AYNA Klinik Psikoloji Dergisi AYNA Clinical Psychology Journal
Transkript
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi AYNA Clinical Psychology Journal
ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİ BÖLÜMÜ 15 20 2 T: CİL 1 YI: SA AYNA Klinik Psikoloji Dergisi ISS N: 2 14 8-4 37 6 DERGİ AYNA Clinical Psychology Journal KÜNYE DERGİNİN SAHİBİ AYNA Klinik Psikoloji Destek Ünitesi Adına Prof. Dr. Faruk Gençöz EDİTÖR Prof. Dr. Tülin Gençöz YAYIN KURULU (Soyadı alfabetik sıra ile) Yağmur Ar Pınar Özbağrıaçık-Çağlayan Gaye Zeynep Çenesiz İncila Gürol-Işık Ayşen Maraş Filiz Özekin-Üncüer Ece Tathan-Bekaroğlu DİZGİ-TASARIM N. Gizem Akgülgil HAKEMLER (Alfabetik Sırayla) Psk. Dr. B. Türküler Aka Psk. Dr. Miray Akyunus Öğr. Gör. Dr. İlkiz Altınoğlu-Dikmeer Uzm. Psk. Suzi Amado Uzm. Psk. Yağmur Ar Doç. Dr. Gülbahar Baştuğ Psk. Dr. Ali Bayramoğlu Doç. Dr. Özlem Bozo Uzm. Psk. Canan Büyükaşık-Çolak Doç. Dr. Deniz Canel-Çınarbaş Uzm. Psk. Gaye Z. Çenesiz Yrd. Doç. Dr. Okan Cem Çırakoğlu Uzm. Psk. İpek Demirok Psk. Dr. Talat Demirsöz Öğr. Gör. Dr. Dilek Demirtepe-Saygılı Prof. Dr. Çiğdem Günseli Dereboy Uzm. Psk. İlknur Dilekler Doç. Dr. Gülay Dirik Doç. Dr. Mithat Durak Prof. Dr. Ayşegül Durak-Batıgün Yrd. Doç. Dr. Sine Egeci Prof. Dr. H. Gülsen Erden Yrd. Doç. Dr. Ekin Eremsoy Prof. Dr. Neşe Erol Psk. Dr. Ş. Gülin Evinç Prof. Dr. Faruk Gençöz Prof. Dr. Tülin Gençöz Uzm. Psk. Ali Can Gök Uzm. Psk. Derya Gürcan Uzm. Psk. İncila Gürol-Işık Yrd. Doç. Dr. Olga Selin Hünler Doç. Dr. Sedat Işıklı Uzm. Psk. Gözde İkizer Uzm. Psk. Emine İnan Doç. Dr. Müjgan İnözü Prof. Dr. A. Nuray Karancı Uzm. Psk. Pınar Kaya Doç. Dr. Aylin Koçkar Uzm. Psk. Bahar Köse Uzm. Psk. Ayşen Maraş Psk. Dr. Özge Mergen Psk. Dr. İrem Motan Bayraktar Uzm. Psk. Pınar Özbağrıaçık-Çağlayan Uzm. Psk. Filiz Özekin-Üncüer Psk. Dr. Serkan Özgün Prof. Dr. Bengi Öner-Özkan Psk. Dr. Hivren Özkol Psk. Dr. Nurten Özüorçun Uzm. Psk. İpek Güzide Pur Psk. Dr. Neslihan Rugancı Uzm. Psk. Başak Safrancı Uzm. Psk. Elçin Sakmar Uzm. Psk. Sevda Sarı-Demir Psk. Dr. Dilek Sarıtaş Uzm. Psk. Kerim Selvi Psk. Dr. Burcu Sevim Prof. Dr. Atilla Soykan Doç. Dr. Çiğdem Soykan Uzm. Psk. Yankı Süsen Doç. Dr. Emre Şenol-Durak Uzm. Psk. Yeliz Şimşek-Alphan Uzm. Psk. Ece Tathan-Bekaroğlu Uzm. Psk. Merve Topçu Uzm. Psk. Zulal Törenli Uzm. Psk. Ezgi Tuna Yrd. Doç. Dr. Ece Tuncay-Şenlet Uzm. Psk. Beyza Ünal Uzm. Psk. Duygu Yakın Doç. Dr. B. Banu Yılmaz Uzm. Psk. Tuğba Yılmaz Yrd. Doç. Dr. Adviye Esin Yılmaz Doç. Dr. Orçun Yorulmaz Uzm. Psk. Sema Yurduşen Psk. Dr. Muazzez Merve Yüksel İÇİNDEKİLER Narsistik Kişilik Örgütlenmesinin Bağlanma Kuramı Çerçevesinde Ele Alınması: Vaka Örneği E. İnan 1 Benlik Farklılıklarına Rogers’ın Danışan Odaklı Terapisi ile Yaklaşım: Vaka Çalışması D. Gürcan 13 İslami ve İslam Öncesi İnançlar ve Psikoloji: Türkiye’de Yerel Sağaltım Yöntemleri Bağlamında Türbe ve Hoca Ziyaretleri D. Canel Çınarbaş 27 Kaygı Durumlarında Gevşeme Egzersizi ve Sistematik Duyarsızlaştırma Kullanımı: Bir Vaka Örneği G. Z. Çenesiz 40 “Ölümle Yaşam Arasında” Filminin İncelenmesi: Kurtarma Fantezisi ve Ahlâki Mazoşizm B. Ünal 49 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 1-12 Emine İnan Narsistik Kişilik Örgütlenmesinin Bağlanma Kuramı Çerçevesinde Ele Alınması: Vaka Örneği Emine İNAN Orta Doğu Teknik Üniversitesi Özet Bu çalışmanın amacı, Bağlanma kuramı çerçevesinde narsistik kişilik özellikleri gösteren bir vakayı, Bay R., detaylı bir şekilde ele alırken, alanda çalışan terapistlere bu kişilik özelliklerinin etiyolojisinin nasıl ele alınabileceği konusunda yol gösterici olmaktır. Narsisizm görkemlilik, onaylanma ve beğenilme ihtiyacı, başkalarına karşı ilgisizlik ve empati yoksunluğu ile karakterize bir psikolojik problemdir. Bu kişilik örgütlenmesinin bireylerin erken dönem yaşantılarında ebeveynleriyle olan ilişkilerinden kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Kişilerin ebeveynleriyle olan ilişkilerinin niteliğinin onların kendilik ve başkalarına yönelik temsillerinin gelişmesine, temel inançlarının oluşumuna ve yaşamlarının ileri dönemlerindeki insan ilişkilerine etki ettiği bilinmektedir. Bu bağlamda eğer kişilerin erken dönem yaşantılarında ebeveynleriyle kurdukları ilişki yeterince iyi (good-enough) değilse, bu kişilerin yetişkinlikte sahip oldukları kişilik örüntülerinin veya bozukluklarının o dönemde geliştirdikleri güvensiz bağlanma stillerinden biriyle ilişkili olabileceği araştırmalarca bulunmuştur. Bağlanma Kuramı kişilerin duygusal bağlarının gelişimini anlamak için geliştirilmiş olsa da ilerleyen zamanlarda bozuklukların veya örüntülerin daha iyi anlaşılmasına olanak sağladığı için terapilerde de kullanılmaya başlanmıştır. Bu bilgiler ışığında, bu çalışmanın son bölümünde bağlanma kuramının narsistik danışanlarla çalışırken nasıl uygulanabileceği ele alınmıştır. Anahtar Kelimeler: Narsistik kişilik örgütlenmesi, Bağlanma Kuramı. ISSN: 2148-4376 1 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 1-12 Emine İnan Narsistik Kişilik Örgütlenmesinin Bağlanma Kuramı Çerçevesinde Ele Alınması: Vaka Örneği Narsisizm ve Bay R. Vakası Narsisizm terimi adını Yunan mitolojisindeki suya düşen yansımasına âşık olan ve yansımasını izlemekten kendini alamadığı için ırmağın başında günden güne eriyip ömrünü tüketen Narkissos’tan almaktadır (Beck, 2008). Narsisizm, psikoloji yazınında kendi özsaygılarını devam ettirmek için başkalarından onay arayan bireyler için kullanılır. Bu kişilerin kendileri için önemli olan birinden aldıkları onay özsaygılarını arttırırken, aradıkları onayı alamamak özsaygılarına zarar verir (McWilliams, 2010). Narsisizm daha patolojik boyutlarıyla ele alındığında “narsistik kişilik bozukluğu” (Masterson, 2006) ya da “patolojik narsisizm” olarak adlandırılır (McWilliams, 2010). Klinik popülasyonda bu bozukluğun yaygınlığı %2 ile %16 arasında değişirken genel popülasyonda %1’den daha azdır (DSM-IV-TR, Amerikan Psikologlar Derneği, 2000). Patolojik narsisizmin önemli özellikleri görkemlilik, onaylanma ve beğenilme ihtiyacı, başkalarına karşı ilgisizlik ve empati yoksunluğudur (Masterson, 2006). Ruhsal BozukluklarınTanısal ve İstatistiksel El Kitabı’na göre (DSM-IV-TR, 2000) narsistik kişilik bozukluğu olan bireyler abartılmış bir kibir duygusuna sahiptirler. Bu kişiler yetenek ve başarılarını abartırlar. Ayrıca diğer insanlardan da bu abartılmış yetenekleri için saygı ve onay beklerler; ancak beklentileri karşılanmadığında da şaşırırlar. Genelde başarı, güç, zeka, güzellik ve ideal aşkla ilgili limitsiz fantezilerle meşguldürler. Bu kişiler herkesten farklı, üstün ve tek olduklarına inanırlar ve diğerlerinin de bu farklılığı fark etmesini beklerler. Bu nedenle genelde bir şeyi ne kadar iyi yaptıkları ve başkalarının onları ne kadar onayladığı ile meşguldürler. Narsistik kişilik bozukluğu olan kişilerin bu derece beğenilme ihtiyacı, kırılgan özsaygılarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca bu durum narsistik kişileri eleştiri, aşağılanmışlık ve boşluk hissiyatı konusunda da hassaslaştırmaktadır. Şişirilmiş özgüven ve yüksek hırsları onları yüksek başarılara götürse de bu tarz hassasiyetler bu kişileri başarmak için çabalamaktan alıkoyabilmektedir. Bu özelliklere ek olarak, kendi ihtiyaçlarını diğer insanların ihtiyaçlarından üstün gören narsistik kişiler genellikle özel yetenekleri olan ve kendilerine katkı sağlayabilecek kişilerle vakit geçirmeyi tercih ederler. Narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler için duygular ve ihtiyaçlar kişiyi zayıf ve savunmasız yapar. Bu nedenle, empati yoksunluklarının yanı sıra başkalarının bu kişileri duygusal olarak soğuk bulmaları da mümkündür. Son dönem psikanalitik teorilere göre, narsisizmin muhtaç, paranoid, manipülatif ve fallik narsistik şeklinde farklı formlarıyla karşılaşılabilmektedir. Ancak, farklı görünümleri olsa da bütün narsistik bireylerin en temelde yetersizlik, utanç, zayıflık ve aşağılık duygularına sahip oldukları düşünülmektedir (Masterson, 2006; McWilliams, 2010). Narsisizmi duygu temelli ele alan yazına göre, narsistik bireylerin pek çok deneyimi utanç ve utanç verici bir duruma düşmekten dolayı yaşadıkları korku ile çevrilidir. Bir noktaya kadar bu kişiler kendi psikolojik incinebilirliklerinin farkındadırlar. Dağılmaktan, özsaygı ve öztutarlılıklarını kaybetmekten ve biri yerine hiçbiri durumuna düşmekten korkarlar. Zayıf hissederler ve en ufak bir zorlanma karşısında kimliklerini bir bütün halinde tutamayacaklarına ve kendilerini koruyamayacaklarına inanırlar. Bu inançla ilişkili olarak yaşadıkları kimliklerinin bütünlüğünü kaybetme korkusu fiziksel sağlıklarıyla ilgili kaygılarıyla yer değiştirir. Bu korku ve kaygının arkasında bu kişilerin utanç duyduğuna ISSN: 2148-4376 2 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 1-12 Emine İnan inanılmaktadır. Hissettikleri utanç duygusu da başkaları tarafından kötü ya da hatalı olarak görülmeyi, çaresizlik, çirkinlik ve zayıflık duygularını içerir. Yazına göre narsisizmde sık rastlanan duygulardan bir diğeri olan hasete gelince, eğer narsistik kişiler yetersizlikleri olduğunu hissediyorlarsa ve bunun bilinir hale gelmesinden korkuyorlarsa, kendilerinden memnun olan ya da kendilerindeki eksikliği kapatacak özelliklere sahip kişilere karşı haset duyarlar. Ayrıca, haset narsistik kişilerin eleştirel tutumlarının nedeni de olabilir. Eğer eksiklikleri olduğuna inanıyorlarsa ve başkalarında bu özellikler mevcutsa eleştirerek, onaylamayıp küçümseyerek başkalarının sahip olduklarını da tahrip etmeye çalışırlar (McWilliams, 2010). Narsistik kişilerin idealizasyon, değersizleştirme ve mükemmeliyetçilik gibi özellikleri onların savunma mekanizmaları olarak değerlendirilir. Bir nevi ilk ikisi tamamlayıcı niteliktedirler. Narsistik kişiler kendilerini idealize ettiklerinde diğerlerini değersizleştirirler. Tam tersi, kendilerini değersizleştirdiklerinde de diğerlerini idealize ederler. Narsistik kişiler konuşurken onların her zaman için “en iyi”den söz ettiklerini fark etmek zor değildir. Örneğin, narsistik bireyler “en iyi terapiste” gitmektedirler ya da en iyi öğretmene sahiptirler. Mükemmeliyetçiliğe gelince, narsistik bireyler kendilerini gerçekçi olmayan ideallere göre değerlendirirler. Bunun sonucu olarak ya kendilerini bu ideallere ulaştıkları konusunda ikna ederler (büyüklenmeci sonuç) ya da kabul edilebilir eksiklikleri olan bireyler olduklarını kabul etmektense doğuştan kusurlu olduklarına inanmayı tercih ederler (depresif sonuç). Mükemmellik ihtiyacı kişinin kendini ya da başkalarını eleştirmesi ya da kişinin belirsizlikler yüzünden hayattan zevk alamaması şeklinde dışsallaştırılır. Narsistik bireylerin mükemmeliyetçiliğinin önemli bir sonucu bu kişilerin duygulardan ve başkalarına ihtiyaçları olduğunu belli edecek davranışlardan kaçmalarıdır. Özellikle, pişmanlık ve şükran, inkâr etme eğiliminde oldukları tutumlardır. Bu tutumları ilişkilerini kaybetmek pahasına reddederler (McWilliams, 2010). Verilen bilgiler ışığında bu çalışmada narsistik kişilik örgütlenmesine sahip bireylerle terapi ortamında bağlanma kuramı çerçevesinde nasıl çalışılabileceği örneklenmiştir. Çalışma boyunca aşağıda bilgileri verilecek olan Bay R. vakası üzerinden bu konu ele alınacaktır. Bay R. 21 yaşında, İranlı, AYNA Klinik Psikoloji Ünitesi’ne eğitim hayatına ilişkin kaygıları sebebiyle başvuran bir üniversite öğrencisidir. Bay R.’ye göre her şey lise yıllarında pilot olma isteğiyle başlamıştır. Bunun için “çok sağlıklı” olması gerektiğini bilen Bay R.’nin baş dönmesi, ellerde soğukluk ve omuz kaslarında sertlik şikâyetleri için doktorlar fiziksel bir neden bulamamıştır. Kendisi bu gerekçelerle reddedilmektense pilot olmaktan vazgeçmiştir. Ancak o dönemde pilotluk için önkoşul olan 2 yıl askerliği yapmak istemediği için vazgeçtiğini öne sürmüştür. Bay R.lise mezuniyetinin ardından üniversite eğitimi için Türkiye’ye gelmiştir. Ancak zamanla bölümünü sevmediğini ve aslında pilot olmak istediğini düşünmeye başlamış ve bu süreçte önceki şikâyetlerine ek olarak uykusuzluk ve yoğun kaygı belirtileri göstermeye başlamıştır. Bütün bu şikayetlerine rağmen, beşinci döneminin sonunda bölüm birincisi olan Bay R., bu başarının yeterli olmadığını düşünse de bu başarıyı sürdüremeyecek olmaktan dolayı kaygı duymaya başlamıştır. Bay R.’nin belirttiğine göre bu kaygı kendisinin “özsaygısını” da etkilemektedir. Bunu “düşüncelerim bana başaramazsın diyor. Ama aslında ne istiyorsam yapabiliyorum” şeklinde ifade etmiştir. Lisedeyken nefes alma zorluğu nedeniyle burnundan ameliyat olan Bay R.’nin lisans eğitiminin altıncı döneminde aynı problemi tekrarlamış ve bir pratisyen hekim kendisine ameliyatın başarılı olmadığını ve bu problemin bir daha düzelemeyeceğini söylemiştir. Her ne kadar sonrasında uzman bir doktor bunun başka bir ameliyatla düzeltilebilir olduğunu söylese de Bay R. sağlığını takıntı haline getirmiş ve sağlığıyla ilgili bu kaygısı okul başarısına ilişkin kaygısının da artmasına neden olmuştur. Bay R. “özsaygısının” düştüğü zamanlarda kadınlardan ilgi görme isteğinin arttığını ifade etmiştir. ISSN: 2148-4376 3 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 1-12 Emine İnan Ancak beşinci seansa kadar terapistin kendisinin “muhtaç” olduğunu düşünebileceği düşüncesiyle bu ihtiyacını paylaşmadığını belirtmiştir. Bir işi olmadığı için Bay R. maddi olarak ailesine bağımlıdır; ancak kendisi bu durumdan da yine muhtaç olduğu mesajı verdiği için memnun değildir. Bay R.annesini eğitimini sürekli destekleyen biri olarak tanımlamaktadır. Ancak babasının annesinin tarzını baskıcı bulduğunu da ifade etmiştir. Annesiyle ilgili anılarından bahsettiğinde okul ödevlerini bitirmeden oyun oynamasına izin vermediği, kendisi istemediği halde çok küçükken onu dil kursuna gönderdiği bilgileri edinilmiştir. Bay R. kendisi hakkında zayıf ve güçsüz olduğunu düşüneceği ve bir gün verdiği bilgileri kendisine karşı kullanabileceği gerekçesiyle problemlerini ve hissettiklerini en yakın arkadaşıyla bile paylaşmamaktadır. Bu nedenle, güçsüz bile hissetse başkalarına karşı güçlüymüş gibi davranmaya çalışmaktadır. Ayrıca, üzüntü ve kaygı gibi duygulardan da kendisini güçsüz gösterdiği ve “özsaygısına” zarar verdiği için hoşlanmamaktadır. Öfkeli olduğunda dışarıdan daha güçlü göründüğünü düşündüğü için üzgün ve kaygılı olduğu zamanlara göre kendisini daha iyi hissetmektedir. Üzüntü ve kaygının özsaygısını düşürdüğünü ifade etmiştir. Bir keresinde en yakın arkadaşıyla arka arkaya tavla oynadıklarını ve bütün oyunları kaybetmenin kendisinde yoğun kaygıya neden olduğunu ve bir daha oynamak istemediğini arkadaşına söylerse arkadaşının çocukça davrandığını düşüneceğini dile getirmiştir. Güçsüzlük Bay R. için kabul edilemez bir duygu olduğundan güçsüz hissetmemek için kendisinde kaygıya neden olabilecek durumlardan, aktivitelerden kaçınmaktadır. Birine ya da bir şeye ihtiyacı olduğunu söylemektense ona güçsüz hissettirdiği için o kişiyi/şeyi istediğini söylemeyi tercih etmektedir. Bay R.ayrıca suçlu ve bir anlamda muhtaç olduğu izlenimi verdiği için özür dilemekten de hoşlanmamaktadır. Yine kendisinde kaygıya neden olan en ufak bir belirsizlik varsa Bay R. rahatlayamamakta ve hayattan zevk alamamaktadır. Kaygıya karşı sık sık idealizasyon ve değersizleştirmeyi kullanmaktadır. Terapiler boyunca terapist kendisi için hassas bir konuya değindiğinde yaşadığı kaygıdan kurtulmak için terapistin yaptıklarını değersizleştirmiş, bunların yararsız olduğunu belirtmiş ve terapiyi sonlandırmayı düşünmüştür. Bağlanma Bağlanma kuramı ilk olarak Bowlby (2012) tarafından öne sürülmüş, sonrasında deneysel çalışmalarla Ainsworth (1967, aktaran, Bennett, 2006) tarafından geliştirilmiştir. Bowlby’e göre (2012) tehlike ve stres durumlarında korunabilmek için bütün bebekler bir bakıcıya yakınlığa ihtiyaç duyar ve bu ihtiyaç bağlanmanın temelini oluşturur. Ebeveynler çocuklarının sinyallerini ve ihtiyaçlarını algılamakta, ihtiyaçlarını karşılamakta ve onlarla etkileşime geçmekte nasıl hassaslarsa, bebekler de ebeveynlerinin duygusal ve sosyal sinyallerine karşı hassastırlar. Bu karşılıklı ilişki bebekle bakıcı arasındaki bağlanmayı oluşturur (Wicks-Nelson & Israel, 2006). Bebeklerin bağlanma stillerinin niteliği genellikle ebeveynlerinin onların ihtiyaçlarına ne kadar tutarlı ve hassas bir şekilde tepki verdiklerinden etkilenir (Bennett, 2006). Güvenli bağlanmanın oluşabilmesi için çocuğun ihtiyaçlarına, zihinsel durumuna ve gerçek kendiliğine uyum sağlayabilen “yeteri kadar iyi” bir anne gereklidir. Bu uyum sürecinde, çocuğun yönlendirmesiyle, anne çocuğun başkaları tarafından tanınarak kendisini öğrendiği süreci başlatır. Bu süreçte annenin bebeğin neler hissettiğini, nelere ihtiyacı olduğunu anlayıp, anladığını da çocuğa hissettirecek şekilde davranması, bir diğer deyişle bebeği aynalaması, önemlidir (Roberts, 2008). Ebeveynlerin bebeğin ihtiyaçlarına yanıt verme biçimleri bebeklerin başka insanlarla ilişkilerde de kullanacakları bir prototip oluşturur (Bartholomew&Horowitz, 1991). Bu prototiplere “içsel çalışma modeli” adı verilir (Cortina, 2003, aktaran, Bennett, 2006). Bowlby’ye ISSN: 2148-4376 4 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 1-12 Emine İnan göre içsel çalışma modelleri “başkaları benim ihtiyaçlarıma cevap verir mi?” ve “ben ihtiyaçlarına cevap verilmeye değer biri miyim?” sorularına yanıt verir (1973, Bartholomew&Horowitz, 1991). Ainsworth’ün deneysel çalışmalarına (Strange Situation) göre, içsel çalışma modellerine dayanarak, güvenli bağlanma stili geliştiren çocuklar bakım verilmeye değer olduklarına ve önemli ötekilerin de güvenilir ve duyarlı olduğuna inanırlar. Reddeden ve göz ardı eden ebeveynleri yüzünden kaçıngan bağlanma stili geliştiren çocuklar kendilerinin bakım verilmeye değer olmadıklarını ve önemli ötekilerin reddedici ve kendi ihtiyaçlarına karşı duyarsız olduğuna inanırlar (Soloman & George, 1999, aktaran, Bennett, 2006). Yetişkinliklerinde bu kişiler başkalarına yakın olmaktan ve onlara bağımlı olmaktan hoşnut olmazlar ve duygusal uzaklığı tercih ederler (Mikulincer & Shaver, 2007). Aldıkları tutarsız ve müdahaleci bakım dolayısıyla kaygılı bağlanma stili geliştiren çocuklar, zayıf ve muhtaç olduklarına ve önemli ötekilerin tahmin edilemez ve girici (intrusive) olduklarına inanırlar (Soloman & George, 1999, aktaran, Bennett, 2006). Yetişkinliklerinde bu bireylerin yakınlık ve korunmaya dair arzuları çok güçlüdür. Partnerlerinin uygunluğu ve kendilerine verdiği değer konusunda endişelidirler (Mikulincer & Shaver, 2007). Ayrıca terk edilmek ve reddedilmekten de korkarlar (Smolewska & Dion, 2005). Son olarak, dağınık (dezorganize) bağlanma stili geliştiren çocuklara bakılacak olursa, onların ihmalkâr ebeveynlere maruz kaldıkları ve bu etkileşimin de bu bireylerin yolunu kaybetmiş, girişimlerinde rahat olamayan ve ebeveynlerinden korkan kimseler olmasına yol açtığı görülmüştür (Soloman & George, 1999, aktaran, Bennett, 2006). Kısaca, neredeyse bütün bebekler normal bir bağlanma sistemiyle doğar; ancak, karşılaştıkları bakım veren kişilerin cevap verme yeteneği bağlanma stillerini etkiler (Mikulincer & Shaver, 2007). Terapiye başladığında uzun bir süre Bay R. ailesi, özellikle de annesi, hakkında konuşmak konusunda direnmiştir. Başlangıçta ilişkilerinin “mükemmel” olduğunu söylese de ilerleyen seanslarda şikâyetlerinden söz etmeye başlamıştır. Annesi Bay R.’nin kendi istediği gibi biri olmasını istemektedir. Annesine göre Bay R. kendisinin inandığı şekilde Tanrı’ya inanmalı, kendisinin istediği gibi bir kadınla evlenmelidir. Örneğin, annesi Bay R.’yi sekiz yaşındayken bir dil kursuna gitmek konusunda zorlamıştır. Bir süreliğine Bay R. kursa gitse de bir süre sonra babası Bay R.’nin o yaşta oyun oynamaya ihtiyacı olduğu gerekçesiyle bu duruma engel olmuştur. Babası her ne kadar gereksinimlerine duyarlı olsa da annesi Bay R.’nin gerçek ihtiyaçlarını önemsememekte ve kendi gerekliliklerine göre hareket etmektedir. Üniversiteden önceki yıllarda din eğitimine önem veren annesinin isteklerine uyum sağladığı için Bay R. o dönemlerde problem yaşamadıklarını düşünmektedir. Ancak Bay R. üniversiteye başladığında izlediği belgesellerden, okuduğu kitaplardan evrenin oluşumu, fizik kuralları gibi konularda annesinin dine dayandırarak öğrettiklerinden farklı bilgiler edinmiş, bunların kanıtlanabilir olması da onun Tanrı’ya olan inancını sorgulamasına neden olmuştur. Ayrıca üniversite ortamında, şimdiye kadar karşılaştığının aksine, erkeklerin kadınlarla yakın ilişkiler kurabiliyor olmasından dolayı duyduğu memnuniyet, hem annesinin beklentileriyle ters düşen şeyler yaptığından hem de Tanrı tarafından cezalandırılacak olmaktan dolayı kendisinde suçluluk ve kaygıya neden olmuştur. Bu noktada Tanrı inancını yok saymanın kendisi için bir kaçış olduğu düşünülmüştür. Ancak bu konuları annesiyle konuşmak kendisi için ciddi bir problem oluşturmaktadır. Bay R. eğer annesiyle gerçek düşüncelerini paylaşırsa onun çok üzüleceğine, büyük olasılıkla küseceğine ve bir daha hiç konuşmayacağına inanmaktadır. Bütün bu varsayımlar Bay R.’nin geçmiş deneyimlerine dayanmaktadır. Bir keresinde annesinin onaylamadığı bir şey yaptığını, annesinin bir hafta boyunca hiç konuşmadığını ve o hafta boyunca Bay R. özür dilemek için her şeyi yaptığını ifade etmiştir. Ne olduğunu tam olarak hatırlayamasa da suçlu hissettiğini hatırladığını belirtmiştir. Bu olaydan sonra annesini ne zaman üzgün görse annesini üzecek bir şey yapmış olabileceği için ISSN: 2148-4376 5 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 1-12 Emine İnan kendisini suçlu hissettiğini dile getirmiştir. Annesinin Bay R.’nin ihtiyaçlarını göz ardı ettiği ve ilişkilerindeki tarzının müdahaleci olduğu düşünülmüştür. Bay R.’nin belirttiğine göre annesinin depresyon ve kaygı problemleri mevcuttur. Bay R. ortaokul ya da lisedeyken annesinin yaşadığı stresten dolayı ağladığını hatırlamaktadır. O yıllarda annesi işiyle fazlasıyla meşgul olduğundan Bay R.’nin kariyerini planlamak haricinde onunla nitelikli bir ilişki kurmamaktadır. Her ne kadar annesi Bay R.’yi çok sevdiğini, onun için uğraştığını belirtse de ihtiyaç duyduğu durumlarda annesinin kendiyle meşgul olması, Bay R.’nin ihtiyaçlarının annesinin beklentileriyle ters düşmesi nedeniyle annesinden beklediği desteği görememesi, annesinin tutarsız bir tarzı olduğunu da düşündürmüştür. Literatüre göre tutarsız ve müdahaleci bakım alan bireyler çoğunlukla kaygılı bağlanma stili geliştirirler. Bay R.’nin de annesinin müdahaleci ve tutarsız tutumlarından dolayı kaygılı bir bağlanma stili olduğu düşünülmektedir. Bay R. özünde, zayıf ve muhtaç olduğuna inanmaktadır. Başkalarıyla yakın ilişkiler içinde olmak istemektedir; ancak, önemli ötekilerle olan ilişkilerinde sürekli kaygılıdır çünkü diğerlerinin tahmin edilemez olduğuna, kendisi ihtiyaç duyduğunda uygun olmayacaklarına, bir kadınla yakınlaşmak istediğinde reddedilebileceğine ya da yakınlaşsalar bile terk edilebileceğine inanmaktadır. Bu inançlarının büyük ölçüde annesiyle yaşadığı ilişkiden kaynaklandığı düşünülmektedir. Bir ilişkiye başlasa bile aynı zamanda zihninden geçen “bu iyi bir ilişki değil”, “iyi vakit geçirmiyoruz” gibi düşüncelerin de annesinde yaşadığı reddi tekrar yaşamamak adına geliştirdiği kaçıngan tarzının göstergesi olduğu düşünülmektedir. Bay R.’nin bu tutumu Downey, Freitas, Michaelis ve Khouri (1998)’nin bulgularını destekler niteliktedir. Onlara göre, reddedilme konusunda oldukça hassas olan bireyler reddedilme konusundaki kehanetlerinin doğruluğunu kanıtlamak için bir buluşma sırasında partnerlerine olumlu değil, aksine olumsuz davranmaktadırlar. Bağlanma ve Psikopatoloji Son yıllardaki bulgulara göre bebeklerin erken dönem yakın ilişkilerinde geliştirdikleri bağlanma stilleri onların ileri yaşlardaki psikolojik ve duygusal gelişimlerini etkiler (Thompson, 2000, aktaran, Wicks-Nelson & Israel, 2006). Eğer bir bebek güvenli bağlanma kurmuşsa bu onu psikopatolojilerden korur. Ancak, dağınık (dezorganize) bir bağlanma stiline sahip olmak yetişkin psikopatolojisinin önemli bir yordayıcısıdır (Bennett, 2006). Boylamsal bir çalışmanın sonuçlarına göre, güvenli bağlanma ve empati, sosyal yeterlilik ve genç yaşlarda daha az davranış problemleri arasında pozitif bir ilişkiden söz edilirken, güvensiz bağlanma, ilişki ve davranış problemleriyle ilişkili bulunmuştur (Egeland, Weinfield, Bosquet, & Cheng, 2000,aktaran, Bennett, 2006). Başka çalışmalar da bu sonuçları desteklemektedir. Buna göre, güvenli bağlanma geliştiren okul öncesi çocuklar öğretmenleri ve gözlemcilerin belirttiğine göre daha yüksek özsaygı ve özgüvene sahiptir. Ayrıca duygu ve isteklerini daha kolay düzenleyebilirler. Güvenli bağlanma stiline sahip bireyler daha az duygusal problem deneyimlerken, kaygılı bağlanma stili olan bireylerin daha problemli olduğu rapor edilmiştir. Özellikle kaygı bozukluklarının sonradan kaygılı bağlanma stiline dönüşen ikircikli/dirençli stilde görülen erken dönem düzenleme becerisindeki eksiklikten kaynaklandığı düşünülmektedir (Roberts, 2008). Kaygılı bağlanma stili olan Bay R. de kliniğimize kaygı problemleri nedeniyle başvurmuştur. Yapılan görüşmelerde eğitim hayatındaki başarısını sürdürememe, sağlığının yerinde olmaması, topluluk içinde konuşma, planlarının istediği gibi gitmemesi, hoşlandığı bir kadına çıkma teklif etme, annesiyle onun karşı çıkacağı konularda konuşma gibi hayatının birçok ISSN: 2148-4376 6 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 1-12 Emine İnan alanında yoğun kaygı duyduğu görülmüştür. Bunlara ek olarak, yoğun kaygı yaşadığı dönemlerde Bay R.’nin depresyon ölçümlerinde de değerlerin yükseldiği görülmüştür. Yapılan çalışmalarda da kaygılı ve kaçıngan bağlanma stillerinin her ikisinin de depresyonla ilişkili olduğu bulunmuştur (Roberts, 2008). Ayrıca, bağlanmanın en önemli kişilerarası yönü anne ve çocuk arasındaki karşılıklı ilişkidir. Bu karşılıklı iletişimin eksikliğinin sınır durum, narsistik ve şizoid kişilik bozukluklarında görülen psikopatolojilerin nedeni olma olasılığı yüksektir (Masterson, 1976,aktaran, Roberts, 2008). Bay R.’nin annesiyle olan ilişkisindeki iletişim, paylaşım ve ihtiyaçların karşılanamaması gibi eksiklerin kendisindeki narsistik kişilik özelliklerinin kaynağı olduğu düşünülmektedir. Bağlanma ve Patolojik Narsisizm Bağlanma ve narsisizm farklı psikolojik yapıları açıklasalar da bunlara giden yollar bilişsel-duygusal örüntü ve duygusal düzenleme gibi benzerlikler göstermektedir. Her iki kavram da hem sağlıklı hem de patolojik olarak gelişebilmektedir. Ayrıştıkları nokta ise kişinin odak noktasıdır. Bağlanmada kişilerarası davranışlar ve onların temsilleri önemliyken narsisizm daha çok özsaygı ve ego örgütlenmesiyle ilişkilidir. Ancak narsisizmi bağlanmadan ayrı ele almak araştırmacıların bağlanma örüntüleriyle özsaygı ve meşru savunma arasındaki ilişkiyi görememelerine neden olur (Pistole, 1995). Bağlanma kuramı, erken dönem kişilerarası deneyimlerin kişilik ve sosyal işlevsellik üzerine nasıl etki ettiğini açıklamaya çalıştığından kişilik bozukluklarının etiyolojisini açıklamakta da kullanılabilir. Örneğin, erken dönem kişilerarası ilişkilerin (bağlanma ilişkileri) beyin gelişimini, bu şekilde kişiliğin nörolojik temellerini etkilediği düşünülmektedir. Yaşamın erken dönemlerindeki bağlanma ilişkileri kişilerin duygusal düzenleme kapasitelerini de etkiliyor olabilir. Ayrıca, bağlanma kişilerin kişilerarası becerilerinin etkililiğini de belirlemektedir (Meyer & Pilkonis, 2005). Erken dönem yaşantılarda deneyimlenen tutarsız, ihmalkâr, müdahaleci ebeveynliğin patolojik narsisizmin merkezinde olduğu düşünülmektedir (Bennett, 2006). Ayrıca kaçıngan ve kaygılı bağlanma stillerinin de narsistik kırılganlığı telafi etmek için geliştirilen birer savunma mekanizması olabileceği ileri sürülmektedir. Bay R.’nin ilişkilerinde kaygısının yükseldiği durumlara bakıldığında genelde zayıflık, yetersizlik, başarısızlık, değersizlik hissettiği ve bu duygularının insanlar tarafından fark edileceğini düşündüğü dönemlere denk geldiği görülmüştür. Bu dönemlerde insanların kendisini reddedeceği, önemsemeyeceği, ihtiyaçlarına karşılık vermeyeceğini düşünmekte ve onlarla ilişkiye girmekten kaçınmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi güvenli bağlanma stili olan kişiler duygularını ve özsaygılarını düzenlemekte daha başarılı ve daha az narsistik kırılganlık gösterdikleri şeklinde değerlendirilmektedirler. Bunun yanında güvensiz bağlanma gösteren bireyler duygu ve özsaygı düzenleme konusunda problem yaşamakta ve daha çok narsistik kırılganlık göstermektedirler. Narsistik kırılganlığın söz konusu olmadığı ilişkilerde taraflar partnerlerini kendilerinden farklı ve ayrı görebildiğinden partnerlerin benliklerinin farklılaşmasının başarılı olduğu düşünülmektedir (Pistole, 1995). Ancak eğer partnerlerden birinin narsistik kırılganlığı varsa bu partner daha çok kendi kişisel ihtiyaçlarına odaklanacak ve partnerinin de kendisindeki değerlilik hissini sabitlemesini ve kendiliğiyle ilgili olumsuz duyguları düzenlemesini bekleyecektir (Kinston, 1987,aktaran,Pistole, 1995). Bay R. bir ilişkisinde kız arkadaşı meşgul olduğu için kendisinin telefonlarına cevap vermediğinde bir hata yaptığı için sevgilisinin telefonlarına çıkmadığını düşünmüş ve bu durumun yarattığı suçluluk duygusundan kendisini kurtarması için kız arkadaşını defalarca aramıştır. Sonrasında bu kadar çok aramasının bir zayıflık göstergesi olduğunu düşünüp kız arkadaşını mesajla terk ederek bu durumu telafi etmeye çalışmıştır. ISSN: 2148-4376 7 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 1-12 Emine İnan Narsistik kişilere, özellikle büyüklenmeci tutumları olanlara sorulduğunda güvenli bağlanma stilleri olduğunu iddia edip zayıflık olarak düşünülebileceği için ilişkilerindeki en ufak bir problemi bile reddederler (Dickenson & Pincus, 2003). Bay R. ilk görüşmede annesiyle mükemmel bir ilişkisi olduğunu, ilerleyen seanslarda da kendisi bağlanma konusunu getirdiğinde güvenli bir bağlanma stili olduğunu belirtmiş ve babasının annesinin ebeveynlik tutumlarına getirdiği eleştirileri savunarak bir problem olmadığı izlenimi yaratmaya çalışmıştır. Terapi Süreci Bağlanma literatürü daha çok gelişimle ilgili veriler içerse de Slade (1999) bağlanma kuramı çerçevesinde terapistlerin hastalarına farklı bir açıdan yaklaşabileceklerine, terapötik ilişkilerinin dinamiklerine farklı bir bakış açısı getirebileceklerine ve buna göre davranabileceklerine inanmaktadır. Slade’in fikirleriyle uyumlu olarak, Bennett (2006) bağlanma kuramının klinik uygulamada kullanımını biraz daha özelleştirip bu kuramdan “güvenli ortam”, “tutarlılık ve zihinselleştirme” kavramlarını patolojik narsistik özellikler gösteren hastalarla terapide kullanılması için önermiştir. Slade (1999), Bowlby (1988)’nin “güvenli ortam” kavramının narsistik bireylerle terapideki ilişkinin anlaşılması açısından faydalı olduğunu ifade etmiştir. Slade’e göre narsistik hasta ile terapist arasındaki ilişki hastanın ebeveyniyle olan ilişkisinin bir temsili olarak değerlendirilebilir; ancak ondan farklı olarak terapide ilişki güvenli bir ortam sağlayabilir, bu ilişkide hasta normalde hatırlaması zor, acı verici ve üzücü anılarını hatırlamak için çaba gösterebilir. Terapötik ilişki bunun için destekleyici, cesaretlendirici ve gerektiğinde yönlendiren bir ortam hazırlar. Bu süreçte terapist hastaya özerklik sağlayan, hastasının yönlendirmesini takip eden, hasta hazır olup güvende hissettiğinde yolculuğu için ortam hazırlayan, hasta stres hissettiğinde duygu ve bilişlerini düzenlemesine yardımcı olan bir ebeveyn gibi davranır. Güvenlik duygusuyla keşif süreci daha başarılı olabilir ve hasta yakınlık ihtiyacı hissettiğinde terapistin oluşturduğu güvenli ortama döner. Ancak normal koşullarda güvensiz bağlanma stili olan kişiler gerçek ihtiyaçlarını göstermeye alışık olmadıklarından terapistlerin bu hastaların yakınlık ihtiyaçlarını reddetmeleri konusunda tetikte olmaları, bunun bağlanmadan kaynaklandığını gözden kaçırmamaları ve ayrıca hastanın bu etkileşimi başlatan etkenlerin farkına varmasını sağlamaları ve ilişkilerine odaklanmaları gerekmektedir (Bennett, 2006). Bennett’in Bağlanma Kuramı’ndan narsistik özellikler gösteren danışanlar için önerdiği kavramdan tutarlılığa gelince, terapistin hastanın söylemlerindeki tutarlılığı ve tutarsızlığı tespit etmesi terapötik süreç içerisinde oldukça önemlidir. Bu tespit terapistin hastanın bağlanma stilini anlamasını sağlar ve bu kavrayış da hastada daha derin değişimleri beraberinde getirir (Bennett, 2006). Slade’in (1999) belirttiği gibi bir hastanın bir şeyi nasıl söylediğini ya da ne söylediği ve söylemediğini gözlemlemek terapist için oldukça önemlidir. Bennett’in görüşleriyle paralel olarak Slade’in bu önerisi hastanın bağlanma stili ve erken dönem yaşantıları hakkında fikir vermektedir. Son olarak, zihinselleştirme de narsistik kişilerin iyileşme süreçleri açısından önemlidir. Bu kavram biliş ötesi gözleme denk gelmektedir. Narsistik hastaların kendi gerçeklik algılarının başkalarından farklı olabileceği, bazı önyargı ve kişilerarası çarpıtmalarının olabileceği konusunda farkındalıklarının arttırılması bu hastaların büyüklenmeci illüzyonlarını azaltabilir (Bennett, 2006). Bu kendini yansıtma ve biliş ötesi kavramları yalnızca narsistik hastalar terapi ortamının kendileri için güvenli bir ortam olduğunu hissettiklerinde gerçekleştirilebilir. Hastanın hazır hissetmediği bir aşamada terapist tarafından hastanın farkındalığını arttırmak adına yapılan bir yorum hastanın terapistten uzaklaşmasına neden olabilir. Bu durumda hastanın işlevsel olmayan bağlanma yaşantıları aktive olmaktadır. Bu tür bir yorumdansa terapist hastayı anladığını gösterebilmek için ISSN: 2148-4376 8 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 1-12 Emine İnan hastanın duygularına odaklanmalıdır. Her şeye rağmen, hastanın bağlanma stilini değiştirecek olan yorumlar değil, bir bağlanma figürü olarak gördükleri terapistle kurdukları ilişkidir (Bennett, 2006). Bay R. ile olan terapi sürecinin literatürde belirtilen öneri ve uyarılarla çoğunlukla tutarlı olduğu düşünülmüştür. Önceleri, Bay R. annesiyle ilgili konuşmak konusunda direndikçe terapist onu annesi hakkında konuşmaya zorlamıştır. Ancak bu seanslarda Bay R. kaygılanmış ve terapiste öfkelenmiş, analiz edildiğini hissettiğini dile getirmiş ve bir süreliğine terapilere ara vermiştir. Bay R.’nin terapistin annesiyle ilgili konularda konuşma isteğini fazla müdahaleci bulduğu, bunun kendisinde kaygı ve suçluluk yarattığı ve bu kaygı ve suçluluk duygularından kaçabilmek için terapileri bıraktığı çıkarımı yapılmıştır. Bu noktada terapistle başlangıçta kaygılı/kaçıngan bir bağlanma stili geliştirdiği düşünülmüştür. Terapilere devam etme kararı aldığında terapist daha ağırdan almaya başlamıştır. Daha çok Bay R.’nin içindeki incinmiş çocuğu ve onun duygularını anlamaya çalışmış ve bu konuda terapileri yönlendirmesine izin vermiştir. Bay R. duygularını paylaşmadığından hatta farkında olmadığından ilk odak, duygu farkındalığı üzerinde durmak olmuştur. Bu zorluğu oluşturan etmenleri ele alırken Bay R.’nin, önceki gibi analiz edildiğini hissetmesi üzerine terapist, Bay R.’nin duyguları ele alırken yaşadığı zorluk üzerine olan gözlemlerini paylaşmıştır. Bay R. için yaşadığı zorluğun terapist tarafından anlaşılmış olması ve bunun normal olarak karşılanması önemli bir deneyim olmuştur. Bu anlaşılma Bay R.’ye kendini daha rahat hissettirmiş ve “zayıflığı” hakkında konuşmaya başlamıştır. Ayrıca terapist kendisi hakkında olumsuz düşünmesin diye bazı olaylar karşısında hissettiklerini küçümsediği durumda terapistin Bay R.’nin duygularına (kaygı, suçluluk) sahip çıkması Bay R.’yi rahatlatmış ve duyguları hakkında daha rahat konuşmaya başlamıştır. Bay R. için terapötik ortamdaki bu deneyimin duygularının başkaları tarafından fark edilip kabul edildiğini deneyimlemesi açısından önemli olduğu düşünülmüştür. Bir süreliğine Bay R. başkalarına olan ihtiyacını da reddetmiştir. Ancak açıklamalarından birinde Bay R.’nin “ihtiyacım var” dememek için çok uğraştığı ve onun yerine “istiyorum” dediği gözlemlenmiş ve bu konuda zorlandığına dair gözlem kendisiyle paylaşılmıştır. Bay R. de bu durumu kabul etmiş ve birine ihtiyacı olduğunu söylemenin kendisine güçsüz hissettirdiğini dile getirmiştir. Kendisinin yaşadığı zorlukla ilgili bu yansıtmanın ardından Bay R.’nin zayıflık ve muhtaçlık konularında çok daha rahat konuşabildiği görülmüştür. Bu seanslar sırasında annesi ile olan bir konuşmasında annesi, Bay R.’nin kişilik özelliklerinden söz ederken kendisinin başkalarına karşı üstünlük taslamaya çalıştığından söz etmiştir. Bay R. annesinin bu paylaşımını seansa getirmiş ve bu konu ele alındığında “zayıf” hissettiği zamanlarda “üstün” olmaya çalıştığını ifade etmiştir. Bu paylaşımı takiben terapist Bay R.’nin seanslar sırasında da seansı yönetmeye çalıştığı ve üstün olmaya çalıştığına dair gözlemini paylaşmıştır. Dışarıdaki duygularıyla paralel olarak, Bay R. terapi odasında da “zayıf” hissettiği zamanlarda böyle bir üstünlük çabasına giriyor olabileceğini kabul etmiştir. Eğer bu gözlem danışanla bağlanma problemleri yaşanan daha önceki seanslarda paylaşılmış olsaydı, Bay R.’nin bu durumu reddedip terapileri bırakma olasılığının yüksek olduğu düşünülmüştür. Terapinin başında annesiyle “çok mükemmel” bir ilişkileri olduğunu iddia eden Bay R., ilerleyen seanslarda annesinin dini inançları konusunda kendisine baskı yaptığını anlatmaya başlamıştır. Ancak annesiyle ilgili verdiği bilgilerin tutarsız olduğu gözlemlenmiştir. Çünkü kısa bir süre sonra ebeveynlerinin baskıcı olmadığını iddia etmiştir. Ebeveynleriyle ilgili gerçek deneyimlerini paylaştıktan sonra geçmiş deneyimlerinden yola çıkarak annesinin bunları duyduğu takdirde üzülüp küsebileceği düşüncesinin kendisinde suçluluğa neden olduğu ve bunu telafi etmeye çalıştığı düşünülmüştür. Bu seanslar boyunca terapist Bay R.’yi annesi hakkında konuşmak konusunda zorlamamış ve uygun zamanı beklemiştir. Çünkü başlarda hiç annesinden konuşmazken sonrasında kendisi annesiyle ilgili gündemler getirmeye başlamıştır. Annesiyle ilgili ISSN: 2148-4376 9 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 1-12 Emine İnan konularda terapist Bay R.’nin terapileri yönlendirmesine izin vermiş ve bu ortam Bay R.’nin daha güvende hissetmesine neden olmuştur. Hatta bağlanma stillerine ve kendisinin düşüncelerini kabul etmeyişiyle ilgili annesine duyduğu öfkeye ilişkin gündemler de getirmiştir. Terapi sürecinin başında güvenli bir bağlanma stilleri olmadığına dair görüşleri reddeden Bay R. terapinin sonlarına doğru bu görüşü reddetmemeye ve düşünmek için zaman istemeye başlamıştır. Seanslar sırasında duygularının, düşüncelerinin ve inançlarının kabul edilebilir olduğunu, terapistin her koşulda onun için orada olduğunu deneyimlemesiyle Bay R.’nin terapistle güvenli bağlanma geliştirdiği düşünülmüştür. Terapötik ortamda yaşadığı bu deneyimi annesiyle olan ilişkisinde de deneyimlemek isteyen Bay R. duygu, düşünce ve inançlarını, özellikle dinle ilgili olanları, annesiyle paylaşmayı denemiş ve bunda başarılı olmuştur. Annesiyle annesinin tepkilerinden korkması dâhil her şeyi paylaşmış ve annesi ne düşünürse düşünsün, neye inanırsa inansın Bay R.’yi seveceğini söylemiştir. Annesiyle olan bu paylaşımı Bay R.’yi fazlasıyla rahatlatmıştır. Bay R. ile olan terapi süreci kendisi lisansüstü eğitimi için Amerika’ya gideceği için sonlandırılmıştır. Ancak yine de duygularının farkına varmaya başladığı, bunları başkalarıyla paylaşabildiği ve zayıf ve güçsüz olmayı eskisi kadar önemsemediği için terapi süreci başarılı olarak değerlendirilmektedir. Özetle, narsisizm büyüklenmecilik, onaylanma ve beğenilme ihtiyacı, başkalarına karşı ilgisizlik ve empati yoksunluğuyla karakterizedir. Bu özelliklerin kişilerin erken dönemlerde bakıcılarıyla olan ilişkilerinden kaynaklandığına inanılmaktadır. Bağlanma kuramına göre kişilerin ebeveynleriyle kurdukları ilişkileri onların kendilik ve başkalarına ilişkin temsillerini etkilemekte, temel inançlarını oluşturmakta ve yaşamlarının ilerleyen zamanlarındaki ilişkilerini etkilemektedir. Eğer kişinin deneyimlediği ebeveynlik niteliği uygun değilse, bu kişiler büyük olasılıkla güvensiz bağlanma stillerinden birini geliştirmektedir ve güvensiz bağlanma stillerinin kişilik bozukluklarıyla ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu çalışmada, Bay R. vakasında, kaygılı bağlanma stili ve narsistik özellikler ele alınmıştır. Bağlanma kuramı kişilerin duygusal bağlarının gelişiminin anlaşılabilmesi için geliştirilmişken sonraları terapilerde kullanılmaya başlanmıştır. Hastaların bağlanma stillerinin anlaşılmasının terapiste farklı bir bakış açısı kazandıracağına inanılır. Ancak bağlanma kuramının narsistik hastaların terapisine uygulanışıyla ilgili bazı öneriler olsa da özellikle klinik örneklemle yapılmış daha fazla çalışmaya, özellikle uygulamalı çalışmaya, ihtiyaç duyulmaktadır. ISSN: 2148-4376 10 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 1-12 Emine İnan Kaynaklar American Psychiatric Association (2000). Diagnostic and statistical manual of mental disorders, fourth edition, text revision. Washington, DC: American Psychiatric Association. Bartholomew, K. &Horowitz, L. M. (1991). Attachment styles among young adults: A test of a four-category model. Journal of Personality and Social Psychology, 61(2), 226-244. Beck, A. T., Freeman, A., & Davis, D. D. (2008). Kişilik bozukluklarının bilişsel terapisi (Ö. Yalçın & E. N. Akçay, Çev). Litera Yayıncılık: İstanbul(2003). Bennett, C. S. (2006). Attachment theory and research applied to the conceptualization and treatment of pathological narcissism. Clinical Social Work Journal, 34(1), 45-60. doi: 10.1007/s10615-005-0001-9. Bowlby, J. (2012). Bağlanma (T.V. Soylu, Çev). Pinhan Yayıncılık: İstanbul (1969). Dickinson, K. A. & Pincus, A. L. (2003). Interpersonal analysis of grandiose and vulnerable narcissism. Journal of Personality Disorders, 17(3), 188-207. doi: 10.1521/pedi.17.3.188.22146. Downey, G., Freitas, A. L., Michaelis, B., & Khouri, H. (1998). The self-fulfilling prophecy in close relationships: Rejection sensitivity and rejection by romantic partners. Journal of Personality and Social Psychology, 75(2), 545-560. doi: 10.1037//0022-3514.75.2.545. Masterson, J. F. (2006). Narsistik ve borderline kişilik bozuklukları (B. Açıl, Çev). Litera Yayıncılık: İstanbul (1981). McWilliams, N. (2010). Psikanalitik tanı: Klinik süreç içinde kişilik yapısını anlamak (E. Kalem, Çev). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları (1999). Meyer, B. & Pilkonis, P. A. (2005). An attachment model of personality disorders, M. F. Lenzenweger ve J. F. Clarkin (Ed.) içinde, Major theories of personality disorder, (pp. 231-281). New York: Guilford. Mikulincer, M. & Shaver, P.R. (2007). Attachment in adulthood: Structure, dynamics and change. The Guilford Press: New York. Pistole, M. C. (1995). Adult attachment style and narcissistic vulnerability. Psychoanalytic Psychology, 12(1), 115-126. doi: 10.1037/h0079603. Roberts, D. D. (2008). Bağlanma kuramı ve Masterson yaklaşımı: Gerçek kendiliğin psikoterapötik olarak yeniden işlenmesi, J. F. Masterson (Ed.) içinde, Bağlanma kuramı ve nörobiyolojik kendilik gelişimi açısından kişilik bozuklukları (H. Şentürk, Çev), (pp.153-184). Litera Yayınları: İstanbul (1988). Slade, A. (1999). The implications of attachment theory and research for adult psychotherapy: Research and clinical perspectives, J. Cassidy v P. R. Shaver (Ed.) içinde, Handbook of attachment: Theory, research, and clinical implications (pp. 575-594). New York: Guilford. Smolewska, K. & Dion, K. L. (2005). Narcissism and adult attachment: A multivariate approach. Self and Identity, 4, 59-68.doi: 10.1080/13576500444000218. Wicks-Nelson, R. & Israel, A. C. (2006). Behavior disorders of childhood. New Jersey: Prentice Hall. ISSN: 2148-4376 11 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 1-12 Emine İnan Summary: Narcissistic Personality Patterns and Anxious Attachment Style: A Case Example In this paper, the focus was the relationship between narcissism and anxious attachment with the discussion of a case, Mr. R., who is believed to have anxious attachment style and show narcissistic features. Narcissism is characterized by grandiosity, need for approval and admiration, indifference to others and lack of empathy. It is believed that those features take their roots from the early relationships with caregivers. The relationship qualities of individuals with their parents affect their self and other representations, form their core beliefs, and affect their relationships later in their life. If the parental quality the individuals receive is not appropriate or good enough, those individuals most probably develop one of the insecure attachment styles that are found to be related to personality disorders. Although attachment theory is constructed for understanding the development of the emotional bonds of the individuals, it was later used in the therapeutic process. It is believed that understanding the attachment styles of the patients will give a better understanding to the therapists. Through the end of this paper, application of attachment theory to narcissistic individuals is addressed. Key words: Narcissism, Attachment Theory. ISSN: 2148-4376 12 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan Benlik Farklılıklarına Rogers’ın Danışan Odaklı Terapisi ile Yaklaşım: Vaka Çalışması Derya Gürcan Orta Doğu Teknik Üniversitesi Özet Bireylerin benlikleri arasında yaşadıkları fark uzun zamandır psikoloji biliminin gündeminde olmuştur. Carl Rogers’ın teorisi de dahil olmak üzere, teoriler genellikle gerçek benlik ile ideal benlik arasındaki farka odaklanmışlardır. Ancak Higgins, bireylerin üç farklı benlik kavramının olduğunu öne sürmüştür. Bunlar gerçek benlik, ideal benlik ve zaruri benliktir. Higgins, ayrıca kişinin kendi bakış açısının ya da kendisi için önemli birinin bakış açısının da benlik kavramının oluşumunda etkili olduğunu belirtmiştir. Higgins farklılıklar karşısında bireyin farklı olumsuz duygular yaşadığını öne sürmüştür. Rogers ise benlik farklılıklarının bireylerin çocuklukta koşulsuz olumlu kabul alamamaları sebebiyle oluştuğunu ve bireyin yaşadığı olumsuz duygularla savunma mekanizmaları yardımıyla başettiğini söylemiştir. Rogers benliğin gelişiminin çocukluk dönemi ile sınırlı olmadığına inandığı için, terapi ortamında danışan gerçek, samimi, empatik ve koşulsuz olumlu kabulü yaşayabildiği bir ilişki deneyimleyebilirse, benlik temsilleri arasındaki farkın azalacağını ve kişinin kendini gerçekleştirme yönünde ilerleyebileceğini belirtmiştir. Bu makalede, benlik farklılıkları ve Rogers’ın danışan odaklı teorisi derlenmiş, benlik farklılığı yaşayan bir danışan ile örneklendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Benlik farklılıkları, Carl Rogers, Danışan Odaklı Terapi. ISSN: 2148-4376 13 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan Benlik Farklılıklarına Rogers’ın Danışan Odaklı Terapisi ile Yaklaşım: Vaka Çalışması Benlik Farklılıkları Bireylerin benlik temsilleri arasında yaşadıkları fark psikoloji biliminde uzun yıllardır araştırma ve teori gündeminde olmuş; kişilerin bu farklılık sebebiyle yaşadıkları rahatsızlıklar teorisyen ve araştırmacıların odağı olmuştur (Higgins, 1987). Benlik farklılıklarının kökeni Lecky’nin benlik tutarlılığı teorisine kadar uzanmaktadır (Lecky, 1945; aktaran, Stevens, 1992). Lecky’e göre bireyler kişilik yapılarını ve değer sistemlerini doğumlarından itibaren oluşturmaya ve geliştirmeye başlar, oluşturdukları benlik temsillerine göre davranırlar. Lecky, bireylerin yaşamdaki temel motivasyonlarının bütünlük için çaba harcamak olduğunu söylemiştir. Eğer birey bu bütünlük ile uyumsuz olarak davranırsa, bunun yarattığı olumsuz duygu ile savunma mekanizmaları ile başedecektir. Bireyin savunma mekanizmaları ile başedemediği durumlar ise psikopatolojiye sebep olabilmektedir (Lecky, 1945; aktaran, Stevens, 1992). Carl Rogers Lecky’nin teorisinden etkilenmiş ve bireyin iyilik halinin benlik temsili ile yaşantıları arasındaki uyum ve tutarlılık ile ilişkili olduğunu öne sürmüştür (Feist ve Feist, 2008). Benlik ve yaşantı arasındaki uyumun yanısıra, Rogers ayrıca benliğin, ideal benlik ve gerçek benlik olmak üzere iki ayrı yapısının olduğunu söylemiş, ideal benlik ile gerçek benlik birbiri ile uyumlu ise bireyin sağlıklı ve uyumlı olduğunu, ancak aralarında farklılık var ise bireyin anksiyete, depresyon ve özgüven eksikliği yaşayacağını belirtmiştir (Feist ve Feist, 2008). 1980’lerde Tory Higgins ise Rogers’ın benlik hakkında söylediklerini, benlik farklılıkları teorisi adı altında geliştirmiştir. Higgins’in teorisinde Rogers’ın teorisinden farklı olarak üç farklı benlik temsili vardır. Bunlar gerçek benlik, ideal benlik ve zaruri benliktir (ought self). Higgins’e göre gerçek benlik bireyin gerçekte sahip olduğuna inandığı özelliklerdir. İdeal benlik kişinin ideal olarak sahip olmayı istediği özellikleri temsil ederken (ör. umut ve istekler), zaruri benlik ise bireyin sahip olmasının zorunlu ya da gerekli olduğuna inandığı özellikleri temsil etmektedir (ör. görev ve sorumluluklar) (1987). Higgins benlik farklılıklarını anlamada sadece benlik temsillerini ayırt etmenin yeterli olmadığını savunmuştur. Benlik temsillerinin oluşmasında kimin bakış açısının etkili olduğunun da teoriye eklenmesi gerektiğini düşünmüştür. Higgins benlik üzerinde etkili iki bakış açısı olabileceğini ileri sürmüştür. Bunlar kişinin kendisinin ya da hayatındaki önemli birinin (ör. anne, baba, eş gibi) bakış açılarıdır. Benliğe bakış açılarının eklenmesi ile birlikte teori altı farklı benlik temsili ortaya koymuştur: gerçek/kendisi, gerçek/başkası, ideal/kendisi, ideal/başkası, zaruri/kendisi, zaruri/başkası. Bu benlik temsillerinden ilk ikisi benlik kavramını, diğer dördü ise benlik rehberini (self-guide) oluşturmaktadır (Higgins, 1987). Teori bireylerin değişik benlik temsillerini aynı anda kullanıyor olabileceğini, bir bireyin tüm temsilleri kullanmasının ise beklenmediğini önermektedir. Örneğin, bir bireyin hayatında zaruri/başkası benlik temsili en çok etkiye sahip iken, bir diğerinin hayatında ideal/kendisi benlik temsili en çok etkili olabilir (Strauman ve Higgins, 1988). Benlik farklılıkları teorisi, bireylerin benlik kavramı ile benlik rehberleri arasında bir dengeye ulaşma motivasyonuna sahip olduklarını önermektedir (Strauman ve Higgins, 1988). Benlik farklılıkları teorisinin daha önceki teorilerden farklı olarak öne sürdüğü bir diğer argüman ise, farklı temsiller arasındaki farkların, değişik hassasiyet ve duygulara sebep ISSN: 2148-4376 14 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan olacağıdır. Teori, gerçek benlik ve ideal benlik arasındaki farkların hoşnutsuzluk, mutsuzluk, hayal kırıklığı gibi üzüntü ile ilgili duygular yaratacağını, gerçek benlik ile zaruri benlik arasındaki farklılıkların ise korku, tehdit, sinirlilik gibi ajitasyon ile ilgili duygular yaratacağını öne sürmektedir (Strauman ve Higgins, 1988). Daha ayrıntılı bakılacak olursa, birey gerçek/kendisi benlik temsili ile ideal/kendisi benlik temsili arasında farklılık yaşadığında kişinin kendisi ile ilgili gerçek inançları, ideal benliği ile uyuşmazlık gösterecektir. Teoriye göre, bu farklılığı yaşayan bireyin umut ve isteklerini gerçekleştirememiş olması, dolayısıyla hayal kırıklığı, hüsran ve mutsuzluk yaşaması beklenmektedir. Eğer gerçek/kendisi benlik temsili ile ideal/başkası benlik temsili arasındaki fark kişinin yaşantısında baskın ise birey kendisi için önemli olan birinin kendisi ile ilgili umut ve isteklerini yerine getirmede başarısızlık yaşamış olduğunu düşünecek ve bu başarısızlık bireyde utanç ve mahcubiyet duygularına sebep olacaktır (Higgins, 1987). Bir diğer farklılık gerçek/kendisi ile zaruri/başkası benlik temsilleri arasındadır. Eğer kişi bu farklılığı yaşarsa, kendi benliği ile ilgili inançları ile kendisi için önemli olan birinin kendisinden, görev ve sorumluluk olarak beklentileri arasında uyumsuzluk yaşayacaktır. Bu uyumsuzluk sebebiyle kişi korku, tehdit edilmişlik hissi ve kızgınlık yaşayacaktır (Higgins, 1987). Higgins’in öne sürdüğü son farklılık gerçek/kendisi benlik temsili ile zaruri/kendisi temsili arasındadır. Kişi bu farklılığı yaşadığında kendisi ile ilgili sahip olduğu inanç ile kendisinden beklediği sorumluluklar arasında farklılık deneyimleyecektir. Bu farklılık sebebi ile kişi suçluluk, kendinden nefret etme, tedirginlik, ahlaki değersizlik gibi hisler yaşayacaktır (Higgins, 1987). Günümüzde yapılan çalışmalara bakıldığında, Higgins’in değişik benlik farklılıklarında, ayrı duygular yaşayacağı hipotezi ile ilgili çelişkili sonuçlar bulunmaktadır (Stevens, Lovejoy ve Pittman, 2014). Araştırmaların büyük çoğunluğu gerçek/ideal benlik farklılığının depresif duygularla ilişkili olduğunu göstermekte, fakat gerçek/zaruri benlik farklılığının kaygı ile bağlantılı olduğu çalışmaların bir kısmında kanıtlanabilmektedir (Stevens, Lovejoy ve Pittman, 2014). Benlik farklılıkları teorisi, benlik temsilleri arasındaki fark ne kadar büyükse ve kişi sayı olarak ne kadar çok farklılık yaşıyorsa, benlik farklılığının o kadar çok olacağını söylemiştir. Ayrıca, benlik farklılığı ne kadar çok ise kişinin yaşayacağı rahatsızlığın da o derecede yoğun olacağını belirtmiştir (Higgins, 1987). Higgins kişinin yaşadığı farklılık ile ilgili farkındalığının olmayabileceğini de eklemiş, farklılığın bireyi otomatik olarak ve farkındalık dışında da etkileyebileceğini vurgulamıştır (1987). Son olarak, özgüvenin ideal benlik ve gerçek benlik arasındaki farklılık ya da tutarlılıkla ilgili olduğunu, bireyin yaşadığı farklılık çok ise özgüveni düşük, farklılığı az ise özgüveninin daha yüksek olacağını öne sürmüştür (Cervone ve Pervin, 2008). Barnett ve Womack’ın (2015) yaptıkları çalışmada gerçek benlik ile ideal benlik arasındaki farkın özgüven eksikliği ile anlamlı olarak ilişkili olduğu, fakat özgüvenin gerçek/zaruri benlik farklılığı ile ilişkisinin olmadığı bulunmuştur. Bu bulgular, Higgins ve Rogers’ın önerileri ile aynı doğrultudadır (Barnett ve Womack, 2015). Bu makalede Benlik Farklılıkları teorisi, Rogers’ın Danışan Merkezli yaklaşımı ile birlikte ele alınacaktır. Ayrıca benlik farklılıkları yaşayan Bayan E. vakası ile örneklendirilecektir. “Bayan E. 19 yaşında bir üniversite öğrencisidir. Kliniğimize kararsızlık şikayetleri ve “Kim olduğumu bilmiyorum, ne istediğimi ve ne yapmak istediğimi bilmiyorum” “Kendimi bulmak ve tanımak istiyorum” diyerek başvurmuştur. Bayan E.’nin kararsızlık ile ilgili şikayetleri detaylandırıldığında, hayatının her alanında kararsızlık yaşadığını ve bunun kendisini yorduğunu anlatmıştır. Kıyafet seçimi, yapacağı ödev için konu seçimi, ders seçimi ve bunlar gibi birçok konuda kararsızlık yaşadığını, kendi kararlarına bir türlü güvenemediğini bu sebeple de sürekli etrafındaki insanların fikirlerini sorduğunu belirtmiştir. Kendisi karar veremediği ve sürekli etrafındakilere fikir sorduğu için de kendisini çok özgüvensiz hissettiğini eklemiştir. Bayan E.’nin yaşam öyküsüne bakıldığında, küçük bir kasabada doğup büyümüş ve üniversiteyi kazanana dek ISSN: 2148-4376 15 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan ailesiyle birlikte kasabada yaşadığını belirtmiştir. Bayan E. ailesinin ataerkil ve dindar bir aile olduğunu, bu sebeple evlerinde sadece erkeklerin sözünün geçtiğini, kadınların görevinin hizmet etmek ve erkeklerin söylediklerini yapmak olduğunu anlatmış, dindar bir aile oldukları için başörtüsü örttüğünü eklemiştir. Bayan E. böyle bir ortamda yetişmesinin ardından üniversiteyi kazanarak ailesinden ayrıldığı belirtmiştir. Üniversitede, kendi aile yapısından çok farklı bir ortamla karşılaşan Bayan E. karmaşa yaşadığını, kendisinin hangi dünyaya ait olduğunu bilmediğini ifade etmiştir. Üniversite hayatını yaşadıkça, kendisini bu dünyaya ait hissetmeye başladığını, bir müddet sonra başörtüsü takmamaya, ailesinin tasvip etmeyeceğini bildiği şeyleri kendisi ilgi duyduğu için yapmaya başladığını söylemiştir (ör. voleybol, eşli danslar vb.). Bayan E. kendisini bu şekilde daha mutlu hissettiğini söylese de, ne zaman ailesinin yanına gitse suçluluk hissettiğini, onlara ihanet ediyormuş gibi olduğunu anlatmıştır. Bayan E. aile ve okul yaşantılarını göz önünde bulundurduğunda hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu bulamadığını, bu sebeple kendisini üzgün ve suçlu hissettiğini ifade etmiştir. Bunun dışında Bayan E. günlük yaşantısında, her giriştiği işte başarılı olmayı ve çevresindekiler tarafından başarılarının takdir edilmesini istediğini anlatmıştır. Ayrıca girdiği ortamlarda sözü dinlenen ve öne çıkan biri olmayı dilediğini eklemiştir. Ancak bunların bir kısmını gerçekleştirebilmekte, gerçekleştiremediğinde ise üzüntü duyduğunu anlatmaktadır. Benlik farklılıkları teorisine göre ele alındığında, Bayan E.’nin gerçek benlik/kendisi ile ideal benlik/kendisi ve zaruri benlik/başkası ile zaruri benlik/kendisi benlik temsilleri arasında farklılıkları olduğu düşünülmektedir. Gerçek benlik/kendisi ve ideal benlik/kendisi temsilleri arasındaki farka bakıldığında, Bayan E.’nin giriştiği her işte başarılı olma ve bunun takdirini alma istediğinin olması, içerisinde bulunduğu ortamlarda sözü dinlenen, lider pozisyondaki kişi olmak istemesi gibi ideal benlik/kendisi’nden gelen istek ve umutlara sahip olduğu görülmüştür. Ancak gerçek benlik/kendisi’nin bu beklentileri her zaman karşılayamadığı ve bu farklılık sebebiyle Bayan E.’nin mutsuzluk ve hayal kırıklığı yaşadığı izlenimi edinilmiştir. Bayan E.’nin gerçek benlik/kendisi, zaruri benlik/başkaları temsilleri arasında da ciddi bir farkın olduğu görülmüştür. Ailesinin kendisinden görev ve yükümlülük olarak, kapalı olması, dini görevlerini yerine getirmesi, ders çalışmak dışında aktivitelerinin olmaması, erkek arkadaşının olmaması, hatta erkeklerle gerekmedikçe sohbet etmemesi gibi beklentilerinin olduğu görülmüştür. Ancak Bayan E. süreç içerisinde, başörtüsünü çıkarmış, birçok topluluğa aktif olarak katılmış, erkek arkadaş edinmiştir. Bunları ailesinden gizleyen Bayan E.’nin, ailesinin kendisinden zorunluluk olarak bekledikleri ve kendisinin gerçek benliği arasındaki bu ciddi fark sebebiyle, köye ailesinin yanına gitmesi gerektiği zaman onların bunları öğreneceğinden korktuğu ve yanlarına gitmek istemediği görülmüştür. Bayan E.’nin yaşadığı düşünülen son benlik temsili farklılığı, gerçek benlik/kendisi ve zaruri benlik/kendisi arasında olduğu düşünülmüştür. Ailesinin kendisinden bekledikleri kadar çok olmasa da Bayan E.’nin zaruri benlik/kendisi temsili ile gerçek benliği arasında da farklılıklar vardır. Erkek arkadaşının olması ve onunla yakınlaşması, dini gereklilikleri yerine getirmemesi gibi konular Bayan E. için yapılmaması gereken şeylerdir. Fakat, Bayan E. gerçekte erkek arkadaşı ile yakınlaştığında haz aldığı için onunla yakınlaşmakta, günlük yaşantısında zaman ayırmadığı için de dini gereklilikleri yerine getirmemektedir. Böylece Bayan E. zaruri benliğine ait görev ve sorumlulukları yerine getirememekte ve bu su sebeple yoğun suçluluk hissettiğini söylemektedir. Bayan E.’nin birçok benlik temsilinde farklılık yaşaması, özellikle de gerçek benlik/kendisi ve zaruri benlik/başkası benlik temsilleri arasında büyük bir fark olması, benlik farklılığının boyutunun yüksek olduğuna işaret etmektedir. Bu sebeple de Bayan E.’nin farklılıklar nedeniyle yaşadığı sıkıntıların boyutunun yüksek olduğu gözlemlenmiştir.” ISSN: 2148-4376 16 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan Rogers’ın Danışan (İnsan) Odaklı Terapisi Teorinin Başlıca Kavramları Carl R. Rogers’ın kişilik teorisi hümanistik bir teoridir. Bu sebeple özgür irade, seçim ve kişisel sorumluluk teorinin özünü oluşturmaktadır. Teori benlik, benliğin özellikleri gibi konuları vurgulamaktadır (Geiwitz, 1969). Teori “eğer-ise” çerçevesi üzerine kurulmuştur. Bu demektir ki, “Eğer belirli koşulları oluşur ise süreç gelişecektir. Eğer süreç gerçekleşir ise belirli kişilik ve davranış değişimleri oluşacaktır.” (Geiwitz, 1969; Feist, 2008). Rogers’a göre, bireyler dış dünyayı algılar, deneyimler ve anlam yüklerler. Tüm bu anlamlandırmalar birey tarafından “ben” olarak algılanır. Rogers, benlik kavramını bu algı ve anlamlandırmaların, düzenli ve tutarlı hali olarak açıklamıştır (Cervone ve Pervin, 2008). Rogers, benlik kavramı oluştuktan sonra, bireylerin değişimi ve yeni öğrenmeleri zor bulduklarını ancak bunun imkansız olmadığını savunmuştur. Benliğin, bir süreç, değişim ve akışkan olduğunu, her zaman psikolojik büyümeye doğru ilerleyebileceğini eklemiştir (Frager ve Fadiman, 1998). Rogers, kişinin farkındalığının dışında deneyimleri olabileceğini ancak insanların genel olarak farkında ve bilinçli olduklarını öne sürmüştür (Feist ve Feist, 2008). Bunların dışında, Rogers ideal benlikten bahsetmiştir. İdeal benliğin, benliğin alt kümesi olduğunu ve bireyin olmak istediği benlik olduğunu söylemiştir (Feist ve Feist, 2008). Benlik gibi, ideal benliğin de akışkan ve değişebilir bir yapısının olduğunu belirtmiştir (Frager ve Fadiman, 1998). Rogers ideal benliğin, bireyin ulaşmaya çabaladığı bir model olduğunu, ancak ideal benlik ile benlik arasında büyük bir fark olduğunda bireyin rahatsızlık yaşayacağını ve bu durumda ideal benliğin bireyin gelişimini engelleyeceğini öne sürmüştür (Frager ve Fadiman, 1998). Rogers insanların daima gelişebilme, ileriye gidebilme potensiyelinin olduğuna inanmış ve bunu kendini gerçekleştirme eğilimi olarak adlandırmıştır (Schultz ve Schultz, 2005; Feist ve Feist, 2008). Kendini gerçekleştirme eğilimi gelişme, olgunlaşma, özerk olma, bütün olma ve psikolojik ve fiziksel olarak kendini gerçekleştirmeyi içermektedir (Schultz ve Schultz, 2005; Frager ve Fadiman, 1998). Kendini gerçekleştirme eğilimi bireyi geliştiren tatmin ve hazzı vurgulasa da, ihtiyaçları karşılayarak ve benlik kavramını korumaya çalışarak, dengede olabilmeyi de içermektedir (Cervone ve Pervin, 2008). Rogers kendini gerçekleştirme eğiliminin sadece belirli koşullar gerçekleştiğinde oluşabildiğini belirtmiştir. Bu koşullar; bireyin, kendisi için önemli bir kişi ile olan ilişkisinde, içtenlik (samimiyet), empati, koşulsuz olumlu kabul alabiliyor olmasıdır. Bu koşullar sağlandığında kişi doğuştan gelen kendini gerçekleştirme eğilimini olumlu bir şekilde tamamlayabilmektedir (Feist ve Feist, 2008). Yaşam sadece olumlu yaşantıları ve kendini gerçekleştirmeyi içermemekte, çatışma, şüphe, stres gibi olumsuzlukları da içermektedir. Bu durumda kendini gerçekleştirme, benliği açıklamak için yetersiz kalmaktadır. Rogers bu durum için bireylerin yaşamlarında, benlik ve tecrübeleri arasında uygunluk (congruency) ve tutarlılık (consistency) aradıklarını belirtmiştir (Cervone ve Pervin, 2008). Uygunluğun benlik ile deneyim arasındaki tutarlılık olduğunu, eğer farklılık yaşanırsa bireyin uyuşmazlık (incongruence) yaşayacağını öne sürmüştür (Frager ve Fadiman, 1998). Benliğin Gelişimi Daha önce de belirtildiği üzere, çocuklar benliklerini dış dünyayı algılayarak, deneyimleyerek ve bunlara anlam yükleyerek benliklerini oluştururlar. Benliklerinin farkında olmaya başladıktan sonra neyin iyi ya da kötü, haz veren ya da vermeyen şeyler olduğunu öğrenirler (Feist ve Feist, 2008). İlkel benlik yapılarını oluşturduktan sonra, kendini gerçekleştirme eğilimleri (actualizing tendency) oluşmaya başlar. Kendini gerçekleştirme eğilimi ISSN: 2148-4376 17 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan oluştuktan sonra, Rogers’a göre gelişim sadece çocukluk yılları ile sınırlı kalmamakta, birey ömrü boyunca kendini gerçekleştirmek için çabalamaktadır (Feist ve Feist, 2008). Rogers’a göre, çocuk (ya da yetişkin) başka bir bireyden kabul algıladıktan sonra, olumlu kabule değer vermeye, olumsuz kabulü ise değersizleştirmeye başlamaktadır. Bunun ardından çocuk sevilme, kabul edilme, saygı duyulma ihtiyaçlarını geliştirmeye başlamaktadır. Rogers bunu “olumlu kabul” olarak adlandırmıştır. Çocuğun sevilme, korunma, kabul edilme ihtiyaçlarının ailesi ya da bakım veren kişi tarafından koşulsuz olarak verilmesi gerektiğine inanmış, bu kavramı ise koşulsuz olumlu kabul olarak adlandırmıştır (Feist ve Feist, 2008; Burger, 2011). Rogers ayrıca olumlu kendini kabul (positive self regard) kavramından bahsetmiştir. Olumlu kendini kabulü kişinin kendi benliğini takdir etmesi ve değer vermesi olarak tanımlamıştır. Kişinin kendisine olumlu kabul verebilmesi için ise bireyin öncelikle başkalarından koşulsuz olumlu kabul alabilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca, kişinin, koşulsuz olumlu kabulü alıp, olumlu kendini kabulu gerçekleştirebildiğinde, daha sonraki yaşantısında başkalarına gereksinim duymadan, özerk olarak kendisine kabul verebildiğini eklemiştir (Feist ve Feist, 2008). Olumlu kabulun bir diğer önemli özelliği ise doğası gereği karşılıklı olmasıdır. Bu demektir ki, birey başkasının olumlu kabul ihtiyacını karşıladığını hissettiğinde, kendisinde de bu ihtiyacın karşılandığına dair doyum hissetmektedir (Schultz ve Schultz, 2005). Birçok çalışma, kabul edici ve demokratik aile ortamının, çocuğun psikolojik gelişimini ve özgüvenini olumlu etkilediğini söylemektedir. Bu demek oluyor ki koşulsuz olumlu kabul ihtiyacı benlik oluşumunun merkezinde yer almaktadır. Ancak, genellikle aileler çocuklarına koşulsuz olumlu kabul vermeyi tam olarak başaramamaktadırlar. Eğer aileler çocuklarına onları sevdiklerini sadece belli şartlar oluştuğunda, örneğin çocuk bir konuda başarılı olduğunda gösterirlerse, bu durumda çocuk sadece bu koşullarda sevilmeye değer olduğunu hissedecektir. Rogers, bunu “değerli olmanın koşulları” (conditions of worth) olarak adlandırmıştır (Cervone ve Pervin, 2008). Eğer çocuk sadece belirli durumlarda değerli olduğunu hissederse, kendi değerlendirmelerini bırakacak ve sadece ailesi tarafından kabul gören durumları kendi kişiliğine katacak, bundan sonra bu kriterlere göre davranmaya başlayacaktır (Feist ve Feist, 2008). Çocuk diğerlerinin değerlerini almaya başladığında, değerli olmanın koşullarını kabul etmiş olacak, başkalarının değerlendirmelerine göre yaşamaya başlayacak ve kendi deneyimlerine göre davranmayı bırakacaktır (Schultz ve Schultz, 2005; Feist ve Feist, 2008). Çocuklukta karşılaşılan değerli olmanın koşulları, bireyin kendi benliği ile uyumlu olmayan bir sahte benlik (false self) geliştirmesine neden olacaktır (Feist ve Feist, 2008). Sonuç olarak çocuk uyuşmazlık yaşayacaktır. Benlik ile deneyim arasındaki bu uyuşmazlık ise davranışların uyumsuz ve tutarsız olması ile ortaya çıkacaktır. Rogers’a göre benlik ile deneyim arasındaki fark ne kadar büyük ise kişi o kadar hassas ve zayıf olacaktır (Rogers, 1957; aktaran, Feist ve Feist, 2008). Ayrıca, çocuk bakım ve kabulü ailesinden koşullu olarak aldığında oluşan uyuşmazlık sonucu, deneyimlerini kabul edemediği için savunma mekanizmalarını sıkça kullanan bir yapısı olacaktır. Rogers’ın bu konu ile ilgili değindiği diğer bir önemli nokta ise ilişkiler ile ilgilidir. Gelişimin sadece çocukluk yıllarına ait olmadığını, süreğen bir kavram olduğunu belirten Rogers, eğer erken dönem yaşantılarda çocuk kabul edici ve uyumlu bir aile ortamı yaşayamadı ise, ileriki ilişkilerinde düzeltici deneyimler yaşayabileceğini belirtmiştir (Frager ve Fadiman, 1998). Psikopatoloji Rogers’ın teorisi hümanistik bir teori olması sebebiyle, medikal modeli reddetmektedir. Bu sebeple farklı psikopatolojiler arasında ayırım yapmamıştır. Rogers’ın psikopatoloji ile ilgili tek odağı benlik ve deneyim arasındaki uyuşmazlık ve bireyin gerçekliği inkar ve çarpıtma savunma mekanizmaları ile kabul edememesi üzerine olmuştur. Rogers’a göre uyumsuzluk benlik ile ISSN: 2148-4376 18 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan deneyim arasındaki en ufak farklılıktan, en uç farklılığa giebilen bir sürekliliktir (Frager ve Fadiman, 1998). Rogers, bireylerin uygunluğu her zaman yaşayamayacağını, uyuşmazlık ile her karşılaştıklarında depresif ya da kaygılı hissedeceklerini, bu negatif duygularla başedebilmek ve tutarlı ve bütünleşik benliği devam ettirebilmek için savunma mekanizmaları ile başedeceklerini ileri sürmüştür (Cervone ve Pervin, 2008; Burger, 2011). Rogers bireylerin en çok çarpıtma ve inkar savunma mekanizmalarını kullandıklarını söylemiştir. İnkarda, bireyin farkındalık düzeyine çıkmaması için deneyimi aktif bir şekilde inkar ettiğini, çarpıtmada ise deneyimi farkındalık düzeyine getirebildiğini ancak gerçekliği benlik ile uyumlu olan bir forma getirecek şekilde çarpıttığını belirtmiştir. Rogers çarpıtmanın, inkar savunma mekanizmasına göre daha sık kullanıldığını, çünkü bir çok deneyimin benliğe uygun şekilde yeniden şekillendirilebileceğini söylemiştir. Rogers ayrıca bir deneyimin inkar ya da çarpıtma savunma mekanizmalarına maruz kalması için sadece olumsuz olması gerekmediğini, bireyin benliği ile uyumsuz olduğunda olumlu deneyimleri de inkar edebileceğini ya da çarpıtabileceğini iddia etmiştir (Feist ve Feist, 2008). Rogers her bireyin benliği ve deneyimleri arasında belli bir miktar uyuşmazlık yaşadığını, ancak nevrotik bireylerin benlik ile deneyimleri arasında büyük bir fark olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, savunma mekanizmalarının kullanımının bu bireylerde sağlıklı bireylere göre daha sık ve daha yoğun bir şekilde olduğunu, deneyimlerinin çoğunun farkındalığa çıkamadığını söylemiştir. Benlik ile deneyim arasındaki uyuşmazlığın çok belirgin olduğu, ya da çok ani bir şekilde oluşup inkar ve çarpıtma mekanizmalarına uğrayamadığı durumlarda ise dağınıklık (disorganization) yaşanayacağını ileri sürmüştür (Frager ve Fadiman, 1998). Kısaca özetlenecek olursa, Rogers psikolojik sağlamlı üç kategoride ele almıştır: Sağlıklı, bütünleşik benliğe sahip olanlar, nevrotikler ve dağınıklık (disorganization) yaşayanlar. Makalenin bu kısmında, Bayan E. vakası Rogers’ın Danışan Odaklı Teorisi ile ele alınacaktır. “Bayan E.’nin babası duygusal olarak mesafeli bir yapıya sahip olduğu, annesi ise beş çocuğun bakımı, ev ve tarla işleriyle uğraşmak zorunda olan bir kadın olduğu için, Bayan E.’nin alması gereken sevgi, yakınlık ve kabulu yeterli derecede alamamış olabileceği düşünülmüştür. Ayrıca, babasının çok katı kurallarının olması, annesinin “Tatsızlık çıkmasın, babanızın dediklerini yapın.” Şeklinde bir tarzının olması ve yaşadığı çevrenin dindar olması sebebiyle etrafındaki nerdeyse herkesin katı kurallara sahip olması sebebiyle Bayan E.’nin koşulsuz olumlu kabulü az miktarda alabilmiş olduğu izlenimi edinilmiştir. Bayan E. yaşadıkları yerde “Kız çocukları sessiz olur. Ev işi yaparlar. Erkeklerin sözünü dinlerler.” Gibi kuralların olduğunu, oyun oynamak isterken evde oturmak zorunda kaldığını anlatmış, isteklerini yerine getirmediği zaman babasının kendisini azarladığını eklemiştir. Tüm bu örnekler Bayan E.’nin koşulsuz olumlu kabulü alamamış olduğunu desteklemiştir. Değerli olabilmek için evdeki kurallara uymak zorunda olduğunu öğrenen Bayan E. çocukluğunda değerli olabilmeninin koşulları ile karşılaşmıştır. Koşullara göre davrandığında değerli olduğunu hisseden Bayan E., bu kuralları kendi kuralları gibi benimsemiş ve davranışlarını buna göre şekillendirmiştir. Ayrıca kişinin kendisine olumlu kabul gösterebilmesinin önkoşulu olan başkalarından koşulsuz kabul almayı yaşayamadığı için Bayan E.’nin kendisine karşı da olumlu kabul gösteremediği seanslarda gözlemlenmiştir. En ufak bir hata yaptığında kendisine kızdığı ve üzüldüğü görülmüştür. Bunların yanı sıra, ilişkilerinde diğer kişilere koşulsuz olumlu kabul göstermekte zorlandığı da görülmüştür. Bunun en açık örneği erkek arkadaşı ile olan ilişkisinde karşısına çıkmış, erkek arkadaşının hoşuna gitmeyen yönleri olduğunda çözümü erkek arkadaşından ayrılmakta bulmuş, erkek arkadaşını seviyor olsa da eksik bulduğu yönleri kabul etmekte zorluk yaşamıştır. Kabul edici bir ortamda yetişemeyen Bayan E.’nin özgüven eksikliği yaşıyor olduğu izlenimi de edinilmiştir. Bu bilgiler ışığında Bayan. E.’nin kendiliği ve deneyimleri arasında uyuşmazlık (incongruence) yaşadığı hipotezi kurulmuştur. ISSN: 2148-4376 19 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan Örneğin bir seansta Bayan. E.’nin bir arkadaşı ile olan problemi ele alınırken, Bayan. E.’nin kıskançlık duygusunu hissediyor olabilmesi ihtimali üzerinde konuşulduğunda, daha önce bu farkındalığa sahip olmayan Bayan E.’nin kaygılandığı gözlemlenmiştir. Ayrıca ideal benliği ve gerçek benliği arasında büyük farklılık olduğu gözlemlenmiş, Bayan E.’nin bu farklılık sebebiyle birçok olumsuz duygu yaşadığı izlenimi edinilmiştir (Bayan E.’nin yaşadığı uyuşmazlık ve benlik farklılıkları Tory E. Higgins’e ait olan benlik farklılıkları teorisi ile daha ayrıntılı olarak ele alındığı için bu noktada ayrıntılı ele alınmayacaktır). Bayan E.’nin uyuşmazlık (incongruence) sebebiyle yaşadığı olumsuz duygular karşısında savunma mekanizmaları kullandığı farkedilmiştir. Bayan E.’nin Rogers’ın ele aldığı iki önemli mekanizma olan inkar ve çarpıtma mekanizmalarından çarpıtmayı daha sık kullandığı gözlemlenmiştir. Örneğin, kendisini asla kıskanç bir insan olarak tanımlamayan Bayan E.’nin bir arkadaşının kendisine kıskanç olabileceği ile ilgili geri bildirim vermesi üzerine Bayan E.’nin arkadaşının herkese olumsuz geri bildirim veren bir yapısı olduğunu düşündüğü görülmüştür. Diğer bir örnek ise, bir grup içerisinde çoğu zaman lider pozisyonda olmayı hakkettiğini düşünen Bayan E.’nin, bir grupta kendisinden başkası grup başkanı ya da lideri seçildiğinde, kendisi olumlu özelliklerini diğerleri kadar öne çıkarmayı sevmediği için bunu yaşadığını söylemesidir. Bu örneklerde Bayan E.’nin kendilik temsiline uymayan deneyimlerini, bilinç seviyesine alabilmek için bu gerçekliği çarpıtma gereksinimi içerisinde olduğu gözlemlenmiştir. Üniversiteyi kazanıp, yapı olarak çok farklı bir çevre içerisine girdiğinde, Bayan E.’nin benliğinde değişimler olmaya başladığı gözlemlenmiştir. Aile yaşantısında kabul gören başörtüsü takması, erkeklerle yakın olmaması, sosyal ortamlarda aktif olmaması gibi durumlardan uzaklaştığı, artık bunların kendi benlik temsilinde olmadığı görülmüştür. Rogers’ın önerdiği gibi kendilik temsilinde değişimler yaşamıştır. Bayan E. aynı zamanda ideal benliğinde de değişimler yaşamıştır. Dini kurallara uygun olarak yaşamak Bayan E.’nin önceki ideal benliğindeyken, şu an kendi ahlak davranışlarına uygun davranmanın ideal benliğinde olduğu izlenimi edinilmiştir.” Psikoterapi Rogers psikoterapiyi bir uzman tarafından manipulasyon yapılan ve karşısında daha pasif birinin olduğu bir ortam olarak görmemiştir. Danışanın potensiyel olarak yetkin olan biri olduğunu, terapide ise halihazırda var olan kapasitesinin ortaya çıkarıldığını savunmuştur (Rogers, 1957;aktaran, Frager ve Fadiman, 1998). Ayrıca Rogers, danışanın kendisini neyin üzdüğünü, terapide ne yöne doğru gidileceğini, hangi problemlerin daha önemli olduğunu, hangi yaşantıların problemlerin altında yattığını en iyi bilen kişi olduğuna inanmıştır (Rogers, 1961). Bu sebeple terapi sürecinde danışanın ilerleme yönüne göre hareket etmenin en iyi yöntem olduğu sonucuna varmıştır (Rogers, 1961; Friedman ve Schustack, 2012). Rogers terapiye gelen bireylere hasta demek yerine danışan demeyi tercih etmiştir.Çünkü, danışanların yardıma ihtiyacı olan, bunu tek başına başaramamış, ancak kendi durumlarını anlayabilecek kapasiteye sahip bireyler olduğuna inanmıştır (Frager ve Fadiman, 1998). Eğer belirli özelliklere sahip bir ilişki sağlanabilirse, danışanın o ilişki içerisinde değişim ve büyüme için kapasiteyi bulabileceğini söylemiştir (Rogers, 1961). Rogers olumlu yönde kişilik değişiminin başlayabilmesi ve devam edebilmesi için gerekli ve yeterli olan altı koşuldan bahsetmiştir (1957). İlk koşul terapi ortamında iki kişinin psikolojik bir temas halinde olmasıdır. Bu koşulun karşılanabilmesi için kişilerin temas halinde olduklarını farkındalık düzeyinde algılamaları gerekmektedir (Monte ve Sollod, 2003). Rogers’a göre bazen sadece bir terapistin ya da yardım veren pozisyonda olan kişinin, orada, o kişi için bulunmasının bile iyileştirici etkisinin olduğunu belirtmiştir (Cervone ve Pervin, 2008). İkinci koşul, danışanın uyuşmazlık, hassaslık ya da kaygı yaşıyor halde, yani devam eden bir problem yaşıyor olması ISSN: 2148-4376 20 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan gereğidir (Rogers, 1957). Üçüncü koşul, terapistin ilişkide gerçek, samimi, entegre olması gereğidir (Rogers, 1961). Samimi bir terapist olarak kendi duygularının farkında olmalı, duygularını inkar etmeden farkındalık düzeyinde tutabilmelidir. Eğer danışana karşı olumsuz duygular hisseder ve bu duygular terapinin olumlu gidişatının önünde duran bir hale gelirse, terapist danışanla, bir meslektaşı ya da süpervizörü ile bu duyguları konuşabilir (Rogers, 1957). Terapistin gerçek, entegre ve bütün olması gereği kuralına bakıldığında, terapistin hayatının tüm alanlarında kendini gerçekleştirmiş bir birey kadar mükemmel olmasına gerek yoktur. Terapi saatinde samimi bir şekilde kendisi olabilen bir terapist olması, koşulun sağlanması için yeterlidir (Rogers, 1957). Uyumlu ve içten bir terapist ile danışan resmi bir ilişkidense gerçek bir ilişki içerisinde olacaktır (Cervone ve Pervin, 2008; Friedman ve Schustack, 2012). Diğer koşul, terapistin danışana karşı koşulsuz olumlu kabul gösterebilmesidir.Rogers, sıcak, kabul edici ve yakın bir ilişkinin danışanın faydasına olacak bir ilişki olduğunu öne sürmüştür (Rogers, 1957). Eğer terapist davranışları, düşünceleri, durumu ne olursa olsun danışanı kabul edebilir, sevebilir ve saygı gösterebilirse koşulsuz olumlu kabul göstermiş olacaktır. Yakın ve kabul gördüğü bir ilişki içinde olması, danışanın değerin koşulları ile karşılaşmadan, güvenli, sevilebilir, değer verilen bir ilişki içerisinde hissetmesini sağlayacak ve bu durum terapi ilişkisinin faydası açısından oldukça önemli bir faktör olacaktır (Rogers, 1961). Beşinci koşul, terapistin empatik anlamayı gerçekleştirebilmesi ve danışan ile danışanın dünyası içerisinde iletişim kurabilmesidir. Diğer bir deyişle, terapist danışanın yaşantılarını, danışan tarafından yaşandığı şekilde algılayabilmelidir (Rogers, 1957; Cervone ve Pervin, 2008). Rogers tarafından sıklıkla kullanılan duyguların yansıtılması tekniği, empatinin seansta yaşanabilmesi için önemli bir tekniktir (Monte ve Sollod, 2003). Terapist duyguları yansıtırken bir yandan danışanın farkındalık kazanmasını ve duygularını anlayabilmesini sağlayacak, diğer yandan da danışanın dünyası içerisinde iletişim kurduğunu danışana hissettirecektir (Monte ve Sollod, 2003; Friedman ve Schustack, 2012). Rogers empatinin faydalı ve gerekli olduğunu çünkü danışanın kendisini dinleyebilmesini, ve kendi terapisti olabilmesini sağladığını vurgulamıştır (Feist ve Feist, 2008; Friedman ve Schustack, 2012). Rogers empatinin, kabul ile aynı şey olmadığını, empatinin danışanın gözleri ile görmek olduğunu belirtmiştir (Rogers, 1961). Ayrıca empatinin, sempati ile karıştırılmaması gereğini eklemiştir. Sempatinin danışana karşı bir his olduğunu, terapistin değerlendirmesi sonucu ortaya çıktığını ve terapötik olmadığını belirtmiştir (Feist ve Feist, 2008). Son koşul ise terapistin empatik olmasının ve koşulsuz kabul göstermesinin başarılabilmesi ve de danışanın bu kabul ve empatiyi algılayabilmesidir (Rogers, 1957). Rogers ilk koşul dışında diğer koşulların sürekli değişkenler olduğunu, koşullar ne kadar gerçekleştirilebilir ise terapinin sonucunun kişilik değişimi açısından o kadar olumlu olacağını önermiştir (Rogers, 1957). Rogers ayrıca bu koşulların herhangi bir ilişki içerisinde gerçekleşmesi durumunda değişimin gerçekleşeceğini, ancak terapistin ilgili konulara dair bilgi birikimi sebebiyle terapist-danışan ilişkisi içerisinde değişimin diğer ilişkilerde olduğundan daha çok olacağını inanmıştır (Rogers, 1961). Rogers terapötik değişim sırasında danışanların geçtiği yedi aşamadan bahsetmiştir. Bu aşamalar danışanın en savunmacı olduğu halinden en entegre haline doğru sıralanmıştır (Feist ve Feist, 2008). İlk aşamada danışan değişim için herhangi bir ihtiyacı olduğunun farkında değildir. Bu aşamadayken kişiler genellikle terapiye gelmezler, ancak böyle bir kişi terapide ise dışsal sebepler ile orada bulunacaktır. Bu aşamada danışan son derece katı ve dirençlidir. İkinci aşamada danışan daha az katı hale gelmiştir ancak problemin kendisinde değil, başkalarında olduğuna inanmaktadır. Bu aşamada danışan duygularını anlamada başarısızdır. Danışan üçüncü aşamaya geldiğinde benliği hakkında daha fazla konuşabilmeye başlamış ancak bunu sanki bir nesneden bahsediyormuşcasına yapmaktadır. Şimdiki zamandaki duygularını sahiplenme konusunda halen başarısız olsa da geçmiş ve gelecekteki duygularından bahsedebilir hale gelmiştir. Bu aşamada ISSN: 2148-4376 21 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan danışan çoğu kararında ve davranışındaki kişisel sorumluluğunu kabul etmede zorluk yaşamaktadır (Monte ve Sollod, 2003; Feist ve Feist, 2008). Dördüncü aşama duyguların kısmi olarak tanındığı evredir. Danışan bu aşamada duygular hakkında konuşabilir ancak şimdiki zamanki duyguları ile ilgili halen sıkıntı yaşamaktadır. Eğer şimdiki zamanda bir duygu ifadesinde bulunursa bu yaşantısını inkar ya da çarpıtma savunma mekanizması ile farkındalığa çıkarmayabilir. Bu aşamada danışan içe atmış olduğu başkasının değerlerini sorgulamaya ve benliği ile deneyimleri arasında yaşadığı farklılığı algılamaya başlamıştır. Ayrıca bu aşamada danışan daha çok sorumluluk olmaya başlamıştır. Beşinci aşama değişim ve büyümenin hissedilmeye başlandığı aşamadır. Danışan “gerçek ben” olabilmek için istek duymaya başlamış ve kendi içsel değerlendirmelerine değer vermeye başlamıştır. Danışan kendi kararlarını verebilmeye ve daha çok sorumluluk alabilmeye başlamıştır (Monte ve Sollod, 2003; Feist ve Feist, 2008). Altıncı aşama belirgin bir şekilde büyümenin görüldüğü, kendini gerçekleştirmeye doğru alınan yolun artık geri döndürülemez olduğu aşamadır. Danışan, deneyimlerinin inkar ve çarpıtmaya uğramadan farkındalık düzeyine çıkmasını rahatça kabul edebilir düzeye gelmiştir. Daha uyumlu, duygularına açık ve kendi benliğine güvenebilir haldedir. Ayrıca, kendisine koşulsuz olumlu kabul gösterebilecek duruma gelmiştir. Terapi eğer bu aşamada sonlandırılırsa, danışan bir sonraki aşamaya kendisi de geçebilir çünkü bahsedildiği üzere değişim artık geri döndürülemez derecededir. Son aşamada danışan artık tamamıyla işlevsel (fully functioning) hale gelmiştir. Danışan terapideki kazanımlarını tamamıyla günlük yaşantısına genelleyebilir durumdadır. Bu aşamada benlik tamamen entegre, esnek, güvenilir ve değişebilme kapasitesine sahip haldedir (Monte ve Sollod, 2003; Feist ve Feist, 2008). Rogers, terapi eğer tamamen başarılı bir şekilde tamamlanırsa, tamamen işlevsel kişinin oluşacağını önermiştir (Rogers, 1961). Rogers tamamen başarılı bir terapi süreci ardından, kişinin daha uyumlu, daha az savunma kullanan, deneyime daha açık ve daha uyumlu (adaptive) biri olacağını söylemiştir (Feist ve Feist, 2008). Danışanın olumlu kendini kabulu gerçekleştirebildiği gibi ilişkilerinde de daha kabul edici olabileceğini belirtmiştir. Ayrıca kişinin dünyayı algılayışının daha realistik olacağını, ideal benliği ile gerçek benliği arasındaki farkın azalacağını öne sürmüştür. Bununla birlikte danışanın daha az hassas ve kaygılı olacağını, deneyimlerinin sorumluluğunu alabileceğini söylemiştir. Son olarak Rogers, danışanın kendi deneyimlerine güvenebilmeye başlayacağını ve diğerlerinin farklı olduğu gerçeğini kabulleneceğini eklemiştir (Rogers, 1957; 1961; Friedman ve Schustack, 2012). Makalenin son kısmında kendilik farklılığı yaşayan Bayan E. vakası Rogers’ın danışan odaklı terapisi ile ele alınacaktır. “Daha önce bahsedildiği üzere Bayan E., farklı benlik temsilleri arasında büyük farklılıklar yaşamaktadır. Higgins, benlik farklılıkları yaşayan danışanlar ile yapılan terapide hedeflerin, gerçek/kendi benlik temsilinin değiştirilerek benlik rehberi (self-guide) temsilleri ile daha az farklılığı olması, benlik rehberi temsillerinin değiştirilerek gerçek/kendisi temsili ile farklılığın azaltılması ya da kişinin bu farklılıklara maruz kalmasının azaltılması şeklinde olabileceğini önermiştir (1987). Gerçek değişimi getireceği düşünülmediği için farklılıklara maruz kalmasının azaltılması hedefinin dışındaki hedefler Bayan E. ile yapılan terapide danışan odaklı terapi yaklaşımı ile çalışılmıştır. Bayan E. ile görüşmelere ilk başlandığında danışanın, Rogers’ın önerdiği terapötik değişim aşamalarından ikincisinde olduğu gözlemlenmiştir. Bayan E.’nin problemlerde genel olarak sorumluluğun başkalarına ait olduğunu düşündüğü, kendi üzerine sorumluluk alamadığı gözlemlenmiştir. Ayrıca duyguları ile ilgili farkındalık düzeyinin oldukça düşük olduğu sonucuna varılmıştır. Bayan E. Rogers’ın da belirttiği gibi daha ilk görüşmede neye ihtiyacı olduğunu, terapinin nasıl şekillenmesi gerektiğini ve kendisine neyin iyi geleceğini bildiğini göstermiştir. Bayan E. ISSN: 2148-4376 22 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan “Ciddi bir ilişki olmasını değil, yakın bir ilişki olmasını, bir abla gibi bana görmekte zorlandığım şeyleri görebilmem için yardımcı olmanızı istiyorum” talebini belirtmiştir. Ancak “bir abla gibi” kalıbı terapistin kendi ideal/kendisi benliği ile çatışmış, “iyi terapist” olma ihtiyacı ile danışanın bu ihtiyacını çok iyi göremediği düşünülmüştür. Kendi “iyi terapist” imajına göre görüşmelere devam eden terapist, yaklaşık dört görüşme sonra, Bayan E.’nin ihtiyaçlarını tekrar dile getirmesi ile karşılaşmıştır. Bayan E. terapiste “Bazen beni sadece teori gibi gördüğünüzü, beni anlamaya çalışmadığınızı düşünüyorum ve beni anlamanıza ihtiyacım var” geribildirimini vermiştir. Bu geribildirim terapist için oldukça değerli bir geri bildirim olmuş, “iyi terapist” olma çabası gösterirken aslında ideal benliğin kendisini ketlediğini, amacını gerçekleştirememesine sebep olduğunu görmüştür. Bu görüşmenin ardından artık terapist Bayan E. ile görüşmelerini danışanı anlamaya odaklı, onunla empati kurabildiği, gerçek bir ilişki olarak devam ettirmiştir. Yukarıda bahsedildiği üzere, Rogers kişilik değişminin gerçekleşebilmesi için gerekli ve yeterli olan altı koşuldan bahsetmiştir (1957). Bu koşullar Bayan E. ile olan terapi sürecinde ele alınacaktır. İlk koşul Bayan E.’nin terapiye başvurması ve farkındalık seviyesinde terapist ile ilişki içerisinde olduğunu bilmesi sebebiyle karşılanmıştır. İkinci koşul, Bayan E.’nin bir çok benlik temsili arasında farklılık yaşıyor olması, hassas olması ve farklılık yaşadığı durumlarda kaygı yaşıyor olması sebebiyle karşılanmıştır. Üçüncü koşul terapistin terapide uyumu (congruent), entegre ve samimi olması gereğidir. Bayan E.’nin gerçek bir ilişki isteğini ikinci kez terapistle paylaşmasının ardından terapist bu durumu anlamış ve Bayan E. ile duygularını yaşayabildiği, gerektiğinde bunları Bayan E. ile veya süpervizyon ortamında paylaşabildiği bir ilişki kurmuştur. Örnek vermek gerekirse, Bayan E.’nin yaşadığı benlik farklılıkları sebebiyle sürekli karar değiştiren yapısı, terapistin bazen öfkelenmesine sebep olabilmiş, bunu farkedip süpervizyon ortamında paylaşmıştır. Terapist hayatının her alanında uyumlu ve entegre bir benliğe sahip olduğunu iddia etmemekte, ancak Bayan E. ile olan seanslarında, bunu başarabildiğini, Bayan E.’ye uyumlu benliği modelleyebildiğini düşünmüştür. Diğer koşul terapistin danışana karşı koşulsuz olumlu kabul gösterebilmesidir. Terapist danışana karşı koşulsuz olumlu kabul göstermekte zorlanmamış, danışana karşı yakın hissedebilmiştir. Danışan ne yaparsa, ne derse, ne hissederse hissetsin onu olduğu şekilde kabul edebildiğini düşünmüştür. Terapistin kendi erken dönem yaşantılarında koşulsuz olumlu kabulü tam olarak alabildiğini düşünmemesi, danışana bunu tam olarak verebiliyor olması konusunda soru işareti doğursa da terapi sürecinde bu konuda bir problem yaşanmamıştır. Bayan E. seanslarda bir kaç kez “Sizin ne olursa olsun beni kabul edeceğinizi, yargılamayacağınızı biliyorum” ifadesini kullanmıştır. Bu ifadesi, bu koşulun sağlanmış olduğunu düşündürmüştür. Danışanın, terapi ilişkisi içersinde güven, kabul ve sıcaklığı yaşadıkça bunu hayatındaki diğer ilişkilere de genellemeye başlayabildiği, çevresindekilere ve kendisine koşulsuz kabul gösterebilmeye başladığı gözlemlenmiştir. Rogers beşinci koşulun terapistin danışan ile empati kurabilmesi, onun dünyası içerisinde iletişim kurabilmesi olduğunu belirtmiştir (Rogers, 1957). Terapist sürecin başlarında bunu yapamamış ancak danışandan aldığı geri bildirim ile danışan ile empati kurabilmek için çabalamaya başlamıştır. Sürecin ileriki kısımlarında artık terapist danışanın dünyasını anlayabildiğini, o dünyanın içerisine girebildiğini ve danışanla bu dünya içerisinde iletişim kurabildiğini düşünmektedir. Son koşul, danışanın terapistten gördüğü kabul ve empatiyi algılayabildiği düşünüldüğü için karşılanmıştır. Bahsedilen koşulların ve Rogers’ın terapisinde önemli bir yer tutan duyguların yansıtılması tekniği de kullanılarak şu an Bayan E. ile sürecin sonlarına yaklaşılmıştır. Bayan E. süreç içerisinde ailesinin değerlerini aldığını, fakat bunların kendi benliğinden gelmediğini anlamıştır. Bu sebeple Bayan E. zaruri benlik/başkası kendilik temsilini değiştirebilmiş, artık ailesinin yanına giderken eskiden olduğu kadar çok kaygı ve utanç duymadığını belirtmiştir. Zaruri/kendisi ile gerçek benlik/kendisi arasındaki farkın da azaldığı gözlemlenmiş, Bayan E.’nin zaruri benlik/kendisi temsilini yumuşatabildiği, eskisi kadar suçluluk duymadığı gözlemlenmiştir. ISSN: 2148-4376 23 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan Özellikle artık erkek arkadaşından sık sık ayrılmayı bırakmış, onunla yakınlaştığında aldığı hazzı kabul edebilmiştir. Son olarak ideal/kendisi benlik temsili ile gerçek benlik arasındaki farkın da azaldığı gözlemlenmiştir. Bayan E. artık gerçek benliğini kabul edebilir, yapamadığı şeylerde kendisine anlayış gösterebilir bir duruma gelmiştir. Ancak kendisini geliştirme yönündedeki motivasyonunu kaybetmemiştir. Bayan E.’nin şu an Rogers’ın belirttiği değişim aşamalarından aşama beş ve altının özelliklerini birlikte gösterdiği görülmüştür. Artık “gerçek ben” olabilmek için isteği olduğu ve kendi değerlendirmelerine güvendiği görülmüştür. Kararlarını vermede eskisi gibi problem yaşamadığı ve daha çok sorumluluk alabildiği gözlemlenmiştir. Ender de olsa bazı durumlarda sorumluluğu alamadığı da gözlemlenmiştir. Savunma mekanizmalarına eskisine göre daha az başvurması bir diğer önemli kazanımıdır. En önemli olarak görülen değişim Bayan E.’nin kendisine ve ilişkilerinde koşulsuz olumlu kabul gösterebilmesi olmuştur. Son olarak Bayan E. terapideki kazanımlarını günlük yaşantısına genelleyebilir hale gelmiştir. Poyrazlı, makalesinde Türk kültürünün ataerkil ve otoriter bir kültür olduğunu, Türkiye’de danışanların daha çok yönlendirmeye ihtiyaç duyabileceklerini, bu sebeple danışan odaklı terapinin yönlendirici olmayan özelliğinin Türk kültürüne uymayabileceğini vurgulamıştır. Bu durum göz önünde bulundurarak, terapistlerin bu kültüre hassas olarak davranmaları gerektiğini belirtmiştir (2003). Bayan E. ile olan görüşmelerde Bayan E.’nin yönlendirme talepleri olmuştur. Bu taleplerin Bayan E.’nin kendi benliğini oluşturmakta yaşadığı zorluklar sebebiyle terapistten onay alma olarak ortaya çıktığı düşünülmüş ve seanslarda danışan ile birlikte ele alınmıştır. Bayan E.’nin bu konu üzerinde çalışılmasının ardından kendi değerlendirmelerine dayanarak, sorumluluğu alıp kararlar verebildiği görülmüştür. Türk kültüründe danışanlar terapinin yönlendirici olmasını istiyorlar ise de bu durumun danışanın bireysel özellikleri göz önünde bulundurularak ele alınabildiği ve terapide herhangi bir sorun teşkil etmediği Bayan E. ile olan seanslarda gözlemlenmiştir. Son olarak, hümanistik psikoloji, teorisyenin kendi değerleri ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak teori oluştuyor olması yönünden eleştirilmektedir (Monte ve Sollod, 2003). Bu sebeple hümanistik teorilerin genellenebilir olup olmaması tartışılmaktadır. Bayan E. ile olan süreçte Rogers’ın teori ve terapisinin etkili olduğu görülmüştür. Ancak, Rogers ve Bayan E.’nin hayatlarında ciddi benzerliklerin olduğu dikkat çekmiştir. İkisinin de son derece sınırlayıcı ve dindar ailelerden geldikleri, koşulsuz kabul göremediklerini, kendilerini gerçekleştirebilmeleri önünde ailenin destekleyici rolünün olmadığı görülmüştür. Ayrıca ikisinin de yaşamlarının bir yerine kadar bu dini motivasyonla hayatlarına devam ettikleri ve ardından dini motivasyondan uzaklaştıkları görülmüştür. Bu özellikler dikkate alındığında, Rogers’ın ihtiyacı olan şeylerin Bayan E.’nin de ihtiyaçlarına denk gelmesi normal görünmekte, ancak başka ihtiyaçları olabilecek bir danışan ile sürecin nasıl işleyeceği farklı danışanlar ile çalışılarak gözlemlenmelidir. ISSN: 2148-4376 24 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan Kaynaklar Barnett, M., D. ve Womack, P., M. (2015). Fearing, not loving, the reflection: Narcissism, self-esteem, and self-discrepancy theory. Personality and Individual Differences, 74, 280-284. Burger, J., M. (2011). Personality (8th ed.). California: Wadsworth. Cervone, D., ve Pervin, L., A. (2008). Personality: Theory and Research (10th ed.). Danvers, MA, United States: John Wiley ve Sons, Inc. Feist, J., ve Feist, G., J. (2009). Theories of Personality (7th ed.). United States of America: McGraw-Hill. Frager, R., ve Fadiman, J. (1998). Personality and Personal Growth (4th ed.). United States: Longman. Friedman, H., S. ve Schustack, M.i W. (2012). Personality: Classic Theories and Modern Research (5th ed.). Boston, MA : Allyn ve Bacon. Geiwitz, P., J. (1969). Non-Freudian Personality Theories: Basic Concepts in Psychology Series. California: Brooks/Cole. Higgins, E., T. (1987). Self-Discrepancy: A theory relating self and affect. Psychological Review, 94(3), 319-340. Monte, C., F. ve Sollod, R., N. (2003). Beneath The Mask: An Introduction to Theories of Personality. Danvers, MA, United States: John Wiley ve Sons, Inc. Poyrazli, S. (2003). Validity of Rogerian Therapy in Turkish culture: A cross-cultural perspective. Journal of Humanistic Counseling, Education and Development, 42, 107-115. Rogers, C., R. (1957). The necessary and sufficient conditions of therapeutic change. Journal of Consulting Psychology, 21, 95-103. Rogers, C., R. (1961). On becoming a person. Boston: Houghton Mifflin. Schultz, D., P. ve Schultz, S., E. (2005). Theories of Personality (8th ed.). California: Thomson Wadsworth. Stevens, M., J. (1992). Prescott Lecky: Pioneer in consistency theory and cognitive therapy. Journal of Clinical Psychology, 48(6), 807-811. Stevens, E., N., Lovejoy, M., C. ve Pittman, L., D. (2014). Understanding the relationship between actual: ideal discrepancies and depressive symptoms: A developmental examination. Journal of Adolescence, 37, 612-621. Strauman, T., J. ve Higgins, E., T. (1988). Self-Discrepancies as predictors of vulnerability to distinct syndromes of chronic emotional distress. Journal of Personality, 56(4), 685707. ISSN: 2148-4376 25 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 13-26 Derya Gürcan Summary: A review of treatment of self discrepancy with Carl Rogers’ client centered therapy: An illustration of a case Self Discrepancy between different selves has long been the issue of the discipline of psychology. Theories generally, including Carl Rogers’, mention that people experience discrepancy between actual self and ideal self. In addition, people who are experiencing discrepancy between actual and ideal selves, they experience negative emotions. Tory E. Higgins proposed that there are three different domains of self, which are actual, ideal and ought selves. In addition, he added the standpoint to these selves as from own self and others’. According to Higgins, people experience different kinds of negative emotions as dejection related emotions like dissatisfaction, disappointment and sadness, or agitation related emotions like fear, threat and edginess when they experience different kinds of discrepancies. Rogers proposed that people experience this discreapancy because of conditions of worth they encountered in childhood and they try to cope with these negative emotions with the help of defensive processes. Rogers claimed that the development of self is not limited to childhood years, so in therapy if the client experiences a relationship which is congruent, genuine, empathic and has unconditional positive regard, the client can narrow the gap between the different selves and strive towards self actualization. In this paper, self discrepancy from the Higgins’ point of view and Rogerian client centered therapy is reviewed. In addition, a case who experiences self discrepancy was approached with the Rogerian client centered therapy. Keywords: Self discrepancy, Carl Rogers, Client Centered Therapy. ISSN: 2148-4376 26 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş İslami ve İslam Öncesi İnançlar ve Psikoloji: Türkiye’de Yerel Sağaltım Yöntemleri Bağlamında Türbe ve Hoca Ziyaretleri Deniz Canel Çınarbaş Orta Doğu Teknik Üniversitesi Özet Son yıllarda türbe ziyareti gibi yerel sağaltım yöntemlerinin öneminden ve ruh sağlığına olan faydalarından sıklıkla bahsedilmektedir. Bu tip kültüre ve geleneklere dayalı uygulamaların ve yerel bilgi dağarcığının, tüm psikolojik danışmanlık bilgisini zenginleştireceği ve eski problemlere yeni çözümler bulmada fayda sağlayacağı vurgulanmıştır. Bu doğrultuda, dünyanın çeşitli kültürlerinde ve dinlerinde kullanılan sağaltım yöntemlerini psikolojik faydaları açısından ele alan kitaplar yayımlanmış ve bu yöntemlerin Batılı psikoterapi yöntemleriyle harmanlanmasının önemi üzerinde durulmuştur. Ayrıca, akıl sağlığı çalışanlarının kültürüne ve geleneklerine bağlı kişilerle çalışırken onları bu tip yerel sağaltım uygulamalarına yönlendirmeleri gerekebileceği, bu nedenle de psikoterapistlerin bu kültürel uygulamalar hakkında bilgi sahibi olmaları gerektiği savunulmuştur. Buradan yola çıkarak, bu makalenin amacı Türkiye’deki geleneksel, kültüre ve inançlara dayalı sağaltım yöntemlerini, türbe ve hoca ziyaretleri çerçevesinde özetlemek ve üç türbenin tasviri ve türbe görevlileri ile yapılan görüşmeler bağlamında incelemektir. Anahtar Kelimeler: Yerel sağaltım yöntemleri, türbeler, hoca ziyaretleri, danışmanlık. ISSN: 2148-4376 27 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş İslami ve İslam Öncesi İnançlar ve Psikoloji: Türkiye’de Yerel Sağaltım Yöntemleri Bağlamında Türbe ve Hoca Ziyaretleri Türbe ve hoca ziyareti gibi sağaltım yöntemleri psikolojik, ailevi ya da mali problemleri olanlar tarafından sıkça başvurulan geleneklerdir. Pepitone’un da belirttiği gibi (1997), dini inançlar ve kültür insanı anlamada önemli unsurlardır ve psikolojinin konuları arasına dâhil edilmelidir. Sosyal yapıyı sosyolojinin konusu, kültürel unsurları da antropolojinin konusu olarak nitelendirip psikoloji alanının dışında tutmaktansa, bu konuları içeren psikoloji çalışmaları insanı daha kapsamlı ve doğru şekilde anlamamıza yardımcı olacaktır. Pepitone (1997) ayrıca inançların psikolojik fonksiyonlarını üç kategori halinde incelemiştir. Birinci kategoride dini inançların temel ihtiyaçları, istekleri ve duyguları karşıladığı, insana umut aşıladığı belirtilmiştir. İkinci kategoride inançların ve bu inançlara bağlı ritüellerin grup bağlılığını arttırdığı belirtilmiştir. Üçüncü kategoride ise açıklanamayan hayat olaylarının din sayesinde açıklanabildiği ve dinin nedensel atıflarda bulunmayı sağladığı belirtilmiştir. Dolayısıyla, dini inançlar insanların birçok ihtiyacını karşılamakta ve psikolojik sorunlarla başa çıkmada da önemli bir yardım kaynağı sunmaktadır. Buradan yola çıkarak, bu makalenin amacı Türkiye’deki geleneksel, kültüre ve inançlara dayalı sağaltım yöntemlerini türbe ve hoca ziyaretleri çerçevesinde ele almak; ve bu türbe ve hoca ziyaretlerini üç farklı türbenin tasviri ve türbe görevlileri ile yapılan görüşmeler bağlamında incelemektir. Son yıllarda türbe ziyareti gibi yerel sağaltım yöntemlerinin öneminden ve ruh sağlığına olan faydalarından sıklıkla bahsedilmiştir. Örneğin, transkültürel psikiyatri çalışmaları kapsamında, Mısır’da yaygın olan Kuran bazlı sağaltım yöntemleri ele alınmış, bunların psikiyatriyle bağlantıları tartışılmıştır (Coker, 2009). Bu çalışmada, Mısır’da yayımlanan Arapça gazetelerde yer alan Kuran bazlı sağaltım yöntemleri ile ilgili haberler niteliksel yöntemlerle incelenmiş, bu yöntemin modern Mısır kültüründeki yeri ele alınmıştır. Ayrıca, Kirmayer (1999) kültüre dayalı sağaltım yöntemlerinin çalışma mekanizmalarını incelemiş ve dört temel mekanizmadan bahsetmiştir. Bunlar: (a) olumlu beklentilerin etkisi ve sağaltıcının ve yöntemin otoritesi, (b) yeni bilişsel şemaların veya olayların ve deneyimlerin alternatif yorumlarının oluşturulması, (c) ritüellerin ve imgelerin estetik değerlerinin acıya anlam ve bütünlük katması, (d) hastanın ritüellerde aktif rol oynayarak kendi sorumluluğunu üstlenmesi ve inisiyatif almasıdır (Kirmayer, 1999). Bu mekanizmaların türbe ve hoca ziyaretlerinde de etkin oluğu söylenebilir. Örneğin, türbe ziyaretlerinde, ziyaretçiler dualarla ve dileklerle sorunlarına olumlu bir çerçeveden bakabilmekte, bu sorunların çözümü için eyleme geçmektedirler. Yine hoca ziyaretlerinde, hoca nazarla ya da dini başka açıklamalarla sorunlara alternatif açıklamalar getirebilmekte, hastanın bilişsel şemalarını değiştirebilmektedir. Kuzey Amerika kaynaklı psikoloji çalışmalarında, özellikle de danışmanlık psikolojisi çalışmalarında da bu konudan bahsedilmiştir (Gerstein, Heppner, Ægisdottir, Leung ve Norsworthy, 2009). Bu tip kültüre ve geleneklere dayalı uygulamaların ve yerel bilgi dağarcığının, tüm psikoloji bilgisini zenginleştireceği ve eski problemlere yeni çözümler bulmada fayda sağlayacağı vurgulanmıştır. Bu doğrultuda, dünyanın çeşitli kültürlerinde ve dinlerinde kullanılan sağaltım yöntemlerini psikolojik faydaları açısından ele alan kitaplar yayımlanmış ve bu yöntemlerin Batılı psikoterapi yöntemleriyle harmanlanmasının önemi üzerinde durulmuştur ISSN: 2148-4376 28 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş (Moodley ve West, 2005). Kültürel değerlerine ve geleneklerine bağlı kişilerle çalışırken bu kişileri doğru kültürel sağaltım uygulamalarına yönlendirme gereğinin ortaya çıkabileceğini öne süren Atkinson, Thompson ve Grant (1993), bunu yapabilmek için psikolog ve psikolojik danışmanların bu tür kültüre özgü uygulamalar hakkında bilgi sahibi olması gerektiğini savunmuştur. Türkiye’de de yerel sağaltım yöntemleri mevcuttur ve sıklıkla kullanılmaktadır. Bu yöntemlerin İslam öncesi ve İslami geleneklerin bir karışımı olduğu söylenebilir. Türkiye nüfusunun yaklaşık %97’sinin Müslüman olduğu (Çarkoğlu ve Toprak, 2000) ve bu Müslüman nüfusun %90’ının Sünni mezhebinden olduğu (Engin-Demir, 2003) belirtilmiştir. Benzer şekilde, dünyanın birçok farklı ülkesinde yaşayan Türkiyeli nüfusun da %90’ı Müslüman’dır (İnan, 1972). İslam’dan önce Orta Asya’da yaşayan Türk boyları arasında Görktanrı Kültü, Animizm ve Ata Kültü gibi inançlar yaygınken, 10. yüzyılda Türkler İslam inancına geçiş yapmışlardır (Ocak, 2000). Ancak, tüm Türklerin İslam’a geçişi aynı zamanda olmamıştır. Örneğin, günümüzde Anadolu’da yaşayan Türklerin atası sayılan Oğuz Türklerinin İslam’a geçişleri iki yüzyıl sürmüştür. Bu süreçte Türkler bir yandan İslam’a ait yeni inançları benimserken diğer yandan da daha önceki inançlarından bazılarını korumuşlardır (İnan, 1972). Sonuç olarak, İslam öncesi inançlarla İslami inançlar birbirine karışmış ve bunların bütünü günümüz Türkiye’sindeki kültürel ve geleneksel tedavi ve sağaltım yöntemlerinin temelini oluşturmuştur (Canel-Çınarbaş, Korkut-Owen ve Çiftçi, 2009). Günümüzde İslam öncesi inançların kültüre dayalı sağaltım yöntemleri üzerindeki etkisi sürse de, İslami inançlar daha güçlü bir unsur olarak etkisini göstermektedir. İslami inançlara göre Müslümanlar, ruhsal ve fiziksel hastalıkları engellemek ve iyileştirmek için modern tıbbı ve bilimsel yöntemleri kullanmalı, ellerinden geleni yapmalıdırlar (Diyanet İşleri Başkanlığı, b.t.). Bu yöntemlerden netice alamadıklarında ise hastalığı ve hatta ölümü tevekkülle ve sabırla karşılamayı bilmelilerdir (Rassool, 2000). Müslümanlar hastalığın hayatın bir parçası olduğuna ve Allah tarafından gönderilmiş bir sınav olduğuna inanırlar (Rassool, 2000). Bu inanca göre her şey Allah’tan gelir; hastalığı da çaresini de veren sadece Allah’tır (Diyanet İşleri Başkanlığı, b.t.). Dolayısıyla İslami inanca göre hastalığın dahi bir hikmeti vardır. Hastalığın günahlardan arınmak için bir vesile; fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhani açılardan dengeye ulaşmak için bir araç olduğuna inanılır (Rassool, 2000). Tüm bu inanışlara paralel olarak, İslami tıp bütüncüldür ve hem bedenin hem de ruhun sağlığına önem verir. Örneğin, Müslümanların kutsal kitabı olan Kur’an-I Kerim’in beden ve ruh üzerinde direkt bir iyileştirici etkisi olduğuna inanılır (El-Kadi, 1993). Dini yetkililer ruhsal ve fiziksel hastalıkları iyileştirmek için Kur’an-I Kerim’den ilgili bölümlerin okunmasını ve dua edilmesini tavsiye ederler (Diyanet İşleri Başkanlığı, b.t.). Buna bağlı olarak da, Türkiye’de insanlar fiziksel ve psikolojik problemlerin çözümü için hem tıp doktorlarından ve psikologlardan, hem de dini yetkililerden ve hocalar gibi geleneksel sağaltıcılardan yardım almayı alışkanlık haline getirmişlerdir (Bolak-Boratav, 2004). Diğer yandan, Göktanrı Kültü, Animizm ve Atalar Kültü gibi İslam öncesi inançlar, hayatla, hastalıkla ve tedavisiyle ilgili daha farklı bir görüşü ileri sürmüşlerdir (İltar, b.t., Ocak, 2000). İslam öncesi bu inançların aslında bir inançlar bütünü olduğu düşünülmekte ve bu bütüne Türk Şamanizm’i de denmektedir (Kalafat, 1998). Göktanrı inancına göre göğü ve yeri yaratan tek bir tanrı vardır. Bu inançta gök ruhu, yer ruhu gibi iyi, yani ak ruhlar ve ayrıca kötü, yani kara ruhlar vardır. Her türlü iyilik ve kötülük ruhlardan gelir ve bu yüzden insanların bu ruhları memnun etmesi ve öfkelendirmemesi gerekir. Kam adı verilen dini lider ise ruhlarla insanlar arasındaki bağlantıyı kuran kişidir. Bu inanç sistemi bağlamında Türkler, Kam’ın liderliğinde nehir kenarlarında tanrıya tapınma ayinleri düzenlemiş ve tanrıya şükretmek için hayvan kurban ISSN: 2148-4376 29 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş etmişlerdir (Kalafat,1998). Hem Göktanrı Kültünde hem de Atalar Kültünde, ataların önemli bir yeri vardır. Ataların ruhlarına yılın belli zamanlarında hayvanlar kurban edilir ve hediyeler sunulurdu (İltar, b.t.). Bu inanca göre ataların ruhu insanları korur ve kollar, aile ve boy fertleri ise atanın ruhundan bir şey dilemek için armağanlar sunar ve kurban keserlerdi. Günümüzde uygulanan, mezarlıklarda şeker dağıtmak, ölen aile üyesinin sevdiği yemekleri yaparak ölenin ruhuna fakirlere veya komşulara dağıtmak, helva dağıtmak, mezarın başına yemek veya bir testi su bırakmak gibi gelenekler İslam öncesi inançların bir devamı olarak görülmektedir (Çıblak, 2002). Bir diğer İslam öncesi inanç sistemi olan Animizm’e göre, nehir, su kaynağı, dağ, ağaç gibi cansız varlıkların da ruhu vardır. İnsanlar, bazı tepeleri, dağları ve ağaçları kutsal sayar ve bu kutsal yerlere giderek dua eder ve dilekte bulunurlardı. Orta Asya’dan göç eden Türk kavimleri bu tür inançları Anadolu’ya taşıyarak Orta Asya’da kutsal sayılan dağların adlarını Anadolu’daki dağlara vermişlerdir. Örneğin, Baba Dağ hem Orta Asya’da hem de Anadolu’da bir dağ adıdır (Demir & Çomak, 2009). Animizmin ve Türk Şamanizm’inin izleri günümüzde İslami inançlarla ve geleneklerle iç içe geçmiştir (İnan, 1952). Örneğin, tıpkı Orta Asya’da çocuk sahibi olmayı dilemek için ağaçlara bez bağlayan ataları gibi, Türk Müslümanlar da ağaçlara bez ve ip bağlayarak dua eder ve dileklerde bulunurlar. Bu gelenek, aslen ağaçların da ruhu olduğuna ve onlara hediyeler sunarak ruhunu memnun etme yoluyla dileklerin geçekleşeceğine olan inançtan kaynaklanmaktadır. Türklerde İslam öncesi inançlarla İslam inancının harmanlanmasına bir başka örneği de, su kaynağının çevresinde bulunan çalılara bez bağlama geleneğidir. Örneğin, Ankara yakınlarında bulunan bir su kaynağının etrafında insanlar çalılara bez bağlayarak Kuran’dan ayetler okur, hastalıkları, ailevi veya psikolojik problemleri için çare ararlar. İnan (1952), kutsal sayılan su kaynaklarının veya ağaçların etrafında İslami ve dini liderlere ait türbelerin de bulunabildiğini, fakat buralarda dilek dileme geleneğinin, ağaçların, su kaynaklarının ve tepelerin de ruhu olduğu esasına dayanan eski Şaman inancının İslam’la birleşmesi olarak yorumlanması gerektiğini belirtmiştir. Öte yandan, İslam âlimleri ağaçlara bez bağlamak, nazar boncuğu takmak veya Allah haricinde kişilerin ruhlarına dua etmek gibi adetlerin İslam’a aykırı olduğunu ve Müslümanlarca uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadırlar (Diyanet İşleri Başkanlığı, b.t.). Türk Müslümanlar ise bu adetleri İslam’la bağdaştırabilmekte ve günlük hayatlarında bir nevi sağaltım yöntemi olarak uygulamaya devam etmektedir. Türbe Ziyaretleri Türkiye’de yüzlerce türbe bulunmaktadır. Bu türbeler arasında, Osmanlı Padişahları, İslam âlimleri, Mevlevi dervişler, kutsal savaşlarda şehit düşenler, efsanevi kişilikler ya da bilinmeyen kişiler için inşa edilmiş olanlar bulunmaktadır (Kalafat, 1998; Tanyu, 1967). Bu türbelerin bazıları Diyanet İşleri Başkanlığı'na veya müftülüklere bağlıyken, diğerleri derneklerin veya mahalli birliklerin himayesi altındadır. Türbelerden bazıları külliye mahiyetindeki kapsamlı yapıların bünyesinde inşa edilmişken, diğerleri tek bir yapıdan ya da mezardan oluşmaktadır. Örneğin, bazı türbelerin etrafında cami, abdesthane, avlu, adaklık ve Diyanet İşleri'ne bağlı ofisler ya da kitap satış mağazaları vardır. Ayrıca, birçok türbenin etrafında özel işletmelere ait dükkânlar ve lokantalar da bulunabilmektedir. Ziyaretçiler buralardan, tespih, başörtüsü gibi dini nitelikte eşyalar alabilmekte, yiyecek içecek satın alıp, buralarda vakit geçirebilmektedir (Canel-Çınarbaş, Çiftçi, & Bulgan, 2013). Böylece türbeler, ziyaretçilerin günlerini sosyalleşerek, yemek yiyerek ve alış veriş yaparak geçirebilecekleri yerler haline gelebilmektedir. ISSN: 2148-4376 30 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş Türbe ziyareti Türkiye’de oldukça yaygın bir gelenektir. Dini davranışlarla ilgili kapsamlı bir araştırmada, Çarkoğlu ve Toprak (2000) katılımcılardan %52,7’sinin en az bir kez türbe ziyaretinde bulunduğunu tespit etmiştir. Türbe ziyaretleri özellikle Cuma günleri ve dini bayramlarda yapılsa da, yılın her gününde türbelerde ziyaretçi görmek mümkündür. Bazı mahalleler ya da belediyeler türbelere ziyaret için günlük turlar düzenlemekte, birçok türbenin ziyaret edildiği bu turlarda ziyaretçilerin ulaşımını sağlamak için otobüsler kiralamaktadırlar. Ziyaretçiler türbelere genellikle komşuları, arkadaşları ya da akrabalarıyla gelmektedirler. Ziyaretçiler arasında, erkeklere nazaran kadınların daha fazla olduğunu gözlemlemek mümkündür. Bazı ziyaretçiler sırf türbeyi ziyaret edebilmek için şehir dışından gelirken, bazıları da şehre başka bir nedenden gelmişken şehir turu kapsamında türbeleri de ziyaret etmektedir (Canel-Çınarbaş ve ark., 2013). Türbe ziyaretleri sırasında daha mütevazı ve kapalı kıyafetler tercih edilmektedir. Kadınların çoğu uzun kollu ve uzun etekli giysiler giyip başını örtmekte, bazıları da kısa kollu kıyafetler veya pantolon giyip türbe dışında başını açtığı halde türbeye girerken başını örtmektedir. Ziyaretçiler genellikle abdest alıp, eğer türbenin çevresinde cami varsa ve namaz vaktiyse namaz kılar, mezarı ziyaret ederek Kuran’dan ayetler okuyup dualar ederler. Türbelerin çevresinde ellerinde kitapçıklar, Kuran’dan Arapça ayetler okuyan ya da Türkçe dualar eden ziyaretçiler görmek mümkündür. Eğer mümkünse ve vakit varsa, grupça gelmiş ziyaretçiler genellikle türbenin etrafında oturarak yanlarında getirdikleri yiyecek içecekleri paylaşıp sohbet ederler. Bu ortamlarda paylaşımın, örneğin insanların birbirlerine, hatta yabancılara yiyecek ikram etmesinin önem kazandığı gözlemlenebilir (Canel-Çınarbaş ve ark., 2013). Ne var ki, tüm bu aktivitelerin yanında türbe ziyaretlerinin asıl amacı dilek dilemek veya daha önceden kabul edilmiş bir dileğin adağını yerine getirmektir. Yaygın olarak karşılaşılan dileklere örnek olarak sağlık, hastalıklara çare, psikolojik veya ailevi problemlere çözüm, askere giden bir erkek evladın sağ salim dönmesi, çocuğu olmayan kadınların çocuk, hatta genelde erkek çocuk sahibi olması, uygun bir eş ya da iş bulma verilebilir. Ziyaretçiler bir dilekte bulunduktan sonra, kurban kesmek, fakirlere sadaka vermek ya da şeker dağıtmak gibi adaklar adayabilirler. Bu insanlar dilekleri gerçekleştiği takdirde türbeyi yeniden ziyarete gelir ve adaklarını yerine getirirler. Dolayısıyla, türbelerin etrafında adaklarını yerine getirmek için lokum veya kesme şeker dağıtan ziyaretçiler görmek mümkündür. Hatta bazı ziyaretçiler kestikleri kurbanın etini dağıtır ya da türbeye bağışta bulunabilirler (Canel-Çınarbaş ve ark., 2013). Türbelerde dilek dilemeyle ilgili çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bazı ziyaretçiler sadece Allah’a dua edilmesi ve ne dilenecekse Allah’tan dilenmesi gerektiğini, diğer her türlü davranışın günah sayılacağını belirtirken, bazıları da türbede yatan kişinin ulu ve Allah katında makbul bir kişi olduğunu, bu nedenle o kişinin "yüzü suyu hürmetine" Allah’tan dilemenin daha çok kabul görebileceğini belirtmektedir. Diğer bazı ziyaretçiler ise, insanın evinde otururken de Allah’tan dilek dileyerek dua edebileceğini, fakat türbelerin kutsal mekânlar olmasından dolayı ziyaretçilerin hayatları ve problemleri hakkında daha etraflıca düşünme fırsatı bulabileceklerini, problemlerini çözme yolundaki aşamaları daha rahat planlayarak hayatlarını gözden geçirebileceklerini, daha gönülden dua edeceklerini, bu nedenle de türbede dilenen dileklerin evde dilenenlerden daha etkili olabileceğini belirtmiştir (Canel-Çınarbaş ve ark., 2013). Türbelerde, özellikle Müftülüklere bağlı olanlarda, türbedeki davranışları ve ibadetleri düzenleme amaçlı yazılar ve levhalar bulunmaktadır. Bu levhalar, türbede yatan kişiye dua ederek dilek dilenmeyeceğini, türbenin etrafına bez ya da ip bağlanmayacağını, tavuk gibi iki ayaklı hayvanların kurban için uygun olmadığını, bu tip davranışların İslam’a aykırı olduğunu, sadece Allah’a dua ederek ondan dilek dilemenin uygun olduğunu belirten uyarılar içermektedir. Bu uyarıların amacı, İslam öncesi inançların etkisiyle ortaya çıkan bazı gelenekleri yerine getirmek isteyen ziyaretçileri İslami uygulamalara yönlendirmektir. Bu nedenle, ziyaretçiler İslam öncesi ISSN: 2148-4376 31 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş pratikleri uyguladıkları veya uygulamak istedikleri halde bunları beyan etmekten çekinebilmektedirler (Canel-Çınarbaş ve ark., 2013). Ziyaretçiler türbe ortamında huzur bulduklarını, sıkıntılarından kurtulduklarını ve dilek dileyerek rahatladıklarını belirtmişlerdir (Köse & Ayten, 2010). Türbe ziyaretlerinin ruhsal etkileri ile ilgili çeşitli açıklamalar mevcuttur. Örneğin, ziyaretçiler türbeyi ziyaret ederek isteklerinin gerçekleşmesi için kendilerine biraz daha süre tanırlar, hedeflerini canlı tutarlar, ellerinden geleni yaptıklarını düşünerek kendilerini motive ederler. Türbe ziyareti ayrıca, ziyaretçilere ümit aşılar, kendilerini ifade etmeleri ve dertlerin anlatmaları için vesile olur, hatta problemlerini kutsal alana taşıma hissiyle ziyaretçileri rahatlatır. Ziyaretçiler, manevi bir ortamda olma hissiyle huzur duyarlar, katı dini kuralların olmadığı bu mekânda diğer ziyaretçilerin dertlerini paylaşarak yalnızlık hissinden kurtulur ve rahatlarlar (Köse & Ayten, 2010). Benzer problemler yaşayan başkalarının da olduğunu fark etmek kişiye yalnız olmadığını hatırlatır. Yalom’a göre (Yalom & Leszcz, 2005), grup terapisini etkin kılan mekanizmalardan biri de evrensellik faktörüdür. Buna göre grup terapisine katılanlar, kendileri gibi problem yaşayan diğer grup üyeleriyle tanışırlar ve böylece yalnız olmadıklarını fark ederler. Böylece iyileşmeye bir adım daha yaklaşırlar. Aynı terapötik faktörün türbe ziyaretleri için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Hoca Ziyaretleri Hoca kelimesi Türkçede birçok farklı anlamı olan bir kelimedir ve bu anlamlardan biri de "İslami din görevlisi"dir. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilen hocalar genelde camilerde görev alır, namazlarda cemaati yönlendirir, özel günlerde veya Cuma günleri dini konularda bilgilendirici konuşmalar yapar ve bu görevleri yerine getirme karşılığında Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan maaş alırlar (Stirling, 1965). Bu anlamının yanı sıra, "hoca" kelimesi, Diyanet İşleri Başkanlığınca resmi olarak görevlendirilmemiş fakat bazı kişilerce konusunda yetkin olduğu kabul edilen ve dini açıdan sağaltım gücü olduğuna inanılan kişiler için kullanılır. Uzmanlık alanlarına bağlı olarak bu gayri resmi hocalar hastalıkları iyileştirebilir, ailevi problemleri çözmek için büyü yapabilir, muskalar hazırlayabilir, dualar okuyup üfleyebilir ve cin çıkarmak için bazı yöntemler uygulayabilir. Bu tip hizmetleri karşılığında hoca, gelen kişiden ücret talep edebilir (Bellér-Hann & Hann, 2001). Özdemir ve Frank (2000) bu ikinci tip hocalara Müslüman Şaman ismini vermiştir. Özdemir ve Frank (2000) şamanı, “inananları tarafından metafiziksel güçlere sahip, fizik ötesi âlemle iletişim içinde olan, mistik bilgilere sahip, ruhani güçleri uyandırarak kişilere veya olaylara şekil verebilen bir kişi” olarak tanımlamış (Özdemir ve Frank, s. 61), şaman Müslümansa ve yöntemlerini İslami bir formatta uyguluyorsa, bu kişiye Müslüman şaman denilebileceği belirtilmiştir. Başka yazarlar da hocalarla şamanlar arasındaki benzerliklerin altını çizerek Müslüman şaman tanımına destekleyen incelemelerde bulunmuşlardır. Örneğin Ocak (2000), Türklerin Anadolu’ya yeni göç ettikleri dönemlerde Anadolu’da Müslüman hocaların ve sağaltıcıların bulunduğunu ve bu kişilerin büyü ve tedavi ritüelleri gerçekleştirdiklerini belirtmiştir. Ocak ayrıca bu hocaların görevlerinin ve yöntemlerinin şamanlarınkiyle benzeştiğinden bahsetmiştir. İnan (1952) ise, özellikle Alevi ve Bektaşi inancındaki dini liderlerin Türklerdeki şaman rolünü üstlendiklerini belirtmiştir. Bir çalışmalarında Bellér-Hann ve Hann (2001) Müslüman şamanların faaliyetlerine çeşitli örnekler vermişlerdir. Birinci örnekte, hamileliğiyle ilgili sağlık problemleri yaşayan bir anne adayı, kadın olan bir Müslüman şamana başvurmuş. Şaman anne adayına tedavi süresince yedi ayrı kaynaktan su alıp her gün bu sudan içmesini söylemiş. Müslüman şaman ayrıca bir muska yazmış ve kadını okuyup üflemiş. Bir diğer örnekte, bir kişi cinlerle ilgili kâbus görme şikâyetiyle ISSN: 2148-4376 32 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş Müslüman şamana başvurmuş. Cinler bu kişinin rüyalarına ya bir yılan ya da vücudu olmayan kocaman bir kafa olarak giriyormuş. Müslüman şaman bir tas suyu okuyup üflemiş ve kendisine başvuran kişiden bu tasa bakmasını istemiş. Kişi rüyalarına giren şekli bu tastaki suda görünce tedavi olmuş (Bellér-Hann ve Hann, 2001). Türkiye’de birçok kişi Müslüman şamanlardan yardım almaktadır. Ünal ve arkadaşları (2001) Türkiye’de psikolojik problemlerinden dolayı yardım alma davranışlarını araştırmış ve katılımcıların %12,3’ünün Müslüman şamanlara gittiğini, %32,5’inin tıp doktorlarına başvurduğunu, %32,5’in ise psikiyatristlere başvurduğunu tespit etmişlerdir. Bir başka araştırmada Yaşan ve Gürgen (2004) araştırmaya katılan psikiyatri hastalarının %57’sinin, rehabilitasyon hastalarının ise %15’inin Müslüman şamanlara başvurduğunu belirtmiştir. Her ne kadar Müslüman şamanlara sıklıkla başvurulsa da, bu kişilerin niyetleri ve gerçekten faydalı olup olamadıkları konusunda tartışmalar vardır. Müslüman şamanların tartışmalı imajları birçok çalışmaya konu olmuştur. Örneğin Stirling (1965) Müslüman şamanlarla ilgili halk arasındaki algıyı “… çok saygı görmezler fakat bilgili, faydalı ve biraz da tehlikeli kişiler olarak algılanırlar” (s. 230) şeklinde özetlemiştir. Özdemir ve Frank de (2000) Müslüman şamanların dolandırıcı olarak algılanmalarına rağmen modern tıbbın ve psikolojinin imkânları tükendiğinde bu kişilere çokça başvurulduğunu belirtmiştir. Son olarak Dole (2006), Müslüman şamanların “itici çekiciliğinden” (s. 31) bahsetmiş ve onlarla ilgili medyada yer bulan skandallardan örnekler vermiştir. Resmi İslami kaynaklar ve İslam âlimleri de halkı Müslüman şamanlara karşı uyarmaktadır (Diyanet İşleri Başkanlığı, b.t.). Bu kaynaklar ve âlimler, belli problemler için belli ayetleri okumanın faydalı olacağından bahsetmektedir. Örneğin, depresyon gibi ruhsal problemlere çare olarak Hazreti Muhammed’in üzüntüyle başa çıkmak için tavsiye ettiği Kur’an-I Kerim ayetlerini okumanın faydalarından bahsedilmekte, kişilere kaderlerini sabır ve dualarla karşılamaları salık verilmektedirler (Uzun, b.t.). Bu kaynaklar ayrıca Kur’an-I Kerim’i para karşılığı okuyan kişilere karşı uyarılarda bulunmakta (Diyanet İşleri Başkanlığı, b.t.), Kur’an-I Kerim’i kişinin kendisinin okumasının daha makbul olacağını, eğer bu mümkün değilse resmi görevlilere başvurmalarının daha iyi olacağını belirtmektedir (F. Aktaş, kişisel görüşme, Mayıs 28, 2009). Özetle, hem türbe hem de hoca ziyaretlerinde İslam öncesi geleneklerle İslami gelenekler iç içe geçmiş durumdadır. Türbelerde bulunan levhalardaki bilgiler ve İslam âlimlerinin uyarılarına rağmen kişiler bu uygulamaları sürdürmektedir. Bunda, İslam öncesi inançların etkisinin yanı sıra bu uygulamaların sağaltıcı ve rahatlatıcı etkisinin de varlığı yadsınamaz. Psikologlar ve psikolojik danışmanlar bu sağaltıcı etkiyi inceleyerek kendi uygulamalarında kullanabilir, bu etkiden faydalanmaları için danışanları yönlendirebilirler. Yerel Sağaltım Yöntemleri Bağlamında İstanbul’dan Üç Türbe Örneği Telli Baba Türbesi. Telli Baba Türbesi İstanbul’un Sarıyer ilçesinde boğaza nazır bir tepenin üzerinde bulunmaktadır. Giriş kapısı tepenin üzerinde, binanın geri kalanı ise neredeyse yerin altında kalacak şekilde tepeden aşağı doğru inşa edilmiştir. Türbe yapısının içinde bir tabutun ve mezar taşının bulunduğu bir oda, ayrıca namaz kılmak için bir kaç oda daha bulunmaktadır. Tabutun üzerine yeşil bir örtü örtülmüş, örtünün üzerinde gelin telleri ve ayakucunda ise makaslar bulunmaktadır. Odanın duvarlarında seccadeler ve ziyaretçiler tarafından bağışlanmış dini temalı, Kâbe fotoğrafı gibi süsler bulunurken, yerler halı kaplıdır ve içeri girerken ziyaretçilerden ayakkabılarını çıkarmaları istenmektedir. Türbe görevlisiyle yapılan görüşmeden türbe ile ilgili daha detaylı bilgi edinilmiştir. Telli Baba Türbesi, Rumeli Kavağı Telli Baba Güzelleştirme ve Çevre Koruma Derneği’ne bağlıdır. Türbe görevlisi, Telli Baba adlı şahsın asıl isminin Abdullah olduğunu, “Baba” adını sonradan ISSN: 2148-4376 33 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş aldığını ve Bizans döneminde Müslümanlığın yayılmasında görev aldığını belirtmiştir. Görevlinin belirttiğine göre, Telli Baba Müslüman yaptığı kızları gelin edermiş. Gelin olmak için kaçıp gelen kızların bazıları yolda vurulur, bazıları da boğazı geçerek gelirken boğulurmuş. Günümüzde ziyaretçilerin çoğu Telli Baba Türbesi’ne evlenme dileğiyle gelmektedir. Yine türbe görevlisinin belirttiğine göre, ziyaretçilerden mum yakanlar, taş dizenler, bez bağlayanlar, tabutun örtüsünden parça kesmek isteyenler olmaktadır. Görevli bu tip davranışlara izin vermediğini, dileklerin Telli Baba’nın yüzü suyu hürmetine Allah’tan dilenmesi gerektiğini belirtmiştir. Görevli ayrıca, ziyaretçilerin tabutun üzerindeki tellerden keserek aldığını ve dilekleri geçekleşene kadar bu telleri yanlarında taşıdığını belirtmiş, diğer davranışları engelleyebilseler de tel kesme âdetini engelleyemediklerini, bu yüzden de tabutun üzerindeki tellerin kaldırılmadığını ifade etmiştir. Yuşa Türbesi. Yuşa Türbesi Beykoz tepelerinde inşa edilmiş, İstanbul Müftülüğü’ne bağlı bir külliyeden oluşmaktadır. Külliye bünyesinde açık alanda bulunan bir mezar, bir cami, kadınlar için bir mescit, adaklık, Beykoz Müftülüğü’ne bağlı bir kitap satış mağazası, dinlenme yeri, abdesthane ve görevlilerin lojmanları bulunurken, külliyesinin dışında çeşitli dükkân ve lokantalar yer almaktadır. Yuşa Türbesi, cami ve etrafını çeviren duvarlarıyla, Mehmed Said Paşa tarafından 1755’de inşa edilmiştir. Yuşa, ya da diğer adıyla Yesu’nun, Musa’dan sonra İsrailoğulları’na gönderilmiş bir peygamber ve Musa’nın yeğeni olduğu belirtilmektedir (Serin, 2005). Yuşa’nın nerede öldüğü ve gömüldüğü konusunda çelişkili hikâyeler vardır. Rivayetlerden birine göre, Yuşa üç bin yıl önce bir savaş sırasında Beykoz tepesinde ölmüştür. Yuşa türbesine müftülük tarafından asılan bilgilendirici bir levhaya göre ise, Yesu ismi Fenikeliler arasında “kurtarıcı” anlamına gelen bir kelimeden türemiş ve Karadeniz’den gözüken en yüksek tepe olduğu için bu tepeye Yesu ismi verilmiştir. Yuşa türbesi ve cami imamı ile yapılan görüşmede, Yuşa’nın gerçek mezarının Filistin’de olma ihtimalinin daha güçlü olduğu ancak temsili mezar ya da makamlarının Beykoz, Mısır ve Ürdün’de de bulunduğu bilgisi edinilmiştir. Ayrıca, türbenin bulunduğu tepenin dev dağı olduğuna ve devlerin burada yattığına dair bir inanç olduğundan bahseden imam, türbenin bulunduğu alanın eski dinlerde de ziyaretgâh olduğunu belirtmiştir. Yuşa’nın mezarının 17 metre olduğuna dikkat çeken imam, Yuşa Aleyhisselam’ın büyüklüğünden dolayı Marmara Denizi’nden bir ayağı Sarıyer’de bir ayağı Beykoz’da abdest aldığına dair bir inanç olduğunu, fakat bu gibi inançların İslam bilimi ya da tarihi bilgilere dayanmadığını, yine de bu büyük mezarın ziyaretçilerde hayret ve saygı uyandırdığını eklemiştir. Yuşa Türbesine ziyaretçilerin %80-90’ı psikolojik ya da maddi nedenlerle gelmektedir. Ziyaretçilerin yazıp türbeye bıraktıkları dileklere göre, türbeye kızının evlenmesini isteyen, kendisi evlenmek isteyen, bir hastalık için çare dileyen, çocuğunun üniversite sınavını kazanmasını dileyen, bir araba, bir arsa ya da bir ev beklentisi olan, eşiyle ya da ailesiyle problemler yaşayan ve bunlara çare arayan insanlar gelmektedir. Türbe imamı, İslam’da Allah’a ulaşmak için vesileler aranabildiğini, dua ederken özellikle hazreti peygamberimizin yaptığı güzel işlerin duaların kabulüne vesile kılınabileceğini belirtmiş; benzer şekilde, “Yarabbi, Yuşa Aleyhisselam hürmetine kabul buyurun” diyerek dua edilebileceğini eklemiştir. Bu tavsiyeleri ziyaretçilerle de paylaştıklarını belirten İmam, istekte bulunan ziyaretçilere belirtilen probleme uygun ayetlerin Türkçe anlamlarını okuduklarını ya da ziyaretçiye bu duayı kendisinin okuması için öğrettiklerini ve ziyaretçilerin bu sayede rahatladıklarını belirtmiştir. Son olarak, Yuşa Türbesi imamı bazı ziyaretçilerin cin ya da şeytan çarpması şikâyetiyle geldiğini özellikle konuşma yetisini kaybetmiş ya da sürekli kâbus gören çocukların getirildiğini, ancak cin çarpması gibi konuların kendi ihtisas alanı olmadığını ve bu yüzden bu kişileri tıp doktorlarına ya da bu konularda uzmanlaşmış hocalara yönlendirdiğini ifade etmiştir. ISSN: 2148-4376 34 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş Eyüp Sultan Türbesi. İstanbul Müftülüğü’ne bağlı bir diğer türbe de Eyüp Sultan Türbesi’dir. Bu türbe İstanbul’un Eyüp ilçesinde bulunmaktadır. Ebu Eyyub el-Ensari’nin Hazreti Muhammed’in bir yakını olduğu, 699 yılında İstanbul kuşatması sırsında öldüğü ve İstanbul’un o zamanki sınırlarının dışına gömüldüğü belirtilmektedir (Serin, 2005). İstanbul’u fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet Ebu Eyyub el-Ensari’nin gömüldüğü yerin bulunmasını istemiş ve fetihten kısa bir süre sonra mezarın bulunduğu yere türbe ve cami inşa edilmesini emretmiştir. Türbenin etrafında bir avlu, bir cami, bir abdesthane, Eyüp Müftülüğü Din Hizmetleri ile Danışma ve Eyüp Müftülüğü Aile İrşat ve Rehberlik Büroları bulunmaktadır. Eyüp Sultan Türbesinde de bulunan Aile Rehberlik Büroları Türkiye’nin birçok şehrinde 2003 ve 2010 yılları arasında kurulmuştur. Kuruluş amaçları ailelere dini bilgiler vermek, aile bütünlüğünü korumak ve ailevi problemlerin çözümünde dini yardım sağlamaktır (Din Hizmetleri Dairesi Başkanlığı, b.t.). Eyüp Müftülüğü’nden bir şef ve müftü yardımcısı ile görüşmeler yapılmış, özellikle Aile Rehberlik Bürosunun fonksiyonları hakkında bilgi alınmıştır. Bu bilgilere göre bu bürolara gelen ziyaretçilerden birçoğu dini nikâh talebiyle, sünnet olan çocuklar için dua okunması ricasıyla, alkol problemi ya da aile içi şiddet gibi ailevi problemlerle veya psikolojik problemlerle başvuru yapmışlardır. Bu gibi talepler karşısında Aile Rehberlik Bürosunda çalışan imam ve kuran kursu hocaları gerektiğinde danışanı devlet hastanelerine, psikologlara veya maddi yardım yapan vakıflara yönlendirmekte, okunabilecek ayetleri göstermekte, kişinin kendisinin hissederek okumasının daha hayırlı olacağını belirtmekte, para karşılığı başkasına okutmaktansa kendilerinin okumasını tembihlemektedirler. Ziyaretçiler, kadın veya erkek görevlilerle görüşmeyi tercih edebilmektedirler. Ziyaretçilerin başvuru nedenlerinin ve aldıkları hizmetlerin kaydı tutulmakta, bu kayıtlar il merkezlerine gönderilmekte ve daha iyi hizmet verme amaçlı kullanılabilmektedir. Eyüp Müftülüğü Şefi ayrıca türbe inancının bir Türk İslam sentezi olduğunu, Türk inancına göre mezarların ve mezar taşlarının bulunduğunu, bunun ataları yâd etme inancına bağlı olduğunu, Arabistan’daki İslam uygulamalarında ise kalıcı mezar ve mezar taşlarının bulunmadığını belirtmiştir. Müftülük şefine göre, Türklerin İslam’ı kabulü sırasında bazı gelenekler İslam’a uygun ve hayırlı ise İslam bunları reddetmemiş, Türk İslam sentezine bir bakıma izin vermiş ve bu sentezden türbeler ortaya çıkmıştır. Şef ayrıca, türbe geleneğinin Arabistan’da bulunmadığına dikkat çekmiştir. Sonuç ve Tartışma Türkiye’de birçok kişi psikolojik problemlerine çare aramak amacıyla türbeleri ve hocaları ziyaret etmektedir. Bu ziyaretler, İslami ve bilimsel kaynaklarda eleştirilip İslam’la bağdaşmayan ve riskli yanlarının altı çizilse de, psikolojik problemi olan birçok kişi doktorlara veya psikologlara başvurmanın yanı sıra türbeleri ve hocaları da ziyaret etmeye devam etmektedir. Alanda çalışan psikologların ve danışmanların da gözlemleyebileceği gibi, birçok kişi psikolojik problemlere çare aramak için türbeleri ve hoca ziyaretlerini tercih edebilmektedir. Bazı psikologlar bu gibi taleplere ilişkin olarak, danışanın ihtiyaçları, beklentileri ve bunlara bağlı olarak problem odaklı aktif çözüm arama motivasyonunu değerlendirmek yerine bu taleplerin karşılandığı uygulamaları (türbe, hoca ziyaretleri gibi) kınamakta ve olumsuz tavırlarını da danışanlarına belli etmektedir. Ne var ki, danışanlar bu olumsuz tavırları sezdiklerinde bu uygulamalardan vazgeçmek yerine psikologdan saklamayı tercih edebilmektedirler, bu tutum da sürmekte olan terapötik ilişkiye zarar verebilmektedir. Yerel sağaltım yöntemlerini kınamak ve olumsuz karşılamak yerine bir diğer alternatif ise, bu uygulamaların varlığını kabul ederek yararlarını ve zararlarını danışanın kültürü ve inançları bağlamında incelemek ve yeri geldiğinde kabul edebilmektir. Türbe ve hoca ziyaretlerinin, Batılı ISSN: 2148-4376 35 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş terapi yöntemlerinin içerdiği ortak faktörlerden bazılarını içermesi nedeniyle terapiyle benzeşen yanları olduğu söylenebilir. Makalenin başında da bahsedildiği gibi, örneğin umut besleme ve başvurulan yöntemin yararlı olacağına inanma (Pomerantz, 2013), hem Batılı terapilerde hem de yerel sağaltım yöntemlerinde önemli rol oynayan bir ortak faktördür. Yine, hem hoca ziyareti gibi yerel yöntemler hem de Batılı terapi yöntemleri, hizmet verenle hizmet alanın aralarında kurulan ilişkiye ve güvene dayanır. Bu güven ilişkisinin temel taşlarından biri de iki tarafın birbirini anlayabilmesidir. Kültürel yönden benzeşen ve dünya görüşleri ortak olan kişiler, doğal olarak, bu ittifakı daha kolay kuracaklardır. Dini inançlarına bağlı, muhafazakâr kültürden gelen danışanlar, kültürel açıdan kendilerine benzeyen, ya da en azından kendilerini anlayabilecek terapistlerle ya da yerel sağaltıcılarla daha kolay ilişki kurabilirler. Ne yazık ki terapi yöntemlerinin çoğu dini meseleleri göz ardı etmekte, terapistlerin çoğu ruhani (spiritual) meseleleri terapide ele almamaktadır. Bu durumda danışanlar, dini meseleleri de içeren psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak için, kendilerini bu açıdan anlayabileceğini düşündükleri sağaltıcılara yönlenmektedirler. Burada kastedilen terapistin inanmadığı yöntemleri uygulaması veya şüpheyle karşıladığı yöntemleri uygulayan kişilere danışan yönlendirmesi değildir. Kastedilen, terapistin kendisininkinden farklı yöntemlerin varlığına açık olması ve danışanın kültürünü ve inançlarını yadsımadan, bu kültüre uygun uygulamaları incelemesi, öğrenmesi, güvenilir kaynaklar bulduğunda, rahat ettiği ölçüde, bunları kendi uygulamalarına katması ve yine güvendiği ölçüde bu kaynaklara danışan yönlendirmesidir. Daha önce bahsi geçen bazı psikoloji kaynaklarında da (Atkinson ve ark., 1993; Gerstein ve ark., 2009), bu gibi yerel sağaltım yöntemlerinin kişilere faydalı olabileceği, psikologların bunları yok saymak yerine bu konularda bilgilenmeleri gerektiği belirtilmektedir. Bir psikoloğun inançları ne olursa olsun, danışanının inançlarına saygı göstermesi ve danışanın ruh sağlığı için faydalı olacaksa -danışanın da talebi üzerine- yerel sağaltım yöntemlerine yönlendirebilmesi gerekir. Bunun için de en azından bu uygulamalar konusunda bilgi sahibi olması, hatta gerektiğinde güvenilir kişileri ve kaynakları tavsiye edebilmesi tercih edilir. ISSN: 2148-4376 36 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş Kaynaklar Atkinson, D. R., Thompson, C. E., & Grant, S. K. (1993). A three-dimensional model for counseling racial/ethnic minorities. The Counseling Psychologist, 21, 257-277. Bellér-Hann, I., & Hann, C. (2001). Turkish Region: State, Market and Social Identities on The East Black Sea Coast. Sante Fe, NM: School of Ameircan Research Press. Bolak-Boratav, H. (2004). Psychology at the Cross-Roads: The view from Turkey. In M. J. Stevens and D. Wedding (Eds), Handbook of International Psychology (Vol. 19, pp. 311-330). NewYork: Bruner-Routledge. Canel-Çınarbaş, D., Çiftçi, A., & Bulgan, G. (2013). Visiting Shrines: A Turkish religious practice and its mental health implications. International Journal for the Advancement of Counselling, 35, 16-32. Canel-Çınarbaş, D., Korkut-Owen, F., & Çiftçi, A. (2009). Counseling in Turkey: A blend of western science and eastern tradition. In L. H. Gerstein, P. P. Heppner, S. Ægisdόttir, S. A. Leung, & K. L. Norsworthy (Eds.), International handbook of cross-cultural counseling: Cultural assumptions and practices worldwide (pp. 475-485). Thousand Oaks, CA: Sage. Coker, E. M. (2009). Claiming the public soul: Reprsentations of Qur’anic healing and psychiatry in the Egyptian print media. Transcultural Psychiatry, 46, 472-794. Çarkoğlu, A., & Toprak, B. (2000). Turkiye’de din, toplum ve siyaset. Istanbul: TESEV Yayınları. Çıblak, N. (2002). Anadolu’da Ölüm Sonrası Mezarlıklar Çevresinde Oluşan İnanç ve Pratikler. Türk Kültürü, 40, 605-614. Demir, A. F., & Çomak, N. A. (2009). Şaman ve Türk Dünyası. Istanbul: Bağlam. Din Hizmetleri Dairesi Başkanlığı (b.t.). Aile İrşat ve Rehberlik. 15 Ocak, 2010, http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dinhizmetleriweb/giris.htm) Diyanet İşleri Başkanlığı (b.t.). Dini Soruları Cevapandırma Komisyonu: Hastalık ve Tedavi. 12 Ocak, 2010, http://sorusor.diyanet.gov.tr/fmi/xsl/fetva/y_dokumcevap.xsl?-db=FetvaVT&-lay=wfkweb&-recid =947&-find= Dole, C. (2006). Mass media and the repulsive allure of religiuos healing: The cinci hoca in Turkish modernity. International Journal of Middle East Studies, 38, 31-54. El-Kadi, A. (1993). Health and healing in the Qur’an. In S. Athar (Ed.), Islamic perspectives in medicine. A survey of Islamic medicine: Achivements and conteporary issues (pp. 117-118). Indianapolis: American Trust. Engin-Demir, C. (2003). Secularism and education in Turkey. In E. P. Quntero & M. K. Rummel (Eds.), Becoming a teacher in the new society: Bringing communities and classrooms together (pp. 256-278). New York: Peter Lang. Gerstein, L. H., Heppner, P. P., Ægisdottir, S., Leung, S. A., & Norsworthy, K. L. (2009). International handbook of cross-cultural counseling: Cultural assumptions and practices worldwide. Thousand Oaks, CA: Sage. İltar, G. (b.t.). Eski Türklerde Mezar Kültü ve Günümüze Yansımaları. 12 Ocak, 2010, http://www.hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi_dosyalar/27-11-19.pdf İnan, A. (1952). Müslüman Türklerde Şamanizm Kalıntıları. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 4, 19-30. İnan, A. (1972). Tarihte ve Bugün Şamanizm: Materyaller ve Araştırmalar (2. baskı). Ankara: Türk Tarih Kurumu. Kalafat, Y. (1998). Kuzey Azerbaycan, Doğu Anadolu, ve Kuzey Irak’da Eski Türk Dini İzleri. Ankara: Kültür Bakanlığı. Kirmayer, L. J. (1999). Myth and ritual in psychotherapy. Transcultural Psychiatry, 36, 451-460. Köse, A. & Ayten, A. (2010). Türbeler: Popüler Dindarlığın Durakları. İstanbul: Timaş. ISSN: 2148-4376 37 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş Moodley, R., & West, W. (2005). Integrating traditional healing practices into counseling and psychotherapy. Thousand Oaks, CA: Sage. Ocak, A. Y. (2000). Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri. İstanbul: İletişim Yayınevi. Özdemir, A., & Frank, K. (2000). Visible Islam in Modern Turkey. New York, NY: St. Martin’s Press. Pepitone, A. (1997). Nonmaterial beliefs: Theory and research in cultural social psychology. In C. McGarty & S. A. Haslam (Eds.), The message of social psychology. Cambridge: Blackwell. Pomerantz, A. M. (2013). Clinical Psychology: Science, Practice, and Culture (3rd Ed.). U.S.: Sage. Rassool, G. H. (2000). The crescent and Islam: Healing, nursing and the spiritual dimension. Some considerations towards an understanding of Islamic perspectives on caring. Journal of Advanced Nursing, 32, 1476-1484. Serin, R. (2005). Maneviyat bahçesinin gülleri: İstanbul evliyaları, sahabe kabirleri. İstanbul: Pamuk Yayıncılık. Stirling, P. (1965). Turkish Village. New York: John Wiley & Sons. Tanyu, H. (1967). Ankara ve çevresinde adak ve Adak Yerleri. Ankara: Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi. Uzun, T. (b.t.). Cin Büyü ve Nazardan Nasıl Korunmalıyız?: Cin Çarpması, Büyü ve Nazar Tedavisinde İslami Metodlar. Konya: Uysal Kitabevi. Ünal, S., Özcan,Y., Emul, H. M., Çekem, A. B., Elbozan, H. B., & Sezer, Ö. (2001). Hastalık açıklama modeli ve çare arama davranışı. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2, 222-229. Yalom, I. D. & Leszcz, M. (2005). The Theory and Practice of Group Psychotherapy (5th ed.). New York: Basic Books. Yaşan, A. & Gürgen, F. (2004). Psikiyatri ve fizik tedavi polikliniklerine başvuran hastaların geleneksel yardım arama davranışının karşılaştırılması. Dicle Tıp Dergisi, 31, 20-28. ISSN: 2148-4376 38 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 27-39 Deniz Canel Çınarbaş Summary: Islamic and Preislamic Beliefs and Psychology: Visiting Shrines and Hocas within the Context of Indigenous Healing Methods in Turkey Indigenous healing methods, such as visiting shrines, and their mental health benefits have gained importance. It has been argued that indigenous and traditional healing methods can enrich the knowledge base of counseling psychology, and aid in finding new solutions to old problems. Books regarding indigenous healing methods used in different cultures and religions, their mental health benefits, and the need to integrate such methods with Western modes of psychotherapy have been published. Moreover, it has been argued that the client’s culture and level of acculturation should be assessed and the therapist should facilitate indigenous healing methods if the need arises during psychotherapy, and thus, the therapist should be knowledgeable about relevant indigenous healing methods. Therefore, the purpose of the present article is to discuss Turkish indigenous healing methods within the scope of visiting shrines and religious leaders, and to provide examples based on three shrines in Istanbul and interviews with officials at these shrines. Keywords: Indigenous healing methods, visiting shrines, visiting religious leaders, counseling. ISSN: 2148-4376 39 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 40-48 Gaye Zeynep Çenesiz Kaygı Durumlarında Gevşeme Egzersizi ve Sistematik Duyarsızlaştırma Kullanımı: Bir Vaka Örneği Gaye Zeynep Çenesiz Orta Doğu Teknik Üniversitesi Özet Progresif kas gevşetme eğitimi Jacobson tarafından 1938 yılında geliştirilmiştir. Bu eğitimde, hastalara vücutlarının farklı bölgelerindeki kasları (örn. bacaklar, kollar, boyun, yüz, v.b.) sırasıyla germeleri ve gevşetmeleri öğretilir. Kaygı duygusunu yoğun olarak yaşayan kişilerde görülen fizyolojik semptomların içinde kaslardaki gerginlik de bulunmaktadır ve bu gerginliğin azaltılması için gevşeme egzersizi etkili bir stratejidir. Bu makalede gevşeme egzersizi Bayan R. vakası kullanılarak açıklanmıştır. İlk olarak, Bayan R. ile ilgili genel bilgiler verilmiş ve semptomları açıklanmıştır. İkinci olarak, gevşeme egzersizi aşamaları özetlenmiştir. Son olarak, Bayan R. vakasında uygulanan gevşeme egzersizi ve sistematik duyarsızlaştırma prosedürleri açıklanmıştır. Özetle, gevşeme egzersizi terapi uygulamalarında, özellikle kaygı sorunlarında, önerilebilecek etkili bir araçtır. Anahtar Kelimeler: Kaygı, sistematik duyarsızlaştırma, gevşeme egzersizi. ISSN: 2148-4376 40 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 40-48 Gaye Zeynep Çenesiz Kaygı Durumlarında Gevşeme Egzersizi ve Sistematik Duyarsızlaştırma Kullanımı: Bir Vaka Örneği Günlük hayatta herkesin sıklıkla karşılaştığı kaygı duygusu çoğu durumda işlevsel olmasına rağmen, kaygının arttığı, kontrol edilemediği ve kişinin günlük işlevlerinde sorunlar yarattığı durumlarda olumsuz etkilerle karşımıza çıkmaktadır. Bu olumsuz etkiler yaşantıyı güçleştirici bir düzeyde kalabileceği gibi kimi durumlarda daha yoğun işlev kayıplarına neden olmakta ve kaygı bozuklukları olarak nitelendirilen klinik boyutlara dahi ulaşabilmektedir. Bu makalede yaşanılan kaygı durumları ile baş etmek üzere kullanılabilecek etkili tekniklerden biri olan gevşeme egzersizi ve sistematik duyarsızlaştırma ele alınacaktır. Bu tekniklerin kullanımı, herhangi bir kaygı bozukluğu tanısı almamış ancak günlük hayatında kaygının olumsuz etkileriyle karşılaşmakta olan Bayan R. vakası ışığında ele alınacaktır. İlk olarak progresif kas gevşetme egzersizi kullanımı ve kaygı hakkında genel bir bilgi verilecek, ardından Bayan R. ile ilgili genel bilgiler verilecektir. Son olarak, gevşeme egzersizinin uygulama aşamaları açıklanacak ve Bayan R. vakası ile birlikte bu aşamaların nasıl ele alındığı, gevşeme egzersizinin son aşaması olan sistematik duyarsızlaştırma örneği ile birlikte incelenecektir. Kaygı ve Progresif Kas Gevşetme Egzersizlerinin Kullanımı Kaygı “Genellikle kötü bir şey olacakmış düşüncesiyle ortaya çıkan ve sebebi bilinmeyen gerginlik duygusu” olarak tanımlanır (Türk Dil Kurumu, 2009). Yaşanan gerginlik halinin yarattığı bilişsel etkilerin dışında, kişilerin kendilerini gergin hissetmeleri ve buna bağlı olan fizyolojik tepkiler geliştirmeleri de sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Bu fizyolojik semptomlar çarpıntı, hızlı ve yüzeysel solunum, irkilme reaksiyonu, kasılma, yüzde gerginlik ve vücutta katılık hissi olarak örneklendirilebilir (Beck, Emery ve Greenberg, 2006). Kaygı ile ortaya çıkan gerginlik halinin etkilerinin azaltılması için gevşeme egzersizi yüzyıla yakın bir süredir etkili bir araç olarak kullanılmaktadır. Jacobson 1900’lü yılların başlarında Harvard Üniversitesi’nde eğitim aldığı dönemde ani bir ses sonucu ortaya çıkan irkilme davranışının daha az gergin olan deneklerde daha az görüldüğünü gözlemlemiştir. Bu gözlemler ise daha sonraki çalışmalarını şekillendirmiş ve “Progresif Kas Gevşetme Egzersizi”nin oluşmasını sağlamıştır (McGuigan ve Lehrer, 1993). Jacobson’ın 1938’de ortaya attığı bu yöntemin temel varsayımı kişinin bedeninin aynı anda hem gergin hem de gevşemiş olamayacağı yönündedir (Yıldırım, 1991). Bu varsayımla kişilere verilen gevşeme egzersizi eğitiminde bacak, kalça, kol, omuz, boyun ve yüz kaslarının sırasıyla gerilmesi ve gevşetilmesi öğretilir (Bu eğitimin aşamaları hakkında ayrıntılı bilgi ilerleyen bölümlerde verilecektir.). Gevşeme egzersizi genellikle farklı kaygı durumlarında kullanılmaktadır. Yapılan bir çalışmada, üniversite öğrencilerine gevşeme egzersizi eğitimi verildiğinde bu eğitimin verilmediği kontrol grubuna kıyasla genel kaygı düzeylerinde anlamlı düzeyde bir düşüş ve buna bağlı olarak yaşam kalitelerinde anlamlı düzeyde bir artış olduğu gözlenmiştir (Dehghan-nayeri ve Adib-Hajbaghery, 2011). Bunun dışında, yaygın kaygı bozukluğu (YKB) tedavisinde gevşeme egzersizi kullanımının etkileri de ele alınmaktadır. Pluess, Condrad ve Wilhelm (2009) yaptıkları ISSN: 2148-4376 41 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 40-48 Gaye Zeynep Çenesiz alanyazın değerlendirmesi sonucunda, kas gevşetme egzersizlerini YKB hastalarında stres düzeyini azaltarak yoğun kaygı durumlarıyla baş etmelerine katkıda bulunan ve diğer bilişsel tekniklerin kullanılmasını kolaylaştıran bir teknik olarak değerlendirmişlerdir. Ayrıca, 1997-2007 yılları arasında gerçekleştirilen çalışmaları kapsayan bir metaanaliz çalışmasına göre gevşeme egzersizi eğitimi, kaygı semptomlarının tedavisinde kontrol gruplarına kıyasla daha etkili bulunmuştur (Manzoni, Pagnini, Castelnuovo ve Molinari, 2008). Ayrıca, metaanaliz kapsamında ele alınan çalışmalar değerlendirildiğinde, en etkili eğitimlerin daha uzun süreye yayılan ve ev ödevi uygulamalarını da içeren gevşeme egzersizi eğitimleri olduğu görülmüştür. Gevşeme egzersizleri kaygı durumlarındaki kullanımlarına ek olarak, fiziksel problemler yaşayan hastaların strese bağlı ağrı düzeylerini (Özveren, 2011) ve yaşadıkları öfke tepkilerini ve saldırgan davranışlarını (Demir ve Okanlı, 2013) azaltmada da etkili olarak kullanılmaktadır. Bu makalede, progresif kas gevşetme egzersizi uygulaması Bayan R. vakası üzerinden ele alınacaktır. İlk olarak Bayan R. hakkında demografik bilgiler, şikayetlerinin tarihçesi ve gevşeme egzersizi uygulanmasına karar verilmesi süreci ele alınacak, ardından gevşeme egzersizi uygulamasının aşamaları açıklanacaktır. Son olarak Bayan R. ile yapılan gevşeme egzersizi ve sistematik duyarsızlaştırma örneği açıklanacaktır. Bayan R. Vakası: Şikayetleri ve Gevşeme Egzersizi ve Sistematik Duyarsızlaştırma Uygulamasına Karar Verilme Süreci Bayan R. kliniğimize, gireceği yeterlilik sınavı ile ilgili kaygıları olması şikayetiyle başvurmuştur. Bilişsel Davranışçı Yaklaşıma sahip bir uzman psikolog tarafından görüşmelere alınan Bayan R. ile toplamda 35 görüşme gerçekleştirilmiştir. Terapist, terapi süreci boyunca haftalık süpervizyon almıştır. Görüşmelerin başlangıcında Bayan R. hakkında demografik bilgiler ve şikayetleri ile ilgili bilgi alınmıştır. 25 yaşında olan Bayan R. Ankara’da yaşamaktadır. Bekar olan Bayan R.’nin yaklaşık 5 yıldır süren bir ilişkisi vardır ve erkek arkadaşı ile birlikte aynı evi paylaşmaktadır. Çekirdek aile yapısı incelendiğinde orta sosyoekonomik düzeyde bir aileye mensup olduğu öğrenilmiştir. Bayan R’nin kendinden 5 yaş büyük ağabeyi ile anne ve babası başka bir büyükşehirde yaşamaktadırlar. Annesi 50 yaşındadır ve ev hanımıdır, babası ise 60 yaşında ve emekli devlet memurudur. Bayan R. kendisinin kaygılı bir kişiliğe sahip olmasında ev hanımı olan annesinin etkisinin olduğunu düşünmektedir. Annesini “evhamlı biri” olarak nitelendirmektedir ve onunla sık sık telefonda konuştuklarını ancak çok fazla görüşmediklerini belirtmiştir. Mühendis olan ağabeyi ile ilişkilerinin iyi olduğunu belirten Bayan R., onun başarılı biri olduğunu, kendisini her zaman onunla kıyasladığını belirtmiştir. Bu durumu değerlendirirken “Kendimi onun kadar yeterli bulmuyorum. Onun yaptığı işler zeka gerektirir, ancak ben bunları yapamam” ifadesi dikkat çekmiştir. İlk görüşmede aile ile ilgili bilgilerin yanı sıra sınav kaygısının kökenlerinin belirlenmesi amacıyla Bayan R.’den akademik hayatı ile ilgili bilgiler alınmıştır. Okul hayatında genel olarak başarılı olmadığını belirten Bayan R., çoğunlukla zayıf notlar aldığını, ancak değişkenlik gösteren bir başarı eğrisinin olduğunu ifade etmiştir. Liseye başladığında bir kişisel gelişim kitabı okumasının ardından “Beceremeyeceğim” düşüncesinden kurtulduğunu ve sınavlarında başarılı olmaya başladığını belirten Bayan R., lise son sınıfa geldiğinde üniversite sınavı nedeniyle tekrar yoğun kaygılar yaşadığını, bunun sonucunda vücudunda döküntüler oluştuğunu ve sınava girdiği ilk yıl başarılı olamadığını bildirmiştir. Üniversite sınavına mezuniyetinin ardından bir yıl daha hazırlanan Bayan R., bu yılın sonunda ailesi ile birlikte yaşadığı şehirde, Edebiyat Fakültesi’ne bağlı bir bölümü kazanmıştır. Üniversite döneminde “bir yıl iyi, bir yıl kötü” notlar aldığını ISSN: 2148-4376 42 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 40-48 Gaye Zeynep Çenesiz belirten Bayan R., yıl kaybı yaşamadan okulu tamamlamıştır. Ancak, dördüncü yılında iş ve sınav kaygıları nedeniyle başarısız bir yıl geçirdiğini belirtmiştir. Mezuniyetinin ardından aynı bölümde yüksek lisans eğitimine başlayan Bayan R., kabul edilme sürecini “Beni almazlar diye düşünmüştüm, ancak oldu” şeklinde tanımlamıştır. Bütünleşik doktoraya geçiş yapan Bayan R., bir yıl sonra yeterlilik sınavına gireceğini ve yeterlilik sınavı ile ilgili “Başaramayacağım, herkes çok zeki ve çok çalışıyor, ben onlar kadar çalışamıyorum. Zaten Hocalarım da benim beceriksiz olduğumu düşünüyorlar, sınavda başarısız olacağımı da düşünüyorlardır.” şeklinde kaygıları olduğunu dile getirmiştir. Daha önceki psikolojik sıkıntıları ve aldığı tedaviler ele alındığında, üniversite sınavına hazırlandığı dönemde bir kere panik atak benzeri bir durum yaşadığını ve bu dönemde gittiği psikiyatrın “atipik panik atak” tanısı ile ilaç verdiğini belirtmiştir. Şimdi gireceği yeterlilik sınavı ile ilgili kaygılarının başlamasının ardından hemen ilaç almak istemediğini, bu nedenle kliniğimize başvurduğunu ancak eğer kaçınılmaz olursa ilaç kullanmaya da başlayabileceğini belirtmiştir. Yapılan ilk görüşmenin ardından Bayan R. ile birlikte terapi hedefleri ele alınmış ve öncelik sıralaması yapılmıştır. Belirlenen terapi hedefleri şu şekildedir: “Yetersizim” düşüncesinden kurtulmak; yeterlilik sınavı ve tezi ile ilgili engel olarak ortaya çıkan kaygıdan kurtulmak; çevresindeki diğer insanların değerlendirmelerinin ne olacağını ve onların kendi hakkındaki düşüncelerini temel alarak hayatının kontrolünü kaybetmemeyi öğrenmek; var olan “anlamsız” korkularından (asansöre, metroya ve uçağa binememek gibi) kurtulmak. Ayrıca, Bayan R.’nin kaygı düzeyinin belirlenmesi ve duygu durumunun ölçümü için Beck Kaygı Envanteri ve Pozitif Negatif Duygulanım Ölçeği uygulanmıştır. Alınan skorlar, Bayan R.’nin orta düzeyde kaygı yaşadığını ve genel olarak hayattan keyif almadığını göstermekteydi. Bayan R. ile yapılan ikinci görüşme sonucunda herhangi bir bozukluk tanısı alacak düzeyde bir durum saptanmamıştır. Ancak, kaygı semptomlarının Bayan R.’nin yaşamında işlev kaybı yarattığı ve bunun dışında uykuda dişlerini gıcırdatma, stres kaynaklı baş ağrıları, vücudunda genel gerginlik hali ve bunun neden olduğu kas ağrıları gibi fiziksel sıkıntıları yaşamasına neden olduğu görülmüştür. Tüm bu nedenlerle, takip eden seanslarda gevşeme egzersizlerinin Bayan R.’ye öğretilmesi ve sistematik duyarsızlaştırma ile kaygı durumlarının ele alınması öncelikli hedefler olarak belirlenmiştir. Bayan R. ile bir sonraki bölümde ayrıntılı bir şekilde ele alınacak olan gevşeme egzersizi haricinde “Durum-Duygu-Düşünce Formu” ile bilişsel çarpıtmaları ve düşünce hataları ele alınmış; alternatif düşünceler geliştirme, gerçekçi beklentiler oluşturma, problem çözme becerilerinin öğretilmesi ve uygulanması, zaman yönetimi becerileri geliştirilmiştir. Ayrıca ilerleyen seanslarda temel inançlarının oluşmasında etkili olan çocukluk yaşantıları ve Bayan R.nin sağlıklı bir yetişkin olarak şimdiki hayatında nasıl bir tutum geliştirebileceği değerlendirilmiştir. Gevşeme Egzersizi Uygulaması ve Sistematik Duyarsızlaştırma Örneği Bayan R. ile uygulanan gevşeme egzersizi eğitimi 6 basamaktan oluşmuştur. Bu bölümde öncelikli olarak bu 6 aşamalık eğitimi ile ilgili bilgiler verilecek, ardından Bayan R. ile yapılan uygulama anlatılacaktır. Gevşeme eğitiminde her basamak bir seansta verilmektedir (McGuigan ve Lehrer, 1993). Eğer bir basamağın uygulaması hasta için zor gelirse, terapist birden fazla haftayı da aynı basamağın uygulamasına ayırabilir. Basamakların seanslarda uygulanmasında hastaya fizyolojik olarak kaygının yarattığı etkiler ve gevşemenin nasıl yapılacağı gösterilirken, seans içinde hastanın yaşadığı kaygılar bilişsel olarak da ele alınır ve kaygıya neden olan düşünceler, kaygı durumunda hastanın uyguladığı düşünce hataları da değerlendirilir. Gevşeme egzersizine başlamanın öncesinde hastaya ilk olarak diyafram nefesi alıp vermenin nasıl yapıldığı öğretilir. Gevşeme ISSN: 2148-4376 43 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 40-48 Gaye Zeynep Çenesiz uygulaması sırasında diyafram nefesinin kullanılması istenir (Lehrer ve Carr, 2007). Verilen gevşeme eğitiminin aşamaları şu şekildedir: 1. Aşama “Ger-Gevşet”: Bu aşamada hastaya vücudundaki farklı kas gruplarını öncelikli olarak germesi sonrasında da bu kas gruplarını gevşetmesi öğretilir. Seansta bu uygulama yapılırken 20 dk., 10 dk., 5 dk. ve 1 dk.’lık süreler ile kas gruplarının son noktaya dek gerilmesi ardından gevşetilmesi istenir. 2. Aşama “Sadece Gevşet”: Bu aşamada hastaya diyafram nefesi alıp verirken vücudundaki farklı kas gruplarını gevşetmesi öğretilir. Seansta uygulama yapılırken ilk haftadan farklı olarak hastadan öncelikli olarak germe davranışını yapması beklenmez. Doğrudan gevşeme davranışını gerçekleştirmesi beklenir. 3. Aşama “Nefes al komutu ile Gevşe”: Bu aşamada hastaya nefes al komutu ile birlikte vücudunu gevşetmesi öğretilir. Terapist hasta ile önceden kararlaştırarak hastanın imgelem yapmasını da isteyebilir. Bu noktada kişinin kendini huzurlu hissettiği bir yeri düşündüğü imgelemi yapıp yapmaması hastanın tercihine bırakılır. Ancak çoğu kişi uygulama sırasında bir imgelem hayal ederek daha iyi sonuçlar almaktadır. 4. Aşama “Hareket Halinde Gevşe”: Bu aşamada hastaya günlük hareketlerini gerçekleştirirken (örneğin yolda yürümek, oturmak) nefes alıp verirken vücudunu gevşetmesi öğretilir. Bu aşamada kişinin o anda yaptığı iş ile bağlantılı olmayan, kullanmadığı kaslarını nasıl gevşeteceğinin seans sırasında uygulamalı olarak öğretilmesi önem taşımaktadır. 5. Aşama “Her Harekette Gevşe”: Bu aşamada hasta ile gün içinde sık sık gerçekleştirdiği davranışlar belirlenir ve bu davranışlar (örneğin ruj sürmek, ellerini yıkamak gibi) her gerçekleştirildiğinde gevşemesi istenir. 6. Aşama “Kaygı Listesi ve Sistematik Duyarsızlaştırma”: Bu aşamada terapist ve hasta, birlikte hastanın kaygı duyduğu belli bir durum üzerinden bir kaygı listesi oluşturulur. Sonrasında ise seans içinde her hafta bu kaygı hiyerarşisinin bir basamağı seansta imgelem ile canlandırılır ve hastanın kaygı düzeyinin düşmesi sağlanır. İmgelem çalışmasına başlanırken hastaya kaygılandığında bir işaret olarak parmağını kaldırması bilgisi verilmelidir. Eğer hasta kaygılandığında kaygının azalması sağlanamayacak olursa gözünü açması istenip bilişsel olarak hangi faktörlerin etkili olduğu incelenebilir (Tam olarak neden baş edemeyeceğini düşünüyor? Neler yapabilir? Düşünce hatası yapıyor mu? Nasıl baş edebilir?). Gevşeme egzersizi uygulaması seanslarda gerçekleştirilmesinin dışında hastaya ev ödevi olarak da verilir. İlk aşamalarda hasta kendini daha iyi hissediyorsa egzersizi uzanarak da gerçekleştirebilir. Hastadan günde iki kere o hafta seansta uygulanan aşamanın gerçekleştirilmesi istenir. Hasta bir çizelge tutarak egzersiz öncesi ve sonrası gerginlik düzeyini, uygulama sırasındaki izlenimlerini kaydeder. Seanslarda bu çizelgenin üzerinden geçildikten sonra bir sonraki aşamaya geçilir. Kişinin egzersiz sonrasında gerginlik düzeyinin 100 üzerinden 20 – 30 seviyelerine düşmesi normal olarak değerlendirilir. Gevşeme egzersizinin uygulamasındaki en önemli noktalardan biri hastanın aceleci davranmamasını sağlamaktır. Bu nedenle 6. aşamadan önce hastadan gevşeme egzersizini kaygı duyduğu durumlarda yapmaması istenir. Hasta eğer acele edecek ve kaygılandığı durumlarda gevşeme egzersizini yapmayı deneyecek olursa kaygısının azalması için gevşeyerek gerekli süreyi geçiremez sonuç olarak da bu egzersizin işe yaramadığı düşüncesini edinebilir. Bu durum sistematik duyarsızlaştırma için de geçerlidir. Eğer hasta hiyerarşideki basamakları atlayarak kendi kendine uygulama yapmayı denerse olumsuz sonuçlarla karşılaşması olasıdır. Terapist bu bilgileri aklında tutmalı ve hastaya gerekli açıklamaları yaparak onu da bilgilendirmelidir. Hasta, beklemediği bir şekilde kaygılandığı durumlarda kalacak olursa ne yapacağı sorusunu terapiste yöneltebilir. Bu durumda hastaya böyle durumlarda kalacak olursa nefes egzersizini yapması ve dikkatini kendi kaygısından dış uyaranlara yönlendirmesi (durumun doğasına göre çevredeki ISSN: 2148-4376 44 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 40-48 Gaye Zeynep Çenesiz insanları incelemek, ağaçları saymak vb.) önerilebilir. Bayan R. ile gevşeme egzersizi aşama aşama gerçekleştirilmiştir. Bayan R.’nin diyafram nefesini kullanmayı biliyor olması, evde yapması için verilen uygulama ödevlerini eksiksiz gerçekleştirmesi, uygulama aşamalarının her hafta bir aşama şeklinde gerçekleşmesini sağlamıştır. Gevşeme egzersizinin uygulanması sürecinde seanslarda ayrıca Bayan R.’nin aklından geçen otomatik düşünceler de ele alınmış, kaygı duyduğu durumlar ve hangi düşüncelerin baskın bir şekilde ortaya çıktığı belirlenmiştir. 6. aşamaya gelindiğinde, Bayan R. ile belirlenen hedef davranış olan asansöre binememe davranışı ile ilgili kaygı hiyerarşisi oluşturmuştur (bkn.Tablo 1.). Asansöre binememe davranışının sistematik duyarsızlaştırma için hedef davranış olarak belirlenmesi Bayan R. ile yapılan görüşmelerde kararlaştırılmıştır. Bayan R., hayatını olumsuz yönde en çok etkileyen kaygı durumu olarak asansör kullanamamasını göstermiş, benzer kaygı semptomlarının ortaya çıkmasına neden olan uçak veya metro kullanımının hayatındaki sıklığının asansör kullanımına göre daha az olması belirleyici olmuştur. Kaygı hiyerarşisinin oluşturulması sırasında hasta ile ayrıntılı bir şekilde her basamağın üzerinden geçilmeli, eğer hasta ayrıntılı olarak basamakları oluşturamıyor ve sınırlı sayıda durumu örnek gösteriyorsa, hangi etmenlerin hasta için kaygı düzeyinin değişiminde etkili olabileceği değerlendirilmeli ve gerekli örneklendirmeler yapılarak ayrıntılı bir hiyerarşi oluşturulması sağlanmalıdır. Bu noktada yapılan görüşme ışığında, asansörde yalnız olmak/asansörün kalabalık olması; tanıdık olması/olmaması durumlarının Bayan R. için kritik olduğu görülmüştür. Bu durumlar ele alındığında, Bayan R.’nin düşüncesinin, yanında kendine güven veren tanıdıklarının olmasının ya da asansörde başkalarının olmasının asansörün bozulması halinde baş etmeyi kolaylaştırmada ve çözüm bulmada etkili olacağı şeklinde olduğu görülmüştür. Elde edilen bu bilgiler terapinin ilerleyen seanslarında Bayan R.’nin kendisi ile ilgili inanışlarının ele alınması sırasında kullanılmıştır. “Yetişkin Bayan R.” olarak kendi kendine yetebilmesi ve sorunlarına kendi kendine çözüm bulabilmesi konuları çalışılırken bir veri olarak sistematik duyarsızlaştırma sırasında tek başına olmasının kaygısının en yüksek olduğu durum olduğu, ancak bu durum ile baş etmeyi öğrendiği hatırlatılmış, benzer bir şekilde diğer durumlarda da tek başına nasıl baş edebileceği incelenmiştir. Tablo 1. Bayan R. Asansöre Binme Kaygı Hiyerarşisi. 100: Tek başına 90: Kalabalık bir asansör/tanıdık yok/güven veren kimse yok 80: Güven vermeyen yabancı bir kişi var 70: Güven veren yabancı bir kişi var 60:Güven veren yabancı + kalabalık 50: Arkadaş + kalabalık 30: Erkek arkadaşı + kalabalık 20: Erkek arkadaşı 10: 1 arkadaş Kaygı hiyerarşisi ilk basamaktan başlanarak her seansta bir basamak üste çıkılacak şekilde uygulanmıştır. Bayan R.’nin 20 sn. boyunca kendini rahatlamış hissettiği durumda bir sonraki basamağa geçilmiştir. Kaygı hiyerarşisi uygulanırken, Bayan R. ile ayda bir kez olmak üzere ISSN: 2148-4376 45 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 40-48 Gaye Zeynep Çenesiz gevşeme egzersizinin 1. aşaması seansta uygulanmıştır. Böylelikle vücudundaki kas gerginlik ve gevşeklik halinin arasındaki farkı algılamanın Bayan R. için alışkanlık haline gelmesi sağlanmıştır. Ayrıca hafta boyunca Bayan R.’nin gerçek ortamlarda hiyerarşinin gelinen basamağını uygulaması ödevleri de verilmiştir. Sistematik duyarsızlaştırma sırasında Bayan R.’nin “Yetersizim” temel inancına paralel olarak sahip olduğu “Kendi kendime hiçbir şeyin üstesinden gelemem.”, “Başkalarının yardımına muhtacım” gibi düşünceleri de ele alınmıştır. Sonuç Bayan R. ile yapılan gevşeme egzersizi ve sistematik duyarsızlaştırma sonrasında Bayan R.’nin asansöre binmek ile ilgili kaygıları ortadan kalkmıştır. Bayan R., seanslar arasındaki sürelerde verilen ödevleri eksiksiz yerine getirerek bu egzersiz uygulamasını tamamen içselleştirmiştir. Terapi hedefleri belirlenirken kaygı duyduğu tüm davranışları (asansöre binmek, metroya binmek, uçağa binmek) bildiren Bayan R., asansöre binme hiyerarşisi oluşturulurken “Bu bittikten sonra diğer durumlar için de böyle bir hiyerarşi oluştururuz değil mi? O davranışların da üzerinden geçeriz.” şeklinde yorumlarda bulunmuştur. Ancak seanslarda gevşeme egzersizinin öğreniminden sonra, diğer durumlar için kendi kendine genelleme yapmayı başarmış ve seanslarda bu konuların tek tek sistematik duyarsızlaştırma ile ele alınmasına ihtiyaç duymamıştır. Örneğin, ilerleyen seanslarda Bayan R.’nin uçağa binmesini gerektiren bir durum ile karşı karşıya kalmasına rağmen, eğitimin ardından bu durum ile baş edebilmiştir. Sistematik duyarsızlaştırma tamamlandıktan sonra “Yetersizim” düşüncesinin ele alındığı seanslar sırasında uçağa binmesini gerektiren bir durumda Bayan R. ile seansta izleyebileceği stratejiler konuşulmuş, Bayan R. uçağa bindiğinde nefes egzersizi ve gevşeme egzersizi yapabileceğini ve dikkatini dışarıya yoğunlaştırmayı deneyebileceğini söylemiştir. Bir sonraki seansta uçağa binme deneyimi ele alınmış ve Bayan R.’nin baş edebildiğini görmesi ile kazançlarını genellediği görülmüştür. Gözlemlenen bu gelişmeler, özellikle kaygı durumlarında hastalara gevşeme egzersizi öğretmenin önemini ortaya koymaktadır. Bu beceriyi edinmiş olmaları, hastaların terapiye ilişkin somut bir çıktıyı yaşamlarında gözlemlemelerini ve buna bağlı olarak terapi sürecine karşı güvenlerinin artmasını sağlamaktadır. Bunun sonucunda da oluşan bu güven ile terapist ve hasta, hastanın kaygı duymasının altında yatan süreçleri daha kapsamlı bir şekilde ele alabilmektedir. Tüm bu nedenlerle terapistlerin gevşeme egzersizi uygulamayı öğrenmelerinin ve görüşmelerinde etkin bir araç olarak kullanmalarının terapi sürecine katkılı olacağına inanılmaktadır. ISSN: 2148-4376 46 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 40-48 Gaye Zeynep Çenesiz Kaynaklar Beck, A. T., Emery, G., ve Greenberg, R. L. (2006). Anksiyete Bozuklukları ve Fobiler: Bilişsel Bir Bakış Açısı. (çeviren: Veysel Öztürk), Litera Yayıncılık, İstanbul. Dehghan-nayeri, N., ve Adib-Hajbaghery, M. (2011). Effects of progressive relaxation on anxiety and quality of life in female students: a non-randomized controlled trial. Complementary Therapies in Medicine, 19(4), 194-200. Demir, B. ve Okanlı, A. (2013). Hemodiyaliz hastalarında gevşeme egzersizi ve öfke eğitiminin öfke ifadelerine etkisi. Anadolu Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi, 16(4). 227 – 233. Lehrer, P. ve Carr, R. (2007). Bölüm 4: Progresif Relaksasyon. (Ed: W. T. Roth) Anksiyete Terapisi. syf:117 – 152. Prestij Yayınları: İstanbul. Manzoni, G. M., Pagnini, F., Castelnuovo, G., ve Molinari, E. (2008). Relaxation training for anxiety: a ten-years systematic review with meta-analysis. BMC psychiatry, 8(1), 41. McGuigan, F. J., ve Lehrer, P. M. (1993). Progressive relaxation: origins, principles and clinical applications. Özveren, H. (2011). Ağrı kontrolünde farmakolojik olmayan yöntemler. Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Dergisi. 83 – 92. Pluess, M., Condrad, A. ve Wilhelm, F. H. (2009). Muscle tension in generalized anxiety disorder: A critical review of the literature. Journal of Anxiety Disorders. 1 – 11. TDK (2009). Güncel Türkçe Sözcük (10. Basım). Türk Dil Kurumu Yayınları: Ankara. Yıldırım, İ. (1991). Stres ve stresle başa çıkmada gevşeme teknikleri. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi, 6. 175–189. ISSN: 2148-4376 47 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 40-48 Gaye Zeynep Çenesiz Summary: Using Relaxation Training in Anxiety: A Case Example Progressive muscle relaxation training is developed by Jacobson in 1938. In this training, patients are taught to tense and relax their muscles in different areas of the body (e.g. legs, arms, neck, face, etc.) in sequence. In anxiety disorders, physiological symptoms include muscle tension and for decreasing this tension, relaxation training is an effective strategy. In the present article, relaxation training is explained with the case of Miss R. Firstly, general information about Miss R. is given and her symptoms are explained. Secondly, the stages of relaxation training are summarized. Finally, the relaxation training and systematic desensitization procedures applied in the case of Miss R. are explained. All in all, relaxation training is an effective tool in therapy settings especially for anxiety problems. Keywords: Anxiety, systematic dysensitization, relaxation training. ISSN: 2148-4376 48 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 49-56 Beyza Ünal “Ölümle Yaşam Arasında” Filminin İncelenmesi: Kurtarma Fantezisi ve Ahlâki Mazoşizm Beyza Ünal Orta Doğu Teknik Üniversitesi Özet “Ölümle Yaşam Arasında” (The Life of David Gale, Alan Parker, 2003) filmi, ölüm cezası karşıtı bir toplulukta görev alan bir felsefe profesörünün, aynı toplulukta çalıştığı bir kadın arkadaşına tecavüz etmek ve onu öldürmekle suçlanması nedeniyle ölüm cezası almasını ve infazından önce üç gün boyunca bir gazeteciye verdiği röportajla duruma neden olan olayları anlatmasını işlemektedir. Profesörün ve arkadaşının yaptığı seçimlerin temelinde, yaşadıkları bazı haksızlıklar nedeniyle sahip oldukları ve değer verdikleri şeyleri kaybetmeleri sonucu alevlenen kurtarma fantezilerinin ve ahlâki mazoşistik kişilik yapısının yer aldığı ve bunların narsistik ihtiyaçlarla beslendiği dikkat çekmektedir. Profesörün ve arkadaşının, profesörün ölüm cezası almasına neden olacak şekilde kurguladığı senaryo ise, onları içinde bulundukları döngüden kurtarmaktan ziyade, temeldeki özelliklerini destekleyen bir özellik taşımaktadır. Her iki kişi de, içinde bulundukları acıyı kontrol edebilmek ve başkalarıyla da bu yolla iletişim kurabilmek amacıyla bir tekrarlama kompülsiyonu içinde davranmakta ve ölüm cezasının anlamsızlığını göstererek elde etmeyi amaçladıkları hazzı ve mutluluğu elde etmelerine rağmen, kendilerinin bu zevki yaşamalarına engel olarak benzer bir mazoşist döngüyü sürdürmektedirler. Anahtar Kelimeler: Ahlâki mazoşizm, kurtarma fantezisi, narsisizm, tekrarlama kompülsiyonu. ISSN: 2148-4376 49 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 49-56 Beyza Ünal “Ölümle Yaşam Arasında” Filminin İncelenmesi: Kurtarma Fantezisi ve Ahlâki Mazoşizm Yönetmenliğini Alan Parker’ın yaptığı ve başrollerini Kevin Spacey ile Kate Winslet’ın paylaştığı, 2003 yapımı “Ölümle Yaşam Arasında” (The Life of David Gale) filminde, ölüm cezası karşıtı aktivist bir toplulukta görev alan bir felsefe profesörü (David Gale), tecavüz ve cinayet suçlamalarıyla ölüm cezasına mahkûm edilmiştir. Filmde, geri dönüş tekniğinden yararlanılarak, David’in infazından önceki üç gün boyunca bir gazeteciye (Bitsey Bloom) kendi isteğiyle verdiği röportaj üzerinden bu suçlamaların perde arkası gösterilmektedir. David, ölüm cezasına sahip bir yargı sisteminin yanlış işleme ihtimalini ve masum bir insanın ölümüne neden olabileceğini göstermek adına, ölüm cezası karşıtı bir toplulukta görev alan Constance Harraway ile birlikte bir senaryo kurgulamıştır. Bu senaryonun sonucunda, David, Constance’a tecavüz etme ve onu öldürme suçlarından yargılanmış ve dolayısıyla kendi hayatını savunduğu fikirler uğruna feda etmiştir. David, Bitsey’e, röportajın, hayatının nasıl sona erdiği kadar yaptığı seçimlerle de anılması amacıyla yapıldığını söyleyerek, olayların başlangıç noktası olarak gördüğü bir dersinden bahseder. David, bu derste arzunun devam etmesi için, eksikliğin var olması gerektiğini; arzulanan şeye erişildiği an arzunun yok olacağını ve bu nedenle fantezilerin gerçekdışı olması gerektiğini Lacancı bir bakış açısıyla savunmaktadır. Bununla birlikte, hayatın değerinin arzulara ne kadar ulaşıldığıyla değil, diğer insanların yaşamlarına samimiyetle ve özveriyle ne kadar değer verildiğiyle ölçüleceğini ifade etmektedir. Ancak, David bu fakirleri savunmasına rağmen, eşi tarafından aldatıldığını düşündüğünü söylediği bir partide, dersinde zorluk yaşayan ve okuldan atıldığını öğrendiği bir öğrencisiyle cinsel birliktelik yaşar ve arzusunun peşinden gider. Ertesi gün, tam da ifade ettiği gibi, arzusuna ulaşmasının kendisini mutlu etmediğini fark eder. Bu nedenle, aynı gün valiyle birlikte katıldığı ölüm cezasının tartışıldığı bir programda, Constance’ın uyarılarına rağmen öfkesine hâkim olamayarak, konuyu ölüm cezası almış masum bir kişiyi göstermesinin isteneceği bir noktaya getirir ve tartışmanın kendi aleyhine dönmesine neden olur. Birlikte çalıştığı arkadaşı Constance, David’in tartışmayı bu noktaya getirmesinin birlikte çalıştıkları topluluğa zarar verdiğini öfkeyle ifade eder. David, bu olayın hemen arkasından bir gece önce cinsel birliktelik yaşadığı öğrencisinin kendisine yönelik suç duyurusunda bulunduğunu öğrenir ve gözaltına alınır. Bu haksız tecavüz suçlaması, ailesini, evini ve işini kaybetmesine, topluluktaki saygınlığının azalmasına ve topluluktan dışlanmasına neden olur. Bu süreçte, farklı üniversitelerde iş aramaya başlar. Aldığı olumsuz sonuçlar ise, gittikçe daha fazla alkol kullanmasına ve durumun daha da kötüleşmesine neden olur. Bir süre sonra, bir şeyleri düzeltebilmek adına, alkol bağımlılığına yönelik bir grup terapisine katılır. Öte yandan, David, hayatındaki tek dostu olarak gördüğü Constance’ın lösemi hastalığının son evresinde olduğunu öğrenir. Constance, bir infaza daha engel olamamanın üzüntüsü içinde olduğu bir gece, David’e hayatına dair pişmanlıklarından birinin az sayıda seks yapması olduğunu söyler. O gece David ve Constance birlikte olurlar. Ertesi gün Constance kendi evinde başına bir poşet geçirilmiş, elleri arkadan kelepçelenmiş ve anahtar kendisine yutturulmuş halde, üzerinde David’e ait spermle çırılçıplak yere yatmış ve ölü bir şekilde bulunur; dahası Constance’a dönük bir kamera, olayın kayda alınmış olduğunu göstermektedir. David, Bitsey’e bütün bu olanların kendisine hazırlanmış bir tuzak olduğunu ve Constance’a çok yakın bir erkeğin (Dusty Wright) ISSN: 2148-4376 50 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 49-56 Beyza Ünal kendisini kıskandığı için böyle bir suçu üzerine attığını anlatır. David’in infazının hemen öncesinde Bitsey bu bilgiyi doğrulayan ve Dusty’nin olay yerinde olduğunu gösteren bir kaset bulur; ancak kaseti gerekli yere yetiştiremediği için infaza engel olamaz. Yine de David’in masum olduğu ve sistemin yanlış işleme ve masumları cezalandırma olasılığının bulunduğu kamuoyuna duyurulur. Oysa bir süre sonra, Bitsey’e gönderilen bir başka kaset, Constance’ın öldürülmediğini ama intihar ettiğini ve Dusty’nin ve David’in yalnızca arkadaşlarının intiharını izlediğini; dolayısıyla David’in kendisine yapılacak suçlamaların ve verilecek cezanın bilincinde olduğunu göstermektedir. Bu yolla David, kendi hayatını sonlandırmayı göze alarak, ölüm cezasının kaldırılmasını sağlamak ve başka insanların hayatlarına verdiği değeri göstermek istemiştir. David’in, Bitsey’le yaptığı röportajın amacıyla ilgili belirttiklerine paralel olarak, ölüm cezasını almaya yönelik yaptığı seçimler kurtarma fantezisi [rescue fantasy] ve ahlâki mazoşizm [moral masochism] çerçevesinde ele alınacaktır. Freud (1910; akt. Esman, 1987), “kurtarma fantezisi” terimini ilk olarak, erkeğin, bilinçdışında kadını ahlaksızlıktan kurtarmasıyla açıklamış ve bunun, başka bir erkeğe cinsel olarak bağlı annenin kurtarılmasını temsil ettiğini belirtmiştir. Bu sayede, kurtarma fantezileri, simgesel düzeyde, ödipal babaya karşı çıkarak onunla ödeşmeyi ve annenin sevgisinin elde edilmesini sağlamaktadır. Bu açıklamayı izleyen tartışmalarda ise, kurtarma fantezisinin, hâlihazırda var olan öldürme isteğinin neden olduğu suçluluk ile ortaya çıkan karşıt tepki oluşturma savunması ile alakalı olabileceği ve aynı zamanda bir yapıp bozma işlevi görebileceği üzerinde durulmuş (Gillman, 1992) ve ölümsüzlük tasarımlarıyla alakalı çözülmemiş çocuksu tümgüçlü bir bileşen içerdiği ve narsistik onarımı sağlamak adına ortaya çıkabileceği belirtilmiştir. Bu tür fantezilerde, bireyler kendilerini hem etken bir şekilde kurtaran hem de edilgen bir şekilde kurtarılan olarak konumlandırabilir ve hayatlarını bu şekilde yönlendirebilirler. Bu durum özellikle terapötik ilişkide hem terapist hem de hasta tarafından deneyimlenebilmekte; terapist danışanına yardım ederken, kendi yaralarının da iyileşmesini, hasta ise kurtarıldıktan sonra güçsüz veya çaresiz algılayabildiği terapistini kurtarmayı arzulamaktadır (Sabbadini, 2003). Kurtarma fantezisiyle ilgili bilgiler göz önünde bulundurulduğunda, “Ölümle Yaşam Arasında”nın, birçok açıdan bu konunun işlendiği bir film olduğu görülmektedir. Örneğin, David ve Constance, üst düzey görevlilerinden oldukları topluluklarında, ölüm cezası almış ve infaz edilmeyi bekleyen mahkûmların hayatlarını kurtarmayla ilgili yoğun bir şekilde uğraş vermektedirler. Ancak, ölüm cezası almış mahkûmların fotoğraflarının asılı olduğu ve infazı durdurulamayan her mahkûmun üzerine çarpı işareti atılan duvardan, kurtarabilmeyi başardıkları bir mahkûmun bulunmadığı; valiyle yapılan tartışma programından ise hükümetin bu konuya olumsuz yaklaştığı ve ölüm cezalarıyla ilgili bir değişikliğe gitmeyeceği anlaşılmaktadır. David ve Constance’ın her kurtarma girişimi başarısızlıkla sonuçlanmakta ve her defasında yasa karşısındaki güçsüzlükleri kendilerine hatırlatılmaktadır. Dolayısıyla, her ikisi de ödipal babayı alt edememiş ve onunla ödeşememişlerdir. Öte yandan, valiyle yapılan tartışma programında David’in öfkesini kontrol edemeyerek konuyu kendi aleyhine döndürmesi, özyıkıcı davranışların kurtarma motifiyle birlikte var olabileceğini düşündürmektedir. Bu durum, David’in kurtarma fantezisini gerçekleştirmek üzereyken, birincil süreçlerin işlemesiyle birlikte ‘haz ilkesi’ne göre hareket etmeye başlaması ve hazzı ertelemekte zorlanmasıyla açıklanabilir. Bir diğer psikanalitik açıklama ise, kurtarma fantezisinde görülen bu tarz bir özyıkıcı davranışın, yasaya ve yasayı temsil edenlere karşı çıkmaktan temellenen bilinçdışı suçluluk duygularıyla ortaya çıkabileceğine odaklanmaktadır (Sabbadini, 2003). Sonuç olarak, süperego faaliyetleri, kurtarma fantezisinin gerçekleşmesine izin vermeyerek, David’in tümgüçlülük ihtiyaçlarının karşılanmasına engel olmuş ve onun narsistik bir kırılma yaşamasına neden olmuştur. Tartışma programının hemen arkasından gelen okuldan atılan öğrenciye tecavüz suçlaması ise, hayatında değer verdiği ve değer ISSN: 2148-4376 51 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 49-56 Beyza Ünal gördüğü her şeyi kaybetmesine neden olur; bu durum adeta David’in yaşadığı içsel kırılmanın görsel bir temsilidir. David, kendini ancak löseminin son evresinde bulunması nedeniyle benzer bir kırılma yaşayan Constance’ın yanında huzurlu ve güvende hissetmektedir. Tamamıyla özyıkıcı özellikler içeren sonuncu kurtarma fantezisi ise, Constance’ın bu kırılmayla birlikte intihar etmeye karar vermesi üzerine kurulmuştur. Constance’ın intiharı, kendisini acı içinde ve çaresiz bir durumda bırakacak şekilde planlanmış; içgüdüsel olarak kendisini kurtarması bile engellenmiştir. Constance, kendi başına taktığı poşeti bantlar, ellerini arkadan kelepçeler ve anahtarı yutarken, tek kurtuluşunun olayı izleyen Dusty ve David’in poşeti yırtmasıyla olabileceğinin farkındadır; bu sefer, kurtarma fantezisinin edilgen tarafında kurtarılmayı arzulayan kişi olarak bulunacaktır. Öte yandan, başkası tarafından kurtarılmadığı takdirde, acı ve çaresizlik içindeki ölümü, David’in suçlanmasına neden olacak ve ölüm cezasının masum kişilere de verilebileceğinin kanıtını oluşturarak çektiği acıyı haklı çıkaracak bir amacı gerçekleştirecektir. Bu senaryo içerisinde, David de benzer bir rol üstlenerek, infazının sonrasına kadar bu gerçeği saklayacak ve her şeyin infazından sonra açıklanmasını sağlayacaktır. Ahlâki mazoşizm, Freud (1924; akt. McWilliams, 2010) tarafından, cinsel mazoşizm ile bir amaç uğruna yaşanan acı çekme örüntüsünü ayrıştırmak amacıyla ortaya atılmış; kendine zarar veren ve kendini değersizleştiren tutumları bulunan ve diğer kişilere kendi çektikleri acılar yoluyla acı vermeye yönelik arzular taşıyan ve bu örüntüde davranan kişilerin mazoşistik kişilik özellikleri taşıdıkları ifade edilmiştir (Reich, 1933). Freud (1920; akt. Cooper, 1988), aşağılanma ve acı çekme arayışı üzerine bir kişilik oluşturan mazoşistik kişilerde var olan bilinçdışı suçluluk duygularının, katı bir süperego faaliyetiyle birlikte, cezalandırılmaya yönelik bir ihtiyaç ortaya çıkardığını ve bu kişiler için acı çekmenin bir zevk olmaktan ziyade, zevk için bir koşul haline geldiğini belirtmiştir. Ayrıca, bu kişilerin içinde bulundukları acı verici duruma, gelecekte yaşanacak daha fazla bir iyilik hâlinin umuduyla katlandıkları vurgulanmıştır. Bir diğer deyişle, mazoşistik ya da kendi aleyhine işleyen kişilikler, içinde bulundukları acının, çektikleri acıyı haklı çıkaracak bir amacı gerçekleştirdiğine ya da kendilerini çok daha fazla acı verici diğer ihtimallerden uzak tuttuğuna inanırlar. Bu sayede, acı verici bir durumu hâkimiyetleri altına almaya ve yaşadıkları acının yerini ve zamanını kendileri seçmeye çalışırlar. Bu nedenle, kendilerini acı içinde bırakacak yeni durumlar yaratma ihtiyacı duyabilir ve bir tekrarlama kompülsiyonu [repetition compulsion] içinde bulunabilirler (McWilliams, 2010; Kernberg, 2009). Filmde, David’in tecavüz suçlamasıyla her şeyini kaybetmesinin sonucu yaşadığı kırılmanın, alkolü kötüye kullanmaya başlamasına neden olduğu görülmektedir. Bir gece, yüksek dozda alkol almış bir şekilde sokakta gezerken, yüksek bir sesle Sokrates’in ölüm cezasına çarptırıldığından ve kendi cezasını seçme hakkı tanındığında ise, yargıçları öfkelendirecek bir miktarı önererek kendisinin ölümünü istemelerine neden olduğundan bahsetmektedir. David, bu monolog esnasında, üstüne basa basa Sokrates’in kendi ölümüne neden olmasını anlamsız bulduğunu ifade etmektedir. Oysa David ve Constance, yaşadıklarının sonunda, acı çekmenin ve ölmenin kendilerinden daha büyük bir amacı gerçekleştireceğine ve onları, sağlığın ya da saygınlığın kaybı nedeniyle yaşayacakları acıdan uzaklaştıracağına inanırlar. Bu, aynı zamanda, her şey açıklandığında David’in adının temize çıkmasını sağlayacak bir plandır; ancak David, hem birlikte olduğu öğrencisi tarafından kendisine gönderilen özür içerikli kartpostalı hem de masumiyetini kanıtlayan kaseti ölümünden sonra ortaya çıkacak şekilde ayarlamıştır. Bu durum, David’in içinde bulunduğu acı verici durumları değiştirmeye yönelik fırsatları olmasına rağmen, onları değerlendirme ihtiyacı içinde bulunmadığını göstermektedir. Bu nedenle, haksızlık ve acı içinde bulunacağı bir ortamın yaratılmasında kendisinin de pay sahibi olduğu ve önceden ayarlamış olduğu acı sonuyla, başkalarına kendi ölümünün haksızlığını göstererek, onlara acı vermeye yönelik arzusunu gerçekleştirdiği düşünülmektedir. David ve Constance, bu sayede ISSN: 2148-4376 52 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 49-56 Beyza Ünal ahlâki bir zafer elde etmiş, yaşamları boyunca başarıya ulaşamadan göstermeye çalıştıkları yargı sisteminin açığını kendi ölümleriyle gösterebilmiş; ancak, seçtikleri yolla birlikte bunun vereceği gururu yaşamaktan kendilerini alıkoymuşlardır. Mazoşizmin bağlı olduğu ego savunmaları incelendiğinde, mazoşizmin ölüm içgüdüsünün bir bileşeni olduğu ve sadistik ya da saldırgan güdülerin içe döndüğü; tekrarlama kompülsiyonunın da eyleme-koyma savunması sonucunda ortaya çıkabileceği açıklanmaktadır (Freud, 1920; akt. Cooper, 1988). Benzer örüntülere sahip kişilerde sıklıkla karşılaşılan diğer savunmalar ise inkâr, içe-atma, ilkel idealizasyon ve özellikle ahlâki mazoşistlerin başvurduğu, ahlâksallaştırmadır. Bu sayede kişiler, acı çektiklerinin ve suiistimal edildiklerinin farkında olmalarına rağmen yaşadıkları rahatsızlık duygusunu inkâr edebilir, kendisini aşağılayan ve değersizleştiren diğerleriyle özdeşleşebilir, bağlandıkları kişilerin tümgüçlü olduklarını algılayabilir ve bu nedenle, onlarla iç içe geçme eğiliminde olabilirler (McWilliams, 2010). Öte yandan, ilkel idealizasyon beraberinde değersizleştirmeyi getirir ve kişilerin hayal kırıklığı yaşama olasılığı artar. Bu durum Cooper (1988)’ın, mazoşizm ve narsisizmin gelişim ve klinik görünüm açısından iç içe oldukları ve tek başlarına gözükmedikleri vurgusuyla paralellik göstermektedir. Özellikle ahlâki mazoşistik kişilik yapısı gösteren kişiler, ilişkide olduğu diğer kişilerle ilgilenmekten ziyade, kendilerinin ezici durumlar karşısındaki haklılık ve çaresizliklerini öne çıkarır ve bunlara karşılık olarak, karşılanması güç isteklerde bulunurlar. Bu “haksızlık toplama” [injustice collecting] örüntüsüyle birlikte, ilişkide olduğu kişilerde büyüklenmeci ve öfkeli bir tutumlarının olduğu izlenimi bırakırlar. Bu izlenim, narsistik bir şekilde özsaygılarını desteklemelerine neden olur ve narsistik-mazoşistik kişilik yapısının temelini oluşturur (Schafer, 1984; Cooper, 1988). Bu yapıya sahip hastalar, terapi sürecinde, ödipal dönem öncesi anneyle yaşantıların aktarımı sonucu, terapisti kendilerinkinden farklı düşünce, duygu veya davranışa sahip olmayan bir uzantı gibi görme eğiliminde olurlar. Böylece, terapist tümgüçlü ve tamamen verici bir “ideal anne” olarak algılanır ve terapistin gösterdiği kabulle birlikte, hastalar, sonunda “gerçek sevgi”yi bulduğuna inanırlar. Ancak, kendileriyle terapist arasındaki farklılıkların varlığını algıladıklarında, çok büyük bir hayal kırıklığıyla, onu yine tümgüçlü fakat zalim bir anne olarak görmeye başlarlar (Durkin, 1957). Kendi ihtiyaçları ve isteklerinin, karşıdaki kişi tarafından (anne/terapist/diğer yakınlar) kasıtlı olarak karşılanmadığına dair ortaya çıkan bu aktarımın, narsistik-mazoşistik döngünün devamını sağladığı düşünülmektedir. Bu durumda, mazoşizm bir amaç olmaktan ziyade, öfkenin ve narsistik ihtiyaçların korunduğu ve devam ettirildiği bir döngünün aracı haline gelir. Asıl amaç ise, ancak mazoşizmle elde edilen bilinçdışı kazançların incelenmesi sayesinde anlaşılabilir (Brown ve Nyswander, 2010). Ahlâken yapmak zorunda hissettiği şeyler için yollar bulmalarını sağlayan ahlâksallaştırma savunmasını sıklıkla kullanan ahlâki mazoşistik kişilik yapısına sahip kişiler, herhangi bir durumda başkalarının suçlu olduğunu göstermeyle ve ahlâki bir zafer kazanmayla o kadar ilgili olabilirler ki, adaletsizlikleri ortadan kaldırmak yerine, yeni adaletsizlikler yaratmayı ve onları sürdürmeyi tercih edebilirler. Dolayısıyla, mazoşistik kişiler, kendilerinin çaresizliğini dinleyecek ve onlara yalnızca acı çektikleri için ilgi göstereceklerine inandıkları kişiler arayabilir ve onları kurtarılmaları gerektiğine ve kurtarılmayı hak ettiklerine inandırmaya çalışabilirler. Bu durumda, ilişki, ilişkinin bulunduğu noktaya bağlı olarak değişkenlik göstermekle birlikte, mazoşistik kişiyle aşırı şekilde ilgilenme (karşı-mazoşizm) veya reddedici ve cezalandırıcı bir tutumda olma (sadizm) şeklinde; çoğu zaman ise her ikisinin de yaşandığı bir şekilde devam eder (McWilliams, 2010). David, bir haksızlığa uğrayıp her şeyini kaybettikten sonra, bu haksızlığı ortaya çıkararak yaşadığı adaletsiz durumu çözmekten ziyade, içinde bulunduğu haksız durumu devam ettirerek, sahip olduğu hayatını geri almak için başka üniversitelerde işe girmeye çalışmıştır. Ancak, bu, mazoşistik kişilik yapısında sıklıkla görülen karşılanması güç isteklerde bulunma ve sonucunda ISSN: 2148-4376 53 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 49-56 Beyza Ünal yaşanan haksızlık toplama örüntüsünü düşündüren bir davranış olmakla birlikte, David’in, içinde bulunduğu acı verici durumu pekiştirme yoluyla kontrol altına almaya çalıştığı ve bir tekrarlama kompülsiyonu içinde olduğu şeklinde yorumlanabilir. İş arama süreciyle birlikte, alkol bağımlılığı tedavisi için grup terapisine başlaması da David’in acı çektiği için ilgilenildiği bir çevre bulma ve onlara kendisinin kurtarılması gereken biri olduğunu inandırma çabalarını göstermektedir. Bütün bunlar, aynı zamanda özsaygısını oldukça zedeleyici deneyimler olmakta ve bununla baş edebilmek adına narsistik bir ihtiyaçla, kendisine evini açan Constance ile birlikte tamamen özyıkıcı bir senaryoyu işletme kararı almalarıyla sonuçlanmaktadır. Bu kararın alınmasında, mazoşistik kişilerle olan iletişimde oluşan karşı-mazoşizmin ve sadizmin etkili olmuş olabileceği düşünülmektedir. Hem David hem Constance, yargı sisteminin yanlışlığını göstermenin yanında, kendilerinin ve birbirlerinin çektiği acıları sonlandırmak adına kendi hayatlarından vazgeçme ve diğerinin ölümüne engel olmamayı seçmişlerdir. Bu sayede, içinde bulundukları sistemin zalimliğinden dolayı yaşadıkları mağduriyeti, sisteme karşı hissettikleri öfkeyi korumak ve devam ettirmek ve sistemdeki kişilerde aynı çaresizliği ve öfkeyi oluşturmak amacıyla kullanmışlardır. Bu seçim, David’in kurtarma fantezileriyle birlikte ele alındığında, yasaya ve yasa koyuculara karşı bir hamle yapmayı ve bu nedenle yaşayacağı suçluluktan kaçabilmeyi başardığını ve arzuladığı şeye sahip olduğunda değerinin düşmeyeceğinden emin olabildiğini çünkü kendisinin o arzuya ulaştığını görmesini kendi elleriyle engellediğini göstermektedir. Sonuç olarak, “Ölümle Yaşam Arasında” filminin incelenmesinde, kurtarma fantezisi ve ahlâki mazoşizm ele alınmış; bu iki kavramın narsisizmle ve narsistik ihtiyaçlarla ilişkisi incelenmiştir. Filmde, karakterlerin bu kişilik özelliklerinin gelişiminin dinamik kökenlerine dair herhangi bir bilgi bulunmadığından, bu kökenlere yönelik yorumların incelemenin kapsamının dışında kalacağı düşünülmüş ve bunlara değinilmemiştir. Ancak, David ve Constance’ın farklı nedenlerle benzer psikolojik süreçlerden geçtiği ve birbirlerini tamamlayan bir kararla, hem kendi kurtarma fantezilerini hem de mazoşistik döngülerini destekleyecek bir şekilde davrandıkları, amaçladıkları etkiyi yaratarak ihtiyaç duydukları hazza ve mutluluğa ulaşabildikleri ancak kendi ölümleriyle birlikte, bunu yaşamalarının önüne geçtikleri ve başkalarına bu sayede acı yaşattıkları dikkat çekmiş ve David’in ölüm cezasını almasına yönelik yaptıkları seçimler söz konusu çerçevede incelenmiştir. ISSN: 2148-4376 54 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 49-56 Beyza Ünal Kaynaklar Brown, S. ve Nyswander, M. (1956). The treatment of masochistic adults. American Journal of Orthopsychiatry, 26(2), 351-364. Cooper, A. M. (1988). The narcissistic-masochistic character. In R. A. Glick & D. I. Meyers (Eds.), Masochism: Current psychoanalytic perspectives (pp. 117-138). Hillsdale, NJ: The Analytic Press. Durkin, H. E. (1957). Some techniques for the clinical management of masochism. American Journal of Orthopsychiatry, 27(1), 185-199. Esman, A. H. (1987). Rescue fantasies. Psychoanalytic Quarterly, 56, 267-270. Gillman, R. D. (1992). Rescue fantasies and the secret benefactor. Psychoanalytic Study of the Child, 47, 279-298. Kernberg, O. (2009). The concept of the death drive: A clinical perspective. International Journal of Psychoanalysis, 90, 1009-1023. McWilliams, N. (2010). Psikanalitik tanı: Klinik süreç içinde kişilik yapısını anlamak (2.Basım). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Parker, A. (2003). Ölümle yaşam arasında (The life of David Gale) [Film]. ABD: Universal Pictures. Sabbadini, A. (2003). ‘Not something destroyed but something that is still alive’: Amores Perros at the intersection of rescue fantasies. International Journal of Psychoanalysis, 84, 755-764. Schafer, R. (1984). The pursuit of failure and the idealization of unhappiness. American Psychologist, 39(4), 398-405. ISSN: 2148-4376 55 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(1), 49-56 Beyza Ünal Summary: The Analysis of ‘the Life of David Gale’: Rescue Fantasies and Moral Masochism The movie “The Life of David Gale” was directed by Alan Parker in 2003. David Gale, the Head of Philosophy Department of the University of Texas and a capital punishment abolitionist, is convicted of murder and rape to his friend, Constance Harraway who is a leader of an organization against the death penalty, and is sentenced to death. Three days before his execution, he requests and conducts an interview with a journalist, Bitsey Bloom, to explain the background of his penalty. However, after the execution was performed, it turns out that Constance committed suicide and the scene was set up in order to demonstrate that death sentences might be unjustly carried out. According to the flashbacks, it is observed that David and Constance have strong ‘rescue fantasies’ but fail to prevent the execution of several convicts. These fantasies can be regarded as their opposition to the law (and Oedipal father) and include anger as well as guilt, both of which result in self-destructive behaviors and narcissistic breakdown, necessitating a bigger rescuing act. However, their biggest rescue plan involves moral masochistic characteristics because they believe that their suffering will result in a superior goodness, whereas engaging in repetition compulsive behaviors and unconsciously delivering their anger by inducing pain onto others through their death. In the current movie analysis, David and Constance’s choice about sacrificing their lives for an ideal is discussed in the light of the related literature on rescue fantasies and moral masochism. Keywords: Moral masochism, rescue fantasy, narcicism, repetition compulsion. ISSN: 2148-4376 56
Benzer belgeler
Makaleyi indir - Prof. Dr. Nebi Sümer
bunların yararsız olduğunu belirtmiş ve terapiyi sonlandırmayı düşünmüştür.
Bağlanma
Bağlanma kuramı ilk olarak Bowlby (2012) tarafından öne sürülmüş, sonrasında deneysel
çalışmalarla Ainsworth (19...