2015 Eğitim ve Öğretim Yılı
Transkript
2015 Eğitim ve Öğretim Yılı
HAZİRAN 2015 SAYI: 16 c ELMA AGACI ODTÜ GELİŞTİRME VAKFI ÖZEL LİSESİ TEKNOLOJİ NEREYE GİDİYOR? KAPAK KONUSU Teknoloji Nereye Gidiyor? Geçen sayımızda teknolojiye biraz giriş yapmıştık. Gördük ki; teknolojinin gidişatı başlı başına incelenmesi gereken bir konu. Bu nedenle bu sayımızı teknolojinin gidişatına ayırdık. Neden teknoloji değil de, gidişatı, diye sorulabilir. Teknoloji zaten sürekli olarak gelişiyor ve her gün yeni teknolojik ürünler piyasaya sürülüyor. Bu süreçte temel bilimlerin teknolojiye etkisi nedir? Teknolojiyi nasıl yönlendiriyor? Bunları ele alalım istedik. Arada bizlerin de ilgisini çeken teknolojilere ve ürünlere yer verdik. Zevkle okuyacağınız bir dergi ile sizleri başbaşa bırakıyoruz. Yeni sayılarda buluşmak üzere.. ELMA AĞACI ODTÜ GELİŞTİRME VAKFI ÖZEL LİSESİ ODTÜ GELİŞTİRME VAKFI EĞİTİM HİZMETLERİ A.Ş. ADINA Deniz Keskin Kurucu Temsilcisi ANKARA OKULLARI GENEL MÜDÜRÜ Dr. Nevzat Adil OKUL MÜDÜRÜ Sema Aydın Keykan YAYIN KURULU Kimya Zümresi GRAFİK, TASARIM Burhan Acarsoy YAZIM İNCELEME KURULU Burhan Acarsoy Hayriye Topçuoğlu Bu dergi 2140 sayılı Tebliğler Dergisi’nde belirlenen esaslara göre hazırlanmıştır. Haziran 2015 “Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder.” ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 İÇİNDEKİLER KAPAK KONUSU:TEKNOLOJİ NEREYE? EMİNE AYBALA DENİZ, “BİZİ BEKLEYEN TEKNOLOJİ”..............................................6 KEREM AYDIN, “TEKNOLOJİ HAYATIMIZA NELER KATAR?” .............................10 DORA TÜTÜNCÜ, “ELMANIN İKİ YARISI – FİZİK VE TEKNOLOJİ“......................11 İLKEM ŞAHİN, “KİMYA VE TEKNOLOJİ”.................................................................12 BERİL BÜYÜKHATİPOĞLU, “LENSLERE SON“.........................................................15 CEYDA ELÇİN KAYA, “BİYOLOJİ VE MICROARRAY TEKNOLOJİSİ”.......................16 ALPER TANRISEVER, “ORTAÇAĞDAN GÜNÜMÜZE TIBBIN EVRİMİ”............ 18 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 EGE YÜCESOY, “NÜKLEER ENERJİ”.............................................................................................22 CEYDA ELÇİN KAYA, “TEKNOLOJİ NEREYE GİDİYOR?”..........................................................24 MERT MOLU, “ÇAĞLAR BOYU KULLANILMIŞ BİYOLOJİK SİLAHLAR”...............................28 DORUK GERÇEL, “KİMYA, TEKNOLOJİ, GELECEK VE ÖTESİ”..................................................30 GREEN TEAM, “KARBON AYAK İZİ”................................................................................32 GREEN TEAM, “GREEEN - AVRUPA ÇEVRE EĞİTİMİ AĞI”..............................................34 AKILLI ELLER TAKIMI, “11. BULUŞ ŞENLİĞİ ”.........................................................................36 KARİKATÜR: (ARKA KAPAK) ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 BİZİ BEKLEYEN TEKNOLOJİ Aybala Deniz 10-C Bu gelişmelerden ilki derinin altına yerleştirilen çipler. Çipler ilk olarak İsveçli bir şirket tarafından çalışanlarının işe giriş çıkışlarını takip edebilmek amacıyla Şubat 2015’te kullanılmaya başlandı. Ellerine yerleştirilen pirinç tanesi büyüklüğündeki çipler yardımıyla çalışanlar iş merkezindeki güvenlik kapılarından bir kart gerekmeksizin geçebiliyor, kantinden alışveriş yapabiliyor ve fotokopi makinelerini kullanabiliyorlar. Çip, kredi ve metro kartlarında da kullanılan radyo-frekans tanımlama sistemi ile çalışıyor. Çipli sistem bu haliyle oldukça işlevsel ve yaşamlarımızı kolaylaştıracak bir buluş gibi görünüyor, tabi doğru şekilde kullanılırsa. Ve sırada, geri dönüştürülebilir materyallerden yapılan teknolojik aletler var. Güney Kore’nin lider cep telefonu üreticisi Samsung’un 10 Haziran 2012’de satışa sunduğu “Galaxy Exhilarate”, bu kategoriye en güzel Teknoloji, bugün hayatlarımızda çok önemli bir yere sahip ve bu sonu gelmeyen bilim dalı çok kısa bir zamanda çok büyük bir hızla gelişiyor. Bundan elli yıl öncesini, bilgisayarların yeni yeni tarih sahnesine çıktığı yılları düşünelim. O yıllarda yaşamış bir insana bilgisayarların yardımıyla evden bile çıkmadan alışveriş yapabileceğini, arkadaş edinebileceğini, sınırsız bilgiye ulaşabileceğini söyleseydiniz size inanır mıydı? Elbette ki hayır. Oysa yalnızca elli yıl kadar kısa bir süre içerisinde bilgisayarların dahil olmadığı bir alan kalmadı. Üstüne üstlük bu araçlar ceplerimize sığabilecek kadar da küçüldü. Ben de bu yazımda bugün hayal bile edemeyeceğimiz teknolojik gelişmelerden yalnızca birkaçını kısaca tanıtacağım. 6 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 örneklerden biri. Bu çevre dostu akıllı telefonun diğerlerinden farkı, yapımında %80 oranında geri dönüşümlü materyal kullanılmış olması. Böyle bir telefon şu an alanında bir ilk. Umarım Samsung’un bu hareketi geri dönüşümlü materyallerin daha çok elektronik aletin yapımında kullanılmasına öncü olur. Bir de nanoteknoloji ve akıllı materyaller var tabi. Gerçi biz artık çok yabancı değiliz bu terimlere, hayatlarımıza gireli yıllar oldu. Hemen hemen her alanda etkilerini görmek mümkün. Marmara Üniversitesi Nanoteknoloji ve Biyomalzemeler Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde planlanan ve “tekstil yüzeylerinde elektromanyetik kalkanlama” adı verilen bir proje başlatıldı. Projenin amacı, giysilerin üstünü borlu materyal ile kaplayarak, vücudumuzu manyetik alanlara karşı korumak. Yani böyle bir kıyafet giydiğinizde çevrenizdeki elektronik aletlerin yaydığı radyasyona maruz kalmayacak, bu dalgaların vücudunuza uzun vadede verdiği zararlardan ve bu sebeple ortaya çıkan alzheimer, katarakt, kanser gibi hastalıklardan da büyük ölçüde korunabileceksiniz. Kanser demişken, yine aynı üniversitede başlatılan bir çalışma ile vücudumuza aldığımız ilaçlar istenilen organ ve dokulara yönlendirilebilecek. Bu, kanser hastalığının ortadan kaldırılması yolunda devasa bir adım. Ayrıca kemoterapinin hastanın vücuduna verdiği zararlar de engellenmiş olacak; çünkü kemoterapide verilen ilaç bütün vücudu etkileyip birçok sağlıklı hücrenin de kanserli hücrelerle birlikte ölmesine yol açarken, bu sistem sayesinde ilaç doğrudan kanserli hücreleri etkileyecek. Nanotıptaki bu yeni yöntem şöyle işleyecek: Damarlarımızın içinde dolaşabilecek kadar küçük bir baloncuğun içine ilaç ve altın partikülleri yüklenecek, baloncuk istenen yere damarlardan kan yoluyla hareket ettirilecek. Baloncuğun kontrolü ultrason yardımıyla sağlanacak. Altının konmasının nedeni ilacın ultrason yardımıyla vücutta istenilen şekilde hareket ettirilmesinin en kolay yolunun yanında bir de metal bulunuşu olması. Zaten altının vücudumuza hiçbir zararı yok, diş kaplamalarında da kullanılıyor. 7 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 Teknolojiden bahsedip Tesla’yı anmamak olmaz. Gelmiş geçmiş en büyük dahilerden olan, Nikola Tesla tarafından, yapımı çok önceden düşünülmüş, yapılırsa yeni bir çağ bile açabilecek bir teknolojiden bahsetmek istiyorum: Dünya çapında bir telsiz sistemi aracılığıyla bol ve ucuz elektrik iletimi. Büyük mucit ve bilim adamı, alternatif akımla üretilen elektromanyetik dalgaların enerji iletmekte kullanılabileceğini savunuyordu. Kendisi bu icadının büyüklüğünü açıklamak için şu ifadeleri kullanmıştı: “Bana böyle bir tesis kurarsanız, İngiltere’den ABD’nin ışıklarını yakabilirim.” Ancak böyle bir proje için çok büyük ve pahalı bir tesis gerekliydi ve maalesef o zamanlar Tesla’nın fikirlerine gereken önem verilmedi. Son olarak, “üç boyutlu yazıcılar”da unutmamak gerek. Üç boyutlu yazıcılar, bilgisayarda oluşturulan üç boyutlu bir çizim dosyasından üç boyutlu katı bir cisim yapan araçlardır. Bu 8 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 işlem sırasında yazıcı, çizimdeki nesneyi tabanından başlayarak plastik katmanlar halinde oluşturur. Günümüzde bu tip yazıcılar mimarlıktan kuyumculuğa, sanayiden protez ve alçılara birçok alanda kullanılıyor, hatta bu tip yazıcılarla hücre bile üretilebiliyor. Ancak bu konuda en önemli adım geçen sene İngiltere’deki Edinburgh Üniversitesi araştırmacıları tarafından atıldı: İlk defa bir üç boyutlu yazıcıyla kök hücre üretildi. Kök hücreler insan vücudundaki ana hücrelerdir. Henüz farklılaşmamış olan bu hücre grubu, her türlü organ ve yapıyı oluşturma yeteneğine sahiptir. İleride kök hücreler yardımıyla organ bile üretilebilecek; yani bu buluş sayesinde organ nakli tarih olacak. Başta da söylediğim gibi, teknolojinin başlangıcını bilmiyoruz, sonunu da hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ancak o, iyiye kullanılabileceği gibi kötü emeller için de kullanılabiliyor. Ben sadece iyiye kullanılabileceği alanlardan bahsetmeyi tercih ettim. Umarım gelecekte, teknolojinin sadece hayatlarımızı kolaylaştırması ve yaşam kalitemizi yükseltmesi amacıyla kullanıldığı bir dünyada yaşarız. Not: Bu yazıyı yazmamda büyük emeği geçen Şafak Açıkgöz’e teşekkür ederim. Kaynakça: - http://www.dunyabulteni.net/m/ gunun-haberleri/321205/isvecte-cipli-insandonemi-basladi - www.donanimhaber.com/cep-telefonlari/haberleri/CES-2012-Geri-donusumlumateryaller-kullanilan-akilli-telefon-SamsungExhilarate.htm - www.on5yirmi5.com/haber/bilimteknoloji/arastirma/127168/nanoteknolojisayesinde-insan-omru-uzayacak.html - www.sabah.com.tr/dunya/2013/02/07/organ-uretecek-3-boyutluyazici - CHENEY, Margaret. (2012). Zamanın ötesindeki deha Tesla. İstanbul: Aykırı Yayıncılık. 9 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 Teknoloji Hayatımıza Neler Katar? Kerem Aydın 10-C Teknoloji insanların hayatlarını kolaylaştırmak ve doğayı yönetmek için ürettikleri aletlerin tümüne denir. Buna göre şu an kullandığımız kalem gibi en basit cihazdan akıllı telefon gibi ürünlerin hepsi teknolojinin bir parçası sayılabilir. Teknolojinin olmaması insanları diğer canlılardan farksız kılacağı için teknolojisiz bir hayat düşünülemez. Günümüzde insanlar bilime ve teknolojinin gelişmesine diğer dönemlere göre daha çok önem vermektedirler. Bu önem teknolojinin gelişimini hızlandırmış ve teknolojiyi takip etmeyi zorlaştırmıştır. Örnek vermek gerekirse her geçen gün bilgisayarlarımız güçlenmekte telefonlarımız telefonluklarını yitirmekteler. Bu durum hayatımızın son on beş yirmi sene içinde çok hızlı bir şekilde değişmesine sebep olmuştur. Teknolojinin hayatımıza son yıllarda neler kattığını günümüzü ve yirmi sene öncesini kıyaslayarak rahatlıkla anlayabiliriz. Bence hayatımızı en çok değiştiren cihazlar telefonlar oldu, 1995 yılında hayatımıza telefon kavramı daha yeni girmişti ve cep telefonu denilen cihazlar daha hiç yaygın değildi ve oldukça kullanışsızdı. Fakat 2015 yılına gelince telefonların her evde olduğunu, cep 10 telefonlarının “akıllandığını” ve hayatımızın her alanına girdiğini görüyoruz. Artık mutfaklarımızda mikrodalga fırın, no-frost buzdolapları gibi eşyaların bulunduğunu görüyoruz. Eskiden kendileri kocaman ekranları küçücük olan tüplü televizyonların yerini ise yüksek çözünürlüklü kâğıt inceliğinde televizyonlar aldı. Arabalar artık daha hızlı ve daha az yakıt tüketiyor ayrıca çevre dostu olma iddiasında. Tarım artık eskiden yapılandan çok farklı, fenni gübreler kullanılıyor, bitkilerin genetikleri değiştirilerek üstün verim ve kalite alınıyor. İnternet kocaman dünyamızı iyice küçülttü ve küçücük dünyamızdaki her şeyi ulaşılabilir hale getirdi ve bunun gibi binlerce örnek.... Hayat teknoloji sayesinde 20 sene içinde ne kadar çok değişmiş değil mi? Bu değişim olumlu mu yoksa olumsuz yönde mi hiçbir zaman kesin olarak bilemeyiz ama teknolojinin hayatımızı çok etkilediği açık. Hatta teknoloji hayatımıza çok şey katmıştan çok “Teknoloji hayatın yani değişim ve gelişimin kendisidir.” denebilir. ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 ELMANIN İKİ YARISI – FİZİK VE TEKNOLOJİ Etrafınıza bakın. Neler görüyorsunuz? Kuşlar, binalar, arabalar, belki de daha birçok farklı şey. Ama aslında yakından baktığınızda, her şeyin fiziğe dayalı olduğunu görebiliyorsunuz. Dondurmanızın yere düşmesi, kartopu oynarken kartopunuzun arkadaşınızın kafasına çarpmasına kadar her şey fiziğe dayalı. Ve tabii ki günümüz teknolojisinde de. Teknoloji fiziksiz anlamsızdır. Elektronik aletlerinden ulaşım araçlarına kadar her şeyde teknoloji ve fizik bilgileri birleştiriliyor. Fiziğin varlığı olmadığı düşünülerek araçlar üretilemez. Fizik kuralları doğrultusunda faydalanan teknoloji kendi üretimlerini geliştirerek bunlara uyum sağlar. Teknoloji fiziğin en gelişmiş halidir. Hayatımızda hareketler, aldığımız nefes, küresel ısınma, çevre kirliliği, harcadığımız enerji, bilgisayar, cep telefonu, araçlar her şey fiziğin temel kuralları içersinde var olmuştur. Fizik kuralları içersinde teknoloji kendisini geliştirebilir. Telefonlar için iletişimi sağlayan uydular dünyamızın çevresinde dolaşımını fizik kurallarını takiben yapar. Teknoloji insanlığın ihtiyaçları doğrultusunda gelişme çabası içine girer ancak hedefe ulaşabilmek için fizikten yararlanır. Örnek olarak TV, buzdolabı, klima, ütü, vs gibi günlük hayatımızda kullandığımız tüm teknolojik aletlerde fizik kullanılır. Mesela ütü içerisinde basit devre elemanlarından dirençler bulunur, bu dirençlerin değeri çok büyük olduğundan elektrik enerjisi ısı enerjisine dönüşür, yani günlük hayatta daha şık olabilmek için bile fizikten yararlanıyoruz. Fizik gün ve gün geliştikçe teknoloji de gelişti; bilgisayarlar, projeksiyon aletleri, akıllı tahtalar gelişti ve gelişen bu aletler de fiziğin öğretiminde etkili yöntemler arasına girdi. Mesela bilgisayarda kullanılan simülasyonlar sayesinde yapamadığımız (fotoelektrik olay da tüp içerisinde gerçekleşen olaylar vs) Dora Tütüncü 9-B deneyleri etkileşimli şekilde inceleyerek daha etkili ve kalıcı öğretimler sağlanılıyor. Sadece ev aletleri de değil, binalarda, ulaşımda, enerji elde etmede bile basit fizikten en karmaşığı bile kullanılıyor. Bir düşünün; süspansiyonlar, arabanın sadece küçük bir kısmı ve ivme bilgisi sayesinde arabaya sistemler yerleştiriyor ve daha rahat bir sürüş sağlıyoruz. Bazı trenlerde ise manyetizmanın temel kuralları kullanılıp, sürtünmeyi en aza indirip 300 km/h in üstüne çıkıyor. Bitmedi; modern fiziğin bize olan katkıları sayesinde küçücük bir atomdan aşırı derecede verimli bir şekilde enerji elde edebiliyor ve kullanıyoruz. Fizik, her gün bize yeni bir bilgi edindiriyor, bizi, çevremizi ve kafamızda oluşan “nasıl” sorularını cevaplamamızı sağlıyor. Ve zaman geçtikçe bu bilgi, bizim yaşamımızı kolaylaştırıyor, insanoğlunun yapabilecekleri kat kat arttırıyor. Kim bilir gelecekte fizik bize nasıl bilgiler ve icatlar sunacak… Kaynakça: Resimli Evren Atlası- Mark A. Garlick The World Book Encylopedia of Science Vol.2 11 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 KİMYA VE TEKNOLOJİ İlkem Şahin 11-E Kimya, birçok alanda teknolojik gelişime yardımcı olan bir bilim dalıdır. Gıda, ilaç, boya, sağlık, petrol gibi birçok sektörde teknolojik gelişmelere ışık tutan önemli kaynaklardan birisi kimyadır. Kimyanın bu yönünü fark edip teknolojik inovasyonlarına kimyayı da katarak çevresel koruma ve sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştiren önemli şirketlerden biri ise BASF’dir. Badische Anilin- und Soda-Fabrik(BASF) 1965 yılında Almanya’da kurulmuş bir kimya şirketidir. Portföyünde kimyasallar, boya, plastik, gıda, petrol ve gaz gibi ürünler yer alır. “Sürdürülebilir bir gelecek için kimya yaratıyoruz.” sloganıyla yola çıkarak toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için birçok inovasyon yapmışlardır. İnovasyonlarında ilk olarak insanların ihtiyaçlarını belirleyip daha sonra ise belirledikleri ihtiyacı karşılamak adına hangi sektörde bir yeniliğe ihtiyaç olduğunu belirlemişlerdir. Örneğin “Raw Material Change” adını verdikleri teknolojik araştırmada ham petrol yerine kullanılabilecek yeni ham maddeler üretmeye çalışmışlardır. Böylelikle uzun vadede petrol bittiği zaman da kullanılabilecek ham maddeler üretmeyi hedeflemişlerdir. 2013 yılında başladıkları araştırmada “syngas” adı verilen ürünün çevre dostu bir şekilde hidrojen ve oksijenden üretimini sağlamaya çalışmışlardır. Bunun için de kimyanın da büyük bir bölümünde kullanılacağı inovatif bir teknoloji geliştirmeye çalışmışlardır. Bunun için ise ilk önce yeni üretilen yüksek sıcaklıkta çalışan bir teknolojik alet kullanarak 12 doğal gazdan karbon ve oksijen üretilecektir. Bu işlem mümkün olduğunca az masrafa sebep olacak ve çevre dostu olacaktır. İkinci aşamada ise CO2 ve hidrojen gazları kullanılarak syngas üretilecektir. Bu şekilde üretilen syngas hem çevreye zarar vermemiş hem de kimya endüstrisi için kullanılabilecek önemli bir ham madde olacaktır. BASF şirketi bunun gibi kimyayı kullanarak insanların ihtiyaçlarını yeni teknolojik aletlerle karşılamanın yanı sıra aynı zamanda kimya adına da gelişmelere yardımcı olacak yeni teknolojik ürünlere de imza atmaktadır. Aynı zamanda BASF şirketi “Biz kimya yaratıyoruz” adlı bir kampanyayla da karşımıza çıkmaktadır. Bu kampanyanın üç farklı ana başlığı vardır: Kaynaklar, çevre ve iklim, yaşam kalitesi ve gıda ve beslenme. Örneğin kaynaklar, çevre ve iklim için “Deniz suyunu nasıl içme suyuna dönüştürebiliriz?” gibi bir soru üzerine çalışmışlardır. Bunun için ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 ise kireçlenmeyi kontrol eden Sokalan adında bir ürün geliştirerek kimya yaratmışlardır. Yaşam kalitesi başlığı içinde işledikleri bir sorunda sivrisineklerdir. Sivrisineklerin bazıları özellikle Güney Afrika’da sıtma hastalığından dolayı birçok insanın hayatını kaybetmesine sebep olmaktadır. Bunun için Interceptor adı verilen cibinlikleri üretmişlerdir. Ve böylelikle orada yaşayan insanları ve çocukları korumuşlardır. Gıda ve beslenme için çiftçilerin artan nüfusu nasıl doyurabileceğini düşünmüş ve yenilikçi çözümleri ile hastalık ve kuraklık gibi zararlı etkilerden korurken aynı zamanda ürünlerin kalitesini de arttırmayı başarmışlardır. Kısacası BASF kimyanın şu an günümüzde yaşadığımız birçok sorun için çözüm üretebileceğini fark etmiş bir şirkettir. Dünyanın her tarafından milyonlarca insanın hayatını kolaylaştıran teknolojik inovasyonlara imza atmışlardır ve bunu kimya sayesinde yapmışlardır. Yani kendi sloganlarında da belirttikleri gibi kimya yaratmayı ve bunu insanların yararı için kullanmayı başarmışlardır. Teknoloji, insanlığın ilk yıllarından beri vardır; İnsanların düşünmeye başlamasıyla beraber ortaya çıkan ve insanların hayatını kolaylaştıran nesneler ve aletler bütünüdür. Teknolojik aletlerin gelişimi zaman ilerledikçe artmıştır ve inceledikleri konular değişim göstermiştir. Bu teknolojik gelişim; kimya, fizik ve biyoloji gibi fen bilimlerinde meydana gelen gelişimler ile sağlanmıştır ve birbirleriyle sürekli etkileşim içindedirler. Kimyada; atomun en küçük parçacıklarına kadar incelenebilmesiyle beraber devrim niteliğinde gelişmeler sağlanmıştır. Maddelerin yeniden yapılandırılması ve düzenlenmesi ile beraber uzay alanında, sağlık alanında ve enerji alanında büyük gelişmeler meydana gelmiştir. Uzay çalışmaları: İnsanlar her zaman sınırlarını geliştirmek istemiştir. Kimyada ve fizikte beraber meydan gelen gelişmeler de buna olanak sağlamıştır. Uzay araştırmaları için bir sürü uydu hazırlanmış, robot hazırlanmış ve gezegenlere gönderilmiştir. Bunun dışında Dünya’nın yerçekimi alanında olan Uluslararası Uzay İstasyonu’nun (International Space Station) faliyetleri artmıştır. Bu uzay istasyonu, dış yüzeyinin Güneş’ten gelen zararlı ışınlardan etkilenmemesi için özellikle hazırlanmıştır. Bu dış yüzey ışınları geçirmemesi için özel kimyasallardan ve malzemelerden hazırlanmıştır. Ayrıca iç basıncın ve dış basıncın dengelenmesi, bu şekilde de astronotların araştırmalarını rahatlıkla sürdürmesi için fiziksel ve kimyasal faktörlerden yararlanılmıştır. Bu uzay istasyonu diğer güneş sistemlerinin 13 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 ve gezegenlerin kimyasal bileşenlerinin rahatlıkla belirlenmesi ve gözlenmesi için eşsizdir. Bu şekilde Dünya’ya benzeyen bazı gezegenler bulunmuştur. Bu gezegenler insan ırkının devamlılığının koloniler gönderilerek sağlanması için belirlenmektedir. Sağlık Çalışmaları: Simyanın en büyük amacı ölümsüzlük iksirini bulmaktı. Kimyanın ve sistematik bilginin oluşması ile beraber ölümsüzlüğün sağlanamayacağı anlaşıldı; lakin insanların en büyük amaçlarından biri ömürlerini mümkün olabildiğince uzatmaktır. Günümüzde, ilaçlar ile beraber hastalıklar rahatlıkla tedavi edilmektedir. Bunun dışında genetik alanında yapılan gelişmeler insan yaşam kalitesini arttırdığı gibi ömrünü de uzatmaktadır. Kaza sonucu meydana gelen derin yaralanmalar veya doku kayıpları kök hücre teknolojisi ile onarılabilmektedir. Kulak gibi organlar yapılandırılmaya başlanmıştır. Kol ve bacak gibi büyük ve hareketli sistemleri de oluşturma çalışmaları başlamıştır. Bu çalışmaların gerçekleşmesi biyo-kimya alanındaki çalışmalar ile sağlanmıştır. Doku uyumunun sağlanması bu alandaki en zor aşama olduğu gibi sadece biyo-kimyasal reaksiyonların kontrol edilmesi ile sağlanmaktadır. Enerji Çalışmaları: Atomun parçalanmasıyla beraber nükleer enerji kullanılmaya başlamıştır. Nükleer enerji santralleri birçok ülkede kurulmuştur ve ABD ve Rusya bu konuda öncü ülkelerdir. Nükleer enerji nüfusu büyük olan ülkelerin enerji gereksiniminin büyük bir kısmını karşılamaktadır. NASA’nın yaptığı araştırmalara göre termik santraller yüzünden meydana gelecek 64 gigaton karbondioksit salınımı 1.84 milyon insan ölümü engellenmiştir. Buna karşın bu santrallerin kontrolleri dikkate alınmalıdır. Açığa çıkan enerji miktarı fazla olduğundan dolayı açığa büyük miktar ısı enerjisi çıkmaktadır. Bununla beraber patlamalar meydana gelmektedir. Tedbirsizlik ve dikkatsizlik bu kazaların birincil sebebidir ve yüksek radyasyondan dolayı büyük zarar vermektedir. Çernobil kazası bunun en önemli örneğidir. Kimya’nın ve teknolojinin insanlığa sağladığı katkılar büyüktür ve bunlar zaman geçtikçe gelişmektedir. 14 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 LENSLERE SON Beril Büyükhatipoğlu 10- E HABER: “Müjde! Artık lenslere son! Kalıcı olarak göz renginizi değiştirip, mavi gözlü veya yeşil gözlü olabilirsiniz. “ Acaba bu haber doğru mu veya faydalı mı buna bir göz atalım.Fakat önce gözün anatomisini hatırlayalım. Göz bildiğimiz üzere, ışığı algılayarak görmemizi sağlayan bir organdır. Gözün iç tarafında, iris denilen renkli bir tabaka vardır. Bu tabaka, kişinin genetik yapısına göre kiminde koyu kahverengi kiminde ela kiminde yeşil kiminde de mavi olabilmektedir. Bu tabakada melanin denilen önemli bir pigment vardır. Eğer melanin çoksa göz koyu renkli, melanin azsa göz açık renkli olur.Ayrıca bu tabaka fazla ışık ve güneşte, gözün arka tarafına fazla ışığın geçmemesi için küçülür. Az ya da loş ışıkta ise, daha fazla ışık alabilmesi için büyür. Bir grup Amerikalı tıp doktoru 10 yıllık deney ve araştırmalarına dayanarak, 20 saniyede göz rengini kalıcı bir şekilde değiştirebildiklerini iddia etmektedirler. Bu kalıcı göz renginin değiştirilmesi uygulaması ile, gözün iris tabakasına 20 saniyelik bir frekansa ışık tutuluyor ve koyu renkli göz oluşumunu sağlayan fazla melanin pigmenti ortadan kaldırılıyor. Bu lazer uygulamasından 2-3 hafta sonra ise göz rengi kalıcı olarak maviye dönüşüyor. Fakat bu işlem sadece kahverengi göz renginden maviye dönüş için kullanılmaktadır ve bu işlemin geri dönüşümü bulunmamaktadır. Yani, bir daha rengi geriye döndürmek veya değiştirmek mümkün değildir. Bu işlem yaklaşık 5000 dolar tutmaktadır ve daha Türkiye’de uygulanmaya başlanmamıştır. Ancak Türkiye’de de 1-2 yıl içinde bu uygulama aktif hale gelecektir ve 20 saniye içerisinde göz rengi kalıcı olarak değiştirilebilinecektir. Bir de bu olaya Prof.Dr. Kadir Büyükhatipoğlu’nun gözünden bakalım. “Evet, artık teknolojinin ilerlemesiyle Lumineys yani göz renginin değiştirilmesi ultra hassas lazerler ile mümkün. Bu olayla lazer irisin melanin pigmentlerini yok eder ve göz rengi daha açık bir hale getirilir. Ancak, gözleri açık renkli olan arkadaşlarımız daha iyi anlayacaklar; açık renkli göz, fazla ışıktan kolaylıkla rahatsız olur, kızarık ve hassastırlar ve kolay sulanırlar. Bu sağlık açısından yararlı bir şey olmasa gerek. Sadece estetik kaygısıyla bu operasyonun yapılmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Başta da söylediğimiz gibi bu azaltılmış melanin pigmenti nedeniyle gözün diğer kısımlarının fazla ışıktan rahatsız olunması pek özenilecek bir özellik değildir. Demek istediğim şu ki, sağlık açısından bu operasyonu onaylamıyorum. Eğer estetik çok önemseniyorsa bu operasyonun yerine, bir göz hekimine danışılarak kozmetik kontak lens kullanılabilir ve istenilen göz rengine sağlıklı ve kolay bir şekilde ulaşılır.” KAYNAKÇA: Op.Dr. Kadir Büyükhatipoğlu GENETİK, William S.Klug & Micheal R. Cummings, sy.405 15 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 BİYOLOJİ VE MICROARRAY TEKNOLOJİSİ Ceyda Teknoloji gün geçtikçe gelişiyor değişiyor. Moleküler biyolojinin bilgisayar teknolojileriyle paralel olarak ilerlemesi iki dalı birbirine yaklaştırmış ve harika sonuçlar ortaya çıkmasına sağlamıştır. Sonunda biyoteknolojinin ulaşabileceği son noktalardan biri olan gen çip ya da diğer adıyla mikroarray teknolojisi ortaya çıkmıştır. Microarray tekniğinin ilk girişimleri Shalon ve Schena tarafından gerçekleştirilmiştir. Elçin Kaya 10-D “DNA microarray’i cam, plastik veya silikon çip gibi katı bir yüzeye tutturularak sıralı bir şekilde (array) oluşturulmuş mikroskobik DNA spotlarıdır. Bir microarray’de bu spotlardan onbinlerce vardır “. Microarray’lerin üretiminde birçok yöntem vardır. Cam lamlar üzerine ince uçlu iğnelerle baskı, önceden hazırlanmış maskelerle fotolitografi, ink-jet baskı, mikroelektrod array’lerinde elektrokimya gibi... Hepsi alanında uzman kişiler tarafından yapılır ve en minik ayrıntısına kadar incelenir. (NHGRI, 2011) Herkesin anlayacağı şekilde mikroarray çiplerini 2 yolla hazırlayabilirsiniz: • DNA ya da gen parçalarını doğrudan cam maddenin üzerinde sentez ederek • DNA’nın direkt olarak yüzeye bırakılması tekniğiyle… Bu teknik kullanılırken genomik DNA’nın parçaları alınarak direkt, fiziksel olarak cam yüzeydeki yerlerine bırakılır. Gen fonksiyonlarının “bütün resmini” görmek bilinen, günümüz yöntemleriyle zordur. Gen çip teknolojisinin büyük bir ilgi görmesinin nedeni, bütün genomun basit bir çip üzerinde görüntülenebilmesi ve bu sayede bilim adamlarının aynı anda binlerce genin birbirleriyle olan etkileşimlerini görmesine olanak tanımasıdır. 16 Açık ve her hangi belirli bir hücrede kapalı olan genlerin belirlenmesi için, bir araştırmacı öncelikle bu hücrede bulunan haberci RNA molekülleri toplamak gerekir. Araştırmacı sonra mRNA’ya tamamlayıcı cDNA’yı üreten bir ters transkriptaz enzimi (RT) kullanarak her bir mRNA molekülü kodlar. Bu işlem sırasında flüoresan, nükleotid cDNA bağlıdırlar. Tümör ve normal dokular farklı floresan boyalar ile etiketlenir. Daha sonra, bir araştırmacı, ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 bir DNA mikro-dizi slayt üzerine etiketli cDNA’ları yerleştirir. (NHGRI, 2011) Hücrede mRNA’ları temsil etiketli cDNA lar sonra hibridize olur ya da microarray üzerindeki tamamlayıcı DNA’larına üzerlerinde ona ait florasan işaretini bırakarak bağlanırlar. Daha sonra bir araştırmacı, mikroarray slayttaki her nokta ve alanlardaki floresan yoğunluğunu ölçmek için özel bir tarayıcı kullanması gerekir. Bir gen aktif ise birçok mRNA molekülü ve buna bağlı olarak microarray üzerindeki DNA’yı hibridize eden ve bununla beraber parlak bir florosan alanı yaratan daha fazla cDNA üretir. (NHGRI, 2011) Araştırmacılar sık sık farklı zamanlarda çeşitli genlerin aktivitesini incelemek için bu tekniği kullanmıştır. DNA mikroarray kanser hücrelerindeki gen ekspresyon farklılaşmasının karakterize edilmesinde oldukça kapsamlı bir şekilde kullanılır. Örneğin, insan akciğer epitel hücreleri tarafından ekspresyonu yapılan yaklaşık 5500 gen, akciğer kanserli doku genleri ile karşılaştırılabilmektedir. Böylece kanserleşme sürecinde rol oynayan gen takımları hakkında bilgi edinmek mümkündür. En sonunda durdurak bilmeyen teknolojinin de yardımıyla tüm kalıtsal hastalıkların ve kanser hücrelerinin microarray teknolojisi ile açıklığa kavuşması hatta tam tedavisi mümkün olabilir! Kanser tedavisindeki bir diğer önemli rolü, gen ekspresyon durumlarına göre kanserleşen hücrelerin sınıflandırılabilmesidir. (Shena, Shalon, Davis, Brown, 1995) Belki birkaçımızın daha önce duyduğu, çoğumuzun ise yeni keşfettiği microarray teknolojisi görüldüğü üzere kısa sürede ve oldukça pratik olarak birkaç bin genin analizini yapmayı mümkün hale getirmektedir. KAYNAKÇA: 1) Schena M, Shalon D, Davis RW, Brown PO. (1995). Quantitative monitoring of gene expression patterns with a complementary DNA microarray. Science. Oct 20; 270 (5235): 467-70. 2) National Human Genome Research Institute, 2011 17 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 Ortaçağ’dan Günümüze Tıbbın Evrimi Alper Tanrısever 11-A Tıbbın babası olarak anılan İyonyalı hekim Hipokrat; “Bir hekim geçmişi söyleyebilmeli, anı bilmeli ve geleceği öngörebilmeli” demiştir. Günümüz tıp teknolojisi, “geleceği öngörebilen” birçok doktor ve bilim insanı sayesinde inanılmaz bir hızla gelişmekte. Bugün birkaç ilaç ve biraz dinlenmeyle atlatılabilen çoğu hastalık, eskiden salgınlar halinde binlerce insanın ölümüne yol açmaktaydı. Örneğin, 1347-1351 yılları arasında baş gösteren, “Kara Veba” veya “Kara Ölüm” ismiyle anılan veba salgını; Avrupa nüfusunun üçte birinin ve dünya genelinde 75 milyon insanın ölümüne yol açmıştı. Günümüzde, bu hastalığa yol açan “Yersinia pestis” bakterisi, birkaç basit antibiyotik yardımıyla tamamen etkisiz hale getirilebiliyor. Simyacılıktan ve alternatif tıp metodlarından laboratuvar ortamına geçiş, deneme-yanılmanın yerini akademik ve sistematik çalışmaya bırakması ve modern tıbbın doğuşu; bu örnekteki gibi çoğu hastalığın nedeninin ve tedavisinin bulunmasını böylece tıp biliminin ilerlemesini sağladı. Yine de, ilkel tıbbın ve birçok uygulamasının günümüz tıbbının gelişimine yol açtığı inkar edilemez bir gerçektir. Ortaçağ’da tıp, günümüzde olduğundan çok daha tehlikeli ve sıradışıydı. Bilim üzerindeki kilise baskısı nedeniyle çoğu hekim kilisenin onayladığı klasik tedavi tekniklerini uygulamaktaydı. Kilise, 18 çoğu ilacın kullanımını sınırlamaktaydı, bu yüzden tedaviler acı dolu ve tehlikeliydi. Ayrıca insan anatomisi hakkındaki bilgisizlik, batıl inançlar ve kötü koşullar da birçok yanlış tedavinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Maalesef çoğu tedavi amacına ulaşmaktan çok hastaya zarar vermekteydi. 1. Ameliyatlar Ameliyatlar hem hasta hem de doktor için oldukça eziyetliydi. Cerrahların; insan anatomisi ile ilgili bilgileri sınırlıydı. Ayrıca anestezi ve antiseptik teknikleri de gelişmediği için hem hasta acı duyardı, hem de ameliyat sonrası oluşan yaralar ve enfeksiyonlar çoğunlukla ölüme yol ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 açardı. Dönemin cerrahları genellikle keşişlerdi. Bunun temel nedeni, hem bunun hakkında eğitilmeleri, hem de dönemin en iyi tıp kaynaklarına ulaşabilmeleriydi. Ancak 1215 yılında, Papa keşişlerin cerrahi uygulamalar yapmalarını yasakladı. Bunun üzerine bu ameliyatları yapanlar, köylüler ve biyoloji bilgisi hayvanlara doğum yaptırmaktan daha ileri gitmeyen çiftçiler oldu. Bu dönemde uygulanan ameliyatlar gerçekten sıradışı ve tehlikeliydi. Örneğin, kataraktı olan bir hastanın gözüne kalın bir iğne sokulur ve korneası gözün içine doğru itilirdi. Tahmin edeceğiniz gibi bu uygulama, çoğunlukla hastayı iyileştirmek yerine kör ederdi. Bir başka uygulama da, “trepanasyon” adı verilen bir uygulamaydı. Bu uygulamanın amacı, hastanın kafatasından yuvarlak bir kesit alarak çoğu kafa hastalığını tedavi etmeye çalışmaktı. Araştırmacılar bunun tam olarak hangi amaçlarla yapıldığını anlayamamış olsa da; kırık kemikleri temizlemek veya beyin basıncını hafifleterek migren, baş ağrısı, epilepsi gibi hastalıkları tedavi etmek için kullanılmış olabileceği teorisini ortaya atmışlardır. Hatta bazıları, bunun bir dini ritüel olabileceğini ve kötü ruhları beyinden çıkarmak için yapıldığını düşünmektedir. Bu tedavi yöntemi bazı vakalarda işe yaramış olsa da, yine de çok tehlikeli ve ölüm riski yüksek bir uygulamadır. Ayrıca hemoroid hastalığı da kızgın demirle tedavi edilirdi. Veya, “hemoroide karşı koruyan” Aziz Fiacre’nin ünlü kayasına gidilip orada mucizevi bir şekilde tedavi olunması beklenirdi. Çünkü Fiacre de bu hastalıktan şikayetçiydi ve o kayada mucizevi bir şekilde tedavi olmuştu. Hatta, bu hastalığa o dönemde “St. Fiacre Hastalığı” denirdi. Ancak Ortaçağın en popüler tedavisinin “kan alma” (bloodletting) olduğu söylenmekte. Dönemin hekimleri neredeyse tüm hastalıkların nedenini vücutta bulunan “kötü kana” bağlamaktaydı. Teori; vücutta kan, balgam, sarı ve siyah safra bulunduğu ve bunların dengesinin sağlıkla doğrudan ilişkili olduğu yönündeydi. Bu tedavide basitçe doktor hastanın bir damarını kesip kan akıtırdı, hatta 19 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 bazen sülükler yardımıyla bu kan emilirdi. Böylece hastanın iç sıvıları dengelenmiş olurdu. Bu tedavide de çoğunlukla kan kaybından ve enfeksiyondan dolayı ölümler yaşanmaktaydı. 2. Savaş Doktorluğu Ortaçağ; genellikle savaşlarla dolu olduğundan, doktorlar da çalışmalarını savaş sahasına odaklamış ve uygulamalarında hız ve pratiklik hedeflemişti. Bu dönemin en önemli vakası vücuda saplanan ok ve mızrakların çıkarılmasıydı. Çoğu okun ucu, sopaya kasten yapıştırılmazdı ve vücuttan çekildiğinde ucu içeride kalırdı. Bu nedenle okun vücuttan çıkarılması zorlaşırdı. Bu noktada doktorun yeteneği çok önemliydi. Hatta bu işlem için özel aletler dahi tasarlanmıştı. Genellikle okun ucu “ok kaşığı” adlı aletle çıkarılır ve çıktığı yere antiseptik amaçlı kızgın demirle bastırılırdı. 3. Doğum Ortaçağ’da doğum nedenli kadın ölümleri çok yaygındı. Doğum süreci ölümcül bir süreç olarak algılanmıştı. O kadar ki, Kilise hamile kadınlara doğumdan önce günahlarını itiraf etmelerini ve ölümden sonrası için hazırlanmalarını söylemişti. Bu 20 nedenle ebeler kilisede eğitilir ve uygulamaları Roma Katolik kurallarına göre denetlenirdi. Hatta, doğum ve sancı sırasında büyücülük kullanmayacaklarına dair yemin ettirilirler ve piskopostan onay belgesi alırlardı. Yine de bu kadar önlem ölümleri azaltmazdı, çünkü teknikler de bir o kadar kötüydü. Öyle ki, ters doğacak bir bebeği düzeltmek için yatak ve hasta ters çevrilerek sallanırdı. Bu koşullarda da ya çoğu bebek ölü doğardı, ya da anne ölürdü. 4. Alternatif Metodlar ve Büyü Batıl inançların çok yaygın olduğu bu toplumda, tedavilerin çoğu da büyü kaynaklıydı. Zaten çoğu psikolojik hastaya kötü ruhlar tarafından ele geçirilmiş gözüyle bakılır, bu hastalar çeşitli ritüeller ve ayinler ile tedavi edilmeye çalışılırdı. Bunun dışında bazı fiziksel hastalıklar da batıl inanç yolları izlenerek tedavi edilirdi. Örneğin; hasta odasına taş bırakılır, sonra geri kaldırıldığında altında böcek bulunursa hastanın iyileşeceği kanısına varılırdı. Hatta, “Kara Veba” döneminde hastalar, günah çıkarıp rahip tarafından “reçete ile verilmiş” bir ibadet düzeni ile iyileştirilmeye çalışılırdı. Sonraki zamanlarda, Kilise baskılarıyla çoğu batıl inanç ortadan kalktı ve Katolik prensiplerine göre tedavi başladı. Başka bir batıl inanç da “Yamyamlık Tedavisi”idi. Yerel hekimler insan kanı ve eti gibi şeyleri reçetelerine yazmaktaydı. Romalılar gladyatör kanını epilepsi tedavisi için kullanırdı. Hatta, 17.yy İngiltere Kralı II.Charles hastalıkları için kafatası, kan ve alkolden oluşan karışımlar içmekteydi. Bu tür ilaçların büyülü özellikleri olduğuna inanılırdı. Ölmüş birinin artıklarını tüketmek, o kişinin ruhundan bir parçayı tüketmek demekti. Yani onun enerjisi ve refahı onu içen kişiye geçecekti. Bu uygulama da Kilise denetimiyle ortadan kaldırıldı. Büyü ve batıl inançlar dışında, Ortaçağ doktorları astrolojiden sıkça yararlanmışlardır. Astrologlar öyle saygındı ki, sihirbaz ve büyücü olarak görülürlerdi. Halk, ürün verimini arttırmak, hava durumunu öğrenmek, doğacak çocuklarının kişilikleri hakkında bilgi sahibi olmak için astrologlara danışırdı. Doktorlar da eşit ölçüde astrologlardan bilgi alırdı. Bu dönemde doktorlar yıldız haritalarının bulunduğu takvimlere bakarak teşhislerde ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 bulunabilirdi. Dönemin astrolojisine göre, vücudun her bölgesi Güneş, Ay ve gezegenlerden etkilenir ve burçlar da buna göre sınıflandırılırdı. Hatta, 1500’lü yıllarda her doktor herhangi bir tedaviye başlamadan önce hastanın burcunu öğrenmek zorundaydı. Hastanın yıldız haritası iyice incelendikten sonra, teşhis ve tedavi belirlenirdi. Ortaçağ doktorları diğer her alanda yaptıkları gibi farmakolojide ve ilaç kullanımında sıradışı olmayı sürdürmüştür. İnsan hayatına ciddi bir tehdit olan cıva, doktorlar tarafından sıkça kullanılmaktaydı. Hatta bazı “üfürükçüler”; cıva, arsenik ve kükürt gibi maddelerin kullanımıyla ölümsüz olunabileceği konusunda sözler vermekteydi. Bu uygulamanın en ünlü örneği, Çin İmparatoru Qin Shi Huang’ın ısrarcı bir şekilde cıva içerek ölümsüz olmaya çalışırken ölmesidir. Ayrıca bahsettiğim gibi insan ve hayvan salgıları tüketilerek bazı hastalıklar tedavi edilmeye çalışılmıştır. Bu uygulamaların sonucu çoğunlukla hastanın tetanoz olması veya başka enfeksiyonlar kapması olmuştur. Fakat bu tedavi yöntemi kesinlikle yanlış değildir. Hayvanlardan gelen bazı mikrofloraların antibiyotik etkisi olduğu görülmüştür. Ayrıca idrar da antiseptik olarak kullanılmıştır, ki içinde amonyak barındırdığından bu da yanlış değildir. Bunun dışında domuz safrası da lavman olarak kullanılan maddelerdendir. Anestezi olarak genellikle alkol ve uyuşturucu içerikli maddeler kullanılmıştır. Opium, haşhaş, baldıran suyu, itüzümü gibi maddeler hastaların ağrısını rahatlattığı ve hissizleştirdiği için ameliyatlardan önce kullanılmıştır. Yukarıdaki çoğu örnekte görüldüğü gibi, teknolojinin gelişmesiyle eskiden yapılan birçok uygulama şimdi bize komik gelmekte ve çoğu örnek inanılamayacak kadar sıradışı görünmekte. Ancak evet, bunların hepsi gerçek uygulamalar ve Ortaçağda hasta olsaydınız büyük ihtimalle size de uygulanacaktı. Bu yüzden teknoloji ve bilimin gelişmesi her alanda olduğu gibi insan sağlığı ve tıp alanında da bizim yararımıza olmuş ve hayatımızı ciddi anlamda kolaylaştırmıştır. Pozitif düşünce ve bilimin sayesinde biz göze iğne sokma tedavisinden, lazer tedavisine kadar ilerleyebildik. Ve geleceği öngören doktorlar sayesinde daha da ilerleyeceğiz. KAYNAKÇA http://maggietron.com/ medievalmedicine/healing.php http://www.oddee.com/item_96620.aspx http://listverse.com/2013/07/31/10bizarre-medieval-medical-practices/ http://www.medievalists.net/2013/08/04/ medieval-medical-experiments// http://en.wikipedia. org/wiki/Yersinia_pestis http://en.wikipedia.org/wiki/Black_Death http://en.wikipedia.org/wiki/Hippocrates 21 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 NÜKLEER ENERJİ Ege Yücesoy 10 - A Nükleer Enerji deyince bir çoğumuzun aklına atom ve atom altı parçacıklar gelir.Bazıları ise Albert Einstein ile ilişkilendirir bu konuyu.İki düşüncede doğrudur. Çünkü nükleer enerjinin kaynağı atom altı parçacıklardır ve Einstein bu konuyla yakından ilgilenmiştir.Einstein tamamen bu konun iyi tarafı olan enerji kısmıyla ilgilenmiştir.Ancak bir çok insan bilimin kötü yanını seçmiş ve bu enerjiyi bir silaha çevirmişlerdir.Bu konuya yazımın sonraki kısımlarında değineceğim. Her şeyden önce nükleer enerjinin nasıl çalıştığını açıklamak istiyorum.Nükleer enerjide yaygın olarak kullanılan element Uranyumdur.Öncelikle nükleer enerjide kullanılan iki önemli olay vardır,fisyon ve füzyon.Füzyon iki hafif element atomunun birleşerek bir araya gelmesi ve daha ağır bir element atomunun oluşmasıyla nükleer enerji açığa çıkar.Fisyon ise bir ağır element atomunun parçalanarak daha hafif element atomları oluşturmasına denir.Fisyonda füzyona göre daha fazla enerji açığa çıkar.Fisyon nükleer santrallerde ve atom bombalarında kullanılırken füzyon güneşteki patlamalarda kullanılır.Fisyonu biraz daha açıklayacak olursak Uranyum 235 gibi ağır bir elementin nötron bombardımanına tutulmasıyla başlar ve zamanla Uranyum’un çekirdeği parçalanıp Kripton ve Baryum elementlerini oluşturur. Bu reaksiyon Ekzotermik yani ısı veren bir tepkime olduğundan parçacıkları soğutmak için denize ihtiyaç vardır.Bu nedenle genellikle nükleer santraller deniz kenarlarına kurulur. Nükleer enerji oldukça temiz bir enerji kaynağıdır; çünkü Karbon üretmez ve 22 24 saat boyunca elektrik üretebilir.Ancak bakımı da oldukça zordur.Eğer herhangi bir hata yapılırsa sonuçları çok ağır kayıplara yol açabilir.Bu nedenle bu enerji kaynağını seçen ülkeler bakımına da çok önem vermek zorundadırlar.Güvenlik önlemlerine önem verilmediği için 1986 yılının Nisan ayında Ukrayna’nın Çernobil kentinde çok büyük bir kaza meydana geldi.Bu kaza sonucu bölgeye büyük oranda radyasyon yayıldı ve birçok canlı hayatını kaybetti,ülkenin kanser oranları tavan yaptı.Bu kazadan yalnızca Ukrayna değil,bizim de içinde olduğumuz bir çok ülke etkilendi.Ülkemizin Karadeniz bölgesinde kanser hastalığına yakalanan kişilerin sayısı ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 arttı ve üretilen çaylara radyasyon bulaştı. Peki bu kaza neden gerçekleşti?Bu kazanın gerçekleşmesinin temel nedenlerinden biri, reaktörlerden birinin dizaynında bir hata bulunmasıydı ve Rus bilim adamları bir deney için bu reaktörün güvenliğini devre dışı bıraktıklarında korkunç kaza gerçekleşti. Bu olaydan tekrar güvenlik önlemlerinin ne kadar hayati olduğunu anlıyoruz.En ufak bir hata bile binlerce insanı öldürebilir. Nükleer santrallerin bir diğer problemi de oluşan nükleer atıkların berteraf edilmesi. Açığa çıkan atıklar yüzyıllar boyu radyasyon yaymaya devam ettikleri için yaşam alanlarından uzak tutulmalıdır. Bazı ülkeler gömme yoluna gitsede oluşabilecek bir deprem veya sızıntı insanlık adına geri dönülemez felaketlere yol açabilir. Şimdi ise yazımın ilk paragrafında bahsettiğim bilimin kötü yüzünden bahsedeceğim.Bilimin yüz karası bazı bilim adamları Einstein’ın icadını bir silaha dönüştürdüler.Bu silah kitleleri kolaylıkla imha edebiliyordu.Tarihten örnek vermek gerekirse bu kitle imha silahı hepinizin de bildiği üzere II.Dünya Savaşı sırasında ABD tarafından Japonya’nın Nagazaki ve Hiroşima kentleri üzerinde kullanıldı.Bu silahlar binlerce masum insanın ölümüne neden olmakla birlikte birçok hayvanın radyasyonla zehirlenip mutasyon geçirmelerine neden oldu.Mutasyonlar arasında iki başlı doğumlar bile vardı.Bu nedenle bilim çok yararlı olabildiği gibi çok zararlıda olabilir. Bilim iki uçlu bir mızrağa benzer. Siz bu mızrağı tutarsınız ve karşınızda cahillik canavarı vardır.Bu canavarı öldürebilirsiniz ancak mızrağı kendinize saplayıp ağır yaralar da alabilirsiniz. çernobil nükleer santrali - kaza sonrası 23 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 TEKNOLOJİ NEREYE GİDİYOR? Ceyda Elçin Kaya 10 - D Hemen her fırsatta kullandığımız teknoloji sözcüğü, sanat ve beceri anlamına gelen yunanca “Techne” ile bilim ve çalışma anlamına gelen “Logia” sözcüklerinin birleşmesinden türetilmiştir. Hepimizin bildiği radyo, televizyon, telefon, bilgisayar artık günümüz teknolojisiyle bilgisayarın ekranlarının koparılıp biz harika tüketicilere pazarlanmış hali olan tabletler… Bunlar çoğumuz için teknoljinin başı gibi gelirken çok çok ama çok uzun zaman önce efsane Kral Arthur, şovalyelerine güvercin ile mektup gönderdiği zamanlarda hayat çok daha farklıydı. Mektuplar savaşların gidişatını değiştirebilirken, kral ve kraliçelerin ölümüne bile yol açabiliyordu. Bu dönem ve günümüz arasındaki 15 yüzyıllık “kısacık” zaman içerisinde daha fazla ne olabilir ki denilen her şey oldu. Teknoloji patlaması yaşanmadan yani günümüze çok da fazla olmayan bir süre önce, telefon sadece bir haberleşme harikası; bilgisayar ise araştırma çalışmalarında kullanılan akla hayale sığmayacak ağırlıkta demir yığınlarıydı. Yıllar geçtikçe makineler küçüldü, cebimize sığacak boyutlara indi. 1876 yılında Graham Bell telefonu icat ettiğinde elinde kendisi için de insanlık için de büyük bir adım olan iki parçalı metal kütle, insanlığın deyimiyle telefon, çığır açan bir değişim oldu. 1973’de Martin Cooper cep telefonu ile olaya el attığında telefonlar ağırdı ve elde taşınamayacak kadar büyüktü. Ya da Alman fizikçi Heinrich Rudolf Herz, 1888 yılında radyo dalgalarını keşfettiğinde bunun avuç kadar ekranlara sığabileceğini tahmin eden doğal olarak çıkmamıştı. Hele ilk bilgisayar ENIAC’ın 30 ton olduğunu düşündüğümüzde dakikalarca Tablet mi? 24 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 Laptop mı? Sohbeti yaptıran makinelere akıl sır erdiremiyoruz. 1943’de Penysylvania Üniversitesi’nden J.P. Erkert ENIAC’ı ilk kez yarattığında 30 ton ağırlığındaydı ve 167 metrekarelik bir alan kaplıyordu. Bu dev aleti çalıştırmak için 150 bin vatlık enerji gerekiyordu. 1951’den 1970’e kadar olan süre içerisinde veri ve programlar magnetik bilgi araçlarında saklanmaya başladı. Veriler ve programlar delgi karları ile yükleniyordu. Daha sonra üretilen bilgisayarlarda entegre devreler, düşük maliyetli ve yüksek güvenilirliği olan çiplerin mikrobilgisayar yapımında kullanılmasını sağladı. 1970’li yıllardan sonra hem teknoloji hem de bilgisayarlarda devrim niteliğinde değişimler oldu. İlk popüler grafik işletim sistemi 1984’de, Apple Macintosh’u piyasaya sürdüğünde ortaya çıktı. İlk IBM kişisel bilgisayar; şimdiki teknoloji diliyle ister desktop ister laptop ister dizüstü/masaüstü deyin, 1981 baharında piyasaya sürüldü. Ve günümüzün vazgeçilmez icadının yaşamı başlamış oldu. Dev ekran, kıvrık ekran, düz ekran , yamuk ekran… Nam-ı diğer televizyon… John Logie Baird, 1920’lerde “Baird Çorapaltı Çorap” icadının patentini almak için uğraşırken, aklına görüntü ve sesi elektronik olarak bir yerden bir yere aktarma fikri gelir. Kimsenin tepkilerine aldırmadan çalışmaya 25 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 devam eder ve sonunda ilk modelini sunar. Ortaya çıkardığında ilk şekli, şimdiki televizyonlara hiç benzemiyordu. Durumdan fena halde heyecanlanan çılgın bilim adamımız teknolojik imkanların fazla olduğu Soho’ya yerleşerek 1924’te tarihin ilk televizyonunun patenti aldı: TELEVİSOR. Ünlü Televisor’un motoru, ev yapımı Nipkow diskten oluşmaktaydı (Nipkow disk üzerindeki kare delikler sayesinde önüne konulduğu cisimden gelen ışıkları yakalayan havalı bir disktir.) Disk tekeri için şapka kutusundan kesilen yuvarlak karton, lambayı yerleştirmek için bir bisküvi kutusu, mil yerine bir dikiş iğnesi bu motor için ideal malzemelerdi. EVDE DENEYEBİLİRSİNİZ! 21. yüzyılın vazgeçilmez aletlerinden biri olan televizyonun tarihi 75 yıl önce çılgın İskoç mucit Baird’in icadıyla başladı. O, 21. Yüzyılda insanların saatlerce karşısında oturup izleyebileceği sihirli kutunun mucidi ve babasıdır. Ama ne yazık ki hala “Çorapaltı Çorap”ın ne işe yaradığı anlaşılamadı. Herhalde bilim adamımızın hayattaki tek pişmanlığı muhteşem icadı çorabın altına giyilen çorabın değerinin anlaşılamaması olmuştur. 1876’da Bell’in telefonundan, 1898’de Marconi’nin radyosuna; Cooper’ın cep telefonundan, yüzyıllar süren çalışmaların 1826 yılında Josephe Niepce tarafından yakalanan manzara görüntüsüne ve 1850’lerde hepimizin bildiği Kodak firmasının çıkardığı makinelere kadar bugün bizim için hayatımızın bir parçası haline gelmiş birçok eşya tahmininimizden çok daha uzun zaman önce farklı ve yaratıcı beyinler tarafından ortaya atılmış. Teknoloji daha ne kadar gelişebilir ki? Bu soruyu sormak için bulabileceğiniz en kötü zaman günümüz. Artık cebimizde 6 cihaza denk gelen bir cihaz taşıyoruz. Bu cihaz hem bir bilgisayar gibi internette dolaşabiliyor hem de müzik, video, kamera, navigasyon ve oyun oynama gibi fonksiyonlara sahip. Bilgisayarların yavaş yavaş hayatımızdan çıkacağı söylense de 26 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 hızlanan teknolojiyle beraber eklenenler ve şekil değiştiren modeller en az yarım asırlık yolu olduğunu gösteriyor. Gelecek 50-60 yıl içinde neler olacağını tahmin edebilmemiz için geçmiş 60 yıla bir göz atmamız gerekirdi. Geçen yüzyıldan bu yana olan değişimlere ve çığır açan teknolojilere baktığımızda gelecek 90 yıl için uçan arabalar, başka gezegenlere yolculuk, uzay mekikleri, yapay zekayla çalışan robotlar ve akıllı ev aletleri ya da hayal gücümüzün sınırlarını zorlayan evrenin ve insanların büyük fantazisi zaman yolculuğu hiç de imkansız görünmüyor. Şimdiden haberlerde duyduğumuz Mars’a yolculuk, sanal simulasyonlar ve Nerve Gear’lar bunların hepsinin bir hayalden öte olduğuna kanıt! Bana kalırsa insanlığa hizmet eden robotlar ve tamamen bizden bağımsız olarak beyin gücüyle çalışan cep telefonları çok da uzak bir gelecekte yatmıyor. Bu icatların ilk varolduğundaki hali ile şuanki hali arasındaki fark bize teknolojinin geleceğini sınırlayan tek şeyin hayal gücümüz olduğunu gösteriyor. Hayaliniz çorabın altına giyilen başka bir çorap olsa bile vazgeçmeyin Walt Disney’in dediği gibi: “Eğer hayal edebilirsen, yapabilirsin.” Kaynakça: earsiv.anadolu.edu.tr 27 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 ÇAĞLAR BOYU KULLANILMIŞ BİYOLOJİK SİLAHLAR Mert Molu 11- E Biyolojik silah denildiği zaman hepimizin aklına beyaz önlükleriyle labarotuarlarda çalışan bilim insanları ve hava geçirmez giysileriyle havalı tüpler taşıyan askerler gelir. Bugün için bu düşünce doğru olsa da biyolojik silahlar her zaman böyle değildi. Biyolojik silah, tanımı itibariyle her türlü organik canlının (bakteri ve virüslerin) veya organik canlı salgılarının silahlaştırılması sonucu elde edilen silahlardır. Biyolojik silahların geçmişi yazılı tarihin başlarına kadar uzanır. İlk biyolojik silah örnekleri, M.Ö 1500 -1200 arası yazılmış Hitit yazılarında yer alır. Tularemi hastaları salgın başlatmaları amacıyla düşman topraklarına gönderilirlerdi. Asurların ergot mantarını bildikleri bilinmekte fakat bunları düşman kuyularını zehirlemek için kullanıp kullanmadıkları konusunda net bir bilgi yoktur. Homeros’un destanları İlyada ve Odessa’ya göre truva savaşında iki tarafta ucu zehire batırılmış ok ve mızraklar kullanılmıştır. 1. Kutsal Savaş esnasında Kirrha şehri kuşatması esnasında şehrin su kaynakları Helleborus bitkisi kullanılarak zehirlendi ve kuşatma başarıya ulaştı. Ayrıca İskitli okçuların oklarını yaraların enfeksiyon riskini artırmak için hayvan leşlerine, yılan zehrine ve insan kanına batırdıkları bilinmektedir. General Hannibal, Pergamon kralı Eumenes’e karşı yaptığı bir deniz savaşında, denizcilerine içi zehirli yılanlarla dolu kil çanakları, düşman gemilerine atmalarını emrederek savaşı kazanmıştır. Romalı kumandan Manius Aquilius düşman şehirlerin kuyularını zehirletmiştir. Romalıların üzerlerine akrep dolu çanaklar atılarak uğradıkları bir yenilgi de tarihte mevcuttur. Ortaçağ’da Cengiz Han’ın himayesi altındaki Tatar birlikleri vebadan ölmüş Moğol askerlerin cesetlerini Kaffa şehrinin duvarlarından mancınıkla fırlatmışlardır ve kalenin içinde çıkan salgın sonucu savunan birlikleri geri çekilmek zorunda bırakmışlardır. Bir grup tarihçi, Avrupa popülasyonun 1/3’ünü ortadan kaldıran kara vebanın çıkışının bu savaş olduğunu idda eder. Aynı taktik çağ boyunca kullanılmıştır. 18. yüzyılda Yerli Amerikalılara karşı düzenlenen kampanyada Yerlilerin çiçek hastalığına karşı dirençsiz oldukları bilgisi kullanılmıştır. İngilizler dökümanlarda yazdığı gibi bilinçli bir 28 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 şekilde çiçek hastalığına maruz bırakılmış battaniyeleri yerli kabilelere dağıtmışlar ve kızıldereli popülasyonunun büyük kısmını çiçek hastalığı ile kırmışlardır. 20. yüzyıla gelindiğinde moleküler biyoloji alanındaki gelişmeler sonucu patojenler labarotuar koşullarında silahlandırılmaya başlanmıştır. Alman ordusu Birinci Dünya Savaş’ında ittifak kuvvetlerine ait besin stoklarını sabote etmek amacıyla şarbon kullanmış fakat başarıya ulaşamamıştır. 1925 Genova protokolü ile ilk defa biyolojik silahlar tanınmış fakat bu anlaşma fazla geçerlilik kazanamamıştır. İki savaşın arasında tüm büyük devletler biyolojik silah araştırmaları yapmışlardır. Bu araştırmaları yapan ekiplerden en tanınmışı Japonların 731’inci birimidir. Başında askeri cerrah Shiro İshii olan bu birim Çin üzerindeki tesislerinde savaş esirlerini ve civar köyleri kullanarak biyolojik silah deneyleri yapmıştır. Deneylerde insanlar üzerinde hastalık etkilerini araştırmak için viviseksiyon ( canlı bir şekilde organlarını ayırma) ve bulaştırma tekniklerini araştırmak için civar köylere hastalık bulaştırılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası Birleşmiş Milletler “Kimyasal ve Biyolojik Silahlar Kongresi” ile tüm saldırı amaçlı biyolojik silahları yasaklamış ve imzalayan ülkelere sadece savunma amaçlı araştırma izni vermiştir. Bu gün biyolojik silah üretmek yeterli parası ve kararlılığı olan herkesin yapabileceği bir iştir ve en basit laboratuarlarda bile üretilebilir. Bu durum, sivil halk için büyük tehlike yaratabilir. Bunun farkına varan ilk ülke olan ABD, New York metrosunda zararsız bakteri ile yaptığı tatbikatta tehlikenin varlığını kanıtlamıştır. Tarih boyunca birbirimizi öldürmenin hep daha etkili yollarını arayan biz insanlar bu işin içine doğayı katmayı da eksik etmemişiz. Kaynakça: www.ncbi.nlm.nih.gov www.emedicinehealth.com 29 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 Kimya, Teknoloji, Gelecek ve Ötesi Doruk Gerçel 10- F İnsanlığın ilk yıllarından beri varolan Teknoloji, insanların düşünmeye başlamasıyla beraber ortaya çıkan ve insanların hayatını kolaylaştıran nesneler ve aletler bütünüdür. Teknolojik aletlerin gelişimi zaman ilerledikçe artmıştır ve inceledikleri konular değişim göstermiştir. Bu teknolojik gelişim; kimya, fizik ve biyoloji gibi fen bilimlerinde meydana gelen gelişimler ile sağlanmıştır ve birbirleriyle sürekli etkileşim içindedirler. Kimyada; atomun en küçük parçacıklarına kadar incelenebilmesiyle beraber devrim niteliğinde gelişmeler sağlanmıştır. Maddelerin yeniden yapılandırılması ve düzenlenmesi ile beraber uzay alanında, sağlık alanında ve enerji alanında büyük gelişmeler meydana gelmiştir. Uzay Çalışmaları İnsanlar her zaman sınırlarını geliştirmek istemiştir. Kimyada ve fizikte beraber meydan gelen gelişmeler de buna olanak sağlamıştır. Uzay araştırmaları için bir sürü uydu hazırlanmış, robot hazırlanmış ve gezegenlere gönderilmiştir. Bunun dışında Dünya’nın yerçekimi alanında olan Uluslararası Uzay İstasyonu’nun (International Space Station) faliyetleri artmıştır. Bu uzay istasyonu, dış yüzeyinin Güneş’ten gelen zararlı ışınlardan etkilenmemesi için özellikle hazırlanmıştır. Dış yüzey, ışınları geçirmemesi için özel kimyasallardan ve malzemelerden hazırlanmıştır. Ayrıca iç basıncın ve dış basıncın dengelenmesi, bu şekilde de astronotların araştırmalarını rahatlıkla sürdürmesi için fiziksel ve kimyasal faktörlerden yararlanılmıştır. Bu uzay istasyonu diğer Güneş Sistemleri’nin ve gezegenlerin kimyasal bileşenlerinin rahatlıkla belirlenmesi ve gözlenmesi için eşsizdir. Bu şekilde Dünya’ya benzeyen bazı gezegenler bulunmuştur. Bu gezegenler insan ırkının devamlılığının koloniler gönderilerek sağlanması için belirlenmektedir. Sağlık Çalışmaları: Simyanın en büyük amacı ölümsüzlük iksirini olmaktı. Kimya’nın ve sistematik bilginin oluşması 30 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 ile beraber ölümsüzlüğün sağlanamayacağı anlaşıldı; lakin insanların en büyük amaçlarından biri ömürlerini mümkün olabildiğince uzatmaktır. Günümüzde, ilaçlar ile beraber hastalıklar rahatlıkla tedavi edilmektedir. Bunun dışında genetik alanında yapılan gelişmeler insan yaşam kalitesini arttırdığı gibi ömrünü de uzatmaktadır. Kaza sonucu meydana gelen derin yaralanmalar veya doku kayıpları kök hücre teknolojisi ile onarılabilmektedir. Kulak gibi organlar yapılandırılmaya başlanmıştır. Kol ve bacak gibi büyük ve hareketli sistemleri de oluşturma çalışmaları başlamıştır. Bu çalışmaların gerçekleşmesi biyo-kimya alanındaki çalışmalar ile sağlanmıştır. Doku uyumunun sağlanması bu alandaki en zor aşama olduğu gibi sadece biyo-kimyasal reaksiyonların kontrol edilmesi ile sağlanmaktadır. Enerji Çalışmaları: Atomun parçalanmasıyla beraber nükleer enerji kullanılmaya başlamıştır. Nükleer enerji santralleri birçok ülkede kurulmuştur ve ABD ve Rusya bu konuda öncü ülkelerdir. Nükleer enerji nüfusu büyük olan ülkelerin enerji gereksiniminin büyük bir kısmını karşılamaktadır. NASA’nın yaptığı araştırmalara göre termik santraller yüzünden meydana gelecek 64 gigaton karbondioksit salınımı 1.84 milyon insan ölümü engellenmiştir. Buna karşın bu santrallerin kontrolleri dikkate alınmalıdır. Açığa çıkan enerji miktarı fazla olduğundan dolayı açığa büyük miktar ısı enerjisi çıkmaktadır. Bununla beraber patlamalar meydana gelmektedir. Tedbirsizlik ve dikkatsizlik bu kazaların birincil sebebidir ve yüksek radyasyondan dolayı büyük zarar vermektedir. Çernobil kazası bunun en önemli örneğidir. Kimyanın ve teknolojinin insanlığa sağladığı katkılar büyüktür ve bunlar zaman geçtikçe gelişmektedir. 31 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 Karbon Ayak İzi Arabayla/uçakla/gemiyle seyahat ederken, uzak bir ülkeden gelen giysi/gıda alırken ve doğal gaz kullanırken dünyaya bir iz bıraktığınızı biliyor muydunuz? Peki ya bıraktığınız bu iz yüzünden Dünya’nın sonuna bir adım daha yaklaştığınızı? Çoğu insanın’’Hayır’’ cevabı verdiği bu sorular, aslında günümüzün önemli bir çevre sorununu ortaya çıkarıyor. İklim değişikliği ve küresel ısınmanın baş nedeni olan karbon salınımı gün geçtikçe kontrol edilemez bir boyuta ulaşmakta ve Dünya’yı felakete sürüklemektedir. Hepimizin bildiği gibi, atmosferdeki karbondioksit ve metan oranlarındaki artış dünya yüzeyinin sıcaklığını yükseltmektedir. CO2 oranındaki bu artış, dünyanın yüzeyini ısıtmakta ve kutuplara yakın buzların erimesine yol açmaktadır. Bu durum buzların yerlerini kara veya suların almasına ve kara ve suların buza oranla daha az yansıtıcı olması nedeniyle, güneş ışığı emiliminin artmasına neden oluyor. Karbon salınımının ölçüsü olan karbon ayak izi, bu durumu kontrol altına almak için ortaya çıkmış bir kavramdır. Peki, karbon ayak izi ne demek? Karbon ayak izi, her insanın ulaşım, ısınma, enerji tüketimi veya satın aldığı her türlü ürün neticesinde atmosfere yayılmasına neden olduğu karbon miktarını anlatmak üzere kullanılan bir terimdir. Bir başka deyişle, aldığımız her ürün ve ya gerçekleştirdiğimiz her faaliyet için gerekli olan enerjinin üretilmesi sırasında atmosfere salınan karbon gazı toplamını ifade etmektedir. Hayatımızın her alanında karşımıza çıkan bu kavram, iki ana parçadan oluşur: “Birincil ayak izi”, evsel enerji tüketimi ve ulaşım (araba, uçak, vs.) dâhil olmak üzere fosil yakıtların yanmasından ortaya çıkan doğrudan CO2 emisyonlarının ölçüsüdür. “İkincil ayak izi”, kullandığımız ürünlerin tüm yaşam döngüsünden bu 32 ürünlerin imalatı ve en sonunda bozulmalarıyla ilgili olan dolaylı CO2 emisyonlarının ölçüsüdür. Problemleri çözebilmek için, önce sorunun kaynağına bakmamız gerekir. Böylece ne yapmamız gerektiğini, nasıl bir plan izleyeceğimizi analiz edebiliriz. İşte karbon ayak izini belirlemek de bu işe yarar. İster birincil, ister ikincil olsun karbon ayak izini belirlemek, küresel ısınma ve iklim değişikliği sorununu çözmek için atılacak ilk adımdır. Bu ölçümü ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 yapmak için işe kendinizden başlayabilirsiniz. Kullanılan elektrik, doğalgaz, arabayla yıllık katedilen mesafe, yemek( vejeteryanlık gibi), giyim ve geri dönüşüm tercihiniz gibi birçok değerin alınmasıyla ortaya çıkan rakam, karbon ayak izinizi verir. Böylece karbon telafinizi nasıl ve ne kadar yapmanız gerektiğine karar verir ve bir plan ortaya çıkarırsınız. Hepimiz günlük faaliyetlerimiz neticesinde atmosferdeki sera gazlarını artmasına az veya çok sebep oluyoruz. Bu, mevcut yaşam standartlarımız sonucu önüne geçemediğimiz bir durum. Ancak bunu azaltabiliriz. Elektrik, karbon emisyonlarına en fazla katkıda bulunan faktördür. Bu yüzden öncelikle gereksiz yere açık bırakılan veya kullanılan elektrikli aletlerden işe başlamalısınız. Örneğin, hepimiz şarja taktığımız telefonu bir süre sonra unutur ve belki de saatler sonra şarjdan çıkarırız. Ancak en doğru olan, telefon şarj olur olmaz şarjdan almaktır. Araba yerine toplu taşıma araçlarına binmek, güneşten mümkün olduğunca çok yararlanmak ve elektrik tasarruflu ampul kullanmak karbon ayak izimizin azalmasını sağlayacaktır. İkincil ayak izini ise mevsimi dışında taze meyve ve sebze satın almayarak, kendi bölgenize yakın yerlerde yapılmış ürünleri tercih ederek ve geri dönüşümle en aza indirgeyebilirsiniz. Her faaliyetin farklı karbon ayak izi olduğu düşünülecek olursa, kişisel veya kurumsal ölçüm etkenlerinin birbirinden farklı olması gerekir. Kurumlar, yasal zorunluluk ve sosyal sorumluluk gereği karbon ayak izini analiz etmek ve bir rapor haline getirmek zorundadır. Bu çerçevede, Kyoto Protokolü ile ticareti yapılmaya başlanan karbon emisyonu, şirketlerin yakından ilgilenmesi gereken bir konudur. Bu protokole göre, gelişmiş ülkelerin karbondioksit salınımlarını belli bir seviyenin altında tutmalarını gerektirmektedir. Belirtilen bu değeri aşarlarsa, aştıkları miktar kadar salınım hakkını, gelişmekte olan ülkelerden alabilirler. 1 ton karbondioksit eşdeğeri sera gazının fiyatı 20 Euro civarında olduğunu düşünürsek bu durumdan gelir elde etmenin zor olmadığını da görmüş oluruz. Böylece, küresel ısınmaya yol açan sera gazlarının atmosfere salımı azaltılmayı amaçlayan protokol, kurumların yatırımlarını finanse etmesini de sağlıyor. Karbon ayak izimizin dünya üzerindeki diğer canlıları olumsuz etkilediğini, bu izi arttırmanın Ozon tabakasının incelmesine, kentsel ve bölgesel hava kirliliğine, çölleşmeye, toprak kalitesinin bozulması ve gıda üretiminde azalmaya neden olacağını bilmeli ve bu farkındalıkla hareket etmeliyiz. Çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakmak istediğimiz gibi, dünyaya da daha iyi çocuklar bırakmalı, yeni nesillere çevre sorumluğunu öğretmeliyiz. Unutmayalım ki, yarınlara borcumuz var. 33 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 GREEEN – Avrupa Çevre Eğitimi Ağı Biyoloji Zümresi öğretmenlerimiz tarafından yürütülen ve 10 Avrupa ülkesinden 16 kuruluşun ortak çalışmalarını kapsayan GREEEN (Green Environment Education European Network) adlı proje 2013 yılı Aralık ayında başlayan ve 3 yıl sürecek olan bir Avrupa Birliği projesidir. Aşağıdaki yazı projenin başlıca amaç ve etkinlikleri hakkında bilgi vermek amacıyla hazırlanmıştır. “İklim değişikliği eğitimi, öğrencilerin küresel ısınmanın günümüzdeki etkilerini anlayabilmelerine yardımcı olmakla birlikte, dünyamızın daha sürdürülebilir bir yol izleyebilmesi için gerekli tutum ve davranışları edinmelerini de sağlar. “ (UNESCO ve İklim Değişikliği Eğitimi Genel Direktörü Koichiro Matsuura, 2009) İklim değişikliği, gezegenimizin karşılaştığı en büyük çevresel, sosyal ve ekonomik tehditlerden biridir. Bu tehdit yıllardır dünya benimsemek durumundadırlar. Bu bağlamda okullar, gençlerin iklim değişikliği ile ilgili bilgi ve becerileri en hızlı şekilde edinebilecekleri kurumlar olarak önemli bir rol oynamaktadır. Okul eğitimi öğrencilere hem güncel sorunlarla hem de uzun vadede karşılaşabilecekleri sorunlarla baş edebilmeye yönelik yeterlilikleri kazandırabilecek; bir taraftan da onları bilinçli tüketiciler olmaya yönlendirecek en önemli araçtır. GREEEN, iklim değişikliği eğitiminin var olan eğitsel programlara ve müfredata etkili bir şekilde entegre edilerek, yaratıcılığı teşvik eden yöntemlerle fen eğitimini gençler için daha ilgi çekici hale getirmeyi amaçlamaktadır. GREEEN’in başlıca amaçları: politikası gündeminde önemli yer tutmaktadır ve pek çok ülkenin bu konuda farkındalık yaratma, iklim değişikliğinin etkilerini azaltma ve bu etkilere uyum sağlamaya yönelik eylemleri bilinmektedir. İklim değişikliğinin beraberinde getirdiği çevre sorunlarını bizlerden daha fazla yaşayacak olan günümüz gençleri, bu sorunlarla baş edebilmek için, sürdürülebilir bir yaşam biçimini daha iyi 34 • Okullardaki iklim değişikliği eğitiminin müfredatta etkin bir şekilde yer almasını sağlamak • İklim değişikliği ile ilgili temel kavramlar, sorunlar, eğilimler, eğitim alanındaki uygulamalar vb. konularında öğretmen eğitimlerini yaygınlaştırmak • Avrupa ülkelerindeki eğitim kurumları, öğretmenler, öğretmen eğitmenleri, gençler ve sivil toplum örgütleri arasında iklim değişikliği eğitimi ile ilgili deneyim ve iyi örneklerin paylaşımını sağlamak • İklim değişikliği eğitimi ile ilgili materyal ve öğretim tekniklerini belirlenmek ve GREEEN ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 platformu aracılığıyla yaygınlaştırmak • İklim değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma eğitimi ile ilgili bilgi ve yenilikçi yaklaşımların artışını sağlamak • Fen eğitimi ve fen alanıyla ilgili meslek dallarında yükselen değerler ve fırsatlar arasında ilişki kurmak • İklim değişikliği eğitimi konusunun okul müfredatına dahil edilmesi için rehberlik çalışmaları yapılması • Başlıca yerel, ulusal ve Avrupa sınırlarındaki ağların projeye dahil edilmesiyle konunun stratejik önemini vurgulanması GREEEN Etkinlikleri: Bu etkinlikler kapsamında düzenli olarak gerçekleştirilen uluslararası toplantılardan biri de 20-21 Nisan 2015 tarihlerinde okulumuzda gerçekleştirilmiştir. İki günlük etkinlikte ortaklar proje başlangıcından beri geçen sürecin verimliliğini değerlendirmiş ve gelecek etkinliklerin planlamasını yapmışlardır. Toplantının ikinci günü okulumuzun da aralarında bulunduğu 4 okul çevre eğitimiyle ilgili yaptıkları örnek uygulamaları sunmuş, ardından WWF Türkiye Ofisi’nden Mustafa Özgür Berke iklim değişikliği ve enerji ile ilgili bir sunum yapmıştır. Biyoloji Zümresi tarafından uygulanan iklim değişikliği video performans ödevi, Eymir ekosistem projesi ve geri dönüştürülebilir atıklardan hücre modeli ödevi gibi çalışmalar GREEEN projesi kapsamında iklim değişikliği eğitimine hizmet etmek üzere planlanan çalışmalardır. • Proje paydaşı olan ülkelerde iklim değişikliği eğitiminin güncel durumunun belirlenmesi • İyi örneklerin ve yeni yaklaşımların paydaşlar arasında alışverişine olanak sağlanması • Avrupa GREEEN ödülü yarışması, internet seminerleri, eğitimler, uzman söyleşileri, ulusal ve uluslararası konferanslar vb. etkinlikler düzenlenmesi • İklim değişikliği ve uyum sürecindeki sorunlar ile başa çıkabilmek amacıyla müfredat içi ve müfredat dışı düzeylerde uygulanabilecek modüler bir konsept oluşturulması • Avrupa ağını genişletmek amacıyla konuyla ilgili paydaşların (farklı disiplinlerden öğrenciler, öğretmenler, örgütler ve diğer eğitsel paydaşlar) ağa dahil edilmesi 35 ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015 NASA INVENTION CHALLENGE 11. BULUŞ ŞENLİĞİ Akıllı Eller Takımı Sene başında aranıyor ilanını gördüğümüzde çok şaşırmıştık. Acaba ne arıyorladı? Sonradan afişin buluş şenliği ile ilgili olduğunu öğrendik ve buluş şenliği ile ilgili bilgiler topladık. Bizlerde bu olayın içinde yer almalıydık. Bir şeyler tasarlayıp hemen ismimizi yazdırdık. Hayalin sonu yok.... Tasarımlarımızı Burhan Hoca’ya götürdüğümüzde bu nasıl olacak? Neden böyle yaptınız? Bunu nasıl sağlarsınız gibi sorularla karşılaştığımızda hayallerimiz yıkılıyor gibi oldu. Ama bir taraftan da soruların cevaplarını veremediğimizden sesimiz çıkmıyordu. Zaman azalmaya başladıkça yarışmaya katılacak sağlam bir grup ortaya çıkmadığı belli oldu. Bunun üzerine bu işle uğraşan kişiler olarak bir araya gelmeye karar verdik. Ayrıca Burhan Hoca’yla beraber çalışırken, hayallerimizin mümkün olduğunu ancak, en iyi şeyin en basit olan olduğunu da öğrendik. Tasarımlar denenmeye başlandı. Hatalarımızı gidermek için küçük değişikler yaparak cihazımızı son haline getirdik. Buradaki denemelerimizde de artık çok iyi sonuçlarelde etmeye beşlamıştık. Artık yola çıkabilirdik. Hepimiz çok heyecanlıydık. Ekip halinde İstanbul’a doğru bir gece yolculuğu başladı. Kendi aramızda heyacanımızı bastırmak için şakalaşıyor sohbet ediyorduk. 36 Yarışma alanına çok erken vardık. Biraz gezinip kahvaltı yaptıktan sonra, yarışmanın yapılacağı binaya cihazımızı taşıdık. Diğer cihazlar da çok ilginçti. Toplam 40 civarında farklı okul gelmişti. Her bir cihaz hakkında konuşup yorum yapıyorduk. Heyacan iyice artmaya başladı.. Yarışma başlamış ve sıra bize gelmişti. Cihazımızı yarışma alanına kurduk ve hakem komutunu beklemeye başladık. Hazırlık sırasında cihazı okul içinde farklı yerlere kurarak zaten bu işin provasını yapmıştık. Düdük çaldı ve topu gönderdik. Son balon patlama sesini duyduğumuzda biz 20.06 saniye ölçtük. Artık birinciyiz diyorduk. Ama yine de bize yakın sonuç alanlar vardı ve kesin sonuçlar yarışmalar tamamlandıktan sonra açıklanacaktı. “Artık yemek yeme zamanı!” dedik, hem heyacanımızın yatışması hem de açlığımızın giderilmesi için yemek yemeye karar verdik. Sonunda sonuçlar açıklanmaya başlamıştı. 3. okul, 2. okul, derken 1. okul “ODTÜ Geliştirme Vakfı Özel Lisesi” çok mutluyduk. Nasıl anlatılır bilmiyorum. Ama çok mutluyduk. Kupamızı aldık. Artık dönebilirdik. Dönüş yolunda sohbet daha keyifli oldu. Şimdi artık bir an önce 2015 problemi açıklansa diye bekliyoruz.
Benzer belgeler
2014 Eğitim ve Öğretim Yılı
verdik. Zevkle okuyacağınız bir dergi
ile sizleri başbaşa bırakıyoruz. Yeni
sayılarda buluşmak üzere..