10 - Dergi Bursa
Transkript
10 - Dergi Bursa
Ağustos - Eylül 2012 Fiyat›: ¨ 10 10 www.dergibursa.com.tr K E N T R E H B E R İ V E Y A Ş A M D E R G İ S İ Ruhu özgür bir Bursa terası... “Bakacak” YELKEN - HAMAK - SUALTI - BOZCAADA - YÜRÜYEN KÖŞK - ASPENDOS - ÖZGÜRLÜK 1 arka plan Yıl: 2 Sayı: 10 / Ağustos - Eylül 2012 ISSN: 2146 - 1457 Yerel Süreli Yayın (2 Aylık) www.dergibursa.com.tr İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni Engin Çakır (Sorumlu) [email protected] Yazarlar Ayşegül Alkış, A.Kadir Kılınç, Emine Civanoğlu, Gökay Öngör, Görkem Sever, Özlem Şenkoyuncu, Özgür Akkaya Erdemol, Özgür Çakır, Özgür Taşkıran, Serkan Duru, Sezai Evans www.dergibursa.com.tr Yayıncı / Yapımcı / Yönetim Yayın ve Reklam Koordinatörü Emine Korku [email protected] Grafik Tasarım Photo Graphica Creative [email protected] Enise Güleryüz Fotoğraf Demet Argun, Engin Çakır, Özgür Çakır Çorbada Tuzu Olanlar Coşkun Teziç, Ezgi Künktakan, Nail Erginer, Türkan Bulut Yiğitdinç Reklam İletişim / Abonelik [email protected] [email protected] T. (0224) 233 87 11 2 Baskı Çekirge Mah. Selvili Cad. No:12 Çelebi 2 Apt. D.1 Osmangazi / BURSA T. (0224) 233 87 11 www.photographica.com.tr [email protected] www.ozgun-ofset.com Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergi Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir. Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir. 3 editör notu Özgürlük notları İznik Gölü, Mart 2012 Bu sayının teması Özgürlük. Özgürlük şudur ya da budur demek için yazmıyorum bu yazıyı. Kelimelerle de olsa sınırlarla çevrilmiş bir kavram tanımlaması özgürlüğün ruhuna aykırı olacaktır. Sizinle paylaşmak istediğim sadece özgürlüğün özünden gelen birkaç satır arası not olabilir. İnsanlık var olduğundan bu yana yaşamın en kıymetli hazinesi “özgürlük” oldu. Her bir birey bu değerli ödülü kazanabilmek için kendi mücadelesini sergiledi. Büyük bir çoğunluk özgürlüğün peşine düştü. “Ne istersem yapabilmek için özgür olmak istiyorum” diyen milyonlarca insan yaşadı. Fakat kuralsız bir düzene (anarşi) benzeyen bir istekle şekillenen bu durum, gerçek bir amaçtan yoksun kaldı. Varyemez bir bakış açısı ile zengin bir cimriden öteye geçemedi. İçten içe yaşanan tek şey “sahip olma” tutkusuydu. Bu isteğin bencil olmayan tek yanı ise herkes için özgürlük dileniyor olmasıydı. Fakat sanki biraz sahteydi. Kimse özgürlüğünü kullanmaya cesaret edemedi, diğerlerinin kullanmasına da izin vermedi. Sahibi olduğu şeyleri riske atamadı da denebilir. Saygıdeğer yaşam şekillerimizden, yüksek tutkulu duygularımızdan, asil ideallerimizden, dini-kaderci inançlarımızdan arınıp onları kaybetme riskini alamadığımızdan oldu ne olduysa... Peki ya bu değerler olmadan yaşanabilir miydi? Bir kişi herhangi bir duygu ya da fikre bağlı kalmadan özgürlüğü tadabilir miydi? Cevabı vermek zor. Kendimizi bir şeylere adamadan, tedbirleri elden bırakmadan yaşayabilmek pek mümkün 4 gözükmüyor ama gerekliliklere karşı kayıtsız bir uyum da sınırlanmanın ta kendisi oluyor. Özgürlük en çok değişim kelimesi ile birlikte anılıyor. Değişimin özgür kıldığına inanılıyor. Peki ya kaybetmek istemediklerimiz? Sevdiğiniz kimse yok mu? Eviniz? Aklınıza hemen şu cümle gelebilir; “Her seçiş bir vazgeçiştir...” Seçimlerimiz bizi özgür kılar mı? Hiç seçmeden öylece dursak özgür müyüz? Benim naçizane düşüncem bu da eksik bir bakış açısı... Özgürlüğün ne olduğunu, nerede başlayıp nerede bittiğini konuşabiliriz. Peki ya o çok bağlı olduğumuz düşüncelerimiz bizim sınırlarımızı belirlemez mi? Bu sorularla kurduğumuz denklemler özgürlüğü hapsetmedi mi? Zıtlıklarla birçok kavramı açıklayabiliriz. O halde “kölelik” kavramı bize neyi anlatıyorsa özgürlük onun tam tersini ifade etmeli. Aklımızdan geçenleri bu bakış açısı da tatmin etmedi değil mi? Bana kalırsa mistik bir kral gibi yaşıyoruz hepimiz. Depolar dolusu hazinelerimiz var. Hazinenin içini siz doldurun. Özgürce yaşamak istediğini söyleyip umutsuzca özgürlük orucunda bir çağ yaşıyoruz hep birlikte. Maddeye dayalı her türlü ölçüt bizi, “sınırlı” kılıyor. Özgürlük nedir sorusunu yanıtlamak ya da aramak istemiyorum ama ne olmadığı hakkında düşünüyorum. Özgürlük bence elimizden alınabilecek bir şey değil. Madden bu mümkün olsa da zihni hapsetmek mümkün olamaz. Özgürlük insanlar istedikçe, “insani bir yaşam parçası” olmaya devam edecek. Özgürlük, yaşadıkça “değişen” bir kavramımız olacak. Paylaşabildiğimiz, kesişen kümeler kurabildiğimiz, sosyalleşip başkalarının sınırları içerisinde cirit atıp onları da yücelten bir erdemimiz olacak. Kendimizi tanıdıkça, hakim olduğumuz her şeyimiz bizi özgür kılabilir. Editör notu: Bursa’daki özgürlüğü aradık. Bulamadık ama özgür hissedebileceğiniz dosyalar hazırladık. Bu sayıda özgürlüğü çağrıştıran ve yaşatan fotoğraflar paylaşıyoruz. Bakacak’tan kuşbakışı Bursa’yı izleyebilirsiniz, yelkenlilerin rüzgarında, masmavi denizlerin en derin yerlerinde, hamağın yaşattığı huzurda, tarihle dolu bir zaman tünelinde ve satır aralarında özgürlüğü arayabilirsiniz. https://twitter.com/#!/editornotu [email protected] akır Ç n i g n E 5 6 7 plan plan tek karede Bursa Özgürlük fotoğrafları 10 bursa dokusu Ruhu özgür bir Bursa terası - Bakacak 32 detaylı bakış Rüzgarın denizdeki “seyir teknesi” 46 odak noktası Maviden öte, maviye dair - Çoşkun Teziç 54 gezi-yorum Tenes’in adası Tenedos - Bozcaada - Özgür Çakır 60 detay Sırtüstü yatan özgürlük 74 yakın plan Aspendos zaman tüneli 78 yakın yerler Doğa sevgisinin köşk hali 84 g.zaman kipinde Kağıda tutsak özgür damlalar 88 çizgi üstü “Güneşi batırıp özgür hissedecekti” - Gökay Öngör 90 tasarı Özgür bir “kişisel alan” - Görkem Sever 92 serbest yazı “Vazgeçmek özgürlüktür” - Özlem Şenkoyuncu 94 ruhun gıdası Anın getirdiği özgürlük - Özgür Akkaya Erdemol 96 semboller Karakterimiz - Abdulkadir Kılınç 98 eğitimin psikolojisi Çocuklar için özgürlük... - Ayşegül Alkış 100 d. armağansın Özgürlük kendinizi tanımaktır - Serkan Duru 101 kitabi Çocukluk, özgürlüğün süresiz vizesidir - Emine Civanoğlu 102 güncel kitap Gönülden yazılmış şems parçaları - Elif Şafak 104 vizyon filmi Kara Şövalye yükseliyor 106 film şeridi Anne Hathaway “yükseliyor” 108 efsane kareler Elvis Presley 110 evrensel sanat Bir Napolyon Bonapart portresi 112 hobi kulübü Radyo kontrollü otomobil modelciliği - Özgür Taşkıran 114 öneriler kitap - albüm - film - blog önerileri 116 dilbilgisi Türkçe Sözlüğü - Atasözlüğü - Sözdeyimi 120 rehber bursa Bursa’nın yaşam rehberi 124 www.dergibursa.com.tr 8 9 tek karede bursa Vicdanı özgür çile yolcusu Bursa’nın gizem dolu bir köşesinden bu kare. Felsefi olarak düştüğü “yola” baş koymuş, “gönül dostu” bu genç, “ham” gelmiş ama “pişiyor...” Çile çekip en nihayetinde “yüreğini” ortaya koyuyor. “Yanıp tutuşsa da” baş koyduğu yoldan hiç vazgeçmiyor. Temelde “hak” sevdasının felsefi derinliği ile hümanizme öncülük edip İslam tasavvufunu kendisine yol edinmiş olan Mevlana’nın bu yüzyıldaki öğrencilerinden bir tanesi oluyor. Fotoğraf: Engin Çakır - Haziran 2011, Karabaş-i Veli Kültür Merkezi, Bursa 10 11 tek karede bursa 12 Özgürlüğü takip edenler Göçmen kuşlar farklı mevsimleri farklı çoğrafyalarda geçiren kuş türlerinden oluşuyor. Her sene dünyada 50 milyar kuşun göç ettiği tahmin ediliyor. Bunlardan 5 milyarı Avrupa ile Afrika arasında göç ediyor. Hayatta kalma savaşında doğa ile çetin bir mücadelede olan bu kuşlar, özgür olabilmek adına kilometrelerce uçuyorlar. Fotoğraf: Engin Çakır Mart 2012, İznik Gölü, Bursa 13 tek karede bursa Bir kanat boyu özgürlük Özgürlüğün simgesi olarak bilinen kuşların neden böylesine bir özelliği taşıdığını bu martı kanıtlıyor gibiydi. Kanatlarını ardına kadar açtı ve çığlıklar içerisinde “ben buradayım” diye bağırdı. Fotoğraf: Engin Çakır Kasım 2009, Gemlik, Bursa 14 15 tek karede bursa Dansın içinde özgür hissetmek Baleye sadece belli figürlere, adım atışlara dayalı dans ve müzikli gösteri olarak bakmak eksik kalacaktır. Bale dansı, mimik, müzik, duygu ve dekor sanatlarının ileri düzeyde birleştirildiği bir tiyatro gibidir. Asıl unsur olarak kullanılan dans aslında İtalyanca’da “dans” anlamına gelen “ballo” ya da “balletto” sözcüğünden türer. Fotoğraf: Engin Çakır Temmuz 2010, Fındıkıran Bale Gösterisi – Ezgi Künktakan, Atatürk Kongre Kültür Merkezi 16 17 tek karede bursa Fotoğraf: Engin Çakır - Haziran 2005, Bursa Hip Hop’ın Bursa’daki izleri Hip Hop kültürü, 1970’lerde Amerika’nın gettolarında siyahlar arasında doğan, bir müzik, dans ve yaşam tarzı. Bu kültürün ülkemizdeki yansıması da tıpkı Amerika gettolarındaki gibi kentlerin varoşlarında oluyor. Gençler kendilerini özgür hissetmek için “Hip Hop”ı kullanıyor... Hip Hop’ı kısaca “Muhalif Kent Kültürü” olarak tanımlamak mümkün. Her ne kadar Amerika’da politik ve katı bir muhalif yapıda olsa da, Türkiye’de farklı bir şekilde konumlanıyor. Türkiye’deki şekli daha çok bir isyanı yansıtır nitelikte. Türkiye’de bu gruplar varoş gençliğin gerilimini ve öfkesini sindiren bir yapıya bürünüyor. 18 Türkiye’deki Hip Hop grupları genellikle popüler kültür endüstrisinden etkileniyor. Giyinişleri, görünüşleri genellikle popüler çizgiler taşıyor. Hatta giydikleri, üzerlerine işledikleri dövmeleri her şeylerini oluşturuyor. Rap müziğinin yapılış tarzına baktığımız zaman da bu müziğin estetik kaygılardan uzak, kaba, sert ifadelerle bezeli hatta klasik müziğe tepkili bir anlayışta olduğunu görüyoruz. Bu da bir anlamda bireyin modern yaşama olan bir tepkisini yansıtıyor. Türkiye’de ise bu tepki, tepkisizliğin tepkisi gibi görünüyor. 19 tek karede bursa İki kişilik özgürlük Tangoyu bu kadar çekici kılan nedir? Çıkış noktasındaki gizemli hikaye mi yoksa yakınlığından kaynaklanan sıcaklık mı? Tam anlamıyla bir yaşam tarzı olan bu dans, bu kadar insanı nasıl peşinden sürüklüyor? Tangonun geçmişinden bugününe geçirdiği her evrede hüzün, aşk, çekişme ve yaşanan ihtiraslar yatıyor. Tango ile insan kendi vurgusunu, kendi sesini, kendi ritmini yansıtırken, karşısındakine ait olanı da dinleme şansını bulup dansta gizli özgürlüğü paylaşıyor. Fotoğraf: Engin Çakır Şubat 2011, 3.Nilüfer Tango Festivali, Türkan Bulut Yiğitdinç – Tanju Yıldırım 20 21 tek karede bursa Bursa’nın rüzgarında özgürlük yükselişi Gürsu sahip olduğu doğal güzellikleri ve potansiyeliyle işlenmemiş bir cevher gibi Bursa şehir merkezinin yanı başında duruyor. Yürütülen sportif etkinlikler sonucunda Gürsu, ismi bilinen yamaç paraşütü merkezleri arasına girmeyi çoktan başardı... Fotoğraf: Demet Argun Güngör Şubat 2011, Dışkaya Köyü, Gürsu 22 23 tek karede bursa Fotoğraf: Demet Argun Güngör, Haziran 2010 Bursa Posta Güvercinleri Derneği Yeni Karaman Mah., Bursa Kafesin içinden özgürlüğe 24 Bu güvercinlere “Posta Güvercini” ya da “Postalı” deniyor. Posta güvercinlerinin dünya üzerindeki geçmişi çok eskilere dayanıyor. Bu konudaki ilk kayıtlar M.Ö 1200 yıllarına kadar gidiyor. Bu yıllarda Mısır’da güvercinlerden haberleşme amacı ile yararlanıldığı biliniyor. Yani günümüzden yaklaşık 3200 yıl kadar önce bu güvercinlerin ilk ataları yetiştirilmekteydi. 25 tek karede bursa Özgürlük yürüyüşü Uludağ, 2.543 m yüksekliği ile Türkiye’nin en gözde kış ve doğa sporları merkezi. Marmara Bölgesi’nin ise en yüksek dağı... Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanan Uludağ’ın uzunluğu 40 km’yi buluyor. Genişliği ise 15-20 km. En yüksek noktası ise göller bölgesinde yer alan Uludağtepe (2.543 m). Fotoğraf: Demet Argun Güngör Ağustos 2006 - Uludağ, Bursa 26 27 tek karede bursa Dizginlenmiş özgürlük Bu bir Rahvan atı. Dizginlenmeye çalışan bu at şaha kalkıp direniyor. Rahvan; atın “tek ayak” koşma stiline deniyor. Atın aynı taraftaki ayaklarının birlikte hareket ettiği ve binicisini sarsmayan bir koşu şekli. Rahvan at yarışları, bütün Türkiye’de yaygın olmasına rağmen, tanıtımı fazla yapılmadığından fazla tanınmıyor. Yarışlara sadece yerli ırk atlar katılabiliyor. Fotoğraf: Demet Argun Güngör Temmuz 2008, Paşa Çiftliği, Bursa 28 29 tek karede bursa Göklerin özgür yıldızları Türk Yıldızları dünyada sekiz süpersonik uçakla gösteri yapan tek akrotim. Aynı zamanda Türk Hava Kuvvetleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri adına Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen kurulan tek akrotim. Türk Yıldızları, bir yandan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni tanıtırken diğer taraftan Türk Hava Kuvvetleri’nin disiplin ve etkinliğinin anlatılmasına katkıda bulunuyor. Türk halkının silahlı kuvvetlere olan güven duygusunu pekiştiren bu tim gençlerin havacılığa olan sevgisini artırıyor. Ayrıca 24 Ağustos 2001 tarihinde Bakü/Azerbaycan’da gerçekleştirdikleri; bir milyondan fazla seyircinin izlediği gösterileri ile bu alanda bir rekora sahipler. Fotoğraf: Engin Çakır - Nisan 2009 Yunuseli Havaalanı, Bursa 30 31 bursa dokusu 32 Siz sormadan biz söyleyelim, burası Bursa “Bakacak...” 33 bursa dokusu Ruhu özgür bir Bursa terası Bakacak, Uludağ’ın Bursa Ovası’na en hâkim tepesi… Uçsuz bucaksız bir rüya gibi uzanan ovalar, denizler, dağlar, yamaçlar, İnegöl ve Gemlik... Hatta iyi havalarda İstanbul’a dek uzanan nefes kesici bir manzara… Kısaca bu ayki temamız olan “özgürlüğü” Bursa’nın damında aradık, o da bize Kuşbakışı bir Bursa sefası sundu. 34 Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır Bakacak’a gelip Bursa ovasına ilk baktığınız anda Nesimi’nin o ünlü sözü geliyor insanın aklına hemen, “Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi. Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni...” Yüzünüze vurup kulağınıza fısıldayan rüzgar, doğanın tam ortasında olduğunuzu geç kalmadan müjdeliyor size. 1800 metre yukarıda olduğunuzu bilmek bile tüylerinizi ürpertirken, manzaranın büyüsünün vermiş olduğu huzur bambaşka bir diyara götürebiliyor insanı. Bakacak’ın ilk etkisini atlatıp kendinizi doğanın içerisine bıraktığınız anda ise işin keyfi başlıyor. Bakacak’a varırken ilk gözünüze çarpan Bursa’nın çoğu noktasından da görülebilen radyolink istasyonları ve vericiler olacak. Moralinizi bozmayın, devam edin. Gerçek doğa harikasını henüz görmediniz. Keşfedilmeyi bekleyen bir doğa harikası birazdan başınızı döndürecek... Sadece biraz cesaret çünkü yükseklik biraz ürkütücü ve bir o kadar da harika... İlk bakış, ilk korku ve endişeyi bir anda tatmanın heyecanı bir yana, sizi büyüleyen uçsuz bucaksız manzara bir yana... Ufak 35 bursa dokusu bir baş dönmesi, şaşkınlık ve hemen ardından korkunuzu içten içe bastıran merak duygusu… Gözleriniz mi yoksa zihniniz mi size oyun oynuyor? Gördüğünüz taşıyla toprağıyla, camisi ve ağaçlarıyla, öylece uzanan Bursa mı? Sakinleştikçe yavaş yavaş uzağa daha da uzağa bakmaya başlıyorsunuz. Yüksekte olmanın verdiği endişe ve korku ise hala yanınızda... Şimdi biraz da ufuklara doğru odaklanın, işte o gördüğünüz Gemlik… Deniziyle, denizinden daha da mavi olan gökyüzüyle orada öylece uzanıyor. 36 İşte şehir ayaklarınızın altında... Keyfini çıkarın. Bir müddet sonra daha tanıdık yerler görmek için gözlerinizi kısıp daha dikkatli bakacaksınız: “Şu Ovaakça değil mi?”, “Çevre Yolu hangisi ki acaba?” “Şu sizin evin oradaki hastane galiba”, “Cumalıkızık ne tarafa düşüyor?” Bakacak’a Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yakın zaman demir bir platform yapıldı. Bu teras sayesinde, yerli ve yabancı turistler artık daha rahat ve güvenli bir mekandan Bursa ovasını görebiliyor. Fakat üzücü bir tablo da hemen dikkat çekiyor. Bazı şehir magandaları oradaki koruma amaçlı camları tuz buz etmiş... Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan geçen ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün de onay verdiği ilk etap projede Bakacak meydanı da düzenlenecek. Araçların park edeceği bölgedeki asfalt sökülüp zemine granit parke taşı döşenecek. Ziyaretçilerin taleplerine göre, çay servisi yapılacak küçük bir kafeterya kurulması da düşünülüyor. Seyir terası projesi ile bölgede her yıl yaşanan ölümlü kazaların da önlenmesi hedefleniyor. 37 bursa dokusu 38 Evliya Çelebi Seyahatname’de Bakacak’ı şöyle anlatmış; “Bakacak, mahalli fil hortumu gibi şehre eğimli bir yalçın kayadır. İnsan buradan aşağı bakamaz, aklı başından gider. Buradan, Bursa’nın Filadar Ovası’nda olan köyler, kasabalar, bağlar, bostanlar, Nilüfer Nehri ile sulanmış ova, bukalemun süsü gibi yapraklar halinde görülür. O kadar büyük bir dağdır ki, Bursa şehri altta gizlendiği için Ulucami, İç Kale ve Bedesten semtleri kesinlikle görünmez. Ancak uzak yerler de bir bir görülür. Öyle yüksek bir yerdir.” 39 bursa dokusu Terastan vatandaşlar ve araçlar şehri rahatça seyredecek. Bakacak kelimenin her anlamıyla eşsiz bir doğa parçası. Hem de yanı başımızda... Uludağ oteller bölgesine 5 km., Bursa şehir merkezine 45 dakikalık bir uzaklıkta. Şehrin hengamesinden kaçıp ufka dalıp gitmek isteyenler için bulunmaz bir nokta. Görüp de hayran kalmamak elde değil. Bursa Ovası’nı İnegöl yamaçlarını, Gemlik körfezini hatta iyi havalarda İstanbul kıyılarını dahi görebilmek mümkün… Evliya Çelebi yüzyıllar evvel geçtiği bu eşsiz manzara hakkında 40 Seyahatnâme’ye birçok satır karalamış... Seyahatnâme’ye göre, eskiden buradan aya bakarlarmış. Ramazan ayının başlangıcında “Hilal” görünür mü görünmez mi, buradan baktıkları için bu mevkiye “Bakacak” denmiş… Eğer Ramazan hilalini görürlerse, ateş yakarak şehir halkına haber verirlermiş. Böylece kaleden toplar atılarak ertesi günü oruç tutulurmuş. Evliya Çelebi Seyahatname’de Bakacak’ı şöyle anlatmış; “Bakacak, mahalli fil hortumu gibi şehre eğimli bir yalçın kayadır. İnsan buradan aşağı bakamaz, aklı başından gider. Buradan, Bursa’nın Filadar Ovası’nda olan köyler, kasabalar, bağlar, bostanlar, Nilüfer Nehri ile sulanmış ova, bukalemun süsü gibi yapraklar halinde görülür. O kadar büyük bir dağdır ki, Bursa şehri altta gizlendiği için Ulu Cami, İç Kale ve Bedesten semtleri kesinlikle görünmez. Ancak uzak yerler de bir bir görülür. Öyle yüksek bir yerdir. Burada göğe yükselmiş yalçın kayalar vardır ki, kimi ejderha gibi, kimi file benzer. Bazısı gemi ve kartala benzer, korkunç şekilde garip ve tuhaf yapılıdır. Buradan hareketle kıble tarafını yokuş yukarı sümbül ve reyhan bahçeleri içinden geçtik, ancak buralarda büyük ağaçlar Bakacak’ın güzelliğini tamamlayan bir diğer yönü de Bakacak’a varana kadar takip ettiğiniz istikamet. Oteller Bölgesi’ne dek Uludağ’ın eşsiz doğasıyla birlikte gelinen yol, Oteller Bölgesi’ni geçtikten sonra daha da güzelleşerek devam ediyor. Sağlı sollu çiçeklerle bezenmiş, ağaçlarla sarılmış bu yola girdiğiniz anda; arabayı bırakıp bütün yolu yürümek isteyecek, bütün güzellikleri en ince ayrıntısına kadar görmek hiçbir şeyi kaçırmamak ve hiç unutmamak isteyeceksiniz. Tertemiz hava, tatlı bir esinti, kuşların birbirlerine yaptıkları iltifatlar ve çiçekler... 41 bursa dokusu Bakacak kelimenin her anlamıyla eşsiz bir doğa parçası. Hem de yanı başımızda... Uludağ oteller bölgesine 5 km, Bursa şehir merkezine 45 dakikalık bir uzaklıkta. Şehrin hengamesinden kaçıp ufka dalıp gitmek isteyenler için bulunmaz bir nokta. 42 yoktu. Sadece yeşillikler ve kır çiçekleri olan yerlerdir. Beş saat sonra başka bir menzile vardık. ” unutmamak isteyeceksiniz. Tertemiz hava, tatlı bir esinti, kuşların birbirlerine yaptıkları iltifatlar ve çiçekler... Bakacak’ın güzelliğini tamamlayan bir diğer yönü de Bakacak’a varana kadar takip ettiğiniz istikamet. Oteller Bölgesi’ne dek Uludağ’ın eşsiz doğasıyla birlikte gelinen yol, Oteller Bölgesi’ni geçtikten sonra daha da güzelleşerek devam ediyor. Sağlı sollu çiçeklerle bezenmiş, ağaçlarla sarılmış bu yola girdiğiniz anda; arabayı bırakıp bütün yolu yürümek isteyecek, bütün güzellikleri en ince ayrıntısına kadar görmek hiçbir şeyi kaçırmamak ve hiç Peki ya Uludağ’ın canlılığı ve büyüsü... Hemen yanı başınızdaki derin vadiden gelen su çağlamasının insanın kulağını uğuldatan sesi… Göğe yükselmiş yalçın kayalar, onlara eşlik eden gizemli ve garip görünümlü yamaçlar… Fantastik bir film setindeymiş gibi hissedebilirsiniz kendinizi. En uç noktada, en tehlikeli çatlaklarda yaşamaya kök salan papatyaları görebilirsiniz. Soğumaya başlayan havayla birlikte ürperirsiniz, çünkü yavaş yavaş Bakacak’ta gün bitiyor. Hiç böyle bir yükseklikten güneşin batışını izlediniz mi? Giderken güneşin bıraktığı izleri, bir şehrin dinlenmeye çekilişini ve geceye kafa tutan ışık oyunlarını… Bakacak alacakaranlıkta bir başka güzeldir, gece bir başka… Bursa’nın ne kadar büyük olduğunu gece daha rahat anlaşılabilir. Her yanı saran ışıklar, ovayla bütünleşmiş bir şehrin sınırlarını çizer adeta. Bu sınırlarla sınırsız bir özgürlük yaşanır Bakacak’ta. Yer ile gök, deniz ile göl aynı manzarada birer figüran oluverir bir bakışta... 43 44 45 detaylı bakış Rüzgarın denizdeki “seyir teknesi” 46 Fotograflar: Demet Argun Güngör - Engin Çakır Bir yandan rüzgarın bu dünyaya yön verdiğini bilirken, diğer yandan ona direnç gösterebilmek... Yüzümüze vurup saçımızı savursa da, ona güvenmek. Bizi onun götürdüğünü bilmek ve onunla birlikte seyretmek... Denizde, çok şeyden uzakta, özgür ve sessiz olmak... Yelken sporunun yaş yelpazesi oldukça geniş, tek şart uçsuz bucaksız mavileri sevebilmek. Sadece deniz aklınıza gelmesin; göl, okyanus ve su akıntısı olabilen her türlü su birikintisi için üretilmiş binlerce tasarımda yelken bulabilmek mümkün. Yarışlar için daha hafif ve toplam yelkenleri çok büyük hızlı yelkenliler varken, aile saadeti yaşamak isteyenler için ise nispeten daha küçük ve devrilme olasılığı taşımayan fakat biraz daha az performanslı tekneler bulunuyor. Bu anlamda yelkenler de ikiye ayrılıyor diyebiliriz; gezi ve yarış tipi yelkenler... Genel olarak yelken yapmak isteyen birisinin ıslanmayı sevmesi gerekiyor. Kendisini doğada rahat hissetmeyen ve en önemlisi sabırsız insanların yapabileceği bir spor değil. Yelkene gönül verenlerin denizi, dalgaları, akıntıları ve rüzgarı kendisine arkadaş etmesi ve her türlü kaprisini çekmesi şart. Onlarla mücadele ederken mutlu olabilmeli hatta bu etmenlerle birlikte sürekli değişim içerisindeki bu sporu hayatının önemli bir parçası yapması zorunluluğu bulunuyor. Tabi hemen gözünüz korkmasın, zorlukları kadar keyfi de bol bir spordan bahsediyoruz. Yelken için öncelikle şunu söylemek lazım; dışarıdan görüldüğü kadar kolay bir spor değil. Akıntı, rüzgar gibi kuvvetler gözle görülemez, hissedilirler ve bunların etkilerini kestirebilmek için deniz üzerinde zaman geçirmek gerekiyor. Bu etkenlerin yaşanmadan öğrenilmesi hemen hemen imkansız. Zaten yelken dalını zevkli yapan da tüm bu değişkenlerin birleşerek yelkeni daha karmaşık yapması... Yelken devamlı düşünmenizi sağlar. Akıntı nereden geliyor? Rüzgar hangi yönde esmeye devam edecek? Yelkeni yelken yapan en zevkli durumun da bu olduğu şüphesiz... Yelken adeta deniz üzerinde kumar ya da satranç oynamaya benzer. Özellikle yelken yarışlarında rüzgarın hesapta olmayan fakat beklenen yön değiştirmelerine göre seyir yapmak buna en basit örnek. Kısacası yelken sporu hem pratik olarak uygulamayı hem de sürekli düşünmeyi gerektiren bir spor... Yelkeni tahta karşısında veya kitaplardan teorik olarak öğrenmek en büyük hata denebilir. Pratik bir spor olan yelkeni 47 detaylı bakış 48 öğrenmek için ne kadar çok kalırsanız o kadar iyi havayı koklayabilir ve bir o kadar iyi yelkenci olabilirsiniz. Yelkencilik kısaca, rüzgara yön verme ve iple oynama sanatı olarak tarif edilebilir. Tabiatı sevmeyen, doğayla kavgalı, onunla arkadaş olamamış bir kişi denizci olamaz. Denizde çok yönlü düşünüp, çabuk karar alabilip, soğukkanlı olmalısınız. Zamanla yarışmayan, sabırlı, doğayı karşısına değil yanına alan çevreye duyarlı bir kişi olmalısınız. Bursa uzun sahil şeridi ile bu spor için uygun şartları fazlasıyla barındırıyor. Zaten özellikle Mudanya’daki ve Tirilye’deki yat limanlarında oldukça fazla yelken teknesi bulunuyor. Bursa Yelken Kulübü’nden Nail Erginer’e göre, ülkemizde yeni yeni gelişen yelkencilik yavaş yavaş zengin sporu olarak algılanan kabuğunu kırmaya başlayarak herkesin yapabileceği bir spor ve yaşam biçimi olma yönünde ilerliyor. Erginer yelkenciliği ve Bursa’daki durumu şöyle anlatıyor: “Tekne sahibi olmak değil ama bir şekilde bu yaşamın içinde olmak sanıldığı gibi zor ve ulaşılmaz değil. Bu hayata giriş kapıları da ülkemizin pek çok yerinde olduğu gibi amatör kulüpler yolu ile oluyor. Bu doğrultuda da Bursa’da bu görevi en güzel biçimde Bursa Yelken Kulübü üstlendi. 2001 yılında kurulan Bursa Yelken Kulübü 11 yılda hızla büyüyerek pek çok kişiyi üyesi yaptı ve binlerce kişiyi denizle tanıştırdı. Bursa Yelken Kulübü artarak devam eden ilgiyi daha yukarılara çıkarmak için her ay “Amatör Denizci Belgesi”ne hazırlık seminerleri veriyor, yaz ve kış trofesi adı altında senede onun üzerinde yarış düzenliyor, üyelerinin geniş katılımı ile her yıl coğrafik rotalar belirleyip bu rotalara ralliler düzenliyor. Bununla beraber ulusal bayramları denizde de kutlama alışkanlığını yöreye kazandırmış olan Bursa Yelken Kulübü manevi anlamda da görevini yerine getirmenin haklı gururunu yaşıyor. Bursa’da pek çok kişi için uzak gözüken bu etkinlikler 49 detaylı bakış aslında yanı başlarında ve sadece arzu etmelerinin yeter olduğu bir uzaklıkta. Özgürlüğün, romantizmin doğayla dost olmanın, sessizliğin tutkunu olmak, yeni coğrafyaları keşfetmek ve en önemlisi yepyeni dostlar kazanmak isteyen herkese yelken sporunu öneriyoruz ve sizleri aramızda görmek istiyoruz.” İskele Kontra: Yelkenli teknelerin ve deniz taşıtlarının sol kısımlarına verilen isimdir. Kırmızı renktedir ve sancak kontra taşıta yol vermek zorundadır. Seyir: Yelkenli teknelerin rüzgarla olan açılarına göre 3 ana gidiş yönü vardır. Bunlar orsa, apaz ve pupadır. İşte bu yönlere verilen terime seyir deniyor. Yelkencilik Sözlüğü Kontra: Yelkenli teknelerin ve deniz taşıtlarının sancak veya iskele olup olmadıklarına verilen isimdir. Yelkenin dolduğu yön anlamına da gelir. Sancak Kontra: Yelkenli teknelerin ve deniz taşıtlarının sağ kısımlarına verilen isimdir. Rengi yeşildir, geceleri deniz taşıtlarının yeşil görülen yanları sancak yanlarıdır. Yol hakkına sahiptir ve iskele kontra tekneden yol alır. 50 Orsa Seyri: Orsa rüzgara en yakın seyredilen seyirdir. Yelkenli tekneler rüzgara karşı gidemezler. Yaklaşık teknenin omurga hattıyla rüzgar arasında 45 derecelik bir açı oluşur. İşte bir yelkenli teknenin rüzgara en yakın seyredebildiği seyre orsa seyri deniyor. Apaz Seyri: Bir yelkenli teknenin rüzgarı yandan alarak seyir etmesine verilen isimdir. Teknenin omurga hattıyla rüzgar arasında 90 derecelik bir açı vardır. Apaz seyrini dar apaz ve geniş apaz diye iki kısma ayırabiliriz. Eğer rüzgar açısı 50 derce olursa dar 135 derece olursa geniş apaz deriz. Apaz seyri çoğu yelkenli tekne için en hızlı seyirdir. Pupa Seyri: Yelkenci olan olmayan herkesin en çok bildiği seyirdir. Pupa seyrinde yelkenli tekne rüzgarı arkadan (180 dereceden) alır. Yelken pupa seyrinde paraşüt gibi çalıştığı için etkisi orsa ve apaz seyrine kıyasla oldukça düşüktür. Yani bu seyir biraz daha yavaş sayılabilir. Tramola: Rüzgara yakın orsa seyrinde giden yelkenli tekne, gideceği hedefe ulaşabilmek için dönüşler yapmak zorundadır. Rüzgar üstüne doğru yapılan bu dönüşlere tramola denir. 51 detaylı bakış 52 Kavança: Rüzgarı arkadan alan yelkenli tekne yine gideceği hedefe göre dönüş yapıp, kontra değiştirmek zorundadır. Rüzgar altına doğru yapılan dönüşlere kavança ya da boci tramola adı verilir. Rüzgar üstü: Yelkenli teknenin rüzgarı aldığı yöne verilen isimdir. Rüzgar altı: Yelkenli teknenin rüzgarı aldığı yönün tersi tarafına verilen isimdir. Orsalamak: Yelkenli teknenin rüzgarla arasındaki açıyı küçülterek mümkün olabildiği sınıra kadar tekneyi rüzgara yaklaştırmaya denir. Kafayı açmak: Yelkenli teknenin rüzgarla arasındaki açıyı arttırmasına denir. Orsalamanın tam tersi olarak da düşünülebilir. Trim: Yelkenimizin şeklini değiştirerek, ondan en yüksek ölçüde verim alabilmemiz için ona uyguladığımız küçük şekil değişiklerine trim denir. Yapraklama: Eğer yelkenimizi rüzgarla dolduramıyorsak, yelkenimiz bir sağa, bir sola oynar(dalgalanır). İşte bu harekete yapraklama veya pırpırlama denir. Kerteriz: Rüzgarın hafif dönüşlerini anlamak ve bu dönüşlerin rotamızı bozmasını engellemek için pruvadaki sabit bir noktayı akılda tutmaktır. Ona göre rüzgar değişimleri anlaşılır ve rota değiştirilir. Bayılma: Özellikle rüzgarlı havalarda orsa ve apaz seyirlerinde yelkenli teknemiz rüzgar altına doğru yatar ve yan yan şekilde seyir eder. Bu durum bayılma olarak ifade edilir. Kaynak: www.yelkenokulu.com 53 odak noktası Maviden öte, maviye dair Odak Noktası bu ay profesyonel fotoğrafçılığın apayrı bir kolunu sizlere sunuyor. Yazın sıcağını, deniz yaşamının gizemini, rengarenk balıkları ve çok özel kareleri sizinle paylaşıyor. Ş.Coşkun Teziç’in portfolyosu o denli ferah ve renkli ki insanın baktıkça bakası geliyor... Fotoğraflar: Çoşkun Teziç 54 Derin masmavi sular çoğu kişi için gizemi çağrıştırır. Gizemin peşinden giden onca fotoğrafçı için de sualtı oldukça dikkat çekici bir konu. Rengarenk balıkların eşliğinde macera dolu bir serüven sunan mavi derinlikler aynı zamanda bilinmeyen yanları ile de nefes kesici bir kimliğe bürünüyor. Sualtı fotoğrafçılığı için aynı zamanda iyi bir dalgıç olmak da gerekiyor. Her türlü beklenmedik canlıya ve olaya hazırlıklı olmak, çekim sürecini güvenli bir şekilde gerçekleştirebilmek için hayati önem taşıyor. Her ne kadar soluduğumuz dünya kadar açık seçik olmasa da sualtı gerekli şartlar yerine geldiğinde zengin bir çekim objesi olarak karşımıza çıkıyor. Sanıldığı kadar zor olmadığını rahatça söylemek mümkün. Dalış yapma konusunda bir engeliniz yoksa, başlangıç seviyesinde bir makina ile bu büyülü dünyaya adım atmak artık çok daha mümkün. Ancak bu noktada çekeceğiniz fotoğrafa odaklanabilmek için yeterince dalış tecrübesine sahip 55 odak noktası olmanız olmazsa olmazlardan bir tanesi... Sualtı yaşamının varlığını kabul ederek, bu yaşam ile uyum sağlayarak çalışmanız gerekir. Sertifikalı dalışların ardından edineceğiniz tecrübe ile bu büyülü dünyaya adım atmanız çok daha kolay olacaktır. Sualtındaki dinamik değişkenlere hakim oldukça fotoğrafçılık konusundaki tecrübelerinizi de kullanmanız imkan dahilinde olur. Bursa Oasis Dalış ve Doğa Sporları Merkezi’nden ve bu konuda oluşturduğu etkileyici portfolyosu ile sualtı fotoğrafçılığında profesyonel çekimler alan Coşkun Teziç’ten sualtı ve sualtında fotoğraf çekimleri ile ilgili detaylı bilgiler öğrendik. Sualtı fotoğrafçılığına yeni başlayan bir kişi, 56 konvansiyonel bir sistemle ya da dijital kamerasını içine koyabildiği bir housing ile çekime başlayabilir. Bu sayede suyun altında istediği kareleri hemen çekebilir. Fakat sayfalarımıza renk veren Coşkun Teziç gibi profesyonel çekimler yapabilmek için dikkat etmeniz gereken pek çok detay ve uymanız gereken kurallar var. Sualtında fotoğraf çekerken öncelikle neyi fotoğraflamak istediğinizi bilmeniz çok önemli. Hangi balıkların nerelerde görüldüğü, hangi derinlikte rastlandığı gibi detaylar sizin için git gide çok daha önemli hale gelecek. Balık fotoğrafı çekmek zordur, suyun içinde uyumlu bir şekilde yaşarlarken dışarıdan herhangi bir müdahale ve yabancı cisim onları huzursuz eder. Geniş açılı objektif kullanmanız işinizi kolaylaştırır. Sualtı fotoğraf çekimi geniş açı ve makro şeklinde ikiye ayrılıyor. Dış mekan doğa çekimlerinde olduğu kadar sualtında da kullanılan bir objektif çeşidi olan makro objektif, yakın çekimler ve balık portreleri için uygundur. Fakat 10-15 cm’den çok yaklaşamadığınız cisimler için dar açılı makro lensler ile yakın kadraj yapabilirsiniz. Sualtı fotoğrafçılığında en güzel fotoğrafları çekebileceğiniz objektiflerden biri de 16 mm ve 20 mm balık gözü objektiflerdir. Sualtında yaşayabileceğiniz perspektif sorunlarının büyük önem taşımadığı düşünülürse bu objektifler başarılı sonuçlar veriyor. 20 mm’lik gibi geniş açı lensler ise, daha çok balık sürüleri, köpek balıkları gibi büyük balıkların fotoğraflanması için daha uygun. Geniş açı zoom objektifler ise yakınlaşması zor olan cisimler için çok daha ideal. Sualtı fotoğrafçılığı için verilecek diğer bir püf nokta ise daha net fotoğraflar elde etmek için düşünülmüş. Fotoğraf çekerken makinenizi küçük bir açıyla yüzeye doğru tutarsanız çok daha net ve arka fon olarak daha az karmaşık bir fotoğraf elde edebiliyorsunuz. Sualtı fotoğrafçılığı yapmak isteyen kişi fotoğraf için normal şartlarda harcadığı paranın birkaç katını harcamak durumunda. Dalış için gerekli olan ekipmanların yanında fotoğraf makinesinin sualtında kullanılmasına imkan veren housing sistemler ya da housing özelliği bütünleşik olan fotoğraf makinelerine ihtiyaç duyar. Dijital makinelerin yaygınlaşmasıyla birlikte sualtında kalma süreniz sahip olduğunuz poz miktarı ile değil, dalış ekipmanlarınızın sualtında kalmanıza izin verdiği süreyle sınırlı hale geldi. Böylelikle bir diğer “özgürlük” simgesi olan dalış, sınırlarından da kısmen kurtulmuş oldu... Su altı dalış hayatına 1990’lı yıllarda başlamış ve uluslararası birçok sertifikanın sahibi olmuş bir isim Coşkun Teziç. Bunun yanında 20012003 yılları arasında da Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği görevinde de bulunmuş. 2001 yılından itibaren ise engelliler için dalış ve iyileştirme çalışmalarına katılıyor. 2007 yılında SAD(Sualtı Araştırmaları Derneği) Kaş Arkeopark projelerine destek vermiş ve hala TINA(Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı) yönetim kurulu üyesi… Sualtı Fotoğrafçılığı kariyeri ise amatör olarak 2001 yılında başlamış Teziç’in. Ege, Akdeniz, Kızıldeniz, Hint ve Pasifik okyanusları dalış noktalarında 1000’i aşkın dalış gerçekleştirmiş. İlk sualtı fotoğraf sergisini ise Uludağ Üniversitesi USAT Sualtı Topluluğu adına açmış. Sualtı Dünyası Marine Photo ve 4x4 Free Life dergilerinde ise yazı ve fotoğrafları yayınlanıyor. 2003 yılından itibaren ise sualtı ve su üstü fotoğraf çalışmalarına dijital olarak devam ediyor… 57 odak noktası Ş. COŞKUN TEZİÇ KİMDİR? Moran ve Marmara Koleji, Haydarpaşa Lisesi, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeofizik Ön Lisans ve Anadoluhisarı Spor Akademisi Basketbol bölümlerinde öğrencilik hayatını tamamlayan Teziç, 1958 İstanbul doğumlu ama özellikle 96 senesinden bu yana Bursa ile bağları çok güçlü bir isim. Bursa’da spor denince akla gelen ilk isimlerden. İki kız çocuğu babası olan Teziç, basketbola 1974 yılında Fenerbahçe Spor Kulübü’nde başlamış ve etkin sporculuğunu 1984 senesinde aynı kulüpte sonlandırmış. 88 yılı ise yeni bir başlangıç olmuş onun için. Fenerbahçe Spor Kulübü’nde basketbol yöneticiliği hayatına başlamış. Kulüp alt yapı ve spor okulları sorumlusu olarak çalışmış. Bayan takımları ve Erkek A Takım yöneticiliği görevlerini 1991 yılına kadar sürdürmüş. Zaten hala Fenerbahçe Spor Kulübü Genel Kurul Üyesi... 58 1991- 1993 yılları arasında Türkiye Basketbol Federasyonu İdari Koordinatör Yardımcılığı, 1991–2001 yılları arasında A Milli Takım Yöneticiliği görevlerini üstlenmiş olan Coşkun Teziç, 1993–1996 yılları arasında Ülker Spor Kulübü Genel Sekreteri olarak da görev yapmış. 1996 yılından itibaren ise Tofaş Spor Kulübü’nde İdari Koordinatör… Aynı zamanda Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı Mütevellisi ve TEGV Basketbol Gönüllüleri Proje Koordinatörü olan Coşkun Teziç, sporculuk ve yöneticilik kariyerinde; 1 Dünya 3.’lüğü (Liseler), 7 Türkiye Şampiyonluğu, 2 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 3 Türkiye Kupası, Avrupa Koraç Kupası Finali, Avrupa 8.liği, Milli Takımlarda Avrupa Finali, Avrupa 8–10 ve 12.’liği gibi başarılara imza atmış… 59 gezi-yorum 60 *Bozcaada Tenes’in adası Tenedos* Dergi Bursa’nın “özgürlük” temalı bu sayısında küçük çaplı bir ironiye imza atarak sizleri Osmanlı devrinde bir dönem sürgün yeri olarak da kullanılan bir adaya davet edeceğim. Eskilerde adada olmak belki hapsedilmişlik hissine neden oluyor olabilir. Ancak günümüz büyük şehir insanı için gündelik yaşamla bağların koptuğu böylesine özel bir adada olmak özgürlüğün tanımlarından biri; Homeros’un İlyada Destanı’ndaki efsanevi Truva donanmasının saklandığı gizli liman olan bu ada, kent yaşamının telaşından gizlenilecek bir liman olabilir pekâlâ bizler için de. Özgür Çakır Son yıllarda artan popülerliği nedeniyle belki birçoğunuzun çoktan ziyaret ettiği bir yer Bozcaada. Belki bazılarınızın gitmeyi hep isteyip de ertelediği bir durak. Her şekilde hafızaları tazelemenin ya da henüz tanışmayanlar için “rüzgârın adası” Bozcaada ile tanışmanın vaktidir. Kaç defa geldiğinizin sayısını unutmuş olsanız da ilk defa gelecek olsanız da değişmeyen bir şey var; ada sizi her seferinde ilk kez geliyormuşsunuz gibi karşılayacak. Türkiye’nin üçüncü büyük adası diye söze başlayacağım ama bakmayın siz bu dereceye. Etrafındaki irili ufaklı 17 adacık da dâhil olmak üzere yaklaşık 40 km2’lik bir yüzölçümüne sahip küçük bir adadan bahsediyoruz aslında. Bağlı köy ya da nahiyenin bulunmadığı tek ilçe olan Bozcaada, Kuzey Ege’nin doğusunda, Çanakkale Boğazı girişinde yer alıyor. Çanakkale’nin bir ilçesinden bahsedince Bursalılarda günübirlik bir ziyaret fikri oluşabilir. Bunu pek tavsiye etmem. Bursa ile Bozcaada arasında hatırı sayılır bir sürüş mesafesi var. Bandırma ya da Balıkesir üzerinden feribot seferlerinin gerçekleştirildiği Geyikli İskelesi’ne yaklaşık 4,5-5 saatlik bir yolculukla ulaşmak mümkün. Bu mesafe Bandırma üzerinden yaklaşık 320 km, Balıkesir-Edremit üzerinden gitmeyi tercih edenler için ise yaklaşık 340 km’lik bir mesafe söz konusu. 61 gezi-yorum “Rüzgar varmış; olsun, birlikte esilir. İcap ederse her akşam güneşle birlikte batılıp sabah birlikte doğulur. Dilinde her milletten şarkılar, türküler, elinde hayatı doya doya yedirecek türlü çeşit maharet, ağzı üzüm kokan, deli denizler gibi koyu mavi bakan, parke taşlarında küçük adımlarıyla yalınayak, gözlerinde her akşam kızıl güneşleri lacivertlere batıran bir kadın sanki Tenedos. Onu yakından görmenin de uzaktan sevmenin de her hali güzel.” Geyikli İskelesi’ndeki bekleme süresi ve yaklaşık 45 dk’lık deniz yolculuğunu da hesaba katarsak Bursa’dan adaya ulaşmanın 6-7 saati bulacağını söylemek mümkün. Benim tavsiyem en azından 3-4 günü geçirecek bir tatil planlaması. İstanbullular ise biraz daha şanslılar. Çünkü Haliç’ten seferlerine başlayan özel bir şirketin deniz uçakları ile adaya havayoluyla da ulaşmak mümkün. Diğer bir alternatif de iki saatlik feribot seyahati ile Bandırma ve buradan da yaklaşık 3,5 saatlik bir sürüş ile Geyikli’ye ulaşmak. Bu mesafe yaklaşık 400 km. Bozcaada-İzmir arasındaki mesafenin 280 km, Bozcaada-Ankara arasındaki mesafenin ise 710 km olduğunu da belirtelim. Geyikli iskelesinden özellikle yaz aylarında sabah erken saatlerde başlayan ve gece yarısına kadar süren, çoğunlukla bir saat arayla gerçekleşen 62 tarifeli seferler düzenlenmekte. Özel araçla gitmek yerine toplu taşımayı tercih edenler için ise Çanakkale merkezden adaya deniz otobüsü de gitmek mümkün. Çanakkale merkeze yaklaşık 40 km uzaklıktaki yük yeri iskelesinden bineceğiniz feribot adaya yaklaşırken Bozcaada’nın ismini hak ettiğini düşüneceksiniz. Uzaktan gerçekten boz ve terk edilmiş görünse de, ilk görüşte güzelliğini gizleyen ama ayak bastıktan sonra belki de hiç bitmeyecek bir tutkuyla bağlanacağınız bir yer olmaya aday Bozcaada. Bu boz görüntüsünün ardında uçsuz bucaksız üzüm bağlarını, onları bekleyen güzelim bağ evlerini, rüya gibi kumsallarını, pırıl pırıl temiz denizini, sadece size özel kullanabileceğiniz kadar küçük koylarını, kekik kokulu tepelerini, lezzetli şaraplarını ve yemeklerini keşfinizden sonra ahir ömrünüzde ziyaret edebileceğiniz en güzel adalardan birinde olduğunuzu da anlayacaksınız. Bunu sadece ben söylemiyorum. Küçük bir araştırma ile birçok uluslararası gezi dergisinde de Bozcaada’nın isminin Bali, Mykonos, Ibiza, Bermuda ve Şeyseller ile birlikte dünyanın en güzel adaları listelerinde üst sıralarda anıldığını görmeniz mümkün. Antik çağdaki ismi Leukophrys unutulmuş olsa da Yunan mitolojisinden köken alan eski ada Tenodos hala kullanılmakta. Deniz Tanrısı Poseidon’un çocuklarından biri olan Kyknos Lapseki bölgesindeki Kolonai kentine hükmedermiş. Kralın ilk eşinden Tenes adında bir oğlu olmuş. Tenes’in annesi ölünce kral baba yeniden evlenmiş. Fakat serde üveylik olan anne Philomene bir gün Tenes’e iftira atmış, kendisine yalancı tanık olarak bir de kavalcı bulmuş. Kral baba Kyknos bu iftiraya inanmış ve oğlunu bir sandığa kapatarak denize attırmış. Denizlerin Tanrısı dede Poseidon ise sandığı fırtınalardan koruyarak boğazdan geçirmiş ve Leukophrys adasının sahiline bırakıvermiş. Tenes burada sandıktan çıkmış, adaya yerleşmiş ve adanın ismini Tenes’in adası anlamına gelen Tenedos olarak değiştirmiş. Bugünkü Poyraz limanı mevkiinde bulduğu yabani asmaları ıslah ederek adanın üzümcülük ve şarap geleneğini de başlatmış. Kral baba bir süre sonra oğluna atılan iftirayı anlamış ve özür dilemek için adaya hareket etmiş. Tenes limana bağlanan geminin ipini çift başlı baltası ile keserek babası ile görüşmeyi reddetmiş. Bugün Yunancada halen kullanılagelen ve bir daha geri dönmemek üzere biriyle ilişkilerini koparmayı tarifleyen “Tenes’in baltası ile kesmek” deyimi buradan gelmekteymiş. Bozcaada stratejik konumu nedeniyle çağlar boyunca birçok kez istilaya uğramış ve el değiştirmiş bir ada. Nekropol alanında yapılan kazılar sonucunda ada tarihinin MÖ 3000 yıllarına dayandığı tahmin edilmekte. Adanın ilk sakinleri Akaların bir kolu olan Pelasglar. Akalardan sonra adaya sırasıyla Fenikeliler, Atinalılar ve Yunanlılar hakim olmuş. Ada MÖ 493’te Pers istilasına uğramış. MÖ 334 yılında ise Pers hükümranlığına son veren Büyük İskender’in devri başlamış. Bergama Krallığı’ndan sonra Tenedos MÖ 168 yılında Roma hakimiyetine girmiş. Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında ikiye bölünmesi ile Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğu’na dâhil olmuş. Sonraki yüzyıllarda Tenedos üzerinde Bizans, Cenevizliler ve Venedikliler arasında egemenlik mücadelesi süregelmiş. İlk hali antik dönemden kalan Apollon Tapınağı üzerine 1100’lü yıllarda Cenevizliler tarafından yaptırıldığı tahmin edilen güçlü kalesi ile Bizans ve Karadeniz’e yönelik ticaret yolu üzerindeki ada Venedik ve Cenevizliler arasında birçok savaşa neden olmuş, birkaç kez el değiştirmiş. Venediklilerin Bizans İmparatoruna verdikleri borç karşılığında adayı almalarıyla Cenevizliler ile aralarında olan gerginlik tekrar tırmanınca 1381’de iki taraf aralarında anlaşarak adayı boşaltmaya karar vermişler. Kaleyi yıkıp halkını Girit adasına sürgüne göndermişler. 63 gezi-yorum O dönemde Bozcaada’ya uğrayan seyyahların yazdıklarından adanın ıssız bir şekilde korsan yatağı haline geldiğini ve kalenin kalıntı halinde olduğunu öğreniyoruz. Her ne kadar korsanların öldükten sonra deniz sularına bırakıldığını bilsek de bugün Bozcaada Kalesi’nde bir korsana ait olduğunu tahmin ettiğim kurukafa ve kemik figürlerinin işlenmiş olduğu mermer bir mezar taşını da görmek mümkün. Bozcaada İstanbul’un fethi sonrası 1456 yılında Osmanlı idaresi altına girmiş, kale tekrar onarılmış ve sosyal hayat yeniden başlamış. Zaman zaman Venediklilerle Osmanlılar arasında el değiştiren Bozcaada, bu süreçte birkaç kez ağır hasar almış. 1657’de Bozcaada’yı ele geçiren Venedikliler adayı terk ederken kaleyi yıktıkları gibi kasabayı da ateşe vermişler. Son olarak Bozcaada önlerinde 16 Haziran 1717’de başlayan ve dört gün süren deniz savaşı sonunda Venedik donanması imha edilerek Ege Denizi’nden çekilmiş ve adada Balkan Savaşlarına dek süren Osmanlı devri süregelmiş. Bu süreçte özellikle 18. yüzyıldan sonra ticaret hacmi gelişen 64 adada İtalya, Avusturya-Macaristan ve İngiltere’nin fahri konsolosluklarının olduğunu biliyoruz. Bozcaada Balkan Savaşları sırasında 7 Kasım 1912’de Yunanistan tarafından işgal edilmiş. 1915 Çanakkale Savaşı esnasında İngiliz ve Fransızlar tarafından askeri üs olarak kullanılmış ve son olarak da 20 Eylül 1923’te Lozan Anlaşması gereği Türkiye Cumhuriyeti tarafından teslim alınmış. Osmanlı Egemenliği altında adada Rum ve Türk nüfus yüzyıllar boyunca varlıklarını korumuş ve iki ayrı mahallede barış içerisinde yaşamışlar. 1912 yılına ait Şark Ticaret Yıllıkları’nda Bozcaada nüfusunun yaklaşık 1500 Türk ve 3500 Rum’dan oluştuğu görülmekte. Yunan işgali ile Türk nüfusunun büyük kısmı Anadolu’ya göç etmiş. Kalanlar Türk mahallesi içinde yaşamaya devam etmiş. 1923’te adanın Türk himayesine geçmesi ile Rum vatandaşlar 8-10 aile dışında adayı terk etmiş. Bir süre sonra adayı terk edenlerin büyük kısmı Türk hükümetinin çıkardığı kanunlarda oturulmayan ev, bakılmayan bağ-bahçenin hazineye aktarılacağını ve adada kalan akrabalarıyla olan mektuplaşmalarından kalan Rumların evlerinde olduğunu ve ticari hayatlarını devam ettirdiğini öğrenince Bozcaada’ya geri dönmüş. Kurtuluş savaşı sonrası 24 Temmuz 1923’te Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan nüfus mübadelesine ilişkin protokolde Gökçeada ve Bozcaada Rumları tıpkı İstanbul gibi mübadele haricinde tutulmuş. 1930’lara kadar sakin bir dönem geçirilmiş. 1934’teki Trakya olayları, 1941’te 20 ila 40 yaş arasındaki azınlık erkeklerin -daha önce askerliğini yapmış olsa da- askere alınmaları, 1942’te uygulanan varlık vergisi, 1955 İstanbul merkezli 6-7 Eylül olayları, 1963 Kıbrıs krizi, 1964 Bozcaada Karma Rum Okulu’nun kapatılması ve Yunan uyruklu olanların sınır dışı edilmeleri, son olarak da 1974 Kıbrıs Harekatı gibi çeşitli kırılım tarihleri adalı Rumların aralıklı olarak geri dönüşsüz bir şekilde Bozcaada’yı terk etmelerine neden olmuş. Rum iş yerleri, bağlar, mağazalar ve evler hızla el değiştirmiş. Aynı yıllarda Kıbrıs adasındaki Türk-Rum çatışmaları binlerce kilometre ötedeki Bozcaada’da yüzlerce yıldır Türklerle birlikte barış içinde yaşayan Rum cemaatinin hayatını da altüst etmiş. Doğdukları toprakları geride bırakmak zorunda kalarak büyük çoğunluğu başta Yunanistan, Avustralya, Kanada ve Fransa’ya olmak üzere değişik ülkelere göç etmişler. Giden Rumlar çoğunlukla zanaatkar isimler de olunca adadaki bilgi, görgü ve ustalık işleri de sekteye uğramış. Ada tarihinde ilk defa nüfus Türklerin lehine dönmüş. Bozcaadalı Rumların adayı terk etmeleri ile oluşan bu boşluğu bağ bozumu dönemlerinde mevsimlik işçi olarak Çanakkale’den gelen köylüler doldurmuş. Günümüzde çoğunluğu 60 yaş ve üzerinde olmak üzere adada yaşayan yaklaşık 20 kadar Rum cemaati mensubu vatandaşımız mevcut. Yakın bir tarihte adadaki azınlık olan Rumların tamamen yok olacağını tahmin etmek çok da zor değil. Yine de bugünkü ada kültüründeki sahip çıkılan izlerinin uzun yıllar boyunca oluşan karma kültür içerisinde gelecek nesillere aktarılacağını öngörmek de mümkün pek tabii. Konu adanın yerel kültür ve tarihinin korunması ve gelecek nesillere aktarımı olunca burada bir paragrafı da Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi (BOYTAM)’a ve Hakan Gürüney’e ayırmak lazım. Aslen adalı olmayan, İstanbul doğumlu bir fizikçi ve bilgisayar şirketi sahibi olan Hakan Bey’in yolu, deniz kabuğu koleksiyonculuğuna başlaması sonrasında nadir görülen bir deniz kabuğunun peşinde Bozcaada ile kesişmiş. Ada ile tanışıklığı sonrasında önceleri alınan yazlık ev ile İstanbul’dan kaçış yerine dönüşen Bozcaada anlaşılan o ki bir süre hayatının merkezine oturmuş. 1998’de İstiklal Caddesi’ndeki bir sahaf dükkanından aldığı Tenedos gravürü ve 1915 yılına ait dört adet siyah beyaz kartpostal ile başlayan Bozcaada koleksiyonculuğu yıllar içerisinde büyük bir tutku ile bugün çok zengin bir müzeye dönüşmüş. Sadece objelerle sınırlı kalmayıp Bozcaada’nın unutulmaya yüz tutmuş hikayesinin peşine düşmüş Hakan Bey. Birçok Bozcaadalı ile saatler süren yüz yüze röportajlar yapmış, canlı tanıklardan hem yaşam öykülerin hem de Bozcaada’ya yönelik anılarını dinlemiş, sesli ve görüntülü olarak kaydetmiş. Çığ gibi büyüdüğü anlaşılan koleksiyona Bozcaada Kaymakamlığı mevcut binasını tahsis etmiş. Bozcaadalılar tarafından da gönülden desteklenen bu oluşuma 1000’den fazla ata yadigarı fotoğraf ve obje sergilenmek amacıyla bağışlanmış ve bugün Cumhuriyet mahallesinde yer alan Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi bünyesindeki müzede adeta demans tablosundaki bir hastanın bölük pörçük hatıraları cımbızla teker teker ayıklanıp bir araya getirilerek adanın hafızası da tazelenmiş. 1874 Bozcaada yangınından sonra yapılan binaların en yüksek ve görkemlisinin -sahibinin 1950’de binayı terk etmesi ve bu sebeple üst katlarının bakımsızlıktan yıkılmasıyla- geriye kalan kısmı olan tek katlı taş binada vakit geçirmek adeta bu küçük ve güzel adanın geçmişine hüzünlü bir yolculuk yapmak gibi. Sergi alanını ve kısa geçmişine 65 gezi-yorum kıyasla oldukça zengin bir içerik barındıran müzede Tenedos sikkeleri –ki bu sikkelerin arka yüzündeki çift başlı baltası müzenin logosunda da mevcut-, Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalan mezar taşları, cami alemleri, değişik tarihlerdeki yazışmalara ait belgeler, adalılara ait giysiler, Çanakkale Savaşı döneminde adayı üs olarak kullanan Fransız ve İngiliz askerlerinden kalan eşyalar ve kartpostal arkası hikayeler, Bozcaada ile ilgili çok sayıda harita ve gravür, ada denizciliği, kaptanlar ve süngercilere ait objeler, Tenedos isminin geçtiği envai 66 çeşit materyal, Bozcaada hakkında yazılmış kitaplar, Bozcaada günlük yaşamına ait türlü detayı barındıran eşyalar ile Türk ve Rum vatandaşlar tarafından BOYTAM’a bağışlanmış olan ata yadigarı objeler, aile fotoğrafları ve aile soy ağaçları sergilenmekte. Tenedos antik kentinin bugünkü yerleşim alanının hemen altında kaldığı düşünülüyor. Henüz bir arkeolojik kazı gerçekleştirilmemiş ve adanın tamamı doğal ve tarihi sit alanı ilan edilmiş durumda. Bu sayede ada mimarisinin özgün özellikleri de korunabilmiş. Mevcut binaların tamamına yakını eski binaların restorasyonu ya da aslına uygun yeniden yapılması ile kazanılmış. Ve tabi haliyle yıldızı bol otel beklentiniz varsa rafa kaldırmanın tam zamanı. Bozcaada’da konaklama seçenekleri genellikle ada halkının işlettiği samimi ve doğal mekanlar. Her zevk ve bütçeye uygun seçenek bulmak mümkün. Çoğunluğu eski bağ evleri ve merkezdeki eski evlerin restorasyonu ile oluşturulan 60’ın üzerinde pansiyon ve otel ile hatırı sayılır bir konaklama potansiyeli mevcut. Yine de yoğun mevsimlerde sıkıntı yaşamamak için önceden rezervasyon yaptırmanızı öneririm. Kalacağınız yer hangisi olursa olsun belli bir standardın altına düşmeyeceğini söylemek mümkün, keyifli bir tatilin garantisi var. Ada kültürüne hakim olan beyaz badanalı tek ya da iki katlı evlerdeki pansiyonlarda temiz ve konforlu bir konaklama imkanı yakalayacaksınız. Konakladığınız yerlerde ev yapımı yöresel zeytin ve peynirler, doğal reçel çeşitleri, bahçeden toplanan taze sebzelerden oluşan kahvaltılar bekliyor olacak sizi. Yollara düşmenin vaktidir. Nerden başlamalı sorusunun cevabı da adadaki en büyük yapı olan kale olabilir pek tabi. 1381 yılında Cenevizliler ve Venediklilerin aralarında yaptıkları anlaşma ile yıktıkları surları ile bir dönemi yıkıntı olarak geçiren kale, ada Fatih Sultan Mehmet tarafından 1456’da fethedildikten sonra 1479 tekrar inşa edilmiş. Son olarak 1815 yılında II. Mahmut tarafından yaptırılan kapsamlı tamirat ve tadilatlarla adeta yeniden inşa edilen kale bugünkü son şeklini almış. Kale şehirden yaklaşık 10 m genişliğinde ve 250 m uzunluğunda bir hendekle ayrılıyor. Dış kapının önünde hendeği geçmeyi sağlayan eski portatif asma köprünün yerini kalıcı bir köprü almış durumda. Dıştan son derece sağlam ve görkemli görünse de kale içinin günümüzde tekrar bir revizyon ve kapsamlı bir restorasyona ihtiyaç duyduğu söylenebilir. Gece ışıklandırmasının da tekrar hayata geçirilmesinin ada görseline katkı sağlayacağı da. Ada görseli demişken, aslında adanın şu anki halinde eskisiyle karşılaştırınca dikkati çeken çok önemli bir eksik söz konusu: Eski fotoğraf ve resimlerde bir köşede mutlaka izleyene göz kırpan kale arkasındaki tepede üç adet ve karşısında değirmen bayırı tepesindeki sekiz adet olmak üzere toplam on bir adet olan yel değirmenleri. Eski kartpostallardan başını kaldırıp bakınca tepelerde insanın gözü ister istemez fark ediyor yokluklarını. Bunlardan her iki tarafta birer adet yel değirmeninin kalıntıları tepelerde seçilebilmekte. Her ne kadar batı burnunda yer alan rüzgar gülleri ile modernize olmuş yel değirmenlerinin varlığından söz etmek mümkün olsa da bu nostaljik yel değirmenlerinin restore edilerek adaya tekrar kazandırılmasının sadece görseline değil turizme de katkısının olacağı aşikar. Yerinde yeller esen sadece yel değirmenleri de değil aslında. Kalenin önündeki tören alanı olan meydanda 67 gezi-yorum ise eski fotoğraflardan bir kurtuluş anıtı olduğunu öğreniyoruz. Bozcaada’nın Lozan Anlaşmaları sonucunda Türkiye’ye kazandırılmasının anısına Nisan 1925’te dikilen obelisk formunda yaklaşık 4 m yüksekliğinde dört kenarlı, tepeye doğru incelen sivri kubbeli olan bu anıtın 1974 senesinde yapılan meydan düzenlemesi esnasında sökülerek kaldırıldığı anlaşılıyor. Temelinden ise bir şişe içerisinde Osmanlıca “…bu mutlu günün değerli bir hatırası olmak üzere buraya kıyamet gününe kadar kalıcı olmak duasıyla bu anıt yapıldı ve milletin görüşlerine sunuldu” yazan bir belge bulunmuş. Hazır yel değirmenlerine el atmışken aynı restorasyon çalışması içerisinde oldukça sağlam ve anlaşılır fotoğrafları bulunan bu anıtın da bir benzeri tekrar 68 dikilerek bu metnin sahibinin temennisi –kısmen de olsa- gerçekleştirilebilir. Tabi yine de haksızlık etmek istemem doğrusu. Koruma, restorasyon ve eski değerlerin kazanılması için bir çabanın olduğunu söylemeli. Örneğin Rum Mahallesi’ndeki Meryem Ana Kilisesi’nin avlusunda yer alan 4 katlı çan ve saat kulesi 2007 yılında onarılarak restorasyon görmüş. Bu sayede şehrin siluetindeki önemli bir unsur olan bu kule geri kazanılmış. Merkezde zaten herhangi bir araca ihtiyaç duymayacaksınız. Kabaca Türk ve Eski Rum Mahallesi olmak üzere (Alaybey ve Cumhuriyet mahalleleri) iki ayrı mahalle üzerinde kurulu olan merkez bir uçtan diğerine 15-20 dakikadan fazla bir süre almayacak bir genişlikte. Limanı karşınıza aldığınızda solda kalan Türk mahallesi daha karmaşık bir sokak yapısında olsa da sağ taraftaki Rum mahallesi 1874 yılındaki büyük yangın sonrasında kare planda yeniden imarlandırıldığı için birbirini kesen dik yolları ve sokakları ile daha düzenli bir görünümde. Doğal olarak Cumhuriyet Mahallesi’nde Rum, Alaybey Mahallesi’nde ise Türk mimarisinin izlerini taşıyan yapılar mevcut. Mimari farklılıklar elbette var ancak binalar genelde kâgir ve ahşap karkas yapılardan oluşuyor. Evlerin en dikkat çekici özelliği birbirinden renkli ve farklı kapılar ve kapı tokmakları. Genelde yüksek ve çift kanatlı olan kapıların üzerinde çoğunlukla kurutulmuş kır çiçekleri veya lavantalardan oluşan taç biçimli çiçekler göreceksiniz. Adanın genelinde küçük detaylar ve süslemelerde yüksek ve ince bir zevkin hakim olduğu söylemek mümkün. Keşfedeceğiniz küçük detaylar ile her adımda adaya biraz daha ısınacağınızın garantisini verebilirim. Sokak aralarında her köşede bir kediye rastlayacaksınız. Bir de ilginç bir şekilde sayıları dikkati çekecek kadar çok olan kısa bacaklı bodur sokak köpeklerine. Martılar da var elbette ama adanın havadaki hakim türü kargalar. Bugün hediyelik eşyalara dek ada kültüründe yer edinmiş olan bu güzel sesli kuşlar, şehirde gördüklerinizden biraz farklı. Bütün kargalar içinde en küçük ve en tiz sesli olan, beyaz gözleri ve gri ensesi ile dikkat çeken bir cins bu. Gerçekten de ada halkı bu zeki hayvanlarla içli dışlı yaşıyor. Çay bahçesinde otururken masanıza konacak kadar cesurlar ya da adalı bir şarap markasına ismini verecek kadar ilham verici. Limanda balıkçı tekneleri ile komşu, denize sıfır yerleşimli çok sayıda balık restoranı, bembeyaz örtüleri, mavi-beyaz boyalı ahşap sandalyeleri ve gece olduğunda suya yansıyan ışıklandırmalarıyla arzı endam etmekteler. Cumhuriyet mahallesinde ise özellikle mezeleri ile ön plana çıkan 69 gezi-yorum çok sayıda benzer dekorasyonlu, beyazın ve mavinin hâkim olduğu ahşap masalı restoranları bulacaksınız. Bu bölgede kendinizi Ege’deki bir Yunan adasında hissetmeniz an meselesi. Liman ve Cumhuriyet Mahallesi’nde yoğunlaşan restoranlar dışında meydan ve çevresi ile ara sokaklarda da çok sayıda küçük, farklı ve özgün kafe- restoran bulmanız mümkün. Ada mutfağına doğal olarak deniz ürünleri hâkim. Yabani otlar ve zeytinyağlılardan oluşan meze çeşitliliğinin de altını çizmek gerek. Yabani otlardan ısırgan, cibes, radika, turpotu, kazayığı, şevketibostan ön plana çıkan ve adaya özgü olan lezzetler. Adanın bir başka meşhur lezzeti ise “kirpi” de denilen denizkestanesi. Kıyıdan ve taşlık alanlardan dalarak çıkarılan kirpiler beyaz şarabın yanında sunuluyor. Doğası gereği balık çeşitliliğinden, kalamar ve ahtapotun en lezzetlilerini bulacağınızdan bahsetmiyorum ama özellikle asma yapraklarına sarılarak ızgarada yapılan sardalye mutlaka denenmeli. Çınaraltı Kahvesi’nin likör ve çikolata ile birlikte ikram edilen damla sakızlı kahvesi, Ada Kafe’nin gelincik şerbeti ve Çiçek Pastanesi’nin bademli un kurabiyesi ise adaya özgü diğer lezzetlerin başında geliyor. Bozcaada’nın lezzetlerinden bahsetmişken adaya özgü üzüm ve şarapları da atlayacak değilim. Bağcılık ve şarapçılık Bozcaada için sadece bir ekonomik faaliyet olmanın ötesinde bir yaşam biçimi haline gelmiş ve Tenes’in öyküsüne bakarsak bu durum adanın tarihi kadar eski. Ada bağcılığının ve şarapçılığının bu denli gelişmiş olmasının iki temel nedeni var. Adanın üzüm bağlarının yetişmesine son derece uygun olan toprak yapısı ve özellikle kuzeyden gelen hakim rüzgarlarla adanın gündüz ve gece sıcaklık farklarının şarap üretimi ve bağcılık için son derece uygun olması. Kuşkusuz ada bağcılığı denildiğinde artık adanın 70 sembolü haline gelmiş olan dünyaca ünlü Bozcaada çavuş üzümü akla gelmekte. Türkiye’nin en güzel Çavuş üzümünü bulacağınız yerdesiniz. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde de övdüğü sofralık Çavuş üzümü dışında Karasakız, Karalahna ve Vasilaki gibi şaraplık üzüm çeşitleri de Bozcaada’ya özgü üzümlerden. Adada günümüzde dört tane şarap fabrikası mevcut. Bunlardan üçü şehir merkezinde, biri de merkezin güneyindeki Tuz Burnu mevkiinde. Adadaki şarap fabrikalarının tadım yerlerinde değişik şaraplar tatmak ve fabrika satış mağazalarından alışveriş etmek mümkün. Endüstriyel üretime geçenler dışında ayrıca bazı lokantalarda, küçük atölyelerde ve evlerde üretilen butik şarapları deneyebilirsiniz. Şarap çeşitleri yanında hediyelik eşya olarak –eğer denk gelecek kadar şanslı iseniz- kekik balını, Simyon Salto’nun meşhur, Rum mutfağına özgü ve içine badem konularak küçük domateslerden yapılan domates reçelini öneririm. 12 adet burun ve koy bulunan adanın denizi tertemiz ve popüler olanlar dışında keşfedebileceğiniz daha küçük bakir koyları da var. Adanın denizi genel olarak çok soğuk. İlk şoku atlattıktan sonra ise suyun verdiği zindelik hissi paha biçilemez türden. Kaplıca suyuna dönmüş sıcak denizlerde yüzmekten hoşlanmayanlar için sırf bu bile adaya gitmek için başlı başına bir sebep olabilir. Adada rüzgârın hiç dinmediğinden bahsetmiştim. Ama bu gözünüzü korkutmasın. En rüzgârlı havada bile adada olmanın verdiği avantajla denize girebileceğiniz bir koy bulmak mümkün. Yapmanız gereken o gün esen rüzgârın yönünü tayin etmek ve ters istikametteki rüzgar almayan kıyılara yönelmek. Çoğunlukla kuzey yönünden rüzgâr alıyor olması nedeniyle adanın popüler plajları güney kıyısında yer alıyor. Bunlardan en meşhuru Ayazma Plajı. Biraz batısında ise Habbele Koyu var. Habbele Koyu bugünlerde genel kullanıma kapalı. Bu durumda eğer yemek yiyebileceğiniz restoran ve şezlong - şemsiye ikilisi beklentiniz var ise adresiniz Ayazma Plajı. Buraya ada merkezinden düzenli minibüs seferleri de var. Ayrıca plajda zaman zaman profesyonel bir şirket tarafından jet-ski, su kayağı ve sürat teknesi ile çekilen banana benzeri sportif aktiviteler de sunulmakta. Kendi aracınızla gitmişseniz veya motosiklet ya da binek oto kiralamış iseniz tercih edebileceğiniz bir başka koy ise deniz altındaki çeşitlilik ve anfora kalıntıları ile öne çıkan Akvaryum Koyu. Bu küçük koy turkuaz rengi inanılmaz berraklıktaki denizi ile görülmeye değer. Akvaryum Koyu da dâhil olmak üzere diğer bütün koylarda herhangi bir tesis yok, bu nedenle de en azından şemsiyenizi yanınızda bulundurmanızda fayda var. Ayazma kelimesi “kutsal su” anlamına geliyor. Plajın hemen üstündeki alanda adanın Aya Paraşkiri ayazması yani çift oluklu bir çeşme bulunuyor. Sekiz tane dev çınar ağacının gölgesinde küçük bir şapel ve iki adet tek katlı küçük yapı var. Dev çınar ağaçları ve sürekli akan bir çeşmeye güzel bir deniz manzarası da eklenince piknik yapmayı düşünenler için uygun bir alan olduğundan bahsedilebilir. Buradaki çeşmeden bir kez su içenin artık adalı olacağına inanılıyormuş. Bu bölgede ayrıca her yıl 25-26 temmuzda Ayazma Panayırı gerçekleştiriliyor. Buradaki Rum-Ortodoks cemaatine ait şapel Azize Aya Paraşkiri adına yapılmış ve onun adını taşıyor. Adada Rum nüfus yok olmaya yüz tutsa da göç etmiş olan Rumların her yıl aynı tarihte ziyaret etmeleri ve adalıların da katılımı ile Ayazma Panayırı geleneği halen sürdürülmekte. Şapelin alt kısmında mum yakılıp adaklar adanan ve dilek dilenen bir mağara mevcut. Yolunuz düşmüşken ayazmadan içip bir de dilek dilemek isteyenlere duyurulur. Ayazma Panayırı dışında her sene Ağustos ayında şair Haluk Şahin öncülüğünde başlayan İlyada okumaları ve elbette ki Bağbozumu Festivali yıllık etkinliklerinden. Ağustosun son haftası ya da eylül başında gerçekleştirilen bağ bozumu özellikle kaçırılmayacak türden eğlenceli bir etkinlik. İki gün süren festival ada şarapçı üreticilerinin kendi bağlarında düzenledikleri sembolik bağ bozumu ile başlıyor. Bağ işçileri ile birlikte traktörlere binilip bağlara gidiliyor. Orada üzüm toplamanın incelikleri öğrenilerek hep birlikte hasat yapılıyor, toplanan üzümler eski günleri hatırlatırcasına küfelerle eşek sırtında, at arabasıyla, traktör veya pırpırlarla yerel müzisyenlerin eşliğinde tören alanına taşınıyor. Açılış töreninden sonra üzümler halka dağıtılıyor. Ayrıca festival boyunca ada şarap üreticilerinin standlarında şarap tadım yapmak da mümkün. Kale içerisinde çeşitli konserler, ayrıca festival kapsamında yarışmalar düzenleniyor. Birinde adanın en iyi çavuş üzümü, diğerinde ise adanın üzüm güzeli seçiliyor. Bozcaada’nın gün batımları meşhur. İki mekan önerim olacak. Bunlardan ilki adanın kaptan köşkü, en yüksek noktası olan Göztepe. 192 m yüksekliğindeki Göztepe’den adanın neredeyse tamamını izleyebileceğiniz etkileyici bir manzara sizi bekliyor olacak. Özellikle dolunay zamanında ise günbatımında Göztepe’yi tercih etmekte fayda var. Bir taraftan güneşin batışını izlerken, arkanızı döndüğünüzde tüm ihtişamı ile koskocaman bir dolunay göreceksiniz. Adanın neredeyse kendinden meşhur günbatımı seremonisi için en bilinen ve gerçekten de en etkileyici noktası ise Batı Burnu. Bu bölgede yer alan Polente Feneri ve rüzgâr enerji santraline ait devasa rüzgar türbinleri, namı diğer rüzgar gülleri Ege Denizi’nde ufuk çizgisinde tüm aşamalarını keyifle izleyebileceğiniz günbatımı ile bir araya gelince apayrı bir tablo oluşturuyor. Burada neredeyse tüm turizm sezonu boyunca her gün ada şarabını kapıp gelen, genci ve yaşlısıyla büyük bir kalabalık adeta bir ayin havasında adanın ve günbatımının tadını çıkarıyor. İşin ilginç tarafı bu kalabalığa rağmen adayı size özel ve kendinizi adaya ait hissedebileceğiniz bir anı yaşayacaksınız. Keyfini çıkarın. Eski görüntüsü ile Polente Feneri boyası dökülmüş olsa da modern çağın değirmenleri yanında dimdik ayakta denizi izlemekte. Rüzgârın kucağında eski ile yeninin birlikteliği Bozcaada’nın bugünkü durumunun da özeti gibi adeta. “Tanrı insanlar uzun ömürlü olsun diye Bozcaada’yı yaratmış” diyor Herodot. Burada geçireceğiniz birkaç günün sonunda yenilenmiş hissetmenizin sebebi de bu olacak. Dönüş yolunda ana karaya ayak bastığınız anda Bozcaada’nın verdiği zindelik hissini özlemeye başlayacak ve bir daha mutlaka geri geleceğinizi bilerek adanın hiç terk etmeyeni rüzgâra adaya olan selamınızı fısıldayacaksınız. 71 gezi-yorum Akıllı telefonlardaki “Bozcaada” Instagram fotoğrafları: Emir Kurtaran, Özgür Çakır ve Serpil Tekin 72 73 detay Sırtüstü yatan özgürlük Hazırlayan: Sezai Evans Doğa kelimesi sizin için ne ifade ediyor? Tatil, kumsal, deniz ya da mavi? Gölge, serinlik ya da sessizlik? Çağrışımlarıyla bizi etkileyen bu kelimeleri duymanız dahi gevşemenize yeter de artar... O anda, o günlerde her ne yapıyorsanız bırakıp gitmek gelir içinizden. Bu yazının konusu, sayarak çoğaltabileceğiniz bu kelimelerden birçoğunu içerisinde barındıran “Hamaklar...” Durun nereye gidiyorsunuz? Yazıyı daha okumadınız... Hamak: “İki ağaç veya direk arasına asılarak kurulan, içine yatılarak sallanılabilen, ağ, bez vb.nden yapılmış yatak, ağ yatak” Türk Dil Kurumu Yaz ile birlikte vaktimizin çoğu dış mekanlarda geçiyor. Kışın stresi ve bunaltıcılığından sonra terasınıza veya bahçenize bir hamak koymak, tüm yorgunluğumuzu unutturabilir. Hamaklar bahçe hayatını sevenler ve keyif almasını bilenler için vazgeçilmezdir. Zaten yazın sıcağını gölgede yatacağınız bir hamakta geçirmek sıcaktan yakınanlar için iyi bir fikir. Malum ki tatil, piknik, mangal partileri, deniz ve yolculuk zamanları da çoktan geldi, geçiyor... Özellikle dinlenmeye büyük katkısı ile sağlığımıza faydalı olan hamaklar, giderek popülerleşiyor. Konutlar ve bahçelerde daha fazla kullanılmaya başlanan hamaklar artık hayatımızın bir parçası... 74 Hamakları sevmeyen yok gibidir ama herkesin aklında hamak için başka adresler canlanır. Kimisi ağaçların arasında, bol oksijenli bir şekerleme için isteyecektir hamağı, kimisi illa ki deniz ya da göl kıyısı der. Bazıları içinse hamak demek bahçe demektir. En az iki ağacın gölgesinde, yeşillik bir avluda, serin bir uykudan güzel ne olabilir? Hamağın nereden gelip nereye gittiği konusunda birinci rivayete göre, 800 sene önce eski Kolombiyalı Latin Amerikalılar tarafından ortaya çıkartıldığına inanılıyor. Her ne kadar hamağın kesin kaynağı bilinmese de, yaygın olarak ihtiyaçtan doğduğu düşünülüyor. İspanyol fethinden 200 yıl önce Yucatan’a varan hamak, hem çocuklar hem de yetişkinler için ilkel bir uyuma aracıydı. Her dönemde farklı kültürel ve ekonomik statüdeki insanların hamakta uyuduğu biliniyor. İspanyol fatihler sayesinde Avrupa kültüründe de yer bulan hamak günümüzde tüm dünyada modern bir rahatlama aracı olarak kullanılıyor. Mayalar hamağın yeni doğanlar için ideal bir uyuma sistemi olduğunu biliyorlardı. Güvenli dizaynının bebeği sarıp ona rahimdeymiş hissini verirken ritmik salınımının yeni doğanları rahatlatıp sakinleştirdiği biliniyor. Yıllar içinde, malzemeler koton ve sentetik madde benzerleriyle geliştirildikçe, bebek hamağının kolik, reflüsü olan, rahat uyuyamayanlar için bir ferahlama sağladığı kanıtlandı. Bebek hamakları Fotoğraf: Demet Argun Güngör - Yedigöller / Haziran, 2009 ayrıca, prematüre bebeklerin sağlığına faydalı olduğu kadar boğulma ve Ani Ölüm Sendromunun (SID) risklerini, tıpkı doktorların önerdikleri gibi, kritik birinci yıl boyunca bebeklerin sırtüstü uyumalarını sağlayarak azaltmaktadır. İkinci rivayete göre ise pek çok keyif unsuru gibi hamağın da aslında bir zorunluluktan, açık havada güvenli bir biçimde uyuyabilme ihtiyacından ortaya çıkmış olması. Bu inanışa göre hamak Christoph Colombus tarafından Amerika kıtasından Batı’ya taşınan nesnelerden biri. Zaten sözcük, Haiti’nin eski halklarından olan Arawakanların dilinden, “balık ağı” anlamındaki “hamaco”dan geliyor. Amazon yerlileri, börtü böcekten, yılandan çıyandan, tozdan çamurdan korunabilmek için kullanırmış Fotoğraf: Engin Çakır - Suuçtu Şelalesi / Ağustos, 2010 hamakları. Mayalar balık ağı benzeri malzeme yerine bugünkü tekstilden hamaklara daha çok benzeyen, bir tür dokuma kullanırlarmış. Amerikalı denizcilerin yan yana dizilmiş hamaklardan oluşan koğuşlarda uyuduklarını biliyoruz. Aya giden Apollo mekiğinde de astronotlar boş vakitlerini hamaklarında geçirmişlerdi. Bugünse yüzlerce çeşit hamak ve hamağın onlarca kullanım alanı var. Özellikle son yıllarda giderek artan portatif hamaklar, bu ekvatoral keyfi nispeten küçük bir çantanın içinde gittiğiniz her yere taşıma olanağı tanıyor. Serin havalar için kendi örtüleri üzerinde olan hamaklar her ne kadar hamağın ana fikrine aykırı gibi görünse de son derece işlevsel. Üretici ve pazarlamacılar evlerine hamak alanların sayısının giderek arttığından söz ediyor. Yani hamak artık iç dekorasyonun da lezzetli bir unsuru. Sayfiye kasabaları ise hamaklar için halen anavatan sayılabilir. Tatil tembelliklerinin devasa hamaklarında dinlenmek, ve belki de uzaktan gelen müzik sesine biraz kulak kabartıp yıldızları seyretmek... Burnunuza hanımeli kokuları... Evet, hamak biraz da güzel bir gece demek. Sefa sürmek deyiminin en anlamlı ifadesi demek. Sahi unutmadan, Mazhar Alanson'un seslendirdiği "bir hamak alıp sallansam" şarkısı mutlu olmanızı sağlayan bir şarkı değil midir? Hamak nasıl kurulmalıdır? Tercih edilen asma yöntemi bazı donanımları gerektirir. Bu donamımlar: 75 detay hamak halkaları, S şeklinde kancalar, sağlam bir ip veya perlondur (dağcılık ipi, perlonları ve karabinalar idealdir ve renk seçenekleri geniştir). Hamak halka kılıfları, ilmek ipliklerinin kopmasını (ki bu durum metal kanca ilmek iplikleri ile direk temas ettiğinde gerçekleşebilir) engellemek için kullanılabilir. Hamağı, her iki ucundan simetrik ve aynı yükseklikte olacak şekilde, iki eşit uzunlukta ip kullanarak asın. Hamak orta kısmından bir miktar çökük durmalıdır ancak bu çöküklük içine yatıldığı zaman rahatsızlık verecek veya yere değmenize neden olacak kadar fazla olmamalıdır. Hamakla ilgili sektörel notlar Hamaklar daha çok villalarda, bahçesi ve terası olan konutlarda tercih ediliyor. Hamak sektörünün artan dekorasyon taleplerinin ardından yüzde 1520 oranında büyümesi bekleniyor. Uzakdoğulu ürünlerin sektörde rekabeti zorlaştırdığı da sektörden gelen haberler arasında. Uzakdoğu kökenli ürünler ucuz ama kalitesiz yapılarıyla dikkat çekiyor. Hamakta yeni trend “aşk salıncağı” denen yuvarlak ayak üzerine kurulan, sepet şeklinde ve minderlerle destekli modeller... Hamakların yeni tasarımlarında ise iplerin kalitesi değişiyor. Kumaş hamaklarda kumaş kalitesi ve desenleri yanında örgüler de değişiyor. Hamakların bebeklere yönelik olanlarına talepte de artış yaşanıyor. Hamak alırken nelere dikkat etmeli? Hamağınızın boyutu konfor seviyenizi belirleyecek en önemli etken. Küçük boyutlarda bile yüksek miktarlarda ağırlık taşıyabilen hamaklar olmasına rağmen bu hamaklar bunu yapabilmek için çok fazla esneyip gergin hale geleceği için, rahatlığı büyük hamaklara göre daha az olacaktır. Diğer taraftan, en geniş hamağa bile sadece tek kişi tamamen rahat ve kendisini hamakta kaybolmuş gibi hissetmeden oturabilir. Bulabileceğiniz en geniş hamağı alın çünkü ne kadar geniş olursa kullanırken o kadar rahat edersiniz. Daha geniş hamaklar bedeniniz boyunca 76 birim hacme daha fazla ip desteği sağlayacak anlamına gelir. Rahatça genişleyip daralabilen bir stilde örülmüş olmasına dikkat etmelisiniz. Belli açıda olmasına dikkat edin, çok sarkanlar sağlık sorunlarına neden olabilir, naylon ve polyester yerine pamuk olanlar tercih edilmeli, metal aksamların paslanmaz olup olmadığına dikkat etmek de uzun vadede önem taşıyor. Hamağın örgüleri de ne kadar sağlam olursa o kadar uzun dayanıyor. Ketenli ve pamuklu kumaşlar tercih edilmeli... Bahçe mobilyaları için ipuçları Bahçede oturma köşesi her şeyden önce rahat olmalıdır. Sallanır divanlar, koltuklar, büyük şemsiyeler, hamaklar gibi bazı kullanışlı, sade ve dayanıklı, doğal tonlarda ya da değişik renklerde mobilyalarla döşenmelidir. Ayrıca çevredeki insanların gözünün önünde olmamalı, çok güneş almamalı, hava akımlarında etkilenmemelidir. Bütün bu dış etkilerden korunmak için bahçenin gene kendi öğelerinden, yani sık yapraklardan, yeşil ya da renkli çiçek topluluklarından, tırmanıcı bitkilerden yararlanılabilir. Bu öğeler doğayla kurulan ilişkide aracı olmalarının yanı sıra kullanışlı bir ayırıcı birim Fotoğraf: Engin Çakır / Temmuz, 2012 işlevi de görürler. Bütün bunların gerçekleştirilebilmesi için bahçede oturma bölümünün döşeme tabanından başlamak gerekir. Çocuklar, sağlık ve hamak Hamaklar, stresi atıyor, keyfi artırıyor, sinir sistemini gevşetiyor. Kısacası sağlığa önemli katkıları bulunuyor. Fakat hamakların özellikle eğimlerine dikkat edilmesi gerekiyor. Özellikle gelişim çağındaki çocukların kalitesiz hamaklarda uyutulmaları sağlıklarını olumsuz etkileyebiliyor. Ciddi sakatlanmalara dahi neden olabiliyor. Hamakların salıncak olarak kullanılmaması gerekiyor. Hamağın Türkiye’de de yatak olarak kullanılması yeni yeni yaygınlaşıyor. Hamakta uyurken düşer miyim? Klasik bir hamakta uyurken düşmek aslında korkulduğu gibi pek olası değil; hamakta çapraz yani diyagonal pozisyonda yatıldığında uyurken ne kadar hareketli olursanız olun hamak malzemesi vücudunuzu yanlarından bir koza gibi destekleyecektir. Özellikle baş bölümlerinde tahta çubuklar bulunmayan hamaklar devrilmezler, alışılagelmiş düz hamaklar gibi ters çevrilerek sizi yere düşürmezler. 77 yakın plan 78 Aspendos zaman tüneli Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır Tarih kokusu etrafınızı sardığında hissettikleriniz; başınızı döndürebilecek bir görkem ve etrafınızı çepeçevre saran, ruhani bir tarih dokusu… Aspendos’un tarihi insanı derinden etkiliyor. Onu duyumsayarak o topraklarda adım atmak bile, heyecanlanmaya değer bir zaman yolculuğu. 79 yakın plan Bir anda Roma dönemine gittiğinizi düşünün. Persleri, İskender’in ordusunu… Düşünsel medeniyetleri… Mezopotamya’nın tadına baktığınızı hissedin. Büyük bir seyyahla dünya turuna katılın ve keşiflerde bulunun. Doğu medeniyetlerine şahit olun. Uzak Doğu’da bilinmezlere koşun. Daha sonra adım adım günümüze gelin. Bizans topraklarında nefes alın. Selçuklu egemenliğinde Anadolu’yu yaşayın. Osmanlı ile birlikte altın çağları yaşayın. Ardından Cumhuriyet ile birlikte aydınlanma çağına tekrar kavuşun. Kısacası tarih ve zamanın sizde yarattığı tüm hikâyeleri hatırlamaya çalışın. Aspendos ve halkının geçmişi, tüm bu süreçleri yaşamış ve bunca seneye yenik 80 düşmemiş bir tarihi destan aslında. Aspendos, Antalya’nın Serik ilçesinde bulunan Belkıs köyünde yer alan tabir yerindeyse “heybetli mi heybetli” bir amfi tiyatro… Aynı zamanda tarihe tanıklık eden bir antik kent… M.Ö. 10. yüzyılda Akalar tarafından kurulmuş. Antik dönemin en zengin kentlerinden bir tanesi… Pek meşhur tiyatrosu ise M.S. 2. yüzyılda Romalılar tarafından inşa edilmiş… Günümüzde dahi adını sıkça duyuyoruz çünkü onca medeniyete, zamana, doğaya yenik düşmemiş sütunları… Önemli bir ticaret yolu üzerinde olduğu ve Köprüçay Irmağı ile limana bağlandığı için Aspendos, her çağda önemliymiş… Ele geçirilmek istenen kentler listesinde hep ilk sırada yer almış. Antik tiyatrolar arasında en iyi şekilde korunarak günümüze kavuşan açık hava tiyatrosu olmuş Aspendos. Anadolu'daki Roma tiyatrolarından günümüze sahnesi ile ulaşabilen en eski ve sağlam örneği... Mimarı Aspendoslu Theodorus'un oğlu Zeno olarak biliniyor. Antonius Piu zamanında yapımına başlanmış ama Marcus Aurelius zamanında(138–164) tamamlanmış… Yazıtlarından anlaşıldığına göre, kentin yerli tanrıları ile imparator ailesine sunulmuş. Her sene binlerce insanın ziyaretiyle mutlu oluyor artık. Yüzyıllardır kucak açtığı insanların ziyaretine gelmesi hoşuna gidiyor belki de. Zaman zaman olan özel konserler ve tiyatro gösterileri ile zevkten dört köşe oluyor kim bilir… Tarihi her efsanenin olduğu gibi Aspendos’un da bir hikâyesi var bilinen… Rivayetlere göre, Aspendos kralının bir zamanlar çok güzel bir kızı varmış ve herkes onunla evlenmek için can atarmış... Fakat kral kimde karar kılacağını bilemediği için bir yarışma yapmaya karar vermiş ve demiş ki, “Kim halkımız ve şehrimiz adına en yararlı ve güzel şeyi yaparsa, kızımı ona vereceğim.” Bunun üzerine birçok proje ortaya çıkmış ama bu projelerden iki tanesi diğerlerinden çok daha güzel ve anlamlıymış. Bu iki eseri de iki ikiz kardeş ortaya koymuş… Bir tanesi şehre kilometrelerce uzaktan, müthiş bir geometrik hesaplamanın sonucu olarak ortaya çıkarılıp inşa edilmiş kasabaya su getiren su kemerleri; diğeri ise akustiği ve eşsiz mimarisi ile dikkat çeken tiyatroymuş. Dünyanın o zamanki ve günümüzün akustik olarak en iyi tiyatrosu olan bu tiyatroyu ve yine mimari açıdan bir deha ürünü olan su kemerlerini gören kral yine kararsız kalmış. İlk olarak şehre kazandırdığı fayda nedeniyle su kemerlerini yapan mimara kızını vermek istemiş fakat daha sonra tiyatroya gezme kararı vermiş. Tiyatronun üst kısmında gezerken kulağına bir ses ilişmiş. Ses “kralın kızını ben almalıyım, onu bana vermeli” diyormuş… Bunu duyan ve tiyatrodaki akustiğe hayran kalan kral, kızını tiyatronun mimarı Zeno’ya vermekte karar kılmış. Fakat her iki yapıyı da çok beğendiği için adaleti sağlamak adına kızını ortadan ikiye bölmeye karar vermiş. Ancak su kemerini yapan mimar, kıza olan sevgisinden dolayı aradan çekilmiş ve güzel kral kızıyla Zeno evlenmiş, düğünleri de tiyatroda gerçekleşmiş… Aspendos eski çağlarda politik bir güç olarak da önemli roller almış tarih sahnesinde. Kolonileşme döneminden sonra bir süre Likya egemenliği altında kaldıktan sonra, M.Ö. 546’da Pers hâkimiyeti altına girmiş. Ama tıpkı Truva’nın hikâyesi gibi bir aldatmaca ile şehir Perslerin elinden çıkmış ve Attika-Delos Deniz Birliği’ne katılmış… M.Ö. 467’de devlet adamı ve askeri komutan Cimon, Pers kara kuvvetlerini yenebilmek için, en iyi savaşçılarına daha önce ele geçirdiği tutsakların giysilerini giydirip kıyıya göndererek Persleri kandırmış. Askerleri düşman tarafından salınmış yurttaşlar zanneden Persler, kutlama şenlikleri düzenlemişler. Bundan yararlanan Cimon, 200 gemiden oluşan filosu ile karaya çıkartma yapmış ve Persleri yok etmiş… Fakat M.Ö. 411’de Persler şehri tekrar ele geçirmişler ve üs olarak kullanmışlar. Aspendos’un hikâyeleri bir film şeridi gibi adeta... Tarih sürecinde çeşitli medeniyetlerle birçok hikâyesi var şehrin. Peleponnes Savaşlarında şehrin kaybettiği saygınlığın bir kısmını yeniden kazanma çabası içindeki Atina komutanı da başka bir hikâyenin başlangıcı olmuş. M.Ö. 389’da şehrin teslim olmasını garanti altına alabilmek için Aspendos kıyısına demir atmış ordusuyla. Yeni bir savaş istemeyen Aspendos halkı ise aralarında para toplamış ve topladıkları parayı Atina komutanına vererek herhangi bir zarara meydan vermeden geri çekilmesi için yalvarmışlar. Komutan parayı aldığı halde, adamları ile bütün tarlalardaki ekinleri çiğneyerek Aspendosluları zarara uğratmış... Öfkelenen Aspendoslular ise büyük riskler alarak komutanı çadırında bıçaklayarak öldürmüşler... Diğer bir tarih sayfası ise cihan imparatoru Büyük İskender ile yazılmış. Büyük İskender Perge’yi ele geçirdikten sonra M.Ö. 333’te Aspendos’a girdiğinde, daha önce Pers kralına haraç olarak çok sayıda at veren ve vergi ödeyen halk, İskender’in de bunları istememesini rica etmek için kendisine elçi göndermiş. Anlaşmaya varıldıktan sonra İskender teslim olan şehirde bir garnizon bırakarak Side’ye hareket etmiş... Sillyon üzerinden geri dönerken Aspendosluların kendi elçilerinin teklif ettiği anlaşmayı onaylamadıklarını ve kendilerini müdafaaya hazırlandıklarını öğrenen İskender, hemen şehre doğru ilerlemiş. İskender’in bölükleriyle geri döndüğünü görünce Acropolis’e çekilen Aspendoslular yeniden barış sağlayabilmek için tekrar elçi göndermişler. Ancak bu kez oldukça ağır koşulları kabul etmek zorunda kalmışlar. Bu anlaşmaya göre, bir 81 yakın plan 82 Makedon garnizonu şehirde kalacak ve yıllık vergi olarak 4000 atın yanı sıra 100 talent altın vereceklermiş. 13. yüzyılda ise, Selçuklu Hükümdarı I. Alaeddin Keykubat’ın hükümdarlığı sırasında tamamen restore edilmiş olan şehir ve tiyatro, Selçuklu tarzında zarif çinilerle süslenmiş ve saray olarak kullanılmış... Aspendos en parlak dönemine ise M.S. ikinci ve üçüncü yüzyıllarda ulaşmış... Bugün hala bu bölgede görülebilen anıtsal mimarinin büyük bölümü bu altın çağda yapılmış. Şehir kıyıda olmasa da, Eurymedon (Köprüçay) Nehri’nin kenarında bulunması gemilerin şehre ulaşımını mümkün kılmış ve bu ulaşım imkânı, Aspendos’un arkasında yer alan verimli ova ve sık ormanla örtülü dağlarla birlikte şehrin gelişiminde belirleyici etkenler olmuş. Şehirde dokunan altın ve gümüş işlemeli duvar halıları; mısır, gül ve limon ağacından yapılmış mobilyalar, heykelcikler; yakındaki Kapria Gölü’nden elde edilen tuz, şarap ve özellikle Aspendos’un meşhur atları Aspendosluların medar-ı iftiharı olmuş… Üzüm yetiştirmekle ve şarap tüccarlığı ile tanınmış olsalar da dini törenlerinde tanrılarına şarap sunmayan Aspendoslular, bunun sebebini “Eğer şarap yalnızca tanrılara ait olsaydı, kuşlar üzümleri yemeye cesaret edemezlerdi” diyerek açıklamışlar... Yukarı bölümünde 21, aşağı bölümünde 20 oturma sırası var Aspendos’ta. Tiyatronun oturma kapasitesini kesin olarak belirlemek imkânsız olsa da 10.000 – 12.000 kişilik oturma kapasitesine sahip olduğu söyleniyor. Son yıllarda düzenlenen Antalya Film ve Sanat Festivali kapsamında tiyatroda verilen konserlerde tiyatroya 20.000 seyircinin alınabildiği görüldü. Geçtiğimiz yıllarda yüksek bilet fiyatları ile gösteriler ağırlayan Aspendos, tarihte de ücretliymiş… Tiyatroda bir gösteri sergilemek için hiçbir ücret talep edilmezmiş. Gerekli yapım maliyetlerinin bir kısmı kamu kuruluşları tarafından karşılanırmış ancak gösteri bittikten sonra elde edilen karın bir kısmı bu kuruluşlara geri dönermiş. Oyunları izlemek ya da yarışmalara girmek isteyen biri, ücret ödemek ya da bilet almak zorundaymış. Biletler metalden, fildişinden, kemikten ya da çoğu zaman pişmiş kilden yapılır; bir yüzünde resim, diğer yüzünde ise oturma sırası ve numarası yazılırmış… Elbette Aspendos’un değerini hiçbir bilet kesemez ancak destansı geçmişi, onu Türkiye’nin çok önemli bir mirası kılmaya yeter de artar bile... 83 yakın yerler Doğa sevgisinin köşk hali Onun devrinin sorunları arasında; ne ozon tabakasının delinmesi, ne küresel kirlilik, ne asit yağmurları, ne de orman katliamları vardı. Hiçbir ülkenin devlet başkanının gündeminde “çevre” bulunmuyordu. O, askerleri ile birlikte Kurtuluş Savaşı’nda adım adım kazandığı toprakların, o topraklardaki bir tutam yeşilin değerini bilmek zorundaydı. Tüm dünya ona “bu sebepten ötürü” de hayrandı. O sadece bir asker değildi... Fotoğraflar: Engin Çakır Gazi Mustafa Kemal Atatürk "Çevreyi korumak aklın gereğidir" özdeyişi ile yalnızca Türk insanına değil, tüm dünya ülkelerine çok önemli mesajlar veriyordu. İnsan ve doğa sevgisi ile dopdolu bir liderin çevre duyarlılığı, tüm dünya insanları için bir örnekti. Yalova’daki Yürüyen Köşk’ün hikayesi şöyle yaşanıyordu: “Atatürk yurt gezilerine büyük önem verirdi. Bu çağdaş medeniyete ulaşma yarışında olağanüstü bir çaba harcayan 84 ve zamanla yarışan ülkemiz için çok önemliydi. 21 Ağustos 1929 tarihinde İstanbul’dan Bursa’ya gidecekti. Sabah 09.00’ta Ertuğrul Yatı'yla Dolmabahçe önlerinden hareket edildi. Marmara’da atılan kısa bir turdan sonra yat Yalova İskelesi'ne doğru süzülürken Atatürk’te sahili seyrediyordu. Birden sahildeki ulu çınar ağacı dikkatini çekti. (24 Temmuz 1930) Çınarın görüntüsünden etkilenen Atatürk’ün emriyle yat durduruldu. Yatın teknesiyle karaya çıkıldı. Ulu çınarın gölgesinde bir süre dinlenen Atatürk, ulu çınarın civarına bir köşk yapılması talimatını verdi. Tekrar yata dönüldü ve günlük programa devam edildi. Afet İnan’ın anılarında olay yukarıdaki şekilde anlatılmaktadır. Atatürk daha sonra çınar ağacının içinde bulunduğu çiftlik arazisinin tamamını satın alacak ve ülke tarımı için örnek bir çiftlik kuracaktır. Atatürk 1937 yılında bütün mal varlığını hazineye devrederken çiftliği de millete bağışlamıştır. Çiftlik arazisinin bir bölümü köylülere dağıtıldı. Kalan bölümde ise bugün Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü adıyla ülkemizin en önemli tarımsal araştırma ve geliştirme enstitülerinin birisi bulunmaktadır. 21 Ağustos 1929 tarihinde Atatürk’ün talimatıyla yapımına hemen başlanan köşk, 12 Eylül 1929’da tamamlandı. Konuya Araştırmacı Yazar Ahmet Akyol’un yayınladığı Atatürk ve Yalova isimli kitaptaki anlatımıyla açıklık getirelim. 13 Eylül 1929 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde: “Gazi Hazretleri’nin Yalova Millet Çiftliği’nde inşa edilen köşkü ikmal edilmiştir.” şeklinde konuyla ilgili haber yer almaktadır. Bu habere göre köşk, Atatürk’ün yapılsın dediği 21 Ağustos’tan 22 gün sonra tamamlanmıştır. Ancak, bu köşkün tanınmasına sebep olan asıl olay, bulunduğu yerden biraz doğuya doğru kaydırılması oldu. Atatürk, 1930 yılında(olasılıkla Haziran ayı içinde), bir gün köşke gittiğinde, orada çalışanlar, yandaki çınar ağacının dalının köşkün çatısına vurduğunu, çatı ve duvara zarar verdiğini söyleyerek, çınarın köşke doğru uzanan dalını kesmek için izin istediler. Atatürk ise, çınar ağacının dalının kesilmesi yerine, binanın tramvay rayları üzerinde biraz ileriye alınmasını emretti. Bu görev, İstanbul Belediyesi’ne verildi. O sıralarda, Belediye Fen işleri Müdürü Yusuf Ziya (Erdem) Bey’di. Onun direktifleriyle, Fen İşleri Yollar Köprüler Şubesi sorumluluğu üstlendi. Başmühendis Ali Galip (Alnar) Bey, yanına aldığı teknik elemanlarıyla Yalova’ya gelerek çalışmaya başladı. Önce, bina çevresindeki toprak büyük bir dikkatle kazılarak, temel seviyesine inildi. İstanbul’dan getirilen tramvay rayları, binanın temeline yerleştirildi. Santim santim yapılan çalışmalar sonunda bina, temelin altına sokulan raylar üzerine oturtuldu. Atatürk, zaman zaman bu çalışmaları izliyordu. O günlerde, Paris Büyükelçisi olan Fethi (Okyar) Bey, kendisini ziyarete geldi. Fethi Bey, hatıralarında bu ziyaret sırasında köşkte yapılan çalışmalarla ilgili olarak şunları anlatmıştır: “... 24 Temmuz 1930 günü öğleden sonra Gazi, beni otomobille Yalova’daki çiftliklerini gezdirdi. Araziyi, yapılan binaları ve altına kızaklar konarak bir küçük köşkün mevkiini beş on metre değiştirmek için nasıl çalışıldığını gördük. Sonra köşkün yanında kurulmuş olan eski sultanlara ait iki güzel çadırın içinde istirahat ettik. Çadırların her biri nefis sanat eseri idi. Biraz istirahatten sonra, otomobil ile 85 yakın yerler Yalova kaplıcalarına döndük.” Şehremaneti Fen Heyeti (Belediye Fen İşleri), 7 Ağustos 1929 Perşembe günü Yalova’ya bir gezi düzenledi. Bu geziye İstanbul’da bulunan bütün mimar ve mühendisler davet edildi. Köşkün yürütme çalışması, olasılıkla Atatürk’ün isteğiyle, mühendislerin önünde yapılacaktı. 8 Ağustos 1930 Cuma günü saat 15:00 civarında, yürütme çalışması başladı. Bu çalışmayı bizzat Atatürk, kız kardeşi Makbule (Atadan) Hanım, Vali Vekili Muhittin (Üstündağ) Bey, Emanet Fen Müdürü Yusuf Ziya (Erdem) Bey, İstanbul’dan gelen mühendisler ve gazeteciler izlediler. Köşkün yürütülme işlemi iki safhada yapıldı. 8 Ağustos 1930 Cuma günü, öncelikle yapının teras bölümü (toplantı salonu olarak kullanılan, üç yanı camlarla kaplı bölüm) kaydırıldı. Geri kalan iki gün içinde de, ana binanın 86 raylar üzerinde yürütülmesi işlemi tamamlandı ve bina, 5 metre kadar doğuya kaydırıldı. Böylelikle köşk yıkılmaktan, çınar ağacı kesilmekten kurtuldu. Gerçekte, burada önemli olan köşkün yürütülmesi değil, verilmek istenen mesajdı. Atatürk, Yalova’daki bir çınar dalını bahane ederek tüm kamuoyuna bir mesaj vermek istemişti. Yoksa, küçük bir binayı yıkıp, yerine yenisini yapmak çok daha kolaydı. Yalova sahilinde, Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü içinde bulunan bina, dörtgen planlı, iki katlı, ahşap karkas küçük bir yapıdır. Yalova şehir merkezinden İDO iskelesinden itibaren başlayan enstitü boyunca uzanan sahildeki yolu takiben yürüyerek köşke gidilebilir. İsteyen aracıyla da gidebilir. Yaklaşık 1 kilometre kadar yürüdükten sonra ünlü çınar ağacını ve Yürüyen Köşk’ü görebilirsiniz. Ağacın altına oturup biraz soluklandıktan sonra görevli nezaretinde köşkü gezebilirsiniz. Binanın üstü Marsilya kiremitle örtülü, oturtma çatılıdır. Cepheler ahşap kaplamalı olup, kat arasında profilli kat silmesi ve değişik süslemeli tahtalarla kaplanmıştır. Pencereler ve pencere kepenkleri klasik yapılı katlanır kapaklıdır. Kat döşemeleri girişi kara mozaik ve mermerdir. Üst kat ise normal ahşap döşemelidir. Duvarlar, Bağdadi üzeri, çimento harçlı sıvalı ve sıvanın üstü boyalıdır. Binaya batıdaki kapıdan girilir. Girişte solda küçük bir bölüm vardır. Burası Atatürk zamanında çay ve kahve ocağı olarak kullanılıyordu, günümüzde ise vestiyerdir. Girişte, tam karşıda küçük bir tuvalet bulunmaktadır. Tuvaletin hemen yanında küçük bir oda vardır. Denize bakan yönde toplantı salonu dikkati çeker. Atatürk’ün çok sevdiği gramofonu da buradadır. Bu salonun denize bakan üç yanı da boydan boya kristal camlı kapılarla kaplıdır. Giriş kapısının hemen sağındaki ahşap merdivenlerden üst kata çıkılır. Merdiven altında yarı bodrum şeklinde, dışarıdan girilen su ısıtma merkezi bulunmaktadır. Demir dökümlü, dereceli ve termostatlı kazanda ısınan su, borularla üst kata çıkmaktadır. Çıkışta, yine tam karşıda küçük bir tuvalet ve banyo vardır. Alt katta ve üst kattaki bu tuvalet ve banyolarda, üst katta Atatürk’ün yatak odasına, alt katta oturma odasına açılan birer kapı vardır. Soldaki Atatürk’e ait istirahat odası aynı zamanda terasa açılır. Bu odanın tam karşısında (L) şeklinde küçük bir yatak odası bulunur. Odanın duvarlarında çiftliğe ait çeşitli resimler asılıdır. Merdivenin hemen sol tarafında bir dolap ve bu dolapta 32 kişilik Belçika porseleni yemek takımı, yine 32 kişilik çatal-bıçak ve kaşıklar, 2 kristal sürahi, Atatürk’e ait yorgan, yastık, çarşaf ve masa örtüleri bulunmaktadır. Köşkün deniz tarafında, 11 mermer sütunla çevrili mermer kaplı bir alan vardır. Çiftlikte çalışanların anlattıklarına göre, Atatürk, arkadaşlarıyla burada oturur, çay-kahve içermiş. Buradan 8 basamaklı bir merdivenle ikinci bir alana inilir. Buradan da tahta iskeleye geçilir. İskele yaklaşık 30 metre uzunluğunda, 2 metre genişliktedir. Köşkün yer değiştirmesine sebep olan, görenleri büyüleyen yaşlı çınar ağacı, köşkün hemen batısındadır. Su deposu o günlerden kalmadır. Deponun altında bir su kuyusu vardır. Yürüyen Köşk’ün yaklaşık 50-60 metre batısında jeneratör odası, köşk ile aynı tarihte yapılmıştır. Burada bulunan 110 voltluk Siemens marka elektrik motoru ile Köşk’ün aydınlatılması sağlanırdı.” (www.yuruyenkosk.com) 87 geçmiş zaman kipinde Kağıda tutsak özgür damlalar Onca yazı nasıl ulaştı ellerimize? Tarih kendisini nasıl kanıtladı bizlere? “Mürekkep” kokan eller tuttu kalemleri; tüm söylenceler, olaylar, yaşananlar ve duygular böyle yazı oldu sayfalara… Hazırlayan: Sezai Evans Elleri mürekkep kokanlar vardı ya da yola düşüp mürekkep yalayanlar… Kalem yazdıktan sonra kururdu. Mürekkep edilen ve sonrasında mürekkep ile yazılan onca şey, bugün bunca bilgiye sahip olmamızın nedeni… Eskilerin tabiriyle mürekkep yalamak insana meziyet katardı. Okumuş olmanın ifadesiydi. Çünkü bilginin yazıya dökülmesi ancak mürekkep ile olurdu. Paul Claudel mürekkebi şöyle tanımlıyordu: “Özsuyu ruhun, düşüncenin kanı…” Eskiden kullanılan kurşunkalem benzeri bir tür kalemin, yazımı kolaylaştırmak ya da rengini koyulaştırmak için uç (mine) kısmını nemlendirmek gerekirdi. Kalemi kullananlar (öğrenciler, sanatçılar, memurlar vs...) bu işlemi alt dudaklarının iç kısmı ya da dilleriyle yaparlardı. Dolayısıyla dillerinde ya da dudaklarında mürekkep izi kalırdı. İşte bu yüzden mürekkep yalamış denirdi ve bu değerliydi. Eğitimi, mektebi 88 çağrıştırırdı. Şimdilerde ise bu deyimi kullananların sayısı giderek düşüyor. Mürekkep uçuyor, tüm bu deyimler geldikleri tarih sayfalarına geri dönüyor. Mürekkebin ismi ancak mürekkep püskürtmeli yazıcılarda geçiyor. Kalemlerle ismi yan yana bile gelmiyor. Herkes özensiz, sanattan yoksun, tek tip üretim kalemler kullanıyor. İnsanlar en iyi ihtimalle Pilot ya da Senatör diye isimlendirilen kalemleri kullanıyor. İnce ince işlenmiş, özenle tasarlanmış dolmakalemlerin yerini basiretsiz görünümlerde tükenmez(!) kalemler alıyor. Eller belki mürekkeple lekelenmiyor ama mürekkep kokmayan ellerden çıkanlar da belli ölçülerde değerini yitiriyor. En güzel hediyelerden bir tanesi olan dolmakalemler giderek hafızalardan siliniyor. Mimar Sinan ve nargile Mürekkebin geçmişle öyle bağları var ki… Bu bağlardan bir tanesi Mimar Sinan’ın özenli bir buluşu ile ilgili. Rivayete göre, Sultan Selim Selimiye Cami’nin yapımı esnasında ziyarete gelmiş, içeri girdiğinde şaşkınlığını gizleyemeyeceği bir manzara ile karşılaşmış. Mimar Sinan caminin içerisinde nargile içiyormuş. Buna şaşırıp hiddetlenen Sultan, "Allah'ın evinde nargile mi tüttürülür" diyerek Mimar Sinan'a bağırmaya başlamış. Mimar Sinan ise sakinlikle Sultan Selim’e işine karışmamasını ve kendisini rahat bırakmasını söylemiş ve sonradan anlaşılmış ki, Mimar Sinan nargile ile dumanının camide nereye gittiğini anlamaktaymış... Mimar Sinan caminin duman toplanan kısmına bir bölme yapmış ve mürekkebi bir şişede toplamayı başarmış. Böylece sarayın tüm mürekkep ihtiyacı Selimiye Camii'nden karşılanır olmuş. Aksi takdirde o dönemde aydınlatma için kullanılan devasa mumlar camilerin tavanlarını is içinde bırakacakmış… Mürekkebin geçmişi Mürekkebin geçmişle olan bağı M.Ö. 2500 yıllarına dek gidiyor. Çinlilerin bu yıllarda mürekkebi kullandıkları biliniyor. Aynı dönemde Mısırlılar da mürekkebi kullanıyordu. O dönemden kalan toprak levhalar, taşa yazılmış pek çok yapıt bunun kanıtları. İlk dönemlerde siyah ve kırmızı olan mürekkep, yıllar geçtikçe gelişmiş ve diğer renklerde de yapılmıştı. Kâğıt üzerine geçirilmiş mürekkep, zaman geçtikçe koyulaşırdı. Zaten mürekkep ile yazılmış belgelerin yaşını saptamak da araştırmacıların sıkça başvurduğu bir yöntemdi. Türkler ise 20. yüzyıla kadar bezit yağının yakılmasıyla elde edilen mürekkebi kullanmışlardı. Sirke, göztaşı ve temiz suyun kaynatılıp süzülmesinden sonra da siyah mürekkep elde edilirdi. Görünmez mürekkebin keşfi ise haber iletişimi anlamında, 1.Dünya Savaşı’nda sıkça kullanılır oldu ve oldukça faydalı bilgiler taşıdı. Yeniçağ'da çok çeşitli ve renk renk mürekkepler ortaya çıktı. Daha sonra dolmakalem mürekkebi, kopya mürekkebi, marka mürekkebi; tipografi, litografi baskılarda kullanılan yağlı, altın, gümüş, bronz yıldızlı matbaa mürekkepleri; karbonlu mürekkepler, demirli mürekkep, dolmakalem mürekkebi, yuvarlak uç mürekkepleri, daktilo mürekkepleri, karbon kâğıdı mürekkebi ve çoğaltma mürekkepleri… Mürekkep hakkında faydalı bilgiler Mürekkepten bahsederken “mürekkep lekesine” dikkat çekmekte de yarar var. Birçok kişinin en büyük derdi mürekkep lekelerini çamaşır suyu kullanmadan çıkartmaktır. Leke deri eşya üzerinde ise, biraz limon suyuyla lekeyi fırçalamak size yetecektir. Kâğıt üzerinde ise, lekeli kâğıdın altına kurutma kâğıdı koyun. Lekenin üzerine birkaç damla oksijenli su sıkın. Sonra kuru bir pamuk parçasıyla kurutun. Eğer ki baş edemediğiniz leke dayanıklı bir kumaşta ise, biraz limon suyu ve ılık sütle silin. Durulanınca leke yok olacaktır. Fakat leke nazik bir kumaşta ise, leke kuruyunca, üzerine talk pudrası dökün. Kaybolana kadar fırçalayın. Beyaz çamaşırda ise, hemen lekenin üzerine sulandırılmış hardalı yayın. Yarım saat kadar bekleyip, süngerle lekeli yeri yıkayın. Mobilya üzerinde ise ve leke tazeyse, içine çiğ süt veya limon suyu ilave ettiğiniz sıcak su yeterli olacaktır. Ama eğer leke eskiyse zımpara kâğıdı ile kazımaktan başka çareniz yok. Muntazam daireler çizerek mantar tıpayla parlatın. Parmaktaki Lekeleri yok etmede en etkili yol ise, domates suyuyla ovmaktır. Kırmızı mürekkep lekesinin üzerine hardal sürüp birkaç saat öylece bırakırsanız belki bir çare bulabilirsiniz. 89 çizgi üstü “Şehrin üzerine güneşi batırıp, özgür olduğunu hissedecekti...” Yazı ve Çizimler: Gökay Öngör Kimi zaman bir kitapçı dükkanına girer ve önceden belirlediğimiz bir kitabı ararız. Fakat kitaplar, aranıp bulunduklarında, onları sahiplenme biçimimizden rahatsız olmuşlar gibi nazlanırlar. Onları anlayamadan, kendimizi veremeden okuruz. Çoğu zaman yarım bırakırız. Çünkü beklediğimiz gibi çıkmamışlardır. En iyisi kitabın sizi bulmasıdır. Sizi bulan kitap iyi kitaptır. Önce o size sokulmuştur. Bu yüzden yüzünde bir tatlılık vardır. Beklediğiniz gibi çıkmayabilir; rafa kaldırırsınız. Fakat içten içe sevmeye devam edersiniz. İnsanlar gibidir, denebilir. Genç adam, gittiği bir resim atölyesindeki kitaplıkta, işte böyle bir kitaba rastlamıştı. Kitabın adı, Özgürlük Korkusu idi. Yazarı, daha önceden kitaplarını gördüğü Erich Fromm’du. Bazen kitapları, bize yepyeni şeyler söyledikleri için değil, bizim düşündüğümüz fakat dillendiremediğimiz şeyleri söyledikleri için okuruz. Okudukça heyecana kapılırız. İşte! Nasıl da kendi durumumuzu özetlemektedir bu yazılmış olanlar! Hemen gidip okuduklarımızı birilerine aktarmalıdır! Bu büyük uyanıştan sonra, diğer uyuyanları da tatlılıkla uyandırmalıdır! Genç adam, kitabı okudukça bu duygulara kapıldığını hissediyordu. Yazar, özgürlüğün korktuğumuz bir şey olduğunu söylüyordu. Bu yüzden ipleri hep başkalarına veriyorduk. Çünkü güven duygusundan yoksunduk. Kendimizi tehlike altında hissediyorduk. 90 Bu, Protestanlığın doğuşuyla başlamıştı yazara göre. Martin Luther, kilisenin baskısından insanları kurtarırken, onları özgür bırakmıştı. Şimdi insan tek başınaydı. İnanç yoluyla bu defa “kendi kendine” yolunu bulmak zorundaydı. Acaba, genç adamın zaman zaman düştüğü çaresizlikleri, kendi hayatında böyle kaderci bir tutum gösterdiği için mi ortaya çıkıyordu? Her şeyin ayağına mı gelmesini beklemişti bunca yıl? O da, yazarın bahsettiği gibi hür iradesini yok saymış, olayları hep akışına mı bırakmıştı? Düşünüyordu da, belki bazı şeyleri zamana bırakabilmemiz, hayatla, kaderle işbirliği yapmamız daha doğruydu. Genç adam, bunu düşünürken Setbaşı köprüsünde yürüyor ve sanki yalnızca aşağıda akan küçük dereyi değil, iki düşünce arasındaki derin boşluğu da geçiyordu. Bu düşüncelerle Heykel’e doğru yürümeye devam etti. Batmakta olan güneş son kez Atatürk Caddesi’ni aydınlatıyordu. Ulu Cami, minareleri, çevresinde yürüyenler ve oturanlar, herkes ve her şey daha canlı bir şekilde görülebiliyordu şimdi. Bir süre durup seyretti genç adam. Bu şehri seviyordu. Buradayken kendini rahat ve özgür hissediyordu… Hangi sokakların günün her saati dost, hangi caddelerin insan sıcaklığı taşıdığını bilirdi çünkü. Çok iyi bir arkadaşınızın yanında nasıl teklifsiz davranırsanız, genç adam da bu şehirde öyle yürürdü. Altıparmak Caddesi’nin sonuna kadar gelmişti artık. Sonunda ani bir kararla stadyum alanına saptı. Ağaçları ve insanları seyretmek arzusuyla Kültürpark’a attı kendini. En iyisi bu güzel Temmuz gününü, güneşi burada batırarak sonlandırmaktı… Özgürlük denilen şeyin sınırları çok geniş ve belirsizdi belki; herkese göre değişiyordu. Fakat genç adam, şu anda hissettiği şeyi ifade etmek için de başka bir kelime bulamıyordu! 91 tasarı Görkem Sever Özgür bir “kişisel alan” Tasarımlar insanı kısıtlar mı özgürleştirir mi? Tasarımın amacı nedir? İnsanları diğerlerinden soyutlamak mı yakınlaştırmak mı? Ötekileşmek mi yoksa bütünselleştirmek mi? Bu sorular tasarımcıların insan etkeninden sonra tasarlarken düştüğü soru işaretleridir. Tasarım ilk önce insanla başlar ve insana hizmet etmesi için yaratılmışlardır. Fakat bazı tasarımlar bu hizmete ihanet eder ve insanı husursuz, rahatsız ve mutsuz eden geri dönüşler yapabilir. İnsan kendi kişisel alanına saldırı olarak algılayabilir. Bu yüzden tasarımcılar insanın kişisel alanını belirleyen, kendini tetikte hissetmesini engelleyen tasarımlar yapmaya özen gösterirler. Araştırmalar sonucu bu alanın 45 cm çapında olduğu bulundu. Bazı tasarımcılar bu alanlara özen gösterip daha humanist tasarımlar yapıyorlar, mesela Arne Jacobsen’in “Egg Chair” sandalyesi... Arne Jacobsen bu sandalyeyi kendi dizayn ettiği otel lobisi için tasarladı. Temel amaç otel müşterilerinin hem kendilerini özgür hissetmesi hem de kamusal alanlardan kendilerini ayırıp daha kişiselleştirdikleri alanlara sahip olmalarıydı. Mimar David Garcia ise bu konuda insanlara kişisel alanlar yaratan ve daha özgür kılan bir kitaplık ünitesi tasarladı. Gezici kütüphanelerden esinlendiği 92 bu tasarımına “This Circular Walking Bookshelf” adını verdi. Günlük yaşamda da insanı kişileştiren ve özgür kılan birçok tasarım var. Veasyble adlı firmanın ürettiği taşınabilir kişisel alan bunlardan en göze çarpanı... Çanta gibi taşıyabildiğiniz tasarım sayesinde kendinizi toplumsal alandan izole edebilir ya da bulunmak istemediğiniz, sizi rahatsız eden bir ortamda yok gibi davranabilirsiniz. Tasarım ekibi yola çıkışlarını izolasyon, samimiyet ve süs olarak tanımlıyor. Tasarımın farklı çeşitleri de mevcut. Sadece gözleri kapayan ya da sadece yüzü kapayan versiyonları da bulunuyor. “Ear Chair” ise kendini yaşamdan koparmak istemeyenlerin tercihi... Yaşamla iç içe olmanın yanı sıra kullanıcılara kabuk oluşturan ear chair korunaklı bir kişisel alan sunuyor. Tasarımcısı Studio Makkink & Bey başlangıç fikri olarak bir soru ile yola çıkmış. Oda formunda ve mekanın verdiği hissi veren bir mobilya olabilir mi? Cevabı Ear Chair’de bulmuşlar. Mekanın herhangi bir yerinde bile kullanıcaya özel alan yaratan bu sandalye karşı karşıya konulduğunda ise sanki bir toplantı salonu gibi mekan içinde mekan yaratıyor. At gözlüğü gibi uzayan yan kenarları akustik özellikler ile donatılmış ve grup halindeki konuşmaları absorbe eden yapısı ile toplantı salonu gibi davranabiliyor. Akustik özelliğinin yanı sıra görsel olarak da karşıdaki ile olan iletişimi destekleyici özelliği de var. Sehpa gibi uzayan kolçağı sayesinde konforlu zamanlar geçirilmesi de olası... İki kişinin kişisel alanlarını birleştiren “Niche Sofa” da özgürlüğü paylaşmayı sağlıyor. Yan tarafları ile üst tarafı kapalı olan tasarım koltukluktan çıkıp bir sığınağa dönüşmüş. Frank Lloyd Wright in "form follows function sözünü bu tasarımda hayata geçirmeyi amaçlayan Axia Design ekibi formun tasarımdaki etkisini gösteriyor. Form ile kavram yaratma arayışına bir cevap niteliği taşıyan bu tasarım ile özgürlüğü paylaştığımız keyif dolu alanlar ortaya çıkıyor. 93 serbest yazı Özlem Şenkoyuncu Fotoğraf: Engin Çakır, Temmuz 2006 “Vazgeçmek özgürlüktür” Deneyimli iletişim uzmanı Ali Saydam’ın derin tavsiyelerde bulunduğu, güncel konulara farklı bir bakış açısıyla yaklaştığı, bize bizi sorgulamamızı ve yeniden değerlendirmemizi sağlayacak bakış açıları getiren, iletişimciler ve yöneticiler için güzel bir başucu kitabı. Ama esas çarpıcı olan kitabın ismi... Çok etkileyici bir başlık, üzerinde kesinlikle düşünmenizi ve toplum baskısıyla, aile baskısıyla, iş baskısıyla, arkadaş baskısıyla vazgeçemediğiniz şeyleri bir düşünelim. Vazgeçmek özgürlüktür... O ana kadar genelde istediklerimizi elde edebilme özgürlüğüne yoğunlaştığımızı ve önümüzde engellerin olmamasının ise özgürlüğümüze giden yolları açtığını düşünüyordum. Evet insan haklarına saygılı bir şekilde istediklerimizi engellenmeden elde edebiliyor, bunun için mücadele etmiyor, kayıplar vermiyorsak özgürüz. İstediklerimizi, düşündüklerimizi ifade edebiliyor, bunun karşılığında ceza almıyorsak özgürüz. Kişilik haklarımızı savunmak zorunda kalmıyor karşı taraf buna saygı gösteriyorsa özgürüz. Kendi kararlarımızı kendimiz alıyor ve uygulayabiliyorsak bunun için başkasının onayına ihtiyacımız yoksa özgürüz. Ve de gerçekten kendi hür 94 iradenle baskı görmeden sadece öyle istediğin için vazgeçebiliyorsan da özgürsün... İlk sıraladıklarımız aslında toplumun, etrafımızdaki kişilerin bize sağladığı özgürlük alanı...Vazgeçebildiklerimiz ise daha çok bizim kendi kararlarımızla, yaşam tarzımızla, alışkanlıklarımızla, sorumluluklarımızla kendi iç dünyamızdan yansıyanlarla kendimize sağladığımız özgürlük alanını yaratıyor diye düşünüyorum. Bu açıdan bakınca birçok kişinin hayatında yapmak isteyip de yapamadığı, içsel olarak kurduğu baskı ile kendi hür iradesiyle bile vazgeçemediği ve özgürlüğünü kısıtladığı birçok şey olduğunu düşünüyorum. Hem özel yaşamda hem de iş yaşamında... Özellikle iş hayatında sorumluluklar, ihtiyaçlar, alışkanlıklar ve çevre baskısıyla vazgeçemediğimiz ve özgürlüğümüzün kısıtlandığını düşündüğümüz çok örnek var. Özgürce karar almada da kişinin sahip olduğu donanım, özgüven, beklentileri ve kişilik yapısı ön plana çıkıyor. İşte bu noktada kişinin gerçekten ihtiyaç duyduğu şeyleri ve en önemlisi onu mutlu edecek şeyleri belirlemesi çok önemli. Çünkü eğer vazgeçemiyorsak bir şekilde bizi bağlayan ve dolaylı yoldan da olsa mutluluğumuza etki eden şeyler var demektir. Mutluluğumuz için özgürlüğümüzden vazgeçiyorsak da buna değer diye düşünüyorum. Özgürlük eğer mutluluk getiriyorsa çok değerli ve özeldir, uğrunda savaşılmalıdır. Ama bizim özgürlüğümüz hem kendimizi hem de çevremizi üzüyorsa ondan vazgeçebilmek de bizi özgür kılacaktır. Hayattaki tüm özgürlüklerinizin size mutluluk getirmesi dileğiyle... 95 ruhun gıdası Anın getirdiği özgürlük Üzerine şiirler yazılıp şarkılar bestelenen, uğruna savaşlar verilen özgürlük. Olmazsa olmazımız. Herkes için ama en çok kendimiz için istediğimiz özgürlük. Nedir özgürlük? Seçim yapabilmek mi? Bu hayatta istediklerimizi seçmek mi? Seçtiklerimizi yapıp seçmediklerimizden uzak durmak mı? Bunların ötesinde daha derin bir kavram mı? Bir adım öteye gitmeye ne dersiniz? 96 Ne kadar özgürüz? Kimimiz sevmediğimiz işlere mahkum, kimimiz ilişkilerimizde çıkmaz sokakta, kimimiz korkularımızla ördüğümüz duvarların arkasında hapis. Sanki iş değiştirsek, ilişkimizden ayrılsak her şey değişecek. Seçimler yapıyoruz yaptığımız seçimlerin bizi mutlu edeceğini umarak. Sihirli değneği dışarda arıyoruz. Birileri bizi özgür bıraksın da kendimizi bulalım. Acaba özgürlük dışarıdan bize verilen bir şey değil de hücrelerimizde hissetmemiz gereken bir hal olabilir mi? sevilmeme korkularımız bizi kendi özümüzden uzaklaştırıp ellerimizi kollarımızı bağlayan. O korkulara şifa verelim teker teker, kendi merkezimizde kalalım etkilenmeden. İçimizden geçen her niyet, ağzımızdan çıkan her laf, her duygumuz bir eyleme dönüyor. Eylemlerimiz yaşadığımız gerçekliği oluşturuyor. Günün sonunda aslında kendi yarattığımız gerçekliklerde yaşıyoruz. O yüzden aklımızdan geçen her düşünceye, ağzımızdan çıkan her lafa dikkat edelim. Seçim hakkımız olsun elbet. Kendi doğrumuzu konuşalım ve kendi doğrumuz çizgisinde hareket edelim. Bize uymayan, içimizi titretmeyen hiçbir şeye zorlanmayalım. Eşimizi, işimizi, yaşayacağımız yeri, yiyeceğimizi, içeceğimizi, kitabımızı, arkadaşımızı biz seçelim. Bize uymayanı seçmeyelim, bize bir şey dayatılmasın, kimse bizi bir şeye zorlamasın. Konuşmak istediğimizde sadece konuşmak istediğimiz için konuşalım ve söylemek istediklerimizi söyleyelim. İnsana yakışır bir şekilde yaşayalım. Bazen de kendi korkularımızdır elimizi kolumuzu bağlayan, atmak istediğimiz adımları atmaktan vazgeçiren. Başaramama, yetersiz olma, beğenilmeme, Bazen de hayat beklediğimiz, planladığımız gibi ilerlemiyor. Tercih etmediğimiz, seçmediğimiz hayatların, olayların içinde buluyoruz kendimizi. O zaman hayal kırıklığına uğruyoruz, öfkeleniyoruz, üzülüyoruz, en kötüsü kendimizi kapana kısılmış hissediyoruz. Dışarıdan özgür görünen ama görünmeyen duvarların içine hapsolmuş hayatlar. Bu duvarları yıkmanın bir yolu olmalı. Ünlü Yogik metin Bhagavad Gita Karma Yoga’dan bahseder. Karma Yoga bencil olmayan eylem (selfless act) demektir. Attığımız her adımın, ağzımızdan çıkan her sözün ardından bir karşılık bekliyoruz. Çoğu zaman Özgür Akkaya Erdemol Yoga Eğitmeni birine yardım ettiğimizde bile takdir edilmek için yardım ediyoruz, sevilmek için birilerine iyi davranıyoruz, daha iyi bir hayat için çalışıyoruz. Her hareketimize eklenmiş beklentilerimiz var. Beklentilerimiz karşılanmadığında hayal kırıklığına uğruyoruz. Bu hayal kırıklığı, beklentiler davranışlarımızı yönlendiriyor. Özgür olduğumuzu sanıyoruz ama beklentilerimiz karşılansın diye atılan adımlar ne kadar özgürce verilen kararlar olabilir ki. Kendi doğrunuzu konuştuğunuzda onaylanmayacağınızı bilirseniz ve onaylanma, sevilme ihtiyacınız çok yüksekse kendi söylemek istediğinizi değil karşınızdakinin duymak istediğini söylersiniz. İşte Karma Yoga diyor ki beklentilerinden sıyrıl, kendin için bir şeyler bekleyerek eylemde bulunma. O kısır döngüden çık ki özgür olabilesin, kendi özüne ulaşıp özgür kalabilesin. O zaman etrafındaki olaylar sana hiç dokunmayacak. Olaylar ne kadar farklı şekillerde gelişirse gelişsin sen kendi merkezinde kalıp kendi özüne ineceksin. O zaman kendini kapana kısılmış, görünmez duvarlarla hapsedilmiş hissetmeyeceksin. Dışarda ne olursa olsun seni etkilemeyecek. Seçimlerimizle varoluyoruz. Seçim yapmak bir özgürlük ama asıl özgürlük önümüze ne gelirse gelsin yine kendimiz olarak kalabilmek. Sonuçlardan bağımsız kendi gücümüzde kalabilmek. Gösterilen çaba gelecek odaklı olmasın. Her ne yapıyorsak sadece o an için yapalım. Spor yapıyorsak bir ay sonra güzel ve sağlıklı bir bedene sahip olmak için değil tam o an yaptığımız işten keyif almak için yapalım. Anda kalıp o an yaptığımız işin içinde eriyelim. Nehir denize doğru akarken, “doğru akmalıyım, diğer nehirleri geçmeliyim” diye düşünmüyor. Sadece akıyor, o an nasıl akması gerekiyorsa kendi hızında... Aslan dünün, yarının avını düşünmüyor. O an ne yapılması gerekiyorsa yapıyor. Akışın içinde eriyip gidiyor. Çocuklar oyun oynarken o akşamın ödevini, dün annelerinin söylediklerini düşünmüyor, sadece oyun oynuyorlar. Buna yogada eyleme geçmeden eylemde bulunma, eylemsiz eylem deniyor. Yarın terfi almak için bu projeyi bitirmek değil, bu projede çalışırken sadece bu projede çalışmak için çalışmak ve bu proje için elimizden gelenin en iyisini yapmak. Bütün bu kalıplardan kurtulmak için zihinden özgürleşmek gerekiyor önce. Hintli mistik Osho’nun dediği gibi sadece zihinsiz insan özgürdür çünkü zihinsiz insan hesaplara girmez, bu anı yarın için feda etmez. Emeklilik günlerinin hayalini kurarak çalıştığımızda hayatı kaçırıyoruz. Zihin hep yarındayken o yarın hiç gelmiyor. Yarına geldiğimizde önümüzde odaklanacak başka bir yarın oluyor. Hiç bir zaman mutlu olmuyoruz. Oysa ki anahtar tam şu anda kalabilmek. Özgürlük seçim yapmak değil, tam tersi seçim yapmadan da mutlu olabilmek. Hayatın bize sunduğuyla mutlu olabilmek. Şartlardan bağımsız kendi içimizde dengede kalabilmek. Çocuklar gibi dünü, yarını unutup sadece içinde bulunduğumuz anda kalabilmek... 97 semboller Karakterimiz Abdulkadir Kılınç Mutlak özgürlük yok, bunu biliyoruz. Çünkü insanız yani sınırlıyız. Yaşamda doğumla ve ölümle sınırlıyız, sosyal hayatta başkalarının özgürlüğü bizim sınırımız. Sınır demişken çok sevdiğim bir sözü paylaşmak isterim; ’’Hakkını hukukunu, haddini hududunu bil.’’ Sonra bedenimizle sınırlıyız. Hayır, engelli insanlardan söz etmiyorum, sağlıklı bedenlerimiz de sınırlı. Zaman zaman ruhumuzun bedenimize dar geldiğini, daha hızlı olmak, daha iyi görmek, daha iyi işitmek, daha hassas duyumsamak istemiyor muyuz? Tamam sınırlıyız, ama bu bizim izafi de olsa özgür olmadığımız anlamına gelmiyor. En azından imkanlarımız içinde. Hatta belki de özgürlüğümüzü sınırlarımız sayesinde geliştiriyoruz. Sınırlarımızı zorlamak bizi geliştiriyor, ilerletiyor, özgürleştiriyor. İnsan bilgisiyle de sınırlı. Bilgimizi arttırmak, okumak, öğrenmek, bizi sınırlarımızdan kurtarıp özgürleştiriyor. Özgürleşmek, düşünce bazında da çok önemli. Düşüncelerimizde özgür müyüz? Yoksa dogmalara, kalıplara, batıla, 98 Fotoğraf: Engin Çakır, Haziran 2009 düşünmeden ettiğimiz kabullere bağımlı mıyız? Bazen düşünce özgürlüğümüzü unutup, bize dikte ettirilen şeylere aldanıyor muyuz? Aldanıyoruz ve avlanıyoruz. Çünkü tutsak bir beyin kolayca yakalanıp yönlendirilebilir. O yüzden düşüncede özgürlük, bedenin özgürlüğünden daha önemli. Belki de bu sebeple birçok aydın tutsakken ya da sürgünde, bizi özgürleştiren eserler yazdılar. Tarihin en önemli özgürlük hareketlerinden biridir Fransız devrimi. Krallığa karşı, kralın tebalığına karşı yapılmış bir devrim. İnsanları kralın kölesi olmaktan kurtarıp, özgür birer birey yapan devrim. Ancak bu bedensel özgürlüğü sağlayan, önce düşüncede özgürlük olmuş ve adına Aydınlanma denmiştir. Bu aydınlanma kültürü, sosyal hayatta, bilimde, teknolojide, sosyal kurallardan devlet gibi büyük toplumsal organizasyonlara kadar tümünün gelişmesinde temel izlek olmuştur. Bizim özgürlük mücadelemiz ise Kurtuluş Savaşı’dır. Hem aydınlanmayı kabul etmeyen bir yönetimin (matbaa, icat olduktan sonra şeyhülislamın fetvaları ile 400 sene Osmanlı topraklarına sokulmamış) zayıflamasını fırsat bilen devletlere, hem de onlarla işbirliği yapan padişahlığa karşı yapılmış özgürlük savaşı. Türk halkı bu savaşı ve özgürlüğünü, önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK sayesinde kazanmıştır. Çünkü O halkının haline tercüman olurcasına “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.’’ demiştir. Şimdi biz özgürce ülkemizde yaşayabiliyorsak O’nun ve o dönemin fedakar insanları (ki canlarını feda etmişler) sayesinde yaşıyoruz. Cumhuriyet dönemi Türk halkının aydınlanma dönemi olmuştur. Dil, harf ve eğitim alanlarında yapılan çalışmalar, eğitimi geliştirmiş, bizi dünya uygarlık düzeyine taşımış hatta ilerisine götürmüştür. Kadınların seçme ve seçilme hakkı buna iyi bir örnektir. Şimdi bize düşen, özgürlüğümüzün yegane şartı olan Cumhuriyetimizi ve kurumlarını geliştirmek, aydınlanma kültürümüzü artırmak olmalı... 99 eğitimin psikolojisi Çocuklar için özgürlük… Psk. Ayşegül Alkış Özgürlüğü en güzel yaşayanlardır çocuklar; istedikleri gibi oynarlar, özgürce koşarlar, özgürce çizerler... Ta ki bir yetişkinle karşılaşana kadar. O zaman başlar kurallar; “öyle ağaç mı olur, evin çatısını kırmızı boya, yavaş koş düşersin, hiç uçan at olur mu” derken çocuğumuzun içindeki özgür düşünme, özgür hareket etme davranışları yerini koşullu ve korkulu adımlara bırakır. Terapi seanslarında en çok zorlandığımız alan şudur: çocuğun kendisini tekrar çocuk gibi hissetmesi. Birçok ebeveyn için çocuğunun büyük gibi konuşması, büyük gibi davranması zeka belirtisiyken, uzmanlar için olduğu yaşı yaşaması, ona göre davranması, kendini böyle kabul etmesi daha önemlidir. Bunun için neler yapılabilir: • Özgür çizim günleri: Fırça, kalem kullanmadan parmak boyalarla ya da farklı nesnelerle boyama denenebilir. Burada amaç güzel bir resim çıkarmak değil, ellerimizin özgürce hareket etmesine izin vermektir. • Özgür yazım zamanı: Aile etkinliği olarak yapacağınız bu çalışmada çocuğun başlatacağı cümleyi diğer aile fertleri birer cümle ekleyerek devam ettirir. Birkaç tur bu şekilde devam eder ve en sonunda aile bir öykü yazmayı başarır. Edebi bir değeri olmasından çok, aile fertlerinin düşüncelerini özgürce ifade etmesi gereklidir. • Özgür hareket zamanı: Evde ister müzik eşliğinde ister sessiz bir ortamda, aile üyeleri gününü nasıl 100 geçirdiklerini beden hareketleriyle anlatabilirler. • Özgür duygu zamanı: Duygu ifadesi, hem yetişkinler hem çocuklar için zordur. Bu nedenle özgür ifade için basit çalışmalar denenebilir. Bugün bir yüz olsaydı yüzünü nasıl çizerdin? Bugününe 1-5 arasında nasıl bir puan verirdin? 1 çok kötü-5 çok iyi gibi. Bana bugününü tek kelimeyle anlat bakalım. • Özgür oyun zamanı: Anne babalar oyun içinde yetişkin olduklarını kanıtlamak, göstermek isterler. Bu çocuğun oyun kurmasını, devam ettirmesini, neden-sonuç ilişkisi kurmasını engeller. Örneğin, 3 yaşındaki bir çocuk kule oyunu oynadığında anne-baba “bak şimdi onu koyarsan düşecek, bak demiştim, düştü” diyebilir. Bunun yerine “nasıl yapsan iyi olurdu, hadi sen bana ne yapacağımı söyle” diyebilir. Böylece çocuk kendisini yönlendirilmiş hissetmeyecektir. Özgür oyun, bilinçdışının ortaya çıkmasına da çok yardımcı olacaktır. İyi bir gözlemle özgür oyundan birçok ipucu elde edebilirsiniz. • Özgür drama: Çocuklar taklit etmeyi, “miş gibi” yapmayı çok severler. Burada özgürlük içinde kimi, nasıl canlandırmak istediğini sorabilir ve size küçük bir gösteri hazırlamasını isteyebilirsiniz. Aile ilişkilerini geliştirmek açısından en iyi yöntem anne-babayı canlandırmasıdır. Böylece çocuğunuzun gözünden kendinizi seyredebilirsiniz. Önemli olan burada herhangi bir engellenmede, ketlemede bulunmamaktır. Aynı şekilde siz de onu canlandırırsanız onun için iyi bir gözlem çalışması olacaktır. • Özgür yemek: Çocuğunuzla birlikte yemek hazırlamak, burada saçma da olsa birçok malzemeyi karıştırmak, en sonunda tadına bakıp birlikte yememek zaman zaman sınırların dışına çıkmanın keyfini de size gösterecektir. Tüm çalışmalarda özgürlüğün sınırsızlık olmadığını anlatır, kendisini rahat hissettiği anları anlatmasını isterseniz en verimli etkinlikleri evde yapmış olabilirsiniz. Özgürce yaşayan, özgürlükten keyif alan ailelerin oluşması dileğiyle… dünyaya armağansın Özgürlük kendinizi tanımaktır Size anlatmak istediğimi açıklayabilmek için “Onurlu Bir Adam(1)” filminden bir alıntı yapacağım. Film, Carl Brashear'ın gerçek yaşam öyküsünden esinlenilerek çekilmiş. Filmin özünde yer alan tematik anlatım gerçekten de etkileyici ve sürükleyici. Sonuç olarak verdiği iletişim dersi ise ulaşmak istediğimiz gerçek... Serkan Duru Kentuckyli bir ailenin oğlu olan Carl Brashear, hayallerindeki hayatı bulmak amacıyla evinden ayrılır. Evden ayrılırken babasının verdiği “Asla pes etme ve en iyi ol...” öğüdünü hayat felsefesi olarak kabul etmiştir. Hedefi yeniden yapılandırılan deniz kuvvetlerine katılmaktır. Ancak Carl’ın teninin siyah olması onun donanmadan dışlanmasına neden olur. Carl, bunların hiçbirini umursamaz ve donanmaya kabul edilir. Donanmaya katıldığında bunun “En iyi” olabilmek için önüne çıkan bir fırsat olduğunu düşünüyordur. “En iyi” olabilmek için önüne çıkan bu fırsatı değerlendirmek için donanmanın dalgıç okulu programına katılmak ister. Programa katılabilmek için tam iki yıl boyunca yüzlerce mektup yazar. Sonunda amacına ulaşır. Ancak dalgıç okulu programındaki eğitimcisi Billy Sunday onu ekipte istememektedir. Carl'ın her hareketini takip eden Sunday, onun bir açığını yakalamak için uğraşmaktadır. Ama babasının sözleri kalbinde yer etmiş olan Carl'ı dalgıç olmaktan kimse vazgeçiremeyecektir. Ve sonunda Carl, gerçekten donanmanın en iyi dalgıcı olur. Her dalışta rütbesi ve itibarı yükselir. Yıllar sonra bir kazada sağ bacağını diz altından kaybeder. Artık dalgıçlık yapamaz duruma gelir. Doktorlar, Carl’ın kazada kaybettiği bacağının yerine takma bacak yaparlar. Bu arada donanmadaki dalgıç rütbesini kaybettiğini öğrenir. Carl takma bacakla dalgıç unvanını almak için çalışmalara başlar. Bu sırada karşısına eğitmeni Sunday çıkar ve ona yardım etmeye başlar. Uzun süren bir hazırlık devresinden sonra Carl askeri mahkemenin ve jürinin karşısına çıkar. Mahkemede söyleyeceği sözler ve yapacağı davranışlar dalgıç unvanını geri almasını sağlayacaktır. Mahkeme başkanı Carl’dan ve zencilerden hoşlanmayan biridir. Mahkeme salonuna ağırlığı 128 kiloyu bulan dalgıç elbisesi getirilir. Carl’ın eğitmeni Sunday bunu görür ve mahkeme salonuna girer. Mahkeme üyeleri dalgıç unvanının geri verilebilmesi için Carl’ın dalgıç elbisesini giyip salonda on adım yürümesini istemektedir. Üzerinizde 128 kilogramlık bir dalgıç elbisesiyle ve takma bacakla on adım yürüdüğünüzü düşünün. Okurken size kolay gelebilir. Carl, dalgıç elbisesini giyer ve mahkemede büyük bir sessizlik olur. Arka sıralardan fısıldanmalar olur “ilk adımda yere düşecek”, “başaramayacak” şeklinde. Carl Brashear ilk adımını rahatlıkla atar, ikinci adımda biraz zorlanır. Ama eğitmeni Sunday, onu güçlendirecek sözler söylemeye ve komutlar vermeye başlar. On adım tamamlandığında, salonda büyük bir mutluluk ve sevinç yaşanmaktadır. Carl ve Sunday birbirlerine sarılarak ağlamaktadırlar. Carl Brashear inanmıştır, istemiştir ve başarmıştır. Mahkeme dalgıç unvanını iade eder. Gerçek hayattan bir öykü anlattım size. Eksiklikler hepimizin hayatında var ancak önemli olan bu eksiklikleri bilip, bunları nasıl olumluya çeviririm diye düşünebilmek. Hedefinizi belirledikten sonra size engel olacak hiçbir şeyin olmadığını görüyorsunuz. Öncelikle siz kendinizi iyi tanıyın. Yeteneklerinizle ve yapabileceklerinizle kendi kafanızda koyduğunuz engelleri kaldırın. Aslında yapmak istediğimiz birçok şeyi sadece kafamızda oluşturduğumuz engeller ve korkular nedeniyle yapmıyoruz ya da yapmaya cesaret edemiyoruz. Düşünün sadece beyninizde oluşturduğunuz olumsuz düşünceler nedeniyle kaç işinizi ertelediniz. Özgürlük kendinizi tanımaktır. Kendinize kendinizi ne kadar çok alanda ve yaşanmışlıkta tanıma şansı verirseniz o kadar çok özgürleşirsiniz. (1) Yönetmen : George Tillman, Jr., Oyuncular: Robert De Niro, Cuba Gooding Jr, Charlize Theron, Hal Holbrook, Michael Rapaport : 2000, ABD. 101 kitabi Çocukluk, özgürlüğün süresiz vizesidir Emine Civanoğlu “Beş yaş, insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar. Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencere önünde, dışarıdaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşlanıyordum. Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı; zarardan kâr. Uzun süre annemle babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minibüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı.” Mahallede büyüyen, hayatın en önemli sırlarını iki apartman arasındaki karanlık, rutubetli, daracık kuytularda mahallenin büyük, aklı da kanı gibi deli akan abilerinden öğrenen çocuklar, özgürlüğün kitabını yazarlar hem de öyle bir yazarlar ki okuyanlar şaşıp kalır. Gülsen mi ağlasan mı, senin de 102 bir mahallede nice anıların kaldı diye hüzünlerin dalgalı denizine dalsan mı, dizde nefes nefese bir çocukluk macerasından kalma o belli belirsiz yara izine bakıp hatıralara pansuman mı yapsan bilemeden, hepsinin arasında gide gele okuyacağın bu kitap bence tam da Alper Canıgüz’ün kendisini bize tanıştırdı üzere beş yaşındaki Alper Kamu tarafından yazılmış. Kitabın ilk sayfasını açtığın, hikayenin içine girdiğin andan itibaren aslında okur olarak gerçek hayatından bir süreliğine ayrılmış, Alper Kamu adlı veledin ve daha pek çok matrak, tuhaf, sıradan, ürkütücü, deli, sakin, dedikoducu, işinde gücünde insanın yaşadığı o mahalleye yerleşmiş olacaksın. Kitabı, Alper Canıgüz’ün yazdığı satırlar olarak okumana imkan yok, sen de kuvvetle muhtemel beş yaşındaymışsın gibi, Alper Kamu’nun yaşıtıymışsın ve Dağ Çileği Sokak’la yeni bir savaşa hazırlanıyormuşsun gibi yaşayacak, mahalle savaşları için gazoz kapağı ezecek, Kız Tevfik’in arkasından atıp tutacak, Alev Abla’ya ufaktan aşık olacaksın. Cinsiyetin nedeniyle bu mahallede sana bankacının kızı ya da Alev Abla rolü de düşebilir; hiç şüphen olmasın ki kitap boyunca rolüne kendini fena kaptıracaksın. “Alev Abla, bir haller yaparak masalı bitirdikten sonra, oturup iyi niyetle düşündüm bunun bizimle ilgisi nedir diye. Pek mantıklı bir sonuca varamadığımı söylemek zorundayım. Haydi diyelim komşu evlerde oturan Kay ile Gerda biz ikimizi temsil ediyordu. Dünyayı o lanetli aynadan gördüğüm de iddia edilebilirdi doğrusu. Peki, Karlar Kraliçesi kimdi? Erdoğan Bey herhalde. Yani ben Erzurum’a ya da cehennemin dibine gitsem Alev Abla gelip beni bulacak mıydı? Bu muydu yani? Ağzından çıkanı kulağının duyduğundan emin değildim. Çok güzel bir masalmış dedim. Alper Canıgüz’ün yaratığı Alper Kamu karakteri; oğlunuz, kardeşiniz, yeğeniniz, kankanız, apartmandaki ya da sınıftaki en yakın arkadaşınız olsun isteyeceğiniz türden bir çocukadam. Mahallede özgürlüğün dibine vuran, aklına eseni yapan, çocukluğun özgürlük vizesinden gönlünce faydalanarak her deliğe girip çıkan Alper Kamu’nun daha o yaşta Dostoyevski, Nietzche, Oğuz Atay okumuş olması, annesinin hijyen takıntısının bastırılmış cinsel dürtülerinden kaynaklandığı fikrine varabilmesi biraz sinir bozucu, biraz akıl dışı, biraz garip gelse de kitapta usul usul ilerledikçe bütün bunlar normal görünmeye başlıyor. Bu çocuk sahiden üst katta oturuyor olsaydı acaba bizim apartman nelere gebe olurdu diye düşünmeden Fotoğraf: Engin Çakır, Mayıs 2005 edemiyor insan. Kitap bittikten sonra ilk günler etraftaki çocukların yüzlerine bakıp Alper Kamu’yu görmeye çalışıyor. Hatta ekşisözlük’te Alper Kamu’nun Murathan Mungan'ın Yüksek Topuklar'ındaki Tuğde bir araya gelmesi halinde ortaya nasıl bir cümbüş çıkacağını merak edecek kadar ileri gidenler bile var. Koca koca laflar eden, kocaman adamlar gibi felsefe yapan, yaşıtlarına politik konularda bile posta koyan, mahallede meydana gelen bir cinayeti çözmeyi aklına koyup komisere bile haddini bildiren bu çocukadam, daha hikayenin en başında, ağzını açar açmaz, kurduğu ilk cümlelerle her okurun kalbini fethedecek türden bir velet ve ondan kesinlikle şeytan tüyü var. Kendisi sağ sol meselelerinden de ziyadesiyle haberdar ve bu konularda engin fikri var. “…‘Boş ver bu işleri Kerim Abi,’ dedim. ‘Sen söyle hele, hangi partiyi tutuyorsun?’ Şaşkın şaşkın suratıma baktı. İdarenin casusu muyum acaba diye düşünüyordu sanırım. Kafasını dikip, ‘Ekmek partisi’ dedi. ‘Öyle bir parti yok ki’ dedim. ‘Hiçbir partiyi tutmuyorum,’ diye ifade değiştirdi bunun üzerine. Bu devrim yapacak, ben de göreceğim. "...'peki sağcı mısın, solcu mu?' 'yok bizim felsefemizde sağ, sol.' Felsefe? 'senin felsefende ne var Kerim Abi?' Nihayet hazır yanıtı bulunan bir soruyla karşılaştığı için keyifle ünledi: 'bana derler kerim, bugün buldum bugün yerim, yarına Allah kerim!' Hey gidi koca Marx, diye geçti aklımdan, kalk mezarından da gör diyalektik nasıl oluyormuş!..." Şimdi havalar sıcak, haberler beter, durumlar sıkıcı, Facebook’ta Twitter’da muhabbetler hep aynı rehavetle baymış vaziyette ve hiç esmiyor ve sabahlar olmuyor bir türlü. Şöyle güle eğlene hatta acayip bir polisiye durumun içinde heyecandan gerile gerile okunacak bir kitap lazımsa size, bu kitap o kitap. “Gazanfer’in arakamdan savurduğu küfür ve tehditleri hala işitebiliyordum. Sırtımı tahta duvara verip soluklandım. Tabancamı sıkı sıkı tutarak yere çöktüm ve kendi kendime gülmeye başladım. Hayatımın en hızlı günlerini yaşıyordum. Dövüşecek düşmanlar ve sevilecek kadınlarla çevrelenmiştim. Gerçi silahım plastiktendi. Kadınlarım da öyle.” 103 güncel kitap Gönülden yazılmış şems parçaları Deneme / 252 sayfa Güncel kitap köşesinin bu ayki konuğu Elif Şafak. Bu kitap onun kaleminden, duygularından, korkularından, sevgilerinden, ilişkilerinden, yani hayattan seçmelerden oluşuyor. “Kararır gökyüzü bazen, kasvetli bulutlar kaplar semayı. Hayatın ritmi durağanlaşır, sohbetler bildikleşir, içimizde birikir yalnızlık hissi. Nasıl özleriz güneşi o zaman, griler içinde aradığımız bir tutam renk demeti. Peri tozu gibi, inceden. Gönülden yazılmış her roman, her hikâye, her kelime bir şemsparedir… Güneş parçası… Düşer omuzlarımıza, kar tanesi gibi usulca, yağmur gibi yıkar ruhumuzu, arındırır tozdan kirden tekdüzeliklerden… Şemspare...” Elif Şafak, bir kez daha hayatın içinden süzülüp gelen denemeleriyle karşımızda. Şafak’ın, Kasım 2010’dan bu yana Habertürk gazetesinde yayımlanan yazılarından oluşan seçkisi Şemspare adıyla yayımlanıyor. Altmışın üzerinde denemenin yer aldığı kitap, yazarın bir önceki deneme seçkisi Firarperest’in devamı niteliğinde. Şafak’ın kadın, yolculuk, edebiyat ve güncel konular üzerine yazılarının yer aldığı Şemspare’nin metinlerine eşlik 104 eden illüstrasyonlar da yine M. K. Perker imzasını taşıyor. Kitaptan “Vazgeçebilmek bir erdemdir. Bir deli güzel meziyettir ki insan kolay kolay kavrayamaz önemini. Gençken daha zordur buna vasıl olmak. Ama öyle gençler vardır ki ihtiyarlardan bilgedir, o başka. Geri kalan bizler seneler geçtikçe anlarız vazgeçebilmenin kıymetini. Hayat öğretir bize. Hayat ve bir de kronikleşmiş hatalarımız. Kimilerimiz ise hiçbir zaman öğrenemeyiz. Dersimizi almayız. Dün nasıl isek yarın da aynen öyle. Vazgeçmek bir zayıflık belirtisidir zannediyoruz. Hatta bir nevi korkaklık, adeta âcizlik. Halbuki tam tersidir. Ancak kendine güvenen, karakteri sağlam ve komplekslerden arınmış insanlar vazgeçmenin erdemine vâkıf olabilirler. Şu hayatta yaşadığımız sorunların çoğunu vaz-ge-çe-me-di-ğimiz için yaşıyoruz aslında. Israr ve inat ettiğimiz için. Takıntılarımızdan dolayı. Takıntı ile tutkuyu birbirine karıştırıyoruz sürekli, oysa ne kadar farklılar. Nasıl da zıt. Seviyoruz diyelim, birini seviyoruz, hem de ne çok, ne derin, ölesiye. O kişi de aynı şekilde aşkımıza karşılık veriyor diyelim. Ama sonra, zamanla, tavsıyor muhabbet, örseleniyor. Kazara delinmiş bir balon gibi sürekli hava kaçırıyor, küçülüyor. Giderek canlılığını yitiren bir ateş gibi sönmeye yüz tutuyor. Gün geliyor, sevdiğimiz insan bizden ayrılmak istiyor. İnanamıyoruz. Yıkılıyoruz. Kalbimizin etrafında bir yumruk, demirden zırh gibi sıkıyor, nefes alınca bile canımız yanıyor. Dayanamıyor, heyheyleniyoruz. Kabullenemiyoruz. Israrla onu elimizde tutmaya çalışıyoruz. Sinirleniyor, öfkeleniyor, hatta sözlü ya da fiziksel şiddete başvuruyoruz. Gururumuza dokunuyor, nefsimize ağır geliyor böyle terk edilmek. İnsanız ne de olsa. Etten ve kemikten ve billur bir kalpten müteşekkil.” 105 vizyon filmi Kara Şövalye yükseliyor (The Dark Knight Rises) Yönetmen: Christopher Nolan Oyuncular: Christian Bale, Michael Caine, Anne Hathaway ve Gary Oldman 2012 / 2 sa 45 dk. ABD / Aksiyon, Drama Başrolde Akademi ödüllü Christian Bale ("Dövüşçü/The Fighter") yine iki karakteri birdenBruce Wayne / Batman'i canlandırıyor. Filmde aynı zamanda Anne Hathaway, Selina Kyle rolünde; Tom Hardy, Bane rolünde; Akademi ödüllü Marion Cotillard ("La Vie en Rose"), Miranda Tate rolünde; ve Joseph Gordon-Levitt, John Blake rolünde yer alıyorlar. 106 Başrollerine geri dönen diğer isimlerse şöyle; Akademi ödüllü Michael Caine ("The Cider House Rules") Alfred'i; Gary Oldman, Müdür Gordon'ı; ve yine Akademi ödüllü Morgan Freeman ("Milyonluk Bebek/Million Dollar Baby") Lucius Fox'u canlandırıyor. Senaryo Christopher Nolan ve Jonathan Nolan tarafından yazıldı, hikaye ise Christopher Nolan & David S. Goyer'a ait. Filmin yapımcıları, daha önce de "Batman Başlıyor/Batman Begins" ve gişe rekoru kıran "Kara Şovalye/The Dark Knight" için bir araya gelen Emma Thomas, Christopher Nolan ve Charles Roven. Yönetici yapımcılar ise Benjamin Melniker, Michael E. Uslan, Kevin De La Noy ve Thomas Tull, ortak yapımcı Jordan Goldberg . DC Comics'in yayınladığı çizgi roman karakterlerine dayanıyor. Batman, karakteri ise Bob Kane tarafından yaratıldı. "Kara Şövalye Yükseliyor" un kamera arkası ekibinde, uzun zamandır beraber çalışan ve "Kara Şövalye" filminde de beraber çalışmış olan ekip tekrar bir araya geldi. Ekipte Nolan'ın "Başlangıç/Inception" filmi ile yakın zamanda Akademi ödülü kazanan görüntü yönetmeni Wally Pfister, yapım tasarımcısı Nathan Crowley; editör Lee Smith; ve Akademi ödüllü kostüm tasarımcısı Lindy Hemming ("Topsy-Turvy") yer alıyor. Ayrıca, "Başlangıç/Inception" filmindeki efektleriyle Akademi ödülü kazanan Paul Franklin ve Chris Corbould görsel ve özel efektler süpervizörü görevini üstleniyorlar. Müzikler Akademi ödüllü Hans Zimmer'a ait ("The Lion King"). Çekimler üç ayrı kıtada gerçekleşti; Amerika'da Pittsburgh, New York ve Los Angeles şehirlerinde, Hindistan, İngiltere ve İskoçya'da... 107 film şeridi Anne Hathaway “yükseliyor” İlk kez 1999 yılında Get Real dizisinde göz kamaştırıyordu Anne Hathaway. Şöhreti 2001 yılındaki Acemi Prenses filmi ile yakaladı. Devamı Akademi Ödülü adaylığına kadar çorap söküğü gibi geldi. Anne Hathaway şu sıralar “Batman - Kara Şövalye Yükseliyor” filmi ile karşımızda... Tam ismiyle Anne Jacqueline Hathaway. Takma adı ise Annie. 1.73 m. boyunda, Brooklyn / 12.11.1982 doğumlu bir Hollywood yıldızı. Babası avukat Gerald Hathaway, annesi ise oyuncu Kate McCauley’di. Koyu bir Katolik olarak yetiştirildi. Abisinin eşcinsel olduğunu öğrendikten sonra, kişilerin cinsel tercihlerine karışan bir mezhebin üyesi olmayacağını öne sürerek kendisini mezhepsiz bir Hristiyan olarak tanımladı. Çocukluğundan itibaren hemşire olmak isteyen Hathaway, bu rüyasından vazgeçmesinin ardından sinema dünyasına yöneldi. Millburn Lisesi’nde okuduğu sıralarda pek 108 çok tiyatro oyununda yer alan genç oyuncu, lisedeyken sergilediği Once Upon a Mattress adlı oyunla Paper Mill Playhouse ödüllerinde Yükselen Genç Yıldız alanında en iyi liseli oyuncu olarak aday gösterildi. Vassar College’da kadın çalışmaları alanında bir süre eğitim aldıktan sonra New York Üniversitesi’ne katılan Hathaway, burada okuduğu süre zarfında Barrow Group Theater Company adlı tiyatro okulunda eğitim aldı. İlk TV deneyimini kısa ömürlü Get Real dizisi ile yaşayan oyuncu, 2001 yılında The Princess Diaries adlı filmde başrol oynadı, ayrıca 2001 yılında, The Other Side of Heaven ve 2002 yılında Nicholas Nickleby adlı filmlerde yan rollerde oynadı. 1999-2005 yılları arasında ağırlıklı olarak aile filmleri ve çocuklara yönelik yapımlarda yer alan Hathaway, bu tarihten sonra daha ciddi filmlerde oynama kararı aldığını açıkladı. 2005 yılında Hoodwinked! adlı animasyonda “Kırmızı Başlıklı Kız”ı seslendiren genç oyuncu, aynı yıl Barbara Kopple’ın yönettiği ve zengin genç Kaliforniyalı çocukların karşılaştıkları sorunları anlatan Havoc ve 1963-1981 yılları arasında Amerika’nın batısındaki iki erkek arasındaki romantik ilişkiyi konu alan Brokeback Mountain’da rol aldı. 2006 yılını The Devil Wears Prada (Şeytan Marka Giyer) ve 2007 yılını Filmografi Dark Night Rises (2012) One Day (2011) Love & Other Drugs (2011) Valentine's Day (2010) The Fiance (2010) Alice in Wonderland (2010) Bride Wars (2009) Passengers (2008) Rachel Getting Married (2008) Get Smart (2008) Becoming Jane (2007) The Devil Wears Prada (2006) Brokeback Mountain (2005) Havoc (2005) Hoodwinked! (2005) The Princess Diaries 2: Royal Engagement (2004) Ella Enchanted (2004) Nicholas Nickleby (2002) The Other Side of Heaven (2001) The Princess Diaries (2001) Get Real - Meghan Green (Dizi) (1999) Becoming Jane adlı filmlerle kapatan Hathaway, 2008 yılında Becoming Jane, Get Smart, Passengers ve Rachel Getting Married adlı yapımlarda rol aldı. Jonathan Demme tarafından yönetilen ve bir drama filmi olan Rachel Getting Married, genç oyuncuya Oscar ve pek çok tanınmış ödül töreninde en iyi oyuncu adaylığı getirdi; Hathaway bu film ile Prism Award ve Southeastern Film Critics Association Award’ın içinde bulunduğu toplam sekiz ödül kazandı. 2009 yılında olumsuz eleştirilere rağmen yüksek bir gişe hasılatı kazanan Bride Wars adlı romantik komedi filminde rol alan Hathaway, 2010 yılında Valentine's Day ve Alice in Wonderland adlı sinema filmlerinde rol aldı ve de ünlü T.V. animasyon serisi Family Guy’ın bazı bölümlerinde seslendirme sanatçısı olarak yer aldı. Tim Burton’ın yönettiği ve başrollerini Johnny Depp, Helena Bonham Carter ve Mia Wasikowska ile paylaştığı Alice in Wonderland filminde Beyaz Kraliçe (White Queen) karakterini canlandıran başarılı oyuncu, performansı ile eleştirmenlerden tam not aldı. 11 Aralık 2010 tarihinde Norveç Oslo'da yapılan “Nobel Barış Ödülü Konseri”nde Denzel Washington ile birlikte sunuculuk yaptı. Anne Hathaway yeni çekimine başlanan “Sefiller” filmi için tek çocuklu anne “Fantine” karakterini canlandıracak ve bu rol için rolünü daha inandırıcı kılmak adına günde sadece 500 kalorilik diyet uyguladı. Bu film 2013’te vizyonda olacak. Anne Hathaway Kasım 2011’de aktör Adam Shulman ile nişanlandı. Hayatındaki son önemli gelişme ise son vizyon filmi. “Batman - Kara Şövalye Yükseliyor” filmi ile tekrar yükselişte... 109 efsane kareler Rock’n roll efsanesi Rock’n roll müziğin öncüsü, kralı ve babası Elvis Presley’in en bilinen silueti. 110 111 evrensel sanat Bir Napolyon Bonapart portresi Napolyon Bonapart, Fransa'ya karşı bağımsızlık mücadelesine başlayan Korsikalı milliyetçilere karşı Jakoben örgütlenmesinde çalışan bir sürecin ardından dünyaya ismini öğreten bir lider oldu. Fransız Devrimi'nin generali, 11 Kasım 1799'dan 18 Mayıs 1804'e kadar Fransa Konsülü olarak Fransa Cumhuriyeti'nin ilk başkanı, sonrasında da 18 Mayıs 1804 ile 6 Nisan 1814 arasında “Napolyon I” adını alarak Fransa İmparatoru ve İtalya Kralı oldu. 112 Napolyon’un resmî ressamı olan Jacques-Louis David (30 Ağustos 1748 - 29 Aralık 1825) ise, Neoklasik tarzı tasarımlarıyla tanınan sanat tarihinin en önemli ressamlarından biriydi. 1780'lerde, tarihsel resimleriyle Rokoko tarzında klasik bir üslup kullandı. Arkadaşı Maximilien de Robespierre ile Fransız Devrimi'nin etkin bir destekçisi olan David, Fransız Cumhuriyeti'nin etkin bir sanat diktatörüydü. Robespierre'in devrilmesi üzerine hapse giren David, Napolyon döneminde imparatorluk tarzını kullanmış ve Venedik renklerine önem vermişti. Oldukça fazla hayranı vardı ve Fransız sanatının 19. yüzyıldaki temsilcisi olmuştu. Bu “Napolyon Bonapart” tablosu haricinde, Le Sacre de Napoléon ve Sokrates'in Ölümü en önemli eserleri oldu. 113 hobi kulübü Özgür Taşkıran Radyo kontrollü otomobil modelciliği Gerçek anlamda özgür müsünüz? Biliyorum aklınızdan bir sürü cevap geçiyor. İnsanın hem özgür, hem de tutsak olması ironik bir durum. Hemen hemen herkesin aynı kaderi paylaşıyor olduğunu düşünüp kendinize bir çıkış yolu aramak ya da böyle bir savunma mekanizması geliştirmek sadece var olan sorunu görmezden gelmek olur kanaatimce. Peki ne yapmalı? Bu sorunun tek bir cevabı, yeryüzünde yaşayan insan sayısınca da yolu var. Cevap basit: “Kendine zaman ayırmalısınız...” Kendinize ne şekilde zaman ayırdığınızın çok fazla bir önemi yok. Sizi gündelik yaşamın sıkıntı ve stresinden kurtaracak her eylem bu amaca hizmet edecektir. Yapmanız gereken bu satırları okurken aklınızdan geçen binlerce fikirden birini seçip eyleme dönüştürmek. Fikir vermemi ister misiniz? Bir önceki sayıda modelciliğin ne olduğu ile ilgili bir yazı kaleme almış ve bana ayrılan sayfaların elverdiği ölçüde kısa kısa modelcilik türlerinden bahsetmiştim. Bu ve sonraki sayılarda her bir modelcilik dalı ile ilgili daha geniş kapsamlı yazılar ile sizlere birlikte olacağım. Bu sayıda “Radyo Kontrollü Otomobil Modelciliği” ile ilgili detaya girmek istedim. Neden mi? Yaz mevsimindeyiz, dışarıda pırıl pırıl güneş, sıcak havaların da etkisi ile psikolojimizde pozitif bir durum söz konusu. Uzun ve sert geçen kış mevsiminin ardından eve kapanıp uçak ya da gemi maketi yapmanın ne manası var? Şimdi dışarı çıkıp çılgınlar 114 gibi otomobil kullanmalıyız ama model otomobil tabi ki... Bir türlü öğrenilmeyen ya da öğrenilmek istenmeyen trafik kültürünü ve kurallarını hiçe sayan sürücülerin cirit attığı bir trafik içerisinde, kim otomobil kullanmak ister ki? En güzeli modelini kullanmak. Ama hangisini seçmeli? Yakıtla çalışan bir model mi? Yoksa elektrikli bir model mi? Her ikisini de anlatalım, siz kararınızı ona göre verin. Önce yakıtlı olandan başlayalım, yani üzerinde 2 zamanlı bir patlar motor taşıyan ve kısaca nitro diye tabir edilen ama içeriğinde nitro metan, metil alkol ve yağ barındıran, yakıtla çalışan ve radyo kontrolü ile uzaktan kumanda edilen otomobiller... Kendi aralarında 2 ana kategoriye ayrılırlar; On Road (Pist) ve Off Road. Eğer bu yazıyı okuduktan sonra model araç sahibi olmaya karar verirseniz, On Road otomobilleri tavsiye etmem. Çünkü sizi bir piste ya da zemini bu otomobili kullanmaya elverişli yerlere mahkum ederler. Off Road araçların böyle bir sorunu yoktur, birçok yerde bu araçlar ile oynayabilir ve hoşça vakit geçirebilirsiniz. Yazıma konu mankeni olarak seçtiğim model ise HPİ markasına ait dünya üretimi 1000 adetle sınırlandırılmış özel bir model olan Savage 4.6 Special Edition. Ülkemize sadece 25 adet geldi. Muhtemelen siz bu satırları okurken meraklıları tarafından çoktan satın alınmış, bir çoğunun kullanmaya kıyamayacağı için evlerinin ya da ofislerinin en güzel yerde sergileniyor olacaklar. Olsun, normal üretimi de çok güzel bir araç. Modifiye parça opsiyonunun çok fazla olması sebebi ile siz de kendinize özel modifiye edip dünyada başka bir benzeri olmayan model araç sahibi olabilirsiniz. Yakıtlı bir model sahibi olduğunuzda dikkat edilmesi gereken motorun rodaj aşamasıdır. Çünkü üzerinde bulunan motor belli toleranslar dahilinde üretilmiş, hassas bir üretim tekniği içeriyor olmasına rağmen hareketli parçaların birbirine uyum sağlaması için ilk 3 depoda belli devir ve hızların üzerine çıkılmaması gerekir. Sahip olduğunuz aracın üzerindeki motorun rahatlıkla 40.000 devir/dakika çevirdiği düşünüldüğünde bu işlem göz ardı edilmemesi gereken bir prosedürdür. 4. ve 5. depo yakıtlarda hız ve devir arttırıllarak kullanıma devam edilmeli, 5 ile 10 depo arası kullanımda da aracınızı maksimum hız ve devir aralıklarına çıkartarak aracınızın rodajını tamamlamalısınız. 10 depo kullanımda aracınızın rodajı tamamlanmış ve maksimum performansına ulaşmıştır. Günümüzde birçok model araç kutu içeriğinde, kullanımı ile ilgili görsel açıklamalar ve kısa videolar içeren DVD ile birlikte tüketiciye sunulmaktadır. Daha önce bu konuda hiçbir tecrübeniz bulunmuyorsa DVD de bulunan içerik ve videoları incelemeniz oldukça faydalı olacaktır. İkinci aşama aracınızı güvenle kullanmak için antrenman yapmaktır. Çünkü bir aracın içinde var olarak kullanmak ile dışarıdan kumanda etmek oldukça farklı bir deneyimdir. Özellikle aracın size doğru hareket ederken yön kumandalarını ters vermeniz gerektiğinden, alışık olmadığınız bu durum sizi yanıltıp yanlış kumanda vermenize sebep olabilir. Ayrıca konu ettiğimiz aracın 4,5 kilogram olduğu, 90 Km. hız yapabildiği ve bu hıza inanılmaz bir ivmelenme ile çıkabildiği düşünüldüğünde, aslında kumanda ettiğiniz nesnenin oyuncağın çok ötesinde olduğunu ve bu hızlarda bir yerlere çarptığında ciddi hasar alabildiği gibi ciddi hasarlara yol açabileceğini unutmamak gerekir. Bu nedenlerden ötürü kullandığınız aracın sürüş dinamiklerine ve karakteristiğine alışmadan aracınız ile tabiri caizse macera aramanın hiç gereği yoktur. Alışma sürecinin ardından aracınızı tanımanın getirdiği rahatlık ve güvenle adrenalin düzeyi yüksek sürüşler gerçekleştirebilirsiniz. Fakat yine de tecrübeme dayanarak ilave etmeliyim ki, özellikle meraklı kalabalıkların bulunduğu ortamlarda aracın elektronik ekipmanlar ile kumanda edildiğini ve yaşanacak bir arıza durumunda aracın kumandadan çıkabileceği göz ardı edilmemeli, güvenlik marjı daha yüksek tutulmalıdır. Üçüncü aşama sahibi olduğunuz otomobilin gerçek bir otomobil gibi bakıma ihtiyaç duymasıdır. Kullanımdan sonra temizlemek, kritik noktalardaki vidaları kontrol etmek, egzozdan atılan yağın bulaştığı noktalardan temizlenmesi, yürüyen aksamın kontrolü, lastiklerin kamber ve kaster açılarının ve toe in ile toe out kontrolü ve bu saydığım hususlarda düzeltilmesi gereken bir durum söz konusu ise, bir sonraki kullanım öncesi olması gereken değerlere getirilmesi, hem güvenli bir kullanım hem de aracınızın ömrü açısından oldukça önemlidir. Günümüzde elektrikli modellerde, gelişen pil ve motor teknolojilerinden nasibini almış ve bazı modellerin performansı yakıtlı modelleri geride bırakmıştır. En büyük avantajı (bence) yakıtlı motorlara uygulanan rodaj prosedürünün olmaması ve hiç bilmeyen birinin bile on-off düğmesini on konumuna getirerek kullanmaya başlayabilmesidir. Bunun haricinde tüm hususlar yakıtlı modeller ile aynıdır. Pil ile çalışıyor olması oyuncak olduğu anlamına gelmez. Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz modelin (HPI Vorza) kutudan çıktığı hali ile 103 Km. sürat yapabildiğini, bu sürate 3 saniye gibi bir sürede çıkabildiğini, yapılacak birkaç küçük değişiklikle 130 Km. hız yapabileceğini ve dünyadaki en hızlı Buggy olarak Guinnes Rekorlar Kitabı’nda yer aldığını belirtmek sanırım ne kadar ciddi bir makina olduğunun kanıtıdır. Yukarıda belirtmiş olduğum hususlara dikkat edildiğinde çok keyif alacağınızı ve zihnen günlük yaşamın rutininden tamamen sıyrılacağınızı garanti edebilirim. Bu hobiyi icra ederken girdiğiniz sosyal çevrede kurulan sıcak dostluklar ise hayatınıza bambaşka tatlar katacaktır. Ama bence en önemlisi zihnen sizi özgür kılmasıdır. Yazımın en başında da belirttiğim gibi günümüzde özgür olmanın yolu sadece size ait bir zaman diliminde, kaliteli zaman geçirmekten geçiyor. Ne yaptığınızın ya da nasıl yaptığınızın bir önemi yok. 115 kitap önerileri 116 İncir Kuşları Sinan Akyüz Duyguların Rengi Kathryn Stockett Aşkın Cep Defteri Murathan Mungan Aşka Veda Can Dündar Ölesiye Yaşamak Erich Maria Remarque Serenad Zülfü Livaneli İsim Şehir Bitki Yılmaz Özdil Uçurtma Avcısı Khaled Hosseini İçimdeki İstanbul Fotoğrafları - Mario Levi Var Olan Ada Susanna Tamaro Ölü Ozanlar Derneği N. H. Kleinbaum albüm önerileri Redd Hayat Kaçık Bir Uykudur Bob Marley B is for Bob Yeni Türkü Şimdi ve Sonra Funda Arar Sessiz Sinema Ahmad Jamal Blue Moon Ozan Çolakoğlu 01 Jazz For Lover Mehmet Erdem Herkes Aynı Hayatta Sufi Turkey 2 Erkin Koray Meçhul Kenny Burrell Guitar Forms 117 film önerileri 118 Uçurtmayı Vurmasınlar Tunç Başaran 1989 / 1sa 40dk / Türkiye Dram Yeşil Yol - Frank Darabont 2000 / 3sa 9dk / ABD Fantastik - Polisiye Özgürlük Rüzgarı Ken Loach / 2006 / 2sa 7dk İspanya, İtalya, İrlanda, Almanya, İngiltere. Dram, Tarihi Özgürlüğün Rengi Bille August 2007 / 2sa 20dk / Dram İng., G. Afrika, Belçika, Lüksemburg, Almanya Özgürlük Şarkısı Phil Alden Robinson 2000 / 2sa 30dk / ABD Dram Cesur Yürek Mel Gibson 1995 / 2sa 57dk / ABD Tarihi, Macera, Savaş, Biyografik Esaretin Bedeli Frank Darabont 1994 / 2sa 22dk / ABD Dram Özgürlük Yazarları Richard LaGravenese 2006 / 2sa 3dk / ABD Dramatik komedi Özgürlük Yolu / Peter Weir 2011 / 2sa 14dk ABD, Polonya, B.A.E. Macera, Dram Üç Renk: Mavi Krzysztof Kieslowski 1993 / 1 sa 40dk / İsviçre, Polonya, Fransa Dram, Müzik, Romantik Özgürlük Hayaleti Luis Buñuel 1974 / 1sa 45dk / Fransa, İtalya Dramatik komedi blog önerileri kültür sanat blogları www.rsskitap.com www.avazavazdergisi.blogspot.com www.thebalkabaa.com www.mimarcasanat.com www.manyetikbant.me www.fosforlukalem.net www.neyinkafasi.com 119 dilbilgisi Türkçe sözlüğü Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere. saçma, usdışı Fr. absurde absürt uyarlama Fr. adaptation adaptasyon eylem Fr. action aksiyon durum Fr. statut statü verim Fr.rendement randıman yerleşke Fr.campus kampüs tıpkıbasım Fr.photocopie fotokopi vurgu, söyleyiş Fr. accent aksan güncel Fr. actuel aktüel kazıbilim Fr. archéologie arkeoloji yardımcı Fr. assistant asistan engel Fr. barrière bariyer güncelleme ing. update update yıkanma, yıkama İta.bagno banyo Katkılarından dolayı Türk Dil Kurumu’na teşekkürler. 120 dilbilgisi Atasözlüğü Günden güne kaybolan atasözlerimizi gündemde tutalım istiyoruz. Bizden gelen, bize ait her şeye, hep birlikte sahip çıkalım. Hatırlayalım, hatırlatalım ve unutmayalım diye sizin için 10 tane atasözü seçtik. Bu sıcağa kar mı dayanır? Aşırı harcamalarla eldeki imkânlar çok çabuk tükenir. Göğe direk, denize kapak olmaz Hem gereksiz hem de gerçekleştirilmesi hayale bile sığmayan şeylerle uğraşılmamalıdır. Güneş balçıkla sıvanmaz Herkesin bildiği gerçek inkâr edilemez. El vergisi, gönül sevgisi Bize bir şey verene, armağan edene karşı gönlümüzde sevgi uyanır. Ağaç ucuna yel değer, güzel kişiye söz değer Güzel insanlar her yerde ilgi çekerler, her zaman onların sözü kabul edilir. Söz dediğin yaş deridir, nereye çekersen oraya gider Bir sözü dinleyenler kimi zaman söyleyenin aklından geçirmediği bir anlamda anlayabilirler. Dilin cirmi küçük, cürmü büyük Dil küçük bir nesnedir ama söylediği kötü sözlerle kişinin başını belaya sokarak büyük suç işler. Dağ ne kadar yüce olsa yol üstünden aşar Yenilmesi imkânsız gibi görünen zorlukların da üstesinden gelinir. Bıçağı kestiren kendi suyu, insanı sevdiren kendi huyu Bir şeyin, bir kimsenin değeri, kendisinde aranılan özel niteliklerle artar. Zenginin sermayesi kasasında, âlimin sermayesi kafasında Zengin kişinin zenginliği parasıdır, her işini parayla kolayca yaptırır; bilgin kişinin zenginliği ise kafasındaki bilgisidir, düşüncesidir. Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi Büyüklerden gelen şeyleri küçükler geri çeviremezler. Ağaç ucuna yel değer, güzel kişiye söz değer Güzel insanlar her yerde ilgi çekerler, her zaman onların sözü kabul edilir. Danışan dağı aşmış, danışmayanın yolu şaşmış Bilmediği şeyi bir bilene soran, en zor işlerin bile üstesinden gelir; sormayan ise güçlükler içinde yuvarlanır gider. Kaynak: Türk Dil Kurumu 121 dilbilgisi Sözdeyimi Deyim yerindeyse, deyimlerimiz “kan kaybediyor”. Her geçen gün azalan kelime hazinemiz güç kaybettikçe güzel Türkçemiz de can cekişiyor. Sözünüze renk katmanız için en ahenkli deyimleri derledik. Bir çift sözü olmak Söyleyecek bir şeyleri bulunmak: “Gel gör ki dilimin ucunda kağnı var. Kağnılar için de bir çift sözüm var.” B. R. Eyuboğlu. Yüz geri etmek Geri döndürmek. Karagöz oynatmak Komik bir durum yaratmak. Beyaza çekmek Yazıyı temize çekmek: “Dört satırlık bir beyaza çekmek için de kan terlere batar.” H. R. Gürpınar. Kelle koşturmak Gereğinden çok acele etmek. Gerize taş atmak Edepsiz bir kimseye edepsizliğini göstermeye fırsat vermek. Ağrısız başına kaşbastı bağlamak “Kendine gereksiz yere iş çıkarmak” anlamında kullanılan bir söz. Yağmur olsa kimsenin tarlasına düşmez (yağmaz) Elinden geldiği hâlde kimseye iyilik etmeyenler için kullanılan bir söz. Çok baharın otunu yemek Hayatı dolu dolu yaşamış olmak. Ağzından (söz, lakırtı) dirhemle çıkmak Çok az veya zorla konuşmak. Gülü tarife ne hacet, ne çiçektir biliriz Birinin uygunsuz özellikleri sayılırken bunların öteden beri bilindiğini anlatmak için söylenen bir söz. Aldı sazı eline Hiç kimseyi konuşturmadan konuşan kimseler için kullanılan bir söz. Kaynak: Türk Dil Kurumu 122 123 guidebursa RESTORAN / RESTAURANT IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS Al-Sahara Cha Cha Restoran Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50 Anadolu Lezzet Dünyası E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03 Beceren Botanik Parkı T. 211 52 60 Bademli Et Mangal Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu No: 307 T. 244 84 60 CP Steak House Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Dababa Esentepe Mah. Gürler Cad. No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00 Gurme / Bademiçi Bademli Mah.No.79 Mudanya T. 549 01 09 İona Cafe Restoran FSM Bulvarı No.48 T.249 90 02 Kadife A la Carte Almira Hotel U.Hasan Bul. No:5 T. 250 20 20 Kahve Beyaz Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 34 47 Kaju Eat & Drink FSM Bulvarı No.46 / A T.249 80 09 Kapı Restoran Odunluk Mah. Lefkoşa Cad. Orhaneli Yolu No.23 T. 452 20 07 Kaşıkara Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 35 66 Kavis Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47 T. 444 40 00 Keyf-i Ala Restoran FSM Bulvarı Tuna Cad.No.112 T.249 04 02 Placia Restaurant Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40 Olimpik Konak Restaurant Konak Mah. Balcı Sok. No:6 T. 453 30 40 Otantik Gemi Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00 Panaroma Çelik Palas Hotel T. 233 38 00 Sishet Restaurant Çamlıca Mah. Lefkoşe Cad. No: 86 T. 452 52 62 Sunset The Roof Restaurant & Bar Crowne Plaza T. 800 0 800 Yazı E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı T. 548 00 28 124 “Life guide of Bursa” Çağrışan Et Mangal Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00 Çiçek Izgara Belediye Cad. No:15 T. 221 65 26 Korupark AVM T. 241 29 88 İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00 Hayat Lokantası Merinos Parkı T. 272 27 77 Marrakech Ocakbaşı Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No.53 T. 452 97 07 Park Izgara Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01 DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE / SEA FOOD & BAR Arap Şükrü Çetin Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53 Cafeman Balıkçısı Agora İş Merk. Kulealtı Bademli T. 549 10 14 Deniz Tabağı Arap Şükrü Sk. T. 222 19 19 Saki Rum Meyhanesi E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89 Uludağ Kebapçısı Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51 Kent Meydanı AVM T. 255 55 56 Zeugma Restoran Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27 HAZIR YEMEK / FAST FOOD Big Mammas FSM Bulvarı T. 247 44 55 Kükürtlü T. 236 89 91 Ertuğrulkent T. 413 38 93 Burger King T. 444 54 64 Dominos Pizza Altıparmak T. 222 90 40 Bademli T. 241 58 00 Beşevler T. 453 46 04 FSM Bulvarı T. 453 00 76 Özlüce T. 413 15 00 Çekirge T. 234 99 22 Yıldırım T. 362 60 60 Hobi Paket Büfe Altıparmak T. 221 11 63 Beşevler T. 451 11 00 İhsaniye T. 246 00 55 Özlüce T. 413 73 13 Kentucky Fried Chicken 444 35 55 La Piatto Cafe- Pizza & Macaroni FSM Bulvarı No.90 / A Nilüfer- BURSA T. 444 21 58 Mariza Altıparmak T. 225 12 25 FSM Bulvarı T. 451 44 44 Mc Donald’s T. 444 62 62 KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA Dürümcü Bekir Usta Setbaşı T. 220 11 01 Çekirge T. 233 88 18 FSM Bulvarı T. 243 75 75 Bademli T. 549 28 28 İskender Kebap Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76 Carrefour AVM T. 452 10 62 Korupark AVM T. 241 21 10 Kebapçı Yavuz İskender Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20 As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30 Köy Tesisleri Mudanya Yolu T. 244 99 01 İ.Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90 Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15 Zafer Plaza AVM T. 221 15 33 Tavacı Recep Usta Odunluk Mah.Erdoğan Biyücel Cad.No.5 / 1 T.452 40 04 Rosso Bianco Pizza & Steakhouse Korupark AVM T. 241 27 50 PASTANE / PATISSERIE Aslı Börek Carrefour T. 452 66 86 Kent Meydanı AVM T. 251 40 02 Metro Market T. 441 37 20 Geçit Evke Plaza T. 241 80 88 Osmangazi Metro T. 272 03 03 Zafer Plaza T. 223 79 79 Uludağ Ünv.T. 442 88 26 Bread House Anatolium AVM T. 261 30 27 Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07 FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27 Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05 Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87 Waffle Evi Kükürtlü Cad. No:28 T. 236 36 90 “Bursa’nın yaşam rehberi” Çınar Pastanesi Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49 FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98 Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76 Kahve Mania FSM Bul. No:116 T. 245 02 22 Kafkas Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99 Carrefour AVM T. 452 49 99 Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10 FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00 İzmir Yolu T. 413 22 20 Kent Meydanı AVM T. 255 67 00 Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51 As Merkez Karşısı T. 261 52 61 Davutdede- Conk Sok. Yıldırım T. 360 03 30 Korupark AVM T. 241 49 29 Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25 Terminal T. 261 58 02 Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70 Kafe Pi Bursa Angels Çekirge Cad. No.114 T.234 62 00 Lusso FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30 Pascal Nilpark AVM T. 240 02 04 Durak Muhallebicisi Çekirge Meydanı T. 235 08 08 İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09 Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19 Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80 rehberbursa Saklıbahçe 1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59 Kat 3 Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72 Kent Meydanı AVM T. 255 55 22 Keyifli Bar FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86 Siesta Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05 Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01 Kırmızı Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53 T. 452 97 07 Starbucks Carrefour AVM T. 453 20 76 Kent Meydanı T. 255 37 39 Korupark AVM T. 241 27 60 Kükürtlü T. 233 39 55 Zafer Plaza AVM T. 220 00 46 Kios Bar Holiday Inn Görükle T. 442 85 40 Şale Karagöz Cad. Kükürtlü T. 233 18 27 Tesadüf FSM Bulvarı T. 241 58 58 Time FSM Bulvarı No:151 T. 242 41 40 Klan Bademli T. 548 00 48 Konak 18 Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07 Krema Jazz Club Bademli Kavşağı Tike Restoran T. 549 20 75 Kulüp Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78 La Luz Korupark AVM T. 243 93 98 Rıhtım FSM Bulvarı Kamuran Sitesi T. 451 24 77 Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77 Konak Mah. Beşevler Cad. T. 452 66 28 Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00 Çekirge Meydanı T. 236 83 58 BAR – BİSTRO / BAR BISTRO Angaje Lounge & Brasserie Nilpark AVM T. 246 77 44 Mox Lounge FSM Bulvarı T. 240 22 42 Un-Pa Çekirge Meydanı T. 236 73 65 Bilginler Cad. Mehtap Sitesi T. 452 26 72 Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17 Bigo FSM Bulvarı No.48/C T. 240 04 04 Mualla FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16 Boo Live Geçit No:639 T. 244 88 78 Malt Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72 Bongo Bar Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34 People Agora İş Merk. Bademli T. 549 04 43 Uzay Pastanesi Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55 Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04 Saygınkent AVM T. 413 43 06 FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44 Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97 KAFETERYA / CAFE Cafe Crown Carrefour AVM T. 451 21 45 Kent Meydanı T. 255 30 00 Korupark AVM T. 242 06 24 Address Nilpark AVM T. 247 01 50 Mirano Korupark AVM T.24313 80 Picante Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34 Benzin FSM Bulvarı No:147 / A T. 243 47 43 Cadde Üstü FSM Bulvarı T. 246 66 74 Pronto Sport Cafe & Bistro Saygınkent AVM Ertuğrulkent T.413 70 80 Cadde Üstü Üni. Görükle T.483 67 77 Resimli Holiday Inn Görükle T. 442 88 15 Cha Cha Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50 Şey Pub Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25 Caka Teras Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09 Shakespeare Bistro Korupark AVM T. 241 29 59 Suare Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01 Coffe and Beyond FSM Bulvarı T. 247 22 37 Demo FSM Bulvarı No:59 T. 452 26 96 Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99 Duetto FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16 Gönül Kahvesi Nostaljik Tren İst.Beşevler T. 452 82 16 FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06 Exit Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70 Gren Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64 Ivory Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90 Kahve Dünyası Anatolium AVM T. 261 14 50 Korupark AVM T. 241 23 45 Zafer Plaza AVM T. 225 29 29 Leman Kültür FSM Bulvarı T. 240 20 00 Highout Oulu Cad.Oylum Carşısı T. 233 00 60 Veni Vidi Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99 Wamtes Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22 The Winston Brasserie Dr.Rüştü Burlu Cad.No.11 T.233 13 48 Jazz Bar Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54 K Bar Çekirge Cad. T. 233 44 22 125 guidebursa OTEL / HOTEL Adapalas *** 1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90 Artıç *** Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05 Almira ***** Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20 “Life guide of Bursa” Otantik Club (Butik) Botanik Parkı T. 211 32 80 Otantik Gemi (Butik) Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34 Tiara Termal Çekirge Meydanı 1.Murat Cad. No.5 T.444 28 05 ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER Anatolia **** Çekirge Meydanı T. 233 94 00 Baia **** Y.Yalova Yolu As Merkez Outlet Yanı T. 275 45 00 Beceren (Butik) Botanik Parkı T. 211 52 60 Anatolium Y. Yalova Yolu No.487 T. 261 12 22 As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu T. 261 51 51 Carrefour İzmir Yolu T. 219 73 00 Kent Meydanı S.Garaj Mah. T. 255 43 63 Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35 Özdilek Y. Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00 Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. T.225 39 00 SAĞLIK / HEALTH Boyugüzel (Butik) Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99 Büyükyıldız **** Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90 Acıbadem FSM Bulvarı Sümer Sok. No.1 T. 444 55 44 Rentıp Dr. Mehmet Oktay Sok. No:8 Fethiye T. 249 77 00 Retina Göz Merkezi Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01 Rommer FTR Dal Merkezi Kükürtlü Cad. No.54 T. 239 49 26 Turkuaz Diş Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22 SPOR SALONLARI / SPORTS HALLS Asya Spor Merkezi İhsaniye Mah. İkizevler Sok. No.7 T.249 64 55 Beyge Club Beşevler Kültür Mah. Gümüşdere Cad. No.4 Nilüfer T.453 55 00 B-Fit Spor Kulübü Ahmet Yesevi Mah. No.28 Balat / Nilüfer T.244 64 68 Hat Cad. No.10 Osmangazi T.235 35 15 Beşevler Mah. Bilginler Cad. No.18 Nilüfer T.452 60 52 Siteler Kanuni Cad. No.25 / A Yıldırım T.369 08 31 Central **** U.Hasan Bul. No:55 T. 273 55 00 Biyofiz Tıp Merkezi Karaman Mah.Kültür Cad.Biçen Sok.No.10 Nilüfer T.246 66 66 Çelik Palas ***** Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Bursa Anadolu İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09 Crown Plaza ***** Odunluk Mh. Akpınar Cad. No:17 T. 444 33 16 Bursa Göz Merkezi Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69 Divan **** Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07 Bursa Vatan Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40 Gönlüferah **** 1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10 Çekirge Kalp ve Aritmi Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00 Hilton ***** Yeni Yalova Yolu Cad. No.347 T.500 05 05 Dentatürk Diş FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00 Maya Spor Salonu Konak Mah. Lefkoşe Cad. Gizemler Plaza No.12 Nilüfer T.453 02 50 Holiday Inn **** Uludağ Üni. Görükle Kampüsü T. 442 85 40 Doruk Özel Bursa Hastanesi Zübeyde Hanım Cad. No.5 Çekirge T. 444 04 53 Score Fitness Spa Korupark AVM İçi T.242 68 00 Simpaş Bursa Modern T.277 00 66 Doruk Yıldırım Hastanesi Ankara Cad. No.221 Yıldırım T. 444 04 55 Tango Evita Dans ve Sanat Merkezi Konak Mah.Yaz Sok. T.451 44 15 Esentepe Tıp Merkezi Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46 KUAFÖR / COIFFEUR Çok Yaşa Clup Nilpark 5.Kat T.245 68 00 İbis Hotel *** Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00 Kervansaray *** Fomara Meydanı T. 220 00 00 Kervansaray Termal ***** Çekirge Meydanı T. 233 93 00 Jimer Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67 Kırcı **** Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00 Kitapevi (Butik) Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60 126 Konur Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40 Kent **** Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20 Medical Park Bursa Fomara Meydanı T. 444 44 84 Marigold ***** 1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00 Medicabil Mudanya Yolu Küre Sok. Fethiye T. 444 81 12 Montania **** İstasyon Cad. Mudanya T. 211 32 80 Osmangazi Tıp Merkezi Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05 Fit In Time Esentepe Mah. İvazpaşa Sok. Esenkent Sit. No: B2/3 Nilüfer T.247 09 96 Gym Sport Agora İş Merk. Bademli T.549 25 00 Ahmet Albayrak Korupark AVM T.241 31 12 Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35 Bademli T. 548 00 80 Emma Nilüfer Hatun Cad. T. 452 67 50 Enis Aslan Kükürtlü Cad. T. 233 00 51 Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90 Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60 Sacha Kükürtlü Mah. Manolya Sk. No.67 T.233 59 79 Kent Meydanı AVM T. 255 63 64 FSM Bulvarı T. 453 38 55 Bademli T.549 11 42 - 43 Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98 “Bursa’nın yaşam rehberi” ÇİÇEKÇİ / FLORIST Aşşk Çiçek Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00 Bursa Çiçekçilik FSM Bulvarı T. 452 47 32 Lis Çiçek Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96 Koru Çiçek Korupark AVM T.241 54 74 Pelit Çiçekçilik & Peyzaj Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62 MÜZE / MUSEUM Bursa müzeleri pazartesi hariç her gün mesai saatleri arasında hizmet veriyor. Arkeoloji Müzesi Reşat Oyal Kültürparkı T. 234 49 18 Bitinya ve Misya bölgelerinde bulunmuş M.Ö. 3000’den Bizans Devri sonlarına kadar olan devirlere ait eserler sergileniyor. Müzede 25 bin eser yer alıyor. 2 bin kadarı sergide. Atatürk Evi Müzesi Çelik Palas Hotel Yanı T. 234 77 16 19. yüzyıl sonlarında yapılmış olan köşk, Bursa Belediyesi tarafından sahibinden satın alınarak Atatürk’e hediye edildi. 1968’de Kültür Bakanlığı’na devredilen bu köşk, 29 Ekim 1973’te, müzeye dönüştürülerek ziyarete açıldı. Bursa Kent Müzesi Atarük Cad. No:8 Heykel T. 220 26 26 Müzede Bursa’da yaşamış 6 Osmanlı padişahının balmumu heykelleri, geleneksel ticaret hayatını canlandıran dekorlar, kentin topografik maketi gibi objelerle bilgiler sunuluyor. Celal Bayar Müze ve Kütüphanesi Umurbey / Gemlik T. 525 00 98 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın çalışma yıllarına ait fotoğraflar, anı eşyalar ve hediyeler, tablolar, çeşitli belgeler, nişanlar, madalyalar, şilt ve plaketler yer alıyor. Hünkâr Köşkü Temenyeri Mah.Vakıf Sok. T. 327 91 90 Sultan Abdülmecid tarafından 1859 yılında av köşkü olarak yaptırılmış olan köşk, Sultan Abdülmecid dışında, Sultan Abdülaziz, Sultan 5. Mehmet Reşad ve Atatürk tarafından da kullanılmış. Hüsnü Züber Evi Uzun Yol Sok.3 Muradiye T. 221 35 42 1836 yılında devlet misafirhanesi olarak yapılmış, sonra Rus konsolosluğu olarak kullanılmış olan ev, tipik bir Osmanlı evi. Karagöz Evi Müzesi ve Anıtı Çekirge Cad. T. 232 25 90 Bursa ile özdeşleşmiş Karagöz oyunu hakkında bilinen tüm kültürel motifleri barındıran müzede Ramazan aylarında günümüz hayalileri tarafından Karagöz gösterimleri yapılıyor. rehberbursa Ormancılık Müzesi Çekirge Cad. / Osmangazi T. 234 77 18 Türkiye’nin ilk ve tek ormancılık müzesidir. Bursa’da, Çekirge caddesi üzerinde Saatçi Köşkü olarak bilinen yapıda yer alır. Çağdaş Eğitim Kooperatifi Kültür Salonu Atatürk Cad. No:93 / Görükle T. 483 21 83 Türk İslam Eserleri Müzesi Yeşil Mah. Yeşil Külliyesi T. 327 76 79 Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1414 – 1424 yılları arasında Mimar Hacı İvaz Paşa’ya yaptırılmış ilk Osmanlı medreseleri arasındadır. “Sultaniye Medresesi” adıyla da bilinir. Konak Kültür Merkezi Konak Mah. Yakut Sok. No:2 T. 452 45 00 Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi Umurbey Mah. Kapıcı Sok. T. 329 39 41 Tekerleğin at arabasından otomobile gelişimini sergileyen müzede Tofaş’ın 0001 seri nolu araçlarını izlemek de mümkün. Uğur Mumcu Kültür Merkezi Basın Kültür Sarayı K.2 Ataevler T. 441 01 42 Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları Müzesi II. Murat Cad.Şair Ahmetpaşa Med.Muradiye T. 222 75 75 Müzede, Anadolu Folklor Vakfı kurucu üyelerinden Esat Uluumay’ın 45 yılda topladığı 18 değişik koleksiyon sergileniyor. Nazım Hikmet Kültür Evi 100. Yıl Mah. Uğur Mumcu Bulvarı no:7/A T. 413 27 37 Mudanya Mütareke Evi Müzesi Sahil Yolu / Mudanya T. 544 10 68 Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı tarihi evdir. Mütareke eşyalarının korunduğu evde, fotoğraflar ve belgeler de sergileniyor. Merinos Tekstil ve Sanayi Müzesi Atatürk Kongre Kültür Merkezi T. 272 16 00 Cumhuriyet döneminin ilk sanayi yapılarından Merinos Fabrikası’nın tarihinin gelecek nesillere aktarılması amacıyla kurulan Türkiye’nin ilk tekstil sanayi müzesi. KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER Açık Hava Tiyatrosu Reşat Oyal Kültür Parkı T. 234 49 12 Adile Naşit Kültür Merkezi Ertuğrulgazi Mah. Kaplıkaya T. 368 51 20 Akpınar Kültür Merkezi Akpınar Mh. 1050 Konutlar Havuz Sk. T. 243 73 43 Atatürk Kongre Kültür Merkezi Merinos Parkı T. 272 16 00 A.V.P.Devlet Tiyatrosu Atatürk Cad. Heykel T. 222 89 10 Barış Manço Kültür Merkezi Mimar Sinan Cad. No.79 T. 366 02 02 Bursa Senfoni Orkestrası A. V.P. Devlet Tiyatrosu Binası T. 225 59 70 Bufsad(Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği Gurabahane-i Laklakan Kültür Merkezi Selçuk Hatun Sok. No:9 Setbaşı / Osmangazi T. 225 51 50 Fethiye Kültür Merkezi Huzur Cad. Fileci Sok. Fethiye T. 243 36 63 Şehir Kütüphanesi Setbaşı Köprüsü Yanı T. 326 56 49 Tayyare Kültür Merkezi Atatürk Cad. / Heykel T. 220 88 47–48 Uludağ Üniversitesi Kırmızı Salon Görükle Kampüsü T. 294 00 00 16 mm Sinema Atölyesi F. Çakmak Katlı Otoparkı T. 222 11 12 TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM & TRANSPORTATION Kamil Koç T. 444 05 62 Nilüfer Turizm T. 444 00 99 U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00 Burkon Turizm Çekirge Cad. T. 233 40 00 Plaza Turizm Oulu Cad. No.33 T. 234 58 58 Şentürkler Turizm Çekirge Cad. No.51 T. 235 66 66 İDO Bursa Satış Noktaları Kent Meydanı AVM T. 255 44 60 Korupark AVM T. 242 19 49 Mamis Restaurant T. 211 23 81 Park Plaza T. 244 94 01 Plaza Tur T. 234 58 58 Görükle Kampüsü T. 442 91 25 Zafer Plaza AVM T. 225 39 08 SİNEMA / CINEMA Korupark Cinetech T. 242 93 83 Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88 Setbaşı Prestige T. 221 48 06 Kent Meydanı T. 255 30 84 As Merkez Avşar T. 261 57 67 Akpınar K. M. T. 243 73 43 Altıparmak Burç T. 221 23 50 AFM Carrefour T. 452 83 00 B. Manço K.M. T. 366 08 36 TAKSİ / TAXI Altıparmak T. 222 16 44 Ataevler T. 441 88 00 Bademli T. 549 24 90 Beşevler T. 451 28 28 Çekirge T. 236 71 04 Çelik Palas T. 233 27 79 Dallas T. 233 81 22 Doğumevi T. 236 67 06 İhsaniye T. 247 47 33 Kükürtlü T. 235 12 96 Nilüfer T. 245 05 98 Uludağ T. 222 35 14 127 reklam haber Pilatese Bursa’da “yeni bir soluk” İlk olarak Şubat 2010’da Korupark’ta hizmet vermeye başlayan Score Fitness & Spa’nın pilates salonları, Bursa’nın ilk özel ve tam donanımlı stüdyoları olmuştu. Yaklaşık üç senede artan müşteri kitlesi sayesinde Bursalılara daha iyi hizmet vermek ve onlara daha yakın olmak amacıyla Score, Sinpaş Bursa Modern’in içinde ikinci şubesini açtı. Kullanışlı pilates stüdyoları ile dikkat çeken tesiste dersler pilates konusunda eğitimli, donanımlı ve uluslararası geçerlilikte sertifikalara sahip deneyimli eğitmenler tarafından yapılıyor. Pilates, kasları güçlendirmek, esnekliği ve genel sıhhati arttırmak maksadıyla Joseph Pilates tarafından geliştirilen bir egzersiz sistemi. Pilates sisteminde vücudun her bölgesi için egzersiz mevcut. Pilates beden ve zihni bütünleştiren tüm vücudu çalıştıran egzersizler üzerine yoğunlaşıyor. Pilates yaparken, her egzersizde nefes, düzgün duruş ve etkili hareket kalıplarına dikkat ediliyor. Pilates temeli güçlendirirken dengeyi düzeltip eşgüdümü arttırıp stresi azaltıyor. Pilates, postür bozukluklarının düzelmesine yardımcı oluyor. Özellikle karın bölgesi olmak üzere tüm kasları kuvvetlendirip uzun, sıkı bir kas yapısı sağlıyor. Daha düz ve sıkı bir karın bölgesine kavuşmayı sağlıyor. Denge ve koordinasyonu arttırıyor. Sakatlanmalardan sonra günlük etkinlikler için gerekli olan mobilitenin geri kazanılmasına yardımcı oluyor. Zindelik, canlılık, esneklik ve kuvvet kazandırıyor. Kişiye özel uygulanıp, ihtiyaca yönelik değişik yapılabiliyor. 128 Sırt ağrılarını azaltırken, olası bel ağrılarına karşı kasları kuvvetlendiriyor. Pilatesin Bursa’daki yolculuğuna yeni bir soluk getiren Score Bursa Modern stüdyolarında 7’den 70’e herkese ders veriliyor. Mat grup derslerinin yapıldığı 170 m2 lik bir stüdyo, ayrıca kişiye özel olarak tasarlanmış birebir ders alabileceğiniz 2 adet 16 m2’lik aletli pilates stüdyosu ve yine birebir ders alabileceğiniz 50m2 lik geniş bir aletli pilates stüdyosu bulunuyor. Özel aletli pilates dersleri Reformer, Cadillac, Ladder Barrel, Chair, Spine Corrector gibi özel aletlerle yapılıyor. Tüm hareketler de bu aletler üzerinde kişiye özel değişim imkanı bulunuyor. Böylece her pilates dersi kişiye özel benzersiz bir ders halini alıyor. Ayrıca pilates özel aletlerle yapıldığı gibi grup pilates mat dersleri miniball, gymball, foam roller, circle (pilates çemberi), pilates bandı gibi bir çok yardımcı ekipman kullanılarak etkin ve verimli şekilde yapılabiliyor. Son dönemde hanımların ilgisinin giderek arttığı hamile pilatesi(1) de verilen hizmetler arasında. Anneler hamilelik öncesi ve sonrası pilates yaparak formlarını korumaya özen gösteriyorlar. Anne adayları sezeryanla doğum yaptıysa 2 ay, normal doğum yaptıysa 15 gün sonar pilates yapmaya başlayabiliyor. (1) Hamilelik, kadının fiziksel, hormonal ve psikolojik açıdan birçok değişiklik yaşadığı uzun bir süreçtir. Hamilelikte salgılanan bazı hormonlar ve büyüyen bebeğin ağırlığı, annenin kas ve iskelet sisteminde birtakım değişiklikler yaratıyor. Annede bel ve sırt ağrıları görülebilir, bağ dokusu gevşer, eklemler kolay yaralanabilir. Hamilelik boyunca bebeğin ağırlığının rahime yaptığı baskı ve yerçekiminin etkisiyle pelvis tabanı aşağıya çöker. Pelvik taban kaslarındaki bu sarkma anne adayına idrar kaçırma gibi yaşam kalitesini düşüren daha birçok sıkıntı yaşatabilir. Bu nedenle anne adaylarının bu kasları kuvvetlendirmek için yapılacağı en doğru ve güvenli egzersizlerden biri hamile pilatesidir.
Benzer belgeler
09 - Dergi Bursa
gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir.
Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir.
03 - Dergi Bursa
gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir.
Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir.
05 - Dergi Bursa
Nail Erginer, Türkan Bulut Yiğitdinç
Reklam İletişim / Abonelik
[email protected]
[email protected]
T. (0224) 233 87 11