ETKİNLİKLER DOSYA ( Yükseköğretimde
Transkript
ETKİNLİKLER DOSYA ( Yükseköğretimde
10 ETKİNLİKLER ● DOSYA ( Yükseköğretimde Yeniden Yapılanma) GÜNDEM (Engelli Üniversiteli Olmak) ● ERASMUS ● KARİYER ● KULÜPLER BİLİM VE FELSEFE ● SOSYAL SORUMLULUK ● ÇevreciyİZ ● YerelİZ ● SektörİZ KÜLTÜR SANAT Merhaba Dergimizin 10.sayısında ilgi ile okuyacağınızı umduğum konularla yeniden sizinleyiz. Atılım Üniversitesi Adına Sahibi Prof.Dr. Abdurrahim Özgenoğlu Genel Yayın Yönetmeni Prof.Dr. İsmail Bircan Yazı İşleri Müdürü Gülşen Orbey Editör Kurulu Özlem Işıklar ● Yrd.Doç.Dr. F. Ülkü Selçuk ● Yrd.Doç.Dr. T. Erman Erkan Yayın Kurulu Yrd.Doç.Dr. Cenk Güray ● Yrd.Doç.Dr. T. Erman Erkan ● Yrd.Doç.Dr. F. Ülkü Selçuk Yrd.Doç.Dr. Evrim Doğan ● Yrd.Doç.Dr Hayal Zülfikar ● Dr. Poyraz Gürson Öğr.Gör. Doğa Aydoğan ● Öğr.Gör. Uluç Gürkan ● Özgür Kalın Mustafa Kömürcü ● Aslıhan Ersan Karaca Öğrenci Temsilcileri Ali Can Gözcü Bilal Koç Cemal Yüksel ● Dilara Gürses ● Elif Naz Çetinel ● Hasan Hüseyin Üzmez Hüseyin Erdoğan ● İrem Karabıyık ● Kaya Özdemir Kutay Tevfik Karagöz ● Meltem Banko ● Merve Aytaç ● Özlem Arslan Samet Küçükçelebi ● Verda Özge Ünal ● ● Üniversitemiz, 2009-2010 Akademik Yılı Sonbahar Dönemi’nde birbirinden değerli pek çok konuk ve konuşmacının yer aldığı konferans, seminer ve panele ev sahipliği yaptı. Eski bakanlarımızdan, değerli siyasetçi Hikmet Çetin “Dünyadaki Gelişmeler ve Türk Dış Politikası” konulu konferansıyla Üniversitemiz öğrencileri ile buluştu. 10 Kasım Atatürk’ü Anma Etkinlikleri çerçevesinde Prof. Dr. Ziya Gökalp Mülayim “Atatürk ve Kooperatifçilik” adı altında gerçekleştirdiği konferansta Atatürk’ün kooperatifçiliğe verdiği önemden bahsederek Atatürk’ün bugünkü kooperatifçiliğin kurucusu olduğunu ifade etti. Kişisel gelişim alanında çok sayıda kitabı bizlere kazandıran Doğan Cüceloğlu, Üniversitemiz personeline sağlıklı iletişimin yollarını anlattı. Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi’nin ilk Danışma Kurulu Prof.Dr. Nami Çağan ● Prof.Dr. Halil İbrahim Ülker Prof.Dr. Oya Batum Menteşe ● Prof.Dr. Gülhan Özbayoğlu ● Prof.Dr. Yüksel Bingöl konuğu YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan oldu. Ülkemiz sanayine ATILIM ÜNİVERSİTESİ YERLEŞKESİ Kızılcaşar Mahallesi - İncek 06836 Ankara Tel: 0312 586 80 00 ● Faks: 0312 586 80 90 - 91 www.atilim.edu.tr ● [email protected] donanımı ve yaklaşık 4000 m2’lik alanıyla dünya ve Avrupa’da benzerleri Tasarım REMARK Kuleli Sokak 57 / 4 G.O.P / Ankara ● Tel: 0312 436 27 28 ● Faks: 0312 436 27 00 www.remarkreklam.com ● [email protected] Baskı Desen Ofset A.Ş. Birlik Mahallesi 448. Cadde 476. Sokak No: 2 Çankaya / Ankara Şubat, 2010 4 ayda bir yayımlanır. Dergide yayımlanan yazılar kaynak gösterilerek kullanılabilir. İmzalı yazılardaki görüşler yazarlarına aittir. Ar-Ge desteği sunacak ve Türkiye’de ilk kez kullanılacak olan teknik arasında ilk sıralarda yer alan Merkez’in çalışma alanları Prof. Dr. Erman Tekkaya’nın gerçekleştirdiği bir sunumla Özcan’a aktarıldı. Dergimizin bu sayısında “Dosya” bölümünde akademisyenlerimizle birlikte “Yükseköğretimde Yeniden Yapılanma” konusunu ele alıyoruz. “Gündem” başlığı altında ‘Bir kişi bir işi başaramıyorsa, burada da bir engel vardır’ sözleriyle hayata bakışını anlatan engelli öğrencimiz Yusuf Akgün ile gerçekleştirdiğimiz röportaj yer alıyor. Keyifle okuduğunuza inandığımız; Erasmus, Kariyer, Bilim ve Felsefe, Kulüpler, Sosyal Sorumluluk ve Kültür-Sanat adlarını taşıyan sayfalarımızın yanı sıra ÇevreciyİZ, YerelİZ ve SektörİZ sayfalarımızı da dergimizde bulabileceksiniz. Gelecek sayılarımızda da birlikte olmak ümidi ile her şeyin gönlünüzce olmasını dilerim. Prof.Dr. İsmail BİRCAN Rektör Yardımcısı ETKİNLİKLER 3 4 10 Kasım Atatürk’ü Anma Etkinlikleri 8 Üniversite Takımlarımız Katıldıkları Turnuvalardan Şampiyonluklarla Döndü. 9 10 13 17 MAKALE “Dünyadaki Gelişmeler ve Türk Dış Politikası” Konulu Konferans KÜRESELLEŞME VE ULUS DEVLET EGEMENLİĞİ Araş. Gör. Aslı ŞİMŞEK ANADOLU’DA NEVRUZ VE KUTLAMALARI Atılım Üniversitesi Öğrencileri “Yaşanılır Bir Dünya İçin Sanat” Yapıyor. ÜRET(K)EN OLMAK 42 Ali Can GÖZCÜ Doğan Cüceloğlu Sağlıklı İletişimin Yollarını Anlattı AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİMİZ İSTANBUL AKILLI MARKA BAŞKALARININ Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü Öğrencilerinden Alkışlanan Defile ÜÇÜNCÜ KUŞAK ÜNİVERSİTELERE NEDEN GELİNDİ? Prof.Dr. Halil İbrahim Ülker 20 ÇAĞDAŞ ÜNİVERSİTE Prof.Dr. Ramazan Aydın TÜRK YÜKSEKÖĞRETİMİ VE KÜRESELLEŞME Gülşen Orbey 28 GELECEĞİN ARAŞTIRMA KÜTÜPHANELERİ Nilüfer Ünal Verda Özge Ünal ERASMUS 46 KARİYER 50 KULÜPLER 56 BİLİM VE FELSEFE 59 SOSYAL SORUMLULUK 62 ÇevreciyİZ 64 YerelİZ 66 SektörİZ 68 GÜNDEM ENGELLİ ÜNİVERSİTELİ OLMAK 44 HATALARINDAN ÖĞRENİR ATILIM ÜNİVERSİTESİ YABANCI DİLLER BÖLÜMÜNDE İNGİLİZCE ÖĞRENME ÖĞRETME SÜREÇLERİNDE WEB TABANLI ETKİNLİKLER Feride Güven 26 43 Ceyda Çinar Tiyatro’nun Kraliçesi Üniversitemizdeydi 18 31 38 Yrd.Doç.Dr. Reşat Öztürk DOSYA 22 35 2 KÜLTÜR SANAT 69 ETKİNLİKLER Abdullatif Şener Genel Ekonomik Durumu Değerlendirdi “Dünyadaki Gelişmeler ve Türk Dış Politikası” Konulu Konferans Türkiye Partisi Genel Başkanı, Devlet Eski Bakanı Abdullatif Şener, Atılım Üniversitesi Ekonomi Topluğu’nun düzenlediği konferansta üniversitemiz öğrencileri ile bir araya gelerek genel ekonomik durum değerlendirmesi yaptı. Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi altında açılan Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nün 2009/2010 akademik yılında eğitime başlaması nedeniyle düzenlen ve Dışişleri Eski Bakanı ve NATO Afganistan Eski Sivil Temsilcisi Hikmet Çetin’in konuk olduğu “Dünyadaki Gelişmeler ve Türk Dış Politikası” konulu konferans 11 Kasım 2009 tarihinde gerçekleştirildi. Ülkelerin “krizden derinden etkilenen” ve “teğet geçen” ülkeler olarak ayrıldığını ifade eden Şener, 2009 yılı itibariyle başta Çin ve Hindistan olmak üzere uzak doğu ülkelerinde krizin teğet geçtiğini ve büyüme oranlarının 5,5 olduğunu belirtti. Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen konferansın açılış konuşmasını yapan Atılım Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdurrahim Özgenoğlu, ülkemizin önemli bürokratlarından olan Sayın Hikmet Çetin’in yeni bölümümüzün açılışı nedeniyle gerçekleştirilen programa katılım göstermesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Türkiye’nin krizden derinden etkilendiğini sözlerine ekleyen Şener, rakamlarında bu doğrultuda olduğunu, 2008’in son çeyreğinde başlayan ekonomik küçülmenin son bir yılda %8 civarında olduğuna dikkat çekerek, Türkiye’de krizin ABD ve Avrupa ülkelerinden daha yoğun şekilde hissedildiğini belirtti. Daha sonra kürsüye gelen Hikmet Çetin, konuşmasında Türkiye’nin Dış Politikadaki hedeflerinin ne olması gerektiği, ABD ve diğer ülkelerle ilişkileri hakkında bilgiler verdi. İşsizlik verilerinde de krizin etkilerine maruz kalındığına dikkat çeken Şener, yıl sonu itibariyle 14.8 olarak açıklanan işsizlik oranının kentler ve genç nüfus dikkate alınarak değerlendirildiğinde yanıltıcı olabileceğini bu faktörler dikkate alındığında oranın %20’lerde olacağını ifade etti. Şener Türkiye’nin ve bu haliyle Dünya’nın işsizlik oranının en yüksek ülkesi olduğunu belirtti. Konuşmasının başında ABD’nin güçsüzleşme nedenlerini sıralayan Çetin, Irak’a, Afganistan’a yapılan müdahaleleri ve ülkenin enerjisinin %55 ‘inin dışa bağımlı olmasını olumsuz etkenler olarak sıraladı. 11 Eylül sonrası yaşanan travmanın etkilerinin hala hissedildiğini belirten Çetin, Çin Hindistan gibi hızla yükselen yeni devletlerin ve Bush yönetiminin de ABD’nin imajını zayıflattığını ifade etti. Ekonomik olarak her ülkenin kendi ihtiyaçlarına göre bir yapılanma oluşturması gerektiğine dikkat çeken Şener, Türkiye ekonomisinin dış etkilere göre yapılandığını ve ülke gündeminde ekonomi dışındaki konuların işgal ettiğini belirtti. Çin, Rusya, Japonya gibi ülkelerinde büyük güç olma yolunda kararlı adımlar attığına dikkat çeken Çetin, Çin’in dünya ticaretine hakim olma istediğinin, Rusya’nın doğalgaz ve petrol kaynaklarını ele geçirmek isteğinin ve Japonya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde yer arayışının altında da aynı nedenlerin olduğunu belirtti. Türkiye’nin sanayide çöküş yaşadığını üretim kapasitesinin düştüğünü sözlerine ekleyen Şener, sektörlerde yabancılaşmanın arttığına dikkat çekerek sigorta sektörünün %90 bankacılık sektörünün ise %40’ının yabancıların elinde olduğunu söyledi. 3 Obama ile birlikte ABD’de yaşanan değişime de dikkat çeken Çetin, büyük devlet olma, enerji kaynaklarını denetleme gibi ana amaçların bu yönetimle de değişmeyeceğini dile getirdi. Obama ile başlayan süreçte Türkiye’nin konumunun önemli olduğunu ifade eden Çetin, bu nedenle Obama’nın ilk ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştirdiğini belirtti. gösterimi ile başlayan program saygı duruşu ve istiklal marşı ile devam etti Törende bir konuşma yapan Atılım Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Koordinatörü Yrd. Doç Dr. Reşat Öztürk “Atatürk ve Çağdaşlaşma” konulu sunumunda Atatürk’ün yaptığı Türk tanımına dikkat çekerek milli birliğin ve bütünlüğün önemini vurguladı. Türkiye’nin dünya enerji haritasındaki yeri, coğrafi konumu ve İslam dünyası ile batı dünyasını birleştirir nitelikte olmasının önemine işaret eden Çetin, sahip olduğumuz genç nüfusun ve çağdaş güçlü ordunun bölgede caydırıcı unsur oluşturduğunu ifade etti. Türkiye’nin yeni dönemde dış politikada izlemesi gereken hedefleri sıralayan Çetin, öncelikli olarak NATO’daki yerini koruması gerektiğini belirterek, AB’ye tam üyelik hedefinden vazgeçmemesi gerektiğini ve ABD, Rusya gibi ülkelerle ikili ilişkilerini devam ettirmesi gerektiğini söyledi. Çok boyutlu ve çok yönlü dış politika geliştirilmesi gerektiğinin altını çizen Çetin, Türkiye’nin bölgesel konumu nedeniyle olaylardan uzak kalamayacağını ve barışa katkı yapmak zorunda olduğunu dile getirdi ve “Her durumda laik devlet rejiminin korunması gerekir” dedi. Mustafa Kemal’in Türk tanımında kan birliği değil düşünce ve ideal birliği olduğunu ifade eden Öztürk, bir ulusun kalkınmasında emeği geçen herkesin milliyetçi olduğunu belirterek, “Atatürk’e göre Türk bu ülkeye emeği geçendir” dedi. Dış politikaya ideolojik olarak bakılamayacağının sözlerine ekleyen Çetin, Türkiye’de yaşanılan kutuplaşmaya dikkat çekerek, ötekileşme sorunun tehlikeli olduğunu Osmanlı Devleti’nin hoşgörü ile ayakta kaldığını ifade etti. Ülkemizde 19. yy’ın ikinci yarısında başlayan ve 1. Dünya Savaşı nedeniyle sekteye uğrayan, ancak her konuda önder olduğu üzere Atatürk tarafından teşvik edilen kooperatifçilik konusunda bir sunum gerçekleştiren Prof. Dr. Sayın Ziya Gökalp Mülayim “Atatürk ve Kooperatifçilik” konulu konferansında Atatürk’ün kooperatifçiliğe verdiği önemden bahsederek Atatürk’ün bugünkü kooperatifçiliğin kurucusu olduğunu ifade etti. 10 Kasım Atatürk’ü Anma Etkinlikleri 1920 yılında meclisin kurulmasının ardından kooperatif başkanlığı oluşturulması için Atatürk tarafından bir yasa tasarısının hazırlatıldığını sözlerine ekleyen Mülayim, beş maddesi kabul gören tasarıyla birlikte ülkedeki memurların ve özellikle öğretmenlerin kooperatifçiliği öğrenmek ve öğretmekle yükümlü kılındığını belirtti. Atatürk’ün 1923’te yazdığı kitabında ülkemizde kooperatifçiliğin gelişmesini ülkesini sevmekle eşdeğer tuttuğunu ve öğretmenlere önemli görevler verdiğini ifade eden Mülayim, 1925’te Mustafa Kemal’in bizzat bir kooperatifin kurucusu olduğunu belirti. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, ölümünün 71. Yıl Dönümünde Atılım Üniversitesi tarafından düzenlenen törenle anıldı. Atatürk’ün hayatının ve başarılarının anlatıldığı “Sarı Zeybek” film Program Mühendislik Fakültesi Cevdet Kösemen Konferans Salonu fuayesinde açılan “Atatürk Fotoğrafları” konulu sergisi ile sona erdi. 4 Atatürk’ ün Ankara’ ya Gelişinin 90. Yılı Etkinlikleri Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 90. yıl dönümünde Atılım Üniversitesi tarafından geniş kapsamlı bir etkinlik düzenlendi. “Atatürk ve Ankara” konulu konferansı gerçekleştiren Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Safran Ankara’nın başkent olarak seçilme nedenlerini sıralayarak, Cumhuriyet döneminden günümüze dek Türkiye’nin ve Ankara’nın gelişimini anlattı. Program sonrasında VEKAM Derneği Başkanı Zeynep Önen ve Ankara Kulübü Derneği Başkanlarına Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu tarafından plaketleri takdim edildi. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının ardından sarsıntının büyük olduğunu belirten Safran, Misak-ı Milli’nin sınırlarına geçildiğinde kimlik krizi yaşandığını ifade ederek ulus devlet kurulması sırasında yaşanan zorluklardan bahsetti. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan Değişen Sistemi Anlattı… Avrupa güçleri tarafından Türklerin batılılaşması ve modernleşmesinin engellendiği kanısının yaygın olduğuna dikkat çeken Safran, 1924 yılından günümüze dek batılıların Türkiye’ye bakışlarının değişmediğini ve bazı gerçekleri görmezden geldiklerini belirtti. Atılım Üniversitesi tarafından 13 – 14 Aralık 2009 tarihlerinde Kızılcahamam Patalya Termal Otel’de düzenlenen ve ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan’ın gerçekleştirdiği “Değişen ÖSS Sistemi ve ÖSS 2010” konulu konferansa Türkiye çapından yüze yakın rehberlik öğretmeni katıldı. Açılış konuşmasını yapan Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu katılımcılara teşekkür ederek, yeni sistemin anlaşılması amacıyla düzenlenen bu programın önemine dikkat çekti ve katkısı olan herkese teşekkür etti. Konferansın ardından Üniversitemiz Endüstri Mühendisliği Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Cenk Güray yönetiminde Atılım Bağlama Topluluğu ve Solistleri Atatürk’ün sevdiği türküleri seslendirdiler. 2010 ÖSS sistemi hakkında detaylı bilgiler veren Prof. Dr. Ünal Yarımağan, yeni sınav sisteminin kapsadığı alanlar açısından 2009 yılındaki sınavdan çok farklı olmayacağını, dolayısıyla hazırlık aşamasında öğrencilerin çok zorlanmayacağını ifade etti. Konserin ardından VEKAM tarafından hazırlanan “Posta Pullarında Başkent Ankara” konulu sergi ve Ankara Kulübü Derneği tarafından gerçekleştirilen Ankara Yöresi oyunları öğrencilerden büyük ilgi gördü. 5 Prof.Dr. Ünal Yarımağan ÖSYM Başkanı Prof.Dr. Abdurrahim Özgenoğlu ATÜ Rektörü Konferansın sonundaki soru cevap kısmında soruları yanıtlayan Prof. Dr. Ünal Yarımağan, sorulan bir soru üzerine; ilk olarak ABD’de başlanan çoktan seçmeli sınav sistemine artık sadece ülkemizde devam edildiğini belirterek, öğrencilerin bilgi ve yorumlarıyla yanıtlayacakları açık uçlu sınav sistemini de önümüzdeki yıllarda uygulamaya koymayı planladıklarını belirtti. Prof. Dr. Erman Tekkaya ve Üretim Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bilgin Kaftanoğlu tarafından karşılanan Prof. Dr. Özcan, Merkez’in kabiliyetleri ve teçhizatlar hakkında da yetkililerden bilgi aldı. Ülkemiz sanayine Ar-Ge desteği sunacak olan ve Türkiye’de ilk kez kullanılacak olan teknik donanımı ve yaklaşık 4000 m2’lik alanıyla dünya ve Avrupa’da benzerleri arasında ilk sıralarda yer alan Merkez’in çalışma alanları da Prof. Dr. Erman Tekkaya’nın gerçekleştirdiği bir sunumla aktarıldı. Konferans sonrasında program, Atılım Üniversitesi Psikoloji Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. Neşe Üner Alkan tarafından “Mesleki Rehberlik: Bütüncül Bir Yaklaşım” konulu seminerin ilk bölümü ile devam etti. 14 Aralık 2009 Pazartesi günü II. Bölümü gerçekleştirilen workshop çalışmasının ardından program sona erdi. Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi, Türk metal sanayine, bilgiye dayalı üretim teknolojisinin gerçekleştirilmesi, artı değeri yüksek ürünlerin üretilmesi, yeni ve ileri malzemeler ile üretim verimliliğinin arttırılması, mikro ve nano boyutlarda ürünlerin geliştirilmesi ve inovasyon yeteneklerinin geliştirilmesi açısından katkı sağlayacak. Merkez ayrıca, konuyla ilgili olarak daha önce yurt dışında yaptırılan ve sonuçları sorgulanamayan analiz, deney ve araştırmaların Ülkemizde gerçekleştirilerek, döviz kaybının önlenmesine olanak tanıyacak. Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi’nin İlk Konuğu YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan “2009 Yılı Sanat Eleştirmeni Onur Ödülü” Mütevelli Heyet Üyesi Sayın Erhan Karaesmen’in… TÜYAP Kitap ve Sanat Fuarları çerçevesinde son dönemlerde verilmekte dolan Kültür ve Sanat Ödülleri bilindiği gibi aydın çevrelerde yerleşik bir saygınlığa sahip olmuştur. Bu çerçevede “2009 Yılı Sanat Eleştirmeni Onur Ödülü” Üniversitemiz Mütevelli Heyet Üyesi ve ODTÜ emekli öğretim üyelerinden Sayın Erhan Karaesmen Hocamıza verilmiştir. Pozitif bilimler rasyonelliği ile sanat kültür duyarlılığını kendi kişiliğinde birleştirmiş olan Sayın Erhan Karaesmen, teknik alanlar dışında, sosyo-politik konularda, plastik sanatlar ve müzik ile ilgili değerlendirmelerde yoğun yayın faaliyetlerinde bulunmaktadır. Üniversite – Sanayi işbirliğine yeni bir boyut getiren ve Türkiye için bir ilk niteliği taşıyan Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi, 15 Şubat 2010 Pazartesi günü 14.00’te YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan tarafından ziyaret edildi. İlk olarak Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu’nu makamında ziyaret eden YÖK Başkanı daha sonra Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi’ne geçerek incelemelerde bulundu. Sayın Erhan Karaesmen Hocamızı, 2 Kasım 2009 Pazartesi akşamı İstanbul’da özel bir törenle kendisine verilecek olan “2009 Yılı Sanat Eleştirmeni Onur Ödülü” nedeniyle kutluyor ve bu olaydan duyduğunu tahmin ettiğimiz zevki ve keyfi kendisi ile paylaşıyoruz. Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi’nde Merkez Başkanı 6 konulu münazarayı, David Boddington yönetiminde başarıyla tamamladılar. Hazırlık Okulu Münazaraları Diğer üç münazaramızın yeri, tarihleri ve konuları şöyledir; - 24.02.2010 Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu saat 14:30 “ Advertising is a Form of Cheating People” ( Reklam İnsanları Aldatma Yoludur ) - 03.03.2010 Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu 14:30 “ Women Make Better Bosses Than Men” ( Kadınlar Erkeklerden Daha iyi Patron olur ) - 10.03.2010 Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu 14:30 “ Special Places should be offered for smokers in Buildings” ( Sigara İçenlere Binalarda Özel Yerler Ayrılmalıdır ) İlgi duyan tüm Öğretim elemanlarını münazaraları izlemek üzere aramızda görmek bizi mutlu edecektir. Her Akademik Yıl Atılım Üniversitesi Hazırlık Okulumuz tarafından A kuru öğrencileri arasında münazara etkinlikleri düzenlenmektedir. Atılım Üniversitesi’nde Bilim ve Kurgu Bir Araya Geldi Münazaraların amacı öğrencilerin konuşma becerilerini arttırarak topluluk önünde konuşma özgüvenini kazanmalarını sağlamak, derslerde teorik olarak öğrendikleri bilgileri fonksiyonel olarak kullanabilecekleri ders dışı ortamı yaratmak, grup çalışması disiplini edindirmek ,takım ve okul ruhu oluşturmaktır. Atılım Üniversitesi Performans Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Başkanı Yrd. Doç. Dr. Erman Erkan ve Microsoft arasında imzalanan Academik Alliance Programı çerçevesinde ERP: Kurumsal Kaynak Planlama Dersi, Microsoft NAVISION kullanılarak gerçekleştirilecek. OMNİ Teknoloji’nin desteği ile yaklaşık altı ay süre ile karşılıklı iletişim ve etkileşim sonucunda ortaya çıkan programdan yararlanacak olan öğrenciler, bu alandaki önde gelen isimlerden biri olan Yrd. Doç. Dr. Erman Erkan ve Microsoft Navision uzmanları ile birlikte belirlenen senaryolar üzerinden iş hayatına hazırlanacak. Münazaralar, Öğretmen Eğiticisi Tuba Aktaş, Öğretmen Eğiticisi Aysel Sütçü ve Grup Başkanlarından birinden oluşan üç kişilik jüri ile aşağıdaki kriterlere göre değerlendirilmektedir; - - - - - - - - - - - - Eleştirel düşünme becerileri Mantık çerçevesinde ikna edici konuşabilme Destekleyici kanıt sağlama Karşı tarafın zayıflıklarını etkili bir şekilde ortaya koyma Konuşma esnasındaki üslup Diğer konuşmacıları saygı ile dinleme Peşin yargılı olma Konuşmacıların sözünü kesme Dinlemeden itiraz etme Yerinde ve uygun karşı atak geliştirme Konuşma ve söz alma kural ve adabına uyma Uygun ve yeterli içerikle özetleme Atılım Üniversitesi Güneş Arabası Takımı Yeni Yılın İlk Günlerinde Esenboğa Havaalanı’ndaydı 2009 – 2010 Akademik Yılı münazara etkinliklerinin ilki 17.02.2010 tarihinde Turhan Çoruh Konferans salonunda A1 ve A2 grubu öğrencileri arasında gerçekleştirildi. TÜBİTAK tarafından alternatif enerji kaynakları konusunda kamuoyunda farkındalık yaratmak, alternatif enerji teknolojilerinin yaygın kullanımı için gerekli beyin gücü ve bilgi birikiminin oluşmasını sağlamak, üniversite öğrencilerini teorik bilgilerini takım çalışmasıyla başta güneş ve hidrojen olmak üzere, temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarıyla çalışacak ürünler ortaya koymaya özendirmek üzere düzenlenen TÜBİTAK Formula-G Güneş Arabaları Yarışı’na iki araçla katılan Atılım Solar Car Ekibi yeni yılın ilk günlerinde dış hatlar terminalinde araçlarını sergiledi. Grup koçları Oktay Aslan ve Eno Wilson tarafından çalıştırılıp yönlendirilen öğrencilerimiz “Space Exploration is a Waste of Time and Money (Uzay Araştırmaları Zaman ve Para Kaybıdır)” 7 – 8 – 9 Ocak 2010 tarihlerinde Esenboğa Havaalanı’nda Atılım Sollar Ekibi’nin güneş enerjisi ile çalışan Hasat ve Melih Turgut isimli iki aracı ziyaretçilere sunuldu. 7 İran’ın Nükleer Programı ve Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri Uluslararası İlişkiler Bölümü tarafından düzenlenen ve Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Mustafa Kibaroğlu’nun konuşmacı olarak katıldığı “İran’ın Nükleer Programı ve Türkiye’nin Güvenliği’ne Etkileri” konulu konferans 15 Ekim 2009 tarihinde gerçekleştirildi. İran’ın coğrafi, sosyolojik ve iktisadi yapısı konusunda bilgi veren Kibaroğlu, İran’ın nükleer programının tarihine değindi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD tarafından ortaya atılan Eisenhower doktrini kapsamında ABD’nin İran’da nükleer teknolojiye dayalı altyapıyı desteklediğini, 1972 yılında yayınlanan Nixon Doktrini ile ABD’nin İran’a kapsamlı nükleer tesisler kurmayı öngördüğünü ifade eden Doç. Dr. Mustafa Kibaroğlu, ABD’nin İran’ın nükleer programına destek politikasının, 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi ile birlikte sona erdiği vurguladı. İran’ın 1980’lerde Çin Halk Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği gibi ülkelerden nükleer çalışmalarına destek aramasına karşın beklediği yanıtları alamadığını ifade etti. Kibaroğlu, İran’ın nükleer programı ile ilgili olarak yaşanan krizin, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) taraf olmasına rağmen, İran’ın İsfihan yakınlarındaki Natanz’da uranyum zenginleştirme tesislerini ve Arak’taki ağır su tesisini uzun yıllar Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na gerekli bildirimleri yapmadan inşa etmiş olmasından kaynaklandığını ve Haziran 2005’te Ahmedinecad’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından İran’ın Batılı ülkelerle olan ilişkilerinin daha da gerildiğini belirtti. fından yürütülen programda, Eğlenceli Bilim Atölye Çalışmaları’yla fen bilgisi öğretmeni ve eğitmenler eşliğinde yaş gruplarına uygun projeler ve eğlenceli bilim deneyleri yaptırıldı. Atılım Üniversitesi öğretim görevlisi tarafından yürütülen Ebru Atölyesi Çalışması ve Tasarım Atölyesi Çalışması’nda da çocukların yaratıcılıklarını geliştirecek projeler yaptırıldı. Her gruba bir rehber ve bir eğitmenin eşlik ettiği programın sonunda, yapılan çalışmalar 5 Şubat 2010 tarihinde Eğlenceli Bilim Merkezi’nde velilerinde katıldığı mezuniyette sergilendi. Üniversite Takımlarımız Katıldıkları Turnuvalardan Şampiyonluklarla Döndü. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde düzenlenen basketbol 2.Lig Turnuvası’na 6 takım katıldı. Üniversitemizin dışında ev sahibi Osmangazi Ünv, Afyon Kocatepe Ünv, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi, Zonguldak Karaelmas Ünv, Bolu Abant İzzet Baysal Ünv. turnuvaya katıldılar. Takımımız bütün maçlarını kazanmayı başararak şampiyonayı 1.olarak tamamladı ve gelecek 1.ligde yarışmaya hak kazandı. Basketbolcularımız, gerek saha içindeki üstün performansları gerekse saha dışındaki sportmen davranışlarıyla Üniversitemizi en iyi şekilde temsil ettiler. Kibaroğlu, İran nükleer programının Türkiye’nin güvenliği açısından etkilerini de değerlendirerek, Türkiye ile İran arasındaki dengelerin, İran’ın nükleer silah sahibi olması halinde İran lehine bozulabileceğini ve bu durumun Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini olumsuz yönde etkileyebileceğini vurguladı. İlköğretim Okulu Öğrencileri Sömestr Tatilinde Atılım Üniversitesi Eğlenceli Bilim Merkezi’ndeydi Sakarya’da düzenlenen 2.Lig Voleybol müsabakalarına Üniversitemiz bayanlar ve erkekler kategorisinde katılan her iki takımımız da 6’şar takımdan oluşan liglerde mücadele ettiler. Geçtiğimiz sene kurduğumuz erkek takımımız, gücünün üzerindeki takımlarla mücadele ederek şampiyonayı 5. olarak tamamladılar. Atılım Üniversitesi Eğlenceli Bilim Merkezi tarafından düzenlenen ve ilköğretim okulu öğrencilerinin sömestr tatillerini verimli geçirmelerini amaçlayan Kış Bilim Parkı 2010 1-5 Şubat tarihlerinde Eğlenceli Bilim Merkezi’nde gerçekleştirildi. Bayan voleybol takımımız turnuva boyunca üstün yarışma performansı göstererek oynadığı 5 maçta sadece 1 set vererek hak ettiği şampiyonluğa ulaşmayı başardı. Voleybolcularımız, gelecek sene erkeklerde 2.Lig, bayanlarda ise 1.Lig’de müsabakalara katılarak üniversitemizi temsil edeceklerdir. Sivil Girişim ve Gönüllü Çalışmalar Koordinatörü Yrd.Doç.Dr. Hacer Erar tara- 8 TAKSAV (Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf) tarafından “Yaşanılır Bir Dünya İçin Sanat” sloganıyla bu yıl 14.sü düzenlenen festivalde dünyada ve Türkiye’de tiyatroya gönül vermiş elli üç topluluk temsil verdi. Öğrencimiz Nazif Berat “Microsoft Partner” Seçildi Atılım Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği öğrencilerimizden Nazif Berat, Microsoft’un öğrencilere yönelik en önemli programlarından biri olan Microsoft Student Partner Programı’na seçildi. Atılım Üniversitesi İnşaat Mühendisliği öğrencisi Orhan Soylu’nun yönetmenliğini üstlendiği “Bit Yeniği” adlı oyunda Tiyatro Topluluğu üyesi 13 öğrenci yer alıyor. Her yıl bahar aylarında yeni oyunlarıyla perdelerini açan topluluk, Atılım Üniversitesi mensupları dışında, tüm tiyatro severlerle buluşuyor. Bilgisayar bilimleri ve bilişim teknolojileri alanlarında eğitim gören ve pazarlama konusunda becerilerini geliştirmek isteyen yetenekli öğrencilerin ortaya çıkarılmasını amaçlayan Microsoft Student Partner Programı’na her yıl yüzlerce öğrenci müracaat ediyor. 3T’09 Metal İşleme, Kalıp ve Otomasyon Teknolojileri Fuarı Avrupa Birliği Projelerinde ve yurt dışındaki birçok etkinlikte aktif olarak yer alan Nazif Berat , aynı zamanda Marro.ws Türkiye Üniversite İlişkileri Yöneticisi olarak görev yapıyor. Amerika’da Urnius Üniversitesinde derslere konu olan ve sadece dört ay önce çalışmalarına başlanan Marrow.ws projesi ile Delicious benzeri bir online saklama ortamı oluşturulması amaçlanıyor. Marrow. ws projesi ile kişilerin ilgilendikleri linkler yanında, masaüstünde saklanmak istenen bilgiler ve notların da kaybolmadan kolaylıkla saklanabilmesine çalışılıyor. Atılım Üniversitesi Öğrencileri “Yaşanılır Bir Dünya İçin Sanat” Yapıyor. Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi 3-6 Aralık 2009 tarihlerinde İzmir Kültürpark’da gerçekleştirilen 8. Uluslararası Metal İşleme Kalıp ve Otomasyon Teknolojileri Fuarına katıldı. KOSGEB, Madeni Eşya Odaları, Ticaret ve Sanayi Odası işbirliğiyle Türkiye’nin farklı bölgelerinden (Konya, Gaziantep, Balıkesir, Adana, Eskişehir, Ankara, Denizli, Aydın ve Uşak) sanayicilerin ziyaret ettiği 3T Fuarı’nda metal işlemede talaşlı imalat makineleri, sac işleme makineleri, yüzey işleme makineleri, metal işleme presleri, kaynak makineleri, elektrik motorları, kesici ve tutucu takımlar, hırdavat ve ev aletleri, boya ve ısıl işlem fırınları ve endüstriyel otomasyon ürünleri sergilendi. Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi’nin sanayiciler ve iş adamları tarafından yoğun ilgi gördüğü fuarda merkezin kabiliyetleri ve çalışma alanları hakkında Üretim Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bilgin Kaftanoğlu, Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Besim Baranoğlu ve Araştırma Görevlisi Burcu Anık tarafından standımızı ziyaret eden çok sayıda firma yetkilisine bilgiler verildi. Atılım Üniversitesi Tiyatro Topluluğu, geçtiğimiz yıl Resimli Osmanlı Tarihi adlı oyunla katıldığı Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali kapsamında bu yıl Bit Yeniği oyunla 23 Kasım 2009 Pazartesi akşamı saat 20:00’de Akün Sahnesinde yeniden seyircileriyle bir araya geldi. 9 Bolu Gezisi Abant’a doğru yola çıkıyoruz. Abant yağan karla çok güzel. 1 saat sonra ikinci mangal partimiz için dağılıyoruz. Karın üzerinde voleybol oynayanlar, kartopu oynayanlar, gölün etrafında gezenler, her şey güzel. Abant’ta fazlasıyla yağmur olmasına rağmen bizim keyfimiz yerinde. Bu arada Mustafa hocamızın bizler için düzenlemiş olduğu türküler ve oyun havaları eşliğinde herkes çok eğlendi. Bu eğlence Boluyla sınırlı kalmayıp, BoluAnkara arasında otobüs yolculuğumuzda da devam etti. Atılım Üniversitesi çalışanları olarak tanıdığımız ama yakın olarak görüşemediğimiz arkadaşlarımızla da bolca sohbet imkanını da elde etmiş olduk. Başta Kültür Müdürümüz Mustafa Kömürcü olmak üzere emeği geçen herkese ve arkadaşlarıma kendi adıma ve geziye katılan tüm arkadaşlar adına çok teşekkür eder, devamını beklediğimizi de belirtmek isterim. Ayşegül Özeke ATÜ Personeli Arkamızda Ankara’nın yüzümüze esen hafif rüzgarıyla Bolu yolculuğumuz sabahın erken saatinde başlıyor. 3 saat süren eğlenceli, keyifli ve bol müzikli bir yolculuktan sonra Gölcük’e ulaşıyoruz. Daha otobüsten inmeden havanın soğuk ve rüzgarlı olduğu fikri akıllarımızda gezinmesine rağmen inmek için herkes çok hevesli. Gölcük tam bir doğa harikası. Yeşil doğa ve buzlanmış göl alabildiğine bizi içine çekiyor. Biz tüm ekip mangal için bir grup oluşturuyoruz. Sucuk doğrayanlar, mangalı yakmaya çalışanlar, çay demleyenler, kahvaltı hazırlayanlar ve bu tatlı telaşlı ortamı fotoğraflamaya çalışanlar. Bu güzel kahvaltıdan sonra hep beraber gölcük etrafında yürüyüşe çıkıyoruz. İnsan bu doğa karşısında attığı her adımı resimlendirmek istiyor, bizde öyle yapıyoruz ve her kareyi görüntülüyoruz. Artık Gölcük’ten ayrılmak zorundayız. Doğan Cüceloğlu Sağlıklı İletişimin Yollarını Anlattı İletişim Psikolojisi Uzmanı Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu Atılım Üniversitesi İnsan Kaynakları Koordinatörlüğü’nün düzenlediği bir organizasyonla Atılım Üniversitesi çalışanları ile bir araya geldi. 10 “Etkili ve Verimli Bir Yaşam İçin İletişim Yolları” konulu bir seminer veren Cüceloğlu, ilk olarak kendi özgeçmişini izleyenlerle paylaşarak psikoloji alanını hangi nedenlerle tercih ettiğini anlattı ve bu konuda hizmet vermekten mutlu duyduğunu belirtti. ‘Metal Şekillendirme’ ve ‘Hafif Yapılar’ konusunda dünyanın önde gelen araştırma merkezlerinden birinin başında olan Prof. Dr. A. Erman Tekkaya, Atılım Üniversitesi’nde hizmete giren Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi ile bu çalışmaların ülkemizde de yapılacağını kaydetti. Tekkaya, Merkezde gerçekleştirilecek deney ve Ar-Ge çalışmalarıyla; bilimsel verilerin teknoloji ve endüstriye aktarılması, öğrencilerin okurken projelerde yer alarak deneyim kazanmaları ve sektörel bağlantılar kurabilmeleri gibi birçok fonksiyonun bir arada yürüteceğini, ekonomik değer yanında beyin göçünün önüne geçilebilmesi açısından da önemli katkılar sağlanacağını kaydetti. İnsanların donanımları açısından mükemmel bir yapıya sahip olduklarını ifade eden Cüceloğlu, “İnsan olmak demek merak etmek demektir” dedi. İnsanların yapıları gereği yaşamları boyunca belirsizlikten rahatsızlık duyduklarını ve belirli hale getirmek için uğraştıklarını sözlerine ekleyen Cüceloğlu, ilişkiler kurarak merak ettikleri şeylere anlam vermeye çalıştıklarını belirtti. Yaşamın formülünü; zeminden bakarak algılamak, davranışa dönüştürerek sonuçlandırmak olarak ifade eden Cüceloğlu, zeminin algılamayı belirlediğini ve tepkilerin zeminin farkında olunmadan verildiğini ifade etti. Büyük Kolej Eğitim Fuarı Konuşmasında sosyal hayatta ve aile ilişkilerinde benimsenen iletişim biçimleri ile ilgili örneklerde veren Cüceloğlu, sen, ben ve biz ilişkilerinin “kim güçlü” esasına dayandığını belirtti. Atılım Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erman Tekkaya Alman Bilimler Akademisi’nin İlk ve Tek Türk Üyesi Oldu Atılım Üniversitesi öğretim üyesi ve Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi Başkanı Prof. Dr. A. Erman Tekkaya, Alman Teknik Bilimler Akademisi’ne (acatech) seçilen ilk Türk üye oldu. Acatech’in politikaya ve topluma önerilerde bulunmak, sanayiye bilgi transfer etmek, genç bilim insanların yetişmesine katkıda bulunmak ve uygulamalı bilimlerin ulusal ve uluslararası sesi olmak hedefleri vardır. Acatech üyelerini yüksek bilimsel repütasyonları ve bilimsel katkıları nedeniyle seçmektedir. Büyük Kolej tarafından bu yıl 6. sı düzenlenen Ankara ve Ankara dışından çok sayıda üniversitenin katılımcı olduğu ‘Üniversite Tanıtım Fuarı’ 11 Aralık 2009 tarihinde gerçekleştirildi. Özel Büyük Kolej öğrencilerinin yanı sıra Ankara’daki çok sayıda okuldan öğrenci ve rehber öğretmenlerin ziyaret ettiği fuarda katılımcılara Üniversitemiz fakülte ve bölümleri hakkında bilgi verildi. Atılım Üniversitesi Üretim Mühendisliği Bölümü altında DPT desteği ile yakında faaliyete geçecek olan ve kendi alanında ülkemizin ilk merkezi durumundaki Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi’nin başkanlığını yürütmekte olan Prof. Dr. A. Erman Tekkaya, aynı zamanda Almanya’nın üretim mühendisliği konusunda en iyi dört araştırma üniversitesinden biri olan Dortmund Teknik Üniversitesi’nin Makine Mühendisliği Fakültesi Metal Şekillendirme ve Hafif Yapılar Enstitüsü ve Kürsüsü Başkanlığını da yürütüyor. Prof. Dr. A. Erman Tekkaya’nın yönetimindeki Enstitü halen Almanya’nın en fazla Ar-Ge projesi yürütülen araştırma gruplarından biri durumundadır. “Kalbiniz ve Sağlıklı Yaşamın Sırları” Konulu Konferans Atılım Üniversitesi Matematik Bölümü tarafından düzenlenen Prof. Dr. Timur Timurkaynak’ın konuşmacı olduğu “Kalbiniz ve Sağlıklı Yaşamın Sırları” konulu konferans 11 Kasım 2009 tarihinde Cengiz Yenerim Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. 11 tedhiş sürecinin de gözler önüne serildiği Doç.Dr. Ulvi Keser’e ait Kıbrıs arşivi ve koleksiyonundan derlenen “1955-1974 Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi” ve “Kıbrıs’ta Posta Faaliyetlerinde Rum Propagandası” başlıklı iki ayrı koleksiyondan oluşan bir sergi Rektörlük fuaye alanında açıldı. Serginin açılışıyla ilgili olarak PTT Genel Müdürlüğü tarafından 9 Kasım 2009 tarihinde Atılım Üniversitesi Yerleşkesi’nde sadece bir güne mahsus olmak üzere geçici PTT şubesi açılarak ve sergiyle ilgili olarak “1. Atılım Üniversitesi Kıbrıs Sergisi 9 Kasım 2009” ibareli özel gün damgası uygulaması yapıldı. Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi Subconist Yan Sanayi Fuarı’ndaydı Prof. Dr. Timur Timurkaynak konuşmasında sağlıklı yaşamın önemini anlatarak, genç yaşta bunun farkında olunmasının önemine dikkat çekti. Sigara, tansiyon, obezite, kolesterol, hareketsiz yaşam, aile hikayesi gibi risklerin kalp sağlığını tehdit ettiğini belirten Timurkaynak, kalıtımsal nedenler dışındaki diğer etkenleri yaşama biçimiyle büyük ölçüde değiştirebileceğini ifade etti. Kalp, inme, kanser gibi hastalıkların en fazla ölüm nedeni olduğuna dikkat çeken Timurkaynak, kişilerin tansiyon, kolesterol, beden kitle endeksi gibi kişisel sağlık değerlerini öğrenmeleri gerektiğini belirtti. Yemeklerde tuzun az kullanılması, yürüyüş ve egzersiz yapılması ve kilonun kontrol edilmesiyle risklerin en aza indirilebileceğini ifade eden Timurkaynak, hastaların internet ve TV’deki bilgi kirliliği nedeniyle yanlış yönlendirildiklerini belirterek, her hastalık için hekime başvurulması ve önerilen ilaçların kullanılması gerektiğinin altını çizdi. Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi Türkiye’nin tek ve ilk endüstri yan sanayi fuarı olma özelliğini taşıyan ve bu yıl 8. düzenlenen SUBCONİST Uluslararası Yan Sanayi Fuarı’na katıldı. I. Atılım Üniversitesi Kıbrıs Sergisi 21 -24 Ocak 2010 tarihlerinde İstanbul CNR Expo Center’da düzenlenen ve sektörün önde gelen firmalarının yer aldığı fuarda Metal Şekillendirme ve Mükemmeliyet Merkezi sanayicilerin ve firma yetkililerinin yoğun ilgisiyle karşılaştı. Üretim alanında sanayicilerle işbirliği yapılması ve destek verilmesinin amaçlandığı Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi hakkında Üretim Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bilgin Kaftanoğlu, Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Besim Baranoğlu ve Araştırma Görevlisi Burcu Anık tarafından ziyaretçilere bilgi verildi. Ayrıca katılımcı firmaların stantlarını da ziyaret eden Kaftanoğlu, merkez çalışma alanları ve kabiliyetleri hakkında sektör yetkilileriyle görüşerek işbirliği alanları hakkında bilgilendirmelerde bulundu. 1. Ulusal Kıbrıs Sempozyumu kapsamında Kıbrıs’ta özellikle 1 Nisan 1955 tarihinden itibaren EOKA tarafından yaratılan 12 WIN-World of Industry 2010 Fuarı Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi 4-7 Şubat 2010 tarihlerinde gerçekleştirilen Türkiye ve Avrasya Bölgesi imalat endüstrisinin en önemli fuarı olan WIN-World of Industry 2010’un 1. fazına katıldı. Üniversitemiz Tiyatro Kulübü öğrencileriyle de tiyatro üzerine sohbet etti. Sahnedeki enerjisiyle, mesleğine saygı ve işine adanmışlık konusunda genç nesillere örnek olan Yıldız Kenter, 23 Ocak 2010 Cumartesi akşamı Rektör Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu’nun da izlediği muhteşem performansıyla Şinasi Sahnesi’ni dolduran seyirciler tarafından dakikalarca ayakta alkışlandı. Kendi hayatını anımsatan bir öyküyü canlandırdığı başarılı oyunun sonrasında, Atılım Üniversitesi Tiyatro Kulübü Başkanı Serhat Akgün ve Yönetmeni Orhan Soylu’yu kulisinde kabul etti. TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen. yurt içi ve yurt dışından onbinlerce kişinin ziyaret ettiği fuarda üretici tedarikçi ve kullanıcı sanayiciler bir araya geldi. MACHINERY’10 (15. Makina İmalatı ve Metal İşleme Teknolojileri Fuarı), WELDING’10 (10. Birleştirme, Kaynak ve Kesme Teknolojileri Fuarı), SURFACE TREATMENT’10 (4. Yüzey İşlem Teknolojileri Fuarı) ve MATERIALS HANDLlNG’10 (9. Taşıma, Depolama, İstifleme ve Lojistik Fuarı) katılımcılarının yer aldığı fuarda Üretim Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bilgin Kaftanoğlu iki ayrı konferans verdi. Atılım Üniversitesi olarak; Değerli Sanatçı Yıldız Kenter’e her oyunu gibi, bundan sonraki oyunlarında da başarılar diliyor, kendisini daha uzun seneler sahnelerde görme dileklerimizi iletiyoruz. İlk olarak 6 Şubat’ta gerçekleştirilen “Makine İmalat Sanayisi’nde Gelecek Projeksiyonları” konulu panele konuşmacı olarak katılan Kaftanoğlu, “Sektörel Eğitim Hangi Seviyede” konulu sunumu gerçekleştirdi. 7 Şubat’ta düzenlenen konferansta ise “Türkiye’de Metal Şekillendirme Alanında Ar-Ge” konulu sunumu ile Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi çalışma alanları ve kabiliyetleri hakkında bilgiler verdi. Tiyatro’nun Kraliçesi Üniversitemizdeydi Türk Tiyatrosu denilince akla gelen en büyük oyunculardan biri olan Yıldız Kenter, 22 Ocak 2010 Cuma günü Atılım Üniversitesi’ndeydi. Yeni sezonda sahnelediği, Üniversitemizin de sponsor olduğu “Kraliçe Lear” isimli iki kişilik oyunuyla 21-24 Ocak 2010 tarihlerinde Ankara Şinasi Sahnesinde Ankaralı seyircilerle buluşan ve okulumuzu ziyaret eden Usta Oyuncu, 13 Sokullu Lisesi Öğrencileriyle Atölye Çalışması Yapıldı Halkla İlişkiler Müdürlüğünce fakülte ve bölümler hakkında bilgilendirme yapılırken Üniversitemizin öğrencilerine sunduğu olanaklar aday öğrencilere aktarıldı. 23 Aralık 2009, Çarşamba günü Eğlenceli Bilim Merkezi’nde Ankara Sokullu Lisesi öğrencileriyle “Üretim Mühendisliği Atölye Çalışması” gerçekleştirildi. Sanat ve Turizm Konulu Konferans Üretim Mühendisliği Bölümü ve Eğlenceli Bilim Merkezi işbirliğiyle yapılan atölye çalışmaları kapsamında Yrd. Doç Dr. Merih Şengönül tarafından verilen konferansta Üniversitemiz Üretim Mühendisliği Bölümü çalışma alanları ve faaliyetleri hakkında bilgiler verildi. Üretim teknolojilerine ilişkin video gösteriminin de yapıldığı konferans sonrasında öğrenciler Eğlenceli Bilim Merkezinde kurulan atölyede bizmut ve kalay alaşımı eriterek madalyon dökümü yaptılar. Turizm İsletmeciliği Bölümü tarafından 2009-2010 Akademik Yılı Güz Etkinlikleri kapsamında düzenlenen AFSAD Yönetim Kurulu Üyesi Sn. Eda Arısoy’un konuşmacı olduğu “Sanat ve Turizm” konulu konferans 10 Kasım 2009 tarihinde gerçekleştirildi. Eda Arısoy sunumunda, öncelikle sanat ve kültür kavramları üzerinde açıklamalar yaparak, sanatın bir ulusun kültüründen doğacağını belirtti ve sanat-turizm işbirliğinin bir ülkenin tanıtımı acısından önemli olduğunu vurguladı. TED Ankara Koleji 6. Üniversite Tanıtım Fuarı TED Ankara Koleji tarafından bu yıl 6. sı düzenlenen Tanıtım Fuarı, 25 Aralık 2009 Cuma günü Lise binası içerisinde bulunan “Kolej Sokağı”nda gerçekleştirildi. Antalya’da düzenlenen Kumdan Heykeller çalışmasından örnekler veren Arısoy, fotoğrafçılık ve sinema gibi sanat dallarının turizmle entegrasyonuna turizm profesyonelleri ve eğitimcilerinin gerekli önemi vermesi gerektiğinin de altını çizdi. Türkiye genelinden 22 devlet ve vakıf üniversitesinin katılımcı olduğu fuarda Atılım Üniversitesi de standı ile yer aldı. Öğrencilerin ve velilerin yoğun ilgisinin olduğu Atılım Üniversitesi standında Eda Arısoy, son olarak turizmin sanatla yoğrulmasıyla birlikte bir ülkenin kültürünün tam anlamıyla daha geniş kitlelere aktarılabileceğini ifade etti. 14 Konferans sonunda teşekkür konuşması yapan Bölüm Başkan Yardımcısı Dr. Gonca Güzel Şahin, konferansın 10 Kasım tarihinde organize edilmesiyle sanatın önemini defalarca vurgulayan Büyük Önder Atatürk’ün anılması yönünden önemli olduğunu vurgulayarak, Sn Eda Arısoy’a günün anısına bir teşekkür plaketi sundu. Organizasyonumuza Rektör Yardımcımız, Genel Sekreterimiz ve Uzaktan Eğitim Koordinatörü’nün yanı sıra Turizm ve konaklama işletmeciliği, Bilgisayar Programcılığı ve e-MBA yüksek lisans programlarında ders veren ve kitap hazırlayan öğretim görevlilerimizde katıldı. Bilişim Servisleri ve Teknolojileri Müdürü İlker Bay tarafından öğrencilerimize gelecek dönemde sesli ve görüntülü eğitime geçiş ve planlanan diğer projeler hakkında bilgiler verildi. Uzaktan Eğitim öğrenci ve öğretim görevlileri Kuşkonmaz Restaurant’da buluştu. İki ön lisans ve bir yüksek lisans olmak üzere toplam 102 öğrencisi bulunan Uzaktan Eğitim Koordinatörlüğünce düzenlenen Tanışma Kokteyli’nin öğrenci ve öğretim görevlilerimizi sanal ortam dışında bir araya getirmek amacıyla her yıl yapılması planlanmaktadır. Uzaktan Eğitim Programları ile online 7/24 eğitim alan öğrenciler ve akademisyenler, Atılım Üniversitesi Uzaktan Eğitim Koordinatörlüğü tarafından Üniversitemizde bulunan Kuşkonmaz Restaurant’da düzenlenen kokteylde bir araya geldi. 09-10 Ocak 2010’da yapılacak olan final sınavları öncesi 08 Ocak 2010 Cuma günü gerçekleştirilen Uzaktan Eğitim Kokteyli‘nde sistem tüm ayrıntıları ile ele alındı. Turizm İşletmeciliği Bölümü Öğrencileri Ünlü Gurmelerle Biraraya Geldi 40’a yakın öğrenci ve akademisyenin katıldığı tanışma kokteyli Üniversitemiz Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İsmail Bircan’ın açılış konuşması ile başladı. Kokteyl, Üniversitemiz Genel Sekreteri Aziz Şeren, Uzaktan Eğitim Akademik ve Teknik Koordinatörü Özalp Tozan, Meslek Yüksek Okulu Müdürü Gül Güneş, Yabancı Diller Bölümü Başkanı Feride Güven, Mine Bellikli ve Uzaktan Eğitim Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ali Yazıcı’nın konuşmaları ile devam etti. Öğrencilere Üniversitemiz ve Uzaktan Eğitim sistemi hakkında bilgiler verildi. Söz sırası öğrencilere geldiğinde ise; dönem sonu sınavları öncesinde okulda bir hafta örgün eğitim verilmesi isteğinde bulundular. Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi, Turizm İşletmeciliği Bölümü öğrencileri, 11 Aralık Cuma günü, dünyanın en prestijli ve en eski gurme derneklerinden biri olan “Chain Des Rotisseurs”ın “yılbaşı” konulu çok özel bir gecesinde görev aldılar. Neva Palas Oteli’nde gerçekleştirilen, Türkiye’den 70 ünlü gurme konuğun katıldığı organizasyon öncesinde öğrenciler, sektörün tanınmış isimlerinden şarap ve servis eğitimleri alarak bu çok özel geceye hazırlandılar. Gece için otelin ziyafet salonu yılbaşı konseptiyle süslendi ve masalarda bu konsepte uygun çok özel servis takımları kullanıldı. Türkiye’nin ünlü aşçılarının hazırladığı, birbirinden lezzetli ve farklı özel bir gurme menünün sunulduğu organizasyon gecesinde gösterdikleri olağanüstü performans ile takdirleri toplayan öğrencilerimiz, çok yakın bir zamanda bu organizasyona ait uluslararası serfitikalarını da alacaklar. 15 Educaturk Eğitim Fuarı Atılım’da Şiir Dinletisi Üniversitemizde yeni kurulan ve akademik danışmanlığını Atılım Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hayal Zülfikar’ın yaptığı Atılım Şiir İlgi Grubu şiir dinletisi ile yapacağı etkinliklerin startını verdi. Aşk şiirlerinden oluşan şiir dinletisinde Cansu Erenler, Nilkan Er, Hakkı Koyuncu, Uğur Ali Akgün ve Ali Can Gözcü’nün okudukları şiirler yer aldı. Boyut Fuarcılık tarafından düzenlenen Educaturk Eğitim Fuarı 25-28 Şubat 2010 tarihleri arasında İstanbul Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirildi. Devlet ve vakıf olmak üzere otuz yedi üniversite ve iki meslek yüksek okulunun katıldığı fuarda, yurt dışından da yirmi iki üniversite ve yedi uluslararası yükseköğretim danışmanlık kurumu yer aldı. Sunuculuğunu İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencisi Nilkan Er’in yaptığı dinleti de; Hakkı Koyuncu kendi yazdığı Yüreğim adlı şiirle, Uğur Ali Akgün Nazım Hikmet’ten Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni ve Can Yücel’den Farkında Olmalı İnsan adlı şiirlerle, Cansu Erenler Anabelli ve Can Yücel’den Eğer adlı şiirlerle, Ali Can Gözcü Ümit Yaşar Oğuzcan’a ait Ben Eylül Sen Haziran ve kendi yazmış olduğu Sükutu Bekleyiş adlı Şiirlerini seslendirdi. Üniversiteye hazırlanan öğrencilerin üniversiteler hakkında bilgi edinme imkanı buldukları fuarda Atılım Üniversitesi standı da öğrenci öğretmen ve velilerin uğrak noktası oldu. Ziyaret eden katılımcılara üniversitemiz fakülte ve bölümleri hakkında bilgiler verildi. Atılım Şiir İlgi Grubu’nun düzenlediği programlar 12 Mart Mehmet Akif Ersoy’u anma programı kapsamında, Mehmet Akif Şiirlerinden oluşan dinleti ve Yrd. Doç. Dr. Hayal Zülfikar’ın “Mehmet akif Ersoy’un Şiirlerinde Konu ve Kelime Zenginliği” konferansı ile devam edecek. Fuar programı çerçevesinde yapılan, okul ve dershanelerde verilen konferanslarda çok sayıda öğrenci ve rehber öğretmene ulaşıldı. Prof. Dr. İsmail Bircan tarafından Vefa Lisesi’nde verilen konferansta “Dünyada ve Türkiye’de Gelişmeler Yeni Meslekler ve İstihdam” konulu konferans gerçekleştirildi. Avusturya Büyükelçisi’nden Üniversitemize Ziyaret Atılım Üniversitesi’nin ev sahipliğinde, Avusturyalı sanatçı Doris Bandera’nın “Geçmişten Günümüze İznik Çinileri Sergisi” Avusturya Büyükelçiliği ve Gazi Üniversitesi İşbirliğiyle düzenlenen bir dizi etkinlikle izleyiciyle buluşacak. Mühendislik Fakültesi Üretim Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Besim Baranoğlu ve İşletme Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Anıl Çekiç tarafından Kadıköy Fen Lisesi, Akasya Koleji, Şişli Anadolu Lisesi, Fen Bilimleri Dershanesi’nde eş zamanlı verilen konferanslarda ise fakülte ve bölümlerin eğitim alanları ve istihdam olanakları hakkında bilgiler verildi. Bu kapsamda Avusturya Büyükelçisi Heidemaria Gürer, 11 Şubat 2010 tarihinde Üniversitemiz Rektörü Prof.Dr. Abdurrahim Özgenoğlu’nu makamında ziyaret etti. 16 Ayda Ajans tarafından Ankara The Plaza Otel’de düzenlenen defilede Atılım Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi öğrencilerinin tasarımları da yer aldı. İlk kez Asya’daki Hunlar, Karahanlılar, Uygurlar, Gazneliler dönemine ait yapılarda görülmeye başlanan, Büyük Selçuklular’ın ardından Anadolu Selçukluları döneminde gelişerek devam eden ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla en yetkin düzeyine ulaşan Türk kültüründe bin yılı aşkın bir geçmişe sahip olan çini süsleme geleneği; natüralist bir anlayışla çizilmiş açmış bahar ağaçları, asmalar, üzüm salkımları, lale, sümbül, karanfil, gül, zambak, nergis, lale, zerrin çiçeği motifleri ile geçmişten günümüze İznik Çinileri, Avusturyalı sanatçı Doris Bandera’nın minimalize edilmiş geometrik desenleri, doğal materyallerle oluşturulmuş düzenlemeleriyle izleyiciyle buluşacak. Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü öğrencilerinden Serdar Savaş, Bahar Demir, Samira Malikova, Gülçin Hağur, Nazlıgül Tıraş, Büşra Bulut ve Merve Karagöz’ün Öğretim Görevlisi Dr. Hatice Banu Gürcüm önderliğinde hazırladığı tasarımlar izleyenlerden büyük alkış aldı. Yüksel Ak ve Ece Gürsel başta olmak üzere toplam 16 modelin yer aldığı organizasyonda, Abdullah Öztoprak, World Wella Paris gibi başarılı markalarla tasarımları aynı podyumda sergilenen öğrenciler “3. sınıf öğrencisi olarak tasarım hayatımızın başlangıcını böyle bir organizasyonda yapmak çok heyecan verici. Bir sonraki defileyi iple çekiyoruz çünkü artık daha tecrübeli ve bilgiliyiz’’ diyerek mutluluklarını dile getirdiler. Atılım Üniversitesi ev sahipliğinde, Avusturya Büyükelçiliği ve Gazi Üniversitesi İşbirliğiyle workshop çalışmaları ve “Geçmişten Geleceğe İznik Çinileri” adlı iki sergi düzenlenecek. Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü Öğrencilerinden Alkışlanan Defile Defile sonrasında podyuma davet edilen Dr. Banu Hatice Gürcüm ve öğrenciler plaketlerini aldıktan sonra Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdürrahim Özgenoğlu tarafından tebrik edildiler. 17 DOSYA Yükseköğretimde Yeniden Yapılanma ÜÇÜNCÜ KUŞAK ÜNİVERSİTELERE NEDEN GELİNDİ? Sanayi ile İlişki, Hesap Verebilirlik... vb. ( Eve, 2010) Bu sözcükler önemli ölçüde yeni yönetim anlayışının da favorileridir. Çünkü aşağıda söz edileceği gibi bütün bu gelişmeler küreselleşmeden sonraki “Yeni Dünya” düzeniyle ilgilidir. Önce Üçüncü Kuşak Üniversite’yi tipik özellikleriyle tanımlayacak olursak şu karakteristik özellikler sıralanabilir: Araştırmaya Öncelik, Disiplinlerüstü Etkinlik, Uluslararası Rekabet, Yaratıcılık ve Tasarımın Teşviki, Kosmopolit Örgütlenme, Endüstri ile İşbirliği, (Wissema, 2009,41 vd.) Ortaçağ Üniversitelerine Birinci Kuşak, Humbolt Üniversite Modeli’ne İkinci Kuşak Üniversite dersek, Dünyayı Üçüncü Kuşak Üniversite’ye getiren faktörler şöyle sıralanabilir: Prof.Dr. Halil İbrahim Ülker Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanı Sosyal kurumların, toplumsal dönüşümle eşyönlü olarak sürekli değişmesi olağandır. Hiçbir kurum bu sürecin dışında kalamaz. Gerçi bazı kurumlar toplumu kısmen muhafaza etmek üzere kurgulanmıştır. ( Hukuk, Din, Kolluk, vb) Ama anları değişimden paylarını almamaları mümkün değildir. Özellikle de eğitim, değişim süreciyle daha yakın ilişkidedir. Eğitimin bir yandan toplumun değişen taleplerine uygun hizmet sunmak, diğer yandan, toplumu geliştirmek ve değiştirmek gibi bir çabası vardır. Eğitim kurumları farklı toplumlarda farklı biçimlerde karşımıza çıksa bile eğitim kademelerinin görevleri aşağı yukarı standartlaşmıştır. İlköğretim temel yaşam becerilerini ve ulusal değerleri kazandırır. Ortaöğretim hayata ve yükseköğretime hazırlar. Yükseköğretim ağırlıklı olarak evrensel bilgilerle uzmanlık ve meslek kazandırır. 1. Öğrenci sayısındaki artış ve buna bağlı olarak eğitim/ öğretimdeki nitelik kaybı 2. Küreselleşme ve (ekonomik-sosyal-kültürel) sonuçları 3. Disiplinlerarası çalışma prensiplerini benimseme 4. Araştırmaların önem kazanması ve olağanüstü maliyet artışları 5. Ekonominin ve kazancın öne çıkması 6. Endüstri ile zorunlu işbirliği ve kurumsal dışa açılma ( Açık sistem olarak çalışma) 7. Olağanı tekrar etmek yerine girişimciliğin ve yaratıcılığın önem kazanması 8. Profesyonel yönetimin benimsenmesi ( Wissema,2009,2129) Tarihi ve toplumsal birer kurum ve özel amaçlı birer örgütlenme birimi olan üniversiteler, ait oldukları ve belli bir üretim biçiminin şekillendirdiği toplumsal formasyonların gelişim süreci dışında anlaşılamazlar. Bu demektir ki toplumsal formasyonlar, üniversitelerin ortaya çıktıkları zaman diliminden itibaren nasıl kapitalist üretim biçimine evrilmişlerse, üniversiteler de buna paralel bir süreç içinde gelişmişlerdir. (Timur, 2000,15) Yukarıda anılan değişiklikler son otuz yılın ürünüdürler. Klasik anlamda işlevleri, “gerçeği araştırmak ve yaymak” olarak ele alınan, ancak bugün araştırmalar yoluyla bilgi üretme, eğitimöğretim ve diğer etkinliklerle ürettiği bilgiyi yayma işlevlerinin yanı sıra, toplumun her kesimini “özellikle unutulan kesimlerini” kavrama onların sorunlarını ifade etme, beklentilerine yanıt verme, teknolojik ilerlemelerin sanayiye uygulanmasını sağlayarak gelişmede motor görevi üstlenme, küresel pazarlarda işe yarar bilgiyi üreterek uluslararası rekabeti sağlama gibi görevler üniversitenin klasik işlevlerine eklenmiştir. ( Tural,2004,56) Nedir Bu Üçüncü Kuşak Üniversite? Son otuz yılın yükseköğretimle ilgili çalışmaları incelenecek olursa, en sık kullanılan anahtar sözcükler olarak şunlara rastlanır. Küreselleşme, Rekabet, Yaratıcılık, Proje, Verimlilik, 18 ÜÇÜNCÜ KUŞAK ÜNİVERSİTELERE NEDEN GELİNDİ? Küreselleşmenin Sonuçları Anarşist Bilgi Kuramı başlıca akımlardır. Bütün bunlardan sonra günümüzdeki moda anlayış ise küreselleşmeye tam da denk düşen Postmodernizm’dir. Küreselleşme, Yirminci Yüzyılın son çeyreğinde Ressesyon ve Stakflasyon içerisinde krize giren kapitalist düzenin yeniden yapılanmasıdır. Yeniden yapılanma, pazar mekanizmasına mutlak özgürlük sağlamak, özelleştirmeler yoluyla devleti küçültmek, finansman sistemini liberalleştirmek ve regresif vergi reformlarını uygulamaya koymak gibi politikalarla gerçekleştirilmiştir. (Şaylan, 1995,145) Önce spekülatif sermaye hareketlerinde dolayısıyla ekonomide başlamış gibi görülen küreselleşme, giderek sosyal, kültürel vb. alanlarda da, esaslı dönüşümlere neden olmuştur. (Bozkurt, 2000) Kazgan’ ın işaret ettiği gibi ulus devletin ekonomiden elini çekmesiyle onun karar yetkileri; IMF, Dünya Bankası, OECD, GATT, Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşlara bırakılmıştır. (Kazgan,2000,34) Nitekim bir dönem IMF’nin başkanlığını bile yapmış olan Stiglitz (2002,33, vd) bile, anılan kurumun kuruluş amaçlarından tamamen ayrılarak, zengin ülkelere likidite sağlayacak bir örgüte dönüştüğünü ifade etmektedir. Stiglitz IMF ve Dünya Bankası’nın piyasa ideolojisini savunan birer misyoner kuruluş olduğunu ve Küresel Sermayenin önünü açmak için her tür ulusal politikayı engellediğini savunur. Üçüncü Kuşak Üniversite, bu gelişmelerin üzerine özerklik, özgürlük, verimlilik gibi kavramlarla inşa edilmektedir. Sonuç : Ülkemiz de dâhil olmak üzere Dünyada gelinen ve önerilen Üniversite Modeli’nin başlıca özellikleri şunlardır: • Evrensel bir Üniversite modeli kalmamıştır. Kurumsal örgütlenmeden, akademisyen rollerine kadar herşey özerlik ve özgürlük ilkelerine göre, yerelden evrensele doğru yeniden tanımlanmaktadır. • Öğretim elemanları geleneksel araştırma-eğitim ve yayım etkinliklerinin dışında; rekabet, uygulama, danışmanlık, piyasa gibi konulara daha çok yaklaşmışlardır. • Programlar ulusaldan-küresele, teorikten-uygulamaya, disiplinden-disiplinlerarasına doğru değişmiştir. • Kurum, öğrenci ve öğretim elemanı performans göstergeleri maddileşmiştir. Takım yerine birey, kültür yerine verim geçmiştir. • Kamu maliyesi finansmanı yerine kendisini finanse etme öne çıkmıştır. Bu nedenle piyasayla işbirliği, ticarileşme, kazanç, verimlilik kavramları önem kazanmıştır. • Üniversiteler artık sadece bilgi üreten kapalı sistemler değil, ekonomik verimlilik merkezi olan açık sistemlere dönüşmektedir. • Ulusal değil küresel piyasanın talepleriyle sınırlandırılmış bir üniversite ön görülmektedir. Böylece, ulus-devletin politik karar alma yeteneği sınırlandırıldığı için; Küresel Sermaye’nin dolaşımına katkı vermek, uyum programları hazırlamak ve projeler üretmek en akılcı yöntemler olarak gösterilmiştir. Esasen devletin yapılanması kamusal görevler, temel sosyal anlayışlar da değiştiğinden, Üniversiteler bu dönüşümden kaçınılmaz olarak paylarını almışlardır. Üst düzeyde elit yetiştirmek, ulusal ekonominin talep ettiği insan gücünü hazırlamak gibi hedeflere yönelmiş ve kamu maliyesiyle finanse edilen üniversiteler artık sürelerini doldurmuştur. Oysa sosyalrefah devletinde kamu tarafından finanse edilen Üniversite, yoksul kesimin en büyük umudu idi. Üretim ve bölüşüm konularında adaleti sağlamaya çalışan devlet, Üniversiteler aracılığı ile alt sınıfların dikey sosyal hareketlerine imkan sağlıyordu. Oysa artık Clark’ın belirttiği gibi yeni bir üçgen oluşmuştur. Devlet-eğitimpiyasa. Böylece yeni bir söylem olan “Kamu İşletmeciliği” anlayışı ve onun temel kavramları (Rekabet, Performans Göstergeleri, Yaratıcılık, Müşteri Memnuniyeti) öne çıkmıştır. (Henkel ve Little 1999, 10,vd) KAYNAKLAR Kısaca ekonomik hayattaki basınç, üniversitelerin amaç, yöntem, program, eğitim teknolojisi gibi tüm boyutlarına yansımıştır. Bu arada sözü edilmeyen ancak Tural’ın işaret ettiği gibi son derece önemli olan bir konu da bilim felsefesindeki gelişmelerdir. (Tural, 2004, 141) Bilim anlayışlarının doğduğu dönemden itibaren sıralayacak olursak; Mantıksal Pozitivizm, Popper’in Yanlışlamacılık ya da Eleştirel Akılcılığı, Withgenstein’nın anlamın Resim Kuramından Dil Oyunlarına, Kuhn ‘un Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Lakatos’un Bilimsel Araştırma Programları Metadolojisi, Althusser’in Teorik Pratiğin Teorisi, Feyerabend’ın; 1- Bozkurt, Veysel, (2000), Enformasyon Toplumu ve Türkiye, Sistem Yayıncılık, İstanbul 2- Europen Unıversity Association, (2010), İnternationalisation of Europen Higher Education, Berlin, Germany 3- Henkel, M. Brenda Little, (1988), Changing Relations Between Higher Education and the State, J. Kinsley. Dublishers, London. 4- Kazgan, Gülten (2000), Küreselleşme ve Ulus Devlet Bilgi Üniversitesi İstanbul. 5- Stiglitz, J. (2002), Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı. Çev: Arzu Taşcıoğlu, Deniz Vural, İstanbul) 6- Şaylan, Gencay, (1995), Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, İmge Yayınevi, Ankara 7- Timur, Taner, (2000), Toplumsal Değişme ve Üniversiteler, İmge Yayınevi, Ankara 8- Tural, Necla Kurul, (2004), Küreselleşme ve Üniversiteler, Kök Yayıncılık, Ankara 9- Wissema, J. G. (2009), Üçüncü Kuşak Üniversitelere Doğru, Yaylacılık Matbaa, İstanbul 19 DOSYA ÇAĞDAŞ ÜNİVERSİTE tamamlayan ve zenginleştiren iki etkinliktir. Çünkü araştırma, öğrenime yenilik, heyecan ve dinamizm katar. Öğretim, araştırmadan taze fikirler, yeni buluş ve merak konuları talep eder. Araştırma ve eğitim-öğretim böylelikle bir zincir tepkimesi gibi bütünsel bir yaklaşımıyla değerlendirilmektir. Bu düşünce tarzı, bilim insanlarının özgürce araştırma yapmalarına ve bilimde tarihin en önemli buluşlarının gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır. Prof.Dr. Ramazan Aydın Atılım Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Kısacası, 19. yüzyıl bilim ve yükseköğretim sistemine damgasını vuran bu yaklaşım, bilimsel ve teknolojik araştırma-geliştirme (Ar-Ge) boyutu da eklenerek, 20. yüzyılın ilk yarısında da devam etmiştir. Böylelikle, 19. yüzyılın sonunda, kamu araştırma kuruluşları, özel sektör Ar-Ge birimleri ve üniversiteler sistem içinde üç ana unsuru oluşturmuşlardır. Bunlardan Üniversiteler, Wilhelm von Humboldt’un önerdiği gibi, eğitim-öğretim ve araştırmanın bir bütünlük içinde yürütüldüğü kurumlar halinde işlevini yerine getirmeye devam etmiştir. Berlin’de başlayan bu köklü dönüşüm, başta Alman Üniversiteleri olmak üzere Avrupa yükseköğretim ve araştırma kurumlarının oluşumunda ve gelişmelerinde yüzyıldan fazla bir süre boyunca önemli rol oynadı. Çağdaş Türk Yükseköğretim Sistemi’nin temellerinin atıldığı 1933 Üniversite Reformu ve sonrasındaki gelişmelerin özünde de Alman Üniversite Sistemi egemendir1 . Ancak, İkinci Dünya savaşından sonra, bilhassa Anglo-Sakson ülkelerinde kurulan üniversitelerin farklı bir anlayışla geliştiğini ve kurum görev ve sorumluluklarını yerine getirirken, toplumla etkileşim içinde olduğunu görüyoruz. Ayrıca, bu gelişmelere doğrudan koşut olarak, 1950’li yılların ortalarından itibaren yükseköğretim elitist yapıdan çıkıp kitleselleşmeye ve yükseköğretimdeki okullaşma oranı hızla artmaya başlamıştır. Hatta, ileri ve müreffeh toplumlarda, örneğin ABD’de, yükseköğretimde okullaşma oranı kitlesel olmaktan da çıkmış, evrensel boyut kazanmıştır. Böylelikle yükseköğretim (diğer bir deyişle ‘tertiary education’2 ) zorunlu ortaöğretimden sonra üçüncü basamak eğitim-öğretim durumuna gelmiştir. 19. yüzyıla gelinceye dek üniversitenin temel işlevi eğitim ve öğretimden ibaretti. Bu zamana kadar Avrupa’da üniversiteler sadece zenginlerin ve asillerin çocuklarının okuduğu kurumlar halindeydi. Yükseköğretim; imtiyazlı kişilerin kültürel, sanatsal ve bilimsel/dogmatik öğretilerle bilgi sahibi olmasına, ruhen gelişmesine ve olgunlaşmasına katkı sağlayan bir uğraşı olarak görülüyordu. Bu bakış ve uygulama tarzı ile, yükseköğretimin işlevi; kültürden eğitim-öğretim ve irfana kadar geniş anlamı olan Almanca Bildung sözcüğü ile açıklanıyordu. Üniversiteler 19. yüzyılda nitelik ve nicelik olarak hızlı bir gelişme dönemine girmiştir. Bu yıllardan sonra yükseköğretimde reform gereksinimi ortaya çıkmış ve eğitim-öğretim etkinliklerine araştırma işlevi de eklenmiştir. Ünlü Alman dilbilimci, eğitimci ve diplomat Wilhelm von Humboldt (1767-1835), 1810 yılında bazı temel ilke ve görüşleriyle üniversitelere çok önemli yeni işlevlerin verilmesini önermiştir. Bunların arasında: “Üniversite, eğitim-öğretim etkinlikleri ve bilimsel araştırmanın bir bütünlük içinde yürütüldüğü bir kurumdur” ilkesi en büyük yapısal değişimi içermektedir. Von Humboldt bunu şöyle açıklıyor: “Üniversitenin temel işlevi, herhangi bir mesleğe yönelik olmaksızın eğitimöğretim ve araştırma yapmaktır (Wissenschaft als Beruf). Amaç, kişilerin kendilerini tanıyıp gelişmelerini sağlamaktır (Bildung). Buna göre eğitimin en etkin aracı, öğretim üyelerinin uygun gördükleri konuları öğretme özgürlüğüne (Lehrfreiheit), öğrencilerin de istedikleri konuları öğrenme özgürlüğüne (Lernfreiheit) sahip oldukları seminerlerdir. Araştırmanın amacı, bilim için bilimdir (reine Wissenschaft).” Günümüzün gelişmiş üniversiteleri, gerek lisans gerekse lisansüstü düzeyinde modern mesleki eğitim verirken, ülkelerin genel ekonomik politikaları doğrultusunda oluşturulan programlar Wilhelm von Humboldt’un önerileri arasında yer alan eğitimöğretim ve araştırmanın birliği ve bütünlüğü ilkesi modern üniversitenin temelini oluşturmuştur. Bu yıllardan itibaren üniversitelerde eğitim-öğretim ve araştırma bütünlüğü ve bu iki etkinliğin vazgeçilmez etkileşimi ön plana çıkmış ve gelişerek günümüze kadar gelmiştir. Öğretim ve araştırma birbirini 1 Bkz., önbilgi için, R. Aydın, Üniversite Olabilmek, S. 14, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2008; ayrıntılı bilgi için, E. E. Hirsch, Anılarım: Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi, T. İş Bankası Vakfı, Ankara, 1985. 2 ‘Tertiary education’, ortaöğretim sonrası eğitim anlamında kullanılmakta olup, lisans ve lisansüstü öğrenimi içermektedir. Ayrıntılı bilgi için, örneğin, K. Gürüz, Presentation at Education; Lifelong Learning and the Knowledge Economy, Stuttgart, 2002. 20 ÇAĞDAŞ ÜNİVERSİTE öğretim kurumu, yerel ve bölgesel değerleri öne çıkarabilir. Kurum bunları zaten yapmakla yükümlüdür. Ancak, bunlar hiçbir zaman evrenselleşmeye ve küreselleşmeye engel olmamalıdır. Tam aksine, insanlığın ortak mirası olan kültürel değerlerin uluslararası platformlara taşınması ve tanıtılması çağdaş bir yaklaşımdır. çerçevesinde, araştırmalar yapmakta ve elde ettikleri sonuçların ticari uygulamalara dönüştürülmesine de katılmaktadırlar. Böylelikle çağdaş üniversite, günümüzde, yeni bilgi üretmenin yanında, bilgi ekonomisinin beyni durumundaki bilgili insan yetiştiren bir işletme kurumuna dönüşmüştür. Bu işletmede nelerin araştırılacağına karar verme yetkisi artık üniversitelerin tasarrufunda olmaktan çıkmıştır. Üniversiteler tüm unsurları ile toplumla bütünleşmek ve araştırma-geliştirme etkinlikleri ile ona doğrudan hizmet etmek için çaba harcamaktadırlar. Bu, onların gerçek bilimsel işlevlerine engel oluşturmamaktadır. Sonuçta, bu çağdaş yaklaşım içinde üniversiteler, toplumun itici gücü ve onun gelişmesinde en önemli katkıyı yaratan kurumlar durumuna gelmiştir. Evrensel rekabet ortamında ve bilgi toplumu olma yarışında başarı elde etmek ve saygın bir dünya devleti olabilmek; öncelikle eğitim ve öğretimi çağdaşlaştırmak, bilim ve teknolojide de ileri araştırma ve üretim yapabilecek düzeye erişmekle olasıdır. Ulus olarak çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilmek için, öncelikle gençlerimizin eğitimini üstlenmiş olan Türk Yükseköğretim Sistemi, topluma ve geleceğe karşı olan sorumluluğunu çağdaş bir yaklaşım içinde yerine getirmek zorundadır. 21. yy’ın üniversitesi; bilgiyi üretirken özgün ve seçkin olmalı ama elde ettiği bilgiyi de toplumun gelişmesi ve refahı için paylaşmalıdır. Diğer bir ifade ile, bilginin; üretim, deneme, paylaşma, yayınlama ve uygulama süreçlerinin tümünde üniversitelerin temel rol oynaması beklenmektedir. Diğer taraftan öğretim; teknik bilginin, hocadan öğrenciye aktarıldığı bir etkinlik olmaktan çıkmış, insanı, “bir bütün olarak yetiştirme sanatı” haline gelmiştir. Bu değişime koşut olarak, küreselleşmenin getirdiği saydamlık, iletişim, ortak akıl ve sinerji (görevdeşlik) oluşturma, öğretim altyapısını ve metodolojilerini sürekli güncellemek zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir. Eğitim-öğretimde olduğu kadar araştırma ve toplumsal hizmet etkinliklerinde de rekabet öne çıkmıştır. O halde, bu yapısal dönüşüme paralel olarak, tüm üniversiteler, akademik değerlerini, eğitim metodolojilerini ve toplumsal rolünü nasıl yapılandıracağını ciddi olarak gözden geçirmek durumundadırlar. Zira, üniversitelerin bin yıl boyunca dimdik ayakta durabilmelerinin nedeni, yalnızca toplumu değil, aynı zamanda kendilerini de biçimlendirebilme ve yenileyebilme becerileridir. Bilgi toplumunu yaratan bu becerinin devamı ve sürdürülebilir olabilmesi için rekabete dayanan uluslararası düzeyde üstün kaliteli mesleki eğitim ve araştırma kaçınılmazdır. Bilimin üretildiği üniversite ortamı, evrensel boyutta olmak ve tüm dünya ile iletişim ve işbirliği içinde bulunmak zorundadır. Anadolu’da bir bölge üniversitesi iddiasında olan bir yüksek 21 DOSYA ATILIM ÜNİVERSİTESİ YABANCI DİLLER BÖLÜMÜNDE İNGİLİZCE ÖĞRENME ÖĞRETME SÜREÇLERİNDE WEB TABANLI ETKİNLİKLER • Metin okuma anlama, metnin ana fikrini özünü kavrama ve not alma, • Bölüm hocalarının derslerini etkili biçimde dinleme ve not alma, • Derslere etkili biçimde katılma, eleştirel dinleme, • Yazılı ödevler, projeler hazırlama; ödev ve çalışmalarını değerlendirme, ürün dosyası hazırlama, • Yazılı sınavlarda etkili yazma; paragraf ve kompzisyon yazma, • Bilgi ihtiyacını belirleme, araştırma yapma ve kaynaklara ulaşma, • Bilgiyi seçme ve organize etme, yazılı veya sözlü olarak sunma, • Öğrenme ve gelişme konusunda olumlu tutum geliştirme, • Kazandıkları bilgi ve becerileri değerlendirme, transfer etme ve etkili biçimde kullanabilme, • Sosyal, kültürel ve mesleki yaşamlarını İngilizce dilinde sürdürülecek araştırmalar, tartışmalar, sunumlar gibi çeşitli etkinlikler ile zenginleştirme becerilerini geliştirmeleri beklenmektedir. Feride Güven Atılım Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü Başkanı Giriş Yüksek öğretimde yabancı dilin önemi her geçen gün artmaktadır. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler ise yabancı dil eğitiminin yeniden yapılandırılması yönünde olanaklar sunmaktadır. Atılım Üniversitesi’nde yabancı dil eğitimi veren birimler de bu teknolojileri yakından takip ederek yenilikçi uygulamalar yapmaktadır. Atılım Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü’nde, Üniversitemizin Hazırlık Okulu İngilizce öğretiminden sonra eğitimlerini bölümlerde sürdüren öğrenciler, temel İngilizce dil ve anlatım becerileri kazanmaktadırlar. Yabancı Diller Bölümü’nde verilen dil eğitimi kapsamında öğrencilerin etkili dinleme, eleştirel okuma, analiz yapma, yorumlama, akademik yazma, raporlama, konuşma, sunma, gibi üst düzey dil becerilerini geliştirmeleri, böylece bölümlerinde sürdürecekleri akademik çalışmalarında performanslarının artması hedeflenmektedir. Bunun yanısıra programlara çeşitli ders çalışma becerileri de eklenerek öğrencilerin üniversitedeki eğitimleri süresince yaşam boyu öğrenmeyi sürdüren yetişkinler olmalarını sağlayacak beceriler kazanmaları da hedeflenmektedir. Bu yazıda, yukarıda belirlenen hedeflere ulaşılabilmesi için geleneksel yüz yüze sınıf içi eğitimine ek olarak 2009-2010 güz dönemimde ENG 111 (Introduction to Communication Skills) ve ENG 113 (Academic Listening and Note-Taking Skills) derslerinde uygulanan web tabanlı eğitim uygulamasının nasıl yapıldığına ve sonuçlarına ilişkin bilgi sunulmuştur. Hazırlık okulundan sonra bölümlerine geçen öğrenciler, bölüm İngilizce programlarında hazırlık programı sonunda aldıkları yeterlilik sınavı puanlarına göre gruplanmaktadır. Birinci sınıfta 60-65 puan arası ENG 111, 66-79 puan arası ENG 113 ve 80 üstü alanlar ise ENG 104 dersine kaydolmaktadır. Bu dersleri takiben çeşitli akademik yazma, sunum yapma ve rapor yazma becerileri kazandıran dersler (ENG 211, 212, 202) ile çalışmalarını tamamlamaktadırlar. (Bknz http://delsu.atilim.edu.tr/Turkce/ anasayfa.htm:) Öğrencilerin çoğunluğu ENG 111 dersinde toplanmakta ve grup oldukça heterojen bir yapı sergilemektedir. Yabancı Diller Bölümü’nde eğitimin kalitesini artırmak amacıyla program geliştirme çalışmaları, çeşitlendirilmiş materyal geliştirme, dilbilgisi destek üretme çalışmaları, öğretim elemanlarının öğretim becerilerinin geliştirilmesi için öğretim teknik ve yöntemleri ile ilgili hizmet içi eğitimler gerçekleştirilmektedir. Bunların yanısıra diğer öğrencilerden daha çok desteğe ihtiyaç duyan öğrenciler için ders saatleri dışında düzenlenen destek programlar, bireysel danışmanlık ve yönlendirme etkinlikleri de yapılmaktadır. Bu tür ortak uygulamalarla oluşturulan ek zaman yaratma girişimlerinin yanısıra, öğrencilerin kendi zamanlarını etkili biçimde kullanma becerileri kazanmaları için de olanak sağlanması gerekmektedir. Genç yetişkin olan öğrenciler, çalışma alışkanlıkları geliştirme, zamanlarını etkili biçimde ve kendilerine uygun şekilde kullanma öğrenme ihtiyacı hissetme ve kendi kendini güdüleme gibi becerilere ve giderek daha bağımsız çalışma olanaklarına ih- Öğrencilerin iki yıl süren İngilizce eğitimi sonunda; ileri düzeyde, (EU B2-C1 düzeyinde) İngilizce etkili okuma yazma ve analitik düşünme becerilerini güçlendirmeleri ve: 22 ATILIM ÜNİVERSİTESİ YABANCI DİLLER BÖLÜMÜNDE İNGİLİZCE ÖĞRENME ÖĞRETME SÜREÇLERİNDE WEB TABANLI ETKİNLİKLER eğitim teknolojilerinin sağladığı olanaklar da kullanılarak, karma/ birleştirilmiş (blended learning) öğrenme yaklaşımının kullanılması önerilmektedir. tiyaç duymaktadır. Bölüm öğrencilerin bu ihtiyaçlarını karşılamak üzere olanaklar ve ortamlar çeşitlendirilmektedir. Dünyada, son yüzyıldır öğrenme süreçlerinde zaman ve mekandan bağımsız eğitim-öğretim etkinlikleri geliştirmek konusunda oldukça önemli gelişmeler olmaktadır. Uzaktan eğitim-öğretim ve bilgisayar destekli öğretim uygulamaları bunlardan belli başlılarıdır. Birçok eğitim kurumu gibi Atılım Üniversitesi de uzaktan eğitim ve bilgisayar destekli eğitim uygulamalarından, öğrencilerin yeterliliklerini artırmak amacıyla yararlanmaktadır. Bilgi ve İletişim Teknolojileri’nin (BİT) doğru uygulanması ile kampus ortamında yüz yüze öğrenme süreçlerinde olduğu kadar kampus dışında da öğrencinin kendi zamanında teknoloji kullanarak öğrenmeyi sürdürmesi için yeni olanaklar sunulmaktadır. Bu çerçevede bilgisayar destekli öğretim uygulamaları öğrencilere ulaşmak ve teknik destek sunmak konusunda önemli kolaylıklar sağlamaktadır. Yabancı Diller Bölümü’nde İngilizce öğretimi konusunda program geliştirme çalışmalarında yöntem, teknik, ders materyali araştırmalarının yanı sıra eğitim ortamını da zenginleştirip geliştireceği konusunda umut veren öğretim durumu ve ortamını geliştirme araştırmaları da yürütülmektedir. 2009-2010 öğrenim yılı hazırlıkları yapılırken öğrencilere sınıf içi yüz yüze eğitimlerinin yanında uzaktan bilgisayar ve web destekli eğitim uygulaması sunmak üzere çalışmalar da yürütülmüştür. İngilizce öğretiminin verimliliğini artırılması konusunda etkili bir yöntem olabileceği düşüncesiyle 2009-2010 güz döneminde web destekli İngilizce öğretimi, başlangıç Bölüm İngilizce dersleri olan İngilizce ENG 111 - ENG 113 derslerinde uygulamaya başlanmıştır. Niçin Karma Öğrenme Modeli? Bilgisayar destekli eğitim kendi kendine öğrenme ilkelerinin bilgisayar teknolojisiyle birleşmesinden oluşmuş öğretim yöntemidir. Teknoloji desteği ile öğrenciler, öğrenmelerini kendi kontrolleri altına alarak, neyi ne zaman öğreneceklerine ya da bir sonraki öğrenme aşamasına ne zaman geçeceklerine kendileri karar verebilirler. Bu uygulamayla öğretmen merkezli öğrenme yöntemi yerini, öğrenen merkezli öğrenme yöntemine bırakmaktadır; öğrencinin ihtiyaçları esas alınarak etkileşimli öğrenme gerekleştirilmekte ve dolayısıyla öğrenmede verim artmaktadır. Bu uygulamada uzaktan öğretimin yüz yüze öğretimi desteklemesi için karma öğrenme modeli kullanılmıştır. Bazı öğrencilerin programda sunulandan daha çok zamana ve İngilizce ile yüz yüze olmaya; sınıfta yapılandan daha fazla ve kendi ihtiyaçlarına yönelik alıştırma yapmaya gereksinim duydukları görülmüştür. Ayrıca alıştırmalarla ilgili daha detaylı ya da daha çok geri bildirime ihtiyaçları olduğu; bu çalışmaları kendilerine uygun zaman ve mekanda yapmayı istedikleri, böylece arzu ettikleri kadar tekrar yapabilecekleri anlaşılmıştır. Bu faktörler ve yanlışlarını kendilerinin görüp düzeltebilecekleri göz önünde bulundurulduğunda, öğrencilerin BİT’le desteklenmeleri gerektiği açıktır. Bates1 web destekli çalışmalarla öğrenme ortamının çeşitlendirilmesi ve farklılaştırılmasının öğrenci merkezli bir yaklaşım olduğunu savunmuş ve bu tür uygulamalar için doğal olarak çok çeşitli teknolojilerin kullanılması gerektiğini, bu yolla da çeşitlendirilmiş öğrenme durumlarının sunulabileceğini belirtmiştir. Web üzerinden aynı anda ya da farklı zamanlarda öğrenci ile etkileşim kurmanın, karma (blended) öğrenme durumları sunarak öğretim yapmanın yüzyüze öğretim olanaklarından ve uzaktan yapılan öğrenme etkinliklerinden aynı zamanda yararlanma olanağı vereceğini vurgulamaktadır. Bu nedenle kullanılacak materyaller ve uygun yöntemlerin bir karışımının seçilmesi çok önemlidir. Uygun biçimde birleştirilip planlanmış malzemeler, yöntemler ve teknolojiler öğrencilere özgürlük, esneklik ve otonomi kazandırmaktadır. Öğrenene zaman, seçme planlama özgürlüğü kazandırdığı için de oldukça ekonomik olabilmektedir. Nasıl Uygulandı? ENG 111 ve ENG 113 öğrencileri sınıf içi haftada 3-6 saat yüzyüze yaptıkları İngilizce dil eğitimi üzerine kendi seçtikleri zaman ve mekanda yararlanabilecekleri web üzerinden sunulan okuma-dinleme materyalleri ile desteklenmiştir. Öğrencilere, ihtiyaç duydukları kadar, düzeylerine uygun çalışma ve alıştırma materyalleri ile teknoloji kullanarak öğrenmelerini sürdürmeleri için web üzerinden öğrenme ortamı sunulmuş, dolayısıyla öğrencilerin öğrenme sorumluluğunu üstlenerek daha başarılı ve kalıcı öğrenmeler gerçekleştirmelerine destek olunmuştur.3 Hazırlık Çalışmaları Keegan2 uzaktan eğitimi öğretmen ve öğrenciyi teknoloji yardımıyla belli zamanda belli yerde ve belli kimselerle buluşma külfetinden kurtaran bir eğitim biçimi olarak tanımlıyor. Günümüz üniversite öğrencilerinin teknoloji ile olan diyaloglarının oldukça etkili/çok; bilgisayar, internet, cep telefonu vb BİT araçlarına yakınlıklarının oldukça yüksek olduğu gözlenmektedir. Öğrenme süreçlerinde, öğrencileri bu yatkın ve yetkin oldukları alanı kullanmalarına yönlendirmek konusu gittikçe önem kazanmaktadır. Eğitim öğretim süreçlerinde yüz yüze öğretimin önemi yadsınmadan, uzaktan ve 2009 Temmuz ve Ağustos aylarında ENG 111 ve ENG 113 derslerinin hazırlık çalışmaları sırasında, ders materyali – kitap ve araç gereç incelenmiş, teknik - bilgi paylaşımı yapılmış, web tabanlı malzemeler denenmiş, ders malzemeleri seçilmiş - içeriği hazırlanmış, müfredat/izlence ve haftalık programlar hazırlanmış, detaylı uygulama planı yapılmış, değerlendirme araçlarının, zaman ve ölçütlerin genel çerçevesi hazırlanmıştır. 23 DOSYA Ders kitaplarıyla birlikte öğrencilere web üzerinden yapacakları çalışmalara ulaşmaları için birer erişim şifresi ve numarası verilmiş, öğretim elemanları için öğrencilerin çalışmalarını görüp değerlendirme ve yönlendirme yapabilmelerini sağlamak üzere sanal sınıflar oluşturulmuştur. Haftalık grup toplantılarında yapılan değerlendirmeler: Süreç içinde ENG 111 ve ENG 113 grup liderleri (Meltem Turan Eroğlu ve Seçkin Can) yardımıyla öğretim elemanları düzenli değerlendirmeler yapmış, gelişmeler ve çıkan sorunlar haftalık grup toplantılarında tartışılarak zamanında ve gerektiğinde önlem alınmış, etkili stratejik planlamalar yapılmış süreç ve ve uygulama yakından izlenmiştir. Toplantılarda paylaşılan bazı konular şunlardır: Uygulama Çalışmaları 2009-2010 güz döneminde öğrenciler programlarındaki İngilizce derslerine (ENG 111 ya da ENG 113) kayıt olduktan ve ders malzemelerini aldıktan sonra kendilerine verilen şifre ve kullanıcı numarası ile öğretim elemanlarının sanal sınıflarına elektronik olarak kayıt yaptırdılar. Kayıt işlemleri her sınıfta (gerektiğinde bir uzman yayınevi görevlisi) tarafından uygulamalı olarak gösterildi, ayrıca Bölüm web sayfasında işlem basamakları adım adım açıklandı. Web destekli İngilizce programının öğrencilere kazandırdığı beceriler sadece dil becerileri olmamıştır. Mekan ve zaman özgürlüğü sayesinde alıştırma türü, çalışma süresi seçimi, tekrar deneme, kontrol etme imkanı, problem saptama, çözüm için ilgililerle elektronik ve yüz yüze iletişim kurma gibi çeşitli öğrenme etkinliklerine katılım da söz konusu olmuştur. Ayrıca ders veren öğretim elemanları, diğer eğitim öğretim çalışmaları ve materyalleri konusunda olduğu gibi web tabanlı öğrenme materyali ile ilgili olarak geliştirilmesini istedikleri konularla ilgili görüşlere de yer vermişlerdir. Hemen hemen her hoca, teknik sıkıntılar ve sınırlılıklar yaşandığını, şifre ve yetki numarası olan bazı öğrencilerin sisteme kayıt sırasında sorun yaşadıklarını, sorunların çözümünün zaman aldığını, öğrencilerin sıkıntılarını ilgili yere iletme ve takip etme konusunda yetersiz kaldıklarını belirtmiştir. Dönem içerisinde sınıf içinde yüz yüze dersler sürerken web sayfasından ilgili alıştırma çalışmaları ödev olarak verildi. Öğrenciler şifreleri ve kullanıcı numaraları ile web sayfasına girip ilgili ödevlerini yaptılar. Sistem, yaptıkları çalışmalarla ilgili değerlendirme, yönlendirme ve yeniden deneme imkanı sundu. Sonunda öğrenciler çalışmalarını kaydedip öğretim elemanlarının değerlendirmesine sundular. Bu uygulama ile öğretim elemanları sınıf içi çalışmalarını ve bireyselleştirilmiş yönlendirme çalışmalarını zaman, mekan ve ek maliyet olmaksızın sürdürebilmiş ve öğrencilere kağıt kalem çalışmalarının yaratabileceği her türlü psikolojik ve ekonomik ek maliyetlerden uzak olarak gerektiği kadar yardım sunabilme imkanına sahip olmuştur. Bu nedenlerle öğrenci kayıtlarının tek elden (yayınevi tarafından) yapılmasını, etkili işleme ve değerlendirme yapabilmek için sınıfta kullanılacak materyal sayısının azaltılmasını, hemen yardım alınabilecek teknik destek gerektiğini belirtmişler ve öğrenciler için donanımlı ve etkili çalışan bir bilgisayar çalışma odasının kurulmasını önermişlerdir. Uygulamaya ENG 111 ve ENG 113 derslerini alan 780 öğrenci katılmıştır. Yaklaşık 800 öğrenciden 25’i teknik nedenlerle uygulamaya diğer öğrencilerle birlikte katılamamıştır. Bu öğrencilerin dönem sonunda yeniden kullanıcı numaraları ve şifre verilerek bölümde sunulan donanım olanaklarıyla bu uygulamaya katılmaları sağlanmıştır. Öğrencilerin web tabalı çalışmalarının değerlendirilmesi: ENG 111 ve ENG 113 dersleri ile ilgili öğrencilerin genel başarı değerlendirilmesi çerçevesinde web tabanlı çalışmaların değerlendirilmesi tüm başarı notunun %5 ini oluşturmuştur. Bu değerlendirme öğrencilerin bu çalışmaya yönlendirilmesi ve güdülenmesi amacıyla yapılmıştır. Bu değerlendirme grup hocalarının belirledikeri kriterlere göre yapılmıştır. Uygulama sırasında öğrenciler bilgisayar başında bu amaçla kişi başına haftada ortalama 45-60 dakika kadar süre geçirmiştir. Değerlendirme Çalışmaları Öğrencilerin web tabanlı çalışma malzemeleri ile ilgili görüşlerinin değerlendirilmesi: 2009-2010 öğrenim yılı güz döneminde yapılan bilgisayar destekli eğitim uygulamasının değerlendirilmesi için çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Öğretim elemanları ve Bölüm yöneticisinin sürekli gözlemleri ve geribildirim alıp-vermelerinin yanı sıra; a. Öğretim elemanlarıyla haftalık grup toplantıları yapılmış, b. Öğrencilerin web tabanlı çalışmaları gözden geçirilmiş, c. Öğrencilerin web tabanlı eğitim malzemeleriyle ilgili görüşleri derlenmiş, d. Uygulama ile ilgili olarak öğrencilerle yüz yüze görüşme yapılmıştır. Bölüm öğretim elemanları Meltem Turan Eroğlu ve Neşe Soysal ile birlikte hazırlanan 13 maddelik bir izlenim anketi toplam 780 öğrenci arasından bölümleri temsil edecek biçimde rastgele seçilen 120 öğrenciye uygulanmıştır. Değerlendirme elektronik ortamda yapılmıştır. Anketi cevaplayan 120 öğrenciden 94’ü web tabanlı öğrenme ortamını etkili biçimde kullandığını belirtmiştir. Bu anketten elde edilen bazı izlenimler şöyledir: Öğrenciler web destekli çalışmanın, 24 ATILIM ÜNİVERSİTESİ YABANCI DİLLER BÖLÜMÜNDE İNGİLİZCE ÖĞRENME ÖĞRETME SÜREÇLERİNDE WEB TABANLI ETKİNLİKLER Genel başarılarına katkı yaptığını (öğrencilerin %60’ı) İngilizce başarılarına katkı yaptığını (%49’u) İngilizce başarısının orta derecede arttığını (%58’i) Bilgisayar becerilerinin arttığını (%46’sı) Bir yıl boyunca bu öğrenim ortamını kullanmaya devam edeceklerini (%56’sı) Web desteğini daha çok ödev yapmak için (%84’ü), bağımsız çalışmak için (%35’i), Web ortamını incelemek için (%50’si) kullandıklarını belirtmişlerdir. Dönem sonu itibariyle web desteği ile ders yapan öğrenci grubunun başarı durumu aşağıdaki gibi olmuştur. ENG 111 ve 113 dönem 2009-2010 Güz Dönemi Sonu Başarı Durumu Web Destekli İngilizce Programları Öğrenci Sayısı Başarılı ENG 111 Tüm öğrenciler 680 %74 Devam etmeyenler hariç 609 % 83 ENG 113 Öğrencilerle görüşme: Anketlerin hazırlanmasında görev almış olan N. Soysal, doktora dersinin de bir gereği olan çalışmasını bölüm programının değerlendirmesine uyarlayarak 6 öğrenciyle görüşme (mülakat) yapmıştır. Mülakata katılan öğrenciler, daha zengin deneyimleri olduğu için web tabanlı çalışmaya olumlu yaklaşan ve etkili biçimde kullanan öğrenciler arasından seçilmiştir. Bu nedenle değerlendirme ve izlenimleri olumlu olmuştur. Öğrencilerle yapılan mülakatların analiz raporu özet olarak aşağıdaki bilgileri içermektedir.4 Tüm öğrenciler 134 %87 Devam etmeyenler hariç 123 %95 2009-2010 güz dönemindeki başarı durumu, şimdiye kadar elde edilen güz dönemi başarı oranlarından %5-6 fazla olmuştur. Bu nedenle web tabanlı öğretim uygulamalarının geliştirilerek devam etmesi, teknik desteğin artırılması, sonuçlar ve süreçlerle ilgili sistematik veri toplanması, değerlendirilmesi ve gelişimin sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekmektedir. Eğiticilerin internet tabanlı eğitim verebilmek için sadece bilgisayarların nasıl çalıştığını ve eğitim teknolojilerini bilmesi yeterli değildir. Örneğin, planlamanın daha ileri seviyede yapılması için olanakların artırılması, kullanılan materyallerin kullanılan teknolojiye uygun hale getirilmesi, öğrenen özellikleri ve koşullar çerçevesinde bu yöntemin kullanılabilirliğinin eğitimciler tarafından detaylı olarak incelenip planlanması, diğer yöntemlerde olduğu gibi uygun zaman ve durumda etkili biçimde kullanılması gereklidir. Web destekli İngilizce öğrenme ortamı; sunum, kısa özet, açıklama ve konularla ilgili ipuçları ve bol miktarda alıştırma içermektedir. Öğrenciler özellikle kelime bilgisi, dinleme anlama ve okuma becerisi geliştirdiklerini; bu çalışmaların derste işledikleri konuları pekiştirdiğini; çok çeşitli etkinlik ve alıştırmalar içerdiğini; deneme yanılma ve tekrar deneme ve yönlendirme imkanı elde ettiklerini belirtmişlerdir. Öğrenciler bu destek sayesinde ödev yapmanın yanısıra sınavlara hazırlanma, konusunda da destek aldıklarını, bu malzemenin motivasyonu artırdığını, kâğıt kalem çalışmasından daha doyurucu ve teşvik edici olduğunu ifade etmişlerdir. Bu durumun ayrıca özgüven artırıcı olduğunu da belirtmiş, kendileriyle gurur duyduklarını söylemişlerdir. Yaptıkları web tabanlı çalışmalar çerçevesinde arkadaşlarıyla farklı etkileşimlere girdiklerini, zararsız bir rekabet ve yarışma ile kendilerini güdülediklerini ifade etmişlerdir. Ayrıca, eğitimcilerin, yeni teknolojileri öğrenirken kaygıya kapılabilen öğrenenleri uzaktan eğitim ortamlarında rahat ettirmek için, onların özelliklerini bilmeleri ve bunlara duyarlı olmaları, her zaman ikinci bir planı hazır tutmaları gerekir. Güz dönemi uygulamalarının ışığında bahar döneminde devam edecek olan web destekli İngilizce öğretimi sürecinin daha verimli sürmesi beklenmektedir. Bu uygulama sürecinin sistemetik bir yaklaşımla izlenip değerlendirilmesi ve sonuçlarının programları geliştirme doğrultusunda kullanılması önerilmektedir. Öğrenciler bu etkinliklerle kendi zamanlarını yönetebildiklerini, kendileri için hedef ve çalışma stratejileri belirlediklerini ve kendi öğrenmelerini yönlendirdiklerini de ilave etmişlerdir. Öğrenme sürecine etkili biçimde katıldıkları için daha kalıcı bilgi ve beceriler kazanmış olmayı beklediklerini ifade etmişlerdir. 1 23 4 Sonuç ve öneriler Yabancı Diller Bölümü’nde 2009-2010 güz döneminde uygulanan İngilizce öğretiminde web tabanlı materyal desteği almak ve öğrencilere başka bir öğrenme ortamında öğrenme yaşantılarını sürdürmelerine yardımcı olmak yeni bir uygulamadır. Uygulama öncesi yapılan hazırlık çalışmaları, teknik destek, başarılı ve etkili bir planlama, katılımcı bir yaklaşım uygulamayı olumlu etkilemiştir. 1 Bates (Tony) A.V. (1997) The Impact of Technological Change on Open and Distance Learning, Routledge, London UK 2 Bkz. Schlosser, CA and Anderson, Mary (1994) Distance Education: Review of the Literature, ABCT Pub.Washington DC, USA. 3 Bu amaçla web desteği sunan ders kitaplarından ve yayınevinin sunduğu web hizmetlerinden yararlanılmıştır. 4 Kaynak, Neşe Soysal’ın (2010) yayınlanmamış araştırma raporudur. 25 DOSYA TÜRK YÜKSEKÖĞRETİMİ VE KÜRESELLEŞME araştırma alanını yaratmayı, bir ortak Avrupa bakış açısının oluşumunu sağlamayı da amaçlamaktadır. Bu hareketliliğin AB ülkeleri arasında karşılıklı anlayış ve dayanışmanın gelişmesine yardım etmesi beklenmektedir. Benzer bir girişim 1991 yılında Uzak Doğu’da başlatılmış (The University Mobility in Asia and Pacific UMAP) ve 1998 yılında da Avrupa Kredi Transfer Sistemine benzer bir sistem (UMAP Credit Transfer System) geliştirilerek öğrenci hareketliliğinin artırılmasına çalışılmıştır.2 Yükseköğretim alanındaki hareketliliğin toplumsal sonuçlarının yanı sıra çok önemli ekonomik sonuçları olduğunu da göz ardı etmemek gerekmektedir. Almanya, Fransa, Kanada ve ABD gibi ülkeler öğrenci hareketliliğini seçkin yabancı öğrencileri ileride kendi nitelikli işgücüne katma beklentisi içinde desteklemektedirler. Avustralya, İngiltere, Yeni Zelanda gibi bazı ülkeler ise yabancı öğrencilerden alınan yüksek öğrenim harçları ile ek mali kaynak yaratmak amacını gütmektedirler. Yabancı öğrencilere sunulan yükseköğretim hizmetinin mali büyüklüğünün 1998 yılında 30 milyar doları aştığı ve hizmet sektöründe dünya ticaretinin % 3 ‘ünü oluşturduğu tahmin edilmiştir.3 Gülşen Orbey Atılım Üniversitesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü a. Mevcut Durum Küreselleşen dünyada yükseköğretim de giderek ülkelere özgü bir etkinlik olmaktan çıkarak küresel bir etkinlik haline gelmektedir. Genç nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu gelişmekte olan ülkelerden, gelişmiş ülkelere yönelik büyük yükseköğrenim talebi karşısında gelişmiş ülkelerin yükseköğretim sistemleri öğrenci hareketliliğine giderek daha açık hale gelmektedir. Örneğin, OECD ülkelerinde yükseköğrenim gören yabancı öğrencilerin sayısı son 20 yılda iki katına çıkarak 1.6 milyona ulaşmıştır. Bu ülkeler arasında yabancı öğrenci oranı ABD’ de % 30, İngiltere de, % 14, Almanya’da % 13, Fransa’da % 9, Avustralya’da % 7 düzeylerindedir. Yabancı öğrencilerin en yoğun olduğu ülkeler Avrupa ülkeleridir. Bu ülkelerde 2001 yılında 831.000 olan yükseköğretime kayıtlı bulunan yabancı öğrenci sayısının günümüzde bir milyona yaklaştığı tahmin edilmektedir. Ancak, bu öğrencilerin yaklaşık yarısı, Avrupa Birliği’nin “öğrenci hareketliliği” (student mobility) Socrates/Erasmus programlarından yararlanarak, bir üye ülkeden diğerine giden öğrencilerden oluşmaktadır. ABD’ de ise yabancı öğrencilerin yaklaşık % 60’ı Asya, % 15’i Avrupa ülkelerinden gelen öğrencilerden oluşmaktadır.1 YÖK’ün Türkiye’nin Yüksek Öğretim Stratejisi raporundaki temel görüş, küreselleşen dünyada, yükseköğretimin giderek özellikle de gelişmiş ülkelerin yükseköğretim sistemlerinin uluslararası öğrenci hareketliliğine daha açık bir duruma dönüştüğü biçiminde özetlenebilir. Sistemin girdileri ve çıktıları konusunda karanlık noktalar kalmamalı ve kuşkulara yer bırakılmamalıdır. Ömeğin kimler gidiyor, kimler geliyor, seçmeler nasıl yapılıyor, bu iş için ne kadar kaynak kullanılıyor, harcamalar hangi bütçelerden karşılanıyor, gidenlerin ne kadarı dönüyor, ne kadarı dönmüyor, dönenler neler yapıyorlar, sistem nasıl işliyor, sorunlar nelerdir, doğrular hangileridir, varsa yanlışlar nelerdir, sistemi nasıl işletirsek ülkemiz ve yükseköğretimimiz için daha yararlı olur vb. gibi soruların yanıtlarınının bilinmesi gerekmektedir. Yükseköğretiınde yabancı öğrenci hareketliliğinin giderek arttırılmasındaki amaç; sadece yükseköğretim kapasitelerinin kullanılmasındaki etkinliği artırmak değildir. Bunun ötesine geçen sosyal amaçlar bulunmaktadır. Örneğin, Avrupa Birliği Sokrates ve Erasmus programlarıyla üye ve aday ülkeler arasında öğrenci ve öğretim üyesi hareketliliğinin artışını özendirirken, kültürel diyaloğu geliştirmeyi, Avrupa eğitim ve OECD raporunda belirtilen ve yurt dışına büyük miktarlarda öğrenci gönderen Çin, Kore, Hindistan vb. ülkelerden ülkemizin payalmadığı görülmektedir. Ayrıca Müslüman coğrafyadan, Ortadoğu ülkeleri, Orta Asya, Balkanlar vb. bölgelerden de yeterince öğrenci bulunmadığı da bir gerçektir. Gelenler 2 YÖK, Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi Kitabı, 2007, s.17 3 A.g.e s.17 1 OECD, Policy Brief, Internationalisation of Higher Education, 2004, s.2 26 TÜRK YÜKSEKÖĞRETİMİ VE KÜRESELLEŞME de uygulanan devlet politikası paralelinde burslu gelen ve ekonomik gücü olmayan öğrenciler olmaktadır. • Rekabet gücünü artırabilmek için üniversiteler uluslararası işbirlikleri, franchise ve konsorsiyumlar kurmak durumunda kalacaklardır, • Markalaşmak için isim hakkı almak ve bu anlamda yurtdışı üniversitelerin uzantısı olmak olağan hale gelecektir. Türkiye’de öğretim gören yabancı öğrenciler daha ziyade devlet bursuyla öğrenim gören Türki Cumhuriyetlerden gelen yabancı öğrencilerden oluşmaktadır. Yurt dışında eğitim gören Türk öğrenciler ise bu sayının yaklaşık üç katıdır. Bu durum sistemde bir çarpıklık olduğu izlenimini vermekte ve öğrenci hareketliliğindeki diğer sorunlar bir yana, yalnızca sayısal açıdan bile aleyhimize işleyen bir değiş tokuş olduğu görülmektedir Bu ne kadar doğrudur ya da yanlışsa nasıl düzeltilmelidir? Bu tür konularda, bir değer taşımakla birlikte, bireysel ilgilerin ve çabaların yeterli olmayacağı açıktır. Bu nedenle, bir taraftan çeşitli yönleriyle konu hakkında ilgisi, bilgisi ve görüşü olanlar bunları açıklamalı ve özellikle bu yıl itibariyle sayıları 45’i bulan Vakıf Üniversiteleri lobi oluşturmalı ve diğer taraftan da başta YÖK olmak üzere ilgili kurumlar sorumluluklarını yerine getirmeye çağrılmalıdır. d. Değerlendirme ● Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada bir eğitim üssü olması için çalışmaların YÖK başkanlığı nezdinde yürütülebileceği, ● Türkiye ile tarihi, coğrafi, kültürel bağları bulunan coğrafyalar ve sözkonusu coğrafyada yaşayan toplumlarla daha sağlam ve sürekli ilişki tesisinin eğitim ile daha kolay bir şekilde tesis edilebileceği, ● Ortadoğu’nun, Orta Asya’nın, Balkanların beyinlerinin Türkiye’ye yönelmesinin sağlanabileceği, • Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada güçlü, etkili bir ülke ol mak hedefine; evrensel geçerliliği olan üniversite eğitimi ile ulaşabileceği, • Uygulanacak doğru politika ve stratejilerle TÜRKİYE’nin bir “EĞİTİM ÜSSÜ” haline gelebileceği, • TÜRKİYE’nin, bölgesinde (Ortadoğu, Orta Asya ve Balkan lar için) bir YÜKSEK ÖĞRETİM ve ARAŞTIRMA MERKEZİ haline getirilebileceği, • Türkiye’nin, üniversite, enstitü ve araştırma merkezlerini dünyaya, yabancı öğrencilere, özellikle de Ortadoğu, Balkanlar, Orta Asya gibi ortak kültür ve tarihe sahip olduğumuz ülkelere mutlaka açması gerektiği, • Türkiye’nin şartlarını hazırlayabilirse; 11 Eylül sonrası ürkütülen ve şu anda küresel krizden dolayı tedirgin edilen sermaye akışının ve beyin göçünün tersine ve kendi lehine çevirebileceği, • Türkiye’nin beyin göçü alan bir ülke haline gelebileceği, • Yurt dışından gelecek başarılı üniversite öğrencileri içın kontenjanlar tanınması ve burslar temin edilmesi; akraba ülkelerden ve komşu coğrafyalardan Türkiye’ye öğrenci akışı sağlanması gerektiği, • Türkiye’nin başta tıp ve mühendislik eğitimi olmak üzere; pek çok ülkeye, hatta batılı ülkelere göre oldukça gelişmiş imkanlara sahip olduğu, İstanbul ve Antalya‘nın Avrupa’nın sağlık merkezi olma yolunda hızla ilerlemekte olduğu, Türk mühendislerinin dünyanın dört bir tarafındaki uluslar arası projelerde görev aldığı ve Türkiye’nin, mühendislik ve tıp eğitiminde dünyanın her yerinden öğrenci çekebileceği, • Yapılabilecek açılımlarla, Türk üniversitelerinin yabancı öğrenciler kadar Yabancı öğretim üyelerine de kapılarını açabileceği, Üniversitelerimizde yabancı akademisyenlerin varlığının, yabancı öğrencileri çekeceği; yabancı öğrenci akışının yabancı öğretim üyelerini besleyeceği ve sonuç olarak karşılıklı bir çekim gücü oluşacağı değerlendirilmektedir. b. Değişim • Türk Yükseköğretimi son üç yıl içinde neo-liberal politikalar çerçevesinde serbest piyasa koşullarına geçiş yapmış bulunmaktadır, • Bunun ilk sinyalleri olarak vakıf üniversiteleri arasında fiyat rekabeti ve promosyon çalışmaları başlamıştır, • Yüksek öğretim kurumlarının rekabet gücü yükseltilmeden piyasa uluslararası rekabete açılmıştır, • Bir yandan her ile bir üniversite anlayışı ile devlet üniversite sayısını artırırken son dönemde vakıf üniversiteleri kurulmasına da hız vermiştir, • Devlet açtığı yeni bölümlerle vakıf üniversitelerine rakip olma yolunda ilerlemektedir, • Devlet, üniversitelerinde harçları arttırmak suretiyle paralı öğretime geçiş sinyallerini vermeye başlamıştır, • Ülke içindeki üniversitelere ÖSS ile öğrenci yerleştirirken yabancı üniversitelere YÖK denkliği vererek doğrudan kayıt alınmasına izin vermiş ve devlet eliyle haksız rekabete zemin açmıştır, • Yabancı Devlet Üniversitelerinin ülke sınırlarında kurulmasına izin vermiştir, • Bugün doğrudan kayıt için ülkemize gelen yabancı üniversitelerin yarın kampüsleri ile gelmeleri yakın görünmektedir. c. Gelecek • Üniversiteler üçüncü kuşak girişimci üniversite modellerine doğru yönelip gittikçe ticarileşmektedir, • Üniversite-şirketleşmeler başlayacaktır, • Piyasa mekanizması işleyecek ve kalite öne çıkacaktır, • Zayıf ve güçsüz olanlar bir müddet fiyat kırarak ve promosyonlarla ayakta kalmaya çalışacak bir dönem sonra devir ve tasfiyeler başlayacaktır, 27 DOSYA GELECEĞİN ARAŞTIRMA KÜTÜPHANELERİ İnternetten sonra doğanlar; siber-okuryazar, işbirlikçi, çoklu görevliliğe, takım çalışmasına ve görsel-işitsel öğelere yatkın, teknolojiye düşkün bir kullanıcı topluluğudur. “Kütüphaneye ihtiyacım yok, orası çok büyük ve çok komplike, Internet bütün bunların hepsini kapsıyor, Kütüphane katalogları online, ihtiyacım olduğunda materyallere ulaşabilirim” diyen bir kullanıcı gurubu ve bu görüş karşısında; Nilüfer Ünal “Olabilir, fakat her ne kadar online tarama mevcutsa da ben daima önce kütüphaneyi kullanırım, kütüphanenin sahip olduğu nadir kitaplara da ihtiyacınız olur.” diyen karşı görüş de mevcut. Atılım Üniversitesi Kütüphane Müdürü Özetle kütüphanelerde halen, basılı kitaplardan vazgeçmeyen, teknolojik gelişmelere yabancı olan kullanıcıların yanısıra, teknolojik gelişmeleri yakından takip eden ve onlar için olmazsa olmaz olan hizmetleri bekleyen kullanıcılar mevcut. Giriş Günümüzde internetin yaşamımıza girmesi, üniversite kütüphanelerinin iletişim teknolojilerini yoğun bir biçimde kullanma zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. İletişim teknolojilerinin kullanılması sonucunda kütüphane hizmetlerinde ve kullanıcı profilinde birtakım değişimler meydana gelmiştir. Ancak bugün her iki kullanıcı gurubunun kütüphanecilerden beklentileri de aşağıdaki gibidir: Karmaşıklaşan bilgiye erişimde kütüphaneciden rehberlik, Teknik destek, Diğer yanda bilginin paylaşımında da yeni süreçler söz konusudur. Kütüphanelerde hizmet anlayışı da teknolojik gelişimlerin sonucunda farklı bir ortama taşınmıştır. Sürekli keşfetmeye dayalı bugünün bilgi ekonomisi, bilgiye bakışımızın da değişmesine yol açmakta ve bilgi ekonomisi yazını “veriler” yerine bu verilerin bireyler arasında yoğun olarak paylaşımını ortaya çıkarmıştır. 7/24 ders çalışma ortamı, Sosyal bir buluşma mekanı, Basılı yayınları kullanma isteği, Ödünç Verme Hizmetleri Bu makalede yukarıda sözü edilen konular tartışılacaktır. “Kütüphanelerarası Ödünç Verme” gibi geleneksel hizmetlere gereksinim, Kütüphane Kullanıcıları Öğrenciler için ders çalışma ortamı sağlama görevi devam ediyor. Kütüphane Hizmetleri Günümüzde üniversite kütüphanelerinde, kullanıcı profili değişiyor, kütüphanelerin içeriği değişiyor ve veri araştırma boyutu yeni bir formatta karşımıza çıkıyor. İletişim teknolojilerinin kütüphanelerde kullanımıyla birlikte, bilgi alış-verişinde, bilimsel verilere erişimde kolaylıklar sağlanmasının yanısıra bilginin dijital ortama aktarılmasıyla mekan ihtiyacı asgariye inmeye başlamış ve zaman sınırlaması ortadan kalkmıştır. Günümüz gençliği dijital medya araçlarını kullanarak yetişmiş, ancak onları yetiştiren akademisyenler basılı kaynakları kullanarak yetişmişlerdir. Artık, kütüphaneciler 2 tür kullanıcıyla karşı karşıyadır. Bugün istediğiniz bilgiye google, e-mail veya skype yoluyla ulaşmak veya danışma kütüphanecisinden facebook ‘ta sorularınıza cevap alabilmeniz mümkündür. Kütüphane kullanıcısını bir başka deyişle şöyle tanımlayabiliriz. İnternetten önce doğanlar – internetten sonra doğanlar. 28 GELECEĞİN ARAŞTIRMA KÜTÜPHANELERİ Derek Law, “Google Books üzerindeki dijital tam metin kitap sayısı 35 milyona ulaştığında bir kurum kütüphaneye niye ihtiyaç duysun ki?” şeklinde bir soru sormakta ve aşağıdaki tabloyu sunmakta. Günümüzde kullanıcının beklentileri ve ihtiyaçları değişmektedir. Bunun sonucu olarak kütüphane hizmetlerinin, basılı kaynakların yanı sıra bilgiye, tam-metin ve kaynakların çeşitliliği (ses, görüntü vb.) ile de sunulması zorunluluğu söz konusudur. Bilginin indekslenmesi, e-basımların ortaya çıkması, bilgi alışverişinin dijital ortamlar üzerinden gerçekleşmesi kullanıcının günün her saatinde- istediği anda bilgiye erişimini kolaylaştırmış ve bunun yanı sıra artık kaynağın içeriğine hızlı bir şekilde erişim söz konusudur. (yazardan, kitap adından, anahtar sözcüklerden, konu başlıklarından) Kütüphaneler ve Kütüphanelerin Geleceği Hakkında Kötümser Görüşler Günümüzde kütüphane hizmetlerinde yeni oluşumlar gerçekleşmekte, üniversite kütüphanelerinde bilgi ve teknoloji bir araya getirilerek elektronik bilgi kaynakları ile gerekli yazılımlar ve de uzman kadro ile işbirliğine dayalı öğrenme mekânları eşleşmektedir.1 Kullanıcının istediği bilgiye hızlı ve istediği anda ulaşmasına olanak sağlayan veri tabanları ile kütüphaneler arasında kaynak entegrasyonu sağlanmıştır. Kataloglama Otomatik metadata Metadata Sınıflama Folksonomiler ve anlamsal web Yerel olarak sağlanan ve ilgili folksonomi Sağlama e-bay, PaysPal, Amazon ve Abebooks E-arşivler, e-veri güven ölçübirimleri ve kalite güvencesi Referans Yahoo Answers ve Wikipedia Güvenli kaynaklara kütüphane markasıyla bağlantılar Koruma Dijital arşivler Kurumsal arşiv Kullanıcı eğitimi Sohbet odaları Moderatörlü sohbet odaları Çalışma mekanı Yatak odasında ve Starbucks’da dizüstü bilgisayar Kablolu kampus ve 24 saat açık çalışma alanı Dermeler YouTube, Flickr, Kurumsal arşivler, Açık Erişim Diğer kütüphanelerle birlikte tekil içeriğinin toplulaştırılması Profesyonel Karar Kalabalıkların aklı Erişim becerilerinin öğretilmesi Sınıflama Folksonomiler ve anlamsal web Sağlama e-bay, PayPal, Amazon, ve Abebooks Referans Yahoo Answers ve Wikipedia Koruma Dijital arşivler Kullanıcı eğitimi Sohbet Odaları Çalışma mekanı Yatak odasında ve Starbucks’da dizüstü bilgisayar Dermeler YouTube, Flickr, Kurumsal arşivler, Açık Erişim Profesyonel Karar Kalabalıkların aklı Dijital Kütüphaneler Kütüphaneler Tarafından Sosyal Ağ Araçlarının Pozitif Potansiyel Kullanımı Kütüphane 2.0 Dünyası Otomatik metadata Teknolojinin hızla değişmesi kütüphane hizmetlerinin ve kütüphanecilerinde kendilerini yenilemesi, çağın gerektirdiği hizmetleri gerçekleştirme zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir. Ancak kütüphaneler sanal hizmetleri sunma gerekliliğinin yanısıra, geleneksel hizmetleri de sunmaları görevlerinin olmazsa olmazıdır. Bu sorulara Law, kütüphanelerin pozitif potansiyel kullanımı ve kütüphanecilerin kötümser görüşlerini aşağıdaki tabloyla sunmaktadır. 2 Web 2.0 Dünyası Web 2.0 Dünyası Kataloglama Kaynak: Law (2009, s.60) “Sosyal ağların ve Web 2.0 araçlarının yoğun olarak kullanılması kütüphanelere olan gereksinimi azaltır mı, ya da sosyal ağ araçlarının kütüphanelerde kullanımı nasıl olacaktır?” şeklinde endişeler kütüphaneciler arasında söz konusudur. Geleneksel Kütüphane Geleneksel Kütüphane Nobel Edebiyat Ödüllü (1946) Hermann Hesse şöyle der. “Kelimelersiz, yazısız, kitapsız tarih olmaz, insanlık kavramı olmaz.” Kütüphaneler, bu belgeleri kayıt altına alan ve kullanıcılarına ulaştıran merkezlerdir. Geçmişte basılı olarak koruma altına alınan bu belgeler günümüzde yerini “Açık ve Kurumsal Arşiv” hizmetlerine bırakmıştır. Gelecekte bu hizmetler başka bir deyişle dijital kütüphaneler, geniş ölçekli ve hızlı bilgi ağlarının kullanımı ile farklı coğrafi uzaklıklardaki sayısız insana büyük çapta, değerli koleksiyonlar sunacaklardır. Burada Amerikan Hükümeti‘nin başlattığı “Sayısal Kütüphaneler Girişimi”ne kısa da olsa değinmekte fayda var. Bu girişimin amacı; gelecekte sayısı daha da artacak olan dijital formattaki materyallerden (metin, ses, görüntü, grafik, fotoğraf vb.) oluşan koleksiyonlara bütünleşik erişimi sağlayacak akıllı bilgi sistemleri geliştirmektir. Kaynak: Law (2009, s.61) 1 Tuba Akbaytürk: Dijital çağda Kütüphanelerin Yeni Yüzü: Bilgiye Erişim Merkezleri,Power point sunum. 2 Law, D. (2009), Academic digital libraries of the future: an environment scan. New Review of Academic Librarianship, 15, 53-67 29 GELECEĞİN ARAŞTIRMA KÜTÜPHANELERİ (Digital Libraries Initiative-DLI); 3 ana projeden oluşmakta; NSF (National Science Foundation) ARPA (Advanced Research Projects Agency) NASA (National Aeronautics and Space Administration) DLI’in ilk evresi için desteklenen üniversiteler: Illinois Üniversitesi Kaliforniya Üniversitesi Kaliforniya Üniversitesi, Carnegie Mellon Üniversitesi, Michigan Üniversitesi, Stanford Üniversitesi DLI kapsamındaki projeler; bilginin elektronik formda sağlanması, depolanması, organizasyonu ve iletişim ağlarından kullanıcı dostu arayüzler ve metadatalar aracılığı ile taranması, erişimi ve sunumu konularında ileri düzey araştırmalar konusunda yoğunlaşmışlardır. DLI kapsamında Illinois Üniversitesi’nin başlattığı Projenin Adı: “DeLIver” Sonuç Günümüzde kütüphane kullanıcıları ve kütüphaneciler bir ara geçiş koridorundan teknoloji ağırlıklı yöne doğru ilerlemektedirler. Her iki gurupta da internet öncesi ve internet sonrası doğanlar vardır. Internet öncesi doğanlar, hızla gelişen teknolojiye ayak uydurmak için gayret sarfetmektedir. Ama diğer yanda teknolojinin gelişimiyle birlikte büyüyen, zamanının çoğunu bilgisayar başında geçiren, mail gönderen, oyun oynayan, gevezelik eden vb. genç bir nüfus da vardır. Onlar artık iphone aracılığı ile kütüphane kataloglarına girip istediği kitabı tammetin okumak istemektedirler. Tüm bu nedenlerle günümüzde bilgiye erişim hizmetleri, kütüphanecilik mesleğini de etkileyeceği gibi kütüphanecilerin de web tasarımcısı, ağ yöneticisi vb. bilgi ve becerilere sahip olması gereği doğmaktadır. Kütüphanelerin kullanıcıların alışkın oldukları ortamlardan ayrılmalarına gerek kalmadan sosyal ağlar içinden görünebilir ve kullanılabilir olabilmeleri için “bağlantılı olma, iletişim ve içerik” gereklidir.3 Dijital kullanıcıların toplandıkları, zaman harcadıkları ve “yaşadıkları” sosyal ağlarda ve sanal ortamlarda daha çok kaynak ve hizmet bulunmaktadır. Dolayısıyla kütüphaneler de kaynaklarını ve hizmetlerini dijital kullanıcıların bulundukları sosyal ağlara ve sanal ortamlara taşımalıdır. Web sayfası örneği yanda görülen Illinois Üniversitesi’nin projesi “DeLIver”; Fizik ve Mühendislik dergilerinin dijital formda sağlanması, depolanması, indekslenmesi, organizasyonu konularında ileri düzey araştırmalar ve bunları kullanıcı dostu arayüzler ve metadatalar ile sunma konularında ileri düzey çalışmalar yapılmakta Üniversite kütüphanelerinin, bilişim ve sayısal kütüphane uygulamalarında başarım düzeyinin yükseltilmesi kütüphaneler arası işbirliğinin arttırılması ile mümkündür. Gelecek için üniversite kütüphanelerinin izleyeceği yol haritası, salt teknoloji tüketicisi olmak yerine teknolojiyi kullanarak üretmek olmalıdır. Kaliforniya Üniversitesi (Berkeley) Elektronik Çevre ve Biyoloji Kütüphanesi’nin projesi ise; Çevre ile ilgili tam metin doküman, harita, fotoğraf, uzaydan çekilmiş görüntüler, ses, video, numerik veri setlerini içeren, büyük ve yaygın koleksiyonları bir araya toplayacak ve bu kaynaklara etkin erişimi mümkün kılacak bir sayısal kütüphane yaratmaktır. 3 Tonta, Yaşar: Dijital yerliler, Sosyal Ağlar ve Kütüphanelerin Geleceği, Türk Kütüphaneciliği 23, 4(2009), 742-768 30 GÜNDEM “ENGELLİ ÜNİVERSİTELİ OLMAK” Bir kişi bir işi başaramıyorsa, burada da bir engel vardır. Öncelikle sizinle “engelli” ve “özürlü” terimleri üzerine konuşmak istiyorum. Daha önce basında yer alan röportajlarınızda bu hususa da değinmişsiniz. Hangi terimi kullanmak doğru olur sizce? Moda ve Tekstil Tasarımı daha önceden düşündüğünüz bir bölüm müydü? Nasıl karar verdiniz bölümümüzde okumaya? Üniversitemize gelmeden önce birkaç üniversitede okuyabilmek için denemelerim olmuştu. Ancak, arzu ettiğim ilgiyi görememiştim. 2.kez ÖSS’ye girdikten sonra bir devlet üniversitesini kazandım. Ama orada kendimi yeterince geliştiremeyeceğimi düşünerek bir vakıf üniversitesinde okumaya karar verdim. Birkaç üniversite arasından Atılım Üniversitesi’ni tercih ettim. Çünkü, başvuruda bulunduğumda yakın ilgi gördüm. Bana yetenek sınavına girerek başarılı olmam gerektiğini söylediler. İki aşamalı yetenek sınavına girdim. Sınav sırasında ben çizim yaparken hocalarım dikkatli bir şekilde beni gözlemlediler. Olumlu bir hava sezdim. Sınava girerken seçeceğim bölüm hakkında çok da emin değildim. Dekanımız ve hocalarımızla görüşmelerim sonucunda hem benim açımdan hem de ilerideki çalışma imkanları açısından en uygun bölümün Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü olduğuna karar verdiler. Geçenlerde yaptığımız bir görüşmede hocalarımız, “Yusuf nasıl dikiş dikecek veya malzemeleri nasıl kullanacak” diye düşündüklerini ancak daha sonra yaptıklarımı görünce düşüncelerini değiştirdiklerini söylediler. 2. sınıftan itibaren yeni bir şeyler tasarlayabildiğimi gördüm, çalışmalarıma devam ediyorum. Engelli demek, bana göre tüm insanlar için geçerli bir durum. Bir insana ‘uçabilir misin’ diye sorarsak, olumsuz cevap verir. Başaramıyorsa burada da bir engel vardır. Özürlü de kişiyi rencide edici bir söz gibi geliyor. Pek çok engelli arkadaşımın ortak düşüncesidir bu. Bence bu terimlerin dışında bir şeyler söylenebilir. Sizin çok özel bir durumunuz var bizim açımızdan. Üniversitemizde hangi bölümde eğitim görüyorsunuz, kaçıncı sınıftasınız? Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü’nde 2.sınıf öğrencisiyim. Yaptığım çizimler konusunda hocalarımın görüşleri olumlu. İyi bir şeyler yapabilmek adına yolumda ilerliyorum. 31 GÜNDEM Üniversitemiz size ne gibi imkanlar sundu? Öğreniminizi nasıl sürdürüyorsun? Birinci sınıftan itibaren teşvik burslu olarak eğitimimi sürdürüyorum. Bursumun devam etmesi için gerekli koşulları sağlamam gerekiyor. Geçen sene notlarım olması gereken seviyede değildi. Üniversitem bana ikinci bir şans verdi, bu sene not ortalamamı yüksek tutmak istiyorum. Benim buraya burslu gelişim devlet üniversitelerinden daha avantajlı oldu. Vakıf üniversiteleri hakkında önyargılarım vardı, ancak bunun yanlış olduğunu şimdi anlıyorum. Engelli arkadaşlarınız arasında üniversitelerde okuyanlar daha çok hangi bölümleri tercih ediyor? Çevremdeki engelli kişiler maddi durumları nedeniyle daha çok devlet üniversitelerini seçiyorlar. Zor koşullar altında okudukları 32 “ENGELLİ ÜNİVERSİTELİ OLMAK” Sınıf arkadaşlarınızla iletişimde bir zorluk yaşıyor musunuz? Diğer öğrencilerden farklı görüyor musunuz kendinizi? Kendimi farklı görmüyorum. 16 kişilik sınıfımızda arkadaşlarım bir çizim yaptıklarında benim fikrimi sorarlar, ben de onlara danışırım. Bazen malzemeler konusunda yardıma ihtiyacım oluyor. Birbirimize yardım ediyoruz. Eğitiminiz dışında aktif olarak da pek çok faaliyete katılıyorsunuz. Uğraştığınız diğer işler nelerdir? Eğitimim dışında sporculuğum devam ediyor. 3-4 sene önce profesyonel hale dönüşen atletizm ve yüzme branşlarındaki çalışmalarım sürüyor. Kendi kendime tasarımlar ortaya koymak istiyorum. Yaptığım tasarımlar daha çok fantastik. Nano teknoloji konusunda kendimi geliştirmek istiyorum. Geleceğe yönelik hedefleriniz nelerdir? Bu bölümlerde okuyan her öğrenci gibi ben de keşfedilmek istiyorum. Türkiye’de, Avrupa’da, dünyada çalışmalarımın görülmesini istiyorum. için biraz daha tolerans bekliyorlar. Ben, Atılım’ı tercih etmekle doğru bir seçim yaptığımı düşünüyorum. Atılım’a nasıl geliyorsunuz, yemek ihtiyacını gideriyorsunuz, rahat hareket edebiliyor musunuz? nasıl Belediye otobüsüyle üniversiteye geliyorum. Kendi alışkanlığım sonucu az yemek yiyorum. Genelde yurtta yiyorum yemeklerimi. Kahve aralarında bazen arkadaşlarım bana ısmarlıyor bazen de ben onlara kahve ısmarlıyorum. Herhangi bir sıkıntı yaşamıyorum. 33 GÜNDEM Zorlu yollar aşarak bugünlere ulaştınız. Sizin durumunuzda olan öğrencilere neler tavsiye edersiniz? yararlanarak, Polonya’da kısa dönem gönüllü hizmet yaptım. Mezuniyet sonunda aldığım ÖSS puanıyla 3 devlet üniversitenin güzel sanatlar sınavına girdim fakat kazanamadım.1 sene kadar emniyet destekli olarak güvenlik görevlisi olarak çalıştım.2007 yılında Polis Akademisi’ndeki öğrencilerle, sosyal hizmetlerdeki çocuklar hakkında bir proje hazırladım. Şu an Türkiye’de 8 ilde bu projemiz devam ediyor. 2008 yılında Atılım Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü’nü kazandım. İyi bir tasarımcı olarak mezun olmak için gayret ediyorum. Benim tavsiyem doğal olmalarıdır. Eğer siz kendinizi çevrenizden dışlarsanız, çevrenizdekiler de size farklı gözle bakıyor. Örneğin, dolmuşta seyahat ederken yaşlı insanlara yer verdiğimde tuhaf karşılıyorlar. Ben ayakta durabiliyorum, bunu söylüyorum, rahat hareket ediyorum. Sosyal aktivitelere, söyleşilere katılabilirler. İmkanım olursa bu düşüncelerimi konferanslarla aktarmak isterim. Başta dediğim gibi, bir kişi bir işi başaramıyorsa burada da bir engel vardır. Karşısında farklı bir şey görünce herkes bakar, bu gayet doğaldır. Herkesin içinde acıma duygusu da vardır. Önemli olan doğal hareket ederek, işlerini devam ettirmektir. ATEK-DER (Anadolu Tüm Engelliler Kültür ve Dayanışma Derneği) Genel Başkanı Sn. Mustafa Niğdelioğlu’nun gündem konumuz “Türkiye’de Engelli Üniversite Öğrencisi Olmak” üzerine kaleme aldığı sözleri… Son olarak eklemek istedikleriniz… Bana Atılımlı olma imkanı sunan başta Mütevelli Heyeti olmak üzere fakülteme ve tüm Atılım ailesine teşekkür ederim. Röportaj: Özlem Işıklar Yusuf Akgün Kimdir? 10 Ekim 1986’da Iğdır’ın merkez köylerinden Karakuyu Köyü’nde doğdum. Ailemin en büyük çocuğu benim, bir kız iki erkek kardeşim var. Babam çiftçiliğin yanı sıra inşaat işinde kalıpçılık yapar. Annem ev hanımıdır. Altı yaşımda ilkokula başladım. Fakat dönemin siyasi olayları sırasında okulumuzun yakılması sonucu okula devam edemedim. Altı ay kadar çobanlık yaptım, yedi yaşımda yüksek gerilim direğine çıkma sonucu elektriğe kapıldım, iki kolumu kaybettim. Yaklaşık dört ay kadar Erzurum Devlet Hastanesi’nde kaldım. Doktorların sol bacağımın da kesilmesi gerektiğini söylemesinden sonra babam ve amcam beni gece hastaneden kaçırdılar. İyileşmemle birlikte babamın başvurması ile 1992’de Ankara Saray Rehabilitasyon ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na verildim. Bir sene sonra fizik tedavi uzmanlarının hazırladığı raporla normal çocukların arasına verildim. Pursaklar Ayyıldız İlköğretim Okulu’na yazıldım, iki ve üçüncü sınıfı burada okudum. Bu sırada ağzımla yazı yazmaya başladım.1996’da Keçiören Atatürk Çocuk Yuvası’na gönderildim. Beşinci sınıfa kadar Çizmeci İlköğretim Okulu’nda eğitimime devam ettim. Sınıf öğretmenimin ve yuvada gönüllü bir öğretmenin desteğiyle çizime başladım. Bir giyim firmasının düzenlediği “kendi kıyafetini kendin yap” adlı yarışmada onur ödülü aldım.1999’da yaşımın dolmasıyla Etimesgut Fatma Üçer Yetiştirme Yurdu’na gönderildim. Daha sonra Ankara Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı Ellinci Yıl Yetiştirme Yurdu’na verildim. Orta ikinci sınıfın ortalarında resim öğretmenimin de desteğiyle okullar arası resim yarışmalarına katıldım. Katıldığım yarışmalarda dört kez ödül aldım. Aynı zamanda yetiştirme yurdunda gönüllü olarak yazarlık eğitimi veren Türkiye Edebiyatçılar Derneği tarafından birinci dönem yazarlık eğitimi aldım. Akrep adlı hikayemle özel jüri ödülü aldım. İleriki zamanlarda ilçe ve ilde düzenlenen resim yarışmalarında ödüller aldım. Sosyal hizmetlere bağlı “Yurtlar Arası Judo Şampiyonası”nda cesaret ödülü aldım. Ortaokul son sınıfta gösterdiğim başarıdan dolayı okul tarafından onur belgesi aldım. Lise başvurusunda güzel sanatlar lisesi sınavlarına girdim. İkiyüz elli kişiden 31 inci olarak elendim. Ankara Yenimahalle Halide Edip Lisesi’ne başladım. Burada çizime devam ettim. Okul adına yarışmalara katılarak ödüller aldım. 2004 yılında Ümit Kaptan adlı çizgi roman dergisinde çalışmalarım yayınlandı. 2003’ün yaz döneminde başladığım yüzme sporu devamında okul adına yarışmalara katıldım. 2004 yılında ilçe ve bölgede sırt üstü 50 m.de ve serbest stilde 100 m.de birincilik getirdim. Türkiye Şampiyonası’nda engellilerde Samsun ve Tokat illerinde birincilikler aldım. 2004 yılında milli takımla birlikte Çek Cumhuriyeti’nde düzenlen müsabakalarda 4.lük aldım.2005 yılında okul başkanlığı, ilçe ve ilde öğrenci meclisi başkanlığı ardından yurt temsilciliği yaptım. 2005 yılında atletizm dalında Türkiye elemelerini geçerek, Finlandiya’da Türkiye’yi 100 m., 200 m. sprint ve uzun atlamada temsil ettim. Fransa ve Fas Kralı’nın davetlisi olarak Fas’ın Casablanca kentine giderek müsabakalarda 2 altın ve 1 bronz madalya getirdim. 2005’in yaz döneminde Avrupa Birliği destekli üye ve aday ülkelerin düzenlediği kültürler arası eylem projelerinden Üniversiteler bir ülkenin aydınlanmasında öncülük yaparlar. Ülkenin sorunları için bütün birikimlerini ortaya koyarak o ülkenin sorunlarının çözümlenmesinde öncülük yaparlar. Bunun en güzel örneklerinden biri de üniversitede öğrenim gören engelli öğrencilerdir. Üniversiteler bünyesinde öğrenim gören engelli öğrencilerin rahat hareket etmelerini sağlamak amacıyla yeni yapılan binalar engellilere göre dizayn edilmekte, eski binalar ise restorasyondan geçirilerek yine engellilerin kullanımına uygun hale getirilmektedir. Böyle özveriyle çalışan kurumların yöneticilerine ancak minnet duyulur ve teşekkür edilir. Ayrıca Atılım Üniversitesi’ne özel bir atıfta bulunmadan geçemeyeceğim. Bu üniversite kendini bu işlere adamış, iyiliksever dostlarımız bulunmaktadır. Dilerim bütün kurumlar üniversitelerdeki bu çalışmaları örnek alarak engellilere daha fazla önem verir. Umutsuz değilim. Engelliler konusunu üniversiteler bu şekilde ele aldıktan sonra çözüm de kendiliğinden gelecektir. Bizler, engelli derneği gönüllüleri olarak sizlerin engellilerimiz için yaptığınız çalışmalardan ötürü her zaman yanınızda olacağımızı canı gönülden beyan ederiz. 34 MAKALE KÜRESELLEŞME VE ULUS DEVLET EGEMENLİĞİ unsuru olan ulus üzerinde sahip olduğu iktidar egemenlik olarak tanımlanmaktadır.5 Modern devlet içinde iktidar tekeli el değiştirse dahi egemenlik devlet için bakidir.6 A.M.Hocart, egemenliğin vazgeçilmezliğini şu şekilde ifade etmektedir: ‘Biz merkezi yönetimden vazgeçemeyiz, çünkü toplumumuz öylesine geniş ve karmaşıktır ki, her bir bireyin, hiç görmediği, hatta hakkında hiçbir şey duymadığı binlerce başka bireyle işbölümü yapma zorunluluğunun bulunduğu belli bir eşgüdüm sistemine gereksinim duymaktadır…’ 7 Araş. Gör. Aslı ŞİMŞEK Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dünyada devlet yapılanması bakımından ‘yeni bir düzen’in başlaması küreselleşme olgusunun gündeme gelmesi ile olmuştur. ‘Küreselleşme’8 çok boyutlu bir kavramdır. Hem dünya siyasetini hem ekonomisini etkilemektedir. Ulus devlet egemenliği bakımından ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü dünya çapında ortak kültüre sahip, sınırları olmayan bir toplum yapısına ulaşmayı hedefler. Bu hedef de uluslar üstü bir oluşumu gerektirmektedir. Dolayısıyla ulus devletin sınırları içinde son söz sahibi egemen konumu sarsılmaktadır. Sözcük olarak egemenlik; en üstün güç, egemen olma durumu olarak tanımlanmaktadır. 1 Sözlük anlamından da anlaşılacağı üzere egemenlik, kendisinden üstün bir otoriteye tabi olmama ve fakat kendisine tabi olanları yönetme erki olarak tanımlanabilir. Devletin iktidar unsuru ve kamu gücünü kullanma unsurudur.2 Dolayısıyla ülke içindeki en üstün kamu örgütlenmesinin temel unsurudur.3 Kamu Hukuku, devleti tüzel kişilik olarak ele alırken, toplumdaki diğer tüzel kişilerden daha üstün yetkilerle donatıldığını kabul etmektedir.4 Ulus devletin sahip olduğu bu üstünlük, ülke sınırları içinde hükmetme tekeline sahip egemen güç olmasından kaynaklanmaktadır. 5 GÖZLER, İçindekiler Bölümü, s., VI- VII. 6 Reyhan SUNAY, Tartışılan Egemenlik, Yetkin Yayınları, Ankara 2007 s. 32. 7 Arthur Maurice Hocart, ‘Krallar ve Danışmanları (Yasa)’, Çeviren Başak Baysal- Barış Erman, Devlet Kuramı, Derleyen Cemal Bali Akal,Dost Kitabevi Yay. , Ankara, Temmuz 2000, s. 72. 8 Küreselleşme ilk olarak çok uluslu şirketler bakımından önemli bir kavram iken, git gide genişleyen ve tanımı zorlaşan bir tabu haline gelmiştir. Bkz. AKAD- DİNÇKOL, s.190; SUNAY, 2007, s. 112-119. Modelski küreselleşmeyi ‘bir grup tarihsel dünya toplumlarının global bir sistem içerisinde bir araya getirilmesi süreci’ olarak tanımlamaktadır. Bkz. George MODELSKİ, ‘Küreselleşme’, Çev. Kudret Bülbül, Refik Yaslıkaya, Küreselleşme okumaları Ekonomi- Siyaset, Ed. Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara 2006, s. 193. Giddens’ın küreselleşme tanımı ise ‘ yerel oluşumların kilometrelerce uzaktaki olaylarca şekillendirilmesi ya da tersi biçimde, uzak yerellikleri birbirine bağlayan dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması’ biçimindedir. Anthony GİDDENS, ‘Modernitenin Küreselleşmesi’, Çev. Kudret Bülbül, Küreselleşme okumaları Ekonomi- Siyaset, Ed. Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara 2006, s. 204. Modern anlamda egemenlik çeşitli unsurlardan oluşan bir kavramdır. Şöyle ki devletin; toprak unsuru olan ülkede, beşeri 1 2 3 4 Reyhan SUNAY, Tartışılan Egemenlik, Yetkin Yayınları, Ankara 2007, s. 21. Kemal GÖZLER, Devletin Genel Teorisi, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa 2007, s. 78. Hüseyin PAZARCI, Uluslararası Hukuk, Turhan Kitabevi, Ankara 2004, s. 148. Devletin bir hukuk sujesi olması söz konusudur. Mehmet AKAD, Bihterin Vural DİNÇKOL, Genel Kamu Hukuku, Der Yayınları, İstanbul, 2006.s. 183; 35 MAKALE Uluslararası ekonomiyi yönlendiren devasa şirketler, hukuken ve siyaseten tam bir serbesti için ulus devletin sınırlarını zorlamaktadırlar. için yeterli değildir.12 Bu nedenlerle ulus devlet egemenliği reddedilmektedir. Kamu yararı veya kamu düzeni gibi tanımı belirsiz saiklerle geniş bir egemenlik alanına sahip olan ulus devletin yetkilerinin büyük bir kısmı farklı aktörlere dağıtılmalıdır. Ulus devletin sahip olduğu egemenlik tekeli, ‘hukuk devleti ilkesi’ ile bağdaşmamaktadır. Bu durumda meşruiyetini ulustan alan devlet modeli yerini başka aktörlere devretmektedir. ‘Kamu yararı’9 için var olan ulus devlet, artık minimum alanda etkin kılınmak ve maksimum serbestiyi sağlamakla görevlendirilmektedir. Sınırların kalktığı küresel bir dünya iddiası ile ortaya atılan küreselleşme; zengin ve fakir arasındaki sınırı kaldıramamış, tam tersi sınıra bir uçurum yerleştirmiştir. Bu uçurum merkez devletler- çevre devletler ya da kuzey- güney ayrımı şeklinde kendini göstermektedir. Çünkü küreselleşme sürecinde gümrüklerin açılması ve serbest dolaşım aradaki ekonomik uçurumu artırmıştır. Gelişmiş ülkeler daha da zengin, az gelişmiş ülkeler ise daha da fakir hale gelmiştir.10 Her ne kadar ulus devlet modern kapitalist dünyaya ait bir yapılanma olsa da liberal politikaların yanında sosyal politikaları da uygulayarak halkı bütünleştirici ve sosyal adaleti sağlayıcı bir işleve sahiptir. Bu da demokrasi kültürünün gereğidir.13 Bu noktada Beck de ulus devletin görünümleri olan refah devleti, kamusal alan ve demokrasinin neoliberallerce tasfiye edilmek istendiğini belirtmektedir. 14 Neoliberaller reformcu olduklarını iddia etseler de, aslında ‘Ortaçağ Avrupası’na dönüş söz konusudur. Çünkü yerel milliyetçiliklere vurgu yapılarak küçük devletçikler oluşturulmakta, dini referanslarla cemaatçilik özendirilmektedir. 15 Günümüzde bir yandan teknolojinin hızla gelişmesi, telekomünikasyon hukuku, uzay hukuku, çevre hukuku gibi alanlarda uluslar arası düzenlemelere ihtiyaç duyulurken, diğer yandan küresel ekonominin neoliberal politikalar doğrultusunda yönlendirilmesi sonucu Dünya Ticaret Örgütü (W.T.O.), Uluslararası Para Fonu (I.M.F.), Dünya Bankası (World Bank) gibi kurumlar ortaya çıkmaktadır. Bu yeni gelişmeler ve ortaya çıkan yeni aktörler nedeniyle ulus devlet egemenliğinin gözden geçirilmesi gerektiği savunulmaktadır. Küreselleşmenin zengini daha da zengin fakiri daha da fakir yapması gibi yıkıcı sonuçları olduğu, insan hakları, azınlık hakları söylemleri ile ört bas edilmeye çalışılmaktadır. Hayali bir dünya vatandaşlığı ve evrensel hukuk arayışı karşısında, dünyada mevcut olan ekonomik eşitsizlikler gelmektedir. Çözülmesi gereken ekonomik eşitsizlik sorunu, ulus devlet egemenliğini reddeden uluslararası ve ulusüstü sermaye tarafından göz ardı edilmektedir. İnsan hakları içinde hayati bir öneme sahip olan sosyal haklar bir kenara itilip mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne vurgu yapılmaktadır. Ancak küresel sermaye ‘egemenlik yetkisini kim adına kullanıyorsun’ sorusuna ‘ulus adına’ cevabından daha akılcı bir cevap bulamamaktadır. 16 Bu görüşe göre ülkede egemen güç olan ulus devletin hükmetme tekelinin mutlaklığı, yürütme organına sınırsız takdir yetkisi vermektedir. Aynı zamanda ulus devletin hükmetme tekeli, yasama organına keyfi yönetimin, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması tekelini vermektedir. 11 Küreselleşen sermayenin ulus devlet egemenliğini aşındırma çabaları ile ulus devletlerin bu harekete direniş göstermesi sonucu ulus devlet egemenliği bir dönüşüme uğramaktadır. Dönüşen ulus devlet, egemenlik yetkisine dayanan bazı işlevlerini kaybetmektedir. Bu işlevler özellikle sosyal devlet olma ile ilgili işlevlerdir. 17 Ayrıca kapitalist sistemin bir sonucu olarak ortaya çıkan ulus devlet miladını tamamlamış, küreselleşme sürecinde iktidarı kullanma yetkisi ulus devletlerden çok uluslu ve ulusüstü şirketlere kaymıştır. Uluslararası sermaye bakımından, ulus devletin dar kalıpları ekonominin istedikleri yönde gelişmesi 9 Kamu yararını gerçekleştirmek sosyal devlet ilkesinin hayata geçirilmesi ile bağlantılıdır. Sosyal devlet olmak, ekonomik hayata devletin müdahalesini gerektirir. Fakat bu müdahale küreselleşme taraftarları, neoliberaller tarafından reddedilmektedir. Örneğin eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi hizmet kolları ulus devletin tekelinden çıkarılarak özelleştirmeler yoluna gidilmektedir. Turan YILDIRIM, ‘Kamu Hizmeti ve Kar Amacı’, Editör Ali Ulusoy, Hukuk- Ekonomi Perspektifinden Uluslar arası Tahkim ve Kamu Hizmeti, Liberte Yayınları, Ankara 2001, s. 45. 10AKAD- DİNÇKOL, s. 208. 11SUNAY, s. 93. 12AKAD- DİNÇKOL, s. 198. 13AKAD- DİNÇKOL, s. 214. 14Ulrich BECK, ‘Küreselleşme Nedir?’, Çev. Kudret Bülbül, Küreselleşme okumaları Ekonomi- Siyaset, Ed. Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara 2006, s. 217. 15BECK , s. 218. 16AKAD- DİNÇKOL, s. 216. 17AKAD- DİNÇKOL, s. 210. 36 KÜRESELLEŞME VE ULUS DEVLET EGEMENLİĞİ Ulus devletin yürütme organı olan hükümet ve idari teşkilatı bakımından yerel yönetimlerle yetki paylaşımı yoluna gitmek gerekliliği gündemdedir. Ancak iyi organize olmuş bir ulus devlet idaresinin ve bürokrasisinin tüm yetkilerini özerk birimlere devredeceği savı yerinde değildir. Küreselleşme, gelişen teknoloji ile e-devlet olunmasını dayatsa da ileri teknoloji ile ulus devletin vatandaşlarını mali, idari ve adli yönden kontrol mekanizması kuvvetlenmiştir.18 Her ne kadar küresel şirketler ulus devlet sınırlarını aştıkları iddiasında iseler de en azından asayişi ve mülkiyet hakkını koruyacak egemen bir ulus devlete ihtiyaç duyacaklardır. Kapitalizmin, ekonominin olağan akışı için, kamu düzenini sağlayacak bir devlete ihtiyacı vardır. Küresel şirketlerin etkisini inkar edilmemekle birlikte ulus devletten apayrı bir oluşum olduğu kabul görmemektedir. Burada dünya ekonomisindeki son gelişmelere de bakılacak olursa ekonomik krizden zarar gören küresel şirketlerin imdadına yine ulus devlet koşmaktadır.19 Ayrıca meşruiyetini ulusa dayandıran ulus devletler açısından küreselleşme ulusal milliyetçilik yerine yerel milliyetçilikleri teşvik etmektedir. Çoğu kez çoğunluk içinde yapay azınlıklar oluşturularak yerel milliyetçilik yapan azınlıklar muhatap alınmaktadır. açıdan ulus devlet egemenliği yerine yeni güç paylaşımları öngörülmektedir. Küreselleşme sürecinin yeni oluşumlara kapı açması ile bölgeselleşme süreci ortaya çıkmıştır. Klasik ulus devlet egemenliği aşınmakta, resmi sınırlar muhafaza edilse dahi ulus devletin yetki alanına uluslar arası ve ulus üstü pek çok kuruluşun müdahalesi söz konusu olmaktadır. Hukuk devletini işletmek adına uluslararası mahkemeler ulusal yargının üstünde tutulmakta, uluslararası andlaşmalar ulus devlet anayasalarının üst normu kabul edilmektedir. Ancak gözden kaçırılmaması gereken nokta; hegemonya kuran büyük devletlerin çok daha güçlü ulus devletler haline geldiği ve uluslararası hukuka aykırı hareket ettiği gerçeğidir.20 Ulus devlet egemenlik sahasının değişim göstermesi her devlet için farklı sonuçlar doğurmaktadır. Bir yanda AB’ye üye olmaya çalışan Türkiye bir dizi standart yasalar paketini onaylarken, diğer yandan BM Güvenlik Konseyi’nden istediği kararı çıkartamayan ABD Irak’ı işgal etmektedir.21 1998’de Uluslar arası Ceza Mahkemesi Roma Antlaşması ile kurulan Uluslar arası Ceza Mahkemesi insanlığa karşı suçlar, soykırım, savaş suçları gibi suç kategorilerinden dolayı yargılama yapabilmektedir. Fakat ABD, Çin, Rusya, İsrail başta olmak üzere bazı devletler egemenlik ilkesine aykırı buldukları için antlaşmayı imzalamamışlardır. Dünyada 1970’lere kadar uygulanan refah devleti politikasından vazgeçilmesi, sosyal devlet ilkesinin yavaş yavaş hukuki düzenleme alanından çıkarılması ile gelişmiş kapitalist devletlerde neoliberal politikalar uygulamaya konulmuştur. Fakat sadece ekonomi alanında kalmayan uygulamalar hem siyasi hem de toplumsal hayata yansıtılmıştır. Siyasi 18Kudret BÜLBÜL, Küreselleşme Okumaları, Kadim Yayınları, Ankara 2006, Giriş Bölümü, s. XVII; AKAD- DİNÇKOL, s.209. 19Büyük ekonomik krizlerle karşılaşıldığında serbest piyasa mekanizmasına, dolayısıyla ekonomiye devletlerin müdahale ettikleri görülmektedir. Örneğin ABD, 1929 yılında meydana gelen Amerikan Borsası’ndaki büyük çöküşten dolayı New Deal politikaları ile ekonomiye müdahale etmiştir. Onur ÖYMEN, Geleceği Yakalamak ( Türkiye’de ve Dünyada Küreselleşme ve devlet Reformu), Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000, s. 296. Geçtiğimiz yıllarda baş gösteren küresel ekonomik krizin atlatılmasında da benzer bir politika izlenmişti. http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/460082.asp (E.T. 5.2.2010) 20Kudret BÜLBÜL, Küreselleşme Okumaları, Giriş Bölümü, Kadim Yayınları, Ankara, 2006, s. XIV. Avrupa Birliği’ni arızalı bir büyük tasarı olarak niteleyen Yves Lacoste ABD’nin, AB ülkelerinin NATO’nun Avrupa’daki etkinliğinin azaltılmasını öngören Avrupa Anayasası projesi ve dış politika ve güvenlik konularında anlaşamamasını genişletmiş olduğu egemenlik sahası için memnun edici bulmaktadır. Yves LACOSTE, Büyük Oyunu Anlamak (Jeopolitik: Bugünün Uzun Tarihi), Çeviren İsmet Akça, 2. Baskı, İstanbul, 2008 s. 88-98. 21BÜLBÜL, s. XIII. 37 MAKALE ANADOLU’DA NEVRUZ VE KUTLAMALARI takviminde yeni yılın başlangıcı 21 Mart’tır. Farsça bir kavram olan Nev: yeni, ruz: gün = Nevruz olarak ifade edilmektedir. Nevruz, Türklerin Ergenekon’dan çıkış gününü temsil etmekte, yeniden doğuşu da vurgulamaktadır. Nevruz, kışın soğuğundan, karından, buzundan kurtulup; yeşeren, canlanan doğaya duyulan sevginin, baharın gelişinin ifadesi, bayramı olarak kutlanmaktadır. Nevruz Bayramı, Sultan-ı Nevruz, Nevruz Sultan, Noruz, Nevruz, Ergenekon, Yeni Gün, Ulusun Ulu Günü gibi değişik adlarla anılmaktadır. Tarihin çeşitli devirlerinde siyasal, toplumsal nedenlerle birbirinden ayrı yaşayan, farklı dinsel inançlarda olan Türkler yeni-gün, Nevruz geleneğini yaşatmışlardır. Yenileşme, mutluluk, kaynaşma, canlanma ve bahar bayramı olarak kutlanan Nevruz’u, Çin kaynakları, milattan yüzlerce yıl önce 21 Mart’ta Türklerin bahar şenlikleri için kırlara çıktıklarını, hazırladıkları yemekleri yiyerek eğlendiklerini belirtmektedir. Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügat-it Türk’de baharın “suların çoğalması, karların eriyip dağ başlarının görünmeye başlaması, dünyanın nefesinin ısınması, türlü çiçeklerin açması, yeryüzüne yemyeşil bir ipek kumaşın serilmesi, hayvanların çoğalmaları” olarak nitelendirilmiştir. Yrd.Doç.Dr. Reşat Öztürk Atılım Üniversitesi Öğretim Üyesi Yusuf Has Hacib ve Kutadgu Bilig’in de bahar, “yay” ve “yaz” kavramlarıyla anlatılmış, baharın güzellikleri vurgulanmıştır. Anadolu insanı yaşadığı yöreye, doğaya karşı ilgilidir. Çevresindeki, doğadaki değişime karşı duyarlı davranmak insanımızın hayat anlayışıdır. Uygur Türkçesi’nde bayram kavramı “toy” sözcüğü ile anlatılmıştır. Toy sözcüğü ile düğün ve yemekli törenler de anlatılır. İklimin günümüzde olduğu gibi yumuşak olmadığı, acımasız ve çetin olduğu zamanlarda, havaların ısınması, tabiatın canlanması, evin dışına çıkabilme olanaklarına kavuşulması, hayvanların otlaklığa götürülebilmesi, tarımsal uğraşıların yoğunluk kazanması insanımız için hayati önem taşımaktaydı. Yazın, baharın başlangıcı, ekim döneminin başlaması Türk’ü coşkusal olarak coşturduğu gibi, düşünsel olarak da devingen yapmıştır. Nevruz kavramıyla dile getirilen bu canlanma, hayata dönme günü, bayram olarak kutlanagelmiştir. Şamanizmin özelliklerinin günümüze kadar yansımasının bir sonucu olan Nevruz yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilir.1 Gece ile gündüzün eşitlendiği 21 Mart tarihi Türklerde “yeni-gün” adıyla anılır. Baharın başlangıcı olan 21 Mart, Türkler tarafından öteden beri toplumsal bir kutlama, şenlik günüdür. On iki hayvanlı Türk 38 ANADOLU’DA NEVRUZ VE KUTLAMALARI SELÇUKLULARDA NEVRUZ Ankara’da Mustafa Kemal’in huzurunda yapılan Nevruz törenlerinde askeri kıtalar resmi geçit yapmışlardır. 5 İran asıllı Nizam’ül Mülk, Seyahatname’sinde Nevruz’dan Türk Bayramı olarak söz eder. Selçuklu Sultanı Melikşah’a veziri Nizam’ül Mülk tarafından hazırlanarak sunulan Takvim-i Celali’de 21 Mart, yılbaşıdır. Selçuklular’da devlet işlerinin düzenlenmesi ve mali yılbaşı 21 Mart’tır. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın Akkoyunlu Kanunları’nda 21 Mart, ilk vergi toplama dönemi olarak belirtilmiştir. Karakoyunlular, Akkoyunlular, Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar 21 Mart’ı resmi yılbaşı olarak kabul etmişlerdir. 2 Selçuklular’da Nevruz Bayramı’nın eğlencelerle kutlandığı, şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği, hediyeler alınıpverildiği bilinmektedir. Selçuklularda yılbaşı, güneşin koç burcuna girdiği gün Nevruz günü olarak kabul edilmiştir. NEVRUZ’UN KÜLTÜREL VE DİNSEL İÇERİĞİ Yörük Bayramı olarak da kabul edilen 21 Mart’ta Kayı Boyu’nun Eertuğrul gazi’nin türbesi etrafında toplanıp tören yaptıkları bilinmektedir. Nevruz’un temelleri şamanizme kadar inmektedir. Şaman inancında olan Türkler bu inançlarını Nevruz’la günümüze kadar taşırken tarihsel süreçte hayatlarında derin izler bırakan Ergenekon gibi mitolojik kavramlarla da süslemişlerdir. Manisa’da Nevruz günü, 21 baharatla yapılan “mesir macunu” Sultan Camii’nin minare ve kubbelerinden halka atılır. Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan’ı iyileştirdiği rivayet edilen bu macun, o tarihten günümüze kadar 21 Mart’ta Manisa’da halka dağıtılır. 3 Nevruz’a güncellik kazandırmak, mistik hava vermek için İslam dini ile de ilişkilendirilmiştir. Nevruz geleneği, kutlanışı inancı ile mitolojisi ile sosyolojik bir kültürel kavramdır. Saray edebiyatı olarak da adlandırdığımız Divan Edebiyatı’nda Nevruziye adlı bir şiir türü (kaside) vardı. Nevruziye adlı kasideler devrin hükümdarlarına, ileri gelen devlet adamlarına sunulmuştur. Bu kasidelerde Nevruz motifi sanatlı, gösterişli bir şekilde işlenmiştir. Dinsel inançlarla, mitoloji ile şekillendirilen Nevruz, şu motiflerle süslenip mistik bir yapıda değerlendirilmiştir: a) Tanrı, dünyayı gece ile gündüzün eşit olduğu gün yarattı. b) İnsanların atası olarak tanınan Hz. Adem’in çamuru, Nevruz günü yoğrulmuştur. c) Hz.Havva ile Hz.Adem, yasak meyveyi yedikleri için cennetten sürülmüşlerdi. Af edildikleri ve Cidde’de buluştukları tarih 21 Mart Nevruz günüdür. d) Hz.Nuh’un gemisi, Nevruz günü karaya oturdu. e) Hz.Yusuf kuyudan, bugün kurtulup, peygamberli mertebesine ulaştı. f) Hz.Musa, Kızıldeniz’i Nevruz günü yararak taraftarlarını kurtardı. g) Yıldızlar küme halinde iken Nevruz günü ayrılıp kendi yörüngelerinde dönmeye başladı. h) Türkler, Nevruz günü Ergenekon’dan çıkıp dünyaya yayıldılar. i) Hz.Muhammed, Nevruz’da peygamber oldu. j) Hz.Ali, Nevruz günü dünyaya geldi. k) Hz.Ali ile Hz. Fatma, Nevruz günü evlendi. l) Hz.Muhammed’in son hac dönüşünde Nevruz günü “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır” dedi. Halk edebiyatında da Nevruz konusu ele alınarak şiirler yazılmıştır. Pir Sultan Abdal; Sultan nevruz günü canlar uyanır Hal ehli olanlar nura boyanır Muhib olan bugün ceme dolanır Himmeti erince nevruz sultanın 4 dörtlüğünde Nevruz diriliş, sevgi, coşku, sohbet kavramlarını içermiyor mu? 1914 yılında Halka Doğru dergisinin 1330.sayısında Ömer Seyfettin’in Yenigün, Ergenekon ve Nevruz konulu şiiri yayımlanır. M. Kemal Atatürk, 22 Mart 1922 tarihinde Ankara Keçiören’de düzenlenen Nevruz kutlamalarına katılmıştır. 1925 yılında da 39 MAKALE Bu yörede Nevruz günü karınca yuvasından alınan toprak, bir torbacık içinde kapı arkasına asılarak veya eve serpilerek, eve bereket gelmesi beklenir. Ege’de, Tire, Ödemiş, Turgutlu’daki Bektaşiler “yıl yenilendi”, “Nevruz namazı” adı ile bilinen cem yaptıktan sonra sofralar açılır. Sofrada süt, yumurta, pirinç pilavı, tuz gibi beyaz yiyeceklerin bulundurulmasına özen gösterilir. Beyaz, mutluluk, sevinç ve yeni yaşam anlamlarını içermektedir. Tunceli’de erkekler alınlarına kara sürerek su kaynaklarına gidip orada temizlenirler. Sivas yöresinde Nevruz’da gök gürlerse o günün bereketli geçeceğine inanılır. Konya’da Nevruz günü daha önce hazırladıkları yemek, pasta ve böreklerle kırlara çıkılır. Buralarda haşladıkları nohut ve bulguru yerler. m)Kışın bitip ilkbaharın gelişi, toprağın ve canlıların dirildiği gün Nevruz günüdür. n) Ölüler Nevruz günü dirilip, eğlenirler. o) Hz.Yunus Nevruz’da balık karnından çıktı. Bilecik’te Nevruz sabahı, daha gün doğmadan, bütün aile dışarıdan getirdikleri su ile hasta olamamak için banyo yaparlar. Nevruz, bereketli olsun diye kadınlar ekin tarlaları üzerinde yuvarlanırlar. NEVRUZ KUTLAMALARI Anadolu Alevi-Bektaşi geleneğinde Nevruz’a çok değer verilir. Gençler köylerde grup halinde evleri dolaşarak bayramlık toplar, topladıkları gıda maddelerini yoksullara dağıtırlar. Yoksullar da ‘bugün Hızır uğradı’ diyerek sevinirler. Anadolu’da 20 Şubat-21 Mart arasında evler temizlenir, özenle giyinilir ve üç gün oruç tutulurdu. Yılın bereketli geçmesi için buğday kavruğu (kavurga) ve yağlı çörek yapılıp dağıtılır, mezar ziyaretleri yapılarak, mezarlıkta kahve pişirilip içilir ve sohbet edilir; mezarlıktan ayrılırken, mezar taşı ziyaretçiler tarafından öpülür. Yörükler, Nevruz’u kışın bitişi, baharın başlangıcı olarak kabul ederler. Yörük köylüler 22 Mart sabahı yaylalara doğru yola çıkarlar. Yaylaya geldiklerinde yayladakiler bir el silah atarak “Nevruzunuz kutlu, dölünüz hayır ve bereketli olsun” diyerek selamlaşırlar. Gelen misafirler çadırlara yerleştirilir ve ikramda bulunulur. Gençler şarkı, türkü söyleyerek oyun oynarlar. Doğu Anadolu’da Nevruz gecesi kutsal sayılır. O gece herkesin rızkının ve geleceğinin belirlendiğine inanılır. Herkes güzel elbiselerini giyerek yeni yıla hazırlanır. Evlerde yemekler yapılır, karşılıklı ziyaretler yapılarak ikramlarda bulunulur, yoksullara yardım edilir. Gaziantep ve çevresinde yeni yıl Mart ayında kutlanır. Bu aya yörede “Azer” adı verilmektedir. Erzurum ve yöresinde yeni yıl Mart ayında başlamaktadır. Erzurum-Şenkaya Örtülü Köyü’nde bu aya “döldökümü” denilmektedir. Erzurum-Çoruh Havzası’nda kullanılan Çoban Takvimi’ne göre yeni yılın ilk ayına ‘döldökümü’, ‘kuzuayı’ veya ‘yaz-başı’ denilmektedir. Orta Anadolu’da bugün “Mart Dokuzu” olarak bilinir. Sabah erken kalkılıp, mezar ziyaretine gidilip, niyet edilir. Niyet tutan, mezarlardan birer taş alarak kırka tamamlar. Taşlar bir torbaya konularak eve asılır. Bir yıl beklenir, niyet tutarsa, taşların kırk bir olacağına inanılır. Gelecek Nevruz’da taşlar mezarlığa atılır. Anadolu’da Tahtacı Türkmenler 22-23 Mart’ta yaylaya çıkarlar. Bugün ölülerin yedirilip içirildiği gündür. Yörükler yaylaya çıkar, bir el silah atarlar. Sürüsü olanlar kurban keser, misafirlere ziyafet verirler. Nevruz bayramı: - Tekirdağ’da Nevruz Şenlikleri - Kırklareli’nde Mart Dokuzu - İzmir Urla’da Mart Dokuzu Şenlikleri - Tirebolu’da Sultan Nevruz Şenlikleri - Uşak’da Yıl Şenlikleri - Giresun’da Mart Bozumu adlarıyla anılarak kutlanır. Güneydoğu’da genç kızlar halhal takıp oynarlar. Diyarbakır’da halk bayramı kırlarda kutlar. Edirne’de ise Nevruz’da çeşitli yemekler hazırlanıp kırlara gidilir. 40 ANADOLU’DA NEVRUZ VE KUTLAMALARI • Doğa sevgisini bireylere kazandırmak, doğadan yararlanmayı sağlamak, • Yeni yılı sevinçle karşılamak, yarınlardan umutlu olmak. NEVRUZUN TOPLUMSAL ANLAMI VE İÇERİĞİ • İnsanlar arasında sevgi ve saygıyı pekiştirmek, • Dostluğu geliştirmek, iyilik düşüncesini yaygınlaştırmak, mutluluğa ulaşmak, • İnsanlar arasındaki dargınlıkları unutturup kardeşliği geliştirmek, toplumsal huzuru sağlamak, • Birlik ve beraberliği sağlayıp, birlikte yaşama isteğini geliştirmek, • Toplumsal dayanışmayı sağlamak, yaşam sevincini artırmak, • Gelenek ve görenekleri yaygınlaştırmak, inançların sergilenmesine olanak hazırlamak, • Barış ortamını sağlayarak barışı egemen kılmak, • Toplumsal huzurun sağlanarak asgari müştereklerde bireyleri birleştirmek, • Hayata bağlılığı artırarak bireylere mücadele gücü kazandırmak, • Bireylere ve topluma canlılık ve hareketlilik kazandırarak yenilik sağlamak, üretkenliği artırmak, 1 Elmas Kılıç, Nevruz, Türk Kültüründe Görüntüler Dizisi 37, Ankara 1998 s.36 2 Prof.Dr. Reşat genç, Türk Tarihinde ve Kültüründe Nevruz, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1995, s.15. 3 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyat Tarihi, İstanbul 1971. s. 1850. 4 Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal, İstanbul 1983, s. 297. 5 Prof.Dr. Abdulhaluk Çay, Nevruz, Ankara 1988, s.126. 41 MAKALE ÜRET(K)EN OLMAK terk edilen, yalnızca hep eleştiren ama sorgulayıp çözüm aramayan bir ülkede yaşamak zor olsa gerek. Aslında üniversite gençliği bir yere gitmiyor çünkü gidemiyor. Sınırlamalar kalıplar susturuyor bizleri, bir teoriyi sorgulamamız bizim sorgulanmamıza sebep oluyor. Hayatın ve gelişimin yalnızca var olan kalıplar üzerinde sabit kalınmaması gerektiğini herkes biliyor fakat kimse bu gerçeği yüksek sesle dile getiremiyor. ABD, Japonya gibi bir çok ülke üretken olmak vasfıyla yarışırken, bir buluşu yeni oluşacak bir ürünü yapmanın heyecanı ve hırsıyla yarışırken; ülkemize, yani bizlere yalnızca yine onların icat ettikleri televizyondan izlemek payı düşüyor. Hayat bu çelişkiler yumağı üzerinden yıllardır devam etse de birilerine yani bizlere bu ortamdan sıyrılmak ve geleceğe üretken bireyler ve yeni nesil olarak yön verme sorumluluğu düşüyor. Bunu yaparken de yaratıcı olmak, hayal gücümüzün sınırlarını zorlamak, bütün olumsuzlukları olumlu olarak görmemiz, yapabileceğimizin en iyisinden daha iyisini yapmamız gerekiyor. Şimdi diyorsunuzdur ‘söylemek kolay uygulamak zor, bunca sınavlar, sunumlar, tezler, ödevler varken nasıl aktif görevler alıp ülkemiz için faydalı olup olumsuzluklarla ve engellemelerle dolu ülkemizde nasıl üretken olacağız’ diye… Sanırım sorunun cevabı işte bu yaşanmış hikaye de gizli; Ali Can GÖZCÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğrencisi Bir sorgulama, hayata, insana ve kendi benliğime… İlerleyen zamanın içinde, ilerlemeyen bir denge. Araştırmanın, geliştirmenin, üretken olmanın vurgulandığı ama kalıpların dışına çıkılmasına izin verilmeyen, insanları ve zamanı sorgulamanın yanlış olacağına inanılan bir ortamda üretken sıfatında üreten oluyor insanlar. Susturulan yalnızca bireyler değil aslında tüm ülke oluyor. Toplumumuzda geri kalmışlıktan sıyrılmak ve daha fazla gelişme yolunda üreten olmamız söyleniyor. Başka bireylerin ürettiklerini tekrarlamamız ve yeni bir oluş içerisine girmememiz vurgulanıyor. “ Ne kadar ekmek, o kadar köfte” anlayışının benimsendiği, insanların var olan köfteyi sunmaları için ekmek üretmeye teşvik edilmediği bir ülke de yaşıyoruz. Evet, üretin diyor büyüklerimiz, teşvik ediyorlar dudaklarından çıkan ve sonsuzluk boşluğuna doğru yol alan ve yok olan o ses çizgileriyle. Yazıya yansıyan hiçbir teşvik veya ses kalmıyor. Sadece sorgulamadan yansıtılan, ezberlenen sözler kalıyor yazılara. Gazete başlıklarında, içinde sürekli bir aldatmacanın olduğu haber programlarında, bürokratlarımızın ve halkımızın ağzında birçok tabir dolanıyor yıllardır: Üniversite gençliği nereye gidiyor… Üniversitelerde skandal… Üniversite mezunu kaldırım mühendisleri… Karşımıza sıkça çıkan ve artık klişeleşmiş bir düzende tekrarlanan taklitçi ve hep üreten asla üretken olmayan bireylerimizin tabirleri bunlar. Nebraska’da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, ama bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi, fakat o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve sorununu açıkladı: ‘Sevgili David, Patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kötü hissediyorum. Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin. Sevgiler, Baban…’ Birkaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı. ‘Babacığım, Allah aşkına bahçeyi kazma. Ben oraya cesetleri gömmüştüm. Sevgiler, David…’ Ertesi gün sabaha karşı FBI ve yerel polis çıkageldi ve tüm bahçeyi kazdı, ama hiçbir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler. Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı: ‘Babacığım, Şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım. Mevcut herhangi bir düzenin veya durumun yanlış olarak düşünülmesinin yanlış olacağından söz edilen, daha sonra da üniversite mezunu sıfatıyla direk olumsuzlukları kabullenmeye Sevgiler, David…’ 42 MAKALE AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİMİZ İSTANBUL büyük geçmişin ve güzelliğin var ama ülkemizin uluslararası arenadaki konumundan ötürü biraz ihmal edildin. Ama üzülme, yapılan organizasyonların, etkinliklerin, festivallerin ve sanatsal faaliyetlerin tümünün Avrupa’da ve tüm dünyada iyi bir ses getireceğinden eminim. Bu ünvanın İstanbul’a önemli katkılarda bulunacağından hiç şüphem yok. Öyle ki turizmde turist sayısı ve döviz artışı olacağı, ticaretin daha da canlanacağı, politik alanda ülkemizi daha iyi yerlere taşıyacağı ve sanatçılarımızın daha çok yurt dışına giderek; yabancı sanatçıların ülkemizi daha çok ziyaret edeceği görüşündeyim. Ayrıca kritik konularda mesela AB’ye girmemizde ya da Türklerin yabancı ülkelerde gördüğü muamelelerde daha olumlu gelişmeler yaşayacağımızı umuyorum. İstanbul’un Avrupa Kültür Başkentliği 13 Kasım 2006 ‘da kararlaştırıldı ve tüm etkinlikler 2007, 2008 ve 2009 yıllarında devam etti. 2010 senesi için başkent seçildiğinden 17 Ocak 2010’da temsili bir gece düzenlendi. Haliç Kongre Merkezi’nde Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve önemli devlet büyüklerimizin katılımıyla Haliç’te ışık ve havai fişek gösterileri büyük ilgiyle izlendi. Yedi tepeli şehirde aynı anda yedi yerde konserler organize edildi ve televizyonlarda naklen verildi. Taksim‘de Tarkan, Kadıköy’de Mor ve Ötesi, Beylikdüzü’nde Nil Karaibrahimgil, Sultanahmet’te Mercan Dede, Pendik’te Kıraç ve Bağcılar’da da Zara önemli orkestralar ve gösteriler eşliğinde sevilen şarkılarını seslendirerek İstanbul’un tanıtımında önemli rol oynadılar. Ceyda Çınar Atılım Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğrencisi 2010 senesinin ülkemiz ve tüm İstanbullular için hayırlı olmasını diliyorum. İstanbul’u yazmaya, anlatmaya sayfalar yetmez biliyorum. Bu güzel şehri en iyi anlatanlardan alıntı yaparak sizlere veda ediyorum. Canım memleketim İstanbul. Sen ki fethedilince bir çağ kapandı, bir çağ açıldı. Senin üzerine binlerce şarkılar şiirler yazılıp sözler söylendi. Sen ki büyük imparatorluklara başkentlik yaptın, milyonları üzerinde taşıdın. Ey muhterem İstanbul, 2010 senesinde Avrupa Kültür Başkenti seçildin. İyi ki Fatih Sultan seni aldı da bu kadar güzel ve özel şehir bizlere nasip oldu. “Sade semtini sevmek bile bir ömre değer. Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...” İstanbul dediğimizde aklımıza Boğaz’daki eşsiz manzara, yedi tepesiyle, sıcak simit kokan Beyoğlu caddeleri, Taksim iş eğlence merkezleri ile sosyetik semtleri gelir ilk başta. Gezmeye başladığımızda ünlü camileri, geçmişi yaşatan müzeleri, tarih kokan sarayları ve vapurla deniz turları göze çarpar. Herkesin ömründe bir defa bile olsa mutlaka gezip görmesi gereken bambaşka şehrim benim! Efsun kokan dağların, yemyeşil ormanların ve masmavi denizin seni ölümsüzleştirmekte ve bizlere gezdirdikçe gezdiren büyüleyici şehirsin sen. Asya’yı Avrupa ‘ya davet eden bu şehir bir köprü gibi bağlayıcıdır. Seni çok seviyorum İstanbul, yüzyıllardır bizimsin farkını hep hissettik ve 2010’da Avrupa Kültür Başkenti oldun. Ekranlarda gurur verici gibi gözükse de böyle muhteşem bir şehrin Avrupa ‘nın en iyi şehirlerinden biri olarak 2000’li yıllarda seçilmesinin geç bir karar olduğu kanaatindeyim. Bir Paris, Roma ya da Londra’dan daha 43 MAKALE AKILLI MARKA BAŞKALARININ HATALARINDAN ÖĞRENİR eder. Bu yüzden bu yazımda metodolojilerini inceleyeceğim rekabet stratejileri aslında şirketler arasında değil müşterinin tercihi olabilmek amacındaki ürün/hizmeti sunan markalar arasında yaşanmaktadır. Burada ortaya çıkan farklılaşan marka, ürünün marka detaylarında kimliğini bulabilir. Verda Özge Ünal Atılım Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğrencisi …Ne var ki konuşmanın bu kısmında nasıl olduysa Alice ve Kırmızı Kraliçe tabanları kaldırıp hızla koşmaya başladılar. Kraliçe o kadar hızlı ilerliyordu ki Alice ona yetişmekte güçlük çekiyordu. İşin en kötüsü ise Alice koştukça çevresindeki hiçbir şey değişmiyor gibiydi. Üstelik soluğu öyle bir kesilmişti ki bir daha koşamayacakmış gibi geliyordu. En sonunda başı dönerek bir ağacın altına oturdu. Kraliçe “Şimdi biraz dinlenebilirsin” dedi. Alice çevresine bakınca hayretle “Sanki bu ağacın altından hiç kıpırdamamışız, bizim ülkede insan bu kadar hızlı koşarsa bir yerden başka bir yere varır” dedi. Kraliçe “Oysa bizim burada insanın yerli yerinde kalabilmesi için var gücüyle koşması gerekir. Bir yerden kalkıp başka yere gitmek istiyorsan bunun en az iki katı koşmalısın.” (Carroll, 2001) Markalaşma fikrini tehdit eden Porter’ın beş rekabet gücü tanımlamasının yanı sıra endüstride güçlü pazarlamayı destekleyen rekabet stratejileri de bulunmaktadır. Bunların stratejik hedef ve avantajlarından bahsetmek gerekirse; müşteri algısında benzersizlik yaratarak sektör çapında farklılaşma içinde riskler bulundurmasına rağmen başarılı pazarlama faaliyetidir. Farklılaşma, tedarikçinin pazarlık gücünü azaltabilecek ve müşteri sadakatini arttırabilecek yüksek karlar yarattığı için alıcının da pazarlık gücünü azaltacaktır. Düşük toplam maliyet liderliği fiyat avantajı oluşturarak hedef pazarda müşteriyi arttıran alternatif stratejidir (Porter, 2007). Bu konumlandırmayı oluşturmak pazarda rakiplere göre yüksek pazar marjı, yüksek iş gücü ve hammaddeye erişilebilirlik gerektirdiği için büyük müşteri gruplarına hitap etmeyi gerektirebilir. Fakat en önemli riski alıcılar karşısında güçlü konumlandırma yaratsa da markanın düşük maliyet esnekliği yok olduğunda liderlik konumunun zedelenmesi çok kolaydır. Öte yandan sadece belli kesime hitap eden ve algıda benzersizlik yaratan odaklanma stratejisi rekabette sektör rakiplerini elemeyi kolaylaştırdığı gibi sektörde sadece belli alıcıya hitap etmek için fedakarlık yaptığından ciddi yatırım potansiyeli ve pazarlama risklerini içinde barındırır. Odaklanma ikamelere karşı en büyük gücü sağlayarak rakibin en zayıf olduğu noktadan vurmayı hedeflediğinde büyük kar sağlayan bir pazarlama aktivitesine dönüşebilir. Çok yönlü rekabeti sağlayan bu üç kritik pazarlama faaliyetinin hiçbiri birlikte uygulanamaz. Bunu denemiş olan markalar uzun zaman önce Trout’un tabiriyle büyük hüsrana uğramıştır . Çoğumuzun aşina olduğu bu markaların birkaçından kısaca bahsetmek istiyorum. Burger King 1950’lerin sonunda Whopper ile dünyamıza girdiğinde fast-food ve franchising kavramları Amerika’da henüz yerleşmemişti. Kafasını McDonald’sın rekabetine çarpana kadar “learning curve” ile toplam maliyet lideri olma hayaliyle giderek büyüyen bir sektörde gelişmekteydi. Burger King ‘in “Bir Whopper’ı tutmak için iki el gerekir” sloganıyla doyuruculuğunu vurgulayan kampanyasına karşılık McDonald’s en hızlı hizmet silahıyla farklılaşarak sektör liderliğini eline geçirdiği 80’li yıllar pazar payında kan kaybına sebep oldu (Trout, 2008). Daha sonraki on yılın en önemli faaliyetine giderek “alevde ızgara” ile farklılaşan Burger King reklam kampanyasıyla ilk kez McDonald’sın önüne geçmeyi başardı. Kampanyadaki “Izgara, Alice Harikalar Diyarında romanının en sevdiğim bölümünden aldığım bu anektod günümüz piyasasında arzın önüne geçen tüketici ihtiyacına göre strateji silahları geliştirerek rekabet etmeyi getirmiş durumdadır. Rekabet stratejisi geliştirerek üstün ürün ve hizmet kalitesiyle mücadele etmek tıpkı Alice’in yaptığı gibi bulunduğu konumdan daha hızlı koşmayı getirir. Zamanın yeni trendlerinden olan CRM de aslında özünde bu konuya temas 44 AKILLI MARKA BAŞKALARININ HATALARINDAN ÖĞRENİR kızartmayı yendi” sloganı uzun süreli konumlandırmasıyla Burger King’in tekrar hayat bulmasını sağladı (Trout, 2008). Fakat McDonald’sın açtığı antitröst davaları Burger King’in farklılaşmış rekabetini yayan talihini kırdı. İki numaraya düşen Whooper saldırıda kalmak zorunda kalınca McDonald’sın odaklandığı merkeze yönelip hem hizmet kalitesinde hem çocuklara yönelik menüleriyle bir numaranın olduğu konuma girmeye çalıştı ve marka bilinirliğini zedeledi. Farklılaşma ve odaklanma stratejisini yanlış uygulaması son çare olan yönetimin defalarca değişmesi ve yerleşik müşteri kitlesini kaybetmesine sebep oldu. Oysa ki kendine yeni kategori yaratarak marka liderliğine girebilirdi. Markanın bilinirliğini sağlayan pazarlama hamlesi sonunda birbiriyle aynı özelliklere sahip aynı markanın farklı ürünlerinin birbirini yok etmesiyle müşteri algısını yıpratabilir. Firmaların müşteride yaratmaya çalıştığı stratejik pazarlama algısının marka bilinirliğinde tuttuğu yer, bu marka öykülerinden anlaşılabilir. Ünlü bir pazarlama profesörünün yüksek lisans öğrencilere verdiği örneklerden yola çıkılarak başarılı pazarlama olgusunu tanımlamak gerekirse; “Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz, yanına giderek ‘Çok zenginim, evlen benimle’ dediniz. Bu doğrudan pazarlamadır.” “Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz, yanınıza gelip ‘Çok zenginmişsiniz, benimle evlenir misiniz?’dedi. Bu marka bilinirliğidir.” “Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz, siz bir şey söyleyemeden başkası yanına gelip ona ‘Çok zenginim, evlen benimle’ dedi ve kız onunla gitti. Bu pazar payınıza göz koyan rakiptir.” “Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz, yanına yaklaşıp ‘Çok zenginim, evlen benimle’ diyecekken karınız geldi. Bu yeni pazara girememektir.” (Glokal, 2009) Bir başka örnek olan Levi’s Strauss 1853’te altın madeninde çalışan işçilerin zorlu iş gücüne dayanabilecek kumaşta pantolon arayışlarına cevap vererek küçük bir konfeksiyon dükkanında ortaya çıktı. 1971’de halka karışarak moda akımının öncüsü olan kotu yaratmış olan Levi’s zamanla “Herkes için her şey” yapma fikriyle odaklanma stratejisini ve Pazar konumunu yıpratan bir başlangıç yapmış oldu. Kot pantolondaki büyüyen sektör rakiplerini göz ardı eden Levi’s, farklılaşmayla aradaki ikame ürünler arasında marka sadakati yaratmak yerine Dockers, Lee ve Wrangler ile mücadele etmeyi tercih etmiş oldu. Liderliği yerleşikleştirmesi için gereken farklılaşmayı yaratamamış, üstelik gelişen teknolojiyle arayı kapatan sektörün yeni rakipleri toplam maliyet liderliğini de devirmiş, odaklanmış stratejiden en baştan beri vazgeçtiği için iste dağılan müşteri kitlesini ciro pastasında tekrar bir araya getirememesine sebep oldu. Halbuki yakın tarihin en önemli patent örneği olan Coca Cola iş dünyasında en büyük rakibi olan Pepsi’ye karşılık sloganı “The Real Thing” ile gerçek kola fikriyle müşteri sadakatini yerleştirmişti (Trout, 2008). Levi’s bu stratejiyle “Orijinal olan benim” diyebilseydi markanın müşteriye sağladığı prestij ve yüksek segmentte konumlandırma lider olmasını sağlayarak markanın yeni girenler karşısında ezici baskısını gösterecekti. Son çabası olan “Çok segmentasyon yaratma“ darbeyi vurmuştur. Odaklanmadan ve orijinal marka fikrinden çıkılarak denenip tekrar başarısız olunmuş “toplam maliyet liderliği” yukarıda bahsettiğim rekabet formüllerinin çoklu denemesinin bu markadaki talihsiz sonuçlarıdır. Son olarak, pazarlamada farklılaşmayı sağlayan bu faaliyetler, markaların tüketiciye göre sektörde konumlanmalarını kolaylaştırır. Öte yandan geçmişte denenmiş stratejilerden ders alarak rekabet analizi gerçekleştirmek, pek çok firmayı pahalı yatırımlar ve sektör değiştirmeye zorlayan aksiyonlardan kurtaracaktır. Sektörde güçlü rakiplerle mücadele edebilmek için geliştirilecek strateji, daha iyi değil daha farklı olmakla ilişkilidir. KAYNAKÇA 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Aaker, A. David., (2007) Marka Değeri Yönetimi, MediaCat Yayınevi. İstanbul. Carroll L. (2001) Alice Harikalar Diyarında, Epsilon Yayıncılık. İstanbul. Glokal (2009) Pazarlama Yönetimi, Odtü Yayıları. Ankara Kırım, Arman (2003) Mor İneğin Akıllısı, Sistem Yayıncılık. İstanbul. Kotler, Philip (2006) A’dan Z’ye Pazarlama, MediaCat Yayınevi. İstanbul. Kırım, Arman (2005) Strateji ve Bire-Bir Pazarlama, Sistem Yayıncılık. İstanbul. Krames, A. Jeffrey., (2006) 7 Dahi CEO, Pegasus Yayinevi. İstanbul. Porter E. M. (2007) Rekabet Stratejisi, Sistem Yayıncılık. İstanbul. Slater, Robert., (1999) The GE Way Fieldbook Jack Welch’s Battle Plan for Corporate Revolution, McGraw-Hill. The USA. 10 Spector, Robert (2008) Dünyayı Değiştiren İş Modeli Amazon.com, Scala Yayıncılık. İstanbul. 11 Trout, Jack., (2008) Büyük Markalar Büyük Hatalar, MediaCat Yayınevi. İstanbul. 12 Ohno, Taiichi., (2008) Toyota Ruhu, Scala Yayıncılık. İstanbul. Müşteri profilinin aşınmaya en elverişli olduğu bu gibi sektörlerde rekabet eden markaların yaşadığı en büyük hatalardan biri odaklanma stratejisinden sapmaları olmuştur. Bir markanın segmentasyonu ve her kategoriye sunduğu ürün miktarı ne kadar artarsa, ürünü oluşturan temel farklılaşma fikrinin altı o kadar oyulur (Aaker, 2007). 45 ERASMUS HAYAT BOYU ÖĞRENME PROGRAMI: ERASMUS Erasmus Programı, öğrencilerin farklı kültürleri ve eğitim modellerini tanımları açısından önemli bir fırsat olmaktadır. Dergimizin bu bölümünü Erasmus Programı’ndan faydalanarak farklı ülkelerde bulunma fırsatı yakalayan öğrencilerimizin deneyim ve görüşlerine ayırdık. Bu deneyimlerin Erasmus’tan faydalanacak diğer öğrencilerimize fikir vereceğine inanıyoruz. hayale gelmeyecek ülkelerden insanlarla beraber çalışma (ve 50 çeşit, birbirinden alakasız İngilizceyi anlayabilme) fırsatım oldu. Ayrıca Avrupa halkının iş disiplinini birinci elden gözlemleme şansım oldu ki sanıyorum bu Türkiye’de yapacağım herhangi bir stajdan elde edemeyeceğim en önemli bilgidir. Bütün çalışanların yaptıkları işi sahiplenişlerini gördükçe Avrupa halklarının başarı sırrını daha iyi anladım. Her Cuma yakılan mangalın yanında elinizde içeceğinizle proje tartışmaları yapmak pek çok şirket ortamında görülmeyen bir özellik olsa gerek. Erasmus Programı’nın değerini insan Avrupa macerasının bittiği gün anlıyor resmen. Eğer aklınızdan yurt dışında eğitim görmek veya staj yapmak geçiyor ama karar veremiyorsanız mutlaka AB ve Uluslararası İlişkiler Ofisi ile görüşmenizi öneririm. Çünkü aklınızdakinden daha fazla renkli birkaç ay geçireceğinizi garanti edebilirim. Bu, öğrenim hayatınız bittiğinde bir daha asla elinize geçiremeyeceğiniz bir fırsat olacaktır. Yaşayacağınız en büyük sıkıntı ise dönüşünüzün burukluğu olacak. Bu fırsatı sağladıkları için okulumuza ve içten çabalarından dolayı Hale Şen’e, ayrıca 5 Euro’ya uçak bileti satıp bütün Avrupa’yı ayağınıza seren minibüs operatörü kıvamındaki uçak firmalarına buradan teşekkür etmek istiyorum. Ekin Koç ATÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğrencisi Erasmus Programı kapsamında Hollanda’da bulunan Pascolo isimli bir bilgisayar firması ile iletişime geçip Avrupa’nın en garip ve özgür şehirlerinden birinde 3 ay staj yapma fırsatı buldum. Hollanda nüfusunun önemli bir bölümü yabancı milletlerden oluştuğu için çalıştığım şirket de bundan nasibini almıştı. Akla 46 ERASMUS Gökhan Bozalp ATÜ - İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğrencisi Finlandiya, lisedeki son birkaç yılımdan beri gitmek istediğim uzak, sakin, soğuk ve bir o kadar da yaşam tarzıyla farklı, müziğiyle bana hitap eden delicesine keşfetmek istediğim bir kuzey ülkesiydi. Daha sonra üniversiteye başlamamla birlikte içimdeki tutkunun peşinde gitmek adına yeni olanaklarlar olduğunu farkettim. Bu uyanışım sırasında en büyük katkıyı kuşkusuz benim gözümde bir hocadan cok daha değerli olan Sayın Cumhur Aydın’dan aldım. Gerekli yazışmaların ve prosedürlerin ardından artık benim için yapılacak tek şey 2009 yılının Ocak ayından Haziran ayına kadar ikametğahım olacak ülkeye uçacağım günü beklemekti. Uçak pistinin bile buzla kaplı olduğu bu kuzey ülkesinin Tampere şehrine bir Perşembe akşamı gelecek dönem boyunca Türkiye’den sınıf arkadaşım olan Esra ile indim. Buradan eğitimimi göreceğim Hamk University of Applied Science’ın bulunduğu şehir olan Hämeenlinna adlı küçük şehre giden ilk trene bindim. Hämeenlinna elli bin nüfuslu, başkent Helsinki’ye 100 km uzaklıkta Finlandiya’nın ilk başkenti olan şirin bir şehir. Burada okulun kampüsüne 3 dakika yürüyüş mesafinde olan öğrenci evlerinin birinde bir Finli öğrenciyle ev arkadaşlığı düştü benim şansıma. Bazı olumsuzluklara karşın kendimi bu konuda da şanslı sayıyorum. Bu paragrafa başlarken öncelikle, imkânı/fırsatı olan herkese Erasmus Programı’na katılmalarını şiddetle tavsiye ediyorum. Erasmus, farklı bir çevrede, birçok kültürün sentezinden oluşan bir ortamda bulunmanın verdiği zevki de bu deneyimi yaşamak isteyen arkadaşlara iyi bir örnek oluşturması için tekrar vurgulamak isterim. Yani düşünün bir Temel fıkrası gibi; bir İspanyol, bir Fransız, Bir Polonyalı ve ben yine masada oturuyoruz bir gün... Hämeenlinna da bulunduğum sürede gerek bizzat okul yönetiminin, gerekse Hako isimli öğrenci topluluğunun ya da Erasmus öğrencileri olan bizlerin kendi aramızda düzenlediğimiz etkinliklerle zamanımın nasıl geçtiğini anlayamadım dersem herhalde sizi pek yanıltmış olmam. hatta daha önce hayal bile edemeyeceğim zevkleri sundu bana. Bunların haricinde pek çok farklı milletten bugün hala iletişimi koparmadığım arkadaşlarımın olması, gerçekten çok sevdiğim finli bir grubun canlı performansını bir festival sırasında izleyebilmem. İşin açıkcası daha fazla sayarsam, bana ayrılan alanın dışına çıkmaktan korkarım. Erasmus Programı’nın kendi içindeki kazanımları hariç bana kattığı en büyük değerlerden biri ise Avrupa Birliği içerisinde yaptığım çok ucuza ayrıca da ziyadesiyle eğlenceli olan geziler. Birkaç Erasmus öğrencisi arkadaşımla yaptığım Baltık gezilerim ve Türkiye’den başka bir Erasmus öğrencisi arkadaşımla yaptığım Interrail maceram. Yaklaşık 25 gün süren ve benim tabirimle “Bir Tren Hikâyesi” hayatımda gerçekten tatmadığım Hayatımın önemli deneyimlerinden biri olarak saydığım Erasmus Öğrenci Değişim Programı’nı imkanı olan tüm arkadaşlara tüm kalbimle tavsiye ediyorum. Bu deneyimin mümkün olduğunca çok insan tarafından yaşanmasının gelecek yaşamlarında bir pozitif etkisi olacağı kanaatindeyim. 47 ERASMUS Seda Çamlıdere ATÜ - Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğrencisi 2009-2010 bahar dönemi Finlandiya’nın Tampere şehrinde lisans eğitimi aldığım ve yaz dönemi Hollanda’nın Amsterdam şehrinde staj yapma şansını bulduğum için kendimi bu programa dahil olan arkadaşlar arasında daha şanslı hissediyorum. Ocak ayında 15.30’da havanın kararması, Haziran ayında gece 00.00’da bile gökyüzünün masmavi kalması, Finlilerin söylenenlerin aksine sıcak insanlar olması, Erasmus=kültürel zenginlik bağıntısı, ’Wappu’ gibi Fin şenlikleri, hem bembeyaz -30 , hem de yemyeşil +30 olabilen, istediğiniz zaman Kuzey ışıklarını görebileceğiniz olağanüstü bir doğaya sahip olması bana ‘iyi ki bu İskandinav ülkesindeyim’ dedirten güzelliklerden sadece birkaçı. Finlandiya’da geçirdiğim beş ay sonunda Hollanda ya Pascolo (Relephant) adlı bilgisayar şirketinde staj yapmaya başladım. İlk iş deneyimimi Avrupa’nın en büyüleyici şehirlerinden Amsterdam’da yaşamak ilerideki iş hayatım için dönüm noktası oldu diyebilirim. Patron-çalışan arasındaki uçurumun aksine maksimum iletişim ortamında Hollandalıların iş ve sosyal hayatlarını inanılmaz bir disiplinle ayırdıklarına hayran kaldım. Tabi ki Hollanda’nın lale bahçelerini, değirmenlerini, müzelerini, çok lezzetli balıklarını ve Venediktekilerden çok daha fazla beğendiğim kanal yapısı Erasmus sürecim bittiğinde kurulan arkadaşlıkların yanında en çok özlediğim şeylerdi. Sekiz ay içinde gezme şansı bulduğum Finlandiya, Hollanda, İsveç, Letonya, Litvanya, Fransa, Belçika, İtalya ve Avusturya ülkelerini ileride bu kadar rahat gezemeyeceğim ve bu kadar fazla kültürel çeşitliliğinin içinde bulunup çok güzel arkadaşlıklar edinemeyeceğim için Erasmus başvurusu süresince bu programın bende fark yaratacağını biliyordum, fakat şimdi önümdeki en az 10 yıldaki planlarımı tamamen değiştirdi. Başlarda yaşadığım bursumu kaybetme paniğimin gereksiz olduğunu Tampere University of Technology’deki ilk bir ay içerisinde anladım. Eğitim tamamen öğrenci temelli olduğundan eğer dönem içinde verilen ödevleri ve projeleri istenildiği gibi yaptıysanız, laboratuvar derslerini düzenli takip ettiyseniz sınavlardan korkmanıza hiç gerek yok, zaten ödevler yeterince zorladığı için üç sınav hakkı tanınıyor ve en yüksek aldığınız notunuz kabul ediliyor. Gece istediğim zaman okula gidip bilgisayar laboratuvarlarında çalışma imkanımı kullanıp, okulun düzenlediği birbirinden ilginç ve eğlenceli etkinliklere katılıp; verilen ara tatillerde Avrupa ülkelerini gezerek Erasmus öğrencisi olmanın tadını çıkardım. Erasmus programını düşünen arkadaşlar bizlerin bu süreci dolu dolu yaşamamızda yardımlarıyla destek olan AB ve Uluslar arası İlişkiler Ofisi ile ve daha önce bu programla yurt dışına gidenlerle mutlaka iletişime geçsinler, bu fırsatı asla kaçırmasınlar. 48 ERASMUS Sevil Zengin ATÜ - İşletme Bölümü Öğrencisi Dzień dobry… Hayatımın en renkli ve verimli baharlarından biriydi Polonya’da geçirdiğim aylar. Oraya ilk gittiğimde, yeni doğan bir çocuğun dünyayı kendine ne kadar yabancı hissettiğini ilk kez anlamış oldum. Daha sonra alıştıkça daha çok sevmeye başladım; insanı büyüleyen doğasını, sıcakkanlı insanlarını ve hüzünlü tarihini… Burada geçirdiğim zamanlarda kazandıklarım benim için çok değerli ve anlamlıydı. Yarı dönemli eğitim hayatımı Polonya’nın sakin ve şirin bir kasabasında bulunan bir Amerikan okulunda geçirdim. Bu anlamda da faklı eğitim sistemlerini görme şansını yakaladım. Okulda, farklı yerlerden ve kültürlerden gelmiş olsak da aynı duyguları paylaşabildiğimiz çok değerli arkadaşlıklar da edindim. Tabii sadece eğitimle kısıtlamadım kendimi, bunun yanı sıra, Roma açık hava müzesini andıran sanat kenti Viyana’yı ve Polonya’nın tarih kokan bazı şehirlerini gezdim. Bunlardan; önemli bir tarihe tanıklık etmiş olan liman kenti Gdańsk, efsaneleriyle ünlü kent Kraków gibi birçok kenti de görme fırsatını yakaladım. Bu sırada hayatın acı ve soğuk yüzünü gördüğüm ve iliklerime kadar hissettiğim kent olan Oświęcim (Auschwitz)’deki toplama kampında insan hayatının ne kadar değersizleştirildiğini de gördüm. Polonya’dan ayrılırken şehre gelen sonbaharın beni uğurlamak için geldiğini hissettim. Erasmus ile dolu dolu geçirdiğim bu dönemi, hayatımın en değerli anılarının bulunduğu bir köşede saklıyorum. Natıonal Louıs Unıversıty-Wyzsza Szkola Bıznesu/Poland-Nowy Sacz 49 KARİYER Bizler, Atılım Üniversitesi Mezunlar Derneği’ni kurmakla bir hayalimizi daha gerçekleştirdik. Zor ve umut dolu bir sürecin ardından; dayanışma ve hizmet sağlamayı hedefleyen birliktelik sürecini sonsuza kadar yaşamak adına 25 Nisan 2006 tarihinde derneğimizin kurulumunu tamamladık. Atılım Üniversitesi Mezunlar Derneği (Atılım-MED) Atılım-MED olarak Brunch’ta Buluştuk 2009’un son Pazarında, Üniversitemizin Atılım-MED adına organize ettiği brunch’ta buluştuk. Atılım Üniversitesi’nin yeni gözde mekanı Kuşkonmaz Restoran’da 50 kişinin katılımı ile düzenlenen brunch üyelere özeldi. Eski günleri anmak, Atılım-MED çatısı altında yepyeni fikirleri hayata geçirmek adına çok güzel bir gün geçirdik. Brunch, davetlilerin katılımı ile başladı. Dostların bir araya gelmesi ile sıcak bir ortamda geçen brunch’ta Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu katılımcılara günün anlamıyla, Atılım-MED’in mezunlar için önemiyle ilgili ve ayrıca ilerisi için yapılabilecek çalışmalarla ilgili olarak mezunlarımıza bir konuşma yaptı. Daha sonra Atılım-MED Başkanı Ayşe Kılıç söz alarak Dernek olarak gereksinimlerimizden ve yapılacak çalışmalar hakkında bilgi verdi. Atılım Üniversitesi mezunları olarak bizler, sadece mezun olduğumuz üniversitenin değil ülkemizin de geleceğini şekillendirmede önemli rol üstleneceğimize inanıyoruz. Mezun olduğumuzda ülkemize ve toplumumuza hizmet için verdiğimiz sözü yerine getirmenin zamanı artık geldi. Bizler artık mezunuz. Acı bir gerçek ama yaşarken bazı şeylerin farkına varamadığımızı; yaşananların ne kadar güzel ve değerli olduğunu, hayata atılınca daha iyi anladık… Hala öğrenmemiz gereken çok şey var. Ama öğrendiklerimizi uygulayabilme imkânımız da var. Henüz çok genç, dinamik ve bir o kadar da hızla büyüyen derneğimizin asıl amacı; sosyal, kültürel veya bilimsel çalışmalarla, Atılım Üniversitesi mezunlarını bir araya getirmektir. Bunu yaparken; Eğitim, Proje, Mezunlarla İletişim, Sosyal Aktivite, Tanıtım & Halkla İlişkiler, Finans ve Bilişim Takımı olmak üzere 7 ana takıma bağlı olarak projelerimizi gerçekleştirmekteyiz. Şu ana kadar derneğimizde; mezunlarla iletişim kurma, burslu öğrenci okutma, eğitim projeleri, mezunlara ve öğrencilere iş/ staj bulma, sosyal faaliyetler gibi birçok proje geliştirildi ve tamamlandı. Sizlerin de katılımıyla büyüyecek olan derneğimiz gün geçtikçe daha da güzel projelere imza atacaktır. 2010 yılındaki hedeflerimiz arasında yer alan bazı proje detaylarımızı paylaşmak gerekirse; 50 KARİYER başlanmıştır. Atılım-MED Sosyal Ağı’na dahil olan mezunlarımız birbirleri ile iletişim kurabilmekte, video, yazı paylaşabilmekte, hangi mezunumuz hangi şehirde, hangi firmada çalışmakta görebilmekte, firma bazlı (x bankasında çalışan mezunlarımız), şehir bazlı (Ankara’ da çalışan mezunlarımız) veya mezuniyet yılı, bölüm bazlı (2006 yılı Bilgisayar Mühendisliği mezunlarımız şu an neredeler) sorgulamalar yapabilmektedirler. Sağlam ve güvenilir bir sistem altyapısı etkili mezun-mezun, mezun-üniversite etkileşimi için ön koşul teşkil etmektedir. Atılım-MED Sosyal Ağı projesi kapsamında mezunlarımıza iş ve sosyal yaşantılarında destek olacak, ATILIM markasını yine mezunlarımızdan aldığımız kuvvetle ciddi noktalara taşıyacak bir sistem kuracağımızı öngörmekteyiz. Proje Takımı Atılım Üniversitesi Mezunlar Derneği Proje Takımı, Üniversitemizin ve Derneğimizin gelişimi ve tanıtımı için araştırmalar yapıp projeler geliştirmektedir. Böyle güzel bir günde bizimle beraber olan Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu’na, Mütevelli Heyeti Başkanımız Sayın Yalçın Zaim’e, Hukuk Fakültesi Dekanımız Sayın Prof. Dr. Nami Çağan’a ve Mühendislik Fakültesi Dekanımız Sayın Prof. Dr. Gülhan Özbayoğlu’na ve brunch’a iştirak eden tüm üyelerimize teşekkür ederiz. Atılım-MED Proje Takımı, geliştirdiği teknik projeler ile Atılım Üniversitesi bünyesinde mühendislik tasarımı, geliştirimi, üretimi ve alt yapının etkin kullanımı açısından büyük kazanımlar sağlamaktadır. Sektör gereksinimleri ve akademik çalışmalar için yeni derslerin açılması, yüksek lisans ve doktora alanlarının genişletilmesi, ulusal ve uluslararası araştırma kuruluşları ile işbirliği, alt projeler ile danışmanlık ve teknik destek anlamında da önemli katkılar sağlamaktadır. Küçük ve orta ölçekli üretici firmaların bu araştırma geliştirme projesine katkısı ile yeni standartlarda üretim bandı ve endüstriyel inovasyon katkısını Atılım Üniversitesi sayesinde gerçekleştirecektir. Atılım-MED Sosyal Ağ Projesi Mezunlarla İletişim Takımı’nın yürüttüğü bu proje ile mezunlar arasındaki iletişimi en yüksek seviyede tutma ve mezun dayanışmasıyla iş/sosyal yaşamdaki zorlukların üstesinden gelme amaç olarak belirlenmiştir. Bu amaç doğrultusunda çalışmalar hızla devam etmektedir. Günümüz teknolojik gelişmeler ışığında insanların iletişim kabiliyetleri bundan 30 yıl öncesine nazaran büyük yol kat etmiştir. Teknolojik imkânlar dünyanın farklı yerlerinden birbirlerine binlerce kilometre uzaktaki insanların aynı odada sohbet ediyormuş gibi diyaloglar kurmasına, paylaşımlar sergilemesine imkân vermektedir. İnsanlar bu gibi gelişmeler sayesinde yıllardır görüşmedikleri çocukluk arkadaşlarını bulmalarından tutun da, aynı sektörde çalışan insanlarla buluşup iş geliştirebilmekte veya insanların iş aramasına olanak veren kariyer sitelerinden kendilerine iş arayabilmektedirler. Sosyal projeler ile Üniversitemizin toplum nezdinde daha çok kitleye ulaşarak sesini duyurması, toplumsal gelişime katkı ve üniversitenin sağladığı olanak ile geri dönüşü yüksek, eğitim, kültür ve tarihsel sürece katkıda bulunarak ilerleyen ve gelişen bir kurum olabilmesi için katkılar da sağlanmaktadır. Bu kapsam geliştirilmekte olan “Yurtiçi Akademisyen Oryantasyon Staj Programı” Üniversitemize sunulacaktır. Proje grubu içerisinde şu an proje/iş geliştirme, gömülü sistemler ve uygulamaları, Üniversite İle iletişim ve koordinasyon, sponsorluk, finans ve kamu kurumlarıyla iletişim konularında aktif çalışan 11 arkadaşımız bulunmaktadır. Bu bağlamda derneğimizin mezunların birbirleriyle, üniversite ve öğrenciler ile ilişkilerini artırmak, geliştirmek Üniversite ile ortak çalışmalar yürüterek her iki topluluğun kamuoyunda tanınırlılığı ve saygınlığının korunmasını ve artırılmasını sağlayıcı çalışmalar yapmak gibi amaçlarının gerçek kılınabilmesi için atılması gereken öncelikli adımın mezun etkileşimini sağlayacak bir sistem altyapısının oluşturulması öngörülmüştür. Bu öngörü neticesinde günümüz teknolojik gelişmeleri ışığında Atılım Üniversitesi Mezunlar Derneği Sosyal Ağı’nı kurma çalışmalarına Bununla beraber Şubat ayında devreye girecek olan bir diğer projemiz de mevcut durumda ihtiyacı olan öğrenci/ mezunlarımıza, staj ve iş imkanı sağlamaktır. Bu konuda da çalışmalarımız hızla devam etmektedir. Başarıyla yerleştirilen öğrenci/mezun sayısında geçen seneye oranla %100’lük bir artış hedeflenmektedir. 51 KARİYER MEZUNLARIMIZIN KARİYER ÖYKÜLERİ Bizler her ayın ilk Cumartesi günü bir etkinlik ile Ankara’da toplanıyoruz. Sizler de bu etkinliklerde yer alarak, mezunlarımızla tanışmak, Atılım-MED takımları arasında yer almak veya doğru değişimlere ön ayak olmak ister misiniz? Cevabınız evetse, yazının sonundaki dernek iletişim adreslerinden bizlerle irtibat kurabilirsiniz. Alper Karakuzulu Atılım Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü Mezunu Bir ateş yakmak nasıl bir kıvılcımla başlarsa, Üniversitemize başlamak da bir kıvılcım oldu bizlere. Sürekli olarak gelişen dünyanın ihtiyaçlarına göre verilen eğitimlerle bu alev hep bizlerin içinde oldu. Bizlere bazen küçük bir kıvılcımın hikayesi o kadar güzel geldi ki… Atılım-MED bizlerin içindeki işte o küçük kıvılcımı hep yaşatmak için var ve var olmaya devam edecek. Mezun olan arkadaşlarımızla birlikte sizleri Mezunlar Derneğimize davet ediyoruz. Atılım MED olarak bizler eminiz ki küçük bir kıvılcım bir ömre yetecek mutluluktur. Atılım Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünden Şubat 2009 ve Mekatronik Mühendisliği bölümünden Haziran 2009’da mezun oldum. Elektrik Elektronik Mühendisliği bitirme projemi sunduktan bir gün sonra Turkish Aerospace Industry (TAI)’ de ilk iş mülakatıma katıldım ve Nisan 2009’da işe başladım. Her şey o kadar hızlı gelişti ki, Mayıs ayı içerisinde İsveç’in en iyi, Avrupa’nın ise en iyi 9. üniversitesi olarak gösterilen Kraliyet Teknoloji Üniversitesinin “System-on-Chip Design” isimli yüksek lisans programından kabul aldım ve Eylül ayında çalışmaktan çok gurur duyduğum ve sevdiğim TAI’den ayrılarak Stokholm’e geldim. Her milletten öğrencinin bulunduğu bölümümde tek Türk olarak öğrencilik hayatıma devam etmekteyim. Dernek olarak da benimsediğimiz ve izinde yürümeye çalıştığımız yüce önder Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle yazımızı tamamlamak istiyoruz. Bir yıl gibi kısa bir sürede hayatımda gerçekleşen bu güzel gelişmelerin Atılım Üniversitesinde aldığım eğitimin birer meyvesi olduğuna inanıyorum. Özellikle hocalarımıza istediğimiz zaman ulaşabilmemiz ve bizimle gerektiğinde birebir ilgilenmeleri bizim için bulunmaz bir imkândı. Bununla beraber, gerek TAI’de işe kabul edilmemde gerekse İsveç’te yüksek lisans programına kabul edilmemde hocalarımızın referanslarının çok etkili olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, üniversitemizin bize sağlamış olduğu erasmus programıyla bir dönem Finlandiya’da eğitim görme fırsatı, vizyonumu genişletmem açısından farklı bir deneyim olmuştur. “Hayatta tam mutluluk ve esenlik ancak gelecek kuşakların şerefi, varlığı, esenliği için çalışmakta bulunabilir.” Atılım-MED Ayşe Kılıç (Başkan), Nevzat Kocasaraç (Sayman), Alper Kendi (Yönetim Kurulu Üyesi), Erdem Özyurt (Yönetim Kurulu Üyesi), Servet Tokat (Yönetim Kurulu Üyesi) Her türlü öneri ve fikirleriniz için; Atılım-MED İletişim Bilgileri Web: www.atilim-med.org.tr Tel: 0530 630 95 52 E-Posta: [email protected] [email protected] İleride çok başarılı olacağına inandığım üniversitemizin mezun neferlerinden biri olmaktan çok gurur duyuyorum. Üniversitemizi sadece Türkiye’de değil, dünyada en iyi üniversiteler arasında görmek dileğiyle. Durmak yok, Geleceğe İZ bırakmaya devam. 52 KARİYER Mezuniyetten sonra geçen yıllara rağmen ATÜ ruhundaki heyacanı yaşamaya devam ediyorum ve gelecekte atacağımız güçlü adımlarla ATÜ ruhunu daha da pekiştirebileceğimize inanıyorum. Ayşin Çağlar Kuşakcılar EEC,92/57/EEC ve 1999/42/EC sayılı AB Direktifleri Konusundaki sempozyum ve tartışmalara aktif olarak kalıtıp, takdir aldım. T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile 126 milyon EURO Bütçeli “AB Mali İşbirliği Programlama” toplantısında eş raportörlük yaptım. Atılım Üniversitesi İktisat Bölümü Mezunu Bölüm Birincisi Avrupa Birliği’ nin “Yaşam ve Çalışma Koşullarını İyileştirme Vakfı (Dublin Vakfı)” nın seminerlerinde ve organizasyonlarında aktif olarak çalışıp, etkin rol aldım. AB Müktesabatının Üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programı konusunda eğitim aldım ve başarıyla tamamladım. Herkesin hedeflediği ve gelecek için kendi adıma en büyük yatırım olan üniversiteye başladığımda, heyecanlı ve tarif edilemez bir sabırsızlık içerisindeydim. O ilk yıllarda “Nasıl bitecek?”derken, çabucak geçen yıllar içinde karşılaştığım “Neden?” ve “Ne için?” sorularına yanıt bulabilmek için doğru bir ana bilim dalı olan İKTİSAT’ı ve araştırmayı çok seven meraklı ben için; ezbere dayanmayan, somut ve soyut, hayatımıza yön vermemizi kolaylaştıran anahtar bilgilere ulaşmamı sağlayan, doğru üniversiteyi seçtiğimi anladım. Bu bilgilere ulaşmak için hazırlanan koşullar ne kadar önemliyse, onlara ulaşabilme yolunu tanıtabilmekte o kadar önemli. İşte iyi bir akademik eğitimin yanında, seçkin akademisyenleriyle çağdaş eğitimin her türlü olanağını sunabilen ve bu olanaklardan yararlanılabilmesi için teşvik edebilen Atılım Üniversitesi, sevgisaygı ortamında sosyal ve mesleki yönden gelişimim için gerekeni yaptı. Türkiye’ nin AB Komisyonu’ na her yıl düzenli olarak sunduğu Türkiye İlerleme Raporu çalışmalarına katıldım. T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ nda ISO 9001/2000 Toplam Kalite Yönetimi Belgesi Eğitimine katılıp, yapılan sınavda başarılı bulundum. Yukarıda anlattığım çalışmalarımın hepsinin değerlendirildiği belgede T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığı’nın kullandığı kelimelerle ”şahsımı fevkalade başarılı bulduklarını ve bundan sonra alacağım görevlerde de başarılı olacağım kanaatine taraflarınca hasıl olmalarını” yazmaları beni onurlandırdı. Bu izler, beni ve ailemi daha büyük bir onur tablosuna sürüklüyordu. Elbette, ben bunu 2003 yılı Atılım Üniversite’ si İşletme Fakültesi/İktisat Bölümü’nü Birinci (Şeref Öğrencisi) olarak bitirdiğimde yaşadım. Bu sunulanlarla hazırladığım bilgi birikimim sonucunda 4. Sınıfta okurken Üniversite öğrencileri arasından seçilerek katıldığım ve Atılım Üniversite’si öğretim üyeleri sayesinde haberdar olduğum “Avrupa Birliği‘n de Sosyal Politika ve İstihdam, Kişilerin Serbest Dolaşımı ve Mesleki Kalifikasyonların Tanınması” staj programında somut başarılar elde ettim. Şimdi ise çocukluğumdan beri çalışmak istediğim 25 yıllık köklü bir sosyal ve mesleki yapıya sahip, seçkin çalışanları olan dev bir şirket,TUSAŞ-TÜRK Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. de çalışmaktan mutlu ve gururluyum. 2005 yılından bu yana TUSAŞ Mali İşler Başkanlığı/Bütçe ve Finansman Şefliği/Uzman Yardımcısı olarak çalışmaktayım. Uluslararası Çalışma Örgütü(ILO) ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’ nde TAIEX tarafından gerçekleştiren 89/48/ 53 KARİYER 2009 Yılında “Yılın Girişimcisi Ödülü”nü alan sıra dışı Üniversiteliler İnternet üzerine projeler üreten iki genç girişimci Aykut Karaalioğlu ve Ali Rıza Babaoğlan, kullanıcıların bir kez internette eriştiği bilgiye tekrar daha hızlı ulaşmasını sağlayan bir sistem geliştirdi. “Marro.ws” adını verdikleri bu proje ile en büyük internet konferansı olan Next’e konuşmacı olarak davet edildiler ve Google, Facebook, Ebay, Xing gibi internet alandaki devlerin CEO’larına projelerini ve çalışmalarını anlattılar. İkili, geçtiğimiz yılın en iyilerini seçmek için düzenlenen Webrazzi 2009 oylamasında da “Yılın Web Girişimcisi” seçildi. 2008-2009 Bahar Dönemi’nde Üniversitemize gelerek konferans veren Aykut Karaalioğlu ile yaptığımız söyleşiyi sizlere sunuyoruz. Proje fikrinin çıkışı ise biraz enteresan. Projede birlikte çalıştığımız ortağım Ali Rıza Babaoğlan bir gün annesinin internetten topladığı yemek tariflerini not ettiği not defterinin kaybolduğunu öğreniyor ve bu bilgilere tekrar daha hızlı ulaşabilmesini sağlamak adına böyle bir proje planlıyor. Proje planını ilk kez benimle paylaştı ve birlikte bu işe girişmeye karar verdik. Projenin ismi olan “Marrows”un Türkçe anlamı ise omurilik. İsim ise geleceğin internet sistemleri için bir omurilik oluşturma çalışması yapmamızdan geliyor. İlk başta projenin sunumunu Dünyanın en büyük internet konferanslarından biri olan Next’09’da paylaştıktan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde Impreda Teknolojiyi taşımamızla devam eden bir gelişme. Su an 8 kişilik bir ekip aynı zamanlı iki ülkede ofisi olan bir proje. Aykut Bey kendinizden biraz bahsedebilir misiniz? 22 Temmuz 1987 Ankara Doğumluyum. Impreda Teknoloji şirketinin kurucu ortağı ve yöneticisiyim. Marro.ws adlı yeni nesil internet projesini geliştirip, dünyada duyurmak için çalışıyoruz. Aynı zamanda Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler 3. Sınıf öğrencisiyim. Size yılın girişimcisi ödülünü kazandıran Marro.ws projesinden biraz bahsedebilir misiniz? Projenin çıkış noktası nedir ve bugün bu noktaya nasıl geldiniz? Marro.ws projesinin amacı, kullanıcıların bir kere internet üzerinde eriştiği bilgiye tekrar çok daha hızlı bir şekilde erişebilmesini sağlamak. Marro.ws önemli gördüğünüz bilgileri sizin için saklıyor ve dünyanın her yerinde bu bilgiyi istediğiniz formatta tekrar size sunabiliyor. Marro.ws bu anlamda bir gerçek zamanlı içerik saklama ve paylaşma sistemi. Alanında ise dünyada henüz rakibi olmayan bir sistem. 54 KARİYER Sizi destekleyen ulusal veya uluslararası herhangi bir şirket var mı? Bizi destekleyen şu an iki tane uluslararası şirket var. Sun Microsystem ve Microsoft tarafından altyapımızı geliştiriyoruz fakat şu an uluslararası yatırım fonları ile görüşüyoruz. Üniversite öğrencisi olarak profesyonel yöneticilik yapmak nasıl bir duygu? Zor yanları neler? Özellikle üniversite hayatı gibi eğlenceli ve çok rahat bir ortamdan iş dünyası gibi zorlu ve rekabetin içerisinde bir arada bulunmak tabii ki zorluyor. Ama ben halimden memnunum çünkü bu bir hayat tarzı ve benim tercihim. Ama tabiî ki dersleri de aksatmamaya çalışıyorum, sonuç itibariyle okuduğum bölüm de tamamen uluslararası bir şeyler yapmam için beni motive ediyor. 2010 yılı içinde ne gibi çalışmalarınız olacak? Projeyi kullanıma açtığımız Mayıs 2009 tarihinden bu yana kullanıcılardan gelen şikâyetleri topladık, araştırmalar yaptık ve çok daha iyi bir sistem tasarladık. 2010’un ilk çeyreğinde bu sistemi son kullanıcılarımızın kullanımına sunmayı ve yeni yatırımlarla hedef büyütmeyi planlıyoruz. Marro.ws ‘nin geleceği ile ilgili ne gibi projeleriniz var? Marro.ws projesi yeni nesil bir internet girişimi ve sakladığınız - aynı zamanda paylaştınız- yazılar ve resimler üzerinden sosyalleşebiliyorsunuz. İlerleyen aşamalarda marro.ws ‘de profiliniz üzerinden kişiye özel arama motoru oluşturacağız ve bununla birlikte internette bulunan gereksiz bilgilerden arındırılmış tamamen kişilerin sakladıkları yazılar üzerinden kişiye özel gelişmiş bir arama motoru hedefimiz. Ayrıca Amerika’da Ursinus College ile başladığımız, üniversitelere özel saklama ve online database oluşturma şansları olacak. Ayrıca sektöre sokmayı planladığımız farklı girişim projeleri ve açıklayacağımız farklı iş ortaklıkları haberleri mevcut. 2010 için büyük beklentilerimiz ve yüksek çalışma enerjimiz mevcut. Bu alanda bize güvenip günümüz şartlarına göre çok küçük meblağlarda risk sermayesi sağlayabilecek kişilerle tanışmak ve projelerimizi anlatarak birlikte büyüyebilmeyi istiyoruz. 10 yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz? Bu alanda risk sermayesi sağlayabilecek kişilere ise söylemek istediğimiz tek şey; 10 yıl önce Google’ın %1 hissesini ya da 4 yıl önce Facebook’un %1 hissesini almış olsaydınız şu an dünyanın en zengin kişileri arasındaydınız. Google ve Facebook treni kaçmış olabilir ama bu alanda biz de varız! 10 yıl sonra ortağım Ali ile emekli olma düşüncemiz var. Bu aslında emeklilikten ziyade bir nevi dünyayı dolaşma ve genç girişimcilere destek olmak. Melek yatırımcı olarak onların hayallerini gerçekleştirmek. Aynı zamanda Türkiye’de yaygın olan öğrenilmiş çaresizlikleri engellemek ve yeni nesil rol modeller olup önlerini açabilmek. Son olarak, genç bir girişimci olarak, sizin gibi üniversite öğrencisi olan kişilere ne gibi tavsiyeleriniz var? Bize biraz ekibinizden bahsedebilir misiniz? Kaç kişiden oluşuyor ve bu ekibi nasıl oluşturdunuz? Özellikle genç girişimcileri bazı noktalarda uyarmak ve yüreklendirmek istiyorum. Girişimcilik çok zor aynı zamanda çok eğlenceli bir iş. Sonuç itibariyle herkes girişimci olacak diye bir durum yok fakat özellikle üniversite sıralarında gelişen fikirlerini ve düşüncelerini eğer çok inanıyor ve güveniyorlarsa mutlaka peşlerinden koşsunlar. İlk baslarda kendi iç dinamikleri ile geliştirsinler sonra da uluslararası bir etkinlikte bu fikirlerini dile getirsinler. Ekibimiz şu an 8 kişiden oluşuyor. 1 Amerikalı, bir İranlı ve bizden hariç 4 tane Türk arkadaşımız var. Şu an projenin geliştirmesini Türkiye’deki teknik altyapıdaki arkadaşlarımızla yapıyoruz. Amerika’da ise yılın 6 ayında bulunduğumuz vakitlerde pazarlama ve tanıtım çalışmaları yürütüyoruz. 55 KULÜPLER Sahne-Sporları Kulübü “Yerli-Yersiz” Yerli-Yersiz ekibi, 2008 yılında Sahne-Sporları Kulübü bünyesinde kuruldu. Kuruluş amacı Türkiye’de yeni yeni gündeme gelen ‘’Tiyatro Sporu’’ olgusunu işlemek ve yaymaktı. Tiyatro Sporu çok eğlenceli ve bir o kadar da yaratıcılık gerektiren bir oyundur. Temelde iki takımın karşılıklı doğaçlama oyunlar oynamasına dayanır. Ali Ercan Özcan, Atilla Türker, Barış Çırıka, Burcu Çırtlık, Sercan Bilgiç, Yesügay Besci ve Yunus Emre Boyacıoğlu 3 yıllık birliktelikleriyle Yerli-Yersiz’e can veriyor. anlaşabilmeniz gerekiyor ki işin en çetrefilli kısmı da bu. Seyirci bizim her şeyimiz. Bizi vezir de ederler rezilde çünkü seyirciler hem yönlendirici hem oyuncu hem jüri hem de hakem görevini üstleniyorlar ve bundan haince zevk alıyorlar. Takımda 6 erkekle başa çıkmak gerçekten çok zor olsa da oyunlarımızda bayan sıkıntısı çektiğimizi pek söyleyemem. Yerli-Yersiz gibi ekipleri yönetmek ve bir arada tutmak sabır ve çok ciddi bir özveri gerektiriyor. Takımın kurulduğu kadroyla devam etmesinin en büyük nedenlerinden biride oyuncuların bu işe büyük bir önem ve özveriyle bakmasıdır. Burcu ÇIRTLIK Yerli-Yersiz yedi kafadarın ‘’Hadi Eğlenelim’’ fikriyle ortaya çıktı. Zaten takım kurulmadan önce de biz kendi halinde eğlenmeyi ve şamata yapmayı seven bir gruptuk. Ortalığı birbirine katıp yerimizde duramadığımız çok olmuştur. Tiyatro sporuyla beraber bu şamatalarımız sistematik hale geldi. İnsanlar genelde bizim yaptığımız şeyi öylece damdan düşer gibi yaptığımızı düşünüyorlar ama bizim sahneye çıkmadan önce bir yıllık ciddi bir hazırlığımız oldu. Şu anda da haftada belli günler antrenmanlarımızı devam ettiriyoruz.’’Madem her şey doğaçlama neye hazırlanıyorsunuz’’ diye soranlar oluyor, doğaçlama bir beyin egzersizi özünde, ne kadar formda olursanız o kadar iyi kurgularsınız. Her şeyden önce takım olmayı öğrenmek lazım. Takım arkadaşınızın neye nasıl tepki vereceğini kestirmeniz ve konuşmadan hatta bakışmadan Yunus Emre BOYACIOĞLU Dürüst olmak gerekirse ilk başlarda bu fikre pek sıcak bakmadım “Aman, Burcu bunu 2 gün ister 3. gün vazgeçer” dedim. Ama oturup kendime “Neden olmasın ki” sorusunu sorduğumda hiç düşünmeden ekibe dahil oldum. “Nasıl yapıyorsunuz bir anda” dediklerinde verdiğim cevap beni de tatmin etmiyor çünkü bende bilmiyorum, adı üstünde doğaçlama, bir anda sözcükler hareketler akıp gidiyor bedeninizden. Tiyatro eğitimim ve tecrübem olmasına rağmen Yerli-Yersiz ‘in ilk gösterisinde heyecandan boğazım kurumuştu. Bu öyle bir spor ki bir anlık hata veya kilitlenme sizin bütün gösteriyi mahvetmenize sebep olabiliyor. Bunu yenmenin en temel kuralı ise oyuncuların birbirlerine olan güvenleri. Takım arkadaşın seni ipten de alabilir, seni derin bir kuyuya da itebilir. Biz tiyatro sporunda uzman değiliz, fakat takım arkadaşlarımın elinden gelenin en iyisini yaptığını bilmek beni motive ediyor. Uzun bir antrenman sürecinden sonra tekrardan saha(sahne) lara dönmek için gün sayıyoruz. Sercan BİLGİÇ Eminim arkadaşlarım da bahsedecekler ama ben de bir vurgulayayım dedim. Bu grup, özünde sadece ama sadece eğlenmek ve eğlendirmek üzere kuruldu, özetle doğaçlamak 56 KULÜPLER anlayabilir. Sonuç olarak; Yerli-Yersiz kardeşlerin bir olduğu, tatlı çekişmelerin oyunlara heyecan ve keyif kattığı, amaçları insanlarla beraber eğlenmek olan, kahkahanın değerini bilen ve bu uğurda elinden geleni yapan 7 kişiden oluşuyor. için . Doğaçlamak dedim de, öyle yazıldığı gibi kolay değil bu meret. Eğer ki beceremezsen insanı çırılçıplak bırakıyor anında. Biz olabildiğince kendi yolumuzu çizdik ve bu yolda iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış yoktu artık bizim için ve her birimiz kişisel olarak özgürleşebildik, sahnenin yaşamdan yalıtılmış bir sihir alanı olmadığını gördük. Bütün bunların haricinde tiyatro sporu aslında bir tiyatrodan daha çok, seyircinin katılımıyla zenginleşen bir şov , bir müsabaka, bir spor. Şov diyorum, çünkü normal metinli tiyatroyla kıyaslanılmayacak kadar hareketli ve interaktif. Ayrıca yazılı metin, dekor, kostüm ve yönetmen gibi olgulara da sahip değil. Yukarıda da belirttiğim gibi oyunun en temel öğeleri seyircinin üzerine kurulu. Atilla TÜRKER Doğaçlamayı tanımlamaya gerek duymuyorum, çünkü tanımı yoktur. Dünyadaki her insan için ayrı bir tanım oluşturulabilir. Doğaçlama, kişiye özeldir. Bu yüzden, sizlere doğaçlamanın zor ve kolay, eğlenceli yönlerini kendimce anlatmaya çalışayım. Doğaçlama, kolay yapılamayan ama can sıkmayan, sözde bir anda ama içten içe kurgulanan bir oyundur. Zor tarafı, emek harcamayı gerektirmesi, kolay tarafı ise, bu emeğin karşılığını hemencecik alabilmektir. Gösterileri izlemenizi, hatta isterseniz yer almanızı isterim. Çünkü doğaçlamanın en güzel yanı, 1.55 olan Burcu’yu dünyanın en uzun insanı gibi görebilmek, Sercan’ı Zeyna olarak hayal edebilmek, Ercan’ın taklitleriyle eğlenmek, Barış’ın efektleriyle şaşırmak, Yunus’un sivri topukla yürüyemeyişine şahit olmak, Yesu’nun taramalı tüfek hızıyla konuşmasını dinlemektir. Herkes birer doğaçlamacıdır aslında, hayata doğaçlama satan. Gösterilerimize hepinizi bekliyoruz. Biz bir grubuz, adı Yerli-Yersiz, güldürürüz ha yerli ha yersiz. Barış ÇIRIKA Bu fikrin Burcu’nun aklından çıktığını duyduğumda, nasıl hakkından gelebileceğimi düşündüm. Kabul ettim çünkü kadro en yakın arkadaşlarımdan kuruluyordu. Aslında sohbetlerimiz sırasında yapılan geyikleri sahne ortamına taşımak gibi olacağını düşündüğüm için içim rahattı. Antrenmanlar başladığında evdeki hesabın çarşıya uymadığını anladım, çok sıkı çalışmak gerekiyordu. Ben grubun efekt sorumlusuyum sadece. Gerek duyarsam devredeyim buna rağmen gösterilerde hata yapmanın ne gibi sıkıntılar doğuracağını düşünmek beni her zaman heyecana sürüklemiştir. Hatanın olası sonuçlarını öngörebildiğimizden eğlenmek için başladığımız bu serüven ciddi bir iş edasına büründü. Takım olmayı başarmak, yaratılan hikayeyi anlamak, ona göre kendini hazırlamak çok önemli, lakin her şov sonrası yaşanılan mutluluğu ve gururu sadece yaşayan 57 KULÜPLER ATIC (Atılım Translation & Interpretation Club) Çeviri, Dilbiliminde bir dildeki metnin diğer bir dile aktarılması işlemidir. Arapça olan ‘tercüme’ sözcüğünün yerini günümüzde ‘çeviri’ almıştır. Çeviri yapan kişiyi göstermek amacıyla kullanılan “çevirmen” sözcüğü ise eski dilde “yazılı çeviri” yapan kişi için kullanılan mütercim ile “sözlü çeviri” yapan kişi için kullanılan tercüman kavramlarının yerine kullanılmaktadır. İnsanlık tarihinde farklı dillerin oluşmasıyla birlikte çeviri gereksinimi ortaya çıkmıştır. 100.000 yıl önce dillerin ortaya çıktığı, yazının 5.000 yıl önce bulunduğu düşünülürse çevirinin oldukça eskilere dayandığı söylenebilir. Çeviri gelişen ve değişen dünya ile birlikte çok daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Bunun üzerine Türkiye’de ve Dünya’nın birçok ülkesinde Mütercim Tercümanlık bölümleri açılmıştır. Ali Ercan ÖZCAN Bence doğaçlamayı açıklamanın en basit yolu hayatı örnek vermektir. Çoğu şeyi yapmadan önce zihnimizde planlarız, doğru! Peki ya hesapta olmayan bir şey oluverirse? İşte o zaman “yerli yersiz” hareketler, cevaplar ortaya çıkar. Burcu’nun “yerli yersiz” fikri ile geldiği gün aklıma ilk seferinde geçici hevesten başka bir şey olmadığı geldi; ancak zamanla fikri benimsedim. Şimdi başladığımız yerden çok yol aldığımızı görüyorum ve gerçekten çok seviniyorum. Biz takım olarak birbirimizin yazdığını silmeden hikayeleri satır satır sahnelerde yansıtıyoruz. Bu bizim için günlük hayattaki eğlenceli sohbetlerimizi sahne adında bir kafede yapmamızdan başka bir şey değil. Eğer ki sohbetlerimiz sıkmaya başlarsa, konuyu değiştirecek kadar esneğiz. Biz eğlendiğimiz kadar eğlendirebiliyorsak eğer, bu tiyatro sporu bizim için devam ediyor demektir ve herkesi hayal alemimize bekliyor olacağız. Atılım Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü öğrencileri tarafından 2001 yılında kurulan ATIC (Atılım Translation & Interpretation Club) olarak; bölüm öğrencilerinin hem öğrencilik dönemlerindeki sorunlarının çözümlerine yardımcı olabilmeyi hem de mesleklerini icra etmeye başladıklarında karşılaşacakları zorlukları anlamalarını sağlamayı hedefliyoruz. Hedeflerimizi gerçekleştirmek için de her yıl Üniversitemize ülkemizde çevirmenlik işini hem akademik olarak sürdüren hem de piyasada faal olarak çalışan tercümanları davet ediyor, söyleşiler ve konferanslar düzenliyoruz. Geçtiğimiz yılki etkinlik takvimimizde Birleşik Konferans Tercümanları Derneği’nin çok değerli üyelerinden Ayşegül Bahçıvan’ı ve Işıl Demirkan’ı ağırladık. Kendileriyle simultane çeviri ve piyasası üzerine konuştuk.. Sn. Sertan Ceylanı, Sn. Kamil Kartalı ve Sn. Sabri Gürsesi ile çevirmenlik mesleği ve çevri piyasası üzerine konuştuk. Yesügay BESCİ Suya yazı yazmak gibi yaptığımız şey. Gösterilerden sonra geriye sadece en çarpıcı anlar kalıyor. Ortamımız müsait olmadığından siyasi ve güncel motiflere çok fazla yer veremiyoruz oyunlarımızda ama içten içe insanlara “eğlenin” mesajı veriyoruz. Hayatta yapılabilecek en zor ve en kolay aktivite gülmek ve biz seyircilerimizi buna zorluyoruz. Ne maddi ne de sosyal bir beklentimiz var. Tek ihtiyacımız olan aktif ve eğlenebilen bir seyirci kitlesi. Gösterilerimizde bu güne kadar çocuklar da dahil olmak üzere farklı konumlarda pek çok seyirciyi ağırladık umarız bundan sonrada ağırlamaya devam edeceğiz. ATIC olarak bu dönemde de etkinliklerimize ara vermeden devam ediyoruz. Sultan BÜYÜKÇOLPAN Atılım Üniversitesi ATIC Başkanı 58 BİLİM VE FELSEFE BİLİM FELSEFESİ felsefelerini es geçeceğim. En iyisi Cemal Hoca’dan (Prof. Cemal Yıldırım) devam etmek... Bilim Felsefesi nedir? Bu soruya kısa ve kesin bir yanıt vermek güçtür; ama bir ilk belirleme olarak bilim felsefesini, bilimi anlamaya yönelik felsefik bir çalışma olarak niteleyebiliriz. Genel terimlerle dile getirilen bu nitelemeyi daha belirgin hale getirmek için bilim ve felsefeden ne anladığımızı belirtmemiz gerekir. Bilim, inceleme konusu olguları açıklayıcı hipotez veya kuramlar oluşturma, bunların doğruluk değerini gözlemsel verilere giderek yoklama sürecidir. Felsefenin işlevi ise değişiktir. Felsefe, hiç değilse çağdaş anlamıyla, ne olguları anlamaya ne de bilgi üretmeye yönelik bir etkinliktir. Felsefe çeşitli yollardan edindiğimiz tüm deneyim ve bilgilerimizi anlam açısından çözümleme, kendi içinde tutarlı bir anlayış kurma çabasıdır. Öyleyse, bilim felsefesi bilimsel bir çalışma değil, bilimi düşünsel bir etkinlik olarak açıklığa kavuşturma, anlamlı kılma girişimidir. Başka bir deyişle, bilim felsefesi bilimin kavramsal yapısını, olguları betimleme, öndeme ve açıklama yöntemini, doğruluk savlarına ilişkin ölçütleri irdeleme; bilim ile “sözde bilim” diye bilinen astroloji, parapsikoloji gibi çalışmalar arasındaki temel farkı belirleme etkinliğidir. Yrd.Doç.Dr. T. Erman Erkan Atılım Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Bilim Felsefesi, “bilim” ve “felsefe”den oluşan bir tamlama değildir, o yüzden her şeye etimolojik girişler yapıp sonra sonunu getiremeyenlere göre bir yazı yazmayı düşünmüyorum. Bilimsel felsefenin doğuşuna girip Reichenbach’ı yorumlamaya kalkmak için de henüz bu sayfanın ömrü gereği çok erken. Konunun Türkiye’deki uzmanlarından, “yapıştırma” değil gerçek ünvanlı profesörlerinden (bu konu çok önemli olduğu için ısrarla vurguluyorum, çünkü emek hırsızı haysiyetsizlerle gerçeklerini birbirinden ayırmak çok önemli) Cemal Yıldırım’ın bir Felsefe Kongresi’ndeki sözleriyle başlamak istiyorum. “Ortaöğretimden geçmiş pek çok kimse, yüzeysel de olsa fizik, biyoloji, psikoloji vb bilimlerin ne tür çalışmalar olduğunu bilir; dahası belki de felsefe ile bilim arasındaki temel yaklaşım farkının da ayırdındadır. Ama “Bilim Felsefesi nedir?” sorusuna yalnızca sıradan kimselerin değil, çoğu aydınların, hatta kimi bilim adamlarının bile açık ve doyurucu bir yanıt verebileceği söylenemez. Bunun nedeni bilim felsefesinin anlaşılması güç, karmaşık bir uğraş olmasından çok entelektüel yaşantımıza henüz yeterince girememiş olmasıdır” diye başlar ve bitirir Profesör Yıldırım. Zor oldu ama konuya giriş yapmayı başardık, bundan sonraki konular bir sistem bütünlüğü içinde yağ gibi kayacak. Ama okumayan düşünmeyen beyinler ne olacak? Bir de bunlar üniversitelerde ise, vah onlardan ders almak zorunda olan genç beyinlere. Okumazsan, düşünmezsen ve dolayısıyla sentezleyemezsen ne yaparsın? Ne olacak rant kavgası; nasıl bir kavga bu? Ahlaksızların gen haritasında sıklıkla rastlanan; günü kurtarma, geleceği de kendi onursuz geleceğinden ibaret zannedip bekasını ve tebaasını sürdürme isteği. Bunlar şimdilik istediklerini alıyor gözükebilirler ama ileride eğilseler de alamayacaklar... Aslında bu köşede bu konuya erken girdiğimin farkındayım, akımlar dolayısıyla filozoflar arası bir karşılaştırma yapıp kolaylıkla yazabilirdim. İddialı konuya erken girdiğim için bir dolu şeye yüzeysel değinemeyeceğim bile. Ne yazsam başka bir şey eksik kalacak, saygı duyduğum filozofları veya onların bilim Yararlanılan Kaynaklar: Cemal Yıldırım, Bilimsel Düşünme Yöntemi, İmge, Ankara, 2008 Doninique Lecourt, Bilim Felsefesi, Dost, Ankara, 2006 59 BİLİM ve FELSEFE AKADEMİSYENİN İNSANLIK YOLCULUĞU ve felsefe, özgürlük gerektirir. Bilim insanı, rütbeye ve unvana hürmet etmez. Akademisyenin de öncelikle daha ve daha fazla insan, sonra ise bilim insanı ve bilge insan olma doğrultusunda olması, olgunlaşması gereklidir. Akademisyenin, ‘daha iyi insan olma yönünde çaba gösterme sorumluluğu’ vardır. NOKTA-İ NAZAR Modern iktisadi ilişkiler, bireyci faydacılığı güçlendirir yönde gelişmektedir. Bireyci faydacılığın insanı ‘iyi insan’ yapan nitelikleri hamlaştırma potansiyeli ise güçlüdür. Can’a saygıyı canlı tutabilmek ancak insanın kendini olumlu yönde yeniden inşa etmeye uğraşmasıyla mümkündür. Can’a saygı, Emmanuel Levinas’ın sözlerine kulak vermeyi gerektirir. Michael L. Morgan’ın Discovering Levinas kitabı (2007, Cambridge University Press), Levinas’ı anlamak için, güzel bir başlangıçtır. Morgan’ın da belirttiği gibi, ‘ötekinin yüzü’ Levinas felsefesinin merkezindedir: Ötekinin yüzüyle ilişki, öldürmeyi olanaksız kılandır. ‘Ötekinin yüzü’, buyruktur. Bana umutsuzluğu, yoksulluğu ve muhtaçlığı ile itiraz eden, pasif olarak direnendir. “Beni öldürme”, “Bana yer aç”, “Beni besle”, “Dünyayı benimle paylaş”, “Istırabımı azalt” itirazıdır, buyruğudur. İtirazı ve buyruğuyla ‘ben’in iyiliğini harekete geçirendir. ‘Öteki’, farklı olan, aynı olmayandır. Ben ve öteki arasındaki ilişki bilişsel değildir. Gündelik yaşamdaki sevgi, aşk, ilgi, cömertlik ve duyarlılığın alanındadır. Ötekinin yüzüyle ilişki içinde olan ‘ben’ ise sorumluluk yüklüdür, vermeye hazırdır. Öteki, sonsuzluktur. ‘Öteki’ ile olan ilişki; yasa, ahlak, siyaset öncesidir. Esas ihtiyaç, ideoloji ve siyaset değil; insanlık, iyilik ve etiktir. Etik, dilin ve müşterekliğin zeminidir. Ötekinin yüzü de dilin, yargının, kavramların, düşüncelerin, ahlaki sistemlerin ve siyasi değerlerin zeminidir. Yrd.Doç.Dr. Fatma Ülkü Selçuk Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Daha hızlı ve daha fazla kazanmaya, statü ve para ile gücünü artırmaya koşullanan günümüz insanı, ‘ye kürküm ye’ dünyasının derinlikten yoksun yüzeyinde kaybolmuştur. Ruhu rekabetle kaplı hırs tutsağı çoğu kişi, kısa sayılabilecek yaşamını huzursuzluk döngüsüne hapsetmiştir. Var olduğunu hissedebilmek için kendine itaat edildiğini hissetmeye gereksinim duyar. İtaatsizlik paranoyasına kapıldığında ise dünyası yıkılır. Kuruntularında kaybolur, kendini ‘yok olmuş’ hisseder, varlığını yeniden hissetmeye çabalar. Ölümdür uzaklaşmaya çalıştığı. Yaşadığını ancak iktidarını kurarak algılar. ‘Sözüne’ ve ‘iznine’ tâbi kıldıkça insanları, rahatlar. Bağladığı insanlarla yaşama tutunur bilinçsizce, kıymet verdiği hiyerarşideki üstlerine itaatte ise kusur etmez. Güç kutsaldır onun için, taptığı iktidardır. Tâbi kılmanın esiri olur. Yaşamı herkes gibi biter günün birinde. Haddini bilmek erdem ise de bilişsel kapasitesinin sınırlarının farkında olmayan türden akıl sahipleri, ‘farklı’ olana tahammül edemez. Varlık dünyasına tehdit olarak algıladığı düşünceleri hemen uzaklaştırmaya, susturmaya çalışır. Levinas’ın ötekinin yüzüyle ilişki konusunda yazdıkları, can’a saygının da temelidir. Akademisyen, öteki olanın yüzünü idrak etmeli, meslektaş ve öğrencileriyle ilişkilerinde tâbi kılmanın tutsak edici iktidarından olabildiğince kaçınmalı; duyarlılık, sevgi ve saygıyla var olmaya çabalamalıdır. İnsanın merhametli, bağışlayıcı ve onarıcı yönü, ötekinin yüzünü idrak etmesini olanaklı kılan özellikleridir, kısa yaşantısını anlamlı kılandır. Mutlak bağışlayıcı ve merhamet kaynağı olmamız mümkün değil ise de nispeten merhametli, bağışlayıcı ve onarıcı olmamız mümkündür. “Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok / Nice elbiseler gördüm içinde insan yok” diyen Mevlana’nın sözlerini unutmamalıyız. Var olmak, insan gibi insan olmaya çabaladıkça anlamlıdır. Kör hırs ise insanı tutsaklaştırandır. İnsanlaşma, ömür boyu süren bir yolculuktur. Akademisyenlerin de gündelik hırslarından sıyrılarak insanlık ve bilgelik yolculuğuna çıkmalarında fayda vardır. İzimiz doğrudan yana olmalıdır. Gerçeklik arayışı, can’a saygı kaydıyla kendi içinde kıymetlidir oysa ki. Bilim ve felsefe, sorgulanmayanı sorgulamayı gerektirir. Haddini aşmak bilimsel, felsefi soruşturmaların olmazsa olmazıdır. Bilge insan, haddi aşarken haddini bilendir. Cehaletinin farkında olandır. Sokrates gibi, bilmediğini bilendir. Günümüzün bilgi merkezi üniversiteler ise faydacılık ve rekabet çemberiyle sarılmıştır. Buna rağmen olumlu yaşam ve yaşamı dönüştürme potansiyelleri büyüktür. Üniversitelerdeki insan ilişkilerinin can’a saygı temelinde yeniden inşası bu nedenle çok önemlidir. Akademisyen, meslektaşını öncelikle insan olarak görecek şekilde dönüşmeli; insana saygı, varlığının özünü oluşturmalıdır. Bilim 60 BİLİM ve FELSEFE FELSEFİ AŞK mutluluk hayallerinden. Damlalar gittikçe hızlanıyor ve gittikçe su ile doluyor kilit taşlarının arası. Boğulacakken, ölecekken, yok olacakken zavallı karınca; bir çekirdek kabuğu atılıyor yere. O çekirdek kabuğu kurtarıyor zavallı karıncayı. Kendini tam bitmiş bir durumda sanan ve son olarak başını göğe kaldıran karınca el ele tutuşmuş o iki genci görüyor ve onlar sayesinde kaybolmaktan, sonsuzluk boşluğuna gitmekten kurtuluyor. “Felsefe düşüncenin mikroskobudur.” diyor Victor Hugo. Felsefi aşk da düşüncenin mikroskobu olmalı bence. Her ben aşığım diyen kişi Aşk ayı olan şubat ayında ve 14 Şubatta sevgilisinin gözüne baktığında, düşüncelerini o göz mikroskobuna dökmeli. İnsan insana değil; insan Felsefi Aşk’a vurulmalı. Yıllar, yollar, yalanlar yıldırmamalı. Felsefi Aşk, düşüncelerde, sorgulamalarda ve filia kelimesinde gizli kalmalı. Bu ayrıcalık kalplerde ve aşk ile yazılan üç beş satırda yaşamalı… “Felsefe ile uğraşmanın zamanının daha gelmediğini ya da artık geçmiş olduğunu söylemek, mutlu olmanın zamanı daha gelmedi ya da artık geçti demekten farksızdır.” diyor Epikuros. Birçoğumuz mutluluğu aşkta ve aşkın doğuracağı heyecanda arıyoruz. Mutlu olmam için üç saat on beş dakika var demiyor hiçbirimiz. Sevgilinin dilinden süzülen bir aşk kelimesi mutlu ediyor bizi. Filozofların dilinden süzülen bir tez bir doktrine dönüşüyor. Felsefe ve aşkta işte bu ortak noktada (gelecekte kalıcı olmak amacında)dillerden süzülen sözlerde kesişiyor. Felsefe; sevgi anlamına gelen “filia” ile hikmet demek olan “sofia” kelimelerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkmış bir terimdir. Sevgi= hikmet sevgisi, sevgi=aşk sevgisi, sevgi=sevgilinin sevgisi… İşte bütün bu kavramları ontoloji inceliyor. Varlığın ana maddesi nedir sorusuna birçok filozof tez sunmuştur. Sunulan tezlere karşı antitezler yeni oluşumları geliştirmiş ve sonunda bir sentez oluşmuştur. Thales=su, Anaximandros=sınırı olmayan “aperion”, Anaximenes=hava, Heraklitos=ateş, Parmenides=bir olan, Pythagoras=sayı, Empedokleş=toprak, Demokritos=atom demiştir. “Felsefi Aşk teriminin ana maddesi nedir sorusu” ise aşkındır. Yani deneyi aşar, evrenin dışında olan şeyleri ve evrendeki tanımlara benzemeyen tanımları ifade eder. Bir Nirvana durumudur Felsefi Aşk. Erkek ile kadının, seven ile sevilenin dünyadan soyutlandığı bir gizemdir. “Altın ateşle, kadın altınla, erkek de kadınla erir.” diyen Pythagoras’ın hangi ruh halinde iken süzüldü dilinden bu kelime. Aşk’ın arkhe’sı felsefe, felsefenin arkhe’sı birey, bireyin arkhe’sı iki birey, iki bireyi birleştiren ise FELSEFİ AŞK’tır. Bir haykırıştı geleceğe, Yılmadan ve yok olmadan önce, Çaresiz kalmadan yorulmadan önce, Bakmalıydın göze, kulak vermeliydin söze. Felsefi bir aşk olmalıydı, Filozoflar sorulara arasında Ben senin gözlerinde kaybolmalıydım, Aşkımız tez değil, sentez olmalıydı. Hadi tut ellerimden, bak gözlerime Aç avuçlarını gökyüzüne; Eline düşen damlalar senin sevgini Topraktakiler benim sevgimi anlatır bize. Aşk son zamanlarda herkesin ağzında sakız olan “ seni seviyorum” kelimesinin söylenmesi ve artık değerini faydacılığa bırakan bir terim oluyor. Ne kadar değersizleşiyor güzel ve değerli kelimeler ve ne kadar değişiyor aşk kelimesinin toplumdaki faydası. Bazen bir beden oluyor aşk, bazen bir bedel, bazen para, bazen iddia, bazen ise hiçbir şey. Akılla anlaşılan şeylerden, duyguyla ölçülen bir terim olmaktan çıkıyor aşk kelimesi. Felsefi Aşk kelimesi kendine sığınacak bir koy, yanaşacağı bir liman arıyor. Hırçın dalgalardan, acımasız damlalardan kaçmak istiyor. Bezen bir karınca oluyor felsefi aşk, kilit taşlarının arasında ilerleyen ve yaşamını sürdürmek için bir şeyler arayan bir karınca. Umutsuz, mutsuz, yıpratılmış bir karınca. Sokağa çıkan ve yine sokaktaki kilit taşlarının arasına düşüp bir hayat kaynağı bulmaya çalışan karınca gökten inen su taneleriyle uyanıyor Yanan yüreğimin korunda sen, Yazdığım şiirlerin mürekkebinde sen, Sokak lambalarının ışığında sen, Lugatın tarifte çaresiz kaldığı aşkta sen varsın. Ali Can GÖZCÜ Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğrencisi 61 SOSYAL SORUMLULUK ‘Kütüphanesiz Okul Kalmasın’ Elbette ki böylesine büyük bir kampanyayı yaparken bizler yalnız değildik, her zaman bizi destekleyen üniversitemize sonsuz teşekkür ediyoruz. Bizlere bu güzel imkanları sağlamamış olsalar belki de biz bu kampanyayı en başından bu zamana kadar bu denli sorunsuz bir şekilde yürütemezdik. Başta Mütevelli Heyetimiz, Rektörlüğümüz ve Hukuk Fakültemiz olmak üzere bizi bu kampanyada yalnız bırakmayan sayın Erkan Sönmeziç, Yrd.Doç.Dr. Hacer Erar, Nilüfer Ünal, Oktay Yıldız ve Mustafa Kömürcü’ye sonsuz teşekkürler.. Keskin’de yaptığımız kütüphanenin açılışında Keskin Kaymakamı, Keskin İlçe Milli Eğitim Müdürü, Kırıkkale İl Milli Eğitim müdür yardımcıları da bizlerle birlikte oldular. Keskin kaymakamı Niyazi Ulugölge yaptığı konuşmada “Atılımcı Hukukçular Topluluğu’nu tebrik ediyor ve bütün üniversite öğrencilerine örnek teşkil etmesini diliyorum” dedi. Meltem Banko Atılımcı Hukukcular Topluluğu Başkanı Hukuk Fakültesi Öğrencisi Atılımcı Hukukçular Topluluğu olarak 3 senedir yürüttüğümüz ‘Kütüphanesiz Okul Kalmasın’ adlı kampanyamız hızlı bir şekilde devam ediyor. Sizlerden aldığımız destekle son olarak Kırıkkale’nin Keskin İlçesi Cumhuriyet İlköğretim Okulu’na kütüphane açmış bulunmaktayız. Hukuk Fakültesi öğrencileri olarak okumanın ne denli önemli ve hassas bir konu olduğunun farkındayız ve bu alışkanlığın ancak çocuk yaşlarda kazanılabileceğinin bilinci içerisindeyiz. Bu nedenlerden dolayı ülkemiz eğitimine ne gibi bir katkıda bulunabiliriz, dedik ve ardından bu kampanyayı başlattık. Biraz yorucu bir süreç olsa da böyle bir kampanyayı yürütmekten ötürü topluluk olarak haklı bir gurur içerisindeyiz. Bu kampanyayı yaparken bizler insan olmanın farkına bir kez daha vardık ve yardım etmenin ne denli büyük bir manevi haz sağladığını bir kez daha anladık. 62 SOSYAL SORUMLULUK Keskin’de kurduğumuz kütüphane için Cumhuriyet İlköğretim Okulu’na 101 koli kitap gönderdik. Bu kitaplar roman, öykü, ders kitabı ve ansiklopedilerden oluşmaktadır. Kurduğumuz kütüphanenin yanında orada okuyan öğrencilere tam 15 koli hediye kırtasiye malzemesi dağıttık. Bu malzemelerin temini konusunda bize destek olan Hunca Kozmetik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı sayın Tuncer Hunca’ya bizleri bu kampanyada yalnız bırakmadıkları ve destek oldukları için teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz. Bundan sonra da ‘aydınlık bir gelecek için karanlığa bir ışık da sen yak’ sloganıyla başlattığımız bu kampanyamız hızlı bir şekilde devam ediyor. Adıyaman’ın Besni İlçesi Şambayat Merkez İlköğretim Okulu için kitap toplama kampanyası başlattık. Yardıma ihtiyacı olan okul önerileriniz ve katkılarınız için aşağıda bulunan iletişim adresinden bizimle temasa geçebilirsiniz. Umarız ki bizim başlattığımız bu kampanya, daha uzun yıllar boyu devam eder ve ülkemizde kütüphanesiz okul kalmaz. iletişim: [email protected] 63 ÇevreciyİZ Ekosistemlere insanoğlunun refahını artırmak amacıyla yapılan müdahaleler sonucunda meydana gelen değişimlerin yanı sıra ekosistemlerin korunması ve sürdürülebilir kullanımı için gerekli olan eylemlerin belirlenebilmesi amacıyla, 20012005 yılları arasında geçtiğimiz bin yıla yönelik bir “Ekosistem Değerlendirmesi” raporu hazırlanmıştır. Söz konusu raporda; neredeyse tüm ekosistemlerin insan aktiviteleri nedeniyle değişime uğradığı, bu durumun halen devam ettiği ve özelikle son 50 yılda şu ana kadar görülmemiş hızla bir biyoçeşitlilik kaybının yaşandığı vurgulanmıştır. Dolayısıyla biyoçeşitliliğin korunması, küresel ölçekte öncelikli konular arasında yer almalıdır. 2010 ULUSLARARASI BİYOÇEŞİTLİLİK YILI 1992 yılında Rio’da gerçekleştirilen Dünya Zirvesi’nin en önemli çıktılarından biri de Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’dir. Akdeniz’den, Ege’ye ve Karadeniz’e uzanan, dünyanın en uzun kıyı şeridine; Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesişim noktasında, başka yerlerde nadiren görülen bir ekosistem çeşitliliğine ve buna bağlı genetik ve tür çeşitliliğine sahip olan Türkiye de söz konusu sözleşmeyi 1996 yılında onaylamış ve 1997 yılında yürürlüğe koymuştur. Yrd.Doç.Dr. Gül Güneş Atılım Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölüm Başkanı Merhabalar… Bundan sonra bu köşeden sizlere çevrenin ve çevre korumanın önemine ilişkin güncel konularda sesleneceğim. 2010 yılının, yeryüzündeki yaşam çeşitliliğini korumaya almak amacıyla Birleşmiş Milletler tarafından “Uluslararası Biyoçeşitlilik Yılı” ilan edilmesi nedeniyle; ilk olarak biyoçeşitlilik (biyolojik çeşitlilik) konusunda yazmaya karar verdim. Ülkemizdeki göl, sulak alan, bozkır ve akarsu ekosistemleri, kimi sadece ülkemizde bulunan (endemik) yüz binlerce türe ev sahipliği yapar. Ülkemiz biyoçeşitliliğinin küresel önemi, yeryüzündeki en önemli koruma bölgelerini içeren 200 ekolojik Doğa; toprak, su, hava ve enerji, yani bu dört element ve sayesinde var olan biyoçeşitlilikten oluşur. Biyoçeşitlilik, insan dahil bütün canlılardan ve canlıların yaşam alanlarının çeşitliliği, birbirleri ve yaşadıkları ortamlarla olan ilişkileri olarak tanımlanır. Biyoçeşitlilik, genetik çeşitlilik, tür çeşitliliği, ekosistem çeşitliliği ve aralarındaki işlev ve ilişkiler çeşitliliğini içerir. Örneğin, orman ekosistemi bütün sakinleri yani kuşu, geyiği, porsuğu, böceği, ağacı, çalısı, çiçeği, mantarı ve gözle göremediğimiz canlıları için ev sahipliği yapar; toprağı korur, tutar, akan dereler berrak akar, suları yeraltına depolar, havayı temizler ve iklimi düzenler. Sürdürülebilir bir şekilde yönetildiğinde bizlere odun, enerji ve rekreasyon alanları sağlar. Yeryüzündeki biyoçeşitliliğin korunması, yalnızca gelişen dünya için bir iyi niyet göstergesi olarak algılanmamalıdır. Eğer telafisi mümkün olmayan kayıpların yanşanmasını istemiyorsak, bu bir zorunluluktur. Biyoçeşitliliğin insan aktiviteleri nedeniyle yok olması, yaşamın devam etmesi için bağımlı olduğumuz tüm yaşam sistemleri üzerinde de olumsuz etkiler ortaya koymaktadır. 64 2010 ULUSLARARASI BİYOÇEŞİTLİLİK YILI alanda da tehdit unsuru oluşturur. Aynı zamanda, temel ekolojik gereksinimlerimizin karşılanmasını da engeller. Bu nedenle, biyoçeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı konusunda; • Nüfus artışı ve aşırı tüketim nedeniyle oluşacak tehditleri önlemeye yönelik uzun vadeli yaklaşımlar içine girilmesi; • Yeterli deneyim ve uzmanlık düzeyine ulaşılması; • Mali önlemler, rehberler, yasa ve politikaların geliştirilmesi; • Teşviklerin benimsenmesi; • Türlerin ticaretine ilişkin kural ve uygulamaların ortaya konması; • Hükümet içinde ve hükümet ile ilgi grupları arasında iletişimin güçlendirilmesi; • Ulusal ve uluslararası ölçekte mali desteğin sağlanması; • Teknolojinin akılcı kullanımı; • Politik desteğin ortaya konması ve • Eğitim ve kamu bilinci oluşturulması önemlidir. bölgeden; Kafkasya, İran-Anadolu ve Akdeniz olmak üzere toplam üçünü bünyesinde bulundurmasından kay nakl a nmak t a d ır. Türkiye; 120 memeli, 130 kadar sürüngen, 400’e varan balık türü ile biyoçeşitlilikte tür çeşitliliği açısından çok zengindir. İki ana kuş göç yolu üzerinde yer alan ve Avrupa’daki kuş türlerinin yüzde yetmişinden fazlasının gözlemlenebildiği ülkemizde, 454 kuş türü bulunmaktadır. Ülkemiz bitki türleri bakımından da oldukça zengin olup, 3.022’si endemik olmak üzere 10.765 çiçekli bitki ve eğrelti türü bulunmaktadır. Tüm Avrupa ülkelerinde yaklaşık 12000 bitki türü bulunduğu düşünüldüğünde, bunun ne derece büyük bir zenginlik olduğu rahatlıkla anlaşılır. Yararlanılan Kaynaklar 1. Demirayak, F. 2002. Biyolojik Çeşitlilik-Doğa Koruma ve Sürdürülebilir Kalkınma. TÜBITAK Vizyon 2023 Projesi Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma Paneli. 30 s. 2. Güner, A., Özhatay, N., Ekim., Başer, K.H.C. 2000. Flora of Turkey and the East Aegean Islands, Supplement II., Vol. XI., Edinburgh: Edinburgh University Press. 3. Güneş, G. 1998. Mayıs-Haziran 1998. “Doğal Kaynaklar ve Biyolojik Çeşitlilik”. Tarım ve Köy, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Dergisi, Sayı: 121, s: 20-23. 4. Kaya, Z. and Raynal, D.J. 2000. Biodiversity and Conservation of Turkish Forests. Biological Conservation 97 (2001) 131-141 5. Millennium Ecosystem Assessment, 2005. Ecosystems and Human Well-being: Synthesis. Island Press, Washington, DC, 137 pp. 6. Özesmi, U. 2008. Biyolojik Çeşitlilik:Ailemizi Korumak. Çevreye Dair (http://uygarozesmi.blogspot. com/2008/02/ailemizi-korumak-lkemizi-ynetenler.html) 7. Secretariat of the Convention on Biological Diversity. 2000. Sustaining Life on Earth: How the Convention on Biological Diversity promotes nature and human well-being. 20pp. 8. UNDP, 2005. Project Document. PIMS 1988: Enhancing Coverage and Management Effectiveness of the Subsystem of Forest Protected Areas in Turkey’s National System of Protected Areas, UNDPGEF Medium-Size Project (MSP), 124 pp. 9. UNDP, 2009. Turkey Monthly Newsletter. Special Edition, December 2009 (http://www.undp.org.tr/ Gozlem2.aspx?WebSayfaNo=2259) 10.United Nations. 2010. International Year of Biodiversity (http://www.cbd.int/2010/welcome) Diğer yandan ülkemiz biyoçeşitliliği; aşırı avlanma, plansız yapılaşma, kaynakların aşırı tüketimi ve koruma konusunda yetersiz bilinçlenme gibi ekonomik kaygıların ön plana çıktığı, koruma kullanım dengesi içinde olmayan yaklaşımlar nedeniyle tehdit altındadır. Oysa biyoçeşitliliğin korunması, bizim kendi gereksinimimiz olmalıdır. Çünkü biyolojik kaynaklar, bizim hayatta var oluş nedenimizdir Doğanın bize sunduğu ürünler; tarım, kozmetik, ilaç sanayi, bitki yetiştiriciliği, atıkların işlemden geçirilmesi gibi pek çok sanayi alanında destek sağlar. Biyoçeşitliliğin kaybı, besin kaynaklarımız, rekreasyon için sahip olduğumuz olanaklar, odun gereksinimi, ilaç sanayi ve enerji gibi birçok 65 YerelİZ YEREL SEÇİMLERİN ARDINDAN: BALAYI SONA ERERKEN seçimler sonrasında oluşan farklı deneyimlerin de temel niteliklerini belirlemektedir. Kaybetmek Türk siyasi yaşamında kazanmanın farklı bir biçimi olarak ortaya çıkabilmektedir. Kamuoyu önüne çıkma olanağının daha fazla olduğu yerel seçimlerde kaybetmek de bu anlamda özgeçmişlerde bir kazanım olarak yerini alabilmektedir. Yerel seçimlerin bir yıl sonrasını değerlendirmek kaçınılmaz olarak seçimlerin bir yıl öncesini, yani hazırlık süreçlerini değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır. Seçimlerin bir yıl öncesine bakıldığında ilk kez kazananların pek ortalarda görünmediği, yeniden kazananların ise seçime bir yıl kala inanılmaz bir hareketlilik içine girdiği görülür. İlk kez kazananlar ortalarda yoktur çünkü yapılan araştırmalar yerel seçimlerde adayların seçime en erken altı ay kala ortaya çıkmaya başladığını göstermektedir. Yeniden kazananlar içinse son sene yaşamsaldır. Gerekirse dört yıl boş oturarak “projelere hazırlık yapan” yerel yönetimler, seçime bir yıl kala inanılmaz bir atağa kalkarak “hizmet patlaması” yaratırlar. Türkiye’nin tanınmış belediye başkanlarından birisinin kendi partisinden seçilmiş belediye başkanlarına yaptığı bir konuşmada “belediyelerde hizmet senesinin beşinci sene” olduğunu ifade etmesi bu gerçeği doğrular niteliktedir. İlk kez kazananların ise daha farklı ve değişkenleri muğlak bir yarışın içinde olduğu görülebilir. Gelişmiş demokrasilerin standartlarına göre kuramsal olarak bir program hazırlamaları, temel etik çerçevelerini ortaya koymaları beklenirken günümüz koşullarında medya-imaj-karizma koordinatlarına göre konumlandırılırlar. Sonuçta yeniden kazanan adaylar seçim öncesinde programsız bir “hizmet patlaması” yaratmaya çalışırlarken, ilk kez kazananların seçim stratejisi programdan bağımsız bir “imaj patlaması yaratmak” üzerine kurulur. Kaybedenlerin bir kısmı seçim sonuçlarının henüz belli olmadığı bu evrede her iki gruptan birisine mensupturlar. Ancak, kaybedenler içerisinde çok stratejik davranan bir grup vardır ki bunları “kaybetmekten memnun olanlar” grubuna dâhil etmek mümkündür. Kaybedeceklerini daha baştan bilen ya da kabul eden bu grubun temel amacı seçim sürecinin getirdiği tanınırlığı kullanarak özel sektörde pazar, bürokraside konum, siyasette bir üst basamak için avantaj elde etmektir. Her durumda tüm aktörlerin kaderi etraflarında oluşan toplumsal ilişkiler ağı ile birlikte belirlenir ve seçim sonucu ile mühürlenir. Dr. Savaş Zafer Şahin Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Görevlisi Tüm seçimlere hazırlıksız yakalanılır, hazırlıksız kazanılır. 2009 Mart’ında gerçekleşen ve merkezi siyasal alanla ilişkili olarak yarattığı tartışmalarla tarihsel öneme sahip olan yerel seçimlerin üzerinden bir yıla yakın bir süre geçti. Tartışmaların odağı çoktan merkezi siyasal alanın karanlık labirentlerine geri döndü. Mazbataların alınmasından sonraysa seçilmiş belediye başkanlarının, yerel meclis üyelerinin ve muhtarların gündelik yaşamlarında bambaşka ve pek de fark etmediğimiz bir deneyim yaşanmaya başladı. Bu deneyimler şimdilik sadece belediyelerin kapalı kapılarının ardında kalıyor gibi görünseler de etkileri daha şimdiden başta yerel siyasal alanı, gelecek yerel seçimlerin kaderini ve nihai olarak siyasal alanın bütününün yönünü belirlemeye başladı bile. Yerel yönetimlerin seçim sonrası deneyimlerini aktörler üzerinden iki ana başlık altında incelemek mümkün görünüyor: ilk kez kazananlar, yeniden kazananlar ve kaybedenler. İlk bakışta kaybedenleri bu incelemeye dâhil etmek pek anlamlı görünmeyebilir. Ancak, Türkiye’de yerel siyasetin doğası kaybedenlerin de bu resimde önemli bir konumu olduğunu göstermektedir. Kazananlarla kaybedenler etrafında yeni oluşmaya başlayan ya da pekişen toplumsal ilişkiler ağı yerel 66 YEREL SEÇİMLERİN ARDINDAN: BALAYI SONA ERERKEN Bekledikleri pozisyonu alarak kaybedenler için de hareketli bir dönem başlar hemen seçimlerin ardından. Öncelikle aynı partiden olup kazanılan belediyelerde, merkezi partiye mensup ise Bakanlıkların üst düzey yöneticiliklerinde ya da genel seçimler yakın ise uygun bir sıradan milletvekili adaylığına göz kırpılmaya başlanır. Bazen de kazanılan yerlerdeki ihale pazarlıklarına, akçalı işlere ortak olunmaya çalışılarak özellikle siyasetteki hedefler için finansman sağlanmaya çalışılır. Bunda yeterince başarılı olunması durumunda siyaset yerine rant ve kar temel amaç haline gelebilir. Her ne olursa olsun yenilgi yenilgi yürüyen bir zafer vardır ve işlemektedir. Seçimlerin sabahı ilk defa kazananları yeni bir yoğunluk dalgası beklerken yeniden kazananlar için süt liman bir zaman dilimine girilir, kaybedenler ise stratejik konumlarını yeniden değerlendirmeye başlarlar. İlk kez kazananların önünde yabancı bir kurumsal yapı, giderek karmaşıklaşan süreçler ve öğrenildikçe miktarı artan sorunlar yumağı yuvarlandıkça büyüyen bir kartopu gibi şekillenmeye başlar. Belediyenin borçları, personel sorunları, kangrenleşmiş ve çözüm bekleyen yaralar bir bir ortaya çıkar. Bu da yetmezmiş gibi seçilenin mensup olduğu siyasi tarafa ait ya da seçildiği siyasi parti kanalıyla çeşitli kesimlerin “tebrik” eylemi ile başlayan çıkarların altyapı inşa süreci başlar. Ayrıcalıklı imar hakları, ihale ve istihdama ilişkin her türlü talep geleneksel ilişkiler çerçevesindeki bir silsileye dönüşmeye başlar. Sonu gelmeyen talepler ve dağ gibi sorunlar karşısında yeni seçilen giderek zorlaşan bir başka zorunlulukla karşı karşıyadır. Genellikle ortada sistematik ve kapsamlı bir program ve proje bütünü bulunmadığından “farklarını ortaya koyacak” hizmetler beklenmektedir onlardan. Üstüne üstlük bu hizmetlerle ilgili olarak kamuoyu, özellikle medya kanalıyla oldukça ısrarlıdır. Ne de olsa ilk bir sene çok yaşamsaldır. Yeni bir belediye yönetiminin kamuoyundaki imajı büyük oranda ilk senede belirlenmektedir. Tüm bunlara ek olarak küreselleşen dünyada tüm yerel yönetimlerin diğerleri ile yarışması ve rekabet etmesi salık verilmektedir. Dolayısıyla yeni seçilenlerin meseleleri sağduyu ile ele alma, durup bekleme, hazmetme, sindirme gibi bir şansı yoktur. Bir yılın sonuna yaklaşılırken her üç grubun mensupları için de balayının sonuna gelinmekte. İlk kez kazananlar umutsuzluğa kapılmakla idealleri bir kenara bırakıp kısa zamanda gerçekleştirilebilecek ve ses getirecek proje ve faaliyetler arayışına girme arasında gidip geliyorlar. Yeniden kazananlar için kış uykusu, geçen dönemde verilen ve tamamlanamamış sözlerin ve projelerin kamuoyunda sorgulanmaya başlaması ve parti içi rekabetle sona ermek üzeredir. Kaybedenler ise hesaplarının kaybeden sayısının çokluğu karşısında şaşma ihtimalinin yükseldiğini görerek hayal kırıklığı yaşamaya başladılar bile. Yerel seçimlerde şu ya da bu şekilde başarılı olanların geçen bir yıl sonunda paniğe kapılarak program ve proje geliştirmeyi, bütünsel ve sistematik yaklaşımları bir kenara bıraktıkları, günübirlik çözümlere el yordamı ile sarılma eğilimine girdikleri bir eşikteyiz. Bu eşikten geçildikten sonra bilim adamlarının önerilerine daha az kulak verilmesi; çağdaş planlama, stratejik yönetim ve uzun vadeli yapısal çözümler yerine makyaja ve imaja yönelik seçim döneminde ürünleri alınacak yaklaşımlara yönelme olasılığı artıyor. Borç yükü, finansman eksikliği kurumsal kapasite yetersizliği gibi unsurlar da bu eğilimi güçlendiriyor. Yerel yönetimlerin olası bir seçim mevzisi olarak kullanılacağı gerçeği dikkate alınırsa bu eğilimin yaklaşan genel seçimler öncesinde daha da belirginleşeceği söylenebilir. Sonrasında ise bir sonraki yerel seçimlere yaklaşılmış olacağından ilk defa aday olacaklar, yeniden aday olacaklar ve kaybetmeye aday olacaklar arasında yeni bir denge kurulmaya başlanacağı aşikâr gibi gözüküyor. Önemli olan siyaset bilimcilerin bu kısır döngüyü mercek altına alarak bu süreçlerden nasıl katılımcı, sosyal adaleti gözeten, sürdürülebilir kalkınmayı önemseyen yerel yönetimler çıkabileceğine ilişkin öneriler geliştirmesi gibi gözüküyor. Aksi takdirde bu kısır döngü önümüzdeki yıllarda siyasal alanın giderek daha fazla mikro ilişkiler etrafında örülmesine sebep olacaktır. Yeniden seçilenler ise daha sakin sularda seyretme lüksüne sahiptirler. İyi kötü geçmiş dönemden devam eden bir program, projeler vardır ve hizmetler bir şekilde yürümektedir. Hatta seçimlerden sonra belli bir zaman diliminde kamuoyunun gözü önünden kaybolup tatile bile çıkabilirler. Ancak, onlar için de içten içe büyüyen başka bir tehdit, bir iç rekabet yükselmeye başlamıştır. Tekrar kazanılan başarı, kazananın ne kadar kişi, ne kadar parti olduğunun sorgulanmasını doğurur. İşleyen bir sistem vardır ve bu sistemde aynı parti ile ilişkili bürokrat ve siyasetçiler kazanılan makam için gizliden gizliye kendilerini düşünmeye başlarlar. Yeniden kazanma ile daha da pekişen iktidardan faydalanılarak sağlamlaştırılan bürokratik kadro bu olasılığı arttırır. Her ne kadar zaferde kişinin payı varsa da her seçim zaferinden sonra kamuoyu belli oranda yenilik ve değişiklik beklemektedir. Kazananlar bir süre gözden uzak kaldıktan sonra içten içe yükselen bu tehdit karşısında önlemler almaya, yeni dönemin eskisinden farklı olduğu imajını uyandırmaya çalışırlar. Bunda ne kadar başarılı oldukları bir sonraki seçime kadar anlaşılamayacaktır. 67 SektörİZ Bu noktadan hareketle dünya ülkeleri, kapasiteleri oranında artan enerji ihtiyacına yönelik olarak tespitler yapmakta ve ihtiyacı gidermek için bir takım çözümler geliştirmekteler. ÇAĞDAŞ DÜNYANIN EN “HİT” SEKTÖRLERİ 1. ENERJİ Bu çözümlerin başında ise sadece yukarıda kısaca detaylandırmış olduğum yenilenemeyen kaynaklardan enerji üretmek yerine yenilenebilir enerji kaynaklarını da üretimde kullanmak üzerine geliştirilmiş olan strateji ve eylemler gelmekte. Hepimizin malumu olduğu üzere Yerküre üzerinde su, rüzgar ve güneşin kısa vadede tükenmesi beklenmiyor bu nedenle gerek sürdürülebilir olması gerekse çevre dostu olması yenilenebilir kaynakların en önemli avantajı olarak göze çarpıyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının çevre dostu olmaları sebebiyle popülaritesinin arttığı bu dönemde şu gerçek gözden kaçırılmamalıdır. Hazneli hidroelektrik santraller haricinde güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının emre amadelik oranı düşüktür, sürekli enerji sağlama kapasiteleri yoktur. Ülkemiz gibi yağış oranı değişken olan iklimlerde aynı şeyi hidroelektrik santraller için de söylemek mümkündür. Bu sebeple elektrik şebekesinin ihtiyacının muntazaman sağlanabilmesi için baz yükte elektrik sağlayabilecek termik ve nükleer santrallere ihtiyaç sürmektedir ve sürecektir. Bu sebeple ülkeler enerji politikalarında optimum yaklaşımı sağlamak zorundadırlar. Dr. Anıl Çekiç Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Görevlisi Günümüzde dünya üzerinde en büyük yatırımların yapıldığı sektörlerin başında enerji sektörü geliyor. Yatırımların çok büyük olmasının temel nedenlerinden en önde geleni gelişen teknoloji ile birlikte insanoğlunun yaşadığı hayatın her alanında enerjiye olan ihtiyacının gün geçtikçe yükseliyor olması. Avrupa Enerji Portalı 2006 yılı itibarıyla, AB’deki yenilenebilir enerji kaynakları kullanım oranının %9.2 oranında olduğunu belirtiyor. AB’nin 2010 hedefinin %15, 2020 hedefinin ise %20 oranında yenilenebilir kaynakların kullanılması olduğu, İsveç’in halihazırda %41 oranında, Finlandiya’nın %29, Avusturya’nın ise %25 oranında yenilenebilir enerji kaynağı kullanmakta olduğu da yine aynı kaynakta verilmiş olan bilgiler arasında. BP’nin haziran 2007 istatistiklerine göre ülkemizde yenilenebilir enerji kaynağı kullanımı %10 seviyesinde. Son 1-2 yılda özellikle rüzgar santralleri ile ilgili hukuki düzenlemelerin yapılmış olması bu rakamın bir miktar daha artabileceği öngörüsünü getirmektedir. Ayrıca kısa vadede güneş enerjisi santrallerinin de ülkemizde kurulabilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin hayata geçmesi beklenmektedir, bu koşulların oluşması ile birlikte ülkemizdeki yenilenebilir enerji kullanımı yukarıya doğru hareket edebilecektir. Enerji kaynaklarını klasik anlamda iki şekilde sınıflandırmak mümkün; yenilenebilen ve yenilenemeyen enerji kaynakları. Yenilenemeyen enerji kaynakları, petrol, doğalgaz, kömür, radyoaktif ürünler olarak sınıflandırılabilirken, yenilenebilir kaynaklar ise su, rüzgar, güneş gibi kaynaklar olarak ön plana çıkmaktalar. Yenilenemeyen kaynaklar incelendiğinde iki temel sıkıntı göze çarpmaktadır. Birincisi doğaya verdikleri sürekli zarardır. Açacak olursak; fosil yakıt sınıfına giren kömür, doğalgaz ve petrol kullanımı ile enerji oluşturulurken, atıkları toprak, su ve hava kirliliğine neden olmakta ve bu yakıtlardaki karbon yanma tepkimeleri sonucu atmosfer üzerinde gerek karbondioksit (CO2) gerekse metan (CH4) birikmesi nedeni ile sera etkisinin ve küresel ısınmanın ortaya çıkması söz konusu olmaktadır. Daha güzel bir dünya daha yeşil bir çevre ve daha temiz bir hava için herkesce söylenebilecek, hayata ve sürdürülebilirliğine saygı duyan çevrelerce de kabul görmekte olan birkaç genel tavsiyeyi tekrar etmek istiyorum: Geceleri veya evde kimse yokken kombilerimizin ısı ayarlarını olabildiğince aşağıya çekelim, evlerimizin ısı yalıtımını mümkün olduğunca iyi şekilde yapalım, kullanmadığımız zamanlarda elektrik tüketen tüm cihazlarımızı kapalı tutalım ve en önemlisi çocuklarımıza ağaç ve orman sevgisi aşılayalım ve onlarla birlikte ağaçlandırma programlarına katılalım. Diğer yandan ise bu kaynakların yenilenememesi veya başka bir deyişle tükeniyor olması kirlenmenin yanındaki diğer önemli problemdir. Avrupa enerji portalı 2010 verilerine göre; bugünkü hızla tüketim devam ederse, dünya üzerindeki doğalgaz rezervleri 2068 yılında, petrol rezervleri 2047 yılında, kömür rezervleri 2140 yılında, uranyum rezervleri ise 2144 yılında tükenecektir. Sağlıcakla kalın. 68 KÜLTÜR SANAT “Türkiye’de pop müzik çok büyük sıkıntılar içinde. İnternet paylaşımına bir çare bulunmazsa yakında sadece hobi olarak yapılabilir.” Fransızca ve İngilizce dillerini çok iyi konuştuğunuzu ve yazdığınızı biliyoruz. Bu dilleri nerede öğrendiniz? Fransızcayı Ankara Fransız Sefareti’nin anaokulunda ve daha sonra yine Ankara Tevfik Fikret Lisesi’nde; İngilizceyi de önce ODTÜ İktisat Bölümü’nde daha sonra da medya master’ı yapmak için gittiğim New York’ta New School for Social Research’te öğrendim. Sözlerinize ek olarak; çok küçük yaşta Fransız Sefareti’nin anaokulunda “Petite Ecole” Fransızca ve İngilizce öğrenmeye başladığınızı ve daha sonra Fransız Sefareti’nin ilkokulunu, aynı zamanda Halide Edip Adıvar İlkokulu’nu bitirdiğinizi de düşünürsek, aynı zamanda iki okulu bitirmek zor olmadı mı? Bunda ailenizin yönlendirmesi oldu mu? Kolay oldu diyemem, ama ailemin de desteği sayesinde çok da zorlanmadım, ilk seneden sonra alıştım herhalde. ODTÜ İktisat Fakültesi’nde eğitim gördüğünüzü belirttiniz. O zaman da müzikle ilgileniyor muydunuz? akın Amatörce evet, bir arkadaşımla bir mekanda gitar çalıp şarkı söyledik. Ailenizde müzikle uğraşanlar var mı? Babam zamanında müzik öğretmenliği yapmıştı. Müzik dünyası ile ne zaman tanıştınız? Sizi uğraşı olarak müzik âlemine sevk eden sebepler nelerdir? Röportaj: Meltem Banko Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi Müzikle profesyonelce New York’taki bir müzisyen ağabeyimin 69 KÜLTÜR SANAT Avrupa ve ABD’deki pop müziği ile bizdeki pop müziğini karşılaştırdığınızda fark görüyor musunuz? teşviki ile tanıştım. Ayrıca uzun zaman amatörce gitar çalıp şarkı söylediğim için ruhumun da beni götürdüğü bir alandı. Amerikan müziğinden etkilendiniz mi? Fark gittikçe azalıyor. Biz daha melodik şarkıları seviyoruz onlar daha ritmik ve sound açısından daha yenilikçi şarkıları. Sound konusunda biz biraz daha tutucuyuz, yeniliklere kulağımız daha kapalı. Türkiye’de pop müziğin geleceği hakkında düşünceleriniz ve yorumlarınızı alabilir miyiz? Master yaptığım okulun müzik bölümünü de geceleri derslere giderek bitirdim. Aynı anda iki okul bitirmek kaderimdi herhalde. Amerikan müziğinden çok etkilendim ama bunu Türkiye’de yaptığım müziğe yansıması çok değil çünkü Türk dinleyicisinin öyle bir talebi yok hala. Coğrafya ve kültür müzik dinleyicisinin beklentileri hususunda çok belirleyici bir etken. Master eğitiminizden sonra iki yıl Paris ve Lyon’da müzik çalışmalarınıza devam ederken Fransız müziğinden etkilendiğinizi söyleyebilir miyiz? Türkiye’de pop müzik çok büyük sıkıntılar içinde. İnternet paylaşımına bir çare bulunmazsa yakında sadece hobi olarak yapılabilir. Duygusal müzikle dolu albümler çıkarıyorsunuz, fakat sizi sahnelerde göremiyoruz. Bu konuda düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Fransa da etkili olmuştur yaptığım müzikte ama belki sadece bir dönem. Niçin pop müziği üzerinde yoğunlaştığınızı anlatır mısınız? Pop üzerinde yoğunlaşmam kendiliğinden oldu ama bence etnikpop yaptığımı söylemek daha yerinde olur. Yabancı pop müziği sanatçılarından etkilendiğiniz oluyor mu? Sahne konusunda biraz ben seçiciyim, biraz da organizatörler bana karşı çekingen. Çok sahne yapmadığım için konser veya mekan beğenmem sanıyorlar ve bana karşı mesafeli duruyorlar. Oysa, insanların sadece müzik dinlemeye geldiği ve sahnenin kaliteli müzik yapmaya elverişli olduğu her yerde çıkarım. Yurt dışında konser verdiniz mi? George Michael, Michael Jackson, Sting, Queen, Justin Tinberlake devamlı dinlediğim ve müzikal anlamda beslendiğim yabancı sanatçılar. Yurt dışında birçok yerde konser verdim ama herhalde manevi olarak en önemlisi efsane olmuş Paris Olympia’da verdiğim konserdir. 70 KÜLTÜR SANAT Meslek hayatınızda mutlaka sizi etkileyen, unutamadığınız bir olay olmuştur. Böyle bir olayı anlatır mısınız? Kıbrıs’ta verdiğim bir konserde konser saatinden yarım saat önce konser alanı bomboştu, çok üzülmüştüm. 10 kişi de olsa çıkıp söylerim dedim ve o üzüntüyle konser alanına doğru yola çıktım. Her ne olduysa, yarım saat içinde tüm alan hınca hınç, tıka basa insan dolmuştu ben sahneye çıkana kadar. Sahneye çıkınca hissettiğim o rahatlığı hiç unutamam. Bu bana bir iş ne kadar umutsuz gidiyor gibi gözükse de onu son ana kadar kovalamam için bir ders olmuştur. Bugün yeni bir meslek seçimi karşısında kalsanız hangi mesleği tercih ederdiniz? Ya hukuk bürosu açmak, çünkü çok derin ve zevkli bir meslek; ya da modern çiftçilik veya hayvan yetiştiriciliği belki çünkü doğayı ve hayvanları çok seviyorum. Babanızın yurt içinde ve yurt dışında mesleğinde ün yapmış bir avukat ve hukuk profesörü olduğunu biliyoruz. Meslek olarak baba mesleğini neden seçmediniz? Çok zor olduğunu ve yapamayacağımı düşündüm, oysa şimdi müzik endüstrisinin de ne zor olduğunu görüyorum. Aslında hayatta kolay iş yok. Bir yerinden girip sabırla çalışmak lazım. Bekâr olduğunuzu biliyoruz. Gelecekte çocuklarınız olunca onların da profesyonel olarak müzikle uğraşmasını ister misiniz? Müzik çalışmalarınızı İstanbul’da kendi stüdyonuzda yaptığınızı biliyoruz. Yurt dışında da müzik yapmayı planlıyor musunuz? İçlerinden ne geliyorsa onunla uğraşsınlar. Ruhlarını takip etsinler. Müzikle de uğraşırlarsa destek olur, karşı çıkmam tabii ki. Ama gerçekten sevdiklerine emin olursam. Onu da hissederim. Bundan önce çıkardığınız albümlerin isimleri, “Suskun Yüreğim”, “Alem”, “Ateş ve Su”, “Ateş ve Su (Remix)” idi. Bundan sonra çıkacak albümünüzün adını öğrenebilir miyiz? Dinleyicileriniz son albümünüzü merakla bekliyorlar. Son albümünüzü piyasa çıkacağı tarih ve albümün içeriği hakkında bilgi verebilir misiniz? Son albümüm ‘’Adrenalin’’ Temmuz sonunda çıktı. İlk klip ‘’Adrenalin’’e, ikinci klip de iki hafta kadar önce ‘’Oldu mu yar’’ adlı parçaya çekildi. Yaza kadar 1-2 parçaya daha klip çekeriz diye düşünüyorum ama daha hangi şarkılar olacağını belirlemedik. Adrenalin, hala radyoların favori parçalarından biri olmaya ısrarla devam ederken yeni bir şarkıyı ön plana çıkarmak zor. Planlarım var ama doğru şarkılar ve doğru ekibi oluşturmak biraz şans ve zaman meselesi. Sizce duygularınızı müzikle yoğurarak ifade etmek çok zaman alıyor mu? Yoksa bestelerinizi yaparken ilham aldığınız olay ve kişilerden mi etkileniyorsunuz? Bir şarkı gelirse hemen geliyor. Nasıl olduğunu anlatmam zor. Gelmezse de elli tane duygu dolu tecrübe yaşasam müziğe dökemiyorum. Müzik gerçekten ilham perilerinin işi gibi. Ne zaman ne yazacağınızı kestirmek zor. Yaptığınız müziğin sözlerini kendiniz mi yazıyorsunuz? Başkalarından aldığınız sözler için beste yapmak daha zor mu oluyor? Kendim yazıyorum, başkalarından aldığım sözler için beste yapmak aslında bazen daha da kolay. Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. 71 KÜLTÜR SANAT CUMHURİYET ÖĞRETMENİ VEFAT ETTİ Tiyatro Atatürk’ün, “Tarih öğretmeni ol” dediği, Cumhuriyet’in ilk kadın öğretmenlerinden Refet Angın 95 yaşında vefat etti. Refet Angın, 18 Mart 1915’te Çanakkale’de doğdu. Gelibolu’da Emniyet Amiri Hafız Şerif Bey ile Halime Hanımın üç çocuğundan en büyük çocuğu olarak dünyaya gelen Angın, okuma yazmayı annesinden öğrendi. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan sonra Gelibolu’da açılan iki okuldan biri olan Cumhuriyet Okulu sınavını kazanarak okula üçüncü sınıftan başlayan Angın, henüz küçük bir çocukken öğretmen olmaya karar verdi. Mustafa Kemal Atatürk ile yolları birçok kez kesişen Refet Angın, birinci karşılaşması olan ilkokul yıllarında Atatürk’ün “Büyüyünce ne olacaksın çocuk?” sorusuna, “öğretmen” diye cevap verdi. Atatürk ile ikinci karşılaşmalarında Öğretmen Okulu öğrencisi olan Angın, Atatürk’e “Bakın sözümü tuttum Paşam. Öğretmen olacağım işte” dediğinde, Atatürk onun Gelibolu’daki küçük kız olduğunu hatırladı ve ne öğretmeni olmak istediğini sordu. Ata’nın, “matematik” cevabını aldıktan sonra, “Hayır tarih öğretmeni olacaksın. Çünkü nesillere tarihlerini öğretmek en önemli vazifedir” sözü üzerine Refet Angın, tarih öğretmeni olmaya karar verdi. 1955-1975 yıllan arasında Ankara’da görev yapan Angın, Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi müdireliğini de yürüttü. Daha sonraki meslek hayatını İs tanbul’da sürdüren Angın, Atatürk’ün 100’üncü yaş kutlamalarında görevlendirildi. 1982’de emekli olan Refet Angın a, Yıldız Teknik Üniversitesi Senatosu’nun aldığı kararla “onursal doktora” unvanı verildi. Angın, İstanbul 11 Milli Eğitim Müdürlüğü’nde Bakanlık Danışmanı olarak da görev yaptı. dünyasından bir yıldız kaydı, Cüneyt Gökçer’i kaybettik. Sinema ve tiyatro oyuncusu olan, Devlet Tiyatroları, Devlet Konservatuarı Müdürlüğü yapan ve Devlet Sanatçısı unvanına sahip değerli sanatçımız Cüneyt Gökçer, 2009 yılının son günlerinde hayata veda etti. Türk tiyatrosuna hem öğretmen, hem yönetmen, hem de oyuncu olarak büyük hizmetler veren Gökçer, Muhsin Ertuğrul’dan devraldığı bayrakla Türk tiyatrosunun çıtası çok yükseklere taşındı. 1920 yılında Malatya’da doğan Göçer, 1981 yılında Devlet Sanatçısı unvanını aldı. Yurtdışında ise, 1963’de Yunanistan Krallığı’nın l. Georges nişanının Oficcier rütbesiyle, 1970’de İtalya Cumhurbaşkanlığı tarafında Commandatore nişanıyla ve daha sonra Polonya Kültür Nişanı ile ödüllendirildi. Rahat uyu öğretmenim… Almanya’da Hitler rejiminden kaçan ünlü tiyatrocu Carl Ebert’in öğrencisi oldu ve 1942 yılında Devlet Konservatuvarı Tiyatro Yüksek Bölümü’nü bitirdi. Gökçer, Almanya, Avusturya, İngiltere ve Fransa’nın Oldwich, Commedia Française, Thalia Theater gibi önemli sanat merkezlerinde reji asistanı olarak çalıştı. 25 Ağustos 1958’de Muhsin Ertuğrul’dan yaş haddi nedeniyle boşalan Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü’ne atandığında henüz 38 yaşındaydı. Bu görevi bir yıl arayla 1983’e kadar 23 yıl boyunca sürdürdü. Genel Müdürlüğü döneminde Türk tiyatro eserlerine verdiği önemle hatırlandı. Refik Erduran, Cahit Atay, Güngör Dilmen Kalyoncu, Yıldırım Keskin, Recep Bilginer, Necati Cumalı, Aziz Nesin, Oktay Arayıcı, Yaşar Kemal, Turan Oflazoğlu, Orhan Asena gibi oyun yazarlarının eserleri Gökçer döneminde seyirciyle buluştu. 72 KÜLTÜR SANAT Tunç Tunçer Eren Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğrencisi Grafiti’nin tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Eski Mısır’da yolculuğa çıkanlar hem yönleri kolayca bulmak hem de arkadan gelen yolculara yön göstermek amacıyla hayvan kanlarıyla bazı işaretler ve resimler yaptılar. O zamanlar adı grafiti olmasa da tarihte bilinen ilk resim sanatıdır. Bizde ise ara sokaklarda rastlanınca şaşırtan tek tük grafitinin dışında pek fazla bir şey olmamasının ise nedenleri vardır. Sık sık rastladığımız, genelde kırık bir Türkçeyle yazılmış “buraya çöp döken eşektir!” türü uyarı yazılarınıysa grafitiden saymıyoruz. sisteme, hükümete karşı olan politik duruşlarını ifade etmek için duvarlara düzen karşıtı yazılar yazmaya başladılar. Ayrıca aynı olay, 2.Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’da yaşandı. Doğu Bloğu’nu Batıdan; sosyalist Doğu Almanya’yı kapitalist Batı Almanya’dan ayıran Berlin Duvarı üstünde 1970’lerin başında protesto amacıyla getto insanları çeşitli yazılar yazmaya başladı. Yazıların amacı sadece mevcut düzene başkaldırmaktı. Hem Almanya hem Amerika’daki bu tür grafitiler hiçbir sanat ruhu taşımıyordu. Amerika’da sokak çetelerinin yükselmesiyle, bu çeteler, hükmettikleri bölgeleri belirleyip herkese duyurmak için sokak duvarlarına imzalarını bırakmaya başladılar. Coolbread ve Cool Earl adında iki genç, isimlerini duyurmak ve kamuoyunda Grafiti 60’lı yıllarda isyanın dilini oluşturdu. Örneğin, Amerika’da bu yola başvuran gruplardan biri zenci politik çetelerdi. Bu çeteler 73 KÜLTÜR SANAT ilgi çekmek için bombing (bombalama) diye de bilinen şehrin tüm duvarlarına isimlerini yazma işlemini ilk uygulayanlar oldu. Grafitinin şehir duvarlarından metrolara, yani underground’a inmesi TAKI-183 takma adıyla tanınan Yunanlı bir gencin haber taşırken sprey boyalarla metroların üzerine adını yazmasıyla başlamıştır. Grafiti’nin hip hop kültürünün bir parçası olmasını nasıl açıklıyoruz peki? Bu grafiti yazarlarının çoğunluğu gettolarda yaşayan siyah ve Latin kökenli gençlerden oluşmaktaydı. Gizli hip hop partilerine katılan gençler bu ambiyansı sokağa taşıyıp kendilerini göstermek için her yere imzalarını atmaya başlamışlardır. Grafiti evlerde saklı kalmayıp tüm şehre yayıldığı için hip hop’un yayılmasında ve tanınmasında en etkili yol olmuştur. Türkiye’de grafiti yapmak oldukça zor bir iştir. Çünkü grafiti Türkiye’de tanınmıyor ve grafiti üzerine kanunlar yok. Eğer grafiti yaparken yakalanırsanız normal suçlu muamelesi görürsünüz. Yani sizi katil ve hırsızların bulunduğu hapishaneye atabilirler. 1989 yılında REZ takma adıyla bilinen genç grafiti yaparken yakalanmış ve 1,5 sene hapis cezası almıştır. Grafitiyle ilgili yasal düzenlemelerin yapılması, ifade özgürlüğünün pekiştirilmesine katkı sağlayacak bir yol olarak görülebilir. 74 KÜLTÜR SANAT Eugene Stickland’ın yazdığı “Kraliçe Lear” oyunu Atılım Üniversitesi sponsorluğunda Kent Oyuncuları tarafından Yıldız Kenter’in yönetmenliğinde sahneleniyor. Sanat, özellikle insanın yaratıcılığı, yaşamın getirdiği tüm kayıpların bir noktada üzerinden gelebilmesini sağlar. Bu yolculukta en yalnız hissettiğimiz anda bile insan sıcaklığını, sevgisini duyabilme gücünü bize vermesi, sanatın birleştirici gücüdür. Yaşlı bir oyuncu olan Jane, tamamen kadın oyunculardan oluşan bir Kral Lear prodüksiyonunda Lear rolüne hazırlanmaktadır. Ona ezberde yardıma gelen Heather ise liseli bir genç kızdır. Oyunun üçüncü kişisi ise bir viyolonselcidir ya da viyolonselin kendisidir. Çalgı ve ezgiler zaman zaman eski Yunan tiyatrosunda Koronun gördüğü işlevi yüklenir ve yaşlı oyuncunun bir çeşit “alter ego”su olur. oyun, Türkiye`de ilk defa Kent Oyuncuları tarafından Yıldız Kenter`in yönetmenliğinde sahneleniyor. Oyunda izlediğimiz süreç, yaşlılığın gençlikle büyümesi, umarsız gençliğinse bir ihtiyarla hayatı tanıyıp umudu keşfetmesidir. Jane ve Heather hayatlarında değişik kayıplar yaşamışlardır. Oyuna hazırlanırken birbirlerini tanırlar ve anılarını paylaşırlar. Sanatın yapıcı gücü ve Shakespeare’in büyüleyici varlığı sayesinde, hem kendilerini hem de yepyeni dünyaları, duyguları ve yetenekleri keşfederler. Kanadalı yazar Eugene Stickland, Kraliçe Lear`ı Urban Curvz Kadın Tiyatrosu`nun kurucularından Joyce Doolittle için özel olarak yazdı. Şubat 2009`da Urban Curvz`de seyirciyle buluşan 75 KÜLTÜR SANAT CENNET DE CEHENNEM DE SENİN İÇİNDE: SEMERKANT Semerkant’ta iken bir rubaiyat da yazmıştır. Hasan Sabbah ile kaybolan rubaiyat’ın kopyaları tüm dünyaya yayılır. Maalouf, romanında, Amerika-İran ekseninde 20. yüzyıl dünyasına da geçiş yapar. Amerikalı bir çift, yeni doğan çocuklarına, hayranı oldukları Ömer Hayyam’ın adını koyarlar; Benjamin Omar Lesage. Benjamin kendi adını taşıdığı Hayyam’ı merak eder ve onu araştırmaya başlar. Kendi çağındaki insanları o denli etkileyen rubaiyat’ın peşine düşer. Önce İstanbul’a daha sonra İran’a gider. Orada Şirin’le tanışır ve ona aşık olur. Uzun uğraşlardan sonra Semerkant elyazmasına ulaşır ve Şirin’le birlikte Amerika’ya gitmeye karar verir. Titanic’in batmasıyla rubaiyat sonsuzluğa karışır. Benjamin ve Şirin mucizevi bir şekilde kurtulurlar. Fakat o karışıklıkta Benjamin Şirin’i kaybeder. Şirin de rubaiyat gibi sonsuza dek kaybolur. Ayşegül Gençoğlu Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğrencisi Zaman zaman bu dünyada bir adam kalkar Şişinerek: işte buradayım! der. Amin Maalouf, Semerkant romanında, tarihe damgasını vuran önemli şahıslara yer vermiştir. 1900’lerde Tebriz’deki durumu incelerken ise “uyuyor” olarak nitelendirdiği Doğu’nun uyanışı bağlamında İran’a dikkat çekmiştir. Lider ülkelerin isimleri dönemlere göre farklılaşsa da; iktidar hırsı, aşk, sevgi, dostluk gibi duygular evrenseldir. Maalouf, Semerkant romanında evrenselliği ve kimi tekerrürler barındıran tarihi ustalıkla işlemiştir. Ömer Hayyam’la Cihan’ın aşkı ve Benjamin Omar’la Şirin’in aşkı, yine Maalouf’un usta kaleminden tüm olaylar arasında eritilerek sunulmuştur. Hayyam, Titanic’in batmasıyla kaybolan elyazmasının akıbetini biliyormuşçasına şu dizeleri sıralamıştır: Kısa bir düş boyunca sürer zaferi Ölüm gelmiştir bile ve işte buradayım! der. Ömer HAYYAM 1949 Lübnan doğumlu Amin Maalouf ‘un tüm kitaplarını okumam gerektiği fikrine kapılmamın sebebi romanı Semerkant’tır. Amin Maalouf ‘un Lübnan’da doğması ve Paris’te yaşamasının etkisinden olmalı; Semerkant bir Doğu ülkesi olan İran’da başlar ve Amerika ile bütünleşir. Roman,1072 yılında Hayyam’ın Semerkant’a yerleşmesiyle başlamıştır. Bu sırada Selçuklu Sultanı Melikşah’ın saltanatı İran’ı da sarmıştır. Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Semerkant’a geldiği esnada Melikşah, Ömer Hayyam ile tanışır. Hayyam’ı Isfahan’a davet eder ve Hayyam bir yıl sonra Isfahan’a doğru yola çıkar. Yolculuğunda Hasan Sabbah ile tanışır. Hayyam, Hasan’a göre en bilge kişidir. Hasan da Isfahan’a giderek Nizam’dan bir iş istemeyi planlamaktadır. Hayyam ve Hasan Isfahan’a vardıktan sonra Nizam’ın huzuruna çıkarlar. Nizam, Hayyam’dan başcasus olmasını ister. Hayyam bilim insanıdır, teklifi kabul etmez ama öneriyi Hasan’a iletir. Hasan’ın amacı ise hizmet etmek değil, Nizam’ın yerine geçmektir. Bunu anlayan Nizamülmülk, Hasan’ı çöle sürgüne gönderir. Çölden kurtulan Hasan Acem halkını cennet vaadi ile kandırır. Ünlü Haşhaşi tarikatını kurar ve afyonla sarhoş olarak intihar saldırıları düzenleyen bu tarikatın lideri olur. Hasan’ın amacı Nizamülmülk’ten intikam almaktır. Müritleri sayesinde Nizamülmülk’ü öldürmeyi başarır. Sonra ise ebediyete göç eder. Hayyam’a dönecek olursak, İran’lı kadın şair Cihan’la büyük bir aşk yaşamaya başlar. Daha sonra kalabalık bir grup Hayyam’ın evini basıp talan eder ve Cihan’ı öldürür. Hayyam, Ömür soluğumuz nereden geliyor diye soruyorsun. Uzun bir öyküyü özetlemek gerekirse Derim ki Okyanus’un dibinden, Her şeyi yeniden yutan Okyanus’tan. 76 KÜLTÜR SANAT ATILIM ÜNİVERSİTESİ YAYINLARINDAN… Anadolu’nun kaderiyle doğrudan özdeşleşen bu kesişmenin Harran ve Urfa’da yeniden hayat bulmasına katkı sağlaması düşüncesiyle de örtüşen ve büyük dinlerin, kültürlerin kendine mekan seçtiği bu bölgeyi bir başka ve köklü boyutuyla gündeme taşımayı anlamlı bulmaktayız. Atılım’ın Yaban Çiçekleri Bugünden bakışla böylesi bir geçmişe sahip olan bu kültürün her boyutta bugüne taşınamamış olması biraz hüzün içeren bir durum. Ama yine de kökleri bu topraklara dayanan bir tarihin mirasçıları olarak böyle bir çalışmayı üniversitemiz çatısında barındırmak güzel bir duygu. Prof.Dr. Erdoğan Tekin. Bu kitap doğaseverler, çevreciler, gençler ve öğrencilere öğrenim gördükleri Atılım Üniversitesi’nin Yerleşkesi’nde doğal olarak yetişen yaban çiçeklerini tanımaları için bir kılavuz görmesi amacıyla yazıldı. ...Kitap, fotoğrafı basılan her yaban çiçeğinin yalnızca amatörleri ilgilendirecek basit ve temel bitki bilgilerini vermektedir. Bu bilgileri verirken de hiçbir betimleme yapmadan, bilgisayar alışkanlığı çerçevesinde simgeler ve çerçeveler kullanılmıştır. Bu simgesel bilgiler kullanılan yaban çiçeği fotoğrafı çerçevesine yerleştirilen pencerelere yerleştirilmiştir. Böylece, istenilen bilgiye kolayca ve kısa sürede ulaşılabilmesi amaçlanmıştır. Yaban çiçeği fotoğrafının üst sırasında bitkinin familya adı, cins ve türü, varsa alttürü ya da varyetesi, Türkçe ve İngilizce güncel adları yer almaktadır. Belki de Harran adı bu anlamda yollarımızı yeniden kesiştirme işlevini gündeme getirmektedir. Bilimin ve kültürün üst kurumlarından olan üniversiteleri yalnızca eğitim verdiği alanlara daraltmak yerine ufku olabildiğince geniş tutmak boyutunda değerlendirmemizin bir dışavurumu olarak anlaşılması dileğiyle… Türkiye’de Kadın Girişimci ve Küçük İşletmesi: Fırsatlar, Sorunlar, Beklentiler ve Öneriler Doç.Dr. Mehmet Ali Gürol Kadının günümüz toplumları içerisinde toplum ve iş yaşamındaki başarılarıyla kendini büyük ölçüde kanıtlaması, onun toplumdaki yeri hakkındaki düşünce, görüş ve inançların da büyük çapta değişmesine neden olmuştur. Bugün artık global düzeyde, dünya genelinde -yalnız gelişmiş endüstri ülkelerinde, nisbeten yavaş bir gelişim halinde olan ülkelerde de- ekonomik, sosyal, siyasal alanlar ve toplumsal yaşamın diğer fazlarında, “kadın konsepti”, eskiye oranla, daha farklı bir şekilde algılanmaktadır. Bu konudaki eski değerler, geçmişten kaynaklanan inanç ve geleneklerin geçerliliklerini yitirmeye başlamaları ile -batıdaki rol modellerinin de etkisi ileyerlerini yenilerine bırakmaktadırlar. Edessa’dan Urfa’ya Mehmet Çelik Tarihin ilk üniversitesi (Harran) Anadolu merkezli topraklarda kurulmuştur. Bu ya da buna benzer ilkler yalnızca bir rastlantı olarak görülmemeli. Bu topraklar uzun çağlara dayanan geçmişiyle çok önemli ve sayısız kavme yurt oldu, köprü oldu. Bu birikimin ancak bu zenginlikle sağlanabileceği düşüncesinden hareketle bu ilklerin de bu topraklarda hayat bulmuş olması açıklanabilir olmaktadır. Günümüzde bu konuda yapılan araştırmalar, kadınların çalışma yaşamı ve girişimcilikte eskiye oranla belirgin bir aşama yaptıklarını ortaya koymaktadır. ABD’de gerçekleştirilen araştırmalarda, özellikle hizmet sektöründe olmak üzere, günümüzde yeni oluşturulan ABD kökenli firmaların üçte ikisinin kadınlar tarafından kurulduğunu, kadın girişimci sayısının arttığını ve bazı özellik ve nitelikleri itibari ile kadınların girişimciliğe, karşı cinslerine oranla daha yatkın olduğunu ortaya koymaktadır. Urfa’nın iki adım ötesinde kalan Harran, sözcük olarak, Sümerce ve Akatça’da; kervan, seyahat ya da kesişen yollar anlamına gelmektedir. 77 KÜLTÜR SANAT Türk için araladı. Dünyasını birkaç günlüğüne de olsa iki Türk sanatçıya açtı; onları Paris’te atölye olarak kullandığı şatosunda ayrı ayrı ağırladı. Çan sesleriyle çalan şatonun kapısından içeriye “Je suis Turque” (Türk’üm) parolasıyla giren ünlü ressamımız Asım Yücesoy, onu “müthiş bakışlara sahip çirkin bir adam” olarak nitelendirmişti1 . Ara Güler ise, Picasso’yu çalışırken izleyen ve fotoğraflayabilen nadir kişilerden biri olarak onun rahatlığı ve umursamaz tavrından çok etkilenmişti. Bir röportajında Güler, “Ben, bir sürü önemli adamın fotoğrafını çektim. Konuştuğum en mühim insan[dı Picasso]; yaşadığım en ayrıcalıklı dört gündü onunla geçen zamanım,” demişti. “Kati surette hiçbir şey umurunda değil... Beğenilsin beğenilmesin, bakılsın bakılmasın, umurunda değil. Ben çizerim, diyor; isteyen bakar istemeyen bakmaz... Hiçbir titre dayanmadan meşhur olmuş biridir Picasso; bir köylü çocuğudur.”2 1881 yılında İspanya’da doğan Picasso, resim öğretmeni bir babanın oğlu olarak çocuk yaşlarda usta ressamlar kadar başarılı tablolar yapıyordu. Yaşamının ilk on senesini İspanya’nın çeşitli şehirlerinde babasının sanat rehberliğinde geçirdi. İlk başta klâsik, realist olarak adlandırılan tarzda, son derece teknik, hatta kusursuz denebilecek nitelikte resimler çiziyordu. Onbeş yaşında tamamladığı “İlk Komünyon” adlı dinî tablo bu mükemmeliğin somut bir örneğidir. Picasso, bir röportajında, çocuk yaşlarda Raphael kadar iyi çizebildiğini, ancak bir çocuk gibi resim yapmayı öğrenmek için bir ömür geçirdiğini belirtmişti. Picasso’nun farklı çizgilerde ilerleyen sanat yaşamı “yenilenme” arzusu üzerine kurulu olarak gelişti. Çevresindeki farklı buluşlara ve yeni sanat akımlarına her zaman duyarlıydı; yapılanlar sıradanlaşmaya başlayınca Picasso ilgisini kaybediyor ve yeni arayışlara sürükleniyordu. Picasso, Şatosunda (Fotoğraf: Ara Güler) Picasso: “Sanat bize doğruyu gösteren bir yalandır” Yrd.Doç.Dr. Nil Demet Güngör İktisat Bölümü Öğretim Üyesi 20. yüzyılın en ünlü ressamı olarak anılan Pablo Picasso ilk bakışta anlaşılması zor ama derin izler bırakan, etkileyici bir kişilikti. Karısı onun için “çekici değil” demişti; fakat aynı zamanda eklemişti “taa ki onu tanıyana kadar”. Picasso’yu sanat dünyasında kübist akımın öncülerinden biri yapan “garip” tuvalleri de ilk başta çok çekici görünmeseler de sanatta dev bir devrimin başyapıtları oldular. 1901 yılında İspanya’dan ayrılıp Avrupa’nın sanat merkezi olan Paris’e seyahat etmesiyle Picasso’nun hayatında sanat tarihçilerin Mavi Dönem (1901-1904) olarak adlandırdıkları yeni bir dönem başladı. Bu dönemdeki hüzünlü ruh hali, mavi-yeşil tonların hakim olduğu aç ve sefil insanların portrelerinde ifade buldu. Heykele başlaması da bu sıralarda gerçekleşti. Zor bir kişi olarak bilinen Picasso’nun kapısı ve hayatı çoğu kişiye kapalıydı. Ne ilginçtir ki Picasso, ulaşılmaz görünen kalesini iki 1 Yrd.Doç.Dr. Burcu Arıcı, Asım Yücesoy ile Röportaj 2 Jülide Karaman, Ara Güler ile Röportajı. 78 KÜLTÜR SANAT the artist and his model turn your back but stay in view at the same time (now look away, anything else confuses) stand still without saying a word you can’t see but this is how i separate day from night Picasso (1971) (fotoğraf: Ralph Gatti) and the starless sky from the empty heart Portrait de femme (1937) Pablo Picasso (1936) Picasso’s Poetry (http://jefbourgeau.com/ picasso_poetry.htm) Daha sonra, eserlerine sembolik anlamlar taşıyan değişik figürler katmaya başladı. En çok kullandığı simgelerden biri soytarı figürüydü. Soytarı, cambaz ve sirk figürlerine daha neşeli turuncu-pembe renklerle hazırladığı Pembe Dönem (1904-1906) resimlerinde sık sık yer verdi. Kübizmde kullanılan geometrik desenlerin sanata matematiksel bir yaklaşım getirdiği de öne sürülmüştür. Kimilerine göre Picasso fizikteki gelişmelere paralel olarak resimde dördüncü boyutu keşfetmişti. Kübist eserlerde, perspektif ve gölgeleme teknikleri kullanılmadan, üç boyutlu bir nesne farklı açılardan iki boyutlu bir tuvalin üzerine aktarılabiliyordu. Ortaya çıkan çarpık görüntüler üç boyutlu bir objenin dördüncü boyuttan nasıl görünebileceğine ışık tutuyordu... Picasso’nun daha sonra yaptığı meşhur çift yanlı (hem önden hem profilden) portrelerde kübist akımın etkisinin devam ettiği görülmektedir. Sevgilisi Dora Maar’ın portresinde biri önden biri profilden çizilen gözleri Picasso’nun özgün buluşlarından birisidir. Ancak, Cezanne’in etkisi altında Georges Braque’la beraber geliştirdiği kübist tarzdaki çalışmaları Picasso’nun sanattaki yerini pekiştirip tüm dünyada tanınmasını sağladı. Kübist resimlerde perspektif kuralları hiçe sayılıyor, nesneler geometrik parçalara ayrılıp şekil olarak inceleniyordu. Kübizm, adını bir sanat eleştirmeninin Braque’ın sergisini incelerken geometrik alanlara bölünmüş olarak resmedilen nesneleri küçük küplere benzetmesiyle aldı. Picasso, ilk kübist resimlerinde biçim ve formu ön plâna çıkaran, şeklin önüne geçmeyecek nötr, kahverengi tonlarda renkler kullanıyordu. Aslında Picasso bir renk ustası olmaktan çok bir form ve şekil ustası olarak adını duyurdu. Daha sonra bu tarzdaki resimlerinde kolaj tekniği uygulayarak sanata yepyeni boyutlar kazandırdı. Belki de kübizmin gelişimde 1906 yılında Picasso’nun fotoğrafçı arkadaşı Gino Severini’nin işe yaramadığını düşünerek ona bıraktığı bozuk fotoğraf kamerası da etkili oldu. Picasso, çatlamış kamera lensinden ortaya çıkan çarpık görüntüleri kameranın önüne yerleştirdiği prizmayla birleştirince kübist ressamlara ilham olabilecek kareler elde etti. Çıplak gözle görünen gerçek, ışığın bükülmesiyle bambaşka bir görünüme sahip olmuştu... Picasso, kübist akımın yaratıcısılarından biri olmasına rağmen kübizmin kuramsallaşmasına karşı çoğu zaman kayıtsız bir tutum sergiledi ve hatta bu tür gayretlere karşı çıktı. Çünkü Picasso’ya göre sanatta niyetin hiçbir değeri yoktu; bir ressam yaptığı eserler karşısında şaşırmalı, sürüklenmeliydi. Picasso, resim yaparken “aramıyorum, buluyorum” diyordu. Picasso’ya göre kübizm yeni bir sanat akımı değildi. Her ne kadar Piccasso “kübizm ne yeni bir sanatın doğuşudur ne de tohumu: orijinal resim ‘form’larının geliştirilmesinde sadece bir evre olabilir” diye israr etse de kübizmin bir akım olarak değerlendirilip kavramlaşmasına engel olamadı. “Bir insanın yüzünü kim doğru görebiliyor: bir fotoğrafçı, bir ayna, yoksa bir ressam mı?” (Picasso) 79 KÜLTÜR SANAT Pek çok ressam kübist akıma kapılıp peşinden sürüklenirken Picasso, yarattığı dalgalara aldırış etmeyen umursamaz tavrıyla resimlerini yapmaya devam etti. Kübizmin etkileri yaygınlaştıkça Picasso herkesi şaşırtıp klâsik tarza dönüş yaptı. Picasso, yaptığı birbirinden farklı eserleri değerlendirirken kendi özünde hiçbirşeyin değişmediğini, sanat anlayışını her zaman koruduğunu söylüyordu, çünkü ona göre hangi sanat ekolü olursa olsun resim kuralları her zaman aynıydı. Picasso mükemmeli veya bir ideali aramıyordu; sanatta ulaşılması gereken son bir noktanın varlığına da inanmıyordu. Farklı dönemlerde yaptığı birbirinden farklı tarzlardaki resimlerinin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini savunarak onlara sahip çıktı. Pablo Picasso, hayattayken kıymeti bilinen ender ressamlardan biri oldu. Yaşamı boyunca itibar gördü, yeniliklere önderlik ederek diğer ressamları da peşinden sürükledi. Kendisi de pek çok akımdan etkilenip sanat dünyasına birbirinden farklı tarzlarda eserler bıraktı. Ara Güler, Picasso’nun sanata katkısını şöyle ifade ediyor: “Yeni bir felsefe; görsel olarak insanlığa yeni bir Picasso’nun sıradışı kişiliği, yaptığı resimler kadar, insanlar üzerinde büyük etki yaratmayı başardı. Sanatta en çok kübizmle anılan kalıplara sokulmayı reddetmesidir. bakış kazandırdı. Bir fotoğraf makinesiyle ne yapsanız bunlar kopyadır. Tabiatı, ağacı, vapuru çizmek de röprodüksiyon sayılır. Hayatın röprodüksiyonudur bunlar. Hayatı tuvale geçirmeyi yıktı o, kafasının içindeki dünyayı aktardı. İnsan beynini yıktı. Bilinen, alışılan her şeyi sıfırladı.” Belki de en önemlisi, o sıradışılığıyla bize bildiğimiz dünyayı alışılmadık bir biçimde “görmemizi” sağladı; ‘görünen’le ‘gerçeğin’ arasındaki farklara ve sınırlara dikkat çekerek... Picasso belli bir tarza sahip olmadığını Kaynaklar: Pablo Picasso’yu yirminci yüzyılın en ünlü ressamı yapan özelliği belki de 1. Yrd.Doç.Dr. Burcu Arıcı, Asım Yücesoy ile Röportaj, Sen De Dene Programı, Kanal B Televizyon, 2009. 2. Jef Bourgeau “Picasso’s Camera” <http://jefbourgeau.com/picasso’s_camera.htm> 3. Anish Chandy “The Deconstruction of Pablo Picasso,” 21.05.2004, <http://www.buzzle.com/editorials/520-2004-54396.asp> 4. Bryan Clair “Spirits, Art and the Fourth Dimension,” 16.09.2002 <http://strangehorizons. com/2002/20020916/fourth_dimension.shtml> 5. Jülide Karaman, “Picasso, Dünyaya Bakışımı Değiştirdi,” Ara Güler ile Röportaj, Zaman Gazetesi, 24.11.2005. 6. Arthur I. Miller “Einstein, Picasso,” Physics Education, Special Feature: Physics and Art, 39(6), 484489. 7. Charles Moffatt “Pablo Picasso: The Most Famous Artist of the 20th Century,” The Art History Archive <http://www.arthistoryarchive.com/arthistory/> 8. Herbert Read (1931) The Meaning of Art, Penguin Books, tekrar basım, 1966. 9. On-line Picasso Project <http://picasso.shsu.edu/> her zaman vurguladı; o sanatta sınır tanımayan bir dehaydı ve birbirinden farklı yapıtlarıyla her tarzın ustası olduğunu gösterdi. 80 EĞİTİM ÖZGÜRLÜKTÜR... ATILIM ÜNİVERSİTESİ YERLEŞKESİ Kızılcaşar Mahallesi 06836 İncek - ANKARA ● Tel: 0312 586 80 00 Faks: 0312 586 80 90 - 91 ● [email protected] www.atilim.edu.tr
Benzer belgeler
Ayakta Başlayan Açılış Ayakta Bitti
konferansa Türkiye çapından yüze
yakın rehberlik öğretmeni katıldı.
Açılış konuşmasını yapan Atılım
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Abdurrahim Özgenoğlu katılımcılara
teşekkür ederek, yeni sistemin
...