100. sayıya ulaşmak için tıklayın
Transkript
100. sayıya ulaşmak için tıklayın
Marksizm-Leninizm Işığında Parababalarına ve Emperyalizme Karşı Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Dayanışması ve Mücadelesi Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi! Yaşasın DSF! Yaşasın Nakliyat-İş 13’te 15’te Yıl: 10 Sayı: 100 1 Haziran 2016 Siyasi Gazete www.kurtulusyolu.org 1 TL HKP’den 17-25 Aralık için yeni suç duyuruları 2’de Nasıl da birbirlerine benziyorlar 4’te Nelson Mandela ve CIA 3’te Savaş Köpeği ABD Venezuela’yı; Iraklaştırmak, Libyalaştırmak, Suriyeleştirmek istiyor “Çölün Gelini” özgürlüğünü kutladı 3’te Selam Haksızlıklar karşısında boyun eğmeyene, selam onurunu kaybetmemek için direnene, selam Fransa İşçi Sınıfına! 4’te 5’te HKP; Vatan topraklarımızı (Ege Adalarını) peşkeş çekenlerin peşini bırakmıyor 5’te Şanlı Gezi İsyanı’mız 3 yaşında 15’te Özel İstihdam Büroları Köle Pazarlarıdır 14’te Malum Kişi Fatih ve Fetih 16’da Başyazı HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut: Belki de o günleri yaşamaktan daha çok, o günler için savaşmak güzeldir verdiğimiz ender durumlarda otururdum kürsüye. Çünkü anlayışımıza göre, öğretmenliğin gerçek anlamda hakkını verebilmek için öğretmenin sürekli ayakta olması gerekir. Öğretmen yoldaşlarımızın da, eğitim emekçisi yoldaşlarımızın da takdir edebilecekleri gibi öğretmenin dolaşması gerekir sıraların arasında. Tabiî oturduğunuz zaman sadece elinizi, kolunuzu, yüzünüzü hareket Nurullah Ankut tarafından Halkın ettirirsiniz ama ayaktayken tüm beKurtuluş Partisi Üçüncü Olağan deninizi de ifadelendirerek sözleriniGenel Kurulu’nda yapılan gündem ze eklersiniz. O ifadeyi, anlamlandırdeğerlendirmesini aynen sunuyoruz. manız daha da güçlenir, pekişir. Bildiğimiz gibi insanların saderamızda Arif, Özler gibi öğretce sözleri değildir karşısındakine menlik sürecimize öğrenci ola- mesaj veren; psikoloji eğitimi alan arrak tanık olan yoldaşlarımız var. kadaşlarımız da bilirler yani kılıkları, Ayakta konuşmamla ilgili mazeretimi an- kıyafetleri, giyinişleri, oturuşları, yülatmak için buna değiniyorum. O zaman rüyüşleri, bakışları, gülüşleri, saçlarıda, arkadaşlarımızın hatırlarındadır, hiç nı tarama stili hepsi aslında bir mesaj oturmazdım ders anlatırken. Ancak ders verir topluma, çevresine. O bakımdan bittikten sonra üç dakika kalır, beş dakika ben de anlatacaklarımı daha da iyi ifade kalır; bazen de rica ederlerdi çok önemli edebilmek için ayakta konuşurken daha sınavları olurmuş o gün; “Hoca’m bu saat iyi hissediyorum kendimi. ders yapmasak da çok önemli bir sınavımız var ona hazırlansak” diye, öyle izin A 8’de 2 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 HKP’den 17-25 Aralık için yeni suç duyuruları HKP’nin İtanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na Recep Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Erdoğan Bayraktar, Egemen Bağış, Reza Zarrab, Emine Erdoğan, Beyhan Bağış ve Süleyman Aslan hakkında suç duyurularında bulundu. Bunlardan Recep Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu hakkındaki suç duyurusu metnini aynen yayımlıyoruz. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına Suç Duyurusunda Bulunan: HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ Vekilleri: Av. Orhan Özer, Av. Metin Bayyar, Av. Ayhan Erkan, Av. Ali Serdar Çıngı, Av. Tacettin Çolak, Av. Sait Kıran, Av. Azime Ayça Alpel, Av. Halil Ağırgöl, Av. Doğan Erkan, Av. Pınar Akbina Atatürk Bulvarı Emlak Bankası Blokları B Blok K:4 D:16 Fatih/İstanbul Şüpheliler: 1- Recep Tayyip Erdoğan 2- Ahmet Davutoğlu Suç: Suç işlemek için Örgüt Kurmak (TCK 220. Md.) Zimmet (TCK 247. Md.) İrtikap (TCK 250. Md.) Görevi Kötüye Kullanma (TCK 257. Md.) Konusu: 17-25 Aralık Yolsuzluk eylemleri suçlamasıyla başlayan ancak takipsizlik kararları verilerek kapatılan soruşturma dosyaları ile bağlantılı olarak ABD Savcısı Preet Bharara tarafından yürütülen soruşturma kapsamında çıkan delillere dayanılarak şikâyet edilenler hakkında soruşturma açılarak cezalandırılmaları talebinden ibarettir. Beyanlarımız: Bildiğimiz gibi 2013 yılının Aralık ayında Türkiye, iktidar kavgaları nedeniyle tarihinin en büyük hırsızlık ve yolsuzluk iddiaları ile gündeme geldi ve bu süreç tüm dünya kamuoyunda ülkemizin onurunu zedeledi. Devam eden süreçte Ülkemizde işletilmesi gereken yargı süreci işletilmediği için, ABD’li bir Savcı bir anda ülkemizde fenomen haline gelebilmektedir. İran asıllı Türk vatandaşı Reza Zarrab’ı ABD‘de tutuklatan ve bir anda Türkiye’de de tanıdık bir isim haline gelen Savcı Preet Bharara, Türkiye ile ilgili, “Ne kadar güçlü, ne kadar zengin olduğunuz ya da hangi bağlantılara sahip olduğunuz önemli değil. Eğer kanunları çiğnediyseniz ve biz bunu ispatlayabiliyorsak, o zaman konuyu adalete taşıyacağımızdan emin olabilirsiniz. İster Türkiye’de, ister ABD’de olsun; biz kimseden korkmadan işimizi yapacağız” dedi. Savcı Bharara, konuşmasında Türkiye’deki basın özgürlüğüne de değinip, bu konuda kendi görüşünü değil, uluslararası örgütlerin verdiği rakamları paylaştı. Bharara ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, aralarında gazeteciler ve çocukların da bulunduğu 1800’den fazla kişiye kendisine hakaret ettikleri gerekçesiyle dava açtığını hatırlattı. Bharara, şu ifadeleri kullandı: “Zarrab’ın tutuklandığı gün Twitter‘da 8100 takipçim vardı. Sonraki 4 günde neredeyse tamamen Türk milletinden olmak üzere takipçilerime 270 bin kişi daha eklendi. Bunun sebebi kısmen birçok yerde de bahsettiğimiz o ülkede yolsuzluğa karşı gereken önlemin alınmadığına dair kanaat idi. Bu konuda bir yorumda bulunmayacağım ama böyle bir kanaat var. Bir başka sebep ise yine birçok yerde yayınlandığı üzere oradaki insanların özgür bir basına sahip olmadıkları kanaatinden ötürü, sosyal medyanın özgür ortamına gösterdikleri rağbet idi. 2015 yılında Freedom House, Türkiye’deki basın özgür değil olarak niteledi.” Son günlerde basında çıkan haberlere göre: “New York Güney Bölgesi Başsavcısı Preet Bharara, tutuklu bulunan Reza Zarrab’ın kefalet talebini neden reddettiğini açıkladı. Bharara Reza Zarrab’ın kefaletle serbest bırakılması yönündeki talebinin reddedilmesi için 17 Aralık iddianamesini delil gösterdi. “Bharara, bugün açıkladığı belgelerde 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasında adı geçen eski bakanlardan Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Halk Bankası eski Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın da isimlerine yer verdi. “Bharara, Zarrab’ın kefalet talebini reddedilmesi gerektiğini detaylı bir şekilde açıkladı. Başsavcının hâkime sunduğu gerekçede Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın kurucusu olduğu TOGEMDER de dosyaya girdi. “ERDOĞANLAR VE BAĞIŞ AİLESİ EK İDDİANAMEDE “Öte yandan Amerika’daki Türk gazetecilerden İlhan Tanır da Twitter adresinden, “Zarrab’ın TOGEMDER bağış listesiyle, Emine Erdoğan, Tayyip Erdoğan, Egemen Bağış’ın eşi Beyhan Bağıs da Bharara’nin ek iddianameye girdi” diye yazdı. “Zaman Amerika’nın davayı takip eden muhabiri Sıtkı Özcan ise Twitter hesabından iddianameye girdiğini söylediği belgeleri paylaşarak, “Ve beklenen oldu. Emine Erdoğan, resmen Bharara’nın Zarrab dosyasında ve Tayyip Erdoğan da Bharara’nın dosyasında.’Zarrab’la yakın ilişki içindeki üst düzey yetkili’ olarak geçiyor. Zarrab, kefalet başvurusuna Togemder’i sokarak Bharara’ya müthiş bir asist yaptı. Savcı da bunu kaçırmadı. Erdoğan ailesi artık dosyada” diye yazması dikkat çekti. “ERDOĞAN’DAN GELEN SİYASİ BASKILAR... “Amerika’nın Sesi’nin haberine göre Sarraf’ın Türkiye’de hükümet yetkilileriyle rüşvet ağıyla ilişkiler kurduğu vurgulandı. Dilekçede, bu ilişkilerin ortaya çıkması sonrasında yakalanan ve 72 gün süreyle tutuklu kalan Sarraf’ın yine bu ilişkiler sayesinde serbest kaldığı belirtildi. “Sarraf’ı yakalayan polisler ve yargılayan adli makamların ya görevinden alındığı ya da tutuklandığı belirtildi. Rıza Sar- raf dosyasının Türkiye’de kapatılmasının o dönem başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın makamından gelen siyasi baskılar sonucu olduğu vurgulandı. Bazı video görüntüler ve fotoğraflar da ek belgelerde sunuldu.” “(http://odatv.com/abddeki-zarrab-sorusturmasi-onlara-uzandi-2505161200.html) “Yeni belgelerde, 17 Aralık soruşturmasının fezlekesinden bazı bölümler dava dosyasına girdi. Türkiye’de rüşvet aldığı iddia edilen bazı bakanların tapeleri ve para trafiğiyle ilgili çeşitli belgeler yayınlandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın adli ve kolluk kuvvetleri üzerinde siyasi baskı kurup 17/25 Aralık soruşturmasını kapattırdığı belirtildi. “Amerika’nın Sesi’ne konuşan hukukçular, son belgelerin kefalet talebine karşı hazırlanmış çok güçlü belgeler olduğuna işaret etti. ‘ÇOK SAYIDA YENİ DELİL İDDİANAMEYE KONULABİLİR’ “Akbulut şöyle konuştu: “Son belgelerde Sarraf’ın, Türkiye’de hükümet ile kurduğu kirli rüşvet ilişkileri ve kapatılan soruşturmaya ait detaylar yer alıyor. Bu yönünden ele aldığımız zaman soruşturmada dava sürecinin başlamasıyla birlikte, anılan bazı isimlerin de Sarraf’ın suçlandığı kara para aklama ve İran’a yönelik uluslararası ambargoları delmek gibi bazı suçlara ortak olduklarını olarak gösteren yeni bir iddianame gelebilir. Çok sayıda belge iddianameye eklenebilir.” ‘TÜRKİYE’YE KAÇARSA BİZE GERİ VERMEZLER’ “New York Barosu Avukatı Arda Beşkardeş ise iddia makamının ellerindeki kartların çok azını gösterdikleri görüşünde. Bazı yeni delillerin yer aldığı ek bir iddianamenin de dosyaya girebileceğine işaret eden Beşkardeş, “Kefalet davasında bu kadar kanıt göstermeleri çok enteresan. Aşırı detaya girilmiş aslında, ‘Bu adam Türkiye’ye giderse bir daha gelmez’ diyorlar. Türkiye’de daha önce en üst seviyeye kadar verdiği rüşvetlerle hapisten çıktığına işaret edip, ‘Türkiye’nin adalet sistemine bu yüzden saygımız yok’ diyorlar. Türkiye ile suçlu geri iade anlaşmamız var ama orada bu kadar güçlü ilişkileri olan bir adam Türkiye’ye kaçarsa, Türkiye bu adamı bize geri vermez diyorlar. Kefaletin bağlayıcı olamayacağını ve Sarraf’ın kaçabileceğini vurguluyorlar” diye konuştu. ‘ÖZELLİKLE ERDOĞAN’I İŞARET EDEN KONUŞMALAR SEÇİLMİŞ’ “Yayınlanan 17/25 süreciyle ilgili kullanılan belgelerde rüşvet aldığı iddia edilen bakanların belgelerde ortak bir noktası olduğunu vurgulayan Beşkardeş, şöyle devam etti: “O ortak nokta da hepsinde ‘Başbakan Erdoğan’a ulaştırayım’ veya ‘bir görüşeyim’ gibi ifadeler var. Konuşmaların ana teması Erdoğan olmuş. Burada tüm bu olanlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bilgisinde olmuş şeklinde bir mesaj verilmiş. Konuşmaların çoğunda ‘(dönemin) Başbakan(ı) Erdoğan’ın da bundan haberi vardı’ iması yapılmış. Özellikle seçilip konmuşlar. Davanın bundan sonraki aşamasında kefalet duruşmasında Türkiye’den adı geçen kişiler suç işledikleri iddiasıyla Türkiye’den talep edilebilirler. Sanık değil de, tanık olarak da çağrılabilirler. Amerika ile bu konuda ikili anlaşmalarımız var.” “http://odatv.com/erdogani-isaret-eden-konusmalar-secilmis-2605161200. html “ABD’li Savcı Preet Bharara’nın hazırladığı iddianamede eski Başbakan Ahmet Davutoğlu da yer alıyor. “Davutoğlu’nun Başbakanlık koltuğunu bırakmasıyla ilgili bir bölümün bulunduğu iddianamenin sonunda sadece Davutoğlu’nun kendi isteğiyle değil de yapılan bir müdahale ile görevi bıraktığı vurgulanıyor. O bölümde bu konuda yapılan bir habere yer verilerek “Davutoğlu, Reza Zarrab’ın İran’a olan 2.7 milyar dolarlık borcu ödemediği için mi işinden oldu?” ifadeleri kullanılıyor.” “http://odatv.com/reza-zarrab-idd i a n a m e s i n e - d a v u t o g l u - d a - g i rdi-2605161200.html Bilindiği gibi bazı kamu kurumlarına ve savcılığa yapılan rüşvet, görevi kötüye kullanma ve ihalelere fesat karıştırma ihbarı üzerine 13 Eylül 2012, 21 Eylül 2012 ve 14 Şubat 2013 tarihlerinde yolsuzluk soruşturmaları başlatılmıştı. Başsavcılık tarafından görevlendirilen Cumhuriyet Savcısı Celal Kara’nın talimatı üzerine, 17 Aralık 2013 tarihinde şüphelilerin ev ve işyerlerinde arama yapılarak ele geçirilen çeşitli eşya ve paralara el konulmuştu. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler‘in oğlu Barış Güler, dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Kaan Çağlayan, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Oğuz Bayraktar, işadamı Ali Ağaoğlu, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan ve Rıza Sarraf gözaltına alınmıştı. Soruşturma kapsamında gözaltına alınan 71 şüpheliden 24’ü çıkarıldıkları mahkemece tutuklanmış, 38’i de adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. Şüpheliler arasında bulunan İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış hakkında cezai kovuşturma yapılabilmesi için hazırlanan fezlekeler, TBMM‘ye gönderilmek üzere Adalet Bakanlığı’na sunulmuştu. 25 Aralık’ta Savcı Muammer Akkaş yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla başlattığı soruşturma kapsamında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan‘ı şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırmak üzere bir belge hazırlamıştı. Ancak, Emniyet Müdürü Selami Altınok, gözaltı ve arama talimatını, gerekçe ve delillerinin yetersizliği nedeniyle geri çevirmişti. Yeni atanan İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın, Erdoğan’ların evinin çevresine Özel Tim yerleştirerek olası gözaltına almaları engellediği basına yansımıştı. Tutuklanan şüpheliler, 28 Şubat 2014’te serbest bırakılmıştı. İçişleri Bakanlığınca, savcılığın gözaltı ve mahkemenin arama kararlarını yerine getiren adli kolluk amir ve memurlarının önemli bir kısmının görev yerleri değiştirildi, görevden alındı veya meslekten ihraç edildi. 29 Ocak 2014’te soruşturma savcısı Celal Kara 1 Şubat 2014 tarihli HSYK ka- yapılan iptal başvurusu üzerine, 11 Nisan 2014’te verdiği kararla, düzenlemenin Adalet Bakanı’na verdiği olağanüstü yetkileri Anayasaya aykırı bularak iptal etti. 17 Aralık sürecinden sonra istifa eden ya da görevden alınan bakanları araştırmak üzere 5 Mayıs 2014’te TBMM’de 15 kişilik bir komisyon kuruldu. Komisyon 5 Ocak 2015’e kadar çalıştı. Gelinen noktada Mecliste yapılan oylama sonucu AKP’lilerin oylarıyla, bakanların Yüce Divan’a gitmemeleri yönünde karar çıktı. Diğer yandan, süren soruşturmalarda, polis ve savcılara gerekli gözdağı verilip yeni ve revize edilmiş HSYK tarafından atanan yeni savcılarca iki ayrı dosyada verilen “kovuşturmaya yer olmadığı” yönündeki kararlara, müvekkil parti tarafından rarnamesi ile de, soruşturma iznini veren İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Zekeriya Öz‘ün aralarında bulunduğu 166 hâkim ve savcının görev yeri değiştirildi. Celal Kara 16 Ocak 2015’de soruşturma nedeniyle açığa alındı. Kara, 24 Ocak 2014’de Can Dündar ile yaptığı söyleşide Rıza Sarraf’ın lider sıfatıyla örgütün faaliyetleri kapsamındaki tüm suçlardan sorumlu olduğunu, polis fezlekelerinde ve Meclis’e yollanan bilgi notunda yer almasa da dönemin başbakanı Erdoğan’ın da işin içinde olduğunu düşündüğünü söyledi: “Dönen işlerin Başbakan’dan habersiz, bilgisiz ve izinsiz dönmesine imkân ve ihtimal yok. Telefon konuşmalarına, aralarındaki diyaloglara bakınca kesinlikle diyorsunuz ki, perde arkasından bu işlere yol ve izin veren, Başbakan’dır” açıklamasında bulundu. Bu sürecin ardından HSYK’nin yapısında değişiklik öngören bir yasa çıkarttı. Düzenlemeyle HSYK bünyesinde Adalet Bakanı’na hâkim, savcı ve adalet müfettişlerinin atanması, disiplin soruşturmaları, vb birçok konuda geniş yetkiler verildi. Ayrıca düzenleme HSYK Kurullarının yapısında değişiklik öngörüyordu ve düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle yönetim ve denetim kurulları ile Adalet Akademisi üyelerinin görevlerine son verilmesini içeriyordu. Yeni durum kamuoyunun büyük bir bölümü tarafından ”hükümet yargıyı kendine bağladı” olarak yorumlandı. AB Komisyonu da hükümeti, atılan adımın “hukuk devleti” ve “kuvvetler ayrılığı” ilkelerine uymadığı gerekçeleriyle eleştirdi. Ayrıca HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici, 66 sayfalık bir açıklama yaparak, değişikliğin Anayasa’ya aykırı olduğunu söyledi. Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle itiraz edilmiş, itirazlarımızın reddi üzerine de “etkili soruşturma” prensibinin ve “etkili başvuru hakkı”nın ihlalleri gerekçesiyle konu önce Anayasa Mahkemesi’ne, ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gönderilmiştir. Ancak AİHM hiçbir gerekçe göstermeden başvuruyu kabul etmediğini bildirmiştir. Ancak ülkemizde yapılamayan ABD’de yapılmıştır ve yukarıda yaptığımız alıntılarda da görüldüğü gibi sonuçları açık ve nettir. Aynı uygulamanın ülkemizde de derhal yapılması gerekmektedir. 17-25 Aralık soruşturmalarının etkin şekilde yeniden yapılması gerekmektedir. Sonuç ve İstem: 17-25 Aralık soruşturma dosyaları ile ilgili verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılarak, İran İslam Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri makamlarından ilgili dosyaların istenerek soruşturmanın yeniden başlatılmasını ve yukarıda belirtilen şüphelilerin üzerine atılı suçlardan cezalandırılmalarını bilvekale talep ederiz. Saygılarımızla. 27.05.2016 Halkın Kurtuluş Partisi Vekilleri Av. Ayhan Erkan Av. Ali Serdar Çıngı Av. Pınar Akbina Selam Olsun Bizden Önce Geçene! Selam Olsun Savaşırken Düşene! Kazım Sümer Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Değer Yıldız ISSN 1305-8975 Yayın Türü: Yaygın Süreli web: www.kurtulusyolu.org Yönetim Yeri: İnebey Mah. İnkılap Cad. Otohan No: Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık/Telsizler Mevkii Beşyol Mah. e-posta: [email protected] 43/514 Fatih-İSTANBUL Telefaks: (0212) 512 43 95 Akasya Sok. No: 23/A K. Çekmece/ İstanbul. Tel: (0212) 426 63 30 facebook:www.facebook.com/halkinkurtulusyolu twitter: www.twitter.com/KurtulusYoluGz 3 6 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 Nelson Mandela ve CIA... Mandela, ABD Başkanı George W. Bush tarafından da 2002 yılında “Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı Özgürlük Madalyası”na layık(!) görülmüştür. Ama aynı ABD yönetimi, tâ 2008 yılında çıkarmıştır ABD’nin “terörist” listesinden Nelson Mandela’yı... Biz, on yıllardır, dünyadaki bütün kötülüklerin, savaşların, katliamların, doğanın ve çevrenin katledilmesinin biricik sorumlusu ABD’dir diyoruz. ABD Emperyalistleri çıkardıkları savaşlarla, yarattıkları iç savaşlarla ve bölgesel savaşlarla on milyonlarca insanın kanına girmişlerdir, diyoruz. Afrika’nın Ortadoğu’nun, Balkanlar’ın ve Kafkaslar’ın, Asya’nın ve Latin Amerika’nın mazlum uluslarının çektikleri acıların birinci derecede sorumlusu ABD Emperyalistleridir, diyoruz. “Bugün Katil ABD! Ortadoğu’dan Defol! diyemeyen ya gafildir ya hain!” diyoruz. Ve bu dediklerimize de onlarca, yüzlerce, binlerce kanıt sunuyoruz. Bunların yaptıkları kötülükleri elimizle tutuyor, gözümüzle görüyor, kulağımızla duyuyoruz. İşte en yakınımızda, hemen sınırlarımızda; Irak’ta ve Suriye’de yaptıkları apaçık ortada. Hiçbir gizli saklı yanı yok. Her gün yaşıyoruz bu kanlı zalimin yaptığı-yaptırdığı kötülükleri halklara. Ama bizim kimi aklıevvel “sosyalistlerimiz”, özellikle de Amerikancı Kürt Hareketinin temsilcileri, yandaşları, hınk deyicileri, bizim bu söylediklerimiz karşısında; “Her şeyde, her olayda ABD Emperyalizmini aramak akıl işi değildir.”, diyorlar. ABD Emperyalistlerini eleştirenleri; “Amerikan fobisi” var diye eleştiriyorlar. Öyle görüyorlar, öyle yazıyorlar, çiziyor- lar... Onlar bugün; “Katil ABD Ortadoğu’dan Defol!” diyemiyorlar. Böyle diyenleri de eleştiriyorlar. Niye böyle yapıyorlar? Devir, Amerikancılık devridir de ondan. Devir, ABD önderliğinde, onun kara gücü olarak savaşmak, “devlet” kurmak devridir. Hem de “en devrimci devleti” kurmak devridir. ABD Emperyalistlerinin aktif silah, mühimmat, lojistik ve savaş uçaklarının desteğiyle Rojava’yı kurtarmak, “Yeni Stalingrad”(!) olarak değerlendirilir. Kim ki buna karşı çıkar; o ulusalcıdır, faşisttir vb.dir onlara göre... Biat edilmelidir ABD’ye, kabul edilmelidir gücü. Ve eleştirilmemelidir. Karşı çıkılmamalıdır. Yoksa?.. Yoksa kurdurmaz Kürdistan’ı. Vermez “özgürlükleri”, getirmez “demokrasi”yi! Bunlar, ABD ve AB Emperyalistleriyle, onların her türden temsilcileri ve kurumlarıyla, onların deyişiyle “Sivil Toplum Örgütleri (NGO)”larıyla içli dışlıdırlar. Birbirlerini çok iyi tanırlar. Birlikte çok iş yaparlar ABD ve AB’nin ajan örgütleriyle. Onlardan aldıkları paralarla “Proje”ler hazırlarlar. Onların ajan örgütlerinden “Ödül”ler alırlar habire. O yüzden de böyle yazarçizerler, böyle değerlendirirler. Oysa Kahraman Gerilla Che Yoldaş; “İnsan soyunun en büyük düşmanı” olarak adlandırmıştı ABD Emperyalistlerini. Küba Halkının önderi Fidel Yoldaş da; “ABD ve AB Emperyalistleri İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana uyguladıkları ekonomik zulüm politikalarıyla, tertipledikleri faşist darbelerle, çıkardıkları savaşlarla, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda ölen masum insanlardan çok daha fazlasını katletmişlerdir. O yüzden bu alçaklar da Nürnberg benzeri bir mahkemede insanlık suçundan yargılanmalıdırlar”, diyordu. Venezuela’nın yiğit başkanı Hugo Chavez yoldaş da: “Şeytan” diye nitelendirmişti ABD Emperyalistlerini BM’deki bir konuşmasında. Diyorlardı ama bu devrimci önderleri kim dinler, kim itibar ederdi?.. Devir, başka devirdi artık... Hatta: “Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernandez De Kirschner, Birleşmiş Milletler’de ABD Başkanı Barack Obama’nın gözünün içine baka baka, “Suriye’de, Libya’da, Afganistan, Lübnan, Irak ve Filistin’deki katliamlardan, IŞİD’den ve radikal İslam’dan sen sorumlusun”, demişti geçtiğimiz yıllarda. (http://odatv. com/solcu-hukumetler-bir-biri-ardina-neden-yikiliyor--2405161200.html) İnsan soyunun en büyük düşmanı ABD’dir Ama hayat, Sevrci Soytarı Sahte Solcuları ve bu Amerikancı Hareketleri ve kişileri değil, her zaman ve her olayda bizi doğruladı. Doğrulamaya da devam ediyor... Nedir bizi bunları yazmaya iten olay? Şudur: Nelson Rolihlahla Mandela ya da kabile adıyla Madiba, ya da halkının verdiği isimle “Ulusun Babası”, bildiğimiz gibi, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin efsanevi lideridir. Irkçı beyazların yönetimindeki Güney Afrika Cumhuriyeti’nde verdiği devrimci mücadele yüzünden 1962 yılından 1990 yılına kadar 27 yılı aşkın süre cezaevinde kalmıştır. Uluslararası baskı yüzünden 1990 yılında salıverildikten sonra da mücadelesine devam etmiş ve 1994 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti Devlet Başkanlığına seçilmiştir. 5 yıl başkanlık yapmış ve 2013 yılında da (95 yaşında) yaşama gözlerini yummuştur. Mandela verdiği kararlı ve yiğit mücadelesinin sonucu olarak; 1962’de Lenin Barış Ödülü’ne, 1979’da Nehru Ödülü’ne, 1981’de Bruno Kreisky İnsan Hakları Ödülü’ne, 1983’te UNESCO’nun Simon Bolivar Ödülü’ne layık görülmüştür. 1993’te De Klerk ile birlikte Nobel Barış Ödülü’nü almıştır. Toplamda 250’nin üzerinde ödül kazanmıştır. Mandela, ABD Başkanı George W. Bush tarafından da 2002 yılında “Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı Özgürlük Madalyası”na layık(!) görülmüştür. Ama aynı ABD yönetimi, tâ 2008 yılında çıkarmıştır ABD’nin “terörist” listesinden Nelson Mandela’yı... Peki, Mandela’nın 27 yıl cezaevinde kalması sürecini başlatan kim ya da kimlerdir? Ya da başka bir anlatımla kim yakalatmıştır Mandela’yı Irkçı Rejime? Tabiî ki CIA! “Eski CIA ajanı: Nelson Mandela’yı biz yakalattık “Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı’nın (CIA) eski üyesi Donald Rickard’ın 27 yıl hapiste kalan Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela’nın 1962’de yakalanmasında kilit rol oynadığını söylediği ortaya çıktı. “İngiliz Sunday Times’ın haberine göre geçen martta Rickard, Mandela’nın yakalanmadan önceki silahlı mücadele dönemini filme çeken İngiliz yönetmen John Irvin’e konuştu. Eski ajan bu görüşmeden iki hafta sonra da öldü. Ric- İşte böyle! ABD gerçeği bu kadar açık, bu kadar net! Çok uzağa gitmeyelim. Hemen yanıbaşımızdaki İmralı Adası’nda yatan “Kürt Halk Önderi” Abdullah Öcalan’ı Avrupa’dan (Yunanistan’dan) Afrika’ya (Kenya’ya) kim göndertti ve kim yakaladı Nairobi’de ve kim teslim etti paket olarak Türkiye’ye? CIA! Şek şüphe yok bu konuda. Bunda herkes, Amerikancı Kürt hareketi de dahil, mutabık. Yani Horatius’un dediği gibi anlatılan onların hikayesidir alsında ama anlamak isteyen kim?.. Buna rağmen onlar için ABD, yine bir PKK Önderinin sözleriyle; “uzaklardan gelen dost”tur! Gerisi... Gerisi laf-ı güzaftır onlar için. O zaman fazla söze ne hacet: Yeter ki gerçekleri görelim. Ya da gerçekleri görmek isteyelim. Ya gerçekleri görmek istemeyenler için kard, o dönem Mandela’yı, “Sovyetler Birliği’nin dışında dünyanın en tehlikeli komünisti” olarak gördüklerini söylemiş. Eski ajanın anlattığına göre Afrika Ulusal Kongresi’ndeki (ANC) muhbirlerden alınan bilgilerle CIA, Mandela’nın bir araçta şoför kıyafetiyle arka koltukta Durban’dan Johannesburg’a yolculuk ettiğini öğrenmiş. Güney Afrika polisi de bu bilgiyi kullanarak Mandela’yı yakalamış.” (http://www.hurriyet. com.tr/eski-cia-ajani-nelson-mandelayi-biz-yakalattik-40104306) Haberde adı geçen ve “(...) 1970’lerin sonunda emekli olana kadar Güney Afrika’da diplomatlık yapan ve gayriresmi olarak CIA için çalışan Donald Rickard”ın bu açıklamasıyla “(...), Mandela’nın gözaltına alınmasındaki rolü ve Apartheid yönetimine destek verdiğine ilişkin iddiaları açıklığa kavuşturacak belgelerin yayınlanması için CIA’ya baskıyı artırması öngörülüyor. CIA, bu yöndeki çağrıları kabul etmemişti.” (http://www. ntv.com.tr/dunya/mandelayi-cianin-ele-verdigiiddia-edildi,jtYQe6xt7kesol06mypX-A) ne yapılabilir? Onu da bir Rus atasözü söylüyor: Görmek istemeyen göz kadar kör göz olamaz! İşte bizim Sevrci Soytarı Sahte Solcular ve Amerikancı Kürt Hareketinin savunucuları, yandaşları bu kategoriye girenlerdir. Onlar için ne söylesek, ne yazsak, hangi kanıtı göstersek boştur. Buraya kadar söylediklerimizden, ABD’nin yenilmeyeceği-yenilemeyeceği anlamı çıkar mı? Asla! Biz ABD Emperyalistlerini ve yerli işbirlikçilerini önce ülkemizden ve bölgemizden, sonra da tüm dünyadan defedeceğiz ve kendi ülkesine göndereceğiz. Sonra da kendi halkı o emperyalist çakalları tüm takım taklavatlarıyla birlikte iktidardan alaşağı edecek ve halk iktidarını kuracak. Buna inancımız tam. Biz haykıralım gerçeği en gür sesimizle ve yıkalım bu kahpe düzeni: Katil ABD Ortadoğu’dan Defol! İnsan soyunun en büyük düşmanı ABD’dir!q “Çölün Gelini” özgürlüğünü kutladı IŞİD’li canilerin elinden kurtulan Palmira Antik Kenti’nde düzenlenen iki konser umudu yeşertiyor, gelecek güzel günleri müjdeliyor. H atırlayacağımız gibi, gazetemizin Nisan sayısında “Çölün Gelini” ya da “Çölün İncisi” diye de adlandırılan Suriye’deki Antik Kent Palmira’nın, Mart ayında Ortaçağcı IŞİD’li canavarlardan kurtarıldığını yazmıştık Suriye Ordusu ve müttefikleri tarafından. İşte “Çölün Gelini” Özgürlüğünü kutladı geçtiğimiz günlerde... Ardı ardına İki müzik etkinliğine sahne oldu. Yine bildiğimiz gibi, Palmira’daki Antik Tiyatro, dünya çapında konserlere ev sahipliği yapmış, Kent Meydanı’nda klasik müzik konserleri verilmişti senelerce ve dünyanın dört bir yanından gelen yüzlerce, binlerce seyirci tarafından izlenmişti bu sanat faaliyetleri. İlk konser, Palmira’nın kurtarılması esnasında yaşamını yitiren Rus asker Aleksandr Prohorenko başta olmak üzere kentin IŞİD’den kurtarıldığı operasyonlarda ölenler anısına ve UNESCO’nun yürüttüğü restorasyon çalışmalarına destek amacıyla 5 Mayıs’ta düzenlendi. Ve “Palmira İçin Dua Et: Müzik Antik Kalıntıları Canlandırıyor” temasıyla gerçekleştirildi. Konseri, Rusya’nın ünlü Mariinskiy Tiyatro Orkestrası, Rus orkestra şefi Valeriy Gergiyev’in yönetiminde verdi. Konserde, Johann Sebastian Bach, Sergei Prokofiev ve Rodion Shchedrin’in parçaları çalındı. Konser, Rus televizyonları tarafından da canlı yayımlandı. Konseri, Suriye lideri Beşşar Esad da izledi. Rusya lideri Putin ise bir video-konferans yöntemiyle konsere canlı bağlandı ve Suriyeli yetkililere, şef Gergiyev’e, orkestradaki müzisyenlere, UNESCO büyükelçilerine, Palmira’nın sakinlerine ve bilim insanlarına bu etkinlik için teşekkür etti. Rus ve Suriye Ordusu tarafından organize edilen konsere katılan Rusya’nın en büyük müzesi Hermitage’nin Müdürü Mihail Piotrovski, konserde yaptığı konuşmada başta ABD olmak üzere Batılı Emperyalistleri eleştirerek: “İnanıyoruz ki Palmira korunabilirdi. Coğrafi durumu görüyorsunuz: Kent için verilen savaşın uzun sürmesi birçok eserin çalınmasına fırsat verdi. Buraya doğru yaklaşan IŞİD yarım günde yerle bir edilebilirdi. Fakat yapmadılar. O zaman bizim askerlerimiz de burada değildi” dedi. Halid Esad unutulmayacak Konserde, Antik kentin ortaya çıkarılışında ve dünyaya tanıtılmasında büyük emek harcayan, sonrasında ise IŞİD’in işgaline uğramasına rağmen Antik Kenti korumak için Kent’ten ayrılmayan ve sonunda IŞİD’li caniler tarafından başı kesilerek katledilen, bedeni ise Palmira’daki Roma Sütunlarına asılan Palmira Tarihi Eserler ve Müzeler Dairesi Başkanı Arkeolog Halid Esad anısına da saygı duruşunda bulunuldu. Özgürlüğüne kavuşmasından sonra ikinci konsere 7 Mayıs’ta ev sahipliği yaptı “Çölün İncisi”. Bu kez de Suriye Ulusal Senfoni Orkestrası Arapça eserlerin seslendirildiği bir konser verdi. Böylece, IŞİD’den önce müzik, opera ve bale gösterilerine sahne olan Palmira’daki antik sahne, bir kez daha eski kimliğine kavuşmuş oldu. Bu neyi gösterir? IŞİD’lilerin; Tarihe, Kültüre, Sanata olan düşmanlıklarını. Toplumun geçmişine, bugününe ve yarınına sahip çıkmak bir yana, insanlık mirasını yeryüzünden silmeyi amaçladıklarını. Ve Ortaçağ’ın karanlıklarında yaşamak istediklerini. Ve Suriye Halkının ve yönetiminin de insanlığa, insanlığın değerlerine sahip çıktıklarını Başka bir şeyi değil. Suriye Halkları, Suriye liderliği ve onların Önderi Beşşar Esad (ve müttefikleri), tüm insanlığa büyük bir mesaj vermiş oldular bu konserlerle. Bir yandan “Çölün İncisi”nin, “Çölün Gelini”nin özgürlüğünü, yani zaferi kutladılar, diğer yandan da Tarihe, Kültüre ve Sanata yani İnsanlığa sahip çıktıklarını gösterdiler. IŞİD ve El Nursa, El Kaide benzeri onlarca, yüzlerce Ortaçağcı örgütleri yaratan kimdir? ABD’dir, AB’dir. Onlarla savaşan kimdir? Antiemperyalist Suriye Halkları ve Suriye liderliğidir. Ve onların müttefikleridir. (Burada tabiî ki, Rusya kendi emperyalist amaçları doğrultusunda davranmaktadır ama konumuz o değildir. Bu olayda gösterdiği tutumdur.) Dünyanın tüm ilerici insanlarının, yani İnsanlığın yüreği bugün Suriye Halkıyla birlikte atmaktadır. Onların zaferi, insanlığın zaferidir. Onların yenilgisi, insanlığın yenilgisidir. Ama bugün için kazanan Suriye Halkıdır, dünya insanlığıdır. Şan olsun Suriye Halkına! Şan Olsun Dünya İnsanlığına!q 4 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 Nasıl da birbirilerine benziyorlar? D oğada ve toplumda benzerler birbirini bulurmuş. Hacı hacıyı Arafat’ta... der ya halkımız, bunlar da aynen öyle. Birbirlerini buluyorlar. Hem de ne bulma... Hatırlayacaksınız, büyük Reis, bir zamanlar “ben adeta vatanı pazarlamakla mükellefim” demişti. Allah için pazarlamacılığı güzel yaptı. Vatanı parsel parsel pazarladı. Hatta işi o kadar ileri boyutlara taşıdı ki, vatanın gerçek anlamda pazarlanması ve bölünmesi olan “Büyük Ortadoğu Projesi”nin Eşbaşkanlığını bile yaptı. Bir diğeri, Maliye eski Bakanı Kemal Unakıtan; “Sümerbank’ın izini tozunu tarihten sileceğiz” demişti. O da dediğini yaptı. Sadece Sümerbank’la kalsalardı neyse. Neredeyse tüm Kamu Mallarını yerli yabancı Parababalarına üç kuruşa pazarladılar, adlarını da Tarihten sildiler elbirliğiyle. Şimdi sıra yeni yetmede: Damat’ta... O da bunlarla aynı soydan, aynı anlayıştan geldiğini her geçen gün biraz daha kanıtlıyor. Zaten de “yok aslında birbirlerinden farkları”. Biri Ali Hoca, diğeri Hoca Ali. Yoksa öz olarak, anlayış olarak, tiynet olarak, ahlâk olarak, vatan düşmanı olarak aynılar. Aynı vatan pazarlamacılığını hiç tereddütsüz yapıyorlar hepsi de... Bir de tabiî boynuz kulağı geçermiş, Damat da kulağı geçecek gibi görünüyor. Örneğin bir zamanların Maliye Bakanı K. Unakıtan’ı geçecek gibi görünüyor. Reis’e yetişir mi?.. Zor ama... Umutsuz vaka da değil. Gelecek vaat ediyor denilebilir. Hele de geçtiğimiz günlerde, maden işverenleriyle yaptığı bir toplantıda söylediklerini okuyunca... Bir de malum, Başkanlık sistemine geçtik. Başkanlık sistemi aynı zamanda ve- liahtlık sistemi de demektir, hele de bizim gibi yarısömürge ülkelerde. Hele de özenilen, varılmak istenen yer Osmanlı’yı diriltmek olunca. İşte o bakımdan Damat’ın geleceği parlak. Bilal Oğlan’ın durumu ortada... Ondan veliaht meliaht olmaz. Görünen en iyi veliaht, Damat. İşte o yüzden 65’inci hükümette de Damat aynı bakanlığa devam ediyor. Yani pişiyor. Hazırlanıyor veliahtlığa... Böyle bakanlara böyle bürokratlar Ha bu arada, Reis, bakan, damat böyle olur da onların bürokratları farklı mı olur? Hayır! Onlar da bunlara benzer. Daha doğrusu onları o görevlere getirirken, kendilerinin benzerlerini getirirler. Önce Damat’ın, 20 Nisan’da Ankara’da gazetecilerle yaptığı sohbette ne dediğine bakalım: “Kılçıksız teslimat “Enerji bakanı Albayrak kömürde süregelen sorunları çözmek için kolları sıvadıklarını dile getirerek “Yatırımcı ben girdim aldım ama beni Ankara kapılarında süründürmeyin istiyor. Biz tabiri caizse kılçıksız yatırımcıya sunalım istiyoruz” dedi.” (http://www.hurriyet. com.tr/enerji-bakani-berat-albayrak-yatirimcilari-bekletmek-istemediklerini-soyledi-40091996) “Kılçıksız teslimat”! Damat nasıl böyle pervasız? Çünkü halkımız, halklarımız örgütsüz. Kendi hak ve çıkarlarını savunan gerçek sosyalistleri henüz tanımıyor, bilmiyor. Allah’la aldatılarak vurgunculara, soygunculara, vatan satıcılara kendisini oy davarı haline getirtiyor. Veriyor oyları, veriyor oyları... Onlar da bizi halk seçti, diyerek her türlü zulmü, zalimliği yapıyorlar. Hem de oylarıyla kendilerini o koltuklara getirenlere. Hem de hiç acımıyorlar. Hiç vicdan azabı duymuyorlar. Hiçbir sorumluluk hissi taşımıyorlar halka karşı. Varsa yoksa yandaş Parababası, yerli-yabancı Parababasının çıkarı ve onlardan aldıkları komisyonlar. Tek dertleri, tek düşündükleri bu. Vuruyorlar-vurduruyorlar, satıyorlar-komisyon alıyorlar. Vurgun vurgunu doğu- ruyor... Allah’tan korkmuyorlar, kuldan utanmıyorlar. *** Dediğimiz gibi, Bakan-Damat böyle derse de onun bürokratı da şöyle söyler: ‘Kendimizi feda ettik’ “EPDK Başkanı Yılmaz, kayıp-kaçak konusunda şirketleri mağdur etmemek için kendilerini ortaya koyduklarını belirterek, “Bu konuda hakkımda savcılığa yapılmış dünya kadar şikâyet var” dedi.” (http://www.hurriyet.com.tr/kayip-kacakta-sirketleri-koruduk-40101537) Böyle Bakana böyle bürokrat normal mi diyelim? Ya da yakışır mı diyelim? Ne diyelim?.. İş, halkı gönendirmeye, mutlu etmeye, yaşama ve çalışma şartlarını insanca düzeye getirmeye gelince hiçbiriniz kendinizi öne atmazsınız, sorumluluk almazsınız, bırakalım feda etmeyi... Ama iş işverenlere, Parababalarına Kamu Mallarını peşkeş çekmekte ya da onlara yapacakları yatırımlarda her türlü kolaylığı gösterirsiniz. Hem de ne gösterme: “Kılçıksız teslimat” yapmayı en büyük görev bilirsiniz. Ve bunu da utanmadan söylersiniz bir olumluluk ya da halk yararına iyi bir şeymiş gibi... Yeni baş”bakan”dan inciler... Buraya kadar aktardıklarımız geçtiğimiz günlerin haberleriydi. Oralardan aktarmıştık. Ama şimdi aktaracağımız yeni bir haber. Haber yeni ama anlayış eski, aynı anlayış; Damat’ın, Bürokratın anlayışı. Şimdi o kendisini başbakan sanan birisinin, 23 Mayıs’taki sözlerini aktaralım: “BAŞBAKAN Binali Yıldırım, ekonomiye ilişkin ilk önemli mesajını yatırımlar konusunda verdi. “(...) “(...) Yıldırım, partisinin dünkü Meclis grubunda şöyle konuştu: “Yeni dönemde önemli konulardan biri de ekonomi. Ekonomi demek banka demek değil, para demek değil. Ekonomi demek üretmek demek, üretmek. Alın terini akıl terine katmak demek. Gençlerimize, kadınlarımıza iş bulmak demek. Yeni dönemde Türkiye’nin mali disiplininden asla taviz vermeden yatırımların artırılması, Türkiye’nin her bölgesine yatırım yapılması için üretimi, istihdamı tüm gücümüzle teşvik edeceğiz, destekleyeceğiz. Adeta yatırımcının önüne turkuaz halı sereceğiz. (abç, Kurtuluş Yolu) Üretmeyen, iş, aş oluşturmayan, ürettiğini satamayan pastasını, ekmeğini, somununu büyütemez. Bunu yaparken elde edilen bütün katma değerin, bütün refahın, vatandaşların bütün kesimleri arasında mümkün olduğunca adil paylaşımını sağlayacağız. Bunun da tedbirini alacağız. Emeklimize, çalışanımıza, iş âlemimize, kamu çalışanlarına, çiftçimize, köylümüze, engellimize her türlü hakları, her türlü imkanı eldeki bütçe büyüklüğüyle orantılı olarak bugüne kadar nasıl verdiysek bundan sonra da gelir dağılımını daha da iyileştirerek yapmaya devam edeceğiz. Ama birinci ve vazgeçilmez önceliğimiz üreterek, iş, aş oluşturarak büyüyen bir ekonomi olacak.” (http://www.hurriyet.com.tr/ yatirimcinin-onune-turkuaz-hali-serecegiz-40108490) Bu konuşmadaki önemli noktalar bizce şunlar: Ekonomiyi büyütmek için yatırımlara ve yatırımcılara önem vereceklermiş. Öyle ki: “Adeta yatırımcının önüne turkuaz halı serece”klermiş. Ekonomi büyürken de; “elde edilen bütün katma değerin, bütün refahın, vatandaşların bütün kesimleri arasında mümkün olduğunca adil paylaşımını sağlayaca”klarmış. Bunu yaparken de; “Emeklimize, çalışanımıza, iş âlemimize, kamu çalışanlarına, çiftçimize, köylümüze, engellimize her türlü hakları, her türlü imkanı eldeki bütçe büyüklüğüyle orantılı olarak bugüne kadar nasıl verdi”lerse “bundan sonra da gelir dağılımını daha da iyileştirerek yapmaya devam edece”klermiş. Miş mişleri, cek cakları bir kenara bırakırsak, burada somut olan şey şu: Yatırımcıların yani işverenlerin yani yerli-yabancı Parababalarının “önüne tur- kuaz halı serece”kleri ve elde edilecek gelirin de aynı Parababalarına aktarılacağıdır. Çünkü şu ana kadar biz İşçimize, Köylümüze, Esnafımıza, Kamu Çalışanlarına bir şey verdiklerini görmedik. Aksine hep aldılar bizden. Bizden aldılar, “iş alemine” aktardılar. Bir de kendileri paylarını aldılar bunlardan. Başka bir şey yapmadılar şu ana kadar... aksini kim söyleyebilir bunun? Ki gelir paylaşımı rakamlarına baktığımızda da bizi doğrular. Gelirin paylaşımı en adaletsiz olan ülkelerden biriyiz ne yazık ki... Neyse sözü uzatmayalım. Derdimiz çok yazacak olsak... Satışpeşkeşte gelinen-ulaşılan son nokta: Milli Piyango Özelleştirmesi Bakın vatanı pazarlamada, Kamu Mallarını peşkeş çekmede geldikleri-ulaştıkları son nokta nedir: “Piyango sevinci” Ne piyangosunun sevinci? Bizzat, piyangonun kendisinin yani Milli Piyango’nun özelleştirilmesinin sevincinden söz ediyoruz. Kimin için sevinç? Sizin-bizim için değil tabiî... Yerli-yabancı Parababaları için sevinç. Bildiğimiz gibi elde kalan son Kamu Malı kırıntılardan olan Milli Piyango İdaresini de özelleştiriyor AKP’giller. Hürriyet Gazetesi’nin 16 Mayıs tarihli Vahap Munyar imzalı haberine göre, AKP’giller Milli Piyongo’yu, Parababalarına “Kılçıksız teslimat” için her türlü kolaylığı hazırlamışlar. İş sadece almaya kalmış Parababaları için. Peki kim alacak madem bu kadar kolay? Haa, onu belirleyecek olan verilecek ya da alınacak komisyona bağlı. Bir de tabiî AKP’giller’den hangisinin tercih edileceğine bağlı. Yoksa hukuken bir şey yapmak gerekmiyor. Yani elini sallayıp taş mı atacaksın, durumu söz konusu bu özelleştirmede. AKP’giller gerçekten bu özelleştirmeyle kendilerini aşıyorlar... Neyse sözü uzatmayalım ve olayı aktaralım: “ÖZELLEŞTİRME İdaresi, geçen hafta Milli Piyango’nun satışıyla ilgili İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde Başkan Mehmet Bostan liderliğinde bir road show gerçekleştirdi. Yatırım bankaları, danışman şirketler dahil katılımcı sayısının 110 dolayında olması Özelleştirme İdaresi’ni memnun etti. Bostan, şimdiden şartname alan sayısı 5’i bulan Milli Piyango’yla ilgilenen yatırımcılara öncelikle şu mesajı verdi: “- Şartnameyi kafanızı aydınlatacak, netleştirecek şekilde yeniden düzenledik. “Ardından şartnamedeki yeni ve önemli maddelerin ayrıntılarına girdi: “- Daha önceki şartnamede “münhasırlık” konusu net değildi. Malumunuz, Milli Piyango’yu 10 yıl süreyle özelleştiriyoruz. Alacak yatırımcının bu süre, yani 10 yıl boyunca “münhasırlık” hakkı olacak. Karşısına rakip çıkarmayacağız. “Önceki şartnamede peşinatın yüzde 40 olduğunu anımsattı: “- Yatırımcıya şirketi alır almaz yatırım yapacağı, işletmeye koyacağı kaynak kalabilsin diye peşinatı yüzde 20’ye indirdik. Bir yıl sonra ikinci yüzde 20’lik dilimi isteyeceğiz. İki yıl sonra yüzde 30, en son dilim yüzde 30 da onu izleyen dönemde tahsil edilecek. “Yüzde 20’lik peşinat sonrası kalan bölüme uygulanacak faiz bilgisini de paylaştı: “- Ödeme dolar bazında olursa “Libor + 2”, TL bazında olursa “Sabit getirili kamu borçlanma aracı faiz oranı + 1” faiz uygulayacağız. İhalede yarışın ABD Doları bazında olacağının altını çizdi: “- İhaleyi kazanana sözleşmenin imzası aşamasında ödeme konusunda ABD Doları veya TL ödeme hakkı tanınacak. “Yatırımcıyı rahatlatacak en önemli ayrıntıya işaret etti: - İhaleyi kazanan yatırımcı, Milli Piyango’yu devralmadan hisseleri rehin verme yoluyla kaynak arayışına girebilecek. Geçmişte böyle bir hak yoktu. “Önceki şartnamede bulunan 100 milyon dolarlık teminat mektubuna vurgu yaptı: “- O teminat mektubu hem sistem ku- rulumu, hem de devletin geliri için garanti gibi düşünülmüştü. Teminat mektubunu da kaldırdık. “Yatırımcılara devir sonrası tanınan yeni haklara da dikkat çekti: “- Milli Piyango’da aynı oyun için günde bir çekiliş söz konusuydu. Aynı oyunda 24 saatte iki çekiliş yapabilme hakkı tanındı. Yatırımcı Milli Piyango’nun oyun sayısını artırıp, çeşitlendirebilecek. Ayrıca yeni bayilikler verebilecek. Böylece bayi sayısı da artacak. “Mehmet Bostan’la road show sonrası buluştuk, şu noktanın altını çizdi: “- Yatırımcının özelleştirmeye ilgisini Milli Piyango ile test edeceğiz. “Şartnamede yatırımcı lehine önemli değişiklikler var... “Sağlanan kolaylıklar, Milli Piyango’ya yatırımcı ilgisini artıracak gibi görünüyor... “Bakalım şartnamedeki kolaylıklar ihalede ortaya çıkacak fiyata nasıl yansıyacak?” (http://sosyal.hurriyet.com.tr/ yazar/vahap-munyar_44/piyango-sevin- ci_40104320)) Alıntımız uzun oldu ama satışın daha doğrusu peşkeşin somutça görülmesi için zorunluydu. İşte okuduk, biz böyle bir satışı-peşkeşi, özelleştirmeyi ilk kez duyduk... İşi, “kılçıksız teslimat”ı o noktaya getirdiler ki, insanın aklı havsalası almıyor yapılan-yapılacak işi. Bir türlü anlayamıyorsunuz böyle bir şey nasıl yapılır, nasıl cesaret edilir diye ama onlar yapıyorlar ve cesaret ediyorlar. Ha, sanıyorlar ki köpeksiz köyde değneksiz geziyorlar. Yanılıyorlar, hem de fena halde yanılıyorlar! Yaptıkları, yapacakları bütün halk düşmanı uygulamaların hesabı bir bir sorulacak. Hem de son kuruşuna kadar... Yaptıkları hiçbir halk düşmanı uygulama yanlarına kâr kalmayacak. Bunu akıllarına çivi gibi çaksınlar. Ve özelleştirdikleri tüm Kamu Malları onlardan alınacak ve hem de bilimin son sözüyle donatılmış olarak tekrar kamunun hizmetine sunulacak. Ya bu işi-işlemleri planlayanlar-uygulayanlar-alanlar ne olacak? Onlar Partimizin dediği gibi: Nereye çıkarlarsa çıksınlar Nereye giderlerse gitsinler Er ya da geç çelik bilezikle tanışacaklar. Çünkü hükm-ü avam istinafsızdır! (Halkın Adaletinin temyizi yoktur!)q Selam Haksızlıklar karşısında boyun eğmeyene, selam onurunu kaybetmemek için direnene selam Fransa İşçi Sınıfına! K ahraman Gerilla Che, bir Devrimcinin en önemli özelliğini; Dünyanın neresinde olursa olsun her haksızlığı kendinize karşı yapılmış gibi hissetme kabiliyetinizi koruyabilmek, olarak tanımlıyor. Fransız Finans-Kapitalistleri Fransa İşçi Sınıfına karşı saldırıya geçmiş durumda. Bu saldırılar bizim hiç de yabancısı olmadığımız saldırılar. Parababalarının milliyetleri, dilleri farklı da olsa ezilen, sömürülen emeçlilere karşı tutumları hiç değişmiyor. İşçi Sınıfının canı kanı pahasına, bileğinin hakkına elde ettiği bütün hakları geri alabilmek için dünyanın neresi olursa olsun Parababaları farklı davranmıyor. İşçi Sınıfının kazanımlarını ortadan kaldıran yasaları gündeme getiri- biz devrimcileri o derece umutlandırıyor, heyecanlandırıyor, mutlu ediyor. Fransa İşçi Sınıfının, Fransız Parababalarının bu saldırılarına haftalardır kararlılıkla devam eden başkaldırışını, mücadelesini, direnişini bu duygularla selamlıyoruz. Fransa emekçileri tüm dünyaya, insanların sürgit hayvan yerine konulamayacağını, sürü hayvanı gibi güdülemeyeceğini gösteriyorlar. Ve İsyan ateşi sadece Fransa’da kalmıyor, Belçika başta olmak üzere Avrupa’ya yayılıyor. Yüz binler sokaklara çıkıyorlar, emekçiler Parababalarının saldırılarına grevlerle yanıt veriyorlar, çatışıyorlar, direniyorlar. Tabandan gelen tazyikle İşçi Sendikaları da direnmek zorunda hissediyorlar kendilerini. Ayrıca kendi varlıkları yorlar ilk elden. İşçi Sınıfının bu geriye gidişe karşı isyanını da, Devlet çarkını elinde bulundurmanın gücü ile bastırmaya çalışıyorlar. Fransa’da son günlerde yaşananlar, Parababalarının Fransa emekçilerine karşı pervasız saldırılarına karşı, emekçilerin direnişidir. Parababalarının hizmetindeki iktidar, haftalık çalışma saatlerini arttıracak, ücretlerini düşürecek, izinlerini kullanma konusunda inisiyatifi işverenin insafına bırakan ve en önemlisi de, şirketlere gereklilik hissetmeleri durumunda işçi haklarını koruyan ulusal yasalardan muaf kalma hakkı tanıyan, yani rahatlıkla işten çıkartma hakkı tanıyan yasaları üstelik reform paketi olarak gündeme getiriyor. Bizler devrimciyiz. Kahraman Gerilla’nın tarif ettiği devrimcilerdeniz. Dünyanın neresinde olursa olsun bir insana veya bir hayvana yapılmış haksızlığı kendimize yapılmış gibi hissederiz. Fransa emekçilerine yapılan bu haksızlığı da kendimize yapılmış gibi derimizde, etimizde hissediyoruz. Bu saldırıların yabancısı olmasak da, kat be kat fazlası bizlere yerli Parababaları ve Ortaçağcı AKP’giller tarafında reva görülüyor olsa da, Fransa emekçilerine yapılan saldırıya öfkeleniyor, Parababalarına karşı öfkemiz, hıncımız, kinimiz daha daha bileniyor. Dünyanın neresinde olursa olsun yapılan her haksızlığı kendimize karşı yapılmış gibi hissediyorsak, dünyanın neresinde olursa olsun yapılan haksızlığa karşı direniş, başkaldırı, isyan, mücadele de için de direnmek zorundalar. Çünkü Parababalarının istediği yasalar yürürlüğe girmiş olsa sendikaların varlık nedeni ortadan kalkıyor. Sendikalar da ortaklaşıyor ve emekçilere eylemleri yoğunlaştıralım çağrısında bulunuyorlar. Sonucu ne olursa olsun bu direniş şimdiden kazanılmıştır. Bu isyan başarıya ulaşmıştır. Çünkü haksızlıklar karşısında direnileceğini, haksızlığa boyun eğilmeyeceğini tüm dünyaya göstermiştir Fransa İşçi Sınıfı. Fransa İşçi Sınıfı Halklara da örnek ve umut olmakta, birlik olunursa, birlikte mücadele edilirse, Parababaları ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar; baskı, zor zulüm aracı olan Devlet gücünü ne kadar pervasızca kullanırlarsa kullansınlar, her kahrı, her acıyı göze almış emekçiler karşısında nasıl yönetemez duruma düştüklerini göstermektedirler. Tıpkı bugünlerde yıldönümünü kutladığımız Şanlı Gezi İsyanı’mız’da olduğu gibi, Fransa Emekçilerinin ayağa kalkışı Parababalarını tir tir titretmektedir. Halkın Kurtuluş Partisi Olarak Fransız İşçi Sınıfının Bu Direnişini Selamlıyoruz! Şan Olsun Direnen İşçi Sınıfına! Şan Olsun Onurunu Kaybetmemek İçin Direnen Fransa Emekçilerine! İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek! 30.05.2016 Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi 5 Yıl:10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 HKP’den Recep Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım hakkında “Anayasayı İhlal”den dolayı suç duyurusu H KP Genel Başkanlığı, Recep Tayyip ERDOĞAN Binali YILDIRIM ve Sorumluluğu tespit edilecek diğer AKP yöneticileri hakkında, Anayasayı İhlal suçu işledikleri için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu. ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA Başvuruda Bulunan: Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/Ankara Vekilleri: Av. Orhan Özer, Av. Metin Bayyar, Av. Ayhan Erkan, Av. Ali Serdar Çıngı, Av. Tacettin Çolak, Av. Sait Kıran, Av. Halil Ağırgöl, Av. Pınar Akbina, Av. Doğan Erkan Ortak Adres: Sezenler Cad. No: 4/15 Sıhhıye/Ankara Şüpheli: 1- Recep Tayyip ERDOĞAN 2- Binali YILDIRIM 3- Sorumluluğu tespit edilecek diğer AKP yöneticileri Konusu: Anayasa’nın 105’inci Maddesi ile 5237 Sayılı TCK’nun Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma (md 220) ve Anayasayı İhlal (md 309) ihlal eden şüpheliler hakkında soruşturma başlatılmasına karar verilmesi istemidir. Açıklamalar: Bilindiği gibi şüpheli R. Tayyip Erdoğan; 10 Ağustos 2014 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanıyken Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Ancak, Cumhurbaşkanı seçilmesi ile birlikte, Anayasa’nın ve ilgili mevzuatın öngördüğü hükümleri fütursuzca çiğnemekte, Anayasayı İhlal ve Vatana İhanet Suçlarını işlemektedir. Bu duruma şu anda AKP yöneticisi konumunda olan kişiler de ortak olmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan ve AKP yöneticileri örgütlü bir şekilde anayasal düzenin yerine başka bir rejimi, fiili olarak uygulama gayreti içersindedirler. Anayasaya göre hiçbir siyasi partiyle bağı olmaması gereken Cumhurbaşkanı, yetkisini de aşarak görev başındaki Başbakan ve AKP Genel Başkanı olan şahsın istifa etmesini sağlamış ve başka bir kişiyi başbakan ve parti başkanı olarak kendisi atamıştır. Tarafsız olması gereken Cumhur- başkanlığı makamındaki kişinin tüm direktiflerinin emir telaki edileceği, 22 Mayıs 2016 tarihinde yapılan AKP kongresinde, bizzat divan kurulu başkanı tarafından deklere edilmiştir. Parti pankartlarıyla birlikte posterleri asılan Cumhurbaşkanının mesajı tüm salonca ayakta dinlenmiş ve Nasyonal Sosyalistlerin kongrelerini aratmaz görüntülerin ortaya çıkması sağlanmıştır. Bahsettiğimiz hükümetin düşürülmesi ve başbakanın istifa ettirilmesi olayının yanı sıra şüphelilerin örgütlü şekilde “Anayasayı İhlal” suçunu nasıl işledikleri aşağıda belirtilen olaylardan da anlaşılmaktadır; Bunlardan en çarpıcı olanı AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Bitlis Milletvekili Vedat Demiröz’ün Manisa’da yaptığı konuşmadır. Demiröz, 26 Mayıs 2016 tarihinde Bitlisliler Kültür ve Dayanışma Derneğinin etkinliğinde, ülkede Başkanlık sisteminin fiilen başladığını ve milletvekilleri olarak anayasayı statüye uyduracaklarını söylemiştir. Başkanlık sistemine ilişkin açıklamalar yapan Demiröz; “Türkiye’de Başkanlık sistemi fiilen başlamıştır. Şu anda fiili olarak Başkanlık sistemi var. Biz milletvekillerine düşen bundan sonra TBMM’de anayasayı statüye uydurmaktır. Bundan sonraki tek amacımız budur.” şeklinde beyanat veriştir. (Doğan Haber Ajansı) Bugün başbakanlık koltuğunda bulunan ve kendisinin de belirttiği üzere Cumhurbaşkanının teveccühü üzerine bu makama gelen Binali Yıldırım da 27.04.2016 tarihinde Milliyet Gazetesinde yayımlanan röportajında; “Şunu bilelim; bakın Ak Parti’nin kurucusu Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bugün de lider Recep Tayyip Erdoğan’dır. Ak Parti camiası da öyle bilir, Türkiye de öyle bilir, dünya da öyle bilir. Peki Sayın Ahmet Davutoğlu nedir; başbakandır, genel başkandır. Hem anayasal olarak, hem konum olarak Ahmet Davutoğlu ile Recep Tayyip Erdoğan’ın aynı seviyede, birbiriyle fikir ayrılığına düşer konumda göstermek doğru değil. Recep Tayyip Erdoğan, ülkenin birliğini, güvenliğini temsil eden, kurumların uyum içinde çalışmasını sağlayan, yasaları onaylayan ve icranın aynı zaman- da başı. İstediği zaman bakanlar kuruluna başkanlık edebiliyor, MGK’nın başkanı. Cumhurbaşkanımızın Türkiye siyasetindeki yeri sembolik cumhurbaşkanlığı olan ülkeler gibi değil. Güçlü cumhurbaşkanlığı. Hele seçimle geldikten sonra fiilen de böyle. Yapmamız gereken fiili duruma uygun anayasa değişikliğini yapmak. Ülke zaman kaybetmemeli.” İfadelerini kullanmıştır.” (http://www.milliyet.com. tr/-b-plani-hemen-devreye-girer/siyaset/ ydetay/2234526/default.htm) Anayasa’nın 104. Maddesine göre devletin başı olan Cumhurbaşkanı, bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil ettiği gibi Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmekle Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun hukuki çerçevenin anayasal olarak kesinleştirilmesidir.” demiştir. Dolayısıyla, bu sözler yürürlükte bulunan Anayasa’ya göre seçilen bir Cumhurbaşkanı’nın darbe yapıp Cumhuriyet rejimini yıkmaya teşebbüs ettiğinin itirafıdır. Ya da kişi diktatörlüğüne geçildiğinin ilanıdır. Tüm bu beyanatlar, aynı örgütlü yapı içerisinde belirlenen sistematik bir anlayışla, bugün Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının nasıl bir anda işlevsiz hale getirildiğini, anayasal rejimin gayri meşru yollarla nasıl sona erdirilmek istendiğini göstermektedir. Rejimin fiili olarak değiştiğini ilk söyleyen Recep Tayyip Erdoğan olmuştur. Kendisini lider-öncü olarak benimseyen kişiler de bu fiili rejimi halka benimsetmek için çaba sarf ettiklerini alenen dile getirmektedirler. Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil eden, Türk Silahlı Kuvvetleri- görevlidir. Ancak başta Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan şüpheli gelmek üzere tüm şüphelilerce bu anayasal kural yok sayılmakta devlet ve halkımız bir karanlık kaosun içerisine itilmektedir. Zira bu röportajdan birkaç gün sonra yasal olarak kurulmuş bir hükümet bir anda lağvedilmiş ve bu sözleri sarf eden kişi bir anda başbakan seçilmiştir. Bu durum kanaatimizce sorgulanmaya değerdir. Şüpheli R. Tayyip Erdoğan da bu açıklamalardan çok önce 14 Ağustos 2015 günü Rize’de yaptığı bir konuşmada da; “Türkiye 10 Ağustos 2014 tarihinde, milletin doğrudan cumhurbaşkanını seçmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. (...) İster kabul edilsin, ister edilmesin; Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. nin kullanılmasına karar veren, Genelkurmay Başkanını atamak gibi yetkilere de sahip olan bir kişinin rejimin fiili olarak değiştiği açıklamasını yapması ve kendisini mutlak öncü olarak benimseyen şahısların da bu açıklamaları tekrar tekrar deklare etmesi varlığı anayasal rejim açısından durumun vahameti ortaya çıkmaktadır. Bu kişilerin, ellerinde bulundurdukları silahlı güçle Anayasayı işlevsiz hale getirmek için her an cebir ve şiddet kullanabileceği de açıktır. “Anayasayı ihlal” suçunun maddi unsurunu, Anayasa hükümlerinin tamamının veya bir kısmının ihlal edilerek veya uyulmayarak değiştirilmesi oluşturmaktadır. Bu durum yukarıda ayrıntılı şekilde belirtildiği üzere vakidir. Tayyip Erdoğan fiilen yönetimi altındaki kolluk kuvvetleri ile cebir unsuruna her koşulda Savaş Köpeği ABD Venezuela’yı; Iraklaştırmak, Libyalaştırmak, Suriyeleştirmek istiyor oligarşi, tekeller ve medya patronlarından da destek alarak istikrarsızlık ve kaos yaratmak istediklerini, daha sonra bu kaos durumunu ülke içişlerine karışma ve iktidara müdahale için bahane olarak kullandıklarını belirtti. Bunun örneklerini daha önce Libya, Irak ve Suriye’de de gördüklerini vurgulayan Maduro; “Bugün Irak terörizmin, siyasi bölünmenin ve ölümün yönetimindeyse, bunun sorumlusu kim? Suriye’den milyonlarca mülteci yollardaysa, soğuktan ölüyorsa, Akdeniz’de çocuklar ölüyorsa bunun sorumlusu kim? Bugün Venezuela’ya saldıranlarla aynı odaklar.” dedi.” Umudumuzu yeniden arttıran sözler bunlar. Chavez Yoldaş’ın emeklerinin boşa gitmediğini gösteren, bir devrimcinin ağzından çıkabilecek en hoş kokular bunlar. Bu atılımları, Finans-Kapital ekonomisinin, medyasının, diğer örgütlerinin dağıtılması ve ekonomik sömürü düzenlerinin parçalanması, yerine Sosyalist bir ekonominin örgütlenmesinin adımları olarak görüyoruz ve heyecanlanıyoruz; “Yeni ve daha güçlü bir devrimin zamanı gelmiştir.”, sözlerini duyunca. Halkın Kurtuluş Partisi olarak; Maduro Yoldaş’ın ve Venezuela Halkının, ABD ve AB Emperyalistlerinin Yerli İşbirlikçilerle S adece bedence aramızdan ayrılan, ama anısı her zaman Devrimci Mücadelemizde yaşayacak olan, Dünya Halklarının dostu Hugo Chavez Frias Yoldaş, “Savaş Köpeği” olarak adlandırmıştı, ABD Emperyalistlerinin kuklası Devlet Başkanlarını. Kahraman Gerilla Che Yoldaş da; “İnsan soyunun en büyük düşmanı” olarak adlandırmıştı ABD Emperyalistlerini. Küba Halkının önderi Fidel Yoldaş da; “ABD ve AB Emperyalistleri İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana uyguladıkları ekonomik zulüm politikalarıyla, tertipledikleri faşist darbelerle, çıkardıkları savaşlarla, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda ölen masum insanlardan çok daha fazlasını katletmişlerdir. O yüzden bu alçaklar da Nürnberg benzeri bir mahkemede insanlık suçundan yargılanmalıdırlar”, diyordu. İnsan soyunun başdüşmanı bu Savaş Köpeği alçaklar, şimdi kanlı ellerini Venezuela Halkının ve önderinin boynuna geçirmeye çalışıyor. Dünya Halklarının kanları bulaşmış çizmeleriyle Venezuela topraklarını kirletmek için ortam yaratıp, Chavez Yoldaş’ın anısını, eserlerini, yeşerttiği umutları yoka çevirmeye, izini tozunu silmeye uğraşıyor. ABD Emperyalistleri adım atarak kirlettikleri her toprakta yaptıkları gibi, Venezuela’da da para gücünü askeri gücünü, casus gücünü ve yerli işbirlikçilerini kullanıyor. Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de işini bitiren, Ortadoğu Halklarına kan, zulüm ve gözyaşını tattırıp buraları parçalayan, kendine bağlı ve sürekli birbir- leriyle dalaşan devletçikler yaratan ABD, şimdi de gözünü Chavez Yoldaş’ın Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’ne dikmiş durumda. ABD Emperyalizminin casus örgütü CIA; “Venezuela’daki potansiyel siyasi ve ekonomik erime nedeniyle kaygıların arttığı ve Devlet Başkanı Maduro’nun görev süresini tamamlayamayacağı” kehanetinde bulunuyor, bunun rüyasını görüyor. Muhalefetteki Yerli Satılmışlar da Venezuela’yı; “her an patlayabilecek bir saatli bombaya” benzetiyorlar ve “Kuyrukların olmadığı, ilaç alabileceğimiz bir ülke istiyoruz. Değişim istiyoruz.”, diye haykırıyorlar. Dünya Halklarının çektiği acıları, ekonomik sıkıntıları, siyasi çürümüşlüğü yaratan ve sürekli hale getiren ABD Emperyalistlerinin bizatihi kendisidir. Bunlardan beslenir zaten emperyalistler. Dolaysıyla kaygılanmazlar ABD Emperyalistleri, tam tersine sevinirler, mutluluk çığlıkları atarlar, çalışmalarımız başarılı oldu, diye. Ve de esas hedeflediklerini de kusuyorlar insan soyunun en büyük düşmanı emperyalistler: Chavez Yoldaş’ın Venezuela Halkına kendinden sonra önder olarak bıraktığı Maduro Yoldaş’ın görev süresini tamamlayamadan Başkanlıktan indirilmesi! Yerli İşbirlikçiler de kendilerine verilen görev gereği, ABD Emperyalistlerinin Venezuela’da yarattıkları saatli bombanın pimini çekmek üzere zulada bekliyorlar. Ve utanmadan; “Kuyrukların olmadığı, ilaç alabileceğimiz bir ülke istiyoruz. Değişim istiyoruz”, diyerek suyu bulandırıyorlar. Chavez Yoldaş’ın Bolivarcı Devrimiyle ulaştı Refaha Venezuela Halkı. Sağlık, Eğitim Chavez Yoldaş’la birlikte halk için sorun olmaktan çıktı. Yerli İşbirlikçileri rahatsız eden işte budur: Halkın mutluluğu, refah düzeyinin artması. ABD Emperyalistlerinin artıklarıyla beslendikleri için, halkların acıları, gözyaşları, mutsuzluğu üzerine iktidarlarını inşa ettikleri için, puslu havadan oksijenlerini aldıkları için, Chavez Yoldaş ve arkadaşlarının yarattığı demokratik ortam hasta eder işbirlikçileri. Eski günlerine dönmenin özlemiyle yanıp tutuşurlar. Maduro Yoldaş tüm cephelerde direniyor Maduro Yoldaş, Chavez Yoldaş’ın Venezuela Halkına en değerli mirası. Direnecek, Chavez Yoldaş’ın emanetini, yarım bıraktığı işi tamamlayacak. ABD Emperyalistlerinin ve yerli işbirlikçilerinin bu aşağılık saldırılarına, 60 günlük Olağanüstü Hal Kararıyla yanıt verdi ve ABD Emperyalistlerini caydırmak için askeri tatbikatların yapılması kararını aldı. ABD Emperyalistlerinin çakma siyahi kukla Devlet Başkanı Obama’yı “Frankenstein” olarak adlandıran Maduro Yoldaş, ABD Emperyalistlerinin saldırılarına, zemin yaratıp müdahale etme çabasına karşı; “Hodri Meydan”, diyerek “mücadele edeceğim, direneceğim” mesajını verdi. Tıpkı Che gibi, Fidel gibi, Chavez gibi Yiğitlik Vatanına sahip olduğunu gösterdi. Ve Maduro Yoldaş, bizlerin umudunu arttıran, heyecanlandıran bir mesaj daha gönderdi ABD ve AB Emperyalistlerine Odatv ile yapılan interaktif röportajında: “Maduro ABD, AB ve tekellerin Venezuella’ya karşı yürüttüğü kampanya karşısında devrim ilkelerinden ve anayasadan taviz vermeyeceklerini söyleyerek “Belki de yeni ve daha güçlü bir devrimin zamanı gelmiştir” dedi. “Karşımızdaki canavar bütün dünyanın önünde titremesini bekliyor, ama bu gerçekleşmeyecek” ifadesini kullanan Maduro, emperyalizmin ve oligarşinin Libya’da ve Irak’ta yaptığını Venezuela’da yapmasına izin vermeyeceklerini, Millileştirme yoluna gideceklerini ve bölücü bir referanduma izin vermeyeceklerini” vurguladı. Başta ABD olmak üzere eski sömürgeci ülkelerin petrol üreten ülkeleri hedef aldığını söyleyen Maduro, bu ülkeler içinde E sahiptir. Devlete ait kamusal güç kullanılmaktadır. Kısacası hak ve görevlerin ardına saklanılarak bir suç işlenmektedir. Şüpheliler ellerindeki bu kamu gücüyle bir “karşıdevrim” yapmaktadır. Yukarıdaki açıklamalardan başka bir anlam çıkarmak mümkün değildir. Halen 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yürürlüktedir. Ve bu Anayasa hükümleri başta Cumhurbaşkanı olan şüpheliyi ve diğer herkesi bağlamaktadır. Halk tarafından seçilmiş olmak da yürürlükteki Anayasal, Yasal kurallara uymama keyfiyeti vermemektedir. Bu nedenlerle şüphelinin baştan beri anlatılan konuşmaları ve eylemleri; TCK’nin 309’uncu maddede tanımlanan ANAYASAYI İHLAL suçunun kapsamındadır. Dolayısıyla şüpheli, Cumhurbaşkanı olarak Anayasanın üstünlüğünü yok sayarak, Anayasayı sürekli ihlal ederek, Vatana İhanet Suçunu da işlemektedir. Tüm bu gelişmeler işlenen anayasal suçlar karşısında demokratik hukuk devletini ve hukukun üstünlüğünü savunması gereken kurumlar ve kuruluşlar suskundur. Hukuk Fakültelerinin Dekanları, Anayasa Hukukçuları, Kamu Hukukçuları, Siyaset Bilimciler, Barolar suskundur. Suçtan haberdar olduğu anda re’sen soruşturma başlatması gereken Cumhuriyet Savcıları da maalesef yasal görevlerini yerine getirmemektedir. Tüm bu filler karşısında suskun kalanları tarih affetmeyecektir. İşte bu nedenle Halkımıza olan tarihi sorumluluğumuzun bir gereği olarak, daha önce de çeşitli gerekçelerle yaptığımız Suç duyurularımıza ek olarak işbu dilekçemizle şüpheli R. Tayyip Erdoğan’ın derhal görevden alınarak yargılanması talebiyle Sayın Savcılığınıza başvuruyoruz. Sonuç ve İstem: Yukarıda ayrıntılıca açıklandığı üzere; 5237 Sayılı TCK’nin 309’uncu ve maddesinde belirtilen “Anayasayı İhlal” suçunu örgütlü bir biçimde ihlal eden Cumhurbaşkanı görevini yürüten R. Tayyip Erdoğan ve diğer belirtilen şüpheliler hakkında soruşturma başlatılarak yargılanmalarına karar verilmesini vekâleten talep ederiz. 30.05.2016 Başvuruda Bulunan Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı Vekilleri Av. Metin Bayyar Av. Sait Kıran Av. Doğan Erkan birlikte Bolivarcı Devrim’e karşı yürüttükleri saldırılarına karşı verdiği mücadelenin sonuna kadar arkasındayız. Bu saldırılara karşı alınan tedbirlerin sonuna kadar savunucusu ve destekçisiyiz. Ülkemiz topraklarında Venezuela Halkıyla dayanışmak ve en geniş kitleye yaymak konusunda elimizden ne geliyorsa yapmaya hazırız. Çünkü Chavez Yoldaş’a, anısını mücadelemizde yaşatmaya sözümüz var. Çünkü insan soyunun en büyük düşmanlarına karşı verilen mücadeleyi kendi mücadelemiz olarak görüyoruz. Çünkü Venezuela Halkının ve önderi Maduro Yoldaş’ın Latin Amerika’dan esen sol rüzgarları çok daha güçlü estireceğine inanıyoruz. Çünkü Venezuela Halkının ve önderi Maduro Yoldaş’ın AB-D Emperyalistlerinin yeniden korkulu rüyası olacağına inanıyoruz. Şan Olsun Chavez Yoldaş’a. Şan Olsun Maduro Yoldaş’a. Şan Olsun Venezuela Halkına. Başaracaklar, yenecekler, umut olacaklar, buna inancımız tamdır. Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi HKP; Vatan topraklarımızı (Ege Adalarını) peşkeş çekenlerin peşini bırakmıyor ge Denizi’nde Türkiye’ye ait 16 Ada 2014 yılından bu yana Yunanistan’ın işgali altındadır. Bugün için işgal altındaki ada sayısı 17’ye çıkmış durumdadır.12 yılda Eşek, Koyun, Hurşit, Bulamaç, Fornoz, Nergizçik, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık, Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi olmak üzere 16 Ada işgal edildi. Son olarak Ardıççık’la birlikte işgal edilen Ada sayısı 17 oldu. Ancak ülkenin iktidar koltuklarını işgal eden AKP’giller bu işgale seyirci kaldıkları gibi, adaları peşkeş çekmektedirler. Meclisteki Amerikancı diğer muhalefet partileri de işgale sessiz kalmaktadırlar. Partimiz, adalarımızın işgal edilmesi ile ilgili olarak 2015 yılı Mart ayında Çeşme Adliyesinden verdiği dilekçe ile suç duyurusunda bulunmuştu. Bu başvurumuza Ankara Cumhuriyet Savcılığı Takipsizlik Kararı verdi. Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliği hiçbir gerekçe belirtmeden itirazımızı reddetti. Savcılık ise, aylar öncesi verdiği Takipsiz Kararın şikâyetçi taraf olarak bize tebliğ dahi etmedi. Yani AKP’nin hukuk bürolarına dönüştürülmüş olan yargının hali pür melali işte böyle. Ne gerekçe belirtme ihtiyacı duyuyor, ne de verdiği kararları tebliğ etme... İşte bu açık hukuksuzluk karşısında Parti olarak 17 Mayıs 2016 günü Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru yaptık. Başvuru formunu Anayasa Mahkemesine gönderilmek üzere İzmir Adliyesi Asliye Ceza Mahkemeleri Ön Bürosuna verdik. Bakalım ülkenin en yüksek mahkemesi Vatan Topraklarımızın göz göre işgaline karşı ne yapacak? İzmir’den Kurtuluş Partililer 6 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 HKP, AKP’giller’in 1 Mayıs’taki hukuk tanımazlığına, zorbalığına karşı suç duyurusunda bulundu 1 Mayıs’ta 1 Mayıs Meydanı olan Taksim’e gitmek için Beşiktaş’ta toplanan HKP’liler polisin zorbalığıyla gözaltına alınmıştı. Kurtuluş Partili Hukukçular bu zorbalığı karşı suç duyurusunda bulundular. Kurtuluş Partili Hukukçular, “Bu durumun anayasal toplantı ve gösteri hakkının kullanılmasının engellenmesi nedeniyle TCK’nin belirtilen Maddelerini ihlal eden şüpheliler hakkında soruşturma başlatılması için bu suç duyurusunda bulunduk” dediler. Suç duyurusunda, Parti üyelerine karşı bu insanlık dışı muamelenin kabul edilmeyeceğini vurgulandı. İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA Suç Duyurusunda Bulunan: Halkın Kurtuluş Partisi Genel BaşkanlığıKaranfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA Vekilleri: Av. Orhan Özer, Av. Metin Bayyar, Av. Ayhan Erkan, Av. Ali Serdar Çıngı, Av. Tacettin Çolak, Av. Sait Kıran, Av. Ayça Alpel, Av. Halil Ağırgöl, Av. Pınar Akbina, Av. Doğan Erkan Şüpheli: 1- Ahmet DAVUTOĞLU ( Başbakan Sıfatıyla) 2- Efkan ALA (İçişleri Bakanı Sıfatıyla) 3- M. Celalettin LEKESİZ (Emniyet Genel Müdürü Sıfatıyla) 4- Vasip ŞAHİN (İstanbul Valisi Sıfatıyla) 5-Mustafa ÇALIŞKAN (İstanbul İl Emniyet Müdürü Sıfatıyla) 6- Zafer AĞİRKAYA (Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürü Sıfatıyla) 7- Sorumluluğu tespit edilecek diğer Polis Memurları Suç: Kasten Yaralama, İşkence, Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Bırakma, Siyasi Hakların Kullanılmasının Engellenmesi, İnanç Düşünce ve Kanaat Hürriyetinin Kullanılmasının Engellenmesi Konusu: 1 Mayıs 2016 tarihinde anayasal toplantı ve gösteri hakkımızın kullanılmasının engellenmesi nedeniyle TCK’nun belirtilen Maddelerini ihlal eden şüpheliler hakkında soruşturma başlatılmasına karar verilmesi istemidir. Açıklamalar: A- OLAY Halkın Kurtuluş Partisi 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu’na göre kurulmuş ve faaliyet gösteren bir siyasi partidir. Tüzük ve programı incelendiğinde görüleceği üzere Halkın Kurtuluş Partisi değer yaratan, alınteriyle geçinen halkımızın çıkarlarını asalaklaşmış vurguncu sınıf ve zümrelere karşı savunmaktadır. Bu nedenle parti olarak, Uluslararası İşçi Sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma günü olan 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı, 1 Mayıs 2016 tarihinde, Beşiktaş’tan Taksim Meydanı’na yürümek suretiyle silahsız ve barışçıl şekilde kutlama kararı almıştır. Bu karar doğrultusunda olay günü saat 09.30’da üyeleriyle Beşiktaş Meydanı’nda toplanmaya çalışan Parti üyelerine hiçbir uyarı yapılmadan müdahalede bulunulmuş, doğrudan orantısız olarak cebir uygulanmış ve 69 kişi darp edilerek, biber gazı sıkılarak haksız ve hukuksuz şekilde gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınma işlemlerine ilişkin tüm belgeler, ifade alma ve diğer adli işlemleri yapan Beşiktaş ilçe Emniyet Müdürlüğünde mevcuttur. Aralarında 5 avukatın da bulunduğu kişilerin gözaltına alınmaları sırasında ne derece insanlık dışı bir şiddete maruz kaldıkları EK’te sunulan fotoğraf ve video görüntülerinden de anlaşılmaktadır. B- HUKUKİ DURUM; Yukarıda belirttiğimiz olay kolluk güçlerinin hukuka aykırı olmayan bir eyleme-etkinliğe müdahalesi olduğu gibi aynı zamanda müdahale tarzı ve uygulanan yöntemler açısından da suç unsuru taşımaktadır. Şöyle ki; 1- Düşünceyi açıklama ve yayma hür- riyeti başlıklı Anayasanın 26. ve Maddesi Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı başlıklı 34. Maddesine göre “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olduğu gibi herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına da sahiptir.” 2- Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesiyle bağlantılı olarak ülkemizin de taraf olduğu ve imzaladığı Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da “Toplantı ve Gösteri Hakkı” ile ilgili iç hukukumuzda uygulanması gereken metinler haline gelmiştir. 3- Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin 20/1 maddesi ; “Herkesin silahsız ve saldırısız toplanma, dernek kurma ve derneğe katılma özgürlüğü vardır.” Şeklindedir. 4- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Dernek Kurma ve Toplantı özgürlüğü” başlıklı 11’inci maddesi de herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. C- BİR YCGK KARARI IŞIĞINDA TOPLANTI ve GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ HAKKI: “Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki sonuca ulaşabilmek için öncelikle bu konudaki yasal düzenlemelerin ele alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. “Bir düşünce veya görüşün toplu olarak açıklanmasını ifade eden toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, uluslararası sözleşme ve belgeler ile ulusal hukukta ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin (İHEB) 20. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin barışçı toplanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi”nin 21. maddesinde de; “Barışçıl bir biçimde” toplanma hakkı hukuk tarafından tanınır. Bu hakkın kullanılmasına ulusal güvenliği veya kamu güvenliğini, kamu düzenini (ordre public), sağlık veya ahlakı veya başkalarının hak ve özgürlüklerini koruma amacı taşıyan, demokratik bir toplumda gerekli bulunan ve hukuka uygun olarak getirilen sınırlamaların dışında başka hiçbir sınırlama konamayacağı hükmüne yer verilmiştir. “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 11. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkesin asayişi bozmayan toplantılara” katılma hakkına sahip olduğu, 2. fıkrasında ise, bu hakkın demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabileceği belirtilmiştir. “03.10.2001 gün ve 4709 Sayılı Yasanın 13. maddesi ile yeniden düzenlenen Anayasamızın 34. maddesinde ise, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi ile örtüşecek şekilde; herkesin, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra, bu hakkın ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabileceği ve kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usullerin kanunda gösterileceği öngörülmüştür. “TOPLANTI VE GÖSTERİNİN, BU DÜZENLEMELER VE HAKKIN GENEL NİTELİĞİ DİKKATE ALINARAK, DEVLETİN MÜDAHALE ETMEMESİ GEREKEN BİR ÖZGÜRLÜK OLDUĞU YORUMU YAPILABİLİRSE DE, DEVLET BİR YANDAN GEÇERLİ BİR NEDEN OLMAKSIZIN TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜ İHLAL ETMEKTEN KAÇINIRKEN, DİĞER YANDAN DA BU HAKKIN KULLANILMASINI SAĞLAMAK İÇİN GEREKEN ÖNLEMLERİ DE ALMAK ZORUNDADIR” (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E:2004/8-65, K:2004/117, T:11.05.2004 kararı) D- AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NDE BARIŞÇIL TOPLANMA VE GÖSTERİ İLE TÜRKİYE HÜKÜMETİNİN MAHKÛM EDİLDİĞİ KARARLAR: – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Ataman v. Türkiye, 74552/01, – 05.12.2006 – kararı şöyledir: “AİHM, devletlerin, sadece toplantı yapma hakkını korumakla kalmayıp, bu hakkı dolaylı yoldan usulsüz bir şekilde sınırlandırmaktan da kaçınmalarının gerektiğini not etmektedir. Son olarak AİHM, 11. madde koruma altındaki hakların kullanılmasında kamu güçlerinin keyfi müdahalelerine karşı kişiyi koruma amacını içeriyorsa, buna ek olarak bu hakların etkili bir şekilde kullanılmasını sağlama pozitif yükümlülüğünü de kapsadığına kanaat getirmektedir (Djavit An)….. AİHM, ulusal mevzuat hükümlerini gözönünde bulundurarak, halka açık gösterilerin düzenlenmesi için hiçbir izne gerek olmadığını gözlemlemektedir. Olayların meydana geldiği dönemde, yetkili makamlara yapılacak bildirinin olaydan yetmiş iki saat önce yapılması gerekiyordu. İlke olarak benzeri düzenlemeler, AİHS tarafından korunduğu şekliyle TOPLANTI YAPMA ÖZGÜRLÜĞÜNE GİZLİ BİR ENGEL OLUŞTURMAMALIDIR. AİHM, özellikle yetkililerin, İnsan Hakları Derneği adına düzenlenen gösteriye son vermekte gösterdikleri sabırsızlığa anlam verememektedir. AİHM için, göstericilerin şiddet içeren faaliyetlerde bulunmadığında kamu güçlerinin, AİHS’nin 11. maddesi tarafından güvence altına alındığı şekliyle toplantı özgürlüğünün geçerli olabilmesi için, barış yanlısı toplanmalara hoşgörüyle yaklaşması önem arz etmektedir. Sonuç olarak AİHM, bu davada polisin zor kullanarak müdahale etmesinin orantılı olmadığına ve AİHS’nin 11. maddesinin ikinci paragrafı uyarınca kamu düzeninin korunması için gerekli bir tedbir oluşturmadığına kanaat getirmektedir.” -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Karatepe ve diğerleri davası – 07.04.2009- verdiği karar ise şöyledir: “Halka açık bir alanda gerçekleştirilen her türlü gösteri günlük yaşamın akışına belirli bir ölçüde bozacak bir karışıklığa ve hasmane tepkilere yol açabilir. Ancak, AİHM, durumun kurallara aykırı olmasının tek başına, toplanma özgürlüğüne müdahaleyi haklı çıkarmayacağına itibar etmektedir. … AİHM nezdinde göstericilerin şiddete başvurmadıkları durumlarda, AİHS’nin 11. maddesi ile garanti altına alınan toplantı özgürlüğü kavramının içeriğinin boşaltılmaması bakımından kamu erkinin barışçıl gösterilere belli ölçüde hoşgörü göstermesi önem arz etmektedir. Sonuç olarak AİHM, bu başvuruda polisin kaba kuvvet uygulayarak müdahale etmesini ve başvuranların (eylemcilerin-nb) cezai yargılama konusu edilmesine orantısız olarak kabul etmektedir. Bu tedbirler AİHS’nin 11. maddesinin ikinci paragrafı uyarınca kamu düzeninin korunması bakımından gereklilik arz etmemektedir.” -Balçık v. Türkiye, 25/02, 27.11.2007 kararı: “Mevcut davada taraflar arasında, başvuranların toplanma hakkına müdahalenin ilk ortaya çıkışına ilişkin ihtilaf bulunmamaktadır. AİHM yerel mahkemenin başvuranları aleyhlerindeki suçlardan beraat ettirdiğini doğrulamıştır. Ancak, bu kararın 19 Eylül 2005’te, olaydan yaklaşık 5 yıl sonra verildiğini göz ardı edememektedir. Aynı zamanda başvuranların gösteri- 27.05.2010 kararı: “AİHM bu bağlamda göstericilerin şiddet eylemlerinde bulunmadıkları durumlarda, AİHS’nin 11. Maddesince koruma altına alınan toplanma özgürlüğünün esası korunmuşsa, kamu makamlarının barışçı toplantılara belirli derecede hoşgörü göstermelerinin önemli olduğuna ilişkin önceki kararlarını hatırlatmaktadır.” E- Tüm bu nedenlerle Halkın Kurtuluş Partisinin 1 Mayıs 2016 günü gerçekleştirmek istediği barışçıl, silahsız etkinlik suç değildir. Bu durumun suç olmadığı artık yerleşik yargı kararlarıyla da sabittir. Örneğin 1 Mayıs 2014’te 1 Mayıs İşçi Bayramını Valilikçe “yasaklama” kararı verilmesine rağmen Taksim Meydanı’nda kutlamak isteyen kişilere açılan davada İstanbul 28. Asliye Ceza Mahkemesi şüpheliler hakkında 2014/339 Esas sayılı dosyasında beraat kararı vermiştir. Bu beraat kararının gerekçe kısmında; “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11’inci maddesi aynı zamanda devlete yetkili makamlar aracılığı ile vatandaşlarının ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlüklerini hayata geçirebilmeleri için haklarına haksız müdahale etmeme yükümlülüğü getirdiği gibi, kişilerin ve örgütlerin haklarını kullanabilmelerini sağlamak için önlemler almak, gerekli ye katılarak o tarihte tartışmalı bir mesele olan F-tipi cezaevlerine dikkat çekmeyi amaçladıklarını kaydetmektedir. AİHM, gösteriye müdahale edilmesinin, polisin göstericileri dağıtmak için güç kullanmasının ve müteakiben cezai takibat başlatılmasının, caydırıcı bir etkiye sahip olmuş ve başvuranların benzeri gösterilerde yer alma hususundaki cesaretlerini kırmış olabileceği kanısındadır. Bu nedenle AİHM, özellikle yetkili makamların gösteriyi sona erdirmedeki sabırsızlığını anlaşılır bulmamaktadır. Bu noktada AİHM ayrıca hiçbir bilgi verilmeme- güvenlik koşullarını sağlamak yükümlülüğünü getirmiştir. Devlet olumlu ve olumsuz anlamdaki bu yükümlülüklerini yerine getirmemiş, sanıkların yetkilisi oldukları kurumları adına aldıkları izin doğrultusunda dahi gösteri haklarını kullanmalarını sağlayamamıştır.” ifadeleri yer almaktadır. (EK-2) Ayrıca, barışçıl gösterilere müdahale edilemeyeceği aksine kişilerin bu hakkının devlet tarafından korunması gerektiği, bunun tersi davranış ve fiillerin Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine aykırı olacağı bir çok Avrupa İnsan Hakları Mahkeme- sine rağmen yetkili makamların, o tarihte bu tür bir gösteri yapılacağına ilişkin bilgi almış ve böylece önleyici tedbirler alabilmiş olduğunu hatırlatmaktadır. AİHM, göstericiler şiddet içeren fiiller sergilemedikleri sürece, AİHS’nin 11. maddesince teminat altına alınan toplantı özgürlüğünün esasına bağlı kalınmak isteniyorsa, resmi makamların barışçı toplantılar hususunda belirli derecede hoşgörü göstermelerinin önemli olduğu kanısındadır.” -Aytaş ve diğerleri v. Türkiye, 6758/05, 08.12.2009 kararı: “AİHM bilhassa yetkililerin bu gösteriyi sona erdirme konusundaki aceleciliklerine şaşırmaktadır (Bkz. sözü edilen Oya Ataman ve a contario, Eva Molnar-Macaristan kararı no: 10346/05, 7 Ekim 2008). AİHM’ye göre, AİHS’nin 11. maddesi ile güvence altına alınan toplantı özgürlüğünün muhtevasından yoksun bırakılmaması amacıyla, kamu erklerinin, barışçıl gösterilere belli ölçüde hoşgörü göstermeleri önem arz etmektedir. Mevcut davada, AİHM, polisin güç kullanarak müdahale etmesinin ve başvuranlar hakkında ceza davası açılmasının orantısız olduğu kanaatindedir. Söz konusu tedbirler, AİHS’nin 11. maddesinin 2. paragrafı uyarınca kamu düzeninin korunmasında gerekli tedbirler değildir.” -Biçici v. Türkiye, 30357/ 05, si Kararında belirtilmiştir. Bu kararlardan biri 38676/08 başvuru nolu DİSK ve KESK v. TÜRKİYE davasıdır. Bu dava 1 Mayıs 2008 tarihinde bazı sendikaların 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamalarını Taksim Meydanı’nda gerçekleştirme isteklerinin kolluk kuvvetlerince engellenmesi ve hukuksuz müdahalesi sonucunda açılmıştır. AHİM bu kararında; göstericilerin şiddete başvurmadığı durumlarda, kamu yetkililerinin Sözleşmenin 11. maddesinde teminat altına alınan barışçıl toplantı hakkının özünün zarar görmesini engellemek için, barışçıl toplantılara bir miktar hoşgörü göstermeleri gerektiği, söz konusu davada polis memurları tarafından güç kullanılarak yapılan müdahalenin orantısız olduğu ve kamu düzeninin bozulmasına engel olmak üzere gerekli olmadığı kanaatine varmıştır. Böylelikle bu davada, Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1 Mayıs Bayramını Taksim’de kutlamak isteyen vatandaşların engellenmesi, darp edilmesi ve gözaltına alınması nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. (EK-3) F- BİBER GAZI KULLANIMI Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ALİ GÜNEŞ-TÜRKİYE davasında (Başvuru no:9829/07) konuyu şu şekilde değerlendirmiştir: 7 6Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 “Mahkeme halihazırda, yasaların uygulanmasına ilişkin olarak “göz yaşartıcı gaz” veya “biber gazı” kullanılması hususunu incelemeye tabi tutmuş ve “biber gazı” kullanımının solunum problemleri, bulantı, kusma, soluk borusu irritasyonu, göz irritasyonu, spazm, göğüs ağrısı, dermatit ve alerji gibi sorunlara yol açabileceği sonucuna varmıştır. Asırı doz halinde, bu gaz, solunum ve sindirim borularında doku ölümüne, akciğer ödemi ve iç hemorajiye yol açabilmektedir (böbrek üstü bezi hemorajisi), … Mahkeme, yasaların uygulanması hususunda bu tür gazların kullanılmasına ilişkin olarak, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) tarafından kaygıların ifade edildiğini belirtmektedir. CPT su kanaattedir: “… Biber gazı potansiyel olarak tehlikeli bir maddedir ve kapalı alanlarda kul- lanılmamalıdır. Açık havada kullanılması halinde bile CPT’nin ciddi çekinceleri bulunmaktadır; istisnai olarak kullanılması gerektiğinde, bölgede belirli güvenlik tedbirlerinin alınması gerekmektedir. Örneğin, biber gazına maruz kalan kişiler derhal bir doktora ulaştırılmalı ve bu kişilere panzehir sağlanmalıdır.”, “… Avrupa Konseyi’nin birkaç Üye Devletinde yürüttüğü teftişlerinde, CPT su tavsiyelerde bulunmuştur: “… Biber gazı kullanımının kontrolüne ilişkin düzenlenen net bir yönetmelik en azından şunları içermelidir: “Biber gazının hangi durumda kullanılabileceğine dair talimatlar; biber gazının kapalı alanlarda kullanılmaması gerektiğini açıkça belirtmelidir; Biber gazına maruz kalan tutukluların derhal doktora ulaştırılmalarına ve kendilerine kurtulma tedbirlerinin sunulmasına dair hakları; “Biber gazı kullanma yetkisi verilmiş personellerin nitelikleri, eğitimleri ve yeteneklerine ilişkin bilgi; biber gazının kullanımına ilişkin yeterli bir raporlama ve denetim mekanizması…”, “Gazların neden olduğu etkiler ve içerdiği potansiyel sağlık tehlikelerini göz önünde bulundurarak” (bkz. 37. Paragraf) Mahkeme, yukarıda anlatılan koşullar altında başvuranın yüzüne haksız yere gaz sıkılmasının, kendisinin yoğun fiziksel ve ruhsal acı duymasına neden olduğu ve başvuranı aşağılayabilecek ve itibarını düşürebilecek korku, acı ve aşağılanma duyguları uyandırma niteliğinde bulunduğu kanaatindedir (bkz. gerekli değişikliklerle, Kudla v. Polonya [GC], no. 30210/96, § 92, AİHM 2000-XI). Bu nedenle Mahkeme, polis memurlarının, başvurana bu şartlar altında göz yaşartıcı gaz sıkarak, Sözlesme’nin 3. Maddesi çerçevesinde, başvuranı insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye maruz bıraktıkları sonucuna varmaktadır.” DİĞER YANDAN, İstanbul’daki Gezi olayları sebebiyle Kamu Başdenetçisi M. Nihat ÖMEROĞLU tarafından hazırlanan 03.2013/310 Şikâyet ve 2013/90 Karar no.lu kararda da belirtildiği üzere, barışçıl olmayan bir gösteride dahi, biber gazı kullanılacaksa da, gaz kapsülünün göstericilere doğru fırlatılmış olmasının hak ihlali olduğu, Abdullah Yaşa ve diğerleri – Türkiye (Başvuru numarası:44827/08) davası 16 Temmuz 2013 tarihli kararına atıf yapılarak ifade edilmiştir. EKTE SUNDUĞUMUZ RESİMLERDEN GÖRÜLECEĞİ ÜZERE, MÜVEKKİL PARTİNİN ÜYELERİNE ETKİSİZ HALE GETİRİLDİKTEN SONRA DAHİ DOĞRUDAN YÜZLERİNE GAZ SIKILDIĞI GÖRÜLECEKTİR. Bu fotoğraflardaki polislerden anılan nedenlerle şikayetçiyiz. G- Dolayısıyla özetlemek gerekirse Halkın Kurtuluş Partisi ve üyelerinin 1 Mayıs 2016 tarihinde Beşiktaş Barbaros Bulvarı ve Beşiktaş Meydanı’nda yasa dışı bir faaliyetleri yoktur. Aksine Anayasa ve Uluslararası Sözleşmelere uygun şekilde barışçıl toplanma ve düşünce açıklama hakkını kullanmak istemektedirler. Ancak bu hakların kullanılması şüpheliler tarafından engellenmiştir. 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın hem tarihsel hem de sosyal olarak en anlamlı şekilde kutlanabileceği yer olan Taksim Meydanı Anayasa ve AHİS’e aykırı şekilde fiili zor ve baskı kullanılarak vatandaşlara ve Halkın Kurtuluş Partisi ile üyelerine kapatılmıştır. Sonuç olarak başta Başbakanlık makamında bulunan şüphelilerin yasa dışı talimatlarıyla kolluk güçleri anayasal barışçıl bir etkinliğe müdahale etmiş, insanları darp ederek gaz kullanarak gözaltına almıştır. Böylelikle Halkın Kurtuluş Partisinin yapacağı açık yasal siyasi bir faaliyet engellendiği gibi partinin düşüncesini kamuoyu nezdinde dile getirmesinin de önüne geçilmiştir. Bu nedenlerle; * Kamu görevlisi nüfuzu kullanılarak parti üyelerine karşı gerçekleştirilen Yargıtay kararın göre silahtan sayılan biber gazı ile yaralama TCK 86/d-e maddesine göre, * Aralarında görevlerini yapmaya çalışan avukatların bulunduğu vatandaşlara insan onuruna aykırı davranışla, ağızlarına, yüzlerine kasti ve orantısız şekilde biber gazı sıkılması, darp edilmesi sebepleriyle TCK 94 ve 94/b maddelerine göre, * Haksız, hukuka aykırı ve gerekçesiz olarak kişilerin gözaltına alınması ve hürriyetlerinden yoksun bırakılması TCK 109. Maddesine göre, * Bir partinin toplanma ve barışçıl şekilde düşünce açıklaması yapmasını keyfi şekilde engellenmesi TCK 114, 115 ve 119. Maddelere göre suçtur. Belirtilen bu suçlar silsile yoluyla kanuna aykırı emir vererek ve bu emirin uygulanması yoluyla gerçekleştirilmiştir. Sonuç ve İstem: Yukarıda ayrıntılıca açıklandığı üzere; Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinde belirtilen toplanma ve düşünce açıklama hakkını yasa dışı yöntemlerle engelleyen, müvekkil parti üyelerini darp ederek, işkence uygulayan şüphelilerin yukarıda belirtilen suçlar nedeniyle soruşturulmasını ve haklarında kamu davası açılmasını vekâleten talep ederiz. 16.05.2016 Suç Duyurusunda Bulunan Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı Vekilleri Av. Pınar Akbina, Av. Ayhan Erkan, Av. Ali Serdar Çıngı Halkın Kurtuluş Partisi (HKP)’den: Genel Başkanımız Nurullah Ankut hakkında basında çıkan “MİT TIR’ları-UCM davası”nda verilen ceza hükmüne dair haberler hakkında açıklamamızdır P artimiz, MİT TIR’ları ile Suriye’ye silah taşınmasını bir savaş suçu olması sebebiyle ve yerel adliyelerde hiçbir sonuç alınamadığından, konuyu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşımıştı. Yalnızca bu şikâyet sebebiyle, “hak arama hürriyeti”nin kullanılmasını çok gören AKP yargısı, Genel Başkan’ımız hakkında 1 yıl 2 ay hapis cezasına hükmetmişti. Konuya duyarlı basın emekçilerimiz, özellikle hukuka aykırı, şikâyet hakkını hiçe sayan ve AKP önde gelenlerine methiyeler düzen “gerekçeli karar”ın çıkmasından sonra, dava ve karar hakkında haberler yaptılar. Ancak sürecin tam tarifi ve hukuksuzluğun gösterilmesi bakımından, bu gerekçeli karara karşı temyiz sebeplerimizden de haberdar olunması “fikr-i takip” prensibi gereğince ihtiyaç olduğundan, aşağıda özetçe AKP yargısının kararına karşı temyiz gerekçelerimizi paylaşıyoruz: “Yerel mahkeme, yapılan başvurunun içeriğinde kullanılan herhangi bir ifade biçimi sebebiyle değil, bizatihi uluslararası mahkeme savcılığına yapılan başvurunun kendisinin suç olduğu düşüncesiyle mahkûmiyet kararını ihdas etmiştir. Bu tasavvur, yüzlerce yıllık evrensel bir hak olan “HAK ARAMA HÜRRİYETİ”ni ve bunun doğal bir sonucu olan “İDDİA DOKUNULMAZLIĞI”nı yok saymak niteliğindedir. UCM, Roma Statüsü’nü imzalamayan ülkeler veya bu ülkelerin yöneticileri hakkında da dava başlatabilmektedir. UCM bu yetkisini, Roma Statüsü’nde yer verdiği “Uluslararası toplumu bir bütün olarak yakından ilgilendiren, en ciddi suçların cezasız kalmaması”, “Bu suçların faillerinin, cezasız kalmasına son verme ve böylece bu tür suçları önleme” prensiplerine dayandırmaktadır. Türkiye taraf olsun ya da olmasın, uluslararası bir sözleşmede “savaş suçu” olarak kavramlaştırılan bir suç tipine atıf yaparak yargıya başvurmak, suçlama ve cezalandırma gerekçesi yapılırsa, hiçbir suç tipi iddiası hukuksal olarak ortaya atılamaz hale gelir. İDDİA DOKUNULMAZLIĞI ilkesi, tam da bunun için vardır. Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2/4. Maddesinde: “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.” denilmektedir. İşte Nurullah ANKUT’un Genel Başkanı olduğu Partinin, MİT TIR’LARI İLE SİLAH TAŞINMASINI UCM’ye ihbar etmesinin sebebi tam da budur. Uluslararası Hukuka göre hiçbir devlet bunu yapama- malıdır. Türk Ceza Kanununun 128. Maddesine göre “yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez.” Bu açık yasal hükmün açıklayan bir ANAYASA MAHKEMESİ KARARI şöyledir: “hak arama özgürlüğü, hukuk devletinin başlıca ölçütlerinden, demokrasinin en çağdaş gereklerinden, vazgeçilmez koşullarından biridir.” Yerel mahkeme, Genel Başkan’ımızca UCM Savcısına yapılan başvuruyla ilgili “hiçbir inceleme ve soruşturma işlemi yapılmayan” diyebilmiştir. Oysa UCM’den gelen, Genel Başkan’ımızı temsilen avukatlarına yapılan, başvuruyla ilgili “başvurunuzun kabul edildiği anlamına gelmemekle birlikte, başvurunuz incelemeye alınmıştır” şeklindeki cevabi yazıyı dosyaya sunmuştuk. Demek ki UCM, inceleme yapmamış değil, bilakis, BAŞVURUYU İNCELEMEYE ALMIŞTIR. Dolayısıyla yerel mahkeme hâkimi, tümüyle kendi öznel yaklaşımıyla, UCM’den gelen cevabı görmezden gelmiş, dahası tersyüz etmiştir. Peki yerel mahkeme hâkimi, dosyaya biz savunmanların sunduğu UCM’NİN İNGİLİZCE CEVABİ YAZISINI TÜRKÇEYE ÇEVİRTME İHTİYACI HİSSETMİŞ MİDİR? HAYIR! Zira mahkeme hâkiminin zihninde vereceği önyargılı ve siyasi karar önceden kuruludur. Dolayısıyla da UCM’den tarafımıza gelen yazıyı yokmuş gibi algılamakta ve bu hukuki olmayan öznel algı ve değerleri üzerinden hüküm kurmaktadır. Tam da yerel mahkeme hâkiminin dayandığı tez bakımından, hem “isnadın ispatı”, hem “iddia dokunulmazlığı”nın kabul edilebilirliğini göstermek açısından UCM BAŞVURUSUNUN AKIBETİNİN SORULMASINI TALEP ETMİŞTİK. YEREL MAHKEME BUNU DA REDDETMİŞTİR! Bu durumda yerel mahkeme hâkimi, akıbetini sormayı reddettiği Ulus- lararası Ceza Mahkemesi başvurusu konusunda HİÇBİR SORUŞTURMA İŞLEMİ YAPILMADIĞINI NEREDEN ANLAMIŞTIR? Yerel mahkeme hâkimi acaba hukuksal olmayan, dava dosyasında da bulunmayan harici bir bilgi mi almıştır? Yoksa yine zihninde peşinen verdiği karar onu bu yanılsamaya mı sürüklemiştir? Yerel mahkeme, dosyada var olan incelemeye başlama kararını görmezden gelmek ve başvuru akıbetinin araştırılmaması yoluyla hukuka aykırı davranmış, eksik incelemeyle şahsi yorum yapmış ve araştırmadığı başvuruyu meşru olmayan bir yöntem olarak nitelendirerek iddia dokunulmazlığı dışında ilan etmiş, hâsılı kendi eksikliğini kendi hükmüne gerekçe yapmıştır. Tersi durumda, mahkeme şayet başvuru akıbetini araştırsaydı, soruşturma başladığını göreceğinden kararının gerekçesi ortadan kalkacaktı. Dolayısıyla önden verilmiş siyasi ve hukuksuz kararın gerekçesini korumak adına yerel mahkeme, bu incelemeyi iradi olarak yapmamıştır. Yerel mahkeme akıbetini araştırmamayı uygun gördüğü başvuru makamını (UCM’yi), “hukuken soruşturma yap- ması mümkün olmayan” olarak nitelendirmiş, böylece de kendisini UCM yerine koymuştur. Yerel mahkeme uyuşmazlık mahkemesi değildir. UCM savcılığının soruşturma yürütmesinin mümkün olup olmadığına kendisi karar veremez. Yerel mahkeme yine başvurunun sonuçsuz olacağını, hiçbir araştırma yapmadan hükmetmek yoluyla, Genel Başkan’ımızın, devletin yönetim kadrosunda bulunan katılanların saygınlıklarını RENCİDE ETMEYE DÖNÜK KASITLA HAREKET ETMESİ, dahası DEVLETİ MAHKÛM ETTİRME GAYRETİ olarak nitelendirmiştir. Böylece devlet yöneticilerine karşı başvurulabilecek tüm iddia ve hak arama yollarının bu bakış açısıyla engellenebileceği bir fiili engel yolu yaratmıştır. Şikâyet/ihbar hakkını kullanan kişinin, ihbar edilenin devlet yöneticisi olması halinde, saygınlığının rencide olup olmayacağını düşünme yükümü yoktur. Yerel mahkeme hâkiminin, Genel Başkan’ımızca yapılan başvuruyu ÜLKE ÇIKARLARI İLE BAĞDAŞMAZ nitelemesine gelince, tam da bu nokta yerel mahkeme hâkiminin siyasal saiklerini saklama gereği duymadığı, hatta alenen ilan ettiği yerdir. Ne demiş Genel Başkan’ımız UCM Savcılığına ihbarında? “Hemen her gün bir yeni örneği ile karşılaştığımız uygulamalarla, egemen bir devletin (Suriye’nin) toprağına saldırı amacı taşıyan güçlerin ülkemizde örgütlendiklerini hatta bu güçlerin kontrolsüz bir şekilde kendi halkımıza karşı da saldırganlaştıklarını görmekteyiz.” Türkiye’de sayıları 4 milyona yaklaşan Suriyeli mülteci, Uluslararası Terörün Önlenmesi Sözleşmesine göre açıkça Suriye egemen devletine karşı terörist bir örgütlenme olan (buna rağmen iddia makamının iddianamesinde açıkça savunabildiği) ÖSO’nun, IŞİD’in bölgemizi ve ülkemizi kan gölüne çevirmesi, Suriye devletinin ve halkının ve bu sebeple İran, Suriye ve diğer komşularımızın neredeyse tamamının Türkiye’ye düşman olduğu, Türk jetlerinin düşürüldüğü, Türk tanklarının henüz geçtiğimiz günlerde IŞİD tarafından vurulduğu, IŞİD’in Diyarbakır, Suruç, Sultanahmet, Ankara ve Beyoğlu katliamları gerçekleştirdiği bir TÜRKİYE MİDİR ÜLKE ÇIKARINA OLAN? Bu davanın müştekileri, Suriye’ye karışmadan önce, bu olayların hangisi yaşanmıştır Türkiye’de? Müştekilerden Recep Tayyip Erdoğan, MİT TIR’ları için “velev ki silah taşıyorlardı” demişti yakın zamanda. Egemen Suriye devletine karşı ayaklanmış çetelere silah göndermek, Türkiye’nin de taraf olduğu Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’nin açıkça ihlali değilse nedir? Yerel Mahkeme hâkimi -hangi yetki ve yetkinlikle böyle bir değerlendirme yapar bilemiyoruz- ancak şu sözleri gerekçeli kararında kullanabilmiştir: “(…) BAZI SOL GÖRÜŞLÜ PARTİLER, ULUSLARARASI HUKUK DEĞERLERİNİ BENİMSEMEKTE, ULUSAL DEĞERLER GÖZARDI EDİLMEKTEDİR.” Bu cümle, gerekçeli kararı başlı başına bozma sonucuna götürmelidir. Zira: Sanığın genel başkanı olduğu partinin sol bir parti olmasıyla hâkim neden ilgilenmektedir? Bunu karar gerekçesinde belirtme ihtiyacı hissetmesi nedendir? Sol parti genel başkanı olması suçun unsurlarından birisi midir, yoksa bir algı yaratma, ya da peşin kararın algısının kabul görmesini sağlama saiki mi vardır? Sol parti değerlendirmesi, hukuksal bir değerlendirme midir, yoksa siyasal bir değerlendirme midir? Bu yorumda örtülü bir “argumentum a contrario” (mefhumu muhalif) HUKUKSAL İKRAR VARDIR. “uluslararası hukuk değerlerini benimsemek…”. demek ki genel başkanımız, benimsediği uluslararası hukuk değerlerine göre bir başvuru yapmıştır! “Uluslararası hukuk değerleri”ne göre yapılan bir başvuru ise suçlama konusu olamaz. “ulusal değerleri gözardı etme…” değerlendirmesini Genel Başkan’ımız hakkında yapmak ise, yerel mahkeme hakimi de dahil hiç kimsenin vazifesi değildir. Böyle bir değerlendirme kabul edilemez. Genel Başkan’ımız, Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’nın Kuvayimilliye Komutanlarından, bu toprakların yetiştirdiği en büyük Sosyalist olan, Hikmet KIVILCIMLI’nın en yetkin öğrencisi, O’nun önderliğinin yaşayan mirasçısı, devamcısıdır. Genel Başkan’ımızın, ulusal değerleri korumak için yaptıklarından, mücadelesinden ve eylemlerinden, yerel mahkeme hâkimi bihaberdir.” Özetlediğimiz temyiz gerekçelerimizi basının ve konuya duyarlı basın emekçilerinin dikkatine sunarız. 13.05.2016 Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı 8 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 Başyazı HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut: Belki de o günleri yaşamaktan daha çok, o günler için savaşmak güzeldir Baştarafı sayfa1’de ABD, her zaman en korkakları en hainleri destekler Yoldaşlar, Bu kongreyi farklı bir ortamda yapıyoruz, diğer kongrelerimizden farklı olarak. En önemli farkımız ne? Artık Türkiye’de, özellikle düşman (her boydan ve her soydan kesimiyle) artık bizi tanıyor. Yani siyasileri tanıyor, medyadaki yazarçizerleri tanıyor, akademisyen maskeli burjuva Amerikancı bilim adamları tanıyor, hepsi tanıyor. Ve aydın gençliğimiz tanıyor bizi. Halkımızınsa ne yazık ki çok az bir bölümü tanıyor. Yani bilinmez olmaktan bir ölçüde, halkımızı ayrı tutarsak, kurtulmuş durumdayız. Ama Parababalarının elbette, bu susuş suikastı dediğimiz ablukası bize karşı bütün katılığıyla sürmeye devam ediyor bildiğimiz gibi. Bizim AKP’giller’le, onların savaş suçlularıyla ilgili davamız bitti. İşin özüne gelirsek; bizim onları yargılamamız ve mahkûm edişimiz bitti. Onlar da ellerinin altındaki mahkemeleriyle bize ceza verdirdiler. Medyada ne kadar yer bulduk, arkadaşlar?.. Hepimizin gözüne çarpmıştır bu, sosyal medyayı bir kenara bırakırsak… Ama işte Amerika’nın, Avrupa Birliği’nin, Joe Biden’ın, Amerikan Dışişlerinin sözde kahramanları yani Can Dündar, Erdem Gül ki bunlar CIA’nın yürüttüğü “Ergenekon Davası” adlı operasyonunun destekçilerindendi. Erdem Gül Yasemin Çongar’lı Ahmet Altan’lı, Emre Uslu’lu Taraf Gazetesi’nin bir çalışanıydı. Öbürü ise meşrebine uygun olarak, ikili oynayarak, sinsi bir şekilde destek veriyordu. “Eskiden darbeciler bunları içeriye tıkarlardı. Şimdi bunlar darbecileri içeriye tıktılar.”, diyordu. Yani bunların ikisi de Silivri’de mahkûm edilen, tutsak edilen yurtseverleri suçluyorlardı ve onlara saldırıyorlardı. Dünyanın dört bir tarafından ses geldi değil mi bu Amerikan uşaklarının mahkûmiyeti üzerine? Tabiî bize öyle bir destek gelseydi, biz durumumuzu gözden geçirirdik, Amerika’dan, Avrupa Birliğinden bir onay gelseydi... Ne yaptık biz, bu işimizin neresinde yanlış yaptık, Halka zararlı bir şey yaptık ki düşman bizi sahipleniyor, bizi övüyor diye gözden geçirirdik durumumuzu. Yani o da işin doğasına uygun olarak yürüyor. AB-D Emperyalistleri hizmetkârlarını sahipleniyorlar; yurtseverleri, antiemperyalistleri ve devrimcileri düşman olarak görüyorlar ve düşman ilan ediyorlar. Tabiî ki öyle yapacaklar. Ve Parababalarının tüm hizmetkârlarının tavşan kadar yürek taşımadığını söylüyoruz bir de değil mi, arkadaşlar? İşte bunlardan en önde gelen kişinin; Cumhuriyet’i de Taraf, Özgür Gündem, Radikal İki’nin sentezi haline getiren Can Dündar’ın, ne menem bir yürek taşıdığını hepimiz üzülerek gördük. İnanın ben çok üzüldüm. İnsanın o kadar korkak olması üzüyor beni. Biz üç defa üzerimize kurşun yağdığını biliyoruz, hatırlıyoruz. Biri 1 Mayıs’taydı işte geçenlerde sözünü ettik açıklamamızda. İnanın soğukkanlılığımdan hiçbir şey kaybetmedim ve asla kaçmaya tenezzül etmedim. Yani öleceksek öleceğiz ya... En utanç verici ölüm, insanın kaçarken sırtından vurulup ölmesidir. Ama göğsünden, alnından, yiğitçe, çarpışarak ölmek bizim özlediğimiz bir şey. Yatakta ölmeyi tercih etmeyiz biz. Anlayışımız bu. Önderimizin anlayışı da buydu. İlkel Komünal Toplum şefi atalarımızın anlayışı da buydu. O bakımdan o dünyanın insanları bize anlaşılmaz geliyor ve acıklı geliyor. Yine iktidarın tepesindeki AKP’giller’in önde gelenlerine baktığımız zaman aynı yüreksizliğe sahip olduğunu görürüz. İşte Ankara’da, İstanbul’da bir yerden bir yere gidecekleri zaman yollar trafiğe kapatılıyor saatler öncesinden. 1500, 2000, 3000 kişilik koruma ordularının içinde dolaşıyorlar. Bugün harcanan Davutoğlu, geçen bayramdaydı değil mi; Diyarbakır’a gitti. Bayram namazını Diyarbakır’da meşhur Ulu Cami’de kıldı. Yani korkusundan 10 ay ancak. Nurullah Ankut Yoldaş: Müeyyidesi de iyi halden 10 aya düşer ama bunlar bu işte, yoldaşlar. Yani Amerika böylelerini kullanır. Daha önce de söylemiştim, babam hep hatırlatırdı; oğlum cesur adamdan korkma, derdi. Düşmanınsa da korkma, dostunsa zaten o senin çok önemli bir desteğindir. Düşmanınsa da korkma çünkü düşmanlığını sana açıktan belli eder, sen onun ne yapacağını bilirsin. O söyler, gizlemez planını. Sen de ona göre tedbirini alırsın, derdi. Ama korkak düşmandan kork, ona karşı çok tedbirli ol, derdi. Çünkü o sinsidir, kalleştir, kaypaktır; yüzüne güler, senin en savunmasız anında sırtından seni vurur, derdi. Yani o bakımdan işte Amerika böylelerini kullanıyor. Hiçbir ahlâki, insani değer taşımayan insanları özellikle seçiyor; onları destekleyerek getiriyor iktidara. Defalarca söylemiştik AKP’giller’in normal, sıradan bir siyasi parti olmadığını. Bunların arasında dostluğun, güvenin, sevginin, saygının (içtenlikli saygının tabiî) zerresinin bulunmadığını; bunların çıkar amaçlı bir suç örgütü olduğunu söylemiştik. İşte en son ayrışma bunu bir kez daha belgelemiş oldu, pekiştirmiş oldu, ortaya sermiş oldu. 317 milletvekili çıkardı ve o oyla, o partinin seçtirdiği bir Başbakan. Şimdi ne oldu? Kaçak Saraydakinin bir sözüyle bir anda işi bitti ve hiç kimse de onu sahiplenemiyor dikkat edelim. Bu nedir, bu nasıl demokrasi anlayışıdır, bu ne hukuksuzluktur diye yandaş medyadan, akademisyenler televizyonlara çıkıyorlar bu konuda tık çıkmıyor... Akşam yine vardı. Tahammül edemeyiz onların yüzlerini görünce. Prof. ünvanlı biri, Mustafa Yoldaş kanaldan kanala geçerken gördük, hepsi Kaçak Saraydakinin yanında şu anda. Yani bunların demokratlığı da bu Hukuktan İşin doğasına uygun olarak yürüyor. AB-D Emperyalistleri hizmet- kadar. anladıkları, hukuka, kârlarını sahipleniyorlar; yurtseverleri, antiemperyalistleri ve devrim- insanlığa saygıları bu kadar bunlacileri düşman olarak görüyorlar ve düşman ilan ediyorlar. Tabiî ki öyle da rın. Meclisteki diğerleri de öyle, bunyapacaklar. farklı değil. Ve Parababalarının tüm hizmetkârlarının tavşan kadar yürek taşı- lardan Ne diyor aynı grup konuşmasında madığını söylüyoruz bir de değil mi, arkadaşlar? Davutoğlu? Muhalefet de hakkını helal etsin diyor. gideceğini haber veremiyor medyaya ve Dikkat edelim, konuşmayanlar hep duİlk atılan kim? çelik yelek giymedim diye de övünüyor rumu gözlüyor. Ağırlıklı olan, daha doğPartililer: Kılıçdaroğlu. o kadar koruma ordusunun içinde. Yahu rusu kazanacak kimse onun safında yer Nurullah Ankut Yoldaş: Kılıçdaroğlu. sen bir yere gizli gidiyorsun hırsız misali, almak istiyor. O bakımdan şu anda renk Evet, hakkımızı helal ediyoruz. Bizim de bunu da sadece çelik yelek giymedim diye vermiyorlar. Bakalım kim kazanacak, ona helalliğimizi aldın, diyor. övünme vesilesi yapacak kadar durumunu göre pozisyonlarını belirleyecekler. DavuOysa Aile ve Sosyal Politikalar Bakaalgılamaktan, değerlendirmekten uzaksın. toğlu’nun da konuşmasında hiç kimse bir nının o içler acısı, utanç verici açıklaması Bunlar anlayışça, seviyece düşük insanlar. ses çıkarmıyor. 40 dakika mı Mustafa Yol- üzerine girdikleri polemikte aynı DavutoğTepedeki de öyle. Daha önce de konu et- daş? 40 dakika mı konuşuyor? lu ne demişti bunun için? Hatırladınız mı? Mustafa ŞahAv. Tacettin Çolak Yoldaş: “Adam debaz Yoldaş: Evet. ğilsin.”, demişti. Nurullah AnNurullah Ankut Yoldaş: “Adam değilkut Yoldaş: Konuş- sin.”, dedi. Daha bir ay ancak geçti değil masını yapmış. Bir mi aradan? Ya, sıradan insani ilişkilerde, tek kişi, işlerin bu bir insan başka birine “adam değilsin” denoktaya gelmesi- diği anda orada kavga olmalı yani kavga ne üzüldüm, diyor. olur. Bir daha yüz yüze bakılmaz. Ama işte Onun dışında hiç bunun kalitesi de bu. Ve ben şunu da söylekimse ses çıkarmı- miştim: Bunların halka bütün söyledikleri yor. Yani onların yalan ama birbirleri hakkında söyledikleri derdi koltuk, çıkar- doğru. Tek doğruları birbirleri hakkında ları. Yoksa tepede söyledikleri… İşte böylelerini görünce inkimin kazandığı, san... Az da değil sayıları, arkadaşlar. İnkimin kaybettiği sanın hayvanseverliği daha da pekişiyor, değil. Kim güçlüyse artıyor. Öyle mi Arif Yoldaş? Yani hayvanondan yana oyna- larda hiç böyle örneklerle karşılaşmazsınız. yacaklar ki mevcut Bir Partili Yoldaş: Hoca’m, Özler de konumlarını koru- var burada. yabilsinler. Onların Nurullah Ankut Yoldaş: Arif’le göz derdi o. İşte ne yazık ki 1950’den bu yana Türkiye böyle insanlar tarafından yönetiliyor. Tabiî bu yönetim bir taşeron yönetimi, gerçek anlamda bir yönetim değil. Gerçek anlamda yönetici; miştik: Nuh Mete Yüksel TCK 159’dan Washington’da, Pentagon’da. Onlarca kisorguluyor bunu DGM’de. Rize’de mey- tap yazıldı Tayyip Erdoğan’ın, AKP’gildanı boş bulmuş Laik Cumhuriyete haka- ler’in nasıl keşfedilip, seçilip getirildikleriretlerle bindirmiş. Nuh Mete Yüksel ça- ni, partileştirildiklerini anlatan. Biz de bunğırıyor; sen küfür etmişsin Cumhuriyet’e, lardan referansla defalarca yazdık, anlattık. diye. Okuyor söylediklerini, konuşma metO bakımdan işte Türkiye’de ne demoknini, dediği aynen şu: “Bunları söylemesi rasinin zerresi var, ne özgürlüğün zerresi için insanın deli olması lazım.” diyor. Ve var. Yani ne medya özgür, ne düşünce özdizleri titriyordu diyor Nuh Mete Yüksel. gürlüğü var, ne bilim var. Her şey gösterOysa yargılandığı 159’dan Orhan Yoldaş melik, her şey sahte... ne kadar alır? Şimdi görünüşe bakarsak yani kâğıt üsAv. Orhan Özer Yoldaş: Bir yıl. tündeki pozisyonları dikkate alarak değerNurullah Ankut Yoldaş: Bir yıl alaca- lendirme yaparsak, Ahmet Davutoğlu’nun ğı ceza. liderliğindeki AKP’nin % 49,48 değil mi Av. Tacettin Çolak Yoldaş: İyi halden aldığı oy oranı? Bununla iktidara geldi. gözeydim de ondan. (Gülüşmeler…) Özler de iyi bir hayvansever. Hayvanlar ihanet etmez, satmaz insanı. İşte örnekler var. İngiltere’de, İtalya’da, Japonya’da, söz ettik; sahibi ölen köpek Haçiko, 9 yıl her gün sahibinin gittiği tren istasyonuna gidiyor, döneceği saatte bekliyor, dönüyor. Ve Ölünceye kadar vazgeçmiyor beklemekten. Ve bildiğimiz gibi köpekler sahibini korumak için ölebiliyor, arkadaşlar. Yani hayvanların en çirkini, en yırtıcısı bile bunların yanında bin defa daha fazla kaliteye sahip. Bunların daha işbaşına geldikleri anda, biz ne olduklarını, bütün sınıfsal temelleriyle birlikte, en açık şekilde ortaya koyduk değil mi? Çünkü bizde şaşmaz bir pusula var, teori var: Marksizm-Leninizm ve onun Lenin sonrasındaki geliştiricisi, o hazinenin en güçlü yeni silah üreticisi Hikmet Kıvılcımlı’nın teorisi var. O, Türkiye orijinalitesinden hareketle tüm Doğu toplumlarıyla birlikte ve özellikle de ülkemizdeki sınıf ilişki ve çelişkilerini işleyerek teorileştirdi ve bilimin ışığını düşürerek bizim yolumuzu aydınlattı. Hep örnek veririz, 1969 yılında “Türkiye’de Sınıflar ve Politika” adlı eserinden Usta’mızın değil mi? Bunların ne olduğunu, Usta’mız orada apaçık bir şekilde ortaya koyuyor. Bunların belirleyici özelliği; vurgunculukları, asalaklıkları ve alınteriyle geçim sağlayanlara karşı, özellikle onların haklarını savunan devrimcilere, sosyalistlere karşı sınırsız bir saldırganlıkla, bitmez tükenmez bir kinle mücadele etmeleridir. Onların en büyük düşmanı biziz, arkadaşlar. Çünkü halkımızın çıkarlarını gerçek anlamda savunan biricik hareket, gerçek devrimci harekettir. Sağ ve Solun ayrımı da budur. Sağ; sömürgen sınıfların yani sermaye sahibi sınıfların, elinde sermayenin gücüyle değer yaratan insanların yarattığı değeri, emeği gasp eden sınıfların yani Modern Parababalarının ve bu AKP’giller’in sınıf temeli olan Tefeci-Bezirgân Sermayenin çıkarlarını savunan, dünya görüşünü savunan siyasi hareket demektir. Sol da; onların ezip, sömürdüğü, bir sermayesi olmayan, sadece sahip olduğu işgücünü ücret karşılığında bunlara satarak (günlük, aylık, yıllık) geçim sağlayan insanların hak ve menfaatlerini savunan harekettir. Başka hiçbir anlamı yok sağ’ın ve sol’un. 9 6Yıl:10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 Solun da o mücadeleyi bilimin ışığında yürüten kesimi gerçek Sol’dur. Biz buna İşçi Sınıfı Hareketi, İşçi Sınıfı Sosyalizmi, diyoruz. Bilimsel Sosyalizm, diyoruz. İşte bu sebeple bilimin ışığında Usta’mız bunların ne olduğunu 1969’da koymuş. Biz de, iktidara geldikleri anda, bunların kimliklerini ortaya koyduk. Bunlarda en ufak ne hukuk, ne hak, ne insan sevgisi, ne vicdan, ne ahlâki, ne insani hiçbir değerin bulunmadığını ortaya koyduk. “Tayyipgiller Kökeni ve Sınıf Yapısı I-II” adlı kitaplarımızda. Üçüncü baskısını Gürdal Yoldaş, Mustafa Yoldaş, İlhami Yoldaş çalışıyorlar. Yeniden hazırlayacaklar bittiği, tükendiği için. Ama bizim dışımızdaki hiçbir hareket, bunların gerçek sınıfsal kimliklerini ve siyasi programlarını anlayamadı. Ve o yüzden, şöyle ya da böyle onları desteklediler. Biz bunların dünya görüşünün Muaviye-Yezid dininin Şeriat anlayışı olduğunu koyduk. Yoksa gerçek İslam’ın değil yani Kur’an’ın, Hz. Muhammed’in ve Dört Halife’nin savunduğu İslam’ın değil… O İslam, bir yönüyle sosyalizmdir ve Hz. Muhammed’in gönlünden de geçen sosyalist düzendir. Çünkü kendisi de bir yaşında sütanneye verilmiş. Bedevi yani Göçebe, İlkel Komünal Toplum düzeninde yaşayan bir Arap kabilesine verilmiş. Sütannesinin adı da nedir Reycan? Reycan Yoldaş: Halime. Nurullah Ankut Yoldaş: Halime evet, arkadaşlar. Halime adı da oradan referansla kadınlarımızda sık sık görülen, kullanılan, taşınan bir addır. Tabiî İlkel Komünal Toplum düzeninde olduğu için Arap Bedevi denilen göçerleri yani hayvancılıkla geçim sağlayan insanlar. Özel mülkiyet yok kabile arasında. Kabile içinde bir eşitlik var ve Askercil Demokrasi dediğimiz bir demokrasi var. Beş yaşına kadar orada yaşıyor ve o toplum değerlerini benimsiyor. Yani İlkel Komünal Toplum değerlerini benimsiyor ve o insanların, o kabile insanlarının nasıl içtenlikli olduklarını sevgiyle, hoşgörüyle, eşitlik anlayışıyla yüklü olduklarını görüyor. Eğitim Psikolojisiyle ilgilenen yoldaşlarımız bilirler, insanların insani yönlerini yani bilinçlerini oluşturan değerler sistemi 3 ile 12 yaşa arasında yükleniyor çocuklara. Buna “kritik süreç”, “kritik eşik” deniyor, bu terimle adlandırılıyor bu süreç. Yine bazı eğitim psikologlarının tezine göre; kritik süreçte “ya hiç ya hep” kanunu işler. Yani o süreç içinde bu değerleri çocuğa yüklediniz yüklediniz, yüklemediyseniz ondan sonra ya hiç yükleyemezsiniz ya da çok azını, çok zor bir şekilde yüklersiniz. İşte AKP’giller, Meclisteki diğer Amerikancı partilerin mensupları da bu kritik süreci (yöneticileri bazında söz ediyoruz) heba etmiş insanlardan oluşuyor. İnsani, ahlâki değerler yüklenmemiş o süreçte. Ondan sonra da bir şey anlatamazsınız o insanlara. Onları yeniden ahlâklı yapamazsınız. O yüzdendir bunların ayar tutmamaları, oradan oraya oynamaları, bir uçtan öbür uca zıplamaları, savrulmaları. İşte Hz. Muhammed o dönemde o değerleri edindiği için ruhunun derinliklerinde o değerler hep kalıyor. Ve Mekke’deki Tefeci-Bezirgân düzenine bakıyor, bu değerlerin pek çoğu yok. Çok az insanda var. İşte o yüzden o düzene tepkiyle ortaya çıkıyor İslamiyet. Bir tepki olarak doğuyor o düzene. Ve zenginler, vurguncular hep yerilir Kur’an’da. Onlarca ayetle yerilir. Hep bu sebepten... Ama daha fazlasına gücü yetmediği için tümden vurgunu, sömürüyü yasaklayamıyor. O da bir insan ve ne zor- luklar çektiğini ancak gerçek İslam tarihini okuduğunuz zaman görürsünüz, nasıl büyük zorluklarla mücadele ettiğini. O kadarını başarabiliyor. Çağı içinde buna Önderimiz ne diyor? Bir “Tarihsel Devrim” diyor, çok doğru olarak. Çok net bir şekilde görüyor. Ama bizim dışımızda bunu da gören yok. Bu gerçek İslam’la hiç ilgisi olmayan Muaviye-Yezid İslamı var. Yani İslam’ın sadece biçimini, belli kalıplarını, ritüeller denen, yani dini ibadet şekillerini kılığını, kıyafetini, saçını, sakalını, cübbesini, sarığını alıp; ruhunu tümüyle reddeden Muaviye-Yezid İslamı’nın temsilcisidir bunlar dedik, AKP’giller için. Ve bunların önderi Molla Necmettin’in liderliğindeki diğer öncül partileri için. Aynı ortak bildirilere imza atıyorlardı, HÖC’ün Grup Yorum’u gelip konserler veriyordu değil mi Beyazıt Meydanı’nda bunlara? Evet. Yine üniversitelerde, aktardık, Boğaziçi Üniversitesinde bizim hatırladığımız mesela, bütün bu gruplar tüm Ortaçağcılar- HKP’nin Laikliği kararlıca savunduğu dönemde öteki “Sol” ne yapıyordu? Bunların onulmaz bir şekilde Laiklik düşmanı olduklarını koyduk. Ve Laikliğin bir toplum için ne denli büyük önem taşıdığını savunduk. Bizim dışımızda Laikliğin önemini savunan bir Sol Hareket var mı? Yok arkadaşlar. Bir Partili Yoldaş: Yeni yeni, altı aydır falan... Nurullah Ankut Yoldaş: Şu anda... Artık bunu yaşayarak gördüler. Ama bilimin, teorinin önemi ne? Görevi ne? Önceden görmek. Net görmek, önceden görmek... Yaşadıktan sonra herkes görür, yaşıyorsun çünkü bilime gerek yok ki o zaman. Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin katledildiğinde, bizim cenaze töreninde attığımız sloganı ve açtığımız pankartı hepimiz biliyoruz değil mi? Televizyon ekranlarında da saatler boyu dalgalandı. Av. Tacettin Çolak Yoldaş: Kocatepe’de. Nurullah Ankut Yoldaş: Evet. Zaten la beraber türban eylemi yapıyorlardı. Biz hep neyi söyledik, arkadaşlar? Türban kadının özgürlüğü değil esaretinin simgesi! Tabiî biz insanların tercihlerine asla karışmayız. Ama onu bir siyasi hareketin enstrümanı olarak, bir aracı olarak kullanıyorlardı, kullandılar. Ve biz ona karşı çıktık. Kur’an’da da başörtüsüyle, örtünmeyle ilgili ilk ayet, İslamiyet’in ilanından 10 yıl sonra geliyor. Biz hep neyi söyledik, arkadaşlar? Türban kadının özgürlüğü değil esaretinin simgesi! Tabiî biz insanların tercihlerine asla karışmayız. Ama onu bir siyasi hareketin enstrümanı olarak, bir aracı olarak kullanıyorlardı, kullandılar. Ve biz ona karşı çıktık. ondan sonra AKP’giller cenaze törenlerinde pankart taşınmasını yasakladı. Sadece bizim o pankartımız üzerine. Ne diyorduk? “Şeriat Ortaçağdır.” Ortaçağ düzenidir, arkadaşlar. Av. Sait Kıran Yoldaş: Hoca’m, Ahmet Necdet Sezer de Cumhurbaşkanlığı makam aracını durdurdu bize selam verip öyle geçti. Nurullah Ankut Yoldaş: Bize selam verip geçti değil mi? Evet. O da böylesine dürüst… Küçükburjuva dünya görüşüne sahip yani burjuva anlamda demokrat bir insan ama sosyalist anlamda demokrat değil tabiî. Burjuva demokratizmiyle sosyalist demokratlık, demokratizm tümüyle farklı birbirinden. O zaman bize karşı çıktılar bu Sevrci Soytarı Sahte Sol dediğimiz Sol. O zaman ne yapıyordu bunlar okullarda, Beyazıt Meydanı’nda tüm Ortaçağcılarla beraber, bunların örgütleriyle beraber? Tayyip Erdoğan’la, Abdurrahman Dilipak’la beraber türban eylemleri yapıyorlardı, değil mi bunlar? Yani bu, bu kadar zorunlu, kadınlar için acil bir şey olsa ilk anda açıklanması, ortaya konulması gerekir değil mi? Biz hep, her şeyi diyalektik mantığımız ve metodumuzla değerlendiririz. Sonrasındaki ayetler de 13 yıl sonra geliyor. Ve başta Hz. Ömer olmak üzere, diğer Sahabilerin zorlamasıyla, başka sebeplerden dolayı geliyor. Yoksa Hz. Muhammed’in gönlünden böyle bir şey geçmiş değil. Yahut da isteyerek yaptığı bir şey de değil. Kadının cinsel çağrışım yaratmaktan en uzak organı, parçası nedir? Saçı değil mi? Bir kadın saçıyla erkek saçını yan yana koyduğumuz zaman, çıplak gözle kimse ayırt edemez. Bu yasak kılınır da yüzü, gözü, ağzı, burnu niye yasak kılınmaz? Niye örtülmez? Yani burada bile bu işin İslam’ın özüyle ilgili olmadığı apaçık meydanda. Tabiî bu, anlattık, metinlerimizde var, tâ Sümerler’den gelen bir gelenek, kadınların başlarını örtmeleri. Sümer’den Babiller’e geçiyor, oradan Tevrat’a geçiyor, oradan Hıristiyanlığa İncil’e geçiyor. Rahibe kıyafetleri de bildiğimiz gibi aynı. Oradan da işte bazı Sahabilerin zorlamasıyla Kur’an’a ve İslam’a geçiyor. Pek çok şey, mesela eski gelenekler, İslam’a geçiyor. Mesela en açığı Kâbe’de tavaf değil mi? Kadınlarla erkekler orada yan yanalar, yüzleri açık yan yanalar, birlikteler, hiç ayrım yok. Çünkü İslam öncesi aynı ritüel var. Kâbe etrafında şarkılar söyleyerek, el ele tutuşarak, halay çeker gibi yedi defa Kâbe’nin etrafını dolaşıyor, tavaf ediyor kadınlar ve erkekler. Tümüyle oradan ge- çiyor yani. Hacer-ül Esved denilen kara taş yine tümüyle İslam öncesi bir nesne, bir sembol, arkadaşlar. Gök taşı bildiğimiz gibi başka hiçbir özelliği yok. Kâbe’nin köşe duvarında o da neyin simgesi arkadaşlar? Av. Doğan Erkan Yoldaş: Şamanizm değil mi Hoca’m? Nurullah Ankut Yoldaş: Hayır. Neyin simgesi? Kara taş neyin simgesi? Av. Sait Kıran Yoldaş: Cennetten geldiği, beyaz taş olduğu söyleniyor sonradan insanların günahları… Nurullah Ankut Yoldaş: Şimdi arkadaşlar burada, bağışlayın, bir serzenişte bulunayım, çok dikkatli okumuyorsunuz literatürümüzü. Daha yakında çıkan “Kadın” kitabımızda bunun Ana Tanrıçanın-Kibele’nin simgesi olduğunu yazdık. Kibele’nin Semit ve Akad kürtürlerindeki karşılıkları ise Astarte ve İştar’dır. Yazılı şekilde var değil mi Mustafa Yoldaş? Ali Özçelik Yoldaş: Var, var. Mustafa Şahbaz Yoldaş: Var Nurullah Ankut Yoldaş: Var değil mi? Evet. Niye Kibele’nin simgesi? Çünkü Ana Tanrıça en değerli varlık. İnsanlığın en değerli örneği Ana Tanrıça. Göktaşı da öyle binde bir bulunur yahut çok az bulunur. İşte bir Artemis Tapınağı’nda vardı, bir de Kâbe’de var. Gökten düştüğü için işte o yüzden Ana Tanrıçanın simgesi, Ana Tanrıçayı işaret ediyor yani göktaşı. Bu da aynen İslamiyet’e geçiyor değil mi Hacer-ül Esvet de oradan. Yoksa bir göktaşında ne kutsallık olabilir. Zaten Hz. Ömer de diyor ki bir Kâbe ziyaretinde: “Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve faydası olmayan bir taş parçasısın. Eğer Resulullah öpmemiş olsaydı seni asla öpmezdim.” Yoksa onun dışında bir kutsallık olmadığını biliyor. Bir taşta kutsallık olur mu? Olmaz. Yani bunun gibi pek çok ritüel tamamen İslam öncesinden gelmedir. Mesela namaz var, oruç var, kurban var İslamiyet öncesinde. Hatta Cuma namazı var, Cuma Hutbesi var. Bunları yazdık, kanıtlarıyla gösterdik, değil mi? Oradan geçiyor. Yani başörtüsü de bu ritüellerden biri. İşte bunun eylemini yaptılar. Çünkü teori yok ki, bilim yok bu insanlarda. AKP’giller’in neden kadını bu işte kullandıklarını, öne sürdüklerini bilmiyorlar ki onlar. Sanıyorlar ki kadının özgürlüğü. Hayır, hiçbir ilgisi yok. Laikliğin de önemini kabul etmediler, değil mi yoldaşlar? Özellikle gençlik toplantılarımızda... Bir Partili Yoldaş: Karşı çıktılar bildiriye onu koymaya. Nurullah Ankut Yoldaş: Karşı çıktılar. Metinlerimize Laikliğin konmasına karşı çıktılar, savunulmasına karşı çıktılar. Bunlar Kemalistlerin işi, niye koyuyoruz, dediler. Bilmiyorlar ki Laikliğin önemini. Laikliği çıkardığın anda toplum Ortaçağa gider; ne bilim kalır, ne demokrasi kalır... O zaman insanlar din ve mezhep temelinde birbiriyle boğazlaşmaya girer. Bu kadar önemli bir ilkedir Laiklik. Nitekim burjuva devrimlerinin ayrıl- de? Evrenin merkezi dünyadır. Güneş, ay ve yıldızlar dünyanın etrafında döner. Hadis kitaplarında var. O kadarını tabiî Hz. Muhammed nereden bilsin. Soruyor bir Sahabiye, Ebu Zerr’e; “Güneş gece nereye gider?”, diyor? Sahabi diyor ki; “Doğrusunu muhakkak ki Allah ve Resulü bilir.” “Gece dünyanın altında Rabbine secde etmeye gider.”, diyor Hz. Muhammed, böyle yorumluyor. İncil’de çok daha katı bu. Şimdi anlayış bu olunca, siz ne dünyanın yuvarlaklığını herhangi bir şekilde ortaya koyabilirsiniz, ne dünyanın döndüğünü, ne de dünyanın güneş etrafında döndüğünü, ne de milyarlarca gökcismi olduğunu, sonsuz sayıda gökcismi olduğunu... Nitekim ilk bilim adamları ne oldu? Engizisyon mahkemesinde idama mahkûm edildi; Bruno Bauer, Galileo Galilei. Bilim gelişmez. Çünkü genel geçer, dünyanın sonuna kadar geçerli olacak bütün genel doğrular kutsal kitapta konmuştur, dedin mi bilimi tümüyle reddetmiş olursun. Bütün dinler aynı şeyi, der. E, öyle olunca bilime, doğa bilimine gerek kalmaz ki. Değil mi? Bilim dedin mi (ki ilim deniyor o zaman) yani şeyleri birbiriyle ilişkilendirmekten, bağ kurmaktan geliyor ilim kelimesi. O zaman ilim, dini yorumlamaktan ibaret kalır, başka bir bilim olmaz, gerek kalmaz. O zaman bilim de olmaz, özgür oüşünce de olmaz, demokrasi de olmaz. İslam Tarihine dönersek; Hz. Muhammed sonrası toplum önderi kim olacak sorusu günün en önemli sorusudur. Hz. Muhammed sonrası yerine geçen Ebu Bekir, Ömer ve Osman halifelerdir, değil mi? Yani Hz. Muhammed’in temsilcisi, onun yerine geçen insanlar, halefleridir. Hz. Ali, bunu kabul etmiyor bildiğimiz gibi değil mi? Benim hakkım yendi, gasp edildi diyor. Ki İslamiyet’in ruhunu tümüyle gerçekçi bir gözle araştırdığımız zaman, Hz. Muhammed (tabiî demokrasiye inancından dolayı) o İlkel Komünal Toplum geleneğinden getirdiği inançtan dolayı, açıkça işaret etmiyor yerine geçecek olan insanın Hz. Ali olduğunu ama dolaylı yoldan hep Hz. Ali’yi işaret ediyor. Veda Haccı’nda da öyle; “Ali ben demektir, ben de Ali.” diyor. Ali Özçelik Yoldaş: Daha ne desin... Nurullah Ankut Yoldaş: Daha ne desin. Ve ölüm döşeğinde. Tabiî sadece başta Ayşe olmak üzere, eşleri var yanında. Bana Ali’yi çağırın, diyor. Menenjitten ölüyor, yoldaşlar. O zaman yaygın, kurtuluşu da yok. Yani seferlerinden birinde kaptığı varsayılıyor değil mi Reycan? Arif Çakır Yoldaş: Veya zehir verildiği, öyle de bir komplo teorisi var. Zehirlenmiş olabileceği söyleniyor. Nurullah Ankut Yoldaş: Yok, değil, arkadaşlar. Tüm belirtiler, menenjit belirtileri. Hz. Ömer’in kızı Hafsa var. O da eşlerinden biri, Hz. Muhammed’in yanı başında. “Ömer’i çağırsak olmaz mı ey Allah’ın Resulü?”, diye söylüyor. Ayşe hemen atılıyor; “Ebu Bekir’i çağıralım ya Resulullah.”, diyor. Ayşe de Ebu Bekir’in kızı bildiğimiz gibi. Bir tartışmaya giriyorlar yani. Ve sonunda Ebubekir geliyor, Ömer geliyor. Ali çağrılmıyor. Ve yine son anda, bildiğimiz gibi; “Bir kâğıt kalem getirin size nasihatte bulunayım ki kıyamete kadar doğru yoldan sapmayasınız.”, diyor. Hz. Ömer hemen atılıyor: “Bu adam sayıklıyor, diyor.” Aynen dediği bu. “Bu adam sayıklıyor”, diyor. “Doğru yoldan ayrılmamamız için Kur’an ve Sünnet yeter, daha başka şeye gerek yok.”, diyor. Kadınlarından bazıları, getirelim, diyorlar, bağrışmaya başlıyorlar Hz. Muhammed, tabiî hekim yoldaşımız Mustafa Yoldaş daha iyi bilir, yüksek sesler (ve ışık zaten kapalı) menenjit hastalarını çok rahatsız eder. Yani İstanbul Üniversitesi önünde türbana destek eylemi maz bir parçası, kilisenin devletten tümüyle ayrılması ve etkisizleştirilmesi, devletin hiçbir kurumuyla kilisenin bağının kalmaması. Yoksa gelişmez ki… Bilim gelişmez, demokrasi gelişmez Laiklik olmazsa. Ne diyor bütün dinler, her üç kutsal din bu bağrışma o kadar rahatsız ediyor ki; “Kesin, çıkın.”, diyor, “Hiçbir şey istemiyorum”, diyor. 10 Yani bütün bunlar bize anlatıyor ki Hz. Muhammed’in gönlünde yatan Ali’nin geçmesidir. Sağlığı yerindeyken de açıktan açığa benden sonra Ali’ye biat edeceksiniz, demiyor. Dememesi de gerekirdi zaten; en doğrusunu yapıyor. Sadece işaret ediyor dolaylı olarak. Yani benim gönlümden geçen Ali ama bunu siz seçeceksiniz, demiş oluyor. Ali de en halkçı Halife bildiğimiz gibi, değil mi arkadaşlar? En halkçı olan... Mal mülk, para pul hiçbir şeyle ilgilenmeyen biri. Sadece seferden sefere koşan biri... Alevi yoldaşlarımız düş kırıklığına uğramasınlar, Cem Evlerindeki Ali’yle hiç ilgisi yok suretinin de ha... O tamamen stilize edilmiş, uydurulmuş bir resim. Yoksa orta boylu yani aşağı yukarı biz boyda, kel kafalı, enli tabiî, çıkık göbekli ve kendi deyimiyle çöp bacaklı, ince bacaklı biri. Alnının ortasında da Hendek Savaşı’ndan kalma derin bir yara izi var. Çünkü Arapların yani putperest Arapların, Mekkelilerin ünlü kahramanıyla savaşıyor ya meydan okuduğunda Amr’la, işte onun ilk kılıç darbesini kalkanıyla karşılıyor ama o denli güçlü ki o büyük savaşçı, o güne kadar karşısına çıkan herkesi parçalamış kılıcıyla, vurup ortadan ikiye ayırırmış, o denli güçlü. Onu anlatmıştık, arkadaşlar. Ali’nin kalkanını yarıyor, alnına değiyor ama kalkan büyük ölçüde o gücü emdiği için kafa tasını yarıp, öldürmesini engelliyor. Tam o boşluğu yakalayarak, Ali de düşmanın kılıcını karşıladığı anda, düşmanın kılıcı kafasına değdiği anda, elindeki kılıcı Amr’ın yani Mekkeli savaşçının omuzuna indiriyor ve deviriyor yere. Yani kontra bir saldırıyla işini bitiriyor. Sporda da bu çok önemli biliyorsunuz. Güreşte olsun, boksta olsun... Zaten usta sporcular, aynı Ali’de olduğu gibi, hasım saldırdığı anda boş, açık verir. Anında, çok hızlı ve tam hedefe isabet ettirici saldırı yapamazsa o anda verdiği açığı, onu hemen savuşturup karşı sporcu kullandığı anda, devirir hasmını. Güreşte tuş eder, boksta indirir yere. Ali de aynı şeyi yapıyor. Ne yapar boksörlerin gardı? Hasmın yumruklarına karşı sporcuyu korur. Kalkan olur. Siz yumruğu uzattığınız anda ne olur? Çeneniz açıkta kalır, gardınızı açmış olursunuz. Yumruğunuzu isabet ettiremediğiniz anda karşı sporcu eğer iyi bir sporcuysa bu açığı değerlendirir. Kroşe tabir edilen yumruğu çenenize indirdiğinde, sizin hiç şansınız kalmaz. Yerdesinizdir. Ali de aynı şekilde indiriyor rakibini. Tabiî yumruğun yerine kılıcını kullanarak. O, rakibinin kılıcı tam kalkanını yarmış ve oraya sıkışmış durumdayken kılıcını sallıyor ve tek darbede deviriyor Amr’ı. Neyse, biraz çağrışımlı gidiyoruz Sait Yoldaş... Av. Sait Kıran Yoldaş: Daha var biraz zaman. Nurullah Ankut Yoldaş: Var mı zamanımız biraz?.. Ortadoğu’daki mezhep savaşları Laiklikliğin ne kadar elzem olduğunu göstermektedir Yani Laiklik olmadığı anda toplumlar Ortaçağa döner. Din ve mezhep savaşları alır başını gider. İşte ne yazık ki ABD-AB Emperyalistleri, İslam dünyasını Ortaçağa götürdüler. Mezhep savaşlarıyla çalkalanıyor İslam dünyası. Halklar birbirini boğazlıyor. Bunun sonu gelmez. Bir Partili Yoldaş: Yeni yeni mezhep Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 sayılmıyor. Hiçbirini saymıyor Celal Şengör. Özellikle doğa bilimleri açısından hiç birini saymıyor. Onun ölçütü ne? Oradaki bilim adamları dünya çapındaki bilimsel dergilerde kaç referans aldılar. Yani o bilim adamlarının yayınlarına kaç referans yapıldı uluslararası bilim dergilerinde, onu ölçüt alıyor. Doğru ölçüt bu diyor. Ona göre bir tek üniversitemiz yok, diyor. Ki bence de bu doğru. Doğa bilimleri açısından doğru. Sosyal bilimler açısından zaten, uluslararası üniversiteleri de, ulusal üniversiteleri de, önderimiz de, biz de bir felaket olarak değerlendiriyoruz. Hepsi Parababalarının hizmetkârı, arkadaşlar. Dönemimizde Türkiye’nin en ünlü ve en Laik, bilimsel kapasitesi en yüksek diye bilinen İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünde okuduk, Marksizm semineri yaptıramadık hiçbir hocamıza. Yani oranın da Felsefede bile durumu bu... Av. Ayhan Erkan Yoldaş: Hem de o yıllar... Nurullah Ankut Yoldaş: Hem de o yıllar. Yani devrimci hareketin tüm dünyada hızla yükselişte olduğu yıllar. UNICEF’in araştırma sonucuna göre, Lenin’in dünyada en çok okunan yazar olarak kabul edildiği yıllar, arkadaşlar 1969 sanıyorum. Böyle bir zamanda bile İstanbul Üniversitesinin durumu buydu. Dönemin en demokrat felsefe tarihçisi Macit Gökberk Hoca’mızın (rahmetli oldu) Felsefe Tarihi var. Türkiye’de o zaman tekti Felsefe Tarihi olarak. Şimdi birkaç tane daha çıkmış da onları incelemedim. Marks, hatırladığım kadarıyla, bir buçuk ya da iki sayfa anlatılır o kitapta, büyük boy 600 küsur sayfalık Felsefe Tarihi kitabında. Mesela bir Spinoza, sanıyorum on üç sayfa anlatılır yani durum buydu. Daha önce de söylemiştim, Nermi Uygur Hoca’mız vardı, pozitivist dünya görüşü açısından Bertrand Russell’cı. “Hoca’m bir Marks Semineri yapalım.”, dedim. İki okulda iyidir. Yani dersleri. Daha önce de söyledim, polise düştük mü (sık sık düşerdik) işkenceci polisler sorarlardı işkence sonrası: “Derslere niye çalışmıyorsun? Annen baban seni okusun diye gönderdi, niye bu işlerle uğraşıyorsun?” “Benim derslerimin hepsi 100.”, derdim. “Hadi be! Bizimle dalga mı geçiyorsun?”, derdi. “Telefon aç, kaleme sor bakalım, bir tane 99 bulabilecek misin?”, derdim. “Adama bak yahu, hem her gün komünist eylem yapıyor hem de dersleri 100’müş.”, diye birbirlerine anlatırlardı. Yani demek istediğimiz, benim dersim var diye devrimci görevlerini aksatmayacak iyi bir devrimci. Ben devrimciyim diye de annesini babasını üzmeyecek. O sorumluluğu da yerine getirecek. İkisini de yapmak zor değil. Evet, yine çağrışımlı oldu biraz, arkadaşlar. Şimdi yoldaşlarımızın da söylediği gibi, bizim Soytarı Sol da artık Laikliğin önemini anladı, değil mi? Hatta Sahte KP Laiklik bildirileri filan yayımlıyor değil mi? Av. Tacettin Çolak Yoldaş: Onlar kazanacakmış, Laikliği kazanacakmış. Mustafa Şahbaz Yoldaş: Aydınlanmacılar. Nurullah Ankut Yoldaş: Evet. de türettiler. Mustafa Şahbaz: Yoldaş Laiklik ve Nurullah Ankut Yoldaş: Yeni mezhep Aydınlanmacılar. de türer, eski mezhepler de birbirini kâfir Nurullah Ankut Yoldaş: Evet. Aydınilan ediyor değil mi? Mesela yıllarca beralanmacılar. ber işbirliği yaptıkları İŞID’in liderleri ne Bir Partili Yoldaş: Gerçek Laikliği de diyor Tayyip için? savunmuyorlar Hoca’m, ikiyüzlüler. Tagud diyor değil mi? Yani puta tapıcı. Nurullah Ankut Yoldaş: Bilmezler taRamazan Kap Yoldaş: Aynı mezhebin biî. tarikatları da birbirini kâfir ilan ediyor. Büyük bir çelişki içindeler bu KP’liler. Nurullah Ankut Yoldaş: Birbirlerini Bir taraftan bizim Demokratik Devrim kâfir ilan ediyor tabiî kendi içinde de hepanlayışımıza karşı çıkıyorlar, Leninci İki Basamaklı Devrim anlayışımıza. Birincisi Demokratik Halk Devrimi, ikinci basamak oradan sıçranacak olan Sosyalist Devrim. Buna karşı çıkıyorlar, progniye sosyalizm geçmiBiz; halkların kardeşliğine ve milletlerin eşitliğine inanıyoruz. ramınızda yor? falan diye, bize çömezlerini Tabiî ki Tarihimize sahip çıkıyoruz. Tarihimizdeki tüm saldırtıyorlar. Diğer taraftansa bizim Demokratik halk Devrimi devrimlere, tüm olumluluklara... Programımızın sadece LaiklikAma bu, kalıtsal olarak milletimizin yani insanlarımızın, diğer le ilgili ilkesini savunuyorlar. ki onu da sınıf temelinden milletlerin insanlarından daha üstün, daha değerli, daha asil Kaldı kopuk olarak savunuyorlar. Mubir kana sahip olduğu anlamına gelmez. Bunu savunursak, aviye-Yezid dinini siyasi ideoloji Ortaçağın Tefeci-Beziro zaman şovenist oluruz. Yani başka milletlerden kendi belleyen gân sınıf temelinden kopuk olarak savunuyorlar. Savunmaya çamilletimiz daha üstündür, deriz. lışıyorlar diyelim daha doğrusu... Biz milletlerin eşitliğine inanıyoruz. Çünkü dini gericiliği, siyasi ideoloji halini getirip sürekli ürettiği için bu Antika sınıfın (ki üretim dışıdır, asalak ve sömürgendir), kez arka arkaya, bir geçen sene, bir sonrasi. O zaman katliamların sonu gelmez ki. ki sene Bergson semineri koydu ki bir sö- toplumda kökleri kazınmadan dini gericilik Sonu gelmez... İşte o yüzden İslam dünyası mestr devam ediyor. yok olmaz. Laiklik egemen kılınmaz. kan denizine döndü bugün. Bizim Soytarı Sahte KP’liler, bir yanBergson, benim papaz felsefesi olarak Ama Laiklik; insanların dinini, ina- nitelediğim bir felsefeye sahip, sezgici bir dan Sosyalist Devrim Programı derken, nışını tümüyle insanların özel hayatına filozof. O dönem, 20’nci Yüzyılın ilk yarı- diğer yandan Demokratik Devrim prograindirgemektedir. Yani özel hayatında in- sında moda Avrupa’da bu felsefe. Özellikle mının bile üç vazgeçilmez prensibini, sınıf san istediği şekilde (önderimiz de der ya, sosyetenin ve sosyete hanımlarının filan temelleriyle birlikte görüp savunamıyorlar. programımız da der) su içer, nefes alır gibi rağbet ettiği bir felsefe akımı bu sezgicilik. E, hani sen Sosyalist Devrimciydin?.. ibadetinde, inancında serbest olacak. Hiç Yani bilginin kaynağı ne deneydir, ne akılOysa bizim demokratik devrim anlayıkimse, kişi ya da devlet karışmasına uğ- dır; sezgilerdir. O zaman her insana göre şımızın ilkeleri belli değil mi? ramayacak. Ama devletin, toplumun tüm farklı bilgiler var. Ne kadar insan varsa Bu Sosyalist Devrim Programı değil kurumları; başta hukuk ve eğitim olmak hepsinin sezgisi ayrı. Yani bunu savunan ki, Minima Program, diyoruz. Demokraüzere, dini kurallarla değil; aklın, bilimin, bir anlayış. tik Halk Devrimi programı bizim şu anki insanlığın ortak değerlerinin kurallarıyla “Hoca’m, bu metafizik anlayışı iki defa yönetilecek, işletilecek, oluşturulacak. La- koyuyorsunuz, bir de Marks Semineri yaiklik bu, arkadaşlar. palım. Dünyanın yarısı bu insanı biricik Yani kamusal hizmet alanı, dinden tü- filozof diye tanıyor, dünyanın yarısı da müyle ayrıştırılacak. Din, insanların sade- bu adama düşman. Bize bunu anlatmadan ce özel hayatına mahsus bir alan olacak. okulu bitirteceksiniz.”, dedim. İnsan orada isterse günde yüz rekât kılar, “Sen Marks semineri mi yapmamızı isister bin rekât, ister hiç kılmaz. İster yılda tiyorsun?”, dedi. 10 ay oruç tutar, ister hiç tutmaz. Hiç kim“Evet.”, dedim. se ona karışmayacak. Ne devlet, ne toplum, “Ben de istersem yaparız.”, dedi. Yapne insan, ne kişi... madı... (Gülüşmeler…) Ama eğitim Laik olacak. Yani bilimsel Son sene, onu daha önce de anlattım, eğitim verilecek. Doğanın bilinmezlerini, baktım bir hangi seminerler yapılacak diye. gerçeklerini ortaya çıkaran ve onları insanÖzler Yoldaş bilir, ilan edilir tabloda. Şimlığın çıkarı için, hayatı kolaylaştırmak için di öyle mi Özler Yoldaş? kullanan bir eğitim olacak. Yani matematik Panoda ilan edilir, bölümün panosunda; ve doğa bilimleri öğretecek, sosyal bilimhangi hoca hangi seminerleri yapacak. lerde de insanlığın ortak kültürel değerleÖzler Çakır Yoldaş: Şimdi artık öyle rini, varlıklarını öğretecek. Dilimizi öğreseminerler de olmuyor. tecek. Yani böyle bir bilim olacak eğitim Nurullah Ankut Yoldaş: Bir sömestrbilimi. lik seminerlerin hepsi ilan edilirdi. Evet. Bunlar ne yaptılar, tümüyle imam haBaktım bu yok. Ben de gitmiyorum dedim. tipleştirdiler değil mi? Artık bu zırvaları dinlemeye daha fazla taO zaman da eğitim ne hallere düşürül- hammül edemem. Yani dördüncü sene bir tek derse girdim. Bir buçuk saat sürüyordu, dü... İşte YGS’ye giriyor öğrenciler, sonuç- iki ders arka arkaya yapılıyordu seminerler kesilmesin diye, bir buçuk saatlik bir derse lar yürekler acısı. Üniversitelerimiz de öyle. Dünya ça- girdim, bir baktım yine aynı zırvaları anlapında bilimsel bakımdan en iyi üniversite- tıyorlar bir daha girmedim. İşte tek ortayı ler sıralamasında ilk 500’e giren kaç üni- da o sene aldım. Arkadaşların notlarından baktım, sekiz gün çalıştım orta aldım. Onversitemiz var? dan önce hepsi 100’dü notlarımızın tama5 üniversite değil mi? Onlar da Bilkent, ODTÜ, Boğaziçi, Sa- mı. O yüzden öğrencilere de derim, iyi bancı ve Koç Üniversiteleridir. devrimci; hem devrimcilikte iyidir hem Celal Şengör’ü referans alırsak, hiçbiri programımız. Sosyalist program değil. Yani devrimimizin birinci basamağının programı. Bunları üç ilkede özetledik biz, değil mi arkadaşlar? Bir; Antiemperyalizm. Yani Kuzey Amerika-ABD Emperyalizmine, Avrupa Birliği Emperyalistlerine şiddetle karşı olacağız ve onların yerli ortaklarına, yerli işbirlikçilerine, Parababalarına... Çünkü ikisi birbirinden ayrılmaz. Birine vurmadan öbürüne vuramazsınız, birine dokunmadan öbürüne dokunamazsınız, bir bütün. İki; Antifeodalizm. Yani tüm Ortaçağcı sınıf ve tabakalara ve onların dünya görüşlerine, Muaviye-Yezid dininin Şeriat anlayışına karşı olacağız. Ya da başka türlü ifadelendirirsek; Laikliği savunacağız. Üç; Antişovenist olacağız. Son gelişmeler ışığında ABD-AKP-PKK üçgeni ve Kürt Meselesi Şovenist olmak ne demek? Biliriz değil mi? Kendi ulusunun biyolojik, kalıtsal özelliklerinin diğer ulusları oluşturan milletlerden daha üstün, daha yüksek, daha değerli olduğunu öne süren anlayıştır şovenizm. Biz; halkların kardeşliğine ve milletlerin eşitliğine inanıyoruz. Tabiî ki Tarihimize sahip çıkıyoruz. Tarihimizdeki tüm devrimlere, tüm olumluluklara... Ama bu, kalıtsal olarak milletimizin yani insanlarımızın, diğer milletlerin insanlarından daha üstün, daha değerli, daha asil bir kana sahip olduğu anlamına gelmez. Bunu savunursak, o zaman şovenist oluruz. Yani başka milletlerden kendi milletimiz daha üstündür, deriz. Biz milletlerin eşitliğine inanıyoruz. Türkiye özelinde de, Türkiye’nin en yakıcı sorunu olan Kürt Sorunu’nun eşitlik, özgürlük, kardeşlik temelinde çözümünden yanayız ve onu savunuyoruz. Antişovenist olmanın yerel, özgül anlamı da budur, arkadaşlar. Ve bunu da hep tekrarlıyoruz. Bilmezlikten geliyor Sevrci Soytarı Sahte Sol değil mi? Zırvalarla bize saldırıyorlar, demagoji üretiyorlar yani Nazi yöntemiyle, Goebbels yöntemiyle bize saldırıyorlar. Biz de hep tekrarlıyoruz: Edirne’den Doğu Türkistan da dâhil olmak üzere Çin sınırına kadar, TürkKürt Halk Cumhuriyeti diyoruz. Kürt Sorunu’nu çözüm anlayışımız bu bizim. Bunu Önderimiz o günkü şartlara uygun olarak 1933’de koydu, biz bugünkü şartlara uygun olarak bu şekilde formüle ediyoruz. Ortadoğu’da bir Kürt Sorunu var, yoldaşlar değil mi? Bu millet dört parçaya bölünmüş durumda. En ağırlıklı parçası da şu anda Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde. Bu azınlık sorunu değil. Hep öyle karıştırıyorlar bazıları. Hayır, azınlık sorunu değil bu; milli sorun, millet sorunu. Yoksa her milletin içinde azınlıklar olur, saf millet dünyada yok. Ama bu azınlık sorunundan apayrı bir millet sorunu. Yani Türkiye’nin Kürdistan denen bir bölgesi var değil mi, Türkiye’de bir bölgesi var. Ve diğer komşu üç ülkede de Kürdistan’ın diğer parçaları var. 11 6 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 . n k y a n n a t ü l Bu sorunu biz devrimci bir tarzda çözmezsek biraz önce dediğimiz formüle uygun olarak, Amerika çözüyor değil mi? i Çözüyor. O nasıl çözüyor? O elbette kendi çıkarlarına uygun bir şekilde çözüyor. Biz Türk-Kürt Halk Cum. huriyetini kurunca bu, emperyalizme karşı aşılmaz bir kale oluşturacak; hem ülkemizde, hem Ortadoğu’da, hem Asya’da. Emn peryalizmi bölgemizden, Ortadoğu’dan ve Asya’dan kovacak. Amerika’nın; PKK, HDP, PYD aracılı. ğıyla gerçekleştirmek istediği çözüm amaç. lıyor? z Bırakalım Amerika’yı kovmayı tam tersine Amerika’yı bölgeye patron olarak daha da güçlü bir şekilde yerleştirmeyi amaçlıyor. Amerika’ya bölgede ikinci bir petrol bekçisi , devlet oluşturmayı amaçlıyor, ikinci bir İsn rail oluşturmayı amaçlıyor. Bu sorun mutlaka çözülecek artık. Ya devrimci bir tarzda ya Amerikancı bir tarzda. Artık bugüne kadar olduğu gibi kalmasına imkân yok. Şu an itibarıyla dünyanın ı içinde bulunduğu, bölgemizin içinde bulunduğu, ülkemizin içinde bulunduğu şartlarda i bu sorun mutlaka acil bir şekilde çözülmeyi bekleyen bir sorundur ve çözülecek. e İşte Demirtaş bir hafta önce Amerika’ya gitti geldi değil mi? Orada hem Obama’nın yardımcılarıyla görüştü hem de CIA’nın düşünce kuruluşlarıyla görüştü. Ve Tayyip’in restini gördü, geldiği zaman yaptığı açıklamasında değil mi? a Demirtaş hiç bugüne kadar böyle bir ü açıklama yapmamıştı. e Ne dedi? “Arkadaşlarımız tutuklanır vekilliklerinin düşürülmesine kadar gidilirse hiçbir seçenek bizim için tartışılmaz olmayacak. Halk isterse birden fazla parlamento a kurar” Bu nedir? u na? Senin, evladımdan hiçbir farkın yoktu benim için. Ama sen özgür doğdun, özgür yaşamalısın ve özgür ölmelisin yine. Bunun için senden ayrılacağım.”, diyor. Gözlerinden yaşlar böyle süzülüyor, arkadaşlar adamın... Ve götürüyor Kartalı. Yine özel başlıkla... Başlığı çıkaramadığınız sürece hareket etmez, diyor. Avı gördüğü anda başlığını çıkarıyor, Kartal anında avı görüyor ve 300 km hızla avına uçuyor. Yaklaşıyor, diyor. Müthiş bir hız yani. Anında, pençeleri altına aldığı anda öldürüyor avını. Bu sefer götürüyor, başlığını çıkarıyor; “Kartalım, hadi.”, diyor... Kartal uçuyor. Kendisi hızla geri dönüyor, kartal geri gelmesin diye. Yavrular yapacak ve doğada özgür yaşayacak, diyor. Yani ben bunu yakaladım, bu kadar eğittim, uğraştım, hep av yapayım bununla demiyor. Üç yıl diyor süresi. Yani oradan hareketle... Oğlu okula gidiyormuş bir tek. Bir gün gelmiş, bizim gençler gibi yani, iki dizinin üzerinde oturmuş, saygıda kusur etmiyor; “Ben okula gitŞimdi Özbeklerle konuştuğumuz za- meyeceğim, senin gibi çoban olacağım ve sahip çıkıyor. Ve şu kadarını öldürdük diye Kartalım olacak baba.”, diyor. övünüyorlar. Aslında bu parçalanmanın, bu man... Birbirimizi nasıl anlıyorsak... “Oğlum, bu hayat çok zor bir hayat. Ben gidişinin belirtisi. Çünkü insanlar ağaç koBen tanık oldum, bizzat Marmaray’da senin bir büroda çalışarak yaşamını sağlavuklarından doğmuyorlar, mağaralardan yaşadım. Özbek bir anne ve iki çocuğunun manı isterdim.”, diyor. doğup gelmiyorlar değil mi? Analar doğu- bütün konuşmalarını anladım. Yani aynen “Hayır, ben atalarım gibi ve senin gibi ruyor, babaları var, kardeşleri var, yeğenleri bizim Türkçemiz, biraz farklı ağızda konuyaşamayı seçtim.”, diyor. var, amcaları var, dayıları var. şuyorlar. “Peki, öyleyse.”, diyor. Şimdi o insanı öldürdüğünüz zaman büBen, “Türkmen misiniz?”, dedim anneDemek istediğimiz arkadaşlar, sosyatün (o en azından yakın çevresini oluşturan) ye. lizm ancak okula gitme imkânı sağlayabilinsanlar size ne yapacak? “Özbek.”, dedi. miş isteyen gençlere. Onu da zorunlu kılmıSonsuz bir kin ve yor, öyle anlaşılıyor. nefret besleyecek. Ve günlük ekoO kinler arttıktan nomik hayat 100 yıl, sonra artık parçalan200 yıl, 300 yıl önMiras kavgasına girince, Pensilvanyalı bunların ma durdurulamaz. cesi nasılsa öyle... Şimdi deniyor ki, evlerine ateşler yağdırdı, bu da onlara haşhaşi Giyinişleri de öyle, Demirtaş’ın dediğini davranışları da öyle, yaptırmayız, öyle mi? dedi, darbeci dedi. Artık demediğini bırakmadı. Hep kültür de öyle, geleHadi Diyarbakır’da söylediğimiz gibi, bunların arasında, halkımızın nekler de öyle, maddi kurdurmadın. hayatı kazanma biO zaman ne ya- arasındaki anlamıyla; dostluktan, sevgiden, bağlılıktan, çimi de öyle. Ne acı par? vicdandan eser yoktur. Menfaat şebekesidir bunlar; ki, bu sosyalizm de Rojova’ya gider miras kavgasına girince birbirlerinin düşmanı oldular. tabiî bizim teorik oladeğil mi? rak benimsediğimiz, Kandil’e gider, Marksizmin-LeninizErbil’e gider orada min ortaya koyduğu Meclisini kurar. bilimsel sosyalizm Ve iş neye kalır? değil. Onu görüyoruz, arkadaşlar. Amerika’nın (aynen bilgisayarda bir “Buraya gelince hiçbir iletişim, anlaşma Bir Partili Yoldaş: Formel, Formel sayfayı açmak için bir tık yaparsınız ya) bir güçlüğü yaşadınız mı?”, dedim. Sosyalizm. tıka ihtiyaç var değil mi? “Yo, yaşamadım.”, dedi. Nurullah Ankut Yoldaş: Evet, evet. Amerika’nın bir sinyaline, bir tıkına ihti“Orada da aynen böyle mi konuşuyorFormel, biçimsel sosyalizm yani. yaç var. Birleşmiş Milletler o Meclisi tanıdı- dunuz?” Biçim olarak sosyalizm ama ruhu yok, ğı anda, iş sonuçlanmıştır. İş oraya gidiyor. “Evet, aynı. Dilimiz bu bizim.”, dedi. özü yok. Bir partili Yoldaş: Hoca’m kaldı ki zaAzerbaycan’da aynı şekilde, arkadaşlar, ten AKP’giller de bölünmenin bir parçası. Nurullah Ankut Yoldaş: Bölünmenin bir enstrümanı, bunların hepsi onun parçası, buna da böldür, diyorlar. Böldürerek yol alınıyor, oraya doğru yol alınıyor. Tabiî bu arada parçalanacak, Amerikancı Kürt Devleti kurulacak. Ama ondan sonra da bu iki halk birbirinden tümüyle kopmayacak. Biz devrimci anlayışımızı, devrimci inancımızı, devrimci a e e İki Meclis, iki ayrı devlet demektir, arkadaşlar. Buna ne diyebildi AKP’giller? Hiç, tık yok. Çünkü Amerika olsun, Avrupa Birliği olsun artık bu meselenin arkasında, acilen ikinci İsrail’i, Müslüman İsrail’i oluşturmak istiyor. Ve on yıllardan bu yana söylediğimiz gibi, bu gerçekleşecek ne yazık ki. Devrimci çözümü bunun önüne geçirecek kitle gücüne sahip değiliz biz şu anda ne yazık ki. Amerikancı çözüm geçecek hayata, arkadaşlar. Bunu önleyebilecek bizim dışımızda başka hiçbir güç yok. Şimdi bazıları ne diyor milliyetçi, ırkçı partilerin ve söylemlerin etkisiyle halkımızdan da sıradan bazı insanlar? Ordu bölücü terörü ezecek, bitirecek, bu iş sonlanacak. Hayır, öyle bir şey yok. Bir milleti öldürmekle tüketemezsiniz. O savaşan insanlar, o bölgede, oradaki halkın en az % 65’inin oyunu almış durumdalar ortalama olarak. O halk, o insanları destekliyor, o insanlara duygularımızı, kardeşçe düşüncelerimizi ve ideolojimizi o insanlarla paylaşmaya, onlara aktarmaya devam edeceğiz. Ve bin yıldan bu yana bir arada yaşadığımız gibi, yeniden bir arada yaşamanın metot, biçim ve şartlarını, şeklini bulacağız. Ama bu daha uzun bir yol olacak... Ne yapalım 50, 100 seneler insanlığın, hele de doğanın tarihini göz önüne aldığımız zaman, bir göz kırpımı kadar kısa mesafelerdir. Türk Sorunu Aynı anda bir de Türk Sorunu var arkadaşlar dünyada. Altı parçaya bölünmüş bir de Türk Ulusu var. İşte Doğu Türkistan, Uygur-Sincan Özerk Bölgesi dâhil olmak üzere, beş tane de Türk Cumhuriyeti var Asya’da değil mi? Onlar da Türk, arkadaşlar; tarihimiz bir, kültürümüz bir, dilimiz bir. Bir Partili Yoldaş: Coğrafyamız bir. Nurullah Ankut Yoldaş: Tabiî, tarihsel coğrafyamız bir ve ekonomik çıkarlarımız da aslında bir. O birlik de var. anlaşılıyor. Diğerleriyle de lehçe farkı var. Kırgızlarla, Kazaklarla, Türkmenlerle. Oralarda da birkaç ay içerisinde anlaşma sağlanır. Reycan Yoldaş: Yazı dili anlaşılıyor. Ben Türkmenistan’a gitmiştim de. Konuşma anlaşılmıyor ama yazı dili anlaşılıyor. Nurullah Ankut Yoldaş: Yazı dili anlaşılıyor. Aksandan dolayı konuşma anlaşılmıyor, yazı dili anlaşılıyor. Evet arkadaşlar. Geçen, National Geographic’de bir belgesel izledim, yoldaşlara da anlattım. Bu, Çin sınırları içindeki Kırgızların hayatını konu alan ve hayvan sevgisini konu alan bir belgeseldi. Orada da cümle kuruluşları aynı. Bazı kelimeleri, eklemeleri anlıyorsunuz ama cümlenin tamamını bir anda anlayamıyorsunuz yani biraz farklılaşmış. Fakat bir de şunu gördüm yoldaşlar. Mustafa Yoldaş, Serdar Yoldaş’la da paylaştık, 300 sene önce nasıl yaşıyorlarsa, şimdi de aynen o şartlarda yaşıyorlar, Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde olan Kırgızlar. Devletle bir temasları yok. Hayvancılık yapıyorlar. Coğrafya kıraç ve dağlık. Yani tarıma asla elverişli değil. Tarım yapılacak bir arazi yok. Onlar da köylerde hayvancılık yapıyorlar, küçükbaş hayvancılık. Atları var cılız, ufak. İri, görkemli atlar değil. O da tabiî tarımda kullanılmadığı için, binit olarak kullanılıyor. Binek hayvan olarak. Hobileri de bakıyorsunuz (orada onu işliyor esas), Kartalları evcilleştiriyor bazıları. En saygı görenleri onlar oluyor. Gidip uçurumun kenarından, yavruyken, yuvadan yavru Kartalı alıyor, sağlıklısını, onu büyütüyor. Alıştırıyor, kolunun üstünde, atının üstünde dağa gidip onunla av yapıyor. Tavşan avlıyor. Onlar çok saygı görürmüş toplumda. Doğayla o kadar uyumlu ki... Üç yaşına geldiğinde de Kartalı özgürleştiriyor. Yani hâlâ İlkel Komünal geleneklerin bir yansıması bu. Ve en son Kartalından ayrılacağı günkü konuşmalarını izletiyor belgeseli yapan, böyle loş bir odada, özel bir odası var Kartalın, orada duruyor. Büyük bir dal var onun üzerinde, kendisi de oturmuş böyle sedir gibi yapmış oraya; “Sevgili Kartalım, ben sensiz nasıl yaşarım? Nasıl dayanacağım senin yokluğu- “Ergenekon Davası”nın cezası sonucunda değil sürecindedir Şimdi oradan hareketle 2007’den sonra “Ergenekon Davası” diye bir CIA operasyonu oldu, değil mi, arkadaşlar? Ne zamana kadar sürdü? 2013’e kadar değil mi? AKP’giller’in Fethullah’la ayrışmaları, miras kavgasına, paylaşım kavgasına girerek ayrışmaları, birbirlerini düşman ilan etmeleri 2013’tü. 2013’e kadar sürdü. Ve bu operasyonun, bu CIA operasyonunun ilk adımında biz olayı gördük, değil mi? İşte büyük boy iki sayfa bildirimizde bunu ortaya koyduk. Bu bir CIA operasyonudur. Laik, yurtsever, antiemperyalist, Mustafa Kemalci ve Birinci Kuvayimilliye geleneğine sahip güçleri ezmeyi, sindirmeyi, bertaraf etmeyi amaçlıyor dedik. Ve o süreç içerisindeki yazılarımızda da, bu davanın cezası sonucunda değil sürecindedir dedik, değil mi? Bir başyazımızın başlığı bu Kurtuluş Yolu’nda. Çünkü o süreç içinde o güçler bertaraf edildi, ezildi, sindirildi, korkutuldu, tasfiye edildi. Şimdi bazı soytarılar diyorlar ki; ya işte Silivri zindanlarını yıktık, operasyonu boşa düşürdük. Yahu operasyon amacına ulaştı. Operasyonun amacını AKP’giller’in en önde gelen temsilcilerinden Hüseyin Çelik nasıl açıklamıştı, arkadaşlar? Ordunun görevi bir site güvenlikçisinin görevi gibi olmalıdır. Yani bekçilik görevi... Şimdi aynen site güvenlikçisi durumuna düşürüldü mü ordu? Düşürüldü, arkadaşlar. Bir de o kadar Subayları, Komutanları içeriye alındı, gık diyen oldu mu? Olmadı. Bir de CIA, komuta kesiminin ruhunu boşaltmış. Bir tek yiğit, cesur, atak, hayatını fedaya hazır komutan bırakmamış. Bir tek komutan bıraksaydı, bu operasyon başarıya ulaşmazdı. Bırakmamış... Yahu, bu kadar alçakça, namussuzca, vicdansızca, insan aklıyla alay eden bir operasyona insan nasıl boyun eğer? Hiçbiri gık demedi. O operasyon sürecinde en açık ve halkımızın deyişiyle en sert yazıları biz yazdık, değil mi? Ama bize dokunmadılar dikkat ederseniz, dava açmadılar bize. Niye? Bizi Silivri’ye alsalardı, işte orada o davayı boşa düşürecektik. Nasıl AKP’giller’in tepesindeki dört savaş suçlusunu mahkemelerinde yargılayıp mahkûm etmişsek, orada da Pensilvanyalı İblis Fethullah’ın yargıçlarını, savcılarını mahkûm edip ve AKP’giller’in adaletini mahkûm edip, diğer subaylarımızı da peşimize takıp o davayı boş düşürecektik. Mecburen peşimize takılacaklardı, yoksa rezil olurlardı. İşte o yüzden bize dokunmadılar o süreçte. Bunun dışında da böyle bir karşı koyan olmadı. Duruşmaları izledik. Şimdi İlker Başbuğ’un kitapları çıkıyor “Atatürkçülük Nedir?” bilmem ne şudur, budur habire de yazıyor. Yahu sen içerden çıktın, Amerika bu operasyonun içinde var mı? dediler. Sen de; belge yok, dedin. Çıktıktan bir sene sonra, iki sene sonra belki de tam hatırlayamıyorum röportajını. Amerika yok, dedin. En sonunda yakın zamanda, birkaç ay önce, Mustafa Yoldaş hatırlarsın, sadece Bush diyor buna dâhil oldu. Mustafa Şahbaz Yoldaş: Evet, Evet. Nurullah Ankut Yoldaş: Yani kişiyle sınırlıyor, kişiye indirgiyor. CIA yok, Pentagon yok, Washington da yok. Sadece Bush kişi olarak biraz dâhil olmuş. Şimdi bu adam neyi görür, Mustafa Kemal’den zerre bir şey anlayabilir mi? Anlayamaz, arkadaşlar. Bir Partili Yoldaş: Hoca’m son tahlilde AKP’giller’i de aklıyor geçen haftaki söylemi. Nurullah Ankut Yoldaş: Aklıyor, evet. Tabiî... AKP’giller’i de akladı. Cumhurbaşkanımız da gördü bizim suçsuzluğumuzu... Yani keriz yerine düşürüyor kendisini. Şimdi miras kavgasından birbirlerine girdiler. Hâlbuki 2013’de baktılar ki Laik Cumhuriyetin işini bitirdik artık, o zaman devlet kimin olacak? O kavgaya girdiler. Fethullah da sinsi tabiî. Ne yaptı? AKP’giller’in altını oymaya başladı. Neyle? Yargıyla, polis teşkilatıyla ve eğitimle; Milli Eğitimi ele geçirerek. Şimdi Tayyip bunu gördü tabiî. Artık belgeler hazırlamaya başladı Fethullahçılar. İşte 17-25 Aralık belgeleri yani AKP’giller’in bütün yolsuzluklarını, bütün vurgunlarını, bütün kanunsuzluklarını hep kamerayla belgeledi, görüntülü ve sesli kayıtlarla belgeledi, belge altına aldı. Bir de ilk vuruşunu MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yaptı, onun ardından uzanacaktı yani kademeli olarak. Ve 17-25 Aralık’ı da patlatınca artık, tümüyle birbirlerini düşman ilan ettiler. Ne diyordu beraberlerken, bu CIA operasyonunu yürütürlerken Tayyip: “Bir kardeşimiz uzaklarda hasret çekiyor. Hasret acısı çok büyük bir acıdır. Biz bu acının, bu hasretin bir an önce bitmesini, o kardeşimizi de aramızda görmeyi çok arzu ediyoruz.”, diyordu değil mi Fethullah için? 12 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 Yine hep artık harcı âlemdir: “Cemaatçi kardeşlerimiz bugüne kadar bizden ne istediler de vermedik?”, diyordu. Ama miras kavgasına girince, Pensilvanyalı bunların evlerine ateşler yağdırdı, bu da onlara haşhaşi dedi, darbeci dedi. Artık demediğini bırakmadı. Hep söylediğimiz gibi, bunların arasında, halkımızın arasındaki anlamıyla; dostluktan, sevgiden, bağlılıktan, vicdandan eser yoktur. Menfaat şebekesidir bunlar; miras kavgasına girince birbirlerinin düşmanı oldular. Bu CIA operasyonu sürecinde Zekeriya’nın altına (Fethullah’ın savcısı) zırhlı arabasını veriyordu, değil mi? Şimdi kırmızı bültenle arıyor. Çünkü içtenlikli bir insani duygu ve değer yok. Bugüne geldiğimiz zaman Ahmet Davutoğlu kardeşi idi, danışmanıydı, yoldaşıydı, dava arkadaşıydı değil mi? Şimdi ne diyor? O makamlara nasıl geldiğimizi unutmamalıyız, herkes haddini bilmeli, diyor. Yani; ulan oraya seni ben çıkardım, diyor. Haddini bil. Halkımızın deyimiyle deyiş bu, arkadaşlar. Şimdi nerede saygı, nerede sevgi? Zerresi var mı? Yok. Demokrasiye inancın zerresi var mı? Yok. Hukuka inancın zerresi var mı? Yok. Zaten hep diyoruz ya; bunların tamamı anayasa dışına düşmüş mücrimlerdir. Hukukun zerresi olsa, bağımsız yargının zerresi olsa bunların tamamı, her türlü suçtan, savaş suçu ve yüz kızartıcı suçların her türünden yüzlerce yıllık cezalara mahkûm olmuş, Silivri, Sincan zindanlarını doldurmuş olurlardı. Sen de; belge yok, dedin. Çıktıktan bir sene sonra, iki sene sonra belki de tam hatırlayamıyorum röportajını. Amerika yok, dedin. En sonunda yakın zamanda, birkaç ay önce, Mustafa Yoldaş hatırlarsın, sadece Bush diyor buna dâhil oldu. Mustafa Şahbaz yoldaş: Evet, Evet. Nurullah Ankut Yoldaş: Yani kişiyle sınırlıyor, kişiye indirgiyor. CIA yok, Pentagon yok, Washington da yok. Sadece Bush kişi olarak biraz dâhil olmuş. Şimdi bu adam neyi görür, Mustafa Kemal’den zerre bir şey anlayabilir mi? Anlayamaz, arkadaşlar. Bir Partili Yoldaş: Hoca’m son tahlilde AKP’giller’i de aklıyor geçen haftaki söylemi. Nurullah Ankut Yoldaş: Aklıyor, evet. Tabiî... AKP’giller’i de akladı. Cumhurbaşkanımız da gördü bizim suçsuzluğumuzu... Yani keriz yerine düşürüyor kendisini. Şimdi miras kavgasından birbirlerine Joe Biden girdiler. Hâlbuki 2013’de baktılar ki Laik Cumhuriyetin işini bitirdik artık, o zaman devlet kimin olacak? O kavgaya girdiler. Fethullah da sinsi tabiî. Ne yaptı? AKP’giller’in altını oymaya başladı. Neyle? Yargıyla, polis teşkilatıyla ve eğitimle; Milli Eğitimi ele geçirerek. Şimdi Tayyip bunu gördü tabiî. Artık belgeler hazırlamaya başladı Fethullahçılar. İşte 17-25 Aralık belgeleri yani AKP’giller’in bütün yolsuzluklarını, bütün vurgunlarını, bütün kanunsuzluklarını hep kamerayla belgeledi, görüntülü ve sesli kayıtlarla belgeledi, belge altına aldı. Bir de ilk vuruşunu MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yaptı, onun ardından uzanacaktı yani kademeli olarak. Ve 17-25 Aralık’ı da patlatınca artık, tümüyle birbirlerini düşman ilan ettiler. Ne diyordu beraberlerken, bu CIA operasyonunu yürütürlerken Tayyip: “Bir kardeşimiz uzaklarda hasret çekiyor. Hasret acısı çok büyük bir acıdır. Biz bu acının, bu hasretin bir an önce bitmesini, o kardeşimizi de aramızda görmeyi çok arzu ediyoruz.”, diyordu değil mi Fethullah için? Yine hep artık harcı âlemdir: “Cemaatçi kardeşlerimiz bugüne kadar bizden ne istediler de vermedik?”, diyordu. Ama miras kavgasına girince, Pensil- vanyalı bunların evlerine ateşler yağdırdı, bu da onlara haşhaşi dedi, darbeci dedi. Artık demediğini bırakmadı. Hep söylediğimiz gibi, bunların arasında, halkımızın arasındaki anlamıyla; dostluktan, sevgiden, bağlılıktan, vicdandan eser yoktur. Menfaat şebekesidir bunlar; miras kavgasına girince birbirlerinin düşmanı oldular. Bu CIA operasyonu sürecinde Zekeriya’nın altına (Fethullah’ın savcısı) zırhlı arabasını veriyordu, değil mi? Şimdi kırmızı bültenle arıyor. Çünkü içtenlikli bir insani duygu ve değer yok. Bugüne geldiğimiz zaman Ahmet Davutoğlu kardeşi idi, danışmanıydı, yoldaşıydı, dava arkadaşıydı değil mi? Şimdi ne diyor? O makamlara nasıl geldiğimizi unutmamalıyız, herkes haddini bilmeli, diyor. Yani; ulan oraya seni ben çıkardım, diyor. Haddini bil. Halkımızın deyimiyle deyiş bu, arkadaşlar. Şimdi nerede saygı, nerede sevgi? Zerresi var mı? Yok. Demokrasiye inancın zerresi var mı? Yok. Hukuka inancın zerresi var mı? Yok. Zaten hep diyoruz ya; bunların tamamı anayasa dışına düşmüş mücrimlerdir. Hukukun zerresi olsa, bağımsız yargının zerresi olsa bunların tamamı, her türlü suçtan, savaş suçu ve yüz kızartıcı suçların her türünden yüzlerce yıllık cezalara mahkûm olmuş, Silivri, Sincan zindanlarını doldurmuş olurlardı. En yüce mahkeme kim mevcut devlet sistemimizde? Anayasa Mahkemesi. Ne diyor? “Ben bu mahkemenin kararına saygı da duymuyorum, tanımıyorum da.”, diyor. Ve yerel mahkemeye sen de tanıma, diyor. “AİHM’e gider, oradan da ne çıkacağı belli.”, diyor. Oradan da para cezası çıkar, o da çerez, diyor. Şimdi burada ne hukuk kalır, ne devlet kalır, ne kanun kalır, ne mahkeme kalır, hiçbir şey kalmaz... Nihat Güldemir Yoldaş: Ne de kendisi kalır. Nurullah Ankut Yoldaş: Ne de kendisi kalır. Çünkü o Anayasaya göre seçildin ve o Anayasaya bağlılığa yemin ettin. Sen ve diğer AKP yöneticileri o Anayasaya göre o Meclisi, o kurumları doldurdular. Sen onu reddettiğin anda artık aşiret ortaya çıkar, derebeyleşmiş bir aşiret kalır ortada modern devletten bir şey kalmaz geriye. Ülkemiz nereye götürülüyor? Ne yazık ki içler acısı durumumuz, böyle bir yönetimin elinde milletimizin 15 yıldan bu yana tutsak alınmış olması, tutulması… Amerika’nın hedefi belli: Yeni Sevr. Çok açık. İkiye değil üçe bölecek Türkiye’yi. Bir de Ermenistan bölümü var değil mi? Onlar da açık, gizlemiyorlar hedeflerini, açıkça söylüyorlar. Biz bir yönetim boşluğu, güç zaafı oluşmasını bekliyoruz Anadolu’da, Türkiye’de, diyorlar. O zaman biz de Tarihi topraklarımızı, Batı Ermenistan’ı alacağız, diyorlar. Ve mevcut sınırlarımızı tanımıyorlar. Kars ve Moskova Antlaşması’yla belirlenen sınırları tanımıyoruz, diyorlar. Ermenistan Anayasa Mahkemesinin kararı bu. Şimdi bütün bunlar apaçık ortadayken, BOP haritasının ne olduğu da apaçık ortadayken... Çünkü Türkiye’nin de dâhil olduğu 22 ülkenin sınırlarını yanlış çizdik, diyorlar. Kim diyor? Av. Ali Serdar Çıngı Yoldaş: Biden, diyor en son. Nurullah Ankut Yoldaş: Biden, diyor en son. Joe Biden diyor; yanlış çizmişiz bu sınırları, diyor. Bozacağız, yeniden çizeceğiz, diyor. Yani sağmal sürü yerine koyuyor Ortadoğu Müslüman halkını. Harita meydanda. O haritaya göre Türkiye de bölünüyor mu üçe? Bölünüyor. Şimdi bu Kaçak Saraydaki ne yapıyor? Ben bu haritanın eş başkanıyım, diyor. Yani bebeleri bile zor kandırırsınız böyle bir işe. Ve iktidarda biraz daha kalabilmek uğruna onların bütün emirlerini yerine getirdi. Arap dünyasında Türkiye’nin dostu olan, gerçek anlamda Türkiye’yi seven iki ülkeye saldırdı: Libya’ya ve Suriye’ye. Kıbrıs Harekâtı sırasında Kaddafi’nin ve Libya’nın yardımlarını hepimiz biliyoruz, değil mi? Dış ülkelerden bir tek Libya yardım etti ve her türlü yardımı yaptı. Onun lideri Kaddafi yaptı. Kaddafi’ye yaptığı zalimliği hepimiz biliyoruz, değil mi? Nasıl utanç verici bir şekilde katledildiğini o liderin hepimiz biliyoruz ve şimdi devlet diye bir şey yok artık. Aşiretler ülkesi Libya. Ve onun sonunda Türkiye işadamları on milyar dolarını kaybettiler. Alacakları olan, hak edilmiş olan on milyar dolar gitti. Devlet gitti çünkü ve tüm iş imkânlarını da kaybettiler. Libya petrolleri; Amerikan, Fransız ve İngiliz petrol şirketlerinin kasasına akmaya başladı. Oradan Suriye’ye geldi. Bugün Suriye de üçe bölünmüş durumda, değil mi arkadaşlar? Meşru Beşşar Esad yani Baas iktidarının egemen olduğu topraklar, IŞİD’in egemenliğinde olan topraklar ve PKK’nin, PYD’nin egemenliğinde olan topraklar... Üç parçaya bölünmüş durumda. Suriye’nin cehennem haline çevrilmesi için her türlü saldırıyı yaptı, ABD’ye her türlü hizmeti verdi. Ondan sonra sıra Türkiye’ye geliyor. Sırayla gidiyor emperyalist haydut. Bunu görmek için eğitime falan gerek yok, arkadaşlar. Siyaset bilmeye, strateji bilmeye de gerek yok. Harita meydanda, sırayla geliyor. Ve biz o zaman ne dedik? “Yugoslavya, Irak, Libya, Suriye Sıra Sende Türkiye...” Sıra Türkiye’ye geldi mi? Daha o zaman bunlar PKK ile kankaydı, mutabakatlar yapıyorlardı, görüşmeler yapıyorlardı. AKP’nin bakanları Abdullah Öcalan’a methiyeler düzüyorlardı değil mi; Dünyayı okuyan adam, vizyon sahibi adam diye Beşir Atalay başta olmak üzere?.. Biz sıranın Türkiye’ye geldiğini söyledik. Nitekim 20 Temmuz 2015 sonrası bir anda Türkiye de Suriyeleşmeye başladı. Kim başlattı bunu? Amerika başlattı ve artık fiiliyatta Kürt illeri devletin egemen olduğu bölge olmaktan çıkmış durumda. Sen zırhlı araçlarla girersin, bir sokağı bir mahalleyi ele geçirirsin ama çıktığın anda PKK birkaç gün içinde aynı şekilde yerleşir o bölgeye, nitekim yerleşiyor. Ve akan kan, yürüyen savaş sadece bu ayrışmayı, bu çatlağı genişletmekten öte hiçbir işe yaramaz, hiçbir sonuç doğurmaz. Eğer aldıkları bu kararı hayata geçirirlerse bu süreç çok daha hızlanacak. Yani HDP milletvekillerini Meclis dışına püskürtmeyi başardıkları anda HDP de kendi meclisini Diyarbakır’da, olmadı Rojova’da, Erbil’de kuracak. Ve Birleşmiş Milletler’e tanınma başvurusunda bulunacak. Gerisi de artık Amerika’nın sadece sinyaline kalmış bir iş olacak. Ne yazık ki bu gidiş vahim, halklarımız açısından acı verici bir gidiş ama bunun asıl hazırlayıcıları da tepedekiler. Hâlâ saray kavgası yapıyorlar, kongreler düzenliyorlar Davutoğlucuları atacaklarmış, il ilçe yönetimlerinden; yerlerine Tayyipçileri getireceklermiş. Şimdi yüzde 80, yüzde 90 oy alarak oraya gelsen ne çıkar?.. Yolun sonuna gelmişsin. Bu ülke parçalandığı anda seni orada hiç kimse tutamaz. Hiç kimse tutamaz, hiçbir güç tutamaz... En yakınındaki en önemli düşmanın olur. Zaten sevgi diye bir şey yok söylediğimiz gibi. Beşşar Esad onda birini, belki beşte birini yerlerdi. Biz Devletin görevlileri de bir an önce işimizi çok daha ağırını yerdik ama asla işkenceci- bitirip gidelim, diyorlar. lerin hakaretini sineye çekmezdik, küfürleYine edebiyat röportajında sevdiğimiz rine küfürle, saldırılarına saldırıyla karşılık ve hakkı teslim edilmemiş bir ozanımızdan verirdik çünkü. Bıyıklarımızı ondan uzatı- söz etmiştik değil mi? Kimdi yoldaşlar? yoruz böyle; demetiyle yolarlardı çünkü işPartili Yoldaşlar: Arif Damar. kenceciler, batardı onlara. O kadar adilerdi Nurullah Ankut Yoldaş: Arif Damar ki, baş edemedikleri için hırslarından tek- evet. melerlerdi apış aramızı, erkekliğimize salArif Damar; dırırlardı. Onların işkencecileri böyle ama umurumuzda olmazdı bizim. İlle de görmek için mi beklenir güzel Hiç kimse namus bellediğimiz yoldan günler bizi caydırmayı, geri durdurmayı başaraBeklemek de güzel maz. diyor. (Alkışlar…) İnsan doğduk, insan olarak, insanlığıBiz de diyoruz ki; mızın hakkını vererek yaşadık ve son soluBelki de o günleri yaşamaktan daha ğumuzda da insan olarak yaşamaya devam çok, o günler için savaşmak güzeldir, edeceğiz ve öleceğiz, yoldaşlar. yoldaşlar. İnsan olarak ölmek; insani değerlerin tümünü pervasızca, en atak şekilde savuna(Alkışlar…) rak yaşamak ve ölmek demektir. Geçen, kaçkınların 1 Mayısı’nda, BaHalkız, Haklıyız, Yeneceğiz! kırköy Pazar çukuruna kaçanları eleştirirken ne dedik? (Alkışlar...)q Teslim olmadığınız sürece yenilmiş sayılmazsınız! Sizleri daha fazla yormak istemiyorum. KESK’teki Laiklik atağı üzerine… Hiç teslim olmadık; yenilmedik Sevgi ve Saygıdeğer Yoldaşlar, Bilimin ışında hareket ettiğimiz için bütün bu süreçleri on yıllar öncesinden gördük, gösterdik, işaret ettik ve onun mücadelesini yaptık. Ve hiç kimse de bizi korkutup sindiremedi ve asla bunu da yapamayacaklar, başaramayacaklar. Çünkü biz gerçek anlamda devrimci kavgaya girerken bunun kelleyi koltuğa almakla mümkün olacağını ilk başta kabul etmişiz. Hep söylediğimiz gibi, işte 12 Eylül yıllarında 146-1’den idamla yargılandık. Hiç umurumuzda olmadı. İşte “12 Eylül Nedir?” kitabı bizim savunmamız. Orada da o faşist cuntacıları mahkûm ettik. Nasıl Ankara Adliyesinde AKP’giller’i savaş suçlusu olarak mahkûm etmişsek... Ölmemeye imkân var mı? Geldik, öleceğiz. Korkarak ölmek; ölümlerin en düşkünü, en düşüğüdür. Biz hep yiğitçe, mücadele ederek ölmek isteriz, bir kavgada vurulup düşmek isteriz. Önderimiz de böyleydi bildiğimiz gibi. İşkence odalarından işte bu yüzden başı dik çıktı. Biz de işkencecilere meydan okumayı öğrendik daha öğrenciliğimizde, gençlik yıllarımızda. O yüzden başkaları işkencede bizim yediğimiz sopanın belki Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), 28-29 Mayıs tarihlerinde; “Laik Eğitim, Laik Yaşam ve İş Güvencemizden Vazgeçmeyeceğiz! Baskı, Sürgün ve İşten Atmalara Karşı Alanlardayız!” çağrısıyla bölgesel mitingler düzenleniyor. Daha önce söylem ve eylemlerinden laiklik sözünü çıkaran KESK’i bu noktaya getiren nedir? KESK’in laiklik ilkesini savunmamasının en kritik anı, şüphesiz 4+4+4 Kesintisiz Eğitim’e karşı 15 Eylül 2012’de yapılan büyük Ankara mitingidir. Bu mitingte atılan sloganlarda laik eğitim savunusu yapılmaz. Laik eğitim sözünü bir pankart dışında diğer pankartlarda da bulamazsınız. Dağıtılan bildirilerde de laik eğitim savunusu yoktur. Piyasacı, gerici, ırkçı eğitime karşı çıkılır. Çocukların mahallelerinden uzak okullara gönderilmesi eleştirilir. KESK içinden ve dışından gelen eleştiriler nedeniyle Eğitim Sen Haziran 2013’te bir laiklik broşürü hazırlar. (http://egitimsen.org.tr/wp-content/uploads/2016/02/ Bilimsel-ve-Laik-E%C4%9Fitimi-Neden-Savunuyoruz.pdf) Bu broşürde ülkemizde laikliğin geçmişi anlatılmaz. AKP iktidarının gericiliği ve muhafazakârlığı soyut bir şekilde eleştirilir. Laiklik ile demokrasi arasında ne gibi bir ilişki olduğundan söz edilmez. Ülkemize laiklik nasıl gelmiş, II. Meşrutiyet (Jöntürk devrimi), Kurtuluş Savaşı’mız, Cumhuriyet’in ilanı ve 27 Mayıs Politik Devrimi gibi laik düzenin meydana getirilmesindeki aşamalardan söz edilmez. Yine laik eğitimde çok önemli bir kurum olan Köy Enstitülerinden söz edilmez. Eğitim emekçilerinin geçmiş mücadelesinden de söz edilmez. Eğitim Sen, bu broşüründe TÖS’e ve TÖB- DER’e de sahip çıkmaz. KESK’teki siyasi anlayışlar, türbanı özgürlük diye savunup, eğitimde geldiğimiz laiklik karşıtı ortama dolaylı da olsa destek olduklarının farkındadırlar. Üniversite, Lise, Kamu kurumları derken anaokullarına kadar türban girmiştir. Yüzyıllar boyu ülkemizde hiç görülmeyen bu örtünme biçimi, ülkemizdeki laiklik karşıtlığının simgesi olmuştur. Ortaçağcılar bu simgeyi koçbaşı gibi kullanıp, laik düzeni rafa kaldırmak için araç olarak kullanmışlardır. Yine Eğitim Sen şubeleri, Said-i Nursi için anma toplantıları bile düzenleyebilmiştir. Bazı anlayışlar “Özgürlükçü Laiklik” deyip, laik düzen karşıtlarına destek olmuşlardır. KESK’in eylem ve söylemlerinde Ortaçağcı gericilerle, emperyalistlerin arasındaki ilişkiden söz edilmez. Oysa ABD Emperyalizminin 70 yıllık bir proje olan “Yeşil Kuşak Projesi”yle, İlim Yayma Cemiyetleriyle, Komünizmle Mücadele Dernekleriyle ve Ortaçağcı partileriyle, 12 Mart ve 12 Eylül Faşist Darbeleriyle bu laiklik karşıtı ortam yaratılmıştır. Eğitim Sen’in “Bilimsel ve Laik Eğitimi Neden Savunuyoruz?” broşürünü yayınladığı günler, Haziran 2013 şanlı Gezi Ayaklanmamızın olduğu günlerdir. Gezi Ayaklanmasında pek çok kesimin ortaklaştığı görüş, “Halkın Laik Yaşam tarzına sahip çıkmasıdır”. Eğitim Sen yayınladığı bu broşürle Laikliğe sahip çıkamadığını da göstermiştir. KESK bugün, Laikliğe sahip çıkmak adına mitingler düzenliyorsa bunun nedeni, tabanı kaybetme korkusudur. Çünkü Birleşik Kamu İş Konfederasyonu, Aralık 2014’te “Laiklik Özgürlüktür” mitingiyle Laik düzene sahip çıktığını göstermiştir. Eylem ve söylemlerinde laiklik ilkesini gerçek anlamda savunmaktadır. Ülkemizin geçmiş ve gelecek tüm laiklik mücadelesine sahip çıkmaktadır. Bu sahip çıkış zorunludur. Çünkü laiklik demokrasinin en temel ilkesi olup bunun üzerine demokratik devrimler inşa edilmiştir. KESK içinde gerçekten Laik düzeni savunduğunu söyleyen arkadaşlara şunu söyleyebiliriz. Eğri oturup, doğru konuşalım; niyetler üzerinden değil, nesnel olarak, olaylar üzerinden değerlendirme yapalım. Başımızı kuma gömmeyelim. KESK gerçek anlamıyla laikliği savunmuyor, savunmak da istemiyor. Kurtuluş Partili Bir Kamu Emekçisi 13 6 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 Marksizm-Leninizm Işığında Parababalarına ve Emperyalizme Karşı Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Dayanışması ve Mücadelesi E mperyalizmin Dünya halklarına karşı saldırganlığını azgınca artırdığı günümüzde başta ABD-AB Emperyalizmi olmak üzere dünyadaki tüm emperyalist devletlerin halk düşmanı, işçi düşmanı politikalarına karşı DİSK/Nakliyat-İş Sendikası ve Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF) “Emperyalizme Karşı İşçi Sınıfının Uluslararası Dayanışması ve Mücadelesi” başlıklı 2 gün süren ortak bir konferans gerçekleştirdi. Ağırlıklı olarak emperyalizmin azgın saldırılarına maruz kalan ülkelerden katılımcılarla bizzat emperyalist ülkelerde yaşayan Marksist-Leninistler de konferansta hazır bulundu. Kazakistan, Güney Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Hindistan, Tunus, Filistin, Mısır, Panama, Yunanistan, Peru, Cezayir, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Suriye, Rusya, İngiltere, Portekiz, İran’ın İşçi Sınıfı Temsilcileri, 2 günlük Konferans ve eylemler için İstanbul’da toplandı. Konferansın birinci günü olan 27 Mayıs’ta Nakliyat-İş üyeleri, diğer ülkelerden katılımcılar, Birleşik Metal-İş, Sosyal-İş temsilcileri ve HKP’liler, ellerinde Che ve emperyalizmi teşhir eden dövizler eşliğinde Taksim Tünel’den Galatasaray Lisesinin önüne kadar Taksim’i inleten ve Emperyalizme karşı nefretlerini haykıran sloganlar eşliğinde kitlesel bir yürüyüş yaptılar. Yoğun bir şekilde yağan yağmur, emperyalizme karşı olan nefreti dindiremedi. Dünyanın dört bir tarafında, ayrı ayrı ülkelerde yaşayan enternasyonalistler, sosyalistler hep bir ağızdan aynı canavara karşı haykırdı: Yankee Go Home! Basın açıklamasında ilk olarak İşçi Sınıfının yiğit önderi, Dünya Sendikalar Federasyonu’na bağlı Uluslararası Taşımacılık, Denizcilik ve İletişim İşçileri Sendikaları Enternasyonali (TUI Transport, Fisheries and Communication) ve Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu konuştu. A. R. Küçükosmanoğlu konuşmasında ABD-AB Emperyalistlerinin dünyanın dört bir yanında başta İşçi Sınıfları olmak üzere halklara karşı büyük bir sömürü ve zulüm uyguladığını, hak ve çıkarlarını gasp ettiğini söyleyerek, Avrupa’dan Asya’ya, Amerika’dan, Afrika’ya, Ortadoğu’ya kadar her gün yeni bir hak gaspıyla karşılaşıyoruz, dedi. Küçükosmanoğlu coşkulu konuşmasına şöyle devam etti: “Bugün Fransa’da Parababaları hükümeti, Fransa İşçi Sınıfına ve Halkına karşı büyük bir saldırıya geçti. Meclisten çıkarmak istedikleri yasayla, işçilerin iş güvencesini ortadan kaldırıyorlar, ücretlerini düşürüyorlar, sosyal haklarını buduyorlar. Bu yüzden de Fransa İşçi Sınıfı ve Halkı günlerdir eylemler yapıyor, bu gerici yasa tasarısına karşı militan bir mücadele sergiliyor. Buradan günlerdir direnen Fransa İşçi Sınıfı ve Fransa Halkına dayanışma mesajımızı gönderiyoruz. Zafer mutlaka direnen işçilerin ve direnen halkların olacaktır.” Küçükosmanoğlu, ABD-AB Emperyalistlerinin sadece ekonomik sömürü ve zulümle kalmadıklarını, askeri olarak da halklara karşı saldırdıklarını, bunun en somut örneğini Ortadoğu’da ve Afrika’da gördüğümüzü söyleyerek, ABD ve AB Emperyalistlerine karşı tüm dünya İşçi Sınıfının ve Dünya Halklarının birleşmesi Eylem sırasında; “Kahrolsun Emperyalizm, Yaşasın Sosyalizm”, “Yaşasın Enternasyonalist Dayanışma”, “ Katil ABD Ortadoğu’dan Defol” gibi halkların başdüşmanı ABD Emperyalistlerini ve AB Emperyalistlerini teşhir eden sloganlar atıldı. Galatasaray Lisesinin önüne gelen Nakliyat-İş üyeleri, DSF Temsilcileri, Kurtuluş Partililer ve diğer demokratik kitle örgütü temsilcileriyle burada görkemli bir basın açıklaması gerçekleştirildi. gerektiğini vurguladı. “Dünyanın dört bir yanında işçilerin, halkların sorunları ortaksa mücadelenin de ortaklaştırılması, güçlerin birleştirilmesi gerekir”, diyen Küçükosmanoğlu halklar birleştiği zaman, ortak mücadele yürüttüğü zaman emperyalistlerin mutlaka yenileceğini kaydetti. Proletarya Enternasyonalizminin büyük önemini vurgulayan Küçükosmanoğlu, üyesi oldukları ve 92 milyon işçiyi temsil eden DSF’nin bu amaçlar için yiğitçe, militanca mücadele ettiğini, bu Konferansın … da DSF’yle birlikte düzenlendiğini belirtti. Küçükosmanoğlu, “Katil ABD Ortadoğu’dan Defol”, “Yankee Go Home”,”Yaşasın Fransa İşçi Sınıfının ve Halkını Mücadelesi” diyerek İşçi Sınıfının zaferine olan büyük inancı ve coşkusuyla konuş- Burada ilk olarak DİSK ve Nakliyat-İş’in şanlı tarihini konu alan ve anlatan bir sinevizyon gösterimi gerçekleşti. Sinevizyonu izleyen dünyanın dört bir yanından gelen DSF Temsilcilerinin heyecanı görülmeye değerdi. Çünkü bu sineviz- masını bitirdi. Küçükosmanoğlu’ndan sonra da Taksim’i inleten sloganlar ve alkışlar eşliğinde, Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF) Genel Sekreteri George Mavrikos söz aldı. G. Mavrikos da yine aynı inanç, heyecan ve coşku ile Dünya İşçi Sınıfının sorunlarını ve bu sorunların çaresi olarak bütün dünya işçilerinin Emperyalizme karşı birleşik mücadelesinin gerekliliğini vurguladı. Bu mücadelede Proletarya Enternasyonalizmine ve bugün bunu sağlayan DSF’nin önemine değinen Mavrikos, ABD ve AB Emperyalizmini teşhir etti somut örneklerle. G. Mavrikos da Fransa’daki mücadeleye değinerek, buradaki eylemimiz ve Konferansımızla Fransa İşçi Sınıfına ve Halkına desteğimizi iletiyoruz, sonuna kadar onların yanındayız, dedi. Mavrikos’un konuşması boyunca coşkulu sloganlar atıldı, enternasyonal dayanışmanın en güzel örnekleri sergilendi. Mavrikos konuşmasını şöyle tamamladı: “Kapitalizmin sömürüsünden ve savaşlarından uzak, insanın insan tarafından sömürülmediği bir toplum için, bize yakışan güzel bir gelecek için daha mücadeleci ve direçli bir ruhla mücadele bayrağını daha yükseklere taşıyacağımızı ifade etmek istiyorum.” yon, Türkiye’deki yerli-yabancı Parababalarına karşı yıllardır verilen militan mücadelenin bir özetiydi. Ve Proletarya Enternasyonalizminin de bir göstergesiydi... Hemen ardından konferansın açılış konuşmasını yapmak üzere Dünya Sendikalar Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Sekreter Yardımcısı Swadesh Dev Roy kürsüye geldi. D. Roy, yaptığı kısa ama görkemli konuşması sonrası kürsüyü Ali Rıza Küçükosmanoğlu’na bıraktı. Küçükosmanoğlu yaptığı kısa ama dolu dolu konuşmasında emperyalistlerin yağmaladığı dünyanın küçük bir panaromasını çıkardı. İşçi Sınıfının sorunlarının dünyanın her yerinde aynı aynı olduğunu bir kez daha dile getiren Küçükosmanoğlu, uluslararası enternasyonal dayanışmanın hayati önemini bir kez daha vurguladı. Küçükosmanoğlu’nun konuşmasından sonra konuşma yapmak isteyen delegeler isimlerini divana bildirdi ve teker teker konuşma yapmak üzere kürsüye geldiler. Latin Amerika’dan Avrupa’ya, Asya’dan Afrika’ya konuşmacılar, emperyalistlerin dünya halklarını nasıl yağmaladıklarını, yarattıkları emperyalist savaşlarla insanları nasıl katlettiklerini, masum insanları ülkelerinden göç ettirerek mülteci durumuna düşürdüklerini, kendi bölgelerinden verdikleri örneklerle anlattılar. Konuşmacıların ortaklaşa değindikleri ana tema, işçi sınıfının ve tüm dünya halklarının ortak mücadelesi ve dayanışmasıydı. Konuşmacılar ayrıca işçi düşmanı, halk düşmanı yasaları Fransa halkına dayatan François Hollande hükümetine karşı günlerdir direnen Fransa halkına ve İşçi Sınıfına dayanışma mesajı gönderdiler. Konuşmacıların özellikle üstünde durduğu ve bastıra bastıra söylediği bir diğer şey ise; Dünya İşçi Sınıfının mücadelesinin büyütülmesi ve Lenin Usta’nın 1917’de *** Bu coşkulu ve gerçekten görkemli, heyecan verici ve ABD-AB Emperyalistlerine karşı mücadele azmimizi bileyen eylemden sonra kısa bir yemek arasının ardından “Emperyalizme Karşı Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Dayanışması ve Mücadelesi” konulu Konferans için Türk Tabipler Birliği’nin Cağaloğlu’ndaki Konferans Salonu’na geçildi. İşçi Sınıfının Emperyalizme Karşı Uluslararası Mücadelesi ve Dayanışması Konferansı Sonuç Bildirgesi 27-28 Mayıs 2016 / İstanbul-Türkiye Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF) ve Nakliyat-İş tarafından organize edilen “İşçi Sınıfının Emperyalizme Karşı Uluslararası Mücadelesi ve Dayanışması” Konferansı, 27-28 Mayıs tarihlerinde Türk Tabipler Birliği’nin Konferans Salonu’nda yapıldı. Türkiye’deki katılımcıların dışında; Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Güney Kıbrıs, Hindistan, Tunus, Filistin, Mısır, Panama, Yunanistan, Peru, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Rusya, İngiltere, Portekiz ve İran’dan 33 Delege konferansa katıldı. Konferansın katılımcıları farklı ülkelerden gelmiş olsalar da konuşmalarında bazı ortak noktaların altını çizdiler: * Kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizmin, sistemini ayakta tutabilmek için dünyanın dört bir yanındaki kaynakları sömürmesi kendisi açısından bir zorunluluktur. * ABD, AB ülkeleri ve diğer emperyalist devletler bugün dünyanın dört bir köşesinde zalimliklerini göstermektedirler. Dünyadaki milyarlarca insan bu devletlerin IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, NATO, CIA gibi ekonomik, askeri ve casusluk örgütlerinden dolayı acı çekmektedir. * Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana başını ABD Emperyalistlerinin çektiği emperyalistler insanlığa sömürü, açlık, yoksulluk ve ölüm getiren bir dizi ekonomik ve siyasi politikalar uygulamışlardır. * Onlar dünya halklarına ekonomik ve siyasi zulüm uygulamaktadırlar; insanları sömürmekte, savaşlarda milyonlarca insanı öldürmekte ve milyonlarca insanı vatanından koparak göçmen durumuna düşürmektedirler. * Duruma bakıldığında tüm hükümetlerin, göçmenlerin acılarını ve ızdıraplarını istismar ettiği görülmektedir. Tüm hükümetler göçmenleri daha fazla kâr elde etme ve ucuz işgücü olarak kullanmanın derdindedirler. * ABD ve diğer emperyalist devletler dünyanın her yerinde ülkeleri küçük parçalara ayırmayı amaçlayan politikalar üretmektedirler. Ortadoğu’daki durum bunu net bir şekilde kanıtlamaktadır. önce Ortadoğu’da Irak, Libya ve Suriye’yi bölmüşlerdir. Emperyalistlerin savaş örgütü NATO’nun temsilcileri bugünlerde Libya’ya bir kez daha müdahale etmekten bahsetmektedirler. 1948’de Ortadoğu’nun bağrına ABD Emperyalistleri tarafından bir hançer gibi saplanan İsrail Siyonizmi binlerce Filistinliyi katletmiştir ve katletmeye devam etmektedir. * Bu durumun nedeni kapitalizmin can damarlarının, kan damarlarının, petrol da- * 2003 yılında, daha sonra ABD Dışişleri Bakanı olacak olan Condoleezza Rice “Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar uzanan Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları yeniden çizilecek”, demişti. Bugün bu plan “Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Kuzey Afrika Projesi” adı altında hayata geçirilmektedir. * Türkiye’yi de içine alan bölgede 3,5 milyonu Iraklı, 470 bini Suriyeli olmak üzere yaklaşık 5 milyon insan katledilmiştir. Milyonlarca insan ülkelerini terk etmeye ve göçmen durumuna düşmeye zorlanmıştır. Yüzyıllar boyu barış içinde yaşayan farklı etnik gruplar arasına düşmanlık tohumları ekmişlerdir. Bu şekilde kısa süre marlarının Yakın Doğu bölgesinde olmasıdır. Emperyalistler herhangi bir yerde bir hazine gördükleri zaman, onu aşırıp metropollerine götüremezlerse “böl ve güt” politikasıyla o bölgeyi yangın yerine çevirirler. * Emperyalistler sadece Ortadoğu’ya saldırmamakta, aynı zamanda halk düşmanı politikalarını neredeyse dünyanın her köşesine yaymaktadırlar. Çıkarları uğruna geçmişte Latin Amerika’yı bölmüşlerdir. Bugünlerde ise emperyalistler, Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nin Başkanı Maduro’yu devirmeyi amaçlayan faaliyetler yürütmektedir. Hepimizin bildiği gibi, Balkanlar’da Yugoslavya emperyalistler tarafından önce beşe, daha sonra ise yediye bölünmüştür. * Emperyalist devletler tarafından uygulanan politikaların bir sonucu olarak bugünün dünyasındaki ekonomik düzen gün geçtikçe daha da adaletsiz hale gelmiştir. Dünyanın her yerinde İşçi Sınıfı yoksullaşırken büyük tekeller daha da zenginleşmiştir. * Oxfam kuruluşunun Londra’da yayımlanan ekonomik raporuna göre dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi dünyadaki toplam servetin yüzde 99’una sahiptir. Bugün dünya nüfusu yaklaşık 7.4 milyondur. Yani 70 milyon insanın serveti 7 milyar 330 milyon insanın servetinden daha fazladır. Dünyanın en zengin 62 kişisinin serveti dünya nüfusunun yarısının servetine eşittir. En zengin 62 dolar milyarderinin serveti 3.7 milyar insanın servetine eşittir. * Dünyada her gün 800 milyon insan aç uyumaktadır. Her gün ortalama 29 bin insan açlıktan ölmektedir. Sadece 2014 yılında savaşlara 14.3 trilyon dolar harcanmıştır. 2015 yılında silahlanmaya 1.7 trilyon dolar harcanmıştır. İnsanlar her yıl kozmetiğe toplamda 200 milyar dolar harcamaktadır. Bu miktar dünyadaki açlığı ortadan kaldırmaya yeter. * Bugünün dünyasının resmi bize, sınırlarla ayrılmış durumda olsalar da insanlığın yaşadığı acıların ve ızdırapların dünyanın her yerinde aynı olduğunu göstermektedir. Bu gerçekliğin bir sonucu olarak; dünyanın farklı ülkelerindeki İşçi Sınıflarının DSF’nin ilkeleri etrafında bir araya gelmesi hayati derecede önemlidir. * Dünya Sendikalar Federasyonu yürürlükteki tüm emperyalist savaşları ve savaş suçlarını lanetlemektedir. Bu, sınıf temelli sendikal hareketin vazgeçilmez bir görevidir. * Bugün yaşadığımız tüm zorluklara rağmen DSF kapitalist tekeller ve emperyalist devletler tarafından uygulanan tüm yaptığı gibi dünyada yeniden bir İşçi Sınıfı Devriminin yapılması gerektiğiydi. Konuşmacılar aynı zamanda AB-D Emperyalizminin ekonomik, askeri ve casusluk örgütleri olan IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, NATO, CIA gibi suç örgütleri de bir kez daha teşhir ederek, lanetledi. Hemen hemen bütün konuşmaların içeriği ve konuşmacıların öngörüleri Türkiye’nin gerçek devrimcileri olan Kurtuluş Partililerin tahlilleri ve çözüm formülleri ile paralellik gösterdi. Bu da HKP’lilerin yani bu ülkenin tek ve gerçek devrimcilerinin doğru yolda olduğunu bir kez daha somut bir şekilde gösterdi. Konferansın bizim açımızdan en önemli yönlerinden biri de devrimci sendikal mücadelenin soluğunu Partimizin kızıl soluğuyla birleştirmemiz oldu. İki gün süren çeşitli etkinliklerde Dünya İşçi Sınıfının temsilcileriyle sıkı bağlar geliştirdik, onlara Türkiye’de yürüttüğümüz devrimci mücadeleyi, biricik devrimci hattı anlatma fırsatı yakaladık. Konukların bir kısmı Partimizi merak ederek İstanbul İl Örgütümüze geldiler. Gelen konuklara Partimizin yayınlarını, kitaplarını verdik. Belki de en önemlisi; Türkiye Devrimi’nin Önderi Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’yı tanıtma, anlatma fırsatı yakaladık. Son söz olarak; konferansın dikkat çeken konuşmalarından birini yapan Hindistan İşçi Sınıfının Kadın temsilcisi Ismail Vahitha Parveen’in yaptığı konuşmadan bir pasaj aktarıyoruz: “ABD dünyanın tüm emekçi halklarına savaş açmış durumda! İnsanlara demokrasi getireceğiz diye ölüm getiriyorlar! Onlar kukla devletler istiyorlar! Amerika, Brezilya’daki halkçı liderleri iktidardan düşürdü. Bunu Hindistan’da neden yapmıyor? Çünkü ABD’ci bir hükümet var! Lenin’in dediği gibi Kapitalizmin en yüksek aşaması Emperyalizmdir. Dünyanın tüm işçilerine birleşmek düşüyor. Biz milyonlarız. Üyelerimize siyasi bilinç vermeliyiz. Bizim kaybedecek zamanımız yok! Uluslararası bir programa ihtiyacımız var; İşçi Sınıfının başka alternatifi yok! Ama Emperyalizmin alternatifi var: SOSYALİZM!” İşte böyle görkemli, coşkulu ve inançlı bir günün ardından biz de buradan aldığımız bilinç ve İşçi Sınıfına olan inancımız ile haykırıyoruz: Kahrolsun Emperyalizm! Yaşasın Halkların Kardeşliği! Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi! İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek! 27.05.2016 İstanbul’dan Kurtuluş Partililer halk düşmanı ve işçi düşmanı politikalara karşı mücadele edebilecek güçtedir. Bu konferans, örgütümüzün daha da güçlenmesi yolunda Güney Afrika’da, Durban’da gerçekleştirilecek olan 17’nci Dünya Sendikalar Kongresi’nin hazırlıklarına da katkıda bulunacaktır. * Dünya Sendikalar Federasyonu, petrol depolama tesislerinin zorla tahliye edilmesine yönelik öfkesini dile getirmektedir ve François Hollande’ın sosyal demokrat hükümetine karşı mücadele yürüten Fransa’daki tüm işçilerle gönülden dayanışmasını ifade eder. * Dünya Sendikalar Federasyonu, bu kabul edilemez yasa tasarısı geri çekilene kadar Fransa’daki mücadeleyi büyüten, güçlendiren DSF üyesi FNIC-CGT Sendikası’yla gönülden ve kardeşçe dayanışmasını ilan eder. * Dünya Sendikalar Federasyonu, Türkiye’deki İşçi Sınıfıyla, yoksul köylülerle ve tüm halkla dayanışmasını ifade eder, demokratik ve sendikal haklar için verdikleri mücadeleyi destekler. * Dünya Sendikalar Federasyonu, işverenin insanlık dışı tutumuna bir cevap olarak 10 gündür açlık grevinde olan Zonguldak Kilimli maden işçilerinin mücadelesini selamlar ve sonuna kadar destekler. * Dünya Sendikalar Federasyonu adaletsiz biçimde hapiste tutulan DSF kadrolarına; Kolombiya’dan Huber Ballesteros, Paraguay’dan Ruben Villaba ve altı reform yanlısı militan ve Guatemala’dan DSF Başkan Yardımcısı Amparo Lotan’a yönelik dayanışmasını ilan eder. * Dünya Sendikalar Federasyonu açıkça ilan etmektir ki, işçilerin hak ettiği gelecek için, kapitalizmin çürümüş sömürü düzeninin ve bu düzenin yarattığı savaşların ortadan kalkması için, insanın insanı sömürmediği bir toplum için verdiğimiz mücadele daha militanca ve kararlı bir şekilde sürecektir.q 14 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 Malum Kişi, Fatih ve Fetih Baştarafı sayfa 16’da Oysa durum tümüyle farklı. Bu toprakların en büyük devrimcisi Kıvılcımlı, bundan 60 yıl önce “Fetih ve Medeniyet” adlı eserinde durumu tüm açıklığıyla koyar. Kıvılcımlı, din bezirgânlarının Fatih’i ve Fetih’i alet etmelerinin yolunu daha kitabının hemen başında tıkar. “İstanbul’un fethini sırf bir Müslümanlık ve Hristiyanlık savaşına bağlamak, en az beş yüz yıl evvelki kafa ile düşünmek olur. “İstanbul’un fethi bir dinin öteki dine karşı zaferi değil, ilerlemenin gerilemeye karşı zaferidir.” Evet, Fetih ilerlemenin gericiliği yen- toprak düzeni de kurarlar. Bu yenilik Dirlik Düzeni’dir.” (H. Kıvılcımlı, Fetih ve Medeniyet) Biz devrimciler İstanbul’un Fethi’nin tarihsel ve toplumsal yönlerini bilmek ve halkımıza anlatmak zorundayız. Böylece din bezirgânlarının sahtekârlıklarını da ortaya koyabiliriz. Yakın tarihimizde Mustafa Kemal, bu gerçeği gören bir başka devrimcidir. Osmanlı gericiliğe kardıktan sonra ihanete kadar varmış, İstanbul’u emperyalistlere teslim etmiştir. İşte Mustafa Kemal, İstanbul’un II. Fethi’ni halkımıza tattıran diğer bir devrimcidir. İstanbul’daki emperyalist güçlerine “Geldikleri gibi gidecekler” demiş ve bunu da Kuvayimilliye Malum kişi ve zevceleri takma bıyıklı çakma yeniçeriler (zabıtalar). mesidir. Devrimci bir eylemdir. Bu devrimci eylemin başındaki kişi, Fatih de en büyük devrimcilerimizden birisidir. Diyalektik düşünemeyen, tarihe mekanik bakan Sevrci Sol, bu gerçeği göremez. Çünkü Osmanlı’yı hep gerici bir yönetim olarak görür. Oysa Osmanlı’nın kuruluşu demokratiktir, laiktir, eşitlikçidir. Dolayısıyla ilericidir. Osmanlı bu sayede genişlemiştir, halkın Müslüman olmasa bile gönlünü kazanmıştır. Ancak, bu topraklar Nemrut’ların, Firavun’ların tanrılaştığı, Tefeci-Bezirgân sermayenin neredeyse içine işlediği topraklardır. Bu yüzden, çok geçmez, Osmanlı da yozlaşır, Osmanlı yönetimi de derebeyleşir. İşte Fatih, bu derebeyleşmeye karşı yürüttüğü reformlar sayesinde ve Osmanlı’nın başlangıçtaki adil toprak düzenini yeniden kurarak Osmanlı’yı yeniden diriltir. Bu adil düzen, Bizans derebeyliğinin istibdadı altında inleyen Hıristiyan halk için de kurtuluştur. Şöyle der Kıvılcımlı: “Osmanlılığın, Hıristiyan halk yığınlarına hoş gelmesi, her şeyden evvel Bizans’ta kördüğüm olmuş toprak münasebetlerini kesip atıvermesinden ileri gelir. Osmanlılar, Bizans ilişkilerini yıkmakla kalmazlar. Onun yerine temiz göçebe ruhunu kaybetmemiş yepyeni bir örgütlenmesiyle halkı harekete geçirerek başarmıştır. Malum kişi ve çevresinin bugün Fatih ve Fetih’i saptırarak sahiplenmesi ve şatafata boğmasına gelince… Malum, Rüşvetçi Reza yargılanıyor ve marifetlerini döktürüyor. Dolayısıyla 17-25 Aralık yeniden gündemde. Bu Malum Kişi’nin korkulu rüyası… Malum Kişi’nin bir başka korkulu rüyası ise tam bu tarihte başlayan Gezi Direnişi’miz. Malum Kişi, şatafatlı fetih törenleriyle gülünç düşme pahasına, hem Reza’nın ötüşünü, hem de Gezi’nin yıldönümünü örtbas etmek istiyor. Bu yüzden 563. yılda böyle büyük gösteriler düzenliyor. Malum Kişi, törenlerin adını “Yeniden Diriliş, Yeniden Yükseliş” koymuş. Oysa Türkiye oldum olası bu derece batağa batmamıştı. Bu ne yaman çelişki? Aslında, bu adlandırmayla da bir oyun oynanıyor. Yeniden diriliş veya yeniden yükseliş gibi iddialı sözler zaten Ortaçağcı din bezirgânlarının ağzına yakışmıyor, yapay kalıyor. Ama bu sözler biz devrimcilerin ağzına da, eylemine de yakışır. İkinci Kuvayimilliye hareketiyle İstanbul’umuzun emperyalist uşağı din bezirgânlarından kurtarılması, gerçek devrimcilerin eseri olacaktır.q İstanbul’un Fethi “yeniden doğuş”tur ama AKP’giller için değil! 2 9 Mayıs 1453’te Osmanlı İlbleri’nin geleneğinden gelen Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u, o zamanki adıyla Konstantinopolis’i fethetti. Fetih, “açmak” demektir. Fatih neyi açmıştır? İnsanlık Tarihi önüne bir moloz yığını gibi yığılan Bizans Medeniyetini ortadan kaldırarak İnsanlığın önünü açmıştır. İnsanlığa bir süre de olsa nefes aldırmıştır. İşte bu yüzden İstanbul’un Fethi bir büyük Tarihsel Devrim’dir. İlkel Sosyalist geleneklerini sürdüren Osmanlı’da, Dirlik Düzeni hâkimdi. Toprağın kullanım hakkı onu işleyenindi. Osmanlı, fethettiği yerlere de bu düzeni getiriyordu. Toprak meselesini kökünden hallediveriyordu. Fethedilen topraklarda yaşayan halklar da Osmanlı’ya kapılarını açıyor, gönüllüce Osmanlı’yı kabul ediyor ve benimsiyorlardı. İstanbul’un fethinde de; fethedenler Müslüman olmasına rağmen, burada yaşayan çoğunluğu Hıristiyan ve Musevilerden oluşan halk, gönüllüce İstanbul’un kapılarını Osmanlı’ya açmıştır. Osmanlı da fetihten sonra Müslüman olmayanları köleleştirmemiş, herkesi inancında ve yaşayışında serbest bırakmıştır. Halka karşı hiçbir yıkım, zulüm, kıyım uygulamamıştır. Musevi ve Hıristiyan halk da Osmanlı’yı benimsemiştir. İşte bugün bu büyük Tarihsel Devrim’in 563’üncü yıldönümünü kutluyoruz. AKP’giller, Büyük Reis’lerinin yer aldığı “Yeniden Doğuş, Yeniden Diriliş” başlıklı afişleriyle kirlettiler İstanbul sokaklarını. Fethin gerçek anlamıyla “insanlığın önünü açmak”tan, “insanlığa nefes aldırmak”tan, ne anlar onlar? Onların işi karanlıkla, onların işi insanlığı bugün olduğu gibi acılara, kan ve gözyaşına boğmakla. Onların işi İnsanlığı, kadın ve çocukları Ortaçağın karanlık günlerine götürmekle. Nasıl anlayabilir onlar İstanbul’un Fethi’ni? Onların bu Tarihsel Devrimi sözde “kutlamaları”ndaki tek amaç, bunu bir siyasi rant olarak kullanmaktır. İstanbul’un Fethi’nin İnsanlığın önünü açan bir büyük Tarihsel Devrim olduğunu görebilen, anlayabilen tek siyasi parti HKP’dir. İstanbul’un Fethi, ne Ortaçağcıların iddia ettiği gibi bir Hrisyanlık-Müslümanlık savaşıdır, ne de Sevrci Soytarı Sol’un iddia ettiği gibi katliamlar-saldırılar savaşıdır. Partimizin ilk Genel Başkanı Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın bu büyük Tarihsel Devrimi anlattığı “Fetih ve Medeniyet” adlı bir de eseri vardır. Kıvılcımlı Usta, Fethin iki din arasındaki kıyasıya savaşın çok daha ötesinde bir önemi olduğunu şöyle ifade eder: “İstanbul’un Fethi; bir dinin öteki dine karşı zaferi değil, ilerlemenin gerilemeye karşı zaferidir. “İstanbul’un Fethi, tarih yolu üstüne kâbus gibi çökmüş bir cesedin (Bizans engelinin) kaldırılması, Bizans çöküntüleriyle tıkanmış medeniyet yollarının -Yalnız Müslümanlara, Yalnız Türklere değil- Tüm İnsanlığa yeniden açılmasıdır. “(…) Demek, İstanbul’un Fethi, yalnız Türklerin değil, bütün dünyanın kutlayabileceği, kutlamakta haklı -hatta bir dereceye kadar, insan olarak görevli- sayılabileceği büyük Tarihsel Devrimlerden biridir.” Kıvılcımlı Usta, yine aynı eserinde İnsanlığın ilerlemesinin önünün nasıl açıldığını da şöyle özetler: “(…) Uzak dış ticaretin zorunluluk haline gelmesi de, ikinci Rönesans kültürünün tohumları da, Osmanlı İmparatorluğu’nun (ikinci Osmanlı saltanatının) İstanbul’u fet- A Özel İstihdam Büroları; Köle Pazarlarıdır KP’giller iktidarı; özlemini duyduğu ve toplumu hızla sürüklediği Ortaçağın karanlığına doğru bir adım daha attı. 6 Mayıs 2016 günü kabul edilen 6715 sayılı “İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”la, Özel İstihdam Bürolarının faaliyet alanlarını genişlettiler. Ayrıca “Çağrı Üzerine Çalışma ve Uzaktan Çalışma” gibi düzenlemeler getirdiler. Böylece, Özel İstihdam Büroları (ÖİB), işverenlerle imzalayacakları “geçici işçi sağlama sözleşmeleri” ile bünyelerinde topladıkları iş bekleyen işçileri bu işverenlere devredebilecekler. Yani ÖİB; işveren ile işçi sağlama (kiralama), geçici işçi ile de iş sözleşmesi imzalayacak. Kiralık işçiyi çalıştıracak olan işveren ÖİB’ye bir bedel ödeyecek. ÖİB bu bedelden işçinin ücretini ödedikten sonra kalanını da komisyon olarak kendisi alacak. Yine Holding bünyesinde veya Şirketler Topluluğuna bağlı bir işyerinde çalışan işçilerle de, başka bir işyerinde görevlendirilerek, geçici iş ilişkisi kurulabilecektir. Böylece AKP’giller, müttefikleri Finans-Kapitalistlere de geniş hareket olanağı tanımış oldular. Buralarda çalışan işçilerin, “holding bünyesinde” gerekçesiyle sürekli bir rotasyon halinde tutulmaları ve hatta patronların istemedikleri işçiyi bu işyeri değişiklikleriyle bıktırıp istifaya zorlamaları da söz konusu olabilecektir. ÖİB aracılığıyla kurulacak geçici iş ilişkisi; kadın işçilerin doğum izni ve doğum sonrası kullandıkları süt izinleri süresince de; askerlik gibi, “iş sözleşmesinin askıda kaldığı diğer haller”de de olabilecektir. Hemen belirtelim ki, “iş sözleşmesinin askıda kaldığı haller” sadece askerlikle sınırlı değildir. Örneğin, işçinin doktor raporu ile istirahatlı olduğu sürelerde de iş sözleşmesi askıda kalır. Yapılan bu değişiklikle raporlu olan işçinin yerine de geçici işçi çalıştırılabilecektir. Yine işyerinde yıllık izine çıkan işçinin yerine de “geçici işçi” çalıştırılabilecektir. Mevsimlik tarım işlerinde veya temizlik işlerinde, hasta, yaşlı ve çocuk bakım hizmetleri gibi ev hizmetlerinde, süre sınırı aranmadan geçici iş ilişkisi oluşturulabilecektir. İşletmenin günlük işlerinden sayılmayan ve aralıklı olarak gördürülen işlerde, iş sağlığı ve güvenliği bakımından acil olan işlerde veya üretimi önemli ölçüde etkileyen zorlayıcı nedenlerin ortaya çıkması halinde, işletmenin iş hacminin öngörülemeyen şekilde artması halinde ve mevsimlik işler hariç dönemsellik arz eden iş artışları halinde, en fazla 4 ay süresince geçici iş ilişkisi kurulabilecek. Görüldüğü gibi, getirilen bütün bu hükümler son derece soyut ve suiistimale açık düzenlemelerdir. Çünkü; hangi işlerin “işletmenin günlük işlerinden” sayılıp sayılmayacağı, hangi işlerin “iş sağlığı ve güvenliği açısından acil” olduğu, “üretimi önemli ölçüde etkileyen zorlayıcı nedenlerin” hangi hallerde ortaya çıktığı/çıkacağı ya da “işletmenin iş hacminin hangi durumlarda artacağı” kim tarafından nasıl belirlenecek? İşverenlerin, bu tür soyut gerekçelerle kiralık işçi istihdam ederek kıdemi fazla ya da sendikalı olan işçiden kurtulmanın yollarını bulacağı açıktır. Çünkü uygulamada patronlar, ilk bakışta işçi lehine olan ve işverenin fesih hakkını daraltan bir düzenleme gibi görünen İş Güvencesi (İşe İade) müessesesini bile kendi çıkarlarına yorumlayarak, çeşitli hak kayıplarına neden olmaktadırlar. Hiçbir şey yapamazlarsa da işe iadeden doğan tazminatları ödeyerek, davayı kazanan işçiyi yine işsizlik cehennemine göndermektedirler. Köle pazarlarını tanımaya devam ede- lim; Getirilen bu düzenleme ile geçici işçiyi çalıştıran işveren, hukuken bu işçinin işvereni olmayacaktır. Ancak, geçici işçiye emir ve talimat verebilecektir. Ancak, geçici işçi çalışırken verdiği zararlardan işverene karşı sorumlu olacaktır. Kiralanan işçinin ücreti ve sosyal hakları ile vergi, sosyal güvenlik ve benzeri diğer ödemeleri ÖİB tarafından ödenecektir. ÖİB’nin işveren olarak yükümlülüğü işçinin kiralık çalıştığı süreyle sınırlı olacak. Yani işçinin yeni bir işte çalışmayıp iş bekleyerek geçirdiği günler sigortasından sayılmayacak, bu günlerin ücreti ödenmeyecektir. Bir aydan fazla süreyle geçici işçi çalıştıran işveren, ÖİB’nin işçinin ücretini ödeyip ödemediğini her ay kontrol edecek ve ÖİB de her ay ödeme belgelerini işverene vermekle yükümlü olacaktır. İşçinin ücretinin ödenmemesi durumunda işçi kiralayan işveren, ÖİB’in alacağından mahsup etmek kaydıyla geçici işçilerin en çok üç aya kadar ücretlerini ödemekle yükümlü olacaktır. Bu düzenleme ilk bakışta işçiyi koruyucu bir hüküm gibi görülmektedir. Ancak ülkemiz gerçeğinde, aylarca ücreti ödenmeyen işçiler bulunmaktadır. Örneğin; Zonguldak Kilimli’de ve Ermenek’te yeraltında çalışan maden işçileri aylarca ücretleri ödenmediği için çareyi açlık grevi yapmakta buldular. Kilimli’de işçiler 12 gün açlık grevi yaptıktan sonra dört aylık ücretlerinin ödenmesi ile eylemlerine son verdiler. Fakat kıdem tazminatlarını hâlâ alabilmiş değiller. Ermenek’tekilerin eylemi halen devam etmektedir. hiyle yarattığı sonuçlardan doğmadır. “İstanbul’un Fethi, o zamanki dünya ticaretinin en kesin düğüm noktasını çözmekle, yeni bir İmparatorluk meydana getirerek Olumlu sonucunu verdi. Fethin Olumsuz etkileri ise, Batı’da dünya ticaretine umulmadık ve beklenmedik yollar aranması ve bulunmasını zorunlu kıldı. İstanbul’un Fethi Batı ticaretine hem en büyük darbeyi vurdu, hem en büyük gelişimi verdi. “1453’te İstanbul fethedildi. 1494’te Kolomb Amerika’yı keşfetti. Batı bezirgânlığı Akdeniz hegemonyasını kaybetmeseydi, Okyanusu denemeye kalkmazdı.” İstanbul’un Fethi’ni gerçek anlamıyla anlayan ve kutlayan sadece partimiz HKP’dir. İstanbul’un Fethini çarşaf çarşaf ilanlarla kutlama çağrıları yapan AKP’giller, bu Tarihsel Devrim’in aslında ezip geçtiği gericiliğin temsilcileridir. İstanbul Fethi bir Tarihsel Devrim’di. Kapitalizm öncesi dönemlerde yani Antika Tarihte, İnsanlık Tarihi’nin önünü tıkayan çürümüş Medeniyetleri kaldırmak için Barbar akınlarıyla yapılan Tarihsel Devrimler adetti. Bugün Modern toplumda yaşıyoruz, İnsanlığın ilerlemesinin önünü tıkayan engelleri, gericiliği ortadan kaldırmak için artık Sosyal Devrimler yapmak gerekiyor. Her Bunlar gibi yüzlerce örneğin bulunduğu ülkemizde, işçi kiralayan işverenin, işçinin en fazla üç aylık ücretini ödemekle sorumlu tutulması açık bir suiistimaldir. Çıkartılan yasa ile sözde işçi kiralamanın çerçevesi, koşulları ve sınırları da belirlenmiştir. Geçici işçi ilişkisi, mevsimlik işler hariç dönemsellik arz eden iş artışları haricinde, toplam 8 ayı geçmemek üzere en fazla iki defa yenilenebilecek. Sürenin sonunda aynı iş için 6 ay geçmedikçe geçici işçi çalıştırılamayacak. Yani, mevsimlik işlerde ve belli dönemlerdeki iş artışlarında, örneğin turizm sektöründe sınırsız bir şekilde geçici işçi çalıştırılabilecektir. Dolayısıyla bu sektörlerde “kiralık işçi” uygulaması zorunlu bir iş ilişkisi haline gelecektir. Toplu işçi çıkarılan iş yerlerinde 8 ay geçmeden geçici iş ilişkisi kurulamayacak. Kiralık işçi sayısı toplam işçi sayısının dörtte birini geçemeyecek. Ancak on veya daha az işçi çalıştırılan işyerleri için on kişiye kadar kiralık işçi çalıştırılabilecek. Yani küçük işyerleri kiralık işçi cenneti haline gelecek Kamu kurum ve kuruluşları ile yeraltında maden çıkarılan iş yerlerinde ve grev ve lokavtın uygulandığı yerlerde geçici işçi çalıştırılamayacak. Geçici işçi ile yapılacak iş sözleşmesinde, işçinin ne kadar süre içerisinde işe çağrılmazsa haklı nedenle iş sözleşmesini feshedebileceği belirtilecek, bu süre üç ayı geçemeyecek. Görüldüğü gibi ÖİB ile iş sözleşmesi yapan işçi, üç aya kadar çalıştırılmadığı ve ücreti ödenmediği, sigorta primleri yatmadığı halde başka bir yerde iş bulsa dahi iş sözleşmesini feshedemeyecek, üç ayın dolmasını bekleyecek. Salt bu bile, kişinin Temel Hakların- dan olan Çalışma Hakkını ortadan kaldıran bir düzenlemedir. Oysa Anayasa’nın “Çalışma Hakkı ve Ödevi”ni düzenleyen 49’uncu maddesinde; Çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi olduğu, Devletin çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alacağı yazılıdır. Diğer yandan, ülkemizin imzaladığı çeşitli Uluslararası Sözleşmelerde de benzer düzenlemeler bulunmaktadır ve bu sözleşme hükümleri de Anayasa’nın 90’ıncı maddesi gereğince iç hukuk normu halindedir, bağlayıcıdır. Hal böyle olunca, yukarıdaki “kiralık işçi”lik düzenlemesinin Anayasa ve Uluslararası Sözleşmelere aykırı olduğu çok açıktır. Kaldı ki, AKP’giller bu düzenlemeleri 2009 yılında da yasalaştırmışlardı. O zaman üç işçi konfederasyonu bu ihanet yasasına birlikte karşı çıkmışlardı. Bunun üzerine dönemin Cumhurbaşkanı A. Gül; (biraz da AKP’giller arasındaki çelişkide ön almak için) “İşçinin emeğinin istismarı, insan onuruna yakışmayan durumlara yol açabilir” gerekçesiyle yasayı veto etmişti. Ancak bu “kölelik yasaları” sermaye sınıfının ve Ortaçağcı AKP’gillerin sürekli gündemlerindeydi. Süreç içinde Türk-İş’i iyice kendilerine bağladılar. Hak-İş zaten arka bahçeleriydi. DİSK ise beceriksiz, korkak ve mücadele kaçkını yöneticiler elinde “muhtac-ı himmet dede” haline getirilmişti. Bu sendikalar 1 Mayıs’ta Taksim Mücadelesini de terk etmişken, kendileri açısından uygun olan bu ortamda ÖİB düzenlemelerini 1 Mayıs’tan beş gün sonra yasalaştırıverdiler. Ö z c e s i AKP’giller; ÖİB ve kiralık işçilik düzenlemeleriyle Ortaçağdan kalma; “amele pazarı”, “dayıbaşılık”, “elçilik” gibi köle pazarlarını meşrulaştırmış oldu. Bu düzenlemelerle İşçi Sınıfının kazanılmış hakları da ortadan kaldırılacaktır. Kiralık işçilerin sendika, toplu iş sözleşmesi hakları yoktur. Kıdem ve İhbar Tazminatı almaları, Yıllık İzin kullanmaları mümkün olmayacaktır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, ücretlerinin dahi garantisi yoktur. Oysa ÖİB açan bir işveren ise hiçbir işletmesel riske girmeden, gazete ilanları ile temin edeceği işçileri kiralayarak, onların sırtından haksız kazanç elde edecektir. Sonuç olarak; yaşadığımız Kapitalist sömürü ve soygun düzeninde İşçi Sınıfımız, içine atıldığı İşsizlik ve Pahalılık Cehenneminde zaten Ortaçağın Köleleri gibi yaşarken, artık bundan sonra iş bulmak ve evine birkaç lokma ekmek götürmek için işçi simsarlarının elinde tutsak edilecektir. Örgütsüz, sendikasız, güvencesiz bir şekilde; üç gün bir işyerinde, beş gün başka bir işyerinde dolaşıp duracaktır. Bu yasa ile kişinin temel haklarından olan, çalışma, beslenme, sosyal güvenlik, örgütlenme gibi temel hakları ortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle bu yasa uygulanamaz kılınmalıdır. Sendikaların ve diğer İşçi Sınıfı örgütlerinin bu yasaya karşı mücadelesi yürürlükte olduğu sürece de devam etmelidir. Eğer uygulamada bu yasa kabullenilirse, şimdilik getirdikleri dört aylık, sekiz aylık süreleri daha da uzatacakları gibi, süresiz hale de dönüştüreceklerdir. Hatta Kamu işyerleri ve madenleri de bu kapsama alacaklardır. Bu nedenle yaşamın her alanında örgütlenip bu işçi düşmanı yasalara ve uygulamalara karşı mücadele etmek zorundayız. Unutmayalım; Örgütsüz Halk Köle Halktır. Örgütlü Halk Yenilmez!q yanı dökülen bu Parababaları düzeni de, AKP’giller de çürümüş Bizans gibi tarih sahnesinden silinmeyi bekliyor. Bunu yapacak olan da Fatih gibi İlkel Sosyalist Toplum önderlerinin, Che gibi İnsanlığın kurtuluşu uğruna gözünü kırpmadan kendini feda eden yiğit-kahraman devrimcilerin, Hikmet Kıvılcımlı gibi bütün yaşamını İnsanlığın Kurtuluş davasına adayan büyük devrimci Usta’ların devamcısı olan Kurtuluş Partisidir, Kurtuluş Partililerdir. 29.05.2016 Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi 15 6 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016 HKP’den Soma Katliamının 2’nci Yıldönümünde: Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi! Baştarafı sayfa 16’da karışı direnen Fransa İşçi Sınıfı ve emekçileri ile dayanışma eylemi yapıldı. Fransa hükümeti protesto edildi. Polis, basın açıklamasının yapılacağı Fransız Konsolosluğu önünde TOMA ve çevik kuvvet ile yoğun güvenlik önlemi aldı. Basın açıklamasını Uluslararası Taşımacılık, Denizcilik ve İletişim İşçileri Sendikaları Enternasyonali (TUI Transport, Fisheries and Communication) ve DİSK/Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu yaptı. Küçükosmanoğlu DSF’nin ve Nakliyat-İş Sendikası’nın Fransa’daki kölelik yasalarına karşı direnen, mücadele eden Fransa Halkı ve İşçi Sınıfı ile dayanışma içerisinde olduklarını belirtti. Fransa’daki İşçi Sınıfının mücadelesi Avrupa’daki Asya’daki, Amerika’daki İşçi Sınıfı mücadelesinde bağımsız değildir, dedi. Dünyanın her yerinde emperyalistler, örgütleri vasıtaları ile halkları, İşçi Sınıfı- nı baskı altına almak istiyorlar. Daha fazla kâr, daha fazla sömürü için halkı köleleştirmek istiyorlar, dedi. Fransız işçi sınıfı ve halkı ile yüreklerimiz aynı atıyor, çünkü taleplerimiz aynı, karşımızdaki mücadele ettiğimiz sermaye aynı. Bu sermayeye karşı ancak birlikte mücadele ederek kazanacağız, dedi. Ali Rıza Küçükosmanoğlu’ndan sonra katılımcı ülkelerin sendika temsilcileri geldikleri ülkelerin dilleri ile Fransız Halkı ve İşçi Sınıfı ile dayanışma içerinde olduklarını coşkulu ve heyecanlı bir biçimde belirttiler. Bu kısımda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Dev-İş’ten Hasan Felek, Güney Kıbrıs PEO’dan Christos Tombazos, Hindistan CITU’dan Swadesh Dev Roye, Hindistan AITUC’tan Ismail Vahitha Parveen, Tunus OTT’den Ali Frihida, İngiltere RMT’den Edward Dempsey, Rusya Immigrants Sendikasından Renat Kerimov, Portekiz’den TUI PS adına Artur Sequeira, Filistin Öğretmenler Sendikasından Madhat Ishtaya, Panama FAT’ten Alberto Reyes, Yunanistan PEME’den Kiki Makri, İran Worker’s House’dan Kazem Khalaji birer konuşma yaptılar. Eylemde, “Yaşasın Fransız Halkının Mücadelesi” yazılı Türkçe ve Fransızca pankart, DSF ve Nakliyat-İş sendikası flamaları açıldı. Che posterleri taşındı. “Bu acıları elbet bir gün dindireceğiz!” Baştarafı sayfa 16’da lara rağmen) göze alamayanlardır. Yine sınıf hareketini Amerikancı Kürt Hareketinin yedeğine takanlardır. Bu ekip, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da bir gün önce mezar ziyareti yaparak yasak savmış oldu ve madencilere sözde “sahip çıkmış” oldu(!) Ancak bugünkü mitingi düzenleyenler de maalesef grupçuluk hastalığından kurtulamadıklarını bir kez daha gösterdiler. Mitingin düzenleyicileri (resmi olarak) “İşçi Aileleri ve Sosyal Haklar Derneği” olmasına karşın, zaten bin kişiyi bile bulmayan cılız katılım içinde kendi gruplarını kortejin başına geçirmek için binbir türlü Ali Cengiz oyununa başvurdular. Bunun üstüne bir de miting alanında sadece CHP milletvekili ve Haziran Hareketi’ne söz verince siyaset yasakçısı yüzleri tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıverdi. Böylece, bir kez daha, kendini halkımıza umut olarak yansıtan ama gerçek İşçi Sınıfı mücadelesiyle ilgisi olmayanların “koftiliği”, devrimcilikten anladıklarının meydanlarda poz kesmekten başka bir şey olmadığı görülmüş oldu. Eğer katılan siyasi yapılara söz verilecekse, gerek katliamın yaşandığı günlerde, gerek Soma Katliamı’nın Akhisar’da devam eden davasının en tutarlı takipçisi olan, dışarıda yoldaşlarımızla, içerde Partimizin İzmir İl Başkanı ve Genel Sekreter Yardımcısı Av. Tacettin Çolak başta olmak üzere avukatlarımızla kararlıca davanın peşini bırakmayan, “Soma’nın Katili Tayyipgillerin Bekçiliğini Yaptığı Sömürü Düzenidir” pankartı nedeniyle hakkında altı tane dava açılan Partimize de söz veril- mesi gerekmekteydi. Geçen yıl da benzer bir bezirgânlık yaparak CHP ve HDP Milletvekillerine söz vermişlerdi. İki yıldır miting alanındaki konuşmacılar arasında Partimize yer verilmemesi bir kez daha hareketimize sadece burjuvazi tarafından değil, kendini sol olarak konumlandıran kurumlar tarafından da ambargo uygulandığını gösterdi bize. Biz de bugüne kadar bütün mitinglerde sonuna kadar kalıp pankart ve bayraklarımızı toplamadığımız halde, bu bezirgânlığa tepki olması bakımından miting bitmeden alandan ayrıldık. Varsın bazı siyaset bezirgânları, Parababaları ile birlikte bize susuş suikastı uygulasınlar. Bu katliamın (başta siyasi plandakiler olmak üzere) sorumlularının peşini bırakmamaya, katledilen madenci ailelerinin yanında olmaya devam edeceğiz. Soma Katliamı’nın hesabını er ya da geç soracağız. Bizler, bu ülkenin gerçek devrimcileri, İşçi Sınıfının ve halkların gerçek savunucuları, Soma Katliamı dahil halkımıza yaşatılan tüm acıların hesabını soracağız. İster açıkça sömürücü sınıfın saflarında dövüşsün, ister İşçi Sınıfını ağzından düşürmeyip özünde İşçi Sınıfı mücadelesini baltalasın, kimse bizi davamızdan yıldıramayacak. Demokratik Halk İktidarını ve sosyalizmi kurup, halkımızı bir daha bu acıları yaşamamak üzere umut dolu günlere kavuşturacağız! 14 Mayıs 2016 Halkın Kurtuluş Partililer Ortaçağcı gericiliğe, taciz ve tecavüze karşı emekçi kadınlar mücadele ediyor! H KP İstanbul İl Örgütü Kadın-Çocuk Komitesi olarak İşsizlik ve Pahalılığa Karşı Savaş Derneği (İPSD) ile birlikte “Ortacağcı Gericilik, Şiddet, Taciz, Tecavüz Kıskacında Kadın ve Çocuk” konulu bir konferans düzenledik. Konferansa konuşmacı olarak her ikisi de alanında uzman ve ülkemizin değerli bilim insanları olan Eğitim Bilimci Doc. Dr. Özler Çakır ve Psikolojik Danışman Cemal Akyürek katıldı. Konferansa çağrı için hazırlanan davetiye dağıtımını, İstanbul’un çeşitli noktalarında halkımızla birebir görüşerek, sohbet ederek, onların da desteğini alarak başlattık. Konferansa çağrı afişleriyle İstanbul’un çeşitli noktalarını baştanbaşa donattık. 28 Mayıs günü HKP Kadın ve Çocuk Komitesi ve Partili yoldaşlarla birlikte Kadıköy’de konferans davetiyelerimizi dağıttık. Stant açarak, Genel Başkanımız Nurullah Ankut’un kaleme almış olduğu, Kadın Sorunu’nun tarihsel kökenini, kadının nasıl ezilen-alt cinsiyet durumuna düşürüldüğünü ve sorunun çözümünü derinlemesine ve çok açık bir şekilde gözler önüne serdiği “Kadın İnsanlığa Geçiş Tarih Sosyalizm” kitabını Kadıköy Halkıyla buluşturduk. Ayrıca Kurtuluş Yolu gazetemizi de sloganlar eşliğinde halkımıza ulaştırdık. Konferansımız 29 Mayıs Pazar günü saat 14.00’da Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Bostancı’daki Konferans Salonunda gerçekleşti. Konferansımız devrimci kadın önderlerimiz, Kurtuluş Savaşı’nda cephede ve cephe gerisinde kahramanca savaşan yiğit kadınlarımız, İnsanlığın Kurtuluş Davasında hayatını kaybeden devrimci kadınlar için saygı duruşuyla başladı. Ardından konferansın yöneticisi olan HKP İl Başkanı ve İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Avukatı Pınar Akbina açılış konuşmasını yaptı. İl Başkanımız Pınar Akbina açılış konuşmasında bazı güncel istatistikleri paylaşarak kadının maruz kaldığı şiddet, taciz, tecavüz konularına değindi. Ardından sözü Doc. Dr Özler Çakır’a bıraktı. Doc. Dr. Özler Çakır konuşmasına, kocası tarafından sürekli ve sistematik olarak şiddet gören, başka erkeklere pazarlanmaya çalışılan Çilem Doğan’ın hâkim karşısında yaptığı savunmayla başladı. Çilem, kendisini öldürmek isteyen kocasından korunmaya çalışırken kocasını öldürmek zorunda kalan talihsiz bir kadındı. Belleklerimize “hep kadınlar mı öldürülecek?” sözleriyle kazınmıştı. İşte Çilem’in bu savunması, dinleyicileri hüzünlendiren aynı zamanda kadınlarımızın maruz kaldığı durumu tasvir eden bir paylaşım oldu. Çakır, kadının bugünkü ezilen, acı çeken, ikinci sınıf cinsiyet, ikinci sınıf insan haline nasıl geldiğini-getirildiğini anlamak için kadınının Tarihteki toplumsal konumunun öğrenilmesi gerektiğine değindi. İlkel Komünal toplumun konakları olan Vahşet Konağı (bu konakta kendi içinde üç döneme ayrılır), Aşağı Barbarlık Konağı ve Orta Barbarlık Konağı’na kadar aslında toplumu yönlendirenin, üremeyi, neslin devamını sağlayanın kadın olduğunu belirtti. Ancak İnsanlığın Orta Barbarlık dönemiyle beraber üretim ilişkilerinin bir aşamasında ekonomik gücün erkeğin eline geçmesiyle kadının bu konumunu kaybet- tiğini belirtti. Bundan sonra artık toplumu erkeğin yönettiğini, kanlar-aşiretler arası savaşlarda yenilen toplumun malları, zenginlikleriyle beraber kadınlarının da yenen toplum tarafından alıkonduğunu, cariyeleştirildiğini ifade etti. Kapitalizme geçişle birlikte Batı’da burjuva sınıfının, toplumun gelişiminin önünde bir engel olan, toplumun üzerine çöreklenen din baskısını Burjuva Demokratik Devrimlerle büyük oranda kaldırdığına değindi. Topluma, özellikle kadınlara kısmen de olsa bir rahatlama getirildiğini belirtti. Bizim ülkemizde ise sanayi devrimleri, Burjuva Demokratik Devrimi gerçekleşememiş, bunun yerine kapitalizmin tekelci aşaması, emperyalizm yani Batı gericiliği, daha kapitalizmle tanışma aşamasında hâkim olmuştur. Aynı emperyalistlerin Osmanlı’yı Sevr Anlaşmaları’yla bölüp parçalama planlarına karşı Mustafa Kemal’in önderliğinde Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı verilmiş ve zafer gelmiştir. Cumhuriyet devrimi gerçekleşmiş, kadınlara ve halka sınırlı da olsa özgürlükler ve laiklik getirilmiştir. Cumhuriyet devrimi kapitalizm öncesi egemen olan Tefeci-Bezirgân sermayeyi ortadan kaldırmadığı için bugünlere gelindiğinde ideolojisi Ortaçağcı gericilik olan Tefeci Bezirgân Sermaye yeniden hortlamıştır. Kendisinin özlemini duyduğu Ortaçağa ülkemizi götürmek için politikalar yürütmektedir. Bu politikalar da ne yazık ki, her gün yaşayarak gördüğümüz gibi en çok biz kadınlara ve çocuklara acılar çektirmektedir. Ustamız Hikmet Kıvılcımlı’dan aldığımız ideolojik birikimle, biz Kurtuluş Partililer bulunduğumuz her ortamda ülkemizin Ortaçağa götürüldüğünü haykırdık. On yıllardır laikliğe sahip çıkmamız bundandır, dedi Çakır. Biz halkımızı Ortaçağ karanlığına sürükleniyoruz, diye uyandırmaya çalışırken, laikliği savunurken, laiklik olmazsa bilim de, demokrasi de, özgürlük de olmaz diye haykırırken Sevrci Soytarı Sahte Solcular türbana özgürlük adı altında Ortaçağcılarla el ele kol kola eylemler yaptılar. Çakır, hep birlikte döşediler Ortaçağ karanlığına giden yolun taşlarını. Bugün de hepsi rüzgâr ne yöne eserse o yana eğilmeyi adet edinmiş bu güruh, daha yeni yeni laiklik demeye başladı. Onlara da günaydın, diyerek Sevrci Sol’un aymazlıklarını göze batırdı. Konuşmasının sonunda, kadınların kurtuluşu için tek yol örgütlenmek ve bizi mahveden bu düzene karşı mücadele etmektir, vurgusu yapan Çakır, James Oppenheim’ın Ekmek ve Gül adlı şiiriyle konuşmasını sonlandırdı. Salondan “Halkız Haklıyız Kazanacağız!” sloganları ve alkışlar yükseldi. Ardından etkinliğimiz sinevizyon gösterisiyle devam etti. Sinevizyon gösteriminden sonra Çocuk İhmali ve İstismarı başlıklı, görsellerle de etkili ve canlı bir biçime kavuşturduğu konuşmasıyla Psikolojik Danışman Cemal Akyürek sözü aldı. Cemal Akyürek, çocuklarla ilgili bölümü ikiye ayırdı. Birinci bölümde çocuk ihmalinden bahsetti. Çocuğun fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarının ihmal edilmesinin çocuk üzerinde bıraktığı olumsuz etkilerden etkileri anlattı. Çocuklarımızın her türlü ihmalinin önlenebilmesi, her türlü maddi ve manevi ihtiyaçlarının giderilebilmesi ancak Sosyalist ülkelerde mümkündür, dedi. İçinde bulunduğumuz Parababaları düzeninde başta ekonomik sıkıntılar, işsizlik pahalılık gelmek üzere bu düzenin sonuçları olan imkânsızlıklar yüzünden aileler çocuklarının eğitim, sağlık gibi en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamamaktadırlar, diyerek sözlerini sürdürdü. İhmal ve istismarın birbirinden ayrıla- mayacağını söyleyen Akyürek, ihmal edilen çocukların daha fazla istismar edildiğini dile getirdi. İstismarın da, çocukların ucuz işgücü olarak kullanılması, psikolojik istismar, cinsel istismar gibi çeşitleri olduğunu söyledi. Ülkemizin çocuk işçiler açısından ne yazık ki hiç iyi yerlerde olmadığını dile getirdi. Çocuklarımızı cinsel istismardan koruyabilmek, bunu anlayabilmek, onların bize anlatabilmesini sağlayabilmek için önemli ve aydınlatıcı açıklamalarda bulundu. Akyürek, çocukların, kadınların kısacası tüm İnsanlığın acılar içinde kıvranmadığı, aydınlık bir gelecek temennisiyle konuşmasını noktaladı. Programımız son olarak Sancaktepe İlçe Örgütümüzden küçük yoldaşımız Kardelen’in piyano dinletisiyle devam etti. Pınar Akbina yoldaşımız, bu dinletiden sonra kapanış konuşmasıyla etkinliğin sona erdiğini duyurdu. Gezi Direnişi’nin yıldönümüne denk gelen Konferansımızın emekçi kadınların mücadelesinde, kadının kurtuluşunda, bizlerin yolunu aydınlatması, emekçi kadınlara şevk ve coşku vermesi dileklerini iletti. Kadının kurtuluşunun İşçi Sınıfının kurtuluşundan yana olduğunu, tek çaremizin bizi ve çocuklarımızı Ortaçağ’ın karanlıklarına götürmek isteyen, şiddet, taciz ve tecavüz kıskacında acılar içinde kıvrandıran gericiliğe ve emperyalizme karşı mücadele etmek olduğunu vurguladı. Kapanışın ardından salondaki dinleyicilerle hep birlikte “Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam!”, “Kadının Kurtuluşu Sosyalizmde!” sloganları atıldı. Biz de son söz olarak diyoruz ki, mademki yaşamın yarısı biziz kavganın yarısı da biz olacağız. 29.05.2016 HKP İstanbul İl Örgütü Kadın-Çocuk Komitesi Şanlı Taksim-Gezi İsyanı’mız, bir gün mutlaka kazanacağımızın habercisidir “ Üç günde sadece beş saat uyudum. Sayısız biber gazı yedim, üç defa ölüm tehlikesi atlattım. Ve insanlar bana ne diyor biliyor musunuz; ‘Boş ver ülkeyi sen mi kurtaracaksın?’ Evet, kurtaramazsak da bu yolda öleceğiz. O kadar yorgunum ki, üç gündür 7 tane enerji içeceği, 9 ağrı kesici ile ayaktayım, sesim kısık vaziyette. Ama bugün yine saat 06.00’da ayaktayım, sadece devrim için…” Taksim-Gezi İsyanı şehidimiz Abdullah Cömert’in bu sözleri, aslında bu topraklarda doğan en büyük isyan hareketini özetliyordu. O isyanın görkemi hep hafızalarımızda. Nasıl unutulabilir Taksim-Gezi İsyanımız? Onunla ilgili en ufak bir hatıra bile AKP’giller iktidarını titretirken, biz hafızamızdan silebilir miyiz? Yaşamın kanunu gereği, zaman durmadı. O güzel günlerin üstüne, hoş olmayan hatırlarla dolu 3 yıl geçirdik. Önce, AB-D Emperyalistlerine hizmette sınır tanımayan Parababaları partileri, seçim oyunu ile halkımızı oyaladılar, enerjilerini boşa harcadılar. Sonrasında BOP’u hayata geçirenler yüzünden yüzlerce insanımız, AB-D Emperyalistlerinin beslediği örgütler tarafından Suruç’ta, Ankara’da, İstanbul’da, Kilis’te katledildiler. Parababaları şirketlerinin kâr hırsı yüzünden, başta Soma’daki 301 madenci olmak üzere binlerce işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Emperyalizmin egemen olduğu her yerde, halklar kanla ve gözyaşı ile boğuldu, mutluluğu unuttu. Ancak bu bir son muydu? Hayır. Bir umutsuzluk yaratmalı mıydı, pes etmeli miydik bu haksızlıklar karşısında? Yine hayır. Biz, insanlığın insan olma mücadelesini kendisine görev bilmiş Kurtuluş Partililer, tüm zorlu şartlara rağmen, İkinci Gezi İsyanı’nı yaratmak ve yıllarca sürdürdüğümüz İkinci Kurtuluş Savaşı’mız doğrultusunda Demokratik Halk İktidarını kurmak yolundaki mücadelesini sürdürüyoruz. Her türlü ablukaya rağmen, bizleri tanıyan insanlarımızın gözünde ana muhalefet partisi olarak tanımlanmamız, bu mücadelemizde en sonunda başarılı olacağımızın göstergesidir. İstanbul’da, her şeyin başladığı o yerde, Taksim-Gezi İsyanı’mızın üzerinden geçen 3. yılında ardından, bu duygularla yer aldık Taksim Dayanışması’nın çağrısı ile gerçekleşen eyleme. AKP’giller, o kadar korkmuşlardı ki eylemden, İstiklal Caddesi boyunca kolluk kuvvetlerini, saldırmaya hazır şekilde sıraladılar karşımıza. Gezi Parkı’nı ise bariyerlerle sararak kapattılar, 3 yıl önce sık sık yaptıkları gibi. Sanıyorlar ki yüzümüz yere bakacak ve susacağız. Kabul edeceğiz haksızlıkları, sineye çekmeyeceğiz. Saat 19.00’da başlayan basın açıklaması sırasında, halkımızı tekrardan isyana çağıran, Taksim-Gezi İsyanı’mızı hatırlatan sloganlarımızı attık. 3 yıl önce dövüştüğümüz yerde, Taksim-Gezi İsyanı Şehitleri için saygı duruşunda bulunduk ve partimiz yine en ön saflardaki yerini aldı. Taksim-Gezi İsyanı, organize suç örgütü olarak tanımlanan AKP’gilleri korkutmaya devam edecek. Yılmayacağız ve mücadeleye devam edeceğiz. Her Yer Taksim, Her Yer Direniş! Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz! İstanbul’dan Kurtuluş Partililer Malum Kişi, Fatih ve Fetih “İstanbul, bizim tarihimizin ve medeniyetimizin bir hülasasıdır” Mustafa Kemal Gerçek Temsilcileri Üç Fidan’ı Mezarı Başında Andı 6 Mayıs 1972’de 12 Mart Cuntasının göstermelik mahkemelerinin katlettiği Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ı bedence aramızdan ayrılışlarının 44’üncü yıldönümünde mezarları başında andık. 6 Mayıs Cuma günü saat 18.00’de Karşıyaka Mezarlığı İkinci Kapısı’nda buluştuk ve kortejimizi oluşturduk. “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür”, “Emperyalistler, İşbirlikçiler, Geldikleri Gibi Gidecekler” “Kahrolsun ABD-AB Emperyalizmi” sloganlarıyla Üç Fidanın mezarlarına yürüdük. Anma etkinliğimiz saygı duruşu ile başladı, ardından Kurtuluş Partisi Gençliği adına Boran Alp Yoldaş açıklamamızı okudu. Açıklamada: “Deniz Gezmiş ve yoldaşları emperyalizme, şovenizme ve Ortaçağcı gericiliğe karşı ciddi bir mücadele bayrağı dalgalandırdı. Kısa zamanda büyük eylemler örgütlediler. Çünkü onlar gerçek devrimcilerdi. Bugün BOP adı altında ülkemizi ve Ortadoğu’yu dizayn etmeye çalışan emperyalistler durmadan çalışmalarına devam etmektedir. Mevcut iktidar ve Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi eliyle bombalar patlatıp, halkları katledip, ülkemizi parçalamaya ve Suriyeleşmeye götürmektedir. Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi! 2 Kurtuluş Yolu/İstanbul 8 Mayıs günü, Taksim’de şu ana kadar görülmedik bir eylem vardı. Taksim; İngilizce, Türkçe, Fransızca, Arapça, İspanyolca, Rusça, Hintçe, Yunanca, dillerinde atılan sloganlarla inliyordu. DİSK Nakliyat-İş Sendikası ile Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF)’nin ortaklaşa düzenlediği “Emperyalizme Karşı İşçi Sını- fının Uluslararası Dayanışması ve Mücadelesi” adlı iki günlük Konferans için dünyanın dört bir yanından İstanbul’a gelen İşçi Sınıfının temsilcileri, heyecanla Fransız Emperyalistlerine karşı sloganlarını haykırıyorlardı Taksim’deki Fransız Konsolosluğu önünde. Herhalde dünyanın başka hiçbir yerinde Fransa Halkı ile böyle bir dayanışma eylemi ger- çekleşmemiştir. İşte bu eylem, İşçi Sınıfının Uluslararası Dayanışmasının, Proletarya Enternasyonalizminin gücünü ve önemini gösterdi somutça. “Emperyalizme Karşı İşçi Sınıfının Uluslararası Dayanışması ve Mücadelesi” adlı uluslararası konferansa mücadeleci örgütlerinin katılımcıları; Kazakistan, Güney Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Hindistan, Tunus, Filistin, Mısır, Panama, Yunanistan, Peru, Cezayir, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Rusya, İngiltere, Portekiz, İran ülkelerinden işçi sınıfının mücadeleci örgütleri, sendikaları ve işçi sınıfının temsilcileri, delegeleri Fransız Konsolosluğu önünde dayanışma eylemi yaptı. 28 Mayıs 2016 Cumartesi günü saat 10.00’da Taksim’de bulunan Fransa Başkonsolosluğu önünde yurtdışından gelen delegelerin katılımı ile Fransa’da işçi düşmanı çalışma yasa tasarısına 15’te Bizler de Denizler gibi bu emperyalist projeye karşı mücadele etmekteyiz ve zafere ulaşana kadar mücadeleye devam edeceğiz. Onlar, bu emekçi, cefakâr halkımız için gencecik bedenlerini feda ettiler. Bedreddin’in yanındaki Börklüce Mustafa gibi; Demirci Kawa gibi; Pir Sultanlar gibi; Yezid zulmüne onlarca kişiyle isyan eden Hüseyinler gibi bir an olsun ölümü düşünmediler. Tek hedefleri vardı: Devrimi gerçekleştirmek. Çünkü kurtuluş için tek yol devrimdi!” denildi. Denizler’e olan borcumuzu ancak Parababalarının saltanatını yıkarak; Demokratik Halk Devrimi’ni gerçekleştirip Sosyalizmi kurarak ödeyebileceğimizi söyledi. Ardından İnanç Erdoğan Yoldaş’ımız devrimci şairimiz Nazım Hikmet’in “Güneşi İçenlerin Türküsü” şiirini okudu. Anma etkinliğimizin ardından yeniden kortejimizi oluşturduk ve mezarlığın çıkışına kadar sloganlarımızla, coşkulu bir şekilde yürüdük. Eylemimizi “Yusuf-Hüseyin-Deniz, Yaşasın Kurtuluş Mücadelemiz” “Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşımız”, “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla sonlandırdık. 06.05.2016 HKP Ankara İl Örgütü HKP’den Soma Katliamının 2’nci Yıldönümünde: 1 “Bu acıları elbet bir gün dindireceğiz!” 3 Mayıs 2014’te Manisa’nın Soma ilçesindeki kömür madeninde yaşanan katliamın üzerinden iki yıl geçti. Katliamın ikinci yıldönümüyle ilgili düzenlenen mitingde HKP olarak yerimizi aldık. Saat 13’te başlayacak miting için, miting alanına uzanan Atatürk Caddesi girişinde toplanarak sloganlarımızla alana kadar yürüdük. “Madencinin Ahı Madende Kalmayacak”, “İşçide Kömür Karası AKP’de Yüz Karası”, “Soma’nın Katili Sömürü Düzeni”, “Gün Gelecek Devran Dönecek AKP Halka Hesap Verecek” sloganlarımız ve “Soma’nın Katili AKP’giller’in Bekçiliğini Yaptığı Sömürü Düzenidir” yazılı pankartımızla Soma sokaklarını inleterek cadde boyunca yürüdük ve miting alanına girdik. Soma halkının, katledilen madenci ailelerinin birçoğu da dâhil bu katliam karşısındaki ilgisizliği ilk dikkat çeken olaydı. Mitingde söz alan madenci yakınları da esnaflar başta olmak üzere Soma halkına, mücadelede yer almayan madenci ailelerine tepkilerini ve üzerinden iki yıl geçmesine rağmen dinmeyen acılarını dile getirdiler. Bizce bu ilgisizliğin bir sorumlusu da, Soma Katliamı’na karşı gösterilecek tepkileri parçalayanlardır. Katliamda işverenin suç ortaklarından birisi olan sanatına ilgi duyan, Yunanca ve Latince bilen ve en ileri askeri teknolojiyi kullanan birisi olarak görüp övünüyorlardı. Hatta, onun Ayasofya Kilisesi’ni yıkmayıp camiye dönüştürmesini aydınlanmacı yapısına kanıt olarak gösteriyor, Mustafa Kemal’in Ayasofya’yı müzeye dönüştürmesinin de bu görüşü desteklediğini öne sürüyorlardı. “Hükümetin 500 yıllık Türk İstanbul için düzenlediği 10 Malum Kişi, Fethin 563. Yıldönümünde Fatih pozlarında! Mizansen şatafatlı! “İstanbul’un surlarına benzer şekilde tasarlanan ve “dünyanın en büyük 3 boyutlu platformu” olarak tasarlanan gösteri alanında ise Fatih Sultan Mehmet’i at üstünde gösteren bir resim ve “Yeniden Diriliş Yeniden Yükseliş” yazısı yer alıyor.” (Gazeteler) Neyin yeniden dirilişi ve neyin yeniden yükselişi, orası da meçhul. Fatih’i ve Fetih’i düşlüyor desek, çelişki büyük. Duyarlı yazarıMalum kişi pislikleri örtbas ederken mız Bekir Coşkun yakayı ele veriyor. Çözüm: Helikopter! çelişkiyi hemen koyuverdi: günlük kutlamalar da benzer “Kutladığın İstanbul’un şekilde laik ve Batıcıldı. BaloFethi, Orta Çağ’ı kapattı… lar, açık hava partileri ve gece Ama sen Orta Çağ’a dönmek kutlamalarının yanı sıra, bir istiyorsun, biz bırakmıyoruz… opera, bir moda gösterisi dü“Şu kutladığın İstanbul’un zenlenmiş ve Sultan’ı resmeden Fethi Orta Çağ’ı kapattı, Yeni özel bir sigara da üretilmişti. Çağ’ı açtı… Sen hâlâ Orta New York’ta Türk gurbetçiler Çağ’dasın…” (Sözcü, 29 Mayıs ise Büyülü İstanbul adıyla bir 2016) kokteyl düzenlemişti. Olayın özü budur. AKP’nin “Geriye dönüp bakınca, bu temsil ettiği sınıfın, Tefeci-Bedeğişikliğin Mehmet’in imajına zirgânlığın, özlemi Ortaçağ’dır. da yansıdığı görülüyor. Bir baDolayısıyla Malum Kişi’nin karkıma, 1953’teki kutlamaların, nındaki de budur. bugün Türk Hükümeti tarafınMalum Kişi’nin bu çelişkidan üstlenilen Yeni Osmanlı asli durumu Batı basınında da yer keri geçit töreniyle benzer yanaldı. Batılılar da bir bakıma “kafa ları da yok değildi: Tümüyle buldu” bu çelişkili durumla. Yazıtaklit kostümler, sahte bıyıklar nın başlığı şöyle: ve bol bayrak gibi… Mehmet’in “1453’te bu Osmanlı SulTürklüğü ve askeri kahramantanı Hıristiyan yönetimine son lığı, öyle görünüyor ki, onun verdi. Ama o iyi bir Müslüman hem laik, hem de İslamcı haymıydı?” ranlarına hitap ediyor”. (Nick Şöyle diyorlar: Danforth, Washington Post, 28 “Son zamanlarda Türkiye Mayıs 2016) politikasını izleyen herhangi Durum böyle ne yazık ki! Fabiri, Sultan II. Mehmet’i Müstih gibi bir devrimciye, onu farklı lüman dinciliğinin vücut buldubir kimliğe büründürerek din beğu kişi olarak gören iktidardazirgânları sahip çıkıyor. Üstelik ki Adalet ve Kalkınma Partisi bu büyük olayı karikatürize ede(AKP) sayesinde Osmanlı hikârek, gülünç kılarak. yesinin İslamcı versiyonuna taBunda Türk Solu’nun günanıklık eder. hı da çok büyük. Türkiye tari“(…) Ancak, bundan 60 yıl hini dümdüz gören, yaşadıkları önce, 1953’te Türkler İstantoprakları bilmeyen, halkımızı bul’un 500. Fetih yıldönümünü tanımayan, ezberci, şabloncu, kutlarken durum çok farklıydı. taklitçi, hatta gericilerin sola O zaman Mehmet tümüyle laik yakıştırdığı deyişle bir bakıbir yönetici olarak görülüyorma “kökü dışarıda” Türk Sodu. Türk aydınlar ve siyasetçilu’nun… ler onu Batıya dönük, Rönesans 14’te Nakliyat-İş Soma’daki İşçi Katliamının 2. yılında Soma’daydı, görevinin başındaydı Türk-İş’e bağlı sarı-gangster sendika Maden-İş’e yönelik tepkilere sahip çıkıp, Soma işçilerine DİSK alternatifini sunamayanlardır. Bu mücadelenin Soma’ya tabela asmakla olmadığını, zorlu ve kahırlı bir çalışma gerektirdiğini (uyarı 15’te
Benzer belgeler
71.sayıya ulaşmak için tıklayınız
Nurullah Ankut tarafından Halkın
ettirirsiniz ama ayaktayken tüm beKurtuluş Partisi Üçüncü Olağan