dolaĢım hakkı, mal mülk edinme ve yerleĢim haklarının serbestliği çerçevesini yaratır. Kıbrıs ve Yunanistan'ın Birlik içinde olmasıyla, herhangi bir Kıbrıslı Rum veya Yunanlı, teorik olarak adada herhangi bir yerde mal alıp, iĢyeri açabilir. Fakat Türkiye AB dıĢında kaldığı süre aynı haklardan - öze! Ģartlar konrnadıkçafaydalanamayacak. AB üyeliği, ayni zamanda adada halen yürürlükte olan Garanti AnlaĢmasından kaynaklanan 30,000 Türk askeri için de sorunları artırıyor. 1960 Garanti AnlaĢması üç garantör devlete adadaki devlet iĢlerinin normale dönmesi için tek taraflı müdahale hakkı veriyor Türkiye, 1974'teki askeri müdahalesinde, AnlaĢmanın bu maddelerine baĢvurdu. Her ne kadar Kıbrıs'ta AB içerisinde bir çözüm 1960 Garanti AnlaĢmasının resmi bir Ģeklide devam etmesini öngörse de, pratikte Türkiye'nin tek taraflı müdahale hakkı etkisiz hale gelecektir. Türkiye'nin, bir AB aday ülkesi olarak, Ġlerdeki bir anlaĢmanın ihlali üzerine AB üyesi Kıbrıs'a askeri müdahalede bulunması pek mümkün değildir. Yine, Türkiye'nin aday olarak, ileride AB adası olacak olan yerde yüksek sayıda asker bulundurması da mümkün olmayacaktır. BölünmüĢ bir Kıbrıs'ın Birliğe giriĢiyle, bir aday ülke olan Türkiye, AB topraklarında etkili, yasadıĢı iĢgalci konumunda görülecektir. Bu ihtimalin önemi, kurulması gündemde olan Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) ve Avrupa Acil Tepki Gücü ile daha da artıyor BölünmüĢ Kıbrıs'ın AB üyeliği ve AGSP'nın geliĢmesiyle, doğacak olan Türk-AB uzlaĢmazlığı bölgesel güvenliği de etkileyebilir. Bu bedeller ve Aralık 1999'dan beri Türkiye'nin üyeliği hakkında daha gerçekçi yaklaĢımlar göz önünde tutulduğunda, AB, Türkiye'nin Kıbrıs'ta çözümü sağlayacak daha aktif çabalar sarf etmesini bekliyor" 327 Rumları Cesaretlendirdi Bölümün baĢında AB'nĠn Kıbrıs politikasının Rumları nasıl cesaretlendirdiğini Örnekleri Ġle anlatmıĢtık. AB uzmanları da, "Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye'nin tutumunun sertleĢtiği bilinse de, Kıbrıslı Rurnlann da ödün vermeye ve çözüm bulmaya hazır oldukîanna dair herhangi bir gösterge bulunmamaktadır. Bu trend Özellikle 1994-1995'ten, Kıbrıs'ın, AB'nin bir sonraki geniĢleme dalgasına resmen kabul edilmesinden beri gözlemlenmiĢtir. Kıbrıslı Rumların, çözüm için samimi olduklarına inanmak için hiçbir Ģey yoktur" diyerek, "KatılaĢan Kıbrıslı Rum Tutumlan" baĢlığı altında Ģu tespitlere yer verirler: - Bir taraftan görüĢmeleri açıkça katılaĢan bîr tutum Ġzledikleri görülmüyor, fakat diğer taraftan da kısa vadede çözümü sağlayacak taviz verici, gerçek bir pofitik niyetin var olduğuna dair bulgu da yoktur. - Öncellikle Kıbrıslı Rum Liderliği 1990'larda uluslararası ve Av rupa arenalarında Kıbrıslı Türklerin hareketlerini kınamak Ġçin daha fazla baskı uygulamaya baĢladı. Dolayısıyla Haziran 1995'te Avrupa Adalet Mahkemesi, Kuzey Kıbrıs'tan patates ve narenciyenin Kıbrıs Cumhuriyeti'nin sağlık ve nakii sertifikalan bulunmadan ithal edilmeyeceğine karar vermiĢ ve 1996!da Avrupa insan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi, Bn, Lozidou'nun kuzeydeki mallarına dönmesini engellediği ge rekçesiyle mahkum etmiĢtir. Mayıs 2001'de AlHM Kıbrıs CumhuriyetfnĠn Mart 1995'teki dördüncü baĢvurusunun kararını vermiĢ, kararda, kayıp kiĢiler, yerinden edilmiĢ kiĢilerin mal mülk hakları ve Kuzey Kıbrıs'taki Rumlara karĢı insan hakları ihlalleri nedeniyle Türkiye mahkum edil miĢtir. - Kıbrıslı Rumların güvenlik ve savunma politikalarında artan agresifliği görülebiliyor. Mart 1995'ten bu yana Yunanistan'la (MüĢterek Savunma Doktrini) adı altında önemli derecede askeri geliĢmeyi uy guluyor, böylelikle Kıbrıs Rumları Yunanistan'ın askeri Ģemsiyesinin hi mayesine alınıyor ve de yıllık savunma harcamalarını 300 milyon dolar, yani Gayrî Safi Milli Hasılasının yüzde 7'si oranında artırıyor. Ortak Sa vunma Doktrini çerçevesinde Saftaki hava ve Terazi'deki deniz üssü ĠnĢa edilmiĢtir. Gerilim 1998'de CumhurbaĢkan adayı Klerides'in seçim kampanyasını 1992 Butros Gali'nin Fikirler Dizisini reddetmek ve S-300 füzelerini konuĢlandırma sözünü vermesi üzerine artmıĢtır. Ocak 328 1999'da diplomatik baskılar sonucu füzeler Kıbrıs yerme Girit'e ko nuĢlandırılmıĢtır. - Kıbrıslı Rumların uzlaĢmaz tavırları Eylüt 2000 tarihindeki aracılı görüĢmelerde de görülebilir 12 Eylül 2000 tarihinde Kofi Annan aracılı görüĢmeler sürerken yaptığı konuĢmada, adada her iki topluluğun eĢit olduğunu ve her iki toplumun kendinden baĢkasını temsil etmediğini belirtti. Politik eĢitlik kavramı yeni bir Ģey değildi ve 1992'dekĠ Gali fikirler Dizisinde de teorik olarak desteklenmiĢti. Bununla birlikte Güney Kıbrıs Rum Liderliği beyana sert bir Ģekilde karĢı çıktı. CumhurbaĢkanı Kierides, Ġki gün boyunca, beyana açıklama getirilmesi için görüĢmeleri erteledi. Kasım 2000 tarihindeki son aracılı görüĢmelerden sonra Kıbrıslı Rum üslubunda yumuĢama gözlemlendi. Buna rağmen aracılı görüĢmeler askıya alındı, Kıbrıslı Rumların ılımlı konuĢmaları pratikte daha taviz verici bir tavır göstergesi değildi. AB Çözümü Değil, Krizi Hızlandırdı AB uzmanlarının raporunda açıkça,"Gözlemlenen 1990'lı yıllarda ve özellikle 1994~1995'ten bu yana AB, sorunu kolaylaĢtırmaktan çok ĢiddetlendirmiĢtir. Her iki taraf da mevcut görüĢme tutumlarından taviz vermek için daha az isteklidirler." denilir ve "Neden AB'ye Katılım süreci Kıbrıs'ta çözümü değil de krizi hızlandırıcıdır? sorusuna Ģöyle cevap verilir: "Neden AB faktörü adanın ortak bir Avrupa ülkesi çerçevesinde birleĢmesine cesaret vermek yerine, mevcut ayrılıkları daha da beli rgi n leĢti rm iĢtir? AB'nin Kıbrıs'ta birleĢtirme yerine ayrılmayı belirginleĢtirmesinin sebeplerini anlamak Ġçin, Kıbrıs sorunundaki taraflara ve onların AB üyeliği ve AB siyaseti Ġle ilgili etkileĢimleri ve tutumlarına bakmak gerekmektedir. Kıbrıs Cumhuriyetinin Birliğe giriĢi, Kıbrıslı Rumların görüĢmelerdeki tavırlarını kuvvetlendirebilir ve Rumlara aradıkları birçok politik ve güvenlik yaralan sağlayabilir. Bu yararları elde edebilmenin Ģartı, adada bir çözüm olması değildir. Dolayısıyla Kıbrıslı Rumların üyelikten Önce çözüme gitmeleri için teĢvikleri azaltılmıĢtır. Öncelikle, Kıbrıs-AB iliĢkileri ve katılım süreci ile Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türklere kıyasla konumlarını kuvvetlendirdi. Kıbrıs Cumhuriyeti, AB üyeliğine adanın tümü adına baĢ vurdu. AB'nin baĢvuruyu kabul etmesi 329 ve Kıbrıslı Rumlarla kapsamlı iliĢkileri, sözde KKTC'nin itibarını düĢürmüĢ ve Kıbrıslı Rumların pazarlık konumlarını kuvvetlendirmiĢtir. AB'nin hızlandırıcı etkisi Ģu anda çalıĢmaktadır. Fakat tüm ümitlerin ve beklentilerin aksine AB, Ģimdiye kadar Kıbrıs'ta çözümden çok, krizi kolaylaĢtırmıĢtır. Bu ters etkinin sebepleri ise bir tarafta Kıbrıslı Rum, Kıbrıslı Türk ve Türkiye'nin çıkarları, diğer tarafta AB'nin öne sürdüğü politikalardır. TartıĢmalı olarak, AB'nin tarafların çıkarlarını ek sik anlayarak, yanlıĢ hesapladığı politikaları, adada derin bir çıkmaz yaratmıĢtır. UzlaĢmazlığın görünebilecek bir gelecekte çözülmesi için yeterli tesviğin bulunmaması Kıbrıs'ta çözüm yaratacağına, krizi daha çok artırmaktadır. Üç tarafa AB tarafından sunulan Ģartlı veya Ģartsız havuç ve koĢullar adada bir çözümün bulunması için yeterli değildir. Fakat ayrılığın devamı da statükonun devamını gerektirmemektedir. AB'nin Kıbrıs denklemine bir değiĢken olarak katılmasına ve olumlu bir katkıda bulunmayıĢına rağmen, halen bölge için bir katalitik etkisi olabilir. Kıbrıs'ın AB'ye bölünmüĢ bîr ada olarak girmesiyle devam edecek çıkmaz, Doğu Akdeniz'de bir krize yol açabilir. Kriz Türkiye-AB iliĢkilerinin ciddi Ģekilde bozulmasından doğabilir. Daha önce de belirtildiği gibi bölünmüĢ bîr adanın AB üyeliği, Türkiye'nin üyeliği için ciddi engeller sunabilir. Kıbrıslı Rumların AB'ye üyeliği, Türkiye'nin AB'ye katılımı için Kıbrıs sorununun çözülmesini baĢlıca Ģart haline getirir.. Kıbrıs sorunu AB'nin iç sorunu haline gelir ve dolayısıyla AB ile Türkiye" arasında bir uzlaĢmazlık olur. Böylelikle Kıbrıs sorunu AGSP'nin gelecekteki bir önceliği olabilir. Türkiye ve KKTC'deki iç politik ortamları değerlendirdiğimizde, TürkĠye-AB ve Türkiye-Yunanistan ĠliĢkilerinin tümünde Kıbrıs konusunun etkisi daha da önem kazanır." Uzmanlar, bu ilginç raporun sonuç bölümünde, her Ģeye rağmen bu olaylar zincirinin durdurulabileceğini, tüm tarafların göstereceği gayret ve en önemlisi de, AB'nin henüz üye olmayan üç tarafa yönelik politikalarında değiĢiklik yapmasının, bu trendleri tersine çevireceğini kaydederler. Son Uyanlar AB, Kıbrıs Rum kesimi Ġle üyelik iliĢkilerini baĢlatınca, BM ve ABD baĢta olmak üzere çok sayıda kurum veya kiĢiden, sorun çözülmeden 330 kurulacak böylesi bir ortaklığın, çözümü güçleĢtireceği uyarısının geldiğini söylemiĢtik. Uyanlar, AB'nin bildiğini okumasından sonra da devam etmiĢtir Brüksel AraĢtırmalar Merkezi uzmanlarının tespitleri Ġle birebir örtüĢtüğü için öncelikle, görüĢlerine sık sık atıf yaptığımız ve 1995'ten bu yana öngörüleri neredeyse harfiyen gerçekleĢen Londra Üniversitesi öğretim üyelerinden ingiliz hukukçu Prof. Dodd'un, Rum kesiminin hızla AB üyeliğine doğru yol aldığı 2001 yılına gelindiğinde yaptığı değerlendirmeyi aktarmak istiyoruz. Rum-Yunan Ġkilisinin, Güney Kıbrıs'ın AB üyeliğini gerçekleĢtirmek, bunu tüm adanın üyeliği Ģeklinde kabul ettirmek suretiyle bir iaĢla iki kuĢ vuracağını belirten Prof. 248 Dodd, Ģunları söyler "Eğer Güney Kıbrıs AB üyeliğine kabul edilirse, AB üyesi bir ülke olarak topraklarının bir kısmının yabancı bir devlet tarafından iĢgal edilmiĢ olduğunu ileri sürerek, AB'nin bu hususta bırĢeyler yapması, örneğin Türkiye'ye yaptırımlar uygulaması çağrısında bulunabilir. Bu durum ise Türkiye'nin Gümrük Birliği'ni terk etmesi ve ceza olarak üyelik statüsünü kaybetmesiyle sonuçlanabilir, [Ģte o zaman Türkiye'de siyası bir kargaĢa yaratılabilir. AB içinde bir gelecek yaratmaktan vazgeçmek, tarihi bir siyasi hevesin sonu olacaktır. Fakat Kıbrıs Türklerini gözden çıkaran herhangi bir hükümet ayakta kalamaz. AB ile ortaya çıkan zorluklar, Ankara'da milliyetçi, islamcı siyasi partileri iktidara getirir. Bu da batının petrole dayalı önemli çıkarlarının bulunduğu Orta Doğu ile Hazar Denizi bölgesinde, ayrıca-Orta Asya'da Türkiye'nin bir istikrar faktörü olma arzusu ve kapasitesini ciddi Ģekilde kısıtlayacaktır. Böyle bir durumda Türkiye ve Yunanistan arasındaki düĢmanlığın azalması da beklenemez. Üstelik hayal kırıklığı ve asabiyet Kıbrıs'ta ve Ege'de, Doğu Akdeniz'deki barıĢı tehdit edici olaylara da pekala yol açabilir." The Economist Dergisi'nde, yer alan bir yorum haberde ise, Rumların çözüm arayıĢı adına son birkaç yılda daha umut verici adımlar attığı, hatta neredeyse 1974 öncesinde Kıbrıslı Türklere karĢı yapılan kötü muameleyi kamuoyu önünde kabul bile etme ihtimalleri bulunduğu gibi Ġyimser bir tablo çizilir. Economist Dergisi, "Ancak AB'ye de, Yunanistan tarafından Kıbrıs'ın üyeliği noktasında Ģantaja uğratılmayı red248 Avrupa Birliği Kıskacında Kıbns Meselesi-Bugünü ve Yarmı/ 2001-Kısım 8-sf.86 331 detmek görevi düĢüyor. Aynı Ģekilde BM'nin de yalnızca Rauf DenktaĢ'ın yasallığını kabul etmekle kalmayıp, Kıbrıs'ta kurduğu devletçiğin sadece Türkiye'nin bir parçası olmadığını ve kendi baĢına bir gerçek oluĢ9 turduğunu da Rumlara kabul ettirmesi gerekir. Ģeklinde ciddi bir uyarıda da bulunur. Emekli General Suat ilhan'ın, Kıbrıs'ın Türkiye açısından önemi ve Rum kesiminin AB'ye alınması halinde meydana gelecek olaylarla ilgili değerlendirmeleri de bu bölümde anlattığımız tespitlerle ör25 tüĢmektedir. Ġlhan'ın görüĢleri özetle söyledin "Kıbrıs bizim açımızdan; orada yaĢayan 150 bin Türk'ün varlığının korunması, Türkiye'nin güneyden de kuĢatılmaması, Kazakistan, Hazar, Azerbaycan, Türkmenistan, Iran, Irak petrollerinin Ġskenderun Körfezi cıkıĢınj kapatarak, tehdit ettmemesî ve Yunan Megali Ideasının durdurulması gibi bir yığın ilave sebepten de hayati derecede önemlidir." Peki Rum kesimi AB'ye alınırsa ne olur? AB'nin ilk ve en önemli ilkelerinden birisinin mal, hizmet ve sermayenin üye ülkeler arasında serbest dolaĢımı olduğunu hatırlatan ilhan, "Kuzey ve Güney Kıbrıs hangi türden olursa olsun AB'ye üye oldukları takdirde; Güneyde yaĢayan Rumlar, Kuzey Türk bölgesinde mal edinebilecek, yatırım yapabilecek ve hizmetlerini icra etmek için tesis kurabilecekler. Ayrıca, Avrupa insan Hakları Mahkemesinden karar alarak, eski toprak ve bi251 nalarına tekrar sahip olabileceklerdir" der. Suat ilhan'a göre, Kuzey Kıbrıs'ın AB üyesi olması dahi bu akıbeti engelleyemeyecek, bugün bile Kıbrıs'tan kaçma çareleri arayan Kıbrıslı Türklerin, birkaç bin kiĢilik sembolik mevcuda düĢmelerine sebep olacak. 1974 yılından önce Kıbrıslı sayılanlar ve çocukları AB üyeliğinden yararlanarak, diğer ülkeleri gidebilecekleri için KKTC üye olmadan da, Kıbrıs Türklerden boĢaltı labilecektir. Tüm bu uyarılara ve tespitlere rağmen, AB kulaklarını kapatmaya devam eder, özellikle de geniĢlemeden sorumlu komiser Verheugen... Ünlü ingiliz televizyonu BBC, 17 Ocak 2002'de, Nevvsnight (Gece Ha249 250 251 30.12.2001- www.habertürk.com/Iook_ asp?_ld=41232 Avrupa Birliği'ne Neden Hayır-Jeopolitik YakIaĢım/2000/sf. 121 Suat llhan,a.g.e.sf.121 332 berleri) programında, Kıbrıs'ın durumunu ele alır. Programda, adanın bölünmüĢlüğüne çözüm arayıĢlarının, Rum kesiminin AB'ye tam üyeliği konusundaki hazırlıklarla, daha da karmaĢık hale geldiğine dikkat çekilir. Programa katılan Verheugen, bu tespitlere karĢılık Ģunları söyler: "Bir tıkanıklık vardı. Ama biz Helsinki stratejisi adını verdiğimiz bir çizgi belirledik. Kıbrıs'ın (Rum kesimi) AB'ye alınmasının siyasi çözümü yüreklendireceğine inandık. Ve Kıbrıs'taki Türk toplumu ile Ankara'dakı Türkiye hükümetinin, geniĢleme konusunun baĢarısı konusunda karar vermesine izin veremeyeceğimizi söyledik. Siyasi olarak geniĢlemenin birinci aĢamasında Kıbrıs olmazsa olmaz. Saat çalıĢıyor. Kararımızı bu yılın sonunda vereceğiz." Verheugen programda, çeliĢkili açıklamalar yapar, Rum kesimini açıkça himaye ve desteğe devam eder, Türk kesimi ve Türkiye'nin geniĢlemeye etki etmesine izin vermeyeceklerini belirtir ama bu arada Yunan Ģantajlarına boyun eğdiklerini de itiraf eder. Verheugen, BBC'nĠn sorularını Ģöyle cevaplandırır: Soru: AB, Yunanistan'dan korkmuĢ olmuyor mu? Verheugen: Bence Yunanistan Parlamentosunun pozisyonu biliniyor. Bu Yunan parlamentosu üyelerinin bir siyasi doğruculuk sorunu. Benim kiĢisel görüĢüm Ģu ki, Yunanistan'ı ciddiye almalıyız. Çünkü Kıbrıs AB'ye alınmazsa, geniĢleme anlaĢmasını kesinlikle imzalamayacaklarını açıkça belli ettiler. Soru: Ama Yunanistan'ın tehdidi üzerine geri adım atarsanız çözüm için Rumlar üzerinde hiçbir baskı kalmamıĢ olmuyor mu? Verheugen: Bu doğru değil. Bence Rum tarafı çözüm bulmak Ġstiyor. Rum toplumunun çok yapıcı olduğundan hiç kuĢkum yok. Seçeneklerimiz hala açık ve hala kesin karar verilmiĢ değil. Soru: Ama Yunanistan bir çözüm bulunmasa bile Rum kesiminin alınacağını biliyor. Çözüm için niye uğraĢsın ki? Verheugen: Hayır. Durum Öyle değil. Seçenekler hala açık. Bizim kararımız verilmiĢ değil, bu bir koĢul değil. Tabii ki, bedeli ne olursa olsun bu kararı alacağız demiyoruz. Soru: Söylediklerinizi dinlerken bir çözümün olmasını istediğinizi anlıyorum. Ama Kıbrıs'ı (Rum kesimini) bu hali ile tek baĢına AB'ye alamazsınız herhalde değil mi? 333 Verheugen. ġunu beürtmeiryim kî, Kıbrıs daha 1995'de adaylar arasına alındı. 1996'da da Türkiye ile Gümrük Birliği imzalandı 1999 Helsinki zirvesinde de hiçbir taraftn AB'nin geniĢlemesine veto koymasına izin vermeyeceğimiz hüküm altına alındı. Böylece her iki taraf üzerinde de baskı oluĢturduğumuza inanıyorum. Aynı programa katılan KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ, güvenlik kaygıfarımn ve Rumların tahakkümü konusundaki endiĢelerinin giderilmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine ülkemizdeki malum bazı çevreler, bu çağda kimsenin kimseyi kesmeyeceğini iddia edip, DenktaĢ'ı suçlarlar. Oysa aynı programa katılan Rum DıĢiĢleri Bakanı Yannis Kasulidts bile, "Biz de Türklerin güvenJik konusunda ciddi kaygılan olduğunu biliyoruz" demiĢti. Gerçekte bu tartıĢmalardan daha 4 yıl önce Türklerin güvenlik sorununa dikkat çeken bir kiĢi daha olmuĢtu. AB Komisyonu'nun, Karen Fogg'dan Önceki temsilcisi Mıcneal Lake, görevinin sona ermesi sebebiyle hazırladığı hizmet içi raporunun Kıbrıs bölümünde, Türkiye'nin, adadaki Türklerin can ve mal güvenliğinin ve 1963 ile 1974'deki olayların bir daha asla tekrarlanmayacağının garanti edilmesine ihtiyaç duyduğuna Ġnandığını iîade etmiĢtir. AB'nin tutumunun "Kıbrıs konusunda Türkiye'yi rasyonel olmayan tepkiler vermeye zorladığını ve köĢeye sıkıĢtırdığını" belirten Lake, "Rus füzeleri konuĢlandırmakta olan bir ülke ile AB'nin tam üyelik müzakereleri baĢlatmasının kabul edilemez olduğunu" vurgulamıĢtır. Lake'e göre, "AB'nin Kıbrıs Rum Yönetimi'ni, uzun süreli ve stratejik çıkarları olan Türkiye'den önde tutup, tut OEp mayacağının net kararını vermesi" gerekmektedir. Lake'Ġn bu raporuna o dönemde Yunanistan'dan büyük tepki gelmiĢ, Yunan Hükümet Sözcüsü "Birliğin çıkarlarını savunması gereken Komisyon me murlarının bir Üye devletin çıkarlarına aykırı tutum benimsemelerinin kabul edilemez" olduğunu savunmuĢ, Yunanlı bir Parlamenter Ġse Komisyon'a bu konuyla Ġlgili olarak sözlü soru önergesi vermiĢtir. Tepkiler üzerine Komisyon sözcüsü, diplomatik görev sahiplerinin görev süreleri sonunda bu tip kiĢisel raporlar hazırlamalarının teamül olduğunu belirtmiĢ ve Lake'Ġn hazırladığı raporun da bu kategoride değerlendirilmesi 252 www,kobinet org tr/hĠzmetler/katiiĠmci-kuruluslar/vakiilar/IKV25.HTM-5 334 gerektiğini Ġfade etmiĢtir. DıĢ iliĢkilerden Sorumlu Komiser Hans Van Den Broek da, Yunan DıĢiĢleri Bakanı'na raporun mahiyeti konusunda herhangi bir yanlıĢ anlama olmaması gerektiği konusunda (telefonda) garanti vermiĢtir. Komisyon Sözcüsü ise, Raporun henüz detaylı olarak incelenmediğini, Komısyon'u veya AB'yi bağlayıcı bir niteliği olmadığını ve tamamen Lake'ın kiĢisel görüĢlerini yansıttığını söylemiĢtir BBC kanalıyla benzeri tartıĢmanın yaĢandığı 2002 yılı baĢında ise Yunan veya Rum kesiminden önce Türkiye'den bazı çevrelerin, DenktaĢ'a tepki göstermesi, psikolojik savaĢın hangi boyutlara ulaĢtığını göstermesi açısından anlamlıdır. DenktaĢ-Klerides arasındaki görüĢmelerin devam ettiği günlerde, Rum hamisi Verheugen, Ada'ya kritik bir ziyarette bulunur. DenktaĢ ve Klerides'e, "zaman daralıyor" diyen Komiser, Haziran sonuna dek en azından prensipte çözüm bulunmasını ister. Klerides'le görüĢtükten sonra da, yıl sonuna kadar Rumların üyelik görüĢmelerinin tamamlanacağını hatırlatır ve sorunun çözümünün ön Ģart olmadığını vurgular. "HerĢey AB'nin geniĢleme stratejisi doğrultusunda giderken, OC'Î insanlara Özel bir sorunun çözümünü beklemelerini söyleyemeyiz, diyen, Verheugen, Rumların üyeliğiyle ilgili son kararın ilgili faktörler dikkate alınarak verileceğini söyler ama Anayasal konulara takılınmaması gerektiğini de sözlerine ekler. Verheugen'in bu kritik ziyaretinden sadece bir gün önce Kıbrıs'tan sorumlu Devlet Bakanı ġükrü Sina Gürel ise, 8 Mart 2002'de Gazi Üniversitesi'n de verdiği "Türkiye, AB ve Kıbrıs" konulu konferansta sunf~)CA lan söylüyordu: "Eğer Yunanistan'la sorunlarını Yunanistan'ın istediği gibi çöz, Kıbrıs sorununu Kıbrıs Rumlarının ve Yunanistan'ın istediği gibi çöz, ondan sonra gel deniyorsa Türkiye'ye, bu tabi kabul edilebilir bir hedef, kabul edilebilir bir ölçüt olamaz Ama biz bunu herkese uyguladık. Hiçbir eski üyemizin yeni üye olacak bıriyfe sorunlarının olmasını istemiyoruz. O yüzden size de bunları söylüyoruz deniyorsa eğer, orda da yanılıyorlar çünkü keĢke o zaman irlanda'yı sorunlarını hallettikten sonra içeri al253 254 Radikal Gazetesi/ 9.3 2002 www brt.gov.nc.tr/haberler/gurelkibris htm 335 salardı. KeĢke o zaman Ġngilizlerle irlandalılar arasında yüzyıllardır süren sorunlar çözülmüĢ, ondan sonra Ġrlanda üye olmuĢ olsaydı. Kıbrıs konusu Türkiye bakımından AB üyeliği Ölçüsü olarak kabul edilemez... Rum kesimini alırlarsa Kıbrıs'ın bölünmüĢlüğünü tescil ederler, ve bunun üzerine de bir AB damgası vururlar." Devlet Bakanı Gürel, AB'ye yönelik bu eleĢtirisinden sonra, ülke içinde "AB üyeliği uğruna ver-kurtul" havasında olanları da, "Birlik bize iki adım sağa attn, üç adım öne atın, Ģu hendekten de atlayın. Sonra AB'desinîz demiyor. Eki adım sağa atın, bu hendeği de geçmeye çalıĢın, geçin, yürüyün diyorlar. Nereye doğru diyorsunuz, gidin bakalım diyorlar. Yani bize zaman ve mesafe olarak böyle bir kesin hedef, bir perspektif sunulmuĢ değil Ģu anda. Dolayısıyla kendi kendimizi de kan dırmayalım. ." diye uyarmayı ihmal etmez. Verheugen, Haziran 2002'de, TOBB BaĢkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu ile yaptığı görüĢmede de, AB'nin karar vereceği Kopenhag Zirvesi'ne daha G ay varken, Rum kesiminin üyeliğinin kesin olduğu yolunda bir üslup kullanır. Ne yazık ki aynı kanaat, TOBB BaĢkanımızda da vardır ve Verheugen'den, Rum kesiminin Türkiye'nin AB üyeliğini veto etmesinin önüne nasıl geçileceğini öğrenmeye çalıĢır, Verheugen Ġle TOB BaĢkanı Hisarcıklıoğlu arasında Ģu konuĢma geçer: Hisarcıklıoğlu: ġu anda zaten Yunanistan'ın Türkiye ile Ġlgili veto tehdidi ve vetoları Ġle karĢı karĢıyayız. Yarın siyasi bir çözüm bulsak ve Güney Kıbrıs AB üyesi olursa, Türkiye'nin üyeliği önünde yeni bir veto tehdidi oluĢturmayacağının garantisi ne olacak? Verheugen: Bunun hiçbir garantisi olamaz. Veto, tam üyelikten kaynaklanan bir haktır. Her AB üyesi bu hakkı kullanabilir. Yarın Kıbrıs değil ama örneğin Danimarka ya da herhangi bir diğer AB üyesi ülke de Türkiye'nin üyeliğine karĢı veto kullanabilir. Hisarcık!joğlu: Ancak böyle bir durumda bu ülkenin vetosunun en azından mantığa dayalı bir açıklaması olacaktır. Oysa biz Güney, Kıbrıs'ın itirazının mantıktan çok intikam alma gibi duygusal ve mantık dıĢı nedenlere dayanacağını görüyoruz. Rumların veto hakkı olmamalı, Türkiye'ye engel olmaları engellenmeli. 255 Hürriyet Gazetesi-23.6.2002 336 Verheugen; Bence Kıbrıs'ın katılımı, siyasi çözümden sonra olmalıdır. Sızın açınızdan en iyi Ģey Ankara'nın çok net ve açık biçimde Kıbrıs sorununun çözümünü istediği mesajını vermesidir. Ben Ģahsen Kıbrıs BirleĢik Devletlerine karĢı değilim. Anahtar Türkiye'dir. Benim gerçek muhatabım da DenktaĢ değil Türkiye'dir Evet, Verheugen'ın bu sözleri gerçekten önemli ve ciddidir. Öncelikle, sorunun asıl tarafı olan ve BM'nin de Türk kesimi için tek muhatap kabul ettiği DenktaĢ'ı muhatap almadıklarını söylemektedir ki, aslında bu, Kıbrıslı Türklerin kendileri açısından bir anlam ifade etmediğinin itirafıdır. Verheugen, Türkiye'ye de, "Ya çözüm bulun", ya da ileride, "Güney Kıbrıs'ın sizin üyeliğinizi veto edeceğini bilin" diyerek, adeta kırk satır mı, kırk kaîır mı alternatifi sunmaktadır. VerheugenHisarcıklıoğlu görüĢmesinin devamı, yine TOBB BaĢkanı'mn meseleye bakıĢ açısını göstermesi açısından dikkat çekicidir BaĢkan, "Kıbrıs'ta çözüm bulunması halinde de Türk azınlığın haklarının garantisinin olamayacağını" söyleyince, Komiser, "Rum çoğunluğun Türkler üzerinde baskı kurmayacağının garantisi, bizzat AB üyeliğidir. Kıbrıs Türklerinin tüm haklan bu çerçevede garanti altına alınacaktır." cevabını verir. Öncelikle vurgulanması gereken husus, TOBB BaĢkanı'mn, peĢinen Kıbrıs Türklerini azınlık olarak nitelendirmekte sakınca görmediğidir ki, bu tam olarak, Rum-Yunan Ġkilisi ile AB'nin istediğidir. Ayrıca VerheugerîĠn, "Türk azınlıklar" için gösterdiği garantıye(l), TOBB BaĢkanı'nın aklına gelmediği sanılan Ģu karĢılığı vermek mümkündür. Yunanistan AB üyesidir ve Batı Trakya'daki Müslüman-Türk azınlığın durumu ve ne kadar garanti altında oldukları ortadadır. Oysa Verheugen-Hisarcıklıoğîu görüĢmesinden daha 1 hafta önce, Yunanistan DıĢiĢleri Bakanlığfnın hazırladığı bir raporda, Batı Trakya'da Türk azınlığına uygulanan ayırımcılığının itiraf edildiği açıklanmıĢtı Yunan Elefterotipia Gazetesı'nde yayınlanan 20 Aralık 2001 tarihli raporda, "Yunan bankalarının gerekli Ģartlan yerine getirmelerine rağmen Batı Trakya'daki Müslüman-Türk azınlığının kredi taleplerini geri çevirerek, gizli bir boykot uyguladığı" belirtilmiĢ ve "Türklere ayı6 rımcılık yapıldığı Ġfadesi kullan ı im ıĢtır. Bilindiği gibi Batı Trakya'daki 256 Hürrıyet-Radîkal-Zaman gazeteleri/16.6 2002 337 Müslüman-Türk azınlığın, Türk isimlerini kullanamama, eğitim, müftü tayini ve vakıfların idareleri gibi yıllardır devam eden sorunları kitabın ambargo ile ilgili dördüncü bölümünde detaylı olarak anlatılmıĢtır. Bu somut örnek ortadayken, AB'nĠn, Kıbrıs Türkleri için verdiği güvencenin bir anlamının ve herhangi bir inandırıcılığının olması mümkün değildir. BaĢbakan Bülent Ecevit de, BaĢbakan Yardımcısı olduğu 1997 yılında, AB'nin Rum kesimi ile müzakerelere baĢlama kararı alması üzerine, "AB'nin Türklerin de güvencesi olacağı tezi inandırıcı değil. Yunanistan AB'nin üyesi. Ama Batı Trakya Türklerinin haklan ayaklar altına alınıyor. Demek ki, AB'ye üyelik insan hakları, özgürlükler bakımından bir güvence değil."257 demiĢtir. ABD'nin Kıbrıs Politikası Bu bölüme baĢlarken, ABD'nin de bölünmüĢ Kıbrıs'ın üyeliğine sıcak bakmadığını ve çözümü zorlaĢtıracağı görüĢünde olduğunu belirtmiĢtik. AB, çözüm sağlanamadığı takdirde en azından Rum kesimini üyeliğe alma kararlılığında olduğunu açıkladıktan sonra acaba ABD, ne düĢünmektedir, tavrında bir değiĢiklik olmuĢ mudur? Bunun ip uçlarını Rum kesimine atanan ABD Büyükelçisi Michael Klosson'un, görevinin ' kesinleĢmesi Ġçin Amerikan Senatosu DıĢ iliĢkiler Komitesi'nĠn yönelttiği sorulara verdiği cevaplarda bulmamız mümkündür. Büyükelçi, özetle .pco Ģunları söyler ° "Kıbrıs'ta çözüm, belki yazılı olarak değil ama psikolojik olarak Türkiye'nin AB'ye kabulüne yardım edecektir. Helsinki'deki AB toplantısında Kıbrıs, Türkiye ile AB arasında siyasi diyalog konusu olmuĢtu. Dolayısıyla Türkiye'nin üyeliğine yardım edecektir. Türkiye'nin AB üyeliği yumuĢak tonda geliĢecektir. Çünkü bu bir siyasi diyalog meselesi, politik bir kriter veya önĢart değil. ABD'nin konumu, AB üyesi olmamamıza rağmen, Kıbrıs'ın üyeliğini desteklemektir. Üyelik süreci, kapsamlı çözümü teĢvik edebilir. AB, Helsinki zirvesinde, çözümün önĢart olmadığını söyledi ve karar verirken, ilgili bütün faktörleri dikkate alacağını kaydetti." 257 258 Hürriyet Gazetesî-19.8 1997 Star Gazeîesi-27.6.2002 338 Büyükelçi, AB'nin çözüm olmadan Rum kesimini üyeliğe kabul edip, etmeyeceği yönündeki bir soruya ise, "Bunun kapsamlı çözümü teĢvik edeceğine inanıldığı" karĢılığını venr. BölünmüĢ bir Kıbrıs'ın AB'ye alınmasının sonuçlarının sorulması üzerine de, Ģu anda sadece kapsarîîlı bir çözüme ulaĢma konusuna odaklanıldığını söylemekle yetinir. ABD'nin yeni Rum Büyükelçisinin açıklamalarını diplomatik ifadelerden arındırıp, değerlendirmek gerekirse, kanaatimizce buradaki en önemli ve Öncelikli husus ABD'nin, Helsinki Belgesi'ni esas aldığı, dolayısıyia Kıbrıs meselesini Türkiye'nin üyeliği için önĢart olarak kabul etmediğidir. Ancak, "siyasal diyalog" adı altında da olsa, Türkiye'nin AB üyeliğinin fiilen Kıbns meselesi ile bağlantılı hale geldiği görüĢünün hakim olduğu anlaĢılmaktadır. Ayrıca ABD, AB'nin üyeliğe destek vermenin kapsamlı çözüme teĢvik edeceği görüĢüne katılmamaktadır ve bölünmüĢ Kıbrıs'ın AB üyeliğine sıcak bakmamaktadır. Diğer önemli bir husus da, ABD'nin, Helsinki Belgesi'nde yer alan, "ilgili bütün faktörler" ifadesinden AB veya DıĢiĢleri Bakanımız ismail Cem'Ġn öne sürdüğü, "müzakerelerdeki tutumu" anlamadığıdır. ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson ise daha açık konuĢur. Pearson, "BölünmüĢ bir adanın 259 AB'ye faydası olmaz." der, ancak AB'nin Kıbrıs'ı bölmesine ramak kalmıĢ olması ile ilgili bir değerlendirme yapmaz. Görünürde ABD, Kıbrıs konusunda ortada durmaktadır. Bazı uzmaniara göre de, Kıbrıs üzerinde ABD ve AB arasında büyük bir mücadele yaĢanmaktadır. Mesela Prof.Dr.Erol Manisalı, bu mücadeleyi Ģöyle izah etmektedir "1990-1991 Körfez Krizi'nden sonra ABD ve (ingiltere) Kıta Avrupasının büyük devletlerine, (Akdeniz sizin etki alanınıza bırakılmamıĢtır) sinyallerini vermiĢti. Soğuk SavaĢ sonrası Kıta Avrupasının öncülüğünde Avrupa BirleĢik Devletleri oluĢturulurken, AB Maastrıcht'le birlikte, Akdeniz ve Kuzey Afrika ülkelerini de AB'nin ilgi ve etki alanı içinde bulunması gereken bölgeler olarak belirledi, iĢte bu bağlamda, Kıbrıs Adası Özel bir önem taĢıyordu. Almanya ve Fransa, 259 Star Gazetesi-6.7 2002 260 Türkiye-Avrupa iliĢkilerinde 2002,sf 200 339 Sessiz Darbe,1 Baskı-Temmuz gelecekte Avrupa Ordusu'nu (AGSP) kurarken, bu stratejik adaya da yerleĢmek istiyorlardı. Kıbrıs adası AB'nin içine alınmalı idi. Ancak, Türkiye Avrupa BirleĢik Devletleri'nin içine alınmayacağına göre, adada Türk ordusunun ve bağımsız bir Türk Devleti'nin bulunmaması gerekiyordu. AB, soğuk savaĢ sonrasında Türkiye'yi AB içine almak yönünde bir tercih yapmıĢ olsaydı Türkiye'nin askerinin ve adada bağımsız bir Türk Devleti'nin (KKTC) bulunmasının hiçbir sakıncası olmayacaktı. Türkiye AB'nin içine alınmayacağı için (adanın da dıĢına itilmelî idi)." Ancak gerçekten ABD ile AB arasında bir mücadele mi, sessiz bir iĢbirliği mi vardır? Bunu anlamak için ana hatları ile ABD'nin bugüne kadar Ġzlediği Kıbrıs politikasına bakmak gerekmektedir. Sorunun uluslararası platforma taĢındığı, daha doğrusu Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Rum kesimince yıkıldığı dönemde ABD, ingiltere Ġle birlikte, Türklere bazı tavizler verilmesi karĢılığında enosise kökten çözüm aramıĢtır. Bunun için ortak bir plan hazırlanmıĢ, ancak Yunanistan'ın Makarios'u devirmesi de Öngörüldüğünden ingiltere bunu garantörlük statüsüne uygun görmemiĢ ve plan yürürlüğe konulmamıĢtır. ABD'nin bugün itibariyle de, AB'nin en etkili üyesi ingiltere ile ortak menfaatleri bulunmaktadır, iki ülkenin Orta Doğu çıkarları örtüĢtüğü gibi, ABD, Orta Doğu, son olarak Afganistan'a operasyonlarında ingiltere'nin Kıbrıs'taki üslerinden yararlanmıĢtır ve muhtemelen önümüzdeki ay ve yıllarda baĢta Irak olmak üzere yine bölgeye yönelik operasyonlarda bu üsleri kullanacaktır. Dikkati çeken ikinci husus, daha sonraki yıllarda ABD'nin, genelde de sıkıntılı dönemlerde tarafsız gibi davrandığı, böylece iki stratejik müttefiki Türkiye ve Yunanistan'ı karĢısına almaktan kurtulduğu, ancak normal dönemlerde ağırlığını Yunan tezinden yana koyduğudur. Üçüncü ve en önemli nokta Ġse, ABD'nin Türkiye'nin AB üyeliğine destek vermesidir. Gerek Gümrük Birliği anlaĢmasının imzalanması, gerekse de Türkiye'nin Helsinki ZirvesĠ'nde aday ülke ilan edilmesinde ABD, ağırlığını koymuĢtur. Ancak aynı ABD, hem Gümrük Birliği ve hem de adaylık karĢılığında, Türkiye'nin önüne Kıbrıs baĢta olmak üzere çok önemli Ģartların konduğunu bilmektedir. Bu de AB'nin Kıbrıs baĢta olmak üzere Yunan tezine yakın politikalarının, ABD tarafından zımnen desteklendiği Ģeklinde yorumlanmahdır. ABD'nin, sorunu önce BM, daha sonra da AB'ye devrettiği ve her Ġki tarafın da Türkiye'ye ne denli taraflı 340 yaklaĢtığı dikkate alındığında, ABD'nın zimni desteği daha da kesinlik kazanmaktadır Uzmanlar, ABD'nĠn çok da belli ve istikrarlı bir Kıbrıs politikası bulunmadığı görüĢündedir. Ancak uzun bir süredir, meseleyi devrettiği AB ile ana hatlarda ortak politikayı benimsediği, özellikle de ingiltere ile birlikte hareket ettiği görülmektedir. ABD ve Ġngiltere'nin Kıbrıs meselesine yaklaĢımı çeĢitli bölümlerde yeri geldikçe anlatılmıĢ olsa da, köĢe baĢı olarak nitelendirilebilecek bazı karar ve uygulamalarını bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. ABD, BM Güvenlik Konseyi'nin, Rum kesiminin Kıbrıs'ın meĢru hükümeti sayılması kararına destek vermiĢ, KKTC'nin tanınmaması için tüm hukuk kurallarına ve uluslararası anlaĢmalara aykırı birĢekilde diğer devletlere baskı yapmıĢtır. 1974 BarıĢ Harekatı'ndan sonra ise Yunanistan yerine Türkiye'ye ambargo uygulamıĢtır. ABD'nin Kıbrıs Özel Koordinatörlerinde Nelson Ledsky'in, DenktaĢ'ın, BM Güvenlik Konseyi'nin, Rumları meĢru hükümet olarak tanıyan 4 Mart 1964 tarihli kararının haksızlığından bahsetmesi üzerine söylediği Ģu sözler de unutulmamalıdır: "1964'ün dosyalarını incelettim. BM Güvenlik Konseyi'nce alınan bu kararın hukuki temellere dayanan bir karar değil, siyasi mülahazalarla alınmıĢ bir karar olduğunu tespit ettim. Dolayısıyla, kuzeyde kurduğunuz devletin uluslararası hukuka göre meĢru olduğunu kanıtlamak için bu gibi hukuki mütalaalara bos yere paranızı ve vaktinizi harcamayın. ABD yönetimi olarak devletinizi hiçbir zaman tanımayacağız." ingiltere ise, BM Güvenlik Konseyi'ne, KKTC'nin bağımsızlık ilanının bütünden ayrılma anlamına geldiği ve kanunen geçersiz olduğu yolundaki karar taslağını sunan ülkedir. BM Güvenlik Konseyi, bu taslak üzerine KKTC'yi tanımama kararı almıĢ, böylece de Rum kesiminin Kıbrıslı Türklere uyguladığı insanlık dıĢı ambargoyu bir anlamda resmileĢtirmiĢtir. Ada'daki kendi üsleri için Londra-Zürih ve Garanti antlaĢmalarını geçerli sayan ingiltere, konu KKTC olunca bunları hatırlamaktan kaçınmaktadır. Kendisi de garantör ülke konumunda olduğu halde, geliĢmeleri kenardan izlemektedir. Mesela Türkiye'nin, Kıbrıs BarıĢ Harekatının birlikte yapılması isteğine karĢı çıktığı gibi, üslerin kullanılmasına da izin vermemiĢtir Rum kesimi ile üyelik mü - 341 T zakerelerinin baĢladığı Mart 1998 de Fransa'nın, "Bu görüĢmelere Türk tarafının da katılmaması, S-300 füzelerinin Ada'ya yerleĢtirilmesi ve Yunanistan'ın Türkiye'ye yapılacak mali yardımları veto etmeye devam etmesi hallerinde müzakerelere baĢlanmaması" Ģeklindeki teklifini engellemiĢ, nihayet, Avrupa Ordusu konusunda ABD ve Türkiye ile birlikte hazırladığı Ankara AnlaĢması'nda kendi imzası da olduğu halde, Yunanistan'ın gösterdiği direnç karĢısında sessiz kalmıĢtır. Bunlar somut gerçeklerdir. Kesin olan bir baĢka husus, Türkiye'nin, Kıbrıs politikasında Ġlk yıllarda ingiltere'nin, sonraki yıllarda ise ABD'nin ağırlık ve önceliğinin bulunmasıdır. Nitekim, 1974 yılındaki müdahaleden sonra BaĢbakan Bülent Ecevit, kendisini arayan ABD DıĢiĢleri Bakanı Kissinger'e Ģöyle demiĢtir: "10 yıldan beri Kıbrıs'ta ABD'nin tavsiye ettiği politikaları uyguladık...ġimdi insiyatifi almıĢ bulunuyoruz..." AB'NĠN YALAN RÜZGARI, TÜRKĠYE'NĠN ĠHMALĠ VE SONUÇ Tüm bilgi ve belgeler, AB'nin 1970'lî yıllardan itibaren TürkiyeYunanistan-Kıbrıs üçgeninde izlediği tehlikeli stratejinin cambazları aratmayacak ustalıkta olduğunu göstermektedir. AB'nin bu cambazlıklarını ana hatları ile özetlersek; Yunanistan, 1975'de tam üyelik için müracaat ettiğinde, Yunanistan'ın üyeliğinin AB-TürkĠye iliĢkilerini etkilemeyeceği, ayrıca iki ülke arasındaki sorunlara taraf olmadığı ve olamayacağı taahhüdünde bulunur. Bu arada daha 1972 yılında, uluslararası antlaĢmalara aykırı olarak Kıbrıs Rum kesimi Ġle ortaklık anlaĢması Ġmzalar. Komisyon'un, "üyeliğe ehil olmadığı" görüĢüne rağmen Yunanistan'ı AB'ye kabul ederken, Türkiye "üyeliğe ehil bulunduğu" halde, "ekonomik ve sosyal sebepler Ġle coğrafîk ve nüfus büyüklüğünü" gerekçe gösterip, Türkiye'nin üyeliğini geri çevirir. Yine uluslararası antlaĢmalara aykırı olarak 1990'cla Kıbrıs Rum kesiminin üyelik müracaatını kabul eder. Türkiye'nin ve Kıbrıs Türk ke261 Silahsız SavaĢ-Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi. Onur Öymen. 1 Baskı-HazĠran 2002 sf.452 342 siminin itirazları üzerine Brüksel, "Sorun yapılmasın, biz baĢvuruyu ĠĢleme koymayacağız" der. 1993'te baĢvuruyu iĢleme koyarken, üyelik iĢlemi için Kıbrıs sorununun çözümünün gözonünde tutulacağını belirtir ve Ankara'ya bu kez de, "iĢleme koyduk ama görüĢmeler baĢlatılmayacak, biz zaten BM'dekı görüĢmeleri esas alıyoruz. Adada çözüm olmadan 262 zaten görüĢmelere baĢlayanlayız" güvencesini verir. AB'nin desteğini arkasına alan Rum kesimi görüĢmeleri "sabote etmeye" baĢlar. Bir yandan silahlanmaya hız verir, diğer yandan adada sistemli olarak, sınır sorunları yaratır. 1994'den itibaren ise AB, tüm zirvelerde adım adım Rum kesiminin üyeliğini hızlandırıcı kararlar alır ve 1993'teki "sorunun çözümü" Ģartını fiilen gündemden çıkarır. Türkiye ile 6 Mart 1995'de Gümrük Birliği anlaĢmasının imzalanması sırasında, Yunanistan'ın veîo Ģantajına boyun eğer ve aynı gün Kıbrıs Rum kesimi ile müzakerelerin baĢlayacağı sözünü verir Ayrıca "Adada çözümün beklenmeyeceğini" deklare eder. Avrupa Parlamentosu da, Kıbrıs sorununun çözümü Ģartıyla Türkiye ile Gümrük Birliği'nin uygulanmasına onay verir. Bu arada yavaĢ yavaĢ Ege sorunu da ısıtılırken, Gümrük Birliği uğruna Kıbrıs Rum kesiminin üyeliğinin kapısı Türkiye'ye açtırılmıĢ olur. Üye üikelerin bir bölümünün tüm itirazlarına rağmen, 1997 Lüksemburg Zirvesi'nde, çözüm olsun olmasın bölünmüĢ Kıbrıs'ın üyeliğe alınması kararlaĢtırılır, ancak Türkiye'nin önüne konulan adaylık Ģartları arasına Kıbrıs ve Ege sorunlarının çözümü de eklenir. Türkiye, AB ile iliĢkilerini dondurur. Türkiye'nin ĠliĢkileri kesmesi Kıbrıs ve Ege meselelerinin Yunanistan'ın istediği yönde hallini güçleĢtirir. Bunun üzerine apar topar Türkiye'nin 1999'da aday ülke ilan edilmesine karar verilir. 1963 Ankara AnlaĢmasından beri aday ülke konumunda olan Türkiye, yeniden adaylık uğruna önüne konulan Helsinki Beigesi'ni imzalayarak, Kıbrıs ve Ege konularının iki ülke arasındaki sorunlar olmaktan çıkıp, Türkiye-AB arasındaki sorunlar haline gelmesine izin verir. Bundan da önemlisi, Kıbrıs Rum kesiminin üyeliği önünde engel olan, soruna çözüm bu 262 www kıbris.gen tr/turkce/makaleier702.html 343 lunması Ģartının kaldırılmasını resmen kabul eder. Kısacası gerçekte çok önceden alınmıĢ plan Rumların AB üyeliği kararı, Türkiye'ye de onaylattırılır. 2000 yılında Türkiye'ye verilen Katılım Ortaklığı Belgesi'nde Ġse yine Yunanistan'ın baskısıyla "siyasal diyalog ve siyasal kriterler" Ģeklindeki muğlak bir baĢlık altında, Türkiye'nin AB üyeliği için Kıbrıs'ın kısa vadeli, Ege'nin de orta vadeli siyasi kriterler olmasının yolu açılır. Türkiye, her ne kadar bunları "siyasi kriter" olarak kabul etmediğini açıklasa da, AB, Yunanistan ve Rum kesimi, her iki unsuru da siyasi kriter olarak görmeye ve Türkiye'ye baskı yapmaya devam ederler. Yunanistan'ın, Rum kesiminin üyeliğe alınması için acele edilmemesi halinde AB'nin geniĢlemesini veto edeceği Ģantajına boyun eğen ve bunu bir tehdit olarak görmeyen AB, Türkiye'nin böyle bir durumda KKTC'yi "ilhak edeceği" açıklamasını "tehdit" olarak değerlendirir ve Türkiye'ye "adaylığının askıya alınacağı" tehdidiyle karĢılık verir. Sonuç olarak; 1975-2002 döneminde AB, tamamen Yunan ve Rum politikalarına uygun bir biçimde, Türkiye ve KKTC karĢıtı bir strateji izlemiĢtir. Planlı bir biçimde, Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafına yalan söylenerek, oyalama taktiği güdülmüĢtür. AB, Yunan ve Rum üçlüsünün bu açık tutumlarına karĢı Ankara, uzun süre pasif kalmıĢ, sergilenen oyunlara sadece çeĢitli deklarasyonlarla cevaplar vermeye çalıĢmıĢtır. Ancak tüm karĢı çıkıĢların ardından, "HerĢeye rağmen AB yolunda yürüyeceğimiz" açıklamaları, zaten yetersiz olan bu çıkıĢları bütünüyle etkisiz kıldığı gibi, AB, Yunanistan ve Rum kesimini daha da cesaretlendirmiĢtir. AB'nin geniĢlemeden sorumlu komiseri Verheugen'm, BBC'nin, "AB, Yunanistan'dan korkmuĢ olmuyor mu?" sorusu üzerine yaptığı, "Yunanistan Parlamentosu'nün pozisyonu biliniyor. Bu, Yunan Parlamentosu üyelerinin bir siyasi doğruculuk sorunu. Benim kiĢisel görüĢüm Ģu ki, Yunanistan'ı ciddiye almalıyız. Çünkü Kıbrıs AB'ye alınmazsa, geniĢleme anlaĢmasını kesinlikle imzalamayacaklarını açıkça belli ettiler." Ģeklindeki açıklama, bir devletin, ülkesinin menfaatleri konusunda kararlı tavır sergilemesinin sonucunu göstermesi açısından hem anlamlı, hem de ibret vericidir. Evet Türk Parlamentosu da, Kıbrıs konusunda baĢından beri kararlı ve yek vücuttur ancak sözcülerimizin çeliĢkili tutum ve açıklamaları, ne yazık ki, Türk Parlamentosunun, Yunan parlamentosu gibi ciddiye alınmasını engellemektedir. 344 RUM KESĠMĠ GERÇEKTEN ÜYELĠĞE EHĠL MĠ? AB, tüm uluslararası anlaĢmalara ve anayasası niteliğinde olduğu söylenen Kopenhag kriterlerine aykırı olarak Rum kesimini üyeliğe almada kararlı görünmektedir. Evet, Rum kesiminin üyeliği uluslararası anlaĢmaların yanısıra Kopenhag kriterlerine de aykırıdır. Çünkü Rum kesimi bir "hukuk devleti" değildir. AB Rum kesimi ile iliĢkisinde 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını esas almaktadır. Ancak AB de kabul ettiğine göre, halen yürürlükte olan bu Anayasa, veto hakkı baĢta olmak üzere Kıbrıs Türk kesiminin hak ve hukukunu da düzenlemektedir. Kıbrıs Rum kesimi için Anayasayı var sayan AB, Türk kesimi için yok saymaktadır. Bu durumda Anayasanın varlığı tartıĢmalı hale gelmektedir. Anayasasının bulunup, bulunmadığı belli olmayan bir topluluk, AB gözünde devlet olarak görülmekte ve üye yapılmak istenmektedir, iĢte ilk olarak Rum kesimi bu açıdan Kopenhag kriterlerine uygun değildir, ikincisi Kopenhag kriterlerinde sınır sorunlarının halledilmesi öngörülmektedir. Ancak "yeĢil hat" ile ayrılacak kadar sorunlu olan bir bölgenin yarısı, üstelik de sorunlar devam ederken, üyeliğe alınacaktır Üçüncüsü de Rum kesimi Ada'daki Türkleri azınlık görmek ve göstermek istemektedir. Olaya'Rum ve Yunan gözlüğü ile bakan AB'nin yaklaĢımı da bu olduğuna göre, yanı eğer gerçekten Türkleri azınlık kabul ediyorlarsa, Rum kesimi onların haklarını gasp etmektedir ki, bu da Kopenhag'ın siyasi kriterlerine aykırıdır. Aday ülkeler için hazırlanan ilerleme raporlarına göre ise Rum kesimi, "Kopenhag kriterlerine uygundur" ve adaylar içinde Ģartların tamamını yerine getiren ilk ülkeler arasında yer almaktadır. Böyle olması istenmiĢtir çünkü daha müracaatının ilk yıllarından itibaren Rum kesiminin AB kurallarına aĢina olması için, önce "teknik konular" görüĢülmüĢ, devamında Haziran 1995'ten itibaren "yapısal diyalog" baĢlatılmıĢ ve son olarak da Mart 1998'de katılım görüĢmelerine geçilmiĢtir. Bugün Türkiye'ye müzakere tarihi vermek için Kopenhag'ın siyasi kriterlerini yerine getirmesi gerektiğini söyleyen AB, Rum kesimi baĢta olmak üzere diğer adaylardan böyle bir talepte bulunmamıĢtır. Daha önce de iĢaret ettiğimiz gibi, daha 1995 yılında Türkiye ile Gümrük Birliği anlaĢması imzalanırken, Rum kesimine müzakerelere baĢlanacağı garantisi verilmiĢ, 1997 Lüksemburg ZĠrvesĠ'nde Rum kesiminin müzakere 345 tarihi Mart 1998 olarak açıklandıktan sonra, Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesinin müzakerelere baĢlamak için Ģart olduğu kararı alınmıĢtır. AB, bunu yapmak zorundaydı çünkü aksi halde Rum kesimi Kopenhag'ın ne siyası, ne de diğer kriterlerini taĢımadığından müzakerelere baĢlamak mümkün olmayacaktı. AB'nin bize "düstur" gibi sunduğu ilerleme raporlarının nasıl kriterlere göre değil de niyetlere göre hazırlandığı ortadadır. Yukarıda da vurguladığımız gibi, öncelikle böyle bir devletin varlığı hukuken tartıĢmalıydı. Müzakerelere baĢlanırken Kopenhag kriterlerine uymayan Rum kesiminin bu durumu, AB'nin tüm mali desteğine ve anlayıĢına rağmen sonraki yıllarda da devam etmiĢtir Bu tabloyu, AB Komisyonu'nun Rum kesimi için 1998 yılından itibaren hazırladığı Ġlerleme raporlarında da görmek mümkündür. Ancak nedense bu raporların tümünde ilk cümle, "Kopenhag kriterlerine uygundur" diye baĢlamaktadır, Ġlerleme Raporlarında Kıbrıs Sorunu AB'ye göre, Kıbrıs'ın mevcut durumundan Rum kesimi ne kadar sorumludur? Bu sorunun cevabını, AB Komisyonu'nun Rumlar için hazırladığı raporlarda bulabiliyoruz. Mesela, 1998 ilerleme raporuna göre, Kıbrıs'taki politik durum nedeniyle, inceleme çalıĢması bir bütün olarak Kıbrıs adasını kapsamamıĢ ve "Kıbrıs hükümetinin" müzakerelere dahil edilmesi daveti, Krbns Türk toplumunun temsilcilerince kabul edilmemiĢtir. Komisyon, AB Konseyi gibi, "katılım yönünde ilerleme Ġle Kıbrıs probleminin kalıcı ve adil bir çözümü yönünde ilerleme doğal olarak 263 birbirini takviye edecektir" düĢüncesindedir. Evet, Ada'nm en önemli meselesi bölünmüĢlüğü ve hukukun ayaklar altına alınması olmasına rağmen AB Komisyonu, Rum kesimi ile ilgili ilerleme raporunda böylesi ılımlı ifadeler kullanmıĢ, haklı gerekçelerini gözönünde tutmaksızın Türk kesiminin müzakerelere katılmayı reddettiğini bildirmiĢ ve AB üyeliğinin, sorunun çözümüne katkı sağlayacağında ısrar etmiĢtir. Raporun ekonomik durumla ilgili bölümünde yer alan, "Adanın kuzey ve güney kesimleri arasındaki eko263 www.belgenet com/arsiv/ab/kb98.htm-www befgenet.com/arsiv/ ab/kbOO html 346 nomik dengesizlik, 1Q93'ten beri daha da artmıĢtır. Bununla beraber, Kıbrıs'ın kuzey kesiminin entegrasyonu büyük ekonomik zorluklar yaratmamalıdır " Ģeklindeki ifade ise AB'nin niyeti hakkında ipucu niteliğindedir ve AB'nin Kıbrıs sorununa, iki toplumun eĢitliği ve egemenliği temelinde değil, kuzeyin entegrasyonu temelinde çözüm aradığını ortaya koymaktadır. 2000 yılı ilerleme Raporu'nda da, "Kıbrıs'ın durumu, Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olmaya devam etmektedir. En önemli siyasal sorun, adanın bölünmüĢlüğünün sürmesidir, fakat geçen yıl içinde Katılım Ortaklığına uygun olarak bir siyasal çözüm arayıĢında Önemli çabalar sarf edilmiĢtir. Eylül ayında yapılan dolaylı görüĢmelerin dördüncü turunda, iki tarafın, meselenin özüne ĠliĢkin müzakerelere girmekte olduklarını gösteren cesaret verici iĢaretler görülmüĢtür." denilmiĢtir. AB Komisyonu, adeta Rum kesiminin müzakerelerde elinden gelen çabayı gösterdiğini söylemektedir Raporun böyle yazılması gerekiyordu çünkü, Rum kesimine verilen Katılım Ortaklığı Belgesi'ne göre, soruna çare arayıĢları 2000 yılı sonuna kadar yerine getirilmesi gereken kısa vadeli öncelikler arasında yer alıyordu. 2000 yılı sonu itibariyle sorun çözülmediği halde, AB, Rum kesiminin elinden geleni yaptığını öne sürerek, KOB'daki bu Ģartı, yerine getirilmiĢ saymaktadır. Öyle olmasa, "Kıbrıs'ın durumunun Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olduğu" öne sürülemez, o zaman da Rum kesiminin üyeliği emellerinde yol alınamazdı. AB'nin aday ülke Türkiye ile ilgili ilerleme raporlarında da Kıbrıs sorununa yer verilmiĢtir. Ancak ilk dikkat çeken husus, Rum kesimine göre, Türkiye'nin raporlarında konunun oldukça detaylı ele alınması ve suçlayıcı bir üslup kullanılmasıdır. Komisyonun 1998 yılı raporunda, Türkiye'nin, 1974'ten beri Kuzey Kıbrıs'ı iĢgal altında tuttuğu ve yaklaĢık olarak 35.000 kiĢilik bir ordu bulundurduğu kaydedilmiĢ, 1983 yılında, adanın bu kesiminin, bağımsız bîr cumhuriyet olduğunu ilan ettiği hatırlatılmıĢtır. Raporun devamında, "Türkiye dıĢında, uluslararası toplum bu devleti tanımamıĢtır. Muhtelif BM kararlan, Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye tarafından iĢgalini ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kuran antlaĢmalara aykırı olarak iĢgal altındaki kesimde bir bağımsız cumhuriyetin tek taraflı ilanını kınamıĢ ve mevcut durumun kabul edilemez olduğunu belirtmiĢtir." de347 nîlmiĢtir. AB burada kendi kendisiyle çeliĢmekte sakınca görmemiĢ, Rum kesiminin haklarını savunmak için dayanak yaptığı Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kuran antlaĢmalara aykırı hareket eden tarafın öncelikle Rum kesimi ve kendisi olduğunu unutmuĢ gözükmektedir. Kaldı ki, tek yanlı da olsa AB, yine kendi raporları ile Ada'nın sorunlu durumunu ortaya koymuĢtur. Sorunlar Rum kesimi île müzakerelere baĢlandığı 1998'den sonraya ortaya çıkmıĢ değildir. O tarih Ġtibariyle 34 yıldır devam eden sorunlara rağmen AB, Kopenhag kriterlerine aykırı olarak Rum kesimi ile müzakerelere baĢlamakta bir beis görmemiĢtir. ilerleme raporunda, 27 Ocak 1997 tarihinde, DenktaĢ ve CumhurbaĢkanı DemĠrel'Ġn, ortak açıklama yaparak, Avrupa Birliği'nîn Kıbrıs ile katılım müzakereleri baĢlatma kararını "tarihsel bir hata" olarak kınadıkları, bu açıklamadan sonra da Türkiye ile KKTC arasında ekonomik ve malî bütünleĢme, güvenlik, savunma ve dıĢ politika alanlarında kısmî bütünleĢme sağlamak için gerekli tedbirleri oluĢturmak üzere Ortaklık AnlaĢması imzalandığı hatırlatılmıĢtır. Türkiye tarafından alman tedbirlerin, AB'nin onayladığı ilgili BM kararlarında ifadesini bulan, uluslararası hukuk Ġle bağdaĢmadığını iddia eden AB Komisyonu, "BM Güvenlik Konseyi'nĠn ve AB'nin tam desteğiyle, BM Genel Sekreteri tarafından yürütülen iyi niyet misyonunun Ġlgili tüm taraflarca aktif Ģekilde desteklenmesi gerektiğine Ġnanmaya devam ettiğini" vurgulamıĢtır. Bu tedbirlerin, Rum kesimindeki silahlanma, KKTC'ye uygulanan ambargolar üzerine alındığını görmezden gelip, Türkiye-KKTC ortaklığını hukuka aykırı ilan eden AB, Rum kesiminin birlikten ve Yunanistan'dan aldığı cesaretle müzakereleri sabote edip, yasa dıĢı faaliyetlerini arttırmasından hiç bahsetmeden, "iyi niyetle müzakerelerin devam ettirilmesini" ĠstemiĢtir. Raporda, "Komisyon, Kıbrıs Türk toplumunun garantörü olarak Türkiye'nin, esas olarak iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyon kurulmasına dayanan ilgili BM kararlarına uygun biçimde Kıbrıs sorununa adil ve hakça bir çözüm bulunması için özel ĠliĢkisini kullanması gerektiğine inanmaktadır." görüĢüne yer verilerek, sorunun çözümü tümüyle Türkiye'nin omuzlarına yüklenmek istenmiĢtir. Türkiye'nin 1999 yılı Ġlerleme raporunda da, son rapordan bu yana, BM Genel Sekreteri ve Kıbrıs'taki temsilcisinin, doğrudan görüĢmelerin tekrar baĢlaması Ġçin iki Kıbrıslı lider ile ayrı toplantılar sü- 348 recine devam ettikleri, G-8 Devlet BaĢkanları Zırvesi'nîn de 21 Haziran 1999'da -ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarına uygun olarak BM Genel Sekreteri'ne, iki tarafın liderlerini 1999 sonbaharında görüĢmelere davet etmesi için telkinde bulunmaya" karar verdiği anlatılmıĢtır. G-8 Devieî BaĢkanlarının, sonuç bildirgesinde, her Ġki tarafın ön-Ģart Öne sürmemeleri, tüm konulan masaya yatırmaları, bir aniaĢmaya vanlıncaya kadar iyi niyetle müzakere etmeleri ve ilgili BM kararlarını ve anlaĢmaları tam olarak dikkate almaları gerektiğinin belirtildiği hatırlatılarak, Ģöyle 264 denilmiĢtir: "Bay DenkîaĢ ve Bay Ecevit tarafından yayınlanan 20 Temmuz 1999 tarihli Ortak Bildirgenin gösterdiği gibi, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs, aralarındaki iliĢkileri (en yüksek düzeyde bütünleĢme hedefiyle uyumlu olarak) geliĢtirmeyi öngörmektedirler. Bir garantör ülke olarak Türkiye, G-8'in davetiyle baĢlatılan BM süreci çerçevesinde Ġki tarafı bîr araya getirmek için güçlü taahhüt göstermelidir. Türkiye, tüm tarafların meĢru çıkarlarını dikkate alan kapsamlı bir çözüme varmak için bu çerçevede aktif ve yapıcı bir rol oynayabilir. 1996 yılında, Avrupa insan Hakları Mahkemesi, Kuzey Kıbrıs'taki emlakına eriĢim imkanından mahrum edilmiĢ olan bir Kıbrıslı Rum kadının (Bayan Loizidou) davasında Türkiye aleyhine bir karar aldı. Temmuz 1998'de aldığı ikinci bir kararla, Mahkeme, davacı lehine parasal tazminat hükmetti ve tazminatı ödemesi için Türkiye'ye Ekim 1998'e kadar süre tanıdı. Türkiye bugüne kadar, söz konusu arazinin Türkiye'de değil, KKTC'de bulunduğu gerekçesiyle, Mahkemenin kararına uymamıĢtır. Nisan 1999'da, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin BaĢkanı, Türkiye'nin Mahkeme tarafından belirlenen tazminatı ödemekle yükümlü olduğunu hatırlatmıĢtır Son düzenli rapordan bu yana, özellikle Türkiye'ye karĢı Kıbrıs devletlerarası davası bağlamında, Kuzey Kıbrıs'taki durumla ilgili baĢka hususlar da Avrupa Ġnsan Hakları MahkemesĠ'ne intikal etmiĢtir." Rum kesimi, Türkiye hakkında dava üstüne dava açarken ve bunların tamamı da, hukuki değil, siyasi mülahazalarla Türkiye'nin aleyhine sonuçlandırılırken, ya da Avrupa Parlamentosu veya AB Komisyonu, Kıbrıs'taki Türk askerini "iĢgalci" olarak nitelendirirken, Tür264 www be!genet.corn/arsiv/ab/ab__rapor99 html 349 kiye'nin garantörlükten doğan haklarını dikkate almayan AB, sıra sorunun çözümüne gelince, Türkiye'nin garantör ülke olarak "güçlü taahhüt" göstermesini istemektedir. Oysa aynı AB, Yunanistan ve ingiltere'nin de garantör ülke olduklarını hatırlamamakta, mesela Rum kesimi ile ilgili raporlarında, Yunanistan'dan garantör ütke olarak güçlü taahhütler göstermesini beklememektedir. KomĠsyon'un 2000 ilerleme raporunda ise müzakerelerin genel seyri üzerine bilgi verilmiĢ, Özellikle Aralık 1999'da New York'ta baĢlayan görüĢmelere DenktaĢ'ın katılmasından duyulan memnuniyet ifade edilmiĢ, AB Konseyi'nin de, Helsinki'de 10 ve 11 Aralık 1999 tarihlerinde yaptığı toplantıda, görüĢmelerin baĢlaîıimasını memnuniyetle karĢılayarak, BM Genel Sekreteri'nin süreci baĢarılı bir sonuca bağlama 5 çabalan için güçlü desteğini ifade ettiği vurgulanmıĢtır. Oysa geride kalan bölümlerde de aktardığımız gibi adı geçen zirve, Türkiye için dönüm noktasıdır. Bu zirvede, Türkiye aday ülke Ġlan edilirken, Kıbrıs ve Ege konuları, tam da Yunanistan'ın istediği gibi AB'nin yetki alanına sokulmuĢ, en önemlisi ise "çözüm" Ģartı resmen kaldırılarak, çözüm olmasa bile Kıbrıs Rum kesiminin AB üyeliğine alınacağı karara bağlanmıĢ ve hepsinden önemlisi bu karar Türkiye'ye de onaylattı almıĢtı r. Ada ile Ġlgili olarak bugün yaĢanan sıkıntıların temelinde iĢte bu zirvede alınan kararlar yatmaktadır ki, KKTC CumhurbaĢkanı DenktaĢ, görüĢmeleri kesme noktasına gelmiĢ, ancak Türkiye'nin adaylığını tehlikeye atmamak için susmak zorunda kalmıĢtır. AB'nin bu geliĢmeler karĢısında "memnun olmaması" elbette ki mümkün değildir. Bu geliĢmelerle yetinmeyen AB Komisyonu aynı raporda, "Türkiye, bir garantör olarak, Kıbrıs sorununa BM himayesi altında kapsamlı bir çözüm bulunması için her gayreti göstermeye devam etmelidir." diyerek, yeni tavizler beklendiğinin ve Türkiye üzerindeki baskıların süreceğinin iĢaretini vermiĢtir. Nitekim, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Loizidou davası ile ilgili olarak ikinci bir ara karar alarak, "Bir yüksek âkit taraftn, Mahkemenin kararını yerine getirmemesinin daha Önce hiç görülmemiĢ bir Ģey olduğunu, Türkiye'nin Mahkemenin kararını yerine getirmeyi reddetmesinin, onun uluslararası yükümlülüklerine açıkça aykırı olduğunu" beyan etmiĢtir. Bakanlar Komitesi, "Türkiye'nin, daha fazla ge 26S www beigenet.com/arsiv/ab/ab_raporOO.html 350 cikmeksizın, Avrupa insan Haklan Mahkemesi'nin 28 Temmuz 1998 tarihli kararına tam olarak uymasını ısrarla" îalep etmiĢtir. Bu geliĢmenin de yer aldığı 2000 ilerleme raporunda, Kıbrıslı Rumlar tarafından Türkiye aleyhine açılan ve halen insan Haklan Mahkemesi önünde bulunan 150-200 kadar benzer dava olduğu belirtilmiĢtir. Hatırlanacağı gibi. HelsinKi Zırvesi'nde Türkiye'nin aday ülke ilan edilmesinden sonra Kasım 200Ö'da Katılım Ortaklığı Belgesi verilmiĢ, Yunanistan'ın son dakika manevraları Ġle bu belgede Kıbrıs ve Ege konuları, "Siyasal diyalog ve siyasi kriterler" baĢlığı altında, Türkiye'nin kısa ve orta vadede yapması gereken Ģartlar arasına sokulmuĢtu. Bunun doğal sonucu olarak, AB'nin Türkiye ile ilgili 2001 ilerleme raporuna da KOB damgasını vurur. Raporda, KOB'da tam olarak ne dendiğini hatırlatan AB Komisyonu, özetle Ģu değerlendirmeyi yapar: "GüçlendirilmiĢ siyasi diyalog çerçevesinde ve Türkiye ile Haziran 2001'de yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında, Türk temsilciler, Genel Sekreterin çabalarına destek itade ettiler. Fakat, AB temsilcileri, bu destek ifadelerini Kıbrıs probleminin çözülmesini kolaylaĢtıracak somut eylemlerin izlememiĢ olmasından dolayı hayal kırıklığı Ġçinde olduklarını belirttiler. Özellikle, Kıbrıs Türk toplumunun lideri Bay DenktaĢ'm BM himayesi altında yürütülen dolaylı görüĢmelerden çekilme ve BM Genel Sekreteri'nin Eylül 2001'de New York'ta yapılacak görüĢmelere davetini geri çevirme kararına Ankara'nın verdiği destekten duyulan hayal kırıklığı ifade edildi. GüçlendirilmiĢ siyasî diyalog çerçevesinde, AB temsilcileri, Kıbrıs ile katılım müzakerelerinin sonuçlanması öncesinde bir çözüme varılması için fırsat penceresinden yararlanmaya Kıbrıs Türk liderini teĢvik etmesini Türkiye'den istediler. Böylece, bir siyasal çözüm temelinde, Kıbrıslı Türkler AB üyelik müzakerelerine katılabilirler ve tarafların çıkarlarını yansıtan böyle bir uzlaĢmanın sonuçları AB'ye katılım düzenlemelerine yansıtabilir. Bu amaç göz önünde tutularak, AB temsilcileri, Türkiye'yi, Ġlave önkoĢullar olmaksızın BM sürecinin yeniden baĢlatılmasına pratik destek vermeye davet ettiler. " Görüldüğü gibi AB, "güçlendirilmiĢ siyasal diyalog"dan, Türkiye'nin ve KKTC'nin, hak ve hukuku bir yana bırakıp, hiçbir Ģart koĢmaksızın Rum kesimi Ġle yürütülen müzakerelere destek vermesini anlamakta ve yine aynı Ģekilde AB'nin Rum kesimi ile yaptığı üyelik 351 görüĢmelerine katılmasını beklemektedir. Böylece, daha önceki adımlarda olduğu gibi, imkan olduğu takdirde, Kıbrıs'ın tümünün AB'ye üyeliği ad t afttnda, Türkleri azınlık statüsüne düĢürecek olan çözümü, yine Türk tarafının eli ve desteğiyle gerçekleĢtirmeye çalıĢmaktadır. AB Komisyonu'nun 2001 ilerleme raporunda "Sınır anlaĢmazlıklarının barıĢçıl çözümleri" baĢlığı altında, Ege Ġle Türkiye veYunanistan arasındaki diğer sorunlara da ilk kez yer verildiğini belirtmiĢtik. Bu da Katılım Ortaklığı Belgesî'nin bir sonucudur. Kıbrıs konusu öncelikli olduğu için Ģimdilik yüzeysel ifadelerle değinilen ama sırada bekleyen bu sorunlar hakkında, iki ülke arasındaki iliĢkilerin düzelmeye devam ettiği ve birtakım güven arttırıcı tedbirlerin aldığı değerlendirmesiyle yetinilmiĢtir. Raporda yer alan, "Bu olumlu geliĢmeler, Helsinki AB Konseyi sonuçlarına ve Türkiye Ġle Katılım Ortaklığı belgesine uygun olarak, iki ülke arasındaki anlaĢmazlıkların barıĢçıl yoldan çözülmesinde ilerlemeye elveriĢli bir iklim yaratmalıdır." cümlesi ise gerçekte meselenin can alıcı noktasına iĢaret etmektedir. Burada AB'nin Ġki mesajı vardır; birincisi Helsinki dolayısıyla meselenin tarafı olduğunu duyurmaktadır, ikincisi ve en önemlisi ise anlaĢma sağlanamaması halinde KOB'a uygun olarak, 2004'de Lahey Adalet Divam'na gidileceğini hatırlatmaktadır. Kısacası AB raporları da, Türkiye'nin Helsinki Zirvesi'nden bu yana adım adım Yunan ve AB kıskacına çekildiğini teyid etmektedir. Rum Kesimi Kopenhag Kriterlerine Uyuyor mu? AB Komisyonu'nun ilerleme raporlarında "Kıbrıs" adı altında Rum kesiminin sosyal ve ekonomik durumu da ele alınmıĢtır. Siyasi yönden AB üyeliğine ehil olmadığı açıkça ortadayken, AB tarafından ehil kabul edilen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, diğer kriterler açısından yine AB'ye göre acaba durumdadır? Komisyonu'nun 1998 yılı Ġlerleme raporunda, öncelikle adanın iki kesimi arasındaki ekonomik dengesizliklere ĠĢaret edilerek, bunun Rum kesiminin baĢvurusu üzerine hazırlanan 1993 tarihli GörüĢ'tekĠ analizi doğruladığı belirtilmiĢ ancak nedense sebepleri üzerinde durulmamıĢtır. Mesela, Türk kesimini, istekleri doğrultusunda bir çözüme zorlamak amacıyla, Rum kesiminin baskısıyla Avrupa Adalet Divanı'nca alınan 352 insanlık dıĢı ambargo kararının, kuzeyin ekonomisine etkisinden hiç 266 bahsedilmemiĢtir. Rum yönetimi ile müzakerelerin baĢladığı 1998 yılı için hazırlanan bu raporda, son iki yılda gayrı safi yurtiçi hasılası önemli ölçüde düĢmüĢ olsa da, ekonomisinin, yine 1993 tarihli GörüĢ'ten bu yana nisbeten iyi bir performans göstermeye devam ettiği belirtilmiĢtir. Bundan anlaĢılan, gerek baĢvurusunun kabulü ve gerekse de müzakerelere baĢlanmasına karar verilmesi aĢamasında Rum kesiminin ekonomisinin hiç de iyi olmadığıdır. Oysa aynı AB'nin, Türkiye'nin baĢvurusunu geri çevirme gerekçeleri arasında ekonomik durumu yer alıyordu. Bu da AB'nin ölçülerinin ülkelere göre değiĢtiğini gösteren bir baĢka örnektir. Hatırlanacağı gibi, Komisyonun Yunanistan ile ilgili görüĢü de "üyeliğe ehil bulunmadığı" Ģeklinde olmuĢ, ancak AB, Yunanistan'ı üyeliğe kabul etmiĢti. Rum kesimi ile ilgili raporun devamında, tarım ve turizmin, olumsuz geliĢmeler yüzünden zorluklarla karĢı karĢıya olduğu, son dönemde maliye politikasındaki gevĢekliğe rağmen, otoritelerin, istikrarlı makroekonomik ortamı ve olumlu bir iklimi muhafaza etmeye kararlı olduğu anlatılmıĢ ve Ģöyle denilmiĢtir; "Son yıllarda Kıbrıs geleneksel sektörlerde (sanayi ve turizm) rekabet gücü kaybına uğramıĢtır; AB'ye katılım dikkate alındığında bu sektörlerde bir yeniden yapılanma ihtiyacı vardır. Ancak, ekonominin turizme aĢrrı bağımlılığını azaltmak için çabalar sarf edilmiĢ olduğu halde, üçüncü sektörün Önemi artmaya devam etmiĢtir. Kıbrıs, özellikle gümrük birliği bağlamında müktesebatın benimsenmesinde önemli ilerleme kaydetmiĢtir. Ancak iç pazar alanında giriĢilecek büyük çabalar vardır; toplulukta geçerli bankacılık mevzuatıyla tamamen uyumlu gibi görünmeyen malî aktivitelerin olduğu kıyı bankacılığı sektörü bakımından bu husus özeltikle önem taĢır. Deniz taĢımacılığı, telekomünikasyon, adalet ve içiĢleri Ġse özel endiĢe konusu diğer alanlardır. ġimdiden incelenmiĢ bulunan 16 fasıl açısından, Kıbrıs, müktesebatın benimsenmesinde büyük sorunlarla karĢılaĢmamalıdır. Genel olarak, Kıbrıs Ġdaresi, müktesebatın doğru uygulanmasını sağlamaya hazır görünmektedir." 266 www belgenet.com/arsiv/ab/kb98.html 353 Görüldüğü gibi AB, Rum kesimine karĢı son derece anlayıĢlı ve destekleyici bir üslup kullanmıĢ, sorunların çözümünde Rum otoritelerinin niyet ve kararlılığını yeterli bulmuĢtur. Ancak, kara para, uyuĢturucu trafiği gibi çok Önemli uluslararası sorunların adı anılmaksızın, "kıyı bankacı l iğ ı, adalet ve ĠçiĢleri öze! endiĢe konusu alanlardır" denilerek, es geçilmiĢtir. Aynı raporda, Avrupa KonseyĠ'nin Lüksemburg ZĠtvesi'nde, Kıbrıs için, bazı hedef projelere ve bazı Topluluk programlan ile ajanslarına katılmasına, ayrıca teknik yardımın kullanılmasına dayanan özel bir katılım öncesi strateji kararlaĢtırdığı hatırlatılarak, Kıbrıs'ın daha Ģimdiden üç Topluluk programına katıldığı, müktesebatı uygulama kapasitesini geliĢtirmek için de teknik yardımından istifade ettiği anlatılmıĢtır. Raporda, programlara katılma imkanı onlara da açık olduğu halde, Kıbrıs Türk toplumu temsilcilerinin Ģimdiye kadar katılım sürecinde yer almadığı da belirtilmiĢtir Bu yaklaĢım, meselenin bütünü yerine, siyası ve ekonomik iliĢkileri ayrı göstererek, Kıbrıs Türk kesimini bir Ģekilde kendi stratejilerinin içine sokma çabasıdır ki, AB'nĠn sadece topluluk programlarına katılım için değil, meselenin bütününe yönelik "özel strateji" geliĢtirdiği görülmektedir. Türk kesiminin, bazı topluluk programlarına katılarak, yardımlardan istifade etmesini isteyen AB'nin, KKTC'ye uluslararası ambargo uygulanmasına onay veren mercii olduğu unutulmamalıdır. AB Komisyonu'nun Rum kesimi ile ilgili 1999 yılı ilerleme raporunda ise ağırlıklı olarak mevzuat durumu üzerinde durulmuĢ, bu alanda ilerleme kaydedildiği ancak, "Önemli miktarda mevzuatın henüz aktarılmadığı, bu hususun, çevre, sosyal politika ile adalet ve içiĢleri o c "7 alanlarında kaygı verici olduğu belirtilmiĢtir. Gecikmelerin sa kıncasına iĢaret edilen raporda, Kıbrıs'ın katılımı için belirlenen hedef tarihin yaklaĢtığı hatırlatılmıĢtır. Bu bile, baĢından beri görüldüğü gibi, Ģartları yerine getirsin getirmesin AB'nin, Rum kesimini üyeliğe almaya ne kadar kararlı olduğunu ortaya koymaktadır. Rum kesiminin 2000 yılı ilerleme raporunun hemen baĢlangıcında, "Kıbrıs'ın, ĠĢleyen bir piyasa ekonomisi olduğu ve Birlik için267 www.belgenet com/arsiv/ab/kb99.htrnl 354 deki rekabet baskısı ve piyasa güçieri ile baĢa çıkabilecek durumda bulunduğu" iddia edilmiĢtir. Ancak devamında iĢaret edilen hususlar, yapılan her düzenleme büyük adımlar gibi sunulsa da, bu görüĢü doğrular nitelikte değildir. Rum kesiminin ekonomist ve AB mevzuatına uyumu ile 2 ilgili olarak özetle Ģöyle denilmiĢtir: "Kıbrıs ekonomisi, güçlü bir Ģekilde büyümeye devam etmekte ve tarn istihdamda çalıĢmaktadır. LiberalleĢme ve yapısal reformlarda ilerleme kaydedilmektedir. Yıllar süren bir gecikmeden sonra, Parlamento, faiz tavanının Ocak 2001'e kadar kaldırılması için bir takvim Öngören mevzuatı kabul etti. Kıbrıs makamları, sağlık sektöründe önemli bir reform baĢlattılar. Ancak, makroekonomik istikrar son zamanlarda zayıflamıĢtır ve maliye politikasının mevcut seviyesi ve vaziyeti orta vadede sürdürülemez niteliktedir. Kooperatif bankacılığı sektöründe denetim güçlendirilmelidir. Fiyat liberalleĢmesi de tamamlanmalıdır. Bazı yapısal katılıklar ve ekonomide önemli devlet müdahalesi, rekabet gücüne köstek olmaktadır. Mali konsolidasyon konusunda Ġnandırıcı ve tutarlı bir yaklaĢıma ihtiyaç vardır. AĢamalı sermaye liberalleĢmesi amacıyla, para politikası, dolaysız müdahaleler yerine, dolaylı araçların kullanılması yoluyla daha etkili ve piyasaya yönelik bir niteliğe kavuĢturulmalıdır. Kıbrıs, özel sektörünü, AB'ye entegrasyonun gerektirdiği açık ortamda çalıĢmaya hazırlamalıdır. Ekonomik faaliyetlerde devlet karıĢmasının ölçüsünü sınırlayan, temel sektörleri dıĢ rekabete açan ve önemli çevresel kısıtlamaları çözen kapsamlı bir yapısal reform gündemi oluĢturmak için, daha büyük siyasal uzlaĢmaya ihtiyaç vardır. Malların serbest dolaĢîmıyla ilgili bazı alanlarda yeni mevzuat çıkarılmıĢ olmakla beraber, standardizasyon ve belgeleme konusunda ilave gayretler gerekmektedir Sermaye hareketlerinin serbestleĢtirilmesi yönünde atılan adımlar olumludur; ancak, katılım öncesinde sermaye hareketlen üzerinde devam eden kısıtlamaların vakitli ve düzenli bir Ģekilde kaldırılması için ilave gayretler gereklidir. Devlet yardımları konusunda durum yetersiz olmaya devam etmektedir çünkü devlet yardımlarının düzgün kontrolü ve bunun için hukuki temel hâlâ mevcut değildir. Katma Değer 268 www.belgene! com/arsiv/ab/kbOO html 355 Vergisi (KDV) standart oranının % 8'den % 10'a çıkarılması ve KDV mûktesebatına daha ileri uyumlulaĢma için mevzuat kabul edilmesi ile, Kıbrıs dolaylı vergileme alanında ilerleme kaydetmiĢtir. Son bir yılda Kıbrıs, tarım alanında bir miktar uyumlulaĢma mevzuatı kabul etmiĢtir. Ancak, yapılanlar esas olarak hazırlık çalıĢması niteliğindedir. Dolayısıyla, hayvan ve bitki sağlığı konularında müktesebat ile uyumlulaĢma sınırlıdır. Sınır kapılarında hayvan sağlığı kontroileriyle ilgili olarak ilave çabalar gereklidir. Ancak, idari kapasitenin güçlü temeline rağmen, malların serbest dolaĢımı, tarım, enerji, iletiĢim, adalet ve içiĢleri sahalarında gereken düzenleyici makamların oluĢturulması ve gereken kurumların tesis edilmesi henüz gerçekleĢmemiĢtir. ġirketler hukuku, ulaĢtırma, vergileme, çevre, adalet ve ĠçiĢleri gibi çeĢitli alanlarda yeni personel alımına ihtiyaç vardır." Yine AB'nin raporuna göre, "kara para aklama" sorunu ortada durmaktadır. Uluslararası raporlara geçmesine rağmen bugüne kadar AB'nin gündeminde yer almayan Rum kesimindeki "kara para trafiği" Ġlk kez 2000 raporuna girmiĢ, ancak kamufle edilmesi için de azami gayret gösterilmiĢtir. Konu, raporda Ģöyle anlatılmıĢtır: "Kıbrıs, Adalet ve içiĢleri alanında, iltica konusunda mevzuat çıkarılmasıyla ve ayrıca cezai ve medeni hususlarda adli iĢbirliği amacına yönelik olarak ilerleme kaydetmiĢtir. Ancak, bu alanda önemli çabalara giriĢilmiĢ olmakla beraber, Kıbrıs'ın gelecekte AB'nin bir dıĢ sınırını oluĢturacağı gerçeğini özellikle dikkate alarak, sınır kontrolü uygulanmasına ve ayrıca kara para aklama konusunda varolan mevzuatın etkin biçimde uygulanmasına dikkat gösterilmelidir. Ayrıca, vergilendirme ve kara para aklanması ile mücadele gibi konular Ġçin, Ġlave personel alınmıĢ, eğitilmiĢ veya bu amaçla bütçede düzenleme yapılmıĢtır." Tüm bu tespitlere rağmen AB, Rum kesiminin kısa ve orta vadede öngörülenlerin büyük bölümünü yerine getirdiği kanaatindedir. Oysa siyasi ve ekonomik durumu bir yana uyuĢturucu, terör ve kara paranın merkezi haline gelen Rum kesiminin "üyeliğe ehil" olduğunu söylemeye imkan var mıdır? AB, Türkiye Ġle müzakerelere baĢlanabilmesi için insan haklan sözleĢmelerinin, Özellikle de idam cezası ile ilgili 6 no'lu protokolün im356 zalanmasını "olmazsa olmaz" Ģart olarak dayatmaktadır. Mesela Rum kesimine böyle bir Ģart koĢulmuĢ mudur? Bilindiği gibi müzakereleri Mart 1998'de baĢlamıĢtı ve Rum kesimi bu tarihte henüz 6 no'lu protokolü imzalamamıĢtı. Müzakereler baĢladığında, Rum kesiminin imzalamadığı sözleĢmeler arasında, "Çifte Yargılanmama ve Çifte Cezalandırılmamaya iliĢkin 7 no'lu protokol, YenilenmiĢ Avrupa Sosyal ġartı, Medeni ve Siyasi Haklar SözleĢmesĠ'nin Ölüm cezası ile Ġlgili ikinci tercihli protokolü île Kadınlara KarĢı Her Tür Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesi SözleĢmesi" de bulunuyordu. Bu sözleĢmeleri müzakereler devam ederken imzalayan Rum kesimi, 30 Eylül 2001 tarihi itibariyle, yani müzakerelerin baĢlamasının üzerinden 3.5 yıl geçtiği halde, daha Kadınlara KarĢı Her Tür Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesi SözleĢmesine imza koymamıĢtı. Buradan iki sonuca varmak mümkündür. Birincisi AB'nin aday ülkeler arasında ayırım yaptığı, herkese eĢit davranmadığıdır ki, gerek AB yetkilileri, gerekse de ülkemizdeki AB taraftarları, müzakerelere baĢlama Ģartları konusunda, ülkeler arasında hiçbir ayırım yapılmadığını iddia etmektedirler. Gerçekten böyleyse, Rum kesimi, baĢta 6 no'lu protokol olmak üzere, AB'nin sözleĢmelerine imza koymadan müzakereler nasıl baĢlatılmıĢtır sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir. Bunun cevabını veremezler çünkü Rum kesimi Ġle müzakereler baĢladığında, AB'nin bugün Türkiye'ye dayattığı gibi "olmazsa olmaz"lar var olduğu halde bu ülkelere uygulanmamıĢtır. Daha önceki bölümlerde de temas edildiği gibi bu karar sadece Türkiye için alınmıĢtır. Tekrar hatırlatmak gerekirse, Kopenhag Kriterleri, konulduğu 1993 yılında üyelik aĢamasında yerine getirilmesi gereken Ģartlar olarak öngörülmüĢtü. 1997 Lüksemburg Zirvesi'nde ise Türkiye dıĢındaki tüm adaylara müzakere takvimi verildikten sonra, Kopenhag Kriterleri müzakerelere baĢlamanın Ģartı ilan edilmiĢti, iĢte bu karar sayesindedir ki, Rum kesimi "olmazsa olmazlarla muhatap edilmemiĢtir. AB, Helsinki Zirvesi'nde de bu kez Kopenhag'ın siyasi kritederini müzakerelere baĢlamanın Ģartı yapmıĢtır ki, bu da sadece Türkiye'ye yönelikti. Çünkü aralarında Rum kesimi de dahil, siyasi kriterlerin bazı bölümlerini yerine getirmedikleri halde diğer ülkelerin tümüyle müzakereler devam ediyordu. O zaman Ġkinci sonuca varıyoruz ki, doğru olan budur; AB, iddia 357 edildiğinin aksine ülkeler arasında ayırım yapmakta, Kopenhag kriterlerini Türkiye için farklı yorumlamakta ve uygulamaktadır. Kurucu antlaĢmalarından Amsterdam AntfaĢması'na göre, "AB özgürlük, demokrasi, insan haklan ve temel özgürlüklere saygı ile hukuk devleti ilkeleri üzerine" kurulmuĢtur. Avrupa Parlamentosu da 1998'de, "AB ülkelerinde insan haklan" adlı bir raporu onaylayarak, üyesi ülkelerdeki ırkçı ve yabancı düĢmanlığına yönelik uygulamaları sert bir dille kınamıĢtı. Ancak AB adayı Kıbrıs Rum kesimi, kendi Ombudsman't (kamu denetçisi) llinia Nikolau'ya göre, yabancılara ikinci sınıf muamelesi ve ırkçılık yapmaktadır. Rum basınının, Rum Yönetimi için "gerçek bir Ģamar" olarak nitelendirdiği ve Klerides'e de sunulan yıllık raporda Nikolau, Rum Yönetimi'nin yabancılara karĢı ırkçı davrandığını ve insan haklarını ciddi Ģekilde ihlat ettiğini bildirmiĢtir. Nikofau, Rum Yönetimi'nin yabancılara karĢı tutumunun, "en basit tabiri ile ikinci sınıf vatandaĢ muamelesi" olduğunu vurgulayarak, ciddî insan hakları ihlallerinin, genelde Uzak Doğu'dan gelen ĠĢçilere yönelik olduğuna dikkat çekmiĢtir. Raporda, Rum Yönetimi aleyhindeki Ģikayetlerin geçen yıla oranla yüzde 34 arttığı belirtilerek, Ģikayetlerin 2000 yılı içinde daha da 269 artmasının beklendiği tahmin edilmiĢtir. Evet, Rum kesimine, "gerçek bir Ģamar" gibi inen bu rapor da, AB'ye kendine getirmeye yetmemiĢtir. Terörizm, Kara Para ve Kaçakçılık Kıbrıs Rum Yönetimi'nin terörizme desteği ve kara para aklama faaliyetleri çeĢitli zamanlarda yayınlanan raporlarda ve meydana gelen olaylarda gün ıĢığına çıkmıĢtır. Mesela Güney Kıbrıs'ta bulunan Organize Suçlar Özel Komitesi'nin 1997 yılında yayınladığı bir raporda "yaygın bir Ģekilde kabul ediliyor ki Kıbrıs'ta organize suç vardır ve gün geçtikçe de çoğalmaktadır" denilmiĢtir. ABD DıĢiĢleri Bakanlığı tarafından hazırlanan bir raporda da Washington, Güney Kıbrıs'ı kara para konusunda hassas bölge olarak göstermiĢ, (FĠĠeleftheros, 2 Mart 2001) 26 Eylül 2001'de ABD Sivil Havacılık TeĢkilatı tarafından (FAA) yayımlanan gizli genelgede, Kıbrıs 269 www turkatak gen tr 358 Rum Kesimi, teröre yataklık edebilecek Ģüpheli ülkeler arasına dahil edilmiĢtir. Eski NATO Komutanı General VVesley Clark 14 Eylüi 2001 tarihinde CNN'e verdiği bir mülakatta, Güney Kıbrıs'ın, teröristlerin Avrupa ve Amerika'ya birinci derecede geçiĢ bölgesi olduğunun altını çiz270 mistir Daha önceki bölümlerde detaylı bir Ģekilde anlattığımız gibi Kıbrıs Rum HükümetĠ'nin terörizme desteği, terörisîbaĢı Öcalan'ın 1999'un ġubat ayında Nairobi'de yakalanmasıyla daha da açığa çıkmıĢtır. Ocalan yakalandığında, üzerinden Kıbrıslı Rum Lazaros Mavros'a ait diplomatik bir pasaport çıkmıĢ ve bu pasportla Avrupa'da seyahat ettiği tespit edilmiĢtir. Rum medyasında yer alan haberlere göre, Öcalan'ın, yine Kıbrıslı Rum olan Aristos Aristidou adına düzenlenmiĢ bir baĢka pasaportu daha bulunmaktaydı. 2002 yılında, Yunanistan'da 17 Kasım terör örgütüne yönelik operasyonda teröristbaĢının pasaportunu taĢıdığı Lazaros Mavros'un gerçekten var olduğu ve Rum istihbarat teĢkilatında görev yaptığı ortaya çıkmıĢtır. Öte yandan PKK teröristlerinin Güney Kıbrıs'ta eğitim kamplarının olduğu da bilinmektedir. Kara para aklama konusunda da Güney Kıbrıs'ın dosyasının çok kabarık olduğu yine ABD DıĢiĢleri Bakanlığı tarafından hazırlanan raporlarda ortaya konmuĢ ve bu bölgenin kara para aklama ve uyuĢturucu P71 ticareti konularında hassas bir bölge olduğuna dikkat çekilmiĢtir. Bu arada Washington Yönetimi tarafından AB'ye gönderilen bir mektupta da, terörist grupların kara para trafiğinin durdurulması ve kitle Ġmha silahı Ġmal etmek amacıyla kullanılan maddelerin nakliyesinin engellenmesi ?72 Ġçin Güney Kıbrıs Rum YÖnetimi'ne baskı yapılması istenmiĢtir. Rum kesiminin kara para aklama faaliyetleri listesinde, Slobodan Miloseviç zamanında savaĢın hüküm sürdüğü Yugoslavya'dan, miktarı 4 milyar doları bulan paranın aklanmasında transit nokta olduğu, Rusya eski Devlet BaĢkanı Boris Yeitsin'Ġn danıĢmanı Pavel Borodîn'in Moskova'da yasadıĢı faaliyetlerden elde ettiği milyonlarca dolar dahil olmak 270 www.trncinfo.com/TANITMADAlRESi/2002/TURKCE NEYKIBRIS/K170602.htm 271 www.trncinfo.com/TANITMADAlRESl/2002/TURKCE/ GUNEYKIBRĠS/K170602.htm 272 NTV, 25 Ekim 2001 359 GU- üzere, Rus mafyasına ait milyarlarca dolan, Güney Kıbrıs aracılığı ile baĢka ülkelerdeki off-shore Ģirketlere aktardığı, ayrıca, Usama Bin Laden'in milyonlarını bu bölgede akladığı tespitleri de yer almaktadır. italya'nın "La Republica" gazetesi ile mülakatında Eski C1A Ģefi James Wolsey, Usame Bin Laden'in milyonlarının GKRY'nce aklandığını belirtmiĢ ve "Kıbrıs, AB'ye aday ofmak Ġstiyor, fakat biz Brüksel'deki dostlarımıza adada turlamalarım ve bir Ģeyi kontrol etmelerini tavsiye ediyoruz... Bin Laden'in paraları hakkında bilgi..." demiĢtir. Görüldüğü gibi Rum kesimi uyuĢturucu kaçakçıları, mafya mensupları ve kara para aklamak isteyenlerin haksız yoldan elde edilmiĢ kazançlarını değerlendirebilmeleri Ġçin bir cennet gibidir. Ancak yalnız AB değil, ülkemiz içinde de bazı kesimler bu gerçeği görmemektedirler. Özellikle KKTC ekonomisinin geri kalmasından Türkiye'yi sorumlu tutan ve Türkiye'nin "kötü alıĢkanlıklarının" KKTC'ye taĢındığını iddia ederek, Kıbrıs'ın AB üyeliğini isteyen bu çevrelerin, meseleye kimlerin gözlüğü ile baktığı ortadadır. Rum kesiminin suç dosyasının bunlarla sınırlı kalmadığı ve sigara kaçakçılığının da transit merkezi haline geldiği belirtilmektedir. Üstelik bu iddia, bizzat Rurn kesimini üyeliğe almaya karartı olan AB ta273 rafından gündeme getirilmiĢtir. 20 Mart 2002 tarihli Rum Fileleftheros Gazetesi, AB'm, Irak'a yapılan sigara kaçakçılığında Güney Kıbrıs'ın transit merkezi olarak kullanıldığına ĠĢaret ettiğini bildirmiĢtir. Gazete, AB'ın, iki büyük tütün sanayii aleyhine Amerikan Mahkemesi'nde açtığı davanın temel unsurunun, Güney Kıbrıs'ın sigara kaçakçılığı transit merkezi olarak ifade edilmesi olduğunu yazmıĢ ve davacıların AB ve ayrı ayrı AB'ye üye 10 ülke olduğunu belirtmiĢtir. Gazeteye göre, davacılar arasında Yunanistan da bulunmaktadır ve AB ile 10 üye ülke, kaçakçılık nedeniyle kaybettikleri gümrük ve vergilerin karĢılığı olarak sigara firmalarından 1 milyar dolar tazminat ĠstemiĢlerdir. Aynı habere göre, Rum kesimi lehindeki raporları düzenleyen ve bu bölgeyi üyeliğe ehil bulan Avrupa Komisyonu, sigara kaçakçılığının güzergahını, "Porto Riko'dan Ġspanya'nın Valencia kenti ve oradan Li273 www.trncinfo,corrvTANlTMADAĠRESĠ/2002/TURKCE/ GUNEYKIBR1S/K200302 htm 360 masol ve daha sonra Beyrut üzerinden Irak" olarak çizmiĢ, mahkemeye, Rum gümrük makamlarından aldığı resmi belgeleri de su narak, 1996'dan, bugüne kadar Güney Kıbrıs'a 50 milyar adet sigara gönderildiğinin tespit edildiğini bildirmiĢtir. Avrupa Komisyonu, Güney Kıbrıs'ın sadece sigara kaçakçılığının transit istasyonu değil, gümrük makamlarının yanıltılması amacıyla, sigara dolu konteyn erleri n ve iĢaretlerin değiĢtirildiği yer olduğunu da duyurmuĢtur. Diğer gazetelerde yer alan haberlere göre de, Yunanistan'ın Attiki Bölgesi Örgütlü Suçlar ġubesi, bir Rumun elebaĢı olduğu yeni bir kaçakçılık Ģebekesinin, meyve, deri ve dondurulmuĢ gıda iĢi yapıyor görünen paravan Ģirketler üzerinden, yasadıĢı yollarla Bulgaristan'dan ve Güney Kıbrıs'tan gümrüksüz sigara ithal edip, Özellikle Belçika, Almanya, Hollanda ve Ġngiltere piyasalarına sürdüğünü ortaya çıkarmıĢtır. Rum kesiminin bu durumu kendi basınında bile isyana yol açmıĢ ve Politis gazetesi 15 Mart 2002 tarihli nüshasında, "Sigara kaçakçılığı, uyuĢturucu, kara para aklama... Kıbrıs'ın ne olursa olsun her büyük 0~7A uluslararası yasa dıĢı olayın içinde bulunması kural haline geldi" Ġfadesini kullanmıĢtır. Kaçakçılığın ekonomik boyutu yanında, siyasi boyutuna da dikkat çeken Rum basını, AB yetkililerinden, Rum Yönetimi'nin kaçakçılıktaki rolünün üyelik müzakerelerini etkileyebileceği konusunda uyanlar geldiğini vurgulamıĢtır. 1974'den Önce Türklerin katliamına ses çıkarmayan, sonrasında bu insanların acımasız bir ekonomik ambargo ile teslim alınması çabalarına aracılık eden, yine Rum kesiminin Ada'daki Türklere karĢı silahlanmaya devam edip, Türkiye'ye karĢı terör örgütlerine kucak açmasına göz yuman, göz yummakla kalmayıp, bu bölgeyi üyesi yapmak için can atan Avrupa'nın, iĢin ucu kendilerine dokununca telaĢlanıp, harekete geçtiği anlaĢılmaktadır. Yine de AB'nin bu uyarılarının göstermelik mi, ciddi mi olduğunu görmek için beklemek gerekmektedir. Rum kesiminin Avrupa kriterlerine uymadığını kendileri de görüyor. Mesela Kıbrıs ve Türkiye uzmanı AB GeniĢleme Perspektifleri AraĢtırma Grubu BaĢkanı siyaset bilimci Dr.Heinz Kramer'in, "Tür274 www tmcinfo.corr^ANITMADAĠRESl/2002/TURK<"'-c-i GUNEYKIBRIS/K110 361 kiye'nin pek çok alanda eksiklikleri var. Ancak, gelelim Kıbrıs Rum kesimine...Her alanda Avrupa kriterlerine uyuyor mu da onu bu kadar iĢtiyakla bünyelerine kabul etmek istiyorlar?" sorusuna verdiği cevap sudun275 "Bu ilginç bir paradoks. 14 AB üyesi ülke, Ġstemeyerek de olsa, homurdana homurdana da olsa Kıbrts't üyeliğe almaktan baĢka seçenekleri olmadığını kabul etti." Dr. Kramer, bunun sebebini de, Yunanistan'ın son yıllarda bulduğu, "parlak ve zekice" diye nitelendirdiği "AB'nin doğuya geniĢleme sürecini veto etme Ģantajı" ile açıklamaktadır. Yalnız Dr. Kramer değil, bütün AB ülkelerinin gerekçesi budur. Bunu doğru kabul edersek, "yüksek değerler üzerine kurulu" AB, çıkarları sözkonusu olduğunda hak, hukuk ve kural tanımıyor demektir. AB kendi menfaatini düĢünürken, Türkiye'nin, AB Doğu'ya doğru geniĢleyecek diye, arka kapısının zorla açılmasına izin vermemesi en doğal hakkıdır. Ancak, Yunan Ģantajının doğru veya en azından tek sebep olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Çünkü, AB, uluslararası anlaĢma ve hukuku gözardı ederek, Rum kesimi Ġle Ġlk kez 1972'de iliĢki kurmuĢ, 1990'da da üyelik baĢvurusunu kabul etmiĢtir. Bu tarihlerde AB'nin Doğu'ya doğru geniĢleme diye bir projesi yoktu. Yunanistan, bu dönemlerde de Türkiye ile ilgili Ģantajlarda bulunarak, adım adım ilerlemiĢtir, ilk günden Ġtibaren Yunan Ģantajına maruz kalan AB'nin, bu yöntemin devam edip, nihayet Doğu geniĢlemesinde de kullanılacağını görmediği söylenemeyeceğine göre, bu kesinlikle danıĢıklı bîr dövüĢtür. Türkiye'nin hakkı olan mali yardımları Yunan vetosunu gerekçe göstererek, gerçekte kendi iradesiyle vermeyen AB, aynı oyunu Kıbrıs üzerinde de sahnelemektedir. Çünkü böylesi her Ġki tarafın da iĢine gelmektedir. AB, Kıbrıs Rum kesimini Dr.Kramer'in iddia ettiği gibi "homurdana homurdana" değil, Türkiye'nin arka kapısını, kendisine de açacak anahtar olduğu Ġçin "büyük bir iĢtiyakla" almak istemektedir. 275 Cumhuriyet Gazeiesî/14 Temmuz 2002 362 BÖLÜM Vill SONUÇ: ĠġTE KIBRIS GERÇEĞĠ Bölgedeki enerji kaynaklan sorun olmadan önce de güç merkezlerinin mücadelesine sahne olan bu küçücük ada, Türk-Yunan sorunu haline geldiği bir yüzyıllık zamandan fazla süredir neden gündemdedir ve ilgili Ġlgisiz büyük güçler tarafından neden payîaĢılamamakîa, bu yüzden de adeta sorunun çözülmemesi neden teĢvik edilmektedir? Çünkü önemli bir stratejik üs ve de ticaret yoludur, Bunun için de, büyük güçlerin bölgedeki çıkarlarını koruyacak "batmayan uçak gemisi" olarak görülmektedir Hepsinden de önemlisi, "Türkiye'nin arka kapısı" özelliği vardır. Hem yerli, hem de yabancı siyasilerin ve uzmanların bu tespiti, diplomasi literatürüne geçmiĢtir, ö sebepledir ki Atatürk, "Kıbrıs'a dikkat ediniz, Kıbrıs bizim için gereklidir!.." demiĢ, ingiltere, politikasını "Kıbrıs Adasını kim elinde bulundurursa, iskenderun Limanı'nı ve Türkiye'nin arka kapısını kontrol altına alır." gerçeği üzerine oturtmuĢtur. Yakın tarihi adeta kanla yazılan, Türkiye-Yunanistan ve ingiltere arasındaki Kıbrıs sorununun 1960'fı yıllarda uluslararası arenaya taĢınmasından sonra ibre Türkiye aleyhine dönmeye baĢlamıĢ, Batılı güçlerin desteğini arkasına alan Yunanistan, Girit örneğinde olduğu gibi Kıbrıs'ta da adım adım Megali Idea'sını hayata geçirmiĢtir. Bunda elbette Türkiye'nin uzun bir süre meselenin ciddiyetini anlamaması, önce ingiltere, sonra ABD'ye endeksli bir politika izlemesinin de büyük etkisi olmuĢtur. Uzun yıllar adeta Yunanistan'ı takip edip, Kıbrıs politikasını belirleyen Türkiye, son olarak Yunanistan'ın kendisini çekmek istediği AB ringine itilmiĢtir. Türkiye, bu yeni arenada da politikasının merkezine Kıbrıs'ı değil, AB'y' oturtmuĢtur. Bunun neticesinde de, "Sanal adaylık" uğruna, yalnız Kıbrıs değil, Yunanistan'la aramızdaki tüm sorunlarda bir anda karĢımıza 15 ülke dikilmiĢ, etrafı adeta tümüyle rakibimizi des- 363 tekleyen hakem ve seyircilerden çevrili AB ringinde mücadeleye verilmeye çalıĢılmıĢtır. Rakip topluluğa ne yazık ki, gerek Türkiye'den, gerekse KKTC'den yerli seyirciler de katılmıĢtır. Halen sürdürülmeye çalıĢılan bu mücadelede, bilinçli ve bilinçsiz olarak o kadar çok hata yapılmıĢtır ki, bugünkü noktaya gelinmiĢtir. Meselenin gerçek tarafı olan BirleĢmiĢ Milletler, Kıbrıs-AB arasında bağlantı kurulmaya çalıĢıldığında "aman yapmayın" demiĢtir. Fikirler Dizisine, "Kıbrıs meselesi halledilmeden bunu gündeme getirmeyin" kaydını düĢen, zamanı gelince de iki taraf için referandum öneren BM, birden bire, Yunanistan'ın ve AB'nin, "AB üyeliği Kıbrıs meselesinin halline yardımcı olacaktır." görüĢünü sahiplenmiĢtir. Bu, yalnız gayrı resmi hakemlerin değil, resmi hakemin de maçın ortasında taraf tutması ve bunu açıklaması olmuĢtur. Kıbrıs'a ilgili, ilgisiz o kadar el ve Çıkar karıĢmıĢtır ki, KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ'ın da dediği gibi, "Kıbrıs konusundaki temsilci ve koordinatörlerin çabalarını koordine etmek üzere ayrıca bîr koordinatör gerekir."276 olmuĢtur. DE GAULLE: ĠKĠ MĠLLETĠ BĠR DEVLETTE BĠRLEġTĠRMEK ĠĞRETĠDĠR Evet, Türkiye çok hata yapmıĢtır ancak karĢımıza, "hukukun, yüksek insani ve ahlaki değerlerin" savunucusu olarak dikilenlerin neler yaptığı da ortadadır. Uluslararası antlaĢmalar hiçe sayılmıĢtır ki, bu maçın hiçbir kural olmaksızın yapılması anlamına gelmektedir. Öyle de olmuĢ, duruma ve zamana göre kurallar ihdas edilmiĢtir. Oysa soruna doğru teĢhis koyup, doğru çözüm bulabilmeleri için bu hakemlerin, öncelikle aslında çok iyi bildikleri Kıbrıs'ın geçmiĢini ve gerçeğini kabul etmeleri gerekmektedir. Büyükelçi Onur Öymen'in verdiği Ģu örnek bile tabloyu anlatmaya yeterlidir: "Ada'daki iki en büyük toplum olan Türklerle, Rumlar 300 yıl bîrarada yaĢamıĢlar ama bir türlü kaynaĢamamıĢlardı. Tek bir millet haline gelememiĢlerdi. Tek bir ülkü etrafında birleĢememiĢlerdi. 100'den fazla karma köyde yüzyıllarca beraber yaĢamıĢlar ama ortak aileler kur276 Avrupa Birliği Sürecinde Türkiye-KKTC Sempozyumu, Mülkiye Dergisi, Ocak-ġubat 2002, sf. 29 364 rnamıĢlar, kendi dinlerini, geleneklerini, göreneklerini korumuĢlardı. 1974 yılı sonunda Türkiye'nin LefkoĢe Büyükelçiliği MüsteĢarlığına atandığımda Kıbrıslı Türklere sorduğum ilk sorulardan bîri Ģuydu; Ada'da Türklerle, Rumların evliliğinden oluĢan kaç ortak aile var? Kıbrıslı Türkler uzun süre düĢünüp, aralarında danıĢtıktan sonra cevabı verdiler: BeĢ,,, iĢte Kıbrıs'ın gerçeği buydu. BM veya AB, Yugoslavya'da ayrı devletler kurulmasına destek veriyor, Balkanlarda olabildiğince çok sınır çiziliyor. Yugoslavya'nın parçalanmasından sonra bir daha parçalanmasına çalıĢılıyor. Kosova'nm bağımsızlığına, Karadağ'ın, onlara da kuzey bölgelerinin eklenmesi planlanıyor. Üstelik de buna bizzat AB'nin DıĢiĢleri Komisyonu BaĢkanı Javier Solan'a ön ayak oluyor. Karadağ Lideri Djukanoviç bunun nasıl olduğunu anlatırken, Sırplarla, Karadağlıların artık tamamen birbirinden ayrılacaklarını, bunun kendilerine ve bölgeye büyük zarar vereceğini kavradıklarını anlatırken, bu yönde AB'nin de büyük katkıda bulunduğunu söylüyor. Karadağ Lideri, "Bu iki tarafın da lehindeki tek çıkar yol, tek gerçekçi çözüm." diyor, AB de bunu destekliyor. GeçmiĢte de, 1918'de kurulan ünîter Çekoslovak devleti, Çek ve Slovak halkları arasında yarattığı büyük sorunlar nedeniyle 1968'de dağıtılarak, yerine federal bir yapı oluĢturulmuĢtur. ingiltere, Falkland'm ve hatta 28 bin nüfuslu Cebelitarık'ın (böyle ayrı bir ülke yoktur. YaĢayanlar Ispanyoldur ve bölge ispanya'nın doğal bir parçasıdır) bile Ģelf determinasyon hakkını tanıyor, sıra Kıbrıs Türk halkına gelince, "Ģelf determinasyon hakkınız yoktur, egemenliğiniz tanınamaz" deniliyor, ingiltere, 1713 yılında imzalanan Utrecht anlaĢmasından bu yana sömürgesi olan Cebelitarık üzerindeki egemenlik hakkını ispanya ile paylaĢma konusunda henüz 2002 yılı içinde prensip anlaĢmasına vardı. Ancak ingiliz DıĢiĢleri Bakanı Jack Straw, yine de son sözü referandum yoluyla halkın söyleyeceğini açıkladı. Cebelitarık halkının çoğu Britanya kolonosi olarak kalmak Ġstediği belirtilmektedir çünkü son olarak 1967'de yapılan referandum Britanya lehine sonuçlanmıĢtı. 277 Silahsız SavaĢ-Bir Mücadele Sanatı Olarak Diploması. Onur Öyrnen/l.Baskı-Haziran2002,sf.4lO 365 Yine aynı din ve kültüre sahip Haiti ve Dominik aynı adada (Hispaniola) iki ayrı devlet olarak yaĢıyor. Ya da BM, Doğu TĠmor adasındaki Hıristiyan azınlığın referandumla Endonezya'dan bağımsızlığı tanıyor. Bu Öyle bir çifte standart ki, Müslüman Endonezya'nın bîr adasındaki 700 bin Htristiyanın giriĢtiği ayrılıkçı harekete destek veriliyor, aynı mücadeleyi yapan ve meĢru temellere dayanan KKTC'nin engellenmesi için ise yıllardır sistemli bir kampanya yürütülüyor. Kıbrıs'ta ayrı bir mîllet, ayrı bîr dil, ayrı bir din, ayrı bir tarih ve kültür olduğu halde, "Bir adada yalnız bir devlet olur" diye bir kural ihdas edilmiĢçesıne, bu insanlar birarada yaĢamaya zorlanıyor, daha doğrusu Türklerin, Rumların egemenliği altına girmesi isteniyor. Oysa KKTC egemenliğini ilan etmiĢtir ve bu durum uluslararası hukukta öngörülen çerçeveye tamamen uygundur. Ancak Ģimdi bu insanlara, "egemenliğinizden vazgeçin" denilmektedir. Gerçek Ģudur ki, Kıbrıs'ta fiilen, resmen ve hukuken ayrılmıĢ bu iki yapı, gerçek veya suni ya da silahlı-silahsız birleĢtiriimeye çalıĢıyorlar. Bu da, Batı standardı barıĢ politikası olsa gerek. Oysa Fransa CumhurbaĢkanı De Gaulle, daha 1968 Ekim'inde, Türkiye'ye yaptığı ziyarette, Çankaya KöĢkü'ndeki görüĢmelerde Ģunları söylemiĢtir "Kıbrıs'ta Yunan milletinden bîr parça, bir de Türk milletinden bir parça vardır. Ġki millet birbirinden pek farklıdır vs bunları bir devlette birleĢtirmek iğretidir, tabii değildir. Aklıselim ister ki, bütün Türkler bir tarafla toplansın ve Yunanlılar öbür tarafta. Tıpkı Trakya'da olduğu gibi KıbP7A ns'ta, Türkiye ile Yunanistan arasında bir hudut olmalıdır. Bugün malum bazı çevreler önemsiz göstermeye çalıĢsa da, egemenlik öylesine önemlidir ki, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra egemenliğini ilan eden Kazakistan Devlet BaĢkam Nur Sultan Nazarbayev, BM'ye Ģu çağrıyı yapmıĢtır: "Önce egemenlik ilan eden Cumhuriyetleri tanıyın. Cumhuriyetlerarası sınır çarpıĢmalarını önlemek amacıyla bunun yapılması Ģarttır"279 278 Silahsız SavaĢ-Bir Mücadeie Sanatı Olarak Diplomasi. Onur Öymen/LBaskı-Haziran 2002.SÎ449 279 Egemenlik.Avrupa Birliği ve KKTC-KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Bakanlığı Tanıtma Dairesi sf 14 366 TÜRKİYE NEREDE HATA YAPTI? Kıbrıs'ın, "tamamı yazılmamıĢ ve sonu oyuncuların kararına bırakılmıĢ bir senaryo misali, 19. yüzyıldan bu yana 21. yüzyılda da devam pön ettiği ve en çok seyirciyi topladığı söylenmektedir Çok doğru ve güze) bir ifade. Ancak keĢke sadece bir oyun olsa. Ne yazık ki yaĢananlar oyun değil, gerçektir ve bir kabus gibidir. Burada bir oyun vardır ve bu oyunu büyük güçler, en baĢta da, demokrasi ve hukukun kalesi diye anlatılan AB, Türkiye üzerine oynamaktadır. Oyunun senaristi Yunanistan, senaryonun baĢlığı Ġse Enosis ya da Megali idea'dır. Türkiye nerede hata yapmıĢ da kendi mülkü olan bu adanın elinde kalan son üçte birlik parçasını da bir yüzyıllık süreçte kaybetme noktasına gelmiĢtir? Osmanlı'dan baĢlayıp, bugüne uzanan hatalar zincirinin ÜK halkasında, Kıbrıs'ın tarihçesine yer verdiğimiz bölümde de görüldüğü gibi, Ada'nın ingiltere'ye kiralanmasından sonra adeta unutulması, bunun sonucunda gelen ingiliz ilhakı ve nihayet Lozan AntlaĢması ile bu ilhakın Türkiye tarafından kabulü bulunmaktadır Sonrasında, neredeyse 32 yıl Yunanistan adım adım Kıbrıs'a yerleĢip, enosisin olgunlaĢtığı düĢüncesiyle Türklere saldırmaya baĢlayana kadar da "Türkiye'nin Kıbrıs diye bîr sorunu" olmamıĢ, Ada'daki ingiliz varlığı teminat sayılmıĢtır. Ancak Yunan baskı ve saldırılarından bunalan ingiltere'nin Kıbrıs'a yeni sahip aramaya baĢlamasıyla ve yine Ġngiltere'nin zoruyla meseleye taraf olan Türkiye, Ada'nın, kendisi ile hiçbir hakkı ve hukuku olmayan Yunanistan ve ingiltere arasında paylaĢtırmasına da sesini çıkarmamıĢtır. Kıbrıs'ın stratejik önemi yıllarca anlaĢılamadığından paylaĢımdan sonra da konu ingiltere'ye havale edilmiĢ, bu arada Yunanistan'ın yaklaĢık yüzyıl öncesine dayanan ve adım adım uygulamaya konulan konseptlerine hazırlıksız yakalamlmıĢtır. Sorun uluslararası arenaya taĢındığında da, ingiltere ve ABD'ye güvenilmiĢ, bu ülkelerin tüm oyun ve darbelerine rağmen gerekli tedbirler alınıp, bir Kıbrıs politikası oluĢturulamamıĢtır Bu arada Yunanistan, "atı alan Üsküdar'ı geçti" misali tüm cephelerde silahlı-silahsız savaĢını yüzyıl önce belirlenen planlar doğ280 Dr Serdar ġahınkaya, Mülkiye Genel Yaym Yönetmedi- Mülkiye Dergi Ocak-ġuipat 2002 sf 35) 367 rultusunda sürdürmüĢ ve maalesef baĢarılı olmuĢtur. En büyük baĢarıyı Ġse kendi insanlarının tarih bilincini beĢikten mezara canlı tutmada göstermiĢ, buna karĢılık hem Kıbrıs Türk kesimi, hem de Türkiye'de psikolojik bîr harekat yürütmüĢtür. Yaktn tarihte Girit ve 12 adaların akıbeti unutturulmuĢ, daha sıcaklığını koruyan, ülke sınırları içine kadar nüfuz edip, tam 17 yıl sürdürülen terör hareketine verdiği destekle suçüstü yakalanması dahi yaĢanmamıĢ sayılmıĢtır. Aksi bir tutumun, "Yurtta sulh, cihanda sulh" politikamıza aykırı olacağı gibi bir hava yaratılmıĢ, haksızlıklar karĢısında sessizlik adeta güvercinlikle eĢdeğer görülmüĢtür. Rum ve Yunan ikilisi yaĢlısından gencine her fırsatta ve platformda "enosis" derken, bizde tarih bilinci Ģovenlik olarak gösterilmeye çalıĢılmıĢtır. AB'ye gerçek ve bağımsız bir devletmiĢ gibi üyelik baĢvurusunda bulunan Kıbrıs Rum kesiminin her tarafında Yunan bayrağı dalgalandırılmıĢ, çifte standardı ortaya çıkacağı Ġçin bundan rahatsızlık duyan AB'nĠn isteği üzerine bazı hastane ve kamu kuruluĢlarında Yunan bayraklarının azaltılması Ģiddetli protestolar ile karĢılanmıĢtır. Buna karĢılık KKTC'de Temmuz 2002'de yapılan yerel seçim propagandasında muhalif partilerin ilk kez Türk bayrağı taĢımaları, bizzat bizim bazı yazar ve çizerlerimiz tarafından "ilginç" bulunmuĢtur. Hatalar zincirinin affedilmez halkasını ise AB ile ĠliĢkilerde yaĢananlar oluĢturmaktadır. Üstelik burada Hem Kıbrıs ve hem de Türkiye Ġçin gerçekten dönüm noktası niteliğinde olan bir değil, üç hata yapılmıĢtır. Bunlardan Ġlki, Türkiye ekonomisine ağır darbe indiren tek yanlı Gümrük Birliği uğruna Kıbrıs Rum kesiminin üyelik baĢvurusuna zımni onay verilmesidir. Eski BaĢbakanlardan merhum Turgut Özal ile baĢlayıp, Tansu Çilier'le devam eden bu süreçte, Türkiye AB üyesi olmasa da, Gümrük Birliği'nin tamamlanması ısrar, inat hatta iĢtahlılığı sergilenmiĢtir. Bu yüzden yalnız Kıbrıs değil, demokratikleĢme ve Güneydoğu sorununun çözümü adı altında ülkenin birlik ve bütünlüğüne yönelik vaadl&rde bulunulduğu Ġddia edilmiĢtir. O döneme iliĢkin olarak, bugün AB'ye taviz vermemiz gerektiğinin gerekçelerinden birisi yapılan KKTC ekonomisinin, bilinçli olarak ihmal edildiği de ileri sürülmektedir. Uzmanlar, KKTC ekonomisinin bugünkü duruma gelmesinin 1987,1988 ve 1989 Özal dönemi ile baĢladığını, 1994'de Çiller hükümeti zamanında 368 da sürdüğünü belirtmektedirler Kamu finansman açığı sebebiyle, KKTC'nin Türkiye'den 500 milyarlık yardım talebinin sözkonusu dönemlerde, "KKTC kendi ekonomisini kendi toparlasın" zihniyetiyle verilmediğini hatırlatan uzmanlara göre, bunda bazı siyasi mülahazalar da rol oynamıĢtır ki, herhalde burada, AB Ġle iliĢkiler uğruna bilinçli bir geri bırakma kastedilmektedir. Çünkü KKTC'nin bu yardım talebi Gümrük Birliği anlaĢması imzalandıktan sonra ancak 1996'da karĢılanmıĢtır. Bu hatalı yaklaĢım ile ilgili olarak ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr, Okîar Türel'in yaptığı Ģu değerlendirme geçmiĢe de, geleceğe de ıĢık tutacak niteliktedir: "Büyük Özal Ģokuna, küçük Çiller Ģokunu da ekleyebiliriz. IMF stilinde (ġunu yapmazsanız, biz parasal desteği kısacağız) türünden dayatma yapılmıĢtır. Ortada çok ciddi Türkiye'nin ve tüm Doğu Akdeniz'in kaderini etkileyecek Önemli sorunlar varken, bu sorunların çözümü Hazine-IMF Ortodoksluğuna bırakılamaz. Kıbrıs sorunu parasalcı Ortodokslukla ele alınacak bir sorun değildir. Uzak ufku ve geleceği düĢünmek durumundayız." Türkiye-AB iliĢkilerinde hem Kıbrıs, hem de gerçek dıĢı anlam yüklenilip, çifte standartlı uygulanarak, bugün Türkiye'nin üzerinde giyotin gibi sallandırılan Kopenhag kriterleri konusunda ikinci büyük hata 1999 yılında Helsinki BelgesĠ'nin kabul edilmesi ile yapılmıĢtır. Türkiye Helsinki Belgesi Ġle, soruna çözüm bulunmasa da Kıbrıs Rum kesiminin (ki bunu, biz böyle anlıyoruz. AB'nin Helsinki Belgesi'nde Kıbrıs denilmektedir) AB üyeliğine alınmasına resmen onay vermiĢtir. Aynı belge ile Kıbrıs baĢta olmak üzere AB'nin tüm Türk-Yunan sorunlarına taraf olması da kabul edilmiĢtir. Yol haritası adı altında Türkiye'ye verilen Katılım Ortaklığı Belgesi'nde, Kıbrıs ve Ege Türkiye'nin AB üyeliğinin siyasi kriterler haline getirilmiĢtir ki, üçüncü hata burada yapılmıĢtır. Türkiye, her ne kadar bu maddeler hariç KOB'u kabul ettiğini söylese de AB, meseleye böyle bakmamakta, KOB'u bir bütün olarak görüp, gereğinin yapılmasını is* 281 Avrupa Birliği Sürecinde TürkĠye-KKTC Sempozyumu Proî.Dr. Oktar Türel, ODTÜ Ġktisat Bölümü Öğretim Üyesi Salih Zeki Karaca, Emekli Büyükelçi BaĢbakanlık Kıbrıs iĢleri BaĢmuĢavıri, Mülkiye Dergi Ûcak-ġubat 2002. Cilt- 26. sf 50-75 369 temektedir. Bunun en somut göstergesi de ilerleme raporlarıdır. AB, Türkiye'nin ilerleme raporlarında 2001 yılma kadar ayrı bir baĢlık altında ele aldığı Kıbrıs meselesini, 2001 raporunda Kopenhag kriterleri kapsamında ve siyasi ön Ģart olarak değerlendirmiĢtir. Raporda, "Bu rapor; 1993 Kopenhag AB Konseyi tarafından belirlenen siyasal kriterler (demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıkların korunması) açısından ve 1999 Helsinki AB Konseyi'nin sonuçları uyarınca baĢlatılan GüçlendirilmiĢ Siyasi Diyalog açısından durumu analiz etmektedir. Raporda, Türkiye'nin Katılım Ortaklığı önceliklerini ne ölçüde ele almıĢ olduğunu inceleyen ayrı bir bölüm vardır." denildikten sonra "Üyelik Kriterleri" baĢlığı altında, "Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü, insan Haklan ve Azınlıkların Korunması" gibi hem Kıbrıs ve hem de sınır sorunları için ayrı ait baĢlıklar açılmıĢtır. Bu konularda ilerleme olup, olmadığı anlatılıp, isteklere yer verilmiĢtir. Sonrasında yapılan genel değerlendirme ise Ģöyle olmuĢtur: "insan hakları, Kıbrıs ve sınır anlaĢmazlıklarının barıĢçıl yoldan çözülmesi gibi, Katılım Ortaklığfnm öncelikleri arasında bulunan önemli konularda daha fazla geliĢme sağlamak üzere, güçlendirilmiĢ siyasi diyalog daha geniĢ kullanılmalıdır. Bay DenktaĢ'ın BM dolaylı görüĢmelerden çekilme ve BM Genel Sekreteri'nin New York'ta yapılacak görüĢmelere davetini geri çevirme kararma Ankara'nın verdiği destek dikkate alındığında, BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs problemine kapsamlı bir çözüm bulma çabalan Ġçin siyasal diyalogda Türkiye tarafından ifade edilmiĢ olan desteği, Ģimdi bir çözümü kolaylaĢtırmak için Türkiye'nin atacağı somut adımlar takip etmelidir. AB, her ne kadar Helsinki kararlarına atıfta bulunsa da açıkça bunu değil, Katılım Ortaklığı Belgesi'ni esas almıĢtır. Helsinki ZĠrvesi'nden sonraki yılda hazırlanan 2000 ilerleme raporu ile kıyaslama yapıldığında bu gerçek ortaya çıkmaktadır. 2001'deki bu ifadelere karĢılık, 2000 yılı ilerleme raporunda, sadece Kıbrıs'taki müzakerelerin seyri ve genef durum hakkında bilgi verilmiĢ, Türkiye aleyhine açılan davaların sonuçlarına uyulması istenmiĢ, bunların dıĢında herhangi bir 282 Türkiye'nin Katılım Yönünde derlemesi Üzerine 2001 Düzenli Raporu/AB Komisyonu Türkiye TemsilcĠliği'nin tercümesi ile 370 talepte bulunulmamıĢtır. Raporda, "Türkiye, bir garantör olarak, Kıbrıs sorununa BirleĢmiĢ Milletler himayesi altında kapsamlı bir çözüm buOOTJ lunması Ġçin her gayreti göstermeye devam etmelidir denilerek, Helsinki Belgesi'nden daha da olumlu bir tablo çizilmiĢtir. Çünkü AB, Türkiye'nin haklı olduğu konularda hiç adını anmasa da, Helsinki Belgesi'nde yer almadığı halde, çözüm bulmaya zorlamak için bile olsa garantörlüğümüzü hatırlayıp, bundan bahsetmiĢtir. AB'nin bakıĢ açısında 1 yıl Ġçinde meydana gelen değiĢiklik ortadadır. Bu geliĢmelerden sonra ve AB, sorunların tam ortasına oturmuĢken Türkiye'nin "Kıbrıs meselesinin AB'yi ilgilendirmediği ya da Kıbrıs ayrı Türkiye'nin üyeliği ayrı konular" tezi ne kadar geçerli ve gerçekçidir ya da AB tarafından ne kadar dikkate alınmaktadır diye sormak gerekmektedir. Üstelik AB, 2002 sonunda yapılacak Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'ye müzakere takvimi verilmesinin "yüzde 60 Kıbrıs, 284 yüzde 40 siyasi geliĢmelere" bağlı olduğunu açıkça telaffuz ederken. Ve de devlet politikasını en iyi bilmesi gerekenlerden birisi olan, hükümetin ortağı Mesut Yılmaz dahi AB üyeliği ile Kıbrıs meselesinin çözümü arasında açıkça bağlantı kurarken... Evet, AB Türkiye'ye karĢı hep önyargılı ve taraflı davranmıĢtır. Nihai hedef aynı çatı altında buluĢmak olan bir iliĢkide, bu niye böyle olmuĢtur ve olmaktadır sorusu ciddi olarak sorulması, cevabı da ciddi Ģekilde aranması gereken bir husustur. Bu noktada, AB'nin bu tutumunun, samimi ve ciddi bir ortaklığı düĢünmediğini gösterdiğini söylemekle yetinmek istiyoruz. Türkiye'nin diplomasi alanında hata üstüne hata yapmasının en büyük sebeplerinden birisi genel olarak AB, Özelde de yine AB Ġie ĠliĢkiler açısından Kıbrıs konusunda bir milli politikasının bulunmaması, bu yüzden de bîr bütünlük ve tek ses ortaya konulmaması ise, diğeri de ciddi ve kararlı durulmamasıdır. Bu tablo ise Türkiye'nin elini zayıflatmıĢ, en haklı ve ciddi tepkiler bile geçersiz kalmıĢ, AB uğruna herĢeyin sineye çekildiği ve çekileceği görüntüsü verilmiĢtir Muhatapları karĢısında aĢırı iĢtahını gizlemeyen bir kadronun bulunması, AB ve Yunanistan'ı elbette 283 284 www.belgenetcom/arsıv/ab/ab__raporOO_html#.3 Enis Berberoğlu Radikal Gazetesi. 27 6.2002 371 ki daha da cesaretlendirmiĢ, hatta pervasızlaĢtrrrmĢtır. Tarihi hataların yapıldığı 1995-2000 yıllan arasında Tansu Çiller baĢta olmak üzere, CumhurbaĢkanı Ahmet Necdet Sezer, BaĢbakan Bülent Ecevit, Yardımcıları Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz ile DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem'in çeliĢkileri ve yanlıĢları kitabımızın çeĢitli bölümlerinde yeri geldikçe sergilenmiĢtir. Bu dönemde kararlı ve gerçekçi tavır sadece askeri cenah ile dönemin Kıbrıs'tan sorumlu Devlet Bakanı ġükrü Sina Gürel ve TBMM DıĢiĢleri Komisyonu BaĢkanı Kamran inan ile özellikle Helsinki Belgesine karĢı çıkan DıĢiĢleri Bakanlığı bürokratlarından gelmiĢtir. Bunlara tartıĢmasız ilave edilecek bir diğer isim de elbette KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ'dır. AB ise bu tablodan o kadar memnundur ki, ilerleme raporlarında Türkiye'yi her konuda ve diplomatik lisana hiç de uygun olmayan bir üslupla eleĢtirdiği halde, "Ortak DıĢiĢleri Politikamızı" övmektedir. Mesela, 2001 ilerleme raporunda, "Bundan önceki düzenli rapordan beri, Türkiye kendi dıĢ politikasını AB'nin dıĢ politikasıyla uyumlaĢtırmaya devam etmiĢtir. Ortak DıĢiĢleri ve Güvenlik Politikaları ile ilgili hükümleri uygulamaya yönelik idari kapasite açısından, Türk DıĢiĢleri Bakanlığı'nın kadroları ve iĢleyiĢi gayet iyidir." denilmiĢtir. Bu ifadelerin, "Türkiye, dıĢ politikada bizim sözümüzden çıkmıyor" Ģeklinde tercüme edilmesi mümkündür, iki yüzlü uygulamaları ve dayatmaya varan talepleri dikkate alındığında, AB'nin bu memnuniyetinin bizim açımızdan kaygı verici ve rahatsız edici bîr durum olması gerekmektedir. Nitekim Prof.Erol Manisalı'nın, dıĢ politikamıza bakıĢı AB'den farklı olmuĢ ve "ismail Cem Diye Biri..." baĢlıklı yazısında, ilginç bir analiz yapmıĢtır. (Ek-7) DıĢ politikamızı etkisiz kılan ve Kıbrıs örneğinde de karĢımıza çıkan bir diğer önemli alıĢkanlık ise "yanlıĢta ısrar"dır. ġöyle ki, gerek BaĢbakan Bülent Ecevit, gerekse de Yardımcısı Mesut Yılmaz, muhalefet dönemlerinde daha açık, iktidarlarında da zaman zaman gündeme getirdikleri yanlıĢları nedense sözde bırakmıĢlardır. Gümrük Birliği örneğinde olduğu gibi, her Ġkisi de Ģiddetle karĢı çıktıkları bu tek yanlı ortaklıkta Türkiye'ye yapılan haksızlıkları ortadan kaldırmak için bir türlü harekete geçmemiĢler veya geçememiĢlerdir. Kıbrıs'ta da baĢından beri haklı olduğumuz halde, AB'nin dayatmaları karĢısında bîr türlü kestirip, atamadığımız için yanlıĢların peĢine takılmıĢ durumdayız. Oysa ki, on- 372 [arın yanlıĢlarını düzeltelim derken adım adım mevzi kaybettiğimizin ve bizi istedikleri ortama çektiklerinin farkında bile değiliz. DıĢiĢleri Bakanı ġükrü Sina Gürel'in, Devlet Bakanı olduğu dönemde söylediği Ģu sözler gerçekten ibret vericidir: "Biz bütün bu yanlıĢları anlatmaya çalıĢtığımızda da hep AB'den, oradaki muhataplarımızdan -samimi olanlarından tabii- özellikle son dönede aldığımız cevap Ģu oldu; Dediler ki, (Evet beiki bir hata yaptık ama Ģimdi bundan geriye dönüĢ yok.) Neden yok diye sorduğumuzda, Bu konuda karar alındı, yani sanki bu konuda AB kararlar aldıysa bunlar gözden geçirilmeyecek kutsal kararlarmıĢ gibi ve yanlıĢ kararların bedelini baĢkaları ödemek zorundaymıĢ gibi davrandılar, en samimi olanları dahi böyle davrandılar, dolayısıyla iĢ büyük bir çıkmazdaydı. AB ve konuyla Ġlgilenenler unutmasınlar ki, artık ne Türk kamuoyunda ne uluslararası kamuoyunda çok fazla kiĢiyi kandıramazlar, yani artık Türkiye'nin önüne AB üyeliği doğrultusunda yeni engeller çıkartmak konusunda baĢka maharetler sergilemeleri gerekir. Yoksa biz döner, deriz ki kendilerine, (Eğer Ģimdi bizim Kıbrıs ve Türk-Yunan iliĢkileriyle Ġlgili olarak Önümüze koyduğunuz engel sîzin benimsediğiz bir engel olsaydı, o zaman örneğin irlanda'nın da AB'ye üye olmaması gerekirdi, çünkü eğer üyelerden biriyle sorunu olan bir aday ülkenin o sorunları çözmeden üye olmasına engel var Ġdiyse, o zaman irlanda'nın da üye olmaması gerekirdi Demek ki bu koĢulu siz bizim için icat ettiğiniz diye düĢünmeye 2 5 hakkımız oluyor diye düĢünürüz." Meseleye en gerçekçi ve Türkiye menfaatleri açısından bakanlardan birisi olan Gürel'in bu tespiti doğru ancak eksiktir, ayrıca geç kalınmıĢtır. AB'nin çifte standardını anlatmak için birkaç ay sonra üye yapılacak olan ve 38 yıldır yeĢil hatla ayrılmıĢ bulunan Rum kesimi dururken, Ġrlanda'ya gitmesine gerek yoktu. AB'nin kararlarının kutsal olup, olmadığı konusunda ise Mesut Yılmaz baĢta olmak üzere öncelikle kabine arkadaĢlarını ikna etmesi gerekirdi. Çünkü Gürel'in ifadesinden hareketle, AB de, konuyla ilgilenenler de, uluslararası kamuoyundan önce Türkiye'de bazı etkin ve yetkin çevreleri kandırmaya baĢarıyla devam etmektedirler. AB'nin çifte standardının sınır sorunlarından Ġbaret 285 AB Sürecinde Türkrye-KKTC Sempozyumu. Mülkiyeliler Birliği, Mülkiye Dergt- Ocak-ġubaî 2002, Cilt 26, sf 27-28 373 olmadığı, Gümrük Birliği uygulamasından baĢlamak üzere Türkiye'ye ne kadar haksızlık yapıldığını, her konuda diğer 12 gerçek aday ile Türkiye'ye nasıl farklı yaklaĢıldığı, yine meĢhur Kopenhag Kriterlerinin idam cezası, azınlıklar baĢta olmak üzere sıra Türkiye'ye gelince nasıl farklt yorumlandığını ve nihayet Katılım Ortaklığı Belgesi Ġle zaten çarpıtılarak yansıtılan bu kriterlere Kıbrıs ve Ege gibi iki yeni kriter daha eklendiğini en iyi bilmesi gereken kiĢilerden birisinin Gürel olduğuna inanıyoruz. Böyle olduğu için de, Gürel'in, "Demek ki bu koĢulu siz bizim için Ġcat ettiğiniz diye düĢünmeye hakkımız oluyor" Ģeklindeki sözlerinin hem yetersiz ve hem de çok geç söylenmiĢ sözler olduğunu düĢünüyoruz. Evet yanlıĢları gören ve bilenler de vardır. Ancak hala 'yanlıĢtan dönülmezdik bir politikaymıĢ gibi davranılmaktadırlar. Kaldı ki, Gürel'in samimi diye nitelendirdiği AB yetkililerinin, "Evet belki bir hata yaptık ama Ģimdi bundan geriye dönüĢ yok." itirafının da hiçbir samimiyeti ve geçerliliği yoktur. Kıbrıs'ta böylesi iĢine gelen AB'nin, gerçekte menfaatine en ufak bir zarar geldiğinde, en temel konularda bile nasıl karar değiĢtirdiğinin sayısız örnekleri bulunmaktadır. Bu kadar haksızlık ve hukuksuzluğa rağmen ne yazık ki AB Türkiye Ġçin bir ido! olmaya devam etmekte, alternatifimiz bulunmadığı gibi bir mahkumiyet sergilenmektedir. Bu kervana eski Cum hurbaĢkanlarından Süleyman Demirel de katılmıĢ ve "Bir defa Ġmza OQC verdik" diyerek, AB'ye katılmamızın değiĢmez hedef olduğunu söylemiĢtir. Oysa merhum BaĢbakan ismet inönü, bugünün AB'si, dönemin AET'sĠ ile ĠliĢkimizi sağlayan Ankara AnlaĢmasını, "bu anlaĢmayı bozma Ġmkanımız olup, olmadığını, Ġleride istersek çıkıp, çıkamayacağımızı sorup,(evet) cevabını aldıktan sonra" onaylamıĢtı. BaĢbakan Yardımcısı 287 Bülent Ecevit de, 1997 yılında, "AB'ye mahkum değiliz." demiĢti. Türkiye'nin Lüksemburg Zirvesi'nde dıĢlanacağının anlaĢılmasından sonra Ecevit, "Türkiye'nin AB'den dıĢlanması bir hata mı ve Türkiye yalnızlığa sürüklenebilir mi?" sorularını Ģöyle cevaplandırmıĢtı"Türkiye'de kamuoyu AB'ye tarn üyeliği istiyor. Fakat Türkiye ayakta kalabilmesi için, ekonomisini geliĢtirebilmesi için Ġlla AB üyesi oi286 Türkiye Gazetesi. Altemur Kılıç- Metin Toker Öldü. Bir Yaprak Daha Koptu/21.7.2002 287 Hürriyet Gazetesi. 19 Ağustos 1997 374 maya da mahkum değil. ABD ile olsun, diğer pasifik ülkeleriyle olsun, yanı Asyalı, Rusya ile olsun, baĢka bölge ülkeleriyle olsun Türkiye yeni bir ekonomik model oluĢturabilir. Türkiye'nin baĢka nedenlerle, tarihsel, coğrafya, kültürel nedenlerle AB içinde yer alması gerekiyor ama, bu olmazsa olmaz koĢulu değil. Türkiye istese bile yalnızlığa sürüklenemez. Batı'nın bazı çevrelerinde yalnızlığa sürüklenebilir ama dünya yuvarlak, ne Avrupa'yla baĢlıyor, ne Avrupa'yla bitiyor. Batılılar çok akıllıdır, bu konuları çok incelerler varsayımı var ama, unutulmamalıdır ki, Ġki dünya savaĢını da Avrupalılar çıkardı, iki dünya savaĢının sonuçlarını da çok kötü değerlendirdiler. Onun Ġçin bu iĢleri Avrupalılar bizden daha Ġyi bilir sanan enteller, bu gerçekleri hatırlasınlar. Dünyanın bir ucunda koskoca ABD var. Dünyanın en güçlü ekonomisi. Onun kuzeyinde bir Kanada var. Asyanın doğusunda dev gibi Japonya var ekonomik bakımdan. Hatta günden güne devleĢen Çin var. Hindistan var. Ekonomik iliĢkilerimizin hızla geliĢtiği Rusya var. Türkiye Ġçin dünya o kadar dar değil." Türkiye'nin aday ülke ilan edildiği Helsinki Zirvesi'nde, Helsinki Belgesi'ni BaĢbakan sıfatıyla imzalayan, böylece sorun çözülmese de Kıbrıs Rum kesiminin AB üyeliğine onay vermenin yanısıra Kopenhag kriterleri dayatmasının yolunu açan Ecevit, AB'nin Katılım Ortaklığı Belgesi'nde "sanal azınlıklar" yaratma amacını görünce de Ģöyle tepki pflfl göstermiĢti. "Avrupa Türk ulusunu, kandırmacalarla, baskılarla, dayatmalarla, etnik lobilere veya bölücü akımlara destek olmakla kendi güdümüne alamaz veya yıldıramaz. Avrupa Parlamentosu'nda Türkiye konusunda cahilce laflar ediliyor. Kıbrıs'ta barıĢın güvencesi olan Türk Ordusu (iĢgalci) diye suçlamaya kalkıĢılıyor. Türkle, Kürdün ayrılmaz bir bütün olduğunu kavrayamadıkları için, kimi Avrupa Parlamentosu sözcüleri, Türkiye bağlamında, Korsika ve Bask benzetmeleri yapmaya kalkıĢıyorlar. Çoğunluğun ayrılmaz bir öğesi olan yurttaĢlarımızı (Azınlık) gibi göstermeye uğraĢıyorlar. Türk ulusunun bu tür hezeyanlara karnı tok, kalakları tıkalıdır. Türk'ün Avrupalılığında da böyle saçmalıkların yeri yoktur." 288 www belgenet.com/2000/be2211 .html 375 Dün bu doğruları dile getiren EcevĠt'in bugün, 1997'de "entel" olarak eleĢtirdiklerinin yanında yer aldığı, 2000 yılında da "saçmalık" diye nitelendirdiği istekleri yerine getirmek için nasıl canla baĢla çalıĢtığı ortadadır, iĢte bu tutumdur ki, yine Eoevit'in Ġfadesiyle AB'nîn ve Yunanistan'ın "hezeyanlarına" fırsat vermektedir. SANAL ÖDÜLE KANMAK GAFLET, DALALET HATTA ĠHANETTĠR Mart 2002'de yayınlanan AB-Bitmeyen Yol isimli kitabım Ģöyle 289 bitirmiĢtim: "Son söz, son tahmin ve son uyarı; Kısa veya orta vadeli istekler yerine gelsin gelmesin, yakın zamanda AB'nin Türkiye'ye takvim vermek niyeti yoktur. O tren bir ihtimal iplerin iyice gerilip, kopma noktasında Türkiye peronuna yanaĢtırılır. Bir ihtimal diyoruz, çünkü maalesef bugün "kararlı duruĢu" gösterecek iradeye sahip değiliz, ikinci ancak en tehlikeli ihtimal Kıbrıs Rum Kesiminin AB üyeliğine tepkimizi kesme amaçlı "takvim havucu"dur. GeliĢmeler ne yazık ki, Rum Kesimi'nin üyelik anlaĢması Akropolis eteklerinde Ġmzalanırken, Türkiye'ye verilebilecek takvimi kabul edebilecek oianlar bulunduğunu göstermektedir. Bunu yapabilecek olanların elbette tarih önünde hesap vermeyi de göze almaları gerekecektir. Ancak Türkiye ne pahasına olursa olsun, iĢin bu noktaya gelmesini, Kıbrıs'ın AB eliyle üçüncü kez ve bu defa tamamen Yunanistan'a teslimine engel olmalıdır. Aksi durum, Türkiye için sonun baĢlangıcı olacaktır." Nitekim bizim bu tahmini yapmamızdan 4 ay sonra AB'nîn geniĢlemeden sorumlu komiseri Günter Verheugen, ağzından baklayı çıkarmıĢ ve "Türkiye, siyasi bir ödül almak için Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak 290 yeni bir teklif getirebilir." demiĢtir. Verheugen'in bahsettiği siyasi ödül, Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'ye müzakere takvimi verilmesidir ki, amacın veya rüĢvetin çok açıkça ortaya konulduğunu düĢündüğünden olsa gerek, "Ancak bunun için henüz önemli bazı Ģartlar mevcut değil. Türkiye'deki anayasa değiĢiklikleri yürürlüğe konulmalı." kaydını düĢ289 Sadi Somuncuoğlu, AB-Bıtmeyen Yol/1 .Baski-2002.sf.250 290 Zaman Gazetesi/25 7.2002 376 muĢtur. Ancak hemen ardından Yunan DıĢiĢleri Bakanı Yorgo Papandreu'nun danıĢmanlarının bir rapor hazırladığı haberi geldi Ta Nea Gazetesi'nde yer alan habere göre, danıĢmanlar, Rum kesiminin AB üyeliğine alınması halinde Türkiye'nin "yaralı bir canavara" dönüĢeceği uyarısında bulunarak, Ege ve Kıbrıs'ta meydana gelecek sınırsız bir olayın önlenmesi için Papandreu'nun etkin rol üstlenmesini istemiĢlerdi. Bakanın etkin rolü ise, "Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesi konusunda AB üyesi ülkeler nezdinde giriĢimlerde bulunmak" olacaktı. DanıĢmanların planlarına göre, "Kopenhag Zirvesi'nde bir taraftan Rum kesiminin üyeliği kes in (esirken, diğer taraftan Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin baĢlama tarihi 2003 yılı olarak saptanacak. Bu durumda isteklerinin önemli bölümünü elde eden Ankara, Yunanistan'ın da bu konudaki çabalarını dikkate alarak, Rum kesiminin tek baĢına üyeliğine 291 kontrollü tepki gösterecektir." Bunlar tesadüf olamayacağına göre, bir Ģeylerin, AB ve Yunanistan tarafından ortaklaĢa, hem de uzun süredir planlandığı ortadadır. Papandreu'nun danıĢmanlarının, Türkiye'nin siyasi açıdan oldukça karıĢık ve belirsiz bir döneme girdiği Temmuz 2002'de hazırladığı sözkonusu raporda, oldukça ilginç bir değerlendirme de bulunmaktadır. Kopenhag Zirvesfnin yapılacağı, yani Rum kesiminin üyeliğinin kesinleĢeceği Aralık ayında Türkiye'de güçlü bir hükümetin olamayacağına dikkat çeken danıĢmanlar, "Bu durumda en büyük tehlike. Türkiye'nin tepkisinin kontrolden çıkma olasılığıdır." uyarısında bulunmuĢtur. Türkiye'nin geleceğine iliĢkin öngörülerde bulunulan raporun, "kontrolden çıkma" ifadesi bir dizi soruyu gerektirse de, aynı günlerde Rum Hükümet Sözcüsü Papapetru'nun bir açıklaması, Yunanistan ve Rumların, Türkiye'deki AB yanlılarına bakıĢ açısını ortaya koymuĢ, bu arada Türkiye'deki siyasi belirsizlik ve bunun Kıbrıs'la bağlantısı konusunda yeni soru iĢaretlerini beraberinde getirmiĢtir. Papapetru, "Halihazırdaki koĢullarda Türkiye AB üyeliğini nasıl gerçekleĢtirir?" sorusunu Ģöyle ce292 vaplandırmıĢtır "Sanıyorum Türkiye'deki bunalımlardan ve siyasi kargaĢadan 291 292 Cumhuriyet Gazetesi/28 7.2002 Cumhuriyet Gazetesi/ 28.7 2002 377 söz ediyorsunuz. Ama hiç belli olmaz. Bu krizden Türkiye yeni bir anlayıĢ, yeni btr mantık, yeni siyaset, yeni yaklaĢımla çıkabilir. Türkiye'deki AB yanlısı güçlerin Kıbrıs sorununa yeni anlayıĢlarla çözüm bulunması için daha güçlü bir elle ortaya çıkacaklarını umuyorum." Papapetru iyimserdir çünkü, "Türkiye'de hala Avrupa değerlerini paylaĢmak isteyen ılımlı, barıĢçı güçlerin bulunduğunu bilmektedir. Bu güçler sayesinde zamanla Kıbrıs'ta bir uzlaĢma sağlanabilecektir". Papapetru'ya göre, Türkiye'nin AB üyeliği Kıbrıs'a bir çözümden geçmektedir ve Türkiye'nin yöneticileri de bunu bilmektedir ancak "DıĢiĢleri Bakanı ġükrü Sina Gürel ve DenktaĢ" bu gerçeği halktan gizlemektedirler. Rum Sözcüsünün açıklamaları, Türkiye yönetiminde kimleri isteyip, kimleri istemediklerini göstermeye yetmektedir. iĢte Türkiye böylesi planlı ve programlı bir kıskaç hatta tuzakla karĢı karĢıyadır. Bu sebeple de biz yukarıda belirttiğimiz görüĢ ve kaygımızda ısrar ediyoruz. Türkiye, kenara çekilmek yerine, sorun çözülsün çözülmesin Rum kesiminin AB üyeliğine kabul edilmemesi için çalıĢmalı ve tüm siyasetini buna göre belirlemelidir. Bunun için de; - Türkiye öncelikle AB'ye Helsinki Belgesi'nde yer alan "Katılım görüĢmelerinin tamamlanmasına kadar herhangi bir çözüme varılamadığı takdirde, Konsey, bütün ilgili unsurları dikkate alacaktır." ifa desini hatırlatmalıdır. Bu ifadenin, müzakerelerde takınılan tutumu değil, Ada'nın hukuku ile toprağı, halkı ve tarihi gibi temel hususları kapsadığı çok iyi anlatılmalıdır. Kıbrıs Rum kesiminin üyeliğe alınmasını en gellemede en büyük kozumuz olan bu husus ihmal edilmeden gündeme taĢınmalı ve her zeminde AB'nĠn önüne konulmalıdır. - Önümüzdeki birkaç aylık sürede tüm platformlarda 1964 ve 1974 masaya getirilmeli, kan döken ve soykırım yapanların kimler ol duğu tüm dünyaya hatırlatmalı, Türk askerinin Ada'ya, barıĢ ve güvenliği götürdüğü anlatılıp, "iĢgal" sözcüğünün kullanılması engellenmelidir, - AB baĢta, tüm dünya Kıbrıs'a vücut veren uluslararası an laĢmalar ile temel hukuk belgelerini tanımaya ve bunlara saygı gös termeye ısrarla çağrılmalıdır. - Kıbrıs'ta çözüm arayanlar, samimiyetlerini Ġspatlamaları için öncelikle yıllardır KKTC halktna uygulanan insanlık dtĢı ambargoyu kal dırmaya davet edilmelidir. 378 - Meclis içinde, Meclis dıĢında tüm siyasi partiler tam bir bütünlük Ġçinde ve tek ses halinde, Rum kesiminin üyeliğe alınması halinde KKTC ile entegrasyona gidileceğini ve AB baĢta olmak üzere, tüm dünya Tür kiye'nin karĢısına dikilse bile bundan bir milim geri adım atılmayacağını, Türkiye'nin artık vereceği bir taviz bulunmadığını kararlılıkla du yurma! id ırlar - AB muhatap almasa da, Türkiye'nin, KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ ile tam bir mutabakat içinde olduğu, onun masaya koy duğu sorumlu ve haklı önerileri, virgülüne kadar desteklediği net olarak ifade edilmelidir. - Rum kesiminin AB üyeliğine alınması halinde Doğu Ak deniz'deki dengenin nasıl bozulacağı, bunun sonucunda güven, istikrar ve barıĢın ortadan kalkmasının yalnız bölgeyi değil, tüm dünyayı nasıl etkileyeceği açıklıkla ortaya konulmalıdır. Türkiye hangi ha! ve Ģart içinde bulunursa bulunsun, Kıbrıs'ta Ġki toplumun egemenliğini ve eĢitliğini tanıyan A'dan, Z'ye hukuka uygun, kalıcı bir çözüm bulunduktan sonra Kıbrıs ile Türkiye'nin birlikte üyeliği görüĢünü sonuna kadar savunmalıdır. Bedeli ne olursa olsun.., AB yetkililerinin ve Rum sözcülerin de itiraf ettiği gibi, Rum kesiminin üyeliğe alınması halinde muhtemel tepkileri önlemek Ġçin Türkiye'ye sanal adaylıktan sonra, "sanal müzakere takvimi" verilmesine rıza gösterecekler Ģunu Ġyi bilmelidirler ki; Kıbrıs son direnç noktamızdır ve arka kapımızdan girmeyi baĢaranların bundan sonraki ilk hedefi Ege üzerinden istanbul olacaktır!,. Bunu en Ġyi gören ve bilenlerden birisi de gereğini yerine gefırmese de BaĢbakan Bülent Ecevit'tir. Gereğini yerine getirmemiĢtir çünkü bugün Kıbrıs ve Ege'de alındığımız kıskacı göre göre önce Helsinki, hemen ardından da Katılım Ortaklığı Belgesi'nĠ kabul etmiĢtir. Oysa Ecevit, Katılım Ortaklığı Belgesi'nde Kıbrıs'ın Türkiye'nin AB üyeliği Ġçin siyasi kriter haline getirilmesi üzerine, üstelik de kaderin acı bir ciivesi olsa gerek, KKTC'nin 17. kuruluĢ yıldönümü olan 15 Kasım 293 2000'de, Ģunları söylemiĢti: "Eğer Batılı ülkelerin oyunlarına gelsek, Saraybosna'dan, Ko293 www.be!genet com/20QO/be1511 .html 379 sova'dan daha ağır koĢullar altında Kıbrıslı Türklerin büyük felaketlerle karĢılaĢacaklarını biliyoruz. Buna izin veremeyiz. Yalnız Kıbrıslı Türklerin değil, Türkiye'nin güvenliği de tehlikeye düĢmüĢ olur. Onun Ġçin buna kesinlikle izin veremeyiz. Yunanistan Türkiye'yi yalnız batıdan değil, güneyden de kuĢatmıĢ olacaktır. Doğu Akdeniz de tehlikeye girmiĢ olacaktır. Bütün bunlara f irĢat vermemiz söz konusu değildir. 1999 Helsinki Doruğunda Avrupa Birliği için adaylığımız kesinleĢirken açıkça belirttik. Avrupa Birliğinde adaylığımızla Kıbrıs konusu arasında bağlantı kurulmasını kabul edemeyeceğimizi açıkça söyledik. (Kıbrıs konusu Kıbrıs Türkleriyle, Kıbrıslı Rumlar arasında bir konudur. Buna sizler kanĢmayın) dedik. Bu konudaki kararlılığımızı bĠJerek bize adaylık hakkını verdiler. Bize bu açıdan gerekli güvenceler de verildi. Kopenhag ölçütlerine, kriterlerine evet dedik. Ama baĢka hiçbir ölçüt kabul edemeyeceğimizi söyledik. Verilen sözlerden Ģimdi geri dönülüyormuĢ gibi bir eğilim ortaya çıktı. Biz kesinlikle buna razı olamayız, izin veremeyiz. Kıbrıs'ı çıkmaza sürükleyenler bazr Avrupa üyesi ülkelerdir, Eğer Kıbrıs'ı kendi haline bıraksalar Kıbrıs'ta bir sorun kalmazdı. Kıbrıs Türkleri Rumlara teslim olmayacaktır. Bunu bütün dünya böyle bilmelidir." KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ'ın daha 13 Aralık 1995'deki, "Biz Türkiyesiz bir AB'ye giremeyiz. Çünkü ipsiz kuyuya düĢüp, bir daha çıkmama meselesidir." sözleri de akıldan çıkarılmamalı ve bazı çevrelerin "Ģovenlik" iddiasına rağmen, tarihi gerçekler asla unutulmamalıdır, iĢte gereği yerine getirilmese de tarihten bir kesit: "Kıbrıs'ta Türklere yönelik kanlı saldırılar ve Rum kesiminin Anayasayı tek taraflı olarak geçersiz ilanından sonra 15 Ocak 1964'de Londra'da Türkiye, Yunanistan, ingiltere ve Kıbrıs Rum ve Türk temsilcilerinin katılımıyla bir konferans toplanır. Türkiye'yi DıĢiĢleri Bakanı Feridun Cemal Erkin, Yunanistan'ı DıĢiĢleri Bakanı Palamas temsil ediyordu. Kıbrıs Türklerinin temsilcisi DenktaĢ, Rumlarınki ise Kipriyanu'dur. Türkiye saldırıların sorumlularının derhal yakalanıp, cezalandırılmasını, Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliğinin sağlanması için yeni bir statü'bulunmasını ister. DıĢiĢleri Bakanımız Erkin, ünlü tarihçi Toynbee'ın, (Kıbrıs'ta aslanla koyunun birlikte yaĢaması bir ütop294 Silahsız SavaĢ-Bır Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi, Onur Öymen/1 Baskı-Haziran 20Q2.sf.441 380 yadır. Gerçek Ģudur ki, orada eski Osmanlı kuzuları yoktur; eski Osmanlılar aslan ve kaplandırlar.) sözlerini aktarır. Herkes ne demek istediğini anlar. Rumların, Türkleri kurbanlık koyun gibi görmeleri vahim bir hataydı ve Türkiye, Kıbrıs Türklerini sahipsiz bırakmayacaktı." Tecrübeli Büyükelçi Onur Öymen, "Bazı konuları bazı ülkeler kendi çıkarlarına uymadığı için asla anlamak Ġstemezler. Bu diplomatik bir oyundur. Bir diplomat bir insana (cehenneme git) derken öyle bir dille söylermiĢ ki, karĢısındaki koĢup bilet alırrmĢ diyor. AB, Öymen'in ifade ettiği diplomatik kılıfa gerek duymaksızın Türkiye'ye açıktan açığa, "cehenneme git" demektedir ve buna rağmen maalesef bilet almak için adeta birbirini ezenler vardır. Oysa Clinton'un Kıbrıs Özel Koordinatörü Richard Holbrooke, yıllar sonra ülkemize yaptığı ziyarette, "Diplomasi bir 2 güç oyundur, güçlü olduğunuza Ġnanıyorum." demiĢtir. Bu gerçeğe, bir de bizim yöneticilerimiz inanabilse... Ve son söz Rum Yönetimi Lideri Klerides'ten. "Kara yıldönümü" olarak niteledikleri Kıbrıs BarıĢ Harekatımızın 28, yıldönümünde bir mesaj yayınlayan Klerides adeta enosisin zaferini ilan etmiĢtir: "Avrupa Birliği ailesine beklenen katılım, Kıbrıs Cumhuriyeti ku297 rulduğundan beridir elde edilen en büyük baĢarıdır" 295 Sabah Gazetesı/5.7.2002 296 Hürriyet Gazetesi/2.7.2002 297 Zaman Gazetesi/ 21.7 2002 381 EKLER EK:1 KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ'ın DanıĢmanlığını da yapan Prof. Dr. Mümtaz SOYSAL'ın, Rum kesimi ile üyelik müzakerelerinin baĢlaması kararının alınacağı, Türkiye'nin ise geri çevrileceği Lüksemburg Zirvesi öncesinde kaleme aldığı "Perspektif" hikayesi. (Hürriyet Gazetesi, 13 Temmuz 1997) Perspektifler Öyle anlaĢılıyor ki, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine iliĢkin "'perspektif" hikâyesi sona ermek üzeredir. Ankara, uzun süredir, 1960 andlaĢmalanna dayanarak, "Türkiye ile Yunanistan'ın birlikte üye olmadıkları bir kuruluĢa Kıbrıs Cumhuriyeti'nı alamazsınız" demiĢ ve Türkiye'nin tam üyeliği olmadan Kıbrıs'ın üyeliğinden söz edilemeyeceğini Ġleri sürmüĢtür. Bir ara, Kıbrıs'ın üyeliğine iliĢkin görüĢmelerin baĢlaması için Türkiye ile görüĢmelerin de baĢlatılması gerektiği savunulmuĢ, arkasından da Türkiye'nin tam üyeliğine ĠliĢkin bir "perspektif" verilirse, Kıbrıs'ın üyeliğine ses çıkarılrnayabileceği ima edilmiĢti. TürkçesĠ, "Siz bize Türkiye'nin tam üyelik görüĢmeleri Ģu tarihte baĢlayıp yaklaĢık Ģu tarihte sonuçlanabilir deyin, biz de Kıbrıs'ın üyeliğine göz yumalım" denmek ĠstenmiĢti. Bu yaklaĢımın arkasında, ayrıca, "Perspektif verilirse, Kıbrıs'taki federatif çözüm Ġçin fazla güçlük çıkarmayız" gibilerden bir vaat de yatmaktaydı. ġimdi, Avrupa Birliği Komisyonu'nun "Bir artı beĢ" formülü bu hayalleri de yıkmıĢtır Bakanlar KonseyĠ'nce de onaylanma olasılığı yüksek olan bu formüle göre, ilk ağızda tam üyelik için ciddi görüĢmelerin baĢlayacağı ülkeler artik belli: Kıbrıs Cumhuriyeti baĢta olmak üzere, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya ve Slovenya, "Kıbrıs Cumhuriyeti baĢta olmak üzere" sözünü dedirten, "artı"dan önceki "bir" sözcüğüdür: Demek ki, Avrupa, Kıbrıs'ın "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak üyeliğe kabul ediliĢini hızlandırmak niyetindedir. Federatif çözüm görüĢmelerinde Türk tarafına yapılan "BoĢuna ayak sürümeyin; Kıbrıs'ı Ģu ya da bu biçimde tam üyeliğe alacağız" uyarısı mı? 382 Rum tarafına, "GörüĢmeler boyunca gereksiz ayrıntılarda direnmeyin, çözüm ne olursa olsun, Avrupa Birliği içinde her Ģey istediğiniz sonucu zaten sağlayacak" yüreklendirmesi rm? Belki de, Ankara'ya bir sesleniĢ. "Sız ne derseniz deyin, hatta çözüm olsun olmasın, Kıbrıs Cumhuriyet!1™ üyeliğe alacağız; Kıbrıs, tarihsel açıdan Batı dünyası için taĢıdığı simgesel anlam bir yana, Avrupa'nın Ortadoğu'daki ağırlığı bakımından da önemli olduğu için Avrupa Birliği dıĢında kalamaz'" Artık, Kıbrıs'ın üyeliği, çözüm olsun olmasın, kesindir. Çözüm olmazsa, sorunu vaktiyle Doğu Almanya için bulunmuĢ formülle çözmeyi düĢünüyor olabilirler: KKTC, Rum ağırlıklı bir Kıbrıs Curnhuriyeti'nin egemenliği altına girmeye razı olduğu zaman, toprağı ve insanlarıyla kolayca Avrupalı olacaktır. Strateji, Kıbrıs Türk toplumunu kendi içinde tereddüde düĢürme ve Türkiye'den ayrı bir politikaya sürükleme stratejisidir. ġimdi, Türkiye'nin önündeki perspektif kesin bir karanlığa bürünürken, Kıbrıs'taki Türk toplumunun Önüne iki seçenekli ilginç bir perpektıf konuyor: Ya, anayasa ve toprak konularındaki çözüm arayıĢlarında katı davranarak ve Türkiye'nin tam üyeliği kesinleĢinceye kadar Avrupa Birliğı'ne uzak durarak bugünkü soyutlanmanızı ve her Ģeyden yoksun kalıĢınızı sürdüreceksiniz. Ya da, anayasa ve toprak konularında Ġstenen ödünleri vererek ve Avrupa Birliği üyeliği için Ģimdiden Rumlarla birlikte Brüksel temaslarına baĢlayarak birdenbire "Avrupa vatandaĢı" olmanın bütün nimetlerine kavuĢacaksınız. Ya hiç, ya hep. ġimdiye kadar kullanılan hiçbir diplomasi yöntemi bu yöntem kadar insafsız, zalimce ve Ġnsanlık dıĢı olmamıĢtır. EK: 2 Yazar Doğan Uluç, yine Lüksemburg Zirvesi Öncesi hem DenktaĢ'ın, hem de kendi isyanını "Kral Çıplak" baĢlığı ile dile getirir. (Hürriyet Gazetesi, 4 Eylül 1997) Kral Çıplak 'Kıbrıs'ta Tek Çözüm" baĢlıklı yazımız üzerine okurlarımızdan gelen yankılar Ada'da Türk ve Rum toplumları için ıkı ayrı egemen devlet görüĢümüze destek veriyor. Öyle ki "Geçit töreninde küçük bir çocuğun "Kral çıplak" diyerek büyüklerinin gözünü açtığı hikayeyi andırıyor" Ģeklinde yorum yapanlar da var. 383 KKTC CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ da LefkoĢa'dan bizi kutlayarak "Yetti artık" dediği mektubundaki değerlendirmelerinin bir kısmı Ģöyle : "Dünya dediğimiz "yüce" ülkelerin Kıbrıs'ta 34 yıldır Kıbrıs Türklerine reva gördükleri haksızlık ve adaletsizlik ( bu dünyada tarafsız Uluslararası Adaiet Dîvanı olsa) mahkemelik suç teĢkil ederdi. 34 yıldır katlanıyoruz. Bunlar Rum-Yunan ikilisinin Girit oyununun suflörleri oldular. Zorla veya kandırılarak Kıbrıs'ı Rum'a, Yunan'a peĢkeĢ çekiyorlar. Oyunun son perdesindeyiz. AB yolu ile perdeyi Ġndirip bizi mahkum edecekler. Van der Brooke bana "Hukukun üstünlüğünden bahsetme, Kıbrıs siyasi bir meseledir" diyor! 1960 anlaĢmalarını gündeme getiriyorum. "Onlar eskidir" diyor. Fiili durum - Ġki cemaat, iki devlet diyorum. Alay edercesine "Dünya Kıbrıs Hükürneti'ni meĢru hükümet olarak tanıyor. Bu hükümet üyelik için geçerli müracaatı yapmıĢtır. Aklınızı baĢınıza alınız, treni kaçırmayınız" diyor. Trenin Kıbrıs treni olmadığını, Rum'un treni olduğunu bir türlü görmek istemiyor. Kıbrıs üzerinde Türk-Yunan dengesi var, Kıbrıs her Ġki Anavatan'ın üye olmadığı bir birliğe giremez diyorum. Anlamazlıktan gelip "AB hangi ülkeyi üye yapacağı konusunda kimseye veto hakkı tanımaz" diyor. Kıbrıs diye kabul ettiği kuruluĢun 34 yıldır silah zoru ile ambargolarla, dıĢ dünyada yalanlarla, Ģantajlarla "her iki cemaatin vatanıdır 1 dedikleri Kıbrıs'ta Kıbrıs Türklerine tahakküm için uğraĢtığını gören, anlayan yok! Dolayısı ile bu yolda ben de senin gibi "çıkıĢ'ı evvela ayrı ve Rumlar'a her hususta denk ve egemen bir birim olduğumuzun isbatında ve bunun kabulünde görmekteyim. Aksi halde Rum-Yunan ikilisi Kıbrıs'a sahip çıkmak Ġçin Akdeniz'de yeni çılgınlıklar sergileyecekler diye düĢünüyorum." Hukuk ve adalet yoksunluğuna düĢenler dıĢında hiç kimsenin DenktaĢ'ın yakınmalarına katılması mümkün değil. Oysa "taverna, uzo'lu buzuki partileri, dostluk geceleriyle TDrk-Yunan-Rum dostluğunu pekiĢtirerek Kıbrıs'ta adil çözüme ulaĢılacağını sananların gözardı ettikleri önemli bir husus var, Rum yönetiminin 1960'lardan bu yana Kıbrıs Türk'ünü siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda kendi halkıyla eĢit görmeye yanaĢmayıĢı tüm çözüm formüllerini kitleyen tek engel. Makarios'tan baĢlayıp Kipriyanu, Vasiliu ve Klendes'le karĢılıklı görüĢmelerimizde Kıbrıs Türklerini adanın Ġkinci-üçüncü sınıf halkı görme tutkularına bizzat Ģahit olduk. Bu sabit fikri mevcut olmayan güveni artırıcı değil yaratıcı yöntemlerle ortadan kaldırmak yerine ne yaptıkları ortada. Türkiye düĢmanı PKK'ya kucak açmak, Kıbrıs Türk'ünü yaĢamdan bezdirmek için ambargo uygulamak, Türk kesimine geçen turisterın dönüĢlerinde alıĢveriĢine el koyup ceza yazmak, fabrika bacası boyunda S-300 füzeleri sipariĢi vermek, sınır anlaĢmalarını ihlal edici motorize kon384 voylar düzenleyerek kıĢkırtıcılığı tırmandırmak, AB üyeliği Ģantajı son zamanlarda sözde ortak devlet çözüm müzakerelerine paralel Rum giriĢimleri. Atina'nın Ege Adaları, kıta sahanlığı, karasuları, FIR hattı gibi sorunları taĢıdığı dıĢ dünyada yıllardır sürdürdüğü düĢmanca kampanya da Rum-Yunan ikilisinin Türk ırkına beslediği kin üstüne ayrıca tuz-biber. ġimdi baĢımızı kuma sokup bu kafadaki insanlarla dostluk, komĢuluk laf salatasıyla ortak devlet mi kuracağız ? Ortalığı îoza duman katacak Rus füzeleri getirenlere zeytin dalı uzatma safdilliği yerine "göze göz, diĢe dıĢ" demekten baĢka çare yok. Bundan sonra Kıbrıs masasına getirilecek belge çifte ikili federasyon safsatası yerine açık-seçık "Kıbrıs Türk Cumhuriyeti" adını taĢımalı. Ne eksik, ne de fazla. EK: 3 Prof. Mümtaz SOYSAL, tartıĢmalı Katılım Ortaklığı Belgesi'nin "ġema "sini sıcağı sıcağına çizer. (Hürriyet Gazetesi, 6 Aralık 2000) ġematik Bir konuyu kılı kırk yararcasına derinliğine düĢünmekten hoĢlananlar pek sevmez ama, "Ģema" denen anlatım yolu hiç olmazsa sorunların özünü ve kaba çizgilerini göstermek bakımından yararlıdır ġimdi, Avrupa Birtiği'yle iliĢkiler konusunda "büyük zafer1' diye sunulan kararın ardından etraf toz duman olduğuna göre, ofup bitenleri Ģematik biçimde ortaya koymak ve sonra da bunun üzerine derin derin düĢünmek fena olmaz. Ne olmuĢtur? AB Komisyon u'ndan çıkan 8 Kasım kararı üzerine Türkiye'nin tepkisi belli olunca, AB ve özellikle dönem baĢkanlığı yapan Fransa kolları sıvayıp görünüĢü kurtarmanın, Yunanistan'ı kırmadan Türkiye'yi memnun etmenin yollarını aradılar. Ankara'da memnun edilmeye teĢne çok kiĢi olduğu Ġçin, bu pek de zor bir iĢ olmadı. Yapılan Ģu: Ġlk metinde 2001 yılına kadar karĢılanması zorunlu "kısa vadeli siyasal kriterler" arasında bulunan ve "Kıbrıs sorununu bir an önce DenktaĢ'a çözdürün" anlamına gelen son paragraf bölümün baĢına alınmıĢ ve hepsine birden "GüçlendirilmiĢ siyasal diyalog ve siyasal kriterler" diye yeni bir baĢlık konmuĢtur. ġimdi, sormaz mısınız: "DeğiĢen nedir?" Kriterse, yine kriter. Yani, siyasal diyalog çerçevesinde de olsa, sonucu değerlendirmede bu ölçüte uyulup uyulmadığına yine faakıiacaK. Kısacası, "koĢul" demenin kıbarcası. 385 Ayrıca, 2001 vadesinde değiĢiktik yok. Tek fark Ģu olabilir: Konu, daha önce "Kopenhag kriterleri" diye adlandırılabilecek olan ve demokrasi, insan haklan falan gibi konulan kapsayan listenin en baĢına konmuĢ. Üstelik, önünde bir de "güçlendirilmiĢ siyasal diyalog" sözleri var. Diyalogun kiminle olacağı pek belli değil; büyük olasılıkla herkes herkesle bunu konuĢacak, AB de "güçlendirecek"! Sonra, Yunanistan'ın, 8 Kasım'da konan Kıbrıs paragrafı yetmiyormuĢ gibi metne eklenmesinde ısrar ettiği "Ege'yi uluslararası hukuka göre çözün" paragrafı, genel giriĢten ayrı olarak yine "GüçlendirilmiĢ siyasal diyalog" sözleri de eklenip, "Orta vadeli siyasal kriterlerin baĢına konmuĢtur. Basan ve zafer çığlıklarının gerisinde yatan gerçek bu. Peki, bütün bu olanlar ne zaman oluyor? Yalçın Doğan'ın geçen günkü Milliyette belirttiği gibi, "gizli bîr el"in düğmeye basmasıyla Türkiye borsalarından "Fransız, ingiliz, Alman bankalarına ve Avrupa'deki yatırım fonlarına" çekilen paraların yarattığı Ģamatalı bir mali kriz sürerken. Ekonomisi çökertilme tehdidi altına sokulan Türkiye, kamu bankalanmn acele özelleĢtirilmesi ve Telekom'un yabancılara teslim edilmesinde olduğu gibi, AB'nin bu göz boyayıcı yeni formülüne de boyun eğmek zorunda kalmıĢtır. Ama, söyleyin allahaĢkına, sevinir gözükmek ve zafer çığlıkları atmak zorunda mıdır? EK: 4 Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan, "Halk, Demokrasi ve DıĢ Politîtca-2" baĢtık/t yazısında yıllardır KKTC'ye uygulanan ambargoyu görmezden gelenler iğin "Ahlaktan Önce insaf gerekir" diyor. (Radikal Gazetesi/24,7,2002) Halk, demokrasi ve dıĢ politika (2) Gündüz Aktan Bazılarımız diyorlar ki, Kıbrıs Türk halkı giderek artan oranlarda, AB üyesi olmak istiyor. Son belediye seçimleri bu akımın güçlenmekte olduğunu gösteriyor. Kıbrıs, Türkiye ile birfikte üye olursa tabii ryi olacak, olmazsa Rumlarla birlikte de üye olunabilir. Bu amaçla Kıbrıs sorununun çözümlenmesi lazım. Ama Sn. DenktaĢ Türk 'devleti' ile birlikte çözümü engelliyor. KKTC'de böyle düĢünenler, AB üyeliği önünde Kıbrıs'ı engel gören Türkiye'deki yandaĢlarıyla birlikte hemen çözüm için bastırıyorlar. Demokraside halkın temel siyasi tercihlerde bulunma hakkından hareketle, 386 devletin dıĢ politika yapmaktaki geleneksel rolüne karĢı çıkıyorlar. Halkı tarih öznesi olarak kabul ediyorlar. Kaldı ki, 27 yıldır Kıbrıs Türklerinin kendi ayaklan üstünde durmasını sağlayamayan, hatta 186 (1964) sayılı BM Güvenlik Konseyi kararında Rum tarafının Kıbrıs'ın tümünü temsil etmesini kabullenen 'devlet'in bu durumun ortaya çıkmasında kusuru yok mu? Bunlan söyleyenler bugün KKTC üzerinde olağanüstü bir ambargo olduğunu sanki bilmiyorlar. Dünyanın baĢka hiçbir yerinde görülmeyen vahamette bu ambargo BM Yasası'na da aykırı. 1951-59 arasındaki EOKA teröründen sonra, Kıbrıs Türkleri 1963-74 arasında Rumlar tarafından uygulanan mezalime ilaveten, açlık ve ilaçsızlık sınırlarına ulaĢan bir abluka altında tutuldu. 1974'ten sonra da baĢta AB, uluslararası toplum bu ambargoyu sürdürdü. Siyasi açıdan; bugün KKTC hukuken devlet olma Ģartlarını doldurduğu halde hiçbir Ģekilde tanınmayan tek siyasi birim. Doğal olarak vatandaĢlarının pasaportları da tanınmıyor. Üike dıĢında yargıya baĢvuramıyorlar. Uluslararası kuruluĢlara gözlemci bile olamıyorlar. Ekonomik açıdan; dıĢ ticaret yapamıyorlar. DıĢ yardım ya da kredi alamıyorlar. Türkler dahil dıĢ yatırımcılar için uygun bir yer değiller. Turistler ülkeye gelemiyor. Kendileri de turist olarak gidemiyor. Uçaklar inmiyor. Gemiler uğramıyor. Vasıta plakaları geçersiz. Sosyal açıdan; sendikaları ve meslek kuruluĢları uluslararası toplantılara katılamıyor. Ressamları sergi açamıyor. Piyanistleri resital veremiyor. Bırakın diğer spor temaslarını, futbol takımları Türkiye'de bile maç yapamıyor vb. Yani toplum ve birey olarak yoklar. Bu Ģartlarda KKTC'nĠn dıĢ dünya ile arasındaki tek 'hayat' bağını oluĢturan Türkiye'ye bağımlı hale gelmesi yadırganabilir mi? Bu küçük toplum baĢka nasıl ayakta durabilir? Böylesine bağımlı hale getirilen bir toplumun Türk ekonomisinden etkilenmeyecek bir serbest piyasa ekonomisi uygulaması mümkün mü? Unutulmasın, ambargo uygulanmayan 1959-63 arası dört yılda Kıbrıs Türkleri (belki de düĢük düzeyden baĢlamıĢ olmaları dolayısıyla) ekonomik faaliyetlerini altı kat artırıyorlar. Yani bugünkü eĢitsiz ekonomik durumun altında, Türklerin yeteneksizliği ya da 'devlet'in kusurları değil, Türklere ambargo uygulayanların Rumlara her türlü kaynağı aktarmaları yatıyor. Hukukla, hatta insanlıkla bağdaĢmayan bir ambargonun boğucu baskısına artık dayanamayan Kıbrıslı Türkler kendilerini, her ne pahasına 387 olursa olsun, AB üyeliğine mecbur hissediyorlar. Ruhen yenilenlerin bu tavrını, seçimlerde özgür biçimde ortaya çıkan bir demokratik tercih olarak sunmak mümkün mü? Bu ahlaki mi? 'Devlet'e rağmen diye yorumlanan bu tutum, 'halkı' tarih öznesi yapar mı? AB'nin bize Ģartlarını dayatmak için yarattığı bu sıkıntılardan kurtulmanın yolunun yine ABVe girmek olduğunu ve bu amaçla Rum önerilerine yakın bir çözümü savunmanın neresi ahlaki? Bu haksızlıklara karĢı mücadele edenler ise AB'ye olan güvenlerini tümüyle yitiriyorlar. Nasıl yitirmesinler ki, Lüksemburg Adalet Divanı narenciye ambargosunu koyuyor, Avrupa Parlamentosu PKK lehine her kararında KKTC'ye veryansın ediyor, Komisyon kendi hukuk analizini yapmadan 19931e GKRY'nin Kıbrıs'ı îemsilen AB üyesi olabileceği 'görüĢü'nü veriyor, Konsey ise 1987 Dublin zirvesinden bu yana adım adım Yunan pozisyonuna kayıyor. Ahlaktan önce insaf gerek. EK: 5 ANAP Genel BaĢkanı ve BaĢbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın, "Bayrak-Mayrak" dediği 19 Haziran 2002 tarihli "cüretkar" grup konuĢmasından özet bölümler. (Aydınlık Dergisi,? Temmuz2002) Ulusal ve Üniter Devlet Artık Geçersiz Bugün Türkiye, AB üyeliğini bir devlet politikası haline getirmiĢse, ANAP'ın gerçekleĢtirdiği değiĢim sayesinde olmuĢtur. ANAP olarak bile AB için zihniyet değiĢikliğini bütünüyle özümseyemedik, kafamızda tereddütler var. Hergün geçerken görüyorum, Türkiye'de iyi yaĢayamadıkları ve geçimlerini sağlayamadıkları için, binlerce kiĢi Alman ve Avusturya sefaretlerinin kapısında bekliyor. 90 yaĢında bunamıĢ insanlar gibi kafamızı geçmiĢe takmıĢız, Sevr sendromundan kurtulabilmiĢ değiliz. Atatürk'ün kurduğu devlet kafa olarak Avrupalı olmayı gerçekleĢtiremedi. Atatürk'le kurduğumuz üniter devlet çok katı bir devletti; tek devlet,tek mi!let,tek dil ilkelerine dayanıyordu. Bugün AB bambaĢka değerler üzerine kuruluyor. Bugün Güneydoğu Anadolu'da bir parti yüzde 50 oy alabiliyorsa, vatandaĢlar bölücü örgütün televizyonunu seyrediyorsa, Cumhuriyet politikalarıyla övünebilir miyiz? Özal'la birlikte bu tabuları tartıĢmaya açtrk. Türkiye 1995 yılında yaptığı Gümrük Birliği AnlaĢmasıyla AB'ye en büyük tavizi verirken, beraberinde zımnen Kıbrıs'ın üyeliğini de kabul edeceğini beyan etmiĢtir. AB kriterlerini yerine getirmek taviz değildir. AB'nin 1999 yılında Helsinki'deki stratejisi Ģuydu:Adaylık statüsü verelim ama Tür388 kiye'nin önüne devamlı engeller çıkaralım, Türkiye'yi mümkünse 10 sene, 20 sene aday ülke olarak avutalım, Türkiye'nin bize getireceği aĢırı yükü erteleyelim Bugün AB Ġle pazarlık konusunda Kıbrıs'tan dolayı güçlü konumdayız. Türkiye'nin meseleleri, Türkiye'nin baĢına daha uzun süre çorap örecek. Kıbrıs, Ege, Güneydoğu meseleleri AB Ġçinde kolay halledilebilir. Yugoslavya AB'ye karĢı olduğu için bölündü. Türkiye bu değiĢimi sağlayamazsa asıl o zaman bölünme tehlikesi meydana gelir. Hala Apo'nun ıdamıyla uğraĢıyoruz. Hala bayrak, mayrak bilmem ne, dîn ıstismarıyla uğraĢıyoruz. Bu devlet yapısıyla hiçbir yere varamayız. Bu değiĢimi yapmaz, AB dıĢında kalırsak, içme kapanmıĢ bir ülke oluruz. FakirleĢiriz ve ulusal bütünlüğümüzü korumamız zorlaĢır. Kıbrıs Türk kesiminden Ġnsanla, Kıbrıs'ı terk ediyorlar., Ġngiltere'ye iĢ aramaya gidiyorlar., bazısı Rum kesimine geçiyor. Ekonomik ön Ģartlara gözlerinizi kaparsanız milliyetçilik, vatan sevgisi gibi değerlen ılanıhaye koruyamazsınız. Fırsatı değerlendirmeliyiz. AB üyeliğine aĢın taalluk gösterdiğimiz için Kıbrıs meselesini de 1995 yıfında zor bir duruma soktuk. ġimdi geldiğimiz noktada hiç olmazsa duygularımızı aĢıp, geçmiĢimizdeki bazı kötü hatıraları bir yana bırakıp, geleceği esas alarak, dünyanın değiĢtiğini göz önünde tutarak, daha mantıklı bir Ģekilde tartıĢmamız lazım. Maalesef bu tartıĢmayı Türkiye'de yapamıyoruz. ASĠ! benim endiĢem, Kıbrıs konusuyla ilgilidir. Kıbrıs'ın Aralık 2002'de Kopenhag'da tam üyeliği için karar alınması ve buna karĢılık Türkiye'nin reformları yapmadığı için, üyelik müzakerelerine baĢlayamaması hem Kıbrıs sorununu, hem Türkiye AB ĠliĢkilerini, hem Türk-Yunan ĠliĢkilerini fevkalade gergin bir döneme sokabilir. Türkiye'nin yaptığı bazı resmi açıklamalar da bu ihtimali güçlendirmektedir. Onun için önümüzdeki aylarda hem Kıbrıs müzakerelerine Türkiye'nin yapacağı olumlu katkılar, yönlendirmeler, hem içerde bu kriterlerin yerine getirilmesi konusunda atacağımız adımlaria iliĢkilerdeki bu gerginliği hiç olmazsa önlememiz lazım EK: 6 Prof. Maurice Mendelson, Rum kesiminin AB üyeliğinin mümkün olmadığını ortaya koyan mütalaasını, karĢı görüĢleri de cevaplandırmak üzere geniĢleterek, yeniden hazırlamıĢtır.* ÖZET 2001 tarıhii hukuki mütalaada, Prof. Mendelson'un 1997 yılında hazırladığı raporda kayıtlı hususlardan bazılarını tekrar gözden geçirilmekte, özellikle Rum kesiminin Crawford, Hatner ve Pella adlı Profesörlere 1997 389 yılında hazırlattığı karĢı argümanlara cevap niteliği taĢımaktadır. Mütaiaa, GiriĢ, Garanti AntlaĢması, Anayasa, diğer unsurlar ve sonuç bölümlerinden oluĢmaktadır. GĠRlS BÖLÜMÜ: Yukarıda bahsi geçen Profesörler tarafından öne sürülen hukuki argümanların hiçbiri evvelce ortaya koymuĢ olduğum görüĢlerde değiĢiklik yapmamı gerektirecek unsurlar Ġçermemektedir. Kıbrıs Rum tarafı, KKTC'nîn yasal bir mevcudiyetinin bulunmadığı görüĢünü savunuyor. Oysa ben evvelce verdiğim mütalaada bu tartıĢmaya hiç girmemiĢtim. Bir an için Rum tezimin doğru olduğunu düĢünsek ve Ada'nın tek temsilcisinin Güney Kıbrıs olduğunu kabul etsek dahi, benim altını çizdiğim husus baĢka, ben özellikle Garanti AntlaĢmasının, Türkiye'nin de yer aldığı tüm ilgili tarafların mutabakatı yoksa, Kıbrıs'ın AB üyeliğini yasakladığını söylüyorum. GARANTĠ ANTLAġMASI: AntlaĢmanın 1. maddesine göre, Kıbrıs, baĢka bir Devlet ile herhangi bir siyasi ve ekonomik birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu çerçevede, Ada'nın bölünmesine veya baĢka bir devlet ile birleĢmesine doğrudan veya dolaylı olarak yol açacak tüm fiiller yasaklanmaktadır. AnlaĢmanın 2. Maddesi Türkiye, ingiltere ve Yunanistan'a bu hususu önleme taahhüdü yüklemektedir. 2. madde uyarınca ayrıca, Türkiye, Yunanistan ve ingiltere Kıbrıs Cumhuriyetinin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve güvenliği ile Anayasasının temel maddeleri ile oluĢturulan durumu (state of affairs) tanırlar ve garanti ederSer. Burada karĢı argümanların sahipleri, AntlaĢmanın hükümlerinin iyi niyetle yorumlanması yolundaki Viyana SözleĢmesi'nin ilgıü maddesine atıfta bulunarak, sözkonusu hükümlerde kayıtlı Ġfadelerin basit anlamlarıyla okunması gerektiğini söylemektedirler. Bu çerçevede, temel argümanları AntlaĢmanın 1. ve 2. Maddelerinde, Kıbrıs'ın tek bir ülkeyle birliğinin yasaklandığı, oysa AB'nin 15 üyeli olduğu noktasında odaklanmaktadır. Bence bu argüman üç nedenden ötürü geçersizdir. Birincisi, sözkonusu maddelerde Devlet yerine Devletler Ģeklinde çoğul bir ifade kullanılması gereksizdir. Zira, Ġngilizce dilinde "herhangi baĢka bu devlet ile ifadesi otomatik olarak çoğulu da kapsamaktadır, ikinci olarak, çoğul Ġfade kullanılması alıĢılmadık bir tarz olduğu Ġçin tercih edilemezdi. Üçüncüsü, metinde sözkonusu yasaklamanın, sadece tek bir devletle sınırlı olduğu iz- 390 lenıminı verecek hiçbir emare yer almamaktadır. Bu nedenle bahse konu ifadeden birden çok Devletin kastedılmedığı sonucunun çıkartıiması için sebep yoktur. KarĢıt görüĢ sahiplerinin Öne sürdükleri diğer bîr görüĢ sözkonusu maddelerde kayıtlı hükümlerin Kıbrıs'ın uluslararası örgütlere üyeliğini yasaklamadığı yolundadır Bu görüĢ Garanti AntlaĢmasının 1 {2). Maddesi Ġle Kıbrıs Anayasasını 50 ve 169. Maddelerine da yandı n l maktadır. Ancak sözkonusu maddeler bu görüĢü desteklemek Ģöyle dursun, bilakis çürütmektedirler. Anayasa'nın bahse konu 50. maddesi değiĢtirilemez nitelikli hükümleri içermektedir. Bu madde Kıbrıs CumhurbaĢkanı ve CumhurbaĢkanı Muavinine nihai veto hakkı tanımaktadır. Bu veto hakkının birlikte veya ayrı ayrı kullanılması mümkündür. Bu hükme göre, Kıbrıs'ın Türkiye ile Yunanistan'ın birlikte üye oldukları uluslararası Örgütlere üyeliği konusu veto kapsamı dıĢında bırakılmıĢ. Ancak zaten Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üye oldukları uluslararası Örgütler bakımından herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Türkiye ve Yunanistan'dan bir tanesinin üye olmaması halinde ise ancak CumhurbaĢkanı ve CumhurbaĢkanı Muavininin her ikisinin de onayı ile böyle bir örgüte üyelik mümkün kılınmaktadır. Ayrıca Garanti AntlaĢmasında, Anayasanın temel maddeleri-ki bunlar arasında Madde 50'de yer almaktadır- güvence altına alınmıĢtır. Dolayısıyla sözkonusu hükümden açıkça anlaĢılacağı üzere uluslararası örgütler Garanti AntlaĢması kapsamındadır. Öte yandan,12 ġubat 1959 tarihinde üç Garantör ülkenin DıĢiĢleri Bakanları arasında yapılan toplantının tutanaklarında ortak anlayıĢın Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üye olmadıkları uluslararası kuruluĢlara Kıbrıs'ın ancak iki toplumun rızası olduğu takdirde üye olabileceği yolunda olduğu kayıtlıdır. KarĢıt görüĢün ortaya koyduğu bir diğer argüman, mevcut durumda Kıbrıs'ta bir CumhurbaĢkanı Muavini olmadığı cihetle, Anayasa'nın 50 Maddesinin uygulanamayacağı görüĢüdür. Bir an için bunun doğru olduğunu düĢünsek dahi bu benim belirttiğim görüĢü etkilememektedir. Zira benim tezırn Kıbrıs'ın AB üyeliğinin Anayasal olmadığı değil, ancak böyle bir müracaatın Garanti AntlaĢmasını ihlal ettiğidir. KarĢıt görüĢ sahipleri öte yandan, AB'mn esasen Kıbrıs'ın üyeliğinin yasak kapsamında mütalaa edilmesini gerektirecek ölçüde sıkı bir birlik olmadığı görüĢünü dile getirmektedirler. Bu görüĢe katılmak mümkün değildir. Zira bir zamanlar Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Ģeklinde baĢlayan bu 391 birlik, zamanla entegrasyon yolunda oldukça önemli mesafeler katetmiĢîir. Nitekim bugün kuĢkuya mahal vermeyecek biçimde AB'den kesinlikle bir ekonomik birlik olarak söz etmek ve hatta AB'ntn siyasi bir birlik olduğunu dahi söylemek mümkündür. Her halükarda, hem ekonomik hem de siyasi birlik, Kıbrıs açısından yasak kapsamındadır. Ayrıca, Garanti AntlaĢması sadece tam bir birleĢmeyi yasaklamakla kalmayıp, aynı zamanda kısmi birleĢmeyi de yasaklamaktadır. KarĢıt görüĢün diğer bir argümanı AB'nin bir ülke olmadığı konusudur Ben esasen hiçbir zaman tersini iddia etmedim. Ben bunun adından da anlaĢılacağı gibi devletlerin de üstünde oluĢan bir birlik olduğunu söyledim. Dolayısıyla Kıbrıs'ın AB'ye girmesi, Garanti AntlaĢmasında sözü edilen "Diğer devletlerle ekonomik veya siyasi birliğe girmek" anlamını taĢımaktadır. Garanti AntlaĢması, sadece bu birliği yasaklamakla kalmıyor, ayni zamanda bu tür bir birliğe yol açabilecek doğrudan ve dolaylı tüm faaliyetleri de yasak kapsamında mütalaa ediyor KarĢıt görüĢ bu zorluğu, kastedilenin tek bir Devlet olduğu savıyla aĢmaya çalıĢsa da bu pek Ġnandırıcı bir argüman değildir. KarĢıt görüĢün öne sürdüğü diğer bir argüman, Türkiye ve Yunanistan'ın, Kıbrıs'ın 1972 yılında AET Ġle ortaklık anlaĢması imzalamasına engel olarak Garanti AntlaĢmasını göstermemiĢ olmalarıdır. Oysa Türkiye buna farklı temellerde de olsa itiraz etmiĢtir. KarĢıt görüĢ ayrıca sözkonusu müracaatta AB'nin ve BM Güvenlik Konseyi'nin olumlu yaklaĢımlarına iĢaret etmektedir. Bu noktada, AB'nin üyelik kompozisyonunu ve gerek AB, gerek BM Güvenlik Konseyi'nin siyasi niteliklerini gözönünde bulundurmak gerekir. Diğer taraftan vurgulamakta yarar gördüğüm baĢka bir hususta Ģudur: Garanti AntlaĢmasının 1. maddesinin ikinci paragrafı, Kıbrıs'ın AB üyeliğini açıkça engellemektedir. Bunun sürekli ve koĢulsuz oiduğunun anlaĢılması gerekir. Bu itibarla mesele, Türkiye'nin AB'ye üye olup olmayacağı veya ne zaman olacağı hususu ile irtıbatlandırılmamalıdır. BaĢka bir deyiĢle, Türkiye'nin AB'ye tam üye olması, Kıbrıs'ın önündeki yasal engeli otomatik olarak ortadan kaldırmamaktadır. Tabiatıyla Türkiye'nin Ģu ya da bu nedenle yapacağı siyası bir tercih neticesinde bu husustaki Ġtirazından vazgeçmesi halinde yasağın "sürekli" niteliği ortadan kalkabilecektir. KIBRIS' ĠN ANAYASASI: Anayasa'mn 50, maddesinde, uluslararası örgütlere üyeliğin veto kapsamında mütalaa edilmesi, bu tür bir geliĢmenin Kıbrıs'ın siyası ve eko- 392 nomık bağımsızlığını tehlikeye sokacak potansiyel bir risk olarak mütalaa edildiğini göstermektedir. Garanti AntlaĢmasının 1 maddesinde, Anayasanın temel maddeleriyle oluĢturulan mevcut ortamın garanti edilmesi yükümlülüğü yer almaktadır. Bilindiği üzere 50 madde Anayasanın değiĢtirilmez nitelikli temel maddelenndendir. Anayasa'nın 170 (1) maddesinde ifadesini bulan "en çok müsaadeye mazhar Devlet" statüsü Türkiye, ingiltere ve Yunanistan'a tanınmıĢtır. Bu madde de Anayasa'nın değiĢtirilmez nitelikteki temel maddelerinden bindir. 1959 yılındaki Garantör ülkeler DıĢiĢleri Bakanları toplantısının tutanaklarından da görüleceği üzere, burada amaç, Türkiye ve Yunanistan'ın Kıbrıs'ta birbirlerinden daha avantajlı bir konum elde etmelerinin, yanı bir çeĢit ekonomik enosıs tesisinin, önüne geçılebilmesidir. Kıbrıs'ın AB'ye girmesi, mevcut koĢullarda kaçınılmaz olarak Yunanistan'ı, Türkiye'den daha avantajlı bir konuma getirecektir. DiĞER UNSURLAR. Evvelki mütalaamda da üzerinde durduğum bir husus Garanti AntlaĢması baĢta olmak üzere anlaĢmaların halen yürürlükte sayılıp sayılmadığı konusudur. Yaptığım araĢtırma neticesinde bu konuda herhangi bir zorluk bulunmadığı, zira tarafların tümünün anlaĢmaların yürürlükte olduğu görüĢünde olduklarını tespit eîtim. SONUÇ BÖLÜMÜ: Bütün bu görüĢler ıĢığında evvelce de Ġfade ettiğim gibi, Kıbrıs'ın AB'ye üye olması veya üyelik müracaatında bulunması, Kıbrıs'ın uluslararası taahhütlerinin ve bilhassa Garanti AntlaĢmasının 1. maddesi Ġle uluslararası düzeyde garanti altına alınmıĢ bulunan Anayasanın Ġhlalini oluĢturmaktadır. Garanti AntlaĢmasının 2. maddesi uyarınca, Yunanistan ve ingiltere, Kıbrıs'ın 1 maddede Ġiadesini bulan "state of affaırs11 koruma mükellefiyeti altındadırlar ve doğrudan veya dolaylı olarak, Kıbrıs'ın bir birliğe girmesi sunucunu getirecek tüm faaliyetleri engellemekle yükümlüdürler Bu Ġtibarla anılan madde uyarınca, ingiltere ve Yunanistan bu üyeliği engellemek ve bu tür teĢebbüsleri önlemek için sözkonusu üyeliği veto etme yasal yükümlülüğü bulunmaktadır. Kıbrıs'ın siyasi sorunları çözülmeden Avrupa Birliğı'ne üye olması diğer üyelere karĢı yükümlülüklerini yerine getirmemesine sebebiyet verecek ve tabiatıyla diğer üyeler de Kıbrıs ve buradaki türn yaĢayanlara karĢı yükümlülüklerini ifa edemeyeceklerdir. 393 EK: 7 Prof. Erol MANlSAU'nın 1999-2002 dönemi dıĢ politikamıza iliĢkin "Ġsmail Cem Diye Biri..." baĢlıklı değerlendirmesi.fCumhttriyet Gazetesi/15 Temmuz 2002) Ġsmail Cem Diye Biri... CumhurbaĢkanlığı seçimleri sırasında Ġngilizlerin ve de dıĢ oligarĢilerin ünlü dergisi Economîst'te ismail Cem için yazılmıĢ tam bir sayfalık övgüyü görünce o dünyanın "tercihini" daha iyi anlamıĢtım... Ġsmail Cem Sabah Grubu'nun öne çıkarıp, politikaya yönlendirdiği bir kiĢilikti. Aynı grup DSP'yi de seçimlerde cömertçe destekleyerek, Cem'in parti içinde serpilmesine ortam hazırladı. Hem birinci hem de ikinci Ecevit koalisyonlannda Bülent Ecevit'in DıĢiĢleri Bakanı olarak adayı ġükrü Sina Gürel'dî. Ancak "bazı güçler' onun yerine Ġsmail Cem'de ısrar etmiĢlerdi. CumhurbaĢkanı Demire! nedense ġükrü Sina Gürel'! geri çevirmek zorunda bırakılmıĢ, onun yerine Ġsmail Cem'de ısrar edilmiĢti. Bu herhalde, 1989'da Soğuk SavaĢ'ın bitimi ile uygulamaya konan yeni Türkiye planının bir parçası idi, yani sessiz darbenin... [çerdeki oligarĢi ve dtĢardaki güç odaklan ulusalcı Güre) yerine, "onun kadar ulusalcı olmayan" ismail Cem'de ısrar ediyorlardı... DSP'den istifa eden "üst düzey" kadroya bakılırsa Ġsmail Cem için ne kadar güçlü oldukları kolayca anlaĢılır. Zavallı Ecevit, meğerse koynunda neler beslemiĢ de farkında bile olmamıĢ. Belki de kendilerini çok iyi gizlemiĢler dersek daha doğru olur. -Cem'in Ġcraatı Kime YaramıĢ?ismaji Cem'in DıĢiĢleri Bakanı olarak 1999'dan itibaren atağa kalktığını ve özellikle "bazı çevrelerin" hoĢuna gidecek Ġcraatta bulunduğunu görüyoruz. Bütün bu uygulamalarında en büyük desteği de bazı büyük sermaye çevrelerinden ve bazı dıĢ odaklardan sağladığı herkes tarafından çok iyi biliniyor. ġimdi yaptıklarına bir bakalım, 1) 1999'da Öcalan bir Yunan Büyükelçiliğinde yakalanmıĢ; Atina'nın PKK'ya destek verdiği net bir biçimde ortaya çıkmıĢ, Ġ.Cern ne yapıyor? Aynı günlerde Papandreu'ya dostluk mektubu yazıyor. Atina'yı dünya ka muoyunda içine düĢtüğü bataktan kurtarıyor. Niçin? Bunu kimse bilmiyor. 2) Aynı yıl ABD'de NATO doruğunda Avrupa Ordusu için yeĢil ıĢık yakılıyor: Ġ.Cem, Türkiye büyük baĢarı kazandı diye ABD'den dönüyor. Oysa Türkiye dıĢlanmıĢ; Avrupa Ordusu'na (AGSP) tek yanlı bağlanmak is teniyor. 394 3) Aralık 1999'da Ecevit'in, "Ege ve Kıbrıs koĢullu AB adaylığına evet demem" diye belirttiği ısrarlı tutum, I.Cem'ın de yardımı ile kırılıyor v.e Ecevıt, "Ġçime sindiremediğim Ģeyi imzalattılar" demek zorunda kalıyor. Kolay bir soru; acaba kimler imzalatmıĢ olabilir ki? DSP'den istifa eden üst takımı sa yabilirsiniz. 4) DıĢ oligarĢinin içindeki bazı iĢadamlarının düzenlemesi ile TürkYunan dostluğu gerçekmiĢ gibi oligarĢi ve medyası tarafından pazarlanıyor. Halbuki Atına, Türkiye karĢıtı politikasında milim değiĢiklik yapmamıĢ, hatta daha da katılaĢmıĢ. Sıralayalım, AB Ġçinde Türkiye'ye yardıma veto koyan Atina; AGSP'nin Ankara ile yakınlaĢmasını veto eden Atina; Brüksel ödün verirse veto ederim diyor. Ermeni tasarılarını Avrupa Parlamentosundan geçirten Atına, Kıbrıs'a ve Ege adalarına en modern yeni silahfar dolduran Atina, Yeni Pontus soykırım tasarılarını gündeme getiren yine Atina, Fener Patrikhanesi'ni ekümenlık yapmak Ġçin AB içinde çalıĢan Atina ve Atina'nın DıĢiĢleri Bakanı Papandreu. Peki bizimki, yani Ġsmail Cem, Atına ve Papandreu her alanda Türkiye karĢıtı politikasını sürdürürken ne yapıyor dersiniz? Türkiye'yi 19992002 yılları arasında sırtından bıçaklayan Papandreu için benim en iyi dostum diyebiliyor. Çünkü sessiz darbenin sürmesi için Atina'nın tatmin edilmesi gerekiyor. Ödün vermenin altyapısı oligarĢi tarafından böyle hazırlattırılıyor. Yine kolay bir soru: I.Cem'in bu uygulamaları Türkiye'ye mi yoksa Yunanistan'a mı yarar sağlamıĢtır? -Gürel'Ġn Cem'den FarkıGurel hep gerçeklen söyledi. Bir bilim adamı olarak da Türk-Yunan iliĢkilerini çok iyi bilir, kitaplar yazmıĢtır bu konuda. Ve en önemli farkı, oligarĢinin ve bazı güç odaklarının etkisi altında değildir. Zaten bu nedenle bakanlığı iki defa geri çevriIttĠrilmiĢtir; oligarĢinin adamı ve bakanı olmayacağını bildikleri için. Ulusal cepheyi kırmaya çalıĢan oligarĢi, ġükrü Gürel'ın DıĢiĢleri Bakanlığı Ġle yenilmiĢ oldu. Aynen Sessiz Darbe'de belirttiğim gibi.. Halkımızın bu nedenle "yen' parti giriĢimcilerini" iyi görmesi gerekir. Bunlar kimlerdir? Ne yapmak istemiĢlerdir? Kimin adamlarıdır? Türkiye'nin artık hata yapacak lüksü kalmadı. 395 KAYNAKÇA internet Siteleri: www. kibris.gen .tr/turkce/tarihce.htm www.kibris.gen.tr/turkce/index.html www.kibris.gen.tr/sorun/geusim/gelisim.htm) www.kibris.gen.tr/turkce/sorular/soru001-090.html www.kibris.gen.tr/sorun/aradonem/a2.html www.kibris.gen.tr/sorun/aradonem/a1.html www.mta.gov.tr/Turkce/gruph/ha/ha01htm/04.htm www turkatak.gen.trA'unan/yunanistan_ve_terör.htrn www.turkatak.gen.tr www.kibris.gen.trAurkce/belgefer/heisınkı_zirvesı.htmf www.mfa.gv .tr/Turkce/grupa/aj/ www.belgenet.com/arsiv/abkortak_2000htrn! www.betgenet.co m/arsiv/ab/kob2000_02.html www.belgenet.conVarsiv/ah/kob2000_08,html www.beigenet.com/2000/be2211 .html www.deltur.cec.eu.int/i-gumruk1 .html www. mfa.gov .tr/Turkce/grupa/aj/18.htm www.belgenetcom/arsiv/ab/senogul_110101 .html www.belgenetcom/arsiv/ab/simsek_110101.html www.belgenet.com/2000/be1511 .html www.kibris.gent. tr/sorun/haberIer/31_tO_2ÖQ1_haber.hîml, www.kibris.gent.tr/turkce/basin/2001/010906, www.kibrrs.gen.tr/so run/haberler/teblîkeli_gelisme.htm) www.ntvmsnbc.eom/news/157563.asp www.mfa.gov tr/Turkce/grupaab/abab/gariresmiacıikiama.htm www.brt.gov.nc.tr/haberler/gurelkibris.htm www/europa.eu.infcomm/enlargemenfcyprus/index.htm www.euractıv.com/cgi-bin/cgint.exe/1056076-190?targ wwweuroparl.eu.ınt/enlargemenî/members/gr.htm www.europarl eu.int/enlargement www.europa.eu.infcomm/enlargement/cyprus/op_06_93/Ġndex.htm www.pubfications.pariiament.uk/pa/cm200102/cmse!ect/cmfaff/606/ 396 60603 htm www kibrıs.gen tr/turkce/makaleler/Û2.html wwwtrncpio.org/turkce/turkcesayfa.htm www trncpresıdency.org/eu/natrıaflLtocch htm wwwhabertûrk.comflook_.asp?Jd=41232{30.12.2001) www kobinet.org trAıizmet!er/kat)[imci-kuruĠuslar/vakıflar/IKV-25.HTM-5 www.belgenet.com/arsiv/ab/kb98.htrn-www.belgenet com/arsiv/ab/ kbÛO.htrnl www.belgenetcorn/arsiv/ab/ab_rapor99.html www.belgenet conVarsiv/ab/kb98.html www.belgenet.com/arsiv/ab/kb99.html www.belgenet.com/arsiv/ab/kbOU html www. belgenet.corn/arsiv/ab/ab_rapo rOO- ritmi wwwtmcinfo.com/TAN(TMADAlRESl/2002/TURKCE/GUNEYKIBRIS/ K170602.htm www.trncinfo.com/tanitmadairesi/2002Aurkce/mendelson/ mendelson.htm Kitaplar Ahmet C. GAZlOĞLU. Enosis Çemberinden Kıbrıs CumhurĠyetĠ'neBugünlere Gelmek Kolay Olmadı 3-/Kıbrıs AraĢtırma ve Yayın MerkeziNisan 2000 Prof. Clement DODD, Kıbrıs Meselesı-Güncel Bir BakıĢ Doğu PERlNÇEK, Karen Fogg'un E-PoSta!!arı/2.Basım-Nısan 2002 Prof. Erol MANĠSALI, Avrupa Çıkmazı-1,Baskı-ġubat2001 Prof. Erol MANĠSALI, Türkiye-Avrupa ĠliĢkilerinde Sessiz Darbe/ 1 .Baskı-Temmuz 2002 Prof. Erol MANĠSALI, Dünden Bugüne Kıbrıs/1.Baskı-Temmuz 2002 Prof. Haluk GÜNUĞUR-Avrupa Birliği El Kitabı-Merkez Bankası/ 2.Baskı-1995 irfan Kaya ÜLGER-Ertan EFEGĠL/ Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi-Sugünü ve Yarını ismail TANSU, Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu Mehmet HASGÜLER, Kıbrıs'ta Enosis ve Taksim Politikalarının Sonu, 1 Baskı-2000 Metin AYDOĞ AN,Türkiye'yi Bekleyen Tehlikeler Bitmeyen Oyun 8-baskı Onur ÖYMEN.Silahsız SavaĢ-BĠr Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi, l.Baskı, Haziran-2002 Sadi SOMUNCUOĞLU, Avrupa Birliği Bitmeyen Yol, 1 Baskı-Mart 2002 Sadi SOMUNCUOĞLU, Gümrük'te KuĢatma, 1.Baskı-Temmuz 2002 . Suat ĠLHAN. AB'ye Neden Hayır-Jeopolitik YaklaĢım/2000 Rauf DENKTAġ, Klerides'e Mektuplar/KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Ba- 397 kanlığı Tanıtma Dairesi-1977 Avrupa Güvenlik ġartı/ BaĢbakanlık Basm-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü. Mayıs 2000 Avrupa Birliği ve Türkiye-Ekim 1999/DıĢ Ticaret MüsteĢarlığı Egemenlik, Avrupa Birliği ve KKTC/KKTC DıĢiĢleri ve Savunma Bakanlığı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa Birliği'ne Üye Olabilir mî?/TürkîyeAB Karma Parlamento Komisyonu.Avrupa Birliği Bilgilendirme Serisi: 3/ 2001 Gazete, Dergi, Bülten ve Tutanaklar NTV Haber Bülteni, 25 Ekim 3001 iKVnin 1996 Avrupa Parlamentosu toplantı tutanakları gayrı resmi tercümesi iKV'nin 4 Ekim 1996 tarihinde milletvekillerine gönderdiği bilgi notu Kıbrıs'ın Tamamı iade Edilmelî-Kurultay Gazetesi, 16 Haziran 2002 American Joumal of International Law, Vof, 71, No. 2, sayfa 337 Festung Europa, Dr. VVinfried Wolf, Ekim 1996/ Kayseri Türk Ocağı Bülteni.Nisan 2002,16.Sayı Aydınlık Dergisi, 7 Temmuz 2002,Sayı 781 Mülkiye Dergi,Ocak-ġubat 2002, Cilt:26 Hürriyet Gazetesi Mümtaz Soysal-Perspeküfler/13.7.1997 Bülent Ecevit, ABVe Mahkûm Değiliz/19.8.1997 AB BaĢkanı Türkiye'yi kızdırdı/2.9.1997 Doğan Uluç-Kral Çıplak/4.9.1997 ABD Kıbrıs için Bastırıyor/17.9.1997 Sedat Ergin,Yılmaz:SavaĢ ÇıkabĠIĠr/3.11.1997 S-300 ġantajına Dikkaf11.6.1998 Türkiye istediğini Aldı/5.12.2000 Mümtaz Soysal-ġematik/6.12.2000 AB Treni Kaçarsa Ne olur?/11.5.2002 Ayrıca 13,16,23 Temmuz, 19 Ağustos, 4 Eylül, 2-9-13 Aralık 1997 18-21 ġubat, 15 Mart, 3 Nisan, 11 Haziran 1998, 15 Nisan, 7-12 Aralık 1999, 8-9-10-14-26 Kasım, 4-5-6-7-11 Aralık 2000, 9 Mart,1 Mayıs, 17 Temmuz. 5-6 Eylül 2001, 13 ġubat. 8-11-15 Mayıs, 16-23 Haziran ve 2 Temmuz 2002 tarihli nüshaları. Cumhuriyet Gazetesi: Yunanistan Kıbrıs'ta Batı Trakya Modeli istiyor/10.5.2002 Konu Sizi Sıkıyor mu? Orhan Birgit/15.5.2002 398 Kim Çatlayacak?/! 5.5.2002 Girit ve Kıbrıs/21.5.2002 Devletler Hukuku ve AB Hukuku Açısından Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin AB'ye Üyeliği ve Türkiye/15.6 2002 Tren Kazası Olur mu?HĠkmeî Büa/5 Temmuz 2002 Ayrıca 10,11, 15 Mayıs 2002/2, 9, 15, 19 ve 28 Haziran 2002/14 ve 28 Temmuz 2002 tarihli nüshalar Radikal Gazetesi Murat Yetkin/DenktaĢ, Girrt ve Devletin En Derin Travması/3 Mart 2002 DıĢiĢleri Bakanı ismail Cem'in CNN Türk'ün ManĢet Programındaki açıklamalarının tam meîni/5 Mart 2002 Enis Berberoğiu/ Yüzde 60 Kıbrıs. Yüzde 40 Siyasi/ 27.6.2002 Ayrıca, 9 Mart,14 ile16 Mayıs ve 16 Ġle 20 Haziran 2002 tarihli nüshalar Star Gazetesi Murat Celik~AB,TürkĠye ve Tabii Kıbrıs/13 6.2002 Fatih Çekirge-BoĢluk/17.6,2002 Zeynep Gürcanlı-Kıbrıs KoĢul Oluyor .73.7.2002 Ayrıca. 23 ve 27 Haziran ile 6 Temmuz 2002 tarihli nüshaları Zaman Gazetesi: Kıbrıs Davasında Hukuksuzluk/13 12.2001 Esas Melese Kıbns-Hasan Ünal/28.6.2002 Ayrıca 16 ve 22 Haziran ile 3, 21 ve 25 Temmuz 2002 tarihli nüshaları Milliyet Gazetesi: AB'den Ankara'ya: Engel olma/1.4 1998 Avrupa Bekleyemez/26.11.2000 Ayrıca, 9 Kasım ve 8 Aralık 2000, 5 ve 6 Eylül 2001, 15 Haziran 2002 tarihli nüshaları AkĢam Gazetesi: Ahmet Tan, Hem Denk Hem TaĢl/AkĢam Gazetesi-11 Mayıs 2002 ve 10 Mayıs 2002 tarihli nüshası Sabah Gazetesi: AB iliĢkilerinde Bize Haksızlık Yapıldı/5.7 2002 Türkiye Gazetesi: Altemur Kılıç- Metin Toker Öldü Bir Yaprak Daha Koptu/ 21 7.2002 399