direnen filistin
Transkript
direnen filistin
Kahire’de birlik anlaşması imzalandı 4 Mayıs Çarşamba günü Mısır’ın başkenti Kahire’de, daha önce El Fetih ve Hamas’ın üzerinde uzlaştığı ve tüm Filistinli örgütlerce bir gün önce imzalanan birlik anlaşması, Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas ile Hamas’ın siyasi lideri Haild Meşal’in katıldığı törenle ilan edildi. Törene, BM Genel Sekreteri Ban Kimun, Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa ve AB Dış Politika ve Güvenlik Özel Temsilcisi Catherine Ashton, Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmed Davutoğlu, tüm Filistinli örgütlerden temsilciler ve İsrail parlamentosundan Arap milletvekilleri de katıldı. Kahire’de Mısır’ın istihbarat örgütü binasında düzenlenen törende konuşan Abbas, “Filistinlilerin bölünmenin kara sayfasını sonsuza kadar kapattığını ilan ediyoruz” dedi. Kısa süre içinde Gazze Şeridi’ni ziyaret edeceğini söyleyen Abbas, Filistinliler arasındaki anlaşmaya şiddetle karşı çıkan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun “sömürgecilik ve barış arasında seçim yapması gerektiğini” söyledi. Hamas lideri Meşal de “Amacımız Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde başkenti Kudüs olan, hiçbir Yahudi yerleşimcinin olmadığı, tek bir metrekare toprağı bırakmadan, Filistinli mültecilerin dönüş hakkından vazgeçmeden özgür, tamamen egemen bir Filistin devletinin kurulmasıdır” dedi. İsrail’i kınıyoruz direnen filistin Barış Derneği’nin Filistin’le dayanışma bültenidir. Filistin’de birlik sağlanıyor mu ? Nisan ayı, İsrail’in Gazze’ye saldırılarıyla başladı. 20 Filistinlinin ölümü ve 60 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan İsrail saldırısı, Mart ayında başlayan İsrail tacizleriyle geleceğini belli ediyordu. İsrail bu tacizlerinin sonrasında Gazze’den atılan havan toplarını gerekçe olarak göstererek Nisan ayının başında Gazze’yi bombaladı. Ancak saldırıların asıl nedeninin 15 Mart’ta Filistin’in bir çok şehrinde yüzbinlerin katılımıyla gerçekleşen birlik eylemleri ve sonrasında başlayan tartışmaların İsrail yönetiminde oluşturduğu rahatsızlık olduğu söylenebilir. El Cezire’de yayınlanan Filistin İsrail barış görüşmelerine ilişkin Filistin Yönetimi’nin ihaneti açığa çıkaran belgelerden sonra sürecin Filistin’de dağılma ve parçalanmadan çok birlik yönünde ilerlemesi İsrail’in istemediği bir durum oluşturdu. Filistin’deki bölünmeyi sona erdirip, birliği sağlamayı hedefleyen ve işgale karşı direnişin siyasi önderliğini ve örgütünü tartışmaya açan eylemler aynı zamanda Filistin’deki siyasi dengeleri sarstı, bölünmüşlüğü yaratan iki büyük Filistin örgütünü, Hamas ve El Fetih’i birlik yönünde tavır almaya zorladı. Filistin Özerk Yöneti- mi Başkanı Mahmut Abbas eylemlerden sonra “Filistinliler arasında ulusal birliğin sağlanması ve bir birlik hükümeti kurulması amacıyla hemen Gazze’ye gitmeye hazır olduğunu” belirtirken, Gazze’deki Hamas hükümeti Abbas’ın çağrısını olumlu karşıladı ve Abbas’ın ziyareti için gerekli hazırlıklara başladıklarını belirttiler. Ancak Nisan ayında yoğunlaşan İsrail’in Gazze saldırılarına karşı Filistinli Direniş Örgütleri Gazze’yi savunurken, Abbas bir türlü Gazze’ye gidemedi, onun yerine Filistin devletinin Eylül ayında BM Genel Kurulu’nda tanınması için kulis faaliyetleri yapmak üzere, Rusya, İngiltere, Danimarka ve Fransa’ya gitti, önümüzdeki ay da Almanya’ya gidecek. Filistin devleti tanınabilir mi? Filistin Özerk Yönetimi bu dönemde İsraille müzakere stratejisini Filistin devletinin tanınması üzerinden şekillendiriyor. Mahmut Abbas bu stratejinin önemli ayaklarını; birincisi ABD Başkanı Obama’nın “Eylül’de Filistin devletinin kurulmasını görmek istediğini” söylemiş olması; ikincisi, Rusya, ABD, AB ve Devamı 2. sayfada Nisan 2011 Bu sayıda... Ortadoğu’da sular durulmuyor. Ancak Ortadoğu halklarının damga vurduğu ve yönlendirdiği bir süreçten bahsetmek mümkün değil. Solun ağırlık oluşturamadığı öznesiz halk hareketleri, kısa bir süre içerisinde emekçilerin taleplerinden uzaklaşarak, daha çok emperyalizmin müdahale, provokasyon ve yönlendirmeleriyle ilerler hale geldi. Emperyalizm Ortadoğu’daki gelişmelerde hakimiyetini arttırır ve dengeleri belirlerken, Filistin’de önemli gelişmeler yaşanıyor. Birkaç aydır Filistin’de bölünmeyi sona erdirip, birlik sağlamak için süren eylemler, Kahire’de bütün Filistinli örgütlerin katılımıyla bir anlaşma imzalanmasına yol açtı. Direnen Filistin, birlik sürecini ve bu süreçle birlikte Eylül’deki BM Genel Kurulu’na giderken önem kazanan Filistin’in devlet olarak tanınma konusunu etraflıca ele alıyor. Nisan ayı Filistin’de iki önemli direniş yanlısı ismin katline sahne oldu. Gazze’de yaşayan genç İtalyan aktivist Vittorio Arrigoni ile Cenin mülteci kampında annesi Arna ile beraber kurduğu Özgürlük Tiyatrosu’nu yürüten Juliano Mer Khamis, Filistin’de direnişin yeniden güçlenmeye başladığı bu dönemde karanlık cinayetlerle katledildiler. Bu sayıda, direnişin içerisindeki Arrigoni ile Khamis’i anlatmaya çalıştık. İnsani Yardım Vakfı (İHH), Mavi Marmara saldırısının yıl dönümünde Gazze’ye yeni bir filo göndermek için hazırlık yapıyor. Bunun arkasında AKP’nin iç ve dış politikadaki kirli hesapları sırıtıyor. Direnen Filistin’in yeni sayısında AKP’nin Filistin meselesini kendi Ortadoğu şovuna malzeme yapmasını irdeledik. İsrail’in 2008’de Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlarını BM adına soruşturan yargıç Richard Goldstone’un, soruşturma sonucu ortaya çıkan rapor konusundaki tavır değişikliği bu sayının bir diğer konusu. Goldstone’un daha önceki raporundan neden geri adım attığını, bu U dönüşünün yarattığı tepkileri ve Nisan ayı ile ilgili diğer kısa Filistin haberlerini yeni sayımızda bulabilirsiniz. Dostlukla, Barış Derneği direnen filistin 1. Sayfanın devamı BM’den oluşan Ortadoğu dörtlüsünün görüşmelerin Eylül’de tamamlanması yönünde açıklamada bulunmuş olması ve üçüncüsü Filistinlilerin bir devletin oluşması için gerekli tüm kurumları tamamlamış olması, olarak tarifliyor. Abbas her gittiği yerde Obama’ya sözünü hatırlatıyor. Eylül ayında Filistin Devletini kurma sözü verdiklerini, uluslararası ortakların ve İsrail’in buna hazır olmalarını umduklarını söylüyor. Ama Abbas, müzakereler yoluyla barış istediklerini de söylüyor. Eylül’de Filistin devleti tanınmazsa Filistin Yönetimi’ni dağıtacağını da söylüyor. Kendisiyle yapılan bir röportajda “Kendi kendime, müzakereler askıya alındığında ve bütün kapılar kapandığında ne yapacağımı sordum. Arap Ligi’ne mi gitmeliyim, İslam Konferansı Örgütü’ne mi ya da Bağlantısız Devletlere mi? BM’ye gideceğim. Çünkü, Obama, Filistin’i BM’nin tam üyesi olarak görmek istediğini söyledi. Ona sözünü tutup tutmuyacağını soracağım.” diyen Abbas, Eylül’de Filistin devleti tanınmazsa Filistin Yönetimi’ni dağıtacağını hiç söylemediğini, ancak Eylül’den sonra Filistin Yönetimi’nin dağılmanın yerine neyi tercih edeceğini seçeceğini söylediğini de belirtiyor. Abbas geçtiğimiz Ocak ayında da, İsrail’in işbirliği olmadan Filistin devletinin ilanı gibi bir seçenek olmadığını söylemişti. Acaba bu kadar birbirini tutmayan sözlerin ardından Abbas’ın söylediklerinin bir değeri var mı? “Electronic Intifada”nın yöneticisi Ali Abunimah, Filistin Özerk Yönetimi’nin bir devlet oluşumu için tamamladıklarını söyledikleri kurumsallaşmanın aslında Filistin yönetimine karşı muhalefeti ve İsrail işgaline karşı her tür direnci bastırma, ekonomik yapılanmasını da tamamen dış yardımlara bağımlı hale getirme olarak tanımlıyor. Filistin’in İsrail işgali altında devlet olarak tanınmasının, mülteciler ve İsrail sınırları içerisindekiler dahil milyonlarca Filistinlinin hakları konusunda bir şeyi Türkiye’nin arabulucu olma çabaları başarılı olamamış Mısır’da yayımlanan Ahram gazetesinin haberine göre, Türkiye’nin birlik görüşmeleri için Hamas lideri Halit Meşal’le, Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas’ın İstanbul’da bir araya gelmesi önerisi Abbas tarafından kabul edilmemiş. Haberde, Ahmet Davutoğlu’nun Abbas’a Gazze’ye beraber gitme önerisinde de bulunduğu söyleniyor. Zaman gazetesinin haberine göre Türkiye birlik için yapılan uzlaşmada çok önemli rol oynamış. Davutoğlu, gerek Hamas lideri Halit Meşal’e gerekse Abbas’a görüşmeleri başlatın çağrısı yapmış. Ayrıca, Mısır’ın arabuluculuk rolünün de önüne geçmemeye özellikle dikkat etmiş. değiştirmezken, Filistin Özerk Yönetimi’nin pozisyon ve ayrıcalıklarının sürmesini, uluslararası alanda devletlerin Filistin’i tanıyarak kendini aklamasını sağlayacağını belirtiyor. Filistin davasına katkı koyacak devletlerin, Filistin’i tanımaktan çok İsrail’e boykot uygulamasının çok daha anlamlı olacağını söyleyen Abunimah, böylesi bir tanınmanın Filistin’i özgürlük ve bağımsızlığa yaklaştırmaktansa, uzaklaştıracağını belirtiyor. Birlik anlaşması ve Filistinli Örgütler İsrail’i Filistin devletinin tanınmasından çok, Filistin’de birliğin sağlanma ihtimali rahatsız ediyor. Mısır’ın arabuluculuğunda El Fetih ve Hamas arasında devam eden birlik görüşmelerine dair bir ön anlaşmanın açıklanması üzerine İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu bir açıklama yaparak ”Özerk Yönetim ve Başkanı Mahmud Abbas ya İsrail ile barış yapacak, ya Hamas’la. Birini seçmek zorundalar” dedi. Konu ile ilgili olarak olağanüstü toplanan İsrail Kabinesi, kurulacak ulusal birlik hükümetiyle görüşmeme kararı aldı. Nisan’ın 27’sinde Çarşamba günü gerçekleşen ön anlaşmaya ABD’li kongre üyeleri de tepki gösterdi. Hamas’ın bir terör örgütü olduğunu belirten kongre üyeleri, Filisitn Özerk Yönetimi’ne yapılan mali yardımların kesilmesi tehdidinde bulundular. Mısır hükümetinin arabuluculuğunda El Fetih ve Hamas arasında devam eden birlik görüşmeleri bütün Filistinli örgütlerin imzaladığı bir anlaşma ile sonuçlandı. Bu anlaşma 4 Mayıs Çarşamba günü Mısır’ın başkenti Kahire’de Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas ile Hamas’ın siyasi lideri Haild Meşal’in katıldığı törenle ilan edildi. Anlaşmaya göre deneyimli kişilerden oluşacak, bütün Filistinli grupları kapsayacak ve ülkeyi seçime götürecek bir birlik hükümeti kurulacak ve yeni hükümetin görevi genel seçimin hazırlığını yapmak olacak. Anlaşmanın imzalanma tarihinden bir yıl sonra genel seçime gidileceği ve seçim komitesinin Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın onayı ile seçilecek 12 yargıçtan oluşacağı söylendi. Bundan sonra Filistinli örgütlerin nasıl bir tavır alacağı merakla bekleniyor. El Fetih Yönetimi ve Mahmut Abbas’ın kendilerini aklamak için mecbur kaldığı birlik sürecinde nasıl bir tavır izleyeceği, kendi ifadeleriyle “uluslararası ortaklarına” ve İsrail’e hangi güvenceleri vereceğini göreceğiz. Abbas şimdiden bu güvencelerin işaretlerini vermeye başladı. Birlik sürecinin başında kendisinin bulunacağını vurgulayan Abbas, hükümetin sadece bir yıl içinde seçimlerin düzenlenmesi ve Gazze’nin rehabilitasyonundan sorumlu olacağını, politikaya ise kendisinin karar vereceğini, İsrail’le görüşmelerin süreceğini söyledi. Abbas’ın birlik sürecini, Filistin devletinin tanınması çerçevesinde yine barış görüşmelerine kilitlemeye çalışacağı belli oluyor. Bunu başardığı müddetçe emperyalizmin desteğini alması mümkün olacaktır. Hamas’ın uzun süredir İsrail Devleti’ni tanıma ve “barış görüşmelerini” kabul etme üzerinden Batılı ülkeler nezdinde kabul görme ve terörist örgütler listesinden çıkarılma durumunun, ABD’nin Ortadoğu’daki İslami örgütlerle ilişkilerini yeniden tarif ettiği bu süreçte nasıl şekilleneceği merak ediliyor. Hamas şimdilik İsrail’i tanımak veya barış müzakereleri yürütmek gibi bir niyeti bulunmadığını söyledi. Başından beri birlik eylemlerinin sürükleyicisi olan FHKC ve diğer Filistinli sol örgütler ise güç toplamaya devam ediyor. Bugün Filistin’de sağlanmak üzere olan birlik durumunun büyük ölçüde bu örgütlerin ve genç Filistinlilerin mücadelesinin eseri olduğunun altını çizmek gerekiyor. Birlik sürecinin, İsrail işgaline karşı birlik haline gelmesi ve barış görüşmeleri denilen sürecin rafa kaldırılması da ancak Filistin’de solun güçlenmesiyle mümkün gözüküyor. n İsrail’in Gazze saldırıları Mart ayındaki birlik eylemlerinden sonra, 23 Mart’ta Kudüs’ün bir Yahudi mahallesinde kongre binasının önündeki otobüs duraklarına bırakılan çanta içindeki bombanın patlaması sonucu bir kişi ölmüş ve 30’dan fazla kişi yaralanmıştı. Hiçbir Filistinli örgüt bu saldırıyı üstlenmezken, İsrail’in bu olay üzerinden Gazze’ye dönük taciz saldırıları yoğunlaştı. Nisan’ın 7’sinde ise Gazze Şeridi’nden atılan havan toplarını gerekçe göstererek Gazze’yi bombaladı. 4 adet fosfor bombasının da atıldığı söylenen saldırı sonucunda, 20’ye yakın Filistinli hayatını kaybederken, 60 kişi de yaralandı. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın “Filistin saldırılarını sona erdirirse, biz de bombalamayı bırakırız” demesi üzerine Hamas, Gazze’deki direniş örgütleriyle birlikte ateşkes kararı aldıklarını açıkladı. Gazze’deki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin Merkez Komite üyesi Cemil Mizher ise Hamas’ın ateşkes kararını tek başına aldığını belirterek “İsrail güçleri sürekli Gazze’ye saldırarak burayı açık hedef haline getirdiği sürece, sivilleri keyfi bir şeklide öldürdüğü sürece, bu karar yanlıştır. Hamas’ın tek başına ve hiçbir direniş örgütüne danışmadan karar alması yanlıştır. Hamas’ın yaptığı gibi tek başına ateşkes kararı almak hiçbir örgütün hakkı olmamalı” dedi. Mizher “İşgale karşı örgütlü bir şekilde direnişimizi sürdürebilmek için, ortak operasyon komuta merkezi kurmamız gerektiğine inanıyoruz” değerlendirmesinde bulundu. 2 direnen filistin “İnsan kalalım” diyen Vittorio “bella ciao” ile uğurlandı Gazze’de yaşayan ve yaşamını Filistin’in özgürlük mücadelesine adayan genç İtalyan aktivist Vittorio Arrigoni son yolculuğuna İtalya’da dünyaya geldiği Bulciago kasabasında uğurlandı. Vittorio dünyaya gözlerini açtığı Bulciago kasabasında binlerce aktivist ve barış yanlılarınca uğurlandı. Yazışmalarını “insan kalalım” diye noktaladığı dostlarınca sıkça anımsatılan genç aktivist, yaşamını Filistinlilerin özgürlüğüne adamıştı. Birkaç yıldır Gazze’de yaşıyordu ve hayat felsefesi herkesin insanca yasayacağı bir dünyaydı. Dostlarının “Vik” diye hitap ettiği Vittorio’nun paskalya gününe denk gelen ve 3 bin nüfuslu Bulciago’da yapılan cenaze törenine, İtalya’nın diğer şehirleri yanı sıra Fransa, İspanya, İrlanda ve Almanya’dan da yüzlerce aktivist katıldı. Gazze’de radikal İslamcı militan bir grubun öldürdüğü öne sürülen Vittorio’nun Filistin halkının hakları için gösterdiği caba biliniyordu. Bulciago kasabasının belediye başkanlığı görevini yürüten ve oğlu ile aynı siyasi görüşte olduğunu hep yineleyen anne Egidia Beretta, oğlunun Israil’de ‘istenmeyen kişi’ olduğunu anlatmıştı. Vittorio’nun birkaç kez Israil’de gözaltına alındığını, dövüldüğünü, hapse girdiğini söylemişti. İsrailli yazar Elgar Keret, Vittorio’nun cenazesinin İsrail yerine Mısır hava sahası üzerinden getirileceğini öğrenince Egidia Arrigoni’ye oğlunun son yolculuğu İsrail karşıtı bir gösteriye dönüşmesin diye çağrıda bulundu. Egidia Beretta, yazar Keret’e, “İsrail oğlumu hayatta iken istemedi, ölüsüne de sahip olamayacak!” diye yanıtladı. Genç aktivistin öldürülmesi konusunda medyada çeşitli iddialar öne sürüldü. İsrail hükümeti Uluslararası Dayanışma Hareketi (ISM) aktivisti Arrigoni’nin El Kaide tarafından öldürüldüğünü iddia ederken Vik’in Gazze’den haber geçtiği Il Manifesto gazetesi Arrigoni’nin öldürülmesinin ardında karanlık güçler olduğunu yazdı. Il Manifesto’da çıkan bir başka haberde Washington’da görevli eski Suudi Arabistan büyükelçisi Bandar Bin Sultan’ın CIA ile yakın bağlantı içinde olduğu, Bin Sultan’ın Suriye’de bugünlerde Beşir Esad’a karşı düzenlenen protestolara katılan Selefi terö- 3 ristleri finanse etmekle suçlandığı öne sürüldü. Aynı haberde geçtiğimiz yaz Filistinli mülteci çocuklar için düzenlenen Gazze Şeridi’ndeki yaz kampının Selefi teröristlerce ateşe verildiği de belirtildi. Vittorio hedef gösterildi iddiası İsrail’de aşırı sağcıların yönetimindeki bazı internet sitelerinde Arrigoni’ye karşı tehditler yayımlandığı da dile getirildi, İtalyan aktivistin arkadaşlarınca güncellenmeye devam edilen Facebook’taki sayfasında yer verilen Israel National News’un linkinde yer alan bir haberde Filistin’deki aktivistlerin Hamas’a ambulanslarla terörist ve silah taşıdıklarının iddia edildiği vurgulandı. Arrigoni’nin aktivist arkadaşları Amerikan aşırı sağcı www.stoptheism.com adlı sitede 2009’da yayımlanan bir listede Vittorio’nun bir numaralı, bir başka aktivist Jenny Linnel’in de iki numaralı hedef gösterildiğini anlattılar. İtalya’da hükümet ve kurumsal düzeyde hiç kimse anmadı Vittorio Arrigoni’yi. İtalya başbakanı Berlusconi Vittorio’nun kaçırılması ve öldürülmesinden bu yana koruduğu sessizliğini aktivistin cenaze töreninde de bozmadı. Vittorio’nun Filistin’in özgürlüğü için gösterdiği çabayı destekleyenlerin http://www. firmiamo.it/ultimo-saluto-vittorio-arrigoni adresine gönderebilecekleri iletilerin aktivistin annesi Egidia Berretta’ya topluca verileceği belirtildi. Amerikalı komünist şair Jack Hirscham, 24 Nisan tarihli Il Manifesto gazetesinde yayımlanan “Sevgili Vik” başlıklı şiiriyle uğurladı genç aktivisti. İtalyan basını Vittorio’nun son yolculuğuna büyük ölçüde sessiz kalırken Vittorio’nun Filistin ütopyasına sahip çıkanlar, insanca ve barışçı bir dünya için çarpan yüreğini tanıyanlar onu “insan kalalım” sözüyle selamladılar sıcak Nisan akşamında. n Aslı Kayabal direnen filistin Filistin, AKP’nin oyuncağı değil! İnsani Yardım Vakfı (İHH), Mavi Marmara saldırısının yıl dönümünde Gazze’ye yeni bir filo göndermek için hazırlık yapıyor. Filonun Mayıs sonunda yola çıkmaya hazır hale geleceği, net tarihin seçim takvimi gözetilerek belirleneceği söyleniyor. Tüm bunların ardında ise AKP’nin iç ve dış politikadaki kirli hesaplar sırıtıyor: Seçim döneminde iç politikada yeni bir Filistin şovu ve Arap “baharı” sürerken AKP’nin yeni bir bölgesel imaj çalışması. 31 Mayıs 2010 tarihinde İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) öncülüğünde Gazze’ye “insani yardım” ulaştırmak için yola çıkan filo, İsrail tarafından sert bir saldırıya uğramış ve saldırıda 9 kişi hayatını kaybetmişti. İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım tarafından yapılan açıklamada, 31 Mayıs’ın anısına yeni bir filo hazırlandığı, her ülkeden bir geminin yola çıkacağı ve Mavi Marmara’nın da Avrupa’dan yola çıkacağı belirtildi. Filonun yola çıkışının Haziran ortasını bulacağı tahmin ediliyor. İmaj düzeltme hamlesi ve seçim yatırımı mı? Mavi Marmara katliamının siyasi sorumluluğunu üzerine almaktan çekinmeyen AKP’nin, bu sene gönderilecek filodan habersiz olması imkansız görünüyor. Libya’ya NATO müdahalesi sürecinde ikircikli davranmasına rağmen Batı ile birlikte hareket etmekten çekinmeyen ve Suriye konusunda daha aktif bir rol üstleneceğinin işaretini veren AKP hükümeti, uluslararası plandaki “bağımsız” görünümünü koruyabilmek ve Arap halkları nezdinde imaj tazelemek için yeni bir “facia”yı istismar edebilir. Bunun yanında, iç politikada da bir tür seçim yatırımının sinyalleri alınıyor. Geçtiğimiz sene Mayıs sonunda yaşanan katliam, uzunca bir süre AKP’nin “İsrail karşıtını” oynamasına hizmet etmiş ve referandum öncesi hükümetin elini güçlendirmişti. 12 Haziran’da yapılacak seçimler öncesi, yeni bir İsrail karşıtı gösteri, AKP’yi rahatlatmak için planlanabilir. AKP’nin Mavi Marmara fırsatçılığı Geçen seneki filo tartışmalarında, AKP’nin rolü tartışma konusu olmuştu. Yardım konvoyuna katılacağı açıklanan 15 AKP milletvekili daha sonra bundan vazgeçmişti. İddiaya göre, AKP ve Türk istihbarat birimleri yardım filosuna saldırı olacağını önceden biliyorlardı ve milletvekillerini bundan haberdar ettiler. Bu duruma benzer şekilde, İsrail’in “gemiyi mutlaka durduracaklarına” dair defalarca uyarıda bulunmasına karşın, Türkiye’nin buna uygun olarak filonun ve mürettebatın güvenliğini sağlamak için herhangi bir adım atmamış olması da şüphe uyandırmış, hatta AKP’nin saldırının sonuçlarını göze aldığı iddia edilmişti. Bir başka tuhaflık, İsrail’in gemileri durduracağı gün bilindiği halde Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’nın yurt dışında bulunması olarak gösterilmişti. Bu konudaki görüşlerden bir tanesi de, hükümetin zaman kazanmaya ve ABD ile diğer ülkelerin tepkilerini ölçmeye dönük bir önlem almaya çalıştığı yönündeydi. Fakat yanıt bekleyen en büyük soru, Mavi Marmara gemisinin yola çıkmadan önce bandırasının değiştirilmesiydi. İHH Gazze’ye gitmek üzere kiralık gemi bulamayınca gemi satın alma yoluna gitmiş, Mart ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Deniz Otobüsleri A.Ş.’den (İDO) 1 milyon 800 bin TL’ye satın aldığı Mavi Marmara gemisini, satın alma işleminin hemen ardından Komor Adaları bandırasına geçirmişti. Bu durum ilginç bir şeyi açığa çıkartıyordu. Eğer gemi Türk bandıralı olarak kalsaydı, uluslararası sularda gemiye yapılan bir saldırı, uluslararası hukuk uyarınca Türkiye topraklarına yapılmış sayılacaktı. Türkiye, bir NATO üyesi. NATO’nun ünlü 5. Madde’si gereği askeri bloğa üye olan devletlerden birisinin topraklarına başka bir ülke tarafından yapılan saldırıda, blok üyelerinin yapılan saldırıya topluca yanıt vermesi gerekiyor. Bandıranın değiştirilmesiyle birlikte Türkiye, bir saldırı durumunda uluslararası hukukun sunacağı yolları, hatta NATO müdahalesi ihtimalini dahi sınırlamış oluyordu. Hükümet ‘hesap soracağız’ dedi, hesap sorulamadı Mavi Marmara katliamından sonra İsrail ile “hesaplaşacağını” iddia eden AKP hükümetinin bu iddiası da söylem düzeyinde kaldı. Mavi Marmara konusunda yürütülen savcılık soruşturması hala bir sonuca ulaşmış ve bir dava açılmış değil. Sürecin bu kadar ağırdan alınması da, AKP’nin kanlı saldırının hesabını sormaktan ziyade elinde oyuncak yapma niyetinin açık bir göstergesi. “Hesap sorma” kararından ilk geri adım, katliam sonrasında TBMM’den çıkartılması planlanan ortak deklarasyon konusunda ortaya çıkmıştı. AKP milletvekilleri, deklarasyonda geçen bazı “sert” ifadelerin değiştiril- 4 mesi yönünde itirazlarda bulunmuşlardı. Diğer bir sorun, İsrail’in ‘yakaladığı’ gemi mürettebatıyla ilgiliydi. Hükümet İsrail’den, yardım konvoyundakilerin tamamının hiçbir işlem yapılmaksızın serbest bırakılmalarını talep etmiş ve süre vermişken, İsrailli yetkililer gemidekileri “sınırdışı” ettiklerini açıklamışlardı. Sınırdışı etmek, hukuki olarak İsrail devletinin tasarruf hakkını kullandığını gösteren bir fiil olmasına rağmen, İsrail’in elinde tuttuğu mürettebat yasa dışı yollarla İsrail tarafından alıkonulmuştu. Bunun yanı sıra, Türkiye Birleşmiş Milletler’e katliamla ilgili bir rapor sundu, fakat Birleşmiş Milletler daha önce kendi raporunu hazırlamıştı. BM İnsan Hakları Konseyi’nin bilirkişi heyeti, İsrail’in, insani krizin yaşandığı bir dönemde Filistin toprağına deniz ablukası uygulamasının “yasa dışı” olduğunu belirtmiş, İsrail’in yardım filosuna verdiği askeri karşılığın “orantısız” ve “kabul edilemez gaddarlık düzeyinde” olduğunu kaydetmişti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, raporun “Türkiye’nin beklentilerini karşıladığını” söylemişti. ABD, oylamada rapora karşı oy kullanmıştı, AB ülkelerinin birçoğu ise çekimser kalmıştı. Irkçılık, bir “dayanışma” mıdır? İsrail’in Mavi Marmara filosuna dönük kanlı müdahalesi, elbette Filistin halkıyla dayanışma içindeki tüm kesimlerin tepkisini çekmişti. Fakat İsrail devletinin bu adeta “rutinleşen” katliam politikalarına karşı tepkinin her fırsatta İsrail halkına karşı ırkçı bir söyleme dönüştürülmesi de dikkat çekiyor. Son olarak, Gazze’ye insani yardım için yola çıkacak yeni filoyla ilgili açıklamalarda bulunan İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım, “Hükümetleri özür dilemeden İsraillileri Antalya’ya sokmayın” diyerek, İsrailli turistleri hedef gösterdi.n direnen filistin Goldstone’dan tartışmalı ‘U dönüşü’ İsrail’in 2008’de Gazze’de gerçekleştirdiği katliamı BM adına soruşturan yargıç Richard Goldstone’un, soruşturma sonucu ortaya çıkan rapor konusundaki tavır değişikliğinde İsrail’in Goldstone aleyhinde açtığı kampanyanın etkili olduğu düşünülüyor. İsrail’in 2008 sonunda Gazze Şeridi’ne düzenlediği Dökme Kurşun Operasyonu’nu soruşturan BM Komisyonu başkanı Yargıç Richard Goldstone’nun U dönüşü çok tartışıldı. Goldstone Washington Post gazetesinde 2 Nisan günü yayınlanan makalesinde “Şimdi bildiklerimi o zaman bilseydim, ortaya çok daha farklı bir belge çıkardı” diye yazdı. Goldstone tavır değişikliğinin nedenini, İsrail’in operasyon sırasında işlendiği iddia edilen suçlarla ilgili olarak 400’den fazla soruşturma açması, ancak Filistin tarafında bu yönde herhangi bir adım atılmaması olarak açıkladı. Ancak bu açıklamalar tatmin edici olmadı. Geçtiğimiz haftalarda raporda imzası olan diğer kişiler de tartışmaya katıldı. Richard Goldstone’un geri adımına rağmen, üç komite üyesi, BM İnsan Hakları Konseyi Hakikat Bulma Misyonu’ndan Hina Jilani, Pakistanlı insan hakları avukatı Desmond Travers ve London School of Economics’te uluslararası hukuk dalında öğretim üyesi olan aynı zamanda İrlanda barış sürecine katkı koyan Christine Chinkin raporun arkasında olduklarını açıkladılar. Richard Goldstone’un Washington Post’ta yayınlanan makalesinde İsrail’in bilerek hedef almadığı yönündeki ifadelerine karşı çıkan üyeler, bu iddiayı “bulguların meşruiyetini zedelemek için gerçeklerin yanlış yorumlanmasına” ve “raporun güvenilirliğine gölge düşürmeye” yönelik bir girişim olarak nitelendirdiler. Üç komisyon üyesi, raporu geri çekmenin ya da amacını saptırmanın “Filistinli ve İsrailli kurbanların gerçeğe ve adalete ulaşma haklarını görmezden gelmek” anlamına geleceğine de dikkat çektiler. İsrail savaş suçlarını soruşturuyor mu? Sızdırılan bir Wikileaks belgesine göre İsrail Başbakanı Benyamin Netanhayu, Goldsto- ne raporunu İsrail’e yönelik en büyük üç tehditten biri olarak nitelendirdi. Netanyahu’ya göre diğer iki tehlike ise, İran’ın nükleer programı ve füzelerin yayılması. İsrail büyük tepki gösterdiği Goldstone Raporu’ndan sonra, uluslararası soruşturmayı reddetmiş, ancak bir müeyyide ile karşılaşmamak için, iddiaları kendisinin soruşturacağını açıklamıştı. Goldstone’un Washington Post makalesinde, “400’den fazla soruşturma açıldı” diyerek İsrail’i kısmen aklayan ifadeleri de İsrail’in kendi açtığı soruşturmalara dayanıyor. İsrail’in Gazze’yi günlerce bombaladığı operasyon sırasında çoğunluğu sivil bin 400 Filistinli hayatını kaybetmiş, Gazze’nin altyapısı ve yaşam alanları büyük oranda tahrip edilmişti. İsrail’in Gazze’yi orantısız güç kullanarak yerle bir eden operasyonundan sonra açtığı söylenen soruşturmalar ise cezai olmaktan ziyade operasyonel soruşturmalar. İsrail ordusunun açtığı bu soruşturmalar, Filistinlilere karşı işlenen suçlardan daha çok, operasyon sırasında orduda yaşanan disiplinsizlik olaylarına yoğunlaşmış durumda. Bahsedilen bu 400 soruşturmadan sadece 3’ü adli tahkikata uğradı ve bu 3 olaydan 2’sinin sonucunda ceza verildi. Bunlardan biri kredi kartı hırsızlığı için verilen 7 ay hapis cezası. Diğeri ise, Filistinli bir çocuğun canlı kalkan olarak kullanılması olayı. Kredi kartı çalana 7 ay hapis cezası verilirken, bu suçu işleyen kişiye sadece 3 ay, ertelemeli hapis cezası verildi. Üçüncüsü ise, İsrail askerlerinin beyaz bayrak taşıyan bir kişiye ateş etmesi. Bu dava ise henüz görülmedi. Goldstone neden geri adım attı? İsrail’in tüm dünyanın gözleri önünde işlediği savaş suçlarını soruşturmak yönünde ciddi bir adım atmaya yanaşmamasına ve Gazze’nin yıllar geçtiği halde operasyonun 5 direnen filistin ağır izlerini taşımaya devam etmesine rağmen Goldstone’nun neden karar değiştirdiği henüz tam anlamıyla açığa kavuşmuş değil. Ancak Richard Goldstone’un karar değişikliğini açıklamak üzere öne sürdüğü iddialar, kimseyi tatmin etmişe benzemiyor. Raporun yayınlanmasının ardından İsrail’in kendisi de Yahudi kökenli olan Güney Afrikalı yargıç Richard Goldstone aleyhinde büyük bir kampanya açtığı görüldü. Goldstone’un İsrail’i ziyaret etmesi yasaklandı. Üstelik Goldstone’a yönelik tepki sadece İsrail devletiyle sınırlı kalmadı. ABD’deki Yahudi lobisi de yargıç hakkında ağır ithamlarda bulundu. Yargıç Goldstone’un U dönüşünün arkasındaki başlıca nedenin bu boyuta geleceğini tahmin etmediği tepki olduğu düşünülüyor. Goldstone’u bu yönde davranmaya iten nedenler tartışılırken, yargıcın Washington Post’ta yayınlanan makalesiyle ilgili ilginç bir nokta da uzun süre tartışıldı. Richard Goldstone’un konuyla ilgili makalesini öncelikle New York Times gazetesine gönderdiği ancak gazetenin makaleyi yayınlamayı reddetmesi üzerine Washington Post’ta yayınlattığı ortaya çıktı. New York Times, makaleyi neden yayınlamadığına ilişkin ayrıntılı bir açıklama yapmazken, kendilerine gönderilen makaleyle Washington Post’ta yayınlanan makalenin farklı olduğunu duyurdu. Bu açıklama, Goldstone’un New York Times’a gönderdiği makalede farklı bir görüş öne sürüp sürmediği yönünde de kuşku doğurdu. Çünkü New York Times, kendilerine gönderilen makaleyi “yeni iddialar içermediği” için yayınlamama kararı aldıklarını da duyurdu. Öte yandan Goldstone, İsrail’in raporu geri çekmesi yönündeki çağrılarına rağmen, telefonda görüştüğü İsrail İçişleri Bakanı Eliyahu Yişai’ye raporu çekeceğini söylediği yönündeki haberleri reddetti. Güney Afrikalı yargıç, bir haber ajansına yaptığı açıklamada, Yişai’nin kendisini telefonla arayarak Washington Post gazetesinde yayımlanan makalesi için teşekkür ettiğini, ancak Yişai ile raporu tartışmadığını söyledi. Filistinliler tepki gösterdi Filistinli insan hakları örgütleri, Goldstone’un bu sözlerinin İsrail’i savaş suçuyla itham ederek, hakkında dava açılmasını sağlayacak meşru bulguları kaldırmak amaçlı olduğunu belirtti. BM İnsan Hakları Konseyi kararda ayrıca BM Genel Kurulu’na, olaylarla ilgili olarak hazırlanan Goldstone Raporu’nun, durumun Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne sevk edilmesini değerlendirmek üzere BM Güvenlik Konseyi’ne sunmasını tavsiye etmişti. Filistinli siyaset uzmanı Muhsin Ebu Ramazan da İsrail’in Goldstone’un Washington Post’ta yazdıklarından faydalanmaya çalıştığını, ancak sırf Goldstone İsrail lobisinden baskı görerek sözlerini değiştirdiği için BM raporunun değişmeyeceğini vurguladı. n Arna’nın çocuğu Juliano Mer Khamis Biz çocukları kültürle, müzikle, sanatla buluşturuyoruz. Sanatın gelecek için iyi insanlar yaratacağına inanıyorum. İnanıyorum ki Cenin’deki arkadaşlarımız işgale karşı direnişe bu projeyle, bu tiyatroyla devam edecekler. “Öfkenin bir üretime dönmesi için çabaladık. Üretim derken direnişe alternatif üretmekten bahsetmiyorum. Tiyatroda yaptığımız şey Filistinlilerin özgürlük mücadelelerinde direnişe alternatif üretmek veya direnişin kendisini değiştirmek değildi. Tam tersi, bu nokta açık olmalı. Bunu söyleyerek filmlerime sponsor bulamayacağımı biliyorum, ben Araplara yardıma koşan iyi bir Yahudi değilim, fakirleri beslemeye kalkışan filantropik bir Filistinli de değilim. Filistinlilerin özgürlük mücadelesine katılmakla kendi özgürlük mücadelemizi başlatmış olduk. Bu projeye katılan herkes Siyonist ordunun, Siyonist politikaların sanki kendisini de işgal ediyormuş gibi hissettiğini söyledi. Biz çocukları iyileştirmeye gelmedik. Hasta bakıcı değiliz, iyi Hıristiyanlar da değiliz. Biz özgürlük için savaşıyoruz.” Juliano Mer Khamis 2006’da Harvard Üniversitesi öğrencisi Maryam Gharavi’ye verdiği röportajda böyle tanımlıyordu savaşın ortasında sanatla kurduğu ilişkiyi. Direnen Filistin’in Şubat sayısında Ghassan Kanafani’yi tanıtırken arkadaşının kendisi için sarf ettiği bir cümleyi aktarmıştık. “O Filistin’in hikâyesini yazdı, sonra da kendisi bu hikâye tarafından yazıldı.” 4 Nisan Pazartesi günü Cenin mülteci kampında annesiyle beraber kurduğu Özgürlük Tiyatrosu önünde öldürülen yönetmen ve oyuncu Khamis de bu hikâyenin bir parçası, bir kahramanı oldu. Khamis 1958’de İsrail Komünist Partisi üyesi baba Saliba Khamis ve tiyatro oyuncusu Yahudi anne Arna Mer’in çocuğu olarak dünyaya geldi. Hayfa’da geçen çocukluk yıllarının ardından İsrail ordusunda hava indirme birliğinde görev yaptı. Babasının Filistinli akrabalarını kontrol noktasından geçirmeme emri alması bardağı taşıran son damla oldu ve orduyu terk etti. Orduda edindiği deneyimlerin “Arna’nın Çocukları” adlı belgeseli çekerken hayatta kalmasına yardım ettiğini söyleyecekti. Khamis’i ta- 6 nımanın en iyi yolu da bu yazıyı okumaktan çok bu belgeseli izlemek olacaktır. Belgesel Cenin’de Özgürlük Tiyatrosu’nun kuruluş hikayesini ve Arna’nın kanserle verdiği mücadeleyi Filistin’in özgürlüğü için verilen mücadeleyle harmanlayıp kamerayı yaşananların ortasına yerleştirerek anlatıyor. Kanafani gibi Khamis de yıkılan evler arasında Cenin mülteci kampında yaşayan bir kuşağın varoluş mücadelesini aktarıyor bize. Arna’nın çocukları küçük yaşta bir umut oyunu sergiliyorlar. Aynı çocuklar büyüdüklerinde ikinci intifadaya katılıyorlar. O da bir ölüm kalım oyunu oluyor bütün bir kuşak için. Khamis intifada sonrası geri döndüğünde İsrail ordusunun tiyatroyu yıktığını görüyor. Yıkılanlar arasında kansere yenik düşmesiyle Arna ve intifada esnasında öldürülen Arna’nın tiyatro oyununu sahneleyen büyümüş çocukları da yer alıyor. Çocuklardan sadece biri hayatta kalıyor. Trajedi herkesi vurduğunda dayanmak daha kolay oluyor onun için. Trajedi iki hafta kadar önce Khamis’i de vuruyor ama kimin vurduğu belli değil, hiçbir örgüt bu işi üstlenmemiş durumda, İsrail ise kayıtsız. Akıllara birkaç gün önce İsrail’in de hedef gösterdiği, El Kaide’ye yakın çizgide bulunan Selefi kökenli militanların kaçırıp öldürdüğü öne sürülen İtalyan aktivist Vittorio Arrigoni geliyor. Radikal İslamcı bu tür örgütlerden birinin Khamis cinayetini gerçekleştirmiş olabileceği söyleniyor. Filistin halkının özgürlüğü için mücadele veren birinin radikal İslamcı bir örgüt tarafından neden öldürülmüş olabileceğine anlam vermek zor. İsrail yanlıları ise bu cinayetleri Filistin direnişini karalamak için kullanmaya başladılar bile. Söz Khamis’in: “Biz çocukları kültürle, müzikle, sanatla buluşturuyoruz. Sanatın gelecek için iyi insanlar yaratacağına inanıyorum. İnanıyorum ki Cenin’deki arkadaşlarımız işgale karşı direnişe bu projeyle, bu tiyatroyla devam edecekler.” Hayat yarım kalışlardan ibarettir diyelim ve yarım kalacak yeni işlere devam edelim ama umuyoruz ki birkaç kez kundaklanmaya çalışılan Özgürlük Tiyatrosu projesi yarı yolda kalmaz. n Khamis’ten yapılan alıntılar http://electronicintifada.net/content/interview-late-juliano-merkhamis-we-are-freedom-fighters/9295 adresinden alınmıştır. direnen filistin Geçen aydan kısa haberler... IMF: Filistin ekonomik açıdan devlet olmaya hazır IMF, 3 Nisan’da Filistin’in mali reformlardan sonra finansal kurumlar açısından devletleşmeye hazır olduğunu söyledi. El-Fetih hükümetinin başbakanı Salam Fayad, Eylül ayında kurulması düşünülen Filistin devleti için 2007’den beri uyguladıkları kurumsal programı açıkladı. Fayad, reformlar ve ihtiyatlı mali politikalar ile, Filistin bütçesinin dış yardımlara bağımlılığının 2008’den 2010’a 1.8 miyar dolardan 1.2 milyar dolara indiğini, bunun 2011’de 1 milyar dolar olacağını söyledi. “Peace Now” barış için İsrail’in hizmetinde Nisan ayında yayınlanan bir Wikileaks belgesine göre, İsrail’deki “Peace Now” (Barış Şimdi) adlı sivil toplum örgütünün Washington ve İsrail Savunma Bakanlığı ile düzenli bir iletişim halinde olduğu, İsrail’in Filistin’de kurduğu yasadışı Yahudi yerleşimlerine ilişkin görüşmeler yaptığı belirtildi. “Peace Now”ın lideri Yariv Oppenheimer’in 2006 yılında ABD büyükelçiliğinde yaptığı görüşmenin belgelerine göre, Oppenhemier ABD’nin İsrail’e Yahudi yerleşimleri ile ilgili baskı yapmasını istemiş. Oppenheimer İsrail’in ABD baskısıyla göstermelik olarak bazı yerleşimleri kaldırmasının “bir şeyler yapılıyormuş” mesajı vereceğini ve bu sayede yerleşimlerde yaşayanlara geriye dönük olarak da yerleşme ve yeni yerleşimler kurma hakkı vereceğini söylemiş. Sözün bittiği reklam 2010 Ekim ayında İsrailli bir yerleşimcinin Subaru marka arabasını Filistinli çocuklar üzerine sürerken çekilen görüntüleri, Subaru’nun İsrailli distribütörlerinin Facebook’ta ve başka birçok sitede yayınladıkları bir reklam afişine dönüştürdüğü iddia ediliyor. Afiş üzerinde İbranice “Bakalım önünde kim durabilecek” yazıyor. Filistinli yetkililer afişin Subaru şirketi tarafından hazırlanıp hazırlanmadığından emin olamadıklarını belirttiler. Filistin Özerk Yönetimi Subaru firmasına gönderdikleri dilekçede bu dehşet verici ve aşağılayıcı reklamın dolaşımının önüne geçilip kullanımının durdurulmasını ve gerekli tedbirlerin alınmasını talep etti. Subaru şirketinin Tel Aviv Ofisi ise konu ile ilgili herhangi bir açıklamada bulunmadı. 2010 yılında gerçekleşen olayda David Beeri adlı İsrailli yerleşimci Doğu Kudüs’te Silwan adlı bir mahallede 10 ve 11 yaşlarındaki maske takıp taş atan Filistinli çocuklara çarpmış ve ikisini yaralamıştı. Olay, genelde Cuma namazı sonrası yaşanan hareketlenmeleri aktarmaya giden gazeteciler ve fotoğrafçılar tarafından görüntülenmişti. Filistinli Balıkçılarla Dayanışma Gemisi Gazze’de Uluslararası Dayanışma Hareketi (ISM), Gazzeli balıkçılarla dayanışmak ve onlara refakat etmek, İsrail tarafından yapılacak ihlalleri belgelemek ve raporlamak için Gazze’ye bir yardım gemisi gönderdi. Filistin devletine bağlı bir sivil savunma ekibi ile İspanya, ABD, İtalya ve Belçika’dan sivillerin bulunduğu Olive gemisi projesinin hayata geçirilmesinde geçen ay Filistin’de öldürülen İtalyan aktivist Vittorio Arrigoni’ni de rol almıştı. 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması uyarınca Filistinli balıkçıların Gazze’nin 20 mil açıklarına kadar avlanma hakkı bulunuyordu. Ancak İsrail bu bölgeyi 2002’de 12 mile, 2006’da 6 mile düşürdü. Son olarak, 2009’da balıkçıların yalnızca 3 millik bölgede avlanmalarını öngören maddeyi zorla kabul ettirdi. İsrail 2009’dan beri kendi kabul ettirdiği maddeye bile uymayarak balıkçılara saldırıyor. Filistin İnsan Hakları Merkezi verilerine göre, 1 Mayıs 2009’dan 30 Kasım 2010’a kadar İsrail’in balıkçı teknelerine 53 kez saldırdığı belirtiliyor. Saldırılar sonucunda 2 balıkçı ölürken 7’sinin yaralandığı, ayrı- ca İsrail’in 42’i balıkçıyı zorla alıkoyduğu ve bazılarına işkence yaptığı söyleniyor. Toplamda 17 teknenin kullanılmaz hale getirildiği, balıkçıların kullandığı radyo sistemlerinin de sayısız kez bloke edildiği ifade ediliyor. Filistin devletini savunan İsrailli aydınlara saldırı İsrailli solcu aydın ve sanatçılar, 21 Nisan Perşembe günü Tel Aviv’de bağımsız bir Filistin devletini desteklemek adına, simgesel olarak Filistin devletinin kuruluş bildirgesi ve bağımsızlık ilanını okudular. Eylem, 1948’de İsrail’in bağımsızlığını ilan ettiği yerde yapıldı. Aynı yerde toplanan aşırı sağcı İsrailliler ise eylemcilere saldırdı. Sağcıların “hainler”, “solcu profesörler, bunlar yüzünüzde patlayacak” gibi sloganlarla başlattıkları sözlü taciz, yumruklaşmayla devam etti. Polis ise iki grup arasındaki arbedeye müdahale etmedi. Okunan bildiride “1949 ateşkesi ile belirlenen sınırlar üzerinde, İsrail yanında kurulacak bağımsız Filistin devletini ilan etmek için buradayız. İki halkın gerçek özgürlüğe kavuşması için işgal tamamen sona erdirilmelidir” denildi. İşçi Filmleri Festivali’nde İsrail-Filistin filmi 2 Mayıs’ta açılışı yapılan Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nde bu yıl bir de İsrail ve Filistin’i konu alan bir film gösteriliyor. “Avokado’yu Kim Toplayacak” adlı filmin konusu şöyle: Uluslararası bir delegasyonun üyeleri, yaşamlarını sürdürebilmek için İsrail’de çalışmak zorunda kalanların durumlarına tanıklık eder. İşçi Danışma Merkezi tarafından davet edilen Tayland, İspanya, ABD ve Almanya’dan altı delege, bir iş bulup yaşamlarını düzene sokmaya çalışan yerli Arap kadınların, borçlanarak İsrail’e gelmiş, iş bulmak için rekabet etmeye hazır ve düşük ücretlere razı olan Taylandlıların ve İsrail’in inşa ettiği duvarların arasına sıkışıp kalmış Filistinlerin yaşamlarına şahit olurlar. İstiklal Cad. Gazeteci Erol Dernek Sok. Hanif Han. No:11 Kat:4 Da:5 Beyoğlu - İSTANBUL (İstanbul Yeni Melek Gösteri Merkezi Yanı) Tel: +90 (212) 252 13 76 www.barisdernegi.org [email protected]
Benzer belgeler
Elvis Costello`dan İsrail`e boykot | Marksist.org
Britanyalı müzisyen ve oyuncu Elvis Costello, İsrail'e Akademik ve Kültürel Boykot İçin
Filistin Kampanyası'nın (PACBI) çağrısına uyarak İsrail'de planlanmış konserlerini iptal
etti.
Britanyalı müz...
direnen filistin
Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarının Mısır, Filistin, İsrail, Türkiye ve ABD açısından yansımaları,
Lübnan da Hariri hükümetinin devrilmesiyle başlayan
süreç, İsrail siyasetini oluşturan parti ve ak...
Gazze Raporu - Türkiye Diyanet Vakfı
yapacak, ya Hamas’la. Birini seçmek zorundalar” dedi. Konu ile ilgili olarak olağanüstü
toplanan İsrail Kabinesi, kurulacak ulusal
birlik hükümetiyle görüşmeme kararı aldı.
Nisan’ın 27’sinde Çarşam...