tıklayınız. - 4. Ulusal Minimal İnvaziv Üroloji Cerrahi Kongresi
Transkript
tıklayınız. - 4. Ulusal Minimal İnvaziv Üroloji Cerrahi Kongresi
BİLİMSEL PROGRAM VİDEO BİLDİRİ ÖZETLERİ VS-01 ROBOTİK ÜRETERAL REKONSTRÜKSİYON DENEYİMİMİZ Ömer Burak Argun1, İlter Tüfek1, Mehmet Selçuk Keskin1, Ahmet Şahin1, Ali Rıza Kural1 1 Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Giriş: Robotik üreteral rekonstrüktif girişimler son yıllarda artarak uygulanmaktadır. Bu videoda 3 hastada uyguladığımız robotik üreteral rekonstrüktif operasyon yöntemi (2 üreteroneosistostomi ve 1 üreteroüreterostomi) sunulmaktadır. Materyal ve Metod: İlk hasta robotik histerektomi sırasında distal üreteral termal hasar oluşan 48 yaşında bayan hastadır. Bu hastada ekstravezikal Lich-Gregoir yöntemi kullanılarak psoas hitch ve üreteroneosistostomi uygulanmıştır. İkinci olgu 74 yaşında ve mesane tümörü rezeksiyonu sonrasında distal üreteral darlık oluşan erkek hastadır. Bu hastada retrograd üreteral kateterizasyon girişiminin başarısız olması nedeniyle robotik üreteroneosistostomi uygulanmıştır. Son olgu 70 yaşında açık histerektomi sırasında üreter obstrüksiyonu gelişen bayan hastadır. Perkütan nefrostomi işleminden 3 hafta sonra robotik eksplorasyon uygulanmıştır. Üreter izole edildikten sonra iliak bifurkasyon seviyesinde obstrüksiyona neden olan metalik klip görülmüştür. Klip çıkarıldıktan sonra obstrükte olan üreter segmenti rezeke edilerek robotik üreteroüreterostomi uygulanmıştır. Bütün hastalara operasyoın sırasında JJ ureteral stent konmuş ve JJ stent 4 hafta sonra çıkarılmıştır. Bulgular: Tüm hastalarda postoperatif dönem olağan seyretmiştir. Hiçbir hastada kan transfüzyonu yapılmamıştır. İntravenöz pyelogram ve diüretik renogramlarda hiçbir hastada obstrüksiyon bulgusuna rastlanmamış ve renal ünitelerin iyi fonksiyone ettiği izlenmiştir. Sonuç: Robotik üreteral rekonstrüksiyon güvenilir ve etkili bir yöntemdir. Robotik sistemin üç boyutlu görüntüsü ve robotik enstrümanların hareket kabiliyeti cerrahi işlemi kolaylaştırmaktadır. Anahtar Kelimeler : robotik, rekonstriksiyon, üreter VS-02 ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK BASİT PROSTATEKTOMİ Tolga Muharrem Okutucu1, Cemil Uygur1 1 Özel Anadolu Sağlık Merkezi ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK BASİT PROSTATEKTOMİ Benign prostatik obstrüksiyona (BPO) ikincil orta-ileri dereceli alt üriner sistem semptomları (AÜSS) olan ve prostat hacmi 80 ml’nin üzerinde ölçülen hastalarda açık prostatektomi halen ilk tedavi seçeneği olarak önerilmektedir. Bununla birlikte açık prostatektomi BPO tedavisindeki en invaziv yöntemdir ve önemli oranda morbiditeye neden olmaktadır. (1) Teknik gelişmeler ışığında morbiditeyi azaltmak amacıyla minimal invaziv basit prostatektomi yöntemleri tanımlanmıştır. (Laparoskopik basit prostatektomi, Robot yardımlı laparoskopik basit prostatektomi) Robot yardımlı basit prostatektomi ilk kez 2008’de Sotelo ve arkadaşları tarafından bildirilmiştir. (2) Minimal invaziv basit prostatektomi 80 ml’nin üzerindeki prostatlarda uygulanabilir görünen bir cerrahi yöntem olarak 2015 EAU BPO kılavuzlarında yer bulmuştur. (1) Biz bu video sunumda benign prostatik obstrüksiyona bağlı şiddetli AÜSS'si olan, 2 kez akut üriner retansiyon ve bir kez post renal akut böbrek yetmezliği öyküsü bulunan, prostat hacmi 127cc ölçülen 74 yaşında erkek hastada uyguladığımız robot yardımlı trans vezikal prostatektomi operasyonunu paylaşıyoruz. 1. Gravas S, Bach T, Bachmann A, Drake M et al. EAU 2015 Guidelines on the Management of NonNeurogenic Male LUTS, incl. Benign Prostatic Obstruction 2. Sotelo R, et al. Robotic simple prostatectomy. J Urol, 2008. 179(2): p. 513-5. Anahtar Kelimeler : Benign Prostatik Obstrüksiyon (BOP), Robot Yardımlı Basit Prostatektomi, Robot Yardımlı Laparoskopik Prostat Enükleasyonu VS-03 ROBOT YARDIMLI BÖBREK TRANSPLANTASYONU Volkan Tuğcu1, Selçuk Şahin1, Abdullah Hızır Yavuzsan1, Serdar Karadağ1, Ahmet Faysal Güler1 1 Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, İstanbul Amaç: Böbrek transplantasyonu son dönem böbrek yetmezlikli hastalar için en iyi tedavidir. Açık cerrahi halen altın standart olarak yerini korusa da, böbrek transplantasyonu operasyonunda son dönemde minimal invaziv cerrahinin gittikçe önem kazandığını ve geliştiğini bildiren yayınlar çıkmaya başlamıştır. Biz de bu videomuzda kliniğimizde yapılan robot yardımlı böbrek transplantasyonu (RBT) operasyonunu sunmaktayız. Materyal Metod: 43 yaşında, son dönem böbrek yetmezliği tanısı ile 2 aydır hemodiyaliz tedavisi alan hastaya canlı donörden alınan sol böbrek transplante edildi. Cerrahi da Vinci-Xi robotik sistem kullanılarak gerçekleştirildi. Grefti intraabdominal alana yerleştirebilmek ve greft fonksiyonunu koruyabilme amaçlı buz yerleştirebilmek için periumblikal alana yapılan 4 cm lik bir insizyondan bir adet GelPOINT port koyuldu. Vasküler diseksiyon ve anastomoz, ve üreterovezikal anastomoz tamamıyla robotik sistem ile gerçekleştirildi. Bulgular: Operasyon zamanı (insizyondan kapamaya) 240 dakika idi. Total kan kaybı yaklaşık 170 cc izlendi. Herhangi bir perioperatif veya postoperatif komplikasyon izlenmedi. Üretral kateter ve 2 dren postoperatif 3. günde alındı. Hasta postoperatif 5. günde taburcu edildi. Sonuç: Robotik sistem, büyütülmüş üç boyutlu görüntüsü ve hareket kabiliyetleri gibi eşsiz özellikleri sayesinde damar anastomozu gibi hassas anastomozları daha kolay hale getirmiştir. RBT, açık cerrahisiyle kıyaslandığında daha az postoperatif ağrı, analjezik ihtiyacı, daha iyi kozmetik görünüm ve daha az komplikasyon oranları gibi avantajlara sahiptir. RBT, açık böbrek transplantasyonuna alternatif olan güvenli ve uygulanabilir bir cerrahidir. Anahtar Kelimeler : robotik cerrahi, böbrek transplantasyonu, minimal invaziv cerrahi VS-04 ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK OGMENTASYON İLEOSİSTOPLASTİ Yusuf Kibar1, Hüseyin Tomruk1, Sercan Yılmaz1, Engin Kaya1 1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara Amaç : Nörojen mesanede yapılan cerrahinin asıl amacı üst üriner sistemi korumak olmakla birlikte, kontinansın sağlanması ve rekürren idrar yolu enfeksiyonlarının önüne geçilmesi de tedavinin diğer amaçlarıdır. Yapılan cerrahinin uzun bir rekonstruktif cerrahi olması nedeni ile post-operatif komplikasyon riski yüksektir. Robot yardımlı laparoskopik cerrahi teknikler morbiditeleri azaltması bakımından önem arz etmektedir. Nörojen mesane tanılı 11 yaşındaki erkek hastada robot yardımlı laparoskopik ogmentasyon ileosistoplasti deneyimimizi paylaşıyoruz. Olgu Sunumu: Dış merkezde nörojen mesane tanısı ile temiz aralıklı kataterizasyon uygulayan 11 yaşında erkek hasta kliniğimize başvurdu. Üriner ultrasonografide, bilateral üreterohidronefroz ve mesane konturlarında bozulma izlendi. DTPA renal sintigrafisinde bilateral ekskresyonlarnın geciktiği, toplam böbrek fonksiyonlarına sol böbreğin katkısının %40 ve sağ böbreğin katkısının %60 olduğu tespit edildi. Voiding sistoüretrografisinde multipl divertiküller gözlenirken, mesane kapasitesinin 150 cc olduğu tespit edildi, vezikoüreteral reflü saptanmadı. Magnetik Rezonans Ürografi değerlendirilmesinde, her iki böbrekte grade 4 hidronefroz ve mesanede multipl divertiküller gözlendi. Ürodinamik değerlendirilmesinde, düşük kapasiteli hipokomplian mesane tespit edildi. Mevcut bulgular ışığında hastaya robot yardımlı laparoskopik ogmentasyon ileosistoplasti operasyonu uygulandı. Tartışma : Literatür incelendiğinde robot yardımlı laparoskopik ogmentasyon ileosistoplasti vakalarının ABD’den bildirildiği görülmektedir. Bu olgu kliniğimizde yapılan ikinci robotik ogmentasyon olgusudur. Bu olgu aynı zamanda Türkiye’nin ve Avrupa’nın ikinci olgusudur. Sonuç : Robot yardımlı laparoskopik ogmentasyon ileosistoplasti, kontinansa katkısı ve kozmetik avantajları nedeni ile yaşam kalitesini arttırmaktadır. Uzun dönem sonuçları ile açık cerrahiye iyi bir alternatif olacaktır. Anahtar Kelimeler : Ogmentasyon ileosistoplasti, robotik cerrahi, nörojen mesane VS-05 ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK RADİKAL SİSTEKTOMİ VE GENİŞLETİLMİŞ LENF NODU DİSEKSİYONU Tolga Muharrem Okutucu1, Cemil Uygur1 1 Özel Anadolu Sağlık Merkezi Kasa invaze mesane kanserinin (KİMK) standart tedavisi radikal sistektomi (RS) ve bölgesel lenf nodu diseksiyonudur. (1) Kasa inzvaze olmayan ancak progresyon açısından yüksek riskli kabul edilen hastalarda da önerilen tedavi radikal sistektomidir. Minimal invaziv cerrahi prensipleri ışığında ilk robot yardımlı radikal sistektomi (RYRS) 2003’te Menon ve arkadaşları tarafından bildirilmiştir. (2) Robotik radikal sistektomiyle ilgili tartışmaların merkezinde yöntemin onkolojik ve fonksiyonel sonuçlarını değerlendirmek için güncel verilerin yetersiz oluşu bulunmaktadır. (1) Ancak ilk robot yardımlı sistektomiyi takip eden 10 yıllık süreçte giderek artan sayıda robotik cerrah RYRS ile ilgili deneyimlerini paylaşmış ve kısa-orta dönem sonuçlarını yayınlamıştır. RYRS kabul edilebilir operasyon süresi, düşük kan kaybı ve transfüzyon oranları ile güvenli bir cerrahi yöntem olarak uygulanabilir. (3,4) Güncel RYRS serilerinde çıkarılan lenf nodu sayılarının açık cerrahiye yakın hatta daha fazla olduğu bildirilmiştir. (5) RYRS ile yeterli sayıda pelvik lenf nodu çıkarılabildiği, pozitif cerrahi sınır oranlarının ve 5 yıllık onkolojik sonuçların açık cerrahiyle benzer olduğu gösterilmiştir. (6) Bu video sunumda kliniğimize ait robot yardımlı radikal sistektomi ve genişletilmiş pelvik lenf nodu diseksiyonu deneyimimizi paylaşıyoruz. 1. Witjes J.A., Compérat E., Cowan N.C., De Santis M., Gakis G. et al. EAU 2015 Guidelines on Muscle-invasive and Metastatic Bladder Cancer 2. Menon M,Hemal AK,Tewari A.Nerve-sparing robot-assisted radical cystoprostatectomy and urinary diversion. BJU Int 2003;92:232–6. 3. Novara G, Catto J, Wilson T, et al. Systematic review and cumulative analysis of perioperative outcomes and complications after robot-assisted radical cystectomy. Eur Urol 2015; 67: 376-401 4. Wilson T, Guru K, Rosen R, et al. Best practices in robot-assisted radical cystectomy and urinary reconstruction: Recommendations of the Pasadena Consensus Panel. Eur Urol 2015; 67: 363-75 5. Chan K, Guru K, Wiklund P, et al. Robot-assisted radical cystectomy and urinary diversion: Technical recommendations from the Pasadena Consensus Panel. Eur Urol 2015; 67: 423-31 6. Yuh B, Wilson T, Bochner B, et al. Systematic review and cumulative analysis of oncologic and functional outcomes after robot-assisted radical cystectomy. Eur Urol 2015; 67: 402-22 Anahtar Kelimeler : Kasa İnvaze Mesane Tümörü (KİMK), Radikal Sistektomi, Lenf Nodu Diseksiyonu, Robotik Cerrahi, Robot Yardımlı Radikal Sistektomi VS-06 ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK İNTRAKORPOREAL ORTOTOPİK YENİ MESANE YAPIMI Tolga Muharrem Okutucu1, Cemil Uygur1 1 Özel Anadolu Sağlık Merkezi Kasa invaze mesane kanserinin (KİMK) standart tedavisi radikal sistektomi (RS) ve bölgesel lenf nodu diseksiyonudur. (1) Robot yardımlı radikal sistektomi ve pelvik lenf nodu diseksiyonu kısa dönem onkolojik ve perioperatif sonuçlar bakımından açık radikal sistektomi kadar etkindir. Kanama ve transfüzyon oranları yönünden açık cerrahiye üstünlük sağlamaktadır. (2) Robotik sistektomiyi takiben hasta özellikleri (komorbidite, üretra tutulumu), hastanın ve cerrahın tercihleri göz önünde bulundurularak üriner diversiyon şekline karar verilir. Bu amaçla günümüzde en sık ortotopik yeni mesane oluşturma ve ileal konduit tercih edilmektedir. Diversiyon ve üreter anastomozları vücut dışında (ekstrakorporeal) gerçekleştirilebileceği gibi intrakorporeal rekonstrüksiyon teknikleri de tanımlanmıştır. İntrakorporeal yeni mesane oluşturulurken açık cerrahi prensipleri takip edilir. Rekonstrüksiyonunda temel hedef düşük basınç ve yüksek hacimde depolama yapabilen yeni mesane oluşturmaktır. Robot yardımlı intrakorporeal üriner diversiyon, operasyon süresini uzatmakla birlikte komplikasyonlar ve fonksiyonel sonuçlar bakımından açık cerrahiye benzer özellik gösteren, teknik ilerlemeler ışığında uygulanabilirliğinin artacağını düşündüğümüz gelişmelere açık bir yöntemdir. 1. Witjes J.A., Compérat E., Cowan N.C., De Santis M., Gakis G. et al. EAU 2015 Guidelines on Muscle-invasive and Metastatic Bladder Cancer 2. Aron M, Gill I. Robotic radical cystectomy: So far, so good-what next? Eur Urol 2015; 67: 361-2 Anahtar Kelimeler : Kasa İnvaze Mesane Kanseri, Robot Yardımlı Radikal Sistektomi, Robot Yardımlı İntrakorporeal Ortotopik Yeni Mesane, Mesane Diversiyonu VS-07 PEDİYATRİK OLGUDA ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK TRANSMEZOKOLİK PYELOPLASTİ DENEYİMİMİZ Yusuf Kibar1, Sercan Yılmaz1, Engin Kaya1 1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara Giriş: Üreteropelvik bileşke darlığı (ÜPD) bulunan 7 yaşında erkek hastaya uyguladığımız robot yardımlı laparoskopik transmezokolik piyeloplasti deneyimimizi paylaşıyoruz. Olgu Sunumu: Yedi yaşında erkek hasta antenatal dönemde tespit edilmiş sol hidronefroz ve ÜPD tanısı ile kliniğimize başvurdu. Hastanın yapılan üriner sistem ultrasonografisinde sol grade 3-4 hidronefroz tespit edildi. Yapılan MAG-3 renal sintigrafisinde farmasötik geçişine izin vermeyen toplam fonksiyona katkısı %43 olarak tespit edildi. Hastaya sol ÜPD tanısı ile robot yardımlı laparoskopik transmezokolik piyeloplasti uygulandı. Hastanın postoperatif 1. günde drenaj katateri çekildi ve postoperatif 2. günde komplikasyonsuz olarak taburcu edildi. Postoperatif 1. ayda d-j katateri ekstirpe edilen hastanın rutin kontrollerinde yapılan sintigrafik değerlendirmelerinde böbrek fonksiyonlarının normalleştiği gözlendi. Tartışma: ÜPD’da halen açık cerrahi prosedürler altın standart tedavi olarak kabul edilmektedir. Bu cerrahi sırasında kolonun serbestlenmesi postoperatif gastrointestinal komplikasyon gelişme riskini ortaya çıkarmaktadır. Transmezokolik yaklaşım ile bu riskler en aza indirilmektedir. Aynı zamanda yapılan cerrahinin robot yardımlı laparoskopik yapılması hastanın hastanede yatış süresinde, analjezi gereksiniminde ve postoperatif komplikasyonlarda azalma sağlaması bakımından tercih edilebilir. Sonuç: Pediatrik yaş grubunda robot yardımlı laparoskopik transmezokolik pyeloplasti elverişli hastalarda ön planda tercih edilmesi gereken cerrahi prosedürü olarak görünmektedir. Prospektif çalışmalar sonucunda daha net bilgiler elde edilmesi mümkün olacaktır. Anahtar Kelimeler : Üreteropelvik darlık, piyeloplasti, robotik surgery VS-08 ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK SAKROKOLPOPEKSİ Tolga Muharrem Okutucu1, Cemil Uygur1 1 Özel Anadolu Sağlık Merkezi ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK SAKROKOLPOPEKSİ Kolposuspansiyon operasyonları pelvik organ prolapsusu (POP) olan kadın hastalarda uzun yıllardır başarıyla uygulanmaktadır. Laparoskopik kolposuspansiyon girişimlerinin etkinliğinin açık cerrahiye benzer olduğu gösterilmiştir. Minimal invaziv cerrahi sonrası işeme güçlüğü ve de-novo urgency riski açık cerrahiye benzer olup, diğer komplikasyonlar ve hastanede kalış süresi daha azdır. POP olan hastalarda cerrahi planlanırken eş zamanlı stres üriner inkontinans (SUI) tedavisinin de uygulanması önerilmektedir. (1) Robotik sakrokolpopeksi ile ilgili sınırlı sayıda ve kısa takip süreli çalışma olsa da, 24 aylık sonuçlar göz önünde bulundurularak robot yardımlı laparoskopik sakrokolpopeksi POP onarımı için güvenli ve etkili bir yöntem olarak önerilmektedir. (2) Biz bu video sunumda önceden histerektomi geçirmiş, POP ve SUI yakınmaları olan 48 yaşında kadın hastada uyguladığımız robot yardımlı sakrokolpopeksi operasyonunu paylaşıyoruz. 1. Lucas M.G., Bedretdinova D., Berghmans L.C., Bosch J.L.H.R., Burkhard F.C., EAU 2015 Guidelines on Urinary Incontinence 2. Merseburger A, Herrmann T, Shariat S, et al. EAU guidelines on robotic single-site surgery in urology. Eur Urol 2013; 64: 277-91 Anahtar Kelimeler : Robot Yardımlı Sakrokolpopeksi, Üriner İnkontinans, Sistosel, Pelvik Organ Prolapsusu VS-09 ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK RETROKAVAL ÜRETER ONARIMI Tolga Muharrem Okutucu1, Cemil Uygur1 1 Özel Anadolu Sağlık Merkezi Retrokaval üreter, insidansı yaklaşık 1100’de bir olan nadir bir vasküler anomalidir. Her vakada üreteral obstrüksiyon görülmeyebilir. Semptomatik hastalar sıklıkla hayatın üçüncü veya dördüncü dekadında doktora başvururlar. Üreteral obstrüksiyon saptanan hastalarda cerrahi tedavi endikasyonu vardır. Operasyon açık, laparoskopik veya robot yardımlı olarak yapılabilir. (1) Robotik kolların yüksek manevra kapasitesi , üç boyutlu görüş ve titreme kontrolü sayesinde robotik asistans rekonstrüktif prosedürleri önemli ölçüde kolaylaştırmaktadır. Karşılaştırmalı serilerde robot yardımlı pyeloplasti tekniğinin operasyon süresi, post operatif idrar ekstravazasyonu ve başarı oranları açısından laparoskopik pyeloplastiye yakın olduğu gösterilmiştir. (2) Biz bu video sunumda üreteral obstrüksiyona bağlı ağrı ve rekürren İYE öyküsü olan 21 yaşında erkek hastada gerçekleştirdiğimiz robot yardımlı sağ retrokaval üreter onarımı operasyonunu paylaşıyoruz. 1. Singh I, Strandhoy JW, Assimos DG. Pathophysiology of Urinary Tract Obstruction. In Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA, eds. Campbell- Walsh Urology 10th Ed. , Philadelphia: Elsevier Saunders; 2012: 1118-21 2. Merseburger A, Herrmann T, Shariat S, et al. EAU guidelines on robotic single-site surgery in urology. Eur Urol 2013; 64: 277-91 Anahtar Kelimeler : Robot Yardımlı Üreteroplasti, Retrokaval Üreter, Hidronefroz, Robot Yardımlı Pyeloplasti VS-10 TÜRKİYE’DE İLK LAPAROSKOPİK BÖBREK NAKLİ Ender Özden1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Süleyman Öner1, Yakup Bostancı1, Şaban Sarıkaya1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun Amaç: Bu videoda ilk laparoskopik renal transplantasyon (LRT) deneyimimizi sunmayı amaçladık Hasta ve Yöntem: 4 yıldır KRY (etyoloji:FSGS) tanısıyla takipli ve 3 yıldır hemodiyaliz yapılmakta olan 19 yaşında erkek hasta tarafımıza kadavradan renal transplantasyon amacı ile başvurdu.Hastaya laparoskopik renal transplantasyon kararı alındı. Hasta supin pozisyonda trandelenburg pozisyonuna alınarak, pnömoperitoneum oluşturuldu ve umblikus üstü 12 mm lik optik port yerleştirildi. Sağ pararektal alana 10mm 1 adet, sol pararektal alana 5mm 1 adet ve sol kristailiaka medialine 1 adet 5 mm port yerleştirildi. Periton superior ve mediale deviye edildi.Sağ eksternal iliak ven ve sağ eksternal iliak arter çevre dokulardan serbestlendi.Sağ suprapubik 6cm kesiden greft böbrek karın içine alındı.Takiben sağ eksternal iliak vene vasküler klempler konularak 6/0 gore-tex sütür ile greft böbreğin 1 adet veni sağ eksternal iliak vene endtoside anostomoz edildi.Sonrasında sağ eksternal iliak aretere vasküler klempler konularak 1 adet greft böbrek arteri sağ eksternal iliak artere 6/0 goretex sütür ile endtoside anostomoz edildi.Tüm vasküler klempler açıldı ve greft böbrek reperfüze edildi.Greft üreterden idrar geldiği gözlendikten sonra 5/0 vicryl ile LichGregoir tipi UNC yapıldı ve greft üretere 4,7/14 cm DJ stent yerleştirildi. Böbrek iliak fossaya yerleştirildi ve hazırlanan periton flebi yardımı ile fikse edildi. Anastomoz hattından kaçak olmadığı gözlendi.Kanama kontrolünü takiben 21 no diren loja yerleştirilerek işleme son verildi. Bulgular: Soğuk iskemi süresi 10 saat, damar anostomoz süresi 65 dakika ve operasyon süresi 195 dakika idi.Post operatif 3.gün direni, 5.gün foley sondası çekildi.Post operatif 14.gün, kreatinin seviyesi 0.6 mg/dl iken, hasta taburcu edildi. Sonuç: LRT tecrübeli ellerde güvenle uygulanabilir bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : Renal transplantasyon, Laparoskopi VS-11 RETROPERİTONEOSKOPİK SOL DONÖR NEFREKTOMİ Ender Özden1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Süleyman Öner1, Mehmet Özen1, Yakup Bostancı1, Şaban Sarıkaya1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun Amaç: Bu videoda, laparoskopik retroperitoneal donör nefrektomi (LRDN) deneyimimizi sunmayı amaçladık. Hasta ve Metod: 41 yaşında kadın hasta, kızına böbrek donörü olmak için tarafımıza başvurdu. Preop dönemde çekilen BT anjiografide sağ böbrek 110 mm, sol böbrek 113 mm vertikal uzunlukta,sağ böbrekte çift renal arter ve sol böbrekte tek renal arter gözlendi.Preop dönemde çekilen Diüretikli Renografi (MAG3): Sağ böbrek %47 / Sol böbrek % 53 olarak raporlandı.Hastaya LRDN planlandı.Hasta 90 derece sol flank pozisyona alındı.Post aksiler hat üzerinde flank bölgede 2 cm kesi yapılarak balon yardımı ile retroperitoneal alanda boşluk oluşturuldu.Parmak yardımı ile 12. kostainferioruna 1 adet 10 mm , kristailiaka superioruna ise 2 adet 5 mm çalışma portları yerleştirildi. Pnömoretroperitoneum oluşturuldu. Sol üreter bulundu ve üreter takip edilerek renal hilusa ulaşıldı.Hasta da 1 adet renal areter ve 1 adet renal ven izlendi. Ardından arter ve ven ayrı ayrı diseke edildi.Takiben böbrek etrafındaki yağlı dokudan serbestleştirildi.Sol modifiye gibson insizyonu oluşturulduktan sonra üreter Hem o-lok ile klemplendi ve kesildi.Takiben önce renal arter sonra renal ven endoTA ile kapatıldı, soğuk makas yardımı ile kesildi.Takiben sol böbrek el yardımı ile modifiye gibson insizyonundan dışarı alındı.Kanama kontrolünü takiben loja dren konularak işleme son verildi. Bulgular: İlk portun girişinden böbreğin vücut dışına alınmasına kadar geçen süre 60 dakika, tahmini kan kaybı minimal idi. Postoperatif 2. gün dreni çekilen hasta taburcu edildi. Sonuç: Laparoskopik retroperitoneal donör nefrektomi seçilmiş vakalarda tecrübeli ellerde güvenle uygulanabilir bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : Retroperitoneoskopik, Donör nefrektomi, Laparoskopi VS-12 LAPAROSKOPİK RETROPERİTONEAL LENF NODU DİSEKSİYONU DENEYİMİMİZ Yakup Kordan1, İbrahim Ethem Arslan1, Hakan Vuruşkan1, Hakan Kılıçarslan1, Onur Kaygısız1, Burhan Coşkun1, İsmet Yavaşcaoğlu1 1 Uludağ Üniversitesi Amaç: Tetis tümörü tedavisinde Laparoskopik Retroperitoneal Lenf Nodu Diseksiyonu (LRPLND) deneyimlerimizin paylaşılması Gereç-Yöntem: Mayıs 2010—Aralık 2015 tarihleri arasında testis tümörü nedeni ile LRPLND uygulanan 9 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 30.6(median:30) idi. 7 hastaya sol ve 2 hastaya da sağ radikal orşiektomi uygulanmıştı. Hastaların 6’sında patoloji, mikst germ hücreli tümör, birinde seminom, birinde embriyonel karsinom, birinde immatür teratom geldi. Hastaların evresi, postkemoterapi 5 hastada; bir evre 2c, üç evre 2b, bir evre 2a.Primer vakalarda; iki evre 2c, iki evre 2b şeklinde idi. Radikal orşiektomi sonrası 3 kür PEB(Sisplatin-Etoposid-Bleomisin) tedavisi alan 5 hastaya, marker normalizasyonu ve retroperitonda rezidü kitle (1 embriyonel karsinom; evre 2c, 1 klasik seminom; evre 2b, 3 mikst germ hücreli tümör ikisi evre 2b ve biri evre 2a) nedeniyle postkemoterapi modifiye şablon LRPLND uygulandı. Geri kalan 4 testis kanserli hastaya (3 germ hücreli tümör; ikisi evre 2c ve biri evre 2b, 1 immatür teratom; evre 2b) primer modifiye tek taraflı şablon LRPLND uygulandı. Ortalama ameliyat süresi post KT LRPLND grubunda 244dk(median 300dk)iken, primer LRPLND grubunda 105dk(median 122dk) Ortalama kan kaybı 164ml(median:50ml) olup, 1 hastada operasyon sırasında kan transfüzyonuna gereksinim duyulmuştur. Ameliyat sonrası hastanede yatış süresi ise ortalama 3.5 gündür. İntraoperatif dönemde hiçbir hastada komplikasyon gelişmemiştir. Çıkarılan lenf nodu sayısı postkemoterapi hasta grubunda ortalama 8.6(median:10) ve primer vakalarda ortlama 9.5(median:10)tur, üç hastada metastatik teratom, 1 hastada mikst germ hücreli tümör izlenmiş olup, diğer hastalarda benign patoloji izlenmiştir. Takip süresi ortalama 22.3(median:21) aydır ve şu ana kadar hiçbir hastada nüks gözlenmemiştir. Sonuç: Kısa süre takipli hastalardan oluşan klinik deneyimimiz, literatürle uyumlu olacak şekilde, LRPLND’nin uygun hastalarda güvenle minimal invaziv olarak yapılabileceğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler : laparoskopi, lenf nodu diseksiyonu, testis tümörü VS-13 TESTİS TÜMÖRÜ: KEMOTERAPİ SONRASI LAPAROSKOPİK RETROPERİTONEAL LENF NODU DİSEKSİYONU Süleyman Öner1, Ender Özden1, Latif Mustafa Özbek1, Yakup Bostancı1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Ali Faik Yılmaz1, Şaban Sarıkaya1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun Amaç: Bu videoda, metastatik testis tümörü tanısıyla takipli hastada kemoterapi sonrası laparoskopik retroperitoneal lenf nodu diseksiyonu (LRPLND) deneyimimizi sunmayı amaçladık. Hasta ve Metod: 26 yaşında erkek hastaya, sağ testiste kitle nedeniyle sağ inguinal orşiektomi operasyonu yapıldı. Patoloji mikst germ hücreli tümör (Koryokarsinom+Endodermal sinüs tümörü+Embriyonelkarsinom+Teratom) olarak raporlandı. Post operatif dönemde çekilen Toraks BT de her iki akciğerde çok sayıda metastatik lezyon, abdomen BT de ise renal düzeyden itibaren aortokaval alanda bifürkasyon düzeyine kadar devam eden konglomerat oluşturmuş büyüğü 57x47 mm boyutlarında metastatik LAP tespit edildi. 4 kür BEp KT verildi. Kontrol Toraks BT de ve Abdomen BT de belirgin regresyon izlendi. 5 kür VİP KT verildi. Abdomen BT ise lenf nodlarının boyutunda yanıt açısından anlamlı küçülme tespit edildi. Hastaya LRPLND operasyonu planlandı. Hasta litotomi pozisyonuna alındı. Veress iğnesi eşliğinde peritoneal alana girildi, pnömoperitoneum oluşturuldu. 12 mm optik port suprapubik hattan, 10 mm çalışma portu sol rektus kası lateralinden, 5 mm çalışma portu sağ rektus kası lateralinden ve 5 mm ekartasyon portu sağ kristailiaka superiormedialinden yerleştirildi.İleoçekalvalv ile birlikte kolon superiora deviye edildi.Retroperitoneal alana girildi.Sağ üreter ve gonadal ven bulundu ve proksimale kadar diseke edildi.Sol üreter ve gonadal ven bulundu ve proksimale kadar diseke edildi.Sol renal ven hizasından itibaren aortokaval alanda bifürkasyon düzeyine kadar devam eden kitle gözlendi.Kitle uygun diseksiyonlar ile aorta ve vena kava üzerinden bir bütün halinde eksize edildi. Ardından interaortokaval lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Sağ gonadal ven eksternal ring düzeyine kadar serbestlendikten sonra “Hem-O-Lok” kliplerle kontrol edildi ve kesildi. Spesmenler endobag yardımı ile dışarı alındı ve loja dren konularak işleme son verildi. Bulgular: İlk portun girişinden kitlenin vücut dışına alınmasına kadar geçen süre 220 dakika, tahmini kan kaybı 350 ml idi. Postoperatif 2. gün dreni çekilen hasta taburcu edildi.Patoloji reaktif lenf nodları (toplam 40 adet) olarak raporlandı. Sonuç: Metastik testis tümörü tanısıyla takipli hastalarda kemoterapi sonrası laparoskopik retroperitoneal lenf nodu diseksiyonu (LRPLND), seçilmiş olgularda güvenle uygulanabilir bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : Testis Tümörü, Retroperitoneal lenf nodu, Lenf nodu diseksiyponu, Laparoksopi VS-14 NÖROBLASTOM: KEMOTERAPİ SONRASI LAPAROSKOPİK SOL RETROPERİTONEAL VE PARAAORTİK KİTLE EKSİZYONU Ender Özden1, Süleyman Öner1, Abdullah Açıkgöz2, Hamit Öztürk2, Şaban Sarıkaya1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun 2 Özel Medikal Park Samsun Hastanesi, Üroloji Kliniği Amaç: Bu videoda, nöroblastom tanısıyla takipli bir hastada KT sonrası uyguladığımız laparoskopik sol retroperitoneal ve paraaortik kitle eksizyonu deneyimimizi sunmayı amaçladık. Hasta ve Metod: 5 yaşında erkek hastada karın ve eklem ağrısı nedeniyle yapılan tetkiklerinde sol böbrek anteriorunda 101x65 mm retroperitoneal kitle, sol paraaortik 32x30 mm lenf nodu, karaciğerde metastatik lezyonlar, vertebralarda, her iki asetabulum ve femurda litik lezyonlar saptandı. Hastaya nöroblastom ön tanısıyla kemik iliği aspirasyonunda“Rozet formasyonu“ ve yaygın nöroblastlar görüldü. Kemik iliği biyopsisinde immunhistokimyasal incelemelerde nöroblastom tanısı konuldu. Hastaya 6 kür indüksiyon tedavisi verildi(3 kür A9: Vincristin, dacarbazin, ifosfamid, adriamisin 3 kür A10: siklofosfamid, etoposid, sisplatin içermektedir).Kemoterapi sonrası yapılan radyolojik incelemede kemik lezyonlarında tam cevap ve retroperitoneal kitlede belirgin küçülme saptandı.Çekilen MR da sol böbrek anteriorunda yoğun kalsifiye 8*5*4 cm kitle, sol paraaortik bölge14*6 mm kitle saptandı.Hastaya laparoskopik retroperitoneal ve paraaortik kitle eksizyon operasyonu planlandı. Hasta 90 derece sol yan pozisyona alındı. Umblikus seviyesinde pararektal alanda 1 cm kesi ile Veress iğnesi eşliğinde peritoneal alana girildi ve pnömoperitoneum oluşturuldu. Takiben pararektal 10 mm, solda ön aksiler hatta bir adet 10 mm lik, subkostal bir adet 5 mm, ve midklavikular bir adet 5 mm lik toplam 4 port girildi. İnen kolon deviye edildi. Sol böbrek anteriorundaki kitle çevre dokulardan monopolar koter,ligasure ve soğuk makas yardımı ile diseke edilerek eksize edildi.Takiben sol paraaortik bölgedeki kitlelerde çevre dokulardan monopolar koter,soğuk makas ve ligasure yardımı ile diseke edilerek eksize edildi.Kitleler endobag içerisinde modifiye gibson kesi ile dışarı alındı. Kanamanın olmadığı görüldü, loja dren konuldu ve işleme son verildi. Bulgular: Operasyon süresi 65 dakika, tahmini kan kaybı minimal idi. Postoperatif 2. gün direni çekildi ve taburcu edildi. Patoloji ganglionöroblastom, cerrahi sınırda tümör negatif olarak raporlandı. Postop çekilen kontrol PET ve MR da kitle gözlenmedi.Postop dönemde kemik iliği transplantasyonu yapılan hasta hastalıksız olarak izlemdedir Sonuç: Nöroblastom tanısı ile takip edilen hastalarda KT sonrası laparoskopik retroperitoneal ve paraaortik kitle eksizyonu seçilmiş olgularda güvenle uygulanabilir etkin bir tedavi yöntemidir. Anahtar Kelimeler : Retroperitoneal kitle, Ganglionöroblastom, Laparoskopi VS-15 MİNİ PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ GİRİŞ YOLU İÇİN YENİ BİR SEÇENEK: 5 MM’LİK LAPAROSKOPİK TROKAR Yılören Tanıdır1, Çağrı Akın Şekerci1, Asgar Garayev1, Tarık Emre Şener1, Cem Akbal1, Ferruh Şimşek1 1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Çocuk Ürolojisi Bilim Dalı Giriş: Bu çalışmanın amacı çocuk yaş grubunda böbrek taşı cerrahi tedavisinde 5mm Aesculap marka trokarla uyguladığımız tek aşamalı mini-PCNL deneyimimizi paylaşmadır. Hastalar ve yöntem: Ocak 2014-Haziran 2015 tarihleri arasında mini-PNL uygulanan 12 çocuk hastanın verileri prospektif olarak değerlendirildi. Toplaycı sisteme giriş için 18G iğne, 16G gri anjiyokat veya all-seeing needle(tek mikro-PCNL vakasında) ve görüntüleme, taş kırma için ise 10.8Fr pediatrik nefroskop, 5mm Aesculap marka trokar veya all-seeing needle kullanıldı. Tüm vakalarda lazer litotriptor kullanıldı. Hastaların preop, perop ve postop parametreleri karşılaştırıldı. Bağımsız numerik değişkenlerin gruplara göre karşılaştırması için Mann-Whitney U testi, bağımsız kategorik değişkenler için Ki-Kare testi, bağımlı numerik gruplarda Friedman testi kullanıldı. P≤0,05 anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya dâhil edilen 12 hastanın 4ü kız, 8i erkek hastaydı (Şekil 1de detaylı demografik bilgiler verilmiştir). Uygulanan tekniğe göre hastalar trokar uygulanan ve mini-PNL yapılan grup olarak sınıflandırıldı. Preop hemoglobin ve kreatinin değerlerinin postop erken, postop birinci gün ve postop 2ci gün bakılan değerleri arasından ortanca değerleri gruplara göre karşılaştırıldığında gruplar arasında farklılık gözlemlenmedi (p=0.174). Perop alınan taş örneklerinden mikrobiyolojiye gönderilen materyalde ise Aesculap grubunda 1 hastada (E.coli; gentamisin ve sefuroksim duyarlı), miniPCNL yapılan grupta 2 hastada(E.faecalis;ampicillin duyarlı ve metisillin duyarlı S.aerius:metisillin duyarlı) pozitif üreme saptandı. Mini-PNL grubundakı taş kültüründe üreme olan 2 hastanın postop dönemde ateşli İYE gelişmesi üzerine ertapenem ve seftriakson grubu antibiotik tedavisi aldı. Mini-PCNL yapılan grupdakı hastaların yatış süresi ise diğer gruba göre belirgin uzun olduğu saptandı(p=0.038). Postoperatif direk üriner sistem grafisi ile yapılan değerlendirmede saptanan rezidü taş sayısı ve boyutu operasyon tekniği ve access yapılan kalikse göre değişiklik göstermezken (p=.135 ve p=0.95), etkileyen faktörün taş hacmi olduğu saptandı(p=.021). Taş analizi sonuçları ve gruplara göre taş Hounsfield değeri dağılımı şekil 2de verilmiştir. Sonuç: Pediatrik yaş grubu hastalarda böbrek taşı cerrahisinde 5mm trokar kullanımı teknik olarak güvenli ve uygulanabilir yöntemdir. Daha çok hasta üzerinde yapılan çalışmalara gerek vardır. Anahtar Kelimeler : böbrek taşı, çocuk yaş grubu, mini PCNL Figürler : VS-16 KONVANSİYONEL YÖNTEM VE FLORESAN GÖRÜNTÜLEME İLE BÖBREK KİSTİ VE TAŞLARINA EŞ ZAMANLI LAPAROSKOPİK YAKLAŞIM: VAKA RAPORU Cenk Acar1, Ali Furkan Batur2, Cenk Yücel Bilen3 1 Özel Eryaman Hastanesi, Üroloji Kliniği, Ankara 2 Sincan Nafiz Körez Devlet Hastanesi, Üroloji Kliniği, Ankara 3 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı Amaç:Büyük böbrek kistleri ve böbrek taşları olan 2 hastada iki farklı yöntem ile uyguladığımız eş zamanlı laparoskopik böbrek kisti eksizyonu(LBKE) ve nefrolitotomi cerrahilerinin teknik detaylarını sunmak. Materyal ve Hastalar:Abdominal bilgisayarlı tomografi(BT) incelemesinde 12x10cm’lik santral yerleşimli sol böbrek kisti ve en büyüğü 3x2,5cm olan multipl alt kaliks taşları olan 53 yaşında kadın hastaya transperitoneal LBKE ve skopi yardımıyla nefrolitotomi uygulanmıştır.Abdominal BT’de 8x7,5cm’lik alt pol yerleşimli sağ böbrek kisti, 16x8mm’lik renal pelvis taşı ve en büyüğü 18x7mm’lik multipl alt kaliks taşları olan 64 yaşında erkek hastaya da transperitoneal LBKE ve indosiyanin yeşili(İSY) ile floresan görüntüleme altında nefrolitotomi uygulanmıştır. Bulgular:Her iki vakada da laparoskopik cerrahiye başlamadan önce retrograd piyelografi çekilerek böbrek anatomisi ortaya konmuş ve sonrasında 6F üreteral kateteri renal pelvise yerleştirilmiştir.1.vakada LBKE'yi takiben kist nedeniyle anatomik lokalizasyonu değişen alt kaliks ve içinde bulunan taşların laparoskopik el aleti yardımıyla C-kollu skopi altında konumları belirlenmiş ve nefrotomi uygulanmıştır.Toplayıcı sistem onarıldıktan sonra üreter kateterinden metilen mavisi verilerek idrar kaçağı kontrol edilmiştir.2.vakada ise,kist eksizyonunu takiben üreter kateterinden 10 ml ISY enjekte edilerek toplayıcı sistem floresan kamera altında gözlenmiştir ve nefrotomi uygulanmıştır. Nefrotomi kesisinden alt kaliks taşları ekstrakte edildikten sonra 16F fleksibl sistoskop 10mm’lik trokardan batına sokulup kesiden ilerletilerek toplayıcı sistem ayrıca görüntülenmiş ve sistoskop renal pelvise ilerletilmiştir.Renal pelvisteki taşın basket kateter ile çıkarılmasının veya holmiyum lazer ile litotripsinin mümkün olmadığı anlaşılınca floresan kamera ışığı altında sistoskopun beyaz ışığı görülerek toplayıcı sisteme ikinci nefrotomi yapılmıştır.Renal pelvis taşı çıkarıldıktan sonra toplayıcı sistem onarılmış ve üreter kateterinden ISY verilerek idrar kaçağı kontrol edilmiştir.Her iki hasta da post-operatif 2.gün drenleri çekilerek taburcu edilmiştir.4.Hafta sonunda da D-J kateterleri çekilmiştir. Sonuç:Böbrek kistlerinin laparoskopik tedavisi sırasında hastaların aynı zamanda böbrek taşları da varsa,kist duvarı ile toplayıcı sistemin birbirine yakın olduğu durumlarda eş zamanlı nefrolitotomi uygulanabilir.Ayrıca,nefrolitotomiye yardımcı olacak ISY ile floresan görüntüleme veya fleksibl sistoskop gibi farklı manüplasyonlar denenebilir. Anahtar Kelimeler : böbrek kisti, nefrolitiazis, nefrotomi, laparoskopi, indosiyanin yeşili, eksizyon, floresan görüntüleme VS-17 LUTS-BPH 'YI TAKLİT EDEN MESANE BOYNU TÜMÖRÜ Mücahit Kart1 1 Hendek Devlet Hastanesi 51 yaşında erkek hasta 1 yıldır artan şekilde AÜSS tarifliyordu. IPSS 20. 1 yıldır alfa bloker tedaviden fayda görmediğini ve obstrüktif şikayetlerinin son 1 aydır arttığını belirtti.Hastanın 1 yıl önceki üriner us'de her iki böbrek normal, prostat 22 gram olup median lob mesaneye hafif indante şeklinde raporu mevcuttu. Mevcut şikayetlerde artış nedeniyle yeni üriner us istendi.Yeni us'de mesane boynunda, boyundan mesaneye uzanım gösteren orijini olarak prostatdan ayrımı net yapılamayan 45x25x47 mm. vaskülarizasyon izlenen kitle lezyon rapor edildi.Aktif hematüri yakınması olmayan ancak son 1 yılda en son 1 ay önce 1 kez ve toplamda 2 kez gros hematüri öyküsü olduğunu anamnezinden öğrendiğimiz hastaya genel anestezi altında sistoskopi+ gerekli girişim planlandı.Hastaya yapılan sistoskopide üretra doğal, mesane boynunda mesaneye ciddi indante ve mesane boynunu kapatan 4x5 cm. civarı sol yandan mesaneye 2 adet papiller uzamın gösteren kısmen solid kısmen papiller lezyon izlendi.Her iki üreter orifisi doğal, mesane ciddi trabeküleydi.Başka bir tümör odağı bulunmayan hastanın sistokopisi sonlandırılıp tur-tm işlemine geçildi.İşlem, tümör ve tümör tabanının ayrı ayrı spesmenler olarak başarılı bir rezeksiyonunu takiben kanama kontrolüyle sonlandırıldı. Anahtar Kelimeler : Mesane boynu tümörü Figürler : Notlar : Olgunun sistoskopisi ve tur-tm videosu mevcuttur. VS-18 RADİKAL PROSTATEKTOMİDE ÜRETRAL SONDA SÜTÜRİZASYONU VE ÇIKARILMASI Hamit Ersoy1, Mehmet Çağlar Çakıcı2, Ahmet Nihat Karakoyunlu2, Hakkı Uğur Özok2, Şadi Ulaş Erdem2 1 Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji Kliniği; Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği Özet 2 İleri yaş erkeklerde sık olarak rastladığımız prostat kanserinin cerrahi tedavisi olan radikal prostatektomi operasyonunda üretral foley sonda çevresinden sütür atılması pek de az rastlanmayan bir komplikasyon olarak karşımıza çıkabilmektedir. Postoperatif üretral sondanın çekilmesi döneminde farkedilebilen bu komplikasyonun tedavisi olarak internal üretrotomi bıçağı ile sütür kesilerek üretral foley sondanın ekstrakte edilmesi etkili ve güvenli bir yöntemdir. Giriş Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen ikinci malignitedir. Lokalize prostat kanseri cerrahi tedavisinde radikal prostatektomi altın standart olarak uygulanmaktadır. Vaka Sunumu Bu vaka takdiminde radikal prostatektomi operasyonunda sütürize edildiği anlaşılan üretral foley sondanın internal üretrotomi bıçağı ile sütür kesilerek ekstrakte edilmesini anlatmayı amaçladık. Kliniğimize alt üriner sistem semptomları ile başvuran 63 yaşındaki erkek hastanın parmakla rektal muayenesi grade 1 büyüklükte ve sert olarak palpe edildi. Hastanın yapılan laboratuar tetkiklerinde PSA değerinin 5.8 olması üzerine transrektal ultrason eşliğinde 12 kadran prostat biyopsisi işlemi uygulandı. Biyopsi patolojisi tamamı sol tarafta olmak üzere 5 kadranda %50, %50, %70, %85 ve %30 oranlarında prostat kanseri olarak raporlandı. Gleason skoru 3+3 olarak yorumlandı. Hastaya açık radikal retropubik prostatektomi operasyon uygulandı. Operasyon esnasında komplikasyon gözlenmeyen hastanın patolojisinde gleason skoru 3+4 olarak geldi. Alınan prostatektomi materyalinde tümör tüm prostatın yaklaşık % 15 kadarında mevcut olup çoğu sol tarafta gözlendi. Perinöral invazyon olmakla birlikte cerrahi sınırlarda tümör yoktu. Ek olarak ekstraprostatik yayılım ve seminal veziküllerde tümör gözlenmedi. Klinik takiplerinde sıkıntı yaşanmayan hastanın postoperatif 21. günde üretral sondası çekilmeye çalışıldı. Ancak sonda çekilemedi. Sondanın sütür ile bağlanmış olabileceği düşünülerek genel anestezi altında dorsal litotomi pozisyonunda pediatrik internal üretrotom ile girildi. Mesane boynunda anastomoz sütürü tarafından tuzaklanan sonda gözlendi. Pediatrik internal üretrotomun soğuk bıçağı ile sondayı çevreleyen anostomoz sütürü kesildi. İşlem sonrasında sonda rahatlıkla çıkarıldı. Sonuç olarak; radikal prostatektomide sondanın tuzaklanması nedeniyle postoperatif dönemde sondası çıkarılamayan vakalarda transüretral internal üretrotomi ile sütür kesilerek sondanın ekstrakte edilmesi etkili ve güvenli bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : radikal prostatektomi, sonda, foley, sütürizasyon VS-19 MEŞ EREZYONUNUN ENDOSKOPİK OLARAK LAZERLE TEDAVİSİ Esat Korğalı1, Gökçe Dündar1 1 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Giriş: Meşlere bağlı en sık görülen komplikasyonlar; alt üriner sistem obstruksiyonu, üretra veya mesane erozyonu, vajinal ekstrüzyon, işeme disfonksiyonu, enfeksiyon ve ağrıdır. Erozyon, meşin üriner sisteme (mesane, üretra veya üreter) açılması olarak tanımlanmaktadır. Meş erozyonu yabancı materyallerin kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Erozyon sebepleri arasında kullanılan teknik, yetersiz doku, yetersiz kanlanma, bakteri kolonizasyonuna neden olan hematom, meşin boyu, por çapı ve esnekliği sayılmaktadır. Bu komplikasyon gergin yerleştirilen sentetik materyale bağlı nekrozdan kaynaklanabilir. Üretral veya mesane erozyonu gelişen hastalar; hematüri, idrar yapma güçlüğü, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları, suprapubik veya inguinal ağrı ile başvurabilir. Meşin üretere veya mesane duvarına invaze olduğu ve eksizyonunun zor olduğu durumlarda parsiyel sistektomi ile meşin tamamının çıkarılması gerekli olabilir. Bu videoda, sistoskopi esnasında lazer kullanımı ile mesanedeki meş materyalinden arındırılmış hastayı sunmayı amaçladık. Olgu: 63 yaşındaki bayan hasta kliniğimize disüri semptomları ile başvurduğunda öyküsünden 3 ay öncesinde Almanya’da endoskopik sistolitotomi, 3 yıl önce ise aynı merkezde sistosele ilave olarak myoma uteri olması nedeniyle trans-abdominal histerektomi ile birlikte bilateral salfingo-ooferektomi operasyonu olduğu ve eşzamanlı açık sistosel cerrahisi geçirdiğini öğrendik. Preoperatif çekilen kontrastısız abdominal tomografide mesaneyi posteriordan çevreleyen mesh materyali izledik. Tanısal amaçlı yapılan sistopanendoskopide meşin erozyonunu ve meş materyalinin üzerindeki kalsifikasyonu gözlemlememiz üzerine meşin mukoza ile birleştiği çeperinden laser ile eksizyonunu gerçekleştirdik. Bulgular: Spinal anestezi altında 40 dakika süren bir operayonda eser düzeyde kanaması olan hastada intraoperatif bir komplikasyon olmadı. Postoperatif takiplerinde vital bulguları stabil seyreden hastanın transfüzyon ihtiyacı da olmadı ve postoperatif 12. saatte operasyon bitiminde yerleştirilen 20f foley çıkarıldı. Miksiyonunu rahat olduğu ve rezidüsünün kalmadığı izlenen hasta operasyonun ertesi günü, 1 ay sonrasında re-sistoskopi ile epitelizasyonun değerlendirilmesi planlanarak, taburcu edildi. Sonuç: Meş yerleştirilerek yapılan askı ameliyatlarında başarı artmakla beraber, meşe bağlı komplikasyonlar hem cerrah hem hasta açısından sorun oluşturabilmektedir. Meş erezyonunda sistoskopik lazerle yönetim; kısa hastanede yatış süresi, düşük maliyet, az kanama ve hasta memnuniyeti açısından tercih edilebilir mi sorusunu akıllara getirmektedir. Anahtar Kelimeler : meş, erezyon, lazer, komplikasyon VS-20 ABERRAN ARTER BASISINA BAĞLI ÜRETEROPELVİK BİLEŞKE DARLIĞINDA LAPAROSKOPİK PYELOPLASTİ Mustafa Aydın1, Alper Bitkin1, Lokman İrkılata1, Mevlüt Keleş1, Caner Moral1, Ebubekir Akgüneş1, Mustafa Kemal Atilla1 1 Samsun Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, Samsun, Türkiye Amaç: Bu videoda aberran renal arter basısına bağlı üreteropelvik bileşke darlığı saptanan hastamızda laparoskopik pyeloplasti deneyimimizi sunmayı amaçladık. Materyal-Metod: 21 yaşında erkek hasta, kliniğimize aralıklı sol yan ağrısı şikayeti ile başvurdu. Hastanın tüm abdomen bilgisayarlı tomografisinde aberran damar basısına bağlı sol böbrek toplayıcı sistemde dilatasyon saptandı. Diüretikli böbrek sintigrafisinde, sol böbreğin konsantrasyon fonksiyonu uzamış olduğu, pelvikalisiyel yapılarda geniş hipoaktif alanlar içerdiği ve diüretiğe yanıt olmadığı tespit edildi. Hastaya laparoskopik pyeloplasti planlandı. Operasyon üç adet port ile girilerek transperitoneal olarak gerçekleştirildi. Üreter bulunduktan sonra proksimale doğru izlenerek renal pelvise ulaşıldı. Üreteropelvik bileşkenin anteriordan aberran damar basısına maruz kaldığı görüldü. Aberran damar diseke edildi. Basıya uğrayan seğment diseke edilerek çıkarıldı ve üreter spatüle edildi. Renel pelvis aberran damarın anterioruna transpoze edildi. JJ üreteral stentin yerleştirilmesini takiben üreteropelvik anastamoz dismembered olarak gerçekleştirirldi. Bulgular: Operasyon süresi 100 dk ve toplam kanama 50 cc idi. Hastanın postoperatif birinci günde üretral kateteri alındı. Postoperatif ikinci gün ise dreni alınarak taburcu edildi. Postoperatif takiplerinde şikayetleri gerileyen hastanın postoperatif 30. günde JJ stenti çekildi. Sonuç: Aberran damar basısı ekstrinsik üreteropelvik bileşke darlıklarında en sık suçlanan nedenlerden biridir. Bir diğer önemi de minimal invaziv tedavi yaklaşımlarını zorlaştırabilmesidir. Aberran damar varlığında açık pyeloplastiye oranla daha az invaziv bir yöntem olan lapaaroskopik pyeloplasti etkin ve güvenilir bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : Laparoskopi, dismembered pyeloplasti, aberran damar VS-21 ÜRETEROPELVİK BİLEŞKE DARLIĞINDA LAPAROSKOPİK PYELOPLASTİ OPERASYONU: VİDEO SUNUM İyimser Üre1, Barbaros Başeskioğlu1, Burak Elmaağaç1, Turgut Dönmez1 1 Osmangazi Üniversitesi Tıp Fak. Üroloji Ad, Eskişehir Amaç: Üreteropelvik bileşke darlıklarının minimal invaziv tedavisinde laparoskopik pyeloplasti operasyonunun görsel sunumunun yapılması amaçlanmıştır. Materyal Metod: 2008 yılında sağ hidronefroz nedeniyle DJ Stent takılması öyküsü mevcut olan 39 yaşında kadın hastaya sağ yan ağrısı şikayeti nedeniyle Dinamik renal sintigrafi (DTPA) yapılmıştır. DTPA’da sağ böbrek ekskretuar fonksiyonunda bozulma ve %43 fonksiyon izlenmiştir. Hastaya Ağustos 2015’de sağ retrograd pyelografi çekilmiş olup U-P bileşkenin proksimaline opak geçişi olmadığı izlenmiştir. Bunun üzerine aynı seansta hastaya sağ laparoskopik piyeloplasti ve sağ DJ stent takılması operasyonu yapılmıştır. Bulgular: Operasyon esnasında üreterde darlığa neden olan çaprazlayan arter görünümü dikkati çekmiştir. Operasyon süresi yaklaşık 3,5 saat sürmüş olup postop 3. günde hastanın dreni çekilmiştir. Hasta postop 4. gün taburcu edilmiştir. Kasım 2015’te sağ dj stent çekilmesi ve sağ RGP operasyonu gerçekleştirilmiş olup RGP’de sağ U-P bileşkeden böbreğe jet akım olduğu gözlenmiştir. Sonuç: Üst üriner sistem cerrahisinde düşük morbidite nedeniyle laparoskopik cerrahinin önemi artmaktadır. U-P bileşke darlıklarında pyeloplasti ameliyatı, günümüzde kısa hospitalizasyon süreleri ve düşük komplikasyon riskiyle beraber açık cerrahiye yakın başarı oranı sunması nedeniyle deneyimli merkezlerde laparoskopik olarak uygulanmaya başlanmıştır. Laparoskopik pyeloplasti operasyonuna yeni başlayacak hekimler için videomuzun fikir verici olacağını umut etmekteyiz. Anahtar Kelimeler : üreteropelvik bileşke darlığı, laparoskopik pyeloplasti VS-22 A Large Staghorn Stone in Cross-Fused Ectopic Kidney Treated with Laparoscopic Pyelolithotomy: A Case Report. Mustafa Zafer Temiz1, Atakan Ozkan2, Mehmet Demir3, Ahmet Hamdi Tefekli4 1 Istanbul Medicine Hospital, Department Of Urology 2 Istanbul Medicine Hospital, Department Of General Surgery 3 Istanbul Türkiye Hospital Department Of Urology 4 Istanbul Medicine Hospital, Department Of Urology; Biruni University, Faculty Of Medical Sciences Cross-fused renal ectopia (CFRE) is not an unusual congenital anomaly of the kidney and stones are sometimes encountered in them. Herein we report a case of a large staghorn calculus in cross-fused ectopic right kidney which was treated with laparoscopic transperitoneal pyelolithotomy. A 53-year-old female presented with intermittent macroscobic hematuria without history of flank or abdominal pain. She had no previous medical or surgical history and her physical examination was normal. Non-contrast abdominal computed tomography (CT) revealed the right-to-left crossed fused ectopic kidney with an approximately 5 cm complex staghorn calculus. Laparoscopic transperitoneal pyelolithotomy was planned. After initiating general anesthesia, a 4 F ureteral catheter was advanced the right renal pelvis by using cystoscope in lithotomy position. The patient was then placed in supine position and a 10 mm trocar was placed with the open technique just above the umblicus. Under direct vision a second 10 mm trocar at the lateral border of the right rectus abdominis muscle and two 5 mm trocars on each side at the lateral borders of the rectus abdominis muscles were inserted. Then the patient was placed in Trendelenburg position. The right kidney was seen at left side of pelvic region in transperitoneal endoscopic view and posterior peritoneum covering the right pelvic kidney was incised. After perirenal fatty tissue dissection, right ureter and renal pelvis were exposed. A 4-5 cm long pyelotomy was made by using Hook electrode. A 10 mm forceps was used to grasp the main stone. Stone fragments within calyces were removed under direct vision of the laparoscope. All stones were placed in an Endobag. An antegrade JJ catheter was replaced through 10 mm trocar after removing the ureteral catheter. The renal pelvis and posterior peritoneum were closed using 4/0 Vicryl sutures and a drain was replaced through trocar. Total operation time was 112 minutes with minimal blood loss and the drain was removed on the first postoperative day. The patient was discharged on postoperative second day and control KUB X-ray was revealed stone free status. Postoperative course was uneventfull. Laparoscopic pyelolithotomy once more established itself as a feasible minimal invasive treatment alternative in patients with CFRE harboring large stone. Anahtar Kelimeler : Cross-Fused Ectopic Kidney, Staghorne Calculus, Laparoscopic Pyelolithotomy VS-23 ÜRETERORENOSKOPİNİN BAŞARISIZ OLDUĞU ÜRETER TAŞI OLGUSUNDA LAPARASKOPİK ÜRETEROLİTOTOMİ Alper Bitkin1, Mustafa Aydın1, Lokman İrkılata1, Caner Moral1, Ebubekir Akgüneş1, Mevlüt Keleş1, Mustafa Kemal Atilla1 1 Samsun Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, Samsun, Türkiye Giriş: Bu videoda sağ üreter orta kısımda yaklaşık 20X10 mm boyutunda taşı olan hastaya uygulanan sağ transperitoneal laparoskopik üreterolitotomi operasyonu sunulmaktadır. Gereç Ve Yöntem: 40 yaşında erkek hasta, sağ renal kolik şikayeti ile başvurdu. Yapılan görüntülemelerde sağ üreter orta kesiminde 20X10 mm boyutunda taş saptandı. Hastaya sağ üreterorenoskopi planlandı. Üroterorenoskop ile üreterdeki taşa ulaşılamadı ve klavuz tel ilerletilemedi. İntraoperatif olarak retrograd pyelografi ile görüntüleme yapıldı. Görüntülemede üreterde taşın hemen distalinde ileri dercede king saptandı. Takiben fleksibl üreteroskop ile yapılan girişimde taşa ulaşılamadı. Bundan dolayı hastaya lateral dekübitis pozisyonunda sağ transperitoneal laporaskopik üreterolitotomi operasyonu üç port kullanuılarak gerçekleştirildi. Bulgular: Operasyon süresi 45 dakika olarak gerçekleşti. Postoperatif 1. günde sondası, 2. günde dreni çekilen hasta taburcu edildi. Hastanın 4 hafta sonrası JJ üreteral katateri çekildi. Sonuç: Üreterorenoskopinin gelişimi ile beraber üreter taşlarına açık cerrahi uygulanması son derece azalmıştır. Ancak farklı nedenlerle üreteroskopik yöntemlerin başarısız olduğu veya uygulanamadığı olgularda, açık cerrahi uygulanmasına gerek kalmadan laparaskopik üreterolitotomi başarıyla uygulanabilen minimal invaziv bir tedavi seçeneğidir. Anahtar Kelimeler : Laparaskopi, üreter taşı, transperitoneal VS-24 SEZARYEN SONRASI GÖRÜLEN VEZİKOUTERİN - VEZİKOVAJİNAL FİSTÜLÜN LAPAROSKOPİK ONARIMI Ahmet Güdeloğlu1, Zakir Ahıskalı1, Cenk Yücel Bilen1 1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Amaç Dünya Sağlık Örgütü tarafından %15 olması önerilen sezaryen doğumların tüm doğumlar arasındaki oranı 2013 Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde %50 düzeyindedir. Üriner sistem yaralanmaları bu ameliyatın seyrek görülen fakat ciddi komplikasyonlarından biridir. Bu videoda sezaryen ile doğum sonrası görülen servikal bölge düzeyinde uterusun ve vajenin de dahil olduğu fistül komplikasyonunun laparoskopik yöntemle onarımı gösterilmektedir. Materyal ve Method 35 yaşında kadın hastada sezaryen ile doğum esnasında perioperatif iatrojenik olarak oluşturulan mesane perforasyonu primer olarak onarılmış. Postpartum dönemde rekürren idrar yolu enfeksiyonu nedeniyle yapılan flexible sistoskopide mesaneden sağ üreter orifisinin 2 cm süpero-medialindeki yaklaşık 1 cmlik fistül traktı izlenmiştir. Hastanın mevcut fistülü postpartum 3. ayda laparoskopik yöntemle başarılı bir şekilde onarılmıştır. Sonuçlar Düşük litotomi pozisyonunda öncelikle sistoskopi yardımı ile her iki üretere 6 F üreter kateter yerleştildikten sonra hem üretradan hemde vajen anterior duvarından mesaneye foley sonda konulmuş ve laparoskopik ameliyata geçilmiştir. Ameliyatta karın ön duvarına 2 adet 10 mm ve 2 adet 5 mm trokar yardımı ile girildikten sonra mesane uterusdan diseke edilmiş ve fistül traktı bulunmuştur. Serviks hizasında uterusun ve vajenin de dahil olduğu fistül traktı eksize edildikten sonra 16 f foley sonda üzerinden önce vajen, serviks ve uterus 26 mm 2-0 vicryl yardımı ile primer onarılmış daha sonra mesane yine 26 mm 2-0 vicryl ile primer olarak kapatılmıştır. En son olarak mesane ile uterus arasına omental flap yerleştirilmiştir. 2 hafta sonra üretral kateteri çekilen hasta post-op 1. ayında 1 kez idrar yolu enfeksiyonu atağı geçirmiş ve şuanda post-op 18. ayında sorunsuz olarak takip edilmektedir. Sonuç Sezaryen sonrası görülen üriner sistem yaralanmalarında laparoskopik yaklaşım güvenli ve etkin bir onarım yöntemidir. Anahtar Kelimeler : VEZİKOUTER, VEZİKOVAJİNAL FİSTÜL, LAPAROSKOPİ VS-25 3D laparoscopic tansperitoneal upper pole heminephrectomy for a duplex system Seref Basal1, Murat Zor1, Ferhat Ates1, Zeki Aktas1, Furkan Dursun1, Omer Bakal1, Temucin Senkul1 1 Gata Haydarpasa Research And Training Hospital Ipsilateral upper pole heminephrectomy is the standart treatment for a duplex kidney with non-or poorly functioning upper pole moiety. While traditional management of these conditions has been open surgical removal, laparoscopy is now a viable option as with the recent developments in techniques and instruments. In this video we represent a left 3D laparoscopic tansperitoneal upper pole heminephrectomy in a 36 year-old female patient. 3D vision was used during the procedure. The operation time was 180 minutes. The blood loss was not significant, and there were no other intrapostoperative complications. The patient was discharged home 48 hours after the procedure. As a result, laparoscopic heminephrectomy can be considered as a valuable minimal invasive procedure that can be performed safely in experienced hands without any important complication. Anahtar Kelimeler : 3D, duplex syetem, laparoscopy, heminephrectomy VS-26 ANJİOEMBOLİZASYON GEÇ KOMPLİKASYONU: RENAL PELVİSTE DEV KOİL Volkan İzol1, Fatih Gökalp1, Bahattin Kızılgök1, Nebil Akdoğan1, İbrahim Atilla Arıdoğan1 1 Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı Giriş: Perkutan nefrolitotomi düşük komplikasyon oranlarıyla > 2 cmden büyük böbrek taşlarının tedavisinde altın standart tedavi yöntemidir. En sık görülen komplikasyonu kanama büyük oranda konservatif yaklaşımla tedavi edilmekte iken nadir kısmı transkateter anjioembolizasyona gerek duymaktadır. Bu videoda sol böbrek taşı için PCNL sonrası kanama olması üzerine anjioembolizasyon (TAE) yapılan hasta, geç dönemde saptanan renal pelviste dev koile uygulanan endoskopik cerrahi görüntüleri sunulmaktadır. Hasta ve Yöntem: 58 yaşında sol soliter taşlı böbreği olan ve PCNL yapılan postoperatif kanama olması TAE yapılan hasta sorunsuz taburcu edildi. 2 yıl sonra idrar yolu enfeksiyonu ve sol yan ağrısı şikayetiyle başvuran hastaya yapılan görüntülemelerde sol renal pelvisi dolduran üretere uzanım gösteren koil ve üreterde 1 cm lik taş görüldü. Hastaya Double-j stent konulup RIRS(Retrograd İntrarenal Cerrahi) planlandı. Litotomi pozisyonunuda sol orifisten sarkan Double-J stent çekilip üreterorenoskopla girildi. Üreter de bulunan taş pnömotikle kırılıp alındı. Ardından fleksibl üreteroskopla girilip böbreğe kadar gidildi. Orta üreterden başlayan pelvisi tamamen dolduran koil görüldü. Koil renal parankimi delip çıktığı sınırdan lazerle kırılıp forcepsle ekstrakte edildi. Hastaya stent yerleştirilmedi. Bulgular: Operasyon 65 dk sürdü. İntraoperatif ve postoperatif komplikasyon görülmeyen hasta postoperatif 20. saatte sorunsuz taburcu edildi. Sonuç: Kanama sonrası TAE'un geç komplikasyonu olan koil migrasyon nadir görülmesine rağmen önemli problem olmaktadır. Tedavide halen tanımlanmış net bir yaklaşım tarif edilmemiş olmasına ragmen PCNL veya retrograd cerrahi uygulanabilmektedir. Retrograd cerrahi minimal invaziv ve düşük komplikasyon oranlarıyla öne çıkan yaklaşım olmaktadır. Anahtar Kelimeler : koil, anjioembolizasyon, soliter, pcnl, böbrek, endoskopik, retrograd, üreter VS-27 T2A BÖBREK TÜMÖRÜNÜN SEGMENTAL ARTER KONTROLLÜ ROBOTİK PARSİYEL NEFREKTOMİ İLE TEDAVİSİ Haluk Akpınar1, Orhan Tanrıverdi1 1 Liv Hospital Ulus Endoüroloji Ve Robotik Cerrahi Bölümü Minimal invaziv üroonkolojideki en tartışmalı konulardan biri parsiyel nefrektomi sırasında böbreğin maruz kaldığı iskemi süresi ve bunun kısa ve uzun dönemdeki sonuçlarıdır. Laparoskopik ve robotik parsiyel nefrektomi sırasında böbreği total iskemiye maruz bırakmadan opere etmenin bir yolu da “segmental arter kontrolü” yöntemidir. Hematüri şikayeti ile başvuran 73 yaşındaki erkek hastada yapılan incelemeler sonunda sol böbrek altorta kısmını kaplayan 85 mm boyutunda kitle saptandı. Bu videoda pelvisin mikrodisseksiyonu, tümörü besleyen segmental arterin kontrolü, ardından parsiyel sıcak iskemi altında tümörün eksize edilerek çıkarılması ve pelvikalisiel sistemin ve parenkimin rekonstrüksüyonunu içeren teknik detaylar sunulmaktadır. Anahtar Kelimeler : Robotik Parsiyel Nefrektomi T2a Böbrek Tümörünü Figürler : VS-28 KOMPLEKS RENAL KİTLEDE LAPAROSKOPİK RETROPERİTONEOSKOPİK PARSİYEL NEFREKTOMİ Ömer Demir1, Ozan Bozkurt1, Mustafa Seçil1, Canan Altay1, Burçin Tuna1, Kutsal Yörükoğlu1, Adil Ahmet Esen1 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Elli-dokuz yaşında kontrol amaçlı yapılan tetkiklerinde sol böbrekte kitle saptanan bayan hasta kliniğimize başvurdu. Bilgisayarlı tomografi görüntülemesinde sol böbrek alt pol medial kortekste yerleşimli, 24x30 mm boyutlarda, endofitik olarak renal sinüs içerisine doğru hafifçe uzanım gösteren lezyon tespit edildi. Nefrometri skoru 9B olarak hesaplandı. Hastaya laparoskopik USG eşliğinde retroperitoneal yaklaşımla laparoskopik parsiyel nefrektomi yapıldı. İskemi süresi 18 dk, dren 150 cc idi. Postoperatif 2. gün dreni çekilen hasta taburcu edildi. Patoloji sonucu; berrak hücreli renal hücreli karsinom, fuhrman derece 1, tümör çapı 4x2,5 cm ve cerrahi sınır negatifti. Anahtar Kelimeler : Laparaskopi, kompleks renal kitle, parsiyel nefrektomi, laparoskopik USG VS-29 HİLUSA YERLEŞİK VE ENDOFİTİK KİTLEDE LAPAROSKOPİK SAĞ PARSİYEL NEFREKTOMİ Süleyman Öner1, Ender Özden1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Mehmet Özen1, Yakup Bostancı1, Ali Faik Yılmaz1, Şaban Sarıkaya1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun Amaç: Bu videoda, sağ böbrek orta polde hilusa indentasyon gösteren endofitik renal kitlede uyguladığımız laparoskopik parsiyel nefrektomi (LPN) deneyimimizi sunmayı amaçladık. Hasta ve Metod: 51 yaşında aktif şikayeti olmayan erkek hastada, yapılan tetkiklerinde sağ böbrek orta polde 37x37x33 mm boyutlarında hilusa indentasyon gösteren kitle tespit edildi.Hastaya transperitoneal LPN planlandı.Hasta 60 derece sağ yan pozisyona alındı.Sağ pararektal alana 1 cm kesi ile Veress iğnesi eşliğinde peritoneal alana girildi, pnömoperitoneum oluşturuldu.Takiben sağ pararektal alana 12 mm, sağda midklavikuler hatta bir adet 12 mm, bir adet 5 mm lik ve ksifoidin 2 cm altında bir adet 5 mm lik toplam 4 port girildi. Çıkan kolon, sonrasında duodenum mediale deviye edildi ve retroperitoneal alana ulaşıldı..Proksimal üreter ve gonadal ven gözlendi.Üreter takip edilerek 1 adet renal ven, 2 adet renal artere ulaşıldı ve serbestlendi.Hilusta perirenal yağ dokusu serbestlenerek kapsül ve renal parankim ortaya kondu. Sınır ultrasonografi cihazı ve koter yardımı ile belirlendikten sonra 3 adet endo-bulldog yardımı ile renal arterler ve ven kapatıldı.Kitle soğuk makas yardımıyla parankimden ayrıldı. Takiben parankim 2,0 V-loc ve vicryl sütürlerle kontinyu olarak kapatıldı. Bulldog klempler alındıktan sonra kanamanın olmadığı görüldü. Kitle endobag yardımı ile dışarı alındı ve loja dren konularak işleme son verildi. Bulgular: İlk portun girişinden kitlenin vücut dışına alınmasına kadar geçen süre 180 dakika, sıcak iskemi süresi 26 dakika, tahmini kan kaybı 200 ml idi. Postoperatif 3. gün dreni çekilen hasta taburcu edildi.Patoloji renal hücreli karsinom, şeffaf hücreli tip, fuhrman grade 2, T1a, cerrahi sınır negatif olarak raporlandı. Sonuç: Renal hilusa yerleşik endofitik renal kitlelerde ultrasonografi kullanımı onkolojik prensiplere uyarak laparoskopik parsiyel nefrektomiyi yapılabilir kılmaktadır. Anahtar Kelimeler : Renal kitle, Hilus, Laparoskopi, Parsiyel nefrektomi, Renal hücreli karsinom VS-30 RENAL KİTLEDE İSKEMİSİZ LAPAROSKOPİK PARSİYEL NEFREKTOMİ Bahattin Kızılgök1, Fatih Gökalp1, Yıldırım Bayazıt1, Şaban Doran1 1 Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı Amaç : Küçük renal kitlelerin cerrahi tedavisinde laparoskopik parsiyel nefrektomi giderek artan oranlarda uygulanan, standart bir yaklaşım şekline gelmiştir. Yöntemin tartışmalı tarafı sıcak iskemi süresidir. Videomuzda, sağ renal kitlenin iskemi oluşturmaksızın laparoskopik eksizyonunu göstermekteyiz. Hasta ve Yöntem: Sağ yan ağrısı nedeniyle görülen 73 yaşındaki erkek olguda, sağ böbrek alt polde 4 cm'lik ekzofitik gelişim gösteren kitle saptandı. Cr değeri 1.06-1.67 mg/dL arasındaydı. R.E.N.A.L nefrometrik puanı 6p (PADUA 6) bulunan hastamıza, transperitoneal yaklaşımla iskemisiz laparoskopik parsiyel nefrektomi uygulandı. Bulgular: İntraoperatif komplikasyon görülmedi, kanama miktarı 150 ml ve operasyon süresi 120 dk idi. Erken komplikasyon görülmeyen hasta, dreni postoperatif ikinci gün çekilip 1.19 mg/dl kreatinin değeri ile üçüncü gün taburcu edildi. Sonuç: Laparoskopik nefron koruyucu cerrahi, nefrometri skoru düşük kitlelerde iskemisiz olarak uygulanabilmektedir. Anahtar Kelimeler : Laparoskopi, parsiyel, nefrektomi, sıfır, iskemi, renal, kitle VS-31 AT NALI BÖBREKTE KİSTİK KİTLE:LAPAROSKOPİK SOL PARSİYEL NEFREKTOMİ Süleyman Öner1, Ender Özden1, Murat Gülşen1, Yakup Bostancı1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Şaban Sarıkaya1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun Amaç: Bu videoda, atnalı böbrek sol kısım üst pol yerleşimli kitlede uyguladığımız laparoskopik parsiyel nefrektomi (LPN) deneyimimizi sunmayı amaçladık. Hasta ve Metod: 57 yaşında kadın hasta, hipertansiyon nedeniyle incelenirken yapılan tetkiklerinde atnalı böbrek ve sol böbrek üst polde 32x26x50 mm boyutlarda kistik kitle tespit edildi.Hastaya transperitoneal LPN planlandı.Hasta 60 derece sol yan pozisyona alındı.Sol pararektal alana 1 cm kesi ile Veress iğnesi eşliğinde peritoneal alana girildi, pnömoperitoneum oluşturuldu ve 12 mm lik optik port yerleştirildi. Takiben solda midklavikular hatta 1 adet 5 mm lik ve ön aksiler hatta 1 adet 12 mm lik2. ve 3. Portlar girildi.Sol alt kadran pararektal alana 5 mm lik ekartasyon amaçlı 4.port yerleştirildi.İnen kolon deviye edildi ve retroperitoneal alana ulaşıldı.Proksimal üreter ve gonadal ven gözlendi.Gonadal ven takip edilerek 1 adet renal ven, 2 adet renal artere ulaşıldı ve serbestlendi.Üst pol perirenal yağ dokusu serbestlenerek kapsül ve renal parankim ortaya kondu. Sınır ultrasonografi cihazı ve koter yardımı ile belirlendikten sonra sadece üst pole giden renal arter endo-bulldog yardımı ile kapatıldı.Kitle soğuk makas yardımıyla parankimden ayrıldı. Takiben parankim 2,0 V-loc ve vicryl sütürlerle kontinyu olarak kapatıldı. Bulldog klempler alındıktan sonra kanamanın olmadığı görüldü. Kitle endobag yardımı ile dışarı alındı ve loja dren konularak işleme son verildi. Bulgular: İlk portun girişinden kitlenin vücut dışına alınmasına kadar geçen süre 75 dakika, sıcak iskemi süresi 12 dakika, tahmini kan kaybı 150 ml idi. Postoperatif 3. gün dreni çekilen hasta taburcu edildi.Patoloji kist hidatik olarak raporlandı. Sonuç: Atnalı böbrek kitlelerinde laparoskopik parsiyel nefrektomi, tecrübeli ellerde güvenle uygulanabilir bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : At nalı böbrek, Renal kitle, Laparoskopik Parsiyel Nefrektomi VS-32 LAPAROSKOPİK RADİKAL SİSTEKTOMİ DENEYİMİMİZ Yakup Kordan1, İbrahim Ethem Arslan1, Hakan Vuruşkan1, Hakan Kılıçarslan1, Onur Kaygısız1, Burhan Coşkun1, İsmet Yavaşcaoğlu1 1 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ad Amaç: Laparoskopik radikal sisteltomi (LRS), kasa invaze mesane tümörü olan hastalarda açık cerrahiye alternatif bir tedavi yöntemidir. Bu videoda LRS deneyimlerimiz paylaşmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Mayıs 2006-Aralık 2015 tarihleri arasında merkezimizde LRS uygulanan hastalar retrospektif olarak gözden geçirlidi. Perioperatif ve onkolojik sonuçlar değerlendirildi.. Bulgular: Toplam 177 hastaya LRS lenfdenektomi ve üriner diversiyon uygulandı. Yüz altmış beş hasta erkek, 12 hasta kadındı. Hastaların ortalama yaşı 63,18(median:62, min-max:40–90) yıl, ortalama operasyon süresi 349.3(median:360, min-max:120–720) dakika saptanırken, laparoskopik sistektomi ve lenf nodu diseksiyonu için ortalama süre 218(median:220, min-max:90–310) dakika olarak bulundu. Üriner diversiyon yöntemi olarak 165 hastada ekstrakorporeal ileal kondüit, 12 hastada ortotopik mesane uygulandı. Ortalama kan kaybı 258.5(median:200, min-max:40–1200)ml olarak bulunurken 10 hastada intraoperative kan transfüzyonu gereksinimi oldu. Ortalama hastanede kalış süresi 15,4(median:11, min-max:4–80) gün olarak bulundu. Herhangi bir intraoperatif komplikasyon izlenmedi ve açık cerrahiye geçiş gerekmedi. On beş hastada yüzeyel yara yeri enfeksiyonu, 6 hastada uzamış ileus, 1 hastada barsak perforasyonu, 2 hastada enterokütenoz fistül ve 3 hastada evisserasyon görüldü. Patolojik inceleme sonucunda 128(%72.3) hastada organa sınırlı hastalık (pT0/pT1/pT2/pT3a), 49(%27.6) hastada (pT3b/pT4) ekstravezikal hastalık ve 25 hastada lenf nodu tutulumu izlendi. Üç hastada skuamoz hücreli kanser bir hastada nöroendokrin karsinom saptandı ve kemoterapi verildi. Ortalama 17,8 (median:12, min-max:0–53) ay içinde,hastaların %87’sinde (adjuvan tedavi verilenler de dahil) sağ kalım mevcuttu. Takip süresi içinde port giriş yeri metastazı izlenmedi. Sonuçlar: Klinik deneyimlerimiz LRS nin onkolojik sonuçları etkilemeden, güvenli bir şekilde uygulanabileceğini göstermektedir Anahtar Kelimeler : laparoskopi, mesane tümörü, sistektomi VS-33 LAPAROSKOPİK RADİKAL SİSTEKTOMİ Volkan İzol1, Bahattin Kızılgök1, İsmail Önder Yılmaz1, İbrahim Atilla Arıdoğan1, Zühtü Tansuğ1 1 Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı AMAÇ Bu videoda invaziv mesane kanseri nedeniyle laparoskopik radikal sistektomi uygulanan hastanın operasyon görüntüleri sunulmaktadır. YÖNTEM Hematüri nedeniyle yapılan incelemelerde invaziv mesane kanseri tanısı konulan 79 yaşındaki erkek hastaya laparoskopik radikal sistektomi uygulandı. Supin pozisyonda 3 adet 10 mm ve ve 2 adet 5 mm trokarlar kullanıldı. Üreterler bulunup diseke edilip frozen alındıktan sonra retrovezikal bölgenin prostat apeksine kadar diseksiyonu yapıldı. Mesanenin lateral dalları ligasure yardımıyla ligatüre edilip kesildi. Urakus umbilikusa yakın yerden kesildi ve anterior vezikal alana girildi. Endopelvik fasyalar insize edildi ve derin dorsal ven bağlandı. Mesane ve prostatın pedikülleri ultrasonik makas yardımıyla kesildikten sonra üretra da kliplenip kesilerek sistektomi tamamlandı. Genişletilmiş lenf nodu diseksiyonu uygulandıktan sonra göbek altı 5 cm’lik insizyondan spesimen çıkartıldı. Terminal ileumun çekumdan 20 cm ve 38 cm uzağına işaret sütürleri konuldu. Sol üreter sigmoid kolon mezosunda oluşturulan tünelden sağ tarafa geçirildi. Üriner diversiyon uygulandı ve iki adet dren yerleştirildi. İntraoperatif komplikasyon görülmedi. BULGULAR Operasyonun laparoskopik kısmı 140 dakika sürdü. Kan kaybı 150 ml idi. Postoperatif 36. saatte bağırsak motilitesi düzelen hastanın drenleri 40. ve 64. saatlerde çekildi ve hasta 96. saatte taburcu edildi. Üreteral stentler 14. gün çekildi. Histopatolojik incelemede yüksek dereceli ürotelyal karsinom saptandı. Perivezikal invazyon yoktu, cerrahi sınırlar intakttı. SONUÇ Mesane kanserinde laparoskopik radikal sistektomi ile açık üriner diversiyon sık tercih edilen bir yöntem olup diversiyonun küçük insizyonla yapılabilmesi, bağırsak ve cerrahi komplikasyon riskini azaltmaktadır. Anahtar Kelimeler : Sistektomi, laparoskopi, radikal, VS-34 LAPAROSKOPİK PARAVERTEBRAL SCHWANNOM EKSİZYONU Kaan Gökçen1, Gökçe Dündar1, Gökhan Gökçe1, Esat Korğalı1, Emin Yener Gültekin1 1 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Giriş: Günümüzde retroperitoneal schwannom nadiren laparoskopik eksize edildiğinden retroperitoneal sinir tümörü cerrahisinde laparoskopik yöntem halen tartışmalıdır. Paravertebral schwannom'un laparoskopik yöntem ile eksizyonu sunmayı amaçladık. Olgu: Kliniğimize 2015 Eylül ayında sağ flank ağrı ile başvuran 21 yaşındaki erkek hastanın paravertebral kitlesi saptanması üzerine kitle eksizyonu planlandı. Fizik muayenesinde herhangi bir patoloji saptanmadı. BT, MR ve PET görüntülemesinde sağ paravertebral alanda inferior vena cava ve sağ renal ven arasında 28x30x44 mm boyutlarında düzgün sınırlı kitle görüldü. Testis tümörünü dışlamak için skrotal renkli dopler ultrason yapıldığında patoloji izlenmedi. Testis tümör markerları negatifti. Hastaya laparoskopik parakaval paravertebral kitle eksizyonu uygulandı. Bulgular: Operasyon süresi 70 dakika ve kan kaybı 45 mililitreydi. Operasyon komplikasyonsuz bir biçimde ve batın içini kanama olmaksızın tamamlandı Patolojisi Schwannom olarak raporlandı. Postoperatif dönemde sorunu olmayan hasta operasyonun ertesi günü taburcu edildi. Postoperatif 1. ay kontrolünde hastada herhangi bir nörolojik defisit ya da komplikasyon görülmedi. Sonuç: Laparoskopi; minimal invaziv olması ve ameliyat sonrası erken iyileşme sağlaması nedeniyle retroperitoneal kitle eksiyonu olguları için uygulanabilir. Laparoskopik prosedür retroperitoneal schwannomlar için deneyimli merkezlerde tercih edilebilir bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : laparoskopi, retroperitoneal nöral tümör, schwannom VS-35 SAĞ LAPAROSKOPİK RETROPERİTONEAL SÜRRENALEKTOMİ İLE TEDAVİ EDİLEN FEOKROMASİTOMA OLGUSU Niyazi Özgür Kurul 1, Şeref Başal1, Murat Zor4, Furkan Dursun3, Temuçin Şenkul1, Ömer Bakal2 1 Gata Haydarpaşa Üroloji Servisi 2 Gata Haydarpaşa Anestezi Servisi 3 Gümüşsuyu Asker Hastanesi Üroloji Servisi 4 Gata Ankara Üroloji Servisi Laparoskopinin uygulanmaya başlanmasından itibaren laparoskopik adrenalektomi, küçük bezlerin alınmasında gerçekleştirilen büyük insizyon ve kapsamlı organ manipülasyonunun önlenmesi açısından gerçekten faydalı bir yaklaşım olmuştur. Transperitoneal ve retroperitoneoskopik tekniklerin etkinliği kanıtlanmıştır. Açık operasyona kıyasla kesinlikle minimal invaziv bir uygulama olduğu ve adrenal bezlerin alınmasında aynı etkinlik ve güvenlik düzeyinde olduğu görülmüştür. Sol adrenal bezin anatomisinin sağ adrenal beze göre farklılık göstermesi, retroperitoneal tekniğin sol adrenal bez için seçilmesi gereken bir teknik olduğu tavsiye edilmektedir. Sağ bezin alınmasında seçilecek teknik cerrahın tercihine ve uygulanan tekniğe aşinalığına bağlıdır. Bu videoda ameliyat öncesi hormonal değerlendirmede vanilmandilinik asit, metanefrin ve normetanefrin değerleri yüksek olan ve sağ sürrenal glandda 35x30 mm boyutlu noduler lezyonu olan 30 yaşında erkek hastaya uygulanan sağ laparoskopik retroperitoneal sürrenalektomi prosedürünü sunuyoruz. Ameliyat süresi 130 dakika olup antihipertansif ajanlarla kontrol altına alınan hipertansif atak dışında belirgin kan kaybı ve diğer intraoperatif komplikasyon görülmemiştir. Ameliyat sonrası ikinci günde hasta taburcu edilmiştir. Sonuç olarak sağ sürrenal lezyonlarda, hormonal aktif olsa bile laparoskopik retroperitoneal sürrenalektomi tecrübeli ellerde güvenle uygulanabilir bir minimal invaziv prosedür olarak tercih edilebilir. Anahtar Kelimeler : Laparoskopi, laparoskopik sürrenalektomi, sağ laparoskopik sürrenalektomi, minimal invaziv ürolojik cerrahi, Feokromasitoma, Feokromasitoma cerrahi tedavisi VS-36 EVRE T1A RENAL HÜCRELİ KARSİNOMDA BEKLENMEDİK BÜYÜKLÜKTE LENF NODU METASTAZI VE TEDAVİSİ Yusuf İlker Çömez1 1 Çanakkale Devlet Hastanesi Giriş: Günümüzde tanısal ve cerrahi yaklaşımların gelişmesi ile birlikte T1 evre renal tümörlerde, Radikal Nefrektomiden (RN) Nefron Koruyucu Cerrahi (NKC) lehine bir eğilim olmuştur. Lenf nodu disseksiyonu (LND) ise sadece klinik olarak kanıtlanmış lenf nodu varlığında önerilmektedir. Amaç: Bu olgumuzda klinik T1a evre tümörü ve vena cava komşuluğundaki 6 cm lenf nodu nedeni ile uyguladığımız transperitoneal laparaskopik nefrektomi ve lenfadenektomi videosunu izletmeyi amaçladık. Materyal ve metod: 64 yaşında erkek hasta hematüri ve sağ yan ağrısı nedeni ile üroloji polikiniğine başvurduğunda yapılan Abdomen MR tetkikinde sağ böbrek alt polde 4x4 cm tümör ile uyumlu lezyon ve sağ renal ven ile vena cavaya komşu 6 cm ve 1 cm çaplı iki adet lenf nodu saptandı. Hastaya transperitoneal sağ laparoskopik nefrektomi uygulandı. Vena kava ya ve sağ renal vene yapışık olan 6 ve 1 cmlik nef nodları dikkatlice çıkarıldı. Postoperatif 1.gün dreni alınan hasta, 2 gün taburcu edildi. Patolojik değerlendirme sonucu, berrak hücreli tip Renal Hücreli Karsinom (RHK) , nükleer grade 1, cerrahi sınır negatif, en büyüğü 6 cm olan 3 adet lenf bezi metastazı saptandı. Sonuç: Küçük renal kitlelerde dahi lenf nodu metastazı görülebilmektedir. Renal kitlelerde tüm evrelerde, uygun görüntüleme teknikleri ile lenf nodu varlığının saptanmasının, cerrahi yaklaşımımızı değiştirerek hastanın sağkalımına katkıda bulunacağı sonucuna vardık. Anahtar Kelimeler : renal hücreli karsinom lefadenopati VS-37 SEKONDER OLGUDA LAPAROSKOPİK USG EŞLİĞİNDE LAPAROSKOPİK ADRENALEKTOMİ Ömer Demir1, Ozan Bozkurt1, Canan Altay1, Mustafa Seçil1, Mücahit Özbilgin1, Kutsal Yörükoğlu1, Adil Ahmet Esen1 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Otuz-dokuz yaşında bayan hasta sekonder hipertansiyon nedeniyle dış merkezde yapılan tetkiklerinde bilateral adrenal adenom saptanmış. Mayıs 2015'te sol, Temmuz 2015'te sağ transperitoenal laparoskopik adrenalektomi yapılmış. Sağ adrenalektomi patolijisi adrenal adenom, solda ise malign potansiyel gösteren feokoromositoma olarak gelmiş. Postoperatif hipertansif atakları devam eden hastanın yapılan tetkiklerinde sol adrenal lojda 3x2 cm.lik nodüler lezyon tespit edilmiş. Hastaya sağ laparoskopik transperitoneal adrenalektomi planlandı. Laparoskopide sağ adrenal loj diseke edildikten sonra görüntülemede beliritilen kitle saptanamaması üzerine yapılan laparoskopik USG'de kitlenin retrohepatik alanda olduğu tespit edildi. Önceki ameliyata sekonder ciddi yapışıklıklar nedeniyle kitleye ulaşılamaması nedeniyle açık operasyona geçildi. Karaciğer serbestlendikten sonra kitleye ulaşılarak kitle eksize edildi. Hasta postoperatif 6. gün taburcu edildi. Patoloji sonucu beklenmektedir. Anahtar Kelimeler : laparoskopi, adrenalektomi, feokromositoma VS-38 LAPAROSKOPİK YARDIMLI PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ: OLGU SUNUMU Volkan İzol1, Fatih Gökalp1, Nebil Akdoğan1, Kadir Karkin1, İbrahim Atilla Arıdoğan1, Zühtü Tansuğ1 1 Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı Amaç: Böbrek taşlarının tedavisinde altın standart tedavi yöntemi olan perkütan nefrolitotomi (PCNL), ektopik yerleşimli veya anomalili böbreklerde giriş güvenliği sağlaması nedeniyle laparoskopi yardımlı uygulanabilmektedir. Bu çalışmamızda sağ pelvik ektopik taşlı böbreği olan hastaya uygulanan laparoskopi yardımlı PCNL videosunu sunmaktayız. Hasta ve Yöntem: 3 aydır karın ağrısı şikayeti ile kliniğimize başvuran 29 yaşındaki erkek hastaya yapılan bilgisayarlı tomografisinde sağ pelvik ektopik taşlı böbrek saptandı. Hastaya laparoskopik yardımlı PCNL planlandı. Litotomi pozisyonunda hastaya üreter kateteri konulup supine pozisyona alındı. Transperitoneal 3 adet 5 mm trokarlar, standart el aletleri ve ultrasonik makas yardımıyla operasyon gerçekleştirildi. Posterior periton ultrasonik makas yardımıyla açılıp böbrek bulunup gerota fasyası açıldı. Skopi eşliğinde iğne girişi yapılıp 24 f amplatz dilatasyon sonrası taş pnömotikle kırılıp forcepsle ekstrakte edildi. Hastaya double-J stent yerleştirilip parankimdeki defekt 2/0 poliglaktin sütürle onarılıp dren konularak işleme son verildi. İntraoperatif komplikasyon görülmedi. Bulgular: Operasyon 65 dk sürdü. Floroskopi süresi 4 dk, kan kaybı minimaldi. Erken dönem komplikasyon görülmeyen hasta postoperatif 2. gün dreni çekilerek taburcu edildi. Sonuç: Pelvik ektopik böbreği olan hastalarda laparoskopik yardımlı perkütan nefrolitotomi (PCNL) kısa yatış süresi, düşük komplikasyon oranıyla artan deneyimle birlikte güvenle uygulanabilir. Anahtar Kelimeler : Pcnl, ektopik, böbrek, laparoskopi, yardımlı VS-39 ERİŞKİN VAKADA LAPAROSKOPİK PROSTATİK UTRİKUL KİST EKSİZYONU; OLGU SUNUMU İbrahim Ethem Arslan1, Onur Kaygısız1, Kadir Ömür Günseren1, Burhan Coşkun1, Ahmet Mert1, Hakan Kılıçarslan1, Yakup Kordan1, Berna Vuruşkan2, Hakan Vuruşkan1 1 Uludağ Üniversitesi; Üroloji Abd 2 Uludağ Üniversitesi; ; Patoloji Abd Giriş: Prostatik utrikul kisti, Müllerian kanal yapısının inkomplet regresyonu sonucu gelişir. Özellikle genital anomalisi olmayan erkeklerde ileri yaşta nadir gözlenir. Prostatın arkasında açık cerrahide ulaşılması zor bir bölgede olan kiste laparoskopik yaklaşım, daha az invaziv olması ve cerrahi alanın büyütülmüş görüntüsü ile öncelikli olarak tercih edilmelidir. Biz de bu videomuzda laparoskopik prostatik utrikul kist eksizyonu yapılan vakamızı sunduk. Materyal-metot: 5 yıldır miksiyon ve defekasyon sırasında yanma, ağrı, sık idrara çıkma şikayeti olan, idrar yaparken zorlanan 41 yaşındaki erkek hastanın fizik muayenesinde prostat üzerinde kistik lezyon palpe edildi. PSA’sı 0.5 ng/dl saptanan hastanın, transrektal ultrason ile incelemesinde; prostat orta kesimde 4 cm kistik lezyon gözlendi. Takiben çekilen pelvik magnetik rezonans görüntülemede prostat superior kesiminde orta hatta yaklaşık 5x3.5x3.4 cm boyutlu patolojik kontrast tutulumu göstermeyen kistik lezyon izlendi. Endoskopik değerlendirmede prostatik üretradan kist duvarı rezeke edilemeyince laparoskopik müdahale planlandı. Takip eden seansta LAPAROSKOPİK PROSTATİK UTRİKUL KİSTİ EKSİZYONU uygulandı Sonuçlar: Kliniğimizde supin pozisyonda umblikus üstü 1 cm’lik insizyondan Veress iğnesi ile girilerek pnömoperitonium oluşturuldu. Ardından 3 adet 5 mm’lik port direkt görüş altında yerleştirildi. Rektum ile mesane arasında periton insize edildikten sonra seminal vezikül görüldü. Ardından rektum ile mesane arasındaki 5 cm’lik kiste ulaşıldı. Kist içeriği aspire edilerek kontrol edildi, serohemorajik sıvı geldi. Takiben kist duvarları serbestlendi, sol seminal keseye yapışık olduğu görüldü. Keskin diseksiyonla kist duvarı serbestlendi ve salim olarak çıkarıldı. 1 adet hemovac dren yerleştirildi. İşlem komplikasyonsuz sonlandırıldı. Ameliyat süresi 45 dakika, kanama miktarı 20 ml idi. Postoperatif 1. gün dreninden geleni olmayan hasta, dreni ve sondası çekilerek taburcu edildi. Patolojik incelemede kist aspirasyon mayi sitolojisi ve kist duvar incelemesi benign olarak rapor edildi. Hastanın postoperatif takibinde alt üriner sistem şikayetleri geçmişti. 3. ay üroflovmetri incelemesinde normal paternde işeme eğrisiyle sahipti. Qmax 25ml/sn idi. Sonuç: Prostatik utrikul kistlerine laparaskopik yaklaşım düşük morbiditesi ile iyi bir tedavi seçeneğidir. Anahtar Kelimeler : prostatik utrikul kisti, laparoskopi Figürler : VS-40 LAPOROSKOPİK SAĞ HEMİNEFREKTOMİ OPERASYONU: VİDEO GÖSTERİM Barbaros Başeskioğlu1, İyimser Üre1, Burak Elmaağaç1 1 Osmangazi Üniversitesi Tıp Fak. Üroloji Ad Amaç: Komplet çift toplayıcı sistemi ve üst pol atrofisi olan hastaya yapılan laporoskopik heminefrektomi operasyonunun video sunum olarak gösterilmesi Materyal Metod: Sağ yan ağrısı ve sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu şikayetleri olan 40 yaşındaki erkek hastaya IVP ve BT ürografi tetkikleri yapılmış olup sağ böbrekte komplet çift toplayıcı sistem ve bifid pelvis görülmüştür. Üst pol düzeyindeki kaliks çapları 12 cm olarak ölçülmüştür. DMSA sintigrafisinde sağ böbrek üst polünün fonksiyon görmediği tespit edilmiştir. Hastaya operasyon öncesi RGP çekilmiş olup çift toplayıcı sistem ve dev hidronefrotik atrofik üst pol gözlenmiştir. Hastaya Temmuz 2015’de sağ laparoskopik heminefrektomi yapılmıştır. Bulgular: Operasyon, yaklaşık 2 saat sürmüş olup eksize edilen böbrekte püyonefroz olduğu görüldü. Postop üriner sistem enfeksiyonu nedeniyle tedavisi devam ettirilen hastanın drenaj katateri postop 7. günde gelen olmaması ve ateşinin olmaması nedeniyle çekildi. Hasta postop 12. Günde taburcu edilmiştir. Sonuç: Komplet çift toplayıcı sistemi olan hastalarda kısmi atrofi görülebilmektedir. Heminefrektomi ameliyatı, günümüzde kısa hospitalizasyon süreleri ve düşük komplikasyon riski nedeniyle deneyimli merkezlerde laparoskopik olarak uygulanmaya başlanmıştır. Anahtar Kelimeler : laparoskopi, heminefrektomi POSTER BİLDİRİ ÖZETLERİ PS-01 Microperc versus Miniperc for Treatment of Renal Stones Smaller than 2 cm in Pediatric Patients Gökçe Dündar1, Gökhan Gökçe1, Kaan Gökçen1, Esat Korğalı1, Aydemir Asdemir1, Kenan Kaygusuz2 1 Cumhuriyet University Faculty Of Medicine Department Of Urology 2 Cumhuriyet University Faculty Of Medicine Department Of Anesthesiology And Reanimation Introduction: Pediatric stone disease is an important clinical problem in pediatric urology practice. The standard procedures to treat urinary stone disease in children are the same as those used in an adult population. However, there is concern regarding the safety of endourological treatment in these pediatric patients. Although there is an international consensus on the guidelines for the management of stone disease in adults, consensus on the management of pediatric stone disease has been still unavailable. Objective: We aimed to compare mini-percutaneous nephrolithotomy (miniperc) and micropercutaneous nephrolithotomy (microperc) in pediatric patients who underwent unsuccesful SWL procedure. Study design: In this retrospective case study series, 38 pediatric patients, aged 17 years or younger, were treated with miniperc or microperc procedures due to renal calculi by single surgeon. In group 1; there were 27 patients who underwent miniperc procedure between January 2010 and December 2013. In group 2; 11 patients were treated by microperc between January 2014 and August 2015. Results: Mean age of the patients were 9.5 (3-17) in group 1 and 5.2 (2-13) years old in group 2. Stone burden was similar between in two groups. Mean operation time was 74.1 (40-110) minutes in miniperc group and 33.6 (25-45) minutes in microperc group. The difference in terms of operation time was statistically significant. (p<0.05) Patients who underwent microperc were discharged from clinic earlier. Hyperthermia without bacteraemia was observed in 2 children in miniperc group and treated by using a single dose of paracetamol and also 2 children in the same group needed blood transfusion. There was a tendency for low haemoglobin decrease in microperc group compared to miniperc. Conclusion: All of the endourological interventions are invasive treatments; therefore, they may sound like offensive for pediatric patients and especially for their relatives. The management of pediatric stone disease has evolved with improvements in techniques and minimalisation of surgical instruments and thus, it can be effectively and safely used in children by experienced surgeons. Anahtar Kelimeler : microperc, miniperc, pediatric renal stone, percutaneous nephrolithotomy Tables : Table 1: Characteristics of the patients Miniperc Microperc p* Patient Male-Female n(%) Total 13(48.1)-14(51.9) 27 3(27.3)-8(72.7) 11 - Age at time of surgery mean±SD (min-max) 9.5±5.4 (3-17) 5.2±4.1 (2-13) 0.01* Operation side Right-Left n(%) 13(48.1)-14(51.9) 5(45.5)-6(54.5) - Stone burden (mm2) mean±SD (min-max) 179±93 (25-350) 132±56 (50-214) 0,16 Most frequent localisation of stone (%) Renal pelvis (66.7) Lower calyx (54.5) - Secondly most frequent localisation of stone (%) Lower calyx (22.2) Renal pelvis (36.4) - Operation time (min) mean±SD (min-max) 74.1±19.7 (40-110) 33.6±7.8 (25-45) 0.01* Hospitalization (day) mean±SD (min-max) 4.2±2.1 (2-11) 1.4±1.1 (1-4) 0.01* Haemoglobin change (g/dl) mean±SD (min-max) –1.14±1.32 (–3.9-1.1) –0.7±0.46 (–1.3-0.1) 0.18 Creatinine change (mg/dl) mean±SD (min-max) 0.04±0.13 (–0.13-0.3) 0.08±0.06 (–0.01-0.17) 0.36 Stone clearence % 92.6 Table 2: Post-operative catheter placement Miniperc n:27 Microperc n:11 Urethral foley catheter 27 11 Ureteral catheter 0 6 Double J ureteral stent 0 5 Nephrostomy catheter 27 0 90.9 - PS-02 BÖBREK TÜMÖRÜNÜ TAKLİT EDEN KİST HİDATİK Ahmet Çamtosun1, Huseyin Çelik1, Ahmet Yıldız1, Ramzan Altıntaş1, Cemal Taşdemir1 1 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Turgut Özal Tıp Merkezi Üroloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Bir aydır olan sol yan ağrısı ile üroloji polikliniğine başvuran 45 yaşındaki erkek hastanın ateş veya piyüri öyküsü yoktu. Vital bulguları normaldi.Fizik muayenede kostovertebral açı hassasiyeti dışında bir özellik yoktu. Hastanın özgeçmişinde Behçet Hastalığı öyküsü vardı ama hastada oral veya genital ülser tespit edilmedi. Hastanın laboratuar incelemesinde eozinofil oranı (% 2,7), böbrek fonksiyonları (kan üre 12,71mg / dl, kreatinin 0,74 mg / dl) ve karaciğer fonksiyon testleri normaldi. Tam idrar analizinde patolojik bulguya rastlanmadı. Kist hidatik hastalığı için Elisa testi negatif idi. Ultrasonografi sol böbreğin alt kutbunda bir 8x6,2x6 cm büyüklüğünde, heterojen, ekzofitik uzanan kitle görüldü. Kitlenin duvarları yer yer kalsifiye ve böbrek ile kitle arasındaki sınır belirsizdi. Lezyon karmaşık bir kist ya da kitle olup olmadığı ultrasonografi ile ayırt edemedi. MRI da sol böbreğin alt kutbundan aşağıya eksofitik uzanan, kortikal-parapelvic lokalizasyonda 9x7,5x7 cm kitle saptandı(Resim-1). Komplike kist? Renal kitle? olarak raporlanan hastanın patolojik lenfadenopatisi yoktu. Lezyonun malign olma olasılığını göz önüne alındığında, hastaya Transperitoneal Laparaskopik radikal nefrektomi yapıldı. Histopatolojik tanı kist hidatik oldu. Hastaya ameliyat sonrası albendazol 10 mg / kg günde iki kez, üç hafta boyunca uygulandı. Sonuç: Kist hidatik hastalığın endemik olduğu yerlerde böbrek tümörü ile karışan bu hastalıkta akılda tutulmalı ve tedavi planlanırken organ koruyucu yaklaşımlar hastanın durumu elverişli ise uygulanmalıdır. Anahtar Kelimeler : kist hidatik, böbrek, kanser Figürler : PS-03 YAŞLI HASTALARDA PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ Ahmet Çamtosun1, Hüseyin Çelik1, Caner Ediz1, Ramazan Altıntaş1, Cemal Taşdemir1 1 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye AMAÇ: Perkütan nefrolitotomi (PNL),tüm dünyada böbrek taşı cerrahi tedavisinde güvenle kullanılan minimal invaziv bir yöntemdir. İlk PNL ameliyatı Mart 1998 tarihinde yapılan kliniğimizde yetmişbeş yaş üzeri ilk PNL ameliyatı ise Haziran 2000 tarihinde bilateral olarak yapıldı. Çalışmamızda, 75 yaş ve üstü hastalara yapılan PNL operasyonları incelendi. GEREÇ YÖNTEM: PNL işlemleri genel anestezi altında yapıldı. Hastalara, supin pozisyonda sistoskopi yapıldıktan sonra üreter orifisinden üreter kateteri C kollu floroskopi eşliğinde takılarak üretral foley katetere tespit edildi. Sonrasında hastalar prone pozisyona alınarak floroskopi eşliğinde chiba iğnesi ile böbreğe girildi. Amplatz renal dilatatör setiyle 30 F’e kadar dilatasyon sağlandı. İşlem sonrası renal kılıf içerisinden nefrostomi kateteri yerleştirildi. PNL sonrası 4 mm'den küçük taşlar, kllinik önemsiz taş rezidüleri kabul edildi. BULGULAR: Mart 1998 – Kasım 2015 tarihleri arasında, 17 yılda toplam 3096 perkütan nefrolitotomi işlemi yapıldı. Bu hastalardan 33 tanesi 75 yaş ve üzeriydi. Bu hastalara, biri bilateral olmak üzere 34 PNL işlemi yapıldı. Hastaların yaş ortalaması 79,36 (75-88) yıl olarak hesaplandı. 20 (%66) hastada tam taşsızlık sağlandı. 2 hastada tubeless PNL yapıldı. Hastaların 1'inde transfüzyon gerektiren kanama, 5 hastada DJ takılmasını gerektiren nefrostomi traktından sızdırması gelişti. Başka bir komplikasyon oluşmadı. Nefrostomi süresi ortalama 3 gün, hastanede kalış süresi ortalama 3,9 gün olarak hesaplandı (Tablo 1). SONUÇ: Minimal invaziv bir yöntem olan PNL, yüksek güvenlik, düşük komplikasyon oranları, daha kısa hastanede kalış süresi, yüksek hasta memnuniyeti sağlaması, daha yüksek taşsızlık oranları ile açık böbrek taşı cerrahisine göre avantajlı bir hale gelmiştir. Uriner sistem taş hastalığının cerrahi tedavisinde PNL güvenli ve etkili bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : PNL, Böbrek taşı, Geriatri Tablo 1. Yetmiş beş yaş ve üzeri PNL sonuçları PNL yapılan renal ünite 34 Total taşsızlık 20 (%66) Transfüzyon gerektiren kanama 1 (%3) DJ stent takılması 5 (%16) Ürinom 4 (%1) Nefrostomi süresi 3 gün Hospitalizasyon süresi 3.9 gün PS-04 D-J NİN HAYAT KALİTESİ, İŞ PERFORMANSI, İDRAR ŞİKAYETLERİ, AĞRI VE CİNSEL HAYATA ETKİSİ Ahmet Çamtosun1, Hüseyin Çelik1, Ramazan Altıntaş1, Cemal Taşdemir1 1 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye AMAÇ: Duble-j üreter katateri ürolojik cerrahide sık kullanılan bir materyaldir. Bu materyal ortalama 410 hafta vücutta kalmaktadır. Biz çalışmamızda bu kataterin insanın hayat kalitesine etkisi, iş performansı, ağrı, idrar şikayetlerinin durumu, cinsel hayata etkisini araştırdık METHOD: Eylül 2014-Mayıs 2014 tarihleri arasında kliniğimizde opere edilen ve duble-J takılan hastaların D-J ‘li iken ve D-J çıkarıldıktan 2 hafta sonraki Hayat kalitesi, iş performansı, ağrı, idrar şikayetlerinin durumu, cinsel hayat kalitesi anketle değerlendirildi. BULGULAR: Toplam 72 hasta çalışmaya alındı. Hastaların yaş ortalaması 40(23-60) (29 kadın, 43 erkek)idi. Hastaların D-J iken hayat kalitesi, iş performansı, ağrısı, idrar şikayetleri ve cinsel hayatı kötü yönde etkilemektedir (Tablo-1). SONUÇ: D-J insan hayatını kötü yönde etkilemektedir. Bu kateterin insan hayatına olumsuz etkisini azaltmak için yöntem ve medikal tedavilere ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler : Üreter, Stent, Cinsel hayat, Yaşam kalitesi. Tables : Tablo-1 Toplam hasta sayısı D-J’i iken N= 72 D-J çıkarıldıktan sonra P değeri (p<0.05) Genel sağlık 15.56(11-20) 14.4(8-17) 0.002 İdrar şikayetleri 34.69(16.5-42.7) 17.13(12-28.75) p<0.001 Vücud ağrısı 28.18(12-50) 11(8-43 p<0.001 İş performansı 14(5-69) 6.5(5-23) p<0.001 Cinsel hayat 12.26(6-24) 10.2(6-17) p<0.001 PS-05 Paraplegia After Percutaneous Nephrolithotomy: A Rare Entity Mustafa Suat Bolat1, Alper Başakçı2, Erkan Kılıç3, Ekrem Akdeniz1 1 Samsun Training And Research Hospital, Department Of Urology, Samsun, Turkey 2 Private Denizli Hospital, Clinic Of Urology, Denizli, Turkey 3 Ordu State Hospital, Clinic Of Urology, Ordu, Turkey Introduction Percutaneous nephrolithotomy (PNL) is commonly used minimally invasive method for treatment of urinary stone disease greater than 2 cm in diameter and high success rate (greater than 95%), acceptable complication rate and high postoperative patient comfort. Case Presentation Forty five year old male patient admitted to our clinic with left flank pain. His medical history revealed controlled essential hypertension with alpha blocker and neurologic examination was normal, preoperatively. Biochemical analysis, hemogram and urine culture were in normal ranges. Computerized tomography showed left renal pelvic stone 2 cm in diameter (Fig. 1A). Standard PNL was done in prone position with using ultrasonic lithotriptor. During PNL, a transient hypertensive attack and tachycardia encountered and resolved by anesthesiologist. Three hours later after PNL, patient expressed that he could not move his lower extremities. Neurologic examination showed paraplegia at T8 level. Early perioperative MR imaging was normal range (Fig. 1B and C). Anticoagulant therapy was initiated. After nephroscopy catheter was removed in second postoperative day, peripheral angiography revealed normal renal and anterior spinal artery patency fed medulla spinalis (Fig. 1D and E ) Discussion Although PNL procedure is minimally invasive technique, some major complications may occur during perioperative period. Patients who have comorbidity factors are in more risk of complications. Adamkiewicz' artery which is the largest of the medullary arteries supply the spinal cord by anastomising with the anterior (longitudinal) spinal artery. Injury to this artery can result in devastating ischemia of the lower spinal cord - anterior spinal syndrome. Transient vasospasm or embolism may cause medullar ischemia and subsequently paraplegia. It should be remembered that paraplegia may occur during or after major surgeries and detailed systemic evaluation is mandatory. Anahtar Kelimeler : Adamkiewitz' artery, Paraplegia, PNL Figürler : Notlar : We report paraplegia due to vasospasm of anterior medullar artery. After one year the patient was paraplegic. This case is significant because most of the urologists deal with kidney stones in their practise and it must be kept on mind that this pathology may occur especially with during surgery. PS-06 KALİKS DİVERTİKÜLÜ TAŞLARINDA RETROGRAD İNTRARENAL CERRAHİNİN ETKİNLİĞİ İbrahim Karabulut1, Fevzi Bedir1, Fatih Kürşat Yılmazel1, Ercüment Keskin3, Ertuğrul Gazi Özbey2, Mahmut Koç4, Ali Haydar Yılmaz4, Hüseyin Koçakgöl5 1 Bölge Eğitim Ve Araştırma Hastanesi 2 Nyala Sudan Turkey Training And Resarch Hospital 3 Mengücek Gazi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi 4 Bilecik Devlet Hastanesi 5 Kanuni Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Intravenöz pyelografi (IVP) serilerinde saptanma oranı %0,21-0,45arasında olup sık karşılaşılan bir patoloji değildir kaliks divertikülü.İki farklı çeşit KD mevcuttur: 1.Tip KD: Minör kaliks yerleşimli olup sıklıkla üst pol yerleşimlidir. En sık karşılaşılan tiptir. 2.Tip KD: Major kaliks yerleşimlidir ve santral yerleşimlidir. KD sıklıkla asemptomatik olmakla beraber hematüri, renal kolik, sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu ile başvurabilmektedir. KD lerde taş sıklığı %10-50 arasında değişmektedir. KD tedavi endikasyonları ; taş oluşumu, tekrarlayan enfeksiyon , hematüri ve parankime basıdır. Nadir görülen KD taşlarında tedavi seçenekleri hakkında fikir birliği bulunmamaktadır. Biz burada kliniğimizde son bir yıl içinde KD ve taşları nedeni ile RIRS yapılıp kalliks boynu laser ablasyonu ile dilate edilen 5 hastayı literatür eşliğinde sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Kasım 2014 ve Mayıs 2015 tarihleri arasında KD nedeni ile RIRS yapılan veya RIRS esnasında KD tespit edilen 5 hastanın veriler retrospektif olarak tarandı. Hastaların 3 tanesi kadın 2 tanesi erkek idi. Hastaların tamamında KD taşı vardı. 3 hastanın RIRS öncesi başarısız sok wave litotripsi öyküsü mevcuttu. Yapılan işlemler öncesi 3 hastada görüntüleme olarak direkt üriner sistem grafi(DSÜG) ve üriner sistem ultrasonografi mevcuttu. 2 hastada ise kontrastsiz spiral tomografi ile değerlendirildi. RIRS işlemi 9,5 f fleksbl üreterorenoskop (URS) kullanılarak yapıldı. KD ağızları 275 nm holmium laser kullanılarak ablate edildi ve taşlara müdahale edildi. KD tamamı dar ve kısa boyunlu olup 4 üst pol 1tanesi orta pol yerleşimli idi. Taşsızlığa 6 hafta sonra yapılan radyolojik (Üriner USG, DSÜG) değerlendirme ile karar verildi. Bulgular: Hastaların tamamında KD taşları mevcut olup , KD santral yerleşimli ve dar ağızlı idi. Ortalama taş boyutu 11,2 mm’idi. 3 hastada başarısız ESWL sonrası RIRS kararı verildi. 2 Hastada kontrastsız CT sonrası tespit edilen KD ve taşları nedeni le RIRS kararı verildi. Hastaların yaş ortalaması 52,5 yıl , body mass indeks ortalaması ;26,5 idi. Ortalama işlem süresi 423 dk idi. 6. haftada yapılan değerlendirmede 3 hastada komplet taşsızlık sağlandığı tespit edildi. Kalan 2 hastada ise komplet taşsızlık 2 seans ile sağlandı. Tek seansta taşsızlık oranı %60 olup literatür ile bağdaşmaktadır. Hastaların tamamın D-J katateri alındı. Tartışma: RIRS kullanımının giderek artması ve holmium laserin etkinliği , özellikle direkt bakı ile RIRS’ de KD değerlendirilebilmesi önemli avantaj sağlamaktadır. İşlemin minimal invaziv olması ve endovizyonal olarak tüm basamakların görerek yapılması da önemli avantajları arasındadır. KD uygun tedavinin belirlenebilmesi ve üstünlüklerinin kıyaslanabilmesi açısından prospektif çok merkezli çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler : Kaliks Divertikülü, Fleksbl URS, Renal Taş Figürler : PS-07 The laparoscopic management of the ureteropelvic junction obstruction: Our initial experience Mustafa Suat Bolat1, Abdullah Açıkgöz2, Ekrem Akdeniz1 1 Samsun Training And Research Hospital, Department Of Urology, Samsun, Turkey 2 Kemerburgaz University, Department Of Urology, İstanbul, Turkey Background: We retrospectively evaluated laparoscopic pyeloplasty results and complications in ureteropelvic obstruction. Methods: Thirty-three cases with ureteropelvic obstruction were accrued into this study. Eighteen patients underwent Anderson-Hynes dismembered Pyeloplasty and 15 underwent Y-V plasty. Cases were screened for follow-up at 3., 6. months and then yearly. Partial or total symptomatic relief and improvement in diuretic renogram was accepted as success. Results: Median age was 34.5±15.5(13-74) years, number of males were 13 (39.4%) and females were 20 (60.6%). Median Body Mass Index was 25.3±15.4(18.5-33.4). Eight were asymptomatic, and 23 had intermittent pain. Fourteen cases had left side obstruction (42.4%) and 19 had in the right kidney. Intraoperatively 19 cases had aberrant vessel. Mean surgery time was 127.9±38.9 (68-245) minutes, median anastomosis time was 20.8±7.3 (8-39) minutes. Median blood loss was 57.1±28.3 (20-150) mL, median postoperative drainage time was 2.6±1.1 (2-7) days. Only one had prolonged ileus and peritoneal irritation findings. Median narcotic and nonnarcotic requirement were 21.5±4.8 (15-30) and 132.6±37.2 (75-200) mg/day, respectively. Median follow-up period was 35.1±13.6 (1159) months. Conclusions: Laparoscopic pyeloplasty, is minimally invasive and reliable technique replaces open pyeloplasty in many institutions. Shorter hospitalization, lower postoperative morbidity rates, better cosmetic results and higher successful rates can be easily achieved. Anahtar Kelimeler : Laparoscopic Pyeloplasty, Ureteropelvic Obstruction PS-08 ROBOTİK VS AÇIK PARSİYEL NEFREKTOMİ: 2 TEKNİĞİN TEK MERKEZLİ KARŞILAŞTIRILMASI Veli Yalçın1, Burak Özkan2, Enis Rauf Coşkuner2 1 Bakırköy Acıbadem Hastanesi Üroloji Bölümü 2 Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı; Bakırköy Acıbadem Hastanesi Amaç: Böbrek tümörlerinin tedavisinde robot yardımlı parsiyel nefrektomi (RYPN) ile açık parsiyel nefrektomi (APN) sonuçlarımızın Türkiye’den tek merkez olarak karşılatırmasını yapmak. Metod: Merkezimizde Mayıs 2011 ile Mart 2015 tarihleri arasında böbrek tümörü nedeniyle yapılan 38 RYPN ve 30 APN karşılaştırması için veriler retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Klinik ve patolojik değişkenler, onkolojik ve fonksiyonel sonuçlar analiz edilmiş ve karşılaştırılmıştır. Hasta karakteristikleri tablo 1’de görülmektedir. Sonuçlar: Her 2 yöntem arasında (RYPN vs APN) hasta yaşı (p=0.065), cinsiyet (p=0.737), kitlelerin lokalizasyonu (p=0.517), tümör boyutu (p=0.372), nefrometri skorları (p=0.492) ve preoperatif tahmini glomeruler filtrasyon oranları (eGFR) (p=0.668) arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır. Ortalama operasyon süresi (200 vs 168 dak, p=0.000) ve ortalama sıcak iskemi süresi (21 vs 17 dak, p=0.000) RYPN grubunda daha uzun olarak saptanmış ancak postoperatif eGFR değerleri açısından gruplar arasında fark bulunmamıştır (p=0.085). Her 2 grup arasında tahmini kan kaybı açısından anlamlı fark saptanmamıştır (p=0.588). Hastanede kalış (3.5 vs 5 gün, p=0.03) ve postoperatif ağrı (5.1 vs 7, p=0.000) APN grubunda daha kötü idi. Postoperatif komplikasyon oranı APN ve RYPN için sırasıyla % 10 ve % 10.5 olarak hesaplanmıştır (p=1.000). RYPN grubundaki 1 hasta da operasyondan yaklaşık 1 yıl sonra aynı böbrekte rekürrens saptanmıştır (p=1.000). Kullanılan yöntemlere göre operatif verileri tablo 2’de görülmektedir. Yorum: RYPN, kısa hastanede kalış ve postoperatif ağrının daha az olması ile APN’ye ciddi bir alternatif oluşturmaktadır. Ortalama operasyon süreleri ve sıcak iskemi süresi APN grubunda daha kısa olmakla beraber artan RYPN deneyimi ile bu olumsuzluğunda ortadan kalkacağını düşünmekteyiz. Her iki yöntem arasında postoperatif renal fonksiyonlar açısından fark saptanmaması da amacı böbrek fonksiyonlarını korumak olan bir işlemde her 2 yöntem arasında fark olmadığını göstermektedir. Anahtar Kelimeler : Böbrek tümörü, robotik yardımlı parsiyel nefrektomi, açık parsiyel nefrektomi Tables : Hasta karakteristikleri RYPN APN p Hasta sayısı 38 30 Erkek 28 21 Kadın 10 9 Ortalama yaş 56.8 51.2 0.065 0.737 Taraf 0.189 Sağ 13 15 Sol 25 15 Soliter böbrek 0.441 Lokalizasyon 0.517 Üst pol 18 11 Orta pol 3 4 Alt pol 17 15 Çap 4.13 4.33 0.372 Nefrometri skoru 5.37 5.90 0.492 Cerrahi yöntemlere göre hastaların operatif verileri RYPN APN p Ortalama kan kaybı (ml) 296 313 0.588 Operasyon süresi (dak) 200 168 0.000 Sıcak iskemi süresi (dak) 21.6 17.20 0.000 Hastanede kalış (gün) 3.5 5 Preoperatif eGFR (mL/min) 77.3 0.03 76.2 0.668 Postoperatif eGFR (mL/min) 1.Hafta 74.3 72.4 0.657 3.Ay 76.8 76 Postoperatif VAS skoru 5.18 7.03 0.000 Komplikasyonlar 0.123 1.000 Grade 2 2 1 Grade 3a 1 0 Grade 3b 1 2 Transfüzyon 2 1 0.786 PS-09 MINIMALLY INVASIVE MANAGEMENT OF ISOLATED RENAL CYSTIC ECHINOCOCCOSIS Taha Numan Yıkılmaz1, Erman Damar1, Erdem Öztürk1, Eşref Oğuz Güven1, Halil Başar1 1 Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Oncology Education And Research Hospital Introduction Hydatid cyst is a parasitic infection which is caused by Echinococcus. Hydatid cysts are mostly evident in the liver (75%) and lungs (15%), while muscle, kidney, bone, brain and spleen involvements may also be seen. Isolate renal involvement is rare, comprising only 2% of all cases. Hydatidosis can be treated by medical, surgical and percutaneous modalities. CASE REPORT This 36-year-old woman was admitted to the hospital,with non-specific left flank pain of around 4 months duration. During this period, she developed intermittant fever (temperature, 38.0°C-39.5°C) and lost 8 kg weight. Ultrasonography revealed a 67x47 mm cystic lesion in the lower pole of left kidney with heterogen inner structure. The CT scan also confirmed a 70x65 mm cystic lesion in the left kidney having a thick wall, 25-35 HU enhanced. The cyst has a germinative membrane in the central and reported as type 2 hidatid cyst (Figure 1). There were no lesions in liver and lungs. Indirect hemaglutination test was also confirmed the diagnosis with 1/1280 titration positivity. Cyst excision suggested but patient refused so ultrasound guided aspiration of the kidney hydatid cyst was performed with 20 gauge disposable lumbar puncture needles followed by ablation with 99.5% alcohol for a contact time of 20 minutes. Then percutaneous drenage catheter placed into the cyst. The patient discharged with 400 mg oral albendazol twice a day. Also aspiration material confirmed hydatid cyst. At 6-month follow up USG confirmed effectively ablated hydatid cysts (Figure 2). DISCUSSION Ultrasonography, CT and MRI have been used to diagnose abdominal hydatid cysts, USG will demonstrate daughter cysts and well defined cysts, which may be single on multiple, uni- or multiloculated, thin or thick walled with mobile membranes. Daugter cysts will be seen in urine in case of communication of the hydatid cyst with the renal collecting system. This is hydaturia and patognomonic for diagnosis but can be seen in only 5-10% of cases. Hydatic cyst classified into 5 groups according to USG findings (Table 1). According to this classification the treatment of cyst divided in to three groups: CE1 and CE2 are active cysts and intervention is needed; CE3 is transitional zone; CE4 and CE5 are inactive cysts and no interventional is needed. Our cases were CE2 cysts. Surgery has the potential to cure completely the patient, because of that surgery (total or partial nephrectomy) remains the main stay of treating renal hydatid cysts. Main goal of surgery is excising the whole cyst with its intents without rupture which will cause recurrence and anaflactic reaction. Other treatment options are medical treatment and minimally invasive procedures (PAIR, PAIRD). Minimally invasive treatments can be performed in cases which have high risk for surgery and in cases which refuse the surgical treatment. The most performed tecnique is PAIR (percutaneus aspiration, injection, re-aspiration). This tecnique is suitable for CE1, CE2 and CE3 hydatid cysts. If a catheter replaced into the cyst after PAIR is called PAIR-D. Figure 1: 70x65 mm cyst hydatid with germinative membranes at left kidney lower pole. Figure 2: Controlled USG image Anahtar Kelimeler : Hydatid cyst, PAIRD, minimally invasive Figürler : Tables : Classification of hydatic cyst CL Unilocular, cystic lesion(s) with uniform anechoic content, not clearly delimited by an hyperechoic rim CE1 Unilocular, simple cyst with uniform anechoic content. Cyst may exhibit fine echoes due to shifting of brood capsules which is often called hydatid sand Multivesicular, multiseptated cysts; cysts septations produce ‘wheel-like’ structures, and presence of CE2 daughter cysts is indicated by ‘rosette-like’ or ‘honeycomb-like’ structures. Daughter cysts may partly or completely fill the unilocular mother cyst Unilocular cyst which may contain daughter cysts. Anechoic content with detachment of laminated CE3 membrane from the cyst wall visible as floating membrane or as ‘waterlily sign’ which is indicative of wavy membranes floating on top of remaining cyst fluid CE4 Heterogenous hypoechoic or hyperechoic degenerative contents. No daughter cysts. Cysts may show a ‘ball of wool’ sign which is indicative of degenerating membranes CE5 Cysts characterised by thick calcified wall which is archshaped, producing a cone shaped shadow. Degree of calcification varies from partial to complete PS-10 ÇOCUKLARDA ULTRAMİNİ, MİNİ VE ERİŞKİN BOY NEFROSKOP İLE YAPILAN PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ SONUÇLARININ KARŞILAŞTIRILMASI Huseyin Celik1, Ahmet Camtosun1, Onur Dede2, Mansur Dagguli2, Ramazan Altintas1, Cemal Tasdemir1 1 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı 2 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Amaç: Çocukluk çağındaki hastalarda farklı büyüklüklerdeki enstruman kullanılarak yapılan perkütan nefrolitotomi (PNL) ameliyatlarının morbidite ve başarı oranları gibi sonuçlarını karşılaştırdık. Materyal ve Metod: Ameliyat esnasında kullanılan enstruman boyutuna göre 3 farklı grup (ultramini PNL, mini PNL ve erişkin boyut PNL) oluşturuldu ve gruplar kendi aralarında karşılaştırıldı. PNL ameliyatı 220 çocukta 225 renal üniteye uygulandı, 5 hastada bilateral olarak yapıldı. Perkütan nefrolitotomi 82 renal ünitede erişkin boyutta (24 F), 89 ünitede pediatrik boyutta (17 F) ve 50 ünitede ultramini boyutta (9,5F) enstrüman kullanılarak gerçekleştirildi. Sonuçlar: 124 kız ve 96 erkek çocuk çalışmaya alındı. Hastaların ortalama yaşı 8,33 (<17) olarak hesaplandı. Taşsızlık oranı 9,5 F nefroskop kullanılan 1. grupta %78 (39), 17F nefroskop kullanılan 2. grupta %75,8 (69) ve 24F nefroskop kullanılan 3. grupta %71,4 (60) olarak tespit edildi. Toplayıcı sisteme ulaşma süresi, operasyon süresi, nefrostomi süresi ve ortalama postoperatif hastanede kalış süresi açısından gruplar arasında anlamlı farklılık yoktu. Ancak ortalama hematokrit azalması ve taş yükü ultramini PNL grubunda anlamlı olarak düşüktü. Gruplar arasında modifye Clavien klasifikasyonuna göre komplikasyon oranlarında anlamlı farklılık izlenmedi. Tartışma: PNL’nin önemli bir komplikasyonu olan kanama dilatasyon genişliği, nefroskop çapı ve taş yükü ile alakalı görünmektedir. Pediatrik tip nefroskop kullanmak kanama gibi komplikasyonları azaltmak için uygundur ancak erişkin entrümanlar ve teknikler ile de eşit cerrahi başarı elde edilebilir. Anahtar Kelimeler : Böbrek taşı, Perkütan nefrolitotomi, Pediatri, Enstruman çeşidi PS-11 ÇOCUK HASTALARIN BÖBREK VE ÜRETER TAŞLARI TEDAVİSİNDE BEDEN DIŞI ŞOK DALGALARI İLE TEDAVİ BAŞARISINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER Kağan Türker Akbaba1, Barış Kuzgunbay2, Yalçın Kızılkan1, Mehmet İlteriş Tekin1, Hakan Özkardeş1 1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Hastanesi 2 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Adana Hastanesi Amaç: İlk olarak 1986 yılında, çocuk taş hastalarının tedavisinde beden dışı şok dalgaları ile taş kırma (Shock Wave Lithotripsy, SWL) yönteminin başarılı bir şekilde kullanılması ile ilgili rapor yayınlanmıştır. Bunu takiben geniş serilerde yetişkinlerle karşılaştırılabilir oranlarda komplikasyon, güvenlik ve taşsızlık oranları rapor edilmiştir. Düşük komplikasyon oranları olması nedeniyle SWL, çocuk hastalarda birçok durumda ilk basamak tedavi olarak kabul edilmektedir. Çalışmamızda böbrek ve üreter taşı olan çocuk hastaların, üçüncü kuşak elektromanyetik SWL cihazı ile tedavisinde taş kırma başarısını etkileyen faktörleri araştırmayı amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Çalışmamızda 2003 ile 2014 yılları arasında, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne bağlı iki merkezde Siemens Lithostar Modularis Uro-Plus (Siemens Medical Systems, Erlangen, Almanya) ile tedavi edilen 466 hastanın bilgileri retrospektif olarak analiz edildi. Çalışmaya dahil edilen 466 hastanın, 507 renoüreteral ünite taşı kırıldı. Tüm hastaların öyküsü alınıp, fizik muayene yapıldıktan sonra, idrar kültürü, serum kreatinin ve kan üre azotu (BUN) tetkikleri yapıldı. İntravenöz pyelografi (İVP), ultrasonografi veya opaksız bilgisayarlı tomografi (BT) tetkiki taş tanısı, yeri, taş yükü ve hidronefroz varlığı veya derecesi tanısı konulmak için kullanıldı. Anatomik anomalisi ve staghorn taşı olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Hastalar taş yükü hesaplanarak 3 gruba ayrıldı. Grup 1: <100 mm2; grup 2: 101-200 mm2; grup 3: >200 mm2. Hidronefroz derecesine göre hastalar dört gruba ayrıldı. Grup 0: hidronefrozu olmayan; grup 1: hafif; grup 2: orta; grup 3: belirgin. Hidronefroz derecesi İVP, BT veya ultrasonografi ile tespit edilmişti. Yaşın etkisi, taş yükün ve hidronefrozun başarı üzerine etkisini araştırıp tüm gruplar karşılaştırıldı. Ek olarak ortalama enerji, şok dalgası sayısı, seans sayısı, floroskopi süresi, ek tedavi oranı karşılaştırıldı. Bulgular: SWL ile tedavi edilen çocuk hastalarda toplam başarı oranımızı %86.2 olarak saptadık ve taş yükü ve hidronefroz varlığı ve derecesinin taş kırma başarısını etkilediği, taş lokalizasyonunun, hastanın cinsiyetinin, yaşının, taş kırma esnasında kullanılan enerji miktarının, taşın opasitesinin, double J stent bulunmasının ve nefrostomi kateteri bulunmasının taş kırma başarısını etkilemediğini tespit ettik. Tablo1 ve 2' de taş yüküne göre ve hidronefroz derecesine göre başarı oranları belirtilmiştir. Sonuç: Çocukluk çağı üriner sistem taş hastalığında SWL etkinliği ve güvenilirliği gösterilmiş bir tedavi yöntemidir. Kolay uygulanabilirliği, minimal invaziv olması, düşük komplikasyon oranları, kısa hastane yatış süresi, hızlı iyileşme nedeni ile çocuklarda birçok üriner sistem taş hastalığında ilk basamak tedavi olarak uygulanmaktadır. SWL'nin taş hastalığındaki başarı oranları taş yükü ve hidronefroz ile yakından ilişkilidir. Taş boyutu arttıkça taş kırma başarısı azalmakta, hidronefroz olması ve derecesinin artması durumunda aynı şekilde taş kırma başarısı azalmaktadır. Anahtar Kelimeler : Beden dışı şok dalgalarıyla taş kırma, çocuk, taş yükü, hidronefroz Tables : Tablo 1: Taş yüküne göre grupların başarı oranları ve dağılımı Taş Yükü 100 mm2 ve altı 101-200 mm2 201 mm2 ve üstü Toplam Başarısız n (%) 31 (9.8) 26 (17.9) 13 (28.9) 70 (13.8) Başarılı n (%) 286 (90.2) 119 (82.1) 32 (71.1) 437 (86.2) Toplam n (%) 317 (62.5) 145 (28.6) 45 (8.9) 507 (100.0) Tablo 2: Hidronefroz derecesine göre dağılımı ve başarı oranları Hidronefroz Yok Hafif Orta İleri Toplam Başarısız n (%) 24 (11.0) 12 (8.1) 18 (19.6) 16 (34.0) 70 (13.8) Başarılı n (%) 195 (89.0) 137 (91.9) 74 (80.4) 31 (66.0) 437 (86.2) Toplam n (%) 219 (43.2) 149 (29.4) 92 (18.1) 47 (9.3) 507 (100.0) PS-12 ÜRETER TAŞLARININ ENDOSKOPİK TEDAVİSİNDE GENEL VE SPİNAL ANESTEZİNİN SONUCA ETKİSİ Selahattin Çelikkaya1, Eray Hasırcı2, Bülent Öztürk3, Ayhan Dirim2, Kağan Türker Akbaba2, Mehmet İlteriş Tekin2, Hakan Özkardeş2 1 Sb, Ulus Devlet Hastanesi, Ankara 2 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Ankara 3 Başkent Üniversitesi Konya Hastanesi, Üroloji Anabilim Dalı, Konya Amaç: Genel ve spinal anestezi altında yapılan üreterorenoskopi sonuçlarını karşılaştırmak. Yöntem: Kliniğimizde 1996 ile 2011 yılları arasında üreterorenoskopik taş tedavisi uygulanan 1305 hasta retroskopektif olarak icelendi. Hastalardan 4'ü organ anomalisi olması, 18 yaş altında olması, eş zamanlı başka girişim yapılmış olması ve 1'i de gebe olmasından dolayı çalışma dışı bırakılmıştır. Tablo 1'de hastaların anestezi yöntemine ve cinsiyete göre dağılımları görülmektedir. Genel anestezi yapılan hastaların ort yaşları 49.5 iken spinal anestezi yapılan hastaların ort yaşları 47.2 olduğu görülmüştür (p< 0.01). Genel anestezi indüksiyonu 2 mg/kg propofol ve 0.1 mg/kg vekuronyum bromid, devamında ise %50 N2O inhalasyonu ve propofol infüzyonu ile sağlanmıştır. Spinal anestezi 25G iğne ile L4-L5 intervertebral aralığından spinal boşluğa girilmesi ve %0.5 hiperbarik bupivakain 2 ml verilmesi ve intravenöz 2.5 mg midazolam sedasyonu ile sağlanmıştır. Tüm hastalar işlem esnasında monitörize takip edilmiştir. İşlem öncesi tek doz 1. kuşak sefalosporin ile profilaksi sağlanmıştır. Üreterorenoskopi standart yöntemle yapılmıştır. Üreter orifisi görülerek üretere kılavuz tel, mesaneye drenaj kateteri konularak uygulanmıştır. Tüm olgularda semi-rijit 9.5F üreterokop (Storz, Germany) kullanılmıştır. Taş kırma işlemi gerekli olduğunda pnomotik litotriptör veya Holmium YAG Lazer kullanılmıştır. Taşsızlık sağlanması yada toplanamayacak büyüklükte fragmanların varlığı başarı olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Gruplara göre başarı oranları Tablo 2'de verilmiştir. Sonuç: Üreter taşlarının tedavisinde anestezi yöntemleri arasında işlemin başarısı açısından belirgin bir farklılık bulunmamaktadır. Biz spinal anestezinin genel anesteziye kıyasla daha minimal invaziv olduğundan tercih edilebileceğini düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler : Üreter taşı, Genel ve Spinal Anestezi Tables : Tablo 1: Anestezi yöntemi ve cinsiyete göre hasta dağılımı n % Anestezi Yöntemi Genel 452 34.7 Spinal 848 65.3 Cinsiyet Kadın 418 32.1 Erkek 882 67.9 Toplam 1300 100 Tablo 2: Anestezi yöntemine göre başarı oranları. Genel Spinal Taşsızlık n (%) 336 (% 74.3) 639 (% 75.3) Rezidü taş n (%) 112 (% 24.8) 170 (% 20) Başarısız n (%) 4 (% 0.9) Toplam 39 (% 4.7) 452 (%100) 848 (% 100) PS-13 BÖBREK NAKİL HASTALARINDA GREFT BÖBREĞE REFLÜNÜN ENDSKOPİK TEDAVİ BAŞARISI Eray Hasırcı1, Ayhan Dirim1, Yüksel Cem Aygün1, Mehmet İlteriş Tekin1, Hakan Özkardeş1 1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Ankara Amaç: Böbrek nakil sonrası tekrarlayan üriner sistem enfeksiyonu ile başvuran, greft böbreğe vezikoüreteral reflü (VUR) saptanan hastalarda endoskopik subüreterik enjeksiyon (STING) başarısı araştırılmıştır. Yöntem: Kliniğimizde 2013 ile 2015 yılları arasında greft böbreğe VUR nedeni ile kalsiyum hidroksiapatit enjeksiyonu yapılan 4’ü kadın 9 hastanın verileri retrospektif olarak incelenmiştir. Böbrek nakil sonrası ilk 6 ayda 3’den fazla üriner sistem enfeksiyonu geçiren hastalar voiding sistoüretrografi (VCU) ile değerlendirilmiştir. Hastaların 1’inde orta derecede reflü (Grade 3) saptanırken 8’inde ileri derecede (Grade 4-5) reflü saptanmıştır. Tüm olgulara genel anestezi altında aynı cerrah tarafından ort 1.27 mL (0.8-1.5 mL) kalsiyum hidroksiapatit kullanılarak STING uygulanmıştır. Olgular STING sonrası 3. Ayda VCU ile kontrol edilmiştir. Reflünün kaybolması veya evre 1’e gerilemesi başarı olarak kabul edildi. İkinci bir başarı kriteri de işlem sonrası üriner enfeksiyon sıklığının azalması olarak belirlendi. Bulgular: Hastaların ortanca yaşı 46 olarak hesaplandı (18-70 yaş aralığı). İki hastada VUR'un kaybolduğu veya grade 1'e gerilediği görülmüştür (%22). Beş hastada orta dereceli VUR'un devam ettiği, 2 hastada ise ileri derecede reflü olduğu izlenmiştir. Her ne kadar STING ile reflü tedavisi başarısız gibi görünse de ilk 6 ayda hastaların üriner sisem enfeksiyonu geçirme durumlarına göre sonuçlar olumludur. Hastalar STING sonrasındaki ilk 6 ayda ort 2 kez (0-5 kez) üriner sistem enfeksiyonu geçirmişlerdir. Sonuç: Böbrek nakil hastası olan ve tekrarlayan üriner sistem enfeksiyonu geçirenlerde greft böbreğe VUR mutlak akla gelmelidir. Endoskopik olarak tedavisi her ne kadar yüz güldürücü olmasa da enfeksiyon sıklığını azalttığı belirlenmiştir. Biz reflü derecesini kısmen düşürse de enfeksiyon kontrolünü sağlamasından ve minimal invaziv bir işlem olmasından dolayı greft böbreğe STING'i öneriyoruz. Anahtar Kelimeler : Böbrek nakli, Vezikoüreteral reflü, Subüreterik enjeksiyon PS-14 DÜŞÜK DANSİTELİ ÜRİNER SİSTEM TAŞLARINDA MEDİKAL DİSSOLÜSYON TEDAVİSİ DENEYİMLERİMİZ Eray Hasırcı1, Ayhan Dirim1, Mehmet İlteriş Tekin1, Hakan Özkardeş1 1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Ankara Amaç: Bilgisayarlı Tomografi'de (BT) düşük dansiteli tespit edilen üriner sistem taşlarında medikal dissolüsyon tedavisindeki başarımızı değerlendirmek. Yöntem: Kliniğimizde Mayıs 2011 ile Kasım 2015 tarihleri arasında BT ölçümlerine göre düşük dansiteli (Maksimum 750 Hounsfield Unit) üriner sistem taşı olduğu tespit edilen ve dissolüsyon tedavisi amacıyla Potasyum Sodyum Hidrojen Sitrat verilen 11'i erkek 23 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların ortanca yaşı 63 olarak hesaplandı (44-82 yaş aralığı). Taş yükü açısından değerlendirildiğinde ort. 366 mm2 olduğu (37 - 1024 mm2), taşların ise 16 hastada böbrekte, 3 hastada üreterde ve 4 hastada ise hem böbrek hem de üreterde olduğu görüldü. Hastalar ort. 9.8 ay (1-31 ay) takip edilmiş olup takip sürecinde ort. 5.6 ay (1-17 ay) dissolüsyon tedavisi yapıldığı tespit edildi. Tüm hastalarda tedaviye standart doz başlanıp 3 ve 10. günlerde idrar pH ölçümlerine göre doz ayarlaması yapıldı. Tamamen taşsızlık sağlanması (Tam yanıt) veya taş yükünde %50'den fazla azalmanın olduğu (Parsiyel yanıt) hastalar başarılı gruba dahil edilmiştir. Taş yükünde değişiklik olmayan, yetersiz azalan, taş yükünde artış olan, dissolüsyon tedavisini tolere edemeyen hastalar ise başarısız gruba dahil edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya dahil olan hastaların 6'sına (%26) yan ağrısından ve 2'sine (%8.6) de tek böbrekli olmalarından dolayı medikal tedavi öncesi üreteral kateter yerleştirişmiş. Bir hastaya ise yine medikal tedavi öncesi piyonefroz dolayısıyla nefrostomi konmuş. Hastaların sadece 6'sında taş analizi yapmaya müsait miktarda taş elde edilmiş olup taşların hepsinin ürik asit taşı olduğu görülmüş. Tedavi sonrasında 15 hastada tam yanıt alınırken (%65.2), 4 hastada parsiyel yanıt (%17.4) alınmıştır. Dört hastada ise tedaviye cevap alınamamıştır (%17.4). Sonuç: Ürik asit taşlarının ya da BT kriterlerine göre düşük dansiteli taşların varlığında medikal tedavinin, cerrahi tedavi öncesi denenmesinde yarar vardır. Bu gibi hastalarda cerrahi ihtiyacının ortadan kalkması ile hastaların yaşam kaliteleri ciddi oranda korunmuş olacağı aşikardır. Anahtar Kelimeler : Üriner sistem taşları, medikal dissolüsyon tedavisi PS-15 PREOPARATİF NÖTROFİL/LENFOSİT ORANININ PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ SONRASI SEPSİS GELİŞİMİNİ ÖNGÖRMEDEKİ ROLÜ Volkan Şen1, İbrahim Halil Bozkurt1, Özgü Aydoğdu1, Tarık Yonguç1, Serkan Yarımoğlu1, Pınar Şen2, Ömer Koraş1, Tansu Değirmenci1 1 İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği 2 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği Amaç: Perkütan nefrolitotomi (PCNL) yapılan hastalarda preoperatif nötrofil/lenfosit (N/L) oranının, postoperatif sepsisi öngörmedeki rolünü değerlendirmeyi amaçladık. Materyal ve metod: Böbrek taşı nedeni ile PCNL yapılan toplam 487 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Taş yükü, giriş yeri ve sayısı, operasyon zamanı, rezidü taş varlığı ve kan transfüzyon oranları hastaların hepsinde postoperatif olarak kaydedildi. Tüm hastalar postoperatif SIRS/sepsis bulguları açısından takip edildi. N/L oranını da dahil olmak üzere enfeksiyöz risk faktörleri ile SIRS/sepsis arasındaki ilişki değerlendirildi. Bulgular: Toplam 91 (%18,7) hastada SIRS saptanırken, bu hastaların 25’i (%5,1) sepsis tanısı aldı. Taş yükü, operasyon süresi, irrigasyon oranları, önceki cerrahi öyküsü, nefrostomi kalış süresi, giriş sayısı, kan transfüzyon oranları, rezidü taş varlığı, postoperatif idrar kültürü, renal pelvis idrar kültürü ve taş kültürü SIRS ve sepsis gelişiminde prediktif etkenler olarak saptandı (Resim 1). ROC analizinde N/L oranı için cut-off değeri 2.50 olarak hesaplandı. Hastalar N/L<2.50 ve ve N/L≥2.50 olarak iki gruba ayrıldığında; sepsis oranları N/L oranı ≥2.50 olan grupta anlamlı olarak fazla saptandı (p=0.006). Ayrıca preoperatif ve postoperatif idrar kültür pozitifliği yüksek N/L oranlarıyla ilişkili olarak saptandı (p=0,039 ve p=0,003 sırasıyla) (Tablo 1). Sonuç: Preoperatif N/L oranı böbrek taşı nedeniyle PCNL yapılan hastalarda bakteremiyi ve postoperatif sepsisi öngörmede ek bir belirteç olarak kullanılabilir. Kolay ölçülen ve basit bir hemogramdan elde edilebilen bu belirteç, ekstra maliyet getirmeden günlük pratikte kolaylıkla kullanılabilir. Anahtar Kelimeler : nötrofil-lenfosit oranı, perkütan nefrolitotomi, sepsis, sistemik inflamatuar yanıt sendromu, ürosepsis Figürler : Tables : Sepsisi öngörmek amaçlı hesaplanan N/L cut-off değerine hastaların karakteristik özelliklerinin ve bulguların karşılaştırılması N/L ≥2.50 (n=168) N/L <2.50 (n=319) p Sepsis (+/-) 15/153 10/309 0.006* N/L (mean±SE) 3.40±0.10 1.75±0.03 <0.001** Preoperatif idrar kültürü (+/-) 23/145 25/294 0.039* Postoperatif idrar kültürü (+/-) 29/139 25/294 0.003* Renal pelvis idrar kültürü (+/-) 8/160 14/305 0.850* Taş kültürü (+/-) 36/283 0.254* 25/143 PS-16 DİSTAL ÜRETER TAŞINA EPİDURAL ANESTEZİ ALTINDA URETEROSKOPİ DENEYİMİMİZ: OLGU SUNUMU Mehmet Çağlar Çakıcı1, Demet Erol2, Hakkı Uğur Özok1, Hikmet Topaloğlu1, Caner Öztürk1, Hamit Ersoy1 1 Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği 2 Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Anesteziyoloji Ve Reanimasyon Kliniği Özet Üreter taşı tedavisinde üreteroskopik lazer litotripsi sık olarak kullanılmaktadır. Bu vaka sunumunda distal üreter taşına planlanan operasyon esnasında epiglotta kitle görülen, genel anestezi uygulanamadığı için epidural kateter takılarak spinal anestezi yapılan hastada üreteroskopik lazer litotripsi deneyimimizi sunmayı amaçladık. Sonuç olarak spinal anestezi için intratekal %5’lik bupivakaine (15 mg) ilave edilen fentanyl’in (25 mcgr) spinal analjezi etki başlama süresini hızlandırdığı, yayılımı arttırdığı, daha derin blok oluşturduğu için yüksek ağrı skoruna neden olan üreteroskopik lazer litotripside yeterli anestezik ve analjezik etkinlik sağladığı gözlenmiştir. Giriş Üreter taşı tedavisinde üreteroskopik lazer litotripsi günlük üroloji pratiğinde sıklıkla kullanılmaktadır. Bu operasyonlar çoğunlukla genel anestezi altında yapılmakla birlikte spinal anestezi altında da yapılabilmesi mümkündür. Distal üreter taşı olan kadın hastalarda intravenöz sedasyon ile de operasyon uygun olabilmektedir. Spinal ve epidural anestezi uygulanan hastalarda anestezi kalitesini artırmak, anestezi süresini uzatmak ve yan etkilerini azaltmak için lokal anesteziklere adjuvanlar sıklıkla ilave edilir. En sık kullanılan adjuvan ajanlar opioidlerdir. İntratekal olarak verilen opioidler, spinal kordun arka boynuzunda substantia gelatinosa’daki reseptörler üzerinde etkilidirler. Opioidlerin lokal anestezikler ile kombinasyonu- nun daha etkin ve daha uzun süreli anestezi oluşturduğu bilinmektedir. İntratekal 1025 mcgr dozlarda uygulandığında 180-240 dakika süreyle etkin olduğu gösterilmiştir. Vaka Sunumu Kliniğimize 1 hafta önce başlayan sağ yan ağrısı şikayeti ile başvuran 42 yaşındaki erkek hastaya yapılan kan tahlillerinde kan üre azotu 33, kreatinin 1,4 olarak geldi. Tüm abdomen bilgisayarlı tomografide sağ üreter distal kesimde 11x8 mm taş ve grade 1-2 hidroüreteronefroz saptandı (Resim 1-2). Hastaya endoskopik lazer litotripsi operasyonu planlandı. Resim- 1 Resim- 2 Genel anestezi indüksiyonu uygulandı. Ancak entübasyon aşamasında laringoskopide sol vokal kord üzerinde kitle görüldü (Resim 3). Kitlenin yapısı ve kapsamı bilinmediğinden anestezi ekibi tarafından entübasyon yapılmayarak hasta uyandırıldı. Hastaya lezyon ve yaklaşımımız hakkında bilgi verilip onamı alındıktan sonra spinal anestezi (15 mg bupivakain ile 25 mcgr fentanil) uygulandı, epidural kateter yerleştirildi. Resim- 3 Spinal anestezinin etkinliği pinprik testi ve Bromage skalası ile değerlendirildi. T4 düzeyinde duyusal blok sağlanan ve Bromage skalası 3 olan hasta anestezi ekibinden devralındıktan sonra üreteroskopi yapılarak taşa lazer litotripsi uygulandı, DJ kateter yerleştirildi. Ağrı düzeyi Verbal Analog Skala (VAS) ile değerlendirildi. Operasyon boyunca VAS: 0 olarak saptandı. Ek epidural uygulamaya gereksinim duyulmadı. Hastanın postoperatif 24. saatte de yapılan VAS: 0 olarak saptandı. Postoperatif 1. günde sondası ve epidural kateteri çekilerek taburcu edildi. Sonuç olarak bu olguda spinal anestezi için intratekal %5’lik bupivakaine (15 mg) ilave edilen fentanyl’in (25 mcgr) spinal analjezi etki başlama süresini hızlandırdığı, yayılımı arttırdığı, daha derin blok oluşturduğu için yüksek ağrı skoruna neden olan üreteroskopik lazer litotripside yeterli anestezik ve analjezik etkinlik sağladığı gözlenmiştir. Anahtar Kelimeler : üreteroskopi, epidural, spinal, anestezi, lazer litotripsi, epiglot, kitle Figürler : PS-17 ÜRETER TAŞI OLAN HASTALARDA TWİNKLİNG ARTEFAKT KONTRASTSIZ BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİYE ALTERNATİF OLARAK KULLANILABİLİR Mİ? Volkan Şen1, Çetin İmamoğlu2, İbrahim Küçüktürkmen1, Tansu Değirmenci1, İbrahim Halil Bozkurt1, Tarık Yonguç1, Özgü Aydoğdu1, Bülent Günlüsoy1 1 İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği 2 İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Kliniği Amaç: Renkli Doppler ultrasonografi twinkling artefaktının (TA) üreter taşı tanısında kontrastsız bilgisayarlı tomografiye (BT) alternatif olarak kullanılabilirliğini değerlendirmek. Materyal-metod: Nisan 2015 ve Aralık 2015 tarihleri arasında kliniğimizde kontrastsız BT ile üreter taşı tanısı alan, 18 yaş üzeri ardışık toplam 125 hasta prospektif olarak değerlendirildi. Üreteral J stenti olan, bilateral üreter taşı olan ve aynı üreterde birden fazla taşı olan toplam 19 hasta çalışma dışında bırakıldı. Bütün hastalara BT ile aynı günde, BT sonuçlarını bilmeyen deneyimli bir radyolog tarafından (Çİ) renkli Doppler ultrasonografi yapıldı ve twinkling varlığı araştırıldı. TA 0,1 ve 2 olmak üzere derecelendirildi. BT altın standart tanı yöntemi kabul edilerek TA spesifitesi hesaplandı. TA varlığı ile taş boyutu, tarafı, lokalizasyonu ve hastaların vücut kitle indeksleri (VKİ) karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 44.9±15.1 yaş (16-89) ve ortalama VKİ 24.8±1.8 (21-31) kg/m2 idi (Tablo 1). Toplam 92 (%86,8) hastada TA saptandı. Hastalar twinkling derecelerine göre alt gruplara ayrıldığında; 14 hasta TA derece 0, 55 hasta TA derece 1 ve 37 hasta TA derece 2 olarak değerlendirildi. Gruplar arasında VKİ açısından anlamlı bir fark saptanmazken (p=0,334); ortalama taş boyutları arasında istatistiksel fark tespit edildi (p=0,012) (Tablo 2). Sonuç: Renkli Doppler ultrason TA, kontrastsız BT sonuçlarıyla karşılaştırılabilecek güvenilir ve iyi bir alternatif görüntüleme yöntemidir. Özellikle hamile kadınlarda ve çocuklarda üreter taşı tanı ve takibinde güvenle kullanılabilir. Anahtar Kelimeler : twinkling artefaktı, renkli Doppler ultrason, kontrastsız bilgisayarlı tomografi, üreter taşı Tables : Hastaların demografik özellikleri ve taş lokalizasyonları Yaş (yıl), Mean±SD 44.9±15.1 Cinsiyet Kadın 40 (37,7%) Erkek 66 (62,3%) Ortalama VKİ 24.8±1.8 (21-31) Üreter taşı lokalizasyonu Sol 44 (41,5%) Sağ 62 (58,5%) Proksimal 45 (42,5%) Orta 21 (19,8%) Distal 40 (37,7%) Ortalama taş boyutu 10.6 ±4.1 Twinkling artefakt dereceleri ile ortalama VKİ ve ortalama taş boyutlarının karşılaştırılması Ortalama VKİ (kg/m2) Ortalama taş boyutu (mm) Twinkling derece 0 (n=14) 25,2±1,6 7,8±2,1 Twinkling derece 1 (n=55) 24,8±1,7 11±3,7 Twinkling derece 2 (n=37) 24,6±2,0 10,7±4,8 p 0,012* 0,334* PS-18 NADİR GÖRÜLEN BİR HİDRONEFROZ NEDENİ : ÜRETERAL ENDOMETRİOZİS Nebil Akdoğan1, Bahattin Kızılgök1, Fatih Gökalp1, Yıldırım Bayazıt1, Ahmet Barış Güzel2, Emine Bağır Kılıç3, Şaban Doran1 1 Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı 2 Çukurova Üniversitesi Kadın Hastalıkları Ve Doğum Anabilim Dalı 3 Çukurova Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı Giriş Endometriumun anatomik yeri dışında görülmesi olarak tanımlanan endometriozis, sık görülebilen selim bir jinekolojik hastalıktır. En çok pelvik peritonda görülmekte birlikte overler, rektovajinal septum ve üreterde, daha nadiren de mesane, perikard ve plevrada yerleşim gösterebilir. Bu çalışmada, sağ hidronefroza neden olan üreteral endometriozis olgusu sunulmaktadır. Hasta ve Yöntem Otuz iki yaşında kadın hastanın sağ lomber ağrı nedeniyle yapılan ultrasonografisinde sağ hidronefroz, MR görüntülemesinde sağda 4 cm'ye ulaşan bilateral polikistik over ve sağ üreterde over düzeyine kadar dilatasyon, retrograd üreterografisinde ise üreterde 4 cm'lik dar segment saptandı. Üreteroskopi ve biyopsi sonunda endometriozis tanısı konuldu. Hastaya laparoskopik rezeksiyon ve üreteroüreterostomi uygulandı. Postoperatif altıncı aydaki ultrasonografisinde hidronefroz saptanmayan hasta, sekizinci ayda sorunsuz takiptedir. Sonuçlar Üreteral endometriozis, renal kolik ve hidronefrozun ayırıcı tanısında düşünülmesi gereken ender bir patolojidir. Bulunduğu segmentin yeri ve uzunluğuna göre, minimal invaziv bir yöntemle tedavi edilebilir. Anahtar Kelimeler : Endometriozis, üreter, hidronefroz, nadir, laparoskopi, üreteroüreterostomi PS-19 2 YAŞ ALTI ÇOCUK HASTALARDA LAPARASKOPİK BASİT NEFREKTOMİ VE NEFROÜRETEREKTOMİ DENEYİMLERİMİZ Volkan İzol1, Fesih Ok1, İsmail Önder Yılmaz1, Kadir Karkin1, Yıldırım Bayazıt1, Nihat Satar1, Şaban Doran1 1 Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı Amaç: Bu çalışmamızda 2 yaş altı çocuk hastalarda laparoskopik nefrektomi ve nefroüreterektomi deneyimlerimizi sunmaktayız. Hastalar ve Yöntem: Temmuz 2004 – Mart 2015 tarihleri arasında 2 yaş ve altı 13 hastanın 10’una laparoskopik nefroüreterektomi, 2’sine heminefroüreterektomi, 1’ine nefrektomi uygulandı. Operasyonların 6’sı transperitoneal 7’si retroperitoneal yapıldı. Trokar yerleşimini takiben transperitoneal yaklaşılanlarda kolon medialize edilerek, retroperitoneal yaklaşılanlarda künt diseksiyonla direkt olarak renal hilusa ulaşıldı. Renal arter ve ven kliplenip kesildikten sonra böbrek çevre dokulardan serbestlenip nefrektomi tamamlandı. Üreterektomi endikasyonu olan olgularda ise üreter mesaneye kadar serbestlenip, üreterovezikal bölgeye klip konulup veya ligasure yardımıyla kesilip spesimen çıkarıldı. Heminefroüreterektomide ise nefroüreterektomideki gibi renal hilusa ulaşıldıktan sonra afonksiyone pol ve normal kısım demarkasyon hattından böbrek ligasure ve ultrasonik makas yardımı ile kesildi. Ardından afonksiyone kısım üreteri nefroüreterektomideki gibi distale kadar serbestlenip üreterovezikal bileşkeden kliplenip kesilerek spesimen çıkarıldı. Bulgular: Hastaların 4’ü kız, 9’u erkekti. Ortalama yaş 1.4 yıl (3 ay-2 yıl), ortalama operasyon süresi 128 (30220) dakika, kanama miktarı minimaldi. 2 hastada distal üreter kesilirken mesanede perforasyon oluştu ve onarıldı, 1 hastada normal üreter yaralandı, 1 hastada distal üreter prepare edilirken üreterovezikal bileşkeden koptu foley sondası 2 hafta tutuldu. Postoperatif dönemde 1 hastada ateş gelişirken 1 hastada dren çekildikten sonra dren yerinden omentum herniye oldu genel anestezi altında omentektomi yapıldı ve dren yerine sütür atıldı. Postop analjezi ortalama 1.1 adet parenteral metamizol sodyum ile sağlandı. Hastanede yatış süresi ortalama 55 (28-92) saatti. Kozmetik sonuçlar iyi olup geç komplikasyon görülmedi. Sonuç: Laparoskopik nefrektomi ,nefroüreterektomi ve heminefroüreterektomi; 2 yaş altı hastalarda açık yönteme alternatif olarak kısa hastanede kalış, minimal analjezik gereksinimi ve iyi kozmetik sonuçlar avantajıyla öncelikle tercih edilmesi gereken etkin ve güvenilir bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : Nefrektomi, nefroüreterektomi, 2 yaş, laparoskopi, heminefroüreterektomi PS-20 STAGHORN TAŞLI PEDİATRİK HASTALARDA PERKUTAN NEFROLİTOTOMİ Volkan İzol1, Fatih Gökalp1, İsmail Önder Yılmaz1, İbrahim Atilla Arıdoğan1, Nihat Satar1 1 Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı GİRİŞ : Çocuklarda staghorn böbrek taşlarının tedavisinde minimal invaziv bir teknik olan perkütan nefrolitotomi (PCNL) yaygın olarak kullanılmaktadır. Genellikle tek girişimde direk görüş altında bütün taş parçalarının alınmasına olanak veren PCNL morbiditeyi büyük ölçüde azaltmaktadır. Bu çalışmamızda, staghorn böbrek taşlı çocuk hastalardaki PCNL sonuçlarımız sunulmaktadır. Materyal-Metot : Eylül 1997-Ocak 2015 tarihleri arasında, staghorn taş hastalığı olan 92 çocuk hastanın 102 renal ünitesine PCNL uygulandı. Hastaların 56’sı erkek (% 60), 36’sı kızdı (% 40) ve ortalama yaşı 9.3 (1 – 16) yıldı. Hastalardan 10’unda (% 10.8) geçirilmiş açık böbrek cerrahisi, 2 sinde(% 2.17) PCNL, 4'ünde (% 4.3) başarısız şok dalgası uygulaması (SWL) öyküsü vardı. 2 (% 2.17) hastada soliter böbrekti. Ortalama taş yükü 637 mm2 (100-2150) idi. Genel anestezi altında ve floroskopi eşliğinde önce litotomi pozisyonunda üretere ucu açık üreter kateteri yerleştirildi, daha sonra prone pozisyonunda iğne ile uygun kalikse girişten sonra, gerekli olan en küçük çaplı renaks tüp yerleştirilecek şekilde dilatasyon yapıldı. Taşlar, rijid nefroskop veya üreteroskopla görülüp, gerektiğinde pnömotik, ultrasonik veya holmiyum lazer litotriptörle kırılarak ekstrakte edildi. Bulgular: 57 (% 61.9) hasta taşlarından tamamen arındırıldı. Önemsiz rezidüel taşları (<3mm) kalan 15 hasta da eklendiğinde başarı oranı %79 olarak bulundu. 5 (% 5,6) hastaya operasyonda kan transfüzyonu yapıldı. 8 (% 8,9) hastaya sekonder PCNL planlandı ve 5 (% 5,6) hastaya şok dalgası tedavisi (SWL) planlandı, bir hastada postop perirenal hematom gözlendi ve takiplerde geriledi. 1 hastada kolon yaralanması meydana geldi ve tüp kolostomi ile konservatif olarak takip edildi. Sonuç: Teknolojideki gelişmeler ve artan deneyimle birlikte PCNL, pediatrik staghorn böbrek taşlarının tedavisinde güvenle etkili bir şekilde uygulanabilmektedir. Anahtar Kelimeler : Staghorn, pediatrik, taş, böbrek, pcnl, swl PS-21 ÜÇ SANTİMETREDEN BÜYÜK BÖBREK TAŞLARININ TEDAVİSİNDE MİKRO PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ Özcan Atahan2, Tezcan Özkan2, Mete Kilciler1 1 Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, İstanbul; 2 Medicalpark Bursa Hastanesi, Üroloji Servisi, Bursa AMAÇ: Üç cm’den büyük böbrek taşlarının tedavisinde yeni ve minimal invaziv bir yöntem olan mikroperkütan nefrolitotomi sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. YÖNTEM-GEREÇLER: Eylül 2013 ve Aralık 2015 arasında 3 cm'den büyük böbrek taşları için mikroperkütan nefrolitotomi yapılan 24 hasta çalışmaya dahil edildi. Litotomi pozisyonda açık uçlu 6 F üreteral katater + 4.8 F DJ stent veya 11-13 F üreteral kılıf takılmasını takiben skopi eşliğinde tam görüş sağlayan 4.8F "all seeing" iğne ile böbrek taşlarına pron veya supin pozisyonda perkütan renal giriş sağlandı. Taş 273 μ Holmium-YAG lazer fiber kullanılarak fragmente edildi. Perioperatif ve postoperatif sonuçlar ve hastaların demografik verileri değerlendirildi. BULGULAR: Ortalama yaş 32,3 ±11,6 yıl, ortalama vücut kitle indeksi 28,2 ± 5,4 kg/m2, ortalama taş boyutu 34,2 ± 8,5 mm (30-55 mm) olarak saptandı. Ortalama ameliyat, skopi ve hastane yatış süresi sırasıyla 77,7±26,3 dakika, 298,5±170,7 saniye ve 1,4±0,5 gün olarak saptandı. Hiçbir hasta da komşu organ yaralanması ve major komplikasyon görülmedi. Ortalama hematokrit düşüşü % 4.6±1.28 olarak hesaplandı. 21 hastada taşların tamamı temizlendi. Tedavideki başarı oranı %87,5 idi. SONUÇLAR: Üç cm’den büyük böbrek taş hastalarında mikro-perkütan nefrolitotripsi etkin ve güvenli bir minimal invaziv tedavi seçeneğidir. Anahtar Kelimeler: Böbrek taşı, perkütan nefrolitotomi, mikro perkütan PS-22 LAPAROKOPİK-AÇIK PARSİYEL NEFREKTOMİ : RENAL FONKSİYON VE KLİNİK PARAMETRELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Volkan İzol1, Nebil Akdoğan1, Bahattin Kızılgök1, Yıldırım Bayazıt1, Zühtü Tansuğ1 1 Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı AMAÇ Günümüzde görüntüleme tekniklerinin ilerlemesi ile renal kitleler erken evrede tanımlanmaktadır. Uygun renal kitlelere parsiyel nefrektomi, laparoskopik veya açık olarak uygulanabilmektedir. Kliniğimizde renal kitle nedeniyle laparoskopik parsiyel nefrektomi (LPN) veya açık parsiyel nefrektomi (APN) uygulanan hastaların postoperatif dönemdeki renal fonksiyonları ve klinik parametreleri karşılaştırıldı. YÖNTEM 2011-2015 yılları arasında renal kitle nedeni ile laparoskopik parsiyel nefrektomi veya açık parsiyel nefrektomi uygulanan hastaların; operasyon süresi, sıcak iskemi süresi, kanama miktarı, taburculuk süresi, preop ve postop GFR düzeyleri retrospektif olarak değerlendirildi. BULGULAR Çalışmaya toplam 88 (47 erkek 41 kadın) hasta dahil edildi. Hastalar LPN (n=44) ve APN (n=44) olacak şekilde 2 gruba ayrıldı. Kanama miktarı, APN grubunda LPN grubuna oranla anlamlı oranda yüksek çıkmıştır (515,9±488,4 ml vs 347,3±379,4 ml p=0,05 ). Ortalama sıcak iskemi süresi APN’de LPN grubuna gore anlamli oranda düşük çıkmıştır (10,0±4,2 dk. vs 21,2±4,8 dk. p=0,0001). Ortalama hastanede kalış süresi APN’de LPN grubuna göre anlamlı yüksek çıkmıştır (126,8±90,4 sa. vs 86,1±26,2 sa. p=0,04). Her iki grubun preoperatif ve postoperatif kreatinin ve GFR düzeyinde anlamlı fark gorülmedi (p>0,05). Ancak hastaların preoperatif ve postoperatif 3.ay 6.ay ve 12.ay GFR’leri karşılaştırıldığında her iki gruptada GFR düzeyi düşmüş ancak gruplar arasında anlamlı fark saptanmamıştır. SONUÇ Her iki yaklaşım şeklinde GFR düzeylerinde düşme ve kreatinin düzeylerinde artış mevcut olsada renal fonksiyonlar açısından iki grup arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Kanama miktarının APN de yüksek olması ve sıcak iskemi süresinin LPN’de yüksek olması tercih edilen cerrahi tekniğe bağlı olduğu düşünülmüştür. Laparoskopik parsiyel nefrektomi uygun vakalarda sıcak iskemi sürelerinin uzun görünmesine rağmen postoperatif benzer GFR sonuçlarıyla uygulanabilir bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : Açık, laparoskopik, parsiyel, nefrektomi, ,iskemi, operasyon, süre, gfr PS-23 ÜRETERAL ERİŞİM KILIFININ ÇAPI YERLEŞTİRİLME BAŞARISINI VE PEROPERATİF BULGULARI ETKİLİYOR MU? Ömer Burak Argun 1, İlter Tüfek1, Hakan Özveri1, Panagiotis Mourmoris1, Bülent Önal2, Selcuk Keskin1, Can Obek3, Ali Rıza Kural1 1 Acibadem Üniversitesi, Üroloji Departmanı, İstanbul, Türkiye 2 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpasa Tıp Fakültesi, Üroloji Departmanı, İstanbul, Türkiye 3 Taksim Acıbadem Hastanesi, Üroloji Departmanı, İstanbul, Türkiye Amaç: Üreteral erişim kılıfı (ÜEK) kullanımı özellikle büyük taşların tedavisinde retrograd intrarenal cerrahi (RIRC) sırasında birçok avantaj sağlamaktadır. Ancak bazı durumlarda üreteral erişim kılıfını üretere yerleştirmek mümkün olmamaktadır. Bu çalışmada 13F ve daha küçük çaplı ÜEKlarının üretere yerleştirilme oranlarının değerlendirilmesi, preoperatif ve peroperatif bulguların analiz edilmesi planlandı. Materyal ve Metod: Eylül 2013 ve Mayıs 2015 tarihleri arasında çok merkezli ve prospektif olarak 34 hastaya RIRC sırasında ilk olarak çapı 13F’den küçük ÜEK kullanıldı (Grup 1). Daha öncesinde üreteral kateterizasyon hikayesi olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Bu hastaların bulguları, retrospektif olarak Eylül 2013 öncesinde çapı 13F ve daha büyük ÜEKlarının kullanıldığı 56 hasta ile karşılaştırıldı (Grup 2). Gruplar arasında, yaş, vücut kütle indeksi (VKİ), ortalama operasyon süresi ve ortalama taş boyutu bağımsız değişkenler olarak araştırıldı. Bulgular: Grup 1’de 34 hastanın 28’sinde (%82) ÜEK ilk denemede başarılı bir şekilde yerleştirilmiş, Grup 2’de ise 56 hastanın 33’ünde (%58) başarılı olunmuştur (p=0.02) (Tablo-1). Gruplar arasında yaş, VKİ, taş boyutu açışından bir anlamlı fark bulunmazken, grup 1’de operasyon süresi anlamlı olarak kısa bulunmuştur (P=0.004) (Tablo 2). Yorum: Daha ince ÜEK kullanımı başarılı bir RIRC’nin anahtarı olabilir. Ancak daha ince ÜEK kullanılan hastalardaki daha kısa operasyon süresi bu grupta daha fazla sayıda üreter taşının opere edilmesine bağlı olabilir. Anahtar Kelimeler : Üreteroskopi, erişim kılıfı, Tables : HASTA GRUP ÖZELLİKLERİ <13F ÜEK (Grup 1) >13F ÜEK (Grup 2) İlk denemede başarılı 28 33 İlk denemede başarısız 6 23 Toplam hasta sayısı 34 (24E/10K) (17 üreter, 19 böbrek taşı) 56 (43E/13K) (14 üreter, 42 böbrek taşı ) Başarı oranı (%) 82 (28/34) 56 (33/56) BULGULAR <13F ÜEK (Grup 1) ≥13F ÜEK (Grup 2) p (unpaired t test) Ort yaş (yıl) 48.8 ± 13.4 49.7 ±16 p=0.6 (anlamsız) Ort VKİ (kg/m2) 27.4 ± 4.7 29.8 ± 18.6 p=0.7 (anlamsız) Ort op.süresi (dk.) 75.2 ± 27.6 105.4± 41.8 p=0.004 (anlamlı) 19.1± 11.4 p=0.2 (anlamsız) Ort taş boyutu (mm.) 16.7 mm± 4.3 p (Fisher’s Exact test) p=0.0256 (anlamlı) PS-24 LAPAROSKOPİK PARSİYEL NEFREKTOMİ: OMÜ DENEYİMİ Süleyman Öner1, Ender Özden1, Murat Gülşen1, Yakup Bostancı1, Ali Faik Yılmaz1, Şaban Sarıkaya1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun Amaç: Kliniğimizde uygulanan laparoskopik parsiyel nefrektomi verilerini sunmayı amaçladık. GereçYöntem: Kasım 2009 Aralık 2015 tarihleri arasında böbrek tümörü ön tanısıyla 189 hastaya laparoskopik parsiyel nefrektomi uygulandı. Ortalama yaşı 55,4 ± 13,7 (1086) yıl olan hastaların 113’ü erkek, 76’sı kadındı. Olguların ortalama PADUA skoru 7,45 ± 1,7 (413) idi. 153 olguda transperitoneal, 36 olguda ise retroperitoneal yaklaşım uygulandı. Ortalama tümör çapı 34,8 ±14 (872) mm idi. Olguların 30 tanesinde renal arter klemplenmedi. İlk 3 hastaya, preoperatif DJ stent takıldı. Hastaların eGFR değerleri MDRD formülüne göre hesaplandı. Bulgular: Hastaların demografik ve operatif verileri Tablo 1’de gösterildi. Ortalama cerrahi süre 107,6 ± 34,7 (40200) dakika, iskemik yapılan grupta ortalama sıcak iskemi süresi 15,5 ± 5,1 (430) dakika idi. 5 hastada kan transfüzyon ihtiyacı oldu. Üç hastada cerrahi sınırlar kanama ve inflame perinefritik yağ dokusu nedeniyle net değerlendirilemediği için elektif şartlarda açığa geçildi. 6 olguda hematüri, 2 olguda pulmoner emboli, 2 olguda idrar ekstravazasyonu, 1 olguda deliryum gözlendi. Çocuk parsiyel yapılan iki hastadan birinde postoperatif 9. günde makroskobik hematüri ile başvması üzerine yapılan tetkiklerinde psödoanevrizma izlendi. Konservatif izleme rağmen kanaması devam etmesi üzerine anjioembolizasyon uygulandı. Ortalama yatış süresi 2,9 ± 1,3 (212) gün idi. Histopatolojik inceleme 153 hastada renal hücreli karsinom, 2 çocuk hastada metanefrik adenom, 1 hastada düşük malignite potansiyelli multilokuler kistik seffaf hucreli renal neoplazi, 10 hastada anjiomyolipom, 11 hastada onkositom ve kalan 12 hastada benign kitleler olarak raporlandı. İki hastada cerrahi sınır pozitif idi. Ortanca takip süresi 25 (173) ay idi. Ortalama preoperatif eGFR 94,5 ± 2,7 ml/dk, ortalama postoperatif 1.aydaki eGFR değeri 83,7 ± 2,5 ml/dk olarak hesaplandı. Takiplerinde 4 hastada nüks, 1 hastada kranial metastaz ve 1 hastada akciğer metastaz izlendi. Sonuç: Seçilmiş olgularda laparoskopik parsiyel nefrektomi güvenli ve etkin bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilmektedir. Anahtar Kelimeler : Laparoskopi, Sıcak iskemi, Parsiyel nefrektomi Tables : Tablo 1. Hastaların demografik ve operatif verileri N(189) Yaş (yıl) 55,4 ± 13,7 Cinsiyet (E/K) 113/76 Tümör boyutu (mm) 34,8 ±14 PADAU skoru 7,45 ± 1,7 Transperitoneal / Retroperitoneal 153/36 Operasyon süresi (dk) 107,6 ± 34,7 Kan kaybı ortanca (ml) 140 (50-600) İskemik / non iskemik 169/30 Sıcak iskemi süresi (dk) 15,5 ± 5,1 Komplikasyon Clavien III 4 (%2.1) Komplikasyon Clavien I-II 11 (%5,8) Yatış süresi (gün) 2,9 ± 1,3 Takip (ortanca) (ay) 25 (173) Preoperatif eGFR (ml/dk) 94,5 ± 2,7 Postoperatif eGFR (ml/dk) 83,7 ± 2,5 Nüks 4 (%2,1) Metastaz 2 (%1) Cerrahi sınır pozitifliği 2 (%1) PS-25 LAPAROSKOPİK RADİKAL PROSTATEKTOMİ DENEYİMİMİZ Ender Özden1, Süleyman Öner1, Mehmet Özen1, Yakup Bostancı1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Şaban Sarıkaya1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun Amaç: Laparoskopik radikal prostatektomi (LRP) lokalize prostat kanserinin cerrahi tedavisinde minimal invaziv yöntemlerden biridir. Biz de kliniğimizdeki LRP deneyimimizi sunmayı amaçladık. YöntemGereçler: Kliniğimizde Ağustos 2009 – Ocak 2016 tarihleri arasında klinik lokalize prostat kanseri tanısıyla 194 hastaya LRP uygulandı. 11 hasta hariç ekstraperitoneal yöntem tercih edildi. Transperitoneal yöntem tercih edilme sebebi yakın zamanda geçirilmiş pelvik cerrahi - pelvik travma öyüküsü ve eş zamanlı kolorektal kanser cerrahisi yapılmasıydı.Üretravezikal anostomozda “Van Velthoven” tekniği kullanıldı. Peroperatif tüm hastalarda anostomoz kaçağı için test yapıldı. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 63,2 ± 7,3 (3880) yıl, PSA düzeyi 11,1 ± 9,2 (0,864,3) ng/ml, transrektal ultrasonografide prostat ağırlığı 42,4±21,1 (20120) ml ve preoperatif Gleason skoru 6,4 ± 0,7 (59) idi. Olguların 29 tanesinde TUR prostatektomi öyküsü mevcuttu. Olguların % 57’sine pelvik lenfadenektomi uygulandı. Hastaların ortalama takip süresi 30,8±1,9(272) ay idi. Hastaların klinik evre, peroperatif, postoperatif verileri ve onkolojik sonuçlarımız Tablo I ve Tablo II’ de sunulmuştur. Toplam 10 hastada biyokimyasal nüks gözlendi. Bu hastaların iki tanesi T2c evresinde diğerleri ise T3ab idi. Hastaların 6’sında (% 3) Clavien III ve üzerinde komplikasyon izlenirken, 33 hastada (%15) Clavien III komplikasyon izlendi. Bir hastada postoperatif 1.gün reanostomoz yapıldı. İki hasta da postoperatif lenfosel drenajı yapıldı.Üç hastaya üretral darlık ve anostomoz darlığı tanısıyla endoskopik tedavi yapıldı. Peroperatif 2 hastada rektum, 1 hastada iliak ven yaralanması izlenirken, her üç hastada primer onarım gerçekleştirildi. Peroperatif ve postoperatif dönemde 23 olguya kan transfüzyonu yapılırken; 3 olguda idrar ekstravazasyonu, 3 olguda İYE ve 1 olguda antibiyotik kullanımına bağlı üremi gözlendi. Sonuç: Lokalize prostat kanserinin tedavisinde LRP, uzun öğrenme eğrisine rağmen, altın standart olan açık cerrahiye benzer onkolojik sonuçlarla uygulanabilir. Anahtar Kelimeler : Laparoskopi, Radikal prostatektomi, Prostat kanseri Figürler : PS-26 LAPAROSKOPİK ADRENALEKTOMİ : OMÜ DENEYİMİ Ender Özden1, Süleyman Öner1, Mehmet Özen1, Yakup Bostancı1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Şaban Sarıkaya1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Samsun Amaç: Günümüzde benign adrenal kitlelerin cerrahisinde, laparoskopi altın standart yaklaşımdır. Bu çalışmada, laparoskopik adrenalektomi deneyimimizi sunmayı amaçladık. MateryalMetod: Mart 2011 ve Ocak 2015 tarihleri arasında adrenal kitle tanısıyla 70 hastaya, 71 laparoskopik adrenalektomi operasyonu yapıldı. Hastaların ortalama yaşı 48,9±11,7 (18–72) yıl, erkek/kadın oranı 29/41 idi. Kitle 30 olguda sağ, 41 olguda ise sol adrenalde idi. 67 olguda transperitoneal, 3 olguda ise retroperitoneal yaklaşım uygulandı. Bulgular: Hastaların peroperatif ve postoperatif bulguları Tablo I. de verildi.Renal hilusta paragangliom tanısı ile cerrahi yapılan bir hastada, peroperatif renal ven yaralanması ve feokromasitoma ön tanısıyla cerrahi yapılan 8,5 cm’lik adrenal kitle de peroperatif diyafram yaralanması primer onarıldı. Bir hastaya bilateral adrenalektomi (sağ total, sol parsiyel) yapıldı ve postoperatif 3. aydan sonra steroid replasmanı kesildi. Adrenalektomi yapılan hastaların iki tanesine eş zamanlı aynı tarafta parsiyel nefrektomi, iki tanesine de karşı tarafta eş zamanlı radikal nefrektomi yapıldı. Klinik ve patolojik değerlendirme ile hastaların tanıları şekil I.’de gösterildi. Sonuç: Benign ve küçük adrenal kitlelerde laparoskopik yaklaşım altın standart tedavidir. Büyük kitlelerde de artan tecrübe ile güvenle uygulanabilecek alternatif bir metoddur. Anahtar Kelimeler : Feokromasitoma, Adrenal kitle,Laparoskopi Figürler : PS-27 PEDİATRİK OLGULARDA MİNİPERC: OMÜ DENEYİMİ Süleyman Öner1, Ender Özden1, Yakup Bostancı1, Mehmet Özen1, Şaban Sarıkaya1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı Amaç: Bu çalışmada pediatrik hasta grubunda miniperc deneyimimizi sunmayı amaçladık. Gereç ve yöntemler: Ocak 2002- Eylül 2015 tarihleri arasında hastanemizde üroloji kliniğinde 17 yaş ve altı toplam 203 hastaya miniperc uygulandı. Litotomi pozisyonunda böbreğe üreter katateri takıldıktan sonra hastalara prone pozisyon verildi ve C kollu floroskopi altında perkütan girişim yapıldı. Dilatasyon olarak 14 F veya 20 F dilatatör kullanılarak giriş yolu oluşturuldu. Taşlar Holmium:YAG lazer veya pnömotik litotriptör kullanılarak fragmante edildi. Bulgular: Ocak 2002 ve Eylül 2015 tarihleri arasında miniperc yapılan 17 yaşından küçük 203 hastanın kayıtları retrospektif olarak analiz edildi. Hastaların 95’i kız, 108’i erkek idi. Yaş ortalaması 7,6±4,9 yıl, ortalama operasyon süresi 76,1±35,9 dk idi. 29 hastanın preoperatif operasyon öyküsü mevcut idi. Tablo 1’de hastaların demografik, preoperatif ve peroperatif verileri verilmiştir. Sonuç: Çocukluk çağı böbrek taşlarının tedavisinde miniperc güvenilir ve etkili bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : böbrek taşı, miniperc Tables : Sayı 203 Ortalama yaş (yıl) 7,6±4,9 Cinsiyet (K/E) 95/108 Yön (sağ/sol) 87/109 Akses sayısı 1.2 ±0,6 Ameliyat süresi (dk) 76.1 ±35.9 Kullanılan irrigasyon mayisi (lt) 14.3 ±6.9 Rezidü taş varlığı 26 Floroskopi süresi (dk) 5 ±3.4 Taşsızlık oranı (%) 87.2 Hb düşüşü (gr/dL) 0.8 ±1.1 Komplikasyon sayısı (%) 37 Clavien 1 (İdrar ekstravazasyonu < 12 saat/Ateş) 7 (-/ 7) Clavien 2 (Kan transfüzyonu/ Antibiyotik ihtiyacı) 24 (18/ 6) Clavien 3 (DJS/ Hidrotoraks + Göğüs tüpü) 6 (4/ 2) Ortalama katater çekme süresi (gün) 2.9 ±1.6 Ortalama yatış süresi (gün) 4.9 (1-38) PS-28 ÜRETREROPELVİK BİLEŞKE DARLIKLARINDA CERRAHİ TEDAVİ: AÇIK MI LAPAROSKOPİK Mİ? Turgut Serdaş1, Şaban Sarıkaya1, Ender Özden1, Süleyman Öner1, Mehmet Özen1, Yarkın Kamil Yakupoğlu1, Yakup Bostancı1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı Giriş: Bu çalışmada, açık pyeloplasti (AP) ve laparoskopik pyeloplasti (LP) uygulanmış çocuk hastalar retrospektif olarak değerlendi. Materyal-Metod: Kliniğimizde Mayıs 2005 ile Nisan 2014 tarihleri arasında pyeloplasti uygulanmış 67 olgu incelendi. AP grubu 23 olgu ve LP grubu 44 olgudan oluşmaktaydı. Hastaların preoperatif ve postoperatif döneme ait klinik, radyolojik ve sintigrafik bilgileri toplandı. Veriler grup içi ve gruplar arası karşılaştırılarak istatistiksel olarak değerlendirildi. P değeri <0,05 anlamlı kabul edildi. Bulgular: AP ve LP grubunda sırasıyla yaş ortalaması 10,5±5,2 yıl ve 8,4±5,5 yıl olarak saptandı. Çoğu olgu erkek olup, sık etkilenen taraf sol ÜPB idi. Hastaların en sık yan ağrısı, karın ağrısı ve ateşli idrar yolu enfeksiyonu (İYE) ile başvurduğu tespit edildi. Her iki grupta da en sık uygulanan cerrahi prosedürün dismembered pyeloplasti olduğu görüldü. Peroperatif tahmini kan kaybı ve cerrahi süre AP grubunda istatistiksel olarak anlamlı olmasa da daha fazla idi. Postoperatif dönemde gözlenen en sık komplikasyonların ateş, İYE ve idrar ekstravazasyonu olduğu görüldü. LP grubunda ve özellikle retroperitoneal grupta, postop 1. gün kreatinin değerlerinin yükseldiği izlendi. AP grubunda hastaların analjezik gereksinimleri daha fazla ve hastanede kalış süreleri daha uzundu.. Cerrahi sonrası AP ve LP için semptomatik düzelme oranları benzer olup, sırasıyla %83,3 ve %86,1 bulundu. Preop ve postop ultrasonografik veriler karşılaştırıldığında her iki grupta da pelvis AP çapı ile AP çap/parankim oranlarının azaldığı görüldü ve AP grubu için sırasıyla p<0,001 ve p=0,02, LP grubu için sırasıyla p<0,001 ve p<0,001 bulundu. Sintigrafik verilerden postop dönemde preop döneme göre separe renal fonksiyonlarda farklılık yoktu. Bununla birlikte postop boşaltım fonksiyonunun düzelmesi anlamında; normal ve nonobstrüktif boşaltım yorumlarının oranının AP grubunda %70,5 ve LP grubunda %90,5 olduğu görüldü. Sonuç: AP ve LP ameliyatları kliniğimizde literatür ile benzer semptomatik, radyolojik ve sintigrafik başarı ile uygulanmaktadır. Aynı zamanda LP ameliyatları sonrası hastaların, analjezik ihtiyaçları daha az olup hastanede kalış süreleri de daha kısadır. Anahtar Kelimeler : laparoskopi, pyeloplasti, UP Darlık PS-29 E-KADERİN GENİ PROMOTOR BÖLGE POLİMORFİZMLERİNİN BÖBREK TAŞI HASTALIĞINA YATKINLIK ÜZERİNE ETKİLERİNİN ARAŞTIRILMASI Çiğdem Dönmez1, Ece Konaç1, Tahsin Batuhan Aydoğan2, Cenk Yücel Bilen2 1 Gazi Üniversitesi Tıbbi Biyoloji Ve Genetik Anabilim Dalı 2 Hacettepe Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı Böbrek taşı hastalığı çok sık görülen global bir sağlık problemi olup, teşhisi, tedavisi oldukça maliyetli ve hasta açısından yaşam kalitesini düşüren sıkıntılı bir süreçtir. Böbrek taşı hastalığının genetik ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Beslenme şekli, iklim, sıvı alımı, meslek gibi etmenler taş oluşumundaki en önemli çevresel faktörlerdir. Son yıllarda çeşitli çevresel faktörlerin de etkisiyle böbrek taşı hastalığının görülme sıklığı artmaktadır. Genetik faktörlerin belirlenebilmesi amacıyla, bu hastalığa yatkınlıkta rolü olduğu düşünülen genlerdeki tek nükleotid polimorfizmleri belirlenmeye çalışılmaktadır. Tek nükleotid polimorfizmleri gen transkripsiyonunda, mRNA’nın devamlılığında, oluşan proteinin kalitesi ve etkinliğinde farklılıklara yol açabilir; dolayısıyla pek çok hastalığa yatkınlığın ya da hastalığın ciddiyetinin belirlenmesinde belirteç olarak kullanılabilirler. Son yıllarda yapılan genetik çalışmalar, bazı genlerdeki polimorfizmlerin taş oluşumu ile ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Bu genlerden biri E-kaderin (CDH1) genidir. CDH1, renal tübül hücrelerinde eksprese olan bir epitel hücre birleşim proteini olup, epitel gelişmenin devamlılığında ve hücre bütünlüğünün korunmasında önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmada CDH1 geni -160C/A (rs16260) ve -347G/GA (rs5030625) polimorfizmleri kalsiyum oksalat böbrek taşı hastaları ve sağlıklı bireylerde incelenerek, taş oluşumu ile polimorfizm ilişkisi araştırılmıştır. Çalışmamızın CDH1 -160C/A gen polimorfizmi sonuçlarına bakıldığında, CA genotipi frekansı böbrek taşı hastalarında (%38,6) kontrol grubuna kıyasla (%30,7) daha yüksek bulunmuştur. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır.(OR: 2,80 ;%95CI: 1,08 – 7,28) (p=0,033). CDH1 -347G/GA gen polimorfizmi sonuçlarına bakıldığında ise hasta ve sağlıklı kontrol grupları arasında bu polimorfizm açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Ayrıca, haplotip-temelli ilişkilendirme testi yapılarak, HphI-BanII polimorfizlerinin birlikte görülmeleriyle hastalık ilişkisi araştırılmış, ancak gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık belirlenememiştir. Çalışmamız, ülkemizde kalsiyum oksalat böbrek taşı hastalarında bu iki polimorfizmle ilgili ilk verileri sunmuş olup, bu verilerin daha sonra yapılacak olan çalışmalara öncülük edebilecek potansiyeli vardır. Anahtar Kelimeler : E-kaderin geni, böbrek taşı hastalığı, regülatör bölge tek nükleotid polimorfizmi (rSNP), PCR–RFLP Tables : HphI polimorfizmi için genotip ve alel dağılımı frekansları ve risk tahminleri Genotip Hasta Kontrol HphI(rs16260) P değeri OR(95%CIs) P değeri 0.124 AA 10(%9.9) 22(%19.2) 1 CA 39(%38.6) 35(%30.7) 2.80(1.08-7.28) 0.033 CC 52(%51.4) 57(%50) 2.16(0.87-45.33) 0.094 CA+CC 94(%90) 2.17(0.97-4.85) 0.057 92(%80.7) 0.053 Aleller 0.227 A 59(%29.2) 79(%34.6) 1 C 143(%70.7) 149(%65.3) 1.28(0.85-1.93) 0.2281 PS-30 DİSTAL VE PROKSİMAL ÜRETER TAŞLARINDA MEDİKAL EKSPULSİF TEDAVİDE TADALAFİL VE ALFA BLOKERLERİN YERİ Serdar Çelik1, Fırat Akdeniz1, Müge Afşar Yıldırım2, Ozan Bozkurt3, Merve Gürsoy Bulut2, Mehmet Levent Hacıhasanoğlu1, Ömer Demir3 1 Gaziemir Nevvar Salih İşgören Devlet Hastanesi, Üroloji 2 Gaziemir Nevvar Salih İşgören Devlet Hastanesi, Radyoloji 3 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Giriş: Bu çalışmadaki amacımız distal ve proksimal üreter taşı saptanan erkek hastalarda tadalafil ve alfa blokerlerin medikal ekspulsif tedavideki yerini ve etkinliğini karşılaştırmaktır. Metod: Haziran 2014 ile Eylül 2015 tarihleri arasında yan ağrısı nedenli kliniğimize başvuran ve kontrastsız tomografisinde (BT) komplike olmayan üreter taşı tanısı alan erkek hastalar retrospektif değerlendirildi. Toplam 273 hasta 5 grupta değerlendirildi. Medikal ekspulsif tedavi olarak 6 hafta boyunca Alfuzosin 10mg/gün alan 55 hasta Grup 1, Doksazosin 8mg/gün alan 57 hasta Grup 2, Tamsulosin 0,4mg/gün alan 54 hasta Grup 3 ve Silodosin 8mg/gün alan 55 hasta Grup 4 olarak değerlendirildi. Grup 5’te ise üreter taşı yanında erektil disfonksiyonu olan ve 6 hafta Tadalafil 5mg/gün tedavisi alan 52 hasta değerlendirildi. Taşın lokalizasyonu, çapı, volümü, hounsfield ünitesi (HU) ve hounsfield dansitesi (HD) BT görüntülemesi üzerinden hesaplandı. Beş farklı ilaç grubunda incelenen hastalar taş lokalizasyonuna göre distal ve orta-proksimal olmak üzere ikiye ayrıldı ve bu iki grubun verileri ayrı analizler ile değerlendirildi. Tedavi boyunca veya sonunda taş düşürme oranı ve taş düşme zamanı ekspulsiyon verileri olarak not edildi. Beş ilaç grubuna ait BT ve ekspulsiyon verileri distal ve orta-proksimal üreter taşı gruplarında ayrı ayrı karşılaştırılarak değerlendirildi. Sonuçlar: Distal ve orta-proksimal üreter taşlarında beş grubun boy, kilo ve BMI verileri arasında istatistiksel anlamlı farklılık saptanmazken (p>0.05), Tadalafil grubunda distal taşı olan hastalarda hasta yaşı anlamlı olarak daha yüksek saptandı (p=0.032) (Tablo 1). Distal ve orta-proksimal taşı olan hastalarda, ilaç grupları arasında taş çapı, volümü, HU ve HD değerleri arasında anlamlı fark gözlenmedi (p>0.05) (Tablo 1 ve 2). Taş düşürme oranları Alfuzosin, Doksazosin, Tamsulosin, Silodosin ve Tadalafil gruplarında sırası ile distal üreter taşlarında %78.1, %75.7, %76.5, %88.6 ve %90, orta-proksimal üreter taşlarında %21.7, %30, %30, %30 ve %54.5 saptandı. Ortalama taş düşürme süreleri ise sırası ile distal taşlarda 11.7, 11.6, 9.5, 10.9 ve 5.7 gün, proksimal taşlarda ise 26, 18, 10.7, 8.3 ve 18.3 gün olarak saptandı (Tablo 1 ve 2). Distal üreter taşlarında taş düşürme oranı Silodosin ve Tadalafil gruplarında diğer üç ilaca göre yüksek olup istatistiksel olarak anlamlı saptanmamıştır (p=0.44), fakat düşürme süresine bakıldığında Tadalafil grubunda diğer dört ilaca göre düşürme süresinin anlamlı olarak kısa olduğu gözlendi (p=0.019). Orta-proksimal taşlarda ise Tadalafil grubunda diğer dört ilaca göre taş düşürme oranının anlamlı yüksek olduğu gözlendi (p=0.034). Sonuç: Taş düşürme başarısı değerlendirildiğinde Silodosin alan hastalarda distal üreter taşlarında oran yüksekken, Tadalafil alan hastalarda hem distal hem de orta-proksimal üreter taşlarında bu oranın yüksek olduğu saptandı. Ayrıca distal üreter taşı olup Tadalafil alan grupta taş düşürme süresinin de kısa olduğu saptandı. Mevcut bulgular eşliğinde Tadalafil'in hem distal hem de proksimal üreter taşlarında etkili bir tedavi olduğu saptanmış olup, bulguların netlşmesi açısından prospektif geniş serili çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler : Medikal ekspulsif tedavi, üreter taşı, proksimal üreter taşı, Alfuzosin, Doksazosin, Tamsulosin, Silodosin, Tadalafil Tablo 1. Distal üreter taşı olan hastalarda Alfuzosin, Doksazosin, Tamsulosin, Silodosin ve Tadalafil ilaç gruplarında BT ve taş düşürme verilerinin karşılaştırılması. Distal Üreter Taşı (n=168) Alfuzosin (n=32) Doksazosin (n=37) Tamsulosin (n=34) Silodosin (n=35) Tadalafil (n=30) p Yaş (yıl) 41.7 ± 13.3 38.2 ± 12.8 43.9 ± 11.5 39.2 ± 11 46.3 ± 9.9 0.026 Taş Çapı (mm) 4.9 ± 1.4 4 ± 1.7 4.5 ± 1.8 4.5 ±1.7 4.7 ± 1.8 0.227 Taş Volümü (mm3) 75.1 ±73.1 48.6 ±56.5 68.9 ± 94.4 66.3 ± 69.7 75.1 ± 84.5 0.220 Hounsfield Ünitesi (HU) 527.2 ± 270.6 442.5 ± 269.3 461.3 ± 291.6 491.8 ± 287.5 494.2 ± 268.4 0.471 Hounsfield Dansitesi (HU/mm) 103.5 ± 35.9 111.1 ± 36.1 99.8 ± 34.2 104.8 ± 34.7 105.2 ± 35.9 0.689 Taş Düşürme Oranı (n, 25 (78.1%) %) 28 (75.7%) 26 (76.5%) 31 (88.6%) 27 (90%) 0.44 Taş Düşürme Süresi (gün) 11.6 ± 7.2 9.5 ± 7.6 10.9 ± 10.1 5.7 ± 3.4 0.019 11.7 ± 5.7 Tablo 2. Orta-proksimal üreter taşı olan hastalarda Alfuzosin, Doksazosin, Tamsulosin, Silodosin ve Tadalafil ilaç gruplarında BT ve taş düşürme verilerinin karşılaştırılması. Orta-proksimal Üreter Taşı (n=105) Alfuzosin (n=23) Doksazosin (n=20) Tamsulosin (n=20) Silodosin (n=20) Tadalafil (n=22) p Yaş (yıl) 40.8 ± 10.7 39.6 ± 8.7 39.1 ± 10.4 37.8 ± 13.1 41.2 ± 8.3 0.765 Taş Çapı (mm) 5.3 ± 1.8 5.2 ± 1.2 5.3 ± 1.6 6 ±1.2 5.7 ± 1.6 0.251 Taş Volümü (mm3) 101.8 ± 102.2 79.4 ± 52.7 100.4 ± 115.3 123.5 ± 61.2 119 ± 100.9 0.207 Hounsfield Ünitesi (HU) 672.6 ± 294.2 606.7 ± 241.9 775 ± 259.6 721.7 ± 344 Hounsfield Dansitesi (HU/mm) 127.5 ± 48.7 116.4 ± 36.9 145.7 ± 38.3 116.6 ± 42.2 143.9 ± 35 0.062 Taş Düşürme Oranı (n, %) 5 (21.7%) 6 (30%) 6 (30%) 6 (30%) 12 (54.5%) 0.034 Taş Düşürme Süresi (gün) 26 ± 5.6 18 ± 20.8 10.7 ± 12.4 8.3 ± 6 18.3 ± 14.7 0.191 838.7 ± 327.2 0.125 PS-31 ÜRETER TAŞLARINDA SİLODOSİN’İN MEDİKAL EKSPULSİF TEDAVİ BAŞARISINI ÖNGÖRMEDE BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİNİN YERİ Serdar Çelik1, Fırat Akdeniz1, Müge Afşar Yıldırım2, Ozan Bozkurt3, Merve Gürsoy Bulut2, Mehmet Levent Hacıhasanoğlu1, Ömer Demir3 1 Gaziemir Nevvar Salih İşgören Devlet Hastanesi, Üroloji 2 Gaziemir Nevvar Salih İşgören Devlet Hastanesi, Radyoloji 3 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Giriş: Çalışmadaki amacımız bilgisayarlı tomografisinde (BT) üreter taşı saptanan erkek hastalarda Silodosin’in medikal ekspulsif tedavi başarısı ile BT bulguları arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Metod: Ocak 2014 ile Haziran 2015 tarihleri arasında BT’sinde komplike olmayan üreter taşı saptanan ve Silodosin ile maksimum 6 hafta medikal ekspulsif tedavi uygulanan 203 hasta retrospektif değerlendirildi. BT’sinde taşın yeri, çapı, volümü, dilatasyon derecesi, Hounsfield ünitesi (HU) ve Hounsfield dansitesi (HD) hesaplandı. Hastalar taşın yerine göre distal, orta ve proksimal üreter taşı diye üç grupta incelendi ve bu üç grup ayrı ayrı değerlendirildi. Tedavi boyunca ya da 6 haftanın sonunda taş düşürme oranı ve taş düşürme zamanı tedavi bulguları olarak not edildi. BT ve tedavi bulguları distal, orta ve proksimal üreter taşı gruplarında ayrı ayrı olmak üzere taş düşürme başarısına göre tedavi başarılı ve başarısız gruplar arasında karşılaştırılarak değerlendirildi. Bulgular: Yaş, boy, kilo ve BMI gibi demografik veriler değerlendirildiğinde her üç lokalizasyonda başarılı ve başarısız gruplar arasında istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Bu 203 hastanın 134’ünde distal üreter taşı mevcut olup, tedavi başarısı %81.3; 22’sinde orta üreter taşı mevcut olup, tedavi başarısı %45.5 ve 47’sinde proksimal üreter taşı olup, tedavi başarısı %27.7 saptandı. Taş düşme zamanı değerlendirildiğinde sırası ile distal, orta ve proksimal taşlarda 11.1, 11.3 ve 27.4 gün saptandı (Tablo 1, 2 ve 3). Her üç taş lokalizasyonunun BT verileri Tablo 1, 2 ve 3’te verilmiştir. Distal ve proksimal üreter taşlarında taş çapı, volümü, HU ve HD verileri başarılı grupta başarısız gruba göre daha düşük saptandı (p<0.05). Orta üreter taşlarında ise düşük taş çapı ve volümünün ekspulsiyon başarısında etkili olduğu saptanmış olup (p<0.05), HU ve HD’nin taş düşürmeye etkisi gözlenmemiştir. Proksimal üreter taşlarında yapılan ROC analizinde ekspulsiyon başarısı için taş volümü ve HU’nun cut-off değerleri 48.7mm3 ve 598HU (AUC= 0.780 ve 0.884; p= 0.014 ve 0.001), sensitiviteleri %66.7 ve %88.9 ve spesifiteleri %87.5 ve %75 saptandı. HU değeri <598 olan proksimal üreter taşlarında ≥598 HU olanlara göre taş düşürme oranının 24 kat fazla olduğu saptandı (OR=24; p=0.001). Taş volümünün <48.7 mm3 olduğu proksimal üreter taşlarında ise ≥48.7 mm3 olanlara göre taş düşürme oranında 14 kat artış olduğu gözlendi (OR=14; p=0.002). Sonuç: BT verilerinden olan düşük taş çapı, volümü, HU ve HD değerlerinin medikal ekspulsif tedavide Silodosin alan hastalarda taş düşürme başarısını öngörmede önemli faktörler olduğu saptandı. Proksimal üreter taşlarında HU<598 ve/veya <48.7 mm3 saptanan hastalarda silodosin ile medikal ekspulsif tedavi başarısının yüksek olduğu söylenebilir. Anahtar Kelimeler : üreter taşı, proksimal üreter taşı, Hounsfield unitesi, Bilgisayarlı tomografi, Silodosin, medikal ekspulsif tedavi Table 1. Distal üreter taşlarında Silodosin ile medikal ekspulsiyon uygulanan ekspulsiyon başarılı ve başarısız gruplarda BT bulgularının karşılaştırılması ve taş düşürme süresi. Distal Üreter Taşı (n=134) Başarılı (n=109, %81.3) Başarısız (n=25 %18.7) p Taş Çapı (mm) 3.4 ± 0.4 4.5 ± 0.3 <0.001 Taş volümü (mm3) 53.4 ± 6.4 158.1 ± 32.1 <0.001 Hounsfield Ünitesi (HU) 444.8 ± 27.8 755.7 ± 81 <0.001 Hounsfield Dansitesi (HU/mm) 141.5 ± 5.8 158.1 ± 32.1 0.05 Dilatasyon Derecesi 2-3 (n, %) 31 (28.4%) 7 (28%) 0.964 Taş Düşürme Süresi (gün) - - 11.1 Table 2. Orta üreter taşlarında Silodosin ile medikal ekspulsiyon uygulanan ekspulsiyon başarılı ve başarısız gruplarda BT bulgularının karşılaştırılması ve taş düşürme süresi. Orta Üreter Taşı (n=22) Başarılı (n=10, %45.5) Başarısız (n=12, %54.5) p Taş Çapı (mm) 3.8 ± 0.4 5.2 ± 0.2 0.007 Taş volümü (mm3) 88.9 ± 24 180 ± 20.6 0.028 Hounsfield Ünitesi (HU) 612.8 ± 89.8 846.5 ± 100 0.121 Hounsfield Dansitesi (HU/mm) 159.2 ± 14.5 162.6 ± 17.2 0.796 Dilatasyon Derecesi 2-3 (n, %) 0 (0%) 4 (33.3%) 0.096 Taş Düşürme Süresi (gün) - - 11.3 ± 4.3 Table 3. Proksimal üreter taşlarında Silodosin ile medikal ekspulsiyon uygulanan ekspulsiyon başarılı ve başarısız gruplarda BT bulgularının karşılaştırılması ve taş düşürme süresi. Proksimal Üreter Taşı (n=47) Başarılı (n=13, %27.7) Başarısız (n=34, %72.3) p Taş Çapı (mm) 3.4 ± 0.4 4.3 ± 0.2 0.027 Taş volümü (mm3) 54.3 ± 14.1 113.5 ± 17.3 0.014 Hounsfield Ünitesi (HU) 456.8 ± 58.4 785.6 ± 52.3 0.001 Hounsfield Dansitesi (HU/mm) 139.2 ± 14 187.1 ± 13.7 0.048 Dilatasyon Derecesi 2-3 (n, %) 4 (30.8%) 11 (32.4%) 0.917 Taş Düşürme Süresi (gün) - - 27.4 ± 8.8 PS-32 PLATELET - LENFOSİT ORANI: PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ SONRASI SİSTEMİK İNFLAMATUAR CEVAP SENDROMUNU ÖNGÖRMEDE YENİ MARKER Mehmet Çetinkaya1, İbrahim Buldu2, Ömer Kurt3, Ramazan İnan2, Okan İstanbulluoğlu2 1 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji A.d. 2 Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji A.d. 3 Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji A.d. GİRİŞ: Bu çalışmanın amacı böbrek taşı nedeniyle standard perkütan nefrolitotomi (PNL) ameliyatı yapılan hastalarda postoperatif dönemde görülen sistemik inflamatuar yanıt sendromu (SIRS) gelişmesini öngörmede preoperatif periferik kan sayımındaki platelet lenfosit (PLR) ve nötrofil lenfosit (NLR) oranının etkisini ortaya koymaktır. MATERYAL METHOD: Çalışmaya 2013-2015 yılları arasında böbrek taşı nedeniyle konvansiyonel PNL operasyonu yapılan 131 erkek 61 kadın toplam 192 hasta dahil edildi. 41 (%21,3) vakada postoperatif dönemde SIRS geliştiği görüldü. Hastalar SIRS ve non-SIRS olmak üzere 2 gruba ayrıldı. SIRS gelişmesini öngörmede PLR, NLR değeri ile diğer demografik ve operatif verilerin etkisi araştırıldı. BULGULAR: Yapılan univaryant analizde hasta gruplarının preoperatif PLR değeri (p=0,000), preoperatif NLR değeri (p=.018), akses sayısı (p=.000), ortalama böbrek parankim kalınlığı (p=.02), operasyon süresi (p=.000), hemoglobin drop (p=.016), hastanede kalış süresi (p=.000), taşsızlık oranı (p=.023) ve komplikasyon oranları (p=.019) ise anlamlı olarak farklı olduğu saptandı (Tablo-1). Multivaryant analizde ise PLR değeri ve akses sayısının SIRS gelişimi üzerine bağımsız etkili faktörler olduğu görüldü (Tablo-2). PLR için 114,1 değeri cut off olarak alındığında SIRS gelişimini 80,4% sensitivite ve 60,2% spesifite ile öngördüğü saptandı (Resim-1). SONUÇ: Preoperatif PLR değerinin değerlendirilmesi PNL sonrası ortaya çıkabilecek SIRS’ı öngörmede etkili ve ucuz bir biyomarkır olarak saptanmışken diğer yandan NLR değeri ise etkisiz bulunmuştur. Özellikle preoperatif PLR değerinin >114,1 olduğu durumlarda sepsis gibi olası ciddi komplikasyonların gelişme riskindeki artış nedeniyle hastaların yakın izlemi önermekteyiz. Anahtar Kelimeler : Böbrek Taşı, Nefrolitotomi, Komplikasyon, SIRS, Figürler : Tables : Çalışmaya alınan hastaların demografik ve operativ bilgileri Toplam Grup 1 Grup 2 Hasta Sayısı (n) 192 151 41 Yaş (yıl) 47.3±15.1 47.4±30.1 47.2±32.9 Cinsiyet (E/K) p 0,967 0,424 Erkek 131 (68.2%) 104 (68.9%) 27 (65.9%) Kadın 61 (31.8%) 47 (31.1%) 14 (34.1%) Önceki Taş Tedavisi 56 (29.1%) 46 (30.4%) 10 (24.4%) 0.255 SWL 33 (17.2%) 26 (17.2%) 7 (17.1%) PNL 19 (9.9%) 17 (11.2%) 2 (4.8%) Açık Cerrahi 4 (2.0%) 3 (2.0%) Diabetes Mellitus 25 (13%) 22 (14.6%) 3 (7.3%) Preop PLR 116.7±39.9 109.3±34.3 142.9±47.3 0.000* Preop NLR 2.6±1.5 2.4±1.4 1 (2.4%) 3.1±1.9 Hidronefroz 0.018* 0.065 Var 150 (78.1) 114 (75.5%) 36 (87.8%) Yok 42 (21.9) 37 (24.5%) 5 (12.2%) Taş Lokalizasyonu 0.169 0.246 Pelvis 40 (20.8%) 31 (20.5%) 9 (22%) Kaliks 39 (20.3%) 34 (22.5%) 5 (12.2%) Pelvis + Kaliks 63 (32.8%) 51 (33.8%) 12 (29.3%) Staghorn 50 (26%) 35 (23.2%) 15 (36.6%) Parankimal Kalınlık (mm) 17.4±4.4 17.8±4.5 15.9±4.1 0.020* Body Mass index (kg/m²) 28.5±5.1 28.8±5.2 27.4±4.3 0,124 ASA (mean skor) 1.39±0.55 1.40±0.54 1.37±0.58 0.695 Taş Büyüklüğü (mm2) 675.9±619.1 652.7±632.6 765.7±567.0 0.311 Giriş sayısı 0.000* -Tekli giriş 175 (91.1%) 145 (96%) 30 (73.2%) -Çoklu giriş 17 (8.9%) 6 (4%) 11 (26.8%) Operasyon Zamanı (dakika) 52.0±31.8 47.4±30.1 68.6±32.9 0.000* 2.2±1.1 2.7±1.7 0.016* Hemoglobin Düşüşü (mg/dL) 2.3±1.3 Nefrostomi Tüpü 0.304 -Hayır 26 (13.5%) 22 (14.6%) 4 (9.8%) -Evet 166 (86.5%) 129 (85.4%) 37 (91.2%) Komplikasyon (n) 0.019* -Minor 19 (79.2%) 12 (100%) 7 (58.3%) -Major 5 (20.8%) 0 5 (41.7%) Hastanede Kalış (gün) 1.88±1.0 1.58±0.8 3.0±1.1 Başarı (taşsızlık) 0.000* 0.023* -Evet 172 (90.1%) 140 (92.7%) 32 (80%) -Hayır 19 (9.9%) 11 (7.3%) 8 (20%) Tablo 2: PCNL sonrası SIRS’ı öngermek için yapılan multivariate analiz P Odds ratio B 95%CI Preoperatif PLR 0,018 1,01 0,012 1,002-1,022 Giriş Sayısı 1,508 0,058-0,838 0,026 0,221 PS-33 CANLI DONÖRLERDE HALA AÇIK CERRAHİ YAPMAYA DEVAM EDİYOR MUYUZ? LAPAROSKOPİK DONÖR NEFREKTOMİ SONUÇLARIMIZ Cevdet Kaya1, Ahmet Keleş1, Asgar Garayev1, Yılören Tanıdır1, İlker Tinay1, Ferruh Şimşek1 1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Istanbul Giriş Transperitoneal laparoskopik canlı donör nefrektomi kabul edilebilir komplikasyon oranları ile günümüzde güvenle uyguladığımız bir cerrahi tekniktir. Böbrek nakli uygulanan hastaların canlı vericilerinde transperitoneal laparoskopik ve açık donör nefrektomi operasyonunun pre ve post-operatif parametreleri arasında farklılık olup olmadığını değerlendirmeyi amaçladık. Hastalar ve Yöntem Mart 2012 ve Kasım 2015 tarihleri arasında canlı donör nefrektomi uygulanan ve en az 1 aylık takibi olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Operasyon öncesi BT-anjiografi ile renal vasküler yapıları değerlendirilen hastalar, operasyon şekline göre açık donör nefrektomi (ADN) ve transperitoneal laparoskopik donör nefrektomi (LDN) olarak 2 gruba ayrılarak yaşı, operasyon süresi, kanama miktarı, hastanede yatış süresi, pre ve post-operatif böbrek fonksiyon testleri, sıcak iskemi süresi ve klinik izlem parametreleri değerlendirildi. Kadavra vericileri, vericilerden farklı nedenlerden dolayı post-op erken dönemde kontrastlı görüntüleme yapılan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Ki-kare ve MannWhitney U testi ile sonuçlar karşılaştırıldı. P≤0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular Çalışma süresince 55 hastaya canlı donör nefrektomi uygulandı. ADN grubunda (Grup 1) 21 verici (8 Erkek/13 Kadın), LDN grubunda (Grup 2) 34 verici (12 Erkek/22 Kadın) çalışmaya dahil edildi. Grup 1’de hastaların ortalama yaşı 45±9,6 yıl, Grup 2’de 45±8,9 yıl idi. BT-anjiografik bulgulara bakıldığında Grup 1’de 2 vericide, Grup 2’de 3 vericide çift renal arter mevcut idi (Tablo 1). Grup 1’deki vericilerde peri ve postoperatif herhangi bir komplikasyon gözlenmezken, Grup 2’de sadece 1 vericide hemotoraks gelişmesi üzerine perioperatif toraks tüpü takıldı. Yatış süresi, sonda çekilme zamanı ve per-op kanama miktarı Grup 2’ deki vericilerde grup 1’e göre (p<0,0001), operasyon süresi ise grup 1’de grup 2'ye göre istatistiksel anlamlı olarak düşük saptandı (p<0.0001). Pre ve post-operatif kreatinin değerleri (1. hafta ve 1. ay), eritrosit suspansiyonu transfüzyonu, sıcak iskemi süresi açısından ise gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı (Tablo 2). Sonuç Günümüzde giderek yaygınlaşan minimal invaziv bir yaklaşım olan laparoskopik cerrahi tekniklerin kullanımı, en çok da sağlıklı insanlar olan, verici kişilerde daha çok anlam kazanmaktadır. Deneyimli merkezlerde yapılacak olan laparoskopik canlı donör nefrektomi, daha az hastanede kalış süresi, daha hızlı normal aktiviteye dönüş ve kozmetik açıdan daha iyi sonuç vermesi gibi potansiyel yararları ve benzer postoperatif böbrek fonksiyonu, sıcak iskemi zamanı ve peri-operatif kanama miktarı ile açık donör nefrektomiye göre daha üstün olabilecek minimal invaziv bir yöntemdir. Devam etmekte olan bu çalışmamız ileride bu konuda daha fazla bilgi verecektir. Anahtar Kelimeler : canlı donör, nefrektomi, laparoskopi, böbrek nakli Tables : Tablo 1. Gruplara göre hastaların demografik verileri. Donör Parametreleri ADN LDN P değeri Sayı 21 34 Hasta yaşı 45±9,6 45±8.9 0,7 Cinsiyet(E/K) 8/13 12/22 0,7 Taraf(Sağ/Sol) 2/19 0/34 0,1 Arter sayısı (Tek/Çift) 19/2 31/3 0,9 Tablo 2. İntraoperatif ve postoperatif klinik parametrelerin karşılaştırılması. LDN P değeri Parametreler ADN Preop Kre(mg/dl) 0,72±,14 0,75±0,1 0,6 Postop 1. Hafta Kre(mg/dl) 1,02±,23 1±,23 0,9 Postop 1.ay Kre(mg/dl) 1,02±0,24 1,06±0,2 0,5 Sonda çekim günü 2±0,7 1,2±0,8 *0,0001 Dren çekim günü 2,4±0,7 2,5±2 0.1 ES transfüzyonu 1 2 0,1 Perop kanama(ml) 142±174 86±83 Sıcak iskemi süresi (sn) 283±152 238±73 0.4 Operasyon süresi (dk) 210±27 256±39 *0.0001 Hemotoraks 0 1 Hematom 0 1 Yatış süresi 3,8±0,8 3,3±2,2 *0,003 *0,04 Komplikasyon Notlar : Cerrahi alanında yaptığımız belki de tek "sağlıklı bireye yapılan operasyon" olarak bildiğimiz donör nefrektomiyi, giderek gelişen cerrahi teknikler ve minimal invaziv teknikler bağlamında standart olarak uygulamanın önemine inanmaktayız. PS-34 KONJENİTAL ANOMALİLİ BÖBREKLERDE PERKUTAN NEFROLİTOTOMİNİN ETKİNLİĞİ VE KOMPLİKASYON ORANLARI; TEK MERKEZ DENEYİMLERİMİZ MEHMET YOLDAŞ1, HAKAN TÜRK1, TUBA KUVVET YOLDAŞ3, MUSTAFA KARABIÇAK2, BATUHAN ERGANİ2, OKAN NABİ YALBUZDAĞ2, TUFAN SÜELÖZGEN2, MEHMET ZEYNEL KESKİN2, CEMAL SELÇUK İŞOĞLU2, FERRUH ZORLU2, YUSUF ÖZLEM İLBEY2 1 Dumlupınar Universty Kütahya Education And Resarch Hospital Department Of Ürology Kütahya 2 Tepecik Education And Resarch Hospital Department Of Ürology İzmir 3 Dumlupınar Universty Kütahya Education And Resarch Hospital Department Of Anesteziology Kütahya Amaç: Konjenital renal anomaliler olan atnalı, karşı çapraz ektopi ve rotasyon anomalili böbreklere uygulanan Perkütan nefrolitotomi’nin (PNL) başarı ve komplikasyon oranlarını kendi klinik deneyimlerimizle değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde Ocak 2007- Ocak 2015 tarihleri arasında PNL operasyonu yapılan 1472 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastalardan 26'sı konjenital renal anomalili olmak üzere 28 renal üniteye PNL operasyonu uygulandı. Hastaların demografik verileri, konjenital renal anomali tipleri, böbrek taşı özellikleri, uygulanan tedavi yöntemleri değerlendirildi. Hastalara uygulanan PNL operasyonunun başarı oranları, erken ve geç komplikasyon oranları değerlendirildi. Bulgular: PNL yapılan 28 renal ünitenin 14’ü füzyon, 14’ü rotasyon anomalisine sahipti. Hastaların ortalama yaşı; 53(±10.24), kadın/erkek oranı; 7/19, ortalama taş boyutu; 515(±453.96) mm2 idi. Ortalama operasyon süresi; 120(±56.17) dk ve ortalama skopi süresi; 114.5(±246.73) sn idi. Cerrahın taşsızlık tahmini %75(21 renal ünite) iken operasyon sonrası bilgisayarlı tomografi (BT) ile tespit edilen başarı ise %55(15 renal ünite) idi. %78 doğruluk oranıyla taşsızlık tahmin edildi. 3 olguda postoperatif ateş yüksekliği, 1 olguda postoperatif arteriovenöz(A-V) fistül, 1 olguda intraoperatif kolon yaralanması gözlendi. Sonuç: PNL konjenital böbrek anomalisi olan renal ünitelerdeki taşların tedavisinde deneyimli ekiple güvenle ve başarı ile uygulanabilen bir tekniktir. Anahtar Kelimeler : Böbrek anomalisi, Komplikasyon, Perkutannefrolitotomi. PS-35 AKCİĞER KANSERİNİN SOLİTER METASTAZLARINDA LAPAROSKOPİK ADRENALEKTOMONİN SAĞKALIMA ETKİSİ Şenol Tonyalı1, Sertaç Yazıcı1, Mustafa Erman2, Cenk Yücel Bilen1 1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı 2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç Akciğer kanserinin soliter metastazlarında laparaskopik adrenalektominin sağkalım avantajı sağlayıp sağlamadığının ortaya konması ve hasta grubumuzun sonuçlarının bildirilmesi Materyal ve Metod Ağustos 2008 ile Ağustos 2015 tarihleri arasında şüpheli adrenal bez metastazı nedeniyle laparoskopik adrenalektomi operasyonu geçiren akciğer kanseri tanılı hastaların medikal bilgileri retrospektif olarak tarandı. Bulgular Akciğer kanserli 12 hastaya adrenal metastaz şüphesi ile toplam 14 laparoskopik adrenalektomi yapıldı. 12 hastadan bir tanesi aynı seansta bilateral adrenalektomi oldu; diğer bir hasta ise iki yıl arayla iki laparoskopik adrenalektomi geçirdi. Patolojik inceleme bir hasta dışında tüm hastalarda akciğer kanseri metastazını doğruladı. Bir tek hasta akciğer metastazı saptanan son adrenalektomisinden 2 yıl önce laparaskopik adrenalektomi olmuş ve patolojik inceleme hyalinize kortikal nodülü göstermişti. Hastaların ortalama yaşı 59.9±7.31 idi. Tüm hastalar erkek idi. Ortalama ameliyat süresi 93.4 dakika idi (45-185 dk). 7 hasta adrenalektomiden sonra ortalama 22. ayda yaşamını yitirdi. 5 hasta adrenal metastazektomiden sonra ortalama 30 ay takipte halen yaşamını sürdürmektedir. Bu 5 hastanın 4’ünde hastalık bulgusu izlenmemektedir. Sonuç Laparoskopik adrenalektomi akciğer kanserinin soliter metastazlarında kür sağlamak amacıyla kullanılabilecek etkili bir tedavi seçeneği olarak akılda tutulmalıdır. Daha çok hasta ile yapılacak çalışmalar bilgimizi arttıracak ve uzun dönem onkolojik sonuçları netleştirecektir. Anahtar Kelimeler : akciğer kanseri, laparoskopi, adrenalektomi, metastazektomi PS-36 RADYOLOJİK GÖRÜNTÜLEME ÇAĞINDA PATOLOJİK BAKIŞ AÇISI İLE LAPAROSKOPİK ADRENALEKTOMİ: ÇOK MERKEZLİ RETROSPEKTİF ANALİZ Şenol Tonyalı1, Fatih Ataç2, Ünsal Eroğlu3, Sertaç Yazıcı1, Ender Özden2, Sinan Sözen3, Cenk Yücel Bilen1 1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı 2 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı 3 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı Amaç Laparoskopik adrenalektominin adrenal malignite ve metastazlarda uygunluğunun ortaya konulması ve operasyon endikasyonlarına eleştirel bir yaklaşım için patoloji sonuçlarının gözden geçirilmesi Materyal-Metod 1 Ocak 2008 ile 1 Mayıs 2015 tarihleri arasında üç farklı merkezde laparoskopik adrenalektomi yapılan hastaların verileri retrospektif olarak tarandı. Demografik özellikler, preoperative görüntülemeler, operasyon süreleri, tahmini kan kaybı, intraoperatif komplikasyonlar, hastanede yatış süresi ve patoloji sonuçları değerlendirildi. Bulgular Toplam 189 laparoskopik adrenalektomi başarı ile tamamlandı. Ortalama ameliyat süresi 79.3±38.6 dk iken tahmini intraoperatif kan kaybı 39.9 ml idi. İntraoperatif olarak bir dalak, bir renal ven ve iki diyafram yaralanması olmak üzere toplam 4 major komplikasyon görüldü. Histopatolojik inceleme 20 farklı tip lezyon ortaya koydu. Cerrahi sınır hastaların %95’inde negatif idi. Cerrahi sınır adrenokortikal kanseri olan hastaların hepsinde negatif idi. Cerrahi sınır pozitifliği saptanan 5 hasta ortalama 32 aylık takipte halen hayattadır. Sonuç Çeşitli ayırıcı tanılar ve farklı klinik davranışları nedeni ile adrenal kitlelerin yönetimi klinisyenler için oldukça güçtür. Laparoskopik adrenalektominin malign tümörlerde de kullanılabileceği bildirilmiştir. Bu çalışma laparoskopik adrenalektominin malign ve metastatik lezyonlarda kullanılabileceğini desteklemektedir. Anahtar Kelimeler : adrenalektomi, adrenokortikal kanser, laparoskopi, adenom PS-37 LAPAROSKOPİK NEFRON KORUYUCU CERRAHİ: TACHOSİL VE FLOSEAL'İN KARŞILAŞTIRILMASI Şenol Tonyalı1, Artan Koni1, Sertaç Yazıcı1, Cenk Yücel Bilen1 1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Amaç Laparoskopik nefron koruyucu cerrahide (LNKC) intraoperatif hemostazı sağlamak için adjuvan hemostatik ajanlar olan TachoSil ve FloSeal kullanımı ile standart prosedürün karşılaştırılması Materyal-Metod Çalışmaya 2007-2015 yılları arasında küçük renal kitleler nedeni ile LKNC operasyonu yapılan 79 hasta dahil edildi. Hastalar hemostatik ajan kullanılmayan [(HAK)= (standart prosedür)], TachoSil ve FloSeal grubu olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Demografik bilgiler, kitle özellikleri, preoperatif kreatinin düzeyi, intraoperatif kanama miktarı, operasyon süresi, sıcak iskemi süresi, postoperatif drenaj miktarı, hastanede kalış süresi, peroperatif komplikasyonlar, postoperatif kreatinin düzeyi ve transfüzyon ihtiyacı karşılaştırıldı. Bulgular Hemostatik ajan kullanılmayan (HAK) , TachoSil ve FloSeal gruplarında sırasıyla 18, 25 ve 36 hasta bulunmakta idi. Gruplar arasında cinsiyet dağilımları açısından farklılık yoktu. Ortalama tümor çapı HAK grubunda 29.6 mm iken, TachoSil grubunda 26.4 mm, FloSeal grubunda ise 30.4 mm idi. Ortalama ameliyat süresi FloSeal grubunda HAK grubundan anlamlı olarak düşük idi (120.9 dk’ya karşı 156.6 dk). Operasyon süresi TachoSil ve FloSeal grubunda benzerdi. En uzun ortalama sıcak iskemi süresi (24.3 dk) HAK grubunda saptandı. İntraabdominal kateter drenaj mikarı en fazla olan HAK grubu idi. Ortalama hastanede yatış süresi Tachosil ve FloSeal grubunda benzer olmakla beraber HAK grubundan daha kısa idi. Sonuç LNKC’de intraoperatif hemostatik ajanların kullanılması operasyon, hastanede yatış ve sıcak iskemi süresini kısaltmanın yanında postoperatif drenajı azaltmak gibi yararlar sağlayabilir. TachoSil ve FloSeal kolay uygulanabilirlikleri ile LNKC’de güvenli ve etkili bir biçimde kullanılanılabilir. Anahtar Kelimeler : laparoskopi, nefron koruyucu cerrahi, Tachosil, Floseal, hemostatik ajan PS-38 PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ SONRASINDA GİRİŞ YOLUNUN KOTERİZASYONU Ömer Kurt1, Cenk Murat Yazıcı1 1 Namık Kemal Üniversitesi, Üroloji Ab Perkütan Nefrolitotomi Sırasında Giriş Yolunun Koterizasyonu Giriş: Perkütan nefrolitotomi (PCNL) büyük böbrek taşları tedavisinde altın standart cerrahi tekniktir. Birçok çalışmada etkinliği ve güvenilirliği gösterilmiştir. Kanama bu cerrahi sırasında en sık görülen komplikasyondur. Bu komplikasyonu azaltmak için birçok manipülasyon, değişik başarı oranlarıyla bildirilmiştir. Biz de PCNL sırasında oluşacak kanamanın minimum indirilebilmesi için akses trakt koagülasyonunu uyguladık ve sonuçlarını standart PCNL vakalarıyla karşılaştırdır. Materyal ve Metod: Standart PCNL vakaları ile akses trakt koterizasyonu yapılmış hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların operasyon süreleri, taşsızlık oranları, hastanede kalış süreleri ve cerrahi komplikasyonlar karşılaştırıldı. Sonuçlar: Toplam 50 hasta (24 hasta koterizasyon grubunda, 26 hasta standart PCNL grubunda) çalışmaya dahil edildi. Koterizasyon grubundaki hastaların taşsızlık oranı %87,5 iken, standart PCNL grubundaki hastaların taşsızlık oranı %90,9 olarak tespit edildi. (p=0.649) Koterizasyon grubunda ortalama hemoglobin düşüşü 0.93 g/dl (0.1-2.3 g/dl) iken standart PCNL vakalarında ortalama hemoglobin düşüşü1.45 g/dl (0.3-4.2 g/dl) olarak tespit edildi. (p=0.037) Standart PCNL hastalarından 2’sine (7.7%) 1 ünite kan transfüzyonu uygulanırken koterizasyon grubundaki hastaların hiçbirine transfüzyon yapılmadı. (p=0.493) Conclusion: Perkütan nefrolitotomide akses trakt koterizasyonu etkili ve güvenli bir teknik olup daha kanamanın azalmasına neden olmaktadır. Anahtar Kelimeler : percutan nefrolitotomi, kanama, koterizasyon Figürler : Tables : Standard PCNL Cauterization group (p) value Hasta Sayısı (n) 26 24 p=0.76 Cinsiyet Erkek/Kadın 9/17 10/14 p=0.69 Yaş (yıl) 51.1 49.1 Taş Lokalizasyonu Sağ/Sol 11/15 11/13 Taş Yükü (cm2) 4.64 5.18 p=0.59 Operasyon Süresi (min.) 86 89 p=0.65 Taşsızlık (n) 24 21 p=0.65 0.93(0.1-2.3) p=0.03 Ortalama Hemoglobin Düşüşü (g/dl) 1.45(0.3-4.2) Ortalama Kreatinin Değişimi (mg/dl) 0.10(-0.23- 0.63) 0.14 (-0.23- 0.23) p=0.14 Geçiçi Ateş 2 1 p=0.58 Kan Tranfüzyonu 2 0 p=0.49 Ortalama Hastanede Kalış 3,11 (2-5) 1,70 (1-3) p<0.001 PS-39 MESANE İÇİNE FİSTÜLİZE OLAN GOSSİPİBOMA Devrim Tuğlu1, Ercan Yuvanç1, Serhan Gür1, Mustafa Koray Kırdağ1, Erdal Yılmaz1, Ertan Batislam1 1 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji A.d, Kırıkkale Giriş: Gossipiboma yada tekstiloma spanç veya çeşitli hemostaz malzemelerinin etrafında yaygın bir abse veya aseptik fibrotik reaksiyon şeklinde kitle lezyonu yapan yabancı cisim reaksiyonunu açıklamak için kullanılan terimlerdir. Olgu: 71 yaşındaki erkek hasta sık idrara çıkma, acil idrar hissi, hematüri ve suprapubik ağrı şikayetleri ile polikliniğimize başvurdu. Anamnezinde 5-6 yıldır bu şikayetlerinin süregeldiği ve 8 yıl önce transvezikal prostat operasyonu olduğu anlaşıldı. Muayenesinde suprapubik pfannensteil operasyon skarı vardı ve palpasyon ile kitle ele gelmiyordu. İdrar kültüründe üreme olmadı. Abdominal ultrasonografisinde mesane kubbesinde 5x3,5x3 cm’lik homojen ekoda kitle lezyonu izlendi. Abdominal tomografisinde mesane ön yüzünde kubbede 5x4x3 cm’lik solid kitle ve bu kitlenin kalsifikasyon içeren 14 mm’lik kısmının mesane içine uzanım gösterdiği görüldü. Hastaya önce sistoskopi planlandı ve mesane kubbesinde kalsifiye bir lezyon ve bu kalsifikasyonun etrafında mesane mukozasının çekintiler oluşturduğu gözlendi. Ardından eski insizyon skarından insizyon ile girildi. Dokular ileri derece fibrotik ve sertti. Mesane ön yüz kubbesinden 5x5x4 cm’lik kitle çıkarıldı. Kitlenin mesaneye bakan yüzünden spanç uzandığı ve bunun üzerinde kalsifikasyon oluştuğu izlendi. Böylelikle hastanın daha önce geçirdiği operasyona sekonder spanç unutulduğu ve bunun mesane içine fistülize olan yabancı cisim reaksiyonu olduğuna karar verildi. Hastanın mesanesi onarıldı. Postoperatif hastanın şikayetleri geriledi. Tartışma: Karın boşluğuna bırakılan cerrahi sünger uzun bir süre asemptomatik kalabilir. Karın içinde yabancı cisim unutma genellikle başka ameliyat gerektirir. Bu hastanın morbidite ve mortalitesini aynı zamanda tedavi ve hukuki dava maliyetini artırmaktadır. Şüphelenmek preoperatif tanı için önemlidir. Radyoopak spanç ve kapsamlı spanç sayma kullanılmasına rağmen, bu durum oluşmaya devam edebilir. İnsan hataları tamamen ortadan kaldırılamaz fakat sürekli tıp eğitimi ve cerrahi kurallara sıkı sıkıya bağlı kalma ile insidans azaltılabilir. Anahtar Kelimeler : Gossipiboma, Mesane, Fistül Figürler : PS-40 VİBİRNUM OPULUS: HİPOSİTRATÜRİK TAŞ HASTALARINDA FARMAKOLOJİK TEDAVİYE LİMON SUYU GİBİ YENİ BİR ALTERNATİF OLABİLİR Mİ? Devrim Tuğlu1, Erdal Yılmaz1, Ercan Yuvanç1, Berrin İmge Ergüder3, Üçler Kısa2, Fatih Bal1, Ertan Batislam1 1 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji A.d, Kırıkkale 2 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.d, Kırıkkale 3 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.d, Ankara Giriş : Üriner sistem taş hastalığı dünya nüfusunun %12’sini etkilemekte olup 10.yılda %50’lere varan oranlarda tekrar edebilmektedir. SWL ve endoskopik tekniklerin yaygın kullanılmaya başlanmasıyla taşın medikal tedavisi ile ilgili çalışmalar hem azalmış hem de geri planda kalmıştır. Türkiye’de özellikle taş hastalığında V.opulusun yaygın kullanıldığı bilinmektedir. Bu bitki Displaces takımının Caprifoliaceae (Hanımeli) familyasından bir türdür. Bitkinin gövde, kabuk ve meyveleri farmakolojide ve turşu, reçel ve değişik şekillerde yiyecek olarak değerlendirilmektedir. V.opulusun taş hastalığında hangi etki mekanizması ile etki ettiği ile ilgili yapılmış bir çalışma yoktur. Bu etkiyi iki yolla yapıyor olabileceğini düşünmekteyiz: 1. Antioksidan özelliği 2. İçeriğindeki olası sitrat ve potasyum. Gereç ve Yöntem: V.opulus’un ilk toplandığında acı bir tadı olduğu için bir ay süreyle acılığını kaybetmesi için su içinde salamurası yapılmıştır. Bu şekilde içilebilir hale getirildikten sonra blendırdan geçirilmek suretiyle 100’er mm.lik 10 örnek toplandı. Aynı şekilde limondan da 100’er mililitrelik 10’ar adet örnek alındı. Bu örneklerin hepsinin sitrat, okzalat, kalsiyum, fosfor, magnesium, sodyum ve pH değerlerine bakıldı. Gruplandırma aşağıdaki şekilde yapıldı: Grup 1: Salamurada bekletilen V.opulus suyu Grup 2: taze limon suyu Sonuçlar: V.opulus içeriğindeki sitrat ve magnezyum miktarının limon suyu ile istatiksel farklılık göstermediği saptanmıştır. Potasyumun limon suyundan istatiksel olarak fazla, sodyum ve kalsiyumun ise az olduğu tespit edilmiştir. Tablo 1’de limon suyu ve V.opulus içeriğindeki sitrat, kalsiyum, sodyum, potasyum, fosfor, magnezyum ve pH değerleri gösterilmiştir. Tartışma: Özellikle sitrat özleri ve sularının doğal sitrat kaynağı olarak kullanılmasının potasyum sitrata alternatif olabileceği çeşitli çalışmalarda ortaya konmuştur. Limonatanın sitratürik etkisi çeşitli çalışmalarda ortaya konmuştur. Bileşimindeki maddelere bağlı olarak V. opulus son yıllarda yüksek seviyelerde antioksidan aktivite ve antimikrobiyal potansiyeli olduğuna dair çeşitli çalışmalar yapılmıştır. V.opulusun, sitrat ve potasyumdan zengin olduğu gösterilirse hem antioksidan özelliği ile hem de sitrat ile potasyum zenginliği ile hipositratürik taş hastalarının tedavisinde farmakolojik ajanlara bir alternatif olduğunu söyleyebileceğimizi düşündük. Çalışmamızda V.opulus içeriğinde potasyumun limon suyundan fazla, kalsiyum içeriğinin ise az olduğu tespit edilmiştir. Sitrat içeriğinin ise limon suyu ile istatiksel farklılık göstermediği saptanmıştır. Bu sonuçla V.Opulusun da limon suyu kadar sitratürik etkisi olacağını düşünmekteyiz. Yüksek potasyum içeriği sayesinde alkali yük sağlayabilir. Bu alkali yük renal tübüler reabsorbsiyon ve sitrat metabolizmasını azaltarak üriner sitrat ekskresyonunu arttırır. Ayrıca alkali yük, idrarı alkalinize etmesine ek olarak, böbrekten sitrat geri emilini de etkiler. V.opulus içeriğinde kalsiyum ve sodyumun düşük olması da taş hastaları için bir avantaj olarak düşünülebilir. Çalışmamızda V.opulus içeriğinde limon suyu kadar sitrat ve potasyum tespit ettik. Hem antioksidan özelliği hem de yüksek sitrat ve potasyum içeriği nedeniyle V.opulusun taş hastalarında tavsiye edilebilir. Hafif-orta hipositratüride potasyum sitrata alternatif olarak limon, portakal suyu gibi önerilebileceğini düşünmekteyiz. Ancak bu konu ile ilgili klinik çalışmaların yapılmasının faydalı olacağını belirtmeliyiz. Anahtar Kelimeler : Vibirnum opulus, Ürolithiyazis, Metabolik Tedavi Tables : Biyokimyasal Özellikler Viburnum opulus Limon Suyu Sitrat (mmol/L) 65.22±5.86 54.04±5.05 Potasyum (mmol/L) 40.51±2.78 27.55±2.12 Kalsiyum (mmol/L) 0.05±0.01 1.52±0.02 Magnezyum (mmol/L) 1.57±0.26 1.44±0.21 Sodyum (mmol/L) 2.54±0.19 6.35±0.98 pH 4.02±0.16 4.03±0.18 PS-41 FOURNİER GANGRENİ NADİR KOMPLİKASYONU: İNTRAPERİTONEAL MESANE PERFORASYONU Ercan Yuvanç1, Devrim Tuğlu1, Serhan Gür1, Faruk Pehlivanlı2, Oktay Aydın2, Erdal Yılmaz1, Ertan Batislam1 1 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji A.d, Kırıkkale 2 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi A.d, Kırıkkale Giriş: Fournier gangreni (FG), fasya ve cilt altı dokunun nekrozu ile kendini gösteren, nadir görülen, ilerleyici ve ölümcül seyredebilen bakteriyel bir enfeksiyondur. Dokularda hızla yayılan nekroz sıklıkla sistemik sepsise, toksik şok sendromuna ve multiorgan yetmezliğine neden olur. Olgu: FG’e sekonder gelişen intraperitoneal mesane perforasyonu olgusunu sunmayı amaçladık. Yaklaşık 5 yıllık kolorektal karsinom nedeniyle geçirilmiş cerrahi ve radyoterapi öyküsü olan 59 yaşında tip II DM öyküsü olan erkek hasta acil servise Fournier gangreni ön tanısı ve genel durum bozukluğu şikayetleri ile sevk edilmiştir. Kolostomili hastaya acil serviste takılan sondadan idrar çıkışı izlenmemiştir. Hastanın göbek altı bölgesinden başlayıp skrotum ve perianal bölgeye uzanan ekimotik alanı vardı. Yapılan değerlendirmede penil gövde, oenil üretra ve skrotumun destrukte olduğu izlendi. Hastaya üretral sonda penis kökünde açıkta izlenen üretral açıklıktan takılabildi. Laboratuvar değerlendirmesinde CRP:605 mg/L, Hb: 6,8 g/dL, Alb: 2,02 g/dl, Na: 131mmol/L, K: 5,98mmol/L, Üre: 243mg/dl, Kre: 9,39mg/dl ‘idi. Hastanın abdominal tomografisinde S4 distalinden başlayarak sakral ve koksigeal segmete uzanan yaklaşık 7x8x7cm boyutlarında cilde fistülize yaygın dekstrüktif yumuşak doku kitle lezyonu mevcuttu (metastaz?). Mesane anterior duvarı ile karın ön duvarı posterior kısmı arasında içinde hava değerleri olan kontrast madde verilmediği için net ayırtedilemeyen sıvı koleksiyonu mevcuttur. Mesane kubbesinde mesane lümeni ile tariflenen koleksiyon ile ara plan değerlendirilememesi üzerine mesane retragrad üretral sondadan kontrast madde ile dolduruldu ve tekrar abdominal tomografisinde mesane kubbesinden intraperitoneal perforasyona bağlı kontrast madde kaçışı gözlendi. Mesane içinde hava değerleri mevcuttu. Bunun üzerine hastaya USG eşliğinde bilateral perkütan nefrostomi takıldı. Hastanın böbrek fonksiyonları Üre: 54mg/dl, Kre:0,89mg/dl olarak düzeldi. Hastaya genital, perianal ve gluteal bölgelerini içine alan geniş agresif fournier gangreni debridamanı uygulandı. Fakat ek morbiditeleri sebebiyle yoğun bakım takiplerinin 11. gününde hasta kaybedildi. Tartışma: FG’i tipik olarak kadınlarda labium bölgesinden, erkeklerde skrotum bölgesinden başlar ve perineal, gluteal ve karın bölgesine hızlı bir şekilde yayılır. FG’ne en sık iskiorektal apseler neden olmaktadır. Diğer anorektal kaynaklı etyolojik faktörler perianal apse, divertikül perforasyonu, kanserler, rektal perforasyon, perfore akut apandisit, anal dilatasyon, anal fistül ve boğulmuş inguinal fıtık sayılabilir. Ürogenital kaynaklı lezyonlar içinde en sık görülen etyolojik faktörler, üretral stenoz ve enstrüman kullanımıdır. DM, malignensi, morbit obezite en sık rastlanan predispozan etkenlerdir. Etken patojen ne olursa olsun, başlangıç döneminde nekrozlu alanın üzerindeki deride tutulum olmadığı için erken tanı oldukça zordur. Bu dönemde, ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi incelemesi cilt altı dokudaki birikimlerin görüntülenmesi açısından gereklidir. Klinik açıdan şüpheyle yaklaşım erken tedaviye olanak sağlar. Erken dönemde tedavi edilmediği taktirde, FG’nin morbiditesi ve mortalitesi oldukça artmaktadır. Şimdiye kadar ki literatür tarandığında FG’nin komplikasyonları arasında mesane perforasyonuna rastlanmamıştır. Bizim hastamızda da metastatik kanser, DM, intraperitoneal mesane perforasyonu gibi FG’i mortalitesini artırıcı etkenler olması nedeniyle hasta kaybedilmiştir. Anahtar Kelimeler : Fournier Gangreni, İntraperitoneal, Mesane Figürler : PS-42 ÇİFT TOPLAYICI SİSTEMLERDE PERKUTAN NEFROLİTOTOMİ DENEYİMLERİMİZ Adem Tok1, İzzet Çiçekbilek1, Tamer Alışkan1, İbrahim Karabulut2, Hüseyin Kocatürk2, Bülent Akduman1, Necmettin Aydın Mungan1 1 Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı 2 Erzurum Bölge Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği Amaç: Çift toplayıcı sistemler üreterde görülen ve çoğunlukla tesadüfen saptanan konjenital anomalilerdendir. Biz bu çalışmamızda çift toplayıcı sistemlerdeki böbrek taşlarında uyguladığımız perkutan nefrolitotomi (PNL) sonuçlarımızı sunmayı amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Ocak 2010-Ekim 2015 tarihleri arasında, iki merkezde, çift toplayıcı sisteme sahip böbrek taşlarında PNL uygulanan 38 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, ameliyat öncesi tanı için kullanılan radyolojik yöntem, taş boyutları, toplayıcı sistemin komplet veya inkomplet olması, ameliyat süresi, skopi süresi, komplikasyon oranları ve başarı oranları ayrı ayrı kaydedildi. Bulgular: Toplam 38 hastanın 18’i erkek 20’si kadın idi. Hastaların ortalama yaşı 38.2 (18-72) yıl idi. Taş tanısı 31 (%81.5) hastada kontrastsız tüm batın tomografisi (BT) ve 7 (%18.5) hastada İntravenöz pyelografi (IVP) ile konuldu. Ameliyat öncesi çift toplayıcı sistem tanısı IVP çekilen tüm hastalarda konulmuştu fakat BT çekilen hastaların sadece 12 tanesinde farkedilmişti kalan 19 hastaya tanı ameliyat esnasında çekilen antegrad veya retrograde pyelografi ile konuldu. Hastaların 21 (%55.3)’inde inkomplet, 17 (%44.7)’sinde komplet çift toplayıcı sistem tespit edildi. Ameliyat öncesi çift toplayıcı sistem olduğu farkedilemeyen 8 (%21) hastaya ameliyat öncesi takılan üreter kateteri yanlış sisteme gönderildi ve bu hastaların hepsi inkomplet üreter duplikasyonu idi. Yanlış sisteme gönderilen hastalarda yüksek birleşme noktasına sahip olan veya bifid pelvis olan 6 hastada üreter kateteri biraz aşağı çekilerek ameliyata devam edildi, fakat distalde birleşen sisteme sahip 2 hasta yeniden litotomi pozisyonuna alınarak üreter kateteri retrograt pyelografi ile doğru sisteme yerleştirildi. Ortalama taş boyutu 29.6 (18-45) mm olarak hesaplandı. Ortalama ameliyat süresi 92.5 (55-155) dakika, ortalama skopi süresi 102.6 (32-285) saniye idi. İki (%5) hastada kan transfüzyonu gerektiren kanama ve 1 (%2.5) hastada intravenöz antibiyoterapi gerektiren enfeksiyon gelişti. Ameliyat sonrası 1. ayda çektirilen direkt üriner sistem grafisi ve ultrasonografi ile 32 (%84.2) hastanın taşsız olduğu belirlendi. Sonuç: Günümüzde taş tanısı için hemen hemen tüm kliniklerde tomografi, IVP’nin yerini almıştır. Bu nedenle çift toplayıcı sistemler bazen gözden kaçabilmektedir. Bu durum PNL başarısını ve komplikasyon oranlarını etkilemesede, skopi ve ameliyat süresini uzatabileceğinden ürologlar tarafından gözönünde bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler : Böbrek Taşı, Çift Toplayıcı Sistem, Perkutan Nefrolitotomi PS-43 PEDİATRİK YAŞ GRUBUNDA EKSTRAVEZİKAL OLARAK ROBOT EŞLİĞİNDE LAPAROSKOPİK ÜRETERAL REİMPLANTASYON DENEYİMİMİZ Yusuf Kibar1, Engin Kaya1, Serdar Yalçın1, Burak Köprü1, Turgay Ebiloğlu2 1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara 2 Etimesgut Asker Hastanesi, Ankara Amaç: Kliniğimizde çocuk yaş gurubundaki 10 hastaya uyguladığımız robot eşliğinde laparoskopik üreteral reimplantasyon (RELÜR) deneyimimizi sunmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Kasım 2014– Aralık 2015 tarihleri arasında 9 hastaya vezikoüreteral reflü nedeni (VUR) ile 1 hastaya da vezikoüreteral darlık (VÜD) nedeni ile toplam 11 üreter (2 olgu bilateral) ünitesine ekstravezikal olarak RELÜR uygulandı. Hastaların 7’i kız, 3’ü erkek idi. Bulgular: RELÜR uygulanan 1 hastada postoperatif dönemde ağrı ve böbrekte dilatasyon saptanması üzerine antegrad D-J kateter konuldu. Postoperatif 15.günde kateter çekildi. Diğer 9 hastada perioperatif ya da postoperatif komplikasyon izlenmedi. VUR nedeni ile RELÜR uygulanan hastalara postoperatif 2. ayda yapılan voiding sistografi sonucunda tüm hastalarda reflünün kaybolduğu tespit edilirken, VÜD nedeni ile cerrahi uygulanan hastada postoperatif 3. ayda yapılan MAG-3 renal sintigrafide obstrüksiyonun olmadığı saptandı (Tablo 1). Sonuç: VUR ve VÜD tedavisinde açık cerrahi halen altın standart yöntemdir. Ekstravezikal RELÜR prosedürü yüksek başarı oranları ile açık cerrahi gerektiren VUR ve VÜD tedavisinde etkili ve güvenli bir tedavi alternatifidir. Anahtar Kelimeler : Robot eşliğinde laparoskopik üreteral reimplantasyon, vezikoüreteral reflü, vezikoüreteral darlık Tables : TABLO 1: HASTA ÖZELLİKLERİ VE RELÜR SONUÇLARI Etyoloji VUR (n:9) VÜD (n:1) Yaş (yıl) 8.9 (5-16) E./K 3/7 Komplikasyon 1 Yatış süresi (gün) 2 Kanama miktarı (ml) Eser Cerrahi süresi (dk) 55 (45-90) Başarı oranı (%) 100 PS-44 PEDİYATRİK GRUBUNDA ROBOT YARDIMLI LAPAROSKOPİK CERRAHİ DENEYİMLERİMİZ Yusuf Kibar1, Serdar Yalçın1, Engin Kaya1, Burak Köprü1 1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara Amaç: Kliniğimizde çocuk yaş grubundaki cerrahi deneyimimizi sunmayı amaçladık. 18 hastada robot yardımlı laparoskopik Gereç-Yöntem: Kasım 2014– Aralık 2015 tarihleri arasında 4 piyeloplasti, 10 ekstravezikal üreteral reimplantasyon, 2 ogmentasyon ileosistoplasti, 1 redüksiyon sistoplasti, 1 nefrektomi olmak üzere toplam 18 hastaya robot yardımlı laparoskopik cerrahi uygulandı. Piyeloplasti uygulanan 4 hastadan solda üreteropelvik darlık olan bir olguya transmezokolik yaklaşım uygulandı. Üreteral reimplantasyon uygulanan 10 hastanın 9’unda vezikoüreteral reflü (VUR) mevcutken, yalnızca bir hastada vezikoüreteral darlık (VÜD) mevcuttu. Toplam 12 üreter ünitesine reimplantasyon yapıldı. Ogmentasyon ileosistoplasti operasyonu uygulanan hastalar incelendiğinde, düşük kapasiteli, hipokomplian mesane saptanmış olup, üst üriner sistemde dilatasyon ve inkontinans mevcuttu. Redüksiyon sistoplasti yapılan hastada mesane posteriorunda yüksek volümde rezidüel idrara sebep olan divertiküler görünüm mevcutken, nefrektomi uygulanan hasta da nonfonksiyone böbrek ve tekrarlayan üriner enfeksiyon tespit edildi. Bulgular: Üreteral reimplantasyon uygulanan 1 hastada postoperatif dönemde ağrı ve böbrekte dilatasyon saptanması üzerine antegrat D-J kateter konuldu. Postoperatif 15.günde kateter çekildi. Diğer 17 hastada perioperatif ya da postoperatif komplikasyon izlenmedi. Piyeloplasti operasyonu uygulanan hastaların postoperatif 3. ayda yapılan MAG-3 renal sintigrafi sonucunda tüm olgularda diüretik uygulamasına tam yanıt tespit edildi. VUR nedeni ile üreteral reimplantasyon uygulanan hastalara postoperatif 2. ayda yapılan voiding sistografi sonucunda tüm hastalarda reflünün kaybolduğu tespit edilirken, VÜD nedeni ile üreteral reimplantasyon uygulanan hastada saptandı. mesane postoperatif 3. ayda yapılan MAG-3 renal sintigrafide obstrüksiyonun olmadığı Ogmentasyon ileosistoplasti yapılan hastalarda postoperatif 15.günde çekilen sistografide kapasitesinin arttığı ve herhangi bir kaçak olmadığı tespit edildi. Redüksiyon sistoplasti uygulanan hastada postoperatif 10.günde yapılan sistografide mesane konturlarının düzgün olduğu ve mesane kapasitesinin normal olduğu tespit edildi. Nefrektomi uygulanan hastanın ultrasonografi kontrolünde herhangi bir patoloji saptanmadı (Tablo 1). Sonuç: Son yıllarda, çocuk yaş grubunda robot yardımlı laparoskopik cerrahinin kullanım alanı artmaktadır. Robotik cerrahi, başarı ve komplikasyon oranları ile cerraha ve hastaya önemli derecede katkı sağlamaktadır. Robot yardımlı laparoskopik cerrahi çocuk yaş grubunda güvenli ve efektif bir minimal invaziv tedavi seçeneğidir. Anahtar Kelimeler : Ogmentasyon ileosistoplasti, piyeloplasti, robot yardımlı laparoskopik cerrahi, üreteral reimplantasyon, nefrektomi Tables : TABLO 1: HASTA ÖZELLİKLERİ VE ROBOTİK CERRAHİ SONUÇLARI Piyeloplasti Üreteral reimplantasyon Ogmentasyon ileosistoplasti Redüksiyon sistoplasti Nefrektomi Sayı 4 10 2 1 1 Yaş (yıl) 6,25 (4-8) 8,9 (5-16) 11,5 (11-12) 14 11 K/E 0/4 7/3 0/2 0/1 1/0 Komplikasyon 0 1 0 0 0 Yatış süresi (gün) 2 2 15 3 2 PS-45 ROBOT YARDIMLI PARSİYEL NEFREKTOMİ SIRASINDA NEGATİF CERRAHİ SINIR İÇİN RUTİN FROZEN SECTION İNCELEME GEREKLİ Mİ? İlter Tüfek1, Burak Argun1, Mehmet Selçuk Keskin1, Can Obek2, Panagiotis Mourmouris1, Ali Rıza Kural1 1 Acıbadem Üniversitesi 2 Acıbadem Taksim Hastanesi Giriş ve Amaç Pozitif cerrahi sınır varlığında prognozla ilgili çelişki, intraoperatif yaklaşımdaki farklılıklar ve göreceli yüksek yanlış negatiflik oranı parsiyel nefrektomi sırasında rutin frozen section inceleme yapılması konusunda tartışma yaratmaktadır. Bu çalışmada robot yardımlı parsiyel nefrektomi (RYPN) serimizdeki cerrahi sınır pozitifliği oranımızın saptanması ve frozen section incelemenin gerekliliğinin belirlenmesi amaçlandı. Materyal ve Metot Nisan 2008 ve Aralık 2015 tarihleri arasında kliniğimizde 148 hastaya robotik cerrahide deneyimli tek bir cerrah tarafından RYPN uygulandı. Tüm hastalarda transperitoneal yaklaşım kullanıldı. İşlem sırasında tüm hastalar peroperatuar laparoskopik ultrasonografi probu ile değerlendirildi ve tümör sınırları belirlendi. Tümörler ultrasonografi kılavuzluğunda skorlandı. Cerrahi sınır pozitifliği şüphesi olan hastalarda frozen section inceleme yapıldı. Sonuçlar Ortalama Padua skoru 8.35±1.8 ve tümör çapı 32.79±12.64 mm. idi. Histopatolojik inceleme sonucunda 125 hastada renal hücreli karsinom saptandı. Dokuz hastada (%6) frozen section inceleme yapıldı ve bu hastaların tümünde negatif cerrahi sınır saptandı. Nihai histopatolojik inceleme sonucunda hiçbir hastada cerrahi sınır pozitifliği saptanmadı. Yorum RYPN sırasında negatif cerrahi sınır sağlamak için rutin frozen section inceleme gerekli olmayabilir. Robotik cerrahide deneyim, rutin peroperatuar ultrasonografi kullanımı ve tümör sınırlarının optimal şekilde belirlenmesi, işlem sırasında negatif cerrahi sınır sağlanması ve frozen section inceleme gereksiniminin ortadan kaldırılmasına yardımcı olabilir. Anahtar Kelimeler : Frozen, robot, parsiyel, nefrektomi PS-46 İNTERNAL ÜRETROTOMİ SONRASI YAPILAN PERYODİK YUMUŞAK DİLATASYON ÜRETRAL DARLIK NÜKSÜNÜ ENGELLER Mİ? Adem Tok1, İbrahim Karabulut2, Tamer Alışkan1, İzzet Çiçekbilek1, Hüseyin Kocatürk2, Bülent Akduman1, Necmettin Aydın Mungan1 1 Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı 2 Erzurum Bölge Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği Amaç: Bu çalışmamızda amacımız ilk defa internal üretrotomi yapılan hastalarda, ameliyat sonrası peryodik olarak uygulanan yumuşak dilatasyonun, sadece internal üretrotomi yapılan hastaların sonuçlarıyla karşılaştırmak. Hastalar ve Yöntem: Ocak 2010-Şubat 2015 tarihleri arasında, iki merkezde etyolojilerine bakılmaksızın ilk defa üretrotomi yapılan, bilgileri eksiksiz olan ve takipleri hala aynı merkezlerde yapılan 67 erkek hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların 29’u ilk internal üretrotomi sonrası ilk ayda haftada bir, ikinci ayda 15 günde bir foley katater ile rutin yumuşak dilatasyon uygulanmıştı (Grup 1). Geri kalan 38 hastaya ise sadece internal üretrotomi yapılmıştı (Grup 2). Hastaların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 3. aydaki maksimal akım hızları ve takip süresindeki nüks oranları kaydedildi. Bulgular: Hastaların ortalama yaşları Grup 1’de 41.4 (22-74) yıl, Grup 2’de 45.6 (27-81) yıl idi. ortalama takip süreleri Grup 1’de 13.4 (9-42) ay, Grup 2’de 15.3 (10-44) ay idi ve iki grup arasında fark yoktu (p>0.05). Grup 1’deki hastaların ameliyat öncesi maksimal akım hızları ortalama 5.6 (2-10) ml/sn, Grup 2’de 6.2 (3-11) ml/sn idi ve sonuçlar benzer bulundu (p>0.05). Grupların 3. ay sonunda maksimal akım hızlarına bakıldığında Grup 1’de 15.3 (8-24) ml/sn idi, Grup 2’de 12.4 (6-22) ml/sn olarak hesaplandı ve bu durum istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0.02). Grup 1’de nüks nedeniyle 6 (%20.6) hastaya, Grup 2’de 11 (%28.9) hastaya tekrar internal üretrotomi uygulandı ve bu durum anlamlı olarak değerlendirildi (p=0.001). Sonuç: Üretral darlık olan hastaların darlık lokalizasyonu ve etyolojilerine bakılmaksızın internal üretrotomi sonrası hastanede yapılan yumuşak dilatasyonlar başarıyı ve nüks oranlarını olumlu yönde etkilemektedir. Fakat çalışmamızın retrospektif olması ve hasta sayısının azlığından dolayı randomize prospektif ve çok hasta sayılı çalışmalar ile bu sonuçların tekrar gözden geçirilmesi gereklidir. Anahtar Kelimeler : İnternal Üretrotomi, Üretra Darlığı, Yumuşak Dilatasyon PS-47 BAŞLANGIÇ VAKALARIMIZDA LAPAROSKOBİK TRANSPERİTONEAL ADRENALEKTOMİ SONUÇLARIMIZ Ömer Kurt1, Cenk Murat Yazıcı1 1 Namık Kemal Üniversitesi Giriş: Laparoskopik adrenalektomi, benign adrenal kitlelerin tedavisinde altın standart yöntem olarak kabul edilmektedir. Ancak birçok cerrah, benign adrenal kitle tedavisinde açık cerrahiyi tercih etmektedir. Bu tercihin nedeni, cerrahların laparoskopik adrenal cerrahinin ileri düzey laparoskopik cerrahi olduğunu ve öğrenme eğrisinin yüksek olduğunu düşünmeleri olabilir. Bu çalışmada, transperitoneal laparoscopic adrenalektomi cerrrahisindeki sonuçlarımızı bildirmeyi amaçladık. Materyal ve Metod: 2013 ile 2015 tarihleri arasında Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesin Üroloji Anabilim Dalında yapılmış olan laparoskopik adrenalektomi vakalarının verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, adrenal kitle patolojileri, kanama miktarı, hastanede kalış süreleri ve komplikasyonlar değerlendirildi. Sonuçlar: Toplam 22 hastanın verileri değerlendirildi. Bu hastaların 12’sine (%54,5) sağ adrenalektomi yapılırken, 10’una (%45,5) sol adrenalectomi uygulandı. Hastaların ortalama operasyon süresi 127,2±39.5 dak, ortalama kanama miktarı 190,6±72.5 ml. ve ortalama hastanede kalış süresi 3,05±1.57 gün olarak tespit edildi. Patolojik değerlendirmede hastaların 4’ünde feokromasitoma, 1’inde myeloma ve 17’sında adenoma olduğu tespit edildi. Boyut olarak 5 cm.’den büyük kitlelerde kanama miktarı, operasyon süresi ve hastanede kalış süresi, 5 cm.’den daha küçük kitlelere göre belirgin anlamda yüksek tespit edildi. Operasyonun tarafı da önemli bir değişken olarak bulundu. Sağ taraflı adrenalektomilerde ortalama kanama miktarı ve hastanede kalış süresi, sol taraf adrenalektomilere göre belirgin yüksek olduğu gözlendi.(tablo-1) Conclusion: Laparoskopik adrenalektomi, benign adrenal kitlelerin tedavisinde kolay ve güvenilir bir cerrahi tekniktir. Başlangıç vakalarında transperitoneal yaklaşım çok daha uygun bir yöntemdir. Cerrahi tekniğin seçilmesinde cerrahlar, tümor boyutunu, tümörün yerini ve olası patolojiyi değerlendirerek karar vermelidirler. Anahtar Kelimeler : Adrenalektomi, Transperitoneal, Öğrenme Eğrisi, Laparoskopi Tables : Laparoskopik transperitoneal adrenalektomi verileri Kadın Erkek Ortalama kan kaybı (ml.) 147.0±68.6 136.6±22.3 p=0.587 Operasyon süresi (dak.) 144.0±36.8 93.3±12.6 p=0.014 Hastanede kalış (gün) Sağ <5 cm >5cm 288.3±56.5 76.5±45.2 70.0±47.5 276.1±54.3 p=0.009 p=0.022 128.3±44.3 132.5±33.1 126.1±23.6 132.6±46.9 p=0.347 3.12±1.63 3.00±1.54 3.6 6±1.87 p=0.577 Sol p=0.002 p=0.013 2.32±0.49 2.74±0.45 3.30±1.97 p=0.002 PS-48 İNFLAMATUVAR NON-FONKSİYONE BÖBREK NEFREKTOMSİSNDE LAPAROSKOPİNİN YERİ Ömer Kurt1, Cenk Murat Yazıc1, İbrahim Buldu2, Cüneyt Turan3, Okan İstanbulluoğlu2 1 Namık Kemal Üniversitesi, Üroloji Abd 2 Mevlana Üniversitei, Üroloji Abd 3 Namık Kemal Üniversitesi, Anestezi Ve Reanimasyon Abd Basit nefrektomi, bening non-fonksiyone böbrek cerrahisinde standart prosedür olup bu cerrahide laparoskopik teknik altın standart yöntemdir. Ancak laparoskopik renal cerrahi ile ilgilenen cerrahların çoğu, basit laparoskopik nefrektomi sırasında fibrotik hiler disseksiyon ile karşı karşıya kalmıştır. Biz bu çalışmamızda, non-inflamatuvar nonfonksiyone böbrek ve inflamatuvar non-fonksiyone böbrek nefrektomisinde laparoskopik basit nefrektomi sonuçlarını karşılaştırdık. Mayıs 2012 ile Ekim 2015 tarihleri arasında basit laparoskopik nefrektomi uygulanmış hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar 2 gruba ayrıldı (non-inflamatuvar nonfonksiyone böbreği olanlar ve inflamatuvar nonfonksiyone böbreği olanlar). Peroperatif kan kaybı, operasyon süresi, hospitalizasyon süresi, postoperatif kreatinin değişikliği ve hemoglobin düşüşü gruplar arasında değerlendirildi. Çalışmaya 49 hasta dahil edildi. Bu hastaların 27’sinde non-inflamatuvar ve 22’sinde inflamatuvar nonfonksiyone böbrek bulunmaktaydı. Gruplar arasında cinsiyet, yaş ve cerrahinin tarafı arasında fark bulunmamaktaydı. Non-inflamatuvar böbreği olanların ortalama böbrek uzunluğu 6.3±1.3 cm iken, inflamatuvar böbreği olanların ortalama böbrek uzunluğu 10.4±3.3 cm.’ydi.(p<0.001) Operasyon süresi, kan kaybı ve hastanede kalış süresi inflamatuvar böbreği olanlarda diğer gruba gore yüksek olsa da, bu fark istatistiksel anlam taşımamaktaydı.Cerrahi sonuçlar, cerrahinin tarafı açısından da değerlendirildi. Genel sonuçlara benzer olarak, operasyon süresi kan kaybı ve hastanede kalış süresi, kreatinin farkı ve haemoglobin düşüşünde non-inflamatuvar grup ile inflamatuvar grup arasında fark tespit edilmedi. Conclusion: Transperitoneal laparoskopik nefrektomi sonuçları, inflamatuvar ve non-inflamatuvar böbrekler arasında fark göstermemektedir. Kan kaybı, hastened kalış süresi ve operasyon süresi inflamatuvar grupta daha yüksek olmasına ragmen, aradaki fark istatistiksel anlam oluşturmamaktadır. Cerrahinin yönü de gruplar arasında fark oluşturmamaktadır. Anahtar Kelimeler : Non-fonksiyone böbrek, Laparoskopi, Nefrektomi, İnflamasyon Tables : Non-inflamatuvar nonfonksiyone böbrek ve inflamatuvar non-fonksiyone böbrek nefrektomisinde laparoskopik basit nefrektomi sonuçları Non inflamatuvar böbrek Inflamatuvar böbrek p değeri Operasyon süresi 117.4±51.7 129.5±45.8 p=0.372 Kan kaybı 72.2±104.4 105.0±133.1 p=0.219 Hastanede kalış süresi 2.3±0.7 3.1±1.0 P=0.379 Kreatinin farkı +0.10±0.19 +0.07±0.21 P=0.688 Hemoglobin düşüşü 1.48±1.25 1.80±1.65 P=0.297 Postoperatif ateş 1(3.7%) 5(22.7%) P=0.043 PS-49 TAŞLI AMFİZEMATÖZ PİYELONEFRİT TANISINDA PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ GÜVENİLİR BİR TEDAVİ YÖNTEM MİDİR? Yılören Tanıdır1, Asgar Garayev1, Elnur Allahverdiyev1, İlker Tinay1, Çağrı Akın Şekerci1, Ferruh Şimşek1 1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı Giriş Taşlı amfizematöz piyelonefriti (APN) olan hastalarda perkütan nefrolitotomi (PNL) sonuçlarımızı paylaşmayı amaçladık. Hastalar ve yöntem 2012-2015 senesinde APN’ si ve böbrek taşı (Grup 1) olan hastalarımızın PNL verilerini değerlendirdik ve aynı dönemde elektif PNL (Grup 2) uyguladığımız hastalarımızın sonuçları ile kıyasladık. APN tanısı kontrastsız bilgisayarlı tomografide (kBT) böbrek toplayıcı sistem içerisinde ölçülen mimimum yoğunluk seviyesinin (hounsfield ünitesinin (HU)) perirenal yağ dokusundan daha düşük ölçülmesi ile konuldu. APN tanısı alan tüm taş hastaların tedavisi iki aşamadan oluştu. Tedavinin ilk aşamasında tüm hastalara nefrostomi kateteri takıldı ve parenteral antibiyotik tedavisi verildi. İkinci aşamada ise idrar kültürü steril olduktan ve kBT görüntülemesinde tam yada tama yakın (çok sınırlı alanda hava varlığı) görüldükten sonra PNL uygulandı. Mann-Whitney U test, chi-square test, Fisher”s exact test kullanılarak veriler analiz edildi ve p<0,05 anlamı kabul edildi. Bulgular Toplam APN’ si ve böbrek taşı olan 12 hasta ile elektif PNL uygulanan 111 böbrek taşı hastası çalışmaya alındı. Huang sınıflamasına göre birinci gruptaki hastaların APN evrelemesi şu şekildeydi: evre 1 (n=7), evre 2 (n=4), ve evre 4 (n=1). PNL sonrası iki grup arasında postoperatif nefrostomi çekilme zamanı açısından fark saptanmazken (2,3±0,8 krş.2,4±2,2; p=0,9), preoperatif kBT' de ölçülen minimum HU değeri (-481±296HU krş.-157±54, p=0.0001), preoperatif idrar kültürü pozitifliği (8 krş. 24; p=0,008), postoperatif erken dönemde idrar kültür pozitifliği (5 krş.13; p=0,02), SIRS oranları (6 krş. 6; p=0,0001), yatış süreleri (8,8±3,7 krş.3,9±3; p=0,001) açısından gruplar arasında istatistiksel anlamlı fark saptandı. Taş kültüründe üreme olma durumu açısından da gruplar arasında (9 vs. 16; p=0.0001) istatistiksel anlamlı fark saptandı (Tablo 1). Taş kültüründe en sık izole edilen mikroorganizmalar Grup 1 (n=9) için E.Coli (n=1), C.Parapsilosis+E.Faecalis (n=1), A.Ursingii (n=1), S.maltophila (n=1), E.Cloake (n=1), C.Parapsilosis (n=1), P.Aeroginosa (n=2), E.Faecalis (n=1); Grup 2 (n=16) için ise E.coli (n=4), K.Pneumonia (n=2), P.mirabilis (n=1), E.Faecalis (n=2), C.Parapsilosis (n=1), E.Faecalis+ K.Pneumonia (n=1), E.Faecalis+ K.Pneumonia (n=1), E.coli+ E.Faecalis (n=1), MSSA (n=2), S.Agalictae (n=1) olarak rapor edildi. Üst kaliksin giriş olarak tercih edilmesi açısından ve postoperatif taşsızlık oranları açısından her iki grup arasında fark saptanmadı. Modifiye Clavien sınıflamasına göre sadece SIRS gelişmesi açısından gruplar arası istatistiksel fark tespit edildi (p=0,0001) (Tablo 2). Sonuç Amfizematoz piyelonefriti olan böbrek taşı hastalarında üriner sistem drenajı sonrası uygun antibiyotik tedavisi çoğunlukla tomografik bulgularda tam - tama yakın düzelme sağlar. Bu hasta grubunun takip eden PNL cerrahisi komplikasyonlar ve başarı açısından standart hasta grubundan bir fark göstermemektedir. Anahtar Kelimeler : Amfizematöz Piyelonefrit, Perkütan Nefrolitotomi Tablo 1: Hastaların demografik bilgileri Parametreler Group 1 (APN tanılı hastalar) (n=12) Group 2 (Elektif PNL planlanan hastalar) (n=111) p Değeri Yaş (yıl) 45,9±14,2 43,0±18,0 0,8 Cinsiyet (E/K) (n) 9/3 80/31 0,8 Taraf (Sağ/Sol/Bilateral) (n) 9/2/1 55/55/1 0,02* Taş sayısı (Tek/Multiple) (n) 5/7 28/83 0,2 Staghorn taş varlığı (n) 4 38 0,950 HU değeri (minimum) -481±296(max -157, min 878) -157±54(max -69, min -210) 0,0001* Diabetes Mellitus (n) 11 3 0,0001* Komorbidite olmaması (n) 1 108 0,0001* Preoperative idrar kültürü pozitifliği (n) 8 24 0,008* SIRS (n) 6 6 0,0001* Septisemi 0 1 0,7 Taş kültürü pozitifliği (n) 9 16 0,0001* Postoperative idrar kültürü pozitifliği (n) 5 13 0,02* Taşsızlık oranı (n) 12 84 0,09 Residual taş (Tek/Multiple) (n) 0 14/13 0,07 Üst kaliks giriş ile PNL 6 48 0,4 Orta kaliks giriş ile PNL 2 26 0,9 Alt kaliks giriş ile PNL 3 33 0,2 Birden fazla giriş ile PNL 1 4 0,2 Nefrostomi çekilme günü (gün) 2,3±0,8 2,4±2,2 0,9 Ortalama hastaneden yatış süresi (gün) 3,9±3 0,0001* 8,8±3,7 Tablo 2: Modifiye Clavien sınıflamasına göre komplikasyon oranları Modifiye Alt grup Clavian Grade Group 1 (APN tanılı hastalar) (n=12) Group 2 (Elektif PNL planlanan hastalar) (n=111) p Değeri Grade 1 Geçici ateş 0 8 0,4 Grade 1 Geçici plevral efüzyon/atelektazi 0 2 0,6 Grade 1 Geçici kreatinin düzeyinde yükselme 1 12 0,9 Grade 2 Nefrostomi kenarından idrar kaçağı 0 1 0,7 Grade 2 Kan replasmanı 0 16 0,2 Grade 2 Pnömoni 0 0 Uygulanamaz Grade 2 SIRS 6 6 0.0001* Grade 3a İdrar kaçağından dolayı postoperatife DJ takılması 2 15 0,4 Grade 3a Pnömo/Hidrotoraks 0 6 0,4 Grade 3a Selektif renal anjiyoembolizasyon 0 1 0,7 Grade 3b - 0 0 Uygulanamaz Grade 4a - 0 0 Uygulanamaz Grade 4b Sepsis/pulmonary emboli 0 1 0,7 Grade 5 - 0 0 Uygulanamaz PS-50 ÇOCUK ÜRETER TAŞININ SEMİ-RİGİD ÜRETERORENOSKOPİK LAZER LİTOTRİPSİDE TAŞ BOYUTU ÖNEMLİ Mİ? Onur Kaygısız1, Hakan Kılıçarslan1, Ahmet Mert1, Burhan Coşkun1, Yakup Kordon1 1 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Ad Giriş: Çocuk yaş grubunda üreter taşı tedavisinde semirigid üreterorenoskopi (URS) ile lazer litortripsi etkin bir tedavi yöntemidir. Bu çalışmada büyük üreter taşlarının tedavisinde üreterorenoskopik lazer litotripsinin küçük taşlarda olduğu kadar etkin olup olmadığını incelemeyi amaçladık. Materyal-metot: Üreter taşı için semirigid üreterorenoskopi (URS) ile lazer litortripsi uygulanan çocuk hastalar çalışmaya alındı. Taş boyutu 1 cm ve altı grup 1, 1 cm’nin üstü grup 2’yi oluşturdu. İşlem sonrası 2mm altında fragmandan büyük taş olmaması ve böbreğe hiç taş fragmanı geri kaçışı olmaması ilk gün taşsızlık olarak kabul edildi. İlk gün taşsızlık olmayan hastalarda ek işlem yapıldıysa sonrasında 1. ay kontrolde veya ek işlem yapılmadıysa 1. ay kontrolde taş saptanmaması taşsızlık olarak kabul edildi. İki grup demografik, perioperatif sonuçlar, taşsızlık oranları ve ek tedavi oranları açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Haziran 2012 ile Eylül 2015 tarihleri arasında 30 hasta çalışmaya alındı. Hastaların 12’si kız, 18’I erkek idi. 21 hastanın taşı 1 cm veya altında (grup 1) idi, 9 hastada ise taş boyutu 1 cm’nin (grup 2) üzerinde idi. Yaş, cinsiyet, taş tarafı, taş lokalizasyonu, aynı renal sistemde taş oranı iki grup arasında benzerdi. Ortanca taş boyutu grup 1’de 8mm (5-10mm) iken grup 2’de 15mm (12-16mm) ile belirgin büyüktü (p<0.001). Her iki grupta birer hastada üreterde darlık nedeniyle D/J stent uygulamasından 2 hafta sonra URS işlemi yapıldı. Her iki grupta üçer hastada üreterde king mevcuttu. Grup 2’de multipl taş belirgin fazla idi (p=0.021). İlk gün taşsızlık oranı grup 1’de %95.2 iken grup 2‘de %77.8 idi (p=0.207). Ameliyat süreleri iki grup arasında benzerdi (p=0.689) Grup 1’de ek tedavisiz ilk ayda tüm hastalarda taşsızlık sağlandı. Grup 2’de bir hastada ikinci seans URS işlemi, bir hastada ise 1 seans SWL uygulanarak tüm hastalarda taşsızlık sağlandı. Hiçbir hastada peroperatif ve postoperatif majör komplikasyon gelişmedi. Sonuç: Üreterorenoskopik lazer litotripsi çocuk hastalarda büyük taşlarda da yüksek başarı, düşük komplikasyon oranı ve küçük taşlarla benzer ameliyat süresiyle etkin tedavi yöntemidir. Anahtar Kelimeler : lazer litotripsi, üreterorenoskopi, üreter taşı Tables : Grupların demografik ve başarı açısından karşılaştırılması (*: multipl taşlarda her taş için ayrı lokalizasyon belirtildi) Grup 1 (21) Grup 2 (9) p Yaş 5 (1-17) 4 (1-9) 0.209 Cinsiyet (kız %) %38.1 %44.4 1 Taraf (sağ%) %42.9 %77.8 0.118 Lokalizasyon* (Distal/Orta /Proksimal) 17/4/ 0 6/2/3 0.099 Taş boyutu (mm) 8 (5-10) 15 (12-16) <0.001 Multipl 0 %33.3 0.021 Aynı sistem taş %4.8 %22.2 0.207 Üreterde king varlığı %14.3 %33.3 0.329 İşlem öncesi D/J stent takılması %4.8 %11.1 0.517 Ameliyat süresi (dakika) 60 (30-120) 55 (30-150) 0.689 İlk Gün taşsızlık %95.2 %77.8 0.207 Ek tedavi (SWL) 0 %11.1 0.300 2. seans oranı 0 %11.1 0.300 Tedavi sonu taşsızlık %100 %100 1 PS-51 ÇOCUK BÖBREK TAŞININ FLEKSİBLE ÜRETERORENOSKOPİ İLE TEDAVİSİNDE BAŞARIYI ETKİLEYEN FAKTÖRLER VE UZUN DÖNEM SONUÇLARI Onur Kaygısız1, Hakan Kılıçarslan1, Burhan Coşkun1, Kadir Ömür Günseren1, Yakup Kordan1 1 Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi Üroloji Ad Amaç: Fleksible üreterorenoskopi ile lazer litotripsi uygulaması minimal invaziv özelliği ile böbrek taşlarında daha sıklıkla uygulanmaktadır. Çocuk taş hastalığında da önerilmekle birlikte bu konuda halen çok fazla çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada çocuk yaş grubunda FURS deneyimimizi ve başarıyı etkileyen faktörleri paylaşmayı amaçladık. Materyal- Metot: Şubat 2010 Temmuz 2015 tarihleri arasında böbrek taşı için FURS uygulanan çocuk hastalar çalışmaya alındı. İlk ay kontrolü olmayanlar, işlem sırasında taş saptanmayan çocuklar çalışma dışı bırakıldı. İşlem sonrası taşların 2mm ‘den büyük rezidü fragman kalmaması, 1. gün çekilen direk üriner sistem grafisinde rezidü taş saptanmaması taşsızlık olarak kabul edildi. İlk işlem sonrası taşsızlık sağlanan hastalar grup 1’i, rezidü taşı olanlar ise grup 2’yi oluşturdu. Tedavi sonu taşsızlık DÜSG ve ultrasonla değerlendirildi, taş varlığı şüpheli olan hastalar ince kesit kontrastsız spiral abdomen bilgisayarlı tomografi ile değerlendirildi. Bulgular: 21 hasta çalışmada kaldı. Ortalama yaş 6.29± 4.47 idi. Bütün taşlar radyoopaktı. 6 hastaya işlem öncesi double j uygulanmıştı. İlk işlem sonrası 1. günde hastaların 10’unda (%47.6) taşsızlık sağlandı. Birinci grup 10 hasta, ikinci grup 11 hastadan oluşuyordu. Gruplar arasında yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, taraf, işlem öncesi tedavi, giriş kılıfı kullanımı açısından fark yoktu (tablo). Ameliyat süresi rezidü taşı olan grupta uzun olmakla birlikte istatiksel anlamlı değildi (tablo). Rezidü taş olan grup daha çok multipl lokalizasyonda olma eğilimindeydi (p=0.044, tablo). Taş boyutu rezidü taş grubunda daha büyüktü ve 1.5 cm2 ve üzerinde olan taşlarda taşsızlık oranı belirgin düşüktü (p=0.043, tablo). Rezidü taşı olan 1 hastada tekrar tedavi, 2 hasta SWL, 5 hasta URS, 1 hasta SWL ile URS, 1 hastada ek işlem yapılmadan taşsızlık sağlandı. Ek tedavi sonu taşsızlık oranı %95.2 (20 hasta) idi. Toplam işlem sayısı 1.52± 0.98 idi. 1 hastada ekstravasyon sonrası karında distansiyon gelişti, peroperatif mini laparotomi ile boşaltıldı (SATAVA 3). Başka hiçbir hastada majör komplikasyon gelişmedi. Sonuç: Fleksible üreterorenoskopi ile çocuk taş hastalıklarına müdahalede multipl odakta olması ve taş boyutunun 1,5cm2 üzerinde olması erken dönem taşsızlık oranını olumsuz etkilemektedir. Bununla birlikte çoklu tedavinin bir parçası olarak FURS büyük taşlarda da düşük morbidite ile etkin bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : Böbrek taşı, fleksible üreterorenoskopi, lazer litotripsi Tables : Rezidü taş olan hastalarla olmayan hastaların verilerinin karşılaştırılması (*: nonparametrik test, diğer: kikare) Grup 1 (10) rezidü yok Grup 2 (11) rezidü var p Yaş (yıl) 6 (1-18) 4 (2-13) 0.314* Cinsiyet (kız/erkek %) %50/%45.5 %50/%54.5 1 BMI (kg/m2) 15.07 (13.0- 15.98) 15.43 (13.31- 27.83) 0.272* Taraf (sağ/sol%) %37.5/%53.8 %62.5/%46.2 Lokalizasyon (Pelvis/ Üst-Orta /Alt kaliks/Multipl lokalizasyon) %60/ %100/ %60/ %12.5 %40/ 0/ %40/ %87.5 0.044 Taş Boyutu (cm2) 0.96± 0.50/ 0.95 (0.251.99) 2.1± 1.42/ 1.5 (0.450.061* 4.0) Taş boyutu ≥1,5cm2 %14.3 %85.7 0.043 FURS öncesi tedavi var/yok %36.4/ %60 %63.4/%40 0.395 Giriş kılıfı (var/yok %) %41.2/%75.0 %58.8/ %25.0 0.311 Ameliyat süresi (dakika) 87.5 (35-135) 117.5 (40-180) 0.190* 0.659* PS-52 BÖBREK TAŞINDA FLEKSİBLE ÜRETERORENOSKOPİ İLE LAZER LİTOTRİPSİ UYGULAMASI: BOYUT ÖNEMLİ Mİ? Onur Kaygısız1, Hakan Kılıçarslan1, Burhan Coşkun1, Ömür Günseren1, Yakup Kordan1 1 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Bd Amaç: Böbrek taş tedavisinde Fleksible üreterorenoskopi ile lazer litotripsi (FURS) uygulması gelişen teknoloji ve artan deneyim ile daha fazla vakada uygulanmaya başlanmıştır. Büyük taşlarda perkütan nefrolitotomi ilk seçenek olmakla birlikte düşük morbidite oranıyla FURS’de daha sıklıkla kliniğimizde uygulanmaktadır. Bu çalışmada büyük böbrek taşlarında FURS’un etkinliğini daha küçük taşlarla karşılaştırmayı amaçladık. Materyal ve Metot: Ekim 2009 ile Şubat 2015 tarihleri arasında böbrek taşı için FURS uygulanan hastalar retrospektif olarak çalışmaya alındı. İskelet anomalisi olan hastalar, nonopak taşı olanlar ve takipten kaçan hastalar çalışma dışı kaldı. Kalan 303 hasta taş alanına göre iki gruba (Grup A: 215 hasta: taş alanı<3cm2ve Grup B: 88 hasta: taş alanı≥3cm2) ayrıldı. Demografik, klinik, operasyon, takip verileri ve taşsızlık oranları karşılaştırıldı. Bulgular: Ortalama yaş 48.07± 16.17 idi. Gruplar arasında yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi (VKİ), taş tarafı, taş lokalizasyonu, cerrahi hikayesi, preoperatif stent uygulması, üreteral darlık, SWL hikayesi, giriş kılıfı kullanımı, ek tedavi açısından fark yoktu (tablo). Ortanca taş boyutu grup A’da 1.25 cm2(0.25-2.73) iken grup B’de 3.75 cm2 (3-9) idi (tablo). Grup B daha çok multipl lokalizasyondaydı (p=0.029). Ameliyat süresi, tekrar tedavi oranı ve toplam tedavi sayısı Grup B’de daha yüksekti. Birinci ay taşsızlık oranı Grup B’de düşük iken 3. Ay taşsızlık oranları iki grup arasında benzerdi (p=0.002, p=0.127 sırasıyla) (tablo). Major komplikasyon olarak Grup A’da bir hastada forniks rüptürü,2 hastada taş yolu oluşması, Grup B’de ise 2 hastada ürosepsis, bir hastada forniks rüptürü sonrası karında distansiyon gelişti. Komplikasyon açısından gruplar arasında fark yoktu. Sonuç: FURS büyük böbrek taşlarında da düşük komplikasyon oranı ve yüksek taşsızlık oranıyla kombine tedavinin bir parçası olarak etkin bir tedavi yöntemidir. Anahtar Kelimeler : böbrek taşı, taş boyutu, üreterorenoskopi Tables : Taş boyutuna göre perioperatif verilerin ve taşsızlık oranlarının karşılaştırılması Grup A (215) Grup B (88) p Yaş (yıl) 48 (1- 78) 51 (2- 81) 0.069 Taş alanı (cm2) 1.31±0.57, 1.25(0.25-2.73) 3.99±1.29, 3.75 (3-9) <0.001 Multipl lokalizasyon %17.7 %29.5 0.029 Ameliyat zamanı (dakika) 60 (25- 220) 90 ( 40-350) <0.001 Ameliyat sonu D/J stent uygulaması %91.2 %96.6 0.142 Birinci ay Taşsızlık %79.5 %59.1 0.001 Tekrar tedavi oranı %6.0 %14.8 0.022 Ek tedavi SWL /URS /PCNL /mikroPCNL %4.7/%0.9/%1.4/%0.5 %11.4/0/%1.1/%1.1 0.315 Toplam tedavi sayısı 1.19± 0.6, 1 (1-4) 1.47±0.93, 1 (1-5) 0.001 Üçüncü ay taşsızlık %89.3 %82.6 0.127 PS-53 ALT POL TAŞLARININ TEDAVİSİNDE ÜÇ YÖNTEMİN MALİYET AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI Ali Beytur1, Fatih Oğuz1, Ali Güneş1, Battal Selçuk Çakmak1 1 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı, Malatya Böbrek alt pol taşlarının tedavisi, belki de taş tedavisinin en zor olanıdır. Başarı şansı nispeten daha az, rezidü ihtimali daha fazladır. Bu bildiride, alt pol taşlarının tedavisinde günümüzde revaçta olan perkütan nefrolitotomi, retrograd intrarenal cerrahi ve ESWL tedavilerinin maliyetleri incelendi. Çalışmada, 1 - 2 cm aralığındaki böbrek alt pol taşlarının tedavileri incelendi. Ülkemizde mevcut sistemde paket fiyat uygulaması yapılsa da bu yöntemlerin paket olmadan faturaya yansıması değerlendirildi. Perkütan nefrolitotomi, yaklaşık 40 yıldır uygulanan bir yöntemdir. İşlem anestezi altında yapılmakta, operasyon sonrasında da yaklaşık 3 gün hospitalizasyon devam etmektedir. Komplikasyon gelişmemiş ve başarıyla sonuçlanmış ve nefrostomi takılmış standart bir PNL işleminin 2014 yılındaki ortalama maliyeti 1.489 TL olarak hesaplandı. Retrograd intrarenal cerrahi yine anestezi altında yapılan ancak postoperatif ortalama 1 gün hospitalizasyonun olduğu bir işlemdir. Komplikasyon gelişmeyen, başarılı sona ermiş, rezidüel taşı bulunmayan ve stent takılmayan bir RIRC işleminin 2014 yılı ortalama maliyeti 759 TL oldu. ESWL işlemi de erişkinlerde genel anestezi gerektirmeyen, üç yöntem içerisindeki en minimal invaziv yöntemdir. Ortalam 2 seansta taştan temizlenen ve komplikasyon gelişmeyen ESWL işleminin 2014 yılı ortalama maliyeti 315 TL olarak gerçekleşti. Bu hesaplamalara işlem sonrası işgücü kaybının yol açtığı mali zarar dahil edilmemiştir. Maliyetin en az düşünüleceği sektör sağlık olsa da, halen çoğu kalemde dışa bağımlı olan ülkemizde, tedavi planlaması yapılırken en az masrafla en fazla verimin alınması hedeflenmelidir. Anahtar Kelimeler : PNL, RIRC, ESWL PS-54 PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİDEKİ TAŞ KÜLTÜR POZİTİFLİĞİ TOMOGRAFİDE ÖLÇÜLEN MİNİMUM YOĞUNLUK SEVİYELERİ İLE ÖNGÖRÜLEBİLİR Yılören Tanıdır1, Asgar Garayev1, Tarık Emre Şener1, Ahmet Şahan2, Çağrı Akın Şekerci1, İlker Tinay1, Cem Akbal1, Ferruh Şimşek1 1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı 2 Ümraniye Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği Amaç Bu çalışmamızda, preoperative dönemde yapılan kontrastsız batın tomografisi (k -BT) ile perkütan nefrolitotomi (PNL) sonrası saptanan taş kültür pozitifliğinin öngörülebilirliğini değerlendirmeyi amaçladık. Hastalar ve yöntem Ocak 2014 ile Eylül 2015 tarihleri arasında kliniğimizde genel anestezi altında PNL uygulanmış 126 hastanın bilgileri değerlendirildi. İşlem sırasında alınan taş parçaları kültür açısından mikrobiyolojik incelemeye gönderildi. Hastaların k-BT kesitlerinden taşın en geniş çapını gösteren aksial kesitte taşın çevresindeki ve içerisindeki yoğunluk ölçülerek Hounsfield Ünitesi (HÜ) olarak kaydedildi. Elde edilen yoğunluklar preoperatif ve postoperatif idrar kültürü pozitifliği, taş kültürü pozitifliğiile istatistiksel ilişki açısından değerlendirildi. Bulgular Verileri tam olan 116 ardışık hasta hasta çalışmaya alındı. Hastaların %20,3’ ünde (n= 25) taş kültüründe üreme saptandı. Taş kültüründe üreme saptanan hastaların %72’ sinde (n= 18) preoperatif değerlendirmede idrar kültüründe üremesi olduğu için antibiyotik tedavisi aldığı ve tedavi sonrası idrar kültürlerinin steril olduğu tespit edildi. Postoperatif dönemde sistemik enfeksiyon bulguları gelişen hastaların (n=12) hastanın hepsinde taş kültüründe üreme vardı. Tomografi kesitlerinde taşın içinde ve çevresinde ölçülen minimum yoğunluğun ve taş kültüründe üreme ile ilişkisi ROC-eğrisi kullanılarak analiz edildi. Yoğunluğun 230 HÜ eşik değerinin %85 duyarlılık ve %75 özgüllükle taş kültüründeki pozitifliği öngörebileceği saptandı (Şekil 1; AUC=0,76; p<0,0001). Bu eşik değerin altındaki hastalarda taş kültürü pozitifliği istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.0001; Tablo 1). Sonuç Böbrek taşı hastalarında preoperatif dönemde alınan idrar kültürü taşın içerisindeki mikrobiyolojik içeriğini her zaman doğru yansıtmaz. Oysa PNL sırasında alınan taş kültürünün pozitif olduğu durumlarda mortaliteye neden olabilecek ürosepsis/SİYS gözlenebilir. Çalışmamızda postoperatif gelişebilecek bu gibi durumları önceden tahmin etmek için taşın tomografide ölçülen minimum yoğunluğunu değerlendirmenin anlamlı olabileceği bulunmuştur. Zira bu hastalarda 230 HÜ değerinin altındaki yoğunluklarda taş kültüründe üreme olduğu saptanmıştır. Anahtar Kelimeler : Perkütan nefrolitotomi, Taş kültürü, Kontrastsız batın tomografisi, Hounsfield Ünit, Figürler : Tables : Tablo 1. Taş kültürü pozitifliği ile ROC-eğrisinden saptanan 230 HÜ eşik değeri arasındaki ilişki (Ki-kare testi; p<0,0001) Taş yoğunluğu <230 HÜ olan Taş yoğunluğu >230 olan Toplam Taş kültürü steril olan 21 70 91 Taş kültüründe üreme olan 21 4 25 Toplam 74 116 42 PS-55 AMFİZEMATÖZ PYELONEFRİTTEN HALA KORKMALI MIYIZ? Yılören Tanıdır1, Asgar Garayev1, Elnur Allahverdiyev1, İlker Tinay1, Çağrı Akın Şekerci1, Ferruh Şimşek1 1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı Giriş Amfizematöz pyelonefrit (APN) tanılı hastalarda klinik yaklaşımımızı ve sonuçlarımızı paylaşmayı amaçladık. Hastalar ve yöntem 2012-2015 yılları arasında kliniğimizde amfizematöz pyelonefrit tanısı konularak tedavi edilen hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Tüm hastalar kontrastsız tomografide böbrek içerisinde hava olduğu düşünülen lezyonda ölçülen minimum hounsfield ünitesi (HÜ) yoğunluğunun perirenal yağ dokusunda ölçülenden daha düşük olması ile tanı aldılar. Hastalara medikal tedavi, minimal invazif tedavi ve cerrahi yöntemlerden en az biri uygulandı. Hastaların demografik, klinik, biyokimyasal, mikrobiyolojik ve radyolojik verileri dosyalarından toplandı ve değerlendirildi. Bulgular Çalışmaya toplam 13 erkek, 10 kadın APN tanılı hasta alındı. Ortalama yaş 48±13 (27-72) olarak saptandı. Hastaların komorbiditeleri diyabetus mellitus (DM) (n=8), alkol bağımlılığı (n=1), gebe (n=1) olmak olarak saptanırken, 22 (%95,7) hastada üriner sistem taş hastalığı tespit edildi. Tomografi kesitlerinde şüpheli lezyonların ortalama minimum yoğunluğu -543±286 (max -161; min -978) HÜ olarak saptandı. Huang sınıflamasına göre evre 1 (n=11), evre 2 (n=6), evre 3a (n=2); evre 3b (n=1) ve evre 4 (n=3) olmak üzere 21 hastada unilateral, 2 hastada bilateral APN saptandı. APN tanısı alan toplam 20 hastaya tanı sonrası nefrostomi kateteri takıldı. Nefrostomi takılmayan hastaların birine retrograd üreteral J stent takıldı, diğer iki hastadan birine tüberküloza bağlı APN saptandığı için ve diğer hastada amfizemle beraber cilde fistülize olan perirenal olduğu için üriner diversiyon amaçlı girişim yapılmadı. İki hasta takipte evre 4’ e ilerlediği için acil nefrektomi, bir hasta da renal fonksiyonları bozuk ve tüberküloz tanısı olduğu için nefrektomi ile tedavi edildi. Nefrostomi sonrası ampirik parenteral antibiyotik tedavisi verilen ve idrar kültürü steril olan hastalardan böbrek taşı olan 12 hastaya antibiyotik baskısı altında perkütan nefrolitotomi (PNL) uygulandı. Proksimal üreter taşına bağlı DM tanısı olan bir hastada ise nefrostomi sonrası uygun antibiyoterapiyi takiben üreteroskopik girişimle taş tedavi edildi. İdrar kültürü steril olan 2 hastaya ekstrakorporeal şok dalgası tedavisi (ESL) uygulandı. Taşsız APN tanılı (n=1) hasta parenteral antibiyotik tedavisi sonrası tam iyileşme gösterdi ve nefrostomi kateterleri çekildi. İlk başvuruda 13 hastanın Sistemik inflamatuar yanıt sendromu (SİYS) tablosu olduğu saptandı. İlk tedavideki ortalama yatış süresi 8,8±3,8 gün olarak hesaplandı (Tablo 1 ve 2). Nefrostomiden alınan idrar kültüründe en sık izole edilebilen mikrooranizmalar diyabetik hastalar için E. Coli (n=3) ve non-diyabetik hastalar için ise E. Coli (n=6), P. Aeriginosa (n=2) ve P. Mirabilis (n=1) olarak rapor edildi. Enfeksiyon hastalıklarının önerisi ile hastaların parenteral antibiyotik tedavisi Ertapenem, İmipenem, Meropenem ve Seftriakson grubu antibiotiklerle uygulandı. Çalışma grubunda mortalite izlenmedi. Sonuç Yakın takip ve erken tedavi gerektiren APN yüksek mortalite ve morbiditeyle seyreden bir durumdur. Özellikle üriner sistem taş hastalarında tahmin edilenden daha sık saptanabilir. Günümüzde APN’ nin tedavisinde nefrektomi ilk seçenek değildir. Multidisipliner bir yaklaşımla hastalara üriner sistem için drenaj sağlandıktan ve parenteral antibiyotik tedavisi uygulandıktan sonra gerçekleştirilecek minimal invaziv cerrahilerle böbreğin korunması ve kür sağlanabilir. Anahtar Kelimeler : Amfizematöz Piyelonefrit, Minimal İnvaziv Cerrahi, Nefrektomi, Mortalite, Morbidite Tables : Tablo 1. Hastaların demografik bilgileri. Parametreler Değerler Yaş (yıl)Yaş (yıl) 48±13 (27-72) Cinsiyet (Erkek/Kadın) (n) 13/10 Taraf (Sağ/Sol/Bilateral) (n) 12/9/2 Üriner sistem taş hastalığı (n) 22 Taş boyutu (mm) 27±11(10-54) Lezyonun ortalama minimum yoğunluğu (HÜ) -543± 286 (-161- -978) Diabetes Mellitus varlığı (n) 9 Preoperative idrar kültürü pozitifliği (n) 14 Sistemik inflamatuar yanıt sendromu 13 Septisemi 1 Postoperatif idrar kültürü pozitifliği (n) 5 Ortalama hastaneden yatış süresi (gün) 8,8±3,7 Tablo 2. Kontrastsız batın tomografisinde saptanan APN hastalarının Huang sınıflamasına göre ve nefrostomi takılması ve antibiyoterapi sonrası aldıkları tedavi şekillerine göre dağılımları n, (%) Evre 1 11 (%47,8) Evre 2 6 (%26,1) Evre 3a 2 (%8,7) Evre 3b 1 (%4,3) Evre 4 3 (%13,0) PNL 12 (%52,2) Nefrektomi 3 (%13) Üreteroskopik litotripsi 1 (%4,3) Medikal tedavi veya ESL 7 (%30,4) PS-56 VALIDATION OF THE TURKISH LINGUISTIC VERSION OF THE URETERAL STENT SYMPTOMS QUESTIONNAIRE Yılören Tanıdır1, Ahmet Şahan2, Naşide Mangır3, Muhammed Sulukaya1 1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı 2 Ümraniye Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği 3 The University Of Sheffield, Department Of Materials Science And Engineering Introduction & Objectives: Present study aims to validate the Turkish Linguistic version of the Ureteral Stent Symptoms Questionnaire (USSQ) for Turkish population. Material & Methods: A double-back translation of the original USSQ was performed by 2 urologists and 2 Turkish/English native speakers. A total of 83 patients with temporary unilateral ureteric stents (patient group) and 30 healthy subjects (control group) were selected as study groups. Patients were asked to complete the Turkish version of the USSQ (T-USSQ), visual analog scale for pain (VASfP) and either the International Prostate Symptom Score (IPSS) (for males) or validated Marmara Overactive Bladder Questionnaire (mOABQ) (for females). Patients were evaluated at weeks 1 and 4 after ureteral stent placement. The reliability T-USSQ was evaluated for internal consistency using Cronbach’s a test. Test-retest reliability of domains were analyzed by using Pearson’s correlation coefficient (PCC). The discrimination validity was evaluated by comparing the scores of patients with those of control group, using the Mann–Whitney test. Results: A total of 55 patients and 26 controls were suitable for analysis. Test-retest reliability was almost good in all domains (Table 1). The questionnaire showed good internal consistency in almost all domains (Table 2). Relatively high correlation coefficients were found for the VASfP, IPSS (for males), mOABQ (for females) with the corresponding USSQ domains, suggesting good convergent validity (Table 3). The T-USSQ was a good questionnaire in discriminating patients from controls (Table 4). Conclusions: The Turkish version of the USSQ is a reliable and robust instrument that can be selfadministered to patients of Turkish population with ureteral stent in the clinical applications. Anahtar Kelimeler : Ureteral Stent, Symptom Score, Validation, Turkish, Ureteral Stent Symptoms Questionnaire Tables : Table 1: Test-retest reliability of domains in T-USSQ Score and their internal consistency (PCC: Pearson’s correlation coefficient PCC) Score at Week 1 Score at Week p Value of PCC 4 PCC Cronbach’s α at Week 1 Cronbach’s α at Week 4 Urinary symptoms 24.7 ± 3.7 20.3 ± 3.0 0.703 0.001 0.711 0.666 Body pain 17.0 ± 2.6 11.4 ± 2.4 0.666 0.001 0.728 0.708 General health 12.2 ± 2.2 9.4 ± 1.9 0.570 0.001 0.698 0.670 Work performance 7.9 ± 1.4 6.8 ± 1.5 0.911 0.001 0.739 0.691 Sexual matters 5.7 ± 1.7 2.8 ± 1.0 0.611 0.001 0.805 0.637 Additional problems 6.9 ± 1.4 5.2 ± 1.6 0.353 0.008 0.597 0.691 Global QOL 5.3 ± 0.7 4.3 ± 0.9 N/A 0.02 N/A N/A Table 2: Convergent Validity of the T-USSQ with VASfP, IPSS and mOABQ (CC: Correlation coefficient) CC at Week p Value of CC at 1 Week 1 CC at Week p Value of CC at 4 Week 4 Body pain index & VASfP 0.78 0.0001 0.93 0.0001 Urinary symptoms index & IPSS 0.48 0.003 0.54 0.001 Urinary symptoms index & mOABQ score 0.55 0.01 0.23 0.314 Global QOL score & IPSS 0.27 0.118 0.22 0.193 Global QOL score & mOABQ score 0.62 0.004 0.44 0.052 Table 4: The discrimination properties of domains inT-USSQ between patients with ureteric stents and controls. Patients (n=55) Controls (n=26) p Value Urinary symptoms 20.3 ± 3.0 8.0 ± 2.5 0.001 Body pain 11.4 ± 2.4 3.0 ± 0.0 0.001 General health 9.4 ± 1.9 6.7 ± 0.83 0.001 Work performance 6.8 ± 1.5 3.0 ± 0.0 0.001 Sexual matters 2.8 ± 1.0 2.5 ± 0.5 0.001 Additional problems 5.2 ± 1.6 4.0 + 0.0 0.001 1.4 ± 0.4 0.001 Global QOL 4.3±0.9 PS-57 VÜCUT KİTLE İNDEKSİNİN URETERORENOSKOPİ BAŞARI VE KOMPLİKASYONLAR ÜZERİNE ETKİSİ Yusuf Kadir Topçu1, Volkan Şen1, Serkan Yarımoğlu1, İbrahim Halil Bozkurt1, Tarık Yonguç1, Özgü Aydoğdu1, İbrahim Küçüktürkmen1, Bülent Günlüsoy1, Tansu Değirmenci 1 1 İzmir Bozyaka Eah Amaç: Bu çalışmada obezitenin ureterorenoskopi (URS-L) yapılan hastalarda postoperatif sonuçlar ve komplikasyonlar üzerindeki potansiyel etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya kliniğimizde 2009 ve 2014 yılları arasında URS-L gerçekleştirilen ve kayıtlarına ulaşılabilen 294 hasta dahil edildi. Hastalar obezite değerlendirilmesi açısından vücut kitle indeksine (VKİ) göre dört grupta incelendi. Grup 1’ de normal kilolu (VKİ <25 kg/m2), grup 2 ‘de fazla kilolu (VKİ 25-30 kg/m2), grup 3’de obez (VKİ 30-40 kg/m2) ve grup 4’de morbidobez (VKİ >40 kg/m2) olan hastalar yer aldı. Taşların tamamen temizlenmesi veya < 4mm rezidü taş kalması başarı olarak kabul edildi. Dört grup arasında operasyon süresi, hastanede yatış süresi, postoperatif başarı oranları ve diğer majör ve minör komplikasyonlar açısından karşılaştırma yapıldı. İstatistiksel incelemeler SPSS 17.0 versiyonu kullanılarak gerçekleştirildi ve p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Toplamda 294 hastaya URS-L yapıldı. Çalışmaya dahil edilen hastaların sırasıyla 189’u (%64,3) normal kilolu,87’si (%29,6) fazla kilolu, 16’sı (%5,4) obez ve 2’si morbid obez (%0,7) olarak tespit edildi. Grup-1deki hastaların lokalizasyonu alt 78 orta 48 üst 68 üreter taşı idi. Grup-2 deki hastaların lokalizasyonu alt 35 orta 17 üst 35 üreter taşı idi. Grup-3deki hastaların lokalizasyonu alt 7 orta 5 üst 4 üreter taşı idi.Grup-4 deki hastaların lokalizasyonu alt 1 orta 0 üst 1 üreter taşı idi .Gruplar arasında hastanede yatış süresi, postoperatif başarı oranları ve diğer postoperatif komplikasyonlar açısından fark izlenmedi. Sonuç: URS-L obez ve morbidobez hastalardaki üreter taşlarının cerrahi tedavisinde normal kilolu hastalar ile benzer başarı ve komplikasyon oranları ile uygulanabilen minimal invazif bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler : URS-L, obezite, ürolitiazis, vücut kitle indeksi Tables : Tablo 1:Hastaların gruplara göre özellikleri Grup 1 Grup 2 Grup 3 Grup 4 P Yaş, yıl (Ortalama±SD) 43,4(+-13,5) 45,4(+-14,5) 49,3(+-14,3) 48,5 0,334* Taş tarafı (Sağ/sol) 102/87 45/42 7/9 1/1 0,428* Taş lokalizasyonu Üst 63 35 4 1 Taş lokalizasyonu orta 48 17 5 0 Taş lokalizasyonu alt 35 7 1 78 PS-58 TRANSÜRETRAL PROSTATEKTOMİ İLE BERABER YAPILAN PERKUTAN VE TRANSÜRETRAL SİSTOLİTOTRİPSİNİN KARŞILAŞTIRLMASI. Hasan Deliktaş1, Hayrettin Şahin1, Mehmet Çetinkaya1, Ömer Erdoğan1 1 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ad. Amaç: İlerleyen yaşla beraber mesane çıkım tıkanıklığı ve mesane taşı birlikteliği oldukça fazla görülmektedir. Bu yaş grubunda mesane çıkım tıkanıklığının en büyük nedeni benign prostat büyümesi (BPH) olduğu için BPH ve mesane taşı birlikteliğinde, transüretral prostatektomi (TURP) ile perkutan sistolitotripsi (PKSL) yada transüretral sistolitotripsinin (TUSL) kombine edilmesi endoürolojik gelişmelere paralel olarak kullanımı artmıştır. Çalışmamızda TURP ile beraber yapılan PKSL ve TUSL ameliyatlarının başarı ve komplikasyon oranlarını karşılaştırmayı amaçladık. Gereç ve yöntem: Haziran 2011 ve Mayıs 2015 tarihleri arasında BPH ve mesane taşı nedeniyle ameliyat edilen 44 hasta çalışmaya alındı. TURP ile beraber PKSL (n=28) ve TUSL (n=16) prosedürü uygulandı. TUSL grubunda, 23 F systolitotriptör ile mesaneye girildi taşlar pönomotik litotriptör ile kırılarak dışarı alındıktan sonra TURP yapıldı. PKSL grubunda ise sistoskopi klavuzluğunda şiba iğnesi ile suprapubik olarak mesaneye girildi ve mekanik dilatatörler ile uygun dilatasyon yapıldıktan sonra 30-F amplaz shit yerleştirildi. Amplaz shit içinden 26–F nefroskop ile mesaneye girilerek pönomotik litotriptör ile taşlar kırılarak dışarı alındı. Aplaz shit içinden 18-F Foley kateter yerleştirildikten sonra amplaz shit mesaneden çıkarıldı ve ekstravazasyonu engellemek için 18-F Foley kateter suprapubik traksiyona alındı. Daha sonra suprapubik kateter kontinyu drenaj sağlarken 24-F kontinyu rezektoskopla TURP yapıldı. Bulgular: Ortalama yaş ve prostat volümleri her iki grupta benzerdi. PKSL grubunda ortalama taş boyutu TUSL grubuna göre anlamlı olarak daha büyüktü. PKSL grubunda ortalama taş boyutu 46.67±6.59 mm iken TUSL grubunda 28.50±9.47 mm idi (p= 0.00). TURP için operasyon süresi her iki grupta benzerdi. PKSL grubunda taş boyutu daha fazla olmasına rağmen TUSL grubuna göre sistolitotripsi süresi daha kısaydı. PKSL grubunda sistolitotripsi süresi 32.92±10.06 dakika iken TUSL grubunda 42.12±11.68 dakika idi (p=0.009). Her iki grupta tam taşsızlık sağlanmıştı. Her iki grupta da ekstravazasyon görülmedi. PKSL grubunda üretral darlık görülmezken TUSL grubunda 2 hastada üretral darlık görüldü. PKSL grubunda 2 hastada TUSL grubunda 1 hastada yüksek ateş (>38°C) görüldü. Ortalama takip süresi 6 ay idi. Sonuç: Mesane taşı tedavisinde PKSL ve TUSL benzer başarı oranına sahiptir. PKSL de operasyon süresi daha kısa ve büyük mesane taşlarında TUSL ye göre daha güvenilir bir yöntemdir. TUSL de üretral darlık gibi koplikasyonlar daha fazla görülmektedir. Anahtar Kelimeler : Mesane taşı, Transüretral Prostatektomi, Perkutan Sistolitotripsi, Transüretral Sistolitotripsi. Tablo 1: Hastaların kılinik ve operasyon verileri (Veriler, ortalama±SD olarak verilmiştir). PKSL+TURP (n=28) TUSL+TURP (n=16) P Yaş (yıl) 63.53±6.70 64.70±8.24 p˃0.05 Taş boyutu (mm) 46.67±6.59 28.50±9.47 P=0.00 Prostat volümü (ml) 64.57±11.18 63.75±14.96 p˃0.05 Taş için operasyon süresi (dakika) 32.92±10.06 42.12±11.68 P=0.009 55.62±10.30 p˃0.05 Prostat için operasyon süresi (dakika) 56.60±9.53 PS-59 ÜRETERAL DOUBLE J STENTLERDE BAKTERİ KOLONIZASYONU ANLAMLI MIDIR VE ÖNCEDEN TAHMİN EDİLEBİLİR Mİ? Yılören Tanıdır1, Farhad Talibzade1, Ahmet Şahan2, Asgar Garayev1, Tuncay Top3, Muhammed Sulukaya1, Tarık Emre Şener1, Çağrı Akın Şekerci1, Cem Akbal1, Cevdet Kaya1, Ahmet Rahmi Onur1, Haydar Kamil Çam1, Ferruh Şimşek1 1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı 2 Ümraniye Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği 3 Erzurum Horasan Devlet Hastanesi, Üroloji Kliniği Amaç: Üreteral Double-J stent (ÜDJS) varlığında idrar tahlillerinde mikroskobik hematüri ve piyüri sık rastlandığından enfeksiyon açısından anlamlı kabul edilmemektedir. Bu çalışmamızda ÜDJS bakteriyel kolonizasyon varlığını ve idrar tahlilinin ÜDJS kültür sonuçlarını öngörmedeki etkinliğini değerlendirdik. Gereç ve yöntem: 2011-2015 arasında kliniğimizde üreter taşı nedeniyle endoürolojik cerrahi sonrası ÜDJS takılan ve ÜDJS kültürü istenen erişkin hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların idrar kültürleri steril olan veya sterilizasyon sağlanamayan hastalara ampirik antibiyotik tedavisi ile ÜDJS'leri çekildi. Hastaların stent çıkarılmadan yapılan idrar tahlilleri anlamlı lökosit varlığı (HPF' de 5), nitrit pozitifliği, lökosit esteraz pozitifliği açısından değerlendirildi. İdrar tahlilindeki bulgularla stent kültürleri arasındaki ilişki karşılaştırıldı. Bulgular: Ortalama yaşı 40,76 ± 15,713 yıl olan 54’ü erkek, 21’i kadın toplam 75 hasta değerlendirildi. ÜDJS kültürlerinden 16 tanesinde (%20,48) bakteriyel kolonizasyon saptandı. E. Faecalis (n=4), E.Coli (n=3), ESBL (+) E.coli (n=1), MRSA (n=1), Difteroid (n=2), Cilt florası (n=2), E.Coli ve K.Pneumoniae üremesi (n=1), Pantoea Agglomerans ve Enterobacter Amnigenus (n=1), C. Albicans (n=1) üremeleri rapor edildi. ÜDJS’nin kalma süresi, stent kültüründe üremesi olanlarda 63 ± 12,52 gün iken üremesi olmayanlarda 57,26 ± 6,3 gün idi (p=0,66). Üreme saptanan 17 ÜDJS’in vücut içinde kalma süresi 4 haftadan fazlaydı. Stent kültüründe üreme saptanan ve saptanmayan hastaların ÜDJS çıkarılmadan yapılan idrar tahlili sonuçlarında gruplar arasında fark saptanmadı (Tablo 1). ÜDJS kültüründe üremesi olan (n=17) hastaların antibiyogram sonucunda Penisilin (n=5), Ampisilin (n=5), Tetrasiklin (n=3), Siprofloksasin (n=2), İmipenem (n=2) ve Linezolid (n=1) hassasiyeti saptandı geri kalan üremeler cilt kontaminasyonu olarak değerlendirildi. MRSA ve ESBL (+) üremesi olan hastaları dışarıda tuttuğumuzda Ampisilin ve Tetrasiklin kombinasyon tedavisi ve ya antibiyotik kullanım öyküsüne göre tek başına Siprofloksasin tedavisinin preoperatif dönemde kullanılması durumunda tüm üremesi olan hastaları kapsayabileceği gözlendi. Çalışmaya alınan hastalardan sadece bir tanesine ÜDJS çekilmesini takiben asepmtomatik ESBL(+) E.coli üremesi nedeniyle yatırılarak imipenem tedavisi verild. Bu hastanın aynı zamanda endoskopik üreter taş tedavisi sonrası sepsis nedeniyle yoğun bakım ünitesine yatış öyküsü vardı. Bunun dışında ÜDJS çekimi sonrası aktif enfeksiyon tablosu ile hastaneye başvuru olmadı. Sonuç ve Yorum: Çalışmamızda steril idrar kültürünün stent kolonizasyonunu ekarte edemediği, idrar tahlilinin kateter kültürünü tahmin etmede yetersiz olduğu gözlendi. Bakteriyal kolonizasyonun 4 haftadan daha kısa sürede gözlenmediği tespit edildi. Çıkarılan ÜDJS' lerin standart olarak kültüre gönderilmesinin gerekmediği, postoperatif enfeksiyon bulguları olan hastalara ampirik Ampisilin-Tetrasiklin başlanması ile çoğu hastada yeterli tedavi sağlanabileceği gözlendi. Ayrıca hastalarımızda cerrahi sonrası ÜDJS 4 haftadan uzun tutulmasından kaçınılması gerektiği sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler : İdrar yolu enfeksiyonu, Double j stent, Kolonizasyon, İdrar kültürü, İdrar tahlili Tables : Tablo 1: Tam idrar tahlili ile üreteral double J stent (ÜDJS) kolonizasyonu arasındaki ilişki Tam idrar tahlili sonuçları ÜDJS' de Kolonizasyon varlığı(n=16) ÜDJS' de Kolonizasyon yokluğu (n=59) Toplam (n=75) p Değeri Nitrit pozitifliği 1 (% 6,25) 5 (% 8,47 ) 6 (% 8) 0,51 Lökosit esteraz pozitifliği 6 (% 37,5) 12 (% 20,33) 18 (% 24) 0,42 Anlamlı lökosit varlığ 10 (% 62,5) 32 (% 54,23) 42 (% 56) 0,37 PS-60 ÖNCEDEN PROSTAT BİYOPSİ ÖYKÜSÜ OLANLARDA PROSTAT BİYOPSİSİ SIRASINDA AĞRI SKORLARI DEĞİŞİYOR MU? Mehmet Erhan Aydın1, Deniz Bolat1, Tansu Değirmenci1, Yusuf Kadir Topçu1, İbrahim Küçüktürkmen1, Yasin Ceylan1, Volkan Şen1 1 İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Amaç: Transrektal ultrason kılavuzluğunda yapılan biyopsi (TRUS PBx) prostat kanseri tanısını teyit etmek için altın standart yöntemdir. Bu çalışmada prostat spesifik antijen (PSA) yüksekliği (≥2,5 ng/ml) veya rektal prostat muayenesinde patoloji saptanması nedenli TRUS PBx yapılan hastaların önceden prostat biyopsisi olması ile ağrı arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve yöntem Ekim 2014 ile Nisan 2015 arasında TRUS PBx yapılan toplam 198 hasta çalışmaya dâhil edildi. Hastalar anamnez, PSA, fizik muayene ile değerlendirildi. Tüm hastalara biyopsi öncesinde 10 ml %2 prilokainle parmak kılavuzluğunda transperineal periprostatik apikal blok uygulandı. Biyopsi işlemi 18 G Trucut™ iğne ile 12-16 kor şeklinde alınarak yapıldı. Ağrı skorları 10’luk lineer vizüel analog skala (VAS) kullanılarak, ultrason probu rektuma yerleştirildikten hemen sonra (VAS-1) ve biyopsi esnasında iğne girişi sırasında (VAS-2) değerlendirildi. Hastalar önceden prostat biyopsi öyküsü olmayanlar (grup-1) ile olanlar (grup-2) olarak gruplandırıldı. Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların yaş ortalamaları 64±7,3 (43-83) tür. Hastaların ortalama PSA değerleri 12,5±18,3 (0,6-142) ng/dl olarak bulunmuştur. Prostat kanseri tespit oranı %22,7’dir. Hastaların demografik özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir. Önceden prostat biyopsisi öyküsü olmayanlar ve olanlar arasında VAS-1 (sırasıyla 1,7 ± 2,0 ve 1,7 ± 1,8; p=0,952) ve VAS-2 (sırasıyla 2,6 ± 2,4 ve 2,0 ± 2,3; p=0,290) skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (Tablo-2). Sonuç: Önceden prostat biyopsi öyküsü olanlarda önceden prostat biyopsi olmasının TRUS PBx işlemi sırasında ağrı skorları üzerine etkisi yoktur. Anahtar Kelimeler : prostat, biyopsi, ağrı, VAS Tables : Tablo 1: Hastaların demografik özellikleri (ort.±ss) (VKİ: Vücut kitle indeksi, PSA: Prostat spesifik antijen, BPH: Benign prostat hiperplazisi, PK: Prostat kanseri, Kr: Kronik, PİN: Prostatın intraepitelyal neoplazisi, ASAP=Atipik küçük asiner proliferasyon) Ortalama Yaş (yıl) 64±7,3 Ortalama PSA (ng/dl) 12.5±18,3 Ortalama prostat hacmi (cc) 57,5±26,5 Anormal dijital rektal muayene, n (%) 76 (38,4) Ortalama VKİ (kg/m2) 38,1± 27,1 Biyopsi patoloji sonucu, n (%) BPH 60 (30,3) PK 45 (22,7) Kr. prostatit 52 (26,5) PİN 24 (12,1) PİN+Kr. prostatit 6 (3,0) ASAP 11 (5,6) Tablo 2: Önceden prostat biyopsisi öyküsü ile VAS skorları arasındaki ilişki (mean±SD). (VAS= Vizüel analog skala) Grup 1 (n=173) Grup 2 (n=25) p VAS-1 1,7 ± 2,0 1,7 ± 1,8 0,952 VAS-2 2,6 ± 2,4 2,0 ± 2,3 0,290 PS-61 LAPAROSKOPİK EKSTRAPERİTONEAL TRANSVEZİKAL PROSTATEKTOMİ İLE EKSTRAPERİTONEAL AÇIK PROSTATEKTOMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Kadir Ömür Günseren1, Burhan Coşkun1, Onur Kaygısız1, Berna Vuruşkan2, Yakup Kordan1, İsmet Yavaşçaoğlu1, Hakan Vuruşkan1 1 Uludağ Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı 2 Uludağ Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı AMAÇ: Laparoskopik basit prostatektomi (LBP) prostat hacmi 80ml’den büyük hastalarda alternatif cerrahi yöntemlerden birisidir. LBP birçok vaka serisinde de belirtildiği gibi daha kısa hastanede kalış süresi, daha kısa kateterizasyon süresi, daha az kanama gibi avantajları vardır. Bununla birlikte LBP ile açık prostatektominin karşılaştırıldığı çalışmalar oldukça sınırlıdır. Bu çalışmada LBP ile açık prostatektominin postoperatif sonuçlarını karşılaştırılması amaçlandı. GEREÇ-YÖNTEM: 2007 ve 2015 yılları arasında fakültemizde laparoskopik ekstraperitoneal basit prostatektomi uygulanan 45 hasta ve ekstraperitoneal transvezikal açık prostatektomi uygulanan 26 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. BULGULAR: LBP ve açık prostatektomi uygulanan hastaların dermografik, perioperatif ve fonksiyonel sonuçları tabloda özetlenmiştir. Açık gruptaki hastaların yaş ortalaması anlamlı düşük bulunmuştur. Operasyon süresimde her iki grup arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Ortalama kanama miktarı açık grupta uzun bulunmuştur. Ortalama kateterizasyon süresi ve hastanede kalış süresi laparoskopi grubunda anlamlı düşük bulunmuştur. Her iki grupta da majör komplikasyon görülmemiştir. Postoperatif İPSS, Qmax skorları her iki grupta da benzer bulunmuştur. SONUÇ: LBP, büyük prostatların cerrahi tedavisinde açık prostatektomiye benzer postoperatif sonuçları ve daha az kanama miktarı olan alternatif bir cerrahi yöntemdir Anahtar Kelimeler : Laparoskopik basit prostatektomi LBP ve Açık Prostatektomi Karşılaştırılması LSP Açık prostatektomi p değeri Yaş 67,95±7,45 71,15±8,02 0,001 BMİ (kg/m2) 25,66±3,91 26,88±4,72 0,247 Prostat hacmi 136,75±35,51 139,96±35,51 0,722 Preop İPSS 18,64±6,01 19,19±4,84 0,694 Preop Qol 4,46±0,96 4,42±0,94 0,854 Preop Qmax 6,03±3,51 6,70±2,10 0,382 Preop hg 13,26±1,80 12,74±1,94 0,260 Operasyon süresi 136,77±51,80 122,69±44,05 0,269 Kanama miktarı 155,55±154,38 244,23±112,53 0,013 Postop hg 11,02±1,87 9,83±1,33 0,007 Kateterizasyon süresi 6,33±0,476 9,76±2,55 0,001 Hastanede kalış süresi 5,28±2,73 12,50±4,94 0,001 Postop İPSS 7,37±2,58 8,19±2,33 0,190 Postop Qol 1,48±0,92 1,38±0,89 0,644 Postop Qmax 22,02±3,71 20,65±0,92 0,146 PS-62 PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİDE TEKLİ VE ÇOKLU GİRİŞLERİN GLOMERÜLER FİLTRASYON HIZI ÜZERİNE ETKİSİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Deniz Bolat1, Mehmet Erhan Aydın1, Serkan Yarımoğlu1, Tansu Değirmenci1, İbrahim Halil Bozkurt1, Özgü Aydoğdu1, Tarık Yonguç1 1 İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi AMAÇ: Üriner sistem taş hastalığı ülkemizde endemik olarak görülmekte ve günlük üroloji pratiğinde önemli bir yer tutmaktadır. Ciddi komplikasyon insidansının az olması nedeniyle perkütan nefrolitotomi (PNL), böbrek taşı cerrahisinde güvenli ve etkili bir yöntem olarak kabul görmektedir. Bu çalışmada böbrek taşı nedenli PNL operasyonu yapılan hastalarda giriş sayısı ile glomerul filtrasyon hızı (GFR) arasındaki ilişki değerlendirildi. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2012-Eylül 2015 tarihleri arasında PNL yapılan toplam 564 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar anamnez, laboratuar kan değerleri, görüntüleme yöntemleri ile değerlendirildi. Tüm hastalara operasyon sırasında standart teknik uygulandı. Post-operatif dönemde 1.ay ve 3.ayda serum kreatinin (mg/dl) bakıldı. GFR ölçmek için pre-operatif, post-operatif 1.ay ve post-operatif 3.aydaki serum kreatinin değerleri kullanılarak Cockcroft-Gault formülüyle kreatinin klirensi hesaplandı. Hastalar PNL operasyonu sırasında tek giriş yapılanlar (grup-1) ve birden fazla giriş yapılanlar (grup-2) olarak iki gruba ayrıldı. Pre-operatif, post-operatif 1.ay ve post-operatif 3.aydaki GFR ile giriş sayısı arasındaki ilişki değerlendirildi. BULGULAR: Grup 1’deki hastaların yaş ortalaması 48.5±12.7, grup 2’deki hastaların ise 47.6±12.9 idi. Yaş ortalamaları açısından gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.613). Grup 1’deki hastaların %33.9’u (172 kişi), grup 2’dekilerin ise %25.7’si (15 kişi) kadındı (p=0.213). Grup 1’deki hastaların %48.8’inde (247 kişi) sağ böbreğe akses yapılırken bu oran grup 2’de %51.7 (30 kişi)idi (p=0.675). Gruplara göre ortalama taş yüzey alanı sırasıyla 501.88±517.61 mm 2 ve 622.36 ±607.16 mm2 idi (p=0.151). Her iki grubun preoperatif GFR değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (sırasıyla 100.36±32.08 ml/dk ve 101.49±36.65 ml/dk; p=0.803) (Tablo-1). Hastaların postoperatif 1. aydaki GFR değerleri grup 1 ve grup 2 için sırasıyla 91.13±31.10 ml/dk ve 91.63±33.74 ml/dk (p=0.908) idi. Postoperatif 3. aydaki GFR değerleri ise grup 1 için 97.32±30.89 ml/dk, grup 2 için 96.44±30.09 ml/dk olup gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmedi (p=0.836). Postoperatif veriler Tablo 2’de gösterilmiştir. SONUÇ: PNL operasyonu sonrasında GFR’de düşüş olmaktadır. PNL sırasında tekli ve çoklu girişlerin postoperatif dönemdeki böbrek fonksiyonları üzerine etkisi benzerdir. Anahtar Kelimeler : Böbrek taşı, GFR, PNL, kreatinin Tables : TABLO -1. Hastaların demografik özellikleri (BKİ: Beden kitle indeksi, GFR: Glomerul filtrasyon hızı) Grup 1 (n=506) Grup 2 (n=58) p Yaş (yıl) 48.5±12.7 47.6±12.9 Cinsiyet (n) 0.613 0.213 Kadın 172 15 Erkek 334 43 BKİ (kg/m2) 26.71±4.80 26.26±4.14 Lokalizasyon 0.494 0.675 Sağ 247 30 Sol 259 28 Taş boyutu (mm2) 501.88 ±517.61 622.36 ±607.16 0.151 Preoperatif GFR (ml/dk) 100.36±32.08 101.49±36.65 0.803 GRUP-1 (n=506) GRUP-2 (n=58) p Postop 1. ay GFR (ml/dk) 91.13±31.10 91.63±33.74 0.908 Postop 3. ay GFR(ml/dk) 97.32±30.89 96.44±30.09 0.836 3. ay GFR değişimi (ml/dk) -3.04±20.37 -5.05±22.95 0.483 PS-63 DEXTRAN 70 SOLÜSYONUNUN RENAL İSKEMİ/REPERFÜZYON HASARINA ETKİSİ Mustafa Zafer Temiz1, Atilla Semerciöz2, Engin Kandıralı2, Ömer Onur Çakır2, Serdar Aykan2, Murat Tüken2, İpek Erbarut3, Ahmet Hamdi Tefekli4 1 Özel Medicine Hospital, Üroloji Kliniği, İstanbul 2 Bağcılar Eğitim Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, İstanbul 3 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Kliniği, İstanbul 4 Özel Medicine Hospital, Üroloji Kliniği, Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, İstanbul AMAÇ Renal iskemi ve yarattıgı sorunlar endoürolojinin önemli tartışma konularındandır. Bu çalışmamızda, Dextran 70 solüsyonunun sıçanlarda renal iskemi ve reperfüzyon hasarı üzerine etkilerini incelenmeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM Toplam 24 adet erkek Sprague Dawley türü sıçan; kontrol grubu, iskemi/reperfüzyon (İ/R) grubu ve İ/R + Dextran grupları olarak 3 gruba ayrıldı. Sıçanlardan 24 saatlik idrar örnekleri toplandıktan sonra anestezi altında kan örnekleri alındı ve sol dorsal insizyonla sol böbrek ve damarları diseksiyon ile ortaya çıkarıldı. Kontrol grubu ve İ/R grubundaki sıçanlara vücut ağırlıklarının % 5' i kadar IV serum fizyolojik, İ/R + Dextran grubundakilere ise Dextran 70 solüsyonları infüzyonu uygulandı. Kontrol grubunda klempleme yapılmadan insizyon kapatılırken, diğer gruplarda diseksiyon sonrası böbrek arter ve venleri klemplenerek 45 dk. iskemi uygulandı. Süre sonunda klemp çıkarılarak reperfüzyon uygulandı ve insizyon kapatıldı. Reperfüzyonun 24. saatinde 24 saatlik idrarları toplanan sıçanların anestezi altında kan örnekleri alınarak sol böbrekleri çıkarıldı ve böbrek spesmeni ikiye ayrılarak patolojik incelemeye ve doku iskemik hasar belirteçleri için incelemeye gönderildi. Doku ve serum iskemik hasar belirteçleri malondialdehit (MDA) ve süperoksit dismutaz (SOD) düzeyleri ile iskemi öncesi-sonrası plazma BUN, kreatinin, 24 saatlik idrar miktarları ve protein düzeylerindeki değişimler gruplar arasında karşılaştırıldı. Ayrıca nefropatinin göstergeleri İL (İnterlökin)-18 ve Kidney injury molecule (KİM)-1 düzeyleri ve böbrek histopatoloji bulguları karşılaştırıldı. BULGULAR Patolojik incelemede IR ve IR+Dextran gruplarındaki sıçanlarda nekroz alanları izlendi ancak nekroz yüzdeleri her iki grupta istatiksel anlamlılık göstermedi (p=0.505). Doku MDA düzeyleri IR ve IR+Dextran gruplarında kontrol grubuna göre yüksek saptandı (p=0.33). IR+Dextran grubunda SOD düzeyleri IR grubundan anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.024). Serum BUN ve kreatinin değerlerinde sadece IR ve IR+Dextran gruplarında anlamlı artışlar saptandı (p<0.05). İdrar protein düzeyleri kontrol ve IR+Dextran gruplarında benzerdi, IR grubunda ise anlamlı yükselme saptandı (0,043). İdrar İL-18 ve KIM-3düzeylerinde yanlız IR+Dextran grubunda anlamlı olmasa da düşüş saptandı (p=0,674). SONUÇ Böbreğin iskemi reperfüzyon hasarında Dextran 70 solüsyonu, moleküler düzeyde bir takım koruyucu etkiler gösterse de, daha kesin sonuçlara ulaşmak için ileri çalışmalara gereksinim vardır. Anahtar Kelimeler : Renal İskemi Reperfüzyon Hasarı, Dextran 70 solüsyonu PS-64 URINARY KIDNEY INJURY MOLECULE-1 LEVELS IN RENAL STONE PATIENTS Mehmet Balasar1, Mehmet Mesut Pişkin1, Cemile Topçu2, Lütfi Saltuk Demir3, Mehmet Gürbilek2, Abdulkadir Kandemir1, Ahmet Öztürk1 1 Department Of Urology, Necmettin Erbakan University, Meram Medical Faculty, Konya, Turkey 2 Department Of Medical Biochemistry, Necmettin Erbakan University, Meram Medical Faculty, Konya, Turkey. 3 Department Of Public Health, Necmettin Erbakan University, Meram Medical Faculty, Konya, Turkey. Objective: To study kidney injury molecule-1 (KIM-1) biomarker levels, indicating renal tubular damage, in patients with kidney stones and in those who underwent minimally invasive method stone treatment. Patients and Methods: 60 patients with renal stones between 10-20 mm were included into the present study. Patients who were divided into three cohorts underwent micro-percutaneous nephrolithotomy (microperc), retrograde intrarenal stone surgery (RIRS), and percutaneous nephrolithotomy (PNL). Urine samples were obtained from all participants before, 4 hours, and 14 days after the procedure. In all the samples obtained, urinary KIM-1 and creatinine (Cr) levels were measured and KIM-1/Cr ratios (ng/mg creatinine) were calculated. Results: Preoperative Urine KIM-1/ Cr ratio was higher than postoperative 14th day. The bigger the renal stone size, the higher was the ratio (correlation coefficient 0.353) (p=0.006). According to preferred treatment procedure, there was a statistically significant decrease in preoperative and postoperative 4th hour and 14th day Urine KIM-1/Cr rates in the RIRS and PNL; yet none in the microperc group (p=0.010, p=0.001, p=0.212 respectively). Conclusion: In renal stone patients, the elevated urine KIM-1/Cr ratio levels increase further according to stone size. KIM-1/Cr ratio is a promising marker might be helpful in monitoring the damage created by stone disease. Anahtar Kelimeler : Renal stone, KIM-1, microperc, RIRS, PNL Figürler : PS-65 ÜST ÜRETER TAŞLARININ TEDAVİSİNDE ŞOK DALGALARI İLE TAŞ KIRMA(SWL) VE ÜRETERORENOSKOPİ(URS)'NİN YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİ Yasin Ceylan1, Oktay Üçer2, Bülent Günlüsoy1, Ozan Bozkurt3, Oguz Mertoğlu4, Ali Ersin Zümrütbaş5, Güner Yıldız6, Bora İrer7, Talha Müezzinoğlu2, Ömer Demir3 1 Bozyaka Egitim Araştırma Hastanesi, İzmir 2 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Manisa 3 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir 4 Tepecik Egitim Araştırma Hastanesi 5 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Denizli 6 Suat Seren Gögüs Hastalıkları Ve Gögüs Cerrahisi Egitim Araştırma Hastanesi, İzmir 7 Eşrefpaşa Belediye Hastanesi, İzmir Amaç: Çalışmamızda proksimal üreter taşlarının tedavisinde SWL ile URS’nin yaşam kalitesi üzerine olan etkisini karşılaştırdık. Materyal Metod: Nisan 2014 ve Haziran 2015 yılları arasında proksimal üreter taşı nedeni ile yedi faklı merkezde tedavi edilen 216 hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastalar; SWL ve URS sonrası taşsız olan veya < 4mm rezidü taş fragmanına sahip hastalar idi. Hastalar taş büyüklügüne göre ≤10 mm ve >10 mm iki gruba ayrıldı. Hastalara tedaviden dört hafta sonra sf-36 yaşam kalitesi ölçeği uygulandı. Sf-36 yaşam ölçeği ile hastaların; fiziksel fonksiyon, fiziksel rol, agrı, genel sağlık algısı, yaşamsallık, sosyal fonksiyon, emosyonel rol ve mental saglıkları değerlendirildi. Sonuçlar: 116 (52.5%) hastaya URS, 105 (47.5%) hastaya SWL uygulandı. Her iki grubun demografik verileri ve taş boyutları benzer idi. SWL uygulanan 53 (50.5%) hastanın taş boyutu ≤10 mm, 52 (49.5%) hastanın >10 mm idi. URS uygulanan 58 (50%) hastanın taş boyutu >10 mm idi. Taş boyutu ≤10 mm olan hastalarda sf-36 yaşam kalitesi ölçeginin sekiz alt grubu benzer bulundu. Taş boyutu >10 mm olan hastaların ise fiziksel fonksiyon, ağrı ve genel sağlık algısı SWL uygulanan hastalarda daha kötü bulundu. Tartışma: >10 mm üreter taşına sahip hastaların tedavi sonrası kısa dönem takiplerinde URS yaşam kalitesi üzerine SWL’ye göre daha iyi sonuçlara sahiptir. Anahtar Kelimeler : üst üreter taşı, SWL, URS PS-66 ÇOCUK BÖBREK TAŞLARININ TEDAVİSİNDE RETROGRAD İNTRARENAL CERRAHİ VE MİKROPERKÜTAN-NEFROLİTOTOMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Okan Baş1, Onur Dede2, Yasin Aydoğmuş3, Mazhar Utangaç2, Taha Numan Yıkılmaz4, Erman Damar4, İsmail Nalbant1, Ömer Faruk Bozkurt4 1 Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, Ankara 2 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Diyarbakır 3 Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji, Ankara 4 1. Üroloji Uzmanlık Eğitim Programı, Üroloji Kliniği, Ankara Giriş Çalışmamızda, çocukluk çağı böbrek taşı tedavisinde retrograd intrarenal cerrahi (RİRC) ve mikroperkütan nefrolitotomi (mikro-perk) yöntemlerinin etkinlik ve güvenilirliğini değerlendirmeyi amaçladık. Gereç-Yöntem Ağustos 2011 ile Haziran 2015 yılları arasında, 10-20 mm arası böbrek taşı nedeniyle mikro-perk (n=45) veya RİRC (n=36) uygulanan 18 yaşından küçük toplam 81 hastanın verileri geriye dönük olarak incelenmiştir. Bulgular Hastaların ortalama yaşları RİRC grubunda 8,39 (±4,72) yıl iken, mikro-perk grubunda 5,62 (±4,50) yıl idi (p=0,01). Ortalama taş boyutları RİRC grubunda 12,80 (±3,03) mm, mikro-perk grubunda ise 13,97 (±3,46) mm (p=0,189) idi. Mikro-perk grubunda 8 hastaya ultrasonografi eşliğinde, 37 hastaya ise floroskopi eşliğinde pron pozisyonda subkostal akses yapılmıştı. Mikro-perk uygulanan hiçbir hastada transfüzyon gereği olmayıp ortalama hemoglobin düşüşü 0,53 (±0,87) g/dL idi. Bir hastada ise kanamanın görüşü engellemesi nedeniyle ultramini perkütan nefrolitotomiye geçildi. Mikro-perk grubunda 12 (%26.7) hastaya postoperatif DJ stent yerleştirilmişti. RİRC grubunda 6 (16,7) hastada preoperatif DJ stent ile pasif dilatasyon uygulanmış, 2 (%5,5) hastada ise üreterovezikal bileşkede ureteral balon dilatasyon ile aktif dilatasyon yapılmıştı. Üreteral erişim kılıfı 34 (%94,4) hastada kullanılmıştı. RİRC uygulanan 28 (%77,8) hastaya postoperatif DJ stent yerleştirilmişti. Ortalama taşsızlık oranları benzer olup RİRC grubunda %91,7 (n=33) iken, mikro-perk grubunda %86,7 (n=39) idi (p=0,561). RİRC grubundaki başarısızlığın nedeni tüm hastalarda alt kaliks taşlarına dönülememesi idi. Komplikasyon oranları her iki grupta da benzer idi (p=0,675). Ortalama hastanede kalış süresi ve ortalama floroskopi süresi mikro-perk grubunda anlamlı olarak daha yüksek idi (p<0,001) Sonuç Çocuklarda orta boy böbrek taşlarının tedavisinde mikro-perk ve RİRC yöntemleri benzer ve yüksek başarı oranları ile güvenle uygulanabilmektedir. RİRC kısa hastanede kalış süresi, daha az radyasyon maruziyeti ve kan kaybının az olması gibi avantajlara sahip iken, çoğu hastada operasyon sonu DJ stent yerleştirilmesinin ikinci bir girişim gereği ortaya çıkarttığı unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler : çocukluk çağı böbrek taş hastalığı, retrograd intrarenal cerrahi, mikroperkütan nefrolitotomi PS-67 PEDİATRİK YAŞ GRUBUNDA GUY VE CROES SKORLARININ KARŞILAŞTIRILMASI Mehmet Mazhar Utanğaç1, Abdulkadir Tepeler2, Mansur Dağgülli1, Muhammed Tosun2, Onur Dede1, Abdullah Armağan2 1 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Abd 2 Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Abd Giriş Ürologların tecrübelerinin artmasıyla birlikte enstrümanların minyatürleşmesi Perkütan nefrolitotomi (PNL)’yi pediatrik yaş grubunda standart bir tedavi haline getirmiştir. Pediatrik yaş grubunda taşların nüks edebilme ihtimali yüksek olduğundan dolayı tedavi seçiminde minimal invaziv yöntemlerin tercih edilmesi önemlidir. Bu çalışmada Guy ve CROES skorlama sistemlerinin kullanarak pediatrik yaş grubunda PNL sonuçlarını preoperatif ve post operatif karşılaştırmayı amaçladık. Metod Bu çalışmanın verileri 2010 ile 2015 tarihleri arasında 18 yaş altındaki miniPNL yapılmış 97 olgunun dosyaları retrospektif olarak taranarak elde edildi. Hastalara prone pozisyonunda PNL yapıldı. Tüm hastalar labaratuvar ve görüntüleme yöntemleri ile değerlendirildi. Guy ve SCORE skorlama sistemleri kullanılarak derecelendirildi. Guy and CROES skoları herbir hasta için korele olduğu stone free oranı, operasyon süresi, skopi süresi ve yatış süresi ile değerlendirildi. Bulgular Hastaların preoperative verileri ve postoperative verileri tabloda verildi. Guy semptom skoru ile stone free oranı arasında negatif bir korelasyon mevcuttu (p=0.000, r= (-0.492)). Çalışmamızda CROES semptom skoru ile stone free oranı arasında pozitif bir korelasyon mevcuttu (CROES için p=0.000, r= (0.445)). CROES skoru çalışmamızda PNL başarı oranını tahmin etmek için en yüksek doğruluğa sahiptir. Sonuç Çalışmamız, 18 yaş altı olgularda preoperatif PNL başarısını öngörmede Guy ve CROES skorlama sistemlerini karşılaştıran ilk çalışmadır. CROES’in prediktif değerinin Guy’a göre daha yüksek olduğunu gördük. Anahtar Kelimeler : miniPNL, CROES, Guy, skor Figürler : PS-68 KAS İNVAZİV OLMAYAN MESANE TÜMÖRLERİNİN TRANSÜRETRAL REZEKSİYONUNDA MONOPOLAR VE BİPOLAR ENERJİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Deniz Bolat1, Salih Polat1, Mehmet Erhan Aydın1, Bülent Günlüsoy1, Tansu Değirmenci1, Zafer Kozacıoğlu1, Yasin Ceylan1 1 İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Giriş: Mesane kanseri dünyada en sık tanı alan 11. kanser tipidir. Hastaların %75’inde kanser mukozaya (evre Ta, CIS) ya da submukozaya (T1) sınırlıdır. Mesane tümörünün transuretral rezeksiyonu (TURMT) hastalığın kesin tanısında ve ilk tedavisinde altın standart yaklaşımdır. Bu prospektif, randomize, kontrollü çalışmada kas-invaziv olmayan mesane tümörlerinin (KİOMT) transüretral rezeksiyonunda monopolar ve bipolar sistemlerin etkinlik ve güvenilirlikleri karşılaştırılmıştır. Materyal-Metod: Nisan-Aralık 2015 tarihleri arasında 107 hastaya primer KİOMT nedeniyle TURMT yapıldı. Hastalar iki gruba randomize edildi: Grup 1’deki 56 hastaya monopolar TURMT, grup 2’deki 51 hastaya bipolar TURMT işlemi uygulandı. Her iki grubun etkinlik ve güvenilirlik açısından karşılaştırmaları yapıldı. Bulgular: Her iki gruptaki hastaların yaş ortalamaları birbirine benzerdi (sırasıyla, 66.95 ± 10.88 ve 70.41 ± 9.69, p=0.086). Grup 1’deki hastaların 8’i, grup 2’dekilerin ise 11’i kadındı. Gruplar arasında demografik özellikler ve preoperatif veriler açısından anlamlı farklılık gözlenmedi (Tablo 1). Grup 1’de ortalama operasyon süresi 34.43 ± 20.80dk, grup 2’de ise 43.67 ± 44.10dk idi ve gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.389). Her iki grubun ortalama kateterizasyon ve hastanede kalış süreleri birbirine benzerdi. İntraoperatif ve postoperatif verilerin gruplara göre dağılımı Tablo 2’de gösterilmiştir. Adduktor kas spazmı grup 1’de grup2 ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak daha fazla gözlendi (sırasıyla, %24.5 vs %4; p=0.015). Grup 1’deki hastaların 23’ünde (%41.1) grup 2’dekilerin ise 10’unda (%29.6)subserozal ya da tam kat mesane perforasyonu gelişti (P=0.039). Diğer postoperatif komplikasyonlar açısından gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Sonuç: Bipolar enerji sistemleri KİOMT’lu hastaların TURMT’sinde konvansiyonel monopolar sistemler kadar etkindir. Bipolar TURMT’de adduktor kas spazmı ve mesane perforasyonu daha az görülmektedir. TURMT işlemi sırasında adduktor kas spazmı gelişme potansiyeliolan olgularda bipolar enerji sistemleri tercih edilmelidir. Anahtar Kelimeler : mesane tümörü, transüretral rezeksiyon, monopolar, bipolar Figürler : PS-69 PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİDE BAŞARIYI ETKİLEYEN FAKTÖRLER Burak Çıtamak1, Bahadır Haberal1, Mesut Altan1, Emin Mammadov1, Ali Cansu Bozacı1, Cenk Yücel Bilen1 1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ad Amaç Perkütan nefrolitotomi yapılan hastalarda başarıyı belirleyen faktörlerin belirlenmesi Materyal-Metod Ocak 1997 ile ekim 2014 tarihleri arasında nefrolitiazis nedenli perkütan nefrolitotomi yapılan 2268 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Rezidü ve klinik önemsiz taşı olan hastalar başarısız olarak kabul edildi. Bütün hastalara operasyon öncesi intravenöz piyelografi (İVP) veya kontrassız abdominal tomografi (BT) yapıldı. İVP'de sagital, BT'de transvers kesitlerdeki iki eksenden taş boyutu ölçülerek taş yükü (cm2) hesaplandı. Yaş, cinsiyet, taş sayısı (tek, multiple), taş yükü(cm2), staghorn taş, atnalı böbrek, soliter böbrek, tek taşlar için yerleşim yeri (üst pol, orta kısım, alt pol, renal pelvis) ile başarı arasındaki ilişki araştırıldı. Bulgular Ortalama operasyon yaşı 45±13 (17-80) yıl, kadın erkek oranı ise 744/1524 olarak bulundu. Ortalama taş yükü 5,6±5 cm2, genel başarı %78,8 olarak bulundu. Tek değişkenli analizde erkek cinsiyet (p=0,003), staghorn taş (p<0,001), multiple taş (p<0,001), 5,6 cm2' den büyük taş (p=0,002) ve tek yerleşimli taşlar için orta kısım yerleşimi (p=0,027) başarıyı azaltan parametreler olarak bulundu. Taraf (p=0,547), yaş (p=0,064), soliter böbrek (p=0,136), atnalı böbrek (p=0,0,479), alt pol yerleşimi (p=0,940), üst pol yerleşimi (p=0,949), renal pelvis yerleşimi (0,158) ile başarı arasında ilişki bulunamamıştır. Çok değişkenli analizde erkek cinsiyet (p=0,013), staghorn taş (p<0,001), multiple taş (p<0,001) başarıyı azaltan parametreler olarak bulundu. (HR sırasıyla; 1,339, 2,812, 2,568) Sonuç Erkek cinsiyet, staghorn taş, birden fazla taş PCNL'de başarıyı olumsuz etkileyen en önemli parametrelerdir. Anahtar Kelimeler : PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİ PS-71 LAPAROSKOPİK PYELOPLASTİ DENEYİMLERİMİZ Uğur Yücetaş1, Ali Ferruh Akay1, Erkan Erkan1, Emrah Okucu1, Emre Karabay1, Musatafa Kadıhasanoğlu1, Mahmut Gökhan Toktaş1 1 İstanbul Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği Amaç: Üreteropelvik bileşke darlığının tedavisinde laparoskopik pyeloplasti yapılmış hastaların sonuçlarını sunmayı amaçladık. Materyal ve Metot: Son 3 yıl içinde laparoskopik pyeloplasti operasyonu gerçekleştirilen 23 hastanın tıbbi dosya kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Üreteropelvik bileşke darlığı tanısıyla pyeloplasti gerçekleştirilen 23 hastanın (14 erkek, 9 kadın) yaş ortalaması 34,43±12,87 (12-57) yıl ve vücut kitle indeksi ortalaması 24,40±3,39 (18-28) idi. Hastaların %78’inde (18 olgu) sağ tarafa, %22’sinde (5 olgu) sol tarafa müdahale edildi. Preoperatif dönemde olguların tamamına diüretikli renal sintigrafi yapıldı ve ortalama separe fonksiyon yüzdesi 42,10±9,85 (22-48) olarak bulundu. Hastaların %39’unda (9/23) grade 3 ve üzeri hidronefroz mevcuttu. Ayrıca 1 olguda intrarenal pelvis ve 1 olguda at nalı böbrek anomalisi olduğu görüldü. Olguların tamamında genel anestezi altında 3 port yardımı ile laparoskopik transperitoneal dismembred pyeloplasti gerçekleştirildi. Olguların %35’inde (8/23) çaprazlayan damar basısı gözlendi. Ortalama operasyon süresi 193,4±56,32 (90-280) dakika, ortalama dren süresi 3,70±0,88 (2-5) ve ortalama hastanede kalış süresi 4,78±1,38 (3-8) gün olarak saptandı. Olguların %48’inde (11 olgu) eşlik eden böbrek taşı mevcuttu ve 5 olguda (%22) eş zamanlı fleksible nefroskop yardımı ile taş ekstraksiyonu ile taşsızlık sağlandı. Olguların tamamına double j kateter yerleştirildi ve ortalama 42,87±17,47 (20-103) gün sonra kateter çıkartıldı. Operasyon sonrası hiçbir hastada idrar ekstravazasyonu gözlenmedi. Postoperatif dönemde müdahale gerektirecek komplikasyon görülmedi. Postoperatif 3. ayda tüm hastaların böbrek fonksiyonları kontrol edildi ve takip süresi ortalaması 12,22±9,53 (3-35) olan hastaların %91’inde (21/23) tam başarı elde edildi. Kontrol grafilerde üretere geçiş izlenmeyen 2 olguya retrograd pyelografi yapıldı. Anatomik darlık izlenmeyen hastalar double j kateter ile takip edildi. Sonuç: Laparoskopik pyeloplasti, üreteropelvik bileşke darlığının tedavisinde başarı ile uygulanabilecek minimal invaziv bir tedavidir. Bu bakımdan açık cerrahi uygulamalara alternatif olarak düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler : Laparoskopi, Pyeloplasti, Darlık PS-72 PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİDE SPİNAL VE GENEL ANESTEZİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Ali Ferruh Akay1, Uğur Yücetaş1, Erkan Erkan1, Mustafa Kadıhasanoğlu1, Emre Karabay1, Vural Saçak1, Mahmut Gökhan Toktaş1 1 İstanbul Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği Amaç: Böbrek taşının standart tedavi yöntemi olan perkütan nefrolitotomide (PCNL), spinal ve genel anestezinin sonuçlar üzerine olan etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı. Materyal ve Metot: Son 5 yıl içinde perkütan nefrolitotomi operasyonu gerçekleştirilen hastaların tıbbi dosya kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Spinal anestezi ile opere edilen 100 hasta ve genel anestezi ile opere edilen son 100 hastanın klinik özellikleri ve operasyon bulguları kaydedildi. Bulgular: Perkütan nefrolitotomi gerçekleştirilen 200 hastanın (114 erkek, 86 kadın) ortanca yaşı 45,00±22,00 (16-79) yıl ve ortanca taş boyutu 568,50±673,75 (96-3000) mm2 idi. 90 hastada sağ böbreğe ve 110 hastada ise sol böbreğe PNL uygulandı. Olguların %97,5’inde (195/200) tek ve subkostal giriş gerçekleştirildi. Ortanca operasyon süresi 45,00±35,00 (13-125) dakika, ortanca hastanede yatış süresi 4,00±2,00 (2-21) gün ve ortanca nefrostomi kateter süresi 3,00±3,00 (2-21) gün olarak saptandı. Hastaların tamamında prone pozisyonunda ve skopi eşliğinde gerçekleştirilen PNL sonrası %73 taşsızlık sağlandı. Olguların %82’sinde (164/200) herhangi bir sorun gözlenmezken; %9’unda (18/200) operasyon sonrası yüksek ateş, %5,5’inde (11/200) transfüzyon gerektiren kanama ve %3,5’inde (7/200) double j kateterizasyon gerektiren uzamış drenaj gelişti. Spinal ve genel anestezi ile opere edilen olgulara ait bulgular karşılaştırıldığında; cinsiyet, taraf, giriş lokalizasyonu ve taş boyutu açısından farklılık saptanmazken, yaş (p=0,0153), taş lokalizasyonu (p<0,0001), operasyon süresi (p<0,0001), hastanede yatış süresi (p<0,0001), nefrostomi kateter süresi (p<0,0001), taşsızlık oranı (p=0,0021) ve komplikasyon oranları (p=0,0155) açısından istatistiksel anlamlı farklılık olduğu saptandı (Tablo). Sonuç: Perkütan nefrolitotomide rutin olarak genel anestezi uygulanmakla beraber, çalışmamızda elde ettiğimiz bulgular spinal anestezinin taş boyutundan bağımsız olarak daha yüksek taşsızlık oranları ve daha az komplikasyon ile uygulanabileceğini göstermektedir. Spinal anestezi ile PCNL, özellikle genel anestezi açısından yüksek riskli hastalarda güvenle ve başarı ile uygulanabilir. Bu konuda yüksek volümlü ve prospektif çalışmalara gereksinim vardır. Anahtar Kelimeler : Anestezi, Spinal, Nefrolitotomi VS-70 PERKÜTAN NEFROLİTOTOMİDE KOMPLİKASYON U ÖNGÖREN FAKTÖRLERİN BELİRLENMESİ Mesut Altan1, Bahadır Haberal1, Burak Çıtamak1, Emrullah Söğütdelen1, Ali Cansu Bozacı1, Cenk Yücel Bilen1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ad Amaç 1 Perkütan Nefrolitotomi (PCNL) yapılan hastalarda perioperatif gelişen komplikasyonlara neden olan faktörlerin belirlenmesi. Materyal-Metod Ocak 1997 ile ekim 2014 tarihleri arasında nefrolitiazis nedenli PCNL yapılan 2268 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Perioperatif gelişen komplikasyonlar Clavien sınıflama sistemi kullanılarak sınıflandırıldı. Hastanın yaşı, cinsiyeti, cerrahi tarafı, taş sayısı (tek, multiple), taşın staghorn olması, soliter ve atnalı böbrek olması, tek bir yerleşimi olan taşlar için taşın yerleşim yeri (alt pol, üst pol, orta pol, renal pelvis) ile komplikasyon gelişmesi ( komplikasyon yok/var) ve komplikasyon derecesi (Clavien 3-4-5/diğerleri) arasındaki ilişki araştırıldı. Veriler SPSS 17.0 programında analiz edildi. Her bir parametre tek değişkenli analiz (ki-kare) ile değerlendirildi. Tek değişkenli analizde anlamlı olan parametreler çok değişkenli analiz yapılarak değerlendirildi. Bulgular Ortalama operasyon yaşı 45±13 (17-80) yıl, kadın erkek oranı ise 744/1524 olarak bulundu. 486 (%21,4) hastada en az Clavien grup 1 komplikasyon gelişti. 3 (%0,1) hastada Clavien 5, 2 (%0,1) hastada Clavien 4b, 3 (%0,1) hastada Clavien 4a, 219 (%9,2) hastada Clavien 3b, 19 (%0,8) hastada clavien 3a, 209 (%9,7) hastada Clavien 2, 31 (%1,4) hastada ise Clavien 1 komplikasyon geliştiği görüldü. Tek değişkenli analizde taşın staghorm olması (p<0,001), taş sayısının multiple olması (p=0,002), soliter börek olması (p=0,001) ve tek yerleşimli taşlar için üst pol yerleşimli olması (p=0,06) ile komplikasyon gelişimi arasında anlamlı ilişki bulundu. (tablo 1) Çok değişkenli analizde soliter börek (p=0,005) ve staghorn taş olması (p<0,001) komplikasyona neden olan anlamlı parametreler olarak ortaya çıktı (HR sırası ile; 1,902, 1,697). Soliter böbrek (p<0,001), staghorn taş (p=0,001), taş sayısının multiple olması (p=0,001) Clavien 3 ve üzeri komplikasyonları öngören parametreler olarak bulundu. Çok değişkenli analizde yine bu üç parametre yüksek clavien sınıflamasına sahip komplikasyonları öngören parametreler olarak bulundu. ( p=0,002, p=0,026, p=0,012 ve HR; 2,235, 1,474, 1,478, sırasıyla). Sonuç Böbrekte tek bir bölgede yerleşimli taşlar için üst pol yerleşimi komplikasyon gelişimi için risk faktörüdür. Soliter börek, staghorn taş, multiple taş sayısı komplikasyon gelişimi ve komplikasyon şiddetinin artışı (Clavien sınıflaması) için bağımsız birer risk faktörleridir. Anahtar Kelimeler : Perkütan Nefrolitotomi Komplikasyon
Benzer belgeler
Full Text - Turkish Journal of Urology
diseksiyonudur. (1) Kasa inzvaze olmayan ancak progresyon açısından yüksek riskli kabul edilen
hastalarda da önerilen tedavi radikal sistektomidir.
Minimal invaziv cerrahi prensipleri ışığında ilk ...
İleri laparoskopik cerrahi için yeni bir klinik nasıl kurulur?
laparoscopic extirpative renal surgery. J Endourol. 23(9): 15031507, 2009.
10. Rassweiler J, Stock C, Frede T, Seemann O, Alken P. Organ
Retroperitoneal Fibroziste Cerrahi Tedavi: Nelere Dikkat Edilmeli?
histerektomi sırasında üreter obstrüksiyonu gelişen bayan hastadır. Perkütan nefrostomi işleminden 3
hafta sonra robotik eksplorasyon uygulanmıştır. Üreter izole edildikten sonra iliak bifurkasyon
...