Prof. Dr. Osman HORATA – TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları
Transkript
Prof. Dr. Osman HORATA – TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları
Prof. Dr. Osman HORATA – TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları Mahallî / Folklorik Söylem Başlangıçtan itibaren zaman zaman azalıp çoğalan bir çizgi hâlinde her dönemde varlığını hissettiren mahallî / folklorik üslup, 18. yüzyılın hâkim özelliklerinden biri hâline gelmiştir. Mahallîleşme, 15. asırda dilde atasözleri ve deyimlere yer verme şeklinde başlar, daha sonra halk şiiri nazım şekillerini kullanma, heceyle yazma ve yerli konulara yönelme şeklinde devam eder. Öncelikle biçimde başlayan bu yöneliş zamanla öze doğru gelişmiş, Sabit’te bir tutku hâline gelen halk zevkinin dili ve hayat tarzıyla şiire taşınması, Nedim’de güçlü ve zarif bir senteze ulaşmıştır. Nedim’den sonra ise bu tarz, incelik ve zarafetten yoksunlaşmış, yer yer bayağılık seviyesine düşürülmüştür. Nedim’in asıl takipçisi İzzet Ali Paşa’dır. Vahîd, Neylî, İsmail Beliğ, Çelebizade Asım ve Seyyid Vehbî, az da olsa Nedim tarzında şiirler söylemişlerdir. Sünbülzade Vehbi ve Neyli ise Nabi ve Nedim arasında gidip gelen şairlerdir. Mahallîleşmeyi daha çok Sabit çizgisinde devam ettiren şairler ise, Taib, Hevayî, Kânî, Sürurî, Mehmed Emin Belîğ ve Enderunî Fazıl’dır. Vahîd, çok sayıdaki şarkısı ve heceyle yazdığı şiirleriyle folklorik üslubun Nedim’den sonra akla gelen ilk temsilcisidir. Reis-i şairan Tâib, gördüğü aksaklıkları, halkın çektikleri sıkıntıları; Mehmed Emin Belîğ, gurbet hayatında karşılaştığı zorlukları, çektiği sıkıntıları dile getirdikleri realist şiirleriyle tanınmıştır. Belîğ, gözlem ve mizah yeteneğini asıl Kefşger-nâme, Hammâm-name, Berber-nâme, Hayyat-nâme başlıklı müseddeslerinde göstermiştir. Enderunî Fazıl, günlük hayatı, incelik ve zarafetten yoksun sathi bir üslupla eserlerine aksettirmesiyle tanınmış, asıl kudretini mesnevilerinde göstermiştir. Mahallîleşme eğilimiyle birlikte heceyle yazılan şiirlerin sayısında önemli bir artış olmuştur. Daha önceki asırlarda Mealî (ö. 1511), Muradî (III. Murad) (ö. 1595), Usulî (ö. 1684) gibi şairlerden sonra, bu asırda Nedim, Vahid-i Mahtumî, Şeyh Galib ve Râzî (ö. 1740-41) heceyle şiir yazma geleneğini sürdürmüşlerdir. Diğer şairlerin heceyle yazdığı şiirlerin sayısı 10’u geçmezken; Vahid’in heceyle yazdıkları şiirlerinin sayısı 30’un üzerindedir. Bu asırda âşık edebiyatı mensuplarının da aruzla şiir yazmaya başlamışlar, şiirlerini klasik estetiğin teşbih ve mecaz sistemine daha fazla açmışlardır. Bu, aynı kültürün ürünü bu edebiyat anlayışlarının birbirlerine daha da yakınlaşmasına sebep olmuştur. Prof. Dr. Osman HORATA – TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları NEDÎM (1681-1730) İstanbul’da doğan ve medrese eğitimini aynı şehirde tamamlayan Nedim, devrin sadrazamları Şehit Ali Paşa ve Damad İbrahim sunduğu kasidelerle, meslek hayatında hızla yükselmiştir. Nedim, bir taraftan Bâkî’de en güzel ifadesini bulan klasik üsluba, bir taraftan da içinde yaşadığı toplumun günlük konuşma diline ait deyişlerle yüklü folklorik üsluba açılan, bazen de Hint üslubundan gelen bediî söyleyişin imkânlarını yoklayan bir dil kullanmış; bunları zarif, özgün bir terkibe ulaştırmış, klasik edebiyatın zirve isimlerinden biridir. Kendini Bâkî’nin mirasçısı sayan Nedim’in üslubu, argonun tuzağına düşmeyen, günlük konuşma diline ait deyişlerle yüklü, nazik, kusursuz bir İstanbul Türkçesidir Nedim, dünyaya sıkı sıkıya bağlı, hayata zevk ve neşe gözüyle bakan, coşkun, ateşli, rint bir şairdir. Şiirlerinde Gülşenî tekkesi için yazdığı bir tarih kıtasının dışında, tarikat mensubu olduğunu gösteren bir husus yoktur. Bir gazelinde, “konuşmasındaki tekrarların gönle hoş geldiğini” söylemesi sebebiyle, dilinde hafif bir pelteklik olduğu ileri sürülmüştür. Nef’î, Nâbî, Sabit tarzındaki ilk denemelerinden sonra, maddi hazlara düşkünlüğü sebebiyle Baki’den itibaren işlenegelen dünyevi şiir tarzına yönelmiş, Lale Devri’yle birlikte sanatını tamamıyla bu dönemin renkli dünyasına açmıştır. Kasidelerde, Nef’î etkisi bariz bir şekilde kendini hissettirmektedir. Padişah ve sadrazam katında ulaştığı bu şöhretine karşılık, kendini sanat dünyasına kabul ettirmesi epeyce zaman almıştır. Şiirleri, çağdaşlarınca “nev-zemin”, “taze-eda” gibi yeniliği ve orijinalliğini belirten sıfatlarla nitelendirilmekle birlikte, klasik estetiğe uymaması sebebiyle sathi ve hafifmeşrep bulunarak alay konusu edilmiştir. Nedim, Necatî, Zatî, Bakî ve Şeyhülislam Yahya’dan kendine doğru gelen çizgide cesurca ilerleyerek taklitten uzak, kendine has üslup sahibi olmayı başarmış bir şairdir. Nedim, neşeli, coşkun mizacıyla duygu ve hayallerini, yine yaşadığı çevrenin dilinin imkânlarını kullanarak ifade etmeye çalışmıştır. Eski edebiyatımızda, yaşadığı dönemle bu kadar bütünleşen başka bir şair yoktur. Şiirlerinde ne dinî-tasavvufi düşünceye, ne de annesinin ölümünün ardından yazdığı bir kıtası dışında acı ve kedere yer vermiştir. O, kaside ve gazelden önce şarabı tercih eder. Onun için şiir eğlencenin bir aracı gibidir. Nedîm, yeri geldikçe söyleyen, az fakat öz yazmaya çalışan titiz bir şairdir. Nedim’in en önemli eseri Dîvânı’dır. O, asıl şöhretini duygularını perdesizce ifade ettiği gazel ve şarkılarıyla sağlamıştır. Kasidelerinde de güzel söyleyişlere rastlanmakla birlikte, bunların çoğu hatır gereği yazılan, bir kısmı sadece methiyeden oluşan kısa şiirlerdir. Kasideleri, birkaçı dışında, Damat İbrahim Paşa ve III. Ahmed’e sunulmuştur. 2 kasidesinde ise padişah ve sadrazam birlikte övülmüştür. Başkalarına sunduğu kasidelerde bile önce padişah ve sadrazamı övmüştür. Sadrazam ile padişahın, kendi ağızlarından birbirine methettirildiği “bahariyye” kasidesi, türünün orijinal örneklerinden biridir. Kasidelerinde bilhassa nesip bölümlerinde, günlük hayattan kesitler bir tiyatro ve film sahnesi gibi canlı bir şekilde aksettirilmiştir. III. Ahmet vasfında saraydaki bir bayramlaşma vesilesiyle yazdığı “Iydıyye”, Damat İbrahim Paşa için yazılan “Hammâmiyye” ve “Ramazaniyye” ise, anlatım tekniği, mekânı ve kişileriyle manzum bir hikâyeye Prof. Dr. Osman HORATA – TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları yaklaşmaktadır. “İstanbul” ve “Sa’dâbad” kasideleri de gerçek hayattan alınan realist tasvirlerle yüklüdür. Kasidelerinde, mübalağalı ifadeler ve soyut, sübjektif ifadelerle yüklü külfetli söyleyişler yoktur. Fahriyeye yer vermemiştir. Devrin diğer şairleri gibi divanında çok sayıda tarih vardır. Tarihler, Lale Devri’nin meşhur kasırları ve eğlence hayatından ziyade, devrin çeşme, sebil gibi imar faaliyetleri için yazılmıştır. Bunların çoğu sadrazam İbrahim Paşa eksenlidir. Diğer şairler gibi halk şiirine ilgisiz kalmamış, heceyle iki koşma yazmıştır. Bunların yanında, Çağatay Türkçesiyle kaleme aldığı Nevayî’ye nazire gazeli ile bir kıtası vardır. Nedim’in en güzel şiirleri, Sa’dâbad ve Çırağan âlemlerindeki zevk ve eğlence hayatıyla, âşıkane ve rindane duygularını dile getirdiği gazel ve şarkılarıdır. Divanında biri heceyle yazılmış 33 şarkı vardır. Asrın Vahid’den sonra en çok şarkı yazan şairidir. Hayata sıkı sıkıya bağlı, beşerî zevkler peşinde koşan bir aşk şairi olan Nedim, gazellerinde ve şarkılarında güzellere duyduğu sevgiyi, teklifsiz bir eda ile ifade etmiştir. Şiirlerine konu olan güzeller de hayatın içinden gelen gerçek tiplerdir. Nedim, aşk anlayışında olduğu gibi şiirine yaşadığı coğrafyayı ve hayatı dâhil eden bir şairdir. Nedim kadar İstanbul’a aşk derecesinde bağlı başka bir şair yoktur. Onun İstanbul sevgisi saray ve eğlence meclisleri merkezlidir. Şiirlerinde, İstanbul eşsiz güzellikleri ile resmedilmiş, Lale Devri bütün coşkusuyla şiirlerinde ebedileşmiştir. Bunlar, eski şiir estetiğinde yeni olan unsurlardır. Onun şiirleri, Tanpınar’ın belirttiği gibi minyatürden resme geçişi sembolize etmektedir. Nedim, şiirini kendi de temiz, akıcı, taze (yeni) gibi sıfatlarla niteleyerek, hızlı ve güzel koşan bir ata benzetmiştir. Üslubunun en önemli özelliği, zorakilik ve zorlamadan uzak, rahat, zarif ve tabii bir söyleyişe yaslanmasıdır. Sabit’teki bayağılıklar ve soğuk nükteler onda yoktur. Bu özelliği sebebiyle, birçok şiiri bestelenmiştir. Nedim’in şiir lügati pek zengin değildir. Atasözleri ve deyimler diğer şairlere oranla daha azdır. Dilindeki tabiilik ve güzellik kadar, hayallerindeki zenginlik ve incelik de dikkati çeker. Fakat hiçbir zaman tabiiliği “tasannu”ya feda etmez. Bakî’nin şiirlerindeki sanat kaygısı onda yoktur. Eski şiirimizde anlamdan önce gelen ses, Nedim’de daha belirgin bir şekilde ön plana çıkmıştır.. Nedim, ruhu devriyle bütünleşen ve devrin ruhunu gerek zevk, gerek dil, gerekse duyuş bakımından en iyi aksettiren bir klasiğimizdir. Diğer şairlerde, asırlarca bölük pörçük olarak görülen mahallî renkler, Nedim’le birlikte muhteşem bir tabloya dönüşmüştür. O, devrinde üstat olarak kabul edilmemekle birlikte, yaşadığı zamandan itibaren Türk edebiyatını derinden etkilemiş, üstat bir şahsiyettir. Çelebizade Asım, Neyli, Raşit, İzzet Ali Paşa, Âtıf, Seyyid Vehbî gibi şairler, onun yeni bir çığır açtığını belirterek şiirlerini taklit etmişlerdir. Nedim, döneminde hâkim olan hareketsiz, külfetli üslup ile incelikten yoksun folklorik üslup arasında; coşkun lirizmi, canlı, hareketli üslubuyla şiirimizde açılan önemli bir parantez olarak kalmış, kendinden sonra bu tarz daha çok Sabit çizgisinde yer yer bayağılığa varan şuhanelik ve zarafetten yoksun mahallîlik olarak algılanmıştır. Prof. Dr. Osman HORATA – TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları NEDÎM Kasîde Berâ-yı Sitâyiş-i Sa’d-âbâd (Sultan III.Ahmed ve Damad İbrahim Paşa için, Sadabad vasfında yazılmış çift methiye bölümü olan bir kasidedir. Nesib kısmında Sa’dâbad tasviri vardır.) fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün Bak Sıtanbulun şu Sa’d-âbâd-ı nev-bünyânına Âdemin canlar katar âb u havâsı cânına bünyân:yapı, bina; nev-bünyân: yeni yapılmış Sa’dâbâd: A.F. (sa’d-abad):“Uğuru bol olan yer” demektir. III. Ahmed döneminde, İstanbul’da Kâğıthane deresinin Haliç’e aktığı yerde inşa edilen sarayın ve semtin adıdır. Kâğıthane, fetihten itibaren tabiî güzellikleriyle, zevk ve sefa erbabının rağbetini çeken eğlence yerlerinden biriydi (bk.Latifî). Evliya Çelebi, XVII. Yüzyılda, burada çadırların kurulduğunu ve çeşitli oyunların tertip edildiğini anlatır. 1718’den sonra ise, Kâğıthane’de yeni bir dönem başlar. Bu tarihlerde, III. Ahmed ve veziri aynı zamanda damadı Nevşehirli İbrahim Paşa’nın gayretleriyle, Kâğıthane merkez olmak üzere İstanbul’un her tarafında bir imar ve güzelleştirme faaliyeti başlatıldı. Önce , Kâgıthane Deresinin yatağı genişletilerek iki tarafı mermer rıhtımlar içine alındı. Derenin etrafında küçük kanallar, gölcükler, fıskıyeler üzerinde de çağlayanlar oluşturuldu. Nehrin kenarlarına sütunlar dikilerek “kasr-ı hümâyun” inşa edildi. Baruthaneye kadar, yolun kenarlarına saray erkânı için köşkler yapıldı. Bunlara Kasr-ı neşât, Çeşme-i nûr, Hurrem-âbâd, Cedvel-i sîm gibi isimler verildi. Bütün bunlar, İbrahim Paşa’nın gayretleriyle iki ay gibi kısa bir sürede tamamlandı. Sa’dâbâd’ın açılışı, 27 şevval ll34 / 31 Temmuz 1722’de III. Ahmed’in katıldığı muhteşem bir törenle gerçekleştirildi. Sa’dâbâd, bu tarihten itibaren l730’a kadar, devlet erkânının, şairlerin ve zevk erbabının toplandıkları bir mekân oldu. Padişah, ilkbaharı bu köşkte geçirir ve sık sık devlet büyüklerine, yabancı elçilere ziyafetler verirdi. İlkbaharla birlikte başlayan eğlenceler, geceleri helva sohbetleri ve çerâgân eğlenceleriyle sabahlara kadar devam ederdi. Tarihte Lâle devri olarak adlandırılan bu dönem, Nedîm’in dilinden en güzel bir şekilde yankılandı. Bu eğlencelerde, ney ve tambur sedaları arasında Nedim’in gazelleri okunurdu. Sa’dâbâd’ın bu görkemi, l730’daki Patrona Halil isyanıyla sona erdi. İsyan sırasında tam bir harabeye döndü. 1740’da Sultan Mahmud yeniden tamir ettirdi. Cumhuriyet döneminde bir süre askerî amaçla kullanıldı; 1941’de ise tamamen ortadan kaldırıldı. “İstanbul’un yeni yapılmış şu Sa’dâbâd köşküne bak! Suyu ve havası, insanın canına can katar.” Bak: Nida; Sitanbul-Sadabad, ab-heva : Tenasüp Ey sabâ gördün mü mislin bunca demdir ‘âlemin Püşt-i pâ urmakdasın İrânına Turânına püşt: taban, sırt , püşt-i pâ: taban “Ey sabah rüzgârı! Bunca zamandır dünyanın İran’ında da, Turan’ında da taban vurmaktasın (gezmektesin); Bu zamana kadar bunun benzeri bir (şehir) gördün mü?” Prof. Dr. Osman HORATA – TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları Turân, İran Mitolojisindeki Feridun şahın uç oğlundan biri olan Tûr’dan gelmektedir. Şah, dünyayı oğulları arasında paylaştırır. Türklerin oturduğu Orta Asya’yı da Tûr’a bırakır. Turan buradan gelmektedir. Şair, İstanbul’un ne İran’da ne de Turan ülkesinde benzerinin olmadığını anlatıyor. İstifham, teşhis (Ey saba), nida, kinaye (püşt-i pâ) ve tenasüp (İran-Turan) Ey felek insâf ey mihr-i cihân-ârâ aman Bir nazîri var ise söylen konulsun yanına “Ey gök kubbesi, ey dünyayı süsleyen güneş! İnsaf, bir benzeri daha varsa, getirsinler yanına koysunlar da görelim.” mihr-i cihân-ârâ: dünyayı süsleyen güneş. Nazîr: benzer Şair, bütün dünyayı dolaşan (gören) güneş, felek ve sabah rüzgarına seslenerek, onlardan İstanbul’un benzeri bir şehir olup olmadığını sormaktadır. Nida, teşhis. Ben de bilmem böyle rûh-efzâlığın aslın meger Hızr tohm-ı ‘ömr-i câvid ekdi nahlistânına rûh-efzâ: ruh arttıran, gönlü ferahlatan câvîd: ebedî “Bu (güzel şehrin), gönülleri bu kadar ferahlatmasının sebebini ben de bilmiyorum. Yoksa, onun bahçesine ölümsüzlük tohumu mu ekti?” İstanbul’un toprağının, suyunun insana hayat vermesi, Hızr’ın ölümsüzlük tohumu ekmesine bağlanmaktadır (hüsn-i ta’lil). Ömür bir tohuma benzetilmektedir (teşbih-i beliğ). 5 Hey ne feyz-i câvidandır kim olur serv-i sehî Sürseler bir katre âbın nâvekin peykânına “Bu nasıl hayat (ebedîlik) bereketidir (feyzidir)? Bur damla suyu, okun ucuna sürseler, ondan düpdüzgün bir servi olur.” İstanbul’un farklılığı anlatılmaya devam edilmektedir. Onun bir damla suyu, bir oku bile uzun bir servi haline getirmektedir (Mübalağa). İstifham ve tenasüp (navek-peykan, abservi-feyz) Şöyledir sahnındaki cûş u hurûş-ı nev-bahâr Kim erişmişdir telâtum âsman eyvânına cûş u hurûş: coşma ve gürültü “(İstanbul)da, İlkbaharın coşkusu öyle (büyüktür ki), dalgaları bile gök kubbeye kadar çıkar.” İstanbul’un baharla gelen güzellikleri öylesine coşkuludur ki, dalgaları bile göklere kadar yükselir (Mübalağa). Cuş-huruş,telatum: tenasüp Hey ne hâletdir ki dûdun sünbül-i sîr-âb eder Uğrasa bâd-ı sabâsı dûzahın nîrânına sîr-âb: suya kanmış ; dûd: duman, dûzah: cehennem, nîrân: ateşler “Bu ne hâldir? Tan yeli cehennem ateşine uğrasa dumanını suya kanmış taze sünbül hâline getirir.” Prof. Dr. Osman HORATA – TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları Mübalağalı ifadelerle, İstanbul’daki baharın güzelliği, farklılığı anlatılmaya devam edilmektedir. Onda esen sabah rüzgarı, cehennem ateşinin dumanını bile sünbüle döndürür (mübalağa). Dumanla sünbül arasında şekil ve renk bakımından ilgi kurulmaktadır. İstifham; tenasüp (sünbül- dûd; duzah- niran) Turfa reng-â-reng âheng eylemiş sahrâyı pür Kûh ses verdikçe şeydâ bülbülün efgânına “Dağlar, çılgın bülbülün feryatlarına ses (karşılık) verdikçe, ovayı görülmemiş, çeşit çeşit nağmeler kaplar.” Bülbülün nağmeleri dağlarda yankılandıkça, ovalar duyulmadık nağmelerle dolar. İstanbul’daki baharın coşkusuna bülbüllerin de katıldıklarını, her zamankinden daha güzel nağmeler çıkardıkları anlatılmaktadır. Sabr u tâkatsız çıkup bir gül dahı peydâ eder Hande sığmaz goncenin zîrâ leb-i handânına “Goncanın gülen dudağına gülücük sığmadığı için, sabrı tükenir, dayanamaz bir gül daha çıkarır.” Gonca bile, bu coşku karşısında dayanamaz, ona ortak olmak için bir gül daha açar (dayanamayıp bir kahkaha atar). Teşhis, tenasüp (gül, leb, gonce) 10 Arşa dek çıkmakda mânend-i du’â-yı müstecâb Uğrayan âb-ı musaffâ râh-ı şâdırvânına mânend: eş, benzer; musaffa: saf, temiz. “Şadırvanın yoluna uğrayan tertemiz su, kabul edilen dualar gibi arşa kadar yükselir.” Şadırvan (aslı şadurvan), genellikle cami avlularında bulunan içinde su bulunan, çok musluklu yapıdır. İnsanların bu su ile abdest alıp ettikleri dua, nasıl Allah’a kadar ulaşırsa; İstanbul’un tertemiz suyu da şudırvana uğradığında dularla birlikte göklere kadar çıkar. Mübalağa, kişileştirme ve tenasüp (arş, dua; ab, şadırvan) Sizde böyle müşk olur mu deyü hâkinden birâz Âh göndersem sabâyile Hoten hâkânına “Onun toprağından birazcık, sizde böyle misk olur mu diye, Huten hakanına bir gönderebilsem.” Cedvel-i Sîm içre âdem binse bir zevrâkçeye İstese mümkin varılmak cennetin tâ yanına “Cedvel-i sîm içinde insan küçük bir kayığa binse, istese Cennet’in ta yanına kadar varabilir.” Cedvel-i sîm: Gümüş cetvel. Kâğıthane’de yapılmış bir su kanalının adıdır. Olsa ger kasrındaki nakş u nigâra bir şebîh Anı yazmaz mıydı Gaffârî Nigâristânına “(Sadabad)’ın, köşklerindeki süslere bir benzer olsaydı, Gaffarî onu Nigâristan adındaki eserine yazmaz mıydı?” Gaffarî, eski hikâyeleri topladığı Nigâristan adlı eseriyle tanınan bir kadıdır. Prof. Dr. Osman HORATA – TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları Olsa Kisrâlar zamânında ya Firdevsî anı Eylemez miydi şeref Şehnâme’nin unvânına “(Sadabad), büyük İran şahları zamanında olsaydı; Firdevsî onu Şehname’sinde anlatmaz mıydı?” Kisrâ, husrev (padişah,şah)’in Arapça söylenişidir. 15 Gûş kıl ey rûh-ı Kâvûs ey revân-ı Cem işit Ben kapılmam ehl-i târikin sühan-sencânına “Ey Kâvus’un ruhu kulak ver, ey Cemşid’in ruhu işit! Ben söylenmiş sözlerine inanmam.” Kâvûs ve Cemşid, İran şahlarıdır. tarihçilerin düşünerek İkiniz de olmamış mâlik ana aldım haber Çarh-ı pîrin and verdim dînine îmânına “İkinizin de, (Sadabad gibi bir köşke) sahip olmadığnı, yaşlı feleğe dinine imanına yemin ettirerek öğrendim.” Derseniz kim çarh-ı pîre yok yere verdin kasem Kim o bî-îmandır anun kim bakar eymânına “Şimdi siz, yaşlı feleğe boş yere yemin ettirdin, o imansızdır, onun yeminlerine kim inanır dersiniz.” Vaktinizde çarh âmennâ ki bi-îman idi Ehl-i dil makrûn idi endûh-ı bî-pâyânına “Kabul, sizin zamanınızda felek imansızdı; gönül ehli insanlar onun sınırsız sıkıntılarını çekiyordu.” (Girizgah) Şimdi ammâ ehl-perverdir müselmândır tamâm Olalı mahkûm Sultân Ahmedin fermânına “Fakat şimdi, Sultan Ahmed’in fermanına boyun eğdiğinden beri, Müslüman olmuştur, ehil insanları korumaktadır” (Methiye) 20 Şehriyâr-ı şer’-perver pâdişâh-ı din-penâh Kim erişmez dest-i Husrev dâmen-i derbânına “Dinin besleyicisi ve koruyucusu (olan padişaha), Husrev’in eli onun kapıcısının eteğine bile erişemez. Zûr-ı bâzû-yı celâdet kuvvet-i kalb-i zafer Kâflar tâkat getirmez hamle-i şîrânına Prof. Dr. Osman HORATA – TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları “Yiğitçe bir güce ve zaferin kalbinin attığı kuvvete sahip (zafere inanmış) (bir padişah. Onun arslan (gibi korkusuz askerlerine) Kaf Dağları bile engel olamaz.” (…) 45 Elde hâmem zabt olunmaz yohsa mümkin mi vusûl Lâyıkınca vasf-ı zât-ı pâkinin pâyânına “Elimde kalemimi tutamıyorum yoksa senin tertemiz zatının özelliklerini layıkınca anlatıp bitirebilmek mümkün müdür? Bir gazel tarh edeyim bâri ki kalsın yâdgâr Sahn-ı Sad-âbâdda İstanbulun hûbânına “Bari bir gazel söyleyeyim de Sadabad’daki İstanbul güzellerine armağan kalsın.” (Tegazzül) El yusun candan düşenler pençe-i müjgânına Tel takınsın dûş olanlar kâkül-i pîçânına “Kirpiklerinin pençesine düşenler, canlarından vazgeçsinler. Senin kıvrım kıvrım saçlarına düşenler sevinçlerinden tel takıp oynasınlar.” (…) 57 Zûr-ı satvet şöyledir eyler girîbâniyle bir Girse kûhun dâmeni ser-pençe-i fermânına “O kadar cesaretli, atılgandır ki, dağın eteği bile fermanının pençesine bir girse yakası gibi paramparça eder.” Ya’ni İbrâhîm Pâşâ-yı Felâtun-re’y kim Hızr erişdi lûtfu çok bî-çârenin dermânına “O Eflatun gibi fikir adamı olan İbrahim Paşa’nin iyilikleri, pek çok çaresizin yardımına Hızır gibi yetişti.” (…) (Dua) Şâd-kâm olsun safâlarla hemîşe hâtırın Bin sürûr âmâde olsun vaktinin bir ânına “Gönlün daima mutlulukla şad olsun. Ömrünün her anına binlerce sevinç hazır olsun.” 75 Gâh sâhil-hânelerde gâh Sa’d-âbâdda Sen safâ kıl düşmenin endûh geçsin cânına Prof. Dr. Osman HORATA – TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları “Bazen sahildeki köşklerde, bazen Sadabad sarayında, sen zevk u sefa kıl. Düşmanların ise üzülsünler. Sen otur ikbâl ile taht-ı şehenşâhîde şâd Mülkler olsun müsahhar ‘askerin şîrânına “Sen, zenginlik ve heybetle padişahlık makamında otur. Bütün ülkeler askerlerinin aslanlarına boyun eğsin.”
Benzer belgeler
Doç.Dr. G. Gonca GÖKALP ALPASLAN
"Masaldan Romana Uzanan Çizgi: Masal ile Roman Arasındaki Ortaklıklar Üzerine Kuramsal Bir
Deneme", Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, XIV, 1-2, 1997: 119-129.
"Cumhuriyet Dönemi Tü...
Nedim Divanı
olarak kullanan divan şairlerinden biridir. Şiirlerinin bestelenmeye
elverişli bir yapısı vardır. Onun için şairin yaşadığı dönemden
başlayarak musammatları ve gazelleri bestelenmiştir.
Nedîmane de...