Popüler kültür ve Türkiye İrfan Erdoğan 1 Esra Keloğlu İşler 2 Aytül
Transkript
Popüler kültür ve Türkiye İrfan Erdoğan 1 Esra Keloğlu İşler 2 Aytül
Popüler kültür ve Türkiye İrfan Erdoğan 1 Esra Keloğlu İşler 2 Aytül Tamer 3 Ruhlarını doldurdukları küçük ve banal zevkler peşinde sürekli koşan birbirine benzer ve eşit sayısız insanlar görüyorum. Her biri, kendi içlerine çekilmiş, diğerlerinin geleceğinden hemen hemen habersizler. Alexis de Tocqueville, 1835 Tocqueville 172 yıl önce değersiz zevklerle ruhlarını dolduran, diğer insanların geleceği umurunda olmayan bencil insan kitlerinden bahsediyor. Bahsettiğinin daha ilk bakışta, günümüzün kitlelerini de anlattığını görürüz. Bu kitlelerin karakterlerini peşinde koştukları zevklerin kalitesizliğinde buluyor. Tocqueville bir sonuçtan, yani nedenleri olan faaliyetlerden hareket ederek sonuçlar çıkartıyor. Bu sonuçlar doğrudur, eğer bu kitleler peşinde koştukları zevkler ve yaptıkları faaliyetleri kendileri için kendileri üretiyorlarsa. Bu sonuç ciddi şekilde yanılgıya götüren bir sonuçtur, eğer bu kitlelerin peşinde koştukları onların kendi özgür kararlarıyla kendileri için ürettikleri ve kullandıkları veya tükettikleri zevkler ve faaliyetler değilse. Eğer kitlelerin kendileri için ürettiklerine bakıp, bunları değersiz olarak niteliyorsak, buna kültürel eltizm denir; çünkü o kitleler kendi yaşamlarını bu şekilde ifade ediyorlar ve bu onların kültürel ifadeleridir. Bu ifadeleri alçak kültür veya yüksek kültür veya banal olarak niteleyemeyiz; nitelersek, buna verilen isimlerden biri de bağnazlıktır. Eğer bu kitleler kendilerinin üretmedikleri ve kitle üretim endüstrisinin ürettikleri standartlaşmış ürünleri tüketiyor ve bu ürünlere bağıntılı olan bilişleri yeniden-üretiyorlarsa, bu durumda orada kitle kültürü vardır; bu kültürün varlığının sorumlusu da banal zevkler peşinde koşan kitleler değil, bu banallığı, değersiz olanı, bencilliği, vurdumduymazlığı, diğer insanları sadece sömürecek veya kullanacak bir kaynak gibi görmeyi üreten endüstriyel yapıdaki karar veren güçlerdir. Bu 1 Prof. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Doktora öğrencisi, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi 3 Doktora öğrencisi ve araştırma görevlisi, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi 2 güçlerin ideologları sadece kendilerine işlevsel olan pozitif bilişleri ve davranışları üretmezler, aynı zamanda, “popülist olma” gibi negatif bilişleri üreterek ve bu bilişleri geri-zekalılaştırmada kullanarak ve geri- zekalılaştırılmış çok bilmişlerin (bilişsel-yoksul bırakılmışların) kullanması için yaygınlaştırarak doğruyu savunanı kötüler; “Yeşilaycı” olmayı (iyiyi savunmayı) aşağılar; insana “popülist olmayı,” yani “halkçı, halkın yanında olmayı, insanlıkla ilişkili olanı savunmayı”, sanki yanlış yapıyormuş veya suç işliyormuş hissini işler. Nasıl ki popüler bilişler, popüler mallar ve popüler ilişkiler üretiliyorsa, bu üretime çeşitli aşamalarda çeşitli nedenlerle katılan kitleler de üretilir. Aksi taktirde, popüler yapılmak istenenler asla popüler olamaz. Popüler kültür hem endüstriyel kültürel ürünleri (popüler mal ve hizmetleri) üretmeyi hem de bu kültürü tüketme peşinde koşan insanları (popüler bilişleri) üretmeyi anlatır. Popüler ürün ve pratiğin savunusunda, ayni zamanda “halka istediğini veriyoruz” bilişi işlenir. Halkla istediğini söyleyenler, banallığı ve bağnazlığı üretirken, “biz talebi karşılıyoruz” diyerek, aynı zamanda, kendilerini bu banallığın sorumluluğundan kurtarmaktadır. Kitle kültürünü üretenlerin ürettikleri işlevsel yalanlarla, 21 yüzyılın en yüksek seviyedeki hipokrasi çağı olması desteklenir. Yukarıdaki açıklamaları içeren kuramsal yaklaşımdan hareket ederek, bu makalede popüler kültür ve Türkiye konusu alışagelmiş anlatılardan farklı olarak işlendi: alışılagelmiş popülerlerin eleştirisi ve alışılagelmişin dışında popüler olup da popüler yapılmayanlar ele alınarak irdelendi. Bunu yaparken popüler düşlerle beslenen pratiklerin anlamı, doğanın üzerinde doğal olmayanın egemenliği, popular benlikler ve bizliklerin karakteri, popüler kültür halk kültürü bağı, halkın popülerce kullanımı ve popüler olmayan kimliği, üretenin serbest ve tüketenin suçlu olması, popüler değerliler ve popüler değersizler, popüler öldürme biçimleri, Anadolu kültürünün başına gelenler, popüler medya, arz, talep ve iletişim politikaları, popüler korku olarak nüfus artışı ve popüler ekmek ve sirk politikaları gibi konular üzerinde duruldu. Özlüce, bu yazının başından sonuna kadar popüler kültürün doğası ve sonuçları irdelendi. Bu yapılırken de, konu, popüler olanı en son halkasından (tüketiminden ve tüketenden) alarak, akıllıca yapılan bir biliş yoksunluğu/yoksulluğu yaratma ve sürdürme desteklenmedi. Popüler kültür endüstriyel yapının ürettiği ve dağıttığı materyal ve materyal olmayan 2 (düşünsel, inançsal, duygusal) ürünler olarak ele alındı. Böylece, gerçeği farklı şekilde sunma yerine, olduğu gibi sunma yoluna gidildi. Alışılagelmiş kronolojik tarih gibi bir tarihsel geçmiş sunulmadı. Onun yerine, var olan, günümüzde olanın “neliği/nasıllığı” açıklanmaya çalışıldı. Düşlerle beslenen pratikler Popüler kültür yaygın olan düşlerle ve bu düşlerle beslenen yaşam pratikleriyle ilgilidir. İkisi birbirini destekleyerek bu pratiği çığ gibi büyütürler. Bu popüler kültür düşünen ve hissedenin kendine ve dışına bakışı, kendini ve dışını, ilişkilerini, şimdisini ve geleceğini değerlendirmesi ve bu değerlendirmeyle yaptıklarını yapış ve yapmadıklarını yapmayış biçimidir. Popüler kültür, ücret/maaş köleliğine mahkum edilmişin bu köleliği özgürlük ve demokrasi olarak görmesiyle ve böyle görmesi için yoğun bilinç ve davranış biçimlendirme politikaları ve uygulamalarıyla ilgilidir. Popüler kültür sanayi ötesi toplum, enformasyon toplumu ve bilgi toplumu gibi iddialarla gelen bir özel mülkiyet ilişkileri yapısının kurduğu egemen kitle üretim pazarının biçimlendirdiği ve kitleleri içine kattığı baskıcı bir gösteri, gösteriş ve tüketim kültürüdür. Bu kültürde “kredi kartına bağlı, tüketerek ve gösterişle varoluşu” tanımlayanın, bilişsel ve davranışsal yoksun ve yoksul bırakılmışlığında “kendini özgür ve bilen sanması” egemendir. Bu popüler dünyada, küresel pazarın çıkarlarına işlevsel olan düşünce, his, ilişki, yapış ve yaşayış tarzına uyum için, köle kitlelerin kendilerini ve birbirini psikolojik ve fiziksel olarak baskı altında tutması ve ezmesi egemendir. Bu egemenlik iş yerinden stadyumlardaki ve televizyon önündeki maçlara kadar günlük yaşamın her biçimi ve anında vardır. Dolayısıyla, popüler kültür beyin ve pazar yönetimiyle ilgilidir. Popüler kültürün üretimi ve yeniden üretimiyle küresel bir pazarın siyasal, ekonomik, kültürel, inançsal, dinsel, tinsel, psikolojik, beklentisel ve davranışsal yapısına uygun insan tipleri yaratılır ve beslenir. Bu nedenle, popüler kültür bir egemenliği ve bu egemenliğe arzuyla katılmayı anlatır. Popüler kültür 21. yüzyılda insanlık durumunun geldiği üzücü noktanın göstergesidir: Popüler kültürün egemenliğindeki “postmodern” durum, fetişleşmiş kullanımlardan geçerek fiziksel doyum ve gösterişle değer bulan ve varlığını kendine ve dışına görsel cehaletle beslenen tüketimle kanıtlayan yabancılaşma, hunhar zavallılık, kendini ve ötekini ezme durumudur. Popüler pratikler, tanrısını yitirmiş insan kadar 3 tanrısı olan insanın da meta fetişizminden geçerek tanrısını yeniden buluşudur. Türban ile T-shirt aynı pazarın farklı bilinç yönetiminden geçerek sunduğu aynılığı anlatır. Bu aynılık teolojik ve laik düşünsel/ideolojik sömürüyle beslenen kapitalist pazar yapısında ve bu yapının nicel çoğulculuğundaki nitel benzerliğinde yatar: Kapitalist biliş yönetimiyle sosyalleşmiş zevkin, rengin ve biçimin (görünenin) farklılığını insanlar özdeki farklılık olarak benimsediği andan itibaren artık bilmiş-cehaletin meta sahipliğinden ve tüketimden geçerek doyum sağladığı hasta psikoloji, birbirini yoksun ve yoksul bırakma yarışı “insan olma” olur. Popüler ekmek ve sirk politikası Mutlak kölelikte köleler evdeki masa gibi bir mal olduğu için, onun rızasına ve katılması için ikna edilmesine gerek yoktu. Ücretli serbest kölelikte ise, kölenin kendi koşulunu demokrasi ve özgürlüğün bir sonucu olarak görmesi ve kendi sömürüsüne arzuyla katılması gerekmektedir. Aksi taktirde özel mülkiyet sistemi sürdürülebilirliğini sağlamak için, sürekli darda kaldığı için, sürekli polis baskısına başvurmak zorunda kalırdı. Dolayısıyla, özel mülkiyet, ücret politikaları ve polis mekanizmalarının varlığıyla sağlanan egemenlik, güçsüz ve çaresiz bırakma, aynı zamanda, kaçış ve boşalma alanlarının sağlanması ve bilişsel olanın biçimlendirilmesiyle desteklenmek zorundadır. Bu da, tüketim, üretim ve üretim ilişkileri ile ilgili olarak mitler yaratmayla ve bu mitleri çoğaltma ve beslemeyle sağlanır. Bu sağlama yollarında uygulanan politikalardan biri de ekmek ve sirk politikasıdır: Köleler kuru ekmeği kemirirken, sirke gönderilir; sirkte kuru ekmeği kemirerek, bağırarak çağırarak seyrederken; sirkte (sokakta, evde) birbirini yerken, onlar da rahatlar yönetici sınıflar da; böylece onları kuru ekmeğe talim ettirme işi de kolaylaşır. Materyal bakımdan yoksun ve yoksul bırakılmış kitlelerin düşünsel olarak da yoksun ve yoksul bırakılma işinde bir zamanlar Roma arenaları popüler sirklerdi. Sonradan gezen sirkler, fuarlar, eğlence parkları ve oyun alanları buna katıldı. Fakat 20 yüzyılın ikinci yarısından sonra bütün sirkleri evimize getiren televizyon çıktı. 21. yüzyılın sirkleri oturma odamız dahil hemen her yerde popüler egemenliği yaratma ve bu egemenliğin popüler köleliğine katılmayı 24 saat sağlamaktadır. Böylece, bir pazar yapısının materyal üretimi ve bu üretime uygun tüketim bilişi ve davranış kalıpları yeniden üretilmekte ve desteklenmektedir. 4 Günümüzde televizyon evimizin en gözde ve egemen yerine yerleştirilmiş ekmek umudu ve sirkler sunan en popüler bir araçtır. Televizyon eğlence, boş zaman geçirme ve merkezi öykü/dedikodu anlatı aracı olarak yönetici sınıfların kullandığı en etkili sirk olmuştur. Bu sirk stadyumlardaki maçlardan, engellenmişliklerimizi ve duygularımızı yöneten yaşam temsillerine kadar sunduğu birçok şeyle, gerçek gibi görünen kurgulanmış dünyaya evimizin rahatlığında “dikizleyerek” katılma olanakları vermiştir. Böylece, televizyon (ve internet) sayesinde “sirke gitme” veya “sirke çekme” sorunu ortadan kalkmıştır. Doğa ve doğal olmayanın egemenliği Bizim köyde su kenarlarında ince kamışlar büyürdü kendiliğinden. Biz küçükken bu ince kamışları keser ve şapka yapardık. O kestiğimiz kamış su kenarındayken doğaydı. Biz onu kesip şapka yaptıktan sonra artık o doğa olmaktan çıkar; yapılış ve kullanış biçimiyle o bir kültürü ifade eden ürün olur. O şapka yapanındı ve yapanın kendi kullanımı veya arkadaşı için yaptıysa, arkadaşının kullanımı içindi. O şapkayı yapan bütün kamışları kesip milyonlarca şapka yapma gibi bir düşünceye sahip değildi; çünkü şapkayı bir emtia pazarı için yapmıyordu; kendisi, arkadaşı veya kardeşi için yapıyordu. Şapka yapmanın amacı para kazanmak değildi. O şapka o yerel yaşamın kendini kendisi için ifadesinin bir parçasıydı. O şapkayı üreten ve kullanan/tüketen o insandı. O insanın ürettiğinden yabancılaşması veya ürettiğinin meta-fetişleşmesi söz konusu değildi. O şapka kapitalist pazar için üretilmeye başlandığında, artık özel mülkiyet ve mülkiyet ilişkileriyle gelen yeniden biçimlendirmelerde, o şapka bir emtiadır; üretim süreçleri içinde o şapka yabancılaşma ve metafetişizminin bir parçası yapılır. Bu yapışta şapka belli bir sahipliği ve kullanımı haklı çıkartan anlatılarla sunulur; bu anlatılar biliş ve davranış yönetimini amaçlayan ideolojik bir biçimlendirmelerdir. Bu biçimlendirmede popular mitler yaratılır, sürdürülür ve yeniden-üretilir. Bu mitlerde, o şapka artık yerelin eskisi gibi kendisini kendisi için ifadesi değildir; kendisi için kendisinin ifadesini sandığı, fakat aslında kendi üzerinde kurulmuş egemenliklerin ifadelerinden biridir: Şapkanın üzerinde örneğin New York, Nike, FB, GS yazar. Artık o kamışların olduğu yer Kamış-Hat isimli bir firmanındır; o çocuğun babası veya amcası o firmada çalışır ve firma için şapka üretir; bunun karşılığında ücret alır; çocuğuna o şapkayı “Hat 5 Dünyası” veya “ToysRUs” mağazalarından satın alır. Zaten yapmaya kalksa yapma olanakları elinden alınmıştır; ayrıca çocuğu onu istemez; İlle ki ToysRUs’dan olmalıdır. Çocuk artık şapka yapmaz; yapmak istemez, çünkü hor görülür; şapka yapan çocuğu da hor görür. Çocuğa şapka (ve oyuncakları) satın alınır. Çocuk şapkasıyla (giydiği), yediği, içtiği ve oyuncaklarıyla gösteriş yaparak psikolojik doyum elde etmeyi, kendi gibiler üzerinde “sahiplikten geçerek” egemenlik kurmayı ve ezmeyi (ve ezilmeyi) öğrenir: Hayatın tadı. Bu katılımla, artık popüler olan şey yerel yaşamın kendisini kendisi için üretmesi değildir; artık popular olan, bir egemenliğin katılımdan geçerek kendisini üretmesidir. Bu üretimde “şapka” popular olmasa bile popülerleştirilir. Sorun bir şapkanın veya bir kullanım malının üretimiyle gelen doğanın, emeğin, tüketimin, insan bilincinin belli bir örgütlü yapının popüler ürünü ve ilişkisi haline getirmekle sınırlı değildir. Popüler kültür yoluyla, yaşamın her anı ve biçimi sömürgeleştirilir. Örneğin kendi zamanını örgütleyen, neyi nerede ve nasıl yapacağını belirleyen insan hangi teknolojik seviyede olursa olsun, o seviyede özgür insandır. Kapitalist üretim tarzında özgürlükler ortadan kaldırılır ve yeni popüler tüketim ve kullanım özgürlükleri yaratılır. Bu üretim tarzında “ücret/maaş köleliği” en popüler yaşam pratiğidir, fakat popülerleştirilmez; aksine normalleştirilir, olağanlaştırılır, rutinleştirilir; hayatın banal bir parçası gibi göz ardı edilir. Bu üretimde “moda” sürüleştirmedir, fakat mevsimlik bireysel özgürlüğün ve tercihin ifadesi olarak popülerleştirilir; çünkü tüketimi hızlandırır ve yayar. Bu üretimde “işsizlik” en popular yaşam tarzlarından biridir; ama para kazandırmadığı ve işlevsel olmadığı için, “işsizlik” bireysel yeteneksizliği, tembelliği ve motivasyondan yoksun davranış biçimini gösteren kötü popüler anlatı olarak sunulur; popüler anlatının dışında bırakılır; bırakılmazsa, bu popüler yaşam gerçeği, popular mitlerden bazılarının yıkılmasına neden olabilir. Bu üretim tarzında arz iyidir; çünkü bir hizmet veriyorsun, bir şeyler sunuyorsun. Arzı teşvik eden talep de iyidir: Satın alan, katılan ve tüketen talep popüler iyidir. Ama memurlar ve işçiler ücret talep ettiklerinde, bu talep kötüdür. Dünyalar tatlısı “işveren” (bak, iş veriyor, bir de vermese n’olur? İşsiz ve aç kalırsın) hep arz eder; gözü doymak bilmeyen açgözlü işçiler ve memurlar falan da durmadan talep eder. 6 Bu üretim tarzında, üretimin ve tüketimin promosyonunu yapmayan eleştiri de kötüdür. Örneğin harçlara karşı görüşlerini ifade eden öğrenciler, düzeni (yani harçları paylaşanların çıkar düzenini) bozdukları için kötüdür. Harçlar ve öğrencilerden her fırsatta birkaç kuruş yolan yollar okullarda popülerdir; ama harçlara karşıt olma kötü popülerdir. Dikkat edilirse doğa ve doğal olan, doğru ve haklı olan popüler olsun veya olmasın, bir şeyin popular yapılması veya yapılmaması tümüyle bir pazar yapısının genel ve özel çıkarlarına bağlıdır. Popüler ben ve biz: Çağdaşlığın popüler yobazlığı Çağdaş normal bir insan olarak veya normal olmayan devrimci veya ilerici veya dinci veya milliyetçi biri olarak yola çıkarsın; burjuvanın sömürü ve yozlaşmış kültürel pratiğini eleştirir ve reddedersin; ve bir de bakarsın ki elinde Coca Cola, ayağında Nike, üstünde Levi’s ve Lacosta, “cool” bir mekanda “cool” bir şekilde soğuk bir Budweiser ile Pizza tüketiyorsun: Yozlaşmışlık derken, yozlaşmışlığında yozlaşmışlığı kucaklıyorsun (yozlaşmışlık kavramı değişime karşı olduğunda tutucudur). Bu durum, örgütlü dayanışma ve destekten yoksun ezilen kişilerin ve karşıtlığın toplumsal yaşam pratikleri içinde baskıcı egemenliğin dişleri arasında çiğnenip öğütülmesi ve egemenliğin sürekliliği için yeniden hazmedilmesi ve hazmettirilmesidir. Örgütlü destek ve mücadele, yutulmamak için gerekli bir zorunluluktur. Popüler benler ve bizler, pazarın yarattığı popülerliği taşırlar. Bu popülerlikte Çağdaş Market’ten bile alış veriş yapmayı “şık” görmeyen çağdaş insanın aklından Anadolu geleneğinin davullu zurnalı düğününü yapmak, soğuk ayran içmek ve mantı yemek asla geçmez; aklından geçenleri de hor görür. Bazıları arada bir romantik ve eski “oryanta” dönmek için bazen “kaliteli bir yerde” ayran içer ve mantı yer. “Hanzo” olmayan, köylü olmayan çağdaş insan, kapitalistin ticarileştirip yeniden biçimlendirdiği ve bir nikah veya düğün salonuna hapsettiği "modern" düğünü yapmayı ve balayına bir otele gitmeyi "normal bir ideal" olarak görür ve özler. Ankara’nın Bahçelievlerin yedinci Caddesindeki meşhur bir yerde “yumurtalı sucuk” bile yenebilir. Hangi insan popülerleştirilmiş özlemlerle belirleneni özlemez? Davul, zurna, cümbüş, entari, yazma, dayanışma, yardımlaşma, söze güven geçmişi anlatır. Bugünde bugünü yaşamak gerekir. Bugün, kapitalistin 7 giyeceğinde, içeceğinde, nikah ve düğün salonundaki tören biçiminde ve Avrupa’nın "nikah yürüyüşü" müziğinde yitmiş-kendimizi arayıp yenidenbuluruz. Bu yeniden bulmaları Coca Colayla, Pepsi’yle, Pizayla, Adidasla, IMBle, Siemensle ve sayısız tüketim ve kullanım maddeleriyle yineleyip tazeleriz. Elbette çağdaş egemen pratiklerin ağır baskısı ve yönetimi altında, buna benzer yitmiş-kendimizi arayış ve buluş biçimleri günlük yaşam faaliyetlerimizin ve düşünce ve davranış tarzlarımızın çok büyük bir alanını kaplar. Ne yazık ki, örneğin, Batı müziğinin tamtamlarıyla (ritmiyle) hoplayıp zıplayıp maymunluk yaparken, kendini ve kendinden olanı beğenmeme, küçük görme, yerme ve aşağılama yoluyla üstünlük ve çağdaşlık taslamak, Batının ırkçı ve kendini beğenmiş kültürünün bağnazlığının satışını yapmaktır. Elbette bu satışla, kendinin olmayan satın alınmakta ve bu satın alışla kendini kendinden öte bir şey sanmaktadır popüler insan. Bu insanın kendinin sanıp koruduğu ve savunduğu çağdaşlık veya üstünlük, kendini biçimlendiren çağdaş pazarın ifadesidir: Çağdaşlığın popüler yobazlığı. Popüler bir uyduru: Halkın popülerliği Belki de günlük dilde ve özelikle siyasal alanda ve bilinç yönetiminde en sık kullanılan popüler kavramlardan biri de halktır. Halkın popülerliği siyasal alanda halkın oyuna ve ekonomik alanda halkın tercihine bağlı olan bir siyasal ve ekonomik pazar yapısının oluşmasıyla otaya çıkmış ve gelişmiştir. Siyasetçiler “halk bizi destekliyor, ardımızda halk var, halkın oyuyla geldik, halkı temsil ediyoruz” gibi popüler halka popüler deyişlerle sığınır ve yaptıklarını veya yapmadıklarını meşrulaştırır. “Halkın iradesiyle buradayız” popülerdir; fakat bunu diyenlere karşı, “Bunu da nereden uydurdunuz?” gibi sorular popüler değildir. Bu tür sorularda ısrar edilirse, popüler kurumlar ve vatanperver çeteler tarafından popüler şekilde bastırılır ve susturulurlar. Olanaklara ve güce sahip olanlar için konuşma popülerdir. Susma ise olanakları olmayanlar ve güçsüzler için popülerdir. Populer susanlar popüler konuşanları konuşarak kendileri üzerindeki egemenliği yeniden üretirler. Gösteri ötesine gitmeyen, yani karar mekanizmalarını ve politikaları zorlamayan yürüyüşler popüler olur. Siyasal Bilgiler Fakültesi İnek bayramı ve fakültelerin şenlikleri popülerdir: Sesli sesli konuşturulur. Toplumsal sorunlarla ilgili bir protestonun polisler tarafından ağzı tıkanır. Sosyal protesto alkışa indirgenir ve popülerleştirilir; ifade özgürlüğünün yok 8 edildiğinden başka hiç bir şey anlatmayan alkış, popüler ifade olur: Özgür olmamanın ifadesi, bu popüler özgürlüğün popüler bir parçası gibi popülerleştirilir. Halk kendisi için sessizliğiyle ve suskunluğuyla; sermaye ve siyasal güç yapıları için seçim ve tüketim çığırtkanlığıyla ve gösterisiyle popülerdir. Halkın popülerliği kandırma, biliş ve davranış yönetimi için biçilmiş bir kaftandır. Sorun öncelikle popüler biliş yoksunluğunu taşıyan halk değil, halkın nasıl yaratıldığı ve yönlendirildiği sorunudur; halkın taşıdığı popüler bilişler ve popüler pratikler halkın kendi yaşamını özgürce ifadesinin bir sonucu olmadığı, aslında kitle üretimi yapan endüstrilerin materyal ve bunu destekleyen bilişsel çıkarlarının yansımaları olduğudur. Sorun halkın kendi yaşamını üretecek olanaklardan yoksun olmasıyla gelen materyal ve bilişsel yoksullaştırma sorunudur. Sorun güç ve siyasal ve ekonomik pazar ilişkileri sorunudur. Halkın popüler olmayan kimliği Halk kim? Belli topraklara sahip bir ekonomik siyasal düzendeki herkes mi? Bu tür tanımlanıyorsa, bunun ardında yatan nedenler nedir? Halk folk denen basit, sokaktaki insan kitlesini mi anlatmaktadır? Halk kendinin temel gereksinimleriyle ilgili olanakları bile elinden alınmış ve ücretli maaşlı köle durumuna düşürülmüş kitle mi? Kendi fiziksel varlığını sürdürebilme koşulları elinden alınmış olanlar mı? Birlik ve beraberlik içinde global dünyanın karşılıklı bağımlılığında özgür ve mutlu bir şekilde yaşayan insanlar mı? Vatan, millet, din, iman, demokrasi, özgürlük ve insanlık adına adam öldürenler mi? Kitleler halinde gösteri yapanlar mı? Gösteri yapanları coplayan ve basınçlı suyla ıslatanlar mı? Halk memur kitlesi mi? İşçiler mi? Varoşlarda yaşayanlar mı? Televolede sunulan insanlar mı? Halk kavramı, bu yazının yaklaşım tarzına göre, sosyal üretim kaynaklarına olan ilişkilerinde, sadece bu kaynakların kullanıcısı veya tüketicisi durumunda olan ve kaynaklara sahiplikle alakası sahipliği yenidenüretimine zorunlu olarak katılan insan kitlelerini içine alır. Bu halk kimdir? Halk faşizme ve katliamlara karşı kitleler halinde yürüyüşle gösteri yapandır. Halk mehter marşıyla coşan ve "vatan haini" diye, gerçek vatan hainlerinin kışkırtmasıyla, demokratik hak ve özgürlük isteyenleri öldürmeye koşandır. Halk camiden çıkıp cinayete katılandır. Halk dörtnala koşan enflasyonun 9 ardından yaya yürüyen ve hayatı şikayetlerle geçen memurdur. Halk grev yapan işçidir. Halk grevcileri coplayan polistir. Halk kahvede tavla atan köylü, evde yemek yapan kadındır. Dikkat edilirse, halk kavramı örgütlü yapılar ve ilişkiler içinde asıl anlamını bulmaktadır. Dolayısıyla halk (vatan ve millet) kavramları ezeli ve ebedi bir gerçeği anlatmıyor. Düşünen beyin tarafından da yaratılmamış. Halk eski-yunan kölelik demokrasisindeki ilişkilerin ifadesiyle ortaya çıkmış ve milli burjuva devletlerinin gelişmesiyle kendini gösteren millet kavramıyla birlikte bugünkü egemen anlamını kazanmış ideolojik bir tanımlamadır. Modern kullanış şekliyle, halk ve millet ideolojisine bakıldığında, toplumsal üretimde ve üretim ilişkilerinde herkesin aynı kefeye konulduğu, ayrılıkların ve farklılıkların silinip atıldığı görülür. Popüler halk (vatan ve millet) ideolojisinde sömürü ve sınıfsal farklılaşmalar, ırksal ve dinsel azınlıklar yoktur, rafa kaldırılır, reddedilir: Hepimiz aynı yolun yolcusu, aynı pazarın kurban kuzusu oluruz. Popüler kültür eşittir halk kültürü Halk kültürü ne? Halk kültürü sadece anonim türküler, ağıtlar, destanlar gibi ürünler mi? Yoksa bunların ötesinde, halkın yaşayış biçimi ve biçimin materyal ve materyal olmayan ifadeleri mi? Halk kültürü kitle endüstrilerinin ürettiği ve halkın tükettiği kültür mü? Evetse, nasıl oluyor da, halkın yaşam koşullarının bir parçası olmayan, yaşam koşullarının ve yaşam biçimlerinin kendileri tarafından yaratılmayan materyal ve materyal olmayan ürünler halkın oluyor? Satın almayla gelen kültürel mülkiyetin anlamı ne? Halkın kararıyla yaratılmayan ve halkın istediği bu diye halka sunulan kültür nasıl oluyor da halkın kültürü oluyor? Halkın yaşamının doğal bir parçası olmayan egemen yapılar tarafından halk için diye sunulanlar ne kadar halkındır? Halk kültürü kitle endüstrilerinin ürettiği ve halkın tükettiği kültür değilse, 21. yüzyılın Türkiye’sinde halk kültürü ne ve nerede? Halk kültüründe kıymetsiz olan kimdir ve nedir? Halk tarafından tutulmayan mıdır? Neden halk tarafından tutulmayan halka ait olan? Nasıl oluyor da, halkın kendisinin yarattığı ve kendinden çıkan bir halk kültürü ürünü popülerliğini yitiriyor? Bütün bu sorulara yanıtta “nedenin” en başında, halk ve popülerin tanımını yapan güç merkezindeki kayma gelmektedir. Dün halk ozanını, halk öyküsünü, halk ağıtını, halk oyununu, oyuncağını, eğlencesini ve boş vakit faaliyetlerini tanımlayan halkın kendisi ve kendisinden olan iken, bugün halkı 10 ve popüleri tanımlayan medya denen ve reklamcılıkla yaşayan ticari amaçlı egemen ekonomik ve siyasal güçtür. Yani halkın, kültürünün ve popülerin tanımı halkın elinden alınmıştır. Bu durumda, örneğin, halk kültürü dans, müzik ve eğlence, giyim ve kuşam dahil, bir yaşamın biçimlendirilmesi ve bu biçimin bütün ifadelerini içerir. Bu biçimi biçimlendirenler halk olmadığında, halkın tükettiği kültür halkın kültürü değil, halkın tükettiği kültür olur. Üretenin serbestliği, tüketenin suçu Sinema, televizyon ve müzik endüstrilerini savunanlar, üretilen çöplük ve pislikleri (ürettikleri kalitesizliği) “biz halka istediğini veriyoruz” popüler uydurusuyla meşrulaştırırlar. Bir izleyici şöyle diyebilir: “Affedersiniz ama siz yüz çeşit çöplük ve pislik üretirseniz, ben de, vakit geçirmek için bu 100 çöplük ve pislik arasından birini seçmek zorundaysam, o zaman ben mi düşük zevke ve kaliteye sahibim yoksa bu çöplükleri/pislikleri üretenler mi kalitesiz? Eğer ben televizyonu açtığımda 100 tane insanı ve insanlığı geliştiren kaliteli ürünlerle karşılaşsaydım, ben bunlar arasından birini seçecektim, sen (üreten) de kalitesiz olmayla nitelenmeyecektin ve sahtekarca bir popüler mit yaratarak “halka istediğini veriyoruz” deme popüler kalitesizliğini ve düşüklüğünü göstermeyecektin. Türkiye’de de artan bir şekilde “katı yağ yemeyin, sigara içmeyin” gibi bilimin bulduğu sonuçları duymaya başladık. Yaratılan bu popüler bilişler aynı zamanda desteklenen “zevkler ve renkler tartışılmaz; atın ölümü arpadan olsun; herkes kendi seçiminde özgürdür; senin özgürlüğün benim özgürlümün başladığı yerde biter; nasıl olsa öleceğiz, sen sağlıklı öl ben de sağlıksız” gibi popüler bilgiç geri-zekalılığın saldırısıyla geçersizleştirilir. Bu geçersizleştirme süpermarketlerde sergilenen katı yağlar, sigaralar ve üretilmemesi gereken diğer zararlı maddelerle desteklenir. Ve insanlar “oğlum, zararlı olsa üretirler mi?” diyerek bir diğer yaygın popüler miti desteklerler. Serbest pazarın serbestçe popüler sağlıksızlığı, kanseri, ölümü, çekişmeyi, bölme ve yönetmeyi, düşmanlığı ve savaşı üretmesine karşı asla söz söylenemez, çünkü “serbestlik ilkesine”, yani demokratik prensiplere aykırıdır: Üreten güçlünün serbestliği popülerin ötesinde evrenseldir. Serbest pazar istediğini üretebilir; halkın yapacağı ise şudur: istemezse bu üretilenleri satın almasın ve kullanmasın. Demokrasi, insan hakları, özgürlük, fırsat eşitliği yaşamamış, ama bu duygularla yanıp tutuşan insanların demokrasi, 11 özgürlük fırsat eşitliği ve serbest seçim gibi akıllıca giysilerle süslenmiş sahteye inanmaması mümkün mü? Askere ve savaşa gitmeme, böl ve yönet politikalarına uymama, satın almama, yememe, içmeme ve eğlenmeme mümkün mü? Yani, “satın almasın, kullanmasın, biz onların boğazlarına zorla sokmuyoruz, alırken/verirken bana mı sordunuz” gibi popülerleştirilmiş meşrulaştıran anlatılar sahtenin sahtekarlığı, yalanın yalanı, haksızın haksızlığı, kötünün kötüyü, değersizin değersizi, hırsızın hırsızlığı savunusudur. Bu popüler mitler yaratmada sorun egemen materyal ve düşünsel üretim tarzı içinde yaratılan psikolojileri sömürmeyle gelen bireye indirgeyerek bilişleri ve davranışları yönlendirme konusuyla ilgilidir. Popüler değerliler ve popüler değersizler Popüler olanı yaratma ve sürdürme aynı anda popüler tercih edilen ve desteklenen ile onun karşıtını, yani popüler olmayanı (kötü popüler olanı) da, yaratma ve sürdürmedir. Egemen popülere karşıt olanın “kötü popüler” olarak benimsenmeme sorunu varsa, o zaman o ya yok edilir ya kavram olarak kullanılmayarak, konu olarak ele alınmayarak bilişlerden silinir; ya kavram “popülist söylemi bırak” gibi yeniden tanımlamalarla kötü popüler yapılır. Bu popülerleştirme ve kötü popülerleştirmede, örneğin Coca Cola çağdaşlık, özgürlük, iyi zevk, değerli seçenek, hayatın tadını çıkartmayı bilme gibi özelliklerle birleştirilerek, popülerleştirilir. Ayran içme veya Pizza yerine lahmacun yeme, buna alternatif olarak sunulur ve bu sunum öyle bir biçimde yapılır ki ayran ve lahmacun çağdaş olmayanla, magandalıkla, hanzolukla, ağzının tadını bilmeyen zevksizlikle, değersizlikle ve kalitesizlikle eşleştirilir. “Pizzanızın yanında ne arzu edersiniz efendim?” diye soran, size seçenek olarak Pepsi, Coca Cola veya meyve suyu sunacaktır. Sunmasa bile, siz Kola diyeceksiniz, çünkü çevrede ayran içen yok, ayran alternatif olarak sunulmamış, alternatif olarak sunulsa bile kötü popüler bir seçenektir. Düşünün, herkesin Sicilian veya Napoli Pizzasi yediği bir yerde siz “şey, affedersiniz, sizde Murtaza Lahmacunu bulunur mu? Yanında bir de tuzlu ayran irica etsem?” diyorsunuz. Zaten bunu diyecek kişi oraya gitmez, çünkü o popüler yerin popüler tüketicisi o popülerlik bilincini taşıyan ve o popülerliği tüketerek kendinde değer bulan ve değer satışı yapandır. O mekan ve müşterisi o mekanın popülerliğinin doğasıyla gelir; Murtaza’nın köftesi veya lahmacunu ve onu isteyen sen orada olamazsın. Sen dışarıda bırakılmışsın 12 ki böylece içeride olanlar ayrıcalıklı olduklarını sanarak hem “zıkımlanarak” fiziksel kendilerini yeniden üretsinler hem de psikolojik kendilerini ve alternatif kötü ve değersizi üretsinler. En işlevsel olan kötü, asla bilinçli olarak direnen kötü değildir; aksine egemenin kontrol ettiği ve kötü alternatif olarak tanımlayıp sunduğudur: İsterseniz ayranımız da var? Yayıkta falan yapılmamıştır, devrimci, terörist, kökten dinci falan değildir; modern üretim süreçlerinden geçirilerek temizlenmiş, süzdürülmüş, tatlandırılmış, sterilize edilmiştir: Barlas ve Kongar tartışması gibidir; serinletir, soğutur, rahatlatır. Eğer modern gazlı bir şey istemezseniz, tavsiye ederim. Yoksa Coca Cola öneririm. Popüler öldürme biçimleri Burjuvazi baskıyı ve şiddeti üretir, fakat baskıdan şiddetten nefret eder; katliamı üretir, fakat insan hakları şampiyonluğu yapar. Burjuvazinin en popular para kazanma yollarından biri de ölüm tüccarlığıdır: Silah ticareti ve savaş. Bu tür ölüm üretimi yanında sermayenin egemenliğini perçinleme ve yaygınlaştırma yolunda diğer tür öldürmeler, kapitalist kalkınma ve gelişme süreçlerinin her alanında her gün sürer. Kapitalist-gelişme ve yayılma kendine uymayanı, eğer değişime uğrayıp benzeşme olanağı yoksa, ya tümüyle silip süpürüp ortadan kaldırır ya da küçümsenen bir azınlık pratiği durumuna sokar. Anadolu kültürel pratiklerinin çoğu, kapitaliste para sağlamaktan çok, geniş aile kökenli ve yakın çevre içi, doğayla iç içe, ücretsiz katılma, toplu yardımlaşma ve toplu dayanışma ve toplu yakınlaşma özelliklerini taşır. Satın alma ve kullanıp atma yerine, hazırlığı uzun seneler süren "yapma" ve koruma egemendir. Hediyeler bile ticari özelliğin egemenliğinden uzaktır. Hiç bir şey kendilerinin olmayan dört-duvar arasına sıkıştırılmamıştır. Kültürel üretim ve pratikler kendilerinin olan çevrede kendilerinin olanları kullanarak, kendilerine rağmen ve kendilerinin katılımını sadece tüketici ve kullanıcı durumuna düşüren değil, kendileri için kendilerinin katıldığı bir üretimdir. Bu ve benzeri nedenlerle, Anadolu kültürel pratiklerinin önemli bir kısmı kapitalist pazar ilişki biçimini büyük ölçüde desteklemez. Bu nedenle, özellikle, batının burjuva devriminin Türkiye’de Tanzimat’la resmi olarak egemenliği elde etmeye başlamasıyla birlikte, Türk dünya görüşü ve kültürel pratiklerinde büyük metropollerden (İstanbul ve İzmir ve sonra Ankara'dan) başlayarak yayılan bir değişme oldu. Bu değişme 13 1980’in ortalarından sonra, dünyada bilişsel, ekonomik, siyasal, yasal, kültürel alanlarda küresel emperyalist pazarın çıkarlarına uygun yeniden yapılanmalarla birlikte gösteriş ve aptalca tüketimin teşviki politikaları ve uygulamaları en popüler popüler kültür oldu.4 Bunun ifadelerini yasal ve toplumsal pratiklerin kapitalist sermayenin tanımladığı bir biçime dönüşmesinde görürüz: Anadolu kültür pratiği, düşünce ve yapış tarzlarıyla, kapitalist pazarın çıkarına göre yeniden biçimlendirilmektedir. Bu biçimlendirme özellikle televizyon sayesinde hızlı bir şekilde Anadolu’nun her köşesine yayılmaktadır. Bu silahla öldürüp fiziksel olarak ortadan kaldırmadan çok daha etkili olarak, var oluşun özünü ve değerini pazarın özü ve değeriyle katletmektir: Fiziksel olarak canlı ölüler yaratma. Anadolu’ya ait olanın başına gelen Popüler burjuva pratiğinde, burjuvalar kapitalist devlet kurumlarıyla işbirliğinde çalışarak hem kamu zenginliliklerini paylaşırlar hem de kapitalist devleti hor görür, aşağılar ve gelişmeye engel olarak nitelerler. Kapitalist egemenliğin Anadolu kültürüne yaptığı paketli-pişmiş tavuğun başına gelene benzer: Sermayenin her toplumsal pratikten mümkün olduğu kadar çok para kazanması gerekir. Bunun için de Anadolu’nun kültürel pratiklerini kendine işlevsel şekilde yeniden biçimlendirir. Kültürel pratiği dönüştürür (kimliğin farklı şekilde yeniden tanımlanması), melezleştirir (kimliğin yozlaştırılması), tümüyle değiştirir (kimliğin yok edilişi), yerinden eder ve kendi egemenliği altına alır (Kimliğin marjinalleştirilmesi, önemsizleştirilmesi, aşağılanması, kötülenmesi). Bunu yaparken sadece pratiğin kendisini değil, aynı zamanda pratiğin düşünsel ve duygusal karakterini de değiştirir: Bir zaman iyi olan, özlenen, değerli olan, artık geçmişte kalır; yerini yeni düşünsellik ve duygusallıkla doldurulmuş emtia-fetişizminin egemen olduğu gösteri ve ticari kültür alır. Spor, eğlence ve evlilik pratiklerinin açık ve özgür çevresinden alınıp kapitalistin sahip olduğu ve ödeme yapılarak kullanılan duvarlar arasına hapsedilmesi bunun en açık örmekleridir. Salonda olmayan evlilik sadece eksik olarak nitelenmez, aynı zamanda hayat boyu iç burukluluğunun, özlemlerin gerçekleşmemesinin getirdiği çeşitli negatif 4 Türkiye’de bu tüketim kültürüyle ilgili olarak bkz: Bali (2002); Erdoğan ve Alemdar (2005). 14 hislerin zorlayıcılığı ve eziciliğini beraberinde getirir. Çelik-çomak oyunu, eğer beysbol biçimine döndürülüp multi-billion dolar ticari spor biçimine sokulamazsa veya zifaf odası ve gecesi otel odası ve gecesine dönüştürülemezse öldürülür. Babalar, dayılar, amcalar, nineler, sekreterler, anneler, sevgililer ve patronlar günü ve balayı diye bir şeyler icat edilip insanların beyinlerini yoksullaştırarak doldurma ve ceplerini harcatarak boşaltma yolları bulunmazsa, kapitalist sömürü canlılığını yitirir. Günümüzün egemen popüler kültürel pratiklerde iç sermayeyle ortak sömürü yürüten emperyalist "Amerikalılık/ Avrupalılık" egemendir. 21. yüzyıla gelindiğinde, Anadolu’ya ait olan kültürel pratikler ya ortadan kalkmış ya bir köşeye itilmiş, ya düne ait olarak nitelenerek hor görülen bir duruma düşürülmüş ya özelliklerini yitirerek biçim değiştirmiş ve burjuva ideolojinin kullandığı egemenliği sürdürme aracı haline sokulmuştur. Anadolu kültürel pratikleri ticarileştirme, öldürme, müzeye kaldırılma, siyasal amaçlarla yeniden-biçimlendirme, turizm endüstrisinin çıkarları için “gösteri, kullanım, satış” materyaline dönüştürme, gerçek hayatta katledip geriye hortlatılarak televizyonda gösteri ve ideolojik propaganda malzemesi olarak kullanma gibi değişime ve dönüşüme uğratılmıştır ve uğratılmaktadır. Özellikle, dayanışmayı yaratan ve teşvik eden kültürel pratikler en büyük düşman olarak ortadan kaldırılmaya veya etkisiz hale gelecek biçimde dönüşüme uğratılmaya çalışılmaktadır. Anadolu’da kültürel emperyalizmin yaygınlaşması sırasında, yok olmayan Anadolu kültürel pratikleri isim değiştirerek “yerel” ve “köy” ön takılarıyla anılmaya başlandı. Örneğin günlük egemen pratikte, köy düğünü geçmişi ifade eder. Bu geçmişle sembolsel romantik ilişki ötesinde, gerçek ilişki kurmak (örneğin kentte köy düğünü yapmak) modernliğe ve çağdaşlığa aykırıdır. Bunu düşünmek bile insanı küçültücü duygu ve "normalden" ayrılmanın ezici psikolojik baskısı altına sokar. Modern burjuva ideolojisinin insanı geleceğe dönük olarak nitelenir ve geleceğe dönüklük de emperyalist endüstrilerin kontrolündeki popüler kültürün tüketimiyle anlamlandırılır. Geçmiş iç çekişi ifade eder, fakat ilkelliğiyle ve yontulmamışlığıyla asla bugünkü modernin yerini alamaz. Dolayısıyla, burjuva ideolojisinin sunduğu geçmişle iç çekişte geçmişi küçümseme ve hortlatıp kendini meşrulaştırma veya düşmanlarına karşı kışkırtıcılığı teşvikte ve katliamlarda kullanmayla birlikte yeniden öldürme hakimdir. 15 Popüler kültürle birlikte aynı zamanda yapay ve örgütlü mekan anlayışının çarpık bir şekilde kırsal alanlara yansıtılması (örneğin kasabalarda çok katlı binaların inşası) yaygınlaşmaktadır. Doğal mekan ortadan kalkmakta, onun yerine parklar, süsleme yollar ve alanlar gibi örgütlenmiş doğanın getirilmektedir. Popüler sayıca çokluk ve yüzeyde kısa ömürlü popular ilişkiler aynı zamanda günlük yaşamda artan insan sayısıyla da desteklenmekte; fakat insan ilişkileri nicel ve nitel olarak azalmaktadır. Bu oluşumlar popular mitler yaratılarak olumlu gösterilmektedir. 5 Popüler kültürel pratiklerle Anadolu’nun taşıdığı kimlikler karmaşık eylem alanı olarak düşünülüp, bu alan üzerinde egemenliklerin nasıl kurulacağı planlanmış ve uygulamalar uzun yıllardır yapılmaktadır. Bu nedenle 50 yıl öncesinin veya 30 yıl öncesinin Anadolu’suyla, şimdinin Anadolu’su ciddi farklar göstermektedir. Bunun yüzlerce göstergelerini günlük yaşma pratiklerinde görmek mümkündür. Karadeniz’in yolu olmayan en yüksek yaylalarında, boş Coca Cola ve Marlboro atıkları düşündürücü göstergelerden biridir. Popüler medya, arz, talep ve iletişim politikaları Medyadaki kültürel ifadeler, halk tarafından hazırlanmış halkın günlük yaşamlarının ifadeleri değildir. Halk medyada çoğu kez çirkinliklere ve basitliklere örnekler olarak yer almaktadır. Halkın yaşamıyla medyada temsil edilen yaşamlar arasındaki bağ temsil edilenin popülerleştirilerek yaşam üzerine çökertilmesi biçimindedir. Bu biçimde endüstriyel çıkarlara uygun umutlar, özlemler, beklentiler, umutsuzluklar, eğlence, boş zaman değerlendirme, başarı ve başarısızlık anlayışları halka işlenmektedir. İletişim politikaları ne demek, kim ne için ne amaçla hazırlar ve uygular? Popüler anlatıya göre, iletişim politikasında gönderici, mesaj, alıcı ve geri besleme vardır. Gönderici devlet olabilir, şirket olabilir, bir kurum olabilir. Göndericiler mesajı hazırlar, bir araçla, özellikle medya ile alıcılara gönderir. Alıcılar da arzu ettikleri şekilde bu mesajları yorumlar ve gerekirse geri besleme yaparlar. Göndericinin bir iletişim politikası vardır; bu politikayı mesajında biçimlendirir. Medyayla gönderir. Sonra oturur dua etmeye başlar: “İnşallah izleyiciler benim istediğim şekilde çözümleme yapar” diye kıvranır 5 Daha ayrıntılı okumalar ve kaynaklar için bkz http://irfanerdogan.com 16 durur. İzleyiciler, özgür bir şekilde bu mesajları alır, önce o yapıyı şöyle bir bir yıkar parçalar, darmadağınık ederler. Sonra kendileri yeniden inşa ederek kendi özgür ve bağımsız anlamalarını yüklerler ve kendi iletişim politikalarını bu anlamlar çerçevesinde belirleyerek, ona göre hareket ederler. Böylece post-modern dünyada milletin gözü kulağı ve vicdanı olan medyanın da aracılığıyla yöneten ve yönetilen, ürünü olan ve ürün satın almak isteyen, reklamı olan ve reklamlarla doğru seçim yapmak için can atan izleyiciler buluşur. Sarmaş dolaş. Onlar ermiş muradına… İktisat dersindeki “fiyatların pazarda serbestçe oluşması” masalı gibi bu. Sosyal bilimlerdeki özgürlük, enformasyonun ve bilginin serbest oluşumu ve dolaşımı masalı gibi bu. Bu masalda arz ve talep çarşıda karşılaşırlar; henüz fiyatlar belirlenmemiştir. Arz talebe “nasılsın” der. Talep de “valla haberim yok” der. Arz ile talep tokalaşırlar ve pazarlığa başlarlar. Sonunda talebin eli değil, kolu gider. Arz kolla ve talep de kolsuz ayrılırlar. Talep şaşkın. Benzin dolara endeksli olarak durmadan yükselir. Sonra dolar birden düşmeye başlar. Ama benzin artmaya devam eder. Medyada “dudu dudu dilleri” ve Firdevzin çarpik elleri…. Diller, eller, aşklar, ihanetler, Avrupa Birliğinin bize olan tutumuyla birleştirilir. Bu sırada talep benzincide ve süpermarkette bir bakar öbür kol da gitmiş. Serbest pazar der. Ama el, kol, bacak gidiyor durmadan…. Serbest pazar…. kim serbest? Kim pazar? Neden profesörler serbest pazarda kendilerinin maaşlarının artmasıyla ilgili politikaları belirleyemezler? Neden politikalıları belirleyemediklerini anlayan insanlar, “politikalarımızı belirlemede etkili olmak istiyoruz” diye sokakta iki adım attıklarında kafaları kırılır ve bedavadan panzer suyuyla banyo yaptırılır? Neden medyada ïki polis yaralandı, trafik aksadı, millet işine zamanında gidemedi, düzen bozuldu” haberleri verilir? İletişim amaçlı insan girişimdir. Amaçlarımızı ilişkilerden geçerek gerçekleştiririz. Bu gerçekleştirme de örgütlü yapılar içinde, örgütlü yapılardan geçerek olur. Bir ilişkinin olabilmesi için iletişim zorunludur. Dolayısıyla, özel mülkiyet yapısı ve ilişkilerinin egemen olduğu bir ortamda amaç gerçekleştirme daima egemenlik ve mücadele içinde olur. Yani, amaç gerçekleştirme egemenlik ve mücadeledeki güç ile bağıntılıdır. Dolayısıyla, iletişim politikasının olması ve gerçekleşmesi, dolayısıyla amaçların gerçekleşmesi üretim tarzı ve ilişkilerine bağlı olarak şekillenir. Bu şekillenmede birileri popüler bir şekilde kolsuz kalırken birileri de (Major 17 General Smedly D. Butler) Amerikan Senatosunda, popular edilmeyen bir popülerle ilgili olarak şunları söyler: "Ordunun gangsterlerinin haraç torbasında bilmedikleri bir şeytanlık yoktur... Benim gibi bir ordu mensubunun böyle bir karşılaştırma yapması acayip görünebilir. Doğruyu söylemek beni böyle yapmaya zorunlu kılıyor. Aktif askeri serviste otuz üç yıl dört ay geçirdim... Bu süre içinde, zamanımın büyük kısmını bankerler, Wall Street ve Büyük firmalar için üst-sınıf-koruyucu-kabadayı olarak harcadım.. Kısaca, ben kapitalistin haraççısı ve gangsteriydim. O zamanlar, bir oyunun\haraççılığın\şantajcılığın parçası olduğumdan şüpheleniyordum. Şimdi eminim. Ordu mesleğinin her üyesi gibi, orduyu terk edinceye kadar, hiçbir zaman orijinal bir düşünceye sahip değildim. Verilen emirleri yerine getirirken kendi mental gücüm askıda kaldı. Bu askeri serviste tipik bir durumdur. 1914'de Meksika'nın, özellikle Tampico'nun, Amerikan petrol çıkarları için emniyetli bir yer olmasına yardım ettim. Haiti ve Küba'yı National City bankasının gelir toplaması için temiz bir yer olmasına yardım ettim. Wall Street'in çıkarları için yarım düzine Orta Amerika cumhuriyetlerinin soyulmasına yardım ettim. Şantajcılık\haraççılık kaydının listesi çok uzun. 1902 ile 1912 arasında, Brown Kardeşlerin milletlerarası bankası için temizliğe yardım ettim. 1916'da, Amerikan şeker çıkarları için Dominikan Republic'i düzelttim. Çin’de, 1927'de, Amerikan Standart Oil firmasının işlerini rahatsız edilmeden yürütmesine yardım ettim. O yıllar boyunca, kapalı kapılar ardında bizim çocukların söylediği gibi, "işim tıkırındaydı." Madalyalarla, rütbelerle ve onurlarla ödüllendirildim. Yaptıklarıma şimdi baktığımda, kendimi Al Capon'a bir iki ipucu vermiş gibi hissediyorum. Al Capon'un en fazla yapabileceği şantajını\haracını sadece şehrin üç bölgesinde yürütmekti. Ben üç kıtada yürüttüm." (Common Sense, November 1935). Bu generalin doğruyu yansıtmasına, bir başka generalin 1966'daki kızgın sözlerini ekleyelim. Marine Corps komutanı General David M. Shoup Amerika'nın az gelişmiş ülkelerdeki girişimlerini şöyle değerlendiriyordu: Eğer biz kirli, kanlı, dolar-hileli parmağımızı ezilmiş ve sömürülmüş ülkelerin işlerinden çekmiş olsaydık ve çekersek, kendileri kendi çarelerini bulurlar. Kendilerinin istediği ve hazırladığı. Kendilerinin üzerinde çalıştığı ve savaştığı. Eğer, kötü bir şansla, "varlıklılar" "varlıksızlarla" barışçı bir yolla paylaşmayı reddettiği için devrimleri şiddetli bir devrim olursa, en azından, elde ettikleri kendi istedikleri olur, Amerikalılar tarafından boğazlarına dürtülen Amerikan stili değil” (Greene, 1971). 18 Yirminci yüzyılda birçok kişi bunları söylüyordu ve bunlar söylenirken popüler medyanın popüler programlarında popüler ninniler dinliyorduk. Şimdi yirmi birinci yüzyılın başındayız: Gerçekleri söylemek “popülist söylem” olduğu için hiç kimse popülist söyleme itibar etmiyor. Artık popülist söylem popular değil. Artık ninniler çok farklı, çok daha ayrıntılı ve çok daha gelişmiş. Bu ninniler eşliğinde, küresel pazardaki dev firmalar, firmaların ardındaki devletler, dünya bankası ve IMF gibi modern tefeciler ve şantajcılar yoğun bir örgütlenme ve ilişki ağından geçerek neyin üretileceğine, ne kadar, nerede ve nasıl üretileceğine, neyin nereden nasıl dağıtılacağına, işçilerin, tüketicilerin, alıcıların, izleyicilerin doğuştan itibaren nasıl hazırlanacağına ve nasıl yönlendirileceğine; karşı gelenlerin ve mücadele edenlerin nasıl marjinal duruma düşürüleceğine, nasıl bastırılacağına, nasıl yok edileceğine karar vermektedir. Popüler uyduruların aksine, küresel pazar egemenliklerin perçinlendiği, mücadelelerin susturulduğu ve ezildiği bir yerdir. Bu yerde hiçbir şey özgür değildir. Hiçbir şey serbest değildir. Bu pazarda gerçek bilgi ve gerçek enformasyon değerli maldır ve mülkiyetin bir parçasıdır. Bu pazarda medyadan sunulanlar bilgi değildir; küresel pazarın planlı bilincinin yansıtılmasıdır. Bu yansıtılan bilinç eğer pazarın çıkarılan hizmet ediyorsa, gerçeği yansıtır. Eğer pazar gerçeği pazar için işlevsel değilse, o zaman hurafelerle, masallarla, mitlerle, yalanlarla, sahte imajlar bilinç yönetimi yapılır. Bunu yutmayanların büyük çoğunluğu cebinden ve kafasından vurulma korkusuyla meşrulaştırılmış baskı yollarıyla sindirilir. Sindirilmeyenlerin akıbetini medya haber bile yapmaz. Birileri et sergileyerek medyada canlı ve heyecanlı boy gösterir. Bazıları “medya” seksist der. Ve tartışmalar ve tartışmalar. İşte buna bilinç yönetiminden geçerek bir kazı bin bir yolla yolma yolundan biri denir. Popüler korku: Nüfus artışı Sosyal ve ekonomik sorunların tırmanışı sürekli olarak “nüfus artışı" sorununa bağlanır; ardından da, çözüm yolu olarak nüfus planlaması önerileri sunulur. Bu düşman nüfus artışı "kim"? Dünyanın fukara kitleleri. 19'uncu yüzyıldan beri kitlelerin başkaldırısı kabuslarıyla yaşayan bir ekonomik ve siyasal sistem, kitlelerin hacminin artışını büyük korkuyla izlemiş ve durdurma yolları aramış, uygulamış, başarısızlıklara uğramış ve 1990'lardaki sürdürülebilir kalkınma anlayışı içine nüfusu (yani fukara 19 kitleleri) en büyük düşman olarak sokarak hem kendini çevre ve insan peyzajının talanı sorunlarından sorumsuz kılmış hem de kendi politikasının devamı için klasik-nedeni araç olarak kullanmıştır. Nüfus bu amaçla sık sık kullanılır. Örneğin, nüfus artışı, çevre bozulmasının, açlığın, sefaletin nedeni olarak gösterilir: Afrika'da nüfus artıyor, millet açlıktan ölüyor. Durdurmak gerekir. Nasıl? Nüfus artışıyla açlık ve sefaletin artığı, fukara ve sefilin korkusu değildir. Egemen güçlerin güvenli, sürdürülebilir bir çevre ve insan sömürüsünün tehlikeye düşmesi korkusudur. Kapitalist ülkelerde sermayenin sosyalleşmiş üretiminde nasiplerini gıdım gıdım alanları ve çalışan sınıfın maaş ve ücretlerini aşağıda tutacak hacimde yeterince işsizler kitlesinin varlığı gibi nedenlerle, kitlelere bir veya birden fazla çocuk yapmamaları aşılanmaya çalışılır. Bu da modernliğin bir göstergesi olarak sunulur. öte yandan, eğer, bu görüşün çıktığı ve dünyaya yayıldığı Amerika'ya bakarsak, zengin sınıfın ailelerinin bol çocuklu olduğunu görürüz? Neden? çünkü nüfus planlaması fukaraya yöneltilmiş egemen bir eşitsizlik düzeninin koruma çabasının getirdiği, kendi için savunduğu, çarelerden biridir: Kitlelerin dondurulması ve durdurulması gerekir, yöneten grupların ve sınıfların değil. Ekonomik kıtlık teziyle gelen ve "bu denli çok nüfus beslenemeyeceğini" ileri süren görüş, çevreyi ve insanı sömürme düzenlerinde gasp yoluyla beslenme koşullarının kontrol eden ve dünyayı ekmeğe muhtaç edenler veya onların sözcülerinin kuşkularının ifadesidir. Çünkü sorun (ve kuşku, korku) kaynakların ve zenginliklerin sefillik ve muhtaçlık yaratmayacak şekilde yeniden dağıtılması ve kullanılmasıdır. Bugünkü ve gelecekteki insanlık durumuna en büyük tehlike ve durumun yaratıcısı nüfus artışı değil, dünyadaki kaynakların ve zenginliklerin bölüşümü ve kontrolündeki adaletsizliktir. Sonuç Kapitalizm kendi imajında bir dünya yaratmaya devam ediyor. Bu süreçte binlerce yıl kendi özelliğini ve kendine özgülüğünü koruyarak kendi değişimini kendince yapan yerel kültürel üretim ve pratikler kapitalist kültürün saldırısıyla tarihe karışmakta ve tarihi kendileri için yazan ve kullanalar tarafından kendi amaçları için kullanılmaktadır. Anadolu kültürü dayanışmacı niteliğini yitirmekte ve hem kapitalist bireyci, kapkaççı ve sömürücü bir 20 biçimle değiştirilmekte hem de dönüşüme uğratılarak kendine düşman bir biçime sokulmaktadır. Görüntülü, sesli ve basılı kitle kültürünün tecavüzüyle, Anadolu’nun direniş kültürü kendini yeniden biçimlendirme ve koşullandırma, aksi taktirde yok olma durumuyla yüz yüze savaşmaktadır yıllardır. Popüler kültürü anlamak kitle üretim, dağıtım ve tüketim yapısını ve ilişkilerini ve bunların sonuçlarını anlamayı gerektirir. Popüler kültürü anlamak için sayısı sorulara yanıtlar getirmemiz gerekmektedir: Örneğin halka ve folklor ve halk müziği gibi halkın olana ne oluyor? Halkın olanlara televizyonda ne oluyor? Bir kültür nasıl pazarda alınıp satılan emtiaya dönüştürülüyor? Bir kültür nasıl belli ideolojik çıkarlar için kullanılıyor? Bir kültür nasıl doğal konumundan ve doğal yapılış biçiminden koparılıp, endüstriyel bir ürün haline dönüştürülüyor? Halk kültüründeki anonimliğe kapitalist mülkiyet yapısı ve ilişkileri içinde ne oluyor? Halk kültürü modernleşme ve çağdaşlaşma sloganlarıyla gelen ve getirilen bati kültürüyle karşılaştığında ne oluyor? Bir sentez başlıyor ve Türk İslam sentezinde olduğu gibi Türk ve Batı sentezi mi oluyor? Türk İslam sentezinden önceki çocuğunun adı Gökçe iken, sentezden sonraki doğan çocukların adı Rumeysa ve Büşra oluyor. Bu bir sentez mi yoksa birinin yok olması mı? Benzer biçimde, Türk halk müziği Batı müziğiyle karıştırılarak sentez mi ortaya çıkıyor yoksa bir yok edişin ve yok oluşun başlangıcı mı oluyor? Eşit olmayan güçler arasında karşılıklı bağımlılık olamayacağı gibi, hakkaniyet ölçülerine dayanan bir sentez olabilir mi? Sarhoşun biri sahnede sallana sallana ve böğürtülerle bir şeyler söylüyor. Dinleyiciler coşmuş. Kendilerini jiletleyenler bile var. Elinde bütün vücuduna dolanmış bir yılanın başını tutmuş, uyuşturucu maddeyle buğulanmış gözleri ve çöl gibi kaynayıp yanan beyniyle sahnede bağırıp çağıran, küfürler eden biri oraya buraya hoplayıp zıplayıp duruyor. Dinleyiciler de kendilerinden geçmiş, hoplayıp zıplıyor, tepiniyor, kendilerini yerlere atıyor ve uyuşturucu madde çekerek zevkleniyorlar. Pepsi Cola yazılarının göründüğü şahane dekor ortasında, göz alıcı giysilerle ve de ağır makyajla süslenmiş bir kadın, Avrupa müzik araçları ve Amerikanın "Blues" denen romantik temposuyla, Türkçe sözlerle hayata yakınıyor. Sigara dumanlarıyla kirlenmiş kirli-mavilikte, dinleyenler oturmuş sessizce nikotinli yakınışla içleniyorlar. 21 Kültür ve kültüre katılım, aynı zamanda, özellikle kültürün ticarileştiği ve dolayısıyla siyasallaştığı ortamlarda, mücadele alanıdır. Bu mücadelede, bazı kültürel pratikler (örneğin kapitalist ticari pop-kültürü) oldukça saldırgandırlar. Bu saldırganlıkları kendinden olmayan veya kendine benzemeyen veya kendi için görevsellik yapmayan pratikleri düşman rakip olarak görür ve yok etme mücadelesine girer. Elbette bu mücadele insandan geçerek, insanla, insanlar arasında olur. Yirminci yüzyılda, siyasal birimler içinde (ulus içi) ve siyasal birimler arasında (uluslararasında) süren en önemli mücadele kapitalist (veya benzeri) sınıflarla çalışan sınıflar arasındaki egemenlik mücadelesi olmuştur (ve olmaktadır). Çalışan sınıfların toplumcu ve dayanışmacı kültürel gelenekleri ve pratikleri, kapitalist kültürün iş dünyasında ve iş-dışı dünyada yarattığı örgütlü atomlaştırma, dayanışmayı bireyci kendini kurtarma ve bananecilikle ortadan kaldırmaya çalışan "ye, iç, keyfine bak, dünyaya bir kez gelirsin, boş ver dünyayı, kendine bak" bencil kültürüyle ezilmeye çalışılmaktadır. Kültürel pratik toplumsal yaşamın örgütlü faaliyetlerinden farklı, ayrı, bağımsız olmadığı için, kapitalist ekonomik ve siyasal egemenlik ayni zamanda kültürel egemenliği de taşır. İlle ki bunun kapitalist olması gerekmez, egemen üretim biçimine göre, herhangi bir egemen gücün veya sınıfın egemenliği olabilir. Fakat kapitalizm ve özellikle emperyalizmle birlikte, kültürel ve pratikleri ticari pazarın ve siyasal satısın bütünleşik bir parçası olmuştur. Bunun da en önde gelen nedeni, kapitalizmin ve emperyalizmin kendini, sistemini ve ürünlerini satabilmesi, pazarlarını canlı tutabilmesi, örgütlü-silahlı terörden önce veya birlikte, bilinç yönetimine bağımlılığı zorunluluğudur. Üretimi yapacak robotlaşma arttıkça, nüfus planlaması politikaları da yoğunlaşır. Tüketime ve tüketiciye ihtiyaç duyulmadığı an, o tüketicinin önemi ortadan kalkar ve tehlikeli olmayacaksa terk edilir (talan edilen doğanın terk edilmesi gibi) ya da bertaraf edilir. Kapitalist kültürel strateji ve saldırı bir ülke içinde çalışan sınıfların ve "az gelişmiş ülkelerdeki" "geleneksel kültürlerin" aşağılanmasını, değersiz gösterilmesini, geri, ilkel, kaba, yontulmamış olduğunun sürekli vurgulanmasını, değişime ve gelişmeye tehlike ve karşı olduğunun ileri sürülmesini beraberinde getirir. Geleneksel olanın modernleşmesi ve çağdaşlaşması, “incelmesi” gerektiğini, bunun da ancak kendi kültürlerini bırakarak pazarın kültürel yapısıyla bütünleşmesiyle olacağını belirtir. Bu 22 saldırı elbette tek boyutlu ve her zaman aynı karakterleri taşımaz. Aksine çok boyutludur ve hatta birbiriyle çelişkili çok yönlü saldırıları içerir: Bu çelişkiye en açık örnek, 1960'larin kültürel emperyalist girişimlerinin kentlerdeki burjuvalar ve burjuva özlemlilerin dışında etkenliklerinin azlığı ve burjuva demokrasisinin yönetim çıkmazında geleneklerin tutuculuğa döndürülüp sömürülmesinin artmasıyla başlayan din sömürüsü ve geleneksel kültürel pratiklerin, Amerikan böl ve yönet politikasını destekleyen bölücü milliyetçi çıkar ve cehaleti sürdürecek biçimde yeniden-şekillendirip sunulması biçimleridir. Bu yeniden biçimlendirilmede ve dolayısıyla yozlaştırmada, örneğin halay Anadolu’nun ezilmiş insanlarının dayanışma pratiğinden çıkartılır ve ırkçı kafatasçılığın ifadesi biçimine sokulur. Anadolu halkını hunharca ezmenin ifadesi olan Osmanlı sarayının egemenlik ifadesi “mehter marşı," türkün gücünün anlatımı yapılır. Hangi gücün ve kime karşı? Mehter marşlarıyla coşturulan ordular, (sadece Osmanlıların değil, benzeri her ülkenin kendine özge mehter marşı vardır ve mehter marşı müziğinin hepsi de o ülkenin kendi yaratığı değildir), dış düşmandan çok iç-düşmana (ayaklanan halka) karşı kullanılmıştır. Bu halka-karşılık günümüzde çok daha açıktır. Bırak Türkiye gibi ülkelerdeki içteki kullanılmanın sayısızlığını, Amerika'da bile, ordu dıştan çok içte kullanılmıştır. Eğer popüler kültürü medyadan geçerek yayılan günümüzdeki egemen pratikler bağlamında ele alırsak, Türkiye’de bunun en etkili başlangıcının radyo ile olduğunu görürüz. Modernleşme, Batılılaşma, muasır medeniyetler seviyesine gelme gibi “yakalayıcı ve yönlendirici” biliş yönetimi ve bu biliş yönetimini destekleyen yeni siyasal yönetim anlayışı ve bu ikisinin desteklediği kapitalist pazar ilişkileriyle birlikte oluşan kentli, bilgili, modern insanların yönettiği Radyo Batı’nın kültürel değerlerini ve bu değerlerin beslediği dünyayı ilişkisel ve düşünsel olarak anlamlandırmayı Türkiye’de kurulduğundan beri artan bir şekilde yaymıştır. Ankara, İstanbul ve İzmir radyoları ve ardından TRT radyoları sundukları içeriklerle Türk kimliğinin üzerine Batı kimliğinin oturtulmasıyla kendini küçümsemesi ve kendinin olmayan ve kendini yok etmeye çalışan bir kültürün sevilmesini, tercih edilmesini ve benimsenmesini sağlamada en etken araç olarak kullanılmıştır. Öyle ki Türk müziğini dinlemek isteyenler, eğer radyoları “çekebiliyorsa” (yani radyoları kapsam alanı içindeyse), Meteoroloji ve Polis radyosunu dinliyorlardı. 1960’lara gelindiğinde, Radyonun büyük katkılarıyla, özellikle 23 büyük kentlerdeki memur ve işçi sınıfının gençleri arasında melez bir kültür oluşmuştu: Bu gençler Bati müziğine ve modaya öykünürken, aynı zamanda Türk şarkı ve türkülerini de dinliyorlardı. Buna özellikle 1930’ların ortasından beri Arap müziğiyle beslenme ve buradan hareket ederek arabesk müzik katıldığında, kapitalist pazarın mümkün olduğu kadar çok pazar bölümleri yaratma, var olan bölünmeleri teşvik ederek tutma ve bunu popüler çeşitlilik olarak sunmasıyla ne tür bir karmaşık popülerlikler yarattığını görürüz.6 Resmi eğitimin, gazetelerin, radyonun, sinemanın, modanın, kişiler arası ilişkilerdeki baskıların desteklediği “kendini beğenmeme ve olamayacağı kendinden olmayan gibi olmaya çalışma, örneğin kentlerde bir gencin “köylü giyimli ve görünümlü” annesiyle yan yana yürümesini bile engelliyordu: Annesiyle sokakta özdeşleştirilmek istemediği için ya önden ya da arkadan yürürdü işçi ve memur sınıfının gençleri. Bize işlenen Popüler düşünce ve duyarlılıklarla başka türlü hissedemezdik. Daha kötüsü, henüz “köylü annemizin sessiz direnişini” sömürecek sömürgenler ortaya çıkmamıştı. Bunun ortaya çıkışının tohumları çok partili döneme geçişle atıldı ve 1960’in ortalarında başladı; günümüze gelindiğinde buna, Türk İslam sentezi dahil, Turban da eklenerek siyasal pazarla teşvik edilen ve ekonomik pazarla meyveleri toplanan, böl ve yönet ile genişleyen bir sömürü sisteminin bütünleşik bir parçası oldu. 1960 ve 1970lerin “dışarıda bırakılanları” (yani gelenekseller, tutucular ve gericileri), artık “insan haklarının egemen olduğu veya egemen edilmeye çalışıldığı küresel pazarda “dışarıda kalma hakları olduğuna” dayanan bilinç yönetimiyle, “pazar bölümleri yaratma ve bu bölümlerin karakterine göre bilişler ve ürünler üretme ile pazarını ve egemenliğini perçinleyen bir popüler pazarın parçası yapılmıştır. Popüler türbanlı ve popüler laik birbirine düşman olarak tutulup böl ve yönet politikaları gerçekleştirilirken, MUSIAD ve TUSIAD ile bu politika, CHP ve AKP ayırımında olduğu gibi, bu ayırım körüklenirken, dünya egemenliğindeki uluslararası şirketler ve içteki ortakları (örneğin MUSİADcılar, TUSİADcılar, türbanlılar, laikler, CHP’liler ve AKP’liler) başarılı bir şekilde pazar kontrolünü perçinliyorlar. İşte, bunlar popüler olan fakat popüler olarak sunulmayan veya sunulduğunda da farklı biçimde popülerleştirilen popüler kültür. Radyo’ya geri dönersek, Türkiye’de, belli siyasal, ekonomik, kültürel ve 6 Bkz Güngör, 1993, 1999; Özbek, 2000; Erdogan ve Alemdar, 2005. 24 ekonomik pazar yapısı ve ilişkilerinin popülerleştirilmesi transistorlu radyonun çıkmasıyla belli kentlerin dışına genişlemiştir. Radyoya, sinema, gramofon ile birlikte plaklar, teypler ve sonra televizyon eklenmiştir.7 Gazetenin bu bağlamdaki yaygınlığı önce siyasal alandaki biliş ve bilinç yönetimi ile başlamış ve özellikle 1970’lerden sonra tüketicileri ahmakça tüketim ve düşüncelerle yönlendiren bilişsel yoksulluk yaratma araçlarından biri olmuştur. Fakat bütün bu araçlar arasında, özel mülkiyete ve yoksun ve yoksul bırakmaya dayanan endüstriyel yapının dünyasını insanlığın asıl doğasını yansıtan bir dünya gibi sunanların bilinç ve davranış yönetimi aracı olan ve kendi elimizle evimizin en başköşesine koyduğumuz, bizi ve çocuklarımızı, verdiği haberlerden sunduğu eğlencesine kadar her şeyde belli ideolojik anlatılarla biçimlendiren, bizi gösteriş tüketiminin maymunu yapan ve maymunluğumuzda kendimizi değerli ve çağdaş gibi görmemizi sağlayan televizyon, en popüler popülerleştirme, biliş ve mal satış aracıdır. Bilgisayar, telefon, internet, sinema ve televizyon tek bir bütünleşik araç olduğunda, her şeyimizi kontrol eden bir endüstrinin bu aracı yoluyla her anımız izlenecek, kaydedilecek ve yönlendirilecektir. Direnenlere ise, var oluşlarını serbest-köle olarak bile gerçekleştirme koşulları ciddi şekilde günlük pratiklerle engellenerek yaşam şansı verilmeyecektir. Batının siyasal örgütünü transfer eden ülkelerdeki resmi eğitim ve iletişim medyaları çalışan sınıfların dayanışma kültürlerini kırmada, Batının “hep-bana hep bana” bireyciliği, bananeciliği ve soygunculuğunu çağdaş ilan etmede ve meşrulaştırmada ön safları alır. İnsanları kapitalist sömürünün meşruluğunu işleyen ve boyunsunmaya hazırlayan resmi eğitim, kitle iletişimi yanında, insanları yalnızlığa iten ve birbiriyle rekabete zorlayan örgütlü baskı ve sömürü düzeninin günlük pratikleridir. Bu örgütlü saldırıda çıkarcı sendikalar da önemli bir yer alırlar. Sendikalar gerçekte çalışan sınıf içinde dayanışmanın anlam kazanması, gelişmesi ve güçlenmesinin en somut yapıcısı ve yıkıcısıdırlar. Sendikalar dayanışmanın vücut bulduğu yer olurken, aynı zamanda, Amerikan sendikalaşmasının günümüzdeki örneğinde olduğu gibi, sistematik olarak yok edildiği yer olur ve çalışanlar çaresizlik içinde kendi çıkarını sağlamak ve korumak için kendi baslarına güçsüzleştirilmiş bir şekilde kendi gibi güçsüzlerle yarışmaya girerler. Bu tür 7 Sinema ve müzikle ilgili olarak bkz: Özbek, 2000; Erdoğan ve Solmaz, 2005. 25 sendikalaşma bürokratik hırsızlığın, mafyalığın, kapitalistlerle ortaklaşalığın, el-altından rüşvet yiyerek hem yeni sendikalaşmanın oluşumunun önüne geçilmesi ve hem de işçilerin iş yerinde terör altında ezilmesi ve yalnız bırakılması tipi bir kültür getirir. 1980’lerden beri sendika yapılarında popülerleşen bu kültür kapitalistle dayanışma ve çalışan sınıfların ezilmesine ve soyulmasına katılma kültürüdür. Popüler kültürle yaratılan bilişler, düşler ve ilişkilerin daha başındayız. Ne yazık ki, Anadolu’nun anası ağlayacak böyle giderse. KAYNAKÇA Adorno, T.W.(1957). Tv and the patterns of mass culture. In B. Rosenberg & D. White (Eds.). Mass Culture: The Popular Arts in America (pp.474-488). NY:Free Press. Adorno, T. W. (1972). Culture industry reconsidered. In A. Horkheimer & T.W. Adorno (1972). Dialectic of enlightenment. New York: Seabury Press. Adorno, T. W. & M. Horkheimer (1973). Dialectic of enlightenment.NY: Allen Lane. Arendt, H. (1961). Society and Culture. In N. Jacobs (ed.), Culture for Millions?. Princeton: Van Norstrand. Bali, Rıfat N. (2004). Tarzı- Hayat’tan Life Style’a. İstanbul: İletişim. Barkin, S. ve M. Gurevitch (1987). Out of work and on the air: Tv news of unemployment. Critical Studies in Mass Communication, 4,1-20. Bennet, T. (1986). politics of popular ve popular culture." In T. Bennett, et al.(eds.), popular culture and social relations. Phil.: Open Unversity press. Erdoğan, İ. ve P. B. Solmaz (2005). Sinema ve Müzik. Ankara: Erk. Erdoğan, İ. (2001). Popüler Kültürde Gasp ve Popülerin Gayri meşruluğu. Doğu Batı. 15 (2): 65-106. Erdoğan, İ. ve K. Alemdar (2005). Populer Kültur. Ankara: Erk. Ewen, S. (1976). Captains of consciousness. NY:McGraw Hill. Ewen, S. ve E. Ewen (1982). Channels of desire: Mass images and the shaping of American consciousness. NY:McGraw Hill. Gans, H.J. (1974). Popular culture and high culture. N.Y.: Basıc books. Greene, F. (1971). The Enemy. NY: Vintage Books). Grossberg, l. (1989). MTV: Swinging on the (postmodern) star. In I. Angus & S. Jhally (eds.), Cultural politics in contemporary America (pp.254-268). NY: Routhledge. Guback, T., & Varis, T. (1986). Transnational Communication and Cultural industries, No. 92. Paris: UNESCO Reports and papers on Mass Communication. Güngör, N. (1993) Arabesk: Sosyokültürel açıdan arabesk müzik. Ankara: Bilgi. Güngör, N. (1999) (ed.) Popüler Kültür ve iktidar. Ankara: Vadi Hall, S. (1986a). Popular culture and state. In Bennet, T. et al (eds.) Popular culture and social relations. Phil.: Open University press. Hargreaves, John (1986). Sport, power an culture. N.Y.:St. Martin's Press. Hebdige, D. (1979). Subcultures: The meaning of style. London: Methuen. Hoch, P. (1972). Rip Off Game. New York: Doubleday. Kelner, D. (1982). Tv, ideology, and emancipatory popular culture. In H. Newcomb (Ed.), Television: The critical view (pp.386-422). N.Y.: Oxford University Press. Özbek, M. (2000). Populer Kültür: Orhan Gencebay Arabeski (4. baskı). İstanbul: İletişim. Swingwood, A. (1977). The Myth of Mass Culture. New Jersey: Humanities Press. 26
Benzer belgeler
POPÜLER KÜLTÜR: KÜLTÜR ALANINDA
gelen bir özel mülkiyet ilişkileri yapısının kurduğu egemen kitle üretim
pazarının biçimlendirdiği ve kitleleri içine kattığı baskıcı bir gösteri, gösteriş
ve tüketim kültürüdür. Bu kültürde “kredi...
Popüler Kültür ve İletişim
pazarının biçimlendirdiği ve kitleleri içine kattığı baskıcı bir gösteri, gösteriş
ve tüketim kültürüdür. Bu kültürde “kredi kartına bağlı, tüketerek ve gösterişle
varoluşu”