Kay bet tik le ri miz - TED Ankara Koleji Mezunları Derneği
Transkript
Kay bet tik le ri miz - TED Ankara Koleji Mezunları Derneği
indeks 6 8 Portre Yasemin Oğuz’81 Konuk Yazar Filiz Akın’61 E 14-16 D Aktüalite 32 Sağlık Prof. Dr. Gülsan Türköz Sucak’81 17-28 Bizim Dünyamız 36 12 Kariyer İpek Bilgin’73 38 I N Dr. Gülseren Budayıcıoğlu’65 Çocuk Doç. Dr. Figen Şahin Anılarımız Orhan Oruç Gurme Uludağ Kebapçısı Panoramik Bakış 40 30 i n d e k s K S 2 42 Sosyal Sorumluluk Akın Öngör’63 indeks 3 50 Yayýn Kurulu Þenol Sarýsoy (‘82) (Baþkan) Ayda Uçul (‘81) (Sekreter) Zerrin Dağcı Sakarya (‘71) Füsun Okutan (‘80) Ayfer Niðdelioðlu (‘81) Demet Aydýn (‘83) Ceran Arslan Olcay (‘95) Ecehan Sakarya (‘04) Yazý Ýþleri Müdürü M. Kutluhan Olcay (‘93) Çevre Arca Atay 46 54 Moda-tasarım Pro-fit Neşet Güne Gezi Thuya TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Dergi Sorumlusu İlhan Koçak (‘73) Nazan Önal Yapým-Baský Ajans-Türk Basým A.Þ. Arzu Akgün (Koordinatör) Ýstanbul Yolu 7. km. Necdet Evliyagil Caddesi No:24 06370, Ankara Tel : +90312 278 08 24 Fax : +90312 278 18 95 Renk Ayrýmý Filmsan Okur önerileri ve yorumlarý için e-mail: [email protected] 58 62 56 70 Kültür-Sanat Mustafa Ayaz 72 Uzman Makalesi Ümit Akdur’71 Yaşam Kalitesi Mehmet Tümer’81 5000 adet bastýrýlmýþtýr. Dernek üyelerine ücretsiz daðýtýlmaktadýr. Yazýlarýn hukuki mesuliyeti röportaj sahiplerine ve yazarlarýna aittir. Basým Tarihi: 5 Nisan 2010 Yayýn Türü: Yerel süreli - 2 aylýk I SSN: 1305-5283 68 Kitap Mesaj Kutusu Naci Sarıbaş’66 Yönetim Yeri TED ANKARA KOLEJÝ MEZUNLARI DERNEÐÝ Kýzýlýrmak Cad. No: 8 06640 Akay / Ankara Tel : 444 0 958 Fax :+90.312 418 74 41 www.kolej.org Ýmtiyaz Sahibi Ankara Kolejliler LTD. ÞTÝ. adýna Bülent Baðdatlý (‘81) Kültür-Sanat İnci Demirkol’72 Can Özgün’73 76 Hobi Ayda Uluç’69 82-84 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Ankara’da Zaman 86-90 Kampüs Türk Eðitim Derneði KAPAK 78 91-93 Spor 94-95 Kaybettiklerimiz baþkandan mesaj 5 Bahara Merhaba Derken... Sevgili Kolejliler, Bülent BAÐDATLI’81 TED Ankara Koleji Mezunlarý Derneði Genel Baþkaný İlkbaharın bu güzel günlerinde, yine dopdolu bir sayıda beraber olmanın kıvancını ve mutluluğunu yaşıyorum. Özellikle 100. sayının gururunu sizlerle paylaştıktan sonra, 101. sayı ile yeni bir dönemin başlangıcını yaparken, daha nice 100 sayılar çıkarmak heyecanını duymaktayız. Öncelikle, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm dünya çocuklarına armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyor, Ata’mızı saygıyla anıyoruz. TED Ankara Koleji Mezunları Derneği olarak, önümüzdeki üç aylık dönemde yoğun bir tempoya giriyoruz. Sosyal ve kültürel faaliyetlerle dolu etkinlik programımız netleştikçe sizlere detaylı bilgileri ulaştırmaya devam edeceğiz. Geçtiğimiz dönemde düzenlediğimiz etkinliklerden sizleri haberdar etmek istiyorum. Bu etkinlikleri yalnızca mezunlarımız için değil, mezun adayı liseli kardeşlerimiz için de gerçekleştirmekteyiz. 8 Ocak Cuma günü Okulumuz lise kısmı öğrencilerine Serdar Bilecen’in katılımıyla meslek seçimi söyleşisi düzenledik. 5 Mart Cuma günü ise Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı Halkla İlişkiler Koordinatörlüğü Uzmanlarından Neslihan Sağlam’ı öğrencilerimizle buluşturduk. 11 Ocak 2010 Pazartesi günü derneğimizin kuruluşunun 42. Yılını kutlamak vesilesiyle yönetim kurulu üyelerimiz ve mezunlarımızla beraber Ata'mızın huzuruna çıktık. Mozoleye çelenk bırakarak Anıtkabir hatıra defterine Ata’mıza şükran ve minnetimizi sunduk. Aynı günün akşamı tamamı mezunlarımızdan oluşan Mezunlar Orkestrası, derneğimizin kuruluşunun 42. Yılını kutlamak amacıyla tüm mezunlarımıza unutulmaz bir konser verdi. 14 Şubat 2010 Pazar günü düzenlediğimiz Kartalkaya Turu’nda üyelerimizle beraber keyifli bir Pazar Günü geçirdik. Üyelerimiz Kartal Otel pistinde kayarak karın tadını çıkardı. 2010 yılı içinde gezi aktivitelerimizin devamı gelecektir. 20 Şubat Cumartesi günü Rollhouse’da Bowling Turnuvası düzenledik. Turnuvanın sonunda kazanan 1., 2. ve 3. takımlara kupa, en yüksek skorlu bay ve bayan oyunculara madalyaları verildi. Spor aktivitelerimiz nisanın son haftasında Ankara Tenis Kulübü’nde başlayacak olan Geleneksel Tenis Turnuvamız ile devam edecektir. 21 Şubat 2010 Pazar günü Eski Lise Binası Konferans Salonu’nda Olağan Mali Genel Kurul gerçekleştirilmiştir. Disiplin Kurulu asıl ve yedek üyelerinin seçildiği kurulda tüzük değişiklikleri ve personel yönetmeliği kabul edilmiştir. 25 Şubat Perşembe günü, Optimum Sinemaları’nda “Veda” Filmi’ni vizyona girmeden bir gün önce, 18 Mart Perşembe günü ise Akün Sahnesi’nde “Fosforlu Cevriye Müzikali”ni mezunlarımız ile beraber izledik. Film gösterimlerimiz, mayıs ayında da devam edecektir. 10 Mart Çarşamba günü TED Ankara Koleji Vakfı’nın düzenlediği öğrenci-mezun buluşmasına katıldık. Son olarak hepinizi, 30 Nisan Cuma günü okulumuz eski lise bahçesinde düzenleyeceğimiz “Okulumuza Veda” etkinliğine bekliyoruz. Binamız, TED Üniversitesi olmadan son kez birlikte anılarımızı yaşayalım. Tüm KOLEJ ailemize sevgi ve saygılarımla… Bülent Bağdatlı Genel Başkan NİSAN2010 kolejliler konuk yazar 6 Bir Yıldız Masalı Bir varmış bir yokmuş, çok seneler önce Akın Ailesi’ne, uçsuz buçaksız diye bilinen evrenden, ailenin atalarından, bütün insanlığın tortusundan bir bebek tasarlanıp gönderilmiş. Baba Sami Bey hâkim, anne Leman Hanım enstitü mezunu, azıcık konservatuar görmüş modern bir ev hanımı imiş. Bebeğin kulağına “sen bizim Filiz’imizsin” demişler. Çocuk da “Allah Allah bunlar benim adımı nereden biliyorlar” diye şaşırmışsa da kendini öyle bilmiş. Aslında ne aile, ne de o kendini tanıyormuş. Zamanla içindeki bilgisayar yardımı ile gözünün kaşının, boyunun posunun ne olduğu kadar, huyunun, davranışlarının, zaaflarının ve yeteneklerinin ne olduğunu görmüş. Yani aslında kendini seçmemiş, evren onu tasarlamış. Akıl denen sınırlı bir pusula ile aile, okul, arkadaşlar, kitaplar, deneyimlerle edinilen bilgi ile şansın denetiminde bir yol çizmeyi denemiş. Hayat ne getirirse dememiş. En azından sınırlarını görmüş. Sonunda, Arap dünyasının “mektup” dediği alınyazısının tümünü değil ama bir kısmını değiştirmenin mümkün olduğunu saptamış. Yaptığı konuşmalarda öğrencilere “bir an önce kendinizi tanıyın, hedeflerinize odaklanın, gerçekleşmesi bazen zaman alır, vazgeçmeyin, hızlandırın ve yılmayın”. “İleride en azından “denedim ama olmadı” dersiniz.” “Hayattaki en kötü şey elli yaşlarında “tüh şunu niye denemedim?” “Niye üstüne gitmedim? Niye küllerimden tekrar doğmayı denemedim de kabullendim” demektir. Galiba en mühimi kapasitemizle yapabilirliğimizi doğru değerlendirip elimizde olanlarla bize bir kereye mahsus olmak üzere verilmiş hayatta; olabilecek en iyisini yapmak. (Şans ve şanssızlık faktörünü de unutmamak lazım.) Gelelim masalımıza. Filiz küçücük bir çocukken kendini erkek zanneden, zıplayan, hoplayan, ağaçlara tırmanan diğer çocuklara yaramazlıkta liderlik yapan bir çocukmuş. “Büyüyünce ne olacaksın” diye sorulduğunda “ya bakkal, ya cumhurbaşkanı” dermiş. Bakkal, leblebi, ciklet, çikolata sahibi olduğu için, cumhurbaşkanı da bütün bunların ve oyuncakların sahibi olacağını zannettiğinden. O böyle hayallerle meşgulken, annesi fala baktırmış ve onun özel bir çocuk olacağından ve en çok da yıldız olacağından emin olmuş. Bu yüzden beş yaşlarına gelen bu yaramaz çocuğa biraz da endişe ile bakıyormuş. Beş yaşlarında annesi Afyon’da bir öğretmen hastalanınca ona vekâlet ederken, komşu askeri doktorun emir eri eşliğinde okul müdürünün huzuruna çıkıp “ben okuma yazma biliyorum, beni okula alın” demiş. “Olmaz” deyip geri yollamışlar. Şansa bakın ki, dönüş yolunda eğitim müfettişi görmüş bu ağlayan çocuğu ve kucağında götürüp okula yazdırmış. Turgutlu’ya geçtiklerinde de “Küçük Mine” diye bir piyes yazdığı için üstün zekâlı çocuk gibi görüldüğünde, anne içinden “Ben biliyordum o özel ve yıldız olacak” diyormuş. Filiz AKIN’60 Ammaa… Ankara’ya geldiklerinde ilkokul üçte olan Filiz, artık büyük şehir şokundan mı, annesi babası ayrılmaya karar verdiğinden mi matematikten ikmale kalmış. Zar zor pek iyiyle mezun olduğunda on, on buçuk yaşındaymış. Baba yeterince desteklemeyince geçim derdine düşmüşler; ama anne ne yapıp yapmış (aile mücevherlerini satmış) bütün birikimlerini toplayıp Filiz’i TED Ankara Koleji’ne yazdırmış. Çok güzel bir kadın olan Leman Hanım çektiği maddi sıkıntıdan dolayı dikiş dikmenin zorluğunu bildiğinden, umutlarının çürümesini gördüğünden, sevgili kızının iyi bir eğitim alıp – o zaman çok geçerli olan - bir yabancı dil bilmenin öneminin bilincinde olarak, aynı kaderi yaşamasını istemiyormuş. İyi ki öyle yapmış. Yapmış da küçük Filiz neler yaşamış… Orta ve lise kısmının hem yaşça hem fizik olarak en küçük çocuğu olmasının yanı sıra; saçı önü kâkül, arkası erkek gibi kesilmiş bu sarışın çocuğa hemen “civciv” adını takmışlar. Kolej’in “Alo” denen bir bahçıvanı varmış. Teneffüste bahçede oynarken ilkokul zili çaldığında Alo onu çalıdan sopasıyla kovalayıp bitişikteki TED ilkokuluna göndermeye çalışırmış. Ortaokul birde iki zayıfı olmuş karnesinde, çünkü zaten oyuncu olan mizacı yakantopa takılmış. Annesine götüremiyormuş karneyi. Ağlamış… ağlamış… Annesi onu öyle kıpkırmızı şişmiş gözlerle görünce “Ben her sıkıntıya sen üzülme diye katlanıyorum. Deli misin? Ben sana güveniyorum. Sen bu zayıfları şişmanlatırsın” diyerek öpmüş. Keşke tokat atsaymış veya dövseymiş belki tekrar yakantopa dönermiş. Ama annesine karşı kendisini o kadar mahçup hissetmiş ki Füsun diye bir arkadaşına; “Biz aptal mıyız? İstersek yaparız. İkinci karne iftihara geçeceğiz. Ölmek kolejliler NİSAN2010 konuk yazar 7 var dönmek yok” demiş. Her neyse çok zor da olsa öğretmenlerinin şaşkınlıklarına rağmen ikinci karne iftihara geçmiş. Bir daha da hiç inmemiş o listeden. Ama daha o sene, anne artık okul taksidini ödeyemediği için okuldan almak durumunda olduğunu söylemiş yönetime. İdare Filiz için çok hayati bir karar almış. “Üzülmeyin siz okutamıyorsanız biz okutacağız bu çocuğu” demişler. Böylece Türk Eğitim Derneği ona sahip çıkmış ve parasız yatılı olarak okumuş mezun olana kadar. Okulum bana ne verdi diye düşündüğümde şöyle sıralıyorum: Ömür boyu öğrenme merakı aşıladı. Her zaman iyi bir iş bulma imkânımın olması kendime güven duymamı sağladı. (Bu çok büyük bir özgürlük) Bir kolej olarak ülkemin değerlerinden kopartmadığı gibi folklör, ülkemin müziği, şiiri, yazarıyla daha çok bağlanmamı sağladı. O senelerde daha az kişinin bildiği, iyi bir yabancı dil eğitimiyle, herkesten önce dünyayı takip etmemi sağladı ve olayları dünya vatandaşı gibi algıladığım için ayrıcalıklı hissettirdi. Bir de mezuniyetten sonra Türk Eğitim Derneği’nin sıcaklığını ve aile oluşunu diğer mezunlarla karşılaştıkça daha iyi farkettim. Şöyle bir TED mezunu kişilere baktığınızda çok önemli mevkilerde “Yıldız” olmuş arkadaşımız o kadar çok ki; demek ki başarı odaklı, çocukları yıldıran değil, motive eden bir eğitim almışız. Ankara’dan İstanbul’a ışınlandığımda film film üstüne derken sinemada “Yıldız” yaptılar. Annem haklı çıktı. Sinemayı senelerce önce bıraktığım halde halk tarafından sevildim, en önemlisi saygı duydular. Bana inanan Türk Eğitim Derneği’ne ve anneme teşekkür borçluyum. Bitirmeden önce şunu söylemek istiyorum: Ülkemizin şartlarında herkes iyi bir eğitim alma şansı elde edemiyor. Her ne kadar yetenekli olsalar da TED’in meşaleleri olarak seçilen çocuklarımız bunun bir ayrıcalık olduğunu biliyorlar. Ama en önemlisi verilen burs onlara gösterilen güvenin de işareti. Bu güveni boşa çıkarmayın çocuklar! Sizler de birer “Yıldız” olun herhangi bir konuda. “Çoook uzaktalar” demeyin. Eğer TED elinize sihirli değneğe yakın bir imkân verdiyse, yıldız da hemen onun ucunda. Hedefleyin o siz olun! Biz de yeni meşaleler yakmak için elele verdiğimizde yeni ve daha güzel “Yıldız Masalları” dinleyelim. NİSAN2010 kolejliler portre 8 Ankara Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Yasemin Oğuz’81 Hayalini Kurabildiğiniz Mesleği Seçin H ayat macerası içerisinde karşılaştığımız bazı insanlar vardır ki; söyledikleri ya da yaptıklarıyla size yaşam enerjisi verir, hayalini kurduğunuz ama gerçekleştirmeye cesaret edemediğiniz planlarınız konusunda sizi yüreklendirir. Ne şanslıyız ki; ülkemizin geleceğine yön verecek gençlerimizin büyük bir bölümü, böyle bir kişinin idari görevde olduğu bir üniversitede eğitim hayatlarını sürdürüyorlar. Sözünü etiğimiz kişi Ankara Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Yasemin Oğuz. Gençlere “hakkında hayaller kuramayacağınız bir mesleği seçmeyin” diyen Oğuz’la kariyer, başarı, hayaller ve daha pek çok şey hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Nasıl bir okul hayatı geçirdiniz? Kariyerinizi şekillendirmenizde nelerin ya da kimlerin etkisi oldu? İlkokuldan başlayarak genelde oldukça çalışkan bir öğrenciydim; hatta bana “inek” bile denebilirdi. TED Ankara Koleji’ne, sınavla hazırlık sınıfından girdim. Sanırım okul yaşamımda hatırladığım ve beni etkileyen tüm öğretmenlerimi de TED’de tanıdım. Hazırlık sınıfı çok önemliydi diye düşünüyorum. Birçok farklı ilkokuldan ve farklı sosyo-kültürel geçmişten gelen öğrencileri Ankara Koleji ruhunu aşılayarak, aynı düzeye getirmek ve disipline etmek açısından o bir yıl son derece etkili olmuştu. O sınıftaki öğretmenlerim Sayın Gülden Soysalan ve Nur Sakızlıoğlu kişiliğimi yapılandırmada çok belirleyici olmuşlardır. Her ikisi de fevkalade düzenli, titiz, zarif ve ilke sahibi insanlardı. İnsanların dış görünüşleriyle karşılanıp, düşüncelekolejliler NİSAN2010 Her gün karşıma adil karar almamı gerektiren, dürüstlüğümü sınayan, ilkelerimi sorgulatan ve beni tutarlılık kaygısına düşüren çok sayıda olay ve karar çıkıyor. Bunların bir kısmında adil olmanın, dürüst davranmanın, ilkeleri korumanın ve tutarlılığın ağır bedelleri oluyor. Öğrencilerime etik konularını anlatırken hep şunu söylerdim: “Ahlaklı olmak zordur; bedel ödetir. Ama zaten kolay olsaydı, herkes ahlaklı olurdu.” Şimdi bunu yaşayarak deniyorum. Hiç kolay değilmiş. riyle uğurlandıklarını içselleştirmemde önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Kültürün ve entelektüel gelişmenin önemini yaşamıma kazıyan iki öğretmenimi de hiç unutmadım. Sayın Rüksan Günaysu ve Peter Schooley. Her ikisi de insanları ve metinleri okumanın önemini ve yöntemini bana öğreterek yaşamımda geniş bir ufuk açtılar. Son olarak yalnız beni değil; yaşamına dokunduğu herkesi dönüştüren efsane öğretmenim Kıvılcım Kamgözen’i anmak isterim. Onu tanıdığım günden bugüne öğrenci olarak, hekim olarak, öğretim üyesi ve üniversite yöneticisi olarak her eylemimde kendimi ona karşı sorumlu hissettim ve yaptığım her şeye “Kıvılcım Hocam buna ne derdi? Burada nasıl davranırdı?” diyerek baktım. Sanırım bir öğretmenin öğrencisine aktarabileceği en temel duygu budur. Bugün de bana “Nasıl bir öğretmen olmak istersin” diye sorulsa, “Kıvılcım Hocam gibi” derim. Bu genel yanıta bakınca kariyerimi TED Ankara Koleji’nin belirlemiş olduğu kolayca görülüyor. Ben TED’i her zaman bir kalite garantisi gibi algıladım; sanırım toplumda da öyle algılanıyor. Kime TED mezunu olduğumu söylesem beni özel bir yere koydu; artı bir değer atfetti. Doğrusunu söylemek gerekirse ben de bir TED’li karşısında aynı duyguya kapılıyorum. Her ortamda uyum gösterebilme, kendini ifade edebilme, öz güvenli davranabilme ve inisiyatif alabilme gibi sosyal beceriler konusunda Kolej’in verdiği eğitimin üst düzeyde yetkinleştirici olduğunu söyleyebilirim. Uzmanlığınız olan tıp etiği hakkında bilgi verebilir misiniz? portre 9 Bu alanda yaptığınız çalışmalar nelerdir? Tıp etiği, tıp teknolojisinin son yıllardaki gelişmesinden kaynaklananlar başta olmak üzere, tıp uğraşının değişik yönlerinin yürütülmesi sırasında ortaya çıkan değer sorunlarının ve çatışmalarının tartışıldığı, açıklığa kavuşturulduğu ve çözüm yollarının bulunmaya çalışıldığı alandır. Tıp uğraşının her alanında uğraş kişisinin söylem ve eylemlerinin “iyi-kötü” ve “doğru-yanlış” kavramları çerçevesinde incelenmesi; tıp uğraşının değerlerinin saptanması ve bu konuda meslek kişilerine duyarlılık kazandırılması da tıp etiğinin tanımı içindedir. Ben bu alanda genellikle etik metodolojisi, özerklik sorunu ve tıp uygulamasına yansımaları, yaşamın son dönemine ilişkin etik sorunlar, araştırma ve yayın etiği (bilim etiği), etik danışmanlık ve etik konsültasyon, genel olarak tıp etiğinin ve özellikle de klinik etiğin eğitimi, psikiyatri etiği ve hasta güvenliği-tıbbi hataların etik boyutları üzerinde çalışıyorum. Bu arada hekim adaylarına iletişim dersleri veriyorum. Ülkemizde tıp etiği yeni sayılabilecek bir alan; bu nedenle sağlıklı bir biçimde kurulması için çaba göstermek gerekiyor. Çalışmalarımı genellikle bu amaç doğrultusunda sürdürüyorum. 2008 Ağustos ayından bu yana Ankara Üniversitesi’nde Rektör Yardımcısı olarak görev yaptığım için akademik çalışmalarıma yeterince zaman ayıramıyorum; ama alanımdaki gelişmeleri yakından izlemeye çalışıyorum. Öğrencilerimin eğitiminin aksamaması için çok çaba harcamam gerekiyor; alanımda en önem verdiğim konu bu. İlgilendiğiniz diğer tıp alanları hangileri? Öğrenim yaşamımın bir döneminde psikiyatri alanında çalıştım; bu nedenle bu alana ilişkin daha kapsamlı bir bilgim ve özel bir ilgim var. Psikiyatri etiği üzerine uzun yıllar araştırma ve bu konuda çok sayıda yayın yaptım. Yaşamının son dönemindeki hastalarla ilgili çalışmalarımda ve hekimlerle yaptığım iletişim programlarında da bu eğitimimin çok yararını gördüm. Şu anda bu konudaki çalışmalarıma da bir ölçüde ara vermiş durumdayım. Ülkemizde birçok üniversite bulunuyor. Sizce bunlar arasında Ankara Üniversitesi’nin önemi ve farklı yanları nelerdir? Ankara Üniversitesi Cumhuriyet’in kurduğu ilk üniversitedir. Ankara Üniversitesi yalnızca Cumhuriyet’in değer ve kazanımlarını korumak ve geliştirmek amacıyla değil; aynı zamanda ülkemizde çağdaş anlamda bir üniversite modelini örneklemek üzere düşünülmüş ve yapılandırılmıştır. Birçok fakültesinin kuruluş tarihi Üniversitenin kuruluş tarihinden eskidir. Bu nedenle biz Ankara Üniversitesi’ne “oğulları babasından yaşlı üniversite” diyoruz. Örneğin Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültemizin adını Atatürk koymuş; binasının projesiyle yakından ilgilenmiştir. Şu anda 14 fakültemiz; 40.000’e yakın öğrencimiz var. Tıp’tan Ziraat’e, Hukuk’a pek çok alanda öğrenci yetiştiriyor; ülkemizin geleceğini kuruyoruz. Bunun ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu takdir edersiniz. Hani Atamızın “... Dinlenmemek üzere yola çıkanlar asla yorulmazlar.” diyen çok anlamlı bir sözü vardır ya; işte Üniversitemiz onun yaşama geçmiş, elle tutulur hali gibidir. Çoğu birimimizin ışıkları hiç sönmez. Ankara Üniversitesi, ülkemizin bilimsel gelişmesine de önemli katkılarda bulunan bir yükseköğretim kurumudur. Gerek NİSAN2010 kolejliler portre 10 yayın, gerekse araştırma sayıları bakımından Türkiye’de her zaman ilk sıralarda yer alıyoruz; ama daha da önemlisi bu araştırmaların sonuçlarını teknolojiye dönüştürme konusunda yaptığımız etkin çalışmalar. Bir kent üniversitesi olan Ankara Üniversitesi; bu anlamda önemli bir toplumsal sorumluluğa da sahip. Gerek akademik personelimizin, gerekse ve özellikle öğrencilerimizin çok sayıda ve özgün topluma hizmet projeleri yürütmesini hem bekliyoruz hem de onları yüreklendirip destekliyoruz. Bu alanda ulaştığımız nokta konusunda doğrusu pek de mütevazı olamayacağım; özellikle son birkaç yıldır öğrencilerimizin toplumsal duyarlılığında ciddi bir artış gözlüyorum; bundan gurur duyuyorum. Ankara Üniversitesi’ndeki rektör yardımcılığı görevinizden bahsedebilir misiniz? Bir üniversitede idari görevde olmak kişiye ne tür sorumluluklar yüklüyor? Rektör yardımcılığı kuşkusuz kişiye ağır sorumluluklar yükleyen, ancak o ölçüde de onurlu bir görev. Ankara Üniversitesi çok büyük bir üniversite olduğu için bu, tek kişinin üstesinden gelebileceği bir iş de değil. Şu anda Ankara Üniversitesi’nde üç rektör yardımcısı bulunuyor. Laf aramızda öteki rektör yardımcımız Prof. Dr. Argun Karacabey de Kolej mezunu. Rektörümüz Prof. Dr. Cemal Taluğ ise uzun yıllar Kolej’in Bilim Kurulu’nda görev yapmış değerli bir bilim insanı ve bir fahri Ankara Kolejli. Kısacası Ankara Üniversitesi şu aralar Kolejlilere emanet. Benim sorumlu olduğum üç temel görev alanı; akademik personel, öğrenci işleri ve basın-halkla ilişkiler. Biraz önce sözünü ettiğim sayıları dikkate alırsanız ne çapta bir işten söz kolejliler NİSAN2010 ettiğim açık olsa gerek. Ailelerinin bin bir zorlukla, özene bezene yetiştirdikleri evlatlarını bize emanet ettiklerini düşününce, ne kadar çalışsam yetmez demeden edemiyorum. Bir üniversitede akademisyenler, idari personel mutlu olmalı ve huzurlu bir çalışma ortamında bulunmalı ki, tüm dikkatini bilime ve eğitime yoğunlaştırabilsin. Bunu sağlamak da en başta yöneticilerin ödevi. Kanımca yönetim görevlerinde en önemli iki erdem; adalet ve dürüstlük. Bir de tabii bu erdemleri sürdürebilmek için ilkeli ve tutarlı olmak gerekiyor. Bu saydıklarımın tümü de yapması, gerçekleştirmesi, söylemesinden zor olan şeyler. Yönetim görevleri hızlı bir tempo içinde ve çok aktörlü bir ortamda gerçekleşiyor. Çoğu zaman tüm verilere sahip olamadan, çok kısa zamanda, çok önemli ve pek çok kişiyi etkileyecek kararlar vermek zorunda kalıyorsunuz. Kuşkusuz ne kadar donanımlı ve hazırlıklıysanız, ekibiniz ne kadar yetkinse o oranda doğru kararlar veriyorsunuz. Ama hatalar da oluyor. Hataları saptamak, kabul etmek, düzeltmek ya da tazmin etmek de çok önemli. Belki de bir yönetimin güçlü olup olmadığı hatalara nasıl tepki verdiğine ve krizleri nasıl yönettiğine bakılarak ölçülebilir. Ankara Üniversitesi’nde bizim en önemli şanslarımızdan biri, son derece deneyimli ve öz verili bir idari kadroya sahip olmamız; onlar kurumun yönetsel yapısının belleğini oluşturuyorlar. Şahsen ben akademik yaşamdan üniversitede yöneticilik görevine geçtiğimde onların desteğinden çok yararlandım ve çok şey öğrendim. Rektör yardımcılığı görevini yıllardır ders olarak verdiğim etik düşünmenin laboratuvarı olarak yaşadığımı söyleyebilirim. Her gün karşıma adil karar almamı gerektiren, dürüstlüğümü sınayan, ilkelerimi sorgulatan ve beni tutarlılık kaygısına düşüren çok sayıda olay ve karar çıkıyor. Bunların bir kısmında adil olmanın, dürüst davranmanın, ilkeleri korumanın ve tutarlılığın ağır bedelleri oluyor. Öğrencilerime etik konularını anlatırken hep şunu söylerdim: “Ahlaklı olmak zordur; bedel ödetir. Ama zaten kolay olsaydı, herkes ahlaklı olurdu.” Şimdi bunu yaşayarak deniyorum. Hiç kolay değilmiş. İleriki günlerde üniversitede hayata geçirmeyi planladığınız projeleriniz var mı? Öncelikle yukarıda sözünü ettiğim ahlâklı olma konusunun bir uzantısı olarak erdemli olmak için kahraman olmayı gerektirmeyen bir çalışma ortamı, bir sistem yaratmayı amaçlıyoruz. Daha somut projelerimize gelince; öncelikle Ankara Üniversitesi’ni toplumla daha çok buluşan bir yapıya kavuşturmak ve Üniversite bünyesinde üretilen bilgiyi ülke sorunlarının çözümünde işlevsel kılmak amacıyla geliştirdiğimiz projelerimiz var. Öğrencilerimizin eğitimleri sırasında topluma hizmet projelerinde çalışmalarını özendirecek bir sistem üzerinde çalışıyoruz. Bu çalışmaların kredili ders olması için düzenlemeler yapıyoruz. Üniversitenin amacı yalnızca meslek edindirme olamaz; olmamalıdır. Bu bilinçle, Üniversitemizde sanat, spor ve kültür etkinliklerine de çok önem veriyoruz. Birçok öğrenci topluluğumuz ve çok etkin bir Öğrenci Konseyimiz var. Onların yaptıkları çalışmaları size kendilerinin anlatmasını çok isterdim. Çağdaş üniversitelerde çalışmaların daha etkili ve verimli olabilmesi için mükemmeliyet merkezlerinin kurulduğunu biliyor ve bu yönde güçlü merkezler kurmak üzere çalışmalarımızı hızla sürdürüyoruz. portre 11 Ankara Üniversitesi iki alanda önemli adımlar atmakta. Bunlardan biri Çocuk Üniversitesi. Çocuk Üniversitesi, çocukların üniversite ile etkileşim içinde, yaparak, yaşayarak ve eğlenerek; bilimsel ve eleştirel düşünme, yaratıcı olma, yargılama, sorgulama, soru sorma, merak duyma, sorun çözme gibi temel yaşam becerilerini kazandıkları yerdir. Üniversitemiz Türkiye’deki ilk Çocuk Üniversitesi’ni kurarak bu alanda öncülük yapmıştır. Bu projeyi daha da geliştirmeyi hedefliyoruz. Ankara Üniversitesi aynı zamanda engelsiz bir üniversite olmayı amaçlıyor. Bu proje kapsamında, tüm birimlerimizi engelli öğrenci, akademik ve idari personelin rahatça kullanabileceği bir yapıya ve donanıma kavuşturmayı hedefliyoruz. Ankara Üniversitesi’ne stadyum, yayınevi ve kültür-kongre merkezi kazandırmak, kentimize Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir tiyatro armağan etmek, Çocuk Hastanesi’ni yaşama geçirmek, yurt dışında Ankara Üniversitesi’nin bir yerleşkesini açmak, dünyanın önde gelen üniversiteleriyle ortak diploma programları düzenlemek de sürmekte olan projelerimiz arasında. Yani nasıl ki Ankara’nın gurur duyabileceği bir TED Ankara Koleji var; gurur duyabileceği bir Ankara Üniversitesi de var. Örnek gösterilecek kariyere sahip biri olarak gençlere mesleki yaşamlarında neler tavsiye edersiniz? TED Ankara Koleji’nde gördüğüm eğitim bana çok önemli bir şey öğretti ve yaşam bu öğretinin doğruluğunu bana pek çok kez kanıtladı. Sanırım gençlerle en çok paylaşmak isteyeceğim ve bilmekten en çok yarar gördüğüm şey de bu. Hangi mesleği seçerlerse seçsinler; o mesleğe ilişkin hayaller kurmalarını ve ancak hakkında hayal kurabildikleri bir mesleği seçmelerini öneririm. Bu seçimin başkaları tarafından değerli, önemli, anlamlı ya da saçma ve yanlış bulunmasının hiç önemi yok. Hatta şunu da söyleyebilirim. Bir mesleğe ilişkin artık hayal kuramadıklarını fark ettiklerinde hemen yeni bir mesleğe ya da alana yönelsinler. Çağımızda insanların alan değiştirmeleri artık son derece olağan karşılanıyor; hatta bu konuda yapılan çalışmalar, bireylerin önemli bir bölümünün etkin çalışma yaşamlarında en az iki kez mesleki alanlarını değiştirdiklerini gösteriyor. Sorunuzun içinde örnek gösterilecek bir kariyere sahip olduğum vurgusunu yaptınız. Hoş bir iltifat ve öyle düşündüğünüze sevindim; ama aslına bakarsanız benim için bu niteleme, seçimlerimde pek düşünmediğim bir durumdur. Tıp Fakültesinde, en azından benim dönemimde, tıp etiği örnek bir kariyer olarak algılanmazdı. Benim kadar çalışkan bir öğrencinin nasıl olup da bu alanı seçtiğini ailem dâhil pek çok yakınım, hocalarım anlayamadılar; sorguladılar. Oysa bilir misiniz; Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tıp etiği öğretmeye başladığım 1995 yılından bu yana bütün bordrolarımı saklıyorum. Üniversite yönetimi bir gün üste para verip yapacağım bir iş için bana aylık ödediklerini fark edip de verdikleri maaşı geri isterlerse; verdiklerinden fazlasını geri ödemek zorunda kalmayayım diye. Ben gençlerin hepsinin böyle bir işe sahip olmalarını isterim. Bunun yaşamdaki en büyük ödül olduğunu düşünüyorum. Eğer gençler, kendilerini böyle hissettirecek mesleği bulabilirlerse ki sanıyorum bir eğitim kurumunun en önemli ödevi bu konuda yol gösterici olmaktır; artık onlara “çok çalışın”, “yenilikleri izleyin”, “yaratıcı olun”, “kendinize güvenin” gibi öğütler vermemize gerek kalmayacaktır. Özel ilgi alanlarınız nelerdir? Neler yapmaktan keyif alırsınız? Kitap okumak, müzik dinlemek, film ve oyun izlemek gibi herkesin yapmaktan hoşlandığı şeylerin yanında; briç oynamaktan, yüzmekten, değişik tatlar denemekten keyif alırım. Öyküsü olan insanları dinlemeyi severim; bunu zaman zaman otobiyografileri okuyarak da yapabiliyorum, ama asıl sevdiğim yüz yüze dinleyebildiğim insanların öyküleri. TED Ankara Koleji’ndeki yıllarınızla ilgili bizlere neler söylemek istersiniz? Aslında pek bir şey söylemek istemem; çünkü bence Kolej anlatılmaz, yaşanır. Belki şunları söylesem Kolej yıllarım hakkında okuyucu bir fikir edinebilir. Hâlâ Kolej Marşı’nı söylerken içim titrer; gerçi Kolej maçına gitmeyeli çok oldu, ama yine de hem Kolej temposunu çok uzun sürdürebilirim, hem de hâlâ etkili ıslık çalabiliyorum; kızımın Kolej dışında bir okulda okumasını düşünmedim bile ve bugün O, liseyi bitirirken ne kadar doğru yaptığımı görmekten mutluyum. Kolej’deki sınıf, dönem ve okul arkadaşlarımla görüşmeyi sürdürüyorum; Türkiye’nin her yerindeler ve çok başarılılar; onlarla gurur duyuyorum. İş yaşamımda Kolej yıllarında iliklerime işlemiş olan iç disiplin, hem başarımın en temel kaynaklarından biri oldu, hem de buna tanıklık eden kişilerin takdirini kazandı. Bugün Kolej’in kalabalık, Kolej disiplininin katı olduğu yönündeki eleştirilere verilecek tek yanıtım olabilir; Fred Ebb’le John Kander’in sözlerini yazdığı New York New York şarkısında Frank Sinatra’nın söylediği gibi “If I can make it there / I’ll make it anywhere”. Prof. Dr. Yasemin OĞUZ’81 27 Temmuz 1963 tarihinde Ankara'da doğdu. 1974 yılında Çankaya İlkokulu'ndan, 1981 yılında TED Ankara Koleji'nden, 1987 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. 1990 yılında Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü'nün Tıp Fakültesi Deontoloji Anabilim Dalı'nda Deontoloji ve Tıp Tarihi alanında açtığı doktora programına başladı. 29 Eylül 1994 tarihinde "Psikiyatride Onam ve Aydınlatılmış Onam: Etik, hukuk ve bilim açısından" başlıklı tezini savunarak "Bilim Doktoru" unvanını aldı. 17 Ocak 1995 tarihinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Deontoloji Anabilim Dalı'na Öğretim Görevlisi olarak atandı. Haziran 1998 döneminde yaptığı başvuru sonucunda 03.11.1998 tarihinde doçentlik sınavına girerek doçent sanını aldı. 2004 yılında profesörlüğe yükseltildi. 2001-2002 öğretim yılında Minnesota Üniversitesi Biyoetik Merkezi’nde biyoetik alanında bir yıl süreli doktora sonrası uzmanlık eğitimini tamamladı. Halen Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Deontoloji Anabilim Dalı'nda görevli olup öğretim ve araştırma çalışmalarını sürdürmektedir. 15 Ağustos 2008 tarihinde aynı üniversitede Rektör Yardımcılığı görevine atanmış olup, bu görevini de sürdürmektedir. İyi derecede İngilizce, orta derecede Latince, Fransızca ve Rusça, başlangıç düzeyinde Almanca bilmektedir. Evli ve bir kız çocuk annesidir. NİSAN2010 kolejliler kariyer 12 İpek Bilgin’73: Tiyatro Bilgim Televizyon Dizilerinde Geçerli Olmuyor Oyunculukta neredeyse hiçbir konuya kapalı kalmamanız gerekiyor. Dolayısıyla her şeyle ilgilenmeye çalışıyorum. Oyuncu; duygularını ve hallerini kamusal yaşadığından, elimden geldiği kadar da özel hayat diye bir şey bırakmamaya çalışıyorum. kolejliler NİSAN2010 kariyer 13 Aldığınız ödüllerden bahsedebilir misiniz? Ödüllerin bir sanatçının hayatındaki yeri sizce nedir? 2000 yılında Sanat Kurumu’nun verdiği En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü aldım. Bu ödül beni şaşırtmıştı. Çünkü siz normal olarak bir şeyler yapıyorsunuz, bunun ödül gibi bir sonucu olduğunu hiç kafamda birleştirmemişim. Yine de benim için tatlıydı. Bir sanatçı olarak sizi besleyen şeyler nelerdir ve özel hayatınızda neler yapmaktan keyif alırsınız? Okumak, seyretmek ve bilgili kişilerle sohbet etmek beni besler. Özel hayatımda da bunları yapıyorum zaten. Oyunculukta neredeyse hiçbir konuya kapalı kalmamanız gereklidir. Dolayısıyla her şeyle ilgilenmeye çalışıyorum. Oyuncu, duygularını ve hayallerini kamusal alanda yaşadığından, ben de elimden geldiği kadar özel hayat diye bir şey bırakmamaya çalışıyorum. K endisini tiyatro sahnesinde, filmlerde ya da dizilerde seyreden herkesin oyunculuğuna hayran kaldığı usta bir sanatçı İpek Bilgin. Üstlendiği her rolün altından başarıyla kalkan Bilgin, şu sıralar “Ezel” dizisindeki rolüyle büyük beğeni topluyor. DOT Tiyatrosu’nun “Pornografi” adlı tiyatro oyununda da rol alan Bilgin, yoğun çalışma temposu içinde bizlere vakit ayırdı ve sorularımızı yanıtladı. Sanat hayatınıza nasıl ve ne zaman başladınız? Kendinize örnek aldığınız ya da etkilendiğiniz sanatçılar oldu mu? Tiyatroya 1983 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu’nda başladım. Sanat hayatım boyunca aşağı yukarı tüm dünya oyuncularından etkilenirim, hepsini onlarla konuşmadan anlamaya çalışırım. Tiyatro sahneleri dışında televizyondaki projelerde yer almanız nasıl gerçekleşti? Tanıdıklar sayesinde. Size teklif edilen rolleri seçerken neleri göz önünde bulundurursunuz? Bugüne kadar “kendime göre iyi bir senaryo ya da tiyatro metni nasıldır?” sorusuna bir cevap geliştirdim. Birincisi buna göre, ikincisi de birlikte çalışacağım kişilere göre seçerim. Rolün daha evvelce oynamadığım türden olması da tabii ilgimi çeker. Şu anda devam eden diziniz Ezel çok ilgi gören bir dizi oldu. Bunu neye bağlıyorsunuz? Siz projeye nasıl dâhil oldunuz ve sette nasıl bir çalışma ortamınız var? Ezel sanıyorum, senaryonun heyecanlı olmasından ve arkadaşlarımın işlerini iyi yapmalarından başarılı oldu. Yine de ben televizyon işlerinden pek anlamadığımı söyleyebilirim. Tiyatro bilgim dizilerde geçerli olmuyor. Seyircinin niye birini değil de diğerini seçtiğini tam olarak anlamıyorum. Ben çalışacağım projeyi, prodüksiyon şirketine, sonra da çalışacağım oyuncu arkadaşlarıma göre seçiyorum. Öyle seçtiğim için de şimdiki set hayatı anlaşabileceğim kişilerle eğlenceli geçiyor. Gündeminizde olan ya da ileride gerçekleştirmeyi istediğiniz başka projeler var mı? İleride çok inandığım bir sinema yönetmeni ile bir film yapmak istiyorum. Bir de televizyon dizilerinden ziyade, gençlerle İstanbul DOT Tiyatrosu’nda oyun yapmak. Son olarak TED Ankara Koleji yıllarınızla ilgili olarak sizden birkaç cümle alabilir miyiz? Okul yılları eğlenceliydi. Arkadaşlıklar güzeldi. Tiyatro kolunda çalışmak başka türlü yaşamlar olduğunu bana göstermişti. Sıkıcı derslerden muaf oluyordun ve bir şeye muazzam yoğunlaşıyordun. Bana sevdiğin bir şeye yoğunlaşmanın ve yaşamını öyle geçirmenin mümkün olacağını gösterdi. İpek BİLGİN’73 İlk, orta ve liseyi TED Ankara Koleji’nde okuyan Bilgin, 1973’te mezun oldu. Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü ve Hacettepe Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nü bitirdi. 1983’ten beri Devlet Tiyatrosu’nda oyunculuk ve yönetmenlik yapıyor. 1990’da Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde ders vermeye başladı ve on yıl kadar sürdürdü. Mersin ve Anadolu Üniversitelerinde dersler verdi. Son yıllarda da İstanbul’da özel dersler veriyor. Oyunculuk kitapları çeviriyor ve halen İstanbul’da DOT Tiyatrosu’nda çalışıyor. Şu anda oynadığı oyunun adı ise “Pornografi”. Hırsız-Polis, Bıçak Sırtı dizilerinde rol alan İpek Bilgin’in “Çinliler Geliyor” ve “İki Genç Kız” adlı iki sinema filmi bulunuyor. NİSAN2010 kolejliler aktüalite 14 Tüm Dünya Çocuklarının Ortak Bayramı 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki ulusal kurtuluş mücadelemizin kurmaylarının elde ettiği ilk başarılardan biridir Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması. Bundan tam 90 yıl önce açılan bu büyük Meclis’te, Kurtuluş Savaşı mücadelemizin gidişatını belirleyecek çok önemli kararlar alınmıştır. TBMM’nin açıldığı bu özel gün Ulu Önder Atatürk tarafından tüm dünya çocuklarına bayram olarak armağan edilmiştir. “Bugünün küçükleri yarının büyükleridir.” diyen Ata’mız, bu nedenle ülkemizi çocuklara ve gençlere emanet etmiştir. Ulu önder, çocukları modern Türkiye’nin geleceği olarak görmüş ve çocuklarını iyi yetiştiren toplumların geleceği olabileceğini ve çağdaş yaşam düzeyine ulaşabileceğini her fırsatta vurgulamıştır. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı tüm dünya çocuklarına armağan edilen tek bayramdır. Her yıl olduğu gibi bu yıl da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, çeşitli etkinliklerle okullarda, sokaklarda ve stadyumlarda kutlanarak, ülkemiz ve dünya çocuklarını bir araya getirecektir. 23 Nisan günü, siz de yaşınız ne olursa olsun içinizdeki çocuk için sokaklara çıkın ve bayramlarını kutlayan çocuklara katılın. Tüm çocukların, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun. Sağlıklı Günler Dileğiyle… Kaybedince değerini anladığımız şey nedir? diye bir bilmece sorsalar cevabı herhalde “sağlığımız” olurdu. Ne yazık ki biz insanlar sağlığımızın kıymetini, bedenimizden işlerin kötüye gittiğini anlatmaya çalışan işaretler gelmeye başlayınca, daha da kötüsü o işaretlere aldırış etmeyip yataklara düşünce anlıyoruz. Hâlbuki yaşamdan zevk alabilmenin ilk kuralı sağlıklı olmaktan geçiyor. Yaşamak, öğrenmek, çalışmak, sevdiklerimizle mutlu ve uzun bir hayat sürmek, hayalini kurduğumuz şeyleri yapabilmek için sağlıklı olmak gerekiyor. Bir de madalyonun öbür yüzü var; yani ihmalkârlıklarından değil de, istedikleri ve hakları olduğu halde, içinde bulundukları kötü yaşam koşulları ve imkânsızlıklar nedeniyle sağlıklarını kaybeden insanların olduğu gerçeği. Bütün bunları düşününce Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından insanların sağlık kurallarını öğrenmesi ve sağlıklı yaşama bilincine kavuşması için 7-13 Nisan tarihleri arasında kutlanan Sağlık Haftası’nın önemi daha da artıyor. Sağlık ve onunla ilgili konuların geniş halk kitlelerine ulaşması için etkinliklerin gerçekleştirildiği bu haftanın önemi umarız yılın her gününe yayılır. Önce kendiniz sonra da sizi seven herkes için kendinize iyi bakın! kolejliler NİSAN2010 aktüalite 15 Ankara Baharı Müzikle Daha Güzel Sevda Cenap And Müzik Vakfı tarafından yıllardır “Ankara Baharı Müzikle Daha Güzel” sloganıyla baharı müjdeleyen Uluslararası Ankara Müzik Festivali, bu yıl 530 Nisan 2010 tarihleri arasında 27. kez gerçekleştirilecek. Festival, Türk sanatçıların yanı sıra Fransa, Rusya, İsrail, Bulgaristan, Litvanya, Almanya, Japonya, Avusturya, Kore, İspanya ve Finlandiya’dan yaklaşık 350 sanatçının katılımı ile 2010’da da uluslararası çizgisini koruyacak. Avrupa Festivaller Birliği üyesi festival, gençlere yönelik yedi etkinliğini Vakfın Türkiye temsilcisi olduğu Uluslararası Dünya Gençlik Müzik Örgütü çatısı altında, bir etkinliğini de Avrupa Yayın Festivali kapsamında gerçekleştirecek. Başladığı günden bugüne aynı kalite ve çizgiyi devam ettirerek ve yepyeni içeriklerle zenginleşen festivalin izleyicileri bu sene de müzik dolu günler geçirecek ve birbirinden değerli sanatçıları izleme ve dinleme fırsatı bulacak. Başkentin yedi konser mekânında Ankaralı sanatseverlere müzikal bir bahar yaşatacak festival hakkında detaylı bilgi için www.ankarafestival.com adresini ziyaret edebilirsiniz. Trafikte Can Kayıplarına Son! Trafik; insanların, hayvanların ve araçların karayolları üzerindeki hal ve hareketleri olarak tanımlanıyor. Peki, adını sıkça duyduğumuz trafik canavarı kim? Bu soru- nun cevabını; biz insanların kendi hatalarımızı üstlenmeyip, sebep olduğumuz kazaların, insanların hayatlarını kaybetmelerinin ve bunların sonucunda yaşanan olumsuzlukların suçunu üzerine atmak için uydurduğu karayollarının korkulu rüyası. Ne yazık ki trafik kurallarını hiçe sayıp, araçlarımızı aklımızın estiği gibi kullanan, alkollü bir şekilde direksiyon başına geçen hem de arka koltukta en yakınlarımız otururken ve nasıl olsa polis görmez diyerek kırmızı ışıkta geçip kötü sonuçlara yol açanlar biz insanlarız. Belki kötümser bir tablo çizdik ama kendimizle yüzleşmemiz ve hatalarımızı kabul etmemiz gerekiyor. Trafik kuralları denenerek oluşturulmuş kurallardır, insanların acı tecrübeler sonucunda oluşturduğu kuralları yeniden test etmenin bir anlamı olmayacağı kesin. Her yıl 1-7 Mayıs tarihleri arasında kutlanan, gerek sürücülere gerekse yayalara trafikle ilgili bilgilerin verildiği Trafik Haftası vesilesiyle bütün bunları yeniden hatırlatmak ihtiyacını duyduk. Hepinize kazalardan uzak, sevdiklerinizle beraber mutlu bir hayat diliyoruz. NİSAN2010 kolejliler aktüalite 16 Hep Birlikte Nice 19 Mayıs’lara Tarihimizde coşkuyla kutladığımız ve nesilden nesile gururla anlatacağımız pek çok özel gün vardır. Bu günlerden biri de, belki de en önemlisi Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı 19 Mayıs 1919'dur. Bu tarih, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti tarihinin başlangıcıdır. Bundan tam 91 yıl önce Samsun’da 19 Mayıs günü Ata’mızın ve ona inanan silah arkadaşlarının başlattığı ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, erkek, kadın, yaşlı, genç, çoluk-çocuk hep birlikte kazanılan Kurtuluş Savaşı sonunda; çağdaş, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Fedakârlıklarla kurulan bu Cumhuriyeti Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, onu en iyi şekilde savunacağına ve koruyacağına inandığı Türk Gençliği’ne emanet etti ve gençliğe olan güvenini de her fırsatta dile getirdi. 19 Mayıs, 1938 yılından bu yana her yıl “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak yurdun her yanında spor gösterileri ve törenlerle kutlanmaktadır. Atatürk’ün bir söyleşisi sırasında: "Ben 19 Mayıs'ta doğdum" demesi sebebiyle de 1981 yılında "Atatürk'ü Anma Günü" de eklenmiştir. Her yıl coşkuyla kutladığımız bu ulusal bayramımız vesilesiyle Ata’mıza, silah arkadaşlarına, hayatlarını hiçe sayarak bu vatan uğruna savaşan askerlerimize ve vatan savunmasına katkıda bulunan fedakâr Türk ulusuna şükranlarımızı bir kez daha sunuyoruz. İyi Ki Varsın Anne… Anne… Sımsıcak, içimizi ısıtan ve kendimizi güvende hissettiren bir sözcük. Bu mütevazı, dört harften oluşan küçücük sözcüğün aslında ne derin anlamları var hayatımızın her köşesinde. Annelerimiz; yanında rol yapmadan kendimiz gibi olabileceğimiz belki de tek insan. İçimizi dışımızı bilen, yürüyüşümüzden, duruşumuzdan daha konuşmadan günümüzün nasıl geçtiğini anlayan, nazımızı çeken, sevincini paylaşıp, üzüntüsünü içinde yaşayan, karşılık kolejliler NİSAN2010 beklemeden bizi biz olduğumuz için seven sığınılacak limanlarımız onlar. Fakat bizler büyüyüp, kendi ayaklarımız üstünde durmaya başlayınca, bir de evlenip, çoluk çocuğa karışınca onları biraz ihmal ediyoruz ne yazık ki. Onların bizleri ne çok sevdiğini bildiğimizden ve her hatamızı mazur göreceğinden emin olduğumuzdan mıdır? nedir onlara yeterli vakit ayırmıyoruz. Oysaki doğduğumuz andan itibaren her başımız sıkıştığında yardıma çağırdığımız annelerimiz, yaşları ilerledikçe bizim sevgimize ve ilgimize daha çok ihtiyaç duyuyor. Mayıs ayının ikinci pazarı kutlanacak Anneler Günü vesilesiyle onları ne kadar çok sevdiğimizi bir kez daha gösterelim. Telefonla arayarak değil, evlerine giderek, onlara sarılarak ve gözlerinin içine bakarak onları ne kadar çok sevdiğimiz söyleyelim. Artık aramızda olmayan ya da bizden çok uzakta yaşayan annelerimiz içinse bir arkadaşımızın annesini ya da huzur evlerinde çocuklarının ziyaretini dört gözle bekleyen büyüklerimizi ziyaret edebiliriz. Fedakâr annelerimiz iyi ki varsınız, Anneler Gününüz kutlu olsun! bizim dünyamız 17 Radyo TED’den Sesleniyoruz En büyük hedefimiz bir frekans alabilmek. Şu anki koşullarda bunun olamayacağını biliyoruz. Bu bir ilk adım, biz devam edeceğinden eminiz. TED Ankara Koleji öğrencileri Tunç Siper ve Batuhan Çağatay başta olmak üzere, 20 öğrencinin katkıda bulunduğu bir oluşum Radyo TED. Şu an için kampüste Kolej Sokağı’na seslerini duyuran gençlerin en büyük amacı ileride bir frekans alıp, oradan dinleyicilere ulaşmak. Tunç ve Batuhan Radyo TED’in devam etmesi için herkesten destek beklediklerini belirtiyorlar. Radyo TED nasıl kuruldu? B.C.: Aslında gerçekten çok basit bir soru üzerine kuruldu; “Neden olmasın?” ODTÜ’nün radyo derslerine katılmıştım. Ardından okulumuzda da bir radyonun olabileceği fikrini arkadaşlarımla paylaştım, daha sonra da okul yönetimiyle konuştuk. Radyonun oluşumu bu şekilde ilerledi. Radyoda kimler görev alıyor? Hangi saatlerde yayın yapılıyor? B.C.: İlk başta 5-6 kişilik çekirdek bir grup oluşturduk. Daha sonra kadrolaşmak için radyoya Dj alımı yapmaya karar verdik. Bunu için Kolej Sokağı’nda stant kurduk, anket yaptık ve Dj’lerin müzik bilgilerini ölçmek için bir müzik quiz’i yaptık. Şu an radyoda 20 arkadaş görev yapıyoruz. Okulda olduğumuz için sürekli yayın yapabilecek bir durumda değiliz. Ne zaman yayın yapabilirdik? Teneffüslerde. Böylece günü ikiye böldük; öğleden önceki teneffüslerde bir Dj, öğleden sonrakilerde bir Dj yayın yapıyor. T.S.: Yayın saatlerini çoğaltmak için bir arkadaşımız yayın yaparken diğerinin de başka bir günün yayını kaydetmesini sağlayacak bir sistem üzerinde çalışıyoruz. Yakında o sistemi devreye sokacağız, fakat ondan önce yayın kaydetmek için gerekli olan ekipmanlara ihtiyacımız var. Radyonuzun yayın programında neler var? Bugüne kadar yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? B.C.: Müzik yayınında herkesi mutlu etmek zor çünkü herkesin farklı müzik zevki var. Bunun için bir anket düzenledik ve oradan çıkan sonuçlara göre herkesi memnun edecek bir yayın akışı oluşturduk ve isteyenlerin dinlemesi için de Kolej Sokağı’ndan yayın yapmaya devam ettik. TED Radyo olarak kısa sürede güzel organizasyonlar yaptığımıza inanıyoruz. Okulumuza gelen ünlülerle söyleşiler yapılıyor. Karaoke günü yaptık, çok keyifli geçti. Sevgililer Günü’nde aşk şarkıları çaldık. Spor Kulübü’nün A takımları geldi, onlarla söyleşiler yaptık. Öğrenci arkadaşlarımızın doğum günlerini kutlamaya çalışıyoruz. Kendimize yüklediğimiz bir misyon var. Okulun diğer kulüpleri, gazetesi, öğrencileri ve spor kulübü arasında köprü olmaya çalışıyoruz. Öğrencilerin ve okul yönetiminin ilgisi nasıl? B.C.: Öğrencilerin ilgisi her geçen gün artıyor. Facebook’ta grup açtık, şu an 600’den fazla takipçimiz var. Radyomuzda neler dinlemek istediklerini soruyoruz. Onlar da yazıyorlar. Yayın çizgisi doğrultusunda onların isteklerini de programa alıyoruz. Okul yönetimi çok destek oldu. Radyonun başlangıcında 0’dık diyebiliriz, şu an bilgisayardan yayın yapıyoruz. T.S.: Biz bu işe başlarken zaten okul yönetiminin desteğini arkamıza almıştık. Radyo grubunda okul öğrenci divanından bir arkadaşımız da yer almakta. Kısacası radyomuz, her aşamasında okul yönetimini bilgilendirerek ve onların desteğini arkasında hissederek ilerliyor. Bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz? B.C.: En büyük hedefimiz bir frekans alabilmek. Şu anki koşullarda bunun olamayacağını biliyoruz. Bu bir ilk adım, biz devam edeceğinden eminiz. Üniversite olduktan sonra radyo açılır ama Radyo TED’in tepeden düşmesini istemiyoruz. Bizim şu an için asıl yapmak istediğimiz şey radyonun dinleyici alt yapısını oluşturmak. Şöyle düşündük; Kolej’de 12.000 öğrenci arkadaşımız var. Bu 12.000 kişi radyo literatüründe A-B dinleyici olarak geçiyor. Böyle bir potansiyeli kullanmamak yazık olur. Radyomuzu önce internete sonra da frekanslı yayına taşımak istiyoruz. Radyonun size kattıkları nelerdir? Son olarak TED Ankara Koleji’nde öğrenci olmak nasıl bir duygu? B.C.: Radyonun okul yönetimiyle ilişkiler de bilgilenme de, sosyalleşme açısından çok fazla şey kattığını düşünüyorum. TED Ankara Koleji’nde öğrenci olmak ise kesinlikle paha biçilemez bir şey. Başka bir okulda olsaydık belki radyo kurabilecek imkânlarda olamayacaktık. Okulumuz her şeyiyle bir aile. T.S.: TED Ankara Kolejli olmak bir ayrıcalıktır. Radyomuzun kurucularından biri de TED Ankara Koleji yönetimidir diyebiliriz bir anlamda. Kendimi bu ailenin bir ferdi olduğum için çok şanslı hissediyorum. NİSAN2010 kolejliler bizim dünyamız 18 Nice 100. Sayılara… Her yeni sayısı titizlik ve büyük bir keyifle hazırlanan TED Ankara Koleji mezunları ve sevenlerinin buluşma noktalarından biri olan Kolejliler Dergisi’nin 100. Sayısı özel bir geceyle kutlandı. 10 Aralık günü Torch’ta düzenlenen kokteyl, yıllar boyunca dergiye emek veren herkesi bir araya getirdi. Başkan Bülent Bağdatlı ve Kolejliler Dergisi Yayın Kurulu Başkanı Şenol Sarısoy’un birer konuşma yaptığı geceyi TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Sosyal ve Kültürel Etkinlikler Çalışma Grubu Başkanı Levent Özel sundu. Gecede ayrıca derginin önceki sayılarından itibaren emeği geçenlere ve Dernek eski yönetim kurulu başkanlarına plaketleri verildi. Kokteyl keyifli anlara sahne olurken, tüm Kolejliler, bu özel gece vesilesiyle bir arada olmanın mutluluğunu yaşadı. kolejliler NİSAN2010 bizim dünyamız 19 NİSAN2010 kolejliler bizim dünyamız 20 Olağan Genel Kurulumuzu Gerçekleştirdik TED Ankara Koleji Mezunları Derneği 2009 yılı Olağan Genel Kurulu, 21 Şubat 2010 Pazar günü TED Ankara Koleji Vakfı Lise Kısmı Konferans Salonu’nda (Kurtuluş Kampusu) gerçekleştirildi. İstiklal Marşı’nın okunması ve saygı duruşunun ardından TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Genel Başkanı Bülent Bağdatlı açılış konuşmasını yaptı. Genel Sekreter Kutluhan Olcay’ın faaliyet raporunu okumasının ardından tüzük değişiklikleri ve personel yönetmeliği kabul edildi. Gün sonunda ise Disiplin Kurulu asıl ve yedek üyeleri seçimi yapıldı. Disiplin Kurulu Asıl Üyeleri 1- Ergun ALKAN 2- Celal GÖLE 3- Uğur TOLA 4- Zehra ODYAKMAZ 5- M. HAKAN ÇINAR Disiplin Kurulu Yedek Üyeleri 1- Refia PALABIYIKOĞLU 2- Mustafa ÜNSAY 3- Atilla BAYINDIR Mezunlar Orkestrası Yine Muhteşemdi Şef Ahmet Ünlü yönetiminde çalışmalarını sürdüren Mezunlar Orkestrası kendilerini dinleyenleri büyülemeye devam ediyor. Son olarak 11 Ocak 2010 tarihinde MEB Şura Salonu’nda konser veren orkestra yine muhteşem kolejliler NİSAN2010 bir repartuvar ile müzikseverlerin karşısına çıktı. Her geçen gün daha da profesyonelleşen ve bir sonraki konserleri dört gözle beklenen orkestra dinleyicilerden yine tam not aldı. bizim dünyamız 21 Ata’yı Ziyaret TED Ankara Koleji Mezunları Derneği’nin kuruluşunun 42. yılı vesilesiyle Anıtkabir’e bir ziyarette bulunuldu. Atatürk’ün temellerini attığı bir okulun mezunları olarak, her sene olduğu gibi bu yıl da Dernek üyeleri, minnet ve şükranlarını sunmak üzere Anıtkabir’deydi. Dernek Başkanı Bülent Bağdatlı, Anıtkabir Hatıra Defteri’ne tüm mezunlar adına bir yazı yazdı. 11 Ocak 2010 tarihinde gerçekleştirilen ziyarette katılımcılar hep birlikte mozoleye çelenk bırakarak, Ata’nın huzurundan ayrıldı. TED Mezunları Federasyonu Kuruluyor Kuruluş amacı, TED bilinci ve aidiyet duygusunu güçlendirmek, mezun dernekleri arasında dayanışma, paylaşım ve ulusal çapta TED’in bilinirliğini artırmak olan, TED Mezunları Federasyonu’nun hedef kitlesi mevcut dernekler ve kurulacak olan mezun dernekleridir. Yurt içinde bulunan 22 TED okulu arasında 7 adet, toplamda ise 10 adet mezun derneği bulunmaktadır. Derneklerin mezun sayıları 40.000’in üzerindedir ancak, yeni üye ve daha iyi finansal yapı ihtiyacı bulunmaktadır. Bu dernekler; TED Karabük, TED Kayseri, TED Batman, TED Aliağa, TED İstanbul, TED Zonguldak, İstanbul Ankara Kolejliler, İzmir Ankara Kolejliler, Antalya Ankara Kolejliler ve TED Ankara Koleji Mezunları Derneği’dir. TED Mezunları Federasyonu’nun hedefi; Derneklerin irtibata geçebilmesi, bilgi paylaşımında bulunabilinmesi, mezun derneği bulunmayan okullarda mezun derneklerinin kurulmasının sağlanması, mevcut dernek üyelerinin desteğini alarak derneklerin finansal gelirlerinin artırılması ve bu doğrultuda etkili tanıtım kampanyalarının yapılması, tüm mezunların irtibat bilgileri ile TED Mezun Veri Tabanı’nın (TEVET) oluşturulmasını sağlayarak, TED’in tanınırlığının artırılmasıdır. TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Genel Kurulu’nda federasyon kurulmasına dair madde onaylanarak tüzüğe eklenmiş ve Yönetim Kurulu yetki almıştır. Diğer derneklerde TMF ile ilgili çalışmalar hızla devam etmektedir. Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Tanıtıldı TED Ankara Koleji Mezunları Derneği’nin katkıları ile 5 Mart 2010 tarihinde Lise Kısmı Konferans Salonu’nda Ulusal Ajans’tan Halkla İlişkiler Uzmanı Neslihan Sağlam, Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programlarını tanıttı. Avrupa Komisyonu tarafından gençler için uygulamaya konmuş bir program olan ve ülkemizde DPT AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı’na bağlı Ulusal Ajans tarafından idare edilen “Gençlik Programı”na yapılan başvurular arasından kabul edilen projelere hibe sağlandığını belirten Neslihan Sağlam, öğrencilerimize proje başvurularının nasıl yapılacağını anlattı. Ulusal Ajans ve proje başvuruları için detaylı bilgiye www.ua.gov.tr adresinden ulaşılabilir. NİSAN2010 kolejliler bizim dünyamız 22 Heyecanlı Bir Bowling Turnuvasının Ardından TED Ankara Koleji Mezunları Derneği’nin 20 Şubat 2010 Cumartesi günü düzenlediği Bowling Turnuvası geniş katılımla eğlenceli dakikalara sahne oldu. Turnuva sonunda kazanan ilk üç takıma kupaları, en yüksek skorlu bay ve bayan oyunculara ise madalyaları verildi. Pınar Turunçoğlu’nun En Yüksek Skorlu Bayan Oyuncu, Serhat İpek’in En Yüksek Skorlu Bay Oyuncu seçildiği turnuvada ilk üçe giren takımların oyuncuları: 1. Takım 2. Takım 3. Takım Serhat İpek Kutluhan Olcay Mehmet Başaran Güven Gündüz Ahmet Tanyeloğlu Toğkan Edik Pınar Turunçoğlu Ceyda Edik Arda Özer Öykü Yalçın Mert Sevin Nurçin Sevin Emekli Öğretmen Güler İnceoğlu’na Meslek Hizmet Ödülü TED Ankara Koleji Mezunları Derneği, bu yılki Öğretmenler Günü’nü Ankara Tandoğan Rotary Kulübü ile beraber 24 Kasım 2009 tarihinde gerçekleştirdikleri bir toplantı ile kutladı. Tandoğan Rotary Kulübü Yönetim Kurulu bu yıl eğitim alanında verilen Meslek Hizmet Ödülü’nü okulumuz emekli öğretmenlerinden Güler İnceoğlu’na vermeyi kararlaştırdı. Kulüp Başkanı Can Çığırgan açılış konuşmasında Rotaryenler olarak eğitime verdikleri önemi vurguladı aynı zamanda bir sivil toplum kuruluşu olan her iki derneğin bir araya gelmesinden onur ve mutluluk duyduğunu belirtti. Ortaklaşa yapılabilecek pek çok projede TED Ankara Koleji Mezunları Derneği ile hareket etmek istediklerini de sözlerine ekledi. Çığırgan ayrıca Atatürk’ün izlediği yolda, ona yakışan mezunlar yetiştiren öğretmenlerimizden birisinin Tandoğan Rotary Kulübü’nden ödül almasının da kendisini çok onurlandırdığını ifade etti. TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Başkanı, yönetim kurulu üyeleri ve eşlerinin katıldığı gecede Başkan Bülent Bağdatlı yaptığı konuşmada eğitimin ve eğitimde kalitenin önemine değindi ve okulumuz emekli öğretmenlerinden Güler İnceoğlu’nun bu ödülle onurlandırılmasının tüm TED camiası için hayırlı olmasını dileyerek, eğitimle ilgili projelerin üzerinde önemle durulmasından duyduğu memnuniyeti ifade etti. Meslek hizmeti ödülünü her iki başkan ve eşlerinin ortaklaşa olarak takdim ettiği emekli öğretmenimiz Güler kolejliler NİSAN2010 İnceoğlu ise yaptığı duygusal teşekkür konuşmasıyla tüm dinleyenleri tekrar öğrencilik yıllarına götürdü. İnceoğlu konuşmasında meslek hayatı ile ilgili deneyimlerini aktarırken duygu dolu mesajlar da verdi. Toplantının hoş sürprizlerinden birisi de Güler Hoca’nın mezun ettiği ilk ve son öğrencilerinden ikisinin konuk olarak kendisini dinlemesiydi. Meslek Hizmet Ödülü Nedir? Rotary Meslek Hizmet Ödülü; mesleğinde başarılı olmuş, bunu yaparken de meslek etiğini ve meslek onurunu her zaman ön planda tutmuş olan iş ve meslek sahiplerine verilen bir ödüldür. Tandoğan Rotary Kulübü’nün 2009-2010 Yılı Hizmetlerinden Bazıları: • Sağlığa yönelik Toplum Hizmetleri: Geleneksel Çocuk Festivali düzenleyerek geliri ile Kars Devlet Hastanesi’ne kuvöz hibe edilmesi, Mamak’taki proje okulunda diş sağlığı taraması, erken tanı konusunda seminerler, sağlıklı su temini projeleri. • Gençlere Yönelik Hizmetler: Liderlik seminerleri düzenlemek, eğitim bursları vermek, uluslararası yaz kampları düzenleyerek ülke tanıtımına katkıda bulunmak. • Eğitime Yönelik Hizmetler: Kolay okuma yazma kursları (KOYE) açarak, okur-yazar sayısının artmasına katkıda bulunmak, meslek edindirme kursları açmak. bizim dünyamız 23 En İyi Öykü Ödülü Suzan Bilgen Özgün’ün Jürisini Ayla Kutlu, Feyza Hepçilingirler ve Cemil Kavukçu gibi usta kalemlerin oluşturduğu “2009 Özgür Pencere Kadın Öyküleri Yarışması”nda, jüri üyelerinin yaptığı değerlendirme sonucunda “Kırmızı Balık” adlı eseriyle Suzan Bilgen Özgün birincilik ödülüne layık görüldü. Ödülü ilerleyen tarihlerde yapılacak büyük bir organizasyonla kendisine takdim edilecek olan Kolejliler Dergisi’nin eski yayın kurulu başkanı ve 81 mezunumuz Özgün’ü kutluyor ve başarılarının devamını diliyoruz. Serdar Bilecen Kampüsteydi TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Sosyal Etkinlik Çalışma Grubu tarafından İncek Kampüsü’nde düzenli olarak gerçekleştirilen “Söyleşi Günleri”ne 8 Ocak 2010 tarihinde Serdar Bilecen’83 konuk oldu. Sahibi olduğu danışmanlık ve eğitim şirketinde satış, iletişim, yaratıcılık, beden dili ve teknikleri konularında eğitimler veren Serdar Bilecen hayata dair öğütleri “Birinin Hikayesi” adlı kendi hayatından kesitlerle süslediği etkili ve keyifli bir sunumla öğrencilere aktardı. Sadece öğrencileri değil, salonda bulunan herkesi etkilemeyi başaran Bilecen, Kolej’deki öğrencilik yıllarıyla ilgili anılara da yer verilen sunumu ve konuşması bittiğinde ayakta alkışlandı. Kartalkaya’da Kar Keyfi 14 Şubat 2010 Pazar günü günübirlik olarak gerçekleştirilen Kartalkaya Turu’na Kolejlilerin ilgisi büyük oldu. Yoğun katılımla ve keyifli geçen turda katılımcılar gün boyu kayak yapmanın tadını çıkardı… NİSAN2010 kolejliler bizim dünyamız 24 Kolejliler Veda’yı İzledi Optimum Sinemaları’nın Geleneksel Kırmızı Halı Özel Gösterimleri’nde, 25 Şubat 2010 Perşembe günü Zülfü Livaneli’nin yönetmenliğini yaptığı Veda filmini vizyona girmeden bir gün önce mezunlarımız ve dostlarıyla beraber izledik. Ata’mızın hayat hikâyesinin, çocukluk arkadaşı ve yaveri Salih Bozok'un gözünden anlatıldığı "Veda" adlı film Kolejlilerden tam not aldı. 79’lular Yeni Yıla Birlikte Girdi 79 mezunları Niki Restoran’da yaptıkları yeni yıl kutlamasıyla 2010'da da birlik ve beraberlik içinde olacaklarının mesajını verdiler. Diğer şehirlerden ve yurt dışından katılımlarla birlikte 50'nin üzerinde 79'lu, TED Ankara Koleji 80 mezunu Mehmet Köse'nin sahibi olduğu Niki Restoran’ı doldurdu. 2003 yılında, 24 sene gecikmeli olarak yapılan diploma töreninden bu yana dönem arkadaşlarının çoğuna ulaşan ve her ayın üçüncü perşembesi Torch'ta buluşan 79'lular, 26 Aralık günü unutulmayacak bir gece geçirdiler. Ayşen Yılmazer’79 80 Grads Year Party Neva Palas’ı Salladı Kolej’in uslanmaz mezun gruplarından biri olan 80 Mezunları, 2009‘u yine çok keyifli bir şekilde uğurladı. 19 Aralık 2009 gecesi, Neva Palas’ın ev sahipliği yaptığı partiye yine aynı dönemden mezun olan DJ’ler Murat Gül ve Berkand Deva, çaldıkları birbirinden keyifli parçalar ile renk kattılar. Gece boyunca, Ankara ve İstanbul’dan gelen katılımcılar neredeyse hiç oturmamacasına dans edip hem kurtlarını döktüler hem de birbirleri ile hasret giderdiler. Gecenin ilerleyen saatlerinde başka bir davetten çıkan ve Sunullah Başkan eşliğinde partiye katılan 80-81 mezunlarından oluşan neşeli grup, eğlencenin tavana vurmasına yol açtı... Tiyatro sanatçısı, 80 mezunu Murat Atak’ın yaptığı anonslar ve spontane olarak sergilediği “sıra gecesi” gecenin unutulmaz anılarından biri olarak zihinlerde yer etti... kolejliler NİSAN2010 Gecenin sonunda mezunlarımız en kısa zamanda tekrar kavuşmak sözü ile yorgun ama mutlu bir şekilde evlerine döndüler. Murat Gül’80 bizim dünyamız 25 81’liler Gecesi ve Kolejimize Özlem... Kolej’in İncek Kampüsü’nde 2003 yılında gecikmiş bir kep giyme töreninde biraraya gelen 81’liler olarak birbirimizi ne kadar özlediğimizi fark ettik ve törenin ardından arkadaşımız Canan Demirdamar’ın düzenlediği “81’liler Buluşuyor” organizasyonu ile başlayan ufak ufak toplanmalar geleneksel yıllık toplantılarımızın önünü açtı. Her yıl, yılbaşı öncesi, ön yılbaşı balosu gibi 81’liler gecelerimizi kutlamaya başladık. Bu yılki “ 7.Geleneksel 81’liler Gecesi” buluşmamız da çok renkli geçti. 12 Aralık 2009 Cumartesi akşamı RV Restaurant’ta Ankara ve Ankara dışından sadece bu gece için gelenlerle birlikte tam 120 kişi bir araya geldik. Herkes, her daim olan gençlikleri ve şıklıkları ile göz kamaştırıyordu. Gözlere baktığımızda ise hâlâ o ışıltı duruyor, sanki hiç ara vermemişiz gibi! Sahi hâlâ o yıllarda mıydık? Değilsek bile biz bunun o anda pek farkına varamıyorduk. Hepimiz Kolej yıllarına dönmüştük bile. Geleneksel gecele- 82’liler Torch’ta Buluştu rimize ilk defa katılanlar ile bu yıl en fazla katılıma ulaştık. Bu da gösteriyor ki yıllar geçtikçe Kolejimize duyduğumuz özlem, o günlerin nostaljisi artıyor içimizde Ne o? Işıklar sönüyor! Ve Geleneksel 81’liler gecemizin pastası geliyor! Herkes mutlu, herkes gülüyor, ”Her ay toplanalım birbirimize doyamadık” diyenler, kucaklaşmalar… Ankara dışından gelen sevgili dostlarımızı sevgi ile uğurluyoruz, ama söz veriyorlar Ankara’da ki yıl içi yapacağımız buluşmalarımıza toplantılarımıza katılacaklar, bizler de İstanbul’da onların ayarlayacağı sürpriz tura katılacağız. Pastamızı, “81’liler” pastamızı yiyerek tatlı tatlı geceyi noktalıyoruz. Keşke gecemiz bu kadar çabuk bitmeseydi, sohbete, eğlenceye en önemlisi beraber olmaya hiç doyamıyoruz. Kolejimiz, Kolejlilik ruhumuz sönmeden her daim içimizde… Dr. Meltem Özen’81 Geleneksel 82 Mezunları gecesi Torch'ta 21 Kasım 2009 tarihinde gerçekleşti. 82 mezunları bir kez daha bir araya gelmenin mutluluğuyla doyasıya eğlendiler. 100’e yakın mezunun katıldığı gece keyifli anlara sahne oldu. Erdoğan Dedeoğlu’82 NİSAN2010 kolejliler bizim dünyamız Derneğimiz 2010 yılı aidatı 100 TL’dir 26 TED ANKARA KOLEJİ MEZUNLARI DERNEĞİ ÜYELİK ÖDENTİ TALİMATI Aşağıda işaretlemiş olduğum ödemelerin, aksine talimat vermediğim sürece belirtmiş olduğum kredi kartı hesabımdan Derneğimiz hesabına alacak kaydedilmesini rica ederim. Üye No : …………………………………………………………………… Adı Soyadı : …………………………………………………………………… Yazışma Adresi : …………………………………………………………………… Tel: …………………………………………… Faks:…………………………… GSM:……………………..................E E-posta: ………………………………………… Aşağıda belirtilen bankaların kredi kartlarına taksit yapılmaktadır. Maximum Bonus World Wings-Axess Cardfinans T. İş Bankası – T.C.Ziraat Bankası- ING Bank Garanti Bankası – ING Bank – Şekerbank – TEB – Denizbank Yapı Kredi Bankası – Vakıfbank – Fortis – Anadolu Bank Akbank Finansbank Banka Adı: …………………………………………………………………… Kredi Kartı Bilgileri: Son Kullanma Tarihi ve Güvenlik Kodu: ve (Güvenlik kodu kredi kartınızın arkasında yer alan rakamın son 3 hanesi) Geçmiş Yıllara ait birikmiş ödenti borcumu (………………….TL) Bir defada tahsil edilmesini istiyorum. 10 eşit taksitte ödemek istiyorum. 2010 yılı ödentimi (………………….TL) Bir defada tahsil edilmesini istiyorum. 5 eşit taksitte ödemek istiyorum. Ödentilerimi; Her yılın Mart ayında Peşin olarak ödemek istiyorum Her yıl 5 eşit taksitte ödemek istiyorum. Tarih: İmza: Ödemelerinizi aşağıdaki banka hesap numaralarımıza yatırmanız veya havale etmeniz de mümkündür. T. İş Bankası Ankara Finansbank Ankara Garanti Bankası Ankara Yapı Kredi BankasıAnkara Akbank Ankara Akay Şb. G.O.P. Şb. Kızılay Şb. Akay Şb. Bakanlıklar Şb. 4201 - 360 953 1915888 82 – 6296404 69948367 0083032-3 IBAN: TR05 0006 4000 0014 2010 3609 53 IBAN: TR96 0011 1000 0000 0001 9158 88 IBAN: TR26 0006 2000 0820 0006 2964 04 IBAN: TR26 0006 7010 0000 0069 9483 67 IBAN: TR57 0004 6001 5388 8000 0830 32 Nakit ödemelerinizi Dernek Merkezine yapabilirsiniz. TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Kızılırmak Cad. No:8 Kat:2 Kavaklıdere 06640 Ankara Tel: 444 0 958 Fax: 0(312) 4187441 www.kolej.org - [email protected] kolejliler NİSAN2010 bizim dünyamız 27 Dünyanın Her Yerinden Kolejliler İle Buluşuyoruz! Bildiğiniz gibi, TED Ankara Koleji Mezunları Derneği olarak ana misyonlarımızdan biri okulumuz mezunlarını ve üyelerini farklı platformlarda buluşturmak... İşte bu misyon üzerinden mezunlarımız arasında iletişimi artırmak, mevcut ilişkileri güçlendirmek ve mezunlarımızın iletişimini sürekli kılmak üzere kurumsal “TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Sosyal Ağı”nı hayata geçiyoruz. Sürdürülebilir iletişim ağı oluşturarak üyelerimizin kaynaşma ve birlikteliğini sağlamak, günümüz trend ve teknolojilerine uygun bir iletişim platformu oluşturmak adına çözüm ortağı olarak XING gibi dünyanın önde gelen ve Avrupa’nın 1 numaralı iş ağı ile bir araya gelerek sizin için kurumsal TED Ankara Koleji Mezunları Derneği sosyal ağını oluşturduk. TED Ankara Koleji Mezunları Derneği&XING iş birliği ile sadece mezunlarımıza özel kurduğumuz bu iletişim platformu ile siz mezunlarımız hem Kolejliler ile iletişiminizi güçlendirecek, sürekli hale getirebilecek, derneğimizden haberleri çok daha düzenli alabilecek hem de XING’te yer alan 8 milyondan fazla iş profesyoneli ile tanışma, yeni iş ve proje geliştirme fırsatı yakalayabileceksiniz. TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Sosyal Ağı İle İlgili Tüm Merak Ettikleriniz • Bu ağa neden katılmalıyım? o Hedefimiz kariyer gelişimi odaklı bir iletişim platformu oluştururken, üyelerimizin arasındaki sosyal iletişim ve paylaşımları da artırabilmek. o Mezunlarımız gerek yönetici gerekse girişimci olarak iş dünyasında önemli yerlerde bulunmakta. Yeni mezunlarımız ile tecrübeli mezunlarımızı profesyonel hayatta bir araya getirecek bir buluşma noktası olacak, konusunda uzman olan kişilere hızlı erişim imkânı sunacak ve genç üyelerimizin iş ve kariyer gelişimlerini sağlayacak. o Uluslararası platformda, dünyanın farklı yerlerinde yaşayan ve çalışan mezunlarımız birbirleriyle kolayca iletişime geçebilecek, bu da hem sosyal paylaşım hem de iş geliştirme anlamında ortam oluşmasını sağlayacak. • Peki, bu ağda olmak bana neler kazandırır? Uzman olduğunuz konularda etkin şekilde görüş bildirebilir, bir ihtiyaç olması durumunda referans kişilerce hiç ummadığınız yerlerden iş görüşmelerine çağrılabilir, işiniz için yeni proje ve iş olanakları yaratabilirsiniz. Sektörünüzle ilgili sorularınıza, profesyoneller tarafından kısa zamanda yanıt alabilirsiniz. Grubumuzun moderatörlerinin zaman zaman sorduğu sorulara yanıt vererek, çeşitli etkinliklere davetiye veya indirim kazanabilirsiniz. •Bu ağın kariyerime de bir katkısı olabilir mi? Günümüz dünyasında insan kaynakları uzmanları işe alım süreçlerinde sosyal ağları da dikkate almaya başladılar. Binlerce insan kaynakları uzmanı, danışmanlık şirketlerindeki danışmanlar, Google üzerinden araştırma yapıp, adayların kariyer profillerine ulaşabiliyor. Bir CV’den çok ötesini paylaşabileceğiniz bu ağlarda yer almak kariyeriniz için oldukça önemli. Google'da isminizi yazıp arattığınızda, eğer sadece Facebook profilinize ulaşılıyorsa, kariyer odaklı bir profiliniz, “dijital kartvizitiniz” yok demektir. Siz de, bu ağ sayesinde, profilinizi güncel tuttuğunuz, yaptığınız projeyi, değiştirdiğiniz işi, gittiğiniz eğitimi güncellediğiniz takdirde, kariyer dünyasında daha görünür olacaksınız. • Bu ağ sayesinde iş bulabilir miyim? Xing, bir sosyal ağ. Bu yüzden Kariyer.net, Yenibiris.com, Monster.com.tr tarzı iş bulma siteleri gibi hizmet vermiyor! Profilinizdeki etiketler sayesinde iş sizi buluyor, eşleştirme yapıyor, insan kaynakları uzmanlarının iş profilinizdeki ''Sunduklarınız'' ve ''Aradıklarınız'' sayesinde, sizi daha iyi tanımasına yardımcı oluyor. Yaratacağınız bu doğru profil IK uzmanlarının size ulaşmasını sağlayabilir, ya da doğrudan iş ilanlarına başvurarabilirsiniz. • Nasıl Üye Olurum? Üyelik çok kolay ve ücretsiz! İlk adım; www.xing.com sitesinde oluşturacağınız bir profil... Bu profili yaratırken eğitim, iş deneyimi gibi alanları dikkatlice doldurarak öz geçmişinizin kısa bir özetini, İngilizce ve/veya Türkçe olarak kısa zamanda oluşturabilir, sizi kurumsal hayatta temsil edecek nitelikte profesyonel görümlü bir fotoğrafınızı ekleyebilirsiniz. Fotoğraf, iş odaklı sosyal platformlarda yüzünüzü tanıtmak için çok önemli, mutlaka eklemenizi öneririz. İkinci adım; “Gruplar” bölümünden "TED Ankara Koleji Mezunları Derneği" diye aratarak veya grubun adresini yazarak http://www.xing.com/net/tedankarakolejimezunlaridern gruba üye olabilirsiniz. Tabii gruba üye olmanın en önemli koşulu dernek üyesi olmak… XING nedir? Bir kariyer profili üzerinden üyelerine yeni işler, bağlantılar, proje fırsatları bulmalarına imkân tanıyan, 8 milyondan fazla üyesiyle gerçek bir iletişim ve networking ortamı yaratan XING, dünyanın önde gelen networking platformlarından biri... Bugün 8 milyonu aşkın üyesi bulunan ve 200’den fazla ülkede, Türkçenin de aralarında yer aldığı 16 dilde yayın yapan XING, Avrupa’nın lider sosyal iş ağı... XING okulumuzdan, üniversitenizden, sektörünüzden ve Türkiye’den yüz binlerce bağlantı ile tanışma, yeni iş ve proje geliştirme fırsatları yaratmasının yanı sıra tüm dünyadan milyonlarca insan ile iş geliştirmek, yurtdışında iş bulmak için ortam yaratıyor. Sadece iş odaklı bir sosyal paylaşım sitesi olan XING, iş arayan profesyonele, kişisel markasını güçlendirmek isteyenlere, işini geliştirmek isteyen patrona, kendi alanındaki önemli profesyonellerle iletişime geçmek isteyenlere ve eleman arayan insan kaynakları uzmanlarına önemli bir platform hizmeti sunuyor. Dünyada borsaya giren ilk ve tek Web 2.0 kuruluşu olan XING, merkezi Avrupa Birliği içinde faaliyet gösteren bir ülkede olduğundan üyelerinin veri gizliliğine de çok önem veriyor. Ayrıca XING , “XING Marka Elçileri” programı ile resmi XING etkinlikleri, XING moderatörleri tarafından düzenlenen yerel etkinliklerle üyelerine yüzyüze tanışma olanağı da yaratarak “online networking” kavramı bir adım öte taşıyor. TED Ankara Koleji Mezunları Derneği bu yeni oluşumla yine üyelerini bir araya getirerek Kolej ruhunu devam ettiriyor. Size networking imkânlarını sınırsız bir şekilde kullanma olanağı yaratacak Xing Premium Üyeliği’ni de size sunmaktan gurur duyuyor ve bu platformdan birçok başarı hikâyesinin çıkacağına inanıyoruz. bizim dünyamız 28 Dergimizin Fikir Babası Arpat’ı Anıyoruz... TED Ankara Koleji Mezunları Derneği eski başkanı ve Kolejliler Dergisi’nin fikir babası Erdal Arpat’ı ölümünün 3. yılında saygı ve özlemle anıyoruz. Derneğimizde 1964-66 yılları arasında Genel Sekreterlik ve 1981–1989 yılları arasında Genel Başkanlık yapan Arpat, kişiliği ve çalışmalarıyla ile her zaman birlikte çalıştığı kişilere örnek olmuştur. Dergimiz Kolejliler’in bugünkü duruma gelmesinde fikir babası olarak Arpat’ın büyük katkıları mevcuttur. Arpat, Dernek bünyesinde böyle bir derginin çıkarılması düşüncesini ilk defa paylaşmış, hatta ilk sayının oluşmasını bizzat kendi üstlenmiştir. Bu ilk sayı Arpat’ın kendi evinde gazete kupürlerinden elle dizilerek oluşturulmuş ve basıma hazırlanmıştır. Şu an 101. sayısını çıkarmakta olduğumuz dergimizin yaratıcısı Arpat’ı, bir kez daha saygıyla anıyoruz. Erdal Arpat, 03.07.1944 tarihinde Ankara’da doğdu. 1962 yılında TED Ankara Koleji’nden mezun oldu. Lisans öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra 1969 yılında evlendi ve yüksek lisans yapmak üzere Amerika’ya gitti. 1971 yılında Pepperdine Üniversitesi’nden MBA derecesini aldı. Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli devlet kurumlarında çalıştı ve son olarak Kalkınma Bankası’nda İştirakler Müdürü olarak görev aldı. 1984 yılında özel sektöre adım attı. Sanayi ve turizm sektöründe yer alan önemli firmalarda genel müdür yardımcılığı ve genel müdürlük yaptı. Bu dönemde, Bilkent ve Hacettepe Üniversitelerinde yarı zamanlı olarak Turizm Bölümlerinde öğretim görevlisi olarak da çalıştı. TED Ankara Koleji Mezunları Derneği kolejliler NİSAN2010 !NADOLUØ3IGORTA´DANØKASKOØYAPTÍRÍNØ0RIMINIZIØ HESAPLARKENØT~MØBILGILERINIZIØHESABAØKATALÍM %NØEKONOMIKØKOÙULLARDAØSIZIØVEØARACÍNÍZÍØKORUMAØ ALTÍNAØALALÍM +AZALARØPAHALÍYAØPATLAMASÍN PRIML!ERRTÍK PAHALIÍNIZØDEØ PATLAM YAØ ÍYORØ anılarımız 30 Kolej Çatısı Altında Geçen 40 Yıl Kolej’in basketbol ve voleybol maçları şimdi de çok keyifli geçer, ama gençler için çok az seçeneğin bulunduğu, tek eğlencenin maçlar olduğu günlerde şüphesiz daha heyecanlı müsabakalar yapılıyordu. Çekişme dolu maçlar, bu maçlardan sonra yaşanan tatlı tatsız olaylar, o günlerin en canlı tanıklarından biri olan Orhan Oruç’un hafızasında bugün gibi taze. S ımsıkı taş gibi…” diye başlayıp, “Kolej geliyor şimdik” diye biten Kolej maçlarının vazgeçilmez marşı hepimizin kulaklarında çınlar her zaman. Kolej’i Kolej yapan birlik ve beraberlik ruhunu ateşleyen bu marş, ne büyük maçlarda söylenip, nesilden nesile aktarıla gelmiştir. Bu marşı en çok dinleyen ve hatta söyleyen bir büyüğümüz, bu sayımızda dergimizin sayfalarına konuk oldu. Kolej’de okuyup da onu tanımayanız yoktur elbet. Kolay değil, tam 40 yılı aşkın bir süre Kolej’e hizmet vermiş, yüzlerce öğrenci ve büyük takımlara oyuncu yetiştirmiş biri o. Tahmin ettiğiniz gibi efsane hocalarımızdan biri olan Orhan Oruç’tan bahsediyoruz. 1940 yılında Kastamonu doğumlu olan Orhan Oruç’un spora ilgisi lise yıllarında başlar. Okulun basketbol ve voleybol takımlarında oynuyor ve bütün boş zamanlarını antrenman yaparak geçiriyordur. Aynı zamanda kulüp takımlarında da oynamaktadır. Liselerarası basketbol ve voleybol Türkiye birinciliklerine katılır. Lise son sınıfta iken öğretmeninin teşvikiyle Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü’ne müracaat eder ve imtihanlara girip kazanır. Okulun ve okula bağlı kulübün basketbol ve voleybol takımlarında da oynamaya başlar. kolejliler NİSAN2010 Basketbol milli takımına çağrılır ama gidemez çünkü aynı zamanda voleybol milli takımına da çağrılmıştır. Sofya’da yapılan Üniversitelerarası Dünya Şampiyonası'nda ülkemizi temsil eden takımda yer alır. 1961-1966 yılları arasında Voleybol A Milli Takımı’nda oynar. Orhan Hoca Kolej’de görev yapmaya başlamasını ise şöyle anlatıyor: “Gazi Eğitim Spor Kulübü’nde oynarken, Kolejliler Spor Kulübü ile de basketbol ve voleybol lig maçları oynardık. Bu müsabakalar esnasında kulüp ve okulun yöneticileriyle de tanıştım. Bana “Okul bitince Kolej’de öğretmenlik yapar mısın?” dediler. Memnuniyetle kabul ettim ve 1963 yılı Eylül ayında göreve başladım. 1964-1966 yılları arasında askere gittim. Ordular arası Dünya Voleybol Şampiyonası’nda oynadım. Askerlik bitince tekrar Kolej’e döndüm.” Bu arada, Orhan Hoca 1966 yılında evlenir, Pınar ve Banu adlı iki kızı olur. Her iki kızı da TED Ankara Koleji’nin okul ve kulüp takımlarında basketbol oynar. Pınar, 1983 yılında yapılan Dünya Liseler Basketbol Şampiyonası’nda ikinci olan Kolej takımında da yer alır. Orhan Hoca’nın odasında, kazanılan bu ikincilik kupasını görmeniz mümkün. Orhan Hoca, askerden döndükten sonra işe dört elle sarı- anılarımız 31 lır. Ortaokulda tek erkek öğretmen olduğundan zümre başkanlığı görevini de yapmaktadır ve takımları seçip antrenörlere vermektedir. Kendisi de ortaokulun, lisenin ve de kulübün erkek voleybol takımlarını çalıştırır. O yıllarda katılımı az olan okullar arası müsabakalar yapılmakta, Türkiye birinciliklerine de Ankara karması olarak gidilmektedir. Genelde Kolej bütün branşlarda Ankara’yı temsil eder. Unutulmayan Maçlar O yıllarda öğrencilerin ilgisini çekecek fazla bir meşgale yoktur. En büyük eğlence sinema ve maçtır. Öğlen teneffüslerinde sınıflar arası basketbol, voleybol ve yakan top müsabakaları yapılır. Orhan Hoca o günleri şöyle anlatıyor: “Ankara’da fazla salon olmadığından lig maçları çarşamba, cumartesi ve pazar günleri ortaokul salonunda oynanırdı. Okullarımızda kız ve erkek 400 yatılı öğrenci vardı. Onlar devamlı okulda kaldıklarından okulu evleri gibi bilirlerdi. Armağan Asena’nın antrenörlüğündeki Kolej takımı Erdal, Rüştü, Erdem, Birol, Seyfi, Savaş, İlker, Mithat gibi oyuncularla modern ve hızlı basketbolun örneklerini sergiliyor ve seyircileri salonlara dolduruyordu. Bilhassa Atatürk Spor Sarayı yapıldıktan sonra yatılı öğrencilerin örgütlemesiyle öğrenciler salonları dolduruyor, takımlarına büyük tezahüratta bulunuyordu. Yendiğimiz maçlarda sonra Ulus’tan marşlar söyleyerek okula kadar yürürlerdi. Okullar arası müsabakalara gelince, iddialı maçlarda bilhassa yatılı öğrenciler tarafından bir kaç gün evvelden örgütlenme başlar, kulaktan kulağa yarın okula gidilmeyeceği, maça kaçılacağı, okul müdürünün de göz yumacağı söylenirdi. Müdürlerin de ses çıkarmaması neticesinde maça gidilir ve takımlar desteklenirdi. Maç esnasında karşı tribündeki rakip seyircilerle önce atışmalar, sonra da kavgalar başlıyordu. Bu kavgalar genelde yumruk yumruğa idi. Biz öğretmenler de olayları yatıştırmaya çalışırdık. Maçtan sonra şarkılarla, marşlarla okula dönerdik. Birkaç gün sonra karşı okulun öğrencileri kız meselesi veya maçta yediği yumruğun acısını çıkarmak için grup halinde gelerek okulu basarlardı. Müthiş kavgalar yapardık. Bu kavgalar öğrencilerin öğretmenlerine sevgisini saygısını ve güvenini artırıyordu. Çünkü yalnız değildiler. Her yerde olduğu gibi öğretmenlerinin korumasındaydılar.” 1937 yılından 2005 yılına kadar Kızılay Kampusü’nde öğretim yapan Kolej’den mezun olan 30 bine yakın öğrencinin okullarını, orada geçirdiği günleri, kavgaları, maçları, aşklarını unutamadıklarını söyleyen Orhan Hoca, eski öğrencilerin dünyanın en büyük ve güzel okullarından olan İncek Kampusü’ndeki binaları gördüklerinde bile, nerede eski günler, nerede eski okulumuz diye özlemlerini dile getirdiklerini ifade ediyor. Kolej’in Kitaplarda Kalan Tarihini Gün Yüzüne Çıkarıyor… Antrenörlük yaptığı 40 yıl boyunca voleybol milli takımına Aziz, Tanju, Uğur, Tuğrul, Aydın, Nuri, Hüseyin, Levent, Oyman, Ali, Altan, Sinan, Selçuk, Ali Bener, Çağlar gibi sporcular kazandıran Orhan Hoca, 1995 yılında yaş haddinden emekli olunca yönetime tekrar çalışmak istediğini bildirir. Onlar da kendisinden spor koordinatörlüğü kadrosuyla devam etmesini isterler. Şu an spor koordinatörü olarak görev yapan Orhan Hoca’nın TED Ankara Koleji Vakfı Okulları ile Kolejliler Spor Kulübü arasındaki koordineyi sağlamak başta olmak üzere birçok görevi bulunuyor. Orhan Hoca, aldığı görev alanında olmasa da kendine ikinci bir iş edinir; Kolej’in kitaplarda olan tarihini gün yüzüne çıkarmak. Önce okul yıllıklarından işe başlar. Okulların bütün arşiv ve kütüphanelerini, depolarını dolaşır, eski fotoğraflardan tutun da sporcuların lisanslarına kadar pek çok dokümanı toplar ve bütün bunlarla ilköğretim ikinci kademede kendisine verilen bir odayı spor arşivi haline getirir. Sonsöz Öğrenciler ve Anne-Babalar İçin… Eskiden spor branşına seçilen öğrencilerin severek antrenmana geldiğini, gelmek istemeyenlerin de zorlamayla getirildiğini ifade eden Orhan Hoca: “Bu bazen sert de olabilirdi. Ama anne baba ses çıkarmazdı. “Hocam çocuk senin” derdi. Şimdi öyle değil. En küçük bir zorlamada hemen veli ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu gün spor yapmak, öğrenciler için de kolay değil. ÖSS ve SBS sınavları çok zamanlarını alıyor, gerektiği kadar antrenman yapamıyorlar. Öğrenci istese bile dershane yüzünden gelemiyor.” diyor. Son olarak Orhan Hoca, öğrencilere ve anne babalara sesleniyor: “Boş zamanınızın çoğunu bilgisayar başında geçiriyorsunuz. Hiç spor yapmıyor, yürümüyorsunuz. Bilhassa kız öğrenciler Beden Eğitimi derslerinde gördüğüm kadarı ile hiç hareket etmiyorsunuz, hemen yoruluyor, dersi bırakıyor ve kilo alıyorsunuz. Anneler ve babalar! Çocuk çocukluğunu yaşamalı, oynamalı, spor yapmalı, bilinçli beslenmeli ve sizler onun bir spor branşında oynaması için onları teşvik etmelisiniz. NİSAN2010 kolejliler sağlık 32 Bir İnsanlık Dayanışması Örneği Kemik İliği Nakli Sizi hiç tanımayan biri, zahmetlice sayılabilecek bir işlemle size kemik iliği hücrelerini veriyor. Bu kadar şiddetin, kavga ve gürültünün olduğu bir ortamda din, dil, ırk gözetmeden dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığı bir kişiye hücrelerini bağışlayan insanlar var. Bu insanı yaşama bağlayan, etkileyici bir durum. Bazen, kardeş kardeşe bağışlamıyor hücrelerini ama hiç tanımadığı bir kimse bağışlayabiliyor. H ematoloji, tıbbın en zor ve yıpratıcı alanlarından biri. Kemik iliği nakli ise bu uzmanlık dalı içinde hastalara uygulanan bir tedavi yöntemi. Bu yöntemle, her geçen gün yeni teknolojilerin de geliştirilmesiyle birlikte daha çok hastanın hayatı kurtarılabilmekte. Ülkemizde ise akraba dışı kemik iliği nakli çalışmalarını ruhsatlı olarak yürüten birkaç merkez bulunuyor. Bunlardan biri Gazi Üniversitesi bünyesinde faaliyet göstermekte ve çok önemli çalışmalara imza atmakta. Merkezin başında ise Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gülsan Türköz Sucak’81 bulunuyor. Ülkemizin bu alandaki en önemli isimlerinden biri olan Dekan Sucak’a konuyla ilgili merak ettiğimiz soruları sorduk. Kemik iliği nakli nedir? Kemik iliği nakli kısaca, çeşitli nedenlerle kemik iliğinde kolejliler NİSAN2010 hastalık, doğumsal bir bozukluk, bağışıklık bozukluğu olan kişilerde, sağlam bir kemik iliğini yerine koymak için yaptığımız bir işlem. Genellikle kan hastalıklarında ve lenfomalarda yapıyoruz. Hastaya başka bir kişiden aldığımız kemik iliğini ya da kendi iliğini nakledebiliyoruz. Kemik iliği nakline hangi durumlarda ihtiyaç duyulur? Genellikle iki tip durumda uyguluyoruz. Doğuştan ya da sonradan kazanılmış bir kan hastalığı, bağışıklık sistemi ile ilgili bir hastalık veya bir metabolizma hastalığı olabilir. Önce altta yatan hastalığı tedavi ediyoruz, bu hastalıklar halk arasında kan kanserleri diye bilinen hastalıklar, akut lösemiler, lenfomalar, bazı bağışıklık fonksiyon bozuklukları, metabolik hastalıklar olabilir. Burada, hasta kemik iliğini bizim ortadan kaldırmamız gerekiyor, çünkü sorun kemik iliğinde. Hastalıklı kemik iliğinin yerine konan sağlam kemik iliği ile o organın kan yapım fonksi- sağlık 33 yonlarının sürdürülmesi amaçlanıyor.Kemik iliği, doku grubu uygunluğu olmak koşuluyla kardeşten ya da akraba olmayan bir vericiden alınabiliyor. Bir de ikinci bir durum var; hastanın kendisinden yaptığımız “otolog” nakillerde ise kemik iliğinin hasta olması gerekmiyor. Hastalığı tedavi etmek için verdiğimiz ilaçlar ya da ışın tedavisi kemik iliğini tahrip ediyor. O tahrip etmeyi ortadan kaldırmak ve primer hastalığı tedavi etmek için verdiğimiz ilaçları vermeden önce kişinin kendi hücrelerini dondurararak saklıyoruz. Gerekli tedaviyi veriyoruz. Bu sırada sakladığımız kemik iliğini o tedavinin zararlı etkilerinden korumuş oluyoruz, sonra tekrar aynı kişiye veriyoruz. Hastaya uygun kemik iliği nasıl ve nereden bulunuyor? Bu toplumlardaki kardeş sayısı ile çok ilişkili bir durum. Yani bir başkasından yapılacak kemik iliği nakillerinde, aynı anne babadan doğmuş kardeşler uygun kemik iliğine sahip olma ihtimali en yüksek kişiler. Çünkü biz doku grubu dediğimiz antijenlerinin bir takımını anneden, bir takımını babadan alıyoruz. Dolayısıyla aynı anne babadan doğmuş kişilerde bu şans daha fazla. Uygun kemik iliğini 8-9 kardeşli ailelerin olduğu yerlerde bulmak daha yüksek bir ihtimalken, tek çocuklu ya da az çocuklu ailelerde bulmak daha düşük bir ihtimal. Genel olarak hastaların ancak %25-30’unda aile içinden kardeş verici bulabiliyoruz. Aile içinden verici bulunamazsa, o zaman yaklaşık 12 milyon gönüllü vericiye ait doku grubu bilgilerinin bulunduğu dünya kemik iliği bankalarındaki bilgi sistemlerine İstanbul ve Ankara’da bulunan iki banka aracılığıyla giriyoruz. Onlar araştırmayı yapıyorlar ve dünyanın herhangi bir yerinde bizim hastamızla doku grubu uyumlu bir verici varsa, akraba dışı vericiden kemik iliği nakli yapıyoruz. Dünyada aslında akraba dışı vericiden yapılan nakiller kardeş nakillere yetişmiş durumda, sayı aşağı yukarı aynı. Türkiye’de bu sayıya ulaşamadık, akraba dışı nakil yapılabilen hasta sayısı çok daha az. Bunun bir nedeni yeterli kemik iliği ünitesi olmadığı içindi, şu anda 30-32 tane ünite var ama akraba dışı nakil yapma ruhsatı olan merkez az. Bu nedenle arzu edilen sayılara ulaşamıyoruz. Diğer bir neden de; kardeş vericisi olanlar bile yeterince kemik iliği nakli imkânına kavuşamıyor ülkemizde. Akraba dışı nakiller emekleme aşamasında ama gün geçtikçe artıyor. Bizim merkezimizde 2009 yılında 7-8 akraba dışı nakil yapabildik. İlk başladığımızda sayı bu kadar değildi. Türkiye’de ruhsatı olan birkaç merkezden biriyiz. Kemik iliği naklinin sosyal boyutu beni çok etkiliyor. Her şeyden önce inanılmaz bir dayanışma örneği. Sizi hiç tanımayan biri, zahmetlice sayılabilecek bir işlemle size kemik iliği hücrelerini veriyor. Bu kadar şiddetin, kavga ve gürültünün olduğu bir ortamda din, dil, ırk gözetmeden dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığı bir varlığa hücrelerini bağışlayan insanlar var. Bu insanı yaşama bağlayan, etkileyici bir durum. Bazen, kardeş kardeşe bile bağışlamıyor hücrelerini. Bir hastaya kemik iliği naklinin yapılması kesinleşmişse o andan itibaren izlenen tedavi hangi aşamalardan oluşuyor? Türkiye’de sağlık otoriteleri bunu gayet güzel düzenlemiş ve denetlemekte. Bir kimseye kemik iliği nakli yapmak için birden fazla onkolog ve hematoloğun bulunduğu konsey kararı gerekiyor, tek bir hekimin kararıyla olmuyor. Tabii farklı görüşlerin yansıması, hastanın emniyeti açısından iyi bir şey. Hastaya kemik iliği nakli yapılması gereklidir diye konsey kararı verildikten sonra, hastanın kendisi de kabul ettiği takdirde, ikinci yapacağımız şey uygun verici olup olmadığını araştırmak. Bazen bu araştırmayı önceden de yapmış oluyoruz. Aile içinde verici varsa, alıcının ve vericinin onaylarını alıp, kendilerini bilgilendirdikten sonra vericiden kök hücreleri topluyoruz, alıcıya naklediyoruz. İşlemin kendisi çok basit, bazı kimseler bunu bir ameliyat gibi düşünüyor, aslında kan alıp verme işlemi gibi bir şey ama doğurduğu sonuçlar, riskleri çok yüksek. Neticede ölüm riskleri taşıyan bir tedavi şekli. Masum, kolay bir tedavi değil. Hastaların takibi asıl önemli olan, yoksa işlemin kendisi değil. Başkasına ait dokuyu, hücreleri vücut reddetmesin diye çok ağır bir hazırlık rejimi veriyoruz, bu hazırlık rejiminin komplikasyonları, bir başkasının dokusunun verilmesi sonucu oluşabilecek doku grubu uyumsuzlukları, buna bağlı reaksiyonlar, kan hücrelerinin düşmesine bağlı enfeksiyonlar, kanamalar, ilaçların yan etkileri gibi pek çok yaşamsal risk oluşturabilecek komplikasyonlar gelişebiliyor. Bunları yönetiyoruz, o süreç bizim için önemli. Nakilden sonra ilk 100 gün öncelikle çok riskli, sonra 1 yıl, sonra da uzun vadede takip etmemiz gerekiyor hastaları. Kemik iliği nakli hastalığa kesin çözüm müdür? Hastalık tekrarlayabilir mi? Ne yazık ki kesin çözüm diyemiyoruz. Mesleğe başladığım yılları düşününce, o zamanlar neredeyse hastaların tamamını kaybediyorduk, şimdi en azından yarısını kurtarabiliyoruz. Özellikle, kötücül kan hastalıkları dediğimiz habis kan hastalıkları, kemik iliği nakline rağmen yineleyebiliyor. Bazen hastalık değil, tedavinin kendisi ciddi komplikasyonlara yol açabiliyor. Yani, NİSAN2010 kolejliler sağlık 34 önünüzde iki yol var biri kesin çıkmaz sokak, diğeri zor, taşlı, topraklı, dikenli ama sonuçta gitmek istediğiniz yere varma ihtimali olan bir yol. Tedaviye karar verilirse o zaman bu zor tedavi seçeneklerini deniyoruz. Gün geçtikçe teknolojinin gelişmesiyle daha az hastamızı tedaviye bağlı nedenlerle kaybediyoruz. Biz istiyoruz ki tedaviye bağlı ölümler olmasın. Henüz bu noktaya tam gelebilmiş değiliz, ağır bir tedavi, kimsenin başına gelmesin ama hasta böyle zor bir kararı vermek zorunda kalabiliyor. Gazi Üniversitesi’nde kemik iliği nakli alanında bugüne kadar yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? Ben 2003 yılında Amerika Birleşik Devletleri Washington eyaletinde Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi’nde kemik iliği nakli eğitimi aldıktan sonra burada faaliyete başlayabildik. Türkiye’de en çok nakil yapılabilen birkaç merkezden biriyiz, akraba dışı nakiller de yapabiliyoruz. Sonuçlarımız dünya rakamlarıyla kıyaslanabilecek düzeyde. Daha iyi imkânlar olsun, daha çok hastaya ulaşabilelim istiyoruz ama hematoloji zor bir alan. Yıpranma kat sayısı çok yüksek. Bu nedenle genç hekim arkadaşlar hematolog olmak istemiyorlar. Çok anlaşılabilir nedenlerle, hekimlerin içinde bulundukları koşullar da göz önünde bulundurulursa daha az tercih edilen bir branş. Bu işimizi daha da zorlaştırıyor, yalnız kalıyoruz, genç arkadaşların desteğinden yoksun kalabiliyoruz. Hematolog olmaya özendiren politikaların geliştirilmesi lazım. Ülkemizde ve dünyada kemik iliği naklinde yapılan çalışmalar ne durumda? Gün geçtikçe bizim alanımızda çok güzel gelişmeler oluyor. Hastalarımıza daha çok ümit verebiliyoruz. Eskiden mucize diyebileceğimiz şeylerin bugün gerçekleştiğini görüyoruz. Kemik iliği nakli de bu önemli gelişmelerden biri. Avrupa’daki kemik iliği nakilleri merkezleriyle iş birliği içerisindeyiz. Verilerimizi paylaşıyor, ortak araştırmalara imza atabiliyoruz. Şu an için Avrupa’nın gelişmiş ülkelerindeki sayıları yakalayamadık. Ülkemizde kemik iliği nakli yapılsa iyileşme şansına kavuşacak bir grup hasta bu tedavi imkânına hala kavuşamıyor. Ama son yıllarda inanılmaz hızlı gelişmeler de oluyor. Merkezimizde yılda 80 hastaya nakil yapabiliyoruz. Birtakım sorunlar var, onlar aşılabilirse, mesela var olan yataklar daha etkin kullanılabilse, hastalar erken taburcu edilebilse, hastane oteli gibi ara bakım yerlerinde kalabilseler biz daha çok hastaya tedavi imkânı sağlayabiliriz. Özel teknik imkânları olan hepafiltre sistemli yataklı üniteler gerekiyor. Komplikasyon gelişen hastalarımızı yatırabileceğimiz hematoloji servislerimiz olmalı. Şu anda sağlık otoriteleri bu işe çok önem veriyor, şimdiye kadar görmediği kadar ilgi görüyor. Çok kısa süre içerisinde Türkiye’de bu yöntemle tedavi olabilecek tüm hastaların bu imkânlara kavuşabileceğini umuyorum. Kendi merkezimizle de gurur duyuyorum. Çünkü hepimiz tam gün çalışan bir ekibiz. Hastalar, sosyal güvencesi ne olursa olsun, yeşil kart, sigorta, ek külfete katlanmaksızın burada nakil olabiliyor. Sosyal sınıf ayrımı yok; hatta biraz da yoksul hastalara öncelikli olarak kapısı açık bir merkeziz. Bizden kaynaklan bir ekonomik külfet olmamakla beraber, hastaların ilaçlarını, tedavi masraflarını kolejliler NİSAN2010 devlet ödese de yaşadığınız yer dışında, kısıtlı imkânlarla tedavi olmanız çok zor bir olay. Onun için sosyal hizmet uzmanlarının hastanelerde daha çok çalışması ve hastaların bu sorunlarının çözülmesi gerekiyor. Hastalarımızın aldıkları hizmetlerin kalitesinin gelişmiş ülkelerdekine yaklaştırılması lazım. Manevi sıkıntılarının azaltılması lazım. Bunun için de sağlığa ayrılan bütçenin arttırılmasına ihtiyaç var. Kemik iliği naklinde yaş sınırı var mı? İleri yaşlarda komplikasyonlar daha fazla olduğundan daha genç bir hasta için mevcut sınırlı imkânları kullanmak gibi eğilimlerimiz oluyor. Ben merkezimizde yaş sınırı uygulamamaya çalışıyorum. Eğer hasta dinç bir hastaysa yaş nedeniyle kendini iyileştirebilecek bir tedavi seçeneğinden uzak tutmamaya çalışıyoruz. Tabii karar hastanın. Yaş arttıkça riskin de arttığını göz önünde bulundurmak gerekir kuşkusuz. Kemik iliği dışında kök hücre çalışmaları da yapıyorsunuz. Bu alanda hangi çalışmalar içindesiniz? Kök hücre ile ilgili olarak, tedavi ettiğimiz hastaların verilerleriyle ilgili çalışmalar yapıyoruz. Temel laboratuvar çalışmaları çok fazla yapmıyoruz, klinik çalışmalar yapıyoruz. Sizin eklemek istedikleriniz nelerdir? Bu fakültede bir de idari görevim var. Fakültede hemşirelik, fizyoterapi beslenme ve diyetetik bölümleri var. Vurgulamak istediğim şey, sağlık hizmeti sadece hekimler tarafından sunulmuyor. Bu bir ekip çalışması. Hekimlerin yol arkadaşları olan klinik eczacılar, hemşireler, fizyoterapistler, beslenme ve diyetetik uzmanları, sosyal hizmet uzmanları var. Bu meslek sahiplerinin hak ettikleri değeri görmediklerini düşünüyorum. Eğitim sürecinden başlamak üzere bu mesleklerin eğitim kalitelerini yüksek tutmak gerekiyor. Ekip arkadaşlarımız ne kadar gelişirse, bizim verdiğimiz hizmet daha rafine olur ve daha çok hastaya ulaşılır. Özellikle kendi branşımda bu çok önemli. Son olarak TED Ankara Koleji’ndeki öğrencilik yıllarınızla ilgili bir iki cümle alabilir miyiz? Ben 1975-1981 yılları arasında Kolej’de okudum. Kolej benim için sadece mezun olduğum okul değil, hayatımın en güzel yıllarını geçirdiğim, hayat felsefemi ve kariyerimin her aşamasını etkilemiş bir ekoldür. Oradaki dostluklar kardeşlik gibidir. Yıllardır görmediğim bir sınıf arkadaşımın telefonda sesini duymak bile iyi gelir bana, O günlere dönerim adeta. Prof. Dr. Gülsan TÜRKÖZ SUCAK’81 10 Eylül 1964 yılında Denizli’de doğdu. 1981 yılında TED Ankara Koleji’nden mezun oldu. 1987’de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1993 yılına kadar Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı’nda, 1999 yılına kadar da Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı’nda görev yaptı. 1999 yılında yardımcı doçent, 2000’de de doçent oldu. 2008 yılında profesörlüğe yükselen Gülsan Türköz Sucak, halen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı ve Hematoloji Bilim Dalı’nda görev yapmakta ve aynı zamanda Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanlığını yürütmektedir. panoramik bakış 36 Hep Aynı Rol Doğduğumuz an başlar hayattaki rolümüz. Anneler, babalar veya çok yakınlarımız tarafından bize verilen bu ilk rol, öyle bir yapışır ki üzerimize, filmler değişse, senaryolar başka türlü yazılsa da biz yaşadığımız sürece asla terketmeyiz o rolü. Sonra da “kader” deriz bunun adına. Ç ocukluğum oldukça kalabazaman ve kimin çocuğu olarak geldiğilık bir ortamda geçmiş. miz, bizim en önemli şansımız veya Geçmiş diyorum, çünkü şanssızlığımızdır. Aynı anneden ve ben yeni doğduğum günleri babadan, aynı ortamda doğan çocuklatabii ki pek hatırlamıyorum. rın bile şansları eşit değildir. Birinci Sevince yürekten seven bir çocuk mu, sonuncu mu, kız mı, erkek mi annem var. Doğduğum gün bana öyle olduğumuz bile bu durumu çok etkiler. bir sarılmış, öyle bir benimsemiş ve bağAnne babanın o zamanki ruh hali, madrına basmış ki, hiç tanımadığım bu dündi durumu, çevresel koşullar, her biri bu ya beni korkutamamış. Sonra komşular, şansı etkileyen faktörlerdir. Sevecen, eş dost girmiş devreye. Kucaktan kucaçocuğunu bağrına basan bir anne, her ğa dolaşmışım. Her biri sevmiş, okşazaman en büyük şanstır. Dünyaya geldimış, öpmüş beni. Bir yaşına bastığım ğimiz ilk birkaç yıl içinde nasıl bir rol üstgün büyük bir doğum günü tertiplemişlenmişsek, çoğu zaman ömrümüzün ler. Mavi uzun elbiseler giydirmiş, başıma sonuna kadar aynı rolü bıkmadan usantaçlar takmışlar. Havalara atmış, sonra madan oynamaya devam ederiz. da sıkı sıkı tutmuşlar beni. Her biri başka Çoğu anne babalar genellikle sesbir şey öğretmiş, gıdı gıdı yapmış, bol bol siz, sakin, onları sürekli meşgul etmegülmüşüm. O yüzden kolay olmuş her yen, bir kenarda oyuncaklarıyla oynaşeyi sevmek. Nasıl olsa sevileceğimden yan, sık ağlamayan, önüne konulanı Dr. Gülseren BUDAYICIOĞLU’65 hep emin olmuş, bu güven, bu umutla yiyen, gittiği yerde annesinin dizinin Madalyon Psikiyatri Merkezi Başkanı bakmışım hayata. Dünya korkutamamış dibinde uslu uslu oturan, okuldan gelinbeni. Cesur olmuşum. Ben hayata ce hemen derslerine çalışan, fazla soru güvenmişim, o da bana. En olmadık şeyi yapabilmiş, en uçlar- sormayan, dökmeyen, saçmayan çocuklar isterler. Bu çocuklar da düşünebilmiş, acıyı da, sevinci de hep derin derin yaşaya- büyüyüp yetişkin bir insan olduklarında da aynen bu rolde kalırbilmişim. lar. Büyük ihtimalle okulu zamanında bitirir, kendine uygun bir İşte bende hayat böyle başladığı için, yine böyle devam iş bulur, amirlerine saygılı, çevreye uyumlu, ailesine olan edebilmişim. “Ön tekerlek nereye giderse, arka tekerlek de sorumluluklarının bilincinde, az konuşan, olanla yetinen, çalıştıoraya gider” diye ünlü bir söz vardır. Biz psikiyatristler çok ğı yerde şeflikten daha ileri gidemeyen, zaten daha fazlasını da severiz bu sözü ve onun için de bize gelen herkese önce anne istemeyen biri olarak yaşar ve hayatlarını tamamlarlar. Büyük babasının nasıl insanlar olduğunu sorar, yani ön tekerleğin aşklar, büyük mutluluklar, büyük projeler, büyük başarılar bu nereye yöneldiğini öğrenmek isteriz. Çünkü biliriz ki, ön teker- insanlara göre değildir. Eşleri çabuk sıkılır böyle insanlardan. leğin yönü, aslında insanı kader yoluna götürür. Hayattaki rolü- Renksiz, heyecansız ve coşkusuzdurlar. Hiçbir şeye tutku duymüz işte o yolda bekler bizi. Bu öyle bir roldür ki, filmler değiş- maz, hayatı bir görev bilinci içinde yaşar, ne “yaradan”ı, ne de se, senaryolar başka türlü yazılsa da, biz rolümüzden asla vaz- yarattıklarını merak ederler. Her zaman ortada durur, merkez geçmez, ne yapar eder, yine o rolün içinde buluruz kendimizi. partilere oy verir, hiçbir konuda risk almaz, hatta kahveyi bile Bir bebek pek de sevilmediği, önemsenmediği, güvenilir orta şekerli içerler. Hayata son derece uyumlu olduklarından bir sahibinin olmadığı bir dünyaya gözlerini açmışsa eğer, son- evin reisi olamasalar bile memuriyet, askerlik, akademisyenlik radan bu karanlık dünyayı aydınlatmak için çok çabalaması, gibi bir işleri varsa, buralarda başarılı olabilir, kurallara sıkı sıkıçok üzülmesi ve yorulması gerekecektir. Onu sevmeye, çabu- ya bağlı, herkese saygılı, etliye sütlüye karışmayı sevmeyen cak kabul etmeye, benimsemeye hazır olmayan bu dünyada karakterleri nedeniyle profesör, general veya müdür olabilirler. keyifle, huzurla yaşamak, cesur olmak, başarılı olmak, bu Anneleri tarafından bir türlü benimsenmeyen çocuklar varbaşarının tadını çıkarmak pek de kolay olmayacaktır. dır. Tırmanır dururlar annelerine, beni sev, bana sahip çık, Hayatta şans, önemli bir faktördür. Dünyaya nerede, ne benimle ilgilen diye. O tırmandıkça anne iter, anne ittikçe çocuk kolejliler NİSAN2010 panoramik bakış 37 daha fazla yapışır anneye. Her şeye ağlar bu çocuklar. Hayat onlar için yabancıdır, korkutucudur ve her zaman tehlikelerle doludur. Bu karanlık dünyada onları koruyacak, güvendikleri bir sahipleri yoktur. Okula bile bir türlü başlayamaz, yanlarında hep annelerini ister, öteki çocuklar ortalıkta koştururken onlar dehşet içinde bir kenara çekilir ve ağlarlar. Hayatın onlara nasıl bir rol vereceği kesinleşmiştir artık. Ömürlerinin sonuna kadar kendilerini hep yalnız hisseder bu insanlar. Özellikle aşk ilişkilerinde sürekli bir terk edilme korkusu yaşadıkları için, karşı tarafa çok taviz verir, hep “daha çok seven” olur ve sonunda korktukları başlarına gelir ve terk edilirler. Aslında aşkları da büyük bir yalandır, hem de kendilerine söyledikleri bir yalan. Ortada ciddi bir aşk yoktur zaten ama ciddi bir terk edilme korkusu vardır. Hayata gözlerini açtıkları andan itibaren en çok yaptıkları şeyi tekrar eder ve yine ağlarlar. Ağlamak onlar için sanki hayatın vazgeçilmezidir. Sonra da “kader” derler, “hep terk edildim, kimse beni sevmedi”. Hâlbuki onları asıl sevmeyen, benimsemeyen, bir türlü istedikleri yakın ve sıcak ilişkiyi kuramadıkları kişi sevgilileri değildir. Belki de sevilmeyecekleri, istenmeyecekleri ya da bir gün mutlaka terk edilecekleri şeklindeki önyargıları, korkuları olmasa, kaderleri de böyle olmayacaktır. Bütün ilgileri kendilerine, kötü kaderlerine yönelmiş olan bu insanlar her şeyden şikâyet eder, iktidar partileriyle hiç anlaşamaz ve kahvenin sade mi yoksa şekerli mi olduğuyla da pek ilgilenmezler. Kendilerini bir türlü sevdiremedikleri anneleriyle hem sürekli kavga eder, didişir, hem de onun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz, hatta kendi düzenlerini bozmayı bile göze alır ve aslında sevilmeyi en çok hak eden evlat olduklarını kanıtlamaya çalışırlar. Hep inanmak ister ama içlerindeki isyan duygusu nedeniyle sık sık “Yaradan”la da kavga eder, başlarına gelen her şeyden kötü kaderlerini sorumlu tutarlar. Ağlayarak başladıkları hayat, yine ağlayarak biter. Bir de daha dünyaya geldikleri günden itibaren haksızlığa uğrayan, adalet duyguları zedelenen çocuklar vardır. Belki mamaları zamanında verilir, soğuktan, kirden, pastan korunurlar ama asıl ihtiyaçları olan sevgi ve öncelikten yoksun büyürler. Hiçbir zaman en önemli, en sevilen, en çok ilgiyi hak eden olamazlar. Daha küçücükken büyük bir mücadeleye girişirler hayatla. Çok istedikleri ama bir türlü kazanamadıkları şeylerin peşine düşer, bu uğurda susar, bu uğurda ağlayamaz bile ve çok derinlerine gömerler öfkelerini. İşte bu çocuklar büyüdükleri zaman adil olurlar, dürüst olurlar, ince eler, sık dokurlar. Kendilerine uygulanmayan adaleti tüm dünyaya uygulamak ister, her konuda mükemmelin peşine düşer, tıpkı bir robot gibi tüm yakınlarının sorumluluklarını üstlenir, hayat onlardan ne istiyorsa hiç düşünmeden onu verirler hayata. Çok mantıklı, çok gerçekçi olalım derken hayat önlerinden akıp gider. Çok derinlerde saklanan öfke asıl muhatabını bir türlü bulamadan taş olur oturur yüreklerine. O kadar korkarlar ki bu taş olmuş duygularından, onu gizleyelim derken bütün duygular yavaş yavaş terk eder onları. Ne mutlu olabilirler, ne coşkulu. Ne âşık olabilirler, ne Mecnun. Onların bir tek amacı vardır; her şeyi kontrol etmek. Ellerinden gelse tüm dünyayı kontrol eder, her şeyin kurallara uygun yapılıp yapılmadığını görmek, bilmek isterler. Tekrar tekrar siler süpürür, kapıları, pencereleri, su ve gaz musluklarını kontrol ederek her şeyin düzgün ve yolunda olduğuna kendilerini inandırmaya çalışırlar. Evham, korku, kuruntu, takıntı bu tür insanlarda neredeyse hobi haline gel- miştir, vazgeçemezler. Her konuda olduğu gibi sağlık konusunda da çok titiz davrandıkları için kahveyi bile sade içer, asla duygularıyla hareket etmez, hiçbir siyasi partiyi desteklemez ve sürekli muhalefette kalırlar. Yüksek sorumluluk duyguları nedeniyle işlerinde başarılı olur, öğretmenlik, akademisyenlik, doktorluk, yargıçlık gibi mesleklerin hakkını verir, evlerinin tek hâkimi olur ancak hayata yeni bir şey katamaz, yakın ilişkiler kuramaz, çok takdir edilseler de gerçek anlamda sevemez ve sevilemezler. Her konuda haklı olduklarını iddia eder ve yine haklı olarak ölürler. Hayatta her birimize dağıtılan, birbirinden çok farklı ve irili ufaklı daha pek çok rol vardır. Bu roller anne babalarımızla veya onların yerine geçmiş ve bize bakıp büyüten kişilerle olan ilişkilerimize göre belirlenir. Eğer bizler de anne baba olmuşsak, rol dağıtma sırası artık bize gelmiştir. Eğer hayatın bizi ön tekerleğin çizdiği yolda götürmesini istemiyorsak, kendimizden biraz uzaklaşmalı ve öncelikle hayattaki rolümüzün ne olduğunu görmeye çalışmalıyız. Bir şeyi değiştirmek istiyorsak, öncelikle neyi değiştireceğimizi bilmemiz gerekir. Ayrıca bu yazıyı dikkatli okursak, kendi rolümüzü değiştiremesek bile belki çocuklarımızın kaderini değiştirebiliriz. Bu yazıyı okuyan kimiler belki de içlerinden şöyle soracaktır; Bu kadar basit mi? Evet, sevgili okurlar, bu kadar basit. Ben bu basit şeyi anlayabilmek için meslektaşlarımın yıllardır araştırıp yazdıkları pek çok kitap okudum ve binlerce kişinin hayatını didik didik ettim. Sonra sıra kendi hayatıma geldi. Bana çok basit ve ayrıntı gibi gelen şeylerin meğer ne kadar önemli olduklarını işte o zaman anladım ve bu basit şeyi sizlerle de paylaşmak istedim. Hayatta kalabildiğimiz bu kısacık süreyi gönlümüze göre yaşamak hepimizin hakkı. Bu hakkı gerçekten iyi kullanabiliyor muyuz acaba? Bu arada, ben çok sevdiğim kahveyi şekerli içiyorum. Gönül dolusu sevgi ve saygılarımla… Dr. Gülseren BUDAYICIOĞLU’65 Gülseren Budayıcıoğlu Ankara’da doğdu. 1965 yılında TED Ankara Kolej’inden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi. Öğrenciliği sırasında 1968 yılında yayına başlayan TRT Televizyonlarında beş yıl süreyle kadrolu spiker olarak görev yaptı. 1972’de doktor oldu ve 1973’te evlenerek TRT’den ayrıldı. İhtisas yapmak üzere Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Bölümü’nde göreve başlayan Gülseren Budayıcıoğlu, uzman olduktan sonra da aynı üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmaya devam etti. 1982’de üniversiteden ayrılarak Ankara’da serbest hekim olarak çalıştı. 2004 yılında “Madalyonun İçi” (4.Baskı) adlı kitabı Remzi Kitabevi tarafından yayınlandı. 2005 yılında en büyük hayalini gerçekleştirerek, ayda 7.000 kişiye hizmet veren, Türkiye’nin ilk ve halen en büyük özel psikiyatri merkezi olan Madalyon Psikiyatri Merkezi’ni kurdu. 2008 yılında “Günahın 3 Rengi”(2.Baskı) adlı kitabı yine Remzi Kitabevi tarafından yayınlandı. Dr.Gülseren Budayıcıoğlu halen Madalyon Psikiyatri Merkezi’nin başkanı olarak çalışmaya ve üçüncü kitabını yazmaya devam ediyor. NİSAN2010 kolejliler gurme 38 Kebabınızı adıyla isteyin! Dikkat! bu sayfayı es Eğer açsanız ağ en yakın Ulud e iz s a d a y geçmeniz r. Zira niz tavsiye edili e m it g a ı’n ıs ç Kebap özüruldamaya, g u g ız ın rn a k birazdan eçmefes kebaplar g n e n e d n ü n ö nüzün esi… Bizden söylem . k a c a y la ş a b ye Z engin, bereketli Anadolu toprakları birçok lezzetin de kaynağı olmuştur. Bu topraklardan doğarak dünya mutfaklarına kazandırılan bize özel tatlarımız arasında belki de en bilineni kebaplarımızdır. Bugün dünyanın her ülkesinde “Kebap” değil “Türk Kebabı” diye bilinmesinin nedeni de budur. Kebaba bu haklı şöhretimizi kazandıran isimlerden biri de Uludağ Kebap’tır. Artık bir marka olan bu isim, lezzetinden, kalitesinden ödün vermeden yıllardır bu bize özel lezzeti yerli ve yabancı müşterileriyle buluşturuyor. Uludağ Kebapçısı, ilk olarak 1956 yılında Denizciler Caddesi’nde, Burhan ve Ergün Uludağ tarafından kuruluyor. Uzun yıllar aynı binada hizmet verdikten sonra müşterilerden gelen yoğun talep ve mekâna sığmama gibi nedenlerle daha büyük bir yere taşınma ihtiyacı doğuyor. Böylece işletme 1995’te yine gurme 39 Panora Denizciler Caddesi’nde, kendilerinin inşa ettiği 8 katlı, çok daha şık ve modern, üst seviyede hijyen standartlarını sağlayan, o yıllarda sektörde az rastlanan kalitede ve genişlikte mutfakları, soğuk hava depoları ve imalathaneleri içinde bulunan tesisinde hizmet vermeye başlıyor. Ankara’daki yeni binaya taşınmalarından çok önce, İstanbul’dan gelen yoğun talep üzerine 1985’te Florya’da Uludağ Kebapçısı’nın İstanbul şubesi açılıyor. O zamana kadar sadece ününü borçlu olduğu Uludağ Kebabı’nı yapan işletme, menüsüne et çeşitleri, zeytinyağlılar ve mezeleri de ekliyor ve içkili bir restoran olarak hizmet vermeye başlıyor. Florya’daki bu şube 8001000 kişilik bahçesi olan, arkası orman önü deniz manzaralı, kapalı mekanda 700-800 kişilik kapasitesiyle Uludağ Et Lokantası konseptiyle müşterilerini ağırlıyor. 2001 yılına gelindiğinde ise tam da ekonomik krizin göbeğinde, Ankara’nın ve semtlerinin değişimiyle beraber Çayyolu’nda ikinci şube açılıyor ve orada da İstanbul’daki gibi Uludağ Et Lokantası konseptiyle hizmet veriliyor. Zaman içerisinde gelişen şartlar ve Ankara’daki AVM’lerin sayısının çoğalmasıyla da 2003 yılında Armada’da, 2007’de Panora’da yeni şubeFlorya ler açılıyor. Uludağ Kebapçısı’na yurt dışına şube açmaları için neredeyse teklif gelmeyen ülke kalmamış, ama işletme sahipleri çok titiz olduğu ve kontrollü ve kaliteyi bozmadan büyümeye çalıştıkları için, yeni bir şube açmadan önce çok detaylı düşünerek planlama yapıyorlar, bu nedenle fazla şube açmıyor ve isim hakkı vermiyorlar. Lezzetin Sırrı Kaliteli Malzemede Gizli Şu an iki ayrı konseptle müşterilerini ağırlayan Uludağ Kebapçısı’nın uzun yıllardır devam eden başarısının sırrını Burak Uludağ şöyle özetliyor: “Kebapta, başta et olmak üzere kullanılan malzemelerin kalitesi çok önemlidir. Bizde etler özenle seçilir, Türkiye’nin dört bir yanına kendi araçlarımızla ve kasaplarımızla gideriz, mevsimine göre nerede iyi et varsa oradan alırız. Ete terbiye yapmayız, marine edilmez, en doğal haliyle pişirilip servis edilir. Eti işlemesi ve birleştirmesi önemli, kendimize göre bir formülümüz var. Lezzette birinci önemli sebep ettir fakat pide, tereyağ, sos, yoğurt gibi tamamlayıcı unsurların kaliteleri de önemlidir. Sosumuzu, pidemizi, tereyağımızı kendimiz üretiriz. Sonuç olarak, uzun yılların verdiği tecrübe, lezzetle ve kaliteyle birleşince insanların beğendiği tat ortaya çıkıyor.” Hizmet kalitesi, standardı, hijyen ve müşteri memnuniyeti Uludağ Kebapçısı’nın olmazsa olmazları. Müşteri memnuniyeti deyince, yemeğin lezzeti dışında en önemli unsur hizmet veren personel. Uzun yıllardır aynı personelle ve kendi içinden yetiştirdiği insanlarla çalışan Uludağ Kebapçısı personel memnuniyetini çok önemsiyor. Burak Uludağ, çalıştıkları personele ve insana verdikleri değer çerçevesinde müşteri memnuniyetinin sağlanacağına inanıyor. Menüye gelince, Uludağ Kebabı tabii ki tüm müşterilerin favorisi; ama Uludağ Köfte de çok seviliyor. İşletmenin menüsünde bonfile, kuzu pirzola şiş, tavuk, zeytinyağlılar, mezeler, ara sıcaklar ekmek kadayıfı, künefe gibi başka tatlar da yer alıyor. İşletmenin et lokantası konseptinde hizmet verilen şubelerinde alkol servisi de yapılıyor. Uludağ Kebapçısı’nın müşteri profili çok geniş. 7’den 70’e herkes diyebiliriz. Özellikle çocuklar işletmenin yemeklerini çok sevdiği için, çocuklu müşterilerin sayısı önemli yer tutuyor. Bunun dışında iş yemekleri düzenlemek isteyenler ve yabancı misafirlerine meşhur kebabımızın en iyi örneğini tattırmak isteyenler de müşteriler içinde önemli bir kısmı oluşturuyor. Yabancı misafirlerden konu açılmışken şunu da vurgulamak gerekir. Hangi ülkeden, nereden gelirse gelsin herkes Uludağ Kebabı’na bayılıyor, sadece ülkeye göre tereyağ az ya da çok istenebiliyor. 54 yıldır hizmet veren Uludağ Kebapçısı’nın bir özelliği de müşterilerle oluşturulan dostluk bağı. Bunca yıl içerisinde, zamanında çocukken dedesinin ya da babasının getirdiği müşteriler şimdi kendi çocuklarını getiriyorlar. İşletmede 40-50 yıldır değişmeyen personeller var. Çekirdekten yetişip, komilikten başlayıp bugün şef garson olarak görev yapan çalışanların bulunduğu işletme, değişmeyen yemek ve hizmet kalitesi ile her zaman güvenle gidebileceğiniz bir adres. İletişim: Ulus Tel: 0312.309 04 00 - Çayyolu Tel:: 0312.240 44 88 Armada Tel: 0312.219 12 40 - Oran Tel:: 0312.490 00 10 İstanbul / Florya Tel:: 0212.624 95 90 www.uludagkebap.com.tr NİSAN2010 kolejliler çocuk 40 Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği Başkanı Doç. Dr. Figen Şahin Ç Çocuklara Kendilerini Korumaları Öğretilmeli ocuk istismarı ve ihmali sadece ülkemizde değil, dünya üzerindeki tüm ülkelerde yaşanan, toplumların en önemli ve acil çözüm bekleyen sorunlarından biri. Çocukların hayatları boyunca olumsuz bir şekilde etkilenmelerine neden olan ihmal ve istismarın önlenmesi için dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de çalışmalar yapan kuruluşlar var. Bu kuruluşlardan biri de Başkanlığını Doç. Dr. Figen Şahin’in yaptığı Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği. “Çocuklar benim hayatımın önemli bir parçası” diyen Başkan Şahin’le keşke hiç yaşanmasa ve konuşmak zorunda kalmasak dediğimiz bu tatsız konuyu ve Derneğin bu alanda yaptığı çalışmalarını konuştuk. Çocuk doktoru olmanızın yanı sıra çocuk istismarı ve ihmalinin önlenmesi konusunda çalışmalar yapıyorsunuz. Sizi bu konuya yönlendiren nedenleri kısaca bizimle paylaşır mısınız? Çocuklar benim hayatımın önemli bir parçası. Tabii öncelikle meslek yaşantımda karşılaştığım çocuklar nedeniyle çocuk istismarı konusunda deneyimim oldu. Bu olayların çocukları ne kadar ağır şekillerde etkilediğini gördükten sonra da asıl görevimimizin bu çocukları tedavi etmeye çalışmaktan çok başlarına böyle olaylar gelmesini önlemek olduğunu düşünmeye başladım. Ben sağlıklı ya da basit hastalıkları olan pek çok çocuğu muayene ediyorum hergün. Onların sosyal yaşamlarını, anne babalarının durumlarını da ele alarak, eğer istismar edilme açısından bir risk taşıyorsa bu riskleri düzeltmeye çalışmak, hiçbir risk taşımıyorlarsa bile anne ve babalarına çocuklarını en iyi şekillerde yetiştirmelerine yardımcı olacak öğütler vermek bu konuda ilk adım. Benim de iki çocuğum var ve onlar küçükken çocuk doktoru olmama rağmen onlarla iletişim kurma, onları doğru davranışlara, doğru şekilde yönlendirme, vb konularda hiç de yetkin olmadığımı hissetmiş ve kendimi bu konularda geliştirmeye çalışmıştım. Aynı şey tüm anne babalar için geçerli diye düşünüyorum. Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği’ne üye olunca bu konuda doktorluk dışında başka çalışmalar da yapabileceğimi farkettim. 2005’ten beri de kolejliler NİSAN2010 başkanlığını yaptığım bu dernekte birçok çalışma yürütüyoruz. Dernek olarak yaptığınız çalışma ve projelerden bahsedebilir misiniz? Dernek olarak üç temel alanda çalışmalar yürütüyoruz. Bunlardan ilki ve belki de en önemlisi çocuklara kendilerini koruma konusunda eğitim vermek. Bu çalışmayı derneğimizin gençlik kolu yürütüyor. Gençlik kolunda üniversite öğrencileri gönüllü olarak çalışıyor. Onlara öncelikle “çocuk istismarı ve ihmali” konusunda yoğun bir eğitim veriyoruz. Sonra kendi hazırladıkları bedenini tanıma ve koruma, duygularını tanıma ve ifade etme, öfke kontrolü, çatışma çözümü, çocuk hakları gibi konuları içeren 8 modülden oluşan bir programı ilköğretim çağı çocuklarına aktarıyorlar. İki taraf için de çok yararlı ve duyarlılığı artırıcı bir çalışma.. Bir diğer alan aile eğitimi. 0-6 yaş ve 7-19 yaş çocuğu olan aileler için 2 farklı program yürütüyoruz. Çocukla iletişim, olumlu davranışlar kazandırma, sağlıklı çocuk büyütme, istismardan koruma gibi pek çok başlığı içeriyor. Bu konuda eğitici eğitimi almış dernek üyelerimiz Ankara’da birkaç yerde eğitim programları yürüttüler. Gazi Üniversitesi Hastanesi’nde de bizler tarafından her yıl düzenli olarak aile eğitimi grupları açılıyor. Derneğimizin yoğun şekilde çalıştığı bir diğer alan da istismara uğrayan çocuklarla mesleki yaşamları sırasında karşılaşan öğretmen, psikolog, sosyal çalışma görevlisi, kolluk kuvvetleri, sağlık çalışanları ve hukukçular gibi profesyonellerin bu konudaki meslek içi eğitimleri ve disiplinlerarası işbirliği anlayışının geliştirilmesi. Bu amaçla sempozyumlar ve kongreler düzenlemenin yanısıra bu meslek gruplarının düzenlediği eğitimlerde davetli konuşmacı olarak yer alıyoruz. UNICEF’in desteklediği “Çocuk Adalet Sisteminin Geliştirilmesi” gibi büyük projelerin birçok ayağında da üyelerimiz eğitici olarak görev yapıyor. Çocuk ihmal ve istismarının önlenmesi konusunda ülkemizde ne gibi çalışmalar yürütülüyor? Bunlar yeterli mi ve sizce ne gibi önlemler alınmalı? Aslında son yıllarda bu konuda çok ciddi çalışmalar yürütüldü ve önemli ilerlemeler kaydedildi. Yasal düzenlemeler yapı- çocuk 41 İhmal ve istismar ne kadar erken yaşta yaşanır ve ne kadar uzun sürerse çocuğun gelecekteki yaşamı boyunca süren etkileri o kadar ağır oluyor. O yüzden istismara uğrayan bir çocuk fark edildiğinde en kısa zamanda tıbbi ve psikolojik tedaviye alınırken istismara uğradığı ortamdan da uzaklaştırılmalı, sevgi ve ilgiyle yaraları onarılmaya çalışılmalı. larak çocuğa yönelik istismarın ağır şekillerde cezalandırılması ve mağdur çocuğun da korunmasına yönelik önlemler alınması sağlandı. Basında çıkan haberlerin de etkisiyle toplumda konu ile ilgili bir duyarlılık oluştu. Sivil toplum kuruluşları, özellikle çocuk hakları alanında çalışanlar birleşerek güçlendi. Önceki soruda söz ettiğim meslek gruplarının eğitimlerine ağırlık verildi. Ancak tabii ki daha yapılacak birçok şey var. İstismara uğramış çocuğun daha sonra çocuk koruma sistemi içinde ele alındığında tekrarlayan sorgular, muayeneler, sosyal baskılar gibi pek çok nedenle ikinci bir kez daha örselenmesinin önüne geçmek gerek. Bu konuda yasal düzenlemeler olsa da uygulamalar hala ideal şekilde işlemiyor. Ayrıca çocukların istismara uğradıktan sonra tedavisi yerine hiç istismara uğramamaları için gerekli önlemleri almak daha da önemli bir konu. Bu konuda anne babaların ve tüm toplumun eğitimi öncelikli olarak ele alınmalı. Çocuklar bu tür durumlara hangi nedenlerle maruz kalıyor ve çocukların bunu yaşamamaları için en çok kimlere ne gibi görevler düşüyor? Topluma, aileye ve bazen de çocuğa ait pek çok risk faktörü var çocuğun istismarına yol açan. En başta gelen risk etmeni ekonomik yetersizlik ve eğitimsizlik. Yani bir toplumun refahını ve eğitim düzeyini yükselttiğinizde çocuk istismarında belirgin bir düzelme sağlayabiliyorsunuz. Anne babanın yaşı, eğitim düzeyi, ailedeki çocuk sayısı, çocuğun istenen, planlanan bir gebelikten doğmuş olup olmaması, anne babanın geçmişinde istismar öyküsü olması bilinen risklerden. Çok genç yaşta, çocuk sahibi olma sorumluluğuna hazır olmadan dünyaya çocuk getirmek, bakabileceğinden fazla sayıda çocuğa sahip olmak, çocuk sahibi olmayı planlamadığı halde uygun korunma yöntemlerini kullanmadığı için gebe kalmak bu ailenin çocuğunu risk altına sokuyor. Çocuğun ağır bir engelle doğ- muş olması, sık ve süregen hastalıkları olması, hiperaktivitesi ise ailenin yükünü çok artırarak dayanma gücünü tüketiyor ve çocuğa şiddet uygulanmasına neden olabiliyor. Görüldüğü gibi bu kadar geniş bir yelpazede olan riskleri aza indirmek için başta toplumun eğitiminden sorumlu kişiler olmak üzere toplumun her kesimine önemli görevler düşüyor. Dünya genelinde bu durumu değerlendirebilir misiniz? En çok hangi ülkelerde bu tür istenmeyen olaylar yaşanıyor ve bunun önlenmesi için neler yapılıyor? Dünyada her ülkede çocuk istismarı bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Gelişmiş ülkelerde olayın daha fazla farkında olunup önlemler alınmaya çalışılırken daha az gelişmiş ülkeler olayın inkârı aşamasındalar. Yani “Bizim ülkemizde böyle şeyler olmaz” savunması içindeler. Türkiye’de de yakın zamana kadar durum böyleydi. Ancak bunun bir sorun olarak yaşandığı kabul edildiğinde önleme çalışmalarına başlanabiliyor. Bizde de şu an bu aşamaya gelindi. İhmal ve istismara uğramış çocukların psikolojik yönden sağlıklı bireyler olarak hayatlarına devam etmeleri için neler yapılmalı? İhmal ve istismar ne kadar erken yaşta yaşanır ve ne kadar uzun sürerse çocuğun gelecekteki yaşamı boyunca süren etkileri o kadar ağır oluyor. O yüzden istismara uğrayan bir çocuk fark edildiğinde en kısa zamanda tıbbi ve psikolojik tedaviye alınırken istismara uğradığı ortamdan da uzaklaştırılmalı, sevgi ve ilgiyle yaraları onarılmaya çalışılmalı. İstismarın tıbbi ve psikolojik boyutunun yanı sıra sosyal ve yasal boyutları da var. Her bir boyutta çalışan profesyonellerin konu hakkında ve çocuğa nasıl davranacağı konusunda bilgili olması ve değişik disiplinlerde çalışanların birbirleriyle işbirliği yaparak adli sürecin de çocuk için mümkün olduğunca örseleyici olmadan geçmesi sağlanırsa olayın çocuk üzerindeki etkileri de azaltılabilir. NİSAN2010 kolejliler sosyal sorumluluk 42 Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF)- Türkiye Başkanı Akın Öngör’63 Doğal Yaşamın Korunması Herkesin Sorumluluğundadır Doğa koruma hedefleri, toplumun istek ve gereksinimlerini göz önünde bulunduracak şekilde gerçekçi olmalıdır. Toplumun gereksinimlerini dışlayan doğa koruma projelerinin başarıya ulaşması olanaksızdır. WWFTürkiye, WWF’nin küresel koruma programı çerçevesinde hareket ederken, Türkiye’nin kendine özgü sorunlarını, amaç ve gereksinimlerini ihmal etmez. B iz insanlar çoğu zaman üzerinde yaşadığımız bu güzel gezegende tek başımıza yaşamadığımızı, bu düzen içerisinde bizim dışımızda başka canlıların da olduğunu unutuyoruz. Bilinçli ya da bilinçsizce, bir denge içerisinde sürmekte olan doğal hayata saygısızlık ediyoruz, üstelik bundan yine bizim zarar göreceğimiz gerçeğini göz ardı ederek. Tüm dünyada bu gerçeği göz ardı etmeyen ve doğal hayatın korunması için çalışan çeşitli kuruluşlar var. Bu örnek kuruluşlardan birisi de ürettiği ve uyguladığı projelerle çok önemli işler başaran Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF)-Türkiye. Vakfın çalışmaları ve doğal hayatın korunmasına yönelik sorularımızı bir çevre gönüllüsü olan Vakıf Başkanı Akın Öngör’63 yanıtladı. WWF-Türkiye ne zaman, hangi amaçlar doğrultusunda kurulmuştur ve hedefleri nelerdir? WWF-Türkiye, 1996 yılında Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin (DHKD) öncülüğünde kurulmuş, 2001 yılında ise WWF’nin Türkiye temsilcisi olarak WWF-Türkiye unvanını almıştır. WWF-Türkiye; ülkemizde doğayı korumanın sembolü haline gelen kelaynakların ve deniz kaplumbağalarının korunmasında başarılı kampanyalara imza atmış DHKD’nin deneyim ve bilgi birikimini, dünyanın en köklü ve saygın doğa koruma kuruluşu olan WWF’nin uluslararası perspektifiyle birleştirerek, ülkemizdeki karmaşık çevre sorunlarına kalıcı çözümler getirmek ve bir değişim yaratmak üzere projeler yürütür. WWF-Türkiye; küresel iklim değişikliği ve doğal kaynakların sürdürüle- kolejliler NİSAN2010 mez tüketimi gibi insan kaynaklı olan, hem doğal yaşam alanlarının hem de türlerin kaybıyla sonuçlanan tehditleri durdurmayı amaçlar. Mevcut süreçleri değiştirerek, insanın doğayla uyum içinde yaşadığı bir gelecek için çalışır. Bunun için; yerel ve merkezi hükümet, iş dünyası ve vatandaşlarla ortak akıl üretmeyi, farkındalık yaratmayı ve karar süreçlerinde etkili olmayı hedefler. Bugüne kadar gerçekleştirilen ve halen yürütülmekte olan proje ve çalışmalardan bahsedebilir misiniz? Doğa koruma çalışmalarımız belirli bir süreç ve uzun dönemli yoğun bir emek gerektiren projeler çerçevesinde yürütülüyor. Konya Kapalı Havzası gibi biyolojik çeşitlilik açısından önemli olan, ancak su kaynaklarının sınırlı olduğu ve doğal yaşamın tehdit altında olduğu alanlarda yürüttüğümüz çalışmaların meyvesini, uzun süreçlere yayılan uğraşlar sonucunda yeni yeni alabiliyoruz. WWF-Türkiye olarak, Konya Kapalı Havzası’nda yöre insanının geçim kaynağı olan tarımsal faaliyetlere engel olmadan, bölgede yaşayan diğer canlı türlerine saygı duyan bir anlayışın yerleşmesini sağlamayı amaçladık. Şu anda Konya Kapalı Havzası’ndan toplam 41 dekar (41.000m2) alanda damla sulama çalışması yapılıyor. Toplamda su kullanımında meydana gelen yüzde 47 düşüş ile yaklaşık 24 milyon litre su tasarrufu sağladık. Kişi başına evde tüketilen su miktarının 150 litre olduğu varsayımından hareketle, çalışmalarımız sayesinde 4 kişilik 40 bin ailenin bir günlük kullanımı kadar su tasarrufu elde ettik. Bu henüz bir başlangıç. sosyal sorumluluk 43 Konya Kapalı Havzası’nda suyun akılcı kullanımına yoğunlaşırken, Avrupa’daki en önemli 100 orman alanından biri olan Küre Dağları’nda ise ormanların sürdürülebilir kullanımını hedefliyoruz. Ülkemizin ilk deniz koruma alanına sahip olan Kaş-Kekova Özel Çevre Koruma Alanı’nda denizel bölgenin yönetim planının hazırlanarak sualtı yaşamının korunması ve denizin sunduğu kaynakların sürdürülebilir kullanımı Vakfımızın sorumluluğu altında olan bir başka çalışma. Bunlar gibi, batıda Bafa Gölü’nde, kuzeyde Fırtına Havzası’nda, güneyde Çıralı ve Akyatan’da yürüttüğümüz projelerde temel amacımız yörenin sunduğu doğal kaynakların akılcı ve sürdürülebilir kullanımını sağlayarak gelecek nesillere gurur duyduğumuz bir doğal miras bırakmak. WWW-Türkiye’yle iş birliği yapan kurum ve kuruluşlar hangileri? WWF-Türkiye, çalışmalarını bağışlar ve sponsorluklarla yürüten kâr amacı gütmeyen bağımsız bir Vakıftır. Burada, Vakfımıza 18 yıldır destek olan kurumsal sponsorumuz Garanti Bankası’nı en başta anmak istiyorum. Garanti Bankası, kurumsal sosyal sorumluluk çalışmaları kapsamında WWF-Türkiye’ye verdiği destek sayesinde, WWF’nin tüm dünyadaki en saygın ve prestijli ödülü olan Altın Panda’ya iki kez layık görülmüştür. Bunun gibi, Coca Cola Türkiye ile Bafa Gölü’nde, Siemens ile Eğirdir Gölü’nde, Eti Burçak ile Konya Kapalı Havzası’nda çalışmalar yürütüyoruz. Unilever Türkiye ile su konusunda farkındalık yaratmak amacıyla “sudaki ayak izim” projesini, Çevreci Bonus Kart ile iklim değişikliği konusunda bilinç yaratmaya yönelik çalışmalarımızı yürütüyoruz. Özel sektörün dışında, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlar ve hükümet yardım kuruluşlarıyla ortak projelerimiz bulunuyor. duyacağız. Henüz çok geç değil. Önemli olan daha sürdürülebilir bir yola girmek için yaşam biçimlerimizi ve ekonomilerimizi hangi kilit alanlarda dönüştürmemiz gerektiğini anlamaktır. Mücadelenin boyutları zaman zaman baş edilmez görünebilir. Bu nedenle farklı sektörlerde ve alanlarda oluşan ekolojik açığın üstesinden gelebilmek için "sürdürülebilirlik” anahtar kelimedir. Doğal yaşam alanlarının ve biyolojik çeşitliliğin günbegün kaybedilmesi, doğal kaynakların hatalı yönetiminden kaynaklanan birer sonuçtur. Bu bağlamda, ekosistemlerin taşıma kapasitesinin üzerine çıkmadan ve gelecek kuşakların ihtiyaçlarının karşılanmasını tehlikeye atmadan insan yaşamının kalitesini geliştirmek anlamına gelen sürdürülebilir kalkınma, Türkiye’nin küresel sorumluluklarının ve Avrupa Birliği’ne katılma yolundaki gereksinimlerinin kesiştiği bir öncelik alanıdır. Doğa koruma hedefleri, toplumun istek ve gereksinimlerini göz önünde bulunduracak şekilde gerçekçi olmalıdır. Toplumun gereksinimlerini dışlayan doğa koruma projelerinin başarıya ulaşması olanaksızdır. WWF-Türkiye, WWF’nin küresel koruma programı çerçevesinde hareket ederken, Türkiye’nin kendine özgü sorunlarını, amaç ve gereksinimlerini ihmal etmez. Doğal hayatı korumak için kimlere ne gibi görevler düşüyor? Yaşamın kendisinin bizden bağımsız olarak içsel bir değeri vardır. Bu onun araçsal bir değer taşımasının ve kişisel bir fikir olmasının ötesindedir. Ekosistemlerin taşıdığı doğal uyum ve iş birliği bizleri doğayı korumaya yönlendirir. “Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür” sözü, ekosistemlerin tek tek öğelerin varlığının ötesinde bağımsız bir varlık olduğunu anlatmak için kullanılabilir. Bu noktada, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tanımlarken, ekosistemi oluşturan topluluk üyelerinin tümü için neyin doğru ve yanlış olduğunu açıklamamız önem taşır. Deniz kaplumbağalarıyla paylaştığımız kıyılarda, hem bizim hem de onlar için neyin doğru neyin yanlış olduğunu, ancak ve ancak yaşamın içsel değerini tanıyarak buluruz. Bu bakış açısından hareketle WWF-Türkiye, doğal yaşamın korunmasının herkesin sorumluluğu olduğuna inanır. Ülkemizde ya da Dünya’da doğal hayatın en büyük düşmanı olarak neyi görüyorsunuz ve bunun yok edilebilmesi için WWF- Türkiye olarak çözüm önerileriniz neler? İnsan nüfusunun ve bireysel tüketimin hızlı artışı, doğa üzerindeki talebimizi çoğaltmaktadır. Gezegen üzerindeki taleplerimiz aynı hızla artarsa, 2030’lu yılların ortalarında yaşam biçimimizi sürdürmek için iki dünyaya eş değer kaynağa gereksinim NİSAN2010 kolejliler sosyal sorumluluk 44 kuruma maddi destek sağlayan kişilerle sınırlı olmadığına inanan WWF-Türkiye bireysel destekçilerini, doğa koruma bilincini çevresindekilerle paylaşan doğa elçileri ve doğa sevgisini içselleştirerek yaşam tarzlarına yansıtan doğa dostları olarak görür ve onlara bu rollerini gerçekleştirmesinde yardımcı olmayı amaçlar. WWF-Türkiye, projeleri aracılığıyla doğa ve insan arasında köprü görevini üstlenerek, bireylerin doğaya yönelik sorumluluklarını yerine getirmesine aracı olur. Doğa koruma misyonunu gerçekleştirmek için yaptığımız çalışmalarda, Vakfımıza üye olan, gönüllü olarak yardım eden, bağışlarıyla projelerimize destek olan, logolu ürünlerimizden satın alarak gelir kazandıran destekçilerimiz WWF-Türkiye’nin dayanak noktasıdır. Dünyayı tehdit eden önemli sorunlardan biri de iklim değişiklikleri ve küresel ısınma. Bu sorunlardan ülkemiz bugüne kadar ne derece etkilendi? Sizce gelecek nesilleri nasıl tehlikeler bekliyor? Seller, büyük ve sık orman yangınları ve su kaynaklarının azalması gibi sorunları şimdiden yaşamaya başlayan Türkiye, kuraklıkla mücadele için suyunu akılcı kullanmanın yollarını zaman yitirmeden devreye sokmalıdır. Öngörülen iklim değişikliği senaryolarında, 2030 yılına kadar yüzey sularının %20 azalacağı belirtilmektedir. Bu da; tarım, ev ve sanayi alanındaki su kullanıcıları arasında önemli su sıkıntısı yaratacaktır. Türkiye hem iklim değişikliğinden ciddi biçimde etkilenecek ülkeler arasındadır hem de sera gazı emisyonlarında büyük paya sahiptir. Türkiye, Şubat 2009’da Kyoto Protokolü’ne taraf olarak önemli bir adım attı ve iklim değişikliğiyle mücadelede aktif şekilde yer alacağı mesajını verdi. Aralık 2009’da Kopenhag’da gerçekleştirilen İklim Değişikliği Zirvesi’nde ciddi bir hayal kırıklığı yaşandı. Dünya liderleri, yasal bağlayıcılığı olan adil bir anlaşmanın oluşması için gereken kararlılığı gösteremediler. Bununla birlikte, Türkiye, 2012 yılından itibaren devreye girecek olan Yeni İklim Sözleşmesi’nin oluşma sürecini yakından izlemeyip aktif şekilde katılarak, ulusal ölçekte alınacak önlemlerin sistematik şekilde ele alınacağı ulusal ikim değişikliği stratejisi ve eylem planını oluşturmalı. İklim değişikliğinin çeşitli sektörlere etki ve maliyetlerini saptayacak bir sektörel etki analizi hazırlamalı ve bu doğrultuda sera gazı emisyonlarının düşürülmesi çalışmalarını hızla başlatmalı. Temiz teknolojilere ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş hızlandırılmalı, bu yöndeki teşvikler artırılmalı. Doğal hayatın korunması ve sürdürülmesini sağlamak adına katkıda bulunmak isteyenler bireysel olarak neler yapabilirler? Bir doğa koruma kuruluşunun destekçilerinin sadece o kolejliler NİSAN2010 Son olarak iletmek istediğiniz bir mesaj var mı? WWF Türkiye, Doğal Hayatı Koruma Vakfı’na üye olun. www.wwf.org.tr sayfasından başvurun, birey olarak doğanın korunmasına yapabileceğiniz katkıları öğrenin, uygulayın. Ekonomik gelişmenin “ekoloji” merkezli düşünerek gerçekleşmesi sürdürülebilirlik açısından kaçınılmazdır... Akın ÖNGÖR’63 TED Ankara Koleji’nden 1963’de, ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’nden 1967’de mezun olan Akın Öngör 13 yıl çeşitli sanayi firmalarında pazarlama yöneticisi olarak çalıştı. 1987 yılında Garanti Bankası’ndaki görevine Kurumsal ve Ticari Bankacılık bölümünde, Pazarlama ve Dış İlişkilerden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak atandı. 1991- 2000 yılları arasında Garanti Bankası Genel Müdürü ve CEO’su olarak görevini sürdürdü. 2003 yılına kadar Garanti Bankası yönetim kurulu murahhas üyesi, Garantibank International, Garanti Moskova, Garanti Sigorta ve Garanti Teknoloji’nin Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptı. Bu dönem içinde Türk Amerikan İş Konseyi yönetim kurulu başkanlığı ve İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı yönetim kurulu üyeliği yaptı. 1994’te ODTÜ takdir ödülü, 1999’da ülkeye ve üniversiteye katkıları nedeniyle ODTÜ Üstün Hizmet Ödülü aldı. Önde gelen ekonomi dergi ve gazeteleri tarafından birçok defa “en başarılı yönetici” ödülü aldı. 2009’da Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından “Vakıf İnsanı” ödülüne layık görüldü. Halen WWF Türkiye Doğal Hayatı Koruma Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı ve İVCİ İstanbul Venture Capital Initiative stratejik ağ başkanlığı yapmakta olan Öngör, Boğaziçi Üniversitesi Vakfı ve TED İstanbul Koleji Vakfı mütevelli üyesidir. Profesyonel iş hayatından ayrıldıktan sonra Akhisar’da kurduğu bağlarında şato usulü Selendi marka kaliteli şarap yapımına başlamıştır. Ayrıca “ia orana” isimli Pasifik Okyanusu anılarını anlattığı bir de kitabı bulunmaktadır. moda-tasarım 46 Tasarımda Mucizeler Yaratan Marka Pro-fit Neşet Güne Kendimi organizatör gibi görüyorum. İnsanlar yıllarca çalışarak bir ev alıyor ve o evi size teslim ediyor. Sizin onun hayalini doğru organize etmeniz gerekiyor. Burada önemli olan nokta herkesin bir tarzı olduğudur. Tarzı olmayan yoktur. Onu doğru tespit etmek gerekir. Ben her zaman şunu söylerim, iyi bir iç mimar eşittir müşterisinin tarzını iyi teşhis eden kişidir. A nkara merkezli bir iç mimarlık firması olan Pro-fit yaşam tarzınıza, beğenilerinize ve dünya görüşünüze göre size özel mekânlar yaratmak için 15 senedir projeler üretiyor ve uyguluyor. Uzman, genç ve dinamik kadrosuyla hizmet veren Pro-fit, iç mimarlık ve dekorasyon alanında mükemmel bir çözüm ortağı. Siz yaşamak istediğiniz mekânları hayal ediyorsunuz, Pro-fit sizin için bu hayalleri hayata geçiriyor hem de hayallerinizdekinden de mükemmel bir şekilde. Uzun yıllardır oturmakta olduğunuz evinizden sıkıldınız ve dekorasyonunu değiştirmek istiyorsunuz, belki de sahip olduğunuz işletmenizin yeni şubesinin dekorasyonu konusunda kararsızsınız ya da yeni bir ev aldınız, dekorasyonu için hayaller kuruyorsunuz ama bunun için bir profesyonele ihtiyacınız var. O zaman bütün bunları gerçekleştirmek için kapısını çalacağınız en doğru adreslerden biri, Neşet Güne’87 ve eşi Lale Güne’nin ortağı olduğu, iç mimarlık projelendirme ve uygulamaları yapan bir firma olan Pro-fit. Başta Ankara olmak üzere yurt içinde ve yurt dışında gerçekleştirdiği başarılı çalışmalarla tanınan Pro-fit aynı zamanda ülkemizin büyük müteahhit firmalarının da iş ortağı durumunda. Rusya ağırlıklı olmak üzere Ukrayna, Kazakistan, Moldova, Libya gibi ülkelerde projelendirme ve uygulamalar yapmakta. Pro-fit’in müşterilerine sunduğu hizmetler ağırlıklı olarak projelendirme. Eğer müşteri isterse o projenin uygulamasını da Pro-fitin uzman ekibi anahtar teslimi olmak üzere üstleniyor. Proje ve uygulama dışında kolejliler NİSAN2010 Sayer Villası moda-tasarım 47 Bilkent Otel bazı imalatta da müşterilere hizmet veriliyor. Örneğin ahşap işlerini kendi atölyelerinde yapabiliyorlar. Bazı müşteriler ise bir proje için işin kontrolörlüğünü talep edebiliyor ya da sadece danışmanlık hizmeti istiyor. Pro-fit aslında ev dekorasyonuyla işe başlayan daha sonra ağırlıklı olarak spor merkezi, spa otel, alışveriş merkezi dekorasyonu ile ilgili işlere yoğunlaşmış bir firma; ama ev, restoran ya da ofis dekorasyonundan da kopmuş değil. Alışveriş merkezleri, otel ya da spor merkezleri gibi sirkülasyonun yoğun olduğu yerlerin, kısacası daha çok insanın yaşadığı, çok amaçlı kullanılan mekanların dekorasyonunu yapmak Neşet Güne ve ekibi için çok daha keyifli. Bir opera ve klasik müzik hayranı olan Neşet Bey’in en büyük hayali ise Ankara Devlet Opera ve Balesi Salonu’nun dekorasyonunu yapmak. Bu arada Neşet Bey’in hayallerinden söz açılmışken kendisinin bir başka hayali ise bir yat ya da uçağın içini dekore etmek. Sayer Villası Optimum Sinema En Önemli Nokta Müşterilerin Tarzını İyi Teşhis Etmek Peki, Pro-fit hayallerinizi nasıl gerçekleştiriyor, müşterilerle buluşmadan projenin teslim edilmesine kadar nasıl bir süreç izleniyor? Bu konuda Neşet Güne şunları söylüyor: “Her mekânın dekorasyonu farklı farklıdır; ama örnekleme olarak evi alırsak ki en zor olanıdır, şahsa özel olduğu için çok daha fazla uğraş gerektirir, şöyle bir yol izleriz. Öncelikle, evde yaşayan insanlara göre tasarım yapacağımız için onları tanımakla işe başlarız. Yani, evde günlük yaşamlarını nasıl geçiriyorlar? Nelerden zevk alıyorlar? Sosyal yaşamlarında ne kadar aktifler? Dünya görüşleri ne? İçe dönükler mi eğlenceyi mi seviyorlar; yoksa daha mı bohemler? Evlerine çok gidip gelen var mı? Bunları öğrenmek için projeye başlamadan önce bir süre arkadaşlık etmemiz gerekiyor, bu süreç içinde de aileden biri gibi oluyorsunuz. Aileyi tanıdıktan sonra onların kafalarındaki fonksiyonları öğreniyoruz yani; yemek odasında çift salon mu olacak, yatak odasını çok dolaplı mı istiyorlar, kaç çocuk odası istiyorlar, soyunma odasını ne büyüklükte düşünüyorlar? Bunları ve daha pek çok detayı öğrendikten sonra oturur bunları plan üzerinde kâğıda dökeriz, onların onaylarını alana kadar da toplantılar devam ederiz.” NİSAN2010 kolejliler moda-tasarım 48 Uzman Ekip İş Başında Detaylı çalışmalar yapıldıktan ve fonksiyon çözüldükten sonra sıra işin estetik boyutuna geliyor. Neşet Bey bu aşamada müşteriyi işin içine çok fazla sokmadığını, ilk başta almaları gereken bilgileri aldığını, müşterinin tarzını ve çizgisini öğrendiğini, bu işin aslında bir tür şov olduğunu, müşterinin evini gördüğünde şaşırması gerektiğini söylüyor. Müşterinin hayalini, istediğini gerçekleştirememişseniz müşteriyi iyi tanıyamamışsanız demektir diye de sözlerine devam ediyor. Pro-fit ekibinin başına böyle bir şey gelmemiş, bunun en önemli nedeni de müşterilerini çok iyi analiz edebilmelerinde gizli. Müşterilerle ilgili yeterli veri toplandıktan sonra genel konsept tasarımları yapmak için masada, proje karşısında yalnız olmayı tercih ediyor Neşet Bey. Pro-fit’de genel konsept çalışmaları yapan başka uzmanlar da var. Pro-fit tam bir ekip çalışması yürütüyor ve ekipte herkesin görevi belli. Genel koordinatör tasarım dağıtımını yapıyor. Teknik ekip ayrı, malzeme seçimini yapan ayrı. Bütünü oluşturan sonucu ortaya çıkaran ve bunları koordine eden bir de direktör var. Müşterilerin öğrenmek isteyeceği en önemli konulardan biri de tabiî ki bu çalışmaların ücretlendirilmesiyle ilgili. Bunun için de yapılan çalışmanın ne fiyata çıkacağına dair bir bütçe çalışması yapılıyor. Ortaya çıkan fiyat eğer müşterinin bütçesini aşarsa yeniden revize ediliyor. Süre konusunda ise en küçük proje için bile an az 60 gün harcanıyor. Bütün bu çalışmalar süresince dost olunan müşterilere teslim sonrası hizmet de veriliyor. Bilkent Otel kolejliler NİSAN2010 Base Life Club Bütün bu çalışma sürecinin uzun ve meşakkatli bir yol olduğunu söyleyen Neşet Güne sözlerine şöyle devam ediyor: “Kendimi organizatör gibi görüyorum. İnsanlar yıllarca çalışarak bir ev alıyor ve o evi size teslim ediyor. Onun hayalini doğru organize etmeniz gerekiyor. Burada önemli olan nokta herkesin bir tarzı olduğudur. Tarzı olmayan yoktur. Onu doğru tespit etmek gerekir. Ben her zaman şunu söylerim iyi bir iç mimar eşittir müşterisinin tarzını iyi teşhis eden kişidir.” Güne’den Dekorasyonla İlgili Tüyolar ve 2010 Trendleri İç mimari ve dekorasyon konusunda uzman bir ismi bulmuşken dekorasyonda dikkat edilmesi gerekenler konusunda öneriler almadan olmaz. Neşet Güne bu konuda şunları söylüyor: “Karanlık mekânlar yaratmayın. Evin aydınlatılmasını kesinlikle spotla yapmayın. Aydınlatmada beyaz ışık yerine, sarısıcak ışık kullanın. Ev aydınlatması yumuşak olmalı, aplikle ya da masa üzerinde bir abajurla olabilir. Mekânın demirbaşı olan pencere, kapı, süpürgelik ve gömme dolapları her şeyle uyumlu olabilecek renklerde boyamak gerekir; kemik, bej ve pudra gibi. Apartman dairelerinde tavanlar hep basık olur, kartonpiyerler mekânı daha da basıklaştırır, yüksek mekânlar ise insana rahatlık verir, bu etkiyi sağlamak için boyuna desenli kâğıtlar kullanılabilir.” Ünlü mimar bu senenin dekorasyon trendleriyle ilgili de şu bilgileri veriyor: “2010’da ekolojik trend var. Sanatta ve edebiyatta olduğu gibi dekorasyonda da geçmişe dönüş var. İnsanlarda doğaya, ilkel çağlara gitme isteği var. Çünkü günümüzde pek çok şey iyiye gitmiyor, bu nedenle insanlar özlerine dönmeye çalışıyor, bunun için de doğayı ve renkleri evine taşımak istiyor. Doğal malzemeler kullanılacak, ham ahşaplar, bitki kökü dediğimiz renkler, eskitme malzemeler ve tabii ki aynalar da ön planda. 2010’da yeşilin tonları çok kullanılacak. Su, dünyada değerli olmaya başladı, çünkü su, güç ve medeniyet demektir, dolayısıyla mavinin tonları kullanılacak. Aydın, sıcak ve dingin atmosferli, çok büyük ve geometrik desenlerin hâkim olacağı güzel bir yıl olacak 2010. Son olarak Barok, Rokoko, Artdeco akımlarının tekrar hâkim olacağını da söylemek gerekir. Daha insancıl çizgiler geldi. Ruhsuz modernizm bitti gibi. İskandinav Avrupa’sı tarzı olan kübist çizgiler kalmadı.” Pro-fit İletişim: Adres: Nenehatun Caddesi 116/1 GOP / ANKARA Tel: 0312 436 71 26 / 447 82 34 / www.profitnesetgune.com çevre 50 Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar-2 Dergimizin geçtiğimiz sayısında, genel olarak gen, gen aktarımları ve genetik yapısı biyoteknoloji şirketleri tarafından değiştirilmiş ürünlerin sağlık riskleri ve bu ürünlerin ne amaçla üretilip dünya üzerine salınmaya çalışıldığını anlatmıştık. Bu sayımızda konumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. bazı kişi ve kurumların söylem ve savlarının 1996 yılından itibaren ticarileştirilmeye Arca ATAY aksine, GDO’lu tarım ürünlerinin dişe dokubaşlanan GDO’lu tarımsal ürünlerin %85’i Ekolojik Yaşam Derneği nur gözle görünür hiçbir avantajı bulunmaABD, Kanada, Arjantin, Brezilya gibi (EKODER) Başkanı maktadır. Üzerinde büyük polemiklerin yapılAmerika kıtası ülkelerinde üretilmekte, Asya dığı ve yalanların söylendiği sav ve söylemleve Afrika kıtasındaki Güney Afrika, Çin ve ri birkaç can alıcı soru ile çürütmek mümkün. Hindistan ile birlikte bu oran % 98’e çıkmaktadır. Dünya GDO’lu üretim alanı miktarı 125 milyon hektar civaGDO’lu ürünler sağlıklı mıdır? rındadır ve bu üretimin neredeyse yarısı ABD’de yapılmaktadır. Alerji, toksisite, kanseri tetikleme, bağışıklık sistemini zayıf27 üyeli Avrupa Birliği’nde sadece 7 ülkede GDO’lu ürünlerden bir tek MON810 isimli mısıra izni verilmiş olup, bunların latabilme etkisi, antibiyotiklere karşı direnç geliştirme, transfer toplam üretim alanı 110.000 hektardan azdır ve gittikçe de edilen genlerin insan veya hayvan bünyesindeki yararlı bakteriazalma eğilimi göstermektedir. Zira Türkiye’nin de içinde oldu- lerle birleşebilme olasılığı, besin kalitesinde bozulma, enzim ğu birçok dünya ülkesi gibi, AB ülkelerinin halkları GDO’lu ürün- sisteminde değişiklik gibi riskler, bu ürünlerin hiçte masum lerin ülkelerinde üretilmesini ve tüketilmesini istememektedirler. olmadıklarının ispatıdır. GDO’lu ürünler yeterince test edilip, Gerek biyoteknoloji şirketleri gerekse GDO savunucusu araştırılmadan, canlı sağlığı üzerindeki zararsızlıkları ispatlan- kolejliler NİSAN2010 çevre 51 madan piyasaya sürülmektedir. Çeşitli akademisyen ve üniversite araştırma gruplarının çeşitli ülkelerde yaptıkları çalışma ve araştırmalar, bunların sağlık riskleri konusunda güvenilir olmadıklarını kanıtlamıştır. GDO’lu ürünler ekolojiye zarar vermez mi ve biyolojik çeşitlilik için tehdit oluşturmaz mı? • GDO’lu ürün üretimlerinde kullanılan yabani ot ilacı miktarı artmış, kullanılan yoğun pestisitler toprak yapısını bozmaya devam etmiştir, doğal toprak mikroflorası, faydalı mikro organizmalar ve faydalı böcekler yok edilmeye devam etmektedir, • Yabani ot ilaçlarına dayanıklılık kazanan yeni canavar otlar çıkmıştır, • Brezilya ve Arjantin’de biyoyakıt eldesi için GDO’lu soya ve kanola üretimlerinin tetiklenmesiyle yeni topraklar kazanılması amacıyla yağmur ormanları katliamı başlamıştır, • Taşınan polenlerle gen kaçışları olmuş, hem mevcut konvansiyonel kültür bitkilerine, hem de yabani akrabalara gen bulaşması olmuştur. Böylece konvansiyonel ve organik tarım ürünleri GDO’lu hale gelmiş, yabani akrabalarına gen kaçışı ile GDO’lu yabani otlar oluşmuştur. • Biyoteknoloji korsanları, kendilerine ait olmayan yerel tohumların patentlerini alarak ülkelerin biyoçeşitliğine müdahale ederek yerel tohumları patentlemeye çalışmaktadırlar. • Toprak ve su kirliliği, faunada değişim, mikrorganizmalarda değişim, bitkisel çeşitlilikte değişim ve çeşitlilik kaybı ekosisteme müdahalenin ve genetik kirlenmenin bir sonucu olup endüstriyel tarımın transgenik bitkilerinin yayılımı ile dünya ekosistemini çöküşe doğru sürüklemektedir. GDO’lu ürünler ucuz mudur ve üretim maliyetleri diğerlerinden düşük müdür? • GDO’lu ürünlerde daha yüksek maliyetler ortaya çıkmış, patentli tohum nedeniyle daha pahalı ve her yıl tohuma yeni- den para vererek almak zorunda olan çiftçinin üretim maliyeti artmıştır. • Bu arada tarımsal biyoteknoloji şirketleri herbisitlere (yabani ot ilacı) toleranslı GDO’lu tohumlarını satarken kendi üretimleri olan herbisitleri de yoğun bir şekilde satmaktadırlar. Zira bu şirketlerin amaçlarından bir tanesi de ilaçlara toleranslı tohumlarını satarken bunlar için kullanılacak kimyasalları da satmak ve kârlarını ikiye katlamaktır. GDO’lu ürünler, konvansiyonel ve organik ürünlerle, belirli bir izolasyon mesafesinde, birlikte ekilebilir mi? Birlikte ekilebilirliğin mümkün olmadığı, izolasyon mesafeleri konmasına rağmen her zaman gen bulaşması olabileceği ispatlanmıştır. Birçok konvansiyonel ve organik ürün bu bulaşmalar sonucunda GDO’lu olmuşlardır ve çoğu imha edilmek zorunda kalınmıştır. Bu bulaşma örneklerine aşağıda değinilecektir. GDO’lu tohumların verimleri yüksek midir, çiftçilerin gelirini arttırmada faydaları olmuş mudur? • ABD üniversiteleri tarafından 15 binin üzerinde çiftçiyle yapılan çalışmalarda, genetiği değiştirilmiş soyanın diğer soyalara göre % 5,3 daha az verimli olduğu tespit edilmiştir. • Kansas Devlet Üniversitesi'nin yaptığı çalışmalarda ise genetiği değiştirilmiş soyanın verimliliğinin % 9 oranında düşük olduğu sonucuna varılmıştır • Birçok ülke çiftçisi, verim ve kalitede normal konvansiyonel üretimin altında değerler elde ettiklerini ve para kaybettiklerini öne sürerek GDO’lu tohum şirketlerini mahkemeye vermiştir (Hindistan ve Endonezya’daki pamuk çiftçileri) • Paraguay, genetiği değiştirilmiş soya ekim alanı bakımından dünyada yedinci sıradadır. Fakat Paraguay köylülerinin % 40'ı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. NİSAN2010 kolejliler çevre 52 bulaşabildiğinin ve bunun da insan gıda zincirine girebildiğinin somut bir örneğidir. • Avrupa Birliği’nin GDO’larla ilgili mevzuatında GDO etiketiyle satışına izin verilen ürünlerin dışında çeşitli ülke market raflarından alınan ve bebek mamaları dâhil birçok gıda ürünü örneğinde GDO saptanmış ve bu ürünlerin isimleri ve üreticileri çevre ve tüketici örgütleri vasıtasıyla internete ve basına yansıtılmıştır. GDO’lu ürünler dünyadaki açlığa bir çare midir? GDO’lu ürünlerin ekilmeye başlamasıyla dünyadaki açlık bitmiş ya da azalmış mıdır? • 2000 yılından bu yana Güney Afrika'da genetiği değiştirilmiş pamuk eken çiftçi sayısında 4 kata yakın bir azalma görülmüştür. • Hint tarımına genetiği değiştirilmiş tohum şirketleri egemen olmaya başladığından bu yana sömürü sistemi dayanılmaz bir hâl almıştır. Hindistan’da genetiği değiştirilmiş tohumlarla pamuk yetiştiren ve ipoteğini ödeyemeyen çiftçiler canlarına kıymaya başlamışlardır. Hindistan’da 1997-2007 arasında intihar eden çiftçilerin sayısı İçişleri Bakanlığı verilerine göre 182 bin 936’dir. 2008 rakamlarının 16 bine yaklaştığı belirtilmektedir. GDO’lu ürünlerin diğer ürünlere karışma riski var mıdır? İnsan gıdası için üretilmeyen GDO’lu ürünlerin gıda zincirine karışmasını önlemek mümkün müdür? • Hayvan yemi olarak üretilen Starlink mısırı insan gıdasına bulaşmış ve market raflarından toplatılmıştır. Yiyen insanlara ne olduğu bilinmemekle beraber mısır unu ürününü piyasaya süren Kraft şirketi, büyük maddi zarar görmüştür. • Bayer firmasının yasallaşmamış GDO’lu uzun pirinci LLrice601, ABD’nin GDO’suz olarak dünya ülkelerine ihraç ettiği pirinçlerde tespit edilmiştir. Bu durum ise, daha ticari olarak ekimi yapılmayan bir pirinç hattının nasıl konvansiyonel pirince kolejliler NİSAN2010 • GDO’lu ürünlerin ticari olarak ekilip dikilmesinin üzerinden 13 yıl geçmiş ve GDO’lu ekim alanları 120 milyon hektara ulaşmış olmasına rağmen, bu ürünlerin açlığa çare olmadıkları, aç insan sayısının bir milyara ulaşmış olmasından bellidir. • Dünyada gıda azlığı değil, fazlalığı söz konusudur. Uluslararası tekellerin faaliyetinin merkezi haline gelen gelişmiş ülkelerde, özellikle buğday, mısır, soya, pirinç gibi dünya gıda tüketiminin önemli bir kısmını oluşturan gıda maddelerinde büyük bir üretim fazlası vardır. Tarım ve gıda tekellerinin birbirleri arasındaki kıyasıya rekabetin kışkırttığı bu aşırı üretimin sonucunda ortaya çıkan ürün fazlası için yeni pazarlar yaratılmak zorundadır. Elbette bu pazarlar için en kolay aday, tarım sistemleri sorunlu, başka alanlarda da bin bir zorlukla mücadele etmekte olan az gelişmiş ülkelerdir. Bu ülkelerin tarım sistemleri, gıda ve tarım endüstrisi şirketlerinin çıkarlarına hizmet eden neo-liberal politikalar doğrultusunda yeniden yapılandırılırken, en fazla zarar görenler de tarımsal alandaki nüfusun büyük bir kısmını oluşturan küçük çiftçilerdir. IMF, DTÖ gibi kuruluşların dayattığı tarım politikaları sayesinde işlerini yapamaz hale gelen küçük çiftçiler, birer birer açlar ordusuna katılmaktadırlar. Son 20 yıldır neoliberal sistemin çarkları siyasi güçlerini gelişmiş ülkelerin hükümetlerinden ve IMF, DB ve DTÖ gibi örgütlerden alan endüstriyel şirketlerden yana dönmektedir. Uluslararası ve uluslar üstü biyoteknoloji şirketleri hiçbir güçten çekinmeden ve hatta zaman zaman her türlü yasal olmayan yöntemleri de kullanarak (yasal olmayan tohumlarını konudan haberdar olmayan çiftçilere satarak veya bedava vererek) dünya üzerindeki tohum hâkimiyetlerini kurdular. “Genetik Kirlenme”ye ve genetik olarak müdahale edilmiş ürünlerin toplum sağlığına ve çevreye etkileri ile ilgili olarak biyoteknoloji endüstrisinin görüşlerini dile getiren bir yetkili konuyu şu cümleler ile özetlemektedir: “Monsanto’nun biyoteknolojik gıdaların güvenilirliğini ispatlamak gibi bir yükümlülüğü olmamalıdır, zira bizim işimiz satabildiğimiz kadar ürün satmaktır. Güvenilirliği sağlamak Gıda İlaç Dairesi’nin (FDA) görevidir”. Nihayet şu anda Meclis’te olan Ulusal Biyogüvenlik Yasası çok yakında oylanacak ve kanunlaşacaktır. Bu yasanın, 2006’da çıkarılan Tohumculuk Yasası’nın aksine yabancı gen aktarımlı tohum ve gıdaların giriş ve üretimlerine serbestlik değil yasak getirilmesini istiyor, tüm üreticileri, tüketicileri, sivil toplum örgütlerini ve bilim insanlarını bu konuda uyanık ve duyarlı olmaya, tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin ülke topraklarını GDO’larla işgal etme senaryosuna karşı çıkmaya çağırıyoruz. gezi 54 Kendinize Bir İyilik Yapın! Sizi Bekliyor Hepimizin şehir hayatının karmaşasından uzaklaşmak, doğayla baş başa kalmak istediği zamanlar olmuştur, bir zamanlar ağaçlara ev kuran atalarımızdan miras kalan genlerimizin de bunda payı büyük olsa gerek. İşte doğanın sizi çağırdığı böyle zamanlarda gidebileceğiniz, bir adres var; Thuya. Ekotarım, eko-turizmin bir arada olduğu Thuya, doğa tutkunlarına doğa ile iç içe ama bir o kadar da konforlu bir ortam sunuyor. kolejliler NİSAN2010 T huya, yurt dışında benzerleri çokça olan ve sayıları her geçen gün artan doğa ile bütünleşmek isteyenlerin bir araya geldiği mekânlara Türkiye’deki ilk örnek. Yalova Armutlu’da bulunan İstanbul’a iki saat uzaklıktaki bu eko-pansiyon, çiftlik ve doğa hayatını yaşamak isteyenlerin vazgeçemeyecekleri bir yer. Thuya yalnızca bir butik otel değil, ülkemize alternatif bir turizm anlayışını yerleştiren, aynı zamanda eko-tarım yapan özel bir çiftlik. Thuya’nın sahibi Tülay Andiç: “1994’te çiftliği kendimiz için kurduk, yine eko-tarım yapıyorduk ama sertifikasız. Biz çok istifade ettik, çoluk çocuk büyüdü, başkaları da bu güzellikleri tecrübe etsin diye paylaşmak istedik, çiftliği butik otele dönüştürme fikri de böyle doğdu.” diyor. Hem ekolojik tarım hem ekolojik turizm yapılan Thuya, ülkemizde, Agro Eko-turizm (doğayı, insanı ve sosyo-kültürel ortamı gözeterek ekonomik faaliyet yapan turizm işletmesi) Sertifikası’nı İtalyan Çevre Enstitüsü’nden alabilen ilk ve tek işletme. Bu durum işletmecinin haklı olarak gurur duymasını sağlıyor, çünkü uluslararası bir çevre enstitüsü tarafından sertifikalanmak çok da kolay değil. gezi 55 Thuya’yı farklı kılan diğer unsur ise; mutfakta kullanılan ürünlerin en az yüzde 80’inin kendi ürettikleri sertifikalı ekolojik ürünlerden oluşması. Thuya ayrıca bir dizi çevre kirliliğini önleyici uygulamaları ile bulunduğu bölgenin bir devlet projesiyle ekotarıma geçmesine katkı sağlayarak, ekolojik havza ilan edilmesine de vesile olmuş. Çam Ormanları ve Deniz Konuklarını sahip olduğu beş odasında üç personeliyle ağırlayan Thuya’da oda-kahvaltı hizmeti veriliyor, istenirse öğle, akşam yemeği de oluyor. Uludağ ve Gemlik Körfezi, manzaralı, çam ormanları arasında olan Thuya’yı daha çok genç gruplar, çocuklu aileler, 28-45 arası çiftler ve çevreye duyarlı, yüksek öğretimli insanlar tercih ediyor. Faaliyette olduğu beş yıllık süreçte müdavimleri de oluşmuş Thuya’nın. İznik, Bursa, Mudanya, Uludağ, Gemlik, Yalova, Erikli ve Esenköy Şelaleleri’ne çevre gezilerinin düzenlendiği eko-çiftlik, grup çalışmaları ve seminer organizasyonları için de son derece uygun. Mavi bayraklı Armutlu sahilleri ise çiftliğe sadece 5 km uzaklıkta ve konuklara ulaşım için servis sağlanıyor. Dilerseniz, Thuya’ya ait arabayla 5 dakika mesafedeki Armutlu Kaplıcaları’na gidebilirsiniz. Ev Şarabı Toplayın Yapın, Zeytin Thuya’da trekking, jeepli safari, piknik, gıda üretimi, botanik çalışması, resim ve fotoğraf atölyesi ile cam-ahşap boyama gibi etkinlikleri yapmak mümkün, ancak bu etkinlikler en az 4 kişiyle olabiliyor ve özel organizasyona tabii. Kış aylarında hafta sonları talebe göre yoga meditasyon, kreatif mutfak ve detoks yapılıyor. Binicilik meraklılarına da, çiftlikte haziran-eylül arası binicilik dersleri veriliyor. Eylül 15’te ev şarabı yapımı, kasım 15’te de zeytin toplama etkinliklerine katılabiliyorsunuz. Siz de yaşadığınız şehrin gürültü ve sıkıntılarından uzaklaşmak, kendinizi doğanın kollarına atmak istiyorsanız, bu çiftlik tam size göre. Sevdiklerinizle birlikte keyifli saatler geçirebilir, acaba ne yiyorum? diye düşünmeden sağlıklı yiyecekler yiyebilirsiniz. Evinize dönerken, bahçesinden ekolojik sebze ve meyveler de satın alabileceğiniz Thuya’nın ev sahipleri “Kendinize iyilik yapmayı düşünürseniz, biz sizi ağırlamaya hazırız.” diyorlar. İletişim Adres: Mecidiye Köyü, No 9-10 Yalova-Armutlu Tel : 0 226 535 6383 Faks : 0226 535 6380 Mobil : 0 533 492 0457 www.thuya-ekopansiyon.com NİSAN2010 kolejliler uzman makalesi 56 Türkiye’nin, Altı Maden, Üstü Tarih ve Doğal Güzelliktir 2001 yılından itibaren ülkemizde altın üretimi başlamış olup; 2009 yılında yaklaşık 15 ton altın üretilmiştir. Bu üretim seviyesi ile İsveç, Finlandiya gibi üretici ülkeleri de geçerek, Avrupa ülkeleri arasında en büyük altın üreticisi konumuna gelinmiştir. Ancak çok yüksek altın potansiyeline rağmen, ülkemiz; Çin, ABD, Güney Afrika, Rusya, Kanada, Avustralya gibi ülkelerin çok gerisinde kalmaktadır. M Ümit Akdur’71 Altın Madencileri Derneği Başkanı adencilik, yer kabuğunda bulunan altın, kömür, çinko, bakır, demir, bor gibi ekonomik değer taşıyan madenleri bulundukları yerden çıkarıp, işleyip insan yaşamına katan bir iş alanıdır. Günümüzde, bu sürece, işin bitiminde madencilik yapılan yerleri doğayla uyumlu hale getirme faaliyeti de dahil edilmiştir. İnsanlık tarihi ile madencilik tarihi adeta ortak yazılmıştır. İnsanoğlu taşa şekil verdikten sonra, hayatı kolaylaşmış; toprağı işlemiş, daha kolay avlanmıştır. Bakır, tunç ve demir de keşfedilip işlendikçe, bu madenler insan yaşamının boyutlarını öyle değiştirmiş ki, insanlık tarihinin geçirdiği süreçlere adlarını vermişlerdir. İğne iplikten uzay mekiğine kadar, yaşamımızın ayrılmaz parçası olan madenler bugün dahi dünyanın siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamın en belirleyici etmenlerinin başında kolejliler NİSAN2010 gelmektedir. Ülkemiz, sanayisinin ihtiyaç duyduğu hammadde ve ara mal ithalatı için her yıl 150 milyar dolardan fazla döviz ödemekte ve 2003 yılından sonra enerji ve metal fiyatlarındaki artış nedeniyle de bu rakam giderek büyümektedir. Toplam ithalatımızın %75’i enerji ve işlenmemiş maden ve ara mal ithalatı faturasından kaynaklanmaktadır. Maden çeşitliliği açısından dünyanın zengin bölgelerinden olan Anadolu, madencilik tarihinde pek çok “İlk”e şahit olmuştur. Örneğin; M.Ö. 7 binli yıllarda metaller ilk olarak, Anadolu'da keşfedilmiş, bakır ilk olarak Kıbrıs'ta M.Ö. 3 binli yıllarda çıkartılmış, mermer ilk olarak M.Ö. 1000 yılında Afyon'da işlenmiştir. Salihli-Sart’ta ilk altın paranın basılmasıyla da dünya ekonomi tarihi başlamıştır. Roma İmparatorluğu zamanında babasının gazabından uzman makalesi 57 kaçarak, 4 Aralık’ta madencilerin çalışmakta olduğu bir mağaraya sığınan ve bu madenciler tarafından azize kabul edilen Santa Barbara'nın İzmit'te yaşamış olması ve efsanenin geçtiği mekânların Anadolu olmasının da madencilik tarihinde önemli bir yeri vardır. 4 Aralık tüm dünyada "Dünya Madenciler Günü" olarak kutlanmaktadır. Tüm madenler içinde ayrıcalıklı konumunu tarih boyunca korumuş olan altın, ülkemizde de hem yaygın bir yatırım aracıdır, hem de kültürel etkinliklerimizde önemli bir yere sahiptir. Dünyada altın talebi en yüksek ülkeler arasında yer alan Türkiye, her yıl ortalama 200 ila 250 ton arasında altın ithal etmekte ve bugünkü fiyatlarla yılda yaklaşık 6-7 milyar dolar ödemektedir. Altın üretimine başladığımız 2001 yılından bu yana 15 tona ulaşan üretim seviyemiz ile İsveç, Finlandiya gibi üretici ülkeleri geçerek, Avrupa ülkeleri arasında en büyük altın üreticisi konumuna gelinmiştir. Ancak 6500 ton altın potansiyelimiz gözönüne alındığında üretimimiz, potansiyelimize göre çok düşüktür. Sanayide veya günlük yaşamımızda kimyasal maddeler vazgeçilmez bir konuma gelmiştir. Sanayide, üretim için 100 binden fazla kimyasal kullanılmaktadır. Bu nedenle, bütün dünyada kimyasalların üretimi ve ticareti serbesttir. Toksikoloji biliminde kimyasal maddeler zehirli veya zehirsiz olarak adlandırılmaz. Çünkü uygun dozaj aşıldığında her kimyasal madde zehir etkisine sahiptir. Ancak bir kimyasalın bir sanayi üretiminde kullanılabilmesi için toksikoloji bilmi tarafından belirlenen sınır değerlerler göz önüne alınarak hazırlanan mevcut yönetmeliklerin ve standartların gereklerini yerine getirilmesi zorunludur. Aksi takdirde söz konusu kimyasalın o üretim için kullanımına müsaade edilmez. Siyanür, sanayide tekstil başta olmak üzere (akrilik gibi sentetik kumaşlar, sentetik iplikler, orlon vb.) plastik, naylon, sünger imalinde, kauçuk ayakkabı yapımında, kuyumculukta, ilaç sanayinde ve daha pek çok alanda gerekli önlemler alınarak kullanılmaktadır. Toksikoloji bilmine göre, siyanür, altın üretiminde kullanımı nedeniyle oluşabilecek risklerin alınan önlemlerle kolayca giderilebildiği risk grubuna girmektedir. Bu kimyasalın diğer sanayi üretimlerinde kullanılmasının gözardı edilip sadece altın üretiminde kullanılmasına karşı çıkılmasının bilimsel ve teknik bir yönü olamaz. Dünyada yaklaşık 800 altın ve gümüş madeni bulunmaktadır. Bunların %95’inde altın ve gümüş üretimi siyanür kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Geriye kalan %5’inde ise cevher özelliği nedeniyle altın taneleri iri taneli olmaları nedeniyle altın gravimetrik yöntemlerle elde edilmektedir. Ülkemizde, çok çeşitli sanayi dallarında, bugüne kadar hiç bir olumsuzlukla karşılaşılmadan kullanılan yıllık yaklaşık 300 bin ton çeşitli siyanür bileşiğinin %1’i altın üretiminde kullanılmaktadır. Dünyadaki bütün altın madenlerinde 120 yılı aşkın süredir üretimde kullanılan siyanür, süreç sırasında altını içinde bulunduğu kayaçtan ayrıştırmak için kullanılmaktadır. Siyanürle altın üretimi yapılan koşullarda (pH 10.5) atmosfere yayılan siyanür miktarı oran olarak içilen bir sigara dumanındaki siyanür miktarından daha azdır. Yurdumuzda altın üretimi yapılan madenlerde ne derelere bir sıvı boşaltımı, ne atık boşaltımı ne de atmosfere bir gaz salınımı yapılmamaktadır. Bu nedenle siyanür kullanımı nedeniyle ne çevreye ne de insan sağlığına zarar verecek bir durum söz konusu değildir. ABD, Kanada, Avusturalya, Avrupa’da altın hangi yöntemlerle aranıyor, hangi yöntemlerle çıkarılıp zenginleştiriliyorsa, siyanür kullanımı için hangi önlemler alınıyorsa ülkemizde de aynı yöntemlerle üretim gerçekleştirilmektedir. Avrupa Birliği Konseyi ilgilileri, yaptıkları incelemeler sonucunda ülkemizdeki altın madenlerinde kullanılan teknoloji ve çevre standartlarını Avrupa Birliği ülkelerine örnek göstermişlerdir. Bugüne kadar Dünya üzerinde madenlerde kullanılan siyanürden kaynaklı bir ölüm vakası olmamıştır. Ülkemizdeki altın madenleri çeşitli çevre ödüllerine layık görülmüş olup Dünya’daki en modern tesislerdir. Son olarak şunu ifade etmek istiyorum. Dünya üzerinde topraklarında altın gümüş gibi kıymetli madenleri ya da demir, bakır, ,kömür, krom, bor v.b. madenleri olup da işletmeyen tek bir ülke yoktur. Ülkemizdeki madenlerin ekonomimize katılması çevre değerleri suistimal edilerek engellenmeye çalışılmaktadır. Ülke refahının artması ve medeniyetin sürekliliğinin sağlanması için “Çevreye duyarlı, saygılı bir sanayi politikası ve sanayiye saygılı, duyarlı bir çevre politikası”nı benimsemek zorundayız. M. Ümit AKDUR’71 M. Ümit Akdur, 1971 TED Ankara Kolej’i mezunudur. 1977’de Gazi Üniversitesi İngilizce Bölümü’nden mezun olup Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi, İşletme masterını tamamlamıştır. Mali Müşavir olan Akdur, 1980 yılında mermercilik sektöründe iş yaşamına başlamış, daha sonra ABD Büyükelçiliğinde 5 yıl finansal analiz uzmanı olarak çalışmıştır. 1988 yılında, İdare ve Finansmandan sorumlu müdür olarak göreve başladığı, altın madenciliği konusunda faaliyet gösteren Tuprag Metal Madencilik A.Ş.’de halen Genel Müdür Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısıdır. M. Ümit Akdur, Altın Madencileri Derneği Başkanlığı, Madencilik Sektörü Başkanlar Konseyi Birliği Başkan Yardımcılığı, Ankara Sanayi Odası Madencilik Sanayi Komitesi Başkan Yardımcılığı görevlerini yürütmekte olup, Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesidir. Boş zamanlarında deniz sporları, kayak, binicilik gibi sporlar ile uğraşan Akdur, bir erkek çocuk babasıdır ve fizyoterapist Tülay Akdur ile evlidir. NİSAN2010 kolejliler kültür-sanat 58 Çağdaş Türk Resim Sanatının Usta İsmi Mustafa Ayaz Her Resmim Sevdiklerim İçin Yazılmış Bir Şiirdir Ankara’da örnek bir sanat müzesi, 2009 yılından bu yana sanatseverlerin hizmetinde. Çağdaş Türk Resim Sanatının önde gelen isimlerinden biri olan Mustafa Ayaz’ın ideallerinin gerçekleştiği, sanata ve resme olan aşkının maddeye dönüşmüş hali olan müze, vakıf olarak faaliyet göstermekte. Usta sanatçı Ayaz’la Kurumsal İletişim Çalışma Grubu Üyeleri olarak; resim, sanat, idealleri ve kendi olanaklarıyla kurduğu müze hakkında konuştuk. kolejliler NİSAN2010 kültür-sanat 59 H Kurumsal İletişim Çalışma Grubu üyeleri Mustafa Ayaz’la birlikte. Soldan Sağa: Ecehan Sakarya’04, Zerrin Sakarya’71, Mustafa Ayaz, Demet Aydın’83, Ayda Uçul’81, Şenol Sarısoy’82, Dernek Kurumsal İletişim Sorumlusu Nazan Önal ep iki şey arasında yaşadım: köyle kent, sevapla günah, varlıkla yokluk. Resimlerimin temel öğesi bu ikilem ve çelişkilerdir… Her bir durağı, her köşe başı ve her sözcüğü bir kitap olacak kadar zengin, sanatla yoğrulmuş, sanatla beslenen bir serüven ressam Mustafa Ayaz’ın yaşamı. O, bugünlere gelmesini büyük bir rastlantı olarak değerlendiriyor. “Beş kardeştik, hiçbiri okuma imkânı bulamadı çünkü köyde ilkokul yoktu. Aileden biri okusun diye kasabaya yollandım. Mezun olunca tek imkân köy enstitüleriydi, böylece 1953’de Erzurum Pulur Köy Enstitüsü’ne girdim.” Okuldayken yeteneğiyle hocalarının dikkatini çekiyor ve İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu’nun resim semineri sınavlarına girmesi öneriliyor. Sınava girip, kazanmasıyla Mustafa Ayaz’ın sanat yolculuğu da başlıyor. Mustafa Ayaz için sanat bir yaşam biçimi. Resim yapmak, nefes almak demek onun için. “Resim yapmadığım zaman eksiklik hissediyorum, resim yapmadan yaşamam zor” diyor. “Sanatın yaşamınızla bütünleşmesi lazım” diyen Ayaz, sergilerinin sayısını bilmiyor, aldığı ödüller ise şu anda onun için pek de önemli değil. “Ödüller sanatseverlere ve eleştirmenlere kendimizi kabul ettirmemiz açısından gençlik döneminde bizim için çok önemliydi. 1987’de son ödülümü aldım, o tarihten sonra yarışmalara katılmadım. Onur ödülleri verildi daha sonra. Ödül çok önemli bir şey değil, değişik yollarla da ödüller alınabiliyor.” “Yaptığım her resim sevdiklerim için yazılmış bir şiirdir” diyor usta sanatçı. Kendisine ilham kaynağını sorduğumuzda; “Hanımlar” cevabını veriyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Tabii işin şakası bu ama ilk çağlardan bu yana yapıla gelen sanat eserlerini incelediğiniz zaman, kadın figürünün çok sık kullanıldığını görürsünüz, çünkü sanata daha uygun ve estetiktir.” Ayaz’ın çalışmalarının bir özelliği de erkek figürü olarak sadece kendini kullanması. Sanatçı buna neden olarak ise esprili bir cevap veriyor: “Ben kıskanç bir erkeğim, bu yüzden başka erkeklere tahammül edemiyorum.” NİSAN2010 kolejliler kültür-sanat 60 mı yaptım demiyorum. Sanat eserleri yaratmak açısından, yapacak çok işlerim olduğunu düşünüyorum. Bu müzeyi yaptım çünkü resimlerimim evi, yuvası olsun istedim. Çocuklarım benden sonra rahat yaşasın. Ben inanıyorum ki içinde bulunduğumuz bu müzeye ödüller verilecek ama ödüller çok önemli değil. İnsanları onurlandırıyor, hoşumuza gidiyor ama bu duvarın arkası boş arsa, müzik ve konser salonu yapılmalı, bu müze yaşatılmalı, en büyük ödül bu olur.” Sanat Galerisi… Atölyeler… Müze Mağazası Resim dışında baleyi çok seviyor Mustafa Ayaz, bu sevgisini müzede de hissedebilirsiniz. Müzenin birçok yerinde kendisi tarafından seçilmiş bale figürleri var. Müze, Ziyaretçilerini; Vakıf, Sanatseverlerin Desteğini Bekliyor 2009 yılında vakıf olarak faaliyete geçen ‘Mustafa Ayaz Müzesi’, Mustafa Ayaz’ın kendi olanaklarıyla Başkent’e kazandırdığı, sanatsal birikimlerinin eseri. Bu vakıfla toplumun her kesimine sanat sevgisini aşılamak, sanat yoluyla toplumu eğitmek, çağdaş Türk sanatının yurt içi ve yurt dışında tanıtılmasına katkıda bulunmak amaçlanıyor. Mustafa Ayaz için en önemlisi müzenin yaşaması. Kendi emekleriyle oluşturduğu müzenin finansmanı , satılan resim paralarıyla sağlanıyor. Fakat bazı resimlerini satmak istemiyor, çünkü onlardan ayrılamıyor usta sanatçı. Bu tür resimleri de müzeye ayırıyor, herkesin görmesi için. Müzenin, ideallerinin çok önemli bir noktası olduğunu belirten Mustafa Ayaz, sözlerine şöyle devam ediyor: “İdealler bittiği zaman insanın yaşamı anlamsızlaşıyor. Ben artık yapacağıkolejliler NİSAN2010 Giriş katında yer alan Mustafa Ayaz Sanat Galerisi, 2007 yılında Mustafa Ayaz’ın resim sergisiyle açılmış. Galeri, çağdaş plastik sanatların gelişmesi yolunda, yerli ve yabancı sanatçılara yönelik periyodik sergiler ve farklı sanatsal etkinlikler düzenleyerek, sanatseverlerle buluşmayı hedefliyor. Galeri, pazartesi günleri hariç her gün 11.00–18.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir. Mustafa Ayaz Sanat Kursu’ndaki atölyelerde ise Güzel Sanatlar Fakültelerine hazırlık, yetişkin ve çocuklar için; resim, heykel ve seramik kursları da verilmekte. Kursun amacı; hangi yaşta olursa olsun, sanata ilgi duyan ve bu konuda kendini geliştirmek isteyen kişilerle, bilgi ve deneyimlerini paylaşmak. Mustafa Ayaz Müze Mağazası’nda, Ayaz’ın müze koleksiyonu ve sergilerindeki eserlerinden üretilmiş çeşitli seçenekler satışa sunuluyor. Bu seçenekler arasında; t-shirt, çanta, farklı şekil ve boyutlarda tabaklar, magnetler, reprodüksiyon tablolar, müze kataloğu ile Ayaz’ın desen ve müze kitabının da yer aldığı ürünler bulunuyor. Mustafa Ayaz Vakfı Plastik Sanatlar Müzesi Adres: Ziyabey Cad. No: 25 Balgat /Ankara Tel: 0312 285 8998 Fax: 0312 286 2989 www.mustafaayazmuzesi.com kültür-sanat 62 Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı Başkanı İnci Demirkol’72 ve Ankara Film Festivali Başkanı Can Özgün’73 Ankara Film Festivali Bir Okuldur B Ankara Film Festivali’nin ülkemizdeki diğer festivaller arasındaki yeri nedir? İ.D.: Ben bütün festivalleri gezdiğim için rahatlıkla söyleyebilirim ki; bizim festivalimizin program ve içerik açısından ülkemizdeki diğer festivallerden geri kalır yanı yok. İçerik olarak İstanbul birincidir, biz ikinciyiz. Antalya, Adana, Bursa bizden çok sonra gelir, onlardaki fark ise parasaldır ve gösteri kısmındaki şaşaadan kaynaklanır, özellikle de Antalya’da. Bizim küçük bütçemizle yaptığız işlerin, dünyada bu ölçekteki başka bir festivalde yapılabileceğini sanmıyorum. Festivalimizde kısa film ve belgesellere çok önem veriyoruz. Kısa belgeselciler arasında sıkı tartışmalar geçer, böylece daha iyisini yapmaTürk sinemasını yurt dışında başarıyla nın yollarını öğrenirler. Diğer festivallerde ise kısa film göstemsil eden ve ülkemizde sinema adına Uluslararası Ankara Film terimi adına bir seanslık gösbaşarılara imza atan yönetmenlerin pek Festivali’nin tarihçesi hakterim yapıyorlar fakat o da kında kısaca bilgi alabilir çoğu ilk ödüllerini Uluslararası Ankara Film şehrin bir ucunda oluyor miyiz? Antalya’da olduğu gibi, ana Festivali’nden aldı; Fatih Akın, Nuri Bilge Can Özgün: Uluslararası festivalle bağlantısı da olmuCeylan, Yüksel Aksu, Mustafa Altıoklar ve Ankara Film Festivali 1988 yor. Biz kısa filmcileri ana fesyılında Ankara Film Şenliği Tayfun Pirselimoğlu bu isimlerden bazıları. tivale bağlıyoruz. olarak başlayan bir etkinlik. Festivale yakın çevrelerKurucuları ise, aralarında Aziz deki üniversitelerden öğrenciNesin ve Mahmut Tali Öngölerin katılımları oluyor. Geçtiğimiz sene Çankırı, Isparta ve ren gibi isimlerin de olduğu 12 sinema gönüllüsü. Şenlik çok Kastamonu gibi illerden geldiler ve sahip çıktılar festivale. Sineilgi görünce üç sene içinde büyüyerek uluslararası bir kimlik mada kariyeri olan insanlarla aynı ortamı paylaşmak ve onlarla kazanmış, o zaman da kurumsallaşmak gereği doğmuş ve bu sohbet edebilmek onlar için çok önemliydi. nedenle de Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı kurulmuş. FesC.Ö.: Her şeyden önce vakfın ve festivalin bir duruşu var. tival, vakfın etkinliklerinden biri olarak devam ediyor. Bu durum festivale kaynak yaratma açısından sıkıntı yaratsa da İnci Demirkol: Festival, yapılmaya başlandığı günden bağımsız olmamızı sağlıyor. Önemle vurgulanması gereken bir bugüne kadar bir kez Körfez Savaşı sırasında çeşitli nedenlernokta var ki festival olarak bizim “ekol olma” özelliğimizin le, bir kez de tarih kaydı nedeniyle yapılamadı. bulunması. Türk sinemasını yurt dışı ve yurt içinde başarıyla u yıl 21. yaşını kutlayan Ankara Uluslararası Film Festivali yine özel bir programla Ankaralılara sinema dolu günler yaşattı. Bu yıl da izleyicilerin Türk ve Dünya sinemasının en iyi örneklerini izleme fırsatı buldukları festival; atölye çalışmaları, söyleşiler, paneller ve Sanat Sokağı etkinlikleriyle renklendi ve yarışma bölümüyle de sinemaya emek verenleri ödüllendirdi. Bu önemli festivalin başında ise iki Kolejli bulunuyor; İnci Demirkol’72 ve Can Özgün’73. Ankaralıların, özellikle de Kolej camiasının festivali desteklemesi ve sahip çıkması gerektiğini vurgulayan Özgün ve Demirkol ile festivalin dünü, bugünü ve yarını ile ilgili keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. kolejliler NİSAN2010 kültür-sanat 63 temsil eden yönetmenlerin ilk ödülleri bizdendir; Fatih Akın, Nuri Bilge Ceylan, Mustafa Altıoklar, Yüksel Aksu ve Tayfun Pirselimoğlu bu isimlerden bazıları. Pek çok festivalde işin içine para ve çıkarlar girer. Bizim bir farklılığımız da parasal ödülümüzün olmaması. Biz sadece bir filme unvan veriyoruz. Para ödülü olmadığı halde ulusal yarışmalarımıza katılım çoktur, bunun sebebi ise Ankara Film Festivali’nden ödül almak bir sınavı geçmek gibidir, bir prestijdir. Festival jürisi ve özel ödül alacaklar nasıl belirleniyor? İ.D.: Jürimizi çok dikkatli seçiyoruz. Yeşilçam’ın karmaşasından uzak tutmaya çalışıyoruz. Diğer festivallerde, örneğin Antalya’da Yeşilçam içi klikleşmeler çok belli olur. Festival jürimizde sinema yazarı, yönetmen, akademisyen ve sanatçı oluyor, bu da ortamın daha tarafsız olmasını sağlıyor, yani herkes biliyor ki jüri o filmi gerçekten sevmiş ve o nedenle seçmiş, kazanılan ödül alın teriyle kazanılmış. Jüri oluşturulurken dikkat ettiğimiz bir başka konu da sayısal olarak cinsiyet dengesinin sağlanması. C.Ö.: Jürideki isimleri oluşturmak en zor iş. Yarışmadan üç gün önce jürinin değiştiği bile olur. Özellikle sanatçı olanlar yoğun çalışan insanlar oldukları için bazen söz vermelerine rağmen katılamayabiliyorlar. Özel ödülleri ise Dünya Kitle İletişim Vakfı veriyor. Vakıf üyeleri, yönetim kurulu, yürütme kurulu, danışma kurulu üyeleri çeşitli isimler belirliyor, bu isimleri internette de tartışabiliyoruz. Festivalin izleyici potansiyeli hakkında neler söyleyebilirsiniz? Filmler ve etkinlikler yeterince ilgi görüyor mu? C.Ö.: Festival çok önemli bir sosyalleşme aracı. Festival süresince gösterilen filmlerin %99’u ticari sinemalarda oynamayacak filmler. Biz festival süresince şöyle bir imkân yaratıyoruz; festival izleyicileri filmleri üreten kişilerle filmi seyredip, sonra onlarla film üzerine konuşabiliyorlar. Workshoplarımız var. Bütün bunları düşününce izleyicinin daha fazla olması gerekir. İ.D.: Festival ilgi görüyor ama hiçbir zaman yeterli olmaz. İzleyicilerin ilgisi dışında sponsorluk anlamında da destek olunması gerekiyor festivale. Çünkü vakfın belirli ve sürekli bir geliri olmadığı için her sene festival için kaynak yaratmaya çalışıyoruz. Sponsorlarla festivalin bütçesini yapmaya gayret ediyoruz. Tabii son yıllarda Ankara’daki kuruluşlar festivali desteklemeye başladı. Ama sosyal sorumluluk politikaları varsa ya da yetkili kişinin sinemaya özel ilgileri varsa oluyor bu da. Şu anki sponsorlarımızın çok önemli katkıları oluyor ama bunlar yetmiyor, daha fazla olması lazım. Her şeyden önce ulusal basında sesimizi duyurmakta zorlanıyoruz. Ankara’da uluslararası bir film festivalinin olduğunu bilmeyenler var. Ağırlıklı olarak İstanbul’u destekliyor büyük kuruluşlar. Bu anlamda sadece bizim festivalimiz için söylemiyorum, sanat adına yapılan bütün güzel işlerin desteklenmesi gerekiyor, mesela Afyon Caz Festivali’nin yaşatılması gerekiyor. İlerisi için festivalle ilgili gerçekleştirmeyi düşündüğünüz projeler ve çalışmalar nelerdir? İ.D.: Pek çok proje var ama bunları gerçekleştirebilmek maddi olanaklara da bağlı. Mesela bizim bir “Ankara Buluşması” sözümüz var. Bu projeyi Kültür Bakanlığı’na sunduk. Yurt dışında Türk Filmleri Haftası yapıyoruz, oradaki insanlarla tanışıyoruz. Festivalciler, yapımcı ve yönetmenleri Ankara’ya davet etmek istiyoruz, bu buluşmanın birinci ayağı. Buluşmanın ikinci ayağı ise festivale Ankara dışından gelen öğrencilerin sayısını arttırmak, Anadolu sanat liselerini de kapsayacak şekilde. C.Ö.: Vakfın projeleri var. Aydın’ın Çine Belediyesi ile ortak bir proje yaparak kıyı kentlerinde çocuklara sinema eğitimi verilmesi ile ilgili. Bir de makinist eğitimi programı uygulamak istiyoruz. Çünkü Türkiye’de bunun eğitimi yok, bu meslekler hep alaylı kalmıştır. Kısacası fikirler fışkırıyor ama bu fikirlerin hayata geçirilmesi maddi kaynaklara bağlı. TED Ankara Koleji’ndeki öğrencilik yıllarınızla ilgili olarak neler söylemek istersiniz? İ.D.: Arkadaşlıklarımız çok güzeldi ve hala sürer. Herkes kardeş gibiydi. Mesela aynı sınıftan kız ve erkek öğrenciler birbirleriyle çıkmazlardı. Benim için çok keyifli yıllardı. Biz okula koşa koşa giderdik. C.Ö.: Ben kadrolu Kolejliyim. İlkokuldan lise bitene kadar eğitim hayatım Kolej’de geçti. Öncelikle Kolejli olmaktan gurur duyuyorum, çok mutluyum, camiayı da çok seviyorum. Her zaman ülkemizin en iyi eğitim kurumlarından biri olmuştur Kolej. Tüm Ankaralıları ve TED camiasını festivale bekliyoruz. Özellikle TED Ankara Kolejlilerin Ankara’da gerçekleşen uluslararası boyuttaki bu festivali sahiplenmeleri gerekir. Bilgi İçin: http://www.filmfestankara.org.tr NİSAN2010 kolejliler kültür-sanat 64 Avrupa’nın Kültür Başkenti A İstan dına şiirler yazılan, şarkılar bestelenen, romanlar yazılan ve uğruna savaşlar yapılan bir kent olan İstanbul, doğu ile batı arasında köprü olmuş, tarih boyunca üç büyük imparatorluğa Osmanlı, Roma ve Bizans’a başkentlik yapmıştır. İşte bu özelliklerini ve tüm kültürel mirasını göz önünde bulundurduğumuzda İstanbul, Avrupa Birliği tarafından 2010 Kültür Başkentlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Periyodik olarak her yıl belirlenen kent veya kentlere verilen bu unvanı İstanbul, Almanya’nın Essen, Macaristan’ın Pécs şehirleriyle paylaşıyor. Seçilen kentin kültürel yaşamını ve kültürel gelişimini sergilemesi için oldukça iyi bir fırsattır. Bu kentler, uluslararası platformda kendi kültürlerine has özellikleri sergilemeleri için bir takım değişimler yaşamaktadırlar. Her geçen gün, yalnız İstanbullular için değil, tüm dünya için bir çekim merkezi, bir kültür ve sanat merkezi niteliği kazanan İstanbul, uzun bir süredir 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanıyordu. 16 Ocak’ta yapılan görkemli açılış töreninden sonra kültür başkentliği resmileşen dünyanın en güzel şehirlerinden İstanbul, yıl boyunca gerçekleştirilecek etkinliklerle dünyanın sanat gündemini işgal etmeye devam edecek. Müzik, opera, sinema, tiyatro, animasyon, edebiyat, turizm, geleneksel sanatlar ve daha pek çok başlık altında gerçekleştirilen etkinlik ve projelerle dopdolu bir 2010 yılı yaşatan ve yaşatmaya devam edecek yedi tepeli kentte, yıl boyunca 182 kültür sanat etkinliği gerçekleştirilmiş olacak. İşte, bu etkinliklerin öne çıkanlarından Nisan ve Mayıs ayında yapılacak olanlar: Nisan’da İstanbul 2010 Balkanist - Balkan Müzik Festivali İstanpoli kapsamındaki Michael Laub projesinin kolejliler NİSAN2010 prömiyeri 28 Nisan’da Garajistanbul’da. Münir Nurettin Selçuk’un müziğine adanmış Müniristanbul projesi konseri 27 Nisan’da CRR’de. Türk müziğinin önemli temsilcilerinden Ali Ufki`nin 400. doğum gününe adanan Sacred Bridges başlıklı konser Aya İrini’de. 27-28-29 Nisan’da İş Sanat`ta Sevgiyle El Ele Sanat Festivali yapılacak. Avrupa Edebiyatı Türkiye’de / Türkiye Edebiyatı Avrupa`da projesinin galası 16 Nisan`da Aya İrini’de. Mayıs’ta İstanbul 2010 İstanbul, Avrupa Üniversiteleri Tiyatro Şenliği’ne ev sahipliği yapacak. “Sahne Senin İstanbul” fotoğraf sergisi 10 Mayıs`tan itibaren Fototrek Fotoğraf Stüdyosu`nda olacak. Yıldız Teknik Üniversitesi ay boyunca “İstanbul Otherwise” sergisine ev sahipliği yapacak. 11-15 Mayıs arasında “İstanbul Uluslararası Şiir Festivali” düzenlenecek. 1 Mayıs’ta CRR’de “Mahpeyker: Kösem Sultan” filminin prömiyeri yapılacak. Su üstünde Avrupa ışık enstalâsyonları ay boyunca Haliç ve Yeniköy Palais Aus`ta. 28 Mayıs`ta Süreyya Operası, Yurdum Çocukları Bale Gösterisi’ne ev sahipliği yapacak. 2010 programı kapsamında hayata geçirilecek ve öne çıkan projeler arasında Anadolu Ateşi’nin dünya şehri İstanbul'un binlerce yıllık tarihini ve kültürel zenginliğini etnik ve modern dans kurgusuyla sahneleyeceği “İstanbul Dreams” adlı gösterisini ve Avrupa'nın en büyük Rock gruplarından U2’nun Atatürk Olimpiyat Stadı'nda vereceği konseri özellikle kaçırmamanızı tavsiye ederiz. nbul İstanbul’a Katkıları Avrupa Kültür Başkenti unvanına sahip olmak, İstanbul’a dünya kültür-sanat gündeminde yer almanın dışında pek çok şey kazandıracak. İstanbul, dünya kültür mirasını tüm zenginliğiyle Avrupa’yla paylaşacak. Kentlilik bilinci gelişecek, İstanbullular kentlerinin sahip olduğu değerleri keşfedecek. Kentsel dönüşüm projeleri bir yandan kentin çehresini değiştirirken öte yandan kentlinin yaşam kalitesini yükseltecek. İstanbul yeni kültür mekânlarına kavuşacak, kentin kültür alt yapısı güçlendirilecek. Uluslararası projeler bir yandan Avrupa ülkelerine Türk kültürünü tanıtırken, öte yandan Avrupalı ve Türk sanatçılar arasında paylaşımlara sahne olacak. İstanbullular farklı sanat disiplinleriyle kucaklaşacak, İstanbullu gençler sanatsal yaratıcılıkla daha yakın bir ilişki kurma olanağı bulacak. Pek çok yeni iş sahası açılacak, Avrupa’yla kültürel ilişkilerin gelişmesinin yanı sıra ekonomik ilişkiler de gelişecek. İstanbullu sanatçılar, yaratıcılar uluslararası alana açılacak. İstanbul, Avrupa ve dünyanın dört bir yanından pek çok kültür sanat insanının yanı sıra pek çok seçkin medya temsilcisini de misafir edecek. İstanbul’un Avrupa Kültür Başkentliği’nden en önemli kazanımı ise yöneten ve yönetilenler el ele çalışıp üretecekleri yepyeni bir yönetişim anlayışına kavuşmaları olacak. Gönüllü Programıyla Siz de Etkinliklerin Bir Parçası Olabilirsiniz 2010 Avrupa Kültür Başkenti Gönüllü Programı 7’den 70’e bütün İstanbulluları ajansa bekliyor. Gönüllüler, tekrarı olmayacak Avrupa Kültür Başkenti organizasyonunun mutfağında yer alacak ve tüm sürecin heyecanını daha yakından hissedebilecek. Bunun yanı sıra eğitim, gezi ve diğer sosyal etkinliklerden yararlanma fırsatına sahip olacak. Bilgi ve başvuru için: www.istanbul2010.org/gonullu NİSAN2010 kolejliler kültür-sanat 66 Altın Ayı’nın Seçimi… Bal Dünyanın en saygın film ödüllerinden biri olan Altın Ayı, ilk kez 1964 yılında bir Türk filmine, Metin Erksan’ın yönettiği Susuz Yaz filmine verildi. Film, aldığı Altın Ayı’yla Türk Sineması’nda uluslararası ödül kazanan ilk film olarak da bir ilke imza atmış oldu. Fatih Akın’ın yönettiği Alman yapımı “Duvara Karşı” filmi de 2004’te Altın Ayı almıştı. Yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun, “Yusuf” üçlemesinin final filmi olan “Bal”, 60. Berlin Film Festivali’nde en büyük ödül olan Altın Ayı Ödülü’ne layık görüldü. Ana yarışma bölümünde 19 filmle yarışan "Bal", festivalin bu yılki "En İyi Film"i seçildi. Gösterildiği günden itibaren yarışmanın favorileri arasında yer alan film, dünyanın en saygın ödüllerinden Altın Ayı’yı 46 sene sonra Türkiye’ye getiren yapım oldu. Son yıllarda Türk yönetmenler uluslararası alanlarda kazandıkları başarılarla dikkat çekiyor, Cannes ve Venedik gibi önemli ve prestijli festivallerde ödüllendiriliyorlar. Filmleriyle adlarından sıkça söz ettiren Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Derviş Zaim ve Fatih Akın gibi yönetmenlerin uluslararası arenada elde ettiği bu başarılar sinemamızın geleceği açısından umut veriyor ve genç yönetmenleri cesaretlendiriyor. Bu başarıların sonuncusunu da ülkemizin önemli yönetmenlerinden biri olan Yönetmen Semih Kaplanoğlu ile yaşadık. Kaplanoğlu’nun “Yumurta” ile başlayıp, “Süt” ile devam eden “Yusuf” üçlemesinin son filmi Bal, bundan tam 46 yıl önce Susuz Yaz filmiyle Metin Erksan’ın Türkiye’ye kazandırdığı Altın Ayı Ödülü’nü ikinci kez ülkemize getirdi. Film, Berlin Film Festi- vali’nde aldığı Altın Ayı’nın yanı sıra ayrıca Kiliseler Birliği Ekümenik Jüri Ödülü’nün de sahibi oldu. Üçlemenin ilk iki filmi olan Yumurta ve Süt de ulusal ve uluslararası festivallerden çok sayıda ödülle dönmüştü. Bal, izleyiciyi bu kez Yusuf’un çocukluğuna götürüyor ve karakovan balcısı babası Yakup’la tanıştırıyor. Yedi yaşındaki Yusuf’la babasının doğayla iç içe ve mistik öğelerle dolu öyküsünü anlatıyor. Festivalin ödül töreninde ödülünü almak için sahneye çıkan Kaplanoğlu, teşekkür konuşmasında çekimler sırasında yaşadığı bir hikâyeden şöyle bahsetti: “Ormanda çekim yaparken, 10 metre ilerimizde duran bir ayıyla karşılaştık. Kovandaki balı almaya gelmişti. Bizi görünce kaçtı. Sanırım şimdi burada”. Kaplanoğlu, filmin çekimlerinin gerçekleştirildiği Çamlıhemşin’deki doğa sorunlarına da dikkat çekti ve “Çamlıhemşin’in doğası tahrip edilmeye çalışılıyor. Umarım bu ödül oranın korunmasına yardımcı olur” dedi. Senaryosunu Semih Kaplanoğlu ve Orçun Köksal’ın yazdığı, başrollerini Bora Altaş, Erdal Beşikçioğlu ve Tülin Özen’in paylaştığı film, önümüzdeki ay seyirciyle buluşuyor.. Piyanonun Dehası Chopin 200 Yaşında Ünlü Polonyalı besteci Frederic Chopin’in 200’üncü doğum yılı olması dolayısıyla 2010 “Chopin Yılı” ilân edildi. Romantik dönem klasik müziğinin kilit isimlerinden, Polonyalı besteci ve piyano virtüözü Chopin’in doğum günü kesin olarak bilinmediği için Şubat ayının son haftası boyunca doğumu şerefine konserler dizisi gerçekleştirdi. 1 Mart’ta sona eren konserlerle dünya çapındaki sayısız Chopin etkinlikleri resmen başladı. Müzik tarihinin en büyük piyano müziği bestecisi olarak nitelenen Polonya asıllı Frederic Chopin, piyano için bestelediği büyüleyici ve romantik yapıtlarıyla ünlüdür. Tek bir enstrümanı kullanarak, Mozart, Beethoven, Bach gibi en büyükler arasında yerini almıştır. Piyano parçaları dışında çok az bestesi bulunan sanatçının, özgün üslubu ve piyano çalmaktaki hüneriyle, müzik ustaları arasında apayrı bir yeri vardır. Chopin, çalış tekniği olarak Mozartçı geleneği devam ettirmiş, piyanonun kullanım imkânlarının gelişimine katkıda bulunmuştur. kolejliler NİSAN2010 Chopin mutluluğunu, coşkusunu, umutsuzluğunu vals, prelüd ve noktürn gibi kısa parçalarda dile getirdi. Besteci, 20 yaşında ayrıldığı yurdu Polonya'ya duyduğu sevgiyi ve özlemi halk danslarından esinlenerek yazdığı polonez ve mazurkalarında coşkulu bir biçimde müziğe dönüştürdü. Bestelediği valsler dans edilmek için değil, dinlenmek üzere yazılmış çekici ve romantik parçalardı. 1810 ve 1849 yılları arasında yaşayan dahi besteci Paris’te yaşadı ve sanatını burada geliştirdi. Chopin Paris'te Pére-Lachaise mezarlığında gömülü olmasına rağmen, kendi vasiyeti üzerine öldükten sonra kalbi çıkarılarak çok sevdiği vatanı Polonya’ya gönderildi. kitap 68 Kazuo Ishiguro Beni Asla Bırakma Bir kitap okuma klübüm var: “Leylekler”. Her ay bir kitap seçer ve bir sonraki toplantıda tartışırız; Anlatım tekniğini, dilini-çevirisini, yazarı, çağının koşullarını… Bir kaç ay önce, Kazuo Ishiguro’nun “Beni Asla Bırakma”sını konuşmaya karar vermiştik. Kitabın son sayfasını kapattığımda, bir zamanlar tebessümle izlediğim “Dolly” haberlerini, 40 yıl öncesinin “ilkel” dünyasını, ivmesi giderek artan bilimsel-teknolojik-sosyal değişimlerin nereye varacağını düşündüm.. Kitabın yazarı Ishiguro, Nagazsaki doğumlu. Altı yaşındayken ailesiyle İngiltere’ye yerleşmiş, edebiyat alanında yüksek öğrenim gördükten sonra yazmaktan başka hiç bir iş yapmamış. Time Dergisi’nin seçtiği, son seksen yılın İngilizce yazılmış en iyi yüz kitabı arasına giren Beni Asla Bırakma, adı ile aşk macerası vaad ediyor ama okuru yakın bir gelecekle cevaplarını bulacağı sorularla yüzleştiriyor. Romanın konusu, İngiliz edebiyatının favori mekânlarından bir yatılı okulda geçiyor. Bizimle konuşan Kathy, eski bir öğrenci. Bugün 31 yaşında. Sayfa sayfa aralanan gizem çözüldüğünde, dış dünyayla hiç bir bağlantıları olmayan öğrencilerin normal insanlardan klonlandıklarını anlıyoruz. Çocuklardan her birinin dışarıda bir yerde “aslı”nın yaşadığını, varoluş nedenlerinin, klonu oldukları insanların ihtiyacı durumunda organ bağışlamak olduğunu farketmek sarsıyor okuyanı. Klonlamanın teknolojisi hakkında bilgi edinmek isterseniz, Tübitak Bilim ve Teknik Sitesi’nde çok güzel ve anlaşılır bir sayfa var: http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bilgipaket/klonlama/klonlama_u ygulamalari.html İnsanın canlıya ve doğaya ilişkin mantığının sarsılması, çok eski çağlarda, türün iyileştirilmesi adına, bitki türleri üzerinde kasıtlı değiştirmeler uygulamasıyla başladı. Bugün bizi gen transferi noktasına getiren bu çalışmalar sonucunda, üç bacaklı tavuk, yeşil civciv gibi hilkat garibelerinin yanı sıra istediğiniz maddeyi sentezleyebilen bir canlıya sahip olmak mümkündür. Söz konusu maddeyi yeniden ve yeniden üretmek yerine, elinizdeki canlının yeteri kadar genetik ikizini yaratarak, bu küçük sürüyü doğal yollardan üretmeye başlarsanız, yatırımınız kendi kendine büyüyecektir. Uygulamanın ekonomik bir yönüdür bu. Uyuştucu kaçakçılarının kabusu olan bir köpeğin klonlanması ise işlevsel açısından bir örnek. Genetik bir hizmet robotu üretip, tüm narkotik birimlerinde, gümrük kapılarında dünyanın hizmetine sunulsa güzel olmaz mı? Öte yandan, genleriyle oynanmış süs balıkları, çiçekçilerde gördüğümüz (ama doğal sandığımız) göz alıcı çiçekler, bitkiler, meyve-sebze reyonlarındaki melezler, bilginin hangi amaçlara hizmet edeceği sorusunu akla getiriyor. Einstein, Roosevelt’e yazdığı meşhur mektubunda, yepyeni bir enerji kaynağı olabikolejliler NİSAN2010 lecek nükleer füzyondan bahsediyor fakat bunun kötü niyetli ellerde bomba yapımında kullanılabileceği konusunda da uyarıda bulunuyordu. Çoktan beridir hayatımızda olan doğum öncesi testler, insanın “kusursuz”a olan özlemine hizmet etmekte aslında. Modern tıbbın olanaklarından yararlanabilenler için, tüp bebek, sperm bankası, cinsiyet seçimi, rahimdeki bebeğin bir dizi genetik hastalık için test edilmesi sıradan uygulamalar oldu. Görünen o ki, yakın bir gelecekte anne-babaların, embriyolarını çok çeşitli özelliklerle (uzun boy, yeşil göz, müzik kulağı vb.) ilgili olarak, otomatik olarak taratması ve doğru genlere sahip embriyoların ana rahmine yerleştirilmesini talep etmeleri rutin bir işlem haline gelecek. Eğitim hayatları boyunca sayısız sınava giren çocuklar, dünyaya gelebilmek için bile yeterlilik sınavını geçmek zorunda kalacaklar. Yaşadığımız çağı dikkatli okursak, bundan kaçınmak mümkün görünmüyor. Kimi işletmelerin, sağlık sigortası ve verimsiz çalışma ihtimalini hesaplayarak bazı genetik hastalıklara yakalanma potansiyeli taşıyanları istihdam etmedikleri biliniyor. Bugün, sigorta şirketlerinin primleme sistemlerini de etkilemekte olan bu uygulamalar, Platon’dan bu yana, bazen aralık duran, kimi dönemlerde ardına kadar açılan (fakat hiç bir zaman tam kapanmayan) ‘ögenizm’ kapısının önüne getiriyor bizi. İnsan soyunun bilimsel olarak iyileştirilmesi şeklinde açıklayabileceğimiz ögenizmin bir ucu da ırkçılığa varmaktadır. Akımın önde gelen savunucularından olan Francis Galton, Darwin’in kuzeni. Darwinizm, rekabeti, mücadele sayesinde en iyilerin hayatta kalacağını savunurken, Galton sosyal ve siyasi amaçlarla “en güçlü ırklar”ın sistematik olarak geliştirilmesi taraftarıydı. Ülkelerin büyük boyutlarda kaynak ayırdığı Genom Projesi’yle, ileri yaşlarda kansere, Alzheimera yakalanıp yakalanmayacağımızı, hastalık tipine göre, vücudumuzun hangi ilaca cevap vereceğini öğrenebileceğiz. Peki, bu bilgiler kişiye özel kalacak mı? İşe girerken, evlenirken, belki okula başlarken genetik kirli çamaşırlarımızı paylaşmak zorunda kalacağız. Çocuklarımızı-torunlarımızı da etkileyecek, değiştirilemez özelliklerimizle ilgili bilgileri, aleyhimize delil olarak kullanabileceklere teslim etmek zorunda mı kalacağız? Bugün korktuğumuz, distopik bulduğumuz uygulamalarla bizi barıştıracak olan yine bilimdir. Ağır hastalığı olmayan bir çocuğa sahip olmak, gebeliği önleyebilmek, çocuk düşürme hakkı, yani iyi anlaşılmış bir ögenizm, hem bireyin hem toplumun hakkıdır. Bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle arttığı düşünülen sorunların çözümü de aynı yoldan gelecektir. / Yapı Kredi Yayınları Ayfer Niğdelioğlu 81’ yaşam kalitesi 70 Horlama Sadece Gürültü Mü? Madalyonun Öteki Yüzünde Önemli Sağlık Riski Var Ö Dr. Mehmet TÜMER'81 Aile Hekimliði Uzmaný uyku için ise en fazla 5 apne normal kabul nceki yazılarımızda da değindiwww.bsyklinik.com edilebilir. (İleri yaşlarda normal kabul edileğimiz gibi; modern yaşam bilen bu sayılar daha yüksek olabilir.) koşulları bizi daha fazla kalori Yapısal olarak solunum yolunun küçük alıp daha az enerji harcamaya yöneltiyor. Bu dengesizlik aldığımız fazla enerjinin olması, yaşlılarda destek dokuların gevşemesi nedeniyle uykubedenimizde yağ dokusu artışı ile depolanmasına neden olu- da solunum yolunun daha da daralması, solunum yolunun yor. Şiddetli horlama ve uykuda nefes kesilmeleri (apne peri- çevresindeki dokularda yağ birikimi sonucunda oluşan darlık yotları) son yıllarda artan obezite ile gündemimize farklı bir ve nefes alırken burunda bir direnç varsa nefes borusunda ters boyutta girdi. Horlama; sadece gürültülü ve çevreyi rahatsız bir basınç oluşması bu hastalığa neden olabilir. eden bir problem olarak değil sağlığımız üzerine etkileri ile Uyku Apnesinin Nedenleri değerlendirilmelidir. İnsülin direnci, kolesterol yüksekliği, yükVücudumuzdaki kaslar uykuda, uyanıklığa oranla gevşersek tansiyon ve kilo fazlalığı gibi sağlık sorunlarının artışı ile ler. Pek çoğumuzda solunum kaslarında da meydana gelen bu paralel bir şekilde uyku apnesinin de artmış olması bir raslantıgevşeme bir probleme yol açmaz. Bilinmeyen nedenlerle bazı yı değil sebep sonuç ilişkilerini akla getirmelidir. kişilerde boyun kasları çok fazla gevşer ve bunun sonucunda Uyku apnesi kalp sağlığını tehdit eder, akciğerlerimizde ve solunum tehlikeye girer ve apneye yatkınlık olur. sistemik dolaşımımızda kan basıncı yüksekliğine neden olur. Bazı kişilerde, kaslar uykuda normal bir dereceye kadar Apne nedeniyle vücut oksijensiz kalır, kalitesiz ve savagevşediği halde boyun pasajı normalden daha dar şırcasına uyunan gecenin ardından; gün içinise kapanma ve apne ortaya çıkabilir. Bazı de uyku hali, yorgunluk, sinirlilik, kişilerde ise problem beynin uykuda konsantrasyon kaybı, unutkanlık, diksolunumu kontrol eden bölümündekatini toplayamama gibi sorunlar dir; beyin solunumu kontrol eden ile karşılaşılır. Uyku apneli kişikaslara gerekli emirleri gönderler genellikle sosyal fonksimeyi ihmal ettiğinde apne oluyonlarında azalma olduğuşur. Bu tür apne santral tipte nu, enerjilerinin eskiye uyku apnesi olarak adlandıgöre azaldığını hissettikrılır. lerini daha depresif bir Uyku apnesinin en cidruh halinde olduklarını di ve en sık görülen şekli, belirtirler. tıkayıcı (obstrüktif) tip uyku "Apne" Yunanca bir apnesidir. (Üst solunum kelimedir, "nefessizlik" yolu apnesi olarak da anlamına gelir. Uyku adlandırılır.) Dilin ve küçük Apne Sendromu’nda, dilin (uvula) tabanına yerleşuykuda sık sık tekrarlamiş olan yumuşak damağın yan nefes durmaları, şidkasları gevşer ve sarkarak detli horlama ve bunların yol hava yolunu tıkar ve solumayı açtığı bazı belirtiler vardır. gürültülü ve güç bir hale getirir. Normal kişilerde de uykuda Hava yolunun duvarlarının çökmesi, apne oluşabilir, bir gecelik uyku solunumu tümüyle engeller. Solunum süresinde en fazla 35, bir saatlik periyodik olarak durduğu zaman, bunun kolejliler NİSAN2010 yaşam kalitesi 71 Horlama Erkeklerde % 40-45, kadınlarda % 28-30 oranında görülür. Yaşla beraber görülme sıklığı artar. dinleyen birisi horlamanın belirli aralarla kesildiğini duyar. Solunum için zorlandıkça göğüs ve diyafram kasları daha fazla çalışır, uyku geçici olarak kesilir. Bu kesilme boyun kaslarını aktive eder ve hava yolunu tekrar açar. Solunumdaki bu güçlük, ıslak ve kırılmış bir çubukla kola içmeye benzer. Solunum başlarken, dışardan bu iç çekmeleri olarak duyulur ve her iç çekme uyuyanı uyandırır. Uyanmalar genellikle o kadar kısa ve yüzeyseldir ki kişi bunları sabahleyin hatırlamaz. Obstrüktif uyku apneli birisi soluk almayı 10 saniye veya daha uzun süreyle keser ve bunları her gece düzinelerce ve hatta yüzlerce kez tekrarlar. Solumanın her kesilmesinde kandaki oksijen seviyesi düşer ve kalp dolaşımı sağlamak için daha çok çalışmak zorunda kalır. Kan basıncı yükselir ve solunumun tekrar başlamasından sonra bile yüksek kalabilir. Kalp bazen düzensiz atar ve hatta bazen birkaç saniye için durabilir. Kalbin bu düzensizlikleri görünüşte sağlıklı olan bazı kişilerin uykuda ölümlerini açıklayabilir. Yatmadan önce alınan alkol, uyku hapları ve yatıştırıcılar kas tonüsünü daha da azaltarak hava yolunu kapanmaya daha elverişli hale getirir. Obstrüktif uyku apneli insanların çoğunun solunumla etkileşen belirgin bir fiziksel anormalliği yokken bazılarında, bu duruma katkıda bulunacak bazı anormallikler olabilir. Bazı insanların çenesi normalden daha küçüktür, dilleri, bademcikleri daha büyüktür. Bu durumların birçoğu aynı kişide bulunabilir. Obstrüktif uyku apnesi aşırı kilolu erkeklerin hastalığıdır. Kadınlık hormonları ve farklı boğaz anatomisi kadınları menapoza kadar korur. Daha sonraki yıllarda her iki cins arasındaki fark, hiçbir zaman kaybolmamasına rağmen azalır.. Horlama Ve Uyku Apnesinin Beraberinde Getirdiği Ciddi Hastalıklar Ve Riskler Yapılan araştırmalarda uyku apnesi ile beraber en sık karşılaşılan sağlık sorunu olarak yüksek tansiyon belirtilmiştir. Uyku apnesi sendromu olanlarda kanın akışında yavaşlama ve taşıdığı oksijen miktarında azalmaya bağlı olarak felç ve inme riski sağlıklı bireylere göre belirgin bir biçimde artış gösterir. Aynı nedenlerden dolayı bu hastalarda kalp krizi geçirme olasılığı yüksektir. Her yıl uyku apnesine bağlı ani ölümler gözlenmektedir. Ayrıca çok ciddi uyku apnesi sendromunda uyku da nefes alımının durmasına bağlı olarak uykuda ölümler gözlenebilir. Ülkemizdeki en önemli sorunlardan biri olan trafik kazaları ve buna bağlı ölümlerin önemli bir bölümü, uyku apnesi olan şöförlere bağlıdır. Araç kullanırken sık sık esneme, uyku basması, dikkat dağılması gibi sebeplerden ötürü oluşan kazaların önlenmesinde, horlama ve apne tedavisinin ön plana çıkartılması birçok ülkenin gündeminde bulunmaktadır. Gün boyu süren uyku isteği, dikkatsizlik ve konsantrasyon eksikliğine bağlı olarak apne hastaları, çalıştıkları ortamda diğer kişilere oranla çok daha fazla iş kazası riskiyle karşı karşıyadır. Tanı Nasıl Konulur? Sürekli ve şiddetli horlaması olanlar, uykuda nefes durmaları olduğu farkedilenler, yeterli süre uyuduğu halde sabahları yorgun ve uykusunu alamamış halde uyananlar hekimlerine başvurmalıdır. Klinik değerlendirme sonrasında, kesin tanı ve hastalığın şiddetinin belirlenmesi amacıyla uyku bozuklukları merkezi ya da laboratuvarında "polisomnografik tetkik" yapılması gerekmektedir. Bu test, gerekirse hastanın kendi ev ortamında da yapılabilir. Bu tetkik öncesinde de tanıya götürecek başka uyku gözlem araçları da vardır. Bu tetkik tüm gece boyunca uyku sırasında beyin aktiviteleri, solunum, horlama, bacak hareketleri, kalp ritmi, yatış pozisyonu gibi parametrelerin kaydedilmesi esasına dayanır. Bu kaydedilen veriler gündüz bilgisayar ortamında uzman hekim tarafından varsa uykuda solunum durmalarını süresi, sıklığı, yatış pozisyonu ile ilişkisi, kanda oksijen doygunluğunda düşme olup olmadığı gibi kriterler açısından değerlendirilerek raporlanır. Sonuç Yakınlarınıza uyku apneniz olup olmadığı sorun ve varsa önemseyin, kilo fazlalığının giderilmesi ve egzersizle iç içe bir yaşamın kompleks sağlık sorunlarını önleyeceğini unutmayın. Tedavi seçenekleriniz için hekiminize danışın. Neler Yapabilirsiniz? Eğer uyku apnesi sorununuz varsa: • Alkol: Uyku apnelerinin yoğunluğunu arttırmaktadır. Yatmadan en az 4 saat önce alkol kullanmayın. • Kilo vermelisiniz: Kilo kaybı uyku apnesi riskini önemli ölçüde azaltır. • Kullandığınız ilaçlara dikkat etmelisiniz: Alıyorsanız uyku hapları, yatıştırıcılar ve birinci kuşak antihistaminikleri yatmadan önce almamanız. • Boğaz temizliğine önem vermelisiniz: Yatmadan önce yapacağınız tuzlu su gargaraları gece uyanmalarınızın sıklığını önemli miktarda azaltır. • Yatağınıza eğim vermelisiniz: Uyurken başı ve omuzları yükseltmek yararlıdır. Sadece başı yükseltmek ise boyunu eğip soluk borusunu bükeceğinden zararlı olabilir. Bu nedenle yatağınıza yüksek eğim vermelisiniz. • Akşamları hafif yiyecekleri tercih etmelisiniz: Şişkinlik ve gaz yapıcı, reflüyü kolaylaştırıcı yiyeceklerden uzak durun. Yatmadan 3 saat önce atıştırma ve yemek yemeden vazgeçin. • Egzersiz yapın: Sağlıklı yaşam için egzersiz yapın, kas kuvveti sağlığınıza pozitif katkı yapar, boyun kası egzersizleri horlama ve apneyi azaltabilir. NİSAN2010 kolejliler mesaj kutusu 72 AGİT Türkiye Daimi Temsilcisi Naci Sarıbaş’66 Avrupa Birliği’ne üyelik, stratejik hedefimizdir Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri sürdürmesi, bölgesinde birçok ülke için önemli bir ilham kaynağıdır. Ülkemizin AB üyeliği tüm taraflar için ortak bir zenginliğe dönüşebilecek bir fırsat teşkil etmektedir. Bu fırsat, AB’nin dünyada daha etkin bir rol oynamasına ve küreselleşmenin getirdiği güçlüklerin aşılmasına katkı sağlayacaktır. B ugüne kadar önemli dış ilişkiler görevlerinde bulunan Naci Sarıbaş’66, 2009 Aralık ayında Viyana’da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda (AGİT) Türkiye Daimi Temsilcisi olarak göreve başladı. Öncesinde Dışişleri Bakanlığı AB Genel Müdürü olarak görev yapan Naci Sarıbaş ile yeni görevinden Türkiye’nin AB’ye üyeliğine ve hatta Kolej yıllarına uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’ndan (AGİT) ve buradaki görevinizden bahsedebilir misiniz? Merkezi Viyana’da olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), soğuk savaşın yol açtığı dinamiklerin etkisiyle, iki kutuplu uluslararası siyasete denge getirilmesi arayışlarının bir ürünü olarak, 1975 Helsinki Nihai Senedi ile konferanslar dizisi şeklinde kurulmuştur. Özü itibariyle bir güvenlik örgütüdür. SSCB’nin dağılmasının ardından oluşan yeni dünya düzeni çerçevesinde, güvenliğin kapsamı içine insan hakları, ekonomi ve çevre unsurlarını da alacak şekilde genişlemiştir. Vancouver’dan Vladivostok’a kadar uzanan coğrafyada bulunan 56 ülkeyi barındıran AGİT, bugün itibariyle Transatlantik ve Avrasya siyasetlerinin gelişme sürecini kimi zaman belirleyen, kimi zaman da yakından tanıklık eden bir kurum. Bu alanlarda kolejliler NİSAN2010 mesaj kutusu 73 geçmişte olduğu gibi bugün de önemli bir konumda bulunan Türkiye’nin Daimi Temsilciliği görevine geçtiğimiz Aralık ayında atanmam bana ayrı bir heyecan ve önemli sorumluluklar yüklemiştir. Diplomat olarak yurtdışında görev yapmanın keyifli ve zor yanları nelerdir? Yurt dışında çalışmanın hem keyifli hem de zor yönleri olabiliyor. Keyifli yönlerinden bahsedecek olursak; bir diplomat olarak tayin olduğunuz ülkede Türkiye’yi temsil ediyorsunuz. Bu çok önemli, asil ve gurur verici bir görev. Türkiye’yi ve Türkiye’nin sahip olduğu potansiyeli orada en iyi şekilde yansıtmak bir yandan sizin göreviniz, diğer yandan da bunun görev olarak size verilmiş olması sizin için büyük bir onur. Tabii sosyal olarak da keyifli yönleri bulunmakta. Zira belirli sürelerle, değişik ülkelere tayin oluyorsunuz. Bulunduğunuz ülkedeki kültürlerle iç içe olup, hayatın çeşitli yollarından gelen birçok bireyle tanışıyorsunuz. Bu kişilerle hayatınız boyunca devam edecek bir ilişki kurma imkânınız oluyor. Kendim ve ailem adına rahatlıkla söyleyebilirim ki tayin olduğumuz yerlerden büyük keyif aldık. Tabii zor tarafları da var. Nerede olursanız olun belirli bir süre sonra ülkenizi özlüyorsunuz. Sürekli olarak değişik ve anlayış farklılıkları bulunan, farklı iklim şartları içeren ülkelerde, oranın sahip olduğu değerleri öğrenmek ve o değerler çerçevesinde hareket etmeniz gerekiyor. Her açıdan değişiklikler içerebilen bu ortamlardan en fazla etkilenenlerin çocuklarımız olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz büyükler olarak bu ülkelere gittiğimiz zaman yapacağımız iş ve çalışacağımız yer belli oluyor. Ne yapacağımızı biliyoruz ve pozisyonumuz itibariyle de kendimize bir çevre yaratabiliyoruz. Çocuklar için ise pek öyle olmuyor. Devamlı olarak yer değiştirmek, uyum sağlayabilmek, bulunduğunuz ülkenin lisanını öğrenmek ve o lisanda eğitim almakla karşı karşıya kalabiliyorlar. Büyükler olarak bizler arkadaşlarımızdan ayrıldığımız zaman bunu belli bir olgunlukla karşılayabiliyoruz, ancak çocuklar bulundukları yerleri ve arkadaşlarını daha ön plana çıkarabiliyorlar ve tesir altında kalabiliyorlar. Ama zamanla onlar da çok farklı ortamlara uyum sağlamayı öğreniyorlar. Küçük yaşta farklı kültürlerle tanışıyorlar. Dünyanın her yerinde arkadaşlıklar kurabiliyorlar. Yabancı dillere hâkim oluyorlar. Kazandıkları bu özellikleri de ileriki yaşamlarında onlara çok yardımcı oluyor. İlk büyükelçilik yeriniz olan Doha’daki yıllarınızdan bahsedebilir misiniz? Bir Körfez ülkesi olan Katar’ın Başkenti Doha’ya, Washington’da yaklaşık 4,5 sene elçi-müsteşar olarak görev yaptıktan sonra, merkeze dönmeden Büyükelçi olarak tayin oldum. İlk büyükelçiliğiniz çok heyecan veren bir duygu. Bulunduğunuz ülkede Cumhurbaşkanını temsil ediyorsunuz. Daha önceki görev yerlerimizde olduğu gibi Doha’dan da ailece mümkün olduğu ölçüde bir şeyler kapmak anlayışı içinde olduk. Burada çok iyi arkadaşlıklar kurduk. Öte yandan Washington’da geçirdiğim ve çok önemli gelişmelerin yaşandığı 2000-2005 yılları arasındaki dönemde kazandığım deneyimlerin Doha’daki görevime çok büyük katkısı olduğu inancındayım. Eşimle birlikte birçok faaliyette bulunduk, bazı alanlarda ilkleri gerçekleştirdik. Yaptıklarımızın da gerek vatandaşlarımız gerek Katarlılar tarafından beğeni ile karşılanması bizi ziyadesiyle memnun etti ve gururlandırdı. Bir önceki göreviniz Avrupa Birliği Genel Müdürlüğüydü. Türkiye-AB ilişkilerinde önemli bir nokta olan bu göreviniz hakkında bilgi alabilir miyiz? AB Genel Müdürlüğü’nün görevi genel olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği ile her alandaki ilişkileridir. Bunun da iki yönü vardır; biri siyasi yönü, diğeri de AB müktesebatına uyum çerçevesinde teknik çalışmalardır. AB ile ilgili olarak yürüttüğümüz tüm siyasi faaliyetler bizim Genel Müdürlüğümüz tarafından yerine getirilmektedir. Mesela Türkiye-AB ilişkilerinin en yüksek karar alma mekanizması Ortaklık Konseyi’dir ve buna Bakanımız başkanlık etmektedir. Bu Konseyde Türkiye- AB ilişkilerinin her süreci ayrıntılı bir şekilde ele alınır, görüşmeler sonucu ilişkilerin daha da geliştirilmesi amacıyla atılacak adımlar hususunda mutabakata varılır. Diğer önemli bir organ ise Ortaklık Komitesi’dir, onun başkanlığını ise ben yürütmekteydim. Ayrıca Genel Müdürlüğümüzün yürütmekte olduğumuz katılım müzakerelerinde koordinasyon görevi de vardır. Müzakere başlıklarına ilişkin çalışmalar AB Genel Sekreterliği’nin sorumluluğu altında ise de, biz de yürütülmekte olan tüm çalışmaların içinde yer alırız ve katkıda bulunmaya gayret ederiz. Bütün bunlar Ankara, Brüksel ve diğer AB merkezleri arasında yoğun bir ziyaret trafiği ile bütün kurumlarımızla eşgüdüm içinde çalışmalar yürütülmesini gerekli kılmaktadır. Diğer taraftan Türkiye-AB ilişkilerinin bir ayağını da iletişim oluşturmaktadır. Bu konuda da Türkiye’nin AB ülkelerinde tanıtılması için çeşitli faaliyetler önermek, faaliyetlere fon sağlamak ve bunları gerçekleştirmek gibi görevlerimiz bulunmaktaydı. İlişkiler hükümetler ve bürokratlar düzeyinde yürütülmektedir, ancak ilişkilerin öneminin toplumumuz ve Avrupa kamuoyları açısından iyi anlaşılması, menfaatlerin aynı noktada birleşeceğinin anlatılması gerekir. Türkiye’nin sahip olduğu potansiyelin sergilenmesi ve Avrupa Birliği’ne sağlayabileceği katkıların ortaya çıkarılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak, Türkiye’nin her alanda AB’ne daha da yakınNİSAN2010 kolejliler mesaj kutusu 74 laştırılması, AB ile ilişkilerin ve işbirliğinin geliştirilmesi, ülkemizin AB ülkelerinde daha iyi anlaşılması ve karşılıklı olarak yanlış anlamaların giderilmesi için çalışıyoruz diyebilirim. Sizce Türkiye, AB’ye neden üye olmalı? Bugün, Türkiye-AB ilişkilerinin geliştirilmesi ve tam üyelik yolunda ilerleme kaydedilmesi ülkemiz için büyük öneme sahiptir. AB’ye üyelik stratejik hedefimizdir. Zira AB üyeliğimiz ülkemizin tarihsel modernleşme projesinin ana unsurunu teşkil etmektedir. Avrupa ile bütünleşme Türkiye için tarihsel, doğal bir süreç ve stratejik önceliktir. Ülkemizin AB üyeliği ülkemiz için olduğu kadar, AB’nin çıkarları açısından da hayati öneme sahiptir. Zira ülkemizin AB üyeliği medeniyetler ekseninde bölünmelerin mevcut olduğu günümüz dünyasında farklı kültürlerin ortak evrensel değerler temelinde bütünleşebileceğinin en başarılı örneklerinden biri olacaktır. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak Türkiye’nin AB ile katılım müzakereleri sürdürmesi, bölgesinde birçok ülke için önemli bir ilham kaynağıdır. Ülkemizin AB üyeliği tüm taraflar için ortak bir zenginliğe dönüşebilecek bir fırsat teşkil etmektedir. Bu fırsat, AB’nin dünyada daha etkin bir rol oynamasına ve küreselleşmenin getirdiği güçlüklerin aşılmasına katkı sağlayacaktır. Türkiye’nin üyesi olacağı AB artan dinamizmiyle barış, refah ve istikrarın sağlanmasında öncü rol oynayabilecektir. AB’ye üyelik sürecinde Türkiye neler yaptı ve yapacak? Ülkemizin Temmuz 1959’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na katılım için yaptığı başvurunun üzerinden neredeyse tam elli yıl geçmiştir. Türkiye, bu süreçte demokratik geçmişi, ekonomisi, üretimi ve dış ilişkileriyle güçlü bir dünya ülkesi haline gelme yönünde önemli mesafe almıştır. Ülkemiz 2001 yılından itibaren kapsamlı bir reform sürecinden geçmektedir. Türkiye’de temel hak ve özgürlükler, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi alanlarda önemli reformlar gerçekleştirilmiştir. Bu reformların temel amacı, halkımızın yaşam standartlarının yükseltilmesi ve beklentilerine cevap verilmesidir. Önümüzdeki dönemde, Türkiye ve AB’nin bir yandan süreci kolejliler NİSAN2010 ileriye götürürken diğer yandan küresel mali kriz, enerji güvenliği, iklim değişikliğiyle mücadele, yasadışı göç, terörizm ve örgütlü suçla mücadele gibi sorunların çözümünde işbirliği içinde çalışması önem taşımaktadır. Ülkemiz, reformlara ve AB içindeki gelişmeleri yakından takip etmeye devam edecektir. Sizce ne zaman dış ilişkilerde sorunsuz bir ülke olabiliriz? Bildiğiniz üzere ülkemizin dış politikasının genel hatlarını gerek bölgesel gerek küresel anlamda barış, istikrar ve refah oluşturmaktadır. İzlemekte olduğumuz aktif ve yapıcı politika ülkemizin önemini her geçen gün sürekli olarak arttırmaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine rekor sayılabilecek bir oy oranıyla seçilmiş olmamız bunun göstergesidir. Ayrıca, komşularıyla sıfır sorun politikası uygulamaktadır. Tüm komşularıyla işbirliği içerisinde ve karşılıklı çıkarların gözetilmesine dayanan dostluk ilişkileriyle aktif bir politika izlemektedir. Örnek vermek gerekirse Türkiye – Suriye ilişkilerinin mevcut durumu eskiye kıyasla çok büyük bir ilerleme kaydetmiştir. Yunanistan’la ilişkilerimiz için de aynı değerlendirme geçerlidir. Kafkasya İşbirliği ve İstikrar Paktı’nı önermiş bulunuyoruz. Diğer taraftan Türkiye-Ermenistan yakınlaşma sürecini de bir örnek olarak verebiliriz. Biraz da TED Ankara Koleji’ndeki yıllarınızdan bahsedebilir misiniz? TED Ankara Koleji’nde, bireyin liseyi bitirene kadar geçirdiği zaman dilimi bence şahsiyetinin oluşmasında çok önemli bir dönem. Ben Kolej’de öğrencileri çağdaş değerleri benimsemiş ve bunları uygulamaya hevesli bir topluluk olarak gördüm. Bazı avantajlarımızın olduğunu düşünüyorum. Yabancı dilde eğitim görmek, daha kapsamlı kaynaklara ulaşmak açısından önemli bir katkı sağladı. Yabancı öğretmenlerimiz vardı, ikinci bir dili en iyi imkânlarla öğreniyorduk. Kolej’de Cumhuriyet’e ve Atatürk’e bağlılığı öğrendik, ilerideki devrelerimizde de demokrasi ve Cumhuriyet’e saygı içinde ve Atatürk İlkeleri doğrultusunda hareket ettik. Kolej’de geçirdiğimiz sürede bizim nasıl bir şahsiyet olabileceğimiz, ülkeye ne tür katkılar yapabileceğimiz hususunda çok iyi yetiştirildiğimize inanıyorum. Öte yandan, sınıfta yaş olarak en küçük olduğum için özel bir ilgi gördüğümü de unutamam. Ayrıca, sınıf arkadaşları olarak bizler bugünlerde bile, şartlar elverdiği ölçüde Mezunlar Derneği’nde bir araya gelerek, yaşadığımız o güzel anıları tekrar hatırlıyoruz. Naci SARIBAŞ’66 1949’da Ankara’da doğdu. Sırasıyla TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi İktisadi Ticari İlimler Akademisi İşletme Bölümü’nde eğitim gördü. 1972’de Ticaret Bakanlığı’nda görev aldıktan sonra, 1979’da Dışişleri Bakanlığı’nda göreve başladı. Prag, İslamabad, New York, Riyad, Roma, Brüksel ve Washington gibi merkezlerde çeşitli kademelerde görevlerde bulundu. 20052007 yılları arasında Doha Büyükelçimiz olarak görev yaptı. 2007’den itibaren AB Genel Müdürü görevinde bulundu. Aralık 2009 tarihinden itibaren Viyana’da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na Türkiye Daimi Temsilcisi olarak görev yapmaktadır. hobi 76 Oyun… Set… ve Maç! Türkiye Tenis Federasyonu Başkanı Ayda Uluç’69: “Öncelikle tenis bir hayat sporudur. Kortta tek başınasınız. Hem kendinizle, hem rakibinizle hem de çevre faktörleriyle mücadele ediyorsunuz. Zihinsel iniş ve çıkışları çok olan bir spordur. Bu açıdan daha güçlü olan ve daha hızlı olan, kazanmaya yakın taraftır.” T enis, kısa bir süre öncesine kadar ülkemizde sadece küçük bir kesimin ilgilendiği bir spor dalı iken, son zamanlarda daha fazla popüler hale gelmeye başladı ve yaygınlaştı. Biz de her geçen gün daha fazla kişinin, özellikle çocukların ilgilendiği bu güzel ve faydalı sporla ilgili merak ettiğimiz soruları tenis sporuna gönül veren bir isme, Türkiye Tenis Federasyonu Başkanı Ayda Uluç’a sorduk. İyi bir tenisçi olmak için, bu sporu sevmek ve çalışmak yeterli midir? Belli fiziksel özellikler de gerektirir mi? Tenis sporcusu olmak zor ve uzun bir süreçtir. Mutlaka sevmek, öğrenmeye açık olmak ve çalışmaktan yılmamak gerekir. Her sporda olduğu gibi yetenek önemlidir fakat uzun süreli bir disiplinde yetenek yanında sporcu, hem zihinsel hem de fiziksel niteliklere sahip olmalıdır. Zaten sporun gereği olan atletik yapı da özellikle teniste olmazsa olmazdır. Sonuç olarak yetenek yanında fiziksel nitelikler ve en önemlisi de zihinsel beceri tenis sporu için şarttır. Tenis pahalı bir spor mudur? Nasıl bir ekipmana ihtiyaç vardır? Tenis sporunu yapabilmek için bir korta ve partnere ihtiyacınız var. Raket ve top fiyatları çok değişken fakat her bütçeye uygun bulunabiliyor. Tabii spor yapabilmek için de bir spor ayakkabı gerekiyor ki o da kişinin bütçesine uyabilir. Burada önemli olan kort. Özel kulüplerde üyelik nedeniyle sporun maliyeti yüksek gibi görünse de bugün artık çok sayıda yerleşim alanında belediyelere ait kortlar olduğu gibi sitelerde de mutlaka tenis kortu yapılıyor. Kulüplerde verilen hizmetin karşılığı üyelik sistemi elbette. Fakat belediyelerin spor alanlarına tenis kortları yaptırması ile daha fazla insan tenis oynayacaktır. Bu açıdan bakınca malzeme maliyeti önemsiz gibi görünse de tenis kortu ihtiyacı sokak arasında oynanan futbolu tenise avantajlı kılabiliyor. Bu da yerel yönetimlerin spor alanlarını tenise ayırmalarıyla aşılacaktır. Profesyonel anlamda tenisle uğraşmak isteyenler bu spora kaç yaşlarında başlamalılar? kolejliler NİSAN2010 Tenise başlama yaşı 5 veya 6 olarak öneriliyor. Fakat 10 yaşına kadar başlanabiliyor ve önemli olan sporcunun fiziksel ve zihinsel özellikleri ile bu spora olan yeteneği ve arzusu. Profesyonel tenisçi olabilmek için uluslararası turnuvalardan geçmek gerekiyor ve bunlara da 12 yaşında başlanıyor. Dolayısıyla 5-6 yaşlarında başlayan sporcu teknik anlamda daha hazır olacaktır. Tenisin, oynayan kişiye fiziksel ve ruhsal katkıları nelerdir? Daha genel anlamda tenis sporu ile uğraşmak kişiye ne gibi yararlar sağlar? Öncelikle tenis bir hayat sporudur. Kortta tek başınasınız. Hem kendinizle, hem rakibinizle hem de çevre faktörleriyle mücadele ediyorsunuz. Zihinsel iniş ve çıkışları çok olan bir spordur. Bu açıdan daha güçlü ve daha hızlı olan, kazanmaya yakın taraftır. Bedeninizdeki bütün kaslar çalışır, sadece oyuna konsantre olursunuz. Bir açık hava sporu olmasının yararlarını saymaya gerek yok. Tabii kış şartlarında kapalı kort kaçınılmaz ama birçok tenisçi kuru havalarda dahi açıkta oynamayı tercih eder. Bu açıdan fiziksel bir disiplin olduğu kadar zihinsel bir disiplin de gerektirir. Sakin ve dikkatli olmak, rakibin oyun tarzını iyi analiz etmek, oyun kurmak ve güçlü olmak gerektirir. Bu spora devam etmek isteyenler gündelik yaşantılarına da dikkat etmelidir. Tabii tek başınıza oynamadığınız için sizi sosyal bir ortamla da tanıştıran ender sporlardan biridir tenis. Tenis hem tek başına hem de çift olarak oynanabilen bir oyun. İkisi arasında ne gibi fark var sizce? Tenis hem tek hem de çiftler kategorilerinde oynanıyor. Her ikisinin de oyun stratejisi farklıdır. Tek oynarken tüm sorumluluk sizdeyken çift oyununda takım arkadaşınızla uyum içinde olmanız gerekir. Çift oyununda file önü becerisi çok önemlidir. Daha hızlı reaksiyon ister. Eskiden tekler kategorisinde yarışan sporcular çiftler turnuvasına da girerken, şimdilerde sadece çiftler turnuvası oynayan sporcular var. Bob ve Mike Bryan kardeşler bu seride dünyanın en büyük çift oyuncuları ve tek maçı oynamazlar. Bizde de İpek Şenoğlu uzunca bir süredir tek maçı oynamıyor fakat çiftler kategorisinde Türk tenisinin en gözde hobi 77 sporcusu ve tüm Grand Slam turnuvalarında ana tabloda oynayacak dünya sıralamasına sahip. Kortta sorumluluğu paylaştığınız için psikolojik açıdan kolay gibi görünse de dar alanda çok hızlı olmak gerektirir ve aslında zor bir kategoridir. Çok daha özel nitelikler ister. Profesyonel serideki çiftler turnuvalarından bahsediyoruz tabii. Milli takımlar seviyesinde de tek maçları yanında çift maçlarının çok belirleyici olduğunu görüyoruz. Tek maçlarında başarılı olan bir ülke çift takımı ile turnuvayı kaybedebiliyor. Bu da özellikle milli takım seviyesinde sporcuların çift maçlarına da yatkın ve uyumlu sporculardan teşkil edilmesini gerektiriyor. Zor bir kategori yani. Başkanı olduğunuz Tenis Federasyonu’nun çalışmalarından bahsedebilir misiniz? Ülkemizde tenisin durumunu değerlendirecek olursanız neler söyleyebilirsiniz? Tenis Federasyonu ülkede tenis sporunun yaygınlaşması ve Türk tenisçilerinin dünya kortlarında başarısı için gerekli tüm organizasyon ve projeleri uygulamakla sorumludur. Sporun tüm yurda yayılmasıyla oluşacak sporcu alt yapısı ne kadar büyük olursa piramidin tepesindeki başarılı sporcu sayısı da o kadar fazla olur. Öncelikli hedeflerimizden birisi işte bu taban. Uluslararası Tenis Federasyonu ITF birkaç yıl önce “Play & Sporcularımızı yetiştirecek antrenörlerimizin eğitimine büyük önem veriyoruz. İyi sporcuları iyi teknik adamlar yetiştirir. Yabancı eğitmenler desteğinde sempozyumlar düzenleyerek antrenörlerimizin dünya ile entegrasyonunu sağlamaya çalışıyoruz. Bugün dünya kortlarında Marsel İlhan, İpek Şenoğlu, Çağla Büyükakçay ve Pemra Özgen gibi önder sporcularımız ile onların yolunda hızla yükselen Melis Sezer ve Başak Eraydın gibi gençlerimiz var. Hepsi de dünya sıralamalarında üstlere tırmanıyor. Bunun yanında yine Tennis Europe ve ITF Junior turnuvalarında mücadele eden profesyonellik yolunda birçok sporcumuz var ve sayı her yıl katlanarak büyüyor. Hedefimiz ülke nüfusuyla orantılı bir tenis potansiyelini harekete geçirmek ve 8-10 yaş grubundan başlayan bir tabanın 10 yıl içinde önemli başarılara imza atmasını sağlamak. Bunu yaparken kuşkusuz en büyük desteğimiz devlet olacaktır. Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün desteği olmadan yurt sathına yayılan spor politikalarının hayata geçirilmesi düşünülemez. Bugüne kadar gördüğümüz ilginin gelen başarılarla daha da artacağına inanıyorum. Şunu da belirtmeliyim ki tenis sporunda başarılı ülkelerin bu spora ayırdıkları bütçeler ve sporcu sayıları ile kıyaslandığında ülkemiz henüz emekleme devresindedir. Yine de yukarda saydığımız sporcularımızın başarıları düşünülünce nasıl bir potansiyel olduğu anlaşılıyor zaten. Sağlam vücutlar yaratmalıyız ki geleceğimizin sağlam kafaları ülkemize hizmet etsin. Bu da ancak sporla mümkün olabiliyor. TED Ankara Koleji yıllarınız ve Mezunlar Derneği’nin düzenlediği tenis turnuvası ile ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? TED Ankara Koleji benim eğitim hayatıma başladığım, unutulmaz anıları olan bir yuva. İlk ve orta öğrenimimi tamamladığım Kolej, bende önemli bir yere sahip ve böyle bir ekolden geldiğim için ayrıca çok mutluyum, her fırsatta gururla belirtiyorum. Mezunlar Derneği turnuvası hakkında fazla bilgi sahibi değilim sadece bu yıl 8. organizasyonun yapılacağını biliyorum. Davet edilirsem katılmaya gayret ederim. Stay” adlı bir proje başlattı. Biz de bu projeyi “Oyna Ve Oyunda Kal” adıyla 7-12 yaş sporcu tabanının oluşabilmesi için Türkiye’de il il gezerek uyguluyoruz. Uygulamaya katılan sporculara malzeme desteği veriyoruz. valiler, belediye başkanları ve kaymakamların da büyük desteğiyle projemiz ilerliyor. Başlatılan tenis faaliyetleri antrenörlerimiz ve proje sorumluları tarafından yakından takip ediliyor. Henüz iki yıllık bir uygulama ve 20 ile ulaşıldı. Bu yıl sonuna kadar 20 il daha hedefleniyor. Profesyonel olacak sporcuların çok sayıda yurt dışı temas yapması gerekiyor. Bu da ekonomik bir sorun tabii. Çözüm olarak uluslararası turnuva sayımızı artırdık. 10 yaş grubundan başlayarak yılda toplam 50 uluslararası turnuva düzenliyoruz. Bunların 33 tanesi profesyonel seride ITF, ATP ve WTA turnuvalarıdır. Bunların yetmediğinin farkındayız. Birçok sporcumuz yurt dışı başarıları oranında TTF tarafından desteklenmektedir. Kız ve erkek kategorilerinde yine 8 yaş grubundan başlayan bir yelpazede yılda toplam 106 yerel turnuva ile kulüplerarası lig düzenliyoruz. Birçok ilde bölge şampiyonaları düzenleniyor. Ayda ULUÇ’69 16 Nisan 1954 yılında Zonguldak Kozlu'da dünyaya gelen Ayda Uluç, ilk ve orta öğrenimini TED Ankara Koleji'nde tamamladı. Üniversite eğitimine Washington DC American University’de devam eden Uluç, İletişim Bölümü’nden mezun oldu. 1985 yılında Antalya'ya taşınarak Antalya Tenis İhtisas Kulübü ilk üyelerinden oldu, yönetim kurulunda görev aldı. 1997 yılında Şadi Toker ile ilk kez TTF Yönetim Kurulu’nda görev alan Uluç, daha sonra sırasıyla Azmi Kumova ve Mesut Polat başkanlığında kurulda çalıştı. Kurul üyeliği süresince Uluslararası İlişkiler Sorumlusu görevini üstlendi. İki dönem Avrupa Tenis Birliği (Tennis Europe) Bayanlar Komitesi'ne seçilen Ayda Uluç, 6 yıldır Junior Tenisinden sorumlu yönetim kurulu üyeliği yapıyor. Uluslararası Tenis Federasyonu’nda (ITF) Türkiye'yi temsil ediyor, konferanslarda oturum başkanlıkları yapıyor. Evli ve bir çocuk annesi olan Ayda Uluç bir süre Birleşmiş Milletler kalkınma projelerinde çalıştı. Tenise Ankara Tenis Kulübü (ATK) kortlarında başlayan Ayda Uluç 35 yıldır tenis oynuyor. NİSAN2010 kolejliler Anıtkabir Ankara’da zaman 78 Türk Halkının Kalbinin Attığı Yer… A Zerrin DAĞCI SAKARYA’71 nıtkabir, sadece Atatürk’ün ebedi istirahatgahı değil, aynı zamanda bir ulusun küllerinden yeniden var oluşunun görsel bir şölenidir. Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de ebediyete intikalinin ardından, dönemin hükümetinin oluşturduğu bir komisyon Anıtkabir’in yerini araştırmakla görevlendirildi. Bu komisyonun çalışmalarının sonucunda 906 metre yüksekliğindeki “Rasattepe” oy çokluğuyla ulu önderimizin anıt mezar yeri olarak seçildi. Anıtkabir’in yapımı için görevlendirilen komisyon tarafından, 1 Mart 1941’de uluslararası bir yarışma açıldı ve bu yarışmaya Türkiye, Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya, İsviçre ve Çekoslavakya’dan 47 proje katıldı. 23 Mart 1942 tarihinde jüri tarafından iki Türk, bir Alman, bir de İtalyan profesörün sundukları proje birinci seçildi. Ancak, milli konuları daha güzel ifade edebildiği düşünülerek Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Ahmet Orhan Arda’nın projesinin uygulanmasına karar verildi. kolejliler NİSAN2010 9 Ekim 1944’te temeli atılan Anıtkabir inşaatı 9 yıl sürdü. Yurdun çeşitli yerlerinden getirilen taş ve mermerlerin kullanıldığı bu inşaat, 1 Eylül 1953’te tamamlandı. Barış Parkı: Ata’mızın ebedi istirahatgahını çevreleyen Barış Parkı, aralarında, Afganistan, ABD, Almanya, Avusturya, Belçika, Çin, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hindistan, Irak, İngiltere, İspanya, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Kıbrıs, Mısır, Norveç, Portekiz, Yugoslavya ve Yunanistan’ın bulunduğu 24 yabancı ülkeden ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinden getirilen fidanlarla oluşturulmuştur. Bu ağaçlar bana birkaç yıl önce Melbourne’deki savaş müzesinin bahçesinde gördüğüm Çanakkale’den getirilen bir kozalaktan yetiştirilen ‘yalnız çam’ı (lone pine) hatırlattı. Savaşlar bittikten sonra barış yapılan ülkelerden getirilen fidanlar hem eski günleri hatırlatıyor, hem de barış dolu günlerin önemini vurguluyor. Aslanlı Yol: Gençlik Caddesi yönünden Aslanlı Yol’a, Hürriyet ve İstiklâl Kuleleri’nin arasından girilir. Bu yol ziyaretçileri Atatürk’ün yüce huzuru için hazırlar. 262 metre uzunluğundaki bu yolun sağında ve solunda Hitit tarzında yapılmış olan on ikişer aslan heykeli vardır. Heykeller Hüseyin Özkan tarafın- Ankara’da zaman 79 dan yapılmış olup, 24 Oğuz boyunu temsil etmektedir. Aslanlı Yol’un bitiminde Müdafaa-ı Hukuk ve Mehmetçik Kulelerinin arasından tören alanı olarak bilinen Büyük Avlu’ya çıkılır. Tören alanındaki bayrak direği 33.5 metre yüksekliğindedir. 1946’da Türk asıllı bir Amerikalı olan Nazmi Cemal tarafından Anıtkabir’e hediye edilmiştir. 42 basamakla çıkılan mozolenin ön cephesindeki sol duvarda Atatürk’ün gençliğe hitabı, sağ duvarda ise 10. Yıl Nutku’nun metinleri yer almaktadır. Harfler altın yaldızla yazılmıştır. Mozole: Mozolenin iç salonuna büyük bir sessizlik ve saygı hâkimdir. Burada ziyaretçiler ellerindeki çiçekleri Ata’nın manevi huzuruna bırakıp, dualar okurlar ve aynı sessizlik ve saygıyla mekândan çıkarlar. Ziyaretçilerin arasında kimler yoktur ki: gençler, yaşlılar, gaziler, engelliler, pusetteki bebekler, öğrenciler, turistler… Hepsinin amacı aynıdır; Ata’mıza saygılarını sunmak. Atatürk’ün aziz naaşı üst kattaki lahdin tam altında, zemin kattaki mezar odasındadır. Mezar odası Selçuklu ve Osmanlı türbe mimarisi tarzında sekizgen olarak tasarlanmıştır. Kıble yönündeki kırmızı mermer sandukanın çevresindeki pirinç vazolarda bütün illerden, Kuzey Kıbrıs’tan ve Azerbaycan’dan gelen topraklar vardır. Atatürk 10 Kasım 1953’de Anıtkabir’e defnedildiğinde, o dönemin 67 vilayetinden, Selanik’teki Atatürk evinden, Kore’deki Türk Şehitliği’nden, Kıbrıs’tan ve Süleyman Şah mezarından getirilen topraklar harmanlanmış ve kabrine konmuştur. Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi Bu müze dört bölümden oluşur: Birinci bölümde Atatürk’ün özel eşyaları ve yabancı devlet adamları tarafından hediye edilen eşyalar sergilenmektedir. Bu bölümde ayrıca, Atatürk’ün manevi evlatlarından Afet İnan, Rukiye Erkin ve Sabiha Gökçen’in müzeye hediye etmiş oldukları Atatürk’e ait eşyalar da bulunmaktadır. İkinci bölümde Çanakkale Kara ve Deniz Savaşları, Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruzu konu alan üç panorama yer almaktadır. Bu bölümde ayrıca, Kurtuluş Savaşı’na katılan komutanların portreleri ile Kurtuluş Savaşı’nı resmeden NİSAN2010 kolejliler Ankara’da zaman 80 ğe ilaveten top sesleri, kılıç şıkırtıları ve “Allah Allah” sesleri arasında, savaşta kullanılmış mermileri, silahları, kağnıları, tekerleri izlemek bizleri o günlere götürüyor. Panoramalar, 12 Rus ressam tarafından yapılmıştır. Turgut Özakman’ın yazdığı senaryodan hareketle muharebelerin geçtiği alanlarda figüranlar kullanılarak binlerce fotoğraf çekilmiş; bu fotoğraflardan yararlanılarak eskizler hazırlanmış, daha sonra da Rusya ve Hollanda’da büyük resim stüdyolarında panorama olarak hazırlanmıştır. İsmet İnönü Lahdi Barış ve Zafer kuleleri arasında, yanları açık olan kolonların oluşturduğu galerinin ortasında 25 Aralık 1973 tarihinde vefat eden Atatürk’ün silah arkadaşı, Milli Mücadelenin Batı cephesi komutanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün sembolik lahdi bulunmaktadır. İnönü’nün mezar odası lahdin tam altındadır. İnönü Anıtkabir’e 28 Aralık 1973’te Bakanlar Kurulu kararıyla defnedilmiştir. Anıtkabir’in Kuleleri büyük boyutlu tablolar da sergilenmektedir. Üçüncü bölüm, panoramayı çevreleyen koridordaki on sekiz galeride yer alan tematik sergi alanlarından oluşmaktadır. Değerli sanatçılar tarafından hazırlanmış rölyefler galeriye görsellik katar. Galerilerin bulunduğu koridor boyunca Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında büyük hizmetleri geçen asker-sivil yirmi kahramanın büstü ve kısa özgeçmişleri yer almaktadır. Dördüncü bölümde Atatürk’ün kendi kütüphanesinde bulunan 3123 kitap sergilenmektedir. Bu bölümde ayrıca “Atatürk ve Kitap” konulu dokunmatik ekranlı bilgisayar da bulunmaktadır. On yıl kadar önce Bulgaristan’ın Plevne kentinde “Gazi Osman Paşa ve Plevne” konulu panoramayı görmüş ve çok etkilenmiştim. Tarihimizin en önemli bölümü olan Kurtuluş Savaşımızı, özellikle o dönemi yaşamamış olanlar için panoramayı izlemenin farklı bir heyecan vereceğini düşünmüştüm. Müzeyi gördüğümde, düşüncelerimde yanılmadığımı anladım. Üstelik bu panorama, Ata’mızın kabri ile aynı mekânda bulunuyor ve ziyaretçilere görsel bir Kurtuluş Savaşı Destanı sunuyor. 40 metre uzunluğundaki panoramaların önünde maketlerle savaş alanı düzenlenmiş. Muammer Sun’un bestelediği müzikolejliler NİSAN2010 Hürriyet Kulesi: Anıtkabir inşaat çalışmalarını gösteren fotoğraf sergisi ile inşaatta kullanılan taş örnekleri bu kulenin içinde sergilenmektedir. İstiklal Kulesi: Kulede Anıtkabir maketi ve fotoğrafları yer almaktadır. Mehmetçik Kulesi: Büyük Avlu’nun başındadır. Kule içinde 60 kişi kapasiteli “sinevizyon salonu” bulunmaktadır. Burada Atatürk ve Anıtkabir’le ilgili belgesel filmler izlenebilir. Zafer Kulesi: Atatürk’ün aziz naaşını taşıyan top arabası bu kulede sergilenmektedir. Barış Kulesi: Kulede Atatürk’ün 1935-38 yılları arasında kullandığı makam ve tören otomobilleri bulunmaktadır. 23 Nisan Kulesi: Kule içinde Atatürk’ün 1936-38 yılları arasında kullandığı özel otomobili ve Çubuk Barajı’nda kullanmış olduğu gezinti teknesi sergilenmektedir. Misak-ı Milli Kulesi: Törenlerde Anıtkabir özel defterinin imzalandığı kürsü ile Anıtkabir’e yapılan üst düzey ziyaretlerin fotoğraflarının sergilendiği iki adet pano yer almaktadır. Bu kule aynı zamanda, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’nin girişidir. İnkılâp Kulesi: Atatürk’ün kıyafetleri ve kendisine armağan edilen eşyalar sergilenmektedir. Cumhuriyet Kulesi: Atatürk’ün balmumu heykeli ve orijinal çalışma masası yer almaktadır. Müdafaa-i Hukuk Kulesi: Anıtkabir ve Atatürk ile ilgili çeşitli kitaplar ve hediyelik eşyaların ziyaretçilere sunulduğu bu bölüm müze çıkışında bulunmaktadır. kolejIN 81 İNŞAATI DEVAM EDİYOR! Katkılarınızı bekliyoruz… NİSAN2010 kolejliler Türk Eğitim Derneği 82 İmkânsızlıklar Dil Öğrenmeyi Engelleyemeyecek! Türk Eğitim Derneği ve Amerikan Elçiliği İngilizce Eğitim Ataşeliği iş birliğince gerçekleştirilen “Access Sosyal Sorumluluk Projesi”nin TED Kayseri Koleji’ndeki açılışı, Amerikan Büyükelçisi James Jeffrey ve TED Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu’nun katılımıyla 24 Şubat 2010 tarihinde yapıldı. Türk Eğitim Derneği ve Amerikan Büyükelçiliği’nin, kendi olanaklarıyla yeterli İngilizce eğitimi alamayan öğrenciler için el ele vererek gerçekleştirdiği “Access Sosyal Sorumluluk Projesi, ülkemizdeki İngilizce dil eğitimine katkıda bulunmak amacıyla hazırlanmış olan bir burs programıdır. 2009 yılından itibaren 7 TED okulunda (TED Afyon, TED Batman, TED Isparta, TED Karabük, TED Malatya, TED Mersin ve TED Polatlı Kolejleri) devam etmekte olan proje, genişletilerek 9 TED okulunda sürdürülecektir. TED Antalya, TED Bursa, TED Gaziantep, TED Karadeniz Ereğli, TED Kayseri, TED Konya Ereğli, TED Polatlı, TED Samsun ve TED Zonguldak Kolejleri’nde, bu okullardaki İngilizce öğretmenleri tarafından haftada 6 saatten toplam 360 saat verilecek olan eğitim, Şubat 2010 - Haziran 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilecektir. Eğitim süresince öğrencilerin ulaşımı, kitap vb. tüm eğitim materyalleri de ücretsiz olacaktır. tık ve bu çalışmalarımızı ülkemizin dört bir köşesine yayıyoruz. Çağdaş ve yüksek nitelikli, donanımlı, vizyon sahibi nesiller yetiştirmek için elimizden geleni sonuna kadar yapmayı sürdüreceğiz” dedi. Yabancı dil eğitiminin önemine değinen Pehlivanoğlu, 2009 yılında başlayan Access Projesi kapsamında 174 öğrenciye İngilizce eğitimi verdiklerini, bu yıl projenin genişletilerek 216 öğrenciye ulaşıldığını ifade ederek, bu eğitimlerde öğrencilere AFS öğrenci değişim programıyla ABD’de eğitim alma imkânı da sunulacağını sözlerine ekledi. Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, “1928 yılından bugüne yaklaşık 47 bin öğrenciye burs vermiş olan Türk Eğitim Derneği olarak eğitim sorunlarını gidermede toplumun tüm bireylerine görev düştüğü bilinciyle uzun soluklu bir seferberlik başlat- Access Sosyal Sorumluluk Projesi kapsamında devlet okullarında okuyan maddi olanakları yetersiz 216 dokuzuncu sınıf öğrencisi, 9 TED okulunda 360 saat İngilizce dil eğitimi görecek. “Çağdaş ve yüksek nitelikli, vizyon sahibi nesiller yetiştirmek için elimizden geleni sonuna kadar yapmayı sürdüreceğiz.” kolejliler NİSAN2010 İki NASA Pilotunun Öykülerini Dinlediler! Proje kapsamında ücretsiz İngilizce eğitimi alan öğrencilerin bir kısmı, 6 Mart 2010 tarihinde Çukurova Üniversitesi’ndeki etkinliğe katılarak, Apollo 11 ile yaptığı ay yolculuğunda Aya ilk ayak basan insan unvanını kazanan Neil Armstrong ve Aya yolculuk yapan 24 kişiden biri olan Jim Lovell’ın sıra dışı öykülerini dinleme fırsatını da yakaladı. Türk Eğitim Derneği 83 Türk Eğitim Derneği, Tam Eğitim Bursu Alan Üniversite Öğrencilerini Kampta Buluşturdu! Türk Eğitim Derneği, Tam Eğitim Bursu ile eğitimlerini sürdüren üniversite öğrencilerini, kurumsal aidiyetlerini pekiştirmek ve sosyal gelişimlerini desteklemek amacıyla Antalya’da kampa aldı. Çeşitli etkinliklerle 2 ve 5 Şubat tarihleri arasında Antalya Kemer Limak Limra Otel’in ev sahipliğinde düzenlenen ve 131 Tam Eğitim Burslu üniversite öğrencisinin katıldığı kampta alanlarında uzman isimler ve değerli TED mezunları, öğrencilerle bir araya geldi. Öğrencilerin sosyal gelişimlerine destek verilmesi ve kurumsal aidiyetlerinin geliştirilmesinin hedeflendiği kamp etkinlikleri kapsamında kendisi de TED mezunu olan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın, “TED Ruhu” konulu söyleşiyle öğrencilerle buluştu. Prof. Dr. Üstün Dökmen’in de kendine has hikâyeleri ve önerileri ile “Yaşama Yerleşmek: Kişinin kendisine, ailesine, ülkesine ve dünyaya aidiyeti” konusunu ele aldığı kampta, İzgören Akın Eğitim Danışmanlık Şirketi Akdeniz Bölge Müdürü ve Eğitmeni İlker Kaldı ise “Avucumdaki Kelebek” adlı kişisel gelişim sunumunu gerçekleştirdi. Çeşitli sportif ve kültürel etkinliklerin düzenlediği kampta Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu ve Türk Eğitim Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Can Ulusoy da öğrencilerle bir aradaydı. Amacımız Ülkemizin Öncü Çocuklarını Yetiştirmek! Antalya’da gerçekleştirilen üniversite kampı ve Türk Eğitim Derneği bursları hakkında görüşlerini aldığımız Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, tam eğitim bursuyla amaçlarının Türkiye’nin öncü çocuklarını yetiştirmek olduğunu söyledi. Maddi olanakları yetersiz, akademik başarısı yüksek çocuklara sahip çıktıklarını anlatan Pehlivanoğlu, burslu öğren- cilerle gerçekleştirilen etkinliklerin önemine de değinerek, “Öğrencilerimiz burada hem bir arada proje üretiyorlar, hem de iletişim, liderlik, vatanperverlik gibi eğitimlere tabi tutuluyorlar. Bu çocuklar üniversiteyi bitirdikleri zaman ülkemizde öncü olup başka çocukların ellerinden tutacaklar.” dedi. 31 Ocak’ta 82. yılını kutlayan Türk Eğitim Derneği kuruluşundan bu yana 47.000 öğrenciye karşılıksız burs vermiştir. Dernek, 2003-2004 eğitim-öğretim yılından itibaren “başarılı ama maddi olanakları yeterli olmayan” öğrencilere “Tam Eğitim Bursu” vermeye başlamıştır. Tam Eğitim Bursu, öğrencilerin öğrenimlerine TED okullarında devam etmelerine yöneliktir ve bu bursu almaya hak kazanan öğrenciler, varsa bölgelerindeki TED okullarında gündüzlü olarak, yoksa pansiyonlu TED okullarında yatılı olarak okutulmaktadır. Öğrencinin sadece eğitim giderleri karşılanmamakta, tüm eğitimi üstlenilmektedir. Eğitim giderlerinin yanısıra cep harçlığı, servis, yemek, kitap-kırtasiye, kıyafet, yatılı ise pansiyon giderleri de burs kamsamında karşılanmaktadır. TED okullarından Tam Eğitim Bursu ile mezun olan öğrencilerin üniversite boyunca da bursları devam etmektedir. Öğrenciler burs almaya başladıkları öğretim yılı itibariyle Burslu Öğrenci Takip Programı'na alınmaktadır. Bu program çerçevesinde öğrencilere ve ailelerine, ihtiyaç duyulan durumlarda rehberlik, danışmanlık, psikolojik destek, aile danışmanlığı, sağlık hizmetleri, akademik destek ve süpervizörlük hizmetleri sunulmaktadır. NİSAN2010 kolejliler Türk Eğitim Derneği 84 “Hastalıkta Sağlıkta Yanınızda”yız Türk Eğitim Derneği, öncelikle köklü bir sivil toplum kuruluşu olarak kurulduğu günden beri eğitim alanında faaliyet göstermekte olup, aynı zamanda başarılı ama maddi olanakları yeterli olmayan çocukların eğitimlerini desteklemekte ve Türk eğitim hayatına maddi ve bilimsel katkılar sağlamaktadır. Türk Eğitim Derneği Sosyal Hizmetler Komitesi tarafından gerçekleştirilen “Hastalıkta Sağlıkta Yanınızda” Projesi ile Türk Eğitim Derneği, hastanelerde tedavi gören veya evlerinde dinlenen yakınlarımıza “Hoşgeldin Bebek” veya “Geçmiş Olsun” kartları aracılığıyla sağlıklı günler dileklerimizi sunarken ekonomik yetersizlikler nedeniyle eğitim olanağı bulamayan çocuk ve gençlerimize eğitim imkânı sağlamayı hedeflemektedir. “Hastalıkta Sağlıkta Yanınızda” Projesi ile elde edilecek gelir Türk Eğitim Derneği Burs Fonu’na aktarılacak, kişi ve kurumların hem sevdiklerine, hem de çocuklara ve gençlere en güzel armağanı verebilmeleri sağlanacaktır. Türk Eğitim Derneği, “Mutlu Gün Panosu” ve “Çelenk” hizmetlerini yıllardır başarı ile yürütmekte ve elde edilen geliri bu yeni projede amaçlandığı gibi burslu çocuk ve gençlerin okukolejliler NİSAN2010 tulması için değerlendirmektedir. Bu yeni uygulama ile hastanelerde yatmakta olan hastalara geçmiş olsun dileklerinin iletilmesi için gönderilen ancak hastane bankolarında bekleyen çiçekler yerine odaları süsleyen, “Hoşgeldin Bebek” veya “Geçmiş Olsun” kartlarımız olacaktır. Geçmiş olsun kartlarımızı hasta yakınlarına göndermek isteyenler, 444 0 833 numarasından kartlarımızın siparişini vererek bağış yapabileceklerdir. Konuyla ilgili her türlü sorularınız için de (0 312) 418 06 14 – 417 42 02 numaralı telefondan bilgi alabilirsiniz. Türk Eğitim Derneği olarak “Hastalıkta Sağlıkta Yanınızda” Projesini hayata geçirerek, ihtiyacı olan çocuklarımızın okutulması için el ele vermemiz gerektiğini düşünüyoruz. Bu önemli adımı sizlerle birlikte atalım istiyoruz. Desteğiniz için şimdiden tüm burslu öğrencilerimiz adına teşekkür ederiz. Her şey bir çift mutlu göz için… Kýzýlýrmak Sokak No: 8 Kocatepe, Kýzýlay / Ankara TORCH Rezervasyon ve ayrýntýlý bilgi için Tel: 0312 417 5057 250 kiþilik yemekli, 450 kiþilik kokteyl kapasiteli Torch'ta "Evet Demenin Mutluluðunu" yaþayabilirsiniz. Her türlü düðün, niþan, sünnet ve nikah sonrasý yemek gibi toplu organizasyonlarýnýz için hizmetinizdeyiz. www.torch.com.tr NİSAN2010 kolejliler kampüs 86 Geleceğin Bilim İnsanlarından “Bilimsel Projeler Sergisi” TED Ankara Koleji Vakfı Özel Lisesi 11. sınıf öğrencilerinin Matematik, Kimya, Fizik, Bilgisayar, Coğrafya ve Sosyoloji dallarında 2009-2010 öğretim yılı içinde hazırladıkları 20 proje, 0810 Mart 2010 tarihleri arasında İncek Kampüsü’nde düzenlenen “Bilimsel Projeler Sergisi”nde ziyarete açıldı. Serginin açılışına öğrenci ve velilerin yanı sıra Ankara’da bulunan üniversitelerden gelen akademisyenler de katıldı. Öğrencilerin, geliştirdikleri projeler ile günlük hayatta karşılaşılan pek çok probleme çözüm önerileri getirmeleri dikkat çekti. Sergide; model araçlarda enerji ve yakıt masrafını azaltan “CVT Şanzımanlı Model Araç Uygulaması”, çocuk parklarında aydınlatma giderlerini sıfıra indiren “Yenilenebilir Enerji Kaynakları ile Çalışan Çocuk Parkı”, kapalı otoparklarda kullanılabilecek “Kapalı Otoparklarda Yer Bulma Probleminin Çözülmesi”, hazır krokisi olan her türlü mekanda kullanılabilecek “e-danışma Sistemi”, internet üzerinden ders notlarının paylaşımını sağlayan “RSS Destekli Ders Notları Paylaşım Sitesi” gibi projelerin yanı sıra sosyal bilimler alanında da Dünyada iç ve dış savaşları, siyasal ve etnik kökenli çatışmaları irdeleyen “Çatışan Dünya”, “Kaybolmakta Olan Geleneksel Meslekleri Sürdürenlerin Temel Özellikleri ve Sorunlarının Belirlenmesi” ve “Görme Engelli Bireylerin Ekonomik ve Toplumsal Sorunlarının Saptanması” gibi birbirinden ilginç araştırma projeleri de yer aldı. Öğrencilerin hazırladığı projelerden on ikisi TÜBİTAK’ın düzenlediği Ortaöğretim Öğrencileri Arası Proje Yarışması’nda sergilenmeye değer görülerek finale kaldı. “İçimizden Biri Atatürk” Sergisi TED Ankara Koleji Vakfı Özel İlköğretim Okulu 1. Kademe Kolej Sokağı’nda 18 – 22 Ocak 2010 tarihleri arasında “İçimizden Biri Atatürk” temalı fotoğraf ve Atatürk resimleri sergisi açıldı. Sergide öğrencilerin resimlerinin yanı sıra Büyük Önder Atatürk’ün fotoğrafları ve Çanakkale Zaferi köşesi de yer aldı. Ahmet Mete Işıkara’dan “Depreme Hazır Ol” Uyarısı Kamuoyunun “Deprem Dede” olarak tanıdığı Afete Hazırlık ve Deprem Eğitimi Derneği Başkanı ve Türk Kızılayı Genel Başkanı Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara, 18 Ocak 2010 tarihinde TED Ankara Koleji Vakfı Özel İlköğretim Okulu’na konuk oldu. Öğrencilere depremle birlikte yaşama bilincini anlatan Prof. Dr. Işıkara, Kızılay’ın “Kardeş Kulübü Kumbarası” projesini de tanıttı. “Türkiye’de nereye giderseniz gidin, deprem üreten odakta kolejliler NİSAN2010 yaşayacaksınız” diyen Prof. Dr. Işıkara, 2009 yılında Türkiye ve yakın çevresinde 9196 deprem olduğunu söyleyerek “Artık deprem olacak mı? sorusunu sormayın. Deprem olacaktır, hazır olun.” uyarısında bulundu. Konferansta Kızılay’ın “Kardeş Kulübü Kumbarası” projesini de tanıtan Işıkara, öğrencilere dağıtılan Kızılay kumbaralarında biriken paralar ile bir okulun yapımına katkıda bulunabileceklerini ifade etti. kampüs 87 Müzik Sunumlarında Birbirinden Güzel Çocuk Şarkıları Söylendi TED Ankara Koleji Vakfı Özel İlköğretim Okulu I. Kademe Müzik Zümresinin, açık sınıf uygulamaları doğrultusunda 1.-5. sınıf öğrencilerinin katılımıyla hazırladıkları müzik sunumları, 22 Şubat-02 Mart 2010 tarihlerinde gerçekleştirildi. Belirlenen programa uygun olarak üçer sınıf halinde amfitiyatroda sahne alan öğrenciler, müzik öğretmenlerinin bestelediği birbirinden güzel çocuk şarkılarını söyleyerek, velilerine eşsiz bir müzik ziyafeti sundular. “Darwin Now” Sergisi Öğrencilerle Buluştu British Council tarafından Darwin’in doğumunun 200’üncü ve “Türlerin Kökeni Üzerine” adlı eserinin yayınlanmasının 150’nci yıldönümü vesilesiyle düzenlenen uluslararası kutlamalar çerçevesinde hazırlanan “Darwin Now” sergisi, 8-19 Şubat 2010 tarihleri arasında TED Ankara Koleji Bilim Merkezi’nde sergilendi. Charles Darwin’in hayatı, çalışmaları, biyolojiye ve bilimin diğer dallarına olan etkilerini anlatan sergi, 21. yüzyılda karşılaştığımız önemli sorular hakkında farklı bakış açıları sunmaktadır. Evrim ile din arasındaki ilişkinin önyargısız ve açık bir şekilde araştırılması fırsatını sunmayı hedefleyen sergiye, TED Ankara Koleji Vakfı Özel Lisesi öğrencileri yoğun ilgi gösterdi. Avrupa Gençlik Parlamentosu’nda Ülkemizi Temsil Edecekler Lise Kısmı Politika ve Diplomasi Kulübü üye öğrencileri Can Fenerci (10-K) ve Cansu Tanatmış (11-E) 16-25 Nisan 2010 tarihinde Norveç’te, Zeynep Üstün(11-G) 4-7 Mart 2010 tarihinde Polonya’da ve Şayen Tokyay (11-G) 8-11 Mayıs 2010 tarihinde Almanya’da düzenlenecek olan Avrupa Gençlik Parlementosu’nda Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmek üzere seçildiler. NİSAN2010 kolejliler kampüs 88 AB Genel Sekreteri Volkan Bozkır’67 Söyleşi Günleri’ne Konuk Oldu Avrupa Birliği Genel Sekreteri, 1967 TED Ankara Koleji Mezunu, Volkan Bozkır, TED Ankara Koleji Vakfı Okulları’nın geleneksel “Söyleşi Günleri”ne konuk oldu. Soru-cevap şeklinde gerçekleştirilen söyleşide TED Ankara Koleji Vakfı Özel Lisesi öğrencileri, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecindeki mevcut durum, Türkiye’nin önündeki engeller ve Avrupa ülkelerinin Türkiye’nin tam üyeliğine karşı tutumu konularında Volkan Bozkır’a sorular yönelttiler. Avrupa Birliği’nin NATO gibi yalnızca üye olunacak bir ittifak değil, sağlıktan, çevreye, sosyal yaşamdan, ekonomiye varıncaya değin hayatın her alanını düzenleyen, 120 bin sayfalık müktesebata sahip bir yaşam biçimi olduğunu ifade eden Volkan Bozkır, Türkiye’nin üyelikten önceki asıl hedefinin, bu yaşam biçiminin seviyesine ulaşmak olduğunun altını çizdi. Öğrencilerin; bazı üyelerin “imtiyazlı ortaklık” kavramını telaffuz ettiklerini ve Türkiye’nin bu kavrama bakış açısını sormaları üzerine Volkan Bozkır, Türkiye’nin nüfusu, eğitim düzeyi, ekonomik yapısı, sahip olduğu zenginlikler ve gücüne bakıldığında Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi reddetme gibi bir lüksünün olmadığını belirterek: “İlişkilerin yavaşladığına dair eleştiriler var. Yalnızca yeni bir strateji uyguluyoruz. Avrupa Birliği fasıllarını açsın ya da açmasın biz 2013 yılında tüm reformları tamamlayacak şekilde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu tür dedikodulara kulaklarımızı kapadık.” dedi. Söyleşinin sonunda TED Ankara Koleji öğrencisi 2010 Dünya Gençlik Zirvesi Genel Sekreteri Batu İnal, AB Genel Sekreteri Volkan Bozkır’a ve 1988 TED Ankara Koleji mezunu AB Genel Sekreter Yardımcısı Burak Erdenir’e teşekkür ederek, günün anısına plaket sundu. Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Umran İnan TED Ankara Koleji’ne Konuk Oldu Uzay İletişim Bilimi’nin Oscar’ı olarak kabul edilen Appleton Ödülü sahibi Koç Üniversitesi Rektörü, 1968 mezunlarımızdan Prof. Dr. Umran İnan, 19 Şubat 2010 tarihinde okulumuza konuk oldu. Genel Müdür Sevinç Atabay ile birlikte Okul Müzesini gezen İnan, müze defterini imzaladı. Akademik başarısının yanında Dünya çapında öğrenci seçme ve yetiştirme konusunda gösterdiği çabalarla da tanınan kolejliler NİSAN2010 Prof. Dr. Umran İnan daha sonra Lise Konferans Salonunda öğrencilere Koç Üniversitesi’ni tanıttı. ABD’nin Standford Üniversitesi’nde 36 yıl gibi uzun bir süre öğretim üyesi olarak görev yaptıktan sonra Koç Üniversitesi’nin teklifini kabul ederek 2009-2010 akademik yılında Türkiye’ye gelen Prof. Dr. Umran İnan, kariyerinde TED Ankara Koleji mezunu olmasının büyük rolü olduğunu vurguladı. kampüs 89 Anaokulumuz Comenius Projesi Ekibine Ev Sahipliği Yaptı TED Ankara Koleji Vakfı Özel Anaokulu, 20-26 Şubat 2010 tarihleri arasında Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı'nca yürütülmekte olan Comenius Okul Ortaklıkları Projesi kapsamında proje ortakları; Almanya, Finlandiya, İspanya, Romanya ve Galler’den gelen 15 yabancı eğitimciyi ağırladı. “Hepimiz Özeliz. Uygulama için en iyi yöntemler” adı altında yürütülen proje ile ortak ülkelerin okul öncesi eğitim sistem ve yöntemlerinin incelenmesi ve farklı şekillerde özel desteğe/eğitime ihtiyaç duyan öğrenciler için en iyi uygulamanın belirlenerek ortak bir çizgide buluşulması hedefleniyor. TED Ankara Koleji Vakfı Özel Anaokulu öğrencileri, 22 Şubat 2010 tarihinde okullarını ziyaret eden Comenius projesi ekibine sıcak bir karşılama düzenledi. El yapımı çiçeklerle konukları karşılayan öğrenciler, konuklara şarkılar söylediler ve halkoyunları gösterileri ile yabancı konukları büyülediler. Comenius projesi ekibi, TED Ankara Koleji Anaokulu öğretmenlerinin rehberliğinde bir hafta boyunca Türk Eğitim Sistemi ile ilgili alanında uzman kişilerden bilgi aldı ve kaynaştırma eğitiminin uygulandığı Ankara’daki okulları ziyaret ederek incelemelerde bulundu. 2010 YILINDA MİLLİ TAKIMA ÇAĞRILAN SPORCULAR ATLETİZM BASKETBOL BASKETBOL VOLEYBOL VOLEYBOL Cemre Ünal Buse Taşbilek Sera Özelçi Göksu Adanalı (10-D) Yıldız Kız Voleybol Milli Takım Kampıı Eda Caferi (10-V) Yıldız Kız Voleybol Milli Takım Kampı Mesut Çebi (12-J) Genç Hentbol Milli Takımı Uraz Koral (10-V) Yıldız Hentbol Milli Takım Kampı (11-C) Atletizm Genç Milli Takımı, 60 M. Yıldız Bayanlar Türkiye Rekortmeni 7.68 (09-I) Yıldız Kız Basketbol Milli Takımı (10/U) Yıldız Kız Basketbol Milli Takımı Damla Çakıroğlu (10-Y) Yıldız Kız Voleybol Milli Takımı Yağmur Erdaç (10-V) Yıldız Kız Voleybol Milli Takımı Atacan Ata (11-J) Genç Voleybol Milli Takım Kampı VOLEYBOL VOLEYBOL VOLEYBOL HENTBOL HENTBOL NİSAN2010 kolejliler kampüs 90 2010 YILINDA MİLLİ TAKIMA ÇAĞRILAN SPORCULAR HENTBOL BASKETBOL DANS SU TOPU KAYAK Uğurcan Fitos (11-R) Yıldız Hentbol Milli Takım Kampı Gence Sarp Göbeloğlu (10-U) Yıldız Basketbol Milli Takımı Serra Kış (9-F) Dans Milli Takım Kampı Murat Berke Erdemli (10-P) Su Topu Milli Takımı Doğuş Köker 10/L Kayak Milli Takımı OKUL TAKIMLARI VE BİREYSEL SPOR BAŞARILARI İlköğretim Okulu Kayak Takımı Ank. 1.’si Lise Kayak Takımı Ankara 1.’si, Lise Erkek Kayak Takımı Türkiye 3.’sü İlköğretim Okulu II. Kademe Karate Takımı Ankara Birinciliği’nde Bekir Karakaş (7-T) 63 kg Ankara 2.si Umutcan Şahan (7-C) 63 kg Ankara 2.si Ata Laçin Tan (7-P) (63 kg) Ankara 3.sü Kaan Özçelikkale (7-Z) 40 kg Ankara 3.sü Oğuzcan Ünal (7-E) 54 kg Ankara 3.sü Enis Bahadır (11 – C) ve Ayça Şen (10 – A) Yaş Grupları Satranç Turnuvası’nda Ank 1.si Ayça Şen (10– A) Satranç Cum. Kupası 1.si Batur Onan (5-B) Tenis Kış Kupası 1.si kolejliler NİSAN2010 İlköğretim Okulu II. Kademe Kız Basketbol Takımı Ankara 2.’si, Yarıfinalde Yarışacak. Sinan Pehlivanoğlu (9-E) Liseler Arası Karate Ankara 3.sü, Türkiye Şampiyonası’nda yarışacak. Barış Bengür (9-L) Karate Liseler Arası Karate Ankara 4.’sü Kadir Gökberk Yapıcı (10-H) Enka Okulları Satranç Turn.Türkiye 1.’si İrem Kaftan (5-Y) Tenis Kış Kupası 7.si Lise Erkek Hentbol Takımı Ankara 3.’sü, Yarıfinal 3.’sü Can Koçlar (11-F) Eskrim Epe Dalında Yaş Grubunda Türkiye 3.’sü Atakan Erdem (5-P) Satranç Fed. İl Birinciliği’nde Ankara 1.’si, Okullar Arası Satranç İl Birinciliği’nde Ankara 4.’sü Mina Başar (6-D) Tenis Kış Kupası 8.si Lise Kız-Erkek Masa Tenisi Takımı Ankara 2.’si, Yarıfinalde yarışıyor. Ege Ayan (7-Y) Türkiye Eskrim Şampiyonası Türkiye 1.’si Ecem Ertenli Buz Pateni Cum. Kupası Türkiye 3.sü, Türkiye Şampiyonası’nda Türkiye 4.sü Aylin Su Soybay (3-G) Artistik Buz Pateni Türkiye Teşvik Kupası Türkiye 1.si Melissa Sever (5-A) ve Levent Sever (4-E), Dans Sporu Şampiyonası Birincisi spor 91 TED Ankara Kolejliler Spor Kulübü’nün Liglerdeki Son Durumları OPTİMUM TED Ankara Kolejliler A Erkek Basketbol Takımımız mücadele ettiği Türkiye Basketbol 2. Ligi’nde Play-Off’ta kalmanın yollarını arıyor. 4 hafta süren galibiyet serisiyle play-off yolunda önemli adımlar atan takımımızın ligde son iki maçı kaldı. OPTİMUM TED Ankara Kolejliler A Bayan Basketbol Takımımız ise sezonu 2. sırada bitirdi. Kütahya’daki Yükselme Grubu müsabakalarına da katılmaya hak kazanan ekibimiz, oynadığı 5 maçın 3’ünü kazanıp 2’sini kaybederek Play-Off müsabakalarını 2. sırada tamamladı. Çıkışını sürdüren İBA Kimya TED Ankara Kolejliler A Bayan Voleybol Takımımız yenilmezliğini sürdürüyor. 13 haftadır yenilgi yüzü görmeyen ekibimiz Gazi Üniversitesi ve Vakıfbank Güneş Sigorta maçlarının ardından Aroma Bayanlar Voleybol 2. Ligi Yarı Final Grubu’nda mücadele edecek. Zirveyi zorlayan takımımız puan tablosunda 2. sırada yer alıyor. Türk Eğitim Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, TED Ankara Koleji Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Sunullah Salırlı, TED Ankara Koleji Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Cörtoğlu ve TED Ankara Kolejliler Spor Kulübü Yönetim Kurulu Başkanı Önder Bülbüloğlu, İBA Kimya TED Ankara Kolejliler A Bayan Voleybol Takımının İdmanocağı Trabzon deplasmanındaydı. Trabzon Valisi Recep Kızılcık da yönetimimizle birlikte İBA Kimya TED Ankara Kolejliler A Bayan voleybol takımımızın maçını izledi. Sezonu kapatan bir diğer temsilcimiz ise DORÇE TED Ankara Kolejliler A Erkek Voleybol Takımımız. Ekibimiz, geçtiğimiz sezon yükseldiği Aroma Erkekler Voleybol 2. Ligi’ni 6. sırada tamamladı. TED Ankara Kolejliler A Erkek Hentbol Takımımızın da Türkiye Hentbol 1. Ligi’nde son 2 maçı kaldı. Son iki haftadır galibiyet elde eden takımımız 4. sıraya yükseldi. NİSAN2010 kolejliler spor 92 Ceyda-Gürkan İşbırakmaz: “Aynı Kulüpte Forma Giydiğimiz İçin Çok Şanslıyız” O PTİMUM TED Ankara Kolejliler A Bayan ve Erkek basketbol takımlarımızda mücadele eden Ceyda-Gürkan İşbırakmaz çifti sorularımızı yanıtladı. 8 yıllık evliliklerinin meyvesi minik kızları Iraz’la sabah-akşam antrenman peşinde koşan deneyimli oyuncular, yıllar sonra aynı kulüpte forma giyebilmenin mutluluğunu yaşıyor. Basketbola nasıl başladınız? C.İ.: Uzun boy avantajıyla ortaokuldaki seçmelerde basketbola yönlendirildim. Babam da gençliğinde basketbol oynamıştı ve onun da etkisi vardı. Bu sporu meslek olarak hiç düşünmemiştim. Ailem yalnızca boş vakitlerimi iyi yönde değerlendirmemi istediğinden basketbol oynamamı destekliyordu. Eskişehir’deki alt yapı antrenörüm Erhan Aras, bana iyi bir temel eğitim verdi. Daha sonra katıldığım turnuvalarda diğer kulüp temsilcileri beni gördüler, beğendiler ve transfer teklifleri geldi. Hatta birçok takımdan teklif gelmişti ama ben Fenerbahçe’yi tercih ettim. Fenerbahçe’nin genç takımına transferimle profesyonel spor hayatımın ilk adımını atmış oldum. Bu değişiklikle beraber basketbol, hayatımda daha büyük bir yere sahip oldu. Basketbola nerede başladınız ve hangi takımlarda forma giydiniz? C.İ.:1992 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde basketbola başladım. Yıldız ve küçük takım derken bu kulüpte 8 kolejliler NİSAN2010 Ceyda, eşi Gürkan’la aynı meslekten olmanın avantajlı bir durum olduğunun altını çiziyor ve “İkimiz de sporcuyuz ve birbirimizi çok iyi anlıyoruz, basketbolcu olmayan bir eşim olsaydı bence bu kadar anlayışlı olmazdı” diyor. sezon mücadele ettim. Daha sonra Fenerbahçe’ye transfer oldum. Fenerbahçe’den sonra 1 sezon 2. Lig takımı Türk Hava Yolları’nda, 1 sezon yine 2. Lig takımı Tarsus Belediyesi’nde oynadım. Her iki takımı da 1.Lig’e terfi ettiren ekibin kadrosundaydım. Iraz’a hamileliğimden dolayı 1 sezon basketbola ara verdim. Sonra Çankaya Üniversitesi’nde daha sonra tekrar Tarsus Belediyesi’nde oynadım. Beden eğitimi öğretmeni olarak atandım ve tam elimi kulüplerden çekmişken kendimi TED Ankara Kolejlilerde buldum. Bölgesel Lig’den liglere yeniden merhaba diyen bu ekipte yer almak çok güzeldi. Çünkü hedefi olan bir kulüpte forma giyerek mücadeleye ortak olmak ve ilk sezonunda 2. Lig’e yükselmek farklı bir duygu. G.İ.: 1992 yılında Edirne DSİ Spor’da basketbola başladım. 1993’te Ülker’e transfer oldum. 1993’ten 1998’e kadar Ülker’de oynadım ve 3 sezon A takım kadrosunda yer aldım. Daha sonra Tuborg’a transfer oldum ve oradan Çakabey Koleji’ne kiralandım. Daha sonraki sezonlarda ise Ankaragücü, İstanbulspor, Erdemir, TTNET Beykoz ve Mersin Büyükşehir Belediyesi formalarını terlettim. Profesyonelliğe geçişinizi anlatır mısınız? C.İ.:1995’ten itibaren genç milli takım formasını giymeye başladım. Genç Milli Takım’ın o dönemdeki antrenörü Fenerbahçe’de de antrenörlük yapıyordu. Ancak Fenerbahçe yatırımı A takımdan çekti ve bu yüzden de gençlere yöneldiler. O sezon gençlerden kurulu bir takım oluşturuldu ve ben de kadroda yer aldım. Bu vesileyle genç yaşımda A takımda oyna- spor 93 mamın yanı sıra Avrupa Kupası maçlarında da boy gösterdim. G.İ.: Edirne DSİ Spor’da oynarken antrenörüm benimle beraber iki takım arkadaşımı da Efes Pilsen’e transfer edeceğini söyledi. Efes Pilsen’in seçmelerine gittik ama seçmelerden geçemedik. O dönemde Nejat Sayman Ülker’de işin başına getirildi. Efes’in seçmelerinden geçemeyenleri Ülker’de denemek istediler. Yıldız takım için seçildik. Yeni kurulan bir kulüptü ve ilk senemizde yıldızlarda Nejat Sayman ve Murat Özyer önderliğinde Türkiye 3.’sü olduk. Türkiye’nin belirli illerinden seçili sporculardan oluşan bu takım Ülker’in ilk yıldız takımıydı. Beni Gürkan yapan antrenör ise Nejat Sayman ve Murat Özyer’dir. Peki, siz nasıl tanıştınız? C.İ.: İstanbul’da arkadaş ortamında tanıştık. Daha doğrusu bir arkadaşımız aracılığıyla. O da basketbolcuydu. 12 yıldır birlikteyiz ve 7 yıllık evliyiz. Maç kaybettiğinizde evdeki psikoloji nasıl oluyor? C.İ.: Gürkan benim maçlarıma gelmekten pek hoşlanmıyor. Çünkü bana sahada bir şey olur diye korkuyor. Maç kaybettiğimizde ise birbirimizi destekliyoruz. Çünkü ikimiz de sporcuyuz ve birbirimizi çok iyi anlıyoruz. Aynı meslekte olduğumuz için eşlerin birbirini anlaması daha kolay. Mesela basketbolcu olmayan bir eşim olsaydı bence bu kadar anlayışlı olmazdı. TED Ankara Kolejliler Spor Kulübü formasını giyme tercihinizdeki nedenler neler? C.İ.: Ben, Eskişehir’de alt yapıda oynarken de TED Ankara Kolejlilerin bir ismi vardı, Fenerbahçe’de A takımdayken de. Basketbol camiasında Kolejlilerin yeri çok büyük. Yıllarca 1. Lig’de boy göstermelerinin yanı sıra basketbolda yılların deneyimine sahipler. Ayrıca TED’in büyük bir camia olması da büyük bir etken oldu. Kolejlilerin tükenmek bilmeyen enerjileriyle takımlarını destekleyen taraftarı ve Kolej Ruhu beni bu kulübe çeken özelliklerdendir. G.İ.: Sezon başında başka bir takımla anlaşmıştım. Başkanımız Sayın Önder Bülbüloğlu’nun da yardımıyla ailemizi bozmadan beraber bir takımda oynama şansını yıllar sonra ilk kez elde ettik. Kendisine çok teşekkür ederiz. Eşimin ve benim böyle köklü bir kulübün formasını giyme şansını elde etmesi de bizi çok mutlu etti. Türkiye basketbolu hakkında neler düşünüyorsunuz? G.İ.: Bu sezon mücadele ettiğimiz 2. Lig hakkında konuşmak istersek, çoğu Avrupa Ligi’ne göre kıyaslandığında Türkiye’nin 2. Ligi en iyiler arasında. 1. Lig’deki takımlarda 5 yabancı ve devşirme oyuncular olduğu için Türk oyunculara oynama şansı tanınmıyor. Bu sebepten dolayı 1. Lig seviyesindeki deneyimli ve başarılı isimler 2. Lig’de forma giyiyor ve bu lig daha da zorlu ve kaliteli bir yapıya bürünüyor. C.İ.: Bayan basketbolu açısından değerlendirirsek, bayan basketboluna ülkemiz kulüplerinden yatırım pek yok. TED Ankara Kolejliler bu açıdan diğer kulüplere oldukça iyi bir örnek. Her sezon değişen sistemin yanı sıra kulüpler takımlarını çekiyor. Bence 2. Lig de 1. Lig gibi daha çok takıma sahip olmalı. 1. Lig’de mücadele eden takımlar, NBA’de forma giyen yabancıları ülkemizde oynatmaya başladılar. Liglerimizin kalitesi her geçen gün daha da artıyor. Miniklerden Madalya Şov 27-28 Şubat günlerinde Anıttepe Yüzme Havuzu’nda düzenlenen “9-10 Yaş Grubu Yüzme İl Birinciliği” müsabakalarında TED Ankara Kolejliler Spor Kulübü 9 madalya kazandı. 200 sporcunun katılımıyla gerçekleşen yarışlarda kulübümüzü başarıyla temsil eden Yiğit Narin 50m kelebek ve 50 ile 100m serbestte altın madalyayı göğüsledi. 100m karışıkta Gökberk Beydemir, 100m serbestte Ezel Karadoğan ve 4x50 serbestte bayrak yarışında Gökberk Beydemir, Arda Mert Ay, Mert Özkan ve Yiğit Narin gümüş madalya elde ederken; Ezel Karadoğan 50m serbestte, Gökberk Beydemir, Hasan Gülhan, Yiğit Narin ve Arda Mert Ay 4x50m bayrak yarışında ve Nuran Bayrakçı da 100m kurbağalamada bronz madalya kazandı. 9-10 yaş grubundaki minik sporcularının başarısıyla gurur duyduklarını ifade eden TED Ankara Kolejliler Spor Kulübü yüzme branşı sorumlusu Süha Günel, “Kulübümüz her geçen gün bir bireyi daha yüzmeye kazandırıyor. Minik yaşta bu yarışlara katılma cesaretini gösteren sporcularımız kulübümüz adına kazandığı bu madalyalarla bizleri gururlandırdı.” diye konuştu. NİSAN2010 kolejliler Kaybettiklerimiz HALİL KARATAL’60 21 Ocak 1942 yılında doğan Halil Karatal, 1960 senesinde TED Ankara Koleji’nden mezun oldu. Ankara İktisadi ve Ticari İlimleri Akademisi’ni 1966 yılında bitirdi ve 1967 yılında Funda Karatal ile evlendi. Remzi ve Hakan isminde iki oğlu, Mithat Can ve Emma isminde iki torun sahibi olan Karatal, 25 Ekim 2009’ta hayata veda etti. Kendisine Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı diliyoruz. GÜRSEL KAVUR’60 1985 mezunlarımızdan Sayın Müge Hazarlı'nın annesi Sayın Gürsel Kavur'60 vefat etmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı diliyoruz. ALİ TEOMAN ÇOBANOĞLU’75 1975 mezunlarımızdan Ali Teoman Çobanoğlu vefat etmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Kaybettiklerimize Allah’tan rahmet, baþta yakýnlarý olmak üzere tüm Kolej camiasýna baþsaðlýðý diliyoruz. HALİT TURHAN Halit Turhan, 1927 yılında Anamur’da doğdu. İlkokulu Anamur’da, orta öğrenimini ise Antalya Lisesi’nde tamamladı. Ardından Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde K.K.K hesabına okudu. Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çeşitli merkezi okullarda öğretmen ve yönetici olarak görev yaptıktan sonra 1977 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nden emekli oldu. Turhan aynı yıl TED Ankara Koleji Vakfı Özel Lisesi’nde göreve başladı. 1985-1987 yılları arası TED Ankara Koleji’nde Edebiyat öğretmeni olarak görev yapan Turhan, 1985-1987 yılları arasında Lise Müdürü görevinde bulunmuştur. Değerli öğretmenimiz Halit Turhan geçirdiği rahatsızlık sonucu hayatını kaybetmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet, ailesi ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz. TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Ulaflamad›¤›m›z ve yay›nlayamad›¤›m›z kay›plar›m›za Allah’tan rahmet, sevenlerine baflsa¤l›¤› diliyoruz. Bu sayfan›n hep bofl kalmas› dile¤iyle… TED Çelenk Ba¤›fllar›n›z için; 444 0 TED 444 0 833
Benzer belgeler
Kay bet tik le ri miz - TED Ankara Koleji Mezunları Derneği
Yapým-Baský
Ajans-Türk Basým A.Þ.
indirimli kuruluþlar - TED Ankara Koleji Mezunları Derneği
İlkokuldan başlayarak genelde oldukça çalışkan bir öğrenciydim; hatta bana “inek” bile denebilirdi. TED Ankara
Koleji’ne, sınavla hazırlık sınıfından girdim. Sanırım okul yaşamımda hatırladığım ve ...