P01 El- Kânûn Fi`t-Tıbb`da egzersizin değerlendirilmesi Çetkin M
Transkript
P01 El- Kânûn Fi`t-Tıbb`da egzersizin değerlendirilmesi Çetkin M
P01 El- Kânûn Fi’t-Tıbb’da egzersizin değerlendirilmesi Çetkin M., Bahşi İ., Orhan M. Gaziantep Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Gaziantep, Türkiye Amaç: İbn-i Sina günümüze kadar ulaşan ününü en önemli eseri olan “El- Kânûn Fi’t-Tıbb” sayesinde elde etmiştir. Eserde egzersizin genel anlamı, egzersiz çeşitleri, zamanı ve sınırı hakkında bilgiler verilmiştir. Bu çalışmanın amacı “El- Kânûn Fi’t-Tıbb”da egzersiz yaklaşımları ve egzersizin sağlık ile ilişkisini sunan bilgilerin günümüz bilgileriyle karşılaştırılması ve o dönemde egzersize olan bakış açısının değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Türkçe çevirisini Esin Kahya’nın yaptığı İbn-i Sina’nın “El-Kanun Fi’t-Tıbb” adlı eserinin birinci cildinde yer alan egzersizle ilgili bölümler incelendi. Kitaptaki bilgiler günümüz bilgileri ile karşılaştırıldı. Doğru, yanlış veya eksik bilgiler saptanarak yorumlandı. Bulgular: Derin ve hızlı solunum meydana getiren istemli hareketler serisi olarak tanımlanan egzersiz süre, şiddet ve hıza göre sınıflandırılmıştır. Düzenli yapılan egzersizin mizaç ve humoral rahatsızlıklara karşı koruyucu bir etkiye sahip olduğu, midenin boş olduğu zamanlarda yapılması gerektiği anlatılmıştır. Sıcak ve nemli iklimde yapılan egzersizlerin soğuk ve kuru iklime göre daha iyi olduğu belirtilmiştir. Kişiye özgü egzersiz önerilmiştir. Eserde egzersiz ile ilgili yanlış bilgiler bulunmakla birlikte günümüzde de geçerli olan bilgiler mevcut olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: İbn-i Sina, diğer alanlarda olduğu gibi egzersiz konusunda da Hippokrat ve Galen’den büyük ölçüde etkilenmiştir. İbn-i Sina’nın eseri egzersizin tarihi gelişim sürecine katkı sağlayan değerli bir kitaptır. Anahtar Sözcükler: El- Kânûn Fi’t-Tıbb, Egzersiz tarihi, İbn-i Sina 1 P02 Leonardo da Vinci’ nin anatomiye katkısı Balcı R.S., Göker P., Bozkır M.G. Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Adana, Türkiye Leonardo da Vinci 15. yüzyılın (15 Nisan 1452 -2 Mayıs 1519) Rönesans dönemi İtalyan, heykeltıraşı, ressamı, mimarı, mühendisi, mucidi, matematikçisi ve müzisyenidir. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından ve dehalarından biridir. Leonardo’nun insan vücuduna ilgisinin temelini, figür eskizleri için yapmış olduğu incelemeler oluşturur. İnsana, çalışma prensiplerini merak ettiği mükemmel bir makine olarak yaklaşmıştır. Anatomi ile farklı insan tiplerinin yansıtılabileceğinin önemini kavramış, bilimsel olarak insan bedeninin oranlarının gösterildiği “Vitruvius İnsanını˝ çizmiştir. Leonardo birçok insan iskeleti çizimi yapmış ve omurganın çift-s formunu ilk tanımlayan kişi olmuştur. İnsan kafatasını ve beynin kesitlerini mükemmel şekilde tariflemeyi başarmıştır. Hamilelik mucizesini anlamak amacıyla fetüsün anne karnındaki pozisyonu hakkında çizimler yapan ilk birkaç kişiden biridir. Anatomi alanında ki çalışmaları yazılı tarihte ki ilk robot tasarımına öncülük etmiştir." Leonardo’ nun Robotu" adı verilen tasarımı, kalp rahatsızlıklarının tedavi edilmesinde, 2005 yılında bir kalp cerrahına esin kaynağı olmuştur. Sonuç olarak Leonardo’nun bilimsel araştırmaları sanat anlayışını geliştirmiş ve anatomiye büyük katkı sağlamıştır. Ona göre, sanat ve bilim sınırları aşmaktır. Anahtar Sözcükler: Leonardo da Vinci, Anatomi, Vitruvius İnsanı 2 P03 Anatomiye Marifetname’den bakış (Yıl 1757) Özdemir F.1, Çetin N.2 1 2 Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Ana Bilim Dalı, Çorum, Türkiye Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim Araştırma Hastanesi, Çorum, Türkiye Amaç: Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname adlı eserinde anatomi bilimine oldukça geniş yer verilmiştir. Bu çalışma ile, günümüz anatomistlerine, Marifetname ve o dönemdeki Avrupa’da yaşayan anatomistlerin bilgi birikimlerinin, karşılaştırılarak sunulması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın 1757 yılında tamamladığı Marifetname, yazarın 15 eseri içinde en tanınmışıdır. Yazar ansiklopedik bir özellik taşıyan bu eserinde tasavvufî konularla birlikte, fen bilimleri hakkında da geniş bilgiye yer vermiştir. Marifetname, yalın ve halkın anlayabileceği bir dilde, 400 kitaptan yararlanılarak yazılmıştır. Yazar eserde 2. kitabın, 29. bölümünden itibaren anatomi biliminin faydalarına değinerek bir takım ön bilgilere yer vermiştir. 32. bölümde embriyolojik anatomiden 33. bölümde iskelet sistemininden bahsetmiştir. Bunu kas sistemi nöroanatomi ve vasküler sistem takip etmiştir. Bu bölümler incelendiğinde anatomi bilimine dair ayrıntılı pek çok bilginin o tarihte de bilindiği ve kayıt altına alındığı görülmektedir. Bulgular: Marifetname’de dolaşım sistemi, venae portae hepatis’ten tüm vasküler sisteme ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır. Aynı dönemde Avrupa’da yaşayan Bernard Siegfried Albinus (1697-1770) ise Human Nature adlı eseri ile özellikle vasküler sistemi öne çıkaran çizimlerini yayınlamıştır. Marifetnamede alt çene kemiği için ayrıntılı olmasa da ayrı bir paragraf bulunmaktadır. Alman yazar Johann Wolfgang Von Goethe (1749-1832) de osteoloji ile ilgilenmiş ve çene kemiğinin (os mandibulae) anatomisini ortaya koymuştur. Ayrıca Danimarkalı cerrah anatomist Jackob B. Winslow (1749-1832) (foramen winslowi’yi tanımlayan kişi) foramen spinosum’u ilk kez tanımlamasına rağmen, Marifetname’de gerek kafa kaidesinin anlatımında gerekse a. maxillaris’den ayrılan a. meningea media’nın beyin zarlarına geçişi esnasında foramen spinosum’dan bahsedilmemiştir. Ancak Marifetname sadece bir anatomi kitabı olmadığından bazı konularda fazla detaya girmekten kaçınması normal karşılanabilir. Sonuç: Marifetname adlı eserde anatomi bilimi çok faydalı bir bilim olarak yüceltilmektedir. Yazar dönemindeki anatomi bilgi birikimini yalın ve halkın anlayabileceği bir dil kullanarak özetlemiştir. Marifetname o dönemin anatomi bilgilerinin, alternatiflerinin dengi bir derleme olarak, günümüze kadar ulaşmış bir kaynaktır. Anahtar Sözcükler: Marifetname, anatomi tarihi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, vasküler sistem, osteoloji 3 P04 Şemseddin-i İtaki’nin Teşrih-i Ebdan ve Tercüman-i Kibale-i Feylesufan eserindeki dolaşım sistemi anatomisi Özdemir H, Onur Ş, Akdoğan I. 1 Department of Anatomy, Pamukkale University, Faculty of Medicine, Denizli, Turkey Amaç: Şemseddin-i İtaki tarafından 1632 yılında yazılan “Teşrih-i Ebdan ve Tercüman-i Kibale-i Feylesufan” adlı eser ilk resimli Türkçe anatomi kitabıdır. Bu bildirinin amacı bu kitaptaki dolaşım sistemi bilgilerini açıklamak ve günümüz anatomi bilgisiyle karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada başlıca “Teşrih-i Ebdan ve Tercüman-i Kibale-i Feylesufan” adlı eserin Osmanlıca ve günümüz Türkçesi ile yazılmış halini içeren ve Prof. Dr. Esin Kâhya tarafından yazılan “Şemseddin-i İtaki’nin Resimli Anatomi Kitabı”ndan yararlanılmıştır. Teşrih-i Ebdan ve Tercüman-i Kibale-i Feylesufan adlı eserdeki dolaşım sistemi anatomisi ile ilgili bilgiler açıklanmış ve günümüz anatomi bilgileri ile benzer ya da farklı yönleri ele alınmıştır. Bulgular: İtaki kitabında kalbin anatomisini açıklarken et, sinir, zar, kıkırdak, damarlar, kalpten çıkan atardamarlar, boşluklardan meydana geldiğini ve koni şeklinde olduğunu yazmıştır. Kalbin ikisi büyük biri küçük olan üç boşluktan oluştuğunu, sol taraf kasın kalın olduğunu ileri sürmüştür. “Uruk-u sakine” (venler) ise atmayan damarlar olarak isimlendirilmiş ve hepsinin karaciğerden kaynaklandığı söylenmiştir. Karaciğerden biri “bab damarı” (vena porta) diğeri “ecvef” (vena cava) adı verilen iki damar çıktığını akabinde vena cava’nın iki dala ayrıldığını yukarı çıkan dalın diyafragmayı delip göğüs boşluğuna ilerlediğini aşağıya inen dalın kalınlaşarak arkaya sırta doğru dayandığını öne sürmüştür. “Şiryan” (arter) anatomisinden bahsederken kalbin iki boşluğu olduğunu, sol karıncıktan yukarı iki damar çıktığını söylemiş ve küçük olana “şiryan-ı veridi” (venöz arter) denmiştir. Bu venöz arter (pulmoner arter) kalbin sol tarafından çıkar ve akciğere gider. “Avriti” ya da aort kalpten çıkınca iki dala ayrılır. Biri kalbi çevreleyen diğeri de kalbin sağ boşluğu tarafına gelen damarlardır (koroner arterler). Sonuç: İtaki’nin kitabında dolaşım sistemi ile ilgili ayrıntılı bilgi verdiği gözlenmiştir. İtaki’nin çağına kadar yazılmış birçok anatomi bilgisini aynen kabul ettiği ve Vesalius, Aristoteles, İbn Nefis ve İbni Sina gibi tıp bilim adamlarının eserlerinden faydalandığı görülmektedir. Ancak, disseksiyon yapılmadan yazılması daha önceki yazarlarda görülen yanlışların tekrarlanmasına neden olmuştur. Bununla birlikte, eserin Türkçe yazılması önemlidir ve bazı terimlerin Türkçe karşılıklarının kullanılması anatomi bilgilerinin sonraki dönemdeki anatomistler tarafından daha kolay anlaşılabilmesini sağlamıştır. Anahtar Sözcükler: Kalp, dolaşım sistemi, Şemseddin-i İtaki 4 P05 Zuckerkandl tüberkülünün in-vivo anatomisinin radyolojik görüntülerde yeniden değerlendirilmesi. Dural AC1, Türkay R2, Gürses İA3, İnci E2, Nalbant M2, Kale A3, Alış H1 1 Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, İstanbul, Türkiye 2 Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, İstanbul, Türkiye 3 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye Amaç: Zuckerkandl tüberkülü önemli bir cerrahi işarettir. Hasta tiroid bezleri kullanan cerrahi ve tıbbi geçmiş bilgisi olmayan kadavralarda yapılan çalışmalar çelişkili sonuçlar rapor etmektedir. Sağlıklı tiroid bezi olan bireylerde in-vivo radyolojik anatomiyi değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Yüz bireyin (50 kadın, 50 erkek) bilgisayarlı tomografi görüntülerinde tüberkül anatomisini inceledik. Tüberkülün ön-arka, transvers ve longitudinal genişliklerini ölçtük. Tüberkül seviyesini tiroid bezi ve komşu boyun organlarına göre değerlendirdik. Bulgular: Görülebilir bir tüberkül frekansı % 80.5’ti. Ön-arka, transvers ve longitüdinal genişlik sırası ile 9.6 ± 3.5 mm, 6.8 ± 1.8 mm ve 16.9 ± 8 mm’ydi. Tüberkül, tiroid bezine göre 64 tarafta (% 39.8) üst 1/3’te, 54 tarafta (% 33.5) orta 1/3’te, 1 tarafta (% 0.6) alt 1/3’te, 41 tarafta (% 25.5) üst ve orta 1/3’te ve 1 tarafta (% 0.6) orta ve alt 1/3’te yerleşmekteydi. Tüberkül, 127 tarafta (% 78.9) trakeo-özofageal olukta 34 tarafta (% 21.1) ise retro-özofageal olukta yerleşmişti. Sonuç: Sağlıklı tiroid bezlerine ait Zuckerkandl tüberkülünün in-vivo radyolojik anatomisinin önceden yapılmış çalışmalardan farklı olduğunu gözlemledik. Anahtar Sözcükler: Tiroid bezi; Zuckerkandl tüberkülü; anatomi. 1 P06 İnsan fetuslarında fetal dönem boyunca el gelişiminin radyolojik olarak araştırılması ve klinik açıdan öneminin değerlendirilmesi Desdicioglu R1, Uguz C2, Desdicioglu K3, Sulak O4, Malas MA5 1 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Ankara-Türkiye 2 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Muğla-Türkiye 3 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara-Türkiye 4 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Isparta-Türkiye 5 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İzmir-Türkiye Amaç: İnsan fetuslarında fetal dönem boyunca elin morfometrik gelişiminin radyolojik olarak araştırılması ve klinik açıdan öneminin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, yaşları 20–40 gebelik haftası yaşı arasında değişen ve eksternal patolojisi veya anomalisi olmayan, toplam 100 tane fetus eli (50 fetus: 23 erkek, 27 kız) dahil edildi. Fetuslar gestasyonel haftalara, trimesterlere ve aylara göre gruplara ayrıldı. Fetusların genel eksternal ölçümleri yapıldıktan sonra fetusların elleri pronasyon pozisyonunda olacak şekilde mamografi ile el radyografileri çekildi. Daha sonra çekilen el radyografilerinden dijital kumpas yardımı ile ele ait morfometrik ölçümler alındı. Ayrıca el indeksi ve 2:4 indeksi ile ilgili parametrelere bakıldı. Bulgular: Ölçülen parametrelerin gestasyonel haftalara, trimesterlere ve aylara göre ortalamaları ve standart sapmaları belirlendi. Ölçülen parametreler ile gestasyonel yaş arasında anlamlı korelasyon ilişkisi vardı (p<0.001). Ayrıca ölçülen parametrelerin trimester ve aylar arası karşılaştırmasında gruplar arasında fark olduğu gözlendi (p<0.05). Çalışmamızda ayrıca el indeksinin gestasyonel yaş ile korele olduğu (p<0.001), 2:4 indeksinin ise; gestasyonel yaş ile korele olmadığı belirlendi (p>0.001). Sonuç: Çalışmamızda elde edilen verilerin, fetal dönem boyunca elin morfometrik gelişimi ile ilgili klinik çalışmaların değerlendirilmesinde, fetal el gelişimi ile ilgili patolojilerin ve varyasyonların saptanmasında kadın doğum, radyoloji, adli tıp ve ilgili klinisyenlere faydalı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: Fetus, el, fetal gelişim, morfometri, radyoloji, iskelet sistemi. 2 P07 İnsan fetuslarında önkol morfometrik gelişiminin radyolojik olarak araştırılması ve klinik açıdan değerlendirilmesi Desdicioglu R1, Uguz C2, Desdicioglu K3, Sulak O4, Malas MA5 1 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Ankara-Türkiye 2 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Muğla-Türkiye 3 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara-Türkiye 4 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Isparta-Türkiye 5 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İzmir-Türkiye Amaç: İnsan fetuslarında 20-40 gebelik haftalar arası dönemde önkolun morfometrik gelişiminin radyolojik olarak araştırılması ve klinik açıdan öneminin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, yaşları 20–40 gebelik haftası yaşı arasında değişen ve eksternal patolojisi veya anomalisi olmayan, toplam 100 tane fetus önkolu (50 fetus: 23 erkek, 27 kız) dahil edildi. Fetuslar gestasyonel haftalara, trimesterlere ve aylara göre gruplara ayrıldı. Fetusların genel eksternal ölçümleri yapıldıktan sonra fetusların önkolları pronasyon pozisyonunda olacak şekilde mamografi ile önkol radyografileri çekildi. Çekilen önkol radyografilerinden dijital kumpas yardımı ile önkol yapılarına ait morfometrik ölçümler alındı. Daha sonra alınan morfometrik ölçümler istatistiki olarak değerlendirildi. Bulgular: Ölçülen parametrelerin gestasyonel haftalara, trimesterlere ve aylara göre ortalamaları ve standart sapmaları belirlendi. Ölçülen parametreler ile gestasyonel yaş arasında anlamlı korelasyon ilişkisi vardı (p<0.001). Ölçülen parametrelerin trimester ve aylar arası karşılaştırmasında gruplar arasında istatistiki olarak anlamlı bir fark olduğu gözlendi (p<0.05). Ayrıca alınan parametrelerin cinsler arası ve sağ-sol karşılaştırmasında istatistiki yönden anlamlı bir fark olmadığı tespit edildi (p>0.05). Sonuç: Çalışmamızda elde edilen verilerin, fetal dönem boyunca önkolun morfometrik gelişimi ile ilgili klinik çalışmaların değerlendirilmesinde, fetal yaş ve cinsiyetin belirlenmesinde, fetal iskelet sistemi gelişimi ile ilgili patolojilerin ve varyasyonların saptanmasında kadın doğum, radyoloji, adli tıp ve perinatoloji gibi ilgili klinisyenlere faydalı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: fetus, önkol, fetal gelişim, morfometri, radyoloji, iskelet sistemi. 1 P08 İdrar kaçıran kadınlarda prolapsus evrelerinin pelvis çaplarıyla ilişkisi Susar H1, Aycan K1, Ertekin T1, Nisari M1, Ömerli A1, Al Ö1, Atay E2, Yılmaz H3 1 Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İlk ve Acil Yardım Programı 3 Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Kozaklı Meslek Yüksekokulu, Terapi ve Rehabilitasyon Bölümü 2 Amaç: İdrar kaçırma (üriner inkontinans) sosyal ve hijyenik probleme neden olacak şekilde nesnel olarak kanıtlanabilen istemsiz idrar kaybıdır. Çeşitli çalışmalardaki prevalansı % 10 ile % 58 arasında değişmektedir. İdrar kaçırma problemi sıklıkla pelvik prolapsusla birlikte görülmektedir. Çalışmamızda üriner inkontinansı ve pelvik prolapsusu olan kadınlardaki organ veya oluşumların anatomik özelliklerini ortaya koymayı ve hastalıkla yaş arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Üriner inkotinansı ve prolapsusu olan, prolapsusu POPQ (Pelvic Organ Prolapse Quantification) sistemine göre evrelendirilen 46 kadın vakanın MRI görüntülerinden apertura pelvis inferior (diamater sagittalis, diamater transversa) ve apertura pelvis superior (diamater anatomica, diamater diagonalis)’un çapları ölçüldü ve POPQ evreleri ile çaplar arasındaki ilişki değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen 46 vakanın yaşlarının ortalaması 49.58±10.58 olarak belirlendi. Vakaların ortalama sagittal çapı 10.93±0.96 cm, apertura pelvis inferior- transvers çapı 10.03±0.86 cm, diameter anatomica uzunluğu 12.00± 0.88 cm ve diameter diagonalis mesafesi 12.89±0.96 cm olarak hesaplandı. Sonuç: Çalışmamızda diamater sagittalis uzunlukları ile prolapsus evreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulundu. Anahtar Sözcükler: Üriner inkontinans, prolapsus, pelvis çapı, mesane 1 P09 Mandibula’nın foramen mentale ve lingual vasküler kanallarının multidedektör bilgisayarlı tomografi ile incelenmesi Direk F1, Uysal İİ1, Kıvrak AS2, Fazlıoğulları Z1, Ünver Doğan N1, Karabulut AK1 1 2 Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye. Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Konya, Türkiye. Amaç: Mandibula, implant tedavileri, plastik ve rekonstriktif cerrahi girişimler açısından oldukça önemli bir anatomik yapıdır. Çalışmamızda özellikle mandibula gövdesinde bu tür girişimlerde komplikasyonlara neden olabilecek sık ve/veya nadir görülen variatif oluşumların yerleşim yerleri, sayısı ve mandibula ile ilişkisini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Mandibular operasyon ve travma hikâyesi bulunmayan 100 yetişkin hastanın (15-74 yaş) dental multidetector computed tomography görüntüleri üzerinde çalışıldı. Foramen mentale ve lingual vaskuler kanal sayıları belirlendi, yerleşimlerini tanımlamak için uzaklık ölçümleri yapıldı. Bulgular: Vakaların 11’inde toplam 15 adet aksesuar foramen mentale, her birinde en az bir median lingual vasküler kanal, 32’sinde ise lateral lingual vasküler kanal tespit edildi. Ölçümler, yaş grupları ve cinsiyete göre karşılaştırıldı. Aksesuar foramen mentale’lerin çoğunlukla erkeklerde ve yerleşiminin de çoğunlukla unilateral olarak sağ tarafta olduğu tespit edildi. Foramen mentale’nin uzaklık ölçümleri her iki tarafta erkeklerde fazla (sadece arka kenara uzaklık, p<0,05) bulundu. Ölçümler açısından yaş grupları ve taraflar arasında anlamlı bir fark (p>0,05) saptanmadı. Sonuç: Foramen mentale ve lingual vasküler kanalların varlığı, pozisyonu ve boyutlarının yanı sıra varyasyonları da dental MDBT’de net bir şekilde değerlendirilebilmektedir. MDCT ile elde edilen bu sonuçlar dental implantasyon ve maksillofasiyal cerrahi komplikasyonlarının önlenmesinde yarar sağlayacktır. Anahtar Sözcükler: Mandibula, multidedektör bilgisayarlı tomografi, foramen mentale, aksesuar foramen mentale, lingual vasküler kanal. 2 P10 Safra kanallarının manyetik rezonans değerlendirmesi kolanjiyopankreatografi ile anatomik Dikici TF¹, Fazlıoğulları Z¹, Koplay M2, Karabulut AK¹, Uysal İݹ, Ünver Doğan N¹. ¹Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye 2 Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Konya, Türkiye Amaç: Intrahepatik ve ekstrahepatik safra kanallarında görülebilen çeşitli anatomik varyasyonlar, cerrahi girişimlerde değişik problemlere yol açabilmektedir. Bu nedenle çalışmamızda, normal vakalarda safra kanallarının anatomik varyasyonlarının görülme sıklığını ve tiplerini araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmada Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı'nda manyetik rezonans kolanjiyopankreatografi (MRKP) çekilen 303 olgunun (146 erkek, 157 kadın) görüntüleri üzerinde değerlendirme yapılmıştır. Bu vakalarda intrahepatik ve ekstrahepatik safra kanallarının varyasyonları ile safra kesesinin anatomik varyasyonları belirlenmiştir. Bulgular: Çalışma sonucunda hepatik kanallarla ilgili olarak 12 vakada (%3.96) ductus hepaticus sinister'e açılan ductus segmentalis posterior dexter anomalisi, 26 vakada (%8.58) ductus hepaticus dexter ve ductus hepaticus sinister'in birleşim düzeyinde ductus segmentalis posterior dexter ile oluşturduğu trifurkasyon varyasyonu, 15 vakada (%4.95) ductus hepaticus communis'e açılan aberran sağ hepatik kanal varyasyonu belirlendi. Ductus cysticus ile ilgili 20 vakada (%6.6) uzun sistik kanal varyasyonu, 8 vakada (%2.64) ductus cysticus'un medial birleşim varyasyonu, 7 vakada (%2.31) da kısa sistik kanal varyasyonu tespit edildi. Panktreatobiliyer seviyede ise 7 vakada (%2.31) ductus choledochus ile ductus pancreaticus'un ayrı ayrı duodenuma açıldığı tespit edilmiştir. Safra kesesinin lokalizasyon değerlendirmesi sonucunda ise; 4 olguda (%1.32) safra kesesinin yukarı lokalizasyonlu, 7 olguda (%2.31) transfer lokalizasyonlu yerleşimi tespit edilmiştir. Sonuç: Günümüzde kullanılan MRKP tekniği ile noninvaziv olarak safra yollarının anatomik değerlendirmesi ve varyasyonlarının belirlenmesi, cerrahi planlamaya yardımcı olması, operasyonlar sırasında oluşabilecek komplikasyonların en aza indirilmesi ve transplantasyon cerrahisinde yardımcı olması yönünden önemlidir. Anahtar Sözcükler: Safra yolları, varyasyon, kolanjiopankreatografi. 1 P11 Akromegali hastalarında değerlendirilmesi paranasal sinüslerin bilgisayarlı tomografi ile Kervancıoğlu S.1, Kervancıoğlu P.2, Tabur S.3, Sarı SZ4, Çetkin M2, Özkaya M3. 1 Gaziantep Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Gaziantep, Türkiye Gaziantep Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Gaziantep, Türkiye 3 Gaziantep Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Endokrinoloji Bilim Dalı, Gaziantep, Türkiye 4 Gaziantep Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü, Gaziantep, Türkiye 2 Amaç: Nadir görülen bir klinik durum olan akromegali büyüme hormonunun aşırı salgılanması sonucu ortaya çıkar. Akromegalide kemik, kıkırdak, bağ dokusu, deri ve iç organların büyümesi normalden fazla uyarılır. Bu çalışmanın amacı, bilgisayarlı tomografi (BT) görüntüleri üzerinde akromegali hastalarının frontal, maksillar ve sphenoid sinüslerinin morfometrik, varyasyonel ve patolojik olarak değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Yirmidokuz (n=29) akromegali hastasının ve 29 (n=29) kontrol olgusunun frontal, maksillar ve sfenoid sinüsleri BT görüntüleri üzerinde değerlendirildi. Frontal, maksillar ve sfenoid sinüslerin ve crista galli’nin ön-arka, transvers ve kranio-kaudal çap ölçümleri gerçekleştirildi. Bu sinüslerin hacimleri nokta sayma yöntemi ile değerlendirildi. Görüntülerde sinüslerin anatomik varyasyonları ve sinüzitin olup olmadığı da incelendi. Bulgular: Akromegali hastalarında frontal ve maksillar sinüslerde saptanan bütün çap ve hacim değerlerinin kontrol grubuna kıyasla daha fazla olduğu tespit edildi (p<0.05). Akromegali hastalarında agger nasi varlığı ile concha nasalis superior, concha nasalis medius, processus pterygoideus ve crista galli’deki hava boşluklarının varlığı daha sık bulunmuşken, sadece concha nasalis medius’taki hava boşluklarının varlığının kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde farklı olduğu görüldü (p<0.05). Akromegali hastalarında crista galli’nin ön-arka çapı belirgin olarak daha büyüktü (p<0.05) ve sinüzit kontrol grubuna göre daha sık bulundu(p<0.05). Sonuç: Akromegali hastalarında görülen frontal kabarıklık (bosssing) ve maksiller genişlemenin nedeninin frontal ve maksillar sünüslerdeki boyut ve hacimsel artışın sonucu olduğu düşünülmektedir. Tüm bu yapısal değişiklikler akromegali hastalarında görülen birçok komplikasyon ile ilişkili olabilir. Anahtar Sözcükler: Akromegali, paranasal sinüs, morfometri, stereoloji, varyasyon. 2 P12 Skolyozda eğriliğin yönü ve Cobb açısı değerleri ile pedobarografik verilerin ilişkisinin değerlendirilmesi Karaoğlan S.B., Varol T, Özgür S, Cezayirli E Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Manisa, Türkiye Amaç: Skolyozda, statik ve dinamik denge parametrelerinin, eğriliğin yönü, derecesi ve tipi ile ilişkisi yönünden, pedobarografik yöntemle incelenmesi. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 23 gönüllü bayan katıldı. Gönüllülerin AP radyografileri üzerinde Cobb açısı ölçümleri yapıldı, eğrilik tip ve yönü belirlendi. Eğrilik tipine göre tek eğrilik gösterenler “C tipi” (n=14), iki eğrilik gösterenler ise “S tipi” (n=9) olarak ayrıldı. Gönüllülere pedobarografi cihazı ile gözü açık olarak statik denge ölçümü yapıldı. Mid-gait protokolü ile pedobarografik verileri alındı ve 7 bölgeli maskeleme yapıldı. Veriler sağ ve sol ayak yönünden, eğrilik tipine, yönüne ve eğrilik açısı ile ilişkisine göre değerlendirildi. Bulgular: Statik denge parametreleri eğrilik tipine göre karşılaştırıldığında; C tipi eğriliği olanlar ile S tipi eğriliği olanlar arasında Distance (Dist) parametresinde fark saptandı. Dinamik denge parametreleri eğrilik yönü bakımından farklılık göstermezken, C tipi eğriliği olanlarda iki ayak arasında sadece Topuk temas alanında (CA); S tipi eğriliği olanlarda topuk bölgesinde tepe kuvvet değeri (PF) ve tepe temas basıncı (PCP) değerleri sol tarafta, 3-5. metatarsal maskeleme bölgeleri arasında PF ve PCP sol tarafta, başparmak CA parametresi sağ tarafta yüksek bulundu. S tipi eğrilikte Cobb açısı ile korelasyon saptanmadı. C tipi eğrilikte sağ ayağın total ve mediyal maskeleme alanlarında (FrstMTT, Basprmk) PF ve PCP parametreleri anlamlı korelasyon gösterdi; sol ayağın topuk bölgesinde kuvvet (Force), temas basıncı (CP), PF ve PCP parametreleri ile lateral maskeleme alanlarında (ScndMTT, DigerMTT) PF ve PCP parametreleri anlamlı korelasyon gösterdi. Sonuç: Skolyoz olgularında statik dengenin eğrilik tipine göre farklılık göstermediği; C tipi eğrilikte dinamik verilerde basınç değerlerinin sağ ayak tabanında daha çok medialde, sol ayak tabanında ise lateralde yüksek olduğu ve sağ-sol farklılığı gösterdiği gözlendi. Anahtar Sözcükler: Statik denge; dinamik denge; pedobarografi; scoliosis 3 P13 Faset eklemlerin disk dejenerasyonlu ve spondilolistezisli hastalarda manyetik rezonans görüntüler ile değerlendirilmesi Kundakçı Y. E.1, Ünver Doğan N.1, Güler İ.2, Uysal İ. İ.1, Fazlıoğulları Z.1, , Karabulut A. K.1 Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi1, Radyoloji2 Anabilim Dalı, Konya, Türkiye Amaç: Çalışmada, fonksiyonel spinal ünite (FSÜ) elemanları olan faset eklem (FE), intervertebral disk (İVD) ve vertebraların birbirleri üzerindeki etkileri ve columna vertebralis’teki dejenerasyon varlığının bu yapılarla olan ilişkisi incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 353 olgu Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalı’ndaki radyologlar tarafından lumbal spondiloliztezis (LS) tanısı konulan 102 hasta ile disk dejenerasyonu (DD) evrelerine göre iki gruba ayırdığımız 141 DD’li hasta (DDH) ve 110 kontrol grubu dahil edildi. Olgulara ait veriler 2013-2015 yılları arasındaki lumbal MRG’lerin retrospektif olarak taranması ile elde edilerek, tüm olguların DD’leri ve FE dejenerasyonları (FED) sınıflandırıldı. Transvers planda bilateral FE açıları ile FE oryantasyonu (FEO) ve FE asimetri değerleri belirlendikten sonra FE tropizmi (FET) sınıflandırıldı. Tüm gruplarda L4, L5 corpus’ları ile L4-L5, L5-S1 İVD’lerin orta taraf yükseklik ve genişlik ölçümleri yapıldı ve bu değerlerin FEO ve FET değerleri ile olan ilişkisine bakıldı. İstatistiksel analizler yapıldı. Bulgular: Gruplar arasında sadece L4-L5’teki FE’ler, LS’lilerde DDH grubundan anlamlı düzeyde daha koronaldeydi (p<0,05). FET değerleri gruplar arasında benzerdi (p>0,05). Üç grupta da kadın ve erkeklerin FEO, FET ve FED değerleri benzerdi (p>0,05). Üç grupta da FET olmayanlar daha yüksek yüzdelerde dağılırken, bu fark L4-L5’te DDH; L5-S1’de ise kontrol grubunda anlamlı düzeydeydi (p<0,05). Tüm olguların FED ve DD şiddeti arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki vardı (p<0,05). L4-L5’te üç grupta da FED olanların FE’leri anlamlı düzeyde daha koronale yerleşmişti (p<0,05). Tüm olgularda her iki seviyede morfometrik parametreler ile FET arasında bir ilişki bulunmazken, L4-L5’te FEO ile disk genişliği, corpus genişliği ve corpus yüksekliği arasında negatif yönde anlamlı ilişki bulundu (p<0,05). İlerleyen yaşla birlikte FED ve DD şiddeti arasında pozitif bir ilişki vardı ve FE’ler L4-L5’te daha sagitalde görüldü (p<0,05). Sonuç: FET’in, DD gelişimi için bir risk faktörü olmadığı FED’in ise DD’nin şiddetini arttırdığı, FE’lerin yerleşimlerinin farklı klinik tablolar ile değiştiği ve spondiloliztezis, FED ve corpus vertebraların bu değişiklikte katkısının olduğu düşünülmektedir. Çalışmamızın temel bilimler ve klinik bilimler literatürüne katkıda bulunacağı, özellikle yaşa, cinsiyete ve dejenerasyona bağlı olarak lumbosakral bölgede meydana gelen değişiklikleri belirlemede referans niteliği taşıyabileceği ve çeşitli hastalıkların FSÜ elemanları üzerindeki etkilerinin aydınlatılmasına katkı sağlayabileceği düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: Faset eklem, İVD, spondiloliztezis, MRG. 4 P14 Incudomalleolar eklem disrupsiyonu; görüntüleme bulgular ile bir olgu sunumu Nabi G1, Nayman A2, Tatar MC1, Gün C1, Ünver Doğan N1 Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi1, Radyoloji2 Anabilim Dalı, Konya, Türkiye. Amaç: Normal anatomide, kemikçik zinciri orta kulak boşluğunda; manubrium mallei ile kulak zarına, ligamentum annulare ile oval pencereye bağlanan üç tane hareketli kemikçik; aralarında art. incudostapedialis ve art. incudomalleolaris adlarıyla iki diarthrodial eklem ve bu kemikçikleri orta kulak duvarlarına bağlayan toplam dört ligament içermektedir. Art. incudomalleolaris sellar tip bir eklemdir. Eklem boşluğu kama şeklinde olan eklem diski ya da menisküsü tarafından kısmen ikiye bölünmüştür. Eklem yüzleri caput mallei’nin arka yüzü ile corpus incudis’in ön yüzü tarafından oluşmaktadır. Incudomalleolar eklem disrupsiyonu corpus incudis ve caput mallei arasındaki normal bağlantının bozulmasıdır, İnkusa göre malleusun timpanik kavite duvarlarına birçok sıkı bağ ile yapışması onun hareketliğinin azalmasına ve daha az çıkığa maruz kalmasına yol açmaktadır. Corpus incudis genellikle superiora, posteriora veya laterale ve daha az sıklıkta da inferolateral’a dönüp deplase olmakta ve kulak zarının üst kısmına dayanmaktadır. Yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi kemikçik zinciri durumunu değerlendirmek için tercih edilen bir yöntemdir. Normal şartlarda aksiyal görüntülerde incudomalleolar (eklemi dâhil) kompleksi epitimpanik çıkmazın ortasında bazen de hafifçe lateralde ama hiçbir zamanda medialde olmayan bir külahlı dondurma gibi görünmektedir. Caput mallei dondurma, corpus incudis ile crus brevis’i da külah konisine tekabül etmektedir. İncudomalleolar eklemin disrupsiyon ve çıkıkları dondurmanın külahtan uzaklaşması gibi görülmektedir. Çok küçük olan art. incudomalleolaris, en net şekilde aksiyal görüntülerde görülmektedir. Ancak, hemen göze çarpmayan veya hafif disrupsiyonları koronal görüntülerde daha iyi görülebilmektedir. Bu çalışmada incudomalleolar eklemin disrupsiyonu bulunan olgunun sunulması amaçlanmıştır. Bulgular: Sağ tarafta iletim tipi işitme kaybı nedeniyle başvuran 18 yaşındaki erkek olguya aksiyel planda 1 mm kalınlığında kesitler ve koronal reformat görüntüler tekniğiyle temporal BT görüntüsünde, diğer bulgular normal iken sağ tarafta orta kulak kemikçikleri düzeyinde inkudomalleoler disrupsiyon ile uyumlu görünüm izlenmiştir. Sonuç: Büyük çoğunlukla travma nedeniyle meydana gelen orta kulaktaki eklemlerin hareket bozukluğu veya kemikçiklerin bütünlüğünün bozulmasının bu iletim tipi işitme kaybı prevalansina katkıda bulunmakta, yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi ile teşhis ve cerrahi ile tedavi edilebilmektedir. Anahtar Sözcükler: İnkudomalleolar eklem disrupsiyonu; iletim tipi işitme kaybı; malleoincudal kompleks; kemikçik zinciri; çıkık 5 P15 İnsan kadavrasında n. musculocutaneus’un nadir varyasyonu Yıldız S, Ercıktı N, Kocabıyık N. Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Amaç: N. musculocutaneus brakiyal pleksusun terminal dallarından biri olan, lateral korddan derivedir. Bu sinirin klasik yolu, m. coracobrachialis'i delip m. biceps brachii ve m. bracialis’in arasından geçer ve n. cutaneus antebrachii lateralis olarak sona erer. Lateral kord büyük ölçüde n. musculocutaneus’daki bu liflerin varlığını oluşturan C5 ve C6’nın ön dalından orjinlenen liflerden oluşur. N. musculocutaneus’un anomal seyri ve dalları ve m. coracobrachialis'le olan ilişkisi literatürde belgelenmiştir. M. coracobrachialis'in innervasyonundaki değişim n. musculocutaneus’un seyrindeki değişiklik ile yakın ilişkili olduğu bildirilmektedir. Bu varyasyonların bilinmesi, aksiller bölgede çalışan cerrahlar, radyologlar ve diğer klinisyenler için kritik öneme sahiptir. Gereç ve Yöntem: Laboratuvarımızda 65 yaşındaki bir erkek kadavranın axiller bölgesinin anatomi disseksiyonları eğitimi sırasında bir nörovasküler varyasyonla karşılaşıldı. Bulgular: N. musculocutaneus, m. corocobrachialis’e girmeden 5-6 cm önce, 1,5 mm kalınlığında müsküler bir dal veriyordu. Bu müsküler dal, 3 mm kalınlığında ulaşarak a. axilleris’den m. corocobrachialis’e giden vasküler bandılı örterek kendine tekrardan katılıyordu. N. musculocutaneus’un seyri önkol bölgesinde normaldi. Pleksus brachialis’den orjinlenen diğer dalları da normaldi. Sonuç: N. musculocutaneus’un dallanması, seyri ve dağılımı, özellikle kuvvetli aktiviteye bağlı kompresyon nöropatilerinde ve çeşitli cerrahi müdahalelerde görülen streç yaralanmalarında klinik açıdan önem taşımaktadır. N. musculocutaneus’un farklı seyri, tekrarlayan kompresyon nöropatilerin tedavisinde olası bir yol olarak akılda tutulmalıdır. Anahtar Sözcükler: N. musculocutaneus, pleksus brakiyalis, lateral kord, varyasyon. 6 P16 Türk populasyonunda diz protezlerinin planlanmasında morfometrik verilerin MR ile değerlendirilmesi: Pilot çalışma kullanılan normal P. Shojaolsadati 1, N. Yüzbaşıoğlu1, A. Nalbant1, T. Örmeci2, S. Albay3, B.U. Şakul1 1 İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye 3 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Isparta, Türkiye 2 Amaç: Diz eklemi için yapılan protezlerin üretiminde distal femur ve proksimal tibia’ya ait morfometrik parametrelerin baz alınıp ona göre üretim gerçekleştirildiği belirtilmektedir. Literatürde farklı ırklarda bu konu ile ilgili yapılan çalışmalar olmasına rağmen, Türk populasyonunda böyle bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu nedenle çalışmamızda bu konunun değerlendirilmesi, bir indeks oluşturulması ve farklı ırklara ait verilerle karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız 50 kişiye ait (25 kadın, 25 erkek) son 6 ay içinde çekilmiş aksiyal MR görüntüleri üzerinde retrospektif olarak gerçekleştirildi. Görüntüler üzerinde distal femur ve proksimal tibia morfometrisi çeşitli ölçümler yapılarak değerlendirildi. Bulgular: Distal femur ve proksimal tibia üzerinde yapılan ölçümlere ait ortalama ve standart sapma değerleri hesaplandığında, tüm parametrelerin erkeklerde kadınlara göre daha yüksek olduğu belirlendi. İnterkondiler çentik yüksekliği ve troklear oluk açısı parametreleri hariç değerlendirilen tüm parametrelerde cinsler arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edildi (p<0,05). Yapılan bu pilot çalışma sonucuna göre total populasyonda ortalama interkondiler çentik indeksi, 4,50±0,57 olarak hesaplandı. İnterkondiler çentik indeksi bakımından erkek ve kadınlardaki değerler arasında istatistiksel olarak bir fark bulunamadı (p>0,05). Çalışmamızda son olarak interkondiler çentik tiplendirmesi yapıldı. Buna göre, vakaların % 52’sinde A tipi olarak tanımladığımız çentik tipinin, geri kalan % 48’inde ise U tipi olarak tanımlanan çentik tipinin görüldüğü belirlendi. Sonuç: İskeletsel yapılarda ırklar arası farklılıkların bulunması nedeniyle normal morfometrik verilerin ortaya konulduğu çalışmalar önem arz etmektedir. Çalışmamızdan elde edilen verilerin de bu nedenle Türk popülasyonuna spesifik diz protezlerinin üretilebilmesi için faydalı olacağı düşünülmektedir. Bununla birlikte vaka sayısı artırılarak yapılacak yeni çalışmalara ihtiyaç duyulmakta ve bu çalışmalarla populasyona spesifik ortalama değerlerin daha kesin şekilde belirlenebileceği düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: diz radyolojisi, diz morfometrisi, distal femur, proksimal tibia, interkondiler çentik genişliği indeksi 7 P17 Apertura piriformis’in morfometrik ölçümleri ve cinsiyet tayininde diskriminatif analizi Işıklar S.1,3, Turan Özdemir S.1, Ercan İ.2, Uzabacı E.4,5 Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı1, Biyoistatistik Anabilim Dalı2, Bursa, Türkiye 3 Uludağ Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Tıbbi Görüntüleme Teknikleri Programı 4 Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Bursa, Türkiye 5 Uludağ Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Bursa, Türkiye Amaç: Apertura piriformis burun boşluğunun kemik girişini yapan, yüzün orta bölgesinde yer alan armut şeklinde bir açıklıktır. Yukarıda os nasale’ler, yanlarda maxilla’nın processus frontalis’leri, önde maxilla’nın processus palatinus’ları ile ön ortada spina nasalis anterior ile sınırlandırılır. Kemik ölçümlerinden cinsiyet tayini antropoloji, anatomi ve adli bilimler açısından önemlidir. İskelette cinsiyet ayırımını en iyi veren kısımlar cranium ve pelvis’dir. Yüzün merkezinde yer alan apertura piriformis’den alınan morfometrik ölçümlerin cinsiyet tayininde güvenilirliği ve kullanılabilirliği bu araştırmanın konusunu oluşturmuştur. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’ndan temin edilen 28’i kadın 22’si erkek toplam 50 bireye ait (yaş ortalaması 34.78±10.46, yaş aralığı 19-59 yaş) üç boyutlu bilgisayarlı tomografi görüntüleri kullanılarak gerçekleştirildi. Frankfort Horizontal planına getirilen 3B görüntüler üzerinde apertura piriformis’e ait 3 parametre ve yüze ait 2 parametre TPSDIG 2.04 programı kullanılarak ölçüldü. Çalışmada elde edilen morfometrik ölçüm değerlerinin cinsiyetler arası farklılığı t testi (independent samples t test) ile incelendi. İlgili morfometrik ölçümlere dayanarak cinsiyetler arası ayrım yapabilmek amacıyla diskriminant analizi uygulandı. İstatistiksel analizler IBM SPSS Statistics 21 paket programında yapıldı ve sonuçlar p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde yorumlandı. Bulgular: Morfometrik ölçüm değerlerinin cinsiyetler arası karşılaştırılmasına göre sadece sağ-sol sutura nasomaxillaris arası horizontal doğrusal mesafe ölçümünün cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermediği bulundu. Diğer horizontal ve vertikal doğrusal mesafe ölçüm değerlerinin erkeklerde kadınlara göre istatistiksel olarak daha büyük bulunduğu belirlendi. Diskriminant analizi yardımıyla model şu şekilde elde edildi: Di = -20,884 + 0,199 (sağ-sol lateral priform noktalar arası mesafe) + 0,178 (spina nasalis - rhinion arası mesafe) + 0,110 (sağ-sol sutura zygomaxillaris arası mesafe) + 0,018 (nasion - prosthion arasında mesafe) - 0,223 (sağ-sol sutura nasomaxillaris arası mesafe). Elde edilen diskriminant fonksiyonunun çalışmada yer alan verileri doğru sınıflandırma oranının %74,0 olduğu belirlendi. Sonuç: Bu çalışmada apertura piriformis ve yüzden elde edilen morfometrik değerler kullanılarak cinsiyet ayrımı yapmada kullanılabilecek diskriminant fonksiyon geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu fonksiyon çalışmaya daha sonra katılacak örneklerin ilgili morfometrik ölçümler yardımıyla cinsiyetinin belirlenmesine yardımcı olacaktır. Anahtar Sözcükler: Apertura piriformis, morfometri, cinsiyet tayini, 3B BT 8 P18 Femoral troklear morfoloji ile menisküs yırtığı ilişkisinin MR görüntüleri üzerinden değerlendirilmesi Işıklar S.1,3, Turan Özdemir S.1, Gökalp G.2 Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı1, Radyoloji Anabilim Dalı2, Bursa, Türkiye Uludağ Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Tıbbi Görüntüleme Teknikleri Programı, Bursa, Türkiye Amaç: Bu çalışmanın amacı femoral troklear morfoloji ile menisküs hasarı arasında ilişki olup olmadığının ve kemik morfolojinin bu klinik tabloda bir risk faktörü olarak ele alınıp alınamayacağının araştırılmasıdır. Proksimalde patella distalde femur trokleası arasında oluşan patellofemoral eklem, dizin ekstansiyon mekanizmasında etkindir. Patellanın femur trokleası ile olan uyumu (dizilimi) eklemin normal fonksiyonu için gereklidir. Femoral troklear morfolojinin diz patolojilerinde bir risk faktörü olup olmadığı literatürde araştırılan konulardandır. Femoral troklear morfolojinin değerlendirilmesinde troklear sulkus açısı, patellofemoral uyum açısı, troklear sulkus genişliği, troklear sulkus derinliği gibi farklı morfometrik ölçümler kullanılmaktadır. Menisküsler şok abzorbe edici görevleri ile eklem kıkırdaklarının beslenmesine yardımcı olan, ekleme binen yükün daha geniş bir alana dağılmasını sağlayarak eklem kıkırdaklarının yüksek basınçtan korunmasını sağlayan yapılardır. Menisküs yırtıkları kıkırdakta aşınmaya ve ileri dönemde kireçlenmeye neden olarak diz ağrısı gibi klinik şikayetlere neden olur. Gereç ve Yöntem: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’nda Şubat 2015-Mayıs 2016 tarihleri arasında elde edilen diz MR görüntüleri bu çalışma için geriye dönük olarak incelenmiştir. Toplamda 56 hastaya ait aksiyal MR görüntüleri değerlendirilmiştir. Bu hastalardan 32’sinin dizinde farklı derecelerde menisküs hasarı tespit edilmiştir. Bu grubun yaş ortalaması 49.59±14.36’dır. Herhangi bir diz patolojisine rastlanmayan 24 hasta ise sağlıklı kontrol grubu olarak çalışmaya kapsamına alınmıştır. Bu grubun yaş ortalaması ise 35.08±9.7’dir. 3 Tesla Philips Achieva TX MR cihazında elde edilen aksiyal diz MR görüntüleri üzerinde femur trokleasına yönelik proksimal ve distal olmak üzere iki farklı seviyeden 13 morfometrik ölçüm sağlıklı kontrol ve menisküs hasarlı dizler için ayrı ayrı PACS istasyonu yardımıyla ölçülmüştür. Elde edilen veriler SPSS 22.0 programı ile student t test ve Mann Whitney U istatistik testleri aracılığıyla değerlendirilmiştir. Bulgular: Sağlıklı kontrol grubu ile menisküs hasarı olan grup arasında, proksimal troklea seviyesinden geçen görüntüler üzerinden yapılan karşılaştırma sonucunda troklear sulkus derinliği, troklea lateral faset uzunluğu ve femur lateral kondil yüksekliğinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuştur. Yine distal troklea seviyesinde troklear sulkus genişliği açısından iki grup arasında anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0.05) Sonuç: Femoral troklea’nın morfolojik olarak değerlendirmesi patellofemoral eklem diziliminin önemli bir ayağıdır. Bu çalışma ile dizde oluşan menisküs hasarı gibi dejeneratif değişikliklerde troklear morfolojinin de bir risk faktörü olarak değerlendirilebileceği sonucuna varılmıştır. Anahtar Sözcükler: Patellofemoral eklem, Troklear morfoloji, Menisküs yırtığı, MR 1 P19 Ligamentum cruciatum anterius onarımında kullanılacak greft uzunluğunun kişiye yönelik planlanmasında regresyon ve korelatif analiz çalışması Işıklar S.1,3, Babacan S.1, Turan Özdemir S.1, Gökalp G.2 Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı1, Radyoloji Anabilim Dalı2, Bursa, Türkiye 3 Uludağ Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Tıbbi Görüntüleme Teknikleri Programı, Bursa, Türkiye Amaç: Ligamentum cruciatum anterius (LCA), diz ekleminin intraartiküler, ekstrasinovial bağlarından biridir. Dizin normal işlevinde esas olan bu bağ tibia’nın femur’a göre öne kaymasını önleyen temel stabilizatörlerden biridir. LCA yırtıkları en sık görülen diz yaralanmaları arasındadır. Bağın tedavi edilmeyen yırtıkları dizde anterior instabilite, menisküs yaralanmaları, dejeneratif değişikliklerin erken yaşta ortaya çıkması gibi sonuçlara yol açabileceğinden, bağın onarımı önemlidir. Kişiye yönelik anatomik ön çapraz bağ onarımı literatürde çok yeni bir başlık olarak yerini almıştır. Bu yöntemde esas olan LCA’nın kendi doğal ölçümlerinin, kollagen oryantasyonunun ve yapışma yerlerinin restore edilmesidir. Bu çalışmanın amacı onarım öncesinde, regresyon ve korelasyon analiz yöntemiyle kişiye yönelik olarak LCA uzunluğunu tahmin etmektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma kapsamında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji AD’da Şubat 2015 - Mayıs 2016 tarihleri arasında 3 Tesla Philips Achieva TX MR cihazında edilen diz MR görüntüleri geriye dönük olarak incelenmiştir. Kas-İskelet radyolojisi uzmanı tarafından LCA ile ilgili herhangi bir patolojiye rastlanmadığı onaylanan 30 erkek 26 kadın toplamda 56 hasta (yaş ortalaması 43.38±14.42, yaş aralığı 19-82 yaş) çalışmaya dahil edilmiştir. Diz eklemine ait sagittal planda elde edilen LCA, tibia plato, patella içeren görüntüler üzerinden 9 morfometrik parametre PACS istasyonu yardımıyla ölçülmüştür. Elde edilen veriler SPSS 22.0 programında korelasyon analizi ve lineer regresyon analizi yapılarak değerlendirilmiştir. Bulgular:Korelasyon analizleri sonrasında LCA uzunluğu ile tibial platonun antero-posterior mesafesi, patellar yükseklik ve tuberositas tibia – patellar eklem mesafesi arasında yüksek korelasyon olduğu tespit edilmiştir. Yapılan regresyon analizi sonucunda LCA uzunluğunun tahmini uzunluğunun hesaplanabilmesi için “2,541 + (0,266 x tibial platonun anteroposterior mesafesi) + (0,234 x patellar yükseklik) + (0,214 x tuberositas tibia–patellar eklem mesafesi)” denklemi geliştirilmiştir. Oluşturulan denklemin standart hata değeri 3,32 ve bağımlı değişkeni ölçme gücü ise 0,402 olarak bulunmuştur. Sonuç: Günümüzde LCA onarımında kullanılacak greftin uzunluğu ve hastanın diz anatomisine uygunluğu tartışılan bir konudur. Kullanılan greftin ameliyat sonrası dönemde normal mekanik ve ultrastrüktürel özelliklerini tekrar kazanması, dizin ekstansör mekanizmasını bozmaması, ön diz ağrısı yaratmaması, uzun dönem rehabilitasyon sonrası olumlu sonuçlar alınması önemlidir. Kişiye yönelik anatomik ön çapraz bağ onarımı yeni bir yaklaşımdır. Bu nedenle çalışmamızın LCA onarımında kullanılacak greft uzunluğunun kişiye yönelik planlanması açısından önemli olacağı kanaatindeyiz. Anahtar Sözcükler: Ligamentum cruciatum anterius, greft uzunluğu, MR 1 P20 İnsan akciğerlerinde trakeobronşial ağacın morfometrik analizi Şahin G, Akın D, Aydın Kabakçı AD, Büyükmumcu M Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye Amaç: Bu çalışmada insan akciğerleri üzerinde yer alan trakeobronşial ağaca ait morfometrik ölçümler gerçekleştirilmesi planlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuvar’ında bulunan 9 sol ve 7 sağ akciğer üzerinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmada sol akciğerde bronchus principalis sinister'in lober bronşlara ayrılmadan hemen önceki iç ve dış çapı (BPAİÇ-BPADÇ), bronchus lobaris superior ve inferior sinister'in iç ve dış çapları (BLSİÇ-BLSDÇ, BLİİÇ-BLİDÇ), bronchus lobaris superior ve inferior'un uzunlukları (BLSU-BLİU) ve bronchus lobaris superior ve inferior arasındaki açı (AÇI 1) ölçülmüştür. Benzer şekilde, sağ akciğerde de bronchus principalis dexter'in lober bronşlara ayrılmadan hemen önceki iç ve dış çapı (BPAİÇ-BPADÇ), bronchus lobaris superior, medius ve inferior dexter'in iç ve dış çapları (BLSİÇ-BLSDÇ, BLMİÇ-BLMDÇ, BLIİÇ-BLİDÇ), bronchus lobaris superior, medius ve inferior'un uzunlukları (BLSU-BLMU-BLİU) ve bronchus lobaris superior ve inferior arasındaki açı ile bronchus lobaris medius ve inferior arasındaki açı (AÇI 2 ve AÇI 3) ölçülmüştür. Elde edilen veriler SPSS 21.0 programı kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışma sonucunda bronchus principalis’in alt dış çapının genel ortalaması 13.98±3.8 mm, bronchus lobaris superior’un dış çapının genel ortalaması 6.22±2.71 mm, bronchus lobaris inferior’un dış çapının genel ortalaması 5.65±3 mm olarak belirlendi. Bronchus lobaris medius’un dış çapının genel ortalaması ise 4.97±2.36 mm olarak tespit edildi. Ayrıca çalışmamızda birçok parametre arasında korelasyon ilişkisi tespit edildi. Sonuç: Çalışma sonucunda trakeobronşial ağaca ait morfometrik ölçümler gerçekleştirilmiştir. Elde edilen verilerin çeşitli kalp ve akciğer hastalıklarında trakeobronşial ağacın rezeksiyonu ve rekonstrüksiyonunu gerektiren durumlarda klinisyenlere yol gösterici aynı zamanda birtakım bronkoskopik prosedürler için de yararlı olabileceği kanısındayız. Anahtar Sözcükler: Trachea, morfometri, Bronchus principalis, kadavra çalışması 1 P21 Articulatio tarsi transversa bağlarının sagital MRI görüntülerinde morfometrik değerlendirilmesi Köker S, Özgür S Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Manisa, Türkiye Amaç: Art. tarsi transversa’ya ait ligamentler yürüme esnasında eklemin stabilitesinde önemli rol oynarlar. Bu çalışma ile sagital MRI kesitlerinde bağların kalitatif olarak görülebilirliği ve kesitsel olarak boyutları ölçülmüştür. Gereç ve Yöntem: Celal Bayar Üniversitesi hastanesi veri tabanında bulunan 55 kişinin çekilen ayak MR görüntülerinde Art. tarsi transversa eklem kompleksindeki bağların kalınlıkları, insersiyo ve origo noktaları, bağların birbirleriyle olan ilişkileri ayrıntılı olarak ele alınıp subjektif ve objektif metodlar kullanılarak incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada kullanılacak MR görüntüleri, gelişimini normal olarak tamamlamış sağlıklı bireylerden seçilmiş olup, ayaklarında deformite ve anomalinin bulunmaması dikkate alınmıştır. 1.6 mm kalınlığında T2 ağırlıklı sagittal MR görüntüleri CUBE sekansı ile, TE: 136 ms, TR: 3000 ms, ETL: 100, Bandwidth: 62.50, FOV: 16 cm, NEX: 1, Matriks: 256×256 parametreleri kullanılarak elde edildi. Lig. calcaneocuboideum mediale (MCL), lig. calcaneocuboideum dorsolaterale (DCCL), lig. calcaneocuboideum plantare (PCCL-kısa plantar ligament), lig. plantare longum (LPL), lig. talonaviculare (TNL), lig. calcaneonaviculare laterale (LCNL), lig. calcaneonaviculare superomediale (SCNL), lig. calcaneonaviculare longitudinale inferoplantare (CNLL) ölçümleri yapıldı. Bulgular: Sagital görüntülerde en net olarak görüntülenen ligamentlerin ölçümleri yapıldı. DCCL, PCCL ve LCNL sagital görüntülerde ayırt edilemedi ve ölçülemedi. Diğer bağlar için sırasıyla ortalama değerler (±SD) hesaplandı. MCL 2.35±0.58 mm, PCCL 9.05±1.58mm, LPL 3.01±0.8mm, TNL 2.85±0.53mm, SCNL 8.73±1.83mm, LCNİ 2.71±0.6mm olarak ölçüldü. Sonuç: Sagital T2 ağırlıklı MR görüntülemede kullanılan sekans ile bağların değerlendirilmesinin çok sağlıklı olmadığı, transvers tarsal eklem bağlarının anatomik değerlendirilmesinde multiplanar görüntülerin birlikte kullanılmasının daha doğru sonuçlar vereceği sonucuna varıldı. Anahtar Sözcükler: MRI; articulatio tarsi transversa; ayak 1 P22 Lomber ligamentum flavum kalınlaşmasının faset eklem dejenerasyonu ile ilişkisi: MR Çalışması Karavelioğlu E1, Kaçar E2, Gönül Y3, Eroğlu M4, Boyacı MG1, Eroğlu S5, Ünlü E2, Ulaşlı AM5 1 Afyon Kocatepe Üniversitesi Beyin ve Sinir Cerrahisi AD, Türkiye Afyon Kocatepe Üniversitesi Radyoloji AD, Türkiye 3 Afyon Kocatepe Üniversitesi Anatomi AD, Türkiye 4 Afyon Kocatepe Üniversitesi Ortopedi ve Travmatoloji AD, Türkiye 5 Afyon Kocatepe Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon AD, Türkiye 2 Amaç: Ligamentum flavum (LF) daki kalınlaşma veya hipertrofi gibi omurganın arka yapılarındaki dejeneratif değişikler spinal stenoz ile sonuçlanabilir. Çalışmamızda; LF kalınlaşmasını etkileyebilecek yaş, intervertebral disk dejenerasyonu (IDD), faset eklem dejenerasyonu (FED) ve son plak dejenerasyonu (SPD) gibi potansiyel faktörlerini araştırmayı ve Manyetik Rezonans görüntülerini (MRG) değerlendirerek bu faktörler ile hangi lumber seviyede bu faktörler arasında ilişki olduğunu ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Sırt ve bacak ağrısı olan daha önce lomber MR ları çekilmiş 200 kişi çalışmaya dahil edildi. Her lumbal seviyede LF, FED, IDD ve SPD değerlendirildi. Bulgular: Toplam 200 hasta (100 erkek ve 100 kadın) MR görüntüleri üzerinden 1000 son plak, 1000 intervertebral disk ve 2000 faset eklem değerlendirildi ve 2000 LF kalınlıkları ölçüldü. Yaş ortalaması 46.87 ± 12.47 idi. LF kalınlığı, özellikle aynı taraftaki FED ile ilişkilidir. Yaş ve IDD tüm vertebra seviyelerinde korele bulundu. Yaşa bağlı değişiklikler (LF kalınlığı,FED,IDD ve SPD) L4-L5 vertebra seviyelerinde daha belirgindi. Bununla birlikte, cinsiyet LF kalınlığı üzerinde hiçbir etkisi yoktu. Sonuç: Bu çalışma LF kalınlaşması bağımsız oluşabilmesinin yanında vertebra seviyesine göre özellikle aynı taraftaki FED ile ilişkili olabileceğini göstermektedir. Yaş ve yaşa bağlı değişiklikler nedeniyle disk dejenerasyonunda artma özellikle L4-L5 vertebra seviyesinde görülebilir. Anahtar Sözcükler: Ligamentum flavum, MRI, Son plak dejenerasyonu, Faset eklem, intervertebral disk 1 P23 Multidedektör bilgisayarlı tomografide cerrahi yaklaşım infraorbitalis’in varyasyonları ve morfometrik analizi açısından canalis Büyükmumcu M.1, Acar G.1, Özen KE. 1, Güler İ.2 1 2 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Anatomi AD. Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji AD. Konya Amaç: Nervus infraorbitalis (NIO),nervus trigeminus’un ikinci dalından ayrılarak fissura orbitalis inferiordan geçer ve canalis infraorbitalis (CIO)’te öne doğru ilerleyerek foramen infraorbitale (FIO)’den yüze yayılır. Özellikle endoskopik cerrahi girişimlerde ve radyofrekans ablasyon nörotomide zedelenme riski yüksektir ve geçici ya da kalıcı parestezi ve nöralji ile sonuçlanabilir. Gereç ve Yöntem: Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı dijital radyoloji arşivinde yer alan 18-81 yaş arası(ortalama 41.21± 17.54) 200 kişiye ait paranazal Multidedektör Bilgisayarlı Tomografi(MDBT) görüntüleri retrospektif olarak incelendi.Görüntüler 256-slice MDBT(Syngo Via, Siemens, Germany) ile alınmış olup ölçümler 0.67 mm kesitlerde yapılmıştır. Sulcus infraorbitalis (SIO), CIO uzunlukları, FIO ile apertura priformis (AP), margo infraorbitalis (MIO) arası uzaklık, CIO içi açılanma ve CIO içinden geçen eksenin koronal düzlemle yaptığı açı aksiyal ve sagittal kesitlerde ayrı ayrı ölçülmüştür. İstatistiksel analiz için SPSS 22.0 kullanılmıştır. Bulgular: CIO varyasyonları sinus maxillaris ile ilişkisine göre dört grupta toplanmıştır: Tip-1;sinus maxillaris çatısında (%55.3), Tip-2;kısmen sinusa protrude (%26.7), Tip-3;sinus içinde asılı (%9.5), Tip-4;sinus maxillaris çatısında zygomatik bileşke etrafında (lateroantral) (%8.5). Sagittal kesitlerde CIO, SIO uzunlukları ve CIO iç açılanma ortalama değerleri 8.5±2.7 mm, 20.0±4.2 mm ve 151.82⁰±9.2⁰(%37.7’sinde açı yok) bulunmuştur ve CIO Tip-3’lerin %68.4’ünde açılanma görülmezken, Tip-1 ve Tip-2’lerin çoğunluğunda açılanma görülmüştür(p<0.000). Aksiyal kesitlerde CIO uzunluğu ve CIO iç açılanma ortalama değerleri 10.5±2.3 mm ve 151.6⁰±10.0⁰(40.5%’inde açı yok) bulunmuştur. FIO ile AP ve FIO ile MIO arası uzaklıkların ortalama değerleri 13.3±2.6 mm ve7.7±1.5 mm bulunmuştur. CIO içinden geçen eksen ile koronal düzlem arasındaki ortalama açı değeri sagittal 53.43±13.66⁰, aksiyal 33.27±8.21⁰ bulunmuştur. MDBT görüntülerinin %28’inde maksiller septa %16’sında Haller hücresi görülmüştür. Sonuç: Bu çalışmada literatürdeki benzer çalışmalardan farklı olarak CIO’in iç açılanması sagittal ve aksiyal kesitlerde ayrı ayrı incelenmiş ve varyasyonlar ile morfometrik ölçümler arasındaki ilişki gösterilmiştir. Maksillofasiyal cerrahi ve radiofrekans nörotomi girişimlerinde CIO’in morfometrik ölçümleri ile beraber varyasyonları da dikkate alınmalıdır. Böylece iatrojenik NIO zedelenme riski azaltılmış olur. Anahtar Sözcükler: Canalis infraorbitalis, foramen infraorbitalis,apertura piriformis,sulcus infraorbitalis 1 P24 0-6 Yaş arası sağlıklı çocuklarda Fossa Cranii Posterior hacmi Ertekin T1, Degirmenci M1, Ucar İ2, Atay E3, Sağıroglu A1, Susar H1, Doğanay S4 1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye Ahi Evran Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Kırşehir, Türkiye 3 Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İlk ve Acil Yardım Programı 4 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyyoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye 2 Amaç: Fossa cranii posterior (FCP) dördüncü ventrikül, cerebellum gibi yaşam için hayati birçok yapıyı içeren önemli bir bölgedir. Çocuklarda bazı hastalıklar FCP veya içerisindeki yapıların hacmindeki değişikliklerle (Chery ve Dandy-Walker malformasyonları gibi) ilişkilidir. Bu çalışmanın amacı, sterolojik metodlar kullanılarak cinsiyet ve yaşa göre Türk popülasyonunda FCP’un normal değerlerini saptamak ve gelişimini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma retrospektif olarak Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesine başvuran 0-6 yaş arasındaki 109 bireyin (55 bayan ve 54 erkek) sagittal tarama görüntüleri üzerinde yapılmıştır. CT görüntüleri stereolojik (nokta-sayım) metod kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Ortalama fossa cranii posterior hacmi (FCPH) 1 yaşında 157,85±35,16 cm3, 6 yaşında ise 258,61±29,45cm3 olarak hesaplandı. FCPH ile yaş arasında pozitif ilişki bulundu. Sonuç: FCP ve kraniovertebral eklem hastalıkları yaygındır. Bundan dolayı bu bölgenin anatomisiyle ilgili bilgiler hastalığın tedavisinin uygun planlanmasında önemlidir. Anahtar Sözcükler: Çocuklar, CT görüntüleri, fossa cranii posterior, hacim 1 P25 Kuru kemik maksillalarda gömülü 3. molar dişlerin anatomik ve radyolojik olarak araştırılması 1 1,3 1 Sibel Çırpan1, Övül Kümbüloğlu2, Nilüfer Yonguç , Salih Sayhan , Canan Eyüboğlu , 1 Mustafa Güvençer 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı İzmir, Türkiye Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı İzmir, Türkiye 3 Denizli Özel Ege Hastanesi, Beyin Cerrahisi Kliniği Denizli, Türkiye 2 Amaç: Sürme zamanı gelen ama ağız ortamına açılmayan dişlere gömülü diş denir. Yer darlığı, kist–tümör gibi mekanik engeller, travma, dişlerin gelişim anomalisi gibi nedenler gömülü diş oluşumuna neden olur. Komşu dişin köküne zarar vermesi, ağrı, maksillar-mandibular malokluzyon, diş arkının sıkışması sonucu mevcut dişlerin pozisyonlarını değiştirmesi, dişeti enflamasyonu ve çürük oluşumuna neden olması sebebiyle ağız hijyeninin bozulması, gömük ve/veya yarı gömülü dişlerin cerrahi olarak çıkarılmasında etkili faktörlerdendir. Bu çalışmada kranyum bütününde bulunan kuru kemik maksilla’larda gömülü 3. molar dişlerin pozisyonları ve insidanslarının araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Laboratuvarı’na ait 150 adet kranyumda kuru kemik maksilla’lar makroskobik olarak incelendi. Gömülü 3. molar dişlerin gözlendiği kranyumların, Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Radyoloji Ünitesinde Ortopantomografi (kV 60, mA 2.0) yöntemiyle grafileri çekilerek, gömülü dişler, pozisyon, gömülülük durumlarına göre gruplandırıldı. Bulgular: 150 kranyumdaki maksillaların 9’unda (% 6,00) toplam 11 adet gömülü 3. molar diş saptandı. Bunlardan 2’sinde (% 22,22) gömülü dişler bilateral gözlendi. Gömülü dişlerin 8’i (% 72,70 ) vertikal, 3’ü (% 27,30) horizontal yerleşimliydi. Gömülü dişlerin 8’i (% 72,70) tam gömülü, 3’ü (% 27,30) yarı gömülü olarak gözlendi. Gömülü dişlerin 7’si sol, 4’ü sağ maksillada lokalizeydi. Sonuç: Diş Hekimliği’nde gömülü 3. molar dişlerin tedavisi tartışmalı bir konudur. Dişin çekilmesine karar verirken çok yönlü değerlendirme yapılması gerekir. Maksiller sinüs ile olan yakın ilişkisi ve horizontal pozisyondaki gömülü dişlerin cerrahi olarak çıkarılması, fazla kemik kaldırmayı gerektirdiği için pek tercih edilmez. Bu nedenle gömülü 3.molar dişlerin pozisyon ve insidanslarının belirlenmesi, uygulanacak tedavi yönteminin seçiminde ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesinde önemli olabilir. Anahtar Sözcükler: Maxilla, gömülü 3.molar diş, kranyum 1 P26 Truncus coeliacus ve dallarının multidedektor BT anjiyografi ile morfometrik analizi Odabaşıoğlu ME1, Cihan Ö F2, Özbek O3, Yılmaz M T4 1 Kilis 7 Aralık Üniversitesi, SHMYO, Fizyoterapi Programı, Türkiye Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi ABD, Türkiye 3 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Radyoloji ABD, Türkiye 4 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Anatomi ABD, Türkiye 2 Amaç: Modern cerrahi, radyoloji ve organ nakil prosedürlerinde damarsal anomalilerin bilinmesi büyük öneme sahiptir. Bu işlemler esnasında damarsal varyasyonlar çok ciddi komplikasyonlara sebep olabilirler. Multidedektörlü bilgisayarlı tomografi (MDBT) damar varyasyonlarının ve normal anatomisinin yüksek doğrulukta ve detaylı değerlendirilmesinde hızlı ve noninvaziv olan üstün bir görüntüleme tekniğidir. Bu çalışmada yetişkin bireylerdeki truncus coeliacus (TC) ve dallarının MDBT ile morfometrik değerlendirilmesi ve olası varyasyonların incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırmada Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çeşitli sebeplerle batın bölgesine yönelik çekilen 104 bireyin MDBT görüntüleri retrospektif olarak incelendi. Yaş ortalamaları erkeklerde 62,5 ± 11,75 (n=52), bayanlarda 60 ± 10,1 (n=52) olarak tespit edildi. Bulgular: Morfometrik değerlendirmemizde aorta abdominalis (AA), truncus coeliacus (TC), a. lienalis (ALIE), a. hepatica communis (AHC) ve a. gastrica sinistra (AGS) çap ölçümleri erkeklerde bayanlara göre istatistiki açıdan anlamlı bir şekilde ( p<0,05 ) büyük bulundu. İncelenen görüntülerde %90,3 (n=94) klasik üç dallı TC yapısı tespit edildi. Varyasyonların tip ve dağılımı ise şu şekilde bulundu: İki dallı TC %4,8 (n=5), dört dallı TC % 2,8 (n=3), truncus coeliomesentericus %0,96 (n=1) ve oluşmamış TC %0,96 (n=1). Sonuç: Araştırmamızın sonuçları literatür ile uyumlu bulunmuştur. Abdominal bölgedeki damarların normal ya da varyasyon yapılarının nasıl bir dağılım gösterdiğini bilmek başarılı, sorunsuz cerrahi ve girişimsel radyoloji uygulamaları için ön koşul olarak kabul edilir. Bu yüzden klinik çalışmalar, anjiyografik yöntemler ve cerrahi müdahalelerde TC ve dallarının varyasyonları ile anatomisi daima göz önünde bulundurulmalıdır. Anahtar Sözcükler: Truncus coeliacus, morfometri, varyasyon, MDCT. 1 P27 C3-C6 vertebraların sagittal ve transvers çaplarının incelenmesi: morfometrik ve radyolojik bir çalışma Çevirgen F1, Karaca L2, Şenol D1, Çetin A1, Özbağ D1 1 2 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Amaç: Çeşitli nedenlerle foramen vertebrale (FV)’de sagittal ve transvers genişliklerinden birisinin veya her ikisinin daralmasıyla medulla spinalis bası altında kalabilmektedir. Benzer durum foramen transversarium (FT) ve içerisinden geçen arteria vertebralis için de geçerlidir. Bu çalışmanın amacı C3-C6 vertebralarda FV ve FT açıklıklarının radyolojik karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’na gelen hastalardan elde edilen C3-C6 arası vertebralardan 27’şer adet olmak üzere toplam 108 adet vertebranın BT’si kullanıldı. Vertebraların kapladığı tüm alan, FV’nin alanı, sagittal ve transvers çapı, sağ ve sol FT’lerin alanı radyolojik olarak ölçüldü. Ayrıca İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında bulunan 44 kuru insan kemiği de radyolojik görüntülerle karşılaştırılmak amacıyla ölçüldü. Metrik ölçümler Astor Digital Caliper ile, alan ölçümleri Digimizer 4.5.1 Medcalc software resim analiz programı ile yapıldı. Bulgular: Yapılan Kruskal Wallis analizine göre C3-C6 vertebra açıkları arasında istatiksel olarak anlamlı fark olmadığı belirlendi. Vertebralara 2’li karşılaştırma için Mann-Whitney U testi uygulandı. Analiz sonucuna göre sıralı vertebra açıklıklarında ikili karşılaştırma sonucu istatiksel olarak anlamlı fark olmadığı belirlenirken, ardışık olmayan vertebra ölçülerinde istatiksel olarak anlamlı fark olduğu belirlendi. Yapılan korelasyon analizi sonucunda C3’ten C6’ya doğru gidildikçe vertebraların tüm alanı, FV’nin transvers çapının pozitif yönde arttığı belirlendi. Kuru insan kemiği ile radyolojik görüntüler arasında ölçümlerde yapılan Mann-Whitney U analizi sonucuna göre C3-C6 vertebra’ları arasında vertebraların kapladığı tüm alan ve FV’nin alanında istatiksel olarak anlamlı fark tespit edildi. Sonuç: Kuru kemik ölçümleri ile radyolojik ölçüm sonuçları arasındaki farklılıkların, radyolojik ölçümlerde FV'nin sınırlarının kesin olarak tesbit edilememesinden kaynaklanmış olabileceğini düşünüyoruz. Servikal canalis verebralis'in sagittal ve transvers çapıyla ilişkili morfometrik ve radyolojik ölçüm değerlerinin bilinmesinin, bu bölgeye yönelik cerrahi girişimlerin gerçekleştirilmesinde rol oynayan klinisyenler için son derece önemli ve yol gösterici olacağı düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: Servikal vertebra, morfometri, radyoloji 1 P28 Unilateral glandula submandibularis agenezisi olgu sunumu Tuna N.1, Aygün D.1, Türk F.1, Özdemir M. B.1, Akyer Ş. P.1, Ekici S.1, Onur Ş.1 1 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye Amaç: Tükrük salgısı sindirimde, tat almada, dişleri korumada görevlidir ve aynı zamanda konuşma kalitesini etkiler. Tükrüğü salgılayan bezlerden biri de glandula submandibularis’tir. Glandula submandibularis sağda 1, solda 1 olmak üzere 2 adettir. Ağız tabanında bulunduğu yer, üstten corpus mandibularisin iç yüzü ile, alttan da trigonum submandibulare ile sınırlıdır. Gövdesi musculus mylohyoideus’un altındadır ve fascia cervicalis ile kaplıdır. Glandula submandibularis ile glandula parotidea arasında membrana submandibularis vardır. Derin ve yüzeyel olmak üzere 2 lobu vardır. Bezin kanalı (Wharton Kanalı) derin lobtan çıkarak cavitas oris’e gider ve frenulum lingualis’in yan taraflarından cavitas oris propria’ya açılır. Gereç ve Yöntem: Agenezi nadir görülen bir durumdur ve görüldüğünde unilateral veya bilateral olabilir. Çeşitli klinik belirtiler verebildiği gibi klinik olarak sessiz de kalabilir. Bu olguda kliniğe ağrı şikayeti ile gelen 41 yaşında bir kadın hasta vardır. Hastadan anamnez alınmış ve radyolojik tetkikler yapılmıştır. Bulgular: Yapılan parotis usg ve tiroid usg sonuçlarında solda glandula submandibularis gözlemlenmemiştir ve ileri tetkik olarak manyetik rezonans görünteleme (MR) istenmiştir. Yapılan MR sonucunda her iki parotis bezi ve sağ submandibular bez saptanmış fakat sol submandibular bez saptanmamıştır. Sonuç: Agenezi vakaları Anatomi, Radyoloji ve Adli tıp alanlarına katkı sağlaması açısından önemlidir. Anahtar Sözcükler: Glandula submandibularis, agenezi 1 P29 Chiari malformasyon vakalarinda fossa cranii posterior, cerebellum ile foramen magnum ilişkisinin incelenmesi Karabekir HS1, Durmaz O2, Lafcı Fahrioğlu S3, Aksu F4, Yonguc GN4, Cirpan S4, Göçmen Mas N4 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji AD., İzmir, Türkiye Bozyaka Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroşirurji AD., İzmir, Türkiye 3 Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD., Lefkoşa, KKTC 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD., İzmir, Türkiye 2 Amaç: Kraniovertebral bileşkenin konjenital bir anomalisi olan Chiari malformasyonu’nda, başta cerebellum olmak üzere fossa cranii posterior’daki yapılar foramen magnum’dan üst servikal spinal kanala doğru değişik derecelerde herniye olur. Herniasyon sırasında cerebellum volumu ile foramen magnum’un anatomik özellikleri önemlidir. Magnetik rezonans görüntüleme (MRG) tanı için ilk ve tek başına yeterli bir yöntemdir. Gereç ve Yöntem: Chiari malformasyonu Tip I olarak sınıflandırılan 8 hastaya ait kraniyal MRG ile herhangi bir kraniyal patolojisi bulunmayan 8 kontrol vakasının MRG’lerinde posterior fossa morfometrik ölçümleri, cerebellum hacmi ve foramen magnum’larının anatomik özellikleri şekil, genişlik (horizontal çap), yükseklik (longitudinal-anteroposterior çap), indeks retrospektif olarak belirlendi. Ayrıca yüzey alanı hem stereolojik hem de Radinsky and Teixeira’in formülüne göre hesaplandı. Posterior fossa icin bazal açı (klivus ile foramen magnum arası açı), oksipital açı (foramen magnum ile supraoccipital kemik arası mesafe), tentorial açı, basion referansı, opisthion referansı, tentorial açıklık, tentorium değerlendirildi. Alan ve hacim ölçümünde stereolojik yöntem kullanıldı. 0,25 cm2’lik noktalı alan ölçüm gridi görüntüler üzerine düşürülerek alan içine düşen toplam nokta sayısı, her bir noktanın temsil ettiği alan ile çarpıldığında, hasta ve kontrol olgularında foramen magnum alanı elde edilmesi sağlandı. Bulgular: Kontrol ve hasta grubunun cerebellum hacimleri ile foramen magnum’larının şekil, horizontal uzunluk (çap), longitudinal uzunluk (boy), foramen magnum indeksleri ile stereolojik olarak alan ölçümleri karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Foramen magnum indeksleri 1,2’ye eşit ya da büyük olanlar oval şekilli; 1,2’den küçük olanlar ise yuvarlak şekilli olarak kabul edildi. Tanımlayıcı veriler ve istatistik değerlendirmeler yapıldı. Sonuç: Oval şekilli olan olgular ile yuvarlak şekilli olanlar karşılaştırıldığında, foramen magnum şeklinin herniasyon derecesi ile ilişkisi saptanamadı. Klinik verilerle bu morfometrik parametrelerin korelasyonunun saptanması için için daha geniş serili olgularda çalışmanın genişletilmesi düşüncesindeyiz. Anahtar Sözcükler: Chiari malformasyonu, foramen magnum, MRG, stereolojik yöntem. 1 P30 İskemili hastalarda, üç boyutlu (3B) görüntüleme yöntemleri ile beyin damarlarının iskemi tiplerinin ve risk faktörlerinin karşılaştırılması Kurbetli N1,2, Özdemir MB1, Arifoğlu Y2 Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Denizli, Türkiye1 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, İstanbul, Türkiye2 Amaç: İnmeye yatkınlık oluşturan etkenler risk faktörü olarak tanımlanır. İnmenin alt tipleri risk faktörünün değiştirilebilirliği ve inme ile ilişkisi dikkate alınarak sınıflanabilir. Bu çalışmanın amacı, hastalardan elde edilen manyetik rezonans (MR) ve bilgisayarlı tomografi (BT) görüntüleri üzerindeki kesitsel iskemik hasarlı beyin bölgelerini üç boyutlu (3B) hale getirerek incelemek, faktörler ile beynin ve damarların anatomik özelliklerini ilişkilendirebilmektir. Gereç ve Yöntem: 53 erkek, 52 kadın toplam 105 iskemili hasta ile, 23 erkek, 27 kadın 50 normal kontrol grubu çalışmada yer almıştır. Transvers, sagittal ve koronal, çeşitli sayıdaki kesitsel görüntüler bilgisayar ortamında rekonstrüktüre edilmiştir. hastalardaki infarkt tipleri aterosklerotik, kardiyoembolik, laküner, kriptojenik ve geçici iskemik atak olarak sınıflandırılmıştır. Hipertansiyonlu, diabetli, sigara içen ve koroner arter hastalığı olan hastalarda infarkt tiplerinde infarkt boyutu saptanmıştır. İnfarkt alanını sulayan arterler sınıflandırılmıştır. En çok infarkt oluşturan ve en büyük infarkt oluşturan arterler istatistiki olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: İnfarkt tipleri, anatomik olarak infarkt büyüklüğü ve infarkta sebep olan arterler ile korele edilmiştir. Böylece hangi arterlerin hangi risk faktörlerinde ne tip infarktlara sebep oldukları literatürde ilk olarak tanımlanmıştır. Sonuç: Beyindeki infarkt boyutu klinik açıdan büyük öneme sahiptir. Görülmüştür ki infarkt büyüklüğü arttıkça klinik bulgular belirginleşmektedir. Bu durum iskeminin lokalizasyonuna göre farklılıklar göstermektedir. Risk fakttörleri ve infarkt tipleri açısından kadınlar ve erkekler farklılık göstermektedir. Bu sonuçlaın klinik bulguların mekanizmalarının açıklanması için temel oluşturacağı düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: Beyin, iskemi, MR, BT, 3B, infarkt tipi, risk faktörü, bilgisayar destekli nörobilim 1 P31 Sulcus arteria vertebralis varyasyonları ve Arteria vertebralis’in bu seviyedeki boyutlarının BT anjiografi tekniği ile retrospektif analizi Fırat A1, Erbil N2, Göçmen R3 1 Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye 3 Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye 2 Amaç: Sulcus arteria vertebralis, aynı isimli arterin foramen magnum’a ulaşmak için geçtiği, atlas’ın arcus posterior’u üzerinde bulunan bir oluktur. Hastaların radyografileri üzerinde sıkça rastlanan bir varyasyon, atlas’ın üst eklem yüzü ile arcus posterior’u arasında yerleşen bir kemik köprü bulunmasıdır. Bu anormal kemik yapıya ponticulus posticus veya Kimmerle varyantı adı verilir. Bu varyasyonun bulunma sıklığı %5.14-37.83 arasında bildirilmiştir. Bu yaygın anomali başağrısı ve arka dolaşım iskemisinin bir nedeni olabilir. Bu çalışmanın amacı ponticulus posticus varlığını tanımlamak ve arteria vertebralis’in bu seviyedeki boyutlarıyla ilişkisini ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada Hacettepe Üniversitesi Radyoloji ABD’nda vasküler nedenlerle çekilen 600 BT anjiyografi retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Ponticulus posticus insidansı bizim çalışmamızda %12.10 olarak bulundu ve bunların %27.38’i bilateraldi. İnkomplet olgularda sağ ve sol damar boyutları post-sulcus kısımda, pre-sulcus kısma göre anlamlı oranda azalmış olarak görüldü. Sonuç: Sulcus arteria vertebralis varyasyonları farklı toplumlarda çalışılmış bir konudur. Bu çalışma sonuçları başağrısı, damar hastalıkları ve cerrahi girişimler gibi klinik problemlere yardımcı olacak bir analiz oluşturacaktır. Anahtar Sözcükler: Sulcus arteria vertebralis, ponticulus posticus, BT anjiyografi 1 P32 Hipokampus hacminin IBASPM metodu ile ölçülerek ders başarısı ve cinsiyet ile ilişkisinin değerlendirilmesi Aytaç G*, Susar H**, Acer N**, Karaali K***, Sindel M* 1 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya, Türkiye Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye 3 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Antalya, Türkiye 2 Amaç: Hipokampus’un hafıza ve yön bulmada önemli rolü olan bir bölge olduğu bilinmektedir. Hipokampus manyetik rezonans görüntüleme ile yapılan hacim ölçüm çalışmalarında sıklıkla çalışılan önemli bir bölgedir. Çeşitli çalışmalarda hipokampus hacminin cinsiyet, depresyon, hafıza, el tercihi, multiple skleroz ile ilişkisi incelenmiştir. Hipokampus’un deklaratif hafıza yolaklarındaki önemli olduğu bildirilmiştir. Ancak sağlıklı bireylerde hafıza performansı ve hipokampus hacmi arasındaki korelasyonun varlığı hala tartışmalıdır. Çalışmamızda hipokampus hacmini IBASPM metodu ile ölçerek, hipokampus hacminin ders başarısı üzerindeki olası etkisini ve cinsiyet ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi birinci sınıf öğrencilerinden 18-22 yaş aralığındaki, 46 birey (22 erkek ve 24 kadın) dahil edildi. Bireylerin Siemens Spectra 3T MR cihazı ile beyin MR görüntüleri çekildi. Elde edilen ham verilerden IBASPM yazılımı ile hipokampus hacimleri elde edildi. Elde edilen veriler SPSS yazılımında analiz edildi. Kadın ve erkek bireylerin dönem sonu not ortalamaları ve hipokampus hacimlerinin karşılaştırılmasında bağımsız t testi, sağ ve sol hipokampal hacimler ve not ortalamalarının karşılaştırılmasında ise Pearson korelasyon testi kullanıldı. Bulgular: Erkek hipokampus hacimleri kadınlara göre hem sağ hem de sol tarafta istatistiksel olaark anlamlı düzeyde daha büyük olduğu tespit edildi (p<0.05). Her iki cinsiyet için de sol hipokampus hacimleri sağ hipokampus hacimlerine göre anlamlı olarak fazla bulundu (p<0.05). Erkek ve kadın bireylerin ders başarıları arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.05). Her iki cinsiyette de hipokampus hacmi ile ders başarısı arasında korelasyon saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Hipokampus hacmi ile ders başarısı arasında anlamlı bir korelasyon saptanmamıştır. Anahtar Sözcükler: Hipokampus hacmi, ders başarısı, MRG, IBASPM 2 P33 Atlas tabanlı analiz kullanılarak sialidosis tip 1’de beyin yapılarının anatomik karakterizasyonu: Bir difüzyon tensör görüntüleme çalışması Gültekin M1, Sağıroğlu A2, Şenol S3, Gümüş K4, Öztürk C5, Acer N2, Mirza M1 1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye 3 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye 4 Erciyes Üniversitesi Biomedikal Görüntüleme Araştırma Merkezi, Kayseri, Türkiye 5 Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Bilgisayar Mühendisliği Bölümü, Kayseri, Türkiye 2 Amaç: Sialidozis NEU1 gen mutasyonu ve nöraminidaz enzim eksikliğinden kaynaklanan nadir bir lizozomal depo hastalığıdır. Sialidozis tip 1 (ST-1) macula’da kiraz kırmızısı leke, görme defektleri, myoklonus, ataksi ve ara sıra görülen nöbetler ile karakterizedir. Bu çalışmanın amacı manyetik rezonans görüntüleme (MRG)-tabanlı volumetrik ve difüzyon analizleri (fraksiyonel anizotropi (FA), ortalama (MD) ve radial difüziviti (RD) ölçümleri) kullanılarak ST-1 olgusu ve üç kontrol grubunda beyin yapılarını incelemektir. Gereç ve Yöntem: MRG Erciyes Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı’nda 1.5 T Siemens Aera tarayıcı kullanarak gerçekleştirildi. 3 boyutlu T1 ağırlıklı ve Difüzyon tensor görüntülere sırasıyla volumetrik ve difüzyon analizleri yapıldı. Difüzyon Tensor Görüntüleme (DTG) görüntüleri Mristudio yazılımı kullanılarak işlenmiştir. Difüzyon tensör’ün altı elemanı, FA ve MD, RD ölçümleri hesaplandı ve ST-1 olgusu ve kontrol arasında karşılaştırıldı. Bulgular: ST-1 olgusunda sağ-sol serebellar hacimleri sırasıyla 85.1 cm3, 84.0 cm3 olarak bulundu. Sağ-sol nucleus subtalamicus (STN) hacimleri sırasıyla 0.45 cm3, 0.47 cm3 olarak bulundu. Toplam beyin hacmi 1651.50 cm3’ idi. ST-1 olgusunda sağ-sol gyrus precentralis (PrCG), gyrus postcentralis (PoCG) hacimleri 38.6 cm3-34.6 cm3; 23.6 cm3-27.3 cm3olarak bulundu. Kontrol grublarında ortalama serebellar hacimler sırasıyla sağ ve sol tarafta, 90.6±6.82 cm 3, 88.7±1.99 cm3 olarak bulundu. Kontrol grublarında ortalama STN hacimleri sırasıyla sağ ve sol tarafta sırasıyla 0.62±0.12 cm3, 0.48±0.06 cm3 olarak bulundu. Ortalama toplam beyin hacmi 1752.09±84.58 cm3‘idi. Kontrol grublarında sağ-sol PrCG, PoCG ortalama hacimleri ise sırasıyla 39.8±8.80 cm3, 32.1±3.55 cm3; 30.0±4.68 cm3, 31.1±3.01 cm3 olarak bulundu. ST-1’deki sağ ve sol cerebellumdaki FA değerleri sırasıyla 0.19 ve 0.18’dir. Sağ ve sol cerebellum’daki MD değerleri ise sırasıyla 1.00, 1.04 x10-3 mm2/s’dir. Kontrollerin sağ ve sol cerebellum’larındaki ortalama FA değerleri ise 0.20’dir. Sağ ve sol cerebellum’daki MD değerleri ise sırasıyla 0.99, 0.97 x10-3 mm2/s’dir. Sonuç: Çok nadir görülen bu vaka çalışmasında, farklı beyin yapılarındaki hacim değişiklikleri sunuldu. Özellikle, ST-1’de kontrol grubuna göre serebellar hacim daha küçüktü. ST-1 cerebellum’undaki MD değerleri daha yüksekti. Bu görüntü tabanlı çalışma ST-1 beyinindeki anormallikleri göstermekte ve daha büyük bir grup üzerinde daha fazla araştırmayı desteklemektedir. Anahtar Sözcükler: Sialidozis, difüzyon tensor görüntüleme, Mristudio, nucleus subthalamicus, hacim 3 P34 Humeral retroversiyonun bilgisayarlı aksiyel tomografi kesitleri ile ölçümü Vural AC1, Erçakmak B2, Ilgaz HB2, Demiryürek D2 1 Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği, Ankara, Türkiye 2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Amaç: Omuz ekleminin mobilitesi ve stabilitesi doğrudan retroversiyon miktarına bağlıdır. Humerus proksimal retroversiyon açısı toplumlar ve hatta kişiler arasında dahi geniş farklılıklar göstermektedir. Retroversiyon açısı rotasyon merkezinin pozisyonunu, eklemin stabilitesini ve eksternal rotasyon miktarını belirlediği için, ölçüm işleminin standardize edilerek ölçümdeki subjektif hataların ortadan kaldırılması önemlidir. Gereç ve Yöntem: Humeral retroversion açısı, ölçüm yöntemlerinden biri olan bilgisayarlı aksiyel tomografi ile değerlendirilmektedir. Humerus proksimal ve distal uçlarının görüntülerinin aynı düzlemde elde edilmesi için hasta, tarayıcıya omuz ve dirseği tomografi masasına tam olarak temas edecek şekilde, paralel supin pozisyonda yatırılır. Çekim yapılan ekstremitenin hareketini önlemek için, ekstremite yanlardan plastik köpüklerle desteklenir. 120 Kv, 300 Ma, 0.6 sn ekspojur parametreleri kullanılarak kemik algoritminde 3mm. kesit kalınlığı ile 512x512 matrikste kesitler alınır. Açı ölçümü, bilgisayar ortamında multimodal ve çok boyutlu görüntüleri görüntülemek ve işlemek için özel olarak geliştirilmiş olan OsiriX MD (Pixmeo, Geneva, Switzerland) programı kullanılarak yapılır. Kesitler, humerusun proksimalinden cerrahi boyuna kadar ve humerus distal ucunda dirsek ekleminden kondillerin bitimine kadar alınır. Humerus başı çapının en uzun olduğu (humerus merkezini kapsayan) kesit ve epikondillerin en belirgin olduğu (transepikondiler mesafenin en uzun olduğu) kesit belirlenir, program aracılığıyla bu iki kesit üst üste bindirilir. Humerus proksimali için kıkırdakları birleştiren doğruya dik olacak şekilde ikinci bir doğru (proksimal oryantasyon çizgisi) çizilir. Bu doğru ile distal oryantasyon çizgisi olan transepikondiller doğru arasındaki açı, humerus retroversiyon açısı olarak belirlenir. Bulgular: Geniş serilerde yapılan humerus retroversiyon ölçümleri sonucunda, 10° ile 40° arası sonuçlar bulunmuştur. Humerus retroversiyonu glenohumeral eklem mekaniğini etkilediği için, humeral ve glenoid eklem yüzünün anatomik yerleşimi ve oryantasyonu ile beraber normal kinematiğin, doğru humerus retroversiyon açısında restore edilmesi gerekir. Humerus retroversiyon açısı ölçümündeki en büyük farklılığın proksimal oryantasyon doğrusundan kaynaklanacağı düşünülmektedir. Kıkırdak sınırının irregüler geometrisinden dolayı, humerus merkezinden geçen kesit kullanılarak yapılan ölçüm ile bu seviyenin bir üst veya bir alt seviyesindeki kesit üzerinden yapılacak ölçümün farklı sonuçlar doğuracağı belirlenmiştir. Humerus proksimalinde kıkırdakları birleştiren çizgiyi çizerken, anteriordan ve posteriordan kıkırdakların bittiği noktaları belirlemek güçtür ve bu noktalar mediale ve laterale doğru yer değiştirdikçe doğrunun eğimi de değişecektir. Sonuç: Retroversiyon açısı, cinsiyete ve etnik yapıya göre bireyden bireye çeşitlilik göstermektedir. Ölçümlerin anatomik, radyolojik, tomografik veya sonografik yapılmış olması ve proksimal oryantasyon doğrusunun belirlenmesindeki farklılıklar, sonuçların geniş bir aralıkta olmasına neden olur. Anahtar Sözcükler: BT, humeral retroversiyon açısı, omuz eklemi 4 P35 Parkinsonlu hastalar ile sağlıklı kişilerin MriStudio ile nucleus subthalamicus hacim değerlendirmesi Petekkaya E1, Erbağcı H1, Acer2 N. 1 2 Zirve Üniversitesi EBN Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Gaziantep, Türkiye Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye Amaç: Parkinson hastalığının etyolojisinde, nucleus subthalamicus’ta (NS) bulunan dopaminerjik nöronların dejenerasyonunun rol oynadığı düşünülmektedir. Bu çalışmada, NS hacim değişikliği hastalık prognozunu belirlemede bir belirteç olarak yer alabileceği için, sağlıklı bireyler ile Parkinson hastalarında NS hacim ölçümünün karşılaştırmalı olarak incelemesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: 20 sağlıklı, 20 Parkinson hastası bireyin MR görüntüleri üzerinde MriStudio yazılımı kullanılarak NS hacim ölçümü yapıldı. Beyinde parselasyon yapılan 69 bölgenin niceliksel hacim değerleri (voksel sayısı) elde edildi. Bu bölgeler içerisinde bulunan NS hacmi hesaplandı ve sağlıklı bireyler ile Parkinson hastası grupları arasında elde edilen sayısal veriler karşılaştırıldı. Kontrol ve hasta grubu karşılaştırılmasında bağımsız t testi ve sağ-sol karşılaştırılmasında ise eşleştirilmiş t testi yapıldı. P değeri 0.05 altı anlamlı kabul edildi. Bulgular: Kontrol grubu sağ NS hacim değeri 71.40 mm3, sol NS hacim değeri 50.85 mm3, Parkinson hasta grubunda sağ NS hacim değeri 65.55 mm3, sol NS hacim değeri 52,00 mm3 olarak elde edildi. Cinsiyet farklılığına göre hacim değerleri sağlıklı kadınlarda sağ NS 63.70 mm3, erkeklerde 71.40 mm3 olarak, sol NS hacim ortalamaları kadınlarda 41.30 mm3, erkeklerde 60.40 mm3 olarak bulundu. Hasta grubu kadınlarda sağ NS hacim değeri 64.80 mm3, erkeklerde 66.30 mm3, sol NS hacim değeri kadınlarda 50.70 mm3, erkeklerde 53.30 mm3 olarak bulundu. Kontrol grubu kadınlarda sol NS, sağ NS’e oranla daha küçük bulundu (p <0,003). Sonuç: Kontrol grubu ile Parkinsonlu hastaların MriStudio ile yapılan NS ölçümlerinde gruplar arası bir farklılık gözlenmedi. Sonraki çalışmalarımızda farklı yöntemlerle NS hacim ölçümlerini inceleyerek metodlar arası bir karşılaştırma yapmayı düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: MriStudio, Parkinson hastalığı, nucleus subthalamicus, hacim ölçümü. 5 P36 Ductus nasolacrimalis’in üç boyutlu rekonstrüksiyonu Uygun S, Demiryürek D.M Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AbD., Ankara, Türkiye Amaç: Bu çalışmanın amacı ductus nasolacrimalis’in anatomisinin paranasal sinus bilsayarlı tomografisinde (PNS BT) üç boyutlu rekonstrüksiyonu yapmaktır. Literatürde ductus nasolacrimalis’in üç boyutlu anatomisi hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Gereç ve Yöntem: OsiriXMD programında 20 vaka 20’şer kesit kullanılarak ductus nasolacrimalis’in üç boyutlu rekonstrüksiyonu yapıldı. Bulgular: Sorunsuz olarak üç boyutlu rekonstrüksiyon gerçeklestirildi. Ductus nasolacrimalis’in anatomik komşulukları değerlendirildi. Sonuç: Literatürde çok sınırlı sayıda bulunan ductus nasolacrimalis’in anatomisine yönelik yararlı bilgiler edinildi. Anahtar Sözcükler: Ductus nasolacrimalis, üç boyutlu rekonstrüksiyon, paranasal sinus bilgisayarlı tomografi 6 P37 Düşük şiddetli çok tekrarlı egzersizin kas lifleri üzerine etkisi: DTG çalışması Başbelen M1, Cezayirli E1, Varol T1, Örgüç Ş2 1 2 Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AbD, Manisa, Türkiye Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyodiyagnostik AbD, Manisa, Türkiye Amaç: Diffüzyon tensor görüntüleme (DTG, DTI) son yıllarda yaygınlaşan ve dokulardaki su moleküllerinin difüzyonunu gösteren bir yöntemdir. İlk çıktığı yıllarda daha çok sinir sisteminde aksonların seyrini göstermek için kullanılan bu yöntem son zamanlarda kas dokusunda da kullanılmaya başlanmıştır. Bu çalışma ile düşük şiddetli çok tekrarlı konsantrik kasılma ile yapılan egzersizin kas liflerinin difüzyon parametreleri üzerine etkisinin gösterilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya katılmayı kabul eden sağlıklı, düzenli spor yapmayan 4 erişkinin önce difüzyon ağırlıklı SE-EPI sekansı ileMR görüntüleri elde edildi. Görüntülerin elde edilmesi için şu parametreler kullanıldı: TR: 6200 ms, TE:87.7ms, TM: 150 ms, kesit kalınlığı: 8 mm, alıcı bant genişliği: 2004 Hz/Px, matriks: 64x64, görüntü alanı (FOV): 240x240 mm, b-değeri: 500 s/mm. Elde edilen verilerden Difüzyon katsayısı, Görünür difüzyon katsayısı, Fraksiyone anizotropi, Ortalama difüzivite, Aksiyel difüzivite ve Radiyel difüzivite hesaplandı. Bulgular: MR çekimlerinin yapıldığı gün katılımcıların sağ alt ekstremitede maksimal m. quadriceps femoris kuvvetleri ölçüldü ve 4 haftalık kişiye özel egzersiz programı verildi. Bu programa göre katılımcılar her set 12 tekrar olacak şekilde maksimal m. quadriceps femoris kuvvetinin %50’si ile konsantrik kontraksiyon egzersizi yaptılar. Her set arasında 45 saniye dinlenerek toplam 3 tekrar yaptılar. Bu program haftada 3 kere tekrar edildi ve her hafta sonunda kas kuvveti tekrar değerlendirilerek bir sonraki haftaki programda gerekli ayarlamalar yapıldı. Dördüncü haftanın sonunda aynı MR parametreleri ile DTG MR görüntüleri tekrar elde edildi ve Difüzyon katsayısı, Görünür difüzyon katsayısı, Fraksiyone anizotropi, Ortalama difüzivite, Aksiyel difüzivite ve Radiyel difüzivite tekrar hesaplandı. Sonuç: Elde edilen sonuçlar literatür bulguları eşliğinde değerlendirildi. Anahtar Sözcükler: DTG, egzersiz, m. quadriceps femoris 7 P38 Yüksek şiddetli az tekrarlı egzersizin kas lifleri üzerine etkisi: DTG çalışması Nizam E1, Cezayirli E1, Varol T1, Örgüç Ş2 1 2 Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AbD, Manisa, Türkiye Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyodiyagnostik AbD, Manisa, Türkiye Amaç: Diffüzyon tensor görüntüleme (DTG, DTI) bir dokudaki difüzyonel anizotropiyi gösterebilen ve son yıllarda öne çıkan bir yöntemdir. İlk başlarda nöron uzantılarının seyrini göstermek için kullanılan bu yöntemin daha sonraları doku özelliklerini ve hücresel düzeyde patolojileri non-invazif olarak gösteren bir yöntem olduğu gösterilmiştir. Bu çalışma ile yüksek şiddetli az tekrarlı konsantrik kasılma ile yapılan egzersizin kas liflerinin difüzyon parametreleri üzerine etkisinin gösterilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya katılmayı kabul eden sağlıklı, düzenli spor yapmayan 4 erişkinin önce difüzyon ağırlıklı SE-EPI sekansı ile MR görüntüleri elde edildi. Görüntülerin elde edilmesi için şu parametreler kullanıldı: TR: 6200 ms, TE: 87.7 ms, TM: 150 ms, kesit kalınlığı: 8 mm, alıcı bant genişliği: 2004 Hz/Px, matriks: 64x64, görüntü alanı (FOV): 240x240 mm, b-değerleri: 500 s/mm. Elde edilen verilerden Difüzyon katsayısı, Görünür difüzyon katsayısı, Fraksiyone anizotropi, Ortalama difüzivite, Aksiyel difüzivite ve Radiyel difüzivite hesaplandı. Bulgular: Katılımcıların daha sonra maksimal m. quadriceps femoris kuvveti ölçüldü ve 4 haftalık kişiye özel egzersiz programı verildi. Bu programa göre katılımcılar her set 5 tekrar olacak şekilde maksimal m. quadriceps femoris kuvvetinin %90’ı ile konsantrik kontraksiyon egzersizi yaptılar. Her set arasında 1 dakika dinlenerek 3 set egzersizi haftada 3 kere olacak şekilde tamamladılar. Her hafta sonunda kas kuvveti tekrar değerlendirildi ve gerekli ayarlamalar yapıldı. Dördüncü haftanın sonunda aynı parametreler kullanılarak DTG MR görüntüleri tekrar elde edildi ve Difüzyon katsayısı, Görünür difüzyon katsayısı, Fraksiyone anizotropi, Ortalama difüzivite, Aksiyel difüzivite ve Radiyel difüzivite tekrar hesaplandı. Sonuç: Elde edilen sonuçlar literatür bulguları eşliğinde değerlendirildi. Anahtar Sözcükler: DTG, egzersiz, m. quadriceps femoris 8 P39 Sinus frontalis’in üç boyutlu rekonstrüksiyonu Vatansever A, Demiryürek D.M Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Amaç: Bu çalışmanın amacı sinus frontalis’in anatomisinin paranasal sinus bilgisayarlı tomografisinde (PNS BT) üç boyutlu rekonstrüksiyonu yapmaktır. Literatürde sinus frontalis’in üç boyutlu anatomisi hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Gereç ve Yöntem: OsiriX-Lite programında 20 vaka 20’şer kesit kullanılarak sinus frontalis’in üç boyutlu rekonstrüksiyonu yapıldı. Bulgular: Sorunsuz olarak üç boyutlu rekonstrüksiyon gerçeklestirildi. Sinus frontalis’in anatomik komşulukları değerlendirildi. Sonuç: Literatürde çok sınırlı sayıda bulunan sinus frontalis’in anatomisine yönelik yararlı bilgiler edinildi. Anahtar Sözcükler: Sinus frontalis, üç boyutlu rekonstrüksiyon, paranasal sinus bilgisayarlı tomografi 9 P40 İnfraorbital kanal anatomisi ve ilişkili anatomik yapıların çok-kesitli BT ile değerlendirilmesi Uzun Ç,1 Şanverdi Ş. E, 2 Üstüner E,1 Gürses M. A,2 Şalvarlı Ş.2 1 2 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye İntegra Tıbbi Görüntüleme Merkezi, Ankara, Türkiye Amaç: İnfraorbital kanal (İOK) maksiller sinüsün süperior ve lateral duvarında yer alan bir kemik kanaldır. İnferior orbital fissür ile devamlılık gösterir ve anteriorda infraorbital foramene (İOF) açılır. İOK inferior orbital sinir (İOS) ve inferior orbital arter (İOA) gibi önemli anatomik yapılar içerir. İOS’nin üç dalından biri olan anterior süperior alveoler sinir (ASAS), İOK’nın ön 1/3’lük bölümünde İOS’den ayrılır ve anterior süperior alveoler kanal (ASAK) olarak adlandırılan ince bir kanal içerisinde seyreder. ASAK, İOF’ye açılmadan hemen önce İOK’ya katılır ya da ayrı bir foramen aracılığı ile maksiller kemik ön yüzüne açılır. İOK anatomisi, terapötik sinir blokajı planlanan kontrol edilemeyen ya da tedaviye yanıtsız trigeminal nevralji hastalarında önem arz etmektedir. Ayrıca maksillofasiyal, orbital ve dental cerrahi girişimler sırasında İOS ve İOA iyatrojenik yaralanmalara maruz kalabilmektedir. İOK ve İOF’nin preoperatif dönemde çok kesitli bilgisayarlı tomografi (ÇKBT) ile değerlendirilmesi ve anatomik özelliklerinin saptanması tedavi yönetiminde ve komplikasyonların önlemesinde faydalı olabilir. Bu çalışmanın amacı İOK’nın anatomik özellikleri ve varyasyonlarının değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Dijital olarak arşivlenmiş 246 olguya ait (ortalama yaş; 36.7 ± 24.4, E/K: 154/92) 492 İOK’nın ÇKBT görüntüleri retrospektif olarak gözden geçirilmiştir. İOK’nın seyri ve kemik yapısı, ASAK varlığı ve İOF sayısı değerlendirilmiştir. Bulgular: İOK, incelemelerin çoğunda (%64) kanaldan çok oluk olarak görüntülenmiştir. Görüntülerin %23’ünde gerçek bir kanal görülmüştür. İOK, görüntülerin %83’ünde (n = 408) komşu maksiler sinüsün süperior-lateral duvarı boyunca seyretmiştir. Görüntülerin %88’inde (n = 433) tek İOF izlenmiştir. ASAK, görüntülerin %44’ünde (n = 216) mevcuttur. ASAK, İOK’nın lateralinde (n = 135, 62.5%) ya da inferiorunda (n = 81, 37.5%) görülmüştür. ASAK’nın görüldüğü olguların %72.6’sında ASAK ve İOK, İOF’nin hemen öncesinde bileşme göstermektedir. Sonuç: İOK ve ilişkili yapıların anatomisinin değerlendirilmesinde ÇKBT doğru bilgi sağlayabilmektedir. Görüntüleme bulgularının anatomik çalışmalar ile korelasyonu görüntülemenin değerini arttırabilir. Anahtar Sözcükler: İnfraorbital kanal, anterior süperior alveoler kanal, inferior alveoler sinir, çok-kesitli BT 10 P41 Tek taraflı karpal tünel sendromu olgularında canalis carpi içindeki yapıların manyetik rezonans görüntülerinin kesitsel olarak incelenmesi Gülaçtı M.M1, Acer N2, Demirel A3 1 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi SHMYO, Terapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Kahramanmaraş, Türkiye 2 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye 3 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizik Tedavi Anabilim Dalı, Kahramanmaraş, Türkiye Amaç: Karpal tünel sendromu (KTS) en sık karşılaşılan sinir sıkışması nörapatisidir ve nedeni çoğu zaman idiopatiktir. KTS’li hastalardan aldığımız raporlara göre ağır işlerde el bileğinin aşırı kullanımından dolayı tenosinovit ve lumbrikal kasların hipertrofisine bağlı olarak KTS oluşumu tetiklenmektedir. KTS teşhisi sinir iletim çalışmalarına ve klinik bilgilere dayanmaktadır. Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) ile canaliscarpi(CC)’yi oluşturan yapılar hakkında anatomik bilgi elde edilebilir. Bu çalışmada, tek taraflı KTS’li hastalarda her iki el bileğine ait MRG görüntülerinde CC’den geçen yapıların yüzey alanlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon kliniğine, elinde uyuşma ve kuvvet kaybı şikâyetleri ile başvuran; hikaye, fizik muayene ve Elektromiyografi(EMG) kaydı sonucunda unilateral idopatik karpal tünel sendromu (KTS) tanısı konulmuş 5 kadın hasta dahil edilmiştir. KSÜ Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim dalında rutin çekilen el bileği MRG görüntüleri üzerinde Analyze12.0 programı kullanılarak canalis carpi içerisindeki yapıların venervus medianusun(NM) kesit yüzeyel alanları ölçülmüştür. Elde edilen verilerin istatistiksel analizinde SPSS15.0 istatistiksel analiz programı kullanılmıştır. Bulgular: El bileğinde proksimal sırada yer alan carpal kemikler hizasından alınan axial kesitte, canalis karpiden geçen yapıların hasta taraf ile sağlam taraf arasındaki istatistiksel ilişki karşılaştırılmıştır. Hasta tarafa ait nervus medianusun canalis carpi’ye oranı (NM/CC) ile sağlam tarafa ait NM/CC oranı karşılaştırıldığında; hasta tarafın NM/CC değeri 0,10 ± 0,03 iken; sağlam tarafa ait değer 0,10 ±0,04 olarak bulunmuştur. Bu veriler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark elde edilmiştir (p≤0,05). Hasta taraftaki NM ait kesit alanı, sağlam tarafa ait kesit alanı ile karşılaştırıldığında, hasta tarafın değeri (28,3766 ±8,52713)sağlam tarafa(27,0718 ±9,18656)göre daha büyük olarak elde edilmiştir (p≤0,05). Her iki bileğe ait CC’den geçen tendonların karşılaştırılmasında ise hasta taraftaki tendonların kesit alanları değeri (100,1966 ± 7,81720) sağlam tarafagöre (94,7878 ± 7,59041)daha büyük olarak tespit edilmiştir.Bu veriler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark elde edilmiştir (p≤0,05). Sonuç: KTS’li hastalarda NMve CC’den geçen tendonların kesit alanının arttığı tespit edilmiştir. Bu sonuçlar KTS ile ilgili yapılan diğer çalışmaları desteklemektedir. Elde edilen bulguların kliniğe katkı sağlayacağını düşünmekteyiz. Çalışma Erciyes Üniversitesi BAP tarafından TDK-2015-6250 proje kodu ile desteklenmektedir. Anahtar Sözcükler: nervus medianus, idopatik, canalis carpi, kesit alan 11 P42 Capitulum humeri: anatomik ve klinik olarak gözden geçirilmesi Günenç Beşer C¹, Erçakmak B¹, Demiryürek D¹, Özsoy H², Özsoy A³ ¹Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye ²Memorial Ankara Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği, Ankara, Türkiye ³Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Amaç: Bu derlemede, capitulum humeri’nin anatomisi, bağlantılı olduğu ligamentler, vasküler paterni, patolojileri ile dirsek ekleminin biyomekaniğinin güncel literatür bilgisi içerisinde değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Capitulum humeri, humerus’un distal ucunda yer alan küre şeklinde anatomik bir oluşumdur ve klinikte capitellum olarak da isimlendirilir. Humerus distali mediolateral planda medial ve lateral kolonlara ayrılır. Lateral kolon, humerus diafizinin uzun ekseniyle öne doğru 20°’lik bir açı yaparak distalde capitulum’u oluşturur. Capitulum, articulatio cubiti’de articulatio humeroradialis’in humeral komponentini oluşturur. Önde yaklaşık 2 mm kalınlığında hyalin kıkırdak ile kaplıdır. Bu kıkırdak sınır cerrahide yerleştirilecek plağın yerleştirilebileceği sınırı da belirler. Capitulum humeri, trochlea humeri’den trochleacapitellar oluk ile ayrılır, caput radii fleksiyon sırasında bu oluğa yerleşir. Articulatio humeroradialis (radiocapitellar eklem), articulatio spheroidea tipinde bir eklemdir, rotasyon aksı aynı zamanda ön kol rotasyonunun mekanik aksıdır. Bu aks caput radii’nin merkezi ile distaldeki caput ulnae’nın merkezini birleştiren oblik çizgidir. Capitulum humeri kırıkları çok nadirdir; dirsek kırıklarının % 1’ini, distal humerus kırıklarının ise % 6'sini oluşturur. Bu izole kırıklar daha çok ekstansiyondaki dirseğin makaslama kuvvetleri ile zorlanması sonucu oluşurlar. Kırık sonrası bölgede Panner hastalığı ve osteochondritis dissecans gibi avasküler nekroz tabloları ortaya çıkabilir. Bu kişilerde hareket genişliği azalır özellikle ekstansiyon etkilenir. Radyografide, epifizde ve capitellum sınırlarında düzensizlik ve fragmantasyon (Panner hastalığı) görülebilir. Subkondral kemiğin avasküler nekrozu komşu kıkırdak yapılarda da kayba neden olur. Capitulum kırıkları sonrası gelişen tablolarda daha çok konservatif tedavi tercih edilir; immobilizasyon ve anti-inflamatuvar ilaçlara başvurulur. Hem tanı amaçlı hem de cerrahi tedavi gerektiren durumlarda artroskopi tercih edilebilir. Capitulum’un anatomisi ve patolojilerinin özellikle artroskopi görüntüleri kullanılarak değerlendirilmesi planlanmıştır. Capitulum humeri’nin anatomi ve cerrahide kullanılan farklı terminolojisi üzerinde durulmuştur. Anahtar Sözcükler: Capitulum humeri; capitellum; articulatio humeroradialis; avasküler nekroz; osteochondritis 12 P43 Uzamsal hafıza ile gyrus parahıppocampalis arasındaki ilişki: voksel-tabanlı morfometri çalışması Derin D1, Cezayirli E1, Varol T1, Roberts N2 1 2 Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AbD, Manisa, Türkiye MARIARC, University of Liverpool, Liverpool, UK Amaç: Gyrus parahippocampalis’in episodik hafızada rolü olduğu bilinmektedir. Gyrus parahippocampalis, Perirhinal korteks ve parahippokampal korteks olmak üzere iki kortikal sahadan oluşmaktadır ve bu iki sahadan parahippokampal korteks özellikle uzamsal hafıza süreçlerinde rol aldığı ileri sürülmektedir. Bu çalışmada parahippokampal korteks hacmi ile uzamsal hafıza arasında ilişki olup olmadığı voksel-tabanlı morfometri (VTM) ile araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya sağ elini kullanan 48 sağlıklı erişkin erkek katıldı. Katılımcılar geçerliliği ve güvenirliği kanıtlanmış olan Weschler Memory Scale-Revised (WMS-R) testini tamamladıktan sonra 1.5 T MR cihazı ile T1 ağırlıklı, yüksek çözünürlüklü MR görüntüleri elde edildi. Voksel-tabanlı morfometri için SPM8 yazılımı kullanıldı. Bu yazılım ile her MR görüntüsü uzamsal olarak normalize edildi, gri cevher, beyaz cevher ve BOS olmak üzere 3 bölüme segmente edildi. Gri cevher içeren her voksel için WMS-R uzamsal hafıza puanı ile regresyon analizi yapıldı. Sonuçlar İstatistiksel parametrik harita ile gösterildi. Bulgular: VTM sonucu parahippokampal korteks gri cevher yoğunluğu ile WMS-R uzamsal hafıza puanı arasında anlamlı bir ilişki saptanamadı. Sonuç: Sonuçlar, daha iyi uzamsal hafızanın parahippokampal korteks gri cevher sadece yoğunluğu ile açıklanamayacağını, bu süreçte sinaptik bağlantıların fazlalığı gibi başka faktörlerin de önemli olduğunu düşündürmektedir. Anahtar Sözcükler: VTM, gyrus parahippocampalis, morfometri 13 P44 Dudak kalınlıklarının yaş ve ırksal farklılıkları: bir ön çalışma Kürkçüoğlu A1, Karaca Bozdağ Z2, Oğuz Ö3 1 Başkent Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye 3 Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Adana, Türkiye 2 Amaç: Yüzün üst yarısında gözler, alt yarısında ise dudaklar insanlar için çekici ve güzel görünmek açısından önem taşıyan yapılardır. Yüz estetiğinde uyum ve fonksiyonel kayıp estetik ve rekonstrüktif cerrahi ve ortodontik tedavilerde önemli bir hedef olarak kabul edilmektedir. Dudaklarda da yumuşak doku kalınlığı yaş, cinsiyet ve ırka bağlı olarak değişim göstermektedir. Bu çalışmada amacımız, Türk toplumunda üst ve alt dudak yumuşak doku özelliklerini cinsiyete bağlı olarak değerlendirmek ve sonuçları farklı ırklarla karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Sınıf I maloklüzyon’a sahip 20-25 yaşları arasında 48 (26 erkek, 22 kadın), 26-74 yaşları arasında 117 (87 erkek, 30 kadın) bireyin lateral sefalometrik görüntüleri kullanıldı. Daha önce ortodontik tedavi görmüş, normal büyüme ve gelişme özelliği göstermeyen ve yüz bölgesinden cerrahi tedavi geçirenler çalışmaya dâhil edilmedi. Bireylerin sefalometrik görüntüleri üzerinde üst ve alt dudak kalınlık ölçümleri yapıldı. Sonuçlar farklı ırk ve etnik kökene sahip bireylerin sonuçlarıyla karşılaştırıldı. Bulgular: Üst dudak kalınlığı; 20-25 yaş arasında değişen erkeklerde 30,0±4,5 mm, kadınlarda 22,8±3,9 mm bulundu ve cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı olarak değerlendirildi (p=0,0001). 26-74 yaş erkek ve kadınlarda üst dudak kalınlığının kısmen daha ince ve cinsiyetler arasında fark olduğu bulundu (p=0,0001). Alt dudak kalınlıklarının her iki cinste ve her iki yaş aralığında da üst dudağa göre daha kalın olduğu belirlendi. Farklı ırklarda yapılan çalışmalar incelendiğinde; bizim sonuçlarımıza en yakın değerlerin Japon ırkında olduğu dikkat çekti. Hindistanlı bireylerde yapılan ölçümlerde her iki cinste de dudak kalınlıklarının daha ince olduğu saptanırken (erkek: 22,33 mm; kadın: 19,62 mm), Güney Hindistan’lı bireylerde alt dudak kalınlığının her iki cinsiyet için de daha kalın (erkek: 48,82 mm; kadın: 41,13 mm) olduğu bulundu. Sudan ve Yemen ırkında ise, üst dudak kalınlıklarının kısmen bizim sonuçlarımıza yakın, alt dudak kalınlıklarının ise farklı olduğu belirlendi. Üst dudak kalınlıklarının Türk bireylerde Avrupalı-Amerikalı beyaz bireylere nazaran daha kalın olduğu, alt dudak kalınlıklarının ise bu iki ırk arasında farklı olmadığı saptandı Sonuç: Çalışmamızın Türk popülasyonunda tanı ve tedavilerin planlanması için normatif bir sefalometrik data oluşturmakla beraber, ırksal farklılıkları ortaya koymaya yardımcı olacağı kanısındayız. Çalışmamız veri sayısı arttırılarak ve Anadolu’nun farklı yörelerinden verilerle genişletilerek devam etmektedir. Anahtar Sözcükler: Dudak kalınlıkları, ırksal farklılıklar, sefalometri 14 P45 El kavrama kuvveti ile beden yapısı arasındaki ilişki: Bir ön çalışma Kürkçüoğlu A Pelin C , Öktem H Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara Amaç: El fonksiyonları içerisinde elin kavrama kuvveti, günlük yaşam aktivitelerinin devamlılığı için önemli bir fonksiyondur. Elin kavrama kuvveti normal biyokinetik şartlar altında bütün parmakların maksimum güçte istemli fleksiyonu olarak tanımlanır. Bireyin beslenmesi, fiziksel gücü ve sağlık durumu hakkında genel bilgi veren güvenilir bir gösterge olarak kabul edilmektedir. El kavrama kuvveti yaş, cinsiyet ve beden kitlesinden etkilenen fizyolojik bir değişkendir. Çalışmamızda elin kavrama kuvveti ile bedensel yapı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 18-25 yaş aralığındaki toplam 150 (66 kadın ve 84 erkek) Başkent Üniversitesi öğrencisi katıldı. Tüm katılımcılardan boy, ağırlık, deri kıvrım kalınlıklarının yanı sıra her iki el kavrama kuvveti ölçümleri alındı. El kavrama kuvveti el dinamometresi (Lafayette instruments, USA) kullanılarak ölçüldü. Deri kıvrım kalınlıkları biceps, triceps, subscapular, suprailiac olmak üzere dört farklı bölgeden alındı. Beden kitle indeksi (BKİ) kg/m2 formülüne göre, yağsız beden kitlesi (YBK) ise boy, ağırlık ve dört deri kalınlığı ele alınarak Kulkarni B (2013)’de tanımlanan formül ile hesaplandı. Bulgular: Cinsiyetler arasında sağ ve sol el kavrama kuvveti bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu (p=0,00). Erkeklerin sağ ve sol el kavrama kuvvetleri ortalama değerleri kadınlarla karşılaştırıldığında daha yüksek olduğu görüldü. Örneklem BKİ’ne göre zayıf, normal, fazla kilolu ve obez olmak üzere dört gruba ayrıldığında el kavrama kuvveti açısından aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu gözlendi (p= 0,015). El kavrama kuvveti değerleri ile BKİ ve YBK arasındaki ilişkiye bakıldığında, hem sağ hem sol el kavrama kuvvetleri ile YBK arasındaki ilişkinin bu değerlerin BKİ ile olan ilişkisinden daha kuvvetli olduğu görülmüştür. Sonuç: Sonuç olarak bir ön çalışma niteliğinde olan bu araştırma sonuçlarına göre el kavrama kuvvetinin planlanan farklı klinik ve cerrahi tedavi yaklaşımlarında ve sonrasında belirlenecek olan klinik takiplerde faydalı olacağı kanısındayız. Anahtar Sözcükler: El kavrama kuvveti, Beden kitle indeksi (BKI), Yağsız beden kitlesi (YBK) 15 P46 Sağlıklı bireylerde yüz yumuşak dokusundaki asimetrinin üç boyutlu nicel analizi Özsoy U Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AbD, Antalya, Türkiye Amaç: Yüz simetrisinin sağlanması estetik ve rekonsriktif cerrahinin temel amacıdır. Ayrıca, fasiyal deformiteye sahip hastalar için yüzün kozmetik olarak düzeltilmesi sosyal ve psikolojik olarak oldukça önemlidir. Sağlıklı bireylerde belirli miktarda fasiyal asimetri görülmektedir. Fasiyal deformitelerin sağlıklı bireylerle karşılaştırılabilmesi için bu tür referans asimetri değerlerinin bilinmesi önemlidir. Çalışmamızın amacı sağlıklı bireylerde yüz yumuşak dokusundaki asimetrinin üç boyutlu (3B) olarak belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Yüz asimetri analizi 51 gönüllünün (23 erkek: ortalama 22 ± 2.2 yaşında; 28 kadın: ortalama, 21.1 ± 2.1 yaşında) 3B tarayıcı ile elde edilen görüntülerinde gerçekleştirildi. Yüzün ayna görüntüsü oluşturulduktan sonra orijinal maske üzerine oturtularak karekök ortalama (RMS) değeri hesaplandı. Bulgular: Yüzün orijinal ve ayna görüntüsü arasındaki karşılaştırmadan elde edilen RMS değeri; total yüz için 0.95±0.29mm, üst yüz için 0.89±0.39mm, orta yüz için 0.93±0.33mm, alt yüz için 0.91±0.4mm, göz için 0.81±.029mm, burun için 0.9±0.49mm, ağız için 0.79±0.39mm, çene için 0.89±0.56mm ve yanak için 0.87±0.31mm olarak hesaplandı. Sonuç: Çalışmamız genç sağlıklı bireylere ait total ve kısmi yüz yumuşak dokusu asimetri değerlerini sunmaktadır. Sonuçlarımız incelendiğinde sağlıklı bireylerde normal asimetri RMS değerlerinin belirlenmesi için daha fazla çalışma yapılması gerekliliğini göstermektedir. Bu çalışma Akdeniz Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimi tarafından desteklenmiştir (Proje no: 2014.01.0103.009). Anahtar Sözcükler: Yüz asimetrisi, 3B görüntüleme, Karekök ortalama 1 P47 Yeniden yüzlendirme: Anatomik ve antropolojik bir perspektif Çetin N.1, Özdemir F.2, Bulut Ö3 1 Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim Araştırma Hastanesi, Çorum, Türkiye Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Ana Bilim Dalı, Çorum, Türkiye 3 Hitit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Antropoloji Ana Bilim Dalı, Çorum, Türkiye 2 Amaç: Yeniden yüzlendirme, bir dizi anatomik ve antropolojik kurala bağlı olarak kil yapısında olan maddenin kafatası üzerinde form verilmesi yöntemi ile yüzün yeniden yapılandırılmasıdır. Anatomi, antropoloji, arkeoloji bilimleri ve sanat içerisinde farklı temalarda kullanılan yeniden yüzlendirme, adli bilimler açısından bakıldığında ise kimliği belirlenemeyen bir bireye ait kafatasının anatomik ve morfolojik yapısı ile metrik, geometrik ve morfometrik boyut ve özelliklerinin değerlendirilmesi yoluyla yüz görüntüsünün belirlenebildiği bir yardımcı kimlik tespit yöntemidir. Bu çalışmada; yeniden yüzlendirmenin tarihçesi, kullanılan metotlar ve adli kimliklendirmedeki kullanım alanının ortaya konulması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Yeniden yüzlendirme çalışmasında; iki boyutlu (2B), üç boyutlu (3B) ve bilgisayar destekli üç boyutlu (BD3B) olmak üzere 3 farklı teknik kullanılmaktadır. Her bir teknik içerisinde ise uygulanabilecek Anatomik (Rus), Yumuşak Doku Kalınlığı (Amerikan) ve Kombine (Manchester) olarak sıralanabilecek üç metot geliştirilmiştir. 2B yeniden yüzlendirme, kafatasının istenilen standart ve düzlemde çekilmiş fotoğrafı üzerine yapılacak çizim çalışması ile tamamlanabilmektedir. Buna karşın 3B yeniden yüzlendirmede, duplikatı elde edilmiş kafatası modeli üzerine kil ya da plastelinin modellenmesi suretiyle yüz yeniden yapılandırılmaktadır. BD3B yeniden yüzlendirme tekniğinde ise lazer tarayıcı ve 3B yazılımlara gereksinim duyulmaktadır. Gerek uygulanan teknikler ve gerekse teknikler içerisinde tercih edilen metotların maliyet, zaman ve teorik/pratik tecrübe ve başarı/benzerlik oranı bazında birbirlerine kıyasla avantajları ve dezavantajları bulunmaktadır. Bulgular: Yeniden yüzlendirmenin kimliklendirmeye ve adli bir vakanın çözümlenmesine sağladığı yararlar büyüktür. Adli olgularda yeniden yüzlendirme ilk olarak 1940’lı yıllarda kullanılmıştır. 1970’te Snow ve arkadaşlarının çalışmalarının hemen ardından ABD’de yeniden yüzlendirme çalışmaları gelişme göstermiş ve çok sayıda adli vakanın aydınlatılmasına ve kimliklendirmenin yapılmasına katkı sağlamıştır. Ülkemizde ise yeniden yüzlendirme çalışmaları ilk olarak 1994 yılında Adli Tıp Kurumu’nda başlamış ve çok sayıda adli vakada yeniden yüzlendirme çalışması uygulanmıştır. 2010 yılında ise Emniyet Kriminal Daire Başkanlığı bünyesinde kurulan Adli Antropoloji laboratuvarında yürütülen yeniden yüzlendirme çalışmaları ile hız kazanmıştır. 2014 ve 2015 yıllarında sırasıyla 320, 450 ve 167 birey üzerinde yapılan radyolojik çalışma ile Anadolu popülasyonuna ait yüz doku kalınlık ortalamaları belirlenmiştir. Yeniden yüzlendirme çalışmalarında yüz doku kalınlıklarının yanı sıra yüze ait morfolojik yapıların belirlenmesine yönelik olarak regresyon eşitleme formülleri uygulanmaktadır. Ancak, ülkemiz popülasyonuna özgü yüz yapı ve uzuvlarının modellenmesine yönelik regresyon formülleri bulunmamaktadır. Sonuç: Anadolu popülasyonuna ait regresyon formüllerinin geliştirilmesi ya da var olan regresyon formüllerinin uyarlanması ülkemizde yürütülecek yeniden yüzlendirme çalışmalarındaki benzerlik derecesini ve başarı oranını yükseltecektir. Anahtar Sözcükler: Adli antropoloji, yeniden yüzlendirme, kimliklendirme, yüz doku kalınlığı, regresyon formülü 2 P48 Genç Türk populasyonunda fasiyal yumuşak dokunun parametrelerle fotoğrafik-antropometrik analizi: ön çalışma doğrusal ve açısal Yüzbaşıoğlu N1, Shojaolsadati P, Yüzbaşıoğlu HE2, Ekiz Y1, Şakul BU1 1 İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye İstanbul Medipol Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye 2 Amaç: Bu çalışma yüz bölgesindeki farklı antropometrik noktaların genç Türk populasyonundaki kadın ve erkeklerde, ortalama değerlerini hesaplamak amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya İstanbul Medipol Üniversitesi’nde çeşitli fakültelerde okumakta olan toplam 41 öğrenci (30 kadın, 11 erkek) katılmıştır. Çalışmaya sadece class 1 oklüzyonu olan 18 ile 25 yaş arası adaylar kabul edilmiştir. Her bir öğrencinin portre ve profil fotoğrafları çekildikten sonra, fotoğrafların analizi ImageJ programı kullanılarak yapılmıştır. Her bir öğrenciye ait fotoğraflar üzerinde 22 parametre (frontotemporal genişlik (FT-FT), frontozygomatic genişlik (FZ-FZ), trichion-glabella (TR-G), trichion-nasion (TR-N), glabella-subnasale (G-SN), bi-zygion (BZG), bi-gonion (BGO), trichion-gnathion (TR-GN), nasion-gnathion (N-GN), stomion-nasion (STO-N), stomion-gnathion (STO-GN), sublabiale-gnathion (SL-GN), gnathion-subnasale (GN-SN), bi-cheillion (BCH), bi-endocanthion (BEN), sağ ve sol exocanthion-endochanthion (EX-EN), bi-alare genişlik (BAL), nasion-subnasale (N-SN) ve nasofrontal (NFrA) açı, orta yüz yüksekliği açısı (MFHA) ve alt yüz yüksekliği açısı (LFHA)) ölçülmüştür. Bulgular: TR-N, N-GN, STO-GN, SL-GN, GN-SN, BAL, N-SN ve MFHA parametrelerine ait ortalama değerlerin erkeklerde kızlardan daha büyük olduğu tespit edilmiştir. Yalnızca STO-GN ve NFrA parametrelerinin cinsler arasında anlamlı istatistiksel farklılık gösterdiği tespit edilmiştir (p<0,05). Çalışmamızda ayrıca genç Türk populasyonunda yüz şekli tiplendirmesi de kısa-geniş (tip 1), normal (tip 2) ve uzun-dar (tip 3) şeklinde yapılmıştır. Buna göre kızlarda en fazla tip 1 (% 46,7), erkeklerde ise tip 2 (% 81,8) olarak tanımlanan yüz tipleriyle karşılaşılmıştır. Yüz tipleriNİN cinsler arasında istatistiksel olarak farklı olduğu tespit edildi (p<0,05). Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen normal antropometrik verilerin anatomi, antropoloji, adli tıp, diş hekimliği alanında çalışan araştırmacılar ile aynı zamanda estetik ve post-travmatik operasyonların planlanmasında referans değerler olarak faydalı olacağı düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: Fasiyal antropometri, Fotoğrafik analiz, Antropometrik yumuşak doku profili, Genç Türk popülasyonu 3 P49 Genç erişkin erkeklerde el orta parmağının bazı yüz uzunluklarına oranları Taşkınalp O, Sencer Ö Trakya Üniversitesi Tıp fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye Amaç: El, hem hareket hem de duyu organı olmakla birlikte, yüzden sonra saklanması en güç vücut bölümüdür. Çalışmamızda orta parmak uzunluğu ille diğer vücut uzunlukları arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmayı yaş ortalaması 22.8 ± 2.1 olan 100 gönüllü erkek dahil edildi. Her bir gönüllünün boy yüksekliği (BY), orta parmak uzunluğu (ORU) , yüz yüksekliği (YY), Burun uzunluğu (BU), Kulak uzunluğu(KU), alt yüz yüksekliği (AYY), ve ağız genişliği(AG) ölçüldü. Bulgular: Çalışmaya dahil ettiğimiz gönüllerin antropometrik ölçümleri mm cinsinden sırasıyla; OPU: BY 1769 ± 9,2, BU: 55,2 ±4,5, KU: 62,2 ± 5,2, AYY: 70,7 ± 6,3, AG: 57 ± 4,6 . Antropometrik ölçümlerin orta parmakuzunluğuna oranı değerlendirildiğinde; Yüz yüksekliği /OPU: 1,7; BU/OPU: 0,5; KU/OPU:0,5; AYY/OPU:0,6; BU/OPU:0,5 ; AG/OPU: 0,5 olarak bulundu. Sonuç: Burun uzunluğu, ağız genişliği, kulak uzunluğu her insanın kendi orta parmak uzunluğuklarının yaklaşık olarak yarısına ait olduğu sonucu bulunmuştur. Verilerimizin daha sonraki çalışmalara kaynak oluşturacağı kanaatindeyiz. Anahtar Sözcükler: El orta parmağı, kulak uzunluğu, ağız genişliği 4 P50 Strese bağlı artış gösteren kortizol seviyesinin ayak bileği proprioception duyusuna etkisinin incelenmesi Şenol D1, Uçar C2, Çay M1, Özbağ D1, Yıldız S2 1 2 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Amaç: Tıp Fakültesi öğrencilerinde de stresin yoğun olarak yaşandığı kabul edilmektedir. Stres, hipotalamus-hipofiz-adrenal aksı (HPA) etkileyerek kortizol seviyesinin yükselmesine neden olmaktadır. Bu çalışmanın amacı strese bağlı artış gösteren kortizol seviyesinin ayak bileği proprioception duyusuna etkisinin incelenmesidir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem I öğrencilerinden 60 kişi katıldı. Öğrencilere komite sınavından bir ay önce relax dönemde dijital inclinometre ile tasarlanmış cihaz yardımıyla ayak bileği proprioception ölçümlerinin belirlenmesi sağ ve sol ayak için ayrı ayrı ölçüm yapıldı. Ayak bileği proprioception duyusu aktif reproduction testi kullanılarak gözler açık ve kapalı konumda iken 10º dorsifleksiyon, 11º plantar fleksiyon ve 25º plantar fleksiyon açılarında değerlendirildi. Bu açılardan sapmalar proprioception skoru olarak kaydedildi. Stres değerlendirilmesi için tükürük örneği alındı ve STAI-I durumluk kaygı ölçeği uygulandı. Aynı testler komite sınavının olduğu gün tekrarlandı ve tekrar stres değerlendirilmesi için tükürük örneği alınıp, STAI-I uygulandı. Tükürük örneklerinde kortizol konsantrasyonu belirlendi. Böylelikle relax dönem ve stresli dönem arasındaki ayak bileği proprioception test skorları ve stres arasındaki ilişki ortaya konuldu. Verilerin normal dağılıma uygunluğu Shapiro-Wilk testi ile incelendi ve normal dağılama uymadığını tespit edildi. Verilerin analizinde Wilcoxon Eşleştirilmiş 2’li örnek testi kullanıldı. Korelasyonlar Spearmann Rho katsayısı ile hesaplandı. p<0.05 değerleri anlamlı olarak kabul edildi. IBM SPSS Statistics 22.0 for Windows paket programı kullanıldı. Bulgular: Yapılan Wilcoxon testine göre gözler açık iken 10º dorsifleksiyon, 11º plantar fleksiyon ve 25º plantar fleksiyon açılarında sağ ve sol ayak proprioception skorları arasında istatiksel olarak fark tespit edilmedi (p>0,05). Aynı açılarda gözler kapalı konumda sağ ve sol ayak proprioception skorları arasında istatiksel olarak anlamlı fark olduğu belirlendi (p<0,05). Kortizol ve STAI ölçeğinin relax ve stresli dönemde karşılaştırılması için yapılan Wilcoxon analizine göre istatiksel olarak anlamlı fark olduğu belirlendi (p<0,05). Spearmann Rho analizine göre gözler açık iken sağ ve sol ayak proprioception skorları ile kortizol ve STAI durumluluk kaygı ölçekleri arasında anlamlı korelasyon tespit edilememişken, gözler kapalı konumda aynı açılar arasında istatiksel olarak pozitif yönlü anlamlı korelasyon olduğu belirlendi. Sonuç: Tıp Fakültesi öğrencilerdeki sınav stresine bağlı artış gösteren kortizolün öğrencilerin proprioception skorları üzerine olumsuz etkisinin olduğu sonucuna varıldı. Stresli dönemde gözler açık konumda iken proprioception skorlarındaki sapma ile öğrencilerin başa çıkabildiği, gözler kapalı iken bunun mümkün olmadığı belirlendi. Anahtar Sözcükler: kortizol, stres, proprioception 5 P51 Orucun ayak bileği proprioception duyusuna etkisinin incelenmesi Şenol D, Çay M, Özbağ D İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Amaç: İnsan vücudu bir makineye benzer. Çalışmakta olan bir makine, bakımdan ve dinlenmeden yoksun tutulursa verimliliğini kaybeder. İnsan vücudunun da dinlenmeye ve bakıma gereksinimi vardır. Oruç, vücudun dinlenmesine, yıpranmamasına ve yardımcı olur. Ayrıca, vücutta toplanan toksin maddeler, obeziteye neden olan yağlar atılarak fiziksel dengenin korunmasını sağlar. Bu çalışmada orucun ayak bileği proprioception duyusuna etkisinin incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem I öğrencilerinden 30 kişi katıldı. Öğrencilere Ramazan ayından 2 hafta önce normal yaşantılarına devam ederken dijital inclinometre ile tasarlanmış cihaz yardımıyla ayak bileği proprioception ölçümlerinin belirlenmesi sağ ve sol ayak için ayrı ayrı ölçüm yapıldı. Ayak bileği proprioception duyusu aktif reproduction testi kullanılarak gözler açık ve kapalı konumda iken 10º dorsifleksiyon, 11º plantar fleksiyon ve 25º plantar fleksiyon açılarında değerlendirildi. Bu açılardan sapmalar proprioception skoru olarak kaydedildi. Aynı test Ramazan ayının başladığı ve çalışmaya katılan öğrencilerin oruçlu olduğu gün tekrarlandı. Böylelikle oruçlu dönem ve oruç tutulmayan dönem arasındaki ayak bileği proprioception ilişkisi ortaya konuldu. Verilerin normal dağılıma uygunluğu Shapiro-Wilk testi ile incelendi ve normal dağılıma uymadığını tespit edildi. Verilerin analizinde Wilcoxon Eşleştirilmiş 2’li örnek testi kullanıldı. p<0.05 değerleri anlamlı olarak kabul edildi. Bulgular: Yapılan Wilcoxon testi sonucuna göre orucun sağ ayak gözler kapalı iken 10º dorsifleksiyon, 11º plantar fleksiyon açılarında istatiksel olarak anlamlı (p<0,05), gözler açık tüm açılarda ve gözler kapalı 25º plantar fleksiyon açısı ile istatiksel olarak anlamsız (p>0,05) ilişkisi olduğu belirlendi. Sol ayak gözler kapalı iken sadece 11º plantar fleksiyon açısıyla istatiksel olarak anlamlı (p<0,05), gözler açık tüm açılarda ve gözler kapalı 10º dorsifleksiyon ve 25º plantar fleksiyon açılarında istatiksel olarak anlamsız (p>0,05) ilişkisi olduğu belirlendi. Sonuç: Orucun ayak bileği proprioception duyusuna etkisinin incelenmesini amaçlayan bu çalışmada orucun olumsuz etkilerine rastlanmadı. Bu çalışmanın sonraki çalışmalar için kaynak oluşturacağına inanmaktayız. Denek grubunun arttırılmasıyla daha verimli sonuçlar ortaya konulabilir. Anahtar Sözcükler: oruç, ayak bileği, proprioception 6 P52 Sınav stresinin statik denge skoru ve kortizol seviyesi üzerine etkisi Şenol D1, Uçar C2, Çay M1, Çevirgen F1, Özbağ D1, Yıldız S2 1 2 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Amaç: Psikolojik sağlık şikâyetleri ve belirtileri, ruh sağlığı sorunlarının şiddeti ve sayısı üniversite kampüslerinde artış göstermektedir. Tıp eğitimi tüm toplumlarda stresli olarak algılanır. Tıp öğrencileri arasında stres; akademik talepler, sınavlar, yetersizlik, çaresizlik, artan psikolojik baskı, zihinsel gerginlik ve çok fazla iş yükünün neden olduğu bildirilmiştir. Tıp fakültesi öğrencilerinde yapılan bir çok çalışmada da eğitim döneminde stresin yoğun yaşandığı ortaya konulmuştur. Stres, hipotalamus-hipofiz-adrenal aksı (HPA) etkileyerek kortizol seviyesinin yükselmesine neden olmaktadır. Bu çalışma tıp fakültesi öğrencilerinde sınav stresine bağlı artan kortizol seviyesinin statik denge skorları üzerine etkisinin incelenmesini amaçlamıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 2 öğrencilerden 107 kişi katılmıştır. Öğrencilere komite sınavından bir ay önce relax dönemde statik dengenin belirlenmesi için one leg standing test ölçümü sağ ve sol ayak için ayrı ayrı yapıldı. Statik denge, sabit bir platform üzerinde tek bacak durma testi ile gözler açık 60 sn ve gözler kapalı 30 sn olarak ölçüldü ve öğrencilerin azami süre için kendi dengesini korumaları söylendi. Duruş ayağı herhangi bir şekilde kaydığında veya ayak yere değdiğinde test durduruldu. Stres değerlendirilmesi için tükürük örneği alındı ve STAI-1 uygulandı. Aynı testler komite sınavının olduğu gün tekrarlandı ve tekrar stres değerlendirilmesi için tükürük örneği alınıp, STAI-1 uygulandı. Tükürük örneklerinde kortizol konsantrasyonu belirlendi. Böylelikle relax dönem ve stresli dönem arasındaki statik denge test skorları ve stres arasındaki ilişki ortaya konuldu. Alınan ölçüler ışığında verilere Wilcoxon testi ve korelasyon analizi uygulanmıştır. Bulgular: Yapılan istatiksel analize göre relax dönem statik denge ile stres belirteci kortizol analizi sonuçları arasında stresli dönemde yapılan aynı testlerle istatiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu belirlendi (p<0,05). Yapılan korelayon analiz sonucuna göre stres arttıkça statik denge skorlarının azaldığı belirlendi. Sonuç: Tıp Fakültesi öğrencilerdeki sınav stresine bağlı artış gösteren kortizolün öğrencilerin statik denge skorları üzerine olumsuz etkisinin olduğu sonucuna varıldı. Anahtar Sözcükler: kortizol, sınav stresi, statik denge 7 P53 Genç sağlıklı bireylerde el tercihi insidansının baskın göz, cinsiyet, 2D:4D oranı ve el kavrama kuvveti ile ilişkisinin incelenmesi Çay M, Şenol D, Köse E, Özbağ D İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Amaç: Serebral dominans kavramında konuşma ilk incelenen olmasına karşın, araştırmacılar tarafından motor dominansın bir belirtisi olarak üzerinde en çok çalışılan konu el tercihidir. El kavrama kuvveti (EKK) ise üst ekstremite için objektif bir ölçüm olarak görülmektedir. El kavrama kuvveti testi, klinikte fizyoterapistler ve doktorlar tarafından üst ekstremite yaralanmalarının tedavi sonuçlarını değerlendirmek üzere sık kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı genç sağlıklı bireylerde el tercihi insidansının baskın göz, cinsiyet, 2D:4D oranı ve EKK ile ilişkisinin incelenmesidir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya İnönü Üniversitesi öğrencilerinden 111 erkek, 87 kız olmak üzere toplam 198 kişi katıldı. El tercihini belirlemek için, Geschwind ve Behan tarafından modifiye edilen Oldfield el tercihi soruları kullanıldı. Deneklere yöneltilen sorular günlük faaliyetler içerisinde yapılan fonksiyonlarla ilgiliydi ve bu fonksiyonları gerçekleştirirken kullandıkları el belirlendi. EKK’nın belirlenmesi için Baseline el dinamometresi kullanıldı. Katılımcının iki tekrar ederek sağ ve sol EKK ölçüldü. Yüksek olan değer EKK olarak kabul edildi. Baskın göz için Rosenbach tarafından geliştirilen test uygulandı. Araştırmada veriler aritmetik ortalama (X), standart sapma (ss) ve anlamlılık düzeyi olarak p<0.05 olarak kabul edildi. 2D:4D oranı için; Parmak uzunluğu için metacarpofalangeal eklem ortası ile parmağın distal ucu arasındaki mesafe göz önünde bulundurulmuştur. Bulgular: Yapılan Mann-Whitney U analizine göre cinsiyet açısından baskın göz, el tercihi, her iki el içinde 2D:4D oranları arasında istatiksel olarak fark bulunamamışken (p>0,05), sağ ve sol ekk arasındaki istatiksel olarak fark mevcuttur (p<0,05). Erkek ve kızlarda sağ ve sol el 2D:4D oranı ile EKK arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla verile Mann-Whitney U testi yapıldı ve istatiksel olarak bir ilişki bulunamadı (p>0,05). Baskın göz ile el tercihi arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki bulundu (p<0,05). Sonuç: Çocukluk dönemden beri başlayan eğitim sürecinden okul hayatına geçişte kalem ve benzeri araçları tutma konusunda çocuklar ebeveyn ve hocaları tarafından yönlendirilmektedir. Ayrıca yapılan çalışmalarda kültürel etki ve etkileşmenin el tercihini değiştirmesine katkısının olmadığını belirtilmiştir. Bu çalışma baskın el tercihi ile baskın göz ilişkisini ve EKK’nin cinsiyete göre nasıl değiştiğini ortaya koymuştur. Bu çalışmanın sonraki çalışmalara bir kaynak oluşturacağı inancındayız. Anahtar Sözcükler: el tercihi, baskın göz, cinsiyet, 2D:4D, el kavrama kuvveti 8 P54 Processus mastoideus’un Bizans ve günümüz dönemine ait kemikler kullanılarak morfometrik analizi Yıldız Yılmaz M, Kafa İ.M, Coşkun İ Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Bursa, Türkiye Amaç: İskeletlerin bütünlüğünün bozulduğu adli tıp vakalarında cinsiyet, yaş veya ırk tayini çeşitli kemik parçalarından yapılabilmektedir. Bu tür kemik parçalarından kimliklendirme işlemlerinde adli tıp, anatomi, ortodonti, radyoloji gibi bilim dalları multidisipliner çalışmalar yürütmektedir. Bu amaçla kullanılan başlıca kemikler; kafatası ve pelvistir. Kafatasında bulunan procesus mastoideus; travmaya dayanıklı olması, cinsiyet ve ırk analizinde kullanılabilecek farklılıklar göstermesi nedeniyle öne çıkmaktadır. Bu çalışmada günümüz ile Bizans dönemine ait kemikleri karşılaştırmak için kafatası tabanındaki procesus mastoideus kullanılmıştır. Procesus mastoideus'un morfometrik özellikleri ve diğer kraniometrik noktalarla ilişkisi incelenmiştir. Gereç ve Yöntem: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı'nda kayıtlı olan Bizans dönemine ait 22 ve günümüze ait 28 adet kafatası kullanılmıştır. Kaliper ile ölçülen parametreler için Somet Inox (1/20) kumpas kullanılmıştır. Fotoğraf üzerinden dijital ölçümler Image J programı ile gerçekleştirilmiştir. Ölçümlerin analizi SPSS Ver. 22.0 ile yapılmıştır. Bulgular: Bizans ve günümüz dönemi kafataslarına ait toplamda 20 parametrenin ölçüldüğü çalışmada mastoid konverjans açısı ve processus mastoideus’lar arası uzaklık dışındaki ölçümler her bir kafatasında sağ ve sol processus mastoideus için ayrı ayrı ölçülmüş ve analiz edilmiştir. Dönem karşılaştırmasında geçerliliği en yüksek veriler taraf gözetmeksizin değerlendirildiğinde porion (meatus acusticus externus üst sınırı) – mastoidale (p=0,000) ve mastoid konverjans açısı (p=0,002) olarak elde edilmiştir. Mastoidale ile konveks dış yüzeydeki en belirgin nokta arası uzaklık- (p=0,010), processus mastoideus alanı (p=0,039) ve processus mastoideus çevresi (p=0,018) ölçümleri dönemler arası yüksek farklılık gösteren diğer parametreler olarak bulunmuştur. Kraniometrik noktalar arası uzaklık değerlendirmelerinde ise inion – mastoidale (p=0,007), porion – asterion (p=0,007), pterion - asterion(p=0,006), vertex – mastoidale(p=0,012), tuberculum articulare – asterion(p=0,008), obelio –mastoidale(p=0,013) ve Frankfort horizontal çizgi – mastoidale (p=0,014) sonuçları dönemler arası anlamlı fark göstermiştir. Sonuç: Üzerinde çok çalışılan bir konu olan cinsiyet ve ırk analizlerinde processus mastoideus gibi kemik bölümlerinin değerlendirilmesi çok önemlidir. Bu çalışma kesitsel bir değerlendirme olduğundan toplumun tamamını temsil etmemekle birlikte, elde edilen veriler sadece adli tıp alanlarında değil, baş - boyun cerrahisinde (özellikle mastoiditis olgularında) ve yeniden yüzlendirme çalışmalarında da kullanılabilir. Anahtar sözcükler: procesus mastoideus, kraniometri, anatomi, morfometri 9 P55 Fasiyal altın oranın genç Türk yetişkinlerinde fotoantropometri yöntemi ile değerlendirilmesi: ön çalışma N. Yüzbaşıoğlu1, A. Ortuğ1, H.E. Yüzbaşıoğlu2, B.U Şakul1 1 İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye İstanbul Medipol Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye 2 Amaç: Çalışmamızda 18-25 yaş arasındaki genç Türk populasyonunda fasiyal altın oranın çeşitli antropolojik yumuşak doku referans noktaları kullanılarak değerlendirilmesi ve altın oran verileri kullanılarak fasiyal tiplendirme yapılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız, yaşları 18–25 arasında değişen toplam 41 (30 kız, 11 erkek) gönüllü öğrenci ile bir ön çalışma olarak gerçekleştirildi. Tüm bireylerin başları anatomik pozisyonda ve çeneleri nötral oklüzyonda iken aynı kişi tarafından frontal fotogrametrik görüntüleri alındı. Bilgisayar ortamına aktarılan fotoğraflar üzerinde belirlenen 7 antropometrik nokta kullanılarak bu noktalar arası çeşitli mesafeler, aynı araştırmacı tarafından üç kez tekrarlanarak ölçüldü. Ardından ölçülen bu mesafeler arasında 11 oransal değer hesaplandı. Elde edilen veriler istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Altın oran değerlendirmesi yapmak için hesaplanan 11 oransal değerin 7’sine ait ortalamaların erkeklerde kızlara göre daha yüksek olduğu belirlendi. Aynı oransal veriler istatistiksel olarak değerlendirildiğinde ise 4’ü hariç geri kalanların tamamında cinsiyetler arasında anlamlı farklılık tespit edildi (p<0,05). Altın oran verileri göz önünde bulundurulduğunda çalışmaya katılan tüm bireylerin kısa fasiyal tipte olduğu belirlendi (%100). Sonuç: Altın oran, yüz bölgesindeki göz, burun ve ağız ile ilgili parametrelerin dengeli olup olmadığının denetlenmesi açısından önemli bir kriter olarak dikkate alınmaktadır. Bu oransal veriler maksillofasiyal cerrahide pre ve post-operatif olarak önemlidir. Türk populasyonu için vaka sayısının daha yüksek olduğu farklı yaş grupları üzerinde bu konuda yeni çalışmaların yapılması gerektiği düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: altın oran, kranio-fasiyal proporsiyonlar, yumuşak doku analizi, antropometri 10 P56 Yetişkin anadolu populasyonunda normal tuberositas tibia-troklear oluk [TT-TO] mesafesinin değerlendirilmesi: ön çalışma A. Ortuğ1,T. Örmeci2, N. Yüzbaşıoğlu1, S. Albay3, M. Şeker4 1 İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye 3 Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Isparta, Türkiye 4 Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye 2 Amaç: Tuberositas tibia-troklear oluk (TT-TO) mesafesinin, tibial tüberkül osteotomi ve yeniden fiksasyon gibi cerrahi operasyon düşünülen hastalar için önemli olduğu ve elde edilen verinin eşik değeri taşıdığı belirtilmektedir. Bu çalışmanın amacı, yetişkin Anadolu populasyonuna ait sağlıklı bireylerin ortalama TT-TO mesafelerini değerlendirmek için bir pilot çalışma yapmak ve topluma ait bir indeks oluşturmaktır. Gereç ve Yöntem: İstanbul Medipol Mega Üniversite Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı’nda diz MR’ı çekilmiş, yaşları 18-70 arasında değişen kadın (29) ve erkek (21) toplam 50 kişide TT-TO mesafesi retrospektif olarak incelenmiştir. Görüntü Arşivleme ve İletişim Sistemlerinde (PACS-Picture Archiving Communication Systems) incelenen ve ölçülen TT-TO mesafesinin anlamlılığı ve diğer populasyon grupları ile mukayesesi istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: TT-TO mesafesi erkeklerde ortalama 10,82±2,11 mm, kadınlarda 10,59±1,76 mm, öncü çalışmaya dâhil olan bütün örneklerin toplam ortalaması ise 10,69±1,90 mm olarak ölçülmüştür. Kadın ve erkeklerin TT-TO mesafeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Sonuç: Literatürde normal TT-TO mesafesi 10±1 mm olarak yer almaktadır. TT-TO mesafesinin ölçümünde MR ölçümleri güvenilir bir metod olarak kabul edilmektedir. Pilot çalışmamızın verileri farklı populasyonlara ait normal verilere uyumlu sonuçlar sağlasa da toplum geneli için vaka sayısı arttırılarak çalışmanın devamı önerilmektedir. Anahtar Sözcükler: TT-TO, MR, patellar dislokasyon 11 P57 Temporomandibular eklem hareketleri ile boyun hareketleri ve antropometrisi arasındaki ilişki A Yılmaz1, E Uluçam1, S Çıkmaz1, N Süt2 1 2 Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye Amaç: Temporomandibular eklem, insan vücudundaki en kompleks eklemlerden biridir. Diş hekimine başvuran her 10 hastadan sekizinin diş bileme ( bruksizm) ya da eklem disfonksiyonundan yakındığını ortaya koyan çalışmalar bulunmaktadır. Bu eklemin disfonksiyonunu belirlemeye yardımcı olacak parametreleri ortaya koymak önemlidir. Bu çalışmada, her iki cinsiyet için bu eklem açıklığının normal değerlerini bulmayı ve bu parametreler ile boyun antropometrisi arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 18 yaşın üzerinde, 14 sağlıklı erkek ve 14 sağlıklı kadın gönüllü katıldı. Eklem hareketleri zebris© CMS20P-2 cihazı ile ölçüldü. Antropometrik ölçümler için Harpenden Antropometresi ile yüzer kaliper kullanıldı. Bulgular: Ölçümler sonucunda boyun fleksiyon ve ekstansiyon hareketleri ile temporomandibular eklem hareketleri arasında minimal korelasyon bulundu (sırasıyla rs =-0,578; rs =-0,604). Sonuç: Bu çalışmanın, ileride gelişen teknolojiyi kullanarak sağlıklı bireylerde çalışmalar yapmaya yönelecek olan araştırmacılar için temel kaynak olacağına inanıyoruz. Çalışma TÜBAP tarafından desteklenmiştir (TÜBAP 2013/165). Anahtar Sözcükler: Temporomandibular eklem, antropometri, eklem, boyun hareketleri 12 P58 Mallampati skoru ve temporomandibular eklem hareketleri Karahan M1, Yılmazer Kayatekin AZ1, Parlak M1, Yılmaz A1, Süt N2 1 2 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye Amaç: Mallampati skoru (MS) anestezistler tarafından kullanılan, havayolu güvenliğinin değerlendirilmesi için standart bir yöntemdir. Preoperatif anestezi değerlendirmesi oropharynx muayenesini de içermelidir. MS oropharynx muayenesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışmanın amacı MS ve Temporomandibular eklem hareketi arasındaki ilişkiyi tanımlamaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya üniversitemizde çalışan 48 gönüllü katıldı. zebris© CMS20P-2 cihazı ile temporomandibular eklem hareket açıklığı ölçüldü. Gönüllüler nötral pozisyonda oturup dillerini maksimum şekilde dışarı çıkardılar. Bu şekilde MS değerlendirildi. Bulgular: MS ile Ağız açıklığı(rs =-0,798; p<0,001), Maksimum açma (rs =-0,611; p<0,001), Maksimum açma hızı (rs =-0,417; p=0,003), Sağa açma (rs =-0,405; p=0,004), Maksimum kapatma hızı (rs =-0,352; p=0,014) ve sola açma (rs =-0,306 ; p=0,035) arasında negatif yönde anlamlı korelasyon bulundu. Buna göre ağız açıklığı, maksimum açma, maksimum açma hızı, sağa açma, maksimum kapatma hızı ve sola açma arttıkça MS azalmaktaydı. MS ile sağa retrüzyon, sola retrüzyon, sağa laterotrüzyon, sola laterotrüzyon arasında anlamlı bir korelasyon bulunamadı (p>0,05). Sonuç: MS zorlu trakeal entübasyonun tahmininin preoperatif değerlendirilmesinde sıkça kullanılır. Zorlu trakeal entübasyon oropharynx’in zor görüldüğü durumlarda artar. Temporomandibular eklem morfolojisi oropharyngeal görünümün sağlıklı değerlendirilmesi için çok büyük öneme sahiptir. Bu konu hakkında daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Sözcükler: Mallampati skoru, Temporomandibular eklem 13 P59 Tibial plato’daki anatomik oluşumların morfometrik değerlendirilmesi Karakoyun Z1 , Önder M1, Gürçay S1, Süzen B1 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı1, Antalya, Türkiye Amaç: Tibia plato kırıkları tibia’nın proksimal ucundaki femur kondillerinin oturduğu eklem yüzlerinde olan kırıklardır. Tibia plato kırıkları tüm kırıkların %1’ini, ileri yaşta görülen kırıkların ise %8’ini oluşturur. Tibia platosu ağırlık taşıyan bir yer olması, menisküsleri ve ligamentleri içermesi nedeniyle klinik açıdan önemlidir. Bu çalışmada tibial düzlükteki anatomik oluşumların morfometrik olarak ölçülmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi pratik salonunda bulunan, proksimal uçları hasar görmemiş 40 sağ, 40 sol tibia’nın lateral ve medial kondillerinin transvers ve anteroposterior (ön-arka) çapları, area intercondylaris anterior ve posterior’un transvers ve anteroposterior çapları ve eminentia intercondylaris’in transvers çapı Inox marka kumpas ile ölçülmüştür. Bulgular: Ölçüm yaptığımız 40 adet sağ ve 40 adet sol tibia’nın sonuçları sırasıyla sağ condylus medialis’in ortalama transvers ve ön-arka çapı 2,87cm ve 3,98cm olarak bulunmuştur. Sol condylus medialis’in ortalama transvers ve ön-arka çapı sırasıyla 2,87cm ve 4,21cm olarak ölçülmüştür. Sağ condylus lateralis’in ortalama transvers ve ön-arka çapı sırasıyla 2,66cm ve 3,7cm iken, sol condylus lateralis’in ortalama transvers ve ön-arka çapı sırasıyla 2,91cm ve 3,77cm olarak ölçülmüştür. Tibial plato’nun ortalama ön-arka çapı sağda 4,55cm, solda ise 4,48cm olarak ölçülmüştür. Sağ tibia’nın area intercondylaris anterior’unun ortalama transvers ve ön-arka çapı sırasıyla 1,65cm ve 2,18cm iken, sol tibia’nın area intercondylaris anterior’unun ortalama transvers ve ön-arka çapı sırasıyla 1,93cm ve 2,06cm olarak ölçülmüştür. Sağ tibia’nın area intercondylaris posterior’unun ortalama transvers ve ön-arka çapı sırasıyla 1,47cm ve 1,62cm olarak ölçülmüştür. Sol tibia’nın area intercondylaris posterior’un ortalama transvers ve ön-arka çapı ise sırasıyla 1,54cm ve 1,59cm olarak ölçülmüştür. Eminentia intercondylaris’in ortalama transvers çapı ise sağda 1,13cm, solda ise 1,08cm olarak ölçülmüştür. Sonuç: Ölçümler sonucunda elde edilen bilgiler ışığında tibia plato morfolojisinin bilinmesinin diz artroplastisi ve spesifik kondil kırıklarında cerrahlara ışık tutacağı kanısındayız. Anahtar Sözcükler: Tibia plato, tibia’nın proksimal parçası, 14 morfometrik analiz, epidemiyoloji P60 Genç Türk populasyonda fasiyal asimetrinin fotoğrafik ölçümlerle analizi: ön çalışma N. Yüzbaşıoğlu1, A.T. Demirbaş1, H.E. Yüzbaşıoğlu2, B.U. Şakul1 1 İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye İstanbul Medipol Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye 2 Amaç: Fasiyal simetri konusu uzun zamandır bireylerin alımlı olması ve güzellikteki rolü bakımından tartışılmaktadır. Günümüzde, estetik kaygının özellikle gençler arasında çok yaygınlaşması ağız-diş-çene ve plastik cerrahlara fasiyal asimetri şikayetiyle başvuran hasta sayılarını arttırmıştır. Bu çalışmadaki amacımız üniversite öğrencilerinde yüzün sağ ve sol tarafındaki normal fasiyal asimetriyi değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: İstanbul Medipol Üniversitesi öğrencilerinden 18-25 yaş arasındaki 41 (30 K, 11E) gönüllü katılımcı çalışmaya dahil edildi. Fasiyal asimetri, katılımcıların yüzlerinin anatomik pozisyonda frontal görüntüleri fotoğraflanarak değerlendirildi. Sağ ve sol fasiyal asimetri ölçümleri ImageJ 1.50i programı ile yapıldı ve herbir ölçüm aynı kişi tarafından 3 kez tekrarlanarak ortalaması alındı. Her fotoğrafta nasion (N) ve subnasale (Sn) noktaları işaretlenerek orta hat çizildi ve orta hat (ML) ile sağ ve solda 8’er farklı nokta (kaşın en üst noktası-Eup, endocanthion-En, exchocanthion-Ex, supraaurale-SpA, subaurale-SbA, alar kurvatur–Ala, cheillion-Ch, gonion-G) arasındaki mesafeler ve G-pogonion (Pog) ve G-N arasındaki mesafeler ölçüldü. İstatistiksel analiz sağ ve sol fotoğrafik ölçümlerin asimetri indeksi (AI) bulunarak SPSS 18.0 versiyonu ile hesaplandı. Bulgular: AI değerleri erkeklerde 1,34 (Ex-L) ile 2,48 (SpA-L) arasında; kızlarda ise 1,35 (Ex-L) ile 2,20 (SpA-L) arasındaki değerlerde bulundu. AI değerleri kız ve erkek grup arasında karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (p>0,05). Tüm katılımcılarda ölçülen toplam 20 sağ ve sol mesafe karşılaştırıldığında yalnız SbA-L arasında istatiksel olarak anlamlı fark tespit edildi (p<0,05). Sonuç: Çalışmamızda, sağlıklı genç erişkinlerde fasiyal asimetri verileri incelendiğinde zayıf ve orta asimetri değerleri saptanmıştır. Ortalama olarak, kızlarda ve erkeklerde yüzün sol tarafının sağ tarafına göre daha büyük olduğu tespit edilmiştir. Yapılan bu ön çalışma verilerinin, ileride yapılacak benzer çalışmalar açısından yararlı olabileceği düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: antropometri, morfometri, fotoğrafik analiz, asimetri indeks 15 P61 12-18 Yaş kız ve erkek serebral paralizili çocuklarda baş ve boyun gelişiminin antropometrik ölçümler kullanılarak değerlendirilmesi S. Şen, A.O. Korkmaz, H.İ. Akel, N. Yüzbaşıoğlu İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye. Amaç: Çalışmamızda serebral palsili (SP) çocuklarda cinsiyete göre baş ve boyun çevresi gelişiminin antropometrik ölçümler kullanılarak incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 12- 18 yaş grubundan 10 kız,10 erkek SP’li çocuk ile yine aynı yaş grubundan 21 kız,6 erkek normal çocuğun baş ve boyun çevresine ait antropometrik ölçümler yapılarak karşılaştırıldı. Bulgular: Tüm SP tiplerindeki çocuklar ile normal grup karşılaştırıldığında boyun çevresi değerlerinde istatiksel olarak anlamlı farklılıklar bulundu (p<0,05). Cerebellum ve bazal nükleus hasarı olan SP’li çocuklarla normal çocuklar karşılaştırıldığında, boyun çevresi değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu (p<0,05). Spastik SP’li çocuklarda ise boyun çevresi değerlerinde normal çocuklara göre farklılık bulunmadı (p>0,05). Sonuç olarak, istatistiksel olarak anlamlı farklılık yalnızca cerebellum hasarı olan çocuklarda görülmüş diğer hiçbir grupta farka rastlanmamıştır. Baş çevresi değerlerinde ise normal çocuklarla karşılaştırıldığında her iki grupta da anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0,05). Sonuç: Antropometrik ölçümler baş çevresi değerlerinde farklılık göstermemektedir. Anahtar Sözcükler: serebral palsi, antropometri, baş ve boyun, morfometri, cinsiyet farklılıkları 16 P62 12-18 Yaş kız ve erkek serebral paralizili çocuklarda üst ekstremite gelişiminin antropometrik ölçümler kullanılarak değerlendirilmesi S. Şen, A.O. Korkmaz, H.İ. Akel, N. Yüzbaşıoğlu İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye. Amaç: Çalışmamızda serebral palsili (SP) çocuklarda cinsiyete göre üst ekstremite gelişiminin antropometrik ölçümler kullanılarak incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 12-18 yaş grubundan 10 kız,10 erkek SP’li çocuk ile yine aynı yaş grubundan 21 kız, 6 erkek normal çocuğun üst ekstremitelerinin antropometrik ölçümleri yapılarak karşılaştırıldı. Bulgular: Tüm SP tiplerindeki çocuklar ile normal çocuklar karşılaştırıldığında sol el genişliği (başparmaktan), sağ el uzunluğu ve el genişliği (metakarpallerden), sağ ve sol el ayası uzunluğunda istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulundu (p<0,05). Cerebellum ve bazal çekirdek hasarı olan SP’li grup ile spastik SP’li grup karşılaştırıldığında, sağ el bileği çevresi ve genişliğinde; normal çocuklar ile karşılaştırıldığında ise sağ el bileği çevresi ve genişliğinde (başparmaktan) istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulundu (p<0,05). Spastik SP’li hastalar ile normal çocuklar karşılaştırıldığında sağ el bileği genişliği ve el uzunluğu, sağ ve sol el ayası uzunluğunda istatiksel olarak anlamlı farklılıklar bulundu.(p<0,05). Cinsiyetler arası karşılaştırmada anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen veriler değerlendirildiğinde, SP’li çocuklarda üst ekstremite distalinin normal çocuklara göre daha az geliştiği görülmektedir. Bu farklılığın SP’li çocukların ince motor becerilerde limitasyonuna neden olabileceği düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: serebral palsi, antropometri, üst ekstremite, morfometri, cinsiyet farklılıkları 1 P63 Sağlıklı çocuklarda vücut kompozisyonu ve el motor kavrama kuvvetinin belirlenmesi Yücel AH*, Özandaç S, Kabakcı AG, Taşkın RG. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimleri Anatomi AD, Adana, Türkiye Amaç: Çalışmamızda objektif ölçüm metotları ile 3-6 yaş arası sağlıklı çocuklarda vücut kompozisyonunu belirlemek amaçlandı. Ayrıca bu yaştaki çocukların beslenme, büyüme ve normal motor gelişimlerinin değerlendirilebilmesi için dirsek ve diz eklem eklem çapı ile baş-boyun kol ve uyluk çevre ölçümleri yapılmıştır. Böylece normal standartların oluşturulmasına veya geliştirilmesine yardımcı olmak ve literatüre katkı sağlamak amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 3-6 yaşlarında 73 sağlıklı birey (34 erkek, 39 kız) dahil edilmiştir. Çalışmaya dâhil edilen çocuklarda vücut kompozisyonunu belirlemek için antropometrik ölçümler yapılmıştır. Bu ölçümlerden baş-boyun, kol ve uyluk bölgesine ait çevre ölçümleri ile dirsek ve diz eklem çap ölçümleri, el motor kavrama kuvveti ve deri altı yağ dokusu kalınlığı hesaplanmıştır. Ayrıca çap ölçümleri için mitutoyo vernier kaliper, çevre ölçümleri için esnek olmayan mezura ve el motor kavrama kuvveti için Lafayette marka 78010 el dinamometresi kullanılmıştır. Bu ölçümler yapıldıktan sonra minimum, maksimum, ortalama ve standart sapma değerleri elde edildi. Pearson Spearman Korelasyon analizi ve Independen Samples T testi ile verilerin istatistiksel analizi SPSS 21.00 paket programı kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Çalışmaya dahil edilen 3-6 yaş arası çocuklarda ölçüm yapabilmek amacı ile “Girişimsel Olmayan Klinik Araştırmalar Etik Kurulu” Onayı alınmıştır. Ayrıca ölçümler yapılmadan önce çalışmaya dahil edilen çocukların ailesine “Bilgilendirilmiş Gönüllü Onam Formu” imzalatılmıştır. Bulgular: Kız ve erkekler demografik veriler (yaş, vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve BKI) açısından karşılaştırıldığında kızlarda yaş, vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve Beden Kitle Indeksi-BKI sırasıyla 4.41 (0.91) yıl, 18.90 (3.70) kg, 106.90 (7.04) cm ve 16.45 (2.07) kg/m2 iken, aynı parametreler erkeklerde 4.50 (0.90) yıl, 18.82 (3.52) kg, 108.40 (7.14) cm ve 15.89 (1.44) kg/m2 olarak bulunmuştur. Demografik veriler açısından her iki cinsiyet arasında anlamlı farklılığa rastlanılamamıştır (p>0.05). Kol çevre ölçümü ve el motor kavrama kuvveti sağ-sol her iki cinsiyette anlamlı olarak farklı bulunmuştur (p<0.05). Diğer ölçüm parametreleri karşılaştırıldığında her iki cinsiyet arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Sonuç: Her iki cinsiyette gelişim benzerlik göstermektedir. Gelişimde cinsiyetler arası ortaya çıkabilecek farklılık bilindiği üzere puberte döneminden itibaren görülmektedir. Anahtar Sözcükler: Vücut kompozisyonu, beslenme, gelişme ve antropometri. 1 P64 Genç bireylerde beden kitlesinin tahmini: Bir ön çalışma Pelin C1, Öktem H1, Kürkçüoğlu A1,Şençelikel T2 1 2 BaşkentÜniversitesiTıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara BaşkentÜniversitesiTıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Ankara Amaç: Antropolojik kazılarda elde edilen iskelet buluntular değerlendirilirken boy ve yaş tahminlerinin yanı sıra bireysel beden kitlesinin de değerlendirilmesi toplumun beslenme alışkanlığı ve yaşam biçiminin tanımlanması açısından önem taşımaktadır. Öte yandan adli olgularda da iskelet buluntuların ya da bütünlüğü bozulmuş bedenlerin kimliklendirilmesinde boy, yaş ve cinsiyetin yanı sıra beden kitlesine ilişkin tahminler bireyin morfolojik yapısının ortaya konulmasında yol gösterici olacaktır. Beden kitlesinin tahminine yönelik olarak farklı bağlamlarda çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Her ne kadar kafa boyutlarından yola çıkılarak gerçekleştirilen tahminler bulunsa da postkranial iskelet birimlerinin beden kitlesiyle daha yakından ilişkili olduğu ileri sürülmektedir. Christopher Ruff insan bedeninin bir silindire benzediği düşüncesiyle kalça genişliği ve boy uzunluğundan yola çıkarak beden kitlesine ilişkin tahminlerde bulunmuştur ve güvenilir tahminlere ulaşmıştır. Ruff’ın amacı daha çok antropolojik çalışmalarda eski iskelet toplumlara ilişkin tahminlerde bulunmak olduğundan çalışmalarını ince ve görece kas kitlesi yüksek bireyler üzerinde gerçekleştirmiştir.Bu çalışmada amacımız Ruff tarafından ortaya konulan yaklaşım ile boy, kalça ve omuz genişliklerinden yola çıkılarak yapılan beden kitlesine ve Yağsız Beden Kitlesi’ne (YBK) ilişkin tahminlerin geçerliliğini sedanter ve sporcu bireyler üzerinde sınamaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışma 67’si (% 45) lisanslı sporcu olan toplam 149 erkek birey üzerinde gerçekleştirilmiştir. Tüm katılımcılardan sosyodemografik değişkenler, boy uzunluğu ve vücut ağırlığının yanı sıra biacromial ve biiliac genişlik ölçümleri, biceps, triceps, subscapular ve suprailiac deri kıvrım kalınlıkları alınmıştır. YBK, Kulkarni B (2013)’de tanımlanan formüle göre hesaplanmıştır. Değişkenlere ilişkin uygun tanıtıcı istatistikler hesaplanmıştır. Beden kitlesi ve YBK’nin tahmin edilebilmesi amacıyla tüm örneklem ve ayrı ayrı sedanter ile sporcu gruplar için regresyon modelleri boy, omuz ve kalça genişliği değişkenleri bağımsız değişkenler olarak ele alınarak oluşturulmuştur. Bulgular: Sporcu ve sedanter grupta ayrı ayrı beden kitlesi tahminine yönelik oluşturulan regresyon modelleri %99 güven düzeyinde anlamlı olarak bulunmuş olupmodellere ilişkin açıklayıcılık katsayıları sırasıyla ve olarak elde edilmiştir. Benzer şekilde,YBK tahminine yönelik %99 güven düzeyinde anlamlı bulunan regresyon modelleri için ve olarak elde edilmiştir. Çalışma kapsamında elde edilen modellerde, bağımlı değişkendeki değişimin bağımsız değişkenlerce açıklanma oranı yüksektir ve özellikle bağımlı değişken olarak YBK ele alındığında elde edilen modeller veriye uyumludur. Sonuç: Ruff tarafından ortaya konulan yaklaşımın, toplumumuzda da özellikle genç ve aktif bireylerde yağsız beden kitlesinin tahmininde geçerli sonuçlar verdiği görülmüştür. Anahtar Sözcükler: Beden kitlesi, Yağsız Beden Kitlesi (YBK), boy, omuz genişliği, kalça genişliği 2 P65 Kız öğrencilerde meme hacmi ve vücut kompozisyonu arasındaki ilişkinin araştırılması A. Metin Tellioğlu, S. Arabacı. Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Aydın Amaç: Kadın memesi yer, şekil ve büyüklük bakımından şahıslar ve ırklar arasında farklılık gösterebilir. Özellikle bireyin meme hacmi, meme dokusunun miktarına, yaşına, kilo almasına ve kaybetmesine ve vücut kompozisyonuna bağlı olarak değişir. Meme hacimlerinin ve memeye ait ölçümlerin bilinmesi plastik cerrahların işlerini kolaylaştırırken kozmetik sanayinde üretilen sütyen vs. gibi tekstil ürünlerinin kullanıcılar için daha konforlu olmasına yardımcı olacaktır. Bu çalışmanın amacı, yetişkin, sağlıklı ve evlenmemiş Türk kadınlarında meme volümünün hesaplanarak meme hacim değerlerinin bulunması ve meme hacmi ile vücut kompozisyon parametreleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya toplam 93 sağlıklı gönüllü (18-24 yaş aralığında kadın) dahil edildi. Kişiler yapılacak çalışma hakkında bilgilendirildi ve bilgilendirilmiş olurları alındı. Meme volümünü hesaplamak için her bir gönüllü üzerinde sağ ve sol meme için ayrı ayrı, meme projeksiyonu (MP), meme medial yarıçapı (MMR), meme lateral yarıçapı (MLR), meme ucu- inframammarial sulcus mesafesi (IR) olmak üzere dört adet ölçüm yapıldı. MV=1/3*3.14*MP2*(MMR+MLR+IR-MP) formülüyle meme volümü hesaplandı. Ölçümler için milimetrik esnemeyen mezura ( baseline circumference ) kullanıldı. Ayrıca Inbody720 vücut kompozisyon analiz cihazı yardımıyla; Vücut Kitle İndeksi (BMİ), İskelet Kas Ağırlığı (SMM), Vücut Yağ Oranı (PBF), Vücut Yağ Ağırlığı (BFM), Vücut Kütle Ağırlığı (BCM) ölçüldü. Elde edilen veriler SPSS (18,0 version) programına yüklenerek analiz edildi. Kolmogrov smirrnov testi sonuçlarına göre veriler normal dağılmadığı için sonuçlar medyan (25-75 percentil ) olarak gösterildi. Sağ ve sol meme hacim ölçümleri Mann Whithney U testi ile karşılaştırıldı. Ayrıca vücüt kompozisyon parametreleri ve meme volümü arasındaki ilişki Spearman korelasyon analiziyle incelendi. Bulgular: Sağ meme volümü (MV1); 199,95cc (165,50-232,25cc) ,Sol meme volümü (MV2); 200,90cc (171,99-231,35cc), BMİ; 20,70 kg/m2 (18,80-23,45 kg/m2 ), BCM; 26,50 kg (24,70-29,65 kg), PBF; 24,50 kg (19,50-31,00 kg), BFM; 13,80 kg (10,00-18,45 kg) SMM; 22,10 kg (2O,70-25,00 kg) olarak bulundu. Man Whitney U testi sonuçlarına göre sağ ve sol meme volümü arasında anlamlı bir fark bulunamadı (P>0,05). Spearman korelasyon testi sonuçlarına göre vücut kompozisyonu ölçümleri ve meme volümü verileri arasında çok düşük korelasyon gözlendi ( r<0.2). Sonuç: Meme kanseri vakalarının bazıları meme kayıpları ile sonuçlanabiliyor. Bayanlarda mastektomi sonrası meme rekonstrüksiyonu ameliyatları gerçekleştiriliyor. Sonuçlarımız; estetik cerrahide meme protezi hesaplamalarında, ideal meme ölçümünü bularak doğru ameliyatların yapımına katkı sağlayacaktır. Ayrıca kozmetik sanayinde üretilen sütyen vs. gibi tekstil ürünlerinin kullanıcılar için daha konforlu olmasına yardımcı olacaktır. Anahtar Sözcükler: Meme hacmi, vücut kompozisyonu, beden kitle indeksi 1 P66 İnsan patella kemiğinde foramen nutricium’un morfolojik ve topografik anatomisi ve cerrahi önemi Oğuz N, Önder M, Gürçay S Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı,,Antalya Amaç: Os patella’nın foraminal indexi belirlemek ve foramen nutricium’un morfoloji ve topografisini çalışmak. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, Akdeniz Üniversitesi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuar’ında bulunan deforme olmamış 50 patella kemiğinde INOX kumpas ve Microscribe-G2X kullanılarak ölçümleri yapıldı. Foramen nutricium’un bölge, yön ve sayılarına göre dominant foramen nutricium belirlendi. Total patella uzunluğu (kemiğin distal sonu ile proksimalinden olan maksimum uzaklık) ve foramen nutricium’un sonundan kemiğin proksimal ucuna kadar ki mesafe ölçüldü. Bulgular: Sağ ve sol patella kemiğinde total uzunluk ve foramen nutricium ortalamalarının ölçümleri sırasıyla; 3,97 ± 0,24 / 3,78 ± 0,49 and 2,12 ± 0,50 / 9,089 ± 0,48 Patella kemikleri için foraminal index ; Sağ patella kemiklerinde foraminal index: 57.25% Sol patella kemiklerinde foraminal index: %52.42. Sonuç: Çalışma patella kemiğinde foramen nutricium’un morfolojisi ve topografisinde ek bilgiler sağlamıştır. Bu foramina hakkındaki bilgi bazı cerrahi işlemlerde dolaşımı koruması bakımından yararlı olacağını düşünüyoruz. Anahtar Sözcükler: foramen nutricium, patella, foraminal index, morfoloji 1 P67 Fovea capitis femoris anatomisinin Türk ve erken Bizans dönemi femurları ile karşılaştırılması Gürçay S1 , Önder M1 , Oğuz N1 Akdeniz Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı1,Antalya Amaç: Femurdaki fovea capitis femoris’in Türk ve erken Bizans dönemine ait femurlarla antropolojik olarak karşılaştırılması. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, Akdeniz Üniversitesi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuar’ında bulunan deforme olmamış 50 femur ve 50 adet erken Bizans dönemine ait femurların fovea capitis femorisler’in longitudinal, transvers çapları INOX kumpas kullanılarak ölçümleri yapıldı. Ayrıca morfolojik olarak fovea capitis femoris’in şekli ve lokalizasyonu değerlendirildi. Bulgular: Fovea capitis femoris’in longitudinal ve transvers çaplarının ölçümleri sırasıyla; Türk popülasyonuna ait sağ ve sol fovea capitis femoris’in longitudinal ve transvers çapları ortalama: 1,11cm/1,45cm – 1,16cm/1,46cm Erken Bizans dönemine ait sağ ve sol fovea capitis femoris’in longitudinal ve transvers çapları ortalama: 1,20cm /1,36cm – 1,24cm/1,42cm Türk popülasyonunun şekli ve lokalizasyonu: %65 oval, %85posteriorinferior Erken Bizans dönemine ait fovea capitis femoris’in şekli ve lokalizasyonu: %73,91 sirküler, %86,95 posteriorinferior olarak saptandı. Sonuç: Çalışmamızda Türk ve erken Bizans dönemine ait fovea capitis femorisler’in şekli hem de lokalizasyonu için vermiş olduğumuz bilginin, cerrahi prosedürlerde dikkat edilecek ipuçlarına değdiğini düşünüyoruz, aynı zamanda antropolojik bilimlerdeki çalışmalara da katkı sağlayacaktır. Anahtar Sözcükler: fovea capitis femoris, Türk popülasyonu, erken Bizans Dönemi, antropoloji 2 P68 Doğuştan sağır ve normal kız öğrenciler arasında el baskınlığı M. İ. Koşar*, H. Tetiker*, C. Uğuz Gençer*, M. D. Yörük** *Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Muğla, Türkiye ** Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye Amaç: İnsan beyninin yarımküreleri fonksiyonel olarak asimetriktir. Hemisferik asimetriden kaynaklanan el baskınlığı, işitme asimetrisi gibi birçok işlevsel asimetri mevcuttur. El baskınlığının ortaya çıkmasında genetik ve çevresel faktörlerin etkileri vardır. Bu çalışmada, doğuştan sağır olan kız öğrenciler ile işitmesi normal olan kız öğrenciler arasındaki el baskınlığı oranlarının karşılaştırması amaçlanmıştır. Böylelikle doğuştan sağır olan bireylerde baskın beyin yarım küresi hakkında bilgi sahibi olunacaktır. Gereç ve Yöntem: 44 doğuştan sağır ve 137 normal işitmesi olan kız öğrencilerin el baskınlığı oranları karşılaştırıldı. El baskınlığı “Edinbrugh El Tercihi Anketi” ile belirlenip, Geschwind skoruna göre değerlendirildi. Bireyler sağ el baskınlığı, sol el baskınlığı ve her iki el kullanımı (herhangi bir eli baskın olmayan grup) olmak üzere üç gruba ayrılarak istatiksel analizi yapıldı. Bulgular: 44 sağır kız öğrencinin 40’ında (%90,9) sağ el baskınken 4’ünde (% 9.1) sol el baskın bulundu. Bu grupta her iki elini kullanan tespit edilmedi. 137 normal kız öğrencinin 130’unda (% 94.9) sağ el baskınken, 3’ünde (% 2.2) sol el baskın bulundu. Normal olan grupta 4 bireyde (%2,9) her iki el kullanımı tespit edildi. Bu iki grup arasında oransal olarak önemli fark bulunurken, istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0,065). Sonuç: İşitmesi normal olan gruba göre doğuştan sağır olan bireylerde sol el baskınlığı daha fazla bulundu. Konjenital sağır olan bireylerde sol el tercih oranının yüksek olması işlevsel bir asimetriyi gösterdi. Buna göre sağ beyin yarım küresinin baskın olma olasılığının bu hastalarda daha yüksek olabileceği düşünüldü. Anahtar Sözcükler: Doğuştan işitme kaybı, el baskınlığı, hemisferik asimetri, solaklık 1 P69 Cerrahi uygulamalar açısından Ulnae’da foramen nutricium değerlendirmesi Akyer Ş. P.1, Türk F.1, Adıgüzel E.1, Aygün D.1, Onur Ş.1, Ekici S.1 1 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye Amaç: Ekstremitelerin tüm uzun kemiklerinde olduğu gibi ulna’da da kemiği besleyen arterlerin geçtiği, “foramen nutricium” adı verilen delikler bulunur. Bu foramenin içinden geçerek cavitas medullare’ye ulaşan besleyici arterler embriyo ve fetüsün gelişme aşamasında ve kemikleşmenin erken fazlarında önemlidirler. Ulna, mandibula rekonstruksiyonu veya burun rekonstruksiyonu gibi cerrahi girişimlerde kemik grefti olarak kullanılan bir kemiktir. Bu yüzden ulna’nın beslenmesi otogreft uygulamaları veya ulna’nın alt ucunu ilgilendiren operasyonlarda klinik açıdan ayrıca önemlidir. Gereç ve Yöntem: Pamukkale Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında bulunan insan iskeletlerine ait 12 sağ, 18 sol ulna, foramina vasculare ve foramen nutricium açısından incelendi. Her bir kemikteki foramen nutricium’lar sayıldı ve çapları ölçüldü. Bulgular: İncelenen 30 kuru kemikten 3 tanesinde 2 adet; 27 tanesinde 1 adet foramen nutricium saptandı. Foramen nutricium’ların tamamının facies antrerior’da yer aldığı görüldü. Foramen nutricium bulunmayan kemiklerde distal ve proksimal uçta yer alan çok sayıda ve değişik büyüklüklerde foramina vasculare saptandı. Her bir foramen nutricium’un çapı ölçüldü. Tüm foramen nutricium çaplarının ortalama değeri 1.36 mm olarak belirlendi. Yapılan çalışmada kemikler üst ve alt yarım olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Sağ ulna’lardaki foramen nutricium’ların %92.9’unun üst yarımda, %7.1’inin ise alt yarımda bulunduğu gözlenmiştir. Sol ulna’lardaki foramen nutricium’ların tamamı üst yarımda saptanmıştır. Deliklerin proksimal kenara olan uzaklıkları ölçüldü. Bu mesafenin ortalama değeri 8,1 cm olarak hesaplandı. Sonuç: Bu çalışma, ulnadaki foramen nutricium’ların yer, sayı ve büyüklük özelliklerinin standart olmadığını ve varyasyonların olduğunu göstermektedir. Greft olarak kullanılan ulnanın kanlanma özelliklerinin ve varyasyonların bilinmesi operasyon sonrası komplikasyonları önlemek açısından önemlidir. Anahtar Sözcükler: Ulnae, foramen nutricium, foramen vasculare 1 P70 Foramen Magnum’un morfolojik özelliklerinin stereolojik yöntemle değerlendirilmesi Göçmen Mas N1, Cirpan S1, Aksu F1, Yonguc GN1, Lafci Fahrioglu S2, Durmaz O3, Karabekir HS4, 1: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD., İzmir, Türkiye 2: Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD., Lefkoşa, KKTC 3: Bozyaka Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroşirurji AD., İzmir, Türkiye 4: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji AD., İzmir, Türkiye Amaç: Foramen magnum morfolojisi ve morfometrisinin kafa kemiklerinde incelenerek anatomik, antropolojik, kriminal ve klinik olarak katkı sağlanması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: 150 erişkin kraniyum kemiğinde foramen magnum şekil, en, boy, foramen magnum indeksleri ile stereolojik olarak alan ölçümleri değerlendirildi. Foramen magnum indeksleri 1,2’ye eşit ya da büyük olanlar oval şekilli; 1,2’den küçük olanlar ise yuvarlak şekilli olarak kabul edildi. Bulgular: Şekil, horizontal ve longitudinal uzunluk, indeks olarak foramen magnum’un anatomik özellikleri ve stereolojik yüzey alanları ölçüldü. 150 erişkin kraniyum kemiğinde foramen magnum indeksleri 63 kemikte oval, 87 kemikte yuvarlak olarak tanımlandı. Tüm tanımlayıcı veriler elde edildi ve istatistiksel olarak değerlendirildi. Sonuç: Bu çalışmanın bulgularına gore foramen magnum’un morfolojik verilerinin değerlendirilmesi nöroşirurji, adli tıp, anatomi ve antropoloji alanlarında çalışanlara bilgi ve katkı sağlayabilir görüşündeyiz. Anahtar Sözcükler: Foramen magnum, kraniyum, morfometri, stereoloji 2 P71 Buruna klinik yaklaşım için gerekli antropometrik ölçümler Kılıç Şafak N, Durgun B Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Adana Amaç: Burun üst solunum yolu ve periferik koku organıdır. Yüzün tam merkezinde yer aldığından, şekli ve oranı yüz estetiğine önemli katkıda bulunur. Ayrıca, burundan kaynaklı nefes alma problemi (uyku apnesi) sadece uykuyu değil davranışları ve günlük faaliyetleri de olumsuz etkiler. Septum deviasyonu genellikle kulak burun boğaz uzmanlarının değerlendirmeye aldıkları bir sağlık sorunu iken, estetik ve plastik cerrahlar burnu içi ve dışıyla bir bütün olarak değerlendirir. Cerrahi olmayan rinoplasti (filler rhinoplasty) ise, çökük alanların doldurulması, burun ucunun kaldırılması ve burun kemerinin şekillendirilmesi sonucunda estetik kaygı ve nefes alma zorluklarının düzeltilebildiği invaziv bir yöntemdir. Burnun anatomik ve morfolojik özellikleri ırk, etnik grup, yaş ve cinsiyete göre farklılık gösterdiği için antropometrik ölçülerinin bilinmesi ve varyasyonlarının doğru olarak değerlendirilmesi, cerrahi girişimlerde planlamanın daha doğru yapılmasına ve istenmeyen cerrahi sonuçların önlenmesine yardımcı olur. Bu bilgilere dayanarak, bu çalışmada yetişkin bireylerde burun ile ilgili antropometrik verilerin elde edilmesi ve bu değerlere göre burun tiplerinin sınıflandırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada rastgele örneklem yöntemiyle seçilmiş, 18-71 yaş arası 60 yetişkin bireyde (30 erkek ve 30 kadın) burun antropometrik ölçümleri yapılarak, burun tipleri sınıflandırılmıştır. Kaliper ile yapılan ölçümler; nazal uzunluk, nazal kemer uzunluğu, nostril uzunluğu, nazal yükseklik, morfolojik nazal genişlik, anatomik nazal genişlik, nazal kök genişliği, superior ve inferior nostril genişliği, bizigomatik genişlik ve nazal derinliktir. Bu ölçümlerden yararlanılarak eksternal burun yüzey alanı, nazal hacim, nazal indeks ve burun yüz genişliği indeksi hesaplanmıştır. Bu hesaplara dayanılarak Martin ve Sallar (1957)’a göre burun tiplerinin sınıflandırılması yapılmıştır. Verilerin istatistiksel analizi için SPSS 17.0 programı kullanılmıştır. Bulgular: Erkeklerde ve kadınlarda ortalama değerler sırasıyla: nazal uzunluk; 51,8±5,97 mm, 51,77±7,05 mm, nazal kemer uzunluğu; 51,61±5,05 mm, 49,50±5,34 mm, sol nostril uzunluğu; 17,34±2,77 mm, 14,83±2,33 mm, sağ nostril uzunluğu; 17,01±3,07 mm, 14,89±2,17 mm, nazal yükseklik; 56,35±4,61 mm, 55,46±5,45 mm, morfolojik nazal genişlik; 37,07±4,74 mm, 34,30±5 mm, anatomik nazal genişlik; 28,98±3,44 mm, 26,52±3,68 mm, nazal kök genişliği 15,79±2,30 mm, 14,67±2,80 mm, sol superior nostril genişliği 8,38±2,22 mm, 6,41±1,47 mm, sol inferior nostril genişliği; 6,90±2,34 mm, 6,04±1,59 mm, sağ superior nostril genişliği; 8,26±2,46 mm, 6,76±1,36 mm, sağ inferior nostril genişliği 6,67±2,19 mm, 6,16±1,55 mm, bizigomatik genişlik 121,85±8,04 mm, 118,34±7,12 mm, nazal derinlik; 23,82±2,88 mm, 20,28±3,62 mm, eksternal burun yüzey alanı 2188,93±291,57 mm², 1787,48±272,39 mm², nazal hacim 6791,60±2678,65 mm³, 5733,53±2093,10 mm3 olarak bulunmuştur. Erkeklerde ve kadınlarda en çok leptorrrhine burun tipi görülmüştür. Sonuç: Bu çalışma bulgularının yetişkinlerde burun ölçümlerinin ortalama değerlerinin saptanması açısından literatüre katkı sağlayacağı, kulak burun boğaz uzmanları ve cerrahlara yol gösterici olacağı düşünülmektedir. Anahtar sözcükler: Burun, antropometri, burun morfometrisi, burun tipi 1 P72 Dizin posterolateral köşesindeki cerrahi yapilarin boyutlarinin tahmini için regresyon modelleri Z Kurtoğlu1, Ö Elvan1, S Erdoğan2, A Kara1 1 Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye 2 Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıbbi Bilişim Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye Amaç: Alt ekstremiteye ait cerrahi öncesi tespit edilebilen yapılardan yararlanılarak, dizin posterolateral köşe cerrahisinde önemi olan yapıların boyutlarının istatistiksel olarak tahmin edilebilirliğinin araştırılması. Gereç ve Yöntem: Mersin Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuarında bulunan ortalama 66.9±18.9 yaşındaki (yaş aralığı 45-104 yıl) 10 erkek kadavranın diz bölgesi bilateral olarak diseke edildi. Ekstremite ve bacak boyunun bazı referans noktalar ile korelasyon ilişkisi; ekstremite boyu, bacak boyu, epicondylus lateralis-caput fibulae ve caput fibulae-Gerdy tüberkülü arası mesafelerin m. popliteus tendonu, lig. collaterale fibulare, popliteofibular ligament morfometrileri ile n. peroneus communis ve a.v. genu inferior lateralis yerine işaret eden ölçümlerle regresyon ilişkisi araştırıldı. Sürekli ölçümlere ait normallik kontrolleri için Shapiro Wilk testi kullanılırken, bu değişkenler arasındaki ilişki Pearson korelasyon katsayısı ile test edildi. Sürekli bir değişkeni etkilediği düşünülen değişkenlerle arasındaki neden sonuç ilişkileri açıklamak için Hiyerarşik regresyon analizinden yararlanıldı. İstatistik anlamlılık olarak p<0.05 alındı. Bulgular: Regresyon analizi sonuçlarına göre; popliteofibular ligament uzunluğunu açıklamak için sadece ekstremite uzunluğu değişkeninin modelde yer alması yeterli olup istatistik olarak anlamlı bulundu (p=0.041). Popliteofibular ligament genişliği parametresini açıklamak için popliteus tendonu kalınlığı ile Gerdy tüberkülü ve caput fibula arası mesafenin modelde yer alması yeterli ve istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0.02). “popliteofibular ligament uzunluğu=25.528-0.020ekstremite uzunluğu” ve “popliteofibular ligament genişliği=5.31- 0.348+popliteus tendonu kalınlık+ 0.595 Gerdy tuberkülü-caput fibula arası mesafesi” formülleri ortaya çıkarıldı. Ayrıca “a.v. inferior lateralis genus’un caput fibulae’ya olan mesafesi=3.689+0.606 Gerdy tüberkülü-caput fibulae mesafesi” formülü ile açıklanabiliyordu (p=0.034). Sonuç: Bu çalışma ile posterolateral köşe diz cerrahilerinde klinik önem taşıdığı bilinen popliteofibular ligamente ait morfometrik özelliklerden uzunluk ve genişlik parametrelerinin tahmininde istatistiksel olarak anlamlı regresyon formülleri ortaya konuldu. Ayrıca, a.v. inferior lateralis genus' pozisyonunun tahmini için de belirgin kemik yapılar arası mesafelerden yararlanılarak anlamlı bir regresyon formülüne ulaşıldı. Bu bulguların, yapısı bozulmuş olan bir popliteofibular ligament’in rekonstrüksiyonunda kullanılacak olan greftlerin anatomik yapıya en uygun şekilde tasarlanmasına katkı sağlayacağı düşünüldü. Anahtar Sözcükler: ligamentum collaterale laterale, popliteofibular ligament, ekstremite boyu, regresyon, korelasyon 1 P73 Alt ekstremitenin uzun kemiklerinde bulunan major foramen nutricium’ların (MFN) sayı ve topografik bakımdan incelenmesi Ortadeveci A1, Güner M1, Ay H1, Öz S2 1 2 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Hizmetleri MYO, Çifteler Amaç: Aa. nutriciae uzun kemiklerin beslenmesinin ana kaynağıdır. Bu arterlerin kemik dokusuna girişini sağlayan deliklere ‘foramen nutricium (FN)’ denilmektedir. Bu deliklerin yerleşiminin bilinmesi bizlere mikrovasküler kemik transplantasyonlarında sirkülasyonun devamı, kırığın yerinin FN’ye uzaklığı ile bağlantılı olarak kaynama süresinin doğru tahmin edilebilmesi gibi konularla ilgili ciddi ipuçları verebilir. Ancak bir uzun kemikte pek çok FN olması çeşitli sorunları beraberinde getirebilmektedir. Biz bu çalışmada çapı belli seviyeden daha büyük olan ve major foramen nutricium (MFN) diye isimlendirdiğimiz delikleri saptamaya çalıştık. Gereç ve yöntem: Bu çalışma alt ekstremitenin uzun kemikleri oluşan 144 kemik üzerinde yapılmıştır. Kemiklerin tamamı ESOGÜ Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı’nın uygulama laboratuvarında bulunan kemiklerdir. Kemik uzunluğu kemiğin proksimaliyle distali arasındaki en uzun mesafe olarak belirlenmiştir. Kemiklerin üzerinde sadece MFN’ler ölçülmüştür. MFN, femur ve tibia için çapı 1 mm’den büyük, fibula için ise çapı 0,5 mm’den büyük olanlar olarak belirlenmiştir. Gözlenen MFN’ler sayı ve lokalizasyon bakımından incelenmiştir. Bulgular: Toplam 50 femur ölçüldü ve bunların ortalama uzunluğu 436,8 mm olarak tespit edildi. Bunların 1’inde üç, 12’sinde iki tane MFN bulundu. Tespit edilen tüm MFN’ler facies posteriordaydı. Femur üç kısımda incelendiğinde, MFN’lerin %53’ü orta bölgede bulundu. MFN’lerin %55’i linea aspera üzerinde görüldü. MFN’lerin proximal uca uzaklığı (PU) ortalama 206,2 mm olarak belirlenirken, bu uzaklığın toplam kemik boyuna yüzde olarak oranı olan foraminal indeks-Fİ %47,14 olarak belirlendi. Ölçülen 50 tibia’nın ortalama uzunluğu 360,2 mm olarak hesaplandı. Bunların 1’inde iki tane MFN varken, 4’ünde hiç MFN bulunmuyordu. MFN’lerin hepsi facies posteriorda gözlendi. Tüm MFN’ler kemiğin ½’lik üst kısmında bulundu ve yine tüm MFN’lerin %82’si dördüncü 1/10’luk seviyede tespit edildi. PU ortalaması 118,2 ve Fİ %32,6 olarak bulundu. 44 fibula’nın 14’ünde hiç MFN bulunmazken, 4 tanesinde ikişer MFN vardı. Ortalama fibula uzunluğu 351,7 mm olarak tespit edildi. Tüm MFN’ların %68,5’i facies posteriorda görüldü. Bir tanesi hariç tüm MFN’lar orta 1/3’lük kısımda belirlendi. PU ortalaması 172,5 mm ve Fİ %48,5 olarak hesaplandı. Sonuç: Bu çalışmada, MFN’ların çoğunluğunun kemiklerin arka yüzlerinde olduğu belirlendi. Bu durumun büyük damarlarının geçiş bölgesiyle bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Özellikle bacak bölgesinde güçlü kasların bulunduğu kısım ile MFN’lerin aynı yüzde olması dikkat çekici bulunmuştur. Anahtar Sözcükler: Foramen nutricium, aa. nutriciae, alt ekstremite, uzun kemik. 1 P74 Humerus, radius ve ulna’daki foramen nutricium morfoloji ve topografisi Güner M1, Ortadeveci A1, Ay H1, Öz H2 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Anatomi Anabilim Dalı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Hizmetleri MYO, Çifteler Amaç: Uzun kemiklerde kemik diafizinin beslenmesinden aa. nutricia sorumludur. Bahsedilen arterlerin kemik dokusuna giriş yaptığı deliklere ise foramen nutricium (FN) denilmektedir. Uzun kemiklerdek FN’lerin lokalizasyonlarının bilinmesi, serbest vasküler kemik greftleri ve sirkülasyonun korunmasını gerektiren çeşitli cerrahi girişimler açısından önemlidir. Biz bu çalışmada çapı belirli kriterlerden daha büyük olan ve major foramen nutricium (MFN) diye isimlendirdiğimiz deliklerin, üst ekstremitedeki yerleşimlerini detaylı olarak saptamaya çalıştık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma üst ekstremitenin uzun kemikleri olan humerus, radius ve ulna’dan oluşan toplam 150 kemik üzerinde yapılmıştır. Bu kemiklerden 50 tanesi humerus, 50 tanesi Radius ve 50 tanesi ulna’dır. Kemiklerin tamamı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı’nın uygulama laboratuvarından temin edildi. Çalışma sırasında kemikler arasında yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmamıştır. Tüm kemiklerin boyu (TL) proksimal uçtan distal uca mezura yardımıyla ölçülüp, ortalamaları alınmıştır. Kemiklerin üzerinde sadece Major foramen nutricium’lar (MFN >0.5 mm) ölçülmüştür. MFN’ların sayısı, yerleşimi ve kemiğin proksimal kısmına olan mesafesi (DL) bakımından incelenmiştir. DL’nin TL’ye oranına foraminal indeks (Fİ) denir. Tüm kemiklerin Fİ’leri hesaplandı ve ortalamaları alındı. Kemikler 6 eşit parçaya bölündüğünde MFN humerus’ta 4/6lık kısımda, radius ve ulnada ise 3/6 lık kısımda idi. Bulgular: Humerus’ ların 15 tanesinde MFN olmayıp, 2 tanesinde çift MFN vardı. Diğer 33 humerus’ta ise tek MFN vardı. TL ortalaması 310,2 mm, DL ortalaması 175,5 mm, Fİ ortalaması %55,7 idi. MFN’ların 31 tanesi facies anteromedialis’te (FAM), 3 tanesi facies posterior da, birer tanede margo medialis, margo lateralis ve facies anterolateralis’te idi . Radius’ların 12 tanesinde MFN olmayıp, 1 tanesinde çift MFN vardı. Diğer 37 radiusta ise tek MFN vardı. TL ortalaması 227,6 mm, DL ortalaması 81,5 mm, Fİ ortalaması %35,9 idi. MFN’ların 33 tanesi facies anterior (FA), 3 tanesi margo interosseus, 2 tanesi margo anterior, 1 tanesi facies posterior’da idi. Ulna’ların 9 tanesinde MFN yoktu. Diğer 41 ulna da ise tek MFN vardı. TL ortalaması 249,9 mm, DL ortalaması 95,8 mm, Fİ ortalaması %38,3 idi. MFN’ların 38 tanesi facies anterior (FA), 1 tanesi margo interosseus, 2 tanesi margo anterior da idi. Sonuç: Bu çalışma klinisyenlere ve araştırmacılara major üst ekstremite kemiklerindeki FN’ların lokalizasyonu hakkında bilgiler sağlamak için yapıldı. FN çoğunlukla humerus’ta facies anteromedialis’te iken, radius’ta ve ulna’da ise facies anterior’daydı. MFN humerus’ta 4/6’lık kısımda distale yakın iken, radius ve ulna’ da 3/6’lık kısımda ve proksimale yakındı. Anahtar Sözcükler: Humerus, Radius, ulna, foramen nutricium 1 P75 Asterion morfometrisinin klinik anatomi açısından değerlendirilmesi Selvi S1, Farımaz M1, Akdemir Aktaş H1, Ocak H1, Erdal Ö. D2, Sargon M.F1 1 2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü Amaç: Asterion; sutura parietomastoidea, sutura lambdoidea ve sutura occipitomastoidea’nın birleşim yeri olarak tanımlanır.Fossa cranii posterior’a yapılacak olan cerrahi lateral girişimlerde dikkat edilmesi gereken önemli bir antropometrik noktadır. Sinus transversus ve sinus sigmoideus’un birleşim yeri cerrahi girişimler açısından çok önemlidir ve bu birleşim yerinin asterion ile çok yakın ilişkisi vardır. Çalışmanın amacı; asterion’un anatomik lokalizasyonunu çevrede yer alan palpe edilebilir anatomik oluşumlar yardımı ile net olarak ortaya koyup bölge ile ilgili cerrahi girişimlere yardımcı olmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde bulunan toplam 20 adet kafa iskeletinde gerçekleştirildi.Bu cranium’lar 18-50 yaş aralığında olup 11’i erkek 9’u ise kadındı.Ölçümler digital kumpas kullanılarak yapıldı.Değerlendirilen morfometrik parametreler: Proccessus mastoideus’un apex’i, arcus zygomaticus’un arka ucu, protuberantia occipitalis externa ve lambda ile asterion arasındaki ölçümler yapılarak tespit edildi. Bulgular: 20 adet kafa iskeletinde, toplam 40 adet asterion morfometrik olarak değerlendirildi. Asterion’un sol tarafta proccessus mastoideus’a olan uzaklığı 43,64± 6,75 mm, sağ tarafta 45,01±6,04 mm; arcus zygomaticus’un arka ucuna olan mesafesi sol tarafta 43,97±7,37mm, sağ tarafta 43,95±7,02 mm; protuberantia occipitalis externa’ya olan uzaklık sol tarafta 62,59±8,83 mm, sağ tarafta 64,75±5,57 mm; asterion ile lambda arasındaki morfometrik ölçüm ise sol tarafta 81,40±7,36 mm, sağ tarafta 82±4,96 mm idi. Asterion’un dura mater sinusları ile ilişkisi değerlendirildiğinde %84 olguda sinus transversus ve sinus sigmoideus’un birleşim yerinde, %12 olguda ilgili sinusların birleşim yerinin altında, %4 olguda ise sinusların birleşim yerinin üstünde bulunduğu tespit edildi. Sonuç: Sinus transversus ve sinus sigmoideus ile ilgili cerrahi girişimlerde asterion’un posteroinferior kısmından müdahale etmek önemlidir.Çalışma sonucunda elde edilen morfometrik parametrelerin mikrovasküler cerrahi girişimlerde faydalı olacağı düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: Asterion, morfometri, cranium, anatomi, kafa iskeleti 2 P76 Foramen palatinum majus ve minus morfometrisinin klinik önemi Akdemir Aktaş H¹, Selvi S¹, Farımaz M¹, Ocak H¹, Erdal ÖD², Sargon MF¹ ¹Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı ²Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü Amaç: Foramen palatinum majus(FPMj) ve minus(FPMn)’un kesin lokasyonu klasik anatomi kitaplarında ve cerrahi kitaplarında nadiren tanımlanmıştır. FPMj ve FPMn’un içinden önemli nörovasküler yapılar geçmektedir. Bu yapılar zarar görürse ciddi hemoraji ve doku nekrozu gelişebilmektedir. Posttravmatik dental rekonstrüksiyon, maksillofasiyal tumor rezeksiyonu, palatal mikroimplant cerrahisi ve nervus palatinus major anestezisi gibi girişimsel işlemlerde bu foramen’lerin morfometrilerinin bilinmesi önemlidir. Gereç ve yöntem: Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde mevcut bulunan 20 adet cranium üzerinde dijital kumpas kullanılarak ölçümler yapıldı. Ölçüm yapılan parametreler; FPMj lokalizasyonu, sayısı, molar dişlere olan komşuluğu, anteroposterior ve mediolateral çapı, FPMj’un sutura palatina mediana(SPM)’ya, posterior palatal kenara(PPK) ve foramen incisivum(Fİ)’a olan uzaklıkları; FPMn’un ise sayısı idi. Tüm parametreler sağ ve sol olmak üzere ayrı ayrı kaydedildi. Bulgular: 20 adet craniumun 10 adeti erkek, 10 adeti kadın cinsiyetine aitti. FPMj’un tüm kemiklerde 1 adet olduğu ve varyasyon göstermediği görüldü. FPMj’lerin molar diş komşuluğu solda erkeklerde %30 2.molar-3.molar arasında, %70 3.molar hizasında; kadınlarda ise %10 2.molar-3.molar arasında, %70 3.molar hizasında, %20 3.molar gerisinde; sağda erkeklerde %20 2.molar-3.molar arasında, %50 3.molar hizasında, %30 3.molar gerisinde; kadınlarda ise %30 2.molar-3.molar arasında, %70 3.molar hizasında, %20 3.molar gerisinde olduğu görüldü. FPMj anteroposterior çapı solda erkeklerde 5.73±1.59 mm, kadınlarda 4.54±1.22 mm; sağda erkeklerde 5.14±1.22 mm, kadınlarda 4.05±1.16 mm olarak ölçüldü. FPMj mediolateral çapı solda erkeklerde 3.98±1.15 mm, kadınlarda 3.39±0.75 mm; sağda erkeklerde 3.90±0.93 mm, kadınlarda 3.30±0.57 mm olarak ölçüldü. FPMj ile SPM arası mesafe solda erkeklerde 15.21±1.14 mm, kadınlarda 15.94±1.89 mm; sağda erkeklerde 15.72±1.43 mm, kadınlarda 16.03±1.60 mm olarak ölçüldü. FPMj ile PPK arası mesafe solda erkeklerde 7.05±1.43 mm, kadınlarda 7.10±2.13 mm; sağda erkeklerde 7.12±1.42 mm, kadınlarda 6.44±2.25 mm olarak ölçüldü. FPMj ile Fİ arası mesafe solda erkeklerde 38.49±2.73 mm, kadınlarda 38.26±2.51 mm; sağda erkeklerde 39.84±3.55 mm, kadınlarda 38.95±2.75 mm olarak ölçüldü. FPMn sayısı solda erkeklerde %60 1 adet, %40 2 adet; kadınlarda %40 1 adet, %50 2 adet, %10 3 adet, sağda erkeklerde %60 1 adet, %40 2 adet; kadınlarda %80 1 adet, %10 2 adet, %10 3 adet saptandı. Sonuç: FPMj ve FPMn morfometrisinin bilinmesi cerrahi sırasında beklenmeyen kanamaların önlenmesi ve doğru yere anestezi uygulanması açısından cerrahlara yardımcı olacaktır. Anahtar sözcükler: Foramen palatinum majus, foramen palatinum minus, morfometri, sutura palatina mediana, anatomi 1 P77 Tuberculum pharyngeum ve basis cranii’deki foramen’ler arasındaki ilişkinin morfometrik olarak değerlendirilmesi Farımaz M1, Akdemir Aktaş H1, Selvi S1, Ocak H1, Erdal, Ö.D2, Sargon M.F1 1 2 Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Antropoloji Bölümü Amaç : Basis cranii çok karmaşık bir yapıya sahip olması ve önemli anatomik oluşumlarla ilişkilerinin bulunması nedeniyle üzerinde çalışılması gereken en önemli bölgelerden biridir. Bu çalışmada radyografilerle kolay tespit edilebilen bir anatomik nokta olan tuberculum pharyngeum (TP) ile önemli foramen’ler arasında morfometrik ölçümler değerlendirilerek basis cranii’nin cerrahi girişimlerine yardımcı olunması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde mevcut olan 18 adet cranium üzerinde çalışıldı. Bu cranium’ların yaş aralığı 18-50 yaş olup, 12’si erkek, 6’sı kadındı. Ölçümler digital kumpas kullanılarak yapıldı. Norma basalis’e bakıldığında orta hatta bulunan tuberculum pharyngeum referans noktası olarak belirlendi ve tuberculum pharyngeum ile foramen magnum en ön ve en arka nokta arasındaki mesafe, tuberculum pharyngeum ile sağ ve sol foramen jugulare’nin öndeki ve arkadaki en çıkıntılı noktası arasındaki mesafe, tuberculum pharyngeum ile sağ ve sol foramen ovale, foramen spinosum ve foramen stylomastoideum arasındaki mesafeler ölçüldü. Bulgular: Ölçüm yapılan 12 adet parametreyi, tuberculum pharyngeum ile ona komşu olan 5 foramen arasındaki mesafeler oluşturmaktadır. Elde edilen ölçümlerin tanımlayıcı istatistikleri olan ortalama, standart sapma, maksimum ve minimum değerleri SPSS versiyon 22 kullanılarak hesaplandı. Elde edilen sonuçlara göre; TP ile foramen magnum en ön noktası arasındaki mesafe 11,37±1,73 mm, TP ile foramen magnum en arka noktası arasındaki mesafe 45,71±3,53 mm, TP ile sol foramen jugulare’nin öndeki en çıkıntılı noktası arasındaki mesafe 24,83±3,43 mm, TP ile sağ foramen jugulare’nin öndeki en çıkıntılı noktası arasındaki mesafe 25,48±3,44 mm, TP ile sol foramen jugulare’nin arkadaki en çıkıntılı noktası arasındaki mesafe 35,87±3,69 mm, TP ile sağ foramen jugulare’nin arkadaki en çıkıntılı noktası arasındaki mesafe 37,9±3,03 mm, TP ile sol foramen ovale arasındaki mesafe 29,07±2,31 mm, TP ile sağ foramen ovale arasındaki mesafe 28,82±2,05 mm, TP ile sol foramen spinosum arasındaki mesafe 29,99±1,89 mm, TP ile sağ foramen spinosum arasındaki mesafe 30,72±2,17 mm, TP ile sol foramen stylomastoideum arasındaki mesafe 42,86±3,04 mm, TP ile sağ foramen stylomastoideum arasındaki mesafe 43,57±2,18 mm olarak tespit edildi. Sonuç: Basis cranii grafilerinde her zaman kolaylıkla tespit edilebilen bir anatomik oluşum olan tuberculum pharyngeum’un önemli foramen’lerle olan ilişkisinin saptanmasının cerrahi girişimler sırasında cerrahlara yardımcı olacağı düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: Basis cranii, tuberculum pharyngeum, cranium, morfometri 2 P78 Parmak uzunluk oranlarının (2D:4D) sayısal ve sözel yetenekle ilişkisi Balcı R.S. , Açıkgöz A.K., Göker P., Bozkır M.G. Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Adana Amaç: Bu çalışmada, sayısal ve sözel ağırlıklı bölümlerde okuyan üniversite öğrencilerinde 2D:4D (İkinci parmak uzunluğunun dördüncü parmak uzunluğuna oranı) parmak uzunluk oranlarının, sayısal ve sözel yetenekle bağlantısının araştırılması ve bu oranların çeşitli antropometrik ölçümlerle ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu amaç doğrultusunda, yaşları 17-27 arasında değişen, toplam 264 (134 kadın, 130 erkek) öğrenciden milimetrik kumpas ve elastik olmayan mezura ile, el uzunluğu, el genişliği, ikinci ve dördüncü parmak uzunluğunun yanı sıra bel çevresi, kalça çevresi, boyun çevresi ve bireylere ait demografik veriler alınmıştır. Ayrıca çalışmaya katılan bireylerin, beden kitle indeksi (BKİ) ve 2D:4D parmak uzunluk oranları hesaplanmıştır. Bulgular: El uzunluğu, el genişliği, ikinci ve dördüncü parmak uzunluğu ve 2D:4D ölçümlerimize ait ortalama değerler, sayısal ağırlıklı bölümlerde okuyan kadınlarda sırasıyla sağda 17,83±0,72 cm, 77,65±4,58 mm, 67,57±3,99 mm, 68,30±3,59 mm, 0,99±0,03 mm, solda ise 17,89±0,71 cm, 76,70±4,13 mm, 67,65±4,06 mm, 68,06±3,56 mm, 0,99±0,03 mm, sözel ağırlıklı bölümlerde okuyan kadınlarda sırasıyla sağda 17,71±0,78 cm, 78,07±2,83 mm, 67,54±3,70 mm, 67,69±4,53 mm, 1±0,04 mm, solda ise 17,8±0,69 cm, 77,07±2,77 mm, 67,51±3,78 mm, 67,94±4,29 mm, 1,1±0,03 mm değerlerinde bulunmuştur. Aynı değerler sayısal ağırlıklı bölümlerde okuyan erkeklerde sırasıyla sağda 18,93±0,92 cm, 87,09±4,58 mm, 72,70±4,30 mm, 72,99±4,53 mm, 0,97±0,04 mm, solda ise 18,91±0,92 cm, 86,36±4,54 mm, 72,88±4,21 mm, 73,19±4,09 mm, 1±0,03 mm, sözel ağırlıklı bölümlerde okuyan erkeklerde sırasıyla sağda 18,79±0,83 cm, 86,70±4,09 mm, 71,90±4,48 mm, 72,48±3,95 mm, 0,98±0,04 mm, solda ise 18,94±1,01 cm, 85,99±4,24 mm, 72,22±4,56 mm, 72,38±4,10 mm, 0,99±0,04 mm olarak bulunmuştur. BKI( kg/m2 ) ortalama değerleri ise kadınlarda sayısal bölümde okuyanlarda 22,23±3,46 kg/m2, sözel bölümde okuyanlarda ise 19,92±1,60 kg/m2; erkeklerde ise sayısal bölümde okuyanlarda 24,13±3,23 kg/m2, sözel bölümde okuyanlarda ise 23,71±2,98 kg/m2 olarak tespit edilmiştir. Sonuç: Bu çalışmada elde edilen verilerin, her iki cinsiyette 2D:4D parmak uzunluk oranının, sayısal, sözel ağırlığa yatkınlık derecesinin belirlenerek kişilerin kariyer hedeflerinin planlanmasında yol gösterici olacağını düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: Parmak uzunluk oranı, sayısal-sözel yetenek 3 P79 Sağlıklı bireylerde dirsek taşıma açısının değerlendirilmesi Açıkgöz A.K., Özandaç S., Balcı R.S., Göker P., Bozkır M.G. Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Adana Amaç: Kol ekstensiyon, önkol supinasyon pozisyonunda iken median eksen etrafında oluşan dar açı olarak tanımlanan taşıma açısı, ergonomik önemliliğinin yanı sıra özellikle manuel terapide, dirsek implantasyonlarında, ortopedik redüksiyon ve operasyonlarda dirsekte olması gereken açı değerinin yeniden oluşturulması için gittikçe önem kazanmaktadır. Bu nedenle çalışmamızda, populasyonumuzdaki gençlerin taşıma açısına ait parametrelerin ortalama değerlerinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Çukurova Üniversitesi’nde öğrenim gören 18-25 yaşları arasındaki 204 sağlıklı bireyde elastik olmayan mezura, pelvimetre ve universal goniometre ile taşıma açısı, kol-önkol uzunluğu, bi-trokanterik ve bi-akromial çap ölçümleri yapılmış ve demografik veriler alınmıştır. Bulgular: Yaş, vücut ağırlığı ve boy uzunluğuna ait ortalama değerler kadınlarda sırasıyla 19,43±1,53 yıl, 56,86±9,05 kg ve 164,28±5,36 cm iken aynı değerler erkeklerde sırasıyla 20,95±5,89 yıl, 74,65±10,11 kg ve 178,42±6,31 cm olarak bulunmuştur. Taşıma açısı, ön kol uzunluğu ve kol uzunluğu ölçümlerine ait ortalama değerler kadınlarda sırasıyla sağda 13,46º, 24,58 cm ve 30,30 cm iken aynı değerler solda sırasıyla 12,82º, 24,28 cm ve 30,01 cm değerlerinde olduğu tespit edilmiştir. Erkeklerde sağ tarafta aynı parametreler sırasıyla 9,72º, 27,57 cm ve 34,58 cm iken sol tarafta 8,98º, 27,17 cm ve 34,33 cm değerlerinde bulunmuştur. Ayrıca bi-trokanterik ve bi-akromial çap ölçümleri kadınlarda 33,16±2,44 cm ve 36,78±1,97 cm iken aynı ölçümler erkeklerde 33,91±1,99 cm ve 41,84±2,26 cm olarak bulunmuştur. Sonuç: Bu çalışmada elde edilen verilerin dirsek ekleminde gerekli olan tam hareket açıklığının kazanılmasında, el araç gereç ekipmanlarının dizaynında ve ergonomi ile ilgili anatomik parametrelerin belirlenmesinde yardımcı olacağını düşünmekteyiz. Ayrıca çalışmamızdaki bulguların ergonomik risk faktörlerinin ortadan kaldırılması veya azaltılması yönünden literatüre önemli katkı sağlayacağı görüşündeyiz. Bu proje Çukurova Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir. Anahtar Sözcükler: Dirsek taşıma açısı, kol ve önkol uzunluk ölçümleri, bi-trokanterik ve bi-akromial çap ölçümleri 4 P80 Sağlıklı bireylerde kas kuvvet değerlendirme metotlarının karşılaştırılması Özandaç S, Öğüt E, Yücel AH, Göker P, Bozkır MG Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı Amaç: El bölgesi, ergonomik önemliliğinin yanı sıra özellikle ince becerili hareketlerde, manuel terapide, el implantasyonlarında ve ortopedik uygulamalarda el bölgesinde olması gereken kas kuvvet değerinin belirlenmesi için gittikçe önem kazanmaktadır. Bu nedenle çalışmamızda, populasyonumuzdaki gençlerin el bölgesine ait kas kuvvet parametrelerinin ortalama değerlerinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Çukurova Üniversitesi’nde öğrenim gören 18-25 yaşları arasındaki 104 sağlıklı bireyde (57 erkek, 47 kadın) fiziksel uygunluk düzeylerinin belirlenmesi için Nicholas Manuel Muscle Tester Aleti (NMMT) ve manuel kas testi kullanılarak el bileği, el ve parmak kaslarına ait kas kuvvet değerlendirilmesi yapılmıştır. Bulgular: Yaş, vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve beden kitle indeksi (BKI)’ne ait ortalama değerler kadınlarda sırasıyla 19.06±1.05 yıl, 59.77±10.08 kg, 165.15±8.67 cm ve 21.84±2.72 kg/m2 iken, aynı değerler erkeklerde sırasıyla 20.77±1.56 yıl, 73.16±10.18 kg, 176.96±6.37 cm ve 23.35±2.99 kg/m2 olarak bulunmuştur. Vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve BKI parametreleri cinsiyetler açısından karşılaştırıldığında arada önemli bir fark görülürken (p<0.05), yaş parametresinde ise anlamlı farklılık gözlenmemiştir (p>0.05). NMMT aleti ile yapılan kas testinde başparmak ekstensiyonu (sol), başparmak adduksiyonu (sağ-sol) ve radial deviasyon (sağ) parametreleri hariç bütün kaslarda her iki cinsiyet arasında anlamlı farklılık vardır (p<0.05). Ayrıca, tüm kaslardaki kuvvet erkeklerde kadınlara göre daha yüksek değerlerde çıkmıştır. NMMT aletinin intrater güven aralığının yüksek düzeyde olduğu bulunmuştur (r>0.700). Manuel kas testi istatistiksel analizinde ise cinsiyetler arasında el bileği fleksiyonu (sol) ve başparmak ekstensiyonu (sağ-sol) parametreleri dışında bütün parametrelerde anlamlı farklılık görülmüştür (p<0.05). Sonuç: NMMT aletinin el de uygulanması ile ilgili çok fazla çalışmanın bulunmaması, araştırma verilerimizin bu alanla ilgili parametrelere önemli destek vereceği görüşündeyiz. Elde ettiğimiz bu verilerin sağlıklı bireylerde el bölgesi ile ilgili problemlerin tanımlanmasında, alınan tedavinin etkinliğinin değerlendirilmesinde, romatoloji, ortopedi alanlarında, rehabilitasyon uygulamaları ile araç gereç ekipmanlarının dizaynında ve ergonomi ile ilgili anatomik parametrelerin belirlenmesinde yardımcı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: Nicholas manuel muscle test aleti, ergonomi, kas kuvveti 1 P81 Sağlık yüksekokulu öğrencilerinde baş ve boyun postürünün fotoğrafik ölçümü ön çalışması 1 Ceylantekin Y. 1Taşvuran Horata E, 2Horata E 1 Afyon Kocatepe Üniversitesi, Afyon Sağlık Yüksekokulu, Afyonkarahisar Afyon Kocatepe Üniversitesi, Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Afyonkarahisar 2 Amaç: Bu çalışma ile sağlık yüksekokulu öğrencilerinde çalışma durumu, telefon ve bilgisayar kullanımı, ergonomik şartlar, baş, boyun ağrıları ve postüral değişiklikler arasındaki ilişkiyi belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma yaş aralığı 18-24 olan 50 gönüllü Afyon Kocatepe Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu öğrencileri üzerinde gerçekleştirildi. Katılımcıların frontal görünümden 160 cm ve sağ yandan 200cm mesafede ayakta duruş pozisyonunda fotoğrafları çekildi. Baş açısı (Göz-kulak-vertikal), boyun açısı (Kulak-C7-vertikal), kranioservikal açı (göz-kulak-C7) ve protraksiyon-retraksiyon açısı (c7-omuz-transvers) ölçüldü. Ölçümler, Windows 10 yazılımında İmageJ Fiji programında yapıldı. İstatistiksel analiz SPSS 17.0 programı ile frekans, ki kare, mean±SD, Pearson korelasyon testi kullanılarak yapıldı. Anlamlılık düzeyi α=0,05 olarak belirlendi. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 20±1,32; %76.5’i kadın ve %86.3’ü çalışmamaktadır. Çalışmada katılımcıların %54.9’u günde 3-6 saat telefon, %86.3’ü günde 2 saatten az bilgisayar kullandığını, %60.8’i günde 3-6 saat sandalyede oturmaktadır. Öğrencilerin %64.7’si sandalyede otururken ergonomik şartlara özen göstermemektedir. Öğrencilerin baş açısı, boyun açısı, kranioservikal açı ve protraksiyon-retraksiyon açı sırasıyla 71,6±6,5; 44,1±4,5; 152,4±7,4; 125,9±10,9 olarak bulundu. Yaş, çalışma durumu ve protraksiyon-retraksiyon açısı arasında istatistiksel olarak pozitif yönde zayıf bir ilişki bulundu (p<0.05; r=0,3). Cinsiyet açısından boyun ağrısı karşılaştırıldığında kadınların daha fazla oranda boyun ağrısı olduğu tespit edildi (p<0.05). Ergonomik şartlarla baş ve boyun ağrısı arasında istatistiksel olarak negatif orta düzeyde bir ilişki bulundu (p<0.05; r=0,395). Sonuç: Yaşın artması ve çalışmak yuvarlak omuzun gelişmesine neden olabilmektedir. Bu yüzden sağlık yüksekokulunda okuyan öğrencilerin erken yaşta postür egzersizleri yapmaları postüral bozuklukları önleyebilir. Ayrıca kadınlarda boyun ağrısı görülme oranı artmaktadır. Ergonomik şartların düzeltilmesi baş ve boyun ağrılarını azaltabilir. Bu anlamda çalışmamız objektif yöntemlerle postürü değerlendiren ve öğrencilerde postüral bozuklukların önlenmesi konusunda klinik açıdan literatüre katkı sağlayan bir çalışmadır. Anahtar Sözcükler: Postür, baş ağrısı, boyun ağrısı 1 P82 Tıp fakültesi öğrencilerinin dikkat-motivasyon düzeyleri, çalışma ortam ve yöntemlerinin değerlendirilmesi Bahşi İ.1, Çetkin M.1, Orhan M.1, Kervancıoğlu P.1, Sayın S.2, Ayan H.2 1Department of Anatomy, Faculty of Medicine, Gaziantep University, Gaziantep, Turkey 2School of Medicine, Gaziantep University, Gaziantep, Turkey Amaç: Tıp eğitiminde hedeflenen sonuçlara ulaşmak için öğrencilerin çalışma ortamları, çalışma sürecindeki dikkat-motivasyon düzeyleri ve çalışma yöntemlerinin değerlendirilmesi son derece önemlidir. Bu çalışmada tıp fakültesi öğrencilerinin ders çalıştıkları ortam, çalışma sürecindeki dikkat-motivasyon düzeyleri ve çalışma yöntemlerinin saptanması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem I-II-III öğrencileri çalışma ortamı, dikkat-motivasyon düzeyi ve çalışma ortamları ile ilgili soruları içeren anketi doldurmuşlardır. Öğrencilere 11 açık uçlu soru ve 29 Likert tipi soru sorulmuştur. Bu soruların istatistiksel analizi yapılmış ve bazı soruların kendi aralarında korelasyonu yapılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Öğrencilerin not ortalamaları ile “ders çalışmaya başlamadan önce konuya odaklanmada zorluk çekerim”, “ders çalışırken dikkatim kolayca dağılır”, “ders çalışırken motivasyonumu arttırması için çeşitli tıbbi ilaçlar kullanırım (vitamin hariç)”, “ders çalışırken dikkatimi arttırması için çeşitli tıbbi ilaçlar kullanırım (vitamin hariç)”, “derslere sadece sınav dönemlerinde çalışırım” parametreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu görülmüştür. Öğrencilerin not ortalamaları ile konaklama yeri arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür. Sonuç: Sonuç olarak zorlu bir eğitim sürecinden geçen tıp fakültesi öğrencilerinin çalışma alanlarının fiziki koşullarının geliştirilmesi öğrencilerin akademik başarılarının artmasına katkı sağlayacaktır. Öğrencilerin dikkat ve motivasyonlarını olumsuz etkileyen unsurlarla ilgili bilinçlendirilmesi de akademik başarılarını olumlu etkileyecektir. Tıp fakültesi öğrencilerinin çalışma metodolojilerinin belirlenmesi öznel eğitim stratejilerinin geliştirilmesinde katkı sağlayacaktır. Anahtar Sözcükler: Tıp eğitimi, dikkat, motivasyon, çalışma ortamı, çalışma yöntemi 2 P83 Tıp fakültesi derslerinin verimliliği, işleniş şekli ve öğrencilerin devam kontrolünün değerlendirilmesi Bahşi İ.1, Çetkin M.1, Kervancıoğlu P.1, Orhan M.1, Ayan H.2, Sayın S.2 1Department of Anatomy, Faculty of Medicine, Gaziantep University, Gaziantep, Turkey 2School of Medicine, Gaziantep University, Gaziantep, Turkey Amaç: Öğrenci ve öğreticinin tercih ettiği ders ve ders aralarının ideal sürelerinin belirlenmesi, gün içindeki en uygun ders saatlerinin tespiti ve derse katılım hakkındaki düşüncelerinin incelenmesi verilen eğitim kalitesini arttırmada faydalı olacaktır. Ayrıca ders sırasında öğreticinin dikkat düzeyine etki eden unsurların incelenmesi de derslerin daha verimli işlenmesini sağlayacaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, tıp fakültesi öğrenci ve öğreticilerinin ders ve ders arası süresi, derslerin en verimli geçtiği zaman aralığı, derse devam zorunluluğu, öğreticinin ders anlatım yöntemi hakkındaki fikirlerinin belirlenmesi ve öğreticinin öğrencilerin dersteki tutumları ile ilgili görüşlerinin tespiti amaçlanmıştır. Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma 44 öğretim üyesi ve 480 öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiştir. Veriler, katılımcıların tanımlayıcı özelliklerini sorgulayan açık uçlu sorular ile teorik derslerin verimliliği, işlenişi ve teorik derslere katılım konusu hakkında öğrencilerin düşüncelerini irdeleyen Likert ölçeği ile hazırlanmış 29 soruluk anket formu ile elde edilmiştir. Bulgular: Öğrenciler ve öğreticiler teorik-pratik ders sürelerinin yeterli olduğunu ve sabah saatlerinde teorik derslerin daha verimli geçtiğini düşünmektedirler. Kahvaltı yapılan günlerde öğrencilerin derslere daha iyi odaklandıkları görülmektedir. Öğretici ve öğrenciler, parmak izi yöntemiyle yapılan devam kontrol uygulamasının derslere olan ilgi ve ders başarısı üzerinde olumlu bir etkisinin olmadığını düşünmektedirler. Öğrenciler, slayt sayısının fazla olduğu derslerde konuya odaklanmakta zorluk çekerken öğreticiler bu durumun öğrencilerin konuya olan ilgilerini etkilemediğini düşünmektedirler. Sonuç: Bu verilerin ders programlarının etkin şekilde hazırlanmasında, öğrencilerin kahvaltı alışkanlıklarının iyileştirilmesinde ve öğretim metodolojilerinin geliştirilmesinde katkı sağlayacağı inancındayız. Anahtar Sözcükler: Ders verimliliği, biyometrik kontrol, dikkat düzeyi, tıp fakültesi 3 P84 Kadavra disseksiyonu ve anatomik modellerle yapılan pratik uygulamaların anatomi eğitimine etkisinin araştırılması Sabancıoğulları V*, Çetinkaya S**, Doğruyol G*, Çimen K*, Sönmez M*, Çimen M*. *Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Sivas **Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Sivas Amaç: Kaliteli sağlık hizmeti verilebilmesinde en önemli unsur, başta doktorlar olmak üzere sağlık personelinin iyi yetişmiş olmasıdır. Mesleğinde başarılı, iyi bir sağlık elemanı olmanın yoluda insan anatomisini doğru ve kalıcı bir şekilde öğrenmekten geçer. İnsan anatomisini öğrenmede teorik derslerin yanı sıra pratik uygulamalarda çok önemlidir. Klasik anatomi eğitiminde kadavra kullanımı vazgeçilmez olarak kabul edilmektedir. Ancak yeni tıp fakültelerinin açılmasıyla kadavra sıkıntısı artmış ve anatomi pratikleri ağırlıklı olarak maketler üzerinde yapılmaya başlanmıştır. Bu sebeple pratik uygulamalar içerisinde yer alan anatomik modellerle çalışma ve kadavra disseksiyonlarının anatomiyi öğrenmeye olan etkisini araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 2015-2016 eğitim- öğretim dönemi içerisinde, başarı düzeyleri birbirine yakın olan ve anatomi teorik derslerini takip eden 120 tıp fakültesi ikinci sınıf öğrencisi çalışmaya dahil edildi. Öğrenciler 30’ar kişilik dört grup (1. Grup; sadece teorik ders dinleyenler, 2.Grup; teorik ders ve anatomik modellerle uygulama yapanlar 3.Grup; teorik ders ve kadavra diseksiyonuyla uygulama yapanlar 4.Grup teorik ders, anatomik modeller ve kadavra diseksiyonuyla uygulama yapanlar)’a ayrıldı. Her bir ders kurulunda verilen teorik dersler ve pratik uygulamalardan sonra, 10 sorudan oluşan, pratik sınavlarla öğrencilerin konuyu anlama dereceleri tespit edildi. Bulgular: Dolaşım sistemi ders kurulunda, teorik dersten sonra, hem maket hemde kadavra üzerinde pratik uygulama yapan öğrencilerin not ortalaması diğerlerinden belirgin şekilde daha yüksekti (p<0.05). Duyu ve sinir sistemleri ders kurulunda ise, grup III ve IV’ü oluşturan öğrencilerin not ortalaması istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde, diğer iki gruptan daha yüksekti (p< 0.05). Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar, kadavra diseksiyonu yapılarak verilen anatomi pratik eğitimlerinin anlamayı kolaylaştırdığı ve başarıyı arttırdığını göstermektedir. Çalışmadan elde edilen bu sonuç, anatomi pratiğinde mevcut uygulamaların etkinliği konusunda bilgi verdiği gibi, ders saatlerinin planlanmasında, müfredata yeni konular eklenmesi yada çıkarılması noktasındada eğitimcilere yol gösterici olacaktır. Anahtar Sözcükler: Kadavra, Anatomi eğitimi, Anatomik modeller. Bu çalışma Proje No "RGD-7 adıyla Cumhuriyet Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Fonu tarafından desteklenmiştir. 1 P85 Balıkesir üniversitesi tıp fakültesi öğrencilerinin kesitsel ve radyolojik anatomi eğitimi hakkındaki görüşleri Çetin R1, Karaca Saygılı Ö2, Özcan E2, Gülcen B2,Büyükmert A1,Çevik C3. 1-Balıkesir Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Anatomi Anabilim Dalı 2-Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı 3-Balıkesir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü AMAÇ: Bu çalışma, Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin aldıkları mevcut klasik anatomi dersi hakkındaki düşüncelerini değerlendirmek ve radyolojik ve kesitsel anatomi eğitiminin, klasik anatomi eğitimine katkısı konusundaki görüşlerini tespit etmek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, 2015-2016 eğitim-öğretim yılı bitiminde Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi dönem 1, dönem 2, dönem 3 ve dönem 4 öğrencileri dahil edilmiştir. Hazırlanan anket formu daha sağlıklı sonuç almak adına elektronik posta yolu ile öğrencilere gönderilmiş ve elde edilen veriler SPSS for Windows paket programına girilerek analizleri yapılmıştır. Bulgular: Çalışmaya Balıkesir Üniversitesi Tıp fakültesinde okuyan 295 öğrenciden 246’sı katılmıştır (%83,4). Öğrencilerden 128’i (%52) erkek, 118’i (%48) kız ve 89 öğrenci ( %36,2) dönem 1, 82 öğrenci (%33,3) dönem 2, 41 öğrenci (%16,7) dönem 3 ve 34 öğrenci (%13,8) ise dönem 4 öğrencisidir. Bu öğrencilerden % 76,4’ü dönem tekrarı yapmamıştır. Ankete katılan öğrencilerden 211’i (% 85,8) mevcut uygulanan klasik anatomi eğitimine ek olarak radyolojik ve kesitsel anatomi eğitiminin de gerekli olduğunu, 201’i (%81,7) radyolojik ve kesitsel anatominin dersi anlamada daha faydalı olacağını ve dersi daha zevkli hale getireceğini ifade etmiştir. Ayrıca 223 öğrenci ( %90,7), radyolojik ve kesitsel görüntülerde birçok anatomik yapıyı bir arada görebileceğini ve bir bütün olarak anatomiyi daha iyi anlayabileceğini, 187 öğrenci (%76,0) radyolojik ve kesitsel anatomi eğitiminin, anatomi dersinde ezberciliği daha az hale getireceğini belirtmiştir. Öğrencilerden 204’ü (%82,9), radyolojik ve kesitsel anatomi eğitimiyle teorik ve pratik sınav sorularını daha rahat yapabileceğini belirtmiş ve 237 öğrenci (%96,3) radyolojik ve kesitsel anatomi eğitiminin meslek hayatında kendilerine fayda sağlayabileceğini düşünmektedir. Ayrıca radyolojik ve kesitsel bir görüntüde görünen yapıları tanımlayabileceğinizi düşünüyor musunuz sorusuna öğrencilerden 92’si (%37,4) ‘Kararsızım’, 50’si (%20,3) ‘Katılmıyorum’ cevabı vermiştir. Sonuç: Tıp eğitimini geliştirme ve iyileştirme çerçevesi içinde öğrenci geri bildirimlerinin çok önemli olduğu, özellikle anatomi dersini daha zevkli ve kalıcı hale getirmede mevcut eğitime ek olarak teknoloji ve görselliğin daha sık kullanılması ile mümkün olacağı bilinmektedir. Bu doğrultuda yapılan çalışmada elde edilen veriler ile radyolojik ve kesitsel anatomi eğitiminin, mevcut verilen anatomi eğitimine katkıda bulunacağı, dersi anlamada ezberciliği azaltacağı ve dersi daha zevkli hale getireceği anlaşılmıştır. Ayrıca, radyolojik ve kesitsel anatomi eğitiminin mesleki hayatta da fayda sağlayabileceği kanaatine varılmıştır. Sonuç olarak, radyolojik ve kesitsel anatomi eğitiminin, klasik anatomi eğitiminden daha fazla verim almak ve dersi daha ilgi çekici hale getirmek ve tıbbın temel alanı olan anatomi eğitiminde kalıcılığı sağlama adına gerekli olduğu belirlenmiştir. Anahtar Sözcükler: Anatomi, eğitim, kesitsel, öğrenci görüşleri, radyolojik. 1 P86 Akdeniz üniversitesi tıp fakültesi anatomi uygulamalarına başlayan dönem I öğrencilerinin öğrenme stilleri Hizay A1, Şenol Y2, Özsoy U1, Şekerci R1, Karakoyun Z1, Süzen B1 1 2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Eğitimi Anabilim Dalı, Antalya Amaç: Anatomi, tıp fakültelerinde önemli bir yere sahiptir. Öğrenme ve öğretmede önemli sonuçlar doğuracak temel farklılık alanları; öğrenme stilleri, öğrenmeye yaklaşım, gelişim düzeyi olarak gösterilmektedir. Öğrencilerin bu genel özelliklerindeki farklılıklar, onların öğrenme süreçlerinde de gözlenmektedir. Öğrencilerin öğrenme stillerinin dikkate alınması gerekliliği, eğitim-öğretim faaliyetlerinde başarıyla amaca uygun yönde ilerleme açısından önemlidir. Bu araştırmada, öğrencilerinin anatomi uygulamaları için öğrenme biçemlerini belirleyerek, dağılımı ortaya çıkarmak ve daha etkili öğrenme-öğretmenin sağlanması için önerilerde bulunmak amaçlanmaktadır. Bu bağlamda Öğrencilerin öğrenme yöntemlerinin bilinmesinin pratik uygulama yöntemleri konusunda eğiticilere yol göstereceğini ve pratik verimliliğinin daha da artacağını düşünmekteyiz. Gereç ve Yöntem: Çalışma grubunu oluşturan 309 (E=176/K=133) Dönem I öğrencisine Kolb öğrenme stili ve VARK anketi uygulanmıştır. Çalışmada p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Verilerin analizleri SPSS 22.0 paket programı ile yapılmıştır. Bulgular: Elde edilen sonuçlara göre VARK ölçeğinde katılımcıların %6,5’i (n=20) görsel, %29,8’i (n=92) İşitsel, % 27,2’si (n=84) yazarak, %6,1’i (n=19) kinestetik, % 16,2’si(n=50) multimodal ve 14,2’si (n=44) bimodal (VAR-ARK-VRK) öğrenme stiline yatkın olduğu görülmektedir. Öğrencilerin daha yüksek oranla işitsel, yazarak ve multimodal öğrenme biçemine sahip olduğu tespit edilmiştir (p<0,05). Kolb öğrenme stiline göre öğrencilerin %35’i (n=108) özümseyen, %8,4’ü (n=26) yerleştiren, %46,9’u (n=145) ayrıştıran ve %9,7’si (n=30) ise değiştiren tipte öğrenme stillerine sahip olduğu tespit edilmiştir. Özümseyen ve Ayrıştıran tipte öğrenme düzeyine sahip öğrencilerin oranlarının yerleştiren ve değiştiren tip öğrencilere göre daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (p<0,05). Kolb ve Vark ölçekleri karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmemiştir (p>0,05). Ancak, özümseyen ve ayrıştıran gruptaki öğrencilerin çoğunluğunun işitsel (n=35) ve yazarak (n=40) öğrenme biçimini tercih ettiği tespit edilmiştir. VARK ölçeğinde katılımcıların cinsiyeti ve yaşlarının öğrenme stilleri üzerinde etkili olmadığı, KOLB öğrenme stili ölçeğinde ise erkeklerin kız öğrencilere göre daha yüksek oranda özümseyen, kız öğrencilerin erkek öğrencilere göre daha yüksek oranda ayrıştıran öğrenme stiline sahip olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Anatomi uygulamalarına başlayan öğrencilerin öğrenme stillerinin belirlenmesiyle uygulama işleyişinin planlanmasında yol gösterici olacağını düşünmekteyiz. Farklı öğrenme-öğretme stratejileri geliştirerek eğitim modellerinde öğrencilerin öğrenme stillerini geliştirmelerinde öğrencileri destekleyeceğini düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: VARK, KOLB, Anatomi, Öğrenme stilleri 1 P87 Tıp fakültesi öğrencilerinin anatomi eğitimi ve dersleri hakkındaki görüşleri Babacan S.1, Işıklar S.1,2, Kafa İ.M.1, Arı İ.1 1 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, BursA/TÜRKİYE Uludağ Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu, Tıbbi Görüntüleme Teknikleri, Bursa/TÜRKİYE 2 Amaç: Modern tıbbın babası sayılan Hipokrat (M.Ö. 460-377) insan anatomisini tıp biliminin başlangıcı olarak kabul etmiştir. Tüm zamanların en etkileyici yazarı olarak kabul edilen Galen (M.S. 130-200) ise “anatomi bilgisi olmayan hekim planı olmayan mimara benzer” ifadesini kullanmıştır. Anatominin tıp eğitimindeki vazgeçilmez rolü açıktır. Bu nedenle, çalışmamamızda, anatomi eğitiminin verimliliğin arttırılabilmesi için anket formları ile öğrencilerin görüşleri alınmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenim gören ve temel anatomi eğitimini tamamlamış olan 2. Sınıf öğrencilerinden 263 gönüllünün katılımı ile gerçekleştirildi. Gönüllü katılımcılara cevaplama süresi yaklaşık 3 dakika süren anketler verildi. Cevapların gizliliği esası için katılımcıların kişisel bilgileri alınmadı. Çalışmanın istatistiksel sonuçlarının hassasiyeti açısından özensiz ve rastgele doldurulan anketler istatistiksel analizlere dâhil edilmedi. Anketlerden elde edilen cevapların madde puanlaması modeli yapıldıktan sonra Office 2010 Excel programında tablolar haline dönüştürüldü. Daha sonra tüm istatistiksel analizler SPSS (22,0 sürümü)’de yapıldı. Bulgular: Anatomi eğitiminin gerekliliği konusunda katılımcıların %89,0’u olumlu görüş bildirmiştir. “Anatomi dersi zorunlu ders programı içerisinde yer almalıdır” maddesine katılımcıların %95,0’i “katılıyorum” şeklinde cevap vermiştir. “Anatomi eğitiminde en iyi öğrenme yolu uygulama derslerine katılmaktır” maddesine %78,5 oranında “katılıyorum” şeklinde dönüt alınmıştır. Katılımcıların %91,7’si “Anatomi eğitiminin klinik ile bağdaştırılarak verilmesi öğrenmeyi kolaylaştırır” maddesine “katılıyorum” şeklinde görüş bildirmiştir. “Anatomi eğitiminin, sağlık alanında çalışacak olma duygusunu hissettirme rolü önemlidir” maddesine %81,8 oranında olumlu görüş alınmıştır. Sonuç: Katılımcıların, hekimlik pratiği açısından anatomi eğitiminin gerekliliği konusundaki farkındalıkları ve tıp eğitimine yeni başlayanlar için, anatomi eğitiminin hekimlik mesleği adına motive edici yönü ortaya konmuştur. Anatomi eğitiminin uygulama ağırlıklı olarak ve klinik bilgilerle pekiştirilerek aktarılmasının verimi arttıracağı kanaatindeyiz. Anahtar Sözcükler: Anatomi dersleri, tıp eğitimi, anatomi eğitimi 1 P88 Anatomi’de eğitim-öğretim yöntemleri konusunda çeşitli öğrenci görüşleri Dönmez D. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye Amaç: Anatomide eğitim-öğretim yöntemleri çeşitlidir: Kadavra, plastine örnekler, maketler, internetteki çeşitli videolar ve 3D modellemeler. Öğrencilerden bu yöntemlerden faydalanma ile ilgili çeşitli yorumlar ve öneriler gelmektedir. Gereç ve Yöntem: Anatomi eğitimi öğretimi alanında öğrenci bazlı yapılan çalışmalar incelenmiştir. Bulgular: Anatomi eğitiminde ortaya çıkan eğilimler daha az diseksiyon ve daha az ders, daha fazla plastine örnek, ayrıca web tabanlı ve bilgisayar tabanlı interaktif multimedya öğrenme modülleri ise öğrenmeyi daha aktif ve eş zamanlı kılmasından dolayı daha fazla yer buluyor. Gerçek şu ki, öğrenciler gross anatomi laboratuarlarında görme, dinleme, dokunma duyusu gibi çok yönlü deneyimler elde ettiğinden ve bilgisayar da bunların bazılarını karşılayamadığından geleneksel anatomi eğitmenleri gross anatomi laboratuarlarını desteklemektedir. Yine yapılan bir çalışmada öğrenciler 15 kişilik 4 gruba ayrıldılar ve ortaya şu görüşler çıktı: Kadavrayla çalışırken istenilen kısma ulaşmak için kaybedilen zaman, formaldehitin gözleri irrite etmesi, kadavranın zamanla damar ve sinirlerinin kopması. Amerika’ da tıp öğrencileri arasında yapılan bir çalışmada 3D sistemle anatomi öğrenmek isteyenler de kadavra ile çalışarak öğrenmek isteyenler arasında yapılan bir çalışmada, kadavrayla çalışan öğrencilerin daha memnun ve başarı oranının daha fazla olduğu görüldü. Bu öğrencilerin grupla çalışarak ve istedikleri zaman kurs araştırıcısına erişim sağladıkları için daha dikkatliydiler. Avusturalya da yapılan bir çalışmada yine kadavrayla çalışmanın önemi ortaya kondu. 2011, 2012, 2013 yılları boyunca rutin kas-iskelet sistemi dersinde yapılan, on hafta süren disseksiyonlarda %75 i şu düşünceleri savunmuştur: ‘’Disseksiyon yapmak insan vücuduna olan saygımı attırdı, anatomiyi daha ayrıntılı anlamamı sağladı, anatomik yapıları 3 boyutlu incelememi sağladı, anatomi öğreniminin daha ilgi çekici olmasını sağladı, daha iyi ve daha kalıcı bilgi edindim.’’ Sonuç: Kadavra birçok öğrenci açısından gerçeğe en yakın öğretim materyali olarak görülmektedir. Kadavranın eğitime ve mezuniyet sonrasında öğrenciye hekimlik nosyonu kazandırdığı, hem öğrenci, hem de eğiticiler tarafından düşünülen en temel görüştür. Anahat Sözcükler: anatomi eğitimi, plastinasyon örnekler, tıp öğrencileri, disseksiyon 2 P89 Akdeniz üniversitesi tıp fakültesinde uygulanan özel çalışma modüllerine bir örnek: kesitsel anatomi Yıldırım F.B.1,Şenol U.2, Öğüt E1, Şenol Y3 1 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya, Türkiye Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Antalya, Türkiye 3 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Eğitimi Anabilim Dalı, Antalya, Türkiye 2 Amaç: Özel çalışma modülleri (ÖÇM) öğrencilere öğrenme becerileri ve ilgi alanların geliştirmek için olanaklar sağlar. ÖÇM’ler Akdeniz Üniversitesi’nde 2008-2009 eğitim öğretim yılında uygulanmaya başlanılmıştır. Bu çalışmanın amacı 2009-2016 yılları arasında yapılan kesitsel anatomi ÖÇM’sini seçen öğrencilerden alınan geri bildirimler ile memnuniyetlerini ve öğrencilerin geri kazanımlarını ölçmektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmanın verileri kesitsel anatomi ÖÇM’sine katılan öğrencilerin ÖÇM’nin başlangıcı ve sonundaki geri bildirimlerinden elde edilmiştir. Toplam 69 öğrenci kesitsel anatomi ÖÇM’si ile ilgili geribildirim vermiştir. Öğrencilere ilk ÖÇM toplantısında bu ÖÇM’den beklentileri ve neden seçtikleri ile ilgili bir metin yazmaları istenmiştir. ÖÇM’de Anatomi ve Radyoloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinin katkıları ile öğrenciler ilk olarak yapıların anatomisini daha sonra ise radyolojik görüntülerini öğrenmektedirler. Bulgular: Öğrencilerin %95’i kesitsel anatomi ÖÇM’sinin başlangıçtaki beklentilerini karşıladığını ve temel tıpta aldıkları anatomi dersinin kliniğe radyoloji aracılığı ile entegre ettikleri için çok faydalı olduğunu ÖÇM sonunda alınan geri bildirimlerde belirtmişlerdir. Sonuç: Araştırma sonuçlarına göre öğrenciler kesitsel anatomi ÖÇM’sinin yararlı olduğunu belirtmiştir. Öğrencilerden elde edilen sonuçlara göre kesitlerde görülen anatomik yapıların tanımlanmasını arttırdığını, farklı seviye ve bölgelerden elde edilen kesitlerin ayırt edilmesini kolaylaştırdığını ve görüntüleme yöntemleri, atlas ve internet kullanımının arttığı sonucuna varılmıştır. Anahtar Sözcükler: Özel çalışma modülleri, Özel Modüller, Tıp Eğitimi 3 P90 Anatomi eğitiminin Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem I öğrencilerinin motivasyon ve kaygı düzeyine etkisi Onur Ş1, Akdoğan D2, Akdoğan I1, Til A3, Aygün D1, Türk F1 1 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıp Eğitimi Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye 3 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye 2 Amaç: Tıp eğitiminin temel derslerinden olan anatomi, tıp fakültesi için hem eğitime önemli katkı sağlaması hem de mesleki bir tutum geliştirmeye olanak vermesi açısından değerli bir ortam sağlamaktadır. Günümüze kadar yapılan çalışmalarda anatomi eğitiminin önemi, öğrencilerin anatomi eğitimi hakkındaki düşünceleri, anatomi öğrenme teknikleri, en iyi anatomi öğretim metotları gibi birçok konu araştırılmıştır. Fakat literatürde anatomi eğitiminin öğrencinin duygu ve düşüncelerine, moral ve motivasyonuna olan etkisi ile ilgili bir araştırma yapılmamıştır. Bu çalışmanın amacı anatomi derslerinin Tıp Fakültesi Dönem I öğrencilerinin bir yıllık eğitim ve öğretim dönemi boyunca duygu, düşünce ve motivasyonlarına etkisini araştırmak ve kaygı düzeylerindeki değişimi ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Anatomi dersinin öğrencilerin duygu, düşünce ve motivasyonlarına etkisini araştırmak ve kaygı düzeylerini belirlemek için bir anket formu hazırlanmıştır. Sosyodemografik özellikleri içeren anket formu, 28 adet çoktan seçmeli ve 1 adet açık uçlu sorudan oluşmaktadır. Bu anket formu Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi 2015-2016 eğitim öğretim yılı bitiminde Dönem I öğrencilerine gözlem altında uygulanmıştır. Ankete Dönem I öğrencisi 264 öğrenci (% 47.3 erkek, % 52.7 kız) gönüllü olarak katılmıştır. Çalışmamızdan elde edilen veriler SPSS 17.00 programı kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Uygulanan ankete göre, ilk anatomi ders sunumu sonu ile eğitim öğretim yılı sonu dönemleri karşılaştırıldığında öğrencilerin “ders çalışma yoğunluğu, anatomi dersinin anlaşılmasında zorluk derecesi, ezberlemeye yönelme, yeni bir dil öğrenme” ile ilgili kaygı seviyelerinin istatistiksel olarak azalmış olduğu bulundu (p<0,05). Fakat “Tıp eğitiminin zorlu geçeceği, başaramama kaygısı, mesleki bilgi açısından kendilerine çok faydası olacağı” ile ilgili düşüncelerde istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik olmadığı gözlendi (p>0,05). Sonuç: Öğrenci psikolojisinin eğitimciler tarafından bilinmesi öğrencilerin anlaşılabilmesi açısından önem taşımaktadır. Bu çalışma sonucunda anatomi dersi ile ilgili kaygıların eğitim öğretim yılı içerisinde olumlu yönde değiştiği ancak tıp eğitimi ile ilgili kaygılarda anlamlı bir değişikliğin olmadığı gözlenmiştir. Anatomi dersinin tıp fakültesi dönem 1 öğrencileri üzerindeki psikolojik etkilerinin incelenmesinin, düşüncelerinin bilinmesi ve derslerin öğrencilerdeki kaygı düzeylerine etkisinin tespit edilmesi, tıp fakültesine yeni başlayan öğrencilerin anatomi dersine uyumunun sağlanması için faydalı olacağı düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: Anatomi eğitimi, tıp öğrencisi, motivasyon, kaygı düzeyi. 4 P91 Anatomi Anabilim Dalımızda beden bağışı durum analizi ve örnek uygulamalar Gören H., Yeğin B., Alpay M. Eskişehir Osmangazi Eskişehir/Türkiye Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Amaç: Tıp Fakültesi öğrencileri ve tıpta uzmanlık öğrencilerinin eğitiminde kadavra vazgeçilmez bir eğitim materyalidir. Tıp eğitiminin temel taşlarından biri olan anatomide de birçok yenilikten yararlanılmaktadır. Ancak tıp eğitiminde anatominin olmazsa olmazı insan bedeni üzerinde yapılan eğitim ve çalışmalardır. Kadavra üzerinde yapılan çalışmalar insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen henüz hiçbir teknolojik gelişme bu uygulamanın yerini almaya aday değildir. Bu çalışmanın amacı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalına yapılan beden bağış durumunu analiz ederek, beden bağışını özendirmeye yönelik uygulamaları ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: ESOGÜ Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalına 1982 yılından itibaren yapılan beden bağışları incelenmiştir. Bu bağışların cinsiyet, yaş ve meslek grupları dikkate alınmıştır. Aynı zamanda beden bağışını özendirmeye yönelik örnek uygulamalarımız derlenmiştir. Bulgular: Anatomi Anabilim dalımızda bugüne kadar toplam 68 beden bağışı yapılmıştır. Bunların 21’i kadın, 47’si erkektir. Yapılan beden bağışlarının ortalama yaşı 57,4’tür. Meslek grupları ise doktor, emekli öğretmen, emekli işçi, gazeteci, ev hanımıdır. Eğitim sonrasında defin işlemi için 2 bağış kadavramız ailelerine teslim edilmiş, diğer bağışlarımız ise bedenleri üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar sona erdiğinde, kemiklerimin de kullanılabilmesi için hazırlanmasını istemiştir. Anabilim Dalımızda, kadavra bağışının özendirilmesi ve bağışların eğitime sağlayacağı pozitif ivme göz önünde bulundurularak; bu konuda toplumsal bir farkındalık oluşturmak için gerek yazılı, gerekse görsel medya kullanılmaktadır. Bu amaçla, kadavra olarak kullanılan bağışların defnedilmek üzere ailelerine teslimi, fakültemizde düzenlenen törenlerle gerçekleştirilmektedir. Bu törenlere, eğitimleri esnasında bağışlanan beden üzerinde çalışan öğrencilerimizin yanı sıra, tıp eğitimine yeni başlayan Dönem I öğrencileri, bağışçıların aileleri ve basın mensupları katılmaktadır. Sonuç: Ülkemizde, tıp fakültesi sayısının ve kontenjanlarının her geçen gün artış göstermesi, mevcut durumda zaten sınırlı olan kadavra eğitimini daha da güç hale getirmektedir. Öğrenci eğitimlerinin yanı sıra, yeni tedavi yöntemleri ve ameliyat tekniklerinin geliştirilebilmesi için de kadavralar üzerinde yapılacak uygulamalar kritik bir öneme sahiptir. Bu nedenle toplumun beden bağışı konusunda bilinçlendirilmesi ve gönüllülüğü artırılması, kaliteli hekimlerin yetişmesine ve bilimin gelişmesine katkı sağlayacaktır. Yazılı ve görsel basında çıkan haberler, doku ve organ bağışına benzer şekilde beden bağışının da yaygınlaştırılmasına vesile olacaktır. Anahtar Sözcükler: Beden bağışı, Kadavra, Anatomi 5 P92 Fetal dönemde maternal yaş ve sigaranın fetal biyometrik parametreler üzerine olan etkilerinin araştırılması Desdicioglu R1, Desdicioglu K2, Kelekci S3 1 Yıldırım Beyazıt Üniveristesi, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye 2 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye Amaç: Maternal yaş ve sigaranın prenatal dönemdeki fetal gelişim üzerine olan etkilerini araştırmak. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya yaşları 17–41 (yaş ortalaması:27.05±5.75) arasında değişen, gebelik haftası 11–40 haftalar arasında olan 914 gebe dahil edildi. Gebeler yaşlarına göre; 20 yaşından küçük veya eşit olanlar, 21-25 yaş arasında olanlar, 26-30 yaş arasında olanlar, 31-35 yaş arasında olanlar ve 35 yaştan büyük olanlar olmak üzere beş, sigara içenler ve içmeyenler olarak da iki gruba ayrıldı. Daha sonra fetuslara ait kilo, baş çevresi (HC), bi-parietal çap (BPD), karın çevresi (AC) ve femur uzunluğu (FL) parametreleri alındı. Bulgular: Fetal dönem boyunca alınan tüm parametrelerin haftalara, trimesterlere, aylara, yaşa ve sigaraya göre ortalamaları ve standart sapmaları belirlendi. Tüm parametreler ile gestasyonel yaş arasında anlamlı korelasyon ilişkisi olduğu gözlendi (p<0.001). Gebelik süresince alın fetal biyometrik parametrelerin, trimesterler ve aylar arası karşılaştırmasında gruplar arasında istatistiki olarak fark olduğu (p<0.05), yaş ve sigara grupları karşılaştırmasında ise; gruplar arasında istatistiki olarak fark olmadığı tespit edildi (p>0.05). Sonuç: Maternal yaş ve sigara fetal dönemde fetal parametreleri etkileyen önemli maternal faktörlerdendir. Çalışmamız sonucunda maternal yaş ve sigaranın fetal parametreleri etkilediğini gözlemledik. Çalışmamız sonucunda elde ettiğimiz verilerin fetal dönemde maternal yaş ve sigaranın fetal parametreler üzerine olan etkilerinin değerlendirilmesinde yardımcı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: Gebelik, fetus, ultrasonografi, yaş, sigara 6 P93 Metotreksatın neden olduğu karaciğer hasarı üzerine timokinonun koruyucu etkinliğinin araştırılması Sağıroğlu A1, Sönmez MF2, Erçal Ö3, Kaymak E2, Susar H1, Al Ö1 1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye 3 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye 2 Amaç: Metotreksat (MTX) folat antagonisti olan bir antineoplastik ilaçtır. MTX, lösemi, lenfoma gibi çok sayıda hematolojik malignitelerin, psöriasis ve romatoid artrit gibi otoimmün hastalıkların tedavisinde yaygın bir şekilde kullanılan kemoterapötik ajanlardan biridir. MTX ile beraber antioksidan maddelerin verilmesinin, MTX’ın yan etkilerini azaltacağını bildiren çalışmalar mevcuttur. Timokinon (TQ), çörek otu uçucu yağında bulunan ve antioksidan aktivitesi yüksek olan biyoaktif bir bileşendir. Literatürde TQ’un anti-inflamatuar, anti-tümoral, anti-mikrobiyal, anti-histaminik ve immunmodulatör etkilerinin olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada, kemoterapötik ajanlardan MTX ile deneysel oluşturulan karaciğer hasarının engellenmesinde TQ’un herhangi bir koruyucu etkisinin olup olmadığı araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 40 adet Wistar albino cinsi erkek sıçan kullanıldı. Her grupta 10 tane olmak üzere 4 gruba ayrıldı. Grup I Kontrol; grup II MTX; grup III TQ; ve grup IV MTX+TQ. TQ 5mg/kg/gün dozunda deney süresince (10 gün boyunca) intraperitoneal uygulandı. MTX deneyin 3. ve 7. günlerinde olmak üzere tek doz 15mg/kg dozunda intraperitoneal uygulandı. Deneyin 10. günü. denekler ketamin + xylazin anestezisi altında dekapite edilerek kan ve doku örnekleri alındı. Bu örneklerden biyokimyasal olarak karaciğer fonksiyonlarını değerlendirmek için AST, ALT ve doku oksidatif sistem için Malondialdehid (MDA), Süperoksid dismutaz (SOD), katalaz (CAT) aktivite düzeylerine bakıldı. Alınan karaciğer doku kesitlerinden normal morfolojiyi değerlendirmek için Hematoksilen & Eozin boyası, fibrozisi değerlendirmek için Masson Trikrom boyası ve apoptozis değerlendirmesi için TUNEL yöntemi yapıldı. Bulgular: Karaciğer kesitleri incelendiğinde kontrol grubu ve sadece TQ uygulanan deneklerin karaciğer dokuları normal histomorfoloji sergiledi. MTX verilen grupta ise karaciğerin özellikle periferal bölgelerinde nekrotik alanlar izledi. Koruyucu amaçlı TQ verilen deneklerde de nekrotik alanlara rastlandı. Apoptotik indeks açısından gruplar arasında herhangi bir istatistiksel farklılık belirlenmedi. Karaciğer dokusunda SOD ve CAT değerlerinde bir değişiklik olmazken, MTX’in MDA düzeylerini artırdığı belirlendi. Koruyucu amaçlı TQ verilmesiyle de bu artışta bir azalma gözlendi. Sonuç: Bu çalışmada TQ’un MTX’ın yol açtığı karaciğer toksisitesi üzerine koruyucu bir rolünün araştırılması çalışmaya bu konuda özgün ve ilk olma özelliği katmış olmakla birlikte konuyla ilgili yapılacak yeni çalışmalar için bir temel oluşturabileceğini düşünmekteyiz. (Bu çalışma 6017 kodlu Normal araştırma projesi olarak Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri tarafından desteklenmiştir). Anahtar Sözcükler: Metotreksat, Karaciğer, Timokinon, Apoptozis, Sıçan. 7 P94 Sıçan fetus ve yenidoğanlarında deksametazonun ön ekstremite kemik gelişimi üzerine etkisi Yılmaz Ünlü F, Susar H , Sağıroğlu A , Nisari M, Ertekin T, Unur E Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye Amaç: Kimyasal maddeler ve ilaçlar gebelik döneminde alındıklarında fetal dolaşıma geçerek fetusta malformasyonlara neden olur. Amacımız; deksametazon uygulanan gebe sıçanların fetuslarında ve yenidoğan yavrularında ön ekstiremite kemiklerinde ortaya çıkan iskelet değişikliklerini ikili boyama yöntemi ile ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda dişi Wistar-albino türü gebe sıçanlar kullanıldı. Gebe sıçanlar kontrol ve deney grubu olarak ikiye ayrıldı. Deney grubu sıçanlar gebeliklerinin 9., 11. ve 13. günlerinde deksametazon verilirken kontrol grubuna serum fizyolojik verildi. Elde edilen fetus ve yavrular 3 alt gruba (doğum öncesi: 18. gün, doğum günü: 0. gün ve doğum sonrası: 5. gün) ayrıldı. Her grupta 10 yavru veya fetus (toplam 60) bulunmaktadır. Boyları ve ağırlıkları tespit edilen fetuslar ve yavrular ikili iskelet boyama yöntemi ile incelendi. Fetus ve yavruların humerus, radius ve ulna boyları ve kemikleşme durumları incelendi. Veriler istatistiksel analize tabi tutuldu. Bulgular: Kontrol ve deney grubuna ait fetus ve yavru sıçanların boy ve ağırlıkları arasında fark görülmedi. 18 günlük kontrol ve deney grubuna ait fetusların kemikleşme bölgelerinde anlamlı fark görülürken (p˂0.05), kemik uzunlukları arasında fark tespit edilmedi. Doğum günü deney grubuna ait yavruların, kemik uzunluklarının ve kemikleşen bölge uzunluklarının kontrol grubundan daha büyük olduğu tespit edildi ve bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p˂0.05). 5 günlük kontrol ve deney grubuna ait yavru sıçanların kemik uzunlukları ve kemikleşen bölge uzunlukları arasında anlamlı fark görülmedi (p˃0.05). Sonuç: Bulgularımıza göre gebelik döneminde kullanılan deksametazonun kemikleşmeyi geciktirdiği, ancak verilen ilacın etkisinin ortadan kalkmasıyla kemikleşmedeki gecikmenin ortadan kalktığı ve ilacın etkisinin kalıcı olmadığı görülmektedir. Anahtar Sözcükler: Sıçan, deksametazon, kemikleşme 8 P95 N.hypoglossus’un minimal hasarı sonrası aorta “y” tüpünün uç-yan hypoglossal fasiyal sinir tamirinde kullanımı Sarıkcıoğlu L1, Hizay A1, Özsoy U1, Sekerci R1, Angelov DN2 1 2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya Köln Üniversitesi Anatomi Enstitüsü, Köln-Almanya Amaç: Periferik sinirler çeşitli travmatik nedenlere bağlı olarak hasarlandıklarında sinir tamiri sonrası fonksiyonel iyileşme genellikle suboptimal düzeyde olmaktadır. Fasiyal sinir hasarı sonrası cerrahi tedavi için pek çok yöntem kullanılmaktadır. Fasiyal sinirin tek başına onarılamadığı durumlarda hypoglossal-fasiyal sinir koaptasyonu bir tedavi seçeneğidir. Çalışmamızda fasiyal sinir hasarı sonrası reanimasyon tekniği olarak ‘Y’tüp yardımıyla terminolateral hypoglossal-fasiyal sinir anastomozu (HFA) gerçekleştirdik. Cerrahi sonrası, lezyon alanındaki kollateral dallanma, vibrisseal motor performans, kasların reinnervasyonu, dil kası performansı üzerindeki etkisini araştırdık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 48 adet dişi 24 adet erkek Wistar türü rat kullanılmıştır. 24 denek aorta Y tüp için sakrifiye edilmiştir. Cerrahi prosedür olarak Y tüp HFA ve Y tüp uç-yan HFA teknikleri uygulanmıştır. Y tüp HFA’da hypoglossal sinir tamamen kesilmiş ve Y tüpünün uzun koluna, zygomatik ve bukkal dal ise tüpün kısa olan kollarına koapte edilmiştir. Uç-yan HFA’da ise hypoglossal sinir minimum düzeyde hasarlanmıştır. Hasarlanan bölüm tüpün uzun kolunda kalacak şekilde koapte edilmiştir. Bukkal ve zygomatik dal ise tüpün kısa kollarına entübüle edilmiştir. Bulgular: Y tüp HFA grubunda lezyon alanındaki kollateral aksonal dallanma oranı %13 ± 1 iken Y tüp uç-yan HFA grubunda ise %3 ± 1 olarak hesaplandı. Y tüp uç-yan HFA grubunda lezyon alanındaki kollateral aksonal dallanma oranının istatistiksel olarak düşük olduğu tespit edildi. M. levator labii superioris’in (LLS) reinnervasyon paterninin tespitinde ise her iki tip HFA sonrasında çok sayıda poliinnerve motor son plak gözlemlendi. LLS’nin Y tüp HFA grubunda poliinnervasyon oranı %23±5 iken ve Y tüp uç-yan HFA grubunda poliinnervasyon oranı %22±4 olarak tespit edildi. Her iki onarım şeklinin poliinnervasyon oranları üzerine anlamlı bir etkisi (p<0.05) tespit edilmedi. Her iki HFA tamirinde vibrisseal kıl hareketlerinde fonksiyonel bozulma gözlemlendi. Her iki gruba uygulanan cerrahi rekonstrüksiyon modelinin vibrisseal kıl hareketlerinde bir iyileşme sağlayamadığı tespit edildi. Dil performansının değerlendirilmesi için uygulanan ölçüm yönteminde dilin deviasyon seviyesi Y tüp HFA 41±6° ve Y tüp uç-yan HFA grubunda ise 6± 4° olduğu tespit edildi. Sonuç: Bu çalışmada lezyon alanında kollateral aksonal dallanmanın azaltıldığı, hypoglossal sinirin epinöral pencere ile hasarlanması sonucu dil hareketlerinde anlamlı düzeyde fonksiyon kaybının olmadığı; sinir fonksiyonlarının kollateral aksonal dallanma ile paralel olmayan şekilde fonksiyon kazanımı olarak yansımadığı tespit edildi. İleriki yapılacak çalışmalarda bu durumun fonksiyonel iyileşmeyi engelleyen mekanizmaların aydınlatılması ve yeni tedavi yöntemlerinin ortaya çıkarılmasıyla giderilebileceğini düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: Fasiyal sinir, hypoglossal sinir, uç-yan koaptasyon 9 P96 Tavuk tendon ameliyatlarında kullanılan kollajen bazlı süturların tendon hücreleri üzerine etkisi Donmez BO1, Younesi M2, Islam A3, Akkus O2,3,4 1 Akdeniz Üniversitesi, Antalya Sağlık Yüksek Okulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, 07070, Antalya, TÜRKİYE 2 Department of Mechanical and Aerospace Engineering, Case Western Reserve University, Cleveland, OH 44106, A.B.D. 3 Department of Biomedical Engineering, Case Western Reserve University, Cleveland, OH 44106, A.B.D. 4 Department of Orthopedics, Case Western Reserve University, Cleveland, OH 44106, A.B.D. Amaç: Amerika Birleşik Devletlerinde yılda ortalama 30 milyon tendon yaralanması görülmektedir. Bu yaralanmalar genellikle tam kopma ve yırtılma şeklinde olmaktadır. Tendon kopmaları ve yırtılmaları genellikle sütur kullanılarak opere edilir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda özellikle tedavi için kullanılan naylon süturlara büyüme faktörleri yüklenerek büyüme faktörlerinin tedavi üzerine etkisi üzerine yoğunlaşmıştır. Fakat büyüme faktörlerinin naylon ya da diğer sentetik sütürlarla birleşmesi çok da kolay bir durum değildir. Öte yandan kollajen bazlı süturlar büyüme faktörlerinin tutunması için önemli bir yapıdır fakat kollajen bazlı süturlarda en önemli sorun kollajen in yapısı gereği dikiş atılırken mekanik açıdan yaşanan zorluklardır. Çalışmamızda kollajen bazlı süturlara yüklenen büyüme faktörlerinin tendonlardan elde edilen tenosit hücrelerinin üzerindeki etkilerine odaklanılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 6 adet, 12 haftalık White Leghorn cinsi tavuklar Case Western Reserve University Hayvan Bakım ve Kullanım Komitesinin 2013-0075 nolu etik izini gereğince kullanılmıştır. PDFG-BB (Platelet derived growth factor- BB) yüklenen kollajen sütürların kullanıldığı tendonlar için üç adet (n=3), standart naylon süturların kullanıldığı tendonlar için üç adet (n=3) olmak üzere toplam altı adet tavuk kullanılmıştır. Kesiler, operasyon ve hücre izolasyonu için m. flexor digitorum profundus’un tendonu kullanılmıştır. Çalışmamızda kollajen solüsyonundan dikiş atılabilecek şekilde “elektrokimyasal basınç yöntemiyle” kollajen bazlı süturlar üretilmiştir. Elde edilen bu süturlara PDFG-BB (Platelet derived growth factor- BB) yüklenmiştir. Bulgular: PDFG-BB yüklenen kollajen sütürların tensile strength değeri 11.2± 0.7 N olarak elde edilirken, standart naylon sütürların tensile strength değeri 14.9± 2.9 N olarak elde edilmiştir (p˂0.005). Opere edilen tendonlardan belirli günlerde elde edilen tenosit hücrelerinde yapılan ELISA testlerinde PDFG-BB’^nin 15. günde serbest kaldığı ve hücreye geçtiği gözlemlenmiştir. Ayrıca PDFG-BB yüklenmiş kollajen süturların kullanıldığı tendonlarda scleraxis, collagen I, tenomodulin ve COMP gibi proteinlerin ekspresyon seviyeleri PCR yöntemiyle incelenmiş olup bu proteinlerin seviyelerinin PDFG-BB yüklenen kollajen sütur grubunda büyüme faktörü yüklenmemiş normal kollajen grubuna göre daha yüksek seviyede ekspressiyona sahip olduğu istatistiksel olarak gösterilmiştir (p˂0.005). Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar ışığında PDFG-BB nin tenositlerin proliferasyonunu artırdığı fakat uzun dönemde yapılacak çalışmalarda tendonlarla ilgili genlerin ekspresyonları üzerine odaklanılması sonucuna varılmıştır. Anahtar Sözcükler: PDFG-BB, tendon, kolajen 10 P97 Deneysel çalışmalarda sık kullanılan deney hayvanlarının anatomik özellikleri ve deneysel çalışmalardaki kullanım alanları Onur Ş1, Şahin B2, Akdoğan I1, Türk F1 1 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Deney Hayvanları Araştırma Birimi, Denizli, Türkiye 2 Amaç: Birçok bilimsel çalışmada deney hayvanları kullanılmaktadır. Bu bildirinin amacı deneysel çalışmalarda sık olarak kullanılan deney hayvanlarının anatomik açıdan özelliklerinin tanınması ve deneysel çalışmaların alanına göre doğru ve uygun hayvan seçimini sağlamak için bilgi verilmesidir. Gereç ve yöntem: Deneysel çalışmalarda en sık kullanılan deney hayvanları rat (sıçan), fare, tavşan, orta düzeyde kullanılan deney hayvanları kobay, domuz, hamster, maymun, köpek ve kedi olarak belirlenmiştir. Bu hayvanların anatomik ve fizyolojik özellikleri ile deneysel çalışmalardaki kullanım alanları ortaya konmuş ve açıklanmıştır. Bulgular: Sıçan, fare ve tavşan en çok kullanılan deney hayvalarıdır. Sıçan ve fare kemirici (rodent) gruptayken tavşan bu grupta yer almaz. Sıçan (Rat) küçük ve dayanıklı bir deney hayvanı olması nedeniyle çok sayıda hayvan kullanılması gereken çalışmalarda en pratik ve en ekonomik seçenektir. Safra keseleri yoktur. Görmeleri iyi derecede değildir. Fakat işitme duyusu ve koku duyusu iyi gelişmiştir. Sıçanlar en sık ilaç (etkisi ve geliştirilmesi), yiyecek, davranış ve toksisite araştırmalarında kullanılmaktadır. Fare (Mus musculus) ratla karşılaştırıldığında boyut ve ağırlık olarak daha düşüktür. Sıçanlarda olduğu gibi işitme ve koku alma duyuları gelişmiş görme duyuları zayıf hayvanlardır. Renkli göremezler. Fareler başlıca genetik araştırmalar, kanser, immunoloji, toksikoloji, metabolizma, gelişimsel biyoloji, diyabet, yaşlanma, kardiyovasküler araştırmalar, aşı hazırlanması ve güvenlik testlerinde kullanılır. Tavşan (Oryctolagus cuniculus) üst çenelerindeki kesici dişlerinin iki çift olması nedeniyle rodentlerden ayrılır. Çok iyi gelişmiş bir koku duyusuna sahiptir. Toksisite testleri, teratojenlerle ilgili çalışmalar, biyolojik olarak etkin ürünlerin ölçümlenmesi, göz-deri irritasyon testleri, oftalmoloji çalışmaları, antiserum üretimi çalışmalarında kullanılmaktadır. Kobay, hamster, köpek, kedi, domuz, maymun orta düzeyde kullanılan deney hayvanlarıdır. Kobay (Cavia porcellus) en çok serum, aşı ve diğer biyolojik ürünlerin üretimi ve kontrolü ile tüberküloz, difteri ve brusella gibi infeksiyöz hastalıkların tanısında, immünolojik araştırmalar ve otoloji çalışmalarında kullanılır. Domuz (Suidae) kurs çalışmalarında ve laparoskopik robotik cerrahi çalışmalarda, hamster (Mesocricetus) fizyoloji, toksikoloji ve kanser araştırmalarında, maymun (Simiiformes) AIDS, hepatit, nöroloji, davranış, üreme, genetik çalışmalarda ve organ naklinde, köpek (Canis) ve kedi (Felis) en çok nörolojik araştırmalar, eğitim ve biomedikal araştırmalarında kullanılır. Sonuç: Deney hayvanlarının anatomik ve fizyolojik özelliklerinin bilinmesi ve bilimsel çalışmalarda alanına göre doğru ve uygun hayvan seçimini sağlamak önemlidir. Anahtar Sözcükler: Deney hayvanı, anatomi, deneysel çalışma 11 P98 Gentamisinle testis hasarı oluşturulan sıçanlarda C vitamininin koruyucu etkisi Artıran MÖ., Burukoğlu D., Bayçu C., Emek H. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Histoloji ve Embriyoloji AbD., Eskişehir, Türkiye Amaç: Aminoglikozidler, günümüzde klinik uygulamalarda sık olarak kullanılmaktadır. Gentamisin, gram (-) bakteriyel enfeksiyonların tedavisinde kullanılan aminoglikozid türevi bir antibiyotiktir. Aminoglikozid kullanımının kısıtlayıcı en önemli özelliği toksisiteleridir. Gentamisin testiste yapısal ve sitotoksik değişiklikler ortaya çıkarmaktadır. Hücre ve dokular, oluşan bu toksik etkilerden C vitamini gibi antioksidanlarla korunabilirler. Çalışmamızda gentamisinin sıçan testisleri üzerindeki toksik etkisi üzerine C vitaminin rolünü araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, 28 adet Spraque-Dawley türü sıçan kullanıldı. Sıçanlar her grupta 7 erişkin erkek sıçan olacak şekilde kontrol, 5 mg/kg gentamisin, 5 mg/kg gentamisin + 200 mg/kg C vitamini ve 200 mg/kg C vitamini verilen grup olmak üzere dört gruba ayrıldı. Deney süresi sonunda sıçanlar anestezik madde ile uyutularak testis dokusu örnekleri alındı, vücut ve testis ağırlıkları ölçüldü ve karşılaştırmalar yapıldı. Sol testisler doku takip işlemi için Bouin çözeltisi içerisine, sağ testisler ise %10‘luk nötral formalin içerisine alındı ve rutin histolojik işlemlerden sonra bloklandı. Elde edilen parafin bloklardan 3 μm kalınlığında seri kesitler alındı ve kesitler Hematoksilen ve Periyodik Asit-Schiff + Hematoksilen ile boyanarak mikroskobik incelemeleri yapıldı. Bulgular: Çalışma sonunda elde edilen bulgulara göre vücut ağırlıkları açısından gruplar arasında önemli fark gözlendi. Mikroskobik incelemelerde, gentamisinin testislerde önemli hasara yol açtığı ve bu hasarın gentamisin + C vitamini verilen gruplarda azaldığı gözlemlendi. Sonuç: Elde edilen bulgularla, gentamisinin testislerde meydana getirdiği toksik etkinin C vitamini verilmesiyle önlenebileceği sonucuna varıldı. Anahtar Sözcükler: Gentamisin, C vitamini, Sıçan, Testis. 12 P99 Erişkin erkek sıçanlarda karbon tetraklorür ile oluşturulan testis hasarı üzerine kuersetinin etkisi Emek H., Burukoğlu D., Bayçu C., Artıran MÖ. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Histoloji ve Embriyoloji AbD., Eskişehir, Türkiye Amaç: Karbon tetraklorür (CCl₄), endüstride soğutucu floroklorokarbonların üretiminde kullanılan organik bir bileşiktir. CCl₄ testiküler hücrelere hasar vererek erkek üreme fonksiyonlarını olumsuz yönde etkiler. Kuersetin, antioksidan özellikleri iyi bilinen bir flavonoiddir. Bu çalışmada CCl₄ uygulanmış erkek sıçanların testisleri üzerinde CCl₄’ün oluşturduğu hasarda kuersetinin etkisini incelemeyi amaçladık. Gereç ve yöntem: Bu çalışmada toplam 28 adet erişkin Spraque-Dawley türü erkek sıçan kullanıldı. Deney hayvanları; kontrol grubu, CCl₄ grubu, kuersetin ve CCl₄ + kuersetin grubu olmak üzere toplam 4 gruba ayrıldı. Bu deney hayvanlarından; kontrol grubuna 7 gün boyunca günde bir kez belirlenen dozda zeytinyağı, CCl₄ grubuna 7 gün boyunca günde bir 0.5 ml/kg CCl₄, kuersetin grubuna 7 gün boyunca günde bir tek dozda 20 mg/kg kuersetin, CCl₄ + kuersetin grubuna ise 7 gün boyunca günde bir kez 0.5 ml/kg CCl₄ ve 7 gün boyunca günde bir 20 mg/kg kuersetin intraperitoneal yolla uygulandı. Deney hayvanları deney süresi sonunda anestezik madde ile uyutuldu ve testis dokusu örnekleri Bouin solüsyonu içerisine alındı. Örnekler rutin histolojik işlemlerin ardından bloklandı. Her bir bloktan 3 μm kesit alınarak Hematoksilen-Eozin ve Periyodik Asit-Schiff + Hematoksilen boyalarıyla boyandı ve mikroskobik incelemeleri yapıldı. Bulgular: Çalışma sonucunda elde edilen bulgulara göre, kontrol grubundaki sıçanların testislerinde normal histolojik yapı, CCl₄ uygulanmış sıçanların testislerinde yoğun spermatogenetik hücre hasarı, CCl₄ + kuersetin verilen grupta ise azalmış hücre hasarı gözlendi. Sonuç: CCl₄’ün erkek sıçanların testisleri üzerinde toksisiteye yol açtığı, kuersetinin ise CCl₄’ün testislerde oluşturduğu bu hasarı azalttığı görüldü. Anahtar Sözcükler: Karbon tetraklorür, Kuersetin, Sıçan, Testis 13 P100 Erişkin erkek farelerde 2,4 D-amin ile oluşturulan testis hasarı üzerine Melatoninin etkisi Kenan S., Burukoğlu D., Bayçu C. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Histoloji ve Embriyoloji AbD., Eskişehir, Türkiye Amaç: Dihidroksifenoksiasetikasit (2,4 D-amin), bitki öldürmede kullanılan bir ajandır. 2,4 D-amin testiküler hücrelere hasar vererek erkek üreme fonksiyonlarını olumsuz yönde etkiler. Melatonin, pineal bezden salgılanan ve antioksidan özellikleri iyi bilinen bir hormondur. Bu çalışmada 2,4 D-amin uygulanmış erkek farelerin testisleri üzerinde 2,4 D-amin’in oluşturduğu hasarda melatoninin etkisini incelemeyi amaçladık. Gereç ve yöntem: Bu çalışmada toplam 28 adet erişkin Swiss-albino türü erkek fare kullanıldı. Deney hayvanları; Kontrol grubu, 2,4 D-amin grubu, Melatonin grubu, 2,4 D-amin melatonin grubu olmak üzere toplam 4 gruba ayrıldı. Bu deney hayvanlarından; kontrol grubuna 55 gün boyunca 3 günde bir belirlenen dozda distile su, 2,4 D-amin grubuna 55 gün boyunca 3 günde bir 320 mg/kg 2,4 Damin, melatonin grubuna 55 gün boyunca 3 günde bir tek dozda 10 mg/kg melatonin, 2,4 D-amin+melatonin grubuna ise 55 gün boyunca 3 günde bir 320 mg/kg 2,4 D-amin ve 55 gün boyunca 3 günde bir 10 mg/kg melatonin intraperitoneal yolla uygulandı. Deney hayvanları deney süresi sonunda anestezik madde ile uyutuldu ve testis dokusu örnekleri Bouin solüsyonu içerisine alındı. Örnekler rutin histolojik işlemlerin ardından bloklandı. Her bir bloktan 3 μm kesit alınarak Hematoksilen-Eozin ve Periyodik Asit-Schiff+Hematoksilen boyalarıyla boyandı ve mikroskobik incelemeleri yapıldı. Bulgular: Çalışma sonucunda elde edilen bulgulara göre, kontrol grubundaki farelerin testislerinde normal histolojik yapı, 2,4 D-amin uygulanmış farelerin testislerinde yoğun spermatogenetik hücre hasarı, 2,4 D-amin+melatonin verilen grupta ise azalmış hücre hasarı gözlendi. Sonuç: 2,4 D-amin’in erkek farelerin testisleri üzerinde toksisiteye yol açtığı, melatoninin ise 2,4 D-amin’in testislerde oluşturduğu bu hasarı azalttığı görüldü. Anahtar Sözcükler: 2,4 D-amin, melatonin, fare, testis 14 P101 Uzun süreli tamoksifen uygulamasının kalp dokusu üzerindeki etkisi Bektur, NE., Şahin E., Burukoğlu DD., Bayçu C Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Eskişehir, Türkiye Amaç: Tamoksifen nonsteroidal antiöstrojen bir maddedir. Otuz yıldan fazla süredir meme kanserinin tedavisinde kullanılmaktadır. Ayrıca meme kanseri açısından yüksek riskli kadınlarda profilaktik olarak da kullanılabilmektedir. Tamoksifen bir antiöstrojen olarak sınıflanmasına karşın östrojen agonisti etkisi de bulunmaktadır. Literatür taramalarına göre; çeşitli çalışmalarda tamoksifen’in etkileri ile ilgili farklı bilgiler bulunmakta olup, bu etkiler bazı durumlarda ilacın östrojen agonistik özelliklerinden, bazı durumlarda ise östrojen antagonisti olarak görev yapmasından kaynaklanmaktadır. Tedavi amaçlı tamoksifenin uzun süreli kullanımı kadınlarda endometrial sorunlara neden olmaktadır. Travma, sepsis ve reperfüzyon hasarı oluşturulmuş deney modellerinde östrojenin kalp dokusu üzerine iyileştirici ve düzenleyici etkileri olduğu gösterilmiştir bu bulguya paralel olarak tedavi amaçlı alınan tamoksifenin de koroner kalp hastalıkları riskini azalttığı gösterilmiştir. Çalışmamızda meme kanseri tedavisinde kullanılan tamoksifenin kalp kası dokusu üzerine olan uzun süreli etkisinin mikroskobik düzeyde araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem:14 Swiss albino türü fareler iki gruba ayrılmıştır. Kontrol grubuna (n=7) 60 gün süresince serum fizyolojik, deney grubuna (n=7) ise 10 mg/kg tamoksifen oral gavaj yöntemiyle uygulanmıştır. Deney sonunda alınan kalp dokularına histokimyasal (Hematoksilen-Eozin ve Periyodik asit Schiff) ve immünohistokimyasal (PCNA antikoru) uygulamalar yapılmıştır. Bulgular: Histokimyasal ve immünohistokimyasal parametrelere göre, gruplar arasında merkezi yerleşimli çekirdek yapısının ve kas hücre lifleri ile çizgilenmenin normal yapıda olduğu, tamoksifen uygulanmış grubun PCNA ekspresyonunun kontrol grubuna benzer olduğu görülmüştür. Sonuç: Uzun süreli tamoksifen kullanımının kalp kası dokusu üzerinde herhangi bir zararlı etkisi gözlenmemiştir. Anahtar Sözcükler: Tamoksifen, PCNA, kalp, fare 15 P102 Kronik beklenmeyen değerlendirilmesi strese maruz kalan sıçanlarda testis morfolojisinin M Güner, E Ulupınar Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir, Türkiye Amaç: Çeşitli çevresel durumlar ve toksik ajanlar, gonadlar da dâhil olmak üzere pek çok organda olumsuz etkilere sahiptir. Bu çalışmada, kronik beklenmeyen stres maruziyetinin testis dokusundaki etkilerini morfometrik yöntemler kullanarak ortaya incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Spraque-Dawley cinsi 16 sıçan, her grupta 8 adet olacak şekilde 2 gruba ayrıldı. Deney grubundaki hayvanlar 21 gün boyunca kronik beklenmeyen strese maruz bırakıldı. Kontrol grubundaki hayvanlar ise kafeslerinde barındırılmaya devam edildi. Stres uygulamasının sonunda hayvanlar, %4’lük paraformaldehit solüsyonu ile intrakardiyak yolla tespit edildi. Bu işlemden sonra hayvanların testisleri doku takibi sonrasında parafin bloklara gömüldü ve her birinden 3μm kalınlığında seri kesitler alınarak hematoksilen-eozin ile boyandı. Boyanan kesitlerin bilgisayara aktarılan dijital görüntüleri üzerinde bir yazılım programı (Micro Bright Field Inc.) kullanılarak analizler yapıldı. İnterstisyel alanın seminifer tübül alanına oranı nokta sayım yöntemi ile hesaplandı. Seminifer tübüllerin alanları ise Image J programı kullanılarak ölçüldü. Bulgular: Kontrol grubundaki testislerde, seminifer tübül ve interstisyel alandaki histolojik yapılar düzenli ve homojen bir görünüme sahipken, stres grubundaki dokularda seminifer tübül epitelinde düzensizlikler ve anormal şekilli yapılar gözlendi. Ortalama seminifer tübül alanı, stres grubundaki hayvanlarda (41292±1160) kontrol grubundaki hayvanlara (49281±1673) göre anlamlı (p<0,01) düzeyde azalmıştı. İnterstisyel alanın seminifer tübül alanına oranı ise stres grubunda (35.9±0.58), kontrol grubuna (27.4±0.70) kıyasla anlamlı düzeyde (p<0,001) artmıştı. Sonuç: Çalışmamızda sıçanlara uygulanan kronik beklenmeyen stresin, seminifer tübül hacminde azalmaya, interstisyel alan hacminde ise artışa yol açtığı bulunmuştur. Bu nedenle, testiküler dokudaki yapıların hacimsel oranlarında kontrol ve stres grupları arasında anlamlı farklılıklar olduğu gözlenmiştir. Bu değişiklikler, strese bağlı olarak testiküler hormonlarda azalma, LH ve FSH hormonlarında artış veya interstisyel ödem ile alakalı olabilir. Semifer tübüllerin alanındaki azalmalar, spermatogenezi de olumsuz yönde etkileyebilir. Anahtar Sözcükler: Stres, testis, seminifer tübül, interstisyel area 16 P103 Kronik beklenmedik stresin intestinal morfoloji üzerindeki etkileri Çorumlu U., Ulupınar E. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir, Türkiye Amaç: Kronik stres, gastro-intestinal sistem, sinir sistemi ve immün sistem üzerinde olumsuz etkilere yol açan en önemli faktörlerden birisidir. Bu deneysel çalışmada, kronik beklenmedik stres maruziyetinde intestinal sistemde meydana gelen değişiklikler morfometrik yöntemler kullanılarak değerlendirilmiştir. Gereç ve yöntem: Çalışmamızda, toplam 16 adet erişkin erkek Wistar sıçan kontrol ve stres olmak üzere iki gruba ayrıldı. Stres grubundaki sıçanlara, literatürde depresyon modeli olarak sıklıkla kullanılan kronik beklenmedik stres modeli uygulandı. Sıçanlar, 21 gün süreyle, randomize olarak günde iki kez, karanlık/ aydınlık siklusunu değiştirme, 45 derece eğimli kafeste, ıslak zeminde, kalabalık ortamda veya soğuk ortamda bekletme, saldırgan bir hayvanın kokusuna maruz bırakma, çelik kafeste izolasyon, parlak ışığa maruz bırakma, su ve yem kısıtlaması gibi stresörlere maruz bırakıldı. Kontrol grubundaki hayvanlara ise haftalık vücut ağırlığı takibi dışında herhangi bir müdahalede bulunulmadı. 21. günün sonunda sıçanlar intrakardiyak yolla, önce nötral fosfat tampon solüsyonu, akabinde de %4’lük paraformaldehit solüsyonu ile perfüze edildi. Barsak dokusu örnekleri, pylor’un 3-6 cm. sonrasındaki bölümden, valva ileocaecalis’in 3-6 cm. öncesindeki bölümden ve colon descendens’in orta bölümünden olmak üzere üç farklı bölgeden alındı. Parafin bloklara gömülen dokulardan 3 µm kalınlığında alınan kesitler, hematoksilen-eosin ve periyodik asit-shiff (PAS) ile boyandı. StereoInvestigator-10 yazılım programı aracılığıyla villus uzunlukları ölçüldü, birim alana düşen granüle ve degranüle mast hücre sayılarının belirlenmesinde nokta sayım metodu kullanıldı. Bulgular: Stres grubundaki hayvanların intestinal dokularından yapılan histolojik kesitlerde, mukozal bütünlüğün korunduğu ve glandüler yapılarda herhangi bir düzensizlik olmadığı gözlendi. Barsak duvarında iltihabi infiltrasyon veya ülserasyonlara rastlanmadı. Ancak stres grubundaki hayvanların ortalama villus uzunluğu (292.4 µm), kontrol grubundaki hayvanlara oranla (229.1 µm) anlamlı derecede (p<0,01) artmıştı. Aynı zamanda mast hücre yoğunluğunda da anlamlı bir artış tespit edildi. Bu hücrelerdeki degranülasyon/granülasyon oranı kontrol grubunda %30 iken, stres grubunda %54 olarak bulundu. Sonuç: Kronik strese maruz kalan hayvanlarda, muhtemelen kortikotrop salıverici hormon uyarımına bağlı olarak, mast hücre aktivasyonunda anlamlı bir artış meydana gelmektedir. Degranüle olan mast hücrelerinden, histamin, heparin ve nötral proteaz gibi kimyasal mediatörlere ek olarak, koloni uyarıcı faktörler (CSF), bazik fibroblast büyüme faktörü (b-FGF), sinir büyüme faktörü (NGF) ve vazoaktif intestinal polipeptit (VIP) gibi bir takım büyüme faktörleri de salıverilmektedir. Bu nedenle stres maruziyetinde villus morfolojisinde saptadığımız değişikliklerin, intestinal sistemdeki koruyucu mekanizmaların aktivasyonuna bağlı olarak geliştiği düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: Kronik stres, sıçan, mast hücreleri, villus, degranülasyon 17 P104 Kraniyel iyonize radyasyona maruz bırakılan farelerde işitsel beyin sapı yanıtının değerlendirilmesi Koç T1, Öztürk NC1, Eti C3, Söğüt F2, Yılmaz EB4, Vayısoğlu Y3, Talas DÜ3, Çömelekoğlu Ü2, Öztürk H1 1 Mersin Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye Mersin Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye 3 Mersin Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye 4 Mersin Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye 2 Amaç: Kraniyel iyonize radyasyon (KR) terapisinin, akut lenfoblastik lenfoma gibi çocukluk çağında sıkça gözlenen kanserlerinin tedavisinde etkili bir araç olarak kullanılmasının yanı sıra kısa ve uzun dönemde ortaya çıkan istenmeyen yan etkileri bulunabilmektedir. KR terapisinin uzun dönemde, işitme keskinliğinde azalma, radyasyona bağlı gelişen otitis media ve işitme kaybı gibi birçok bozukluğa yol açabildiği bilinmektedir. Çalışmamızda, erken dönemde KR uygulanan farelerin erişkin dönemlerinde işitme yollarındaki değişikliklerin İşitsel Beyinsapı Yanıtı (İBY) testi ile araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 41 adet C57BL/6J soy dişi fare kullanıldı. Fareler rastgele olarak beş gruba ayrıldıktan sonra; Rad+ grubuna (n=7) postnatal 14. günde (P14) tek doz olarak 8 Gray (Gy), Rad++ grubuna (n=11) ise P14 ve P21’de birer doz 8 Gy olmak üzere (toplam 16 Gy) tüm kraniyel radyasyon uygulandı. Bu gruplara eş yaş ve kiloda Sham+ (tek doz anestezik kontrol) (n=8), Sham++ (çift doz anestezik kontrol) (n=7) ve normal kontrol grubu (hiçbir uygulamaya maruz bırakılmamış) (n=8) deneye dahil edildi. KR uygulamasından 7 ay sonra elektrodlar aracılığıyla İBY yanıtları kaydedildi. Bulgular: İşitsel beyinsapı yanıtlarının İşitsel Uyarılmış Potansiyel Genliği (İUPG) ve Latansları (İUPL) ölçülerek tek yönlü varyans analizi ile değerlendirildi. Rad++ gruplarında sol İUPL kontrol ve Sham++ gruplarına kıyasla anlamlı derecede arttığı (p<0.001) ve İUPG ise diğer gruplara oranla azaldığı tespit edilmiştir (p=0.001 ve p= 0.012). Bunun yanı sıra Rad++ sağ İUPL değerlendirildiğinde Sham++ arasında fark olmadığı (p=0.326) ancak kontrol ile karşılaştırıldığında anlamlı derecede arttığı tespit edilmiştir (p=0.005). Rad+ gruplarının sağ kulak İUPL kontrol ve Sham+ gruplarına kıyasla anlamlı derecede arttığı (p= 0.014 ve p= 0.035) ve İUPG açısından gruplar arası anlamlı bir fark olmadığı tespit edilmiştir (p= 0.7 ve p= 0.4). Bunun yanı sıra Rad+ grubu sol kulak İUPL değerlendirildiğinde Sham+ arasında fark olmadığı (p=0.2) ancak kontrol ile karşılaştırıldığında anlamlı derecede arttığı tespit edilmiştir (p=0.021). Sonuç: Elde edilen bulgular ışığında, erken dönemde uygulanan kraniyel radyasyonun uzun dönemde işitsel bozukluklara yol açtığı ve ortaya çıkan işlev bozukluğunun anestezi ve doza bağımlı olduğu söylenebilir. Anahtar Sözcükler: İBY, Kraniyel İyonize Radyasyon, C57BL/6J 18 P105 Interleukin-12’nin endotel hücreleri üzerine apoptotik etkileri Nisari M1, Ülger H1, Ertekin T1, Sağıroğlu A1, Çınar Ş2, Mortaş T3, Hamurcu Z4 1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye KTO Karatay Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye 3 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı, Kırıkkale, Türkiye 4 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye 2 Amaç: Anjiogenez anjiogenik ve antianjiogenik faktörler arasındaki dengeye bağlıdır. Daha önce yapılan çalışmalar Interleukin-12’nin antianjiogenik etkisinin damar gelişimini engellediğini göstermektedir. Bu çalışmanın amacı, çeşitli dozlardaki IL-12’nin göbek bağı toplardamarından elde edilen endotel hücreleri üzerindeki apoptotik etkilerini Western blot analiziyle değerlendirmektir. Gereç ve yöntem: Erciyes Üniversitesi Hastanesinde sezeryanla alınan göbek bağı toplardamarı PBS ile yıkanıp içine 10mg/ml kollajenaz verilerek 15 dakika 37ºC inkübatörde bekletildi. Damar içerisindeki kollajenaz karışımı tüpe alınır ve 30ml besi yeri konduktan sonra 1000 rpm’de 10 dakika santrifüj edildi. Üstteki supernatant atıldı ve tüpün dip kısmında biriken hücreler üzerine 2 ml besi yeri eklenerek karıştırıldı ve flasklara ekildi. Ekilen hücreler konfluense ulaşınca pasajlandı. Thoma lamında sayılan hücreler kontrol ve dört deneysel olmak üzere beş gruba ayrıldı. Her bir gruba (n=16) sırasıyla 25-50-100 ve 200ng/ml IL-12 eklendi. Daha sonra Western blot analiziyle kaspaz-9 ekspresyon düzeyleri ölçüldü. Bulgular: 48 saat sonra gruplardaki hücreler sayıldı. Sayım sonucunda kontrol grubunda ortalama hücre sayısı 58.4x105(±10.72) iken deney grubunda sırasıyla 23.6x105(±4.70),16.4x105(±2.10), 12.4x105(±2.37),11.6x105(±2.20) idi. Kontrol ve deney grupları karşılaştırıldığında doz artışına bağlı olarak hücre sayısında bir azalma mevcuttu ve bu azalma istatistiksel olarak anlamlıydı. Ayrıca kaspaz-9 ekspresyonu da doza bağlı olarak artışı apoptozun da arttığını göstermekteydi. Sonuç: Sonuç olarak IL-12’nin doz artışına bağlı olarak endotel hücre sayısındaki azalmaya neden olması damar oluşumunu engellemekte etkili olabileceğini göstermektedir. Anahtar Sözcükler: Interleukin-12, endotel hücre, kaspaz-9 19 P106 Gebelikte antidepresan malformasyonlar kullanımıyla ilişkilendirilmiş konjenital anatomik Öztürk Z1, Öztürk L2 1 İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Klinik Farmakoloji ve Toksikoloji Birimi, İzmir, Türkiye 2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye Amaç: Gebelikte antidepresanların ve bunlardan özellikle serotonin geri alım inhibitörlerinin (SSRI) kullanımına dair pek çok çalışma yayınlanmıştır. Diğer antidepresan grupları, trisiklik antidepresanlar (TCA) ve serotonin/noradrenalin inhibitörlerinin (SNRI/NRI) gebelikte kullanımı ise daha az tartışma konusu olmuştur. Gebelikte antidepresan kullanımını takiben doğum defekti risklerini ölçen bugüne kadar yapılmış çalışmaların sonuçları çelişkili olup ortak kanıtlar içermemektedir. Bu analizin amacı, yayınlanmış çalışmalara ilişkin verileri kullanarak maternal antidepresan tedavi ve konjenital malformasyonlar arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2016 tarihine kadar yayınlanmış makaleler PubMed, ScopeMed, PsycInfo ve Reprotox’tan tarandı. Gebelikte antidepresan tedavi ve konjenital malformasyonlar arasındaki ilişkiyi araştıran bütün çalışmalar değerlendirmeye alındı. Literatür taramasında belirlenemeyen çalışmalar açısından makalelerin kaynak listeleri de ayrıca tarandı. Bulgular: Toplam 60 çalışmanın verileri bu analize dahil edildi. Bunlardan konjenital malformasyon ve SSRI kullanımı arasındaki ilişkiyi konu alan 13 çalışmanın sonuçları, artmış bir riske işaret etmekteydi. Bazı yazarlar tarafından kardiyovasküler defektler ve SSRI kullanımı arasında bir ilişki olduğu öne sürülmekteydi. Bir çalışma SSRI kullanımından sonra konjenital ayak deformitesi (club foot) riskinde bir artış (OR:2.2, 95% CI: 1.4-3.6) ortaya koydu ve bu risk artışı 2014 ve 2015 yıllarında yayınlanan 3 çalışma tarafından daha doğrulandı. Son yıllarda yayınlanan çalışmalarda ise, maternal SSRI kullanımının konjenital omfalosel, gastroşizis, anensefali, hidrosefali, kraniosinositoz, hipospadias, renal displazi, anorektal stenoz ve median yarık damak oluşumuyla da ilişkili olabileceği bulundu. Gebelikte TCA ve SNRI kullanımı ile ilgili sonuçları yayınlanmış daha az klinik araştırma bulunmaktadır, literatürden 6 çalışma elde edilmiştir ve sadece 2 tanesi TCA ve özellikle klomipramin kullanımını, majör konjenital malformasyon (OR: 1.36, 95% CI: 1.07-1.72), kardiyovasküler defektler (OR:1.63, 95% CI:1.12-2.36) ve septum defektleri (OR:1.84, 95% CI: 1.13- 2.97) için artmış bir riskle ilişkilendirmiştir. Sonuç: Gebelikte tamamen güvenli kabul edilen bir antidepresan ilaç bulunmamaktadır. Gebelikte antidepresan ilaçlar fetus gelişimi için potansiyel bir risk oluştururken, aynı zamanda hastalık halini iyileştirmek suretiyle fayda gösterebilirler. Maternal antidepresan tedavi ve konjenital malformasyonlar arasındaki ilişkiye dair çalışmaların bazı sonuçları istatistiksel anlamlılık göstermiş olsa da bu risk artışlarının klinik pratik açısından anlamlılık taşıyıp taşımadığı değerlendirilmelidir. Anahtar Sözcükler: malformasyon, teratojen, depresyon, gebelik, antidepresan 20 P107 Balb-C farelerde oluşturulmuş Ehrlich Solid tümör modelinde Rhamnetin’in Anti-Apoptotik ve Anti-Anjiogenik etkileri Bozkurt Ö 1, Unur E2, Ertekin T2, Nisari M2, Çınar Ş3, Yılmaz S 4, Yay A H5 1 Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksekokulu Nevşehir, Türkiye 2 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye 3 KTO Karatay Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye 4Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anatomi Anabilim Dalı, Yozgat, Türkiye 5 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye Amaç: Rhamnetin, özellikle karanfilde olmak üzere çay, elma, soğan gibi bazı bitkilerde bulunan bir flavonoiddir. Rhamnetin antitümöral ve antioksidan özelliklerinden dolayı kanser araştırmalarında kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı; Balb/C farelerde geliştirilen Ehrlich Assit Tümör (EAT) modelinde farklı dozlarda uygulan rhamnetin’nin apoptoz ve angiogenez üzerine etkilerini araştırmaktır Gereç ve yöntem: Çalışmamızda 6 tanesi stok hayvan olmak üzere toplam 46 adet Balb/C türü fare kullanıldı. Farelerin tamamına stok hayvandan alınan 1x106 EAT hücresi subkutan olarak enjekte edildi. Tedavi gruplarına 15 gün boyunca intraperitoneal olarak 100µg/kg ve 200µg/kg rhamnetin uygulandı. Deney süresince tüm grupların kilo değişimleri kaydedildi. Deney sonunda hayvanlar sakrifiye edilip, hayvanların tümör dokuları histopatolojik değerlendirme için alınarak tespit edildi. Hayvanların tümör dokularının hacimleri ölçüldükten sonra kesitlerde immünohistokimyasal olarak Faktör VII ekspresyonu ile anjiogenezis, Tunel yöntemi ile de hücre apoptozu belirlenerek gruplar arasındaki farklılıklar değerlendirildi. Bulgular: Deney sonunda rhamnetin uygulanan tedavi gruplarında kontrol grubuna göre damar yoğunluğunun önemli derecede azaldığı ve apoptotik hücre sayısının artmış olduğu belirlendi ve bu farlılıkların istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi (p<0.05). Sonuç: Solid tümör gelişimi üzerinde rhamnetinin anti tümöral etki gösterdiği apoptotik ve anjiogenik sonuçlar ile gösterildi. Elde etmiş olduğumuz sonuçların tümör tedavisi ile ilgili mevcut bilinenlere katkısının olacağı kanaatindeyiz. Anahtar Sözcükler: Ehrlich Assit Tümörü, Rhamnetin, Apoptoz, Faktör VIII 21 P108 Hamilelik döneminde Bisfenol A’ya maruz kalan dişi ratların fetuslarında ön ekstremite kemik gelişimlerinin ikili boyama yöntemi ile belirlenmesi Atay E1, Ertekin T2, Yılmaz H3, Susar H2, Al Ö2, Nisari M2, Yay A4, Unur E2 1 Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İlk ve Acil Yardım Programı, Kilis, Türkiye 2 Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye 3 Nevşehir Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi, Kozaklı Meslek Yüksekokulu, Nevşehir, Türkiye 4 Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye Amaç: Bisfenol A (BFA), dünya genelinde en fazla üretilen kimyasal maddelerden biridir. BFA; besinler, kişisel bakım ürünleri, deterjanlar, plastik şişeler gibi ürünlerde yer almaktadır. BFA; amniyotik sıvıda, anne ve fetus plazmasında, plasenta ve anne sütünde, yağ dokusunda, semende, kolostrumda ve tükürükte tespit edilmiştir. Bundan dolayı çalışmamızın amacı; hamilelik döneminde maruz kalınan BFA’nın fetal kemik gelişimine olan etkilerini belirlemektir. Materyal-Metot: Çalışma kapsamında 16 adet erişkin dişi Sprague-Dawley gebe rat kullanıldı. Ratlar kontrol; 0.5 mg/kg/gün BFA, 5 mg/kg/gün BFA ve 50 mg/kg/gün BFA grubu olmak üzere 4 gruba ayrıldı. Gruplara 1.-20. günler arasında doz uygulaması yapıldı. Fetuslar gebeliğin 20. gününde sezeryanla alındı. Yavruların kemik gelişimi ikili boyama yöntemi ile incelendi. Ön ekstremite kemiklerinde (humerus, ulna, radius) kemik kıkırdak oranları ImageJ software programı ile belirlendi ve verilerin analizinde SPSS istatistik programıyla kullanıldı. Bulgular: Humerus, ulna ve radius’a ait veriler incelendiğinde sırasıyla en fazla kemikleşme alanı ortalama 1.82±0.14 mm2, 0.93±0.15 mm2, 0.58±0.70 mm2 olmak üzere kontrol grubunda; en az kemikleşme alanı ise ortalama 1.20±0.20 mm2, 0.63±0.10 mm2, 0.48±0.70 mm2 olmak üzere yüksek doz BFA grubunda tespit edildi. Humerus, ulna ve radius’a ait kemikleşme alanları ve bu kemiklerin ortalama uzunlukları gruplar arasında karşılaştırıldığında anlamlı bir farklılık bulundu (p<0.001). Sonuç: Bu verilere göre, gebelik döneminde maruz kalınan BFA iskelet sisteminde kemikleşmeyi azaltmakta ve kemik büyümesini olumsuz yönde etkilemektedir. Anahtar Sözcükler: Bisfenol A, rat, ikili boyama, kemik gelişimi 22 P109 Diyabetik karaciğerde mirtazapinin iştah metabolizması üzerine etkisi Bektur E.1, Şahin E.1, Özkay Demir Ü.2, Can Ö.D.2, Bayçu C.1 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Eskişehir, Türkiye 2 Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Eskişehir, Türkiye Amaç: Diabetes Mellitus dünyada yüksek mortalite ve morbidite riski taşıyan hastalıkların başında gelir. Leptinin glukoz homeostazında ve olasılıkla da genel obezite ile ilişkili metabolik sendromların (insülin direnci, tip 2 diyabet gibi) patogenezinde rol oynadığı araştırmacıların savları arasında yer almaktadır. Leptin hormonu, iştah ve enerji metabolizmasının düzenlenmesinin yanında birçok hormonla ilişkili olup, vücut homeostazının sağlanmasında çok önemli görevler üstlenmektedir. Bunun yanında son yıllarda yapılan çalışmalarda hem diyabetojenik hem de antidiyabetojenik özellikler gösterdiği ve serbest radikal üretimi ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. 29 aa’li bir nöropeptid olan galaninin hipofiz hormonlarının düzenlenmesi ve insülin salınımı, alkolizm, nöropatik ağrı, enerji dengesi ve insüln duyarlılığı gibi pek çok fizyolojik fonksiyonu bulunmaktadır. Mirtazapin, noradrenerjik ve spesifik serotonerjik aktivite gösteren antidepresandır. Merkezi ve periferal sinir sisteminde α2 adrenerjik oto ve heteroreseptörleri bloke edip, 5-HT2 ve 5-HT3 serotonin reseptörlerini seçici antagonize ederek, serotonin salınmasını arttırır. α-adrenerjik antagonistleri, plazmadaki glikoz konsantrasyonunu düşürerek ancak insülin yanıtını değiştirmeden glikojenin depolanmasında görev almaktadır. Bu amaçla çalışmamızda diyabetik ratların karaciğer dokusunda iştahta görevli olan leptin ve galanin ekspresyonlarına karşın mirtazapinin etkisini araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 21 adet dişi Sprague Dawley sıçanlar kullanıldı. 55 mg/kg streptozotosin (STZ,i.p.) (0,1 mol/l sitrik asit tamponu,pH 4.5) ile oluşturulan diyabet modelinden 3 gün sonra glukometre ile kan-glukoz seviyesi ölçüldü ve 300mg/dl’den yüksek çıkanlar diyabet kabul edildi. STZ uygulamasından 4 hafta sonra 14 gün boyunca 20mg/kg Mirtazapin (p.o.) uygulandı. Deney sonunda alınan karaciğer örnekleri %10 formaldehit ile fikse edilip rutin takip işlemlerinden sonra Hematoksilen-Eozin ve PAS histokimya boyamaları, leptin ve galanin immünohistokimya ve western blot analizleri yapıldı. Bulgular: Çalışmamızın sonucunda kontrol grubunda HE boyamada ışınsal yapı gösteren, sağlıklı hepatositler; PAS reaksiyonunda ise hepatositler içerisindeki depo glukojen bulunmaktadır. Diyabetik deneklerin karaciğerinde izlenen değişimlere baktığımızda HE boyamasında vakuolizasyon, nekrotik hücreler ve infiltrasyon; PAS reaksiyonunda azalmış glukojen miktarı mevcuttur. Mirtazapin grubunda ise; PAS reaksiyonunda artmış glukojen miktarı gözlenmiştir. Western blot ve immünohistokimya sonuçlarına baktığımızda ise leptin ekspresyonu diyabet grubunda kontrole göre az miktarda düşüş gösterirken, mirtazapin grubunda ekspresyonun arttığı bulundu. Galanin grubunda ise diyabet grubunda kontrole göre artan ekspresyon, mirtazapin grubunda daha da arttı. Sonuç: Sonuç olarak diyabetik kişilerde leptin miktarının düşüp galanin miktarının arttığını ve iştah metabolizmasının bozulduğunu; bir antidepresan olan mirtazapinin ise leptin, galanin ve glukojen miktarlarını nispeten kontrol seviyesine getirdiği için diyabetik hastalarda mirtazapin iştah metabolizması düzenleyicisi olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: Diyabet, karaciğer, mirtazapin, leptin, galanin 23 P110 Ratlarda arka bacak iskemi-reperfüzyon hasarına karşı Nesfatin’in ve IL-18 BP (İnterleukin-18 binding protein)'nin koruyucu etkisi Y. Gülsarı1, Y. Gönül1, Ö. Cartıllı1, E. Aslan2, A. Songur1 1 Afyon Kocatepe Üniversitesi/ Tıp Fakültesi/Anatomi AbD., Afyon, Türkiye Afyon Kocatepe Üniversitesi/ Tıp Fakültesi/ Histoloji ve Embriyoloji AbD., Afyon. Türkiye 2 Amaç: Bir organın iskemi/reperfüzyon (IR) sonrası gördüğü hasar, sadece iskemi nedeni ile gördüğü hasardan daha fazladır. IR hasarınının önlenmesi konusunda spesifik ilaç arayışları devam etmektedir. Bugüne kadar deneysel modellerde arka bacak IR hasarını önleyen çeşitli ilaçlar bildirilmiştir. Fakat bu ilaçlar klinikte yaygın kullanım alanı bulamamışlardır. İskemi-reperfüzyon sonrası gelişen sistemik inflamatuar yanıt sendromu nedeniyle oluşan arka bacak hasarında; güçlü bir antioksidan ve antiinflamatuar olan IL-18 BP ve nesfatin’in koruyucu etkisini araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 32 adet 220-320 gr ağırlıkları olan yetişkin Sprague Dawley erkek ratlar, her grupta sekizer adet olacak şekilde rastgele dört gruba ayrıldı: Sham, IR, IR+Nesfatin ve IR+IL-18 BP. Anesteziyi takiben ratların infrarenal aortu eksplore edildi. İnfrarenal Aort künt diseksiyonla dönüldü, sham grubu hariç diğer gruplarda atravmatik mikrovasküler klemp yerleştirildi. 1 saat infrarenal aortik oklüzyon (İAO) oluşturuldu; sonrasında 2 saat reperfüzyon yapılarak IR modeli oluşturuldu. Grup 1 Sham (n:8); Analjezi ve anestezi sonrası batın tıraşlanıp batın orta hat diseke edilerek sadece İnfrarenal Aort künt diseksiyonla dönüldü, klemp ve her hangi bir ilaç uygulanmadı. Ratlar 3 saat sonra sakrifiye edildi ve doku örnekleri alındı. Grup 2 IR (n:8); Cerrahi işlemden 30 dakika önce SF 1 ml intraperitoneal olarak verildi. Sonrasında IR prosedürü uygulandı. Grup 3 IR+Nesfatin (n:8); Cerrahi işlem başlamadan 30 dakika önce intraperitoneal olarak 10 µǥ/ kg nesfatin (N) verildi. Sonrasında IR prosedürü uygulandı. Grup 4 IR+IL-18 BP (n:8); Cerrahi işlem başlamadan 30 dakika önce intraperitoneal olarak 100 µg/kg IL-18 BP verildi. Sonrasında IR prosedürü uygulandı. Histopatolojik olarak gomori trichrom, hematoksilen & eozin ile doku hasarına bakıldı. IL-6 ve kaspaz-3 ekpresyonlarındaki değişiklikler immunohistokimyasal olarak değerlendirildi. Biyokimyasal analiz olarak Elisa kitleri ile inflamatuar stokin düzeyleri ve oksidatif stres parametrelerinin değerleri ölçüldü. Bulgular: Histopatolojik olarak; IR grubunda artmış olan doku hasarı, kaspaz-3 ve IL-6 ekpresyonlarının IR+Nesfatin ve IR+IL-18 BP gruplarında anlamlı bir şekilde azaldığı gözlendi. Biyokimyasal olarak; IR grubunda artmış olan TNF-α, IL-1α , IFN-γ, IL-18, IL-6, CK, MDA, NO, TOS ve OSİ değerlerinin tedavi gruplarında anlamlı bir şekilde azaldığı (p<0,05) gözlendi. IR grubunda azalmış olan SOD, GSH, TAS değerlerinin ise tedavi gruplarında anlamlı bir şekilde arttığı (p<0,05) bulundu. Sonuç: Nesfatin ve IL-18 BP’nin IR sonrasında arka bacakta oluşan doku hasarını hem histopatalojik hemde biyokimyasal parametreler ile azalttığını gösterdik. Özellikle IL-18 BP’nin IR hasarında antienflamatuar, antioksidan ve antiapoptotik etkisi olduğunu gösterdik. Anahtar Sözcükler: İskemi, Reperfüzyon, IL-18 BP, Nesfatin, Arka bacak 24 P111 Aksolotl sindirim sistemi dokularının ışık mikroskobik, immunhistokimyasal ve elektron mikroskobik özelliklerinin belirlenmesi Keskin İ1,3, Demircan T2,3, Kolbaşı B1,3, Yıldırım B1,3, Müdok T1,3 1 Medipol Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji AbD., İstanbul, Türkiye Medipol Üniversitesi, Uluslararası Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji AbD., İstanbul, Türkiye 3 Medipol Üniversitesi, Rejeneratif Ve Restoratif Tıp Araştırmaları Merkezi (REMER), İstanbul, Türkiye 2 Amaç: Bu çalışmanın amacı ışık mikroskobik (IM), immunfloresan (IF) ve Taramalı Elektron Mikroskobu (SEM) ile aksolotl Gastrointestinal Sistem (GİS)’i hakkında bilgi sağlamaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışma İstanbul Medipol Üniversitesi Deney Hayvanları Yerel Etik Kurulu tarafından onaylanmıştır (Sayı:38828770-604.01.01-E.7754). Toplam 6 (3 neotenik, 3 metamorfik) aksolotl kullanıldı. Hayvanların yaşadıkları suya eklenen % 0.1 benzocaine (Sigma) ile anestezi yapıldı. Sakrifiye edilen aksolotlların dil, özefagus, mide ve bağırsakları alındı. Dokular kullanılacak yöntemlere uygun şekilde fikse edildi. IM Değerlendirme: Dokular rutin histolojik takip sonrası parafine gömüldü. Bloklardan mikrotomla alınan kesitler, Hematoksilen- Eozin, Masson Trichome ve PAS ile boyandı. Nikon DS-Fi2-U3 Digital Camera ile görüntülendi. İF Değerlendirme: Mikrotom (Thermo Scientific, HM 340E) ile alınan kesitler rutin immun takip sonrası primer ve sekonder antikor ile muamele edildi. DAPI içeren kapatma solüsyonu ile kapatılarak, konfokal mikroskopta (Zeiss LSM 780 NLO) incelendi. SEM Değerlendirme: Dokular %2,5’luk gluteraldehitte fikse edildikten sonra PBS ile yıkandı. %1’lik OsO4 ile postfikse edildi. Yükselen alkol (%70, %90, %96, %100) ve ardından asetondan (%30 ve %50) geçirildi. Kurutucuda (Leica EM CPD 300) işleme alındıktan sonra elektron mikroskobunda (Zeiss EVO HD 15) incelendi. Bulgular: Dil: Dil yüzeyi non strafiye squamoz epitel ile kaplı. Kan damarlarınca zengin bağ dokusu çizgili kas içermekte ve hiyalin özellikte kıkırdak alanlar izlendi. Mide: Mukoza, submukoza, muskular ve serozal tabakalar izlendi. Lümen mukus sektere eden kolumnar epitel ile döşeli ve çok sayıda gastrik hücre içermekte. Lamina propriada seröz ve müköz bezler gözlendi. Bağ dokusu metamorfoz sonrası daha organize, submukoza damardan zengin, tunika muskularis düz kas yapısında kas dokusu içermekte. Bağırsaklar: Metamorfik aksolotl bağırsağı neoteniğe göre daha kısa. Çok sayıda epitelial foldlar içeren lümen çok katlı epitelial hücre ile döşeli. Çok sayıda goblet hücresi, ince bir bağ dokusu ve kas dokusu izlendi. IF ve SEM boyama ve görüntülemeler devam etmektedir. Sonuç: GİS hayvanların hayatta kalabilmesi için önemli bir sistemdir. GİS morfolojisi ve histolojisi gıdaların nasıl elde edildiğinden nasıl sindirildiğine ve atıldığına kadar beslenme ile ilgili birçok bilgi sağlar. IM ile genel histolojik detaylar izlenebilirken SEM daha detaylı bulgular sağlar. Farklı canlılara ait GİS dokularında SEM ile yapılan incelemelerde daha ayrıntılı bilgiler elde edilmiştir. Aksolotl (A. Mexicanum), kuyruklu amfibiler sınıfındadır. Aksolotl kalp, kuyruk, omurilik, solungaç, beyin, kol ve bacaklarında skar dokusu oluşturmaksızın rejenerasyon gözlenmiştir. Bu kadar yüksek rejenerasyon kapasitesine sahip bir canlının tüm sistemleri gibi GİS’in de detaylı olarak incelenmesi; morfolojik, histolojik ve moleküler özelliklerinin ortaya konması ileri çalışmalar için önem arz etmektedir. Anahtar Sözcükler: aksolotl, neotenik, metamorfik, gastrointestinal sistem, SEM 25 P112 Kabazitaksel ratlarda doz bağımlı santral sinir sistemi toksisitesine neden olur E. Karavelioğlu1, Y. Gönül2, H. Akşit3, M.G. Boyacı1, M. Karademir4, N. Şimşek5, M. Güven6, T. Atalay7, U. Rakip1 1 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi AD, Afyonkarahisar, Türkiye 2 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Afyonkarahisar, Türkiye 3 Balıkesir Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Biyokimya AD, Balıkesir, Türkiye 4 Afyonkarahisar Devlet Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, Afyonkarahisar, Türkiye 5 Balikesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji AD, Balıkesir, Türkiye 6 Canakkale 18 Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi AD, Çanakkale, Türkiye 7 Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi AD, Yozgat, Türkiye Amaç: Çalışmamızın öncelikli amacı kabazitakselin santral sinir sistemi toksisitesini araştırmak. Diğer amacı ise, kabazitakselin santral sinir sistemi için güvenli doz aralığını araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: 24 adet yetişkin erkek Wistar-Albino rat randomize olarak dört gruba ayrıldı: Grup 1 (Kontrol), grup 2 (Kabazitaksel 0.5mg/kg), grup 3 (Kabazitaksel 1.0mg/kg) and grup 4 (Kabazitaksel 1.5mg/kg). Kabazitaksel (Jevtana, Sanofi-Aventis USA) grup 2, 3 ve 4’e sırasıyla 0.5, 1.0 and 1.5mg/kg (kilo/hafta) dozunda, dört hafta intra periton (i.p.) olarak verildi. Bunun yanında grup 1 ise aynı doz ve sürede i.p. salin verildi. Çalışmanın sonunda ratlar sakrifiye edildi ve beyinlerinin her iki hemisferi biyokimyasal, histopatolojik ve immunohistokimyasal değerlendirmeler için alındı. Bulgular: Kabazitaksel’in intraperitonal uygulanmasının rat beyninde nörotoksik olduğu görülmüştür. Biyokimyasal ve immunohistokimyasal sonuçların doza bağımlı olarak kötüleştğini gözlemledik. Sonuç: Çalışmamızdaki bulgulara göre kabazitakselin nörotoksik bir ilaç olabileceğini ve özellikle yüksek dozda nöronlarda apoptozisi tetikleyebileceğini düşünmekeyiz. Anahtar Sözcükler: Kabazitaksel; Santral sinir sistemi; Nörotoksisite; Rat 26 P113 Infrarenal aort oklüzyonu sonucunda oluşan karaciğer hasarında safranal ve crosin’in koruyucu etksini araştırmak Z.T. Özkeçeci1, Y.Gönül2, Y. Yüksel3, A. Karavelioğu4, K. Tunay5, Y. Gülsari2, O. Cartilli2, O. Hazman6, A. Bal1 1 Afyon Kocatepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi AbD., Afyonkarahisar, Türkiye 2 Afyon Kocatepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AbD., Afyonkarahisar, Türkiye 3 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Embriyoloji AbD., Ankara 4 Afyon Kocatepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahi AbD., Afyonkarahisar, Türkiye 5 Afyon Kocatepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Acil Tıp AbD., Afyonkarahisar, Türkiye 6 Afyon Kocatepe Üniversitesi, Fen ve Edebiyat Fakültesi, Kimya AbD., Afyonkarahisar, Türkiye Amaç: Karaciğer iskemi reperfüzyon(IR) hasarı; Aort, kalp ve karaciğer operasyonlarınıda içeren bazı cerrahi yaklaşımlar sırasında meydana gelen çözülmemiş bir sorundur. Bu çalışmada infrarenal aort oklüzyon (İAO) modeliyle oluşturulan karaciğer IR hasarında crosin ve safranal’ün koruyucu etkisi olup olmadığını araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 32 adet yetişkin Wistar-Albino erkek ratlar, her grupta sekizer adet olacak şekilde rastgele dört gruba ayrıldı: Sham, IR, IR + crocin, ve IR + safranal. İnfrarenal aorta klemp uygulanarak 1 saat iskemi oluşturuldu; sonrasında 2 saat reperfüzyon yapıldı. Biyokimyasa, histolojik ve immünohistolojik analiz için doku ve kan örnekleri toplanmıştır. Bulgular: Kontrol grubu ile kıyasalandığında IR grubunda alanine aminotransferase (ALT) and aspartate aminotransferase (AST) değerleri anlamlı bir şekilde artmıştır (sırasıyla; p = 0.015, p < 0.001). IR grubuyla IR + crocin ve IR + safranal grupları kıyaslandığında AST değeri anlamlı bir şekilde farklıydı(sırasıyla; p = 0.02, p < 0.001). IR + crocin grubunda Alt değeri IR grubuyla karşılaştırıldığında anlamlı bir şekilde azalmıştı (p < 0.05). Histopatolojik değişimler olarak; Bax ve kaspaz 3 ekspresyonları IR grunda diğer gruplara göre belirgin bir şekilde artmıştır. IR + crocin ve IR + safranal grupları IR grubuyla kıyaslandığında Bax ve kaspaz 3 ekspresyonları belirgin bir şekilde azalmıştır. Bununla birlikte, gruplar arasında BCL 2 ekspresyonunda anlamlı bir fark yoktu. Sonuç: İAO klempajı karaciğerde IR hasarı meydana getirmektedir. Bu çalışma krosin ve safranal’ün IR’ye bağlı karaciğer hasarı üzerine koruyucu etkileri olduğunu göstermiştir. Anahtar Sözcükler: İskemi reperfüzyon, Karaciğer hasarı, Bax, Blc-2, kaspaz-3 27 P114 Karaciğer iskemi reperfüzyon hasarı ile oluşturulan ensefalopatide IL-18 BP’nin koruyucu etkisi Y. Gönül1, M.G. Boyacı2 , M. Gürel3, K. Tunay4, S. Oruç5, Z.T. Özkeçeci6, Y. Yüksel7, Y. Gülsarı1, Ö. Hazman8 1 Afyon Kocatepe Üniversitesi/ Tıp Fakültesi/Anatomi AD./Afyonkarahisar Afyon Kocatepe Üniversitesi/ Tıp Fakültesi/Beyin ve Sinir Cerrahisi AD. /Afyonkarahisar 3 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi/ Beyin Cerrahisi/Konya 4 Afyon Kocatepe Üniversitesi/ Tıp Fakültesi/ Acil Tıp AD. /Afyonkarahisar 5 Afyon Kocatepe Üniversitesi/ Tıp Fakültesi/ Nöroloji AD. /Afyonkarahisar 6 Afyon Kocatepe Üniversitesi/ Tıp Fakültesi/ Genel Cerrahi AD. /Afyonkarahisar 7 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi/ Embriyoloji/Ankara 8 Afyon Kocatepe Üniversitesi/ Fen ve Edebiyat Fakültesi/ Kimya/Afyonkarahisar 2 Amaç: Karaciğer iskemi/reperfüzyon(IR) hasarıuzak organları etkileyerek farklı vücut hücrelerinde hasara neden olabilir. IL-18 BP(Binding protein) iskemi reperfüzyon hasarına karşı antioksidan bir ajandır. Bu çalışmada IL-18 BP’nin karaciğer IR hasarı ile oluşan ensefalopatide antioksidan ve antienflamatuar etkilerini araştırdık. Gereç ve Yöntem: 40 adet yetişkin erkek rat beş gruba ayrıldı: Sham, 2 saat-IR, 2 saat-IR + IL-18BP, 4 saat-IR, 4 saat-IR + IL-18BP. IR prosedürü hepatik arter ve portal venin buldog klemp sayesinde oklüze edilmesiyle oluşturuldu. Histopatolojik değerlendirme ve biyokimyasal analizler için kan örnekleri ve beyinin her iki lobundan doku örnekleri alındı. Biyokimyasal analiz olarak serum ALT, AST, LDH, MDA, GSH ve NO parametreleri ile dokuda TAS, TOS ve OSİ parametreleri çalışıldı. Bulgular: IR grubunda MDA, LDH, AST, ALT, NO, TOS, OSI ölçümleri anlamlı bir şekilde artarken (p<0,05), GSH ve TAS ölçümleri anlamlı bir şekilde azalmıştır (p<0,05). IR+ IL-18BP grublarında ise MDA,LDH,AST,ALT,NO,TAS ve OSI değerleri azalırken (p<0,05), GSH seviyesi ise belirgin bir şekilde artmıştır (p<0,05). Histopatalojik skorlamada 2 saat-IR + IL-18BP grubu 2 saat-IR grubuyla kıyaslandığında azalmış hücre ölümü ve dejenetif nöronlar tespit edilmesine rağmen apopitoz oranlarında istatistiksel bir anlam yoktu (p>0,005). Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları ; karaciğer IRH’nın neden olduğu ensefalopatide IL-18 BP’nin hem antioksidan hem de protektif rol oynadığını göstermiştir. Anahtar sözcükler: IL-18 BP, Karaciğer iskemi/reperfüzyon hasarı, nöroprotektif etkisi, oksidatif stres 28 P115 Ciprofloxacin ve quercetinin fetal beyin gelişimine etkileri Doğan Z, Çetin A, Türköz Y, Vardı N, Gözükara Bağ H. Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Adıyaman, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı , Malatya, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Malatya, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı Malatya, Amaç:Bu çalışmada ciprofloxacinin gebelikte kullanımının fetusun morfolojik gelişimindeki etkisi ile beyin dokusunda oksidatif strese yol açıp açmadığını ve oksidatif stres oluşmuşsa quercetinin bu hasarı önlemede bir katkısının olup olmadığını belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem:Çalışmamızda 250 gr ağırlığında 28 adet genç dişi Wistar albino türü rat kullanıldı. Ratlarda gebelik oluşturuldu. Gebe ratlar kontrol, ciprofloxacin, quercetin, cipro+quercetin olmak üzere dört gruba ayrıldı. Ciprofloxacin grubuna gebeliğin 7-17. günleri arasında günde 2 doz ciprofloxacin i.p 20 mg/kg olacak şekilde verildi. Quercetin grubuna çalışma süresince günlük (20 gün) 20 mg/kg quercetin mısır yağı içerisinde çözülerek oral gavaj ile verildi. Ratlar deney süresi boyunca ad-libitum beslendiler. Gebeliğin 20. gününde fetuslar sezeryan ile alındı. Bulgular:Ciprofloxacin grubundaki fetuslerde morfolojik gelişim bozukluğu görüldü. Sadece quercetin verilen grupta fetus ağırlığı, beyin ağırlığı, plasenta ağırlığı ve CRL mesafesi anlamlı olarak arttı (p=0,001). Ciprofloxacin grubunda hem total ağırlık, hem de beyin ağırlığı anlamlı şekilde azaldı (p=0,001). Ciprofloxacin grubuna quercetin ilavesi ise fetuslerde hem total ağırlığı, hem de beyin ağırlığını arttırdı (p= 0.001). Histolojik değerlendirmede Ciprofloxacin grubunda korteks serebrideki nöron sayısı kontrol ve quercetin grubuna göre anlamlı ölçüde azaldı (p=0,001). Ciprofloxacin grubuna quercetin ilave edilen gruptaki nöron sayıları arttı. Bu artış Ciprofloxacin grubuna göre anlamlı bulundu (p=0,001). Ciprofloxacin grubunda; piamater altında kongesyon ve hemoraji alanları izlendi. Cerebral cortex’deki nöronların düzeni bozulmuştu. Nöron yoğunluğu kontrol grubuna göre belirgin olarak azalmıştı. Fetal rat beyin dokusuna ait biyokimyasal bulgular: Ciprofloxacin uygulaması SOD enzim aktivitesini (p= 0,017), MDA düzeylerini (p=0,001) arttırdı. GSH, CAT ve GSH-Px düzeylerini azalttı. P değerleri sırasıyla (P=0,015), (P=0,004), (p=0,022). Quercetin ilavesi ise SOD enzim miktarını ve MDA düzeyini düşürdü; GSH, CAT ve GSH-Px düzeylerini arttırdı. ANAHTAR SÖZCÜKLER: Ciprofloxacin, quercetin, flavanoid, fetus 1 P116 Sıçanlarda hippokampal hacimlerin hesaplanmasında kesit yönteminden kaynaklanan farklılıkların karşılaştırılması Raghib S.1, Erçelen B.1, Ulupınar E.1,2 1Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Disiplinlerarası Sinirbilimleri Anabilim Dalı, Eskişehir, Türkiye 2Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir, Türkiye Amaç: Deney hayvanları üzerinde yapılan nöroanatomik çalışmaların değerlendirilmesinde, beyin hacimlerinin doğru ve hassas bir şekilde ölçülmesi özel bir öneme sahiptir. Özellikle beynin herhangi bir alanında bulunan hücre sayılarını inceleyen çalışmalarda, hacimsel değişiklikler hücresel yoğunlukları etkileyebilir. Bu nedenle, bu çalışmada iki farklı kesit alma yöntemini kullanarak, kesit kalınlığının normal sıçanların tahmini hippokampal hacimleri üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçladık. Gereç ve yöntem: Bu çalışmada toplam on adet yetişkin, eşit vücut ağırlıklarına sahip, dişi Spraque-Dawley sıçan kullanıldı ve hayvanlar iki gruba ayrıldı. Uygun anesteziden sonra, fosfat tamponlu salin ve ardından da %4’lük paraformaldehit solüsyonu kullanılarak intrakardiyak perfüzyon yapıldı. İki günlük postfiksasyonu takiben birinci gruptaki beyin dokuları parafine gömüldükten sonra, mikrotom aracılığıyla 3 μm kalınlığında kesitler alındı. İkinci gruptaki hayvanların beyin dokularından ise vibratom aracılığıyla 60 μm kalınlığında kesitler alındı. Daha sonra, kesitler kristal-viyole ile boyanarak dorsal hippokampus’un toplam hacmi Cavalier hacim hesaplama yöntemiyle ölçüldü. Bulgular: Tüm morfometrik ölçümlerde, sıçan beyin atlasındaki Bregma noktaları (-2.28 ile -3.84) referans alınarak belirlenen sağ dorsal hippocampus bölgesi esas alındı. Birinci gruptaki ortalama piramidal hücre tabakası ve gyrus dentatus hacimleri sırasıyla 6,11×106 μm3 ve 4,09×106 μm3 olarak hesaplandı. Oysa ikinci grupta bu değerler, 152,37×106 μm3 ve 87,11×106 μm3 arasındaydı. İlgilenilen bölgenin tahmini hacmi, parafine gömülen dokulardan mikrotomda alınan kesitlerde, vibratomda alınan kesitlere kıyasla yaklaşık olarak %25 oranında azalmış olarak bulundu. Sonuç: Dorsal hippokampal bölge hacminin, dokuların farklı gömme metodu ve kesit kalınlığın bağlı olarak anlamlı düzeyde değişebildiğini göstermiştir. Dokuların parafine gömülerek kesilmesi, vibratomda kesilmesine göre daha fazla büzüşme ve deformasyon problemlerine yol açabilmektedir. Bununla birlikte ince kesitler, daha iyi geçirgenliğe sahip olduklarından özellikle immunohistokimyasal boyamalarda daha avantajlıdır. Bu nedenle araştırmacılar, farklı kesit alma yöntemlerinin avantajları ve dezavantajlarının farkında olmalı ve sayısal verilerini karşılaştırırken öngörülemeyen doku deformasyonları ve büzüşmelerinden kaynaklanabilecek farklılıkları göz önünde bulundurmalıdır. Anahtar Sözcükler: Dorsal hippocampus, paraformaldehit, vibratom, mikrotom, kristal-viyole boya 1 P117 Sağlıklı ve 6-OHDA ile parkinson modeli oluşturulmuş sıçanlarda pedunculopontinus’da kalretinin yoğunluğunun karşılaştırılması nucleus Uzuner A.*, Özen B.*, Anduv G.*, Can N.*, Kılıç S.*, Kirazlı Ö.**, Şehirli Ü.** *Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi ** Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Amaç: Parvalbumin, kalbindin ve kalretinin kalsiyum bağlayıcı proteinlerdir. Bu proteinlerin, GABA ve glutamat içeren nöronlarda eksprese olduğu bilinmektedir. Bunun yanısıra kalretininin birçok nörolojik hastalığın patogenezinde endojen olarak nöroprotektif etkiye sahip olduğu; 6-OHDA Parkinson modeliyle oluşturulan oksidatif nöron hasarında, kalretinin içeren dopaminerjik nöronların daha dirençli olduğu gösterilmiştir. Kaudal tegmentumda yerleşimli, sınırları belirsiz bir beyin sapı nükleusu olan Nucleus Pedunculopontinus (PPN), lokomotor hareketlerin oluşumunda ve kontrolünde rol oynamaktadır. PPN, son yıllarda bazal çekirdeklerle olan ilişkisi ve lokomotor sistemdeki rolünün yanında Parkinson hastalığında görülen akinezinin semptomatik tedavisinde kullanılan derin beyin stimülasyonunun yapıldığı bir bölge olması nedeniyle de önem kazanmıştır. Araştırmada, 6-OHDA enjeksiyonuyla dopaminerjik nöronları hasarlanarak Parkinson modeli oluşturulmuş sıçanlarla sağlıklı sıçanların PPN’lerindeki kalretininle işaretlenen nöron sayılarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, kontrol(n=4) ve Parkinson(n=4) gruplarını içermektedir. Parkinson modeli oluşturulacak Wistar sıçanlara anestezi altında unilateral medial forebrain bundle bölgesine 6-OHDA enjeksiyonu yapılmıştır. Enjeksiyonu takiben 21. günde apomorfin rotasyon testi yapılarak pozitif sonuç veren hayvanlarla hastalık grubu oluşturulmuştur. Tüm sıçanlar transkardiyak perfüzyonla fikse edilerek beyinleri çıkarılmıştır. Çıkarılan beyinlerden mikrotomla 40 µm’lik sagital kesitler alınmıştır. Parkinson grubundaki kesitlerin dopamin kaybı tirozin hidroksilaz boyamayla kontrol edilmiştir. Modelin oluştuğu doğrulanan hayvanların PPN içeren kesitlerine, kolin-asetil-transferaz (ChAT) antikorlarıyla kolinerjik boyama; kalretinin antikorlarıyla kalretinin boyama olmak üzere ikili immunohistokimya prosedürü uygulanmıştır. Kolinerjik boyamanın amacı, kolinerjik nöronlarla sınırlanan PPN içeren kesitlerin belirlenmesidir. PPN içindeki kalretinin pozitif nöronlar flourosan mikroskobunda sayılmıştır. Veriler Graph-pad programında analiz edilmiştir. Bulgular: Parkinson modeli oluşturulmuş sıçanlarda ortalama 85,25±17,04; sağlıklı sıçanlarda 132,5±34,37 kalretinin içeren nöron sayılmıştır. Parkinson grubundaki kalretinin içeren nöron sayısı, sağlıklı gruba oranla düşüş gösterse de bu düşüş istatistiksel olarak anlamlı değildir. Sonuç: Bulgular, nöronların kalretinin ekspresyonunun dopamin azalmasından etkilendiğini göstermektedir. Literatürdeki nörodejeneratif hastalıklarda kalretinin miktarındaki azalmayı gösteren çalışmalarla uyumludur. Bu sonuçlar ışığında her iki grupta da sıçan sayısının artırılarak istatistik analizlerin yapılması planlanmaktadır. Anahtar Sözcükler: Kalretinin, Parkinson, PPN, 6-OHDA 1 P118 Kronik selülozik tiner peroksidasyonuna etkisi inhalasyonunun rat bulbus olfactorius’taki lipid Önder M.1, Gümüşlü S.2, Genç G.E.2, Gürer E.İ.3, Gürçay S.1, Oğuz N.1 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı1,Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı 2,Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı 3,Antalya Amaç: Kronik selülozik tiner inhalasyonunun rat bulbus olfactorius dokusu lipid peroksidasyonuna etkisini araştırmak. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda yaklaşık 400-450gr ağırlığında Rattus norvegicus türü 20 adet genç erkek Wistar sıçan kullanıldı. Sıçanlar 2 gruba ayrıldı. Gruplar kontrol grubu ve tiner alan grup şeklinde ayrıldı. Her grupta 10 sıçan yer aldı ve sıçanlara 6 hafta süre ile günde 2 kez olmak üzere 1'er saat tiner inhalasyonu etkisine bırakıldı. Çalışmada sanayide en çok kullanılan selülozik tiner kullanıldı. Tinerin bileşimindeki solventlerin konsantrasyonları Drager gaz detektörü ile ölçüldü. Deney sonunda deneklerin bulbus olfactorius’ları diseke edilerek lipid peroksidasyonunun analizi yapıldı. Bulgular: Deney sonunda alınan bulbus olfactorius’taki lipid peroksidasyon analizleri sırasıyla: Kontrol Grubu: 0,450 mol/mg Tiner İnhalasyonlu Grup: 0,860 mol/mg Sonuç : Analiz sonucunda elde edilen veriler dokuda hasar meydana getirdiğini göstermiştir. Anahtar Sözcükler: tiner, bulbus olfactorius, inhalasyon, lipid peroksidasyon 1 P119 Streptozotocin ile deneysel diyabet oluşturulan sıçanlarda gyrus dentatus hacim değişiklikleri Onur Ş.1, Akdoğan I.1, Yonguç N.G.2, Özdemir M.B.1 1 2 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye Amaç: Gyrus dentatus, formatio hippocampalis’te yer alan ve hippocampus’a komşu anatomik bir yapıdır. En büyük hücre grubunu granüler hücre tabakası oluşturur. Üç tabakalı yapısıyla hippocampus’a benzer özellikler gösterir. Buna karşılık formatio hippocampalis yapıları arasında eksitotoksik değişikliklere en dirençli bölge olarak bilinmektedir. Diabetes Mellitus, birçok organı etkileyen ve merkezi sinir sisteminde nöronal hasar oluşturan kronik bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı ratlarda oluşturulan deneysel diyabette gyrus dentatus granüler hücre tabakasındaki hacim değişikliklerini ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 18 erişkin (adult) Wistar sıçan kullanılmıştır. Sıçanlar n=6 olacak şekilde rastgele üç gruba ayrılmıştır; Kontrol (K), Sham (S) ve Diyabet (D) grubu. Diyabet grubuna intraperitoneal olarak 60 mg/kg streptozotocin verilmiştir. Diyabet grubundaki ratların, streptozotocin injeksiyonundan sonra 3. ve 10. günde kan glikoz düzeyinin 300 mg/dl’nin üzerinde olduğu tespit edilmiştir. Tüm gruplar dekapite edildikten sonra beyinleri çıkarılmış ve sistematik rastgele örnekleme ile kesit alınmıştır. Gyrus dentatus granüler hücre tabakası hacim hesaplamaları stereolojik metotlardan Cavalieri Metodu ile gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Sol gyrus dentatus granüler hücre tabakası ortalama hacimleri K grubunda 0,84 mm3, S grubunda 0,91 mm3 ve D grubunda 0,75 mm3, sağ gyrus dentatus granüler hücre tabakası ortalama hacimleri K grubunda 0,88 mm3, S grubunda 0,89 mm3 ve D grubunda 0,67 mm3 olarak bulunmuştur. Bu bulgulara göre D grubu hacim değerleri hem solda hem sağda K ve S gruplarına göre daha az olarak bulunmuştur. Fakat istatistiksel olarak anlamlı düzeyde azalma sadece sağ taraf için S grubu hacim değerleri ile D grubu hacim değerleri arasında tespit edilmiştir (Mann-Whitney U testi, p<0,05). Sonuç: Streptozotozin ile deneysel diyabet oluşturulan sıçanların gyrus dentatus hacimlerinde azalma olmasına karşılık istatistiksel olarak tek anlamlı farklılık sağ gyrus dentatus hacimlerinde S ile D grubu arasında bulunmuştur. Anahtar Sözcükler: Gyrus dentatus, diabetes mellitus, Cavalieri 1 P120 Diyabetik sıçan beyinlerinde leptin ekspresyonu Şahin E.1, Bektur E.1, Özkay Demir Ü.2, Can Ö.D.2, Bayçu C.1 1 2 Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Farmakoloji Anabilim Dalı, Eczacılık Fakültesi, Anadolu Üniversitesi Amaç: Diyabetik sıçan beyinlerinde immünohistokimyasal yöntem ile leptin ifadesinin araştırılması. Gereç ve Yöntem:Çalışmamızda 14 adet dişi Sprague Dawley sıçanlar kullanıldı. 55 mg/kg streptozotosin (STZ,i.p.) (0,1 mol/l sitrik asit tamponu,pH 4.5) ile oluşturulan diyabet modelinden 3 gün sonra glukometre ile kan-glukoz seviyesi ölçüldü ve 300 mg/dl’den yüksek çıkanlar diyabet kabul edildi. Deney sonunda alınan beyin örnekleri %10 formaldehit ile fikse edilip rutin takip işlemlerinden sonra immünohistokimyasal yöntem uygulandı Bulgular:Gruplar arası leptin ifadesi incelendiğinde beyinde sadece koroid pleksusta leptin ifadesi saptanmıştır. Leptin ifadesinin diyabetik sıçanlarda azaldığı ve reaksiyonun bu grupta da sadece koroid pleksusta bulunduğu gözlenmiştir. Sonuç: Leptin hormonu, iştah ve enerji metabolizmasının düzenlenmesinin yanında birçok hormonla ilişkili olup, vücut homeostazının sağlanmasında çok önemli görevler üstlenmektedir. Yüksek oranda yağ dokuda sentezlenmektedir. Leptinin ana kaynaklarda sentezlendikten sonra koroid pleksus aracılığı ile beyine taşındığı bilinmektedir. Çalışmamız sonucunda koroid pleksusda leptin hormonunun pozitif reaksiyon verdiği ve diyabet durumunda bu ifadenin azaldığı gözlenmiştir. Vücut homeostazında görevli leptin hormonun diyabet durumunda azalması birçok fizyolojik yolağın bozulmasına neden olabilir. Anahtar Sözcükler: Diyabet, Beyin, Leptin, Koroid pleksus. 1 P121 Sinirbilim araştırmalarında epigenetik: DNA metilasyon dinamikleri Öztürk N.C.1, Koç T.1, Yetkin D.2, Resendiz M.3, Chen Y.Y. 3, Yılmaz Ş.N.2, Öztürk H.1, Zhou F.C.1,3 1 Mersin Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye Mersin Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye 3 Indiana Üniversitesi, Anatomi ve Hücre Biyolojisi Bölümü, Indianapolis, ABD 2 Amaç: Son 20 yıldır, özellikle insan genom projesinin tamamlanmasından sonra sinirbilimleri alanında gerçekleştirilen çalışmalar beynin gelişiminden yaşlanmasına kadar süreçteki birçok normal ve patolojik moleküler işleyişin altında yatan genetik temelleri aydınlatmaya başlamıştır. Söz konusu moleküler işleyişin; genom ile çevre arasındaki karmaşık etkileşim sonucunda ortaya çıktığı anlaşılmakla beraber, bu ilişkinin hangi içsel mekanizmalarla kontrol edildiği büyük ölçüde epigenetik bilimi sayesinde anlaşılmaya başlanmıştır. Epigenetiğin sinirbilim çalışmalarındaki yeri, grubumuzun da son 5-6 yıldır üzerinde çalışmakta olduğu bilindik en önemli epigenetik unsurlardan biri olan DNA metilasyon mekanizmaları üzerinde durularak örneklendirilecektir. Gereç ve Yöntem: Şu ana kadar sonuçlanan ve yürütmekte olduğumuz nöro-epigenetik çalışmalarında; C57BL6 soy fare ve Sprague Dawley sıçanların kullanıldığı çeşitli hayvan modelleri (Fetal Alkol Sendromu, Erken Kraniyel Radyasyon Maruziyeti, Normal Gebelik ve Postpartum Fizyolojisi’nin Kullanılması ve Nikotin Yoksunluğu); bu modellerden elde edilen deney hayvanları üzerinde uyguladığımız davranış deneyleri (Morris Su Tankı, Açık Alan ve Artı Labirent testleri); ve elde ettiğimiz fikse ve taze beyinler üzerinde immün işaretlemeler (ışık ve konfokal mikroskobik görüntüleme), Western-Blot ile ekspresyon analizi, ELISA ile global metilasyon analizi ve Floresan Akım Sitometrik Analiz (FASA) ve FASA ile Ayrıştırma (sorting) gibi yöntemler kullanılmaktadır. Bulgular: Nöroepigenetik alanında girdiğimiz ilk çalışmamızda, prenatal alkol maruziyetinin fetal serebral korteks ve hipokampus gelişimine paralel gerçekleşen DNA metilasyon dinamiklerini inceleyerek, fetal alkol maruziyetinin bu anatomik yapıların gelişiminde gecikme ve bozulmalara yol açarken DNA metilasyon faktörlerinde de gelişimsel zamana ve nöral tabakalara özel dramatik değişimlere yol açtığı gözlenmiştir. Sonraki çalışmamızda ise erken postnatal kraniyel radyasyon maruziyetinin akut ve uzun dönemde hipokampal nörogenizi yavaşlattığı (davranışsal olarak da teyit edilmiştir) ve buna paralel olarak aynı hücrelerin DNA metilasyon/demetilasyon seviyelerinde de önemli değişimler olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca son iki yıldır gebelik ve laktasyonun doğal fizyolojik etkisini model olarak kullanarak olfaktör nörogenez üzerindeki DNA metilastyon davranışlarını akım sitometrik olarak anlamaya çalışmaktayız. Elde ettiğimiz bulgular sunum sırasında verilecektir. Sonuç: DNA metilasyon dinamiklerini temel alarak gerçekleştirdiğimiz ve gerçekleştirmekte olduğumuz nöro-epigenetik çalışmalarda, bu mekanizmanın beynin gelişiminden yaşlanmasına kadar olan süreçte; sadece yaşamsal döneme ve dokuya göre değil aynı zamanda hücre tipine özel biçimde işlediği ve çevresel manipülasyonlara karşı oldukça hassas olduğu görülmüştür. Anahtar Sözcükler: Sinirbilim, Epigenetik, DNA Metilasyonu DESTEK: -Hücre Biyolojisi Bölümü, (Proje No: AA016698 & P50AA07611) Indianapolis, ABD / Mersin Universitesi Bilimsel araştırma Projeleri (Proje No: BAP-SBEA 2011-5DR), (Proje No: 2015-AP4-1386) ve (2016-2-TP2-1834) / Fullbright Misafir Araştırmacı Bursu / TUBİTAK 1001 (Proje no: 114S566). 1 P122 Nörodejenerasyonda gözlenen proteinopatik değişiklikler anatomik haritalarla bağlantılı mıdır? Polat Çorumlu E.1, Ulupınar E.1,2 1Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Disiplinlerarası Sinirbilimleri Anabilim Dalı 2 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı Amaç: Fenotipik özellikleri geniş bir yelpazede yer alan nörodejeneratif hastalıklar, giderek yaşlanan popülasyonda en önemli sağlık problemlerinden biridir. Alzheimer, Parkinson, ve Amiyotrofik Lateral Skleroz (ALS) bu hastalıkların başında gelmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalar; Tau, β-amyloid, α-synuclein, TDP-43 gibi proteinlerin yapısında meydana gelen değişikliklerin, bu hastalıkların patogenezinde ortak bir mekanizma olarak rol oynadığına işaret etmektedir. Hastaların patolojik spesimenleri üzerinde yapılan çalışmalarda, nörodejenerasyona neden olan proteinopatik hasarın nöronal bağlantıları izleyerek yayıldığı düşünüldüğünden, bu çalışmada, literatürde yayınlanan çalışmalar baz alınarak, nörodejeneratif hastalıkların yayılım haritaları ile bu bölgelerde bulunan nöronların anatomik bağlantıları arasında bir ilişki olup olmadığı araştırılmıştır. Gereç ve yöntem: PubMed taramalarında, 2006-2016 yılları arasında yapılan çalışmalar, "β-amyloid, Tau, TDP-43, α-synuclein, Alzheimer, Parkinson, ALS ve postmortem" anahtar sözcükleri kullanılarak taranmıştır. Bu taramalar neticesinde 1000’in üzerinde araştırmaya ulaşılmakla birlikte, protein ekstraksiyon ve görüntüleme yöntemleri ile ilgili ya da anatomik yapılanmadan ziyade protein yoğunluklarının incelendiği araştırmalar ile vaka sayısının 50'nın altında olduğu araştırmalar çalışmamıza dahil edilmemiştir. Sonuçta, hastalığın klinik bulgularla birlikte evrelendirildiği çalışmalardan sadece 25 tanesi yukarıda belirlenen kriterlere uygunluk göstermiştir. Bulgular: Alzheimer hastalığında görülen tau agregasyonu; locus coeruleus'da başlayıp, entorhinal ve transentorhinal bölgelere yayılmaktadır. Daha sonra, formatio hippocampi ve neokorteks’teki geniş alanlara yayılmaktadır. β-Amyloid birikimleri ise önce neokorteks’te ve daha sonra kaudal yönde ilerleyerek allokorteks, diencephalon ve bazal ganglionlarda görülmektedir. Parkinson hastalığında görülen α-synuclein proteinopatisi, beyin sapından telencephalon’a doğru yayılım göstermektedir. Erken safhalarda, medulla oblangata’da bulunan nucleus dorsalis nervi vagi ve bulbus olfactorius’ta tespit edilen birikimler, ilerleyen safhalarda pons ve mesencapholon’a, sonrasında da neokorteks'e yayılmaktadır. ALS’de görülen TDP-43 patolojisi ise agranuler motor kortekste V., VII. ve X.-XII. kranial sinirlerin motor çekirdeklerinde ve omuriliğin α-motor nöronlarında görülmektedir. Hastalığın ilerleyen safhalarında TDP-43 patolojisi prefrontal neokorteks, beyin sapı retiküler formasyonu, precerebellar çekirdekler ve pons’taki çekirdeklerde görülmektedir. Prefrontal ve postcentral neokortikal alanlardaki tutulumun, hippocampus dahil olmak üzere temporal lobun anteromedial kısımlarının etkilenmesinden önce gerçekleştiği dikkat çekmektedir. Sonuç: Nörodejeneratif hastalıkların başlangıç evrelerinden geç evrelere doğru ilerlemesi sürecinde oluşan proteinopatik hasar, belirli bir rota izleyerek yayılmaktadır. Bu bölgelerde yerleşim gösteren nöronların bağlantıları, hasarlanmanın izlediği rota ile oldukça benzerlik göstermektedir. Bununla birlikte, nörodejenerasyona yol açan özgün bir moleküler ağın mevcudiyetine dair de veriler bulunmaktadır. Bu bakımdan, gerek hastalıkların evrelendirilmesinde, gerekse nörodejeneratif hastalıklara özgün patolojik haritaların geliştirilmesinde, beyin bankalarından elde edilecek veriler kritik bir öneme sahiptir. Anahtar Sözcükler: Proteinopati, nörodejeneratif hastalıklar, patolojik haritalama, beyin 1 P123 Akrilamitle oluşturulan testis hasarında PCNA ve Bax dağılımı ve L sisteinin etkisi Kacar S, Şahintürk V. Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Eskişehir, Türkiye. Amaç: Bu çalışmanın amacı akrilamitle oluşturulan testis hasarında PCNA ve Bax proteinlerinin değişimi ve L-sisteinin etkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 28 adet Sprague Dawley sıçan her bir grupta 7 hayvan olacak şekilde 4 gruba ayrıldı. Gruplar kontrol grubu (sadece serum fizyolojik), L-sistein grubu (150 mg/kg i.p.), akrilamit grubu (40 mg/kg i.p.) ve L-sistein + akrilamit grubu olarak belirlendi. On günlük injeksiyon sonrasında testisler alınarak olağan doku takibi aşamalarından sonra PCNA ve bax için immünohistokimya uygulandı. Bulgular: PCNA’nın testis seminifer tübüllerinde akrilamit grubunda kontrole göre daha az bulunduğu saptandı. Özellikle dev hücrelerin bulunduğu tübüllerde PCNA pozitifliği çok daha az görüldü. L-sistein + akrilamit grubunda ise PCNA pozitifliğinin kontrole benzer olduğu saptandı. Bax açısından değerlendirildiğinde, tüm gruplarda benzer pozitif boyanma olduğu görüldü. Sonuç: Akrilamitin özellikle primer spermatositlerde bölünmeyi inhibe ettiği veya azalttığı sonucuna varıldı. Bu sonuç primer spermatosit aşamasında dev hücrelerin ne şekilde oluştuğuna kanıt olabilir. L-sistein ise akrilamitin olumsuz etkisine karşı testisi korudu. Bax proteininin ise akrilamit toksisitesinde belirgin bir rolü olmadığı düşünülebilir. Ancak bu konuda başka çalışmalar yapılması gerekmektedir. Anahtar Sözcükler: Akrilamit, L-sistein, İmmünohistokimya, PCNA, Bax 2 P124 Göz çevresi botoks enjeksiyon uygulamasının irdelenmesi Pınar Y., Gövsa Gökmen F., Çoban İ. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi A.D. Giriş: Mimik kasları tam bağımsız kaslar değildir. Origo ve insersioları kemik ve yüzeyel fasya olsa da, komşu kaslara uzanan myofibrillere de sahiptir. Bu özelliği üst yüz bölgesinde çok net görürürüz. Bu nedenle üst yüz bölgesi kaslarını bağımsız değil, ‘orbitofrontal kompleks’ adı altında değerlendirmek daha doğrudur. Bulgular: M.orbicularis oculi ile m. corrugator supercilii, m. corrugator supercilii ile m. occipitofrontalisi venter frontalis, m.procerus ile m. venter frontalis arasında bazı myofibrillerin devam ettiği diseksiyonlarda gösterilmiştir. Bu; çoğu kişide mimiklerin neden asimetrik olduğunu, botoks sonrası ortaya çıkan görünümün neden bazen asimetrik olduğunu açıklar. Ya da tek bir kasa yapılan botoks enjeksiyonu sonucunda istenilen doğal görünümün neden elde edilemediğini. Örneğin, alındaki yatay çizgilerden rahatsız olan kişi venter frontalis’e botoks yaptırdığında, bu kasın m.orbicularis oculi ve m. corrugator supercilii’nin askısı olduğunu önemsemezsek, sonuç; üst göz kapağında gerginliğin kaybı olacaktır. Bu durum üst göz kapaklarında ağırlık hissi yaratır. N.supraorbitalis ve n.supratrochlearis’in korunması için sakınılan bölge olan m.orbicularis oculi üst bölümünü, venter frontalis’in asıcı etkisinden kurtulmuş olur. M.corrugator supercilii medialde derin, lateralde daha yüzel bir kastır. Medial sınırı çok net olmasına karşın lateralde komşu kaslara kaynaşıktır. Mediale yapılacak botoksun daha derine yapılması gerekir. Oysa M.orbicularis oculi pars orbitalis yüzeyeldir. Bu kas aditus orbitalis’teki yağ petleriyle margo’lara yaslanmıştır. Orbita’ya çok yakın olması nedeniyle, enjeksiyonun göz kapağına sızması ve pitosis’e sebep olması sık görülür. Gülme sırasında göz lateral yarımının çok kırıştığı kişilerde M.orbicularis oculi alt-lateral bölümünde oluşan derin kırışıklarda, bu bölgeye yapılan enjeksiyonun, m.zygomaticus’a sızması olası bir komplikasyondur. Gülme asimetrisi oluşması rahatsız edici bir sonuçtur. Sonuç: İfadenin doğallığı yönünden botoks enjeksiyon noktalarının dikkatli seçilmesi, enjeksiyon miktarı, güvenli zonların belirlenmesi önemlidir. Anahtar Sözcükler: yüz, botoks, orbitofrontal kompleks 1 P125 Benign prostat büyümesi olan hastaların biyoelektrik impedans değerlerinin prostat spesifik antijen değerleri ile ilişkisi Manav K., Karakaş S. Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı/AYDIN Amaç: Benign prostat büyümesi (BPH) olan hastaların, Biyolektrik impedans değerleri ile Prostat Spesifik Antijen (PSA) değerlerinin ilişkisi ve sağlıklı bireylerden alınan ölçümlerle olan farklılığın ortaya konması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 01/05/2015 ve 20/04/2016 tarihleri arasında Adnan Menderes Üniversitesi, Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği’nde yapıldı. Çalışmaya yatarak tedavi alan 45-75 yaş arası, BPH tanısı almış ve bu patoloji nedeniyle opere edilmemiş, kronik hastalığı olmayan 31 hasta dahil edildi. Aynı yaş grubunda BPH düşünülmeyen, kronik hastalığı olmayan 27 kişi kontrol grubuna alındı. Bu kişilerin kanlarında PSA değerleri ölçüldü. Antropometrik ölçümler BIA-101 ile yapıldı. Veriler “PASW statistics 18 Brief Guide" programında “Bağımsız Örneklemler T-Testi" ve "Mann Whitney U Testi" testleri kullanılarak analiz edildi. Bulgular:Boy değişkeni için tanımlayıcı istatistikler kontrol grubunda 1,72 ± 0,05 şeklinde iken hasta grubunda 1,70 ± 0,08’dir. Kilo ve PSA değişkenlerinin medyan ve 25 – 75 Persantil verileri kontrol grubu için, 80 (74 – 94) ve 0,74 (0,43 – 2) hasta grubu için 74 (57 – 84) ve 4,51 (2,31 – 8,20) şeklinde bulunmuştur. FFM, BCM, MM, ICW, FFMI PSA, Excange Na / K, BMI ve BCMI değişkenleri BPH hastaları ile sağlıklı grup arasında anlamlı farklılık tespit edilmiştir. FFM (p=0,022), BCM (p=0,029), MM (p=0,029), ICW (p=0,016), FFMI (p=0,025), BMI (p=0,033), BCMI (p=0,015) değerleri sağlıklı bireylerde hasta bireylere oranla daha yüksek seyretmektedir. PSA ve Excange Na / K değerleri ise tam tersine sağlıklı bireylerde BPH tanısı almış hasta grubundakilere oranla daha düşüktür. Sonuç: Biyolektrik impedans analizi (BİA) yöntemi, BPH gibi toplumda sık görülen hastalıkların vücut kompozisyonuna etkisini tespit etmek için kullanılabilecek, güvenilir, ucuz ve kolay uygulanabilen bir yöntemdir. Anahtar Sözcükler: BIA, Antropometri, BPH, BMI 2 P126 Kronik rotator manşet sendromlu hastalarda rutin fizyoterapi yöntemlerine ilaveten kinesio-tape bantlama yönteminin üst ekstremite fonksiyonu, yaşam kalitesi ve emosyonel duruma etkisinin değerlendirilmesi Ciftci R.*, Köse E.*, Canbolat M.*, Yilmaz N.*, Cuglan S.*, Yoloğlu S.**, Özbağ D.* * İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Malatya, Türkiye ** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi AD, Malatya, Türkiye Giriş ve Amaç: Omuz eklemi üst ekstremitenin fonksiyonel kapasitesi için önem arzetmektedir. Bu eklemdeki işlevselliğin büyük bir bölümü rotator manşet kasları tarafından oluşturulmaktadır. Rotator manşet yaralanmaları omuz kaynaklı ağrı ve sakatlıkların başlıca sebebidir. Bu çalışmada; Kronik rotator manşet sendromlu hastalarda, rutin fizyoterapi yöntemlerine ilaveten kinesio-taping bantlama tedavisinin üst ekstremite fonksiyonu, yaşam kalitesi ve emosyonel duruma etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız, Rotator Manşet Sendromlu 92 hasta üzerinde yapıldı. Hastalar iki gruba ayrıldı. İlk gruba üç hafta boyunca haftada beş gün rutin fizyoterapi teknikleri (TENS, US, hotpack); ikinci gruba 3 hafta haftada beş gün rutin fizyoterapi teknikleri ve ilaveten haftada iki kez kinesio bantlama yöntemi uygulanmıştır. Her bir hasta tedavi öncesi ve sonrası DASH skalası, SF-36 skalası ve BECK depresyon envanteri ile değerlendirildi. Her grubun hem kendi içerisinde hem de diğer grupla tedavi etkinliği karşılaştırıldı. Bulgular: Her iki grupta da tedavi öncesi ve sonrası DASH skalası, BECK depresyon envarteri istatiksel olarak anlamlı şekilde azalmıştır. SF-36 skalası ise istatiksel olarak anlamlı şekilde artmıştır. Sonuç: Her iki grupta da üst ekstremite fonksiyonu, yaşam kalitesi ve emosyonel durum açısından istatiksel olarak anlamlı fark bulunurken kinesio taping bantlama grubunda iyileşme daha fazla olarak bulundu. Anahtar Sözcükler: Kinesio taping, rotator manşet sendromu, rutin fizyoterapi teknikleri, yaşam kalitesi, emosyonel durum 1 P127 Median arkuat ligament sendromu Özgur Ö.*, Sindel M.**, Aytaç G.**, Sindel T.* *Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Antalya, TÜRKİYE **Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya, TÜRKİYE Amaç: Median arkuat ligament (MAL) hiatus aorticusu T12-L1 seviyesinde çaprazlayarak diaphragmanın kruslarını birbirine bağlayan fibröz bir banttır. Bu yapı normalde çölyak arterin başlangıç kısmının yukarısında yer alır. Bazı hastalarda bu ligamentin daha alt seviyelerde yerleşim göstermesi ya da çölyak arterin normalden daha yüksek yerleşimli olması nedeniyle arterin proksimalinde darlığa ve dolaşım bozukluğuna sebep olabilir. MAL sendromu çölyak arter basısı nedeniyle gelişen kronik, tekrarlayan karın ağrısı olarak tanımlanmaktadır. Bu durum ayrıca çölyak arter kompresyon sendromu, çölyak trunkus kompresyon sendromu, çölyak aksis sendromu ya da Dunbar sendromu olarak da bilinmektedir. Semptomlar genellikle yemek sonrası gelişen karın ağrısı, kilo kaybı, bulantı, kusma ile karakterizedir. Bu semptomların aralıklı barsak iskemisine bağlı olduğu düşünülmektedir. Tanı klinik semptomların varlığı, görüntüleme bulguları ve diğer olası nedenlerin ekarte edilmesi ile konur. Biz de çalışmamızda MAL sendromunun tipik klinik semptomlarını ve görüntüleme bulgularını gösteren bir olgu sunduk. Gereç ve Yöntem: Ekim 2015 de özellikle yemeklerden sonra şiddetlenen karın ağrısı, kusma ve sürekli karın şişliği şikayetleri ile genel cerrahi polikliniğine başvuran 55 yaşında kadın hastaya MAL sendromu tanısı kondu. Bulgular: Hastanın karın muayenesinde; distansiyon, minimal duyarlılık ve kolesistektomi operasyon skarı dışında bir özellik saptanmamıştır. Hastaya yapılan bilgisayarlı tomografi (BT) ve BT anjiografi incelemelerinde çölyak arterin abdominal aortadan ayrıldıktan hemen sonra arkuat ligamana bağlı dış bası sonucu daraldığı izlenmiştir. Bu bulgularla hastaya kateter anjiografi (DSA) planlanmış ve yapılan anjiografik incelemede BTA’da saptanan bulgular net olarak ortaya konmuştur. Çölyak arterin abdominal aortadan ayrıldıktan 7 mm sonra basıya uğradığı, damarın %70-80 daralma gösterdiği ve kontrast madde ile dolan damar lümeninin inferiora doğru deplase olduğu izlenmiştir. Hasta artından operasyona alınmıştır. Operasyonda ligamet çıkarılmış ve damar rahatlatılmıştır. Hastanın 1. 3. ve 6. ay kontrollerinde, distansiyonda gerileme, ağrıda giderek azalma saptanmıştır. Özellikle var olan postprandial kusmalar ilk aydan itibaren izlenmemiştir. Sonuç: MAL sendromu nadir görülen bir durumdur ancak açıklanamayan gastrointestinal semptomların bulunduğu olgularda akılda tutulması önemlidir. Anahtar Sözcükler: Median arkuat ligament, çölyak arter basısı, Dunbar sendromu, anjiografi 1 P128 Erişkin bireylerde koşu bandı ile yapılan ılımlı egzersizin denge üzerine etkisi Karakaya E, Özgür S., Cezayirli E., Varol T. Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Manisa Amaç: Günümüz toplumlarında giderek artan sedanter yaşam, fiziksel aktivitenin azalmasına, buna bağlı olarak kardiyovasküler ve hareket sisteminin kapasitesinin giderek düşmesine neden olmaktadır. Bu durum dengenin sağlanması ve sürdürülmesi bakımından önemli rol oynayan nöromuskuler kontrol mekanizmalarında yetersizliğe neden olmaktadır. Sedanter yetişkinlerin submaksimal egzersiz düzeyinde fiziksel faaliyete maruz kaldıklarında ortaya çıkacak algılanan zorlanma düzeyi ve fizyolojik parametrelere göre statik denge durumlarının nasıl etkilendiğini ve bu duruma cinsiyet faktörünün nasıl etki ettiğini araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 20 kadın ve 14 erkek gönüllü yer aldı. Gönüllülerin egzersiz öncesi kardiyolojik muayeneleri yaptırılarak, ılımlı egzersiz yapmalarına engel bir durum olmadığı belirlendi. Gönüllülere egzersiz öncesi pedobarografi cihazı ile statik denge ve laktat ölçümü yapıldı. Daha sonra modifiye Bruce koşu bandı protokolü ile submaksimal egzersiz sınırlarını oluşturan kriterlere ulaşılana kadar egzersiz yaptırıldı. Her aşamada algılanan zorluk derecesini belirlemek için gönüllülere modifiye Borg skalası ile sorgu yapıldı. Test bitiminde hemen, 5 dakika sonra ve 10 dakika sonra statik denge ölçümü ve kan laktat ölçümleri tekrarlandı. Elde edilen veriler istatistiksel olarak ve cinsiyete göre SPSS 15.0 programı yardımıyla değerlendirildi. Bulgular: Deneklerin tümü değerlendirildiğinde denge statik parametrelerinde anlamlı fark saptanmadı. Ancak cinsiyete göre bakıldığında kadınlarda AREA 0. ve 10. dakikalar arasında (p=0.021) ve APexc parametresi 0. ve 10. dakikalar arasında (p=0.018) anlamlı farklılık gösterdi. Erkeklerde tüm parametrelerde farklılık saptanmadı. Sonuçlar: Aerobik egzersiz sınırları içinde yapılan ılımlı egzersizin 18-45 yaş arası erişkin sedanter bireylerde metabolik parametreleri önemli oranda etkilediğini ve hem solunumsal hem de laktik asit gibi metabolit birikiminin bireysel ve cinsiyete bağlı önemli değişkenlik gösterdiği anlaşılmaktadır. Kadınların aynı algılanan zorluk derecesinde erkeklere göre fizyolojik kapasitelerinin düşük olduğu gözlendi. Buna karşılık denge parametrelerine bakıldığında kadınların biraz daha hızlı toparlandığı söylenebilir. Gündelik ve iş yaşamında algılanan zorlanma derecesinin bir yorgunluk kriteri olarak değerlendirilmesi, özellikle dikkat ve denge gerektiren fiziksel faaliyetlerde istenmeyen kazalardan kaçınmak için göz önünde bulundurulması gerekir. Anahtar Sözcükler: Statik denge; postural kontrol; ılımlı egzersiz; Borg skalası. 1 P129 Çölyak arter kompresyon sendromu: olgu sunumu Tatar M.C.1, Nayman A.2, Nabi G.1, Fazlıoğulları Z.1, Uysal İ.İ.1 1 2 Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye. Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Konya, Türkiye. Amaç: Çölyak arter kompresyon sendromu, ligamentum arcuatum medianum sendromu veya Dunbar sendromu olarak da adlandırılan bu klinik durum 1965 yılında Dunbar tarafından tanımlanmıştır. Karın ağrısı etyolojisinde az rastlanan nedenlerden biridir. Toplumda %0,002 oranında görülmektedir. Ligamentum arcuatum medianum, truncus coeliacus’un proksimaline bası yapmaktadır ve bu bası iskemiye neden olarak kronik karın ağrısı oluşturmaktadır. Batı toplumunda asemptomatik kişilerde insidansı %10-24 oranında bildirilmiştir. Olgu Sunumu: Abdominal aorta anevrizması nedeniyle takip edilen ve anemnezinde geçirilmiş appendektomi operasyonu olan 60 yaşında erkek hasta karın ağrısı şikayeti ile hastanemize başvurdu. Bulantı ve kusması yoktu. Torakal ve abdominal BT anjiografi tetkikinde truncus coeliacus orijin kesimi düzeyinde diafragmanın ondulasyonuna bağlı lümeninde % 50’nin üzerinde stenoz ve hemen sonrasında poststenotik dilatasyon ile uyumlu görünüm izlenmiştir. Klinik ile radyolojik değerlendirmeler ile hastaya çölyak arter kompresyon sendromu tanısı konulmaktadır. İntestinal iskemiler akut ve kronik olarak ele alınabilir. Akut olanlar emboli, tromboz, aorta anevrizma diseksiyonları, kronik olanlar ateroskleroz, fibromüsküler displazi, bası yapan kitle gibi nedenlerdir. Çölyak arter kompresyon sendromunda semptomlar tipik olarak yemekten 15-30 dakika sonra başlayan karın ağrısıdır, 1-4 saat kadar sürebilmektedir. Truncus coeliacus, a. mesenterica superior ve a. mesenterica inferior arasında çok sayıda kollateral dolaşım olması nedeniyle izole arter darlıkları genellikle asemptomatiktir. Klinik bulguların oluşumunda iki ana teori öne sürülmüştür. İlk teori truncus coeliacus kompresyonuna bağlı mezenterik iskemidir. İkinci teori ise ganglion coeliacum ve pleksus coeliacus kompresyonuna bağlı nörojenik stimulasyon olarak ileri sürülmüştür. Tedavide ligamentum arcuatum medianum’un kesilmesi veya fibrotik ganglion coeliacum’un kesilmesi kompresyonu düzeltmektedir. Sonuç: Sonuç olarak karın ağrısı şikayetiyle başvuran hastaların değerlendirilmesinde truncus coeliacus kompresyonu ve intestinal iskemi düşünülmelidir. Bilgisayarlı tomografi ve anjiografi gibi tanı yöntemleri sayesinde teşhis konulmakta ve tedavi sonrası takip yapılmaktadır. Anahtar Sözcükler: Çölyak arter, median arkuat ligament, Dunbar sendromu 1 P130 Calcaneal spur tanılı hastalar ve sağlam bireylerde navicular drop test değerlerinin karşılaştırılması Dikici R., Uysal İ.İ., Karahan A., Fazlıoğulları Z. 1 2 Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya Beyhekim Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi, Konya Amaç: Calcaneal spur tanısı konmuş hastalar ile ayak bölgesinde şikayeti olmayan bireylerin “navicular drop test” (ND) ölçümleri arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığını belirlemektir. Gereç ve Yöntem:Beyhekim Devlet Hastanesi Fizik Tedavi polikliniğinde “calcaneal spur” tanısı konan, 35-60 yaş arası 50 gönüllü hasta ile ayak bölgesinde herhangi bir yakınması olmayan 35-60 yaş arası 50 gönüllü birey üzerinde yapılmıştır. Katılımcılardan alt ekstremite eşitsizliği olanlar ve alt ekstremite cerrahisi geçirenler çalışmaya dahil edilmemiştir. Çalışmada hasta ve sağlıklı bireylere ND uygulanmıştır. Hasta ve sağlıklı bireylerin yaş, boy, kilo, dominant ekstremite, sağ ve sol tuberositas navicularis yüksekliği ve navicular drop ölçümleri kaydedilmiş ve aralarındaki ilişki değerlendirilmiştir. Bulgular:Yaş ortalaması, sağlıklı bireylerde (33 kadın, 17 erkek) 45,31 iken hasta bireylerde (37 kadın, 13 erkek) 45,98 idi. Vücut kitle indeksi ortalaması, sağlıklı bireylerde 26,8 (%4 düşük kilolu, %38 normal, %18 aşırı kilolu, %22 obez) hasta bireylerde 29,3 (%18 normal, %48 aşırı kilolu, %34 obez) olarak hesaplandı. Sağlıklı bireylerde ortalama tuberositas navicularis yüksekliği 46,08-45,67 mm (sağ-sol) olarak ölçüldü. Bu kişilerin 5 (%10)’i dominant ekstremite olarak sağ tarafı kullanırken 45 (%90)’i sol tarafını kullanıyordu. Hasta bireylerde ortalama tuberositas navicularis yüksekliği 48,06-48,53 mm (sağ-sol) olarak tespit edildi. Bu kişilerin sadece 2 (%4)’si sol ekstremitesini dominant kullanırken, calcaneal spur tanısı konan ekstremite 9 (%18) kişide sol, 15 (%30) kişide bilateral, 26 (%52) kişide sağ ekstremite oldu. Sağlıklı kişilerde ND ölçümleri ortalaması 5,04-4,28 (sağ-sol) (%100 ND<10 mm) iken, hasta kişilerde 10,08-8,48 (%50 ND≤10 mm, %50>10 mm- %70≤10 mm, %30>10 mm ) (sağ-sol) saptandı. Sonuç: Çalışmamıza göre calcaneal spur’un risk faktörleri arasında vücut kitle indeksi önemli bir yer tutmaktadır ve tuberositas navicularis’in ekstremiteye yük binmesi sonucu yer değiştirme miktarının artması, calcaneal spur riskini artırmaktadır. Fizik muayenelerde ND sonrası gereken kişilere önleyici tedavi uygulanmasının hastalık riskini azaltacağı kanaatindeyiz. Anahtar Sözcükler: Calcaneal spur, epin calcanei, plantar fasiit, navicular drop. 1 P131 Direkt laringoskopide görülen anatomik yapılar ve endotrakeal entübasyon Toy Ş.1, Toy E.2, Özbağ D.1 1 2 İnönü Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye İnönü Üniversitesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Giriş ve amaç: Direkt laringoskopi, doğrudan larynxin görülüp muayene edilmesi veya endotrakeal tüpün trakeaya yerleştirilebilmesi için laringoskop kullanılarak yapılan bir işlemdir. Bu yazıda amaç laringoskopinin uygulanma şekli ve görülen anatomik yapıların ortaya konulmasıdır. Gereç ve Yöntem: Glottisin laringoskop ile yeterli görülebilmesi için üst havayolunda aynı hizaya getirilmesi gereken 3 eksen vardır; bunlar ağız ekseni, faringeal eksen ve trakeal eksendir. Başı art.atlantooccipitalis’ten ektansiyona alıp, (altına küçük bir yükselti koyarak) servikal vertebraları fleksiyona almak bu 3 ekseni aynı hizaya getirir. Bu ’koklama pozisyonu’ olarak tabir edilen pozisyondur. Bulgular: Laringoskop ağızdan sokulduktan sonra, işlem sırasında ilk görülen anatomik yapı radix linguadır, ardından vallecula epiglottica, plica vocalis, aryepiglotik kordlar, cartilago cuneiforme (tuberculum cuneiforme), cartilago corniculata (tuberculum corniculate), plica aryepiglotica, ve recesssus piriformis görülür. Kordlar arasında trakeanın üst iki ya da üç halkasının görülebileceği (apeksi ileri doğru olan) üçgen saha rima glottistir. Rima glottisin görüntüsünü tanımlamak için en sık kullanılan sınıflama Cormack ve Lehane sınıflamasıdır. Bu sınıflamaya göre rima glottisin tamamı görülüyorsa 1.derece, rima glottis kısmen görülüyorsa 2.derece, sadece cartilago epiglottica görülüyorsa 3.derece, cartilago epiglottica da görülmüyorsa 4.derece olarak sınıflandırılır. Bu sınıflama derecelendirme ve değerlendirme için kullanılır ayrıca direkt laringoskopinin veya entübasyonun kolaylığı açısından da fikir vericidir. Sonuç: Girişimi yapacak operatörün göreceği anatomik yapıları iyi biliyor olması, işlemi hızlı ve güvenilir biçimde yapmasını sağlayacak, komplikasyon riskini en aza indirecek olması açısından önemlidir. Anahtar Sözcükler: Entübasyon, laringoskopi, larynx, rima glottis 1 P132 Hapşırmanın nöroanatomik mekanizmaları Bozer C. Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Balkan Yerleşkesi, Edirne Amaç: İnsanlarda hapşırma merkezinin anatomik konumu tam olarak kesinleştirilememiştir. Literatürde bulunan az sayıda çalışma ve olgu sunumları ışığında bu merkezin varlığını ve anatomik konumunu araştırıldı. Gereç ve yöntemler: İlgili literatürde bulunan araştırma ve olgu sunumları taranmıştır. Bulgular: Bildirilmiş vaka örneklerine göre insanlarda bu merkez medulla oblongata’da bulunmaktadır. Sonuç: Çalışmaların sonuçları bu merkezin nuc./tractus spinalis nervi trigemini’nin pars pars interpolaris ve pars caudalis’ine yakın olduğunu göstermektedir. Anahtar sözcükler: hapşırık, n. trigeminus, hapşırma merkezi, anatomi 2 P133 Eagle sendromu Karacan K.1, Karacan A.2, Akcaalan M.1, Erdoğan M1 1 2 Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı. Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı. Amaç: Eagle sendromu (ES), uzun styloid çıkıntı (USÇ) veya kalsifiye stylohyoid ligamentin neden olduğu, kraniofacial veya servikal ağrı ile karakterize bir hastalık olarak tanımlanır. ES oropharynx’de oluşan ağrının kulağa, yanağa, çeneye, göze ve boyuna doğru yayılması şeklinde görülür. Ağrı künt ve süreklidir. Ayrıca boyun rotasyonunda da ağrı yakınmaları görülebilir. USÇ’de semptomlar genellikle tek taraflıdır. Toplumun yaklaşık %4'ünde USÇ olmasına rağmen bunların küçük bir kısmı (%4 ile %10 arası) semptomatiktir. Tanı anamnez, fizik muayene bulguları ve radyolojik yöntemler kullanılarak konulur. Towne grafisi, maksillofasial ve üç boyutlu bilgisayarlı tomografi (3B-BT) görüntüleme aracı olarak kullanılabilir. Çalışmamızda ES’li bir olguyu sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 67 yaşında boyun ağrısı şikayetleri ile hastaneye başvuran bir erkek hastanın kranial BT görüntülemesinde USÇ tespit edildi. Bulgular: Çalışmalara göre styloid çıkıntının boyutunun 25 mm’den uzun olması USÇ olarak tanımlanmaktadır. Bizim olgumuzda styloid çıkıntı sağda 45 mm, sol da 40 mm olarak ölçülmüş ve hasta da ES olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Yutma güçlüğü, boğazda yabancı cisim hissi, kulağa, çeneye yayılan ağrı şikayetleri ile farklı polikliniklere başvuran fakat tedavi olamayan hastalarda Eagle sendromu düşünülmelidir. Tanıyı desteklemek için ise görüntüleme yöntemlerine başvurulmalıdır. Anahtar Sözcükler: Eagle sendromu, uzamış styloid çıkıntı, Towne grafi. 1 P134 Çift tomurcuklu bir mine incisi: olgu sunumu Özkan G. 1, Akkoç R.F.1, Demirdaş K.2, Artaş G.3 Ögetürk M.1 1 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD. 1. Harput Caddesi Yalı Apt. No: 4, Diş Kliniği, ELAZIĞ 3 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji AD. 2 Mine incisi; mine nodülü, mine damlacığı ve enameloma olarak da isimlendirilir. Mine incileri genellikle 1-3 mm çapındadırlar. Mine incilerine molarların bifurkasyon veya tribifürkasyonlarında rastlanılsa da genellikle üst molarlarda görülürler. Mine incileri klinikte belirti göstermezler, herhangi bir sebeple çekilen dişlerde fark edilirler. 25 yaşında bir kadının perikoronitis tanısıyla yapılan radyolojik inceleme ve sonrasında sol üst 3. molar (28 nolu) dişin çekimi sonucu, dişin mesial yüzünde mine-sement sınırının hemen altında aynı kökten iki tomurcuk halinde çıkan sedef renginde ovalimsi bir mine incisi tespit edildi. Tomurcuklardan büyüğü 2,50x3 mm, küçüğü ise 1,50x1,75 mm boyutlarındaydı. Radyolojik ve histopatolojik veriler eşliğinde bu nadir görülen olgu tartışıldı. Anahtar Sözcükler: mine incisi, molar, diş. 1 P135 Medial meniscus lezyonu olan hastalarda Q açısının değerlendirilmesi Ulutaş S*., Köse E*., Altay Z**., Özbağ D*. *İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD ** İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon AD Giriş ve Amaç: Diz eklemi insan vücudundaki, en kompleks ve en büyük eklemdir. Eklemin fonksiyon görmesinde gerek statik gerekse dinamik stabilitenin sağlanması için, normal biyomekanik özelliklere sahip olması gerekmektedir. Q açısı, diz eklemine etki eden m. quadriceps femoris'in çekiş açısını gösteren biyomekanik bir ölçümdür. Medial menisküs lezyonları diz ekleminde en sık rastlanan patolojilerdendir.M. quadriceps femoris atrofisi menisküs lezyonlarında görülebilecek bulgulardan birisidir. Bu çalışmada medial menisküs lezyonu olan hastalarda Q açısının değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya etik kurul onayı aldıktan sonra başladık. Çalışmaya, Turgut Özal Tıp Merkezi FTR AD'na başvuran, medial menisküs lezyonu tanısı almış, 20-50 yaş arası 24 erkek hasta ile aynı yaş grubundan 28 sağlıklı erkek gönüllü dahil edildi. Ölçümler, standart plastik goniometre ile sırtüstü yatış pozisyonunda, diz ekstansiyondayken yapıldı. Lezyonlu dizler ile kontrol grubundaki aynı taraf dizlerin, kontrol grubunun her iki dizinin ve hastaların sağlam dizleri ile kontrol grubunun aynı taraf dizlerinin Q açıları karşılaştırıldı. Verilerin analizinde SPSS 11.5 programı kullanıldı. Bulgular: Lezyonlu dizlerde ortalama Q açısı değeri 15° iken, kontrol grubunda sol dizde ortalama 9.5° ve sağ dizde ise ortalama 9.6° idi. Lezyonlu dizler ile kontrol grubundaki aynı taraf dizler arasında ve hasta grubunun kendi dizleri arasında Q açısı bakımından anlamlı fark vardı. Sonuç: Medial menisküs lezyonlu hastalarda Q açısı değerleri lezyonsuz dizlere göre anlamlı derecede artmıştır. Ancak kas kuvveti ölçümü ve dominans gibi faktörleri de içeren ileri çalışmalar yapılmalıdır. Anahtar Sözcükler: Q açısı, menisküs, diz eklemi, m. quadriceps femoris 2 P136 Hertel, interpupiller mesafe, lateral kantus ve baş çevresi ile bulbus oculi morfometrisi ilişkisinin incelenmesi Şenol D.1., Ateşoğlu S.2, Balsak S.3, Alakuş M.F.3, Özbag D.1, Dağ U.3 1 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Adıyaman Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Adıyaman, Türkiye 3 Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi, Diyarbakır, Türkiye 2 Amaç: İntraoculer ve ekstra oculer morfometrik ölçümler gerek tanı ve tedavide gerekse cerrahi bir takım işlemlerin uygulanmasında sıklıkla kullanılmaktadır. Bu çalışmada kişiden kişiye değişiklik gösteren bulbusoculi’nin iç morfometrisi ile baş çevresi, hertel, interpupiller mesafe (IPM) ve lateral kantusler gibi baş ve yüzden alınan morfometrik ölçümler arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem:Bu çalışmada Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları Polikliniğine rutin kontroller için gelen 20-52 yaş aralığında 33 kişinin verileri kullanıldı. Tüm ölçümler aynı kişi tarafından yapıldı. İntraoculer ölçümler OPKO-OTI-Scan 3000 cihazı ile yapıldı. Biyometrik ölçümlerde ölçüm alınmadan önce denek oturur pozisyona alındı ve proparakain HCl (alcain) damla ile gözün lokal olarak anestezisi sağlandı ve göz ölçümleri yapıldı. Bireyler yine oturur pozisyonda iken baş çevresi mezura yardımıyla ve pupilla ve lateral kantus arası mesafe ise hertel aleti kullanılarak ölçülmüştür. Baş çevresi bireyler oturur pozisyonda iken önden arcus superciliaris’in hemen üzerinden geçecek şekilde maksimum çevre uzunluğu mezura yardımıyla ölçüldü. Pupilla ve lateral kantus arası mesafe ise yine bireyler oturur pozisyonda baş ve bacaklar öne karşı sabit pozisyonda, gözler tam karşıya bakacak şekilde iken hertel aletinin keskin kenarları lateral kantusların tam orta noktasına gelecek şekilde yerleştirildi ve vertex kornea ile arasındaki mesafe ölçüldü. Çalışmaya lateral kantusu etkileyebilecek göz kapağı ameliyatı ve intraoculer ölçümleri etkileyebilecek operasyonlardan geçmemiş, travma öyküsü ve diabet öyküsü olmayan sağlıklı bireyler dâhil edilmiştir. Alınan ölçüler ışığında veriler korelasyon analizi uygulanmıştır. Analizlerde IBM SPSS Statistics 22.0 for Windows paket programı kullanıldı. Bulgular:Çalışmaya katılan kişilerin hertel uzunluğu 103,75±4,43 mm, IPM 62,80±3,11 mm, sağ pupillanın lateral kantuse uzaklığı 19,78±2,13 mm, sol pupillanın lateral kantuse uzaklığı 18,75±1,14 mm ve son olarak baş çevresinin 55,72±1,85 mm olduğu belirlendi. Yapılan korelasyon analizi sonucunda hertel ile sağ ve sol total axial uzunluklar, camera anterior, lens, corpus vitreum ve lateral kantusler arasında anlamlı korelasyon tespit edilmedi (p>0,05). Hertel ile baş çevresi ve IPM arasında ise pozitif yönlü orta kuvvetli bir korelasyon olduğu belirlendi. Ayrıca korelasyon analizi sonucunda yaşlanma ile hertel, lateral kantusler, baş çevresi ve IPM’nin istatiksel olarak anlamlı bir ilişkisinin olmadığı belirlendi (p>0,05). Sonuç: Çalışmamızda ortaya konulan sonuçların klinik amaçlara ve tanısal kılavuzlara hizmet edebileceği, hekimlerin cerrahi müdahalelerinde bu değerleri göz önünde bulundurması gerektiği kanaatindeyiz. Anahtar Sözcükler: Bulbus oculi, baş çevresi, hertel, interpupiller mesafe, lateral kantus 1 P137 Friedman dil pozisyonu ve temporomandibular eklem hareketleri Yılmazer Kayatekin A.Z.1, Karahan M.1, Parlak M.1,Yılmaz A.1, Süt N.2 1 2 Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı,, Edirne Amaç: Dil pozisyonu, zorlu entübasyon ve tıkayıcı uyku apne sendromlarının (TUAS) önemli bir belirleyicisi olarak tanımlanmıştır. Friedman dil skoru (FDS), TUAS ve zorlu entübasyon hastalarının orofarengeal bölgelerinin değerlendirilmesinde önemli rol oynayabilir. Literatürde FDP'nin temporomandibular eklem (TME) hareketlerine göre değişimine ilişkin bilgi mevcut değildir. Bu çalışmanın amacı FDS ile TME hareketleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Gereç ve yöntemler: Prospektif kesitsel bu çalışmada, Trakya üniversitesi öğrencisi olan 52 gönüllü yer almıştır. Dil pozisyonunu belirlemek için FDS kullanılmıştır. TME hareketleri zebris© CMS20P-2 cihazı ile ölçülmüştür. Dilin ağız içerisindeki pozisyon skorlaması TME hareketleriyle karşılaştırılmıştır. Bulgular: FDS ile ağız açma (AA) (rs =-0,755 ; p<0,001), Maksimal Açma (MA) (rs =-0,600 ; p<0,001), Maksimal açma hızı (MAH) (rs =-0,476 ; p<0,001), Maksimal kapama hızı (MKH) (rs =-0,493 ; p<0,001) arasında negatif yönde anlamlı korelasyon bulundu. Buna göre AA, MA, MAH ve MKH arttıkça FDS skoru azalmaktaydı. FDS ile sağa açma, sola açma, sağa retrüzyon, sola retrüzyon, sağa laterotrüzyon ve sola laterotrüzyon arasında anlamlı korelasyon bulunmadı (p>0,05). Sonuç: Orofarengeal görünüm, nörolojik ve solunumsal hastalıkların tanı ve tedavisinde çok önemlidir. Orofarengeal görünümün en belirleyici testi FDS'dir. Araştırmamızın bulgularının ileride yapılacak diğer çalışmalar için rehber olacağını düşünüyoruz. Anahtar Sözcükler: Friedman dil skoru, dil, temporomandibular, antropometri 1 P138 Özofagus muskularis mukoza tabakasinin kadavra örneklerinde analizi Erdoğan E.*, Erçıktı N.**, Ilgaz Y.* *Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Askeri Tıp Fak. Tıbbi Histoloji ve Embriyoloji AD, Ankara Türkiye. **Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Askeri Tıp Fak. Anatomi AD, Ankara Türkiye. Amaç: Özofagus muskularis mukoza tabakası ile ilgili referans kitaplarda farklı bilgiler bulunmaktadır. Çalışmamızda kadavradan alınan özofagus kesitlerinde muskularis mukoza tabakasının organizasyonunu yeniden incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 10 adet kadavra dokusu kullanıldı. Krikoid kıkırdak seviyesinde ve gastroözofagial bileşkeye yakın özofagus bölgelerinden doku kesitleri alındı. Alınan kesitler rutin histolojik doku takibinden geçirilerek parafin bloklara gömüldü. Hematoksilen-eozin ve masson trikrom ile boyanarak ışık mikroskop altında incelendi. Bulgular: Krikoid seviyeden alınan özofagus kesitlerinde muskularis mukoza tabakasının mevcut olduğu gözlenmiştir. Özofagus proksimal ve distal bölge muskularis mukoza tabakaları karşılaştırıldığında distalde proksimale göre daha kalın olduğu gözlenmiştir. Sonuç: Her iki (krikoid kıkırdak ve gastroözofagial ) bölgede de muskularis mukoza tabakası vardır. Proksimal kısımda daha incedir. Anahtar Sözcükler: Özofagus, muskularis mukoza, kadavra 2 P139 Kadavralar üzerinde korakoklaviküler ligamentin morfolojisi Nurcan Erçıktı*, Bülent Yalçın*, Nihal Apaydın**, Esra Erdoğan***, Fatih Yazar* *Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Askeri Tıp Fak. Anatomi AD, Ankara Türkiye **Ankara Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Ankara, Türkiye *** Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Askeri Tıp Fak. Tıbbi Histoloji ve Embriyoloji AD, Ankara, Türkiye. Amaç: Korakoklaviküler ligamentlerin morfolojisi farklılık göstermektedir. Bu çalışmanın amacı kadavralar kullanılarak korakoklaviküler ligament farklılıklarını ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem : Çalışmamızda 29 kadavra omuzu kullanılmıştır.Biz trapezoid ve konoid ligamentlerin morfolojilerini ve birbirleriyle ilişkilerini araştırdık. Bulgular: Ligamentler 5 grup olarak sınıflandırıldı. Bunlar; Tip 1; Tek kalın ligament, Tip 2; İki ligamentli, Tip 3; 3 ligamentli, Tip 4; 4 ligamentli ve Tip 5; Diğerleri olarak sınıflandırılmıştır. Sonuç: Bu ligamentlerin morfolojisi bu bölgelerin açık cerrahisi ve artroskopisinde öneli olabilir. Anahtar Sözcükler: korakoklaviküler ligament, trapezoid ligament, konoid ligament, akromioklaviküler eklem, anatomi 1 P140 M. pronator teres caput ulnare anatomisi ve proksimal önkolda n. medianus sıkışması ile ilişkisi. Gürses İ.A.1, Altınel L.2, Gayretli Ö.1, Akgül T.3, Üzün İ.4, Dikici F.5 1. İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul. 2. Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Antalya. 3. İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, İstanbul. 4. Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu, Morg İhtisas Dairesi, İstanbul. 5. Acıbadem Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, İstanbul. Amaç: Pronator Sendromu, nadir bir n. medianus tuzak nöropatisidir. M. pronator teres’in ulnar başı önkol proksimalinde sinir sıkışmasına neden olabilir. Çalışmamızda, önkol proksimalinde m. pronator teres’in ulnar başının mofolojisi ve morfimetrisini incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Toplamda 112 taze kadavra önkolunu diseke ettik. M. pronator teres’in ulnar başının mofolojisi ve morfimetrisini inceledik. Bulgular: Ulnar başın ortalama genişliği 16.31 ± 8.2 mm’ydi. N. medianus, interepikondiler hattın ortalama 50.36 ± 10.7 mm distalinde ulnar başın anterior’undan geçti. Ulnar baş, morfolojisine göre 5 tip olarak sınıflandırıldı. Ulnar baş 60 önkolda (% 53.6) fibromüsküler (Tip 1) yapıdaydı. Yimi üç önkolda (% 20.5) müsküler (Tip 2) yapıdaydı. Onsekiz önkolda (% 16.1) sadece fibrotic bir bant şeklindeydi (Tip 3). Dokuz önkolda (% 8) ulnar baş bulunmamaktaydı (Tip 4). İki önkolda (% 1.8) ulnar baş çift kemer oluşturmaktaydı (Tip 5). Toplamda 80 önkolda (% 71.5; Tip 1, 3, 5) ulnar baş fibromüsküler veya fibrotic bant yapısındaydı. Sonuç: Her ne kadar Pronator Sendromu nadir bir tuzak nöropati olsa da m. pronator teres’in ulnar başı sıkışmanın en sık nedeni olarak rapor edilmektedir. Bu nedenle n. medianus’un ulnar bass ile olan ilişkisi ve ulnar baş morfolojisi minimal invaziv cerrahi girişimler açısından önemlidir. Anahtar Sözcükler: Tuzak nöropati; nervus medianus; pronator sendromu; musculus pronator teres caput ulnare 1 P141 Urethra feminina sadece uriner sistem organımıdır? yoksa erkekte olduğu gibi urogenital sistem organımıdır? Gezici M, Maviş CT, Selçuk ML, Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya Başlangıcından günümüze kadar anatomi ve fizyoloji ders kitaplarında urethra feminina genital organlar içinde anlatılmamaktadır. Urethra feminina’nın sadece idrarın dışarı atılmasında görev aldığı belirtilmektedir. Ancak urethra feminina etrafında glandula paraurethralis adı verilen bir bezin mevcut olduğu ancak bu bezin görevinin ne olduğu belirtilmemektedir. Glandula paraurethralis’in fonksiyonel anatomisi tıbbı literatürlerde araştırıldığında “FEMALE EJACULATİON” terimi ile karşılaşılmakta dahası bu bezin fonksiyonu ile ilgili bilgiler verilmektedir. Cavum oris’e açılan tükrük bezleri gibi çalıştığı bildirilmektedir. Tükrük bezleri konuşma ve gıda alımında bu eylemler bitene kadar tükrük salgılamaktadır. Ancak bu salgı için sinirsel uyarımın olması gerekmektedir. Glandula paraurethralis’in urethra feminina içine salgı üretip orificium urethra externa’dan dışarı çıkması için de sinirsel uyarım gerekmektedir. Yapılan literatür çalışmaları sonucunda glandula paraurethralis’in sinirsel uyarımı başlangıçta “G NOKTASI” aracılığı ile gerçekleşmektedir. Kadında clitoris gibi cinsel olarak duyarlı olan ve vagina’nın urethra feminina’ya dönük anterior duvarında, ostium vagina’dan yaklaşık 4 - 6 cm ( iki parmak boğumu uzunluğu ) içeride yer alan küçük bir bölgedir. Female ejaculation’unun olması için başlangıçta G noktası masajı yöntemiyle uyarılan glandula paraurethralis salgısını urethra feminina yolu ile orificium urethra externa’dan dışarı akıtılmaktadır. Organa genitalia feminina’nın işlevi sonucu orgazm hali “female ejaculation” ile en üst seviyesine defalarca çıkmakta olduğu bildirilmektedir. Sonuç olarak literatür bilgilerin ışığında urethra feminina’nın kılasifikasyonunu aynen uretha masculina’da olduğu gibi hem üriner ve hem de genital organ olarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Anahtar sözcükler: urethrafeminina, glandula paraurethralis, female ejaculation 1 P142 Glandula paraurethralis’in fonksiyonel anatomisi Gezici M., Maviş C.T., Selçuk M.L. Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya; Selçuk Amaç: Bu çalışmanın amacı literatür bilgilerin ışığı altında glandula parauretralis’e dikkat çekmektir. Anatomi’nin anlaşılıp öğrenilmesi için fonksiyonel anatomi ile birlikte klinik anatominin sebep sonuç ilişkisi ile ortaya konması gerekmektedir. Glandula paraurethralis fonksiyonel olarak kadın orgazmının maksimum seviyesini ortaya koyan ve günümüze kadar idrar ile karıştırılan ve fakat idrar olmayan female ejaculation’u üretmektir. Tıpkı erkek’te olduğu gibi kadında da orgazmın pik noktası ejakulasyon ile ortaya çıkmaktadır. Ancak glandula paraurethralis’in çalışabilmesi için clitoris gibi G noktasının duyarlılığına işlerlik kazandırmak gerekmektedir. Bebeklerin yürümeyi öğrenmesi gibi en fazla üç kez yapılan G noktası masajı ile glandula paraurethralis’e sinirsel uyarım gönderdikten sonra bir daha masaja ihtiyaç duyulmadan female ejekulasyon gerçekleşmektedir. Anahtar sözcükler: Glandula paraurethralis, female ejakulasyon 2 P143 İnsan fetuslarında nervus suralis’e ait morfometrik yapının anatomik ve histolojik olarak araştırılması Desdicioglu K.1, Malas M.A.2, Bahceci S.3, Simsek F.3, Polat A.G.4 1 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara-Türkiye İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir-Türkiye 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı, İzmir-Türkiye 4 Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Aydın-Türkiye 2 Amaç: Çalışmamızda nervus suralis ve sural sinir oluşumuna katılan yapıların anatomik ve histolojik olarak morfometrik yapılarının araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışma İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinden elde edilen, yaşları 18.-32. haftalar arasında değişen, external patolojisi ve anomalisi olmayan 23 adet (16 erkek fetus, 7 kız fetus) insan fetusu üzerinde yapıldı. Çalışmada ilk önce cerrahi diseksiyon mikroskobu eşliğinde alt ekstremitenin arka yüz deri diseksiyonu yapılarak sural sinir ve sural siniri oluşturan yapılar açığa çıkartılarak görünür hale getirildi. Daha sonra bu yapılardan morfometrik ölçümler ve histolojik inceleme için kesitler alındı. Bulgular: Alınan morfometrik ölçümlerin ortalamaları ve standart sapmaları belirlendi. Ayrıca yapılan morfometrik ölçümlerde sağ-sol ve cinsler arasında istatiksel olarak fark olmadığı tespit edildi (p>0.05). Nervus suralis’in, kendisini oluşturan sinir dallarının birleşme şekillerine göre A, B, C ve D olmak üzere 4 tipe ayrıldığı tespit edildi. Ayrıca sural sinir ve dallarına ait varyasyonel özellikler tespit edildi. Sonuç: Çalışma sonucunda elde ettiğimiz verilerin bu bölge ile uğraşan nörolog, ortopedist ve ilgili klinisyenlere girişimsel işlemlerde faydalı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: Nervus suralis, fetus, morfometri, anatomi, histoloji 3 P144 Otopsi vakalarında arteria renalis ve dallarının kontrast madde verilerek skopi ile incelenmesi Cinpolat B.1, Çelik S.3, Çağlar V.2, Özgül M.2, Özen O.A.2 1 İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, İstanbul Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Ana Bilim Dalı, Tekirdağ 3 İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi, İstanbul 2 Amaç: Postmortem anjiyografik çalışmaların anatomik varyasyonların belirlenmesinde güzel neticeler verdiği bilinmektedir. A. renalis’in aorta’dan çıkış seviyesi, sayı varyasyonları ve segmental dağılımı böbrek transplantasyonu ve cerrahisi açısından önemlidir. Bu konunun öneminden dolayı a. renalis ve dallarının dağılımı araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma T.C. Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 12/06/2014 tarih, Sayı: B.03.1.ATK.0.01.00.08/390 izni ile 10/07/2014-10/01/2015 tarihleri arasında İstanbul Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi’nde yapıldı. Çalışmaya otopsi için getirilen 19-86 yaş aralığındaki yetişkin cenazeden 26’sı dâhil edildi. Ölümden sonra ilk 24 saat içinde klasik otopsi yapılacak olan bu vakalardan 52 böbrek kullanıldı. Karın ön duvarı açılıp ince ve kalın bağırsaklar dışarı alındıktan sonra aorta abdominalis truncus coeliacus’un hemen altından bağlandı. Sağ arteria iliaca communis’ten kanül geçirilerek arteria mesenterica inferior’un hemen üstünden aorta abdominalis içinde kanül kalacak şekilde bağlandı. Radyo opak madde kanül lümeninden manuel olarak uygun basınçla enjekte edilirken bir yandan da aralıklarla skopi çekilerek anjiyografi görüntüleri elde edildi. Görüntülerden a. renalis’lerin vertebralara göre orijin düzeyleri, birden fazla a. renalis varlığı ve sayıları, a. renalis’lerin segmental dağılımları incelendi. Bulgular: Böbrekler; %82.7 oranında tek, %15.3 oranında iki, %1.9 oranında üç tane a. renalis tarafından beslendiği görüldü. Tek a. renalis’in orijinleri vertebra düzeylerine göre “L1 üst 1/3, L1 orta 1/3, L1 alt 1/3, L1-L2 arası, L2 üst 1/3, L2 orta 1/3, L2 alt 1/3, L2-L3 arası” olmak üzere 8 gruba ayrıldı. Olgularda a. renalis’lerin aorta’dan L1 üst %11.6, L1 orta %14, L1 alt %20.9, L1-L2 arasından %27.9, L2 üst %14, L2 orta %4.6, L2 alt %4.6, L2-L3 arasından %2.3 oranlarında çıktığı görüldü. A. renalis’ler %48.1 oranında ramus anterior ve ramus posterior olarak iki dala ayrılıyorlardı. Hilus renalis’e gelmeden segmental dallanma gösterenlerin %13.4, hilus renalis’e gelip direkt segmental dallara ayrılanların %21.1, aorta’dan birden çok arter olarak çıkıp böbrekleri kanlandıranların % 17.3 oranında olduğu tespit edildi. Sonuç: A. renalis’in çıkış seviyeleri, çıkış sayıları ve böbrek içi segmental dağılımları oldukça farklılık göstermektedir. Bu sebepten dolayı arteria renalis’in sayı varyasyonlarının ile segmental dağılımının iyi bilinmesi ve karşılaşılabilecek varyasyonların farkında olunması; parsiyel ve total nefrektomi, renal transplantasyon, aorta abdominalis anevrizması, anjiyografik girişimler gibi tıbbi müdahaleler sırasında cerrahi yönetimin başarısı için gereklidir. Çalışmamızın sonuçlarının böbrek cerrahisi tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi ve başarısına, a. renalis’in araştırıldığı çalışmalara ve literatüre olumlu katkılar sağlayacağına inanıyoruz. Anahtar Sözcükler: A. Renalis, A. Renalis segmental dağılımı, Böbrek, Böbrek transplantasyonu, Damar varyasyonları 1 P145 Ayak Bileği Çevresindeki Aksesuar Kemikçikler Keleş Çelik N 1 , Şekerci R 1, Köse Ö 2 1 2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya, Türkiye Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji, Antalya, Türkiye Amaç: Ayak ve ayak bileği aksesuar kemikçikleri kemik gelişimi sırasındaki normal varyasyonlardır ve genellikle asemptomatik olarak kalırlar. Ancak kırıklar, çıkıklar, dejeneratif değişiklikler, osteonekroz, osteoartrit, osteokondral lezyonlar, avasküler nekroz, tahriş veya komşu yumuşak dokuların sıkışması gibi çeşitli hastalıklarda ağrı kaynağı haline gelebilirler. Belirtilen durumların değerlendirilmesi sırasında az bilinen aksesuar kemikçikler hakkında edinilecek bilgi doğru tanıya ulaşmak için çok önemlidir. Bu sebeple derleme niteliğindeki çalışmamızı gerçekleştirdik. Gereç ve Yöntem : Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji bölümü, 2011-2016 yılları arasındaki hastalara ait ayak bileği radyografik görüntüleri değerlendirilmiştir. Aksesuar kemikçikler ile ilgili literatürde yer alan olgu sunumu, makale ve derlemelerin ışığı altında detaylı bilgi sunulmuştur. Bulgular: Bu çalışmada, ayak bileği çevresinde görülebilen; os trigonum, os subfibulare, os subtibiale, os supratalare, os talotibiale, os talus accessorius, talus secundarius gibi aksesuar kemikçikler tanımlanmıştır. Bu bölgede ki kırık veya aksesuar kemiklerin doğru bir şekilde tanımlanabilmesi için radyografik görüntülerde dikkat edilmesi gereken noktalar ve farklı klinik tablolar sunulmuştur. Sonuç: Gereksiz ortopedik konsültasyonları ve yanlış tanıları azaltmak için bu aksesuar kemiklerin klinikteki öneminin iyi bilinmesi gerekir. Bu çalışma aksesuar kemiklerin ve olası patolojik durumların klinik önemini anlatmaktadır. Ayak ve ayak bileğindeki aksesuar kemiklerin olası bozukluklarının bilinmesi ile daha doğru tanı süreci sağlanabilir. Anahtar Sözcükler: Ayak bileği, os trigonum, os subfibulare, os subtibiale, os supratalare 1 P146 Truncus coeliacus’un anatomik varyasyonlarinin araştirilmasi Başaloğlu H.*, Başaloğlu H.K.** *Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Aydın/Türkiye **Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Aydın/Türkiye Amaç: Truncus coeliacus (TC) aorta abdominalis’in en önemli dallarından biridir. Karaciğer, mide, pankreas, dalak ve duodenum’un üst bölümünü besler. TC varyasyonlarının anatomisinin ayrıntılı bilinmesi genel ve transplantasyon cerrahisi için gereklidir. Diğer taraftan girişimsel radyolojide vasküler yaralanmalar ve değişik cerrahi komplikasyonlardan korunmayı sağlar.. Gereç ve Yöntem: Araştırma Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Kadavra laboratuvarında yapıldı. Araştırma 1989-1994 yılları arasını kapsamaktadır. Eğitim, öğretim ve araştırma amacı ile disseksiyonu yapılan 44 erkek kadavra üzerinde inceleme gerçekleştirildi. Bulgular:TC 37 olguda (%84) aorta abdominalisten tek bir kütük olarak çıktı. 6 olguda (% 13.6) truncus hepatolienalis’e rastlanıldı. Bu olgularda a. gastrica sinistra direk olarak aorta abdominalis’ten çıktı. 1 olguda (% 2.3) truncus hepatomesentericus’a rastlandı. Sonuç: 44 kadavrada TC anatomik ve klinik önemi nedeniyle araştırıldı. % 84 oranında TC aorta abdominalis’ten tek bir kütük olarak çıktı. Varyasyon gösteren TC oranları saptandı. Anahtar Sözcükler: Truncus coeliacus, a. gastrica sinistra, a. lienalis, a. hepatica propria 1 P147 Femur’un Fossa Intercondylaris’inin indeks değerleri ve femur distalinin morfometrik analizi E.D. İpek1, H. Başaloğlu1, H.K. Başaloğlu2 Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı1, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı2, Aydın, Türkiye Amaç: Fossa intercondylaris’in (FI) boyutu ve şeklinin ligamentum cruciatum anterius’un fonksiyonunu ve patolojisini etkilediği bilinmektedir. FI darlığının ön çapraz bağ hasarı oluşumunda en önemli faktör olduğu belirtilmektedir. FI indeks değerleri femur distalinin boyutundan bağımsız olduğundan, FI geometrisinin belirlenmesinde önem taşımaktadırlar. Dünya Sağlık Örgütü 60 yaş ve üzeri insanlarda 2050 yılında diz eklemi osteoartriti oranının %20’ye çıkacağını öngörmektedir. Diz eklemi osteoartriti tedavisinde kullanılan hastaya uygun total diz protezlerinin geliştirilmesinde, diz eklemine katılan kemiklerin morfometrik analizlerinin ve cinsiyete bağlı farklılıkların temel alınması önem taşımaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız ADÜ Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Laboratuvarı’nda bulunan 160 erkek (80 sağ, 80 sol) ve 160 kadın (80 sağ, 80 sol) femuru üzerinde gerçekleştirildi. Standart bir düzlem üzerine yatay pozisyonda konulan femurların sabit uzaklıktan fotoğrafları çekildi. Görseller üzerinde Imagej 1.45 görüntü analiz programı kullanılarak ölçüm yapıldı. Femur distalinde condylus femoris genişliği (CG), condylus lateralis ve medialis yüksekliği (CLU, CMU), FI’in kraniyal, sentral ve kaudal genişliği (FGCr, FGCe, FGCa) ve yüksekliği (FU), lateral ve medial inklinasyon açısı (LIA, MIA), trohlear derinlik (TD), condylus femoris alanı (CA) ve FI alanı (FA) ölçümleri gerçekleştirildi. Yapılan ölçümler kullanılarak FI kraniyal (CrFGI), sentral (CeFGI), kaudal (CaFGI) genişlik, biçim (FBI), yükseklik (FUI) ve alan (FAI) indeks değerleri hesaplandı. Verilerin istatiksel analizi SPSS 23.0 programı kullanılarak yapıldı. Normal dağılıma uygunluk kontrolünde Kolmogorov Smirnov testi kullanıldı. Normal dağılan değişkenlerin 4 bağımsız grup karşılaştırmasında ANOVA ve alt grupların karşılaştırılmasında LSD çoklu karşılaştırma testleri kullanıldı. Morfometrik değerler mm, alan değerleri mm2 cinsinden ifade edildi. Bulgular: CLU, CMU, CG, FU, CeFGI, CaFGI, TD, CA ve FA değerlerinde erkek sağ ve sol ölçümleri dışında tüm ölçümlerde anlamlı farklılık gözlendi (p=0,001). CLU kadın sol (58,23±5,9) grubunda sağdan (53,57±6,43), CMU ise kadın sağda (57,71±5,97) sol (56,19±6,24) gruptan yüksek bulundu. Sırasıyla CG, FU, TD, CA ve FA genel ortalamaları kadınlarda; 72,06±9,68, 24,51±3,22, 4,32±1,28, 2951,91±725,22, 441,76±106,58 erkeklerde; 83,57±9,14, 28,02±3,76, 5,26±1,35, 3910,74±848,96, 596,08±135,83 olarak bulundu. İndeks değerlerinden CrFGI kadın sol (0,14±0,02) ve erkek sol (0,13±0,02) grupları arasında, CeFGI kadın (0,26±0,03) ve erkek sağ (0,26±0,08) gruplar arasında, FUI kadın sağ (0,43±0,04) ve erkek sol (0,41±0,03) arasında, FAI kadın sol (0,13±0,02), CaFGI kadın sağ (0,31±0,05) gruplarında diğer gruplar arasında anlamlı olarak farklı bulundu. FBI kadın (0,78±0,16) ve erkek sağ (0,76±0,12) ile erkek sol (0,74±0,12) ve sağ gruplar arasında, LIA ve MIA değerlerinde gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,005). Sonuç: Bulgularımız Türkiye populasyonunda kadın ve erkek cinsiyetleri arasında önemli farklılıklar bulunduğunu göstermektedir. Çalışmamızın verilerinin Türkiye populasyonuna uygun diz eklemi protezlerinin tasarlanmasında rehberlik edeceğini düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: Femur distali, fossa intercondylaris 1 P148 Incisura scapulae’nın şekil ve alan analizi H. Başaloğlu1, E.D. İpek1 , H.K. Başaloğlu2 Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı 1, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı2, Aydın, Türkiye Amaç: Incisura scapulae (IS), scapula’nın margo superior’unun lateral kısmında yer alan, kısmen processus coracoideus’un tabanına komşu bir çentiktir. Bu çentik üstten ligamentum transversum scapulae superius tarafından kapatılmıştır. IS bazen bu ligamentin kemikleşmesi ile nervus suprascapularis (NS) kompresyonunun görüldüğü foramen şeklinde olabilen, NS’nin geçtiği bir geçit halindedir. IS’nın şekli NS kompresyonunun patalojisinde öncelikli predispozisyon faktörü olduğundan, morfolojik varyasyonları klinik açıdan oldukça önem taşımaktadır. NS kompresyonu m. supraspinatus ve m. infraspinatus atrofisine ve collum scapula kırıklarına neden olabilmektedir. Özellikle üst ekstremitelerini baş hizasının üzerine kaldırarak çalışan kişilerde ve IS’nın dar olduğu durumlarda NS kompresyonunun oldukça yaygın görüldüğü bilinmektedir. Çalışmamızda IS şekli ve alan değerlerini tanımlamayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Laboratuvarı’nda bulunan 76 adet (28 sağ, 48 sol) scapula üzerinde gerçekleştirildi. Kostal yüzleri aşağıya gelecek şekilde sabit bir düzlem üzerine konulan scapula’larda IS’nın bulunduğu bölgenin sabit uzaklıktan fotoğrafları çekildi. Görseller üzerinde Imagej 1.45 görüntü analiz programı kullanılarak ölçüm yapıldı. IS üst, orta ve alt transvers çapı, IS derinliği ve üst transvers çapın altında kalan bölge IS alanı olarak ölçüldü. IS şekline göre; ayrık-sığ şeklinde, V şeklinde, U şeklinde, ucu açık damla şeklinde ve foramen şeklinde olmak üzere 5 grupta sınıflandırıldı. Morfometrik değerler mm, alan değerleri mm2 cinsinden ifade edildi. Bulgular: Çalışmamızdaki 76 scapula’nın tamamında IS vardı. Scapula’ların 3’ünde IS (%3,94, 2 sol, 1 sağ) O, 3’ünde ise (%3,94, 2 sağ, 1 sol) ayrık-sığ şeklinde idi. Foramen şeklinde olan 3 scapula’da belirtilen ölçümler gerçekleştirilmedi. Ayrık-sığ şeklinde olan scapula’larda; üst transvers çap 10,6±0,65 iken orta transvers çap 9,38±0,43, alt transvers çap 8,14±0,28, derinlik 2,07±0,66, alan 19,38±4,76 olarak kaydedilirken, 49 adet (%64,47, 14 sağ, 35 sol) olan V şeklindeki scapula’larda üst transvers çap 17,96±9,12 iken orta transvers çap 11,47±3,66, alt transvers çap 5,56±1,93, derinlik 9,85±3,31, alan 115,63±70,32 olarak kaydedildi. U şeklindeki scapula’larda (9 adet, %11,84, 4 sağ, 5 sol) üst transvers çap 11,08±3,36 iken orta transvers çap 9,22±2,12, alt transvers çap 6,74±2,63, derinlik 10,14±3,07, alan 90,13±39,18, 12 adet (%, 7 sağ, 5 sol) olan ucu açık damla şeklindeki scapula’larda ise üst transvers çap 8,39±2,19 iken orta transvers çap 8,53±1,56, alt transvers çap 4,08±0,72, derinlik 8,14±2,11, alan 67,31±30,93 olarak kaydedildi. Sonuç: Çalışmamızda NS’nin geçtiği alanın ucu açık damla şeklindeki IS’larda en düşük olduğunu gördük. NS kompresyonu olgularının cerrahi tedavisinde IS’de ve kemik üzerinde belirlenen noktalar arasındaki uzaklıkların dikkate alınması nörovasküler hasardan kaçınmak amacı ile önem taşımaktadır. Bulgularımızın bu noktalarda cerrahi ve radyoloji bilimlerine katkı sağlayacağını düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: İncisura scapulae, foramen scapulae, nervus suprascapularis kompresyonu 2 P149 Atlas’ın morfometrik analizi ve klinik önemi Turgut A.Ç.3, İpek E.D.1, Yurttaş C.2, Başaloğlu H.1, Çağımnı P.2, Turgut M.1 1 Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye 2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye 3 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara, Türkiye Amaç: Kafatasını gövdeye bağlayan eklemin yapısına katılan atlas diğer servikal vertebralardan farklıdır. Atlas’ın foramen transversarium’undan çıkan arteria vertebralis (AV) arkaya ve mediale yönelerek arcus posterior atlantis’te bulunan sulcus arteria vertebralis’in (SAV) üzerinde yer alır. Arterin bu bölümünün çeşitli travmatik etkenlerden kolayca etkilenebilir olduğu bilinmektedir. Özellikle membrana atlantooccipitalis posterior’un lateral kenarının kemikleşmesi neticesi oluşan ve bir kemik köprüden ibaret retroartiküler kanal anomalisi olgularında AV kompresyonu sonucu değişik klinik semptomların geliştiği bildirilmiştir. Bu çalışmada, Atlas’a ilişkin morfometrik analiz sonuçlarının uygulanacak cerrahi girişimler için güvenilir bir rehber oluşturması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, Adnan Menderes Üniversitesi ile Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Laboratuvarları’nda bulunan toplam 78 adet atlas üzerinde gerçekleştirilmiştir. Atlas’ın genişliği (AG), foramen transversarium’ların dış kenarları arasındaki mesafe (FTE), foramen transversarium’ların iç kenarları arasındaki mesafe (FTI), SAV’in en lateralde kalan noktası ile median hat arasındaki mesafe (SAEM), SAV’in en medialde kalan noktası ile median hat arasındaki mesafe (SAIM), SAV’in orta bölgesindeki kalınlığı (SAK), SAV’in lateral ve medial derinliği (SALD, SAMD), üst zigapofizyal eklem yüzlerinin uzunluğu ve genişliği (SArU, SArG), alt zigapofizyal eklem yüzlerinin uzunluğu ve genişliği (IArU, IArG), üst yüzden vertebral kanalın antero-posterior ve transvers uzunluğu (VCAP, VCT) milimetrik kaliper kullanılarak mm cinsinden ölçülmüştür. Verilerin tanımlayıcı istatiksel analizleri SPSS 23.0 programı kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Çalışmamız kapsamındaki 78 atlas vertebrası arasında 2 adet (% 2.59) tek taraflı (sol) tamamlanmamış retroartiküler kanal, 5 adet (% 6.49) tek taraflı (2 sol, 3 sağ) retroartiküler kanal ve bir adet (% 1.29) çift taraflı retroartiküler kanal saptanmıştır. Yine,70 atlas üzerinde yapılan morfometrik analizde; AG 72.49±5.63, FTE 57.61±3.87, FTI 46.47±3.99 olarak bulunurken, SAEM sağda 22.04±3.59, solda 21.97±3.55, SAIM sağda 14±2.2, solda 14,09±2.06, SAK sağda 3.65±1.02, solda 3.67±0.98, SALD sağda 11.72±2.49, solda 11.8±2.8, SAMD sağda 7.25±1.27, solda 7.35±1.32 olarak bulunmuştur. SArU sağda 21,59±2,15, solda 21.64±2.17, SarG sağda 9.44±1.64, solda 9.5±1.63, IArU sağda 16.76±1.51, solda 16.83±1.55, IArG sağda 14.03±1.63, solda 14.13±1.89 olarak kaydedildi. Sonuç: Servikal bölgeyi ilgilendiren cerrahi girişimlerde iatrojenik AV yaralanması komplikasyonundan kaçınmada Türk toplumuna ait atlas vertebrasına ait morfometrik verileri önem taşımaktadır. Ölçüm sonuçlarımıza göre; atlas vertebrasına yönelik posterior cerrahi yaklaşımda orta hattan 10 mm mesafenin “güvenli bölge” olduğu saptanmıştır. Anahtar Sözcükler: Atlas, Morfometri, Sulcus aretria vertebralis 3 P150 Axis’in morfometrik analizi Turgut Y.B.4, İpek E.D.1, Başaloğlu H.1, Yurttaş C.2, Başaloğlu H.K., Çağımnı P.2, Turgut M.3 1 Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye 2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye 3 Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye 4 Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Aydın, Türkiye Amaç: Diğer servikal vertebralardan farklı anatomik özelliklere sahip olan ve articulatio atlantoaxialis’in yapısına katılan axis’in odontoid çıkıntısı başın rotasyonunda rol oynamaktadır. Başın hiperekstensiyon ve hiperfleksiyonu ile karekterize travmatik “kırbaç yaralanması” neticesinde odontoid fraktürleri ve komşu anatomik oluşumlarda ciddi hasarlar ortaya çıkabilmektedir. Articulatio atlantoaxialis’i tutan travmatik instabilite olgularına yönelik cerrahi dekompresyon ve fiksasyon teknikleri arasında interlaminar klemp, interspinöz serklaj uygulaması, plak ve vida fiksasyonu ve kemik greftlemesi gibi çeşitli cerrahi tekniklerden yararlanılmaktadır. Bu nedenle, aksis’ait bazı morfolojik ve morfometrik ölçümlerin gerçekleştirilmesi önem taşımaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız Adnan Menderes Üniversitesi ile Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Laboratuvarları’nda bulunan toplam 68 adet aksis üzerinde gerçekleştirilmiştir. Sabit bir düzlem üzerinde ve sabit bir uzaklıktan fotoğrafları çekilen aksis vertebralarına ait sağ ve sol pedikül uzunlukları (PDL, PDLo), genişlikleri (PDW, PDWo), pedikülün median hat ile yaptığı açı (PMA, PMAo), alt yüzden foramen transversarium alanı (sağ FTA, sol FTAo), arka yüzden corpus aksis ve dens aksis uzunluğu (APL), arka yüzden corpus aksis (APCL) ve dens aksis uzunluğu (APOL) ve dens aksis’in orta bölgesindeki genişliği (APOW), ön yüzden corpus aksis ve dens aksis uzunluğu (AAL), arka yüzden corpus aksis (AACL) ve dens aksis uzunluğu (AAOL) ve dens aksis’in orta bölgesindeki genişliği (AAOW) ve dens aksis’in sagittal planda yaptığı açı (OSA) Imagej 1.45 görüntü analiz programı kullanılarak ölçülmüştür. Verilerin tanımlayıcı istatiksel analizleri SPSS 23.0 programı kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: PDL 19.36±2.23 PDLo ise 19.24±2.37, PDW 5.98±1.09 PDWo ise 6.5±1.25, sağ pedikülün median hat ile yaptığı açı PMA 28.53±4.93, sol pedikülün median hat ile yaptığı açı PMAo 27.95±4.61olarak bulundu. FTA 81.94±29.63, FTAo 81.18±29.39 olarak kaydedildi. Arka yüzden dens aksis ve corpus aksis uzunluğu APL 31.02±3.15 olarak bulunurken; ön yüzden dens aksis ve corpus aksis uzunluğu AAL 37.58±5.16 olarak bulunmuştur. APCL 14.99±2.32 ve APOL 16.31±2.35, AACL 21.08±3.39 ve AAOL 17.29±1.8 iken; APOW 10.26±1.68, AAOW 10.3±1.48 olarak saptanmıştır. Öte yandan, OSA 10.75±3.25 olarak bulunmuştur. Sonuç: Elde edilen sonuçların travmatik ve konjenital anomali olgularında kraniyovertebral bölgeye yönelik cerrahi girişimlerle ilişkili komplikasyonlardan kaçınmak için önemli bir rehber oluşturacaktır. Anahtar Sözcükler: Pedikül axis, Morfometrik analiz, C2 vertebra 4 P151 Scapula’nın morfometrik analizi ve acromion şeklinin siniflandirmasi H. Başaloğlu *, E.D. İpek *, H.K. Başaloğlu ** *Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Aydın/Türkiye **Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Aydın/Türkiye AMAÇ: Rotator manşet patolojileri ve humerus başı çıkıkları çoğunlukla acromion tipi ile ilişkilendirilmektedir. Günümüzde sıklıkla kullanılan ve ilk olarak Farley ve arkadaşlarının (1994) yaptıkları acromion şekil sınıflandırmasına göre, kanca tip akromiyon ile rotator manşet patolojileri arasında güçlü bir ilişki olduğu belirtilmiştir. Ayrıca rotator manşet patolojileri ile nervus suprascapularis fonksiyonu arasında yakın ilişki olduğu belirtilmektedir. Çalışmamızda farklı tipte acromion’lara sahip scapula’ların morfometrik değerlerini tanımlamayı amaçladık. GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışmamız Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Laboratuvarı’nda bulunan 76 adet (28 sağ, 48 sol) scapula üzerinde gerçekleştirildi. Sabit bir düzlem üzerinde, sabit uzaklıktan fotoğrafları çekilen scapula’larda morfolojik uzunluk (MU) ve genişlik (MG), cavitas glenoidalis uzunluğu (CGU) ve genişliği (CGG), spina scapulae uzunluğu (SPU), acromion uzunluğu (AU) acromion-processus coracoideus uzaklığı (ACP), acromion-cavitas glenoidalis uzaklığı (ACC) Imagej 1.45 görüntü analiz programı kullanılarak ölçüldü. Acromion’un dış kenarı, uzunluğunu belirten doğruya çakışık bir doğru olan scapula’lar düz, yukarısında kalan ve eğimli bir doğru olan scapula’lar eğimli, yukarısında kalan ve dış kenar iki farklı yönde doğrunun kesişimi ile oluşan scapula’lar kanca, aşağısında kalanlar ise ters tip akromiyona sahip scapula’lar olarak gruplandırıldı. Morfometrik değerler mm cinsinden ifade edildi. BULGULAR: Toplam 76 scapula’nın 20’si (%26,31) düz tipte, 29’u (%38,15) eğimli, 16’sı (%21,05) kanca tipte, 11’i (%14,47) ters tipte idi. Düz tip akromiyona sahip scapula’larda (7 sağ, 13 sol) MU 149,1±17,2, MG 122,19±7,24, CGU 31,52±5,87, CGG 21,27±4,16, SPU 146,98±13,06, ACP 31,14±7,54, ACC 20,05±4,87, AU 39,31±6,18, eğimli tip akromiyona sahip scapula’larda (12 sağ, 17 sol) MU 145,28±14,07, MG 110,66±9,1,CGU 33,89±4,21, CGG 22,81±2,53, SPU 142,71±16,2, ACP 28,38±5,2, ACC 18,96±3,44, AU 41,56±3,56 olarak kaydedildi. Kanca tip akromiyona sahip scapula’larda (5 sağ, 11 sol) MU 141,74±10,6, MG 106,58±10,61, CGU 33,14±2,95, CGG 22,45±3,6, SPU 142,52±13,54, ACP 25,68±4,84, ACC 16,7±2,86, AU 39,53±4,17, ters tip akromiyona sahip scapula’larda (6 sağ, 5 sol) MU 135,35±16,71, MG 104,65±7,48, CGU 33,19±4,82, CGG 21,11±2,83, SPU 135,41±12,58, ACP 27,34±6,53, ACC 18,52±4,88, AU 36,91±6,49 olarak kaydedildi. SONUÇ: Çalışmamızda rotator manşet patolojileri, özellikle de m. supraspinatus tendonitis’i ile sıklıkla ilişkilendirilen kanca tip akromiyona sahip scapula’larda ACP ve ACP değerlerinin diğer gruplardan düşük olduğunu gördük. Daha geniş örneklem sayısı ve subakromiyal alan değerlendirmesi ile yapılacak çalışmalar, rotator manşet patolojilerinin predispozisyon faktörlerinin aydınlatılmasında cerrahi bilimlere katkı sağlayacaktır. ANAHTAR SÖZCÜKLER: scapula morfometrisi, acromion tipleri 5 P152 Os centrale carpi Köse Ö1, Acar B.1, Aytaç G.2, Sindel M.2 1 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü, Antalya, Türkiye 2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya, Türkiye Amaç:Os centrale carpi karpal kemiklerin anatomik bir varyasyonu olup oldukça nadir görülen bir durumdur. Literaturde sadece vaka sunumu olarak bildirilmiştir. Bu nadir olgunun tanınması ve klinik olarak karşılaşıldığında karpal kemik kırıkları ile karıştırılmasının önüne geçilmesi önemlidir. Biz de bu nedenle os carpi centrale’nin tipik klinik semptomlarını ve görüntüleme bulgularını gösteren bir olgu sunduk. Gereç ve Yöntem: 41 yaşında erkek hasta acil servise bisikletten düşme şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenede el bilek hareketleri ağrılı idi ve skafoid kemik üzerinde palpasyonla hassasiyet vardı. Bulgular: Hastanın acil serviste çekilen el bilek X-ray grafisinde skafoid kemik dorsalinde deplase kemik parçası görüldü ve skafoid kırığı ön tanısı ile bilgisayarlı tomografi istendi. Bilgisayarlı tomografide el bilek dorsalinde skafoid kemik ile kapitat kemik komşuluğunda kenarları düzgün sınırlı ve kortikal bir kemik olduğu görüldü. Sonuç: Os centrale carpi kortikal sınırları belirgin, normal kemik yoğunluğunda aksesuar bir kemiktir. Os centrale carpi eski,yeni scaphoid kırıkları veya bipartit scaphoid kemik ile karıştırılabilir. Bu anatomik varyasyonun acil hekimleri tarafından bilinmesi yanlış tanı olasılığını azaltabilir. Anahtar Sözcükler: Karpal kemikler, os carpi centale, skafoid kırığı 1 P153 Elin sesamoid kemikleri Şekerci R1, Keleş Çelik N1, Özcanlı H2 1 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya, Türkiye Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Antalya, Türkiye 2 Amaç: Elde bulunan sesamoid kemiklerin görülme sıklığı farklı ırklarda çeşitlilik gösterir. Sesamoid kemiklere yeteri kadar dikket edilmez ve genelde klinik olarak önemsiz anatomik varyasyonlar olarak düşünüldüğünden semptomatik hale gelebilir. Sesamoid kemiklerin patolojik durumları klinikte pek önemsenmemektedir. Mevcut literatür sesamoid kemiklerin bozukluklarının nadir olduğunu göstermektedir. Ancak 1990’ dan sonra elde ki sesamoid kemikler hakkında patolojilerin ve bilimsel makalelerin spektrumu önemli ölçüde artmıştır. Gereç ve Yöntem: 1949-2016 Şubat tarihleri arasında elin sesamoid kemikleri hakkında yayınlanmış sistematik makaleleri tanımlamak için Pub Med taranmıştır. Taramadan sonra, 91 makale bu çalışma için analiz edildi. Bulgular: En sık tanı sırasıyla; travma, tendon bozuklukları, tümörler, avasküler nekroz ve dejeneratif hastalıklardır. Çalışmaların çoğunluğu, 62’ si ( % 70 ) 1990 sonrası yayınlanan ve patolojilerin spektrumunun önemli ölçüde yüksek bulunduğu çalışmalardır . Sonuç: Bu çalışmada eldeki sesamoid kemiklerin insidansı, fonksiyonel anatomisi, patolojik durumları ve klinik önemi literatürde sistematik bir inceleme ile araştırılmıştır. Sesamoid kemik ve bozukluklarının detaylı anatomisinin bilinmesi, yeterli radyolojik incelemeler ile bu durumların erken ve doğru teşhisi artıracaktır. Anahtar Sözcükler: Sesamod kemikler, tendon hastalıkları, avasküler nekroz, sesamoid tümörler 2 P154 Axis’e ait anatomik varyasyonların ve morfometrik analizin cerrahi önemi Farajiband N, Üçerler H, Aktan İkiz ZA Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye Amaç: İkinci servikal vertebra’nın (C2, axis) gövdesi bulunmaz. En sık görülen axis yaralanması onun vida benzeri çıkıntısı olan dens axis’e (odontoid çıkıntı) aittir. Dens axis fraktürleri fraktür tipine, dens yer değişikliğinin derecesine, açılanmanın genişliğine ve hastanın yaşına göre cerrahi ya da cerrahi olmayan yöntemlerle tedavi edilir. Atlantoaksiyal stabilizasyonu sağlamak için, cerrahi pek çok teknik tanımlanmıştır. Bu çalışmanın amacı, vida yerleştirme işlemi sırasında komplikasyonları en aza indirgemek amacıyla axis anatomik varyasyonlarını saptamak ve morfometrik analizlerini yapmak idi. Gereç ve Yöntem: Çalışma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı’nda 64 adet axis üzerinde gerçekleştirildi. Bulgular: Axis varyasyonlarına sadece 1 olguda rastlandı (%1.5). Corona dentalis os axis olarak gözlendi. Sonuç: Çalışmadan elde edilen sonuçlar tartışıldı. Bu anatomik varyasyonlar, daha önce literatürde tanımlanmış olan bazı klinik semptomların nedeni olabilir. Axis varyasyonları ve ölçümleri vida yerleştirilmesinde cerrahi öneme sahiptir. Bu nedenle cerrahi öncesi bölgenin detaylı anatomisini tanımlamak için uygulanan görüntüleme yöntemleri ve tetkikler cerrahlara yardımcı olacaktır. Anahtar Sözcükler: Anatomik varyasyonlar, Axis, Odontoid çıkıntı, Vida fiksasyonu 3 P155 Birinci servikal vertebra anatomisinin vida yerleştirilmesi açısından değerlendirilmesi Farajiband N, Aktan İkiz ZA, Üçerler H Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye Amaç: Birinci servikal vertebra (atlas, C1) kırıkları tüm akut servikal vertebra kırıklarının %2-3’ünü oluşturur. Akut atlas kırıklarının çeşitliliği fazladır. Atlas kırıklarının tedavisi kırık tipine bağlıdır. İnstabilite tedavisi basit bir boyunluk kullanımından, posterior üst servikal stabilizasyon ameliyatına kadar değişebilmektedir. C1-C2 transartiküler vida yerleştirilmesi, C1 yan kitle vida uygulaması ve C1 pedikül vidalaması, stabilizasyon amacı ile kullanılan cerrahi tekniklerdir. Bu çalışmanın amacı, bu cerrahi yaklaşımlara yardımcı olmak ve komplikasyonları azaltmak amacı ile atlas üzerinde morfometrik analiz gerçekleştirmek ve atlas varyasyonlarını ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı’ndan sağlanan 58 adet atlas kullanıldı. Morfometrik analiz dijital kumpas kullanılarak gerçekleştirildi. Bulgular: Kantitatif ölçümler vida fiksasyonu açısından analiz edildi. Atlas varyasyonları %1.7 spina bifida, aksesuar delik(sağ tarafta %8.6, sol tarafta %1.7), vertebral artere ait kanal (sağ tarafta %1.7, sol tarafta %1.7, bilateral %5.2), ikiye ayrılmış üst artiküler yüz (sağ tarafta %5.2, sol tarafta %1.7) olarak gözlenmiştir. Sonuç: Bu varyasyonların bir kısmı literatürde daha önce tanımlanmış klinik semptomların sebebi olabilir. Bu çalışmada 58 adet atlas’tan elde edilen ölçümler ve çalışma sırasında karşılaşılan varyasyonlar tartışıldı. Bu çalışmanın belli başlı sonucu, ölçümlerin kişiden kişiye farklılıklar göstermesidir. Bu nedenle cerrahi öncesi yapılan görüntülemeler ve tanımlamalar, bölgenin anatomisini tanımlamak ve cerrahi yaklaşımda uygun ölçüdeki vidayı yerleştirmek açısından önem taşır. Anahtar Sözcükler: Anatomik varyasyonlar, Atlas, Vida fiksasyonu 4 P156 Canalis sacralis ve caudal epidural boşluk hacminin stereolojik yöntem ile hesaplanması Özcan E1, Karaca Saygılı Ö1, Çetin R2, Büyükmert A2, Kuş İ1. 1 2 Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Türkiye Balıkesir Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Anatomi Anabilim Dalı, Türkiye Amaç: Pelvis iskeletinin arkasında bulunan sacrum, beş adet omurun birleşmesiyle oluşur. Sacrum'un ortasında bulunan kanala canalis sacralis adı verilir. Canalis sacralis içerisinde caudal epidural boşluk, dural kese, filum terminale, coccygeal sinir ve venöz pleksus gibi önemli oluşumlar bulunur. Caudal epidural boşluk kronik bel ağrısının önlenmesi ve lomber spinal bozuklukların tedavisi gibi daha birçok ameliyatta analjezi ve anestezinin uygulanmasında tercih edilmektedir. Caudal epidural boşluğa girişlerde dural kesenin delinmesini önlemek ve kanalda bulunan yapıları korumak için dikkatli olunması, os sacrum ve bu bölgenin anatomisinin iyi bilinmesi gerekmektedir. Bu çalışmada Manyetik rezonans (MRI) görüntüleri üzerinde sacrum, canalis sacralis, caudal epidural boşluk, dural kesenin kapanma yeri ve hacminin stereoloji yöntemi ile hesaplanması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya yaşı ortalama 40,8 ± 9,16 olan 15 sağlıklı kadın dâhil edildi. Katılımcılara T2 ağırlıklı, kesit kalınlığı 1,5 cm olan sagittal MRI çekildi. Bu görüntüler üzerinde stereolojik yöntemler olan cavalieri ve planimetri yöntemleri kullanılarak sacrum, canalis sacralis, caudal epidural boşluk ve dural kesenin hacmi ile dural kesenin kapanma yeri hesaplandı. Cavalieri yönteminde noktalı alan cetveli kullanılarak hesaplama yapılırken, planimetri yönteminde ise İmageJ programı kullanıldı. Bulgular: Sacrum hacmi cavalieri yöntemi ile ortalama 142,76 ± 29,01 cm3 iken planimetri yöntemi ile ortalama 146,61±29,67 cm3 olarak ölçüldü. Canalis sacralis hacmi cavalieri yöntemi ile ortalama 10,93 ± 2,97 cm3 iken planimetri yöntemi ile ortalama 11,61 ± 3,06 cm3 olarak tespit edildi. Caudal epidural boşluk hacmi cavalieri yöntemi ile ortalama 5,86 ± 1,42 cm3 iken planimetri yöntemi ile ortalama 6,18 ± 1,43 cm3 olarak belirlendi. Dural kesenin hacmi cavalieri yöntemi ile ortalama 5,06 ± 2,03 cm3 iken planimetri yöntemi ile ortalama 5,42 ± 2,11 cm3 olarak ölçüldü. Dural kesenin kapanma yeri ise tüm bireylerde S2 vertebra seviyesinde olduğu gözlemlendi. Sonuç: Canalis sacralis ve caudal epidural boşluk hacminin bilinmesi bu bölgeye yapılacak olan cerrahi operasyon ve anestezi girişimlerinde burada bulunan yapıları koruyarak (özellikle dural kesenin korunması) oluşabilecek komplikasyonların en aza indirgenmesine katkı sağlayacağını ve bu konuda yapılacak olan diğer çalışmalara ışık tutacağı kanaatindeyiz. Anahtar Sözcükler: Stereoloji, cavalieri, planimetri, sacrum, canalis sacralis 5 P157 Aşil tendonu neden kopar? Canbolat M, Şenol D, Özbağ D İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi ABD, Malatya, Türkiye Aşil tendonu vücudumuzdaki en güçlü, en kalın ve en en geniş tendondur. Alt ekstremitenin biyomekaniğinde çok önemli bir yere sahiptir. Aşil tendon rüptürü multifaktöryel bir süreçtir. Bu çalışmamızda tendon kopmasına yol açtığı ileri sürülen hipotezleri topluca ele aldık. Tendon kütlesinin yaklaşık %70’ini kollajen oluşturmaktadır. Sağlıklı tendonun yapısındaki kollajenin % 95’i tip-1 kollajendir. Tip-1 kollajen sayesinde tendon esneyip uzayabilir. Herhangi bir tendon hasarı sonrası yeniden sentezlenen kollajen ise tip-3 kollajendir ve tip-1 kollajen kadar esnek değildir. Aşil tendon kopması aynı anda ayak bileği dorsifleksiyonu ve diz ekstansiyonu ile gerilmiş bulunan tendona hızlı eksentrik yüklenme sonucu meydana gelir. Yüksekten atlamalarda olduğu gibi plantar fleksiyondaki ayağın aniden dorsifleksiyona zorlanmasıyla da oluşabilir. Kopma, tendonun hareket ve dinlenme fazları arasında oluşan dengesizlikten kaynaklanır. Yük taşıyan tendona gelen direkt darbeler ve kesiler de tendon kopmasına yol açar. Modern hayatın “beyaz yakalı” çalışanlarının sedanterleşen yaşam koşulları aşil tendonunun kanlanmasını ve beslenmesini bozmaktadır. Kliniklere tendon rüptürü ile başvuran hastaların çoğunluğunu üçüncü ve dördüncü dekadlarda, masa başı çalışan ve ara sıra sportif faaliyetlerde bulunan erkekler oluşturmaktadırlar. Tendon kopmalarının çoğunluğu spora bağlıdır. Sporcularda zorlanma ve travma sonrası bir onarım süreci başlar. Tendon aşırı derecede ve sürekli zorlanmaya devam ederse dejeneratif değişiklikler anormal bir iyileşmeye yol açmaktadır. Tendon kalınlığında artış aşil tendon bozuklukları içi bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Anormal kalınlıktaki tendonun anormal kollajen yapısı vardır. Sigara güçlü bir vazokonstrüktör olan nikotin nedeniyle dokuların vaskülarizasyonunu bozar. Zaten göreceli olarak daha zayıf bir damarlanması olan aşil tendonu bu durumdan daha fazla etkilenir. Tendonun calcaneal yapışma yerinin 2-6 cm yukarısının damarlanmasının daha az olduğu gösterilmiştir. Kopmalar hipovasküler olan bu bölgede olmaktadır. Yaşla beraber tendonda tip-1 kollajen azalır. Yine yaşla birlikte aşil tendon kalınlığında artma olur. Yaşam süresinin fazlalığı daha çok travma ve dejeneratif süreçler sonucu hipertrofi demektir. Yaşla artan kandaki kolesterol düzeyleri de tendon kalınlaşmasını açıklayabilir. Florokinolon gurubu antibiyotikler ve kortikosteroidler de aşil tendon rüptürüne yol açarlar. Sistemik rahatsızlıklar tendon kopmasına yol açar. Sistemik rahatsızlıklarda kullanılan steroidler predispozan faktör olabilir. Tendonlar hareket esnasında depoladıkları enerjinin yaklaşık %10’unu ısı şeklinde kaybederler. Tendonun kanlanması iyi değilse ortaya çıkan ısı dağıtılamaz ve tendon merkezindeki degeneratif değişikliklere zemin hazırlayan ısı artışı oluşur. Anahtar Sözcükler: Aşil tendonu, kopma, kollajen 6 P158 Fetal kadavralarda m. peroneus tertius bulunmama sıklığı Candan B, Albay S. Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Isparta, Türkiye Amaç: M. peroneus tertius (PT) membrana interossea cruris ve fibula’nın ön yüzünden başlayan, 5. metatarsal kemiğin dorsal yüzünün medial kenarında sonlanan bacağın anterior kompartıman kaslarından biridir. PT kasının bulunması ayağın dorsifkesiyonunda ve ekstensiyonunda önemlidir ve yürümede yardımcıdır. PT kasının bulunmaması ise tendon greftlerinde ve herhangi bir transplantasyonda ayak cerrahları için karışıklık oluşturabilir. PT kasının insanlara özgü olarak boyutları değişebilir veya bazı insanlarda bulunmayabilir. Çalışmamızın amacı fetal kadavralarda PT kasının bulunmama sıklığını ve morfolojik gelişimini geniş bir seride ve klinik açıdan değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız yaşları 19-40 gebelik haftası yaşı arasında değişen harici anomali ve patolojisi olmayan 100 adet (54 erkek, 46 dişi) fetus üzerinde gerçekleştirildi. Fetal dönemde 13-25 haftalar arasındaki fetuslar ikinci grup (2. trimester), 26-37 haftalar arasındaki fetuslar üçüncü grup (3. trimester) ve 38-40 haftalar arasındaki fetuslar da dördüncü grup (fullterm) olmak üzere üç gruba ayrılarak değerlendirildi. Çalışma diseksiyon yöntemi ile bilateral fetus bacaklarında gerçekleştirildi. Deri ve fascia profunda uzaklaştırıldıktan sonra bacağın ön kompartımanındaki kaslar kolaylıkla görünür hale geldi ve değerlendirmesi yapıldı. PT bulunan vakalarda kasın uzunluğu, genişliği ve tendon uzunluğu ölçüldü. Bulgular: Toplam 200 ekstremitenin 123 tanesinde PT bulunmadığı belirlendi (%61,5). PT bulunan toplam 77 vakada ölçülen parametrelerin trimesterlere göre ortalama ve standart sapması alındı. Bütün parametrelerin gestasyonel yaşla arttığı tespit edildi. Bütün morfometrik parametrelerin karşılaştırmasında cinsler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p˃0,05). Bütün parametrelerde tüm gruplar arasında ise istatistiksel olarak anlamlı fark bulunduğu belirlendi (p˂0,05). Sonuç: PT kasının insersiyosu basınç sonucu oluşan kırıklarda olduğu gibi torsiyon gerginliklerinde önemli rol oynar. Cerrahlar PT kasını ayak bileği ekleminin herhangi bir gevşekliğini düzeltmek için kullanabilirler. Bu yüzden PT kasının bulunup bulunmama durumu ve morfolojik ölçümleri klinik açıdan önemlidir. Bu çalışma fetal dönemde PT kasının insidansını ve morfolojik özelliklerini ortaya çıkarmıştır. Çalışmamamızın sonuçlarının gelecekteki çalışmalar için bazı yararlı bulgular sağlamasını ümit etmekteyiz. Anahtar Sözcükler: Fetus, m. peroneus (fibularis) tertius, morfoloji, n. fibularis profundus 7 P159 M. sternohyoideus ile m. sternothyroideus arasında eşsiz bir kas köprüsü Çetkin M., Orhan M., Bahşi İ., Kervancıoğlu P. Gaziantep Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Gaziantep, Türkiye Amaç: Rutin kadavra diseksiyonunda karşılaşılan m. sternohyoideus ve m. sternothyroideus arasındaki kas köprüsünün değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında yapılan rutin kadavra diseksiyonu sırasında erkek kadavranın sol ön boyun bölgesinde eşsiz bir kas köprüsü tespit edilerek morfometrik ölçümler gerçekleştirildi ve fotoğraflandı. Bulgular: Sol ön boyun bölgesinde tespit edilen kas köprüsü m. sternohyoideus ile m. sternothyroideus arasında idi. İpsilateral m. sternohyoideus’un, clavicula’nın extremitas sternalis’inin arka-alt yüzünden ve ligamentum costoclaviculare’den başladığı fakat sternumdan başlayan liflerinin olmadığı belirlendi. Aynı taraftaki m. sternohyoideus’un orta noktasının genişliğinin karşı taraftaki m. sternohyoideus’a göre daha az olduğu görüldü. Bu kas köprüsünün lateralinde, ansa cervicalis’ten ayrılan üç daldan en üst ve en alt dalların kas köprüsünün arkasından geçerek m. sternothyroideus’a gittiği, ortadaki dalın ise bu kas köprüsünü innerve ettiği gözlendi. Sonuç: Sol m. sternohyoideus’un sağa göre daha dar olmasının nedeni sol m. sternohyoideus’dan ayrılan liflerin m. sternothyroideus’a katılarak köprü oluşturması olabilir. Trakeostomi, thyroidektomi ve trekea rezeksiyonları gibi cerrahi müdahaleler sırasında bu kas köprüsünün varlığının bilinmesi iatrojenik yaralanmaları azaltabilir. Anahtar Sözcükler: Musculi infrahyoidei, m. sternohyoideus, m. sternothyroideus, kas köprüsü, kas varyasyonu 8 P160 Modern dönem ile geç bizans dönemine ait kuru kafataslarında infraorbital foramen’e ait anatomik ölçümlerin karşılaştırılması ve altın oran Bakırcı S., Kafa I.M., Buyukuysal M.Ç., Barut C., Coşkun I. 1. 2. 3. 4. Department of Anatomy, School of Medicine, Düzce University, Duzce, Turkey. Department of Anatomy, School of Medicine, Uludağ University, Bursa, Turkey Department of Biostatistics, School of Medicine, Bülent Ecevit University, Zonguldak, Turkey. Department of Anatomy, School of Medicine, Bülent Ecevit University, Zonguldak, Turkey. Amaç: Bu çalışmanın amacı, modern toplum ve geç Bizans döneminde yaşamış insanlara ait kuru kafataslarında infraorbital foramenin şekilsel özelliklerini incelemek, çeşitli landmarklar arasındaki lineer mesafeleri ölçerek kafataslarının her iki yarısı arasındaki simetri ve/veya asimetri durumunu ortaya koymak, lineer mesafeler arasındaki oranların hesaplanılmasıyla infraorbital foramen ile altın oran arasındaki uyuma bakmak ve her iki farklı tarihsel döneme ait kafatasları arasındaki farklılıkları ya da benzerlikleri ortaya koymaktı. Bulgular: Çalışmamızda modern topluma ait kafataslarında infraobital foramenin şekilsel özellikleri, sağ tarafta 47.05%circular, 41.17% oval, 11.76% atipik (semiluner and triangular); sol tarafta 70.58% circular, 29.41% oval olarak; Bizans döneminde ise sağ tarafta 46.06 % circular, 53.3 % oval, sol tarafta 50 % circular, 50 % oval olarak bulundu. İnfraorbital foramen boyutlarına ait çaplar Bizans dönemine ait kuru kafataslarında sağ taraf için vertikal ve horizontal çap ortalamaları sırasıyla 2.93±1,05 mm – 3.15 ±1,03 mm sol taraf için 2.62±0,97mm - 3,16±0.68 mm; günümüz modern toplumda sağ taraf için vertikal ve horizontal çap ortalamaları sırasıyla 2.32±0.50 mm – 3.00±0.92 mm sol taraf için ise 2.48±0.45 mm - 2.76±0.65 mm olarak bulundu. IOF’in orbita dış duvarından geçen sagittal plana ve piriform apertura’e olan uzaklıkları arasındaki oran, sağ ve sol taraf için sırasıyla Bizans dönemi kafataslarında 1.46 ± 0.25 mm – 1.40 ± 0.21 mm; modern toplumda ise 1.24 ± 0.24 mm –1.29 ± 0.42 mm olarak hesaplandı. Elde edilen bu oran ile altın oran arasında her iki dönem için de (modern toplum ve geç Bizans) anlamlı farklılık olduğu saptandı. (p<0,005). Sonuç: İnfraorbital foramenin anatomik karakteristikleri ile ilgili özelliklerin farklı tarihsel süreçlerde yaşamış insanlarda karşılaştırılması antropologistler için, morpholojik tiplerinin bilinmesi, yeri, lokasyonu ile ilgili oransal hesaplamalara ait geniş bir bilgi birikimi diş hekimleri, maxiollofacial surgery ve algology açısından önemlidir. Anahta Sözcükler: infraorbital foramen, gold ratio, bizans dönemi, asymetri, maxilla 9 P161 Rugae Palatinae’ların Morfolojik Özellikleri ve Bireysel Farklılıklar Gezer R, Deniz M, Uslu A İ Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Şanlıurfa, Türkiye Amaç: Rugae palatinae damağın ön 1/3’ünde raphe palatinae’dan yanlara doğru uzanan, asimetrik ve düzensiz mukoza kıvrımlarıdır. Rugae palatinae’lar toplumsal ve etnik farklılıklar gösterdiği gibi bireysel farklılıklar da göstermektedir. Bu çalışmanın amacı, Türk toplumunda rugae palatina’ların sayısı, şekil ve bireysel özelliklerini belirlemektir. Gereç ve Yöntemler: Çalışmamız, yaşları 16–57 (23,01±7,12) arasında değişen 230 (108 kadın ve 122 erkek) denek üzerinde yapıldı. Her bireyden aljinant ölçü maddesi ile ölçü alınıp kalıplar elde edildi. Rugae şekilleri, uzunlukları ve yönleri bu kalıplar üzerinden ölçüldü. Damak fotoğrafları Samsung marka 13 MP fotoğraf makinası ve ortodontik ayna kullanılarak çekildi. Fotoğraflar arasından rastgele seçilen 10 adet fotoğraf 100 adet kalıpla eşleştirilerek doğru eşleştirme oranları belirlendi. Bulgular: Çalışmamızda rugae palatinae sayısı kadınlarda 9,49±1,87, erkeklerde 9,42±1,92 olarak bulundu. Her iki cinste de en fazla görülen rugae palatinae tipi dalgalı rugae tipi idi. En az görülen rugae palatinae tipi ise erkeklerde yakınsak rugae tipi, kadınlarda dairesel rugae tipi idi. Rugae uzunlukları açısından bakıldığında en fazla görülen rugae palatinae tipi birincil tip rugae idi. Her iki cinste de yönleri açısından pozitif yönlü rugae tipi daha fazla idi. Damağa ait kalıplar ile fotoğrafların eşleştirilmesinde doğruluk oranı %63,5 olarak bulundu. Rugae sayısındaki farklılık 18 altı yaş grubu ile 41 üstü yaş grubu arasında anlamlı (P=0,003) iken kavisli ve pozitif yönlü rugae sayısının ileri yaşta fazlalığı istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Sonuç: Çalışmamızdan elde ettiğimiz veriler daha önce yapılan çalışmalarla karşılaştırıldığında rugae palatinae’ların şekil, uzunluk ve yönlerinin kişiye özgü olduğu, farklı topluluklar arasında ayırt edici özelliklere sahip olduğu görüldü. Ancak, farklı topluluklar arasında daha büyük örneklemlerle kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulduğu kanısındayız. Anahtar Sözcükler: Rugae Palatinae, Adli Kimlik, Rugae Desenleri 1 P162 Diz protezi revizyonunda intraoperatif eklem hattını belirlemek için güvenilir bir belirleyici olarak epicondylus medialis ve lateralis Özkurt B1, Şen T2, Çankaya D1, Kendir S2, Başarır K3, Tabak Y1 1 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, 3 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Türkiye 2 Amaç: Bu çalışmanın amacı, diz protezi revizyonu sırasında eklem hattının anatomik lokalizasyonunu belirlemek için doğru, güvenilir ve kolaylıkla uygulanabilir bir yöntem geliştirmekti. Gereç ve Yöntem: Formalinle fikse edilmiş 20 kadavrada (11 erkek, 9 kadın; ortalama yaş 56.9, standart sapma 9.4; 34-69) 40 dizde transepikondiler genişlik (TEG), epicondylus medialis ve lateralis ile distal eklem yüzü arasındaki dik uzaklık (DMAU, DLAU) ve epicondylus medialis ve lateralis ile posterior eklem yüzü arasındaki uzaklık (PMAU, PLAU) ölçüldü. DMAU, DLAU, PMAU ve PLAU’nun TEG’e oranları hesaplandı. Bulgular: Sırasıyla ortalama TEG, DMAU, PMAU, DLAU ve PLAU 82.76 mm (standart sapma (ss) 7.74), 28.95 mm (ss 3.3), 28.57 mm (ss 3), 23.97 mm (ss 3.27) ve 24.42 mm (ss 3.14) idi. TEG ve artiküler uzaklıklar arasındaki oranlar (DMAU/TEG, DLAU/TEG, PMAU/TEG ve PLAU/TEG) hesaplandı ve ortalamaları sırasıyla 0.35 (ss 0.02), 0.34 (ss 0.02), 0.28 (ss 0.03) ve 0.29 (ss 0.03) olarak bulundu. Sonuç: Bu yöntem total diz protezi revizyonu sırasında doğru bir anatomik eklem hattı restorasyonuna olanak veren kolay, tekrarlanabilir ve güvenilir bir teknik sağlar. Anahtar Sözcükler: Diz, eklem hattı, protez revizyonu 2 P163 Kadavra rutin disseksiyonunda ortaya çıkan bir varyasyon: total vena saphena magna duplikasyonu N Güner 1 , M Yıldız-Yılmaz 1 , S Özdemir 1 , DN Tihan 1, 2 1 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Bursa, Türkiye Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, Bursa, Türkiye 2 Amaç: Vücuttaki en uzun ven olma özelliğine sahip vena saphena magna, arcus venosus dorsalis pedis’in medialinden başlar, malleolus medialis’in önünden geçer, bacağın iç yüzünde yukarı doğru yükselerek kasıkta vena femoralis’e dökülür. Alt ekstremite venöz dönüşünde önemli bir role sahip damara ait varyasyonlara sıklıkla rastlanır. Bu çalışmada, sol alt ektremitede tespit edilen v. saphena magna’nın bir varyasyonu tanımlanarak, klinik önemi tartışılmıştır. Olgu: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında yapılan erkek kadavranın rutin disseksiyonu esnasında sol alt ekstremitede vena saphena magna'nın duplikasyon gösterdiği tespit edildi. Arcus venosus dorsalis pedis’in lateralinden köken alan iki adet venin, malleolus lateralis’in önünden geçip 15 cm seyrettikten sonra birleştiği, 3 cm daha lateralde seyrettikten sonra tibiayı önden çaprazladığı görüldü. Arcus venosus dorsalis pedis’in medialinden başlayan ve standart anatomik lokalizasyonunda seyreden vena saphena magna’nın, tibia 1/3 proksimalinden itibaren bahsi geçen varyasyonel ven ile paralel olarak seyrettiği izlendi. Bacak medialinde paralel olarak seyirlerine devam eden her iki ven arasında, patellanın alt sınırı hizasında 0.5 cm’lik bir komünikan ven saptandı. Her iki venöz yapının, vena saphena magna’nın vena femoralis ile birleştiği yerin yarım santim aşağısına kadar birlikte seyirlerine devam ettikleri, daha sonra birleşerek tek kök şeklinde vena femoralis’e döküldükleri gözlemlendi. Kadavranın disseksiyonu esansında başka vasküler varyasyon izlenmedi. Anahtar Sözcükler: V. saphena magna, kadavra, duplikasyon 3 P164 Os hyoideum varyasyonları Keven A.1, Öztürk S.2, Aytaç G.2, Kaştan Ö.3, Sindel M.2 1 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Antalya,Türkiye Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya,Türkiye 3 Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Antalya,Türkiye 2 Amaç: Os hyoideum’un yapısındaki varyasyonlar ve anomaliler diş bozukluklarına, yutma ve solunum problemlerine neden olduğu bildirilmiştir. Os hyoideum’un metastatik tutulumları radyolojik incelemelerde kemiğin varyasyonları ile karışabilir. Os hyoideum, derin boyun enfeksiyonlarının yayılmasını önleyen önemli bir bariyerdir ve bu bölgeye uygulanacak cerrahilerde referans olarak kullanılabilecek en güvenilir noktalardan biridir. Yaş ve cinsiyete göre farklılık gösteren os hyoideum morfolojisi, cinsiyet ve yaş tayininde de kullanılmaktadır. Uyku apnesi olan hastalarda da Os hyoideum anomalileri görülebilmektedir. Çalışmamızda os hyoideum varyasyonlarının bilgisayarlı tomografi (BT)görüntüleri üzerinden değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 2015 – 2016 yılları arasında boyun BT çekimi yapılan 18-70 yaş arası erkek ve kadın 79 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Tetkik esnasında hareket artefaktı veya boyun travması olan hastalar çalışma dışı bırakılmıştır. Bulgular: Os hyoideum’da 11 hastada varyasyon saptandı. En sık varyasyon 10 hasta ile cornu minusta izlendi. Bu varyasyonlar tek veya çift taraflı cornu minus yokluğu (6 hasta), tek taraflı uzun cornu minus (3 hasta) ve cornu minusun gövde ile eklemleşmesi (1 hasta) olarak üç gruba ayrıldı. 1 hastada da corpus ossis hyoidei şekil değişikliği saptanmıştır. Sonuç: Çalışma sonucu elde ettiğimiz bulguların boyun bölgesi cerrahisi ile ilgili teşhis ve tedavi yaklaşımlarında önemli olacağı kanaatindeyiz. Anahtar Sözcükler: Os hyoideum, varyasyon, cornu minus. 4 P165 Cinsiyetler arasında Hyoid kemik morfolojisinde görülen farklılıklar Keven A.1, Öztürk S.2, Aytaç G.2, Sindel M.2 1 2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Antalya,Türkiye Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı , Antalya,Türkiye Amaç: Hyoid kemiğin ilişkili olduğu yapılar aracılığıyla yutma ve solunum fonksiyonlarında önemli görevi vardır. Bu bölgedeki kanserlerin, solunum ve yutma sıkıntılarının cerrahi tedavisinde hyoid kemiğin morfometrik ölçümlerinin bilinmesi önemli olabilir. Ayrıca hyoid kemik cinsiyet tayininde de referans olarak kullanılabilmektedir. Hyoid kemiğin diğer kemiklere göre cinsiyet belirleme yönünden daha kolay kullanılabilir olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle çalışmamızda kadın ve erkek sağlıklı bireylerden bilgisayarlı tomografi (BT) ile elde edilen hyoid kemik görüntülerinde cinsiyetler arasındaki anatomik farklılıkların ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 2015-2016 yılları arasında boyun BT çekimi yapılan 19-29 yaş arası erkek ve kadın 50 hasta alınmıştır. Tetkik esnasında hareket artefaktı olanlar veya boyun travması olan hastalar çalışma dışı bırakılmıştır. Elde edilen görüntülerden corpus ossis hyoidei uzunluğu, eni, cornu majus uzunluğu, cornu majus’un alt uçta genişliği, uzunluğu, cornu majus’un üst uçta genişliği, uzunluğu, cornu majus’un sağ ve sol üst uçları arasındaki mesafeler ölçüldü. Kadın ve erkek bireyler arasında bu ölçümler bakımından anlamlı fark olup olmadığı SPSS yazılımında Student t-testi yapılarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda elde ettiğimiz verilerin ortalama değerleri aşağıda verilmiştir; Corpus ossis hyoidei uzunluğu (BL) kadınlarda 18,93±2,76 mm, erkeklerde 23,04±1,96mm , Corpus ossis hyoidei eni (BH) kadınlarda 8,02 ±1,58mm, erkeklerde 9,21±1,70 mm, Cornu majus uzunluğu (CL) kadınlarda 26,55±3,75 mm, erkeklerde 31,44±3,65mm, Cornu majus alt uçta genişliği (CWI) kadınlarda 3,53±0,57mm, erkeklerde 4,93±1,98 mm, Cornu majus üst uçta genişliği (CWS) kadınlarda 2,78±0,35mm, erkeklerde 2,78±0,53 mm, Cornu majus alt uçta uzunluğu (CHI) kadınlarda 5,45±1,04 mm, erkeklerde 7,51±1,06 mm, Cornu majus üst uçta uzunluğu (CHS) kadınlarda 2,94±0,49 mm, erkeklerde 3,03±0,42 mm, Cornu majusun sağ ve sol üst uçları arasındaki mesafe (WCS) kadınlarda 40,78±4,65 mm, erkeklerde 45,40±6,01 mm olarak bulunmuştur. CL, CWI, CHI, BL, BH, WCS değerleri erkeklerde kadınlara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0.05). CWS ve CHS değerlerinde ise cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0,05). Sonuç: Hyoid kemiğin ölçümlerinin bilinmesi yaş ve cinsiyet belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Bazı araştırmacılar hyoid kemikten yapılan cinsiyet değerlendirmelerinin diğer kemiklerde yapılan değerlendirmelere göre daha kolay olduğunu düşünmektedirler. Bu nedenle cinsiyet belirlenmesinde kemiklerden analiz yönteminin kullanılacağı durumlarda hyoid kemiğin kullanılmasını önermektedirler. Bu ölçümlerin hyoid kemikten cinsiyet tayini yapılmasında referans olarak kullanılabileceği kanaatindeyiz. Anahtar Sözcükler: Hyoid kemik, cinsiyet belirleme, morfometri 5 P166 Foramen infraorbitale’nin morfolojisi ve morfometrisi Göztepe M.B.1, Öztürk S.2, Aytaç G. 2, Sindel M.2 1 2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem II Öğrencisi Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Türkiye Amaç: Foramen infraorbitale, içerisinden, a.v. infraorbitale ve n. infraorbitalis’in geçtiği önemli bir yapıdır. N.maxillaris, canalis infraorbitalis içinde n.infraorbitalis olarak anılır ve foramen infraorbitale’den çıktıktan sonra alt göz kapağı, üst dudak, burun boşluğu gibi ilgili yapıların sensitif innervasyonunu sağlar. N.infraorbitalis bloğu, önemli bir lokal anestezik sinir bloğu türüdür. Foramen infraorbitale, anestezi için önemli bir nokta olmasının yanı sıra, n.infraorbitalis’in hassasiyetini test etmek için bir basınç noktası olarak da kullanılabilir. N.infraorbitalis'in hassasiyeti ise extraoral muayenelerde önem taşımaktadır. Biz de çalışmamızda foramen infraorbitale'nin yerini, pozisyonunu ve boyutlarını belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalında bulunan cinsiyet ve yaşı bilinmeyen 40 kuru kafatasında foramen infraorbitale’nin, orbital kenara, apertura piriformis’e, maxilla’nın alveolar kenarına olan uzaklıkları ve foramen infraorbitalenin vertikal ve horizontal çapları dijital kumpas ile ölçüldü. Veriler SPSS programında Student-t testi ile değerlendirildi. Bulgular: Foramen infraorbitale’nin, orbital kenara olan uzaklığı; sağda, 7,31±1,21mm, solda, 7,53±1,34mm apertura priformis’e olan uzaklığı; sağda, 15,81±2,38mm, solda, 15,51±2,42 mm maxilla’nın alveolar kenarına olan uzaklığı; sağda, 29,05±3,72mm, solda, 28,87±4,26mm vertikal çapı; sağda, 3,43±0,92mm, solda, 3,22±0,78 mm horizontal çapı; sağda, 3,57±0,79mm, solda, 3,48±0,73mm olarak ölçüldü. Yapılan ölçümlerde sağ ve sol taraf arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0,05). Sonuç: Foramen infraorbitale’nin konumunun kolayca bulunabilmesi, lokal anestezik blokajda çok önemlidir ve palpasyon ile muayene sırasında da kullanılmaktadır. Elde ettiğimiz verilerin bu bölgede çalışacak hekimler için foramen infraorbitale’nin yerini daha kolay bulmalarının fayda sağlayacağını düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: Foramen infraorbitale, n.infraorbitalis, morfometri 6 P167 Plexus brachialis varyasyonu - bir olgu sunumu Karaca Bozdağ Z1, Gayretli Ö2, Arı Z1 1 İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye 2 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye Amaç: Periferik sinir sisteminin önemli bir bölümü olan plexus brachialis’in varyasyonlarının bilinmesi ve tanımlanması; nörologlar açısından görülen klinik tablonun teşhis ve tedavisinin doğru yapılması, radyologlar açısından radyolojik görüntülerde karşılaşılan yapıların ne olduğunun anlaşılması, anestezistler açısından kateterizasyon ve regional anestezi yapılacak bölgede enjeksiyonun nereye yapılması gerektiğinin bilinmesi, cerrahlar açısından ortaya çıkan patolojilerde tedavi planının doğru yapılması için klinik öneme sahiptir. Bu çalışmanın amacı, plexus brachialis varyasyonlarını ve klinik uygulamada bu varyasyonların bilinmesinin önemini tartışmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı’ndaki rutin öğrenci disseksiyonları sırasında formalin ile fikse edilmiş 74 yaşındaki bir kadın kadavrada sol taraf brachial plexus oluşumunda ve yerleşiminde varyasyonlar görüldü. Bulgular: Normal anatomik yapılanmada, C7 spinal sinirin ön dalı, truncus mediusu, C8 ve T1 spinal sinirlerin ön dalları ise truncus inferioru oluşturmalıdır. Üzerinde çalıştığımız kadavranın sol tarafında; C7, C8 ve T1 spinal sinirlerin ön dalları birleşerek tek bir gövde oluşturmuş olup, buna bağlı olarak truncus medius ve truncus inferior yerine ortak bir truncus meydana gelmiştir. Aynı tarafta, brachial plexus’un fasciculus medialis’i arteria axillaris’in lateralinde yer almaktadır. Kadavranın sağ tarafında ise truncus ve fasciculus oluşum ve yerleşiminde bir varyasyona rastlanmamaktadır. Tartışma: Plexus brachialis oluşumu, durum ve dağılımındaki anatomik varyasyonlar literatürde oldukça iyi tanımlanmıştır. Truncus anomalileri için Singla ve ark.’nın (2013) yaptığı çalışmada da bizim çalışmamızdaki gibi truncus medius ve truncus inferior ortak bir kütükten çıkmıştır. Aynı şekilde Satyanarayana ve ark.’nın (2009) yaptığı çalışmada da bizim çalışmamızdaki gibi fasciculus medialis arteria axillaris’in lateralinde yer almaktadır. Bu çalışmada, hem truncus oluşumunda hem de fasciculus yerleşimindeki varyasyonlar tanımlanmış olup, literatürde bu iki varyasyonu da birlikte içeren çalışmalara rastlanmamıştır. Anahtar Sözcükler: Plexus Brachialis, Truncus, Fasciculus, Arteria Axillaris 1 P168 Üst ekstremitede periferik sinir sıkışması ile ilişkili varyasyonlar: Olgu sunumu E Korkmaz, İA Gürses, A Öztürk. İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye Amaç: Üst ekstremitede tuzak nöropatisine sebep olabilecek bir çok anatomik neden bulunmaktadır. Karpal tünel sendromu toplumda sık görülse de diğer sıkışma sendromları görece daha nadir görülürler. Çalışmamızda üst ekstremitede birden fazla sinir sıkışmasına sebep olabilecek anatomik yapıları sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Rutin diseksiyonlar sırasında 63 yaşında erkek bağış-kadavranın her iki üst ekstremitesini diseke ettik. Bulgular: Her iki ön kolda ramus superficialis nervi radialis, m. brachioradialis tendonunu proc. styliodeus proksimalinde sağda 98 mm, solda 120 mm mesafede delerek yüzeyelleşmekteydi. Sağ hipotenar bölgede m. abductor digiti minimi’ye ait aksesuar başın Guyon kanalı içinde n. ulnaris ve a. ulnaris ile beraber uzandığını ve m. palmaris longus tendonundan başladığını gözlemledik. Her iki ön kolda m. pronotor teres caput ulnare’nin fibrotik bir bant yapısında olduğunu gördük. Bu bantların kalınlığı sağda 9.7 mm, solda 9.8 mm, n. medianus interepikondiler hattan sağda 52.2 mm, solda 53.3 mm mesafede ulnar ve humeral başların arasından geçmekteydi. Sonuç: Sinir sıkışmasına sebep olabilecek anatomik yapıların olgumuzda olduğu gibi beraber bulunması oldukça nadir bir durumdur. Tuzak nöropatilerin tanı, ayırıcı tanı ve olası cerrahi tedavisinde bu varyatif anatominin iyi bilinmesi önemlidir. Anahtar sözcükler: Tuzak nöropati, üst ekstremite, nervus radialis, nervus medianus, nervus ulnaris 2 P169 A.subclavia’nın çapındaki ve seyrindeki keskin açısal farklılık; case report Yıldız S, Ercıktı N, Yazar F. Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Askeri Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Amaç: A.subclavia’nın ilk bölümü a.carotis communis sinistra’nın arkasında, ve dördüncü torakal vertebra seviyesinde arcus aorta’dan ayrılır. Boyun kökünde üst mediasten boşluğunda yükselir ve m. scalenus anterior’un medial kenarının lateral bölgesinde kemer yapar. A.subclavia’nın ikinci bölümü m. scalenus anterior’un arkasında yatar, bu bölüm çok kısa ve arkın en yüksek parçasını oluşturur. A.subclavia’nın üçüncü kısmı, a.axillaris’in oluştuğu m. scalenus anterior’ın lateral kenarından ilk kaburganın dış kenarına lateral ve aşağı doğru ilerleyerek ikincil / yan atardamar haline gelir. Gereç ve Yöntem: Gülhane Askeri Tıp Akademisi Anatomi AD. laboratuarında yaşı 75 olan erkek kadavra üzerindeki diseksiyon sırasında a.subclavia sinistra’nın seyrinin normal anatomik pozisyonda ama açısal farklılıklarla ilerlediği görülmüştür. Bulgular: A.subclavia sinistra arcus aorta’dan ayrıldıktan sonra ilk dalı olan a.vertebralis’i vermiştir. Daha sonra keskin bir açı ile (yaklaşık 98 derece) seyrine devam etmiştir. A.subclavia sinistra’nın farklı lokalizasyonlarda çapı ölçülmüştür. Arcus aorta’dan ayrıldıktan sonraki, a.vertebralis’i verdikten sonraki ve scalen kası geçtikten sonraki çapları sırasıyla 18 mm, 13mm ve 11 mm’dir. Bu bulgulara ek olarak arcus aorta’nın bazı lokalizasyonlardaki çapları ölçülmüştür. Arcus aorta’nın tam orta noktasındaki ve subclavian arteri verdikten sonraki çapı sırasıyla 37 mm ve 32 mm’dir. Truncus brachiocephalicus’un çapı 22mm, a.vertebralis’in çapı 12 mm’dir. Sonuç: Boyunda a. subclavia’nın seyri sternoclavicular eklemden clavicula’nın orta noktası arasında bir yay şeklinde görülür. Clavicula’nın orta noktası ile orta 1/3’lük kısmı arasında clavicula’nın arkasında a. subclavia’nın nabzı alınır. A. subclavia’nın seyri klinik açıdan önemlidir çünkü üst extremitenin kanamasını durdurmak için birinci kaburgaya bası uygulanır. Sonuç olarak; a.subclavia’nın seyri, açısı ve lokalizasyonu üst extremitenin kanamasını durdurmada zorluğa neden olabilir. Anahtar Sözcükler: subclavian arter, çap, varyasyon 3 P170 Aponeurosis bicipitalis'ten kaynaklanan musculus flexor carpi radialis lifleri: olgu sunumu Üzel M, Ertaş A, Tanyeli E İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye Olgu: 2015-2016 eğitim-öğretim yılı içinde yapılan kadavra disseksiyonlarımız sırasında 69 yaşında bir erkek kadavranın sol fossa cubitalis'inde aponeurosis bicipitalis'ten (AB) kaynaklanan m. flexor carpi radialis (FCR) lifleri görüldü. Kasın çoğu lifi epicondylus medialis'ten kaynaklanırken, AB'den kaynaklanan başka kas lifine rastlanmadı. Aponeurosis bicipitalis dirsek fleksiyonda iken supinasyon yapılabilmesi için biyomekanik bakımdan önemli bir yapıdır. Aponeurosis bicipitalis onarımı yapılmamış olan m. biceps brachii (BB) tendon onarımlarından sonra hastalarda supinasyon kusurları oluştuğu belirlenmiştir. Olgumuz embriyolojik açıdan irdelenmiş, AB'nin biyomekanik etkileri irdelenmiş, literatürdeki benzer olgular ile karşılaştırılmış ve bu gibi kas tutunmalarının dirsek hareketleri üzerine olası etkileri tartışılmıştır. Anahtar Sözcükler: aponeurosis bicipitalis, m. flexor carpi radialis 4 P171 Aorta abdominalis ve arteria iliaca communis dextra kaynaklı 3 adet arteria renalis dextra varyasyonu: Olgu sunumu Baltacı BB1, Özçağlayan Ö2, Çağlar V1, Ozen OA1, 1 2 Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tekirdağ, Türkiye Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ, Türkiye Amaç: Arteria renalis’lerin orijin, sayı ve dallanma anomalilerine ve varyasyonlarına sahip olabilecekleri kadavra disseksiyonlarıyla ve yapılan klinik çalışmalarla gösterilmiştir. Böbrek arterlerinin yapısının ve varyasyonlarının bilinmesi böbrek transplantasyonu ve cerrahisi açısından önem arz etmektedir. Çalışmamızda, hastanın sağ böbreğinin arteriyel kanlanmasını sağlayan ikisi aorta abdominalis’ten biri a. iliaca communis’ten olmak üzere üç adet a. renalis dexter’in varlığını ve bu olgunun klinik önemini vurgulayarak literatür eşliğinde sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine başvuran 54 yaşındaki bayan hastanın incelenen CT anjiografi görüntülerinde sağ tarafta ikisi aorta abdominalis’ten, biri a. iliaca communis’ten ayrılan üç adet a. renalis’e rastlanıldı. Bulgular: Arteria renalis dexter ve sinister lumbal 1. ve 2. vertebralar arasındaki discus intervertebralis hizasında dik açı ile aorta’dan ayrılırlar. Böbrek arterlerinin anatomisi, kompleks bir embriyolojik gelişim göstermesinden dolayı oldukça varyasyon gösterir. Çeşitli kaynaklarda a. renalis varyasyonunun %25 ile %40 arasında olduğu belirtilmektedir. Sonuç: Arteria renalis’lerin anatomik varyasyonlarının bilinmesi, konjenital veya sonradan oluşan damar lezyonları ve abdominal aort anevrizması gibi durumların cerrahi tedavisinde, parsiel ve total nefrektomi, transplantasyon gibi böbrekle ilgili cerrahi girişimlerin sıklıkla yapılması açısından önem arz etmektedir. Anahtar Sözcükler: Varyasyon, arteria renalis dextra, aorta abdominalis ve arteria iliaca communis dextra 5 P172 Musculus sternocleidomastoideus’un çift taraflı varyasyonu: olgu sunumu Tuncel Çini N., Babacan S. , Turan Özdemir S. Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Bursa, Türkiye Amaç: Musculus sternocleidomastoideus boyun yan tarafında bulunan oblik bir kastır. Proksimalde sternum ve clavicula’dan iki baş halinde başlayan kas distalde processus mastoideus’a tutunur. Sternumdan başlayan kısmına pars sternalis, clavicula’dan başlayan kısmına pars clavicularis denir. Tek taraflı kasıldığında başı aynı tarafa çekerek rotasyon yaptırır, çift taraflı kasıldığında başı öne eğer. Kasın innervasyonu nervus accessorius ve C2-3 spinal sinirlerin ön dalları tarafından sağlanır. Klasik anatomi kitaplarında yer alan tutunma yerlerinin aksine musculus sternocleidomastoideus’un farklı birçok varyasyonu bulunmaktadır. Literatürde kasın proksimal tutunma yerine ait varyasyonlara daha fazla, distal tutunma yerine ait varyasyonların daha nadir olduğu bulunmaktadır. Vaka sunumumuzda aynı olgu üzerinde kasa ait solda tek sağda birden fazla farklı varyasyon tespit edilmiştir. Olgu: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında yapılan rutin diseksiyon sırasında 65 yaşında bir erkeğe ait kadavranın boyun bölgesinde musculus sternocleidomastoideus’un dış yan tarafında ayrı bir fasya yapısı içerisinde farklı kas grubu liflerine rastlanmıştır. Boyun sağ ve sol tarafları ayrı ayrı incelendiğinde her iki tarafta da clavicula’dan başlayıp processus mastoideus dış yan tarafında musculus trapezius liflerine karışarak oksipital kemik üzerinde sonlanan ve literatürde musculus cleiodo-occipitalis olarak adlandırılan kasa rastlanmıştır. Ayrıca sol tarafta distal sonlanma yerine yakın bölgede musculus sternocleidomastoideus’tan ayrılan bir grup kas lifinin processus mastoideus dış yan tarafında oksipital kemik üzerinde sonlandığı ve musculus cleido-occipitalis kası ile orta bölümünden bağlantıya sahip olduğu gözlemlenmiştir. Sonuç: Musculus sternocleidomastoideus, parotis bezi cerrahisini takiben gelişen Frey sendromunda, alt dudak kayıplarında, cavitas oris defektlerinin onarımında flap olarak kullanılan bir kastır. Arka kenarının orta noktası plexus cervicalis’e ait duyu sinirlerin dağılım noktası olması açısından önemli bir landmarktır. Yine boyun bölgesinde yapılan vena jugularis interna kateterizasyonu gibi invaziv girişimlerde anahtar nokta olma konumundadır. Baş boyun bölgesi cerrahisi, bölgeye yönelik invaziv işlemler ve radyolojik değerlendirmeler açısından kasa ait başlangıç veya sonlanma yeri varyasyonlarının bilinmesi ve tanımlanması önemli olacaktır. Anahtar Sözcükler: Musculus sternocleidomastoideus, varyasyon, musculus cleido-occipitalis 6 P173 Incisura suprascapularis’ in tiplendirilmesi Tuncel Çini N., Güner N. , Kafa İ. M. Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı,Bursa, Türkiye Amaç: Incisura suprascapularis üst ekstremite kemiklerinden olan scapula’nın üst kenarında processus coracoideus’a yakın olarak konumlanmıştır. Incisura suprascapularis ligamentum transversum scapulae superius tarafından foramen biçimine dönüştürülür. Plexus brachialis’ten köken alan nervus suprascapularis (C5 - C6) bu çentikten geçerek seyrine devam eder. Incisura suprascapularis, n. suprascapularis için tuzak nöropati noktalarından bir tanesidir. Çalışmamızın amacı çentiğin sınıflandırılmasında yapılan çalışmalara katkıda bulunmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı kemik koleksiyonuna ait günümüz 34 adet ve Bizans dönemine ait 21 adet olmak üzere toplam 55 adet erkek cinsiyetine ait scapula kemiği üzerinde belirlenen parametreler ile incisura suprascapularis ölçümleri yapılmıştır. Deformitesi olan kemikler çalışma dışında tutulmuş olup ölçümler dijital ortamda kalibrasyonları yapıldıktan sonra Scion Image programı kullanılarak yapılmıştır. İstatistikler SPSS 22.0 programı kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: Günümüz ve Bizans dönemine ait olmak üzere toplam üç tip incisura suprascapularis tespit edilmiştir. Bu tipler de 3 adet alt tiplere ayrılmıştır: Tip IA (MD>STD; MTD>STD), Tip IB (MD>MTD=STD), Tip IC (MD>STD>MTD), Tip II (MD=STD=MTD), Tip IIIA ( MD<STD<MTD), Tip IIIB (MD>STD=MTD), IIIC (MD>STD; STD>MTD), Tip IV (foramen suprascapularis), Tip V (incisura suprascapularis yok). Günümüz kemikleri için; Tip IA %3,7, Tip IB %0, Tip IC %9, Tip II %3,7, Tip IIIA %0, Tip IIIB %0, Tip IIIC %81, Tip IV %0, Tip V %3,7 olarak bulunmuştur. Bizans dönemi için; ; Tip IA %0, Tip IB %5,5, Tip IC %11, Tip II %0, Tip IIIA %0, Tip IIIB %0, Tip IIIC %77, Tip IV %5,5, Tip V %0 olarak bulunmuştur. İstatistiksel olarak değerlendirmek üzere Ki-kare testi yapılmış olup dönemler arası tipler arasında anlamlı bir farklılık bulunamamıştır (p=0,703). Sonuç: Yapılan çalışmalar incisura suprascapularis’in bireylerde çeşitli varyasyonlara sahip olduğunu göstermektedir bu yüzden sınıflandırılması da önem arz etmektedir. Literatürde sınıflandırma ile ilgili olarak çok sayıda çalışma olmasına karşılık standart bir yöntem bulunmamaktadır. Çalışmamız Polguj ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmada derlenen tiplendirmeler göz önünde bulundurularak yapılmış ve iki ayrı döneme ait veriler elde edilmiştir. Anahtar Sözcükler: Scapula, incisura suprascapularis, sınıflandırma, Bizans dönemi 7 P174 Arcus longitudinalis medialis pedis ile ilişkili bağların morfolojisi Babacan S., Kafa İ.M. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Bursa, Türkiye Amaç: Arcus longitudinalis medialis pedis’in korunmasında birçok bağ ve kas önemli katkı sağlar. Bu yapıların hasarlanmasına bağlı olarak pes planus (düztabanlık) oluşabilmektedir. Çalışmanın amacı, ayağın biyomekanik özelliğinin korunması için gerekli olan bağların morfometrik özelliklerinin arcus longitudinalis medialis pedis ile arasındaki korelatif ilişkinin sunulması, bu bölgedeki bağların rekonstrüksiyonu için tahmini değerleri hesaplayan regresyon formüllerinin geliştirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmanın verileri, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı’nda hazırlanan “Ayak tabanı ve ayak bileği iç taraf bağlarının morfolojisi” başlıklı yüksek lisans tezinden alındı ve söz konusu tezin poster sunumu olarak değerlendirilmesi planlandı. Çalışmada 13 yetişkin erkek kadvrasına ait toplam 26 adet ayak incelendi. Ayak uzunluğu, ayak minimum genişliği, ayak maksimum genişliği, sustentaculum tali genişliği, arcus longitudinalis medialis pedis yüksekliği, lig. collaterale mediale (lig. deltoideum), lig. calcaneonaviculare (spring ligament), lig. plantare longum ve lig. calcaneocuboideum plantare’nin proksimal ve distal yapışma yüzey genişliği, orta bölüm genişliği, kenar uzunlukları ve orta hat uzunluğu kumpas yardımı ile ölçüldü. Bağların proksimal ve distal tutunma yüzey genişlikleri ile iki tutunma yeri arasındaki mesafenin tahmini değerinin hesaplanması için regresyon formülleri geliştirildi. Verilerin istatistiksel analizleri SPSS (Ver 22.0)’de değerlendirildi. Bulgular: Ayak uzunluğunun ortalama değeri 23,42±1,77 cm ölçüldü. Ayağın minimum genişliği ortalama 35,49±3,84 mm bulunurken maksimum genişliği 81,59±7,59 mm bulundu. Arcus longitudinalis medialis pedis’in yüksekliğinin değeri 49,56±6,36 mm ölçülürken sustentaculum tali genişliğinin değeri 25,42±2,74 mm ölçüldü. Ayaklardan alınan ölçümler sağ ve sol taraf olarak karşılaştırıldı ve hiçbir değişkende anlamlı fark görülmedi. Korelasyon analizleri sonucunda; arcus longitudinalis medialis pedis’in ayak maksimum genişliği, ayak uzunluğu, lig. calcaneonaviculare’nin pars superomediale’sinin orta hat uzunluğu ve pars plantare’sinin arka kenar uzunluğu ile korelasyon gösterdiği gözlendi. Bağlara ait morfometrik özelliklerin tahmini değerleri için;“Pars tibionaviculare uzunluğu=0,727 + (0,179xpars tibiotalaris anterior uzunluğu) + (0,855xpars tibionaviculare dış kenar uzunluğu)” şeklinde 28 adet formül geliştirildi. Sonuç: Sunmuş olduğumuz bulguların arcus longitudinalis medialis pedis’in devamlılığını sağlayan bağların rekonstrüksiyonu için önemli olacağı kanaatindeyiz. Anahtar Sözcükler: arcus longitudinalis medialis pedis, lig. calcaneonaviculare, lig. plantare longum, lig. calcaneocuboideum plantare, lig. Deltoideum 8 P175 Nucleus spinalis nervi trigemini ve kulak kepçesi ile ilişkisi C. Bozer Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Balkan Yerleşkesi, Edirne, Türkiye Amaç: Kulak kepçesinin innervasyonu ile nuc. spinalis nervi trigemini ve bazı kraniyal sinirlerin ilişkisi kulak akupunkturu temelinde anatomik bağlantılarıyla incelenmiştir. Gereç ve Yöntemler: İlgili literatürde bulunan araştırma ve olgu sunumları taranmıştır. Bulgular: Medulla oblongata içerisinde yer alan nuc. spinalis nervi trigemini, n. trigeminus’un duyusal çekirdeklerinden biridir ve aynı tarafa ait yüz bölgelerinden basınç, kaba dokunuş, ağrı ve ısı duyularını taşır. Omuriliğin arka boynuzuyla devamlılık gösterecek şekilde kaudal yönde üst servikal omurilik segmentlerine (C1, C2 ve C3) kadar uzanır. N. trigeminus’a ek olarak nuc. spinalis nervi trigemini n. facialis, n. glosopharyngeus ve n.vagus yoluyla da bu sinirlerin innerve ettiği bölgelerden ağrı duyusunu alır. Sonuç: N. trigeminus, n. facialis, n. glosopharyngeus ve n.vagus (V, VII, IX, X) aynı zamanda kulak kepçesini de innerve ederler. İnnervasyon yapan tüm bu yapıların kulak akupunkturu açısından anatomik ilişkileri araştırılmıştır. Anahtar Sözcükler: auricula, n. trigeminus, n. facialis, n. glossopharyngeus, n. vagus 9 P176 Musculus extensor carpi radialis longus ve brevis’in ekstra tendonları Yıldız S, Kocabıyık N, Yazar F. Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Amaç: M. extensor carpi radialis longus ve brevis’in tendonları pençe parmağın düzeltilmesi, başparmak opozisyonunun restorasyonu, ulnar palsi, skafolunat stabilizasyon gibi durumlarda tendon transferinde kullanılır. Gereç ve Yöntemler: Biz m. extensor carpi radialis longus ve brevis’in ekstra bölünmüş tendonlarını 70 yaşında formalinle fikse bir erkek kadavrada gözlemledik. Bulgular: Olgumuzda m. extensor carpi radialis longus ve brevis’in tendonları anormal morfolojiye sahipti. M.extensor carpi radialis longus’un ayrı bir tendona sahip olduğu görüldü. Bu ayrı tendon kasın muskulotendinöz birleşmesinden orijinleniyordu ve bireysel kas tendonunu oluşarak kaynaştığı yerde kasa insersiyo yapmadan hemen once sonlanıyordu. Ek olarak m.extensor carpi radialis brevis, m.extensor carpi radialis longus’un insersiyo noktasının yakınında sonlanan ayrı bir tendona sahipti. Sonuç: Bu çalışma m. extensor carpi radialis longus ve brevis’in varolan farklı varyasyonları hakkında cerrahlara bilgi sağlayacaktır. Anahtar Sözcükler: m.extensor carpi radialis longus, m.extensor carpi radialis brevis, bölünmüş tendon, varyasyon 10 P177 Farklı acetabulum tiplerinin morfometrik karşılaştırılması Çay M, Şenol D, Köse E, Canbolat M, Özbağ D İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Amaç: Bu çalışma 42 kuru insan kalça kemiklerinde acetabulum’un morfometrik özelliklerinin ve farklı acetabulum tiplerinden ölçümü yapılan parametrelerin nasıl değiştiğinin ortaya konulmasını amaçlamıştır. Gereç ve Yöntem: İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı kemik laboratuvarında bulunun 42 adet cinsiyeti belli olmayan ve birbirleriyle sağ-sol olarak eşleşmeyen kuru insan kalça kemiklerinde acetabulum’un morfometrik ölçüleri alındı. Alınan ölçüler ve değerlendirilen parametler; Acetabulum tipi, Acetabular Çap, Acetabular Derinlik (Depth), Acetabuli Çevresi (AÇ), Acetabulum Alanı (AA), Fossa Acetabuli Yüksekliği (FAY), Inc. acetabuli genişliği (IAG), Fossa Acetabuli Alanı (FAA). Metrik ölçümler Astor Digital Caliper ile alan ölçümleri Digimizer 4.5.1 Medcalc software resim analiz programı ile yapıldı. Alınan ölçüler ışığında verilere Kruskall Wallis H testi ve korelasyon analizi uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmada 4 farklı acetabulum tipi belirlendi: açılı, düz, düzensiz, kavisli. Çap (56,11±2,57 mm), Depth (33,42±2,79 mm), FAY (33,21±6,81 mm) ve son olarak FAA (890,66±331,76 mm2) en yüksek Açılı tip acetabulumda tespit edildi. Çevre (205,75±46,28 mm), AA (3403,65±1482,42 mm2) ve IAG (27,97±8,98 mm) ile düz tip acetabulumda tespit edildi. Verilere uygulanan Kruskall Wallis H testi sonucunda farklı acetabulum tipleri arası arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Yapılan korelasyon analizine göre; Çap ile Depth ve IAG pozitif yönlü, Depth ile AÇ ve AA pozitif yönlü, AÇ ile Depth, AA, FAY, IAG ve FAA pozitif yönlü, AA ile FAY, IAG ve FAA pozitif yönlü, FAY ile FAA pozitif yönlü, IAG ile FAA pozitif yönlü korelasyona sahip oldukları belirlendi. Sonuç: Bu bilgilerin kalça artroplastisi, kalça eklemi kırığı tedavisi ve konjenital kalça çıkığı tanısı sırasında yardımcı olacağını düşünmekteyiz. Bu çalışma aynı zamanda adli tıp bilimi ve protez yapımına faydalı olacağı kanaatindeyiz. Anahtar Sözcükler: acetabulum, morfometri, kalça kemiği 1 P178 Tek koroner arter anomalisi: olgu sunumu Gun C1, Karabulut AK1, Nabi G1, Fazlıoğulları Z1, Koplay M2 1 2 Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Konya, Türkiye Amaç: Tek koroner arter anomalisi ilk defa 1903’te tanımlanmış, genellikle Fallot tetratolojisi, büyük arter transpozisyonu, bikuspit aortik kapak gibi diğer kardiovasküler anomalilerle birlikteliği olan arteria coronaria’ların çok nadir görülen çıkış anomalisidir. Tek koroner arter anomalisinin literatürde yaklaşık %0.0024 ile %0.044 arasında görüldüğü bildirilmiştir. Ramus intermedius sık görülen bir varyasyondur ve bu dal diagonal ya da ramus marjinalis sinistra gibi davranarak inferolateral duvarı besler. Olgu Sunumu: 45 yaşında erkek hastaya çekilen çok kesitli BT görüntülerinde sol Valsalva sinüsünden yaklaşık 1 cm uzunluğunda tek koroner arterin çıktığı gözlemlenmiş olup, arteria coronaria dextra ve arteria coronaria sinistra’ya dallandığı görülmüştür. Arteria coronaria dextra seyri esnasında aorta ascendens ve truncus pulmonalis arasından geçerek normal anatomik seyrinde devamlılık göstermektedir. Arteria coronaria sinistra ise ramus interventricularis anterior, ramus circumflexus ve ramus intermedius olmak üzere üç terminal dala ayrılmaktadır. Yapılan incelemede ramus interventricularis anterior ve ramus circumflexus’un normal seyrinde ve boyutlarında olduğu görülmüştür. Sonuç: Arteria coronaria anomalileri anjina, myokard enfraktüsü, ani kardiyak ölüm gibi klinik durumlara sebep olabilmektedir. Bu anomaliler nadir görülmesine rağmen, özellikle kliniğe kardiyak semptomlarla başvuran genç hastalarda ayırıcı tanıda unutulmamalıdır. Arteria coronaria anatomisinin ve anomalilerinin bilinmesi kardiyologlar ve kalp damar cerrahları için doğru tanı koyabilmek, uygun tedavi yöntemlerini seçmek ve cerrahi komplikasyonları önlemek açısından oldukça önemlidir. Anahtar Sözcükler: Tek koroner arter anomalisi, arteria coronaria, ramus intermedius. 2 P179 Üniversite öğrencilerinde musculus palmaris longus agenezisi’nin incelenmesi Gülaçtı MM1, Koskoca GE2, Demir M3, Göğremiş M4 1 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi SHMYO, Terapi ve Rehabilitasyon Bölümü , Kahramanmaraş, Türkiye 2 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Afşin SYO, Ebelik Bölümü, Kahramanmaraş, Türkiye 3 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Antomi Anabilim Dalı, Kahramanmaraş, Türkiye 4 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi SYO, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Kahramanmaraş, Türkiye Amaç: Musculus palmaris longus insan vücudunda sayısal ve formsal anatomik varyasyonları ile bilinen en değişken kastır. Ayrıca rekonstrüktif cerrahide greft olarak kullanılmaktadır. Bu amaçla üniversite öğrencilerinde palmaris longus tendonunun görülme sıklığı araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Çalışmada, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Sağlık Yüksekokulu ve Tıp Fakültesi öğrencilerinden rastgele seçilen 105 erkek ve 271 bayan olmak üzere toplam 376 sağlıklı öğrencide (ort. yaş 20.2; dağılım 18-24) Palmaris Longus tendonunun varlığı araştırıldı. Katılımcıların cinsiyet, yaş, boy ve kilo ve dominant taraf parametreleri ölçüldü. Palmaris Longus tendonun varlığını ya da yokluğunu inspeksiyon ve palpasyon ile gösterilmesi esasına dayanan Schaeffer testi kullanılarak yapıldı. Bulgular: Palmaris longus tendonu yokluğuna 41 (%10.9) erkekte ve 85 (%22.6) bayanda olmak üzere toplam 126 olguda (%33.5) rastlandı. Kasın unilateral yokluğu 47 (%12.5) olguda, bilateral yokluğu ise 79 (%21.0) olguda tespit edildi. Unilateral kas yokluğu erkeklerde 15 (%3.9) , bayanlarda 32 (%8.5)olarak hesaplandı. Bilateral kas yokluğu ise erkeklerde 26 (%6.9), bayanlarda 53 (%14.1) olarak hesaplandı. Tendon 105 (%27.9) elde sağda ve 102 (%27) elde ise solda yoktu. Yapılan istatistiksel analizlerde kas yokluğu ile cinsiyet ve dominant el arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı görüldü (p>0.05). Sonuç: Çalışmamızda, Palmaris longus tendonunun bulunmama sıklığı literatürde belirtilen oranlarla aynı bulunmuştur. Bu tendonun görülmeme sıklığının bilinmesi, rekonstrüktif el cerrahisine katkı sağlayacağı inancındayız. Anahtar Sözcükler: anatomi, palmaris longus, agenezi, insidans, schaeffer test 3 P180 Incisura scapulae’nin varyasyonlarının ve morfometrik özelliklerinin değerlendirilmesi Bahşi İ.1, Çetkin M.1, Turhan B.2, Orhan M.1, Kervancıoğlu P.1 1 Gaziantep Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Gaziantep, Türkiye Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Yüksekokulu, Fizyoterapi Rehabilitasyon Bölümü, Gaziantep, Türkiye 2 ve Amaç: Bu çalışmada incisura scapulae’nın varyasyonlarının ve morfometrik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında bulunan 73 adet erişkin scapula’sında (33 sol, 40 sağ) incisura scapulae morfolojik ve morfometrik olarak değerlendirildi. Kemiklerin yaş, cinsiyet ve ırksal özellikleri bilinmemekte idi. Scapula görüntüleri üzerinde ImageJ 1.50b software programı kullanılarak incisura scapulae’nın üst uçlarının birleştirilmesi ile elde edilen transvers uzunluk (a), a’nın orta noktasından çentiğin en derin noktasına olan uzunluk (b), b’nin orta noktasından a’ya paralel olarak çizilen orta transvers uzunluk (c) ile incisura scapulae’nın kenarları ve a ile sınırlandırılan bölgenin alanı ölçüldü. Incisura scapulae, üst transvers çap, derinlik ve orta transvers çapın birbirleriyle olan nicel ilişkisi dikkate alınarak altı gruba ayrılarak tiplendirildi. Morfometrik özellikleri a>c>b şeklinde olan incisura scapulae’lar Tip 1, a>b>c şeklinde olanlar Tip 2, b>c>a şeklinde olanlar Tip 3, b>a>c şeklinde olanlar Tip 4, c>b>a şeklinde olanlar Tip 5 ve c>a>b şeklinde olanlar ise Tip 6 olarak sınıflandırıldı. Ligamentum transversum scapulae superius’un tamamen veya kısmen kemikleşmesi sonucu oluşan varyasyonlar ayrı olarak değerlendirildi. Bulgular: Değerlendirilen 73 adet incisura scapulae’nın 3’ünde foramen scapulae, 2’sinde de incisura scapulae’nın üst açıklığında kısmi kemikleşme görüldü. Geriye kalan 68 scapula’nın 55’inin Tip 1 (%75.3), 5’inin Tip 2 (%6.8), 2’sinin Tip 3 (%2.7), 4’ünün Tip 4 (%5.5), 1’inin Tip 5 (%1.4) ve 1’inin de Tip 6 (%1.4) olduğu tespit edildi. Incisura scapulae’nın kenarları ve a ile sınırlandırılan bölgenin alanı ortalama 5.68±3.37 mm2, a; 11.54±4.12 mm, b; 6.89±2.44 mm ve c; 9.09±2.83 mm olarak ölçüldü. Sonuç: Nervus suprascapularis’in sıkışma ve yaralanmalarında incisura scapulae’nın morfometrik özellikleri, foramen suprascapularis veya kısmi kemikleşmenin varlığı klinik olarak önemli bir faktördür. Bu nedenle incisura scapulae’nın varyasyonları klinik ve cerrahi uygulamalarda akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Sözcükler: Incisura scapulae, varyasyon, morfometri 4 P181 M.subclavius posticus: Vaka Raporu Erdoğan K, Yarar B, Çizmeci G, Ay Keselik G, Malas MA. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye Amaç: M.subclavius posticus boyun kökünde scapula ile 1. kosta kıkırdak kısmı arasında bulunan fazladan bir kastır. Boyunda bu aksesuar kasın bulunması Torasik Outlet Sendromuna sebep olabilir. Bu çalışmadaki amacımız 60 yaşındaki bir erkek kadavrada bulunan M.subclavius posticus varyasyonunu göstermektir. Gereç ve Yöntem: Anabilim dalımıza ait laboratuvarımızda rutin diseksiyon sırasında unilateral M.subclavius posticus varlığı gözlenmiştir. Bu bölgenin ve bölgedeki anatomik yapıların daha iyi incelenebilmesi için clavicula sternum ve akromial eklemden uzaklaştırılmıştır. Bulgular: M.subclavius posticus kadavranın sol tarafında gözlenmiştir. Kasın proksimal ucu 1.kostanın kıkırdak kısmına tutunmaktadır. Distal ucu, M.omohyoideus venter inferor’un tutunduğu yerde, scapula’nın üst kenarında sonlanmaktadır. Kas subclavian damarların ve pleksus brachialis’in yüzeyelinden geçmektedir. Sonuç: Cerrahi girişimlerle ilişkili olan bu alandaki varyasyonların tanımlanmasının nörolojik ve radyolojik çalışmalar için yararlı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar Sözcükler: m.subclavius posticus, torasik çıkış sendromu, boyun anatomisi 5 P182 Fetal ligamentum cruciatum anterior Akin D1, Aydin Kabakçi AD1, Büyükmumcu M1, Güngörer S2 1 Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye 2 Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Konya, Türkiye Amaç: Diz eklemi insan vücudunda travmaya en çok maruz kalan bölgedir. Bu travmalar özellikle trafik kazaları ve sportif hareketler esnasında meydana gelmektedir. Diz eklemine zarar veren sportif faaliyetlerin başında futbol, basketbol, kayak ve atletizm yer almaktadır. Özellikle bu sportif faaliyetler sonucunda diz ekleminin stabilizesinden sorumlu olan ligamentler zarar görebilir. Ligamentum cruciatum anterior (ACL) da zarar göre prevalansı başta olan bir bağdır. Son zamanlarda yapılan artroskopik çalışmalar fetuslara ait ACL’nın anatomik yapısının yetişkinlerden farklı olduğunu ortaya koymuştur. Bu amaçla fetuslarda ACL’nin anatomik yapısı hakkında daha çok bilgi vermeyi amaçlayan bu çalışma tasarlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Mikrodiseksiyon Laboratuvarı’nda yer alan 20 fetus (12 erkek, 8 dişi) üzerinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmada öncelikle tüm fetusların diz bölgelerinin diseksiyonu gerçekleştirilmiştir. Çalışmada miksrodiseksiyon aletleri, mikrodiseksiyon mikroskobu (Kaps Sam 62), 0,01 mm hassasiyete sahip kumpas (Stainless hardened) ve kamera (Canon D1000) kullanıldı. ACL’nin origo noktasındaki, insersiyo noktasınındaki ve tam orta noktadaki kalınlığı, ACL’nin lateral kenarının uzunluğu, tam orta noktasının uzunluğu ve medial kenarının uzunluğu, inc. intercondylaris’in proksimal, orta ve distal noktadaki genişliği ölçüldü. Tüm ölçümler diz flesiyon pozisyonundayken gerçekleştirildi. Elde edilen veriler SPSS 21.0 programında değerlendirildi. Veriler hem tanımlayıcı (ortalama, standart sapma, maksimum ve minimum değerleri ve yüzdeleri) ve hem de istatistiki açıdan değerlendirildi. Sonuçlar %95 güven aralığı içerisinde değerlendirildi ve istatiksel olarak p değeri p<0.01 önemli olarak Kabul edildi. Bulgular: Çalışma sonucunda sağ taraf lig. cruciatum anterior’un proksimal, orta ve distal kısımlarının kalınlıkları sırasıyla ortalama 3.07±1.57, 2.64±1.56, 2.76±1.47, sol tarafta ise 3.28±1.57, 2.93±1.28, 3.04±1.39 olarak belirlenmiştir. Sağ taraf inc. intercondylaris arası genişlik proksimalde 3.14±1.16, ortada 3.70±1.2 ve distalde 4.22±1.36, solda ise sırasıyla 3.43±1.32, 3.92±1.24, 4.58±1.49 olarak belirlenmiştir. Erkek ve dişi fetusların sağ ve sol ACL’leleri karşılaştırıldığında parametreler arasında istatiksel olarak anlamlı bir değer bulunamamıştır. Ayrıca bir çok parametre arasında korelasyon ilişkisi tespit edilmiştir. Sonuç: Çalışma sonucunda elde edilen verilerin ACL’nin anatomik olarak gelişimi hakkında bilgi edinilmesine ve fonksiyonel olarak diz eklemi ile yakından ilişkisine ışık tutacağı kanısındayız. Anahtar Sözcükler: ACL, Fetal, Morfoloji 6 P184 Ligamentum cruciatum posterior’un insan fetuslerinde mikroanatomik olarak araştırılması Güngörer S2, Büyükmumcu M1, Akin D1, Aydin Kabakçi AD1, Cihan E3 1 Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye 2 Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Konya,Türkiye 3 Selçuk Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Konya, Türkiye Amaç: Dizin central kompleksini oluşturan primer ligamentlerden biri olan ligamentum cruciatum posterior (LCP) diz stabilizasyonunda önemli rol oynar. LCP’nin şekli ve femoral yapışma yeri ölçüleri geniş varyasyonlar gösterebilir. Bu çalışmada, insan fetüslerinde LCP’nin gestasyonel yaşa göre morfometrik olarak değerlendirilmesi, anatomik varyasyonlarının cinsiyete göre belirlenmesi ve görülme insidanslarının bildirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız, gestasyonel yaşları 13-25. haftalar arasındaki ikinci trimester’e ait toplam 20 abort fetus üzerinde gerçekleştirildi. Çalışmada tüm fetuslara ait her iki taraf diz bölgesinde LCP açıkça görülecek şekilde diseksiyonları yapıldıktan sonra ölçümleri alındı. Bulgular: Tüm parametreler için ortalama değerler tespit edildi. LCP’ye ait parametrelerin karşılaştırılmasında cinsler ve taraflar arasında istatistiki olarak anlamlı bir fark bulunamadı (p<0,05). LCP ve PMB’ye (posteromedial band) ait tüm ölçümlerde sağ ve sol taraflar arasında da istatistiki olarak anlamlı bir fark bulunmazken, ALB’nin (anterolateral band) proksimal genişlik ölçümlerinde istatistiki olarak anlamlı fark olduğu belirlendi (p<0,05). LCP’nin ve PMB’nin orta nokta genişlik ölçümleri hariç LCP’ye ait tüm parametrelerde güçlü korelasyon ilişkisi bulundu(r<0,01). Sonuç: Fetal gelişimde fetüs ile ilgili parametrelerin normal değerlerinin gestasyonel yaşa göre elde edilmesi, her toplumun kendi hasta populasyonu için kendi normal değerlerini belirlemesi ve fetal büyüme eğrilerinin çıkarılması önem arz etmektedir. Diz eklemi rahatsızlıkları günlük yaşamda çok karşılaşılan ve cerrahi girişim gerektiren olguların büyük bir bölümünü oluşturur. LCP’nin izole yaralanması çok sık görülmemekle birlikte, LCP’nin de dahil olduğu kompleks bağ yaralanmalarında LCP tamiri primer önem taşımaktadır. Cerrahi girişim ile tamir edilmeyen LCP durumlarında posterolateral instabilite gelişmektedir. Son 20 yılda yetişkinlerde LCP yaralanmaları literatürde oldukça geniş yer tutarken, çocuklarda ve gençlerde LCP yaralanmasıyla ilgili çalışma çok azdır. Özellikle fetal dönemde LCP anatomisinin incelendiği çalışmalar daha kısıtlıdır. Ayrıca var olan çalışmalar da fetal dönemde LCP’nin yetişkin LCP’sinde olduğu gibi farklı iki demetten oluştuğundan bahsedilmemiştir. Diz anatomisinin tam anlaşılması gerçekleştirilen ligament rekonstrüksiyonlarının başarısını artırmak ve iatrojenik riskleri minimalize etmek açısından gereklidir. Çalışmamızdan elde edilen verilerin bu konu ile ilgili diğer çalışmalara ve LCP’nin cerrahi girişimlerinde, hasta konforunu arttırmak ve cerrahi başarı oranını yükseltmek açısından LCP anatomisinin bilinmesinin cerrahlara faydalı olacağı kanısına varılmıştır. Anahtar Sözcükler: Ligamentum Cruciatum Posterior, diz biyomekaniği,diz bölgesi, fetüs 7 P184 V. glutea inferior ile v. profunda femoris’in bağlanti ve seyir varyasyonu; olgu sunumu Fahrioğlu SL1, Koç T2, Kurtoğlu Z2, İlgi NS1. 1 2 Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Lefkoşa , KKTC Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye Amaç: Rutin kadavra gluteal bölge ve uyluk arka taraf diseksiyonu sırasında rastlanılan, siyatik sinir blokajı sırasında klinik açıdan önemli olabilecek, v. profunda femoris’in perforan dalları ile v. glutea inferior arasındaki bağlantı özellikleri ve komşu kas, sinir ve damar yapıların yerleşimleri ile olan ilişkisi değerlendirildi Gereç ve Yöntem: Altmış dört yaşındaki erkek kadavrada sol regio glutealis ve uyluğun arka bölgesinin diseksiyonu sırasında, v. glutea inferior’un foramen infrapiriforme’ten geçip, m. gluteus maximus’un liflerine ulaştığı tespit edildi. V. glutea inferior’dan ayrılan kalın bir dalın, n. tibialis’e eşlik ederek (epineuriumun dışında) m. biceps femoris’in derininde uyluğa kadar ilerlediği ve v. profunda femoris’in 3. perforan dalı ile düğüm görünümlü bağlantı kurduğu saptandı. Bu bağlantı noktalarında çap ölçümleri, komşu yapılar (kas-damar-sinir) ve hiatus adductorius ile olan ilişkisi değerlendirildi. Bulgular: Uyluk arkasında gerçekleştirilen diseksiyonda, v. profunda femoris’in perforan dallarının normalden daha yüzeyde yerleştiği ve n. tibialis ile n. peroneus communis’e çok yakın bulunduğu gözlendi. V. profunda femoris’in 3. perforan dalının (3PFV) “Z” harfi şeklinde bükülerek bölgede hacimli bir venöz yapı oluşturduğu tespit edildi. V. glutea inferior (VGI)’dan gelen dalın, v. profunda femoris’in İkinci büklüm noktasına bağlandığı ve bağlantı noktasındaki çapının 2 mm olduğu belirlendi. Bu bağlanma noktasının, 3PFV’nin “Z” şeklindeki seyrini askıya aldığı gözlendi. 3PFV’in, hiatus adductorius’un 72 mm proksimalinde yer aldığı ve m. adductor magnus’u delerek uyluğun ön tarafına ulaştığı tespit edildi. Bu bağlantı noktasında 3PFV’ne, a. profunda femoris’in 3. perforan dalı (3PFA) eşlik ediyordu. M. adductor magnus’un liflerini delmeden önce 3PFV ve 3PFA çapları sırasıyla 4.8 mm ve 3.8 mm olarak ölçüldü. 3PFA’in de, venin “Z” şeklindeki seyrine eşlik ederek, m. semitendinosus ve m. semimembranosus içinde sonlandığı tespit edildi. Bunlara ek olarak, V. profunda femoris’in 2. perforan dalının “M” harfi şeklinde seyrettiği ve çapının 4.5 mm olduğu tespit edildi. Sonuç: V. glutea inferior ile v. profunda femoris’in perforan dalları arasında bulunan bağlantı ile birlikte, bu perforan dalların, normal anatomik lokalizasyondan farklı olarak, çok daha yüzeyelde; n. tibialis ve n. peroneus communis seviyesinde bulunması ve hacimli bir venöz kitle oluşturması siyatik sinir blokajı sırasında göz önünde bulundurulmalıdır. Anahtar Sözcükler: V. glutea inferior, v. profunda femoris, n. tibialis, n. peroneus communis, regio glutealis 8 P185 Aksesuar piriformis kası ve pleksus sacralis dal varyasyonları: olgu sunumu Fahrioğlu SL1, Koç T2, Kurtoğlu Z2, İlgi NS1. 1 2 Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Lefkoşa, KKTC Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye Amaç: Rutin bir kadavra diseksiyonu sırasında rastladığımız olağan yerleşimli bir musculus piriformis (MP) ile beraber aksesuar piriformis kasının (APK) morfolojik özellikleri ile komşuluğundaki sinir ve damar yapıları tariflendi. Gereç ve Yöntem: %10 formalin ile fikse edilmiş 64 yaşındaki erkek kadavrada yapılan gluteal bölge diseksiyonu sırasında, sol tarafta, m. piriformis’in distalinde, bu kastan ayrı birer origo ve insertio noktasına sahip varyatif bir kasa rastlandı. Bu kasın yerleşimi ve m. piriformis ve pleksus sacralis’in dalları ile olan komşulukları değerlendirildi. Bulgular: M. piriformis’in liflerinin ilk üç foramina sacralia çevresinden başlayıp trochanter major’ün tepesinde sonlandığı ve tendon kısmına m.gluteus medius ve m.gluteus minimus’tan liflerin katıldığı tespit edildi. Varyatif kas liflerinin MP’in distalinde bulunduğu, MP’e paralel seyrettiği, pelvik yüzdeki son foramen sacralia’dan ve ligamentum sacrotuberale’nin bir bölümünden başlayıp trochanter major’ün medial kenarına yapıştığı (kısa-dar tendon şeklinde) tespit edildi. Her iki kasın tendonlarının genişliği ve uzunluğu ölçülerek kaydedildi. Nervus ischiadicus’un (NI) MP ve APK’nın derininde, n. peroneus communis ve n. tibialis dallarına ayrıldığı tespit edildi. Ayrıca bu bölgede 2 adet n. gluteus inferior gözlendi. N. tibialis, n. pudendus ve n. gluteus inferior’lardan birinin APK’nın altından, diğer n. gluteus inferior, n. peroneus communis ve n. cutaneus femoralis posterior’un ise MP ve APK’nın arasından geçtiği tespit edildi. N. peroneus communis ve n. tibialis’in uyluğun arkasında ayrı ayrı distale doğru seyrettiği gözlendi. Sağ regio glutealis’te; PM, NI’un ve diğer sinir yapıların seyri beklendiği gibiydi. Sonuç: Yapılan diseksiyonda bu varyatif kasın MP’den farklı bir origo ve insertio noktası olduğu, ayrıca MP ile bu kas arasında lif alışverişi olmadığı görüldü. Bu sebeple bu varyatif kas; MP’nin bir karnı ya da bir parçası olarak değil, aksesuar piriformis kası (APK) olarak adlandırıldı. Bu varyatif kasın varlığı gluteal bölgenin cerrahi girişimlerinde ve piriformis sendromu olarak adlandırılan, MP’in n. ischiadicus’a veya dallarına basısı sonucu oluşabilen tuzak nöropatisinin tanı ve tedavisinde akılda tutulmalıdır. Anahtar Sözcükler: M.piriformis, aksesuar piriformis kası, n. ischiadicus, regio glutealis 9 P186 Ventral C1-C2 kompleksinin cerrahi anatomisi: Kadavra çalışması Çırpan S1, Sayhan S1,2, Yonguç GN1, Eyüboğlu C1, Güvençer M1, Naderi S3 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı İzmir, Türkiye Denizli Devlet Hastanesi, Beyin Cerrahisi Kliniği Denizli, Türkiye 3 Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye 2 Amaç: Transoral odonteidektomi (TO) ventral spinal kord dekompresyonunda önemli bir cerrahi yöntemdir. Başarılı bir TO, ventral C1-2 kompleksinin cerrahi anatomisini bilmeyi gerektirir. Bu çalışmanın amacı, atlantoaksiyel kompleksin ventral yüzde nörovasküler yapılarla ilişkisinin morfometrik olarak değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında yer alan, 6 adet, %10’luk formalin solüsyonu ile fikse, erişkin, erkek, kadavraların baş boyun piyeslerinde yapıldı. Orta hat ile sağ ve sol tarafta arteria carotis interna (ACI), arteria vertebralis (AV), nervus hypoglossus (NH) arası mesafe ile üst kesici dişler (ÜKD) ve C1. vertebranın tuberculum anterius’u arası mesafe, nares ile ile nasopharynx’in posterior duvarı arası mesafe, C1 vertebranın arcus anterior yüksekliği, dens axis’in facies articularis anterior’unun genişlik ve yüksekliği 0.01mm’ye duyarlı dijital kumpas ile ölçüldü. Bulgular: ACI ve orta hat arası mesafe C1 düzeyinde sağda 24,73 mm, solda 24,51mm, C2 düzeyinde, sağda 26,32mm ve solda 25,92mm; AV ve orta hat arası mesafe, C1 düzeyinde, sağda 26.38 mm ve solda 26.69mm, C2 düzeyinde sağda 15.44mm ve solda 15.31mm; NH ve orta hat arası mesafe, C1 düzeyinde sağda 33,78mm ve solda 32,76mm, C2 düzeyinde sağda 33,51mm ve solda 33,65mm ölçüldü. Nares ve nasopharynx posterior duvarı arası mesafe 96,16mm ölçüldü. Üst kesici dişler ve C1. vertebranın tuberculum anterius’u arası mesafe 84,14mm, C1 vertebranın arcus anterior yüksekliği 13,89 mm, dens axis’in facies articularis anterior’unun genişliği ve yüksekliği sırasıyla 8,68 mm ve 11,64 mm olarak ölçüldü. Sonuç: Güvenli transoral cerrahi yaklaşım için C1-C2 vertebralarının önemli komşu nörovasküler yapılara olan uzaklık ilişkileri önem taşımaktadır. Anahtar Sözcükler: Atlas, axis, C1-2 kompleksi, kranyovertebral bileşke 10 P187 Lumbosakral transizyonel vertebra: lumbalizasyon anatomik çalışma Yonguç GN1, Çırpan S1, Sayhan S1,2, Eyüboğlu C1, Güvençer M1, Naderi S3 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı İzmir, Türkiye 2 Denizli Özel Ege Hastanesi, Beyin Cerrahisi Kliniği, Denizli, Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye 3 Amaç: Lumbosakral transizyonel vertebra (LSTV) yaygın bir konjenital anomalidir. İnsidansı %3 ile %30 arasında değişmektedir. Bu çalışmanın amacı, kuru kemik sakrumlarda lumbalizasyon tiplerinin ve insidansının araştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında yer alan, yaşı ve cinsiyeti bilinmeyen 110 adet kuru erişkin insan sakrum kemiği makroskobik olarak incelendi. S1-S2 seviyesinde corpus vertebrae’lar arası mesafe anterior ve posterior’da, processus spinosus, processus transversus, processus articularis inferior, ve lamina arcus vertebrae’lar değerlendirildi. Corpus vertebrae’lar arası mesafe sağdan sola doğru 3 zona ayrılarak tanımlandı. Bulgular: 110 sakrumun 24’ünde (%21.82) S1-2 düzeyinde lumbosakral transizyonel vertebra (LSTV) tespit edildi. Sakrum S1-S2 düzeyinde corpus vertebra’lar arası mesafe anterior’dan değerlendirildiğinde 8 (%33,33) sakrumda tam açık olduğu, 1’inde (%4,17) 1. zonda, 11’inde (%45,83) 2. zonda, 1’inde (%4,17) 1. ve 3. zonlarda, 2’sinde (%8,34) 1., 2. ve 3. zonlarda açıklık gözlenirken; 1 sakrumun ise anterior yüzde tam kapalı olduğu gözlendi. Sakrum S1-S2 düzeyinde posterior’dan değerlendirildiğinde corpus vertebrae’lar arası mesafede 1., 2. ve 3. zonda birer sakrumda (%4,17) açıklık gözlenirken, 5’inde (%20,83) tam açıklık olduğu ve 16’sında (%66,66) tam kapalı olduğu gözlendi. Processus transversus ve processus articularis’ler arası mesafenin tüm sakrum’larda tam kapalı olduğu gözlendi. Lamina arcus vertebra’lar arası mesafede 1 sakrumda (%4,17) sol tarafta açıklık, 1’inde ise bilateral açıklık olduğu gözlendi. Processus spinosus’lar arası mesafe değerlendirildiğinde 13’ünde (%54,17) forme olduğu, 2’sinde (8,33) pencere, 2’sinde (8,33) foramen şeklinde açıklık gözlendi. Sonuçlar: Lumbalizasyon, lumbosakral bölgenin biyomekaniği açısından, önemli bir transisyonel anomalidir. Spinal cerrahide önceden saptanmamış LSTV ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Doğum sırasında LSTV pelvisin mobilizasyonunu engelleyebilir. LSTV’nin yüksek insidansı, lumbosakral vertebraların dikkatli radyolojik incelenmesini gerektirir. Anahtar Sözcükler: Lumbalizasyon, sacrum, S1-S2 düzeyi 11 P188 Musculus flexor carpi ulnaris varyasyonu: Olgu sunumu Yonguç GN1, Çırpan S1, Eyüboğlu C1, Bulut B1, Sayhan S1,2, Güvençer M1 1 2 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye Denizli Özel Ege Hastanesi, Beyin Cerrahisi Kliniği, Denizli, Türkiye Amaç: Musculus flexor carpi ulnaris (MFCU), önkol yüzeyel fleksör kasları arasında en medialde yer alanıdır. Humerus ve ulna’dan başlayan ve tendinöz bir arkla bağlantılı iki başı vardır. Caput humerale humerus’un medial epikondilinden, caput ulnare olecranon’un medial kenarı ve ulna’nın arka yüzünün üst bölümünden başlar. Önkolun distalinde kalın bir tendonla devam eden kas, os pisiforme, os hamatum ve 5. metakarpal kemiğe tutunarak sonlanır. MFCU, önkolda nervus ulnaris (NU), arteria ulnaris (AU) ve venae ulnares gibi nörovasküler yapıların tanımlanmasında önemli bir anatomik bir rehberdir. El fleksiyon ve adduksiyonda iken önkolun distalinde kolayca palpe edilebilir. Klinik tanı ve cerrahi prosedürler açısından bu kasın varyasyonlarının ve özelliklerinin tanımlanması oldukça önemlidir. Gereç ve Yöntem: Anatomi Anabilim Dalı labaratuvarında %10’luk formalin solusyonu ile fikse edilmiş bir erişkin erkek kadavrada eğitim amacıyla yapılan diseksiyonlar sırasında, kadavranın sol üst ekstremitesinde MFCU’in unilateral varyasyonu izlendi. Olgu fotoğraflanarak, morfolojik olarak değerlendirildi. Bulgular: MFCU, ortak origoya sahip olduğu halde, kas gövdesi ikiye ayrılmaktaydı ve önkolun distal yarısında iki tendonla devam ettiği gözlendi. Retinaculum musculorum flexorum’un önünde, bu tendonların lifleri birleşerek os pisiforme, os hamatum ve os metecarpale V’in proximalinde sonlanmaktaydı. NU ve AU, ortak tendonun lateralinde yer almaktaydı. Sonuç: Özellikle tenis, golf gibi sporlarda, MFCU’in aşırı kullanım ve ani hareketler sonucu hasarlanması veya sinir basısı oluşturması nedeniyle bölgeye tıbbi ya da cerrahi girişim gerekebilir. MFCU, önkolda NU, AU ve ilişkili venae comitantes gibi nörovasküler yapıların tanımlanmasında önemli bir anatomik bir rehberdir. El fleksiyon ve adduksiyonda iken önkolun distalinde kolayca palpe edilebilir. MFCU’in, kas flebi olarak kullanımı ayrıca önem taşımaktadır. Bu kapsamda MFCU’in varyasyonlarının dikkate alınması ön kolun görüntülerinin doğru bir şekilde değerlendirilmesinde ve yapılacak klinik ve cerrahi işlemlerin güvenli bir şekilde yapılmasında önemli olacaktır. Anahtar Sözcükler: Musculus flexor carpi ulnaris, varyasyon, önkol, aksesuar kas 12 P189 Kaudal epidural anestezi ve epiduroskopik spinal cerrahi açısından sakral hiatus ve sakral kornuların morfolojik ve morfometrik değerlendirmesi Sayhan S1,2, Yonguç GN1, Bulut B1, Eyüboğlu C1, Güvençer M1, Naderi S3 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı İzmir Denizli Devlet Hastanesi, Beyin Cerrahisi Kliniği Denizli 3 Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul 2 Giriş: Sakral hiatus (SH) anatomisinin iyi bilinmesi özellikle epiduroskopi ve kaudal epidural blok girişimleri için dural hasarı önlemede ve girişimlerin başarısında önemlidir. Bu çalışmada sakral hiatus ve kornu yapılarının morfolojik ve morfometrik olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, Dokuz Eylül Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında yer alan, yaşı ve cinsiyeti bilinmeyen, 100 adet erişkin insan kuru kemik sakrumunda yapılmıştır. Ölçümler iki kör araştırmacı tarafından gerçekleştirilmiştir. Parametreler, sakral uzunluk, genişlik, sakral indeks, sakral hiatus (SH)’un anteroposterior mesafesi, S2 foramenler ile SH apeksi arası mesafe, S1 üst kenarı ile SH apeksi arası mesafe ölçümleri olarak belirlenmiştir. Ölçümler 0,01mm’ye duyarlı dijital kumpas ve açı ölçümleri de 1 dereceye duyarlı gonyometre ile yapılmıştır. Bulgular: Sakral indeks 107,04±8,77, SH’un uzunluğu, genişliği ve anteroposterior mesafesi sırasıyla 31,98±10,08 mm, 17,53±3,62 mm, and 5,76±16,50 mm olarak ölçülmüştür. SH apeksi ile S2 foramenler arası mesafe ve S1 üst kenarı ile SH apeksi arası mesafe sırasıyla 37,89±9,55 mm, 68,80±13,07mm olarak ölçülmüştür. Olguların %75’inde SH apeks düzeyi S4’tedir. SH bazisi olguların %30’unda koksiks düzeyindedir. SH’un morfolojik olarak şekli, %42 oranında “U” şeklinde ve %32 oranında “V” şeklindedir. %3 olguda SH yok ve %7 olguda sakral kornu bilateral yoktur. Sonuç: SH, pekçok morfolojik ve morfometrik varyasyona sahiptir. Minimal invaziv girişimler son yıllarda gelişmektedir. Lumbosakral omurgaya yapılan tanı ve tedavi girişimlerini başarısı için SH’un morfolojik ve morfometrik özelliklerinin bilinmesi önem taşımaktadır. Anahtar Sözcükler: Sacrum, hiatus sacralis, cornu sacrale 13 P190 Sakrum posterior duvar defekti: Sakral spina bifida’nın anatomik çalışması Yonguç GN1, Sayhan S1,2, Çırpan S1, Bulut B1, Güvençer M1, Naderi S3 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı İzmir Denizli Özel Ege Hastanesi, Beyin Cerrahisi Kliniği Denizli 3 Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul 2 Giriş: Sakral spina bifida, nörolojik bulgulara yol açabilen önemli bir vertebral anomalidir. Bu çalışmanın amacı, kuru sakral kemiklerde spina bifida insidansının, tiplerinin, morfolojik ve morfometrik özelliklerinin belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında yer alan, yaşı ve cinsiyeti bilinmeyen 110 adet kuru erişkin insan sakrumu makroskobik olarak incelendi. Sakral spina bifida olguları tespit edildi. Morfolojik ve morfometrik özellikleri incelendi, tiplendirildi. Ölçümler 0,01mm’ye duyarlı dijital kumpas ile yapıldı. Bulgular: 110 sakrumdan 22’sinde (%20) parsiyel ya da tam spina bifida tespit edildi. Spina bifidalı 6 olguda (%27,27) aynı zamanda sakralizasyon da bulunmaktaydı. Sakrum posterior yüksekliği 113±11,22 mm, crista sacralis mediana uzunluğu 61,08±20,25 mm, hiatus sacralis (HS)’te kornular arası mesafe 16,47±2,90mm, HS yüksekliği 24,50±11,29mm olarak ölçüldü. Açıklık şekline gore tiplendirme yapıldı. Spina bifida, 4 olguda (%18,2) pencere şeklinde, 3 olguda (%13,6) lineer, 1 olguda (%4.5) köprü şeklinde, 5 olguda (%22,7) ‘˅’ şeklinde, 5 olguda (%22,7) ‘˄’ şeklinde, 2 olguda delik şeklinde (%9.1), 1 olguda (%4.5) “8” şeklinde ve 1 olguda (%4.5) tam açık olarak tespit edildi. HS’un apekss düzeyi, 20 sakrumda değerlendirildi. 8 olguda (%40) S3 düzeyinde, 10 olguda (%50) S4 düzeyinde, 2 olguda (%10) S5 düzeyinde olduğu görüldü. Sonuç: Bu çalışmada sakral spina bifida’nın morfolojik olarak farklı tiplerinin olduğu gözlendi. Böyle bir durumun varlığı lumbosakral bölge ile ilgili ameliyatı planlanan olguların, preoperatif değerlendirilmesinde dikkate alınmalıdır. Anahtar sözcükler: Sakrum, arka duvar kapanma defekti, spina bifida 1 P191 Türkiye’de ve dünyada kadavranın anatomi eğitiminde kullanımı ve fiksasyon yöntemleri Ortadeveci A.1, Öz S.2 1 2 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir, Türkiye Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Hizmetleri MYO, Eskişehir, Türkiye Amaç: Anatomi, kadavranın en çok ihtiyaç duyulduğu ve eğitiminin en önemli parçası olan bilim dalıdır. Ülkemizde kadavraya erişim konusunda ciddi sıkıntılar bulunmaktadır. Kadavra probleminin çözümü ile ilgili farklı uygulamalara değinen bu çalışmamızda esas olarak bu sıkıntının aşılmasına yönelik çeşitli yöntemler önerilmiştir. Gereç ve Yöntem: Pubmed ve Google akademik arama motorları ile ‘kadavra, kadavra fiksasyonu, kadavra kullanımı’ ile ilgili makaleler taranarak, bunların arasından amacımıza en uygun olan 22 makale seçildi. Ayrıca yurtiçi ve yurtdışındaki Anatomi eğitimi veren kurum ve kuruluşlardan doğrudan konu hakkında bilgi alındı. Bulgular: Bu noktada önümüze çıkan ilk sorun ‘kadavra sayısı’dır. İdeal bir anatomi eğitimi için kadavra başına düşen öğrenci sayısı ‘6-10’ arası olması gerekirken, 2013 yılında yapılan bir çalışma bu rakamın Türkiye’de ‘261’ olduğunu ortaya koymaktadır. İçinde bulunduğumuz kadavra yetersizliği probleminin temel sebebi ‘tüm kadavra bağış sayısı’nın azlığıdır. Bu rakam 2012 yılında ‘milyonda 4,6’, 2014 yılında ise ‘milyonda 5,4’ olarak belirtilmiştir. Aynı rakamlar 2014’te İspanyada 35,9, ABD’de 26,6’dır. Diğer bir önemli sorun ise ‘kadavranın kullanımı’ ve ‘kadavra doku ve organlarının gerçeğe yakınlığı’ sorunudur. Çeşitli araştırmalarda öğrencilerin kadavradaki dokuların gerçeğe benzerliği ile ilgili ciddi sıkıntılar yaşadıkları belirtilmektedir. Sonuç: Ülkemizde anatomi eğitiminde kadavra ihtiyacının karşılanamadığı ortadadır. Bu nedenle ilk amaç kullanılan kadavra sayısının artırılmasıdır. Bu da doğrudan donör sayısının arttırılmasına bağlıdır. Donör sayısını arttırmak için anatomi anabilim dallarının dışında özel merkezler kurulmalı ve halk bağış yapmaya teşvik edilmelidir. Halkı yönlendirecek çalışmalar yazılı ve görsel basın üzerinden de desteklenmeli ve ünlü isimler de dahil edilerek halkın dikkati konuya çekilmelidir. Kadavraların korunması ve kullanılması huşunda ise yapılacak bazı değişikliklerin faydalı olabileceği ön görülmektedir. Ülkemizde kadavrayı muhafaza etmek amacıyla en çok kullanılan solüsyonlar formaldehit bazlı olanlardır. Fakat bu solüsyonlar aynı zamanda kadavra üzerinde doku ve organ morfolojilerinde ciddi değişikliklere yol açabilmektedir. Bu olumsuzluklardan uzaklaşmak adına İngiltere’de etanol bazlı ‘Cantabrian (Cambridge)’ solüsyonu tercih edilmekteyken, bazı Avrupa ülkeleri ‘Ethanol-Gliserin’ metodunu, ‘doymuş tuz çözeltisi’ni veya Walter Theil’in geliştirdiği özel fiksatif solüsyonu kullanmaktadır. Farklı solüsyonlarla fikse edilmiş kadavralarda farklı kursların uygulanabilmesi de mümkün olmaktadır. Bu nedenle eldeki kadavralar için Anatomi camiası olarak en uygun tespit yöntemi ve saklanma koşulları belirlenmeli ve her birime bu kurallar bildirilmeli ve neticesinde tüm kadavralardan etkili biçimde faydalanılmalıdır. TAKAD tarafından ülkedeki tüm Anatomi anabilim dallarındaki kadavra sayısı tespit edilmeli ve kadavra sayısındaki fakülteler arası adaletsizlikler ortadan kaldırılmalıdır. Ciddi önlemler alınmadığı sürece durum daha vahim bir hal alacaktır. Anahtar Sözcükler: Kadavra, tespit, donör, fiksatif 2 P192 Processus transversarium’larında costal elementleri olmayan olağandışı bir atlas olgusu Baylan H.1, Yonguç G.N.2, Hayran M.1 1 2 İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AbD., İzmir, Türkiye Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AbD., İzmir, Türkiye Tıp fakültesi öğrencilerine yapılan rutin kemik uygulama dersi sırasında bilateral olarak foramen transversarium’ları olmayan bir atlas farkettik. Atlas insanda en çok varyasyon gösteren vertebradır. Buna rağmen foramen transversarium’ların bilateral yokluğu çok nadir bir embriyolojik varyasyondur. Arteria vertebralis, atlas’ın bu varyasyonunda travmalara karşı kemik korumasını kaybeder ve kolaylıkla yaralanabilir. Özellikle boyun bölgesinde operasyon yapan cerrahlar olası arteria vertebralis yaralanmalarına bağlı ortaya çıkabilecek komplikasyonlara dikkat etmelidir. Migren, vertigo, diplopia vb. durumlara yol açabilen vertebrobaziler iskemi, arteria vertebralis travması ile ilgili olabilir. Bu semptomlar arteria vertebralis’in meninksleri, dura mater’i, omuriliğin servikal parçasını ve spinal ganglionları beslemesinden kaynaklanır. Ek olarak arteria vertebralis’in etrafında seyreden sinir pleksusu ve vena vertebralis de zedelenebileceğinden bu oluşumların etkilenmesine ait semptomlar da eşlik edebilir. Bu yüzden bu varyasyon bilinmeli ve önceden farkedilmelidir. Anahtar Sözcükler: Atlas varyasyonu, vertebra, foramen transversarium, arteria vertebralis 1 P193 M.arytenoideus obliquus’un varyasyonel bir parçası; ‘Pars arypharyngea’ Yalçın B, Develi S Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Amaç: Bu çalışmada larinksin intrensek kaslarından birisi olan m.arytenoideus obliquus’un varyasyonlarının araştırılması amaç edinilmiştir. Gereç ve Yöntem: 14 erkek ve 2 kadın kadavradan alınan toplam 16 larinks parçasında 32 taraf incelenmiştir. Bulgular: 16 larinks parçasının dördünde unilateral birinde bilateral olarak toplamda 6 tarafta (üç sağ, üç sol) m.arytenoideus obliquus’un devamı şeklinde m.palatopharyngeus ve m.palatoglossus lifleriyle birlikte seyreden varyasyonel bir parçasının var olduğu tespit edildi. Bu varyasyonun m.arytenoideus obliquus’un ‘Pars arypharyngea’sı olarak adlandırılmasının uygun olacağı düşünüldü. Sonuç: Bu çalışmada daha önce literatürde tanımlanmamış m.arytenoideus obliquus’un varyasyonel bir parçasının var olduğu tespit edilmiş ve bu kasın horlama veya uyku apnesinde önemli olabileceği öngörülmüştür. Anahtar Sözcükler: M.arytenoideus obliquus; damak; varyasyon, larinks 2 P194 Bilateral çok başlı musculus sternocleidomastoideus varyasyonu Anıl A1, Kastamoni Yaşar Y1, Anıl F2, Coşkun ZK1, Peker T1 1 2 Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Selçuk Üniversitesi, Akşehir Kadir Yallagöz Sağlık Yüksekokulu, Konya, Türkiye Amaç: Boyunda birçok nörovasküler yapılarla ilişkisi nedeniyle, musculus sternocleidomastoideus anatomik ve klinik açıdan önemlidir. Kas, boynun yan tarafı boyunca oblik olarak iner ve boynu ön ve arka üçgenlere böler. Bu olguda, bilateral m. sternocleideomastoideus’un çok başlı varyasyonu gösterilmiştir. Olgu: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Laboratuvarı’nda, anatomi eğitimi için yapılan rutin boyun diseksiyonu sırasında ilk kez, bilateral olarak m. sternocleidomastoideus’un ek klavikular başı gözlendi. Bu ek başlar, clavicula’nın üçte bir orta kısmının üst yüzünden başlamaktaydı. Ayrıca, boynun sol tarafında, m. sternocleidomastoideus’un sternal başından kaynaklanan ve m. sternocleidomastoideus’un klavikular başıyla karışan kas lifleri görüldü. Her iki trigonum supraclaviculare minor normalden daha dar gözlendi. Sonuç: Tıp alanında çalışanlar, sıra dışı klinik olaylarla karşılaştıklarında, tanı ve tedavi daha zor hale gelir. Bu zorluğu önlemek için anatomik varyasyonların bilinmesi çok önemlidir. M. sternocleidomastoideus’un anatomik varyasyonlarının bilinmesi, cerrahi ve tanı prosedürleri sırasında komplikasyonları önlemek için önemlidir. Anahtar Sözcükler: Sternocleidomastoideus, anatomik varyasyon, ek baş 3 P195 Elin ekstensor kas tendonlarında anatomik varyasyonlar Kastamoni Yaşar Y1, Anıl A1, Anıl F2, Kastamoni M3, Peker T1 1 Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Selçuk Üniversitesi, Akşehir Kadir Yallagöz Sağlık Yüksekokulu, Konya, Türkiye 3 Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı, Bursa, Türkiye 2 Amaç: Önkolun dorsal tarafında yer alan kaslardaki varyasyonlar çok sık görülmektedir. Genellikle bu varyasyonlar ameliyatta tesadüfen bulunmakta, bazen de semptomatik olabilmektedir. El bileğinin abduksiyonu ile ilişkili olan musculus extensor carpi radialis brevis ve el bileği ve parmakların ekstensiyonu ile ilişkili olan musculus extensor digitorum önkolun posterior kompartımanındaki yüzeyel kaslardır. Bu olguda, nadiren görülen m. extensor carpi radialis brevis ve m. extensor digitorum varyasyonları gösterilmiştir. Olgu: Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı Laboratuvarında, anatomi eğitimi için yapılan önkol ekstensor kompartıman diseksiyonunda ilk kez, erkek kadavranın sağ üst ekstremitesinde varyasyonlara rastlandı. Olguda, m. extensor carpi radialis brevis’ten köken alan ve işaret parmağının dorsumuna ve proksimal falanksına bağlanan aksesuar kas belirlendi. Ayrıca, m. extensor digitorum, distalde üç tendona ayrılmaktaydı. Bu tendonlar incelendiğinde, işaret parmağı tendonunun olmadığı ve diğer üç tendonun orta, yüzük ve küçük parmağa gittiği saptandı. Sonuç: Önkol ekstensor kompartımanda yer alan aksesuar kaslar çok yaygındır. Bunlar sinir sıkışmasına sebep olabilirler. Ayrıca bu sıra dışı kaslar radyologların, cerrahların ve anatomistlerin kafasını karıştırabilir. Tanı hatalarını önlemek ve cerrahi komplikasyonlardan kaçınmak için, bu anatomik varyasyonlar iyi bilinmesi kanısındayız. Anahtar Sözcükler: Extensor digitorum, extensor carpi radialis brevis, aksesuar baş, anatomik varyasyon 4 P196 Genç bir kadında şiddetli dismenore ile ortaya çıkan aksesuar ve cavitas uteri kitlesi (ACUM) Gürbüz AS1, Çınar Ş2, Ziylan T2 1 2 Novafertil Tüp Bebek Merkezi, Konya, Türkiye KTO Karatay Üniversitesii Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye Amaç: Aksesuar ve cavitas uteri kitlesi nadir görülen Müllerian anomali olarak tanımlanır. Uterus malformasyonu olarak tanımlanan diğer Müllerian anomalilerin aksine fonksiyonel endometrium ile kaplı aksesuar bir boşluğa sahiptir. Çalışmamızda şiddetli karın ağrısına sahip 23 yaşındaki hastada uterus benzeri kitlenin tanımlanması amaçlanmıştır. Gereç, Yöntem ve Bulgular: 23 yaşında, hiç hamile kalmamış kadın hasta şiddetli dismenore ile başvurmuştur. Menstrüasyonun 9. gününde yapılan muayenede uterus boyutları 72X58X33 mm, endometrium 8 mm olarak değerlendirildi. Endometrial kavitenin sol tarafında endometrium reflesi veren ikinci bir kavite izlendi. Olgu, aksesuar ve cavitas uteri kitle olarak değerlendirildi. Sonuç: ACUM adolesan ve genç erişkin popülasyonda benzersiz bir durum olup, patolojik olarak görülebilen bir durumdur. Şiddetli ve dirençli dismenore ile ilişkilidir. Çalışmalar bu kitlelerin laparoskopik olarak çıkarılmasının uygulanabilir ve güvenli olduğunu göstermiştir. Anahtar Sözcükler: Aksesuar ve cavitas uteri kitlesi, ACUM, Müllerian anomali 5 P197 Dejeneratif kalça artritinde reimplantasyon öncesi rehabilitasyon: Olgu sunumu Toy Ş1, Özdemir F2, Kızılay F2, Altay Z2, Özbağ D1 1 İnönü Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye 2 Amaç: Gelişimsel kalça displazisine bağlı dejeneratif artritli hastaların tedavisinde kalça artroplastisi yaygın olarak kullanılan güvenilir bir yöntemdir. Artroplasti, herhangi bir eklemde ağrıyı dindirmek, stabilizasyonu ve hareket genişliğini sağlamak amacıyla eklemin yapay bir eklemle yeniden yapılandırılması işlemidir. Bu vaka sunumunun amacı bir dizi operasyon geçirmiş hastanın rehabilitasyon kazanımlarını yansıtmaktır. Gereç ve Yöntem: Gelişimsel kalça displazisine bağlı dejeneratif artrit sebebiyle aynı ekstremiteden 6 operasyon geçirip sonunda protezinin tamamen çıkarılmasına karar verilen 55 yaşında bayan hastanın reimplantasyon öncesi rehabilitasyon programı kazanımları sunulmuştur. Bulgular: 30 seanslık rehabilitasyon programı bitiminde yapılan izokinetik değerlendirmeye göre hastanın kas kuvveti değerlerinde sayısal olarak önemli artış sağlandığı görülmektedir. Hasta tarafımıza başvurduğunda mobilizasyonunu walker ile sağlıyor iken, tedavi sonrasında tek taraflı kanedyen ile mobilize edilmiştir. Sonuç: Total kalça protezi cerrahilerinde kullanılan farklı cerrahi yöntemler, farklı rehabilitasyon yaklaşımlarını gerektirir. Zamanında ve uygun egzersiz programı ile hastaların fonksiyonel seviyelerinde gelişmeler sağlanmakla birlikte hastane kalış süreleri ve ekonomik harcamaların azalması sağlanacaktır. Anahtar Sözcükler: Gelişimsel kalça displazisi, dejeneratif artrit, rehabilitasyon 6 P198 Os odontoideum: Olgu sunumu Avnioğlu S1, Köksal V2, Ertekin T3 1 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş Sağlık Yüksekokulu, Kahramanmaraş, Türkiye 2 Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Nöroşirurji Anabilim Dalı, Rize, Türkiye 3 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye Os odontoideum; düzgün kortikal kenarlı hipoplastik odontoid process’ten ayrı, oval veya yuvarlak kemik parçasıdır. Literatürde processus odontoideum’un bir çok farklı konjenital anomalisi tarif edilmiştir. Tanımlanan bu konjenital anomaliler; aplazi, hipoplazi, duplikasyon, kondilustertius, osikulum terminale (os avis) ve os odontoideum’dur. Bunlardan en sık izleneni os odontoideum’dur. Atlantoaksiyel instabilite ve myelopatiye neden olabilir. Doğru olarak tanımlanması olası tedavi yanlışlıklarını önlemek için önemlidir. Bu olgu sunumunda fakültemize, 2 yıldır boyun arka yüzünde özellikle boyun kökünde giderek artan boyun ağrısı bulunan 35 yaşındaki kadın hasta değerlendirildi. Hastanın ısrarcı boyun ağrısı haricinde, ellerini kullanmasında, becerisinde ve yürüyüşünde herhangi bir farklılık ve şikayeti yoktu. Nörolojik değerlendirmesinde patolojik refleks ve motor kusur bulunmuyordu. Başlangıçta elde edilen MR görüntülerinde cranio-cervikal bileşke düzeyinde spinal kanalın anterior bası ile daralmış olduğu belirlendi. Sagittal BT görüntülerinde odontoid kemiğin uç kısmının çok önceden ayrılmış olduğu kanaatine varıldı. Daha sonra yapılan literatür taramasında bu patolojinin os odontoideum olduğu anlaşıldı. Os odontoideum’la birlikte minor bir travma sonrası gelişen ani spinal kord hasarlı olgular da bildirilmiştir. Ani ölüm dahil çeşitli semptomlara neden olabilen bu patolojinin iyi tanınması, ve travmalı hastalardaki os odontoideum’dan ayırt edilmesi gerekir. Bu nedenle MRG ile yetinmemek, 3 boyutlu tomografik çekimlerle kırığın taze olup olmadığını BT ile, akut veya inisiyal instabilite için de dinamik direkt radyografi ya da dinamik MRG ile ayırt edici özellikleri belirlendikten sonra cerrahiye karar verilmelidir. Anahtar Sözcükler: Os odontoideum, processus odontoideum, beyin cerrahi 7 P199 Bilateral çift arteria renalis olgusu Çinpolat B.1, Çelik S.3, Çağlar V.2, Özen O.A.2 1 İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, İstanbul Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Ana Bilim Dalı, Tekirdağ 3 İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi, İstanbul 2 Amaç: Postmortem anjiyografik çalışmaların anatomik varyasyonların belirlenmesinde güzel neticeler verdiği bilinmektedir. A. renalis’in aorta’dan çıkış seviyesi, sayı varyasyonları ve segmental dağılımı böbrek transplantasyonu ve cerrahisi açısından önemlidir. Bu konunun öneminden dolayı a. renalis ve dallarının dağılımı araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma T.C. Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 12/06/2014 tarih, Sayı: B.03.1.ATK.0.01.00.08/390 izni ile 10/07/2014-10/01/2015 tarihleri arasında İstanbul Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi’nde yapıldı. Çalışmada otopsi için getirilen 35 yaşında bir erkek cenazeye yapılan klasik otopsi sırasında her iki böbreğinde çift renal arterlerce kanlandırıldığı görüldü. Karın ön duvarı açılıp ince ve kalın bağırsaklar dışarı alındıktan sonra aorta abdominalis truncus coeliacus’un hemen altından bağlandı. Sağ arteria iliaca communis’ten kanül geçirilerek arteria mesenterica inferior’un hemen üstünden aorta abdominalis içinde kanül kalacak şekilde bağlandı. Radyo opak madde kanül lümeninden manuel olarak uygun basınçla enjekte edilirken bir yandan da aralıklarla skopi çekilerek anjiyografi görüntüleri elde edildi. Görüntülerden a. renalis’lerin vertebralara göre orijin düzeyleri ve a. renalis’lerin segmental dağılımları incelendi. Bulgular: Olgumuzda arteria renalis dextra I ve II, aorta abdominalis’ten collumna vertebralis’e göre sırasıyla L1 alt ve L3 alt seviyelerinden ayrıldığı görüldü. A. renalis dextra I, hilum renalis’e gelmeden önce ön ve arka olmak üzere iki ana dala ayrıldıktan sonra segmental dallar verdiği tespit edildi. A. renalis dextra II ise üst ve alt olarak iki segmental dala ayrılarak böbreğin alt bölümüne girdiği görüldü. A. renalis sinistra I ve II ise aorta abdoinalis’ten collumna vertebralis’e göre sırasıyla L1 alt ve L2-L3 seviyelerinden ayrıldıkları görüldü. A. renalis sinistra I hilum renalis’e gelince a. segmentalis superior, a. segmentalis anterior superior ve a. segmentalis posterior dallarını verdiği görüldü. A. renalis sinistra II ise hilum renalis’e gelmeden ön ve arka olmak üzere iki segmental dala ayrılarak böbreğin alt bölümüne girdiği tespit edildi. Sonuç: A. renalis’in çıkış seviyeleri, çıkış sayıları ve böbrek içi segmental dağılımları oldukça farklılık göstermektedir. Bu sebepten dolayı arteria renalis’in sayı varyasyonlarının ile segmental dağılımının iyi bilinmesi ve karşılaşılabilecek varyasyonların farkında olunması; parsiyel ve total nefrektomi, renal transplantasyon, aorta abdominalis anevrizması, anjiyografik girişimler gibi tıbbi müdahaleler sırasında cerrahi yönetimin başarısı için gereklidir. Çalışmamızın sonuçlarının böbrek cerrahisi tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi ve başarısına, a. renalis’in araştırıldığı çalışmalara ve literatüre olumlu katkılar sağlayacağına inanıyoruz. Anahtar Sözcükler: A. renalis, multiple renal arter, bilateral varyasyon 1 P200 Aynı kadavrada sağ ve sol truncus thyrocervicalis’in dallanma varyasyonları Adıgüzel Z. Ş, Yıldırım M, Taştan Ö.A, Hamutoğlu R, Kaya Y.E, Al-Talahma M. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı A. subclavia, anatomi eğitiminde, radyolojik anatomide, varyasyonlar anatomisinde ve cerrahi anatomide önemli bir yere sahiptir. A. subclavia normal dallanma gösterdiğinde dalları; a. thoracicainterna, a. vertebralis, truncus thyrocervicalis ve truncus costocervicalis’dir. Truncus thyrocervicalis ve truncus costocervicalis’in dalları (a. thyroidea inferior, a. transversacolli-derin dalı a. dorsalis scapulae, a. suprascapularis vb.) ayrı ayrı a. subclavia’dan çıkabilir. 2015 yılında, 38 yaşında erkek bir kadavrada boyun kökünde yaptığımız diseksiyon esnasında atipik sağ ve sol truncus thyrocervicalis’leri fark ettik. Sol tarafta a. transversa colli ve a. suprascapularis, a. thoracica interna ile aynı kökten ayrılıyordu. Diğer önemli varyasyon da a. subclavia’nın üçüncü bölümünden ayrılan derin daldı (a. dorsalis scapulae). Biz bu dalın normalde a. transversae colli’den ayrılan derin bir dal olduğunu biliyoruz. Birçok araştırmacı a. dorsalis scapulae’nın görülme sıklığını hemen hemen %50 olarak belirtmişken, a. thyroidea inferior’un a. subclavia’dan tek başına dallanmasını oldukça düşük (%2-%15) olarak belirtmişlerdir. 1 P201 Darwin çıkıntısı ve baskın el kullanımı ile ilişkisi Aygün D. 1, Türk F. 1, Akyer Ş. P. 1, Özdemir M. B. 1 1 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, DENİZLİ Amaç: Darwin çıkıntısı bazı bireylerde bulunan, kulak kepçesinin heliksinde yerleşimli, yerleşim yerine göre 3 tipi olan bir çıkıntıdır. Bu çıkıntının görülme sıklığı, antropometrik özellikleri ve bulunduğu kişilerin cinsiyet ve baskın el tarafları ile ilgili literatürde yeterli bilgi yoktur. Çalışmanın amacı Darwin Çıkıntısının baskın kullanılan el tarafı ile ilişkisini araştırmak ve bu çıkıntı hakkında antropometrik bilgi vermektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 18-25 yaş arası Pamukkale Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu (FTR) öğrencilerinden rastgele seçilen 70 i kadın 30 u erkek toplam 100 öğrencide Geschwind skoru ile baskın el kullanımı sorgulandı, Darwin Çıkıntısı olup olmadığına bakıldı ve çıkıntı tespit edilen öğrencilerde kulak antropometrik ölçümleri yapıldı. Bulgular: Yapılan incelemeler sonucunda; 100 öğrencinin 85 inde sağ el baskınlığı 9 unda sağ ve sol el baskınlığı, 6 sında da sol el baskınlığı tespit edildi. Sadece 7 öğrencide çıkıntı tespit edildi ve tiplerine bakıldığında da 8 çıkıntının 1 tanesi Tip B, 7 tanesi Tip C olarak görüldü, Tip A ya hiç rastlanmadı. Çıkıntıların uzunlukları 3-6 mm arasında, enleri de 2-3 mm arasında ölçüldü. Tespit edilen 8 çıkıntının 4 ü sol kulakta, 2 si sağ kulakta ve 1 kişide her 2 kulakta görüldü. 7 çıkıntının 2 si erkek öğrencilerde geri kalan 5 i kadın öğrencilerde tespit edildi. 30 erkek öğrenciden 2sinde çıkıntı görülürken, 70 kadın öğrenciden 5inde çıkıntı görüldü. Sonuç: Çıkıntının olduğu kulak tarafı ile baskın el kullanımı arasında bir bağlantı olmadığı görüldü fakat sol el baskın öğrencilerde hiç çıkıntı görülmedi. Bu sonuçları Anatomi ve Adli Tıp literatürüne katkı sağlayabilir. Anahtar Kelimeler: Darwin çıkıntısı, sağ-sol el kullanımı, kulak kepçesi, antropometri 1 P210 Arteria inferior lateralis genus’un musculus plantaris ile varyatif pozisyonel ilişkisi: İki olgu sunumu Ö Elvan, O Beger, Z Kurtoğlu Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Mersin, Türkiye Amaç: A. inferior lateralis genus’un musculus plantaris’in yüzeyelinde seyrettiği iki olgunun gelişimsel ve fonksiyonel açıdan değerlendirilmesi. Gereç ve yöntem: Mersin Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuarında bulunan 10 erişkin erkek kadavradan ikisinde alt ekstremite diseksiyonu sırasında unilateral olarak m. plantaris ile a. inferior lateralis genus’un pozisyonel varyasyonuna rastlandı. Bulgular: Her iki kadavranın sol alt ekstremitesinde m. plantaris, m. gastrocnemius caput laterale’nin derininden başlayıp inferomediale doğru giderken a. inferior lateralis genus’un derininden geçiyordu. Bu kas, popliteal damar sinir paketini ve arcus tendineous m. solei’yi yüzeyelden çaprazlıyordu. Bir olguda sağda, m. plantaris’in bulunmadığı ancak m. soleus origo’sunun, m. popliteus’un kas tendon bileşkesi civarına bu kasın lifleri ile kaynaşmış halde olduğu gözlendi. Bu olguda her iki tarafta fabella ve güçlü fibröz fabellofibular ligamente rastlandı. Solda m. plantaris’in m. gastrocnemius’la kaynaşarak fabella’ya tutunduğu gözlendi. Sonuç: M. plantaris’in a. inferior lateralis genus ile varyatif ilişkisine literaturde rastlanmamıştır. M. plantaris’in graft olarak kullanıldığı bildirilmektedir. Bu kasın m. gastrocnemius’la ve bölgedeki damarlarla ilişkili posizyonel varyasyonları popliteal bölgeyi ilgilendiren cerrahilerde önem taşıyabilir. Sağ bacaktaki m. plantaris yokluğu ile birlikte m. soleus’a katılan bazı kas liflerinin normalden daha yukarıda ve m. popliteus’la kaynaşık olmasının, m. plantaris ve solues’u birlikte oluşturan mezenşimal dokunun gelişimindeki sapmanın bir sonucu olabileceği düşünüldü. Bu kasın yokluğunda m. soleus’un popliteus kasına tutunmuş olan liflerinin, m. gastrocnemius aktivitesine, m. plantaris’in yerine femura tutunan popliteus kası aracılığıyla destek oluşturabileceği düşünüldü. Anahtar Kelimeler: m. plantaris, m. soleus, fabella, a. inferior lateralis genus, varyasyon 1
Benzer belgeler
O-01 Adduktor kanal blokajına siyatik sinir blokajının eklenmesi: Bir
edilmiştir.Böbrek anomalileri ve kriptorşidizm olgularının embriyolojik olarak birbirleri ile ilişkili olduğu
bilinmektedir.Ayrıca alt ve üst ekstremitelerde kontraktüre bağlı varyasyonlar tespit e...
anatomi tarihçe
bezi olan bireylerde in-vivo radyolojik anatomiyi değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Yüz bireyin (50 kadın, 50 erkek) bilgisayarlı tomografi görüntülerinde tüberkül
anatomisini inceledik. ...