8. kuruluş yıldönümümüz coşkuyla kutlandı
Transkript
8. kuruluş yıldönümümüz coşkuyla kutlandı
Çağan Irmak hakkında bilmek istedikleriniz Seferihisar’da doğmuş ve 22 yaşına kadar İzmir’de yaşamış, İzmirli bir yönetmen Çağan Irmak. Zaten filmlerinde de Ege esintilerini hissetmek hiç de zor değil. Yaptıklarıyla Türkiye’de en çok bilinen yönetmenlerden biri oldu. İzmir Ekonomi Üniversitesi’ni ziyaret eden Irmak’ı bulmuşken biz de Ünivers’in bu yepyeni sayısı için kısa bir söyleşi yaptık. Sayfa 2’de Sesinizi duyurmak için siz de yazın! Ünivers http://univers.ieu.edu.tr İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi 8. kuruluş yıldönümümüz coşkuyla kutlandı İ zmir Ekonomi Üniversitesi 8. Kuruluş Yıldönümü düzenlenen törenle kutlandı. İEÜ Konferans Salonu’ndaki törene askeri ve sivil mülki erkan, çeşitli üniversitelerin rektörleri, milletvekilleri, siyasi parti temsilcileri, İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş, İEÜ Rektörü Prof. Dr. Attila Sezgin, İEÜ Mütevelli Heyet Üyeleri, İEÜ Rektör Yardımcıları, İEÜ Genel Sekreteri Levent Gökçeer, akademisyenler, öğrenciler ve davetliler katıldı. Rektör Attila Sezgin, İEÜ’nün sekiz yılda çok uzun bir yol kat ettiğini, genç yaşına rağmen, Türk Yüksek Öğretimi içerisinde, her açıdan gurur ve övünç duyulan bir konuma geldiğini belirtti. Prof. Dr. Sezgin, büyük çapta yüksek öğrenim açığı bulunan ülkemizde, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin, yüksek öğretimin her kademesinde altı bini aşkın öğrencisiyle çok önemli bir misyon üstlendiğini vurguladı. Mevcut öğrencilerin yüzde 80’inin başka bir deyişle her 5 öğrenciden 4’ünün, başta bölge metropolü İzmir olmak üzere Ege Bölgesi’nden olduğunu belirterek üniversitemizin verdiği hizmetin, hem bölge ekonomisine, hem de bölge insanına çok değerli katkılar sağladığını sözlerine ekledi. Bugün, İEÜ’nün 724’ü burslu, 6032 öğrencisi, 403 akademisyeni, 129 idari personeli ile büyük bir aile olduğunu ifade eden İEÜ Mütevelli Heyeti Başkanı Ekrem Demirtaş ise konuşmasında, İEÜ’nün öğrenci odaklı bir üniversite olduğunu, her zaman; daha kaliteli, daha başarılı, daha iyi ve güzelin peşinde olduğunu belirtti. Törende konuşmaların ardından 5. Uluslararası Öğrenci Konferansı’nda sundukları bildirilerle birinci olan öğrenciler ile 2. Liselerarası Karikatür Yarışması’nda dereceye giren öğrenciler ödülleri ünlü Karikatürist Selçuk Erdem ve Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş tarafından ödülleri verildi. Daha sonra ise çeşitli akademik derecelere hak kazanan 12 öğretim görevlisine cüppelerini İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş ile Rektör Prof. Dr. Atilla Sezgin giydirdi. İEÜ öğrencilerinin sunduğu gösterinin ardından salondaki tören, davetlilerin hep birlikte söyledikleri 10. Yıl Marşı ile sona erdi. Kutlama ise Karikatür Sergisi’nin açılısı ve düzenlenen resepsiyonla geç saatlere kadar devam etti. İEÜ 8. Bahar Şenlikleri yine dopdolu... İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde 6. Bahar Şenliği için geri sayım başladı. İzmir Ekonomi Üniversitesi öğrencileri, bütün bir yılın yorgunluğunu birbirinden eğlenceli etkinlikler, şovlar, söyleşiler, yarışmalar, film gösterimleri, paneller, sergiler ve konserlerle atmaya hazırlanıyor. İEÜ, şenliklere katılanlara unutamayacakları üç gün geçirmeyi vaadediyor. Ege Bölgesi’nin ilk vakıf üniversitesi İzmir Ekonomi Üniversitesi yedi yıldır olduğu gibi bu yıl da iddialı bir şenlik programı ile İzmirlilerle buluşuyor. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde düzenlenecek birbirinden hareketli, neşeli ve eğlenceli aktivitelerle şenlik coşkusu tüm katılımcıları saracak. İzmir Ekonomi Üniversitesi öğrenci kulüpleri de şenliklere renk katacak. İçindekiler Kampüs2/3/4 ❚ English5 ❚ İnceleme6/7 ❚ Medya8 ❚ Kültür-Sanat9 ❚ Dosya10 ❚ Rehber11 ❚ Spor12 Müzeler haftası Mayıs2009 Yıl2 Sayı14 AIDS ile mücadele AIDS ile mücadelede ülkemizin ilk sivil toplum kuruluşunun kurucusu Prof. Dr. Melahat Okuyan ile derneğin çalışmaları, ekonomik sıkıntıları hakkında görüştük. “Bugün 35-40 milyon insan AIDS ile yaşıyor, 25 milyon kişi ise bu hastalık yüzünden ölmüş.” Dosya10 Karikatür dünyasından Bu Nisan İEÜ alışılmışın aksine Süleyman Demirel’i değil, Türkiye’de gençliğin çok daha yakın olduğu bir ismi, Selçuk Erdem’i ağırladı. Böylece bize de 1990 yılında Limon’da mizaha başlayan ve şu anda Penguen’de çizmeye devam eden Selçuk Erdem’le konuşma şansı doğdu. Medya8 Eskimeyenler Perdesiz gitarı icat eden müzisyenimiz Erkan Oğur ve şarkıları dilden dile dolaşan, birçok ünlü şarkıcı tarafından yorumlanmış Bülent Ortaçgil ile Atatürk Kültür Merkezi’nde birlikte verecekleri konser öncesi bir söyleşi yaptık. Bakın müziğin eskimeyenleri neler anlattı. Kültür-Sanat9 İstanbul 2010 İstanbul, Türkiye’nin kültürel açıdan en önemli şehri olmakla kalmıyor, dünya için de oldukça önem taşıyor. Pek çok kültüre ev sahipliği yapan İstanbul, Roma ve Latin İmparatorluğu’nun ardından Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış, şimdi de Avrupa Kültür Başkentliğine hazırlanıyor. İnceleme6 02 Kampüs Mayıs2009 Yıl2 Sayı14 http://univers.ieu.edu.tr Fenomene dönüşen filmlerin yönetmeni: Gülnihal Akan Lojistik Yönetimi Bölümü DURMAK YOK SANSÜRE DEVAM ÇAĞAN IRMAK Çoğumuz Asmalı Konak’la tanıdı O’nu. Daha sonra Çemberimde Gül Oya’yla bizi hem eskilere götürdü hem de düşündürdü. Mustafa Hakkında Her Şey, Babam ve Oğlum, Ulak ve Issız Adam filmleriyle bizi farklı hayatlarda ve bazen de kendi iç dünyamızda bir yolculuğa çıkarttı. eppur si muove* C harles Darwin’in doğumunun 200., “türlerin kökeni” adlı başyapıtının yayımlanmasının 150. yıldönümünde, UNESCO’nun “Darwin Yılı” olarak ilan ettiği 2009 yılında, TÜBİTAK Darwin’i sansürledi. TÜBİTAK’ın kurulduğu 1963 yılından beri yayın hayatını sürdüren Bilim ve Teknik Dergisi’ne, Mart 2009 sayısının basım aşamasında müdahale edilerek, Darwin’e ilişkin bütün yazılar dergiden çıkarıldı ve derginin kapak konusu değiştirildi. Bilim ve din çatışmasını tarihsel süreci geniş bir perspektiften değerlendirmeye çalıştığımızda, bu gibi tutumların artık din denen mefhum için sonun başlangıcı olduğu düşüncesine ulaşıyoruz. Skolastik ve dogmatik dönemden sonra aklın isyanı ile başlayan akıl ve bilim çağında din olgusunun kendini devam ettirebilmesi, o dönemdeki bilimsel ve teknolojik bilgi birikimi ile cevaplanamayan soruların varlığı sayesinde mümkün olmuştu. Nitekim akıl çağından sonra dinin elinde, dogmatik dönemdeki dünya tepsidir, öküzün boynuzu, Adem’in elması argümanlarının çürümesiyle birlikte, kala kala, felsefe sosuyla servis ettiği var oluşa ilişkin bir - iki argüman kaldı: Evrim Teorisi ve Kuantum Fiziği. Bu iki argümanın çökertilememesi, dinin tutunduğu dogmatik düşünceyi devam ettirecek ve din toplumların afyonu olmayı sürdürecektir. Fakat benim takıldığım başka bir husus daha mevcut. Tanrının varlığına koşulsuz bir şekilde inanan insanın bilimsel bilgiden korkusu olabilir mi? Bu bilimsel bilgi tanrının varlığına ilişkin şüpheyi beraberinde getirse bile... Çünkü eğer eminseniz tanrının varlığından, o bilimsel bilginin de tanrıya ulaşmak yönünde insanlığın geçirdiği aşamalardan biri olduğunu pekâla kabul edersiniz. Eğer tüm bu evreni tasarlamış bir yaradana inancınız tam ise onun varlığını kabul ettirmek veya kanıtlamak gibi bir uğraşın beyhudeliğini de fark edersiniz. Sonuçta insan ilk başta, tanrıya, varlığı bilimsel olarak kanıtlanmış olduğu için inanmış değil ve tanrının tüm tasvir edilen o haşmeti ve gücüyle sizin kendisinin varlığını kanıtlamanıza da ihtiyacı yok. Bundan rahatsız olsa kendi zaten duruma el koyar değil mi? Neden belki de bilimsel bilginin yarattığı bu şüphenin onun kendi tasarımı olan başka bir test olduğuna inanılmıyor? Yoksa aklın gücünden mi korkuluyor? Ü niversitemizdeki söyleşi saat 15.00’te başlayacaktı ve saat 14.45’te okula gelen Irmak’ın neredeyse hiç vakti yoktu. Bizim de bütün ümitlerimizi yitirdiğimiz bir anda kendisi sorularımızı yanıtlamayı kabul etti. Kısacık sohbetimizde bizi sıcak bir şekilde karşıladı ve bir Egeli olduğunu bir kez daha hissettirdi. Adam’da da sizin hayatınıza dair insanlar ya da durumlar var mı? Yok ya da herkes kadar var öyle de diyebilirim. Bir gün filmimde bir seri katil anlatırsam bu da mı beni yansıtacak? Beni yansıtan şeyleri geçtim, artık başkalarının hikâyelerini anlatmayı daha çok seviyorum. Gizem Güngör: Üniversiteyi bitirdikten sonra bir gün “Ben İstanbul’a gidiyorum.” diye İstanbul’a geldiğinizi belirtmişsiniz. Harry Potter filmlerinden Harry Potter ve Ateş Kadehi filminin yönetmeni Mike Newell ile çalışmışsınız. Daha sonra Orhan Oğuz, Mahinur Ergun, Filiz Kaynak, Yusuf Kurçenli gibi güçlü yönetmenlerle çalışmanızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Çağan Irmak: O zamanlarda piyasa çok daha az insanla doluydu. Bizim kuşağımız bir anlamda şanslıydı çünkü bu kadar çok radyo, sinema, televizyon mezunu insan yoktu. Okullar çok daha azdı. Dolayısıyla Çok daha kolay iş bulabildik. Bu yönetmenlerle çalışmak elbette benim için bir şanstı. Uygulanan sansür, ünlü Darwinci Profesör Richard Dawkins’in web sitesindeki foruma taşınmış ve tartışmaya açılmıştır. Fakat Türkiye’den bu siteye erişebileceğinizi düşünüyorsanız, hala derin uykudasınız demektir. Ne yani sansürlemeyip beslesinler mi? Üstelik bu ülkeye evrim lâzım olursa onu da getirirler, tıpkı demokrasiyi getirdikleri gibi! Türkiye’de yüzü bu kadar bilindik bir yönetmen daha var mı bilmiyorum. Acaba bu sizin filmlerinize bakışınızı etkiliyor mu? Evet etkiliyor. Ben de bunun sıkıntısını çekiyorum açıkçası. Ne kadar korunaklı kalmaya çalışsam da, ne kadar görünmemeye çalışsam da artık biraz ipin ucu kaçtı. Bu, dolayısıyla seyircinin filmi okumasını da, izlemesini de hem negatif hem de pozitif etkiliyor. İzleyiciyi daha çok sinemaya çekmesinden dolayı pozitif etkisi var. Öte yandan önyargısız izleyiciyi yakalayamamak gibi de negatif bir etkisi bulunmakta. Dürüstçe bir cevap olarak bunun sıkıntısını çekiyorum. *Galileo’dan engizisyon mahkemesinde Kopernik Öğretisi’nden vazgeçtiğini söylemesi istenmiştir; aksi halde idama mahkum edilecektir. O da diz çökerek bu öğretiden vazgeçtiğini söyler; fakat, tam kalkarken “eppur si muove” der. Yani “her şeye rağmen dünya dönüyor’’. Filmleriniz ve dizileriniz senaryosunu da siz yazdığınız için sizden büyük izler taşıdığını düşünebiliriz. Çemberimde Gül Oya’da yakılan kitaplar aslında sizin bahçenizde yakılan kitaplar, Babam ve Oğlum’daki hala sizin halanız, Mustafa Hakkında Her Şey’deki Mustafa’da size ait bir çok şey var. Issız Filmlerinizde psikolojik öğeleri ustaca kullanıyorsunuz. Psikoloji’ye özel bir ilginiz var mı? Farkında olmadan var galiba çünkü benim bütün filmlerimin sonunda çok tuhaf bir şekilde bazı okullardan gelmiş tezler görüyorum. Bazı psikologların çözümlemelerini görüyorum. Geçenlerde Issız Adam ile ilgili 25 sayfalık bir çözümleme ve bir tez yazılmış, onu okudum. Bunlar sadece sanırım hayata dokunur hikayelerle yola çıktığım için oluyor. O psikoloji kendiliğinden geliyor diye düşünüyorum. Son filminiz Issız Adam’da hem kadın hem erkek karakterlerinizin metropollerin kaotik ortamındaki yalnızlığını anlatmışsınız. Kalabalıklar arasında yalnız olmayı mı tercih edersiniz yoksa ıssız bir adada mı? Kalabalıklar içinde yalnız olmayı severim. Zaten 22 yıl boyunca çok güzel bir kasabada, deniz kıyısında genellikle kendi iç sesimi dinleyerek yalnızlığı yaşadım. O bana çok iyi geldi. Artık biraz daha kalabalıkları seviyorum. Yalnızlık kelimesi sizin için ne ifade ediyor? Yalnızlık her insana mahsus olan bir şey. Yani bu hepimizde var olan bir duygu. Bütün insanlar bence kalabalıklar içinde yalnız ama bunu karamsar bir perspektiften değerlendirmiyorum. Sonuçta en kalabalık ortamda bile kendi iç sesinizi dinlersiniz. Kendinizle ilgilisinizdir. Kendinizle boğuşursunuz. Kendinizle barışırsınız. Bunlar hep yalnızlıkla ilgili. Ama o kadar da korkulacak bir şey değil yalnızlık. Sonuçta birbirimizin yalnızlıklarını dinlemeyi öğrendiğimiz zaman birlikte olabiliriz diye düşünüyorum. Ama biraz da karşılıklı nefes aldırmak, biraz daha dinlemek, tahammül göstermek gerekiyor.Issız Adam bir fenomen oldu, ortalık karıştı. Ben bundan kendi adıma hiç hoşnut değilim. Çünkü film, filmden çok bir metaya dönüştü. Bu çok rahatsız edici. Ben hiçbir zaman filmin bu noktada olmasını istememiştim. Bu bir başarı aslında... Başarıdan çok aslında şöyle bir şey: Türkiye gibi bir ülkede Issız Adam’ın bir gündem olması lüksüne sahip değiliz biz. Keşke başka konular gündem olsa. http://univers.ieu.edu.tr Kampüs 03 Mayıs2009 Yıl2 Sayı14 Kültür, Sanat ve Organizasyon Topluluğu ile görüştük Kütüphane sorunları tartışılıyor mı ile çalışmalar boy hizasında sarkıtılmak üzere değişik bir hava yaratılarak sergilenecek. Konseptimize uyabilecek sanatçılarla çalışmamız gerektiği için öncelikle genç fotoğrafçılar ile çalışmayı düşünüyoruz. Seray Özbiçer: Kültür, Sanat ve Organizasyon Topluluğu (KSO) yolculuğuna nasıl başladı? Kültür, Sanat ve Organizasyon Topluluğu yolculuğunu anlatmaya ismimiz ile başlamak istiyorum. Adımız itibariyle topluluğumuzun amacı en başta üniversitemizde hali hazırda yapılan birçok aktiviteyi öğrenci merkezli bir ekip ile çözüp, diğer öğrenci arkadaşlarımız ile beraber gerçekleşecek olan projeleri organize etmekti. Ancak üniversitemizin Sekiz yıllık oturmuş bir sistemi var. Dolayısıyla topluluk olarak kendi projelerimizi üretmeye başladık. Amacımız, kültürel ve/ya sanatsal değer taşıyan birçok etkinliği, özellikle bunlardan göz ardı edilmiş olanlarını su yüzüne çıkarmak ve bu alanda İzmir’de öncü olmak, üniversitemizin adını bu tür etkinlikler ile duyurmak olduğundan, bu etkinlikleri olabildiğince ilgi çekici hale getirmeye çalışıyoruz. Sanatsal faaliyetleri ben, ‘güncel sanatlar’ ve ‘gerçek sanatlar’ adı altında ikiye ayırıyorum. Güncel sanatları, her gün gözümüzün önünde olan ve yarın ne olacağı belli olmayan, gerçek sanatları ise, kalıcı eserler veren, toplumun her kesimine kolayca ulaşamayan sanatlar olarak değerlendiriyorum. Bu noktada amacımız, güncel sanatlarla daha çok muhatap olarak, gerçek sanatları ilgi çekici hale getirmeğe kayıyor. Topluluğunuzda üyeleriniz ile birlikte nasıl bir iş birliği içerisindesiniz? Başkan olarak ben sadece aradaki koordinasyonu sağlamaya çalışıyorum ve proje gerçekleştirme aşamasında izlenecek yolları sıralıyorum, üyelerimiz sorumluluğunu almak istedikleri alanları seçerek kendileri organize oluyorlar. Yani herkes kendi sorumluluğunu kendi alıyor. İzmir Ekonomi Üniversitesi bünyesinde kültürel ve/ya sanatsal her türlü projeye açık bir topluluğuz. Topluluğumuza katılmak isteyen arkadaşlar için de ayrıca belirtmek isterim ki katılım için herhangi bir özellik aramıyoruz. Daha önce organizasyon veya kültür sanat ile ilgili bir projede yer almış olması gerekmiyor kısacası. Sadece böyle sanatsal kültürel aktivitelerde yer almak isteyen gönüllü, özverili arkadaşlar arıyoruz. Bahar şenlikleri kapsamında İzmir Ekonomi Üniversitesi öğrencileri ne gibi etkinlikler ile karşılaşacaklar? Bahar şenliklerine kulüp olarak birçok koldan giriyoruz. Birincisi yan sahne (amfi tiyatro) konserleri öğrenci konseyi ile bizim ortak sorumluluğumuzda. Burada İzmirli gruplar ve üniversite bünyesindeki müzisyen arkadaşlarımız sahne alacak. Onun dışında nisan başında başvurularını almaya başladığımız, şenlikler dahilinde sonuçlanacak bir müzik yarışmamız var. Ayrıca engelliler haftasına girilirken Özel Can Özel Eğitim İlköğretim Okulu için bahar şenlikleri bünyesinde bir stand açacak, burada engelliler yararına geliri kendi okullarına bağışlanacak bir kermes düzenleyeceğiz. Diğer yandan onların folklor ve step gösterileri olacak. Bir de netleşmemiş bir diğer projemiz var. Daha önce denenmediğini düşündüğümüz bir konsept ile bir fotoğraf sergisi gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Ayrıntıları sürpriz olsun merak edenler için. Gerçekleşmesi halinde üniversitemizi yerinden oynatacak İzmir Ekonomi Üniversitesi Sanat Haftası projeniz var. Sanat Haftasında gerçekleşecek etkinlikler nelerdir, hangi konukları Sanat Haftasında göreceğiz? İEÜ Sanat Haftası aslında çok kapsamlı bir organizasyon. Bu yüzden Sanat Haftası projemizi bu sene gerçekleşmesi muhtemel projelerden ayırdık diyebiliriz. Sanat Haftasından kabaca bahsetmek gerekirse içinde seramik, resim, tiyatro, söyleşiler, atölyeleri kapsamakta. Amacımız üniversite öğrencilerimizin eğlence ile birlikte hobilerini, sosyo-kültürel becerilerini geliştirmelerinde yardımcı olabilmek. Özellikle talebin az olacağı düşünülebilecek seramik sergisi topluluğumuz için önemli bir proje. Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi seramik bölümü ile yaptığımız temaslar var. Oyunculuk atölyelerimiz olacak. Atölyelerimizde birçoğumuzun yakından tanıdığı önemli isimler yer alacak. Tiyatro ekipleri ve oyunları üzerine yapılacak söyleşiler, fuayeler söz konusu projelerimizin arasında ve tabii resim ve fotoğraf sergilerimiz sanat haftasının çok önemli bir ayağını oluşturacak Sanat Haftası’nın. Yurt çapında ses getirecek bir proje İEÜ Sanat Haftası. Önümüzdeki seneyi iple çekiyoruz. Üniversitemizde yer alacak bir de fotoğraf sergisi var. Fotoğraf sergisine katılım genç fotoğrafçılar tarafından mı gerçekleşecek yoksa profesyoneller fotoğrafçılar mı konuğumuz olacak? Fotoğraf sergisi etkinliği şenlik için düşünülmüş bir proje. Sanat Haftasını erteleme kararı almamızdan sonra ortaya çıktı. Değişik bir konsept uygulamayı düşünüyoruz. B blok ile C blok arasındaki cam geçişte sergilenecek fotoğraf çalışmaları olacak. Tavandan asacağımız ipler yardı- Bu sene ilki gerçekleşecek olan İEÜ Müzik Yarışması’ndan bahsedebilir misiniz? Üniversitemiz bünyesinde yer alan gruplar her bahar şenliğinde amfi tiyatroda sahne alıyorlar. Fakat bu performanslar ne yazık ki beklenen ilgiyi görmüyor üniversitemiz öğrencileri tarafından. İlk amacımız aslında bahar şenlikleri kapsamında yer alan konserleri daha hareketli hale getirmekti bizim için. Topluluğumuz ve Öğrenci Konseyi ile bu duruma çözüm olarak İEÜ Müzik Yarışması’nı gerçekleştirmeyi planladık. Bu proje konserlere katılım açısından iyi sonuçlanacak gibi gözüküyor. Yavaş yavaş hareketlenen bir katılım söz konusu yarışmamıza. Yine öğrenci merkezli www. ekoforum.net adlı bir internet sitemiz var. Bu site üzerinden başvuruları alıyoruz. Başvuran adaylar müzik yarışması ile birlikte bahar şenlikleri bünyesinde sahne almak için de başvuruda bulunmuş oluyor. Son başvuru tarihimiz 27 Nisan. Ayrıca yarışma dahilinde olan grupları oylamadan önce de sitemizi ziyaret edip katılan gruplar hakkında bilgi edinebiliyor, daha önce kaydettikleri şarkılarını dinleyebiliyorsunuz. Bahar şenliklerinin son gününde kazanan grubu açıklayacağız. Birinci olan yarışmacıya ana sponsorumuz Stüdyo 440 ile üç şarkılık maxi-single albüm kaydı yapacağız. ikinciye ve üçüncüye de hücum kayıtlar, prova saatleri gibi sürpriz ödüllerimiz olacak. Kültür, Sanat ve Organizasyon Topluluğu olarak Bahar Şenliklerini çok daha eğlenceli hale getirmek için neler yapılabilir? Dekanlık ile beraber bir işbirliği halindeyiz. Bu sene ilk defa bir kortej yapılacak. Ata caddesinde Öğrenci Konseyi ve kulüplerimiz öncülüğünde ve üniversitemiz öğrencilerinin katılımıyla hareketli bir yürüyüş yapılması üzerinde çalışıyoruz. Yürüyüş sonrasında üniversitemizde su savaşı yapmayı planlıyoruz. Bir havuz içinde içi su dolu balonlarımız olacak. Bu sene geçen seneye nazaran oyun parklarımız olmayacak. Ayrıca otoparkın üzerine kurulan platformda Emre Aydın sahne alacak ve bunun yanında ana sahnede gerçekleşmesi muhtemel bir dj performans gösterimiz var. Yan sahnemizde ayrıca dans gruplarının gösterileri gerçekleşecek. Dolu dolu geçmesini düşündüğümüz etkinlikler ile bahar şenliklerini çok daha eğlenceli hale getirmeyi planlıyoruz diyebilirim. Son olarak Kültür, Sanat ve Organizasyon Topluluğu olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Vizyonumuz kültürel ve sanatsal faaliyetler açısından Türkiye’nin en geniş kapsamlı topluluğu haline gelmek. Amatör bir ruh ile genç insanlar olarak profesyonel işler çıkarabileceğimizi düşünüyoruz. Bu yolda bize gönül verecek özverili arkadaşlara açığız. Bize projelerini getirebilirler ya da bizim projelerimizde yer alabilirler. Kısacası tüm sanat gönüllülerini topluluğumuza bekliyoruz. Son olarak da İzmir’in ilk vakıf üniversitesi olan İzmir Ekonomi Üniversitesi birçok alanda bölgeye öncülük ettiği gibi bu alanda da başı çekeceğine ve Ege Bölgesi’nin bir kültür öncüsü olacağına inanıyorum. Seray Özbiçer İzmir Ekonomi Üniversitesi, yeni dönem Öğrenci Konseyi’nin başlattığı çalışmayla, üniversitemizin kütüphane sorunlarına çözüm arıyor. Öğrencilerin ve çalışanların karşılıklı sorun ve istekleri doğrultusunda kütüphanenin daha sessiz ve çalışmaya müsait bir yere dönüştürülmesi hedefleniyor. Gerekli kişi ve birimlerle yapılan görüşme ve araştırmalar sonucunda kütüphanedeki aşırı gürültünün önlenmesi için kütüphanenin alt katının ayrılmasına, çalışma odası tasarlanmasına ve ses yalıtımı yapılmasına karar verildi. Ayrıca, okuma alanı oluşturulabilmesi için de kütüphanenin girişine yeni bir bölüm açılması kararlaştırıldı. Fakat tüm bu çalışmaların yanında, öğrencilerin konuya daha duyarlı olması için kütüphane kullanımı hakkında seminer düzenlenmesi düşünüldüğü belirtildi. Radyo İzmir Ekonomi Yayında http://comm.ieu.edu.tr/radyo/radyo_index.html Radyomuzu dinlemek için; http://www.ieu.edu.tr ON AIR butona tıklayınız. “Serbestlik iyidir.” Serkan Şavk ÇOK SERBEST MÜZİK Aslı: Cuma 14.00 Sureti: Çarş. 21.00 04 Kampüs Kısa kısa... Adım adım ʻMedya Gezimizʼ t Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği için en iyimser tahmin 2014 Üniversitemizin temizin otoparkından memnun musunuz? %14 Evet %28 Hayır %58 Fikrim yok Yerel seçimlerde oy kullandınız mı? %83 Evet %17 Hayır t45. Kütüphane Haftası, İzmir Ekonomi İ Üniversitesi’nde çeşitli etkinliklerle kutlandı. Hafta nedeniyle İEÜ Konferans Salonu’nda düzenlenen ‘’Bilginin Yazgısı’’ konulu seminerde, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Emin Küçük konuşmacı olarak yer aldı. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmelerin etkisiyle bilginin üretimi ve dolaşımı süreci yeniden şekillendiğini belirten Doç. Dr. Mehmet Emin Küçük, ‘’Bilginin elektronik ortamda kullanımının yaygınlaşması bilginin üretiminde ve erişiminde sınırları ortadan kaldırmıştır. Gelişen teknoloji ve bilgi artışı kütüphaneleri ve kütüphaneciliği de köklü değişimlere sürüklemiştir’’ dedi. t Mütercim Tercümanlık Bölümü seminerleri devam ediyor Fen-Edebiyat Fakültesi, Mütercim Tercümanlık Bölümü seminerler dizisi kapsamında 6 Nisan 2009 Pazartesi günü gerçekleşen seminere çağdaş Türk yazının önemli isimlerinden Erendiz Atasü konuk oldu. “Dağın Ötesi Yüzü’nden Thames Kıyısına” konulu seminer veren Erendiz Atasü’nün konuşmasına gerek üniversitemizin öğrencileri gerekse İzmir’deki başka üniversitelerden gelen akademisyenler ve öğrenciler büyük ilgi gösterdi. Roman yazma serüvenini anlatan, ardından “Dağın Öteki Yüzü” adlı eserinin çeviri aşamalarında İngiliz çevirmeni ile yaşadığı deneyimleri dile getiren Erendiz Atasü, daha sonra öğrencilerin sorularını yanıtladı. Seminerden sonra öğrenciler Erendiz Atasü’nün kitaplarını imzalatmak için uzun kuyruklar oluşturdular. Yoğun ilgi karşısında çok mutlu olan Erendiz Atasü, üniversitemizde Mütercim Tercümanlık Bölümü öğrencileri ile birlikte eserlerinin çevirisiyle ilgili bir atölye çalışması yapma sözü verdi. Mimar Tabanlıoğlu tdeneyimlerini paylaştı Tabanlıoğlu, mimari şirketlerin oluşumu, yönetimi ve işleyişi ile ilgili konularda bilgi ve birikimlerini öğrencilerle paylaştı. Ders öncesi, proje olarak, öğrencilerimiz gruplaşarak mimarlık şirketleri oluşturup şirketlerinin mimari yaklaşımlarını, yönetim şekillerini, insan kaynaklarını, müşteri profillerini ve iş alanlarını tanımladılar. Melkan Tabanlıoğlu, hem oğrencilerin projelerini değerlendirdi hem de sunumları üzerinden ders konusuyla ilgili bilgi ve deneyimlerini aktardı. Tabanlıoğlu, daha sonra İEÜ Konferans Salonu’nda Tabanlıoğlu Architects’in projelerini tanıtan bir konuşma yaptı. 100 kişiy ş ye sorduk k... İzmir Ekonomi Üniversitesi Konferans Salonu’ndaki “Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri’’ konulu konferansa İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş, İEÜ Rektörü Prof. Dr. Attila Sezgin, İTO Yönetim Kurulu ve Meclis Üyeleri, İEÜ Rektör Yardımcıları, akademik personel, işadamları ve öğrenciler katıldı. Konferansın açılışını yapan İEÜ Öğretim Görevlisi Itır Bağdadi, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri ile ilgili kısa bir bilgi verdi. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinin mutlu sonla biteceğine inandığını belirten ve 2014 yılını işaret eden Eski Avrupa Komisyonu Başkanı Dr. Jacques Santer, ‘Türkiye 2004 yılında tam üyelik adaylığından sonra çok yol aldı. Nihayetinde Türkiye- AB’ye tam üye olacaktır’ açıklamasını yaptı. 45. Kütüphane haftası kutlandı http://univers.ieu.edu.tr Mayıs2009 Yıl2 Sayı14 stanbul Film Festivali’ne tekabül eden 13-17 Nisan tarihleri arasında düzenlenen medya gezisine, Medya ve İletişim Bölümü’nden 9 kişi katıldı. Gezimizin ilk günü ‘Gölgesizler’ ve ‘Buick Riviera’ adlı iki filmi izledik. İkinci günü ise Doğan Medya Center gezimiz vardı. Bu gezisinin asıl amacı, biz medya öğrencilerine ana akım medyayı göstermek, oranın ortamını görmemizi sağlamak ve ana akım medyanın önde gelen isimleri ile görüşmekti. Sabah otobüsümüzün Doğan Medya Center’da karşılayanlar ise bir hayli ilginçti. Seda Sayan, Esra Ceyhan, Esra Erol gibi kadın programlarına katılanlar tarafından karşılandık. Stüdyodaki izleyiciler ‘Seda Sayan’ın programına mı geldiniz, isterseniz sizi belirli bir ücret karşılığı programa sokarız’ cümleleriyle kalmayıp, ailemizi bile davet edip bize kartlarını verdiler. Programlara katılmayı meslek edinmiş bu insanlar artık profesyonel katılımcılar haline gelmişler. Gezimize daha sonra Hürriyet binasını ziyaret ederek devam ettik. Orada Hürriyet Gazetesinin sabah toplantısına katıldık. Ertuğrul Özkök ve Hürriyet’in diğer önde gelen isimleri bu toplantıya katıldı. Sabah toplantılarının amacının, o gün çıkan gazetenin yanlışları, doğruları nelerdir ve nelerin üstünde durulacağı olduğunu öğrendik. Ardından Doğan Medya Center’a geçip orada Milliyet, Posta, Radikal ve Fanatik gibi gazetelerin çalışma ortamlarını gezdik. Nasıl çalıştıkları, nasıl haber yaptıklarını oradaki yetkili kişilerden dinledik. Sonra Milliyet Gazetesinin öğlen toplantısına katıldık. O günkü tüm güncel konuların tartışılıp bir sonraki gün gazetede nelerin çıkacağı konuşuldu. Gazete bölümündeki gezimizi bitirdikten sonra binanın diğer bloğuna geçtik. Oraya sadece bir giriş kapısı vardı, o kapı açılınca sanki bambaşka bir dünyaya sihirli bir geçiş yaptık. Bu binada Kanal D, Cnn Türk ve Star Tv vardı. Katları gezdikten sonra, Cnn Türk Müdürü Ayşenur Arslan görüşmesine katıldık. Odasında kısa ama öz bir sohbet yaptık. Kendisi bize nelere dikkat edilmesi gerektiğini, nasıl başarılı olacağımızı anlattı ve bizler hakkında bilgiler aldı. Konuşmamız sürerken Mehmet Ali Birand ve Metin Uca gibi ünlü simalar da Ayşenur Hanımın odasında bir süreliğine bize katılıp sohbetimize ortak oldular. Uğur Dündar ile de kısa bir sohbet ettikten sonra bazı arkadaşlarımız binada staj görüşmeleri yaptı ve ardından Doğan Medya Center’dan ayrıldık. 15 Nisan Çarşamba günü ise daha çok alternatif medyayı gezdik. Sabah ilk olarak Açık Radyo’ya gittik. Burada Açık Radyo’nun nasıl çalıştığı, hangi konular üzerinde durduğu hakkında bilgiler aldık. Ardından Türsak Vakfı Başkanı Engin Yiğitgil ile görüştük. Amacının sinema kültürünü yaymak ve film projelerine yardımcı olmak olduğunu anlattı ve nasıl maddi imkanlar sağladığını, kültür bakanlarıyla nasıl ilişkilerinin olduğunu bizlerle paylaştı. Türsak Vakfı gezimizden sonra diğer bir alternatif medya olan Bianet’e gittik. Onlar bize ana akım medyada çıkmayan, önemli toplumsal haberleri internet üzerinden duyurmaya çalıştıklarını belirttiler ve düşünce özgürlüğünün üzerinde durdular. 16 Nisan Perşembe günü ise genel olarak sinema ağırlıklı yerleri gezdik. Sabah Filmacass’a gittik. Buradaki görüşmemizde ise film çekmenin ya da çekilen filmde bir göreve sahip olmanın zorluklarından bahsedildi. Filmacass’ın çektiği filmlerin, kliplerin Homofobik misiniz? %3 Evet %74 Hayır %23 Fikrim yok ve dizilerin nerelerde montajlandığını gördük. Filmacass gezimiz bittikten sonra film sokağına gittik. Film Sokağı bir binanın içinde çok sayıda büyük odalardan oluşuyordu. Buradaki odalarda ise yapımcıların istedikleri ortamı kısarda bulamaması halinde istenilen ortam bu odalarda yaratılıyordu ve genel olarak klip ve reklam çekimleri yapılıyordu. Her gün, her oda yeni bir dekora kavuşuyordu. Ardından Sinan Çetin’in sahibi olduğu Plato Film Okulu’na gittik. Burada Filmacass’ın aksine bu mesleğin, sinema dünyasında olmanın ne kadar güzel ve zevkli olduğu söyleniyordu. Ardından bir senaryo dersine girdik ve Plato Film Okulu gezimiz de böylece tamamlanmış oldu. 17 Nisan Cuma günü ise sabah son filmimiz olan ‘Yeryüzü Cenneti’ni izledik ve ardından İzmir’e dönüş yolculuğu başladı. Geziden kalan izlenimlerim ise genel olarak bu tür gezilerin öğrenciler için ne kadar yararlı olduğunu görmekti. Biz medya öğrencileri olarak gerekli stajları ayarlamak, ana akım ve alternatif akım medyaları görmek farklarını anlamak ve sinema ile ilgilenecek arkadaşların ise nasıl bir yol izleyeceğini öğrendik. Organizasyonda emeği geçenlere ve ziyaretlerde bize sıcak ilgi gösteren herkese çok teşekkür ederiz. Felat Atan Ekonomiʼden Cortlandʼa... H er ay olduğu gibi SUNY uluslararası ortak lisans programı olan farklı bölümlerin koordinatörleriyle görüşüp bu ay da programları hakkında bilgi aldık. Bu sayımızda ekonomi bölümü SUNY programı koordinatörü Doç. Dr. Ayla Oğuş’a yer verdik. Lena Çavuşoğlu: SUNY Çift Diploma Programının öğretim süresi ne kadardır? Bu programa öğrenci kabulü nasıl gerçekleşir? Ayla Oğuş: 4 senelik bir programdır. Öğrenci kabulü ÖSYM sınavıyla oluyor. Kontenjanımız 25 kişi her sene. Bir tane %50 burslu olma hakkı var. Ayrıca başarı bursu verilmeye başlandı SUNY öğrencilerine. Amerika’da geçirilen sürede en başarılı öğrenciye bir destek fonu niteliğindedir. Cortland’ın kendi başına yürüttüğü bir çalışma ile SUNY öğrencilerine destek olarak burs fonu sağlanmaktadır. Eğitim süreci nedir? Programa kabul edilen öğrencinin önce İngilizce yeterlilik sınavını vermesi gerekiyor. İEÜ’da hazırlık da okuyabilirler. Ayrıca, TOEFL’dan da belli bir puanı tutturması lazım. Sonra vize başvurusunda bulunabilirler. Hazırlığı geçtikten sonra birinci sınıfı İEÜ’da okuyorlar. Fakat aynı zamanda SUNY Cortland öğrencisi de oldukları için onlarla yazışmalar başlıyor. SUNY Ankara ofisi ve okulumuzdaki uluslar arası ilişkiler ofisi devreye giriyor ve sonraki sene ABD’ye gitmesi için gerekli hazırlıkları yapıyorlar. Akademil kordinatörler de çıkabilecek sorunları öngörüp çözümler buluyor. Ayrıca her sene SUNY Cortland’dan birkaç öğretim üyesi okulumuza geliyor ve öğrenciler gitmeden önce onlarla görüşme şansı buluyorlar. 1. sınıftaki başarı puanlarına göre diğer sene ABD’ye gidip gidemeyecekleri kesinleşiyor. Cortland nasıl bir üniversite, kampüs nasıl ? Cortland harika bir kampüs. Küçük bir kasaba. New York eyaletinin göller bölgesinde.Doğası harika, kampüs kocaman. Çok iyi spor olanakları var. Spor bölümü meşhur ve Amerikan olimpiyat takımları oradaki spor salonlarında antreman yapıyorlar.Yani çok ciddi spor tesisleri var. Büyük bir kampüs. Çok çeşitli yurt olanakları var. Çünkü kasabada o kadar öğrencinin yaşaması mümkün değil. Üniversite köyü gibi biryer aslında. Tipik bir Amerikan kampüsü eski binalar, internetten gördüğümüz çeşitli Amerikan kampüsleri gibi ama biraz daha büyük. Öğrencilere en büyük zorluğu burada evlerinde kaldıkları için,oraya gidip yurtta kalmak. Zorluğu bu konuda yaşadılar. http://univers.ieu.edu.tr English 05 May2009 Year2 Number14 IUE celebrated its 8th foundation anniversary İ zmir University of Economics celebrated its 8th Foundation Anniversary. Military and civil high officials, rectors of some universities, members of parliament, political party representatives, IUE Board of Trustees Members, IUE Vice-Rectors, IUE Secretary General Levent Gökçeer, academicians, students, and invited guests attended the ceremony organized in IUE Conference Hall. The problems of library are being discussed IUE Rector Attila Sezgin stated that IUE had covered a long distance in 8 years and it had a place among Turkish Higher Education, which they were very proud in every aspect. Prof. Dr. Sezgin emphasized the fact that with its six thousand students in all levels of higher education İzmir University of Economics had a very important mission in our country that has a big education deficit. Prof. Dr. Sezgin stated that 80% of the students, that means 4 of every 5 students were from İzmir, the metropolis of the region and from Aegean Region and said that the service provided by our University highly contributed both to the economics of the region and the people in the region. IUE Board of Trustees President Ekrem Demirtaş stated that today IUE was a big family with 6032 students 724 of which are on scholarship, 403 academicians, 129 administrative personnel, and said that IUE was a student oriented university and it was after what is more qualified, more successful and more beautiful. After the speeches, the famous Caricaturist Selçuk Erdem and IUE Board of Trustees President Ekrem Demirtaş presented the awards of the students that became first in the 5th International Student Conference and in 2nd Caricature Competition Among High School Students. Later, IUE Board of Trustees President Ekrem Demirtaş and IUE Rector Prof. Dr. Atilla Sezgin gowned 12 academicians that received various degrees. After the show of IUE students, the ceremony came to an end after the guests sang “10. Yıl Marşı”. The celebration continued till late hours with the Caricature exhibition and the reception. 2010 European capital of culture: With the works initiated by the new term Student Council, İzmir University of Economics is looking for a solution to the problems of library. In parallel with the problems and demands of the students and the staff, it is aimed to turn the library into a more quite and more convenient place to study. As a result of the discussions made with the relevant people and departments and researches, it is decided to separate down stairs, design a study room, and make sound insulation in order to prevent extreme noise in the library. Besides, it is determined to open a new section in the entrance of the library in order to form a reading place. However, alongside with all these works, a seminar on using the library is being thought to be organized for the students to be more sensitive about the subject. Mustafa Kolcu Istanbul “If the world was a single country, Istanbul would be the capital of it.” Napoléon Bonaparte İ stanbul is the most important city of Turkey in terms of economics and culture, but it is also a very important city for the world too. İstanbul, the history of which dates back to 8000 B.C. and that hosts many cultures was the capital city of the Roman and Latin Empires and the Ottoman Empire, and now it is getting ready for being the European Capital of Culture. European Capital of Culture is the title given each year periodically by the European Union to a city or cities. It is considered as a good opportunity for the selected country to display its cultural life and cultural development. These cities undergo some changes to display the characteristics peculiar to their own cultures on international platform. In the scope of 2010 European Capital of Culture İstanbul preparations, urban transformation projects are being executed, and activities about culture and art are being organized. İstanbul is a strong candidate both with its historical texture and with artistic background; however, in the recent time it experiences an attitude, which does not appreciate its art and artist. Nearly a year ago, İstanbul Metropolitan Municipality published bidding news in its official website. The news was saying: “İstanbul Metropolitan Municipality Head of Department of Cultural and Social Affairs City Theatres Directorate is going to employ 168 actors and technicians for 2007-2008 season.” In this announcement, with this statement, İstanbul Metropolitan Municipality treated the actors like a commodity and also it counted actors in unskilled laborer status. They used the term “employ” like a tradesman and clearly showed the reflection of the capitalist behavior to the culture. Does each actor have a standard? Doesn’t each actor have a unique profile? Is the actor who plays Hamlet cheaper going to win the bidding? What can be said about the campaign organized under the title “Let’s go to the Theater”? The tickets of the Municipality Theatres were being sold for 1 TL and the people were being invited to the theatres. However, the interest shown in theatre is not something material; it is at the same time a cultural problem. Everything in this country is very expensive, but is art so cheap? I believe that the basic aim is the political manner. Thus, Ali Poyrazoğlu reacted by saying, “When I feel that my theatre hall will remain empty, I send tickets to some institutions. I think that is the solution. But this 1 TL thing is something that totally insults art.” In the scope of 2010 European Capital of Culture İstanbul preparations, many places that have civic and cultural values like Tarlabaşı, Yarımada, Sulukule, Haydarpaşa are being subjected to demolitions and social, cultural destructions under the name urban transformation projects. The understanding on the way to “İstanbul, the European Capital of Culture” is based on art more than different cultures and their developments. İstanbul is a city that has already deserved to be European Capital of Culture with its history and with different cultures and artists she hosts. Well, if it is the case, shouldn’t the government protect its art and artist and carry out a consistent policy? Gülnihal Akan 06 İnceleme http://univers.ieu.edu.tr Mayıs2009 Yıl2 Sayı14 2010 Avrupa kültür başkenti: İstanbul “Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.” Napoléon Bonaparte A vrupa Kültür Başkenti, Avrupa Birliği tarafından periyodik olarak her yıl belirlenen kent veya kentlere verilen unvandır. Seçilen kentin kültürel yaşamını ve kültürel gelişimini sergilemesi için iyi bir fırsat olarak görülür. Bu kentler, uluslararası platformda kendi kültürlerine has özellikleri sergilemek için bir takım değişimler yaşarlar. 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti, İstanbul hazırlıkları kapsamında kentsel dönüşüm projeleri yapılıyor, kültürel ve sanatsal etkinlikler düzenleniyor. İstanbul, gerek tarihi dokusuyla, gerekse sanat geçmişiyle güçlü bir aday, ancak yakın dönemde sanatına ve sanatçısına gereken değeri vermeyen bir tutumla karşılaşmakta. Yaklaşık bir yıl önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), resmi sitesinde bir ihale haberi yayınladı, Haber şu şekildeydi: “İBB Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Şehir Tiyatroları Müdürlüğü 2007-2008 sezonu 168 adet sanatçı ve teknik eleman personel hizmet alımı yapmaktadır”. Bu ilanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu ifade biçimiyle sanatçısına meta muamelesi yapmakla kalmamış, aynı zamanda sanatçıları belediyenin vasıfsız işçi kadrosuna dahil etmişti. Tüccar zihniyetiyle tiyatroya oyuncu “almak” deyimini kullanmış ve kapitalist davranış biçiminin kültüre yansımasını açıkça göstermişti. Her oyuncu standart mıdır? Her oyunun kendine göre bir profili yok mudur? Hamlet’i daha ucuza oynayana mı verilecektir ihale? Peki “Haydi Tiyatroya” adı altında yapılan kampanyaya ne demeli? Belediye tiyatrolarında bilet fiyatları 1 TL’ye düşürülmüş ve halk tiyatroya davet edilmişti. Oysa ki sanata gösterilen ilgi sadece maddi değil, aynı zamanda kültürel bir sorundur. Bu memlekette her şey bu kadar pahalı da sanat mı bu kadar ucuz? Temel amacın bir politik tavır olduğunu düşünüyorum. Nitekim bu kampanyaya Ali Poyrazoğlu, “Kendi salonumun boş kalacağını Sınırsız mavilikleri koruyan sivil toplum kuruluşu D enizler herkes için farklı şeyler ifade eder. Eğlence, bilinmezlik, heyecan romantizm, dinginlik... Yunan mitolojisinde birçok deniz tanrısı ve tanrıçası figürü bulunmaktadır. En bilinenlerinden olan deniz tanrılarının tanrısı Poseidon ve karısı Amphitrite’yi belki hatırlarsınız. Bunların yanında deniz, bazen tedavi kaynağı olurken bazen de geçim kaynağı olmuştur. Deniz yuvadır. Binlerce hayvanı barındırır. Deniz bilinmezliktir. Yeryüzünde tamamen keşfedilememiş tek yerdir. Uzaya giden insanların sayısı denizin derinliklerini keşfetmeye cesaret edenlerin sayısından daha fazladır. İşte biz insanlar denizlerin bizlere verdiği bütün nimetleri görmezden gelip onu korumadığımız gibi aynı zamanda onu bir çöp kutusu yerine kullanmaktayız. Türkiye’de denizin önemini bilen ve onu korumaya çalışan bir sosyal toplum kuruluşu var. Deniz Temiz Derneği (TURMEPA) 8 Nisan 1994 yılında Rahmi M.Koç öncülüğünde denizlere gönül vermiş kişiler tarafından kuruldu. Şu anda da Hopa’dan İskenderun’a kadar uzanan 8.333 km’lik kıyılar içinde birçok gönüllüsüyle çalışmalarını sürdüren dernek, ulusal ve uluslararası alanda yaptığı projelerle çalışmalarını sürdürüyor. TURMEPA’nın amacı, ülkemiz deniz ve kıyılarının korunmasını ulusal bir öncelik haline getirerek gelecek nesillere yaşanabilir bir çevre bırakabilmek. Bütün dünya da küresel ısınma ve kuraklığın kaçınılmaz ciddi bir tehlike olduğu bu günlerde Deniz Temiz, edindiği bu amaçla ülkemizde çok önemli bir misyon üstleniyor. Dernek yaptığı projelerle sürekli önemli işlere imza atıyor. Eğitimden, araştırmaya, kıyı temizliğinden çeşitli sempozyuma kadar uzanıp giden çalışmalarına durmadan devam ediyor. TURMEPA neler yaptı? İzmir’de yaşayıp İzmir körfezinin birkaç yıl önceki halini hatta kokusunu hatırlamayanımız yoktur herhalde. Deniz Temiz Derneği ‘kirletmeden temizlemek’ sloganıyla başlattığı kampanya kapsamında körfezin temizliği için ‘deniz süpürgesi’ adı verilen ve süpürge gibi denizi temizleyen bir aleti 2006 yılında İzmir’de kullanmaya başladı. Aynı kampanya kapsamında yat sahiplerinin uğrak yerleri olan koylarda ‘atık alım teknelerini’ faaliyete sokarak ülke genelinde denizlere atılan atıkların engellenmesine yardımcı oldu. ‘Sınırsız Mavi’ adı altında 2006 yılında beş yıl sürmesi planlanan bir eğitim projesi başlattı. Kıyı ilçe ve illerindeki okullardan ikişer öğretmene denizlerle ilgili eğitim vere- hissettiğim zaman kurumlara toplu biletler gönderirim. Bence çözüm budur. Ama bu 1 TL, tamamen sanatı aşağılayıcı bir olaydır” diyerek tepki vermişti. 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul hazırlıkları kapsamında Tarlabaşı, Yarımada, Sulukule, Haydarpaşa gibi pek çok kentsel ve kültürel değer taşıyan yerler kentsel dönüşüm projeleri adı altında küresel şirketlerin kâr amaçlı politikaları doğrultusunda sosyal, kültürel ve mekânsal yıkıma maruz kalmakta. İstanbul Avrupa Kültür Başkenti yolunda esas alınan anlayış, farklı kültürler ve onların geliştirilmesinden çok sanat üzerine kurulmuş. İstanbul, tarihi, farklı kültür ve sanatçılara ev sahipliği yapması ile Avrupa Kültür Başkenti olmayı çoktan hak eden bir şehir. Peki, hal böyleyken devletin de sanatına, sanatçısına sahip çıkan bir anlayış benimsemesi, tutarlı bir politika uygulaması gerekmez mi? Gülnihal Akan Ünivers rek bilinçlendirme ve farkındalık yaratmayı amaçlayan proje ile şimdiden (10 Mart 2009 tarihine kadar) 5023 okuldan, 8608 öğretmen ve 2.999.667 öğrenciye ulaşıldı. Farkındalık yaratarak kalıcı bir etki bırakmak isteyen dernek yine eğitim alanında ‘Denizde Uyanmak Bir Başkadır’ projesiyle üniversite öğrencilerine bir hafta teknede denizlerle ilgili eğitim vererek bilincin dalga dalga yayılmasını sağladı. Özel Çevre Koruma Kurumu (ÖÇKKB) işbirliği ile koruma altına alınan koylarda teknelerin gelişi güzel demir atarak doğal yaşama zarar vermelerini engellemek amacıyla mapa ve şamandıra yerleştirme çalışmalarında öncü oldu. Zaten kısıtlı olan su kaynaklarımızın kirlenmesini önlemek amacıyla TURMEPA markasıyla piyasaya sürdükleri sudan tasarruf ettirecek ve aynı zamanda çevre ile dost temizlik ürünlerini de piyasaya sundu. Bunlar Deniz Temiz Derneği’nin gerçekleştirdiği ve hala devam eden projelerden bazıları. Şunu unutmamak gerekir ki dünyamızın dörtte üçünü kaplayan sular biz insanların etkisiyle küresel ısınmanın ana nedenlerinden biri. Artık bizlerin de denizlerin hayatımızdaki önemini tekrar düşünüp kollarımızı sıvama vakti gelmiş gibi gözüküyor. Yoksa medyada sürekli gösterilen küresel ısınma ve sonuçlarıyla ilgili felaket senaryoları hiç de uzak değil. Deniz Temiz Derneğine üye olmak istiyorsanız www.turmepa.org.tr adresini ziyaret ederek bilgi edinebilirsiniz. Gizem Güngör İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi Sahibi Prof.Dr. Sevda Alankuş Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Öğr.Gör. Altuğ Akın Yayın Kurulu Prof.Dr. Sevda Alankuş Yrd.Doç.Dr. Gökçen Karanfil Öğr.Gör. Burak Doğu Öğr.Gör. Selin Türkel Yazı İşleri Öğr.Gör. Burak Doğu, Araş.Gör. Nükhet Erkmen Araş.Gör. Sumru Yıldırım Araş.Gör. Rana Kuddaş Mayıs Sayısı Bölüm Editörleri Seray Özbiçer, Gizem Güngör, Gülnihal Akan, Doğuş Sar Görsel Yönetmen Öğr.Gör. Burak Doğu Tasarım Hakan Gözütok Yer İzmir Ekonomi Üniversitesi Balçova http://univers.ieu.edu.tr Yerel, aylık süreli yayındır. Mayıs 2009 Basım Yeri: Yılmaz Matbaacılık ve Form 2826 Sokak No: 52 Kat: 3/301 I. Sanayi Sitesi İzmir (232) 459 97 18 pbx http://univers.ieu.edu.tr İnceleme 07 Mayıs2009 Yıl2 Sayı14 Grup İsmira ile Bir Söyleşi Selin Bayraktar Medya ve İletişim Bölümü CAHİL BÜLBÜL D Erkin Araz: Grup nasıl kuruldu? Onur Duygulu: Benim hep aklımda vardı gitar ve perküsyonla bir şeyler yapmak. O dönem başka bir grupta çalıyordum zaten. O grup, davul ve bastan oluşuyordu. Farklı bir şeyler düşündüm. Çello çalan bir arkadaşım da vardı; Kerem. Bir şekilde Ümit ile tanıştık daha sonra. Trio olarak çalmaya başladık. Tabii bas olmadan olmayacağı için bir süre sonra Sinan’ı da dâhil edince ana kadro oluştu. Geçen sene Nisan ayında bu oluşum meydana geldi. Daha sonra çalışmalara başladık. Türkiye’deki caz dinleyicisi kimdir, ne yapar, ne eder? Türkiye’de caz dinleyicisi çok az. Genelde müzisyen ağırlıklı kişiler yani müzisyen müzisyeni dinliyor. Birbirimizi dinliyoruz. Bizim müziğimizin alt yapısında caz unsurları bulunuyor. Armonizasyonunda belki caz var ama Kerem’in Ege Üniversitesi Türk Müziği’nden mezun olması ve benim de perdesiz gitarla uğraşmamdan ötürü ma- Grubunuzun adı nereden geliyor? Ümit Çağlar: İsmira, İzmir’in eski isimlerinden bir tanesi. Biz de İzmir’de yaşıyoruz. İzmir’i de oldukça seviyoruz. Denizini ve havasını... Bu da müziğimizi etkiliyor. Her hangi bir mekânda sahne alıyor musunuz? Hayır ama on parçalık bir demo yaptık. O sayede bazı festivallerde çalma durumumuz var. Zaten geçen sene de burada çaldık. Güzel oldu, tepkiler hoş oldu. Oldukça katılım oldu. İlk konserimizdi. kamsal bir yan da var. Tabii bir de bizim müziğimiz kuzey cazına da yakın. Deneysel unsurlar da içeriyor. Avrupa cazına da yakın. Ama şu da var; caz Türkiye de hep var oldu. 60’lardan beri daha da eskiye gidersek Şehmi Fındıkoğlu, Tuna Ötenel, Özdemir Erdoğanlar vardı. Oralardan gelen bir caz vardı ama onların da bir etnik yanı vardı. Bizim yaptığımız çok çok yeni bir şey değil ama bizim enstrüman farklılığımız var. Caz için bir oluşum, bir dernek var mı? İzmir’de caz derneği var. Ama kurulduğundan beri çok büyük bir faaliyet yaptığını görmedim. 4-5 sene önce konserler verildi. Bir kaç grup konser verdi ama ondan sonra bir şey olmadı. İzmir’ de çok büyük bir potansiyel var aslında. Çoğu müzisyen burada. Mahmut Yalay, Kürşat Ant var, daha geçenlerde izledim. Albüm sürecinden biraz bahsedebilir misiniz? Biz bir buçuk seneden beri uğraşıyorduk parçalar üzerinde. Belli başlı parçalar vardı ve onları bir albüm altında toplamak gerekiyordu. 440’da kayıtları yaptık. Her aleti güzel duyurabilecek bir kayıt olsun istedik. O doğallıkta gelişen sololar oldu. http://www.myspace.com/ismiraquartet Ayn Rand - Fountainhead (Hayatın Kaynağı) A radan yıllar geçer, gönüllü eliniz gider Fountainhead’e. Kitabı okumaya başladığınız andan itibaren hele ki içinizde sizi saran bir mimar olma isteği var ise, Ayn Rand’ın Fountainhead’de ki ( Hayatın Kaynağı) tek tabancası olan karakteri - Howard Roark ile birlikte bu istek daha da kabarır. Kibri bir kürk gibi taşıyan, dünyanın adaletsizliğini küçümseyip birkaç küçük sözü ile mimaride kopyanın yasaklanmasını sağlayan, yüce ruhu ve idealleri ile anlatacak kadar kati kararlılığa sahip olan Roark karakteri, sizi de etrafınızda dönen adaletsizliğe bir diş geçirmeye iter. Romandaki tüm karakterlerin zaman zaman yoğunluğu değişse de; beş ana karakter tek bir amaç etrafında toplanıp, Howard Roark’dan tek bir şeyi istemektedir: Değerlerini değiştirmesini! Oysa ki Rus asıllı yazar Ayn Rand’ın idealist karakteri Roark, kendi idealleri ve doğruları etrafında güçlü bir bağ oluşturan, başkasının tarzını herhangi bir alanda, özellikle de mimaride asla alışkanlık haline getirmeyen bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayn Rand Fountainhead eserinde Roark diğer beş karakterin istekleri karşısında, içinden çıkamayacağı bir savaşın dikenli yollarında yalnız, zaman zaman işsiz fakat doğruları dışındaki tüm düşünceleri reddeden ve istediği, inandığı binaları yapan bir mimar olarak hayat bulur. Asırlar sonra bile hala tartışılabilecek bir klasik hatta başyapıt olma özelliği taşıyan Fountainhead, aynı zamanda evrensel bir çağrıya da sahiptir. Tüm hırsı kendi için mükemmel olanı yaratma isteği olan Roark bencillik ve egoizmin arasında bir aşkın içinde bulur kendini. Bu aşk ne bir projedir onun için ne de dikilmesi gereken bir bina. Roark ve Dominique aşklarını hayatları gibi ya siyah ya da beyaz yaşarlar Fountainhead’ de. Grinin barınamadığı, okura sorular sordurarak kendini, içinde bulunduğu dünyayı sorgulatan Fountainhead, aşkın varlığını öyle yoğun, mürekkebini öyle sağlam bir şekilde yayar ki satırlara; insan elini daldırıp kuma ve suya kaleler yapmak, kaleleri yıkacak dalgalar için surlar çekmek ister etrafına. 1943 yılında yayımlanan Fountainhead, 1930’lı yıllarının iş dünyasının günümüz ile aynı olduğunu ve aşkın, hele ki aşkın her lehçede aynı dile sahip, 757 sayfalık kara kaplı üçüncü hamur bir kitap olduğunu kanıtlar okuyucusuna. Okuduktan sonra başka bir yazarı ve başka bir kitabı sevemeyeceğiniz için henüz Fountainhead’i okumadıysanız başucu kitabız için bir boşluk yaratın derim ben. Fountainhead, kötü ile iyiyi, siyah ile beyazı alaşağı ederek sizi siz olmaktan çıkarıp içinizdeki ‘ben’in ateşini fitilleyecek, yüzyıllar boyu tek silah olarak kullanılan adaleti özgürleştirerek sizi içine çekecektir. Uykudan da derin bir duyguyla okuyucusunu saran Fountainhead, “Benim felsefem, özünde, hayattaki ahlaki amacı kendi mutluluğu olan, varlığının yegâne amacı ve en yüce eseri olarak yaratıcı üretkenliğini gören kahramansı bir varlık, bir insan konseptidir.” diyen yazarı Ayn Rand tarafından hazırlanmış raflarda okuyucusuyla bir bütün olmayı bekliyor. Alın, okuyun; mücadele edin, düşünün! Seray Özbiçer oğaları gereği zaten farklı olan kadın ve erkek aslında nasıl eşit olabilir, bu sadece kanun önünde bir eşitlik midir? Söz konusu soru yüzyıllarca soruldu. Bu eşitlik karmaşası herkes gibi benim de aklımı bazı noktalarıyla karıştırıyordu. Ta ki kafamdaki soru işaretlerinin neredeyse hepsine bir cevap bulabildiğim “Kadına Yönelik Şiddet ve Medya Atölyesi”ne katılana kadar. Etkinliği geçtiğimiz Şubat’ta Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, geleceğin iletişimcilerini bu konuda bilgilendirmek ve ileriki çalışmalarında uygun şekilde kullanmak nedeniyle düzenledi. Atölyenin genel amacı, sekiz ayrı ilde açılacak olan kadın sığınma evlerinin tanıtımı için ürünler ortaya koymaktı. Fakat bunun yanında yapılan konferanslar ve ardından atölye çalışmaları ile bahsettiğim mevcut eşitsizliğin asıl manasını ve kadına karşı şiddetin tarihini, biçimlerini, nedenlerini, sonuçlarını ve çözümlerini eniyle boyuyla öğrenmeye çalıştık. Atölye bittiğinde özellikle olması gereken kadın-erkek eşitliği, kadınların kendilerinin bile bihaber olduğu hakları, kadının bugünkü statüsü ve bunun iyi yönde değiştirilebilmesi için yapılabilecek şeyler gibi konularda yeterince bilgilenmiş ve en azından kendi yapabileceklerim adına artık umutlanmıştım. Bununla beraber, bazılarımızın bu konuda hala ne kadar bilinçsiz olduğunu, daha doğru bir tanımlamayla nasıl ‘cahil bülbül’ olduğunu bir kez daha fark ettim: “İşsizlik oranı niye artıyor biliyor musunuz? Çünkü krizde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınlar arasında kriz döneminde işgücüne katılım oranı daha da artıyor. Türkiye’nin 72 milyonluk nüfusu var. Bunun 50 milyondan fazlası çalışma çağında. Bu kitlenin neredeyse yarısı ev kadını olması, eğitim gibi nedenlerle iş aramıyor. ”AKP’li devlet bakanımız Mehmet Şimşek’in pervasızca dile getirdiği bu manasız ve bir o kadar da boş açıklamasını mutlaka bir yerlerden duymuşsunuzdur. Her zaman ve her olayda yaptıkları gibi, dünyayı sarsan ekonomik krizin nedenini de bu sefer kadınların üzerine atarak günah çıkarmaya çalışmış saygıdeğer bakanımız. Bu söylemin herkes için elbet eleştirdiği yanları vardır; ama benim değinmek istediğim nokta, bakanımızın, onca senedir toplumda, işte, evde ve bunun gibi her alanda bir yer edinmeye, kendini geliştirmeye çalışan ve ülke ekonomisine bir şekilde, kanımca hiçe sayılmayacak katkı sağlayan kadınları unutarak veya hiçe sayarak bu konuşmayı yapmış olmasıdır. Daha da önemlisi, kocası veya ailesi tarafından önce çalışmasına izin verilmeyen, fakat ekonomik kriz sonrasında her ne pahasına olursa olsun evine katkı sağlamak için çalışmak zorunda bırakılan ev kadınlarının bu çaresiz durumlarını bakanımız akıl süzgecinden hiç geçirmemiştir. Tarihte her zaman bir grubun veya sınıfın diğer grubu veya sınıfı baskı altına almak, haklarını elinden almak ve ikincil muamelesi yapmak suretiyle ezdiği malumdur; bu tarihteki sayısız örnekleriyle kabul edilmiş, herkesin bildiği bir ayrımcılıktır. İşte bu sınıflaşmanın oluşum şekli, sonuçları, kadın-erkek ayrımı ve birçok konudaki eşitsizlikler için de geçerli değil midir? Nasıl ki kadının çok uzun zamandan beri birçok alanda yaşadığı baskılar ve haksızlıkların nedeni bazı erkeklerse, önceden çalıştırılmayıp krizden sonra çalışmak zorunda kalan ev kadınlarının bu halinin nedeni yine onların çalışma hakkını ellerinden alan kocalarıdır. Bu yüzden kimse -hele ki bir bakan!- dünyada onlarca ülkenin ekonomisini alt üst eden, A’dan Z’ye her kesimi etkileyen krizin nedenlerinden birini cinsiyetin üzerine yıkamamalıdır. Sözün kısası, keşke bu basit denklemi, bakanımız Mehmet Şimşek de fark edip haklı eleştiri oklarına maruz kalmasaymış. 08 Medya http://univers.ieu.edu.tr Mayıs2009 Yıl2 Sayı14 Selçuk Erdemʼi ağırladık Türkiye’deki mizah anlayışından, mizah dergilerinden, siyasi iktidarlardan ve bir kariyer olanağı olarak mizahçılıktan konuştuk ve üstü kapalı olma endişesi taşımayan, dürüst cevaplar aldık... Sarphan Uzunoğlu: Sizce mizahın sınırları nelerdir ya da bir sınırlama olmalı mı? Danimarka’daki karikatür krizi ve Türkiye’de açılan davalar ekseninde baktığınızda sınırlamalar sizin için ne ifade ediyor? Selçuk Erdem: Sınırlamayı herkes vicdanında yapmalı. Devletler olarak böyle bir sınır belirlenirse işler çok karışır. Çünkü herkes özgürlük sınırını farklı bir yerden çekiyor. Sağ olsun başbakanamız başka yerden çekiyor, ben başka yerden çekiyorum. En iyisi bunu insanlara bırakmak. Davalar aslında davayı açanların istediğinin aksine rahatsız oldukları şeyleri göz önüne getiriyor; oysa en iyi ceza ilgisizlik. Ben kendi adıma herkesin kendi sınırlarını bilmesinden yanayım. Büyük sermayeli medya kuruluşlarıyla işbirliğine nasıl bakıyorsunuz? Sizce böyle bir birliktelik Türkiye’de mizahın ruhuna uyar mı? Hiç uymaz. Yıllar öncesinde başladı mizah dergilerinin bağımsızlığı ve bundan bir geriye dönüş imkansız. Şimdiki tüm dergiler bağımsız çizerler tarafından oluşturuluyor. Arada deneyenler oldu; ancak anlaşma sağlanamadı. Reklam, iktidar ilişkileri mizahçılarla şirket arasındaki ilişkiyi zorlaştırıyor. Elbette bu bağımsızlığın getirdiği zorluklar da oluyor. Biz de hayatta kalacak şekilde yuvarlanıp gidiyoruz. Son yıllarda mizah dergilerinin sayıca arttığı ortada. Bu artışın kaliteyi nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Sizce bu bir kirlilik mi yaratıyor yoksa nitelikli işler artıyor mu? Şu anda bir kirlilik yok; ancak benim lise dönemimde bir tür kirlilik yaşanmıştı. On iki on üç kadar dergi vardı; ama gerekli kaliteyi sağlayacak sayıda iyi çizer yoktu. Şu anda Penguen, Uykusuz ve benzeri birkaç dergi var ve biz karşılıklı besleniyoruz. Yeni çıkan dergiler sayesinde yeni çizerlere yer açılıyor. Bu durumdan mutluyum. 2002’den bu yana Penguen’de mizaha devam ediyorsunuz. Geçen yedi yılın ardından Penguen’den gelecek için beklentileriniz ve geleceğe dair planlarınız neler? Mizah dergileri sürekli olarak kendilerini yenilemeliler. Yenilemeyenler de ömürlerinin sonuna geliyorlar. Biz de bu yenilenmeyi sağlamayı deniyoruz. Gençler arıyoruz mizah için. Aslında biz de genciz; ama Türkiye’de işler biraz farklı yürüyor. On sekiz yaşında başlıyoruz ve otuz beş yaşımıza geldiğimizde yaşlanmış sayılıyoruz. Dergilerin yeni çizerlerle bakış açısını da yenilemesi önemli. Her kapakta yeni bir numara deniyoruz, yeni bir şeyler arıyoruz. Türkiye’de mizah 2000’lerle beraber yeni bir kitle yarattı ve mizahçı olmak isteyenlerin sayısı artı. Buradan mizahla uğraşmak isteyenlere bir öneriniz olabilir mi? Kaçın kurtarın kendinizi... Tabii bu işin şakası. Ben öneriyorum elbette. Çok zevkli bir iş. Zorlukları var; ama Türkiye bildiğimiz gibi krizler nedeniyle genel olarak istikrarsız bir ülke. Mizahın içinde olduğunuz süre içerisinde sansür ve baskıyla en çok hangi dönemde karşılaştınız? Baskılar ve davalar sizin üstünüzde bir etki yaratıyor mu? Ben yaş olarak aslında şu ana kadar böyle büyük bir baskıyla karşılaşmadım.Bugüne kadar çok büyük baskılar olmadı. Davalar olmuş olsa da Erdoğan’ın döneminde olduğu kadar olmadı. Kültür Bakanı da kendisi de bize dava açtı; ama bu sanırım Türkiye’de mizah tarihinde doğal olarak var olan bir durum. Biz bunu kendi içimizde çok büyük baskı olarak görmüyoruz. Üstünde konuşup bunun bizim kafamızda yer etmesini, otosansüre neden olmasını istemiyoruz. Dava açılır mı açılmaz mı diye düşünmüyoruz. İçimizden geldiği gibi devam ediyoruz. İEÜ 2. Liselerarası Karikatür Yarışması ödülleri sahiplerini buldu İzmir Ekonomi Üniversitesi 2. Liselerarası Karikatür Yarışması’nda Liselerarası Karikatür Yarışması’nda dereceye giren öğrencilere ödülleri ünlü Karikatürist Selçuk Erdem ve İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş tarafından verildi. Yarışmada, Cahit Kora Lisesi’nden Onur Akın birincilik, Gaziemir Lisesi’nden Ozan Kulaç ikincilik, Nene Hatun Kız Teknik, Anadolu Meslek ve Kız Meslek Lisesi’nden Ayşe Bulut üçüncülük ödülüne layık görüldü. Erkan Onur’un birincilik ödülü alan iki çalışması http://univers.ieu.edu.tr Türk müziğinin eskimeyen isimleri: Bülent Ortaçgil ve Erkan Oğur Türkiye adına Anadolu topraklarının komşuları civarı adına konuşursak: Burada birçok etnik yapı var; örneğin 5 km de bir lisan değişiyor, yemek kültürü değişiyor, müzik değişiyor, yürüyüş hal ve gidişat değişiyor… Ama ortak bir payda da bileşiliyor; bu da makam yapısı. Yani Hüseyini makamı her yerde Hüseyini makamı, hangi dağın arkasına gidersen Hüseyini makamı. Dolayısıyla ortak olan makam yapısının birleştirdiği bir müzik var o da bu topraklarda çok zengin. Araştırmacılar ve müziğe gönül vermişler için çok malzeme var. Telvin grubunun oluşumundan bahseder misiniz? Bas davul ve perdesiz gitardan oluşan eski arkadaşlarımız olarak çalıyoruz. Emprovize ye dayanan bir müzik. Bu müzik ya vardır ya yoktur. Anında müziği tasarlayıp oluşturup onu yaşayarak değişken bir biçimde doğaçlamaya yönelik, o şekilde çalışan bir müzik grubu. Doğuş Sar: Ben sizin müziğinizle 12 yaşında babam sayesinde tanıştım ve o günden beri sizi dinliyorum. Her nesle hitap eden müziğinizin sırrı nedir acaba? Bülent Ortaçgil: Bunun bir sırrı yok. Samimi olmak, birde genellikle insanın zamana modaya uygun olmadan kendisine sesleniyor olmak. Birkaç nesil beni dinliyor ama insanın özü ya da karakteri fazla değişmiyor. Peki size ideolojik olarak Türkiye’nin Bob Marley’i diyebilir miyiz? Yani ben demem, sen dersen de. Erkan Oğur ile uzun süreli müzikal bir birlikteliğiniz var. Bu birlikteliğinizi nasıl korudunuz? Birbirimizi seviyoruz da ondan. İşin özü sevgiden geçiyor diyorsunuz… Tabii, bizim annelerimiz dost, babalarımız dost, ilk müzik denemelerini birlikte yaptık. Erkan Oğur: Ben gitarı Bülent’te gördüm. Bülent Ortaçgil: Ben de ilk garip sesleri onda duydum. Birbirimizi yetiştirdik, birbirimizi besledik. Dolayısıyla biz müzikal arkadaşız onunla. Peki Fikret Kızılok’un vefatından sonra kendinizi sahnede yalnız hissettiğiniz oldu mu? Yok, Fikret… Fikret ile bir dönem çok yakın arkadaştık, birlikte şarkı yaptık. Çok yakındır; çekirdek zamanından kalma ama işte zaman değişiyor insanlar değişiyor ve işte Fikret’in son zamanlarında pek beraber değildik açıkçası. Yeni albüm çalışmanız var mı? Var ama sanırım bir yılı bulur yapması. Türkiye’de müzik artık yarım yamalak bir yerde duruyor. Zaten Türkiye yarım yamalak bir yerde duruyor. Yeni bir albüm yapsam ne olur yapmasam ne olur diye de düşünmüyor değilim aslında. Kültür-Sanat 09 Mayıs2009 Yıl2 Sayı14 Nedenim müzikal ihtiyaçlar… Bir tını var. Ona ulaşmak için insan önce var olan enstrümanları deniyor ve bu yetmiyorsa biraz daha kurcalamaya başlıyor. Perdesizlik de bir felsefe ve müziğin olması gereken biçimi aslında. Biz sesleri do re mi fa sol diye sınırlandırmışız. Perdesizlik olağan bir şey, kâinatta olan bir şey. Müzik aletleri de zaman içerisinde değişiyorlar. Bazı aletler zaten perdesizlik taşıyor. Mesela yaylı sazlar, bazı nefesli sazlar… Başka enstrümanlar içerisinde olabilecek durumda olabilenler var. Mesela gitar mümkündü, ud perdesiz veya tamburumuz var çok perdeli. Ya az perde perdesizliğe gidiyor ya çok perde perdesizliğe gidiyor ki, iki ucu da perdesizliğe giden bir şey. Tabii ben gitarla düşünmeyi daha kolay becerdiğimden gitarı perdesiz yaptım. Bir efsane var; ‘gitarı perdesiz hale getiren ilk sizsiniz’ diye. Bunun patenti dışarıdan alınmış ama bunun üzerinde bir hakkınız yok. Doğru mudur? Bunun hikayesi şu. 1976 da yaptım bunu. Patentini almak için uğraştım ama bu beni aşan bir şeydi ve çok pahalı bir işti. Patentini almadım ama onun yerine Fretless adı altında bir tane albüm yaptım ve o benim hem perdesiz gitarla yapılmış ilk albüm olma özelliğini taşıyor. Dolayısıyla aynı zamanda doğal patentim. Dolayısıyla ticari anlamda oluşturulmuş patent kurallarının dışında, doğal bir patent. Onun dışında patentini ben almadım ama. İnternetten şarkıların korsan olarak indirilmesi piyasaya ket vuruyor değil mi? İnternet ve teknolojik bir gelişmeye karşı durmak abes tabii ki ama müzik piyasası artık darbe yemiş durumda dolayısıyla bir şey yapıp satmak zaten mümkün değil. Bülent Ortaçgil: Alan var mı patentini? Açık olarak Türkiye’de duruyor, birisi alabilir. Sen gidip alabilirsin (bize dönerek) ben yaptım bunu diyerek. Yani bir tane atölye kurup bir tane gitar yapan birini oturtup başına, bana perdesiz gitar yap diyip alabilirsiniz. Ben kendi müzik yaşantım içerisinde kullanıyorum sadece. Yiğit Ulutaş: Değişik enstrümanlarla ilgilenmeyi ve modifikasyonu seviyorsunuz. Bu modifikasyonlar, kendi müziğinizi anlatmak için özel tasarlanmış yöntemler mi yoksa deneme yoluyla çıkan enstrümanlar mı? Özellikle bu perdesiz gitar. Müziğin veya müzik kalitesinin bölgelere ve milliyetlere göre değişimi ve gelişimi nasıl oluyor? Veya bu çizgiler arasındaki bağlantı neye bağlı olarak değişkenlik sağlıyor? Bu çeşitlilik hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu çeşitlilik müzik kalitesini ne yönde etkiliyor? Bir röportajınızda Blues’u halk müziği olarak tanımlamışsınız. Türk müziğiyle benzerlikleri ne yönde olabilir? Blues’un benzeyen tarafı söylem olarak benzemesi ve bakış açısı olarak benzerlikleri taşıması ama icra biçimleri farklı. Blues eşittir türkü gibi bir şey aslında. Oraların türküsü. Bütün müzikler geçer gider blueslar kalır bence. Ben bazı şeyler söylüyorum 11. yüzyıldan 12. yüzyıldan ama hala duruyor oysa 1950 yılındaki bir pop parçası artık yok olmuş mesela. Hakan Gözütok: Bir de popüler kültür diye bir şey var. Üniversitemizde, çevremizde görüyoruz ve hızla artan bir şey bu. Gençler, insanlar bir gün durup da aa biz naptık diyecekler mi? İşte gençlik böyle alından öpüp gittikten sonra insanlar dönüp şöyle bir şeyde varmış diye fark ediyorlar. Sarphan Uzunoğlu Halkla İlişkiler Bölümü “OLAYLARA KARIŞMA” T ürkiye’de doğmuşsanız çoğu şeyi seçme şansınız elinizden alınmıştır. Nüfus kağıdınızdan başlayarak yerinize verilen kararlar sizi çevreler. Hangi takımı tutacağınıza ailenizin aldığı mobilyalar ya da hediyeler etki ederken, hangi müziği dinleyeceğiniz de ya arkadaş çevreniz ya da popüler müzik kanallarınca belirlenir. Çünkü Türkiye kocaman bir kuaföre benzer. Girdiğinizde size olmadığınız bir şey olma zorunluluğunu hissettiren yöneticileri vardır ve size düşünüp üretmek değil seçim yapmak kalır ki o seçim de birilerini kırmamak adına hep onların istediği gibi yapılır. Medyanın sizi eğip büktüğü bu kocaman evrende resmi olmayan bir şeyden bahsetmek tehlikeliyken, dört büyükler hariç takım tutmak insanlara garip gelirken, kısacası toplumda baskın değerlerden birini kabul etmek zorunluyken, kenarda oturunca ya deli damgası yersiniz ya da dışlanırsınız. Yerel seçimleri geride bıraktığımız bu dönemde, hangi partiye oy verdiniz sorusunu yönelttiğiniz gençlerden seçimlerdeki ilk üç partinin adını almanız, aslında hangi partiye oy vermeyi dilerdiniz dediğinizde ise bambaşka yanıtlarla karşılaşmanız bunun en güzel göstergesi. Barajı geçemez diye oy vermediğimiz partiler, ödenek alamaz diye oy vermediğimiz belediye başkanı adayları, ne vereceklerini dinlemeden parti amblemine bakarak oy verdiğimiz adaylar sizce demokrasinin neresindeler? Biz demokrasiden bir spor müsabakasından anlamamız gerekenden fazlasını algılıyor muyuz? Aslında gençler olarak şu anki siyasi tabloyu iyi analiz etmemiz gerekiyor. Sağ ile sol arasındaki farkı bilmek yetmiyor, solum diyenle sol olan arasındaki farkı da bilmek gerekiyor. Gençliğin seçimleri de Türkiye’de sık sık eleştiriye uğruyor. 90’larda bir yazısında bu aralar liberal tayfanın taptığı Engin Ardıç metal müzik dinleyenleri 2000’lerin Vakit Gazetesi’ne bile ağır gelebilecek bir yaklaşımla, kendinden geçmiş cahil kitleler olarak tanımlıyor. Vakit ve benzeri muhafazakar kitlelerin takip ettiği, aralarına kimi yazarlarının ve tabanının da gözlendiğinde Zaman’ı da katabileceğimiz gazetelerin gençlerin alternatif müzik beğenilerine bakış açıları ise net. Bu fark ediliş dönemini uzatmamak için neler yapmamız gerekiyor? Mesela senin gibi insanın kendisine böyle bir soruyu sorması gerekiyor ki bir farkındalık olsun, bu da eğitimle ilgili. Gerilere gider yani çocukluğumuza kadar gider bu süreç. Öğretmenler, çevre, arkadaşlar, uygulanan kültür politikası, modalar, yanlış kişilerin müzik piyasasını ellerinde bulundurmaları gibi birçok etken var. Televizyonun ve medyanın düzeysizliği hemen hepsi etkiliyor. Ama esas neden eğitim. Ana karnından başlayan ve en azından 14 yaşına dek süren bir eğitim süreci içinde müzikle ilgili bir düşünce yok, eğitim dünyamızda olmadığı gibi bir başlangıç bile yok. İnsanlar kişisel çabaları ile bir şeyler yapıyorlar hala. Eğitsel boyutla kitlelere ve topluma yönelik eğitimli bir yaklaşım tam olarak yok. Doğuş Sar - Hakan Gözütok - Yiğit Ulutaş Duman’ın çıkardığı albümdeki “Lem yelid ve löp yutar.” cümlesi onları din düşmanı yapmaya, ayetlerle dalga geçen satanistler olarak adlandırmaya yetiyor. “Yaftalamayın” diye bağıranlar bunun öncülüğünü yapmaya çekinmiyorlar. Yaftalamayı sevip, yaftalanmayı sevmemek böyle bir şey. Vakit aynı şarkı ve grup hakkında AKP karşıtı albüme imza atan grup tanımını kullanabiliyor. Albümde politik anlamı olan dört şarkı var ve iki cd’den oluşan çalışmada toplam yirmi şarkı var. “Şeytan Rock Müziğin Tam Kalbinde!” başlığını atan muhafazakâr basının da, ailelerin de gençlere ve yeni kuşağın tercihlerini önemsemediği bir ülkede kültürden, sanattan, değişimden ve siyasetten bahsetmenin zorluğu ise kendini her köşe başında kanıtlıyor ve Türkiye’de her üniversite öğrencisine üniversiteye başladığı sene hala aynı cümle söyleniyor: “Olaylara Karışma.” 10 Dosya http://univers.ieu.edu.tr Mayıs2009 Yıl2 Sayı14 AIDS ile mücadelede ülkemizin ilk STKʼsı ile görüştük Y ıllarca ücretsiz olarak verilen eğitimlerin, danışmanlıkların, bilinçlendirme programlarının ardından, derneğin bu duruma gelmesi toplumsal bir soruna verilen değeri ortaya koyuyor aslında. Bütün maddi imkânsızlıklara rağmen içindeki insan sevgisi ve yardım etme arzusuyla dolup taşan Sayın Prof. Dr. Melahat Okuyan’dan derneğin çalışmaları ve AIDS ile mücadele hakkında bilgi aldık. Merkezi İzmir’de olan AIDS İle Mücadele Derneği Başkanı Prof. Dr. Melahat Okuyan ile çalışmaları üzerine keyifli ve bilgilendirici bir söyleşi yaptık. Türkiye’de AIDS ile mücadele için kurulan ilk sivil toplum kuruluşu olan ve 18 yıldır olağanüstü başarılara imza atmış, binlerce kişiye eğitim vermiş bu dernek kapılarını ekonomik sıkıntılar nedeniyle kapatmak üzere. Gizem Güngör: AIDS ile mücadele derneği nasıl kuruldu? Melahat Okuyan: 1991 yılında emekli olduktan sonra ilk işim bu derneği kurmak oldu. Türkiye’nin ilk AIDS’le mücadele derneğidir ve emekli olduğumun ertesi günü kurulmuştur. O dönemde merkezi İzmir olan bir AIDS Derneği için bina yapımına girişildi. Aslında ben merkezi evimde kurmuştum ama üç dört ay sonra o binaya geçtik. Bu binanın bir kısmı sağlık ocağı olarak işlemekteydi. O dönemde derneğin işleri çok büyümüştür. Çünkü dernek bütün ülkeye iş yapmaktadır. Mahalli bir dernek değil, genel merkez. Birçok şubesi kurulan derneğimiz bazı şubeleri parasızlıktan ötürü yavaş yavaş kapanmak zorunda kaldı. AIDS hastalığı hakkında insanları bilinçlendirmek için ne gibi faaliyetler yapıyorsunuz? AIDS bir gençlik hastalığı. Bu yüzden biz de gençleri nasıl eğitiriz diye düşündük ve çeşitli şehirlerde öğretmenlere kurslar verdik. Eğitim verdiğimiz öğretmenler lise öğrencilerini eğitecekti. Fakat öğretmenlerin çoğunun eğitilmesine rağmen öğretmenlerden çok azı edindikleri bilgiyi aktardı. Bu nedenle projemiz çok başarılı olamadı. Ama yılmadan bu projemizi senelerce devam ettirdik. Ancak daha sonra ‘Akran Eğitimi’ projesine başladık. Bu projede verilen eğitimler okullardan, kulüplere, üniversitelerden, dershanelere, spor salonlarından gençlerin bulunabileceği farklı mekânlara kadar geniş bir yelpazede yapılmıştır. Bu nedenle en beğendiğim eğitim olarak ‘Akran Eğitimi’ büyük başarıya ulaştı. O kadar başarılı oldu ki öğrenciler uyguladığımız eğitimler sonunda arkadaşlarına eğitim verdi. Bazılarının yaptıkları modülleri derneğimizde kullandık. Artık ben onlardan kopya çekmeye başladım. Gençlerin kendi akranlarını eğitmesi çok farklı ve etkili bir yöntem oldu. Bunun dışında evlilikten önce çiftlere ilk defa HIV testlerini biz uyguladık. Ülkemizde gençler ya da insanlar AIDS konusunda ne derece bilinçliler? Halkın yarısı AIDS kelimesini duyar duymaz korkuya kapılıyor, diğer yarısı ise bu konuda zorla bilinçlenmiş. Sağlık kuruluşları da bilinçli değil. Geçtiğimiz günlerde yapılan NATO görüşmelerinde, AIDS’le mücadeleyi ön plana almak için karar çıktı. Ülkemizde hangi yaş grubundaki insanlarda bu hastalık daha çok görülüyor? Türkiye’de 30- 40 yaş arasında bu hastalığa yakalananların sayısı daha yüksek. Gençler daha tutarlı ve daha bilinçli. Türkiye’ de dünyaya kıyasla HIV virüsünü taşıyanların oranı nedir? Dünyada en az AIDS hastalığı olan ülkelerden birisi Türkiye. 2008 istatistiklerine göre İstanbul’da 1055, İzmir’de ise HIV virüsünü taşıyan 257 hasta var. İzmir’de HIV taşıyıcısının daha fazla olmasının ne- törüdür. İstatistikler bize göstermektedir ki Avrupa’da HIV pozitif kişilerin yüzde elliden fazlası uyuşturucu kullanmaktadır. Benim bütün isteğim bu risk faktörüyle beraber AIDS’i engellemektir. Bu hastalığın belirtileri neler? AIDS’in özel bir belirtisi yok denebilir. Vücut ağırlığının %10’undan fazla kayıp, bir aydan fazla süren ateş, bir aydan fazla kronik öksürük, genel kaşıntı, bezlerin şişmesi (özellikle boyunda)… gibi belirtilerden hepsi de olabilir, biri de. Herhangi bir hastalık ona uygun tedavilere cevap vermiyorsa AIDS olabilir. Bağışıklık sisteminiz çöktüğü için tedaviye cevap vermiyorsunuzdur. Hastalık ne zaman teşhis edilebilir? Öncelikle kuşkulu bir ilişkinin üç ay sonrasında test yapıldığında testin güvenirlik oranı %95 civarıdır. Ama az bir ihtimal de olsa hastalığa yakalanma riski vardır. Bu nedenle 6 aydan sonra da test yaptırılması uygundur. Biz Türkiye’de bu uygulamayı da yapmaktayız. AIDS’ in tedavi yolu var mı? Ben üroloğum. En zor branşlardan bir tanesi. Mikrop dünyası zor ama virüs dünyası daha da zor. Bu da virüslü bir hastalık ve kanser virüsü gibi tedavisi olmayan bir hastalık. Kesin tedavisi yok. Ama virüsü vücutta azaltmanın tedavisi mümkündür. Fatma’nın virüsü Ahmet’e geçince artık o Ahmet’in virüsü oluyor. Değişime uğruyor ve uzun süre o insanla yaşıyor. 20 sene virüsle yaşayan insanlar var. Bazen gelecekte insanlığın genlerinde AIDS virüsü taşıyarak yaşayacağını düşünüyorum. İnsanlık böyle AIDS’le yaşamayı öğrenirse bu çok tehlikeli bir hal alabilir. Ama yine de Türkiye’de bu tür derneklere destek olunmuyor. Biz ne zaman derneğimizi ekonomik sıkıntılar yüzünden kapatmak zorunda kalacağız ki -şuan o durumdayız - o zaman insanların ilgisi bu yöne kayacak. Fotoğraf: Feyzan Demirci denlerinden biri derneğin ilk defa burada kurulmuş olmasıdır. Bilinçlenen bir yerde test yaptıranların sayısı da daha fazla olduğundan hasta sayısını belirlemek daha kolay olmaktadır. HIV testi yaptırmak isteyen kişilere nasıl bir uygulama yapılmaktadır? Test, 10 dakikada parmaktan bir damla kan alınarak yapılabiliyor. Testlerin hepsinin güvenilirliğini de ben kendim kontrol ediyorum. HIV testi sonuçları kesinlikle gizli tutulmakta ve ücretsiz yapılmaktadır. Yurt dışında bu konuda danışmanlıklar para karşılığında yapılmaktadır. Biz ise burada saatlerce insanlarla konuşup onları bilgilendirmekteyiz. Hiçbir ülke bilim adamını bizim gibi bedavaya kullanmıyor. Ancak ben bundan keyif duyuyorum. 1987’de dünya sağlık bakanlığı toplantısında herkes bütçesinin yüzde 17’sini derneklere verecek diye bir karar alındı. Üstelik altyapı ve personeli tamamlamak şartıyla. Biz ilk kurulduğumuzda çok büyük şeyler başaracağımızı hayal etmiştim. Avrupa’da yayınlanan bütün kataloglarda isimlerimiz bulunmaktadır. Avrupa’da test yapan, danışmanlık yapan sayılı derneklerden biriyiz. AIDS’ in bulaşma yolları nelerdir? Eşcinsellik ve uyuşturucu HIV virüsünde en büyük iki risk faktörüdür. AIDS’in bulaşma yollarından bir tanesi kan yolu ile bulaşmadır. Başka bir deyişle kan ve organ nakli, ortak kesici alet ve enjektör kullanımı ile (uyuşturucu alanlar) bulaşmaktadır. Cinsel ilişki yoluyla ve hamilelikte HIV virüsü taşıyan anneden bebeğe veya annenin bebeği emzirmesi yoluyla bulaşmaktadır Uyuşturucu kullanımı ve AIDS arasında ne gibi bir ilişki söz konusu? Uyuşturucu AIDS’te en önemli risk fak- AIDS tedavisini devlet karşılıyor mu? Tedavi çok pahalı olduğu için devlet bunu karşılıyor. Eğer hastalık artarsa tedaviye para yetiştirilememesi durumu söz konusu. HIV virüsü yaşayan bir insan ortalama ne kadar yaşıyor? AIDS hastası olan kişinin kanının cm küpündeki virüs sayısına göre yaşam süresi belirlenmektedir. Bu süre ortalama sekiz ile iki buçuk yıl arasında değişiyor. AIDS ile Mücadele Derneği’ne bağış yapmak ve bu derneği yaşatmak isteyenler Ziraat Bankası Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Şubesi 6799913-5001 numaralı hesaba yardımda bulunabilirler. Dünyada 2006ʼ da AIDSʼten ölen ve hastalığa yakalananların sayıları Batı Avrupa 1200 kişi ölen, 2000 yakalanan Doğu Avrupa ve Orta Asyaʼda 8400 ölen, 270.000 yakalanan Kuzey Amerikaʼda 18000 ölen, 43 000 kişi yakalanan Güney Amerikaʼda 65.000 ölen, 140.000 yakalanan Kuzey Afrika 36.000 ölen, 68 000 yakalanan Güney Afrikaʼda 2 milyon 100 bin kişi ölen, 2 milyon 800 bin yakalanan Avustralya 4000 ölen, 7000 yakalanan Güney Doğu Asya 590.000 ölen, 860.000yakalanan Doğu Asya 43.000ölen, 70.000yakalanan bulunmaktadır. http://univers.ieu.edu.tr t SİNEMALAR, FİLM GÖSTERİMLERİ Desem Sineması Beni Kimse Sevmiyor (Keiner Liebt Mich) Rehber 11 Mayıs2009 Yıl2 Sayı14 Cennet yolcuları (Knockin On Heaven’s Door) Yönetmen: Thomas Jahn Senaryo: Thomas Jahn Tür: Romantik/Komedi Yapım: Belçika/Hollanda/Almanya Seanslar: 22-28 Mayıs, 14.30-16.45-19.0021.15 Fuar Açık Hava Otello Ayhan Sicimoğlu / Bueno Vista Revisted Aşk Kurbanları (Les Victimes) G.Verdi 21 Mayıs 20.00 23 Mayıs 15,00 Bale t 15 Mayıs 2009 Cuma Yönetmen: Doris Dörrie Oyuncular: Maria Schrader (Fanny Fink) Pierre Sanoussi-Bliss (Orfeo de Altamar) Tür: Komedi / Dram Yapım: Almanya Seanslar: 1-7 Mayıs, 14.30-16.45-19.0021.15 Ayazda bir Yürek (Un Coeur En Hiver) Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi Yönetmen: Patrick Grandperret Oyuncular: Jacques Dutronc, Vincent Lindon, Karine Viard Tür: Dram Yapım: Fransa Seanslar: 29-31 Mayıs, 14.30-16.45-19.0021.15 t Türk bestecileri gecesi 16 Mayıs Cumartesi 20.00 t TİYATRO Kuvay-i Milliye Kadınları KONSER Ooze Venue Yaşar 1 Mayıs Cuma Saat: 23.00 Giriş: 25 TL GEZİ Midilli Adası Bisiklet Gezisi 16-19 Mayıs Program 16 Mayıs Cumartesi 09.00 Ayvalık’a varış 10.00 Midilli’ye hareket 12.00 Midilli’ye varış ve otele transfer Bisikletli grup Molyvos’a gitmek üzere yola çıkış. (Doğu sahili boyunca gidilerek Molyvos’a varış. Mesafe 60 km, maksimum yükseklik 600 metre, akşam çadır kampı.) Bisikletsiz grup için öğleden sonra serbest zaman. 17 Mayıs Pazar Bisikletli grup için Molyvos-Kaloni-Mesa yoluyla Midilli şehir merkezine geri dönüş. (Mesafe 60 km, maksimum yükseklik 400 metre) Bisikletsiz grup için serbest zaman 18 Mayıs Pazartesi Bisikletli grup Midilli-Plomari Bisiklet Gezisi, bisikletsiz grup için serbest zaman 19 Mayıs Salı Şehir turu ve alışveriş 19.00 Feribot hareket 21.00 Ayvalık’a varış Konaklama (4 gün 3 gece) 16-18 Mayıs 3 yıldızlı otelde konaklama+kahvaltı Funda Arar 8 Mayıs Cuma Saat: 23.00 Giriş: 25 TL Tur ücretine dahil olan hizmetler: Ayvalık-Midilli-Ayvalık Feribot bileti 3 yıldızlı otelde çift kişilik oda konaklama Feridun Düzağaç Yönetmen: Claude Sautet Senaryo: Claude Sautet Oyuncular: Andre Dussollier, Emmanuelle Béart, Daniel Auteuil Stephane Tür: Dram Yapım: Fransa Seanslar: 8-14 Mayıs, 14.30-16.45, 19.0021.15 Ulis’ in Bakışı (Le Regard D’Ulysse) Yazan: Nezihe Araz Yöneten: Tomris Çetinel 1, 2 Mayıs Teyzesi Yazan: Simon Williams Yöneten: Ali Hürol 9 Mayıs 15 Mayıs Cuma Saat: 23.00 Giriş:20 TL Bedük 22 Mayıs 2009 Cuma Saat: 23.00 Giriş: 25 TL Yönetmen: Theo Angelopoulos Oyuncular: Harvey Keitel, Erland Josephson, Maia Morgenstern Tür: Dram/Savaş Yapım: Fransa Seanslar: 15-21 Mayıs, 13.00/ 16.15/ 19.30 EÜ. Kampus Kültür Merkezi Napoliten’ den Tango’ ya 4 Mayıs Pazartesi 19.30 t OPERA VE BALE La Muerte Di Garcilaso Ruperto Chapi Dünya Prömiyeri 9,11,12,25 Mayıs Cumartesi 20.00 La Vida Breve Manuel de Falla Türkiye Prömiyeri 14 Mayıs Perşembe 20.00 Yunanistan vizesi Bisiklet turları rehberlik ve organizasyonu Ücrete dahil olmayanlar - Öğle ve akşam yemekleri - Ada içi ulaşım ve transferler - İzmir-Ayvalık ulaşım (Talep edilmesi halinde otobüs ile transfer sağlanabilir.) Vergi-Harç-Sigorta 15 TL Yurtdışı Çıkış Harcı 20 TL Seyahat Sigortası Detaylı bilgi için; www.izmirbisiklet.org 12 Spor http://univers.ieu.edu.tr Mayıs2009 Yıl2 Sayı14 İzmirʼin gururu: Arkas Spor İzmir Ekonomiʼden hakem çıktı Okulumuzun iç mimarlık ve çevre tasarımı 1.sınıf öğrencisi olan İsmail Uğur Göçmen’in, il hakemliği lisansı almasından sonra hakemlik üzerine yaptığımız söyleşi. dolayı. Fakat bölümüme geçtiğimden beri daha fazla zorlanıyorum. Çizim ve proje yetiştirmek beni epey yoruyor. Vakit ayırmaya çalışsam da ikisi beraber yorucu oluyor. Gene de hakemliği ve okumayı sevdiğim için ikisini birden yapmaktan mutluluk duyuyorum. İsmail Uğur Göçmen (ortada) Doğuş Sar: Neden hakemliğe başlamaya karar verdin? İsmail Uğur Göçmen: Yaptığım işte insanların bana saygı duymasını istediğim için hakemliği seçtim. Aynı zamanda küçüklükten beri futbolun içinde bulunmak istiyordum. Futbolcu olmak için yaşımın ilerlemiş olacağını düşündüm ve böyle bir karar aldım. Hakemlikte klasman atlamak için gerekli şartlar nelerdir? Kendini geliştirmen sonucu bu gelişimleri sahada en iyi şekilde göstermek çok önemli. Belki de en önemlisi gözlemcilerden aldığımız notlar. Okul ve hakemlik beraber zor olmuyor mu? Geçen sene rahattı hazırlık okuduğumdan Bir Efsane: Lefter Küçükandonyadis 22 Aralık 1925’de İstanbul’da Rum kökenli bir ailenin çocuğu olarak doğan Lefter, Fenerbahçe’de görev yapmış efsanevi oyunculardan birisidir. Fenerbahçe ile İstanbul Profesyonel liginde iki, Türkiye Şampiyonası’nda üç kere şampiyonluk yaşamıştır. 50 kez milli forma giyen ilk oyuncu olduğu için futbol federasyonu tarafından kendisine altın madalya verilmiştir. Toplamda Fenerbahçe formasıyla 615 maçta 423 gol atmıştır. Türk Milli Takımı formasıyla 50 maçta 22 golü vardır. Fenerbahçe dışında İtalya’da Fiorentina ve Fransa’da Nice forması giyen Lefter, 1957’de Yunanistan’la yapılan bir maçta aslen Rum kökenli olduğu için maça ilk on birde çıkarılmamış ve 70. dakikada Türkiye Yunanistan karşısında 2-0 gerideyken teknik direktör Lefter’i oyuna almış ve 70. dakikadan sonra 4 gol birden atarak takımını galibiyete taşımıştır. 1963’te futbolu bıraktıktan sonra Yunanistan’ın Egaleo, Güney Afrika’nın Johannesburg takımlarında futbolcu ve antrenör olarak yer almıştır. Daha sonra Samsunspor, Orduspor, Mersin İdman Yurdu ve Boluspor’da teknik direktörlük yapmıştır. Şu anda Büyükada’da yaşamaktadır ve 3 çocuk sahibidir. Kondisyonunu nasıl koruyorsun? Salı ve perşembe günleri antrenmanlarımız oluyor. Bir buçuk saatlik bu antrenmanlar bize yetiyor. Onun dışında kendimi eksik görüyorsam cuma günleri kendi başıma Gürsel Aksel sahasında koşuyorum. Hiç yanlış karar verdiğini düşündüğün oldu mu? Maç sonrası gözlemciler uyardığında “aaa evet burada hatalıymışım” dediğim oluyor. B Genç kategorisinde de olsa Göztepe – Karşıyaka maçı yönetmek nasıl bir duygu? Doğruyu söylemek gerekirse ilk maçımda bile böle bir duyguyu yaşamamıştım. Maça başlamadan 2 saat önce sahaya gitmiştik, ilk olarak sanki sıradan bir maçmış havası vardı. Maçın başlamasına 1 saat kala hakem arkadaşlarım ve beni büyük bir sessizlik almıştı. Maça çıktığımızda ise sanırım ilk defa bu kadar fazla seyircili bir maçta hakem olacaktım. Ve maç başlayana kadar heyecanım devam etse de maç başlayınca o heyecanı üzerimden attım. Başına gelen ilginç bir olayı bize anlatır mısın? Şansızlığım mıdır bilmiyorum benim kontrol ettiğim ağlarda genelde sorun çıkıyor. Bu bizim aramızda espiri konusu bile oldu. Ağları kontrol ettiğimde sağlamdı. Maçta korner oldu ve kornerden gelen topa futbolcu o kadar güzel vurdu ki top 90 a gitti ve tekrar sahaya döndü, kimse anlamadı ve topla oynamaya Devam ettiler. Bende ilk başta anlamadım ve bir 5 saniye kadar baka kaldım. Düşünsenize fiziğe aykırı bir olay yaşıyorum; top 90 a gidiyor ve tekrar sahaya dönüyor. Daha sonra ben golü veriyorum tabii. Golü verdikten sonra bütün sporcular üzerime gelip “ağları kontrol etmediniz mi siz?” diye söylenseler de, sonuçta onlar da gol olduğunun bilincindelerdi… Hakemler üzerinde bir baskı olduğunu düşünüyor musun? Hakemlerde insan oldukları için ister istemez bir iç baskı yaşadıklarını düşünüyorum. Yanlış bir karar verdiklerini anladıktan sonra maç içinde daha tedbirli olmaya çalışıyorlar fakat bu bazen hakemlerin hatalı karar almasına neden oluyor. Dış baskılar ise bence var. Alt kategorilerde bile kulüp başkanlarının istemediği hakemler var. Alternatif bir arayış: kaya tırmanışı Dağcılığın içinden çıkan bir spor olan kaya tırmanışı git gide yaygınlaşan bir spor dalı haline gelmeye başladı. Adrenalin yaşamak ve kendini fit hissetmek isteyenler için en ideal aktivitelerden biri de kaya tırmanışıdır. Kaya tırmanışına başlayanların biraz ilerledikten sonra sınırlarını kendileri çizmeleri ise sporun insana kattığı özgürlükten başka bir şey değil. Kayaya tırmanırken dengenizi kurmanız, esnekliğiniz, gücünüz ve stratejik olarak verdiğiniz kararlar bu sporda ilerlemeniz için en gerekli özelliklerdir. Tehlikeli bir spor dalı olarak bilinir fakat dikkat edildiği zaman hiçbir tehlikeli yanı olmadığını görebilirsiniz. Kata (özel tırmanış ayakkabısı), karabina, express, atc, dinamik ip gibi özel eşyalar kaya tırmanışında kullanılan temel malzemelerdir. Denemenizde hiçbir zararı olmayan bu sporu, denedikten sonra bırakmak sizin için çok zor olacaktır. İzmir Ekonomi Üniversitesi Dağcılık Kulübü’nde bu spor yapılmaktadır. Doğuş Sar Voleybolda GM Capital Erkekler Avrupa Challenge Kupası’nı Arkas Spor kazandı. Kupada bu sezon oynadığı 8 karşılaşmada, 7 galibiyet ve 1 mağlubiyet aldı. İlk turda maç oynamayan İzmir temsilcisi, 2. turda Estonya’dan Selver Talinn’i her iki maçta da 3–0 yenerek turu geçti. 3. turda yine maç yapmayarak 4. tura yükseldi. 4. turda Almanya’nın Generali Haching takımını da her iki maçta 3-0’lık net skorlarla geçen mavi beyazlı ekip, çeyrek finalde Fransız ekip Tourcoing’le karşılaştı. İlk maçta Fransa’da 3–0 mağlup olduktan sonra kendi sahasında 3–0 kazandı. Statü gereği oynanan altın sette Fransız temsilcisini 15–10 yenerek “Dörtlü Final” hakkını elde etti. Arkas Spor Kulübü’nün İzmir’de 5000 kişilik Karşıyaka Arena Salonu’nda organize ettiği yarı final ve final maçlarına katılım yoğun oldu. Arkas, yarıfinalde Yunan ekip Enosi Athlopedion Patras’ı 3–0 yendi. Yarı finalin diğer maçında Polonya’dan Jastrezbski Wegiel ile Romanya’dan Tomis Constanta takımları karşılaştı ve Polonya temsilcisi maçı 3–2 kazanarak finale yükseldi. Çok zorlu geçen ve seyirci desteğini de arkasına alan temsilcimiz, maçı altın sette 3–2 alarak 2008–2009 sezonunda GM Capitol Erkekler Avrupa Challenge Kupası’nı müzesine götüren taraf oldu. Üçüncülük maçında ise Romanya’dan Tomis Constanta, Patras’ı 3–0 yenerek üçüncü oldu. Uğur Çalışkan La Pasion Turka! İspanya’ da lig takımlarından Deportivo La Coruna’nın maçlarını izlerken hiç dikkat ettiniz mi? Tribünlerde sürekli Türk bayrakları bulunuyor. İşte Deportivo taraftarı ile Türkler arasındaki o tarihsel, sıcak ve bir o kadar da ilginç yakınlaşma…Dünyanın hemen hemen her ülkesinde tanığı olduğumuz, futbola büyük heyecan ve keyif katan derbi karşılaşmalarından birisi de İspanya’da oynanmaktadır. Galicia bölgesinin iki güçlü takımı olan, Vigo şehri takımı Celta de Vigo ile La Coruna şehri takımı Deportivo La Coruna arasında oynanan karşılaşmalar, ülkemizde oynanan derbileri aratmayacak görüntüleri ortaya çıkartmaktadır. Derbiyi ilginç kılan olay ise, iki kentin taraftarlarının yüzyıllardır birbirleri ile çekişmeleri, kin beslemeleridir. Celta Vigo’lular, Deportivo’lulara, Türkler’e verdikleri destek nedeniyle, Deportivo’lular da Celta’lılara Portekiz’lilere yakınlıklarından dolayı, “hain” yakıştırması yapmaktadırlar. Vigo takımı Celta’da çok sayıda Portekiz taraftar derneği bulunmaktadır. Buna karşılık La Coruna’nın takımı Deportivo’da Türkleri, Türk bayrağını göndere çekecek kadar ateşli Türk dernekleri kurulmuştur. Bu yüzden olsa gerek, Deportivo La Coruna’nın her oynadığı maçta sahaya asılmış çok sayıda Türk bayrağı görebilirsiniz. Ayrıca Deportivo’lu futbolseverlere, “Türkler” adı takılmıştır. Geçtiğimiz yıllarda Deportivo’nun kendi sahasında Yunan ekibi Panathinaikos’la oynadığı Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında, Türk bayrakları ile yapılan tribün şovunu anlatan La Pasion Turka taraftar derneği başkanı Alberto Torres, “İnanın Riazor Stadı’nda yüzlerce Türk bayrağı vardı. Stadın bir ucundan diğer ucuna bir Türk bayrağı astık. Yunanlılar sahaya çıktıklarında dev Türk bayrağının yanı sıra yüzlerce ateşli taraftarın ellerindeki ay yıldızlı bayrakları görünce neye uğradıklarını şaşırdılar. Dünyanın hiçbir yerinde kendi ulusunun bayrağının dışında, başka ülke bayrağına bu kadar çok sahip çıkan bir taraftar grubu bulamazsınız” yorumunu yapmıştır. Özgür Seçim
Benzer belgeler
Sayı 15 / Haziran 2009 - İletişim Fakültesi
onferansın açılış konuşmasını Brighton Üniversitesi’nden gelen ünlü
tasarım tarihçisi Prof.Dr. Jonathan W.
Woodham’ın yaptığı konferans İzmir
Ekonomi Üniversitesi, Haliç Üniversitesi, Marmara Ünive...