Taşpınar Dergisi Yıl:2015 - Sayı:15
Transkript
Taşpınar Dergisi Yıl:2015 - Sayı:15
Yıl: 2015 Sayı: 15 Tashih Mehmet SARLIK Grafik-Tasarım Ramazan GÖLCÜK Editör’den 15. sayımızla merhaba. Gündemden, aktüaliteden uzak bir şekilde şehrin kültür hayatına dair konularla dolu yeni bir sayı ile daha sizlerle birlikteyiz. Ne mutlu ki dergimiz aranıyor, soruluyor. Pek çok okuyucumuz hassasiyetle kendilerinde olmayan sayıları tedarik ederek, ciltleterek kütüphanesine yerleştiriyor. Taşpınar dergisi bu yayın döneminde 15. sayıya ulaştı. Kolay değil her sayıda farklı konular, konuklar bulmak. Dergimiz akademik olma iddiasında değil, kimi yazılar deneme şeklinde, kimi yazılar biyografik, kimisi akademik imza taşıyor. Konuları elbette gelen yazılar belirliyor. Yayın ilkelerine uygun ve belli bir kurgusu olan yazılara mümkün olduğunca yer veriyoruz. Bizim için aslolan Afyonkarahisar’ın tarihine ve kültürüne bir pencere açmak. Bu şehrin insanlarında şehrin geçmişine dair bir merak uyandırabiliyoruz. Bu sayımızda öncelikle geçtiğimiz sayıdan devam eden yazılarımız var. Türk Sineması’nda Afyonkarahisar başlıklı makalemizin 2. bölümünde 1970 ve 1980’li yıllarda ilimizde çekilen yapımlara yer verirken, Yabancı Basında Afyonkarahisar yazı dizimizde Alman, Amerika, İzlanda Basınındaki Afyonkarahisar haberleri yer alıyor. Biyografik çalışmalarda Afyonkarahisarlı örnek din âlimi Kamil Miras, unutulmaz Belediye Başkanı Sami Öznur, Afyonkarahisar’da musiki denilince akla gelen isimlerden merhum Nazım Bursalıoğlu’na dair çalışmalar var. Afyonkarahisar’dan yetişmiş önemli bir değer Onkolog Prof. Dr. Nijat Bilge ile röportajımızı İstanbul’da gerçekleştirdik. Tarihe Tanık Yapılarda her gün önünden geçtiğimiz bir mekânı Atatürk Kültür Merkezi’ni Ahmet İlaslı kaleme aldı. Şehrin köklü mahallelerinden Zaviye Mahallesi’nde 1831 yılında kimlerin yaşadığını Dr. Muharrem Bayar hocamız araştırdı. Birbirinden farklı daha pek çok konu sayfalarımızda yer alıyor. Bu sayıda Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı öğretim görevlisi ve öğrencileri de bizlere “şehirde müzik” içerikli yazıları ile destek oldular. Bu güzel katkılarından dolayı Konservatuar Müdürü Doç. Dr. Uğur Türkmen’in şahsında hepsine teşekkür ediyoruz. Hasan ÖZPUNAR N A D N A BAŞK İçindekiler Başkandan...................................................................................................................................... 3 Türk Sineması’nda Afyonkarahisar-2- Hasan ÖZPUNAR....................................................................... 4 Tarihe Tanık Yapılar- Ahmet İLASLI.................................................................................................. 17 Röportaj- Prof .Dr. Nijat Bilge.......................................................................................................... 19 Yabancı Basında Afyonkarahisar-2- Hasan Tahsin GÜNEK................................................................. 22 Eski Simalar- Erdoğan EMRE........................................................................................................... 28 Hemşehrimiz Ezop- İbrahim YÜKSEL................................................................................................ 34 Köse Bacak Abdullah- Abdülkadir KALENDEROĞLU............................................................................ 37 Yeni Camii ve Külliyesi- Fevzi KAYA.................................................................................................. 38 Örnek Bir İnsan Kamil MİRAS- Nesimi YAZICI................................................................................... 44 Bir Esnaf Hikâyesi.......................................................................................................................... 49 Edebiyatımızda Afyonkarahisar-Torfilli Çiftliği- Sâmiha AYVERDİ........................................................ 50 Afyonkarahisar’ın Çanakkale Türküsü- Ali Osman KARAKUŞ............................................................... 52 Karahisar-ı Sahip Nüfus Defterlerinden Örnekler-Muharrem BAYAR..................................................... 53 Gazilerden Hatıralar-2.................................................................................................................... 56 Bolvadin Sadaka Taşları-Songül KEÇİLİ............................................................................................ 58 Arşivden Yapraklar- Hasan ÖZPUNAR............................................................................................... 60 Afyonkarahisar’da Gezekler-1- Agâh BIYIKOĞLU.............................................................................. 61 Tarihten Gelen Ses Afyon Mûsıkî Cemiyeti- Yıldırım AKTAŞ.................................................................. 67 Afyonkarahisar Müzik Kültürüne Hizmet Edenler- Arda KULA.............................................................. 70 Müzik Kültürüne Hizmet Edenler(Nazım Bursalıoğlu)- Yrd. Doç. Dr. Çağhan ADAR................................ 73 Afyonkarahisar’da Mevlevilik ve Mûsıkî- Gamze KOR......................................................................... 75 Afyonkarahisar’da Müzik Eğitimine Dair- Emel Funda TÜRKMEN........................................................ 77 Halkevi Yayın Organı Taşpınar’daki Müzik Yazılarının Analizi- Safiye YAĞCI......................................... 79 1940’larda Halkevi’nde Bir Edirneli Aile: Kayallar- Gülseren Mungan YAVUZTÜRK............................... 83 Güney Frigya Arkeolojisi.................................................................................................................. 87 Bize Ulaşanlar .............................................................................................................................. 91 Tavanarası..................................................................................................................................... 93 Memleket Manzaraları.................................................................................................................... 94 Afyonkarahisar Mutfağından........................................................................................................... 96 Burhanettin ÇOBAN Belediye Başkanı www.afyon.bel.tr /afyonkarahisar.belediyesi /afyonbelediyesi Ne mutlu ki Taşpınar dergimizin 15. sayısı ile sizlerleyiz. Zengin içeriği, tasarımı ile geniş kesimlerin beğenisini kazanan dergimiz, yerel tarih alanında periyodik olarak yayını ile başka şehirlere de örnek olmakta. “Geçmiş” ile “bugün” arasında önemli bir köprü vazifesi de gören Taşpınar dergisi bu misyonunu bundan sonra da sürdürmeye devam edecek. İsteyen herkesin ulaşabildiği, şehir dışında yaşayan hemşehrilerimiz ve meraklılarına varıncaya kadar herkese ulaşan Taşpınar diğer taraftan önemli kütüphanelerinde koleksiyonlarında yer alıyor. Afyonkarahisar Belediyesi şehrin kültürel anlamda da kalkınmasına öncülük ediyor. Dikkatli okurlarımız fark ediyorlardır, her sayıda şehre dair yeni bir kültürel yayına imza atıyoruz. Kent Müzesi kurma çalışmalarımızda epey yol aldık. Sizlerinde bağışlarıyla zengin bir Kent Müzesi kuracağımıza inanıyoruz. Şunu unutmamak lazım, Afyonkarahisar zengin bir kültüre sahip ve bu mirası gelecek nesillere aktarmak için en önemli yerlerden birisi de Kent Müzemiz olacaktır. Dergiye emek veren yazarlarımıza müteşekkiriz. Söz uçar yazı kalır diyen atalarımız boşuna söylememiş bugün dergide aktarılan bir konu geleceğe bir belge mahiyeti taşıyor. Yeni yayınlarda buluşmak dileği ile. Oyuncu Kartal Tibet ve Hüseyin Alp Kırkinler üzerinde Yazı dizimizin ilk bölümünün yer aldığı Taşpınar dergisinin Haziran 2015 tarihli 14. sayısında Afyonkarahisar’ın 1920’li yıllarda kamera ile tanışmasını aktarmış ve 1970’li yıllara kadar ilimizde çekilen film ve diğer görüntülere yer vermiştik. Bu sayımızda ise 1970’li ve 1980’li yıllar boyunca sinema ve TV’deki Afyonkarahisar görüntülerine yer vereceğiz. 1970’Lİ YILLAR SEYDİLER KASABASINDA ÇEKİLEN FİLMLER 1960’lı yılları geride bırakıp 1970’lere geçildiğinde Türk Sineması siyah beyaz filmleri bırakıp Muhsin Ertuğrul’un 1952’de bir ilk olarak başlattığı fakat arkası gelmeyen renkli filme geçmiştir. Renkli filmin mekânları olanca güzelliğiyle yansıtmasından dolayı farklı mekân arayışları başlamıştır. Bu yıllarda Türk Sineması’nda mekân olarak öne çıkan yerlerden birisi de İscehisar ilçemize bağlı Seydiler kasabasıdır. Afyonkarahisar –Ankara yolu üzerinde İscehisar’dan hemen sonra yer alan Seydiler ilimize 25 km uzaklıkta, Kapadokya’yı andıran doğal Peribacaları ve her yıl binlerce kişinin ziyaret ettiği Seyyid Hasan Basri Hazretleri’nin türbesinin yanı sıra Kırkinler denilen kayalara oyma yerleşim yerlerinin bulunduğu bir kasabamız. TAŞPINAR 4 TARKAN GÜMÜŞ EYER-1970 1960’ların ortalarında ressam Sezgin Burak’ın ortaya çıkardığı çizgi roman kahramanı “Tarkan” kısa sürede büyük ilgi çeker. O yıllara kadar yabancı çizgi romanların hâkim olduğu piyasada ilk kez bir Türk kahramanın Orta Asya bozkırlarındaki maceraları satış rekorları kırmaktadır. Halkın ilgi gösterdiği her şeye el atan Yeşilçam bu alanı da boş bırakmaz. Yapımcılar peşpeşe Tarkan’ın maceralarını konu alan filmler çeker. Seri filmlerden biri olan “Tarkan-Gümüş Eyer’’ içinde, mekân olarak Afyonkarahisar’ın İscehisar ilçesine bağlı ve o tarihlerde köy olan Seydiler uygun bulunur. Yukarda da bahsettiğimiz gibi Seydiler doğal yapısıyla bu tür filmler için bulunmaz bir yerdir. Binlerce yılın eseri Peribacaları günümüzde bile bu kasabanın yakınından geçen herkesin dikkatini çekmektedir. Ankara yolu üzerinde bir yerleşim yeri olması sebebiyle pek çok kişinin bildiği bir yerdir. 1970 yılı Arzu Film yapımı olan ve Mehmet Aslan’ın yönettiği bu filmde başrollerde Tarkan’ı canlandıran Kartal Tibet ve Eva Bender isimli yabancı bir kadın oyuncuyla birlikte Reha Yurdakul, Bilal İnci, Altan Günbay, Danyal Topatan gibi önemli karakter oyuncuları da rol alır. Tabii filmde Tarkan’ın kurdunu da unutmamak lazımdır. Filmin konusundan kısaca bahsetmek gerekirse; Altar bir Hun kalesinin komutanı ve Hun İmparatoru Atilla’nın ona hediye ettiği Gümüş Eyer’ in sahibidir. Kötü adam Kostok’ un amacı ise hem Hunlardan kurtulmak hem de bu değerli eyeri ele geçirmektir. Sütannesi tarafından düşmanlardan kaçırılarak bir mağaraya bırakılan küçük Tarkan bir kurdun ilgisini çeker ve kurt onu yuvasına götürerek kendi yavrusu gibi büyütür. Köyde bulunan tutsak ve sakat Hun Türkü Tulga küçük Tarkan’ı ve kurdu kafesinden kurtarıp kaçırır. Yıllar geçer... Tulga, Tarkan’ı eğitir ve ona geçmişteki olayları anlatır. Artık Tarkan öcünü alacak ve Kostok’un eline geçen Atilla’nın gümüş eyerine sahip olacaktır. Seydiler Peribacaları'nda bir kovalamaca sahnesi Bu filmde 215 santimlik boyuyla insan azmanı yabani bir devi canlandıran Milli Basketbolcu Hüseyin Alp peşine taktığı çocuklarla Afyonkarahisar sokaklarında gezinir. Yıllar sonra bu filmin çekimleri sırasında yaşadığı bir olayı şöyle anlatır. ’’Gümüş Eyer’in çekimleri sırasında üzerimdeki post şeklindeki kıyafetlerle yakından geçen karayoluna fırladım. Yoldan geçen araçlardaki insanların şaşkın, korkmuş bakışları dikkate değerdi.’’1 1 Güngör Özsoy-Yeşilçam’da Elli Yıl-Dönence Yayınları İstanbul 2007 TAŞPINAR 5 SİNEMADA AFYONKARAHİSARLILAR Filmden bir sahne-Arkada Seydiler Kırkinler Kayalığı Hüseyin Alp’in bahsettiği sahneler Ankara yolu üzerindeki Kırkinler’de çekilen sahneler olsa gerek. Yine filmden Kırkinler’e kurulan asma köprüde büyücünün dansı, peri bacalarında Tarkan’ın (Kartal Tibet), kötü adam Kostok’u (Bilal İnci) kovalama sahnesi akıllarda kalan sahneler. Film genellikle Seydiler kasabası civarında geçmekle birlikte İhsaniye ilçesi yakınlarındaki Göynüş Vadisi, Eskişehir Yazılıkaya da filmde kullanılan mekân olarak göze çarpmaktadır. 89 dakikalık süresiyle Fantastik Türk Filmlerinin örneklerinden biri sayılan Tarkan - Gümüş Eyer’de böylece Afyonkarahisar’da çekilen filmler sıralamasında yerini alır. AHMET ÇAVUŞ-1972 Türk Sineması’nda adına film çekilen ilk Afyonkarahisarlı, Büyük Taarruz sonrasında Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis’i esir alan Ahmet Çavuş’tur. Soyadı Kanunu çıkınca ÜNLÜ soyadını alan Ahmet Çavuş, yıllarca eski Afyon Hapishanesi’nde başgardiyanlık yapar. 1956 yılında vefat eder. Vefatından yıllar sonra 1972’de Yönetmen Semih Evin onun hikâyesini filme alır. Alaattin Perveroğlu’nun yapımcı olduğu Aytekin Akkaya, Erol Taş, Safiye Yankı gibi isimlerin rol aldıkları siyah beyaz film her ne kadar ilimizde çekilmese de bir Afyonkarahisarlı’yı konu aldığı için dikkate değer.2 SABU HIRSIZLAR PRENSİ-1972 Türk Sineması’nda uzun yıllar karakter oyuncusu olarak kötü adam rollerinde oynayan hemşehrimiz Sadettin Düzgün’ün ortağı olduğu Demet Film Şirketi tarafından 1972 yılı Nisan ayı başlarında çekimlerine başlanan filmin yönetmeni ve aynı zamanda başrol oyuncusu Tarık Tibet, diğer rollerde ise Turgut Özatay, Funda Ege, Serap Olguner, Ülkü Özen gibi oyuncular yer almaktadır. Yapımcı Sadettin Düzgün ‘de filmde oyuncu olarak rol alır. Konu itibariyle fantastik Türk filmleri arasında gösterilen filmde yapımcı Sadettin Düzgün mekân olarak kendi köyü olan Sinanpaşa ilçemiz Güney köyü ve Afyon Kalesi’ni kullanmıştır. Filmin oyuncularından Turgut Özatay gazetecilerle röportajında şunları söyler; 2 http://www.sinematurk.com/film/1512-ahmet-cavus/ TAŞPINAR 6 “Afyonkarahisar’a ilk defa geliyorum. Haşgeşli ekmeğini çok beğendim. Halkı da çok cana yakın. Film yapımcıları için Afyonkarahisar’da birçok doğal mekân var. Fakat bilmiyorlar. Ben dilimin döndüğünce burayı tanıtacağım. Ne mutlu Afyonlulara ki böyle tabii manzaralı bir yere şehir kurulmuş.’’ Yapımcı Sadettin Düzgün ise; “Ben Afyon’da doğup büyüdüm ve Afyon’a borçluyum. Bu borcumu da ödemek için elimden geleni yapacağım. Ortaklarımı ikna ederek filmin ilimizde çekilmesini sağladım. İnşallah devamı gelir. Bundan sonra Büyük Taarruz’u çekmek istiyorum. Tabii Genelkurmayımızın yardımlarıyla.” der.3 Film o dönemlerde çekilen avantür filmler arasında yer almaktadır. 3 “Şehrimizde Film Çevriliyor” Kocatepe Gazetesi 13.04.1972 SADETTİN DÜZGÜN 1927-1976 Sadettin Düzgün; Ali Düzgün ve öğretmen Necmiye Düzgün’ün üçüncü oğulları olarak 1927 yılında Afyon Sinanpaşa Güney köyünde dünyaya geldi. Dedesi Müderris İsmail Hakkı Efendi’dir. Köy ağası olan babası Ali Bey okumak isteyen oğlunu Askeri Okul’a kaydettirdi. Azmi ve çalışkanlığıyla okulunu birincilikle bitiren Sadettin Düzgün bir süre ordu da kalarak ülkesine hizmet verdi. Disiplinli ve sportmen yapıya sahip bir asker olan Sadettin Düzgün 1950’li yıllarda Amerikalılar tarafından seçilerek tam teşekküllü bir komando eğitimi aldı. Sonrasında bu tecrübesini Komando eğitimi veren ilk grubun içinde yer alarak Mehmetçik’e aktardı. 1960 ihtilalinden sonra askeriyeden ayrılma kararı alarak sivil hayata geçiş yapan Sadettin Düzgün bir süre Fatih Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü yaptı. O dönemde bir ilke imza atarak himayesinde çalıştırdığı kişilerin yemek ve barınma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasına ek olarak çalışanlarını eğitime teşvik edip en azından birer ilkokul diploması sahibi olmaları için çaba gösterdi. Bunlarla da sınırlı kalmayarak hayati risk teşkil edebilecek durumlarda ilk müdahale gerektiren durumlar için bilinçlenmeleri adına “İlk yardım” kursları açtırdı. Dönemin İstanbul Valisi Haşim İşcan, Sadettin Düzgün’ü verdiği bu hizmet ve katkılardan dolayı onur belgesiyle ödüllendirdi. Aynı dönemde işçilerin hakkının savunmasını amaçlayan çalışmalarıyla sendika kuruluşlarında öncü oldu. Sonrasında memurluktan ayrılarak yine kuruluşunda katkısı bulunan İstanbul Ayazağa spor Kulübü’nde at eğitmenliği yaptı. Bir yandan Jui Jitsu eğitimi verdiği kızlarıyla birlikte Aksaray’da bir kurs açarak genç hanımlara Jui Jitsu (Judo) dersleri vermeye başladı. Bu da o dönem için Türkiye’de sadece bayanlara özel açılmış ilk kurs olarak tarihe geçti. Bu haberin gazetelere yansıması ve ülke çapında ilgi çekmesinden dolayı öncelikle Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın, Eşref Kolçak, Fikret Hakan ve Fatma Girik gibi dönemin önemli oyuncuları Sadettin Düzgün’den özel ders almaya başladılar. Cüneyt Arkın’ın “Hocam; neden filmlerimizin dövüş koreografilerini sen kurgulamıyorsun” demesinin ardından 1966 yılında “Hedef Ankara” isimli filmle Yeşilçam’a giriş yapan Sadettin Düzgün kısa zamanda fiziği, yetenekleri ve işe yatkınlığı dolayısı ile yönetmenlerin dikkatini çekti ve böylece oyunculuğa adım atmış oldu. Bir süre sonra dönemin aranılan karakter oyuncularından biri haline geldi. Bunlara ek olarak o zamanlar Aksaray’da bulunan Küçük Opera Tiyatrosu Müdürlüğünü ve sonrasında Bakırköy’de bulunan bir sinemanın işletmeciğini yaptı. Sinemada sayısız filmde koreograf ve aktör olarak hizmet veren Sadettin Düzgün ilk olarak kurduğu “Luna Film” şirketi ile bugün Türk Sinema Tarihi kitaplarının kült filmleri arasında yerini alan “Ringo Ges- tapoya Karşı” adlı filmin yapımcılığını üstlenerek Türkiye’de Fantastik Türk Sineması’nın da öncüsü oldu. Sonrasında kurduğu “Eti Film” ve “Demet Film” şirketleri ile yapımcılığa devam etti. Aynı zamanda dönemin tanınmış jönlerinden ve damadı olan Başrol Oyuncusu ve Yönetmen Tarık Tibet’le birçok filme (“Talihsiz Gelin””Sabu Kahraman Korsan” “Sabu Hırsızlar Prensi” “Cehennem” Kara Yemin”) yapımcı ve oyuncu olarak imza attı. 1972 Nisan ayında daha önce bahsettiğimiz Hırsızlar Prensi ve Cehennem adlı filmleri Afyonkarahisar ve Sinanpaşa’ya bağlı köylerde çekti. Sinema yaşamı boyunca 46 filmde rol alan hemşehrimiz 1976 yılının Mayıs ayında henüz 49 yaşındayken şeker enfarktüsü nedeniyle aramızdan erken yaşta ayrıldı. Bugünlerde ünlü bir dublaj sanatçısı olarak tanınmış birçok yabancı aktörü seslendiren Tolga Tibet’te Sadettin Düzgün’ün torunudur. (* Aktörün torunu Tolga Tibet’le yapılan 15 Aralık 2015 tarihli görüşme) Afyon Güneyköy'de çekilen Cehennem filmi setinde vatandaşlar ve film ekibi 1972-Sadettin Düzgün-Tarık Tibet -Serap Olguner -Necip Tekçe Kameraman Yılmaz Ceylan (1) Sadettin Düzgün ile ilgili bir gazete haberi TAŞPINAR 7 Filmin yabancı ülkelerdeki afişleri AFYON ( AŞK VE AFYON)-1972 Yazımızın başlığı her ne kadar “Türk Sineması’nda Afyonkarahisar” olsa da arada birkaç istisnada olsa yabancı yapım vardır. Bu filmlerden birisi de Ferdinando Baldi’nin yönettiği ve Silvia Monti, Ben Gazzara gibi meşhur İtalyan oyuncuların rol aldığı anlaşılacağı üzere bir İtalyan yapımı. Filmin açılış sahnesi Orjinal adı “Oppio” olan film yurtdışında birkaç değişik isimle gösterime girmiş. Bazı yabancı ülkelerdeki afişlerinde “Afyon” olarak yazarken Türkiye’de “Aşk ve Afyon” adı ile gösterilmiş. Yine Türkiye afişinde İtalyan oyuncuların adının altına “Yavuz Selekman” ismi eklenmiş. İspanya ve Yugoslavya’da kullanılan afişlerinde ise “Afyon, Göreme, İstanbul, Sicilya, New York” şeklinde bir uyuşturucu güzergâhı çizilmiş. Birkaç Türk figüranın haricinde tanıdık bir oyuncunun rol almadığı film basit bir macera filmi. Sadece adıyla bile şehrimizi ilgilendiren filmin konusuna gelince; Türkiye’de üretilen Afyon sakızı bir çete vasıtası ile önce Sicilya’ya, oradan da Amerika’ya sokulmaktadır ve büyük ölümlere sebep olmaktadır. Bu kaçakçılığı önlemek için polis değişik tedbirler alır. Filmin giriş sahnesi öncelikle göstermelik bir “Afyon” şehir tabelası ve sonrasında haşhaş tarlalarında sakız elde etmek için haşhaş çizen Türk kadınlarından ibaret. 100 dakikalık süresiyle dünyanın pek çok ülkesinde gösterilen film haliyle ilimiz Afyon’u uyuşturucunun kaynağı gibi göstererek yanlış bir amaca TAŞPINAR 8 Cehennem filminden bir sahne-Balmahmut İstasyonu Cehennem Filminden bazı kareler Filmin Türkiye afişi hizmet etmiş. 1970’li yıllarda “Gece yarısı Ekspresi” isimli filmden önce yurtdışında Türkiye aleyhine bir hava estirmiş. Yurtdışında 1972 yılının Aralık ayında gösterimde olan film Türkiye’de ise ancak 1977 yılında gösterime girme imkânı bulabilmiştir.4 CEHENNEM -1973 Hırsız Prens isimli film için araştırmalarımızı sürdürürken yine yapımcı ve oyuncu Sadettin Düzgün kanalıyla ilimizde çekilen bir başka filme daha rastladım. Başrollerinde bir önceki filmde olduğu gibi Tarık Tibet’in yanı sıra Beyza Başar ve kötü adam rollerinden tanıdığımız Necip Tekçe’nin oynadığı film “Cehennem” adını taşıyor. 1973 yılında çekilmiş ancak Mayıs 1974’te gösterime girmiş film hemşerimiz Sadettin Düzgün’ün ortağı olduğu Eti Film yapımıdır. Filmin konusuna gelince; Sadi Ağa’nın yanında yanaşma olarak çalışan Ömer, kâhyanın sözlerine aldanarak, kendisini sevmeyen ağa kızı Seda’yı zorla kaçırır. Soğuk, karlı uzun bir yolculuktan sonra bir kulübeye sığınırlar. Burada ağa kızı Seda, Ömer’in tabancasını ele geçirerek onu yaralar. Ömer’de onu Filmin 2 farklı afişi 4 http://www.comingsoon.it/film/afyon-oppio/9485/scheda/ zincirle bağlayarak, tren istasyonuna iner. Trene kaçak binerek kasabaya ulaşır ve kâhyayı bulur. Kâhya, Ömer’in kurşununu çıkartır ama Ömer her şeyi anlamıştır. Kendisini kandıran kâhyayı artık affetmez ve onu öldürüp tekrar dağ evine geri döner. Bu arada Seda soğuktan donmuş, son saatlerini yaşamaktadır. Ömer son bir ümitle, onu doktora yetiştirmeye çalışır, ama ağanın kızı son nefesini verirken Ömer’e kendisini kulübenin yanına gömmesini ister. Ömer için artık yaşamak bir cehennem azabıdır, bunun içinde son kurtuluş olarak tabancayla intihar edecektir. Kısaca ağanın kızını kaçıran yanaşmanın öyküsünü anlatan filmde yapımcı Sadettin Düzgün’ün köyü olması vesilesiyle sık sık Sinanpaşa Güney köyünden manzaralara rastlamak mümkün. Bunun dışında Tazlar köyü üstündeki bugün piknik alanı olan ormanlık alan genelde filmin geçtiği mekân olarak görünüyor. Filmin başrol oyuncusunun kaçarken kullandığı kara trene binişi, şimdilerde çoktan terk edilen, adeta yıkılması beklenen Balmahmut köyü tren istasyonu meraklısı için ilginç olabilir. Yine bir sahnede kullanılan aracın 03 AC 185 nolu plakasına odaklanan kamerada bu filmin ilimizde çekildiğine işaret eder gibi. Cehennem filminde kullanılan 03 plakalı jip YUNUS EMRE -1973 1964 yılında Şuhut ilçemizde kendi şirketi Hisar Film namına “Öfke Dağları Sardı” isimli bir film çeken Yapımcı-Yönetmen Özdemir Birsel’in yine bu ilçemizi tercih ettiği bir diğer filmi “Gönüller Fatihi Yunus Emre”. Elvan Film adına çekilen film için yapım ekibine yardımcı olan kişi yine önceki filmdeki gibi Şuhut eşrafından Abbas Bağır. Yunus Emre filminde oynayan Süheyl Eğriboz ile film üzerine sohbet 1973 yılı Haziran ayı içerisinde Şuhut ilçe merkezi ile Başören, Senir, Atlıhisar ve Balçıkhisar köylerinde çekilen ve başrollerinde Hakan Balamir ve Tülin Örsek’in oynadığı filmde ayrıca pek çok tanınmış karakter oyuncusuna rastlamak mümkün. Ali Şen, Atıf Kaptan, Şükriye Atav, Süheyl Eğriboz, Feridun Çölgeçen bunlardan bazıları. Türk Sineması’nda önemli bir karakter oyuncusu olan Yunus Emre-Şuhutlu Baharoğlu Abbas'ın dostluİhsan Yüce’nin eserinden Özdemir ğu sayesinde Afyonkarahisar’da çekildi TAŞPINAR 9 Yunus Emre-Hakan Balamir Birsel’in senaryolaştırdığı filmin görüntü yönetmeni Salih Dikişçi.5 Taptuk Emre’yi aramak için yola çıkan Yunus Emre’nin hikâyesinin anlatıldığı filmde çekim yapılan köylerde yaşayan vatandaşlarda figüran olarak rol almışlardır. Hakan Balamir’in 1974 yılında 11. Antalya Film Şenliği En İyi Erkek Oyuncu ödülü aldığı filme özellikle Ramazan ayında TRT ve özel kanalların yayın akışında rastlamak Yunus Emre-1973 mümkün. TV’DE AFYONKARAHİSAR-1972 Sinemadan bahsetmişken televizyona da yer verelim. Televizyon deyince akla ilk gelen tabi ki uzun yıllar tek başına bu işi götüren TRT Kurumu. 1968 yılında yayın hayatına başlayan TRT yayınlarının ilimizde seyredilebilmesi için 4 yıl kadar bir süre geçmesi gerekir. 5 http://www.sinematurk.com/film/6887-yunus-emre/ TAŞPINAR 10 TRT yayınları henüz ilimize ulaşmadan TRT Ankara Televizyonu yapımcıları Atatürk’ün Evleri konulu bir belgesel çekimi için geldikleri ilimizde büyük bir şok yaşarlar. Şuhut ilçemizde bulunan ve Atatürk’ün Büyük Taarruz öncesi misafir olduğu Hacı Veli Konağında çekim yapmaya giden ekip evin harap bir halde üstelik içinde de tezek depo edildiğini görünce büyük bir üzüntü içinde çekimlerini böyle bir ortamda yaparlar.6 26 Ağustos 1972 Büyük Taarruz’un 50. yıldönümüdür. Böyle bir günde TRT’de günün anlam ve önemine uygun programlar hazırlar. O tarihte hayatta olan İsmet Paşa’dan Anılar, Kocatepe’den İzmir’e gibi programların yanında “Bir İlimiz –AFYONKARAHİSAR” adlı yapımda ekranlara gelir. 28 dakikalık bu programda Afyonkarahisar’ın Büyük Taarruz’daki önemi sıkça vurgulanır, şehirden görüntülere yer verilir. O günlerde henüz yıkılmamış olan eski Hükümet Konağı, motorlu araçların fazla olmadığı onun yerine faytonların dolaştığı geniş caddeler, Uzun çarşı, Müze, kaplıcalar, o tarihte yeni inşa edilmekte olan İşçi Sigortaları Hastanesi (şimdilerde çoktan yıkılan eski SSK Hastanesi), Çocuk Esirgeme Kurumu bu programda karşımıza çıkar. Kaleye çıkan vatandaşlar ve kaleden şehrin görünümü yine programda gözümüze çarpan ayrıntılardan. TRT Prodüktörlerinden Nazmi Kal’ın hazırladığı ve 28 Ağustos 1972’de gösterilen bu belgeseli zannederim hiçbir hemşehrimiz izleme şansı bulamamıştır. Nedenine gelince TRT yayınları ilimizde kısmen 29 Eylül 1972 tarihinden itibaren izlenmeye başlanmıştır. Programın daha önce Afyon Ticaret Lisesi’nde öğretmenlik yaparken TRT’ye geçen, yani Afyonkarahisar’ı yakından tanıyan Nazmi Kal tarafından hazırlanması ise dikkate değer bir ayrıntı. Tam 38 yıl TRT arşivinde duAmerikan CBS Kanalı Haşhaş ran bu görüntülerin izini 2010 Tarlasında çekim yaparken-1974 yılında bularak temin ettim ve izleme imkânı buldum. Günümüzde ilimizle ilgili son yıllarda yapılan birçok belgeselde rastlayacağınız siyah beyaz Afyonkarahisar görüntülerinin kaynağı budur. Arşivlerini dışarıya açmakta çok cimri olan TRT’den bu görüntüleri alma Kocatepe Gazetesi 17.07.1974 hikâyemiz ise ayrı bir yazı konusu. 1971 yılında Amerika’nın isteğiyle Türkiye’de Haşhaş ekiminin yasaklanması ve 1974 yılında serbest bırakılması üzerine adını Haşhaş’ın özsuyu olan Opium’dan alan ilimiz adeta yabancı TV kanallarının gözdesi olur. Al6 Televizyoncular Ata’nın Evinde Tezek Yığınlarını Filme Aldılar” Kocatepe Gazetesi-25.09.1971 Açlık filminin 2 farklı afişi man ARD kanalından, Amerikan CBS NEWS kanalına varıncaya kadar pek çok yabancı ilimizi ziyaret ederek Haşhaş ekimi ile ilgili programlar çekerler.7 1977 yılında Türkiye ve Birleşmiş Milletlerin ortak yapımcılığında çekimleri yine ilimizde, şehir merkezinde yapılan ve 19 Eylül 1977 tarihinde TRT’de gösterilen “Haşhaş, Bir Çiçeğin Terbiyesi” isimli belgeselde TRT arşivlerinde o yıllardan kalan bir başka kayıt. Kısmen izlediğimiz bu belgeselde bugün apartmanlarla dolu olan Cumhuriyet Mahallesi ve İmam Hatip Lisesi civarında haşhaş tarlalarında yapılan çekimlere rastlamak bizde ilginç duygular uyandırdı. Yine aynı yıllarda sonradan “Hakkari’de Bir Mevsim” filmi ile tanınan ünlü yönetmen Erden Kıral’da ilimiz ve Uşak’ta bir belgesel çeker. O yıllarda ülke gündeminde ve ilimizde önemli yer tutan bir sorunu ele alan “Haşhaş” isimli belgesel, Amerika’nın baskısıyla ekimi yasaklanan haşhaş ve üreticisinin sıkıntılarını ekrana getirir. SEYDİLER’DE ÇEKİLEN BİR BAŞKA FİLM AÇLIK-1974 Yıl 1974, Seydiler Köyü birkaç yıl aradan sonra bir filme daha ev sahipliği yapar. Yönetmenliğini Türk Sineması’nın ilk kadın yönetmeni Bilge Olgaç’ın üstlendiği “Açlık” adlı filmde Türkan Şoray’ın yanı sıra tiyatrocu Mehmet Keskinoğlu, Hüseyin Kutman ve Mümtaz Ener gibi tanınmış oyuncular rol alır. Filmin konusuna gelince; Küçük yaşta ağaya evlatlık olarak verilen Meryem (Türkan Şoray) büyüdüğünde ağanın yaptıklarına isyan eder. Bunun üzerine köyde yaşayan fakir bir gençle (Mehmet Keskinoğlu) evlendirilir. Kocasının İstanbul’a çalışmaya gitmesiyle küçük çocuğu ve yaşlı ka7 “Alman ARD Televizyonu İlimize Geliyor’’ Kocatepe Gazetesi 30.05.1975 tarihli sayısı Açlık filminden bazı kareler yınpederiyle baş başa kalan Meryem artık her işe koşmaktadır. Yaşanan kuraklık sebebiyle sıkıntılı günler geçiren aile sonunda tarlayı sürmekte kullandıkları tek öküzü keserek yerler. O da bitince bu sefer yıllar önce terk ettiği ağanın kapısını çalar. Sonrasını isterseniz filmi seyretmenizi tavsiye ederim. Film TV kanallarında sık sık yayınlanmakta. Türkan Şoray’ın filmleri arasında nitelikli olarak öne çıkan bu filmin yönetmeninin de bir kadın olduğunu belirtmiştik. Filmlerinde kadın sorunlarına sıkça eğilen Bilge Olgaç yıllar sonra yalnız yaşadığı evinde sobadan çıkan yangın sebebiyle hayata veda eder. Yönetmen Bilge Olgaç filmin çekildiği yıllardaki bir röportajında senaryonun çorak bir bölgede geçmesi sebebiyle TAŞPINAR 11 Filmden bir sahne HALI TÜRKÜSÜ FİLMİ TANITIM BROŞÜRÜ Türkan Şoray Seydiler Kalesi önünde Seydiler’i tercih ettiğini ve bu tercihin çok isabetli olduğunu, köy halkının samimi, içten yardımlarını gördüklerini ifade eder ve bu yardımın karşılığı olarak bir TV hediye ettiklerini belirtir. Öte yandan İstanbul dışında film çekiminin işleri hızlandırmasının yanı sıra ekiptekilerin evlerini özlemesi gibi bir dezavantajı bulunduğunu söylemektedir.8 Seydiler köyünde çekilen filmde köy hayatından görüntüler, peribacaları oluşumları gibi ayrıntılar dikkat çekici, ayrıca köy halkı da bu filmde epeyce rol almış. Filmin final sahnesinde ağanın evinden yiyecekleri alıp köy dışındaki evine götüren Türkan Şoray’ın daracık sokaklardan geçmesi ve onu takip ederek evi basan köylü kadınlar, çocuklar filmin asli oyuncusu gibi. Filmin çekildiği ev, köy sakinlerinden Ali İhsan Fidan’a aittir. O yıllarda köyün biraz dışında olan şimdi ise köy içinde kalmış iki odalı, toprak damlı bir köy evi. 2003 yılında evin sahibi Ali İhsan Fidan ve eşi ile yaptığımız sohbette çekimlerin sonunda film yapımcılarının kendilerine televizyon hediye ettiklerini ancak o tarihte köylerinde elektrik olmadığı 8 “TV’de Bugün-Bir İlimiz- Afyon’’ 28 Ağustos 1972 TAŞPINAR 12 için bu televizyonu İscehisar Jandarma Karakoluna verdiklerini belirtmişlerdi.9 Yaklaşık 1 ay süren çekimler süresince Afyonkarahisar’da kalan film ekibi vatandaşlarında çok ilgisini çeker. O günleri hatırlayan eski faytonculardan Galle lakaplı Muharrem Kavrı, Türkan Şoray’ı faytonuyla gezdirdiğini tatlı bir anı olarak bizlere aktarmıştı.10 2 farklı afişle gösterime giren filmin ilk afişi sırtında bebeği ile tarlada çift süren Türkan Şoray ve usta karakter oyuncusu Mümtaz Ener’i gösteriyor. Arka fonda yer alan Peribacaları bölgeyi bilenler için akıllara hemen “Seydiler”i getiriyor. Yapımcılığını Funda Film-Fethi Oğuz’un, senaristliğini aynı zamanda yönetmen Bilge Olgaç’ın üstlendiği filmin müzikleri Yalçın Tura’ya ait. Seha Okuş’un unutulmaz türküleri eşliğinde zevkle seyredilen film 79 dakika uzunluğunda. Türkan Şoray, tam 41 yıl sonra Afyonkarahisar’a tekrar geldi. 2015 yılı Anneler Gününü kutlamak için özel bir kolejin davetiyle geldiği Afyonkarahisar’da konferans salonunda çevresindekilere “geçmişte Afyonkarahisar’da bir köy filmi çektiğini ama filmin adını ve çekildiği yeri hatırlayamadığını” ifade eder. Bu film vesilesiyle bu doğal güzelliğimizin tanıtım fırsatı da böylece kaçırılır.11 Ali İhsan Fidan(Seydiler kasabası doğumlu) yapılan Mayıs 2003 tarihli görüşme 10 Muharrem Kavrı 1939 doğumlu ile yapılan 24.03.2010 tarihli görüşme 11 Gazeteci Murat Arısoy ile yapılan 06.05.2015 tarihli görüşme Halı Türküsü filmi tanıtım broşürü HALI TÜRKÜSÜ-1978 70’li yıllarda ilimizde çekilen son film aynı zamanda Şener Şen ve İlyas Salman’lı “Çiçek Abbas” filmiyle tanıdığımız bugünlerin ünlü film ve reklam yönetmeni Sinan Çetin’in de ilk filmi “Halı Türküsü”. 1978 yılı yapımı “Halı Türküsü” adlı film belgesel film türünün güzel bir örneği. İlimiz Dazkırı ilçesine 1971 yılında kaymakam olarak atanan Tuncer Ergüler (bugün Afyonkarahisar’da avukat) bir kooperatif kurarak ürettikleri halıları aracılara çok ucuza satan köylüleri bir araya getirir. Çıkarı bozulan aracılar baskıyla kaymakamın tayinini çıkartırlar. Bunun üzerine kaymakamlıktan istifa eden Tuncer Ergüler kooperatifin başına geçerek bir halı ipliği fabrikasının kuruluşuna öncülük eder. Filmde Ahmet Mekin ve Fuat Onan gibi oyuncuların yanı sıra Dazkırı çevresindeki köylüler de rol alır. Müziklerini Zülfü Livaneli’nin yaptığı filmin yapımcısı Köy Koop Acıgöl Kooperatifler Birliği’dir. Vermek istediği mesaj itibariyle içinde bulunulan dönemin (70’li yılların siyasi ortamı) ruhuna uygun politik öğeler barındıran film sinemalarda gösterim imkânı bulamaz. Yıllar sonra yönetmen Sinan Çetin bir röportajında “yıllar önce parasızlıktan tek kopya bastırdığım bu filmi bende bir türlü bulamıyorum” der.12 34 dakikalık film aynı yıl katıldığı Moskova Film Festivali’nde ödül alır. 9 12 http://www.mafm.boun.edu.tr/files/117_Sinan_Cetin.pdf Avukat Tuncer Ergüler TAŞPINAR 13 ÜNLÜ YÖNETMEN ELİA KAZAN VE AFYONKARAHİSAR Dünyaca ünlü film yönetmeni Elia Kazan’ın da hayatında Afyonkarahisar özel bir yer tutar. Aslen Kayserili bir Rum olan Elia Kazan (1909-2003) küçük yaşta ailesiyle birlikte Amerika’ya göç etmiştir. 1950’li yıllardan itibaren Amerikan Sineması’nda önemli filmlere imza atmıştır. Elia Kazan ilk kez 5 Kasım 1978’de dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in davetiyle geldiği Türkiye’de çekmeyi düşündüğü filmle ilgili olarak Afyonkarahisar ve Dumlupınar’ı gezerek bilgiler almıştır. Yönetmen, çekmeyi düşündüğü filmin 1912 yılından itibaren başlayarak Türk ve Rumlar arasındaki ilişkileri konu alacağını ve 1922’de ki Başkomutan Meydan Muharebesi’ne de yer (şimdi olsa bir de pahalı cep telefonu) atmalarından ve vereceğini söyler. Ancak şunu da eklemeden geçmez.’’ bira yerine rakı-peynir-kavun söylemelerinden belli oluDumlupınar’ı gördükten sonra insanların savaş istemeyormuş. mesini diliyorum’’13 Bu gibi iyi beslenmiş birkaçının dışında, birahanede Yönetmen Elia Kazan’ın Afyonkarahisar’ı ikinci kez çoğunluğu oluşturanlar, genellikle sarı benizli, ince, dal ziyareti Ekim 1989’dur.Bu ziyaretinde de tarihi semtleri gibi uzun, küskün, mahzun, kırgın ya da kızgın melangezerek mekân bakmıştır. O günlerde ilimizde yayınlakolik tavırlar içindeymiş. Bunların sırtında “anne örgünan Zafer gazetesine verdiği röportajda “Nereden bulasü” hırka, yelek, kazaklar varmış. İçlerinde gece boyunca cağım böyle yeri” der.14 Çekeceği filmin adını “Egenin kimseyle konuşmadan bir kibrit kutusuna sürekli takla Ötesi” olacağını belirten yönetmen ne var ki bu belgesel attıranlar mı istersin, aynada kendi kendisine tapınanlar filmini Isparta’da çekmiştir. mı, mırıl mırıl duvarlarla konuşanlar mı? Birahanelerin Yıllar sonra Elia Kazan’ın Afyonkarahisar’ı ziyareti tavanında tütün, ter ve amonyak kokusundan oluşan bir ile ilgili anıları şöyle aktarılır. bulut asılıymış. Yerde ise affedersiniz, tükürük, izmarit, “Kazan, son Türkiye ziyaretinde Afyon’a gitmiş, bir ganyan kuponları ve çekirdek kabuklarından oluşan bir süre o civarda çekeceği filme göre yerler aramış. Gece olup halı seriliymiş. otelde sıkılınca, sokağa çıkıp rastgele dolaşırmış. Nerede Gerçi bir müzik çalıyormuş, televizyon da acıkmış ışıklı bir yer görse, burası ya bir kahvehane, ya bir birahaama ne kimse müzik dinliyor, ne de kimse televizyon neymiş. Ve hepsinde de sadece ve sadece erkekler varmış, seyrediyormuş. Herkes bağırarak ve acımasızca bir 1974 yılı üstelik gencecik erkekler. O da buralara girmiş, çıkmış. Bir ağızdan konuşurken, aralarında çok ağır, çok kaba müstehcen el şabira söyleyip rast geldiğiyle sohbetler yapmış. Kimseyi huylandırmadan, bir sikaları yapıyorlarmış. Hemen hiç biri eğleniyor gibi gözükmüyormuş. Tersine, nemacı gözüyle mekânı, eşyaları, insanları iyice süzmüş. hemen herkes hem kendisiyle, hem de çevresiyle sanki sürekli bir kavga Bu gençlerin bilhassa kıyafetleri, genellikle koyu renkte, ucuz, sağlıksız halindeymiş. ve birbirine çok benziyormuş. Sakalları da bakımsız, saçları kirli ve kepekli, Kazan, bir-iki bira yuvarladıktan sonra bu gençlerden bazılarına yaksanki hepsi bir berber elinden çıkmış gibi aynı modelmiş. İçlerinden biraz laşmaya, yanaşmaya çalışmış, onlarla konuşmuş. Onlara özellikle gelecekte hallice olanlar, yani hali vakti yerinde olanlar, birahaneye gelir gelmez, önce (istikbalde) ne yapmak istediklerini sormuş. masaya şrank diye bir anahtarlık demeti, bir Amerikan sigarası, bir çakmak, Bundan sonrası çok önemli: Hiçbirinin Afyon’un sınırlarını aşan bir ha13 14 “Elia Kazan-İnsanların savaş istememesini diliyorum” Milliyet Gazetesi 05.11.1978 tarihli sayısı “Nereden Bulacağım Böyle Bir Yeri” Zafer Gazetesi-28.10.1989 tarihli sayısı TAŞPINAR 14 yalinin olmadığını dehşete düşerek fark etmiş. Taşra ıssızlığında, yalnızlıktan kendini tekrarlaya tekrarlaya kavrulan, elinden hiçbir iş gelmeyen, ne hayata ne de kendine hiçbir katkısı olmayan, koskoca Anadolu gençliği için “yürüyen zamanın” bir şey ifade etmediğini fark etmiş.’’15 Zira kaza izlenimlerini Afyonlularla paylaştı mı bilinmez. 1980’Lİ YILLAR TV’nin yaygınlaşması ve 1975-1980 yılları arasında çekilen cinsellik içerikli filmler yüzünden seyircinin sinema salonlarından uzaklaşması bu dönemin en büyük sıkıntısıdır. Çekilen film sayısının iyice düştüğü bu yıllarda piyasada artık sadece Kemal Sunal filmleri, video için çekilen basit filmler ve tabiri caizse entellektüel bunalım filmleri bulunmaktadır. Bu yıllarda sinemada olmasa da devletin kanalı TRT’de bazı diziler ve belgesel programlarda ilimize yer verilmiştir. ATATÜRK’LE YOLCULUK- 1981 Atatürk’ün doğumun 100. yıldönümü münasebetiyle TRT tarafından hazırlanan ve çocukluğundan vefatına geçen zamanı ve mekânları yansıtan 10 bölümlük belgeselin 9 ve 10. bölümlerinde Afyon Zafer Odası (bugünkü Zafer Müzesi), Şuhut Atatürk Evi görüntülerine yer verilmektedir. Yapımcılığını Atik Çatalpınar’ın üstlendiği, yönetmenliğini Orhan Tuncel’in yaptığı belgeselin metin yazarlığını Prof. Dr. Ergün Aybars yaptı. Belgeselin seslendirmesini Cihan Ünal, Sacit Onan, Sönmez Atasoy gibi usta isimler gerçekleştirdi. 24.06.1981 tarihinde TRT’de gösterilmeye başlanan belgeselin her bir bölümü 25 dakikadan oluşuyor.16 KÜÇÜK AĞA - 1983 1983 yılında Tunca Toskay’ın TRT Genel Müdürlüğü döneminde kurum, konusunu Milli Mücadele döneminde Akşehir ve çevresinde geçen bir öyküden alan yazar Tarık Buğra’nın “Küçük Ağa” adlı eserini, hemşehrimiz Yücel Çakmaklı’nın yönetmenliğinde dizi olarak filme almaya karar verir. Nisan 1983’te çekimlerine başlanan ve Çetin Tekindor ile Aydan Şener’in 15 16 http://moroccom.blogspot.com.tr/2009/03/elia-kazann-tasra-izlenimleri-ve.html http://www.trt.net.tr/sayfa/wp-content/uploads/2014/11/1-C%C4%B0LT.pdf başrollerde oynadığı dizide Türk Sineması’nın birçok ünlü karakter oyuncusunu da görmek mümkün. Fikret Hakan, Ahmet Mekin, Erol Taş, Eşref Kolçak, Kadir Savun bu oyunculardan bazıları. Çekimler sırasında Yücel Çakmaklı’nın yanında bulunan Senih Bayık’ın anlattığına bakılırsa Çakmaklı birçok sahneyi Afyonkarahisar’da çekmek istese de dönemin idare amirleri (Vali, Beld. Bşk.) oyuncuların kalacağı yer ve çekimler konusunda yardımcı olmayınca bu sahneler Kütahya’da çekilir. Yine de filmde Afyonkarahisar’dan bahsedilmesi sebebiyle sadece Kale görüntüsüyle yetinilir. O dönemde Kale üzerinde bulunan metalden yapılmış AFYON yazısının görünmemesi için özel çaba gösterilir. Bir de dizinin 6. bölümünde Küçük Ağa komutasındaki çetenin Yunan askeri birliklerine baskın sahnesini izlediğimizde mekânın Ayazin köyü olduğu izlenimi uyandı bizlerde.17 AZ GİTTİK UZ GİTTİK-1986 TRT’nin kanal sayısı ile birlikte programlarının arttığı 1980’li yıllarda çocuklara illerimizi tanıtmak amacıyla hazırlanan animasyon destekli bir yapım “Az Gittik, Uz Gittik”. Her bölümde Evliya Çelebi’nin atı Küheylan ile bir ilimizi, tarihi eserleri, efsaneleri, halk ya da çocuk oyunları ile tanıtan programın 33.bölümünde şehrimize yer verilmiştir. Metin Devrim’in yapımcı ve yönetmenliğini üstlendiği bu çocuk programının metin yazarlığını ise çocuk edebiyatının usta kalemlerinden Yalvaç Ural yaptı. Seslendirmesini oyuncu ve dublaj sanatçısı İstemi Betil ile birlikte Erol Kardeseci ve Şahap Sayılgan’ın yaptığı ve 25 dakikadan oluşan program 08.10.1986 tarihinde TRT ekranlarında gösterildi.18 YILDIRIM KEMAL-1989 1980’li yılların sonuna yaklaşırken ilimizde çekilmiş birkaç yapım daha vardır. Büyük Taarruz’da önemli görevler üstlenen şehit Süvari Teğmen Yıldırım Kemal’in hayat hikâyesini anlatan ve önemli bir kısmı ilimiz Sinanpaşa ilçesi Yıldırım Kemal köyü civarında çekilen “Yıldırım Kemal” adlı 4 bölümlük dizi TRT tarafından 1989 yılında yönetmen Hüseyin Taşkın’a çektirilir. ÇAYLAR ŞİRKETTEN -1989 Haziran 1989’da TRT kanalında 2 bölüm olarak ekranlara gelen dizi İstanbul-Afyon-Denizli seferini yapan bir yolcu otobüsünde yaşananları anlatıyor. Erdoğan Tokatlı’nın yönettiği ve Halil Ergün ile Yalçın Gülhan’ın otobüs şoförlerini, Aydemir Akbaş’ın ise muavin rolünde oynadığı dizinin Afyonkarahisar’da geçen sahneleri otobüsün garaj ve dinlenme tesisinde mola verdiği kısımlar. Diziye adını veren “Çaylar Şirketten” ise yıllar var ki unuttuğumuz bir şey “şehirlerarası yolcululuklarda dinlenme tesislerinde yolcuların içtiği çayın bedelinin otobüs firmasınca karşılanması” 17 18 “Küçük Ağa Filminin Bazı Sahneleri Afyon’da Çekildi’’ Türkeli Gazetesi 15.08.1983 tarihli sayısı http://www.trt.net.tr/sayfa/wp-content/uploads/2014/11/1-C%C4%B0LT.pdf TAŞPINAR 15 TÜRKMEN DÜĞÜNÜ -1989 “Türkmen Düğünü’’ Emirdağlı Ali Yürük tarafından yazılan ve halk kültürünü yansıtan bir başka eserdir. Emirdağ yöremizin gelenek göreneklerini, düğün adetlerini çok güzel yansıtan bu eserde tıpkı Çatallı Köy gibi yıllar yılı tiyatroda sahnelendi ve halktan büyük ilgi gördü. Çatallı Köy’ün dizi olarak yayınlanması ve seyircinin bu tarz dizilere ilgi göstermesi üzerine devlet televizyonu TRT, 1989 yılında bu kez yazarın “Türkmen Düğünü” adlı eserini 3 bölümlük bir dizi olarak ekranlara getirdi. Yönetmenliğini Adem Ayral’ın yaptığı dizide birçok ünlü sanatçı rol aldı. Yılmaz Zafer, Nilgün Bubikoğlu, Asuman Arsan, Atilla Ergün, Faruk Savun bu isimlerden bazıları. Çekimlerinin büyük bir kısmı Emirdağ’da gerçekleştirilen diziden akıllarda kalan sahneler bu güzel ilçemizin o günlerdeki hali, düğün gelenekleri ve elbette birbirinden güzel maniler. SİNEMADA AFYONKARAHİSARLILAR Filiz AKIN Türk Sineması’nda dört yapraklı yoncadan biri olan Filiz Akın veya gerçek adıyla Suna Akın’da pek bilinmese de Afyonkarahisarlıdır. Afyonlu Hacı Vasıflar Sülalesine (Hamamcılar da denilir) mensup Hâkim Bekir Sami Akın‘ın kızı olarak 02.01.1943 tarihinde Afyonkarahisar’da doğan Filiz Akın, ilkokula annesi Leman Hanım’ın vekil öğretmenlik yaptığı Afyonkarahisar’da başlar. Çocukken resim konusunda çok yeteneklidir. Annesi Leman Hanım, sinemaya ilk başladığı yıllarda verdiği bir röportajda Filiz Akın’ı şöyle anlatır; “Afyonkarahisar’daki evimizin yanında bir türbe vardı. Kalın resim kâğıdı üzerine bu türbenin, yaşından hiç umulmayacak kadar düzgün bir resmini çizdi. Şimdi çok güzel resimler yapıyor. Ben, Afyon’ da öğretmen vekilliği yapıyordum. Bir gün komşumuz askeri doktorun emir erini yanına almış. ‘Beni anneme götür’ demiş. Okula gelmiş, müdüre çıkmış. ‘Beş buçuk yaşıma geldim, okuma yazma biliyorum, beni okula alın demiş. Kabul etmemişler. Eve ağlaya ağlaya dönerken yolda Maarif Müdürü Filiz’i görmüş. Niçin ağladığını sorunca, olayı öğrenmiş. ‘Gel beraber okula gidelim’ diyen Maarif Müdürü kendi eliyle Filiz’i ilkokula yazdırmış. Tüm sınıflarını, liseden mezun olana kadar hep birincilikle bitirdi. Babası da hukuk fakültesinden birincilikle mezun olmuştur. Filiz’in babaannesi yeşil gözlü, ince belli, beline kadar dökülen saçları ve servi boyu ile göz kamaştıran bir Çerkez güzeliydi. Filiz, bana ve babasına benzemezdi, kayınvalideme çekti.19 Yıllar sonra kendisiyle yapılan bir röportaj’da eski bayramlara dair sorulan soruya şöyle cevap verir, “Beş yaşındaydım galiba... Afyon’da bayramda babaannemin elini öpmeye gidiyorduk. Onun evine giden arsada mandalar vardı ve annem çok korkardı onlardan. Onun önüne geçip küçük bir kahraman gibi onu koruyarak, önlerinden geçirmiştim. Büyükbabam eczacı Sadri Bey çok gülmüştü ve bu yiğitliğimden dolayı, hem rugan ayakkabı hem de istediğim kadar leblebi, çikolata, limonlu macun alacak kadar bol bir bayramlık vermişti.20 7 yaşındayken anne-babası ayrılan Filiz Akın hayatının sonraki bölümünde annesinin yanında Ankara’da büyür. Nüfus kaydını sonraki yıllarda buraya aldırır. İlkokul sonrası Ankara Maarif Koleji’nde yatılı olarak okuyan Filiz Akın 1960 yılında buradan mezun olur. Üniversiteye gitme düşüncesi vardır fakat maddi sıkıntılar sebebiyle çalışmaya karar verir. Çalıştığı dönemde bir okul arkadaşının teşvikiyle oyunculukta şansını denemek isteyen Akın, Artist mecmuasının düzenlediği yarışmaya katılır. Bu yarışmada birinci olan Akın, Mayıs 1962’de yönetmen Memduh Ün’ün çektiği “Akasyalar Açarken” filmiyle Yeşilçam’a adım atar. 1964’te Yönetmen-Yapımcı Türker İnanoğlu ile evlenen Filiz Akın’ın bu evlilikten doğan çocuğu İlker İnanoğlu da küçük yaşlardan itibaren filmlerde rol almıştır. 117 filmde rol alan Filiz Akın’ın babası Sami Akın, 1970 yılında Salihli Sulh Hukuk Hâkimliğinden emekli olarak yerleştiği İzmir’de 1991 yılında eşiyle birlikte menfur bir cinayete kurban gitmiştir. Devam edecek… Gelecek sayıda 1990’lardan günümüze Türk Sineması’nda Afyonkarahisar 19 20 TAŞPINAR 16 “ Filiz Akın’ı Annesi Anlatıyor” Ses Dergisi- Temmuz 1963 Milliyet Sanat-24 Eylül 2015 Tarihe Tanık Yapılar İ Z E K ER M R Ü T L Ü K K ATATÜR AHMET İLASLI Fotoğraf: Mustafa Topsakal 1900’lü yılların başında şehrin gelişme noktası olan İstasyon Caddesinde (Ordu Bulvarı) birbiri ardınca kamu binaları yapılmaya başlanmıştır. Hükümet Konağı, Cezaevi, Ordu Evi’nin bulunduğu bu güzergâhta 1910’lı yıllarda İttihat Terakki Binası olarak tek katlı yapılmaya başlanan yapının inşaatı da araya 1.Dünya Savaşı’nın girmesi ile yarım kalmıştır. Savaş sonrasında yeniden devam eden inşaat bitirilmiş ve işgal günlerinde işgal ordularınca karargâh olarak kullanılmıştır. 27 Ağustos 1922 günü şehri terk eden Yunan ordusunca yakılan bina 1925 yılına kadar harap bir halde kalmış, sonrasında 3 kat olarak yeniden inşa edilerek Askeri Mahfel (gazino) olarak açılmıştır. Yeniden inşa sırasında 3. kat çatı kısmı soğan başlıklı olarak yapılmıştır. Ana giriş sekizgen kesitli olup ana yapıdan dışa ve yukarı taşkın ayrı bir yapı görünümündedir. Aslında beş yüzü dışarıda, üç yüzü yapıya biti- şiktir. Dışa bakan beş yüzün ilk katı iki kanatlı cam bölmeli kapılıdır. Kapı üzerleri kemerlidir ve kemer içleri yine camla kaplanmıştır. Kemerlerin ayaklarla birleştiği yerler daralan dişlidir. Ayrıca kemerler üzerinde kabartı kemer kuşak, uçların birleştiği yerde de kabartma çiçek ve yaprak dilimleri yapılmıştır. Ayaklar ve altlıkları ikiyüzlü yapılmış olup altlıkların üst kesim iç- dış bükeylidir. 1. kat yüksekliğinde, 2. katta bir balkon vardır. Balkon iki üçgen taşıyıcı ile taşınmaktadır. Taşıyıcıların eğimli yüzleri yuvarlak diş dizilidir. Korkuluğu ise üzeri iki boğumla daralan dörtgen açıklık dizilidir.1. kattan ana yapıya yine iki kanatlı kapı ile girilir. 2. katta yine her yüzde birer pencere vardır ve bu pencereler ana yapı 2. kat pencereleriyle bağdaşıktır. 3. kat, alt katlara oranla daha basık olup ana yapı çatısının üzerinde bir kuruluş gibidir. Yine yüzünde ikiz pencereler vardır ve çatısı sekizgen örtüdür. TAŞPINAR 17 AFYONKARAHİSARLI OLMAKLA HEP ÖVÜNDÜM R. PROF.D GE İL B T A J İ N Röportaj: Hasan ÖZPUNAR Taşpınar dergisinin bu sayısında Onkoloji (kanser) alanında yaptığı çalışmalarla tanınan, 2013 yılı Sağlık Bakanlığı Onkoloji Hizmet ödülüne sahip, Afyon Eğitim Vakfı kurucularından Prof. Dr. Nijat Bilge ile sohbet ettik. İşgalde yakılan bina Ana yapı, biri güneye biri doğuya uzanan iki kol biçimli bir yapıdır. Görünüşte iki katlıdır. Ayrıca bodrum katı vardır. Güney kolda biri batıda, biri doğuda; doğu kolda ise yine doğuda biri olmak üzere bodrum kata dışarıdan üç giriş vardır. Her üç girişte basık kemerli ve kesme taş kaplama çerçevelidir. Merdivenle inilerek girilir. Yalnız batı girişte korkuluk demiri vardır. Ayrıca bodruma da iç merdivenle de inilmektedir. Birinci kata iki giriş vardır. Biri ana giriş, ötekisi ise doğu kolun güney kolla birleştiği iç köşededir. Her iki kat pencereleri eş değerde ve bağdaşıktır. Sivri kemerlidir. Kemerler birbirine bağlantılıdır ve yapıda bir süs kuşağı görünümündedir. Alt kat pencereleri demir parmaklıklıdır. Pencere aralarında ve köşelerde dikey süs kabartmalar göze çarpar. Köşelerdeki ikiyüzlü olup yüzlerde; üstte düz bir bölüm, altında çıkıntılı bir bölüm, onun altında yivli dörtgen içinde üstü iki boğumla daralan içerlek dörtgen alan, bunun altında yivli dördül içinde kabartma bir çelem, en altta ise girik yaprak dilimlerinden oluşan bir bölüm vardır. İç özellikler; katlar arası iniş-çıkışı demir korkuluklu merdiven sağlar. Doğu kolda kuzeye bakan yüzde yan yana iki küçük bir büyük oda ile doğuya bakan bir büyük oda ve ara boşluk vardır. Güneye uzanan kolda ise batı yüzde ana girişe bitişik durumda helalar ile büyük salon yapılmıştır. Bu durum her katta aynıdır. Yalnız güney kolda 1. katta daha önce iki oda (Dershane) ve bir gezintilik varken, Yüksekokul olduktan sonra büyük dershane gerektiği için bu duvarlar kaldırılmıştır. Yapı 1930’lu yıllarda Maarif Oteli, sinema ve gazino, 1937-1943 yılları TAŞPINAR 18 arası Dumlupınar İlkokulu ve sonrasında DP lokali, Afyon Lisesi ek binası bir sürede Ticaret Lisesi olarak kullanılmıştır. 1974 yılında Anadolu Üniversitesine bağlı Yüksekokula dönüştürülen yapı günümüzde Afyon Kocatepe Üniversitesinin bünyesinde faaliyet göstermektedir.1.katta yer alan konferans salonu Afyon Belediyesi Nikâh Salonu olarak kullanılırken 2. kattaki salon farklı toplantılara ev sahipliği yapmaktadır. Yapının bodrum katında Afyonkarahisarlı minyatür ve hat sanatçısı merhum Ömer Faruk Atabek’in adını taşıyan bir sergi salonu bulunmaktadır. Kaynak: Müze Arşivi Hasan ÖZPUNAR Arşivi -Nijat Bey kendinizden bahseder misiniz? -1929 yılında Emirdağ’ın Çilli Mahallesinde doğdum. Aslımız Türkmen’dir. Babam Afyon’da öğretmen okulundan mezun olmuş ve öğretmenlik yapıyordu. Anne tarafımdan dedemin dedesine Afyon’da ‘’ Dağ Müftüsü’’ derler. Dedem Emirdağ’ın önde gelen bir hocasıydı. Atatürk’te 1.Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis’le birlikte Kurtuluş Savaşı sırasında Emirdağ’a geldiği zaman bizim evde kalmış. Biz çocukken bazı eşyaları saklardı babam “aman ona dokunmayın Atatürk kullandı” diye. O sıralar 16 yaşındaymış. Sonradan kayboldu bu eşyalar. Okula babam öğretmen olduğu için erken başladım. İlkokul 3.sınıfın yarısında okuduğum sıra Afyon merkeze geldik. 1936 yılı, 7 yaşındaydım. Ağabeyim ortaokula geçmişti ve Emirdağ’da ortaokul yoktu. Babam ağabeyimi okutmak için tayinini Afyon merkeze aldırdı. Gedikahmet Paşa Camii arka taraflarında bir ev tutmuş. Bende Gedikahmet Paşa İlkokulu’na devam Lise yılları ettim. Şimdi o okul yok. Bir de Atatürk’ün öldüğünü hatırlıyorum. Çok üzülmüştük. 4 kardeştik. 3 erkek, 1 kız. Tekin Bilge avukat. Futbola meraklıydı. Liseyi bitirince değişik takımlarda oynadı. Beşiktaş Takımına girdi. Milli oldu. Sonra bir maçta Galatasaray kalecisi Turgay Şeren’le çarpıştı. Büyük bir sakatlık geçirdi. Futbol hayatı bitti dediler, ama yine oynadı. Ağabeyim Doğan Bilge doktordu, rahmetli oldu. - O yılların Afyon’u nasıldı? - Birbirine yakın yaşlarda 3 erkek kardeşiz… Mahalledeki çocuklarla arkadaş olmak istiyoruz “len arkıdeş gel gari” diyorlar. Bizim garibimize gidiyor. Babam öğretmen olunca bizlere düzgün konuşmayı öğretti. “Neden böyle konuşuyorsunuz?’’ diyoruz. “Biz Afyonluyuz, böyle gonuşuruz’’ diye cevap veriyorlar. Önce yadırgadılar sonra sıkı dostluklar kurduk. Afyon’da hayat basit. Biz ilçeden geldik, şehir kocaman göründü gözümüze, hâlbuki o zamanlar taş çatlasın 25.000 nüfus var. Atatürk sosyal yaşamda büyük inkılâplar yapmasına rağmen halkta yoksulluk vardı. Babamız öğretmen olmasına rağmen bizler birbirimizin elbisesini, ayakkabısını giyerdik. Ayakkabımın altında iki tane pençe(yama) olduğunu hatırlatırım. Atatürk Afyon’a geldiği zaman bir arkadaşımla beraber çıktık Anıtın yanına gittik. Uzaktan gördük. Hatta geçtiğimiz yıllarda o gün çekilen bir fotoğrafta kendimi gördüm. - Okul yıllarınız nasıl geçti? - İlkokul ve sonrasında ortaokul, lise yıllarımda sınıfın en küçüğüydüm. Afyon Lisesi’nde 6 sene okudum. Hep iftiharla geçtim. Önceleri törenlerde Atatürk’ün Nutuk ve Hitabesini bana okuturlardı sonradan İnönü’nün söylev ve demeçlerini bana okutmaya başladılar. Lisede öğretmenlerimiz çok üzerimize düşerdi. Yılsonunda derslerden geçseniz bile olgunluk imtihanlarını vermeniz gerekirdi. Süleyman Demirel’i hatırlıyorum. Çalışkan olduğumuz için öğretmenler üst sınıflardakilere de bizleri tanıtmışlardı. O pansiyonda kalıyordu, orada birkaç kez muhabbet ettik. Ben orta 3.sınıfa geçtiğim yıl O mezun olmuştu. Siyaset yıllarında da birçok kez bir araya geldik. TAŞPINAR 19 1945 yılında 16 yaşında Afyon Lisesinden medüşündüm. Fakat Türkiye’de daha Onkoloji nedir bilinzun oldum ve İstanbul’a gittim. O zaman her ünimiyor. Biz radyoterapi olarak adlandırıyoruz. Ben de ilk versite kendi sınavını yapıyor, ben Teknik Üniversikez ABD’de iken bir Rus profesörün konferansında bu tede yatılı okumak istiyorum. Orası 120 kişi alıyor kelimeyi iştim. Onkoloji kötü huylu tümör demekmiş. ben sınavda 132.olmuşum. Lisede matematik pek Şişli’de muayenehane açtım. Tabelaya “Onkoloji görmedik, haliyle o dersim zayıftı. Giremedim. Bir Kliniği” yazdırdım. O zamanın ünlü doktoru Rektör Ekarkadaşın söylemesiyle lisede son 3 sene iftiharla rem Şerif Egeli ve arkadaşları’’ Onkoloji ne demekmiş” geçenlerin Tıp Fakültesine sınavsız girdiğini öğrendiye sorarlardı. Düşünün onlar bile bilmiyor. dim ve oraya yazıldım. Doktorluk serüvenim böylece 1970 yılında Profesör oldum.1975 yılında Cevat başladı. Babuna, Gündüz Gedikoğlu, Melih Özen isimli doktor - 16 yaşında evden ayrılıp büyükşehirde yaşaarkadaşlarla Türk Onkoloji Derneği’ni kurduk. Uzun mak zor olmadı mı? yıllar başkanlığını ben yürüttüm. Bu dernekte kanser Afyon Talebe Yurdu önünde - Yatılı okuduk, elbisemiz verilirdi, babam biraz türlerine göre 10 komisyon kurduk ve bu kanser türleharçlık gönderirdi. Geçinir giderdik. Dersten başka rini yurt çapında tanıtıcı çalışmalar yaptık. Hekimlere şeyle uğraşmayınca biraz bünyem zayıf kalmış. Spora merak sardım, birazOnkoloji alanında eğitimler verdik. da müzikle uğraşırdım. 1978 yılında üniversitede Radyoterapi Ana Bilim Dalı Başkanı olarak Afyonlu arkadaşlardan Mete Tan vardı, sonradan Sağlık Bakanı oldu. görev yaparken bu konuda 80’e yakın bilimsel neşriyatım vardı. ABD ve Üniversite yıllarımda bir dönem Şehremini’nde yapılan Afyon Talebe Avrupa Radyoloji, Onkoloji derneklerinin hem kurucu üyesi hem de yönetim Yurdu’nun Yönetim Kurulunda bulundum. Diğer üyeler İstanbul’da işadamı, kurulundaydım. Çalışmalarımız neticesinde 1983’te İstanbul Üniversitemeslek sahibi büyüklerimizdi. Öğrenci olarak ben vardım. İş üzerime kaldı. si Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi bölümünün kurulması kabul edildi. Üniversite son sınıfta 1 yıl yurt müdürlüğünü yürüttüm. Üniversitenin yurdu Ancak 1987’de öğrenci alımı başladı. Yine 1986 yılında Çapa’da Onkoloji olmasına rağmen bizim yurtta kaldım, idarecilik yaptım. Çok hemşehrimiz Enstitüsü’nü kurdum. Modern laboratuarlar açtık. 1996’ya kadar başkanlıoradan yetişti, iş güç sahibi oldu. Yaptıranlardan Allah razı olsun. ğını yürüttüm.1997’de emekli oldum. - Öğrencilik sonrası meslek hayatınız nasıl gelişti? - Çalışmalarınız bunlarla sınırlı değildi galiba? - Okul bittikten sonra askerlik ve mecburi hizmetimi Anadolu’da yap- Elbette. Bu konuda dergiler çıkardım, hâlâ tım. Hedefim vardı. Uzmanlaşmak istiyordum. 1956’da İstanbul Ü.Tıp yayınlanıyor. Bilimsel araştırmalarıma devam ettim. Fakültesinde asistan oldum.1960 yılında radyoloji uzmanı oldum. Aynı yıl Bugün 100’ü yurtdışında, 250’si Türkiye’de yayınABD bursu çıktı. Tam gidecektim, 27 Mayıs ihtilâli oldu. Uzun süre gönderlanmış toplam 350 yayınım var. mediler. Sonunda Afyonlu hemşehrimiz Mete Tan’ın babası Dr. Avni Tan’ın - Birazda meslekten soralım. Kansere neler sesayesinde gidebildim. bep oluyor? Orada Radyoloji alanında 3 üniversitede araştırmalar yaptım. En iyi - Kanser yapan maddelerin sigara dumanı içinhastanelerden birinde özel statü ile işe aldılar, hem de, çevremizde arabaların egzozundan çıkan gazihtisas yaptım, hem uzman hekim olarak çalışıyorlarda, fabrika dumanlarında, kömür yakan evlerin dum. bacalarından çıkan dumanlarda ve kızartma yapıRadyo terapi alanında yaptığım araştırmaları lan besinler ve hazır gıdalarda en fazla bulunduğuorada tıp alanında dergilerde neşrettim. Kalmamı nu biliyoruz. Bunun için kanser hücresini yok eden istediler fakat Türkiye’nin o dönemde bu alanda yemaddeleri ihtiva eden besinleri, özellikle yeşil sebze tişmiş doktorlara ihtiyacı var diyerek kabul etmedim. ve taze meyve bol bol yememiz gerekiyor. Ama ABD bana yeni fikirleri, araştırmayı, bilimselliği - Bugün tedavisinde izlenen yol nedir? öğretti. - Günümüzde kanser tedavisi multidisipliner - Yurda dönüşte neler yaptınız? yani birçok dalın bir arada işbirliği ile gerçekleş- 1963’te Türkiye’ye döndüm ve İstanbul Ünitiriliyor. Burada medikal onkolog, cerrah, patolog, versitesi Tıp Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldum. radyolog ve radyasyon onkoloğunun bir arada karar Dr.Bilge gençlik yıllarında Uzunçarşı'da 1967’de doçent iken Onkoloji Bölümü kurmayı vermesi gerekir. Bu günün tedavi yöntemleri cerTAŞPINAR 20 rahi, kemoterapi ve radyoterapidir. Önemli olan bu yöntemleri yerinde ve doğru olarak kullanmaktır - Kanserden kurtulmak mümkün mü? - Kanser, erken yakalandığı takdirde tedavisi mümkün bir hastalıktır. Onun için kişilerin kanserden korkmadan, sağlıklı iken her yıl düzenli olarak kontrollerini yaptırmaları gerekir. Bu gün her türlü kanser erken yakalandığı takdirde tedavisi mümkündür. Erken olan cerrahi ile çıkarılan tümörlerin bir kısmı tekrarlayabilir ve yayılabilir, bunları önlemek için ilave tedavi yöntemleri kemoterapi ve radyoterapinin kullanılması gerekebilir. İleri devredeki kanserlerde ise kemoterapi ile bir kısmında hastalığı tedavi etmek mümkündür ancak bu devrede genellikle kemoterapi hayatı uzatmak, hastanın hayat kalitesini artırmak için kullanılmaktadır. - Afyonkarahisar’la bağlarınızı koparmadınız? - Elbette. Emirdağ’da doğdum, Afyon’da büyüdüm. Ekmeğini yedim, suyunu içtim. Hemşehrilerimize her zaman yardımcı olmaya çalıştım. Uzun yıllar Talebe Yurdunu ayakta tutmaya çalıştık. Maalesef bizim üniversite istimlâk etti. Bir dönem boşluk oldu. 1986 yılında hemşehrilerimiz Ahmet Bozokluoğlu ve Ercüment Bey geldiler. Afyonlu gençlerin yükseköğretimde okumalarına yardımcı olmak için bir vakıf kuralım dediler. Orhan Yavuz ve akrabam rahmetli Asım Kocabıyık çok büyük destek verdiler. Afyon Eğitim Vakfı’nı 1987 yılında kurduk, ilk başkanı ben oldum. O dönem Başbakan Turgut Özal’la görüştüm vakfa vergi muafiyeti sağladı. Afyon’da üniversite kuruluş çalışmalarını bizler yürüttük. O dönem Yılmaz Büyükerşen Anadolu Üniversitesi Rektörü idi. Afyon’daki okullarda ona bağlı. Önceleri çekinceliydi, ısrarlarım neticesinde razı oldu. “3 bina yapın, kurulmasını tavsiye edeyim” dedi. Afyon MYO binaları böyle başladı. Sonrasında Maliye Bakanı Adnan Kahveci ile Cumhurbaşkanı olan Özal’la görüşüldü. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin kuruluşuna onay çıktı. Ne kadar isabetli davrandığımızı bugün görüyoruz. Şehirde 40 bin öğrenci var. Herkes yararlanıyor. Şehrin can damarı neredeyse. Üniversitede burada halktan kop- madan, bilimsel çalışmalar yapmalı, şehre faydalı olmalı. - Tekrar Afyon Eğitim Vakfı’na dönersek. - Vakfın uzun yıllar başkanlığını yürüttüm. Halen Onursal Başkanım. Bir dönem eski Bakanlardan Arif Demirer, Belediye Başkanı Mehmet Sami Hancıoğlu, uzun yıllardır Şükrü Koçoğlu başkanlığı yürüttü. Şimdilerde Ticaret Odası Başkanı Hüsnü Serteser yapıyor. Belediye Başkanımız Burhanettin Çoban’da büyük destek veriyor. Yaklaşık 30 yılda binlerce Afyonkarahisarlı gence burs vermişiz. Yükseköğretimde okumalarına destek olmuşuz. Burs verdiğimiz gençlerin her biri bugün meslek sahibi, isterim ki onlarda yeni yetişen Afyonkarahisarlı gençlerin elinden tutsunlar. İmkân sahibi hemşehrilerimiz Afyon Eğitim Vakfı aracılığıyla okuyan gençlere yardım etsinler, burs versinler. - Afyonkarahisar deyince aklınıza ne geliyor? - 1945’ten itibaren İstanbul’da yaşıyorum. 9 yıl Afyonkarahisar merkezde yaşadım. Çocukluğumuzdaki eski insanlar, eski hocalarımız bize insan olmayı öğrettiler. Afyon’un sokaklarını arşınladım, mahalle kavgaları yaptık, ilk göz ağrım orada idi. Her zaman Afyonlu olmakla övündüm. Şimdi de sık sık ziyaret ediyorum. Her gelişte şehrin büyük değişim yaşadığını görüyor, büyükşehir olmaya aday bir yer olduğunu gözlemliyorum. Buna katkısı olan her bir idareciyi kutlarım. - 86 yaşındasınız ama sizi zinde görüyoruz. - Ben sağlığıma çok dikkat ederim, spor yaparım. İnsanlar yiyip içtiklerine dikkat etmeli. Bir onkolog olarak son yıllarda kanserin artmasındaki en önemli sebeplerinden birisinin düzensiz beslenme ve hazır tüketim gıdalar, sigara olduğunu söyleyebilirim. - Gençlere neler söylemek istersiniz? - İnsanlar başarılı olmak için düzenli bir programa sahip olmalı. Bir işi yapmadan önce planlamalı. Doğru kararlar vermeli. Elbette yeni yetişen bireylerin vatanını, milletini seven, devletine karşı görev ve sorumluluklarını yerine getiren insanlar olması lazım. - Efendim bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. - Asıl ben taa Afyon’dan kalkıp buralara kadar gelip (röportaj İstanbul’da yapıldı) benimle konuştuğunuz için teşekkür ederim. Taşpınar bizim gençliğimizin dergisi. Bir gün bizimde dergide yer alacağımızı hiç düşünmezdim. Şehrin kültür hayatı için önemli bir kaynak bu dergi. Okurlara selam ve sevgilerimi gönderiyorum. TAŞPINAR 21 YABANCI BASINDA ÇIKAN AFYONKARAHİSAR HABERLERİNDEN SEÇMELER-2 (1826-1960) Hasan Tahsin GÜNEK* [email protected] ALMAN GAZETELERİNDE AFYONKARAHİSAR Dağlarda yağan kar ve dolu hasarı önemlidir. Liechtensteiner Volksblatt Vom 20 Nisan 1921 İZLANDACA YAYINLANAN GAZETELERDE AFYONKARAHİSAR Atina, Çanakkale ablukası Yunan filosu tarafından gerçekleştirilmesi kararı alındı.Yunanlılar Bursa ve Afyonkarahisar’ın alınması gerektiğini bildiriyorlar.13 Nisan’da Türk askerleri yaklaşık 30.000 kişilik bir kuvvetle çok sayıda süvari ve topçu desteğinde Afyonkarahisar-Dumlupınar hattına saldırdılar. Burada Yunan birliklerinin arasındaki irtibatın kesilmesi amaçlanıyordu. Saldırı başarısız oldu. 15’i subay olmak üzere 6.000 esir verildi. 5 tabanca ve 12 makineli tüfek ele geçirildi. Oberrheinische Nachrichten Vom 15 Ekim 1921 Afyonkarahisar Savaşı Yunan ordusunun raporuna göre, büyük savaş 30 Eylül’de Afyonkarahisar’da başladı. Yunan askerlerinin zaferi ile sona erdi. Türklerin saldırı planına karşı Yunanlıların da bir karşı saldırı planı vardı. Mücadele 7 gün sürdü. Sol kanattaki 13.Türk tümeni ve iki tugay birlikte 60.000 kişilik bir kuvvetle, Yunanlılara karşı bir hafta boyunca tek başına savaştı. Oberrheinische Nachrichten Vom 31 Ağustos 1922 Yunan Yenilgisi Ankara 27 Ağustos-Türk askeri gruplar halinde Afyonkarahisar’dalar. Yunanlılar Afyonkarahisar’ı bırakmak zorunda kaldılar. Yunan geri çekilmesi 120 kilometreyi buldu. Oberrheinische Nachrichten Vom 06 Eylül 1922 Türkler ve Yunanlılar arasında Savaş Yunan Tebliği, büyük savaş 26 Ağustos günü Afyonkarahisar’dan başladı. 29 ve 30Ağustos’ta şiddeti değişerek devam etti. Yunan birlikleri düşmanın olağanüstü tazyiki ile Ulucak - Dumlupınar yönüne çekildi. Ankara’dan bildirildiğine göre hemen hemen tüm ilgili Türk birlikleri cephelerde mücadeleye devam ediyor. Türk birlikleri Afyonkarahisar’a paralel olan Uşak-Afyonkarahisar demiryolu hattına nüfuz ettiler. Yunanlılar ağır kayıplar vererek geri çekildiler. Liechtensteiner Volksblatt Vom 23 Haziran1934 SON HABERLER KÜÇÜK ASYA’DA DEPREMLER Ankara 21 Haziran-Gece yarısından sonra sabaha karşı, Afyonkarahisar, Uşak ve Isparta’da şiddetli bir deprem oldu. Depremden sonra bölgede 50 ev yıkılmıştır. Sonrasında bölgede özellikle Uşak’ta sağanak yağmur yağmıştır. * Araştırmacı-Yazar TAŞPINAR 22 Lögberg Winnipeg Manitoba Fimtudaginn 14 Nisan 1921 Asya Türkiye’sinde Türk-Yunan Mücadelesi Bağdat demiryolu üzerinde önemli bir şehir olan Afyonkarahisar’daki mücadele şaşırttı. Tepe ve sırtlarda her yerde Türk kampları görünüyor. Çekilen Yunan askerleri şehir merkezinin çok uzaklarında durdu. Türkler güçlü Yunan ordusu karşısında tüm güçleriyle mücadele ediyor. Lögberg Winnipeg Manitoba Fimtudaginn 21 Nisan 1921 Yunanlılar geçtiğimiz günlerde Bağdat demiryolu üzerinde büyük öneme sahip Afyonkarahisar’ı tahliye etmek zorunda kaldılar. Lögberg Winnipeg Manitoba Fimtudaginn 7 Eylül 1922 Türk Milli ordusu Yunanlıları Berlin-Bağdat demiryolu üzerindeki Afyonkarahisar’dan sürüp çıkartarak şaşırttı. AMERİKAN GAZETELERİNDE AFYONKARAHİSAR The Evening Post –New York 07.12.1832 Cuma İZMİR 4 Eylül -20 Ağustos’ta Mısır ordusu 25 günlük bir yürüyüşten sonra Konya’ya kadar geldi. Hatta Anadolu’nun kalbinde olan Afyonkarahisar’ı da ele geçirdi. İbrahim olağanüstü bir üne sahiptir. Müslüman nüfus onu adaleti ve yiğitliği nedeniyle bir kurtarıcı olarak görüyor. Eğer acele ederse bu durumda ay sonuna kadar İstanbul’da olması beklenebilir. Bu ayın 22’sinde İstanbul ordusunu Bursa’da savaşa davet etti. İmparatorluk böylesine büyük bir tehlike ile hiçbir zaman karşı karşıya kalmamıştı. İstanbul’da ne Fransa ne de İngiltere’nin büyükelçileri var. The San Francisco call. 28 Kasım 1895 Anadolu Yol Yapımı Berlin, Almanya, 27 Kasım.-İstanbul’dan Köln gazetesine gelen özel habere göre Anadolu Demiryollarının Afyonkarahisar bölümü dün hizmete girdi. Hizmete giren yeni yol 50 mil uzunluğunda ve beş istasyona sahiptir. The Sun 29 Aralık 1895 Pazar Anadolu demiryolunun Karahisar-Akşehir arası yakın zaman da seyahate açıldı. Bunlardan ilki olan Karahisar 50.000 nüfuslu bir üretim şehridir. Akşehir’de nüfus bakımından ve Suriye’ye giden kervan yolları bakımından çağlar boyunca önemli bir yer olmuştur. The Saint Paul Globe 19 Nisan 1897 Pazartesi (sabah) Savaş Hattı Boyunca Elesonna 18 Nisan (Makedonya’da Türk Ordusu Genel Karargâhı)Askerlerin ilk bölümü Dodmik ve Elasonna’da ikinci bölümü Skompa’da, beşinci ve altıncı bölümler de Karya’da bulunuyor. Bunların son ikisi savunma operasyonlarıyla meşguldür. Yunanlılar Godomao dağından püskürtülmüştür. Godomao ilçesindeki birlikleri takviye etmek için gönderilen Afyonkarahisar Redif Taburu İzmit, Muratlı ve Tekirdağ güzergâhını takip ederek ilçeye geldi. Portville NY Autograph 1910 İstanbul’dan gelen demiryolunu İzmir’e bağlayan güzel ve antik Afyonkarahisar şehrinin kalesi zapt edilemez görünüyor. Trenler arasında bir saatlik aralık vardı. Biraz vakit geçirmek amacıyla çarşıya gittik. On veya on beş dakika kadar dolaşıp geri döndük. Burada İngilizce konuşan tek kişi Amerikan Board’a bağlı Amerikan kilise papazı oldu. Bağdat Demiryolu ulaştığında bu şehre gelen turistler için önemli popüler bir yer olacaktır. Burası aynı zamanda Türk Hükümetinin Müslüman Giritli muhacirlerini yerleştirdiği bir yer oldu. Onlara evler inşa edildi. The Appeal St. Paul and Minneapolis Minn 18.01.1913 Cumartesi (gece) Küçük Asya’daki en önemli yerleşim yerlerinden biri olan Afyonkarahisar, İstanbul-Konya yolu üzerinde eski bir şehirdir. Şehrin merkezinde 800 feet kadar yükselen olağanüstü kalesi ise eski bir Bizans kalesi idi. 730 yılında Arapların başındaki Seyit Battal Gazi burada yenildi. Şehri zirveden görmek için Kalenin kayaları içine oyulmuş ve ortaçağdan kalmış olan merdivenlerinden çıkılır. Afyonkarahisar Küçük Asya’daki diğer birçok şehir gibi toprak ve tuğladan inşa edilmiştir. Konuşulan dil Türkçedir. Büyük bir Ermeni nüfusta vardır. Burada sokaklara atılmış olan çöpleri temizlemeye gelen köpekler gece boyu sokaklarda uluyor. Şehirde Türklere ait camilerin yanı sıra Ermenilere ait kiliseler, iki sınıflı bir okul ve güzelde bir çarşısı vardır. Ermeniler içinde burası yaşanılabilir, övgüye layık ve güzel bir şehirdir. The İllustrated Buffalo Express 1915 Ermeniler Afyonkarahisar Küçük Asya şehirlerinin en büyüklerinden biridir. Yarımadayı kuzeyden güneye bağlayan demiryolları kavşağındadır. Bu şehirde bir ermeni papazın idaresinde bulunan kadın ve erkek öğretmenlerin bulunduğu ve yıllardır gelişen Amerikan misyonu yardımıyla büyük ve bakımlı kilise ve okul tek çatı altında birleştirerek kurulmuştur. Bina Karahisar’da şimdiye kadar yapılanların en iyilerinden birisidir. Şehirdeki 10.000 Ermeni nüfus 24 saatten az bir sürede dışarı gönderildi. Afyonkarahisar’dır. New York Tribune 06 Eylül 1920 FRANSIZLAR URFA YÖNÜNDE HAREKET EDİYOR İstanbul 05 Eylül-Güçlü bir Fransız birliğinin Asya Türkiyesi’nde Diyarbekir’in 75 mil güneybatısında olan ve bir süredir Türk milliyetçilerinin elinde bulunan Urfa’ya doğru ilerlemekte oldukları bildirildi. Küçük Asya’da Yunanlıların Türk milliyetçilerine karşı bugün daha fazla ilerleme kaydettikleri bildirildi. Milliyetçilerin Bursa’nın 80 mil güneydoğusunda olan Kütahya ile Kütahya’nın 50 mil güneydoğusunda olan Afyonkarahisar’ı tahliye ettikleri bildiriliyor. The Brooklyn Daily Eagle- New York 07 Ocak 1921 Cuma Kemalist kuvvetlerle olan savaşta kar yağışı Yunan kuvvetlerini durdurdu İzmir 07 Ocak-Yunan askeri yetkililerinin yaptığı açıklamaya göre, Kemalist kuvvetlere karşı yapılan harekât kar yağışı nedeniyle durduruldu. Türklerin Konya ve Ankara arasındaki iletişimini kesmek için baharda havalar ısınmaya başladığında Bağdat demiryolu üzerindeki Eskişehir ve Afyonkarahisar’ı ele geçirmek üzere saldırı planlanıyor. Uşak’ın 10 mil doğusunda 4.000 feet yükseklikte Yunanlılar hazırlıklarını yapıyorlar. NYT 07 Şubat 1921 Paris 06 Şubat- Yeni Yunan rejiminin kurulmasından sonra Yunan komutan Afyonkarahisar’ın kuzeyine 15.000 kişilik güçlü bir kuvvet gönderdi. Eskişehir Kemalist ordu için önemli bir demiryolu ikmal kavşağı olmuştu. New York Tribune 27 Mart 1921 Türklere karşı Yunanlılar günde 50 mil ilerliyor. Yunan taarruzu Kemal Paşa’nın direncine karşı devam ediyor. İstanbul 28 Mart (Associated Pres)-Yunanlıların Türk milliyetçilere karşı olan saldırılarında kayda değer ilerlemeler var. Bağdat demiryolu üzerindeki kilit noktalar olan Eskişehir ve Afyonkarahisar’a yaklaşan Yunan ordusuna karşı Türklerin son savunmalarını yapmaları beklenmektedir. Perşembe günü yapılan son Yunan resmi açıklamasında ordu verdiği küçük kayıplar dışında Uşak doğusunda 31 km ve Bursa doğusunda 50 km ilerleme göstermiştir. Bu arada milliyetçi lider Mustafa Kemal Paşa Eskişehir’e geldi. İngiliz yetkililer ise Reuters Ajansı aracılığı ile Yunan saldırısında onayları ve bilgileri olduğu hakkındaki iddiaları reddettiler. New York Tribune 28 Mart 1921 Atina 26 Mart-Yunan ordu karargâhından bu akşam yayınlanan tebliğe göre, Küçük Asya’da Yunan harekâtı devam ediyor. Yunanlılar Eskişehir-Afyonkarahisar hattında sekiz mil ilerlemiş ve 8000 esir, dört büyük top ve büyük miktarda malzeme ele geçirmişlerdir. New York Tribüne 06 Temmuz 1920 New York Tribune 29 Mart 1921 KÜÇÜK ASYA’DA YUNAN HAREKÂTI Konstantiniyye, 28 Mart (By The Associated Press) Yunanlıların bir sonraki hedefi İzmir’in doğusunda ve İstanbul’dan gelen ve güneydoğuya giden Bağdat demiryolu üzerinde bulunan Yunan Küçük Asya Ordusu Bağdat demiryolu ve İzmir’den gelen ana hat üzerinde kavşak noktada bulunan Afyonkarahisar’ın ele geçirildiğini bildirdi. TAŞPINAR 23 Atina 28 Mart- Yunanlılar Afyonkarahisar’da pek çok esir ve büyük miktarlarda savaş malzemesi ele geçirdiler. Cumartesi günkü mücadelenin ayrıntılarını veren resmi bir açıklamada “ İzmir’in doğusundaki hattı takip eden ordu Balmahmut hattını geçerek, saldırı gecesi Afyonkarahisar’a 4 mil mesafede durmuştur. Yunan kayıpları önemsizdir” denilmektedir. NYT 28 Mart 1921 Atina 27 Mart-Küçük Asya’da Yunan harekâtında ilerleme kaydedildi. Yunan ordusu karargâhından yapılan son akşam bildirisinde, Yunanlıların Eskişehir-Afyonkarahisar hattında 8 mil ilerlediği, büyük miktarda malzeme, dört top ve 300 kadarda esir aldıkları açıklanıyor. Evening Public Ledger (Philadelphia) 29 Mart 1921 (ekstra gece baskısı) YUNAN GÜÇLERİNİN YENİ HEDEFİ ANKARA Helenler Eskişehir ve Afyonkarahisar gibi önemli şehirleri ele geçirdiler. Associated Press’in bildirdiğine göre Türkler ağır kayıplar verdiler. Atina 29 Mart-Yunan resmi açıklamasına göre Afyonkarahisar’ın ele geçirilmesinden önce Türkler olanca şiddetle Yunan saldırısına karşı koydular. Ancak Afyonkarahisar Pazartesi öğleden sonra saat 03:00’te işgal edildi. Rumlar birçok esir ve çok miktarda savaş malzemesi ele geçirdiler. NYT 29 Mart 1921 YUNANLILAR TARAFINDAN ELE GEÇİRİLEN BAĞDAT HATTI İzmir hattı ve ana hat kavşağında bulunan Afyonkarahisar İstanbul 28 Mart (Associated Press)-Bağdat demiryolu ve İzmir hattının kesiştiği önemli bir kavşak noktası olan Afyonkarahisar’ın öğleden sonra ele geçirildiği bildiriliyor. Atina 28 Mart - Eskişehir’in güneyinde önemli bir demiryolu kavşağında olan ve Türk milliyetçilerin elinde bulunan Afyonkarahisar, Yunan güçleri tarafından alınmıştır. Nea Ellas gazetesi ele geçirilen esirlerin ve savaş malzemelerinin büyük bir kısmının İzmir’e sevk edildiği bildiriliyor. Cumartesi günkü mücadelenin detayları ile ilgili bilgi veren resmi bir açıklama da İzmir’in doğusunda ordunun Eşme ve Balmahmut köyleri üzerinden yapılan saldırıyı durdurdukları ve Türkleri takip ederek, Afyonkarahisar’a yaklaşık dört kilometre mesafeye kadar yaklaşıldığını ve Yunan kayıplarının önemsiz olduğu söyleniyor. NYT 30 Mart 1921 YUNANLAR TÜRKLERİ ESKİŞEHİR’DEN ÇIKARDILAR ATİNA, 29 Mart (Associated Press) Türklerin, Yunanlılar tarafından Afyonkarahisar’dan çıkarılması öncesinde çok ağır mücadeleler yaşandı. Türkler önce şiddetle direndi ve birkaç karşı saldırı yaptılar. Ama Türk kuvvetlerinin çekilmesi ve şehrin alınması ile ilgili Türkler süngü kullanarak Rumları, Kütahya’ya doğru kuzeye çekilmeye zorlamış oldukları iddia edilmiş, ancak resmi açıklamaya göre de Türkler, güneydoğu yönünde Konya doğru çekilmekte oldukları bildirilmiştir. Afyonkarahisar, Pazartesi öğleden sonra saat 3’te işgal edilmiş ve Yunanlılar pek çok esir ve büyük miktarda savaş malzemesi ele geçirmişlerdir. TAŞPINAR 24 Şehrin alınışı, Yunanlıların karla kaplı dağlarda ve sarp yollar boyunca geçen beş gün ve altmış millik bir mesafeyi şiddetli çarpışmalarla kat ettikten sonra oldu. Fiili saldırıda Yunanlılar Mustafa Kemal Paşa’nın takipçileri ile bir düzine süngü savaşından sonra şehri aldılar. Mücadele sekiz saat sürdü. Afyonkarahisar Türk askerleri için bir dağıtım merkezi olmuştu. The Albany Evening Journal 29 Mart 1921 Salı Atina 29 Mart-Yapılan resmi bir açıklamaya göre Türk Milliyetçi askerlerinin uğradığı yenilgi öncesinde sonuçsuz kalan bazı taarruzlar yaptılar. Ancak Yunan karşı taarruzuyla ve süngü harekâtıyla güneydoğu yönünde Konya’ya doğru çekilmek ve Afyonkarahisar’ı boşaltmak zorunda kaldılar. Afyonkarahisar’ın işgali gazeteler tarafından da duyuruldu. Bu zafer Ankara’ya Yunan yürüyüşünü kolaylaştırır. Zafer haberi Atina da sevinçle karşılandı. Her yerde kilise çanları çaldı. Bayraklar asıldı. Sokaklarda toplanan kalabalıklar zaferi kutladılar. Yunan Başbakanı Kalogeropoulos Londra’dan dönüşünde şunları dedi: Yunanlıların bundan böyle sesleri daha fazla duyulacak ve daha fazla söz sahibi olacaklardır. Savaşın sonunu getirmek için gerekli finansal destek ve kaynağı müttefiklerden bekliyoruz. Eminim savaşın sonunda Yunanistan tam zaferi kazanacaktır. New York Tribune 30 Mart 1921 Atina 29 Mart-Buraya ulaşan haberlere göre Afyonkarahisar’ın işgali umutsuz ve kanlı bir savaşın ardından geldi. Yunanlılar dağ yollarında beş günde altmış mil ilerleyip şehre karşı fiili bir saldırı başlatmışlardır. Türklere karşı yapılan bir düzine saldırıdan en sonuncusu sekiz saat sürdü. Afyonkarahisar Türk askerleri için bir harekât ve lojistik merkezi olmuştu. New York Tribune 03 Nisan 1921 Atina 02 Nisan-Yunan hücumunda güney cephesi boyunca ilerleme kaydedilmesine karşın, Kuzey sektöründe bir Türk saldırısı söz konusu. 31 Mart tarihli Yunan resmi açıklaması kapsamında verilen bilgilere göre, Güney keşif grubu; Karahisar’da bulunan kuvvetler demiryolu boyunca ilerleyerek Büyük Çobanlar istasyonunda bulunan düşmana (Türklere) saldırmıştır. Kuzey grubu, 30 Mart-Yunan askerleri tahkim sırasında düşman gün boyunca saldırdı. Ancak püskürtüldüler. Düşman ağır kayıplar verdi. NYT 09 Nisan 1921 Londra 8 Nisan-Yunanlılar, Eskişehir-Bağdat demiryolunun güney kavşak noktası olan Afyonkarahisar’ı boşaltmışlar ve 40 km (25mil) batısında bulunan Dumlupınar’a çekilmişlerdir. (İzmir’den Reuters bildiriyor.) New York Tribune 09 Nisan 1921 Yunanlılar Bağdat Demiryolu üzerindeki Afyonkarahisar’dan çekildi. Londra 8 Nisan-Yunanlılar Bağdat demiryolu güneyindeki kavşak noktada bulunan Afyonkarahisar’ı boşalttı. Yunanlılar 40 kilometre batıda bulunan Dumlupınar-Eskişehir hattına kadar çekildiler. London Times için İzmir’den gelen gazete haberlerine göre, Yunanlıların yaşanan başarısızlıktan dolayı General Metaxas’ın yerine Küçük Asya ordusunun başına General Papulas’ı getirdikleri bildiriliyor. New York Tribune 11 Nisan 1921 İstanbul 10 Nisan- (By Associated Press)Küçük Asya’da Bursa önlerinde Türk ve Yunanlılar arasında yeni mücadele. Türk süvarisi Bursa’nın doğusunda Yunan hatlarını yarmaya çalışıyor. Ankara Hükümeti tarafından yayınlanan bildiri şöyle diyor. Bursa bölgesinde yeni saldırılar olmuştur. 08 Nisan’da üç kol halinde ilerleyen birlikler Afyonkarahisar’dan geri çekilen Yunanlılara ağır kayıplar verdirdiler. Anadolu’nun her yerinde Türk zaferini kutlamak için koyunlar kurban edilerek fakir halk arasında dağıtıldı. The Evening Telegram (New York) 11 Nisan 1921 Pazartesi Kemalist güçler iki koldan Yunan ordusuna saldırıyor. Paris, PazartesiKüçük Asya’da son 24 saate ait gelişmeleri Paris’ten aldık. Türkler Güney hattında Afyonkarahisar’ın yanı sıra kuzeyde Bursa bölgesinde de Rumlara baskı yapıyorlar. Bağdat demiryolu ile İzmir’den gelen demiryolu üzerinde önemli bir kavşak noktasında bulunan Afyonkarahisar’ın Yunanlılardan başarılı bir mücadele ile geri alındığı iddiası Yunanlılar tarafından yalanlanmasına rağmen İstanbul’da bulunan yabancı ofislerin 5 Nisan’dan sonra Afyonkarahisar’ın Yunanlılarca tahliye edildiği ve Yunanlıların eski konumlarına geri çekildikleri bildiriliyor. New York Tribune 12 Nisan 1921 TÜRKLERİN 10.TÜMENLERİNİN YENİ TAARRUZLARI Paris 11 Nisan-Türkler karşı bir saldırı başlattı. Yunanlılar Afyonkarahisar’ın 100 km güneybatısında bulunan Sarayköy istikametini takviye etmek için İstanbul’dan yeni kuvvetler sevk edildiğini bildirdi. Bugün Ankara ve Moskova hükümetleri arasında sağlanan anlaşma ile Türklerin 10. Kafkas Tümeni Kafkas cephesinden kaydırıldı. Bağdat demiryolu üzerinde önemli bir kavşak noktası olan Afyonkarahisar çevresinde Mustafa Kemal Paşa’ya bağlı birliklerle yeni çarpışmalar oldu. Yunan Kuzey Grubunun kayıpları Üç tümenden oluşan grubun toplam kayıpları gelen raporlara göre ölü ve yaralı 6.200 olup, 10. Tümen hemen hemen tamamı, 7. Tümenin bütün bir alayı ile 3. Tümenin iki taburu tamamen imha edilmiştir. New York Tribune 15 Nisan 1921 Atina, (Associated Press Göre) 14 Nisan-Mustafa Kemal tarafından yönetilen ve süvari ve topçu tarafından desteklenen otuz bin kişilik Türk birliği Afyonkarahisar-Dumlupınar hattını kesmek için Rumlara saldırdı. İzmir’den günlük alınan resmi açıklamalara göre saldırı tamamen durduruldu ve Türkler geri çekilmek zorunda kaldı. Yunan karşı saldırısında da 15’i subay olmak üzere 6.000 esir 5 top ve 12 makineli tüfek ele geçirildi. Bu arada Yunan süvari sınıfında olan 1901-1903 arası doğumlu olanlar göreve çağrılmışlardır. The Brooklyn Daily Eagle –New York 15 Temmuz 1921 Cuma YUNANLILAR HER İKİ CEPHEDEDE KAZANIYOR Savaş cephelerinde zayıf direnç ve hafif kayıplar söz konusu. Atina 15 Temmuz - (Yunan Resmi Ajansı) - 13 Temmuz’da Afyonkarahisar’ın işgal edildiği resmi açıklama ile doğrulandı. Türk milliyetçilerin keskin ve zorlu savunmasından sonra bu oldu. 13 Temmuz günü Yunan birlikleri Afyonkarahisar’ı işgal ettiler. Kütahya’nın 55 mil güneyinde ve Bağdat demiryolu hattının güneye giden kolu üzerinde önemli bir istasyondur. Yunan hücumlarında ana hedef olmuştur. NYT 15 Temmuz 1921 YUNANLILARIN BAŞARILARI FRANSIZLAR İÇİN SÜPRİZ OLDU Paris 14 Temmuz- Fransız Dışişleri Bakanlığı Yunan ordusunun Türk milliyetçileri karşısında güçsüz olduğunu bildirmişti. Ama şaşırtan haber, Yunanlıların 14 Temmuz Pazar günü 80 km (50 mil) ilerleyerek Türk savunma hatlarına saldırması ve Afyonkarahisar’ı almasıyla geldi. Evening Public Ledger (Philadelphia) 15 Temmuz 1921, (ekstra gece baskısı) RUMLAR AFYONKARAHİSAR’I ELE GEÇİRDİ Milliyetçiler Bağdat demiryolu merkezlerinden olan şehri mücadele etmeden bıraktı. İstanbul 15 Temmuz.- (By A.P.) Yunan birliklerinin Bağdat demiryolunun güney kolu üzerinde bulunan önemli istasyonlardan olan Afyonkarahisar şehrini işgal ettikleri açıklandı. Afyonkarahisar’ın Kütahya’nın 55 mil güneyinde olduğu bildirildi. Türk Milliyetçilere karşı Yunan saldırısı geçen pazartesi günü başladı. Şehrin Türkler tarafından savaşmadan verildiği iddia edildi. 15 Temmuz Atina- (Bay A.P.Yunan kuvvetlerine karşı Türk milliyetçilerin savaş hattının her iki ucunda geri çekildiği ve ciddi bir direniş gösteremedikleri, 13 Temmuzlu Yunan resmi bildirisinde yayınlandığı bildiriliyor. Açıklamada, Afyonkarahisar’ın işgali doğrulandı. 13 Temmuz’da Afyonkarahisar Yunan birliklerince işgal edildi. Ordumuzun Kütahya-Eskişehir yönündeki harekât katı ve ciddi bir direnişle karşılaşmadan devam ediyor. Yunan kayıpları önemsiz seviyededir. The Kingston Daily Freeman- 15 Temmuz 1921 Cuma (akşam baskısı) YUNANLILAR ÖNEMLİ BİR ŞEHRİ ELE GEÇİRDİ Atina 15 Temmuz- İzmir’den telgrafla alınan ve Yunan Genelkurmayınca da resmi açıklama ile duyurulan habere göre Yunan askerleri, Anadolu’da Bağdat demiryolu üzerinde önemli bir noktada bulunan Afyonkarahisar şehrini işgal etmişlerdir. New York Tribune 16 Temmuz 1921 İstanbul 15 Temmuz (Associated Press gore) Küçük Asya’da Yunanlıların Türk Milliyetçilerine karşı başlattığı saldırıda Yunanlılar Afyonkarahisar’ın 15 mil batısındaki Balmahmut’a kadar ulaşmışlardır. Türklerin Ankara’dan gönTAŞPINAR 25 derilen kuvvetlerle büyük bir takviye yapması beklenmektedir. Kütahya’da da düşmanla temas oluyor. Konstantiniyye 15 Temmuz (Associated Press)-Yunan birlikleri Bağdat demiryolunun güney kolu üzerindeki en önemli istasyon olan Afyonkarahisar şehrini işgal ettiklerini ilan ettiler. Afyonkarahisar’a karşı harekât geçen pazartesi başladı. Kütahya’nın elli beş mil güneyinde olan şehrin Türkler tarafından herhangi bir mukavemet gösterilmeden boşaltıldığı iddia ediliyor. Burasının bundan sonra Türk Milliyetçilerine karşı yapılacak Yunan harekâtlarının merkezi olmasının planlandığı bildirilmiştir. NYT 16 Temmuz 1921 YUNANLILAR KÜÇÜK TÜRK BİRLİKLERİNİN MUKAVEMETİYLE KARŞILAŞIYOR MİLLİYETÇİLER KÜTAHYA’YA YAKLAŞIYOR. Konstantinopolis, 15 Temmuz (Associated Pres)- Küçük Asya’daki Türk milliyetçilere karşı saldırı başlatan Yunanlılar, Kütahya’nın elli beş kilometre Güneyindeki Afyonkarahisar’ın on beş kilometre yakınlarındaki Balmahmut’a ulaşmıştır. ATİNA, 15 Temmuz (Yunan Resmi Ajansı) - Türk Milliyetçileri karşı saldırı yapan Yunan kuvvetleri yeniden keskin bir direnişle karşılaşıyorlar. 13 Temmuz’da savaş hattının her iki ucunda yapılan hazırlıklarla ilgili bir resmi bir açıklama yayınladı. Açıklamada Konstantinopolis Afyonkarahisar’ın işgalini onaylıyor. “Eskişehir ve Kütahya’ya yönünde askerimizin ciddi bir direnişle karşılaşmadan ilerlediği bildirildi. 13 Temmuz günü Yunan birlikleri Afyonkarahisar’ı işgal etti.” New York Tribune 03 Ağustos 1921 Eskişehir üzerinden gelen İstanbul-Bağdat demiryolu hattı üzerinde bulunan Afyonkarahisar için yapılan mücadelede Mustafa Kemal’in kuvvetleri ağır kayıplar verdiler. Associated Press’in Eskişehir’de bulunan muhabirinin verdiği habere göre, Türkler 1000 ölü ve yaralı ile 6000 esir, Yunanlılar 7500 ölü ve yaralı ile 2000 esir vermişlerdir. New York Tribune 28 Ağustos 1921 YUNAN TAARRUZUNA KARŞI TÜRK ORDUSU MÜCADELE EDİYOR Atina 27 Ağustos-Küçük Asya’daki Türk milliyetçilerine karşı mücadele eden Yunan kuvvetleri Sakarya Nehri’nin doğusunda düşmanın ana kuvvetleri ile temas etti. Yayınlanan Yunan resmi açıklamasında son birkaç gün boyunca yapılan mücadelelerin tümünde Türkler mağlup olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. En son 21 Ağustos tarihinde meydana gelen çarpışmalar 10 saat sürmüştür. Ertesi gün 2.000 kişilik Türk birliği Afyonkarahisar’ın 45 mil doğusundaki Yunan hatlarına saldırmışlardır. Fakat bozguna uğrayarak doğudaki dağlara sığınmak zorunda kalmışlardır. New York Tribune 23 Eylül 1921 YUNAN ORDUSUNUN STRATEJİK HATTI Londra 22 Eylül-Küçük Asya’daki yunan karargâhına göre EskişehirAfyonkarahisar hattı stratejik kaynakları ve imkânlarına göre olumlu bir TAŞPINAR 26 konuma sahiptir. Atina (Bugün)-Yunanlılar Türklerle olan savaşlarında müttefiklerin arabuluculuk önerilerine olumlu bakmıyor. İstanbul-Milliyetçiler Pazartesi günü sevk edilen son Türk süvari grubunun Sivrihisar’a girdiğini bildirdi. Yunanlılar Eskişehir-Afyonkarahisar hattındalar. New York Tribune 06.10.1921 Perşembe TÜRLER YUNANLILAR TARAFINDAN PÜSKÜRTÜLDÜ Atina 5 Ekim-Anadolu’daki Yunan General Papulas Afyonkarahisar yakınlarında güçlü bir Türk saldırısının püskürtüldüğünü açıkladı. Bu açıklama resmi bildiri ile de doğrulandı. The Evening Telegram (New York) 07 Ekim 1921 Cuma Atina Perşembe-Yunanlılar Afyonkarahisar önlerinde Türkleri yendiler. Üzerinden demiryolu geçen Afyonkarahisar’daki Yunan birliklerine karşı takviye edilmiş Türk birlikleri taarruz etti. Yunan ve Türk milliyetçileri arasında şiddetli çarpışmalar yaşandı. Sonuçta Yunanlılar Türkleri geri çekilmek zorunda bıraktılar. 6.Türk Alayı Yunanlılar tarafından yenilerek geri çekilmek zorunda kaldı. New York Tribune 24 Ekim 1921 Londra 23 Ekim-Cumartesi tarihli London Times’ta yayınlanan İzmir’den gelen haber Afyonkarahisar şehrinin kısmen tahrip edildiğini bildiriyor. Corning N.Y. 24 Ekim 1921 Pazartesi Küçük Asya şehirlerinden Afyonkarahisar’da kaza sonucu çıkan yangında 300 evin yandığı ve ciddi hasar oluştuğu bildiriliyor. Atina, 24 Ekim-Küçük Asya, Afyonkarahisar şehrinde geçen hafta çıkan yangında 300 ev ve dükkânın yandığı ve yangının kaza sonucu çıktığına işaret eden resmi bir açıklama yayınlandı. Yunan başkomutanı General Papulas tarafından yayınlanan bildiriye göre, Küçük Asya’da güney hattı üzerinde bulunan Afyonkarahisar ve çevresinde son üç haftada Türk Milliyetçileri Yunan askerleri ile dağınık bir şekilde mücadeleye giriştiler. Güney cephesinde Menderes nehrini geçmeye çalışan bir düşman kuvveti geri çekilmek zorunda kaldı. Geneva Daily Times (The Home Daily for Ontario) 24 Ekim 1921 Pazartesi Rumlar ve Türkler arasında şiddetli çarpışmalar Atina 24 Ekim- Anadolu’da Rumlar ve Türkler arasında patlak veren savaşta şiddetli çarpışmalar yaşanıyor. Bugün yayınlanan aşağıdaki resmi bildiriye göre; Menderes nehrinin doğu kıyısında Yunanlılar Türk Milliyetçi kuvvetlerine saldırdı. Nehir civarındaki savaştan sonra düşman ağır kayıplar vererek kaçtı. Afyonkarahisar’da meydana gelen yangında 200 ev ile dükkân tahrip oldu. NYT 15 April 1922 YUNAN-TÜRK MÜCADELESİ 1000 kişilik Kemalist kuvvet Afyonkarahisar önlerinde Atina 14 Nisan-Yunan kuvvetleri komutanı General Papulas bugün yaptığı resmi açıklamada Küçük Asya’da Yunan ve Türk milliyetçileri arasında mücadelelerin yeniden başladığını ve Türklerin topçu desteğinde 1000 kişilik bir kuvvetle Afyonkarahisar’da Yunan kuvvetlerine başarısız bir saldırı düzenlediklerini bildirdi. 12 Nisan tarihli bildiri de Afyonkarahisar cephesinde 1000 kişilik düşman kuvvetinin güney grubu hatlarına saldırdığını bu kadarlık bir kuvvetle şehri ele geçirmeleri mümkün değildi. Çok ağır kayıplar vererek akşama doğru geri çekilmek zorunda kaldılar. New York Tribune 28 Ağustos 1922 Yunan cephesinde Türk Taarruzu İzmir 27 Ağustos(Associated Press)- Yunan hatlarını yarmak için Türkler Afyonkarahisar’da bir karşı taarruz başlattı. Yapılan resmi açıklamada saldırının Yunan birliklerince geri püskürtüldüğü bildirildi. New York Tribune 30 Ağustos 1922 İstanbul 29 Ağustos- (By Associated Press) Türklerin Yunan ana cephesinin de başlattığı büyük saldırının ardından en önemli nokta olan Afyonkarahisar’ı Kral Konstantin’in ordusu boşaltmak zorunda kaldı. Türkler Yunanlıların 50.000 askerini Trakya’ya transfer etmeye zorlamaktadırlar. Yunanlıların kaybettiği Afyonkarahisar Berlin-Bağdat demiryolu üzerinde hayati bir noktadadır. Yunanlılar en büyük askeri üslerini ve karargâhlarını burada oluşturmuşlardı. Bu dönemde bir yıl boyunca geniş kaynaklarını ve güçlerini Afyonkarahisar’a yığmışlardı. Türk milliyetçiler Anadolu’da oluşturdukları 100.000 kişilik donanımlı orduyu, müttefik güçleri, önümüzdeki günlerde yapacakları toplantıdan önce bir karara varmaya zorlamak için teyakkuza geçirdiler. Tüm izinler kaldırıldı. ATİNA, 29 Ağustos (Associated By) 28 Ağustos tarihli resmi bildiride şunlar söyleniyor. Dün çok şiddetli bir düşman saldırısı nedeniyle askerlerimize Afyonkarahisar’ın tahliyesi emredildi. Askerlerimiz Afyon’un batısında bir hatta çekildi. Bugün topçu ateşiyle desteklenen şiddetli bir süvari saldırısı Elvanlar yakınlarında geri püskürtülmüştür. New York Tribune 01 Eylül 1922 Kral Konstantin Yunan ordusu ile Küçük Asya’da başarılı olabileceğini göstermek için başlattığı harekâtta başarısız olarak Afyonkarahisar ve Eskişehir’den çıkarıldı. Kral gerek müttefiklerinin takdirini kazanabilmek, gerek başta İzmir ve Batı Anadolu’da tutunabileceğini göstermek ve tüm bunların yanında bu bölgede kendi kararlarını alabilmek maksadıyla 1921 yılında Ankara üzerine doğru harekâta başladı. Başlangıçta 1921 baharında Eskişehir ve Afyonkarahisar’ı ele geçirdi. Fakat Türkler karşı bir saldırı ile Yunanlıları geri attı. Küçük Asya’nın batısındaki bu şehirler İstanbul-Bağdat demiryolunun kontrolünü sağlarlar. Konstantin takviye ettiği ordularını tekrar Eskişehir-Ankara demiryolu ötesine sürdü. Ama sonunda Ağustos ayı itibariyle durdurularak demiryolu gerisine çekilmek zorunda kaldı. Yaptığı düzenleme ve aldığı kararlarla Yunanistan’ı Yakın Doğu’nun içinde bulunduğu karışıklık ve kargaşalıklara dâhil etti. Sevr anlaşması uyarınca Yunanistan’ın rolü tamamen değişmiş, müttefik güçler aralarındaki anlaşmaları revize ederek birçok maddeyi değiştirmişlerdi. Dolayısıyla müttefik güçlere güvenmeyi göze alamazdı. Konstantin Küçük Asya üzerinde hak iddia ediyordu. Mustafa Kemal anlaşma şartlarını reddederek hızla mücadeleye girişmişti. Anadolu’da bir yılı aşkın bir zaman süren Türk-Yunan savaşı sonunda Mustafa Kemal lehine dengeler değişmiştir. Birkaç hafta önce İstanbul’u ele geçireceği yönünde tehditler savuran Konstantin şimdi İzmir ve çevresine sıkışmıştır. İngiltere, Fransa ve İtalya’nın çıkar çatışmaları doğunun işgalinde yakın zamanda zorluklara sebep olacaktır. Ama en azından Konstantin rahatsız edici engelleri ortadan kaldırabilirdi. Şimdi ikinci yenilgi yeni bir yol açacak ve Yunanistan’da müttefikleri ile dost ve etkin daha itibarlı insanlar yönetime geleceklerdir. Poughkeepsie Eagle-News 25 Kasım 1924 Salı ANADOLU’DA DEPREM Londra 23 Kasım-Daily Telegraph gazetesinin İstanbul kaynaklı verdiği bir habere göre, Cumartesi gecesi Anadolu’da birçok yerleşim yerini etkileyen şiddetli bir deprem oldu. Uşak demiryolu istasyonu hasar gördü. Afyonkarahisar, Çay, Konya ve Eskişehir’de de önemli hasarlar oluştu. Artçı şokların Pazar sabahına devam ettiği ve hala da sürdüğü bildiriliyor. Utica Daily Press-N.Y. 26 Kasım 1924 Çarşamba (sabah baskısı) Depremler sonucunda harap olan Asya Türkiye’sinde 30 can kaybı Londra 25 Kasım-İstanbul’dan alınan telgrafta verilen habere göre Cumartesi gecesi meydana gelen depremde birkaç köyde 30 kişilik bir can kaybı meydana geldi. Havas’ın İstanbul’dan verdiği habere göre Türk Hükümeti, Kızılay ve diğer yardım kuruluşları bölgeye derhal yardım gönderdiler. Afyonkarahisar ve çevresinde artçı şoklar aralıklarla devam ediyor. Brooklyn Daily Eagle-New York 11 Haziran 1930 Çarşamba Orta Anadolu’da bulunan Afyonkarahisar’da meydana gelen ani bir toprak kayması neticesinde binlerce ton taş ve toprak kütlesi 7 kadının ölümüne ve on kişinin de ağır yaralanmasına neden oldu. Buna benzer kazalar daha önce 1896 ve 1923 yıllarında da meydana gelmişti. The Morning Herald Gloversville and Johnstown-N.Y. Çarşamba 24 Ekim 1934 Ankara(jp)- Türkiye hâlihazırda mevcut Afyonkarahisar demiryolunu iki yıl içerisinde Antalya’ya bağlayacak ve Ankara’yı en kısa yoldan Akdeniz’e irtibatlandıracağı demiryolu inşasına başladı. Friday Evening 29 Mart 1946 25 YIL ÖNCE BUGÜN 29 MART 1921 Atina- 29 Mart 1921 -Rumlar yaptıkları resmi bir açıklama ile Afyonkarahisar’da şiddetli çarpışmalardan sonra Türk Milliyetçi askerlerin ağır bir yenilgi yaşadığını duyuruyordu. Devam Edecek… TAŞPINAR 27 r a l a m i S Eski Yaşantımdan Bir Kesit, SAMİ ÖZNUR (1925 – 11.11.1993) Erdoğan EMRE 1968 güz döneminde Ankara-Etimesgut Zırhlı şoförlü aracımız, tüm servis işlerimizi görüyor, şantiyede Birlikler Tümeninde tank yedek subay olarak askerçalışmamıza rağmen öğle yemeklerini merkezde yiyip lik görevime başladım, 1 yıl sonra nişan ve evlilik, son haberleri alıyorduk. 1970 güz aylarında ilk çocuğumuz Ankara’da doğ1965’te mimarlık fakültesinden mezun olduktan sonra du. Aynı yılın sonunda, askerlik hizmetimin nihaye1968’e kadar okulumda mimarlık tarihi ve şehircilik derstinde, Emlak Kredi Bankası Genel Müdürlük inşaat lerinde hocam (rahmetli) Prof. Behçet Ünsal’ın asistanı oladairesinde mimar olarak çalışmaya başladım. rak çalışmıştım; (1968 sonunda askere gidinceye kadar). 2 yıllık askerliğimin son 1,5 yılında tümen koYani benim belediyecilikle hiçbir alakam olmadığı gibi, he1 mutanımız Tümgeneral Necdet Üruğ Paşa’nın yanüz mesleğimi de hazmetmiş değildim, ayrıca idealim tekrar okuluma dönüp akademik çalışmaya devam etmek idi. kın elemanı olarak hizmet ettim; karargâh binasının Ancak o yılların siyasi haritası hiçte düzgün değildi; üst katında paşanın odası, hemen altında biz 3 özellikle üniversiteler çok karışık-huzursuz, hükümetler mühendisin ofisi vardı. Sonraki yıllar İstanbul Garkararsızdı. Müteveffa Demirel’in at oynattığı koalisyonlar, nizon Komutanı ve nihayet Genelkurmay Başkanlığı şapkasıyla gidip-gelmeler, kurulup-dağılmalar… Ekogörevini yapan bu büyük asker, beni sivil hayatımda Sami ÖZNUR nomi alt-üst, insanlar huzursuz; zamlar, devalüasyonlar, da bir süre kolladı; terhis olmamıza yakın, bizlere anarşik olaylar… Velhasıl 1970-1980 dönemi; Türkiye’nin en karanlık 10 istediğimiz yerde iş bulmaya çalışan paşamız, benim kendi gayretimle iş yılı idi ve bu “80 ihtilaline” kadar acımasızca böylece devam etti .. bulmuş olmama şaşırmıştı. İşe başlamamın ilk aylarında daire başkanımız Dolayısıyla yeni evli bir memur çocuğu olarak bu şartlarda İstanbul’a zaman zaman beni arayıp ayrıcalıklı olduğumu hissettiren davranışlarda bugitmem ve ev tutmam hem sakıncalı hem de mantıksız olacaktı. lunurdu. Bir gün “Necdet Paşa senin neyin oluyor” deyince vaziyet anlaşıldı; Yukarıda saydığım üçlü heyetin ikisini tanırsınız; üçüncü kişi, Ziya Uz meğer “Size çok çalışkan bir eleman gönderdik…” diye beni methedermiş. “Sarı Ziya” namıyla maruf, dünya tatlısı bir üstün insan olup, uzaktan da Ertesi yıl 1972 Mayısında Afyon’dan Belediye Başkanı Sami Öznur ile akrabamız olurdu; bu toplantıdan kısa süre sonra Ankara’da vefat etti. SoGazeteci İbrahim Küçükkurt ve karşımızdaki İller Bankası Genel Müdürlük binuçta teklifi kabul ettim ve hemen ertesi hafta özlük haklarımla naklen Afnasında Muhasebe Müdürü Ziya Uz bir araya gelip benimle konuşmak üzere yon Belediyesine tayinim yapıldı. işyerimde randevu talep ettiler; maksatları Afyon Belediyesinin uzun süredir boş durumdaki mühendis kadrosuna iyi bir eleman bulmaktı. Emlak Kredi Genel Müdürlük binamızın alt katındaki misafir salonunda bu 3 Afyonlu beni ikna ederek Afyon’a getirmek için epeyi uğraştılar “… memlekete hizmet borcum olduğunu, çok önemli ve kritik durum sebebiyle her bakımdan güvenebilecekleri bir elemana ihtiyaç olduğunu, Belediyenin kalfaların elinde kaldığını, gelip durumu sahiplenmem gerektiğini…” beyan ederek beni adeta kandırdılar (!) Yukarıda belirttiğim gibi işyerimde eski komutanımın güdümünde, tabir yerinde ise tam torpilli idim; ayrıca çalışma arkadaşlarımla da büyük bir uyum içinde, derin ve ailesel dostluk ilişkileri kurmuştuk. Bize tahsis edilen Necdet Üruğ 1921 İstanbul doğumlu; 1983-87 Genel Kurmay Başkanlığı yaptı. Temmuz 1987’de kendi isteği ile emekli oldu.1980 ihtilalinin arka planında çok önemli aktörlerinden idi. Org. Kenan Evren ile çoğu zaman sürtüşme içinde oldu. Turgut Özal’ın, “Körfez Harekatı” sırasında ortaya attığı, Musul- Kerkük’ün Türkiye tarafından işgali fikrine karşı çıkmadı, Gerek12 Eylül döneminin yargılanmasında, gerekse Balyoz, Ergenekon gibi davalarda “…çağırırlarsa koşa-koşa giderim, kontr gerilla ve daha birçok konuyu da seve-seve anlatırım..,” diyen; TSK içinde Atatürkçü eğilimin en kararlı temsilcisi; Kürt sorununda ABD’ye kafa tutan büyük asker. Fatma Üruğ ile evli 2 çocuğu var. 1 TAŞPINAR 28 Başkan Sami Öznur, babamın TCDD’dan meslektaşı idi 1955-1960’lı yıllarda zaman zaman babamın makamında karşılaşırdım; “…Abidin ağabey” diye güleç yüzle gelir, Yol Atölyesi’nde çalışmakta olan 20-25 işçiyi sendikaya sokmak için tavlamaya çalışırdı (!) 1972 Mayıs ortalarında Afyon’a taşındık. Yeşilyolda, Ordu Bulvarına 80-100 m mesafede bir ev kiralamıştı babam, İhsan Genelioğlu’nun bahçeli 3 katlı evinin orta katı. Belediye’de de durum şöyleydi; 1968’den beri 5 yıldır mühendislik kadrosu boş idi; son olarak İnş. Yük. Müh. Cahit Serteser kendi isteği ile ayrılmış, işleri kalfalar yürütüyor. Para yok, maaşlar ayın ortalarına doğru ancak ödenebiliyor; araç yok, itfaiye veya zabıta üzerine kayıtlı çok yaşlı bir pikabı bütün birimler kullanıyor... İşler birikmiş, personel az- kadro yok… 2 yıldır devam eden ve 1936’lardan kalma Başkan seçildiğinde eski Belediye önü imar planının yenilenme çalışmaları şehir planlama Lisesi’nin orta 2. sınıfına kadar devam edebildi (1938). Yaz tatillerinde Keuzmanı Fahri Yetman2 tarafından yapılıyor ve son çecilik, Yemenicilik gibi işlerde çalıştı. Ali Çetinkaya Kız Enstitüsü ve yeni safhalara gelinmiş; dolayısıyla bu süre içinde vatandaş müracaatları askıya Belediye binası inşaatlarında işçi olarak çalıştığını söylerdi (1940) (Yağ Hali alınmış, sürekli muvakkat (geçici) inşaat ruhsatı veriliyor, kaçak inşaat ve ve Gar binaları 1938’de inşa edilmişti)... Bir süre mahalle komşusu Bahattin gecekondu had safhada… Şemşimoğlu’nun elektrikçi dükkânında çalıştı. Kelimenin tam anlamıyla “ateşten gömlek” giymiştim (tabii başkanla 1944–1947 yıllarında askerliğini jandarma olarak Ankara civarında beraber)… yaptı. O yıl Afyon’dan 10 kişi jandarmaya ayrılmıştı, malum iri cüsseli, akıllı, Beni ısrarla Afyon’a çeken Sami Öznur’a bir süre yardımcı olmak ve çevik, uzun boylu olanları jandarma yazarlar (hala da öyledir); aynı tertipte onun tabiriyle memlekete hizmet etmek, borcumu ödemek üzere görevime adliyeden Ali Osman, Sebzeci Mehmet Canöz, Zagoncuların Nuri, Derici İsbaşladım; ama nasıl bir adamla çalışıyorum, neden her şeyi bıraktım, hayamail gibi arkadaşları vardı. tımı tümüyle değiştiren bu karara nasıl bir kişilik uğruna katlandım?! İşte II. Dünya Savaşı sonrası, kıtlık, yokluk, karne devirleri, Türkiye’nin değişimdi bunların cevabını vermeye çalışacağım. şim yılları, Cumhuriyetin üçüncü 10 yılı, CHP tahtını yeni bir parti olan DP’ye Sami Öznur, Havva Hanım ve Helvacızade İsmail Efendi’nin 4 çocubırakmak üzere; büyük sancılar içinde bir toplum var ortada. İş yok, para ğundan biri olarak (Ahmet, Sami, Fahriye Binbaş, Fehmiye Emek) 1925’te yok, herkesin derdi bir devlet kapısında iş bulmak; çünkü hayatın yegâne Afyon’un Hacı Nuh Mahallesinde dünyaya geldi. Babasını henüz 5 yaşıngarantisi bu… dayken kaybetti. Helvacızadelerin İsmail Efendi adliyede dava vekilliği, yani Askerlik sonrası aynı yıl 1947’de TCDD’na işçi olarak girebilmeyi başaavukatlık yapardı. ran 22 yaşındaki genç Sami elektrik işlerinden de anladığı görülünce Gar Evleri Hacı Nuh’ta; Hamam Sokak, (Tarihi Alaca Hamamın arkası) Ciycir Binasının sağ tarafındaki revizörlük binasında işe başladı. Artık bir garantisi Çeşme (suyu az akan) karşısında 6 nolu hane idi. Belediye Parkından Mecivardı ve kız isteyebilirlerdi. diye Mahallesine giderken, Alaca Hamamı geçer geçmez sağdaki ilk sokağın 1950’de Keçeci İbrahim Efendi’nin kızı Leman Hanım’la evlendi. Kızı içi; burada şehrin pek tanınmış kişileri oturmakta idi. Kadriye Ordu (1952) ve oğulları Erhan (1954) ve Ercan (1956) doğdular. Sokağın sağ başındaki köşe ev teyzemlerin eviydi. Manifaturacı, sonra1950, Türkiye’de İnönü’nün sıkı rejiminden kurtulup DP’nin gevşek rejidan un fabrikası kuran Mehmet Uğur, Marangoz Hayati Ar, Demirci Cemil ve mine(!) geçildiği; dolayısıyla gerçek demokrasinin başladığı (!) ve tabii senHakkı Aşçıoğlu Kalfa, Müh. Alper Abi, Nevzat ve Ergun Atay’lar, biraz içeride dikal hareketlerin de hızla yayılmaya başladığı tarihtir. Seyfi Demirsoy’un3 Dehşetizade Nebil Hoca, fırın civarında Meydanoğlu, Şemşimoğlu aileleri… 3 İlkokulu Dumlupınar veya Kadınana’da okudu daha sonra Afyon Seyfi Demirsoy, (1920- 14.01.1974) Türk- İş tarihinin önder isimlerinden, Süleyman Demirel’in Fahri Yetman (1927- 11.11.2008) Y.Mimar, şehircilik uzmanı, DGSA 1949 mezunu; şehir planlama ve mimari konularda pek çok 1.ödülü kazanmış, ünlü bir meslek adamı. 2 ; “..bu ülkenin medar-ı iftiharıdır..” diye methettiği kişi. Yunanistan’dan mübadele ile gelen Türklerden; 1942-47 İstanbul, Bomonti Bira Fabrikasında İlk işçi sendikasını kurmuş,1948 Sendikalar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi olmuş, 1952 Türk-İş Konfederasyonu kurucuları arasında yer almış, TAŞPINAR 29 Türk-İş Konfederasyonu kuruluş çalışmaları sırasında dikkatini çeken Sami Öznur, Demiryol-İş Afyon Şubesini kurmakla görevlendirildi ve ilk başkan seçildi (1952, yaşı 27); artık Sami Öznur’un kaderi değişmeye başlamıştı. Seyfi Demirsoy Afyon’a sık gelir ve Sami Bey’e hep destek olurdu. Şube merkezinin ilk binası bugünkü Basın Caddesi ile Enstitü Aralığının kesiştiği sol köşenin üst katı idi; daha sonra Kurtbaş Apt. 2. katına geçtiler. En sonunda İstasyon Meydanına girerken sol taraftaki Mermerci Bekir Ürey’in müstakil villa niteliğindeki 2 katlı tescilli kültür varlığı listesinde yer alan binayı satın alıp taşındılar (şimdiki yerleri). Seyfi Demirsoy teklifiyle Türk-iş Federasyon idare heyeti üyeliğine seçildi; Afyon’da 200 üyeleri vardı ve bu büyük başarı idi. Nisan 1970’te Federasyon’un 9. Genel Kurulunda Teşkilatlanma ve Eğitim Sekreteri oldu (20.07.1970). Bu arada Afyon Şubesinde 1385 üye var, aidat 10 TL/ay ve bina kendilerine aitti… 1957 yılında, bütün bu sendikal faaliyetler arasında 40 işçinin birlikteliğiyle “40 Evler” projesini gerçekleştirilmesine öncülük yaptı. Kooperatif kurularak, yapılmakta olan 75 Evlerin (bu günkü Örnekevler) kuzeyinde bulunan boş harman yerini (şimdi Güvenevler), metrekaresi 1 liradan Belediye’den satın alınmasını sağladı. Ev sahibi olacak işçiler, ustaların yanında gece gündüz çalışarak evlerinin yapılmasına gayret ettiler. Sendikadan alınan kişi başına 7500 lira kredi yetmediğinden, bir formül arayışına giren Öznur; o sıralarda Afyon Çimento Fabrikasının açılışı için Afyon‘a gelen Başbakan Adnan Menderes’in yolunu, işçi ailelerine kestirerek, yaklaşık 1500-2000 lira arasında kredi alınmasını sağladı. Sonuçta, evlerin kısmen de olsa 1959 yılında oturulabilecek durumda teslim edilmesini gerçekleştirdi. Ancak bu sırada önemli bir değişiklik oldu; 1968 mahalli seçimlerinde Afyon Belediye Meclisi üyeliğine seçilmişti; Başkan Av. Hazım Bozca döneminin en dikkat çekici ve başkanı en çok kızdıran üyesi olarak tanındı. Üstelik görev bölümü sırasında başkan vekilliğine de seçilmişti. Bir tarafta işleriyle, diğer yandan sendikal faaliyetlerle uğraşırken bir de belediye işleri araya girmişti, bununla da kalmadı 1971 sonlarında Bşk. Hazım Bozca’nın4 aniden vefatı üzerine vekâleten belediye başkanlığı koltuğuna oturmak zorunda kaldı. Tam bir yol ayrımına gelmişti ve hayatının kararını vermek zorunda idi; bir taraftan önü tamamen açık ve genel başkan tarafından desteklenen çok güçlü bir sendikanın genel sekreterliği, tüm dünyayı gezme fırsatları ve is1953 Sendikalar Birliği Başkanı, aynı yıl Tütün-Müskirat İşçileri Sendikasını kurmuş, 1960 Türk-İş Genel Başkanı; ölünceye kadar bu görevde kalmış. Afyonkarahisar’da İstasyon civarında bir caddeye adı verilmiştir. 4 Hazım Bozca (İst 1911- Afyon 08.12.1971) 1. Dönem milletvekili Halil Hilmi Bozca’nın oğlu, ilk eğitimini Afyon’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirip 1940 Siirt Cumhuriyet Savcılığına atandı, 1945’te istifa edip sivil çalışmaya başladı, 1946-50 DP Milletvekili, 1950-68 Avukatlık, 1 Temmuz 1968 seçimlerinde AP listesinden Afyon Belediye Başkanı seçildi, 3 yıl sonra hastalanıp Ankara’ya götürüldü, 8 Aralık 1971’de hastanede vefat etti. Çok güçlü ve bir avukat idi, Belediye Başkanlığı sırasında birçok problemle savaştı. Dirayetli bir başkan idi. TAŞPINAR 30 Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'la-1972 tenirse çok şeyler yapabilme imkânları; öte yandan bir şehrin belediye başkanlığı… Hangi düşüncelerle seçimini tercihini yaptığını bilmiyoruz, ama 3 aylık bir vekâletten sonra, 13 Şubat 1972’de yapılan ara seçimlere girerek asaleten Afyon Belediye Başkanlığına seçildi. 2 yıl sonra, Aralık 1973 mahalli seçimlerine de bağımsız aday olarak katıldı ve rakiplerine büyük fark atarak tekrar seçildi (48 yaşında). Bu görevi Aralık 1977’de yapılması gereken mahalli seçime kadar başarıyla yürüttü. Haliyle Türk-İş teki görevlerini bırakmak zorunda kaldı; Türkiye Belediyeciler Birliği Yönetim Kuruluna seçildi. Benim belediye mimarı olarak göreve başlamam (15 Mayıs 1972) vekillik döneminden hemen sonraki ilk seçilmesinde oldu. Göreve başladığımda 2 kalfa (Hakkı Aşçıoğlu ve Ahmet kalfalar) ve 2 tekniker personelim vardı (Ömer Eker ve Coşkun Telek) Tarihi Belediye binasının (33 senelik bina) üst katı aslında misafir lojmanı (müfettiş vb) olarak planlanmış 2 oda ve bir salon ile buna bağlı ayrıca 2 oda ve banyodan ibaretti. Odalardan ikisi merdiven başında olup sağda spikerlik (ilan-anons) ve karşısında elektrikçilerin oturduğu oda; ortada büyük bir sofa, tam karşıda salon, iki yanlarında fen işlerine ait depo-arşiv ve benim odam olup salon kısmın da vatandaş müracaatı bankosu vardı; tabii bu kadarı bize yetmiyordu. Olağanüstü bir vatandaş müracaatıyla karşı karşıya idik. Çünkü herkes 2-3 yıllık tıkanıklığın ardından yeni gelen imar planına göre inşaat izni istiyordu. Masamın üstünü toplamaya vaktim yetmediği için haftada 1-2 defa Ömer ve Coşkun toplarlar ve önem derecesine göre tanzim edip diğer evrakı dosyalarına koyup kaldırırlardı. Onların bana yaptıkları sayısız hizmetleri asla unutamam, Allah razı olsun. Belediye Meclisimiz 16 kişiden ibaret olup yarısını AP grubu teşkil ediyordu, diğer yarısı da Güven Parti, CKMP, MSP grubundan oluşuyordu. Encümen üyeleri de İsmail Adar (Muhasebe), Hayrettin Atay (Yazı İşl.), Mehmet Ayalp (Veteriner), Alaeddin Somer (Elk. İşl.) vb Belediye mühendisliğim zamanındaki meclisi beğenmez, kızar ve bunu belli ederdim; çünkü Başkan ve benim faaliyetlerimi ve hangi şartlar altında çalıştığımızı takdir etmez üstelik zorluk çıkarmaya kalkarlar diye yorumlardım. Daha sonra Demokratik Parti’den seçimle meclis üyeliğine geldiğim, oradan da daimi encümen üyeliğine seçildiğimde, eski meclisi özler olmuştum.. Halbuki belki de daha kuvvetli kişilikler vardı; Nedim Helvacıoğlu, Osman Uğur, Hayri Şensoy, Şevki Topçu, Güniç Dikmen, Ragıp Ünver, Mehmet Genelioğlu, Necmi Mumyakmaz, Mahmut Dönerkaya, Galip Leblebicioğlu vb. Belediyenin parası ve gelir kaynakları son derece kısıtlı idi, kiralar düşüktü ve tahsil edilemiyordu, bir şeyler de satamıyorduk, meclis izin vermiyordu, yatırım yapamıyorduk para yoktu, İller Bankası’ndan alamıyorduk borcumuz çoktu, arkamız yoktu… Maaşlar güçlükle ödeniyordu. Bir çare bulunması gerekiyordu Bu amaçla Gıda Kontrol Laboratuvarı önündeki yazlık bahçenin kenarlarına ve Yoncaaltı Camii’nin sağ ve soluna çift sıra olmak üzere toplamda yaklaşık 40 kadar dükkân yaptık ve bunları geçici ruhsatla işletmeye açarak esnafa kiraladık. Özellikle Yoncaaltı çevresindeki dükkânların 1 yıllık kira bedeli tüm yatırımlarımızın masrafını çıkardı. Olağanüstü bir gelir sağlanmıştı, ancak Cami çevresine 20 metreden fazla yanaştığımız ileri sürülerek Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından şikâyet edildik. Dava 1 yıldan fazla sürdü, bu arada ben görevden ayrılmıştım, sadece meclis üyesiydim ama benim teklifimle ve imzamla uygulama yapıldığı için ben ve başkan 1. dereceden suçlu olarak yargılanıyorduk, diğer encümen üyeleri de 2. derece suçlu idiler. Duruşmalarda Belediyemizin mali durumunu, arsanın bize ait olduğunu, inşaatı geçici ruhsatla yaptığımızı anlattıksa da mahkeme heyetini ikna edemedik. Aslında davalı da davacı da devlet olmasına rağmen dini ve tarihi eserlerin çevresine yapılacak inşaatlar hakkındaki yönetmelik gayet açıktı. (20 metreden fazla veya yüksekliği kadar yaklaşmak vb.) Son duruşmalarda; Yoncaaltı Camii’nin altının zaten ticari amaçla yapıldığı ve ilk günden beri böyle kullanıldığını, bu sebeple bizim yaptığımız dükkânlara engel olunacaksa buradaki esnafın da yerlerinden çıkarılması gerektiğini; ayrıca iddialarında ısrarcı iseler bu bölgeyi belediyemizden satın alarak tapularını cami üzerine geçirmelerini istedik. Zaten kıble tarafında da açık pazaryeri, yani ticari saha vardı. Böylece yalnız cami adasını değil tüm pazaryeri sahasını da almaları gerekiyordu ki yaklaşık 10.000 metrekarelik alanın vakıflar adına istimlâki söz konusu oluyordu. Bu ise ayrıca imar planı tadilatına girerdi. Yoncaaltı Camii’nin arsası yalnız kendi büyüklüğü kadar olup cemaatin camiye girmesi için ön tarafındaki yoldan merdivenlere ulaşan 2 metre eninde bir pasaj yolu Belediyece terk edilmişti. Yani Belediye o yolu kapatsa camiye geçiş mümkün olmaz; cami altındaki dükkânlardan alış-veriş yapanlar belediye arsasını kullanmakta olduklarından men-i müdahale davası açabilirdik( halen daha durum böyledir.) Müdafaamız olumlu bulunarak dava düşürüldü. Duruşmamızın hakimi Aşkın bey, veya Engin bey idi. Birkaç yıl sonra; 1977 sonlarında İkbal Lokantasının üst katında yapılan bir kutlama ve veda toplantısında (bir taraftaki masalarda oğlum Baha’nın doğumu kutlaması, diğer masalarda da bir hakimin Afyon’dan tayini ile ilgili veda yemeği) du- ruşma hakimimiz; “çok güzel ve vurucu bir müdafaa (savunma) yaptığımı ve hem Belediye’yi hem hakim heyetini ve hatta davacıları kurtardığımı” söylemişti.. (Kütahyalı hakim, sağsa 85 yaşlarında olmalı, kulakları çınlasın, öldüyse rahmet dilerim) Parasızlıktan, bütün ihaleleri 30.000 TL’lik parçalara ayırıp teklif alma yoluyla yapardık (emanet inşaat faslından) Bu ise hayli mahzurlu idi, muhasebeci İsmail Amca işi hep yokuşa sürer müfettişlere nasıl dert anlatacağız derdi. Defalarca istifa etmek istediyse de mani olduk; başımızın büyüğü idi sonuçta. En sonunda zaten yaş haddinden ayrıldı, yerine genç arkadaşımız Hüseyin Özgöz (sonradan Vakıflar Bankası Müdürü oldu) alındı; haklı olarak O’ da aynı sorunu dile getirirdi. Gerçekten birkaç defa müfettiş rutin teftişlere gelmişti, ama işi çok uzatınca ve boyundan büyük konuları karıştırıp, öküz altında buzağı aramaya başlayınca Sami Bey’den okkalı bir azar işitti ve kısa zamanda görevi bitirip kaçmıştı (1973-74’te). Yol kaplama işleri, Tınaztepe’de parke taşı ocağı olan Hüseyin Okumuş’a verilir ve parası 10-12 ay sonra ödenirdi. Sonradan Nuh Belediyesi’ne başkan olan Okumuş, belediyeciliğin ne denli cambazlık olduğunu yana-yakıla anlatırdı. Günde 8 saatlik çalışma bize yetmediğinden bazen akşam geç çıkar, ama çoğunlukla sabah 20-30 dakika erken gelirdik. Bir sabah gene erkenden Belediye’ye geldim ki başkan bir kanepeye uzanmış yatıyor; Odacı İhsan Efendi yok, zaten kapıdaki nöbetçiden başka ortada kimseler yok. Acaba sarhoş mu? Diye üzerine eğildim, hiç içki içmezdi ama durumu perişandı, sanki akşamdan kalma veya biriyle kavga etmiş, terli, yorgun ve baygın…, Odacı İhsan Efendi de kolonya aramaya gitmiş, (para yok– kolonya yok), tesadüfen makamdaki misafir kolonyası da bitmiş demek ki; Veteriner Mehmet Ayalp’in odasından bulmuş getirdi, bileklerini, yüzünü ovduk, kendine geldi biraz. Kravatını çıkardık, mesai başlarken ayağa kaldırdık, makamına oturttuk. Meğer Belediye tarafından Zülâli Camii arkasındaki kayalık patlatırken, traktör damperinin altında kalıyormuş veya patlayan kaya parçasından kaçarken yere kapaklanmış… Yeri gelmişken görev kahramanlarından birinin de Dinamitçi Hüseyin (Halımoru köyünden) olduğunu belirtmeliyim. O yıllarda fazla mesai gibi şeyler bilinmezdi; hiçbirimiz para için çalışmadık, yırtınmadık. Belediye’nin bir tek aracı vardı; zabıta veya itfaiye adına kayıtlı kırmızı willy’s pikap, 25 yaşlarında bir emektar olup hepimize hizmet ederdi; yorgunluktan olacak ilk marşta basmazsa Dumlupınar İlkokulu önünden yokuş aşağı bırakırız; çalışmazsa Alaca Hamam’dan itibaren Demiryalayan Türbesi’ne kadar ittiririz, gene çalışmazsa sanayi çarşısına kadar bir esnafın arabasına bağlayıp götürürüz ve orada bedelsiz olarak birisi bakardı; Akücü Bekir Şarlak veya herhangi biri… Bazen otobüs işletmemizin mesul ustası Cevat Bayık bulunup getirilirdi. Camı, aynası kırıldığında Hayri Atilla yapardı. Hepsinden Allah razı olsun. Araç yokluğundan Sami Öznur’un yeni Murat 124 arabasını birkaç defa aldığımı hatırlarım. Makam arabasının olup-olmadığını hatırlamıyorum ama galiba İhsan adlı kısa boylu bir makam şoförü vardı; demek ki arabası da vardı ?! TAŞPINAR 31 İnşaatlara vatandaşın çağrısı üzerine faytonla giderdik, sonra dan Türközler 5-6 arabalık bir taksi filosu kurdular (Murat 124). Bunların tarifesi faytonlarla aynı fiyatta idi, sonradan faytonlar tamamen piyasadan silindiler, yalnızca benim sınıf arkadaşım Galle (Muharrem Kavrı) hariç. Galle Muharrem 2000 yılı başlarında dahi mesleğini ayni yerde sürdürüyordu; parkın sağ altında, çay bahçesinin önündeki köşede, şimdi oğulları aynı işi sürdürüyor. Sami Öznur dönemi 1971-77, Afyon’un en önemli ve bir o kadar da sıkıntılı yıllarıdır. Kıbrıs Harekatı’nın dalgalanmaları, haşhaş ekiminin kısıtlanması, sürekli devalüasyonlar vb. Avrupa’daki uyuşturucu trafiğinin Türkiye üzerinden yapılması bizdeki haşhaş ekimine bağlanarak, zapt-ı rapt altına alınmak istenmiş; hasat sonrası ürünün nerelerde kullanıldığının kontrolü amacıyla TMO görevlendirilerek tarlalardaki haşhaştan ne kadar afyon elde edilebileceği hesaplanmaya ve her çiftçinin ektiğini beyan zorunluluğu getirilmiştir. Devlet bu sebeple dışarıdan yardım almışsa da uzun vadede kabak gene çiftçinin ve devletin başında patlamıştır. Ekonomik çöküntüye meydan vermemek amacıyla haşhaş ekimi yapılan illerde ve özellikle şehrimizde yatırım teşviki, gümrük muafiyeti, faizsiz krediler gibi imkânlar verildiğinden dışarıdan pek çok yatırımcı Belediyemize müracaatla yer gösterilmesi talebinde bulunmuştur. Bu talepler maalesef iyi koordine edilemedi. Başta da söylediğim gibi ilk çalıştığım meclisi beğenmezdim, sonradan DP’den seçilip yeni meclise girince öncekilerin değerini anladım; 25 yıl sonra, 2000’li yıllarda bir vesile ile şöyle bir karşılaştırdım ki benim bulunduğum meclislerin üyeleri çarıklı erkan-ı harp niteliğinde (en azından okumamış ta olsa konusunu çok iyi bilen, yani dersine çalışarak gelen) insanlarmış. Mesela Demirci Kör Mahmut (Dönerkaya) bir mühendisten daha tecrübeli ve tuttuğunu koparan, mücadeleci bir adamdı. Sami Öznur sendikal faaliyetlerinin de verdiği tecrübe ile kendine güvenen, konuşma ve ikna kabiliyeti olan, ayrıca temsil becerisi ve yetkisi olan fedakâr bir lider idi. Biraz kindarlığı vardı, bazı kişilere karşı ön fikirli hareket ettiğine şahit olup arabuluculuk yapmıştım. Meclis toplantılarının öncesinde ve sonrasında değerlendirme veya ön hazırlık çalışmalarını, kısaca stratejiyi çoğunlukla beraber yapardık; gerçi bazı akıl hocaları vardı ama tarafsız, yani bir partiye bağımlı olmaması, onu çoğu problemden kurtarıyordu. “Hem nalına, hem mıhına” vurabilme serbestliği vardı; kimseye bağlı veya muhtaç değildi. Beni her zaman korumuş, gözetmiş, müdafaa etmiştir. Buna örnek olarak şu hatıramı anlatmalıyım; Yoğun çalışmaların arasında bir de kendi evimizin planını çizme işi çıkmıştı. Kurtuluş Caddesi, Müze karşısındaki arsamız üzerine tek katlı, tek daireli ev yaptırabilmek için tapu sahibi olan annem adına imar çapı çıkarttım ve buna göre bodrum üzerine tek katlı ev planını çizmeye başladım; TAŞPINAR 32 tabii makam odamda, vaktim olmadığı için gidip geldikçe ve boş zaman buldukça baktığım için, bu basit iş bir-iki haftadan fazla sürdü ve masa üzerinde öylece kaldı. Meğer dışarıya proje çiziyor diye şikâyet (ihbar) edilmiş ve hakkımda meclis araştırması başlatılmış, bir defasında mimar Güniç Dikmen, başka bir gün meclisten alakasız 2 kişi gelip sohbet ettiler, projeye de bakıp rastgele sorular sordular; oturup kahve içtiler; o kadar doğal bir davranış içinde idim ki neler döndüğünü bildiğim yok. Kısacası sonuçta bir şey çıkmadığı gibi bana başkanlık makamının 25.10.1972 tarih ve 267 sayılı kararıyla takdirname verildi. O projeyi tamamladıktan sonra arkadaşım H. Hüseyin Öz’e imzalattım ve ruhsat alıp yapımına başlatmıştık, hâlbuki memurin kanununa göre benim kendi projemize imza atma yetkim vardı. Bir başka seferinde meclis toplantıları sırasında verilen arada, riyaset makamında bazı üyelerle sohbet edilirken, Hulusi Diler benim “tetkik gezisi” adı altında Avrupa’ya gönderilmem için bir sebep yaratılarak meclise teklif verilmesini önermişti. Belediye Mühendisi sıfatıyla oraya buraya koşarken bazı esnaf ile de takışma-çekişmelerimiz oluyordu. 30 yaşında, ukala, her şeyi bilen (!) yetkili, etkili, başkandan torpilli, dinamik bir mühendistim. Vatanı kurtarıyorduk sanki sivrisinek mücadelesi sırasında Sıtma Savaş’ta çalışan ilkokul arkadaşlarımdan Nahit ve Deli Bekir bana 20-30 kg’lık açılmamış, orijinal bir bidon toz DDT vermişlerdi. Başkan sevinçten ne diyeceğini şaşırmıştı; Şehir çevresini beraber gezer, problemleri gözümüzle görür, ilkel çareler üretirdik (pratik, ucuz ve kısa vadede netice alınan) ve bunları hemen uygulardık. Bu yoğun çalışmalar gece, yatar-yatmaz uyumamıza neden olurdu… Kısacası “.. Bin atlı akınlarda, çocuklar gibi şendik, Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik..”5 Yahya Kemal Beyatlı’nın “Akıncılar” şiirinden; I. Murat Döneminde (1364)Balkanlar’da Türk istilasının artması üzerine 40.000 kişilik (bazı kayıtlarda 60.000) Sırp, Macar, Ulah birliklerinden oluşan ve Papa himayesindeki Birleşik Haçlı ordusunu; 4000 akıncı ile ani bir gece baskınında darmadağın eder. Hacı İlbey’in; Tarihte “Sırp Sındığı” veya “Çirmen Baskını” diye geçen bu mucizevî savaşı için yazıldığı düşünülen bu şiir, o günlerin coşku dolu yaşamını dile getirir. 5 Sami Öznur 01.09.1977 günü görevinin tamamlanmasıyla uzatmaları oynamayacağını belirterek ayrıldı. Mahalli seçimlerin 6 ay sonraya uzatılması onu bağlamıyordu. 7 sene önce tıpkı Hazım Bozca’nın vefatıyla kendisinin makama geçtiği gibi, bu defa da Nedim Helvacıoğlu6 otomatik olarak makamı dolduracaktı. Ancak onun da bir şartı vardı; 5 dönemdir encümen üyesi ve tecrübeli belediyeci sıfatıyla, ben kendisine yardım edersem kabul edecekti. Dediği gibi oldu ve 6 ay “gölge başkan” olarak Nedim Helvacıoğlu’nun arkasında hizmete devam ettim. Çok sevdiğim, örnek aldığım, çok yoğun çalışmaları yüzünden üzüntü duyduğum, hem teyzem ve hem de eşim tarafından akrabam olan ve ayrı bir yazı konusu yapmayı düşündüğüm Nedim ağabey ile aynı tempoda 6 ay çalıştık ve adeta kaynar suda haşlandık. Umarım ki bu fedakâr çalışmalarımız sebebiyle Allah beni de makbul insanlar gurubuna sokarak yargılayacaktır. Sami Öznur emekliliğini yaşamaya başladı, Kurtuluş Caddesinde bir dükkân kiraladı, halı kilim, beyaz eşya gibi şeyler satmaya çalıştı. Kiraladığı dükkân eski imar planında yol istimlâkine uğruyordu ama yenisinde bundan vazgeçilmişti; halk bunu Sami Bey’in yaptığını yorumluyordu, işte şimdi de orayı ucuza tutmuştu. Tabii bu şayia onu çok üzdü, ama halkın ağzı torba değil ki büzesin.. Oruçoğlu pasajı altında da dükkânı vardı, önce mi, sonra mı? Tam hatırlayamıyorum. Bu faaliyetleri uzun sürmedi, kendini tümüyle sosyal işlere adadı; öteden beri takip edip önayak olduğu “Huzurevi” projesini gerçekleştirmek için var gücüyle çalıştı. Kurduğu derneğin çok uzun zaman başkanlığını yaptı, sonucunu da aldı. Bugün onun sayesinde şehrimiz Türkiye’nin sayılı yurtlarından birine kavuştu, hem de çok güzel bir yerde. (1980’lerde huzurevleri henüz pek revaçta değildi, önemi henüz kavranmamıştı) Fukaraya Yardım Derneği’nde (Sabri Sagun başkan iken) fiilen dağıtım işlerinde görev yaptı, sonra işi tamamen ele aldı, Necip Özteke ile uzun yıllar ihtiyaç sahipleriyle evlerine gidip bire-bir konuşarak tuttuğu defterlere durumlarını işledi, çoğu kişiye iş buldu; onlara munzam yardım bağladı. Gıda, giyecek ve para yardımlarını organize etti, hatta fakir kız ve erkekleri evlendirdi, çeyizlerini sağladı. 1993 yılı Kasım başlarında rahatsızlanarak SSK Hastanesine yatırılan Sami Öznur’a sigorta doktorları tam teşhis koyamamakla birlikte, iç kanama ve kalp yetmezliği konularında, biraz gecikmiş olmaktan korkarak, daha etkili bir tedavi amacıyla Ankara’ya gönderme kararı aldılar. Meclis arkadaşlarımdan Necmi Mumyakmaz’ı arayıp durumun pek iyi olmadığı dedikodusunu aldığımı söyleyip ziyaretine gitmemizi teklif ettim; hemen buluşup odasına girdik, morali çok bozuktu, zaten ambulans hazırlanıyordu hemen gideceklerdi. Eşi Leman Abla’nın yanına, arkadaşı İbrahim Küçükkurt’un da 6 Nedim Helvacıoğlu (01.06.1929 – 23.03.1982) Ardiyeci, sıcak demirci, hurdacı, siyasetçi, AP İl Başkanı 15 sene, Belediye Meclis Üyesi (1972-1978), ATSO Başkanı (1974-1982), Eski Belediye Binası önünde cenaze töreni refakatiyle Ankara’ya uğurlarken ısrarla “artık işinin bittiğini bunun son görüşme olduğunu” söyleyip bizlerle helalleşti, bu kadar kesin konuşmasına çok şaşırmıştım, “..10-15 güne kadar sağlıkla döneceğini daha işlerimizin olduğunu” şakayla söylesem de boğazım düğümlendi; 20 yıldan fazla süren arkadaşlığımız, ağabey-kardeşliğimiz bitmek üzereydi. Ambulansın arkasından bakakaldık, birkaç gün sonra acı haberi geldi; 11 Kasım 1993 günü 67 yıllık çok cepheli, çok renkli bir yaşam savaşı sona ermişti… Belediye Meclisi, ertesi yıl başkan Mehmet Sami Hancıoğlu teklifi ile 19.01.1994/04 sayılı kararla, Karayolları 31. Şube Müdürlüğü karşısındaki caminin batısındaki park sahasına onun adını verdi. Geride imkânsızlıklar altında attığı yüzlerce imzası ve hayır duaları kaldı. Bunlar inancımıza göre, şüphesiz onun amel defterini açık tutacaktır. Sami Öznur hakkında ailesi dışında en yetkin kişi olarak bana önemli bilgiler veren değerli büyüğüm Bahattin Şemşimoğlu’na yaşayan tarih canlılığıyla aktarmış olduğu olaylar, bilgi ve belgeler için candan teşekkür ederim. Keza her müşkülümde çözüm için adeta çırpınan kardeşlerim; Ahmet İlaslı ve Hasan Özpunar’a katkıları, ilave ve düzeltmeleri için medyun-u şükranım. Hatıralar dizisi haline dönen bu biyografik çalışmamda başrollerde adı geçen insanların tamamı Hakk’ın rahmetine kavuştular, ben ve bir- iki kişi hariç. Onlar görevlerini tamamlayıp gittiler... Beraber yaşadığımız o uzun ve meşakkatli yıllarda mutlu ve mutsuz zamanlarımız oldu, pek çok şeylerden mahrumduk; bilgisayar, cep telefonu, TV, klima, hızlı trenler, lüks otobüsler, facebook, internet, Google.., hatta hesap makinemiz bile yoktu. Başta da söylediğim gibi siyasal durum da pek yerinde sayılmazdı, hele ekonomik durum; devamlı devalüasyon, devamlı zamlar, ve yokluklar… Şimdiki görüş açısından bakılırsa bu hayat çekilmezdi, hâlbuki hiç de öyle olmadı; çünkü insanlar arasında bir güven ve inanç birliği vardı. Yaşam direnci ve sevinci ve umudu vardı. Çünkü bu yazımda anlattığım insanlarla dolu idi her yer; çarşılar, bakkallar, camiler, hükümet daireleri, dağlar, tepeler.. Hepsine bizden selam olsun, Allah onları cennetiyle ikramlasın, emeklerini zayi etmesin… Amin. TAŞPINAR 33 HEMŞEHRİMİZ EZOP İbrahim YÜKSEL Az çok mektep medrese görmüş, mürekkep yalamış olan herkes, karga ile tilki, ağustos böceği ile karınca, kaplumbağa ile tavşan gibi hayvan masallarını iyi bilirler. Dünya edebiyatında “Fabl” olarak adlandırılan, hayvanların dile gelerek, insanlara çeşitli dersler verdiği bu edebi türün yaratıcısı olan Ezop’un (Aisopos) hemşehrimiz olduğunu, Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesine bağlı Hisarköy’de (Amorium) doğduğunu; bugün Yunanistan’a mal edilen hayvan masallarını Anadolu’dan oralara götürdüğünü bilir misiniz? Aslında Ezop’un nerede doğduğu konusunda farklı kaynaklarda farklı bilgiler yer almaktadır. Bu kaynaklara göre Ezop’un Trakya’da, Bandırma’da, Samos’ta, Sardeis’de, Tarsus’ta ve hatta Mısır’da doğduğunu iddia edenler bile vardır. Ancak kaynakların hemen hemen tamamının fikir birliğine vardıkları nokta Ezop’un Frigyalı bir köle olduğudur. Afyon İli Tarihi’ni yazan Süleyman Gönçer, Ezop’un Lidyalıların Frigya’yı ele geçirdikleri sırada tutsak edilerek Yunanistan’a götürüldüğünü ve köle olarak satıldığını kaydetmektedir.1 Öncelikle bu noktadan yola çıkıldığında Ezop’un yaşadığı dönemdeki Frigya ülkesine bir göz atarak, doğum yeri konusunda bazı ipuçları elde edilebilir. Ezop daha doğmadan, Friglerin, efsanevi kralları Midas döneminde yaşadıkları altın çağları, MÖ 7. yüzyılın başlarında Kimmerlere yenilmeleri üzerine sona ermiştir. Kimmerlerin Başkent Gordion’u yakıp yıkması üzerine Kral Midas intihar etmiş, ancak Frig varlığı sona ermemiştir. Kimmer saldırılarından canlarını kurtarabilen Frigler Orta Anadolu’ya dağılarak beylikler halinde yaşamaya başlamışlardır. Bu dönemde Friglerin en güçlü oldukları bölge ise Yukarı Sakarya Vadisi’nde, daha sonraları “Küçük Frigya” adını alacak olan Eskişehir-Afyonkarahisar arasındaki bölge olmuştur. Frigler MÖ 6. yüzyılın ortalarındaki Pers istilasına kadar bu bölgede özgürce yaşamışlardır. Ezop’un MÖ 6. yüzyılda yaşadığı göz önüne alınırsa, bu dönemdeki Frigya ülkesi Afyonkarahisar-Eskişehir arasındaki bölge olduğuna göre Ezop’un doğum yeri de buralarda bir yerlerde olmalıdır. Nitekim önemli kaynaklar ve son yıllarda yayımlanan Ezop kitapları, Ezop’un doğum yeri olarak Afyonkarahisar ilinin Emirdağ ilçesine bağlı Hisarköy’deki Amorium antik kentini göstermektedir. Dünya edebiyatında Ezop’tan sonra fablın diğer bir ustası olarak bilinen La Fontaine, Planudes’ten aktardığı yaşam öyküsünde Ezop’un Frigyalı ve 1 GÖNÇER Süleyman, Afyon İli Tarihi, Cilt 1, İzmir 1971, s. 125-126. TAŞPINAR 34 Antik Yunan’da kullanılan bir tür kadeh olan bir kylix içerisinde bulunan ve Ezop’u tilki ile konuşurken gösteren bir resim. M.Ö. 470 yılında yapılmış olan bu kylix, Vatican City’de Gregorian Etruscan Museum’da bulunmaktadır. Amorium adında bir kasabadan olduğunu kaydetmektedir.2 Themas Rodanthis ve Fibas Asteris, “Ezop’un Öyküsü” adlı eserlerinde ünlü masal ustası için “Ezop, Küçük Asya’daki Frigya bölgesinin Amori kentindendi ve köle sınıfındandı” bilgisini vermektedir.3 Şemseddin Sami, ilk Türk ansiklopedisi olan “Kâmûsu’l-a’lâm” adlı eserinin 2. cildinde Ezop’un İsa’nın doğumundan 6 yüzyıl önce Anadolu’daki Frigya kıtasının Amorium yani Amorie antik kentinde doğduğunu kaydetmektedir.4 Ezop masallarını Türkçeye çeviren yazarlardan Tarık Dursun K. “Aisopos Masalları” adlı çevirisinin “Başlamadan Önce” başlıklı bölümünde Ezop’un Anadolulu olduğunu; geçmişte, bugün Eskişehir ilinin bulunduğu yerlerdeki Amorium şehrinde doğduğunu vurgulamaktadır.5 Samih Rıfat, Nurullah Ataç’ın Aisopos’dan çevirdiği “Aisopos Masalları” adlı eser için yazdığı önsözde, Ezop için “Frigyalı, demek ki Anadolulu (daha kesin biçimde söylersek: Afyon, Emirdağ, Aziziye Kasabası Hisarköyü yakınlarında kalıntıları bulunan Amorion kenti doğumlu Aisopos…” diye söz etmektedir.6 Tarihçi Süleyman Gönçer, “Afyon İli Tarihi”nin birinci cildinde Ezop’un Frigya’da Amoriom (Afyon ili Emirdağ Hisarköy) şehrinde doğduğunu kaydetmektedir.7 Mehmet Aydın’ın “Bayat-Bayat Boyu ve Oğuzların Tarihi” adlı eserinde de Ezop’un Amorium doğumlu olduğu belirtilmektedir.8 Ömer Faruk Yaldızkaya’nın “Emirdağ’ın Tarihçesi” başlıklı makalesinde9 ve “Emirdağ; Doğa, Tarih ve Kültür Mozayiği”, adlı eserde10 de Ezop’un Emirdağ yakın2 La FONTAİNE Jean, “Frigyalı Aisopos’un Yaşamı” (Fransızcadan çev. SAMİH RIFAT), Aisopos Masalları (CHAMBRY Emile, Fables d’Esope’dan Çev. ATAÇ Nurullah), Yapı Kredi Yayınları 1509, s. 13. 3 RODANTHİS Themas – ASTERİS Fibas, Ezop’un Öyküsü, (Çev. SANDALCI Sema), İstanbul 1997, s. 9. 4 ŞEMSEDDİN SAMİ, Kâmûsu’l-a’lâm Cilt 2, (Tıpkıbasım) Ankara 1996, s. 957. (Osmanlıca olan bu eser, Afyon Kocatepe Üniversitesi uzmanlarından Yusuf İLGAR tarafından okunmuştur.) 5 TARIK DURSUN K., “Başlamadan Önce”, Ezop Masalları, (Aisopos’dan çev: Tarık Dursun K.), Ankara 1979, s. 13. 6 SAMİH RİFAT, “Bu Kitapta Her Şey Var!”, Aisopos Masalları, (Çev. ATAÇ Nurullah), Yapı Kredi Yayınları -1509, İstanbul 2008, s. 11. 7 GÖNÇER, s. 125. 8 AYDIN Mehmet, Bayat-Bayat Boyu ve Oğuzların Tarihi, Ankara 1984, s. 11, 9 YALDIZKAYA Ömer Faruk, “Emirdağ’ın Tarihçesi”, Emirdağ, Emirdağ Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği Yayını, Eskişehir, s. 4. 10 Emirdağ; Doğa, Tarih ve Kültür Mozayiği, s. 3. larındaki Amorium antik kentinde doğduğu kaydedilmektedir. Brezilyalı Yazar Guilherme Fiugueiredo’nun “Ezop ya da Tilki ile Üzümler” adlı oyununu Türkçeye çeviren İsmail Bekir Ağlagül, bazı araştırmacılara dayanarak Ezop’un “Frigya’nın belli başlı kentlerinden Amorion (ya da Amorium)’da doğduğunu” belirtmektedir.11 NTV Tarih Dergisi’nde yayımlanan “Masalcı Ezop NTV Tarih’e Yazdı-Hayvanların Dilinden İnsanları Anlattım” başlıklı makalede de Amorium doğumlu olduğu kaydedilen Frigyalı masal ustasının ağzından doğum yeri ile ilgili olarak şu bilgiler verilmektedir: “Doğduğum kent Amorium (Afyon yakınlarında), sizin bugün verdiğiniz adla Emirdağ, çevresi geniş vadilerle kaplı yemyeşil bir dünya merkezi idi.”12 Ezop’un Trakya doğumlu olduğunu belirten kaynaklar, Friglerin Trakya kökenli bir kavim olması nedeniyle bu fikre kapılmış olabilirler. Çünkü Frigler, MÖ 12. yüzyılın başlarından itibaren Trakya’dan Anadolu’ya geçmeye başlamış ve bir devlet olarak ancak 8. yüzyılda ortaya çıkmışlardır. Bu durumda Friglerin tarih sahnesinden silinmeye yüz tuttukları 6. yüzyılda yaşamış olan Ezop, Frigyalı ise Anadolu’nun ortalarında bir yerde doğmuş olmalıdır. Trakyalı ise, Frigyalı olması mümkün değildir. Aynı şekilde eğer Frigyalı ise Frigya ülkesinin batısında yer alan Lidya ülkesinin başkenti Sardeis’te, Ege Denizi’nde bir ada olan Samos’da, Frigya’nın doğusundaki Tarsus’ta ya da başka bir kıtada bulunan Mısır’da doğmuş olması hiç mantıklı değildir. Olsa olsa Samos’ta köle olarak yaşadığı için Samos, Karun olarak da bilinen Lidya Kralı Krezüs’ün yanında yaşayıp günümüze kadar ulaşan masallarını Krezüs’e ithaf ettiği için Sardeis, Mısır krallarının bilgeleri ile yarışmak üzere Mısır’a gittiği için Mısır doğumlu olduğu yakıştırmaları yapılmış olabilir. Bandırma Kaymakamlığının resmi internet sitesinde yer alan bir yazıda Ezop’un Bandırma doğumlu olduğu yolundaki iddialar da çürütülmüş durumdadır.13 Aslında fabl denildiğinde ilk akla gelen La Fontaine14 olur ama La Fontaine’in yaptığı, Amoriumlu Ezop’un masallarını şiirleştirmekten ve Ezop’u Avrupa’ya ve insanlığa ününe ün katarak tanıtmaktan başka bir şey değildir. La Fontaine’in masallarının çoğu Ezop’undur. Zaten La Fontaine de hem ayrı bir sanat saydığı hayvan masalları anlatmayı hem de bu masalların kişilerini Anadolulu bilge Ezop’tan aldığını inkâr etmemektedir. La Fontaine, Masallar adlı kitabının “Başlarken” başlıklı şiirinde daha ilk dizede belirtir bunu: 11 FIGUEIREDO Guilherme, Ezop ya da Tilki ile Üzüm, (Türkçesi: AĞLAGÜL İsmail B.), Kültür Bakanlığı/1516, Ankara 1993, s. 83. (Çevirmen, araştırmacıların bir bölümüne göre Ezop’un Marmara’nın Kapudağ Yarımadası’ndaki Kizikos kentinde doğduğunu kaydetmekte ise de bu sav, Bandırma Kaymakamlığı tarafından çürütülmüştür. Bkz. Bir sonraki dipnot. Ayrıca Eskişehir ile Kütahya arasında bir yerde olduğunu belirttiği Amorium kenti, günümüzde Afyonkarahisar ilinin Emirdağ ilçesine bağlı Hisarköy yakınlarındadır.) 12 “Masalcı Ezop NTV Tarih’e Yazdı-Hayvanların Dilinden İnsanları Anlattım”, NTV Tarih Dergisi, Mayıs 2013, Sayı 52, s. 84. 13 “Bandırma’nın Genel Tarihi & Bandırma Adının Aslı”, www.bandirmakaymakamligi.gov.tr/bandirma_default.asp (12 Ocak 2009) 14 1621–1695 yılları arasında yaşamış Fransız şair ve yazardır. Yazdığı fabl eserleri ile tanınmıştır. Konuşma şeklinde akıcı şiirleri, hayvanlar üzerinde tenkitleri, incitmeden iğneleme usulleri ile Fransız Edebiyatı’na büyük eserler kazandırmıştır. Canlı, hızlı, incelik ve nükte dolu bir anlatımı vardır. Masallarındaki konular doğu klasiklerinden ve Ezop’tan alınmadır. Ezop’un Roma’da Villa Albani’de bulunan büstü “Ezoptur babası benim kahramanların. Tarihleri uydurma da olsa bunların Ders olacak doğru şeyler vardır içinde. Her şey konuşur burada, balıklar bile. Bütün söyledikleri bizleredir ama: İnsandır eğittiğim hayvanlar yoluyla.”15 Daha La Fontaine’e varmadan, Ezop’tan 500 yıl sonra; La Fontaine’den de 1600 yıl önce yaşamış olan Makedonya kökenli Latin ozan Phaedrus16 da: “Usta Aesopus’un bulduğu konuları Altı ölçülü dizelerle işledim ben. Çifte niteliği vardır kitapçığın, Biri güldürmesi, öbürü uyarması.”17 ve 15 La FONTAİNE Jean de, Masallar, (Çev: EYUBOĞLU Sabahattin), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2002, s. 28 16 MS 1. yüzyılda yaşamıştır. Makedonya kökenlidir. Köle iken Roma’ya getirilmiş, yeteneği sayesinde Augustus tarafından azad edilerek iyi bir eğitim görmesi sağlanmıştır. Yunanca Phaidros olan adı Phaedrus ya da Phaeder biçiminde Latinceleştirilmiştir. Ezop masallarını şiirsel bir dille Latince’ye çevirerek, bunlara kendinden de masallar ekleyerek bu türü “Phaedri, Augusti Liberti, Fabulae Aesopiae” adını taşıyan masal kitaplarıyla Latin diline kazandırmıştır. 17 PHAEDRUS Gaius Iulius, Masallar, (Latinceden çev: VARINLIOĞLU Güngör), T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları/2135, Ankara 1998, s. 1. TAŞPINAR 35 “Ustanın yolundan gideceğim var gücümle ben, bir şey eklemek istersem duyguları okşayacak, söyleyeceklerime çeşni katmak üzere iyiye yormandır, okuyucum, senden istediğim”18 dizeleriyle, ustası olan Ezop’un masallarını şiirleştirdiğini ve bunlara kendisinden de yeni masallar eklediğini kaydetmektedir. Gerek Phaedrus’u ve gerekse La Fotaine’i okuyan kişi, aslında Ezop’la bir yolculuğa çıkmış gibidir hayvanlar dünyasında.19 Milattan Önce 6. yüzyılda Anadolu coğrafyasında yaşamış olan Ezop’un masallarını ödünç alan 1. yüzyıl Latin Şairi Phaedrus ve 16. yüzyıl Fransız Şairi La Fontaine’in beslendiği ana kaynak, Doğu’ya ait “kıssa” geleneğidir.20 Gerçekten de, Ezop’un, sadece Anadolu’da yaşayan bizlerin değil, tüm dünya insanlarının bildiği “Çalışmak bazen doğuştan gelme güçleri de alt eder, hele doğuştan vergili olan tembellik ederse!” hissesiyle biten “Kaplumbağa ile Tavşan” kıssası,21 “Başınıza bir felâket, bir tehlike gelmesin derseniz, her işinizde yarını da düşünmelisiniz” hissesiyle biten “Ağustos Böceği ile Karıncalar”22 kıssası, “Yalancı yalan söyler de ne kazanır? Bir daha doğruyu da söylese kimseyi inandıramaz” hissesiyle biten “Şakacı Çoban”23 kıssası, “Bu masal ahmaklara ibret olsun” hissesiyle biten “Karga ile Tilki” kıssası24 ve diğer kıssalarının tümü, Anadolu’nun günümüze kadar meddahlarla uzanan kıssa geleneği çerçevesinde yaratılmış güldürücü masallar olduğu kadar Ezop’un yalnızca bir masalcı değil, aynı zamanda bir öğretmen olduğunu da ortaya koyan edebi eserlerdir. Ne üzücüdür ki, Ezop Masalları denildiğinde Yunan masalları, fabl denildiğinde ise La Fontaine akla gelir. Oysaki Fabl’ın babası Ezop’tur, Ezop’un fablları ise Frigya’nın, yani Anadolu’nun özbeöz hisse alınması gereken kıssalarıdır. Ezop Masalları ile Sadi’nin25 Bostan’ı arasında yapılan bir karşılaştırmada, yazılış tarihleri bakımından aralarında 19 yüzyıl fark olmasına ve biri Müslüman, diğeri Hıristiyan iki farklı kültüre mal edilmesine rağmen her iki eserde özellikle adalet, dostluk, doğruluk, bağışlamak, cömertlik, alçakgönüllülük, kanaat, sadakat, kendini bilme gibi değerler yüceltilirken, zalimlik, düşmanlık, hainlik, kendini beğenmişlik, cimrilik, açgözlülük, başkasına özenme, cahillik, kadir bilmezlik, yalancılık, bencillik gibi tutum ve davranışların yerildiği görülmektedir.26 Burada Hz. İsa’nın doğumundan PHAEDRUS G.I., s. 13. SAMİH RİFAT, a.g.m, s. 8. 20 ŞİMŞEK Tacettin, “Çocuk Edebiyatı”, Türk Edebiyatı Tarihi, Cilt 4, Kültür ve Turizm Bakanlığı 3106–4, İstanbul 2007, s. 540–561. 21 Aisopos Masalları, (CHAMBRY Emile, Fables d’Esope’tan Çeviren:.ATAÇ Nurullah ), Yapı Kredi Yayınları -1509, İstanbul 2008, s. 352. 22 Aisopos Masalları, s. 208. 23 Aisopos Masalları, s. 200. 24 Aisopos Masalları, s. 118–119. 25 1213’de İran’ın Şiraz kentinde doğmuştur. Moğol istilasından kaçarak 1225 yıllarında Bağdat’a gitmiş, zamanının en iyi yükseköğretim kurumu olan Nizamiye Medresesi’nde eğitim görmüştür. Hayvan öykülerinin doğu edebiyatındaki en önemli örneklerinden olan “Bostan”ı dostluğunu kazandığı Salgurlu Hükümdarı Ebubekir b. Sa’d b. Zengi’nin adına, yine ünlü “Gülistan” adlı eserini de veliaht Sa’d II adına yazmıştır. Doğu edebiyatında büyük etkisi olan Sadi 1292’de Şiraz’da vefat etmiştir. Eserleri ölümünden sonra 16 kitap, 6 risaleden oluşan bir külliyat olarak basılmış ve Bisütun adıyla tanınmıştır 26 DERDİYOK İ. Çetin, “Sadi’nin Bostan’ı ve Ezop Masalları’nda Ortak Temalar”, http://turkoloji. 18 19 TAŞPINAR 36 Kurtuluş Savaşı’nın İsimsiz Kahramanlarından KÖSE BACAK ABDULLLAH Abdülkadir KALENDEROĞLU altı yüzyıl önce anlatılmış, en azından Ezop Masalları’nda tespit edilmiş ahlâki değerlerin, Hz. İsa’nın doğumundan on üç yüzyıl sonra yazılmış olan Bostan’da görülmesi, yani farklı iki toplumda yansıması, olağan dışı bir durum gibi görünmekte ise de, bu benzerliklerin temelinde yatan ana neden, Anadolu’nun göbeğinde doğan Ezop ile Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün gayreti ve Sultan Alp Arslan’ın emriyle kurulan Nizamiye Medresesi’nde eğitim alan Sadi’nin, doğu kültürünün kıssa geleneği ile beslenmeleri olmalıdır. Zaten Ezop da sağ olsaydı ya da büstü dile gelip konuşabilseydi, “Kardeşlerim, öykülere ilham veren topraklarınıza sahip çıkın. ...ve Ezop ülkesinden hepimize dersler veren öyküleri söküp atmayın”27 hissesiyle biten bir hayvan masalı anlatmadan durabilir miydi hemşehrilerine? cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/derdiyok_2.pdf (28 Aralık 2008) 27 “Masalcı Ezop NTV Tarih’e Yazdı-Hayvanların Dilinden İnsanları Anlattım”, s. 86. Merhum Gazeteci Muzaffer GÖRKTAN, 29-08-1938 “işte” dedi… tarih ve 1878 sayılı Haber gazetesinde “Olmuş Hikâye” -“Yunan zabitleriyle kavganız nasıl adlı köşesinde “Bir Türk Kahramanı” başlıklı makale oldu? Dedim, güldü, fincanındaki son yuduyayınlar. Köşe yazısına konu olan kahraman Sinanpaşa munu da içti. ilçesine bağlı Garipçe köyünden Köse Bacak Abdullah’tır. - Yunan zabitlerinden bir köme (takım, Köse Bacak Abdullah, hangi yıl doğdu ve hangi yıl küçük birlik) köye gezmeye gelmişlerdi… vefat etti, bilmiyoruz. Vefatı üzerine köyündeki mezarlığa Diye başladı. Ben de o sıralarda âyen defnedilmiş, ama yerini bilen yok. Ancak kendi anlat(muhtar)’dim. Çağırtmışlar, odada oturduk. tıklarından I. Dünya Savaşı’nda askerlik yaptığı, Yemen İçlerinden birisi Türkçe konuşuyordu. Lafın ve Suriye cephelerinde sadece düşmanla değil, açlık ve (sözün) bir yerinde onu çok kızdıracak bir susuzlukla da mücadele ettiklerini, Çanakkale cephesinde şey söyledim. (Acaba komutanı kızdıracak savaştığını öğreniyoruz. ne söylemişti? Hâlâ bizce meçhul) Fakat bu Muzaffer Görktan’ın1 gazete yazısına dönelim. “Arasözü söylememek olmayacaktı. Söylemezbamız viran bir odanın önünde durdu. Burası “Garipçe sem milli şerefe hürmet etmemiş olacaktım. köyü” idi. Akşam oluyor, güneş karşımızda, etekleri or-Hakaret mi ediyorsun? Diyesiye kalmamanlarla süslenmiş Ahar (Ahır) dağlarını kızartarak badı… Tabancasıyla bana ateş etmeye başlatıyordu. Bir delikanlı bizi odaya aldı. Köylülerin selamladı, kurşunlar sağımdan solumdan geçiyordu, rını teker teker iade ediyorduk. Demin arabada uzun bir bir tanesi de bana isabet etti. Ben olduğum hikâye anlatan genç: “İşte, dedi, Bay Abdullah da buyerde duruyor ve hâlâ söyleniyordum, kahrada” isli duvar lâmbasından akan soluk ziyalar (ışıklar) kahalarla gülmeğe başladım. Yüzümden odayı esrarlaştırmıştı. (esrarengiz bir hava vermişti) kanlar akıyordu. O daha fena kızdı… Ne Köşede çubuğunu dumanlayan orta yaşlı bir adam… oluyorsun… Diye bağırdı: Hikâyesini dinlediğim kahraman bu idi. Bu heyecanlı - “Beyim biz bunlara Çanakkale’de 29-08-1938 tarih ve 1878 sayılı Haber Gazetesi hikâyeyi kendisinden tekrar dinlemeyi çok istiyordum. sivrisinek dedik. Ben böyle leblebiler değil, Çubuğunu tekrar dolduran adam Abdullah Ağa; “Onlar insan kadar gülleler karşısında bile güldüm” da bir gündü, geçti” diyor ve içini çekerek o günlerin izleri kendisini bir türlü dedim. Ayağa kalktı: “Bravo Türk, sen yiğitsin dedi, sırtımı sıvazladı ve hastaunutturmuyor diyordu. haneye gönderilmem için emirler verdi…” Sol elini sağ kulağının yanına götürdü; “İşte o kurşunlardan birisi de buraKöse Bacak Abdullah’ın sözü üzerine Muzaffer Görktan; “İnsan ırkının da” dedi. “Nasıl” dedim. Yani kurşunlardan birisi hala sağ şakağında duruyoryarattığı kahramanlıkları böyle failinin ağzından bir masal gibi dinlerken indu. Ocakta çıtırtılarla yanan ateş onun yağız çehresini parlatıyordu. sanın tüyleri ürperiyor ve sonsuz bir gurur duyuyor” diyerek duygularını dile Abdullah Ağa, Yemen’de kartal eti yediklerinden, Suriye’de bir yudum su getirmektedir. diye inleyerek ölen arkadaşlarından, Çanakkale’de, İstanbul’da kalan sevgiliGaripçe Köyü Muhtarı Köse Bacak Abdullah, Yunanlı komutana onu kızdısini anarak kucağında can veren genç teğmenden uzun uzun anlattı. Sonra: racak ne söyledi, bilmiyoruz… Şu yaşadığımız coğrafyada Köse Bacak Abdullah gibi nice isimsiz kahramanlar ve onların himmetiyle nice kahramanlıklar 1 Behçetoğlu mahlası ile anılan Muzaffer Görktan, 9 Mart 1917 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası yaşandı…. Maalesef çoğundan haberimiz bile yok… Kocabehçet, annesi Münire Hanım’dır. Gedik Ahmet Paşa İlkokulu’nda ve Afyon Lisesi’nde okudu. İstanbul’da PTT Başmüdürlüğü’nde ve Afyon Belediyesi’nde memur olarak çalıştı. 1972 yılında Bugün Köse Bacak Abdullah’ı bırakın Afyonkarahisar’dan veya memurluktan ayrıldı. Birçok gazete ve dergilerde yazar, şair ve muhabir olarak çalıştı, kendi adına Sinanpaşa’dan kendi köyünden bazı yaşlılar haricinde hatırlayan yok, gençler Görktan adlı bir dergi ve gazete çıkardı. Mehmet Saadettin Aygen ile birlikte Atatürk Afyon’da ve Ali ise hiç bilmiyorlar. Geleceğimizi emanet edeceğimiz bu gençlerimize tarihe mal Çetinkaya kitaplarını neşretmiştir. 15 Nisan 1993 tarihinde vefat etmiştir. Bakınız: İrfan Ünver Nasolmuş isimsiz kahramanların tanıtılması gerekir. Bu bizim için atalarımıza karşı rattınoğlu; Afyonkarahisarlı Şairler, Yazarlar, Hattatlar, İpek Matbaası, Ankara 1971, s. 126; Emel Sarlık; Behçetoğlu Muzaffer Görktan İle Söyleşi”, Beldemiz, sayı:26, Afyon 1992, s. 18-19; Necmihem bir kadirşinaslık, hem de tarihi bir görevdir. Unutmayalım ki tarihini bilye Afyonkale, “Behçetoğlu Muzaffer Görktan”, Beldemiz, sayı: 38, Afyon 1995, s. 28-29; Ümmiye meyen millet istikbaline de sahip olamaz. Talay Eken, Afyon Basın Tarihi (1912-1998), Karaman Matbaası, Afyonkarahisar 2015, s.112 TAŞPINAR 37 YENİ CAMİİ VE KÜLLİYESİ A Fevzi KAYA* kmescit (Hacı Aftal) Mahallesi’nde, Yeni Camii Caddesi’nin 143 ve 145. sokaklarla kesiştiği yerde olup 44. pafta, 477. ada ve 1. parselde bulunur. Yeni Camii, bir cami olmaktan öte bir külliyedir.1 Hacı Bakı oğullarından Hacı Abdi Çavuş ve evlatları tarafından camiden başka mektep, medrese, kütüphane, muvakkithane, şadırvan, çifte hamam ve han gibi yapılar inşa edilmiştir.2 Bu tesislerin topluma hizmet edebilmesi için de birtakım akarlar tahsis edilmiş idi. Ancak külliyenin bazı yapıları zaman içinde yıkılarak ortadan kalkmıştır. YENİ CAMİİ KÜLLİYESİ İÇİNDE MEVCUT OLAN YAPILAR 1-CAMİ Cami, ilk defa 1711 yılında Hacı Abdi Çavuş tarafından kare planlı *Uzm. Öğrt. Araştırmacı-Yazar Külliye; Bir camiyi merkez alan imaret, kitaplık, medrese, çarşı, hamam, han vs. gibi birimleri içeren yapı topluluğu. Bakınız: Metin Sözen, Uğur Tanyeli; Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1994, s. 144 2 Mustafa Karazeybek, Zelkif Polat, Yusuf Ilgar; Afyonkarahisar Vakıf Eserleri, C. I, İleri Ofset Matbaası, Afyonkarahisar 2005, s. 70 1 TAŞPINAR 38 olarak yaptırılmış, 1809 yılında da Hacı Süleyman Şerif tarafından tamir ettirilmiştir. Kare planlı ve tek kubbeli caminin kuzeyinde zeminden üç basamakla çıkılan üç kubbeli son cemaat yeri bulunur. Son cemaat yeri üç bölümlü ve dört sütunlu olup sütunlar arası sivri kemerli ve ahşap gergili, kubbelerin üzeri ise kurşunla kaplıdır. Son cemaat yerine açılan kapı ile kapının iki tarafında yer alan pencereler hafif niş içinde olup taş söveli ve demir parmaklıklıdır. Harime kuzey cephenin ortasındaki iki kanatlı ve ahşap kapıdan giriş sağlanır. Giriş kapısı üzerinde iki kitabe olup alttaki birinci kitabe yapım, üstteki ikinci kitabe ise onarım kitabesidir. Alttaki birinci kitabede; “Hamdü li’llâh oldı ‘âlem mazhar-ı feyz-i Hudâ, El-Hâc ‘Abdi Çavuş bu câmi’i kıldı binâ ‘Avn-i Sübhâni irüb Sûzî didi târihini Secde-gâh-ı ehl-i hâcât hem makâm-ı dil-güşâ” (H 1123/ M 1711)3 Şair Mehmet Fevzi tarafından yazılan tamir kitabesinde; “Yeni Câmi‘ bennâ’i Hâc ‘Abdi Çavuş Ağa kim Yapıp bu ma’bedi virmişidi bunca rif’at ü şânı Mürûr-ı dehr ile tâ’mire muhtaç olıcak âhir Mu’allâ nesl-i pâk-ı hânedânî iyledi anı Süleyman Şerif el-Hâc Paşa nesl-i vâkıfdan Ânın ta’mîrine sarf eyledi mâl-ı firâvânı Yeni Câmi yeni ol sûret-i zibâsını buldı Ki yüz bir yıl mukaddem yapmış iken vâkıf u bânî Görenler cümle istihsân idüp târihini söyler Bi-hamdi’llâh hâlâ Hâc Paşa vakf-ı sânî” (H 1124/ M 1808)4 Alttaki birinci kitabeye göre cami, Hacı Abdi Ağa tarafından H 1123 / M 1711 yılında kesme taştan, tek kubbeli ve kare planlı olarak yaptırılmıştır. Üstte bulunan ikinci kitabeye göre ise, H 1224/ M 1808-1809 yılında Hacı Şerif Süleyman Paşa tarafından onarılmıştır. Bu tamirden sonra da “Yeni Camii” adına almıştır.5 kemerlidir. Tromplarla geçilen kubbe sekizgen kasnağa oturmakta olup üzeri kurşunla kaplıdır. Harime giriş kapısı üzerinde, içeride ahşap korkuluklu, yana doğru yayılan, öne doğru da yarım daire çıkıntı oluşturan balkon şeklindeki ilk müezzin mahfili yer alır. Ayrıca harime girişin sağ tarafında zeminden biraz yüksekte, etrafı ahşap korkuluklu ikinci müezzin mahfili bulunur. Harimin duvarlarında Pamukzade Mehmet BÜYÜKERKMEN tarafından yazıldığı bildirilen ve Kuran’dan ayetler içeren levhalar vardır. Bu levhalarda; 1- Kale Allahu Teâlâ fi muhkemi’l-kitâbihi’l-kerîm. “Amenerrulü bimâ ünzile ileyhi mine’l-mü’minîne küllün amene billâhi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusulihi lanüferriku beyne ahaden min rusulühü. Sadakallahü’l-azîm. H 1374” 2- Kale Allahu Teâla fi muhkemi’l-kitâbihi’l-kerîm. “Ve kalu semi’na ve at’ina gufrâneke rabbenâ ve ileyke’l-masîr Lâ yükellifü’llahu nefsen illâ vesa’ha laha mâkesebet ve aleynâ mektesebet, sadakallahü’l-azîm.” H 1374. Harimin doğu, batı ve güney cephelerinde altta ikişer pencere ile bunların üstlerinde birer pencere ve kubbe kasnağında da sekiz tane pencere 3- Kale Allahu Teâlâ fi muhkemi’l-kitâbihi’l-kerîm. Rabbena la tüâhizna in nesinâ evahta’hnâ rabbenâ velâ tühalmil aleynâ isran kemâ hameltehu yer alır. Alt sıra pencereler dikdörtgen formlu, üst sıra pencereler ile sivri alel-lezînâ min kablinâ rabbenâ velâ tuhammilnâ. Sadakallahü’l-azîm.” 4- Kale Allahu Teâla fi muhkemi’l-kitâbihi’l-kerîm. “Takaten lenâ bihi ve a’fi annâ ve agfur lenâ ve erhamnâ ente Mevlana fensurnâ ale’l-kavmil Karazeybek, Polat, Ilgar, a.g.e. C. I, s. 71 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kitabeler, Devlet Matbaası, İstanbul 1929, s. 38-39; Süleyman Gönçer, Afyon İli Tarihi, C.II, İleri Ofset Matbaası, Afyon 1991, s. 267-268. 4 5 3 Karazeybek, Polat, Ilgar; a.g.e. C. I, s. 70 TAŞPINAR 39 kâfirîne. Sadakallahü’l-azîm.” H 1374.6 5- Kale Allahu Teâla fi muhkemi’l-kitâbihi’l-kerîm. “Fein tevellu fekul hasbiyellahu lâ lahe illallahü aleyh tevekkeltü ve hüve rabbi’l arşil azîm H 1373” 7 6- Kale Allahu Teâla fi muhkemi’l-kitâbihi’l-kerîm. “Mâ kane Muhammeden eba ahaden min ricâleküm velakin Resulu’llah ve hatimen nebiyyin ve kâne’l-lahu bi külli şey’in alîm. Sadakallahü’l-azîm. H 1372” 7- Kale Allahu Teâla fi muhkemi’l-kitâbihi’l-kerîm. Kad nera tegallübe vecheke fi’s-sem felnüvelliyenneke kıbleten tardaha fevelli vecheke şatralmescidil harâm ve heysü maküntüm fevellü vucuheküm şatrah. Sadakallahü’l-azîm. H 1372” 8 8- Kale Allahu Teâla fi muhkemi’l-kitâbihi’l-kerîm. Velillâhi’l-meşrika ve’l-magrib fe eynemâ tüvellü fe sümme vechu’llah innallah vesiün a’lim. Sadakallahü’l-azîm. H 1372” 9 9- Kale Allahu Teâla fi muhkemi’l-kitâbihi’l-kerîm. Hüvallahüllezi lâ ilâhe illallah âlimü’l-gaybi veş-şehede hüverrrahmânirrahîm hüvallahüllezî lâ ilâhe illallahu el-melikül-kuddüsü es-selm. Sadakallahü’l-azîm. H 1372” 10- Kale Allahu Teâla fi muhkemi’l-kitâbihi’l-kerîm. El-mü’min, elmüheymin, el aziz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, Sübhanallah amma yüşrikün. Hüvallahü’l halikul bari el Musavvır lehu’l esmâül hüsnâ” Sadakallahü’lazîm. H 1372” Mihrap, mermer kaplamalı, güneydoğu köşede bulunan “Vaaz Kürsüsü” ise ahşap olup basit yapıdadırlar.10 Mihrabın batısında bulunan eski minber ahşap ve basitti. Son yıllarda minber yenilenmiştir. Minberin merdiven korkulukları geometrik şekilli, alttaki üçgen kısım ise yıldız ve üçgenlerden oluşan Yeni Camii İçi-Dolap kapağı Yeni Camii-Eski Müezzin Mahfili Bakara Suresi 285-296 ayetler et-Tevbe Suresi, 128. ayet 8 el-Bakara Suresi, 144. ayet 9 el-Bakara Suresi, 115. ayet 10 2008 yılında yapılan restorasyondan sonra Vaaz Kürsüsü kaldırılmış, onun yerine mihrabın soluna ahşap basit bir kürsü konmuştur. 6 7 TAŞPINAR 40 Sancak Beyliği ve valiliklerde bulunmuştur. 1771 yılında genç yaşta vefat etmiş, Yeni Camii bahçesindeki aile mezarlığına defnedilmiştir. Günümüzde böyle bir mezarlık olmadığı gibi mezar taşı da Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi’ne kaldırılmıştır.16 Cami haricinde mevcut olan külliye yapıları şunlardır: 2- KÜTÜPHANE “Topçuzâde Mehmet Efendi Kütüphanesi” olarak da anılan yapı, caminin güney batı köşesine tek odalı ve bitişik olarak yaptırılmıştır. Kütüphanenin kuzey cephesindeki Yeni Camii-Genel Görünüş kündekâri11 tekniğinde geçmelidir. Minare, kuzeydoğu köşede ve harim ile son cemaat yerinin birleştiği yerdedir. Kaide dikdörtgen prizma şeklinde kesme taştan düzenlenmiş olup üçgen pabuçlarla gövdeye geçilir. Minare gövdesinde tuğlalar altta “kedi merdiveni” şeklinde, üstte ise enine ve dikine yerleştirilmiş diziler halinde, şerefe altı ile bilezik arasında ise “balık kılçığı” ve “zikzak” şeklindedir. Şerefe altı tek sıra kirpi burnu, onun altında da tuğla çıkıntılarından oluşan stalâktitlidir. Şerefe korkuluğu kesme taş, peteği tuğla, külâh ise kesme taştan ve hafif yuvarlaktır. Minareye harime girişin solundaki ahşap kapak şeklindeki kapıdan çıkış sağlanır. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 09–02– 1979 tarih ve A–1522 sayılı karar ile tescillenerek koruma altına alınan Yeni Camii, değişik tarihlerde tamir ve restorasyon geçirerek zamanımıza kadar gelmiştir. Bilindiği kadarıyla bunlar: Cumhuriyet döneminde, 1945– Kündekârî; Birbirine geçme küçük ve muntazam tahta parçalarından yapılan bezemelere denir. Bakınız: Celâl Esad Arseven, Sanat Ansiklopedisi, C. III, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1966, s. 1195 11 1951 yılları arasında depo olarak kullanıldığı için12 yıpranmış, daha sonra tamiri yapılarak ibadete açılmıştır. 1953 yılında yıldırım düşmesi sonucu minare büyük hasar görünce gövde demir çemberler içine alınarak emniyeti sağlanmıştır.13 1956 yılında mermer kaplamalar yapılmış, 1962 yılında kubbenin kurşunları değiştirilmiştir. 1973 yılında son cemaat yeri demir doğrama camekân ile örtülmüş, 1979 yılında boya ve badana işleri yapılmıştır.14 2004 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından genel olarak bakım ve onarımı yaptırılmış, Yine 2007–2008 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Hacı Nuh Camii ile birlikte 226.870.03 TL harcanarak caminin etrafı açılmış, beton sıvalar kazınarak Horasan harcı ile derzlenmiş ve cami eski ihtişamına kavuşturulmuştur. Yeni Camiyi yaptıran Abdi Çavuş, Düzağaç köyü zaimi (zeamet sahibi) ve alaybeyi Ali Ağa’nın oğludur. Bir süre sarayda çavuşluk yaptıktan sonra memleketine dönerek kardeşi ile birlikte şehir İhtisap Ağalığı’nı (Belediye işleriyle meşgul bir memur, bir nevi zabıtalık) aldılar. Hicaz’a gitti. Dönüşünde cami yaptırmaya karar verdi. Kardeşi Mehmet Bey, hissesini vakfa bağışladı, birkaç bakırcı dükkânı satın alındı. Böylece cami yapıldı. Evlâtlarından Hacı Abdülbaki Ağa, caminin yanına bir sıbyan mektebi, torunlarından Osman Ağa ve onun oğlu İbrahim Ağa birçok dükkân, han vakfederek bir de medrese yapmıştır.15 Süleyman Paşa; Hacı Bakı oğlu Ahmet Ağa’nın oğludur. Çeşitli illerde Ahmet Topbaş; Mevlüt Üyümez; Fevzi Kaya; Tarihi ve Günümüz Afyonkarahisar Camileri, s. 209, Lider Ajans Matbaacılık, İstanbul 2007, s. 209. 13 Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi Anıt Tescil Fişi, 29.09.1979. 14 Topbaş, Üyümez, Kaya, a.g.e, s. 209 15 Gönçer, a.g.e. C. II, s. 266–267 Yeni Camii-Kütüphanesi pencere üzerindeki iki bölümlü ve 12 satırlık kitabesinde; “Topçuzâde Şeyh Muhammed Nakşibendî Hâlidî Hazret-i Muhammed ziyâdır itdi eşk-nâb-ı nûr Bu havâlîde iderken neşr-i envâr-ı tarik Şer-i pâk-ı Mustafâya hidmet itdi bî-kusûr Sa’y-i bî-hemtâ bu sene medrese oldı delil Himmet-i kudsiyyesiyle bu binâ itdi zuhur 12 Yeni Camii-Muvakkithanesi 16 Gönçer, a.g.e, C. II, s. 271 TAŞPINAR 41 1905)17 yazılıdır. Kitabeye göre kütüphane H 1322/ M 1904–1905 yılında Topçu zade Mehmet Efendi tarafından yaptırılmıştır. Bugün bina dernek odası olarak kullanılmaktadır. 3- MUVAKKİTHANE Muvakkit, güneşe göre, vakitlerin tayinine yarayan saatleri tanzim eden ve bunların ayarlarına ve tamirlerine bakanlara denir. Muvakkitler, bu işlerinin dışında isteyenlere nazari ve ameli dersler de verirlerdi. Muvakkithane de, güneşe göre vakit tayinine yarayan saat gibi aletlerin bulunduğu yerlere denir.18 Yeni Cami Muvakkithanesi’nin Hacı Celil adında bir hayırsever tarafından 1900’lü yılların koşmuştur.21 Ömer Fevzi Atabek; “Caminin sol tarafındaki muvakkithane hizasında iki kat ahşap olup üst katı mektep idi. Burası yıkıldıktan sonra caminin ön tarafı direkler üstü mektep olmuştur”22 diye ifade eder. 2- MEDRESE “Abdi Çavuş” veya “Mollaoğlu Medresesi” adı ile de anılan medrese, Hacı Bakı oğullarından Osman Ağa ve oğlu İbrahim Ağa tarafından 18. yüzyılda caminin yanına yaptırılmıştır. 1924 yılında medreseler kapatılınca 41 öğrencisi Afyon Lisesi’nin orta kısmına nakil olmuştur.23 Ömer Fevzi Atabek; “1 kargir kütüpha- başlarında yaptırıldığı söylenmektedir.19 Cami avlusunun kuzeydoğu köşesinde, kesme taştan, sekizgen planlı ve tek kubbeli olarak yaptırılan muvakkithanenin girişi batı cephesinde basık yuvarlak kemerli bir niş içinde yer alır. İki kanatlı ve demir doğramalı kapısı, diğer üç yönde de birer pencere yer alır. Giriş kapısı üzerinde 1955 yılına kadar bir kitabenin yer aldığı, 1957 yılında yapılan bir kontrolde yerinden kitabesinin söküldüğü anlaşılan Muvakkithane, 1951–1960 yılları arasında yemenici ve tabakçı esnafına kiraya verilmiş, kubbesi 1959–1960 yılında çökmüş, mahalle halkı ve dernek tarafından 1975–1976 yıllarında beton kubbe olarak yeniden yapılmıştır.20 Bugün, Kur’an Kursu Binası olarak kullanılmaktadır. 4- ŞADIRVAN İlk şadırvan hakkında bilgimiz yoktur. Caminin doğu yönünde yer alan bugünkü şadırvan 1987 yılında Emin Tokman tarafından eski şadırvanın yerine yaptırılmıştır. Altı köşeli ve her köşesinde bir musluğun yer aldığı mermer kaplamalı şadırvan üst örtüsü kubbeli olup kurşunla kaplıdır. GÜNÜMÜZDE MEVCUT OLMAYAN YAPILAR 1- MEKTEP Abdi Ağa’nın oğlu Hacı Abdülbaki Ağa tarafından Yeni Camii bahçesine yaptırılmıştır. Vakfiyesinde, mektebe tecvidi iyi bilen, takva sahibi, bir muallim tayin edilmesini, muallimin güneş doğduktan sonra Yasin okuyarak sevabını Hz Peygamber’in ruhuna hediye etmesini, ayrıca günlük iki akçe karşılığında tecvidi iyi bilen, takva sahibi ehil bir halife tayin edilmesini şart ne, 14 odalı ve 2 dershaneli olan medrese binası 1914 yılında “Dârü’l-Hilâfe” olarak açılmış, Cumhuriyet döneminde 1924 yılında “İmam-Hatip Mektebi”, daha sonra “Cumhuriyet Mektebi” ve “Namık Kemal İlkokulu”, olarak kullanılmış,24 1945 yılında öğrenciler Cumhuriyet İlkokulu’na taşınmıştır. 1955 yılına kadar “Senirkent Öğrenci Yurdu” olarak, 1957 yılına kadar da “Doğanspor Gençlik Kulübü Binası” olarak Karazeybek, Polat, Ilgar; a.g.e, C. I, s. 73-74 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1993, s. 587 19 Topbaş, Üyümez, Kaya, a.g.e, s. 210 20 Topbaş, Üyümez, Kaya, a.g.e, s. 210 Karazeybek, Polat, Ilgar; a.g.e, C. I, s. 72 Ömer Fevzi Atabek, Afyon Vilayeti Tarihçesi (Yayına Hazırlayan: Turan Akkoyun) Afyon Kocatepe Üniversitesi Yayını, Afyon 1997, s.183 23 Karazeybek, Polat, Ilgar; a.g.e. C. I, s. 72–73 24 Atabek, a.g.e. s.194 Yeni Camii-Şadırvanı Bir kitabhâne dahi yabdı bu yerde ol kerîm Mazhar-ı sırr-ı hadîs-i min Nebî li’llâh olur Söyledi târih-i cevher Mustafa Fevzi ana Eyle istimdâd-ı ervâh-ı meşâyıh bâ-huzûr Böyle hizmet nezd-i Mevlâ’da kabul olmaz mı hiç Ehl-i dil var bu suâli ‘Adn’a gir Rıdvan’a sor” (H 1322/ M 1904- 17 Yeni Camii-Girişi TAŞPINAR 42 18 Yeni Camii-Minberi kullanılmış, daha sonra da yıkılmıştır.25 3- İMAM EVİ Caminin kuzeybatısına medrese müderrisinin evi olarak yaptırılmış, medrese kaldırıldıktan sonra da “İmam Evi” olarak kullanılan bina 1958 yılında yıktırılmıştır.26 4- HAN Yeri, yaptıranı ve ne zaman yapıldığı bilinemediği gibi yıkıldığı tarih de belli değildir. 5- ÇİFTE HAMAM Han gibi hamamın da ne zaman yapıldığı, yeri ve yaptıranı biline21 22 mediği gibi yıkıldığı tarih de belli değildir. 25 26 Topbaş, Üyümez, Kaya, a.g.e. s. 209–210 Topbaş, Üyümez, Kaya, a.g.e. s. 210 TAŞPINAR 43 Afyonkarahisarlı Örnek Bir Şahsiyet KAMİL MİRAS (1875-1957) Prof. Dr. Nesimi YAZICI Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve geliştirenlerin tamamının, Osmanlı son hilâfeti’l-aliyye Medresesi’nde tarih-i İslâm ve edyân, iki buçuk ay sonra da döneminde yetişmiş kişiler olduğu herkesce kabul edilen bir gerçektir. Onfıkıh ilmi tarihi dersini vermekle görevlendirildi. Eylül 1917 - Nisan 1919 ların feragat ve fedakârlıklarla dolu çalışmalarına bu devlet, bu ülke ve nitarihleri arasında Süleymaniye Medresesi’nde fıkıh tarihi müderrisliği yapan hayet hepimiz çok şeyler borçluyuz. Bu kişileri tanımak ve tanıtmaksa, kadir Kamil Miras, Mustafa Sabri Efendi’nin Şeyhülislâmlığı döneminde bir yıl bilirliğin bir örneği olduğu kadar onların fikir, düşünce ve yol göstermelerine kadar tedrîsattan uzaklaştırıldı ve bir süre ticaretle uğraştı. Mart 1920’den halâ devam eden ihtiyacımız dolayısıyla, bizim için ihmali mümkün olmayan itibaren Sahn-ı Semân Medresesi’nde önce mantık, ardından kelâm derslebir gerekliliktir. İşte bu niteliklere fazlasıyla sahip bulunan Afyonkarahisar’ın rini vermeye başladı. Kasım 1922’de Süleymaniye Medresesi’nde tabakât-ı değerli evladı Prof. Kamil Miras, bu mütevazı yazımıza konu oluşturmakkurrâ ve müfessirîn müderrisliğine tayin edildi ve bu görevini medreselerin tadır. Bizim kanaatimize göre Kamil Miras, ülkemiz kapatıldığı 3 Mart 1924 tarihine kadar sürdürdü. Ayrıgenelindeki diğer bir kısım emsallerinde de görüldüca ilk teşkilât nizamnâmesini ve programını hazırladığı ğü gibi, layık olduğu oranda incelenmemiş, bunun Medresetü’l-irşâd’da Aralık 1919’dan itibaren kelâm ve sonucunda da tanınmamış ve tanıtılmamıştır. fıkıh usulü okuttu. 1875’te (Rumi 1291) Afyonkarahisar’da doğKâmil Miras, ayrıca birçok öğretim kurumunda hizmet du. Bir ulema ailesi olan Mirasoğlularından Müderkalitesinin yükseltilmesi çalışmalarına katkıda bulunris Ahmet Rüştü Efendi ile Atike Hanım’ın oğludur. du. 28 Aralık 1910 tarihli meşihat tezkiresiyle medrese Soyadı Kanunu öncesinde Mehmed Kâmil ve Hoca programlarının yeniden düzenlenmesi için Bâb-ı Fetvâ’da Kâmil Efendi olarak tanınırdı. Babasından ve Mükurulması kararlaştırılan encümenin üyeliğine tayin edildi. derris Musamcızâde Ali Efendi’den ders aldı. İbtidâî Çeşitli medreselerdeki müderrisliği sırasında bu kurumlar ve rüştiyeyi Afyonkarahisar’da bitirdikten sonra için oluşturulan komisyonlarda bulundu. Şubat 1913’te İstanbul’a gitti. 1903 yılında girdiği Darülfünun-ı Dârülfünûn-ı Şâhâne Ulûm-i Şer‘iyye Şubesi muallimi Şâhâne’nin Ulûm-i Âliye-i Dîniyye (İlâhiyat) Şusıfatıyla Maarif Meclisi üyeliğine getirildi. Meşihat mabesinden mezun oldu. Bu arada Fâtih Camii dersikamının 19 Temmuz 1913 tarihli tezkiresiyle, camilerde amı ve ders vekili Alasonyalı Hacı Ali Zeynelâbidin okutulan ulûm-ı dîniyye ve Arabiyye derslerine ilişkin meEfendi’den icazet aldı ve ruûs imtihanlarını kazaselelerde danışmanlık yapmak, özel ve genel programlar Meclisi Mebusan albümünden nıp Beyazıt Camii dersiamı olarak göreve başladı düzenlemek, okutulacak kitapları belirlemek ve tedrîsatın (1907). Hayatı boyunca aralıksız sürdürdüğü bu ıslahını sağlamakla görevli Encümen-i Müderrisîn üyeligörevi yanında birçok öğretim kurumunda ders verğine getirildi. Aynı yılın eylülünde Maarif Nezâreti’nce di. 31 Ekim 1910’da Darülfünun-ı Şâhâne Ulûm-i oluşturulan Lâyihalar Encümeni’nde vazife aldı. Meşihatın Âliye-i Dîniyye (sonraki adıyla Ulûm-i Şer‘iyye) 27 Kasım 1915 tarihli tezkiresiyle, kelâm ilmine dair bir Şubesi’nde İslâm dini tarihi müderrisliğine tayin ders kitabının hazırlanmasıyla görevlendirilen Mûsâ Kâzım edildi. Ardından târîh-i ilm-i fıkıh ve ilm-i ahlâk-ı Efendi başkanlığındaki kurulda yer aldı. Kelâm ilminin şer‘iyye derslerini üstlenerek Şubat 1914’e kadar yeniden yazılması tartışmalarının devam ettiği bu devrede İlm-i Kelâm Tarihine Ait Tetkikler adlı eserini kaleme sürdürdü. Bu bölümün kapatılması üzerine Ekim aldı. 26 Ağustos 1916 tarihli meşihat tezkiresiyle Dârü’l1915’e kadar lisan şubesinde ulûm-i dîniyye okuttu hilâfeti’l-aliyye Medresesi ve Medresetü’l-mütehassısîn’in ve aynı tarihte Medresetü’l-mütehassısîn’de fıkıh taders programında değişiklik yapmak üzere oluşturulan rihi müderrisi oldu. Bu arada Kasım 1914’te Dârü’lTAŞPINAR 44 encümene seçildi. 1917 tarihli Medâris Kanunu içerisinde dinlerken sıkıldıkları, çoğu gereği ilgili nizamnâmeyi kaleme aldı. 1916defa uyukladıkları dikkati çekmiş 1919 yılları arasındaki dört ramazanda huzur ve fakat uzun yüzyıllar boyunca dersleri muhataplığında bulundu. bu ‘konu çözüme kavuşturulamaİlmî faaliyetleri yanında hareketli bir mıştır. Hutbelerin Türkçe’ye çevrisiyasî hayat geçiren Kâmil Miras, Meşrutiyet’in lerek bugün hala okunmakta olan ilânından sonra 1 (1908-1912), 2 (1912) ve şeklini alması ise Cumhuriyet döne3. (1914-1918) dönem, Cumhuriyet’in kuruluminde gerçekleşmiştir. şunun ardından 2. dönem (1923-1927) AfyonMustafa Kemal Atatürk’ün 1 Mart Bir eseriyle ilgili çıkan haber karahisar mebusu oldu. Osmanlı devrinde İttihat 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmave Terakki Cemiyeti üyesi olan Kâmil Miras, Türkiye Büyük Millet Meclisine da, hutbe ve hatipler konusuna temas ederek, bu alanda esaslı düzenlemeler Cumhuriyet Halk Fırkasından seçildi, bir süre sonra kurulan Terakkiperver yapılmasını istediğini görülmektedir. Atatürk aradan bir sene geçtiğinde (7 Cumhuriyet Fırkası’na katıldı. İzmir suikastı dolayısıyla diğer partililerle birŞubat 1923) Balıkesir Zağnos Paşa Camii minberinden halka bir hutbe okulikte İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandıysa da suçsuz bulundu. Bu dönemde yarak, hutbelerin gerek muhtevaları ve gerekse Türkçe olmaları konusundaki Şer‘iyye ve Evkaf, Diyanet ve Tapu komisyonları gibi çeşitli kurullarda üyelik ısrarını dile getirmiştir. 1925 yılı bütçe görüşmeleri sırasında da dönemin yaptı. çok sayıdaki mebusu bu yöndeki görüşlerini ortaya koymuşlardır. Mebusluğu sırasında Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe meali ve tefsiriyle bir ha21 Şubat 1925 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde Diyanet İşleri dis kitabının tercüme ve şerhinin yaptırılması ve hutbelerin Türkçe’ye çevrilRiyaseti bütçesinin görüşülmesi sırasında onun da aralarında bulunduğu elli mesiyle ilgili gelişmelerde büyük katkıları oldu. üç mebusun verdiği bir önerBilindiği gibi hutbe, Cuma namazının edasının şartlarından biridir. Cugeyle yeni bir Kur’an tercüme manın farzından önce okunur, Müslümanlara nasihat ve duadan ibaret olve tefsirinin hazırlatılması, mak üzere iki kısımdır. Cuma hutbesinin Arapça okunması dini bir zorunluluk ayrıca uygun bir hadis kitabıdeğildir. Özellikle nasihat kısmının, hitap edilen toplumun konuştuğu dille nın Türkçe’ye çevrilmesi teklif olması, ondan beklenen faydanın sağlanabilmesi için bir zarurettir. Fakat edildi. Oturum sonunda her Türkler ‘in İslamiyet’i kabulünden itibaren hutbeler Arapça okunmuş, bu iki faaliyet için bütçeye ödedurum Osmanlılar döneminde de devam etmiştir. Arapça hutbenin maksadı nek konulması kararlaştırıldı. teminden uzak olduğu, insanların anlamadıkları bu hutbeyi belirli ölçüler Tefsir işi Elmalılı Muhammed İstanbul'daki Afyon Talebe Yurdu Temel Atma töreni-1950 Merhum İsmail Devletkuşu arşivi TAŞPINAR 45 Hamdi’ye, hadis kitabı olarak seçilen Buhârî’nin nüp dolaşan ve kimin tarafından yazıldığı el-Câmi’u’s-şahîh’inin muhtasarı et-Tecrîdü’sbilinmeyen bir mecmua vardı ki başlıca sarîh’in tercüme ve şerhi görevi Babanzâde muhtevası Arabi ayların faziletlerini öğretAhmed Naim’e verildi. Ahmed Naim’in vefatı mek için yazılmış hutbelerden ibaret idi-. üzerine (13 Ağustos 1934) müsvedde halindeki Bunlar da baştanbaşa Arapça yazıldıkları III. cildin basıma hazırlanması ve kalan kısmın için halk bunlardan bir şey anlamadığı tamamlanması işini devralan Kâmil Miras on yıl gibi, edebi bir üslup ile yazılmadıklarından içinde bu çalışmayı bitirdi. Arapça bilenler de dinlemekten sıkılıyordu. Hutbelerin muhtevaları yanında özellikle de Hele kafiye hatırı için ne fahiş hatalar öğüt kısımlarının Türkçe’ ye çevrilmesi konusunirtikâp edilmişti. Bu cihetle, hitabet kudredaki arzular, nihayet düşünce planından uygulatini haiz olan bazı hatiplerimiz, hutbelerini maya intikal etmiş, Diyanet İşleri Reisliği 1925 kendileri hazırlamaya mecbur oluyorlardı. yılında teşkilatına gerekli duyuruları yapmıştır. Fakat böyle müstesna ve ferdi mesai ile İsVefatıının ardından Sebilürreşad dergisi kapağı Bu geçişin bir anda veya çok kısa sürede olmalam ümmetinin dini içtimaı ihtiyacı tatmin sının imkânsızlığı, bu alanla az da olsa ilişkisi olanlarca malumdur. Çünkü edilmiş sayılamazdı. Bu suretle Hatib-i Enbiya Efendimiz’ in hutbe ve hitaülke genelinde bütün hatipler veya imamlar kendi kendilerine Türkçe hutbe betle kast ettiği ali gayeler tamamıyla fevt ediliyordu. Muhammed ümmeti hazırlayabilecek iktidara sahip olmadıkları gibi, bir kısım örneklerine rağifa ettiği Cuma ibadetinden ilham alamıyor, girdiği mukaddes mabedinden men, elde nitelik ve nicelik açısından yeterli hutbe kitabı da bulunmuyordu. öğütsüz ve duygusuz çıkıyordu. Bu durumda maksada uygun yeni bir hutbe kitabının hazırlanması gündeme Hâlbuki ibadetlerimiz arasında Halikımız Vacip Teâlâ hazretlerinin müsgeldi ve bu görev Ahmet Hamdi Akseki’ye verildi. takil bir sure-i şerife ile şanına ihtimam ve edasına süratle davranılmasıAhmet Hamdi Akseki ‘nin hazırladığı ve ülke dâhilindeki bütün caminı emrettiği bir ibadet varsa o da Cuma ibadetidir. Sonra bu ibadetimizin lerde okunması istenen eser 1927 yılında, o sırada kullanılmakta olan Arap şartlarını yerine getirme hususunda en mühim mevki hutbeye verilmiştir. alfabesiyle Türkçe Hutbe adıyla basıldı. Ertesi sene aynı formu koruyarak Hanefi fıkhından mülhem olarak diyebiliriz ki; Cumanın teşri buyrulmatekrar neşredilen eser, bir senedeki cumalar düşünülerek hazırlanmış 51 sındaki yegâne gaye hutbedir. Öbür şartlar, bu hutbeden beklenen irşat ve Türkçe hutbeyi içeriyordu. tenbih gayesinin hakkıyla tahakkuk edebilmesini temine yönelik olan tali Bu ilk hutbe kitabında (Türkçe Hutbe) hazırlayan olarak A.H. Akseki ismi şeylerdir. Hatta hutbenin namazdan önce kılınmasındaki hikmet de budur. yoktur. Aradan yaklaşık on yıl geçtiğinde, bu defa bu eser tekrar ele alındı ve Bir haftalık günlük meşguliyetlerin gönüllerimize yığdığı gaflet hatıralarıilkinden çok daha geliştirilmiş olarak iki cilt halinde 420 + 560 sayfa şeknı (mevaiz-i hasene, güzel öğütlerle) gidermek ve Halıkımıza, şuurumuzu linde bastırıldı. Şimdi yazarının ismi de gösterilmiş ve adı da Yeni Hutbelerim derleyip toparlayarak saf ve temiz bir kalp ile yönelmek kabiliyetini temin olmuştu. İşte bu eserin yanına hazırlanması ve tashihi görevi Prof. Kamil etmiştir. Hâlbuki halkımız senelerce bu güzel öğütlerden, bu necip duygularMiras Bey’e verilmiş, o da üzerine düşen görevi eksiksiz yapmıştı. Bu konuda dan mahrum kalmıştı. bizzat Ahmet Hamdi Akseki şunları söylüyordu: “Bu münasebetle, tashih işi “Din nasihatten ibarettir” buyuran Fahr-i Kâinat Efendimiz, bu ali veYüksek Reislik tarafından kendilerinin kudretli ellerine tevdi edilmiş bulunan cizeleriyle nasihatin yegâne bir mesned-i dini olduğunu bildirmişlerdi. Bu eski Darulfünün müderrislerinden ve dersiamı Afyonlu sayın üstad Kamil nasihatlerin en yüksek telkin ve tebliğ vasıtası ise, hitabettir. Hiç şüphe yok Miras’ a teşekkürlerimi sunmayı borç bilirim. Bu işte gayret ve ihtisasları ki, din nasihate, nasihat da hitabete istinat eder. müsellem olan ve üzerine aldığı işi fevkalade benimseyen üstadın; yazılarda Gönüllerimizde iman nuru, ibadet ışığı zorla, baskıcı müdahalelerle tertip ve mevzularda bize kıymetli yardımları olmuştur. Gerek Muhtasar-ı değil, yalnız tebliğ ve telkinin neticesi olarak ortaya çıkan arzu ve istekle Buhari’ nin, gerek bu hutbelerin tab ve tashihine aşıkane bir surette çalışmış uyanır. Telkin ise, en yüksek sihir ve tesirini hitabette gösterir. Bunun için olan üstadın feyyaz ve yorulmak bilmeyen mesaisine inzimam eden tevfik-i Aleyhissalatu Vesselam Efendimiz hitabeti en cazibeli bir irşat ve ikaz vasıtailahı ile ... “ sı olarak kabul etmişlerdir... Onun bu konudaki görüşlerini, bir tarih belgesi olması dolayısıyla, hisCumhuriyet devri girip, halk idaresi kurulunca bu mühim ihtiyacı haksettiklerini ve duygularını ise örnek oluşturması dileğiyle tekrar hatırlayalım. kıyla takdir eden Diyanet İşleri Reisliği Yüksek Makamı ilk defa halka ana “Bizde hutbe ve hitabet Cumhuriyet devrine kadar çok ihmal edilmiş diliyle hitap eden ve dinimizde bilinmesi zaruri bulunan konulardan, ahlaki bir mesele idi. Senelerce hutbe ve hitabet namına hatiplerin ellerinde döve içtimai mevzulardan seçilmiş elli kadar hutbenin tertip ve tabına muvafTAŞPINAR 46 fak olmuş ve hakikaten halkın takdir ve şükranını kazanmıştı. Bu defa ise, daha sade bir üslup ile yazılmış olan ve daha zengin mevzuları ihtiva eden “Yeni Hutbelerim” namındaki bu çok istifadeli eseri hatiplerimizin eline sunuyor. Bu, yalnız hatipler için muhtasar bir Hutbe mecmuası değil, vaizler için de her veçhile itimada layık, emin bir rehber ve milletin dini ve içtimai ihtiyacını tatmin edecek güzide bir eserdir. Şimdi minberlerde hatiplerimiz, kürsülerde vaizlerimiz bu hutbeleri okuyup vazederken halkımız da seve seve dinleyip, dini, vatanı” sıhhi, iktisadi, zirai, sınai öğütler alacak ve aile halkı karşılıklı haklarını ve vazifelerini bu güzel eserden gereği gibi öğrenecektir.” Görüldüğü gibi Prof. Kamil Miras Yeni Hutbelerimizi yalnız tashih ile kalmamış, günümüzün ifadesiyle editörlüğünü de büyük bir ciddiyet ve çalışma disiplini içerisinde yapmıştır. Kâmil Miras’ın ders verdiği öğretim kurumları arasında kendisine profesörlük unvanını kazandıran Darülfünun-ı Şahane’nin özel bir yeri bulunmaktadır. 1927’de Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erince medreselerin kapanmış olması sebebiyle bürokratik sorunlarla karşılaşan, durumuna uygun bir tayin yapılmadığından kendi isteği üzerine emekliye sevk edilen Kâmil Miras (26 Haziran 1931) 25 Haziran 1940’ta Diyanet İşleri Riyaseti Müşavere Heyeti azalığı görevine getirildi. Emeklilik yaşı dolduğu halde 24 Nisan 1943 tarihine kadar bu kadroda istihdam edildi. 1946 seçimlerinde DP’den aday olması istendi kabul etmedi. 30 Nisan 1957’de Anadoluhisarı’ndaki evinde vefat eden Kâmil Miras ertesi gün Kandilli Kabristanı’na defnedildi. Behiye Hanımla evli olup bu evlilikten Talat, Emin ve Sedat adında üç erkek çocuk babasıydı. Çocuklarından Talat Miras uzun yıllar Dışişleri Bakanlığı bünyesinde büyükelçilik görevlerinde bulunmuştur. Emin Miras İstanbul Belediyesi’nde müfettiş olarak görev yapmış, Sedat Miras ise doktordu. Eserleri. 1. Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi (IV-XII, İstanbul 1938-1948). Hadislerin şerhinde klasik kaynaklardan yararlanılmış ve Hanefî yaklaşımı esas alınmış, zaman zaman güncel konulara da girilmiştir. Birçok defa basılan eserin Türkiye’de hadis ve sünnet kültürünün yerleşmesine büyük katkısı olmuştur. 2. Târîh-i İlm-i Fıkıh (İstanbul 1329/1331, 1331). Dârülfünûn-ı Dergisinde yayımlanan bir makalesi Şâhâne Ulûm-i Şer‘iyye Şubesi’nde ve Medresetü’l-mütehassısîn’de verdiği derslerin notları olup iki bölüm halinde düzenlenmiştir. Eser genel fıkıh tarihi kitaplarından farklı olup bazı yenilikler taşır. 3. Ahlâk-ı Şer’iyye Dersleri (İstanbul 1330/1332). Âyet ve hadislerle İslâm ahlâkı mahiyetindeki eser tamamlanamamıştır. 4. Ramazan Musahabeleri (İstanbul 1949). Müellifin çeşitli dergilerde yayımlanan makalelerinin kendisince gözden geçirilmiş ve oğlu Sedat Miras tarafından yapılmış bir derlemesinden ibarettir. Kâmil Miras’ın Dîn-i İslâm Tarihinden Emevî ve Abbasî Devirlerine Ait Kısımları, İlm-i Kelâm Tarihine Ait Tetkikler, Kur’ân ve Tefsir Tarihi, Kurân’ın Cem’i adlı ders notu niteliğindeki eserlerinin baskı tarihleri ve halen mevcut olup olmadıkları hususunda bilgi bulunmamaktadır. Maarif Vekâletinin şarkiyatçıların neşrettiği İslâm Ansiklopedisi’ni Türkçeye çevirmeye karar vermesi üzerine telif bir ansiklopedi hazırlandı. Diğerinin yanlış ve eksik maddelerini ele alıp doğrularını göstermek maksadıyla yayımlanmaya başlanan İslâm Türk Ansiklopedisi’nin (1941-1948) tahrir heyetinde Eşref Edip Fergan, İsmail Hakkı İzmirli, Ömer Rıza Doğrul ile birlikte yer alan ve 78. sayısından itibaren İslâm-Türk Ansiklopedisi Mecmuasının başmuharrirliğini yaptı. Kâmil Miras bu ansiklopedinin I. cildine on altı, yarım kalan II. cildine sekiz madde yazmış, “Tahrir Heyeti” imzasını taşıyan maddelere de önemli katkılarda bulunmuştur. Kâmil Miras, Cessâs’ın Ahkâmü’l-Kurân adlı eserinin İstanbul baskısının (1335-1338) musahhihlerinden olup Beyzâvî, Ali b. Muhammed el-Hâzin, Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Abdullah b. Abbas ve Ni‘metullah b. Mahmûd’un tefsirleri gibi birçok ilmî eserin tashihinde de görev almıştır. Bunlardan başka TAŞPINAR 47 İ S E Y Â K İ H F BİR ESNA EMEK BERBERİ-HÜSEYİN GÖK Sebîlürreşâd, Hakka Doğru, İslâm-Türk Mecmuası, Son Posta, İslâm Dünyası gibi dergilerde birçok makalesi yayımlanmıştır. Kamil Miras aynı zamanda şairdi. Bursa’daki Yeşil Cami’nin içindeki şadırvanda yazılı olan şu mısralar onundur: “Ey Müslüman! Şu şadırvan, sanma sâde bir çağlayan Tanrı’mızın rahmeti bu, Su değildir ondan coşan köşelerinden fışkıran, Hüzme bir nurdan direk gönülleri hoş etmede dökülürken süzülen. “ Vefatının ardından büyük âlim, müfessir Hasan Basri Çantay Sebilürreşad dergisinde şu tarihi düşmüştür; Bir muhaddis idi’’ Kamil’’, gerçek Neşri feyzeyledi son ömrüne dek, Şâhidi fazlıdır âsârı onun, Okuyor diz çökerek ins ü melek, Merci-î kül idi, âlim, âmil, Hüsni ahlakı da eşsiz örnek, “Basriyâ’’ vasfını tarif edemem; Ona tarih dedi “mağfûrunlek” 1376 Hicri TAŞPINAR 48 Kamil Miras ‘ın ilmi mesaisi yanında, sadırlardan sadırlara ilim intikaline katkısı tarzındaki çabalarını da bu vesile ile özellikle hatırlamamız yerinde olacaktır. Hiç şüphesiz bu çabanın neticelerini, bulunan veya ancak isimleri hatırlanan kitap ciltleri veyahut da dergi makaleleri, ansiklopedi maddeleri gibi elle tutmamız, sayfa sayısını belirler gibi göstermemiz mümkün değildir. Sınıflardaki öğrencileri, camilerde vaaz dinleyen cemaati sayabilirsiniz. Fakat öğrencinin veya cemaatin kaynaktan ne kadar istifade etmiş olduğu, her zaman çok da açıkça bilinemez. Bu bir çabadır, emek ve umut doludur. Kamil Miras da yazarlığı, siyasi kişiliği ve diğer veçheleri yanında, bütün bunlardan çok ileride bir öğretmendi, müderris, dersiam, profesördü. Ömrünün en büyük kısmını eğitim ve öğretim çalışmalarıyla geçirmişti. Binlerce öğrenciye din, ilim, ahlak öğretmişti. Bu nedenle onu görünen eserleri yanında, gözle görülemeyen, ama asla kaybolmayacak bu tarz hizmetleriyle de değerlendirmenin gerekeceği açıktır. Büyük İslam âlimi, Kamil Miras’ın adı bugün doğduğu yerde, Afyonkarahisar’da yaşatılmaya devam ediyor. Kamil Miras Caddesi, Kamil Miras Anadolu Lisesi ve Sahipata Mahallesi’nde bulunan Kamil Miras Camii, sokaktan geçen insana, okuldaki öğrenciye, içindeki cemaate merhumun adını her daim hatırlatmakta. Fotoğraflar Hasan Özpunar Arşivi Çarşı’dan yukarı çıktığınızda Bedesten Meydanına gelmeden sağ tarafta Turunç Hanı sizi karşılar. İçerde bir avlu etrafına dizilmiş sıra sıra dükkânlar ve bu dükkânlar içinde yıllara meydan okuyan bir berber. Camın da “Emek Berberi” yazan dükkân epey eski olmalı zira içerdeki koltuklar, aynalar, vitrinler, fotoğraflar sizi adeta zamanda bir yolculuğa çıkarıyor. Emek Berberi-Hüseyin Gök 76 yaşına rağmen gayet dinç görünüyor. “Bu koltuklardan kimler geçti” diyor devam ediyor; “Zannederim 1980 yılıydı 2 Alman turist genç fotoğrafımı çekmişti, birkaç sene önce siz bu fotoğrafı bulup bana hediye etmiştiniz”. Ailesi okutmamış. Mesleğe 10 yaşında Bahçeli Kahve’de (Yukarıpazar) Kemal Sertyumruk’un yanında başlamış. 3 sene onun yanında çalıştıktan sonra Yörükoğlu Hüseyin Usta’nın yanına geçmiş. “Kalfalığı orada aldım,1960’da askere gidinceye kadar orada çalıştım. Askerdeyken 27 Mayıs İhtilali oldu, Kütahya’da Menderes’i biz teslim aldık, bu acı bir hatıradır.” 1963’ün ilk günleri askerden döndüm ve Kadınana İlkokulu karşısında bir berber dükkânına ortak oldum. Ortaklık uzun sürmedi ve Ordu Bulvarı’nda Kurtbaş Apartmanının aşağısında Emirgan Kahvesi yanında kendi dükkânımı açtım. Yani tam 52 sene olmuş. Bizim zamanımızda fazla tıraş şekli yoktu, çocuklar 3 numara, gençler ve orta yaş kuşağı alabros, yaşlılar ise usturayla saçlarını kazıtırdı. Çok zaman sakal, bıyık düzeltirdik. Gençler bıyık bırakmaya heves ederlerdi. Şimdi nerde? –Kirli sakalla geziyorlar. Saç baş darmadağın. Biz Necip Bey briyantini kullanırdık, şimdi jöle kullanıyorlar. Yaş 76 oldu eski müşterilerimden hayatta olanlar gelir, hasbıhal ederiz. Para kazandığımızdan değil maksat adresimiz belli olsun. Evde dursam yapamam. Bu dükkânla oyalanıyorum. Her yer kuaför oldu, ben inadına vitrinde berber yazısını durduruyorum. TAŞPINAR 49 Edebiyatımızda Afyonkarahisar TORFİLLİ ÇİFTLİĞİ YAĞ ALİM AĞA’NIN BAĞRINA YAĞ M üşir (Mareşal) Hüseyin Hüsnü Paşa isimli bir akrabanın Afyonkarahisar’daki Torfilli Çiftliği, memleketin hayli düzenli ve bakımlı çiftliklerinden biri imiş. Amma ben, ne Hüseyin Hüsnü Paşayı ne de çiftliğini gördüm. Vaktiyle Hüseyin Hüsnü Paşa, genç yaşta ölen kızının arkasından çok acı çekince yakınları: “Bari bir toprak al da onunla uğraş, böylece acın biraz olsun hafifler” tavsiyesinde bulunmuşlar. Paşa da etrafının tavsiyesine uyarak, içinde tirfil denen bir bitkinin çokca yetişmesinden dolayı Torfilli adı verilen bu çiftliği satın almış, zamanla da çiftliğin ismi ailenin soyadı olarak künyelenmiş. Aslen Arnavut olan Müşir Hüseyin Hüsnü Paşa, Abdülhamid devrinin kahraman paşalarından biri olarak Rumeli’deki harplere iştirak etmiş ve Yenişehir’in Yunanlılardan alınmasında “büyük payı olmuş, ama düşmanlarının tezvir” ve yalanları yüzünden Bağdat’a sürülerek orada vefat etmiş. Babamın da Harbiye’den sınıf arkadaşı olan oğlu Nazmi Dayımız babasının sürgününden sonra ataşemiliter olarak Rusya’ya gönderilmiş ve yedi sene ailesinden uzak olarak orada yaşamıştır. Ancak, paşanın vefatından sonra, evlatlarına kalan çiftlik, parçalara bölünmek suretiyle ayrılacak olursa değerinden kaybedeceği için onun tek elden idare edilmesi bu suretle diğer hissedarlara daha da faydalı olacağı kararı ile çiftlik, uzun zaman ataşemiliterlik yaparak türlü tecrübeler kazanmış bulunan, ordunun seçkin subaylarından ve ailenin büyük oğlu Nazmi Torfilli’ye havale edildi. Bu isabetli aile kararından sonra da çiftlik, Nazmi Bey’in elinde, belki eskisinden daha da mükemmel ve bakımlı olmaya başlamıştı. Seneler seneleri takip ederken, patlak vermiş Birinci Cihan Harbi ile gıda ihtiyaçları kadar giyim kuşam da sıfırın altına düşmüş bulunuyordu. Öyle ki halkın elinde parası olsa da bir arşın basma bulup alması imkânsız olan bu yıllarda, soğuktan ayakları donsa dahi bir çorap bulup alması muhal idi. Bu kıtlık yıllarında Nazmi Dayımızın orduya buğday sevkiyatı yaptığını yakınlarımızdan duymuştuk. Nazmi Torfilli Dayımızın hanımı olan yengemiz Süheyla Hanım da, ruhen sahip olduğu asaletle beraber, melekleri imrendirecek tatlı huyunun yanı sıra, yüzünün pembe ile anlaşan şahane güzel rengi ve güler yüzü ile cazibeli ve cana yakın bir kadındı. Kocasının yedi sene gibi uzun sürmüş ataşemiliterliği sırasında kızlarını da oğlunu da öyle gıpta edilecek bir Türk gelenek ve göreneğiyle yetiştirmiş idi ki kolay kolay herkesi takdiri halkasına almayan büyük annem için o, makbul! Tuttuğu kimselerin başında sayılırdı. * Sâmiha Ayverdi “Kaybolan Anahtar” s.65-73 Kubbealtı Yayınları 2009 TAŞPINAR 50 Sâmiha AYVERDİ* Henüz altın para piyasadan tamamıyla çekilmemişti. Yüz sekiz kuruş veren kimselerin bir altın almaları mümkündü para darlığı gibi fazlaca bir sıkıntı yoksa da gıda ve eşya kıtlığı, bütün dehşeti ile sürüp gidiyordu. Nazmi Torfilli Bey’in, insanlıktan yana şahane birikimi olan zevcesi, çiftlikten İstanbul’a gelirken bize, tiftik keçilerinin tabii rengi olan gümüşi ya da açık kahverengi yünlerden getiriyor, biz de o ipek gibi parlak yünleri eğirterek çorap veya hırka yapıyorduk. İşte Torfilli Çiftliğinden gelen o parlak yünler kadar yengemizin torba torba getirmiş olduğu bulgur, kuskus, erişte, bulama, Salih Zeki Torfilli aç midelere gökten inmiş maide gibi zevk ve sürur vermekte idi. Belki kasaba ve köyler, büyükşehirler kadar aç değilse de, bilhassa İstanbul, Türk’ün asırlardır taht şehri olan olamazdı İstanbul, böylesine kıtlık görmüş değildi. Bunun tek sebebini memleketin dört cephesinin dahi bir kan gölü haline gelmiş olması ile izah etmek sahih bir tespit. Zira ortada Türk anane ve ahlakında gedik açan bencillik, ne kadar saklansa gene de gözlerden nihan edilemiyordu. Öyle ki Türk, bin yıldır yaşadığı tevhit anlayışının zaafa uğramış olması yüzünden, iman dengesini kaybetmiş bulunuyordu. Bu yüzden de imanı sulanmış bir iktidar ve peyklerinin ahlak anlayışı, derüni dengesizliğin yaşanan hayat üstünde gösterdiği yanlışları meydana getirmiş bulunuyordu. Şu halde, Allah’a hesap vermek yerine kuldan korkmak gibi insanoğlunu şaşırtan gafilâne davranışlar, sahtekârlık, hile, yalan ve çıkarcılığın alıp yürümesi, buram buram tüter hale gelmişti ki buna şaşmamak yerinde olsa gerek değil mi? Zaman zamanları kovalayıp İstiklal Harbi yıllarına geldiğimizde ise Afyonkarahisar civarına gelen Yunanlılar Torfilli Çiftliğine de girmiş, buraları yakıp yıktıktan, koyun kuzu gibi hayvanları öldürüp etrafa ellerinden geldiğince eziyet verdikten sonra çekip gitmişlerdi. O sıralarda Nazmi Dayımızın atlara çok düşkün olan damadı Fuad Bey’in Mesrur adındaki safkan Arap atı da çiftlikte bulunuyormuş. Adeta insan gibi hassas olan bu hayvan haksız yere azarlandı mı, küser, yürüyorsa durur, bir adım atmazmış. Ne zaman Fuad Bey attan iner, onu öper, sever ve iltifat ederse o zaman barışır ve yoluna devam edermiş. Yunanlılar çiftliğe girmeden iki üç gün evvel işte bu Mesrur çitlikteki atların hepsini önüne katmış, bütün uğraşmalara rağmen çitleri aşıp meçhul bir istikamete gitmiş. Kimse de ona mani olamamış. Aradan dört beş gün geçip tahribatını yapan Yunan, çiftliği terk edip gittikten sonra bu sefer Mesrur önde, bütün atlar arkada onu takip ederek geri dönüp çiftliğe gelmişler. Torfilli Çiftliğini her bakımdan çok iyi idare eden hatta geliştiren Nazmi Torfilli Bey dayımız, yıpranan sağlığı ve kendisinden daha evvel kaybettiği yengemizin hayatta olmaması yüzünden, çiftliğin idaresini oğlu Salih Bey’e bırakırken; kendisi de, birbirilerinden faziletli kızlarının çatıları altına, bir son durak olarak yerleşmişti. Ancak günbegün sıhhatinde çatlaklar beliren Nazmi Torfilli’nin çok ciddi bir bakıma ihtiyacı olması üzerine evlatları el üstünde tuttukları babalarına, gerek ahlaki gerek terbiye ve kibarlığı ile nam salmış bir hemşire bulmuşlardı ki, benzerini dahi bulmak güç olsa gerekti. O, kendisini hazırlayan ve yetiştiren asil ortamı bizzat söylememiş olmasına rağmen, ailesini yakından tanıyanlardan, eksiksiz bilgi almış bulunuyorduk. Nazmi Torfilli Bey’e yardımcı olarak davet edilmiş bu hemşire, son Osmanlı Derya Kaptanı olan Hasan Paşa’nın torunu idi. Annesi, paşanın kızı olan Hamide Hanımefendi mağrur, hatta despot denecek kadar keyfince attığı attık, tuttuğu tuttuk olarak yaşamaya alışmış, gün görüp eyyam sürmüş bir kadındı. Babasının ölümünden sonra, o üç yüz odalı kaptan paşa yalısının külfetlerinin içinden çıkamayacağını düşünmüş olmalı ki, zaten meftunu olduğu batıya yüzünü döndürerek babasından intikal eden büyük servetiyle, gününü gün etmeye karar vermek suretiyle, herkesin “Küçük Hanım” dediği kızını da alarak, hayran bulunduğu İsviçre’ye çekip gitmişti. İşte bu yabancı memlekette İsviçreli mürebbiyelerin elinde okuyup yazmayı öğrenip konuşan Küçük Hanım, bir taraftan da bir Osmanlı vezirinin çevresinde edinmiş olduğu terbiyeyi terkiplendirerek, kazandığı asalet ile hamurunu mayalamış müstesna bir kız oluvermişti. Ancak, annesinin, har vurup harman savurarak geçirdiği hayat dolayısıyla artık para musluğunu çevirir çevirmez akmaması yüzünden, Küçük Hanım diploma alamadan memleketine dönmüş ve bir hemşirelik okuluna giderek hem ebe, hem de hemşire sertifikası almış ve işte böylece de, hastanelerde çalıştığı gibi, hususi davetlere de icabet eder olmuştu. Nazmi Torfilli Bey’in yatağı başında gösterdiği büyük titizlik, ihtimam ve dikkatin, ailenin gözünden kaçması elbette kabil değildi. Bu yüzden de aile ona yalnız teşekkür etmekle kalmıyor, geçmişinde yaşamış olduğu ihtişamlı saltanattan tek kelime ile dahi söz etmemiş olması, ona ayrıca saygı ile karışık dostluk elini uzatmalarına yol açıyordu. İsviçre aksanı ile Fransızca konuşan Küçük Hanım, kendisini telefonda arayanlara, bu yabancı dilde konuşarak gösteriş yapmaktan çekiniyor, hep Türkçe cevaplar veriyor, adeta izini kaybettirmek isteyen bir kaçak gibi gösterişten son derece dikkatle kaçmasını beceriyordu. Küçük Hanım, büyük babasının üç yüz odalı yalısından tek kelime ile söz etmemekle beraber, yalının dağlara doğru uzanmış bahçesindeki konak yavrusu köşkte, eşeğe binerek bahçede tur atan sanki kendisi değilmiş gibi, adeta bu parlak günlerini hafızasından silerek unutmuş görünüyordu. Küçük Hanım, bir subayla evlenmek suretiyle, bu işi de tamamlanması gereken bir vazife gibi yaparak iki erkek çocuk sahibi olmuştu. Genç hemşirenin gerek derya kaptanının yalısın da gerek İsviçre’de geçen saltanatlı hayatının üstünde durmaması, ona ayrı bir hürmet çemberi açmış bulunuyordu. Buna karşı kendisi: “Ölmüş atalarla da yanmış harmanlarla da övünülmez” diyerek, her hali, her tavrı, feragati ve kibarlığı ile bunu ispat eden bir müstesna kadın olarak gayretini, üstüne aldığı işte harcayıp, mesleğinin inceliklerinden başka hemen geçmişe ait hiç bir şeyle alakalanmazdı. Afyonkarahisar denen şehir, kasabalara, köylere ayrılmış çok bereketli bir toprak idi, halkı da geleneklerini ve sağlam alışkanlıklarını yaşatarak kendi mihveri etrafında peteklenmiş bulunuyordu. İnsanlar güçlü, sağlam yapılı, inançlarına bağlı, çalışkan ve sırasında düşmana kılıç çalabilen vatansever cenk erleri idi ve hepsi de bu topraklarda yetişmiş hamiyetli insanlardı. Bunlar arasında Afyon’un köylerinden bir köyde Alim Ağa isminde, sevilen ve onun da çevresine muhabbet ve alakasını esirgemediği bir adam vardı ki, hem tarlası hem evi, belki de Torfilli Çiftliğinin yanı başında bulunuyordu. İşi icabı da sık sık şehrin merkezine gelir, ihtiyacı olan nesneleri alıp geri dönerdi. Kış mevsimleri çok sert geçen Afyon’da, halk, bu buzlu karlı aylara öylesine alışmış idi ki o kavurucu havalarda bir köşeye çekilerek sinip kalamazdı. Hele Alim Ağa denen ve topraklarına göz dikmiş düşmanları kovalamışlar arasında bulunan bu yiğit, şehirde işini bitirir bitirmez köyünün yolunu tutmakta hiç gecikmezdi. Ancak, kışa meydan okuyan bir sesle: “Yağ, Alim Ağa’nın bağrına yağ!” diye, adeta lapa lapa yağan kara seslenirdi. Öyle ki kış yaz, mintanının! Yakası, yukarıdan aşağıya kadar açık duran Alim Ağa’nın göğüs perçemleri, kardan top haline gelmesine rağmen ne silker ne de mintanını kapatırdı. Çok defa da bakkalın önüne gelince atını durdurur ve müşterileri ile meşgul olan bakkala bağırırken, bir yandan da karlara seslenir gibi: “Yağ Alim Ağa’nın bağrına yağ!” deyince, bakkal, bu sesin ne demek istediğini anlayarak pekmezle doldurduğu maşrapayı, çırağına vererek at üstünde bekleyen köylüye yollar, o da pekmez dolu maşrapayı bir nefeste boşaltarak, parası ile beraber, bakkalın çırağına geri verir ve kanını tutuşturan bu ateşi içine sindirerek atını mahmuzlarken “Yağ Alim Ağa’nın bağrına yağ!” diyerek çekip giderdi. Ağacı çok seven Nazmi Torfilli Bey, çiftliğin çok geniş topraklarından bir parçayı meşe korusu yapmış bulunuyordu. Maliyecilere kuruşu kuruşuna hesap verdiği halde onlar, vergilerini muntazam ödeyen Nazmi Torfilli Bey’in bu minicik meşe korusunu bir orman kabul ederek, bu hareketi, sanki bir ihanetmiş gibi onu vergi kaçakçılığı gibi bir töhmet altına soktukları yetmiyormuş gibi, üstelik cezalı bir vergiye de mahkûm etti. Bu hal çiftçi Torfilli’yi son derece rahatsız etmişti. İşte bu kasıtlı muamele karşısında yirmi beş senelik koruyu kesip yok etmek mi, yoksa karşısına dikilmiş cezayı borç harç bularak ödemek mi lazım olduğunu düşünürken şimdi de vergi memurlarının, yakasına yapıştıkları ortaya çıkıyordu. Ahlak tablosunda, Hakk’a karşı mesuliyet diye bir sağlam çizginin kalmamış olması, devletlerini değil, kendi çıkarlarını düşünmek, tek menfaat yolu bulunuyordu. Nazmi Torfilli Bey, yaşlanmış olarak çiftliği terk etmiş, fakat oğlu henüz verimli çalışma yıllarında, rüşvetçilerden bizarı olarak faaliyetlerine rahne açmak zorunda bırakılmıştı. Öyle ki Torfilli Çiftliğini babası kadar iyi idare eden oğlu Salih Bey, belki zıt görüşlere sahip devlet memurlarının, başarılarına çelme takmak istemelerinden, belki de toprak işinden pek hoşlanmayan karısı ve iki kızı tarafından desteksiz kaldığı için bu ata yadigârı çiftlikten el etek çekerek veda etmeye mecbur olmuştu. Ne yazık ki çiftlik satıldıktan sonra Salih Bey, bir sebeple o taraflara gittiği zaman, yol boyunca şoför: “Sakın sağ tarafınıza bakmayın Salih Bey!” diyordu. Zira köylü o bin bir emekle yetiştirilen korunun ağaçlarını keserek toprağı tarla haline getirmiş bulunuyordu. TAŞPINAR 51 Karahisar-ı Sahip Sancağı’nın en eski mahallelerinden İ S LLE A H A M E Y İ V ZA AFYON KARAHİSAR’IN ÇANAKKALE TÜRKÜSÜ Ali Osman KARAKUŞ* Çanakkale Türk Milletinin verdiği en büyük sınavlardan birisidir. Hem de yedi düvele karşı verilmiş bir sınav. Anadolu insanı pek çok vatan evladını feda etmiştir Çanakkale’de. Bunun hüznünü de en çok türkülerinde dile getirmiştir. Hepimizin ezbere bildiği “Çanakkale içinde vurdular beni ” diye başlayan türkü sadece bunlardan birisidir. Millet olarak bizler bağımsızlık yolunda ağır bedeller ödemiş olmamıza rağmen yine “Vatan Sağolsun” diyerek acılarımızı yüreğimize gömmeyi başarabilmişiz. Afyonkarahisar hangi dönemde olursa olsun daima devletinin yanında olmuş ve devleti için gerektiğinde ağır bedeller ödemiş. Afyonkarahisarlıların bu büyük fedakârlığı sadece tarih raflarında yer almamış ve en güvendiği, zor zamanlarında sığındığı bir liman olan türkülere konu etmiş. Unutulmasın, daima hatırlansın ki elimizdeki değerlerin kıymetini bilelim diye. Bahsedeceğim türkü maalesef yıllardır unuttuğumuz bir Afyonkarahisar Türküsü. Belki bu vesile ile türkülere gönül veren birisi yeniden bu türkümüzü nağmelendirir ve o günleri yâd ederiz. Benim çocukluğumda okuma yazması olmayan bir halam vardı . Bazı günler ağlayarak bir türkü mırıldanırdı. Türkünün baş tarafını okur devamını bilmezdi… Yıllar sonra bu türkü eski tarihli bir derginin sayfalarında karşıma çıktı. İşte ben burada rahmetli Halamın da devamını bilmediği Afyonkarahisar yöresine ait bir Çanakkale türküsünden bahsetmek istiyorum. Türkümüz, İzzet Ulvi tarafından Kalecik köyünden Âşık Kalecikli Hakkı’dan derlenmiş. Kalecikli Hakkı, babasının kendisi daha çocukken Çanakkale şehit düştüğünü ve annesinin de buna dayanamayarak öldüğünü anlatır. İşte Afyonkarahisarlıların ve rahmetli halamın da söylediği Çanakkale Türküsü. ÇANAKKALE TÜRKÜSÜ Askerin gittiği Soğanlı Dere Atma (kâfir İngiliz) şarapneli her yerim yare Yatan şehitlerin vatanı nere? Ordu gelip İstanbul’a dolunca Başkâtipler mevcudunu alınca Analar, babalar öksüz kalınca Şimendifer seni yapan ne usta Koy verin uğrunu gideyim dosta Analar babalar kara yasta Gülleyi, bombayı yak da gidelim Süngüyü tüfengi tak da gidelim. Ağla anam ağlanacak gün budur Al, kırmızı kanlar aktı o sine Ağla anam ağlanacak gün budur Al, kırmızı kanlar aktı o sine Çanakkale bizim ateş hattımız Orada sakin oldu bizim ceddimiz Durmak olmaz (arkadaşlar) hücum vaktimiz Kışlanın önünde sıra söğütler Oturmuş zabitler asker öğütler Cepheye gidiyor civan yiğitler Bayram gelir hep camiye giderler Bozulmuş bağçeler ötmez bülbüller Analar yavruyu bu günde beller Ağla anam ağlanacak gün budur Al, kırmızı kanlar aktı o sine Ağla anam ağlanacak gün budur Al, kırmızı kanlar aktı o sine Gülleyi, bombayı yak da gidelim Süngüyü tüfengi tak da gidelim. * Araştırmacı-Şair-Yazar TAŞPINAR 52 Tarihini unutmuş, dilini ve kültürünü kaybetmiş bir milletin varlığını koruması ve devam ettirmesi mümkün değildir. Tarih bilinci milletleri bir arada, siyasi birlik içinde tutan ve yaşatan en önemli unsurdur. Bir millet ne kadar kendi tarihini bilirse, o kadar uzun ömürlü olur. Şehirler sürekli yenilenen ve yeniden kurulan, yaşamayı sürdüren canlı organizmalardır. Şehirleri zaman aşındırır, yaşayanlar yıpratır, düşmanlar yakar, yıkar, yağmalar. Bütün bu tahribata direnen, kendini onaran şehirler ayakta kalmayı başarır. Bunlardan biri de 6 bin yıllık tarihi ile Afyonkarahisar’dır. Afyonkarahisar, size her şeyini verebilecek büyüklükte, büyük şehir olmaya aday bir kenttir. Diğer kentlere büyük sözler söyleyebilecek bir kenttir Afyonkarahisar. Afyonkarahisar, hiçbir şehre nasip olmayan güzelliğe sahiptir. Tabiat ve tarih iç içe ancak burada bir başka güzeldir. Neresinden bakarsan bak… Hep ayrı bir güzelliği görürsün. Afyonkarahisar’da zaman, gümüş taslardaki durgun sular gibidir. Bembeyaz, saf, tertemiz. Günün altın ışıkları ile hamuşane uyumuştur. Bunu anlayamazsın, anlatamazsın, ancak sezebilirsin. İşte o zaman her güzelliğe bir şiir yazar… Bin hayal kurarsınız… Aksakallı ihtiyarların gençlik hatıraları gibi şehirlerde kendi hatırlarını saklar. Hatıraların gizeminde bir milletin kaderi, tarihi, kültürü, medeniyeti vardır. Tarihi eserler Afyonkarahisar’ın hatırlarındaki sırları aralayarak aksakallı ihtiyarların gençlik hatıraları gibi şehirlerde kendi hatıralarını saklar. Hatıraların gizeminde bir milletin kaderi, tarihi, kültürü, medeniyeti vardır. Dr.Muharrem Bayar ZAVİYE MAHALLESİ 1831 YILI NÜFUS DEFTERLERİ TEKKE MAHALLESİ NAM-I DİĞER ZAVİYE 1831 YILINDA KARAHİSAR-I SAHİB MAHALLELERİ AKMESCİD ANISTINI ARAP MESCİD ARDIÇ BEDRİK BURMALI CAMİ-İ KEBİR CANSIZ DAİ RECEP DERUNİ KALE DOĞANLAR EFECİK FAKI PAŞA GÖKÇE GÜNDOĞMUŞ H.ABDURRAHMAN HACI ALİ OĞLU HACI CAFER HACI EVDAL HACI EYYÜB HACI İSMAİL HACI MAHMUT HACI MİSTAFA HACI NASUH HACI NUH HACI YAHYA İMARET KAHİL KARA KATİP KARAMAN OĞU KARAMAN KUBELİ MARULCU METLİ MOLLA BAHŞİ NAKİLCİ NURCU SİNAN HALİFE SİNAN PAŞA TAC AHMET ZAVİYE TAŞPINAR 53 SIRA NO LAKABI 1 Postnişin İSİMLERİ VE ÖZELLİKLERİ Mahalle-i mezkür imamı uzun boylu kara sakallı otuz bir yaşında derğah-ı Hazreti Sultan Divani kaddesi sırrı’lali hazretlerinin post-nişini Şeyh Yahya Efendi AİLENİN DİĞER FERDLERİ 23 Aminci 1.Oğlu beş yaşında Şeyh Murad 2.Biraderi elli beş yaşında meczub Mehmet el-Baki Orta boylu kara sakallı otuz yaşında Aminci oğlu Halil bin Mahmud 24 Kethüda Orta boylu aksakallı elli yaşında İbrahim Kethüda karındaşı ammi Abdülkerim bin Hasan 2 Aşcızade Muhtar-ı evvel orta boylu kara sakallı altmış yaşında Aşçızade el_hac Mustafa bin Salih 25 3 Hacı Adalı Muhtar-ı sani orta boylu aksakallı yetmiş yaşında Hacı Adalı Hacı Mehmet 1.Hafidi on sekiz yaşında İsmail 2.Damatları otuz yaşında kara sakallı Ali bin Bekir 4 Çamır oğlu Muhtar-ı salis orta boylu elli yaşında Camır oğlu İsmail bin Mehmet 1.oğlu şebab emrad on altı yaşında Ahmet 2.Diğer oğlu sekiz aylık Mehmet Ali 5 Kethüda oğlu Muhtar-ı rabi’ uzun boylu kara sakallı otuz beş yaşında Kethüda oğlu Abdullah 1.oğlu beş yaşında İbrahim 2.Karındaşı Tarikat-ı Hazreti Mevlana’dan orta boylu otuz yaşında Derviş Abdurrahman 1.Biraderi bir yaşında İbrahim 26 Derici Uzun boylu aksakallı altmış yaşında Derici oğlu Ahmet bin 1.Oğlu orta boylu barı sakallı otuz yaşında Abdurrahİbrahim man 2.Diğer oğlu orta boylu kara sakallı otuz beş yaşında Abdullah 3.Hafidi beş yaşında Musa 4.Biraderzadesi kara sakallı otuz yaşında Mehmet 5.Oğlu bir buçuk yaşında Mustafa 6.Kayını on beş yaşında Ali bin Gaffar 27 Soluk Orta boylu kara sakallı otuz yaşında Solukzade Müderris-i kiramdan Hasan Efendi 28 Babuçcu Orta boylu kara sakallı otuz beş yaşında Babuçcu İbrahim bin Osman 6 Benazcı Uzun boylu kara sakallı kırk yaşında Benazcı oğlu Mehmet bin Halil 7 Evlad-ı mevlana Sülale-i evladı Hazreti Mevlana’dan merhum Şeyh Ahmet Efendi zade şebab emrat (sakalsız) Derviş Ali Efendi 8 Türbedar Orta boylu kara sakallı otuz yaşında Türbedar Derviş Hüsam Efendi 30 Aşır oğlu Orta boylu sarı kır sakallı elli yaşında Aşır oğlu Mahmut bin Halil 9 Derviş Orta boylu kara sakallı kırk yaşında tarikat-ı Mevlana’dan Derviş Mustafa 31 Danabaş oğlu Orta boylu kara sakallı kırk sekiz yaşında Tanabaş oğlu Eyyüb bin Abdullah 10 İmirze Orta boylu köse sakallı kırk yaşında İmirze oğlu tarikat-ı Mevlana’dan Derviş Hasan 32 Emeksiz Emeksiz oğlu on üç yaşında Ahmet bin Mustafa 33 Danabaş oğlu Danabaş oğlu Mustafa bin Hasan Orta boylu kara bıyıklı yirmi yaşında zenci Derviş Bilal 34 Hacı Mevlüt Orta boylu aksakallı altmış yaşında Hacı Mevlüt oğlu Ali 35 Altı Parmak Uzun boylu az bıyıklı yirmi beş yaşında altıparmak oğlu Süleyman 1,Biraderi on yaşında Mehmet bin Halil 36 Bolcali Pehlivan Orta boylu aksakallı altmış yaşında Bolcalı oğlu Pehlivan Salih 1.Oğlu üç yaşında Ahmet 11 Zenci 12 1.Oğlu iki yaşında Hasan Uzun boylu ter bıyıklı yirmi üç yaşında Ali 1.Oğlu yedi yaşında Ömer 29 Orta boylu yirmi yaşında Ali oğlu Mustafa Orta boylu kara sakallı otuz yaşında tarikat-ı Mevlana’dan müdür oğlu Derviş Hasan 13 Çolak oğlu Orta boylu köse sakallı Tariki Mevleviyeden kırk yaşında Çolak oğlu Derviş İbrahim 1.Oğlu on sekiz yaşında şebab emrat Derviş Mehmet 2.Diğeri on yaşında oğlu Derviş Ahmet 3.Diğer oğlu beş yaşında Salih 14 Boğa Ahmet Orta boylu kır sakallı altmış yaşında Boğa Ahmet oğlu Mustafa 1.Oğlu on beş yaşında şebab emrat Mustafa 2.Diğer oğlu dokuz yaşında Mehmet 3.Diğeri yedi yaşında oğlu İbrahim 3.Diğeri beş yaşında Ömer 15 Terzi Bekir Uzun boylu aksakallı altmış yaşında Terzi Bekir karnıdaşı Ali bin Mehmet 1.Oğlu onüç yaşında Mehmet 2.Diğer oğlu dört yaşında Ahmet 37 Uzun boylu kara sakallı elli yaşında Himmet bin Abdullah 16 Çalıkuşu Orta boylu kara sakallı kırk yaşında Çalıkuşu oğlu Ali bin Hasan 1.Oğlu dört yaşında Ahmet 2.Diğer oğlu bir yaşında Hasan 3.Merkumun biraderi yirmi üç yaşında kara Hasan 4.Diğer biraderi sekiz yaşında Halil 38 Orta boylu aksakallı seksen yaşında Mehmet bin Abdullah 39 Orta boylu kara sakallı elli beş yaşında İbrahim bin Abdullah 17 Âminci 18 Boğa Kısa boylu kır sakallı elli yaşında Âminci oğlu Süleyman 1.Biraderi yirmi yaşında az bıyıklı Abdurrahman 2.Diğer biraderi on iki yaşında Salih 1.Biraderi on sekiz yaşında ter bıyıklı Osman 2.Kayını şebab emrat on altı yaşında Ali Çallı İmam Uzun boylu kara sakallı otuz bir yaşında Çallı İmam Ali Efendi 20 Halil Efendi zade Orta boylu kara sakallı yirmi bir yaşında Halil Efendi zade Abdullah bin Ömer 21 Fırıncı Memiş 22 Çorçalı Oğlu TAŞPINAR 54 Orta boylu aksakallı elli beş yaşında Fırıncı Memiş Orta boylu aksakallı yetmiş bir yaşında Corçali oğlu Mustafa bin Ahmet Molla zade 1.Oğlu dokuz yaşında İbrahim 2.Diğer oğlu dört yaşında Eyyüp Kısa boylu sarı bıyıklı yirmi beş yaşında Boğa Ahmet oğlu Abdullah bin Mehmet 19 40 1.Oğlu yirmi yaşında asakir-i mansuriyede Mehmet 2.Diğer oğlu sekiz yaşında Hasan Orta boylu kara sakallı kırk yaşında Molla zade Abdullah Ağa 1.Biraderi onbeş yaşında şebab emrat Ebu Bekir 1.Biraderzadesi on yaşında Memiş bun Ali 2.Damadı orta boylu yirmi yaşında Yusuf bin Abdullah 1.Oğlu altı yaşında Süleyman 2.Biraderi kara sakallı elli yaşında Ali 3.Oğlu on yaşında Halil 4.Diğer oğlu dört yaşında İbrahim 5.Diğeri üç yaşında Ebu Bekir 6.Diğer biraderi on dört yaşında şebab emrat Ömer 1.Oğlu sekiz yaşında Abdullah 2.Diğer üç yaşında oğlu Ahmet 1.Oğlu sekiz yaşında Ali 2.Diğer oğlu üç yaşında Hasan 1.Oğlu on sekiz yaşında Ahmet Ağa 2.Diğer oğlu on yaşında Ebu Bekir Ağa 3.Gulam on iki yaşında Abdullah 4.Diğer gulam on yaşında Safer 41 Molla zade Dergâh-ı Âliye Kapucubaşlarından Karahisar –ı Sahip Mütesellimi orta boylu kumral sakallı Molla zade Süleyman Ağa 1.Gulam on yaşında Arif bin Abdullah 2 Diğer gulam on yaşında Anber 3.Diğer gulam on yaşında Tayyib bin Abdullah 42 Molla zade Osman Orta boylu kara bıyıklı otuz dokuz yaşında Molla zade Osman Ağa 1.Oğlu iki yaşında Nuri 2.Gulam altı yaşında Abdullah 3.Diğer uşağı on yaşında Mahmut 43 Terzi Bekir Orta boylu yirmi yaşında Terzi Bekir oğlu Ömer HANE:39 NÜFUS:106 TAŞPINAR 55 GAZİLERDEN HATIRALAR-2 HALİL İBRAHİM GÖKBUĞA’NIN ANILARI Seddülbahir 1. Cihan Harbi’nde benim kıtam 5. Fırka 15. Alay 3. Tabur 12. Böbir şey yapmadık. Ta ki 700-800 metre mesafeye geldiklerinde yanlardan lük idi. Çanakkale’ye düşman çıkarma harekâtı yaptığı için bizim alay seri olarak ateş etmeleri için emir verdim. Biz ateş etmeye başlayınca düşSeddülbahir’de 52. Alay’a takviye olarak geldik. Geldiğimizde düşman manda hemen olduğu yere yatarak ateş etmeye başladı. Bizim düşmanla denizden çıkarma yapmış karada tutunmuştu. Ben bir manga ile birlikte çarpıştığımızı gören alayda emrinde bulunan ağır silahlarla ateş etmeye öncü vazifesi ile bölüğün önünde ilerliyordum. Vazifem şu idi; düşmanın başladı. Biz o zaman kazmış olduğumuz siperlere çekildik. Düşmanda ağır ne vaziyette olduğunu bölüğüme haber vermek. silahlarla ateş etmeye başladı. Aynı zamanda Önümüzdeki arazi çalılıktı. Ben erlerin yerini ona düşman denizde bulunan gemilerinden de göre uydurdum, kendimde ortalarında ilerliyordum. ateş ediyordu. Birinci günü yerimizden kımılBizim bulunduğumuz yer yüksekti. Düşman ise damadık. İkinci günü alayca taarruza kalktık, aşağılarda olduğundan onların ne yaptıklarını gödüşmanı bulunduğu siperlerden geriye attık. rüyorduk. Düşmanın istihkâm kazdığını ve yakın bir Ve bu meyanda birçok İngiliz esirleri de alzamanda taarruza geçeceğini anlayarak emrimde dık. Yüzbaşının emri ile yakalamış olduğumuz bulunan erlerden Gönenli Ahmet ve Gesirgenli İsmail Hintli asker ve İngiliz subaylarını öldürmeyerek ile birliğime “Düşman taarruz etmek için hazırlanıYüzbaşının yanına getirdik. Çünkü harp olmayor” şeklinde haber gönderdim. yan memleketlerimizde bazı dedikodu oluyorRapor bölüğe ulaşınca bölük komutanı İzmirdu. Bizde daima zayiat veriyormuşuz onlardan li Yzb. Cemal Bey olduğumuz yerde durmamızı ve hiç kayıp yokmuş gibi anlaşılıyordu. Yüzbaşı bu düşman ateş etmedikçe bizim de ateşle mukabeyakaladığımız Hintli asker ve İngiliz subaylarını le etmememizi emretti. Biz de orada hemen baş memleketimizin iç taraflarına gönderileceğini siperleri kazmaya başladık. Biz orada dururken ve oralardaki halkımızın göreceğini söyleyince düşmanın keşif kolları çıktı. Uzakta oldukları için bizde diri diri düşman askerlerini tutarak gePatlamamış düşman mermisi TAŞPINAR 56 tiriyorduk. Hatta aramızda kura bile çekerdik. Bu kura hangimize isabet ederse, o emrinde birkaç askerle gider esir getirirdi. Düşmanı bu taarruzla denize dökerek tekrar istihkâmlarımıza çekilirdik. Çünkü denizde bulunan düşman zırhlıları ateş ettiklerinden istihkâmlar hep yıkılmıştı. Hem de rahat durulmuyordu. Kendi istihkâmlarımız muntazam ve düşman ateşinden de muhafaza ediyordu. 3. gün bize takviye geldi. Düşmanda denizden ateş etmeye başladı. Getirdiği yeni kuvvetleri de karaya çıkarıyordu. Bugün düşman karaya asker çıkarmakla beraber ağır silahları ile çok ateş ediyordu. Öğleden sonra ateş etmeye başladı. Ve taarruz da ediyordu. Bizim takım komutanı İnegöllü İsmail Hakkı Efendi istihkâmda yaralanmış, yarasını sardım. Ondan sonra takım komutanı takımı bana emanet etti. “Takım şimdi senin emrindedir, düşmanı iyi gözet, müdafaanı iyi yap” dedi. Ben vazifemi yaparken bir piyade kurşunu geldi. Alnımdan silerek geçti ve dolduruş yaparken de üzerimizde patlayan bir şarapnel misketi ile de sağ elimin yüzük parmağının iki yerinden yaralandım. Bu yaralanma hadisesinin olduğu zamanlar 1332 /1916 senesinin Ağustos ve Eylül aylarıdır. Yaralandıktan sonra takımı Osman Onbaşı’ya teslim ettim. Yaralanınca sargı yerinde yaralarımı sardılar. Kırbaşı Hastanesi’nde iki gün kaldım. Oradan Gelibolu’ya, daha sonra Çanakkale’ye gittim. Çanakkale’den vapurla İstanbul Gümüşsuyu Hastanesi’ne gönderildim. Burada üç ay tedavi edildikten sonra çıktım. Bundan sonra inşa taburunda vazife gördüm. İstiklal Harbi’nde Haymana’da Atatürk’ün komutası altında 3. Kafkas Fırkası’nda Yunanlılarla muharebe ettim. Yüzbaşımız Fettah Bey on kişilik bir kuvvet vererek Polatlı civarında Tırnaksız köyü altında Kavuncu Köprüsü’nü yıkmamız için emir verdi. Bu köprüden bizim kuvvetler geçtikten sonra Yunan kuvvetlerinin geçmemesi için dinamit koyup yıkacaktım. Bizim bütün ağırlıklarımız köprüden Seddülbahir önlerinde düşman donanması geçtikten sonra verilen emri yerine getirdim ve yüzbaşıya da malumat verdim. Bu sıralarda o tarafın ahalisi olan bazı Konyalılar memleketlerine gittikleri için Sivas’tan gelen Kara Fatma, Türk askerlerine hitaben “Siz de gitmek istiyorsanız karılarınızın yanına gidin. Bakın düşman geliyor. Sonra koynunuzdan onları da alır” manasına gelen bazı sözlerde bulundu. Bundan sonra da giden olmamıştı. İstiklal Harbinin yine burada büyük bir hadise de yine Haymana’dan altı kilometre mesafede Hamamlı Deresi Çulluk köyü civarında olmuştu. Ben bölüğün önünde öncü olarak ilerliyordum. Vazifem düşmanı görünce haber vermekti. Ben en ilerden giderken düşmanın Efzun askerlerinin de bir kaçını gördüm. Onları yakalayarak geriye gönderdim. Ve buralarda düşmanın mevcudiyetini bildirdim. Düşmanın burada Efzun taburu mevcutmuş. Bunlar yaptığımız taarruzda neye uğradıklarını bilemedikleri için de Yunan ordusu burada tutunamayarak geri çekilmeye sebep olmuş düşman orduları burada tutunamayacağını anladığı için gerilerde tutunmak için bir yer aramaya başlamıştı. Bu yeri de ancak Dumlupınar havalisinde bularak oraya gitmeye başlamıştı. O dönemde yaralanmış arkadaşlarımdan bildiğim şimdi kasaplık yapan Halil Çavuş yine kasaplık yapan İsmail Çavuş ve yağcı Abdullah Selek vardır. Afyon’un Cami-i Kebir Mahallesi’nden Kasap Bahrioğlu Halil İbrahim Gökbuğa Kurtuluş Savaşına katılan Kara Fatma ve çetesi (1307 doğumlu) Not: Birinci Cihan Harbi’nde Çanakkale-Seddülbahir-Soğanlıdere mevkiinde taarruz ederken iki yerimden yaralandım. Birisi alnımın sağ tarafından bir piyade kurşunu ile diğeri tüfeğimi dolduruş yaparken havadan gelen bir şarapnel parçası ile sağ elimin yüzük parmağının iki yerinden yara almıştım. TAŞPINAR 57 Veren el, alan eli görmez BOLVADİN SADAKA TAŞLARI SONGÜL KEÇİLİ 1.Sadaka (Arapça: )ةقدصلا, İslam dinine ait bir terimdir. Arapça ‘gerçek olmak, doğruluk’ anlamına gelen ‘sıdk’ kelimesinin çoğulu olan ‘sadaka’, İslam terminolojisinde ‘bir Müslümanın gönüllü olarak veya dinî bir vecîbeyi yerine getirmek üzere ihtiyaç sahiplerine yapılan maddî yardım’ anlamına gelir. Arapça anlamı bu olsa da Türkçede fakirlere gönülden verilen bağış anlamında kullanılmıştır. Yahudilikte ve Hristiyanlıkta da adı geçen sadaka genel itibariyle ihtiyaç sahibine gönülden yapılan yardım anlamına gelir ki bunu devletin zorlamasıyla yapılan yardımlardan ve zekâttan ayırmak gerekmektedir. 2. Sadaka Taşları Sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerinden birisi olan “sadaka taşları”, insan onurunun incinmeden yardım almasını sağlayan eski yardımlaşma sistemlerinden biri olarak bilinmektedir. Sadaka taşlarının diğer yardımlaşma sistemlerinden en belirgin farkı ise, yardımlaşmanın yalnızca zengin-fakir çizgisinde değil, bir mahalle içinde aynı sosyal statüye sahip insanlar arasında da kurulmuş olması noktasındadır. Bu noktada vakıflar, imarethaneler gibi yardım kuruluşlarının aksine sadaka taşlarının birbirleriyle daha yakın duran, komşuluk ilişkileri içerisinde olan insanlar arasında bir yardım düzeneğini tesis etmektedir. Sadaka taşlarının şekli ve boyutları çeşitli olmakla beraber yaygın bir biçimde görülen iki tipin ön plana çıktığı görülmektedir. Birinci tip, genellikle beyaz (farklı renklerde olanları da mevcuttur), silindir şeklinde ve çoğunluğu antik mermer sütunlardan oluşmaktadır. Büyük camilerin yanlarında bulunan sadaka taşları ise işlevinin yanı sıra bir sanat değeri taşımaktadır. İstanbul’da bulunan sadaka taşlarının toprak üstünde bulunan kısımları 120-140 cm. uzunluğunda ve 30- 70 cm. genişliğindedir. Silindir biçiminde uzanan bu sütunlar düz bir şekilde olup, tepe kısmında aşağı doğru hafif kavisleri bulunan 5-10 cm genişliğinde bir çember bulunmaktadır. İkinci tipteki sadaka taşları ise, dikdörtgen şeklinde mermer, granit veya küfeki taşından oluşmaktadır. Bu tipteki sadaka taşları genel olarak sade olmakla birlikte çeşitli motiflerle süslenmiş örneklerine de rastlanabilmektedir. TAŞPINAR 58 Bolvadin Çarşı Cami Osmanlı döneminde yaygın olarak görülen bu sadaka taşlarına nakdi ve ayni yardımlar yapılmaktaydı. Nakdi yapılan yardımlarda paranın uçup kaybolmaması için kağıt para yerine madeni paralar bırakılır, ayni yardım olarak ise giyim kuşam eşyaları ve çeşitli besinler bırakılırdı. Fakir ve muhtaç kimseler, sadaka taşlarında birikenler bağışlardan sadece ihtiyacı kadar almaya özen gösterir, diğer fakirlere de bir şeyler bırakmaya özen gösterirlerdi. Bu bağışlar, genellikle gece karanlığında veya kimsenin olmadığı bir zamanda, sadakaların, bu taşın tepesindeki çukura bırakılmasıyla gerçekleştirilirdi. İhtiyacı olduğu halde dilenmekten çekinen kimseler gecenin geç saatlerinde taşın yanına para almaya gelir ve kendisi için gerekli olan miktarı buradan temin ederdi. Sadaka taşları, Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkim olduğu coğrafyada yaygın bir şekilde kullanılmış ve günümüzde de koruma altına alınması gereken kültürel unsurlar arasına girmiştir. Çeşitli bölgelerde “zekât taşı”, “zekât kuyusu”, dilenci mihrabı”, “hacet taşı”, “ihtiyaçgâh”, “fıkara taşı”, “hayrat deliği” gibi isimlerle de anılmakta olan bu taşların, genellikle cami, tekke, medrese avluları, çeşme başları, üç beş semtin birleştiği köşelere, fakir, muhtaç, hasta insanların barındığı yapıların önlerine (Üsküdar’daki Miskinler Tekkesi gibi) dikildiği görülmektedir. Bunların dışında cellat mezarlıklarına da sadaka taşlarının dikildiği bilinir. Cellâtlar can almaları nedeniyle Osmanlı’da dışlanmış bir grubu oluşturmuşlardır. Bu sebeple genellikle yerleşim yerinden uzak mezarlıklarda, isimleri yazılmadan sadece mezar başlarında bir taş konularak defnedilmişlerdir. Belirli zamanlarda mezar- lıkları ziyaret eden kişiler, cellât mezarlığı kenarına konan sadaka taşlarına para bırakarak cellâtların ailelerinin geçinebilmesi için sadakalarını buralara bırakmışlardır. Kur’an-ı Kerim’de bulunan infakla ilgili ayetler ve Hz. Muhammet’ten aktarılan hadisler dolayısıyla Osmanlı kültüründe sadakaya oldukça önem verilmiş, ideal İslam toplumlarında sadaka sosyal dengenin en önemli unsuru olarak görülmüştür. Sadaka, sürekli olarak uygulanabilen bir fiil olması sebebiyle yardıma ihtiyacı olan kimselerin devamlı surette gözetilmesini, açlığın, muhtaçlığın ve ondan doğacak hırsızlık, isyan gibi kötülüklerin önlenmesini ve böylece toplumsal bir huzur ortamının oluşmasını temin eden bir ibadet olarak kabul edilmiştir. Sadakanın riyaya düşmeden ve verilen kişiyi incitmeden verilmesi gerekliliğinin şehir kültüründeki yansıması sadaka taşlarıyla görülmektedir. Çarşı Camisinin batı cephesindeki ana giriş kapısının sağ tarafındaki kitabeye göre Eşref oğlu Mübareziddinzade Süleyman oğlu Mehmet Bey H 720/M 1320 tarihinde Bolvadin’i beyliğine katar ve büyük bir külliye yaptırır. Külliyenin camisine bir sadaka taşı koydurur. 3. Sadaka Taşlarının İşleyişi “Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek şekilde” infakta bulunabilmek için umumiyetle gece karanlığında veya kimsenin olmadığı bir dönemde hali vakti yerinde olanlar ihtiyaç sahipleri için sadakalarını bu taşın tepesindeki çukura bırakırlardı. Bir insan sadaka vermekle hayır yapıyordu; ama kime Bolvadin Çarşı Camisindeki sadaka taşına para koyarken iyilik yaptığını da bilmiyordu. Karşısında ezilen iki büklüm olan insanlar olmuyordu böylece. Derdini kimseye açamayan hakiki bir fakir, ihtiyacı olunca oraya geliyor ve oda yine kimseye halini açmadan oradaki paranın ihtiyacı kadarını alıyordu. Bu işlem Bolvadin’de biraz daha farklıdır. Bu işlem yalnız sabah namazında yapılır. Sabah namazına gelen cemaat, önce caminin batı cephesindeki ana giriş kapısı kilit taşındaki hadis-i şerifi okur, camiye öyle girer. “Ya mifetuhü’l-ebvab,iftehlena hayrün bâb” Namaz bittikten sonra, sadaka vermek isteyenler, bismillah der. Sadakasını madeni para olarak sadaka taşına koyar. Halk dağıldıktan sonra ihtiyaç sahipleri gelir, ihtiyacı kadar alır. Allah kabul etsin. Bolvadin Çarşı Camisindeki sadaka duası (Hadis-i Şerif) KAYNAKLAR 1. Dr. Muharrem Bayar-Bolvadin Tarihi-C.2-İstanbul.2004 2. Dr. Muharrem Bayar-Bolvadin Camileri-İstanbul.2014 3. Dr. Muharrem Bayar-Kadim Kent Bolvadin. İstanbul.2005 4. Dr. Muharrem Bayar-Bolvadin Türbeleri-Konya.2011 6. Prof. Dr. Süheyl Ünver-Sadaka Taşları 7. Prof. Dr. Ziya Kazıcı-Osmanlıda Sadaka Taşları TAŞPINAR 59 ARŞİVDEN YAPRAKLAR AFYONKARAHİSAR’DA GEZEKLER -1 Hasan ÖZPUNAR Arşivden yapraklarda eski Genelkurmay Başkanlarımızdan Mareşal Fevzi Çakmak imzalı 28 Temmuz 1939 tarihli bir belge var. 1921-1944 yılları arası 23 yıl süre ile Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunan ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin Mareşal unvanına sahip 2. askeri olan Komutanımız 1939 yılı içerisinde çıktığı teftişlerde Afyonkarahisar’da bulunan birlikleri de denetler. Bu denetlemeler sırasında o tarihlerde inşası yeni başlamış olan Devlet Hastanesi yapım çalışmalarını yerinde görür. Ankara’ya dönüşünde İl idarecilerinin de ricası ile bir yazı kaleme alarak Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti’ne (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) gönderir. Mareşal Çakmak; söz konusu yazıda Afyonkarahisar Vilayetinin birçok imar işlerini başardığı, başladıkları 100 yataklı hastane inşasında zor durumda kaldıklarını söylemektedir. Yazıda dikkat çekici bir hususta hastane inşaatının halka yararlı olacağı, bir sefer sırasında askeri açıdan da büyük fayda göreceğinden bahisle 500 bin liraya mâl olacak bu bina inşaatının Vilayet bütçesinin darlığı TAŞPINAR 60 AGÂH BIYIKOĞLU* 1950'li yıllarda bir Gezek grubu yüzünden bitirilemediği ve Bakanlığın 1939-1940 bütçelerinden 200 bin lira yardım yapılmasının uygun olacağını belirtir. Bakanlıkça verilen karşılığı bir başka yazımıza konu edelim. Fakat talep edilen ödenekler bir türlü çıkmadığı için hastane inşaatı Afyonkarahisar halkının bağışları (pehlivan güreşleri, çekilişler, köylüden koyun-keçi bağışı) ile bitirilerek halkın bu anlamda katkıları sebebiyle “Millet Hastanesi” adıyla 19.10.1946 tarihinde açılışı gerçekleştirilir. Yeni hastaneye geçildiği Ocak 2012 tarihinde boşaltılan bina Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak farklı amaçlarla kullanılacağı günleri bekliyor. Mareşal Fevzi Çakmak Geçmişe Kısa Bir Bakış “Gezek” lafını ilk kez duyduğumda sekiz on yaşlarında var yoktum. Rahmetli babamın Otpazarı Cami yakınındaki Köprübaşı adı verilen mevkide, Banka aralığı sokağındaki manifaturacı dükkânına gelen gençler konuşurlardı gezeklerde olan bitenleri… Yediklerini, içtiklerini, şakaları, oyunları… Askerlik çağında veya askerden yeni gelmiş gençlerdi bunlar. Manifaturacı, bakkal, terzi, kalaycı, kunduracı, kasap esnafının çocukları… Bir fırsatını bulup babalarının yanından sıvışıp bizim küçük dükkâna gelirler hem konuşurlar hem de çay sigara içerlerdi. Bunlar arasında dayım Mazhar Ersöz, karşı komşumuz Süleyman Kedici, yan komşumuz Musamcıların Hayri ağabey de vardı. Gezekleri Niçin Yazdım “Ne kadar çok hatıra ve insan… Mazinin gittikçe koyulaşan kalınlaşan sisleri arkasında kayboluyorlar bir bir…” der büyük şair edebiyatçı ve düşünür Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir adlı ölümsüz eserinde… O eski siyah beyaz yer yer kırılmış solmuş fotoğraflardaki kent manzaralarına, yüzlerce anıya ve yaşadığımız günlere acı tatlı binlerce olaya, o günkü kılık kıyafetlerle fotoğraflarda kalmış kişilere bir vefa sadakat borcumuzu ödemek duygusu şiddetle sarıp sarmalıyor benliğimizi… “Billûr bir avize Bursa’da *Antrenör, Emekli Öğretim Görevlisi zaman” misali Afyonkarahisar’da da billûr zamanlara dönme tutkusu... O yer ve zamanları geleceğe taşımak, genç kuşaklara tanıtmak, anılarımızı tazelemek isteği… Belediye Başkanımız Sayın Burhanettin Çoban’ın “Taşpınar dergisi Afyonkarahisar’ın âdeta hafızasıdır” dediği yerel tarih ve kültür dergisi Taşpınar’ın Editörü Sayın Hasan Özpunar’ın “Hocam senin Afyonkarahisar Gezekleri konusunda araştırma ve çalışmaların var, ana hatlarıyla yayımlayalım bunları Taşpınar dergisinde” sözleri de Afyonkarahisar’da Gezekler konulu yazıyı yazmaya sevk etti beni… AKÜ Meslek Yüksek Okulu’nda öğretim görevlisi olarak çalıştığım yıllarda yüksek lisans tezi olarak ve doğallıkla bilimsel bir formatta ve bilimsel yöntemlerle hazırladığım tezimin (1997) kimi bölümlerini bu yazımda biraz da güncelleyerek “anı- deneme” türünde yeniden kaleme almayı düşündüm… Değerli yazar ve edebiyat tarihçisi Rauf Mutluay’ın “Anılarla birlikte yaşar, biraz da onlarla anlam kazanırız. Ama tekrarlandıkça değerini yitirmeyen seçkin izlenimler gittikçe azalır yaşamımızda. Suut Kemal Yetkin Hocamızın , “Anılar insan hayatının dokusu, insan hayatının kendisidir. Onları atınız insan da kalmaz” sözlerinin de bu yazıyı değişik bir formatta yazmamda etkili olduğunu söyleyebilirim… Çocukluğumda ve ilk gençlik çağımda birkaç kez katılmıştım gezekleTAŞPINAR 61 Gezek arkadaşları-1952 yılı re… Yabancısı değildim konunun… Öncelikle belirteyim ki Türk Dili ve Edebiyatı alanında lisans sahibiydim ve yirmi yılı aşkın bir süredir öğretmenlik yapıyordum… Türk kültürünün yani ulusal kültürümüzün en önemli öğesi dil ve edebiyatımıza vermiştim kendimi… Ulusal varlığımızın kesintisiz sürdürülebilmesinde kültürümüzün önemini hem öğreniyor hem de öğretiyordum… Dilimiz edebiyatımız, tarihimiz, inançlarımız, gelenek ve göreneklerimiz, törelerimiz, müziğimiz, hukukumuz, bilim ve tekniğimiz, sporumuz… Bizi biz yapan, bizi diğer uluslardan ayıran, aynı zamanda geleceğe taşıyan coşku kaynağımız... Kültürümüz… Gezekler de kültürümüzün ayrılmaz bir parçası olmuştu yıllarca… “Gezek” sözcüğünün değişik anlamları var mı acaba? Diye sözlüklere bakmak aklıma geldi ilkin. Çünkü sözcükler, bir dildeki kavramları karşılayan dil birimleri, sözlü ve yazılı anlatımın temel taşlarıdır. Sözcüklerin organizasyonudur dil… O günkü Türkçe sözlüklerde yoktu “gezek… Şaşırmadım desem yalan olur… Gezmek fiilinin türevi sandığım bu sözcüğü Şemseddin Sami Bey’in Kâmûs-i Türkî’sinde de bulamayınca Türk kültürünün, Türkçenin söz varlığının hazinesi Divanü Lügati’it Türk’e baktım. Eserde bu sözcük: “Kezik: bir işte nöbet, gezek olarak açıklanmakta ve “sening keziking keldi” (senin nöbetin, sıran geldi) örneği verilmektedir. Daha sonraki araştırmalarımda bu sözcüğün ülkemizin çeşitli yörelerinde kezek, kezik, keşik biçimlerinde “kez”, “defa”, “sıra”, “nöbet” anlamlarında kullanıldığını saptadım. Kültürümüzün hem maddi hem de manevi yönlerini içeren “gezek” in kökleri Orta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarına kadar uzanır. Göçebelik yaşamı eski Türkleri dayanışma, yardımlaşma, disiplin ve cesaret içinde yaşamaya mecbur ediyordu. Şölenler, toylar, ziyafetler düzenleyip davullar ve sihirli şarkılar eşliğinde birlikte eğlenen Türkler, bu geleneklerini “Orta Asya’dan bir rüzgâr gibi gelerek Akdeniz’in bağrına bir kısrak başı gibi uzanan bu memlekete” taşımışlardır. Nitekim Anadolu’nun çeşitli yörelerinde gezek benzeri gelenekler uzun yıllar sürdürmüşlerdir varlıklarını… Örneğin Isparta’nın Eğridir ve Şarkikaraağaç ilçelerinin kırsal kesimlerinde kışa doğru TAŞPINAR 62 “yârân adlı gezekçilerin katıldığı gezeklerde yöresel yemekler yenir, dini ve hamâsi kitaplar okunur oyunlar oynanırdı. Kütahya, Çankırı, Kula, Dursunbey (Burada Barana deniyor), Akşehir gibi yörelerde az çok değişiklikle benzer gelenekler vardı. Gaziantep, Urfa gibi güneydoğu yörelerinde daha renkli ve yörenin türkü, gazel ve şarkılarını söyleyen güzel sesli gençlerinin öne çıktığı sıra geceleri hâlâ sürüyor… Urfa’da Kazancı Bedih, Nuri Sesigüzel, İbrahim Tatlıses, Malatya’da Fahri Kayahan gibi ünlü ses sanatçıları bu gecelerin ortaya çıkardığı kişilerdir… Afyonkarahisar Gezekleri Afyonkarahisarımızın Cumhuriyet öncesi statik ve içe kapalı yaşayışı yetmişli yıllara kadar pek değişmeden sürdü gitti. Yaptığımız araştırmalar, kentimiz ve yakın çevresindeki gezeklerin, özellikle uzun kış gecelerinde gençlerin eğlenme ihtiyaçlarının karşılandığı bu organizasyonlara katılanların eğitildiği, çok yönlü bir yardımlaşma ve dayanışma düzeni olduğu görülmektedir… Belli kurallara göre işlerdi gezekler… Toplanma, gezek sırasındaki davranışlar, yeme içme ve eğlence âdâbı, şikâyet ve dilekler, cezalar bu kurallara göre işlerdi... Monoton ve durağan, sıkıcı bir yaşama hareket, renk ve âhenk katıyordu bu gelenek… Dikkat edilirse gezekler daha çok gençlere yönelikti. Spor etkinliklerinin yaygın ve yeterli olmadığı bu dönemlerde gezek organizasyonları, gençlerin enerjilerinin çevreye zarar vermeyecek bir biçimde harcanmasına da yol açıyordu… Gezeklerimizle ilgili alan araştırmasına başladığımda (1996) benim on beş yirmili yaşlarımdaki gezeklerin artık düzenlenmediğini saptadım; bu yüzden kafamda dağınık duran anılarımı önce zihnimde sıraladım ve kaleme aldım. Gezeklerle ilgili kaleme alınmış anı, inceleme yazılarına ulaşmaya çalıştım… Yaşı hayli ilerlemiş ve artık terki dünya etmeden ulaştığım tanıdığım kaynak kişilerle görüşmeler yaptım. Bu kaynak kişilerin tanıdıkları kişileri ve daha başkalarını dinlemek suretiyle bir hayli yol aldım. Gezek geleneği ilimizde, çok eskilere dayanan toplumsal bir yapıdır. Bunların eğlenceli, sazlı sözlü olanları olduğu gibi günlük yaşama veya dini sohbetlere yönelik olanları da düzenlenmiştir. Kentimizin Yunan işgalinden kurtuluşu, yıllarca süren ve memleketi harabeye çeviren savaşların sona ermesi, özgürlük ve bağımsızlık ruhu, yeni bir Türk devletinin kuruluşu gibi etmenlerin özellikle gençlerin veya askerden dönenlerin, eğlence ağırlıklı gezeklere itibar etmesine yol açtığını söylemek mümkündür… Bu özelliği, kaynak kişilerin ifadelerinden, yakılan türkülerden ve daha önceki araştırmalardan anlıyoruz. Bu tür gezeklere “keyf gezekleri” denmiş o yıllarda… Daha ziyade, keman, saz, darbuka çalmasını bilenlerin, şarkılara, türkülere meraklı olanların, Afyon’a mahsus halk oyunlarını oynamasını becerenlerin, sazlı sözlü ve içkili ortamda bulunmaktan zevk alanların, içki içmese de bu türlü toplantılara ilgi duyanların oluşturdukları gurupların gezekleri eğlence ve keyif ortamlarıydı keyf gezekleri sonbaharda başlar, ilkbahara kadar sürerdi bu gezekler. Yazın da kırlara, bağlara, bahçelere gidilirdi. Gezeklere herkes kendi çaldığı müzik aletiyle katılır; yeni başlayanlar ustaların yanında çalgı çalmaktan kaçınırlardı; usta izin verirse çırak çalgı çalardı. Varlıklı kişilerin, ağa çocuklarının gezeklerinde içkiler gezek sahibi tarafından alınırdı. Kimi gezeklerde herkes kendi içtiği içkiyi getirirdi. Gençliğinde böyle bir gezeğe katıldığını anlatan o zamanın bıçkınlarından birisi kaçak olarak imal edilen ve güğümden kadehlere doldurulan rakıyı içtiği için aşırı şekilde sarhoş olduğunu anlatmıştı gülerek… Gecek Kaplıcası'nda bir gezek grubu-1940'lı yıllar Söz gelişi, rakı içen üç beş kişi yan yana oturur, votka içen birkaç kişi grup teşkil ederdi, ancak rakı içenler çoğunlukta idi. Şarap içenler hemen hemen yok gibiydi. Eğlence fasılla başlar, sevilen şarkı ve türküler özellikle Afyon türküleri (Çemberim dalda kaldı, dam başına, asa goymuş galbırı, attım tabancam ateş almadı, Emirdağı türküsü, bohorcular) söylenirdi. Afyon türkülerinden, “hezin hezin gir gapıdan, dam başına da ası koymuş eleği” söylenirken tahta kaşıklarla “Afyon Zeybeği” oynanırdı. Bu oyunları oynayan erkekler göbekten aşağısını oynatmazlardı. Eller yukarıda ve aksak bir şekilde oynanırdı. Çünkü göbekten aşağısını oynatmak Konyalılara mahsustu. Bu Gezekler sayesinde Afyon havaları unutulmaktan kurtulmuş ve kuşaktan kuşağa geçmiştir. Bu tür gezeklerin yanı sıra içkisiz olanlar da çoktu. Demli çaylar içilir fasıllar başlardı. Hüzzam faslından sonra meyve… Sonra uşşak… Musikimizin üstad hanende ve sazendelerinden şarkılar… 1945’li yıllardan sonra bu gezeklerde ilimizin ünlü hânende ve sâzedelerini de görüyoruz (Terzi Cemal Altıniğne, Abdullah Uluçelik, Hulusi Yamaner, Selahattin Yamaner Aynacıoğlu Yusuf) Bir faslın dört saat sürdüğünü merhum Nazım Bursalıoğlu söylemişti… Günümüzden yaklaşık 100 yıl önce Afyon’da gezek yapıldığını bir Afyon türküsünün hikâyesinden anlıyoruz. Hikâye özetle şöyledir: Salih De Ata Biner Afyonkarahisar’ın gelenek ve görenekleri doğrultusunda kış gecelerinde genç ve yaşlılar kendi gruplarıyla haftada bir “gezek” adı verilen yemekli toplantılarla bir araya gelirlerdi. Tahminen bundan 80-90 yıl önce, bir babanın Haşim (Kör Haşim) ve Sa- lih adında iki oğlu vardır. Bu iki kardeş de yemekli ve içkili gezeğe katılırlar. Birkaç hafta sonra gezek sırası Salih’in evindedir. Salih o gece sürpriz olsun diye ilişkisi olan bir kadını (yosma) da gezeğe getiriyor. Yemekler yenmekte, çalgılar çalmakta, içkiler içilmekte ve yosma da oyunlarını sergilemektedir. Salih’in ağabeyi Kör Haşim, yosmanın oyununu evin hol penceresinden seyrediyor. Yosma, oyununu bitirdikten sonra evine gitmek için odadan çıktığında, Kör Haşim kadına ilişki kurma teklifinde bulunarak kadını rahatsız ediyor. Kadın, Haşim’in elinden güçlükle kurtularak evine kaçıyor ve ertesi gün olanları Salih’e anlatıyor. İki kardeşin arasına girmek istemediğini de vurguluyor. Bu duruma çok üzülen Salih, bir gün akşam ezanına doğru çarşıda ağabeyi Kör Haşim’le karşılaşıyor. Yosma için tartışmaya başlıyorlar. Tartışma büyüyor ve iki kardeş sille tokat kavgaya tutuşuyorlar. O sırada Kör Haşim çarşının ortasında kardeşi Salih’i belinden çıkardığı bıçağı ile yaralıyor. O anda da akşam ezanı okunmaktadır. Salih’in yerde kanlar içinde yattığını gören esnaf yardıma koşsa da iş işten geçmiş, Salih ölmüştür. Kardeş katili olan Kör Haşim’in aklı başına gelmiş, bin pişmanlık duymuşsa da özbeöz kardeşi ölmüştür. Afyonkarahisar halkı bu acı olayın etkisinden günlerce kurtulamıyor ve yakınları Salih’e ağıt yakıyorlar. İşte “Saleh de Ata Biner” türküsü bu olay üstüne yakılmıştır… Türkü, araştırmacı yazar ve müzisyen merhum Nazım Bursalı tarafından derlenmiş, 1966 yılında Afyonkarahisarlı rahmetli ustaların(Ekrem Taşkınsel, Hulusi Yamaner) sazları eşliğinde Abdullah Uluçelik tarafından teyp bandına okunmuştur. Salih De Ata Biner Türküsü Salih de ata biner gider küçük bey gibi Kardeşim olacak da kıydı bana el gibi (vay) TAŞPINAR 63 Kanım da yere aktı (aman) coşan sel gibi Ağlen de dostlar da ağlen bana bakıp ağlen Sedefli curamı da tabuduma bağlen (vay) Akşam ezanında (aman) çarşıdan geçtim Ecel şerbetini (aman) içtim de geçtim (vay) Yatsıya varmadan dillere düştüm Ağlen de dostlar da ağlen de benim garip halime Kardeşim olacak da girdi benim kanıma (vay) Bakkal dükkânından da aldım kirazı Kahvede bekliyordu ahbapların birazı (vay) Kardeşimin de bana mıydı garezi Ağlen de dostlar da ağlen bana bakıp ağlen Sedefli curamı da baş ucuma bağlen (vay) Cengari yazmanı da kimler bağlasın Gelsin de garip anam baş ucumda ağlasın (vay) Benim de nazlı da yarim kimnen eylensin Al topuk üstünde de cengari yazma Anam da ben ölüyorum da anam ağleyip gezme Afyon’un mahalli saz üstadlarından Ali Yarşi’nin “Halil Emmi” dediği ve 1950’li yıllarda 75-80 yaşında bulunan bir kişiden dinlediği gezek anıları da şöyle: “Halil Emmi gümüş tabakalarından sardığı sigarayı keyifli keyifli tüttürürken o zamanın gezeklerini şöyle anlatıyor: “On-on iki kişi yeni yetme (delikanlı) sözleşirler, toplandıktan sonra aralarında kura çekilir ve toplanma günü sıraya konurdu. İlk toplantıda gezeğin disiplinli ve uygun geçmesi için bir kolbaşı tayin edilirdi. O kolbaşı toplantı sona erene kadar türlü şikâyet ve dilekleri usulüne göre yürütür, icabında ceza koyar, riayet etmeyeni Gezek’ten ihraç eder, onun sözü kanun gibi geçerdi. Toplantıya içkili gelmek yok. Dini bilgilerle öğütler verilir, icabında zaman zaman saz çalanlar davet edilir, güzel türküler çağırılır, oyunlar oynanır. Gece geç vakit umumi arzu üzerine katmer yapılır, birkaç kilo pekmez veya dahan (tahin) sofraya konur hep birlikte yenir, bundan sonra 11-12 peşkirle yüssük (yüzük) oynanır” Halil Emmi’nin anlattıklarına göre, gezeklerde nadiren kavga çıkardı. Kavga çıksa bile iki delikanlı birbirine kıymazdı. Öfkelenen delikanlılar, silahlıklarından (meşin gözlü kıyak) koca bıçaklarını çekerler ancak bıçağın sırtını birbirine vururlardı. İşin içinde “ırz meseleleri” olmadıkça kolay kolay cana kıymazlardı. Zamanın yeni yetmeleri; anadan babadan yüz bulanlar “sağını solunu bilmezler” kalkar da o günkü toplantıda şak-şukalık ederlerse onlara kapının arkasındaki bindallı denilen işlemeli kadın elbisesini giydirilir, (onlar) kadın niyetine oynatılırlardı. Artık o kişi delikanlılıktan çıkmış demekti. Başına böyle bir iş gelenler artık kimseyle arkadaşlık edemezdi. Araştırmacı İrfan Ünver Nasrattınoğlu yakın geçmişteki gezekler hakkında şu bilgileri veriyor: “Her yaştan insanın aralarında gruplaşarak uzun kış gecelerini deTAŞPINAR 64 ğerlendirmek için düzenledikleri eğlenceli toplantılara “Gezek” adı verilir, Afyonkarahisar’da...” Özellikle “Yeni yetme” adı verilen delikanlıların oldukça renklendirdikleri “Gezekler” şöyle cereyan eder: Önce, Gezeğe katılacak olanlar tespit edilir. Sonra, ya içlerinden birisi “İlk Gezek, benim” diyerek ya da kura ile ilk gidilecek kişi tayin edilir. Gezek günleri özellikle cumartesi akşamlarıdır. Zira ertesi günü pazar ve tatil olduğu için dinlenme imkânı bulunacaktır. Ancak, kadro geniş olduğu takdirde Gezek haftada iki güne de çıkarılabilir. Gezeğin ilk toplantısında başkan seçilirdi. Başkana bir veya iki yardımcı da verilebilirdi. Son gezeke kadar tüm organize başkan tarafından yürütülürdü. Gezekle ilgili kurallar belirlenir ve bunlar titizlikle uygulanırdı. Kurallara uymayanlara çeşitli cezalar verilirdi. Bu cezalar arasında para cezası da bulunuyordu. Toplanan ceza paralarıyla son gezekten sonra ziyafet çekilir veya çeşitli eşyalar alınarak, tombala v.s. oyunlar sonunda kazananlara dağıtılırdı. Gezeklerdeki kurallara uyma, delikanlıları belli bir disiplin altına alırdı. Bu vesile ile kurallar arkadaşlıkların köklü ve sağlam bir biçimde ömür boyu sürdüğü görülmüştür. Yakın geçmişteki Gezeklerin bugün olduğu gibi yemeklileri ve yemeksiz olanları vardı. Yemekli Gezeklerin o yıllarda kendine mahsus sofra eğlenceleri bulunurdu. Meselâ, “Yemeklerin Padişahı” denen ve tatlıdan sonra mideyi bastırsın gerekçesiyle sofraya konan bamyanın yenilişi sırasında ipi ile pişirilen bir dizi bamya kimin kaşığına gelirse o kişi önceden tespit edilen bir miktar para cezasına çarptırılırdı. “Talihsiz bamyacı” parayı hemen oracıkta ödemek zorunda idi. Bu komik olay yemek yiyenlerin gülüşmelerine yol açardı. Keyif gezeklerinin yanı sıra, başka gezekler de varlıklarını sürdürmüşler, günümüze kadar uzanmışlardır. Bu gezekler, oyunların oynandığı, şakaların yapıldığı, esnaf sorunlarının konuşulduğu, dini sohbetlerin yapıldığı yemekli yemeksiz toplantılar olarak mahalli yaşayışın birer unsuru olmuşlardır. Kaynak kişi: İhsan Mutluer ve arkadaşlarının 1945-1950 yılları arasındaki gezekler on iki mahalle arkadaşının katılımıyla organize olurdu, sayı artabilirdi; ancak daha az olamazdı. Bu Gezekler her hafta cumartesi günü sıra ile yapılırdı ve yemekliydi; yemekler genellikle ağzı açık veya bükme, börek, mevsimine göre hoşaf, kavun, karpuz olurdu. Bu gezek gurubu ramazanlarda da gezeklerini sürdürmüşlerdir. Sahur vaktine kadar süren gezek sonunda, mahalle camiinin minaresindeki müezzine kadar yemek çıkarma gelenek haline gelmiştir. Radyonun yaygın olmadığı 1945-1950’li yıllardaki gezeklerde şarkılar türküler söylenir, sazlar da çalınırdı. Konu komşuyu rahatsız etmemeye dikkat edilirdi. Bu tip eğlencelerden komşular da memnun olurlar hatta seyre gelirlerdi zaman zaman. Evin en geniş ve en özenle düzenlenmiş odasında toplanan gezekçiler rahatça eğlenirlerdi, alkollü içki içilmezdi. Kaynak kişi: Vural Çetinel ve arkadaşlarının 1960’lı yıllarda düzenledikleri gezeklerde şarkı, türkü “sosyal sakınca mülahazasıyla” söylenmezdi; daha çok, fıkralar anlatılır, maniler ve tekerlemeler söylenirdi; Amaç boş zamanları değerlendirmek, arkadaşlar arasında dayanışmayı sağlamaktı. Bu vesile ile de gezekçiler eğlenmiş olurlardı. Mimar Erdoğan Emre, Afyon’un mahalli gazetelerinden Türkeli’nde yayımlanan “Dedemin Arkadaşları” adlı hatıralarında, 1947-1960 yıllarının gezeklerine de yer verir. “Gezeklerde ana konu dini ağırlıkta olmakla bir- likte şehrin problemleri, belediyenin tutumu v.b. şeyler konuşulurdu. Kitap okunurdu, 15 kişi kadar olduklarını hayal ediyorum, çoğu aklımdan çıkmış, diğer üyelerden Harun Nakipoğlu, Çimento fabrikasından muhasebeci Seyfeddin Bey, gençlerden Nedim Tokman vardı... Nedim Ağabey çoğu zaman dedemi getirirdi, evimize alışık olup gezekte hizmet ettiği de olurdu. Arap aşı (arabaşı) yapılır, tel helva çekilirdi, her ikisi de maharet gerektiren işler idi, bunlar unutulup yerini çiğ köfteye v.b. şeylere bırakmaya başladı. Bir sonraki gezeğin kimde yapılacağını tespit için ilginç yöntemleri vardı; nar hoşafı yapıp içine bir adet kırmızı tespih tanesi atılır, kimin dişine dokunursa sıra ona gelirdi, üst üste aynı kişiye çıkmışsa talihli ısrarla kendisinde toplanılmasını istediği olurdu. Ama bu konuda yük olmayalım düşüncesiyle ileri gelenler kabul etmez, başka bir talihliye sırayı verirlerdi. Bu centilmence davranışlar unutulmuyor. Ev halkına yük olmamak lazım ama çoğu da bu kişileri ağırlamanın itibarını kaptırmak istemezdi.” 7-8 yaşlarında iken sıra bize gelsin diye nar hoşafını kaşıkladığım olmuştur... Gezeklere çocuk ya da misafir getirmek çok nadirdi. Çok yaşlı olanlar eşleriyle gelir, ya da yanında torununu getirir, ya da gençlerden biri onu evinden alır dönüşte de eve bırakırdı. Yaş ortalamaları 65-70 iken 4-5 kişi 50 yaş civarında idi. Yatsı namazı topluca kılınır, gezekçiler gece 24:00 civarında evlere dağılırlardı. O devirlerin kışlarını anlatmaya gerek yok, toprak damlı evlerin damı kürününce ve öndeki sokakta kar kalınlığı tünel açacak kadar yükselir, aylarca kalkmayan kar problem olmaya başlardı. Muzip çocuklar kuyu kazarlar, kızak kaydıkları yerleri geceden ıslatıp buz tuttururlar, daha bir sürü tuzaklar kurarlardı. Anımsadığım kadarıyla 15 günde bir toplanırdı.” Yazar o günlerin ünlü ve muteber simalarından “İtfaiye Kumandanı” “Zabıta Amiri” “Seyr ü Sefer Amiri” Hulusi Bey’i (Açıkgöz) anlatırken “Gezekte onun olmadığı derhal göze batardı. Kısa saçlı, gür kaşlı ama tam anlamıyla altın yürekli bir insandı. Davudi sesiyle Kur’an okurken bazı arkadaşlarının ağladığını çok iyi hatırlarım; mahalledeki samimi komşu kadınlar gizlice yardım bahanesiyle bize gelir, kahve odası ve kütüphanede oturup Kur’an ve mevlüt dinlerlerdi. Dışarıdan kimse getirilmez, ev sahibi ve çocuğu yahut da en genç üyelerden biri hizmette bulunurdu. Fevkalade hallerde gezek sahibinin tanınmış bir arkadaşının misafireten geldiği olurdu; Saatçi Kemal Bayık, Ahmet Öğüt, Mehmet Sağun, Nikâh Memuru İbrahim Efendi, Müftü Hüseyin Bayık, Gümüşzadelerden birkaçı gibi… Belediye Başkâtibi Hamdi Hondu. 130 kg. kadar cesametli, hoş sohbet, gözlüklü ilginç bir insandı. Latifeyi severdi”. Mükerreme Bıyıkoğlu (1923 doğ.) ve Mütehhare Yüce Yaltırık (1926 doğ.) “Memleketin ileri gelenleri” nin 1930-1940 yıllarındaki gezeklerini şöyle anlatıyorlar; “Yaklaşık on onbeş gün önceden “Gezek” in nerede olacağı belli olurdu. Ev birkaç gün önceden temizlenir “Gezek” e hazır hale getirilirdi. Gezek gününden bir gün önce de “harç görülür” “Sıra yemekleri” hazırlanırdı. Yemekler evin büyük hanımı, gelinler “evlatlık” ve hizmetkârlar tarafından büyük bir özenle hazırlanırdı.“Dibek tencere” denilen tencerelerde “zeytinyağlı dolmalar” pişirilir, büyük tencerelerde “Özbek pilavı” yapılırdı. Gezeklerde hindi kesilir, suyuna tereyağlı şepit (yufka) atılarak ıslatılır, bu yufka hindinin üstüne örtülürdü. Bu yemeğe “duvaklı” adı verilirdi. Şepit örtülmeden sofraya konan - bu sofraya “Meydan Sofrası” denirdi - hindi için misafirler “bunun duvağı yok mu” diye gezek sahibine takılırlardı. Yemekte tahta kaşıklar kullanılırdı. Bu kaşıkların şimşirden veya fildişi, sedef ve bağadan yapılmış olanları vardır. Bazıları mercan saplıydı. Azı gezeklerde kaşıklar siyah ve beyaz cilalı tahta kaşıklar, bazı gezeklerde “Konya kaşığı” denilen çiçekli aşıklar sofraya getirilirdi. Bazı evlerde çatal da konurdu. Misafirler akşam namazından sonra “gezek” yapılan eve birer ikişer gelirler. Herkes tamam olduktan sonra sofraya otururlar, ilk yemeğin gelmesini beklerlerdi sessizce. İlk yemek bütün davetlerde olduğu gibi pirinç çorbası olurdu. Yemek sırasında pek konuşma olmazdı. Yemek duası yapıldıktan sonra “bamya” konurdu. Bu arada gezekçiler “bamyanın faziletlerinden” ne kadar “midevi” olduğundan söz ederlerdi. Yemekten sonra semaverde kaynayan çaylar dağıtılır veya mangal külünde bakır cezvelerle pişirilen kahveler eşraf ailelerde bulunan “gümüş zarflı fincan” lara konur, bunları evin küçük veya kız çocuğu büyük bir saygıyla gezekteki en yaşlıdan başlamak suretiyle gümüş tepsiyle dağıtılırdı. Hizmetkâr olan evlerde bu işi “hizmikâr” (hizmetkâr) yapardı. Bazı gezeklerde nargileler gündüzden hazırlanır, pirinçten yapılmış ayaklı mangallar ortaya konurdu. Çaylar, kahveler, nargileler içilirken sohbet başlardı. Sohbetler genellikle dini konularda olurdu. İlerleyen saatlerde sohbetin konusu Balkan, 1. Dünya Savaşı, İstiklâl Savaşı’na katılmış olanların hatıralarına kayar, eski günler âdeta tekrar yaşanırdı. “Karakış” gecelerine rastlayan bazı gezeklerde helvalar çekilir, kahvaltılıklar konurdu. Erkeklerin gezeklerinde bazen coşulur. Afyonumuzun mahalli oyunları da oynanırdı. Bu gezeklerde çalgı olmazdı, içki bulunmazdı. Bu tip gezekleri şehrin “eşrâf” denilen varlıklı aileleri düzenlerdi. 1930’lu yıllarda aileler bugünkü kadar parçalanmamıştı. Bir eve iki üç gelin girer bunlar “kaynata” ve “kaynana” evinde uzun yıllar birlikte geçinir giderlerdi. Gezekler genellikle amcalar; halalar; dayılar ve dünürler arasında düzenlenirdi ki bu gezeklere “aile gezekleri” denilmiştir. O yıllarda Afyon’da Belediye, Hastane ve Vilayet dışında pek az evde elektrik vardı; “sokak lambaları”nın cılız ve soluk ışığı ile aydınlatılırdı caddeler, sokaklar. Su yoktu birçok evde. İzmir’e İstanbul’a, Ankara’ya trenle gidilirdi, yol yoktu çünkü… Çimento Fabrikası filan yoktu… Özellikle kış gecelerinin uzun ve koyu karanlığının verdiği ruhi sıkıntıları gidermek için yapılan gezekler o günkü toplum yaşamında aileler için keyifli bir olaydı. Kış gecelerinde helvalar çekilir, mısır patlatılır, yaz günlerinde ve özellikle varlıklı ailelerin bağlarında bahçelerinde katmerler, dolmalar, sarmalar yapılırdı. Bu ailelerin samimi olan kadınları da gezeklere katılır, ayrı bir odada toplanır, kendi aralarında eğlenirlerdi. Yemekler de orada yenirdi. Çocuklar da ayrı bir odada oturur, yemek yerlerdi. Kadınlar tarafında türkü söylenirdi; bu türküler genellikle Afyon türküleri olurdu. “Tiryakioğlu’na yakılan türkü” o zamanlar meşhurdu. Bazı gezeklerde kadınlar arasında çiftetelli gibi oynak havalar; “Konyalı” “Süpürgesi yoncadan” türküleri söylenirken genellikle genç kızlar ve gelinler de oynarlardı. Gezeklere katılan kadınlar giyim kuşamlarına dikkat ederlerdi. “Bindallı” denilen göz kamaştırıcı elbiselerini giyerler, koku sürerler, saçlarını özenle tararlar “pek edalı” olurlardı. Kadınlar Gezek evine faytonlarla gündüzden gelirlerdi. Erkekler de “giyim-kuşamlarına” oldukça dikkat ederlerdi. Gezeğe katılanlar hep “mükellef” insanlardı. Bunlar arasında teessüs eden dostluk bu ailelerin çocukları arasında da uzun yıllar sürmüştür. Özellikle kadınlar, düğünlerde, bayramlarda, sünnet düğünlerinde, hastalıklarTAŞPINAR 65 Tarihten Gelen 60 Yıllık Ses “AFYON MÛSİKÎ CEMİYETİ” T Yıldırım AKTAŞ* Günümüzde bir Gezek grubu da, doğumlarda, gençlerin askere gidiş ve askerden dönüşlerinde birbirlerini ziyaret ederler hediyeler götürürlerdi. Bu hediye işine “hatır sora” derler ki bu gelenek günümüzde de sürmektedir. Eksik bir şeyi hatır sora olarak götürmek çok makbule geçerdi.” 1950’li yılların gezekçilerinden Mazhar Şükrü Ersöz (iş adamı-1930 doğ.) O günlerin gezeklerini anlatırken heyecanlanıyor. 1950 yıllarında Zeynepoğlu Balı (Açıkgöz) Burhanettin Turunç ve Mazhar Ersöz gezek gurubunun en genç üyeleridir. Albay Nuri Bey, Kemal Bayık, Hakkı Hoca (Büyükekmekçi) THK Başkanı Ethem Bey, Emin Tokman, Süleyman Gökpınar, Yaşar Tiryakioğlu... Gibi tanınmış simalar gezeğin köşe taşlarıdır. Bu grup, haftanın belli günlerinde sırayla gezek düzenlerlerdi. Kışın uzun gecelerinde sıra yemeklerinin yenildiği gezeklerdir bunlar. Mazeretli olan atlanır sıra bir başkasına geçerdi. Bu grubun sohbetlerini; dini sohbetler, günlük olaylar, piyasadaki gayrimenkul alım satımları teşkil ederdi. Gençler bilmedikleri şeyleri gezeğin büyüklerinden öğrenirlerdi. Bu yönüyle gezekler gençlerin bilgi ve görgülerini artıran bir eğitim kurumu niteliği taşıyordu. Dini sohbetlere meşhur Müftü Hüseyin Bayık katılırdı. Hüseyin Bayık Efendi, ileri görüşlü, bilgili, aydın bir din adamıydı; soruları cevaplandırır gençleri aydınlatırdı; baskı ile değil yol gösterici bir tutumla gençlere dini bilgiler verirdi. Bu yüzden gezek mensuplarının sayısı artardı. Gezeklere genellikle sözü sohbeti dinlenir nitelikte bir “güngörmüş” “ârif”, toplumun saygı duyduğu din, sanat, folklor, siyaset, oyun, saz, söz konularında usta bir kişi katılır, gezek mensupları da bu kişilerin birikimlerinden yararlanırlardı. Söz gelişi bu kişiler, Cemal Hoca, Hafız Ahmet, Bahçıvan Hasan, Zabıta Kumandanı Hulusi Bey, Ahmet Oruçoğlu... Her gezek sahibi, misafir ettiği gezekçileri öteki gezek sahiplerinden geri kalmadan ağırlamak isterdi. Külfet getirici masraflardan kaçınılırdı genellikle… Gezek üyesi olabilmek için, toplum içinde muteber, başarılı, saygın bir kimse olmak gerekiyordu. Bu hususa çok dikkat edilirdi. Mevcut üyelerin onayı alınmadan gezeklere daimi üye alınmazdı. Gezeklere bazen misafir olarak katılanlar olurdu. Söz gelişi İstanbul’dan gelmiş bir tüccar, devlet memuru... gibi. Gençler büyüklere karşı saygıda kusur etmezlerdi; hizmet ederlerdi. Gezek üyelerinden hastalanan olursa, onunla ilgilenilir, gerekirse doktor götüTAŞPINAR 66 rülür, “dara düşen” gezek mensubuna yardım edilirdi. Gezeklerde vali, belediye başkanı, bayındırlık müdürü, maarif müdürü, defterdarla ilgili konular ele alınır onlara yakın olan gezekçiler vasıtasıyla sorunlar iletilirdi. Esnafa, memura bir haksızlık yapılmışsa bu haksızlık giderilmeye çalışılırdı. Özellikle grubun esnaf, tüccar üyelerinden müşterilere eşit davranmaları, haksız kazanç almamaları fakir ve mağdur kimselere ucuz mal vermeleri ve bunu hissettirmeden yapmaları istenirdi. Ayakkabı, keçe, kepenek, bakır eşya, dayanıklı ve sağlam olarak yapılmalıydı. “Müşteriyi aldatmak, adam öldürmekten daha günahtır.” anlayışı empoze edilirdi. Eski Belediye Başkanı Asım İzmirli, İsmail Yüksel (Şanpanya) Bahçıvan Hasan (Altıntırnak) Şekerci Kadir (Kırker) Matbaacı Abdullah Hazer, Bekir Şarlak, Sabri Şarlak, Ketenci Mahmut’un Gezek grubu 1960-1975 yılları arasında kesintisiz on beş yıl sürmüştür. Haftada bir gün, cumartesi günleri yapılan bu gezeklerin özelliği bir yıl yemekli bir yıl çerezli, bir yıl çay kahveli olarak dönüşümlü bir biçimde yapılmasıdır. Gezek üyelerinin ilk yıllarda beş lira olarak ödedikleri aidat son yıllarda yirmi beş liraya kadar yükselmiştir. Kaynak kişilerin anlattıklarına göre, aidatlardan ve oyunlardan toplanan paralarla (yemekten sonra poker, prafa, altı kollu, maça kızı oynanır ya da tombala çekilirdi.) yazın “mesireye” ve “kaplıcalara” gidilirdi. Kadınların çağırılmadığı bu mesire gezilerinde içki de içilirdi. Ayrıca toplanan paraları değerlendirmek amacı ile Sanayi Çarşısı’ndan bir dükkân satın alınmış; ancak ilerleyen yıllarda gezek çeşitli sebeplerle aksadığından (ölümler - ayrılanlar) dükkân satılmış ve parası bölüşülmüştür. Kış aylarında yapılan gezeklerde içki içilmemiştir. Fakat bazı akşamcıların birkaç kadeh atarak gezeğe katıldıkları olmuştur. Çakırkeyif olanlar bu durumlarını belli etmemeye çalışmışlar ötekiler de bunu bilmezlikten gelmişlerdir. Afyon’daki pek çok gezekte olduğu gibi bu gezekte de “Arap aşı” yemek vazgeçilmez bir âdettir. Gecenin ilerleyen saatlerinde sohbetin ve oyunların koyulaştığı gezek en geç saat 24.00’da dağılırdı. Gelecek sayıda….. Komşu Gezekleri ve Mevlevi Gezekleri arih boyunca ilim ve kültür merkezi olan Afyonkarahisar Anadolu kültür ve medeniyetinin en önemli şehirlerindendir. Hemen hemen her dönemin kültür ve medeniyetini yansıtabilecek zengin kaynaklara rastlamak mümkündür. Tarihsel akış içerisinde bu yansıların doğrultusunda şehrin kültür ve sanat gelişimine katkıda bulunuş olan sayısız kurum ve kuruluşlar (Mevlevihaneler, cemiyetler, dernekler, sanat evleri ve musiki toplantıları v.b.) olmuştur. Bu kuruluşlardan önemli sanatçılar yetişmiştir. Mevleviliğin en önemli merkezlerinden biri olan Afyonkarahisar’da Musiki Cemiyeti kurulmadan önceki yıllarda küçük topluluklar ile özel gün ve gecelerde, Neyzen İbrahim Fevzi Dede, Neyzen Kemal Bayık ve Murat Çelebi Öztorun önderliğinde Afyonkarahisar Mevlevihanesinde yetişen, musikiye gönül vermiş musikişinaslarla birlikte farklı bölge ve şehirlerde birçok sema gösterisi ve konserler yapılmıştır. 04 Eylül 1925 tarihinde tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra mevlevihane merkezli musiki artık küçük topluluklar içinde veya şahsi imkânlar dâhilinde devam etmiş/yapılmaya başlamıştır. Daha sonra halk evlerinin, cemiyet ve derneklerin faaliyet göstermeye başlamasıyla, şehrin musiki yaşamı farklı bir boyut kazanmıştır. İşte bu kuruluşların başında günümüze kadar varlığını koruyan, musiki çalışmalarına aynı şevk ve heyecanla devam eden, Afyon Musiki Cemiyeti gelmektedir. Afyon Musiki Cemiyeti Kuruluyor Afyon Musiki Cemiyeti 1955 yılında; Dönemin Afyonkarahisar Kültür, sanat ve müzik hayatına damgasını vurmuş olan sanat gönüllüleri tarafından kurulmuştur. Başlangıçta birlikte müzik yapmak, halk türkülerini, Afyon türkülerini, halka ve genç kuşaklara aktarmak düşüncesinden yola çıkılmıştır. Daha sonraları korolar, konserler, dinletiler, çalgı aleti kursları, nazari dersler verilerek, farklı koro ve topluluklar ile çalışmalar yapılarak günümüze kadar istikrarlı bir şeklide gelmeyi başarmıştır. Cemiyetin kuruluş aşamasında Hulusi Yamaner, Cemal Altıniğne, İhsan Sami Doğan, Ekrem Taşkınsel, Hulusi Arık, Ferit Gülakar, Abdullah Canıtez, Nazım Bursalıoğlu, Saffet Okbaş, Hikmet Şeftalioğlu, Abdullah Uluçelik, Hasan Şanlı, Mustafa Gürel, Mehmet Okan gibi kıymetli ses ve saz üstadları görev almıştır. Cemiyet ilk konserini 14 Ocak 1956 yılında Afyon Belediye Salonu’nda “Uşşak Faslı”nı seslendirerek yapmıştır. Sonraki dönemlerde düzenli aralıklarla yaptıkları etkinliklerle musiki çalışmalarına devam etmiştir. Klasik Türk Müziği, Türk Halk Müziği, Folkloru alanlarında kıymetli eğitmen ve sanatçılar tarafından birçok öğrenci yetiştirilmiş olup, şehir hayatına kültürel önemli katkılar sağlanmıştır. Her yıl düzenli olarak Aralık ayı içerisinde yaptıkları * Afyon Kocatepe Üniversitesi- Devlet Konservatuvarı Öğretim Görevlisi Önde oturanlar Soldan sağa: Feyzi Dede, ortada Münir Nurettin SELÇUK ve Murat Çelebi ÖZTORUN, Arkada Ayaktakiler Soldan İkinci Selahattin PINAR ve diğerleri (1932) Sema Töreni icraları, bir çok kurum ve kuruluşlarda gerçekleştirdikleri yardım amaçlı konserleri, moral ve motivasyon etkinlikleri ile sanatsal çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Afyonkarahisar Musiki Cemiyeti bünyesinde farklı dönem ve tarihlerde görev almış birçok eğitmen, şef, yönetici, öğrenci, sazende, hanende olmuştur. Bunlardan Afyon türkülerinin önemli derleyicisi ve yorumcusu Hafız Abdullah Uluçelik kıymetli bir ses sanatçısıdır. Yine ünlü ses sanatçısı Nezahat Bayram babasının memuriyeti dolayısıyla Afyon’da okumuş Musiki Cemiyetinin çalışmalarına uzun bir süre katılmıştır. Cemiyette folklor alanında da önemli çalışmalar yapılmış Ali Yarşi gibi bir değer cemiyette önemli çalışmalarda bulunmuştur. Daha sonraki yıllarda Selahattin Yamaner, Cemal Bircan, Lütfi Poyraz, Mehmet Özkınık gibi isimler cemiyetin çalışmalarına katılmış ve görev almışlardır. Cemiyette çalışmaların devam ettiği süre içerisinde Ekrem Taşkınsel ve Ruhi Öner, İhsan Sami Doğan tarafından kurslar açılmış mandolin, ney, keman ve ud gibi enstrümanların dersleri verilmiştir. Cemiyetin kurucu üyelerinden Hulusi Yamaner, Cemal Altıiğne gibi saz Feyzi Dede ve yetiştirdiği öğrenciler ile Eski Halkevinde (1932) TAŞPINAR 67 Afyonkarahisar Dört Güzide sanatçısı, Soldan Sağa: Kemani Hulisi YAMANER, Kanuni Selahattin YAMANER, Hafız-Mevlithan Abdullah ULUÇELİK, Tanbur Cemal ALTINİĞNE, Solist ise bilinmemektedir. (1950) üstadlarının vefatından sonra musiki cemiyeti Ekrem Taşkınsel, İhsan Sami Doğan, Nazım Bursalıoğlu ve Osman Ünver tarafından çalıştırılmıştır. Bu dönemde il ve ilçelere konser etkinlikleri devam etmiştir. 1986 yılında Afyon Musiki Cemiyeti bir kongre düzenlemiş Osman Ünver başkanlığında oluşan cemiyet İl Kültür Müdürlüğünden yer temin edilerek çalışmalarını sürdürmüştür. Bir sonraki seçimlerde yönetim kurulu başkanlığına yönetim kurulu üyelerinden Raif Somer seçilmiştir. Musiki Cemiyeti kurulduğu günden günümüze kadar olan uzun yolculuğunda birçok farklı mekânlarda hizmet vermiştir. Bu mekânlar sırasıyla şu şekildedir. a. İlk çalışma mekânı Yukarı pazarda Terakki ve Servet Bankasının yanındaki binadır. (1955–1960) b. Kasaplar içerisinde bulunan Taş Bina (1960–1965) c. Anıt parkın karşı aralığında Nusret Koçoğlu’nun binası yanındaki bina (1966 – 1971) d. Meydanoğlu İş Hanında kısa bir süre e. Bozcacılar İş Hanının 4. Katında (1972 – 1980) f. Afyon lisesinin yanında bulunan Kültür Müdürlüğünün olduğu binada (1981–1986) g. Dumlupınar ilköğretim okulunun altında Beden Terbiyesi Binası (1986 – 1991) h. Yukarı pazarda Belediye’ye ait bir iş yerine (1991 – 1998) ı. Vakıf İş Hanının bodrum katına (1998 – 2001) i. Belediye çarşısı iş merkezi 3. katındaki daireye (2001 – 2014) j. Son dönemde ise Belediye Başkanı Burhanetin Çoban’ın katkıları ile İmaret Camii karşı aralığında bulunan Sahipler Türbesinin alt tarafında yer alan binanın 2. katında çalışmalarını sürdürmektedir. (2014) Afyon Musiki Cemiyeti, isim değiştiriyor 1987 yılı Haziran ayında dönemin Belediye Başkanı Erdal AKAR’dan alınan çalışma yeri ve grubun Belediye adına çalışması ile öngörülen karar kabul edilmiştir. Belediye Meclis kararı ile şimdiki “Afyonkarahisar Belediyesi Musiki Eğitim Merkezi” adını almıştır. Başkanlığa ve Genel Sanat Yönetmenliğine Raif SOMER getirilmiştir. Böylece eski Afyon Musiki Cemiyeti bu yeni çatı altında alınmıştır. Yeni dönemde Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği ve Tasavvuf Müziği Koroları oluşturulmuş sayısız konser ve etkinlikler düzenlenmiştir. İcra Heyeti Başkanlığına son yıllara kadar devam ettiren İhsan Sami Doğan daha sonra yerini Türk Halk Müziği Koro Başkanı TAŞPINAR 68 Afyon Musiki Cemiyetinin iki büyük sanatçısı Nezahat BAYRAM ve Abdullah ULUÇELİK (1957) Afyon Musiki Derneği bir çalışmada (1990) Afyon Musiki Cemiyeti Üyeleri bir arada (1958) Afyon Musiki Cemiyeti 2015 Cemiyetin 1988 yılı Orduevi Konseri Ebubekir Özen’e bırakmıştır. Türk Sanat Müziği ve Tasavvuf Müziği koroları Raif Somer tarafından çalıştırılmaktadır. Musiki Eğitim Merkezinde koroların dışında Ebubekir Özen önderliğinde enstrüman kursları, konservatuvar ve müzik eğitim giriş kursları gibi faaliyetlerde devam edilmektedir. 1987 yılından bu güne kadar icra heyeti değişiklik gösterse de Ebubekir Özen ve Önder Yamaner 28 yıldır icra heyetindeki yerlerini başarı ve özveri ile devam ettirmişlerdir. “Afyonkarahisar’ın musikideki temsilcisi, kökleri Ati’de olan bu 60 yıllık Çınarı, çalışmalarını hâlâ ilk günün heyecanı ve disiplini içinde sürdürmektedir. Bu şehirde yaşayan herkes geçmişten günümüze kadar gelen, musiki dolu bu ses’e kulak vermelidir. Dinlemelidir.” (Değerli bilgiler için Osman Ünver ve Raif Somer’e teşekkürlerimle) Afyon Musiki Cemiyeti Bir Konserinde (2014) KAYNAKÇA ATTİLA Osman, Afyonkarahisar Türküleri, Güven Matbaası, 1996, Ankara BURSALIOĞLU Nazım, Afyonkarahisar Yöresi Türküleri, Geliştirilmiş II. Baskı, Kültür Ofset Basım Evi, Antakya, 1993 BURSALIOĞLU Nazım, Afyonkarahisar Yöresi Türküleri, Özen Matbaacılık, 1992, Afyonkarahisar GÜNDÖNER Safiye, Afyonkarahisar Müzik Kültürüne Hizmet Edenler, Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010, Afyonkarahisar GÜRAKAR Ferit, Keman ve Kanun Sanatçısı, Açık Görüşme, 01.12.2015, Afyonkarahisar SOMER Raif, Bestekâr, Afyon Belediyesi Musiki Cemiyeti Şefi, Açık Görüşme, 30.11.2015, Afyonkarahisar ÜNVER Osman, Afyon Musiki Cemiyeti Başkanı (1963–1970), Araştırmacı, Açık Görüşme, 26.11.2015, Afyonkarahisar TÜRKEŞSİZ Şahin, Bestekâr, Açık Görüşme, 15.11.2015, Afyonkarahisar TAŞPINAR 69 AFYONKARAHİSAR MÜZİK KÜLTÜRÜNE HİZMET EDENLER* Arda KULA** Tarih boyunca ilim ve kültür merkezi olan Afyonkarahisar sırasıyla Anadolu Selçuklu Devleti, Germiyanoğulları ve Osmanlıların hâkimiyeti altında bulunmuştur. Bu durum, mevcut kültürel yapıyı ciddi bir şekilde etkilemiştir. Yüzyılların birikimiyle oluşan bu kültür, gelişerek varlığını devam ettirmektedir (Dikici, 2002: 369-380). Kültürün en temel boyutlarından ve alanlarından biri olan müzik, insanlığın oluşumundan günümüze kişiyi manevi yönde besleyen kültürün önemli bir koludur. Müzik, bireysel, toplumsal, kültürel ve ekonomik açıdan yaşamımızın birçok alanında yer almaktadır. Bireyler arasında bağ kurması, vatan, doğa, toplum, insan, ulus sevgisini aşılaması ve güçlendirmesi açısından da önemli bir yere sahiptir. Bireylerin eğitim alanında algılama, yoğunlaşma ve konuya hâkim olma doğrultusunda zihinlerinin güçlü tutulması hususunda müzik, ön planda yer alan kavramlardan birisidir. Ayrıca müzik, farklı kültürlerden farklı toplulukların iletişim sağlayabildiği evrensel bir dil olması, kültürel yaşamımızda geçmiş ve gelecekle geleneğe bağlı olarak bir köprü kurabilmesi açısından yaşamımızda büyük işlevlere sahip olan bir ilim ve sanat dalıdır. Türk Musikisi bestekârlarından Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi; müziğin manevi yönünü şu sözlerle ifade etmiştir: “Musiki, ahlâk-ı beşeri tasfiye eden mukaddes bir ilimdir” (Müzik, insan ahlâkını temizleyip arındıran kutsal bir ilimdir). Toplumların gelişebilmesi aynı zamanda geçmişini bilmesi kültür yapısını ve var olan kültür miraslarının farkındalığını kavrayabilmesi açısından müzik, vazgeçilmez bir unsur olarak görülmektedir. Toplumsal açıdan müziğin, kişiler arasında bağlar kurulmasında, ortak duygu ve düşüncelerin oluşmasında büyük bir role sahip olduğu görülmektedir. Türk müzik kültürü, Türk milletine özgü müziksel düşünce gücünü, davranışlarını, sanat ve yaşayışını ele alan unsurların tümü olarak nitelendirilebilir. Bu unsurun daha küçük bir parçası ise yaşanılan şehrin müzik kültürüdür. Bu öğeyi ayrıca değerlendirmek müzik kültürüne yapılacak olan katkılardan biridir. Bu bağlamda Afyonkarahisar müzik kültürü açısından zengin ve araştırmaya değer bir şehirdir. Bu zengin müzik kültüründe, Afyonkarahisar merkez ve ilçelerinde kendi yörelerine özgü deyişlerin, türkülerin, ilahilerin, müzik geleneğinin bulunduğu görülmektedir. Örneğin; Sandıklı’da Yâren Geleneği, Emirdağ Yöresi Ağıtları, Dinar’da Kerem Havaları gibi (Kaya, 1995: 281-285). * Bu yazı Safiye GÜNDÖNER’in “Afyonkarahisar Müzik Kültürüne Hizmet Edenler” adlı Yüksek Lisans tezinden yararlanılarak düzenlenmiştir. ** Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müzik Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi TAŞPINAR 70 Afyonkarahisar müzik kültürü ile ilgili birçok araştırma yapılmıştır. Bu kültür içerisinde halk ezgileri önemli bir unsur olarak görülmektedir. Halk ezgileri, bir toplumun duygularını, düşüncelerini, gelenek ve göreneklerini, kahramanlıklarını, inançlarını, atasözlerini, deyimlerini, doğumda ninni ile başlayan ve ölümde ağıtla nihayet bulan insanoğlunun her döneminde ses ve dil olarak nesilden nesile günümüze kadar ulaşmasını sağlayan kültürün bir bütünüdür. Kaynağını halktan, yaşanmış olaylardan (doğum, düğün, hasret, sevgi, ölüm, hastalık, eğlence, kıtlık vb.) alan, sanat estetiği açısından içinde bulunduğu toplumun durumunu yansıtan, yöresel özellikler gösterip çoğu kez irticâlen (doğaçlama) meydana getirilen sanat yapma amacı gütmeyen bir müzik türüdür (Yılmaz, 1995: 98-118). Öncelikle müzik kültürü açısından ele alınan Afyonkarahisar ili tarihçesi hakkında kısa bir bilgi vermek uygun olacaktır. Türklerin Anadolu’yu fethinden sonra kalenin beden bölgesinde, bir şehrin meydana geldiği bilinmektedir. Karahisar adı verilen bu merkezin, Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahrettin’e yurt olarak verilmesiyle Sahib Karahisar’ı olarak anılmaya başlanmıştır (Gönçer, 1991: 12). Yapılan kazılar ve araştırmalar göstermektedir ki, Afyonkarahisar, başta Hitit ve Frig olmak üzere, çok çeşitli uygarlıkların beşiği olmuştur. İlin tarihi, MÖ 1200 yıllarına kadar uzanmaktadır. Önceleri “Akreenos”, sonraları “Karahisar’ı Sahip” ve “Karahisar’ı Devle” adlarıyla anılan ilin adı, Cumhuriyet dönemi ile birlikte “Afyonkarahisar’a dönüşmüş olup, halen resmi adı da budur (Gündöner, 2010: 8). Araştırmanın konusu olan Afyonkarahisar’ın kültür ve sanata olan hizmeti Cumhuriyet öncesine dayanmaktadır. Bu dönemde Afyonkarahisar müzik kültüründe Afyon Mevlevihane’si önemli bir yere sahiptir ve kültür mirasımız olarak şu anda ziyaret edilebilir durumdadır. Mevlevihaneler içinde âsitâne özelliğine sahip olan, Konya’dan sonra önemli bir konuma sahip olan Afyonkarahisar Mevlevihane’sinin ne zaman kurulduğu bilinmemektedir ve bu konuda çeşitli çalışmalar ve tahmini tarihler bildirilmiştir. Yapılan araştırmalar neticesinde Germiyan Ali Şîr oğlu Yakup Han’ın Mehmet Celâleddin oğullarından Mehmet Bahaeddin Veled oğlu Mehmet (Ulu Arif Çelebi) ve evlatları için tanzim ettiği ilk vakfiyesi bilinen ilk vakıf kaydı olarak görülmektedir (İlgar, 2008). Cumhuriyetin kuruluşunun ardından İsmail Dede Efendi, Zekâi Dede, Sultan III. Selim, Kûçek Mustafa Derviş Dede gibi önemli musikişinasların yetişmesinde önemli bir yere sahip, müzik ve ilim alanında eğitim veren bir kurum olan o zamanın ilk konservatuvar kurumları olarak nitelendirebileceğimiz Mevlevihaneler kapatılmıştır. Bunun üzerine Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Afyonkarahisar’da da ilim ve sanat açısından eğitim veren halkevleri ön plana çıkmış ve faaliyet göstermeye başlamıştır. Halkevlerinin de kapanmasından sonra 1955 yılında Afyon Musiki Cemiyeti kurularak Afyon müzik kültürüne önemli bir adım atılmıştır. Cemiyetin kurucuları, Saffet Okbaş, Hulusi Yamaner, Selahattin Yamaner, Cemal Altıniğne, Hikmet Şeftalioğlu, Abdullah Uluçelik, Hasan Şanlı, Mustafa Gürel, Mehmet Okan ve Ekrem Taşkınsel olmuştur (Osman Ünver özel arşivinde bulunan, 03.02.1969 tarihli, Afyon Musiki Cemiyeti’nin Basına Bildirisi yazısından). Cemiyetin amaçlarından en önemlisi, halk türkülerini ve bilhassa Afyonkarahisar yöresine ait türküleri derleyip halka ve dışarıya tanıtmak, toplumu ve genç nesli müziğe yönelterek kültürel faaliyetlerde bulunmaktır. Bu cemiyet, Klasik Türk Müziği ve Türk Halk Müziği alanında çalışmalar yapmış, değerli birçok ismin yetişmesinde etkili olmuştur. İlk konserini 14 Ocak 1956 tarihinde Afyon Belediye Salonu’nda “Uşşak Faslını icrâ ederek veren Afyon Mûsikî Cemiyeti, belirli aralıklarla verdikleri konserlerle çalışmalarına devam etmiştir. Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği alanında değerli hocalar tarafından birçok öğrenci yetiştirmiş olup Afyonkarahisar’a kültürel açıdan büyük destek sağlamıştır. Her yıl 17 Aralık’ta Mevlânâ Celâleddin Rûmî’yi anma çerçevesinde Mevlevi âdap ve geleneklerine bağlı bir şekilde Mevlevî Âyinleri icrâ ederek bu yönde de varlıklarını ispat etmiş ve çalışmalarını halkın desteğiyle de sürdürmüşlerdir. Ardından 2001 yılında Afyonkarahisar Valiliği İl Kültür Müdürlüğü korosu kurulmuştur. Çalışmalarını verdiği birkaç konserle göstermiştir fakat daha sonra çalışmalarına devam edememiştir. 2002 yılında kurulan Afyon Halk Oyunları Müzik Kültür Araştırma ve Yaşatma Derneği (AFKÜDER) halka açık olarak verdikleri konserlerle Afyonkarahisar müzik kültürüne katkıda bulunmuş ve müziğimizi gelecek kuşaklara aktarmayı amaçlamışlardır (Yaşar, 2004: 418-421). Ardından 2002 yılında Afyonkarahisar Belediyesi ve Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Türk Sanat Müziği Bölümü işbirliğinde kurulan Afyon Belediye Konservatuvarına, A.K.Ü Devlet Konservatuvarı Türk Sanat Müziği Bölümünde görev yapmakta olan birkaç öğretim görevlisi çalışmalarıyla destek vermiş birçok öğrenci yetiştirmiştir. Yapılan konserlerle varlığını gösteren Afyon Belediye Konservatuvarı daha sonra faaliyetlerini sürdürememiştir (Gündöner, 2010.11). 2011 yılında İşadamı İbrahim Alimoğlu’nun katkılarıyla kurulan Alimoğlu Kültür Sanat Araştırma Derneği (AKSAM), Afyon kültürüne hizmet etmeye devam etmektedir. Enstrüman kursları, Türk Sanat Müziği korosu, Türk Halk Müziği korosu, Tasavvuf Müziği korosu, Çok Sesli Müzik korosu, Sema Topluluğu, Çocuk korosu, Tiyatro, Ebru, Hat, Osmanlıca, Arapça, Kişisel Gelişim gibi dallardaki kurslara kadar çok farklı alanlara uzanan faaliyetlerle Afyonkarahisar halkına hizmet vermektedir. Ayrıca Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı bünyesinde Afyonkarahisar Valisi İrfan Balkanlıoğlu ve Alman koleksiyoner Wolfgang Ott’un büyük destek ve katkılarıyla oluşturulan ve Afyon halkının hizmetine sunulan İbrahim Alimoğlu Müzik Müzesi, ülkemizin en büyük müzik müzesi olma özelliği taşımaktadır. Yüz yılı aşkın geçmişe sahip, farklı müzik türlerinden çok sayıda enstrümanın yanında; radyo, gramofon, pikap gibi antika değeri olan eserler ve geleneksel kültürümüze büyük katkısı olmuş sanatçılarımıza ait kişisel eşyalar da bu müzede sergilenmektedir. Afyonkarahisar müzik kültürüne hizmet etmiş isimler şu başlıklar altında toplanabilir; Şairler: Semâî Mehmet Çelebi, Münevver Tolun, Âşık Yoksul Derviş, Fakı Eder, Ömer Kalafat, Ali Akçeken Araştırmacı ve Yazarlar: Osman Atilla, Nazım Bursalıoğlu, Niyazi Yılmaz, Ömer Faruk Yaldızkaya Bestekârlar: Ekrem Taşkınsel, Raif Somer, Fakı Eder, Şahin Türkeşsiz, Ziya Levent Topçuoğlu Derleyiciler: Nazım Bursalıoğlu, Niyazi Yılmaz, Ebubekir Özen, Halil Rıfat Aydemir, İcrakârlar: Derviş Ahmet, İbrahim Feyzi Doğaner, Murat Çelebi Öztorun, Şükrü Hanlı, Süleyman Boyacıoğlu, Abdullah Uluçelik, Kemal Bayık, Selahattin Yamaner, Hulûsî Yamaner, Bekir Arıkan, Mehmet Arsoy, Cemal Altıniğne, Nuri Karaşan, Kazım İşnaz, Ekrem Taşkınsel, Ahmet Çetintaş, Kemal Alpergül, Mahmut Yeşilçay, Abdullah Canıtez, Nezahat Bayram Çınar, Zahit Sagun, Ali Yarşi, Mehmet Pektaş, Mehmet Arıkan, Fethi Cönk, Niyazi Yılmaz, Cafer Arıkan, İhsan Sami Doğan, Osman Ünver, Ferit Gürakar, Kerim Ölmez, Ömer Yarşi, Murat Arıkan, Abdullah Gündöner, Alaaddin Anbanazlı, Mustafa Karaer, Ali Ula, Pınar Halaç, Nevzat Sağlık, Hüseyin Arıkan, Ekrem Çavuş, Halil Çelik, Cengiz Akın, Mehmet Ali Tortop, Şükrü Tunç, Mustafa Ertorun, Lokman Derya Solmaz, Tuncay Sağlık, Coşkun Hüseyin Dede, Nuri Dede, Tılı Murat, Nazım Bursalıoğlu, Niyazi Yılmaz, Halil Rıfat Aydemir, Ebubekir Özen. SONUÇ Bu çalışmada Afyonkarahisar müzik kültürüne hizmet edenler konulu araştırma için yaşayan musikişinaslarla birebir görüşmeler yapılmış, vefat edenler veya görüşme imkânı sağlanamayanlarla çeşitli kaynaklar yardımıyla bilgiler edinilmiştir. Afyonkarahisar ve ilçelerinde bulunan müzik derneklerinin, topluluklarının Afyonkarahisar kültürüne katkı sağladığı görülmektedir. Afyonkarahisar’da güftesi bestelenen şairlerin sayıca az olduğu kanısına varılmaktadır. Aynı şekilde var olan eserleri notaya alıp derleyenlerin, araştırmacı, yazarların ve bestekâr yönü ile hizmet eden kişilerin de sayıca az olduğu söylenebilir. Bunun aksine nispeten icrakâr sayısı daha fazladır. KAYNAKÇA DİKİCİ, R. Afyonkarahisarlı Meşhur Âlim, Edip ve Şâirler, VI. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, (369–380). Afyon Belediyesi Yayınları No:10, Ankara, 10–11 Ekim 2002. İLGAR, Y. Karahisâr-ı Sâhib Sultan Dîvânî Mevlevîhânesi ve Mevlevî Meşhurları, Afyonkarahisar Belediyesi Yayın No:14, Afyonkarahisar, 2008. GÖNÇER, S. Afyon İli Tarihi, C.II, Afyon, 1991. GÜNDÖNER, S. (2010). Afyonkarahisar Müzik Kültürüne Hizmet Edenler, Yüksek Lisans Tezi S.8, Afyonkarahisar. KAYA, D. Emirdağ Yöresi Ağıtlarının Yapısı, IV. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, (281–285). Afyon Belediyesi Yayınları No:7, Afyonkarahisar, 29–30 Eylül 1995. YAŞAR, Servet. Afyonkarahisar Geleneksel Halk Müziği, Anadolunun Kilidi Afyon, (418–421). T.C. Afyon Valiliği Yayın No:21, Afyon, 2004. YILMAZ, N. Afyonkarahisar Türkülerinin Edebî ve Mûsikî Örgüsündeki Sanat ve Estetik Yapı, IV. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, (98–118). Afyon Belediyesi Yayınları No:7, Afyonkarahisar, 29–30 Eylül 1995. TAŞPINAR 71 AFYON MÜZİK KÜLTÜRÜNE HİZMET EDENLER NAZIM BURSALIOĞLU A Yrd. Doç. Çağhan ADAR* fyonkarahisar bölgesel olarak birçok kültür ve medeniyete ev sahipliği yapmış bir şehirdir. Bu nedenle şehrin tarihi ve kültürel yapısı büyük zenginlikler barındırmaktadır. Koparal çalışmasında Afyonkarahisar’dan şu şekilde bahsetmektedir; MÖ 3000 ile 2000 yılları arasında Eski Tunç devrinden itibaren Afyonkarahisar bölgesinde yerleşmeler başlamıştır. Bunu, o dönemden kalan birçok höyük kanıtlamaktadır. MÖ 2000 yılının ilk çeyreğinde yani MÖ 2000-1750 zaman dilimi Asur Ticaret Kolonileri Çağı olarak ifade edilmiş ve bu dönemde Anadolu’da yaşayan halk, Hattiler olarak tanımlanmıştır. Hattiler bütün Anadolu’ya hâkim durumdaydılar. Daha sonra MÖ 1700-1500 yılları arasında Hititler Anadolu’ya hâkim duruma gelmişlerse de Anadolu’ya tamamen hâkim oldukları dönem MÖ 1500-1200 yılları arasıdır. Afyonkarahisar Kalesi de Hitit Kralı II. Murşil tarafından Arzava Seferi sırasında MÖ 1340 yılında burada konaklamak için yaptırılmıştır. MÖ 1200’de Hititler yıkılınca Anadolu’da Frigler Dönemi başlamıştır. MÖ 1200’lerde Orta Avrupa’dan gelen Frigler boğazları geçerek önce Bursa, İzmit çevresine daha sonra MÖ 1000 yıllarına doğru Frigler, Afyonkarahi- devam edecektir Bu tarihten sonra Afyonkarahisar yöresine Doğu Roma (Bizans İmparatorluğu) hâkim olacaktır. 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’da Türk fetihleri başlamış ve 1077’de Emir Sandık emrindeki Türk kuvvetleri, Dazkırı Dağı’ndan Akdağ’a kadar olan bölgeyi fethetmiş böylelikle Afyonkarahisar’da Türk iskânları başlamıştır. Bölge, Türk- Bizans sınırına yakın olması sebebiyle sürekli Bizans tacizlerine maruz kalmıştır. Ancak 1176 Miryakefalon Zaferi ile Afyonkarahisar’da kesin Türk egemenliği tesis edilmiştir. 13. yüzyılın ikinci yarısında, Selçuklu Veziri Muîneddin Pervane Sandıklı, Kütahya, Akşehir ve Beyşehir yörelerinin Valiliğini Vezir Sahib Ata’nın oğullarına vermiş böylelikle Selçukluların da zayıflamış olmasından dolayı bölge Sahibata oğullarının hâkimiyetine girmiştir. 1341 yılına gelindiğinde ise Sahib Ata Oğullarının son hükümdarının vefat etmesiyle bölge Germiyanoğullarının eline geçmiştir. 1390 yılında Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid Afyonkarahisar ve çevresini ele geçirerek Germiyanoğulları hâkimiyetine son vermiş ve Osmanlı Devleti bölgeye hâkim olmuştur. 1402 Ankara Savaşı neticesinde Osmanlı’da Fetret Devri’nin yaşanmasından dolayı Afyonkarahisar tekrar Germiyanoğullarının sar ve çevresine bütünü ile hâkim durumu geldiler. MÖ 6. yüzyıla gelindiğinde Frigler bölgedeki siyasi üstünlüğünü yitirmişlerse de etkileri daha uzun yıllar devam etmiş ve bölgenin ismi Frigya olarak kalmıştır. Friglerin zayıflaması ile Afyonkarahisar’ın güney kesimlerinde Lidya egemenliği görülmüştür. MÖ 6. yüzyılın ortalarından itibaren bir dünya devleti konumuna gelen Persler Anadolu’ya hâkim olmaya başlamışlardır. Persler bu dönemde Afyonkarahisar’da da siyasi üstünlüğü ele geçirmişlerdir. Pers egemenliği, Büyük İskender’in MÖ 333 yılında gerçekleştirdiği İssos Zaferi ile sona ermiştir. MÖ 333-30 Helenistik Dönem olarak adlandırılır ve bu tarihler ara- hükümranlığına girmiştir. Osmanlı Devleti’nin toparlanması ile son Germiyan Hükümdarı Yakup Bey’in ölmesi ve vasiyeti gereği 1429 yılında Afyonkarahisar yeniden Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir. Bu tarihten sonra Osmanlı hâkimiyetinde olan Şehir 1833’te bir süreliğine II. Mahmut ile mücadele eden Mısır Valisi İbrahim Paşa’nın eline geçmişse de aynı yıl tekrar Osmanlı hâkimiyetine dâhil olmuştur. Milli Mücadele yıllarında Afyonkarahisar birçok önemli askerî olaya sahne oldu. 1921 yılının ilkbaharında Yunanlılar tarafından kısa bir süreliğine işgal edildi (28 Mart - 7 Nisan). Ancak II. İnönü Muharebesi’nde Yunanlıların yenilgiye uğratılmaları bölgeden çekilmelerine sında Helenler Anadolu’ya hâkim olmuşlardır. MÖ 30 yıllarından itibaren Anadolu Roma yönetimi altına girecek ve MS 395 yılına kadar bu durum sebep olmuştur. 1921 yılının temmuz ayında Yunanlıların ikinci bir taarruza geçmeleri Türk kuvvetlerinin şehri 13 Temmuz 1921 yılında boşaltmalarına sebep olmuş ve şehir bir yıldan fazla bir süre Yunan işgalinde kalmıştır. Mus- * Afyon Kocatepe Üniversitesi TAŞPINAR 72 “1969 yılı Sema töreni,ayakta Nazım Bursalıoğlu’’ tafa Kemal Paşa’nın kumanda ettiği Türk kuvvetlerince 27 Ağustos 1922’de Yunan ordusu bozguna uğratılmış ve Afyonkarahisar’da tekrar Türk egemenliği tesis edilmiştir. Müzik Kültürü Müzik kültürü bir yerin veya bir bölgenin sadece müzik açısından sahip olduğu yapı değil, ritim, sözler, kıyafetler ve oyunlar gibi birçok unsurun bir araya gelmesiyle oluşan değerlere kültür denir. Müzik kültürü ise bölgenin yapısal özelliklerini sözel ve melodik olarak yansıtan bir kültür değeridir. Afyonkarahisar müzik kültürü açısından bölgesindeki en zengin mirasa sahip şehirler arasında yer almaktadır. Gündöner çalışmasında kültürden şu şekilde bahsetmektedir; Kültür kavramını birçok şekilde tanımlayan ilim ve bilim adamı vardır. Genel olarak yapılan araştırmalara göre kültür, bir milletin şahsiyeti, kendi tarihinin süreci içinde oluşmuş maddi ve manevî değerler bütünü olarak tanımlanabilir. Bir milletin birçok alanda gelişmiş kültürü bulunmaktadır. Kıyafet, yemek, dil, müzik vs. bir milletin kimliğinin oluşmasını sağlayan parçalardır. Araştırmanın temelini oluşturan Afyonkarahisar müzik kültürü de, Afyonkarahisar’ın kendi kimliği açısından önemli bir parçadır. Afyonkarahisar merkez ve ilçelerinde kendi yöresine has deyişlerin, türkü- Bu geniş müzik kültürü içinde birçok araştırma, çalışma, derleme yapılmış ve bu alanlarda faaliyet gösterilmiştir. Afyonkarahisar’ın müziği, kültür merdiveninin önemli bir basamağı olmuştur. Afyonkarahisar müzik kültürünün önemli bir parçasını halk ezgileri oluşturmaktadır. Halk müziği, bir toplumun duygularını, düşüncelerini, gelenek ve göreneklerini, kahramanlıklarını, inançlarını, atasözlerini, deyimlerini, doğumda ninni ile başlayan ve ölümde ağıtla nihayet bulan insanoğlunun her döneminde ses ve dil olarak nesilden nesile günümüze kadar ulaşmasını sağlayan kültürün bir bütünüdür. Afyon müzik kültürünün gelişmesinde kişiler kadar birçok kişisel ve devlet kuruluşları tarafından kurulan korolarında bu kültürde çok büyük etkileri olmuştur. Özellikle 14 yıldır devam eden klasik müzik ve jazz müzik festivalleri dünyanın birçok bölgesinden alanlarında uzman ve tanınmış sanatçılar getirerek, Afyon müzik kültürüne farklı bir açıdan zenginlik katmaktadır. Bu festivaller sayesinde şehrin diğer müzik türlerini de tanıması ve sevmesi yönünde büyük gayretler ve çalışmalar sarf edilmektedir. Festivaller dışında çeşitli korolar kurularak müzik kültürü yaşatılmaya devam etmektedir, korolardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz; lerin, ilahilerin, müzik geleneğinin bulunduğunu görmekteyiz. Sandıklı’da Yâren Geleneği, Emirdağ Yöresi Ağıtları, Dinar’da Kerem Havaları bunlara birer örnektir. ‘’Nazım Bursaloğlu geride Afyonkarahisar Yöresi Türküleri (1993), Afyonkarahisar Mutasavvıfları ve Din Bilginleri(2000) adlı eserleri bırakmıştır. TAŞPINAR 73 Afyonkarahisar Mevlevihanesi Yamaner, Ekrem Taşkınsel (keman), Selahattin Yamaner, Afyon Halk Evi Hulusi Arık ( kanun), Ruhi Öner (ud), Zahid Sagun, Kemal Afyon Mûsikî Cemiyeti Alpergül (kudüm), Kemal Bayık, Ahmet Öğüt, Nazım BurAfyonkarahisar Belediyesi Mûsikî Eğitim salıoğlu, Emin Doğrusoy, Abdullah Akar, Mehmet Akdede, Merkezi Macit Ongun, Süleyman Gül, Fatih Gümüş (âyinhan) gibi Afyonkarahisar Valiliği İl Kültür Müdürlüğü isimlerdir. Semazen heyetinde yer alanları ise şu şekilde Korosu sıralayabiliriz: Mehmet Dönergöz, Enver Turunç, Selçuk Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet KonserBayraşa, Bekir Alpergül, Mehmet Yüce, Rıza Sarı vatuvarı Afyon müzik kültürüne en çok hizmet eden sanatAfyon Halk Oyunları Müzik Kültür Araştırma çılar arasında önde gelen isimlerden birisi de Nazım Ve Yaşatma Derneği Bursalıoğlu’dur. Afyon türkülerinin birçoğunu derleyerek Afyonkarahisar Belediyesi Konservatuvarı müzik kültürümüze kazandıran önemli isimlerden bir taNazım Bursalıoğlu Alimoğlu Kültür Sanat Derneği nesidir. Afyon müzik kültürünün gelişmesinde ilk teMüzik kültürümüze büyük katkıları olan Nazım Burmeller Mevlevihanenin kurulmasıyla başlamıştır. Gündöner çalışmasınsalıoğlu 1931 yılında Afyon’da doğmuş, ilk, orta ve lise eğitimini burada da Afyon mevlevihanesinden şu şekilde bahsetmektedir; Mevlevihaneler tamamlamıştır. Askerliğini yedek subay olarak yaptıktan sonra, Afyon Çiiçinde asitâne özelliğine ve önemli bir konuma sahip olan Afyonkarahisar mento Fabrikasında Eğitim ve Haberleşme şefi olarak iş hayatına atılmıştır. Mevlevihanesi’nin ne zaman kurulduğu bilinmemektedir ve bu konuda çeSonrasında Afyon Akşam Teknikler Okulunu bitirmiştir. Genel konular ve şitli çalışmalar ve tahmini tarihler bildirilmiştir. Yapılan araştırmalar neticemüzik üzerine gazete ve dergilerde yazıları da yayımlanan Bursalıoğlu, bir sinde Germiyan Ali Şîr oğlu Yakup Han’ın Mehmet Celâleddin oğullarından ara Amerika Birleşik Devletlerinde Hizmet İçi Eğitim çalışmalarına katılmışMehmet Bahaeddin Veled oğlu Mehmet (Ulu Arif Çelebi) ve evlatları için tır.1988 yılında emekli olunca Afyon türkülerini derleme çalışmalarına baştanzim ettiği ilk vakfiyesi bilinen ilk vakıf kaydı olarak görülmektedir. lamış, bu çalışmaları yürütürken Tasavvuf musikisi üzerine de araştırmalar 4 Eylül 1925 tarihinde çıkarılan bir kanunla tekke ve zaviyelerin kayapmıştır. Şarkı ve ilahi formunda beste çalışmaları vardır. patılması üzerine uzun süre Sema Törenleri yapılamamıştır. Afyonkarahisar 1940-44 yılları arasında Afyon Müftülüğüne bağlı olarak açılan Kur’an Mevlevi Dergâhı da minberi ve minaresi olması sebebiyle kapatılmamış, Kursunda Kur’an okuma ve Hıfza çalışması ile de dini bilgilerini geliştircami olarak işlevini sürdürmüştür. Afyonkarahisar Mevlevihane’sinde yetişen miştir. 1950-51 yıllarında Ankara radyo evinde kemençe sanatçısı Vedia musikişinaslarla birlikte musikiye gönül vermiş olan Neyzen İbrahim Fevzi Tunççekiç hanımefendinin açtığı müzik kursuna devam ederek nota, usül ve Doğaner, Kanunî Reşat Hoca, Kemanî Hulusi Yamaner, Kanunî Selahattin makam dersleri almıştır. 1955 yılında kurulan Afyon Musiki Cemiyetinde Yamaner, Tanburî Cemal Altıniğne, Bestekâr Ekrem Taşkınsel, Neyzen Hasan yıllarca görev almış ve 1960-70 yılları arasında yapılan Mevlana ve Sultan Sanlı gibi birçok değerli isim 1932 yılında kurulmuş olan Afyon Halk Evi’nde müzik çalışmalarını sürdürmüşlerdir. 1950-1954 yılları arasında Konya’da düzenlenen Mevlânâ’yı Anma Törenlerine katılmak üzere Afyonkarahisar’dan mutrıp heyeti ve semazenler davet edilmiş ve bu törenlere Arif Çelebi, Hüsrev Çelebi, Kemal Bayık, Mehmet Bayraşa, Fehmi Bayraşa, Ahmet Öğüt, Bekir Gümüş, Hulusi Yamaner, Selahattin Yamaner, Hasan Sanlı, Abidin Çelebi, Edip Ali Bakı, Rıza Sarı, Cemal Altıniğne, Murat Çelebi Öztorun, Ulvi Bayraşa, Yahya Tekin gibi değerli musikişinaslar katılmıştır. 1955 yılında kurulan Afyon Mûsikî Cemiyeti’nde de faaliyetlerine devam eden bu değerli isimler 1960–1970 yılları arasında muhtelif tarihlerde Afyonkarahisar’da Sema Törenleri düzenlemişler ve Mevlevi Âyinleri icra etmişlerdir. Mutrıp heyetinde yer alanlar, Kemal Bayık, Hasan Sanlı, İhsan Sami Doğan (ney), Hulusi TAŞPINAR 74 Divani’yi anma programlarında Na’t ve Ayinhan olarak görev almıştır Bursalıoğlu, 2003 yılında vefat etmiş fakat müzik kültürümüz için çok büyük bir miras bırakmıştır. KAYNAKÇA Bursalıoğlu, N. (1993), Afyonkarahisar Yöresi Türküleri, Kültür Ofset Basımevi, Antakya Bursalıoğlu, N. (2000), Afyonkarahisar Mutasavvıfları ve Din Bilginleri, Taraflı Ofset Matbaası, Denizli Gündöner, S. (2010), Afyonkarahisar Müzik Kültürüne Hizmet Edenler, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Afyon Koparal, K. (2011), Vilayet Sâlnâmelerinde Afyonkarahisar, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Afyon AFYONKARAHİSAR’DA MEVLEVİLİK VE MUSÎKİ T ürklerin İslamiyet’i kabulünün ardından, kurulan birçok tekke ve tarikat, dervişlerin göstermiş olduğu çabalar sayesinde Selçuklu ve Anadolu’da yayılma imkânına erişmiştir. Bu tarikatlardan biri olan Mevlevilik kendine özgü özellikleri ile diğer tarikatlardan farklılıklar göstermiştir. Mevlevilik hem Müslümanlar hem de Müslüman olmayan birçok toplumu etkilemiş ve kendine geniş bir coğrafyada yer bulmayı başarmıştır. Mevlevilik felsefesini oluşturan Mevlânâ Celâleddin Rûmi, günümüzde Afganistan’ın sınırları içinde olan, o dönem bir Türk şehri konumundaki Belh’te 30 Eylül 1207 tarihinde doğmuştur. Doğum tarihi konusunda çeşitli rivayetler mevcuttur (Yağmur, 2010: 15). Çoğunlukla kaynaklarda 1207 tarihi savunulmaktadır. Türk toplum hayatında önemli bir yere sahip olan Mevlevilik tarikatı, Mevlânâ Celaleddin Rûmi‘nin vefatının ardından kurumsallaşmıştır. Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde Mevlevihaneler kurulmuş ve bu tarikat bu sayede yayılma imkânına sahip olmuştur. Kurulan bu Mevlevihaneler adeta birer okul özelliği göstermektedir. Bu okulda müzik, İslami ilimler, hat, gibi çeşitli konularda bilgiler öğrenilmekteydi. Mevlânâ’nın torunları Ulu Arif Çelebi ve Dîvane Mehmet Çelebi’nin kendi zamanlarında yapmış oldukları seyahatlerde Mevlânâ’nın öğretilerini anlatmaları şüphesiz ki Mevleviliğin yayılmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Ulu Arif Çelebi’den sonra Mevlevilik bir süre duraklama dönemi yaşamıştır. Afyonkarahisar Mevlevihane’si postnişini olan Aba-pûş Bali Çelebi’nin oğlu Dîvane Mehmet Çelebi’nin sayesinde tekrar bir ivme kazanmıştır (Daşdemir, 2010: 179). Afyonkarahisar, Konya’dan daha çok merkezi bir yapıya bürünmüştür. Coğrafi konumu nedeniyle Konya İline yakın olması Afyonkarahisar’ı etkin bir rol oynama özelliğine kavuşturmaktadır. Bu sebeple Afyonkarahisar, Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin yaşadığı dönemde de Mevlevi çevreleriyle iç içe olmuştur. Mevlânâ’nın oğulları olan Sultan Veled ve Alaaddin Çelebi burada sün- Gamze KOR net olmuşlardır. (Akt: Daşdemir, 2002: 180). Afyonkarahisar Mevlevihane’si bünyesinde yetişen dervişler, Mevleviliği diğer ülkelere yayma konusunda önemli bir yere sahiptirler. Divâne Mehmet Çelebi babası Şeyh Abapûş Bâli Çelebi hayattayken, Afyonkarahisar Mevlevihane’si şeyhlik görevine getirilmiştir ve babasının vefatının ardından bu görevi yerine getirmeye devam etmiştir. Divâne Mehmet Çelebi ve halifelerin çabaları sayesinde Anadolu ve Anadolu dışında (Midilli,Halep, Cezayir, Mısır v.b) yerlerde Mevlevihaneler açılmış ve bu sayede Mevlevilik tarikatı çok geniş kitlelere ulaşma şansını yakalamıştır. XVI. ve XVII. Yüzyılları arasında Mevlevilik tarikatı Osmanlı Devleti tarafından önemli ölçüde desteklenmiştir. Osmanlı Devleti padişahlarından biri olan II. Murad, Edirne’de Mevlevilere donanımlı bir Mevlevihane açmıştır. Daha sonrasında Osmanlı Devleti’nin başına geçmiş olan hemen hemen tüm padişahlar Mevleviliğe ilgi duymuş ve bu tarikatı her daim gözetip saygı göstermişlerdir. Sultan II. Bayezid, Afyonkarahisar Mevlevihane’si Postnişini Sultan Divânî Mehmet Çelebiye İstanbul’da bulunan Kule kapısı bir diğer ismi ile Galata Mevlevihane’sini kurması için, kendisini İstanbul’a davet etmiştir. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman çıktıkları seferlerde Mevlevihane şeyhlerini ve Mevlevi tarikatında bulunan müritleri de beraberinde sefere götürmekteydiler. (http://www.konya.bel.tr/sayfadetay.php?sayfaID=126) * Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi TAŞPINAR 75 AFYONKARAHİSAR’DA MÜZİK EĞİTİMİNE DAİR M. Akif Aslan Doç. Dr. Emel Funda TÜRKMEN* Afyonkarahisar Mevlevihane’si 1925 yılına kadar Mevlevihane olarak kullanılmıştır fakat tekke ve zaviyelerin kapatılması kararıyla yürürlüğe giren yasanın ardından faaliyetler son bulmuştur. Afyonkarahisar Mevlevihane’si 2007 yılına kadar camii olarak kullanılmaktaydı, daha sonrasında ise caminin müştemilatı arasında bulunan yapılar Afyonkarahisar Belediyesinin imkânları ile müze haline dönüştürülmüştür. Bu müze; derviş odalarından, matbah, Hamuşan (mezarlık)’dan oluşmaktadır. Afyonkarahisar Mevlevihane’sinde birçok ilke imza atılmıştır. Bunlardan biri de, kırk hatimli şifalı aşure geleneğinin ilk kez Afyonkarahisar Mevlevihane’sinde gerçekleşmesidir. Afyondan sonra birçok Mevlevihane bu geleneği sürdürmüştür. Günümüzde ise bu gelenek sadece Afyonkarahisar Mevlevihane’sinde sürmektedir. Afyonkarahisar Mevlevihane’si müze olarak kapılarını misafirlere açtığı ilk günden beri sayısız ziyaretçiye ev sahipliği yapmıştır. Müzeyi ziyarete gelen kişilere, Mevlânâ ve onun öğretileri hakkında bilgiler verilmektedir. İyi bir rehberlik hizmeti ile karşılaşmanız bu kültürü anlamanızda yardımcı olmaktadır. Mevlevilikte musiki, Mevlevi tarikatının ibadetlerinde kullandığı önemli ve gerekli bir araçtır. Mevlevi Ayîni, Mevlevilerin sema adı verilen törenlerde kullandıkları musiki eşliğinde yapılan Mevlevilere özgü bir ibadet şeklidir. Günümüzde bu tarikat varlığını sürdürmediğinden Mevlevi ayini bir ibadet olarak yapılmamaktadır. Ancak genellikle Aralık ayında Hz. Mevlânâ’yı anma etkinlikleri kapsamında’’ Şeb-i Aruz’’ adı altında sema gösterileri düzenlenmektedir. Afyonkarahisar’da da Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Afyonkarahisar Belediyesinin katkılarıyla Hz. Mevlânâ çeşitli etkinliklerle anılmaktadır. Kültürümüzün bir parçası olan Mevleviliği ve Mevlânâ’nın düşüncelerini yaşatıp bu değerlere sahip çıkmamız gerekmektedir. “Yine de gel... Yine de gel! Ne olursan ol yine de gel! Hristiyan, Mecusi, putperest olsan yine de gel... Bu bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değildir Yüz kere tövbeni bozmuş bile olsan yine gel” Hz. Mevlânâ KAYNAKÇA Daşdemir, L. (2002). Sultan Dîvânî ve Afyonkarahisar’da Mevlevilik, Afyon: Afyon Kocatepe Üniversitesi. Yağmur, S. (2010). Mevlâna Celaleddin Rûmi Tennure ve Ateş, Konya: Karatay Akademi Yayınları. http://www.konya.bel.tr/sayfadetay.php?sayfaID=12. Müzik eğitimi, yıllardır ülkemizde bir hayli ihmal edilmiş bir konudur. Oysa Atatürk 1924 yılında ilk Musiki Muallim Mektebini açmış, 1934 yılında ise Müzik ve Temsil Akademisinin çalışmalarına başlamış fakat sonuç alamamıştır. Bu büyük bir zaman kaybı olmakla birlikte, yetişen müzik eğitimcileri de boş durmamışlar, sayıları ve olanakları yetersiz olsa da gittikleri yerlerde gerekli çalışmaları yapmayı sürdürmüşlerdir. Müzik eğitimi kurumlarının akademik bir yaklaşımla eğitim vermeleri 1982 yılını bulmuş, bundan sonra üniversite çatısı altında, Eğitim Fakültelerine bağlı olarak verdikleri eğitim ile müzik eğitimcileri yetiştirilme çabası başlamış, yetiştirilen müzik eğitimcilerinin gerek Türk müziğine, gerekse batı müziğinin disiplinine sahip olarak yetişmeleri sağlanmak istenmiştir. 1995 yılı kurumsal açıdan olmasa da bir derneğin giriştiği faaliyetler açısından çok önemlidir. İlk kez düzenlenen Türkiye Korolar Şenliği müzik eğitiminde yeni bir dönemin başlamasına yol açmıştır. Şenlik Türkiye’nin dört bir yanından gelen amatör/özengen koroların çalışmalarının sergilendiği bir ortam olarak, müzik eğitimcilerine çalışmalarını sergileme, görücü, izleyici karşısına çıkma olanağı sunmasının çok daha ötesinde, daha iyi olma, yeni bilgi ve becerilerle donanma ve yeniden öğrenme imkânı sunmuştur. Her yıl katılan, diğer koroları izleyen şefler hem bildiklerini uygulama, hem de yeni repertuar edinme şansına sahip olmuşlar, başkalarında gördükleri eserleri de kendi repertuarlarına katma fırsatı bularak mesleki gelişimlerini sağlamıştırlar. Bu şenliğin çok boyutlu işlevleri, koro şefleri ve müzik eğitimcileri açısından, koro üyeleri açısından ve ülkemiz müzik eğitimine olan katkıları açısından ele alınıp değerlendirildiğinde, en genel anlamda koro * TAŞPINAR 76 Öğretim Üyesi; Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı şeflerine bir eğitim ortamı sunmasıyla, koro üyelerine birlik ve beraberlik içerisinde toplumsal, psikolojik ve kültürel bir kendini geliştirme olanağına sahip olmalarıyla önemli bir fırsat yaratmış, hepsinin yanında ülkemiz koro repertuarının gelişmesine çok büyük bir katkıda bulunmuştur. Bu şenlik için yapılmış düzenlemeler, bestelenmiş eserler, kurulmuş korolar bunun en güzel göstergesidir. Zamanla bu şenliklerin ülkemiz çapında arttığı ve çoğaldığı görülür. Bunlardan biri de Afyon’da düzenlenen Çocuk Koroları Şenliğidir. Türkiye Polifonik Korolar Derneğinin Ankara’da düzenlediği, Türkiye Polifonik Korolar Şenliğinin benzeri bir düzenlemeyi çocuk koroları için gerçekleştirmek üzere başlayan şenlik aynı işlevlerin gerçekleşmesine ve müzik eğitimcilerinin çocuk koroları konusuna eğilmelerine yol açmış, çocuk şarkılarının bestelenmesine ve bestelenmiş eserlerin seslendirilerek repertuarın nitelik ve nicelik açısından gelişmesine katkıda bulunmuştur. 2015 yılında sekizinci kez düzenlenen şenlik Avrupa’daki birçok şenlikten daha önce başlamış ve devam etmektedir. Bundan başka Afyon müzik eğitimine katkıda bulunan ve diğer illere de örnek teşkil eden bir başka çalışma, Müzik Eğitimcileri Çalıştayıdır. Çalıştay, Afyon ilindeki ilk ve orta dereceli okullarda müzik eğitimi vermekte olan öğretmenlerin gelişimine katkıda bulunmak üzere çalışmalar yapmakta, alanında uzmanlaşmış müzik eğitimcilerinin bilgi ve birikimlerini paylaştıkları bir ortam sunmaktadır. Katılan müzik eğitimcilerinin okullarında yürütmekte oldukları çalışmaları daha iyi bir şekilde düzenlemek üzere her türlü bilgi ve paylaşımın gerçekleştiği çalıştay 2015 yılında 9. kez düzenlenmiştir. Afyon Amatör Çalgıcılar Festivali, yine Afyon Kocatepe Üniversitesi taTAŞPINAR 77 rafından gerçekleştirilen ve başka illere örnek teşkil eden, örnek alınan her yıl farklı şehirlerden onlarca çocuğun katıldığı bir festivaldir. Amatörce çalgı çalan ve yaptığı çalışmaları izleyici karşısında sunmak isteyen herkese açık bir festivaldir. Katılımcıların bireysel ve grup performanslarını sergileyebildikleri bu festival ile çalgı eğitiminin amatör düzeydeki gelişimine katkıda bulunulmaya çalışılmakta, değerlendirme kurulunda görev alan uzmanlar, çalgı eğitimi veren eğitimcilere de yol göstermektedirler. Ayrıca, bu festivale katılanlar, her yıl daha büyük bir başarı yakalamak ve daha iyi bir performans elde etmek üzere yaptıkları çalışmaları daha ciddiye almakta ve çalgı performansında da bir nitelik artışı sağlanmaktadır. Bunların da ötesinde, sahneye çıkan bu amatör çalgıcılardan pek çoğu mesleki müzik eğitimine yönelerek, alanında daha etkili bir eğitim almak üzere konservatuvar ve müzik eğitimi kurumlarına yönelmektedirler. Afyon, AKÜ Devlet Konservatuvarının yürüttüğü birçok etkinliğin gerçekleştirildiği bir şehirdir. Okullarda kurulmuş ve çalışmaları devam eden onlarca koro bulunmaktadır. AKÜ Koroları ise, koro eğitimi alanında herkesin aradığını bulabileceği bir ortam sağlamaktadır. Çocuk koroları; minikler, çocuk, Nurten Anne ve çok sesli çocuk koroları olarak faaliyetlerine devam ederken, 2015-2016 yılında gençlik korosu da faaliyetlerine başlamış, yetişkinler korosunun kuruluş çalışmaları ise devam etmektedir. Müzik eğitimi, bireylerin yaşamlarına pek çok açıdan katkı sağlayan bir alandır. Yapılan araştırmalar, müzik eğitimi alan bireylerin beyinlerinin farklı ve daha organize olmuş bir şekilde çalıştığını ortaya koymaktadır. Ayrıca müzik etkinliklerine katılan bireyler, daha sosyal ve iletişim kurmada çekinmeyen, girişimci özellikler kazanmaktadırlar. Birçok olumsuz davranış örneklerinin müzik ve özellikle koro çalışmalarında düzeldiği, bireylerin toplumsal yönlerinin geliştiği, çevrelerindeki insanlara karşı daha anlayışlı ve sevecen yaklaştıkları, eleştiriye açık oldukları, eleştirilmekten korkmadıkları görülmektedir. Sadece bu kazanımlar bile müzik etkinliklerinin gereğini ortaya koymaktadır. Ayrıca bir topluluğa ait olmak, bir grubun parçası olmak, bireylerde özgüven duygusunu pekiştirmekte, bu grupla birlikte elde ettikleri başarılarla mutlulukları perçinlenmekte, günlük yaşamlarında diğer işlerinde de başarılı olmalarına yardımcı olmaktadır. Afyon, çeşitli etkinliklerin yanı sıra dünyada ilk müzik yarışmasının yapıldığı bir yer olarak, MARSYAS Kültür, Sanat ve Müzik Festivalinin düzenlendiği bir şehirdir. Her yıl yapılan uluslararası müzik yarışmasına dünyanın çeşitli ülkelerinden katılımcılar gelmektedir. Bu yönüyle hem ülkemiz kültürüne hem de ülkemizin uluslararası alanda tanınmasına hizmet etmektedir. Yine önemli ve ülkemiz müzik eğitiminde oldukça değerli bir yere sahip olan CAKA (Cihat Aşkın ve Küçük Arkadaşları) projesi, Afyon’da TAŞPINAR 78 AFYON HALKEVİ YAYIN ORGANI TAŞPINAR DERGİSİNDEKİ MÜZİK YAZILARININ İÇERİK ANALİZİ* Safiye YAĞCI** dört yıldır faaliyet göstermektedir. Bu proje, küçük yaşta çalgı eğitimi alan çocukların, bir sistem içerisinde eğitim almalarına katkıda bulunmasının ötesinde, bilginin paylaşıldığı ve ortak bir eğitim sisteminin ülkemiz koşullarına göre şekillendirildiği bir yapıya sahiptir. Proje, kendi kültüründen yola çıkan, farklı kültürleri de kendi kültürünü benimsemiş bir birey olarak tanıyan müzik eğitimi almış, estetik duyguları gelişmiş, sanatı seven insanlar yetiştirmektedir. Yetişen öğrencilerden kurulan-büyük çoğunluğu 7-17 yaş arası çocuklardan oluşan bir orkestra da çalışmalarına başlamış, konser verme aşamasına da gelmiştir. Bir başka önemli husus da Afyon’da görev yapmakta olan çeşitli kuruluşların bu eğitim faaliyetleri içerisinde yer almakta gösterdikleri paylaşımcılıktır ki, ülkemizde her yerde olması arzu edilen bir durumdur. Örneğin, 23 Nisan Çocuk Koroları Şenliği, Afyonkarahisar Valiliği, Afyon Kocatepe Üniversitesi, İl Milli Eğitim Müdürlüğü, AKÜ Devlet Konservatuvarı Mezunları Derneği, AKSAM ve Özel Telek Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi gibi kuruluşların işbirliği içerisinde verdikleri maddi manevi destekle yürütülmekte, örnek bir paylaşım sergilemektedir. Yine müzik eğitimi alanında Afyonkarahisar Belediyesinin de çeşitli hizmetleri bulunmaktadır. Afyon’da, biri bin kişi kapasiteli kongre merkezi olmak üzere yaklaşık 7 kültür merkezi ve salon bulunmaktadır. Büyük gurur duyulacak bir olaydır ki, bu salonlar için artık eylül, ekim aylarında etkinlik için sıra almak, çalışmaları planlamak gerekmektedir. Bununla birlikte, yapılan çalışmaları yeterli de görmemek gerekir. Arzu edilen, yapılan bu faaliyetlerde dinleyici izleyici kitlesinin çoğalması ve Afyon halkının büyük bir çoğunluğunun sanatı yaşamlarının önemli bir öğesi olarak görmeleri ve ihtiyaç olarak algılamalarıdır. Bilim ve teknolojinin sanattan yoksun yürümediği ve ilerleyemeyeceği gelişmiş toplumlar tarafından tecrübe edilmiş bir gerçektir. Bu gerçekten hareketle, müzik eğitimine yönelik yapılan çabaların Afyon’un kültür düzeyi yüksek bir şehir olmasına katkıda bulunacağı ve daha yaşanılır bir şehir olmasına hizmet edeceği düşünülmektedir. Türk kültürünü yaymak, milli birliği sağlamak, aydınlar ve halk arasındaki iletişimi sağlamak amacıyla 1932 yılında kurulan ve 1951 yılına kadar varlığını sürdüren halkevleri, sosyal ve kültürel anlamda halkın kendisini geliştirmesi amacıyla faaliyet göstermiştir. Dil, tarih, edebiyat, güzel sanatlar gibi pek çok alanda kendini gösteren halkevleri, birçok konuya yönelik kurslar ve etkin çalışmalarla halkın eğitim seviyesini yükseltmeye de yardımcı olmuştur. Afyon Taşpınar süreli yayını da bu dönemde dergi çalışmalarına katkıda bulunmuştur. Bu yazıda Afyon Taşpınar dergilerinde yer alan müzik yazılarının içerik itibariyle incelenmesi amaçlanmış ve bu doğrultuda süreli yayınlar, yazar, tarih ve konuları itibariyle irdelenip toplumun kültürel gelişimine ne yönde katkı sağladığı araştırılmıştır. AFYON HALKEVİ’NİN KURULUŞU Afyon zaferin kazanılmasının öncesinde çok büyük sıkıntılarla yüz yüze gelmiş, maddi manevi sıkıntılarına rağmen halkevinin açıldığı ilk şehirlerarasında yer almıştır. Yelken, “Savaş tahribatından en çok etkilenen illerimizden biri olmuş; uzun dönem içine kapanarak yaralarını sarmaya, tarihin yorgunluğunu atmaya çalışmıştır. Bu dönemde birkaç devlet yatırımı yeni fabrikalar ve binalar dışında bir yalıtılmışlık içinde geleneksel tarım ağırlıklı bir ekonomiye sahipti. Buna rağmen şehirde yeni yapılaşmalar başlamıştı. Halkevi binası da bu dönemde yapılan belli başlı eserlerden birisi idi” der (2001: 185). Afyon Halkevi, ilk açılan 14 halkevinden biri olarak Türk Ocağı binasında Ankara’dan radyo ile yapılan açılış töreni ile başlamıştır. Halkevinin başkanlığını yapan Galip Demirer açılış konuşmasını yapmış, (Akt. Demirdelen ve Ortak, 2006: 256); Afyon halkını her konuda bilinçlendirmek ve inkılâplara ısındırmak için yoğun bir çaba içerisine girmiştir (Şahin, 2004: 43-44). Toplumun her kesiminden insanı bir araya getirmeyi, kültürel çalışmaların içerisinde yer almalarına olanak sağlamayı ve halkı bilinçlendirmeyi amaç edinen Halkevi, dönemin olumsuzlukları içerisinde önemli bir görevi yerine getirmiş, aydın ve halk kesimini birleştirici bir araya getirici bir işlev görmüştür. AFYON HALKEVİ YAYIN ORGANI TAŞPINAR DERGİSİ Afyonkarahisar’ın basın ve kültür hayatında önemli bir yer tutan Taşpınar dergisi Afyon Halkevi Edebiyat Şubesi tarafından 19 Kasım 1932 taBu araştırma, Safiye YAĞCI’nın “Afyon Halkevi Faaliyetleri ve Yayın Organı Taşpınar Dergisindeki Müzik Yazılarının İçerik Analizi” adlı makalesinden yararlanılarak hazırlanmıştır. ** Araştırma Görevlisi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı * rihinde yayınlanmaya başlamış, derginin imtiyaz sahibi Eflatun Cem Güney’dir, Neşriyat Müdürlüğünü ise Dr. Kemal Bey yapmıştır (Taşpınar 19 Kasım 1932). Adını şehrin su ihtiyacını karşılayan Taşpınar Suyu’ndan alan derginin adının Ali Çetinkaya tarafından verildiği, dergide Edip Ali Bakı, Süleyman Hilmi Gönçer, Osman Attilla, Haydar Çerçel, Namdar Rahmi Karatay, A.Mahir Erkmen, Muzaffer Görktan gibi kişilerin sürekli yazı yazanlar arasında oldukları bildirilmektedir. Dergi yerel basın tarafından övülmekle kalmamış, Son Haber Gazetesi’nin bildirdiğine göre Milliyet gazetesi yazarı Nurullah ATA, Taşpınar’ı Afyon Halkevinin çıkarttığı güzel ve dolgun bir dergi olarak nitelendirmiştir. Balıkesir’de çıkan Türk Dili dergisinde Taşpınar’dan övgüyle söz eden yazılar yayınlandığı, Hakimiyet-i Milliye’den Bürhan ASAF’ın Taşpınar’ı beğenici bir dille andığı, Yeni Gün dergisinin de Taşpınar’dan övgüyle bahsettiği kaydedilmektedir (Akt. Demirdelen ve Ortak, 2006: 260). Dergide dikkat çeken bir özellik de yazı yazanlara para verilmemiş, dergiye ilan ve reklam konulmamıştır. Dergini asıl amacının, halkı her konuda aydınlatmak olduğu, hikâye, masal, folklor, hatıra, makale, lirik ve epik şiir gibi yazı türlerinin yer aldığı görülür. Dönemin fikir yapısını ortaya koyan, Afyon’un tarihi temellerini öne çıkaran, araştırmalara kaynak teşkil eden önemli bilgiler içermektedir (Şahin, 2004: 79-80). Bu yönüyle bir dönemin şehir yaşamına ve toplumsal yanına ışık tutmakta, dönemin aydınlarının görüş ve düşüncelerini yansıtmaktadır. AFYON HALKEVİ GÜZEL SANATLAR ŞUBESİ MÜZİK KOLUNUN FAALİYETLERİ 1934 yılı Şubat ayında çıkan Taşpınar dergisinin 16. sayısında Afyon Halkevi’nin bir yıllık faaliyet raporları içerisinde Güzel Sanatlar Şubesinin faaliyetleri şu şekilde aktarılmıştır: “Bu şubenin faaliyeti iki sene içinde öğünecek derecede inkişaf etti. Geçen yıl musiki meraklılarınTAŞPINAR 79 dan mürekkep bir kalabalık “halk musikisi evi” namile bir yurt kurdular. Muhtelif vesilelerle halk şarkılarının ölmez ve aşınmaz nağmelerini dinlettiler. Bu yıl şubenin mesaisi ikiye ayrıldı. Bir kısım halk şarkılarını derlemek toplamakla bir kısım da modern musiki ile uğraşıyor.” Yine 1934 yılı Eylül ayına ait 23. sayıda diğer şubelerin faaliyetlerinden bahsedilirken güzel sanatlar şubesi müzik koluna dair bilgi verilmemiştir ve sahne tertibatı ve salon eksikliğinden bahsedilmiştir. 1934 yılı faaliyet raporlardan edinilen bilgilere göre 1932’de Afyon Halkevi’nin kurulmasından sonra müzik koluna olan ilginin yoğun olduğu söylenebilir. Müzik kolu faaliyetlerinin iki sene içerisinde övünülecek derecede faaliyetlerini ortaya çıkarması ve müzikle uğraşan kişilerin “halk musikisi evi” kurması bu durumu doğrular niteliktedir. Değişik amaçlarla halk müziğinin parçalarına konserlerinde yer vermeleri, müzik kolunun milli benliğe, halkın kültürüne sahip çıktığının göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Müzik kolunun ikiye ayrılıp bir kısmının halk şarkılarını derlemekle ilgilendiği, diğer kısmının modern müzik diye tabir edilen ve Avrupa müziğini örnek aldığı tahmin edilen müzikle uğraşması ise, halkın bir taraftan kendi kültüründen kopmadan yeniliklere de açık bir şekilde yol alma amacı güttüğü düşüncesini uyandırabilmektedir. 1935 yılı Şubat ayında çıkan Taşpınar dergisinin 28. sayısında Afyon Halkevi’nin bir yıllık faaliyet raporları içerisinde Güzel Sanatlar Şubesi’nin faaliyetleri şu şekilde aktarılmıştır: “Yalnız musiki çalışmaları olmaktadır. Geçen senelere nispetle daha fazla canlılık görülmüş, 32 eksersiz toplantısı yapılarak Garp tekniğine yakın 15 fantezi şarkı ve 40 dane de milli ve Türk ruhundan doğan köy ve oyun havaları geçilmiştir. Evimizin genel toplantılarında ve konferanslarda 13 konser verilmiştir.” Bu şubede sadece müzik çalışmalarının olması müziğe giderek artan bir eğilimin olduğunu göstermektedir. Çalışmalarda 15 tane batı tekniğine yakın şarkının ve 40 tane de milli Türk ruhunu yansıtan köy ve oyun havalarının geçildiği göz önünde bulundurulursa daha önceki yıllardaki gibi bu yılda da bir taraftan halkın öz kültüründen doğan halk müziğine verilen önemin vurgulandığı, bir taraftan da batıdaki müziğin kültürümüzde yer almaya başladığı ve bu müziğe de önem verildiği anlaşılmaktadır. 1936 yılı Şubat ayında çıkan Taşpınar dergisinin 40. Sayısında Afyon Halkevi’nin bir yıllık faaliyet raporları içerisinde Güzel Sanatlar Şubesi’nin faaliyetleri şu şekilde özetlenebilir: Yıl içerisinde 240 kişiyle 54 çalışma yapan müzik koluna 9 kişinin daha katıldığı, çevredeki halk türkülerinden ulusal ve bedii (estetik, eşi benzeri olmayan) kıymeti olanların aranarak notalandırılmaya çalışıldığı belirtilmiştir. Buradan daha önceki yıllara nazaran müziğe ve müzik koluna olan ilginin arttığı anlaşılmaktadır. Halk türkülerinin derlenerek notalandırılmaya çalışılması da milli kültüre verilen önemi gösterir niteliktedir. TAŞPINAR 80 1937 yılı Şubat ayında çıkan Taşpınar dergisinin 52. sayısında Afyon Halkevi’nin bir yıllık faaliyet raporları içerisinde Güzel Sanatlar Şubesi’nin faaliyetleri aktarılırken; keman, piyano, mandolin ve cümbüş derslerinin verildiğinden, güzel sanatlar şubesinde toplam 210 kişiyle çalışılıp yıl içerisinde 10 konser verildiğinden bahsedilmektedir. Bu yılın (1936) faaliyetleri değerlendirildiğinde müzik kolu tarafından yıl içerisinde 10 konser yapılması yaklaşık düzenli olarak her ay bir konser verildiği anlamını taşımaktadır. Ayrıca açılan çalgı kursları da bu yönde merakın ve isteğin olduğu şeklinde yorumlanabilir. Yine verilen çalgı kurslarının arasında piyanonun görülmesi batı müziğine olan yakınlığı, merakı ve yeniliklere açık olmayı çağrıştırmaktadır. 1938 yılı Şubat ayında çıkan Taşpınar dergisinin 69. sayısında Afyon Halkevi’nin bir yıllık faaliyet raporları içerisinde “Ar Kolu” olarak da bahsi geçen Güzel Sanatlar Şubesi’nin faaliyetleri şu şekilde aktarılmıştır: “4 keman, 1 piyano, 1 armonik, 1 mandolin ve 1 cümbüşten ve bir caz takımından ibaret bulunan grup, genç meraklı ve yeteneklileri çalıştırmakta. Son zamanlarda kadroya katılan caz takımıyla önümüzdeki günlerdeki yıl içinde kurumu düşünülen şehir bandosunun elemanları da yetiştirilmiş olacaktır.” Bu yılda (1937) çalgı çeşitliliğinin arttığı ve genişlediği görülmektedir. Caz takımında çalışan bireylerle şehir bandosunun kurulması düşüncesi de yer almaktadır ve bu durum da müzik kolunun ileriye yönelik yenilikçi hareketler yaptığı düşüncesini uyandırmaktadır. Yine 1938 yılı birinci teşrin (Ekim) ayına ait 72. sayısında “kollarımız çalışmalarında notlar” başlığı altında şubelerin çalışmalarına ait raporlara yer verilmiştir. Ar Şubesi (Güzel Sanatlar Şubesi) nin müzik kolunun faaliyetleri şu şekilde belirtilmiştir: “Bu kolumuz, evimizin, konser, konferans, temsil veya herhangi bir genel toplantısında aldıkları ödevlerini yapmakta ve kendilerini dinleyenlerin çok yerinde beğeniş ve takdirlerini kazanmaktadır. Çocuk bayramlarında küçükler için de güzel konserler verilmektedir. Bilhassa bu sene 23 Nisan bayramında çocuk bayramı dolayısıyla halkevinin dağıttığı ve hususi yaptırdığı defterler ve şekerlerin dağıtılması dolayısıyla Halkevi’nde toplanan ilko- kul çocuklarına (2400 öğrenciye) sırayla altı saat süren hususi bir konser verilmiştir. Diğer taraftan çevredeki genç müstaitleri (kabiliyetli olanları) etrafında toplayarak eksersizlerine devamla verimli neticeler almaktadır. Halkevimizce yapılan bütün köy gezilerine de iştirak ederek armonize ettikleri halk türkülerini ve yapılan bayrak törenlerinde İstiklal marşımızı ve ulusal marşları ve diğer müzik parçaları ile köylerimizde de müzik zevkinin yayılmasına hizmet etmiş ve emekte bulunmuştur. Bugünkü kadro tamamıyla halkevinin yetiştirdiği elemanlardan teşekkül etmektedir. Halkevi programına göre önümüzdeki yılda şehir bandosu teşkiline başlangıç olmak üzere bir caz takımımız kurulmuştur.” Halk şarkılarından da 10 parçanın armonize edildiği belirtilmekte ve armonize edilen şarkıların adları yer almaktadır. Bu verilerden Afyon Halkevi müzik kolunun Halkevi bünyesindeki ilkokul öğrencilerine aralıksız 6 saat süren konser vermesi, yaptıkları işe değer verdiklerinin bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaptıkları köy gezilerinde armonize ettikleri parçaları duyurmaları ise halkın her kesimine hitap ettiklerini ve çalışmalarıyla beraber yenilikleri de gösterdikleri anlamı taşıyabilmektedir. Fakat yeniliğin benimsenip benimsenmemesi konusuna değinilmemiş bu da halkın müzik konusundaki yeniliklere açık olup olmadığı konusunda belirsizliğe yol açmıştır. “Halk türküleri kolumuz” başlığı altında bu kolun faaliyetlerine de yer verilmiştir. Bu kolun tamamen yerli ve mahalli şarkılar ve türküler üzerinde çalıştığı, halk arasında unutulmak üzere olan milli halk müziği parçalarını toplayıp yayınladığı ve yaşatmaya çalıştığı belirtilmiştir. Ayrıca söz konusu yılda (1938) Kültür Bakanlığı şarkı derleme heyetine çok beğenilen 14 parça mahalli türkünün verildiği ve plağa alındığı bilgisi de bulunmaktadır. Daha önceki yıllarda da bahsedildiği gibi müzik kolu bir taraftan armonize edilen parçalarla, açılan çalgı kurslarıyla halkı yenilikçi batı müziği kültürüne teşvik etmekte, bir taraftan da özüne bağlı kalarak halk müziği ürünlerini derleyerek yayınlayarak, halkın kendi kültüründen kopmaması çalışmalarına gitmektedir. 1940 yılı Şubat ayında çıkan Taşpınar dergisinin 78. sayısında Afyon Halkevi’nin Güzel Sanatlar Şubesi müzik kolunun Dinar’a konser faaliyeti için giderken geçirdiği trafik kazasının neticesinde 3 kişinin vefat etmesinden dolayı etkinliklerin yapılamadığından bahsedilmektedir. 10 konser verildiği bilgisi de bu sayıda bulunmakla beraber bu konserlerin kazadan önce yapıldığı tahmin edilmektedir. 1943 yılı Şubat ayında çıkan Taşpınar dergisinin 97. sayısında Afyon Halkevi’nin Güzel Sanatlar Şubesi’nin faaliyetleri içerisinde 19 ikinci kanun (Ocak) 1943 tarihinde Ankara Radyosu’ndan “Afyon Folklor Saati” yapıldığı ve program çerçevesinde Afyon Türküleri’nin icra edildiğinden bahsedilmektedir. Ayrıca mandolin, keman, saksafon kurslarının açıldığından, milli günlerde bando ve caz eşlikli halk türküleriyle konser yapıldığı ve hoparlörlerle müzik neşriyatının yapıldığı, balo ve toplantılarda yerli oyun, yerli saz ve türkülerle bu kolun faaliyet gösterdiği bilgilerine yer verilmiştir. Bu yıla (1942) ait verilerde, açılan kurslara saksafon kursunun eklendiği görülmektedir. Bu da halk arasında şehir bandosunun ve caz takımının çalışmalarının etkili olduğu ve dolayısıyla bu yöne doğru eğilimin ve merakın olduğu düşüncesini oluşturmaktadır. Milli günlerde halk türkülerinin bando ve caz takımı eşlikli yapılması bir yana balo ve toplantılarda özellikle sadece yerli oyun, yerli saz (çalgı) ve türkülerle faaliyet gösterilmesi halkın yeniliği henüz benimsemediğine dair soru işareti uyandırmaktadır. TAŞPINAR DERGİSİNDEKİ MÜZİK YAZILARININ İÇERİĞİ Genel olarak Halkevleri, önemi, dönemin rejimi ve getirdiği yenilikler, Atatürkçülük, Afyon’un kültürü, Afyon’un şairleri ve şiirleri, Afyon’da söylenen maniler ve fıkralara yer verilen Taşpınar dergisindeki müzik yazılarında da genel itibariyle Afyon ve çevresinde söylenen türkülere ve bazı zaman hikâyelerine ve ozanların hayatlarına yer verilmiştir. 1932 yılı Kasım ve Aralık ayları 1. ve 2. sayı ve 1933 yılı Ocak, Şubat, Mart ayları 3-5.sayılarda Eflatun Cem tarafından Âşık Meslekî’nin hayatı kaleme alınmıştır. 1935 yılının beş sayısında (29, 32, 33, 37, 38) ve 1936 yılının altı sayısında (40, 41, 43, 45, 46, 48) Edip Ali Gökpınar tarafından “Afyonlu Büyük Ozan Abdürrahim-Hayatı ve Eserleri” başlığı altında Afyonlu Ozan Abdürrahim’in hayatına ve eserlerine yer verilmiştir. 1936 yılı Şubat ayı 40. sayısında “Saz Ozanı Kâni” başlığı altında saz ozanı Kâni’nin hayatı ve bir adet koşması Haluk Mümtaz tarafından kaleme alınmıştır. 1937 yılı Ocak ayı 51. Sayısında “Afyon’da Söylenen Türküler Serisinden- Serenler” başlığı altında Serenler türküsünün sözlerine Haluk Mümtaz tarafından yer verilmiştir. Ve yine aynı sayıda bundan böyle derginin her sayısında Afyon’da söylenen türkülerin bir ikisine yer verileceği, bu türkülerin nasıl meydana geldiğinin araştırıldığı ve elde edilenlerin yazılacağı belirtilmiştir. 1937 yılı Mart ayı 53. sayısında İzmir Türküsü Haluk Mümtaz tarafından yazıya aktarılmış ve Afyon’un halk şairi ve Afyon folkloru hakkında yüksek bilgisi olan Vehbi Çizmeci’nin oğlundan nakledilerek türkünün hikâyesine geniş bir şekilde yer verilmiştir. 1937 yılı Haziran ayı 56. sayısında Haluk Mümtaz tarafından “Çil Ahmet” türküsü sözlerine ve hikâyesine yer verilmiştir. 1937 yılı ikinci teşrin (Kasım) ayına ait 61. sayıda “Öğretmen B. Sacit” tarafından gönderildiği not düşülen “Türküler Maniler” başlığıyla birkaç türkünün sözlerine yer verilmiştir. 1938 yılı ikinci kanun (Ocak) ayına ait 63. sayıda Edip Ali Gökpınar tarafından İslamoğlu türküsü sözleri ve hikâyesine yer verilmiştir. 1938 yılı Mart ayı 65. sayıda Edip Ali Gökpınar tarafından Karakoç ve Beşböbrek türkülerinin sözleri ve hikâyeleri kaleme alınmıştır. TAŞPINAR 81 1938 yılı Mayıs ayı 67. sayısında Edip Ali Gökpınar tarafından Çenber türküsünün sadece sözlerine yer verilmiştir. 1942 yılı birinci teşrin (Ekim) ayına ait 93. sayıda “Afyon’un Folklor Gecesine Hazırlanırken” başlığı altında Sandıklı türküsünün sözlerine ve notasına yer verilmiştir. 1943 yılı ikinci kanun (Ocak) ayına ait 96. sayıda “Folklor ve Tarih” başlığıyla İslamoğlu türküsü Süleyman Gönçer tarafından kısaca ele alınmıştır. 1943 yılı Temmuz ve Ağustos aylarına ait 102. ve 103. sayılar tek dergi olarak yayınlanmış ve 274. sayfada Süleyman Gönçer tarafından Boz Bey ve Türküsü başlığıyla bu türkünün sözlerine ve hikâyesine yer verilmiştir. 1943 yılı ikinci teşrin (Kasım) ve birinci kanun (Aralık) aylarına ait 106. ve 107. sayılar tek dergide yayınlanmış ve derginin 317. sayfasında Süleyman Gönçer tarafından Genç Osman ve Türküsü başlığıyla bu türkünün sözlerine ve hikâyesine yer verilmiştir. 1944 yılı ikinci teşrin-birinci kanun (Kasım-Aralık) aylarına ait 118. Ve 119. sayılarda Orhan Kökten’in derlediği Emirdağ türküsüne ve çok kısa bir şekilde hikâyesine yer verildiği görülmektedir. 1945 yılında Eylül-Ekim-Kasım-Aralık aylarına ait 128-129-130-131. sayılar tek dergide toplanmış ve derginin 275. Sayfasında Gelin Ümmü türküsünün sözleri ve hikâyesi Osman Attila tarafından kaleme alınmıştır. 1946 yılı Ocak ve Şubat aylarına ait 132. Ve 133. sayılar tek dergi şeklinde yayınlanmış ve 293. Sayfada “Kınası Karılır Tasta” türküsünün sözlerine ve hikâyesine Osman Attila tarafından yer verilmiştir. 1947 yılında Mart ve Nisan aylarına ait 146. ve 147. sayılar tek dergi halinde yayınlanmış ve Muzaffer Görktan’ın “Türkülerin Dili” başlığı altında bir yazısına yer verilmiştir. Sonuç olarak ulaşılan sayılardan araştırılan müzik yazılarında çeşitli yazarlar tarafından Afyonkarahisar türkülerinin veya oyun havalarının sözlerine ve hikâyelerine yer verildiği görülmektedir. 1932 Kasım ayından 1950 Nisan ayına kadar Afyon Halkevi sahipliğinde yayın yapan Taşpınar dergisinin toplam 161 sayısından 152 sayısına ulaşılıp içeriğindeki müzik yazılarının incelendiği ve bunların toplam 32 tanesinde müzik yazısına yer verildiği görülmektedir. Oranlar neticesinde müzik yazılarının dergilerde çok yer almadığı ve içerik olarak sadece türkü sözleri, hikâyeleri ve ozanların Afyon Halkevi’nde Bir Edirneli Aile: Kayallar Gülseren MUNGAN YAVUZTÜRK [email protected] 1 hayatlarıyla sınırlı kaldığı görülmektedir. Sadece bir sayısında Afyon Halkevi Güzel Sanatlar Şubesi’nin faaliyetine ilişkin yazıya yer verilmektedir. Söz konusu dönemde yoğun faaliyet gösteren Güzel Sanatlar Şubesi Müzik Koluyla ilgili daha çok yazıya rastlanmaması, Güzel Sanatlar Şubesi ve Taşpınar dergisi arasındaki iletişim eksikliğini akla getirmektedir. Bu yıllar içerisinde büyük faaliyetler gösteren Afyon Halkevi Güzel Sanatlar Şubesi müzik kolunun yazılar içerisinde değerlendirilmemesi ve faaliyetlerine yer verilmemesi son derece dikkat çekicidir. 1932-1935, 1938-1942 ve 19471950 yılları arasında dergilerde müzik yazılarının bulunmaması da nedenleri araştırılması gereken bir konu olarak üzerinde durulması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Taşpınar dergisi 1932-1938 yılları arasında düzenli olarak her ay yayın yapmıştır. 1939 yılı itibariyle derginin sayılarında aksaklıklar görülmektedir. 1943 yılından itibaren 2 ayda veya 4 ayda bir yayın çıkarmaya başlayan dergi, 1948 yılında yine düzensizliğe uğrayarak ve 1949 ve 1950 yıllarında sadece birer yayın yaparak derginin yayınının sona ereceği izlenimini uyandırmıştır. Dergi, 1938 yılına kadar düzenli yayın yapmış ve pek çok konuda beğenilen yazılar yazmış olmakla birlikte, sıkça müzik yazılarına rastlanmamış olması, müziğe yeterince önem verilmediği kanaatine yol açmaktadır. Yine içerik itibariyle daha önce de bahsedildiği gibi sadece türkü hikâyeleri ve ozanların hayatıyla sınırlı kalması, müzik açısından derginin kısır kaldığı, müziği yakından tanıyan kişilerin bu alanda yeterince çalışmadığı düşüncesine neden olmaktadır. KAYNAKLAR DEMİRDELEN, Ceren., ve ORTAK, Şaban (2006) “Bir Halk Eğitim Kurumu Olarak Afyon Halkevi ve Faaliyetleri (Kuruluşundan 1940 Yılına Kadar)”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi c.VIII, S.1. s. 253-272. ŞAHİN, Feyza (2004) Afyon Halkevi ve Faaliyetleri, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Afyon. Taşpınar (1932) C.I, S.1. YELKEN, Ramazan (2001) “Sosyolojik Açıdan Afyonkarahisar”, Afyonkarahisar Kütüğü, Komisyon, c.II, Afyon: AKÜ Yayınları. TAŞPINAR 82 945 yılının 27 Ağustos akşamı, Afyon Halkevi’nde, BehAfyon Halkevi Binası. çet Kemal Çağlar’ın “Çoban” piyesinin temsili başlamak üzeredir. Işıklar karartılmış, hıncahınç dolu salon tam bir sessizliğe gömülmüştür. Sahnedeki perdelerin arasından gözlerini ovuşturmakta olan bir öğrenci çıkar ansızın. Canı sıkkın görünüyordur. Tarih dersiyle başının dertte olduğundan yakınır. Ne kadar çalışsa da, kitapta yazılanları bir türlü kavrayamıyordur. Çalışmaya devam etmek isteğindedir; fakat öyle yorulmuştur ki, sahneye uzanıp uyuyakalır. İşte tam bu sırada tiyatro salonun kapısı uzun gıcırtılarla yavaşça açılır. Seyircilerin şaşkın bakışları arasında içeriye, siyah pelerinli, uzun beyaz sakallı bir ihtiyar girer. Elindeki büyük asanın, salonun tahta zemininde çıkardığı tok sesler eşliğinde ağır adımlarla sahneye doğru başarıyla canlandıran oyuncuları kutlar ve ilerler. Bu yaşlı adam, “Tarih Dede”dir. Uykusunda sıkıntıyla sayıklagösteriye emeği geçen herkese teşekkür yan öğrenciye yaklaşarak kendini tanıtır: eder. (Nermin Kayal Mungan’la görüşme, Geziyordum bu akşam dünyada yalnız yaya: Aralık 1997) Kremlin, Venetziya, Versay... Asıl Çankaya... Kayallar, Afyon Halkevi’ndeki çalışmaÇankaya’dan inerken pencerenin önünden lara etkin olarak katıldıkları yıllarda, daha Geçiyordum sesini duydum da geldim hemen pek çok oyunun sahnelenişinde görev almışBen, Tarihim! (..............................................) lardır. Ancak bunlardan bir tanesi, aile için Kendimi ve kendini anlatsam dedim sana... (B. Kemal, 1933, özel bir önem taşımaktadır. s. 5) Afyon İl Özel İdare Varidat Müdürü SeOyunun bu prolog bölümü, “Tarih Deden sana bir hikâye anlatalahattin Kayal, Halkevi Temsil Komitesi Recak... / Şanlı Türk tarihinde var böyle binbir misal; / İşte: sana birisi, isliğini yürüttüğü 1944 yılında (Haber, 17 bilmediğin biri; al:” sözleriyle tamamlanacaktır. Konuşmasını bitiren Nisan 1944, s. 1), Zafer Haftası şenliklerinTarih Dede, görkemli asasını yukarıya kaldırır ve bir şimşek efektinin Çoban piyesinin açılış sahnesinde Tarih Dede’yi de sahnelenmesi planlanan bir oyun üzerincanlandıran Selahattin Kayal ve Öğrenci rolündeki ardından perdenin dalgalanarak açılmasıyla oyun başlar. de çalışmaya başlar. “Savaş Yolcuları” adını Ahmet Kayal. 27 Ağustos 1945. Prömiyeri, 19 Şubat 1933’te Ankara Halkevi’nde gerçekleştiriverdiği bu üç perdelik eserde, İstiklal Savaşı len “Çoban” piyesi, yurt genelinde halkevlerinin en çok sahnelediği yıllarında büyük güçlüklere göğüs geren kahraman bir Türk subayıyla eşinin, oyunlardan biri olmuştur. (Karadağ, 1988, ss. 247-267) Eserin, 27 Ağustos düşmana karşı verdikleri zorlu savaşım anlatılıyordur. Oyundaki bu vatanse1945’te Afyon Halkevi’ndeki sahnelenişinde; Tarih Dede’yi, Temsil Kolu’nun ver cesur çifti, Ahmet Kayal’la kızkardeşi Nermin Kayal canlandıracaklardır. en aktif üyelerinden Selahattin Kayal, Öğrenci’yi, sevgili oğlu Ahmet Kayal Nermin Hanım, Afyon Halkevi’ndeki çalışmalarından söz etmek üzere, canlandırmıştır. Kayallar’ın oyundaki varlığı, bununla sınırlı kalmamış aile20 Mayıs 2013 günü TRT Radyo 1’deki “Hayat Sahnesi” programına konuk nin biricik kızı Nermin Kayal da, Türk Beyi’nin kızı rolünü üstlenmiştir. olduğunda, “Savaş Yolcuları” piyesinin sahneleniş öyküsünü de aktarır: Nermin Hanım, üstlendiği bu rolün ona yaşattığı yoğun heyecanı ha“27 Ağustos 1944’te, Afyon’un Kurtuluş Günü sergilenmek üzere bir yat boyu unutmayacaktır. Oyuna manzum metnin tümünü ezberleyerek oyun aranıyordu; ama güne uygun yeni bir oyun bulunamamıştı. Temsil hazırlanmış, gerektiğinde seyirciye hissettirmeden sahnede arkadaşlarına Kolu’ndaki arkadaşlar, Rejisörümüz Lütfi Bozkurt (Sepin) ve Halkevi başkasufle bile vermiştir. O gece temsili izleyenler arasında, oyunun yazarı Behçet nımız, babama ısrarla bir senaryo yazması için baskı yapmaya başladılar. Kemal Çağlar da bulunuyordur. Oyun sonrası kulise kadar gelerek eserini TAŞPINAR 83 Babam sonunda onları kırmayarak bir oyun yazdı. İsmi “Savaş Yolcuları”ydı. Tam güne uygun bir eserdi; ama sahnelenmesi için mutlaka Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nün onayı gerekiyordu. Sonunda, Genel Müdür Selim Sarper’den beklenen onay geldi ve eserin provalarına başladık.1 Temsilin, Ankara’dan davetli olarak gelen devlet erkânı, üniversite hocaları ve talebeleriyle basın tarafından büyük bir beğeniyle izlendiğini bugün gibi anımsıyorum. Oyun sırasında hepimiz milli hislerle doluyduk ve sanırım bu duyguları seyirciye de geçirebilmiştik. Perdenin kapanmasından sonra, ayakta ve tempolu alkışlarla bizleri sahneye çağırmalarını ve bravo! Seslerini, aradan onca sene geçmesine rağmen, şu an bile kulaklarımda duyuyorum. Müthiş bir geceydi. İzlemeye gelen hemen hemen tüm Afyon Çoban piyesinin 27 Ağustos 1945’teki temsilinden sonra çekilen bir anı fotoğrafı. Sol başta ayakta duran beyaz sakallı oyuncu Selahattin Kayal, ayaktaki genç kızlardan sağdan ikinci, Bey Kızı rolündeki Nermin Kayal,. halkı, temsilin bitiminde salondan ağlayarak ayrılmıştı.” olmuştur. Sahnede farklı insanları canlandırmayı seviyordur: 40’lı yıllarda Afyon Halkevi, tüm bölümleriyle faaliyetlerine “Dünyanın en zevkli mesleği; sahnede yalnızsın, seni izleyen yüzlerce devam ediyordur. Temsil Şubesi’nin dışında, Dil ve Edebiyat, Güzel Sanatlar, göz her hareketini takip ediyor, yüzlerce kulak ağzından çıkacak sözleri büSosyal Yardım, Spor, Halk Dershaneleri, Kütüphane ve Yayın, Köycülük, Tayük bir dikkatle izliyor. Ama sen onları görmüyorsun. Orada oynadığın rolü rih ve Müze Şubeleri de etkin çalışmalar içindedir. (Halkevi Komite Reisleri, yaşıyorsun. Perde kapandığı zaman, alkış sesleriyle kendine geliyorsun.” 1944, s. 1) Başlıca hedef halkın aydınlatılması ve eğitimidir. Özellikle Hal(Nermin Kayal Mungan’la Görüşme, Aralık 1997) kevi çatısı altında bir araya gelen gençlerin, çağdaş değerleri benimsemiş, Nermin Kayal’ın, yüreğine kök salan tiyatro tutkusunun içinde ilk yeyenilikçi ve aydın bir kuşak olarak yetişmesine büyük önem veriliyordur. şerişi, 1943 senesi başlarında gerçekleşir. O sene Şubat ortalarına doğru Bu arada temsil kolunun çalışmalarında da bir yoğunlaşma gözlenmekteHalkevlerinin kuruluş yıldönümünün yaklaşması nedeniyle Afyon Halkedir. Her yıl 26-30 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilen Zafer Haftası vi’ndeki faaliyetler daha bir yoğunluk kazanmıştır. Çalışmalar kapsamında içinde şenlikler düzenlenmekte, çeşitli kutlamalar yapılmaktadır. 30 Ağustos Temsil Kolunun sergileyeceği bir de oyun seçilir. İbnürrefik Ahmet Nuri’nin günü, Dumlupınar’da Zafer Bayramı nedeniyle yapılacak törenleri izlemek “Himmet’in Oğlu” adlı bu müzikli komedisi, Nermin Kayal’ın, Afyon Halkevi üzere, konuk olarak Ankara’dan gelen üniversite hocalarıyla talebelerine, sahnesinde rol aldığı ilk oyun olacaktır. Nermin Hanım o günlerden söz edermilletvekillerine, bazı hükümet üyelerine, Afyon ve civar illerin vali, beleken, sanki her şeyi yeni baştan yaşamaktadır: diye başkanı ve diğer ileri gelenlerine, önce yemek verilir, sonra da temsil “Babam, temsil kolu başkanıydı. Kulakları çınlasın Nezahat Çınar (Baykolunun hazırladığı oyunlar sergilenirdi. Bu nedenle iki temsil hazırlanır; bir ram). Halkevi’nin kütüphane memuru. Sesi çok güzel, oyunda da güzel bir gece biri, bir gece diğeri sahnelenirdi. Temsil Kolu’nun kadrosu da giderek sese ihtiyaç var. Babam ondaki bu güzel sesi keşfediyor. (Nezahat Çınar, genişlemektedir. Artık Afyon’un ileri gelen ailelerinin genç kızları da temsildaha sonra Nezahat Bayram adıyla yurt çapında halk türküleri icra eden balerde görev alıyorlardır. şarılı bir sanatçı olacaktı.) Nezahat genç kızı oynuyor. Oyunda bir de anneye Tiyatronun ülkede; daha önce hiç olmadığı kadar yaygın ve önemli, hiç ihtiyaç var. Babam bu rolü üstlenmem konusunda ısrar etti. Kabul ederek çagörülmediği kadar desteklenmiş ve benimsenmiş bir konumda olduğu zamanlardır. Örneğin 1944 yılında, açık olan 405 halkevinin 329’unda tiyatro kolları etkin durumdadır. (CHP Halkevleri ve Halkodaları 1944, 1945, s. 2021) İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği bütün yoksunluklara karşın; Türkiye’de tiyatro, bir kültürel zenginlik olarak artık küçük kentlerin, kasabaların, hatta köylerin hayatına katılmıştır. Gene aynı yıl içinde, halkevlerinde tam 3000 tane oyun sahnelenmiştir. Afyon Halkevi Temsil Kolu’nun hazırladığı oyunlar, yalnızca il merkezinde değil, vilayete bağlı ilçelerde, nahiyelerde, bazen de köylerde sergileniyordur. Nermin Hanım, babasıyla ve Temsil Kolu’ndaki diğer arkadaşlarıyla birlikte; birçok kez Şuhut, Dinar, İhsaniye, İscehisar’a giderek oralarda verilen temsillerde sahneye çıkar. Tiyatro artık onun hayatının bir parçası Savaş Yolcuları piyesinin 27 Ağustos 1944’te Afyon Halkevi’ndeki temsilinden bir anı. Önde oturanlar Ne yazık ki eserin, üzerinde Basın Yayın Genel Müdürlüğü onay mührü ve Selim Sarper’in ıslak imzası bulunan orijinal metni kayıptır. 1 TAŞPINAR 84 arasında başrol oyuncularından Nermin Kayal, yanında oyunun yazarı olan babası Selahattin Kayal. Arkadaki siyah elbiseli, eli göğsünde duran zabit, diğer başrol oyuncusu Ahmet Kayal. lışmalara başladım. Rejisörümüz Lütfi Bozkurt, tiyatro deneyimi eskilere dayanan, daha önce İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda oyuncu olarak çalışmış değerli bir insandı. Beni sahneye ve rolüme sabırla alıştırdı, başlangıçtaki çekingenliğimi yenmemi sağladı. Çok başarılı oldum. Rolümü duyarak oynadım. Bu benim ilk oyunumdu. Perde açıldığı zaman, ben artık Nermin değil, Himmet Ağa’nın karısı Gülsüm’düm.” (Nermin Kayal Mungan’la Görüşme, Aralık 1997) Nermin Kayal, Afyon Halkevi sahnesinde, andığımız bu oyunlar dışında, Vedat Örfi Bengü’nün Beyaz Baykuş ve Reşat Nuri Güntekin’in Taş Parçası piyeslerinde de rol almıştır. Aradan onca yıl geçmesine karşın, döneme dair anılarının hala tazeliğini koruduğunu görüyoruz. Yalnız kaldığı bazı günler, o dönem yaşadıkları, sanki bir film şeridi gibi gözünün önünden Kayal ailesi, 29 Ekim 1938 günü Afyon Halkevi tiyatro salonundaki Cumhuriyet Bayramı etkinliğinde. Önden üçüncü sırada beyaz akıp gitmektedir. Bütün o yıllardan sonra bugün geriye dönüp saçlı, kravatlı ve cebinde beyaz mendilli bey Selahattin Kayal, sıranın sol başındaki beyaz başörtülü hanım, eşi Fethiye Kayal. baktığında, Afyon Halkevi Temsil Kolu’nda gerçekleştirdiği sanların hayatlarını da değiştirmektedir. Edirneli bir aile olan Kayallar’ın çalışmaların, ona en çok, güçlü bir kendine güven duygusu kazandırdığını Uzunköprü’den Afyon’a gelişleri de, bir değişimin öyküsüdür: düşünüyor. Sonra gözlem yeteneği gelişmiş, etkili ve güzel konuşmayı öğUzunköprü Özel İdare Varidat Kâtibi görevinde bulunan Selahattin renmiştir. (Nermin Kayal Mungan’la Görüşme, Aralık 1997) Bey’in, Afyonkarahisar Varidat Müdürlüğü’ne tayin edilmesi, o güne kadar Aslında o yıllarda Halkevleri’nin amaçlarından biri de, gençlere böyle doğdukları toprakların dışına hiç çıkmamış olan Kayallar için çarpıcı bir değideğerli özellikler kazandırmak değil miydi? Nitekim Osman Turgut Pamirli, şim olmuştur. Uzunköprülüler, ilçenin sosyal yaşamında ve her türlü kültürel Taşpınar’da yayınlanan bir yazısında, Halkevi sahnesinin, dünün mahçup etkinlikte, yaratıcı, çalışkan, canlı kişiliğiyle kendini tanıtıp sevdiren Selave sıkılgan gençliğini, tamamen değiştirip onu dinamik bir hale getirdiğini hattin Kayal’la ailesini, o güne kadar görülmemiş genişlikte bir katılımla belirtiyordur. (Pamirli, 1945, s. 243) uğurlarlar. Kayalları yepyeni bir hayata götürecek olan uzun tren yolculuğu, Afyon’da Halkevi sadece gençler üzerinde değil, kentin bütün bir sosyal Afyon Garı’nda tamamlanacaktır. yaşamında da değişimlere yol açmıştır. Bayramlarda ve özel günlerde düNermin Kayal’ın (Mungan), on bir yaşında bir çocuk olarak ayak bastığı zenlenen etkinliklere halkın geniş bir katılım göstermesi, insanlar arasındaki Afyonkarahisar’la ilgili ilk izlenimleri, bu yepyeni yaşamın getireceklerine sevgi, saygı ve dayanışmayı güçlendirmiş, Cumhuriyet ışığıyla aydınlanmış duyulan merakı yansıtmaktadır: bu ortak çatının altında hep birlikte bir şeyler üretmenin, öğrenmenin ve “1938 yılının Ekim ayı ortalarında bir gece yarısı Afyonkarahisar türküler söylemenin güzelliği yaşanmıştır. Vilayeti’nin İstanbul İstasyonu’na indik. Ta Edirne’den geliyorduk, yorgunCumhuriyet sonrası, birbiri ardına gerçekleştirilen sosyal reformların duk. İki atın çektiği bir faytona binerek şehrin içine doğru ilerledik. Karanlık ve idari yenilenmelerin etkisiyle ülkeye egemen olan değişim rüzgârı, inbir şehirdi. Babam, elektriklerin her gece yirmi üçte kesilince etrafın böyle Himmet’in Oğlu piyesinin, 9 Şubat 1943’te Afyon Halkevi’ndeki temsilinden bir anı. Ayaktaki genç kızlardan sağdaki Gülsüm rolündeki Nermin Kayal, yanındaki oyun arkadaşı ünlü halk türküleri sanatçısı Nezahat Bayram (o tarihlerde Nezahat Çınar). Sağda ayakta duran şapkalı ve pardösülü bey ise, oyunun rejisörü Lütfi Bozkurt’tur. karanlığa gömüldüğünü anlatırken, bizler de oldukça soğuk olan havaya rağmen kapalı faytonun camından dışarıya bakıyor, çocuk merakıyla şehri görmeye çalışıyorduk.” (Mungan Yavuztürk, 2003, s. 365) Afyon’da oturdukları ilk ev, tümü yağlı boya, şirin bir evdir; ama biraz karanlıktır. İki ay sonra Yukarı Mahalle’ye taşınırlar. Yeni evleri iki odası, mutfağı, arkasında bahçesi olan, eski bir Ermeni yapısıdır. İlerideki yıllarda, o usanç veren karartma gecelerini işte bu evde yaşayacaklardır. İkinci Cihan Harbi’nin eli kulağındadır. Aile, ekonomik sıkıntılarla boğuşarak karartmalı, vesikalı, yokluklar içinde yaşamını sürdürürken Selahattin Bey Uzunköprü’den alışkın olduğu üzere sosyal faaliyetlerini devam ettiriyordur. Yavaş yavaş şehre alışmaya başlarlar. Dostların, TAŞPINAR 85 GÜNEY FRİGYA ARKEOLOJİSİ Nermin Kayal Mungan, Ankara Büyükşehir Belediyesi kadınların Ankarası Komisyonu’nun sivil toplum örgütlerine verdiği dostluk çayının açış konuşmasını yapıyor. 4 Ekim 1990 Aralarında Selahattin Kayal ve kızı Nermin Kayal’ın da bulunduğu Afyon Halkevi Temsil Kolu üyeleri, bir etkinlik için gittikleri İscehisar’da ilçe halkından bir grupla birlikte. ahbapların sayısı giderek artıyordur. Selahattin Bey, tıpkı Uzunköprü’de olduğu gibi burada da tüm girişkenliği; güvenilir, güçlü kişiliğiyle çevresini genişletmiş, özellikle Afyon Halkevi’nin etkin ve aranılan bir üyesi olmuştur. İdadi (lise) mezunu, okumayı seven, edebiyata tutkun, kalemi kuvvetli bir insan olan Selahattin Kayal; Türk Sanat Müziği, süs bitkileri ve gökbilim konularını da kapsayan zengin bir bilgi birikimine sahiptir. Engin kültürü ve renkli buluşlarıyla yeni bir soluk getirdiği Halkevi Temsil Kolu’ndaki çalışmalarını, Varidat Müdürlüğü gibi Selahattin Kayal gençlik yıllarında. ağır sorumluluklar taşıyan bir görevin yanı sıra özveriyle sürdürür. Halkevi Temsil Kolu Başkanı olarak Afyon’un tüm ilçe, bucak ve İçinde sanatın, Cumköylerine ulaşır, oralarda temsiller verir, kütüphaneler kurdurur; folklor, mühuriyet coşkusunun, ayzik v.b. kültür faaliyetlerini tanıtıp sevdirir. Hatta bu uğurda arkadaşlarıyla dınlık yarınlara duyulan birlikte geçirdiği büyük bir kazada ölümün kıyısından dönecektir: inancın ve daha nice gü- Nermin Kayal (sağda oturan) ve temsil kolundan arkadaşı Muhsine Hanım. 2 Haziran 1939 tarihinde Sandıklı ve Dinar kaza merkezlerinde temzelliğin yaşandığı Afyon siller vermek üzere yirmi üç arkadaş yola çıktıklarında, önce hafif başlayan Halkevi’ne yıllarını veren Kayal ailesinden baba Selahattin Bey, 16 Nisan yağmurun gittikçe şiddetlenmesiyle yollar selden kapanmış, bindikleri oto1974’te; oğlu Ahmet Kayal, 12 Eylül 2001’de kızı Nermin Kayal 25 Ocak büsün devrilerek sularda sürüklenmesi sonucu üç arkadaşları şehit olmuş2016’da gözlerini hayata kapamışlardır. Her üçünün de ruhları şad olsun, tur. (Kayal, 1944, ss. 353-354) Otobüsün devrilmesinden az önce soldaki nur içinde yatsınlar. camların birinden dışarı çıkarak kendini suyun akıntısından ve olası bir Kaynaklar ölümden kurtaran Selahattin Bey, bir yıl sonra kazanın olduğu yerde, şehit Behçet Kemal. (1933). Çoban. Ankara. CHP Halkevleri ve Halkodaları 1944. (1945). Ankara: C.H.P. arkadaşları anısına düzenlenen töreninde, duygu dolu uzun bir konuşma Halkevi Komite Reisleri. (17 Nisan 1944). Haber, s. 1. yapar. Bu konuşmanın tam metni, bölümler halinde Taşpınar dergisinde yaHazin Bir Yıldönümü, (1940). Taşpınar, 82, 68-69. yınlanmıştır. (Hazin Bir Yıldönümü, 1940, ss. 68-69; Kayal, 1940a, s. 93; İlk Halkevi Şehitleri. (1939). Taşpınar, 75, 57. Karadağ, N. (1988). Halkevleri Tiyatro Çalışmaları 1932-1951. Ankara: Kültür Bakanlığı. Kayal, 1940b, ss. 126-128) Kayal, S. (1940a). Hazin Bir Yıldönümü (82. sayıdan devam). Taşpınar, 83, 93. İnsanlığın, saygının, sevginin, inancın, umudun ve çalışmanın kutsal Kayal, S. (1940b). Hazin Bir Yıldönümü (83. sayıdan devam). Taşpınar, 85, 126-128. kabul edildiği bir dönemden gelen tam bir ideal insanı olan Selahattin Kayal, S. (1944). Halkevimizin Hizmet Şerefi Yolunda: Başını Verenlerin Yasında. Taşpınar, 112-113, 353-354. Kayal’ın heyecan dolu coşkun kişiliği; çocuklarını derinden etkilemiştir. Mungan Yavuztürk, G. (2003). Uzunköprü’den Afyon’a Uzun İnce Bir Yol, Kebikeç, 16, Oğulları Ahmet, Gündoğdu ve biricik kızı Nermin, onlara hep önemli ve güçlü 363-371. duyarlıklar armağan eden babalarına büyük bir hayranlık duymuş ve onun Pamirli, O. T. (1945). Halkevleri ve Sahne. Taşpınar, 120-125, 242-243. TRT Radyo 1, “Hayat Sahnesi” programı, 20 Mayıs 2013 yayın kaydı. derin etkisini ömür boyu kendi benliklerinde taşımışlardır. TAŞPINAR 86 Özet Afyonkarahisar, Eskişehir ve Kütahya illerini kapsayan bu günkü bölge, ilk çağda Frigya adıyla bilinmektedir. Bu bölge, zaman zaman alt bölümlere ayrılmış olup, bugünkü Dinar ve çevresi Güney Frigya olarak adlandırılmıştır. 1960 yıllardan itibaren, bilimsel arkeolojik çalışmalar kapsamında, özellikle epigrafik üzerine yoğunlaşan çalışmaları, diğer yüzey araştırmaları ve Müze Müdürlüğünce değişik yıllarda yapılan kurtarma kazıları izlemiştir. Bunların dışında eski eser ticaretinin ve kaçak kazılarının, her zaman önemli merkezi olmuş; kaçak kazılar, temel ve kanalizasyon gibi alt yapı kazıları ve tarımsal çalışmalarla sayısız eser ortaya çıkarılmıştır. Yurt içi ve yurt dışına çıkarılmış olan eserlerden çok, Dinar içinde ve çevresinde halen görülen eserlerden başka, müzemizde çok sayıda Güney Frigya eserleri bulunmaktadır. Yoğun bir inceleme konusunu oluşturan bu konulardan, yalnızca Müze Müdürlüğünce yapılan kurtarma kazıları ele alınmıştır. Frigler, MÖ 1. bin yılın ilk yarısında Anadolu’nun batı yarısında belli bir döneme adını yazdırmış ve günümüze kadar kültürel izlerini korumuş, Anadolu’nun önemli bir uygarlığını kurmuş, devlet oluşturmuş bir toplumudur. Önceleri Sakarya-Kızılırmak arasında, daha sonra İzmir’den Çorum’a, hatta Antalya’ya kadar uzanan coğrafya içinde yaşamışlardır. Özellikle Afyonkarahisar, Eskişehir ve Kütahya arasında Dağlık Frigya yaylalarında yaşarken, kayalarda anıtsal kültürel eserler bırakmışlardır bizlere. Bu bölge, zaman zaman alt bölümlere ayrılmış olup, Müdürlüğümüzce yapılan haritada, Merkezi Frigya’nın güneyini oluşturan bu bölge olan D, Güney Frigya olarak adlandırılmıştır. Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllardan itibaren Dinar arkeolojik açıdan önemli bir merkez olduğu müzemiz kayıtlarından anlaşılmaktadır. 1930 yılından itibaren müzemizin kurucusu ve uzun yıllar müdürlüğünü yapmış olan, saygı ve rahmetle andığım, Süleyman Hilmi Gönçer, Dinar, Isparta, Yalvaç, Uluborlu çevrelerinden, bugün bizim bile başaramadığımız güç ve inançla, çok sayıda irili ufaklı eserleri toplayarak, bugünkü müzemizin oluşmasını ve uluslararası bir konuma gelmesini sağlamıştır. Ahmet İLASLI* Daha sonraki müze müdürümüz Hasan Tahsin Uçankuş, bölgedeki kaçakçılığın yoğun olması nedeniyle, 1964-1971 yıllar arasında üstün bir çaba göstererek, binlerce eserin müzeye kazandırılmasını sağlamıştır. 1970’li yılların başından itibaren, müzemizin bir şubesi gibi çalışarak gerek bizden ve gerekse bölgeye gelen araştırmacılardan maddi ve manevi desteğini hiçbir zaman esirgemeyen, Dinar ve çevresinin hamisi, fahri arkeoloğumuz Avukat Mehmet Özalp’i saygıyla anmadan geçemeyeceğim. Arkeolojik çalışmalar, 1960 yılından itibaren bilimsel düzeyde yapılmaya başlanmıştır. Özellikle epigrafi üzerine yoğunlaşan bu çalışmaları, diğer yüzey araştırmaları ve Müdürlüğümüzce değişik yıllarda yapılan kurtarma kazıları izlemiştir. * Bu çalışma, 2015 Marsiyas Sempozyumunda sunulmuştur. ** Arkeolog, Afyon Arkeoloji Müzesi TAŞPINAR 87 Bunların dışında kaçak kazıların ve eski eser ticaretinin her zaman önemli bir merkezi olmuştur. Kaçak kazılar, temel ve kanalizasyon gibi alt yapı kazıları ve tarımsal çalışmalarla sayısız eser ortaya çıkarılmıştır. Yurt içi ve yurt dışına kaçırılmış olan eserlerden ve Dinar içinde ve çevresinde halen görülebilen eserlerin haricinde, müzemizde çok sayıda bu bölge eserleri bulunmaktadır. Bu çalışma, bölgede yapılan önemli bilimsel çalışmalardan yalnızca Müze Müdürlüğünce yapılan kurtarma kazılarını ve yüzey araştırmalarını konu edinmiştir. 1-Tatarlı Tümülüsü Kurtarma Kazısı Şuhut-Dinar yolu üzerinde Tatarlı kasabası yakınında, yol kenarında, kayalık bir tepe üzerinde bulunan tümülüsün, 1969 yılında kaçakçılar tarafından tahrip edildiği haber alınınca müze uzmanları tarafından 1970 yılında, burada bir kurtarma kazısı yapılmıştır. Tatarlı Tümülüsü, 50 m. çapında 6 m. yüksekliğinde doğal ve kayalık bir tepe üzerine, kuzey-güney doğrultusunda inşa edilmiştir. Mezar odasının üzerinde, çevredeki yumru taş, kırma taş, çakıl ve değişik renkteki topraklarla oluşturulmuş yığma yüksekliği 3,5 m. mezar odasının yüksekliği ise 1,85 metredir. Odayı örten kalasların kalınlığı 20-30 santimdir. Düzleştirilen zemin üzerine ardıç kalaslarından bir mezar odası yapılmış oda içine, ölü bırakıldıktan sonra, üzeri ağaçlardan bir tonoz biçiminde kapatılıp örtülmüş, daha sonra da çevresine kesme blok taşlardan aşırma tekniğiyle kalın bir duvar örülmüş, bundan sonrada koruyucu yığma bölümle kapatılmıştır. Üzeri tonozlu ahşap odanın iç ölçüleri, 250x200x185 santimdir. Odanın kuzey duvarı değişik ölçülerde 8 kalastan yapılmış, üstteki 4 kalas kamalarla birbirine bağlanmış, alttakiler ise kamasız üst üste oturtulmuştur. Kalas duvar yapımında, geçme ve bindirme tekniği uygulanmıştır. Üst örtü kalasları da böyle yan yana geçme biçiminde dizilmiş, onların üzerine mertekler, ağaç kabukları sıralanmış ve ondan sonra killi bir çamurla sıvanmıştır. Bu mezar odasına TAŞPINAR 88 sonradan, Romalılar zamanında, blok taşlardan bir dromos (ön giriş) ilave edilmiş ve aile mezarı olarak ikinci kez kullanılmıştır. Bu nedenle mezarda birden fazla, 14 insan iskeleti ve kafatası ele geçmiştir. Kemiklerin konumu da, mezarın sonradan birçok defa kullanıldığını gösteriyor. Çok zengin olması gereken ilk Frig mezarı, Romalılar zamanında soyulmuş ve bu soygun işi zamanımıza kadar süregelmiştir. Tatarlı Tümülüsü’nün içinde ele geçen buluntular arasında bir bakır Roma sikkesi, iki demir çivi, bir cam şişe parçası ve pişmiş topraktan bir kap parçasıdır. Mezarın asıl önemi, ahşap duvarları üzerinde bulunan boyalı resimlerdedir. Yan duvarlarının üst bölümünde karşılıklı iki sfenks frizi vardır. Onların altında, kalkanlı savaşçılar, savaş arabaları geçişi, kanatlı boğalar, uçan kuşlar ile uçuşu takip eden bir panter figürü dizisinden oluşan zengin mitolojik sahneler vardır. Ayrıca yan duvarlarda bazı adamlar, hayvanlar ve bazı geometrik şekillere de rastlanılmıştır. Tatarlı Tümülüsü inşa tekniği ahşap odasının yapım biçimi ve ahşap duvarlar üzerindeki resimli figürler bu mezarın Geç Frig Dönemi’ne ait oldu- ğunu yani MÖ 6. yüzyılın (525-500) sonlarında inşa edilmiş olabileceğini göstermiştir. Peter Cuniholm’un son dendrokronoloji (ağaç yaşı) incelenmesinde, MÖ 531 tarihi verilmiş ise de, resim sanatı bakımından daha geç olan Pers Dönemi’ne ait bir mezar olabileceği belirtilmektedir. Günümüz kaçakçıları tarafından yapılan kazı ile ortaya çıkartılan mezar odasından ahşap parçalarının bir bölümü kesilerek yurt dışına kaçırıldığı, Almanya’da çalışan Latife Summerer tarafından belirlenmiş olup hiçbir bedel ödenmeden müzemize bu parçalar getirilmiştir. Yine Latife Summerer’in çabaları ile müzemizde, restorasyonu ve yeniden rekonstrüksiyonu yapılarak ilk kez Bakanlığımızı temsilen, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında, Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Sergi Salonunda sergilenmiş ve kitaplaştırılmıştır. Yeni müzede sergilenmek üzere, halen müzemiz deposunda korunmaktadır. 2- İncirlik Kurtarma Kazıları 1977 yılında Devlet Hastanesi, 1979 yılında Endüstri Meslek Lisesi ve 2010 yılında yine Devlet Hastanesi Acil Bölümü inşaatı sırasındaki temel kazılarında eserlerin bulunduğu yolundaki ihbarlar üzerine müzemiz uzmanlarınca gidilmiş, acil kurtarma kazıları yapılarak lahitler ve mozaikler gün yüzüne çıkarılmıştır. Bu eserler müzemize getirilerek koruma altına alınmıştır. a- Devlet Hastanesi Kazıları a.1- 1977 yılı kazısı: 05.03.1977 günü alınan bir ihbarla, hastane temel kazısı yapılırken lahit bulunduğunu öğrenen müzemiz uzmanları, yerinde müdahalede bulunmuşlardır. E.7476 nolu Apemeia Lahti ile E.7671 nolu Lahit ve bunların içinden çıkmış olan E.7650 Cam Unguanterion, E.7651 Cam Unguanterion, E.7652 P.T. Unguanterion, E.7653 P.T. Unguanterion, E.7654 P.T:Unguanterion, E.7655 P.T. Unguanterion, E.7656 P.T.Unguanterion ele geçirilmiştir. Apemeia Lahti, üçgen alınlıklı ve aslan başlı çörtenli kapalı, dört yüzü yüksek kabartma gövdeli, kapağı kırık olarak ele geçirilmiştir. Her iki yan yüzde medusa başı kabartması, dört köşede kentaurlar üzerinde nikeler, uzun yan yüzlerden birinde çelenkler içinde kadın ve erkek büstleri, eroslar arasında aşil ile pentesilia savaşı, diğer yüzde ise çelenkler arasında ağıt başları, eroslar arasında perseus ve andremedia sahneleri bulunmaktadır. Dinar antik tiyatro Bu eser, Müdürümüz Ahmet Topbaş tarafından yayımlanmıştır. İkinci lahit ise çok parçalı olarak ele geçmiştir ve gövdeye ait çok eksik parçaları vardır. Kapak üzerinde kadın ve erkek uzun oturur durumda olup başları eksiktir. Yanlarında çocuk ve köpek bulunmaktadır. Çok parçalı olan gövdenin yüksek kabartmaları arasında kadın ve erkek ile cennetin kapısının simgeleri vardır. a.2- 2004 yılı kazısı: Hastane acil servis bölümü için 2004 yılında bodrum kazısı yapılırken, yazılı taş ve mezar bulunduğu yolundaki müdürlüğümüze yapılan ihbar sonucu, müzemiz uzmanlarınca gidilerek bir günlük çalışmayla yaklaşık 1,6x1,6 m. genişliği ve 1 m. yüksekliği olan taş ve tuğla örgü duvarlı bir oda bulunmuş, oda içinden çıkarıldığı söylenen bir yazılı taş ile tarafımızca yapılan temizlik sonucunda çok sayıda bronz ve kemik aletler ile özelliği belirlenemeyen metal parçalar, cam kap parçaları, P.T. yağ kandili ve unguanterion ele geçirilmiştir. Stele kazınan yazıt ise bir hekim olan Euthykhes’in kocası Onesimos için mezar taşına kazıdığı bir epigramdır. Bu yazıt, kadın hekimlere kitabelerde ender rastlanıldığı için Apameia’nın sosyal hayatı hakkında da bazı ipuçları sunmaktadır. Apameia, Kelainai olarak adlandırıldığı dönemden itibaren tüm yönlü yolların kavşak noktasında konumlanmıştır. Bu nedenle neredeyse tüm Antik Dönem boyunca yoğun bir insan kitlesini kendisine çekmiştir. Bu durum ticari, askeri ve diğer tüm meslek ile sanatsal uğraşılarda kent yurttaşlarının hem sayıca fazla hem de yetkin bir seviyeye ulaşmasına vesile olmuş olmalıdır. Dolayısıyla kadın doktor Eutykhis’in Apameia’daki varlığı, bu açıdan değerlendirilmelidir. b- Endüstri Meslek Lisesi Kazısı 1979 yılında okul yapımı sırasında yapılan temel kazısında mozaiklerin bulunduğu yolundaki bir ihbarın incelenmesi sonucunda, büyük iki ayrı yapıya ait taban mozaiklerinin olduğu belirlenerek Genel Müdürlüğümüzden yardım istenmiş olup, İstanbul Arkeoloji Müzesi restorasyon uzmanlarından Muhittin UYSAL’ın gelip yardımlarıyla birlikte, 3 günlük bir çalışma ile parçalara bölünerek yerinden sökülmüş ve müzemize taşınmıştır. Müzemizde yapılan 4 günlük bir çalışmayla da çelik örgülü betonla sağlamlaştırılmış olup halen müze bahçesinde sergilenmektedir. E.7768, E.7769, E.7770, E.7771, E.7772, ile E.7773 ve E.7774 no ile kayıtlı 5’i bir ve 2’i bir yapı Dinar Apameia Lahiti TAŞPINAR 89 olmak üzere iki ayrı yapıya ait mozaiklerden büyük olanda dairesel saç örgü çerçeve içindeki üç bölümde, mekik, sarmal ve geçmeli geometrik desenler; küçük olanda ise birbirinde çizgilerle ayrılmış dairesel saç örgüler ortasında büyük dairesel saç örgülü geometrik kompozisyon bulunmaktadır. 3- Nekropol Kazısı Bugünkü Asri Mezarlık karşısında eski dönemlere ait mezarlık (nekropol) bulunmaktadır. Müzede göreve başladığım ilk yıl olan 1978 yılının Ekim ayında alınan bir ihbar sonucu gidilerek bir günlük küçük bir çalışma yapılmıştır. Eğimli bir yamaç olan yerde, küçük bir şekilsiz girişle girilen, içi geniş oyulmuş bir mezar odası içinde temizlik yapılarak, iskelet parçaları arasında 1 adet E.7649 nolu bronz fibula (yaka iğnesi) ile 1 adet E.7645 nolu pt. unguanterion ve 3 adet E.7646,E.7647,E.7648 nolu pt. tabak olmak üzere, 5 adet eser bulunmuştur. Bunlardan fibula, müzemizdeki bir hırsızlık olayı sonrasında çalınarak kaybolmuştur. 4- Tiyatro Kurtarma Kazısı 1986-1989 yılları arasında yapılan bir çalışmadır. Bu çalışma ile antik tiyatronun skene (sahne) bölümü ile ön bölümü ortaya çıkartılmıştır. Bakanlığımızdan sağlanan ödeneklerle ortalama 25 işçi ile yine ortalama 20’şer gün süren artarda 4 yılık bir çalışma yapılmıştır. Ayrıca stadyum olarak adlandırılan yerin oturma sıralarının halen görünen bölümünde küçük bir sondaj yapılarak derinliği belirlenmiştir. Mercimek tepe olarak da bilinen Üçlerce Tepe mevkiinde bulunan tiyatro yapısı, doğal tepenin batısındaki ovaya bakan yamacına, yarım dairesel olarak oyulmuş cavea (oturma basamaklarının çanağı) ve önünde skene (sahne) yapısından oluşmaktadır. Sahne yapısının temelleri ile oturma yerlerinin basamak düzeni ve her iki ön yan duvarları ortaya çıkartılmıştır. Yapı bu durumuyla Hellenistik Dönem’de yapılmış, yaklaşık 10.000 kişilik bir tiyatro yapısıdır. Bu yükseltili arazi, Hellenistik Dönem yerleşiminin yoğun olduğu bir alandır. Çanak yüksekliği yaklaşık 30 m., sahne uzunluğu ise 25 m. olup, ortada ve üstte olmak üzere iki diazomalıdır (gezinti yeri). Tamamen tahrip olmuş olup, orkestra bölümü kazılmamıştır. Çanağın ön yan duvarları yığıntı halinde durmakta ve duvarların alt özgünlüğünü korumuş durumdadır. Küçük buluntu olarak Apameia sikkeleri, kabartmalı kâse ve parçacıklar, ağırşaklar, figürün parçaları, metal aletler ve ok uçları ile kemik düdük ele geçirilen önemli eserlerdendir (E.10013,E.10226-E.10230, E.10275-E.10286 arası buluntular; 5- Apameia Definesi 1990 yılında Suçıkan girişinde yol genişleme çalışmaları yapılırken bol miktarda sikkenin bulunduğu yolunda alınan bir ihbar sonucu, müzemiz uzmanlarınca gidilerek gerekli müdahale yapılmış, büyük bir amforanın içinde bulunduğu ve parçalanarak dağıldığı belirlenen sikkelerin bir bölümü toplanmış olup, kalan bölümü de tarafımızdan toplanmıştır. Bronzdan yapılmış olan sikkeler kabın içinde oksitlenme ve klorürleşme nedeniyle birbirine kaynamış olduğundan çok fazla dağılmamış durumda ele geçmiştir. Metalin sarı TAŞPINAR 90 renkli olmasından dolayı altın olduğu gerekçesiyle 2000 adedi dağıtılmış olup kalan bölümü tarafımızdan iki kütle halinde toplu olarak çıkarılmış ve bu durumda müzemize getirilmiştir. Kütlenin biri 15,480 kg., diğeri 12,352 kg. ve 2970 adet olan dağınık olanlarla birlikte 56 kg. ağırlığa sahip olup, Müzemiz envanterine toplu bulunan iki kütle sikke tarafımızca arkeolojik eser olarak değerlendirilmesi nedeniyle envanteri yapılmış, 2006 yılındaki teftiş sırasında bunların sikke envanterine kaydedilmesi gerektiği yolundaki müfettiş raporu sonucu, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Laboratuvarına gönderilerek dağıttırılmış ve böylece dağınık duruma getirilen ve toplam 5946 adet olan tüm sikkelerin konservasyonunun yapılması sağlanmıştır. Sikkelerin ön yüzünde Tanrıça Athena büstü, arka yüzünde ise iki Dioskur, Meander (Menderes) motifi kabartılmıştır. Üstte ise kentin adı olan Apameia, altta darphane sorumlusu Antiphon Menekleys yazılmıştır. Sikkelerin tamamı MÖ 133-48 yılları arasına tarihlenmiş ve sikke envanterine kaydedilmiştir. Daha sonra edinilen bilgilere göre, çalışma sırasında sikkeler bulunurken yaklaşık 2000 adetlik bir bölümünün kaçırılmış olduğu ve Almanya ve Amerika’da müzayede de satıldığı öğrenilmiş ise de, aynı define grubuna ait olup olmadıkları belirlenememiştir. Aynı özellikte başka Apameia sikke grubu da olabilir. 6- Yüzey Araştırması 2008-2010 yılları arasında Müzemiz öncülüğünde, Münih ve Bordoeux Üniversitelerinin işbirliği ile Apameia Kibotos antik kentinde yüzey araştırmaları yapılmıştır. Bu çalışma kapsamı içinde, Dinar merkezinin topografik haritası üzerinde arkeolojik alanların belirlenmesi ve belgeleme çalışmaları yapılmış, kale olarak bilinen bazilikanın planı ortaya çıkarılmış, halen toplu ve çevrede dağınık olarak bulunan arkeolojik mimari blokların ve yazıtların envanteri yapılmış, bunların açık hava müzesinde yerleşim düzeni yapılmıştır. Fakat bu çalışmalar için gerekli izinler alınmış ise de, yabancıların çalışma izinleri alınamadığı için çalışmalar duraksamıştır. KAYNAKLAR ARŞİV. Müze Müdürlüğü arşivi. GÖNÇER Süleyman (1971). Afyon İli Tarihi, C.I, İzmir. SUMMERER Latife – von KIENLIN Alexander (2010). Tatarlı Renklerin Dönüşü, (The Return of colours, Rückkehr der Farbes), Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. SUMMERER Latife – IVANTCHIK Askold – von KIENLIN Alexander (2011). Kelainnai – Apameia Kibotos: Stadtentwicklung im anatolischen Kontext, Akten des internationalen Kolloqiums, München, 2-4 April 2009, Ausonius Editions, Kelainai I, Bordeaux. TÜFEKÇİ SİVAS Taciser (1999). Eskişehir – Afyonkarahisar – Kütahya İl Sınırları İçindeki Frig Kaya Anıtları, Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yayınları 5, Eskişehir. TOPBAŞ Ahmet (1987). “Un Sarcophage d’Apemée de Phrygie”, Rev:Arch., 2/1987, 361-374. TOPBAŞ Ahmet (1991). “Dinar (Apameia) Tiyatro Kurtarma Kazısı”, I. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, 19-20 Nisan 1990, Ankara, Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Ankara, 309-328. UÇANKUŞ Hasan Tahsin (1979). “Afyon-Tatarlı Kasabasında Bulunan Frig Tümülüsü Kazısı”, 8. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, 11-15 Ekim 1976, Ankara, 306-334. YILDIZ Mehmet Ertan (2014), “Kelainai/Apameia Kibotos’tan Dört Yeni Yazıt”, OLBA XXII, Mersin Üniversitesi, İstanbul, 291-305. BİZE ULAŞANLAR DİNAR NÜFUS DEFTERİ-1831 1831 yılında Osmanlı Devleti, ülkede yaşayan vergi mükelleflerini belirlemek üzere yürüttüğü sayım kapsamında, her bir hanedeki yetişkin erkeklerin kayıtlarını tutmuştur. Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığında görev yapan Dinarlı hemşerimiz Ali Toköz de doğduğu ilçenin nüfus defterlerini günümüz Türkçesine çevirerek bir kitap olarak yayınladı. Dinar nahiyesinin mahallelerinde ve çevre köylerinde yaşayan, muhacir olan ve misafir olan erkeklerin sayımlarının bulunduğu bu defter kayıtlarında; unvan veya lakapları başta olmak üzere kendi isimleri, baba isimleri ve yaşları yazılarak; fiziki ifadelerle tanımları yapılmıştır. Kitapta; nüfusun tarihsel gelişimi, nüfusun sosyal ve ekonomik özellikleri ve nüfusun yoğunluğu ve dağılışı gibi bölümlerde yer almaktadır. Son yıllarda kültür hayatımıza birçok eser kazandıran Dinar Belediyesince yayınlanan eseri; İsteme Adresi: Dinar Belediyesi Tel: 0272 353 60 53 EMİRDAĞ DERGİSİ AFYONKARAHİSARLI MAHALLİ SANATÇI ÖMER YARŞİ Emirdağlılar Kültür Eğitim Vakfının 17 yıldır yayınladığı Emirdağ dergisinin 30.sayısı Temmuz 2015 tarihinde çıktı. Emirdağ kültürü, sanatı, insanları ve yapılan etkinliklerin yer aldığı dergide röportajlar, edebi yazılar, şiirler, anılara da yer verilmiş. Ücretsiz olarak dağıtılan dergi doyurucu bir kaynak niteliği taşıyor. İsteme Adresi: Emirdağlılar Kültür Eğitim Vakfı Tel: 0222 2337474 Afyonkarahisarlı mahalli sanatçı Ömer Yarşi’nin hayatı ve eserleri, Afyonkarahisar Belediyesinin katkılarıyla kitap haline getirildi. AKÜ Devlet Konservatuvarı TSM Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Hülya Uzun’un kaleme aldığı kitap sanatçı Ömer Yarşi’nin ağzından Afyonkarahisar’ın türkülerini, gelenek ve göreneklerini anlatıyor. İsteme Adresi: Afyonkarahisar Belediyesi Basın Yayın Birimi Tel: 0 272 2144255-224 TAŞPINAR 91 AFYONKARAHİSAR BASIN TARİHİ 1912-1998 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tarih Bölümü mezunu olan aslen Kıbrıs vatandaşı Ümmiye Talay Eken’in öğrencilik yıllarında lisans tezi olarak hazırladığı Afyon Basın Tarihi çalışması Afyon Belediyesi tarafından kitap olarak basıldı. Kitap, Afyonkarahisar Basınının 1912-1998 yılları arasındaki 86 yıllık geçmişini bünyesinde barındırıyor. Bu yıllar içinde basılan gazete, dergilerin yanı sıra gazete sahibi ve önde gelen köşe yazarları da kitapta tanıtılıyor. 1.Hamur kağıda 150 sayfa olarak basılan eseri; İsteme Adresi: Afyonkarahisar Belediyesi Basın Yayın Birimi Tel: 0 272 2144255-224 KUR’AN’DAN ESİNLER Türkeli gazetesinin köşe yazarlarından Gazeteci-Şair Galip Leblebicioğlu’nun Kur’an’dan Esinler isimli şiir kitabı yayımlandı. Kur’an-ı Kerim surelerinin anlamını şiirsel olarak okurlara yansıtan kitap Galip Leblebicioğlu’nun 10. kitabı 1. hamur kâğıda 147 sayfa olarak basıldı. İsteme Adresi: Ordu Bulvarı No:30 Afyonkarahisar Tel: 0 555 3708585 Savcı TÜRKMENOĞLU AFYONKARAHİSAR’DA EKOTURİZM SUVERMEZ KÖYÜ Emirdağ’ın meşhur köylerinden Suvermez, kitaplaştı. Araştırmacı Şükrü Türkmen’in “Canım Sıkıldığı İçin Yazdım” sözleriyle başlayan kitapta daha çok Suvermez’da yaşayan sülalelerin tarihçesi ele alınmış. Yine köyden derlenen türküler ve manilerin yanı sıra Suvermezli şehitler, vefat edenler, Osmanlı arşivlerinde Suvermez’le ilgili belgelerle zenginleştirilmiş. Yerel tarih için güzel bir çalışma olan 430 sayfalık eser Şükrü Türkmen’in kişisel yayını. Afyonkarahisar’da yaşayan çoğu kişinin bile yakından tanımadığı onlarca maddi zenginliğe sahip olan ilimizin kısaca ekoturizm olarak adlandırılan değerleri kitaplaştırıldı. Bir bölgenin yerel kültürüyle beraber doğal güzelliğine, jeolojik yapısına, bitki örtüsüne ve faunasına odaklanılarak yapılan seyahatlere konu birçok doğal ve kültürel kaynağın bulunduğunu elimizdeki bu kitaptan öğreniyoruz. Afyon Kocatepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Hatice Yılmaz’ın hazırladığı kitap Afyonkarahisar Belediyesi’nin 34. Kültür Yayını. İsteme Adresi: Afyonkarahisar Belediyesi Basın Yayın Birimi Tel: 0 272 214 42 55-224 AFYONKARAHİSAR DÜĞÜN ADETLERİ Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Şükrü Özay’ın lisans tezi olarak kaleme aldığı çalışma evlenme çağına gelen kız ve erkeklerin bu isteğini belirtirken ortaya koyduğu davranış biçiminden; gelin ve damat adayında aranan vasıflara, eş seçimine, dünür gezme, kız isteme, söz kesme, nişan, ziniardı, nişandan düğüne kadar olan sürede yaşanan âdetlere, yöresel ağızla ‘esvap kesmeye’ kadar yaşadığımız gelenek ve göreneklere yer veriyor. 1. hamur kâğıda 96 sayfa olarak basılan eser Afyonkarahisar Belediyesi’nin 35. Kültür Yayını. İsteme Adresi: Afyonkarahisar Belediyesi Basın Yayın Birimi Tel: 0272 2144255-224 TAŞPINAR 92 TAVANARASI İsveç Göteborg'ta Dünya Kültür Müzesi'nde sergilenen Afyonişi Gümüş Kakma Nalın-1907 tarihliVärldskulturmuseet İsveç’in Başkenti Göteborg ’ta bir müzede sergilenen bu nalınların sayfamızda ne işi var demeyin. Gümüş telkari işçiliğinin en güzel örneği olan bu nalınlar 1907 yılında Afyonkarahisar’da yapılmış ve şu an Dünya Kültür Müzesi’nde sergileniyor. 18 ve 19.Yüzyıllarda Afyonkarahisar’da özellikle ahşap üzerine gümüş kakma (telkâri) ustalarının yaptığı eşyalar dillere destan imiş. Afyonkarahisar’a gelen pek çok seyyahın izle- nimlerinde bu sanatın şehirde ne derece yaygın olduğu aktarılır. Özellikle Ermeni zanaatkârların uğraştığı bu meslek dalı 1900’lü yılların başından itibaren yeni ustaların yetişmemesi ve sonrasında Ermenilerin şehri terk etmesiyle birlikte unutulmuş. Bugün Mardin ve Antep’le neredeyse özdeşleşen bu sanatın asıl doğduğu topraklar Afyonkarahisar desek yanlış söylemiş olmayız. TAŞPINAR 93 Memleket Manzaraları Refik Gümüş'ün objektifinden TAŞPINAR 94 TAŞPINAR 95 AFYONKARAHİSAR MUTFAĞINDAN AFYON MUSAKKA Porsiyon: 6-8 kişilik Malzemeler 3 patlıcan 1 kâse haşlanmış nohut 150 gr. kıyma 3 biber 3 domates tuz, karabiber TAŞPINAR 96 Pişirme Süresi: 15 dk Hazırlanışı İlk olarak patlıcanlar halka halka doğranarak hafif kızartılır. Diğer taraftan kıyma yağda kavrulur. Bir süre sonra 2 domates, 2 biber doğranarak eklenir, yemeği pişirecek kadar su ilave edilerek pişirilir. Patlıcanlar fırın kabının altına yayılır. Üzerine haşlanmış nohut ve hazırlanan kıymalı harç yayılır. Ayrılmış olan domates ve biber üzerine konularak pişirilir. İnce doğranmış maydanoz ile servis yapılır.
Benzer belgeler
Kadınana - Afyonkarahisar Belediyesi
Afyonkarahisar Mutfağından........................................................................................................... 96
Taşpınar Dergisi Yıl:2012 - Sayı:8
Türk Sineması’nda adına film çekilen ilk Afyonkarahisarlı, Büyük Taarruz
sonrasında Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis’i esir alan Ahmet Çavuş’tur.
Soyadı Kanunu çıkınca ÜNLÜ soyadını alan Ahmet Çav...