Konferans Kitabı - Balkanlarda Osmanlı Dönemi Kültür Varlıklarının
Transkript
Konferans Kitabı - Balkanlarda Osmanlı Dönemi Kültür Varlıklarının
'¶1<$ 9$.,)/$5 .21)(5$16, 9DNÕÀDU*HQHO0GUO÷<D\ÕQODUÕ 'h1<$9$.,)/$5.21)(5$16, 6HUWL¿ND1R ,6%1 6DKLEL 9DNÕÀDU*HQHO0GUO÷$GÕQD 'U$GQDQ(57(0 <D\ÕQ.RRUGLQDW|U 5LIDW7h5.(5 6RUXPOX<D]ÕøúOHUÕࡆ0GU $GQDQ7h=(1 (GLW|U 0HKPHW.8572ö/8 .RQIHUDQV+D]ÕUOÕN.RPLWHVL 'DYXW*D]L%(1/ø%DúNDQ *|NoH*h1(/ +VH\LQ%$ù.$<$ +DOLOøEUDKLP6(=(5 $\úH(GD085$7 +DFHU&2ù.81 0HUW(5*ø1 0XUDGL\Hùø0ù(. .RQIHUDQV'DQÕúPD.XUXOX $OL+h5$7$%DúNDQ 2\D(5&ø/ 'DYXW*D]L%(1/ø øEUDKLP32/$7 $VOÕ&(5(1'(0ø5&$1 <DNXS*h=(/ 0HKPHW<,/',5$1 &DQVHO$/7,2.+(5'(0 %DVNÕYH7DVDUÕP 6HPLK2IVHW %DVÕP7DULKL $QNDUD <D]ÕúPD$GUHVL 7&%DVEDNDQOÕN9DNÕÀDU*HQHO0GUO÷ .OWUYH7HVFLO'DLUH%DVNDQOÕ÷Õ $WDWUN%XOYDUÕ1R8OXV$QNDUD 7HO)D[ ZZZYJPJRYWU _ 2 _ ødø1'(.ø/(5 'Q\D9DNÕÀDU.RQIHUDQVÕ3URWRNRO.RQXúPDODUÕ 9DNÕÀDU*HQHO0GU6D\ÕQ'U$GQDQ(57(0¶LQ3URWRNRO.RQXúPDVÕ %DúEDNDQ<DUGÕPFÕVÕ6D\ÕQ%OHQW$5,1d¶ÕQ3URWRNRO.RQXúPDVÕ........................................................ 'Q\D9DNÕÀDU.RQIHUDQVÕ$oÕOÕú.RQXúPDODUÕ 'U*HUU\6$/2/(¶QLQ$oÕOÕú.RQXúPDVÕ 3URI'U$KPHG$.*h1'h=¶Q$oÕOÕú.RQXúPDVÕ 'Q\D9DNÕÀDU.RQIHUDQVÕ$oÕOÕú2WXUXPX 3URI'U/HVWHU6$/$0211HZ)URQWLHUVRI3KLODQWKURS\ 3URI'UhVWQ(5*h'(59DNÕÀDUÕQ'H÷Õࡆ úHQ5RO 'U'DYLG/<11)RXQGDWLRQV0DNLQJD'LIIHUHQFH 2WXUXP 9DNÕI.DYUDPÕQÕQ7DQÕPODQPDVÕYH9DNÕÀDUODøOJLOL7HULPOHULQ.DUúÕODúWÕUÕOPDVÕ 'U5XSHUW*UDI675$&+:,7=:KDWLVD)RXQGDWLRQ"$+LVWRULFDODQG7UDQVFXOWXUDO3HUVSHFWLYH $EGXOODK2PDU,VVD0'$/$'H¿QLQJWKH7HUP)RXQGDWLRQ$0DODZLDQ([SHULHQFH .KDOHG68..$5,(+$FRPSDULVRQRIWKH:HVWHUQDQG0XVOLP0HWKRGVRI$ZTDI )RXQGDWLRQVRU7UXVWV 6DDGELQ0RKDPPDG$/02+$11$9DNIÕ9DNÕI<DSDQg]HOOLNOHU 3URI'U8VDPD$/$1,øVODPL9DNÕI%D÷ÕúODUÕQÕQ%D÷Õú)DDOL\HWOHULQLQ9DNÕI.XUXP .OWU\OH.RUXQPDVÕ 2WXUXP +D\ÕUVHYHUOÕࡆk 5DZDD1DQF\$/%,/$/7KH:DTI3KLODQWKURSLF6\VWHPWKH9DOXH7KDW%LQGV8V $VKDKDGX$6$/,8VLQJ:DTI,QVWLWXWLRQVIRU$OOHYLDWLQJ6RFLDODQG(FRQRPLF3UREOHPV 7KH6WDWXV4XRDQG:D\IRUZDUGIRU=LPEDEZHDQG2WKHU6$'&&RXQWULHV 0DUW\Q(9$163LRQHHULQJ3KLODQWKURS\<HDUV 2WXUXP 'Q\Dh]HULQGH)DUNOÕ%|OJHOHUGHNL9DNÕÀDUÕQ8OXVDOYH8OXVODUDUDVÕ)DDOL\HWOHUL $QGUHZ%52:17KH&KXUFK&RPPLVVLRQHUVDQG7KHLU&RQWULEXWLRQWRWKH&KXUFKRI(QJODQG =HLQRXO$EHGLHQ&$-((7KH*URZWKDQG'HYHORSPHQWRI)RXQGDWLRQVLQ0XVOLP0LQRULWLHV :LWK6SHFL¿F5HIHUHQFHWR6RXWK$IULFD $QWRQLR1,&2/(77,6RFLDO&DSLWDO&XOWXUDO+HULWDJH)XQG5DLVLQJ7KH([SHULHQFHRI =HWHPD)RXQGDWLRQLQ%DVLOLFDWD6RXWKHUQ,WDO\ 5DIIDHOH9,78//,3DROR0217(085521HZ3HUVSHFWLYHVIRU)RXQGDWLRQV(XURSHDQ 8QLRQDQG6RFLDO,QQRYDWLRQ _ 3 _ 2WXUXP 9DNÕÀDUÕQYH9DNÕI%HQ]HULgUJWOHULQhONH(NRQRPLVLQH(WNLOHULYH.DWNÕODUÕ 3URI'U1HFGHW6$ö/$09DNÕÀDUGD)LQDQVDO5DSRUODPDYH+HVDS9HULOHELOLUOLN 'U5HD]XO.$5,06LJQL¿FDQFHRI&DVK:DTI,Q([SDQVLRQRI&KDULWDEOH)RXQGDWLRQV $EGXOODK(.ø1&ø*HoPÕࡆ úWHQ*QP]H9DNÕÀDUÕQ(NRQRPÕࡆ h]HUÕࡆ QGHNÕࡆ (WNÕࡆ OHUÕࡆ YH %Õࡆ U)Õࡆ QDQV<|QHWÕࡆ P0RGHOÕࡆ 2ODUDN3DUD9DNÕÀDUÕQÕQ*QP]H8\DUODQPDVÕ +XVDLQ%(1<281,6(QJLQHHULQJWKH$ZTDI,QGXVWU\ 2WXUXP 9DNÕÀDUÕQ<DVDO6WDWOHULYH9DNÕÀDUODøOJLOL<DVDO']HQOHPHOHUYH8\JXODPDODU 'U0+LVKDP'$)7(5'$5/HJDO,VVXHV5HODWHGWR(QGRZPHQW$ZTDI,QVWLWXWLRQV 3URI'U+VH\LQ+$7(0ø7UNL\H¶GHNL9DNÕI.XUXPXQXQ+XNXNL$oÕGDQ*HQHO*|UQP øOKDQ$+0(7<XQDQLVWDQ%DWÕ7UDN\D¶GD9DU2ODQ2VPDQOÕ7UN9DNÕÀDUÕQÕQ+XNXNL 6WDWVYH)LLOL'XUXPX 2WXUXP øVODPhONHOHULQGHdD÷GDú9DNÕI8\JXODPDODUÕ <UG'Ro'U+VH\LQ(578døVODP+XNXN7DUÕࡆ KÕࡆ QGH9DNÕÀDULOH%DWÕ.OWUQGHNÕࡆ %HQ]HUÕࡆ .XUXPODUÕQ.DUúÕODúWÕUÕOPDVÕ 'U$OL$VJKDU6$(,',7KH5ROHRI:DTILQWKH,VODPLF:HOIDUH6\VWHP 6HQDMLG=$-,029,&6LYLO7RSOXP+DUHNHWLQLQYH<HQL9DNÕI$QOD\ÕúÕQÕQøVODP'Q\DVÕQD 0DGGL0DQHYL6D÷OD\DELOHFH÷L.DWNÕODU <LGL:$',)XQFWLRQRID)RXQGDWLRQ 2WXUXP ,57,YH.XYH\W(YNDIøGDUHVLgQGHUOL÷LQGH+D]ÕUODQDQøVODPL9DNÕÀDU<DVDVÕ 'U/D\DFKL)(''$',57,YH.XYH\W(YNDIøGDUHVLgQGHUOL÷LQGH+D]ÕUODQDQøVODPL 9DNÕÀDU<DVDVÕ 3URI'U0RKDPHG5$0$'$1,57,YH.XYH\W(YNDIøGDUHVLgQGHUOL÷LQGH+D]ÕUODQDQøVODPL 9DNÕÀDU<DVDVÕ 3URI'U*RXPD$/=5,4,,57,YH.XYH\W(YNDIøGDUHVLgQGHUOL÷LQGH+D]ÕUODQDQøVODPL 9DNÕÀDU<DVDVÕ 3URI'U0XUDWdø=$.d$$&ULWLFDO$VVHVVPHQWRIWKH:DTI/DZ%HLQJ3UHSDUHGE\ ,'%,57,DQG4XZDLW)RXQGDWLRQ 2WXUXP 7UNL\H¶GH9DNÕI6LVWHPLYH<HQL9DNÕÀDU 7HY¿N%DúDN(56(17UNL\HhoQF6HNW|U9DNIÕ............................................................................ øOKDQh77h(OJLQNDQ9DNIÕ 3URI'U(UPDQ781&(5%LUOLN9DNIÕ $\KDQ2*$17UNL\H*|QOO7HúHNNOOHU9DNIÕ.............................................................................. 3URI'U6DIIHW7h=*(1%H]PLkOHP9DNÕIhQLYHUVLWHVL 3URI'U0XVD'80$1)DWLK6XOWDQ0HKPHW9DNÕIhQLYHUVLWHVL )RWR÷UDÀDU _ 4 _ '¶1<$ 9$.,)/$5 .21)(5$16, Protokol .RQXíPDODUÜ _ 5 _ _ 6 _ '¶1<$9$.,)/$5.21)(5$16, Dr. Adnan ERTEM 9DNÜIODU*HQHO0ÖGÖUÖ Sayın Başbakan Yardımcım, Değerli Bilim İnsanları, Saygıdeğer Misafirler, Basınımızın Değerli Temsilcileri. Uluslar arası düzeyde vakıf kavramına ve önemine dikkat çekmek amacıyla düzenlediğimiz Dünya Vakıflar Konferansı vesilesiyle ilk defa 5 kıta üzerindeki 40 ülkeden gelerek davetimize icabet eden siz vakıf dostları ile vakıf medeniyetinin sembolü olan İstanbul’da bir araya gelmekten son derece mutluyuz. Hepiniz Hoşgeldiniz. Bu toplantı vesilesiyle sizlerle bir arada bulunmak bizi oldukça heyecanlandırıyor. Heyecanlıyız çünkü; ecdadımızdan aldığımız vakıf sorumluluğunu, beş kıtadan davetimize icabet eden böylesi güzide bir toplulukla anlatacak olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Heyecanlıyız çünkü; farklı ülkelerdeki vakıf tecrübelerine dair yeni şeyler öğreneceğiz ve kendi tecrübelerimizi paylaşacağız. Heyecanlıyız çünkü; ilk kez gerçekleştirdiğimiz bu büyük uluslar arası konferans vesilesiyle bütün dünyaya vakıf olgusunu besleyen ve bütün dinlerde yerini bulan yardımlaşma, paylaşma, iyiliği sürekli kılma gibi ortak duyguları, ortak ve kuşatıcı mesajlarla dünyayla paylaşma fırsatı bulacağız. Değerli Misafirlerimiz; Hepinizin bildiği gibi, Vakıf bir dünya görüşünün yansıması, bireysellikten çıkışın, karşılık beklemeden elindekini paylaşmanın, bu şuur ile yüzyıllardan günümüze kadar ulaşmış bir çabanın kurumsallaşmış halidir. Göçebelikten yerleşik hayata geçiş aşamasında ecdadımızın Anadolu’yu yurt edinme döneminin, hukuki ve toplumsal arka planını oluşturan vakıflar aynı zamanda şehirleşme çalışmalarının da itici gücü, iktisadi ve toplumsal anlamda da harcı olmuştur. Bu meyanda, yollar, köprüler, ibadethaneler, kervansaraylar ve pek çok sosyal işlevi bulunan külliyeler hep vakfetme düşüncesinin somutlaşmış halidir. Tarihsel çizgide _ 7 _ varolmasıyla birlikte, kurumsallaşarak, bulunduğu her yere gücünü katan vakıf olgusu yardımlaşma ve dayanışma duygularının da temelini oluşturmaktadır. Kıymetli Misafirler; Vakfın temeli ve amacı hayırdır. Vakıf bir hayır ve hizmet kurumudur. Daha öncede çeşitli vesilelerle ifade ettiğim gibi, bugün yöneticisi hayatta olmayan yaklaşık 42 bin vakfın temsilcisi durumunda olan Genel Müdürlüğümüz için; vakfedenlerin iradelerine uygun olarak hareket etmek, belirledikleri hayır şartlarını gerçekleştirmek için çalışmak bir ibadettir. İşte bu düşünceyle Vakıflarımızın vakfiyelerinde yer alan hayır şartlarını gerçekleştirmek; nerede bir ihtiyaç sahibi varsa ona vakıfların yardım elini uzatmak amacıyla Genel Müdürlük olarak; 81 il merkezinde yaptığı kuru gıda yardımlarıyla binlerce ihtiyaç sahibi vatandaşımızın sofrasına katkı sağlamakta, annesi veya babası olmayan çocuklara, yüzde 40 üzeri engelli raporu bulunan ve bir geliri olmayan vatandaşlarımıza da muhtaç maaşı vermekte ve ortaöğretim çağında olan 15 bin öğrencimize de burs imkanı sağlamaktayız. Bu sene yaptığımız yeni bir çalışma ile de yükseköğrenim öğrencilerine de burs vermeye başlıyoruz. Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak yaptığımız tüm çalışmalar, vakıflarımızın hayır amaçlarını gerçekleştirmek üzeredir. Bu amaçları gerçekleştirirken de yalnızca kendi kaynaklarımızdan yani vakıfların akarlarından elde ettiğimiz gelirlerden faydalanıyoruz. Ecdadımızın çeşitli amaçlarla meydana getirdiği adeta medeniyetimizin mührü, Anadolu’nun tapusu hükmünde olan abidevi eserlerimizin korunması, artık sadece kendi kültürümüzün değil, değişen, gelişen ve kaynaşan medeniyetlerin ortak değeridir. Bu asli gayeyle yola çıkan Genel Müdürlüğümüz, yılların yorgunluğu ve tabiat şartları yüzünden harap olan veya harap olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Vakıf Kültür Varlıklarının onarımı için bu güne kadar çaba sarf etmiş, bu yıl 2012 bütçesinden, 150 milyon lirayı bu amaç için ayrılmıştır. Nerede onarıma ihtiyacı olan bir eser varsa onu ayağa kaldırmayı görev biliyoruz. Restorasyonda temel ilke olarak tarihi yapıya müdahale etmeden, aslına uygun olarak restorasyonunu gerçekleştirmeyi şiar edindik. Bu anlamda vakıf eserlerini eski ihtişamına kavuşturmanın haklı heyecanı içerisindeyiz. Yüzyıllar önce Osmanlı Devletinde kurumsallaşarak adeta bir medeniyet haline gelmiş vakıf kurumunun bugün bizlere emaneti durumunda olan her bir tarihi vakıf eserimizi korumak, her bir vakıf taşınmazını en iyi şekilde değerlendirmek gayesiyle yaptığımız çalışmalar sonucunda son 10 yılda hem Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün gelirlerini önemli ölçüde arttırdık, hem de hayır hizmetlerimizin alanını ve kapsamını genişlettik. Yaptığımız çalışmalar sonucunda yıllar boyunca atıl durumda bulunan binlerce vakıf taşınmazına fonksiyon kazandırdık, onları çağın koşullarına uygun şekilde kullanmaya, yıllarca gelir elde edemediğimiz binlerce taşınmazımızdan gelir elde etmeye başladık. Vakıf olgusunun kendine has yapısını korumak suretiyle devam ettiğimiz çalışmalardaki tecrübelerimizi de bu önemli konferansta siz değerli katılımcılarla paylaşmaktan, hem de sizlerin çok değerli tecrübelerinizi ve önerilerinizi dinleyerek, bilgi paylaşımında bulunmaktan memnuniyet duyacağız. Dünya Vakıflar Konferansı çerçevesinde iki gün süreyle öncelikle dünya üzerinde vakıf kavramının _ 8 _ tanımlanma biçimlerini, vakıf olgusuyla ilgili terminolojiyi karşılaştıracağız. Bu kavramsal çerçeveden sonra, vakıfların yasal statüleri ve vakıflarla ilgili yasal düzenlemeler ile uygulamalar bazında değerlendirmelerimiz olacak, IRTI ve Kuveyt Evkaf İdaresi önderliğinde hazırlanan İslami Vakıflar Yasası baz alınarak, İslam ülkelerindeki vakıf anlayışı ile Batı ülkelerindeki uygulamalar ile karşılaştırılması söz konusu olacak. Bizim medeniyetimize yansıyan ve kökeni İslamiyet’e dayanan vakıf kavramı ile bugün İslam ülkelerindeki çağdaş vakıf uygulamaları hususunda bilgi sahibi olacağız. Dünya üzerinde farklı bölgelerdeki vakıfların ulusal ve uluslar arası faaliyetlerini kıyaslayarak, tecrübe paylaşımında bulunurken, vakıfların ve vakıf benzeri örgütlerin ülke ekonomisine etkileri ve katkılarını da değerlendireceğiz. Vakıf olgusunun ana taşıyıcısı olan hayırseverlik kavramı etrafında şekillenen bir çerçeve etrafında bilgilenirken, Türkiye’de vakıf sistemi ve Türk Medeni Kanununa göre kurulan Yeni Vakıflar ile ilgili bir başlık altında da değerlendirmeleri dinleyerek, tecrübelerimizi paylaşacağız. Kıymetli Misafirler; Vakıf konusunda ülke bazındaki deneyimlerini bizlerle paylaşmak üzere burada bulunan siz değerli katılımcılarımızın katkılarıyla gerçekleştireceğimiz ve bu alanda bir ilk olan Dünya Vakıflar Konferansı’nın vakıf alanındaki tüm çalışmalara, vakıf olgusunun gelenekten modernliğe doğru izlediği çizgide önemli etkiler bırakacağına gönülden inanıyor, belki de ilk kez uluslar arası düzeyde ortak bir vakıf düşüncesi inşa ederek insanlığa bir de vakıf ortak duygusuyla seslenme fırsatı bulacağımızı düşünüyorum. Sözlerime son vermeden önce; Genel Müdürlüğümüz organizasyonu ile ilk defa oluşturulan bu uluslar arası platforma teşrif ederek, heyecanımızı en içten duygularla paylaştığını bildiğim Sayın Başbakan Yardımcımıza bizlere verdikleri destek için şükranlarımı arz ederken, beş kıtadan gelerek davetimize iştirak eden değerli bilim insanlarına, tüm misafirlerimize ve toplantıda emeği geçen herkese teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. _ 9 _ _ 10 _ '¶1<$9$.,)/$5.21)(5$16, %ÖOHQW$5,1¡ %DíEDNDQ<DUGÜPFÜVÜ Beş kıtadan ülkemize ve İstanbul’a teşrif eden vakıf insanları, değerli akademisyenler, basının değerli mensupları, hanımefendiler, beyefendiler. Dünya üzerinde kurulu farklı din, dil ve kültürlere ait vakıfların temsilcilerini, bu konuda çalışmalar yürüten akademisyenleri ve en önemlisi de vakıf dostlarını bir araya getiren Dünya Vakıflar Konferansı’na hepiniz hoş geldiniz. Dünya Vakıflar Konferansı adı altında bizleri buluşturan bu konferansın, geçmişte bir örneğine şahit olmuş değiliz. Bu konferansın bir başlangıç olması ve devamının gelmesini temenni ediyorum. Sayın Konuklar; Öncelikle vakıf deyince günümüzde artık çok geniş bir tanım ve pratikten bahsetmekteyiz. Tarihteki vakıf kültürü ile modern dönemdeki vakıf ve STK kavramları arasında benzerliklerle beraber farklılıklar vardır. Tarihi anlamda bir kişinin malını, mülkünü dini, sosyal ve kültürel bir amaç için tahsis etmesi olarak anladığımız vakıf kavramına, gelişen süreç içinde artık sivil toplum kuruluşu (STK) olma ya da bu kuruluşları destekleme de eklenmiştir. Zaman içindeki değişimle birlikte vakıf kavramına farklı coğrafyalardaki kültürel uygulama zenginlikleri ilave olmuştur. Vakıf kavramını iyi niyet, dürüstlük, inanç, insancıllık ve gönüllülük ilkeleri esas olmak üzere her türlü hayırseverlik ve hamiyetperverlik olarak geniş bir yelpazede değerlendiriyorum. Değerli Misafirler; Vakıf ve vakıf ruhuna baktığımızda bunun büyük ölçüde İslam medeniyetinden kaynaklandığını ve geliştiğini rahatlıkla ve gururla söyleyebiliriz. Bu hususta temel dayanaklar Kur’an-ı Kerim’de geçen bazı ayetler ve İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in hadisleridir. Bu bağlamda, Allah için ödünç vermek, Allah yolunda harcamak, yetimlere ve yoksullara yardımda bulunma, fakirleri beslemek, sadaka vermek, hayır faaliyetlerinde yarışmak hususlarında Kur’an-ı Kerim’de yazılı ayetleri hatırlatabilirim. İslam Peygamberi Hz. Muhammed de bu konudaki teşvik edici beyanlarının ötesinde kendisine ait Medine’deki mülkünü vakfederek İslam dünyasına ve insanlığa bizzat örnek olmuştur. İşte bu nedenlerden dolayıdır ki İslam dünyası vakıf konusunda önemli iz bırakmış, bu kültürü bugünlere kadar canlı bir şekilde yaşatmıştır. _ 11 _ Vakfın tarihi serüveninde, gerek coğrafi büyüklüğü, gerekse gücü ve nüfuzu nedeniyle kurumsallaşmış vakıf kültürünün ülkemizde ve Osmanlı Devleti döneminde zirve dönemini yaşadığı herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Osmanlı döneminde vakıf konusu öyle ilerlemiştir ki, yoksullara yardım edilmesi, cami, medrese, su kuyusu, hastane, köprü vb. tesislerin inşa edilip, ikamesi adeta sıradanlaşmıştı. Hayvanların ve kuşların bakımı, öksüz bebeklere sütanne tutulması ve dini bayramlarda çocuklara hediye almak için dahi vakıflar kuruluyordu. Bu çeşitlilik ve zenginlik, devletin vakıf ile barışık olduğu, kabullendiği ve desteklediği bir ortamda ortaya çıkmıştır. Bugün için devletten beklenen birçok hizmet, vakıflar kanalıyla yapılmıştır. Devlet ve vakıf işbirliği, toplumda yardımlaşma, dayanışma ve eserler ile yaşama duygusunu pekiştirmiştir. Bozulan veya üzeri tozlanan devlet- vakıf işbirliği 3 dönemdir sürdürdüğümüz iktidarımız döneminde, yeniden canlanmıştır. Artık devlet vakıflarla barışmıştır. Bu politika çerçevesinde, tarihi vakıf eserlerimizin yeniden gün yüzüne çıkarılması, vakıf gelirlerinin arttırılması ve toplumda yeniden vakfetme kültürünün yaygınlaştırılmasını öncelikle hedefledik. 3.500’ü aşkın vakıf eserinin restorasyonu yapıldı. Vakıf gelirleri ise son 10 yılda 15 kat arttı. Toplumda vakfetme kültürünün gelişmesi için vakıf haftası gibi organizasyonlar, konferanslar, paneller düzenleniyoruz. Bizim vakıf anlayışımızın özü: Devlet vakıfların emanetçisidir. Bizler, tarafımızca işlemleri takip edilen vakıfları ayrı bir hassasiyetle ve emanete yakışır biçimde yönetiyoruz. Bu konferansı düzenleyen ve bizzat sorumlu olduğum Vakıflar Genel Müdürlüğümüz işte böylesi bir geleneği devam ettirmeye çalışmakta, Osmanlı Devleti’nden intikal eden 40 binden fazla vakfı, kuruluş belgesi diyebileceğimiz vakfiyelerine uygun bir biçimde yaşatmaya gayret etmektedir. Bir taraftan yüzyıllar öncesinden gelen vakıf ruhunu yaşatırken, kurduğu Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi ve Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversiteleriyle de geçmişten geleceğe sağlık ve eğitim faaliyetlerini gelecek nesillere taşımaktadır. İşte bu, tarihteki vakıf modelinin ve etkilerinin bu güne yansımasının bir örneğidir. Kıymetli misafirler; Vakfetme ve hayırseverlik elbette sadece ülkemize ve İslam dünyasına ait bir olgu değildir. Vakıflar tarih boyunca sosyal düzenin her türlü sarsıntı ve etkilerden korunması, insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma yoluyla karşılıklı sevgi bağını oluşturmak suretiyle önemli bir işlev görmüş ve görmeye de devam etmektedir. Hayırseverlik her şeyden önce güzel bir insani duygudur. Tarih boyunca bu konuda İslam dünyasının“vakıf”adı altında tescilli bir şekilde hayır faaliyetlerinde bulunduğu bir vaka olmakla birlikte, dünyanın diğer bölgelerinde de sosyal amaçlı hayır faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Bu haslete biz hayırseverlik derken hayırseverlik anlamında kullanılan “filantropi” kavramının uluslararası alanda yaygınlaşması memnuniyet vericidir. Hayırseverlik ve yardımseverlik insanın hamurunda vardır; dini, dili, rengi yoktur. _ 12 _ Günümüzdeki tablo da bunu tümüyle yansıtmaktadır. Artık özellikle ABD ve Avrupa’nın vakıf faaliyetlerindeki çalışmalarını imrenerek izliyorum. ABD’de hayır faaliyetlerinde bulunan ve bizim anladığımız, “filantropi” manasında vakıf diyebileceklerimizin sayısı 100 bindir. Bu vakıfların bağışları 300 milyar Doları bulmaktadır. AB ülkelerinde ise 110.000 vakıf bulunmakta, bunların toplam mal varlığı 350 milyar Avroya ulaşmaktadır. AB vakıflarının yıllık harcamaları da 150 milyar Avroyu bulmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğümüz bünyesinde Osmanlı Devleti’nden intikal eden 40 binden fazla vakıf bulunduğunu söylemiştim. Bu vakıfların yılık geliri 300 milyon TL’yi aşmamaktadır. Bunlara ilaveten Cumhuriyet döneminde kurulmuş olan vakıf sayısı sadece 4.734’tür. Cumhuriyet döneminde kurulan bu yeni vakıfların malvarlığı 13 milyar TL’dir, diğer ifadeyle 6.5 milyar Dolardır. Tabi ki bu veriler ekonomik gücün ve zenginliğin vakıflara yansımasının da açık bir işaretidir. Ekonominin ve gelişmişlik seviyesi ile vakfetme ve hayır yapma arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bu sebeple, rakamları ve sayıları kıyaslarken ekonomik kapasiteyi de unutmamak gerekir. Nitekim Türkiye’mizin son on yılda ekonomik alanda kat ettiği başarıya paralel olarak, vakıflarımızın finansal açıdan ve etkinlik bakımından gelişmesini memnuniyetle izliyorum. Vakıf kültürünün maddi boyutunun yanında bir de manevi yönü vardır. İnsan verdikçe ve paylaştıkça mutlu olur. Servetine göre küçük ancak tutar olarak büyük rakamları vakfeden donörler ile imkanı sınırlı bir insanın malının bir kısmını vakfetmesinin manevi huzuru benzerdir. Bu anlamda, vakıf ve filantropi gibi kavramları tartışırken, konunun maddi yönüyle birlikte manevi ve gönül yönünü de konuşmak gerekir. Nasıl daha çok insana vakıf kültürünün tertemiz havasını aldırabiliriz, bunun formüllerini bulmalıyız. Hem maddi hem de manevi olarak, vakıfların finansal durumlarına dair biraz önce belirttiğim rakamlar ve ortaya çıkan tablo bize ayrıca şunu göstermektedir: Dünya’nın hemen hemen tümünde vakıf veya benzeri kavramlar yolu ile insanlar mallarını vermekte ve insanlık adına kullanılmasını sağlamaktadır. Bu tablonun, daha fazla gün yüzüne çıkması için bu konferansın ayrıca bir fırsat olacağını düşünüyorum. Değerli misafirler; Tabi ki buradan özeleştirileri de yapmalıyız. Vakıf alanında öncülük etmiş olan İslam dünyası ve Türkiye olarak bu konuda daha fazla çaba göstermeliyiz. Ekonomik gücümüzle orantılı olarak taşın altına elimizi daha fazla sokmalıyız. Osmanlı’yı anlatırken kullandığımız vakıf medeniyeti ifadesinin bugün de bir karşılığı olduğunu göstermeliyiz. Esasen Türkiye’de bunun emareleri görünmeye başlamıştır. Bugün hem modern dönemi hem de klasik dönemi temsil eden vakıflarımız, kendi alanlarında en iyisi olmak için gayret etmektedir. Bu vakıflarımıza yardımlarımızı ve desteklerimizi arttırmalıyız. _ 13 _ Dünyada ise son dönemde yoksulluk, geri kalmışlık, cehalet girdabına giren coğrafyalara yönelik sadece devletlerin değil, belli gelire ulaşmış bireylerin de sosyal duyarlılık göstererek insanlığın yardımına koşmasına her zamankinden daha fazla muhtaçtır. Benim bu konudaki çağrım, biraz önce saydığım muazzam finansal imkânları olan Batılı vakıfların, dünyada artarak devam eden yoksullukla mücadelede daha etkin rol almaları, hayırseverlik hedeflerini başta Afrika olmak üzere üçüncü dünya ülkelerine yönlendirmeleri olacaktır. Yoksulluk, eğitimsizlik, sağlıktan yararlanamama, su ihtiyacı, yol ve ulaşım ihtiyaçları gibi birçok ihtiyaç, devletlerin tek başlarına baş edemediği bir problem haline gelmiştir. Ayrıca gelişmiş ülkeler olarak nitelendirilen G-20 ülkelerinde de önemli sayıda yoksul bulunduğunu unutmamalıyız. Bu itibarla, yardımsever insanların oluşturdukları vakıf ve benzeri hayır kuruluşlarına, insanlık adına çok büyük bir görev ve sorumluluk düşmektedir. Çünkü bazen devletlerin kurumsal yapıları, toplumun sorunlarını veya sosyal krizleri anlamada ve yanıt vermekte başarısız ve hatta kimi zaman kayıtsız kalmaktadır. İşte bu noktada sivil inisiyatif önemlidir ve toplumsal yapıyı ayakta tutan en önemli dinamiklerden biridir. Konuşmamın başında vakıf kavramına artık sivil toplum kuruluşu olmaları ya da bu kuruluşları desteklemeleri hususunun da eklendiğini belirtmiştim. Günümüz dünyasında artık siyasi ve sosyal yaşamın önemli bir unsuru haline gelen sivil toplumun aktif olması, sağlıklı bir demokratik ortam için önemlidir. Bu kuruluşlar farklı görüş ve inançtaki insanların seslerini duyurabilmelerine, taleplerini dile getirmelerine imkân sağlaması açısından sosyal barış ve dayanışma açısından önem taşır. Bu açıdan, üçüncü sektör, sivil toplum veya STK’ların bu alandaki faaliyetleri de önemsiyor ve destekliyorum. Değerli Misafirler; Benim genel ve özet bir şekilde dile getirmeye çalıştığım hususları oturumlarda sizlerin ayrıntılı olarak ele alacağınızı, bu bağlamda vakıfların değişen rollerini, tanımlamalardaki farklılıkları, ekonomik hayata, iç ve dış siyasi yaşama etkilerini tartışacağınızı biliyorum. Bu tartışmaları önemsiyorum ve elimden geldiği kadarıyla takip edeceğim. Dünyanın bir yandan yoksulluklarla ve maalesef insanlık yoksunluğu ile boğuştuğu, öte yandan iç savaşlarla sarsıldığı bir dönemde, vakfetmekten bahsedebilen, “ben” değil “biz” diyebilen, insanların halleriyle dertlenebilen ve bu amaçla dünyanın dört bir yanından bir araya gelen sizlere birlikte olduğum için büyük onur duyuyorum. Hangi dine, inanca, ırka mensup olursak olalım, iyiliğin, sevginin, muhabbetin gönüllerimizde doğuracağı güzelliğin esintileri aynıdır. Dünyaya vakfetme duygusunu, sevgisini ve gerçeğini haykırmak bütün bu saydığımız ekonomik ve sosyal adaletsizliklere karşı bir duruşun ifadesidir. _ 14 _ Sizler beş kıtadan bu çağrıya cevap vererek, çok kıymetli bilgilerinizi ve zamanınızı bu hayırlı işe bir nevi vakfetmiş oluyorsunuz. Ve bu güzellik her türlü takdiri hak etmektedir. Yine bu konferansın vakıf hususunda tarihte ayrıcalıklı bir yere sahip olan Osmanlı Devleti’nin başkenti olmuş ve halen ülkemizin bir incisi olan İstanbul’da yapılmasını da ayrıca anlamlı bulmaktayım. İstanbul ülkemizin vakıf başkentidir. Bu başkentte vakıf eserlerimizi de görmenizi ve incelemenizi ayrıca isterim. Sizlere en kalbi duygularımla bir kez daha ülkemize ve İstanbulumuza hoş geldiniz diyor, Dünya vakıflarını böylesine büyük bir organizasyonda İstanbul’da buluşturan Vakıflar Genel Müdürlüğümüz yetkililerini tebrik ediyor, Konferansımızın dünya ölçeğinde barışa, sosyal adalete, paylaşıma katkılar sağlamasını ümit ediyor, saygılar sunuyorum. _ 15 _ _ 16 _ '¶1<$ 9$.,)/$5 .21)(5$16, $ÁÜOÜí .RQXíPDODUÜ _ 17 _ _ 18 _ '¶1<$9$.,)/$5.21)(5$16, 'U*HUU\6$/2/( 3UHVLGHQWRI(XURSHDQ)RXQGDWLRQ&HQWHU()&%(/*,80 Salam Aleikum. Deputy Prime Minister, Director, thank you very much for inviting me today. I am honored to be at this conference and I really know that I am in the presence of a lot of expertise and so I see people who are much more erudite than I am. So I am going to confine my remarks to just setting a team. And I think because I am going to be talking about context, I am trying to be careful with the speed I am speaking. Because I am going to be talking about context, I want to be very clear on who I am and why I am saying the things that I am saying. I represent the European Foundation Center (EFC) which is an association of some of Europe’s most prominent, so of the biggest with some also quite small, but some of the most prominent foundations in Europe. And we have amongst our membership also some African, Asian, Latin American and American foundations that have joined the EFC. And that gives me a great privilege because that gives me a worldwide view of what is happening in the foundation universe. And I hope, just in the few minutes that I have, to share some of what I am observing and my colleagues are observing and to give you some sense of what is happening from our perspective. I come from Ethiopia originally and therefore in my country, when we have a lot of dignities in the room, we acknowledge a few of them and we say “all protocol observed”. So please forgive me if I am not spending so much time on protocol. I want to congratulate the organizers of this meeting for the timeliness of it. It is extremely important that we begin to take ownership of this concept of foundations all across the globe. For too long, I believe, we have looked through a very narrow lens at philanthropy. And because of the prominence of certain philanthropies, we have assumed that they represent the origin, the beginning, the end, the best examples, the icons of philanthropy. And it is really important that different cultures, different contexts, different places take ownership of what is actually a very human and very natural response to helping one and other and to helping oneself. So reciprocity for me is not something that any one culture can own or should make aspirations to owning. And so, I welcome the fact that philanthropy is being taken ownership of by many different places and it is happening actually much more frequently in the last few years. I have been working in the European Foundation Center for eight years now. When I first arrived at the EFC, there was a tendency even for quite large European foundations to reference their work and to talk about their work in reference to the foundations in the United States of America (US). So people would say “well, we are a foundation a little bit like the Ford Foundation or like the Moth Foundation.” They would reference to foundations or institutions that existed across the _ 19 _ other side of the Atlantic. And in fact we had - I think it must have been about twenty four pages long - a directory of types of foundations. And we were finding that the foundations that were joining the EFC could not really identify what they were or who they were in context to the classification that we borrowed from the US context. And it became very clear that this classification that was borrowed from the US did not work in Europe. And so we actually had to abandon it and develop our own typology of foundations. And in so doing, some remarkable things began to happen. One of the things that happened was a sense of pride in difference: in different histories, in different origins, in different impulses… And this has enriched the European foundation world. And today, I am very happy to say that from an organization that was actually quite dependent on US funding and US models, we have a very rich tapestry of European models and a growing and very strong self-confidence in what these organizations are doing, how they are formed. And this leads me to the three paradoxes I would like to share with you before I end. The first paradox being one of the lens we use. If you use only a monetary lens, or a religious lens, or an origin lens, or whatever lens you use to look at foundations… You are only looking at one aspect of what is happening. And it is really important I think to be very aware that lenses color how you see things. And it is very interesting; I have been in four or five conferences in the last six months where the lenses changed enormously. It is no longer a national, or format or typology lens but much more a lens of how effective the organizations are. And I think this trend of looking at the effectiveness of institutions and looking more at what foundations are doing rather than what their origin is, really an important trend. And I just want to play that back to you. Foundations have one enormous paradox which is that they are very proud of their origins, they are extremely proud of their autonomy and their independence. They are very jealous about the way they do things. And at the same time, because they are really parts of the civil society, because they are internal parts of the civil society, they respond to things all the time. So foundations are never static. So you have the paradox of being very proud of origin, very proud of history, very proud of autonomy. But you also have this incredible ability to adjust, adapt, innovate, change and it is together at the same time. This is a paradox. But if you look at foundations you see how quickly they actually shift and meditate and change and adjust and respond to problems. And because of that, they are probably one of the most powerful forces in terms of some of the post-welfare, postcrisis world we are going to be entering. And I think I can see that and feel it and I have experienced some lens shifting taking place. That is the first paradox. The second paradox is one really of attitude of ownership and we dominated if you like by examples of foundations that are created by very rich individuals or companies on behalf of, as a kind of paying back, as a kind of response back to society. And we are not sufficiently aware, I think, of the numbers of foundations: quite large, quite strong foundations that actually come from ordinary citizens, from pulling resources and for doing things for themselves. And so for example I always like to cite the probably Europe’s third or fourth biggest foundation: Compagnia di San Paolo. It is Italian, which is founded in 1475 by a group of ordinary citizens in Torino who decided that they did not like the fact that strangers to their city were dying on its streets and not being looked after. And they pulled some resources, they created a hospice. It very soon led to a kind of hospital. It very soon led to schools and funding of a kind of clinic for unmarried mothers. _ 20 _ And very soon it led to an accumulation of resources of wills of estates from citizens who are willing their estates to the foundation. So it is probably… In my country we would call this an “UKU”; let’s say a self-help association of ordinary citizens. And today the Compagnia di San Paolo is worth 8 billion euro in terms of assets and it is one of Europe’s most formidable foundations. So it is just an example of foundations that come from just ordinary citizens just pulling resources. So I have a great faith in that and I thought I would share that there are foundations that are not necessarily created by rich individuals who are giving back or doing something for somebody else. But it is actually citizens doing things for themselves together. And I think that is an important context. I want to talk a little bit… We have heard a little bit today about the definition of what a foundation is. From my remarks that I already made, you probably have a sense that I am more inclined to see definition and prescription of foundations is being very problematic because foundations, because they are part of civil society, are extremely fluid. And we are always, all of us, we are trying to analyze this world, understand it to create a course of practice for it, try to get some understanding of what is happening. And we are always behind the curve. It is actually the people in the foundations, it is the civil society they represent. They are forever adjusting to new contexts. And we just need to be respectful of that because it is very very hard actually to… My favorite poet is an American poet; Bob Dylan. And he has a song where he says “I am not trying to confine you or define you, I just want to be friends with you”. And I really believe that when it comes to foundations it is very tricky when you try to confine or define because you end up actually excluding bits of the society or bits of the organizations that do not fit your definition, your pre-concept of what a foundation is. So, I am challenging all of us to keep our minds very open on what foundations look and feel and act like. Because they are parts of civil society. Finally let me just get to two points. I think the moment for foundations has arrived and I salute the organizers of this meeting, because I think having a meeting like this that begins to bridge the richness of the foundation traditions around the world and the shedding of a sense that one culture or one part of the world owns this word; word “foundation”. And I carry a British passport so I am going to say just this about the word “foundation”. If the Americans and the British cannot agree on what the word “foundation” means, and there is a lot of difference. In the UK most people use the word “trust”. It is because the word is so ambiguous in some ways. And it has to allow for some diversity and some openness. And if the Anglo-Saxons, if the Brits and Americans cannot agree on what the word “foundation” is, why should the rest of us worry? Thank you very much. _ 21 _ Dr. Gerry SALOLE Avrupa Vakıflar Merkezi (EFC) Başkanı - BELÇİKA Selamünaleyküm. Sayın Başbakan Yardımcısı ve kurumunuz yöneticisi, bugün beni davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Bu konferansta olmakta onur duyarım ve gerçekten de çok fazla uzmanın huzurunda olduğumu ve aramızda benden çok daha fazla bilgili kişiler olduğunu biliyorum. Bunun için sözlerimi sadece bir ekip kurmayla sınırlandıracağım. Ve bence mühim bir içerik hakkında konuşacak olmamdan dolayı, konuşma hızıma da dikkat etmeye çalışacağım. Bir bağlam hakkında konuşacağımdan dolayı kim olduğumu ve dediklerimi neden söylediğimi açık bir şekilde belirtmek isterim. Avrupa’da çok küçük ama bir o kadar da önemli vakıfların yer aldığı Avrupa’nın en önemli vakıflarından biri olan Avrupa Vakıflar Merkezi’ni temsil ediyorum. Üyeliklerimiz arasında ayrıca EFC’ye katılan bazı Afrika, Asya, Latin Amerika ve Amerikan kuruluşları vardır. Ve bu bana çok büyük bir ayrıcalık veriyor. Çünkü vakıf evreninde neler olduğu konusunda bana dünya çapında bir görüş sunuyor. Umuyorum ki sadece birkaç dakika içerisinde benim gözlemlediklerimi ve meslektaşlarımın gözlemlerini sizinle paylaşmış ve bizim açımızdan vakfın ne olduğu ile ilgili size bir fikir vermiş olacağım. Benim kökenim Etiyopya’ya dayanmaktadır ve bundan dolayı benim ülkemde bir odada çok fazla itibarlı kişi olduğunda onlardan birkaç tanesini ikrar ederiz ve‘tüm protokole uyuldu (allprotocolobserved)’ deriz. Protokol konusuna çok fazla zaman ayırmazsam lütfen bağışlayın beni. Zamanlamasından dolayı bu toplantının organizatörlerini tebrik etmek isterim. Tüm dünyada bu vakıf kavramını sahiplenmeye başlamamız son derece önemlidir. Çok uzun süredir, inanıyorum ki, hayırseverliğe çok dar açıdan baktık. Ve belli başlı hayırsever kuruluşlarının çok tanınmasından dolayı onların hayırseverliğin başını, sonunu, en iyi örneklerini, ikonlarını ve aslını temsil ettiğini sandık. Ve farklı kültürlerin, farklı bağlamların ve farklı yerlerin, çok insani ve çok doğal tepki dediğimiz bir kişinin diğer kişiye ve kendisine yardım etmesini sahiplenmesi gerçekten de çok önemlidir. Bu yüzden bana göre karşılıklılık, herhangi bir kültürün sahip olabileceği veya özendirmesi gereken bir şey değildir. Bu yüzden de hayırseverliğin pek çok yer tarafından sahiplenilmesini çok iyi karşılıyorum ve bu durum özellikle son birkaç yıldır çok daha sık gerçekleşmektedir. Sekiz yıldır Avrupa Vakıflar Merkezi’nde çalışıyorum. EFC’ye ilk geldiğimde Avrupa vakıflarının işlerine referans olmak ve Amerika Birleşik Devletleri’nde vakıflara atıf vererek kendi işleri hakkında konuşmak gibi bir eğilimi vardı. Bu yüzden insanlar, ‘yani, biraz Ford Vakfı gibi veya Moth Vakfına benzer bir vakıfız’ derlerdi. Atlantik’in öbür tarafında mevcut olan vakıflara veya kurumlara atıfta bulunurlardı. Aslında bizim – sanıyorum yaklaşık yirmi dört sayfa uzunluğunda olması gerekir – vakıf tipleri dizinimiz vardı. Ve EFC’ ye katılan vakıfların gerçekten de kendilerini tanımlayamadıklarını veya ABD bağlamından esinlendiğimiz sınıflandırma bağlamında kim olduklarını ifade edemediklerini görüyorduk. Ve ABD’den ödünç alınan bu sınıflandırmanın Avrupa’da bir işe yaramadığını gördük. Ve sonunda bunu terk etmek ve kendi vakıf tipolojimizi geliştirmek zorunda kaldık. Ve bunu yaparken de bazı göze çarpan şeyler meydana gelmeye başladı. Gerçekleşen olaylardan bir tanesi farklı olmanın verdiği gurur hissi oldu: Farklı tarihler, farklı kökenler, farklı dürtüler… Bu da Avrupa vakıf dünyasını zenginleştirdi. Bugün, aslında ABD fonlarına ve ABD modellerine bağlı olan bir kuruluştan çok zengin Avrupa modelleri dokusu ve bu kuruluşların yaptıklarına ve nasıl oluşturduklarına olan öz güvenimizin arttığını _ 22 _ söylemekten çok mutluyum. Bu da beni konuşmama son vermeden önce sizinle paylaşmak istediğim üç paradoksa sevk etti. İlk paradoks kullandığımız gözlüklerle ilgili olan paradokstur. Eğer sadece paragözlüğü veya dini gözlük veya köken gözlüğü veya vakıflara bakarken kullandığınız herhangi bir gözlüğü kullanırsak meydana gelen olaylara sadece bir açıdan bakarsınız. Bence gözlüklerin nesneleri görme şeklinizi nasıl değiştirdiğinin farkında olmak çok önemlidir. Son altı aydır gözlüklerin büyük oranda değiştirildiği dört veya beş konferansta bulunmam çok ilginç. Artık ulusal veya format veya tipoloji gözlüğünden çok kuruluşların ne kadar etkili olduğu gözlüğü kullanılmaktadır. Ve kurumların etkililiğine bakma eğiliminin ve vakıfların kökenlerinden ziyade ne yaptıklarına bakmanın gerçekten de çok önemli bir eğilim olduğunu düşünüyorum. Ve yine size söylemek isterim. Vakıfların, kökenleri ile gurur duydukları, özerk ve bağımsız olmalarıyla gurur duydukları çok büyük bir paradoksu vardır. Gerçekleştirdikleri olaylarda kullandıkları yolu çok kıskanıyorlar. Ve aynı zamanda gerçekten de sivil toplumun parçaları olduklarından ve sivil toplumun iç kısımlarını oluşturduklarından dolayı her şeye her zaman müdahale ederler. Bu yüzden vakıflar asla statik değildir. Bu yüzden kendi kökenlerinden gurur duyma, tarihten gurur duyma ve özerklikten dolayı gurur duyma paradoksumuz vardır. Ama ayarlama, uyarlama, yenilik getirme, değiştirme konusunda inanılmaz beceriye sahipsiniz ve bunlar aynı zamanda birlikte gerçekleşir. Bu bir paradokstur. Vakıflara baktığınızda ne kadar çabuk geçiş yaptıklarını ve uyum sağladıklarını ve ayarlama yaptıklarını ve problemlere yanıt verdiklerini görürsünüz. Bundan dolayı bunlar belki de girmek üzere olduğumuz post-sosyal yardımlaşma yani post-kriz dünyası açısından en güçlü kuvvetlerden bir tanesidir. Sanıyorum ki bunu görebiliyorum ve hissedebiliyorum ve gözlüklerin değiştirildiğine şahitlik ediyorum. Bu birinci paradokstu. İkinci paradoks ise gerçekten de sahipliğe karşı tutumdur ve topluma geri yanıt veren, bir çeşit geri ödeme yapan yapı olarak çok zengin bireyler veya şirketler tarafından kurulan vakıf örneklerinin hakim olduğunu görüyoruz. Bence vakıf sayısının da yeteri kadar farkında değiliz: Oldukça büyük, oldukça güçlü vakıflar kendileri için kaynak sağlayan sıradan vatandaşlar tarafından kendileri için bir şeyler yapmak için kurulmuştur. Örneğin belki de Avrupa’nın üçüncü veya dördüncü en büyük vakfı olan Compagnia di San Paolo’dan bahsetmek isterim. Bu vakıf kendi şehirlerindeki yabancıların caddelerde ölmelerinden ve tedavi edilmemelerinden hoşlanmayan Torino’daki bir grup sıradan vatandaş tarafından İtalya’da 1475 yılında kurulmuştur. Ve kaynak elde ettiler, düşkünlerevi kurdular. Çok kısa bir süre içerisinde çalışmaları hastaneye kadar ilerledi. Daha sonra okulların kurulmasını sağladı ve evli olmayan anneler için bir klinik gibi yapının fonunu sağladılar. Çok kısa süre içerisinde gayrimenkullerinin vakıflara verilmesini vasiyet eden vatandaşların bağışladığı gayrimenkul veraset kaynaklarının birikmesine yol açtı. Bu yüzden belki de… Benim ülkemde ‘biz buna ‘UKU’ diyoruz’; kendi kendine yardım eden sıradan vatandaşlar birliği. Günümüzde Compagnia di San Paolo; mal varlıkları açısından 8 milyar Avro değerindedir ve Avrupa’nın en heybetli vakıflarından birisidir. Bunun için, kaynaklarını oluşturan sıradan vatandaşların kurduğu vakıflara bir örnektir. Bundan dolayı buna inancım çok büyük ve paylaşmak isterim ki geri veren veya başka biri için bir şeyler yapan illaki de zengin bireylerin kurması gerekmeyen vakıflar vardır. Ancak aslında onlar, hep birlikte kendileri için bir şeyler yapan vatandaşlardır. Ve sanırım bu önemli bir bağlam. Bununla ilgili biraz konuşmak isterim… Burada vakfın ne olduğunun tanımının yapılması hakkında sunumlar _ 23 _ dinledik. Benim görüşüme göre, benim bir tanım görmeye daha çok eğilimim olduğunu ve vakıfların sivil toplumun bir parçası olmalarından ve aşırı derecede akışkan olmalarından dolayı vakıf reçetesinin anlaşılmasının kolay olmadığını düşündüğümü anlamışsınızdır. Biz, hepimiz, her zaman bu dünyayı analiz etmeye, anlamaya, onun için bir uygulama yolu oluşturmaya, nelerin olup bittiğini kavramaya çalışıyoruz. Her zaman çan eğrisinin altında kalıyoruz. Temsil ettikleri vakıflardaki kişiler aslında temsil ettikleri sivil toplumun kendisidir. Sonsuza kadar yeni bağlamlara ayak uyduracaklardır. Buna her zaman saygı göstermemiz gereklidir; aslında çok çok zor… Benim en sevdiğim şair; Amerikalı şair Bob Dylan. ‘Seni sınırlandırmaya veya tanımlamaya çalışmıyorum, sadece seninle arkadaş olmak istiyorum’ dediği bir şarkısı var. Ve gerçekten de inanıyorum ki söz konusu vakıflar olduğunda tanımınıza uygun olmayan kuruluşların parçalarını veya toplumun parçalarını hariç bırakarak bir sonuca ulaşmak istediğiniz için yani vakfın ne olduğu ile ilgili ön yargınıza ulaşmak istediğiniz için sınırlandırmaya ve tanımlamaya çalıştığınızda çok aldatıcı bir durum ortaya çıkar. Bundan dolayı, vakıfların neye benzediği, nasıl göründüğü ve nasıl davrandığı konusunda zihinlerinizi açık tutmanız konusunda hepinize meydan okuyorum. Çünkü onlar sivil toplumun bir bölümüdür. Son olarak iki noktaya varayım. Vakıflar için artık zamanın geldiğini düşünüyorum ve bu toplantının organizatörlerini selamlıyorum. Çünkü böyle bir toplantı düzenlenmesi ile birlikte tüm dünyadaki vakıf zenginliğinin birleşmeye başladığını ve dünyadaki bir kültürün veya bir bölümün bu kelimeyi yani foundation kelimesini kullanmaya başladığını düşünüyorum. Ve bir İngiliz pasaportum var. Bundan dolayı bunun sadece foundation kelimesi ile ilgili olduğunu söyleyeceğim. Amerikalılar ve İngilizler bile foundation kelimesinin ne anlama geldiği konusunda mutabakata varamaz ise ne kadar çok farkın olduğu açıkça görülebilir. Birleşik Krallık’ta çok sayıda kişi trust kelimesini kullanmaktadır. Çünkü bu kelime pek çok açıdan belirsizdir. Bu bir takım çeşitliliğin ortaya çıkmasına ve açık olmaya olanak tanır. AngloSaksonlar, İngilizler ve Amerikalılar foundation kelimesinin ne olduğu konusunda mutabakata varamaz ise neden geri kalanımız endişelensin ki ? Çok teşekkür ederim. _ 24 _ ñ6/$09$.,)+8.8.81'$ 7(50ñ12/2-ñ9(*$<( 3URI'U$KPHG$.*¶1'¶= 5RWWHUGDPñVODP¶QLYHUVLWHVL5HNWÐUÖ+2//$1'$ 1. İSLAM VAKIF HUKUKUNDA VAKIF TERMİNOLOJİSİ İslâm ve Osmanlı hukukunda vakıf mu‘âmelesini ifade etmek için, hukukî eserlerde üç lafzın kullanıldığını görüyoruz. Vakıf; habs (veya hubs); sadaka. Şimdi sıra ile bu kelimelerin anlamları üzerinde duralım. 1.1. Vakıf Vakıf kelimesinin fiil olarak sözlük anlamı, hapsetmek ve alıkoymak demektir. Araplar, “vakaftü’d-dabbe=Yani hayvanı yerinde durdurdum” derler. Bu sözlük anlamına iki kayıt ilave edilerek, hukukî manaya nakledilmiştir. Hukukî mana, bir şeyin intifâ‘ hakkının (veya mülkiyetinin) kamu yararına (Allah’ın kullarına) tahsis edilerek, devamlı olarak başkalarının temellükünü engellemek, durdurmak olduğuna göre; Birinci kayıt, intifâ‘ hakkı veya mülkiyetin Allah’ın kullarına tahsisi şeklindedir. İkincisi, bu durdurma ve alıkoymanın devamlılığı (te’bîdi) dir. Sözlük anlamında bu iki kayıt yoktur.1 Hukukî anlam yaygınlaştıkça kelimenin anlamı da değişmiş, sözlük anlamı arasına “bir malı alım-satımdan alıkoyup menfaatini fakirlere tayin etmek” cümlesi de girmiştir.2 Mütercim Asım ise buna “alâ vechit-te’bîd=devamlı olarak” ifadesini eklemiştir.3 Gelinen son anlam, hukukî tarifin ta kendisidir. Sözlükçülere göre, sözlük anlamından hukukî anlama geçiş, ya umumî manadan daha hususî bir manaya nakil veya bir mecaz münasebeti iledir. Bu konu bizi fazla ilgilendirmemektedir.4 Özellikle hukukî anlama yakın manadaki “vakıf’” masdarının çoğulu, “evkaf” ve “vukûf” şeklinde gelmektedir.5 Vakfın bir de isim olarak manası vardır. Bu part participle yani ism-i meful manasına olup, vakfedilen mal anlamına gelir. Osmanlı tatbikatında çokça kullanılan “evkaf” tabiri, bu anlamda vakfın çoğuludur.6 Arapça’da iki çeşit çoğul vardır; cem‘-i kesret (10 dan fazlalar için kullanılan ñEQL0DQ]ÕU(EÖO)DGO0XKDPPHG/LVDQÖO$UDE%H\UXW7DULKVL]F,,,VK=HEÈGÈ0XKDPPHG0XUWD]D+Ta FÖO$UÕVìHUKÖO.DPXV%H\UXWFVK(O.HWWDQÈ (O9¼QÈ0XKDPPHGE0XVWDID/ÖJDWL9DQNXOL¶VNÖGDUFVK 0ÖWHUFLP$VÜP(VVH\\LG$KPHG.DPXVX2N\DQXVñVWDQEXOFVK =HPDKíHUL0DKPXG(VDVÖO%HO¼ðD0ÜVÜUFVK(OPDOÜñ$ %XQD JÐUH íX NLWDS LVLPOHULQL GHðHUOHQGLULQL] 7HUWLEÖV6XQÕI )L $KN¼PLO 9XNXI $OL +D\GDU ñWKDIÖO$KO¼I )È $KN¼PLO(YNDI °PHU +LOPL(O.ÖEH\VÈ,/HYLV0DnOÕI(O0ÖQFLG%DVNÜ%H\UXWVK, (OPDOÜø$%L]LPLQFHOHPHPL]ELULQFLDQODPGD\DQLKXNXNÈELUPXDPHOHRODUDNYDNÜIGÜU<RNVDPHYNXIYHHYNDIDQODPÜQGDYDNÜI GHðLOGLUñNLQFLDQODPÜQÁRN\ÐQOHULYDUGÜUñNWLVDGLYHPDOÈDÁÜGDQYDNÜIODUVRV\DODÁÜGDQYDNÜIODUWDULKLDÁÜGDQYDNÜIODUñNLQFLPDQDGD YDNIÜQÁRðXOXHYNDILÁLQEDNÜQÜ]o(YNDI%H\WÖOPDOÜBOA, 1L]¼PDW'HIWHULVK,,o(YNDIÜ0ÖQGHULVHBOA, %X\UXOGX'HIWHUL1R VKYHEHQ]HULWDELUOHU°PHU+LOPLAE _ 25 _ çoğul), bu çeşit çoğul olarak vakfın çoğulu vukûftur. Evkaf ise ikinci çeşit çoğul olan cem‘-i kıllet grubundandır.7 Yine bu kökten olarak, vakfeden kimseye vâkıf; vakfın konusu olan şeye mevkuf veya mahall-i vakıf; vakfın gelirinden yararlananlara mevkufun aleyh denir.8 Osmanlı hukukunda “vakıf” ve “vakfetmek” kelimeleri sadece hukukî manada kullanılmaktadır. Bu sebeple Arapça ile Türkçedeki kullanılışları farklıdır. Ancak bu kelimeden türetilen bazı kelimeleri, sözlük anlamında da kullanıyoruz. Mesela “mevkuf” tabiri “tutuklu” anlamında kullanılmaktadır ki, bu sözlük anlamının ta kendisidir. Ancak bunların masdarı olarak, biz Türkler “vakf’ı” değil “tevkif” kelimesini kullanmaktayız. Yani Türkçemizde “vakıf” tabiri hukukî anlamın sembolü halindedir.9 Öyle sembol olmuştur ki, bunun terki ve yerine “te’sis” teriminin ikamesi, yıllarca vakıf mu‘âmelesinin iflasına vesile olmuştur. Türk Milleti bu kelimede, bir manevî tatmin ve kudsiyet hissetmektedir. Zaten vicdanları bir hükme uymaya sevkeden en önemli şey, o hükmün kaynağına karşı duyulan hürmet duygusudur.10 1.2 Habs (Hubs) İslâm hukukunda vakıf mu‘âmelesini ifade için kullanılan kelimelerden biri de “habs” veya “hubs” kelimesidir. “Habs”, “habese” fiilinin masdarı olup; sözlük anlamı, alıkoymak, men‘etmek demektir. “Allah yolunda gaziler için at vakfeylemek” veya “mutlak olarak mal vakfetmek” anlamları da, sözlüklerde zikredilen manaları arasındadır.11 “Hubs” ise vakıf manasına, aynı kökten gelen bir isimdir. İslâm hukuku ile ilgili eserlerde, masdar olan “habs” değil de isim olan “hubs” kullanılmaktadır.12 Bir de “hubüs” vardır ki, bunun izahında sözlüklerde şöyle denilmektedir: “Allah’a yaklaşmak amacıyla (kurbet kasdıyla), vakfedilmiş nesnelere denir. Ağaçlar, bağlar ve akar gibi ki, aslı alımsatım, ve rehin makûlesi hallerden alıkonulur (habsedilir) ve geliri, hâsılatı tesbîl olunur (Allah yolunda harcanır)”.13 Bu kelime çoğul olup, tekilinin “habûs” veya “habîs” olduğu ve “habîs” kelimesinin “vakfedilen mal” anlamında bir hadisde kullanıldığı, yine dilcilerin kaydettiği manalar arasındadır.14 “Hubs” kelimesinin manasını açıkladığımız “hubüs” ün değişmiş şekli olduğu da söylenmektedir.15 Aslı ve sözlük anlamı ne olursa olsun, çoğunlukla hukukçuların dilinde “hubs” vakıf manasında kullanılmakta ve bazan “if’al” kalıbından “ihbas=vakfetmek” de zikredilmektedir. Bazı hukukçular, “Kitabül-vakf” yerine “Kitâb’ül-habs” başlığı altında vakıf hukuku ile ilgili hükümleri zikretmektedirler.16 İmam Şâfi‘î ise, kendi eserinde “El-Ahbâs” başlığını kullanmıştır ki, hubs’ün çoğulu olsa gerektir. Zira başka bir yerde de “El-Hilaf Fil-Hubs veya Habs” başlığını zikretmektedir.17 %N]YHGLSQRWODNUíñEQÖO+ÖPDP$OL+D\GDUTSVK °PHU+LOPL$($OL+D\GDU76ñEQÖO+ÖPDPñEQL$ELGLQ5HGGÖO0XKW¼U$ODG'ÖUULO0XKW¼U0ÜVÜUFVK (OPDOÜø$ %N]+DWHPL7ÖUN+XNXNXQGD9DNÜI.XUPDñEQL0LU]D6DLG$V¼UÜ%HGLL\H6ÖQÕK¼W'HUVDDGHWVK 11 0ÖWHUFLP$VÜP=HELGÈ/HYLV0DnOXI, (íì¼]HOL(EÖO+DVDQ$OL.LI¼\HWÖW7¼OLELU5DEEDQL/L5LVDOHWLñEQL(EL=H\G(O.D\UHY¼QÈ0ÜVÜUFVKñEQL0DQ]XU 0ÖWHUFLP$VÜPñEQL0DQ]XU=HPDKíHUÈ ñEQL0DQ]XU=HELGL ñEQL0DQ]XU 0DOLNE(QHV(O0ÖGHYYHQH)\]HH ìDILmÈ(O¶PP(OPDOÜñ$)\]HH _ 26 _ Bu kökten gelen ve İslâm hukukçularının eserlerinde kullandığı bazı kelimeler de şunlardır; “tahbis=birşeyi Allah yolunda vakf eylemek” “habîse=vakf edilen mal” ve çoğulu “habâis” ve bunlardan türeyen diğer kelimeler.18 Zâhirîye mezhebine mensup hukukçular da vakfa habs veya tahbis adı vermekte, hatta vakıf hukukuna ait hükümleri bunlar da “El-Ahbas” başlığı altında toplamaktadırlar.19 Biraz sonra da açıklayacağımız gibi, genellikle Mâlikî ve eski Şâfi‘î hukukçularının kullandığı “hubs” kelimesi ve türemişleri (müştekkâtı), Osmanlı hukuk tatbikatında hemen hemen hiç kullanılmamıştır. Sadece habs, vakfın mürâdifi olarak gösterilmiş20 ve bazı vakfiyelerdeki irade beyanlarında kullanılagelmiştir. 1.3 Sadaka-i Muharreme “Sadaka” terimi üzerinde de önemle durmayı istiyoruz. Zira, değerlendirme kısmında zikr edeceğimiz gibi, kelimeler üzerinde yanlış yorumlar yapılarak enteresan sonuçlara varmak isteyenler mevcuttur. Sadaka, sözlükte, Allah rızası için fakirlere verilen şeye denir. Sevaplı şeylere olan arzunun ve isteğin, gerçek olduğunu gösteren bir işaret olması hasebiyle bu adla anılmıştır. Zira “sadaka” doğruluk demek olan “sıdk” dan türemiş bir kelimedir.21 Mecelle de sadakayı “sevap için bağışlanan mal” diye tanımlamaktadır.22 Sözlük anlamına yakın bir tariftir. Bu manaya bir de “muharreme, yani kendileri için tahsis edilen fakirlerden başkasına haram kılınmış, dokunulmazlık kazandırılan” manası yani ebedîlik vasfı kazandırılmıştır ki, bu vakıfdan başka birşey değildir. Kısaca “Sadaka-i muharreme” kelimesinin, vakıf ve “hubs” manasında olduğu o kadar meşhurdur ki, meseleyi münakaşa etmeye bile gerek yoktur. Bu konuda İmam Şâfi‘î’nin görüşünü özetlemek yerinde olacaktır: “İnsanların mallarından karşılıksız olarak verdiği şeylerden (atiyyelerden) biri de, sadakât-ı muharremâttır. Yani ya bizzat belli bir gruba veya vasıfları belirlenen bir gruba vakfedilen mallardır. Bu manada olan atiyyeler, sadaka-i muharreme ismiyle anılmasa da, sırf “habs” teriminin zikredilmesiyle veya vasıfları belirtilen bir gruba mal tahsisinde bulunulmasıyla, “muharrem” hale gelirler”.23 Aynı eserin başka bir yerinde, “habs veya hubs, sadakât-ı muharremât demektir” diye başlık atılmıştır.24 İmam Şâfi‘î’nin de çok yerinde olarak zikrettiği gibi, illa da “muharreme” kaydının konulması şart değildir.25 Aynı manayı ifade edecek kelimeler zikredilebilir. “Sadaka-i müebbede=ebedî olarak fakirlere tahsis edilen mallar”; “Sadaka-i câriye=devamlı olarak fakirlere verilen mallar” ve benzerinin kullanılması da aynı kapıya çıkar. Bu kısa izahı biraz sonraki değerlendirmemizle tamamlamaya çalışacağız.26 (íì¼]HOL.D\UHYDQL0ÖWHUFLP$VÜPñEQL0DQ]XU ñEQL+D]P .ÜQDOÜ]DGH$OL¡HOHEL5LVDOH)L%D]Ü$KN¼PLO9DNÜI6ÖO.ÖWSìHKLW$OL3DíD%ÐO1R9UN 0ÖWHUFLP$VÜPñEQL0DQ]XU 0HFHOOHPG ìDILmÈ ìDILmÈ ìDILmÈ .RQXLÁLQEN]$OLPE$O¼)HW¼Y¼\Ü7DWDUKDQL\H*D]LDQWHS0ÖIWÖOÖN.ÖW<D]F,,9UN(OPDOÜñ$YG$OL+D\GDU 7HUWLEÖV6XQÕI)È$KN¼PLO9XNXI'HUVDDGHWVKYG76 _ 27 _ 1.4 Görüşlerin Değerlendirilmesi ve Tatbikat Vakıf mu‘âmelesini ifade için, İslâm ve Osmanlı hukukunda, yukarıda zikrettiğimiz üç temel ifade kullanılmıştır. Bu terim farklılığı, müessesenin de farklı olduğuna delâlet etmez. Zira hukukta itibar, kasıt ve ma’nayadır. Yoksa manaları ifade için kullanılan kalıplara değildir.27 Bir işten maksat ne ise ona göre hüküm verilir.28 Çok önemli bir düstur da, eskilerin tabiriyle “ıstılahta müşâhhat yoktur=yani terminolojide kavgaya gerek yoktur” düsturudur. Önemli olan manadır. Buna “habs” de desen, “hubs” da desen, “vakıf” da desen ve “sadaka-i muharreme” de desen farketmez. Bütün bu esaslara rağmen bu farklılık bazı tereddütleri de yanında getirmiştir. Biz önce durumun izahını, sonra da tereddütlerin izâlesini yapmaya gayret göstereceğiz. Önce önemine binaen “habs=hubs” tabiri üzerinde duralım. Bu tabir, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerinde29, sahabelerin sözlerinde ve tabiilerin sohbetlerinde30 zikredildiği için, özellikle Mâlikî ve Şâfi‘î hukukçular tarafından kullanılmıştır. İmam Şâfi‘î, “hubs”ün “sadakât-ı muharremât” demek31 olduğunu ve “sadakât-ı muharremât”ın da “vakıf” demek olduğunu32 bizzat kendi eserinde naklediyor. Hatta bizzat İmam Şâfi‘î, bazan “habs” terimini, bazan da “sadaka-i muharreme” tabirini eş anlamlı olarak kullanıyor ve buna dikkat çekiliyor.33 Ancak Şâfi‘î hukukçular yaklaşık bir asır sonra bu tabirler içinden çoğunluğun kullandığı vakıf terimini seçip kullanıyor ve diğer iki tabiri sadece zikretmekle yetiniyorlar, hatta konunun başlığına “Kitabül-Vakf” diyorlar.34 Mâlikî hukukçular ise, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ifadesine sâdık kalmak amacıyla “hubs, habs” tabirini bizzat İmamları ısrarla kullandığı için35, kendileri de kullanmaya devam etmiştir.36 Vakıf mu‘âmelesi için habs-hubs terimini kullanma adeti, Mâlikî mezhebini taklit eden Devletlerde de devam etmiştir. Cezayir, Tunus ve Fas vakıflar kanunu da aynı adeti sürdürmüştür.37 Hanefîlerden ise, sadece ilk hukukçulardan bazıları bu tabiri kullanmışlar, sonrakiler ve çoğunluk bunun yerine “vakıf” tabirini tercih etmişlerdir.38 İslâmiyet’ten sonraki Türk hukukunda bu tabir, tamamen mahcurdur, yani terkedilmiştir. Şî‘a mezheplerinden Ca‘feriye, diğer bir adıyla İmâmiyye-i İsnâ Aşeriye grubu, “habs” ile “vakıf” tabirlerini ayrı ayrı manalarda kullanmışlardır. Bu hukukçulara göre, habs veya hubs, süreli yani muvakkat vakıflara verilen isimdir. Yani bu çeşit vakıflarda, ileride açıklayacağımız 0HFHOOHPG 0HFHOOHPG %H\KDNL(O+DVV¼I (O+DVV¼I%H\KDNL ìDILmÈ(O¶PP ìDILmÈ ìDILmÈ %N]%H\KDNL 0DOLN(O0ÖGHYYHQH (íìD]HOL.D\UHYDQL(O+LUDíL 0LOOLRW/,QWURGXFWLRQGX'URLW0XVXOPDQ3DULVVKYG)\]HH 7DKDYÈìHUKX0D¼QLO$V¼U'HEEXVÈ(O(VUDU$\DVRI\D1R9UN.XGXUÈ(W7HFULG)DWLK1R9UN %$ _ 28 _ gibi, vakfedilen malın mülkiyeti vakfedende (hâbisde) kalmakta ve bu manadaki malda vakfeden (hâbis) her çeşit hukukî tasarrufda bulunabilmektedir.39 Diğer Şî‘a hukukçuları, böyle bir ayırım yapmamakta, bazan habs, bazan da (ki çoğu zaman) vakıf terimini kullanmaktadırlar. Yapılan izahlardan anlaşılıyor ki, bir tek mezhebin o da azınlıkta kalmış bir mezhebin bazı hukukçularının teâmülünden hareketle, “habs” teriminde anladığımız manada vakıf müessesesinden başka bir mana aramak veya Ca‘feriyenin tamamen kendilerine mahsus bu terimlerini, onların anladığı manada, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve diğer İslâm hukukçularının kullandıkları habs-hubs ifadelerine de teşmil etmek, yerinde bir tesbit değildir. Meselede ihtimal yoktur. Lafız açık ve manası da sarihdir. “Tasrih mukabelesinde delâlete itibar yoktur”.40 Habs terimi ve bunun kullanıldığı olayların özellikleri de gayet açık bilinmektedir.41 “Sadaka-i Muharreme” tabirine gelince, bu ifade, hem Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerinde, hem sahabe ve tabiîn hukukçularının ifadelerinde ve hem de ilk hukukçuların eserlerinde, anladığımız anlamda vakıf müessesesini karşılamak için kullanılmıştır.42 Bu kelime Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “sadaka-i câriye”den bahseden hadisinden43 iktibas edilmiş olsa gerektir. Vakıf hakkında söylenen bu ifade o kadar meşhur olmuştur ki, sadaka veya çoğulu olan sadakât ifadeleri, vakfa âlem haline gelmiştir.44 Ancak daha sonraları, hemen hemen bütün hukukçular (Mâlikîler hariç) vakıf tabirini bu kelimeye de tercih etmişlerdir. Bütün bu gerçekler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’den 100 sene sonraki dünyaca meşhur büyük hukukçuların dilleriyle ifade edilirken, eski fıkıh kitaplarındaki bu tabirleri “vakıf” diye tercüme etmeyi “zorlayıcı yorum” diye nitelendirmek, meseleden haberdar olmamak demektir.45 Vakıf tabirine gelince, bunu mezheplerin teşekkülü devresinde, Mâlikîler’in dışındaki bütün hukukçular kullanmıştır. Daha sonra ise, Mâlikîlerin dışında, bütün hukukçular tarafından habs ve sadaka kelimelerine tercih edilmiştir. Osmanlı Devleti vakfı tanımakta ve onu kullanmaktadır. Hatta Osmanlı tatbikatı daha da ileriye giderek, gayr-i sahih vakıflar için de vakıf tabirini kullanmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Temim Dari’ye yaptığı Temlikî İktâ‘ için bile vakıf terimi zikr edilmektedir.46 Gayr-i sahih vakıflar için dahi vakıf tabirinin kullanılışı Eyyubilerin büyük hükümdarlarından Nureddin eş-Şehid döneminde ıstılah haline gelmiştir.47 II. Kısmın IV. Bölümünde uzun uzadıya işleyeceğimiz gibi, vakıf kelimesinin tamamen “âmme hukuku tahsisi” mahiyetinde olan gayr-i sahih vakıflarda kullanılması, sahih vakıflar için kullanılmasına mani teşkil etmez ve tarih boyu bilinen meşhur anlamından onu ayırmaz. Bizzat Ebu Hanife’nin talebesi Hilalür-Rey’in (v. 245 H.) konuyla ilgili olarak “Vakf-u Hilal” isimli hacimli bir eser (Q1HFHIL0XKDPPHG+LG¼\HWnÖO(Q¼P1HFHI 0HFHOOHPG 6DWKÈELUGHðHUOHQGLUPHLÁLQEN]+DWHPL7ÖUN+XNXNXQGD9DNÜI.XUPD 0DOLN(O0ÖGHYYHQHìDILmÈ(O+DVV¼I7DKDYÈìHUKX0DDQLO$VDU 0ÖVOLP+DGLV1RVK6DQnDQL6ÖEÖOnÖV6HODP ìDILmÈ(O+DVV¼I%H\KDNLYG .Uí+DWHPL7ÖUN+XNXNXQGD9DNÜI.XUPD %2$7DSX7DKULU'HIWHUL1R(YNDIÜ/LYDL.XGÖVÖìHULI9DNIL\\H1R 6Ö\ÕWÈ&HODOÖGGLQ(Q1DNOÖO0HVWÕU6ÖO.ÖWS/DODñVPDLO3DíD%ÐO1R9UN%$ _ 29 _ yazması, İmam Şâfi‘î’nin bunu izah ve isbat etmesi, “doğmatik kaynaklar” iddiasıyla ber-taraf edilmek istenirse, o zaman ilmîlik denen bir şey de ortada kalmaz. Konu ile ilgili daha geniş bilgiyi, vakfın meşrûiyeti yani hukukî dayanağı bahsinde verdiğimiz için konuyu daha çok dallandırmak istemiyoruz. Hukukçuların yaptığı tarifleri ise şöylece toparlayabiliriz: “Vakıf, menfaati Allah’ın kullarına ait olmak üzere, bir mülk aynı48, Allah’ın mülkü olarak temlik ve temellükten devamlı bir şekilde (alâ vechit-te’bîd)49 men‘ ve hapsetmektir.50” .51 2. VAKFIN MENFAATLERİNİN TAHSİS EDİLDİĞİ CİHET BİR HAYIR CİHETİ OLMALIDIR (VAKIFDA KURBET KASDI BULUNMALIDIR) İslâm ve Osmanlı hukukundaki vakıf müessessesini, diğer hukuk sistemlerindeki benzeri müesseselerden ayıran en önemli fark, gaye farkıdır. Nitekim İmam Şâfi‘î de “Cahiliye devrinde mutlak hayır amacıyla yapılan İslâmdaki vakıf müessesesi bilinmiyordu” ifadesiyle bunu anlatmak istemiştir.52 Vakfın meşrû’iyetinde yatan asıl sebep, kulun devamlı sadaka demek olan vakıfla, hayır cihetlerine tasaddukda bulunarak Allah’a yaklaşması gayesidir. İşte bu sebeple, İslâm hukukçuları vakfın gayesinin kurbet olmasını yani sevap ve ibadet olan bir fiile vesile olmasını şart koşmuşlardır.53 Ancak fiilî tatbikat, bu şartın daha da elastiki hale getirilmesini icbar etmiş ve İslâm hukukçularını bu konuda tartışmalara sevk etmiştir. Biz önce diğer mezheplerin konuyla ilgili görüşlerini özetleyecek, arkasından konuyla ilgili geniş izahlarımızı Hanefî ve Osmanlı tatbikatı ile alakalı kısımda verecek, son olarak da konuyu yakından ilgilendiren zimmîler diğer bir ifadeyle azınlıkların vakıflarını tetkik edeceğiz. 2.1 Diğer Mezheplere Göre Kurbet Şartı 2.1.1 Şâfi‘îler Şâfi‘î hukukçulara göre, vakfın amacında şu iki esasın göz önüne alınması gerekir: Vakıf mutlaka bir hayırlı işe veya İslâm’ın gayr-i meşru ve çirkin görmediği, örfen iyi kabul edilen bir cihete tahsis edilmesi gerekir. Açıkça kurbet kasdı yani ibadet vasfı görülmese de, Allah’a isyan vasfının mutlaka bulunmaması icabeder. Zira vakıf Allah’a ibadettir, mahiyeti itibariyle masiyete ters düşer. Buna göre hırsızlara, içki içenlere, dinsizlere, bizimle harp halinde olan insanlara, dininden dönenlere ve benzeri durumda olanlara yapılan vakıflar bâtıldır.54 %XND\ÜW°PHU+LOPLWDUDIÜQGDQ]LNUHGLOPL\RUEN]AEPVK °PHU+LOPLEXND\GÜGD]LNUHWPL\RUEN]D\QÜ\HU $OL+D\GDUKDNOÜRODUDNYHIÜNÜKNLWDSODUÜQGDNLDVOÜQDX\DUDNEXQDoYHPHQIDDWOHULQLWDVDGGXN\DKXWGLOHGLðLQHVDUIHWPHNWLUpFÖPOHVLQL HNOHPLíWLUEN]76PGñEQL1ÖFH\P(O%DKU%D]ÜKXNXNÁXODULVHoPHQIDDWOHULQLIDNLUOHUHYH\DEDíNDKD\ÜU\ROODUÜQDYÖ FÕKXELUUHVDUIHWPHNWLUpLIDGHVLQLWHUFLKHWPLíOHUGLUNLEXGDKDíXPÖOOÖGÖU%N].DGUL3DíD.DQXQÖO$GOPG)HW¼Y¼\Ü+LQGL\H 0DUGLQ$( °PHU+LOPL$(P$OL+D\GDU76PG%HUNL$+9DNÜIODU,0DUGLQ$(1DPÜN%H\(YNDILOH$ODNDOÜ%LU5LVDOH 'HUVDDGHWVK ìDILmÈ(O¶PP (EX=HKUDYG(O.ÖEH\VÈ,(OPDOÜñ$PG,,$OL+D\GDU76PG°PHU+LOPL$(P ìLU¼]L,ìLUEÈQL(O.XEH\VÈ,(EX=HKUD _ 30 _ Zimmîler yani Yahudi ve Hristiyanların yaptıkları veya bunlara yapılan vakıflar hakkında Şâfi‘îlerin genel kâidesi şudur: Önemli olan, vakfın menfaatleri kendisine tahsis edilen cihetin, vâkıfın inancına göre değil, İslâma göre masiyet olmamasıdır. Buna göre, zımmîlerin mescide, cihad için kurulmuş olan avârız akçesi sandıklarına vakıf yapmaları câizdir.55 Ayrıca ister Müslüman, ister zimmî tarafından, Yahudi ve Hristiyan fakirlere yapılan vakıflar da sahihdir. Ancak yine vâkıf Müslüman da olsa, zimmî de olsa, kiliselere, havralara, bunların her çeşit ihtiyaçlarına, Tevrat, İncil gibi diğer mukaddes kitaplara yapılan vakıflar geçersizdir. Zira bunlar İslâma göre masiyet sayılırlar.56 Yukarıdaki izaha göre, Şâfi‘îler, vakıftan yararlanacak olanların, mutlaka fakirler olmasını şart koşmamaktadırlar. Önemli olan vakfın amacının ma’siyet olmaması olduğuna göre, zenginlere de vakıf yapılabilir.57 2.1.2 Hanbelîler Hanbelîlerin görüşleri hemen hemen Şâfi‘îlerinkinden farksızdır. Bunlar da vâkıfın itikadına değil, vakfın konusunun ve vakıf yapılan cihetin, İslâma göre hayırlı bir iş veya masiyet olmayan bir fiil olmasına önem vermişlerdir. Buna göre vâkıf; çocuklarına, hısımlarına, mescitlere, köprülere, her çeşit ilim kitaplarına, çeşmelere, kabirlere, yollara, zimmîlere vakıf yapabilir. Zımmîler de mescidlere vakıfda bulunabilir. Zenginlere yapılan vakıflar da câizdir. Ancak İslâma göre masiyet kabul edilen kiliselere, havralara, diğer mukaddes kitaplara ve benzeri şeylere vakıf yapılamaz.58 2.1.3 Mâlikîler Mâlikîler, vakfın gayesinin kurbet yani sevap ve ibadet olan bir iş olmasını şart koşmaktadırlar. Bunlara göre en önemli şart, vakfın gelirlerinin tahsis edileceği cihetin masiyet yani İslâmda yasak (haram) edilmiş bir fiil olmamasıdır. Bir fiilin masiyet olup olmamasında kriter ise, vâkıfın itikat ve inancıdır. Buna göre, yol, köprü gibi kamu hizmetlerine, evlada, akrabaya, zengin de olsa bütün insanlara, gayr-i müslimlere ve benzeri masiyet olmayan herşeye vakıf yapılabilir. Ancak kilise ve havralara vakıf yapılması meselesinde iki görüş mevcuttur. Bir kısım hukukçular kiliselere yapılan (zimmiler tarafından) vakıfların da câiz olacağını ileri sürmüşlerse de, kilisenin kendisine değil, tamir ve ihtiyaçlarına yapılan vakıfların câiz olacağını kabul eden çoğunluk tarafından tenkit edilmişlerdir.59 2.2 Hanefî Mezhebi ve Osmanlı Tatbikatı Hanefî hukukçular, vakıfta kurbet şartının koşulmasında, diğer hukukçulara göre daha titiz davranmışlardır. Netice itibari ile de olsa, vakfın mutlaka sadaka olabilecek bir cihete yapılmasını ve vakfın gelirlerinin sevap ve ibadet olan fiillere tahsis edilmesini şart koşmuşlardır. Hatta bu yüzdendir ki, kurbet şartının gerçekleşmesi için, ister zımnen (Ebu Yusuf gibi), ister (EX=HKUD ìLUELQÈ(O.ÖEH\VÈ, ìLUD]L, ñEQL.XGDPH(O.ÖEH\VL 'ÖVÕNL(O+LUDíÈ'HUGLU$OLí(O.ÖEH\VÈ,ìDnEDQ(O*DQGXU(EX=HKUD _ 31 _ sarahaten (İmam Muhammed gibi) bir masraf-ı müebbed yani vakfın gelirlerinin devamlı olarak sarfedilebileceği bir yer, diğer bir tabirle fakirler ve benzeri ünvanların zikredilmesini gerekli görmüşlerdir.60 İşte, bu kurbet şartındaki titizliklerinden dolayı, Hanefî hukukçular, vakfın ciheti olacak şeylerin en azından küllî bir vasıfla (fakirler ve ilim talebeleri gibi) tayinini şart koşmuşlardır. Yine bu şarttan dolayı, nefse, evlada ve zenginlere yapılacak vakfın meşrûiyetini tartışmışlardır. Buna da döneceğiz. Hanefî ve Osmanlı hukukçularının geldiği nokta şudur: Vakfın hikmeti ve gayesi “ibadullah=Allah’ın kullarının” intifâ‘ıdır. Ancak Allah’ın kullarının intifâ‘ı iki şekilde olur: Birincisi; vakfedilen malların ayn’ından veya gelirinden doğrudan doğruya intifâ‘dır. Mescidin, medresenin ve yolun ayn’ından Allah’ın kulları bizzat intifâ‘ ettiği gibi, bir arazinin, bağın, bir dükkanın gelirinden de bizzat intifâ‘ ederler. Öyleyse bunların vakfı sahih ve lazımdır. İkincisi, ise, vakfedilen mallardan Allah’ın kulları dolaylı olarak intifâ‘ etmektedir. Mesela bir mescide, bir kabristana vakfedilen araziden direkt değil, ancak endirekt olarak yani mescid ve kabristan yoluyla intifâ‘ edebilmektedirler. Bir mescid vakfında mevkufunaleyh Allah’ın kullarıdır. Bir mescide arazi vakfında ise, mevkufun-aleyh mesciddir. İşte Allah’ın kullarından başka şeyler yani mescid, medrese, çeşme ve saire mevkufunaleyh olabilir mi? sorusuna İmam-ı A’zam örfü kriter alarak cevap vermiştir. Örfün gerçekleşmesini umumî ihtiyaç alameti saymış, umumî ihtiyacı ise Allah’ın kullarının endirekt de olsa intifâ‘ı olarak kabul etmiştir. Allah’ın kullarının intifâ‘ı ise, netice itibariyle kurbet şartının tahakkuku demektir. İslâm’ın başlangıcından beri, mescitler; namaz, va’z, nasihat, eğitim, öğretim, meşveret, yargı meclisi ve saire maksatlar için ibâdullahın intifâ‘ vasıtası olduğundan, mescitlerin de mevkufunaleyh olabileceğini örfe dayanan istihsan delili ile kabul eden İmam-ı A’zam; mektep, medrese, tekye, kütüphane, yol, köprü, su yolu, çeşme, hastahane, imaret, kışla, karakol, misafirhane ve emsali gibi İslâmiyetin teşvik ettiği şeylerin de mevkufunaleyh olmasını örfün teyidine bağlamıştır.61 Şayet Elmalı’nın yaptığı gibi “Allah’ın kulları” demek olan “ibâdullah” tabirini insanlar olarak kabul edersek, hayvanların da “mevkufunaleyh” olmasının örf yoluyla bu kaideye tabi tutularak câiz görüldüğünü söyleyebilirız.62 Bu izahlardan Fâtih’lerin, Selim’lerin ve Kanuni’lerin hastahanelere, medreselere, camilere ve benzeri yerlere yaptıkları vakıfların meşrûiyeti, Hanefî mezhebi açısından da anlaşılmış olduğu kanaatindeyiz. Yine yapılan izahlardan anlaşılıyor ki, Osmanlı vakıflarının gayesi, millete ait malların heder edilmesi ile milletin iktisadî hayatını felce uğratmak değil, belki o mallardan Allah’ın kullarının ebedî ve güzel bir şekilde yararlanmasını temin etmektir. Eğer bazı dönemlerde ve bugün vakıflarda, iktisadî bir buhran varsa, bunun menşeini başka şeylerde aramak gerekir. İsrafın asıl mahiyeti, Allah’ın kullarına bir şeyin menfaatinin sarf edilmemesidir. Bu sebeple İslâm hukukçuları, mescitlerde ve sokaklarda fazla kandil yakan mütevellileri, bunların kıymetlerini tazminle sorumlu tutmuşlardır.63 (OPDOÜø$(O.ÖEH\VÈ,(EX=HKUD %XHQWHUDVDQL]DKLÁLQEN](OPDOÜñ$6HUDKVÈìHUKXV6L\HULO.HELUñEQL1ÖFH\P(O%DKU.DGUL3DíD .DQXQÖO$GOPG (OPDOÜø$ (OPDOÜø$ _ 32 _ Ayrıca burada dikkat edeceğimiz bir esas daha vardır. O da, yapacağımız vakfın lükse ve süse hizmet etmemesidir. İhtiyacı giderilen bir hastahaneye bir başka vakıf yapmak, bu kabildendir ve sahih değildir. Vakıf akdi ihtiyaç olan şeylerin temininde kullanılmalıdır.64 Kurbet kasdının ölçüsü nedir? Vakıfda kurbet kasdının ölçüsü, Hanefîlere göre, diğerlerinden farklıdır. Bunlar, vakfın yapıldığı cihetin, hem İslâmiyet nazarında hem de vâkıfın itikadında kurbet yani sevap ve ibadet kabilinden bir fiil olmasını şart koşmaktadırlar. İslâmiyet nazarında kurbetin “Allah’ın kullarının intifâı” şeklinde yorumlandığını biraz önce gördük. Bu sebeple de, vâkıfın dinine bakılmaksızın, hastahaneler, medreseler, hangi milletten olursa olsun bütün fakirlere yapılan vakıfların câiz; hırsızlar, yol kesiciler, anarşitler ve benzeri yerlere yapılan vakıfların ise bâtıl olduğunu hemen anlayabiliriz. Yani hem haddizatında hem de vâkıfın itikadında sevap ve ibadet olan her şeye vakıf yapılabilecek; haddizâtında sevap ve ibâdet olduğu halde, vâkıfın itikadında sevap olmayan veya aksi hallerde ise yapılamayacaktır.65 Mesela, Müslümanın bir mescide yaptığı vakıf sahih olduğu halde, gayr-ı müslimin mescide yaptığı vakıf sahih kabul edilmeyecektir.66 Bu görüş İmameyne aittir. İmam-ı A’zam ise, imameyn gibi düşündüğü bazı hukukçularca ifade edilse de, vasiyette sadece vasiyetçinin itikadına önem verdiğine göre, bu konuda da aynı kanaatte olacağı sanılmaktadır.67 Osmanlı tatbikatında İmameynin görüşü kabul edilmiş bulunmaktadır. Osmanlı hukukçularının eserleri bunu gösterdiği gibi68, fiilî uygulama da bunu teyit etmektedir.69 Şunu ifade edelim ki, Osmanlı tatbikatında, önceleri çok sıkı kurbet kasdını arama şartı, İbn-i Kemal’in vakfın tarifine “veya vâkıfın istediği yere sarfetmesi” kaydını ilave eylemesi ile70 gevşemiş ve zengin de olsa neticede fakirlere tahsis edilmek şartıyla, her insanın intifâ‘ı mümkün ve ihtiyaç olan her şeyin mevkufunaleyh olabileceği kabul edilmiştir. Hatta bazı hukukçulara göre, vâkıfın itikadı açısından kurbet olma şeklindeki bir görüş de Osmanlı teâmülünden çıkarılabilir.71 2.3 Zimmî (Azınlık) ve Müste’men Vakıfları Günümüz hukukunda azınlık vakıfları ve cemaat vakıfları diye bilinen müessese, İslâm hukukunda farklı bir şekilde düzenlenmiştir. Bu sebeple konuya başlamadan önce, zimmî ve müste’meni tarif etmek gerekmektedir. İslâm hukuku, insanları inançlarına göre taksime tabi tutmaktadır. Vatandaşları, Müslüman 0DUGLQ$( (O+DVV¼IñEQL1ÖFH\P(O%DKUñEQÖO+ÖPDPñEQL$ELGLQ°PHU+LOPL$(P$OL+D\GDU76PG .DGUL3DíD.DQXQÖO$GOPG7UDEOXVLYG ñEQL1ÖFH\P(O%DKU7UDEOXVLYG (OPDOÜñ$.DGUL3DíD.DQXQÖO$GOPG $OL+D\GDU76PGYG°PHU+LOPL$(P.DGUL3DíD.$PG 'ÖUUÈ]DGH0HKPHW$ULI(IHQGL, ñEQL$ELGLQ5HGGÖO0XKWDU (OPDOÜñ$0DUGLQ$( _ 33 _ ve gayr-i müslim diye ikiye ayırmaktadır. Gayr-i müslimler ise, mukaddes bir kitap sahibi olanlar, mecusiler, tabiatperestler ve ateistlerdir.72 Ayrıca İslâm hukukunda, ülkeler, darül-İslâm ve darül-harp diye ikiye taksim edilmektedir.73 Hanbelî, Şâfi‘î, Zâhirî ve Ca‘ferî hukukçulara göre, ehl-i kitap denilen Yahudi ve Hiristiyanlarla bir kısım mecusilerin, yapacakları antlaşma ile darül-İslâm vatandaşı olmaları mümkündür. Bu takdirde bunlara zimmî adı verilecektir.74 Şî‘adan Zeydîler, Mâlikîler ve Evzaî’ye göre, gayr-i müslimlerın hepsi de zimmîlik sıfatını kazanabilirler.75 Hanefîlere göre ise, putperestlerin dışındaki herkes zimmî olabilir ve darülİslâmda vatandaş olarak ikamet edebilir.76 Zimmî olmayan gayr-i müslimlerden vizeli ve pasaportlu olarak muvakkat bir zaman için darül-İslâmda ikamet edenlere müste’men denilir.77 İşte İslâm hukukunda azınlık vakıfları deyince zimmî vakıfları akla gelmelidir. İslâm hukukunda vakfeden açısından bir problem yoktur. Vakfeden gayr-i müslim, müslim ve müste’men de olabilir78 Asıl önemli olan mevkufunaleyh olma ve kurbet kasdı açısından yapılan ayırımdır. Her ikisini de inceleyelim. Müste’menin darül-İslâm’dayken yaptığı vakıflar sahih kabul edildiği halde, müste’mene yapılan vakıflar sahih kabul edilmemektedir. Yani vakıfdan yararlanacak olan şahıs (mevkufunaleyhin), yabancı olmaması gerekir. İster zimmî, ister Müslüman, yabancıya yapılan vakıflar geçersizdir79 Bu konuda tek istisnaî görüş, Şâfi‘îlere aittir. Bunlar, darül-İslâmdaki müste’menlere vakıf yapılabileceğini kabul etmektedirler80 Zimmîlerin yaptıkları vakıflara gelince, bu konuda diğer mezheplerin görüşlerini daha önce belirtmiştik. Özetleyecek olursak, Şâfi‘îler ve Hanbelîlere göre, İslâmî açıdan masiyet olmamak şartıyla her çeşit vakıfları sahihdir. Şî‘a ise, vâkıfın itikadına göre masiyet olmama şartını koşmaktadır. Mâlikîler de, masiyet olmama şartı konusunda, Şâfi‘î ve Hanbelîler gibi düşünmekte iseler de, bazı Mâlikî hukukçular, kriterin vâkıfın itikadı olduğunu açıklamaktadırlar. Buna göre, Kâdî Iyaz gibi bazı Mâlikîler ve Şî‘a-i İmâmiyyenin dışında, diğer mezhepler de kilise, havra, Tevrat ve İncile yapılan vakıfları muteber saymamaktadırlar81 Hanefîlere gelince; bunlarda ölçü, vakfın, hem vâkıfın itikadı hem de İslâm hukuku açısından sevap ve ibadet (kurbet) olan bir şeye tahsis edilmesidir. Bu ölçüye göre, BeytülMakdis’e, zimmî fakirlere ve benzeri hayır cihetlerine, Müslümanın da zimmînin de vakıf yapması câizdir. Zira bunlar her iki açıdan da hayır sayılırlar.82 Hâlbuki zimmînin mescide ve hem zimmînin =H\GDQ$EGÖONHULPAhkâmüz-Zimmiyyîn Vel-Müste’menin%DðGDGVK 6HUDKVÈùHUKXV6L\HULO.HELU=H\GDQ, Ahkâm, YG =H\GDQ, Ahkâm, =H\GDQ, Ahkâm, .¼V¼QLñEQÖO+ÖPDP=H\GDQAhkâm .¼V¼QÈ=H\GDQ, Ahkâm, YG $OL+D\GDUTSPG.DGUL3DíDKanunül-AdlPG $OL+D\GDUTSPG=H\GDQ, Ahkâm, ìLUELQL=H\GDQ, Ahkâm, .DGUL3DíDKanunül-AdlPG 'HUGÈUñEQÖQ1HFFDUMüntehâ=H\GDQ, Ahkâm, ñEQL.XGDPH (O+DVV¼IñEQÖO+ÖPDP$OL+D\GDUTSPGYG7UDEOXVLYG.DGUL3DíDKanunül-Adl PG _ 34 _ hem de Müslümanın kiliselere, havralara, bunların tamir ve inşasına, İncil ve Tevrat’a yaptıkları vakıflar geçersizdir. Şayet bir zimmî, bir mescide veya kiliseye bir şey vakfeder, sonunda gelirini fakirlere veya başka hayır cihetlerine tahsis ederse, vakıf sahih; ancak kilise ve mescide sarf etme şartı geçersiz olur.83 Bu konuda tek istisnanın Ebu Hanife’ye izafe edilen bir görüş olduğunu ve Ebu Hanife’nin vasiyet gibi vakıfda da vâkıfın itikadını esas alarak, zimmînin kilise ve benzeri şeylere vakfının câiz olacağını daha önce görmüştük.84 Zimmîlerin vakfiyelerinde koştukları şartlar da, zikrettiğimiz esaslar çerçevesinde Müslümanınki gibi muteberdir. Hatta çocuklarından Müslüman olanı vakfından mahrum eden bir zimmî vâkıfın bu şartının bile geçerli olacağını, bazı itirazlara rağmen85, kabul edenler olmuştur.86 Osmanlı tatbikatında ise, İmameyn’in görüşünün aynen tercih edildiğini görüyoruz. Vakfiyyelerdeki “mezkûr meblağ işletilerek geliri. .. kilisenin fakirlerinin yiyeceğine; mümkün olmazsa Hristiyan fakirlere meşrûta ola...” ve benzeri ifadeler87 bunu gösterdiği gibi, fetvâlar da aynı esası tekrarlamaktadır.88 Beytül-Makdis’e yapılan vakıflar ise tamamen muteber addedilmiştir. Zira bizce de kurbet sayılmaktadır.89 Kilise fakirlerine yapılan vakıfları “kefere vakfı tutulmaz” diye mülklerine geçirmek isteyen fırsatçılara karşı çıkarılan fermanlarda, İmameynin görüşünün ifadesi olan şu sözleri okuyoruz: “..zimmî tâifesi kendi âyinleri üzere kiliseleri fukarasına ve patriğe her ne vasiyet ve vakfederlerse makbul olup...hilaf-ı şer‘-i şerif yedlerinde olan fetvây-ı şerife ve berât-ı âlîşanıma muhalefet olunmaya”.90 Gördüğümüz kadarıyla kiliselere ve havralara yapılan vakıflar için, Hristiyan fakirlere ve fakir din adamlarına vakıf yapma yolu benimsemiştir. Yoksa direkt manastır ve kiliselere vakıf yapılamayacağı, uygulamada da kabul edilmiştir. Konu birbirinden ayrılmalıdır. Aksi takdirde karışıklıklara yol açacaktır.91 Zimmîlerin dinimizce hayır sayılan hastahane, çeşme ve benzeri vakıfları ise, kesin câiz sayılmıştır.92 Mısır Vakıflar Kanunu (1946 tarihli ve 48 sayılı) ve Irak Vakıflar Kanunu da bu konuda, Hanefî mezhebinin esaslarını benimsemişlerdir.93 ñEQL1ÖFH\PEl-Bahr(O+DVV¼IñEQÖO+ÖPDP=H\GDQ, Ahkâm, ñEQÖO+ÖPDP6HQKXUL0XKDPPHG)HUHFǦòǦǯǦÇǦøVOâmL.DKLUHFVK (O.XEH\VÈ, 7UDEOXVLñEQÖO+ÖPDP 'ÖUUL]DGH$ULI(IHQGL, =H\GL ]LPPL ELU NLOLVHQLQ UDKLSOHULQH ED]Ü HPO¼NLQL YDNÜI YH WHVFLOGHQ VRQUD IHYW ROÜFDN YHUHVH NDEXO HWPHPHðH NDGLU ROXUODU PÜ" (O&HYDS7DPDPVÜKKDWÖ]HULQHWHVFLOLíHUnLROGXLVHROPD]ODU.LOLVH\HLVHROXUODU(EÖVVXXGpFetâvâ9UN%oU¼KLSOHU FHPLDQIDNLUOHULVHRQODUDYDNÜIVDKLKGLUñQFLORNXPDNíDUWÜODðÜYGÕU(ðHUIDNLUGHðLOOHUVHVDKLKGHðLOGLU7HVFLOGDKLQ¼PHíUXGXU9H UHVHVLNÜVPHWHGHUOHU(EÖVVXXG9UN%0HQWHíL]DGH, VGM'HIWHU1R6ÜUD1R\HQLKDUIOH .DUDNRÁKülliyat'RV\D1R(UPHQLOHU7DUDIÜQGDQ.LOLVH9H0DQDVWÜUODUÜQD9DNIHGLOHQ(PO¼N9H(í\DODUÜQD%DGnHO9H IDW9HUHVH7DUDIÜQGDQ0ÖGDKDOH(GLOPHPHVL+DNNÜQGD)HUPDQÜ$OL+ %HQ]HUL\DQOÜíOÜNODULÁLQEN].DUDNRÁKülliyât'RV\D1R =LPPLYDNÜIODUÜNRQXVXQGDEN]*ÖQHUL+DVDQ$]ÜQOÜN9DNÜIODUÜQÜQñQFHOHQPHVLVD6\;VK%HUNL$+ǡÇϔǡ,,$QNDUD VKYG=H\GDQ, Ahkâm, ÇÇÇϔlar KanunuPG=H\GDQ, Ahkâm, (EX=HKUD _ 35 _ 3. İMAM ŞÂFİ’Î’NİN GÖRÜŞÜ VE BAZI PEYGAMBERLERE İSNAD EDİLEN VAKIFLAR Bazı hukuk sistemlerinde mevcut olan vakıf tarzındaki müesseselere girmeden önce, bu konuda tartışmalara sebep olmuş bir görüşten bahsetmek istiyorum. Şâfi‘î mezhebinin kurucusu olan İmam Muhammed b. İdris eş-Şafi‘î’nin İslâmdan önce vakıf müessesesinin bilinmediğine dâir bir sözü nakledilmektedir. İmam Şafiî’ye ait bu görüşün yanlış nakledildiği kanaatindeyiz. Zira İmam Şafi‘î’nin asıl ifadesi şudur ve yerinde bir tesbittir: “Bildiğim kadarıyla cahiliye devri insanları kurbet kasdıyla vakıf yapmamışlardır. Bu ma’nada vakıf Müslümanlarla başlamıştır”.94 Gerçekten her ne kadar İslâmiyet’ten önce bazı milletlerde bu müesseseye rastlanıyorsa da, hükmî şahsiyeti hâiz ve ebedî bir şekilde hayır ve sevap amacıyla yapılan vakıflar İslâmiyet’le ortaya çıkmıştır.95 Ancak vakfa benzer müesseselere İslâmiyet’ten önce de rastlamak mümkündür. Dinleri ve inançları ayrı da olsa, bütün milletler vakıf manasını taşıyan bazı tasarrufları bilmektedirler. Zira bütün milletler bizce bâtıl da olsa bir din sahibidirler. Her dinin bir mabedi ve her mabedin de giderlerini karşılayan bazı malları mevcuttur. İslâmdaki vakıf ile aralarındaki en önemli fark gayededir.96 Eski peygamberlere isnad edilen vakıflardan da burada kısaca bahsetmek istiyorum. İslâmdan önce Arabistan’da bilinen ilk vakıf manasında mal “Ka‘be-i Muazzama”dır. Zira Hz. İbrahim’in Ka’be’yi ilahî vahiyle insanlara mabed olarak yaptığını Kur’an da beyan etmektedir. Ka’be-i Muazzamanın, İslâmî manada vakfın ilk örneği sayılsa da dünyada ilk vakıf eseri kabul edilmesi mümkün değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de dünyadaki ilk mescidin yani İslâmî manada ilk vakfın Mescid-i Haram=Ka’be olduğunu açıklamıştır. Gerçekten İslâmdaki vakıf manasını kendisinde bulunduran ilk eserin Ka’be olduğu açıktır. Ancak ilk vakıf eser değildir.97 Defter-i Hâkânîlerde yani Osmanlı Devleti’nin Tapu Tahrir Defterlerinde kayıtlarına rastlanan ve bazı peygamberlerin isimleriyle anılan vakıflara gelince; önce adı geçen peygamberlerin bazılarını zikredelim: Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Yahya ve Hz. Zekeriyâ. Bunlar İslâmiyet’ten asırlar önce yaşamış Peygamberlerdir. Ancak mevcut vakfiyye kayıtlarından da anlaşılacağı gibi, bu vakıflar adı geçen peygamberler tarafından kurulmamışlardır. Kendilerinden asırlar sonra gelen hayır sahipleri tarafından bunların makamlarına ve türbelerine harcanmak üzere vakıf yapılmıştır. Sultan Barsbay’a (668 Hicrî tarihli belgeye göre) ait olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber, Nebi Musa vakfına ait kayıtlar da, Tapu Tahrir Defterlerinde yer almaktadır. Hz. İbrahim’e ait vakıflar ise, HalilürRahman Evkafı diye meşhurdur.98 ìDILÈ0XKDPPHGEñGULVEl-Ümm%H\UXW.LWDEÖíìDnEFVK 0DUGLQ$(%HUNL$+ñVO¼PGD9DNÜI6DKLK9H*D\UÜ6DKLK1HYLOHUL$¶ñ)'F9,O6\,O9VK6HYLJ9DVIL5DíLG5RPDQÜQ +XVXVL+XNXNXQXQ(VDVODUÜ$QNDUDVK.ÐSUÖOÖ%7DULKGH 9DNÜIODU°PHU+LOPL$KN¼PÖO(YNDIñVWDQEXOVK (O.ÖEH\VÈ,%HUNL$+9DNÜIODU,'LSQRW °PHU+LOPL$((O.ÖEH\VÈ,.XUnDQ$OLñPUDQ.XUWXEÈ0XKDPPHGE$KPHG(O&¼PLn/L$KN¼PLO.XUnDQ%H\UXWF VKYG0ÖVDNNDI¼W9H0ÖVWHJÜOO¼WÜ0HYNÕIH+DNNÜQGD9HUJL9H$UD]L0HFPXDVÜ6HQH6\VK .RQXLOHLOJLOLRODUDNEN]ñSíLUOL0HKPHW(W7HPÈPL0XKDPPHG'DYXG(YNDI9H(PO¼NÖO0ÖVOLPLQ)È)LOLVWLQñVWDQEXOVK) %2$7DSX7DKULU'HIWHUL1R(YNDIÜ*D]]H1RñEUDKLP+DOLOKDUHPLQH\DSÜODQYDNÜI(YNDIÜ.XGÖV1R+D] 0XVD<XQXV9H/XWWÖUEHOHULQHDLWYDNÜIODU1R1HEL0XVD9DNIÜ1R+DOLOÖU5DKPDQ9DNIÜ.Uí.ÐSUÖOÖ)ñVO¼P9H 7ÖUN6XOWDQ%D\EDUVnDñVQDG(GOLOHQ%LU9DNIL\\H°PHU+LOPL$(%HUNL$+9DNÜIODU, _ 36 _ 4. DİĞER HUKUK SİSTEMLERİNDE VAKFA BENZEYEN HUKUKÎ MÜESSESELER Tarih boyu dinsiz yaşayan bir millet hemen hemen yok gibidir. Bâtıl da olsa bir dine mensup olan insanlar, kendi dinlerine ait ibadetleri icra edecekleri bir mabede her zaman sahip olmuşlardır. Bu gerçek, her millette, anladığımız manada olmasa bile, mabedlere tahsis edilen mallar şeklinde vakıf müessesesinin olduğunu göstermektedir.99 Ayrıca bir şahsın kendi öz malvarlığının tamamını veya bir kısmını hemcinslerinin belli ihtiyaçlarına yahut onların yardımlarına tahsis etmesi, insanlığın yaratılışında mevcut olan bir silinmez duygudur. Günümüz hukuk sistemlerindeki vakıf ve yardım kurumları da bunun şahididir. Biz burada eski ve yeni bazı hukuk sistemlerinde vakfa benzeyen müesseseleri çok kısa olarak inceleyeceğiz. Ancak batıda vakfın yardım amacını güden kısmının pek alışılmış bir şey olmadığını, daha ziyade mukaddes yerlere yapılan vakıfların bulunduğunu belirtmek istiyoruz. İlk bu manada vakfın Alman Medenî Kanununda zikredildiğini bazı hukuk otoriteleri haklı olarak belirtmektedirler.100 1. Babil hukukunda, vakfa benzeyen bazı mâlî tasarruflar mevcuttur. İntifâ‘ hakkı da denen vakıf benzeri bir tasarrufun kısaca mahiyeti şöyledir: Kral, arazisinin intifâ‘ hakkını bazı kamu görevlilerine bağışlar. İntifâ‘ hakkı sâhibi, arazinin mülkiyet hakkına sahip değildir. Hammurabi Kanunu bu intifâ‘ hakkının mirasçılara intikal edebileceğini ve bazı şartlarla kayıtlanabileceğini belirtmektedir. Bu daha ziyade tahsîsât kabilinden olan vakfa benzeyen bir tasarrufdur.101 2. Eski Mısır hukukunda da vakıf fikri mevcut idi. İlahlara, ma‘bedlere ve kabirlere bazı tahsisler yapılmaktaydı. Bu çeşit tahsislere insanları sevkeden sebep, ilahlara yakınlaşmak ve hayır işlemek gayesiydi. IV. aile zamanında bazı kâhinlere bir gayrimenkul vakfedildiğini gösteren bir belge, Mısır Müzesinde 72 nolu kayıtta bulunmaktadır (Fihrist No: 8432). Mısırlılar, evlatlık (zürrî=ehlî) vakıfları da bilmekte, aileye ve çocuklara vakıflar yapmış bulunmaktadırlar. Vakfın idaresi demek olan tevliyeti de genellikle en büyük erkek çocuğa tevcih etmişlerdir. V. aileye ait bir vesikadan vakfa müessese dedikleri anlaşılmakta ve bu kavram vakfın eş anlamlısı olacak şekilde tanımlanmaktadır.102 3. Eski Yunan hukukunda site denilen korporasyonlar lehine yapılan bağış ve vasiyetler bir vakıf görünümündedirler. Bağış ve vasiyetler, tahsis amacına göre kullanılmaktadır. Vakıf hükmî şahsiyetinin fonksiyonu ayrı bir hukukî tasarrufla değil, böylece dolambaçlı yoldan ifa edilmektedir. Bu tarz mu‘âme-lelere “donatio sub modo” dendiğini görüyoruz.103 4. Roma hukukunda vakıf müessesesi ilkel bir özellik arzeder. Amacını, sürekli ve kesintisiz gerçekleştirecek bir vakıf müessesesine ilk dönemlerde hiç rastlanmaz. Sadece eski Yunan hukukunda olduğu gibi, vasiyet ve bağışlama tasarrufları vakıf yerine kullanıla-gelmiştir. Kısaca ilk dönemde vakıf hukuku gelişmemiştir. Hiristiyanlığın yayılması ve Roma’nın resmî dini olarak kabulünden sonra vakıf hukuku gelişmeye başlamıştır.104 Daha sonra gelişen vakıf ise kiliselere, manastırlara ve fakirlerin korunması amacını (O.ÖEH\VÈ,%HUNL$+9DNÜIODU,(EX=HKUDYG 0DUGLQ$(.ÐSUÖOÖ%7DULKWH9DNÜIODU 7HUP¼QÈQÈ$EGÖVVHODP(O9DVLW)È7DULKOL.DQXQL9HQ1X]XPLO.DQXQL\H.XYH\WVK+¼íLP(O+¼IÜ]7DULKÖO.D QXQ%DðGDGVK(O.XEH\VÈ, ìDKK¼WHìHILN7DULKXO.DQXQLO0ÜVUL\\LO.DGÈPVKYG(O.ÖEH\VÈ, .ÐSUÖOÖ%7DULKWH9DNÜIODUYHEXUDGD]LNUHGLOHQND\QDNODU .ÐSUÖOÖ%7DULKWH9DNÜIODU _ 37 _ taşıyan hayır müesseselerine yapılan tahsisler şeklinde kendini göstermiştir. Roma’lıların bu tahsis edilen mallara mukaddes eşya=res sacrae ve dinî eşya=res religioaso adını verdikleri ve bunların üzerinde mülkiyet veya herhangi bir aynı hak te’sisine müsaade etmedikleri bir gerçektir. Ancak Roma ve Bizans’ta görülen bu tarz tahsisler, İslâm hukukundaki sadece tahsîsât kabilinden vakıflarla benzerlik arzetmektedirler ve hükmi şahsiyete sahip oldukları da tartışmalıdır.105 5. Cermen hukukunda amaç ve yapı itibariyle vakfa çok benzeyen bazı tasarruf şekilleri mevcuttur. Hepsinin esasını şu şekilde açıklayabiliriz: Mâlik, malını belli bir aileye sınırlı bir süreye veya ailenin inkırazına kadar tahsis eder. Bütün aile yararlanma imkanına sahip olur. Bazan aile fertlerine veya sadece erkeklere ve daha sonra da kadınlara yararlanma imkânı tanınır. Tahsis edilen mal satılmaz, bağışlanmaz ve mirasla intikal etmez. Sadece yararlanma söz konusudur. Kısaca Cermen Hukukundaki bu tarz tasarrufları evlatlık vakıflara benzetmek mümkündür.106 6. Eski Türklerde vakıf müessesesinin bulunduğunu, yapılan araştırmalar göstermektedir. Mesela, Uygurlara ait bir vakfiye, Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde bulunmaktadır.107 Sosyal yardım ve dayanışma fikri hayli gelişmiş olan Eski Türk’lerin, kendi dönemlerinin örf ve adetlerine göre vakfa benzeyen bazı tasarruflarda bulundukları kesindir. Ancak İslâm hukukundaki mükemmel manada vakfı bunlarda aramak beyhudedir.108 7. Günümüz Fransız hukukunda da daha ziyade evlatlık vakıflara benzeyen bazı tasarruf şekilleri mevcuttur. Baba, bir gayrimenkulünü hayatı boyunca kendisi yararlanmak ve sonra da mirasçılarına intikal etmek şartıyla oğluna bağışlayabilmekte veya vasiyet edebilmektedir. Buna “intikal eden bağışlama” denilir. Bu tarz mu‘âmele bazı şekil şartlarına bağlıdır. Sadece hısımlar arasında yapılması câizdir. Fransız hukukunda tamamen hayır amaçlı vakıflar da (hayrî vakıflar) yok değildir. Bunlar, belli bir sermayenin devamlı şekilde genel veya özel bir hayır işine tahsisidir, şeklinde tanımlamaktadırlar. Ölen şahıs veya ailesi için, Kilisede bir yer inşası özel amaçlıya, bir hastahane yapımı ise genel amaçlıya misal olarak zikredilebilir. Ayrıca bu çeşit vakıfların bazı kısımları daha vardır. Vakıflara hükmî şahsiyet tanınmaktadır.109 Son olarak İngiliz ve Amerikan hukukundaki vakfa benzeyen müesseseleri de kısaca görelim. İngiliz ve Amerikan hukukunda vakfa benzeyen iki hukukî müessese vardır: (O.XEH\VÈ,(EX7¼OLE6ÕIL+DVDQ%H\QHíìHULDWLOñVO¼PL\\H9HO.DQXQLU5RP¼QÈ.DKLUHVK.ÐSUÖOÖ)9DNÜI0Ö HVVHVHVLQLQ+XNXNÈ0DKL\HWL9H7DULKL7HN¼PÖOÖ9'6\VK.ÐSUÖOÖ%7DULKWH9DNÜIODU <HðHQ=ÖKGÖ(O9DNI)LíìHULD9HO.DQXQ%H\UXWVK(O.ÖEH\VÈ,.ÐSUÖOÖ%7DULKWH9DNÜIODU 5XEHQ:%XGLVW9DNÜIODUÜ+DNNÜQGD¡HY7RSUDN0HOLKD¡DðDWD\6DDGHW9'6\,,$QNDUDVK.XQWHU%DNL 7ÖUN9DNÜIODUÜ9H9DNIL\\HOHUL¶]HULQH0ÖFPHO%LU(WÖGñVWDQEXOVK%XUDGDñQFHOHQHQELUYDNIL\\HGHELU%XGD0DQDVWÜ UÜQDDUD]LYHEDðYDNIROXQPDNWDGÜU .RQXLOHLOJLOLRODUDN%N]&DIHURðOX$KPHG7ÖUN7H¼PÖO+XNXNXQD*ÐUHñÁWLPDL0X¼YHQHW0ÖHVVHVHVL9'6\,,VKYG%HUNL $+9DNÜIODUÜQ7DULKL0DKL\HWLñQNLíDIÜ9H7HN¼PÖOÖ&HPL\HW9H)HUWOHUH6DðODGÜðÜ)DLGHOHU9'6\9,ñVWDQEXOVK ñVO¼PGD9DNÜIOñ)'9,*ÖQHUL+DVDQ7ÖUN0HGHQL.DQXQX$ÁÜVÜQGDQ9DNÜIGD$PDÁ.DYUDPÜ9H$PDFÜQD*ÐUH9DNÜI7ÖUOHUL $QNDUDVK.ÐSUÖOÖ%7DULKWH9DNÜIODU (O.ÖEH\VÈ, _ 38 _ 4.1 Charitable Trusts (Charitable Organizations) Roma Hukuku, daha ziyade vasiyet şeklindeki trustlarla alakalı hükümlşer tanzim etmiştir; vakıftan ziyade vasiyet kavramı daha doğrudur denilebilir. Vakıf kelimesi belki charitable trusts karşılığı kullanılabilir. İngiltere’de Haçlı Seferlerinden sonra ve belki de İslam Hukuku örnek alınarak Trust Hukuku gelişmeye başlamıştır. Batı Medeni Kanunlarında bunun yer alması için ancak 1900’lü yılları beklemek gerekmektedir.110 Bir malın emin veya vasi denilen bir şahsın zilyetliğine, hak sahibi olan bir başka şahsın yararlanması için verilmesi diye tanımlanabilir. Vasi, zilyedi bulunduğu maldan yararlanamamaktadır; belki başka bir şahsın yararlanması için mütevellilik görevini yapmaktadır. Bunun iki çeşidi vardır: A) Dul ve yetimlerin yararlanması amaçlananlara Trust, Thrift veya Spead denir. B) Kamuya yönelik hayır amaçlı olanlarına da Charitable Trust adı verilir. Vasi veya emin, gerçek yahut hükmî şahıslar olabilir. Bu çeşit bir tasarruftan dönmek mümkündür; süreli de olabilir. Bunların hükmî şahsiyetleri yoktur.111 4.2 Foundation (Te’sis = Müessese) Bunu, bir malın kamuya yönelik bir amaca hayır amaçlı olarak tahsisi şeklinde tanımlamak mümkündür. Bu, vakfa daha çok benzemektedir. Amerika’da bu vakıflar ikiye ayrılır: Private Foundations, genellikle özel şahıslar, aileler ve şirket vakıflarıdırlar. Public Charities (community foundations), bunlar daha ziyade kamu yararı için kurulan vakıflardır. Hukuki sınırlamalar ve vergi meselelerinde kamu vakıfları elbetteki daha avantajlıdır. John D. Rockefeller (1839-1937) ve Andrew Carnegie vakıfları, Amerika’da foundation asrının altın örnekleridirler. Görüldüğü gibi, bu konuda Amerika ve Batılı Devletler çok yenidirler ve İslam dünyası ile kıyaslanmaları mümkün değildir.112 Bunlar, hükmî bir şahıs kabul edilir. Bunun da tamamen hayır amaçlı olanları charitable foundations diye bilinir. Tıpkı günümüz Türk hukukunda olduğu gibi, özel, kamu nitelikli, şirket tarzında, topluluk ve aile foundation’ları olduğunu görüyoruz. 1969’da Amerika’da 18000 foundation bulunduğunu konu ile ilgili kaynaklardan öğreniyoruz. Konu ile Alakalı hükümler, The Internal Revenue Code yani Dahilî Gelirler Kanunu tarafından tanzim edilmiştir.113 Üzülerek ifade edelim ki, foundation tarzındaki İslam âlemindeki ilk deneme Türkiye Cumhuriyetinde olmuştur. Türk Medeni kanunu vakıf tabirini kullanmamış ve onun yerine Batı’yı takliden tesis tabirini resmen kabul etmiştir. Ancak Müslüman Türk Milleti bu tabire iltifat göstermemiş ve Yeni Vakıflar Kanunun çıkıncaya kadar tesis adı altında kurulan vakıfların sayısı çok az sayılarda kalmıştır. +DQVPDQQ+HQU\0DWWHL8JR0D\o7KH)XQFWLRQVRI7UXVW/DZ$&RPSDUDWLYH/HJDODQG(FRQRPLF$QDO\VLVp3')1HZ <RUN8QLYHUVLW\/DZ5HYLHZ5HWULHYHG1RYHPEHU'ROOLPRUH-HDQo7KH&KDULWLHV$FW3DUWp3ULYDWH&OLHQW %XVLQHVV6ZHHW0D[ZHOO(GZDUGV5LFKDUG1LJHO6WRFNZHOO7UXVWVDQG(TXLW\WKHG3HDUVRQ/RQJPDQ 111 (QF\FORSHGLD%ULWDQQLFD9RO/RQGRQ)RXQGDWLRQVK$\UÜFDEN]7UXVWPDGGHVL(O.ÖEH\VÈ,YG ,562YHUYLHZRI7\SHVRI)RXQGDWLRQV 7KH (QF\FORSHGLD$PHULFDQD 9RO;,1HZ\RUN)RXQGDWLRQVVK (QF\FORSHGLD2I5HOLJLRQ $QG(WKLFV 9RO9, (GLQEXUJVK&RXQFLORQ)RXQGDWLRQV*XLGHWR7D[7UHDWPHQWRI&KDULWLHVSGI _ 39 _ Gerçekten 1926 yılında Medeni Kanundaki vakıf hükümleri “tesis” adıyla düzenlenmiştir. Asırlarca vakıf adıyla meşrûiyetini kalplerde ve gönüllerde yerleştiren bu müesseseye “tesis” adının verilmesi müesseseyi yozlaştırmıştır. Bunu hisseden Türk Kanun Koyucusu 13.7.1967 tarih ve 903 sayılı Kanunla Medeni Kanunun “tesis” le ilgili 73-81 maddelerini tadil etmiş ve vakıf adını tekrar Medeni Kanun’a yerleştirmiştir. Şunu kabul etmek gerekir ki, Türk Milleti vakıf kelimesinde, bir mânevî tatmin ve kudsiyet hissetmektedir. Bunun te’siriyledir ki, 19261967 târihleri arasındaki 40 küsur yıllık tesis devresinde kurulan tesislerin sayısı 1967-1977 yılları arasında kurulan vakıf sayısından daha azdır. Tadil edilen yeni maddeler ve sonradan hazırlanan vakıflar tüzüğü, Türkiye’de mevcut eski vakıflara ve yeni kurulan vakıflara uygun hükümler ihtiva etmektedir. Şu anda Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde de, Amerikan kültürünün tesiriyle foundation tabirinin karşılığı olan müessese terimi kullanılmaya başlanmıştır. Müessesetü Şeyh Zayed gibi. _ 40 _ '¶1<$ 9$.,)/$5 .21)(5$16, $ÁÜOÜí 2WXUXPX 2WXUXP%DüNDQ× 3URI'U0XUDWdú=$.d$ .DW×O×PF×ODU 3URI'U/HVWHU6$/$021 Prof. Dr. Üstün ERGÜDER 'U'DYLG/<11 _ 41 _ _ 42 _ 1(:)5217,(562)3+,/$17+523< 3URI'U/HVWHU6$/$021 -RKQV+RSNLQV8QLYHUVLW\&HQWHUIRU&LYLO6RFLHW\6WXGLHVr86$ My dear friends; Dr. Ertem and Mr. Deputy Prime Minister it is a great honor for me to be back in Istanbul, one of my cities. And I have found myself spending a lot of time trying to understand the one thousand years of history that occur between let’s say when the Constantinople became the headquarters of the catholic church and the present time. A period of history that is not covered very well in American history classes. I am sorry to say. And therefore required me to do a lot of reading and I have been constantly impressed by the history of this city and the history of this people. My background: obviously I am an American. But my background in family origins, go back to Central and Eastern Europe. And I come to you at the end of a 20 year period in which I have been managing a research project that has looked at the civil society sector for some forty countries. And therefore, I find myself agreeing very much with Gerry Salole’s comment to you earlier that we are all in danger assuming that the American model is the only model. And I have to say that I spent much of my academic career making this point to my American colleagues and friends that we have to get the blinders of the American experience out of our heads and appreciate what is going on elsewhere in the world. So it makes me all the more interested and pleased to be able to speak to you. My message to you this morning is potentially controversial. Because I believe that there is an enormous revolution underway in the financing of the social purpose activities around the world. And while. I think that this revolution has enormous opportunities for foundations, I am also convinced that it poses enormous risks. Particularly, if foundations fail to come to terms with what is going on in the broader world of social purpose finance? So what I want to do in the time that I have this morning is to briefly acquaint you with this new world that I refer to as the new frontiers of philanthropy. What is happening is really I think quite striking. We are moving in the world of philanthropy globally well beyond grants. Out grants are the classic vehicles and a classic mechanism that are used by charitable foundations. But when you think about it, it is a 19th century, maybe a 16th century technology for the use of financial resources. And the other sectors of our world; the business community and even the government community have ruled well beyond grants because grants are fairly inefficient. Once you give them they are gone and they do not come back, they gain little leverage in generating other sources of revenue. And so we have seen an explosion of different forms of financial assistance used by the world’s social purpose entities. They include loans, they include loan guarantees, they include bonds, they involve equity investments, and they utilize _ 43 _ New Frontiers of Philanthropy securitization. These are words that are very familiar in the world of finance but they are new concepts in the world of philanthropy. And what I am basically saying to you is that philanthropy needs to come to terms with these realities. And what is more, moving beyond bequests, as a way to form charitable endowments. We have a project called “Philanthrophication through Privatization” which is tracing the ways in which privatization transactions have led to the creation of enormous charitable endowments in many many parts of the world. And we have so far identified over five hundred foundations that come out of this kind of mechanism where the people’s wealth embodied and stated over prices and transformed into charitable endowments in the course of privatization. And which is I think an enormously promising way to build foundations in parts of the world where wealthy individuals do not exist but where enormous popular people’s assets exist in the form of a state of enterprises. And I would put Turkey maybe not all the way in that area but Turkey is going through a massive process in privatization. And I believe that some portion of those assets which are people’s assets, should be captured for charitable endowments. Beyond that, we are going well beyond foundations which may be a painful message for all of you in this Conference because it is focused on foundations. But there is a whole new world of institutions that is forming in the world of social purpose activities and they are mobilizing and utilizing these new tools of action in ways that foundations generally are not. Some foundations are, but most are not. And then, finally, we are moving beyond cash and other forms of assistance. It can take the form of volunteer work, but we are seeing the emergence of a whole network of broader type exchanges in the world of philanthropy that trade a whole variety of things: equipment, technology, information about jobs, a whole set of exchanges are being emerged. And what all of these new devices represent is the use of leverage in order to achieve charitable purposes. And the basic notion is this that the resources in foundations and in philanthropy at the end of the day are very limited compared to the problems that we face in the world. And therefore if we really want to make a difference in the world of solving these problems, we need to find ways to leverage the charitable resources the philanthropic resources along with the other resources in our societies including the resources in private investment in capital for charitable purposes. So what is going on out there is something that I think it is fair to call philanthropy’s big bang. You know that with the big bang it is the theory of how the world was created obviously controversial that there was an explosion and that explosion led to the stars and the universe. Well, a charity is in the midst a similar big bang. And this is just some of the new entities that have emerged on the field of charitable activity. And it includes Volkswagen foundations; one of these conversion foundations, it includes “action” which has become the financer of micro enterprises and which has become a 65 billion dollar industry across the world with facilities in much of the developing world financing from main line philanthropic and financial institutions and to micro enterprises of all sorts. It includes the community reinvestment fund which appears as a secondary market providing ways to purchase low income loans and mortgages so as to refinance the mortgage capital. It goes into low income housing. A whole host of new players that most people are really unfamiliar with. What is emerging is a… So, there is confusion. Most people do not have a way to sort out these things or even to realize what they are or even to know they are there. And yet it has become more _ 44 _ Prof. Dr. Lester SALAMON obvious, more extensive, more substantial than I think most people realize. So what is emerging is a new parody, a new model of how to pursue social purpose activities. Traditional philanthropy; its focus has been on foundations and individuals. That has been the main actors. The new frontiers of philanthropy has in view a whole host of new investment funds, loan funds, bond funds, equity funds that are popping up all over the world. Chambering investment capital into social purpose activities. Traditional philanthropy focuses on operating income. Getting organizations to have the ability to pay their bills in the course of the year. The new frontiers are focusing on investment capital; how do you build sustainable enterprises that can continue to do good over the longer run. The tool of traditional philanthropy has been grants. What is emerging instead is a whole host of financial instruments. The building of these complicated capital tranches with different layers of financing with different risk levels attached to them, including maybe foundation grants at the bottom, but combined with that equity finance and on top of that debts and loans, so that you create a capacity to finance a whole variety of complicated enterprises that are producing mortgage for the bottom of the products, for the bottom of the pyramid. The instrument of philanthropy traditionally has been non-profits. But the instruments of these new frontiers of philanthropy are increasingly social ventures. These are enterprises that combine a social purpose with the ability to generate a profit. Maybe not a large profit, but enough of a profit to return the capital of the investor and maybe provide one or two percent of return. The old philanthropy focused on social return which of course is crucial. But the new frontiers are focusing on social and financial return. They are realizing that the sustain itself in social purpose activity needs to find a way to generate a revenue stream. The old philanthropy focused on very limited leverage; grants. Grants have actually no leverage unless you are very clever. The money is given, it is gone. The new frontiers of philanthropy are focusing on expanded leverage. And then finally, traditional philanthropy has been happy with output focuses, how many children were fed, how many schools were served. But the new frontiers are looking at outcomes; what the consequence of this is. And they are pushing for metrics. And so I knew equity system has emerged. And new sources of funds, including private investment capital with new actors, not simply nonprofits but a whole host of other entities, new tools, so not just grants but loans and loan guarantees and rest of these, new agents, social ventures and this kind of social cooperatives, a whole variety of entities that are serving social purpose activities and finally all designed to achieve are the beneficiaries. To make sense of this new world, I have been working on a kind of major book, it has been published by Oxford University Press. It makes a very significant conceptual breakthrough I think. First to conceptualize this idea of new frontier of philanthropy, and then to break it apart into two sets of entities of first of all a set of actors, and secondly a set of tools that these actors are using. And we have systematically examined each of these. The terms that are used here are very familiar to people in the world of finance but very unfamiliar to the world of philanthropy. We are talking here about capital aggregators, secondary markets, and social stock exchanges, foundations as philanthropic banks, quasi-public investment funds, and enterprise brokers. These are very strange words for the world of foundations and philanthropy to learn. But my message to you is that we must learn them because this whole world needs the foundation community but the _ 45 _ New Frontiers of Philanthropy foundation community needs to begin to internalize these developments. Let me just open up a couple of these black boxes if I have the time to do so. So let’s look at this group called capital aggregators. These are organizations that are surfacing to collect financing that is coming from various sources all devoted to social purpose activities. They are a whole variety of different kinds of funds. Some of them are equity funds. Some of them are loan funds. Some of them are doing bond issuance. Just to give you a couple of examples in the United States we have a network of what we call community development finance institutions. There is a similar set of institutions in the UK. These are essentially financial institutions into which people make deposits and they take these deposits and with that money they make loans for a low income housing and community development and lagging regions and in lagging areas. Another one is the Bank of America’s capital access fund. It takes pension funds and similarly invest the money in low income housing. Action international I mentioned before, this is the financial arm of the global micro enterprise industry. It raises money through financing from banks, insurance happenings, pension funds, and channels it through its subsidiaries into the hands of micro entrepreneurs in every part of the world, creating as I said a 65 billion dollar industry. Economic innovation international is an example of a triple bottom line investment fund with goals of economic return, social return and environmental return. And it is an equity fund. And just to give you a sense of the metrics, we estimate that this world of the new capital aggregators has currently assets of some 300 billion US dollars. This puts it about half as big as the entire US foundation community. So it is getting up to a reasonable scale. The 13 hundred CDFIs (Community Development Finance Institutions) are about 12 billion dollars investments during their lifetime. The EII- this Economic Innovation International has 20 billion dollars in triple bottom line equity funds. And so this is getting to be a scale that deserves our attention. Or to give you another example, secondary markets. What are these? These are entities well known in the commercial field that purchase loans that are made by banks. Particularly, let’s say mortgage loans. Thereby, allowing the banks to make additional loans. So they raise money on the capital markets and they buy the loans. We are seeing the emergence of a whole variety of social secondary markets. Examples include the community reinvestment fund; one of the largest ones in the US, Habitat for Humanity, a well-known international organization that builds low income housing for people, Self Help North Carolina, another US one, and then the infamous and remarkable Bangladesh Action Committee, a huge non-profit organization in Bangladesh, has become a financier of micro enterprise loans. And each of these has begun growing in enormous scales. CRF has about a billion dollar in loans purchase. They purchase loans from the CDFIs and they allow the primary landers essentially to make new loans with the money that they generated. Or the habitat flexcap program. Habitat builds housing for people but of course they have to purchase the supplies, they have to purchase the land. They therefore require capital. They issue mortgages to poor people to pay. They have to be paid off. But once they issue a certain number of mortgages they run out of capital. And so Habitat for Humanity has created a secondary market in which they go to investors, they generate capital and they purchase the loans from their affiliates, allowing the affiliates to make additional loans. Another example: recently they generated a sort of fund on the capital markets so they raised 180 million dollars which it then _ 46 _ Prof. Dr. Lester SALAMON turned into micro finance loans. A third example is social stock exchanges. And there have been several of these emerging across the world. Stock exchanges allow people to invest in social ventures without actually having to meet the venture person. They provide a kind of a middle man function. They regulate the shares that issued so that people can have confidence and they provide a trading platform. So the capital can flow more freely into the social ventures. And we have seen the emerge on several, there is a social stock exchange in UK, there is impact stock exchange in Singapore, there is Chicago Climate Exchange and there is a European Climate Exchange. And Bovespa which is a trading platform in Brazil. And these again have achieved a significant scale. The Singapore one is about to be launched in cooperation with Marichias, another social stock exchange. The European Climate Exchange, which is another exchange mechanism has been trading over 5 billion times of carbon dioxide equivalence, 85-90 billion US dollar of exchanges, and the global carbon credit market is about 142 billion. This is an exchange mechanism that allows companies to essentially issue certificates to other companies that allow the other companies to pollute in return of the companies that do the selling, reducing their carbon emission. And uses the market therefore to achieve overall reductions in pollution. And then one of the most important ones for the Europe Community, for the foundation community, is the emergence of a set of foundations that are functioning essentially as philanthropic banks. They are going beyond grants. They are moving actively into this world of using alternative instruments and normally using their grant budgets and using their asset base as the vehicle to promote social purposes. We have the example of the Fondazione CRT in Torino in Italy and one of these Italian foundations with banking origin, the foundation and NEKC foundation in the US. And these foundations are operating in a very different form. They are going well beyond grants and they are tapping into their endowments. And so the Fondazione CRT devotes 40% of its grant making into its mission and impact investing. The FB Heeren foundation has now over 40% of its assets in this kind of investment that is yield to their mission. So they are not simply treating their investment functions separate from their grant making. They are emerging it to, and looking to using their assets as a way to promote social purposes. Those are the actors. And with the same story, can we talk about which are the tools are available? Let me just focus very quickly on two of them. One of them is insurance. We all know what insurance is. We even know that in many developing countries there is a long history of insurance. Burial funds, for example, in many parts of the developing world. But what is happening now is something quite different. We are seeing private insurance companies beginning to recognize the market that exists at the bottom of the pyramid for essentially micro insurance. To protect people against all the risks that exist in underdeveloped areas as a result of various kinds of crisis and disasters as well as normal crop problems. But it turns out that less than 3% of low income people in the world’s hundred poorest countries have an insurance. And therefore we need to change that whole reality so as to give people some kind of assurance. And we know that without insurance, people are very risk averse. They are unwilling to take risk and this accounts for the conservatives of many rural areas that there is a difficulty in taking a reasonable risk. And so, various things have been happening. There is an international labor organization in a micro innovation insurance facility and there has emerged a set of investment funds particularly focused on _ 47 _ New Frontiers of Philanthropy encouraging creation of micro insurance products for the bottom of the pyramid. Some of these have gotten a very significant scale. All life, which is a South African insurance program for HIV AIDS victims has 30% growth in its client base since 2010, notable improvements in health as people begin to do preventive measures in the fight against AIDS. The UN World Food Program, another lead example. It pays Ethiopian farmers for working on irrigation products and projects by giving them drug insurance. So the quick pro-con for getting drug insurance is to build irrigation ditches that limit the impact of storms on their farming. Another new kind of idea is called social impact bonds. This is an idea that has been piloted in the UK, maybe you will hear more about it, in which a way has been found to monetize the s.a.v.ings to government from early interventions to prevent for example repeat offences by people who end up in prison because they committed some crime. And they found that if they can reduce the chance that a person will commit a second crime, they can s.a.v.e the government enormous amounts of money in prison populations. And so the social impact bond essentially goes out to private investors and gets them to invest in these preventive programs. And it gets an agreement from the government that if the program is successful, the government will pay back the investment with a bit of return. So that the investor takes the risk and yet you get financing for preventive programs. So why this happening and this is just a flash in the pan or does it survive? Is it something that it durable? Do we have a few more minutes? Let me say very briefly that there are a whole variety of factors that explain to me why this is happening. This is not simply I think a temporary development. There are both the main factors and supply factors that I think are coming from why this is happening. The first, the main factors we are living through, sure I do not need to tell you, some paralysis times in terms of environmental disasters, global warming, use of the land, lots of water supplies, increased problems of hunger, that is, in the view of certain environmentalists, like Dante was describing to us in the İnferno. Secondly we have problems of government support. We are all living through times of austerity in the governments and the changes in governments will rise to these challenges is limited. And while charity is growing, we know that it is absolute scale compared to these problems is pretty limited. And finally we have seen the emergence of a whole host of entrepreneurs; social entrepreneurs that have come forward with wild ideas for new products that can solve problems. So 3 dollar eye glasses in India that allow millions of school children to remain in school. Or solar panels. They can be provided to farmers in Africa for their farm products. Each of them have a very small cost and yet when you multiply the total number of people you have viable enterprises. And these people are coming forward looking for capital. And where are they going to find it? They are finding it because the supply has emerged. The supply factors include some early responders who came forward years ago, 10 years ago to begin to invest particularly in low income housing because there was an asset base but now have been expanding. We have a whole new set of concepts. Particularly the work of CK Prahalad, as some of you may know, an Indian economist, who recognized that there was a fortune at the bottom of the pyramid. And there is a fortune there because of what you call the bottom of the pyramid penalty. The people at the bottom of the pyramid actually pay more for the products that most of us can buy much more cheaply. And they pay more because the distribution systems are much more limited. There is monopoly in those markets. And _ 48 _ Prof. Dr. Lester SALAMON therefore they are paying more. This creates an opportunity for entrepreneurs that come in, create cheaper products and distribute them at a lower cost, s.a.v.ing people money and yet earning a profit. And this creates an opportunity for investments and investors. There are new players on the scene. People have talked about the emergence of philanthropy-capitalists. People like Bill Gates who have made enormous fortunes but who wanted to do philanthropy in a different way. They wanted to do it using enterprises and using the miracles of the market. The financial crisis I think has had its impacts and there are other factors as well. So what does this mean for all of you and all of us? I think there are some important next steps that are needed. First of all, as this is outlined in this book that I have just finished, we need to better visualize what is going on. And that is essentially the message that I wanted to convey to you this morning. Something very significant is happening. New actors, new tools, a new frontier of philanthropy, and it needs to be understood. Secondly, we need to publicize this. Not only in this kind of community but in other communities of financial institutions that are needed in order to supply the capital, and nonprofit institutions that need to learn a whole new language and method in order to accumulate and utilize this resource. There is a need for governments to incentivize all of the actors get into using this kind of leverage capital to solve problems. There is an important challenge of capacity building to equip both foundations and nonprofits to utilize these new tools and then finally at the end of the day there is the need to actually make these deals. So some controversial message that hopefully one that will give you a view of what a possible future might look like. Thank you. _ 49 _ HAYIRSEVERLİĞİN YENİ ÖNCÜLERİ Prof. Dr. Lester SALAMON Johns Hopkins Üniversitesi Sivil Toplum Araştırmaları Merkezi – ABD Sevgili arkadaşlarım Dr. Ertem ve Sayın Başbakan Yardımcım, benim şehirlerimden dediğim İstanbul’a tekrar çağrılmam beni çok onurlandırdı. Ve kendimi İstanbul’un Katolik kilisesinin merkezi olduğu zamanlar ile şu anki zaman arasında ortaya çıkan binlerce yıllık tarihi anlamaya çalışmak için çok fazla zaman harcarken buldum. Bu süre, Amerikan tarihi derslerinde çok da iyi ele alınmayan tarih dönemidir. Söylemekten dolayı üzülüyorum. Ve bunun için çok fazla okuma yapmam gerekti ve bu şehrin ve bu insanların tarihi her zaman beni etkilemiştir. Geçmişime bakıldığında, çok açıkça görülüyor ki ben Amerikan’ım. Ancak aile kökenlerin orta ve doğru Avrupa’ya kadar gitmektedir. Ve kırk civarı ülke için sivil topluma yönelik araştırma projesini yönettiğim 20 yıllık sürenin sonunda size geldim. Ve dolayısıyla sizlere daha önce belirten Gerry Salole’nin Amerikan modelinin tek model olduğunu düşünerek hepimizin tehlikede olduğu yönündeki yorumunu ne kadar da haklı görürken buldum kendimi. Ve söylemek zorundayım ki kendi beyinlerimizden çıkan Amerikan deneyimine at gözlüğü ile bakmamamız gerektiğini ve dünyanın başka yerinde olanlara da dikkat etmemiz gerektiğini tüm akademik kariyerim boyunca Amerikalı meslektaşlarıma ve arkadaşlarıma anlatmak için çok uğraştım. Ve sizinle konuşabilmek çok daha fazla ilgimi çekti ve bundan çok memnunum. Size bu sabahki mesajım potansiyel olarak çelişkili olacaktır. Çünkü tüm dünyada sosyal amaçlı etkinliklerinin finansmanının sağlanması konusunda büyük bir devrim ortaya çıkmak üzere olduğuna inanıyorum. Ve bu devrimin vakıflara çok büyük fırsatlar sağlayacağını düşünürken aynı zamanda çok büyük riskler getireceğinden de eminim. Özellikle de vakıfların daha ,geniş sosyal amaçlı finansman dünyasında neler olup bittiğini anlayamazlarsa ne olacak? Bundan dolayı şimdi bana verilen sürede yapmak istediğim şey kısaca sizi yeni hayırseverlik hududu olarak isimlendirdiğim yeni dünyayı sizlere tanıtmaktır. Olup bitenler, bence, gerçekten de çok dikkat çekici. Bağışların çok daha ötesinde evrensel çapta hayır işleri dünyasına doğru hareket ediyoruz. Bizim bağışlarımız; hayır vakıfları tarafından kullanılan klasik araçlar ve klasik mekanizmadır. Ancak bunun üzerinde biraz düşündüğünüzde finansman kaynaklarının kullanımında XIX., belki de XVI. yüzyıl teknolojisi benimsenmektedir. Ve dünyamızın diğer sektörleri, iş topluluğu ve hatta hükümet topluluğu; bağışların ötesinde hüküm sürmüşlerdir; çünkü bağışlar oldukça etkisizdir. Elinizden çıkar çıkmaz gitmekte ve bir daha geri gelmemektedir; başka gelir kaynaklarının oluşturulmasında çok az arttırıcı etki yaratır. Ve bu yüzdendir ki dünyanın sosyal amaçlı kuruluşlarının kullandığı çok farklı finansman yardım şekilleri bombardımanı görüyoruz. Bunların arasında krediler vardır; bunların arasında kredi teminatları vardır; bunların arasında bonolar vardır, bunların arasında öz kaynak yatırımları vardır ve menkul kıymetleştirme kullanılmaktadır. Bunlar finansman dünyasında çok bilindik kelimelerdir; ancak hayır işleri dünyası için yeni kavramlardır. Ve esas olarak size söyleyeceklerim, hayırseverlik işlerin bu gerçeklikleri fark etmek zorunda olduğudur. Ve daha da ötesi, hayır işleri kuruluşları oluşturmanın bir yolu olarak da vasiyetnamelerin ötesine geçmek gerekir. Özelleştirme işlemlerinin dünyanın pek çok kısmında büyük hayırsever kurumlarının kurulmasına yol açmak için uyguladığı yolları takip _ 50 _ Prof. Dr. Lester SALAMON eden özelleştirme yardımıyla gerçekleştirilen hayırseverleştirme denilen bir projemiz vardır. Ve şu ana kadar insanların varlığının somutlaştırıldığı ve fiyatlar üzerinden ifade ettiği ve özelleştirme yolu ile hayırsever kuruluşlarına dönüştüğü bu tür mekanizmadan doğan beş yüzün üzerinde vakıf oluğunu saptadık. Ve varlıklı kişilerin olmadığı ancak devasa popüler kişilerin varlıklarının girişim şeklinde mevcut bulunduğu dünyanın bazı yerlerinde vakıf oluşturmanın en vaat edici yolu bence budur. Ve her ne kadar tüm açılardan uygun olmasa bile buna Türkiye’yi örnek verebilirim. Türkiye özelleştirme konusunda kitlesel bir süreçten geçmektedir. Ve inanıyorum ki insanların mal varlıkları olan bu mal varlıklarının bir kısmına hayırsever kuruluşlar koymalıdır. Bunun da ötesinde belki de bu konferansta bulunan hepiniz için acı bir mesaj olacak ama vakıfların ötesine geçiyoruz. Çünkü bu konferansın odak noktası vakıflardır. Ancak sosyal amaç etkinlikleri dünyasında şekillenen büsbütün yeni kurumlar dünyası vardır ve bunlar genellikle vakıfların yapmadıkları şekillerde bu eylem araçlarını seferber edip kullanıyorlar. Bazıları bunları yaparken bazıları yapmamaktadır. Ve sonunda paranın ve diğer yardım şekillerinin ötesine geçiyoruz. Bu, gönüllü çalışma şeklini alabilir, ancak ekipman, teknoloji, meslekler hakkında bilgi ve ortaya çıkmakta olan bir dizi değişimler gibi çok çeşitli şeylerin ticaretini yapan hayırseverlik dünyasında geniş iki değişimden meydana gelen tüm ağın ortaya çıkışını görmekteyiz. Ve tüm bu yeni araçlar, hayır işleri hedeflerine ulaşabilmek için kaldıraç kullanılmasını ifade etmektedir. Ve temel kavram; dünyada karşılaştığımız problemlerle karşılaştırıldığında günün sonunda vakıflarda ve hayır kurumlarında mevcut kaynakların oldukça sınırlı olmasına dayanmaktadır. Ve bundan dolayı, bu problemleri çözme dünyasında gerçekten fark yaratmak istiyorsak hayırsever hedeflere ayrılan özel yatırım kaynaklarını ana paraya dahil ederek hayırsever kaynakları toplumlarımızdaki mevcut diğer kaynaklarla birlikte yükseltmenin yollarını bulmalıyız. Bundan dolayı olup biten şey; bence hayırseverliğin büyük patlaması olarak isimlendirebileceğimiz bir şeydir. Biliyorsunuz, dünyanın nasıl yaratıldığını açıklayan büyük patlama teorisi; patlamanın meydana gelip yıldızlara ve evrene neden olduğu fikri ile çelişkilidir. Yani, bir hayır kurumu; benzer büyük patlamanın ortasındadır. Ve bu durum hayır işleri etkinlikleri alanında ortaya çıkan yeni kuruluşlardan sadece bir kısmı için geçerlidir. Ve içerisinde bu dönüşüm vakıflarından bir tanesi olan Volkswagen vakıfları vardır. Ayrıca bu tür vakıflar arasında esas olarak hayırsever ve finansman kurumlarından her tip mikro girişime kadar çeşitli kuruluşlardan finansman sağlayarak gelişmekte olan dünyanın pek çok yerinde kurduğu tesisleri ile birlikte dünya çapında 65 milyar dolarlık sanayi olmayı başaran ve aynı zamanda mikro girişimlerin finansörü konumundaki "action"da yer almaktadır. Bunlar, ipotek anaparasını yeniden finanse etme amacıyla düşük gelir krediler ve ipotekler satın almanın yollarını sağlayarak ikinci piyasa şeklinde ortaya çıkan toplum yatırım fonunu içermektedir. Düşük gelirli konaklama işine girilmektedir. Gerçekten de insanların bilmediği bir sürü yeni oyunculardan meydana gelen bir gruptur. Ortaya çıkan şey …. Bunun için bir karışıklık söz konusudur. Pek çok kişinin bu şeyleri gruplandıracak ve ne olduklarını fark edecek veya hatta orada olup olmadıklarını bilecek herhangi gruplandırma şekli yoktur. Ve bence bu, pek çok kişinin fark ettiğinden daha çok, daha kapsamlı, daha büyük oranda gerçekleşmektedir. O halde ortaya çıkan şey, yeni bir parodidir; yani toplumsal hedefli aktivitelerinin nasıl takip edildiği yeni bir modeldir. Geleneksel hayırseverlik, ana aktörler olarak bilinen vakıflara ve bireylere odaklanır. Yeni hayırseverlik _ 51 _ Hayırseverliğin Yeni Öncüleri hududu; bir sürü yeni yatırım fonlarının, kredi fonlarının, tahvil fonlarının ve öz kaynak fonlarının yayıldığı görüşündedir. Yatırım sermayesi sosyal etkinlik faaliyetleri ile sınırlı tutulmaktadır. Geleneksel hayırseverlik; işletme gelirine odaklanır. Kuruluşların yıl boyunca kendi faturalarını ödemeleri sağlanmalıdır. Yeni hudutlar; yatırım sermayesini yani uzun sürede iyi işler yapmaya devam edebilecek sürdürülebilir girişimlerin nasıl oluşturulduğunu inceler. Geleneksel hayır işlerinin aracı bağışlardır. Bunun yerine, ortaya çıkan şey bir sürü finansman aracıdır. En alta vakıf yardımlarını koyup bu vakıf yardımlarını öz kaynak finansmanı ve en üstte yer alan borçlar ve krediler ile birleştirerek farklı risk seviyelerine sahip farklı seviye katmanlarına sahip bu karmaşık proje yardımları oluşturulur. Böylece ürünler katmanı, yani piramidin en altı için ipotek senedi düzenleyen çok çeşitli komplike girişimlerini finanse edecek kapasiteyi yaratmış olursunuz. Geleneksel olarak bakıldığında hayırseverlikte kullanılan araçlar kar amacı gütmez. Ama bu hayırseverliğin yeni hudutlarında kullanılan araçlar arasında her geçen gün sayıları artan toplumsal girişimler yer almaktadır. Bunlar; toplumsal amacı kar elde etme becerisi ile birleştiren girişimlerdir. Belki çok büyük karlar elde edilmiyor; ama yatırımcısının anaparasını döndürmeye yetecek yüzde bir veya iki oranında kar sağlanıyor. Eski hayırseverlik; elbette ki son derece önem arz eden sosyal getiriye odaklanmaktaydı. Ancak yeni hudutlar hem toplumsal hem de maddi getirilere odaklanmaktadır. Toplumsal amaçlı bir etkinlik içerisinde kendi kendisini sürdürmesi için kar akışı oluşturacak bir yol bulmaları gerektiğini fark etmektedirler. Eski hayırseverlik anlayışı; çok sınırlı kaldıraçlara, yani bağışlara odaklanmaktaydı. Aslında zeki olmadığın sürece bağışların hiç de kaldıraç etkisi yoktur. Para gelir, para gider. Yeni hayırseverlik hudutları kaldıracın genişletilmesine odaklanmaktadır. Ve sonra, son olarak da geleneksel hayırseverlik anlayışı; çıktıya odaklanmaktan mutluluk duyar; kaç çocuk beslendi, kaç okula hizmet edildi gibi. Ama yeni hudutlar sonuçlara; yanı bunun sonucunun ne olduğuna bakıyorlar. Ve bunlar ölçütleri zorluyor. Ve işte bu yüzden biliyorum ki öz kaynak sistemi ortaya çıkmıştır. Ve yeni aktörler, sadece kar amacı gütmeyen kuruluşlar değil her türlü girişim, sadece bağışlardan değil aynı zamanda kredilerden ve kredi teminatlarından oluşan yeni araçlar, yeni ajanslar, toplumsal girişimler ve benzeri toplumsal kooperatifler, toplum hedefli içerikli faaliyetlere hizmet sunan çeşitli girişimler ve son olarak da yararlanıcılara ulaşma amacıyla kurulmuş her türlü birim dahil olmak üzere yepyeni fon kaynakları ortaya çıkmıştır. Bu yeni dünyayı anlayabilmek için büyük bir kitap üzerinde çalışmaktaydım; Oxford University Press tarafından yayınlandı. Bence öncelikle yeni hayırseverlik hududu fikrini kavramsallaştırıp kuruluşları bir dizi aktör ve bu aktörlerin kullandıkları bir dizi araçlar şeklinde ikiye ayırması açısından çok önemli kavramsal çığır açtı. Ve bunların her birini sistematik olarak inceledik. Burada kullanılan terimler; finansman dünyasında çalışanlara çok aşina; ancak hayırseverlik dünyası için çok yabancı kelimelerdir. Burada sermaye kaynakları, ikincil piyasalar ve toplumsal borsalar, hayırsever bankalar sıfatına haiz vakıflar, kamu yatırımı benzeri fonlar ve girişim brokerleri hakkında konuşuyoruz. Bunlar hayırseverlik ve vakıf dünyası için öğreneceğimiz çok yabancı kelimelerdir. Ama size iletilmek istenen mesaj; bunları öğrenmeliyiz, çünkü tüm dünyanın vakıf topluluğuna, vakıf topluluğunun da bu gelişmeleri içselleştirmeye ihtiyacı vardır. Eğer vaktim varsa bu siyah kutuları açayım. Sermaye kaynakları isimli bu gruba bakalım. Bunlar; sosyal amaçlı etkinliklere bağışlanan çeşitli kaynaklardan elde edilmiş finansmanı toplamak için kurulmuşlardır. Bunların _ 52 _ Prof. Dr. Lester SALAMON çok farklı türden fonları vardır. Bunların bir kısmı öz kaynak fonlarıdır. Bazıları kredi fonlarıdır. Bazıları tahvil ihracı yapmaktadır. Birleşik Devletler’den sadece birkaç örnek vermek gerekirse toplumsal kalkınma finansmanı kurumları olarak isimlendirdiğimiz bir ağımız var. Birleşik Krallık'ta benzer kurumlar vardır. Bunlar; insanların yatırımlar yaptıkları ve yatırımlarını aldıkları ve bu parayla düşük gelirli konut ve toplumu kalkındırmak ve geri kalan bölgeleri ve geri kalan alanları desteklemek için kredi sağladıkları finansman kurumlarıdır. Bir diğeri ise Amerika Bankası’nın sermaye erişim fonudur. Emeklilik fonlarını alır ve benzer şekilde düşük gelirli konuta para yatırır. Daha önce değindiğim uluslararası eylem; global mikro girişim sanayisinin mali koludur. Bankalardan, sigorta olaylarından, emeklilik fonlarından para toplar ve dünyanın her yerindeki mikro girişimcilerin eline geçen ödenekler yoluyla bunu kanalize eder; böylece 65 milyar dolarlık bir sanayi kurulur. Uluslararası ekonomik yenilik; ekonomik getiri, toplumsal getiri ve çevresel getiri hedefleri olan üç alt tabanlı yatırım fonuna bir örnektir. Ve bir de öz kaynak fonu. Ve sadece size ölçütler hakkında bir fikir sahibi olabilmeniz için belirtmek gerekirse bu yeni sermaye kaynakları dünyasının şu anda 300 milyar ABD dolar civarı bir varlığı olduğunu tahmin ediyoruz. Bu miktar; tüm ABD vakıf topluluğunun yarısı büyüklüğündedir. 1.300 adet CDFI (toplumsal kalkınma finansman kurumları) ömürleri boyunca yaklaşık 12 milyar dolarlık yatırım yapmıştır. EII – bu Uluslararası Ekonomi Yeniliğinin üç tabanlı öz kaynak fonlarında 20 milyar doları vardır. Ve bu yüzden yine dikkat çekecek şekilde ilerlemektedir. Veya başka bir örnek verecek olursak ikincil piyasalar. Bunlar nelerdir? Bunlar; bankaların verdiği kredileri satın alan ticari alanda çok iyi bilinen kuruluşlardır. Özellikle, diyelim ki ipotek kredileri. Böylece bankaların ilave krediler üretmesine olanak tanınmaktadır. Bu yüzden, sermaye piyasalarından para elde ederler ve kredi satın alırlar. Her türlü toplumsal ikincil piyasaların ortaya çıktığını görüyoruz. Örnekler arasında toplumsal yatırım fonu vardır; bunların en büyüğü ABD’dedir. İnsanlar için düşük gelirli konut oluşturan ünlü uluslararası kuruluşlar olan Habitat for Humanity (İnsanlık Habitatı); ABD’de kurulu olan Self-Help North Carolina (Öz Yardım Kuzey Carolina) ve sonra da Bangladeş’te kar amacı gütmeyen çok büyük, çok ünlü ve çok önemli kuruluş Bangladesh Action Committee (Bangladeş Eylem Komitesi); mikro girişim kredisi finansörü olmuştur. Ve bunların her biri büyük çapta büyüme göstermeye başlamıştır. CDFI’lerden kredi satın alıyorlar ve özellikle de birincil arazi sahiplerinin oluşturulan para ile yeni krediler sağlamasına olanak tanımaktadırlar. Veya habitat flexcap programı. Habitat; insanlar için konut inşa ediyor; ama tabi ki de onların tedarikleri satın almaları gerekiyor, araziyi satın almak zorundalar. Bundan dolayı da sermeye gereklidir. Fakir kişilere ödemeleri için ipotek düzenliyorlar. Bunların geri ödenmesi gereklidir. Ancak belli sayıda ipotek düzenlediklerinde parasız kalıyorlar. Ve bunun için Habitat for Humanity, yatırımcılara ulaştıkları, anapara oluşturdukları ve bağlı kuruluşlarının ilave krediler sağlamasına olanak verecek şekilde bağlı kuruluşlarından kredi satın aldıkları ikincil piyasayı oluşturmuştur. Diğer bir örnek: son zamanlarda sermaye piyasaları ile ilgili fon oluşturdular. Böylece 180 milyon dolar elde edip bunu mikro finans kredilerine dönüştürdüler. Üçüncü örnek ise toplumsal borsadır. Ve dünyada bunlardan çok sayıda ortaya çıkmıştır. Borsalar; girişim kişisinin özelliklerini karşılamak zorunda olmadan insanların sosyal girişimlere yatırımda bulunmasına olanak tanır. Orta sınıf fonksiyonu sağlar. Kişilerin güvenebilmesi ve ticaret platformu sağlayabilmesi için ihraç edilen hisseler düzenlerler. Böylece anapara sosyal girişimlere daha _ 53 _ Hayırseverliğin Yeni Öncüleri serbest bir şekilde akabilir. Ve bunun pek çok borsada ortaya çıktığını gördük; Birleşik Krallık'ta sosyal borsa vardır; Singapur’da etkili borsa vardır. Chicago Climate Exchange (Chicago İklim Borsası) ve European Climate Exchange (Avrupa İklim Borsası) vardır. Ve Brezilya’da ticaret yapma platformu olan Bovespa vardır. Ve yine bunlar da çok önemli büyüklüklere ulaşmışlardır. Singapur; başka bir sosyal borsa olan Marichas ile işbirliği başlatmak üzeredir. Başka bir borsa mekanizması olan European Climate Exchange (Avrupa İklim Borsası); 5 milyar kez karbon dioksit eş değeri, 85-90 milyar ABD doları borsası üzerinden ticaret yapmıştır ve global karbon kredi piyasası yaklaşık 142 milyardır. Bu, şirketlerin; karbon emisyonlarını azaltarak satış yapan şirketlere karşılık olarak diğer şirketlerin kirliliğe neden olmalarına olanak tanıyan diğer şirketlere sertifika düzenlemesine olanak veren karşılıklı değişim mekanizmasıdır. Ve genel olarak, kirletme oranını düşürebilmek için piyasadan faydalanır. Ve vakıf topluluğu olan Avrupa Topluluğu için en önemli unsurlardan biri de esas itibari ile hayırsever bankalar şeklinde işlev gösteren bir dizi vakfın ortaya çıkışıdır. Bağışların ötesine geçerler. Toplumsal hedeflerini geliştirmek için alternatif araçları ve normal bir şekilde bağış bütçelerini ve mal varlıklarını esas olarak kullanmaya başlamışlardır. Buna İtalya, Torino’dan bankacılık kökeni olan İtalyan kurumlarından Fondazion CRT’yi, ABD’deki NEKC vakfını örnek olarak verebiliriz. Ve bu vakıflar çok farklı şekillerde faaliyet göstermektedirler. Bağışların ötesine geçmekte ve yapılan bağışlardan yararlanmaktadırlar. Ve bu yüzden Fondazione CRT; yaptığı bağışın %40’ını misyonuna ve etki yaratmaya ayırmıştır. HB Hareen vakfı, şu anda misyonlarını gerçekleştirmeye yardım eden bu tür yatırımlara mal varlıklarının %40’ından fazlasını ayırmıştır. Bu yüzden, kendi yatırım fonksiyonlarına bağışlara yapılan uygulamadan farklı bir şekilde muamele etmiyorlar. Sosyal amaçlarını gerçekleştirmek için mal varlıklarını kullanmaya çalışıyorlar. Bunlar aktörlerdir. Ve yine aynı şekilde ne tür araçların kullanılabilir olduğu hakkında konuşabilir miyiz? Kısaca bunlardan iki tanesine hızlıca değinelim. Bunlardan bir tanesi sigortadır. Hepimiz sigortanın ne olduğunu biliyoruz. Pek çok gelişmekte olan ülkede sigorta tarihinin çok geçmişlere dayandığını da biliyoruz. Örneğin gelişmekte olan ülkelerin pek çok kısmında defin fonları gibi. Ancak şu anda meydana gelen durum oldukça farklıdır. İnsanları normal mahsul problemlerinin yanı sıra çeşitli kriz ve felaket sonucu gelişmemiş alanlarda ortaya çıkan risklere karşı korumak için özel sigorta şirketlerinin özellikle mikro sigorta için piramidin en alt kısmında duran piyasayı fark etmeye başladıklarını görüyoruz. Ancak dünyanın en yoksul yüz ülkesinde düşük gelirli kişilerin %3’ünden daha az bir kısmının sigortası olduğu ortaya çıktı. Ve bundan dolayı insanları bir şekilde sigorta altına alabilmek için tüm gerçeği baştan sonra değiştirmemiz gereklidir. Ve biliyoruz ki, sigortası olmayan kişiler çok fazla risk altındadırlar. Onlar risk almak istemiyorlar ve bu büyük bir kısmı makul risk almanın zor olduğu pek çok kırsal alanlardaki muhafazakarların olduğunu gösterir. Ve bu yüzden olaylar meydana geledurmuştur. Mikro yenilik sigorta tesisinde uluslararası işçi organizasyonu vardır ve özellikle piramidin alt kısmı için mikro sigorta ürünlerinin oluşturulmasını teşvik etmeye odaklanan bir dizi yatırım fonu şeklinde ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları çok büyük ölçeklere ulaşmıştır. HIV, AIDS için Güney Afrika güvence programı olan All life (tüm yaşam); 2010 yılından beri müşteri bazında %30 büyüme göstermiştir; insanların AIDS ile mücadele için önleyici önlemler almaya başlaması ile birlikte gözle görülür gelişmeler elde edilmiştir. BM Dünya Gıda Programı _ 54 _ Prof. Dr. Lester SALAMON da önde gelen bir başka örnektir. Ürünleri sulamak için çalışan Etiyopyalı çiftçilere ödeme yapıyor ve ilaç sigortası vererek onları yönlendiriyor. Böylece ilaç sigortası elde etmenin hızlı getirisi; rüzgarların onların çalışmaları üzerindeki etkisini sınırlamak için sulama setleri inşa etmektir. Bu türden başka bir fikre ise sosyal etki bağları adı verilir. Bu fikrin pilot uygulaması Birleşik Krallık'ta yapılmaktadır. Belki bazı suçlar işlediklerinden dolayı hapishaneyi boylayan kişilerin tekrar suç işlemelerini önleme amacıyla erken müdahalelerden elde edilen tasarrufları kullanması için hükümete vermenin bir yolunun bulunduğu ile ilgili haberler alacağız. Ve bir kişinin ikinci suçu işleme riskini azaltırlarsa hapishanedeki kişiler için yapacağı ödemelerden devletin büyük miktarlarda para tasarrufunda bulunabileceğini ortaya çıkardılar. Ve böylece sosyal etki bağı; özel yatırımcılara ihale edilir ve onların bu önleyici programlara yatırım yapmaları sağlanır. Ve programın başarılı olması durumunda hükümetin bir parça getiri ile birlikte yatırımı geri ödeyeceği konusunda hükümetten onay alır, ki böylece yatırımcı risk alıp önleyici programların finansmanı yapabilsin. Neden böyle bir şey olsun veya bu saman alevi gibi bir şey mi yoksa hayatta kalır mı? Dayanıklı bir şey mi? Birkaç dakikamız daha var mı? Bunun neden olduğunu bana açıklayan çok sayıda faktörün olduğunu kısaca söyleyeyim. Bence sadece geçici bir gelişme değildir. Bence bunun neden olması gerektiğinden kaynaklanan hem ana hem de destekleyici faktörler var. Birincisi, bizimde içerisinde yaşadığımız ana faktörleri eminim ki anlatmama gerek yok; İnferno’sunda bize tarif eden Dante gibi belli başlı çevrecilere göre, çevre felaketleri, global ısınma, toprak kullanımı, su tedariklerinin fazlalığı, artan açıklık problemi açısından yaşanan felaket zamanları. İkincisi, hükümet desteği ile ilgili problemlerimiz var. Hükümetlerin kemer sıktığı dönemlerde yaşıyoruz ve hükümetlerde meydana gelen değişikliklerin bu zorlukları arttırması sınırlıdır. Ve hayırseverlik büyürken biliyoruz ki karşılaşılan problemlere rağmen belli bir büyüklüğü ulaşacaktır. Ve son olarak da problemleri çözebilecek yeni ürünlerle ilgili yaratıcı fikirlere sahip çok farklı girişimcilerin, yani sosyal girişimcilerin ortaya çıktığını görmekteyiz. Bunun için Hindistan’da 3 dolarlık gözlük milyonlarca okul çağı çocuğun okulda kalmasını sağlıyor. Veya güneş panelleri. Bunlar tarım ürünleri için Afrika’daki çiftçilere sağlanabilir. Bunların her birinin maliyeti düşüktür ve toplam insan sayısı ile çarptığınızda canlı bir girişiminiz olur. Ve bu kişiler anapara arıyorlar. Ve bunu bulmak için nereye gidiyorlar? Onlar buluyorlar. Çünkü tedarik ortaya çıkmıştır. Destekleyici faktörler arasında şu anda genişlemekte olan bir varlık tabanı olduğu için yıllar önce, 10 yıl önce özellikle düşük gelirli konuta yatırım yapma fikriyle ortaya çıkan ilk müdahaleciler de vardır. Pek çok yeni kavramlarımız var. Özellikle, bazılarınızın da bileceği gibi, C.K. Prahalad çalışmasını yapan Hintli ekonomist, piramidin alt kısmında bir servet olduğunu fark etti. Ve en alt piramit cezası kısmı olarak isimlendirdiğiniz şeyden dolayı orada bir servet vardır. Piramidin en alt kısmındaki kişiler; pek çoğumuzun çok daha ucuza satın aldığı ürünlere aslında çok daha fazla ödemektedir. Ve onlar daha fazla ödüyorlar. Çünkü dağıtım sistemleri çok daha sınırlıdır. Bu piyasalarda tekellik vardır. Ve bundan dolayı daha fazla ödeme yapıyorlar. Bu; sisteme giren girişimciler için fırsat yaratır, daha ucuz ürünleri yaratır ve bunları daha düşük maliyetlere dağıtır; böylece kişilerin tasarrufta bulunmalarını ve kar elde etmelerini sağlar. Ve yatırımlar ve yatırımcılar için bir fırsat yaratılır. Sahnede yeni oyuncuları var. İnsanlar; hayırseverlik – kapitalistlerin ortaya çıkışını konuşmaktadırlar. _ 55 _ Hayırseverliğin Yeni Öncüleri İnsanlar; büyük servetler yapan ancak farklı şekillerde hayır işleri yapmak isteyen Bill Gates gibi insanları sever. Onlar bunu girişimleri ve piyasaların mucizelerini kullanarak yapmak istediler. Bence ekonomik krizin etkileri olmakta; bununla birlikte başka faktörler de bulunmaktadır. O halde bu sizin için ve bizim için ne demek oluyor? Paylaşılan bazı önemli adımlar olduğunu düşünüyorum. Birincisi, yeni bitirdiğim bu kitapta genel hatları verildiği şekilde nelerin yaşanmakta olduğunu görselleştirmemiz gereklidir. Ve bu da size bu sabah iletmek istediğim mesajın ta kendisidir. Çok önemli şeyler oluyor. Yeni aktörler, yeni araçlar ve yeni hayırseverlik hududu; ve bunları anlama gereği. İkincisi, bunu kamulaştırmamız gereklidir. Sadece bu tür toplumlarda değil diğer finansman kurumların toplumlarında da bu kaynağı toplamak ve yönetmek için tüm yeni dili ve yöntemi öğrenmesi gereken kâr amacı gitmeyen kuruluşlara anapara tedariki gereklidir. Hükümetlerin problemleri çözmek için bu tür kaldıraç rolündeki anaparayı kullanmaları konusunda aktörlerin hepsini teşvik etmesi gereklidir. Hem vakıfları hem de kâr amacı gütmeyen kuruluşları bu yeni araçları kullanmalarını sağlayacak şekilde kapasite oluşturma konusunda yaşanan bir güçlük söz konusudur ve son olarak da günün sonunda gerçekten de bu anlaşmaların yapılması gereklidir. Umarım size geleceğin nasıl bir şey olacağına dair gözünüzde canlandırabileceğimiz bir mesaj iletebilmişimdir. _ 56 _ 9$.,)/$5,1'(ïñì(152/¶ 3URI'U¶VWÖQ(5*¶'(5 7ÖUNL\H¶ÁÖQFÖ6HNWÐU9DNIÜ7¶6(97¶5.ñ<( Değerli konuklar; bugün önemli bir konferansta aranızda bulunmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Böyle seçkin bir topluluğu bir araya getirdiği için, Vakıflar Genel Müdürlüğümüzü ayrıca can-ı gönülden kutluyorum. İnanıyorum ki, bu konferans sayesinde vakıflarımız ve Genel Müdürlüğümüz, özellikle yurtdışı tecrübelerinden öğrendikleriyle ülkemizi ve vakıflarımızı çok daha iyi noktaya getireceklerdir. Güzel bir örneğini Lester’ın sunumunda gördük zaten, dünyada olan yenilikleri. Bu sunumda sizlere, ülkemizde köklü bir geçmişe sahip olan vakıfların Osmanlı’dan günümüze tarihsel sürecinden, Cumhuriyet sonrası kurulan yeni vakıfların mevcut durumundan ve hızlı gelişmelere tanık olduğumuz bu süreçte dünyada gelişen farklı vakıf modellerinden bahsetmeye çalışacağım. Sunumun başında, temsil ettiğim kurumu biraz sizlere anlatmadan yapamam. Bu kadar seçkin bir grubun bir arada olması önemli bir fırsat. TÜSEV, 1993 yılında vakıf ve dernekler tarafından kurulmuştur. Dönemin önde gelen vakıf ve dernekleri tarafından kurulan TÜSEV’in amacı, üçüncü sektörün yasal, mali ve işlevsel altyapısını geliştirmektir. TÜSEV program alanları da bu amaca yönelik çalışmalar gerçekleştirmektedir. Bu program alanlarını şöyle özetleyebiliriz: Yasal çalışmalar, sosyal yatırım, yayınlar ve uluslararası ilişkiler. Tabii, kurulduğumuz ilk dönemde yasal çalışmalar bizim için çok önemliydi. Bu amaçla ülkemizde sivil toplum olgusunu geliştirmek için, yabancı uzmanların da katkılarıyla çok sayıda rapor hazırlamış, sivil toplum mevzuatının iyileştirilmesi için çalışmalar yapılmıştır ve TÜSEV bu konuda çok da aktif olmuştur. Ancak, yıllar içinde, özellikle mevzuat konusunda yapılan iyileştirmeler sayesinde sektörün başka ihtiyaçlarına çözüm önerileri geliştirmek amacıyla farklı program alanları oluşturduk. Mesela sosyal yatırım alanında, ülkemizde bağışçılığın ve bağışçılık kültürünün gelişmesi, ülkemizde bulunmayan yeni modellerin tanıtılması ve bunlarla ilgili farkındalık yaratılması çalışmaları yapıyoruz. Araştırma programımız kapsamında, sivil toplum alanında eksik olduğunu düşündüğümüz konularda raporlar üretiyor, uluslararası karşılaştırmalı çalışmalar yapıyor ve dünyada olan gelişmeleri sizlerin ve Türkiye’de üçüncü sektörün dikkatine sunmaya çalışıyoruz. Uluslararası ilişkiler ilk kurulduğumuz günlerde pek gündemde değildi, fakat sonradan çok gelişen bir alanımız oldu. Bu alanda da çok önemli bir açığı kapattığımıza inanıyorum. _ 57 _ Vakıfların Değişen Rolü TÜSEV olarak, kendi alanında öncü birçok uluslararası kuruluş ve üst kuruluşun üyesiyiz. Ayrıca, mümkün olduğu kadar uluslararası etkinliklere ev sahipliği yaparak, Türk sivil toplumunun bu tecrübelerden yararlanmasına çalışıyoruz. Örnek vermek gerekirse, birkaç sene evvel European Foundation Center, Avrupa Vakıf Merkezi’nin toplantısını İstanbul’da yaptık. Sayın Başbakan yapmıştı açılışını. Her sene Avrupa’nın değişik şehirlerinde yapılan toplantıların en başarılılarından biri oldu. Amacımız, hem Türkiye’yi yabancı vakıflara tanıtmak, hem de yabancı vakıfları Türk vakıflarına tanıtmaktı. Gelecek sene de WINGS kuruluşunun toplantısını burada yapacağız. Ayrıca, bir akademik kuruluş olan Sivil Toplum Derneğinin toplantısını 2 sene evvel İstanbul’da yaptık. Bence, uluslararası ilişkiler konusunda TÜSEV cidden önemli ve öncü bir rol oynuyor. Sektörün gelişmesi için çalışmalarımıza devam ediyoruz. Ayrıca, Avrupa Vakıflar Birliği modeli çerçevesinde bu yıl büyük bir toplantıyı da Türkiye’de Türk vakıfları için organize etmeyi düşünüyoruz. Burada TÜSEV’in bazı yayınlarını görüyorsunuz. TÜSEV’in, Türkiye’de sivil toplum alanındaki bilgi birikimini oluşturmak ve sivil toplumu ilgilendiren çeşitli konularda bilgi paylaşmak amacıyla kaleme aldığı bu raporların tümünü TÜSEV web sitesinde bulabilirsiniz. TÜSEV raporları, Türkiye’de sivil toplumun genel çerçevesini analiz eden, her yıl sivil toplumun farklı gelişmeler ışığında incelendiği Sivil Toplum İzleme Raporu, Türkiye’de stratejik bağışçılığın gelişmesi yolunda yapılan çalışmaların bir ayağı olan bireysel bağışçılar ve hibe veren vakıflara yönelik rehberlerin de yer aldığı geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Biraz önce bahsettiğim gibi, yasal ve mali konularda ilgili çok sayıda raporumuza yine web sitemizden ulaşılabilir. Ülkemizin vakıf konusunda çok önemli bir geleneği var. Onun için, Osmanlı vakıflarından bahsetmeden geçmek mümkün değil. Türkiye’de vakıfların tarihsel süreci incelendiğinde -ki, Başkanımız Murat Çizakça’nın bu konuda çok güzel araştırmaları var- Osmanlı döneminde vakıfların, ihtiyaç sahipleriyle varlıklı kişiler arasında bir köprü görevi üstlenmiş yoksullara yardım konusunda temel kurumlar haline geldikleri görülmektedir. Buna göre, Osmanlı’da vakıfların temel 3 unsuru bulunmaktadır; varlıklı kişiler tarafından yapılan bağışlar, bu bağışın getirdiği devamlı gelirler ve bağışın yöneltilebileceği bir amaç. Bu, sağlık, eğitim gibi farklı konular da olabilir. Vakıflar incelendiğinde, o dönem kriterlerine göre, sosyal adalet konusunda önemli çalışmalar yaptıkları görülmektedir. Câmiler, medreseler ve çeşitli ibadet yerleri inşa etmenin yanı sıra, köprü, kaldırım, kütüphane, çeşme gibi, kamuya hizmet veren birçok kalıcı eserin inşası ve tadilatında rol oynadıkları, sosyal yardım konusunda önemli görevler üstlendikleri görülmektedir. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde de, Cumhuriyetin belki de attığı ilk önemli adım, Atatürk’ün ilerici bir bakış açısıyla, o zamanın konjonktürü uygun şartları sağlamasına rağmen, vakıfların önemine inanması, onların kamulaştırılmaması, tüzelkişiliklerinin devamını sağlamak konusunda gerekli tedbirlerin alınması ve dünyada eşine az rastlanır bir kamu kuruluşu olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kurulmuş olmasıdır. Uzun yıllar vakıflar kabaca eski ve yeni vakıflar ayırımıyla düzenlenmiş ve ayrı mevzuatlarla yönetilmiştir. Yeni vakıflar açısından önemli bir süreç, 2001 yılında yayınlanan yeni Türk Medeni Kanunu’dur. Bu metinde, vakıflarla ilgili özel düzenlemelere yer verilmiştir. _ 58 _ Prof. Dr. Üstün ERGÜDER Yakın zamana geldiğimiz zaman, 2008 yılında kanunlaşan Vakıflar Kanunu’nun öneminden bahsetmek çok yerinde olacaktır. Vakıflar Kanunu ile eski ve yeni vakıflar aynı mevzuat altında birleştirilmiş, önemli açılımlar geliştirilmiştir. Yeni Vakıflar Kanunu ile, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün üst karar alma organı olarak vakıf yapılarının içinde Vakıflar Meclisi’nin kurulması da son derece önemlidir diye düşünüyorum. Bu, dünyada gittikçe daha önemli bir yer tutan katılımcı yönetim anlayışına uygun bir yapılanmadır. Bu yeni organ, yeni vakıflar, cemâat vakıfları ve mülhak vakıfların seslerini duyurmaları ve karar alma süreçlerine katılmasını temin ettiği için son derece olumludur. Yine bu vakıf gruplarını temsil eden kişilerin seçim yoluyla vakıflar tarafından seçilmiş olmaları da meşruiyet sağlama açısından son derece önemli bir örnektir diye düşünüyorum. Günümüzdeki vakıflar sivil toplum alanının önemli aktörleri haline gelmişlerdir. Artık vakıflar sadece hayır işi yapmak için kurulmamakta, toplumun birçok önemli sorununa farklı bakış açıları ve yenilikçi çalışma yöntemleriyle çözüm aramaktadırlar. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 2013 istatistiklerine baktığımızda, Türkiye’de 4 bin 734 yeni vakıf olduğunu görüyoruz. Vakıflarımızın çalışma alanları farklılık gösterirken, yapılan çalışmaların ağırlıklı olarak hizmet temelli olduğunu söylemek mümkündür. Buna göre, yeni vakıflardan 3449 vakıf eğitim alanında, 2478 vakıf sosyal yardım alanında, 1644 vakıf sağlık alanında çalışmaktadır. Demokrasi, hukuk ve insan hakları konusunda çalışan vakıfların sayısı ise sadece 216’dır. Bu sayıların ve vakıfların faaliyet alanlarındaki çeşitlenmelerin önümüzdeki dönemde değişeceğini ve vakıfların şartlara göre farklı amaçları yerine getirmek üzere kurulacaklarını veya kendilerini gözden geçirerek yeniden yapılanacaklarını öngörmek mümkündür. Dünyada yaşanılan gelişmeler ışığında, hak temelli çalışmalar yapan vakıfların sayısının da yakın gelecekte artacağını öngörmek mümkündür. Türkiye’nin köklü bir vakıf geçmişine sahip olmasının nedenlerinden biri de, kültürümüzün bir parçası haline gelen hayırseverlik geleneğidir. İhtiyaç sahiplerine yardım eli uzatmak, bu coğrafyada nesillerden beri süregelen bir davranıştır. Bununla beraber, geçtiğimiz süre içerisinde hayırseverlik olgusunun tüm dünyada stratejik bağışçılığa yöneldiği gözlenmektedir. Hayırseverlik dediğimizde aklımıza, ihtiyaçları gidermek üzere yapılan, dini motivasyonu ağır basan ve genellikle tek seferlik bağışlar gelmektedir. Stratejik bağışçılık dediğimizde ise, sorunların temelinde çözülmesi için stratejik hedef ve yöntemler belirlenerek yapılan, uzun süreli sürdürülebilir bağışlar anlaşılmaktadır. Bu kapsamda kaynak sıkıntısı çeken vakıfların sağlıklı ve sürdürülebilir bir ortamda çalışmaları için, uzun vadeli kaynak aktarımını öngören stratejik bağışçılık anlayışının yaygınlaştırılması çok önem kazanmaktadır. “Neden yeni vakıf modellerine ihtiyacımız var?” diye sormak gerekirse, yaşanılan ekonomik ve çevresel sorunların artmasıyla beraber ihtiyaçlar da artmakta, fakat buna paralel olarak varlıklar da azalmaktadır. Ayrıca, bu artan ihtiyaçlarla beraber devletin de kapasitesi büyük bir sıkıntıyla karşılaşmaktadır. Vakıfların aktif varlıklarında azalma görülmektedir, vakıfların sabit giderlerinde ise bir azalma söz konusu değildir. Dolayısıyla azalan kaynakların genel olarak sabit giderlerde kullanıldığı, bunun da vakıfların amaca yönelik harcamalarını olumsuz etkilediğinden söz etmek mümkündür. Hatta bu söylediğimi şöyle de tekrardan _ 59 _ Vakıfların Değişen Rolü gözden geçirebilirim: Günümüzde vakıfların çağdaş yönetim modellerine yatırım yapmaları gerekmektedir diye düşünüyorum. Daha çağdaş iletişim ve yönetişime geçmek durumundadırlar. Onun için, “Sabit giderlerde bir azalma söz konusu değildir” ifadesini biraz değiştirip, “Sabit giderlerde de fazlalaşma olması olasıdır” demek gerekir diye düşünüyorum. Ülkemizde ise birçok vakıf az miktarda varlık ile varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadır. Bundan dolayı yenilikçi bir bakış açısına sahip olunması önemlidir diye düşünüyorum. Fark yaratma isteği olan, fakat kısıtlı fonlarla faaliyetlerini yürütmekte olan vakıflar için alternatif vakıf modellerinden bahsetmek gerekir. Alternatif vakıf modellerinden bahsederken, hibe veren vakıflardan bahsedecektim; fakat Lester Salamon’u gayet ilgiyle dinledim. Biz, hibe veren vakıflar konusunu Türkiye’de gündeme koymaya çalışırken, dünya biraz daha başka yönlere doğru yöneliyor. Onun için, bu konferans o bakımdan da çok faydalı diye düşünüyorum. Dünya genelinde artık hibe veren vakıfların sayısının giderek arttığını görüyoruz. Özellikle büyük fonlara sahip vakıfların daha verimli olduğu görüldüğü ve çarpan etkisi yüksek olduğu için, ya bu modele geçiyorlar ya da kendi bünyelerinde hibe programları oluşturuyorlar. Bu vakıflar sadece kendilerini geliştirmekle kalmayıp, diğer sivil toplum kuruluşlarına finansman ve destek sağlayarak da sosyal değişimin destekleyicisi ve öncüsü oluyorlar. Vakıflar, farklı sosyal sorunları ve ihtiyaçları belirleyip, bunların ele alınması için hibe programları oluşturabilirler; mali, teknik desteklerin yanı sıra, bilgi kaynaklarıyla sivil toplum kuruluşlarını destekleyebilirler. Hibe veren vakıfların katkıları şöyle sıralanabilir: STK’ların mali sürdürülebilirliklerine katkıda bulunurlar, STK’ların kaynak çeşitliliği sağlamalarına ve otonomi kazanmalarına yardımcı olurlar; STK’ların yeni bir girişim başlatmalarına, var olan girişimlerini genişletmelerine veya kamu fonlarının elvermediği riskli alanlara girmelerine imkân tanırlar. Bir kıyaslama yapmak gerekirse, hibe veren vakıfların bir hayli yaygın olduğu Amerika Birleşik Devletlerine baktığımızda, varlıkları 645 milyar doları bulan 76 bin vakıf olduğunu ve verilen hibe tutarının ise 47 milyar dolar olduğunu görmekteyiz. Türkiye’de hibe veren sadece 7 vakıf bulunmaktadır. Bunların birçoğu sadece hibe vermemekte, kendi faaliyetlerini de sürdürmektedirler. Bu sayının yakın zamanda artacağını ve daha fazla vakfın bu modeli benimseyeceğini düşünüyorum. Size yeni bir modelden de bahsetmek istiyorum. TÜSEV olarak bu konuda öncülük yapmış olmaktan da ayrıca büyük bir mutluluk duyuyoruz. “Bağışçılar Vakfı” kavramının Türkiye’ye ilk bizim çabalarımız sayesinde yerleştiğini düşünüyorum. Bunun Birleşik Amerika’daki tanımı “Community Foundation” kavramıdır. Bağışçılar vakfı da, çok sayıda bağışçının katkılarıyla kurulan, o yerelde yaşayanların yaşam kalitesini ve refah seviyesini arttırma amacı güden, yerel sorunların çözülmesi için yerel kaynakları kullanan ve bağışlarla yarattığı ana varlık ve diğer fonlar sayesinde yerel gelişim projelerine hibe desteği sağlayan, sorunların çözümü için yerel işbirliklerini teşvik eden vakıf türüdür. Yani community foundation veya bağışçılar vakfı modelinin yerel özelliği çok önemli ve o yörede yaşayan, bir hayır işi yapmak isteyen insanların bir araya gelip, kaynaklarını birleştirip bağışçılar vakfı kanalıyla bu hizmetleri götürmeleri bizim için oldukça yeni bir gelişme. _ 60 _ Prof. Dr. Üstün ERGÜDER Bağışçılar vakfından biraz daha bahsedelim. Amaç, yalnız yardım değil, yörenin kalkınmasına destek olmak, yerel liderliği geliştirmek; iş çevresi, kamu ve sivil toplum aktörleri arasında iletişimi güçlendirmek; etkili bağışçılığı geliştirmek, toplumun ihtiyaçları hakkında farkındalık yaratmak, yerel toplum için sürekli varlıklar oluşturmaktır. Türkiye’nin ilk bağışçılar vakfı modeli ise Bolu şehrinde, TÜSEV’le de işbirliği halinde 2008 yılında kurulmuştur. Bolu’nun önde gelen işadamları tarafından kurulan Bolu Bağışçılar Vakfı’nın amacı, yaşam kalitesi yükseltilmiş bir Bolu yaratmak olarak belirlenmiştir. Burada tabii, ABD’de yaşayan ve orada hayatını kazanmış bir Türk vatandaşımız Sayın Haldun Taşman’a da çok teşekkür etmek istiyorum. Arizona Community Foundation çerçevesinde edindiği bilgileri doğmuş olduğu Bolu’ya getirerek, Bolu’da böyle bir bağışçılar vakfının kurulmasına önderlik etmiştir. Onun için, Türkiye’ye çok önemli bir katkıda bulunmuştur diye düşünüyorum. Bağışçılar vakfı modelinin Türkiye’de önümüzdeki günlerde artacağını düşünüyorum. Artması için, biz TÜSEV olarak elimizden geleni yapıyoruz, ama kolay değil. Eski alışkanlıkları değiştirmek kolay olmuyor. Değişik illerde temaslarımız oluyor bağışçılarla. İnşallah bunu başarırız. Ama ileride artacağına inanıyorum. Bir an durup geleceğe doğru bakarsak, daha önce de bahsettiğim gibi, vakıfların bu coğrafyada köklü bir geçmişi var ve kamuya yönelik toplumsal ihtiyaçlara yönelik hizmetlerde bulunmaya devam edeceklerdir. Yalnız, vakıflarımızın özellikle hibe kanalıyla daha çok hizmet, sürdürülebilir hizmet, sosyal adaleti gerçekleştirme gibi alanlara kayması lazım ve bunu da sürdürülebilir stratejik bağışlarla yapması gerekir diye düşünüyorum. Kaynak sıkıntıları artması beklenen bir ortamda gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasıyla birlikte toplumsal kalkınma için güçlü adımlar atan bağışçılar vakfı ve hibe veren vakıf modelleriyle kurulan vakıfların sayısının artması hem beklenmekte, hem kanımca gerekmektedir. Özellikle artan iletişim teknolojisiyle vakıf sektörünün dönüşeceği, hatta dönüşmesi gerektiğini de düşünmek gerekir diye düşünüyorum. Ayrıca, vakıflarımızın artık çağdaş yönetime ve çağdaş finansman modellerine geçmesi gerekmektedir. Lester’in sunumunda da gördük; yani özellikle özel sektörde kullanılan çağdaş yönetişim modellerinin, çağdaş finansman modellerinin Türk vakıf sektörüne de, bizim vakıf sektörümüze de girmesi gerekmektedir diye düşünüyorum. Burada konuşmama son verirken, bana bu fırsatı veren başta Vakıflar Genel Müdürlüğü olmak üzere tüm emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Umuyorum ki, bu iki gün tartışacağınız konular vakıf sektörünün gelişmesi için önemli fırsatlar sunacak ve önümüze yeni perspektifler getirecektir. Hepinize başarılı bir konferans diliyorum canı gönülden. Sağ olun. _ 61 _ _ 62 _ )281'$7,2160$.,1*$',))(5(1&( 'U'DYLG/<11 :HOOFRPH7UXVWr(1*/$1' Thank you very much Dr.Ertem and Prime Minister and everybody organizing this conference. Well, I think its very important that we take time to share experiences and learn from one another as we have this morning there are very many different forms of foundations that we say across the world, so its quite important that we look at the opportunies to see what we can learn from one another. I want to do 4 things over the next 15 minutes. I want to provide you with some background to the Wellcome Trust and give you a little bit of an indication of our philosophy to philantrophy. Secondly I want to just say something about the context in which we and I think all of us in this room are operating in and then I want to bring it down to practical examples give you three ways in which we as a foundation trying to make a difference in the area we working. And then finally, I want to conclude with the summary of what I think of the characteristics what make foundations unique. So, first of all the Wellcome Trust is headquarted in London although we operate globally. So we work in most countries around the world with a particular focus in the UK, Africa, Southeast Asia and India. We have a very clear and simple vision. We want to create extraordinary improvements in human and animal health and the way that we think we can best achieve that is by supporting biomedical sciences and medical humanities. So we have a very tightly focused vision and we have a very clear way in which we think we will best go about that. We are able to spend about a billion dollars a year on this activity. The Wellcome Trust was established on the death of Sir Henry Wellcome. Sir Henry Wellcome was an American pharmacist who came to London to set up a global company, pharmaceutical company. He was very innovative, he was very interested in research on pharmacy and he was very interested in how society related to medicine and health. And through his interest thats really given us the mandate for our charitable activies. And since 1936, the endowment has grown we have no shares now in the pharmaceutical company and so we are completely independent of both commercial and political interests. Like most foundations of course, we are operating in a very unstable, uncertain and unequal world. And this is no more certain really, in middle income countries where we see greatest need particulary in the area of health. So you can see from this distorted map of _ 63 _ Foundations: Making A Difference the world which is based on the deaths from malaria, diarrhea, malnutrition and flooding compiled by OECD and the WHO where the greatest burden from these disasters if you like you can see are in Asia and Africa. And this effects very much our approach in what we do. So 3 examples of different ways in which we are trying to make a difference : The first example is a program which is aim to strengthen universities and research institutions across Africa. What we are trying to do is build the capability with the African universities to help develop more research in medicine and health. And we think this is very important because without helping to grow the capability countries never ever be able to undertake their own research programs. We want to create a sustainable way in which we can fund the researches in those countries. I think this is a very good example where we as a foundation solve the need then make them partner with several African institutions and countries to develop the initiative. And then we invited the institutions to compete to actually participate in the program. So combination of a foundation being very strategic but being very open and allowing competition to those institutions to participate. And you will see from this program, it has already leveraged 68 million dollars from other funders including foundations. So good example, I am afraid we have grown funding can leverage at scale there. But this is the intent of a foundation. The second example is a different example, this is a sort of classic groan to world to a researcher who comes to us a funder a with a very good idea to develop a treatment for malaria; his idea his technical knowledge his research team and he goes away and does it and through his research he creates a new treatment which is adopted by the WHO. So different way in which a funder in a responsive mode waiting for the good ideas come from other people can make a difference through its funding. And my third example is where several funders get together because they see in action they want to be catalytic and they see a market failure. And this third example is where the Wellcome Trust is where worked with a Foundation and the global alliance for improve nutrition to establish a nutrition index which begins to score the certain criteria how well certain food and beverage companies are doing in providing the world’s population with nutritious food with the right information at the right price. We want to impact companies and board room behaviour and get nutrition higher up the agenda on these companies board discussions. So this is a very good example where foundations can work together to be very catalytic. So there different examples there of how we are trying to make a difference but through our funding through our leverage we are working in different ways. Part of the reason why we can work in these different ways is because of the unique characasteristics that foundation share. We are often very independent, we are often a funder rather than a donor so we will know what we are trying to achieve and some control over that rather than handing money over to a third party. We can invest and spend for the long term where the private sector and governments may be more interested in short term impacts and outcomes. We can be catalytic and leverage other funds and other actions. We can be highly innovative, we can _ 64 _ Dr. David LYNN change the way we do things as I think the three examples demonstrate. We can often have a higher appetite for risk for trying something and if it doesn’t work moving on the something else in the different way. And I think foundations are extremely good in working in partnership with other foundations, with banks,with the commercial sector and also with governments. And in the UK we do this under the legislation of the charities act which provides really our governance and through that piece of legislation we are regulated by the charity commission. So although we have a quite tight regulatory framework in which we operate we have these flexibilities that we can introduce in the way we approach things. Finally I want to close with a quote from Andrew Carnegie who was the richest man in the world in 1889 and he said something which I think is very wise. He said it is more difficult to give money away intelligently than to earn it in the first place. Thank you. _ 65 _ VAKIFLAR: BİR FARKLILIK YARATMAK Dr. David LYNN Wellcome Trust – İNGİLTERE Dr. Ertem’e ve Başbakan Yardımcısı’na ve bu konferansı organize eden herkese teşekkür ederim. Evet, bu sabah da gördüğümüz gibi yeryüzünde söyleyebileceğimiz birbirinden farklı çok sayıda vakıf türü vardır ve tam da bundan dolayı deneyimlerimizi paylaşmaya ve birbirimizden bilgi almaya vakit ayırmamız gereklidir. Çünkü birbirimizden öğrenebileceğimiz fırsatlara bakmamız son derece önem arz etmektedir. Bu 15 dakika içerisinde 4 şey yapmak istiyorum. Wellcome Trust’ın arka planı hakkında bilgi verip hayırseverlik felsefemizi kısaca tanıtmak isterim. İkincisi, bizim ve sanırım şu anda bu odada bulunan hepimizin faaliyet gösterdiği bağlam ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorum ve sonra da vakıf olarak çalışmakta olduğumuz alanda farklılık yaratabilmek için uyguladığımız üç yolu gösterecek örnekler vermek istiyorum. Ve daha sonra son olarak da vakıfların eşsiz olmasını sağlayan özelliklerini özetleyerek sonuca bağlamak istiyorum. Bu yüzden, her şeyden önce, dünya çapında faaliyet göstermemize rağmen Wellcome Trust’ın merkezi Londra’dadır. Bunun için özellikle Birleşik Krallığa, Afrika’ya, Güneydoğu Asya’ya ve Hindistan’da odaklanarak dünyadaki pek çok ülkede çalışmalar yapıyoruz. Çok açık ve net bir vizyonumuz var. İnsan ve hayvan sağlığında olağanüstü gelişmelere imza atmak ve en iyi biyomedikal bilimleri ve medikal beşeri bilimleri destekleyerek bu gelişmeleri sağlayabileceğimize inandığımız yolu yaratmak istiyoruz. Bu yüzden çok sıkı odaklanmış bir vizyonumuz var ve en iyi şekilde yürüyeceğimize inandığımız çok açık bir yola sahibiz. Bu etkinliğe yılda yaklaşık bir milyar dolar harcayabiliriz. Wellcome Trust; Sayın Henry Wellcome’un vefat etmesi üzerine kuruldu. Sayın Henry Wellcome; evrensel çapta eczacılıkla ilgili bir şirket kurmak için Londra’ya gelmiş Amerikalı bir eczacıdır. Çok yenilikçiydi, eczacılık ile ilgili yapılan araştırmalarla ilgileniyordu ve ayrıca toplum ile tıp ve sağlık arasında nasıl bir ilişki kurulduğuna ilgi gösteriyordu. Ve hayırseverlik etkinliklerimizi onun bu ilgisi ile yönetiyoruz. Ve 1936 yılından beri yapılan bağışlar o kadar arttı ki artık eczacılık alanında çalışan bu şirkette hiçbir payımız kalmadı ve hem ticari hem de siyasi çıkar açısından tamamıyla bağımsız olduk. Elbette pek çok vakıf gibi bizler de istikrarsızlığın, belirsizliğin ve eşitsizliğin hakim olduğu bir dünyada çalışmalarımızı yürütüyoruz. Ve bu durum özellikle sağlık alanında çok büyük ihtiyaçları olan orta gelirli ülkelerde daha açık görülmektedir. Bu yüzden, OECD’nin ve WHO’nun derlediği bilgilere göre sıtma, ishal, yetersiz beslenme ve sel sonucu meydana gelen ölümleri esas alan bu karışık dünya haritasına bakarak bu felaketlerin en ağır yükünü taşıyanların Asyalılar ve Afrikalılar olduğunu görebilirsiniz. Ve böyle durumlar izleyeceğimiz yaklaşımımızı belirlemede çok etkili olmaktadır. Farklılık yaratmaya çalışmak için kullandığımız farklı yollara 3 örnek vereceğim: _ 66 _ Dr. David LYNN İlk örnek; Afrika’da üniversiteleri ve araştırma kurumlarını güçlendirmeyi hedefleyen program ile ilgilidir. Yapmaya çalıştığımız şey; tıp ve sağlık alanında daha fazla araştırma geliştirmesine yardımcı olmak için Afrika üniversitelerine kapasite oluşturmaktır. Ve bunun çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü ülkelerin kapasitelerinin artmasına yardımcı olmadan onların araştırma programlarını asla üstlenemeyiz. Bu ülkelerde yapılan araştırmalara fon sağlamada kullanacağımız sürdürülebilir bir yol yaratmaya çalışıyoruz. Bence vakıf olarak ihtiyacı karşılayıp sonra da teşviki geliştirmek için çeşitli Afrika kurumları ve ülkeleri ile ortak olmamızı gösteren iyi bir örnek. Ve daha sonra programımıza katılmak için kurumları yarışmaya davet ediyoruz. Bu yüzden vakıf kombinasyonu çok stratejik olmakla birlikle herkese ve her şeye açıktır ve bu kurumların yarışmaya katılmasına olanak tanır. Ve bu programdan da göreceğiniz gibi vakıflar dahil olmak üzere diğer fon sağlayanlardan 68 milyon dolar elde etti bile. Bu yüzden iyi bir örnek, ama korkarım ki sadece oradaki seviyeyi yükseltecek kadar fon sağlayabildik. Ama vakfın amacı da budur. İkinci örnek farklı bir örnektir; sıtma tedavisi geliştirme fikriyle gelip hem fon sağlayan hem de araştırma yapan kişiye duyulan özlemdir. Bu araştırmacının fikirleri, teknik bilgisi, araştırma ekibi ve gerekli olan her ne varsa bir araya getirilip WHO tarafından benimsenen yeni tedavi oluşturulmuştur. Şimdi de farklı bir şekilde parlak fikirler üretip sağlanacak fonla farklılık yaratabilecek kişileri beklemek de farklılık yaratmanın farklı bir yoludur. Ve benim üçüncü örneğimde ise çok sayıda fon sağlayan birey bir araya gelirler; onların ortak özelliği iteklemek istedikleri eylemleri olması ve piyasanın başarısız olduğunu görmeleridir. Ve üçüncü örneğimde ise Wellcome Trust; besin değerlerini yükseltme amacıyla yiyecek ve içecek mamul eden şirketlerin dünyaya doğru fiyatla ve doğru bilgi ile gerekli besleyici yiyecekleri ne kadar iyi ürettiklerine dair belli başlı kriterleri koymaya başlayan beslenme indeksi oluşturmak için vakıfla ve kurulan evrensel ortaklıkla çalışmıştır. Tüm ülkeleri etkilemek, yeni davranış şekli geliştirmek ve bu şirketlerin yönetim kurulu toplantılarında ele aldıkları gündemde besin değerine daha fazla yer vermelerini sağlamaktır. Bu yüzden de bu örnek; vakıfların hep birlikte hızlandırıcı unsur olabildiğini göstermesi açıdan önemlidir. Bu yüzden farklı şekillerde üzerinde çalışma yaptığımız ve fon sağlayarak nasıl fark yaratıldığını gösteren çok farklı örnekler vardır. Biz bu farklı yollarla çalışıyoruz; bunun bir nedeni paylaştığımız vakfın kendisine has özelliklerinin olmasıdır. Genellikle bağımsız çalışıyoruz; bağış yapandan çok fon sağlayan konumundayız. Bu yüzden de elde etmeye çalıştıklarımızın farkındayız ve parayı üçüncü kişiye teslim etmekten ziyade bu parayı belli dereceye kadar kontrol ediyoruz. Özel sektörler ve hükümetler kısa vadeli etki ve çıktılar ile ilgilenirken bizler uzun vadeli sonuçlara yatırım yapıp bunlar için para harcayabiliyoruz. Çok fazla yenilikçi olabiliyoruz; üç örnekten de anlaşılabileceği gibi eylemlerimizi yapma şeklini değiştirebiliriz. Bizler genellikle bir şeyi deneme riskine dört elle sarılabiliyor, işe yaramadığında farklı şekilde farklı bir şeye yönelebiliyoruz. Ve sanıyorum ki vakıflar, başka vakıflarla, bankalarla, ticari sektörler ve hükümetlerle çok iyi ortaklıklar kurarak çalışabilecek bir konumdadır. Ve Birleşik Krallık’ta hayırseverlik komisyonu ile eylemlerimizin yönetişimi ve düzenlenmesi açısından bize tüzük sağlayan hayırseverlik kanunu mevzuatı kapsamında bu tür ortaklıklar kuruyoruz. Bu yüzden faaliyet gösterdiğimiz düzenleyici çerçevenin oldukça sıkı olmasına rağmen nesnelere yeni yaklaşım yöntemi getirebildiğimiz esnekliklerimiz de vardır. _ 67 _ Vakıflar: Bir Farklılık Yaratmak Son olarak, 1889 yılında dünyanın en zengin kişisi olan Andrew Carnegie’nin söylediği ve benim de çok mantıklı bulduğum bir sözüyle bitirmek istiyorum. ‘’Parayı akıllıca harcamak, para kazanmaktan çok daha zordur.’’ Teşekkür ederim. _ 68 _ 9DNÜI.DYUDPÜQÜQ 7DQÜPODQPDVÜ YH9DNÜIODUOD ñOJLOL7HULPOHULQ .DUíÜODíWÜUÜOPDVÜ 2WXUXP 2WXUXP%DüNDQ× <LGL:$', .DW×O×PF×ODU 'U5XSHUW*UDI675$&+:,7= $EGXOODK2PDU,VVD0'$/$ .KDOHG68..$5,(+ 6DDGELQ0RKDPPDG$/02+$11$ 3URI'U8VDPD$/$1, _ 69 _ _ 70 _ :+$7,6$)281'$7,21" $+,6725,&$/$1' 75$16&8/785$/3(563(&7,9( 'U5XSHUW*UDI675$&+:,7= 0DHFHQDWD,QVWLWXWH+XPEROGW8QLYHUVLW\*(50$1< I. Introduction Foundations are among the oldest cultural achievements of mankind. They are know to have existed in the earliest societies of Egypt and Mesopotamia and in ancient Greece and Rome (Cizakca 2000, 5). They are a common feature of our Mediterranean heritage; to all probability there is a tradition of foundations in India, China, and other parts of the world, since giving to strangers outside the family came to be a world-wide feature around the 6th century BCE (Armstrong 2006). Arab and other Muslim countries boast a rich foundation culture, as do all countries of Europe. From there, the notion spread to North and Latin America, and it was in the United States in particular that the notion of a foundation saw a spectacular revival in the 20th century, which in turn influenced governments, individual philanthropists and business corporations world wide in adopting or rediscovering foundations as instruments of philanthropic action. However, it remains unclear whether the use of the term is in fact as universal as may seem. In analyzing the breadth and width of existing foundations, it is easy to discern considerable differences (Anheier and Daly 2007). Not only can one see numerous hybrid cases and indeed aberrations. Even in looking at the mainstream in different cultural and legal environments, one will find that very diverse legal forms and even more diverse practices and role models exist. Not only has individual creativity made for marked differences in the way foundations are set up and perform their tasks. Practices have necessarily changed over time, learning experiences and administrative regulations have helped shape traditions that do not necessarily conform to a standard model. Moreover, fundamental religious beliefs and cultural frameworks have exercised a strong influence over the theory, reasoning and practical solutions. Based on this observation, this paper will examine whether there is in fact a common denominator at all. It will ask whether there exist sufficient valid commonalities that allow us to meaningfully define a foundation in a way that it may apply to all bodies world-wide that use this term in defining themselves or in being defined by others. Given the differences between Islamic law, Anglo-Saxon law, Roman law and other legal systems, the working hypothesis is that in a strictly legal sense, the answer will be no, but that this answer will not in the end be relevant to the question. Therefore, a universal historical, cultural, and sociopolitical approach will be used. Necessarily, this approach will be transcultural and transnational. _ 71 _ What is a Foundation? A Historical and Transcultural Perspective II. The Creation of a Foundation The creation of a foundation by a private citizen is commonly prompted by three very basic impulses: x The impulse to give (philanthropy), x The impulse to be remembered (memory), x The impulse to impose one’s will on others (hierarchy). While economists, misinterpreting Adam Smith, have insisted that man is driven exclusively by his own material interests, this is in fact not so. Adam Smith himself maintained: “How selfish soever man may be supposed, there are evidently some principles in his nature, which interest him in the fortune of others, and render their happiness necessary to him, though he derives nothing from it except the pleasure of seeing it that every man had an urge to act on human sentiment, a regard for others.“ (Smith [1759] 1982, 9) It is neither accidental nor contrary to man’s basic impulse that all religions regard empathy, sharing with others and giving to the poor as fundamental assets of belief (Fleishman 2007, 46-47). Biologists tell us that a practicing of giving may be observed in some animals. So, while society would certainly break down if this impulse were totally absent, one does not need to be afraid of this happening. Giving, however, may take very different forms, and may consist in giving time, know-how, reputation and creativity as well as material assets. Combined with the equally fundamental wish to be remembered, giving may well result in striving for something sustainable, all the more so, when religious beliefs make giving a precondition for eternal salvation. This may lead to the donation of a valuable work of art. Or, as Plato tells us, using the term philanthropy for the first time, it may be Socrates calling himself a philanthropist for sharing his wisdom with his pupils and other listeners free of charge (Plato 3 d). Added to the wish to impose one’s will on others, easily to be recognized as a basic human impulse, a philanthropic and memorial urge may drive a citizen who is in a position to do so to forge his or her philanthropy into a sustainable institution, not necessarily, but all the more so, if he or she believes this to be God’s command or an act pleasing to God. „As I study wealthy men, I can see but one way in which they can secure a real equivalent for money spent, and that is to cultivate a taste for giving where the money may produce an effect which will be a lasting gratification“, wrote John D. Rockefeller in 1909 (140-141). Admittedly, not every creation of a foundation is driven by these impulses. Creations by private citizens and families most commonly are, while political aims and ulterior motives may enter into the reasoning but more often than not do not do so. This is different, when corporations set up foundations, most commonly in connection with their corporate social responsibility and/or public relations goals. Philanthropy and memory do not take priority, and hierarchy may only be of marginal importance, while political aims will be dominant. _ 72 _ Dr. Rupert Graf STRACHWITZ Yet, it needs to be mentioned that a corporation would have other options if philanthropy, memory, and hierarchy were not involved at all. Parliaments, governments, and government agencies who have become avid creators of foundations in recent years, most commonly have political reasons in doing so, but even here, both memory and hierarchy may well be analyzed as being at least on the hidden agenda that results in the creation. And finally, civil society organisations themselves, whose main motive in creating foundations commonly has to do with fund-raising, more often than not see the advantages of a hierarchical institution over a heterarchical one (Dreher 2013) when looking at the foundation model. In summarizing, it may be said that while foundations are not necessarily an expression of philanthropy, and are not necessarily created by private citizens, all existing foundations carry the notion of an hierarchical institution. This does not imply that all foundations exist to further the public good. In many countries, pension funds, support of the founder’s family, control over a business company and other goals may be achieved by using a foundation model. But with the obvious exception of abuses of the term, creating a sustainable hierarchy is always part of the reasoning. To society at large, this is acceptable as long as no harm is done to society. When the French philosophers of the enlightenment argued against the existence of foundations, their reasoning was that foundations, owning an ever greater share of the land and pursueing obsolete goals, were harmful to society (Turgot [1757] 1844, 299-309). With the exception of societal models that have either, as in the case of late 18th century France ruled out any form of non-governmental public benefit action, or, as 20th century totalitarian regimes have done, attempted to create a “new man“ with no individual impulses to follow, this principle of acceptability has been held to be valid and legitimate. Indeed, it appears that in Islamic societies governments are precluded from interfering with a citizen’s exercise of faith to an extent that would keep him from becoming a waqif, a founder, if he so chooses or feels to be so obliged by his religious convictions (Dafterdar 2013). III. Institutionalized Action From the days of the earliest communities in history, two very basic models of institutionalized action may be discerned. The first relies on the will of an individual which others are willing or indeed forced to follow. The second relies on an ongoing evolution of the collective will of all concerned, who will continually participate in shaping and reshaping it. The first may be described as a hierarchy, the second as a heterarchy (Dreher 2013). Both models exist in the reality of political communities. While a monarchy may well be termed a hierarchy, a republic may be classified as heterarchical, or, to use the word corresponding to monarchy, as a polyarchy (Fleishman 2007, xvi / 32). It is obvious that existing states in many cases would not apply either of these models in their pure form. Many modern monarchies are in fact based on constitutions, and as Plato and Aristotle pointed out in the 4th century BCE, democracies may well deviate from the rule of participation by all. Also, in many democracies, strong leaders have imposed their will at least on their own times, while weak monarchs have _ 73 _ What is a Foundation? A Historical and Transcultural Perspective regularly depended on the will of others. Yet, it is fair to say that the two basic principles exist. In the business world too, there is a divide between private businesses, quite often owned and managed by a family for generations, and public corporations, joint stock companies, the licence to operate of which is subject to the common will of the shareholders. The same may be said for different faiths. While both Islam and Christianity hold that one man, the Prophet of Islam and Jesus Christ respectively, acting by command of God Himself, laid down for ever after the principles of their religion, the Jewish and many other religions, while acknowledging the importance of certain leaders would emphasize the ongoing discussion over even the most fundamental principles, to be participated in by all members of the religious community. Strong cultural traditions as well as fundamental beliefs determine whether an institution will follow one model or the other. While the heterarchical model obviously is the one chosen in modern democracies and is therefore seen by many as the only legitimate one, this is in fact not so. The rule of law, and indeed human rights cover hierachical models, and even within democartic societies it is not illegal, let alone illegitimate to entertain organisations that are in themselves hierarchical. In conclusion, it may be said that both models are anthropological constants, and that it would be futile to attempt to organize a society entirely along one or the other. Given that modern societies tend to define the public sphere as consisting of three arenas, the state, the market, and civil society, one may well ask whether both models of institution exist in the civil society arena as well as in the other two. It is generally upheld that membership organisations are the institutional backbone of civil society – associations, societies, and clubs, the members of which determine the fate of their organisation. However, in defining foundations as public benefit institutions, they can fill the gap in providing the hierarchical model for civil society. In taking a closer look at how foundations originate and operate, we will ask whether they really are part of civil society and may thus be defined as its hierarchical component. This issue becomes even more interesting – and indeed complex – when grappling with the problem of whether religious communities are part of civil society. This is not the place to enter into this argument; I would certainly uphold the view that in applying the model of three arenas – or three spheres – it seems logical that religious communities should be counted among the actors in civil society, since they do not meet the definitory characteristics of the state, let alone those of the market. IV. Foundations in Civil Society Modern civil society performs seven different functions (Strachwitz 2012, 41). Many civil society organisations in fact perform more than one. The functions are: x x x x Political deliberation (voice), Service provision, Advocacy, Watchdog, _ 74 _ Dr. Rupert Graf STRACHWITZ x Intermediary, x Self-help, x Community building. In practice, foundations may engage in nearly all of these functions. Many are known as owners and managers of houses of worship, hospitals, schools, art museums and a plethora of other public benefit institutions. Service provision is as much an operational model for foundations as for other civil society organisations. Some foundations, especially in recent years have emerged as advocacy organisations, actively campaigning for causes to do with the environment, civil rights, gender issues etc. Others act as watchdogs in consumer protection and other areas. It is therefore one of the most common misunderstandings that foundations are necessarily or predominantly grant making institutions. In the United States and the United Kingdom in particular, the common notion of a foundation is that it assists governmental and non-governmental bodies by funding their work (Fleishman 2007, 50). Not only is there no evidence for this, it also reflects a grave misconception of philanthropy. A foundation is a philanthropic institution because someone has set it up in a philanthropic spirit, not because the institution itself acts philanthropically. Philanthropy has to do with voluntarily action which is clearly the case with the waqif, the founder. The resulting institution however has no choice, being obliged by the will of its founder, expressed in the founding documents, to do what the founder has ordered. The foundation does not have the option of not acting or making grants. The administrator, mutawalli, trustee, board member, director etc. is an executor of the philanthropist’s will. He is not the philanthropist himself, although many people in those positions acquire an air as if they were. It is this wrong interpretation of philanthropy that has prompted scholars and practitioners to suggest there is no common denominator, argueing that making grants and managing an institution are activities so diverse that they cannot be joined. In this sense, grant making would come under the heading of intermediary, while otherwise, a foundation might be a service provider. In recent years, this notion has been belied by the fact that many grant making foundations have become critical of their own passive approach and have opted for a more pro-active role, and indeed in some cases for taking on the management of a project or even an institution. Thus, the divide between grant making and operational has become increasingly blurred. Today, it is certainly true to say that within civil society, both foundations and membership organisations may be intermediaries as grant makers, and service providers as operators. Similiarly, political deliberation may happen in either form. Large foundations today play an important role in providing political decision makers with analyses, research and policy papers, and, to an extent where this is being criticized, actively engage in political discussions of general interest that they hope will eventually lead to political decisions. It has been argued that membership organisations have a higher degree of legitimacy in acting in this way, due to the fact that they are themselves supported by a membership base that takes policy decisions in a democratic fashion. This argument exaggerates the role of the members and _ 75 _ What is a Foundation? A Historical and Transcultural Perspective overlooks the fact that the base may be extraordinarily small, possibly consisting only of very few hand-picked individuals. Yet, with both the number and the size of foundations growing world-wide, we may expect this argument to be put forward ever more strongly. It is only in the remaining two functions of civil society that foundations, by their nature, cannot engage. Self-help organisations, ranging from sports clubs to patients’ organisations work on the principle of members with similiar interests and needs coming together to satisfy these needs. This obviously necessitates the existence of members. Foundations may have members of boards and committees, but not of the actual institution. In some legal environments, organisations may exist that are foundations and membership organisations at the same time, allowing the members to take decisions on most issues, but not on the inalienable assets and the basic purpose of the organisation. The National Trust in England is a good example of a hybrid of this type. In a transcultural context, this is certainly an exception. The other field that foundations will find it virtually impossible to actively engage in is community building, incidentally one of the most pressing and indeed rewarding issues of civil society, given that political communities are increasingly eroding and religious communities are increasingly seen as part of civil society. Again, in as much as they engage in community building, which many do, they must be classified as hybrids, for again it is not within the scope of the members’ decision making to redefine the fundamentals of faith, as of any other fundamental principle. Generally speaking, foundation may well be intermediaries in providing funds and possibly know-how, but it will have to be the members themselves who build their community, irrespective of a founder’s will. In summing up, foundations are certainly more than grant makers. They may operate their own institutions and programmes, which in turn may provide services, act as watchdogs or advocates of causes, and be platforms of discourse and policy building in society. This makes them valid and legitimate actors in civil society and separates them from voluntary private and individual action. Whatever they do, they are responsible and indeed accountable actors in the public sphere, and must comply with rules and regulations either self-imposed or imposed by law. V. The Endowment The general public is often lead to believe that what distinguishes foundations from other bodies more than anything else is that they have an endowment at their disposal. Most people would add that this endowment is necessarily material, is provided by the founder, and yields a revenue which serves to fund the foundation’s activities. Certainly, this model applies to a great number of foundations in any cultural context. Roman law, codified by order of the Roman Emperor Justinian in the 6th century CE, which formed an important legal base for both Islamic and European foundation law, defined a foundation as a universitas bonorum, a moral – as opposed to a natural – person based on an endowment, as opposed to the universitas personarum, based on people. Closer scrutiny however reveals that this is only partly true and not a definitory element. _ 76 _ Dr. Rupert Graf STRACHWITZ Firstly, in introducing a differenty typology, foundations may be classified as x x x x owners, grant makers, operators, benevolent. A very large number of foundations, particularly those with a religious connotation, come under the ‚owner’ type. They may own a house of worship, built originally by the founder, possibly, but by no means necessarily with his own funds, but only in comparatively rare cases do they also possess an andowment that allows them to pay for the maintenance and upkeep. More often than not, they will need support from the members of the congregation and other sources. The reason for it being set up as a foundation is to ensure that the building and the land it stands on shall be sued for its original purpose in perpetuity. The same applies to foundations that own works of art, lent in perpetuity and inalienably to a public museum, as it did to columns and monuments in ancient Greece and Rome that were left to their own devices and some of which have lasted until the present. So obviously, in applying the model of inalienability, corresponding to the founder’s will, the revenue aspect loses priority. Indeed, in many cases there was no flow of funds at all after the foundation had been set up. A similiar case may be made for operating foundations. A foundation that operates a school or hospital will probably rely on fees for its services to a far larger extent than on a revenue from an endowment. It will operate on a business plan that matches services and fees, and not differ in this respect from any other school or hospital. It will however carry a much more stringent obligation to continue to operate the institution and will to all probability have to comply with a number of rules set up by the founder. E.g., the school may be for male and/or female students, and governmental authorities may not violate this restriction. Furthermore, even grant making and benevolent foundations may well seek sources of funding beyond a possible revenue from their endowment. They may engage in public fundraising, apply for government grants, and negotiate sponsorhsip agreements with business corporations; indeed, many foundations are in no position to fulfill the obligations towards their grantees or satisfy the demand they have invited people in distress to present to them, were it not for outside sources of income. That in some jurisdictions, foundations are precluded from attaining funds from third parties, does not mean that this be a general principle. An additional consideration may be added: In history, there have been many cases where the creator of a foundation was responsible for the driving concept. It was his idea, he saw it through, and the foundation may well bear his name. But it was not from his fortune that the endowment was provided. It may have been public subscription. And finally: In some, albeit rare cases, the idea or the personality of a founder was so strong that his idea alone was institutionalized. No additional assets were needed to make the idea have an impact. They were borne entirely by the idea. _ 77 _ What is a Foundation? A Historical and Transcultural Perspective In summing up, foundations need to have an asset base, but neither does this asset base necessarily have to be material, nor does it have to originate with the founder nor does it have to yield a revenue, nor finally, does it have to provide a source of income. And needless to say, although some legal frameworks restrict the nature of assets that foundations may hold to liquid assets, this is far from being a general, let alone a definitory rule. Foundations may well be proprietors of land, own business companies, both related and unrelated to their public benefit goal, or hold any other type of assets conceivable. VI. Conclusion Foundations exist in a large number of legal forms and perform a very diverse set of functions. They may be autonomous legal entities owned by no-one, or trusts legally owned by their trustees, may be incoprorated, be subject to specific legislation in civil or in public law. They may have legal personality or not, may pursue causes of public benefit or not, may be tax-exempt or not, and may be subjected to very varied rules and regulations. They may be an expression of philanthropy or not, be an instrument for spending the founder’s wealth for the common good or not. They will usually have a long term, sustainable perspective, having commonly, but not necessarily been created in perpetuity. They are certainly not everlasting. But for as long as they exist, they are compelled to follow the founder’s will, thus necessarily being an hierarchical organisation. Administrators, boards, mutawallis, and trustees may take decisions, but only within the scope the original deed offers them. They are certainly not entitled to go beyond the founder’s will or change it. Nevertheless, they represent a legitimate form of societal action as institutions within organized civil society. This formula applies to all forms a foundation may take, so, as hierarchical institutions, they are bound together by a common definition. In this sense, an islamic Waq’f is not far removed from a German Stiftung, a French Fondation, a Dutch Stichting, an Italian Fondazione, and from a foundation in an English-speaking country. Ancient foundations and modern ones, religious and secular ones, and foundations in all parts of the world share the distinct quality of being bound to the founder’s will that separate them from other organizational forms and unite them across religious, historical, cultural, and legal divides. They are of course not a ‚western’ invention. A foundation, thus defined, is a unique type of institution that merits public attention, and possibly criticism, but also some recognition and certainly more research as a world-wide commonality. The answer to the question whether there is a universal definition of a foundation, clearly is ‚yes’: A foundation is an institution the decisions and actions of which are determined by the founder’s will. It is therefore right and proper that THE foundation is counted among the contributors to social change and a peaceful evolution of society. At a time when short-lived popular ideas have as strong an influence on how or society is shaped as do comparatively clandestine traditions, an institution whose tradition is openly stated has a role to play. _ 78 _ Dr. Rupert Graf STRACHWITZ References Adam, Thomas / Frey, Manuel / Strachwitz, Rupert Graf (eds.): Stiftungen seit 1800 – Kontinuitäten und Diskontinuitäten. Stuttgart: Lucius & Lucius Anheier, Helmut K. / Daly, Siobhan (eds.): The Politics of Foundations – A Comparative Analysis. Abingdon, Oxon: Routledge Armstrong, Karen (2006): The Great Transformation, The World in the Time of Buddha, Socrates, Confucius and Jeremiah. New York: Alfred A. Knopf Cizakca, Murat (2000): A History of Philanthropic Foundations: the Islamic World From the Seventh Century to The Present. Istanbul: Bogazici University Press Cutbill, Clive / Paines, Alison / Hallam, Murray (eds.) (2012): International Charitable Giving. Oxford: Oxford University Press Dafterdar, Mohammed Hisham (2013): Legal Issues Relating to Endowment (Awqaf ) Foundations; in: Cizakca, Murat / Dafterdar, Mohammed Hisham: On Foundations in An Islamic Context. Berlin: Maecenata (Opusculum No. 67) Dogan, Mattei / Prewitt, Kenneth (eds.) (2007): Fondations philanthropiques en Europe et aux Etats-Unis. Paris: Editions de la Maison des Sciences de l’homme Dreher, Julia (2013): Formen sozialer Ordnung im Vergleich: Hierarchien und Heterarchien in Organisation und Gesellschaft. Berlin: Maecenata (Opusculum No. 63) Fleishman, Joel (2007): The Foundation – A Great American Secret. New York: Public Affairs. Lehrack, Dorit (2012): Chinas philanthropischer Sektor auf dem Weg zu mehr Transparenz. Berlin: Maecenata (Opusculum No. 58) McCarthy, Kathleen D. (2003): American Creed – Philanthropy and the Rise of Civil Society. Chicago: The University of Chicago Press Owen, David (1964): English Philanthropy 1660 – 1960. Cambridge (Mass.): Harvard University Press Platon: Eutyphron Prewitt, Kenneth / Dogan, Mattei / Heydemann, Steven / Toepler, Stefan (eds.) (2006): The legitimacy of Philanthropic Foundations: United States and European Perspectives. New York: Russell Sage Rockefeller, John D. (1909): Random Reminiscences of Men and Events. New York: Doubleday. Rohe, Mathias (2009): Das islamische Recht – Geschichte und Gegenwart. Muenchen: Beck _ 79 _ What is a Foundation? A Historical and Transcultural Perspective Sen, Amarty (ed.) (2011): Peace and Democratic Society. Open Book Publishers Smith, Adam (1759/1982): The Theory of Moral Sentiments. Indianapolis Strachwitz, Rupert Graf / Mercker, Florian (eds.): Stiftungen in Theorie, Recht und Praxis. Berlin: Duncker & Humblot Strachwitz, Rupert Graf (2010 a): Die Stiftung – ein Paradox? Zur Legitimität von Stiftungen in einer politischen Ordnung. Stuttgart: Lucius & Lucius Strachwitz, Rupert Graf (2010 b): Foundations, Definition and History; in: Helmut Anheier / Stefan Toepler / Regina List (eds.), International Encyclopedia of Civil Society (vol. 2). New York: Springer Strachwitz, Rupert Graf (2012); Der zivilgesellschaftliche Mehrwert, in: Zeitschrift für Stiftungs- und Vereinswesen, Baden-Baden: Nomos 2/2012, p. 41-48 Strachwitz, Rupert Graf (2013): Muslimische Strukturen im Stiftungswesen – Eine Jahrtausende alte Tradition im Wandel der Zeit; in: Olaf Zimmermann / Theo Geißler (eds.): Islam – Kultur – Politik. Berlin: Deutscher Kulturrat 2013, 145-147 Turgot, Anne Robert Jacques (1757): Fondation; in: Denis Diderot / Jean Baptiste Le Rond de’Alembert (ed.), Encyclopédie ou Dictionnaire raisonné des sciences, des arts et des métiers. 28 vols. 1751-1772. Reprinted in: Oevres de Turgot, Nouvelle édition. Paris 1844 Zunz, Olivier (2012): Philanthropy in America. Princeton/Oxford. _ 80 _ VAKIF NEDİR? TARİHİ VE KÜLTÜRLERARASI BİR BAKIŞ Dr. Rupert Graf STRACHWITZ Maecenata Enstitüsü, Humboldt Üniversitesi – ALMANYA I. Giriş Vakıflar insanoğlunun en eski kültürel başarılarından biridir. En erken Mısır ve Mezopotamya toplumlarında ve antik Yunan ve Roma’da var olduğu bilinmektedir (Cizakca 2000, 5). Vakıflar; Akdeniz mirasımızın ortak bir özelliğidir; en iyi ihtimalle M.Ö. 6’ncı yüzyıl civarında aile dışından olan yabancılara yardım etmek dünya çapında bir özellik olduğundan Hindistan’da, Çin’de ve dünyanın diğer kısımlarında da vakıf geleneği mevcut bulunmaktadır (Armstrong 2006). Arap ve diğer Müslüman ülkeleri; tüm Avrupa ülkeleri gibi zengin vakıf kültürüne sahip olmalarıyla gurur duymaktadır. Oradan da bu kavram Kuzey ve Latin Amerika’ya yayılmıştır ve özellikle 20’nci yüzyılda vakıf kavramının gözle görülür dirilişi Birleşik Devletler’de yaşanmış olup bu diriliş; yardımsever eylemler için vakıfların benimsenmesi veya yeniden keşfedilmesi açısından dünya çapında hükümetleri, bireysel yardımseverleri ve iş kurumlarını etkilemiştir. Ancak, terimin kullanım alanının göründüğü kadar evrensel olup olmadığı açık değildir. Mevcut vakıfların genişliğini analiz ederken büyük farklılıkların olduğunu sezmek çok kolaydır (Anheier ve Daly 2007).Sadece çeşitli hibrit vakaları ve aslında sapıtmalar görülmez. Farklı kültür ve yasal ortamlardaki yayılışa bakıldığında bile çok çeşitli yasal formların ve hatta çok çeşitli uygulamaların ve rol modellerin mevcut olduğu görülecektir. Vakıfların kurulma ve etkinliklerini gerçekleştirme şekillerinde sadece kişisel yaratıcılık göze çarpar değişiklikler yaratmamıştır. Zamanla uygulamalar da elbette değişiklik göstermiştir. Deneyimlerden çıkarılan dersler ve idari düzenlemeler de standart modele uygun olmak zorunda olmayan geleneklerin şekillenmesine yardım etmiştir. Ayrıca temel dini inançlar ve kültürel çerçeveler de kuram, gerekçelendirme ve pratik çözümler üzerinde ciddi bir etki yaratmıştır. Bu gözleme dayanan bu makale; gerçekten de ortak bir payda olup olmadığını inceleyecektir. Kendilerini tanımlamak veya başkaları tarafından tanımlanırken bu terimi kullanan dünya çapındaki tüm organlara uygulanabilecek şekilde anlamlı bir vakıf tanımı yapmamıza olanak verecek yeterli ve geçerli ortak yönlerin olup olmadığı sorusu sorulacaktır. İslam hukuku, Anglo-Sakson hukuku, Roma hukuku ve diğer hukuk sistemleri arasındaki farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda işleyen hipotez; en dar hukuk anlamıyla, verilecek cevabın hayır olduğu şeklindedir. Ancak bu yanıt; sonunda soru ile ilgili olmayacaktır. Bundan dolayı evrensel tarih, kültürel ve sosyo-politik yaklaşım kullanılacaktır. Bu yaklaşımın kültürler arası ve milletler arası olmak zorundadır. II. Bir Vakfın Kuruluşu Özel bir vatandaş tarafından bir vakfın kuruluşu genel olarak üç ana dürtü ile çabuklaştırılır: x Verme dürtüsü (hayırseverlik), x Hatırlanma dürtüsü (hafıza), x Kişinin kendisini diğerlerine empoze etme dürtüsü (hiyerarşi). _ 81 _ Vakıf Nedir? Tarihi ve Kültürlerarası Bir Bakış Adam Smith’i yanlış yorumlayan ekonomistlerin kişinin sadece kendi maddi çıkarları ile hareket ettiği konusunda ısrarcı olmalarına rağmen işin aslı öyle değildir. Adam Smith kendisi şu şekilde devam etmiştir: ‘Şu zamana kadar insanoğlu ne kadar da bencil zannedilmiştir; onun yapısında kendisini diğerlerinin şansı ilgilendirdiği ve kendisi için gerekli mutluluğu bulduğu bazı ilkelerin olduğu açıktır; herkesin insan hassaslığı için hareket ettiğini, diğerlerine saygı gösterdiğini görmenin verdiği haz dışında bundan elde edeceği başka hiçbir şey olmasa bile’ (Smith [1759] 1982, 9). Tüm dinlerin empatiye, başkaları ile paylaşmayı ve temel dini inançlarından dolayı yoksullara bağış yapılmasını teşvik etmesi tesadüfi olmadığı gibi insanoğlunun temel dürtüsüne de aykırı değildir (Fleishman 2007, 46-47). Biyologlar; bağış yapma uygulamasının bazı hayvanlarda gözlemlenebildiğini söylemektedir. Bunun için, bu dürtünün tamamıyla yok olması halinde toplumun kesinlikle parçalanacak olmasına rağmen kimsenin bunun meydana gelmesinden korkmasına gerek yok. Ancak bağış yapmak çok farklı şekillerde meydana gelebilir; zaman, teknik bilgi, ün, yaratıcılık ve ayrıca maddi varlık vermekten meydana gelebilir. Eşit derecede temel hatırlanma isteği ile de birleşince bağış yapmak; dini inanışların vermeyi ebedi kurtuluş için ön koşul koyduğu göz önüne alındığında sürdürülebilir bir şey için mücadele etmeye yol açar. Bu, değerli sanat çalışmasının bağışlanmasına yol açabilir. Veya, hayırseverlik terimini ilk kez kullanan Plato’nun da bize dediği gibi öğrencileri ve diğer dinleyicileri ile ücret almadan kendi bilgilerini paylaştığından dolayı kendisini hayırsever isimlendiren Sokrat olabilir (Plato 3 d). Temel insan dürtüsü olarak kolaylıkla fark edilebilecek dürtü olarak tanımlanabilecek insanın kendisini diğerlerine kabul ettirme isteği ile hayırseverlik ve hatırlanma olgusu birleşince bu hayırseverlik ve hatırlanma olgusu; kişinin Allah’ın emri veya Allah’ı memnun eden bir eylem olduğuna inanması her zaman olmasa bile genellikle hayır yapabilme konumunda olan bir vatandaşı kendi hayırseverliğini sürdürebilir bir kuruma uygun hale getirmeye itebilir. 1909 yılında John D. Rockefeller; ‘Zengin adamlar üzerine araştırma yaparken, hiçbir şey bulamasam bile, onların harcanan para için gerçek eş değeri nasıl teminat altına aldıklarını, yani parayı sonsuza dek sürecek hoşnutluk etkisi yaratacak yere vererek haz almaya çalıştıklarını gördüm’ diye yazmıştır (140-141). İtiraf etmeliyiz ki; her vakfın kurulmasını tetikleyen unsurlar arasında bu dürtüler olmamaktadır. Vakıf kuruluş gerekçeleri içerisinde siyasi hedefler ve gizli dürtüler olmakla birlikte özel vatandaşlar ve aileler tarafından gerçekleştirilen kurulumlar genellikle bu şekilde davranmamaktan daha fazlasıdır. Kurumların vakıflar kurması durumunda en çok kurumsal sosyal sorumlulukları ve/veya kamu ilişkileri hedefleri açısından durum farklıdır. Hayırseverlik ve hatırlanma öncelikli değildir; siyasi amaçlar hakim olurken hiyerarşi, tek marjinal önem kaynağı olabilir. Ancak hayırseverlik, hatırlanma ve hiyerarşi hiç dahil edilmese bile kurumun başka opsiyonlarının olabileceği de belirtilmelidir. Son dönemlerde istekli vakıf kurucuları olan parlamentoların, hükümetlerin ve hükümet kuruluşlarının genellikle vakıf kurmada siyasi nedenleri vardır; ancak burada bile hatırlanma ve hiyerarşi de en azından kuruluşa neden olan gizli gündem maddesi olarak analiz edilmelidir. Ve son olarak, vakıf kurmadaki ana güdüsünün fon sağlama olduğu sivil toplum kuruluşları; vakıf modeline baktığımızda, hiyerarşik kurumunun heterarşik kuruma olan üstünlüklerini görememektedir (Dreher 2013). _ 82 _ Dr. Rupert Graf STRACHWITZ Özetlemek gerekirse tüm kuruluşların her zaman hayırseverliğin bir ifadesi olmaması ve her zaman özek vatandaşlar tarafından kurulmaması ile birlikte tüm mevcut vakıfların hiyerarşik kurum kavramını içerisinde barındıkları söylenebilir. Bu; tüm vakıfların kamu iyiliğini ilerletmek için var olduğunu ima etmez. Pek çok ülkede emeklilik aylıkları, kurucu ailesinin desteklenmesi, iş şirketini kontrol etme ve diğer hedefler; vakıf modeli kullanılarak elde edilebilir. Ancak terimin açık bir şekilde kötüye kullanılması hariç tutulması koşulu ile sürdürülebilir hiyerarşinin kurulması her zaman gerekçelendirmenin bir parçasıdır. Geniş çapta bakıldığında toplum açısından topluma zarar vermediği sürece bu kabul edilebilir bir şeydir. Aydınlanma dönemi Fransız filozofları; vakıfların varlığı aleyhinde tartıştıklarında gerekçelendirme; daha büyük toprak hissesine sahip olan ve mutlak hedeflerin peşinde koşan vakıfların topluma zararlı oldukları yönündeydi (Turgot[1757] 1844, 299-309). Geç 18’inci yüzyıl Fransa’sının sivil kamu yararı eylem şekillerini uyguladığı veya 20’nci yüzyıl totaliter rejimlerin yaptığı gibi takip edeceği bireysel dürtüleri olmayan ‘yeni insan’ yaratmaya çalışan toplumsal modelleri hariç bırakılması koşulu ile bu kabul edilebilirlik ilkesinin geçerli ve meşru olduğuna karar verilmiştir. Aslında İslami toplum hükümetleri; bireyin dini kanıları gereği kendi seçim yapması veya kendisini zorunlu hissetmesi durumunda vatandaşın, vakfeden, yani kurucu olduğu boyuta kadar ibadetini yapmasına müdahale etmekten men edilmiş gibi görünmektedir (Dafterdar 2013). III. Kurumsallaştırılmış Eylem Tarihte en erken toplumların ortaya çıktığı günlerden itibaren iki temel kurumsallaştırılmış eylem modeli olduğu sonucuna varılabilir. Bunlardan ilki; diğerlerinin takip etmeye istekli veya aslında zorlandığı bireyin isteğine dayanır. İkincisi ise; şekillendirmede ve yeniden şekil vermede sürekli yer alacak tüm ilgili kişilerin kolektif isteğinin sürekli gelişmesine dayanır. Bunlardan ilki; hiyerarşi olarak tarif edilebilirken ikincisi heterarşi olarak tanımlanabilir (Dreher 2013). Her iki model de siyasi toplumların gerçekliğinde vücut bulmaktadır. Bir monarşi için hiyerarşi kelimesi çok uygun olurken cumhuriyet için de heterarşi veya tam da monarşiye denk gelecek kelimeyi kullanacak olursak poliyarşi uygun olacaktır (Fleishman 2007, xvi / 32). Var olan devletlerin pek çok durumda bu modellerden hiçbirini saf bir şekilde uygulamadıkları da açıktır. Pek çok modern monarşi aslında anayasaları esas almıştır ve Plato’nun ve Aristoteles’in de M.Ö. 4’üncü yüzyılda işaret ettiği gibi pek çok demokraside güçlü liderler en azından kendi dönemlerinde kendi isteklerini empoze ederken zayıf monarşiler düzenli bir şekilde başkalarının isteklerine bağlı kalmışlardır. Ancak iki temel ilkenin de var olduğunu söylemek yanlış olmaz. İş dünyasında da genellikle nesiller boyu bir aile tarafından sahip olunan ve yönetilen özel iş yerleri ile işletme lisansının hissedarların ortak kararına bağlı olduğu kamu kurumları ve iş ortaklıkları arasında da bir ayrım söz konusudur. Aynı şey farklı inançlar için de söylenebilir. İslamiyet ve Hıristiyanlık; Allah’ın emri ile hareket eden sırasıyla İslam Peygamberi’nin ve Hazreti İsa’nın kendi dinlerinin ilkelerini ilelebet koyduklarına inanırken Yahudiler ve pek çok diğer dinler belli başlı liderlerin önemini onaylarken din topluluğunun tüm üyelerinin katılacağı en temel ilkeler üzerinde sürekli tartışılabileceğini _ 83 _ Vakıf Nedir? Tarihi ve Kültürlerarası Bir Bakış vurgulamaktadır. Temel inançların yanı sıra güçlü kültürel gelenekler, kurumun hangi modeli takip edeceğini belirler. Heterarşik model genellikle modern demokrasilerde seçilirken ve bundan dolayı pek çok kişi tarafından meşru model olarak görülürken aslında hiç de öyle değil. Kanun kuralları ve aslında insan hakları; hiyerarşik modelleri kapsamaktadır ve hatta demokratik toplumlarda bile kendisi içerisinde hiyerarşik olan kuruluşlara sahip olmak için gayrimeşruluğun bir yana bırakılması yasa dışı değildir. Sonuç olarak her iki modelin de antropolojik süreklilikler ile ilgili olduğu ve bir toplumu tamamıyla birine veya diğerine göre organize etmeye çalışmanın boşa çaba olduğu söylenebilir. Modern toplumların kamu küresini devlet, pazar ve sivil toplum olmak üzere üç alandan oluşan yapı olarak tanımlamaya çalıştıkları düşünüldüğünde her iki model kurumunun da diğer ikisinde olduğu gibi sivil toplum alanında da mevcut olup olmadığını sormak gerekir. Genellikle üyelik kuruluşlarının, üyelerinin kendi kuruluşlarının kaderini belirledikleri birlikler, topluluklar ve kulüpler gibi sivil toplumun kurumsal sırt kemiği olduğu düşünülür. Ancak vakıflar, kamu yararı gözeten kuruluşlar olarak tanımlandığında sivil topluma yönelik hiyerarşik modelin sağlanmasında bir boşluk doldurulabilir. Vakıfların nasıl ortaya çıktıklarına ve işlediklerine daha yakından bakmak gerekirse bunların gerçekten de sivil toplumun bir parçası olup olmadıklarını ve böylece kendi hiyerarşik bileşeni olarak tanımlanıp tanımlanamayacakları sorusu sorulmalıdır. Bu konu; dini toplulukların sivil toplumun bir parçası olup olmadığı problemi ile birlikte ele alındığında daha ilginç ve bir o kadar da karmaşık hale gelmektedir. Bu tartışmaya girmenin yeri değil; üç alan veya üç küre modelini uygularken devletin ve kendi haline bırakılan piyasanın tanımlayıcı özelliklerini karşılamadıklarından dolayı dini topluluklarının sivil toplum içerisindeki aktörler arasında sayılmasının mantıklı göründüğü görüşünü s.a.v.unacağım. IV. Sivil Toplumdaki Vakıflar Modern sivil toplum yedi farklı işlevi gerçekleştirmektedir (Strachwitz 2012, 41). Aslında pek çok sivil toplum kuruluşları birden fazlasını yerine getirmektedir. Bu fonksiyonlar şunlardır: x x x x x x x Siyasi ihtiyat (ses), Hizmet sağlama, Danışmanlık, Bekçilik etmek (yolsuzluklara karşı), Aracılık, Öz yardım, Toplum inşa etme. Uygulamada vakıflar; bu fonksiyonların hemen hemen hepsi ile iştigal olmaktadır. Bunlardan pek çoğu; ibadethane, hastane, okul, sanat müzesi ve diğer kamu yararı kurumlarına bol miktarda sahip olanlar ve bunları yönetenler olarak bilinmektedir. Hizmet sağlama; diğer sivil toplum kuruluşlarında olduğu gibi vakıflar için de işletme modelidir. Bazı kuruluşlar, _ 84 _ Dr. Rupert Graf STRACHWITZ özellikle de son yıllarda, çevre, sivil haklar, kadın konuları vb. alanlarında işlev gösterme amacıyla etkin kampanyalar düzenleyerek danışmanlık kuruluşları olarak ortaya çıkmışlardır. Bundan dolayı en yaygın yanlış anlamalardan bir tanesi vakıfların illaki hakim bir şekilde hibe yapan kurumlar olduğu yönündedir. Özellikle Birleşik Devletler’de ve Birleşik Krallık’ ta genel vakıf kavramı; işlerine fon sağlayarak hükümet ve sivil organlara yardımcı olması ile ilgilidir (Fleishman 2007, 50). Bunun için yeteri kadar kanıt olmadığı gibi ayrıca hayırseverlikle ilgili tehlikeli bir yanlış algılamayı da yansıtmaktadır. Bir vakıf, hayırsever kurumudur. Bunun nedeni, bir kişinin bunu hayırsever ruhla kurmuş olmasıdır; kuruluşun kendisi hayırsever yapıda hareket etmesi değildir. Hayırseverliğin; vakfeden, yani kurucu ile ilgili durumda olduğu gibi gönüllülükle alakalı olması gereklidir. Ancak ortaya çıkan kurumun; kuruluş dokümanlarında açıklandığı şekilde kurucusunun yapılmasını istediklerini yapmak zorunda olmak dışında başka bir seçeneği olmayan bir yapıdır. Vakıf; bağış yapmama veya almama opsiyonuna sahip değildir. İdareci, mütevelli, kayyum, kurul üyesi, yönetici vb. hayırseverlerin isteklerini yürüten kişidir. Bu konumlardaki kişiler hayırsevermiş gibi bir havaya girse bile aslında onlar hayırsever kişiler değildir. Hayırseverlikle yapılan işte bu yanlış yorum; bilim adamlarının ve uygulamacılarının bağış yapmanın ve bir kurumu yönetmenin birbirine bağlanamayacak kadar çok çeşitli etkinlikler olduğunu ileri sürerek tek bir ortak tanımın olmadığını ileri sürmelerine yol açmıştır. Bu bağlamda bağış yapmak aracılık başlığının altına girerken bir vakıf ise servis sağlayıcısı olarak konumunu koruyabilir. Son dönemlerde bu kavram; pek çok bağış yapan vakıfların kendi pasif yaklaşımlarından dolayı eleştiriye maruz kalmaları ile bir projenin veya hatta bir kurumun yönetimini üstlenmeleri ile ilgili vakalarda olduğu gibi daha pro-aktif rol almayı tercih ettikleri gerçeği ile çelişmektedir. Böylece, bağış yapma ve işletme arasındaki ayrım giderek artan bir şekilde daha da belirsizleşti. Günümüzde sivil toplum içerisinde hem vakıfların hem üyelik kuruşlarının bağış yapanlara aracılık ettiğini ve işleten yapılar olarak hizmet sağlayıcıları olduğunu belirtmek kesinlikle doğru olur. Benzer şekilde, politik ihtiyat iki şekilden biriyle meydana gelebilir. Günümüzde büyük vakıflar; siyasi karar veren birimlere analizleri, araştırma ve politika çalışmalarını sağlama konusunda önemli rol oynar ve eleştirme boyutuna kadar siyasi kararlara yol açacaklarını umdukları ve genel çıkarı ilgilendiren siyasi tartışmalara faal olarak katılabilir. Demokratik bir şekilde politika kararlarını veren üyelik tabanı ile desteklendiklerinden dolayı üyelik kuruluşlarının bu şekilde hareket etme konusunda daha fazla meşruluğu vardır. Bu tartışma üyelerin rolünü abartır ve tabanın sadece birkaç kişiden meydana gelen olağan dışı bir şekilde küçük olabileceği gerçeğini görmezden gelir. Ancak, vakıfların dünya çapında hem sayıca hem de ölçü olarak büyümesi ile birlikte bu düşüncenin daha da güçlü bir şekilde ileri sürülmesini bekleyebiliriz. Vakıfların kendi yapıları dolayısıyla iştigal edemedikleri iki sivil toplum fonksiyonu vardır. Spor kulüplerinden hasta kuruluşlarına kadar öz-yardım kuruluşları; benzer çıkarları olan ve bu çıkarları karşılamak için bir araya gelen üyeler ilkesine dayalı olarak çalışmaktadır. Bu elbette ki üyelerin olmasını gerekli kılmaz. Vakıflarda fiili kurum değil de kurul ve heyet üyeleri olabilir. _ 85 _ Vakıf Nedir? Tarihi ve Kültürlerarası Bir Bakış Bazı yasal ortamlarda kuruluşlar hem vakıf hem de üyelik kuruluşları olarak mevcut olabilir; bu da elden çıkarılamaz varlıklar ve kuruluşun temel amacı dışında üyelerin pek çok konuda karar almalarına olanak tanır. İngiltere’deki National Trust; bu hibrit tipe güzel bir örnektir. Kültürler arası bağlamda bu kesinlikle bir istisnadır. Vakıfların fiilen aktif bir şekilde iştigal olmasının mümkün olamayacağı diğer bir alan ise toplumun inşa edilmesidir; bu alan, politik toplulukların giderek artan bir şekilde yıprattıkları ve dini toplulukların giderek artan oranda sivil toplumun bir parçası olarak görüldüğü göz önünde bulundurulduğunda, belki de en baskı yapıcısı ve sivil toplumun en vaat edici konularından biridir. Benzer şekilde pek çoğunun yaptığı gibi vakıflar toplum inşa etme süreci ile ilgilendikçe bunlar hibrit olarak sınıflandırılmalıdır. Çünkü yine bu; diğer temel ilkelerden herhangi birinde olduğu gibi üyelerin inanç temellerini yeniden tanımlama konusunda verdikleri kararın kapsamı dışındadır. Genel olarak, bir vakıf; fon ve olasılıkla teknik bilgi sağlama konusunda aracı olabilirler; ancak kurucunun isteğinden bağımsız olarak toplumları inşa eden kendi üyeleri ile yakından ilişkili olmak zorundadır. Özetlemek gerekirse vakıflar kesinlikle bağış yapanlardan daha fazlasıdır. Bunlar karşılığında hizmet sağladıkları, davanın koruyucuları veya danışmanları sıfatıyla hareket ettikleri toplumda politika ve söylem platformları olan kendilerine ait kurumlarını ve programlarını yürütmektedirler. Bu; onların sivil toplumda geçerli ve meşru aktörler haline getirir ve böylece gönüllü özel ve bireysel eylemlerden ayrılırlar. Ne yaparlarsa yapsınlar kamu küresinde sorumludurlar ve aslında hesap verebilen aktörler olup kendisi tarafından veya kanunlarca konulan kurallara ve düzenlemelere riayet etmeleri gerekmektedir. V. Bağış Genellikle genel kamuda vakıfları diğer organlardan ayıran asıl unsurun tasarruflarında bulunan bağış olduğuna inanma eğilimi vardır. Pek çok kişi; bu bağışın ille de maddi olması gerektiğini, kurucu tarafından sağlandığını ve vakfın etkinliklerine para kaynağı sağlamak için kar ürettiğini ekleyebilir. Tabi ki, bu model herhangi bir kültürel bağlamda pek çok vakfa uygulanır. M.Ö. 6’ncı yüzyılda Roma İmparatoru Justinian emri ile sisteme bağlanan hem İslami hem de Avrupa vakıf kanunu için önemli yasal tabanı oluşturan Roma hukuku; vakfı insanlara dayalı universitaspersonarum’ın tersine, bağışa dayalı, doğalın tersine ahlaklı kişi universitasbonorum, şeklinde tanımlamaktadır. Ancak daha yakından incelendiğinde bunun kısmen doğru olduğu ama tanımlayıcı bir unsur olmadığı ortaya çıkmaktadır. Birincisi, farklı tipolojiyi tanıtırken vakıflar şu şekilde sınıflandırılabilir: x x x x Sahipler, Bağış yapanlar, İşletenler, Müşfikler. _ 86 _ Dr. Rupert Graf STRACHWITZ Çok sayıda vakıf, özellikle de dini açılımları olan vakıflar ‘sahipler’ tipine girmektedir. Bunların nispeten çok az vakada bakımını ve onarımını yaptırmaya olanak verecek şekilde bağışları olan, ilk başta kurucusu tarafından büyük bir olasılıkla kendilerine ait olmayan paralarla yaptırılan ibadethaneleri olabilir. Yine nadiren de olsa, cemaat üyelerinden ve diğer kaynaklardan destek verilmesine ihtiyaçları olacaktır. Bunun vakıf olarak kurulmasının nedeni; ayakta duran binanın ve arsanın ömür boyu ilk amacını sürdürmesini sağlamaktır. Aynı şey; kendi araçlarına bırakılan ve bazılarının günümüze kadar sürdüğü antik Yunan ve Roma’daki sütun ve anıtlara yapıldığı gibi, kamu müzesine ömür boyu ve elden çıkarılamaz bir şekilde ödünç verilen sanat eserleri için de geçerlidir. Açıkçası, kurucunun isteğine uygun bir şekilde elden çıkarmama modelinin uygulanmasında gelir konusu önceliğini kaybeder. Gerçekten de pek çok vakada vakıf kurulduktan sonra fon akışı hiç de yoktur. Benzer bir durum işletme vakıfları için de ele alınabilir. Bir okul veya hastane işleten bir vakıf; bağıştan gelen gelirden çok daha fazla verdiği hizmetlerinin karşılığında elde ettiği ücretlere güvenir. Bu; hizmet ve ücretle eşleşen ve bu açıdan herhangi diğer okul veya hastaneden farkı olmayan bir iş planı üzerinde çalışacaktır. Ancak kurumu işletmeye devam etmek için çok daha zorlu bir yükümlülüğü yerine getirecekler ve çok büyük bir olasılıkla kurucusu tarafından konulan bir dizi kurallara uymak zorunda kalacaklardır. Örneğin, okul erkek ve/veya bayan öğrenciler için olabilir ve hükümet makamları bu kısıtlamayı ihlal edemezler. Ayrıca, bağış yapma ve hatta yüce gönüllü vakıflar da kendi bağışlarından elde edilen olası kârın ötesinde fon kaynakları arayabilir. Kamu fonu sağlama ile uğraşabilirler, hükümet bağışları için başvuru yapabilirler ve iş kurumları ile sponsorluk sözleşmeleri müzakere edebilirler; aslında pek çok vakıf; dış gelir kaynakları olmasa bağış yapanlara karşı yükümlülüklerini gerçekleştirebilecek ve kendilerine sunmak için davet ettikleri kişilerin taleplerini karşılayabilecek durumda olamazlar. Bazı yargı alanlarında vakıfların üçüncü taraflardan fon almaları yasaklanması; bunun genel ilke olacağı anlamına gelmez. İlave bir husus eklenebilir: Tarihte vakıf kurucusunun motivasyon kavramından sorumlu olduğu pek çok durum vardır. Bu onun fikriydi, destek oldu ve vakıf da onun adını taşıyor. Ancak bağışın sağlandığı yer onun varlığı değildir. Kamu bağışı olabilirdi. Ve son olarak, bazı durumlarda, nadir de olsa, kurucunun fikri veya kişiliği o kadar güçlüdür ki sadece onun fikri kurumsallaştırılabilir. Fikrin etki yaratmasını sağlamak için ilave varlığa gerek yoktur. Tamamıyla fikirden doğmuşlardır. Özetlemek gerekirse vakıfların varlığa dayandırılması gereklidir; ancak bu varlık dayanağının maddi olması gerekmediği gibi kurucusu da sağlamamış olabilir veya kâr getirmeyebilir ve son olarak da gelir kaynağı sağlayamayabilir. Ve yine de bazı yasal çerçeveler, vakıfların varlıklarını tasfiye etmek için tuttukları varlıkların yapısını sınırlandırmalarına rağmen bu uygulama genel olmaktan çok uzaktadır; tanımlayıcı kural olarak bir kenara bırakılmalıdır. Vakıflar; toplumun yararı hedefleri ile ilgili olan veya olmayan toprak sahipleri olabilir, işyeri şirketleri olabilir veya akla uygun diğer türden aktifleri elinde bulundurabilir. _ 87 _ Vakıf Nedir? Tarihi ve Kültürlerarası Bir Bakış VI. Sonuç Vakıflar çok çeşitli yasal şekillerde mevcudiyetlerini bulmakta ve çok çeşitli fonksiyonları yerine getirmektedirler. Bunlar; kimse tarafından sahip olunmayan otonom yasal kuruluşlar olabildiği gibi kayyumların yasal olarak sahip oldukları trustlar; medeni ve kamu kanunda özel mevzuata tabi olacak şekilde şirket oluşturabilir. Bunların yasal kişilikleri olabilir veya olmayabilir; kamu yararının peşinde koşabilirler veya koşmayabilirler; vergiden muaf olabilirler veya olmayabilirler; çok çeşitli kurallara ve düzenlemelere tabi olabilirler veya olmayabilirler. Bunlar hayırseverliğin bir ifadesi olabilirler veya olmayabilirler; kurucunun varlığının ortak iyilik için harcamak için bir araç olabilirler veya olmayabilirler. Bunların genellikle uzun dönemli, sürdürülebilir bakış açısı olacak ancak illaki de ömür boyu sürmek için kurulmayabilirler. Bunlar elbette ki sonsuza kadar sürecek değiller. Ancak mevcut oldukları sürece kurucusunun istediğini takip etmeye ve dolayısıyla hiyerarşik kuruluş olmaya mecburlardır. İdareciler, kurullar, mütevelliler ve kayyumlar karar verebilirler; ancak sadece ilk senedin kendilerine sundukları kapsam içerisinde sınırlı kalmak zorundadırlar. Elbette kurucunun isteğinin ötesine geçme veya bunu değiştirme hakları yoktur. Ancak yine de düzenli sivil toplumda kurum olarak toplumsal eylemin meşru şeklini temsil ederler. Bu formül vakıfların girebileceği tüm şekiller için geçerlidir. Bu yüzden hiyerarşik kurumlar olarak birbirlerine ortak tanımla bağlıdırlar. Bu anlamda İslami vakıf; Alman Stiftung’tan, French Fondation’dan, Hollanda Stichting’ten, İtalyan Fondazione’den ve İngilizce konuşulan ülkelerdeki Foundation’dan çok da uzak değildir. Antik vakıflar ve modern vakıflar, dini ve laik vakıflar ve dünyanın her bölümündeki vakıflar; kendilerini diğer kuruluşla ilgili şekillerden ayıran ve hepsini dini, tarihi, kültürel ve yasal bölümler etrafında birleştiren kurucunun isteğine bağlı kendisine özgü bir özelliği taşır. Bunlar elbette ki ‘Batı’ icadı değildir. Böylece tanımlanmış olan vakıf; kamunun dikkatini çeken ve olasılıkla eleştirisini alan ama aynı zamanda genel olarak dünya çapında fark edilen ve daha fazla araştırması yapılan eşsiz kurum tipidir. Evrensel vakıf tanımının yapılıp yapılamayacağı sorusuna verilen yanıt açıkça ‘evet’tir: Bir vakıf; kurucusunun isteği ile belirlenen kararları ve eylemleri olan bir kurumdur. Bundan dolayı THE vakfının sosyal değişime ve toplumun huzurlu bir şekilde gelişmesine katkı sağlayan unsurlar olarak sayılması doğru ve uygundur. Kısa ömürlü popüler fikirlerin nispeten gizli yapılan gelenekler kadar toplumu şekillendirmede güçlü etkiye sahip olduğu bir zamanda geleneği açık bir şekilde belirtilen bir kurumun oynayacak rolü vardır. _ 88 _ '(),1,1*7+(7(50)281'$7,21 $0$/$:,$1(;3(5,(1&( $EGXOODK2PDU,VVD0'$/$ 0XVOLP$VVRFLDWLRQRI0DODZLr0$/$:, 1. Introduction Foundations are stand alone institutions that exist in many governments around the world. The main purpose of such entities is to improve and enrich societies where these foundations work rather than to make financial profits for themselves. Given this fact, there are different terminologies that are used in different countries, there is a need for researchers to look for a general terminology of the term foundation and its other related terms like endowment, trust and waqf. These terms mean the same although there are some aspects where they differ theoretically as well technically. The aim of this presentation is to explore some meanings attached to the term foundation in relation to the African context in general and Malawi in particular. A number of various terms are used by different foundations to include different combinations of activities done by individual sectors like general charity, faith groups and community interest foundations. After exploring different understanding of the term foundation the paper will recommend a working definition. Before we define the concept of Foundation, it is important to outline some of the purposes of the nonprofit sector where foundation derive from. Among them are: x to improve and enrich society x to create social wealth rather than material wealth. According to the common understanding behind this categorization of the sector is that it exists to make a difference to society rather than to make financial profits 2. What is a foundation then? From an American set up, a foundation is a body pursuing, a defined purpose. Foundations can be built on the basis of different legal forms for a variety of aims. Most foundations are set to serve charitable purposes. Like in the United Kingdom, numerous philanthropic and charitable formations are regarded to be foundations. _ 89 _ Defining the Term Foundation: A Malawian Experience Like in UK, in Canada, a foundation is defined as a non-governmental entity that is established as a nonprofit corporation or a charitable trust, with a principal purpose of making grants to unrelated organizations, institutions, or individuals for scientific, educational, cultural, religious, or other charitable purposes. This latter definition is what is found in an African set up in general and Malawi in particular. In agreement to the above definitions, Sembereka, 2013, argues that in a Malawian set up, there are value based and faith based foundations which follow under public as well as private categories which will be elaborated later. 3. Types of Foundation The philanthropic world in general and Malawi in particular consists of two principal types of foundations, private and public. A. Public Foundation A public foundation is also called a grantmaking public charity. They raise money from the public (individuals, corporations, and other foundations) to provide grants for their service delivery. According to (Buteau.E and A Brock 2011). There are numerous types of public foundations: 1. Community Foundations seek support for themselves from the public, but like private foundations provide grants. Their grants primarily support the needs of the geographic community or region in which they are located. Due to broad public support. In Malawi we have Angaliba Foundation. 2. Faith Based Foundations Faith based organizations, such as churches, Masjids which are charitable, have a primarily religious motivation. Some faith-based organizations also set up projects that are separately constituted to address specific social needs, and these are included as voluntary sector. 3. Other Public Foundations include funds serving other population groups and fieldspecific funds like special foundations for the people with special needs. B. Private Foundations: Private Foundations are nongovernmental, nonprofit organizations with funds (usually from a single source, such as an individual, family, or corporation) and programs that are managed by their own trustees or directors and established to maintain or aid, primarily through grantmaking, social, educational, religious, or other charitable activities serving the common welfare. Categorization of Private Foundation _ 90 _ Abdullah Omar Issa MDALA Some have categorized private foundations into three types while others have categorized a foundation into two as follows: The Categorization into three types: 1. Independent or Family Foundations receive endowments from individuals or families (and, in the case of family foundations, they continue to show measurable donor or donorfamily involvement). 2. Company-Sponsored or Corporate Foundations receive funds from their parent companies, although they are legally separate entities. 3. Operating Foundations run their own programs and services and typically do not provide much grant support to outside organizations The categorization into two types is as follows: A private nonoperating foundation that grants money to other charitable organizations A private operating foundation distributes funds to its own programs that exist for charitable purposes Some describe a private operating foundation as a cross between a public charity and a standard private “grant making” foundation. Like a public charity, it has a specific focus and conducts its own charitable activities. Like a standard private foundation, it is usually controlled by the donor or the substantial contributors. To qualify as a private operating foundation, the foundation must do more than simply conduct its own charitable activities. In addition, most of its income, assets, and any support it receives, must be used directly in the active conduct of its charitable activities. Whatever the category a foundation may follow under, both types of private foundations are subject to certain restrictions and requirements. For example, they must distribute a specific portion of their income for charitable purposes each year, and they cannot do business with their major contributors (Salamon, L.M, 1996:28) Examples of the above foundations include Al-Haramayn Foundation from Saudi Arabia, China Foundation for poverty Alleviation Mo Ibrahim Foundation from United States of America, Al-Imdaad Foundation and Gift of the Givers Foundation both from South Africa . Joyce Banda Foundation and Angaliba Foundation both from Malawi and IHH Humanitarian Relief Foundation (Turkish: İHH İnsani Yardım Vakfı) _ 91 _ Defining the Term Foundation: A Malawian Experience Conclusion Having defined the term foundation from different perspectives, it is challenging to come up with a unified definition of a foundation. Nonetheless, given the similarities of activities various foundations operate in, the present paper suggests that a foundation is an organization established to provide services for the welfare of the people. Foundations have made important contributions to development in many countries. Foundations are increasingly involved in public-private partnerships whose activities range from crop and disease research to improving infrastructure, especially water supply and human rights. They have also evolved innovative approaches to building democratic life in developing countries. Better information exchange with official aid agencies and appropriate fiscal encouragement of their activity can help maximize foundations’ future development contribution. References 1. Al Imdaad Foundation, Internet Source accessed on 30th August 2013, https://www. alimdaad.com/Main.aspx 2. Boris E.T et all, 2006. Foundation expenses and compensation, how operating characteristics influence spending, foundation center. New York. 3. Buteau.E and A Brock 2011, Rhetoric versus Reality, A strategic Disconnect at Community Foundations. 4. China Foundation for Poverty Alleviation, Internet Source accessed on 20th August 2013/ /http://www.chinacsrmap.org/Org_Show_EN.asp?ID=117 5. Gift of the Givers foundation , Internet Source accessed 30th August 2013 http://www. giftofthegivers.org/ 6. Hall, Peter Dobkin. “A Historical Overview of the Private Nonprofit Sector,” in Powell, 1987 7. Joyce Banda Foundation internet Source accessed on 22 August 2013. http:// joycebandafoundation.com/programs.html 8. Lloyds tsb foundation for England and Wales, Internet Source accessed on 30 August 2013. http://www.lloydstsbfoundations.org.uk/Pages/Welcome.aspx 9. Mo Ibrahim foundation, Internet Source accessed on 22 August 2013.( http://www. moibrahimfoundation.org/). 10. Pierce. T , 2013. What it takes to be a private operating foundation. a non published paper for attorney at law. 11. Salamon, Lester M. America’s Nonprofit Sector: A Primer. New York: The Foundation Center, 1992. 12. Salamon,L and Helmut K.A 1996: Defining the non profit Sector: Across-National Analysis, forthcoming, Manchester: Manchester University Press 13. Sembereka Mc Donald: 2013, personal interview with Presidential Advisor on Non Governmental Organizations, government Offices: Blantyre. Malawi Types of Foundations, Internet Source accessed 15th August 2013. http://www.coloradofunders.org/index.cfm?fuseaction=Content.Types_of_Foundations _ 92 _ VAKIF KAVRAMINI TANIMLAMAK: MALAVİ TECRÜBESİ Abdullah Omar Issa MDALA Malavi Müslüman Birliği – MALAVI 1. Giriş Vakıflar; tüm dünyada pek çok devlette mevcut olan bağımsız kuruluşlardır. Söz konusu kuruluşların ana amacı; kendileri için maddi kârlar elde etmek yerine çalıştıkları toplumları geliştirmek ve zenginleştirmektir. Bu gerçek göz önünde bulundurulduğunda farklı ülkelerde kullanılan farklı terminolojileri vardır; araştırmacıların vakıf teriminin genel terminolojisine ve vakfiye, trust ve vakıf gibi diğer ilişkili terimlere bakması gereklidir. Terimler teknik açıdan farklılık gösterdiği gibi kuramsal olarak da bazı hususlar olmasına rağmen bu terimlerin hepsi aynı anlama gelir. İşte bu sunumun amacı; genelde Afrika, özelde ise Malawi bağlamında vakıf kelimesi ile bağlantılı bazı anlamları incelemektir. Çok çeşitli terimler; genel hayırseverlik, vefalı gruplar ve kamu çıkarını düşünen kuruluşlar gibi bireysel sektörler tarafından yapılan farklı etkinlik kombinasyonlarını içerecek şekilde farklı vakıflar tarafından kullanır. Vakıf teriminin farklı şekilde anlaşılmasını inceledikten sonra bu makale; işe yarayan bir tanım önerecektir. Vakıf kavramını tanımlamadan önce vakfın türediği kâr amacı gütmeyen sektörün hedeflerin bazılarının genel hatlarıyla belirtilmesi önemlidir. Bunların arasında: x Toplumu geliştirmek ve zenginleştirmek; x Maddi varlıktan ziyade toplumsal varlık oluşturmaktır. Genel anlayışa göre sektörün bu sınıflandırmasının arkasında; maddi gelirler elde etmekten ziyade topluma fark katma amacı yatmaktadır. 2. O Halde Vakıf Nedir? Amerikan açısından bakıldığında bir vakıf; tanımlanmış bir amacın peşinde koşan organdır. Vakıflar; çeşitli amaçlar için farklı hukuki şekillere dayalı olarak kurulabilir. Vakıfların çoğu hayır işlerine hizmet etmek için kurulur. Birleşik Krallık’ ta olduğu gibi çok sayıda bağış yapan ve hayırsever oluşumlar vakıf olarak görülmektedir. Birleşik Krallık’ ta olduğu gibi Kanada’da da vakıf; bilimsel, eğitimsel, kültürel, dini veya diğer hayır işleri için ilişkisi olmayan kuruluşlara bağış yapma amacı ile kâr amacı gütmeyen kuruluş veya hayırsever trust olarak kurulmuş sivil kuruluş olarak tanımlanmaktadır. Bu ikinci tanımlama genelde Afrika’da özelde ise Malawi’de gözlemlenen kuruluş şekli ile aynıdır. Yukarıdaki tanımlamaları kabul eden Sembereka 2013; Malawia kurulumunda daha sonra da ele alacağımız özel kategorilerin yanı sıra kamu kategorilerini de takip eden değer tabanlı ve inanç tabanlı kuruluşlar olduğunu ileri sürmektedir. _ 93 _ Vakıf Kavramını Tanımlamak: Malavi Tecrübesi 3. Vakıf Tipleri Genel olarak hayırsever dünya ve özelde Malawi; kamu ve özel olmak üzere iki ana tip vakıftan meydana gelmektedir. A. Kamu Vakfı Kamu vakfına ayrıca bağış yapan kamu yardım derneği de denir. Hizmetlerinin verilmesi için fonları sağlayabilme amacıyla kamudan (bireylerden, kurumlardan ve diğer vakıflardan) para toplarlar. (Buteau.E ve A Brock 2011)’e göre: Çeşitli kamu vakfı tipleri vardır: 1. Toplum Vakıfları; kendileri için kamudan destek ararlar; ancak özel vakıflar gibi bağış sağlarlar. Bağışları genel olarak bulundukları coğrafi toplumun ve bölgenin ihtiyaçlarını destekler. Malawi’de geniş kamu desteği ile kurulmuş Angaliva Vakfı vardır. 2. İnanca Dayalı Vakıflar Hayır kurumu olan Kiliseler, Mescitler gibi inanca dayalı kuruluşların temelde dini motivasyonu vardır. Bazı inanca dayalı kuruluşlar ayrıca spesifik toplumsal ihtiyaçlarını ele alacak şekilde ayrıca oluşturulan projelere imza atarlar ve bunlar da gönüllü sektöre dahil edilir. 3. Diğer Kamu Vakıfları içerisinde özel ihtiyaçları olan kişiler için özel vakıflar gibi sahaya özgü fonlara ve diğer popülasyon gruplarına hizmet eden fonlar vardır. B. Özel Vakıflar: Özel Vakıflar; kendi mütevellileri veya müdürleri tarafından yönetilen ve özellikle bağış yaparak sosyal, eğitim, dini veya genel refaha hizmet veren hayır işlerine yardım etme veya bunların sürekliliğini koruma amacıyla kurulmuş fonları olan (genellikle birey, aile veya kurum gibi tek kaynaktan sağlanan) kâr amacı gütmeyen sivil toplumlar kuruluşlarıdır. Özel Vakıfların Sınıflandırılması: Bazıları vakıfları üç gruba ayırırken diğerleri de aşağıda belirtildiği şekilde ikiye ayırır: Üç grup şeklinde sınıflandırma: 1. Bağımsız veya Aile Vakıfları; kişilerden veya ailelerden bağışlar alır (ve aile vakfı olması durumunda ölçülebilir bağış veya bağış-ailenin dahil olmasını gösterebilir). 2. Şirket Tarafından Sponsorluğu Yapılan veya Kurumsal Vakıflar; hukuki olarak ayrı kuruluşlar olmasına rağmen ana şirketlerinden fonları alır. 3. İşletme Vakıfları; kendi programlarını ve hizmetlerini yürütür ve genellikle dışarıdaki kuruluşları desteklemek için çok fazla bağış sağlamaz. İki tip şeklindeki sınıflandırma aşağıdaki şekilde gibidir: _ 94 _ Abdullah Omar Issa MDALA Diğer hayırsever kuruluşlarına para veren özel çalışmayan vakıf, Özel çalışma vakfı; hayırsever amaçları için elindeki fonları kendi programlarına dağıtır. Bazıları özel işletmeli vakfı, kamu hayır kuruluşu ile standart özel ‘bağış yapan’ vakıf arasında bir kesişme noktası olarak tanımlar. Kamu hayır kurumuna benzer şekilde odaklandığı spesifik konu vardır ve kendisine ait hayırsever etkinlikleri yürütür. Standart özel vakıf gibi genellikle bağış veya özel katkılarla kontrol edilir. Özel çalışma vakfı olabilmek için vakıf; kendi hayırsever etkinliklerini yürütmekten çok daha fazlasını yapmalıdır. Ayrıca, gelirin, mal varlıklarının ve elde ettiği desteğin; hayır işlerinin etkin bir şekilde yürütülmesinde doğrudan kullanılması gereklidir. Vakfın takip ettiği kategori her ne olursa olsun, her iki tip özel vakıf; belli başlı kısıtlamalara ve koşullara tabidir. Örneğin, her yıl bağış için gelirinin belli bir kısmını dağıtmalıdır ve büyük katkı sağlayanlarla işlerini yürütemezler (Salamon, L.M, 1996:28). Yukarıdaki vakıflara örnek verecek olursak: Suudi Arabistan’dan Al-Haramayn Vakfı, Çin Fakirliğin Giderilmesi Vakfı, Amerika Birleşik Devletlerden Mo İbrahim Vakfı, Güney Afrika’da Al-Imdaad Vakfı ve Verenlerin Bağışı Vakfı. Malawi’ den Joyce Banda Vakfı ve Angaliba Vakfı ve IHH İnsani Yardım Vakfı (Türkiye). Sonuç Farklı açılardan vakıf terimini tanımladıktan sonra tek bir vakıf tanımı ile sonuca varmamak oldukça zor bir durumdur. Ancak yine de, çeşitli vakıfların gerçekleştirdikleri etkinliklerin benzerlikleri göz önünde bulundurulduğunda bu çalışma; bir vakfın, insanların refahı için hizmetler sağlamak için oluşturulmuş bir kuruluş olduğunu ileri sürer. Vakıflar; pek çok ülkedeki gelişmelere önemli katkılarda bulunmuşlardır. Vakıflar; etkinlikleri mahsul ve hastalık araştırmasından alt yapının özellikle de su tedarikinin ve insan haklarının geliştirilmesine kadar her türlü kamu-özel ortaklıklara her geçen gün daha fazla dahil olmaktadırlar. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerde demokratik yaşamı oluşturacak yenilikçi yaklaşımları da ilerletmişlerdir. Resmi yardım kurumları ve bu etkinliklerin uygun mali teşviki ile daha iyi bilgi değişimi; vakıfların gelecekteki geliştirme katkısının maksimize edilmesine yardımcı olabilir. _ 95 _ _ 96 _ $&203$5,6212)7+(:(67(51$1' 086/,00(7+2'62)$:4$) )281'$7,21625758676 .KDOHG68..$5,(+ $ZTDI$XVWUDOLDr$8675$/,$ It is estimated that the Muslim community in Australia sends over $25 million Australian dollars overseas as aid that is collected from Muslims living in Australia. This money is collected through the many local Muslim Charities. As it is a relatively new community, funds are raised locally for building infrastructure such as mosques; other prayer places (Musallahs) and schools to service the community. It is envisaged that if some of this money is collected and used to build sustainable Awqaf then profits generated would be distributed to the poor and needy as well as building local capacity of the communities and self-sustainable community development projects. This is a hard task to administer as the Trusts are not managed by a central organization or government, as is the case in some Muslim countries where they have “Ministries of Awqaf” specifically designed to put controls around these funds. Having said that, the Australian and state governments in Australia have services or laws to help manage or guide associations in Trusts, Endowments, Foundations and so on. One example is in the State of NSW as is the case in other states, there’s an institution known as the “Public Trustee” which helps or has control over the management of some trusts for Minors and others who want them to manage their assets on their behalf. There’s something similar currently in Dubai “Awqaf and Minors Affairs Foundations”. With limited resources and many services required we are left with some challenges. How can a system be created in order to convince donors and other organization to think differently and use a ‘Waqf system instead? Especially Waqf being a new term with religious significance. The second challenge facing all the foundations around the world is how to better utilize and generate a good level of income for the resources physical, human resources or financial resources invested? The answer may lie in contemporary ideas eg. The Awqaf NZ and Awqaf Australia model is one way, whereby the skin, wool and bones from the Qurbani are utilized to create an income that can become a Waqf. _ 97 _ A comparison of the Western and Muslim methods of Awqaf, Foundations or Trusts Corporate Social Responsibility (CSR) All major companies around the globe like to contribute to society in one form or another. A framework that offers a critical understanding of Awqaf and its connection with the role of corporate social responsibility (CSR) has been developed to provide a detailed encounter of the issues. This framework analyses the role of Awkaf Australia using the bottom up approach to CSR and identifies its contribution of economic, environmental and social sustainability to community, business and government. We would like to facilitate that where we turn the model upside down and we as Awkaf Australia and other Awqaf organisations should help with delivering this with the benefits going to Government, society (employment and funds) and companies where they are recognised as contributors and returned sales to these organisations also. This enables active engagement for the introduction of Awkaf Australia’s latest initiative, AWQAF BRANDING!. (See model in attached presentation on Page3) AWQAF Branding Globally Another method which is being developed by Awkaf Australia is creating a ‘Global Awqaf Brand’ and marketing this brand worldwide, and by capitalising on this brand by producing products for distribution by Awqaf organisations globally such as ‘Awkaf Au Honey’ in Australia which is one of their products and others such as farms, shoes, rugs, olives, oil, and so on elsewhere where profits can be used by Awqaf. By creating an ‘Awqaf Brand’ it can be assumed that we are creating positive engagement in the global market. This not only allows Awqaf to become recognised on a global scale as a not-for-profit entity that provides a direct benefit to those who are less fortunate but also provides benefit to overcome issues relating to globalisation on an economic scale. By implementing useful marketing strategies we are able to develop this brand on a national and international scale. This reinforces the purpose of an Awqaf fund that we are all familiar with. We can achieve this by capitalising on this brand through the creation of products for distribution by Awqaf such as ‘Awkaf Australia Honey.’ Awkaf Australia’s Achievements so far: The words ‘WAQF and AWQAF’ has started to become familiar in Australia since the first Australia and NZ Awqaf Conference was held in Sydney Australia on 6-7 December 2012. Awkaf Australia was registered on 11 Dec 2013. It is less than one year old. It was started in order to create awareness and assist in the development of sustainable Awqaf for local organisations. Listed below are some examples of what is being developed in Australia _ 98 _ Khaled SUKKARIEH Awqaf as a Community Development Capacity 1. Example of making a waqf to generate funds. Through creation of separate small waqf for individual organisations whereby, as well collection of funds they also sell products at stalls (market-like after Friday prayers or other special occasions). A member of Awkaf Australia has also become a member of ‘Sultan Fatih Mosque’ located in Newcastle (New South Wales Australia). The committee has started the Awqaf model. They have a market on Fridays to support the mosque. They struggled to collect funds on Friday prayers to pay their debts. So stalls were started with the marquee being sponsored by a local private institution. Due to its success, it was decided that this should continue to be the model that would be used to encourage generation of funds to support and sustain the projects of the mosque alongside any donations or fundraising efforts. They are also on their way to developing the first Islamic Garden in Newcastle to replace the courtyard of the mosque. This would also be partially funded by Australian Government. 2. At least one of the major charitable organizations has started to think of ‘Zero Cost Model’. That is by creating a waqf to support their income and give back 100% of funds collected to the needy and development of projects. Conclusion/ proposition In conclusion, a new way of thinking is required to market Awqaf to the community globally and the generation of funds and better returns on investment both monetary and services. We believe by marketing the “Awqaf” brand and making it a global household name everyone in society will benefit and we will deliver better services. Therefore, we propose that a few Awqaf organisations take on the task of creating a world brand of Awqaf and market it globally so that everyone benefits. _ 99 _ BATIDAKİ VE İSLAM DÜNYASINDAKİ EVKAF, VAKIF VE TRUST YAPILARININ KARŞILAŞTIRILMASI Khaled SUKKARIEH Awqaf Avustralya – AVUSTRALYA Avustralya’daki Müslüman topluluğun Avustralya’da yaşayan Müslümanlardan toplanan 25 milyon Avustralya dolarından daha fazla bir miktarı deniz aşırı ülkelere yardım olarak gönderdiği tahmin edilmektedir. Bu para; pek çok yerel Müslüman hayır kurumları aracılığı ile toplanmaktadır. Nispeten yeni bir topluluk olduğu için bu fonlar; cami, diğer dua yerleri (Musalla) ve topluluğa hizmet edecek okullar gibi yapıları inşa etmek için yerel çapta elde edilir. Bu paranın bir kısmının sürdürülebilir vakıf inşa etmek için toplanılması ve kullanılması halinde elde edilen kârların fakir ve muhtaç olan kimselere de dağıtılabileceği gibi yerel topluluk kapasitesini geliştirmek ve kendini sürdüren topluluk geliştirme projeleri oluşturmak için de kullanılabileceği ön görülmektedir. Trustlar, merkezi bir kuruluş veya hükümet tarafından yönetilmediği için idare edilmesi zordur. Bu durum; özellikle bu fonları kontrol altına almak için ‘Evkaf Bakanlıklarının’ kurulmuş olduğu bazı Müslüman ülkelerde de aynıdır. Bunu söyledikten sonra Avustralyalıların ve Avustralya’daki hükümetlerin Trustlar, Bağış Kurumları, Vakıflar ve benzeri kuruluşlar gibi birliklerin yönetilmesine veya bu tip birliklere yol göstermeye yardımcı olacak hizmetleri veya kanunları vardır. Bunlardan bir tanesi; diğer devletlerde olduğu gibi New South Wales Devletidir; azınlıklar ve kendi adlarına varlıklarını yönetmek isteyen diğer kişiler için bazı trustların yönetimine yardımcı olan veya bu yönetimi kontrol altında tutan ‘Kamu Trustı’ olarak bilinen bir kurum vardır. Buna benzer şu anda Dubai’de ‘Evkaf ve Azınlık İşleri Vakıfları’ vardır. Sınırlı kaynağa karşın çok sayıda ihtiyaç duyulan hizmet olduğu göz önünde bulundurulduğunda bazı güçlüklerle karşı karşıya kalıyoruz. Hayır sahiplerini ve diğer kuruluşları farklı düşünmeye ve ‘bunun yerine Vakıf sistemi’ kullanmaya ikna etmek için nasıl bir sistem kurulabilir? Özellikle vakfın dini önemi olan yeni bir terim olması göz önüne alındığında. Yatırılan fiziksel kaynaklardan, insan kaynaklarından veya finansman kaynaklarından iyi seviyede gelir elde edip bunları daha iyi kullanabilmenin yollarını aramak dünyadaki tüm vakıfların karşı karşıya kaldığı ikinci zorluktur. Bunun yanıtı çağdaş fikirlerde gizli olabilir. Örneğin Awkaf Yeni Zelanda ve Awkaf Avustralya modelinde vakıf olabilecek gelir elde etmek için kurbanlıklardan elde edilen deriyi, yünü ve kemikleri kullanmaktadır. Kurumsal Sosyal Sorumluluk (CSR) Dünya çapında bütün büyük şirketler; herhangi bir şekilde topluma katkıda bulunmayı sever. Konuları ayrıntılı bir şekilde ele alabilme amacıyla evkafın kritik anlayışını ve bunun kurumsal sosyal sorumluluk (CSR) ile olan bağlantısını öneren bir çerçeve geliştirilmiştir. Bu _ 100 _ Khaled SUKKARIEH çerçeve; CSR’ye olan yaklaşımı kullanarak Awkaf Avustralya rolünü analiz eder ve bunun topluluğa, iş hayatına ve hükümete sağladığı ekonomik, çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik katkılarını tanımlar. Modeli alt üst ettiğimizde bunların bağışçı olarak görüldüğü hükümete, topluma (istihdam ve fonlar) ve şirketlere yarar ve ayrıca satış iadeleri sağlayacak şekilde Awkaf Avustralya ve diğer evkaf kuruluşları olarak bu amacın gerçekleştirilmesine yardımcı olmak için olanak sağlamak isteriz. Bu; Awkaf Avustralya’nın en son teşviki olan AWKAF MARKA işinin tanıtılmasına etkin olarak dahil olmamızı sağlar. Dünya Çapında AWKAF Markası Awkaf Avustralya tarafından geliştirilmekte olan diğer bir yöntem; ‘Evrensel Awkaf Markası’ oluşturmak ve bu markayı tüm dünyaya pazarlamak ve ürünlerinden biri olan ‘Awkaf Avusturalya Balı’nın ve diğer çiftlik ürünlerinin, kârını Awkaf’ın kullanabileceği ayakkabıların, kilimlerin, zeytinlerin, yağların ve bunun gibi ürünlerin Awkaf kuruluşları tarafından global olarak dağıtılması için Avustralya’da üretim yapmak ve bu markanın sermayesini oluşturmaktır. ‘Awkaf Markası’ oluşturarak global piyasada olumlu iştigal alanı yarattığımız düşünülebilir. Bu sadece Awkaf’ın; sadece daha az şanslı olan kişilere doğrudan yarar sağlayan bir kuruluş olarak tanınmasına olanak sağlamaz; ayrıca ekonomik ölçekte globalleşme ile ilgili konuların üstesinde gelme yararı sağlayan kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olarak da algılanılmasını sağlar. Yararlı pazarlama stratejileri uygulanarak bu markayı hem ulusal hem uluslararası ölçekte geliştirebiliyoruz. Bu; hepimizin bildiği evkaf fonunun amacını güçlendirmektedir. ‘Awkaf Avustralya Balı’ gibi Awkaf tarafından dağıtılabilecek ürünler yaratma sayesinde bu markanın sermayesi sağlanarak evkaf fonunun amacı güçlendirilebilmektedir. Awkaf Avustralya’nın şu ana kadar elde ettiği başarıları: VAKIF ve EVKAF kelimeleri Avustralya’da ilk kez 6-7 Aralık 2012 tarihinde Sydney Avustralya’da düzenlenen Avustralya ve Yeni Zelanda Awkaf konferansında duyuldu. Awkaf Avustralya; 11 Aralık 2013 tarihinde tescil edildi. Bir yaşında bile değil. Yerel topluluklar için farkındalık oluşturmak ve sürdürülebilir evkaf geliştirilmesine yardımcı olmak için kuruldu. En azından akıllarında bu vardı. Avustralya’da geliştirilmekte olan bazı örnekler aşağıda listelenmiştir. Toplumsal Kalkınma Kapasitesi olarak Efkaf 1. Fon oluşturmak için vakıf yapma örneği Fonların toplanmasının yanı sıra bireysel kuruluşlar için ayrı küçük vakıf oluşturarak tezgahlarda ürünlerini satıyorlar (Cuma namazlarından veya diğer özel günlerden sonra pazar yeri gibi). Awkaf Avustralya’nın bir üyesi ayrıca Newcastle’ da kurulu olan Sultan Fatih Camii’nin de üyesi oldu (New South Wales, Avustralya). Komite; Awkaf modeline başladı. Camiyi _ 101 _ Batıdaki ve İslam Dünyasındaki Evkaf, Vakıf ve Trust Yapılarının Karşılaştırılması desteklemek için Cuma günleri pazar kuruyorlar. Borçlarını ödemek için Cuma namazlarında fon toplamaya çaba harcıyorlar. Bu yüzden çadırlar içerisinde bu tezgahlar ilk kez bir yerel özel kuruluş tarafından sağlanan sponsorlukla kuruldu. Yapılan herhangi bir bağış veya fon sağlama çabaları ile birlikte cami projelerini destekleyecek ve sürdürecek fonların oluşumunu teşvik etmek için bu modelin kullanılmasının elde ettiği başarısından dolayı devam edilmesine karar verildi. Bu kişiler ayrıca caminin alanını değiştirmek için Newcastle’ daki ilk İslami Bahçeyi geliştirmeyi planlıyorlar. Bu da kısmen Avustralya Hükümeti tarafından desteklenecektir. 2. En azından, büyük hayır kuruluşlardan bir tanesi; ‘Sıfır Maliyet Modeli’ üzerinde düşünmeye başladı. Bu model yatırımları destekleyecek ve toplanan fonların %100’ünü ihtiyacı olan kişilere ve proje geliştirmeye geri verecek bir vakfın kurulmasıyla elde edilecektir. Sonuç / Öneri Sonuç olarak, evrensel olarak evkafı topluma pazarlayabilmek, fonlar oluşturmak ve hem parasal hem de hizmetlere yapılan yatırımlardan daha iyi kârlar edebilmek için yeni bir düşünme şekli gereklidir. ‘Awkaf’ markasının pazarlamasıyla ve evrensel olarak herkes tarafından tanınmasıyla birlikte toplum içerisindeki herkesin fayda sağlayacağına ve daha iyi hizmetler sunacağımıza inanıyoruz. Bundan dolayı, birkaç evkaf kuruluşunun Awkaf dünya markasını yaratma ve herkesin fayda sağlayacağı şekilde bunu evrensel olarak pazarlama görevini üstlenmesini öneriyoruz. _ 102 _ 6DDGELQ0RKDPPDG$/02+$11$ ΔϳΩϭόγϟΔϳΑέόϟΔϛϠϣϣϟ±ϪΗϠΎϋϭϲΣΟέϟϟΎλϥΑϥϣΣέϟΩΑϋϑΎϗϭ ΎϧϬϣϟΩϣΣϣϥΑΩόγΔϳΩϭόγϟΔϳΑέόϟΔϛϠϣϣϟϡγΎΑΙΩΣΗϣϟ ΩόΑΎϣϡϳυόϟϲϠόϟͿΎΑϻΓϭϗϻϭϝϭΣϻϭϥϳόΑΎΗϟϭϪΑΎΣλϭϪϟϰϠϋϭΩϣΣϣΎϧϳΑϧϰϠϋௌϰϠλ έϣΗ΅ϣϟ ϩΫϫ ϡϳυϧΗ ϰϠϋ ΎϳϛέΗ ϲϓ ϑΎϗϭϸϟ ΔϣΎόϟ ΔϳέϳΩϣϠϟ ΔϘϳϘΣ ϱέϛη ϲΛϳΩΣ ϊϠρϣϭ ΙϳΩΣϟ ˯ΎϧΛ ΎϬϟ ϑϗϭϳ ϥ ϕΣΗγΗ ϑΎϗϭϷΎϓ Ϋϫ ΎϧΗόϣΟ ΎϬϧ ΓέϣΛ ϲϫ ΓΩΣϭ ΓέϣΛ ϻ ϑΎϗϭϷ ϥϣ ϥϛϳ ϡϟ ϭϟϰϠϋϭ ϝΟ ௌ ϥΫΈΑ ΎϬΑ ϰυΗΣϳ ΔϧγΣ Δϣγ ϥϭϛϳ ϥ ϭΟέϧ ϱΫϟ ϥϥϭΩϥϣϭόϣΗΟϳϥϭ˯έΑΧϟϥϛϣϳϻϑΎϗϭϷιΎλΧϭϑΎϗϭϷιΎλΧϲϓϡϛϳϟϲΛϳΩΣΎϛέΎΑϣϭΎϳϓΎϛϙϟΫϥΎϛϟϡϭϳϟ Δγγ΅ϣϟ ϥϛϣϳ ϻϭ ΎϬϧϳΑ ϑΎϗϭϷ ιΎλΧϭ ϻ ϥϭϧΎϘΑ Δόοϭ ΔϳϣϳυϧΗ ΔϳΑ ϲϓ ϥϳϋ˷έηϣϭ ϭ ϥϳέϛϔϣϟ ϥϛϣϳ ϻϭ ϡϬϧϋ ΏϳϐΗ Ώλϧϭ ϻ έϳΑϛ ϭ έϳϐλ ϑϗϭ ϊοϳ ϥ Ωϳέϳ ϑϗϭϟ ϥϛϣϳ ϻϭ ΎϬϟ ϥϭϬΑΗϧϳ Ϫϧϳϋ Ώλϧ ϑΎϗϭϷ ιΎλΧϭ ϻ ΓΩϳΩϛ ΔΛϳΩΣ ΓΩϳϟϭ ϭ ϕϳϠόΗ Ωϳέ ˮ Γέϭλϟ ϩΫϫ ϥϭέΗϪϧϋ ΏϳϐΗ ϑΎϗϭϷ ιΎλΧ ϲΗϔϳ ϥ ϥϛϣϳ ϻ ϲΗϔϣϟ ωέηϟ ϡϟΎϋϑΎϗϭϻ ιΎλΧ Ϫϧϳϋ ϭέϳγϳϥΏΟϳϑΎϗϭϷϲϓϥϳϠϣΎόϟϝ ˷ϭΟΗϰϟΝΎΗΣϳϑΎϗϭϷϥϻΔΑϭΟΕϟ΄γΎϧϲϟϭΣϣγˮϕϠόϳΩΣϥϛϣϣΎϬϳϠϋρϘϓϥϳϘϠόΗ ϲΑέόϟΎΑϙόϣγΎϧϝοϔΗϭΩόϘϳϥϻ ρϘϓ ΓΩΣϭΓέϣ Ύϣ ΔΟΎΟΩϟΎϛ ρϘϓϪϣΎϬΗϟΎΑ ϭέϛ˷ ϓ έϳρϟ ϭέΎϣϟ ΩΟϲΣργ ϡϫέϳϛϔΗ αΎϧϟ ΏϠϏ ϥ ϰϟ έϳηΗ ΓέϭλϟΔϠΧΩϣ ϭΟϟϲϓέϳρϳϱΫϟέΎρϟϭΝΎΟΩϟϝϣΎϛϥϣΩϳϔΗγΗϥΕϋΎρΗγέυϧΩόΑέϳϛϔΗΎϬϟ ϥϻΔΑΟϭϑΎϗϭϷϥϰϟέυϧϳαΎϧϟϥϣέϳΛϛϑΎϗϭϷϰϟέυϧϳϥϣΎοϳϑϗϭΕϗϭϟϥϻϭΕϗϭϠϟέΎλΗΧϳΣλΙΩΣΗϣϟ ϑϗϭϟϥϯέϳϲΟϳΗέΗγϻΩόΑϟϑϗϭϟιΎλΧϰϟέυϧϳϥϣϥϛϟΏλϧϣϑϗϭϟϥϻΔϳέΎΟΗΔϘϔλϑϗϭϟϥϻΔϔϳυϭϑϗϭϟ ϡϛΗΎϗϭϷ έΎλΗΧϭ ΎϬϧϋ ΙΩΣΗ ϥϳΛΩΣΗϣϟ νόΑ ϥϻ έϭΎΣϣϟ νόΑ ίϭΎΟΗ΄γ ΔϘϓέ ΓέυϧΑ Ϋϫ ϰϟ έυϧϧ ϥ ϲϐΑϧϳϭ ϕϠΣϳ έΎρ ϲϓ εΎϋ ϭϫϭ ϲόϓΎηϟ ϡΎϣϻϡΎϧ ϑϗϭϟ ϥϻ ϡΩΎϘϟ ϲϓ Ύοϳϭ ϕΑΎγϟ ϲϓ ϝϭΩϟ ΕΎϳϧίϳϣ ϥϣ ϯέΑϛ ΔΑγϧ ϝΛϣΗ ϑΎϗϭϷ ΎϬϟ έλΣϻ ϕηϣΩ ϲϓϑΎϗϭϷ ϝϭϘϳ έϳϬηϟ ΔϟΎΣέϟ ΔρϭρΑϥΑϭ Εϗϭϟ ϙΫϲϓϑΎϗϭΔϛϣ έϭΩ έΛϛϭϝϭϘϳ ΓέΟϬϠϟ ϲϧΎΛϟ ϥέϘϟ ΙϳΩΣ Ϫϳϓ ϥϻ ϑϳέόΗϟ ίϭΎΟΗ΄γΓέΟϬϠϟ ϥϣΎΛϟ ϥέϘϟ ϲϓ εΎϋ ΔρϭρΑ ϥΑϭ Ϋϫ ϝΛϣ ϲϓ έγϔϳ ϡΛ ΎϬϔϳέΎλϣϭ ΎϬϓΎλϭϭ ΎϬϋϭϧ΄Α ϑϗϭ Ύϣ Ϫόϔϧ ΩϭλϘϣ ΙϳΣ ϥϣ ϡγϘϧϳ ϑϗϭϟ ϥ ϰϟ έϳη ϥϛϟ ΓϭΧϻ ΎϬϧϋ ΙΩΣΗ Ύοϳ ΎϬϣΎγϗϭ ϑΎϗϭϷΓϭΧϻ Ϫϳϟ ΎϧϘΑγ έϳΛϛ ϥΎϣϭϩέϳϏϭϥϳϛγϣϟϭΝΎΗΣϣϠϟϑϗϭϟϪλλΧΎϣϰϠϋϑέλϳϪόϳέϭέΎϣΛΗγϻϪΑΩέϳϑϗϭϭϰϔηΗγϣΩΟγϣϝΛϣέηΎΑϣ ΊηϧΗϲΗϟΔϳϔϗϭϟΕΎγγ΅ϣϟνόΑϛϪΗέηΎΑϣΎοϳΩέϳϭϩέΎϣΛΗγΩέϳϥϳέϣϻϥϳΑϊϣΟϥϭϛϳ ϲϫ ϻ ΔϠϘΗγϣ ΔϳΗΣΗ Δϳγγ΅ϣ ΔϳϧΑ ΩΎΟϳΔϠϘΗγϣ Δϳγγ΅ϣ ΔϳΗΣΗ ΔϳϧΑ ΩΎΟϳ ϰϠϋ ϡϭϘΗ ϲϫ ΓέλΗΧϣ ΔϐϳλΑ ϑΎϗϭϷ ϑΎϗϭϷ Γέρϓ ϡϳϘϟ νόΑ ρϘγΗ ΫϧϳΣϭ ΓέΟΎΗϣϟϭ ΔγϓΎϧϣϟϭ Αέϟ ΩΑϣ ΕΣΗ ρέΧϧΗ ϲϫ ϻϭ ΔϟϭΩϟ ϝΛϣΗϭ ΔϟϭΩϟ ΓίϬΟ ϡΎυϧ ΕΣΗ ρέΧϧΗ ϭϫ Ύϣ ϩΎϣγϣ ϥϻ έηΗϧϳ ϱΫϟ ΙϟΎΛϟ ωΎρϘϟϑΎϗϭϷ Γέϛϓ ϥϣ ˯ίΟϻ ϝϭΩϟ νόΑ ϲϓΙϟΎΛϟ ωΎρϘϟ ϰϣγϣ ΎϣϭϑϗϭϠϟ ΔϳγΎγϻ ϑΎϗϭϷϲϫαϳϟϭΓέϛϓϥϣ˯ίΟϻ ΓϭϘϟ ρΎϘϧ ϰϟ έυϧϳ ΔϳΟϳΗέΗγ ΔρΧ ϡΩϘϳ ϥ ϥϛϣϳ ιΧη ϝϛ ϲϧόϳ ϑΎϗϭϷ ΎϬϳϠϋ ΩϧΗγΗ ϲΗϟ ΓϭϘϟ ρΎϘϧ ϭϫ ϑϗϭϟ ιΎλΧ έηϋ Εϭϧγ αϣΧ ϥϣίΑ ΓΩϭΩΣϣ ϥϭϛΗ ΓΩΎϋ ΔϳΟϳΗέΗγϻ ΔρΧϟ ϥϻ Ϋϫ ϥϣ ΩόΑ ϰϟ ΏϫΫΗ ϝΑ ϪΗϭϗ ρΎϘϧ ϲϫ ϑϗϭϟ ιΎλΧϭ ϕϭέϔϟ ϥϣϭ ϝΑΎϘϣ Ϫϟ αϳϟ ωέΑΗ ΩϘϋ ϑϗϭϟ ϥ ιΎλΧϟ ίέΑϻ ϲϘΑ Ύϣ ϪλΎλΧΑ έϣΗγϣ ϑϗϭϟ ϥϛϟ Εϭϧγ ΙϼΛ Εϭϧγ _ 103 _ Vakfı, Vakıf Yapan Özellikler ϒϗϭϒϗϮϟϞόΠΗϲΘϟκΎμΨϟ ΓΎϋέϣϓ ΫϧϳΣϭ ΎϘϠρϣ ˯ϲηϟ Ϋϫ ϝΑΎϘϣ ϭϫ Ύϣ Ϳ ΎϋέΑΗ Ύϣϧϭ ϑϗϭ Ώέοϟ ρΎϘγ ϝΟϷ αϳϠϓ Δϳϣϼγϻ Δόϳέηϟ ϲϓ ΓέϳΑϛϟ ϥϋ ϝϘΗγϳ ϝϣΎϛ ϝϼϘΗγ ϝϘΗγϣ ϑϗϭϟ Δόϳέηϟ ϲϓ ϝϣΎϛ ϝϼϘΗγ ϝϘΗγϣ ϑϗϭϟ ΎϬΑ ΔϳΎϧόϟ ϲϐΑϧϳ ϑϗϭϟ ϊϓΩΗ ϲΗϟ ϊϓϭΩϠϟ ϑϗϭϟ ϡϛΎΣϟ ϲϟϭϟ ϲϧόϳ ϲϋέϟ ϥϋ ϝϘΗγϳϭϪϧϭΛέϳ ϼϓ Ϫϔϗϭ ϥϣ ΔϳέΫ ϥϋϪϧϭΛέϳ ϼϓ ϪΗϳέΫ ϥϋ ϝϘΗγϳϭϪϣγΎΑ ϝΟγϳ ϼϓ Ϫϔϗϭ ϥϣ ϪϧϷΎϣϟΔϳΩΎλΗϗϻΕΎϣίϻϭέρΎΧϣϟϥϋΩόΑϳϭϲϧρϭϟΩΎλΗϗϻϰϠϋυϓΎΣϳϪϧϪλΎλΧϥϣϑϗϭϟϪϳϓϥϭϣϛΣΗϳϼϓΔϳϋέϟϭ ΎϧϧϳΑΎϫΩλϰϟϲΗ΄ϳΩΩέϳϭΓϭϘΑέηΗϧΗϲΗϟΓέϛϔϟΩΎΟϳϰϟϕΑγϥϣϭϫϑϗϭϟέρΎΧϣϟϥϣΔϳϟΎϋΔΑγϧϲϓϑϗϭϟΎΑϥϋϊϧϣϳ Δόϔϧϣϟ ΓέΩ ϥϣ ΝέΧϳ Ϫϧ ϡϛΎΣϟϭ ϲϟϭϟ ϙϠϣ ϲϓ αϳϟϭ ϑϗϭϟ ϙϠϣ ϲϓ αϳϟ Ϫϧ ΫΔϳέΎΑΗϋϻ ΔϳλΧηϟ ϲϫϭ ΎϫέΩλϣ ϥΣϧϭ Δϳϻϭϟ ϝόΟϭ ϑϗϭ Ύϳϟϭ ϥ ϲϣϼγϻ ΦϳέΎΗϟ ϑέόϳ ϻ ϑΎϗϭϻ ϝϭΩϟ ΓέΎυϧ ϙϟΫ ϥϣ ϲϣϭϛΣϟ έέϘϟ ϡϋΩ ΓέΩϭ ΔϳλΧηϟ ϯΩϋ ϑϗϭϟ ιΎλΧ ϥϣ ωΎΟέΗγϻ ϝΑϘϳ ϻ Ϫϧ ιΎλΧϟ ϥϣΫϫ ϝΛϣ ϲϓ ΎϬΟέΎΧ ΓέΎυϧϟ ϝόΟϳϭ ϑϗϭϳ ϲϟϭϟ ϥϣΔϣϭϛΣϠϟ ΔόΑΎΗϣϟϭιϼΧϻϪϳϓρέΗηϳΫϧϳΣϭϰϠϋϭϝΟͿϪΑέϗϪϧΎοϳϪϧϣϭϪϳϓϑέλΗϳϼϓϑέλΗϟΔϳϠΑΎϘϟ ϊϓΎϧϣϟΔϳοϗϰϠϋυϓΎΣϳϊϣΗΟϣϟϝϛΎηϣϑϳϔΧΗϰϠϋυϓΎΣϳέέϣΗγϻϭΔϣϭϣϳΩϟϰϠϋυϓΎΣϳϯΩϣϟΓΩϳόΑΔϳΟϳΗέΗγϑΩϫϑϗϭϠϟ ΫϫϝΛϣϲϓΔϳϠΎόϟΕΎϛέηϟϝΑϘΗγϣϥϳϣΎΗϝΎϣϟΎΑωΎϔΗϧϼϟΩϣϻΔϟΎρϊϣΗΟϣϠϟΓΩΩόΗϣϟ ΔϗΩλ ϰϠλ ΎϬϧϣ Ωϋϭ ΙϼΛΑ ϻ ϪϠϣϋ ϊρϘϧ ϡΩ ϥΑ ΕΎϣ Ϋ ϝϭϘϳϰϠλ ϲΑϧϟ ϙϟΫϟϭ έϣΗγϳϭ ϡϭΩϳ Ϫϧ ϑϗϭϟ ιΎλΧ ϥϣ ϭϫϥϣϲϓϝΟϻϪϳΗ΄ϳΩΑϻϩέΑϗϲϓϑϗϭϑϗϭϠϟΔΑέϘϟϝϭλΣϝΎΛϣϛϭΫΧϑϗϭϠϟΓΩΩόΗϣϩϭΟϭϲϓέέϣΗγϻϭΔϣϭϣϳΩϟΔϳέΎΟ ϙϟΫϟϭΎϬϳϓϑέλΗϟϥϣϊϧΗϣϳϭέϣΗγΗϭϰϘΑΗϥΩΑϻϥϳόϟϥϳόϟ˯ΎϘΑϲϓΔϳέέϣΗγϻϝϣόϟϕϳέρϥϋϝΟϻϩΎϣγϣΩϭΟϭϣϲΣ ϥϳϋ ϑϗϭϟ ΕΫ ϕϓΩΗ ϲϓ ΔϳέέϣΗγϻ ΎϬϧϣϭΔϳ΅έϟ ϕϓΩΗ Δϳοϗ ϲϓ ΔϳέέϣΗγϻ ΎϬϧϣϭ˯ΎϳΣϻ ϰϠϋ Εϭϣϻ ϡϛΣ ΩϋϭϘϟ ϯΩΣ έϣΛΗγΗ ΔΑγϧϟ ϥϣ ˯ίΟ ιλΧϳ ϥ Ύϔϗϭ Ϫϟ ϝόΟϳ ϥϣ λϧϧ ΎϣΩ λϧϧ ϙϟΫϟϭ ϑϗϭϟ ϊϳέ ϲϓ ΔϳέέϣΗγϻ ΎϬϧϣϭϭϣϧΗ ϑϗϭϟ ϕϳο ϲϓ ϻ ΎϬϟΩΑΗγϭ ϑΎϗϭϻ νέόΗ ϡΩϋ Δϳοϗ ϭϫϭ έϭϬηϣ ϑϭέόϣ ρέη ϰϠϋ ϥϭλϧϳ ϡϼγϻ ˯ΎϬϘϓ ϝίΎϣϭϲϣΩ ϝϛηΑ ΓέΎΑόϟ ϲϓ ωέΎηϟ ιϧϛ ϑϗϭϟ ρέη ϡϬοόΑ ϝΎϗ ϙϟΫϟϭ ΎϬϣέΗΣ ΏΟϳ ϑϗϭϟ ΓΩέ ϡέΗΣ ιΎλΧ Ύϧϫ έλόϠϟ ΕΑϛϭΩϭΩΣϟ ϝϭϪϧϑΎϗϭϻιΎλΧϥϣΔΑγΎϧϣέϳϏΔϳΑϟΕϧΎϛϭϑΎϗϭϻΕέλΣϧΎϣϠϛϑϗϭϟρέηέϳϳϐΗϝϋαΎϧϟϡΩϗΎϣϠϛϭΓέϳϬηϟ ϕϠΧ ϰϠϋ ϑΎϗϭϻ Γέϛϓ Ωϳϛ΄Η ΕΎϳλϭΗ έϳΧέΎϣΛΗγϻϭ έΎΧΩϻ ΏΟϭϳ Ϫϧ ϑϗϭϟ ιΎλΧ ϥϣΔϳϋΎϣΗΟϻ ΕΎϧϳϣ΄Η ϥϣ ϡΎυϧ ϪΗΎΑϏέϭϪρϭέηϑϗϭϣϟϕϘΣϳϭϪυϔΣϭϪϋϭϧϭϪϔϳέόΗϥϣοΗϳϑΎϗϭϸϟϡΎυϧΏϭΟϭΔϳγγ΅ϣϟϪΗϳϧϓϭϪΗΎϣϭϘϣϝϣΎϛΑΙϟΎΛ˯ΎρϏ ϻϭϑέηϳϭΕΎΑϘόϟϥϣοϲϣϭϛΣίΎϬΟΩΎΟϳΎϬϧϣϥϳϔϗϭϟρϭέηϊϣϕϭΎϔΗϳϭϡΟγϧϳΎϣΑϑϗϭϟΓέΩΎϬϧϣϭϡϼγϻΔόϳέηϕϓϭ ϑϗϭϟιΎλΧΓΎϋέϣΔϳέέϣΗγϻϰϠϋΩϳϛ΄ΗΕλϘϧϝΑϑΎϗϭϻΕΩίϓΫϳϔϧΗϟϲϓϝΧΩίΎϬΟϥΎϧϣϠϋΎϣϥϻΫϳϔϧΗϟϲϓϝΧΩϳ ˮΓέϭλϟϩΫϫϰϠϋϡϛϘϳϠόΗΎϣϥϭΧΎϳΎϣΎΗΧϑϗϭϟιΎλΧΔϳοϗϭϋέϳϥΔϳϔϗϭϟΞΟΣϟϥϭΑΗϛϳϥϣϭ˯έΑΧϟϰϠϋϭ ϯϭΗγϣϟωΎϔΗέϰϠϋΩϋΎγϳϑϗϭϟϭϝΑϘΗγϣϟΓέυϧϥϋέΑόΗΔϠΧΩϣ ΩέϭϣϠϟϝΛϣϻϡΩΧΗγϡΩϋοϭΗΓέϭλϟΩϘΗϋϯέΧΔϠΧΩϣ ΩόλϳϰΗΣΩέϭϣϟϥϣέϳΛϛϡΩΧΗγϯέΧΔϠΧΩϣ ΎϬΑϳΗέΗϥγΣϧϡϟΎϧϧϛϟϑΎϗϭϻϥϣΔϣΧοΓϭέΛΎϧΩϧϋϥϲϫϭΎϬϠϛΎηϣϭϑΎϗϭϻνόΑϝΛϣΗΓέϭλϟϩΫϫϥΔϘϳϘΣϟΙΩΣΗϣϟ ΎϬΑϥϭόϔΗϧϳϓΎϧέϳϐϟΎϬϳΩϬϧϡϟϼγϟΕϳϘΑϭΩΣϭϡϠγΎϧϳϔϛϳΫϧϳΣϭΎϬϟΔϳόϳέηΗϟΔϳϣϳυϧΗϟΔϳΑϟΩΎΟϳϭΎϬϣϳυϧΗϭ ௌΔϣΣέϭϡϛϳϠϋϡϼγϟϭϡϛϟέϛη _ 104 _ VAKFI, VAKIF YAPAN ÖZELLİKLER Saad bin Mohammad AL-MOHANNA Abdurrahman bin Salih Al-Racihi ve Ailesi Vakıfları - SUUDİ ARABİSTAN Peygamberimiz Hz. Muhammed’e, Onun Ashabına ve Tabiine Salât ve Selam Olsun. Allah’tan Başka Güç ve Kuvvet Sahibi Yoktur… Vakıflar, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Ben konuşmamın başlangıcında samimi teşekkürlerimi bu kongreyi düzenleyen Vakıflar Genel Müdürlüğüne arz etmek istiyorum. Umarım bu konferans herkesin yararlanabileceği güzel bir çalışma olur. Vakıfların başka hiçbir yararı olmamış olsa bile bugün bizi burada bir araya getirmesi dahi başlı başına bir başarı olarak bize yeter. Size yapacağım konuşmam vakıfların hususiyetleri ile ilgilidir. Vakıfların hususiyetleri uzmanların üzerinde durdukları önemli konulardan biridir. Yasa koyucuların düzenleme kapsamında ele aldıkları önemli konular arasında muhakkak vakıfların özellikleri de yer alır. Yeni doğmuş modern ve yeni bir kurumun dikkatini çeken konular arasında vakıfların özellikleri gelir. Küçük veya büyük bir vakıf kurmak isteyen vakfedenin nazarı itibara aldığı konulardan biri olarak yine vakıfların özellikleri karşımıza çıkar. Fetva makamında olan bir müftünün vakıfların özelliklerine göz kapaması düşünülemez bile. Bu resmi görüyor musunuz? Ben yalnız bir ya da iki görüş almak istiyorum. Görüş beyan etmek isteyen biri var mı? Bana müsaade ederseniz ben cevapları sordum zira vakıflar, vakıflar bünyesinde çalışanların görüşlerine ve bunlar tarafından idare edilmeye ihtiyaç duymaktadır, bunların oturmalarına değil. Buyurun, sizi Arapça olarak duyabiliyorum… Dinleyici: Mevcut resim insanların büyük kısmının düşüncelerinin gerçekten çok sathi olduğuna işaret etmekte. İnsanlar kuş gördüklerinde tavuk gibi yalnız bunu yutmayı düşünmekteler. Fakat bir kadın ise olaya baktıktan sonra bir görüş oluşturur ve tavuk veya havada uçan kuşun bütününden nasıl yararlanabileceğini düşünür. Konuşmacı: Zamandan tasarruf yapmak adına doğrudur. Zira zamanın kendisi de vakıftır. Vakıflara bakan insanların çoğu vakıflara bir öğünmüş gibi bakıyor. Hâlbuki vakıflar bir görevdir, vakıflar ticari bir mutabakattır, vakıflar bir mevkidir. Ama vakıflara stratejik boyutuyla bakan insanlar vakfın yolunan bir kuş olduğunu düşünmekteler. Buna bir takım şeylerin eşliğinde bakmamız lazımdır. Ben burada bazı tartışmaları geçmek istiyorum zira bazı konuşmacılar bunlarla ilgili bilgiler verdiler. Zamanınızı boşa harcamamak için kısaca belirtmek gerekirse vakıflar geçmişte olduğu gibi gelecekte de ülkelerin bütçelerinde büyük oranlar tutmaktadır. Hicri on ikinci asırda yaşamış olan İmam Şafi, Mekke’de vakıfların büyük bir rol oynadığını belirtmekte. Hicri sekizinci asırda yaşamış meşhur gezgin İbn Battuta’da Şam’da her tür, her vasıf ve her bütçede sayısız vakfın bulunduğunu belirterek bunların bir yorumunu yapmakta. Ben burada bu tanımları geçeceğim zira diğer konuşmacı kardeşlerimiz benden önce bu konuda epey şeyler söylediler. Kardeşlerimiz, vakıflar ve bölümleri hakkında da konuştular ama ben vakıfların güttüğü yarar amacı açısından ya cami ve hastane benzeri doğrudan vakıf ya da yatırım ve gelir elde ederek vakfedenin ihtiyaç sahiplerine, yoksullara ve başkalarına _ 105 _ Vakfı, Vakıf Yapan Özellikler tahsis etmesi şeklinde bir ayrıma işaret etmek istiyorum. Bunun yanı sıra bu ikisi arasında bir birleştirme yapılıp hem yatırım hem de uygulama söz konusu olabilir. Buna örnek olarak bu amaç için kurulan bazı vakıf müesseseleri gösterilebilir. Vakıfların doğası: Vakıflar kısaca ifade etmek gerekirse bağımsız kurumsal bir altyapının oluşturulmasına dayanır. Bağımsız kurumsal bir altyapının oluşturulması devleti temsil eden herhangi bir kurumun yönetimi altına girmesini gündeme getirmediği gibi kar, rekabet ve ticaret amacı da güdemez. Aksi takdirde bu durumda vakıfların bazı temel değerleri geçerliliğini kaybeder. Vakıf düşüncesinin bir bölümü bazı ülkelerde üçüncü sektör olarak değerlendirilir. Bu gün gittikçe yayılan üçüncü sektör tanımlaması vakıfların yalnızca bir kısmına işaret etmekte olup, vakıfların bütününü kastetmez. Vakıfların hususiyetleri, vakıfların dayandıkları güç noktalarıdır. Bu konuda herkes stratejik planlar sunabilir ve güç noktalarına bakabilir. Vakıfların özellikleri arasında güç noktalarına sahip olmaları da bulunur. Bundan daha ilerisine gidilecek olursa stratejik plan beş sene, on sene, üç sene gibi belirli bir süreyle sınırlı olurken vakıflar geriye kalan hususiyetleriyle varlığını sürdürmeye devam eder. Vakıfların en belirgin özelliklerinden birisi karşılığı olmayan teberrularda bulunmalarıdır. İslam Şeriatında büyük farklardan olarak bu bağışlar vergiden düşmek için değil herhangi bir karşılık beklemeden Allah’ın rızasını talep etmek için yapılır. Vakıflarda vakfedenin güttüğü hedeflere riayet edilmesi gerekir. Şeriata göre vakıflar tam bir bağımsızlığa sahip olup bu bağımsızlık vakfedenin kendisinden de bağımsız olmayı beraberinde getirir, öyle ki tescil vakfedenin adıyla yapılmaz, vakfedenin neslinden bağımsız olur ve miras edinilemez, koruyup gözetenden yani yönetici validen ve sponsorlardan bağımsız olurlar ve tahakküm altına alınamazlar. Ülke iktisadının korunmasına katkıda bulunmak, iktisadi risk ve krizlerden kaçınmasına yardımcı olmak da vakıfların hususiyetlerindendir. Vakıflar kuvvetle yayılan düşüncenin oluşmasında ve seslerin aramızda yankı bulmasında önemli görevler üstlenen kuruluşlardır. Bizler insanlar olarak vakıfların kaynağını oluştururuz. Vakıflar tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır. Dolayısıyla vakıflar artık vakfedenin mülkü olmaktan çıktığı gibi, vali veya yöneticinin de mülkü olmayıp şahsi menfaat dairesinin ve devlet kararları destekleme dairesinin dışına çıkar. İslam tarihinde bir valinin vakıf yapıp bunun velayetini devlete verdiği görülmemiştir. Valinin vakfettikten sonra bunun işlerini yürütme görevi başkalarına verilir. Karşılıklılık prensibi dışında iade talebinde bulunulması halinde kabul edilmemesi de vakıfların hususiyetlerinden olup bu konu üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunulamaz. Vakıfların, sürekliliği ve devamlılığı olan, toplumsal sorunların hafifletilmesini ve toplumun çeşitli yararlarını güden, maldan yararlanılan sürenin uzatılmasını sağlayan, aile şirketlerinin geleceklerini sağlama alan uzun vadeli stratejik hedefleri bulunur. Vakıfların özellikleri arasında devam ve süreklilik bulunur. Bu nedenle Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmakta: “ Şayet bir insan ölürse ameli sona erer. Üç kişinin durumu bundan müstesnadır. Sadaka verenler bunlardandır”. Devamlılık ve süreklilik vakıfların sahip olduğu özelliklerdendir. Örnek olarak vakfedenle yakınlık söz konusu olabilir. Süreklilik ayni mal varlıkları için de önem taşımaktadır. Ayni olanın var olmaya devam etmesi gerekir ve bunun üzerinde başka amaçla tasarrufta bulunmadan imtina edilmesi gerekir. Bu bağlamda _ 106 _ Saad bin Mohammad AL-MOHANNA bağış akışı konusunun sürekliliğinin sağlanması önem taşımaktadır. Aynı şekilde gelişen vakıf kaynağında bağış akışının sürekliliğinin de sağlanması gerekir. Bu durum vakıf gelirlerinin sürekliliği için de söz konusudur. Bu nedenle her zaman vakfedenlere sahip olunan mal varlığının bir kısmını daimi gelir getirecek bir şekilde yatırım yapmalarını tavsiye ediyoruz. İslam fakihleri bugün dahi bilinen meşhur şartı temel almaktalar. Buna göre vakıfların varlıklarını tehlikeye düşürecek durumlara maruz kalmamaları veya değişime uğramamaları, ya da bunların çok sınırlı bir çerçevede tutulmaları gerekir. Diğer yandan vakfedenin arzusuna saygı gösterilmesi de bir diğer önemli noktayı oluşturuyor. Bu nedenle bazıları vakfedenin arzusunun yasa koyucunun koyduğu hüküm derecesinde önemli olduğu görüşündedir. İnsanlar vakfedenin şartını değiştirmek istedikçe vakıfların daha çok münhasır hale geldikleri görülmekte. Bazı durumlarda da içerisinde bulunulan çevre buna müsait olmamakta. İlk sosyal güvenlik sistemi olmaları da vakıfların hususiyetleri arasında bulunmaktadır. Vakfın hususiyetleri biriktirme ve yatırım yapmayı gerektirmekte. Son olarak vakıflar fikrini teyit amacıyla üçüncü bir örtünün tüm bileşenleri ve kurumsal becerileriyle yaratılması tavsiye edilir. Vakıflar sisteminin gerekliliği bunun tanımlanmasını, çeşitlerini ve korunmasını içerir. Vakfedenin şartları, arzuları İslam Şeriatına uygun olarak gerçekleştirilir. Vakfın vakfedenlerin şartlarıyla uyumlu veya buna uygun olarak yönetilmesi bu kapsamda değerlendirilir. Devlet tarafından cezalar kapsamında bir idarenin oluşturulması ve denetim işlerini yürütmesi ama uygulamaya müdahale etmemesi gerekir. Zira bildiğimiz kadarıyla idarenin uygulamaya müdahale etmesi vakıflarda karışıklığa sebebiyet vermekte ve süreklilik imkanlarını olumsuz etkilemekte. Bu nedenle vakıfların bu hususiyetlerine riayet etmek gerekir. Uzmanların ve vakıf gerekçelerini yazanların vakıfların hususiyetlerine riayet etmeleri önem taşımaktadır. Son olarak değerli kardeşlerim bu konudaki görüşlerinizi almak isterim. Görüşleriniz nelerdir? Dinleyici: Söyledikleriniz gelecekle ilgili görüşü yansıtıyor ve vakıflar toplumsal seviyenin yükselmesine katkıda bulunuyor. Başka Bir Dinleyici: Ortaya koyduğunuz resmin, kaynakların iyi bir şekilde kullanılmadığını gösterdiğini düşünüyorum. Başka Bir Dinleyici: Kaynaklar yükselene kadar çok iyi kullanılmalı. Konuşmacı: Aslında bu resim bazı vakıfları ve onların sorunlarını göstermektedir. Vakıfların bizim büyük zenginliklerimiz olduğu doğrudur. Bununla birlikte vakıflar konusunda pek çok şeyi iyi bir şekilde tertip edemedik, düzenleyemedik, yasal düzenlemelerle bir çevre oluşturamadık. Bu durumda bize yalnız bir merdiven yeterli olmakta ve diğer merdivenleri başkalarına hediye etmekteyiz. Böylece onlar bunlardan yararlanmakta. Teşekkür ederim. Allah’ın Selamı, Rahmeti ve Bereketi üzerinize olsun. _ 107 _ _ 108 _ 3URI'U8VDPD$/$1, ϕέόϟ±ΔϳϗέόϟΔόϣΎΟ x x _ 109 _ _ 110 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 111 _ _ 112 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 113 _ _ 114 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 115 _ x _ 116 _ Prof. Dr. Usama ALANI x x _ 117 _ _ 118 _ Prof. Dr. Usama ALANI ,QWHUQDO5HYHQXH&RGH _ 119 _ R RUGLQDU\IRXQGDWLRQ & &RUSRUDWHIRXQGDWLRQV Δγγ΅ϣϟˬ7UXVWV 'HSHQGHQWIRXQGDWLRQV ΕΎγγ΅ϣϟέϬΗηΗϭˬ 8PEHUHOODIRXQGDWLRQVΔϳΎϣΣϟΕΎγγ΅ϣΔϳϣγΗΑΔρϭέηϣϟΔόΑΎΗϟ ,%,' )RXQGDWLRQ/DZLQ6ZLW]HUODQGrRYHUYLHZDQGFXUUHQWGHYHORSPHQWVLQFLYLODQGWD[ODZ%\3URI'U'RPLQLTXH-DNRE0,//XQG DQG'U*RUDQ6WXGHQ//0&DPEULGJHZZZUZLX]KFK. ../ EMAMS_Foundation_Law_Reader.pdf.S _ 120 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 121 _ _ 122 _ Prof. Dr. Usama ALANI &RQQRUV1RQSURILW2UJDQDL]DWLRQ3)UHHPDQ3ULYDWH)RXQGDWLRQV3 ,QWHUQDO5HYHQXH6HUYLFH KWWSHQZLNLSHGLDRUJZLNL)RXQGDWLRQB8QLWHGr6WDWHVBODZ _ 123 _ ,%,' )RXQGDWLRQ/DZLQ6ZLW]HUODQGrRYHUYLHZDQGFXUUHQWGHYHORSPHQWVLQFLYLODQGWD[ODZ%\3URI'U'RPLQLTXH -DNRE0,//XQGDQG'U*RUDQ6WXGHQ//0&DPEULGJHZZZUZLX]KFK. ../ EMAMS_Foundation_Law_Reader.pdfS _ 124 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 125 _ _ 126 _ Prof. Dr. Usama ALANI www.uky.edu/EVPFA/Controller/files/.../POLICY.pdf ,%,'S _ 127 _ ,%,'S ,%,'S ,%,' _ 128 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 129 _ _ 130 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 131 _ _ 132 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 133 _ _ 134 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 135 _ _ 136 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 137 _ _ 138 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 139 _ _ 140 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 141 _ _ 142 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 143 _ _ 144 _ Prof. Dr. Usama ALANI _ 145 _ _ 146 _ İSLAMİ VAKIF BAĞIŞLARININ (BAĞIŞ FAALİYETLERİNİN), VAKIF (KURUM) KÜLTÜRÜYLE KORUNMASI Prof. Dr. Usama ALANI Aliraqiya Üniversitesi – IRAK İslami Vakıflara Batılı Emperyalistlerin başlattığı saldırılar henüz bitmedi. Daha sonra bunu zalim ve müstebit yöneticiler üstlendi. Bu durumdan geçiş ülkelerindeki İslami azınlıklar veya çoğunluk olarak nitelendirilenlerin yönetimlerinin baskısı altındaki İslami gruplar etkilenmeye devam etmekteler. Bu durum, vakıfları ve varlıklarını koruma ve kimliklerini muhafaza etme amacı bulunan kurumsal sistemlerin kullanılmasını gerekli kılmakta. Vakıf müesseselerinin teşkili Batı toplumlarında asırlardır süregelen başarılı ve kabul gören üsluplar olarak değerlendirilmekte olup bu durum İslam gerçeğinde bundan yararlanmayı gerektirmektedir. Bu yararlanmayı hayata geçirmek için bu sunumda aşağıdaki konular ele alınacaktır: x Vakıf müessesesiyle (Foundation) İslam âlemindeki vakıf müessesesi arasındaki benzerlikler ve farklılıklar; x Vakıf müessesesi sistemini kullanmak suretiyle aşağıda yer aldığı şekliyle vakıfların korunması: o Mevzuat yönüyle (Yasa – Yargı), o Organizasyon ve idare yönüyle, o Denetim yönüyle (Devlet veya diğer), o Gelişim yönüyle. GİRİŞ Çağdaş toplumlarda İslam vakıflarının durumu: İslam toplumunun gelişimiyle (Tarihsel süreçte amacı dışında kullanım, kötü yönetim ve usulsüzlük, soygun ve haksız yere vakfın işgal edilmesi gibi nedenlerden dolayı vakıflardaki yolsuzluk fenomenine dikkat çekilebilir)1. Bu köklü dönüşümler bir takım temel sorunlara sebebiyet vermiş, modern devletin tüm vakıf işlerini kontrol altına almasına yol açmış, olması gereken hiçbir bağımsızlığı bulunmayan ve meşruiyetini ve görevini devletten alan devlet vakıf bakanlıklarının ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Bilakis bu bakanlıkların idari çalışmalarının büyük kısmı yeterlilik ve iş bitirme hususunda gerekli olan en asgari şartlara dahi sahip bulunmamaktadır. Hatta vakıf bakanlıkları devlet bünyesinde çalışan kurumların en zayıflarını oluşturmaktadır2. Siyasi düzen veya tam olarak ifade etmek gerekirse hükümet bu konuda tarafsızlık ilkesi temelinde çalışmayıp bilakis devlet kararları elit gücün çıkarlarına bağlı olarak alınmaktadır. Ama bu bağlamda önemli olan devletin rolüyle vakıf müessesi arasındaki tahakküm ilişkisi ñEUDKLP*KDQHP9DNÜI6LVWHPLQLQ7DULKL2OXíXP*ÐVWHUJHOHUL7RSOXPVDOñNWLVDGL.XUXPVDO9DNÜIODU'HUJLVL'HQH\VHO6D\Ü$VÜP 6D\ID <DVHU$O+RUDQL7DULKLñVODP7HFUÖEHVLQGH9DNÜIODUÜQ.XUXPVDO6RUXQODUÜ6HNL]LQFL<ÜO6D\Ü0D\ÜV6D\Ü _ 147 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması çok tehlikeli yeni bir düzeni beraberinde getirmiş bulunmaktadır. Buna devralma düzeni de denebilir. Bu düzende kaynakların kullanımı, dayanışma ve kamu yararı amaçları için yürütülen faaliyetler siyasi düzendeki güç sahiplerinin yararına gerçekleşmektedir3. Tabi burada devletin vakıflar üzerindeki tahakkümünün genişlemesine katkıda bulunanı hükmü altına almasına katkıda bulunan bir takım nedenler bulunmaktadır: 1. Vakıflar üzerinde idari ve yeterlilik açısından denetim yapan cihazların geri kalmış olması, 2. Modern devletlerin sivil toplum kuruşluları4 üzerinde tahakküme yönelmeleri, 3. Vakıfların yeniden yapılandırılması için Fas, Mısır ve Suriye’de5 olduğu gibi emperyalist girişimler, 4. Küreselleşme çerçevesinde büyük devletlerin küçük devletler üzerinde tahakküm kurmaları sonucunda hayır bağışlarının terörle irtibatlandırılmasını ve bunların devletin yasalarının kontrolü altına sokulmasını beraberinde getirmiştir ki bunun sonucunda ilgili ülkenin tüm finans kurumlarının zaptı, denetimi ve muhasarası gibi bir durum ortaya çıkmış bulunmaktadır 6. BİRİNCİ BÖLÜM – VAKIF MÜESSESESİ VE İSLAM VAKFI ARASINDAKİ BENZERLİKLER İslam vakıf sistemi ile Batı dünyasındaki vakıf müessesesi arasındaki benzerlikler konusuna başlamadan önce konu çeşitli görüşler yardımıyla el alınacaktır: 1.1. Kavramlar Açısından: Öncelikle kavramları kristalize etmek gerekir. Zira bu şekilde her iki kavram arasındaki yakınlaşma ve uzaklaşma noktalarını belirlememiz mümkün olur. Vakıf müesseseleri (Foundation) hakkında çeşitli tanımlar yapıldı. Bu tanımlarda vakıf müessesesi, hayır müesseselerini desteklemek için oluşturulan bir organizasyon olarak görülmekte7. Amerikan Miras Sözlüğünde vakıf kavramının anlamları arasında şunlar yer almakta: Bağış oluyla kurulan ve finanse edilen her türlü müessese vakıf müessesesidir (Any institution that is founded and supported by endowment)8 . Oxford sözlüğünde kelimenin kendisi şu şekilde tanımlanmaktadır: Bilimsel araştırma veya hayır alanı gibi belirli bir amaç için kurulan herhangi bir kurumdur9. $\QÜND\QDN ñEUDKLP *KDQHP %DWÜ 7RSOXPXQGD 9DNÜIODUÜQ 7DULKL 2OXíXPX $UDS <XUGXQGD 9DNÜI YH 6LYLO 7RSOXP 6HPSR]\XPXQGD \DSÜODQ ELU VXQXP$UDS%LUOLðL$UDíWÜUPDODUÜ0HUNH]L%H\UXWLQFL%DVNÜ6D\ID 0XKDPPHG=DKHG$O.HYVHUL.HYVHUL0DNDOHOHUL.DKLUH(]KHU7DULKL(VHUOHU.ÖWÖSKDQHVL6D\ID <DVHU$O+RUDQL7DULKLñVODP7HFUÖEHVLQGH9DNÜIODUÜQ.XUXPVDO6RUXQODUÜ$GÜJHÁHQHVHU6D\Ü :HEVD\IDVÜwww.investorword.com9DNÜINHOLPHVLQLQDUDíWÜUPDVÜ 7KH$PHULFDQ+HULWDJH(QJOLVKDVDVHFRQG/DQJXDJH+RXJKWRQ0LIIOLQ&RPSDQ\%RVWRQ1HZ<RUN86$6D\ID 2[IRUG$GYDQFHG/HDUQHUV'LFWLRQDU\RI&XUUHQW(QJOLVK2[IRUG8QLYHUVLW\3UHVV6L[WK(GLWLRQ6D\ID _ 148 _ Prof. Dr. Usama ALANI Strauss sözlüğüne göre ise vakfın, belirli bir tüzel kişiliğe sahip, kendisine bağışlanmış belirli bir para veya mal varlığı bulunan, gelirlerinden amaçları için harcamalar yapılan bir kurum olması gerekir. Vakfın kurucularından bağımsız bir heyet olması veya bir tüzel kişiliğe sahip bir olması, araç olarak özel malı genel hayır ve yarar amacı güden alanlarda kullanıyor olması gerekir. Vakıf (Foundation) devlete ait olmayan bir kurul veya organizasyon olup bir mütevelli heyeti veya vasiler ya da bir yönetim kurulu tarafından idare edilir. Bununla birlikte vakıf genel olarak kitleden bağış toplamamakta, bilakis kurucuları tarafından bağışlanan mallara dayanmakta ve genel yararı bulunan amaçlara hizmet etmektedir10. Websters sözlüğünde ise şu tanım yapılmakta: Vakıf ile mali bir fon veya hastane yenilenmesi, hayır işi ve benzeri konular ya da bir araştırma veya eğitim için finansman projesi anlaşılır11. Hayır müessesesi (Foundation) şu şekilde tanımlanır: “Kamuya ait olmayan, kar amacı gütmeyen ve varlığa sahip bir kurum olup varlıklarını hayır amacına yönelik programların idaresi için kullanır12. Önceki tanıma dayanarak bu müesseseleri ayıran önemli unsurlar şunlardır13: 1. Hayır ve bağış mallarının idaresi için kurumsal bir çalışma, 2. Devlet idare organlarına entegre olmamış âdemi merkeziyetçilik ve bağımsızlık, 3. Bağışların fert, aile ve kurumlarla sınırlılık, 4. Eğitim ve sağlıktan çeşitli sektörlere varıncaya dek toplumsal refaha katkıda bulunan ve kamunun yararına hayır çalışmaları. Bu tanımlara bakarak “Foundation” kavramının organizasyonu, hayır müesseselerinin ister vakıf şeklini alsın isterse hayır derneği şeklini alsın isterse bir başka şekilde olsun, şekil açısından açıkladığını görüyoruz. Bununla birlikte (hayır alanından çalışan) müessese kavramı diğer derneklere ve organizasyonlara Vakıf Yapanlara teşmil edilmektedir. “Foundation” lafzının münhasır yasal tek bir anlama delalet etmediğinden emin olmak lazım. Ayrıca bu lafız yalnız kendi başına, kamu yararı güden bir müessesenin burada söz konusu olduğunu ispata yeterli olmayabilir. Bunun yanı sıra böyle bir bağın mevcudiyetinden emin olmanın tek yolu Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu gibi yasal durum ve yürürlükte olan federal vergi mevzuatı tarafından belirlenen bir takım unsurlardır14. 0XQ]LU4DKIñVODP9DNIÜ*HOLíLPL<ÐQHWLPLYHñOHUOHPHVL'DUXnO)LNUìDP6D\ID 11 :HEVWHUnV1HZ:RUOG'LFWLRQDU\RIWKH$PHULFDQ/DQJXDJH6HFRQG&ROOHJH('ñ7ñ216LPRQDQG6FKXVWHU,QF&OHYHODQG 6D\ID )UHHPDQ3ULYDWH)RXQGDWLRQV6D\ID$XVWLQ)RXQGDWLRQV6D\ID$QKHLHU3ULYDWH)XQGV6D\ID 8VDPH$PU$O$VKTDU%DWÜ+D\ÜU7HFUÖEHVL,íÜðÜQGDñVODP9DNÜI0ÖHVVHVHVLQLQ*HOLíLPL'XUXP$UDíWÜUPDVÜ8OXVODUDUDVÜ.XYH\W 9DNÜI$UDíWÜUPDODUÜ\DUÜíPDVÜQGDEDíDUÜOÜRODQDUDíWÜUPDODUVLOVLOHVL9DNÜIODU*HQHO6HNUHWHUOLðL.XYH\W'HYOHWL%LULQFL%DVNÜ+LFUL 0LODGL6D\ID 7DUHT$EGDOODK+DUZDUGYH.DUGHíOHUL$PHULND%LUOHíLN'HYOHWOHULQGH(ðLWLP9DNIÜ+HGHIOHUL9DNÜIODU'HUJLVL2QELULQFL\ÜO6D\Ü 0D\ÜV+LFUL6D\ID _ 149 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması İslam’da vakıf kavramına gelince, bu çalışmayı yapan araştırmacıya göre mevkuf mallara olan ihtiyacın artmasına ve iktisadi hayattaki rolünün artmasına koşut olarak İslam’da vakıf tanımının her çeşit vakfı ve şartlarını içermesi gerektiğini düşünmektedir. Bununla kendisinden veya ürünlerinden genel veya özel olarak iyilik anlamında yararlanılan malın geçici veya daimi bir surette hapsedilmesi (tutulması) kastedilmektedir15. Bu tanımdan İslam’da vakfın en önemli özelliklerinin şunlar olduğu sonucunu çıkarabiliriz: 1. Bağış devam eden bir sadaka olup bu devam ya mevkuf kaynağın üretim ömrünün devamına ya da Vakıf Yapanın şartlarının devamına işaret eder, 2. İslam’da bağış, mevkuf kaynağın doğasına ve türüne göre iktisadi açıdan üretim veya hizmet sermayesini temsil eder, 3. İslam’da vakıf tüm mevkuf malları temsil eder. Bu, fakihlerin çoğuna göre olduğu gibi ya ebedi (daimi) ya da Malikilerin cevaz verdikleri gibi menkul şeklinde olur, 4. İslam vakfı, ya kendisinden kaynaklanan ortaya çıkan geliri veya bağış ürününün satışı veya pazarlanması yoluyla elde edilen malları içerir, 5. Ayrıca İslam vakfı hangi tür ve cinsten olursa olsun yapılan tüm hayır ve hasenatı içerir, 6. İslam vakfı Vakıf Yapanın iradesini yansıtan yasal tüzel bir kişiliği temsil eder, 7. İslam vakfı sürekliliğin ve iyi idarenin korunmasını gerektirir. 1.2. Çeşitlilik ve Şekil Yönüyle: Bizden öncekiler İslami bağış ve türleri arasında ve özellikle de nesillere yönelik bağışla diğerleri arasında hayır hasenat açısından bir ayırım yapmamışlardır. Vakfın tüm şekillerine bağış veya hapis veya sadaka adı tesmiye edilmiştir16. Bununla birlikte daha sonra gelenler bağışları bazı mülahazalar nedeniyle çeşitli bölümlere ayırmışlardır. Bunlar 17: a. Yararın tahakkuku açısından vakıf çeşitleri (kendilerine vakfedilenler yönüyle) 1. Ailevi veya nesli vakıf: Bundan kasıt Vakıf Yapanın zürriyetine veya bunlardan sonra gelenlere münhasır hayır hasenatı kesintiye uğramayan özel yararı bulunan vakıftır. Al Zubeyr Vakfı örneğinde olduğu gibi18. Aile vakfında herkesin bildiği daimi bir yarar bulunur ki bu zaman geçse de Vakıf Yapanın evlatları veya torunları tabakadan tabakaya nesilden nesle mevkuf kaynakların yıllık veriminden yararlanmaya devam eder. Aile vakfında kendilerine vakfedilenlerin akraba, kardeş veya başkaları tarafından yapılmış olması fark etmemektedir. Bu türden vakıflar üzerinde günümüz mevzuatları özellikle Hicri on dördüncü asır başlarında bir takım zorluklar çıkarmaktadır. Ve hatta bazı durumlarda bunların ilgasına dahi gidilebilmektedir19. 0XQ]XU4DKIñVODP9DNIÜ6D\ID $EX=HKUD9DNÜI¶]HULQH'HUVOHU6D\ID0XKDPPHG8EH\G$O.XEH\VL9DNÜI+ÖNÖPOHUL 8VDPH$EGÖOPHFLW(ODQL9DNÜI<DWÜUÜP)RQODUÜ)ÜNKLñNWLVDGL$UDíWÜUPD'DUXO%HíDLU(OñVODPL\\H%H\UXW%DVNÜ6D\ID %XKDULWDUDIÜQGDQ(O9HVD\DnGDYH(O%H\KDNLWDUDIÜQGDQVÖQQHWNLWDEÜQGD]LNUHGLOPLíWLU $KPHW%LQ6DOLK(O$EXGVVHODP0ÖVOÖPDQODUGDYHGLðHUOHULQGHYDNÜIWDULKLñVODPìHULDWÜQGD9DNÜIYH$ODQODUÜ6HPSR]\XPX _ 150 _ Prof. Dr. Usama ALANI 2. Hayır Vakfı: Vakıf Yapanın başından itibaren hayır hasenat olarak yaptığı bir bağıştır. Bunun yararı yalnız belirli bir kişiye yönelik olmaz. 3. Ailevi Hayır Vakfı20: Bu, bir kısmı ailevi bir kısmı ise hayra yönelik olmak üzere iki görüntülü bir durumdur. Bunlardan birincisi: Vakıf Yapan kişi, mevkuf evin getirisinin üçte birini örneğin Kuran-ı Kerim hıfız halkalarına infak edilmesini ve getirinin diğer kısmını kendi evlatlarına ve daha sonra da onların evlatlarına infak edilmesini şart koşabilir. İkincisi: Vakıf Yapan kişi, mevkuf evin getirisinden örneğin bin Riyalin veya belirli bir meblağın infak edilmesini ve geriye kalanının ise azalan veya çoğalan bir şekilde evlatlarına ödenmesini şart koşabilir. Yalnız, Vakıf Yapanın başlangıçta evini kendisine daha sonra ise evlatlarına vakfetmesi ve onlardan sonra da Kuran-ı Kerim hıfız evine vakfetmesi halinde burada bir aile vakfından söz etmek mümkün olur. Şayet bu evi başlangıçta beş seneliğine Kuran-ı Kerim hıfzına daha sonra ise bu sürenin sonunda bunu hayatı boyunca kendisine ve kendisinden sonra da evlatlarına bırakması durumunda burada bir hayır vakfından söz etmek mümkün olur. Burada vakfın türünü belirleyen işin başında kendisine vakfedilen cihetin kendisidir. b. Yönetim şekli açısından bağış türleri21: Bu türden bağışlar şu kısımlara ayrılır: 1. Vakıf Yapanın kendisi veya kendisinden sonra gelen ve vasıfları Vakıf Yapan tarafından belirlenen soyu tarafından yönetilen bağışlar. 2. Müstefit tarafları denetleyen vakıf nazırı tarafından yönetilen bağışlar. Vakıf Yapanın, vakfının kendisine bağış hayırları infak edilen bir cami imamı tarafından idare edilmesini vakıf tüzüğünde belirtmesi buna örnek gösterilebilir. 3. Yargı tarafından idare edilen vakıflar: Bunlar, kuruluş belgeleri kaybolan ve Vakıf Yapanın bunların nasıl idare edilecekleri yönündeki tercihleri bilinmeyen vakıflar, ya da devlet idaresine tabi olan vakıflardır. Bunlar son asırlarda ve özellikle de on dokuzuncu yüzyılın yarısından Osmanlı Devletinde vakıflar bakanlığı kuruluş kanunun çıkarılmasından sonra devletin kontrolüne geçmiş olan vakıflardır. c. İktisadi içeriğine göre vakıf türleri22: Bu türden vakıflar şu kısımlara ayrılır: 1XU%LQW+DVDQ%LQW$EGXOKDOL\P.DUXQñVODP)ÜNKÜQGD9DNÜILGDUHFLVLQLQJÐUHYOHUL9DNÜIODUGHUJLVL<ÜO6D\Ü(NLP6D\ID 0XQ]LU4DKIñVODP9DNIÜ6D\ID $\QÜND\QDN6D\ID _ 151 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması 1. Doğrudan hizmet sunan vakıflar: Bunlar, kendisine vakfedilene doğrudan hizmet sunan vakıflardır. Namaz için yer temin eden cami vakfı, öğrencilerin eğitimi için yer temin eden okul vakfı benzeri vakıflar bunlara örnek gösterilebilir. Bu doğrudan hizmetler fiili üretimi temsil eder ya da vakıf mallarının kaynaklarının kendisi fiili yararları temsil eder. Bu yararlarla ilgili vakıf malları nesilden nesle biriken sabit üretimsel varlıkları temsil eder. 2. Yatırım vakıfları: Bunlar, sınaî, zirai, ticari veya hizmet yatırımlarına yönelik mevkuf vakıfları olup bunlarla kendi zatları kastedilmez. Bilakis bunlarla vakıf amaçları doğrultusunda sarf edilen net gelir getirisi üretimi kastedilir. Bu durumda yatırım mülkleri pazarda talepte bulunan müşteriler için herhangi bir mal veya hizmet üretebilir ve bunların net gelirleri vakıf amaçları doğrultusunda infak edilebilir. d. Mevkuf mal türleri açısından vakıf çeşitleri: Vakfedilen mal türleri açısından vakıflar ya gayrimenkul ya da menkul şeklinde olur. Al Zakhira isimli kitabın müellifi hapsi üçe kısma ayırmakta23: 1. Arazi ve ev, dükkan, duvar, mescit, fabrika, mezar ve yol benzerleri. 2. At ve inek gibi hayvanlar ve köleler. 3. Silah ve zırh. Bu konuda dört görüş bulunmaktadır. Bunlardan kimi cevaz vermekte, kimi men etmekte ve kimi özellikle ata izin vermekte ve kimi özgürleşmesini engellediği için kölelerin durumunu kerih görmekte. Batı dünyasında ise vakıf müessesesi şu kısımlara ayrılmakta: a. Genel kamu yararına olan müesseseler: Toplum yararına olan kurumlar (Public Foundation) hayır kurumları olarak değerlendirilirler. Bunların en önemli hedefleri hayır projelerini hayır faaliyetleriyle finanse etmek ve çeşitli sponsorlar tarafından finanse edilen hayır faaliyetleri yürütmektir. Bunlar, özel müesseseleri ve bireyleri ve kamu kurumlarını içerebilir. Bu müesseselere genel hayır konumunu muhafaza edebilmesi için finans kaynaklarının çeşitlendirilmesini sağlama şartı koşulabilir. Kiliseler, hastaneler ve ihtisas hastanelerine ve üniversitelere bağlı tıbbi araştırma merkezleri ve okullar genel kamu yararına olan kurumlar kapsamında sınıflandırılırlar. Bununla birlikte genel kamu yararına olan kurumların en büyük kısmı yerel topluluklar müesseseleri adı altında (Community Foundation) kurulan kuruluşlardır. Bunlar belirli bir coğrafi bölge dahilinde fakir ve muhtaç kesimlerin gereksinimlerini karşılamaya yönelik olarak çalışırlar. Amerika Birleşik Devletlerinde kentleşmiş ve kırsal kesimlerde şu anda bu çerçevede çalışan 700 civarında bu türden müessese faaliyet yürütmekte ve bunların 2007 yılındaki bütçeleri 48 milyar Dolara çıkmış bulunmaktadır24. b. Özel kamu yararına olan müesseseler: Özel kamu yararına olan müesseseler maddi kaynaklarını genellikle tek bir temelden temin ederler (aile, fert veya iktisadi bir tesis). Aynı şekilde görevi hayır finans kuruluşlarına veya fertlere münhasır olur ve hayır projelerinin hayata geçirilmesi ve idaresinde doğrudan faaliyetlere yönelir. Bu özel müesseseler üçe ayrılırlar25: $O=DNKLUD$O/DNKPL 7DUHT$EGDOODK+DUZDUGYH.DUGHíOHUL$PHULND%LUOHíLN'HYOHWOHULQGH(ðLWLP9DNIÜ+HGHIOHUL$GÜJHÁHQHVHU6D\ID $GÜJHÁHQHVHU6D\ID _ 152 _ Prof. Dr. Usama ALANI Bağımsız vakıf müesseseleri (Independent Foundation): Bunlara aile kurumları adı da verilir. Bunların kaynakları ister fert bazında isterse aile bazında olsun tek bir kaynaktan yapılan hibe veya bağışlardan meydana gelir. Bu müesseseler kamu yararına olan müesseselerin % 98 gibi büyük bir çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bu bağımsız müesseseler başlangıçlarında fakirliğin şiddetinin azaltılması, eğitim, sağlık gibi belirli konularda uzmanlaşmaya çalışmışlardır. Bununla birlikte yirminci asrın başlarında bunların yeni bir nesli ortaya çıkarak tek bir alanda faaliyet yürütmek yerine çeşitli alanlarda çalışmalara başlamıştır. Bu bağımsız müesseseler hacim ve hedef yönüyle farklılıklar gösterirler. İktisadi şirketler tarafından finanse edilen vakıf müesseseleri (Company sponsored foundation): Bu müesseseler kar amacı güden herhangi bir şirketten yıllık bağış ve katkılar elde ederler. Müessese ve şirket arasındaki organik ilişkiye rağmen her ikisi de yasal olarak birbirlerinden ayrı yapılardır. İktisadi şirketler tarafından finanse edilen müesseseler bağımsız, yasal koruma altında olan ve kendilerine has bir mütevelli heyeti bulunan kuruluşlardır. Operasyonsal vakıf müesseseleri (Operating foundation): (birey veya aile) tek bir kaynağın kurduğu bu türden vakıfları diğerlerinden ayıran en önemli özellik bunların önceden uğraşı alanlarını belirlemeleri ve diğer müesseselere bağışta bulunma yerine projelerini doğrudan kendilerinin uygulamaya koymalardır. Bireyler tarafından kurulan müzeler için finanse edilen vakıf türleri bu alanda en çok öne çıkan türlerdendir. Aynı şekilde, fakir toplum katmanlarına tahsis edilen ve gelirleri sunmuş olduğu hizmetlerin finansmanı için kullanılan hastane vakıfları da bu kapsama girer. 1.3. Vakıf müessesesinin iktisadi önemi yönüyle: Bu müesseselerin Amerika Birleşik Devletlerindeki ehemmiyetini ve sahip olduğu vakıf varlıklarının hacmini ve bu vakıf varlıklarının doğasını bilme babında burada yararlı bir takım istatistikleri sunuyoruz: o Amerikan Hayır İstatistikleri Ulusal Merkezi verilerine göre kayıtlı özel vakıf müesseselerinin (Private foundation) sayısı 1998 yılında 70.480 iken bu sayı 2011 yılında 98.434e yükselmiştir. 2010 yılında4459 yeni vakıf kurulmuştur26. o En büyük on vakfın yıllık geliri 2011 yılında 15 milyar Doları aşmış bulunmaktadır. Tüm vakıfların toplam gelirleri ise 84,99 milyar Doları bulmaktadır27. o Özel müesseselerin sayısı 97.000e ulaşmış bulunuyor. Toplumsal müesseseler Haziran 2012’den 1.100 daha fazla bulunmakta. Özel müesseselerin toplam varlıkları 646,5 Milyar Dolara ulaşırken toplumsal müesseselerin varlıkları ise aynı dönem içerisinde 48,8 milyar Dolara ulaşmış bulunmaktadır28. o 2011 yılında hayır ve vakıf bağışlarının Amerika Birleşik Devletleri gayri safi yurtiçi hâsılasına nispi oranı % 2ye ulaşmış bulunmaktadır29. *LYLQJ86$)RXQGDWLRQ6D\ID ,%,' ,%,'6D\ID ,%,'6D\ID _ 153 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması İslam ülkelerindeki vakıfların mal varlıklarının tutarı konusunda veri bulunmamakta. Bununla birlikte Ernst Young Danışmanlık şirketinin 2010 yılı verilerine göre düzenlediği raporda İslam vakıfları sektörüne ışık tutulmakta. Buna göre İslam vakıflarının varlıkları takribi 105 milyar Dolara ulaşmakta. Rapor bu sektörün İslami bankaların sunduğu mali hizmetlerde yeni bir neslin ortaya çıkmasında katalizatör görevi üstleneceğine işaret etmekte. Ayrıca bu sektör İslami yatırım fonları alanında da dirilmeye katkıda bulunacaktır30. Yukarıda yer alanlardan da anlaşılacağı üzere Batı dünyasında vakıf müessesesi (Foundations) büyük oranda İslam vakıf müessesesine benzemektedir. Zira burada da getirisi hayır işlerine yatırılan ve harcanan sürekli bir malın varlığı söz konusudur. Aynı durum şekildeki çeşitlilik içinde söz konusudur. Bununla birlikte bilahare açıklayacağımız üzere bazı noktalarda İslam vakıf geleneğinden ayrılmaktadır. İKİNCİ BÖLÜM: BATI ÂLEMİNDE VAKIF MÜESSESESİ Birincisi: Batı Âleminde vakıf kurmak için gerekli olan yasal koşullar Bu bentte bazı Batı âlemi ülkelerinde bir müessese kurmak için gerekli görülen en önemli yasal şartları ele alacağız. 2.0.1. Birleşik Krallıklarda, İngiltere ve Galler’de vakıf müessesesinin kuruluşu Hayır İşleri Yüksek Komiserliği (Charity Commission for England and Wales) nezdinde yapılmaktadır. Müessesesin tescil şekli (özel veya kamu vb…) (sınırlı veya sınırsız) bağışların türü, mevkuf malların çeşidi ve kaynağına göre belirlenmektedir31. Vakıf müesseseleri idaresi sorumluları söz konusu yasal bağımsızlığın vakıflara kendi politikalarını belirleme, müdahaleler, dış baskılar veya kurum üzerindeki çeşitli tahakkümler nedeniyle gerçekleştirmekte zorlandığı hedeflerini gerçekleştirme imkanı sunduğunu belirtmekteler. Burada Birleşik Krallıklarda bağış kurumu olarak çalışan üç çeşit hayır kurumu bulunmakta32. - Hayır vakfı müessesesi ve sekreterlikleri: Bunlar gönüllü işleri ve sivil toplumu destekleyen bağımsızlığa sahip müesseselerdir. - Sosyal müesseseler: Bunlar vakıf sekreterlikleri olup belirli sosyal grupları ve amaçları desteklerler. - Diğer hayır müesseseleri: Bunlar çalışan büyük hayır müesseseleri olup belirli bir hedefi kapsar ve destekler. Örneğin Britanya Kalp Vakfı. 2.0.2. Amerika Birleşik Devletlerinde Vakıf Müesseseleri: Amerikan yasasına göre vakıf müessesi kar amacı gütmeyen organizasyon türlerinden biridir. )XDW$O$PU¡DðGDí9DNÜI0ÖHVVHVHVL0RGHOLQH'RðUXñGDUHYH<DWÜUÜP7XQXV9DNÜIODU6HPSR]\XPXQGDVXQXOPXíWXU9DNÜDYH *HOHFHðLQ.XUXOPDVÜìXEDW7XQXV&XPKXUL\HWL6D\ID 8VDPH$PU$O$VKTDU%DWÜKD\ÜUWHFUÖEHVLÜíÜðÜQGDñVODPYDNÜIPÖHVVHVHVLQLQJHOLíLPL6D\ID *UDQWPDNLQJE\8.WUXVWVDQGFKDULWLHV2FDNŚƩƉ͗ͬͬǁǁǁDFIRUJXNWUXVWVDQGIRXQGDWLRQV"LG S _ 154 _ Prof. Dr. Usama ALANI Amerikan iç gelir yönetmeliği (IRC)33 bireyler, aileler veya şirketler tarafından finanse edilen özel müessese (private) ile kar amacı gütmeyen ve gelirlerini genellikle kamu finansmanı (public) yoluyla elde eden diğer müessese türleri arasında bir ayırım yapmaktadır. Kanuna uygun olarak idari ve işletme masrafların % 5i aşmaması gerekmektedir. Bunlar hiçbir işçi çalıştırmayan küçük müesseseler de olabilir veya yanında görevliler çalıştıran büyük müesseseler gibi vakfın değerinin % 0,5ine ulaşabilir. Amerikan Kongresi sunulan tekliflerle ödenek için söz konusu % 5 şartını ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bu teklifler doksanlı yılların sonlarında olduğu gibi bu müesseselerin yatırım gelirleri elde etmesi ve iktisadi gelişmelerin söz olması durumunda revaç ve teyit görmektedir. İktisadi krizlerin ortaya çıkması ve 2001-2003 ve daha sonrasında olduğu gibi gelirlerin azalması döneminde de bu teklifin gündemden kalkması söz konusu olmaktadır. Bu müesseseler Amerikan İç Gelir Yasasının 501inci maddesinin C fırkası uyarınca vergi muafiyetinden yararlanmaktadır. Bu yasa kar amacı gütmeyen 28 tür hayır organizasyonunu içermektedir34. 2.0.3. İsviçre Vakıf Müesseseleri35: Öncelikle Batı toplumlarında şu an geçerli olduğu üzere müessese lafzına işaret etmek gerekir. Bu lafız burada tüm hayır iş türlerini içermektedir. Ve İsviçre yasal ve finanssal kolaylıklar ve yasaların sunduğu vergi muafiyetleri açısından kurumlar ve finansörler için bir cennet olarak kabul edilmektedir. Ticari sicile kayıt zorunluluğu bulunmaması nedeniyle özel ve kilise müesseselerinin adedini saymak oldukça zor görünmekte. Bununla birlikte kayıtlı olan müesseselerin sayısı 01.01.2011 itibarıyla 17897’ye ulaşmış bulunmaktadır. İsviçre özel yasaları müesseselerin her türlü yasal şekillerini kapsamakta ve ticari sicile kayıt olması gereken geleneksel ve kilise müesseseleri (ordinary foundation) gibi geleneksel müesseseler üzerine yoğunlaşmış bulunmaktadır. Memurların yararına olan ve müessese hükmüne giren emeklilik fonları benzeri programlarda bu kapsamda değerlendirilmektedir. Buna aile müesseselerini (Family Foundations) eklemek gerekir. Zira yasa bunları aileye bağışta bulunmak veya desteklemek amacıyla kurulmuş olmaları hasebiyle bu kapsam içerisine almaktadır. Bu kurumların ticari sicile kayıt olma zorunluluğu bulunmadığı gibi devlet denetimine de tabi bulunmamaktalar. İsviçre’de yaygın halde bulunan diğer vakıf müesseselerinden olmak üzere şirket vakıfları veya şirketler tarafından finanse edilen (corporate foundations) vakıflar bulunmaktadır. Bunlar iki türde olmaktalar: Doğrudan bir şekilde destek olan müesseseler veya holding vakıf müesseseleridir. Birinci şıkka giren vakıf müesseseleri İsviçre’de yaygın bir halde bulunurlar ve ,QWHUQDO5HYHQXH&RGH ,%,' )RXQGDWLRQ/DZLQ6ZLW]HUODQGrRYHUYLHZDQGFXUUHQWGHYHORSPHQWVLQFLYLODQGWD[ODZE\3URI'U'RPLQLTXHMDNRE0,//XQG DQG'U*RUDQ6WXGHQ//0&DPEULGJHeǁǁǁ͘ƌǁŝ͘ƵnjŚ͘ĐŚͬͬ͘͘͘DD^ͺ&ŽƵŶĚĂƟŽŶͺ>ĂǁͺZĞĂĚĞƌ͘ƉĚĨ6D\ID _ 155 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması hastaneler, okullar, bakım merkezleri ve benzeri kurumların finansmanı bunlara örnek olarak gösterilebilir. Diğer holding vakıf müesseselerine gelince bunlar hayır işlerini idare etmesini olanaklı kılan varlıklara sahip bulunan müessese türleridir. Burada bağlı müesseseler (Dependent foundations) ve trustlar bulunmakta. Bağlı müesseselerden kasıt tüzel kişiliklere sahip bulunmayan bağlı müesseselerdir. Genellikle bunların kaynakları bağış, miras ve vasiyet gibi kaynaklardır. Bağlı / şartlı müesseseler koruma (şemsiye) müesseseleri (Umbrella foundations) olarak bilinirler. Müesseseler belirli bir amaç için varlıkların tutulması yoluyla kurulurlar. Bu bağlamda vakıf müesseseleri belirli bağımsız varlık toplulukların bağışlarından oluşur, tüzel kişiliğe sahip olurlar ve belirli bir amaca yönelik çalışırlar. İsviçre yasalarına göre aşağıda yer alan özelliklerin vakıf müesseselerinde bulunması gerekir: Kuruluş için niyetin bulunması, inşa amacının belirlenmesi, mevkuf varlıkların bulunması ve yönetim. Kurucu (Vakıf Yapan), bağışlamak istediği varlıkların kullanım amacını belirleme hususunda tam bir hürriyete sahip olur. Bununla birlikte bunların yasayla çatışmaması ve ahlaki değerlere zıt olmaması gerekir. Vakıf müessesesinin ne kurumun kendisi ne de Vakıf Yapan için herhangi bir şahsi çıkar gütmemesi gerekir. Kanun, mevkuf malların türünün belirlenmesi hususunda herhangi bir sınırlamaya gitmemekte. Zira gayrimenkul, nakit, imtiyaz hakkı, teminatlar, üçüncü şahıslardan olan hak edişler ve benzeri varlıkların bağışlanmasına izin vermektedir. Aynı şekilde varlıkların miktarı konusunda da bir asgari sınır belirlememektedir. Bununla birlikte fiiliyatta başlangıç varlığının elli (50) bin İsviçre Frangından az olmaması gerekmekte. İkincisi: Batı Aleminde Vakıf Müesseselerinin Organizasyonsal Yönü: Birleşik Krallıklarda tüm vakıfların bir mütevelli heyetlerinin (Vasilerin) veya vakıf ana nizamnamesine (iç yönetmelik) uygun olarak vakıf işlerinin takip edilmesini üstlenen yöneticilerinin bulunması gerekir. Mütevelli heyetin her birinin vakıf nizamnamesinin uygulamaya ve vakfın bağımsızlığını korumaya özen göstermesi gerekir. Mütevelli heyet müessesenin politika ve stratejik planlarını yapar. Müessesesinin hayır işlerinin genişlemesi ve mütevelli heyetin görevini en iyi bir şekilde yerine getirme hususunda sürekli danışmanlık desteği olmaksızın acze düşmesi halinde mütevelli heyeti karşılaştığı sorunların çözümü hususunda ilgili profesyonel kuruma ve kuruluşlardan destek alabilir36. Vakfın günlük olağan işleri yürütme kurulu tarafından yapılır ve üst makama karşı sorumlu olur (Mütevelli heyet veya yöneticiler). Müessesenin daha önce zikredildiği üzere hayır işleri yüksek komiserliği nezdinde tescil edilmesi gerekir. Amerika Birleşik Devletlerinde yönetsel üslup Birleşik Krallıktakinden farklıdır. İsviçre’de ise İsviçre yasaları vakıf müessesesini yöneten bir takım bölümler ihdas etmiş bulunmaktadır. Zira burada öncelikle bir denetim mekanizması ve yönetim kurulu veya mütevelli heyet şeklinde bir yönetim mekanizmasının bulunması gerekir. Bu kurul müessesenin yasal 8VDPH$PU$O$VKTDU%DWÜ7HFUÖEHVL,íÜðÜQGDñVODP9DNÜI0ÖHVVHVHVLQLQ*HOLíLPL6D\ID _ 156 _ Prof. Dr. Usama ALANI sorumluluğunu üstlenir ve müessesenin yönetimini denetler ve vakıf ana sözleşmesinin veya iç yönetmeliğinin ışığı altında çeşitli makamlar nezdinde temsil eder37. Ayrıca müessesenin bir veya birden fazla gerçek kişi ya da bir tüzel kişiliğe sahip bir yürütme organının veya müessesenin hacmine göre bölümlerinin olması gerekir. Bunlar müessesenin hak ve yükümlülüklerini ve kapanış işlemlerini takip eder, müessesenin idari organına karşı sorumlu olurlar38. Üçüncüsü: Batı Aleminde Vakıf Müessesesinin Vergi Muafiyeti: 2.3.1. Birleşik Krallık: Birleşik Krallıklarda çeşitli vergi türleri bulunmaktadır. Bunlar gelir vergisinden KDV’ye ve oradan da sermayeden elde edilen gelirden doğan vergilere kadar uzanır. Britanya Vergi Sistemi genel ve şümullüdür. Bununla birlikte vakıf trustlarına ve hayır kurumlarına mal ve hizmet üretseler dahi bazı avantajlar ve istisnalar getirilmiştir. Örneğin vakıf hayır trustları, kırılgan gruplara sunulan yemek ve sağlık desteği hizmetlerinde KDV ödemesinden muaf tutulmaktalar. Aynı durum çocuklara sunulan bakım hizmetleri veya dini kurumların desteklenmesi ya da her çeşit eğitim ve bilimsel araştırma için de söz konusudur. Aynı şekilde hayır kurumları gelir vergisinden muaf tutulmakta ve mirasın bir kısmının tahsis edilmesi durumunda bağış ve miras vergisinden muaf tutulmakta. 2.3.2. Amerika Birleşik Devletleri: Araştırmacılar, Amerika Birleşik Devletlerinde hayır için yapılan mal bağışlarında vergi muafiyetleri ve kolaylıklarını düzenleyen 1917 yılında yapılan kanunun onayından bu yana Amerikan yurttaşının teberru seviyesinin diğer ülkelerde yapılan teberru seviye ortalamasını aştığı görülmekte39. Buna ilerde açıklanacağı üzere Batı ülkelerinde aile vakıflarında Vakıf Yapanın, eşinin ve evlatlarının intifa şartı bulunan vakıfları da kapsayacak şekilde vergi kolaylıkları eklenmiştir40. Hayır ve vakıf müesseseleri için vergi muafiyetleri ve kolaylıklarından iki türlü yararlanılmakta: Birincisi; Bu müesseselerin, sahip oldukları gayrimenkul ve vakıf mameleklerinin vergiden muaf tutulması bu müesseselerin varlıkları üzerindeki yıllar ve onlarca sene boyunca amortisman ve aşınma payının muhafaza edilmesi anlamına gelmektedir. İkincisi; mameleklerini hayır kurumları lehine teberruda bulunanlar ve vakfedenler hakkında vergi kolaylıklarıdır. Bu şekilde kar amacı gütmeyen müesseselerin desteklenmesi için teberru sahipleri ve vakfedenler teşvik edilmiş olmakta. )RXQGDWLRQ/DZLQ6ZLW]HUODQGr2YHUYLHZDQGFXUUHQWGHYHORSPHQWVLQFLYLODQGWD[ODZE\3URI'U'RPLQLTXHMDNRE0,//XQG DQG'U*RUDQ6WXGHQ//0&DPEULGJHǁǁǁ͘ƌǁŝ͘ƵnjŚ͘ĐŚͬͬ͘͘͘DD^ͺ&ŽƵŶĚĂƟŽŶͺ>ĂǁͺƌĞĂĚĞƌ͘ƉĚĨ6D\ID ,%,' %LUVDKDDUDíWÜUPDVÜQGDEDðÜíWDYHUJLVLVWHPLQLNXOODQPDNLVWH\HQ$PHULNDQ\XUWWDíÜQÜQ\ÜOOÜNJHOLULQLQRUDQÜQGDEDðÜí\DSWÜðÜ RUWD\D ÁÜNPÜíWÜU 'LðHU \DQGDQ EDðÜí \DSDUNHQ YHUJL \ÐQHWPHOLðLQL GLNNDWH DOPD\DQ \XUWWDíODUÜQ LVH \ÜOOÜN JHOLULQLQ VLQL EDðÜí íHNOLQGHYHUGLðLJÐUÖOPHNWH%DNÜQÜ]7UHVVOHU&KDULWDEOH*LYLQJ6D\ID 8VDPD $O $VKTDU %DWÜ 7HFUÖEHVL ,íÜðÜQGD ñVODPL 9DNÜIODUÜQ UROÖQÖQ HWNLQOHíWLULOPHVL ìDUMDK 8OXVODU DUDVÜ WRSOXPGD ñVODPL YDNÜIODU NRQJUHVLQLQÁDOÜíPDODUÜQDVXQXOPXíELUDUDíWÜUPDGÜUìDUMDK9DNÜIODU*HQHO6HNUHWHUOLðL6D\ID _ 157 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması Bunun yanı sıra Batı kanunları bu vergi kolaylıklarının sunulmasında bazı mülahazalar nedeniyle kurumlar arasında farklılar gözetmektedir. Bunların başında idare ve finansman açısından geniş bir kapsamı bulunan hayır kurumlarına verilen destekler ve bunların idari ve mali açıdan daha dar bir kapsama sahip olan hayır kurumlarına (fert, müessese, aile tarafından yapılan maddi yardımlar kastedilmekte) nazaran vergisel açıdan tercih edilmeleri gelmektedir. Ayrıca Batı Vergi Sistemi, doğrudan halka hizmet sunan hayır işletme kurumlarına vergi imtiyazları vermekte ve bunları para yardımında bulunan hayır kurumlarına nazaran vergisel yönden öncelikli kılmaktadır41. Özel müesseseler adet olarak kamu müesseselerinin muafiyetlerinden daha az muafiyetler elde etmektedir. Müesseselere verilen vergi muafiyetleri Amerikan Vergi Mevzuatı tarafından yapılan sınıflandırmaya uygun olarak yapılmaktadır (IRS)42, 43. 1969 yılı vergi reformu yasası, vergilerin çoğundan müstesna tutulmaların özel vakıf müesseselerinin toplumsal taşıdıkları anlamın doğasını belirleyerek bağışçıların vergisel muafiyet elde etmelerini sağlamaktadır. Bunun için özel vakıf müesseselerinin aşağıdaki yükümlülükleri yerine getirmesi gerekmektedir: a) Vakıf varlıklarının % 5 oranından bir miktarı hayır amaçları için vermesi ve buna şahsi amaçlar için kullanılan meblağların dahil edilmemesi gerekir; b) Vakfın kar getiren hiçbir faaliyet yürütmemesi gerekir; c) Vakfın, her yıl genel çalışmalarını içeren bir rapor ve her mali yılsonunda kar amacı güden şirketlerde olduğu gibi kapanış hesaplarını sunması gerekir; d) Vakıf müessesesinin, kar amacı gütmeyen bir müesseseyle ilgili herhangi bir ek gerekliliği de yerine getirmesi gerekir44. 2.3.3. İsviçre45: Hayır kurumlarına sunulan muafiyetler açısından vergi kanunu genişletilmiş ve federal doğrudan vergi yasası ve kantonlar ve toplumsal kurumlar vergi yasası ile tüm vergi muafiyetleri garanti altına alınmıştır. Burada muafiyet açısından vakıf müessese türleri arasında bir ayırıma gidilmiştir. Kar amacı gütmeyen müessese ve organizasyonlara gelince İsviçre vergi dairesi genel yarar gözeten kurumlara muafiyetler vermektedir. Bu kavramla iki özelliğin tahakkuk etmesi gerekir. Bunlardan birincisi, kurum tarafından yapılan faaliyetlerin topluluğun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yapılması ve bu faaliyetlerin kuruma herhangi bir iktisadi veya şahsi ya da her ikisinin bir arada olduğu bir yararının olmaması gerekir. Genel yarar türleri tüm hayır işlerinin türlerini &RQQRUV1RQSURILWRUJDQL]DWLRQ6D\ID)UHHPDQ3ULYDWHIRXQGDWLRQV6D\ID ,QWHUQDO5HYHQXH6HUYLFH KWWSHQZLNLSHGLDRUJZLNL)RXQGDWLRQB8QLWHGr6WDWHVBODZ ,%,' )RXQGDWLRQ/DZLQ6ZLW]HUODQGrRYHUYLHZDQGFXUUHQWGHYHORSPHQWVLQFLYLODQGWD[ODZE\3URI'U'RPLQLTXH-DNRE0,//XQG DQG'U*RUDQ6WXGHQ//0&DPEULGJHZZZUZLX]KFK(0$06B)RXQGDWLRQB/DZB5HDGHUSGI6D\ID _ 158 _ Prof. Dr. Usama ALANI içerecek şekilde çeşitlendirilmiştir ki bunlar insani, sağlık, çevre, eğitim, bilimsel ve kültüreldir. Bunlar eğitim, insan hakları, çevre koruması, hayvanlara şefkat ve toplumun yararlı gördüğü her şey gibi toplumsal ilgileri de eklemek gerekir. Kar amacı gütmeyen kuruluşlar vergi muafiyeti ve türü açısından çeşitli sınıflara tabi olurlar. Doğrudan vergiyle ilgili konularda kar amacı gütmeyen kuruluşlar ki bunların durumlarını daha önce zikretmiştik, doğrudan vergilerden bütünüyle muaf tutulurlar. Katma değer vergisine gelince kar amacı gütmeyen kuruluşlar gelirleri yıllık 150 bin İsviçre Frankını aşmadığı sürece bu vergiden muaf tutulurlar. Aynı şekilde bu kuruluşlara yapılan bağış ve teberrularda katma değer vergisinden muaf tutulurlar. Vergi yasası devamla bu kuruluşları, teberru gibi belirli bağışların yanı sıra mirasın vakfa tahsis edilmesi halinde bunları bağış ve miras vergisinden de muaf tutmakta. İsviçre vergi yasası aile vakıflarını ve diğer vakıfları şirketler gibi veya şirketler tarafından finanse edilenlerde olduğu gibi gayrimenkul ve mülkiyet gelir vergisinden müstesna tutmamıştır. Bununla birlikte bu müesseselerin kamu hizmeti görmeleri durumunda kısmi muafiyetler söz konusudur. Dördüncüsü: Batı Aleminde Vakıfların Denetimi: Vakıf müessesesinin iki türlü denetime tabi olduğunu belirtmek gerekir; bunlar iç ve dış denetimlerdir. İç denetimden kasıt günlük işlerin gidişatının ve müessesenin plan ve hedeflerinin uygulanmansın denetlenmesidir. Buna ilaveten yıllık mali raporun dış yeminli mali müşavir tarafından onaylanması gerekmektedir. Vakıf müessesesinin dış denetimine gelince bu, ya devletten bağımsız bir organ tarafından yapılır, genel gidişat denetlenir ve incelenir. Buna örnek olarak Britanya’da olduğu gibi Hayır Yüksek Komiserliği gösterilebilir. Ya da Amerika Birleşik Devletleri ve İsviçre’de olduğu gibi devlet veya ihtisas mahkemeleri tarafından yapılır. Batı devletleri, kendi çerçevesi dışında çalışan tüm vakıf şekillerini denetler. Bu görev salt yasa ve mevzuat yapmakla sınırlı olmaz. Bilakis devletin görevleri arasında vakıfları bireysel ve kurumsal sivil toplum çalışması yapan organizasyonlar bünyesine entegre etmek için yollar ve üsluplar üretmek gibi görevler de bulunur. Devletin bu konudaki gerekçeleri arasında şunlar yer alır46: 1. Belirleyici özelliği muhafaza etme zorunluluğu. Devlet çeşitli hizmet üretmek suretiyle gerek bireyleri gerekse sivil toplumu ve gerekse de vakıflarla birlikte halkı daha etkin hale getirir. Özellikle bu etkileşim vakfın toplumsal gelişime katkıda bulunmasında ve vakfın bu alandaki rolünün daha bariz olmasında oldukça uygun ve doğru bir yaklaşım olarak öne çıkmaktadır. Buna tarihi tecrübeyle birlikte modern Batı toplumlarındaki uygulamaları örnek olarak gösterebiliriz. 8VDPH$PU$O6KDTU%DWÜ+D\ÜU7HFUÖEHVL,íÜðÜQGDñVODPL9DNÜI0ÖHVVHVHOHULQLQ*HOLíLPL6D\ID _ 159 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması 2. Toplumsal çalışma yapılırken Batı insanının şahsı arzularıyla uyumlu vakıfsal ve hayırsal formüllere uygun irade özgürlüğünün korunması. 3. Toplumsal hayır çalışmaları yaparken özgürlüklerden doğan risklere karşı kamu güvenliğini teminat altına alan işlemler ve yöntemleri koyma zorunluluğu. 4. Gerek Vakıf Yapanın gerekse kendisine bağışta bulunulanın haklarının vakıfsal hayır tecrübelerinin muhafazası ışığında bir bütün halinde korunması. Devletin vakıf müesseselerini denetlemesindeki amaç devletle bu müesseseler arasındaki ilişki sınırının çizilmesi ve düzenlenmesi, diğer yandan haklarının ve rolünün aşılmamasını teminat altına almaktır. Ayrıca bu müesseselerin yasa ve genel örfü çiğnememeleri ve toplumun hukukunu ihlal etmelerini önlemekte devletin denetim amaçları arasında yer almaktadır. Beşincisi: Batı Aleminde Müessesenin Yatırımsal Rolü: Vakıf müesseseleri yıllar içerisinde büyük gelişmeler kaydetmektedir. Bunun nedeni bu müesseselere yapılan teberruların, bağışların ve vasiyetlerin artmasından kaynaklanmamaktadır. Bilakis bu durum, vakıf müesseselerinin yürürlükteki yasaların da kendilerine verdikleri vergi muafiyetlerinden de yararlanarak yıllık gelirlerini artırmak amacıyla varlıklarıyla ilgili takip ettikleri yatırımsal politikalardan kaynaklanmaktadır. Bununla sınırlı olmamak ama bir örnek vermek gerekirse Amerika Birleşik Devletlerinde en büyük 20 vakıf 2008 yılında yaşanan küresel mali krize rağmen 1992-2005 arasında yıllık ortalama % 9 oranında büyümüşlerdir47. Bu yatırımların boyutunu iyi anlayabilmek için Batı alemindeki vakıfların yatırımlarına iki örnek vereceğiz: Bunlar; İngiliz Wellcome Trust ve Amerikan Kentucky Üniversitesi Vakfı yatırımları. İngiliz Wellcome Trust Vakfının varlık yatırımı vakfın ana nizamnamesinde yer alan yetkiler uyarınca ve İngiliz yasa ve mevzuatlarının izinleri ışığında yapılmaktadır. Zira İngiliz yasaları bu konuda yatırım kuralları ve devletin görevi konusunu birbirinden ayırmış bulunmaktadır. İngiliz Hayır İşleri Yüksek Komiserliği vakıfların yürürlükteki yasalara uygun olarak yatırım politikaları yapmalarının öneminin altını çizmekte. Bu politika ve talimatlar yatırım alanında çalışanlar tarafından kitabın uygun bir şekilde uygulanmakta olup kendilerine bunun dışına çıkma yetkisi verilmemekte48. Wellcome Vakfı mütevelli heyeti yatırım faliyetlerinin türünü belirlemek suretiyle yatırım çalışmalarının yönlendirilmesinde önemli bir rol üstlenmekte, yatırım sonucu beklenen kar oranlarını belirlemekte, nakit miktarını tayin etmekte, piyasanın tehlikelerine karşı yatırım portföyü yedekleri oluşturmakta, vakfın yatırım portföyünde değişikliklere yatırım alanı ve mekanı açısından dikkat etmekte. Ayrıca vakıflar üzerinde yürürlükte olan yasalar vakıfların yatırım işlerine girmeleri halinde bunların ahlaki ve toplumsal sorumluluklarına riayet etmeleri zorunluluğunu getirmekte. KWWSZZZLQYHVWRSHGLDFRPDUWLFOHVILQDQFLDOWKHRU\LY\OHDJXHHQGRZPHQWVPRQH\PDQDJHPHQWDVS 8VDPD$PU$O6KDTU%DWÜ+D\ÜU7HFUÖEHVL,íÜðÜQGDñVODPL9DNÜI0ÖHVVHVHOHULQLQ*HOLíLPL6D\ID _ 160 _ Prof. Dr. Usama ALANI Amerika Birleşik Devletlerinde vakıf müesseselerinin yatırım politikalarına gelince bunlar vakfın en bariz yatırım hedeflerine işaret eden çeşitli kapsamlı yatırım stratejileri hazırlamaktalar. Amerikan Kentucky Üniversitesine gelince on Aralık 2013 tarihinde üniversite vakıflarının ve bunlara bağlı kuruluşların yatırım politikası onaylanmıştır49. Burada politika, genel çerçevesi içerisinde belirlenmiş, yatırım politikasına yöneliş nedenleri açıklanmıştır. Vakıf müessesesinden üniversite için bağış, teberru, vasiyet ve benzeri kaynaklardan gelen bir varlıklar grubu oluşturulmuştur. Böylece üniversitenin bilimsel burslar, kürsüler, araştırmalar, akademik programlar ve benzeri yükümlülükler için gereken finansman sağlanmış olmakta. Bu varlıkların sürekliliğini teminat altına almak ve bu yükümlülüklerin karşılanması için yıllık getirinin sağlanması için vakıf varlıklarını yatırım alanında değerlendirmek önem taşımaktadır50. Mütevelli heyeti kendisine bağlı yatırım kuruluna yatırım yapmak, yatırım projelerini hayata geçirmek ve bunların takibini yapmak için gerekli yetkileri vermiştir. Bu genel amacın tahakkuku için politikalar belirlenmiş, kapsamlı planlar yapılmış ve yol felsefesi tayin edilmiştir. Böylece yatırım varlıklarının çizilen hedefin gerçekleşmesi için etkin bir şekilde yönlendirilmesi ve yönetilmesi hedeflenmiştir. Sorumlulukların belirlenmesi, vakıf mallarının yatırım hedeflerinin tespit edilmesi, vakıf varlıklarının yatırım kılavuzunun yazılması, yatırım sonuçlarının değerleme ölçütlerinin konması ve vakıf varlıkların yürürlükteki yasalar ve talimatlar ışığında yönetilmesi bağlamında takip edilecek politikalar belirlenmiştir. Yatırım kurulu Kentucky Üniversitesinde vakıf müessesesinin mali ve yatırımsal hedeflerini şu şekilde belirlemiştir51: 1. Vakıf varlıklarının uzun vadeli bir şekilde alım gücünün korunması ve müstefitler arasında adaletin sağlanması için gelirlerin düzgün bir şekilde yönlendirilmesi; 2. Enflasyon ve toplam giderlerden sonra yıllık en az % 4,5 oranında gerçek gelir ortalamasının sağlanması ve iktisadi altüst oluşlar ve krizlere riayet edilmesi. Burada takip edilen politika yatırım alanlarının çeşitlendirilmesi ve beklenmeyen kayıplardan veya performans yetersizliğinden doğacak olası tehlikeleri azaltmaya yöneliktir. Hisselere yatırım, duran varlıklara yatırım, mutlak ve gerçek gelirlere yatırım, gayrimenkule yatırım gibi çeşitli yatırım alanları belirlenerek her yatırım alanında piyasa durumu, gelişim derecesine, kredibilitesi, tehlike derecesi, sektör türü, içerisinde yatırım yapılması düşünülen ülkenin iktisadi durumu gibi unsurlara göre belirlemeler yapılmıştır52. Politika, vakıf varlıklarının yatırım alanlarına yönlendirilmesi hususunda her alan için standart hedefler ve kapsamlar belirlemiştir. Nitekim hisseler hususunda koyduğu yatırım ZZZXN\HGX(93)$&RQWUROOHUILOHV32/,&<SGI ,%,'6D\ID ,%,'6D\ID ,%,'6D\ID _ 161 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması yükseltici hedeflerle yıllık % 24 oranında bir gelir ve sabit gelir içinde % 10 bir büyüme ve gayrimenkul alanında da % 12 oranında bir büyüme ve benzerlerini gerçekleştirmektedir53. Daha önce belirtilenlerden anlaşıldığı üzere Batı Alemi vakıf müesseseleri İslam Alemimizde olduğu üzere oldukça ilerlemiş bulunmakta. Bu nedenle vakıf müessesi kavramı kısaca aşağıda olduğu gibi özetlenebilecek bir takım sıfatlara haiz bulunmaktadır. Bunlar54 ; 1. Vakıf işlerinde müessese kavramının pekişmesi Batının on dokuzuncu yüzyılın başlarında idari, hukuki, teknoloji gibi çeşitli alanlarda müşahede etmiş olduğu medeniyet gelişmesinin bir ürünü bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha sonra ise sınai devrim gerçekleşmiş ve bundan da dev bir ekonomik gelişmeyle birlikte karmaşık sosyal ilişkiler topluluğu ortaya çıkmıştır. Burada yüzeysel ve ferdi konuları ele almakta yarar bulunmamaktadır. Bu nedenle vakıf müesseselerinin kuruluşu işte bu karmaşık ilişkilerin karşılanmasının bir karşılığı ve etkin ve kalıcı çözümlerin geliştirilmesinin bir sonucudur denebilir. 2. Vakıf Yapan, vakıf müessesi kavramı vasıtasıyla bireysel teberru ve bağışların ulaşamayacağı ufuklara ulaşabilir. Hizmet, sağlık ve eğitim sektörlerindeki hisseler buna örnek gösterilebilir. 3. Vakıf müessesesi; iane, teberru ve toplumun gereksinimlerinin karşılanma yükünü teberruda bulunanların denetçiler tarafından rahatsız edilmesine veya zamanını alacak ayrıntılı işlerle uğraşmasına gerek kalmaksızın üstlenmektedir. Ve hatta müesseseler vasıtasıyla mal bağışı ve teberruda bulunanlar bu bağışların düzgün bir şekilde yerlerine ulaştırılmasından da emin olmuş olurlar. 4. Vakıf müessesesinin var oluşu hayatta kalmayı sağlayabilmek için bir alt yapı sunar ve vakıf varlıkları vasıtasıyla hayır işlerinin sürekliliği teminat altına alınmış olur. 5. Vergisel muafiyetler ve kolaylıkların elde edilmesi sağlanır. 6. Vakıf müesseseleri durumunda teberruda bulunan kişi bu müesseselerdeki mallarını idare etme, kimlerin bunlara bağışta bulunabileceğini belirleme, bunun ne zaman olacağı, mamelekine teberruda bulunulan malların türünü belirleme imkânına sahip olur. Aynı şekilde vakıf müessesesindeki işleri denetleme ve bunlardan hırsızlık veya intifa gibi gayrimeşru kullanımların önüne geçme imkânı da bulunur. 7. Müessesenin haklarının ve diğerlerine karşı olan yükümlülüklerinin muhafazasını da sağlayan tüzel ve yasal kişiliğinin korunması da teminat altına olunmuş olur. Batının vakıf müesseseleri deneyiminin başarısı bir gecede olan bir şey değildir. Aynı şekilde devletle olan ilişkisi de her zaman samimi bir ilişki olarak görülemez. Zira çeşitli çatışma, denetim altına alma ve müsadere dönemleri yaşanarak bugünkü durumuna ulaşmıştır. Deneyimden yararlanma bize zaman sürecine inip Batı’da vakıf müessesesinin ulaşmış olduğu ,%,' %X EÐOÖPÖQ \D]ÜPÜQGD 8VDPD $PU $O $VKTDUnÜQ %DWÜ WHFUÖEHVL ÜíÜðÜQGD ñVODPL YDNÜI PÖHVVHVHOHULQLQ JHOLíLPL LVLPOL NLWDEÜQGDQ \DUDUODQÜOPÜíWÜU6D\ID _ 162 _ Prof. Dr. Usama ALANI noktaları görmemizi de sağlayacak böylece hatalardan kaçınma ve isabet noktalarını görme fırsatı sunacaktır. “Andolsun onların hikayelerinde düşünen insanlar için ibretler vardır”55 Mevcut kaynakların çoğu idare, performans, yatırım açısından ve müsadere ve devralınma tehlikesine maruz kalmaları yönüyle İslam Alemimizdeki vakıf performansında sorunların bulunduğuna işaret etmekte. İslam Aleminde vakıf sisteminin kurumsallaşması ve onunla ayağa kalkış, kimliğinin, hak ve yükümlülüklerinin korunması konuları araştırmanın üçüncü kısmında ele alınacaktır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: İSLAM ALEMİNDE VAKIF MÜESSESELERİNİN GELİŞTİRİLMESİNE DOĞRU Vakıf, toplumla devlet arasındaki ilişki üzerinde müessir olan etkin bir ağırlığı bulunan güç unsurlarından ya da bu ikisi arasında çatışma konularından biridir56. İslam Aleminde vakıfların devletle ilişkisinde tarihi tecrübe üç aşamanın bulunduğuna işaret etmekte57: 1. Ademi merkeziyetçilikle birlikte bağımsızlık merhalesi; Bu dönem devletin en küçük bir müdahalesinin dahi bulunmadığı vakfın kendi kendisini yönettiği bir dönem olup iki özelliğe sahip bulunmaktaydı: Bağımsızlık ve ademi merkeziyetçilik. Dr. Ghanem bu iki unsuru Mısır’da vakfın tarihi oluşumunun en önemli belirtilerinden saymaktadır. 2. Merkezilikle birlikte bağımsızlık merhalesi: Bu dönem vakıflar için bağımsız bir divanın (sekretarya) kurulduğu ve tüm vakıfların bağımsızlıklarının korunduğu bir dönemdir. Bununla birlikte vakıf nazırı tayininde veya işletme ve kiralamaya onayda ya da “değiştirme” şartının yanlı ve usulsüz uygulanmasında yargının kullanılması suretiyle merkezi bir şekilde vakıf idaresi söz konusudur. 3. Merkeziyetçilikle birlikte bağımsızlığın kaybedilmesi merhalesi: Bu dönem Mısır’da Temmuz devrimiyle birlikte başladı. Daha sonra Sudan, Somali, Cibuti ve diğer Arap ve İslam Ülkelerine doğru yayıldı. Burada vakıflar devletin genel mülkiyeti haline geldiler. Devlet ne derse onu yapan ve devletin sanki mülkü üzerinde tasarruf yapar gibi bir durumun olduğu bir dönemdir bu dönem. Konunun bizim araştırmamızla ilgili kısmı merkeziyetçilikle birlikte bağımsızlığın kaybedildiği merhaledir ki bu dönem Mısır’la ve sosyalist kanunlarıyla birlikte 1952 yılında başlamış ve bunu takiben çok uzun sürmeyerek Nil vadisi ülkelerine ve diğer Arap ülkelerine uzanmıştır. Bu, vakfın isminden başka geriye bir şey bırakmayan bir müdahale olmuş ve vakıf ismini toplum bilincinde olumsuz yüklü bir isim haline getirmiştir. Bunun haricinde vakıf felsefesinin ve cevherinin gerçeğinden geriye hiçbir şey kalmamış ve Zirai Reform <XVXI6XUHLVLQFLD\HWLQELUNÜVPÜ 1DVU 0XKDPPHG $ULI 9DNÜI VLVWHPLQLQ NXUXPVDO \DSÜVÜ VRUXQODU YH UHIRUP GHQH\LPOHUL http://repository.ksu.edu.sa/jspui/ handle/123456789/83396D\ID ñEUDKLP$O%H\\RXPL*KDQHP0ÜVÜUnGD9DNÜIODUYH6L\DVHW.DKLUH'DUXnOìXUXT%LULQFL%DVNÜ6D\ID _ 163 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması Yasaları uyarınca vakıf arazileri, aynı toprak ağalarının, emperyalist işbirlikçilerinin ve krallık kalıntılarının mameleklerinin müsadere edilmesi ve kamulaştırılmasında olduğu gibi, dağıtılmış ve yeni türeyen askeri elitlerin vakıf varlıklarına bütünüyle el koymaları sonucunu doğurmuştur. Böylece vakıf işleri de devletin genel eğilimleri arasına giren bir iş haline gelerek fakir tabakaların bakımıyla ilgilenilmeye ve bunlara yönelik hizmetler sunulmaya başlanmıştır. Daha sonra ise vakıf devletin ayrılmaz bir parçası halinde gelmiş ve böylece de varlığını haklı kılacak tüm gerekçelerini kaybetmiştir58. İslam Aleminin çoğunda vakıfların durumuyla ilgili yapılacak araştırmayla ilerlemenin sağlanmasını ve saçmalıklardan kaçınılmasını mümkün kılan bir yönteme ulaşılması hedeflenmelidir. Böylece vakıflara toplumdaki asli görevi ve etkin rolü iade edilmeli. Belki de Batı Alemindeki vakıf müessesesi ve ulaşmış olduğu gelişim İslam Alemimizde de örnek olarak alınabilir. Vakıf müesseseleri, İslam şeriatı hüküm ve prensipleri ışığında ve Vakıf Yapanın güttüğü amaca göre özel doğası olan ve mevkuf malları yöneten birimler olarak tanımlanırlar. Yürürlükteki yasalar ve adetlerin ışığında ise birey ve topluma fayda ve hizmet götürme amacı güden ve İslam toplumlarının kapsamlı gelişimine katkıda bulunan kurumlar olarak tanımlanırlar59. Birincisi – İslam Aleminde vakıf müessesesinin yasal çerçevesine doğru: Gelişmiş dünya da vakıf müesseselerinin gelişme ve kalkınma için taşıdığı önemi ve bunun içinde vakıflarla ilgili kodifikasyonun önemini net bir biçimde görmek mümkündür. Düşüncemize göre İslam Alemiyle Batı Alemi arasında çevre farklılığına rağmen vakıf müesseseleri hususunda yapılacak mevzuatlarda kodifikasyon konusunda işbirliği söz konusu olabilir. Yasaların zulüm ve istibdat aracı haline gelip menfi bir durum oluşturması durumunda bunların üzerine eğilmek gerekir. Özellikle de mevzuatın fasit ve müstebit bir yönetimle birleşmesi durumu oldukça sorunludur. Araştırmacı, vakıf müessesesinin kodifikasyonunda tarafsız gerekçelerin ortaya konmasına katılmakta. Bunun için60; 1. Vakıf Yapanın hürriyetinin, bireysel ve dini özgürlükleri teminat altına alan yasalarla korunması; Bu, bireysel özgürlüğü teminat altına alan insan haklarıyla ilgili anlaşmalarla sağlanabilir. Zira günümüz yasaları Vakıf Yapanın bireysel özgürlüğüyle ilgili bir takım değişiklikler göstermektedir. Bu bağlamda Vakıf Yapanın koymuş olduğu şartlar ve kamu yararıyla çelişmeyen isteklerinin dikkate alınmadığı görülmekte. Aynı şekilde yürürlükteki kanunlar birey ve cemaatleri dini gerekleri yerine getirme hususunda teminat altına almakta ki nitekim vakıfta bu gereklerden bir tanesini meydana getirmekte. 1DVÜU0XKDPPHG$ULI9DNÜI0ÖHVVHVHVLQLQ.XUXPVDO<DSÜVÜ6RUXQODUYH5HIRUP7HFUÖEHOHUL$GÜJHÁHQHVHU6D\ID +ÖVH\LQ+DVDQìDKDWD9DNÜI0ÖHVVHVHOHULQGH*HQHO0RGHUQ<ÐQHWLP3URJUDPYH¶VOXSODUÜñVODPñNWLVDW'ÖíÖQFHVLQGH $UDíWÜUPD6LOVLOHVL6D\ID 8VDPD $PU $O $VKTDU 9DNÜIODUÜQ .DQXQL 'Ö]HQOHPHVL *HUHNÁHOHU <ÐQWHPOHU $ODQODU 6XXGL $UDELVWDQ .UDOOÜðÜ ¶ÁÖQFÖ 9DNÜIODU .RQJUHVL6XQXPODUÜQGD\D\ÜQODQPÜíELUDUDíWÜUPDñVODP¶QLYHUVLWHVL&LOW6D\IDr _ 164 _ Prof. Dr. Usama ALANI 2. Vakıf mülklerinin korunması. 3. Vakıf sektörünün ilerlemesi. 4. Çeşitli sebeplerle yürürlükteki yasaların çağdaş gereksinimleri yerine getirme etkisini kaybetmesi. 5. İslam fıkhının en iyi yasaları yapabilme ve asra ayak uydurabilme konusunda verimliliğini ve gücünü ispat etmesi. Vakıf müesseseleri yasasının bir takım sıfatlara sahip olması gerekir. Bunların içerisinde en önemlilerini şöyle sıralamak mümkündür: 1. Örneğin kendisiyle diğer yürürlükteki yasalar arasındaki ilişkinin düzenlenmesine herhangi bir halel gelmeksizin sivil devletin diğer yasalarından bağımsız olması. 2. Kanun, vakfın tüzel ve yasal kişiliğinin teminat altına alınmasına riayet edilmesi. 3. Vakıfların kuruluşlarında Vakıf Yapanların özgürlüklerine riayet edilmesi. 4. Kurumsal teknik yönlerde herhangi bir ihlale sebep olunmaksızın vakfın fıkıh yönlerine riayet edilmesi. 5. Kanunun esnekliği ve asrın yeniliklerine ayak uydurabilmesi. 6. Vakıfların tescilinde yasal işlemlerin tanzimi ve kolaylaştırılması. 7. Vakıf müesseselerini denetleyen makamın belirlenmesi ve bunların yargıyla irtibatlandırılması. 8. Mezhebi ve grupsal özelliklere riayet edilmesi mali ve şer’i yargı makamlarının çokluğu hasebiyle kaosu önlemek için devletin ihtimam göstermesi gereken bir konudur. Bu konularda bazı ülkelerin belirli bir grup veya mezhep temelinde koymuş olduğu kanunlarla ilgili tecrübelerden yararlanılabilir. Özellikle de bazı mezhepler ve gruplar arasında ortak paydalar bulunmakta olduğu için bunlardan hareketle genel yararın ortaya çıkmasını mümkün kılan bazı kodifikasyonlara gidilebilir61. 9. Vakıf müesseseleri kanuna yönetim erkan ve seviyeleriyle iş akışlarının konması. 10. Vakıf müesseselerinin, dönemsel mali raporlar yayınlama zorunluluğu getirmek suretiyle şeffaflık kuralına uymaya zorlanması. Yukarıda yer alan sıfatların yapılması istenen kanunda hayata geçirilmesi için bunları hazırlayacak entegre bir kurulun oluşturulması gerekir. Bu kurulda şeriat ilim adamlarının, kanun, toplum, iktisat, idare ve stratejik planlama konusunda ihtisas sahibi kişilerin yer alması önemlidir. Ayrıca İslam şeriatının ruhu dikkate alınırken modern yönetim bilimi gerekliliklerinin ve stratejik planlama temellerinin gözden uzak tutulmaması gerekir. 8VDPD$PU$O$VKTDU9DNÜIODUÜQ.DQXQL'Ö]HQOHPHVL*HUHNÁHOHU<ÐQWHPOHU$ODQODU6D\ID _ 165 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması Kapsam ve çağdaş vakıf müessesesinin gelişimine ayak uydurabilmesi açısından kanunun başarılı olabilmesi için kanunun vakfın hedeflerini gerçekleştirmesine katkıda bulunan alanları içermesi ve bunları muhafaza ederek sürekliliğini teminat altına alması gerekir. Bu nedenle vakıf müessesesi kanununun başından itibaren vakıf erkanı içermesini önemli buluyoruz. Bunlar; 1. Mevkuf kaynaklar: Kanunun olabildiğince çok çeşitli vakıf şekillerini içermesi, asrın yeniliklerine ve hayır yolunda Vakıf Yapanın isteklerine uygun olması gerekir. Buna başarılı bir örnek vermek gerekirse Kuveyt Vakıf Kanun Taslağını (1984) ele alabiliriz. Zira burada varlığın veya yararın tutulması (hapsedilmesi) veya ebedilik veya geçicilik açısından çeşitli vakıf türleri ele alınmıştır. Bu durum ayrıca, mevkuf kaynağın tüzel veya itibari kişiliğinin tanınmasını da gerektirir ki böylece vakfın korunmasını sağladığı gibi sürekliliğini sağlamakta. Vakıf müessesesi kanunun bu alanda vakıf mülkiyetini belirleyen kanuni bir hükmü içermesi de gerekir. Belki de bu konuda var olan Batı kanunlarından istifade edilebilir. 2. Kendilerine vakfedilenler: Çağdaş vakıf müessesi kanununda müstefit tarafların Vakıf Yapan tarafından belirlenmesi gerektiği varsayılır. Bu konuda mezheplerin gerek hayır babında yapılmış vakıf olsun gerekse aileye yönelik yapılmış vakıf olsun çeşitli görüşleri bulunmakta. 3. Vakıf Yapan: Araştırmacı, Batı Aleminde vakıf müessesesi kanunlarının bağış türleri, miktarı ve müstefit tarafın belirlenmesinin koşulları hususunda geniş bir perspektiften olaya baktığını açıklığa kavuşturmuş bulunmaktadır. Bu durum Vakıf Yapanın mevkuf kaynağın türü ve bunun kullanımında bireysel tercihlerinin gerçekleşmesini mümkün kılmakta. Halbuki bazı yürürlükte olan kanunlar bazı bağış türlerini men etmek veya çeşitli kayıtlarla kayıt altına almak suretiyle veya vakfedeni vakfının denetiminden men etmesi gibi nedenlerle bu alanı iyice daralttığı görülmekte. Bu bağlamda fakihlerin vakfedene yaptığı bağışta artırma veya eksiltme yapması, ekleme veya çıkarma yapması, vermesi veya yoksun bırakması, değiştirmesi veya tadil etmesi, iptal veya yerine başkasını ikame etmesi gibi konularda verdikleri cevazın ve öşür şartının dikkate alınması gerekir. Öyle ki kanun bağışın yatırımına ait hükümleri, imarıyla, değişikliğiyle, bölünmesiyle veya sonlandırılmasıyla ilgili konuları düzenlemeyi üstlenir62. Kanunun Vakıf Yapanın öne sürmüş olduğu şartlara gözünü kapatması doğru olmaz. Nitekim fakihler bu duruma karşı uyarıda bulunmuş ve Vakıf Yapanın şartlarına sırt dönülmesini men etmişlerdir. 4. Sîga: Kanunun vakıf tesisinde şekli şartları dikkate alması ve Vakıf Yapanın önünü açması için kolaylıklar getirmesi gerekir. Kanunun başarılarından sayılabilecek bir durumda Vakıf Yapanın %XDODQGD¶UGÖQ9DNÜI0DOODUÜQÜQ<DWÜUÜP.DQXQXQGDQ.XYH\W9DNÜIODU*HQHO6HNUHWDU\DVÜWHFUÖEHVLQGHQ6XGDQñVODPL9DNÜIODU.XUXOX WHFUÖEHVLQGHQYHñQJLOWHUH+D\ÜU0DOODUÜ<DWÜUÜP.DQXQXQGDQ\DUDUODQÜODELOLU _ 166 _ Prof. Dr. Usama ALANI yürürlükteki ilişkilerini düzenlemesi ve yürürlüğü sürdüğü müddetçe Vakıf Yapanın yasalarla ilişkisinde herhangi bir kesintiye meydan vermemesidir. Bu nedenle vakıf müesseseleri kanununun medeni kanunun her biriyle ilişkisini düzenlemesi gerekir. Zira İslam Alemimizde bazı medeni kanunlar vakıfla ilgili hükümler içermektedir. Öyle ki bağışın genel hayır işleriyle irtibatı bulunmakta, bazı yerel ve sivil toplum kuruluşlarını bünyesinde bulundurmaktadır. Bu vakıf müesseselerinin faaliyetlerini sivil toplum kuruluşları kanununa koymayı gerektiren neden bu çeşit organizasyonların sahip olduğu bir takım ayrıcalıklardır. Vakıf, Vakıf Yapan ve vakfedilenlerin haklarına tecavüz edenlerin de sert cezalarla cezalandırılmaları gerekir. Bu durum vakıf müesseseleri kanununun bu konuda ceza yasasıyla ilgili hükümlerinin düzenlenmesi önemlidir. Zira vakıf müessesesinin bir idari yönetim şeması bulunur buna göre çeşitli vazifeler yerine getirilir. Aynı şekilde vakıf müesseseleri kanunun idare kanunu (sivil hizmetler) veya insan kaynakları yönetimi kanunu ile de uyumlu olması gerekir. İkincisi – Vakıf müesseselerinde idari ve organizasyon çerçevesi: Burada bazı araştırmacıların açıklamış olduğu çeşitli etmenler bulunmakta. Bu nedenle modern dünyada vakıfların idare kural ve yöntemine yeniden bakmak gerekir. Bunlar63; 1. Müessese üslubunun ortaya çıkması. Bu, ticari hedeflerin gerçekleşmesi için yönetile bir sermaye grubunun var olması. 2. Vergi sisteminin genişlemesi, karmaşık bir hal alması ve hayır ve vakıf çalışmalarında sunulan muafiyetlerin bulunması. 3. gayrimenkul kaynaklarının haricinde yatırım araçlarının çeşitlenmesi ve bunların birbirlerinden farklı olması ve bu çeşitlenmelerde tehlikelerin az olması. 4. Müesseselerin yönetiminde uluslar arası yetkinliği bulunan profesyonel yönetimlerin rolünün artması ve hisse sahipleri tarafından yetkileri altına konan sermayelerin iyi bir şekilde kullanılması. Böylece mülkiyetle idare arasında kesin bir ayrışımın gerçekleştirilmesi. 5. İşlemlerde şeffaflık prensibine verilen önemin artması, mali durumlarla ilgili her türlü bilgiyle ilgili açıklık getirilmesi, bilinen muhasebe standartlarının kullanılması, tüm mali ürünlerle ilgili kredisel sınıflandırmaların bulunması gibi mali işlerle ilgili değişik yöntemlerin var olması, mali piyasalardaki mevcut yatırımsal araçların bulunması ve bunlarla ilgili güvenin güçlenmesi. Vakıfların yönetiminin tanımı; vakfın ve genel ve özel iyilik açılarından vakıftan Vakıf Yapanın koyduğu şartlara uygun olarak kanun kapsamında yararlananların yararının örnek bir şekilde gerçekleşmesi amacıyla vakıf ve insan kaynaklarının denetimini yapan insan gücünün düzenlenmesi ve yönetilmesi bağlamında da yapılabilir64. )XDW$EGXOODK$O$PU$UDS\DUÜPDGDVÜÖONHOHULQGHYDNIÜQNXUXPVDO\DSÜVÜ$UDS\XUGXQGDYDNÜIVLVWHPLYHVLYLOWRSOXPEDíOÜNOÜNLWDS $UDS%LUOLðL$UDíWÜUPDODUÜ0HUNH]LYH.XYH\W'HYOHWL9DNÜIODU*HQHO6HNUHWDU\DVÜ%H\UXW6D\ID0XQ]LU4DKI¡DðGDí ñVODP7RSOXPXQGD9DNÜI9DNÜIODUYHñVODPLñíOHU%DNDQOÜðÜ'RKD.DWDU+LFUL0LODGL6D\ID +DVDQ 0XKDPPHG $O 5XIDL 0HUNH]L\HWÁLOLN YH $GHPL 0HUNH]L\HWÁLOLN $UDVÜQGD 9DNÜI ñGDUHVL 6XXGL $UDELVWDQ .UDOOÜðÜ ¶ÁÖQFÖ 9DNÜIODU.RQJUHVLQHVXQXODQELUDUDíWÜUPDñVODP9DNIÜñNWLVDWñGDUHñQíDYH0HGHQL\HW¶ÁÖQFÖ9DNÜIODU.RQJUHVL6XQXPODUÜñVODP ¶QLYHUVLWHVL+LFUL0LODGL¶ÁÖQFÖ2WXUXP¶ÁÖQFÖ%ÐOÖP6D\ID _ 167 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması Bu tanımı vakıf müesseselerinin tanımında kullanmamız durumunda vakıftaki insan kaynaklarının yönetiminin idari ve teknik görevleri de içermesi gerekir. İktisadi hayatın karmaşıklığından, mali işlemlerin çeşitliliğinden, yatırım şekillerinin çokluğundan, muhasebe işlemlerinin gelişiminden, bir yanda idari tarafla ilgili görevlerin birleşiminden, diğer yanda teknik yönle ilgili olarak teknolojik gelişmelerin vakıfların idare, bakım ve ilerlemesinde kullanıma girmesinden yola çıkarak artık vakıf idaresinin vakıf nazırı olan tek bir kişinin idaresine verilmesi mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle vakfın idaresinin kurumsal çalışmanın gelişimine ayak uydurması gerekir. Bu konuda böyle bir hüküm vermeden önce, vakfı (bağışı) bir müesseseye çeviren öznel ve nesnel nedenlerin varlığına işaret etmek gerekir ki bu bağlamda öznel nesneler vakfın yükümlülükleri ve görevlerinde kendini gösterir. İslam vakıflar alanında çalışan araştırmacılar vakıf idaresinin çeşitli, çok yönlü ve karmaşık bir olay olduğuna işaret etmekteler. Bununla sınırlı olmamakla birlikte bir örnek olarak vakıf nazırının görevleri arasında yalnızca Vakıf Yapanın şartının yerine getiril getirilmediği, varlıkların ve bunların ürünlerinin korunması, imaret ve vakfın ıslahı, vakıf izni, vakıf toprağının ekimi, vakıf, vakıftaki nizalar, vakıf gelirinin tahsili, verimin taksimatı, vakfın gelişmesi, vakıf borçlarının ödenmesi, vakfın değişimi ve ihtiyaç durumunda satılması, telefe maruz kalınacak durumlarda vakıfla ilgili tasarrufta bulunmamak ve vakfın gerek duyduğu görevlerin raporlanması gibi görevler yer almaktadır65. Diğer yandan ise araştırmalar bağımsız bireysel yönetimin organizasyonsal soyutlanmayı da beraberinde getirdiğini belirtmekte. Bu nedenle vakıf idareleri arasındaki eşgüdüm ve tekâmül fırsatları azalmakta66. Nesnel nedenlere gelince; Bunlar müesseselerin bireyden daha uzun süre devam eden sürekliliği bulunan yapılar olmasında saklıdır. Zira vakıf nazırının vefatıyla vakit dolmuş olur. Diğer yandan vakfın kurumsallığı onun idari yönetim şemasının düzenlenmesini de beraberinde getirir. Yapılan bağışın kurumsal bir yapıya dönüşümü onu muhasebesi yapılabilir bir hale getirir, gelişime ve dış değerlemeye açık bir konuma kavuşur. Vakıf müessesesi alanında Batı tecrübesini incelemek suretiyle yönetim kurulu veya mütevelli heyetin vakfın yönetim ve yönlendirmesinde üstlendiği rol açıklığa kavuşmuş oldu. Burada soruya neden olan görüntü yönetim kurulu olan vakfın İslami vakfı yönetmesinin mümkün olup olmadığıdır? Aslında bu soruya bağışın vakfa dönüşümünde ve görevlerinde öznel ve nesnel nedenleri incelerken cevap verildi. Konuya verilecek cevap konumlardaki yer değiştirmeyle ilgilidir. Yapılan bağışın kurumsal bir yapıya dönüşmesindeki amaç bağış varlıklarının muhafaza edilmesi ve bunların sürekliliğinin sağlanmasında saklıdır. Ayrıca vakıf nazırının görevini yasaya uygun bir şekilde yapmasını temin etmek, bağış parçalarının ve kapsamının hiç 1XU%LQW+DVDQ%LQ$EGXOKDOLP4DURXWñVODP)ÜNKÜQGD9DNÜI1D]ÜUÜQÜQ*ÐUHYOHUL9DNÜIODU'HUJLVL9DNÜIODU*HQHO6HNUHWHUOLðL.XYH\W ¶ÁÖQFÖ<ÜO6D\Ü+LFULìDEDQ(NLP6D\IDr 0HOLKD 0XKDPPHW 5L]T ñVODP 7RSOXPODUÜQGD 9DNÜI 6HNWÐUÖQÖQ .XUXPVDO *HOLíLPL 0ÜVÜU $UDS &XPKXUL\HWLQLQ 'XUXPXQXQ ñQFOHQPHVL.XYH\W8OXVODUDUDVÜ9DNÜI$UDíWÜUPDODUÜ<DUÜíPDVÜQGD'HUHFH\H*LUHQ$UDíWÜUPDODU6LOVLOHVL.XYH\W'HYOHWL9DNÜIODU *HQHO6HNUHWHUOLðL+LFUL0LODGL6D\ID _ 168 _ Prof. Dr. Usama ALANI birisinde denetim ve gözetim eksikliğinin meydana gelmesinden emin olmak, bağış üzerinde yapılan tüm işlerin dönemsel raporlarını çıkarmak ve bunların yönetim kurulu tarafından tartışılmasını ve onaylanmasını sağlamak suretiyle belgelendirmesini yapmak, Vakıf Yapan kişinin öngördüğü şartları yerine getirmek ve bağışın yatırım işleri için en iyi üslubu seçmekte bu dönüşümün amaçları arasında yer alır. Yapılan bağışın bir müesseseye dönüşmesi görevlerin dağılımına yeniden bakmayı gerekli kılmakta. Zira denetimsel işler ve varoluşsal kararların yargı onayına gerek duyulmaksızın yönetim kurulunun alanına girmesi gerekir ve uygulamayla ilgili işlerin yönetim kuruluna karşı sorumlu olan görev uygulama organına yönlendirilmesi gerekir. Her müessesenin; hedeflenen amaç, politika, plan ve programlara uygun olarak yerine getirilmesi gereken çeşitli vakıf faaliyetlerinin yürütülmesiyle bağlantılı yatay ve dikey görev ilişkilerinin sorumluluk, yetki ve görev sıralamasında hiyerarşik temele dayanan bir yönetim şemasının olması gerekir67. Tüm vakıf müesseselerine uygun bir yönetim şemasının yapılmasının imkansızlığına işaret etmek gerekir. Zira vakıflar hacim, faaliyet türü, yasalar ve her ülkede geçerli olan örf ve adetler nedeniyle çeşitlilik gösterirler. Bununla birlikte pratik uygulamada kılavuz olarak alınacak bir takım ana hatlar bulunur ki bunları şu şekilde sıralamak mümkündür: 1. Yönetim kurulunda ifadesini bulan en üst idarenin bulunması, 2. Yürütme müdürü tarafından yönetilen bir yürütme organının bulunması ve bununla çeşitli idareler arasında irtibatın sağlanması, 3. Yönetim kuruluna bağlı ve uygun kararların alınmasına yardımcı olan çeşitli ihtisas kurullarının bulunması. Yönetim kurulunun en önemli görevlerinden biri stratejik konulara bakmaktır. Bunlar68; 1. Hedefler, politikalar ve stratejik planlamalar, 2. İş nizamnamesinin ve yönetmeliklerinin onaylanması, 3. Dönemsel ve dönemsel olmayan performans raporlarına bakılması, 4. Çeşitli stratejik kararların alınması. Burada şöyle bir soru ortaya çıkabilir; Vakıf nazırı bu kurumsallaşma sürecinde nerede duracak ve görevini geçmiş oluyor mu ve yasanın bu konuda yönetim kurulu tayinindeki konumu nedir? Belki de burada müesses çerçevesinde en öne çıkan görev vakıf nazırı görevidir. Zira fakihler bu görevi Vakıf yapanın iradesine bağlamaktalar. Fakihlere göre vakıf nazırından kasıt bilindiği üzere Vakıf yapan kişinin hayattayken vekaletle ölümünden sonra da vasiyetle bağış işlerinin hepsini üstlenen kişidir. Burada kayyum, mütevelli ve nazırın hepsi aynı manaya gelir69. +ÖVH\LQ+ÖVH\LQìDKDWD$GÜJHÁHQHVHU6D\ID $GÜJHÁHQHVHU ñEQ$ELGLQ+DíL\H5HGGXnO0XKWDU _ 169 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması Bakımını, bekçiliğini, muhafazasını yapmak ve yararları kendilerine bağışlananlara bunları yönlendirmek gibi Vakıf Yapan kişinin çizdiği amaca uygun işleri yerine getiren kişiye bağışta bulunulması adettendir. Müslüman fakihler bağışta bulunulan şeyin kamu makamları tarafından kollanmaya gereksiniminin bulunduğunun bilincindeler. Aynı müstefitlerin bağışa olan gereksinimleri ve yararını kullananların gözetilmeye olan gereksinimleri gibi. Bu nedenle tüm ülkelerde yargı vakıfları denetler70. Daha sonra vakıfların yönetim işi divanlar oluşana kadar gelişmeye devam etti. Böylece vakıfların denetim işlerini yapan başında yargıçların bulunduğu divanlar meydana geldi. Daha sonra ise Müslümanların vakıflara olan ilgilileri gelişerek İslam Devletlerinde vakıf işlerini yürütmek için ihtisas bakanlıkları kuruldu. Bunlar vakıfların denetleme, tescil, kollama ve gelirlerini tahsis edilen yerlere harcama gibi konularla ilgilenmeye başladılar. Daha sonra ise tüm İslam ülkelerinde vakıf idaresini düzenleyen özel kanunlar çıkarıldı. Vakıf nazırı, çizelgeleri hazırlamakla yükümlü olur ve görevinde kusurlu davranması halinde Bakanlık tarafından ihtisas mahkemesine yönlendirilir. İslam terbiyesinde denetim temel konulardan sayılır ve bu durum vakıf nazırı üzerinde de uygulanır. Kendi üzerinde denetim yapılması vakıf nazırının güvenilirliğinden hiçbir şey eksiltmez. Böyle bir denetim kendisini bir değerlendirmeye tabi tutması ve varsa eğer hatalarını düzeltmesi için bir fırsat sunar. Vakıf nazırı üzerinde denetim işleminin zayıflığı vakfedilenin aksamasına veya vakıf yapanın şartlarının ihlal edilmesine yol açar. Bu nedenle güvenin ve dini inancın azaldığı günümüzde vakıflar üzerinde ciddi bir denetimin yapılması ve vakıf idaresinde görülen kasıtlı kusur ve umursamazlığın hesabının sorulması gerekir71. Öyle ki bugün yaygın olarak Vakıflar Bakanlık ve Kurullarında idari yeterlilik oldukça geri kalmış durumda bulunmaktadır ki bu durum vakıf nazırlarının hesaba çekilmesinde ve takiplerinde kusurlara yol açmakta. Bunun yanı sıra başka nedenlerden dolayı vakıf nazırlarından hesap sorulmamaktadır. Bunlar arasında vakıflarla ilgili dakik istatistik bilgilerinin bulunmayışı, her iki tarafta da idari yolsuzluğun yayılması, kanunların eskimesi ve muhasebe yönetmeliklerinin gelişimine ayak uyduramaması ve benzeri nedenler bulunmaktadır. İşte tüm bu nedenlerden dolayı vakıf nazırlarının denetim ve hesaba çekilmeleri zayıflamış bulunmakta. Diğer yandan bazı hakimler özellikle büyük vakıflarda hakime vakıf nazırının denetim ve murakabesine yardımcı olması için yardımcı tayin etmekte72. Burada öncelikli olarak vakfın bir yönetim kurulunun oluşumuna yönelerek üyelerini vakıf yapanın vakfiyesinde belirttiği şartlardan esinlenerek, yürürlükteki yasalara ve her vakfın iç yönetmeliklerine uygun olarak seçmek gerekir. Bu kurul vakıf nazırını denetleme görevini üstlenir. Öyle ki vakıf nazırının görevleri daha önce açıklandığı üzere genellikle uygulamaya dönük olur. Vakıf nazırı vakfın en üst yürütme müdürü görevini de üstlenebilir. Bu durumda yürürlükteki talimatların gerektirmesine göre yönetim kuruluna karşı sorumlu olur. 9DNÜIODUÜGHQHWOH\HQLONKDNLP+LíDP%LQ$EGXOPHOLN]DPDQÜQGD0ÜVÜUnGDEXOXQDQ7XED%LQ1HPLUnGLU )D\VDO %LQ &DIHU $EGXOODK %DOL *ÖYHQLOLUOLN YH 7HPLQDW $UDVÜQGD 9DNÜI 1D]ÜUÜQÜQ 9DNIHGLOHQ Ö]HULQGHNL HOL 6XXGL $UDELVWDQ NUDOOÜðÜ ¶ÁÖQFÖ9DNÜIODU.RQJUHVL¡DOÜíPDODUÜQDVXQXODQELUDUDíWÜUPD$GÜJHÁHQHVHU6D\ID $GÜJHÁHQHVHU6D\ID _ 170 _ Prof. Dr. Usama ALANI Bu durumda yasa koyucu bunu engelleyici bir tavır almaz. Zira yasa koyucu bu konuda arzusunu açıkça ortaya koyarak vakfedilenin ve kendilerine vakfedilenlerin yararlarının korunmasının kendisi için öncelikli olduğunu belirtmiştir. Buna göre vakıf yapanın koyduğu şartların ışığında maksatların yerine getirilmesine dikkat eder. Vakfedilenin korunması ve bakımı için yardımcı teknik kurullarıyla birlikte bir yönetim kurulunun ve bir yürütme kurulunun oluşturulması, yürütmeyle ilgili yönetim işlerinin yetkin bir şekilde yerine getirilmesi, kendilerine mevkuf yapılanların yararına hizmet edilmesi vakfiye şartları açısından önem taşır. Yönetim kurulu yürütme kurulunu abartıdan ve vakfedilene zararı dokunan işlerden men eder, sapmaları düzeltir, bunların ele alınması için alternatif yöntemler teklif eder ve bu konularda ihtisas sahibi teknik kurulların görüşlerini alır. Yürütme, sürekli denetim ve takip hissiyle vakfedilenin geleceğiyle ilgili konularda olabildiğince usulsüzlük ve umursamazlıktan uzak durur. 3- Vakıf Müessesesinde Mali Yön: Bu kalem, vakıf müessesesinin muhasebe bilimi, mali idare ve vergi mevzuatı ile olan ilişkisi boyutuyla ele alınacaktır. Muhasebe biliminin temel kuralları esas amacın tüm ayrıntılarıyla muhasebe biriminin varlık ve paralarının korunması, mali durumunun açıklığa kavuşturulması ve uygun kararlar alabilmek için gerekli mali verilerin sunulmasına yöneliktir. Öyle ki bununla hedeflenen vakfın ve varlıklarının korunmasıdır. Muhasebe biriminin varlıklarının ve paralarının korunmasında ifadesini bulan muhasebenin hedefi ilave bir önem kazanmaktadır. Muhasebenin gerçekleştirmiş olduğu bu korumayı şu şekilde açıklamak mümkündür: 1. Vakıfla ve hareketleriyle ilgili veri ve bilgilerin belgelendirilmesi ve muhasebe belge ve defterlerinde işlemler yapılmasıdır ki vakfın mülkiyetini yasal yollarla ispat için bunlar önem taşımaktadır. 2. Doğru yapılmayan kullanımları en iyi bir şekilde öğrenme imkanı sunar ve yanlışlıkların düzeltilmesine imkan tanır ki bu durum muhasebenin varlıkları koruması anlamına gelir. 3. Kendilerine koruma sağlayan mal sahipleri tarafından doğrudan denetim. Muhasebenin haricinde malın korunabileceği bir başka vesile bulunmaz. Böylece kendisi için vakıf malını ve verilerini belgelendirir, içerisinde yapılan işlemleri belirtir, bu şekilde üzerinde herhangi bir haksız harekette bulunulmadığı teyit edilmiş olur73. 4. Müessesenin konumunun güvenliğini beraberinde getiren şeffaflığı sağlar, paraların hareketini belirtir, varsa eğer üzerinde ki şüphe ve ithamları uzaklaştırır. Bunlar müessesenin dış koruması açısından söz konusudur. Bunun yanı sıra muhasebe, vakfın elde ettiği gelirlerin hak sahiplerine dağılım hedeflerinin gerçekleşmesini açıklığa 0XKDPPHG$EGXOKDOLP$PU9DNÜI¶]HULQGH0XKDVHEH.RQXODUÜYH6RUXQODUÜo9DNÜIYH1D]DULYH7DWELNL6RUXQODUÜQGD<HQL.RQXODUp KDNNÜQGD WDUWÜíPDODU RWXUXPXQGD VXQXODQ ELU ELOLPVHO ÁDOÜíPD 6DODK .DPLO ñVODP ñNWLVDW 0HUNH]L (O (]KHU ¶QLYHUVLWHVL &LGGHnGH EXOXQDQñVODP.DONÜQPD%DQNDVÜQDWDELñVODP$UDíWÜUPDYH(ðLWLP(QVWLWÖVÖLOH.XYH\W'HYOHWL9DNÜIODU*HQHO6HNUHWDU\DVÜDUDVÜQGD LíELUOLðL+LFULìDEDQ0LODGL(NLP6D\IDhttp://iefpedia.com/arab/ _ 171 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması kavuşturmak ve yürütme müdürünün (Vakıf nazırı) verimlilik miktarı bilgisi, bunların düşük oluş sebepleri, bunun kusur sonucu mu yoksa ihmal mi ya da haddi aşma gibi nedenlerden dolayı mı olduğu konusunda performansına yönelik bir hüküm vererek müessesenin iç korumasında da önemli bir görev üstlenir. Şayet vakfın harap olması veya helak olması gibi dış sebeplerden dolayı verimlilikte düşüş yaşanıyorsa bu durumda onun değiştirilmesi veya yatırım yönlerinde bir değişikliğe gidilmesi düşünülebilir. Vakfın mali durumunun ise tüm yükümlülükleri, borçları, net varlıkları, malının bileşenleri çeşitli boyutlarıyla belirtilmesi gerekir. Vakıf mali çizelgeleri hazırlanırken vakıf sürekliliği ve daimiliği, vakıf mallarının muhafaza kapsamı ve amacını gerçekleştirmek için gelir üretme kudreti ve bunun hayır için en iyi şekilde sarf edilmesi ve gelir üretme kudretinin var olmaya devam etmesi gibi özelliklerinin belirtilmesi gerekir74. Vakıf müessesesi için mali yönetim biliminin önemini ortaya çıkarmadan önce bunun tanımını yapmak gerekir. Öyle ki bu bilim, organizasyonun ana hedefinin gerçekleşmesinde kullanılmak üzere gereken paranın elde edilmesi için en iyi yöntemin araştırılmasıyla ilgilenen bir bilim dalı olması nedeniyle piyasanın organizasyon için taşıdığı önemin altını çizmektedir. Zira böylece organizasyonun ana hedefinin gerçekleşmesi sağlanmış olur ki bu da organizasyonun var olması, hayatta kalması ve sürekliliğini devam ettirmesi açısından büyük önem taşır. Burada vakfın veya vakıf müessesesinin mali idaresinin işleri şu şekilde tecessüm eder: 1. Vakıf gelirinin bu konuda meşru yöntemler kullanmak suretiyle yeni kaynaklar oluşturarak büyütülmesi, 2. Hedeflerini gerçekleştirmesi için vakıf gelirlerinin hak edenlere dağıtılması ve böylelikle daimiliğinin ve sürekliliğinin sağlanması, 3. Vakıf gelirinin bir kısmının vakfın bakımı, korunması ve sürdürülebilirliği için kullanılması, 4. Vakıf değerinin yıllık büyüme ortalamasının gerçekleştirilebilmesi için göstergesel bir hedefin konması ve bunun yıllık enflasyon ortalamasını ve vakfın alım gücünün azalmadığını göstermesi. Bu nedenlerle mali yönetim, vakfın bakım ve muhafazası için vakıf gelirlerini uygun bir şekilde muhafaza etmeye bu gelirleri yükseltmeye gayret etmeli. Burada fakihlerin izin verdiği üzere vakıf için yapılan yasal harcamaların da karşılanması gerekir. Vakfın himayesi anlamına gelen konulardan bir diğeri de vakfın telef ve harap olmadan korunmasıdır. Vakfın alım gücünün korunması hedefi vakfın değerinin ve gelirlerinin azalmasının önüne geçilmesi bağlamında en büyük koruma hedefleri arasında yer alır. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse vakıf binasının ticari bir mekanda yeniden inşa edilmesi veya herhangi bir mescidin kendisine gelir getirici bir şekilde yeniden tasarımlanması ya da buna benzer bir başka yolla gelir sağlanması düşünülebilir. $GÜJHÁHQHVHU6D\ID _ 172 _ Prof. Dr. Usama ALANI Bazı düşünürlerin vergi muafiyetlerini Batı Aleminde vakıf sekreterliklerinin ve müesseselerinin yayılmasında ana neden olarak kabul ederler. Belki de bu durum günümüzde İslam gerçeğinde bir karşılık bulabilir. Bu konuda şer’i bir temelde bulunmakta, öyle ki fakihlerin çoğu vakfın zekattan muaf tutulmasından yana bir tutum almaktalar. Teknik yönden ise vergi muafiyeti varlıklıları vakıf yapmaya veya yeni vakıflar yapmaya ya da vakıflarını genişletmeye teşvik edecektir. Ayrıca muafiyet sermayeleri kesintilerden koruyacak ve bunların vakfın bakımında kullanılmasını sağlayacak ya da vakfın değerinin korunmasını mümkün kılacaktır. Diğer yandan vakıf yatırımları üzerindeki vergi muafiyetleri vakıf yatırımlarının artmasını ve dolayısıyla toplumsal gelirin yükselmesini beraberinde getirebilecektir. 4- Vakıf müesseselerinin yatırımsal yönü: En yüksek getiriyi en az tehlikeyle elde etmek için vakıf müessesesi içerisinde yatırım işlemlerinin geliştirilmesine gerek bulunmaktadır. Bu mihver kapsamında vakıf için münasip yatırım fırsatlarını elde etme dairesini genişletmek konusunda yoğunlaşmak mümkündür. Bunun için75, en iyi fiyat ve şartlarla uygun yatırım fırsatları elde etmek amacıyla seçkin yatırım kurumlarıyla stratejik ortaklık ilişkisi kurulması önem taşır. Bu çerçevede vakıf müessesesi seçilen yatırım kurumlarıyla anlaşarak kendisine bu konuda yatırım teklifleri sunmalarını isteyebilir ve bunları vakfın planına uygun bir şekilde inceleyip tahlil yaptıktan sonra bir sonraki aşamaya geçebilir. Çeşitli yatırım fırsatları arasında bir ayrım yapabilme konusuna yeterince önem verilmesi gerekir. Bunun için iktisadi fizibilite araştırmaları yapılarak yatırım fırsatlarının kabul edilmesi için açık göstergeler belirlenir. İktisadi fizibilite araştırması projenin vakıfsal yatırım için çekiciliğini, beklenen getirinin gerçekleşmesi için çeşitli faraziyeleri, bunların piyasa koşulları açısından sıhhatini, bu gelirleri sağlayacak projenin bileşenlerinin doğasını ve yatırım gelirlerinin mali faraziyelerinin neler olduğunu belirlemeye çalışır. Vakfın yatırım ve varlık performansının iyileştirilmesi için daha önce belirtildiği üzere vakıf kaynaklarının ve mali varlıklarının her bir ya da tüm bölümlerinin yönetiminde belirli yatırım makamlarından yardım ve destek alınabilir. Ebu Zehra yeterli tecrübe bulunmaması halinde bu konuda vakıf yönetiminin kaynaklarıyla gerektiği şekilde ilgilenebilecek uzman kişi ve kurumlara yönelebileceğini ifade etmekte76. Munzur Qahf ise vakfın yatırım alanında denetimsel bir ilişkisinin bulunması gerektiğini belirtmekte ve bu ilişkinin de teknik ve uzman kamuya ait olmayan kurumlara yetki verilmesi ve böylece yatırımsal ve kurumsal performansının yükseltilmesi şeklinde olabileceğine işaret etmekte77. Vakıfla yatırım kurumu arasındaki ilişkinin etkin olabilmesi için vakıfla yatırım kurumu arasındaki bu ilişkiye hakim olacak ve sürekliliğini sağlayacak pratik kuralların konması gerekir. Bu bağlamda Kuveyt Vakıflar Genel Sekretaryasının varlıklarının bir bölümünü başarılı bir tecrübeye sahip olan uygun şirketlerden birinin yönetimine vermesi ve gayrimenkul )XDW$O$PU0XDVÜU°UQHN9DNÜI.XUXPXQD'RðUXELUDUDíWÜUPD<ÐQHWLPYH<DWÜUÜP$GÜJHÁHQHVHU6D\ID 0XKDPPHG(EX=HKUD9DNÜI+DNNÜQGD'HUVOHU'DUXnO)LNUHO$UDEL.DKLUH+LFUL0LODGL6D\IDr 0XQ]XU4DKI0XDVÜUñVODP7RSOXPXQGD9DNÜI$GÜJHÁHQHVHU6D\ID _ 173 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması portföyünün yönetimiyle ilgili olarak ta Rim gayrimenkul Şirketi gibi uzman bir gayrimenkul şirketini görevlendirmesi örnek gösterilebilir. Bu şirket sermayesinin % 40ına sahip bulunmakta. Ayrıca kaynaklarının yapımı ve yenilenmesi için de gayrimenkul projeleri yönetim ve geliştirme şirketiyle sözleşmeler yapmıştır. Yatırım işlerinde ilerleme ve performans yeterliliğini artırma, vakıf kaynağının yok ve harap olmasının önlenmesi ve hak edenlere olumlu olarak dönecek vakıf gelirinin artırılması büyük önem taşımaktadır. Ayrıca yatırım işleminin devamı vakıfların piyasa değerini ve alım gücünü korur. Buradan başarılı bir yatırımın amaçlarından bazılar vakıf kaynaklarının korunması, alım gücünün muhafazası ve yatırımsal gelirinin artırılmasıdır. Bu bir yandan, diğer yandan ise uzman yatırım şirketleriyle anlaşma ve ortaklık vakfın başkaları nezdinde olan belgeleri nedeniyle korunmasına yol açar. Ayrıca vakıf müesseselerinin yerel ve uluslar arası piyasalarda itibarı ve iktisadi yeri olan mali yatırım müesseseleriyle irtibatlı olması durumunda bu müstefitler vakfın saldırıya uğramasına izin vermezler. 5- Vakıf müessesesinin denetimsel yönü: Batı tecrübesinin ele alınması, Batı ülkelerinden İngiltere ve diğerlerinde olduğu gibi vakıfları ve hayır kuruluşlarını denetleyen bağımsız kurulların varlığını açıklığa kavuşturdu. Ayrıca bu kurullar vakıf müesseseleri üzerindeki denetim görevlerini dönemsel rapor takiplerini yapmak, bunların amaçlarına uygun bir şekilde yapılıp yapılmadıklarını incelemek ve iç tüzüklerine aykırı işlerin yapılmadığını teyit etmek suretiyle gerçekleştirmekteler. Mevcut koşullarda vakıf müesseselerini denetleyen denetim makamlarına yeniden göz atılması gerekir. Zira tarihi tecrübe vakfın hükümetin vesayeti altına yerleştirilmesinin vakfı devlete tabi bir hale getirdiğini ve keyfi kararlarına ve haksız emirlerine amade kıldığını göstermektedir ki bu durum denetim makamlarına yeniden bakılmasını zorunlu bir hale getirmekte. Öyle ki İslam Aleminde vakıflar üzerinde bağımsız denetim müesseselerinin oluşturulması bazı sınırlı tecrübeler bulunsa dahi her ülkenin kendine özgü bazı hususiyetlerinden hareketle pek çok zorluklarla karşılaşmakta. Yargının denetim vesayetine başvurularak vakıf müesseselerinin korunduğunu görüyoruz. Bu sözümüzle vakfın yargıya ve olağan mahkemelere tabi bir hale getirilmesi gerektiğini söylemiyoruz. Vakıf müesseselerinde meydana gelen uluslar arası ve yerel gelişmeler ve vakıfların hususiyetleri vakıf işlerine ve vakıf müesseselerine bakan ihtisas mahkemelerinin kurulmasını zorunlu kılmaktadır. Vakıf kendi başına bağımsız, yönetmelikleri ve İslam fıkhının kendisine vermiş olduğu hükümleri olan bir müessesedir. Aynı vakıfların genel velayetlerinin şer’i yargı yetkisi altına alınmalarında olduğu gibi. Aslında fakihler vakıf işlerine bakılmasını bir kurala bindirerek bu işleri üstlenecek bir vakıf nazırı belirlemişlerdir. Vakıf nazırı yargı hakimi tarafından belirlenir. Tabi bu durum Kenzu’l-Daqaiq şerhi El Bahr El Rahiyk’te yer aldığı üzere tüm hakimler için geçerli değildir. Buradan vakıf işleri için yargıdan bir grubun bu işlere tahsis edilmesi gerektiği sonucu çıkarılabilir78. )D\VDO%LQ&DIHU$EGXOODK*ÖYHQYH7HPLQDW$UDVÜQGD9DNÜI1D]ÜUÜQÜQ(OL$GÜJHÁHQHVHU6D\ID _ 174 _ Prof. Dr. Usama ALANI Vakıf müesseseleri kanununda vakfiyelerin yargı emirleri doğrultusunda korunması amacıyla bağımsız yargının yetkilerinin bir hükme bağlanması gerekir. Bu, yargıya vakfın idari ve mali işleriyle ilgili belgeleri elde etme yetkisi verilmesini gerekli kılar79. Ayrıca, vakfın korunması için yasal yollar hususunda da bir hüküm gerekir. Bunun için ilgili yargıya yönetim kurulunu yargı emirlerin uyarınca hesaba çekme veya tasarruflarını kayıt altına alma gibi konularda yetki verilmesi gerekir. Bu, vakıf müessesesinin iç organı tarafından korunmasıyla ilgilidir. Diğer yandan yargı, vakfın dışarıdan gelen saldırılara karşı korunmasına katkıda bulunur. Yargının heybeti ve onaylı sicilleri vakıf müessesesinin usulsüzlük yapmak ve fesat karıştırmak isteyenlere karşı caydırıcılık görevi yürüttüğü görülmekte. Hatme: Batı Aleminde vakıf müessesesi, bulunduğu ülkelerdeki hukuki, idari ve mali alanlardaki gelişmelerden yararlanarak ve gelişmeleri kendi kurumsallığı için devreye koyarak gelişim ve büyüme alanında büyük ilerlemeler kaydetme başarısı gösterebilmiştir. Ayrıca Batı Aleminde vakıf müessesesinin devletin teşvik ve korunması için yaptığı yasalar yönüyle ilgisinden olumlu bir şekilde etkilendiği de görülmekte. Buna vakıf müesseselerinin yatırım yeterliliğini artıran vergi muafiyetlerini de eklemek gerekir. Araştırmacı, siyasi, hukuki ve denetimsel çevrenin vakıf müessesi üzerindeki olumlu veya olumsuz etkilerini reddetmiyor. Bu nedenle vakıfları incelerken ve onlar vasıtasıyla ilerleme gerçekleştirmeye gayret ederken her ülkenin hususiyetlerini dikkate almanın mantıklı olacağına inanıyoruz. Bu nedenle vakfın kurumsal yapısının, devletin çevresini, siyasi sistemini, yürürlükteki yasaların doğasını dikkate alması gerekir. Zira bunlar vakfa kurumsal bir temel yapı verilirken önem taşır. Vakıf müessesesinin şekli günümüzde en uygun şekillerden sayılmakta olup bunun yaygın hale gelmesinin teşvik edilmesi, vakıf müesseselerinin her türlü devlet müdahalesinden uzak bir şekilde bağımsızlığını teminat altına alan hukuki çerçevenin sunulması, toplum yararına faaliyetlerini yürütürken engel konmaması, iptal edilmemesi ve men edilmemesi gerekir. Vakıf müessesesi için uygun hukuki çerçevenin sunulmasında modern yönetim ve denetim üsluplarına riayet edilmesi gerekir. Bu durum yönetim kurulunun performansının düzenlenmesi hususunda da geçerlidir ki böylece vakıf yapanların vasiyetleri de olması gerektiği bir şekilde yerine getirilmiş olur. Vakıf müessesesinin yürütme organının tam denetimi vakıf sermayesinde aşırıya kaçılmaması ve hedeflerinin dışına çıkılmaması açısından gereklidir. Vakıf müessesesinin kuruluş amacına uygun olarak işler yapmak suretiyle her türlü vergiden muaf tutulması gerekir. Teamüllerinde şeffaflık prensibine ihtimam göstererek, tüm mali verilere açıklık getirerek, bilinen muhasebe standartlarına uyarak, tüm mali ürünlerde kredibilite sınıflandırmasına giderek çalışmaların yapılması önem taşır. Bu şekilde mali çalışmalarda ve mali piyasalarda bulunan yatırım araçlarında programlı bir çalışma yapıldığı anlaşılır ve vakfa güveni bu şekilde artırır. 8VDPH$PU$O6KDTU9DNIÜQ+XNXNL'Ö]HQOHPHVL*HUHNÁHOHU<ÐQWHPOHU$ODQODU$GÜJHÁHQHVHU6D\ID _ 175 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması Vergi muafiyeti vakıf müesseselerinde yatırımın teşvik edilmesin katkı sağlar. Burada yatırım araçlarında çeşitliliğe riayet etmek ve vakfın tehlikeye maruz kalmasını azaltmak gerekir. Vakıf ve müesseseleriyle ilgili görev denetimini üstlenen bağımsız bir yargının inşa edilmesine çalışmak lazım. Yargı yoluyla denetim ve murakabe yapılması vakıf müesseselerinin performansına etki eder ve bunu hayata geçirmek için gerekli mevzuatın çıkarılması gerekir. Bu çalışmalar kapsamına yürütmenin performansı, vakfın korunması, devletin vakıf üzerinde otorite kurması, elini kolunu bağlaması, mallarını müsadere etmesi ve çalışmalardan men etmesinin önüne geçilmesi de girer. Bütün bunlar, toplu çalışma ve toplu bilinç gerektiren uygun hukuki bir çevrenin bulunmasına bağlı olarak kalır. İslam topluluklarında vakfı ve gelecekteki rolünü korumak için ilgili tarafların gerekli çalışmaları şimdiden yapmaya gayret etmesi büyük önem taşımaktadır. Kaynakça: 1. Al Ashqar, Usame Amr, Batı Tecrübesi Işığında İslam Vakıflarının Rolünün Etkinleştirilmesi, Şarjah Uluslar arası Toplumda İslam Vakıfları Kongresi çalışmalarında sunulan bir araştırma, Şarjah Vakıflar Genel Sekreterliği, 25-27.04.2005, 2. Al Ashqar, Usame Amr, Batı Tecrübesi Işığında İslam Vakıf Müessesesinin Gelişmesi (Durum araştırması), Kuveyt Vakıf Araştırmaları Yarışmasında Başarı Kazanan Araştırmalar Silsilesi (11), Vakıflar Genel Sekreterliği, Kuveyt Devleti, Baskı 1, Hicri 1428 / Miladi 2007, 3. Al Ashqar, Usame Amr, Vakfın Hukuki Düzenlemesi, Gerekçeler, Yöntemler, Alanlar, Suudi Arabistan Krallığı Üçüncü Vakıflar Bilimsel Kongresi Çalışmalarında yayınlanan bir araştırma, İslam Üniversitesi, Hicri 1430 / Miladi 2009, Cilt 3, 4. Bali, Faysal Bin Cafer Abdullah, Güven ve Teminat Arasında Vakıf Üzerindeki Vakıf Nazırının Eli, Suudi Arabistan Krallığı Üçüncü Vakıflar Kongresi Çalışmalarına sunulan bir araştırma, 5. El Buhari, Muhammet Bin İsmail, Sahih-i Buhari, Mustafa Diyb AL Bagha’nın tetkikiyle, 2inci Baskı, Daru İbni Kesiyr, Beyrut, Hicri 1987, 6. El Beyhaqi, El Sunen El Kübra, Ahmet Bin El Hüseyin, Muhammet Abdulkadir Ata’nın tetkikiyle, El Baz Kütüphanesi, Mekke-i MÖükerreme, Hicri 1414 / Miladi 1994, 7. El Hurani, Yaser, Tarihi İslam tecrübesinde Vakıf Müessesesinin Sorunları, Vakıflar Dergisi, Sekizinci Yıl, Sayı 14, Mayıs 2008, 8. Rizq, Meliha Muhammet, İslam Topluluklarında Vakıflar Sektörünün Kurumsal Gelişimi (Mısır Arap Cumhuriyetinin Durum Araştırması), Kuveyt Uluslar arası Vakıf Araştırmaları Yarışmasında Başarı Kazanan Araştırmalar Silsilesi (8), Kuveyt Devleti, Vakıflar Genel Sekretaryası, Hicri 1427 / Miladi 2007, 9. Al Rufai, Hasan Muhammet, Merkeziyetçilik ve Âdemimerkeziyetçilik Arasında Vakıfların İdaresi, Suudi Arabistan Krallığı Üçüncü Vakıflar Kongresine sunulan bir araştırma (İktisat, idare, _ 176 _ Prof. Dr. Usama ALANI inşa ve medeniyet), Üçüncü Vakıflar Kongresi Çalışmaları, İslam Üniversitesi, Hicri 1430 / Miladi 2009, Üçüncü Oturum, Üçüncü Bölüm, 10. Şahata, Hüseyin Hüseyin, Vakıf Müesseselerinde Modern Genel Yönetim Program ve Üslupları, İslam İktisat Düşüncesinde Araştırmalar Silsilesi, 11. İbni Abidin, Muhammet Emin Bin Amr, Tenvir El Ebsar Ma El Dur El Muhktar, İbn Abidiy haşiyesiyle, Beyrut, 2inci Baskı, Daru İhyau’l-Turas El Arabi, Hicri 1409 / Miladi 1988, 12. Arif, Nasır Muhammet, Vakıflar Nizamında Kurumsal Yapı; Sorunlar ve Reform Tecrübeleri, http://repository.ksu.edu.sa/jspui/handle/123456789/8339 13. El Ani, Usame Abdülmecit, Vakıf Yatırım Fonları, Fıkhi iktisadi Araştırma, Daru’l-Beşair El İslamiyye, Beyrut, 1inci Baskı, 2010, 14. Abdullah Tareq, Harvard ve Kardeşleri: Amerika Birleşik Devletlerinde Vakıf Eğitim Yönelimleri, Vakıflar Dergisi, On birinci sene, Sayı Hicri 1432 / Miladi 2011/20, 15. El Abdu’s-Selam, Ahmet Bin Salih, Müslümanlarda ve Diğerlerinde Vakıf Tarihi, İslam Şeriatında Vakıf ve Alanları, 16. El Amr, Fuat Abdullah, Arap Yarımadası Ülkelerinde Vakfın Kurumsal Yapısı, Arap Yurdunda Vakıf Nizamı ve Sivil Toplum Kitabı, Arap Birliği Araştırmaları Merkezi ve Kuveyt Devleti Vakıflar Genel Sekreterliği, Beyrut, Miladi 2003, 17. El Amr, Fuat Abdullah, Muasır Vakıf Müessesi Modeline Doğru, İdare ve Yatırım, Tunus Vakıf Sempozyumunda sunuldu, Vakıa ve Geleceğin İnşası, 28-29 Şubat 2012, Tunus Cumhuriyeti, 18. Amr, Muhammed Abdulhalim, Vakıf Üzerinde Muhasebe Konuları ve Sorunları, “Vakıf ve Nazari ve Tatbiki Sorunlarında Yeni Konular” hakkında tartışmalar oturumunda sunulan bir bilimsel çalışma, Salah Kamil İslam İktisat Merkezi, El Ezher Üniversitesi, Cidde’de bulunan İslam Kalkınma Bankasına tabi İslam Araştırma ve Eğitim Enstitüsü ile Kuveyt Devleti Vakıflar Genel Sekretaryası arasında işbirliği, Hicri 20-21 Şaban 1423 / Miladi 26-27 Ekim 2002, Sayfa 6, http://iefpedia.com/arab/ 19 Ghanem, İbrahim Al Beyyoumi Mısır’da Vakıflar ve Siyaset (Kahire: Daru’l-Şuruq, Birinci Baskı, 1998) 20. Ghanem, İbrahim Al Beyyoumi, Vakıf Sisteminin Tarihi Oluşum Göstergeleri (Toplumsal, İktisadi, Kurumsal). Vakıflar Dergisi. Deneysel Sayı. Asım 2000. 21. Ghanem, İbrahim Al Beyyoumi, Arap Toplumuna Vakfın Tarihi Oluşumu, Arap Yurdunda Vakıf ve Sivil Toplum Sempozyumu, Arap Birliği Araştırmaları Merkezi, Beyrut, 2inci Baskı, 2010, 22. Qarut, Nur Bint Abdulhalim, İslam Fıkhında Vakıf Nazırının Görevleri, Vakıflar Dergisi, Yıl 3, Sayı 5 Şaban 1424, Ekim, 23. Qahf, Munzur, Muasır İslam Toplumunda Vakıf, Vakıflar ve İslami İşler Bakanlığı, Katar, Hicri 1419 (Miladi 1998), 24. Qahf, Munzur, İslam Vakfı, Gelişimi, Yönetimi, İlerlemesi, Daru’l-Fikr, Şam 2006, _ 177 _ İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması 25. El Qubeysi, Muhammed Ubeyd, İslam Şeriatında Vakıf Hükümleri, Vakıflar ve Dini İşler Bakanlığı, Irak, Daru’l-Şuun el-Sakafiyyah, Bağdat, Miladi 2001, 26. El Kevseri, Muhammet Zahit, Makalat-ı Kevseri, Kahire, El Ezher Tarihi Eseler Kütüphanesi, 1994, 27. Anheier,Helmut, Private Fund, Puplic Purpose, Pelnum Puplishers,New York,1998, 28. CONNORS T, The nonprofit handbook : management (3° Ed.), 2002 supplement 29. David F. Freeman (Author) , John A. Edie (Author) , Jane C. Nober (Author), The Handbook on Private Foundations, Third Edition, 2005, 30. Foundation Law in Switzerland – overview and current developments in civil and tax law By Prof. Dr. Dominique Jakob,M.I.L.(Lund) and Dr. GoranStuden,LL.M.(Cambridge)., www. rwi.uzh.ch/. ../ EMAMS_Foundation_Law_Reader.pdf 31. Giving USA Foundation p157 32. Grantmaking by UK trusts and charities , January 2007, 33. http://en.wikipedia.org/wiki/Foundation_(United –States-_law) 34.http://www.investopedia.com/articles/financial-theory/09/ivy-league-endowmentsmoney-management.asp 35. The American Heritage English as a second Language, Houghton Mifflin Company, Boston, New York, USA,1998, 36. Oxford Advancsd Learner s Dictionary of current English ,Oxford University Press,Sixth edition,2000, 37. Webster s New World Dictionary of the American Language, Second College Edition, Simon and Schuster Inc., Cleveland,1986, 38. http://www.acf.org.uk / trusts and foundations/?id=74,p.3 39. www.i+nvestorword.com 40.www.uky.edu/EVPFA/Controller/files/.../POLICY.pdf _ 178 _ +$<,56(9(5/ñ. 2WXUXP 2WXUXP%DüNDQ× +XVDLQ%(1<281,6 .DW×O×PF×ODU 5DZDD1DQF\$/%,/$/ $VKDKDGX$6$/, 0DUW\Q(9$16 _ 179 _ _ 180 _ 7+(:$4)3+,/$17+523,&6<67(0 7+(9$/8(7+$7%,1'686 5DZDD1DQF\$/%,/$/ 7KH)RXQGDWLRQ&HQWHUr86$ Honorable guests, ladies and gentlemen. Thank you for the opportunity to share some thoughts with you today and special thanks to our hosts for convening this important and very much needed gathering. My information sharing with you today, grows out of a personal journey based on early childhood memories as a Muslim-American professional working in philanthropy. As a child growing up in northern Lebanon, I was surrounded by examples on how private wealth in trusted to individuals by God, is used in a form of wakif-hayri, philanthropic vakıf, to do probably good. From schools to hospitals and graveyards to water stations and many more examples. For as long as I can remember, my daily life was touched by these examples of good deeds to benefit societal needs. I recall my mum holding my hands in a soak and going out of her way to visit a water station, sabil may. We would both drink from its running cold water and recite the fatihah for the souls of those that passed. I would tell her why would I have to go to this particular water station, why is it that we skip all the other ones and come to this one? It is obviously a lot longer to get there. She would smile not saying much. Eventually I think my mum got tired of me asking her why is it that we come to this water station. And she told me that the water station was set up by family members of hers through a vakif. Fast forward 20 years later I was working at the Surrogate’s Court in New Jersey. After a long day at work, I came to my parents’ house. The surrogate’s court, what they do it probate wills, exactitude of the states they usually submit their annual counting and they formalize adoptions. So after long day my father says to me, “what is new at work?”. I would say “oh, not much. Just family members fighting with each other over a heritance”. He would say “they should set up a vakif. It would have been better. My father was correct in that. Setting up a vakif was a good idea. On that day, I shared with my father an annual report with a list of donator contribution. And I probably pointed to him my name on the donor list. He said “it is better to give anonymously.” But if it informs the public, and it raises awareness about a cause that you care about, why not? Why not make it public? He is a wise old man. And that day my dad and I had a wonderful conversation about how in Islam the believers are discouraged from publicly displaying their giving. But there are exceptions. There are stories in our history that suggest making donations public will promote knowledge about a cause _ 181 _ The Waqf Philanthropic System - The Value That Binds Us as well as increased giving by others. My father told me the story about when the news of Omar broke out that when he set up a vakif in Haybar, many real estate owners during his reign 635-645 set up their own vakif following in Omar’s example. One cannot help but to bring their experience in history to their professional commitments. Having worked in philanthropy for many year now, my observation is that we bring our experience both personal and professional to our work lives. These experiences enrich and enlighten in us and in whole our philanthropic work. The philanthropic sector includes thousands of organizations and networks around the globe filled with boundless passion, ideas and possibilities that increasingly transcend geographic boundaries and barriers. In each of these areas, there are technology and tools to inform our proving to be important infrastructures to build dialogue, collaborative relationships and strengthen ties. You, as private foundations, over the year have a significant role in addressing global challenges including pursuing social, economic and civil issues around the globe from health and medical research to alleviating poverty as well as building education and civil society infrastructures. Similarly, one can find common examples and objectives in philanthropic outcome. Such as supporting the poor and needy, public utilities and libraries, scientific research, education and health including care for the animals and the environment. Lending to individuals to start a small business, supporting parks, roads, bridges, dams and access to safe water. The practice of philanthropic vakıf dates back to the period of the prophet – peace and blessing be upon him. For example, drinking water used to be sold in Medina at a very high price. Many could not afford it. The prophet called upon the faithful to buy the well and make it into a vakıf for all to access. For drinking sanitation and hygiene to perform their daily voodoos prior to prayers. From the time of the prophet until today continuing in his tradition and the tradition of the companions. Many of the faithful established philanthropic vakif around the world to provide the public with access to water. Capturing and reporting information at these philanthropic deeds along with many others like them will give a more complete picture of actual and potential philanthropic support of this very important issue. The foundation center is using the latest technology to offer a vivid portrait of giving and related activities around the world. Building custom maps and other data visualization tools, helping those that are working and supporting philanthropic efforts make more informed decisions. 3 years ago the foundation center started working with the Conrad-Hilton Foundation. Developing and maintaining a web-based platform to serve as the central hub of rich information for donors, policy makers and other stakeholders seeking information, news and knowledge related to philanthropy and access to safe water. Working in partnership with the Hilton, Gates, Rockefeller, Buffet and other foundations, this foundation center compiled relevant content that is regularly updated as new information became available. These foundations and others are working with the center because we bring standardization and common vocabulary to philanthropy by systematically collecting _ 182 _ Rawaa Nancy ALBILAL and classifying the individual grants or giving of over 25 thousand US and increasingly nonUS foundations. Moreover, the center maintains a profile. Profiles of the programmatic interests, assets and other basic information on over a hundred thousand foundations worldwide. A priority of the foundation center’s 2020 strategic plan is to empower donors with the knowledge and tools they need to be more strategic. If practical point of departure includes building a global common data platform to improve our knowledge management, capacity and collaboration potential. In a world of increasing complexity and scarce resources stakeholders will need to act more collaboratively, timely and effectively. By better building managing and sharing philanthropic giving, philanthropic values can only be strengthened. The prophet and his companions were pioneers in identifying the issue of accessing safe water as a public good and a philanthropic example. Access to safe water is one of the most crucial issues of our time. Worldwide, nearly 780 million people do not have reliable access to clean water. And a staggering 2.5 billion including one billion children do not have adequate sanitation. Moreover competing uses for water, particularly for agriculture and clean energy are diverting this precious resource from those that need it the most. The world poor. This is nothing less than a global emergency. One which organized philanthropy, can do better job in addressing if we can work together. Of the 6.2 billion by US billion dollars by US foundations, for international issues of that 6.2 billion according to our findings in 2008 only 72 million went to fall water. The Hilton foundation has taken important steps in developing resources to water issues and has launched a 5 year effort to achieve the millennium development goals for safe water access in 5 sub Saharan African countries in addition to providing ongoing support for similar activities in water stressed regions of Mexico and India. An important part of this strategy is coordination with other actors including foundations and other donors from various regions as well as the creation of effective information systems to guide WASH. WASH stands for Water Sanitation Hygiene. These ambitious goals will be challenged by the nature of the foundation sector itself and a high transaction cost of donor collaboration. American foundations, most of which are endowed institutions are not faced with either selling products in a marketplace or fundraising for their activities. This gives them enormous freedom as we said it this morning to experiment, innovate and take risk, adopt a long term approach to problem solving. Yet, it is also a process. It also means that each foundation also tends to develop its own internal information system to process grants, track progress and report on its work. When foundations attempt to work together in long term collaborations, the limitations of their individualized approach to knowledge management becomes apparent. What one foundation calls a livelihood project or strategy may for another foundation be sanitation or environmental issues. A recent foundation center survey of some 160 thousand foundation grants found 82 different terms to describe general operating support. Collaboration between foundations bilateral, donors and multi-lateral development banks _ 183 _ The Waqf Philanthropic System - The Value That Binds Us faces similar challenges as a large donor. As large donors also have their own ways of classifications of these investments. As I stated before, a priority of foundation center strategy for strategic plan 2020 is to empower donors with their knowledge and tools they need to be more strategic. I am here to extend an invitation to you and we would be honored to work in partnership with you, building the knowledge tools that would help propel your philanthropic work and issues of sustainable safe water or any other issue that you are working on that is in a public interest. An important aspect of this work would be to greatly expand our current data collection efforts by revising the taxonomy used in the foundation center’s philanthropic classification system. To better capture philanthropic activities made by international foundations, to address the important issues that you are working on. This would be done by working closely with networks and collaborating partners. The knowledge and the tools that we can build together can potentially be used to inspire the vakıf, the philanthropist to make more informed designations of resources and help our shared caring system fulfill its micro as well as macro local or global vision as well as its mission. Thank you very much. _ 184 _ Vakıf Hayırseverlik Sistemi - Bizi Bağlayan Değer Rawaa Nancy ALBILAL Vakıflar Merkezi – ABD Saygıdeğer konuklar, hanımefendiler ve beyefendiler. Sizinle bazı düşünceleri paylaşma fırsatını sağladığınızdan dolayı teşekkür ederim ve ayrıca bu önemli ve çok gerekli toplantıyı düzenleyen ev sahibimize özel teşekkürleri borç bilirim. Sizinle bugün paylaşacağım bilgiler; hayırseverlik alanında Müslüman – Amerikalı profesyonel olarak çalışan bir kişinin erken çocukluk hatıralarına dayanan kişisel yolculuktan ortaya çıkmıştır. Kuzey Lübnan’da büyüyen bir çocuk olarak etrafımda Allah tarafından insanlara tevdi edilen özel varlığın nasıl hayır vakıfları, yardımsever vakıfları şeklinde belki de iyi bir şeyler yapmak için kullanıldığına dair pek çok örnek vardı. Okullardan hastanelere, mezarlıklardan su sebillerine kadar ve bunun gibi pek çok örnek. Hatırlayabildiğim yaşa kadar benim günlük yaşamım bu toplumsal ihtiyaçlardan yararlanabilecek çok sayıda iyi davranışlar etrafında dönüyordu. Annemin terden sırılsıklam olan ellerimi tuttuğunu ve yolunu değiştirip beni su sebiline, belki de daha doğrusu bir sebile götürdüğünü hatırlıyorum. Hem akan soğuk suyundan içerdik hem de vefat etmiş oradan geçmiş kişilerin ruhlarına Fatiha okurduk. Ona neden ille de bu su sebiline gitmek zorunda olduğumu, neden diğerlerini atlayıp buna geldiğimizi sorar dururdum. Bana gülümserdi, ama hiçbir şey söylemezdi. En sonunda sanıyorum ki annem sürekli ona neden bu su sebiline geldiğimizi sormamdan bıkmış olmalı ki sonunda bu su sebilinin vakıf aracılığı ile kendi aile üyeleri tarafından yapıldığını söyledi. Hızlı geçen 20 yıl sonra New Jersey’deki Surrogate’s Court’ta çalışıyordum. İşte geçirdiğim uzun günden sonra ebeveynimin evine gelirdim. Surrogate Court; vasiyetnameleri onaylar, bunların yıllık hesaplarını ibraz ederler ve benimsenen unsurları resmileştirirler. Çok uzun bir günden sonra babam bana sorardı ‘bugün işte yeni ne oldu?’. Ben de “oh, çok değişiklik yok. Sadece miras için birbiriyle kavga eden aile üyeleri’ derdim. O da ‘Onların bir vakıf kurmaları gerekir. Bu çok daha iyi olur.’ derdi. Babam bu konuda haklıydı. Vakıf kurmak iyi bir fikirdi. O gün babamla bağış yapanların katkılarını içeren liste ile birlikte yıllık raporu paylaştım. Ve sanırım ona bağış yapan listesindeki kendi adıma işaret ettim. ‘İsim vermeden bağış yapmak daha iyidir’ dedi. Ama kamuyu bilgilendirirse ve ilgilendikleri davanın ne olduğu konusunda farkındalık oluşturursa neden bunu kamunun bilgisine sunmayalım? Akıllı yaşlı adamdı. Ve o gün babamla ben İslamiyet’te inananların yaptıkları bağışları insanlara göstermemeleri konusunda nasıl teşvik edildikleri konusunda mükemmel bir sohbet ettik. Ama bazı istisnalar vardır. Yapılan bağışların kamunun bilgisine sunulmasının dava hakkında bilgi vereceği gibi diğer kişilerin de bağış yapmasını arttıracağı fikrini öneren tarihimizde pek çok hikaye vardır. Babam bana Hz. Ömer’in haberlerinin Hayber’de vakıf kurduğunda çığır açtığını, onun 635-645 yılları arasındaki yönetimi sırasında pek çok menkul sahiplerinin Ömer’in örneğini takip ederek kendi vakıflarını kurdukları hikayeyi anlattı. Bir kişinin tarihteki deneyimleri profesyonel bağlılıkların getirmemesi imkansızdır. Şu ana kadar uzun yıllar hayırseverlik için çalışmış biri olarak gözlemlediğim kadarıyla hem kişisel hem de profesyonel deneyimlerimizi iş hayatımıza getiriyoruz. Bu deneyimler; özelde bizi ve genelde hayırseverlik işimizi zenginleştirir ve aydınlatır. Hayırseverlik sektörü; coğrafi sınırları ve bariyerleri her gün daha da fazla geçen olasılık, fikir ve sonsuz istekle dolu _ 185 _ Vakıf Hayırseverlik Sistemi - Bizi Bağlayan Değer evrende binlerce kuruluştan ve ağdan meydana gelir. Bu alanların her birinde bizim diyalog oluşturma, işbirliğine dayalı ilişkiler kurma ve bağları güçlendirme için gerekli önemli altyapı olduğumuzu kanıtlayacak teknoloji ve araç var. Sizin yıllar boyu özel kurum olarak eğitim ve sivil toplum altyapılarının oluşturulmasının yanı sıra fakirliğin önlenmesinde hem sağlık hem de medikal araştırma ile elde edilen sosyal, ekonomik ve sivil konuların takip edilmesi dahil olmak üzere evrensel zorlukları ele alma konusunda önemli rolünüz oldu. Benzer şekilde hayırseverlik çıktısında ortak örnekler ve hedefler bulunabilir. Örneğin, fakirleri ve muhtaçları desteklemek, kamu hizmet alanları ve kütüphaneler, bilimsel araştırma, eğitim ve hayvanlar ve çevre dahil olmak üzere sağlık hizmetleri. İnsanlara küçük iş yerleri kurarken ikraz kredisi vermek, parkları, yolları, köprüleri, barajları ve güvenli suya erişimi desteklemek gibi. Hayırsever vakıf uygulaması; Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) dönemine kadar gerilere gitmektedir. Örneğin içme suyu Medine’de çok yüksek fiyata satılmaktaydı. Pek çok kişi bunu karşılayamıyordu. Peygamber; inanlara sağlıklı içme suyu ve dua etmeden önce günlük ibadetlerini etmek için temiz su bulmaları için bir çeşme almaya ve herkesin kullanması için bir vakfa çevirmeye davet etti. Peygamberin zamanında günümüze kadar bu gelenek devam edegelmiştir. Pek çok inançlı kimse; halkın suya erişimini sağlamak için tüm dünyada hayırsever vakıf kurdu. Bunlar gibi pek çok kişi ile birlikte bu hayırsever işlerde bilgilerin alınması ve rapor edilmesi; bu çok önemli konun gerçek ve potansiyel hayırsever desteğinin eksiksiz bir resmini verecektir.Vakıf merkezi; tüm dünyada bağış yapma ve ilişkili etkinliklerin parlak bir portresini sunacak şekilde en son teknolojiyi kullanmaktadır. Gelenek haritasını ve diğer veri görselleştirme araçlarını oluşturmak, çalışanlara yardım etmek ve yardımsever çabaları desteklemek daha bilgilendirilmiş kararlar verir. 3 yıl önce vakıf merkezi; Conrad – Hilton Vakfı ile birlikte çalışmaya başladı. Web tabanlı bir platformun geliştirilmesi ve sürdürülmesi; hayırseverlik ve güvenli suya erişim sağlanması hakkında bilgi ve haber almak isteyen bağış yapanlar, politika oluşturanlar ve diğer paydaşlar için merkezi zengin bağlantı merkezi şeklinde işlev göstermektedir. Hilton, Gates, Rockefeller, Buffet ve diğer vakıflarla ortaklıklar kurarak çalışan bu vakıf merkezi; yeni bilgiler elde edildikçe düzenli bir şekilde güncellenen ilgili içeriği derledi. Bu vakıflar ve diğerleri merkezle birlikte çalışıyor. Çünkü bireysel bağışları veya 25 binin üzerinde ABD doları ve giderek artan bir şekilde ABD dışı vakıfların bağışlarını sistematik bir şekilde toplayarak ve sınıflandırarak hayırseverlik kavramına standartlaştırmaya çalışıyor ve ortak terimler getiriyoruz. Ayrıca merkezin bir profili vardır. Programla ilgili çıkarlar, varlıklar ve tüm dünya çapında yüz binin üzerinde vakıf ile ilgili diğer temel bilgi profilleri mevcut bulunmaktadır. Vakıf merkezinin 2010 stratejik planının önceliği; daha stratejik olmaları gereken araçları ve bilgi ile bağış yapanları güçlendirmektir. Eğer uygulama ayrılma noktası içerisinde bilgi yönetimimizi, kapasitemizi ve işbirliği potansiyelimizi geliştirmek için evrensel ortak veri platformunun oluşturulması varsa giderek daha da karmaşık hale gelen ve kaynakları azalan dünyada paydaşların daha işbirlikçi, daha dakik ve daha verimli hareket etmeleri gerekecektir. Sadece hayırsever bağışı daha iyi oluşturarak, yöneterek ve paylaşarak hayırseverlik ile ilgili değerler güçlendirilebilir. Peygamber ve onun yakınları; güvenli suya erişimi kamu yararı ve hayırseverlik örneği olarak tanımlama konusunda öncüdürler. Güvenli suya erişim; zamanının en önemli konularından biridir. Dünya _ 186 _ Rawaa Nancy ALBILAL çapında yaklaşık 780 milyon kişinin temiz suya güvenli erişimi vardır. Ve bir milyar dolar çocuk dahil olmak üzere 2.5 milyar kişinin yeterli sıhhi tesisi yoktur. Ayrıca su için rekabet eden kullanımlar özellikle de tarım ve temiz enerji için buna en çok ihtiyacı olan kişilerden bu değerli kaynağın yolunu değiştirmektedir. Dünya fakir. Bu evrensel acil durumdan daha az bir şey değildir. Hayırseverlik düzene sokulduğunda birlikte çalışabilirsek daha iyi işler yapılabilir. 2008 yılındaki bulgularımıza göre 6.2 milyarlık uluslararası konular için 6.2 milyar ABD dolarından sadece 72 milyonu su için harcandı. Hilton vakfı; su konuları ile ilgili kaynakları geliştirme konusunda önemli adımlar atmıştır ve Meksika’nın ve Hindistan’ın su sıkıntısı olan bölgelerinde benzer etkinlikler için sürekli destek sağlamaya ek olarak 5 Sahra altı Afrika ülkesinde güvenli su erişimi için milenyum gelişim hedefine ulaşma amacıyla 5 yıllık çaba sarf etmiştir.Bu stratejinin önemli bir kısmı; WASH’a kılavuz edecek etkili bilişim sistemlerinin kurulmasının yanı sıra çeşitli bölgelerden elde edilen vakıflar ve diğer bağışlar dahil olmak üzere diğer aktörler ile kurulan koordinasyondur. WASH; Su Sıhhi Hijyen’in kısaltmasıdır. Bu kararlı hedeflerin önündeki engel yine vakıf sektörünün kendi yapısıdır ve bağış ortaklığı için konulan yüksek işlem maliyetleridir. Pek çoğunun bağış kurumları olduğu Amerika vakıflarının etkinlikleri için para elde etme çalıştıklarına veya pazar alanında ürün sattıklarına rastlamaktayız. Bu sabah konuştuğumuz gibi bu onlara deney yapmaya, yenilik getirmeye ve risk almaya ve problem çözümüne uzun süreli yaklaşım getirme konusunda büyük bir özgürlük verir. Ancak yine de bu bir süreçtir. Bu ayrıca her bir vakfın bağışları işlemek, gelişimi takip etmek ve bu çalışma konusunda rapor vermek için kendi iç bilgi sistemini geliştirme eğiliminde olduğu anlamına gelir. Vakıflar uzun vadeli işbirliklerinde birlikte çalışmaya çalışırken bireyselleştirilmiş yaklaşımının kendilerinin bilgi yönetimi üzerindeyarattığı sınırlılıkların olduğu çok açıktır. Bir vakfın geçim kaynağı projesi veya strateji olarak gördüğü şey diğer vakıf için sağlık veya çevre ile ilgili bir konu olabilir. 160 bin vakıf bağışının üzerinden yapılan vakıf merkezi anketi; genel işletim desteğini tarif eden 82 farklı terim olduğunu buldu. İki taraflı vakıflar, bağışlayanlar ve çok taraflı kalkınma bankaları arasındaki işbirliği de büyük bağış yapma unsuru gibi benzer zorluklarla karşı karşıya kalır. Çünkü büyük bağış yapanların bu yatırımları sınıflandırmada kullandıkları kendi yolları vardır. Daha önce de belirttiğim gibistratejik plan 2020 için vakıf merkez stratejisi önceliği; daha stratejik olması gereken araçlar ve bilgi ile bağış yapanları güçlendirmektir. Burada yardımsever çalışmalarınızı ve sürdürülebilir güvenli su konularını veya üzerinde çalıştığınız kamu çıkarı olan diğer konuları geliştirmeye yardım edecek bilgi araçlarını oluşturmak için sizleri bizimle ortak olmaya davet ediyoruz ve sizinle ortaklık yapmaktan büyük onur duyacağız. Bu çalışmanın önemli açısı dauluslararası vakıfların yaptıkları hayırsever etkinlikleri daha iyi anlayabilme ve üzerinde çalıştığınız önemli konuları ele alma amacıyla vakıf merkezinin yardımsever sınıflandırma sisteminde kullanılan taksonomiyi gözden geçirerek mevcut veri toplama çalışmalarını büyük oranda genişletmek olacaktır. Bu ancak ağlar ve işbirliği yapan ortaklar ile yakından çalışarak elde edilecektir. Birlikte inşa edebileceğimiz bilgi ve araçlar; potansiyel olarak iyilik sever vakıfları için kaynakları daha bilinçli bir şekilde kullanmaları konusunda potansiyel olarak esin kaynağı olacak ve paylaştığımız bakım sistemimizin misyonunun yanı sıra makro yerel veya global vizyona ek olarak mikro seviyede de başarılı olmasına yardımcı olacak. Çok teşekkür ederim. _ 187 _ _ 188 _ 86,1*:$4),167,787,216)25$//(9,$7,1* 62&,$/$1'(&2120,&352%/(067+( 67$786482$1':$<)25:$5')25 =,0%$%:($1'27+(56$'&&28175,(6 $VKDKDGX$6$/, ,VWLTDPDK)RXQGDWLRQ=,0%$%:( ABSTRACT This paper looks at the important role played by waqf institutions and other related charitable organisations in alleviating social and economic problems. It also tries to highlight the social and economic problems bedeviling countries in the Southern African Development Community, the need for solutions through charitable endowments like waqf and what should be done to achieve desired goals in the foreseeable future. Nations in the Southern tip of Africa belong to an economic bloc referred to as the SADC. Poverty, disease, social and economic injustice is a characteristic common amongst most of these nations. Although governments in these countries are working towards the eradication of these social and economic ills, there remains a gap to be addressed through other philanthropic activities by organized institutions and individuals. The paper is biased towards waqf activity and the study of Zimbabwe as what holds true in Zimbabwe is a clear reflection of other SADC countries, although variations can be found from country to country but they are insignificant with the exception of South Africa which is the most developed country in SADC and in Africa as a whole. DEFINING WAQF Charitable spending and giving have been exalted in all religions and practiced throughout the history of mankind. In Islam the institution of charity has been overemphasized by making it one of the pillars of religion. Above the compulsory charity of zakah there is waqf which can be made by the rich and poor alike, whereas zakah is restricted to the haves of society. Waqf is defined as holding a Maal (an asset) and preventing its consumption for the purpose of repeatedly extracting its usufruct for the benefit of an objective representing righteousness and/or philanthropy for as long as its principal is preserved either by its own nature - as in land - or from arrangements and conditions prescribed by the Waqf founder (Kahf, 1998). The concept of waqf is related to the trusts which are established under various legal systems. In the Zimbabwean perspective, a trust is established by a founder(s) who identify beneficiaries and set aside an amount of money and or property for the benefit of the prescribed beneficiaries. The money is managed by trustees who are chosen by the founder. A trust has no perpetuity as it can be dissolved as opposed to waqf which can only be exchanged for a similar or better waqf. Another difference between a waqf and a trust arises from the principle of ownership, wherein ownership of a trust is with the founder and that of a waqf is with Allah (God). _ 189 _ Using Waqf Institutions for Alleviating Social And Economic Problems: The Status Quo and Wayforward for Zimbabwe and Other SADC Countries The Holy Quran does not contain the word waqf but refers to spending for the sake of God in various verses of which two of them are quoted below: “O believers, spend the best from what you have obtained and from what we have given out to you from the earth”. (albaqarah verse 267) “You will not achieve piety until you give away what you love most” (al Imraan verse 92) From the narrations of the prophet of Islam, he said, “when the son of Adam dies, his deeds are cut off except a pious son who supplicates for him, knowledge which he left and continuous charity (sadaqatuljariyah)”. Hence in some texts waqf is referred to as sadatuljariyah. Ahmad (2004) cites the prophet’s mosque as the first waqf which Muhammad (PBUH) established as he purchased land and the mosque was constructed on that land. As further examples the prophet who was generous in his personality also encouraged his companions to set up some waqf. Most notable was the waqf of Umar and that of Uthman. Umar established a waqf land in Madinah which could neither be sold nor be given as a gift. Produce from that land was distributed amongst the poorfolk of Madinah. Uthman’s waqf was on the famous well of Rumah which he bought and made the water free for everyone to drink. This was after it had been found out that there was a water shortage and the available sources were expensive. Initially waqfs were made from immovable property, but it was the Ottoman rulers who introduced cash waqfs. SOCIAL AND ECONOMIC PROBLEMS OF SOUTHERN AFRICA Socio-Economics is related or concerned with the interaction of social and economic factors. Social and economic problems are mainly concerned on poverty, unemployment, child labour, illiteracy, drug abuse, wars, energy crisis, lack or decline of tourism, lack of adequate health solutions, export and stock market problems among others. Most of the social and economic problems are covered under poverty hence the eradication of poverty will unlock a great deal of the problems. The World Bank defines poverty as an “unacceptable human deprivation in terms of economic opportunity, education, health and nutrition, as well as lack of empowerment and security.” From the definition we can see that deprivation of the basic necessities of life would amount to a degree of poverty. It is the through waqf institutions that the deprivations can be turned into unlimited access. This can only hold if and only if waqf and related institutions have been used in a proper way to solve the problems. The major fields addressed by waqf and philanthropic activities are mainly centered on: (1) Family Rehabilitation (2) Education & Culture (3) Health & Sanitation (4) Social Utility and (5) Others _ 190 _ Ashahadu ASALI Focusing waqf and philanthropy on the above will be a great leap forward in alleviating the social and economic problems which affect Southern Africa. STATUS QUO OF WAQF AND RELATED ORGANISATIONS IN ZIMBABWE Waqf and related institutions have been in existence in Zimbabwe since the advent of Islam in the 15th century as present day mosques and madrasahs/maktabs are established on waqf properties. In most cases rich families, would purchase land for religious purposes and build mosques for the benefit of the community. Mosques would become community centers as some families who had no places of residence resorted to camping at the mosque whilst others bought houses near mosques. However, when a waqf is established it cannot sustain itself as a standalone project as it will need some cash flows to ensure its continuous sustainability and development, hence there is a need for profitable projects to back up the main waqf project. This has been found lacking in most of the established waqfs in Zimbabwe except for a few. For instance a wealthy family drilled a borehole at a mosque as sadaqatuljaariyah and the borehole was electrically operated. With persistent water shortages, the borehole became a source of water for the whole community wherein people would queue for water whenever there was no water from the district municipality. At the same time electricity charges were going up as the borehole ended up operating for 24 hours a day. Who now had the responsibility to pay for the electricity? The waqf owner simply put it as, “my waqf is on the borehole and not on the electricity charge”. In summary, there should be a support project for the main waqf in order to achieve perpetuity and sustainability. Asali A, and Yasini I (2009) noted the following as Waqf related institutions or Administrators of Waqf funds and / or properties:1. MajlisulUlaama Zimbabwe – Manages some Buildings and IDB scholarship trust. 2. Khatri trust – Established as a family Waqf but due to the needless of the Khatri family it has been expanded to the African communities. 3. (Direct Aid) AMA – Has immovable assets, built Masaajid and sunk boreholes. 4. Islamic Cultural Institute – Administers Waqf and Zakah funds 5. Islamic Information Services – Has family Waqf 6. Centennial Trust – It operated the only yeast supplying company in Zimbabwe, Anchor yeast. However its operations are not known to the public. (The aspect of perpetuity is questionable). 7. Masaajid – Some of the Masaajid were built as Waqf while others were built by non Muslim employers for their Muslim employees. However those established as Waqf do not have proper administrators appointed by the Waqif. Some of the Masaajid are run by Waqif’s sons on self-appointment. 8. As-Shifa Clinic – Provides primary health care in three of the largest cities of Zimbabwe, viz Harare, Bulawayo and Kwekwe. Of importance to note is that it is the only waqf related project of its kind and access to health facilities has been made easy as the services are within the reach of the majority. 9. Islamic orphanage centers – IqraaDarulIlm, Al huda Islamic Centre (Chinyika), Chinyika Islamic Centre (Goromonzi). _ 191 _ Using Waqf Institutions for Alleviating Social And Economic Problems: The Status Quo and Wayforward for Zimbabwe and Other SADC Countries 10. K. Kaunda / Orr Ave building – This building is a Waqf belonging to the town Mosque (Harare). However speculations claim that most of the buildings along South Ave belong to town Masjid. 11. Waterfalls Islamic Society – Administers a Masjid, Industrial stand and flats on lease contracts. Rental income received is used for the general upkeep of the Masjid and madrasah including the salaries of the Imaam and mosque attendants. 12. Marondera Islamic Trust – Administers Masajid and Madaaris in Mashonaland East province. 13. Ashukri Life Foundation- Registered as a Public VoluntaryOrganization (PVO) with the aim of supporting and promoting community for the care and protection of orphans and vulnerable children (OVCs) REVITALISING WAQF –ALLEVIATING THE SOCIAL AND ECONOMIC PROBLEMS Cash Waqfs and microfinance A research on waqf would be incomplete without mentioning Islamic banking. This makes me remember one day when I was preparing my paper and talking to my friend who asked me, “Will you keep the money in the ribawi banks (conventional banks)?”. I had to simply answer him that considerations of interest free banking in Zimbabwe are long overdue and as an acid test, we have to start with microfinance which will bring us back to waqf as the microfinance model will be backed by waqf. Farooq Shaikh from the Lahore University of Management Sciences explains how modern day economists are looking for ‘solutions’ for poverty alleviation and increasing access to finance by the poor.Since most governments cannot not gather sufficient funds to fully address this problem, the focus has shifted to the private sector where specialized microfinance institutions (MFIs) are believed to provide easy access of finance to the poor around the world. However, microfinance institutions are under heavy criticism for their high mark-up rates and alleged abuse for loan recovery. An alternative approach to cheaper finance for small to medium enterprises is the cash waqf model. This will reduce pressure on government spending for public welfare. Although most established awqaf are based on real estate, there have been examples in history during the Ottoman Empire where awqaf were established for the specific purpose of giving out interest-free loans to the beneficiaries of the waqf. These loans used to be self-sustaining and were based on the Islamic finance concept of Diminishing Musharaka, a form of a mortgage (different in certain respects). In this structure, borrowers are provided loans against their houses, although they continue to stay in them by paying a fixed rental. Borrowers pay back the principal through a series of transactions, leading to eventual ownership. It is interesting to note how a cash-waqf fund could be tailored to provide easy access to finance to the poor and help poverty alleviation.One of the interesting models being implemented in Bangladesh is that of Cash Waqf Certificates by Social Islami Bank Limited (SIBL). _ 192 _ Ashahadu ASALI Individuals can open an account and donate money by buying Cash Waqf certificates. The Bank manages the funds on behalf of the waqif (the original owner) and the account is open till perpetuity. The funds generated from these certificates are invested in different profitable investments. The profits accrued from the investments are used for funding poverty alleviation programs. The Waqif also has an option of defining the purpose for which the profits of the account could be used. Cash Waqf certificates are an interesting method to combat poverty, and the model has been used in several countries, including Indonesia and Ghana. They increase social investment, channel charity, improve access to finance, stimulate SME growth, and integrate banking, impact investing, social finance and philanthropy. With further improvement in structure, Cash Waqf certificates could become widely used instruments in an active social capital market. (sourcehttp://socialfinance.ca/blog/post/the-waqf-model-and-poverty-alleviation) Waqf for educational undertakings As pointed out above, lack of education is another social ill affecting the populace in Zimbabwe and when it comes to the Muslim communities it is worse. There are many situations where people have failed to proceed for higher studies at universities and technical colleges due to lack of funding and proper career guidance despite obtaining good grades in secondary school. With proper management of waqf funds and the undertaking of profitable enterprises, funds will be made available for continuous educational support to various students. This will go a long way in assisting students of various backgrounds irregardless of race, religion and culture. As the majority of the population is in poverty, the only way to untie the shackles of poverty is through a proper education which will empower the nation. With education in modern disciplines, it will be easy for people to get gainful employment which will increase their standards of living. Investing in Waqf for education related projects will also supplement other scholarships already available like the Islamic Development Bank Scholarship programme, government scholarships like the Zimbabwe Presidential scholarship and the Turkey-Africa Scholarship. Alumnis of the waqf related scholarships should also be motivated to contribute for the continuous function of the scholarship through making of waqfs themselves and volunteering in career guidance and management programmes. Though one might argue that Zimbabwe has the best literacy rate in Africa, but literacy simply means the ability to read and write, and the focus in this century is on the ability to acquire skills and scientific development which is lacking in Southern Africa. So, waqf educational projects should focus mainly on the development of scientific education. Health waqfs Access to adequate health is of paramount importance to the nation so that it becomes free from preventable disease. A disease free society is bound to have a higher life expectancy and in turn prosper. For that waqf and philanthropy can be channeled towards the building of hospitals and health centers which are accessible to ordinary citizens. Training for doctors and nurses can also be provided through waqf and the inculcation of volunteerism amongst health workers. Doctors and nurses can volunteer to provide their services in remote areas _ 193 _ Using Waqf Institutions for Alleviating Social And Economic Problems: The Status Quo and Wayforward for Zimbabwe and Other SADC Countries using mobile clinics at certain intervals. This as an alternative form of philanthropy will help many communities to access health facilities. Municipalities Municipal services like the provision of roads, clean water and sanitation are some of the areas which waqf and philanthropy can assist in alleviating the social and economic problems. The towns and cities in Southern Africa were mostly built during the colonial era and were built for a small population. Due to rural-urban migration, the towns became overcrowded and water supply was now inadequate causing municipalities to ration these services. Coming up with mega-Waqf projects for the provision of municipal services improves the standards of living of society. Fundraising for waqf Another important programme which can make people participate in waqf and volunteering projects is the use of crowdfunding. Crowdfunding has been defined as requesting small donations via mail, social networks, the web or mobile money transfer systems. The idea is that an order of magnitude more people will donate a dollar or two to support something they like rather than give $100, $50 or even $25. Working with large numbers, we can see that a considerable sum of money can be raised through crowdfunding. Zimbabwe with a population of 12 million as per the 2012 national census, it is upon community leaders and individuals to kickstart such vibrant projects. As the monies donated will be insignificant, people will adopt a culture of saving for beneficial means thereby widening the field of participation for both the poor and the rich, as the making of waqf is not only limited to the rich. DrAdiSetia (2009) argues that even though the norm is that a waqf benefits the community in which it is set up, in today’s situations waqfs can be set up for the benefit of poor recipients in other countries. He cited the waqf al-Haramayn of Ottoman Algiers which was set up to benefit the poor and needy of the two holy mosques of Makkah and Madinah. It is against this background that waqf administrators and philanthropists in Southern Africa should partner with individuals and organizations who hold similar views in order to transfer the many waqf projects in rich countries. Obviously recipients in the poor countries in Africa will benefit through the globalization of waqf and philanthropy thereby helping in the alleviation of their social and economic problems. STRATEGIC MANAGEMENT OF WAQF INSTITUTIONS Although waqf is a voluntary act, if its management is taken for granted, the objective of alleviating socio and economic problems will remain a dream unless there is a paradigm shift in its management and administration. Today’s waqf and philanthropic activities need to be managed using modern day expertise in order to achieve the best results. On the development of modern waqfs, the UN HABITAT says: ‘The current reappraisal of the role of the endowment (waqf) offers opportunities to learn from the mistakes of the past and to construct a modern legal and administrative framework. As some have argued there is no reason why a new modern responsive doctrine of endowment (waqf) cannot emerge from personal reasoning recognised by _ 194 _ Ashahadu ASALI classical Islamic jurisprudence (ijtihad), which is a confluence of foundational Islamic principles and modern management techniques. Since the endowment (waqf) is not a Qur’anic creation, it is more easily subject to creative interpretation and change, just as States have done in the past to suit their interests. This contention is being debated amongst scholars and the classical rules relating to the endowment (waqf) are under review’. (UN HABITAT) It holds true that the colonization of muslim lands and the fall of the caliphate had a negative impact on the development and success of waqf institutions. The twenty first century development and management of these institutions should be revamped especially in muslim minority countries. For waqf institutions to succeed, the following recommendations should be implemented Boards of Mutawallis/Nazirs The board of mutawallis/nazirs who are responsible for the management of waqf should consist of skilled individuals who bring in a mixture of capabilities, These should range from lawyers, accountants, influential figures in society, doctors, engineers, beneficiaries (as they are the ones affected by certain problems and need to be involved in solving them) and employees of waqf projects. Reporting and Accountability issues Proper corporate governance issues should be addressed to ensure the sustainability of waqf institutions. Financial accounting principles should be adopted consistent with waqf reporting and yearly external audits conducted by experienced consultants should be made. These will cement the confidence of current and future waqf stakeholders. Training and Development Continuous training and development for waqf administrators should be implemented with technical assistance from organizations like the Islamic Research and Training Institute (IRTI),a specialised unit of the Islamic Development Bank and AWQAF SA, a South African waqf institution which has acquired experience in the management of various waqfs over the years. Education and training of all staff will ensure continuous improvement in knowledge, skills and capabilities which facilitate consistent conformance to the stakeholders’expectations. Strategy and Risk Management The concept of risk management is not new to the public service as the basic principles of service delivery. Awqaf institutions are bound by founders/waqifs to provide products or services in the interest of the public good. As no institution has the luxury of functioning in a risk-free environment, philanthropic institutions also encounter risks inherent in producing and delivering such goods and services. Stakeholders understand this but expect waqf institutions to perform without any unnecessary exposure to risk. In other words, stakeholders are averse to value erosion caused by risks that ought to be detected and avoided through prudent management actions. The Awqaf Institution’s environment is fraught with unique challenges, _ 195 _ Using Waqf Institutions for Alleviating Social And Economic Problems: The Status Quo and Wayforward for Zimbabwe and Other SADC Countries such as lack of capacity, lengthy decision lead times, limited resources, competing objectives and investment issuesto mention a few. Such dynamics place an extra risk management burden on theWaqf management. Risk management is a management tool that increases an institution’s prospects of success through getting it right the first time and minimising negative outcomes. Value is maximised when institutions set clear the realistic objectives, develop appropriate strategies, understand the intrinsic risks associated therewith and direct resources towards managing such risks on the basis of costbenefit principles. Within high performing institutions, risk management is a strategic imperative rather than an option. CONCLUSION The effective management of waqf institutions and related philanthropic activities help in the alleviation of social and economic problems affecting Zimbabweans and nations in the Southern African Development Community. Though the duty to provide public goods in today’s world is vested upon governments, governments in these countries are constrained in their national budgets which make them not fully provide for the public and merit goods. Alternatively the same goods can be provided for by the private sector but at an extra cost and thereby making their consumption by poor communities difficult as they do not have the means to pay for these goods. Therefore waqf and philanthropic institutions can augment government’s efforts in the provision of these goods and services as what transpired throughout history mainly in Muslim lands where the government would largely concentrate in national security issues and tax collection. REFERENCES Ahmed, H. (2004): “Role of Zakah and Waqf in Poverty Alleviation”, Islamic Research and Training Institute, Islamic Development Bank, Jeddah, Saudi Arabia Asali, A. and Yasini,I. (2009): “Waqf-Status, Prospects and Potentialities within the Zimbabwean Context”, Paper presented at the Southern Africa Waqf Training Course, Pretoria, South Africa. Kahf, M. (1998): “Financing the Development of Awqaf Property”, Paper presented at the Seminar on Development of Awqaf organized by Islamic Research and Training Institute (IRTI), Kuala Lumpur. Mullins J. (2005): ”Management and OrganisationalBehaviour Setia, A. (2009): “Four Papers on Waqf and the Islamic Gift Economy (Al-iqtisad Al-infaqi), Southern Africa Waqf Training Course, South Africa. UN-HABITAT (2005), Islam, Land & Property Research Series Paper 7: Waqf (endowment) and Islamic Philanthropy www.siblbd.com _ 196 _ TOPLUMSAL VE EKONOMİK PROBLEMLERLE MÜCADELEDE VAKIF KURULUŞLARININ ROLÜ: ZIMBABWE VE DİĞER SADC ÜLKELERİ İÇİN STATÜ VE İLERLEME Ashahadu ASALI Istiqamah Vakfı – ZIMBABWE ÖNSÖZ Bu araştırmanın amacı sosyal ve ekonomik problemlerin önlenmesinde vakıf kurumlarının ve diğer ilgili hayır kuruluşlarının oynadığı rolü ele almaktadır. Ayrıca, Güney Afrika Kalkınma Topluluğunda yer alan ülkeleri çileden çıkaran sosyal ve ekonomik problemlerin, vakıf gibi hayırsever yardımlar aracılığı ile çözümlenmesi gerektiğinin ve görülebilir gelecekte istenilen hedefleri elde etmek için yapılması gerekenlerin altını çizmektedir. Afrika’nın Güney ucundaki ülkeler; SADC olarak adlandırılan ekonomi bloğuna aittir. Yoksulluk, hastalık, sosyal ve ekonomik adaletsizlik bu ulusların çoğunda görülen genel bir özelliktir. Bu ülkelerdeki hükümetlerin bu sosyal ve ekonomik problemlerin yok edilmesine yönelik çalışma yapmalarına rağmen organize kurumlar ve bireyler tarafından diğer hayırsever eylemler aracılığı ile ele alınacak bir boşluk vücut bulmaktadır. Bu makale; Zimbabwe’de doğru olduğu sanılan şeyin; ülkeden ülkeye farklılık gösterse bile SADC’ de en az gelişmiş ülke olan Güney Afrika ve genel olarak Afrika dışında çok büyük farklılıkların olmamasından dolayı diğer SADC ülkelerinin açık bir yansıması olduğu gerekçesi ile Zimbabwe’deki vakıf etkinliğine ve araştırmasına ön yargılı davranmıştır. VAKFIN TANIMLANMASI Hayırsever amaçlar için yapılan harcama ve bağış; insanlık tarihi boyunca tüm dinlerde ve uygulamalarda yüceltilmiştir. İslamiyet’te hayırseverlik kurumu; dinin kaidelerinden biri haline getirilerek çok fazla vurgulanmıştır. Zorunlu zekat bağışından da önce gelen hem zenginler hem de fakirler tarafından yapılabilen vakıf vardır. Zekat ise sadece toplumda varlık sahibi olan kişilere düşmektedir. Vakıf; Mal (varlık)sahibi olmak ve toprak arazisinde olduğu gibi kendi yapısı ile veya Vakıf kurucusunun şart koyduğu koşullar ile korunduğu sürece haklılığı ve / veya hayırseverliği temsil eden bir hedefin yararına olmasını sağlamak için sürekli kullanım hakkının alınmasıyla amacıyla tüketilmesinin önlenmesi şeklinde tanımlanmaktadır (Kahf, 1998). Vakıf kavramı; çeşitli yasal sistemler kapsamında oluşturulan trustlar ile ilgilidir. Zimbabweli bakış açısına göre bir trust; yararlanıcıları tanımlayan ve belirtilen yararlanıcıların faydasına olacak şekilde belli miktar parayı veya mülkü kenara ayıran kurucu(lar) tarafından oluşturulur. Bu para; kullanıcı tarafından seçilen trust üyeleri tarafından yönetilir. Bir trustın sürekliliği yoktur; vakıftan farklı olarak, yerine benzer veya daha iyi vakıf kurulması için tasfiye edilebilir. Vakıf ve trust arasındaki diğer bir farklılık ise sahip olma ilkesinden doğar; burada trust mülkiyeti kurucuya ve vakfın kurucusu ise Allah’a aittir. Kutsal Kuran’da vakıf kelimesi yer almamaktadır; ama çeşitli ayetlerde Allah rızası için harcama yapılmasından bahsedilmektedir. Bunlardan iki tanesi aşağıya alıntılanarak konulmuştur: “Ey amenü olanlar! Kazandıklarınızın ve yerden çıkardıklarımızın temizlerinden ihtiyacı olanlara verin”. (bakara 267. ayet) “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla Birr’e nail olamazsınız’ (al’i- İmran , 92. Ayet) _ 197 _ Toplumsal ve Ekonomik Problemlerle Mücadelede Vakıf Kuruluşlarının Rolü: Zımbabwe ve Diğer SADC Ülkeleri İçin Statü ve İlerleme Âdemoğlu öldüğünde, İslam’ın peygamberi ile ilgili anlatımlardan dedi ki: ‘Adem oğlu öldüğünde yaptığı işlerin sevabı da kesilir - üç şey müstesna: sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılan ilim, kendisine dua eden hayırlı evlât’ Böylece bazı metinlerde vakıf; sadaka-i cariye şeklinde belirtildi. Ahmad (2004); Peygamber Camisini Muhammed’in (SAV) satın alıp o arazi üzerinde inşa ettiği ilk vakıf olarak belirtir. Daha fazla örnek vermek gerekirse kişiliği açısından eli açık olan peygamber ayrıca sahabelerini de vakıflar kurmaya teşvik etmiştir. Bunlardan en çok bileneni, Umar ve Utman vakfıdır. Umar; Medine’de bir arazi üzerine satılamayan ve hediye olarak verilemeyen bir vakıf kurdu. Bu araziden elde edilenler; Medine’nin yoksul halkına dağıtıldı. Utman vakfı ise satın alıp herkesin içmesi için ücretsiz su veren ünlü Rumah çeşmesi idi. Bu vakıf; suyun yeterli olmadığı ve mevcut su kaynaklarının pahalı olduğu bir durumun ortaya çıkması üzerine yapıldı. İlk başta vakıflar; gayrimenkullerden yapılırdı; ama Osmanlı hükümdarları nakit vakıfları da tanıttı. GÜNEY AFRİKA’NIN SOSYAL VE EKONOMİK SORUNLARI Sosyo-ekonomi; sosyal ve ekonomik faktörlerin etkileşimi ile ilgilidir. Sosyal ve ekonomik problemler esas olarak fakirlik, işsizlik, çocuk işçi, eğitimsizlik, uyuşturucu kullanma, savaşlar, enerji krizi, turizmin olmaması veya azalması, yeterli sağlık çözümlerinin olmaması, ihracat ve stok piyasası problemleri ile ilgilidir. Pek çok sosyal ve ekonomik sorun; yoksulluk kapsamı altındadır. Bunun için de fakirliğin yok edilmesi çok sayıda problemin de önünü kesecektir. Dünya Bankası; fakirliği ‘ekonomik fırsat, eğitim, sağlık ve beslenme, güçlenme ve güvenlik yetersizliği açısından insanlığın kabul edilemez bir şekilde mahrum bırakılması’ olarak tanımlamaktadır. Bu tanımdan yola çıkarak temel yaşam gereksinimlerinden mahrum bırakma; fakirlik derecesine kadar gidebilmektedir. Bu mahrum bırakmalar ancak sınırsız erişim haline vakıf kurumları sayesinde getirilebilir. Bu sadece ve sadece vakıf ve ilgili kurumlar problemleri çözmek için uyun bir şekilde kullanılması ile elde edilebilir. Vakıf ve hayırsever etkinliklerin ele aldığı büyük alanlar esas olarak şu şekildedir: (1) Aile Rehabilitasyonu (2) Eğitim&Kültür (3) Sağlık&Sıhhi (4) Sosyal Tesis (5) Diğerleri Vakıf ve hayırseverliği irade açısından ele aldığımızda Güney Afrika’yı etkileyen sosyal ve ekonomik problemlerin önlenmesi açısından büyük adım atılmış olacaktır. ZIMBABWE’DE VAKIF VE İLİŞKİLİ KURULUŞLARIN STATÜSÜ Vakıf ve ilgili kurumlar; günümüzdeki camilerin ve medreselerin / mekteplerin vakıf mülkleri üzerine kurulduğu 15inci yüzyıldan beri İslamiyet’in gelişinden bu yana Zimbabwe’de var_ 198 _ Ashahadu ASALI lığını korumaktadır. Pek çok durumda zengin aileler dini amaçlar için arazi satın alır ve sonra da toplumun yararı için camiler inşa ederlerdi. Camiler; kalacak yeri olmayan bazı ailelerin konakladığı toplum merkezleri olurken diğerleri de camilerin yanlarından ev alırlardı. Ancak vakıf kurulduğunda sürekliliğini ve gelişmesini sağlamak için bazı nakit akışlara gereksinim duyulduğundan dolayı bağımsız proje olarak kendini sürdürememektedir; bundan dolayı da ana vakıf projesini destekleyecek karlı projelere ihtiyaç duyulmaktadır. Birkaç tanesi dışında Zimbabwe’ deki kurulu vakıfların çoğunda böyle bir şeyi bulmak zordur. Örneğin, zengin bir aile sadaka-i cariye olarak camiye sondaj kuyusu açtırdı ve bu sondaj kuyusu elektrikle çalışıyordu. Sürekli su kesilmelerinin olduğu bir yerde sondaj deliği; ilçe belediyesinden gelen su olmadığından insanların su için sıraya girdikleri tüm toplumun su kaynağı oldu. Aynı zamanda sondaj deliği günün 24 saati çalıştığında elektrik ücretleri de tavan yaptı. Şimdi elektriği ödemek kimin sorumluluğundadır? Vakıf sahibi basit bir şekilde şöyle ifade etmektedir, ‘benim vakfım sondaj deliğidir; elektrik ücreti değildir’. Özetle, sürekliliği ve kalıcılığı elde edebilmek için ana vakıf için destek projesi olmalıdır. Asali A, ve Yasini I (2009); aşağıdakileri Vakıf ile ilişkili kurumlar veya vakıf fonları ve/veya mülkleri idarecileri olarak belirtti: 1. Majlisul Ulaama Zimbabwe – Bazı binaları ve IDB bursluluk trustını yönetir. 2. Khatri trust – aile vakfı kurdu; ancak Khatri ailesinin ihtiyacı olmadığından Afrika toplumlarına kadar genişletildi. 3. (Doğrudan Yardım) AMA – Mescit ve batan sondaj deliklerini oluşturdu. 4. İslam Kültürü Kurumu – Vakfı ve Zekat fonlarını yönetir. 5. İslami Bilgi Sistemleri – Aile vakfı vardır. 6. Centennial Trust – Zimbabwe’de tek maya sağlayan şirket olan Anchor mayayı çalıştırmaktadır. Ancak faaliyetleri kamu tarafından bilinmemektedir (bunun sürekliliği sorgulanmaya açıktır). 7. Mescit – Mescitlerin bazıları vakıf olarak inşa edilirken diğerleri gayrimüslim patronlar tarafından Müslüman çalışanları için inşa edildi. Ancak vakıf olarak oluşturulanların, vakıf kurucusu tarafından atanmış uygun idarecileri yoktur. Mescitlerin bazıları vakıf kurucusunun oğlu tarafından çalıştırılmaktadır. 8. As-Shifa Kliniği –Zimbabwe’nin üç büyük şehri olan Harare’de, Bulawayo’da ve Kwekwe’de ana sağlık bakımı vermektedir. Bunun önemi; kendi türünde vakıf projesi ile ilgili tek olmasıdır ve sağlık tesislerine erişim; hizmetlerin büyük bir çoğunluğunun ulaşabileceği yerde olmasından dolayı kolay olmaktadır. 9. İslami yetimhane merkezleri – IqraaDarulIlm, Al huda İslam merkezi (Chinyika), Chinyika İslam Merkezi (Goromonzi). 10. K. Kaunda / OrrAvebinası – Bu bina; kasabanın Camisine (Harare) ait bir vakıftır. Ancak söylentiler; South Ave boyunca uzanan binaların çoğunun kasabanın Mescidine ait olduğunu iddia etmektedir. 11. Waterfalls İslam Topluluğu – Kira sözleşmelerine dayalı olarak daireleri, sınai standartlarını ve bir Mescit yönetir. Elde edilen kira geliri; İmam maaşları ve camiye gelenler dahil olmak üzere Mecit’in ve medresenin genel bakımı için kullanılmaktadır. _ 199 _ Toplumsal ve Ekonomik Problemlerle Mücadelede Vakıf Kuruluşlarının Rolü: Zımbabwe ve Diğer SADC Ülkeleri İçin Statü ve İlerleme 12. Marondera İslam Trustı – Mashonaland Doğu ilinde Mescit ve Medrese yönetir. 13. Ashukri Yaşam Vakfı- Yetimleri ve hassas çocukları korumak ve onlara bakmak (OVC’ ler) için toplumu destekleme ve geliştirme amacıyla Public Voluntary Organization (PVO ) (Kamu Gönüllü Kuruluşu) olarak tescil edilmiştir. VAKFI CANLANDIRMAK – TOPLUMSAL VE EKONOMİK PROBLEMLERİN ÖNLENMESİ Nakit Vakıfları ve Mikro Finans Vakıf üzerine yapılan bir araştırma; İslam bankacılığına değinilmediğinde eksik kalır. Bu bana ‘paranı ribawi bankalarında mı (geleneksel bankalar) koruyacaksın?’diye soran arkadaşımla konuştuğum ve bu çalışmayı hazırladığım günü hatırlatıyor. Basit bir şekilde Zimbabwe’deki faizli bankacılık ile ilgili usullerin çoktan geride kaldığını ve asit testi olarak bizi yeniden mikrofinansman modelinin vakıf tarafından destekleneceği vakfa geri götürecek mikro-finans ile başlamak zorunda olduğumuz şeklinde yanıt verdim. Lahore Üniversitesi Yönetim Bilimleri bölümünde Farooq Shaikh; modern günümüz ekonomistlerinin fakirliğin azaltılması ve fakirlerin finansmana daha fazla erişmesini sağlamak için nasıl çözümler aradıklarını açıklamaktadır. Çok sayıda hükümet bu sorunu tamamıyla ele almaya yetecek kadar fon toplayamadığı için bu odak; özelleştirilmiş mikro finans kurumlarının (MFI’lar) tüm dünyada fakirlere finansmana kolay erişim sağladığı inanılan özel sektörün eline geçmiştir. Ancak, mikro finans kurumları uyguladıkları yüksek oranlardan ve kredinin geri alınmasında kötüye kullanma olduğundan dolayı çok ağır eleştiri almaktadır. Küçük ve orta ölçekli girişimler için daha ucuz finansmana alternatif yaklaşım ise nakit vakıf modelidir. Bu; hükümetin kamu refahı için yapması gereken harcama baskısını azaltır. Çok sayıda kurulu vakfın menkule dayanmasına rağmen vakıfların yararlanıcılarına faizsiz kredileri verme amacıyla vakıfların kurulduğu Osmanlı İmparatorluğu döneminde çok sayıda örnek vardır. Bu krediler kendi kendilerini sürdürebiliyorlardı ve bir çeşit ipotek olan İslami Muşaraka’nın Azaltılması finansman kavramını esas almaktaydı (belli başlı açılardan farklı). Bu yapı içerisinde kredi kullananlara; sabit kira ödemeye devam etmelerine rağmen evleri karşılığında krediler sağlanır. Ödünç alan kişiler; çeşitli işlemlerle anaparayı geri ödeyerek sonunda mülk sahibi olurlar. Fakirlere finansman sağlama ve fakirliğin kaldırılmasına yardımcı olma amacıyla kolay erişim sağlayacak şekilde Bir nakit vakfı fonunun nasıl şekillendirilebildiğini fark etmek gerekir. Bangladeş’te uygulanmakta olan ilginç modellerden birisi de Sosyal İslam Bankası Limitet Şirketi (SIBL) tarafından düzenlenen Nakit Vakıf Sertifikalarıdır. Bireyler; Nakit Vakıf Sertifikaları satın alarak para bağışlayabilirler ve hesap açabilirler ve hesap sonsuza kadar açık kalır. Bu sertifikalardan ortaya çıkan fonlar farklı kar amacı güden yatırımlara yatırılır. İcatlardan tahakkuk eden karlar; fakirliğin önlenmesi programlarına kaynak sağlamak için kullanılmalıdır. _ 200 _ Ashahadu ASALI Vakıf kurucusunun ayrıca hesabın karlarının kullanılacağı amacı belirleme opsiyonu olabilir. Nakit Vakfı Sertifikaları; fakirlik ile mücadele etmenin ilginç bir yöntemidir ve bu model Endonezya ve Gana dahil olmak üzere çok çeşitli ülkelerde kullanılmıştır. Sosyal yatırımı arttırır, hayırseverliği kanalize eder, finansmana erişimi geliştirir, SME büyümesini dürtükler ve bankacılık, etki yatırımı, toplumsal finansman ve hayırseverliği entegre eder. Yapıda daha da fazla gelişme olduğunda Nakit Vakıf Sertifikaları; etkin sosyal sermaye piyasası içerisinde büyük çapta kullanılan araçlardır. Eğitim İşletmeleri İçin Vakıf Yukarıda belirtildiği şekilde eğitimin olmaması; Zimbabwe’de halkı etkileyen başka bir toplumsal rahatsızlıktır ve konu Müslüman topluluklara gelince daha da kötüleşmektedir. İnsanların üniversitelerde ve teknik yüksekokullarda para yetersizliğinden ve lisede çok iyi notlar almasına rağmen rehberlik olmadığından daha üst çalışmalara devam edemediği çok sayıda örnek bulunmaktadır. Vakıf fonlarının uygun bir şekilde yönetilmesi ve karlı girişimlerin üstlenilmesi ile birlikte fonlar çeşitli öğrencileri destekleyecek sürekli eğitim için kullandırılabilir. Bu; ırka, dine ve kültüre bakmadan çeşitli arka planları olan öğrencilere yardım etmede alınan uzun yol olacaktır. Nüfusun büyük kısmı yoksulluk içinde olduğundan dolayı fakirliğin pençesinden kurtulmanın tek yolu ulusu güçlendirecek uygun eğitimden geçer. Modern disiplinlerde verilen eğitim ile birlikte kişilerin kendi yaşam standartlarını yükseltecek karlı istihdamlar elde etmeleri kolaylaşacaktır. Eğitim ile ilgili projeler için vakfa yatırım yapmak da ayrıca İslam Kalkınma Bankası Bursu programı gibi diğer bursları, Zimbabwe Başkanlık bursu ve Türkiye – Afrika bursu gibi hükümet burslarını da destekleyecektir. Vakfın sağladığı burslardan mezun olan kişiler de kendileri vakıf kurarak ve kariyer rehberliğinde ve yönetim programlarında gönüllü işler yaparak bursun sürekli işlev göstermesine katkıda bulunmaya motive edilmelidir. Zimbabwe’nin Afrika’da en iyi okur-yazarlık oranına sahip olduğu öne sürülse bile okur-yazarlık sadece okuma ve yazma yeteneğidir ve yüzyılımızda ise odaklanılan konu; Güney Afrika’da eksik olan beceri ve bilimsel gelişme elde etme yeteneğidir. Bu yüzden vakfa bağlı eğitim projelerinin esas olarak bilimsel eğitimin geliştirilmesine odaklanmalıdır. Sağlık Vakıfları Yeterli sağlık erişimi; ulusun önlenebilir hastalıklardan arındırılması için ulus açısından son derecede önem taşıyan bir husustur. Hastalıkları olmayan bir toplumun daha yüksek ortalama ömrü olacaktır ve sonunda zenginleşecektir. Bunun için vakıf ve hayırseverlik; sıradan vatandaşların erişebileceği hastanelerin ve sağlık merkezlerinin inşa edilmesine kanalize edilebilir. Vakıf yoluyla ve sağlık çalışanlarına gönüllülüğü katarak doktorlar ve hemşireler için eğitim sağlanabilir. Doktorlar ve hemşireler; belli başlı aralıklarda mobil klinikler kullanarak uzak alanlara hizmetlerini gönüllü olarak götürebilirler. Bu; alternatif hayırseverlik şekli olarak pek çok kişinin sağlık tesislerine erişmesine yardımcı olacaktır. _ 201 _ Toplumsal ve Ekonomik Problemlerle Mücadelede Vakıf Kuruluşlarının Rolü: Zımbabwe ve Diğer SADC Ülkeleri İçin Statü ve İlerleme Belediyeler Yolların, temiz suyun ve sıhhi tesislerin sağlanması gibi belediye hizmetleri; vakfın ve hayırseverliğin sosyal ve ekonomik problemlerin önlenmesine yardımcı olacak alanlardan bazılarıdır. Güney Afrika’daki kasabalar ve şehirler genellikle koloni döneminde sadece küçük bir nüfus için inşa edilmiştir. Kırsal – kentsel göçlerden dolayı kasabalar aşırı derecede kalabalık olmuştur ve artık su kaynağı yetersiz olmuştur; bu da belediyelerin bu hizmetleri paylaştırmalarına neden oldu. Belediye hizmetlerinin sağlanması için mega-vakıf projesinin bulunması toplumun yaşam standartlarını geliştirmiştir. Vakıf İçin Kaynak Sağlama İnsanların vakfa ve gönüllülük projelerine katılmalarını sağlayabilecek başka bir önemli program ise kitle fonlamasının kullanılmasıdır. Kitle fonlaması; mektup, sosyal ağ, web veya mobil para transfer sistemleri yoluyla küçük bağışlar talep etme şeklinde tanımlanabilir. Bu fikir; insanların $100, $50 ve hatta $25 vermek yerine hoşlandıkları bir şeyi desteklemek için bir veya iki dolar bağışlayabilecekleri düşüncesine dayanır. Büyük sayılarla çalışıldığında kitle fonlaması ile çok büyük oranlarda para toplandığını görebiliriz. 2012 nüfus sayımlarına göre 12 milyon nüfusu olan Zimbabwe’de böyle bir canlı projeyi başlatmak topluluk liderlerinin ve bireylerinin görevidir. Bağışlayan paralar çok fazla olmayacağı için insanlar; yararlı araçlar için biriktirme kültürü benimseyeceklerdir ve böyle vakfı sadece zenginlerle sınırlandırmayarak hem fakirlerin hem de zenginlerin katılım alanını genişletecektir. Dr. Adi Setia (2009); vakfın kurulduğu topluma yarar sağlayan bir standardı olduğunu öne sürmesine rağmen günümüz koşullarında vakıflar diğer ülkelerdeki fakir alıcıların da yararı için kurulabilmektedir. İki kutsal cami olan Mekke ve Medine’nin fakirlerine ve muhtaç olanlarına yarar sağlamak için kurulan Osmanlı Cezayir al-Haramayn vakfını örnek verdi. Bundan dolayı Güney Afrika’daki vakıf idarecilerinin ve hayırseverlerin; pek çok vakıf projesini zengin ülkelere aktarmak için benzer görüşleri olan bireyler ve kuruluşlar ile ortak olmalıdır. Açıkça Afrika’daki fakir ülkelerdeki alıcılar; vakfın ve hayırseverliğin globalleştirilmesinden yarar sağlayacaklar ve böylece sosyal ve ekonomik problemlerin hafifletilmesine yardımcı olacaklardır. VAKIF KURUMLARININ STRATEJİK YÖNETİMİ Vakfın gönüllü yapılan iş olmasına rağmen eğer yönetimi garanti altına alınmazsa ve yönetiminde ve idaresinde paradigma geçişi olmadığı sürece sosyo-ekonomik problemlerin azaltılması hedefi hayal olarak kalmaya mahkumdur. Günümüz vakıf ve hayırseverlik etkinleri; en iyi sonuçları elde etmek için modern uzmanlık kullanılarak yönetilmelidir. Modern vakıfların geliştirilmesi hakkında UN HABITAT şöyle der: ‘Hayır kurumunun (vakıf) rolüne şu anda yeniden biçilen değer; geçmişteki hatalardan ders çıkarmak ve modern yasal ve idari çerçeve oluşturma açısından fırsatlar sunmaktadır. Bazılarının öne sürdüğü gibi İslami vakıf ilkelerinin ve modern yönetim tekniklerinin kesişme noktası olan klasik İslami içtihadının tanıdığı kişisel akıl yürütme sonucu neden yeni müdahale edici vakıf doktrinin ortaya çıkmadığına dair bir sebep yoktur. Hayır kurumu (vakıf) Kur’an’da belirtilen bir _ 202 _ Ashahadu ASALI oluşum olmadığından Devletlerin kendi çıkarlarına göre geçmişte yaptığı gibi yaratıcı yoruma ve değişikliğe çok daha kolay tabi olabilir. Bu tartışma konusu; bilim adamları arasında çok fazla ele alınmaktadır ve hayır kurumu (vakıf) ile ilgili klasik kurallar inceleme altındadır.’ (UN HABITAT). Müslüman topraklarının kolonileştirilmesi ve halifeliğin indirilmesi; vakıf kurumlarının gelişmesine ve başarılı olmasına olumsuz etki yaratığı doğrudur. Yirmi birinci yüzyılda bu kurumların geliştirilmesi ve yönetilmesi özellikle Müslüman azınlığı olan ülkelerde modernleştirilmelidir. Vakıf kurumlarının başarılı olması için aşağıdaki öneriler uygulanmalıdır. Mütevelli ve Nazır Kurulu Vakıf yönetiminden sorumlu olan mütevelli / nazır kurulu; farklı yetenekleri bir araya getiren beceri sahibi bireylerden meydana gelmelidir. Bunlar; avukat, muhasebeci, toplumdaki etkili kişiler, doktorlar, mühendisler, yararlanıcılar (çünkü bu kişiler, belli başlı problemlerden etkilenen ve çözümünde dahil edilmesi gereken kişilerdir) ve vakıf projelerinin çalışanları olmalıdır. Rapor Etme ve Hesap Verebilme Konuları Uygun kurumsal yönetişim konuları vakıf kurumlarının sürdürülebilirliğini sağlayacak şekilde ele alınmalıdır. Finansman muhasebe ilkeleri; vakıf raporları ile tutarlı olacak şekilde benimsenmeli ve deneyimli danışmanlar tarafından yıllık bağımsız denetimler yapılmalıdır. Bunlar; mevcut ve gelecek vakıf paydaşlarının güveninin kazanılmasını sağlayacaktır. Eğitim ve Gelişme Vakıf idarecilerinin sürekli eğitilmesi ve geliştirilmesi; yıllar boyu çeşitli vakıfların yönetiminde yer alarak deneyim elde eden Güney Afrika vakıf kurumu olan İslami Kalkınma Bankası ve AWQAFSA’ nın uzman birimi İslami Araştırma ve Eğitim Kurumu (IRTI) gibi kuruluşlardan elde edilen teknik yardımla uygulanmalıdır. Personele sağlanan eğitim ve öğretim; paydaşların beklentileri ile tutarlı bir uyumu kolaylaştıracak yetenek, beceri ve bilgilerinin sürekli geliştirilmesini sağlayacaktır. Strateji ve Risk Yönetimi Risk yönetimi kavramı; temel hizmet sunma ilkeleri olarak kamu hizmeti açısından yeni bir şey değildir. Awqaf kuruluşları; kamu yararına olacak ürünleri veya hizmetleri sağlama konusunda kurucularına /vakfedenlere bağlıdır. Hiçbir kuruluşun risksiz bir ortamda işlev gösterme gibi bir lüksü olmadığı için hayırsever kurumlar da söz konusu hizmetlerin ve ürünlerin üretilmesinde ve sağlanmasında yapısında olan risklerle karşılaşmaktadır. Paydaşlar bunu anlar; ama vakıf kurumlarının gereksiz risk almadan işlev göstermelerini beklerler. Diğer bir ifadeyle paydaşlar; ihtiyatlı yönetim eylemleri ile saptanması ve önlenmesi gereken risklerin neden olduğu değer erozyonuna karşıdırlar. Evkaf kuruluşunun ortamı; birkaç tanesine değinecek olursak, kapasite yetersizliği, uzun karar verme süreleri, sınırlı kaynaklar, rekabet etme hedefleri ve yatırım kaynakları gibi kendisine özgü zorluklarla doludur. Söz konusu dinamikler; vakıf yönetiminin omzuna ekstra risk yönetimi yükünü bindirmektedir. _ 203 _ Toplumsal ve Ekonomik Problemlerle Mücadelede Vakıf Kuruluşlarının Rolü: Zımbabwe ve Diğer SADC Ülkeleri İçin Statü ve İlerleme Risk yönetimi; olumsuz çıktıları en aza indirgeyerek kurumun başarı beklentilerini arttıran yönetim aracıdır. Kurumlar gerçekçi hedefler koyduğunda, uygun stratejiler geliştirdiğinde, bunlarla ilişkili içgüdüsel riskleri ve uyun maliyet ilkeleri esas alınarak bu riskleri yönetmeye yönelik doğrudan kaynakları anladığından değer maksimize edilir. Yüksek performans gösteren kurumlar içerisinde risk yönetimi; bir opsiyondan çok stratejik açıdan bir zorunluluktur. SONUÇ Vakıf kuruluşlarının ve ilişkili hayırsever etkinliklerinin etkili bir şekilde yönetilmesi; Zimbabwe’yi ve Güney Afrika Kalkınma Topluluğu içindeki diğer ulusları etkileyen sosyal ve ekonomik sıkıntıların giderilmesine yardımcı olacaktır. Günümüz dünyasında kamu yararına işleri sağlama görevi hükümetlere bırakılmış olsa bile bu ülkelerdeki hükümetlerin milli bütçeleri sınırlıdır ve bu da onların kamunun refahını tam olarak sağlayamamalarına neden olmaktadır. Alternatif olarak, aynı yararlar, özel sektör tarafından da sağlanabilir, ancak bunlar ekstra maliyet gerektirir ve onların da bunlar için ödeme yapacakları araçları olmadığından fakir toplumlar tarafından tüketilmeleri zorlaşmaktadır. Bundan dolayı vakıf ve hayırsever kurumlar; hükümetin büyük çapta ulusal güvenlikle ilgili konulara ve vergi toplamaya odaklandığı Müslüman topraklarında tarih boyunca görüldüğü gibi hükümetin bu yararları ve hizmetleri sağlama çabalarını arttırabilir. _ 204 _ 3,21((5,1*3+,/$17+523< <($56 0DUW\Q(9$16 &DUQHJLH8.7UXVW6&27/$1' It is a privilege to be here in your wonderful country. It is also a great privilege to work for foundation. I am going to very take it through the lessons we have learned over the years. We were founded by Andrew Carnegie; at the time the richest man in the world. In fact he was so rich. He was richer than the current 6 richest people in the world and he gave all his money away to foundations. Those foundations have 22 of them in America and in UK. Something that we are particularly proud of in Trust is the role charter. Role charter is something given by the Monique of UK. It has been given for 500 years. It is near 1000 organizations being given a role charter. So it is particularly privileged that we have to take it very seriously. Remix is limited to United Kingdom. And I put the 4 countries of the United Kingdom up here because actually it is quite a challenge for our trustees to address the remit within a country that has been very divided in parts. The statue is a statue of northern art while you realize it has been welfare between the communities for 30 years. Our focus is on well-being. Now as a previous speaker said, that is a very wide focus. And the angroconic is set our trustees promote the wellbeing of the people of the United Kingdom. Because it is so widespread and so challenging, our Trust takes a five way view. Every 5 years, it reviews what is done, sometimes making very strong changes. We have an approach which has been mentioned today, which is about an asset model, not a deficit model. We try to find things which people and communities have and invest in those rather than find out what they don’t have and give them to that community. So that micro funding, an asset which may be a leader or people, it may be energy, it may be land. And we try to build on that. Not to what it demonstrates what I mean. We are best known in UK for the libraries that we build. We have built 600 libraries. And in the United Kingdom, there are over 2500 public libraries around the world. Then an example of the partnership. We never said “here is a library and here is how to run it”. We said “if you are willing to run this library, we will build it for you”. So we will provide a capital for the library if you provide the books and the people to do so. And most of these libraries are still growing all those years later. This is another picture about what we see as our role in society. We are of course independent from government. But we are not entirely separate from government. If we want to do something in foundations, we do want to do something experimental. If it works, somebody has to bring it to scale. Somebody has to say that is a good idea, we will do more of that. If trust in government is broken, it is difficult for foundations to bring successful projects to scale. And I file since 2008 that there has been a reduction in trusting governments _ 205 _ Pioneering Philanthropy, 100 Years certainly in the OECD countries. So very briefly, then what is the attitude of our trust? Broad experimentation, thoughtful partnership and not seeking impact. So let’s briefly explain each one of those. Broad experimentation. We can afford to lose money. What we cannot afford to lose is our reputation. So when we go to something which we said experimental is often a reputation putting on the line. And this is a lodge in the hardness of Scotland which is refused to be in a large number of places in UK. Because what I arrived here was, if you wanted to encourage the local people for going into devotedness, you have to have some way that could be in fine. Often they didn’t have a car, they relied on public transport they will be there for longtime. So we eventually got permission to build this with a great deal of opposition. It is extraordinarily successful for a large should be relocated around many other parts of the United Kingdom. Partnership, you may have read in the papers, I don’t know if you have, that we have had a profile problem with our media in UK. We had a newspaper closed because of its illegal activities. Partnership that we found a very respectful journalist with John Lakins, the head of BBC and we worked with him to find a program on better journalism. To try to improve the degree of journalism in the UK. That is a very long term project. And in terms of impact, what I mean by this is that I wouldn’t want to run on a private company to say what is your purpose. My purpose is to make profits. But that I want to run a foundation, I say what is your purpose? My purpose is to make impact. Running a company, the purpose is the service you provide, the thing you manufacture. If it is good enough, you make good profits. If we are good enough in our ideas we have impact and this is an example. We found thousands of playing fields around the UK. First one is in 1946. If we had a very short term impact, we might after 5 years, how many children played in your playing field? How many people walked their dogs in that playing field? We took a very long term view about playing fields. And 60 years later you can see the value of that open scape in village or thousands like this around UK. We couldn’t get after looking at it or seeking immediate impact at all. We have a policy cycle in our organization we have talked of. We write commission reports, we take commission to think about an issue. And we go through a process of decision making and testing issues. I will give you one example of this. To bring together everything I said, within the UK what we have a serious problem in our towns. Our town centers are dying. That is because we have very successful out of town shopping centers. So within the towns there are lots of broader shops and no economic life. So looking at our process, what we try to do? We firstly commission the report we served us help to write about trying to analyze the problem and where would the asset be which we could invest in? We had endless meetings. I am afraid if you work in a foundation, you do tend to go far too many meeting. But sometimes it is necessary. And what we focused on an idea could test them. When we would try to utilize the asset of young people’s entrepreneur skill and energy, let’s say could those young people be the future of our times? Could we find a way linking their commercial energy to solve a social problem? We opened a competition in UK we invited people to come to open a competition 500 which are 10 of the best ideas. And you have some of them before you here. And we asked them to open for a week in our town a work throughout week of what is happening with the business with banks, give them a large amount of support. And what we had as a result was this test idea, and I think what this demonstrates is that 02:20:40. What I say philanthropy brings with _ 206 _ Martyn EVANS our experience of philanthropy; it brings three Ts. and often the second two are forgotten. The first of course is Treasure, money. We do bring money. Most of people who want to speak to me and many of you who run foundations want to speak to you about the money that you have. But the second thing we bring and I think we bring that not to those who are thinking, we give other people time to bring this thought. There is lots of thought for people out there, there is complex problems in the 21st century they can’t be resolved by any one organization. So the thought we can pay for, we can convene together. But the third most important thing that we bring and others bring is time. We bring the time so that things come to permission. And we give people time to work through their experiments. If you add those three things together you eventually get impact and that is what I think the philanthropy formula is. That is a beautiful building in a park which Andrew Carnegie brought for the people of Down Fermant. And there is my e-mail address. I would like to hear from any of you who would like to hear more about our work or work with us in the future. Thank you for your time. _ 207 _ HAYIRSEVERLİĞE ÖNCÜLÜK, 100 YIL Martyn EVANS Carnegie UK Trust – İSKOÇYA Sizin muhteşem ülkenizde olmak büyük bir ayrıcalık. Bir vakıf için çalışmak da büyük bir ayrıcalıktır. Yıllar boyunca edindiğimiz derslerin arasına dalacağız. Vakfımız o dönemlerde dünyanın en zengin adamı olan Andrew Carnegie tarafından kuruldu. Aslında o kadar zengindi ki dünyadaki şu anki en zengin 6 insandan da zengindi ve tüm parasını vakıflara verdi. Bu vakıflardan Amerika’da ve Birleşik Krallık’ta 22 tane var. Vakıfta özellikle gurur duyduğumuz şey; kraliyet imtiyaznamesidir. Kraliyet imtiyaznamesi; Birleşik Krallık Monarşisi tarafından verilen bir şeydir. 500 yıldır verilmiştir. Bu kraliyet imtiyaznamesinin verildiği yaklaşık 1000 tane organizasyon vardır. Bundan dolayı, bu işi çok ciddiye alma konusunda ayrıcalıklı durumdayız. Yeniden karışım; Birleşik Krallık ile sınırlıdır. 4 Birleşik Krallık ülkesini de buraya koydum. Çünkü aslında bölümlere ayrılmış bir ülkede yaşayan kişilere hitap etmek mütevellilerimiz açısından oldukça zor bir iş. 30 yıl boyunca topluluklar arasındaki refah olduğunu fark ettiğinizde yönetmeliğin; kuzey çalışması yönetmeliği olduğu görülür. Odaklandığımız nokta refah seviyesidir. Daha önceki konuşmacının da belirttiği gibi bu çok geniş bir alandır. Ve bizim hedefimiz; mütevellilerimizin Birleşik Krallık halkının huzurunu arttırmak için çalışmasıdır. Çok geniş ve çok zor olduğundan dolayı vakfımız 5 farklı bakış açısını esas alır. Her 5 yılda bir ne yapıldığını gözden geçirir; zaman zaman çok güçlü değişiklikler de yapar. Bugün de değinildiği gibi açık hesap modeli olmaktan ziyade aktif modeli ile ilgili bir yaklaşımımız var. İnsanların ve toplulukların sahip olmadıklarını ve o topluluğa vermediklerini bulmaktan çok neye sahip oldukları ve yatırım yaptıkları şeyleri bulmaya çalışıyoruz. Bunun için aktif olan mikro fon sağlama; lider veya kişiler olabilir; enerji olabilir; ödünç para olabilir. O her neyse onun üzerine yapılanmaya çalışıyoruz. Bizler Birleşik Krallık’ta inşa ettiğimiz kütüphanelerle tanınıyoruz. Birleşik Krallık’ta 600 tane kütüphane inşa ettik. Tüm dünyada 2500’ün üzerinde kamuya açık kütüphane vardır. Bu da bir ortaklık örneğidir. Asla ‘işte kütüphane, buyur yönet’ demedik. Dedik ki ‘bu kütüphaneyi çalıştırmak istersen senin için yapacağız’. Bunun için insanlara kitapları sağlarsan ve onların kitaplardan yararlanmalarına yardımcı olursan sana kütüphane için sermaye vereceğiz. Ve bu kütüphanelerin büyük bir kısmı üzerinden yıllar geçse bile hala büyümektedir. Bu; toplumda rolümüz olarak gördüğümüzün başka bir resimdir. Elbette ki hükümete bağlı değiliz. Ancak tamamıyla hükümetten bağımsız da değiliz. Vakıflarla ilgili bir şey yapmak istediğimizde deneysel bir şey de yapmak istiyoruz. Eğer işe yararsa birileri bunu belli bir dereceye kadar getirmek zorundadır. O kişi; bu güzel fikir, bunu geliştireceğiz demeli. Hükümete duyulan güven bozulursa vakıfların başarılı projeleri belli bir seviyeye çıkarmaları çok zor olur. Ve güven sağlayan hükümetlerde ve özellikle de OECD ülkelerinde 2008 yılından bir azalma olduğunu fark ediyorum. Bu yüzden kısaca bahsetmek isterim, vakfımızın yaklaşımı nedir? Geniş deneme, düşünceli ortaklıklar ve etki peşinde koşmama. Bunların her _ 208 _ Martyn EVANS birini kısaca açıklayalım. Geniş deneme. Para kaybetmeyi göze alabiliriz. Kaybetmeyi göz alamadığımız şey itibarımızdır. Bu yüzden deneysel dediğimiz şeyler aslında yoluna sokmak istediğimiz ünümüzdür. Ve bu; Birleşik Krallığın pek çok yerinden olmayı reddeden İskoçya’nın sertliğinden kaynaklanır. Burada vardığım nokta, yerli halkın bağlılığını teşvik etmek isterseniz bir şekilde yolunda iyi giden bir şeylerin olması gereklidir. Genellikle, onların arabası yoktur; toplu taşımayı kullanırlar ve orada uzun süre bekleyecekler. Bu yüzden, çok sayıda itiraza rağmen bunu inşa etmek için sonunda izin alabildik. Bir vakfın Birleşik Krallığın pek çok diğer kısımlarında bulunması olağanüstü bir başarıdır. Ortaklık konusuna geldiğimizde, bilmiyorum gazetelerden okudunuz mu, belki okumuşsunuzdur, Birleşik Krallıkta medyamızla ilgili profil problemi var. Yasadışı etkinliklerinden dolayı gazetemiz kapatıldı. Ortaklık olarak BBC’nin başkanı olan John Larkin ile çok saygıdeğer bir gazeteci bulduk ve Birleşik Krallık’ta gazeteciliğin derecesini geliştirmeye çalışma amacıyla daha iyi gazetecilik ile ilgili bir program bulmak için onunla çalıştık. Bu uzun vadeli bir projedir. Ve etki açısından, bundan kastım; amacınızın ne olduğunu söylemek için özel bir şirket çalıştırmak istemeyeceğimdir. Benim amacım kar elde etmek. Ama bir vakıf yürütmek istediğim için senin amacın ne diye soracağım. Benim amacım etki yaratmak. Şirket çalıştırdığınızda amacınız sağladığınız hizmet, imal ettiğiniz şeydir. Yeteri kadar iyi ise iyi kar elde edersiniz. Eğer fikirlerimiz yeteri kadar iyi ise etki yaratırız ve bu bir örnek olur. Birleşik Krallık’ ta binlerce oyun alanı kurduk. Bunlardan bir tanesi 1946 yılında kuruldu. Çok kısa vadeli etkimiz olsaydı 5 yıl sonra oyun alanınızda kaç çocuk oynadı ? O oyun alanında kaç kişi köpeklerini gezdirdi diye sorardık. Biz oyun alanları ile ilgili çok uzun vadeli düşündük. 60 yıl sonra bir köyde açık bir alanın veya Birleşik Krallığın tamamında bunun gibi binlercesinin değerini görebilirsiniz. Kuruluşumuzda üzerinde konuştuğumuz konuyla ilgili bir politika döngümüz vardır. Komisyon raporları yazarız, bir konu hakkında düşünmek için komisyon alıyoruz. Ve karar verme ve test etme süreci ile devam ediyoruz. Size bununla ilgili bir örnek vereceğim. Dediğim her şeyi bir araya getirmek için, Birleşik Krallık sınırları içerisinde ciddi bir problemimiz var. Şehir merkezlerimiz ölüyor. Bunun nedeni, şehir dışında bulunan büyük alışveriş merkezleridir. Bu yüzden şehir içerisinde daha geniş dükkanlar var; ama ekonomik yaşam yok. Sürecimize bakacak olursak biz ne yapmaya çalışıyoruz? İlk önce problemi ve yatırım yapacağımız aktifi nerede kullanacağımızı analiz etmeye çalışırken yazmamıza yardımcı olan raporu onaylıyoruz. Çok sayıda toplantımız olur. Korkarım, bir vakıfta çalışıyorsanız çok sayıda toplantıya gitme olasılığınız vardır. Ama bazen gerekli de oluyor. Ve odaklandığımız fikri test edebiliriz. Genç kişilerin girişimcilik becerilerini ve enerjilerini kullanmaya çalıştığımızda, ne diyelim, bu gençler geleceğimiz olabilir mi? Onların sahip oldukları ticari enerjiyi bağlayacak bir yol bulup toplumsal sorunu çözebilir miyiz? Birleşik Krallık’ ta bir yarışma açtık. İnsanları; en iyi 500 içerisinden en iyi 10 fikri bulacak bir yarışmaya katılarak dükkan açmaya davet ettik. Ve onlara şehrimizde bir haftalığına dükkan açmalarını söyledik; onları büyük oranda destekledik. Ve sonunda ortaya çıkan test fikriydi ve bu da 02:20:40’ın gösterdiği şeydi, bence. Şunu _ 209 _ Hayırseverliğe Öncülük, 100 Yıl demek istiyorum ki hayırseverlik bize hayırseverlik deneyimi getirdi. Bize üç şey kazandırdı. Ve genellikle son ikisi unuttuğumuz şeylerdi. Birincisi, elbette ki hazine, para. Para getiriyoruz. Vakıf çalıştıranlardan benimle konuşmak isteyen insanların çoğu; sizinle sahip olduğunuz para hakkında konuşmak istiyor. Ama getirdiğimiz ikinci şey ve bence bunu düşünen kişilere getirmedik; diğer kişilere bu fikir hakkında düşünmeleri için zaman verdik. Orada insanlar için çok sayıda düşünce var; herhangi bir kuruluş tarafından çözülemeyen karmaşık 21’inci yüzyıl problemleri var. Bunun için ödeme yaptığımız düşünceyi, bir araya getirebiliriz. Ancak üçüncüsü ve getirdiğimiz en iyi şey diğerleri için zamandır. Vaatler verilmesi için zaman getirdik. Ve insanlara deneyleri üzerinde çalışmaları için zaman verdik. Bu üç şeyi birbirine eklerseniz sonunda etki elde edersiniz ve bence bu da hayırseverliğin formülüdür. Bu; Down Fermant halkı için Andrew Carnegie’nin getirdiği bir park içerisinde güzel bir bina. E-posta adresimi de sizlere paylaşıyorum. İşlerimiz hakkında bilgi edinmek ve gelecekte bizimle çalışmak isteyen sizlerden haber almak isterim. Zaman ayırdığınız için teşekkürler. _ 210 _ 'ÖQ\D¶]HULQGH )DUNOÜ%ÐOJHOHUGHNL 9DNÜIODUÜQ8OXVDO YH8OXVODUDUDVÜ )DDOL\HWOHUL 2WXUXP 2WXUXP%DüNDQ× 3URI'U/HVWHU6$/$021 .DW×O×PF×ODU $QGUHZ%52:1 =HLQRXO$EHGLHQ&$-(( $QWRQLR1,&2/(77, 5DIIDHOH9,78//,3DROR0217(08552 _ 211 _ _ 212 _ 7+(&+85&+&200,66,21(56$1' 7+(,5&2175,%87,21727+(&+85&+ 2)(1*/$1' $QGUHZ%52:1 &KXUFK&RPPLVVLRQHUVIRU(QJODQG(1*/$1' The Church Commissioners for England have a long history. They were formed in 1948 through merging Queen Anne’s Bounty, a Parliamentary Charity founded in 1704, and the Ecclesiastical Commissioners, a Church charity set up in 1836. They were both historic charitable foundations whose objectives were to help support the ministry of the Church of England. Bringing them together was a logical development. The Commissioners’ mission is still to support the work of the Church of England, especially in areas of need and opportunity. Some of this wording is taken from one of the founding trusts in 1840. There are 33 Church Commissioners who act as Trustees, including the Archbishops of Canterbury and York, four bishops, three clergy and four lay-members from General Synod (the Church of England’s ‘parliament’), two cathedral deans and others appointed by both the Church and the Crown. These include six state office holders of which the Prime Minister and the Lord Chancellor are two. In total, the Commissioners manage a current investment portfolio worth £5.5 billion (end 2012) held in a multi-asset portfolio. It is managed with the objective of achieving longterm investment returns of at least inflation plus 5% per annum, measured over rolling 10 year periods. The Church is keen to receive financial support which is sustainable. We try to increase the amount at a level which reflects earnings rather than price inflation as most of the financial support is used to meet salaries and other employment related costs. We operate an Ethical Investment Policy, restricting investment in certain sectors (pornography, tobacco, alcohol, and defence). However, rather than being purely restrictive, the policy encourages active engagement with businesses where investments are held to encourage good practice and sustainable behaviours. Discussions are held with a number of companies, from some of the largest to some of the smallest, over matters of concern. These have included governance, human rights, and supplier policies. As shareholders, we engage with businesses at a very senior level and do not act as either campaigners or as a pressure group. The Commissioners have power from both the Church and State parliaments to fund their pension expenditure from capital. This means the actual amount of the capital is reducing over time; the length of time of the pension liability the Commissioners are responsible for. We expect to be meeting this pension liability for the next fifty or sixty years. This power to spend capital has to be renewed every seven years. _ 213 _ The Church Commissioners and Their Contribution to the Church of England The investment portfolio is very well diversified across a wide range of investment assets. 43% is held in UK and global equities. Examples of multinational companies where the Commissioners hold shares include Shell, HSBC, Vodafone, Roche and Unilever. The equity portfolio is all externally managed under mandates offering different investment styles or types. For example, some managers focus on large or small companies, while others are country specific. Managers are chosen who we believe will manage the portfolio well, achieving sustainable returns which meet our performance requirements and are able to adopt the ethical policy. About fifteen percent of the portfolio is held in Alternative Strategies. These include Hedge Funds, Absolute Return Funds, Infrastructure and Timberland. With regards to the final item, the Commissioners have recently acquired sections of forest in Scotland, and in the US north-west, north-east and southern states. Timber is a commodity that has the advantage of being linked into a number of industries (construction, paper and consumer durables), is sustainable and displays low volatility of returns. Some 32% of the portfolio is held in Real Estate. This is a very high percentage relative to other investors based in the UK. It comprises commercial, residential, rural property and includes strategic land; land that is currently farmed but planning consent is being sought for an alternative and more valuable use. The Commissioners also invest in a number of investment partnerships with like minded investors to obtain exposure to real estate assets or markets that they could not access on their own, i.e. large shopping centres, or overseas assets (Asia, Japan, Scandinavia and Eastern Europe). Most of these investments are in the form of partnerships. The remaining 10% of the portfolio is held in cash and different credit strategies. Having both pension and in perpetuity endowment responsibilities, we avoid investing in Gilts and Bonds which traditionally underperform equities, alternative strategies or real estate – commonly called growth or risk assets which perform better during times of inflation. We seek to reduce the risk in the portfolio through wide diversification of asset classes. The relative high weighting in cash also enables us to meet our expenditure without having to sell assets, possibly into a depressed market. No investor wants to be forced to do this. Turning now to the purposes to which the £207m (2012) the Church Commissioners make available to the Church was distributed. The majority (£120 million) was paid to retired clergy by way of a pension. The Commissioners pay the pension for service given by clergy up until the end of 1997. Subsequent years are covered by a separate scheme managed by a different trust, the Church of England Pensions Fund, funded through on-going financial contributions from the dioceses. Some £40 million was made available last year to the poorer dioceses to help them pay their clergy stipends. Of the 43 English dioceses, some 32 received financial support. Its distribution is determined by a formula which takes into consideration wealth, area, number of priests and church buildings. The Commissioners also provide money to encourage individual parishes to grow the churches mission and make a difference. Finally, they make money available to fund specific projects aimed at growing the church in some of the very poor and disadvantaged parts of England. _ 214 _ Andrew BROWN Another one of the Church Commissioners’ responsibilities is to fund the work of both Archbishops, Canterbury and York, and all of the English bishops. This will be to cover all of their working costs and, for the 41 diocesan bishops, we own and pay for the running costs of their houses which form their home, place of work and contain a chapel. Some are historic buildings. Finally, we help support the work of the cathedrals by paying the stipend of the dean and two canons who assist in the work. We also provide grants to help the poorer cathedrals to support the pay to employ some staff to help the cathedral with its work. This might be education, music or visitor ministries. Two other forms of support for the national Church are provided by the Commissioners. Firstly, they run the clergy and pension payroll ensuring all clergy and pensioners are paid properly and on time each month. Secondly, the Commissioners are required by law to seek to ensure that all proposals to reorganise parishes are done fairly, having taken into consideration the views of those who live nearby or who otherwise have an interest. Sometimes such proposals will result in a church being closed and, if so, they ensure that such closure proposals are considered properly and fairly, and suitable alternative uses are found for the building wherever possible. The meetings are held in public and local people can speak either in favour or against such a proposal. As a charity, the focus of the Church Commissioners for England is managing the historic, financial resources of the Church of England to support her work in every community in the country with a focus on ‘need and opportunity’. In total, the financial support provided by the Commissioners represents 15% of the cost of running the Church of England. The vast majority is paid for by regular worshippers. _ 215 _ KİLİSENİN TEMSİLCİLERİ VE İNGİLİZ KİLİSESİNE SAĞLADIKLARI KATKILAR Andrew BROWN İngiltere Kilisesi Temsilciliği – İNGİLTERE İngiltere Kilisesi Temsilcilerinin çok eskilere dayanan bir geçmişi vardır. Bunlar; Kraliçe Anne’ın Bounty’si, 1704 yılında kurulan Parlamento Hayır Kurumu ve 1836 yılında kurulmuş kilise hayır kurumu olan Ecclesiastical (eklesiyastik) temsilcileri bir araya gelerek 1948 yılında oluşturulmuştur. Bunlar; İngiliz Kilisesi Bakanlığına destek vermeyi hedefleyen tarihi hayır vakıflarıdır. Bunları bir araya getirmek mantıklı bir gelişmedir. Temsilcilerin misyonu hala başta ihtiyaç ve fırsat alanları olmak üzere İngiliz Kilisesinin çalışmalarını desteklemektir. Bu sözlerin bazıları 1840 yılında trustların bir tanesinden alınmıştır. İngiltere Kilisesinin Başpiskoposluğu ve York Başpiskoposluğu, dört piskoposluk, Genel Kilise Meclisinden (İngiliz Kilisesi Parlamentosu) üç papaz ve dört mürit, iki katedral başrahibi ve hem kilise hem de kraliyet tarafından atanan diğer kişiler dahil olmak üzere mütevelli sıfatıyla hareket eden 33 kilise temsilcisi vardır. Bunların içerisinde iki tanesi Başbakan ve Lordlar Kamarası Başkanı olmak üzere altı devlet görevlisi vardır. Toplamda temsilciler; çok varlıklı portföy içerisinde tutulan 5.5 milyar değerinde cari yatırım portföyünü (2012 sonu) yönetmektedir. Son 10 yıl içerisinde yıllık ölçülen en az %5 enflasyonun getirdiği uzun vadeli yatırım kârlarını elde etme amacı ile yönetilmektedir. Kilise; sürdürülebilir finansman desteği almayı istemektedir. Finansman desteğinin büyük bir kısmı maaşları ve istihdamla ilgili diğer maliyetleri karşılamak için kullanıldığından dolayı fiyat enflasyonundan ziyade kazançları yansıtan seviyede miktarı arttırmaya çalışıyoruz. Yatırımı belli sektörlerle (pornografi, tütün, alkol ve s.a.v.unma) sınırlandırarak Etik Yatırım Politikası yürütüyoruz. Ancak politika; sadece kısıtlayıcı olmaktan çok yatırımların iyi uygulamaları ve sürdürülebilir davranışları teşvik etmek için yapıldığı iş kollarıyla aktif olarak iştigal olmayı teşvik eder. Konuyla ilgili en büyük şirketlerden tutun da en küçük şirketlere kadar çok sayıda şirketle tartışmalar yapılmıştır. Bunların arasında yönetişim, insan hakları ve tedarikçi politikaları vardır. Hissedarlar olarak çok yüksek seviyedeki işlerle uğraşıyoruz ve kampanyacı veya baskı grubu şeklinde hareket etmiyoruz. Temsilciler sermayeden kendi emeklilik maaş giderlerinin fonunu sağlamak açısından güçlerini hem Kiliseden hem de Devlet parlamentolarından almaktadır. Bu; gerçek sermaye miktarının ve temsilcilerin emeklilik maaşı karşılığı sorumlu oldukları sürenin azaldığı anlamına gelmektedir. Önümüzdeki elli veya altmış yıl içerisinde bu maaş yükümlülüğünün karşılanmasını bekliyoruz. Sermayeyi harcama yetkisinin her yedi yılda bir yenilenmesi gereklidir. Bu yatırım portföyü; çok çeşitli yatırım varlıkları ile birlikte çeşitlendirilmiştir. %43’ü Birleşik Krallık’ta ve global öz kaynaklarda tutulmaktadır. Temsilcilerin hisselerinin olduğu çok uluslu şirketlere örnek olarak Shell, HSBC, Vodafone, Roche ve Unilever verilebilir. Öz kaynak portföyü farklı yatırım stilleri veya tipleri sunan talimatlar altında haricen yönetilir. Örneğin, _ 216 _ Andrew BROWN bazı yöneticiler büyük veya küçük şirketlere odaklanırken diğerleri ülkeye özgü durumunu korumaktadır. Performans gerekliliklerimizi karşılayan sürdürülebilir kârları elde edip etik politikamızı benimseyerek portföyü iyi yöneteceğini düşündüğümüz yöneticiler seçilmiştir. Portföyün yaklaşık yüzde %15’i, alternatif stratejilerde tutulur. Bunlar arasında Hedge Fonları, Mutlak Getiri Fonları, Altyapı ve Ormanlık Arazi vardır. Son madde ile ilgili olarak temsilciler İskoçya’da, ABD’nin kuzeybatı, kuzeydoğu ve güney eyaletlerinde orman bölümleri edinmişlerdir. Kereste; çok sayıda sanayi ile ilişkili olma avantajına sahip (yapı, kağıt ve tüketici sarf malzemeleri) bir ürün olarak sürdürülebilir özelliktedir ve düşük kâr uçuculuğu göstermektedir. Portföyün %32’si, gayrimenkullerde tutulmaktadır. Bu, Birleşik Krallık’taki diğer yatırımcılara nazaran çok yüksek bir yüzdedir. Bu portföy; ticaret, konut, köy mülkiyetinden meydana gelir ve içerisinde şu anda tarımcılık yapılan ancak alternatif ve daha değerli kullanım için alınması planlanan araziler vardır. Temsilciler aynı zamanda kendi kendilerine büyük alışveriş merkezi veya deniz aşırı mal varlıkları (Asya, Japonya, İskandinavya ve Doğu Avrupa) gibi erişemedikleri gayrimenkul varlıklarına veya piyasalara erişebilme gayesiyle benzer düşünen yatırımcılar ile birlik olup çok sayıda yatırım ortaklıklarına yatırım yapar. Bu yatırımların büyük bir kısmı ortaklık şeklindedir. Portföyün geriye kalan %10’u, farklı kredi stratejileri kullanılarak para cinsinden tutulur. Hem emeklilik aylığı hem de sürekli bağış sorumlulukları üstlenerek geleneksel olarak yeterli performans göstermeyen öz kaynaklara sahip bonolara ve sağlam yatırımlara, alternatif stratejilere veya enflasyon olduğu zamanlarda daha iyi performans gösteren büyüme veya risk varlıkları adı verilen gayrimenkullere yatırım yapmaktan kaçınıyoruz. Mal varlıkları sınıflarını geniş çapta çeşitlendirerek portföy risklerini azaltmaya çalışıyoruz. Para açısından nispeten yüksek ağırlığa sahip olmak; mal varlıklarını muhtemelen çökmüş piyasaya satmak zorunda kalmadan giderlerimizi karşılamamızı sağlar. Hiçbir yatırımcı bunu yapmaya zorlanmak istemez. Kilise temsilcilerinin Kiliselere dağıtmak için sağladığı 207 milyon pound (2012) meblağın hedeflerine dönecek olursak büyük bir kısmı (120 milyon pound) emekli maaşı yoluyla emekli din adamlarına ödendi. Temsilciler; 1997 yılının sonuna kadar din adamlarına verdikleri hizmetlerin karşılığında maaş ödediler. Müteakip yıllarda ise piskoposluk bölgelerinin sürekli bir şekilde sağladığı finansman katkıları ile fonu sağlanan İngiltere Kilisesi Emeklilik Maaşları Fonu isimli farklı bir trustın yönettiği ayrı bir şema görüldü. Geçen yıl daha fakir piskoposluk bölgelerine, din adamlarının giderlerini ödemelerine yardımcı olmak için 40 milyon pound verildi. 43 İngiliz piskoposluk bölgesinden 32 tanesi finansman desteği aldı. Bunun dağılımı; varlığını, alanını, rahip sayısını ve kilise binalarını dikkate alan bir formülle belirlenir. Temsilciler aynı zamanda kendilerine ait din bölgelerinde kilise misyonunu büyütmeye ve farklılık yaratmaya çalışmaları konusunda teşvik edecek parayı sağlarlar. Son olarak da İngiltere’nin çok yoksul ve dezavantajlı kısımlarının bazılarında kilisenin büyümesini hedefleyen spesifik projelere fon sağlayacak parayı kullandırılır. _ 217 _ Kilisenin Temsilcileri ve İngiliz Kilisesine Sağladıkları Katkılar Kilise Temsilcilerinin sorumluluklarından bir başkası da İngiltere Kilisesinin Başpiskoposluğu ve York Başpiskoposluğu ve diğer tüm İngiliz piskoposlukları tarafından yapılacak çalışmalara fon sağlamaktır. Bu, 41 bölge piskoposuna borç para verip evlerini, iş yerlerini oluşturan ve içerisinde şapel bulunan konutlarının işletim maliyetleri de dahil olmak üzere bu piskoposların tüm çalışma maliyetlerini karşılayacaktır. Bunların bir kısmı tarihi binalardır. Son olarak da başrahibin ve ona işlerinde yardımcı olan iki rahibin giderlerini ödeyerek katedrallerin desteklenmesine yardımcı oluyoruz. Daha yoksul katedrallerin işlerini yürütebilmesi için istihdam ettikleri personele ödeme yapmalarını destekleme amacıyla bu katedrallere ödenekler veriyoruz. Milli Kiliseye destek vermenin diğer iki şekli de temsilciler tarafından uygulanmıştır. Birincisi, tüm rahiplere ve emeklilere uygun bir şekilde ve her ay düzenli olarak ödeme yapılmasını sağlayarak rahipleri ve maaş bordrolarını yönetmişlerdir. İkincisi temsilcilerden, yakınlarda yaşayan kişilerin veya çıkarı olan kişilerin görüşlerini göz önünde bulundurarak kendi din bölgelerini yeniden organize edecek tüm önerilerin adil bir şekilde yapılmasını talep eden kanuna uymaları istenmiştir. Bazı zamanlarda bu öneriler kiliselerin kapanmasına neden olacaktır ve böyle bir durum olursa kapatma önerilerinin uygun ve adil bir şekilde göz önünde bulundurulmasını sağlarlar ve mümkün olan yerlerde bina için uygun alternatif kullanımlar bulunur. Toplantıları kamuya açık düzenlerler ve yerel halk da söz konusu önerilerin lehine veya aleyhine söz sahibi olur. Hayır kuruluşu olarak İngiltere Kilise Temsilcilerinin odaklandığı konu; ‘ihtiyacı ve fırsatı’ merkeze alarak ülke içerisindeki her toplumun çalışmasına destek vermek için İngiliz Kilisesinin tarihsel finansman kaynaklarını yönetmektir. Toplamda temsilciler tarafından sağlanan finansman kaynağı; İngiltere Kilisesini yönetme maliyetinin %15’ini temsil eder. Büyük bir kısmı ise düzenli ibadet eden kişiler tarafından ödenir. _ 218 _ 7+(*52:7+$1''(9(/230(17 2))281'$7,216,1086/,0 0,125,7,(6:,7+63(&,),& 5()(5(1&(726287+$)5,&$ =HLQRXO$EHGLHQ&$-(( 1DWLRQDO$ZTDI)RXQGDWLRQRI6RXWK$IULFD$:4$)6$ 5(32)6287+$)5,&$ I would like to thank to organizers for this wonderful opportunity for us to actually present our organization and what is happening in Muslim Minorities. My topic is on the growth and development of foundations in Muslim Minorities with specific reference to South Africa. So, I think first question is why Muslim Minorities? What is so significant about them? We also want to look at… We are the Muslim Minorities. Perhaps we get proud because we are Muslim Minorities and Waqf Covenants in Muslim Minorities. I think the first thing is… If we ask the question we are the Muslim Minorities then we have to say that they are all over the world. In every country of the World, the Muslim Minorities are represented and we find their presence. It is an important extension of the Ummah from the Arab world and from the broader Muslim World. Muslim Minorities are able to participate and influence at socio-economic and politic levels through democratic processes. There is meaningful participation in the economies of those countries by in large religious freedom; able to organize and strengthen the community; able to contribute to broader the social agreement. And I think, importantly, Muslim Minorities tend to become very innovative and we have seen this experience also from our new, baby Awqaf Australia. Now, perhaps if I may just focus on South Africa very briefly… In South Africa, Muslims arrived as slaves around 1562. That was the first wave of Muslims arriving there. For the first hundred and fifty years Islam was a banned religion. So the development of mosques and Awqaf and all that had to be really in the background and probably even underground. We only find that the mosques, after the 1804 or 1798 the first mosque was established by a slave lady. The second wave of Muslims arrived from India and also British Colonial India. And with them came also, I think, a bit of the heritage of Awqaf because Waqf was already established during the Mongol Empire in India. So, especially with those coming from India they already had some kind of indication of Awqaf. We also find that during that time, because of apartheid, lots of restrictions on land ownership on business, on jobs which kind of hampered the growth of Awqaf in the Country. Of course in 1994, after the Mandela Era, we find that there is much more freedom, there is mosques proliferating all over the Country. We have Muslims moving to where there is new developments are taking place. To give you an idea of the total population of South Africa is 50 Million and Muslim Population is around 1.5 percent which is a very small ratio of the total _ 219 _ The Growth and Development of Foundations in Muslim Minorities-with Specific Reference to South Africa population. If we just look at a quick survey on the waqf status, we find predominantly mosques, we find religious institutions, about 80 about 709 mosques, 78 Muslim Schools, lots of charity and welfare organizations, about 150 of them, lots of Madrassahs and very little is known about family trusts and commercial waqfs. So that’s an area that we filled as lots of development actually needed in the development of the awqaf sector in terms of commercial reality. So now, we find that in year 2010 and thanks to the IDB in 1984, a group of us, including myself, were very fortunate to attend a two weeks program where there was a seminar on management of awqaf properties and, I think, that’s where the seed was planted. It was only the year 2000 the concept was designed and engineered into a model that we could now start implementing. Our legal structure is a trust and some people call it foundations, etc. but it is actually a trust in South Africa. A trust is an association not for gain or in a company. We have very strong corporate governance. This is our structure. We have a council of Mutawallees who are actually our trustees and who govern the organization. We have a CEO and Management Board and the management is separated from the Council of Mutawallees to just to give it better corporate governance. Our vision for South Africa is to as for the organization, is to be the leading civil society waqf institution, having exemplary financial and human capital asset base, providing cutting edge value adding initiatives and ultimately, you know, we see ourselves playing the role of social justice, playing the critic role of implementing social justice in the community and also to provide value adding services. Our mission is to popularize, to mobilize, to create, to develop, to invest… anything and everything to do waqf. So advocacy programs, events that we do would be focused on that primary purpose. And of course, then we would invest in those waqf founds and utilize those revenues in what we call “downstream projects”. And of course, we are volunteer – driven. So we need to mobilize a lot of volunteers from the community in terms of the expertise and skills and that’s how we have actually grown. Some of the achievements that we have had over the years: we’ve organized conferences and events. In 2007 we had an International Waqf Conference in Cape Town. We have had several training programs, ongoing training programs, we are exporting our ideas as well and now we have successfully launched the Awqaf Uganda and thanks also to Awqaf New Zeeland with whom we have been talking to one – another and spinoff is going on to Awqaf Australia and so forth and hopefully, in Malawi and other African Countries as well. We also have a team of people doing research and development. Our advocacy is also very pronounced in terms of a web-site, in terms of public newspapers, television and so forth. Ultimately, we need to create that kind of awareness in benefits of waqf, especially in a minority situation. Of course we have our investments and perhaps I kind just say what our modus operandi is. That we mobilize cash we mobilize property, shares from people and also through endowments, endowments through donates; all that gets pooled into the Awqaf South Africa. And from there, once the funds are pooled in, they are invested, revenues are generated and revenues are split between and administration fee of 12,5% maximum with other projects get 87%. _ 220 _ Zeinoul Abedien CAJEE That has been our growth; not the 5.5 Billion that the church commissioners talked about but in our humble way that has been our growth path for the past 13 years. We started in 2001 and we still believe in that we are still at very formative stage, that we need to develop much more, that we need to mobilize much more. Our sights are definitely on 100s of Millions and the Billions in the future but I think we need to have the time to do that. I think also, in terms of… maybe I’m going to skip this particular slide about minority community Awqaf, I may come back to that one. If you look at the difference between the majorities and minorities, I thing instead of deficit we have investment waqfs we don’t have legislation governing as such, although from a sheria perspective we have that. We lack certain tax incentives, we lack resources for training, we lack capacity. We lack kind of supervisory bodies that we should be having; the standard setting bodies and we also lack state support which also I think, you have ample of that. What is our vision for Awqaf in minorities? I think one of the greatest possible visions that we have is to create Awqaf “Heavens”. And we have learned this morning about the foundation, civilization, the greatness and how Awqaf has played itself out in several countries, especially in Turkey. We need to have this whole idea of proliferation; to proliferate far and wide, every community, every family, every organization, every corporate, individual and so forth. And, you know, if we have to compare, as already stated by somebody earlier, that while you may have in many Muslim Countries very large endowments, we may have smaller endowments, but in terms of number we may have actually be increasing exponentially. We need to capacitate our institutions; we need to develop human resources: more training is needed. We need to, very importantly create, state of art multi-generational governance structures. Because we don’t have state apparatus supporting, as civil society, we need to have that kind of long term view of governing structures. Of course, we need to create self-reliant, empowered and benevolent societies. Very important for us, for example, in South Africa, that we portrait ourselves as benevolent societies and not only for portrayal purposes but in realty that’s what ummah should be doing. So we serve humanity and serve creation and in that way empower the ummah. What kind of benefits shall we get out of developing the Awqaf in minorities? I think, we do become empowered because we have control, management and mobilization of our own resources. We become more independent, become more indispensible to the community as well. We have to make contributions to, or to become contributors to broader society, to become more educated community, more influential. Respect and understanding of Muslims should increase. And the notion of peaceful co-existence becomes embedded in our societies. Some of our recommendations that we look at in South Africa: Number 1 is leading example of minorities. We need to build it up we believe that the minorities need a catch-up in terms of waqf development. There is ample, plenty of potential in developing Awqaf in Muslim Minorities. I think not enough has been done, particularly from the majorities to assist. Whatever little has been done, I mean, is highly appreciated, particu_ 221 _ The Growth and Development of Foundations in Muslim Minorities-with Specific Reference to South Africa larly from the IDB. I think we need to create an International Awqaf Development Council that would be able to facilitate and support the minority communities in developing the waqf sector; to set standards for supervisory, advisory, advocacy, research. And we need to network and collaborate with, between the minorities and majorities. So, in conclusion, I’ve just got a not that says that I have got 3 minutes, in conclusion, we thank [inaudible content] for bringing us together. And we would like to thank all the predecessor awqaf and in particular the awqaf sector in Turkey, which remains a role model and inspiration to all of us. We also would like to recognize several of the waqfs in Turkey. Corporate waqfs Sabanci, Koc, Hulusi Vakfi and the Sultan Mehmet Vakfi to the Organizers of the World Foundation Conference and the Director of Awqaf. _ 222 _ MÜSLÜMAN AZINLIK TOPLULUKLARI VAKIFLARININ BÜYÜMESİ VE GELİŞİMİ - GÜNEY AFRİKA Zeinoul Abedien CAJEE Güney Afrika Ulusal Vakfı (AWQAF SA) – GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİ Öncelikle, bu kuruluşu ve Müslüman azınlıklarda neler olduğu ile ilgili bilgileri sunma şansı verdiği için bu etkinliği organize eden herkese teşekkür etmek isterim. Benim konum; özellikle Güney Afrika’ya atıfta bulunarak Müslüman azınlıklardaki vakıfların büyümesi ve gelişmesi ile ilgilidir. Bunun için, sanırım ilk soru neden Müslüman azınlıklar? Onlarla ilgili bu kadar önemli olan şey ne? Ayrıca bakmak istedik… Bizler Müslüman azınlıklarıyız. Belki de Müslüman azınlıkları ve Müslüman azınlıklarında vakıf kuruluşları olduğumuz için gurur duyuyoruz. Bence ilk şey … Soruyu sorarsak bizler Müslüman azınlıklarıyız, o halde Müslümanların tüm dünyada her yerde olduğunu söylemek zorundayız. Dünyanın her ülkesinde Müslüman azınlıklar temsil edilmektedir ve onların varlığını görüyoruz. Ümmetin Arap dünyasından ve daha geniş Müslüman dünyasından yayılması önemlidir. Müslüman azınlıklar; demokratik süreçler yardımıyla sosyo-ekonomik ve politik seviyelerde katılabilmekte ve etkileyebilmektedir. Bu ülkelerin ekonomilerine büyük din özgürlüğünü katması, topluluklarını organize edip güçlendirebilmesi; daha geniş sosyal anlaşmaya katkıda bulunması son derece anlamlıdır. Ve bence daha da önemlisi Müslüman azınlıklar çok yenilikçi olma eğilimi göstermektedir ve biz bunu yeni doğan bebeğimiz Awkaf Avustralya’dan edindiğimiz deneyimlerden görüyoruz. Şimdi belki de çok kısaca Güney Afrika’ya odaklanacak olursak… Güney Afrika’ya Müslümanlar 1562 yıllarında köle olarak geldiler. Bunlar, buraya gelen ilk Müslüman dalgasıydı. İlk yüz elli yıl boyunca İslam; yasaklı dindi. Bunun için camilerin ve evkafın gelişmesi arka planda ve hatta alt planda kaldı. Bir köle hanım efendi tarafından inşa edilen ilk camiye ancak 1804 veya 1798’den sonra rastlıyoruz. İkinci Müslüman dalgası; Hindistan’dan ve ayrıca İngiliz kolonisi Hindistan’dan geldi. Ve onlarla birlikte bence evkaf mirası da geldi; çünkü Vakıf Hindistan Moğol İmparatorluğu sırasında zaten kurulmuştur. Bunun için, özellikle de Hindistan’dan gelenlerle birlikte evkaf ile ilgili bazı izler görüldü. Ayrıca bu sıralarda ayrımdan dolayı toprak mülkiyetine, iş edinmeye, her türlü meslek edinmeye konulan sınırlandırmalar; ülkede evkafın gelişmesini güçleştirdi. Elbette ki 1994 yılında Mandela çağından sonra; biraz daha hürriyet olduğunu, tüm ülkede her yerde camilerin artmakta olduğunu görüyoruz. Yeni gelişmelerin olduğu yerlere taşınan Müslümanları görüyoruz. Güney Afrika’nın nüfusu ile ilgili size bir fikir vermek için diyebilirim ki Güney Afrika’nın toplam nüfusu 50 milyon iken Müslüman sayısı; toplam nüfusun çok küçük bir oranı olan yüzde 1,5 civarındadır. Vakıf durumuna şöyle bir bakış atacak olursak hakim derecede camiler, yaklaşık 80 tane dini kuruluş, yaklaşık 709 cami, 78 Müslüman okulu, çok sayıda hayır kuruluşu ve yaklaşık 150 tane yardım organizasyonu, çok sayıda medrese vardır; ancak aile trustları ve ticari vakıflar ile ilgili çok az bilgi vardır. Bu yüzden bu alan; ticari gerçeklik açısından evkaf sektörünün geliştirilmesinde gerek duyulan pek çok gelişme ile doldurmamız gereken bir alandır. _ 223 _ Müslüman Azınlık Toplulukları Vakıflarının Büyümesi ve Gelişimi - Güney Afrika İşte şimdi, 2010 yılında, benim de içinde yer aldığım grup 1984’teki UDB sayesinde evkaf mallarının yönetilmesi ile ilgili bir seminerin olduğu iki haftalık bir programa katılma şansı elde etti ve sanıyorum ki tohumların ekildiği yer burasıydı. Kavram tasarlandığında ve artık uygulamaya başlayabileceğimiz bir model içerisine oturtulduğunda artık 2000 yılına gelmiştik. Hukuki yapımız bir trusttır ve bazı kişiler buna vakıf adını vermektedir; ancak bu, Güney Afrika’da kurulmuş bir trusttır. Trust; kar elde etmek için veya bir şirket parçası olarak kurulmamış bir birliktir. Çok güçlü bir kurumsal yönetimimiz var. Bu bizim yapımız. Bizim vakıf üyelerimiz olan ve kuruluşumuzu yöneten Mütevelli Heyetimiz var. CEO’muz ve yönetim kurulumuz var ve yönetim; daha iyi kurumsal yönetişim sağlayabilme amacıyla Mütevelli Heyetinden ayrı tutulmaktadır. Güney Afrika için vizyonumuz; bir kuruluş olarak, sivil toplum vakıf kuruluşu olmak, örnek alınacak finansman ve insan sermaye aktif tabanına sahip olmak, teşvikler ekleyerek en üst değeri sağlamak, ve son olarak, biliyorsunuz ki, kendimizi sosyal adalet rolü oynayan, toplumda sosyal adaletin uygulanması için kritik rolü oynayan kişiler olarak görüyoruz, ayrıca katma değerli hizmetler sunmaktır. Misyonumuz; vakıf yapmak için herhangi bir şeyi ve her şeyi popülerleştirmek, mobilize etmek, oluşturmak, geliştirmek ve yatırımını yapmak. Bu yüzden aktif destek programları ve organizasyonlar bizim temel hedef için odaklandığımız şeylerdir. Ve tabi ki ‘sonraki projeler’ adını verdiğimiz bu vakıf kuruluşlarına yatırım yaparız ve bu gelirleri kullanırız. Ve tabi ki de bizler gönüllüğümüzle hareket ederiz. Bu yüzden, uzmanlık ve beceri açısından toplumdan çok sayıda gönüllüyü harekete geçirmemiz gerekir ve işte bu aslında nasıl büyüdüğümüzün açıklamasıdır. Yıllar boyunca elde ettiğimiz başarılardan bazıları şunlardır: Konferanslar ve etkinlikler düzenledik. 2007 yılında Cape Town’da Uluslararası Vakıf Konferansı düzenledik. Çok sayıda eğitim programlarımız, hala devam etmekte olan eğitim programlarımız var; fikirlerimizi de ihraç ediyoruz ve artık başarılı bir şekilde Awqaf Uganda’yı açtık ve ayrıca sürekli konuştuğumuz Awqaf Yeni Zelanda’ya da teşekkür ederiz ve Awqaf Avustralya yan ürünleri devam ediyor ve umut ederiz ki Malawi’de ve diğer Afrika ülkelerinde de devam eder. Ayrıca araştırmadan ve geliştirmeden sorumlu bir ekibimiz var. Aktif desteğimiz; web-site, gazeteler, televizyon ve bunun gibi açılardan çok iyi duyurulmuştur. Son olarak da vakıfların özellikle de azınlık durumundaki kişiler için sağladığı yararlar konusunda farkındalık oluşturmamız gereklidir. Elbette ki, yatırımlarımız var ve belki de sadece çalışma tarzımızı anlattım. Nakitleri seferber ediyoruz, gayrimenkulleri, insanlardan gelen hisseleri ve ayrıca bağışları seferber ediyoruz; bunların tamamı Awqaf Güney Afrika içinde bir havuza alınmaktadır. Buradan, fonlar bir havuzda toplandığında, yatırım yapılır, gelirler elde edilir ve gelirler; %87 oranında diğer projeler ve en fazla %12,5 idari ücret şeklinde paylaştırılır. Bizim büyümemiz; kilise vakıf yöneticilerinin hakkında konuştukları 5,5 milyar değil belki; ama bizim basit bir şekilde geçtiğimiz 13 yıldır var olan büyüme yolumuz. 2001 yılında _ 224 _ Zeinoul Abedien CAJEE başladık ve hala oluşum aşamasında olduğumuza, daha fazla gelişmemiz gerektiğine, daha fazlasını seferber etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Gözümüz gelecekte 100’lerce milyon ve milyarlarda; ancak bunu yapmamız için zamana ihtiyacımız var, bence. Çoğunluklar ve azınlıklar arasındaki farka bakarsak açık yerine bizim öyle yönetilmeyen, sahip olduğumuz şeriat bakış açısından bile olsa yatırım vakıflarımız olduğunu düşünüyorum. Belli başlı vergi teşviklerinden yoksunuz; eğitim kaynaklarından yoksunuz, kapasiteden yoksunuz. Sahip olmamız gereken denetim organ türlerinden, standart yönetim organlarından yoksunuz ve ayrıca sizin çok fazla sahip olduğunuzu düşündüğüm devlet desteğinden de yoksunuz. Azınlıklarda evkaf için vizyonumuz nedir? Bence, sahip olabileceğimiz en büyük olası vizyonlarımız; evkaf ‘Cennetleri’ oluşturmaktır. Ve bu sabah öğrenmiş bulunuyorum, pek çok ülkede özellikle Türkiye’de vakfın, medeniyetin, büyüklüğün ve özellikle evkafın kendisinin nasıl rol oynamakta olduğunu. Her topluluğu, her aileyi, her organizasyonu, her kurumunu, bireysel ve benzeri tüm unsurları hızla çoğaltmak için bu çoğaltma fikrine ihtiyacımız var. Ve biliyorsunuz ki, daha önce başka birinin de belirttiği gibi karşılaştırmamız gerekirse vakıflar pek çok Müslüman ülkede çok büyük bağışlar alırken, bizim bağışlarımız daha az, ama sayı açısından katlanarak artış göstermektedir. Kurumlarımızı yetkilendirmemiz gereklidir; insan kaynaklarını geliştirmemiz gereklidir: daha fazla eğitime gereksinim vardır. Daha da önemlisi, son teknolojiye sahip çok jenerasyonlu yönetişim yapıları oluşturmamız gereklidir. Sivil toplum olarak devlet desteğimiz olmadığı için bu türden uzun vadeli yönetişim yapılarına sahip olmamız gereklidir. Elbette ki, kendisine güvenen, güçlü ve hayırsever toplumlar oluşturmamız gerekir. Örneğin, bizim için çok önemli olan şey, Güney Afrika’da bizler kendilerimizi hayırsever toplumlar olarak resmediyoruz; sadece görünüş amacıyla değil, ümmetin yapması gerektiği gerçeklik açısından. Bu yüzden de insanlığa hizmet ediyoruz ve yaradılışa hizmet ediyoruz ve bu şekilde ümmeti güçlendiriyoruz. Azınlıklarda vakıfları geliştirerek sağlayacağımız faydalar nelerdir? Sanırım, güçleniyoruz; çünkü kendi kaynaklarımız üzerinde kontrol etme, yönetme ve harekete geçirme yetkimiz oluyor. Giderek daha fazla bağımsız ve ayrıca vazgeçilmez oluyoruz. Daha geniş topluluğa daha fazla katkıda bulunmak veya katkı sağlayan kişiler olmak, daha eğitimli ve etkili topluluk olmamız gereklidir. Müslümanlara karşı duyulan saygının ve anlayışın artması gereklidir. Ve huzurlu bir şekilde bir arada var olma fikri toplumlarımız içerisinde yerleşmiştir. Güney Afrika’da üzerine çalıştığımız önerilerimizden bazıları şunlardır: Birincisi, geliştirmemiz gereken azınlıkların lider örneğidir. Azınlıkların vakıf gelişimini yakalamaları gerektiğine inanıyoruz. Müslüman azınlıklarında vakıf geliştirme açısından çok büyük potansiyel vardır. Sanıyorum ki az iş yapılmadı, özellikle de azınlıkların yardımlarıyla. Her ne kadar az yapılsa bile, yani özellikle IDB tarafından takdir edildi. Bence, vakıf sektörünün geliştirilmesi açısından azınlık topluluklarına yardımcı olabilecek ve destekleyebilecek, _ 225 _ Müslüman Azınlık Toplulukları Vakıflarının Büyümesi ve Gelişimi - Güney Afrika denetim, öneri, destek, araştırma ile ilgili standartları koyabilecek Uluslararası Evkaf Geliştirme Konseyi kurmamız gereklidir. Ayrıca azınlıklar ve çoğunluklar arasında bir ağ ve işbirliği kurulmasına gerek vardır. Ve sonuç olarak; şimdi 3 dakikam kaldığı ve daha fazla konuşamayacağım için, sonuç olarak, bizi bir araya getirdiği için çok teşekkür ederiz. Ve ayrıca vakıf ve özellikle bizim için rol model ve esin kaynağı olan Türkiye’deki vakıf sektörü atalarına teşekkür etmek isterim. Ayrıca Türkiye’deki çok sayıda vakfı da anmak isterim. Kurumsal vakıf olan Sabancı, Koç, Hulusi Vakfı ve Sultan Mehmet Vakfı, Dünya Vakıflar Konferansı’nı organize edenlere ve Vakıflar Genel Müdürü’ne teşekkürlerimi sunarım. _ 226 _ 62&,$/&$3,7$/&8/785$/+(5,7$*( )81'5$,6,1*7+((;3(5,(1&(2) =(7(0$)281'$7,21,1%$6,/,&$7$ 6287+(51,7$/< $QWRQLR1,&2/(77, =HWHPD)RXQGDWLRQ,7$/< Zétema Foundation is established and operates in the city of Matera, in the Basilicata region, Southern Italy. Its activity is deeply rooted and is strongly intertwined with the recent history of this place. The region is one of the smallest in Italy: it counts less than 600 thousands inhabitants distributed within nearly 10 thousand sq. km. It is the second region in Italy with the lowest level of population density. The population is mostly concentrated in the main towns, with only two cities counting more than 50 thousands inhabitants. Basilicata has always suffered for a strong marginalization within the national context, in part due to its geomorphologic configuration, but also as a result of a long-standing deprivation of the necessary infrastructures, especially of an effective transport network. Regional economy is rapidly changing: the manufacturing sector (automobiles and upholstered furniture being the most important productions) is suffering for the effects of the global crisis and there is an important, growing role played by tertiary sector. Having the biggest oil reserves of continental Europe, the region plays a strategic role for the Italian economy. There is a remarkable stock of cultural and environmental resources (there are 20 hectares per capita of protected areas and natural parks, while the Italian rate is 5,5 ha/p.c.). In the last decades, tourism has increased and nowadays it seems to provide a valid alternative for many people with no occupation due to massive labour shortcuts in manufacturing sector. In this scenario, the city of Matera – 60 thousands inhabitants, the second capital city in the region – is one of the most important tourist attraction (in 2012, there were 118 thousands arrivals and 183 thousands overnight stays). In 1993 it was enlisted in the Unesco World Heritage List, because of its historical centre, named “Sassi”, and for the facing Regional Park of the Rupestrian Churches. Sassi, as the Unesco Commission judged in 1993, are “the most outstanding, intact example of a troglodyte settlement in the Mediterranean region, perfectly adapted to its terrain and ecosystem. The first inhabited zone dates from the Palaeolithic, while later settlements illustrate a number of significant stages in human history” (Unesco, 1993). _ 227 _ Social Capital, Cultural Heritage, Fund Raising: The Experience of Zetema Foundation in Basilicata, Southern Italy Nevertheless, Sassi have not always been perceived in such a valuable way. They are a rock-cut settlement, where most of the dwellings are not built, but carved into stone. During the first half of the XX century, most of the inhabitants of Matera used to live in those caves, suffering dramatic sanitary conditions. Animals (e. g. mules, pigs, etc.) were hosted in the same caves where people lived; in the houses there was no drinkable water, nor sewerage; a high rate of children mortality was due to malnutrition and endemic diseases. Such urban condition was for the first time “denounced” to a worldwide audience by a book whose English translation reached a fast success in western Countries. It was Carlo Levi’s 1945 book “Christ stopped in Eboli”: one of its chapters contained a tough description of Sassi that moved a worldwide sympathetic audience. The book was a powerful way to raise awareness towards an unbelievable condition of backwardness. Italian politicians and public opinion labelled Matera and Sassi as a “national shame” that had to be erased. In the following years, Levi wrote: “in Sassi caves it is hidden the capital of county people, the hidden heart of their most ancient civilization. It is impossible for anyone to see Matera and not be struck by it, its aching beauty is so immediate and moving”. In short time, the Government funded a process of urban regeneration that brought to the complete abandonment of Sassi and to the transfer of the whole Sassi population (at that time, around 15.000 people) to newly built neighbourhoods. The process, in just 15 years, literally transformed the old historic centre into a ghost town, an erased “shame” that had to be forgotten. Figure 1: A view of the historic center of Matera from the Murgia High Plateau. The experience of the Cultural Association “La Scaletta” and Zétema Foundation: from social commitment to institutional activity. _ 228 _ Antonio NICOLETTI During those years, there was nearly no one interested in the future of the historic centre of Matera nor in its past. With the aim of discovering the hidden value of Matera and reacquiring a sense of belonging to their hometown, few people gathered around the newly founded Circolo Culturale La Scaletta, a cultural association born in 1959 with the mission of researching, discovering and promoting culture and cultural heritage in Matera and Basilicata. The incessant work of La Scaletta led to the discovery and registration of more than 150 rock-carved churches in Matera and in the countryside, many of them with very important medieval frescos. The commitment of the young volunteers in the Circolo was also aimed at raising awareness and moving public opinion, letting people understand that Sassi were an extraordinary evidence of history and identity, a resource that had to be discovered, preserved, valorised. Matera, as they say, is a most ancient settlement that tells the story of humankind, from the “black holes of the Paleolithic” up to now. The Association played a crucial role in the development of the contemporary identity of the city of Matera as a place of ancient history and outstanding culture. In a way, they were able to subvert the mainstream cultural approach towards Sassi, building awareness and generating social commitment (Settis, 2012). The efforts of La Scaletta volunteers for the common good and their scientific achievements were rewarded from the Italian Presidency of the Republic with the Gold Medal of “Outstanding Merit for Services to Education, Culture and Art”. Figura 2: The Crypt of the Original Sin, Matera. It was discovered in 1963 by members of La Scaletta Association and it was restored and opened to public visits in 2005 by Zétema Foundation. In cooperation with other institutions, as a result of an innovative project for the development of cultural heritage in Mezzogiorno, la Scaletta took part in the institution of _ 229 _ Social Capital, Cultural Heritage, Fund Raising: The Experience of Zetema Foundation in Basilicata, Southern Italy Zétema Foundation. Zétema, established in 1998, stems from La Scaletta and gives continuity to its more than 50-year-long experience. The mission of the Foundation is to design, support and implement studies, researches and education activities, as well as to design and implement projects, in the field of restoration, preservation, management, valorisation of cultural and environmental heritage and activities. Its work has deep roots in local culture. Zétema works in close partnership with public and private bodies: among others, the Ministry of Culture, national Foundations and research centres, private donors, regional and local administrations, local associations and NGOs. In its managing board there is one representative of the Ministry of Culture, the Mayor of Matera and three representatives of the local private cultural not-for-profit sector. The permanent vice-presidency of the Foundation is given to the president of the Circolo La Scaletta. The Foundation pursues a “theory-in-practice” approach, being its motto “who wants to learn without doing is like one who wants to harvest without sowing”. This phrase, coming from the culture of local traditional peasants, transposes the ancient Latin concept “intelligere et agere”: to understand and to act. In fact, Zétema Foundation concretely supports research that must be translated into projects for the discovery, restoration, preservation and valorisation of local cultural heritage. In so doing, in few years the Foundation has developed and implemented several outstanding cultural projects, designing and deploying an ambitious strategy for the social, cultural and economic development of the eastern part of the Basilicata region. The scenario in which every action has been framed is the programme of the Cultural District of the Rupestrian Habitat of Basilicata: an integrated collaborative project involving public and private institutions, cultural not-for-profit actors, entrepreneurs, citizens. In such a project, the activity of cultural heritage preservation is conceived of as an activity of cultural capital production, generating common resources for sustainable territorial development. So far Zétema, with an incessant activity of fund raising, has invested more than 4 millions of euros for the restoration, preservation and valorisation of run-down and abandoned monuments. Its approach defined a code of practice for the protection of Mediterranean rupestrian heritage and a benchmark for the management of Italian cultural heritage. The results are valuable not simply because the Foundation restored monuments and produced tourist attractions, but mainly because its activity demonstrates how cultural investments can be a way to create new occupation. As the historical sites that have been restored and re-functionalised by the Foundation are among the most interesting tourist attractions of Matera, two cooperatives were formed by formerly young unemployed people in order to keep them open for visitors and to take care of those sites with daily maintenance. Nowadays, Zétema permanently employs two full-time people. Moreover, highly specialised professionals constantly provide support for the design and implementation of new Zétema projects. _ 230 _ Antonio NICOLETTI Social capital and Cultural heritage as key resources to face the crisis Cities have been traditionally theatre and catalysts for change and innovation. Now they are acquiring new centrality in the policies for regional development promoted by the European Union and by the Italian Government. In a scenario of growing uncertainty and economic crisis, more frequently than in the past many medium-size cities need to redefine their identity through integrated urban development policies. In western Countries, this phenomenon characterized famous experiences of urban regeneration of medium and big cities in the Seventies and Eighties like Bilbao. The Basque capital city, after a heavy crisis of manufacturing and chemical industry occurred in the Eighties, decided to transform its urban identity from an industrial to a cultural city, thus shifting its investment policies in support of advanced tertiary and tourism sectors. A number of projects were implemented; above all, the construction of the famous Guggenheim museum, besides many other interventions for the regeneration of the city centre. World famous architects like Frank Gehry and Santiago Calatrava were called to provide their contribution to the regeneration strategy and the whole process accounted for huge financial efforts (cfr. Plaza, 2000). Nowadays, in the Italian context (and in Southern Italy in particular), the approach to urban development strategies must be necessarily different. Under the heavy pressure of the economic crisis, public finances might not be able to support heavy investments in projects and the uncertainty of the market prevents private investors from providing their capitals for large and costly urban regeneration projects. While, in the past, urban transformations were mainly oriented to produce new symbolic landmark buildings as a result of processes that often underestimated costs and overestimated benefits, today there are strong conditioning factors deriving from the changed macro-economic and social context (see Carmona, 1999). Interventions and policies are less targeted to “physical” projects while looking for higher levels of integration with other programming dimensions. In so doing they pursue intangibles objectives more directly related to quality of life, looking for innovative solutions for urban socio-economic development. For the city of Matera and its territory, Zétema Foundation designs a scenario that goes in this wake. Its development strategies are definitely integrated: not merely physical, not only intangible. It builds social capital through cooperation between the public sector, entrepreneurs, banks, not-for-profit sector, also exploring innovative ways to pursue common goals. Such cooperation is constantly operational: Within the managing board of the Foundation, that includes national and local public bodies, local cultural associations and well-known figures in the field of culture; In the projects that the Foundation promotes for the valorisation of regional cultural heritage, as these projects and initiatives gather together, for their implementation, local cultural associations, cooperatives of young people, national leading actors in the field of culture; In the activity of fund raising, as the Foundation received both private resources from _ 231 _ Social Capital, Cultural Heritage, Fund Raising: The Experience of Zetema Foundation in Basilicata, Southern Italy national bank foundations and other donors, and public resources, mainly from the European Union through Structural Funds The Foundation plays a crucial role in the support of the local community to discover and understand how territorial and cultural heritage can be transformed in assets for local sustainable development. Having in mind the importance of translating “knowledge into action” (Friedmann, 1987), the Foundation defined a model of intervention consisting in the following steps: Discovery of abandoned and run-down monuments; Definition of high-quality integrated projects for the restoration and re-functionalization of the monuments; Fund-raising and implementation; Entrustment for the management of the restored monuments through the employment of young entrepreneurial groups Figure 3: A view of MUSMA – Museum of Contemporary Sculpture of Matera. This project realised by Zétema Foundation is the only sculptures-museum in the world that is hosted in caves. Roots behind all these steps are into social cultural activism, which constitute a strong support to all its initiatives. Social capital and trust are crucial in every action that Zétema pursues. In MUSMA (Figure 3), the underground museum of contemporary sculptures owned by Zétema, each piece of the very important collection has been donated to the Foundation by artists, heirs, collectors that have embraced Zétema project. “Casa di Ortega”, the museum of applied arts that Zétema is currently restoring and mounting, will be completed through an innovative fundraising campaign, supported by a national bank for operators of the third sector. _ 232 _ Antonio NICOLETTI The strategy is based on small-scale projects, in which cultural heritage preservation and valorisation are also means to support the growth of the so-called creative class (cfr. Florida, 2003; Landry, 2000; Landry and Hyant, 2012). This happens also through the involvement of young people in educational activities for art and creativity (Figure 4). Figure 4: In Matera, historical heritage and contemporary artworks catalyse attention from both old and young generations. The latters are more and more involved in educational activities for art and creativity. In so doing, the Foundation plays a strong role in shaping the future of the city, also thanks to the tireless action of its president and founder, Raffaello de Ruggieri. The Foundation has an important legitimacy towards the public opinion, given the “demonstrative” effect of its successful projects. The cultural sites that have been recovered by the Foundation are key tourist attractions, in a local tourist offer that is still not adequately organised. Therefore, it plays an action of cultural leadership, pushing forward a clear vision of territorial development, based on the development and exploitation of the cultural capital. It provides constant support to young actors and researchers, also involving them in project development and implementation; it searches new ways of funding its projects, looking for support from outside the region and often exploring new possibilities and sources for funding (e.g. bank Foundations funding competitions or loans from private “volunteers”, guaranteed by a national bank specialized in the support of the third sector). So far, Zétema has traced a path towards sustainable development that can be useful for similar territories, too. As general remarks, some key factors of the positive experience of Zétema Foundation can be summarized as follows: To recognise and to study local existing or potential assets (considering the concept of “local” as a resource, towards a global context in which “diversity” is a strength); _ 233 _ Social Capital, Cultural Heritage, Fund Raising: The Experience of Zetema Foundation in Basilicata, Southern Italy To develop and to implement projects of outstanding quality, using interdisciplinary competences for the preservation and valorisation of cultural assets; To consider local communities both as beneficiaries and as primary actors; To promote cooperation between public institutions and private actors; To set ambitious objectives and to pursue them with a positive, proactive and realistic attitude (“following utopia with the feet on the ground”) The projects that are produced and put into practice are effective means of powerful messages towards different actors in the local and regional public arena. Through them, the Foundation demonstrates the power of quality action for the common goods, in processes of translation of often-complex issues, building and leading opinions, structuring and mobilizing social involvement. The “promise kept” by the active commitment of Zétema Foundation is that culture can create jobs even in “difficult” areas like the Italian Mezzogiorno, producing “new” culture and improving the quality of life. Also as a result of the efforts spent in sharing its vision on the future of Matera and Basilicata, now it is possible to see wide changes in territorial policies. In the last three years the city Administration and – very significantly – all political parties and all regional institutions have embraced a broad territorial development strategy which is centred on culture and creativity. The objective of this strategy is to implement a cultural programme that would possibly let Matera become European Capital of Culture in 2019, out of a very difficult competition against many other Italian cities. Recently, Matera has been short-listed for that role, together with other 5 cities, out of a group of 21 candidates. The final decision of the assessing commission will be taken in the last quarter of 2015. Such a broad convergence on the idea of culture as an asset for change is probably the biggest result of Zétema activities in Basilicata. References Carmon N. (1999), Three generations of urban renewal policies: analysis and policy implications, Geoforum, Volume 30, Issue 2, 145–158 Florida R. (2003), Cities and the creative class, Cities & Community, vol. 2(1) Friedmann J. (1987), Planning in the Public Domain, Princeton University Press Landry C. (2000), The creative city: A toolkit for urban innovators, Earthscan, London Landry C., Hyant J. (2012), The Creative city index. Measuring the pulse of the city, Comedia, Glouchestershire Plaza B. (2000), Evaluating the influence of a large cultural artifact in the attraction of tourism: the Guggenheim Museum Bilbao case, Urban Affairs Review, 36(2), 264-274 Settis S. (2012), Azione popolare. Cittadini per il bene comune, Einaudi, Torino UNESCO World Heritage Committee (1993), report of the Seventeenth Session, Cartagena, Colombia. _ 234 _ SOSYAL SERMAYE, KÜLTÜREL MİRAS VE FON YARATMAK: GÜNEY İTALYA’DAN ZETEMA VAKFI’NIN TECRÜBESİ Antonio NICOLETTI Zetema Vakfı – İTALYA Zétema Vakfı; Güney İtalya’da, Basilicata bölgesinde, Matera şehrinde kurulmuştur ve burada çalışmalarını sürdürmektedir. Etkinliği çok derinlere dayanmaktadır ve bu yerin yakın tarihi ile iç içedir. Bu bölge; İtalya’ daki en küçük bölgelerden bir tanesidir: yaklaşık 10 bin km kare içerisine dağılmış 600 binden daha az kişinin yaşadığı bir yerdir. İtalya’da nüfus yoğunluğu en düşük olan ikinci bölgedir. Nüfus en fazla 50 binden fazla yaşayanın olduğu iki şehri ile birlikte ana kasabalarda yoğunlaşmıştır. Basilicata; kısmen jeomorfolojik konfigürasyonundan dolayı ve ayrıca gerekli alt yapılardan, özellikle de etkili ulaşım ağından uzun süre mahrum bırakılması sonucu ulusal bağlam içerisinde güçlü bir marjinalleşme sonucu her zaman sıkıntı çekmiştir. Bölgesel ekonomi hızlı bir şekilde değişmektedir: imalat sektörü (otomobiller ve en önemli üretimlerinden olan döşeme mobilya); global krizin etkilerinden dolayı sıkıntı çekmektedir ve üçüncü sektörün rolü giderek büyümektedir. Avrupa Kıtası’nda en büyük petrol rezervleri olan bölge İtalya ekonomisi için stratejik bir rol oynamaktadır. Önemli derecede kültürel ve çevre kaynağı birikimi vardır (İtalya oranı 5.5 hektar / kişi başı olurken kişi başına 20 hektar korunan alan ve milli parkdüşmektedir). Son yıllarda turizm artmış ve turizm sektörü bugünlerde imalat sektöründe mevcut kitlesel iş gücü yetersizlikleri sonucu mesleği olmayan kişilere geçerli bir alternatif sunacak gibi görünmektedir. Bu senaryoda, 60 bin kişinin yaşadığı, bölgenin ikinci başkenti olan Matera şehri; turist çeken önemli bölgelerden birisidir (2012 yılında 118 bin kişi vardır ve 183 bin gece konaklama yapıldı). Bu şehir, 1993 yılında ‘Sassi’ isimli tarihi merkezi sayesinde ve buradan Bölgesel Rupestrian Kilisesi Parkına görülmesi sebebiyle Unesco Dünya Miras Listesine alındı. 1993 yılında Unesco Komisyonu’nun da karar verdiği gibi Sassi, kendi toprak yapısına ve eko sistemine ayak uyduran, Akdeniz Bölgesi’ndeki ilkel yaşamın en belirgin el değmemiş örneğidir. İlk yaşam Palaeolitik döneme kadar giderken sonraki yerleşimler insanlık tarihinde çok sayıda önemli aşamaları göstermektedir. ‘’(Unesco, 1993). Ancak yine de Sassi daha önce hiç böyle değerli bir şekilde ele alınmamıştı. Bunlar; yerleşim yerlerinin çoğunun inşa edilmediği ancak kaya içine oyulduğu kaya yerleşimlerdir. XX. yüzyılın ilk yarısında Matera sakinlerinin büyük bir kısmı kötü sıhhi koşullarından dolayı sıkıntı çektikleri bu mağaraların içerisinde yaşıyordu. Hayvanlar da (yani katırlar, domuzlar vb.) insanların yaşadığı aynı mağaralara alınıyordu; evlerin içlerinde içme suyu olmadığı gibi kanalizasyon da yoktu; yetersiz beslenme ve bulaşıcı hastalıklar sonucu yüksek oranda çocuk ölümleri meydana geliyordu. Böyle koşulları olan kentsel bir alan, ilk defa İngilizce tercümesi batı ülkelerde hızla başarı yakalayan bir kitap ile dünya çapında izleyiciye ‘ifşa edildi’. Bu, Carlo Levis’ in 1945 tarihli ‘İsa Bu Köye Uğramadı’ adlı kitabıydı: tün dünyanın sempatisini kazanan kitap bölümü, dokunaklı Sassi tasvirinin olduğu bölümdü. Bu kitap; inanılmaz geri _ 235 _ Sosyal Sermaye, Kültürel Miras ve Fon Yaratmak: Güney İtalya’dan Zetema Vakfı’nın Tecrübesi kalmışlık durumuna karşı farkındalık oluşturmanın etkili bir yoluydu. İtalyan siyaset adamları ve kamuoyu Matera’yı ve Sassi’yi silinmesi gerekli ‘ulusal utanç kaynağı’ olarak yaftaladı. Devam eden yıllarda Levi şöyle yazdı: ‘Sassi mağaralarında köy insanlarının başkenti, gizli antik medeniyeti ruhu saklıdır. Matera’ yı görüp de hayran kalmamak mümkün değil; acı veren güzelliği o kadar doğrudan ve duygulandırıcı ki.’ Kısa süre içerisinde Hükümet; Sassi’nin tamamıyla terk edilmesine ve tüm Sassi halkının (o dönemlerde yaklaşık 15.000 kişi) yeni inşa edilmiş komşu alanlara aktarılmasına yol açacak kentsel dönüşüm sürecine fon sağladı. Bu süreç sadece 15 yıl içerisinde kelimenin tam anlamıyla eski tarihi merkezi hayalet kasabaya döndürdü ve unutulması gereken ‘utancı’ sildi. Kültür Birliği ‘La Scaletta’ ve Zetama Vakfının tecrübesi: Toplumsal bağlılıktan kurumsal etkinliğe O yıllarda tarihi merkez Matera’nın ne geleceği ne de geçmişi ile ilgilenen neredeyse hiç kimse yoktu. Matera’nın gizli değerini keşfetmek ve kendi kasabalarına ait olma hissini yeniden edinmek için birkaç kişi; Matera’da ve Basilicata’da kültürü ve kültürel mirası araştırma, keşfetme ve geliştirme misyonu ile 1959 yılında doğan yeni kurulmuş kültürel birlik olan Circolo Culturale La Scaletta’nın etrafında birleşti. La Scaletta’nın sürekli çalışması; Matera’da ve kırsal kesimlerde pek çoğunda çok önemli ortaçağ fresklerinin olduğu 150’den fazla kayaya oyulmuş kilisenin keşfedilmesine ve tescil edilmesine yol açtı. Circolo bünyesinde yer alan genç gönüllülerin bağlılığının da amacı, farkındalık yaratmak ve kamuoyunu harekete geçirmek, insanların Sassi’nin olağan üstü tarih ve kimlik kanıtı olduğunu, keşfedilmesi, korunması, değerlendirilmesi gereken bir kaynak olduğunu anlamalarına olanak tanımaktır. Onların dediğine göre Matera; ‘Paleolitik Dönemin siyah deliklerinden’ günümüze kadar insanlığın geçmişini anlatan en antik yerleşim yeridir. Birlik; Matera şehrinin antik yer ve seçkin kültür merkezi sıfatıyla çağdaş kimliğinin geliştirilmesinde önemli rol oynadı. Bir şekilde farkındalık oluşturarak ve sosyal bağlılık göstererek Sassi’ye karşı gösterilen genel kültürel yaklaşımı kırabildiler (Settis, 2012). La Scaletta toplumun iyiliği için gönüllü çalışmalar yaptı ve başarıları; İtalya Cumhurbaşkanlığının takdim ettiği ‘Eğitime, Kültüre ve Sanata Yaptıkları Eşsiz Hizmetler’ Altın Madalyası ile ödüllendirildi. Mezzogiorno’da kültürel mirasın geliştirilmesine yönelik yenilikçi projenin sonucu olarak diğer kurumlarla yapılan işbirliğinde la Scaletta; Zetema Vakfı kurumunda yer aldı. 1998 yılında kurulan Zetema’nın kökleri La Scaletta’ya dayanır ve 50 yıldan fazla uzun süren deneyime devamlılık katar. Vakfın amacı; restorasyon, koruma, yönetim, kültürel ve çevre mirası gibi alanların ve bunların etkinliklerinin değerlendirilmesi ile ilgili projeler tasarlamanın ve uygulamanın yanı sıra araştırma, çalışma ve eğitim etkinlikleri tasarlamak, desteklemek ve uygulamaktır. Çalışmalarının kökleri esas olarak lokal kültürle ilgilidir. Zetema; kamu ve özel organlarla yakın ortaklılıklar kurarak çalışır: diğerlerinin yanı sıra Kültür Bakanlığı, milli vakıflar ve araştırma merkezleri, özel bağış yapanlar, bölgesel ve yerel idareler, yerel birlikler ve STK’lar. _ 236 _ Antonio NICOLETTI Yönetim kurulunda bir Kültür Bakanlığı temsilcisi, Matera Belediye Başkanı ve kar amacı gütmeyen yerel özel kültürel sektörden üç temsilci vardır. Vakfın daimi başkan yardımcılığı; Circula La Scaletta başkanına verilmiştir. Vakıf; ‘uygulamada kuram’ yaklaşımını takip eder ve ‘eyleme geçmeden öğrenmek isteyen bir kişi ekim yapmadan hasat almaya çalışan kişi gibidir’ sloganı ile hareket ederler. Yerel geleneksel köylü kültüründen gelen bu ifade; anlamak ve eyleme geçmek anlamına gelen antik Latin kavramı “intelligere et agere”den yararlanmaktadır. Aslında Zetema Vakfı somut olarak yerel kültürel mirasın keşfedilmesi, restorasyonu, korunması ve değerlenmesi için proje haline dönüştürülmesi gereken araştırmaları desteklemektedir. Bu şekilde hareket ederek birkaç yıl içerisinde Vakıf; Basilicata bölgesinin doğu kısmının sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmesine yönelik belirsiz bir strateji tasarlayan ve konuşlandıran çok sayıda dikkat çeken kültür projesi geliştirmiş ve uygulamıştır. Her bir eylemin kameraya alındığı bu senaryo; Basilicata’nın Kültürel Rupestral (Kayalarda Yaşayan) Halk Bölgesi programıdır: kamu ve özel kurumları, kar amacı gütmeyen kültürel aktörleri, girişimcileri, vatandaşları içeren işbirliğine dayalı entegre projedir bu. Böyle bir projede kültürel mirasın korunması etkinliği; sürdürülebilir bölgesel kalkınma için ortak kaynaklar oluşturma, kültürel sermaye üretme etkinliği olarak algılanabilir. Şu güne kadar fon yaratmak için çok sayıda etkinlik yapan Zetema; kullanılmayan ve terk edilen anıtların restore edilmesi, korunması ve değerlenmesi için 4 milyon avrodan fazla yatırım yapmıştır. Yaklaşımı; Akdeniz’de kayalarda yaşayan mirasın korunmasına yönelik meslek kurallarını ve İtalya kültürel mirasın yönetilmesi için temel ölçütü tanımlamıştır. Elde edilen sonuçlar, sadece Vakfın anıtları restore edip turist çekmesinden dolayı değil; asıl etkinliklerinin kültürel yatırımların yeni istihdam alanı yatırmadan nasıl kullanılabileceğini göstermesi açısından değerlidir. Vakıf tarafında restore edilen ve yeniden işlevsel hale getirilen tarihi alanlar; Matera’nın en ilgi çekici turistik yerleri arasında olmasından dolayı bunların ziyaretçilere açık olmasını sağlamak ve günlük bakımlarını yapmak için eskiden işsiz olan gençler iki kooperatif kurdu. Bu günlerde Zetema iki kişiyi tam zamanlı istihdam etmektedir. Ayrıca yüksek uzmanlıkları olan profesyoneller de yeni Zetema projelerinin tasarlanması ve uygulanması için sürekli destek vermektedir. Krizle yüzleşecek anahtar kaynaklar olarak toplumsal sermaye ve kültürel miras Şehirler geleneksel olarak yenilik ve değişim için tiyatro ve katalizörler olmuştur. Artık Avrupa Birliğinin ve İtalya Hükümetinin geliştirdiği bölgesel kalkınmaya yönelik politikalarla merkez konuma gelmektedirler. Giderek artan belirsizlik ve ekonomik kriz senaryosunda geçmişten daha sık bir şekilde entegre kentsel kalkınma politikaları ile çok sayıda orta ölçekli şehirlerin kimliklerini yeniden belirlemesi gereklidir. Batı ülkelerinde bu kavram özellikleri arasında Bilbao gibi yetmişlerde ve seksenlerden orta ölçekli ve büyük şehirlerde gerçekleşen ünlü kentsel dönüşüm tecrübeleri vardır. Bask’ın başkenti; seksenlerde görülen ağır imalat ve kimyasal sanayisi krizinden sonra kentsel kimliğini sanayiden kültür şehri kimliğine dönüştürmeye karar verdi ve böylece yatırım politikalarını ileri üçüncü dereceye ve turizm _ 237 _ Sosyal Sermaye, Kültürel Miras ve Fon Yaratmak: Güney İtalya’dan Zetema Vakfı’nın Tecrübesi sektörlerine yönlendirdi. Çok sayıda proje uygulandı; her şeyden önemlisi, şehir merkezinin dönüştürülmesi için yapılan pek çok diğer müdahalenin yanı sıra ünlü Guggenheim müzesi inşa edildi. Frank Gehry ve Santiago Calatraca gibi dünya çapında ünlü mimarlar; yeniden yapılandırma stratejisine katkıda bulunmak için davet edildi ve tüm sürece büyük finansman katkıları yapıldı (cfr. Plaza, 2000). Bugünlerde İtalya bağlamında (ve özellikle Güney İtalya bağlamında) kentsel kalkınma stratejilerine yaklaşımın farklı olması gereklidir. Ağır ekonomik kriz baskısı altında kamu finansmanları projelere yapılacak ağır yatırımları destekleyemeyebilir ve piyasanın belirsiz olması özel yatırımcıların sermayelerini büyük ve maliyetli kentsel dönüşüm projelerine yatırmalarını önleyebilir. Geçmişte kentsel dönüşümler esas olarak az değer biçilmiş maliyetleri ve tahmin edilenden fazla yararları olan süreçler sonucunda yeni sembolik binaları oluşturma eğiliminde olurken günümüzde değişen makro-ekonomik ve toplumsal bağlamdan kaynaklanan güçlü iyileştirici faktörler söz konusudur (bknz. Carmona, 1999). Müdahaleler ve politikalar artık ‘fiziksel’ projeleri daha az hedeflemekte ve diğer programlama boyutları ile daha yüksek seviyelerde entegre olmaya çalışmaktadırlar. Bu şekilde yaparak, yaşam kalitesi ile daha doğrudan ilişkisi olan maddi olmayan hedeflerin peşinde koşarlar ve kentsel sosyoekonomik kalkınma için yenilikçi çözümler ararlar. Matera şehri ve bölgesi için Zetema Vakfı; bu uyanışla birlikte yürütülecek bir senaryo hazırlamaktadır. Kalkınma stratejileri tamamıyla entegre olmuştur: sadece fiziksel olmadığı gibi sadece manevide değildir. Kamu sektörü, girişimciler, bankalar, kar amacı gütmeyen sektör ile işbirliği kurarak ve aynı zamanda ortak hedeflerin peşinden koşmak için yenilikçi yollar arayarak toplumsal sermayeyi inşa eder. Böyle bir işbirliği: - İçerisinde milli ve yerel kamu organlarının, yerel kültürel birliklerinin ve kültür alanında tanınan isimlerin yer aldığı vakfın yönetim kurulu; - Uygulanabilmesi için yerel kültür birliklerini, genç insanlar birliklerini, kültür alanında ulusal çapta lider aktörleri bir araya getirdiğinden dolayı vakıf tarafından bölgesel kültür mirasının değerlendirilmesini arttıran projeler; - Vakıf başta Yapısal Fonlar aracılığı ile Avrupa Birliğinden olmak üzere milli banka kuruluşlarından ve diğer bağış yapan kişilerden ve kamu kaynaklarından ve özel kaynaklardan sağladığı fon yaratma etkinliği açısından sürekli işleyecektir. Vakıf; yerel sürdürülebilir kalkınma için bölgesel ve kültüre mirasın nasıl varlığa dönüştürülebildiğini keşfetmeleri ve anlayabilmeleri konusunda yerel halkın desteklenmesinde önemli bir rol oynamıştır. ‘Bilginim eyleme’ dönüştürülmesinin önemini hiç unutmayan (Friedmann, 1987) Vakıf aşağıdaki adımlardan meydana gelen müdahale modelini tanımladı: - Terk edilmiş ve kötüleşmiş anıtların keşfedilmesi; - Anıtların restore edilmesi ve tekrar işlevsel hale getirilmesi için yüksek kaliteli entegre projelerin tanımlanması; - Fon yaratma ve uygulama; - Genç girişimci grupların istihdam edilmesi yoluyla restore edilmiş anıtların yönetilmesinin sağlanması. _ 238 _ Antonio NICOLETTI Bu adımların arkasındaki tüm kökler; tüm girişimcilere güçlü kaynak oluşturan toplumsal kültürel aktivizme uzanır. Toplumsal sermaye ve güven; Zetama’nın takip ettiği her eylemde önemlidir. Zetema’nın sahip olduğu yer altı çağdaş heykeltıraş müzesi olan MUSMA’da (Şekil 3) sergilenen çok önemli koleksiyonun her bir parçası; artistler, onların halefleri, Zetama projesini kucaklayan kolektörler tarafından Vakfa bağışlanmıştır. Zetema’nın şu anda restore ettiği ve kurmakta olduğu uygulamalı sanatlar müzesi olan ‘Casa di Ortega’; üçüncü sektör operatörleri için ulusal banka tarafından desteklenen yeni fon yaratma kampanyası ile tamamlanacaktır. Bu strateji; kültürel mirasın korunmasının ve değerlendirilmesinin yaratıcı sınıf adı verilen sınıfın büyümesine destek sağladığı küçük ölçekli projelere dayanmaktadır (bknz. Florida, 2003; Landry, 2000; Landry ve Hyant, 2012). Bu strateji genç kişilerin sanat ve yaratıcılık ile ilgili eğitim etkinlikleri alanına dahil olması ile gerçekleşir. Bu şekilde hareket eden Vakıf; başkan ve kurucu Rafaello de Ruggieri’nin de bitmek bilmeyen eylemleri sayesinde şehrin geleceğinin şekillenmesinde büyük rol oynamaktadır. Vakfın, başarılı projelerinin ‘gösterici’ etkisi de göz önüne alındığında kamuoyundan onay gördüğü anlaşılır. Vakıf tarafından iyileştirilen kültürel alanlar; turistleri çeken çok önemli merkezler haline gelmiştir. Ancak yerel turizm açısından henüz yeteri kadar organize edilmemiştir. Bundan dolayı, kültürel sermayenin geliştirilmesine ve kullanılmasına dayanan bölge kalkınması ile ilgili net bir vizyon elde etmeye çalışarak kültür liderliğinde önemli rol oynamaktadır. Genç aktörlere ve araştırmacılara sürekli destek sağlar ve ayrıca onları projenin geliştirilmesi ve uygulanması aşamalarına dahil eder; bölge dışından destek arayarak ve fon yaratma için yeni olasılıkları ve kaynakları araştırarak (örneğin banka. Vakıflar; üçüncü sektör desteği alanında uzmanlaşmış ulusal bankanın garanti ettiği, özel ‘gönüllülerden’ krediler alır veya yarışmalara fon sağlar) projeler için yeni kaynak yaratma yolları bulmaya çalışır. Şu ana kadar Zetema; benzer bölgeler için de yararlı olabilecek sürdürülebilir kalkınmaya giden yolu takip etti. Genel görüş olarak Zetema Vakfının olumlu deneyiminin bazı anahtar faktörleri şu şekilde özetlenebilir: - Lokal mevcut veya potansiyel varlıkları fark etmek ve araştırmak (‘Çeşitliliğin’ güçlendirildiği global bağlam içerisinde ‘yerel’ kavramını kaynak olarak düşünerek); - Kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi için disiplinler arası yeterlilikleri kullanarak dikkat çekici kaliteli projeler geliştirmek ve uygulamak; - Yerel toplulukların hem yararlanıcı hem de birincil aktörler olduğunu düşünmek; - Kamu kurumları ve özel aktörler arasında işbirliğini geliştirmek; - İstekli hedefler oluşturmak ve olumlu, geleceğe dönük ve gerçekçi tavırla bu hedefleri yakamaya çalışmak (‘ayakları yere basarak ütopyayı takip etmek’) Üretilen ve uygulamaya konulan projeler; yerel ve bölgesel kamu alanında farklı aktörlere yönelik güçlü mesaj vermenin etkili yollarındandır. Bunlar aracılığı ile Vakıf; sıklıkla karmaşık konuları dönüştürme süreçlerinde fikirler oluşturma ve yönlendirme, toplumsal katılımı yapılandırma ve harekete geçirme gibi ortak hedeflere ulaşmada kaliteli eylemin gücünün önemini kanıtlamaktadır. _ 239 _ Sosyal Sermaye, Kültürel Miras ve Fon Yaratmak: Güney İtalya’dan Zetema Vakfı’nın Tecrübesi Zetema Vakfının aktif bağlılığı ile ‘tutulan söz’; kültürün yeni ‘kültür’ yaratarak ve yaşam kalitesini geliştirerek İtalyan Mezzogiorno gibi zor alanlarda bile istihdam yaratabileceği ile ilgilidir. Ayrıca Matera ve Basilicata ile ilgili gelecek vizyonunu paylaşmak için gösterilen çabaların sonunda artık bölgesel politikalarda meydana gelen büyük değişmeleri görmek mümkündür. Son üç yılda şehir idaresi ve – çok önemli – tüm siyasi partiler ve bölgesel kurumlar; kültürü ve yaratıcılığı merkeze alan geniş bölgesel kalkınma stratejisine kucak açtı. Bu strateji; Matera’nın pek çok diğer İtalya şehirlerine karşı zorlu rekabetinden sonra, 2019 yılı Avrupa Kültür Başkenti olmasını sağlayacak kültür programını uygulamayı hedeflemektedir. Son dönemlerde Matera; 21 aday içerisinden diğer 5 şehirle birlikte bu rol için finale kaldı. Değerlendirme komisyonu nihai kararının 2015 yılının son çeyreğinde verecektir. Değişim için bir varlık olarak kültür fikrinin bu şekilde çakışması belki de Zetema etkinliklerinin Basilicata’da ortaya çıkardığı en büyük sonuçtur. _ 240 _ 1(:3(563(&7,9(6)25 )281'$7,216(8523($181,21 $1'62&,$/,1129$7,21 5DIIDHOH9,78//,0DWHUDKXE,7$/< 3DROR0217(085524XDOLW\3URJUDP,7$/< Social Innovation “Social innovation refers to new strategies, concepts, ideas and organizations that meet social needs of all kinds — from working conditions and education to community development and health — that extend and strengthen civil society.” Why is social innovation so important? Social Innovation is a key topic for the European debate of these years. Strictly related to the economic crisis, it has become relevant for these reasons: - To find new and alternative solutions for social problems - To build sustainable community projects, new businesses, new jobs, new culture - To help people in being happier - To improve our communities’ lifestyle Social innovation is also important to change human attitudes. Human personality is a perfect machine for survival. It developed in millions of years to safeguard the continuity of species through attack and defense. Men who are slave to their instinct: x consider the outside world as a threat for their survival; x act in a selfish way; x collect resources for personal interest and do not think to the planet or worse to their own future. Thanks to Social Innovation, today men are becoming aware of the need to think differently, putting themselves in relationship with the others. They have to stimulate creativity and control their ego to have a better life in terms of individual, community, future generations and entire world. How to do social innovation? Helping people and communities to use their capabilities and creativity to improve the consideration of personal and social problems and solve them with shared, sustainable, repeatable, methods and projects. That is the value of social innovation. _ 241 _ New Perspectives for Foundations - European Union and Social Innovation Who can stimulate social innovation and changes? We believe there are currently in Europe “Intermediary organizations”, public and private entities, with a philanthropic mission, able to sustain culture and society and promote innovation through the application of new values, social and economic, to everyday challenges of a community. Two examples from Italy Fondazione con il Sud: it is a non-profit corporation, born in November 2006. The foundation is funded by nearly 80 Italian bank foundations and the “Forum del Terzo Settore”, body which includes approximately 90,000 Italian entities committed in voluntarism and social enterprises. Mission - Exemplary projects based on the creation of partnership between voluntary organizations and public bodies, universities, private professionals and social parties, in precise areas of interest: - education of young people, most of all linked to culture of legality and the civil conviviality; - generation of A-level human capital; t - care and valorization of common goods, through national voluntary networks; t - development, qualification and innovation of health and social services; - cultural mediation and immigration policies (welcome and integration) Fondazione con il Sud supported more than 430 initiatives, implicating in project partnerships more than 5,500 entities and dispensing totally more than 96 million €, through calls open to voluntary organizations, universities, public bodies and enterprises. Key words: Social innovation, Community building, Common goods Fondazione Accenture: Is a non-profit organization promoted by important Italian businesses and foundations It’s activities consist in: 1. studies and researches in technological and social innovation 2. actions aimed at supporting the increase and development of businesses and communities in Italy In March 2010 Accenture created ideaTRE60, an online platform to select and put into effect the best social innovation ideas: - young talents, researchers, organizations and businesses - meet in ideaTRE60 to activate collective intelligence and give life to innovative ideas committed to common progress, which are converted into concrete projects through the instrument “call for ideas” Key words: New models of development, Education of young people, Cultural heritage EU and Social Innovation The European Union is currently proposing several opportunities, through its programs, _ 242 _ Raffaele VITULLI - Paolo MONTEMURRO to promote, in several fields, social innovation. The 2020 strategy has a clear goal which is promoting a more sustainable, smart and equal society all over the continent. From our point of view, Muslim foundations are the perfect intermediary organization to promote social innovation through European programs and cooperation. They have all features and capabilities to stimulate local communities and to promote an enlargement of the local vision to wider perspectives. Horizon 2020: the EU vision Research and Development for Societal Challenges Inclusive innovative and secure society Reinforce socio-political and cultural inclusion through research on European identity and cultural interaction. This richness should be used to favor innovation in society through the tools of technology and tradition. Creative Europe New Culture Program Support program for Europe’s cultural and creative sectors Promote cultural and linguistic diversity through funding for: x artist x cultural professional x cultural heritage management x artistic residence x film industry x media x book Erasmus + The new EU program for education, training, youth & sport A new single program to assist Europe to realize inclusive smart & sustainable growth through lifelong learning and mobility. IPA 2 Funds for Countries in the pre-accession phase Preparation for Community’s cohesion policy as well as agriculture and rural development policy It will support a single operational program addressing three major areas of intervention: employment, education and training as well as social inclusion A proposal from materahub: _ 243 _ New Perspectives for Foundations - European Union and Social Innovation Creative Land Europe A network of European culture and creative centers to activate process of co-creation and cultural coproduction We invite citizens to create CLHUB, communities born to share projects focused on primary needs: t - innovative solution for old & new community problems t - valorization of common goods & resources t - participation to social & policy project t - development of new business ideas, cultural & artistic productions Experts, creative, artists, can sustain CLHUB working as facilitators _ 244 _ VAKIFLAR İÇİN YENİ BAKIŞ AÇILARI - AVRUPA BİRLİĞİ VE TOPLUMSAL YENİLENME Raffaele VITULLI - Materahub – İTALYA Paolo MONTEMURRO - Quality Program – İTALYA Toplumsal Yenilik “Toplumsal yenilik; çalışma koşullarından ve eğitimden toplumun geliştirilmesine – sağlığına kadar sivil toplumu genişleten ve güçlendiren her türlü sosyal ihtiyaçları karşılayan yeni stratejileri, kavramları, fikirleri ve kuruluşları ifade eder.’’ Sosyal yenilik neden bu kadar önemlidir? Sosyal yenilik; bu yılların Avrupa tartışmasında anahtar konudur. Ekonomik krizle yakından ilişkisi olan bu kavram şu nedenlerden dolayı önemlidir: - Toplumsal problemler için yeni ve alternatif çözümler bulmak, - Sürdürülebilir toplumsal projeler, yeni iş yerleri, yeni meslekler, yeni kültür oluşturmak, - İnsanların daha mutlu olmalarına yardımcı olmak, - Toplumlarımızın yaşam şeklini geliştirmek. Toplumsal yenilik; insan tavırlarını değiştirme açısından da önemlidir. İnsan kişiliği; hayatta kalmak için mükemmel bir makinedir. Saldırı ve s.a.v.unma yardımıyla türlerin devamlılığını güvence altına almak için milyonlarca yıl boyunca gelişmiştir. Kendi içgüdülerinin esiri olanlar: x Dış dünyayı kendi yaşamları için bir tehdit olarak görürler; x Bencil bir şekilde hareket ederler; x Kişisel çıkarlar için kaynak toplarlar ve gezegenlerinin veya geleceğinin daha kötüye gideceğini düşünmezler. Sosyal Yenilik sayesinde bugün insanlar; farklı düşünmek, başkaları ile ilişki kurmak zorunda olduklarının farkına varmaktadırlar. Yaratıcılığı tetiklemek ve bireysel, toplum, gelecek nesiller ve tüm dünya açısından daha iyi bir yaşam için egolarını kontrol altında tutmak zorundadırlar. Sosyal yenilik nasıl yapılır? İnsanlara ve toplumlara; kişisel ve sosyal problemleri konusunu geliştirmek için kapasitelerini ve yaratıcılığını kullanma ve onlarla paylaşılan, sürdürülebilir, tekrar edilebilir yöntem ve projeler geliştirmeleri konusunda yardımcı olarak yapılır. İşte bu sosyal yeniliğin değeridir. Kimler sosyal yeniliği ve değişiklikleri tetikleyebilir? Şu anda Avrupa’da bulunan hayırsever bir misyonu olan kamu ve özel kuruluşlardan meydana gelen ‘aracı kuruluşların’ yeni sosyal ve ekonomik değerler bileşkesinin günlük zorluklara uygulanması aracılığı ile yeniliği tetikleyebileceği; kültürü ve toplumu sürdürebileceğine inanıyoruz. İtalya’dan iki örnek Fondazione con il Sud: 2006 yılı Kasım ayında doğan kar amacı gütmeyen kurumdur. Bu vakıf fonları hemen hemen 80 İtalyan banka vakfı ve kendisini gönüllü olmaya ve sosyal girişimlere adamış yaklaşık 90,000 İtalyan birimini içeren “Forum del Terzo Settore” organı sağlamaktadır. _ 245 _ Vakıflar için Yeni Bakış Açıları - Avrupa Birliği ve Toplumsal Yenilenme Misyon – Tam olarak ilgili alanlarında gönüllü kuruluşlar ve kamu organları, üniversiteler, özel profesyoneller ve sosyal taraflar arasındaki ortaklık oluşturulmasına dayalı olacak örnek projeler. - Çoğu meşruluk ve sivil eğlence kültürü ile birbirine bağlı genç kişilerin eğitilmesi; - A seviyesindeki insan sermayesinin oluşturulması; - Ulusal gönüllü ağlar üzerinden ortak malların bakımı ve değerlemesinin yapılması; - Sağlık ve toplumsal hizmetlerin geliştirilmesi, yeterliliğinin sağlanması ve yenilenmesi; - Kültürel meditasyon ve göçmenlik politikaları (kucak açma ve entegrasyon). Fondazione con il Sud; 5,500’den fazla kuruluş ile proje ortaklığı anlamına gelen 430’dan fazla teşviki destekledi ve gönüllü kuruluşlara, üniversitelere, kamu organlarına ve girişimlerine açık çağrılar aracılığı ile 90 milyon €’ dan fazla fon sağladı. Anahtar kelimeler: Toplumsal yenilik, Toplumun inşa edilmesi, Ortak mallar Fondazione Accenture: Önemli İtalya iş yerlerinin ve kurumlarının desteklediği kar amacı gütmeyen kuruluştur. Etkinlikleri şunları içerir: 1. Teknolojik ve sosyal yenileşmedeki çalışmalar ve araştırmalar, 2. İtalya’da iş yerlerinin ve toplulukların arttırılmasını ve geliştirilmesini destekleyen eylemler. 2010 yılı Mart ayında Accenture; en iyi sosyal yenilik fikirlerini seçmek ve uygulamaya sokmak için bir online platform olan ideaTRE60’ı kurdu. - genç yetenekler, araştırmacılar, kuruluşlar ve işyerleri kolektif istihbaratı etkinleştirme ve ‘fikirler için davetiye’ aracılığı ile somut projelere dönüştürülen ortak gelişmeye adanan yenilikçi fikirlere hayat vermek için ideaTRE60’ da buluşmaktadır. Anahtar Kelimeler: Yeni kalkınma modelleri, Genç insanların eğitimi, kültürel miras AB ve Toplumsal Yenilik Avrupa Birliği şu anda çeşitli alanlarda sosyal yeniliği geliştirme amacıyla programları aracılığı ile çeşitli fırsatlar sunmaktadır. 2020 stratejisinin tüm kıta üzerinde daha sürdürülebilir, akıllı ve eşit toplumu geliştirecek açık bir hedefi vardır. Bizim bakış açımızdan bakıldığında Müslüman vakıflar; Avrupa programları ve işbirliği aracılığı ile sosyal yenileşmeyi güçlendirecek mükemmel aracı kuruluşlardır. Bunların hepsinin yerel toplumları uyandıracak ve yerel bakış açısının daha geniş bakış açılara uzanmasını sağlayacak özellikleri ve yetenekleri vardır. Horizon 2020: AB vizyonu Toplumsal Zorluklar için Araştırma ve Geliştirme Katılımcı yenilik ve güvenlik toplumu Avrupa kimliği ve kültürel etkileşim ile araştırma yaparak sosyo-politik ve kültürel katılımı güçlendirmektedir. Bu zenginlik; teknoloji ve gelenek araçları ile toplumda yeniliğin lehine kullanılmalıdır. _ 246 _ Raffaele VITULLI - Paolo MONTEMURRO Yaratıcı Avrupa Yeni Kültür Programı Avrupa’nın kültürel ve yaratıcı sektörleri için destek programı. Şunlar için fon sağlayarak kültürel ve dilsel çeşitliliği arttırır: x sanatçı x kültür meslekleri x kültürel miras yönetimi x sanat rezidansı x film sanayisi x medya x kitap Erasmus + Eğitim, öğretim, gençlik & spor için yeni AB programı Yaşam boyu öğrenme ve hareketlilik ile katılımcı akıllı & sürdürülebilir büyümeyi gerçekleştirmek için Avrupa’ya yardımı olan yeni tek program IPA 2 Katılım öncesi aşamada ülkeler için fonlar Topluluğun tarımsal ve kırsal kalkınma politikasının yanı sıra birleşme politikasına yönelik hazırlık Üç büyük müdahale alanını ele alan tek işletimsel programı destekleyecektir: sosyal katılımın yanı sıra istihdam, eğitim ve öğretim Materahub’tan bir öneri: Creative Land Europe (Yaratıcı Vatan Avrupa) Birlikte yaratma ve kültürel birlikteliği süresini etkinleştirecek Avrupa kültürü ve yaratıcı merkezler ağı. Vatandaşları ana ihtiyaçlara odaklanan projeleri paylaşmak için doğan CHLIB, yani topluluklar oluşturmaya davet ediyoruz: - Eski & yeni toplum problemlerine yönelik yenilikçi çözüm - Ortak malların & kaynakların değerlemesinin yapılması - Sosyal & politika projesine katılım - Yeni iş fikirlerinin, kültürel & sanat eseri üretimlerin geliştirilmesi Uzmanlar, yaratıcılar ve sanatçılar; kolaylaştırıcılar olarak CLHUB’un çalışmalarını idame ettirebilirler. _ 247 _ _ 248 _ 9DNÜIODUÜQYH9DNÜI %HQ]HUL°UJÖWOHULQ ¶ONH(NRQRPLVLQH (WNLOHULYH.DWNÜODUÜ 2WXUXP 2WXUXP%DüNDQ× 3URI'U+VH\LQ+$7(0ú .DW×O×PF×ODU 3URI'U1HFGHW6$ø/$0 'U5HD]XO.$5,0 $EGXOODK(.ú1&ú +XVDLQ%(1<281,6 _ 249 _ _ 250 _ 9$.,)/$5'$)ñ1$16$/5$325/$0$ 9(+(6$39(5ñ/(%ñ/ñ5/ñ. 3URI'U1HFGHW6$ï/$0 $QDGROX¶QLYHUVLWHVL7¶5.ñ<( 1. Giriş Türkiye’de gönüllü kuruluşlar arasında en önemlileri vakıflardır. Toplumun maddî ve manevî ihtiyaçlarının karşılanmasında en büyük görevi üstlenen vakıfların, ne zaman ortaya çıktığı konusunda, çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Bir kısım araştırmacılar vakfın İslamiyet’ten önce de var olduğu fikrini s.a.v.unarak Sümerlere, Eski Türklere, Roma ve Bizans İmparatorluğuna kadar dayandırmaktadır. Vakıf bir mal – varlık – topluluğudur. Toplum ve kamu kaynağı kullanan vakıfların gelir ve giderleri ile varlıklarının muhasebeleştirilmesi ve raporlanması önemli bir konudur. Vakfın finansal işlemlerinin devlete, vakfedenlere ve ilgili taraflarla paylaşılması son derece önemlidir. Bu nedenle vakıflarda hesap verilebilirlik önemlidir. Eğer vakıflar hesap verilebilir ise, ülkede sosyal kaynak yaratma artmakta vakıflar toplum yararına işler yapmaya devam edebilmektedirler. Bu çalışmada geçmişten günümüze vakıflarda finansal raporlama ve hesap verilebilirlik üzerinde durulacaktır. 2. Finansal Raporlama Finansal raporlama; vakfın mali karakterli işlemleri kaydederek ilgili taraf ve paydaşlara (içeri ve dışarı) raporlayan bir muhasebe bilgi sistemidir. Bu sistemde vakfın gelirleri, giderleri, varlıkları ve kaynakları detaylı bir şekilde izlenir. Ayrıca sayılan bu kalemlerdeki değişiklikler de izlenir. Vakıflardaki parayla ifade edilebilen (finansal) her türlü işlem, olay muhasebenin konusuna girer. Bu finansal işlem ve olaylar, vakfın varlık ve kaynaklarında değişme yaratırlar. Muhasebe de bu değişimleri günlük olarak takip eder, benzer işlem ve olayları gruplandırır, bilgiyi herkesin anlayabileceği şekilde kullanabilmek için özetleyip belli dönemlerde kullanıcılara özetlenmiş halini sunar. Muhasebe, ayrıca vakıf hakkında finansal tablolarda özetlenmiş bilgilerden yararlanarak gelecek hakkında tahminlerde bulunur ve vakıf hakkında genel olarak yorumlar yapar. Muhasebenin kapsamına giren olaylarda şu iki şart birlikte olmalıdır: _ 251 _ Vakıflarda Finansal Raporlama ve Hesap Verilebilirlik x Vakıf ile ilgili bir olay olmalıdır. x Para ile ölçülebilir olmalıdır. Mali nitelikli (ekonomik değeri olan parasal olay) bir olay olmalıdır. Muhasebe vakıf ile ilgili mali olaylarla şu dört süreçte ilgilenir: 1) Tespit EderĺBelge SistemiĺBağış makbuzu ve gider belgeler ile; a) Ekonomik olaylar dinamik yapılı, muhasebe kayıt süreci ise statik yapılıdır. Bu iki yapı belge düzeni ile uyumlu duruma getirilir. b) Bir belgede en az 5 unsur olmalıdır: Bunlar; yer bildirimi, zaman bildirimi, kişi/kurum bildirimi, konu bildirimi ve finansal boyut bildirimidir. 2) Tasnif Eder ĺ Hesap Sistemi ĺ Hesap Planı ile mali olayların farklı nitelikte olması bunların farklı kümelerde biriktirilmesini gerektirir. Bu kümelere hesap denir. 3) Kayıt Eder ĺ Defter Sistemi ĺ Defter kayıtları ile kaydedilir. 4) Rapor Eder ĺ Raporlama Sistemi ĺ Mali (Finansal) Tablolar x Bilanço x Gelir Tablosu x Diğer Mali Tablolar 5) Yorum Yapar ĺ Muhasebe Bilgi Sistemi Bilgi kullanıcılarının amaçlarına uygun raporlar üretir ve yorumlar. Muhasebenin ürettiği mali bilgiler, vakıf ile ilgili kişi ve kurumlara, vakıf hakkında yapacakları değerlendirmeler için sunulur ve ne anlama geldikleri açıklanır. Muhasebenin üretmiş olduğu bilgiye şu kişi/kurumlar ihtiyaç duyabilir: x x x x x x x Vakfedenler Mütevelli ve Yöneticiler Bağışçılar Fon sağlayanlar, banka ve kredi kurumları Devlet ve Denetçiler Kamuoyu Diğer Vakıf kurucuları, mütevelli ve yöneticilere ve vakıf ilgililerine doğru mali bilgiler aktarması gerekir. Vakıflar belirli amaçları gerçekleştirmek için kurulurlar ve çalışırlar. Bu amaçlardan en vazgeçilmez olanları, kuruluş amacını gerçekleştirmek, süreklilik ve topluma hizmettir. Vakıf amaçları etkin ve verimli gerçekleştirmek, özel olarak ise sürekliliği sağlamak için, akılcılığın ve bilimselliğin gereği olarak; x Faaliyetlerin önceden planlanması, _ 252 _ Prof. Dr. Necdet SAĞLAM x Mümkün olduğunca plan doğrultusunda hareket edilmesi ve gerçekleşen faaliyetlerin sürekli izlenmesi x Sonuçların kontrol edilmesi gerekir. Muhasebe, vakıf yönetimine şu katkıları sağlar: x Muhasebe yazılı bir hafıza niteliğinde olduğundan, geçmiş mali olaylar hakkında bilgi verir. Bu bilgiler vakfın gelecek faaliyetlerin planlanmasında kullanılabilir. x Vakıftaki işlemlerin günlük takibini yaparak gerçekleştirilen faaliyetlerin izlenmesine katkı sağlar. x Plan ve Bütçe verileri ile uygulama sonuçlarının karşılaştırılmasını yaparak, vakıf faaliyetlerinin kontrol edilmesine katkı sağlar. Vakıf ile ilgili çeşitli kişi ve kuruluşlar, vakıf hakkında yapacakları değerlendirmeler ve verecekleri kararlar için muhasebenin sağlayacağı mali bilgilere ihtiyaç duyarlar. Mali bilgilerin doğruluğu, vakıftaki fonların yerinde kullanımı, vakıf hakkında yapılacak değerlendirmeler ve verilecek kararların doğruluğu ve geçerliliği açısından önemlidir. Muhasebenin temel kavramları çerçevesinde oluşturulan genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri, bir bakıma temel kavramların uygulamaya yansımasını sağlayan aracılardır. Genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri, uygulamada geniş ölçüde kullanılmalarına karşın, her yerde ve her zamanda geçerli kurallar değildirler. Genel Kabul Görmüş Muhasebe İlkelerinin amacı; muhasebe uygulamalarında farklılıkları azaltarak, karşılaştırmaya elverişli, uyumlu (tutarlı) ve yararlı muhasebe bilgilerinin üretilmesine imkân sağlamaktır. Vakıflar gerçekleştirdikleri mali olayları; iş hacimleri, yasal statüleri ve muhasebeden beklentilerine bağlı olarak, değişik yöntemlerle muhasebe kayıtlarına alırlar. Buna göre tek taraflı ve çift taraflı olmak üzere iki ayrı muhasebe kayıt yönteminden söz edilebilir. Tek taraflı mali olayların yalnızca bir yönünün muhasebe kayıtlarına alındığı muhasebe türüdür. Örneğin veresiye satış yapan bir tüccar; yalnızca malı alanların borcunu bir defterde izliyor, buna karşılık stoktaki azalmaları kayıtlarda izlemiyorsa, tek taraflı kayıt yöntemi uyguluyor demektir. Tek taraflı kayıt yöntemi, uygulaması kolay bir muhasebe yöntemidir. Küçük vakıfların uyguladığı, işletme hesabı esasına göre defter tutmayı, bu yönteme örnek verebiliriz. Çift taraflı kayıt yöntemi ise, işletmenin gerçekleştirdiği mali olayların her iki yönünün de kayıtlara alındığı muhasebe yöntemidir. Örneğin; yukarıdaki tüccar depodan azalan malları da kaydetmiş olsaydı çift taraflı kayıt yöntemini uygulamış olurdu. Diğerine göre ayrıntılı ve zor olmasına rağmen, işletme faaliyetleri ve sonuçları hakkında daha anlamlı sonuçlar verir. Bilanço esasına göre defter tutma sistemini, bu kayıt yöntemine örnek verebiliriz. _ 253 _ Vakıflarda Finansal Raporlama ve Hesap Verilebilirlik 3. Hesap Verilebilirlik Hesap Verebilirlik, bir kuruluşun aldığı kararlardan etkilenecek kişilere karşı gönüllü ya da zorunlu olarak sorumlu olmasıdır. Hesap verebilirliğin ön şartı şeffaflık ilkesidir. Bir vakfın hesap verebilir olması, kaynaklarını etkin ve amaçları doğrultusunda kullandığını ve kaynakları kişisel çıkar için kullanılmadığını gösterir. Hesap verebilir bir vakıf, üyelerine, faydalanıcılarına ve maddi destekçilerine karşı her zaman yanıt verebilir olmalıdır. Hesap verme, yönetim fonksiyonunun özünde vardır ve kaynakları yöneten her kişinin en temel yükümlülüğüdür. Hesap verilebilirlik ile şeffaflık arasında ilişki vardır. Şeffaflık kararların, kurallar ve düzenlemeler doğrultusunda katılımcı yollarla alınması ve uygulanmasıdır. Bu süreçte alınan kararlardan etkileneceklerin bilgiye erişiminin sağlanması ve bu bilginin de ulaşılabilir, anlaşılır ve somut olması prensibidir. Şeffaflık; vakfın görev ve fonksiyonlarının, vakıf gelir ve giderleri, varlıkları ve borçlarına ait bilgilerin açık, anlaşılır ve düzenli olarak güven tesis edecek şekilde kamuoyunun bilgisine sunulmasıdır. Yönetimin şeffaflığı aslında onun elinde bulundurduğu bilgi ve belgelere ulaşmakla sağlanabilir. Vakıflarda güven önemlidir. Her faaliyetini açıkça ifade edebilen kurumlara kamuoyunda daha çok güvenilir. Finansal tablolara yansıyan ve tüm paydaşları ilgilendiren bir işlem ve olayın neden ve nasıl yapıldığının açık olması ve kamuoyu ile paylaşılması sonuçta güven artırıcıdır. Diğer önemli bir konu ise kamuyu aydınlatmadır. Günümüzde vakıflar toplumlarda güçlü aktörler haline geldikçe, hesap verebilir olmaları da gerekir. Kurumsal şeffaflığın yerine getirilmesi sürecinde, şeffaflık kavramının tamamlayıcısı olarak karşımıza kamuyu aydınlatma (disclosure) kavramı çıkmaktadır. Şeffaflık ve kamuyu aydınlatma, başarılı kurumsal yönetimin özelliklerinden biridir ve doğrudan finansal raporlama ile ilişkilidir. Şeffaflık ve kamuyu aydınlatma, birbirini karşılıklı olarak etkileyen kavramlardır. Vakıflarda şeffaflık kültürü daha çok benimsendikçe, açıklanan bilgilerin niteliği ve niceliği de artar. Vakıflarda Şeffaflık ve Hesap Verebilirliği sağlamak için geliştirilen araçları şu şekilde sıralayabiliriz. x Sivil topluma yönelik toplumsal sahipliği artırmak x Kamu ile diyalogun güçlendirilmesi x Vakıfların finansal sürdürülebilirliklerini sağlamak 4. Türkiye’de Vakıflarda Finansal Raporlama Vakfın, gelir ve giderlerinin kaydedilmesinde Osmanlı devlet muhasebesi olan Merdiven Yöntemi kullanılmıştır. Siyakat yazısıyla tutulan Merdiven Yöntemi nakit, varlık, sermaye ve kâr hesaplarını içermemekteydi. Osmanlı İmparatorluğu’ndan (1299-1922) kalan yaklaşık olarak 95.000.000 adet belge ve 360.000 adet muhasebe defteri vardır. _ 254 _ Prof. Dr. Necdet SAĞLAM Osmanlılar tarafından bu muhasebe kayıt yöntemi yaklaşık 500 yıl boyunca kullanılmış ve 1879 yılına çift taraflı muhasebe kayıt yöntemine geçilmiştir. Tek taraflı muhasebe kayıt yönteminde sadece gelirin veya sadece giderin yazılması esastır. Çift taraflı muhasebe kayıt yönteminde en az iki hesabın çalıştığı ve bunlardan birinin borçlanması durumunda diğerinin alacaklandırılması temeline dayandığı bilinmektedir. Merdiven Yöntemi’nde çok sayıda defter tutulmuştur. Bunlar; Ruznamçe (günlük defter), Evarece (büyük defter), Tevcihat (masraf izleme defteri), Tahvilat (kişi hesaplarını izleme defteri), Müfredat (illerin gelir ve giderlerinin kayıt edildiği defter), Defter-i Camiü’l Hesap (devlet gelir ve giderlerinin yıllık olarak bir araya getirildiği defter). Arşivdeki muhasebe defterleri incelendiğinde önce günlük defter kayıtlarının yapıldığı sonra kayıtların bu defterden, büyük defter niteliğindeki konularına göre ayrılmış deftere aktarıldığı görülmektedir. Günümüzde vakıflarda finansal raporlama konusu 5737 Sayılı Vakıflar Kanunu’nda düzenlenmiştir. Bu kanunun Madde 31.Maddesi’nde “Vakıflar, muhasebe kayıtlarını Genel Müdürlükçe belirlenecek usûl ve esaslar dahilinde tutmak zorundadırlar. Tutulacak defter ve kayıtlar ile ilgili usûl ve esaslar yönetmelikle düzenlenir. Mazbut vakıfların her birinin gelir ve giderleri ayrı ayrı takip edilir. Vakıflar, varlıklarını, ekonomik kural ve riskleri gözetmek suretiyle değerlendirirler.” denmektedir. Bu maddeye dayanarak Vakıflar Genel Müdürlüğünce belirlenen, 27.09.2008 tarihli ve 27010 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Vakıflar Yönetmeliğinin 50/(1) inci maddesinde, vakıfların muhasebe kayıtlarını Genel Müdürlüğün resmi internet sitesinde yayımlanan Vakıflar Tekdüzen Hesap Planına uygun olarak tutmaları gerekmektedir. Vakıflarının Muhasebesinin, Tekdüzen Hesap Planına ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun kayıt nizamı ile ilgili hükümlerine uygun olarak yürütülmesi gerekmektedir. Küçük ve yeni kurulan vakıfların işletme hesabına göre kayıt yapmalarına izin verilirken, diğer vakıflar bilanço esasına göre yukarıda belirtilen hesap planına göre kayıt ve raporlarını düzenlemek zorundadırlar. 5737 sayılı Kanuna göre; vakıf yönetimi; vakfın yönetici veya yönetim kurulu üyeleri listesini, bir önceki yıla ait faaliyet raporlarını, bütçe ve bilançolarını, gayrimenkullerini, malî tablolarını ve bu tabloların uygun araçlarla yayınlandığına dair belgeyi, işletme ve iştiraklerinin malî tabloları ile yönetmelikle belirlenecek diğer bilgileri içeren beyannameyi her takvim yılının ilk altı ayı içerisinde Genel Müdürlüğe verir. 5737 sayılı Kanuna göre; Mülhak, cemaat, esnaf vakıfları ile yeni vakıflarda iç denetim esastır. Vakıf; organları tarafından denetlenebileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırabilir. Diğer taraftan Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınacak vakıfların; Bilanço esasına göre defter tutmaları, _ 255 _ Vakıflarda Finansal Raporlama ve Hesap Verilebilirlik Muhasebe kayıtlarının Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerine uygun olması, Vakfın muhasebe kayıtları ile iktisadi işletmesinin muhasebe kayıtlarının birbiriyle karışmasını önleyecek şekilde ayrı ayrı izlenmesi gerekmektedir. Vergi muafiyeti talebinde bulunan vakıfların; vergi muafiyeti talebinde bulundukları tarihte 2012 yılı için en az 733.000 TL gelir getirici mal varlığına ve en az 69.000 TL yıllık gelire sahip olmaları gerekmektedir. Yıllık gelirin tespitinde; genel ve özel bütçeli idareler bütçelerinden yapılan yardımlar ile bağış niteliğindeki gelirler dikkate alınmaz. Bu tutarlar, her yıl Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre o yıl için belirlenen yeniden değerleme oranında artar ve izleyen yılda bu miktarlar esas alınır. Vakıf resmi senedinde, 4962 sayılı Kanunun 20 nci maddesi hükmüne uygun olarak yıl içinde elde edilen brüt gelirlerin; en az üçte ikisinin sağlık, sosyal yardım, eğitim, bilimsel araştırma ve geliştirme, kültür ve çevre koruma ile ağaçlandırma faaliyetlerinden oluşan amaçlara harcanacağının yazılı olması, son bir yılda veya son iki yılın ortalaması bazında bu koşulu fiilen yerine getirmiş olması ve vergi muafiyetinin devamı süresince de bu şarta uyulması gerekmektedir. Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Kurumu değişik işletme büyüklükleri, sektörler ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlar için uluslararası muhasebe standartlarından farklı düzenlemeler yapmaya yetkilidir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde bu kurumun vakıflarda finansal raporlama konusunda düzenleme yapması mümkündür. 5. Vakıflarda Finansal Raporlama İle İlgili Kuruluşlar Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS) için genel amaçlı finansal tablolarının esasına olan kâr amaçlı kuruluşlar için geliştirilmiştir, ancak genellikle STK’lar için de uygulanır. KOBİ’ler (Küçük ve orta ölçekli işletmeler) için son yayınlanan UFRS çok daha kısa ve sindirimi daha kolaydır. İngiliz Statement of Recommended Practice (SORP) standartları hayır kurumu için geçerlidir. Bu standartlarda fon muhasebe ve kısa (ara) raporlama için iyi öneriler yer alır. Bu standartlarda değişikliğe gidilmektedir. Uluslararası Kamu Sektörü Muhasebe Standartları (IPSAS ) devletteki raporlamalar için kullanılır. Bu standartlar kâr amacı olmayan, devlet muhasebesinde nakit esası, fon muhasebesi, tek taraflı işlemler için kullanılır. Amerikan Genel Kabul Görmüş Muhasebe İlkeleri (US GAAP) kar amacı gütmeyen kuruluşlar (NPIS) için finansal raporların nasıl olması gerektiği konusunda detaylı düzenlemeler yapmıştır. 6. Vakıflarda Finansal Raporlama İle İlgili Sorunlar Bütün dünyada vakıflarda finansal raporlamada bazı zorluklar vardır. Bu zorlukların bir kısmı yayınlanan finansal raporlama standartları ile çözümlenirken bazıları üzerine tartışmalar devam etmektedir. Özellikle aşağıda sıralanan konularda tartışmalar sürmektedir: _ 256 _ Prof. Dr. Necdet SAĞLAM x x x x x Hibelerin raporlanması, Bağışların takibi, Fon muhasebesi uygulaması, Tarihi ve Kültürel Miras Varlıkların raporlanması, Diğer sorunlar. Aşağıdaki tarihi ve kültürel miras varlıklarının finansal raporlamasında ve varlıkların değerlerinin tespitinde güçlükler mevcuttur. x x x x x x Tarihi binalar ve anıtlar, Arkeolojik sahalar, Her türlü koruma alanları ve sanat eserleri Kütüphane koleksiyonları; Müzeler Diğer kültür varlıkları. Aşağıdaki toplumsal varlıklarının finansal raporlamasında ve değerlerinin tespitinde güçlükler mevcuttur. x x x x x x Kırsal eğlence yerleri ve piknik / kamp alanları; Doğal kaynaklar; Sit alanları Milli parklar; Kentsel parklar ve spor alanları ve Yollar ve araziler. IPSAS-17 Maddi Duran Varlıklar Standardı yukarıdaki sorunların çözülmesine kısmen yardımcı olmaktadır. Bu standart tarihi ve kültürel miras varlıklarını muhasebeleştiren kuruluşların, bu varlıklar bakımından, aşağıdaki hususları açıklamasını istemektedir. x x x x x x Kullanılan ölçüm esası, Kullanılan amortisman yöntemi, Brüt defter değeri, Dönem sonunda birikmiş amortisman tutarı, Dönem başında ve sonundaki defter değerlerinin mutabakatı. Gerekli görülen diğer hususlar. Diğer taraftan alınan vakıf varlıkların aktifleştirilmesi, gider yazılması, sermaye hibe fonu ve sermaye fonu gibi modellerde sorunların çözümüne yardımcı olabilir. Aktifleştirme modelinde duran varlıklar tarihi maliyetten amortisman düşülmesiyle net olarak bilançoda gösterilir. Varlığın kalıntı değeri dikkate alınarak varlığın beklenen faydalı ömrü boyunca amortisman ayrılır. Sonuçta sabit kıymetler, bilançoda görünür. Gelir ve Gider Tablosunda ise amortisman gider olarak gösterilir. Bu yöntem, Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS) ile uyumludur. _ 257 _ Vakıflarda Finansal Raporlama ve Hesap Verilebilirlik Giderleştirme Modelinde yıl içinde alınan sabit kıymetler sermaye harcamaları olarak Gelir ve Gider Tablosunda gösterilmiştir. Sonuçta sermaye harcamaları Gelir ve Gider Tablosu görünür. Sabit kıymetler, bilançoda görünmez. Bu yöntem genellikle bağışçılar tarafından kullanılır. Sermaye hibe fonu modelinde bağış yoluyla elde edilen sabit kıymetler satın alma yılında kısıtlı hibe fonlarından gider ve sermaye hibe fonuna aktarılır. Varlığın kalıntı değeri dikkate alınarak varlığın beklenen faydalı ömrü boyunca amortisman hesaplanan oranlarda sermaye hibe fonu ile amortismana tâbi gösterilir. Sonuç: sabit kıymetler, bilançoda görünür. Amortisman ise fondan düşülür. Sermaye fonu modelinde tüm duran varlık edinme yılında gelir fonlarından gider yazılır ve sermaye fonuna transfer edilir. Varlığın kalıntı değeri dikkate alınarak varlığın beklenen faydalı ömrü boyunca amortisman ayrılır. Sonuçta sabit kıymetler, bilançoda görünür. Gelir fonları (sınırlı hibe fonları ve genel fonlar) satın alma yılında sermaye harcamaları ile tahsil edilir. Bilançonun alt bilançoda sabit kıymetlerin net defter değerine eşit Sermaye Fonu, gösterir. 7. Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşların Hesap Verilebilirlikleri Türkiye’de STK’ların hesap verilebilirlik algılaması konusunda Eskişehir’de 2011 yılında 1924 yaş arası 540 üniversite öğrencisi genç üzerinde Türkiye’deki STK’ların hesap verilebilirlikleri üzerine yaptığımız araştırmadan bazı sonuçları burada vermekte yarar görülmüştür. Vakıflar üzerindeki toplumsal algı önemlidir. Eğer toplum vakıflara güvenirlerse bağış ve destek yapmaya devam edeceklerdir. Katılımcıların %48’i kısmen Türkiye’deki STK’ ları güvenilir bulurken %31’i güvenilir bulmamışlardır. Türkiye’deki STK’ ların güvenilirlik düzeyi hakkında ne düşünüyorsunuz? a. Tam güvenilir buluyorum b. Kısmen güvenilir buluyorum c. Güvenilir bulmuyorum d. bir fikrim yok Toplam Sayı 51 252 163 64 530 Yüzde 0,10 0,48 0,31 0,12 100 Katılımcıların %37’si STK kamuoyuna hesap verilebilirliğini kanıtlamış kısmen kanıtlamış derken %37’si kanıtlamamış demiştir. ^ŝnjĐĞ^d<ŬĂŵƵŽLJƵŶĂŚĞƐĂƉǀĞƌŝůĞďŝůŝƌůŝŒŝŶŝŬĂŶŦƚůĂŵŦƔŵŦĚŦƌ͍ Ă͘<ĂŶŦƚůĂŵŦƔƨƌ ď͘<ŦƐŵĞŶŬĂŶŦƚůĂŵŦƔƨƌ Đ͘<ĂŶŦƚůĂŵĂŵŦƔƨƌ Ě͘&ŝŬƌŝŵLJŽŬ dŽƉůĂŵ _ 258 _ ^ĂLJŦ 34 193 196 105 528 Yüzde 0,06 0,37 0,37 0,20 1,00 Prof. Dr. Necdet SAĞLAM Katılımcıların %41’i’si STK’ların mali akışlarının hesap verilebilirliğinin kanıtlanması, güvenilir olması anlamına kısmen gelir derken %20’si bu fikre katılmazken, %24’ü bu fikri desteklemiştir. ^ŝnjĞŐƂƌĞ^d<͛ůĂƌŦŶŵĂůŝĂŬŦƔůĂƌŦŶŦŶŚĞƐĂƉǀĞƌŝůĞďŝůŝƌůŝŒŝŶŝŶŬĂŶŦƚůĂŶŵĂƐŦ͕ŐƺǀĞŶŝůŝƌŽůŵĂƐŦĂŶůĂŵŦŶĂŵŦŐĞůŵĞŬƚĞĚŝƌ͍ Ă͘<ĂƨůŦLJŽƌƵŵ ď͘<ŦƐŵĞŶ<ĂƨůŦLJŽƌƵŵ Đ͘<ĂƨůŵŦLJŽƌƵŵ Ě͘&ŝŬƌŝŵLJŽŬ͘ dŽƉůĂŵ ^ĂLJŦ Yüzde 128 216 106 75 525 0,24 0,41 0,20 0,14 100 Katılımcıların STK ’ların mensup oldukları devlete ve kendi üyelerine hesap verebilirlikleri nasıl olmalıdır sorusuna katılımcıların %64’ü Kuruluşun her adımı şeffaf bir şekilde izlenebilmeli ve sorgulanabilmeli demiştir. %36’sı ise yalnız hedef ve adımlar herkesçe sorgulanabilmeli, geri kalan yönetsel işlemler yetkili merciiler tarafından yürütülmeli demiştir. ^d<͛ůĂƌŦŶŵĞŶƐƵƉŽůĚƵŬůĂƌŦĚĞǀůĞƚĞǀĞŬĞŶĚŝƺLJĞůĞƌŝŶĞŚĞƐĂƉǀĞƌĞďŝůŝƌůŝŬůĞƌŝŶĂƐŦů ŽůŵĂůŦĚŦƌ͍ Ă͘<ƵƌƵůƵƔƵŶŚĞƌĂĚŦŵŦƔĞīĂĨďŝƌƔĞŬŝůĚĞŝnjůĞŶĞďŝůŵĞůŝǀĞƐŽƌŐƵůĂŶĂďŝůŵĞůŝĚŝƌ͘ ď͘zĂůŶŦnjŚĞĚĞĨǀĞĂĚŦŵůĂƌŚĞƌŬĞƐĕĞƐŽƌŐƵůĂŶĂďŝůŵĞůŝ͕ŐĞƌŝŬĂůĂŶLJƂŶĞƚƐĞůŝƔůĞŵůĞƌ LJĞƚŬŝůŝŵĞƌĐŝŝůĞƌƚĂƌĂķŶĚĂŶLJƺƌƺƚƺůŵĞůŝĚŝƌ͘ dŽƉůĂŵ ^ĂLJŦ Yüzde 338 0,64 188 0,36 526 100 Katılımcıların %49’u STK’larda çalışan yöneticilerin yolsuzluk yapma oranını yüksek, %25’i orta %8’i düşük görmüştür. ^ŝnjĐĞ^d<͛ůĂƌĚĂĕĂůŦƔĂŶLJƂŶĞƟĐŝůĞƌLJŽůƐƵnjůƵŬLJĂƉŵĂŽƌĂŶŦŶŦŶĂƐŦů ŐƂƌƺLJŽƌƐƵŶƵnj͍ Ă͘ĚƺƔƺŬ ď͘ŽƌƚĂ Đ͘LJƺŬƐĞŬ Ě͘ďŝůŵŝLJŽƌƵŵ ĐĞǀĂƉLJŽŬ dŽƉůĂŵ ^ĂLJŦ Yüzde 41 133 264 56 46 540 0,08 0,25 0,49 0,10 0,09 100 Katılımcıların STK’ların denetimini %52’i kısmen yeterli bulurken, %40’ı yetersiz ve %8’i yeterli bulmuştur. ^d<͛ŶŦŶĚĞŶĞƟŵůĞƌŝŶŝLJĞƚĞƌůŝďƵůƵLJŽƌŵƵƐƵŶƵnj͍ Ă͘LJĞƚĞƌůŝ ď͘ŬŦƐŵĞŶLJĞƚĞƌůŝ c. Yetersiz dŽƉůĂŵ ^ĂLJŦ 45 275 210 530 Yüzde 0,08 0,52 0,40 100 Yukarıdaki araştırma Sivil Toplum Kuruluşlarında finansal raporlama ve hesap verilebilirlik algısının düşük olduğunu göstermiştir. Bir sivil toplum kuruluşu olan vakıfların hesap verilebilirliklerini geliştirmeleri ve finansal raporlarını kamuya açıklamanın önemlidir. Vakıflarda hesap verilebilirlik artıkça kaynak ve bağış temini kolaylaşmaktadır. _ 259 _ Vakıflarda Finansal Raporlama ve Hesap Verilebilirlik 8. Sonuç Vakıfların iyi bir finansal raporlama düzenini kurarak, hesap verilebilirlik üzerinde durmaları gerekir. Hesap verilebilirliğin artması vakıflara güvenin artmasını sağlayacak ve bu vakıfların kaynak ve bağış bulmalarını kolaylaştıracaktır. Kamunun vakıfların finansal raporlama düzenlerini geliştirmeye yönelik (fon muhasebesi, Tarihi ve Kültürel Miras Varlıklarının Finansal Raporlaması vb.) konularda düzenleme yapması ve teşvik etmesi gerekir. Kaynaklar: Avustralya Muhasebe Standartları Kurulu, ACT ACCOUNTING POLICY Heritage and Community Assets, FOR THE REPORTING PERIODS ENDING ON OR AFTER, 30 JUNE 2009 Blagescu, M., (2004). What Makes Global Organisations Accountable? Reassessing the Global Accountability Framework. Paper No. 101, One World Trust, London. Bond (2006) A BOND Approach to Quality in Non-Governmental Organisations: Putting Beneficiaries First, BOND www.bond.org.uk/futures/standards/report.htm Brock, K and Pettit, J (eds) (2007) Springs of Participation: Creating and Evolving Methods for Participatory Development, Practical Action. Ebrahim, A. (2003) “Accountability in Practice: Mechanisms for NGOs.”World Development, Vol. 31, No. 5, pp. 813–829. Ebrahim, A. (2003). “Making Sense of Accountability: Conceptual Perspectives for Northern and Southern Nonprofits.” Nonprofit Management and Leadership, Vol. 14, No. 2, Winter, pp. 191–212. European Commission (2009), ECNL Study on Recent Public and Self-regulatory Initiatives Improving Transparency and Accountability of Non-profit Organisations in the European Union, pp.2-92 Jacobs, A. and Wilford, R. Putting new approaches to NGO accountability into action, http://www.nuigalway.ie/dern/documents/19__alex_jacobs_and_robyn_wilford.pdf Jonathan A. Fox and L. David Brown, (1998) The struggle for accountability: the World Bank, NGOs, and grassroots movements. Cambridge [England] : Cambridge University Press. Jonathan P. Doh and Sushil Vachani, (2004)The Importance of Nongovernmental Organizations (NGOs) in Global Governance and Value Creation: An International Business Research Agenda, by Hildy Teegen, Journal of International Business Studies. J. A. Fox and L. D. Brown (Eds.) (1998) The Struggle for Accountability: NGOs, Social Movements and the World Bank. Cambridge, MA: MIT Press; p. 267-302 Jane G. Covey , Accountability And Effectiveness Of Ngo Policy Alliances, IDR Reports Vol.11 No.8. Lee, J. (2004), NGO Accountability: Rights and Responsibilities, CASIN Geneva, Switzerland October 19, pp.3-11. _ 260 _ Prof. Dr. Necdet SAĞLAM Gary J., GO WAY TO GO Political Accountability of Non-government Organizations in a Democratic Society, IPA Backgrounder, November 2000, Vol. 12/3. Saglam N., (2004) Non-government Organisations (NGOs) in the European Union and Turkey, The European Union and Mediterranean, The Mediterranean’s European Challenge Volume V, University of Malta. Saglam N., Aydın D., Başar M., (1999) Kar Amacı Gütmeyen Kuruluş Olarak Vakıflar, Mevcut Durumları, sorunları ve Çözüm Önerileri, Anadolu Üniversitesi Eskişehir Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi Yayın No:1999-1 Aktüel Ajans, Eskişehir. Saglam N., (2006) Avrupa Birliğinde ve Türkiye’de Vakıflar, Sivil Toplum Dergisi Yıl: 4. Sayı: 15. Saglam, N.,(2002) “Avrupa’da Vakıfların ve Gönüllü Kuruluşların Rolü ve Sağlanan Teşvikler”, Vakıf ve Kültür Dergisi, İstanbul.Aydın D., Büker S., Sağlam N., Vakıflar Muhasebesi ve Yönetimi, Eskişehir 1998 Saglam N. Timur M. N., A RESEARCH ON THE ACCOUNTABILITY OF NGOs IN ESKISEHIR, TURKEY, 13th BIENNIAL CIGAR CONFERENCE GHENT 2011, Bridging public sector and nonprofit sector accounting. Saglam N. Tekdüzen Hesap Planı Uygulama Rehberi, 2013 muhasebetr.com Sivil Toplum Kuruluşları için Teknik Destek- TACSO Türkiye Ofisi, SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI İÇİN İYİ YÖNETİŞİM VE ÖZ DÜZENLEME MODELLERİ, Sivil Toplumda Hesap Verebilirlik, Şeffaflık ve Kalite Yönetimi Modelleri Araştırma Raporu, 2013. Yeni Zelanda, Hazinesi, the Treasury Accounting Policy Team, Valuation Guidance for Cultural and Heritage Assets, November 2002. _ 261 _ _ 262 _ 6,*1,),&$1&(2)&$6+:$4) ,1(;3$16,212)&+$5,7$%/( )281'$7,216 'U5HD]XO.$5,0 ,QVWLWXWHRI+D]UDW0RKDPPDG6$:%$1*/$'(6+ Introduction: Throughout the Islamic world magnificent works of architecture and social services of vital public importance have been financed and maintained by the institution of Waqf for centuries. Despite the overwhelming achievements, the history of Waqf is a turbulent one. For centuries the fate of these institutions was closely linked to the fates of the states under which they functioned. Consequently they experienced dramatic ups and downs: the period of establishment and growth was followed by growth and neglect and decline. Proper utilization of Waqf can significantly contribute towards the ultimate goal of many economists by reducing government expenditure massively and thereby lowering government’s budget deficit which eventually curbs government borrowing and ultimately reduces rate of interest. In spite of the advancement of wealth, social services, technology and increased government participation in socio economic development, growing number of people around the world are still facing dire living standards. The increase of wealth even in many Islamic countries is not proportionate to number of people living below the poverty line. This highlights the importance of adequately using the charitable foundations of Zakat, Saadqah and Waqf in Muslim majority countries. Ironically, these activities and institutions have met the needs of Islamic civilization for hundreds of years, when government participation was far below than present. Thus, while we attempt to look into the possibilities of efficient revival of Waqf, we will make a self-search to look back in the history of Islam, and look into the teachings of the Holy Quran and Sunnah. Development of Waqf: Philanthropic endowments have a history considerably older then of Islam and hence some commentators have stated that it is very likely that Islam may have been influenced by earlier civilizations. In their opinion the extent to which waqfs were influenced by the ancient institutions of Mesopotamia, Greece, Rome and to which they were the product of genius of Islam is a question that is still not resolved. Unlike the contemporary Zakat fund, the ‘idea of Waqf is as old as humanity’.1Professor Timur Kuran elaborates in a study on the development of Waqf: ‘The Institution did not have to be developed from scratch because various ancient 1 Monzer Kahf, ‘:DTIDQGLWV6RFLRSROLWLFDO$VSHFWV ‘,http//monzer.kahf.com. _ 263 _ Significance of Cash Waqf in Expansion of Charitable Foundations peoples- Persians, Egyptians, Turks, Jews, Byzantines, Romans and others- had developed similar structures. Just as Islam did not emerge in a historical vacuum, so the first founders of Islamic trusts and the jurists who shaped the pertinent regulations almost certainly drew inspiration from models already present around them.’2 These arguments, perhaps true to the extent that the legal or conceptual aspects of Waqf may have been derived from earlier concepts, should not diminish the fact that Waqf was established by the noble Prophet Mohammad (SAW), which is discussed below and rapid growth in Islamic society was only due to the importance of Islamic principles of charitable acts. Although the Holy Quran does not specifically refer to the term or institution of Waqf, the principle of Waqf is definitely derived from the importance of such acts highlighted in the Holy Quran where Allah (SWT) states“By no means shall you attain Al Birr (piety, righteousness- here it means Allahs reward, i.e. Paradise), unless you spend (in Allah’s cause) of that which you love; and whatever of good you spend, Allah knows it well.” (Sura: Al Imran, Verse: 92) ‘Those who spend their wealth (in Allah’s Cause) by night and day, in secret and in public, they shall have their reward with their Lord. On them shall be no fear, nor shall they grieve. “ (Sura: Al Imran, Verse: 274) The institution of Waqf is perhaps more specifically established by the words and acts the noble Prophet Mohammad (SAW) when he states- “Among acts and good deeds for which a believer is rewarded after death, a piece of knowledge he has taught and diffused, a virtuous son he has brought up, an inherited book of Quran he has left, a mosque or a wayfarer’s house he has constructed, a river he has caused to stream or alms he has handed out of his riches while still healthy and alive, so that he benefits there from in afterlife”. In fact, the concept of Waqf was developed by the Holy Prophet Hazrat Mohammad (SAW) and since then it has played a vital role in fulfilling the needs of Islamic civilization. In the history of Islam, the first example of religious Waqf is the mosque of Quba’ in Madinah, a city 400 kilometer north of Makkah. It was built upon the arrival of the Prophet Muhammad (SAW) in 622. Six months later, the building of the Quba’ was followed by the mosque of the Prophet in the center of Madinah. Today, it still stands on the same lot with an extended and enlarged structure. Another kind of Waqf that was also developed during the time of the Holy Prophet (SAW), was Philanthropic Waqf, which aimed to support the poor segment of the society and all other activities which are of benefit to people at large such e.g. scientific research, education, health services, care of animals and environment, etc. Philanthropic Waqf was first initiated by Prophet Muhammad (SAW) as well. Once, a man by the name Mukhairiq, in his will wrote that his seven orchards in Madinah shall be given after his death to Prophet Muhammad (SAW). In year four of the hijrah calendar, he died and Prophet (SAW) took hold of the orchards and made them a charitable Waqf for the benefit of the poor and needy. This practice was followed 7LPXU.XUDQm7KH3URYLVLRQRI3XEOLF*RRGVXQGHU,VODPLF/DZRULJLQV,PSDFWDQG/LPLWDWLRQVRIWKH:DTI6\VWHPm /DZDQG6RFLHW\5HYLHZ _ 264 _ Dr. Reazul KARIM by the companion of the Prophet (SAW) and his second successor Khalipah Umar (r.a.). According to Abdullah bnu Umar (r.a.), Umar (r.a.) obtained a land lot in Khaibar and went to the Prophet (SAW) asking for His advice. He said: “O Prophet of the Almighty, I have obtained a land in Khaibar. I have never obtained a property more precious to me than this. What do you advise me? Prophet Mohammad (SAW) said: “If you want, you can bequeath it, and give it as a charity; provided that it should not be sold, bought, given as gift or inherited.” He said, “then Umar gave it as charity for the poor, relatives, slaves, wayfarers, and guests. There is no harm for the person responsible for it to feed himself or a friend from it but for free.” Similarly, according to Usman (r.a.), when Prophet (SAW) arrived in Madina and realized that the city had very little drinking water except the water of Bi’r Ruma (Ruma Well), He asked “Who will purchase Bi’r Ruma to equally share the water drawn there from with his fellow Muslims and shall be rewarded with a better well in the Garden (of Eden)?” It was said that this well belonged to a man from Bani Ghaffar, who used to sell a waterskin full for a dry measure of cereal. Prophet (SAW) asked him: “Do you want to sell it to me for a water source in Heaven?” The man answered: “That’s the only source of income that my children and I have”. When Usman (r.a.) heard about this, he paid for it thirty five thousand Dirhams. Then he came to the Prophet (SAW) and said: “Can you make me the same offer?” He said, “Yes”. “Then I offer it to the Muslims” he replied. As stated earlier that the Holy Quran makes no specific reference to Waqf as it does about Zakat. Naturally, rules regarding Waqf are open for amendment. However, the basic principles of charitable activities are highlighted in several verses of the Holy Quran and also the Sunnah of Prophet Mohammad (SAW) which set the basic laws while discussing the development or advancement or modernization of Waqf. Few of these verses state as follows“He who spends his wealth for increase in self-purification, And who has (in mind) no favour from anyone to be paid back, Except to seek the Countenance of his Lord, the Most High. He surely will be pleased (when he will enter Paradise). “ (Sura: Al lail, Verse: 18 - 21) “Those who spend (in Allah’s Cause) in prosperity and in adversity, who repress anger, and who pardon men; verily, Allah loves Al-Musinun (the good-doers) “ (Sura: Al Imran, Verse: 134) “If you disclose your Sadaqat (alms giving), it is well; but if you conceal them to the poor, that is better for you. (Allah) will expiate you some of your sins. And Allah is Well-Acquanted with what you do. “ (Sura: Al Baqarah, Verse: 271) Prophet Momammad, (SAW) said “Charity is obligatory everyday on every joint of a human being. If one helps a person in matters concerning his riding animal by helping him to ride on it or by lifting his luggage onto it, all these will be regarded as charity. “ (Shahih Al Bukhari Vol 4, Hadith No 141) As Prophet Mohammad (SAW) instructed his Companions about bequest and its benefits, they continued to put their money and property in it; In parallel with the qualitative and quantitative growth of Waqf endowment, there was a growth in terms of administrative _ 265 _ Significance of Cash Waqf in Expansion of Charitable Foundations and financial structures of the bequest property. It must be noted here that the primary jurisprudence of Waqf is thus derived from the acts and words of Prophet Muhammad (SAW) and the acts of his Caliphates. Waqf in expanding Islamic Civilization: During the terms of Harun al-Rashid, Saladin, Suleiman, and the great figures in Islamic history, contribution was made to the everyday welfare of the community. Although these contributors within Islam carried their names through the great mosques of Islam, it must also be noted that they stand as a testimony to the faith of the ordinary people who had supported them for centuries. Charity being one of the five fundamental principles of Islam brought countless thousands of anonymous shopkeepers, farmers and other ordinary citizens to make their small contributions as well. As such, whenever one travels in the Islamic world, from West Africa to the Philippines, wherever there is an established Muslim community, one finds Waqf. Typically, dedicated Waqf property would include a mosque, a mausoleum for the founder, a madrasa, hostels for travellers, commercial complexes. Understandably, most frequent use of Waqf revenue has been expenditure on mosques. Building a mosque was the first thing the Holy Prophet (SAW) did when he arrived to Madina and consequently, so did all the conquerors and the advocates of Islam whenever they brought their religion to a region. In fact, there are no mosques except the bequeathed ones; and a mosque is by definition bequeathed. In Bangladesh, until 1986 a total of 150,593 Waqf estates existed of which 123,006 were mosques Waqf endowment for mosques comprises the land lot, construction, furniture, annexes such as Quaranic schools, libraries, ablution facilities and sometimes housing for the Imam. It also comprises of Waqf whose returns are devoted to management and maintenance of the mosque, including wages for caretakers, the Muezzin and the Imam. Education in general has been the second largest user of Waqf revenues. Even government financing of education used to take the form of constructing a school and assigning certain properties as Waqf for its expenses. According to historical sources, Jerusalem had 64 schools at the beginning of the twentieth century, all of them which are Waqf and supported by Awqaf properties in Palestine, Turkey and Syria. Waqf financing of education usually covers libraries, books, salaries of teachers and other staff and stipends for students. Financing was not restricted to religious studies especially at the stage of the rise of Islam. In addition to freedom of education, this approach of financing helped creating a learned class which did not solely derive from the rich and ruling classes. Due to this independent source of financing, religious leaders and teachers have always been able to take social and political positions independent of that of the ruling class. Another beneficiary sector of Waqf is the category of the poor, needy, orphans, persons in prisons, etc. Different types of Awqaf were created in response to the diversified need of the society. Soup kitchens were one such endowment which used to serve food to the poor. Al-Maqdisi, the famous Arab geographer, after a visit to Hebron and the Rawza of Ibrahim (AS) in A.D. 985 wrote, “In the sanctuary at Hebron, is a public guest house, with a cook, a baker _ 266 _ Dr. Reazul KARIM and servants. These present a dish of lentils and olive oil to every poor pilgrim who arrives and even the rich if they desire it. Most men wrongly imagine that this dole is of the original Guest House of Ibrahim, but in fact the funds came from the endowments of a certain Companion of the Prophet (SAW) and many others. At the present day, in Islam there is no known charity that is better regulated than this one. Those who travel and are hungry may eat good food here, and thus the custom of Prophet Ibrahim (AS) is continued. Waqf endowments further include health services which cover the construction of hospitals, spending on physicians, apprentices and patients. There is also Awqaf for helping people to go to Makkah for pilgrimage, for helping women to get married, and for other philanthropic purposes. Other public services that Waqf endowment financed were the building of public baths, bridges, town walls, lightening of alleys, as well as dedicating land lots to be used as graveyards. Thus, it is apparent that Waqf along with other endowments successfully filled the needs of social services in particular basic needs like food and education. It is also worth mentioning that the growth, expansion and variation that Islamic Waqf endowment witnessed were paralleled by a growth and expansion in jurisprudence, legal opinion, legislation and in the systems of documentation, archiving, exchange, investment and accounting. These aspects showed a high level of civilization and modernity in Islamic history. Islamic world started to face great changes from early 19th century to the middle of the 20th century, namely the European invasion of most of the Islamic countries, was unprecedented in Muslim history. That invasion was not only cultural and economic but also military and political. All this resulted in a new situation whereby the colonial authorities started a policy in many parts of the Islamic world that aimed to combat and harass Islamic Waqfs and their strong institutions. The general atmosphere of underdevelopment and backwardness in the Muslim world also had an impact on the Awqaf property and consequently, the western system of education was introduced by colonial authorities, which was then supported by newly created economic opportunities. All these gave a strong blow to the traditional education which was financed by an already underdeveloped Awqaf. One of the colonial measures taken in Morocco was the transfer of the best Waqf lands to the French colonists. The French practice in Morocco was also rehearsed in Algeria, Tunisia, Syria and Lebanon. One important aspect of independent source of financing for education was that religious leaders and teachers have always been able to take social and political positions independent of that of the ruling class and at times opposed the policies of the rulers. Therefore, we see that during the occupation of Algeria by French troops in 1831, the colonial authority took control of the Awqaf property. After the end of the colonial period and with the independence of most Islamic countries, came the establishment of national states and a new leadership took a different stand towards Awqaf which did not necessarily always have a positive impact. Governments in some countries inherited the practices of the colonial period in terms of institutions, laws, and policies. They continued following the same policy spontaneously and indifferently, consciously or unconsciously, but without any ill motive. Other governments continued the colonialist policy _ 267 _ Significance of Cash Waqf in Expansion of Charitable Foundations out of conviction. Among these policies included abolishing Islamic institutions that were already marginalized or weakened during the colonial period and this included the bequest institutions and property. In addition, the need for reform in many Muslim countries arose due to the fact that about half of the cultivable land in Algeria in mid nineteenth century was dedicated to Waqf. Similarly, in Tunis one third in 1883, in Turkey three fourths in 1928 and in Egypt one seventh in 1935 of arable land were endowed. Consequently, many Waqf properties in Syria, Egypt, Turkey, Tunis and Algeria were added to the public property of the government and were distributed through land reforms and other means and methods while governments in those countries took responsibilities to spend on mosques and religious schools. For instance the University of Al-Azhar was founded in Cairo at around 970 and was financed by Waqf revenues until the government took control over the Awqaf in 1812. For similar reasons many Muslim countries established a branch of the government for Awqaf and religious affairs. On the other hand some countries such as Lebanon, Turkey, Jordan and recently Algeria have tried to revive and develop the properties of Waqf. They enacted new laws of Awqaf which helped in recovering, preserving and developing the property of Awqaf and encouraged people to create new Waqf in these countries. The new independent states in the Islamic world adopted the policy of control over social life and ascribed all its functions and facilities to the government and its institutions, ranging from administrative and management issues, borders and security and all kinds of social services. This experience allowed the government to interfere in everything, do everything and own everything. Given their failure and inefficiency, these experiences and types of management, made the bequest sector continue receding. After stripping of the developmental and productive Waqf estates, in some countries the word Awqaf became a term which referred to mosques only. An impact of this new trend is evident from the experience in Bangladesh. As stated earlier, in Bangladesh, until 1986 a total of 150,593 Waqf estates existed of which 123,006 were mosques (amongst country’s total 131,641 mosques). This shows that the use of Waqf in other social or charitable activities has become severely limited. This trend ultimately resulted in several mosques being established in one neighborhood within the distance of couple of meters. While establishment of mosques through Waqf should continue and be encouraged it should also be remembered that there remains a long list of other approved charitable and social activities by Sharia. Thus the emergence of the totalitarian nature of the government shrank the role and responsibility that every Muslim bears in the development of social welfare, cultural activity and education on the ground that the government was in charge of all this, including budgets and prerogatives.Jennifer Bremer summarized this fact in a presentation at the meeting of the Center for the Study of Islam and democracy: ‘In country after country, the state seized up these abuses as the excuse it needed to suppress privately managed charities. In the name of reform the state moved to assume control over how charitable assets could be used, or to take the revenues for it own, and then to seize the assets themselves, greatly limiting or even eliminating privately managed charities altogether. _ 268 _ Dr. Reazul KARIM Other Challenges In addition to historical challenges of state interference and political commitment there remains certain other crucial challenges that modern Waqf face. Amongst them two most significant impediments are (i) Management issues, i.e. appointment and efficiency of the Mutawalli and (ii) Availability of property, i.e. charitable property. Scope of Property: One aspect with regard to property issue is that since the beginning of Waqf about 1400 years before the conception of property has vastly expanded. While initially Waqf was made only with real or immoveable property new concepts of financial rights has developed and property today includes several tangible and intangible items which of immense economic value. Important types of property include real property (land), personal property (other physical possessions), and intellectual property (rights over artistic creations, inventions, etc.). Similarly, patents, trademarks, goodwill and other rights related to the product of talents are also an important new dimension in contemporary life. Another limitation is that while population has rapidly increased in this century real property, particularly in terms of land property has not increased. Since for a long time the perception has been that Waqf are created only with real properties many people not owning any land property have been secluded from participating in Waqf endowment. Earlier we noted that the success of Islamic charitable activities has always depended on mass participation of ordinary Muslims. Management Issues: There has been a tendency in some countries to have state control over the management and administration of Waqf properties while in other counties it is still a privately managed institution. While state control does ensure some sort of security over the mismanagement and protection from corruption, it is also affected by lack of resources, inefficiency and bureaucracy. In creating a Waqf it is the waqif (Waqf founder) who determines the type of management for his Waqf. He usually appoints a manager, (‘Mutawalli’) whose responsibility is to administer the Waqf property to the best interest of the beneficiaries. The first duty of Mutawalli is to preserve the property and then to maximize the revenues of the beneficiaries. The Waqf document usually mentions how the Mutawalli should be compensated for his services and if nothing is mentioned he can either volunteer the work or seek assignment of compensation from the Court. A study of history of Waqf shows that Waqf is certainly not an invitation to the authority of the government to dominate its benevolent activities. In the opposite, from its beginning, Awqaf was a clear representation of creating an independent sector related to philanthropies that is kept away from both the profit-motivated individuals and the authority-dominated action of the government. This is noted in the practice of the Khaliphates when ‘Umar Bin Al_ 269 _ Significance of Cash Waqf in Expansion of Charitable Foundations Khattab (r.a.). During his reign as a Khalifa, he wrote the document of his famous Waqf, which is considered the main source of Fiqh on Waqf. He appointed himself as a manager, and after him a person from his family, not his successor in khilafa. The other Waqf which was done at the time of the Prophet (SAW) by ‘Usman (r.a.), the Waqf of the well of “Ruma” which supplied drinking water at Madina was not also put under the command of the government. Both of these Awqaf were managed virtually by the community without any government interference. The Ottoman Awqaf law was the first step of government intervention but because it did not transfer all Awqaf management to the hands of government nor did it eliminate the private Awqaf. During the first half of the twentieth century Awqaf laws were issued in almost all Muslim countries and several communities. These laws established a branch of government, called “Ministry of Awqaf’ or Department of Awqaf’ to manage Awqaf properties the same way other branches of the public sector are managed. Hence, instead of having a strong private sector, independent of both the profit-making motivation of individuals and the power of the government, Awqaf came under the shadow of a corrupt and inefficient public sector. As government is a bad manager of economic enterprises benevolent projects are managed with further more inefficiency. This is perhaps noted in the failure of governments’ mismanagement and intervention is evident from the loss of Awqaf properties in many countries. The huge amount of Waqf estates (150,593 estates) in the 64 districts of Bangladesh is regulated by a Department of Waqf which only has only 24 branch offices and a total manpower of 99 staffs. In September 2005, it was reported in a Parliamentary Standing Committee meeting of the Ministry of Religious Affairs that over 700,000 acres of land, out of 905,497 acres, owned by Waqf estates have been grabbed by land grabbers. Similarly situation has been experienced in India where the current structure for the management of estimated 300,000 registered Awqafs includes the presence of Waqf Boards in each state managed by a Central Waqf Board. Unfortunately, most of these properties are also under illegal occupation. The appointment of Mutawalli, thereby management of Waqf is one of the most important factors that relate to the success of a Waqf estate. It must be noted that the failure of government Waqf Board or Department whatever name it is called, is not just a bureaucratic failure. Much of a responsibility lies on the Mutawalli in charge of the Waqf. The immense amount of Waqf land that been grabbed, particularly in countries like Bangladesh, India is not merely due to government mistakes but also due to the inefficiency, or at times dishonesty of the Mutawalli himself. Such encroachments could have been easily avoided or challenged at Court by seeking eviction if the Mutawalli had been active and took appropriate measures seeking legal protection. Some commentators have argued that Waqf estates from its very beginning have been successfully managed by privately appointed Mutawallis. However, the fact remains that while the Waqif himself can appoint a highly capable individual to manage the Waqf during or after his lifetime, he cannot ensure the continued appointment of efficient Mutawallis for generations to come. The success of management lies in several qualities of a Mutawalli which must include Tawqa, honesty, sound business knowledge, efficiency, management capability and vision. It is often difficult to ensure that all Mutawallis appointed possess the said qualities. _ 270 _ Dr. Reazul KARIM This does not necessarily mean that we should abolish the appointment of private Mutawallis by the Waqif. It must continue because besides the fact that this is one of the core principal noted in the Fiqh of Waqf it also reduces burden on government management. Infact at times this can achieve better success through efficient and expert management. In this regard we note that there are certain Awqaf which has lasted for centuries under private management and have successfully provided services to people of a community while it also continued to expand in course of time. For example, in Bangladesh a renowned Waqf estate is Hamdard Laboratories which produces medicines from natural sources like herbs, medicinal plants and minerals. Starting about 100 years ago it has initiated projects like science city, college, university, science laboratory and hospital in Bangladesh and has acquired 300 acres of land for cultivation, conservation of rare and valuable medicinal plants. Similarly Anjuman-e-Mofıdl Islam is another Waqf which provides services like hospitals, ambulance and even burial for the unidentified deads. These institutions have been providing services to the community for long under a successful private management. Similar success has been achieved with a lot Waqf estates. The failure of Waqf due to corruption, mismanagement and government intervention has led to several reform attempts in the management of Awqaf in some Muslim countries. Unfortunately, all these reforms could not touch the real problem; hence, solutions suggested were only cosmetics and represent mere change of hands, a kind of intergeneration struggle, rather than a change in the concept of management. CASH WAQF: It is a Waqf where the corpus is cash instead of real property. It was initially a subject of division on the ground that Waqf corpus must be immoveable. The earliest origins of the Cash Waqf in the Islamic world may be traced back to the eighth century when Imam Zufer was asked how such waqf should function. The fact that the question was asked at all, may be taken as an indication of the existence of such waqfs at that time.3 However, following bitter struggles between generations of pragmatists and moralists, it was approved by the Ottoman Courts as early as the beginning of 15th Century and by the end of the 16th century they had become extremely popular all over Anatolia and the European provinces of the Empire. Research has revealed that Cash Waqf existed in Syria, Egypt, Sudan and Aden.3 The legality of Cash Waqf in the vast lands from Balkans to Malay thus implies a general acceptance by all the major schools of Islamic jurisprudence. But this general acceptance has not been without a fierce controversy that lasted from at least sixteenth century until twentieth. Advantages of Cash Waqf Scheme: With regard to the challenges discussed above, particularly property, financial rights and management issues Cash Waqf provides an opportunity to overcome many of those obstacles in the following: Bruce Masters,7KH2ULJLQVRI:HVWHUQ(FRQRPLF'RPLQDQFHLQWKH0LGGOH(DVW, New York University Press, (p 162 regarding Syrian cash waqf). _ 271 _ Significance of Cash Waqf in Expansion of Charitable Foundations LIt provides an opportunity for participation of all Muslims from different financial ability and not just the wealthy Muslims or owners of real property Waqf. LLCash Waqf scheme can gather scattered endowments to create a common fund to maximize its utilization. LLLSuch scheme can enhance the government’s national development plan for poverty eradication and social services through co-ordination. LYFund raised by Cash Waqf scheme can be used to fund microfinance projects which is currently funded by high interest rate and charges. (v) This scheme will ensure organized and need based project/investment selection. Development projects and investments will be selected on basis of priority, its need in a locality and in coordination with government development plan. The fund will become a development partner for the government in selecting projects so far as reasonably practicable, while its independent nature shall continue. Cash Waqf in other Countries: An interesting application of Waqf is Malaysia is observed in the field of high finance. The revenues of the Religious Departments of various states which are partially constituted of waqf revenues have been invested in the Islamic Bank Malaysia and the Takaful Co. 25% of the Equity of the Islamic Bank Malaysia has been provided by these religious departments. Another interesting case is the Muslimin Trust Fund Association of Singapore founded n 31st August 1904 by the cash donated by famous Alsagoff and Co and other Muslim businesses and individuals. This cash was donated with the intention for financing burials of poor Muslims, support orphans and schools. The original fund was expected to be supported by alms giving and alms boxes were placed in the mosque to collect money which were opened once a month. The money earned was spent to pay the Imam of the mosque and 97.5% of it was deposited in HSBC bank for the purposes of the association. Thus, in Malaysia and Singapore Cash Waqf existed but they are in a dormant state.4 Cash Waqf in Bangladesh: Bangladesh Waqf Administration is an autonomous institution and functions its all activities based on religious, social welfare and service-oriented organizations. This institution was established under the Bengal Waqf Act in 1934 during the British Colonial rule in Indian Subcontinent. Activities of all Waqf Estates are currently governed under the Waqf Ordinance, 1962. A significant development that took place in recent years is that, the introduction of Cash Waqf Certificate by several private Islamic Banks. This was initiated through Social Investment Bank Limited5 in the year 1998 where the Bank acts as a Mutawalli for Waqf projects initiated and maintained by itself. . The Bank provides the purchaser of a Waqf Certificate a list of beneficial projects from which the Waqif at its discretion can choose type of beneficiaries. Cizakca, above p 46. http://www.siblbd.com/html/cash_waqf_scheme.html. _ 272 _ Dr. Reazul KARIM Promoting Cash Waqf: The main purpose of operating Cash Waqf fund (‘Fund’) is to provide opportunity to more Muslims to participate in Wafq endowment. Experience of Cash Waqf in Bangladesh shows it can be an efficient way to expand Waqf. The growth rate of cash at Social Islami Bank has been 12 times in 9 years. Many other Banks now offer the same service for its popularity. Operation of the Fund: As the Fund will be based on Cash Waqf only, its operation will be focused on the collection of fund by selling Cash Waqf Certificates. Initially, it may invest the accumulated fund in Islamic Markets or stocks and distribute the yearly return/profit to fund charitable activities. Once the Fund reaches a substantial figure it may initiate its own scheme. Donors creating waqf with a larger amount may be able to create beneficial schemes of his own or alternatively choose any project from a specified list of benevolent projects like others. One important aspect with regard to the collection of the Fund has to be that the operation costs have to be minimal for two reasons. Firstly, to ensure mass participation people with lower income has to be given the opportunity to contribute. Thus the value of each Waqf Certificate may be as low as a US dollar. Secondly, the process of collection, maintenance and investment should be low and effective. Fund Collection: To ensure lower cost in fund collection following procedures may be adopted: Banks: Waqf certificates may be sold through branches of Islamic Banks in Muslim countries where an account may be opened in the name of the Fund and a Waqif may instantly collect a simple certificate upon filling a form and making the payment in the specified account number of the Fund. Internet: Though the use of internet in many of the Muslim countries, particularly Middle East has not been rapid and vast, online sale of Waqf Certificate in electronic form will be another effective and simple way to reach to millions of Muslims worldwide. Any Waqif who has a credit card can opt to purchase Waqf certificates from a specified site created in the name of the Fund through secure online transaction. Another advantage of online Waqf Certificate will be that the financial details, activities of the Fund or Foundation and projects will be free for review in public domain and thereby increase public confidence and trust. Mobile Telephone: This particular form of distribution of Waqf Certificate may be the most effective way to reach mass population in both developed and underdeveloped countries. It is noted that in recent years the growth of mobile telephone user, both in the underdeveloped and developing nations has been rapid. Using a mobile phone an interested Waqifs will be able to purchase Waqf Certificates by sending an SMS, or making a call or through mobile banking facility. Recent data published by Bangladesh Bank shows that since the initiation of Mobile banking service in Bangladesh it has taken off in a big way. People with no banking _ 273 _ Significance of Cash Waqf in Expansion of Charitable Foundations accounts have adopted mobile transaction particularly in rural areas of Bangladesh. On average, around $15.6 million is transacted each day through mobile banking services. As of April 2013, Bangladesh had 5.254 million mobile banking subscribers, up 12.47 percent from the previous month6. This can be another popular way to expand Cash Waqf. Public Confidence: Since the Waqifs will make the donation in perpetuity without any self-interest an essential factor for the success of such fund will be public trust. Therefore, it is important to ensure such a fund is created and operated by an organization of international repute that has the support, participation, representation or supervision of national governments or similar international organizations. Further, as the success of such Fund will rely on the Islamic spirit of endowments among Muslims, measures have to be undertaken to increase awareness among Muslims, perhaps through media campaign and in some form of marketing or advertising. Waqf based Microfinance: Microfinance has been a popular scheme of making the poor self-dependent. Usually commercial banks and Micro Finance Institutions (MFI) issue such loans. Whereas commercial banks are profit maximizing firms, MFIs are either government or non-government organizations formed to provide the poor with finance to achieve self-dependency. MFIs extend credit of small amounts at interest. The creation of a Waqf fund will also enable Muslim countries to initiate Islamic Microfinance projects and thus bring with greater success in microfinance activities. Unlike the conventional microfinance that charges high interest, Islamic Microfinance can be based upon profit sharing and service charges. Some Islamic Microfinance Institutions (MFIs) have already been introduced in some Muslim countries. A survey of Islamic MFIs in Bangladesh, identify lack of funds as one of the major constrains to growth and operation. The same survey identifies some problems Islamic MFIs face in obtaining fund from external sources. The funding shortage of Islamic MFIs can greatly be supported by creation of the proposed Fund. Conclusion: Since eradication of poverty is a key feature and objective of Islamic finance, Muslims today are stand far behind from the desired destination though some Muslim countries have been blessed with natural resources. Perhaps, the only way of achieving this goal is ensure the proper utilization of the charitable activities encouraged in the Holy Quran and its practice established by the noble Prophet Mohammad (SAW) through institutions like Zakat, Waqf, Saadqah. Noble prize winning microfinance institution Grameen Bank started in Bangladesh in the year 1976 with a fund of only $27USD. Today, it has made more than $6.5 billion in loans to 7 million people in Bangladesh. Therefore, Cash Waqf Fund is not only possible but it will create an opportunity to prove to the world underlying spirit of humanity in Islam and its financial principles. httpZZZWKHGDLO<6WDUQHWEHWDQHZVPRELOHEDQNLQJFDUYLQJ-aQLFKH _ 274 _ HAYIRSEVER BAĞIŞLARIN GENİŞLEMESİNDE PARA VAKIFLARININ ÖNEMİ Dr. Reazul KARIM Hazreti Muhammed (S.A.V.) Enstitüsü – BANGLADEŞ Giriş İslam dünyasında kamu açısından önem arz eden sosyal hizmetler ve görkemli mimari eserler için ihtiyaç duyulan finansman yüzyıllar boyu vakıf kurumları tarafından sağlandı ve idame ettirildi. Çok büyük başarılar elde etmesine rağmen vakıflar tarihi çok çalkantılıdır. Yüzyıllar boyu, bu kurumların kaderi çok yakın bir şekilde işlev gösterdikleri devletlerin kaderleri ile bağlantılı olmuştur. Bundan dolayı da çok sivri inişler ve çıkışlar göstermişlerdir: kuruluş ve büyüme dönemlerinin ardından büyüme ve ihmalkârlık ve çöküş gelmiştir. Vakfın uygun bir şekilde kullanılması; hükümetin borç almasını önleyerek ve sonuçta faiz oranını düşürüp bütçe açığını en aza indirgeyerek ve hükümet giderlerini azaltarak pek çok ekonomistin ulaşmak istediği hedefe büyük oranda katkı sağlayabilir. Varlıkta, sosyal hizmetlerde, teknolojide ve sosyo-ekonomik kalkınmaya katılım sağlamada görülen ilerlemelere rağmen dünyada çok sayıda kişi hala çok feci yaşam standartları ile karşı karşıya kalmaktadır. Pek çok İslam ülkelerinde varlığın artması; yoksulluk sınırının altında yaşayan insanların sayısı ile doğru orantılı değildir. Bu da Müslüman çoğunluğunun olduğu ülkelerde Zekat, Sadaka ve Vakıf gibi hayır kuruluşlarının yeterli derecede kullanılmasının önemini vurgulamaktadır. İronik olarak, bu etkinlikler ve kurumlar; hükümet katkılımı şu ankinden çok daha az olduğu yüzyıllar boyunca İslam medeniyetinin ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bundan dolayı vakfın etkili bir şekilde canlandırılması olasılıklarına bakmaya çalışırken İslam tarihinin geçmişi üzerinde araştırma yapacağız ve Kutsal Kuran ve Sünnet öğretilerini ele alacağız. Vakfın Geliştirilmesi: Hayırsever bağışlarının İslamiyet’ten çok daha eski bir geçmişi vardır ve bundan dolayı da bazı yorumcular İslamiyet’in önceki medeniyetlerden etkilenmiş olabileceğini ifade etmişlerdir. Onlara göre vakıfların antik Mezopotamya, Yunanistan, Roma kurumlarından hangi boyuta kadar etkilendikleri ve hangilerinin sadece İslam ürünü olduğu hala çözülmemiş bir sorudur. Çağdaş Zekat fonundan farklı olarak ‘Vakıf fikri insanlık tarihi kadar eskidir’.1Profesör Timur Kuran; vakıfların geliştirilmesi üzerine yapılan çalışmada şu şekilde belirtmektedir: ‘Kurumun en baştan geliştirilmiş olması gerekli değildir; çünkü çeşitli antik toplumlar – İranlılar, Mısırlılar, Türkler, Yahudiler, Bizanslılar, Romalılar ve diğerleri – benzer yapılar geliştirmişlerdir. İslamiyet tarihsel vakum içerisinde ortaya çıkmadığı gibi kalıcı düzenlemelere şekil veren İslam hukuk adamlarının ve trustların ilk kurucularının çevrelerinde mevcut olan modellerden esinlenmeleri kaçınılmazdır.’2 Vakıfların yasal veya kavramsal açılarının erken kavramlardan türediğini kabul edebilecek bu iddialar; aşağıda ele alınacağı gibi, vakfın soylu Peygamber Muhammed (s.a.v.) tarafından kurulduğu ve bu vakıfların İslam toplumunda hızlı büyümelerinin sadece ve sadece İslami hayır işleri ilkesinin öneminden kaynaklandığı gerçeğini göz ardı etmemelidir. Kutsal 1 Monzer Kahf, ‘:DTIDQGLWV6RFLRSROLWLFDO$VSHFWV http//monzer.kahf.com. 7LPXU.XUDQm7KH3URYLVLRQRI3XEOLF*RRGVXQGHU,VODPLF/DZRULJLQV,PSDFWDQG/LPLWDWLRQVRIWKH:DTI6\VWHPm/DZ DQG6RFLHW\5HYLHZ _ 275 _ Hayırsever Bağışların Genişlemesinde Para Vakıflarının Önemi Kuran doğrudan vakıf terimine veya kurumuna atıfta bulunmamasına rağmen Vakıf ilkesi, Kutsal Kuran’da altı çizilen ve Allah (c.c.)’ın şu şekilde ifade ettiği hayır işlerinin öneminden ortaya çıkmıştır: “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe (Allah için vermedikçe), asla Birr’e nail olamazsınız. (Allah’ın size verdiklerinden, Allah için) bir şey infâk ettiğiniz zaman muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir. “ (İmran Suresi, 92. Ayet) ‘Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr (Allah yolunda) infâk edenler (verenler), işte onların ecirleri (mükâfatları) Rab’lerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.” (İmran Suresi, 274. Ayet) Vakıf kurumu belki de soylu Peygamber Muhammed (s.a.v.), “İnsan öldükten sonra sevabı kendisine ulaşan iyi işler ve iyi şeylerin birine öğrettiği ve yaydığı ilim, Geriye bıraktığı salih evlad, miras olarak bıraktığı Kur’an-ı Kerim, yaptırdığı cami ve misafirhane, akıttığı nehir, öldükten sonra sevabı kendisine ulaşacak bir şekilde sıhhatli iken hayatında verdiği sadaka” olduğunu söylediği zaman Peygamber Muhammed (s.a.v.)’in kelimeleri ve hareketleri ile kurulmuştur. Aslında vakıf kavramı; Kutsal Peygamber Hazreti Muhammed (s.a.v.) tarafından geliştirilmiş olup daha sonra da İslam medeniyetinin ihtiyaçlarının giderilmesinde önemli rol oynamıştır. İslam tarihinde dini vakfın ilk örneği; Mekke şehrinin kuzeyinden 400 km uzaklıktaki Medine şehrinde bulunan Küba camisidir. 622 yılında Peygamber Muhammed’in (s.a.v.) varması üzerine inşa edildi. Altı ay sonra Küba binasını; Medine merkezindeki Peygamber camisi takip etti. Günümüzde hala genişletilmiş yapısı ile aynı arazi üzerinde ayakta durmaktadır. Kutsal Peygamber (s.a.v.) zamanında geliştirilen başka bir vakıf türü ise toplumun fakir kesimini ve bilimsel araştırma, eğitim, sağlık hizmetler, hayvanların bakımları ve çevre gibi büyük çapta insanlara fayda sağlayacak başka etkinlikleri desteklemeyi hedefleyen Hayır Vakfıdır. Hayır Vakfı da ilk olarak Peygamber Muhammed (s.a.v.) tarafında başlatıldı. Mukhairiq isimli bir adam kendi vasiyetnamesine ölümünden sonra Medine’deki yedi meyve bahçesinin Peygamber Muhammed’e (s.a.v.) verilmesini yazdı. Hicri takvimine göre dördüncü yılda öldü ve Peygamber (s.a.v.) bu meyve bahçelerini aldı ve muhtaçların ve fakirlerin yararlanması için hayır vakfı haline dönüştürdü. Peygamber’in (s.a.v.) sahabeleri ve ikinci halefi olan Halife Ömer (R.A) bu uygulamayı takip etti. Abdullah bin Umar (r.a.)’e göre Ömer (r.a.); Khaibar’dan bir toprak parçası edindi ve Peygamber’den (s.a.v.) akıl istedi. Dedi ki: ‘O, Allah’ın Elçisi Peygamber, Khaibar’dan bir arazi edindim. Daha önce bundan değerli bir gayrimenkulün olmadı. Bana ne önerirsin?’. Peygamber Muhammed (s.a.v.) dedi ki: ‘İstersen bunu bağışlayabilirsin, satılmaması, satın alınmaması, hediye verilmemesi veya miras olarak alınmaması koşulu ile bir hayır olarak verebilirsin’. Peygamber Muhammed (s.a.v.) dedi ki, ‘daha sonra Ömer, fakirler, akrabalar, köleler, yolda kalanlar ve misafirler için hayır olarak verdi. Bundan sorumlu olan bir kişiye kendisini veya bir arkadaşını ücretsiz beslemenin bir zararı yoktur’. Benzer şekilde Osman (r.a.)’a göre Peygamber (s.a.v.) Medine’ye vardığında ve şehirde Bi’r Ruma (Ruma Kuyusu) suyu dışında çok az içme suyu olduğunu fark ettiğinde ‘Müslüman arkadaşları ile çekilen suyu eşit bir şekilde paylaşmak ve Bahçede (Cennet) daha iyi bir kuyu _ 276 _ Dr. Reazul KARIM ile ödüllendirilmek için kim Bi’r Ruma’yı satın alacak?’ diye sormuştur. Bu çeşmenin bir ölçek buğday karşılığında bir kırba satan Bani Gaffarlı bir adama ait olduğu söylenmekteydi. Peygamber (s.a.v.) ona sordu ki: ‘Cennette su kaynağı karşılığında onu bana satmak ister misin?’. Adam yanıt verdi: ‘Bu benim ve çocuklarımın tek gelir kaynağı.’ Osman (r.a.) bunu duyduğunda ona otuz beş bin dirhem ödedi. Daha sonra Peygamber’e (s.a.v.) gitti ve dedi ki: ‘Aynı teklifi bana yapar mısın?’. Dedi ki, ‘evet’. ‘O halde ben de bunu Müslümanlara sunuyorum’ diye yanıt verdi. Daha önce de belirttiğimiz gibi Kutsal Kuran; Zekattaki gibi vakıf olgusuna spesifik atıfta bulunmamaktadır. Doğal olarak vakıf ile ilgili kurallar değişikliğe açıktır. Ancak hayır etkinliklerinin temel ilkeleri Kutsal Kuranın çeşitli ayetlerinde ve ayrıca vakfın geliştirilmesini veya ilerletilmesini veya modernleştirilmesini tartışırken temel kuralları koyan Peygamber Muhammed (s.a.v.)’in sünnetlerinde vurgulanmıştır. Bu ayetlerden bir kaçı şöyledir: Allah yolunda servetlerini verenler, temizlenip vicdanlarını arındıranlar da, ateşten uzaklaştırılacaktır. Onun üzerinde başkasının, karşılığı verilecek hiçbir nimeti yoktur. O, sadece yüceler yücesi rabbinin rızasını kazanmak İçin harcar. O, yakında razı olacaktır’ (Leyl Suresi, Ayet: 18-21.) “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever “ (Imran Suresi, 134. Ayet) “Eğer sadakaları açıkça verirseniz, işte o (davranışınız) ne güzel! Ve eğer o (sadakaları) gizleyerek fakirlere verirseniz artık o sizin için daha da hayırlıdır. (Böylece Allah), günahlarınızdan (bir kısmını) örter (bağışlar). Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır. “ (Bakara Suresi, 271. Ayet) Peygamber Muhammed (s.a.v.) dedi ki, “İnsanoğlunun her bir eklemi için her gün sadaka verilmesi zorunludur. Bir kişi başkasına hayvanları sürmesi veya onu yüklemesi ile ilgili olarak yardım ederse bunların hepsi sadaka olarak görülecektir” (Shahih Al Bukhari Vol 4, Hadis No 141) Peygamber Muhammed (s.a.v.)’in Sahabelerine bağış ve yararları hakkında öğrettiği gibi onlar da paralarını ve mallarını sadaka verdiler; vakıf bağışlarının nitel ve nicel olarak büyümesi ile paralel olarak bağış mallarının idari ve finansman yapıları açısından büyüme meydana geldi. Belirtilmelidir ki vakfın ana içtihat bilimi; Peygamber Muhammed (s.a.v.)’ın ve Halifelerinin eylemlerinden ve dediklerinden türemiştir. İslam medeniyetini genişletmesi açısından vakıflar: Harun el-Raşit, Saladin, Süleyman ve İslam tarihindeki büyük insanların dönemlerinde toplumun günlük sosyal yardımlarına katkıda bulunuldu. İslamiyet içerisindeki bu katkı sağlayan kişilerin isimleri İslam’ın büyük camileri ile devam ettirilse bile yüzyıllar boyu onları destekleyen sıradan insanların inancına tanıklığın bir sembolü olduklarını belirtmek gereklidir. İslamiyet’in beş temel ilkesinden bir olan yardımseverlik; adı bilinmeyen binlerce dükkan sahibinin, çiftçinin ve diğer sıradan vatandaşların da küçük katkılarda bulunmasını sağlamıştır. Benzer şekilde Batı Afrika’dan Filipinlere uzanan İslam dünyasında yolculuk yapan bir kişi her nerede Müslüman toplum var ise orada vakıf olduğunu da görür. _ 277 _ Hayırsever Bağışların Genişlemesinde Para Vakıflarının Önemi Tipik bir şekilde bağışlanan vakıf malları içerisinde, cami, kurucusu için anıt türbe, medrese, yolcular için misafirhane, ticari kompleksler yer alabilir. Anlaşıldığı üzere vakıf gelirlerinin en sık kullanım yeri cami giderlerini karşılamaktır. Kutsal Peygamber (s.a.v.) Medine’ye ilk vardığında yaptığı ilk şey bir cami inşa etmek oldu. İslam fatihleri ve danışmanları da dinlerini getirdikleri bölgeye ilk iş olarak cami inşa ettiler. Aslında vasiyet edilmiş ve tanıma göre vasiyet edilen camiler dışında hiç cami yoktur. Bangladeş’te 1986 yılına kadar toplam 150,593 vakıf vardı, bunlardan 123,006’sı camilerdi. Camilere yapılan vakıf bağışları; araziden, inşaattan, mobilyadan, Kuran Okulları gibi eklerden, kütüphanelerden, abdesthanelerden ve bazen de İmam için ev yapılmasından meydana gelmektedir. Ayrıca bakımını yapan kişilere, Müezzine ve İmama ödenen ücretler dahil olmak üzere elde edilen gelirleri caminin yönetimine ve bakımına adanmış vakıflar da mevcut bulunmaktadır. Genel olarak eğitim, vakıf gelirlerinin en fazla kullanıldığı ikinci alan olmuştur. Hatta eğitimi finanse eden hükümet bile bir okul inşa ettirip giderleri için belli başlı mülkiyetleri Vakıf olarak devretme şeklini benimsemiştir. Tarihi kaynaklara göre Kudüs’te yirminci yüzyılın başlarında çoğunun vakıf olduğu ve İran’daki, Türkiye’deki ve Suriye’deki vakıf malları ile desteklenen 64 okul vardı. Eğitimin vakıfla finanse edilmesi içerisinde çoğunlukla kütüphaneler, kitaplar, öğretmen ve diğer personel masrafları ve öğrencilere verilecek burslar vardır. Finansman özellikle İslam’ın çıkış aşamasında dini çalışmalar ile sınırlı değildir. Eğitim özgürlüğüne ek olarak bu finansman yaklaşımı; sadece zengin ve yönetici sınıflarından olmayan eğitimli bir sınıfın oluşturulmasına yardım etti. Bu bağımsız finansman kaynağı sayesinde din liderleri ve öğretmenler her zaman yöneten sınıftan bağımsız toplumsal ve siyasi konumlar elde edebilmişlerdir. Vakıflardan fayda sağlayan diğer bir sektör ise muhtaçlar, fakirler, yetimler, mahkumlar kategorisidir. Toplumun farklı ihtiyaçlarına yanıt verecek farklı vakıf türleri kurulmuştur. Aşhaneler; fakirlere yiyecek hizmeti verebilmek için kullanılan bir bağış kurumudur. M.S. 985’te Hebron’u ve İbrahim (a.s.) Ravzasını ziyaret ettikten sonra ünlü Arap coğrafyacısı El-Makdisi şöyle yazar; ‘Hebron’da ibadethanede aşçı, fırıncı ve uşakların olduğu kamu misafirhanesi vardı. Burada her gelen hacıya ve hatta isterlerse zenginlere mercimek yemeği ve zeytinyağı ikram ediyorlardı. Pek çok kişi bu sadakanın İbrahim’in orijinal misafirhanesinden geldiğini düşünerek hata yapmaktadırlar; aslında fonlar, Peygamber’in (s.a.v.) Sahabelerinden ve pek çok diğer kişiden gelen bağışlardan elde ediliyordu. Günümüzde ise İslamiyet’te bundan daha iyi düzenlenmiş bir tane daha hayır kuruluşu yoktur. Seyahat edenler ve aç kalanlar burada iyi yemekler yiyebilir ve böylece Peygamber İbrahim’in (a.s.) geleneği devam ettirilmiş olur’. Vakıf bağışları içerisinde ayrıca hastanelerin inşa edilmesini, hekimlere, stajyerlere ve hastalara yapılan harcamaları kapsayan sağlık hizmetleri de vardır. Ayrıca insanlara Mekke’ye hacılık görevlerini yerine getirmeye yardım eden, kadınlara evlenmeleri için yardım eden ve diğer hayırsever amaçlarla uğraşan vakıflar da vardır. Vakıf bağışlarının finanse ettiği diğer kamu hizmetleri arasında hamamların, köprülerin, kalelerin, inşa edilmesi yolların ışıklandırılması ve ayrıca mezarlık olarak kullanılmak üzere arazilerin bağışlanması vardır. _ 278 _ Dr. Reazul KARIM Bundan dolayı diğer hayır kurumları ile birlikte vakıfların sosyal hizmetlere duyulan ihtiyaçları, özellikle de yiyecek ve eğitim gibi temel ihtiyaçları karşıladığı çok açıktır. İslam Vakıf kurumlarının yaşadığı büyümenin, gelişmenin ve değişmenin hukuk sisteminde, hukuki önerilerde, yasamada ve dokümantasyon, arşivleme, değişim, yatırım ve hesaplama sistemlerinde meydana gelen büyüme ve genişleme ile paralellik gösterdiğini de değinmek gerekir. Tüm bu konular İslam tarihinde yüksek seviyede medeniyet ve modernite göstermiştir. İslam dünyası; XIX. yüzyılın başından XX. yüzyılın ortalarına kadar çok büyük güçlülerle karşı karşıya kaldı; özellikle de İslam ülkelerinin büyük bir kısmının Avrupa tarafından işgal edilmesi Müslümanlık tarihinde önceden görülmemiş bir şeydi. Bu işgal sadece kültürel ve ekonomik değil aynı zamanda askeri ve siyasi idi. Bunların hepsi yeni bir duruma yol açtı; koloni yetkilileri İslam dünyasının pek çok bölümünde İslam vakıfları ve onların güçlü kurumları ile mücadele etmeyi ve bunları yok etmeyi hedefleyen bir politikayı uygulamaya başladı. Müslüman dünyasındaki yeteri kadar gelişmemişliğin ve geriliğin hakim olduğu genel atmosferin de vakıf mülkiyeti üzerinde etkisi vardı ve sonuç olarak batı eğitim sistemi koloni yetkililer tarafından getirildi ve daha sonra yeni oluşturulan ekonomik fırsatlar ile desteklendi. Bunların hepsi; hali hazırda gelişmemiş vakıflar tarafından finanse edilen geleneksel eğitimin yerinde yeller esmesine neden oldu. Fas’ta alınan koloni önlemlerinden bir tanesi de en iyi vakıf arazilerinin Fransız kolonicilere devredilmesiydi. Fas’taki Fransız uygulaması ayrıca Cezayir’de, Tunus’ta, Suriye’de ve Lübnan’da da prova edildi. Eğitime yönelik bağımsız finansman kaynağının en önemli açısı; din liderlerinin ve öğretmenlerinin yönetim sınıfından bağımsız olarak ve yöneticilerin politikalarına muhalefet ettikleri zamanlarda toplumsal ve siyasi konumlar elde edebilmiş olmalarıdır. Koloni döneminin sona ermesinden ve pek çok İslam ülkesinin bağımsızlığını kazanmasından sonra ulus devletleri kurulmaya başladı ve yeni liderlik; her zaman hiç de olumlu etki yaratmayacak şekilde vakıflara karşı farklı bir tutum sergiledi. Bazı ülkelerdeki hükümetler, kurum, kanun ve politika açısından koloni döneminin uygulamalarını benimsedi. Onlar; kötü amaç gütmeden, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde, içlerinden gelerek veya fark etmeyerek aynı politikayı uygulamaya devam ettiler. Diğer hükümetler de inanç gereği koloni politikasını devam ettirdi. Bu politikalar daha önceden marjinalize olmuş veya koloni döneminde zayıflamış İslam kurumlarını kaldırmayı ve ayrıca vasiyet kurumlarını ve mülkiyeti de içermektedir. Ayrıca pek çok Müslüman ülkesinde reforma duyulan ihtiyaç on dokuzuncu yüzyıl ortalarında tarım yapılabilir arazinin yaklaşık yarısının vakıflara adanmış olmasından kaynaklanmaktadır. Benzer şekilde 1883’te Tunus’ta tarıma elverişli arazinin üçte biri, 1928 yılında Türkiye’de dörtte üçü, 1935 yılında Mısır’da yedide biri bağışlandı. Sonuç olarak Suriye’deki, Mısır’daki, Türkiye’deki, Tunus’taki ve Cezayir’deki çok sayıda vakıf malı devletin kamu mallarına eklendi ve toprak reformları, başka yol ve yöntemler ile dağıtılırken bu ülkelerdeki hükümetler de camilere ve dini okullara harcama yapma sorumluluğunu üstlendi. Örneğin, Al-Azhar Üniversitesi; 970 dolaylarında Kahire’de kuruldu ve 1812 yılında hükümet vakıfların kontrolünü ele alıncaya kadar vakıf gelirleri ile finanse edildi. Benzer nedenlerden dolayı çok sayıda Müslüman ülke vakıflar ve din işleri için bir hükümet kolu kurdu. Öte yandan Lübnan, Türkiye, Ürdün ve son dönemlerde Cezayir gibi ülkeler vakıf gayrimenkullerini _ 279 _ Hayırsever Bağışların Genişlemesinde Para Vakıflarının Önemi canlandırmaya ve geliştirmeye çalışmıştır. Vakıfların mallarının iyileştirilmesine, korunmasına ve geliştirilmesine yardımcı olacak ve bu ülkelerde yaşayan kişileri yeni vakıflar kurmaya teşvik edecek yeni vakıf kanunları düzenlendi. İslam dünyasındaki yeni bağımsız devletler; sosyal yaşam üzerinde kontrol kurma politikasını benimsedi ve sosyal yaşamın tüm işlevlerini ve tesislerini, idari ve yönetim konularından tutun da sınırlara, güvenliğe ve her türlü sosyal hizmete kadar hükümete ve hükümet kurumlarına yüklediler. Bu deneyim; hükümetin her şeye müdahale etmesine, her şeyi yapmasına ve her şeye sahip çıkmasına olanak tanıdı. Görülen başarısızlık ve verimsizlik göz önünde bulundurulduğunda bu denetimler ve yönetim tipleri bağış sektörünün gerilemeye devam etmesine neden oldu. Gelişme gösteren verimli vakıf arazilerinin soyulmasından sonra bazı ülkelerde evkaf kelimesi sadece camileri ifade eden bir terim olarak bilinmeye başladı. Bu yeni eğilimin etkisi; Bangladeş’teki denetimlerden açıkça görülmektedir. Daha önce de belirtildiği şekilde Bangladeş’te 1986 yılına kadar toplam 150.593 vakıf arazisi vardı ve bunun 123.006 tanesi camiydi (ülkenin toplam 131.641 camisi içerisinde). Bu gösterir ki diğer sosyal veya hayır işi etkinliklerinde vakıfların kullanımı oldukça sınırlıdır. Bu eğilim; birkaç metre mesafe içerisinde birbirine komşu olan çok sayıda caminin yapılmasına neden olmuştur. Vakıf yolu ile camilerin inşasına devam ettirilmesi ve bunun teşvik edilmesi gerekirken geride Şeriat’ın onayladığı diğer hayır işleri ve toplumsal etkinliklerin yer aldığı bir liste kalmıştır. Böylece totaliter hükümet yapısının ortaya çıkması ile birlikte her Müslümanın sosyal refahı, kültürel etkinliği ve eğitimi geliştirmesi açısından üstlenmesi gereken rolü ve sorumluluğu daraltı. Çünkü artık hükümet; bütçe ve ayrıcalık dahil olmak üzere tüm bunlardan sorumlu tutuldu. Jennifer Bremer bu konuyu İslam ve Demokrasi Araştırmaları Merkezindeki bir toplantıda yaptığı sunumda şu şekilde özetlemektedir: ‘Bir ülkeden sonra diğer ülkede, devlet özel olarak yönetilen hayır kurumlarına baskı yapması gerektiği mazereti ile bu kötü kullanımlara el koydu. Reform adına devlet; bağışlanabilir varlıkların nasıl kullanılabileceğini kontrol altında tutmak veya bundan elde edilen gelirleri kendisi için almak ve sonra da bu varlıklara el koymak için hareket etti, büyük oranda özel olarak yönetilen hayır kurumlarını sınırlandırarak ve hatta yok ederek. Diğer Güçlükler Devlet müdahalesinden ve siyasi taahhütlerden kaynaklanan tarihsel güçlülüklere ek olarak modern vakıfların karşı karşıya kaldığı belli başlı önemli başka güçlükler de var. Bunların arasında en önemli iki engel (i) yönetim ile ilgili konular, yani mütevellinin atanması ve etkili olması ve (ii) mülkiyetin mevcut olması, yani hayır yapılabilir mülkiyetin mevcut olmasıdır. Mülkiyetin Kapsamı: Yaklaşık 1400 yıl önce vakfın başlamasından bu yana mülkiyet fikri çok çeşitli bir şekilde genişleme göstermesi mülkiyet konusu ile ilgili ele alınan bir husustur. İlk başta vakıf sadece arazi veya gayrimenkul mallarla yapılabilirken yeni finansman hakları kavramları gelişmiştir ve günümüzdeki mülkiyet kavramı içerisinde ekonomik değeri olan maddi olan ve olmayan varlıklar girmektedir. Önemli mülkiyet tipleri arasında gayrimenkul (arazi), kişisel mülkiyet _ 280 _ Dr. Reazul KARIM (diğer fiziksel mallar) ve fikri mülkiyet (sanat kreasyonları, icatlar vb. üzerindeki haklar) vardır. Benzer bir şekilde yetenekli kişilerin ürünleri için aldığı patentler, ticari markalar, iyi niyet ve diğer haklar da çağdaş yaşamda yer alan yeni ve bir o kadar da önemli boyutlardır. Diğer bir kısıtlama ise bu yüzyılda nüfus çok hızlı bir şekilde artarken gayrimenkul özellikle arazi mülkiyeti açısından artma görülmemiş olmasıdır. Uzun süre vakıfların sadece gayrimenkul ile oluşturulabileceği düşüncesinden dolayı gayrimenkulü olmayan kişiler vakıf bağışlarına katılamamışlardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi İslami hayır etkinliklerinin başarısı her zaman sıradan Müslümanların kitle katılımına bağlı olmuştur. Yönetim konuları: Bazı ülkelerde vakıf mülklerinin devlet tarafından yönetilip idare edilmesi söz konusu olurken bazı ülkelerde de vakıflar hala özel olarak yönetilen müesseseler durumundadır. Devlet kontrolü vakıflar üzerinde yanlış yönetime karşı güvenlik ve yolsuzluğa karşı koruma sağlamazken ayrıca vakıfların kaynak azlığından, verimli olunmamasından ve bürokrasiden etkilenmesine yol açmaktadır. Bir vakıf kurarken vakıfta uygulanacak yönetim tipini belirleyen kişi vakfeden kişidir (vakıf kurucusu). Genellikle sorumluluğu yararlanıcıların en iyi çıkar sağlayacak şekilde vakıf mülkiyetini idare etmek olan bir yönetici (mütevelli) atar. Mütevellinin ilk görevi mülkiyeti korumak ve sonra da yararlanıcıların gelirlerini maksimize etmektir. Vakıf dokümanı genellikle Mütevellinin hizmetlerinin karşılığının nasıl olması gerektiğine değinir ve hiçbir şey belirtilmemişse bu mütevelli gönüllü çalışır veya Mahkemeden ödeme kararı çıkmasını isteyebilir. Vakıfların tarihi ile ilgili yaptığımız araştırma; vakıfların kesinlikle hükümet yetkisini hayır işleri üzerinde egemenlik kurmaya davet etmek gibi bir şey olmadığını göstermektedir. Tam tersine, başından itibaren vakıflar hem kar amacı güden bireylerden hem de hükümetin yetki egemenliği işlemlerinden uzak tutulan, hayırseverlerle ilişkili bağımsız sektör kurmanın açık bir ifadesiydi. Bu; Ömer Bin Hattab’ın (r.a.) Halifelik döneminde vakfın fıkhı ile ilgili ana kaynak olarak düşünülen ünlü vakıf dokümanını yazdığı Halifelik uygulamalarında fark edilir. Kendisini yönetici olarak atadı, kendisinden sonra da ailesinden bir kişinin geleceğini belirtti; halifelikteki halefini kendi yerine yönetici olarak belirtmedi. Peygamber (s.a.v.) döneminde Osman (R.A) tarafından yapılan diğer bir vakıf olan Medine’de içme suyu sağlayan ‘Ruma’ çeşmesi vakfı da devlet yönetimine verilmedi. Bu vakıfların her ikisi de herhangi bir hükümet müdahalesi olmadan toplum tarafında fiilen yönetildi. Osmanlı Evkaf Kanunu, hükümet müdahalesine yol açan ilk adımdı. Ancak bu ne Evkaf yönetimini hükümetin eline verdi ne de özel vakıfları azalttı. Yirminci yüzyılın ilk yarısında Müslüman ülkelerin ve diğer çeşitli toplumların hemen hemen hepsinde vakıflar kanunları düzenlendi. Bu kanunlar ile kamu sektörünün diğer kollarının yönetildiği şekilde vakıf mallarını da yönetmek için ‘Evkaf Bakanlığı’ veya ‘Evkaf Dairesi’ gibi hükümet kolları kuruldu. Böylece güçlü özel sektör yerine bireylerin kar amacı güdüsünden ve hükümet gücünden bağımsız vakıflara gölge düşürdü. Hükümet; ekonomik girişimleri kötü yönettiği için hayır işleri projeleri _ 281 _ Hayırsever Bağışların Genişlemesinde Para Vakıflarının Önemi çok daha etkisiz bir şekilde yönetilir hale gelmektedir. Belki de bu durum hükümetlerin kötü yönetimi sonucu ortaya çıkan başarısızlıkla birlikte fark edilmiştir ve pek çok ülkede vakıf mallarının kaybedildiği göz önünde bulundurulduğunda müdahalenin olduğu çok açıkça görülmektedir. Bangladeş’in 64 ilindeki devasa vakıf arazisi miktarı (150.593 arazi) sadece 24 şube görevlisi ve toplam 99 personeli olan Vakıf Dairesi tarafından düzenlenmektedir. 2005 yılı Eylül ayında Din İşleri Bakanlığının Parlamento Daimi Kurul toplantısında vakıfların sahip olduğu 905.497 dönüm araziden 700.000 dönüm arazisine başkasının arazisine tecavüz eden kimselerce el konulduğu rapor edildi. Benzer şekilde, tahminen 300.000 tescilli vakfın yönetilmesi için oluşturulan mevcut yapı içerisinde Merkezi Vakıf Kurulu tarafından yönetilen her bir arazi için kurulmuş Vakıf Kurullarına sahip Hindistan’da da aynı durum yaşanmıştır. Ne yazık ki bu gayrimenkullerin büyük bir kısmı yasadışı yollarla işgal edilmiş durumdadır. Mütevellinin atanması, sonuç olarak vakfın yönetimi; vakıf arazinin başarısı ile ilişkili en önemli faktörlerden bir tanesidir. Adı ne olursa olsun, vakıf kurulunun veya bölümünün başarısız olmasının sadece bürokratik başarısızlık olarak adlandırılmaması gerektiğine dikkat edilmelidir. Sorumluluğun büyük bir kısmı; vakıftan sorumlu mütevelliye kalır. Özellikle Bangladeş, Hindistan gibi ülkelerde ele geçirilen büyük miktardaki vakıf arazisi; hükümet hatalarından değil aynı zamanda mütevellinin kendisinin verimsiz olmasından veya bazen de dürüst olmamasından kaynaklanır. Bu tür zararlar; mütevelli faal olmuş olsaydı ve hukuki koruma talep eden uygun önlemleri almış olsaydı mahkeme tarafından ihtiyat konularak kolaylıkla önlenebilirdir. Bazı yorumcular; vakıf arazilerinin en başından itibaren özel olarak atanmış Mütevelliler tarafından başarılı bir şekilde yönetilmiş olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, vakfeden kişinin kendi yaşadığı sürece ve kendisi öldükten sonra vakfı yönetmesi için yüksek derecede yetkin birini atarken gelecek nesiller boyu etkili mütevellilerin atanmaya devam etmesini sağlayamayacağı hususu göz ardı edilmemelidir. Yönetimin başarısı; Mütevellinin takva, dürüstlük, sağlam işletme bilgisi, etkililik, yönetim kapasitesi ve vizyon gibi özellikleri içeren çeşitli niteliklerinde yatmaktadır. Atanan tüm Mütevellilerin bu belirtilen niteliklere sahip olmasını sağlamak genellikle zordur. Bu ille de vakfeden tarafından özel Mütevellilerin atanmasını kaldırmamız gerektiği anlamına gelmez. Devam etmelidir. Çünkü bunun vakıf fıkhında çekirdek ilkelerden biri olmasının yanında hükümet yönetimi üzerindeki yükü de azaltır. Aslında bazı zamanlarda etkili ve uzman yönetim ile daha iyi başarılar elde edilebilir. Bu açıdan bakıldığında özel yönetim altında yüzyıllar boyu ayakta kalan ve bu süre içerisinde bir yandan genişlemeye devam ederken bir yanda da halka başarılı bir şekilde hizmet eden belli başlı vakıfların olduğunu görürüz. Örneğin Bangladeş’te baharat, tıbbi bitkiler ve mineraller gibi doğal kaynaklardan ilaçlar üreten Hamhard Laboratuvarları ünlü vakıf arazisidir. 100 yıl önce kurulan bu kuruluş, Bangladeş’te bilim şehri, yüksekokul, üniversite, fen laboratuvarı ve hastane gibi projeler başlatmış ve nadir bulunan ve değerli tıbbi bitkileri yetiştirmek ve korumak için 300 dönüm arazi edinmiştir. Benzer şekilde _ 282 _ Dr. Reazul KARIM Anjuman-e-Mofıdl İslam; hastaneler, ambulans ve hatta kimliği belirlenemeyen ölülerin gömülmesi gibi hizmetler sağlayan bir başka vakıftır. Bu kurumlar; başarılı özel yönetim kapsamında uzun yıllardır topluma hizmet götürmektedir. Benzer başarı vakıf arazileri ile de elde edilmiştir. Yolsuzluk, yanlış yönetim ve hükümet müdahaleleri sonucu vakıfların başarısız olması bazı Müslüman ülkelerde evkaf yönetiminde çeşitli reform denemeleri yapılmasına yol açmıştır. Ne yazık ki bu reformların hiçbiri gerçek probleme ulamamışlardır; bundan dolayı da önerilen çözümler kozmetik olmaktan ileri gidememiş; yönetim kavramında bir değişiklikten ziyade sadece el değişikliği, yani nesiller arası bir çabayı ifade etmiştir. PARA VAKFI: Sermaye olarak gayrimenkul yerine para verilmesi ile kurulan vakıftır. Vakıf sermayesinin taşınmaz olması koşulu olmasını ileri süren görüş açısından farklı bir alana tabidir. İslam dünyasındaki en erken Para Vakfı kökenleri; İmam Zufer’e böyle bir vakfın nasıl fonksiyon göstereceği sorulduğu sekizinci yüzyıla kadar gitmektedir. Bu sorunun sorulması bile o zamanlarda bu türden vakıfların var olduğuna dair bir gösterge olarak kabul edilebilir.3 Ancak, bu tür vakıflar pragmatikler ve ahlakçılar arasındaki sert çabalardan sonra 15inci yüzyılın başlarında Osmanlı Mahkemeleri tarafından onaylandı ve 16ncı yüzyılın sonlarına gelindiğinde tüm Anadolu’da ve İmparatorluğun Avrupa eyaletlerinde aşırı derecede popüler oldu.3Yapılan araştırmalar; Para Vakfının Suriye’de, Mısır’da, Sudan’da ve Aden’de mevcut olduğunu ortaya çıkarmıştır.4 Balkanlardan Malay’a kadar geniş topraklarda Para Vakfının meşru olması; büyük İslam hukuk bilimi okulları tarafından genel olarak kabul gördüğünü ima etmektedir. Ancak bu genel kabul; en azından on altıncı yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar süren sert çekişmeler sonucu elde edilmiştir. Para Vakfı Projesinin Avantajları: Yukarıda ele alınan zorluklarla, özelliklerle mülkiyet, finansman haklar ve yönetim konuları ile ilgili olarak Para Vakfı; aşağıdaki engellerin pek çoğunu aşmak için bir fırsat sağlar: LSadece varlıklı Müslümanların veya gayrimenkul vakıf sahiplerinin değil farklı finansman yeterlilikleri olan tüm Müslümanların katılmasına fırsat tanır. LLPara Vakfı projesi; kullanımı maksimize edebilme amacıyla ortak fon oluşturmak için dağıtılan bağışları toplayabilir. LLLBöyle bir program; işbirliği kurarak fakirliğin yok edilmesine ve sosyal hizmetlerin sağlanmasına yönelik hükümetin ulusal kalkınma planını geliştirebilir. LYPara Vakfı projesi tarafından sağlanan fonlar; yüksek faiz oranı ve ücretlerle fonu sağlanan mikro finans projelerinin fonunu sağlamak için kullanılabilir. (v) Bu proje; organize edilmiş ve ihtiyaca dayalı projenin / yatırımın seçilmesini sağlayacaktır. Kalkınma projeleri ve yatırımları; önceliği yerel çapta gereksinime vererek 'RF'U&HQJL]7RUDPDQ3UR'U%HGUL\H7XQFVLSHU5HV$VVLVW6LQDQ<LOPD]&DVK$ZTDILQWKH2WWRPDQVDV3KLODQWKURSLF)RXQGDWLRQV DQGWKHLU$FFRXQWLQJ3UDFWLFHVKWWSZZZFRPPHUFHXVDVNFDVSHFLDODKLFSDSHUV$+,&),1$/3DSHUSGI %UXFH0DVWHUV7KH2ULJLQVRI:HVWHUQ(FRQRPLF'RPLQDQFHLQWKH0LGGOH(DVW1HZ<RUN8QLYHUVLW\3UHVVSUHJDUGLQJ 6\ULDQFDVKZDTI _ 283 _ Hayırsever Bağışların Genişlemesinde Para Vakıflarının Önemi hükümetin kalkınma planı ile koordinasyon içerisinde seçilecektir. Bu fon; bağımsız yapısı devam ederken uygulanabilir olduğu sürece projelerin seçilmesinde hükümetin kalkınma ortağı olacaktır. Diğer Ülkelerdeki Para Vakıfları: En ilginç vakıf uygulamasının yapıldığı Malezya; yüksek finansman alanında gözlemlenmiştir. Kısmen vakıf gelirlerinden oluşan çeşitli devletlerin Din Bölümlerinin gelirleri İslam Bankası Malezya’ya ve Takaful Şti.’ne yatırılmıştır ve İslam Bankası Malezya’nın Öz Kaynağının %25’i dini bölümler tarafından sağlanmıştır. Diğer ilginç bir vaka ise ünlü Alsagoff ve Co ve diğer Müslüman iş yerlerinin ve bireylerin bağışladıkları paralarla 31 Ağustos 1904 tarihinde kurulan Singapur Müslüman Trust Fonu Birliğidir. Bu para; fakir Müslümanları gömme masraflarını karşılama, yetimlere ve okullara destek verme amacıyla bağışlandı. İlk fonun verilen sadakalarla desteklenmesi beklenmekteydi ve ayda bir kez açılmak üzere para toplama amacıyla camilere bağış kutuları konuldu. Kazanılan para; caminin İmamına ödemek için harcandı ve bunun %97.5’i birlik amacına uygun olacak şekilde HSBC bankasına yatırıldı. Böylece Malezya’da ve Singapur’da Para Vakfı oluşturuldu; ancak faal durumda değildir.5 Bangladeş’teki Para Vakfı: Bangladeş Para Vakfı özerk bir müessesedir ve dini, sosyal yardımlaşma ve hizmet odaklı örgütleri esas alan etkinliklerde işlev gösterir. Bu müessese; Hindistan Alt Kıtasında İngiliz Kolonisi döneminde 1934 tarihinde Bengal Vakıf Kanunu kapsamında kuruldu. Tüm Vakıf Eyaletlerinin etkinlikleri şu anda Vakıf Tüzüğü, 1962 kapsamında idare edilmektedir. Son yıllarda meydana gelen önemli bir gelişme de çeşitli özel İslam Bankaları tarafından Para Vakfı Sertifikasının tanıtılmasıdır. Başlatılan ve kendisini idame ettiren Vakıf projelerinde Bankanın Mütevelli sıfatıyla hareket ettiği 1998 yılında Sosyal Yatırım Bankası Limited Şirketi6 aracılığı ile Bu sertifikaların düzenlenmesine başlandı. Banka; vakfeden kişinin kendi iradesi ile yararlanıcı tiplerini seçebileceği yararlanıcı projeleri listesini Vakıf Sertifikası alıcısına sunar. Para Vakıflarının Geliştirilmesi: Para Vakfı fonu (‘Fon’) işletmesinin ana amacı, daha fazla Müslümanın vakıf bağışı yapabilmelerine fırsat tanımaktır. Bangladeş’teki Para Vakfı Deneyimi; bunun vakfı genişletmenin etkili bir yol olduğunu göstermektedir. Sosyal İslami Bankasındaki para 9 yıl içerisinde 12 kat büyüdü. Artık pek çok diğer banka popülerliği için aynı hizmeti sunmaktadır. Fonun İşletilmesi: Fon sadece Para Vakfına dayalı olduğu için bunun işletilmesi de Para Vakfı Sertifikalarının satışı ile fonun tahsis edilmesine odaklanacaktır. İlk başta, İslam Piyasaları veya stoklarına biriken fonu yatırabilir ve yıllık getirisini / karını hayır işlerine fon sağlamak için dağıtabilir. Fon önemli bir rakama ulaştığında kendi planını başlatabilir. &L]DND\XNDUÜGDV KWWSZZZVLEOEGFRPKWPOFDVKBZDTIBVFKHPHKWPO _ 284 _ Dr. Reazul KARIM Büyük miktarda paralarla vakıf kurmak için bağış yapan kişiler kendi yararlı planlarını oluşturabilirler veya alternatif olarak diğerleri gibi belirlenmiş hayır işi projeleri listesinden herhangi bir projeyi seçebilirler. Fonun tahsil edilmesi ile ilgili önemli bir açı da işletme maliyetlerinin iki nedenden dolayı minimum olması gerekmesidir. Birincisi, kitlesel katılımı sağlamak için düşük gelirli kişilere katkı yapılmasına fırsat tanınması gereklidir. Bundan dolayı her bir Vakıf Sertifikasının değeri bir ABD doları kadar düşük olmalıdır. İkincisi tahsil etme, sürdürme ve yatırım sürecinin maliyeti düşük ve etkili olması gereklidir. Fon Toplama: Fon toplamada en az maliyet olmasını sağlamak için aşağıdaki prosedürler benimsenebilir: Bankalar: Vakıf sertifikaları; Fon adına hesabın açıldığı Müslüman ülkelerdeki İslam bankalarının şubeleri aracılığı ile satılabilir ve vakfeden, bir form doldurduktan ve Fonun belirtilen hesap numarasına ödemesi yapıldıktan sonra basit bir sertifika tahsil edebilir. Internet: İnternet kullanımının pek çok Müslüman ülkede, özellikle de Orta Doğu’da çok hızlı ve geniş olamamasına rağmen elektronik formatta Vakıf Sertifikasının on-line satışı; dünya çapında milyonlarca Müslümana ulaşabilmenin başka bir etkili ve basit yolu olabilir. Kredi kartı olan herhangi bir vakfeden; güvenli on-line işlem üzerinden Fon adına oluşturulan belirlenmiş siteden vakıf sertifikalarını satın almayı tercih edebilir. On-line Vakıf Sertifikasının diğer bir avantajı da; finansman ayrıntıları, Fon etkinlikleri veya Vakıf ve projelerin kamu tarafından incelenmesi serbest olması ile birlikte kamu güveninin artmasının sağlanmasıdır. Mobil Telefon: Vakıf Sertifikasının dağıtılması şekli; gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerde kitle topluma ulaşabilmenin en etkili yolu olabilir. Son yıllarda hem gelişmemiş hem de gelişmekte olan ülkelerde mobil telefon kullanıcılarının sayısında çok hızlı artış olduğu görülmektedir. Bir cep telefonu kullanarak ilgili vakfeden kişi SMS göndererek veya bir arama yaparak veya mobil bankacılık tesisi üzerinden Vakıf Sertifikaları satın alabilecektir. Bangladeş Bankası tarafından yayınlanan son veriler; Bangladeş’teki mobil bankacılık hizmetlerinin teşvik edilmesinden bu yana çok yol alındığını göstermektedir. Bankacılık hesapları olmayan kişiler; özellikle Bangladeş’in kırsal alanlarında mobil işlem yapmayı benimsediler. Her gün mobil bankacılık hizmetleri üzerinde ortalama 15.6 milyon dolar civarında işlem yapılmaktadır. 2013 yılı Nisan ayı itibari ile Bangladeş’te yüzde 12.47’si önceki aydan olmak üzere 5.254 milyon mobil bankacılık abonmanı oldu.7 Bu, Para Vakıflarını genişletmenin başka bir popüler yoludur. Kamu Güveni: Vakfedenler kendi çıkarı olmadan sürekliliği olan bağış yapacaklarından dolayı söz konusu fonun başarısının elde edilmesi için gerekli en temel faktör kamu güveni olacaktır. Bundan dolayı, böyle bir fonun, desteği olan uluslararası alanda tanınan, ulusal hükümetlere veya diğer benzeri uluslararası örgütlere katılım sağlayan, bu kuruluşlarda temsil edilen veya denetleme yetkisi olan bir örgüt tarafından oluşturulmasının ve işletilmesinin sağlanması son derecede önemlidir. Ayrıca söz konusu Fonun başarısı Müslümanlar arasındaki httpZZZWKHGDLO<6WDUQHWEHWDQHZVPRELOHEDQNLQJFDUYLQJ-aQLFKH _ 285 _ Hayırsever Bağışların Genişlemesinde Para Vakıflarının Önemi İslami bağış ruhuna dayalı olacağından belki de medya kampanyası ve pazarlama veya reklamcılık gibi unsurlar kullanılarak Müslümanların farkındalığını arttıracak önlemler alınması gereklidir. Vakıf tabanlı mikro-finans: Mikro-finans; fakirlerin kendi kendilerine yetebilmelerini sağlayacak popüler bir projedir. Genellikle ticari bankalar ve Mikro Finansman Kurumları (MFI) böyle kredileri düzenler. Ticaret bankaları karı maksimize etmeye çalışan firmalar olurken MFI’ler ise fakirlere kendi kendilerine yetebilmelerini sağlamaları için finansman sağlamak üzere kurulmuş kamu veya sivil kuruluşlardır. MFI’ler faiz karşılığında küçük meblağlı krediler kullandırırlar. Bir vakıf fonunun oluşturulması; Müslüman ülkelerinin İslam Mikro-finans projelerini teşvik etmelerini ve böylece mikro-finansman etkinliklerinde daha fazla başarılı olmalarını sağlayacaktır. Yüksek faiz isteyen geleneksel mikro finansmandan farklı olarak İslam Mikro Finansmanı; kar paylaşmayı ve hizmet ücretlerini esas alabilir. Bazı İslami Mikro Finansman Müessesleri (MFI’ler) bazı Müslüman ülkelerinde tanıtılmıştır. Bangladeş’teki İslam MFI’ler üzerine yapılmış bir araştırmada büyüme ve işletme ile ilgili en büyük kısıtlamalardan biri olarak fonların yetersiz olması gösterilmiştir. Aynı araştırma; fonun harici kaynaklardan alınması konusunda İslam MFI’ların karşılaştığı bazı problemleri de tanımlamaktadır.8 İslam MFI’ların fonlarının azlığı; önerilen Fonun oluşturulması ile büyük oranda giderilebilir. Sonuç: İslam finansmanın anahtar özelliği ve hedefi fakirliğin yok edilmesi olduğu göz önünde bulundurulduğunda günümüzde Müslüman ülkelere doğal kaynaklarından dolayı tapılmasına rağmen Müslümanlar istenilen hedefin çok daha gerisinde kalmaktadırlar. Belki de bu hedefe ulaşmanın tek yolu Zekat, Vakıf, Sadaka gibi kurumlar yardımıyla soylu Muhammed Peygamber (s.a.v.) tarafından yapılan uygulamanın devam ettirilmesini ve Kutsal Kuran’da teşvik edilen hayır kurumlarının uygun bir şekilde kullanılmasını sağlamaktır. Nobel ödüllü mikrofinansman kurumu Grameen Bankası; sadece 27 ABD doları fonu ile 1976 yılında Bangladeş’te faaliyetlerine başladı. Günümüzde Bangladeş’te 7 milyon kişiye verdiği kredi ile 6.5 milyar ABD dolarından daha fazla kazandı. Bundan dolayı Para Vakfı Fonu sadece uygulanabilir olmakla kalmayacak ayrıca İslam ve finansman ilkelerinin özünü oluşturan insanlık ruhunun altını çizen bir dünya şeklinde kendisini kanıtlama fırsatı da yakalayacaktır. Habib Ahmed,:DTI%DVHG0LFURILQDQFH5HDOL]LQJWKH6RFLDO5ROHRI,VODPLF0LFURILQDQFH IRTI/IDB, Paper for I’International Seminar on integrating Awqaf in the Islamic Financial Sector’ Singapore, March 2007. _ 286 _ *(¡0ñì7(1*¶1¶0¶=(9$.,)/$5,1 (.2120ñ¶=(5ñ1'(.ñ(7.ñ/(5ñ9(%ñ5 )ñ1$16<°1(7ñ002'(/ñ2/$5$.3$5$ 9$.,)/$5,1,1*¶1¶0¶=(8<$5/$10$6, $EGXOODK(.ñ1&ñ 7ÖUNL\H*ÐQÖOOÖ7HíHNNÖOOHU9DNIÜ7*797¶5.ñ<( Günümüzde yaşanılan sorunlarla ilgili düzenleme, bir gözden geçirme yapacağım. Özette böyle yaptığım için, bu akşam değiştirdim. Yoksa bilimsel tarafını daha ziyade karz-ı hasen müessesesinin bugüne uyarlanması şeklinde düzenlemiştik. Öncelikle Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV) hakkında biraz size bilgi vermek istiyorum. Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı, Türkiye’de geniş kitlelere hitap eden vakıfların oluşturduğu bir çatı örgütü. Bu örgütte 13 tane komisyonumuz ve 5 tane de platformumuz bulunmaktadır. Bunların her birisi bu vakıfların topluca bir faaliyet yürütmesine katkı sağlamaktadır. Her bir vakfımız büyük salonlar dolduracak geniş kitlelere hitap etmektedir. Mesela bu pazar Sinan Erdem Spor Salonunu bir üyemiz doldurmuştu. Artık böyle ciddi anlamda geniş kitlelere hitap eden bir vakfın çatı örgütü çalışmaları içerisinden geliyoruz. Bu nedenle tüm bu dönemde yaşanılan sorunları; özellikle muhafazakâr camiada, İslami camiada bu sistemlere, kurumsallaşma ve hesap verilebilir, şeffaf yönetime geçiş konusunda yapılan çalışmaların, toplantıların, beyin fırtınası toplantılarının bir miktar sonucunu paylaşmış olacağım burada. Burada, her birisi büyük kitlelere hitap eden vakıfların kaynaklarının sağlam temelli hale gelmesi, daha büyük bütçeleri idare edebilecek konuma gelmelerinin sağlanması, akar oluşturmalarını sağlayacak yeni bakış açıları kazandırmak, endüstrileşmiş yapılar oluşturmalarına katkı sağlamak -mesela ülkemizde böyle büyük vakıflar endüstriyel grupları yönetmiyor; belki vakıflarımızın bundan sonra endüstriyel grupları da yönetmesinin yolunun açılması lazım- kaynakların önündeki engelleri belirlemek, ticari ve endüstriyel ilişkilerde helalliğin tanımlanmamasının yaptığı tahribatlar ve bu tahribatlar sonucu samimi vakıfların kaynaklarının azalması sonucunu doğurmaktadır. Allah rızası için veren işadamları yerine kapitalist mantıkla veren işadamlığa geçişi sağlayan bu durumun düzeltilmesi gerekliliği konusu var. Şöyle kısaca Osmanlı dönemine gidersek, Osmanlı ekonomisinde vakıflar Osmanlının ekonomik yapısı adalet temeline ve öncelikle İslam devletinin miras kalan ikta, tımar, mukataa gibi kurumlarının yanında, fütüvvet, ahilik gibi esnaf kurumlarının yan yana yer aldığı büyük bir birikime dayanmaktaydı. XVII. yüzyılda Osmanlı topraklarının yüzde 20’si vakıf sistemi içerisinde yer almaktaydı. Yine XIX. yüzyılda tesis edilen vakıfların kurucularının yüzde 42’si ise devlet adamlarından oluşmaktaydı. Bizim bu dönemde özellikle devlet adamlarımızın daha az vakıf kurduğunu görüyoruz. Halbuki, Osmanlı Devleti’nde vakıfların kurucularının yüzde 42’si devlet adamlarından oluşmakta, yine yüzde 18’i kadınlardan oluşmaktadır. _ 287 _ Geçmişten Günümüze Vakıfların Ekonomi Üzerindeki Etkileri Ve Bir Finans Yönetim Modeli Olarak Para Vakıflarının Günümüze Uyarlanması 1456-1546 tarihleri arasında İstanbul’da kurulan vakıfların yüzde 46.12’si, XVII. asırda kurulan vakıfların yüzde 31’i, XIX. asırda kurulan vakıfların yüzde 56’sı para vakfı. Demek ki; nakit yönetimi üzerine o dönemde ciddi bir ihtiyaç var ve toplumun karz-ı hasen sistemi içerisinde değerlendirmesine katkı sağlıyoruz. XVII. ve XIX. yüzyılın başlarında Osmanlı ekonomisinde vakıfların payı yüzde 35-40 civarında. O dönemde ekonominin yaklaşık 5’te 2’si vakıflar tarafından idare ediliyor. Vakıflar vasıtasıyla oluşturulan finansman sistemi, kültür, eğitim, sağlık, altyapı, bayındırlık, dini ve sosyal hizmetlerin görülmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bugün ülkemizde sadece eğitim için devletin harcadığı para 100 milyarın üzerinde. O dönemde devlet bu alanda bir yatırım yapmıyor ve vakıflar bu yatırımı destekliyorlar. Yine Osmanlı ekonomi politiğinin anlaşılmasında ayrı bir önemi olduğu daha açık bir biçimde anlaşılacak olan, gerçekten de vakıflar sayesindedir ki, güçlü devlet tarafından mülkiyet haklarının çiğnenmesi engellenmiş, İslam medeniyetinin zengin mimari mirası finanse edilip yüzyıllarca korunabilmiş, mahalleler maddi bunalıma düşen bir devlet tarafından bindirilen ağır vergi yükünü kaldırabilmiş, arazilerin İslam hukuku gereği aşırı parçalanması önlenebilmiş, yaşlılıkla maluliyet maaşları verilebilmiş; bir kurum olarak sigortanın bilinmediği bir çağda, lonca ya da mahalle üyeleri için ilkel de olsa bir sigorta güvencesi sağlanmıştır. O dönemde, aslında devletin işleyemediği dönemlerde vakıflar hakikaten toplumun bir güvencesi olmuş ve toplumun gerçekten müreffeh bir şekilde sürdürülebilirliğini sağlamıştır. Geçmişte para vakıfları muamele-i şer’iyye dediğimiz bir akitle karz-ı hasen vermişler. “Vakıf malı azalmaz” yaklaşımıyla, daha ziyade ihtiyacı olan tacirlere 10’a 11 oranında yıllık fon kullandırmışlardır. Bey’ bi’l-vefa denilen bir model var; bedelini geri getirdiğinde iade edilecek mal üzerinden kullandırılan kredi işlemi diyoruz buna. Mal, kreditöre teslim edilir, iade işlemi gerçekleştirilinceye kadar maldan kreditör faydalanır. Bu şekilde bir sistem. Bey’bil istiğlalde ise, mal kreditöre teslim edilmez, kullanıcı tarafından kiralanır. Bir de murabaha dediğimiz model var; bugün özellikle finans kurumlarının en çok kullandığı model bu, yüzde 90 oranında. Alıcının cebinde peşin parası var gibi kreditör namına bir malı alması ve kreditörle anlaştığı oran ve vadede kreditöre ödeme yapması olarak görebiliriz. Bir diğer konu selem. Gelecekte üretilecek bir malın bedeli bugünden üreticiye ödenerek akitleşme işlemi yapılıyor ve bu şekilde de vakıflar gelir elde ediyor. Bir de icareteyn var; vakıf mallarının peşin veya normal kira bedeli üzerinden kiralanması. Bugün baktığımızda, finans kurumları da benzer işlemleri yapıyor, murabaha yapıyor, leasing yapıyor, ortaklık yapıyor. Selem senedi yöntemiyle finansman çok fazla başvurdukları bir yöntem değil. İstisna yöntemiyle finansman, risk sermayesi ortaklığı ve menkul kıymetleştirme dediğimiz daha ziyade sukuk üzerinde duruluyor. Şu an bizim finans kurumlarımız türev işlemler yapmıyorlar. Daha çok Forward, future sözleşmeleri, swat, opsiyon işlemleri daha ziyade yapmıyorlar, çünkü fetvasını alamadıklarını düşünüyorlar. Bu konuda da aslında bir çalışma yapılması gerekir. _ 288 _ Abdullah EKİNCİ Eski vakıfların toplum içerisinde olma usulleri: Özellikle toplum içerisinde çok etkin oluyorlar. Bunun sebebi ise, vakıf mütevellileri toplumun önde gelenleri tarafından teşekkül ediliyor. Bugün spor camiasında vb yerlerde çokça gördüğümüz bir yaklaşım; toplumun önde gelenleri tarafından mütevelliler oluşturan vakıflar toplum üzerinde çokça etkili oluyorlar. Ahilik teşkilatının vakıf varlıklarının işletilmesine katkıları oluyor. Nasıl oluyor? Vakıf faaliyetleri konusunda ücretsiz, ticari olarak yöneticilik yapıyorlar veya vakıf varlıklarını batırdığı zaman bir tüccar, onu ahilik teşkilatı kendisi karşılıyor. Vakıf gelirlerinin toplumun bir hayrî hizmetini karşılamak için vakfedilmiş olması, vakıf gelirlerinin câmi giderlerine; imam, müezzin ödemelerine ayrılması, su ve sebil yaptırılması gibi toplumun her zaman itibar gösterdiği ve önünde olduğu kişilerin ödemelerini vakıflar yapıyor. Mesela deniliyor ki, “Yeni Câmi’deki imamın ücretini falan vakıf veriyor.” Ve bu şekilde toplum da bunu bildiği için, o vakfa itibar ediyor. Bugün stratejik kaynak diye tabir ettiğimiz bir konuda sürekli gelir sağlama amacı üzerine kurulması ve toplumun bunu bilmesi: Özellikle günübirlik harcamaları vakıflar yerine, daha ziyade işadamları sponsorluğu tarafından yapıyoruz. Halbuki; vakıflar sürekli gelir getiren ve sürekli harcama ihtiyacı olan alanlarda faaliyet gösteriyorlar ve böylece, toplumun sürekli desteklenmesi gereken alanlarına hitap ediyorlar. Özellikle Osmanlı döneminde vakıflar nakitlerinin sarraflar tarafından işletilmesi gündeme gelmiş. Genellikle güvenli olduğu için sarraflara bu nakitler teslim edilmiş, sarraflar yıl sonunda elde etmiş oldukları gelirleri vakfa vermişler, bu şekilde bir sistem uygulamışlar. Daha ziyade ücretli çalışanların da olduğu dönemler olmuş. Mesela vakfın malını işleten bir kişi oradan ücret almış, kârı vakfa kalmış. Bu şekilde bir sistem çalıştırılmış. Bir diğer konu, Anadolu’da yaygınlaştırılan bir yapı; vakıf nakitlerinin müşareke yöntemiyle işletilmesi özellikle girişimciliği arttırmış. Özellikle ahilik sisteminde var olanlar girişimci olarak girmişler. Vakıf malları eksilemeyeceği için, anaparanın dışında elde etmiş oldukları kârın yarısını vakfa vermişler, yarısını da kendileri kullanmışlar. Zarar etmesi durumunda ise, esnaflar zor duruma düşmemesi durumunda kendisi ödemiş, zor durumda düşerse de ahilik teşkilatı buna kefil olmuş ve karşılamıştır. Günümüz finans kurumlarında özellikle faizsiz finansla ilgili yaşanılan bazı sorunlar var. Bunlar ne? Faiz piyasasında fiyatların sürekli olarak örnek alınması. Özellikle katılım bankaları murabahada ve değişik finansal, bireysel ürünlerde faiz piyasasındaki fiyatları örnek alıyor ve bunu kâr payı olarak uyguluyor. Günlük ve likit ürünlerden elde edilen gelirlerin faizli işlem yapanlara göre sınırlı olması, bu da onları daha fazla kâr koymaya, daha fazla işlem kârı koymaya itiyor; çünkü diğer faizli kurumlar likit varlıklardan daha yüksek getiri elde ediyorlar, ama katılım bankaları bu konuda daha sınırlı bir işleme sahipler. Faiz ödeyen kurumlara yönelimi önlemek için tahmini kâr sözü verme hevesi var; bazı kurumlarda bunu yaşıyoruz. Yani yüksek para getirenlere, “Sana yıl sonunda şu kadar kâr vereceğiz” gibi sözler veriliyor bazen. Bu da ciddi anlamda sistemi tıkıyor. _ 289 _ Geçmişten Günümüze Vakıfların Ekonomi Üzerindeki Etkileri Ve Bir Finans Yönetim Modeli Olarak Para Vakıflarının Günümüze Uyarlanması Fıkıh konularında, bankacılık sistemini bilmeyen, sadece dini bilgiye sahip kişilerden oluşması da özellikle sorunlardan birisi. Finans kurumlarında daha ziyade ilahiyat mezunları bu alanda çalışıyorlar. Halbuki; ticari işleri bilen işletme mezunlarının da fıkıh konusuna hâkim olup bu alanı doldurması gerekiyor. Mahrum olunan kâr payı gibi, borcunu ödeyemeyen kişilerden piyasanın üzerinde fazla tahsilat yapılması; bu da faizli bir finansal kurum yaklaşımı getiriyor. Bazı kuruluşların personel eğitiminin yetersizliği ve faiz hesabı üzerinden kâr hesabı yapmaları söz konusu. Özellikle müşterilerine yönelik kâr hesabını faiz üzerinden, “Faizi şu kadardır” diye hesaplıyor ve müşteri, bankadan farklı konuşan bir kişi görüyor karşısında. Üretim sistemlerine vakıf finansmanının etkileri konusunda özellikle bu dönemde vakıf finansmanını çok az kullanıyoruz. Her aşamada faizli bir fon yerine, vakıf varlıklarından yapılan finansmanla tamamen kâra ortak olan bir sistem oluşuyor. Bir ürünün hammadde aşamasından nihai kullanıcısına ulaşana kadar faizli bir finans sistemiyle desteklendiğinde, tam 3 katı maliyet artışına neden oluyor. Halbuki vakıf sistemiyle finanse etmiş olsak, bu, sadece kâra ortak olmak şeklinde bir yapıyla oluyor. Özellikle eski dönemlerde Mısır Çarşısı’nda olduğu gibi, değişik vakıflarımız gelirlerini, akarlarını sürekli hale getirmişler. Halbuki bugün de benzer şeyler yapılabilir. Hanlar, hamamlar, değişik kurumlar vakıf yatırımı olarak değerlendirilir ve sürekli bir kira geliri elde eden vakıflar oluşabilir. Şehir terminallerinin mülkleri, AVM’lerin mülkleri, şehir merkezlerindeki büfeler, müzeler ve ziyaret yerleri, endüstrileşmiş şirketlerin reklam bütçeleri, patent hakları, teknolojik buluşlara ortaklık, vakıf fonlarının yatırım fonu olarak kullanılması sonucu ortaya çıkan ticari kâr, vakıf üye aidatları… Bizim Türkiye’de mesela Hayat Vakfımız sadece vakıf üye aidatları üzerine bina ediyor sistemini ve bu şekilde üyelerine burs veriyor, kendini geliştiriyor. Vakıf dergileri konusunda dünyada National Geographic bir vakıf örneği olarak önümüzde duruyor. Yine vakıf yayın gelirleri konusunda National Geographic hakikaten televizyonlarıyla, yayınlarıyla dünyada ciddi anlamda bir sonuç elde ediyor. Sonuç olarak, vakıf sistemleri Allah rızası için toplumun bir ihtiyacını karşılamak üzere kurulmaya başlanmış, gelişmiş ve her alanda etkin, helal ve akılcı çözümler üretilmiş. Ülke yönetimine menfaat odaklı kişiler geldiklerinde sistemi bozmuşlar. Bugün görmüş olduğumuz olumsuz yaklaşımları ortadan kaldırmak için, halkına samimi olarak hizmet etmek isteyen samimi yöneticilere ihtiyaç var. Yeni finansal ve ticari ürünlerin önündeki helallik kavramı sorununun acilen çözülmesi gerekir. Bu sorunun çözümü için, her meslek grubundan uzmanlaşmış, mesleki bilgi ve tecrübeye sahip, fıkıh bilgisi tescillenmiş heyetler oluşturulmalıdır. Özellikle tekstilde, kuyumculukta ve her alanda bir heyet oluşturulmasını tavsiye ediyoruz. _ 290 _ (1*,1((5,1*7+($:4$),1'8675< +XVDLQ%(1<281,6 $ZTDI1HZ=HDODQG1(:=($/$1' Your Excellency of Director General of Foundation in Turkey. Thank you so much for having me here in Turkey. And for the audience, I hope you can give me some feedback, especially from the sisters. We do see a lot of you in this conference. And hopefully next time we see more of you speaking here. Sixty to seventy percent of our support come from the sisters. So we rely heavily on the female in Awqaf. Today inshallah I will talk to you about our experience from New Zealand in how we end up thinking of engineering the Awqaf industry. So New Zealand is located close to Australia. New Zealand is the first non-Muslim country to win helal award internationally. And New Zealand has been ranked first in a lot of international positions. I don’t have that much time to go but inshallah I will supply you the presentation. And one of the best things about New Zealand is the world’s latest helal sheep exporter. We export a lot of sheep. So our model is based on sheep. So we realize that our Awqaf model is based on what we waste from our charity resources. And we have realized that the people, they throw the wool and the skin of the Kurbani, which is the sacrifice that the Muslims do every year for the non-Muslim speakers. So we both see how much this industry has worked. We focus on the Muslim in the West, we don’t focus on the Muslim in the Muslim countries. So there are 5 million sheep every year slaughtered by the Muslim in the Western countries as Kurbani. The wool, the skin and the bone are not used. The Muslim in the West with Kurbani alone worth 50 million US dollars. It is wasted at the moment. So we have based our Awqaf model on this one and we started conducting some trials and we have signed in 8 months 4 protocols for 4 countries. Major one was the Awqaf Dubai. So Dubai became a strategic partner and we conducted 4 trials in the waste of the product and we made a lot of money out of this products. So inshallah any money we make from the wool and the skin, we establish Awqaf from it. So that is the model. We started aiming at protecting and preserving the heritage among the refugees and the needy people in the Western countries and in their own home countries. So we decided to use the term engineering because it is efficient. It makes you aware of the available resources and utilize it for maximum and it helps you innovate with new things. We decided to use Awqaf as a platform because Awqaf is a sustainable ready community development platform well known by the Muslim and well understood, so we do not need to reinvent anything. And we call it an industry because it is a multibillion dollar sector under development. It requires a research and _ 291 _ Engineering the Awqaf Industry development and any specialized organization and it is constraint in its own country. It does not go overseas. So in New Zealand we have thought of a different approach. So however we came across with some logistic problems. So we decided to establish Awqaf farm. The reason is we wanted to buy a big sheep or cow that people don’t sell this for us or because they push the prices up for us. Limited day, 84 day, we have to do it in 4 days so we need our stock and we can’t book the space in the helal and the exchange rate because in the market we have it in Europe and processing is in Australia and New Zealand. And people place their order at the last minutes. So this is a logistic problem. Therefore we thought of Awqaf as a farm, as a way to overcome this stuff elhamdurillah we have made a preliminary study and we are working with civil partners in doing this. So first we were going to buy the farm. And because the Awqaf organization they don’t leave their country, they don’t want their Awqaf money goes outside their countries. So we have started thinking of different approaches, which is Awqaf share, Awqaf certificate as a proverb from Bangladesh mention, and Awqaf Sukuk. So we are going to be the first international Awqaf organization that issue Awqaf Sukuk inshallah next year. So our Awqaf Sukuk model is like this: we take a thousand dollar from the person and we do Kurbani for him or for her, as long as the Vakif is there even after they leave the life. And the first issue of our Awqaf Sukuk will be a 100 million US dollar inshallah. 100.000 Sukuk. But we are aiming at a 1 billion dollar Sukuk. We have realized from this, when we were going to issue the Sukuk we realized there is a big gap between the bank sector and between the Awqaf organization. Awqaf organization does not know what is going on in the banking sector, the Islamic banking sector. And the Islamic banking sector is not interested in the Awqaf because Awqaf is a long-term and they are looking for a short term. So we come up with a model. This is the model that inshallah we are going to do. And this model is, we prepared a study, we then sent it to organization I call it Awqaf Bank Air but we are going to change the name. This bank is going to loan us Card Hassal which is an interest free loan. And then we established the Awqaf farm and inshallah once it is not successful we sell the farm and return the money but if it is successful, we keep repaying this bank. And once it’s all the payment made, we keep also investing in the bank. So this bank will loan people money as Card Hassal. So like the brothers here were mentioning previously. So the name, we think, Vakif Bank or word Awqaf development bank Card Hassal and Awqaf bank but the name we really like is Awqaf Card Foundation Services. We do not like the word bank. Because at the moment you say bank, people think interest and this stuff. So we would like it to be linked to Card Hassal and Awqaf. Legal status of this organization, it has to be nonprofit, it has to be sharihabbo, it has an international status, and it has to be independent from the government and specialized in Awqaf and Card Hassal. And it has to be registered to issue Awqaf Sukuk. Funding of this, from the wool itself, from the Kurbani can easily fun the operation of this organization. And looking at Awqaf in New Zealand since we started we never took a donation and we never accepted donation and we never accepted any financial assistance and we have a lot of money from the waste of the products. We have more than we need now. So the model is working. And inshallah, in conclusion, we believe that we have a model that _ 292 _ Husain BENYOUNIS linked the charity, Awqaf, Card Hassal and Islamic banking which we call Awqaf-is, it is a shortcut, we believe that Kurbani will help our project of charity, Awqaf farm, Awqaf Wood and Plant, Awqaf Car Plants. We can all fund these through Awqaf Sukuk. We need to activate Card Hassal through Awqaf and Awqaf Sukuk and we need to use what the Islamic banking has used like the Sukuk. So we need more research and development. We need a detailed proposal inshallah we are at the final stage of preparing this. We are going to hold conferences specifically for this objective. We are going to do statistical survey. We spoke yesterday with the Islamic University of Rotterdam. And they agreed to help us with doing this. And we need to detrain our people to run this organization. And we need public lecture in several countries to create awareness. And inshallah we are going to start next year to exhibition so the people, the mainstream society see what Awqaf can do for them. And inshallah most important is we want to link Awqaf with Card Hassal. So we are looking for a country to host this organization. Inshallah, maybe Turkey will be the country that will make the initiative. And for now, we think and we believe that we need to go and educate the people, and educate the official and educate whoever we need. With education, inshallah we will change a new era of Awqaf. And that is all for today. Thank you very much for having me in Turkey here and I have learned so much from the others. And we hope we can work with you soon inshallah. _ 293 _ VAKIF SEKTÖRÜ MÜHENDİSLİĞİ Husain BENYOUNIS Yeni Zelanda Vakfı – YENİ ZELANDA Sayın Türkiye Vakıflar Genel Müdürü. Buraya, Türkiye’ye beni davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Ve sayın dinleyiciler, umarım sizler, özellikle de kız kardeşlerim, bana geri dönüş sağlarsınız. Bu konferansa katılmış çok fazla bayan görüyorum. Umuyorum ki bir sonrakinde sizlerin arasından çok daha fazla konuşmacı olur. Desteğimizin yüzde altmışı ila yüzde yetmişini kız kardeşlerimizden alıyoruz. Bunun için Vakıflarda bayanlara oldukça fazla güveniyoruz. Bugün inşallah sizlerle Yeni Zelanda’da Vakıf sektörü mühendisliği fikrine nasıl ulaştığımız ile ilgili bir deneyimizi paylaşacağım. Yeni Zelanda, Avustralya’ya yakın bir yerdedir. Yeni Zelanda uluslararası çapta helal ödülünü kazanan ilk gayrimüslim ülkedir. Ve Yeni Zelanda; pek çok uluslararası konumda birinci sırada yer almıştır. Çok derinlemesine işleyecek kadar vaktim yok ama inşallah şimdi size bir sunum yapacağım. Yeni Zelanda ile ilgili en iyi şeylerden bir tanesi de dünyanın en son helal koyun ihracatçısı olmasıdır. Çok sayıda koyun ihraç ediyoruz. Bu yüzden de modelimiz koyunu esas almaktadır. Bunun için Vakıf modelimizin hayır kurumu kaynaklarımızdan ziyan ettiklerimize dayandığını fark ettik. Ve insanların, yani Müslümanların gayrimüslim konuşmacılar için açıklamak gerekirse Müslümanların her yıl kurban ettiği kurbanlığın yününü ve derisini attıklarını fark ettik. Bunun için bu sanayinin nasıl çalıştığınız her ikimiz de gördük. Batıdaki Müslümanlara odaklandık; Müslüman ülkelerdeki Müslümanlara odaklanmadık. Bunun için Batı ülkelerinde kurban olarak her yıl 5 milyon koyun kesilmektedir. Yünü, derisi ve kemikleri kullanılmamaktadır. Sadece Batıda kurbanlığı olan Müslümanlar 50 milyon ABD dolar değerindedir. Bu miktar şu anda boşa harcanmaktadır. Bunun için vakıf modelimizde bunu esas aldık ve bazı denemeler yapmaya başladık; 8 ay içerisinde 4 ülkede 4 protokol imzaladık. En büyükleri Awqaf Dubai idi. Bunun için Dubai; stratejik bir ortak oldu ve ürünün harcanmasında 4 deneme gerçekleştirdik ve bu ürünlerden çok para edindik. Bunun için inşallah yünden ve deriden elde edeceğimiz tüm paralarla vakıfları kuruyoruz. İşte modelimiz budur. Batı ülkelerinde ve kendi ana vatanlarında muhtaç insanlar ve mülteciler arasında mirası korumayı ve kollamayı amaç edinmeye başladık. Bunun için etkili olduğunu düşünerek mühendislik terimini kullanmaya karar verdik. Bu; sizin mevcut kaynakları fark etmenizi ve en yüksek düzeyde bunlardan faydalanmanızı sağlar ve yeni şeylerle yenilik yapmanıza yardımcı olur. Vakıfları platform olarak kullanmaya karar verdik. Çünkü vakıf; Müslümanlar tarafından iyi bilinen ve iyi anlaşılmış sürdürülmeye hazır toplumsal kalkınma platformudur. Bunun için herhangi bir şeyi yeniden icat etmeye gerek kalmadı. Buna sanayi adını verdik. Çünkü gelişmekte olan multi-milyar dolarlık bir sektördür. Bunun için araştırma ve geliştirme ve herhangi uzman kuruluş gereklidir ve kendi ülkesi içerisinde sınırlıdır. Deniz aşırı ülkelere gitmemektedir. Bunun için Yeni Zelanda’da farklı bir yaklaşım üzerine kafa yorduk. Ancak bazı mantıklı sorunlarla karşı karşıya kaldık. Bu yüzden de vakıf çiftliği kurmaya karar verdik. Bunu nedeni; insanların bize satmadıkları büyük bir koyun veya dana alma isteğimiz veya insanların fiyatları bize yönelik yükseltmeleridir. Süremiz, 84 günle _ 294 _ Husain BENYOUNIS sınırlı, bunu 4 günde yapmak zorundayız. Bunun için stoka ihtiyacımız var ve helal alanında yer ayırtamayız. Çünkü Avrupa’daki, Avustralya’daki ve Yeni Zelanda’daki döviz piyasaları farklı işlemektedir. Ve insanlar siparişlerini son dakikalarda vermektedir. Bu sebeple, bu bir mantıksal problemdir. Bunun sonucunda, vakıfları çiftlik olarak düşündük; elhamdülillah bu sorunun üstesinden gelebilecek bir yol olarak. Ön çalışmalarımızı yaptık; bunu yaparken sivil ortaklarla çalışıyoruz. Bu yüzden ilk önce çiftlik satın alacaktık. Ve Vakıflar örgütü ülkeden ayrılmayacağı için vakıf parasının da ülkelerinin dışına çıkmasını istemezler. Vakıf hissesi, Bangladeş’ten bir deyim olan vakıf sertifikası ve vakıflar faizsiz bonosu gibi farklı yaklaşımlar üzerinde düşünmeye başladık. Bunun için ilk önce inşallah önümüzdeki yıl evkaf faizsiz bonosu düzenleyen uluslararası ilk vakıf örgütü olacağız. Bu yüzden, Vakıf Sukuk modelimiz şu şekildedir: şahıstan bin dolar alıyoruz ve o kişi hayattan göç etse de Vakıf ayakta kaldığı sürece onun için kurban kesiyoruz. Ve ilk vakıf faizsiz bonosu ihracımız inşallah 100 milyon ABD dolar olacaktır. 100.000 faizsiz bono. Ama amacımız 1 milyar dolar faizsiz bonodur. Ancak burada şunu fark ettik, faizsiz bono çıkaracakken banka sektörü ve vakıf örgütü arasında büyük bir boşluk olduğunu fark ettik. Vakıf kuruluşu; işlerin bankacılık sektöründe, İslami bankacılık sektöründe nasıl ilerlediğini bilmiyor. Ve İslami bankacılık sektörü vakıflarla ilgilenmez. Çünkü vakıf uzun vadelidir ve bankalar kısa vade istemektedir. Bu yüzden bir model bulduk. İnşallah uygulayacağımız model bu olacak. Ve bu modelle ilgili bir çalışma hazırladık. Daha sonra bunu kuruluşa gönderdik. Ben buna Vakıf Bank Air diyorum. Ama adını değiştireceğiz. Bu banka bize faizsiz kredi olan Kart Hassal kredisi verecektir. Ve vakıflar çiftliğini kurduktan sonra ve başarılı olmazsa inşallah çiftliği satacağız ve parayı iade edeceğiz. Ama başarılı olursa bu bankaya geri ödeme yapmaya devam edeceğiz. Ödeme tamamıyla yapıldığında bankaya yatırım yapmaya devam edeceğiz. Bu yüzden banka; insanlara Kart Hassal adıyla kredi vermektedir. Ve kardeşlerim, daha önce burada da değindiğimiz gibi isimle ilgili olarak adının Vakıf Bank veya Awkaf kelimesinden geliştirilen gelişim bankası Kart Hassal ve vakıf bankası olabileceğimi düşündük; ancak en çok beğendiğimiz isim Vakıf Kart Vakıf Hizmetleri oldu. Banka kelimesini sevmedik. Çünkü şu anda ne zaman ağzınızdan banka kelimesi çıksa insanların aklına faiz gibi şeyler gelir. O yüzden bunun Kart Hassal ve vakıf ile ilişkili olmasını istedik. Bu kuruluşun yasal statüsü; kar amacı gütmeyen, sharihabbo, uluslararası statüsü olmak zorundadır. Ayrıca hükümetten bağımsız olmak ve vakıflara ve Kart Hassal’a özel olmak zorundadır. Ve vakıfların faizsiz bono ihraç edebilecek şekilde tescil edilmesi gereklidir. Bunun fonunun sağlanmasında kurbandan elde edilen yünün kendisi bu kuruluşun çalıştırılmasına kolaylıkla yardımcı olacaktır. Başladığımızdan bu yana Yeni Zelanda’daki vakıflara baktığımızda kesinlikle bağış almadık ve asla bağış kabul etmediğimiz gibi herhangi mali yardım da istemedik. Ürün atıklarından sağlanan çok fazla paramız var. Şu anda ihtiyacımızdan daha fazlası var elimizde. Bu yüzden model çalışıyor. Ve inşallah sonuç olarak inanıyorum ki kısaca vakıf-is olarak andığımız Vakıf, Kart Hassal ve İslami bankacılık ile hayır kuruluşu arasında bağlantı kuran bir modelimiz olacak; inanıyorum ki kurban hayır kuruluşu projemize, vakıf çiftliğimize, vakıf yün ve bitki, vakıf araba bitkileri projemize yardımcı olacak. Bunların hepsi için gereken finansmanı bu _ 295 _ Vakıf Sektörü Mühendisliği Vakıf Faizsiz Bonoları ile karşılayabiliriz. Kart Hassal’ı vakıf ve vakıf faizsiz bono yardımıyla etkin duruma getirmemiz gereklidir; İslami bankacılığın faizsiz bono gibi kullandığı şeyi kullanmamız gereklidir. Bu yüzden de daha fazla araştırma ve geliştirme yapmalıyız. İnşallah hazırlıklarının son aşamasında olduğumuz ayrıntılı bir teklife ihtiyacımız var. Özellikle bu hedefe yönelik konferanslar düzenleyeceğiz. İstatistiksel araştırmalar yapacağız. Dün Rotterdam İslam Üniversitesi ile konuştuk. Ve bu konuda bize yardımcı olmayı kabul ettiler. Halkımızı bu kuruluşu desteklemeye davet edeceğiz. Ayrıca farkındalık oluşturmak için pek çok ülkede bilgilendirme yapmalıyız. Ve inşallah önümüzdeki yıl sergilemeye başlayacağız. Böylece insanlar, kamuoyu vakıfların kendileri için neler yapabileceğini görecekler. İnşallah en önemlisi de vakıf ile Kart Hassal arasında bağlantı kurmak istiyoruz. Bunun için bu kuruluşa ev sahipliği yapacak bir ülke arıyoruz İnşallah, belki de Türkiye teşviki yapacak ülke olacaktır. Şimdilik, insanları, resmi görevlileri ve kimin ihtiyacı varsa herkesi eğitmemiz gerektiğini düşünüyor ve buna inanıyoruz. Eğitimle birlikte, inşallah, vakıflar alanında yeni bir çağ açacağız. Bugünlük bu kadar. Beni buraya Türkiye’ye çağırdığınız için teşekkür ederim; burada diğer katılımcılardan çok şey öğrendim. Sizinle en yakın sürede inşallah çalışmayı umuyoruz. _ 296 _ 9DNÜIODUÜQ<DVDO 6WDWÖOHULYH 9DNÜIODUODñOJLOL <DVDO'Ö]HQOHPHOHU YH8\JXODPDODU 2WXUXP 2WXUXP%DüNDQ× 'U5XSHUW*UDI675$&+:,7= .DW×O×PF×ODU 'U0+LVKDP'$)7(5'$5 3URI'U+VH\LQ+$7(0ú úOKDQ$+0(7 _ 297 _ _ 298 _ /(*$/,668(65(/$7('72 (1'2:0(17$:4$),167,787,216 'U0+LVKDP'$)7(5'$5 4$)+ROGLQJr%$+5(<1 1. Abstract Awqaf is an important economic sector. Its importance is gleaned from the massive assets it controls, its substantial social expenditure, the large number of people it employs, and its significant contribution to the economy which adds between 10 to 14 per cent to the GDP of some countries.1 With such a significant economic output, and growth in the number, size and diversity of organisations entrusted with awqaf properties, awqaf as a faith-based charitable institution has generated interest beyond philanthropists and Shariah scholars, and the sector is no longer seen as exclusively religious. With a broader business focus, it became clear that the sector is in fact an industry and is being subjected to increased scrutiny by governments and regulatory authorities. The size of the sector and its growing economic importance qualify it for serious attention by legislators and standards setters of the Islamic financial industry. In order to rejuvenate the institution of waqf and reverse the trend of neglect and to enhance its role in social and economic development, a number of issues must be addressed: How should the regulatory framework operate? Would the regulations help or hinder the development of awqaf and the creation of new waqfs? Is uniformity needed? And how will this help? What is an ideal model for corporate governance? Is that model workable within the parameters imposed by other features of the business and political environment? What about sustainability and profitability and shouldn’t awqaf be profitable in order to be sustainable? Do we see a conflict between awqaf as a not-for profit sector and the pursuit of growth and profitability? Is it acceptable to combine awqaf and business? Is this ethical, and how would it affect stakeholders? The awqaf sector and its management often remain not well understood. While a full answer to these questions is beyond the scope of this paper, there are a number of issues that appear important for our concern. The paper will focus on issues that are relevant for the integration of awqaf into the mainstream of the Islamic financial industry. It will also address matters that are of concern to regulatory authorities, awqaf foundations and to all awqaf stakeholders. .KDQ)DKLPo,QWHJUDWLQJIDLWKEDVHGLQVWLWXWLRQV=DNDWDQG$ZTDILQSRYHUW\UHGXFWLRQVWUDWHJLHVp,VODPLF5HVHDUFKDQG7UDLQLQJ ,QVWLWXWH,57,,'%36HHDOVRQHZVUHOHDVHE\-RKQ+RSNLQV8QLYHUVLW\o1RQSURILWFRQWULEXWLRQWR*'3HQRUPRXVpKWWSZZZ MKXHGXQHZVKRPHVHSJGSKWPO _ 299 _ Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions 2. Introduction The institution of waqf is a sunna established by the Prophet (pbuh) that became the base upon which the Islamic socio-economic development model was built. As a feature of the Islamic civilisation, the history of awqaf is rich with impressive achievements in the field of social services ranging from education to healthcare and to non-medical welfare. Awqaf served the poor in particular and society in general. Awqaf also contributed to the protection of the environment and the preservation of the flora and fauna. Mosques and shrines, major hospitals and universities, libraries and museums, animal shelters and sanctuaries were established as waqf. However, despite these achievements, the history of awqaf is rife with turbulent events. For centuries, governments considered awqaf as public property and part of the national wealth and exercised different degrees of control over this institution. The control by governments had several negative impacts on the waqf system that led not only to much less new awqaf being established, but also to the expropriation of large areas of awqaf land.2 In addition, financial chicanery and the corruption of some waqf managers (mutawallis/ nazirs) has led to the loss and deterioration of properties that left many undeveloped or in a state of disrepair and the latent wealth of awqaf continues to be largely untapped. Awqaf in many Muslim countries today has not fulfilled its purpose as a driver of economic growth. One of the major impediments to growth is the lack of proper legal environment. Legislative reforms and the implementation of a modernised Shariah-based model and a governance framework are needed to remove obstacles that hinder the development of awqaf and generate productive growth for the country. 3. The third sector Awqaf (singular, waqf ) is an Arabic word meaning assets that are donated, bequeathed, or purchased for the purpose of being held in perpetual trust as ongoing charity (sadaka jariya), or for a cause that Islam regards as socially beneficial.3 This condition of perpetuity has led over the years to a considerable accumulation of societal wealth that played an important role in improving the lot of the Muslim community. As a reflection of its increasing contribution to the economy, awqaf as a non-profit institution has come to be known as the third sector, as distinct from the government sector also known as the first sector, and the private sector sometimes called the second sector.4 Awqaf organisations are Islamic not-for-profit entities with a wide diversity of structures and purposes. Their operations dovetail into all sectors of the economy and include a wide range of industries including real estate, education, healthcare, social services and recreation. They undertake a broad range of social, cultural and economic activities. They play a significant role especially in areas where public services are insufficient and where the private sector does not find it profitable to invest. &L]DNFD0XUDWo$ZTDILQKLVWRU\DQGLWVLPSOLFDWLRQIRUPRGHUQ,VODPLFHFRQRPLHVp,VODPLF6WXGLHV9RO1R1RY3 6KHLNK0RKDPPDG$EX=DKUDDZTDIOHFWXUHVo0XKDGDUDWILOZDTIpSQGHGLWLRQ'DUXO)LNU$O$UDEL $KPDG+DELEo/HJDO(QYLURQPHQWDQGQRQSURILWVHFWRU,PSOLFDWLRQVIRUJURZWKRIDZTDILQVWLWXWLRQVp,57,,'%3 _ 300 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR Awqaf organizations are not part of government although many perform a public service. They ease the pressure on the public purse and can stimulate the economy in times of economic downturn. Being an awqaf foundation does not necessarily mean being small. A considerable number of them are large-scale organisations with cross-border operations, controlling substantial assets, and employing significant number of people. 4. Legal status and ownership of awqaf The concept of ownership in awqaf can be quite complex and somewhat confused. There are differences among the four schools of Islamic jurisprudence (mazhabs) on who owns the waqf assets. The Shafeis, argue that ownership of awqaf belongs to God and what appears to be human ownership is in fact a matter of trusteeship. The Hanafis and Hanbalis view that the waqf belongs to the beneficiaries although their ownership is not complete in the sense that they ‘own’ only the benefit or usufruct of the property but cannot dispose of it or use it in any way different from what was decreed by the waqif (founder of the waqf ). Maliki jurists are of the view that a waqf remains in the ownership of the waqif and is inherited by his/her legal heirs.5 Thus the Malikis do not insist on the perpetuity of the waqf like the Shafeis, Hanafis and Hanbalis. Ibn Arafa, a Maliki scholar defines perpetuity “as long as the property lasts” to include such perishable assets as orchards, livestock, items of furniture and mobile assets.6 In Shia Islam, the Ja’fari school, also known as “Imami Shi’ites” and “Twelver Shi’ites” which comprises the overwhelming majority of Shi’ites today, has similar views as the Shafeis in respect of the ownership of awqaf, upholding the general rule of “alienating the asset and expending the usufruct”. However, the Ja’fari school uses ‘aql’ “intellect” instead of ‘qiyas’ (deductive analogy) in the Sunni schools, which gives Shi’ite jurists more flexibility when establishing Islamic laws. The term “waqf” implies a distinct legal entity that usually has an indefinite life span. The fact that a waqf outlives the waqif, the mutawalli and the beneficiary, it has a separate and independent personality “thimmah” of its own. This is akin to the concept of the continuing legal entity which was developed in the west over the last three centuries. The waqf, however, differs from the corporate entity by virtue of its moral responsibility. While there is general agreement on the legal status of a corporation, there is no such agreement about its moral status. Corporations do not have a body or a soul; people act on their behalf, and may not be held personally responsible for actions on behalf of a corporation. On the other hand, in an awqaf organization, a more holistic integration of all stakeholders and a strong ethical doctrine of “personal supervision” guide people’s behavior. The waqf is perceived as a sacred trust and there is no separation between its legality and morality. While a corporate entity can dispose of its assets and can be imminently terminated by its shareholders, the waqf is protected by a series of Shariah rulings which ensure its irrevocability, alienability and perpetuity. Even if the original purpose of the waqf ceases to exist, the benefit can be assigned to another charitable purpose and the property remains in the domain of the waqf. $O'DUGLU$O6KDUKDO.DELU$O'XVXNL9ROS .DKI0RQ]HUo7RZDUGVWKHUHYLYDORIDZTDI$IHZILTKLLVVXHVWRUHFRQVLGHUp3 _ 301 _ Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions The dispute among jurists on the principle of perpetuity versus temporality of the waqf is mainly a matter of ijtihad [legal interpretation] and is incidental to the noble objective of ‘birr’ (donating for a benevolent purpose). There are, however, mechanisms by which some perishable or short-lived assets can be held in perpetuity. For example, biological assets such as farm animals, crops and orchards are self-generating and regenerating assets. There are also methods by which inanimate assets can be renewed or replaced by proper provisioning. According to Sheikh Zarqa “everything in waqf is subject to ijtihad and there is no single ruling in it that gained unanimity except that the waqf purpose must be benevolent (birr)”.7 5. Family awqaf Some of the earliest awqaf were founded for the benefit of the poor members of the family.8 Later on, family waqfs (waqf ahli) were established for mundane reasons such as to protect a property from falling into the wrong hands or to reduce its exposure to risks such as confiscation by the state or claims by intransigent creditors and rapacious predators.9 The waqf was also used as an instrument to protect the property from the owners themselves in matters arising – in some cases - from their personal affairs. As a waqf, the property is inalienable and therefore cannot be sold or pledged as collateral. From a legal point of view, the beneficiaries of the family waqf are family members who are regarded as ‘objects’ having only a ‘contingent’ interest in relation to the waqf property. The family waqf lost its innocence in the early 16th century as many family awqaf were created as testamentary trusts, arising upon the death of the founder. Some of these waqfs were designed to circumvent Islamic inheritance rules, by favouring the sons and depriving the daughters or disentitling them upon marriage, or by distributing equally between males and females in a way that would be prohibited under the Islamic laws of inheritance.10 These testaments had a particularly negative impact on the family unity and cast a shadow over the waqf’s utility as a family wealth management tool, as they gave rise to disputes that brought them under heavy attack in several Muslim countries. Some countries enacted laws that dissolved existing family awqaf and prevented establishing new ones as happened in Egypt, Syria and Lebanon where family awqaf properties were quarantined as inherited assets and then liquidated and/or distributed to the beneficiaries according to Shariah inheritance rules or the intestacy laws of the country.11 The dissolution of family awqaf in some countries is attributed to many factors including the exponential increase in the number of beneficiaries after few generations to the point where the benefit accruing to an individual becomes insignificant; breakdown of the =DUTD6KHLNK0XVWDIDo$KNDP$O:DTIp8QLYHUVLW\RI'DPDVFXV3UHVV3 7KHFUHDWLRQRIIDPLO\ZDTIVZDVHQFRXUDJHGE\WKH3URSKHWSEXKLQPDQ\KDGLWKV)RUH[DPSOHVRIIDPLO\ZDTIVE\WKHFRPSDQLRQV RIWKH3URSKHWSEXKVHH$O.KDVVDIo$KNDP$O$ZTDIpS &L]DNFD0o$ZTDILQKLVWRU\DQGLWVLPSOLFDWLRQIRUPRGHUQ,VODPLFHFRQRPLHVp,VODPLFHFRQRPLFVWXGLHV9RO3 :\QHQ7KRPDV6XSUDQRWHDW 11 (J\SWLDQ/DZ1R6HSWHPEHUDPHQGLQJH[LVWLQJ/DZRI:DTI$UWLFOH6\ULDQ/HJLVODWLYH'HFUHH1R DPHQGHGE\/HJ'HFUHH1RRI1RY/HEDQHVH/DZRI'KXUUL:DTI0DUFK$UWLFOH _ 302 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR relationships among family members; disputes arising between the beneficiaries and the mutawallis; and the conflicts of interest arising from mutawallis who are also beneficiaries of the waqf they control, and consider their role as a right that can be passed on to heirs as part of their estate. 6. Regulating awqaf – historical perspective Throughout Islamic history, governments considered awqaf as a national resource and tried to bring it under state control. The first attempt by the state to control awqaf took place in Egypt during the period of Mamluk rulers (1250-1517). This was strongly objected to by Muslim scholars that it was quickly withdrawn. The change came with the Ottomans (12811918) who in the early nineteenth century enacted laws for awqaf and established a special ministry to oversee awqaf affairs. The most important of these laws was the waqf law of 1863 which regulated the registration, control and management of waqf properties. This law came as a sweeping reform to the prevailing chaos and rogue behaviour of some mutawallis in managing awqaf. During the first half of the twentieth century many Muslim countries issued awqaf laws which were based on the Ottoman laws; and by the second half of the twentieth century, most Arab and Muslim countries had gained their independence and enacted new laws that put awqaf under government control.12 They established ministries and directorates as government agencies to manage awqaf as a public sector instrumentality. Thus awqaf fell into the hands of the state which covered its administrative expenses from the general budget which gave the government the right of control. However, the degree of control varied from one country to another.13 In Egypt, awqaf land accounted for one quarter of the agricultural area of the country when Mohammad Ali Pasha (1805-1848), in the process of building the modern state brought awqaf under state control.14 The state’s control of awqaf land continued until Nasser in 1952 nationalised them as part of the policy of land reform. Large areas of awqaf land were also nationalised in Algeria, Syria, Tunisia, Turkey and Palestine. The nationalisation of awqaf land and the transfer of responsibility from private mutawallis to ministries of awqaf meant the demise of the independent identity of the waqf institution and endorsed the waqf as an instrument of government policy.15 The government’s control of awqaf has led to a significant decline of the sector to the point where awqaf’s role as a welfare mechanism was reduced to the point that it became a burden on the public purse. In recent years, many Muslim countries embarked on reforming the administration of awqaf by separating the custody function from awqaf asset $ZTDIODZVZHUHHQDFWHGLQ(J\SWDQG-RUGDQLQ/HEDQRQLQ7XQLVLDLQ,UDTLQ,QGLDLQ0DOD\VLDLQ 3DNLVWDQLQ /DQH-DQ(ULNDQG5HGLVVL+DPDGLp5HOLJLRQDQG3ROLWLFV,VODPDQG0XVOLP&LYLOLVDWLRQp6HFRQGHGLWLRQ$VKJDWH3XEOLVKLQJ&R3 .DKI0RQ]HUo7KHUROHRIZDTILQLPSURYLQJWKH8PPDKZHOIDUHp3 ,ELG3 _ 303 _ Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions management by establishing separate entities to develop and manage awqaf properties. They recognised that the waqf has a separate personality ‘thimmah’ and that awqaf funds are not to be commingled with public funds. Egypt in 1971 established the “Egyptian Awqaf Authority” to take over the management of awqaf properties from the Ministry of Awqaf. In Sudan, the “Federal Corporation of Awqaf” was established in 1987. Kuwait in 1993, founded “Awqaf Public Foundation”. In Jordan, the Ministry of Awqaf, Islamic Affairs and Holy Places established “Awqaf Properties Investment Corporation”. In Malaysia, at the federal level, the Prime Minister’s Department in March 2004 established the Department for Awqaf, Zakat and Hajj (JAWHAR) to coordinate the activities of the states’ religious councils in matters relating to awqaf development. The latest is the establishment of “Qatar Awqaf Authority” in 2007 to take over the activities of the former Awqaf Department at Ministry of Awqaf and Islamic Affairs. In Iran, the ‘Waqf and Charity Organisation’ (WCO) was established in 1984 as the official body under the Ministry of Culture and Islamic Guidance to oversee, promote, manage and carry out activities and projects that are founded as awqaf. The investment and operating arm of WCO is Iran’s Endowment Fund (IEF), whose objectives are to develop, revive, expand, reconstruct and rehabilitate awqaf properties, and provide social assistance as directed by the Waqf and Charity Organisation.16 In non-Muslim countries, Muslim communities administer their awqaf properties in accordance with the trust and foundations laws of the country. Many of these laws were inspired from the Islamic waqf system. Muslim communities in these countries establish their awqaf foundations as non-profit organisations that hold titles to waqf properties. 7. Custody and management of awqaf In principle, the waqif through a deed determines the objectives of the waqf and its management and succession processes. The waqf manager or trustee (mutawalli/nazir) holds the title of the waqf property, exercises legal control and is bound by fiduciary responsibility and moral obligation to protect and administer the waqf for the benefit of the beneficiaries in accordance with the terms of the waqf deed. Mutawallis are expected to comply with both the letter and spirit of the waqf condition. The importance of the conditions of the waqif is indicated by the often quoted maxim: “The conditions of the waqif have the same legal weight as the edicts of the legislator”. However, some flexibility is afforded through the differences of the schools of jurisprudence. Abu Hanifah, for example, allows changing the conditions of the waqif if there is an overriding public benefit (maslaha amma), or when the beneficiaries or the purpose of the waqf come to an end.17 The authority of mutawallis to act and make decisions on behalf of the waqf carries an immense responsibility and their duties are wider and more onerous than they were assumed .LODQL$PMDGo$QRYHUYLHZRQ$ZTDIDQGWKH:DTIODZVLQWKH,VODPLF5HSXEOLFRI,UDQp,Q$UDELF3XEOLVKHGE\m:DTIDQG&KDULW\ 2UJDQLVDWLRQRI,UDQp+3 =DNL(LVVDo$VXPPDU\RIZDTIUHJXODWLRQVp.XZDLW$ZTDI3XEOLF)RXQGDWLRQ'HSDUWPHQWRI6WXGLHVH[WHUQDO5HODWLRQV$' $+3 _ 304 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR to be. As trustees, mutawallis have the primary responsibility for prudent management of assets in their custody. As such, mutawallis are expected to have a certain level of business skills and investment knowledge to support their role in monitoring the safety and performance of assets under their control. However, because of the nature of awqaf, its religious message and social application, it seems logical that those who are entrusted with the custody and management of awqaf properties are more religiously conscious and therefore employ their faith when managing. But the operating environment is rapidly changing and as a consequence the role of the mutawallis is also changing. Mutawallis are not only required to act in good faith for the best outcomes for the waqf, but also to be seen acting diligently and ethically, and build trust among those they deal with. Due to the unscrupulous behaviour of some mutawallis awqaf had lost much of the respect and trust of the community. Mutawallis have to overcome image problems. They need to develop behavioural characteristics and bring awqaf management into line with community expectation, in order to change the traditional image as persons who insular, ignorant, sceptical and as much a business risk as being concerned only with the social aspects of the waqf. Mutawallis have the responsibility to safeguard and grow assets in their custody and produce returns rendering it harder to act solely on their beliefs. 8. Enabling legal environment One of the major impediments for the development and growth of awqaf is the lack of constructive legal and regulatory environment. Without a good sustainable environment, it is difficult to develop an industry. Awqaf is an economic sector built on voluntary contribution of assets and on mostly voluntary contribution of services. Therefore, the regulatory environment should foster public confidence in the waqf, encourage donors, and promote ethical and proactive behaviour of employees, volunteers and mutawallis. Donors usually are generous and feel more comfortable with organisations whose operations are governed by clear and applicable standards of accountability and transparency. Also, financiers are more willing to provide capital for projects of organisations that adopt best practices of corporate governance.18 Unlike commercial corporations, the services delivered by awqaf may often be intangible and difficult to measure. Companies have clear delineations about shareholders, with all reporting geared towards profits. The position is not so simple for awqaf organisations. Regulated mainly by Shariah and restricted by waqif conditions, many awqaf foundations consider regulatory and compliance issues of corporate governance as costly and unnecessary administrative burdens. Unlike commercial corporations, staff in an awqaf foundation is comprised of low-paid professionals or volunteers who have chosen to work in awqaf for less tangible rewards. Their loyalty is more to the cause of the waqf than to the organisational entity. They are mainly concerned with the social aspects and pay little attention to financial efficiency or accountability. They claim that by legislating what is effectively an issue of faith, the very fabric of awqaf will be undermined. 2n+DOORUDQ .HUU\ o&UHDWLQJ DQ (QDEOLQJ (QYLURQPHQW IRU 3ULYDWH 3KLODQWKURS\ WKH 5ROH RI &KDULW\ /DZ LQ 1RUWKHUQ ,UHODQGp 7KH ,QWHUQDWLRQDO-RXUQDORI1RWIRU3URILW/DZ9ROXPH,VVXH0DUFK _ 305 _ Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions Strategy formulation in an awqaf foundation can be subject to a unique and complex set of influences. What is deemed to be appropriate strategy will be conditioned by concern not to violate the conditions of the waqif, the wishes of the donors and the legal environment. The concerns of non-beneficiary stakeholders should also form part of awqaf foundations’ responsibilities and as such mutawallis should have the duty to act in the interest of the entire community. These days no organisation is immune to public scrutiny, not even a shelter or an orphanage that does not have a blemish to its name. Therefore the impact of awqaf’s performance on the community must be positive and the organisation must be seen to be operating in compliance with community standards and expectations. The major challenge faced by awqaf is ensuring that the massive treasure of awqaf is preserved, developed, continues to grow and contribute to the social and economic development of the Ummah. This can be met only by creating an enabling legal environment – one that creates a level playing field for awqaf managers and causes them to be transparent and accountable and enables them to strengthen their operational undertakings in order to fulfill their obligations to donors, beneficiaries and all other stakeholders. 9. Flexible and efficient awqaf law Awqaf is a global sector and many awqaf organisations have international presence acting as trustees and custodians (mutawallis) of a plethora of assets, cash flows and cross-border investments, operating across multiple jurisdictions with different legal systems, regulatory requirements and cultural norms. It is not rare to find a waqf property in one country and the beneficiaries in another while the waqf organizational entity is based in a third country.19 Thus, a waqf may fall under different jurisdictions depending upon the type of connection to the jurisdiction: the connection of the awqaf organisation to the jurisdiction, i.e., where the foundation was establish; the connection of the waqf asset to the jurisdiction, i.e., where the asset is located; and the connection of the beneficiaries to the jurisdiction, i.e. where the beneficiaries reside. In a globalised environment, a waqf has a much broader exposure than it does domestically. The same waqf may be subject to different laws depending upon the type and degree of connection to the jurisdiction. Awqaf are regulated by the country’s local awqaf law, if there is one, or are subject to laws which are designed for other sectors. In general, the existing awqaf laws are not written to operational requirements. They mainly define the rules of overseeing the waqf and the relationships among stakeholders, but fall short of addressing the developmental needs of the sector. On the other hand, regulating awqaf by applying other laws puts the sector at a disadvantage inasmuch as the sector’s specific requirements may not be served by such laws. The harmonisation of awqaf laws across national boundaries is essential for the development and growth of the sector. What is needed is a unified awqaf law that applies across countries. However, there is no unanimous agreement on developing awqaf laws with global application. The states have powers, rights and privileges to enact their $ZTDI RUJDQLVDWLRQV ZLWK FURVVERUGHU LQYHVWPHQWV DQG EHQHILFLDULHV LQFOXGH :RUOG $VVHPEO\ RI 0XVOLP <RXWK :$0< 2,& 6ROLGDULW\)XQG,VODPLF'DDZD2UJDQLVDWLRQ6KDUMDK$ZTDI*HQHUDO7UXVWDQG.XZDLW$ZTDI3XEOLF)RXQGDWLRQ _ 306 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR laws. Many jurisdictions consider that their existing waqf laws are adequate for regulating their awqaf; and what may be applicable to one country may not be to the next. To be acceptable internationally, the global awqaf law should provide only the conceptual framework and should be broadly stated to allow individual governments to modify it taking into account the legal code, the social structure, the ethnic composition and the particular needs and circumstances of the country. The global ideal awqaf law should be a principlebased framework that provides an authoritative benchmark for awqaf organisations across jurisdictions. The intention is not to substitute a local law by another or to morph all the different national awqaf laws into one global law. A model international awqaf law should give a strong but flexible legislative framework to facilitate its worldwide use. If it is too strict or too detailed, then it will be met with less satisfaction and more resistance. It should be designed to appropriately regulate the sector and create incentives for it to expand. Like the ‘corporations act’ in common law countries, the awqaf law should have a system of replaceable rules, so that awqaf organisations can design their by-laws to fit their needs and circumstances more closely. Hence, the content of the legal rules should not be determined simply by the wording of a text, but ultimately by legal practice and coherence guided by the principles of Shariah. From a juridical point of view, the awqaf law should be interpreted less strictly than other laws and more attention should be given to the intent of the law than its formal expression. A number of mechanisms exist to deal with these challenges, including a global code for ethical behaviour, international treaties and multilateral agreements. However, the main difficulty is that there is no “global sovereignty” to push along such a process. Self-regulation is another possible solution. The sector shows great concern for ethics based on fundamental values such as honesty, integrity, fairness, trust, commitment, compassion and responsibility. These values are especially important for awqaf as it is through this sector where social impacts are more visible. While standard regulations serve as a model of how awqaf organisations should operate, in these areas awqaf organisations are better placed to regulate their own activities, and can produce more social cooperation and better economic outcomes than any government-mandated rules. 10. Corporate governance A key issue to awqaf is the need to maintain trust between the waqf organization and its stakeholders. In awqaf, good corporate governance involves more than compliance with standards of transparency and reporting. It is the assurance that assets and resources are managed in the interests not only of the beneficiary groups but of all stakeholders. The lack of uniformity in reporting and the failure of many awqaf organisations to produce financial reports, limits their accountability to the waqifs, to beneficiaries, and other stakeholders. Most awqaf organisations design their annual reports to be used as public relations tools to present themselves to as an attractive entity for donors’ funds. This type of reporting is largely unregulated leading to problems of comparability and reliability. Confusion, uncertainty and sometimes unscrupulousness are perceived in the texture of _ 307 _ Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions awqaf organisations. Therefore, in order to correct this image and to bridge awqaf culture of philanthropy and issues of organisational management, a suite of internationally recognised standards of corporate governance must be established. The establishment of sector-specific standards requires time to evolve, and for awqaf the setting of standards faces higher hurdles. Based on fundamental social values, awqaf governance standards should consider the legal, ethical and human issues and deal with how awqaf organisations should act to be transparent and accountable in their program operations, asset and resource management, fund raising, financial management, and nonfinancial performance. Contrary to popular belief, awqaf organisations have many similarities to private sector corporations. In some ways, it seems like there is very little difference to the corporate world – assets need to be managed, revenues to be earned, bills to be paid and reports to be made. They also undertake a wide range of activities such as investment, project management, fund raising and maintenance of key banking relationships. The private sector offers a very effective model of corporate governance, and there is greater recognition for the accountability tools used in the corporate world. The private sector is better regulated, leading to more discipline, risk-awareness, and sustainability assurance. Awqaf may adopt some of the private sector concepts of corporate governance and apply some of its commercial principles and benchmarks. For example, awqaf, as an endeavour that looks beyond profit motives to social good, can use result-based accountability as its evaluation framework to measure the impact of its social programs on beneficiaries and communities.20 Awqaf may also proclaim the guiding principles of the ‘Donor Bill of Rights’ which was created by the Association of Fund Raising Professionals (AFP) and endorsed by numerous charity and non-profit organisations throughout the world. Corporate governance standards may initially be introduced as a ‘good practice guide’ for awqaf. The ‘Guide’ can be a designed as a working tool for mutawallis to improve accountability, transparency and waqf management. It might include provisions covering qualifications, appointment and responsibilities of awqaf mutawallis, such as administering waqf deeds and the conditions of the waqif, remuneration and management fees and procedures to be followed for allocating contributions and procedures that help ensure that awqaf assets are invested with due care, skill and diligence. To be effective, these standards should be given the force of law, such that breaching the standards is a breach of the law. The perpetuity of the waqf creates issues of trusteeship succession and highlights the need for the corporate mutawalli. A waqf foundation, as an incorporated entity, has an indefinite life and a distinct patrimony independent of its founders. While a waqf can be managed by an individual, a corporate structure has obvious advantages. The foundation structure allows the segregation of duties and allocation of responsibilities according to areas of specialisation. A board of directors overseeing the waqf would be more able to enhance welfare of the target groups.21 0DUN)ULHGPDQo5HVXOWVEDVHG$FFRXQWDELOLW\)UDPHZRUNpKWWSZZZXQLWHGZD\GPRUJ8VHU'RFVB5%$BGHVFULSWLRQSGI +DELE$KPDGo5ROHRI=DNDKDQG$ZTDILQ3RYHUW\$OOHYLDWLRQp2FFDVLRQDO3DSHUS,'%,VODPLF5HVHDUFK7UDLQLQJ,QVWLWXWH _ 308 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR The corporate structure underlines the need for licensing regulations where mutawallis or waqf administrators need to be certified and licensed. The certification of mutawallis sets a process that will see standards of appropriate qualification and personal competence to ensure that awqaf mutawallis possess the highest level of transparency, accountability and professionalism. Just as company law provides that listed companies appoint an auditor, awqaf governance laws should also make it mandatory for awqaf organizations to be audited. Such audits should ensure compliance with Shariah, the rulings (fatawi) of the Fiqh Academy, AAOIFI auditing standards22, the conditions of the waqif and all matters relating to the waqf. A perceived conflict between the mutawalli and his obligations to the waqf or non-compliance with any of the regulations should lead to revoking of the mutawalli’s license.23 11. Issues of sustainability and profitability of awqaf Sustainability is not anything new for awqaf. It’s a term that pools together a number of activities that awqaf has been practicing for the last 1400 years. Like all organizations, awqaf have to generate revenues to fund their operations. Foundations need to generate sufficient cash from the assets in custody, or appeal to donors who may have their own particular view of what objectives and services that the organisation should be providing. Nevertheless, donations are uncertain and unpredictable and as a result of lingering financial crises and the mounting pressure on charities to declare their funding sources, corporations and individuals are now giving less. Many awqaf foundations have reported that there has been noticeable reduction in donor funds and are having difficulty in achieving financial sustainability. Many are finding it necessary to expand their revenue base to include steadier forms of income from commercial activity and investments. Their social work is getting more intimately enmeshed with the pursuit of business interests. This spills over into the increasingly competitive environment where awqaf have to compete in the marketplace with the commercial sector. These endeavours raise concerns about the impact of such activities on the social mission of the foundation. There is a fundamental difference between awqaf and the commercial world in calculating the consequences of business decisions. In companies, decisions are justified in terms of their short term effect on profitability and shareholder value. While in awqaf, business decisions are commonly considered good if they achieve long term benefits for their beneficiaries. Awqaf organisations have different purposes and processes for generating revenues. Their commercial activities are usually complementary pertaining mainly to the maintenance and utilization of the awqaf properties as well as other economic activities to generate income that may be utilised for the achievement of their goals. Profitability is not their main credo and their ultimate goal is not financial. Their obligation for asset protection and custody emphasises ongoing viability rather than the pursuit of short-term profit maximisation. $FFRXQWLQJDQG$XGWLQJ2UJDQLVDWLRQIRU,VODPLF%DQNVDQG)LQDQFLDO,QVWLWXWLRQr$XGLWLQJ6WDQGDUGVIRU,VODPLFILQDQFLDOLQVWLWXWLRQV $O'DUGLU$O6KDUKDO.DELU$OL.KDOLO9ROS$QDZTDIPXWDZDOOLFDQEHUHPRYHGE\DMXGJHLIKHLVGLVTXDOLILHGIRUDQ\RIWKHVH UHDVRQV _ 309 _ Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions Awqaf stakeholders include donors, waqifs, mutawallis, beneficiaries, clients, employees, volunteers and government. Each of these groups consists of individuals of diverse nationality, culture, age, education and socio-economic status. Such groups will have different values, interests, goals and perceptions of acceptable performance. In responding to this list of stakeholders, awqaf organisations may face a problem of balancing financing and operational objectives. The financial objectives can be readily expressed in quantitative terms, while operational objectives are more conventionally expressed in qualitative terms. There is the risk of overemphasising the financial objectives at the expense of the operational objectives, thereby inducing a form of role-reversal where operational objectives support financial objectives, rather than the financial objectives support the organisation’s operational objectives. Thus awqaf foundations must seek a balance between being financially efficient and socially effective. There is little use in being a highly cost efficient operation if the foundation is proving to be ineffective in delivering successful outcomes in operational terms. Likewise, an awqaf foundation that is highly effective in meeting its operational objectives, but which is inefficient financially soon finds itself unable to continue delivering services as its resources drain to critical levels. The dichotomy between sustainability and profitability is false. There is a misconception among some that because an organisation is a waqf, it should not seek profits. Some stakeholders believe that awqaf foundations should break even or distribute the surplus if there is one. Thus, the waqf is seen as a flow-through entity that is a conduit of income to beneficiaries and not a receptacle to accumulate it.24 Responsible awqaf organisations take a long term view when investing. They make investments that may not necessarily yield shortterm profit but that stand them in good stead to realise their mission well into the future. The main difference between awqaf and the private sector is that in the corporate world, surplus is used to create individual wealth. In awqaf, the surplus is used to accomplish a mission. Achieving financial sustainability is a goal that all awqaf orgnisations should strive for. Imagine, for example, an orphanage operated by a waqf foundation. If it does not have any surplus funds to meet ongoing operating and future capital costs, the orphanage may be forced to close down. The inability to access any surplus funds from its own reserves may result in the withdrawal of much needed community service. 12. Policy implication With the rise of popular movements like “human rights” and “economic equality”, governments in Muslim countries assumed direct responsibility for the welfare of their citizens and the role of awqaf was marginalised. However, in spite of government’s control, awqaf remained more firmly tied to society than to the state. Government’s welfare programs have been unable to serve efficiently all of the social needs, especially the delivery of speedy aid and humanitarian support to vulnerable groups who perceived government’s actions with a lot of dissatisfaction and suspicion. On the other hand, faith-based charity institutions such )ORZWKURXJKHQWLWLHVDOVRNQRZQDVSDVVWKURXJKHQWLWLHVRUmILVFDOO\WUDQVSDUHQWHQWLWLHVnDUHOHJDOHQWLWLHVZKHUHLQFRPHmIORZV WKURXJKnWREHQHILFLDULHV _ 310 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR as waqf and zakah enjoy a higher degree of popular trust having grassroot knowledge and much better access to people in need of support than any government agency. Being an act of worship, the practice of waqf as a voluntary act of benevolence gave the sector public support that contributed to a large degree in shaping its independence. 25 Given the apparent support for awqaf at the local and national levels, the sector needs not operate at the periphery of socio-economic activity, but should rather be mainstreamed within the state’s legal, social and economic systems. The waqf has relations with all areas of social and economic development such as housing, employment, social amenities, investment and commercial activity at zero cost to the state. Therefore, a great deal of thought should go into government policies which impact on the awqaf as it intersects with other sectors of the economy. It is imperative that the impact of any policy of government on awqaf should not hinder the sector’s investment and its capacity to grow. Policies which restrict free cash flow could affect awqaf’s capacity to be of service to its beneficiaries and ultimately to government. Awqaf is a business sector, albeit not-for-profit, and despite its role as a welfare mechanism, or perhaps because of it, the awqaf sector appears to have an edge over other sectors. The sector is regarded as relatively resilient and recession proof. Awqaf organisations are resistant to market forces because their assets are donated and have access to free funds and services. They have low overheads and enjoy tax concessions. They can turn social projects into cashflow projects, and exercise considerable discretion in their operations. Yet, because of awqaf’s private and usually esoteric nature, and lack of certainty about how they are governed and regulated, the sector appears to work in isolation from other sectors. Historically, awqaf development has been a contention between open market competition and protectionism. Lately, awqaf is getting more attention from both the public and the private sectors. Awqaf organisations are now competing commercially in a wide range of business activities such as real estate, healthcare, trade, industry and agriculture. As awqaf organisations are entering into various types of partnerships with the private sector, disputes are likely to arise and frustrate such arrangements. Awqaf’s investments are more about social and cultural values than about financial returns. There were also reports of some for-profit enterprises being established as charitable waqfs in order to benefit from the privileges and tax concessions granted to foundations, doing some charity work to cover up their objectives. With such dubious actions, the result is often confusion, uncertainty, dissension, and in some cases conflict particularly in the area of “business versus charity”. Legal reforms concerning awqaf have loomed large in comparative studies of law and society. Enacting an awqaf law will invariably involve striking a balance between protecting awqaf assets, developing the sector, maintaining equitable relationship with other sectors and examining the effect of other laws on awqaf. In an economic, social and governance context, the law should assist in restoring faith in awqaf and in creating a more efficient sector. %HOOR'RJDUDZD$KPDGo3RYHUW\DOOHYLDWLRQWKURXJK]DNDKDQGZDTILQVWLWXWLRQV$FDVHVWXG\IRUWKH0XVOLP8PPD LQ*KDQDpDWZWĂƉĞƌEŽ͘Ϯϯϭϵϭ͕ƉŽƐƚĞĚϭϬ͘:ƵŶĞϮϬϭϬϭϯ͗ϯϴhd͘ _ 311 _ Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions There are concerns about extending regulatory control across countries. Applying the same rules to control foundations under different jurisdictions is always a challenge from an enforcement point of view. One set of international standards for awqaf, such as the International Reporting Financial standards (IFRS) for accounting or Basel II for banking, is for the most part a good thing, ultimately creating more efficient sector. But it must be recognised that different circumstances and disparate cultures exist in different countries and that each country may have to do its own thing in terms of the form of its awqaf standards. As the international standards gain acceptance, governments will be motivated to adopt them as their national standards in regulating awqaf organisations operating in and from their territories. 13. Concluding remarks Awqaf institutions are effective organisations for the socio-economic, cultural and religious development of a country. They have no direct political involvement, although they exercise considerable influence on the country’s political and social life. The development of the awqaf sector is on the national agenda of many Muslim countries as a strategy to boost the economy and complement government’s social programs. One of the most critical problems facing the efforts to develop the awqaf sector is the widespread lack of regulations prescribing acceptable norms of corporate governance. As charitable institutions, awqaf foundations are perceived to lack the organisational discipline of for-profit corporations. This has resulted in a very slow pace of developing awqaf properties, hence the reason we see many awqaf properties often in prime locations remaining vacant, under-developed, or under-utilised. Some were even lost due to squatting, encroachment or sheer neglect. The issue of corporate governance is central to the idea of ‘sustainable development’. Awqaf must be transparent and accountable in respect of their funding and operations. Today, awqaf foundations have a broad business focus. They are taking responsibility for a wider range of activities in the commercial, industrial, agricultural and services sectors. Areas where guidance is required include institutional, legal and regulatory disciplines. This entails the skilling and empowerment of mutawallis and managers to be effective gate keepers and responsible stewards of the assets under their control, and to enable them to charter the continued growth of their organisations. The renewed interest in awqaf offers an opportunity to learn from the mistakes of the past and to construct a modern legal and regulatory framework.There will be a lot of footwork in putting an international awqaf law into practice. There needs to be cooperation among regulators to develop a global awqaf law that rationalises legislation among jurisdictions. Islamic regulatory and standards setting bodies of the Islamic financing industry should embark on a comprehensive study of awqaf. The collaboration of institutions like the Islamic Fiqh Academy, Islamic Financial Services Board (IFSB) and Accounting and Auditing Organisation for Islamic Financial Institutions (AAOIFI), together with the Islamic Development Bank (IDB) and Islamic _ 312 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR Research and Training Institute (IRTI) and other related parties, will make it possible for an international awqaf law to evolve in a responsive and uncontroversial manner. Recognising that awqaf foundations are non-profit entities holding valuable assets and providing essential social services, the law should offer adequate protection for awqaf assets and to donors and beneficiaries. The real reform agenda for awqaf is to have succinct, relevant, understandable and implementable standards that optimise efficiency and effectiveness of the sector and the knowledge, expertise and leadership of awqaf professionals. With the right transparency, stability, long term planning and guidance, the prospects for awqaf are great and the more we delay this important concept, the more the awqaf sector is placed at disadvantage progress-wise. References Ahmed, Habib (2007), Legal Environment and Nonprofit Sector: Implications for Growth of Awqaf Institutions, Islamic Research and Training Institute, Islamic Development Bank, Jeddah. Ahmed, Habib (2004), Roleof Zakah and Awqaf in Poverty Alleviation, Islamic Research and Training Institute, Islamic Development Bank, Jeddah Ahmed, Hasanudddin (1998), Strategies to develop waqf administration in India, Research paper No. 50, Islamic Research and Training Institute, Islamic Development Bank, Jeddah La Zakat et le Waqf: Aspects historiques, juridiques et economiques. Actes de seminaire tenu au Benin du 25 au 31 Mai 1997, edite par Dr. Boualem Bendjilali, Banque Islamique de Developpement, et Istitut Islamique de Recherches et de formation Bello, Dogarawa Ahmad (2009): Poverty Alleviation through Zakah and Waqf Institutions: A Case for the Muslim Ummah in Ghana. Ahmadu Bello University, Zaria-Nigeria. Online at http://mpra.ub.uni-muenchen.de/23191/ MPRA Paper No. 23191, posted 10. June 2010 13:38 UTC Brody, Evelyn (2005), “Charity Governance: What’s Trust Law Got To Do With It?”, ChicagoKent Law Review, 80, 641-87. Chapra, M. Umer (1985), Towards a Just Monetary System, The Islamic Foundation, Leicester. Cizakca, Murat (2000) A History of Philanthropic Foundations:/The Islamic World From the Seventh Century to the Present (Istanbul: Bogazici Univ) Dallah Albaraka (1994), Fatawa: Shari’ah Rulings on Economics, Dallah Albaraka Group , Research and Development Dept., Jeddah. Edelman, Lauren B. and Mark C. Suchman (1997), “The Legal Environments of Organisations”, Annual Review of Sociology, 23, 479-515. Gerber, Haim “The Waqf Institution in Early Ottoman Edirne” Asian and African Studies, 1983, Vol 17, pp 29-45 http:/www.oecd.org/dataoecd/56/36/1922428.pdf. _ 313 _ Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions International Fellows in Philanthropy Program (IFPP) (2000), Toward an Enabling Legal Environment for Civil Society, Institute for Policy Studies, Center for Civil Society Studies, Johns Hopkins University, Baltimore. Kahf, Monzer (1999), ‘Towards the Revival of Awqaf: A Few Fiqhi Issues to Reconsider’, Presented at the Harvard Forum on Islamic Finance and Economics, October 1, 1999. Kahf, Monzer (2004), “Shari’ah and Historical Aspects of Zakah and Awqaf”, background paper prepared for Islamic Research and Training Institute, Islamic Development Bank. Makdisi, John A. (1999), “The Islamic Origins of the Common Law”, North Carolina Law Review, 77, 1635-1739. Management and development of awqaf properties – Islamic Development Bank/Islamic Research and Training Institute (IRTI) Seminar No. 16 held in Jeddah from 24/12/1983 to 5/1/10984 edited by Dr. Hassam Abdullah Alamin Mohammed, Sadig Hammd (2006), “Types of Alarsad and Trusts: A Comparative Study from Islamic Sharia Perspective”, paper presented at Seminar on Endowments (Awqaf ) in Europe, Birmingham, U.K., March 20-22, 2006. Salamon, Lester M. and Stefan Toepler (2000), “Influence of the Legal Environmnet on the Development of the Nonprofit Sector”, Working Papers Series No. 17, The Johns Hopkins Center for Civil Societies Studies, Baltimore. Schwarcz, Steven L. (2003), “Commercial Trusts as Business Organisations”, The Business Lawyer, 58, 1-27. Thomas, Ann Van Wynen (1949), “Note on the Origin and Uses of Trust—Waqfs”, Southwestern Law Journal, 3, 162-66. UN-HABITAT 2005 Waqf (Endowment) and Islamic Philanthropy. Paper 7 –Islam, Land & Property Research Series, Nairobi, Kenya Usmani, M. Taqi (1999), An Introduction to Islamic Finance, Idaratul Maarif, Karachi. Zarqa, Shaikh Mustafa (1947), Ahkam al Waqf, University of Damascus Press, Damascus (in Arabic). _ 314 _ BAĞIŞ VE VAKIF KURULUŞLARI İLE İLGİLİ YASAL KONULAR Dr. M. Hisham DAFTERDAR QAF Holding – BAHREYN 1. Özet Vakıflar; önemli bir ekonomik sektördür. Bunun önemi; kontrol ettiği kitlesel varlıklarından, önemli sosyal giderlerinden, çalıştırdıkları çok sayıda insandan ve bazı ülkelerin GSYH’sinin yüzde 10 ile 14 arasında fark yaratacak şekilde ekonomiye sağladıkları önemli katkılarından kaynaklanır.26 Önemli ekonomik çıktısı ve sayısı, büyüklük açısından büyüme göstermesi ve vakıfların mal varlıklarının vakfedildiği kuruluşların çeşitliliği ile birlikte inanç odaklı hayır kurumu olarak vakıflar; hayırseverlerin ve Şeriat bilim adamlarının ötesinde bir ilgi yaratmış ve sektör sadece dini olarak görülmekten çıkmıştır. Odaklandığı alan daha da genişledikçe sektörün aslında bir sanayi olduğu ve giderek hükümetler ve düzenleyici kurullar tarafından daha fazla incelemeye maruz kalmaya başladıkları gün gibi ortaya çıkmıştır. Sektörün büyüklüğü ve artan ekonomik önemi; İslami finansman sanayisinin kanun yapıcılarının ve standart belirleyicilerinin ciddi anlamda dikkatini çekmesini sağlamıştır. Vakıf kurumunu yenileştirmek ve ihmal eğilimini tersine döndürmek ve ayrıca sosyal ve ekonomik kalkınmadaki rolünü geliştirmek için pek çok sayıda konu ele alınmalıdır: Düzenleyici çerçeve nasıl çalıştırılmalıdır? Düzenlemeler; vakıfların geliştirilmesine ve yeni vakıfların kurulmasına yardımcı olabilir mi veya bunu durdurabilir mi? Eş biçimlilik mi gerekli? Ve bu nasıl işe yarayacaktır? Kurumsal yönetişim için ideal model nedir? İş ve siyasi ortamla ilgili diğer özelliklerin ortaya çıkardığı parametreler içerisinde bu model işe yarar mı? Sürdürülebilirlik ve karlılık konusu nasıl değerlendirilebilir ve sürdürülebilir olmak için vakıfların kar amacı gütmemesi mi gerekir? Vakıfların kar amacı gütmeyen sektör özelliği ile büyüme ve karlılık istemesi arasında bir çelişki görüyor muyuz? Vakıflar ve işi kombine etmek kabul edilebilir özellikte midir? Bu etik midir ve paydaşları nasıl etkileyecektir? Vakıflar sektörü ve yönetimi genellikle çok iyi anlaşılmaz. Bu sorulara tam yanıt verilmesi, ancak bu sunum içeriğinin çok ötesinde olmasına rağmen ilgilenmemiz için önemli olduğu ortaya çıkan çok sayıda konu vardır. Bu çalışma; vakıfların İslami finansman endüstrisinin ana damarı ile entegre olması için ilgili konulara odaklanacaktır. Çalışma ayrıca düzenleyici kurulları, vakıfları ve tüm vakıf paydaşlarını ilgilendiren hususları ele alacaktır. 2. Giriş Vakıf kurumu; İslami sosyo-ekonomik kalkınma modelinin üzerine inşa edildiği temel olan, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından tavsiye edilen bir sünnettir. İslam medeniyetinin bir özelliği olarak vakıf tarihi; eğitimden sağlık hizmetlerine ve refaha kadar uzanan sosyal hizmetler alanında elde edilmiş göze çarpıcı başarılarla doludur. Vakıflar özellikle fakirlere olmak üzere genel anlamda tüm topluma hizmet etmiştir. Vakıflar ayrıca çevrenin .KDQ )DKLP o)DNLUOLðLQ D]DOWÜOPDVÜ VWUDWHMLOHULQGH LQDQÁ WDEDQOÜ NXUXPODUÜQ =HNDW YH (YNDI HQWHJUH HGLOPHVLp ñVODPL $UDíWÜUPD (ðLWLP.XUXPX,57,,'%3$\UÜFD-RKQ+RSNLQV8QLYHUVLW\o*6<ñ+nHNDUDPDFÜJÖWPH\HQNDWNÜpVÖUÖPÖQHGHEDNÜQÜ]KWWS ZZZMKXHGXQHZVKRPHVHSJGSKWPO _ 315 _ Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular korunmasına, hayvanlar ve bitkilerin korunmasına katkıda bulunmuştur. Camiler, büyük hastaneler, üniversiteler, kütüphaneler ve müzeler, hayvan korunakları ve ibadethaneler vakıf olarak kuruldu. Ancak bu başarılara rağmen vakıflar tarihi; çalkantılı olaylarla da doludur. Yüzyıllar boyunca hükümetler; vakıfları kamu mülkü ve ulusal varlığın bir parçası olarak düşünmüş, bu kurumu çeşitli derecelerde kontrol altında tutmuşlardır. Hükümetlerin uyguladığı kontrol; sadece daha az sayıda yeni vakıf kurulmasına değil aynı zamanda büyük vakıf toprak alanlarının kamulaştırılmasına da yol açacak şekilde vakıf sistemini olumsuz yönde etkilemiştir.27 Ayrıca finansman alanında görülen hileler ve bazı vakıf yöneticilerinin yolsuzluğu (mütevelliler / nazırlar) pek çoğunun yeteri kadar geliştirilmemiş veya onarımsız bırakarak mülklerin kaybedilmesine ve kötüleşmesine yol açmış, vakıfların gizli varlığı büyük oranda kullanılmamaya devam edilmiştir. Günümüzde pek çok Müslüman ülkesinde vakıflar; ekonomik büyümenin sürücüsü olarak amacını henüz gerçekleştirememiştir. Büyümenin önünde duran en büyük engellerden bir tanesi; uygun yasal ortamın yetersizliğidir. Hukuki reformların ve modernleştirilmiş Şeriat tabanlı modelin uygulanmasının ve yönetişim çerçevesinin vakıfların gelişmesini önleyen engelleri kaldırması ve ülke için verimli büyüme yaratması gereklidir. 3. Üçüncü Sektör Evkaf (tekili, vakıf ); İslam’ın sosyal olarak yararlı gördüğü neden veya devam eden hayırsever kurumu olarak (sadaka-i cariye) sürekli bir güven kapsamında tutulması amacıyla bağışlanan, vasiyet olunan veya satın alınan varlık anlamına gelen Arapça bir kelimedir.28 Bu süreklilik durumu yıllar boyunca Müslüman topluluğunun büyük bir kısmını geliştirmede önemli rol oynayan büyük oranda toplum varlığının birikmesine yol açmıştır. Ekonomiye sağladığı yansıması olarak kar amacı gütmeyen bir kurum olan vakıflar; birinci sektör olarak da bilinen hükümet sektöründen ve ikinci sektör olarak özel sektörden ayrılan üçüncü sektör olarak da bilinir hale gelmiştir.29 Vakıf kuruluşları; çok çeşitli yapıları ve hedefleri ile birlikte kar amacı gütmeyen İslami kuruşlardır. Bu kuruluşların etkinlikleri tüm ekonomi sektörleri ile iç içe geçmiştir ve gayrimenkul, eğitim, sağlık, toplumsal hizmetler ve eğlence dahil olmak üzere çok sayıda sanayi türü içermektedir. Çok geniş sosyal, kültürel ve ekonomik etkinlikleri üstlenirler. Özellikle kamu hizmetlerinin yetersiz olduğu alanlarda ve özel sektörün yatırım yapmayı karlı bulmadığı alanlarda önemli rol oynarlar. Vakıf kuruluşları; kamu hizmetleri gerçekleştirmesine rağmen hükümetin bir parçası değildir. Kamu bütçesi üzerindeki basıncı azaltırlar ve ekonomik bunalım zamanlarında ekonomiyi tetikleyebilirler. Vakıf olmak illaki de küçük olmak demek değildir. Çok fazla sayıda vakıf; önemli miktarda aktifi kontrol eden ve çok sayıda insan çalıştıran sınır ötesi faaliyetleri olan büyük ölçekli kuruluşlardır. &L]DNFD0XUDWo7DULKWHHYNDIYHPRGHUQñVODPLHNRQRPLOHUDÁÜVÜQGDQJÐVWHUJHOHULnp,VODPLF6WXGLHV&LOW1R1RY3 6KHLNK0RKDPPDG$EX=DKUDHYNDIGHUVOHULo0XKDGDUDWILOZDTIpVQFLEDVNÜ'DUXO)LNU$O$UDEL $KPDG+DELEo<DVDO¡HYUHYH.DU$PDFÜ*ÖWPH\HQ6HNWÐU(YNDI.XUXOXíODUÜLÁLQ%Ö\ÖPH*ÐVWHUJHOHULp,57,,'%3 _ 316 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR 4. Yasal Durum ve Vakıflar Mülkiyeti Vakıflar içerisindeki mülkiyet kavramı; oldukça karmaşık ve biraz da kafa karıştırıcıdır. Vakıf aktiflerine sahip olan kişi ile ilgili İslam içtihat biliminde dört farklı okul (mezhep) bulunmaktadır. Şafi’ler, vakıf mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu ve insan mülkiyeti olarak görünenin sadece yeddi-eminlik olduğunu ileri sürerler. Hanefiler ve Hanbeliler; sadece vakfın kullanım hakkına veya yararına sahip olmalarından ancak bunu vakfedenin (vakıf kurucusunun) karar verdiğinin dışında farklı tasarruf edemeyecek veya kullanamayacak olmalarından dolayı yararlanıcılar vakfın tam mülki sahibi olmasa bile vakfın o vakıftan yararlanan kişilere ait olduğu görüşündedir. Maliki hukuk adamları; vakıfların vakfeden kişiye ait olarak kaldığı ve kendi yasal varisleri tarafından miras olarak alındığı görüşündedir.30 Bundan dolayı Malikiler; Şafiler, Hanefiler ve Hanbeliler gibi vakıfların sürekli olması gerektiği konusunda ısrar etmezler. Bir Maliki bilim adamı Ibn Arafa; sürekliliği; mülkiyetin, meyve bahçeleri, çiftlik hayvanları, mobilya parçaları ve taşınabilir varlıkları içerecek şekilde ‘ayakta kaldığı sürece’ şeklinde tanımlar.31 Şii İslamı’nda günümüzde büyük bir kısmının Şiilerin meydana getirdiği Imami Shi’ites” ve “Twelver Shi’ites” olarak da bilinen Caferi okulunun genel ‘aktifi yabancılaştırma ve yararlanma hakkını tüketme’ kuralını benimsemesinden dolayı Şafiler’in vakıf mülkiyetine benzer vakıf mülkiyeti görüşleri vardır. Ancak Caferi okulu; Sunni okullarında kullanılan ‘kıyas’ (çıkarımsal analoji) yerine ‘akl’ı (akıl) kullanmaktadır ve bu da İslami kanunları oluştururken Şii hukuk adamlarına daha fazla esneklik vermektedir. ‘Vakıf’ kelimesi; genellikle sınırsız ömrü olan kendisine özgü yasal bir kuruluşu ifade eder. Vakfın ‘vakıftan, mütevelliden ve yararlanıcıdan daha uzun süre yaşamasından dolayı kendisine ait ayrı ve bağımsız kişilik anlamına gelen ‘thimmah’ı vardır. Bu kavram son üç yüz yıldır Batı’da geliştirilen ve devam etmekte olan yasal kişilik kavramına benzemektedir. Ancak vakıf, ahlaki sorumluluğundan dolayı kurumsal kişilikten ayrılır. Kurumun yasal durumu ile ilgili genel bir anlaşma varken ahlaki durumu ile ilgili böyle bir anlaşma söz konusu değildir. Kurumların gövdesi veya ruhu yoktur; kişiler kendi namlarına hareket ederler ve bir kuruluş adına yaptığı eylemlerden kişisel olarak sorumlu tutulmayabilirler. Öte yandan, vakıf kuruluşunda tüm paydaşların daha kutsal bir şekilde entegre olma güdüsü ve güçlü ‘kişisel gözetim’ denilen etik doktrin insanların davranışlarına rehberlik etmektedir. Vakıf, kutsal güven olarak algılanır ve bunun yasallığı ile ahlaklılığı birbirinden ayıran bir çizgi yoktur. Kurumsal kişilik aktiflerini imha edip tamamıyla paydaşları tarafından feshedilebilirken vakıf; geri alınamazlığını, elden çıkarılamazlığını ve sürekliliğini sağlayan bir dizi Şeriat kuralları ile korunur. Vakfın ilk amacı mevcudiyetini kaybetse bile fayda başka bir hayırsever amaca aktarılabilir ve mülkiyet vakfın hükmü altında kalmaya devam eder. Hukuk adamlarının vakıfların kalıcılığı ile geçiciliği ilkesi hakkındaki anlaşmazlıkları esas olarak içtihattan (hukuki yorum) kaynaklanmaktadır ve yeni ‘iyilik’ hedefi (yüce gönüllük amacı ile bağış yapma) sonucu ortaya çıkmaktadır. Ancak ölebilen veya kısa süreli yaşayabilen varlıkların sürekliliğinin sağlanabildiği mekanizmalar söz konusudur. Örneğin, çiftlik hayvanları, mahsuller ve meyve bahçeleri gibi biyolojik varlıklar kendi kendilerini $O'DUGLU$O6KDUKDO.DELU$O'XVXNL9ROS .DKI0RQ]HUo(YNDIÜQFDQODQPDVÜQDGRðUX\HQLGHQGÖíÖQÖOPHVLJHUHNHQELUNDÁIÜNÜKNRQXVXp3 _ 317 _ Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular oluşturabilen ve üreyebilen varlıklardır. Ayrıca cansız varlıkların yenilenebileceği ve yerine yenilerinin getirilebileceği yöntemler de vardır. Şeyh Zarqa’a göre ‘vakıf içerisindeki her şey içtihada tabidir ve vakıf amacının yüce gönüllü (iyilik) olması dışında oy birliği ile kabul edilmiş tek bir kural yoktur.32 5. Aile Vakıfları En erken vakıflardan bir kısmı; ailenin fakir üyelerinin faydalanması amacı ile kuruldu.33 Daha sonra aile vakıfları (waqf ahli); mülkiyeti yanlış kişilerin eline geçmesine karşı koruma veya devlet tarafından el konulması veya uzlaşması zor olan alacaklıların ve doymak bilmez açgözlülerin öne sürdüğü iddialar gibi risklere maruz kalmasını azaltma gibi dünyevi nedenlerle kuruldu.34 Vakıf ayrıca mülkiyeti kendi kişisel işleri sonucunda ortaya çıkabilecek sorunlarda mülkiyet sahiplerine karşı korumayacak bir araç olarak da kullanıldı. Bir vakıf olarak, mülkiyet elden çıkarılamaz özelliktedir ve bundan dolayı satılamaz veya karşı teminat olarak ipotek edilemez. Hukuki açıdan bakıldığında aile vakfı yararlanıcıları; vakıf mülkiyeti ile ilişkili ‘rastlantı’ çıkarı olan ‘nesneler’ olarak görülen aile üyeleridir. Aile vakfı; kurucunun ölmesi üzerine vesayet trustları olarak kurulduğu 16. yüzyıl başlarında masumiyetini yitirdi. Bu vakıfların bir kısmı; erkek çocukların lehine davranarak ve kız çocukları mahrum ederek veya evlendikten sonra verilen hakları geri alarak veya İslami miras kanunları kapsamında yasaklanacak şekilde kadınlar ve erkekler arasında eşit paylaşım yaparak İslami miras kurallarından kaçma amacıyla tasarlandı.35 Bu vasiyetnameler; aile birliğini olumsuz yönde etkiledi ve aile varlığı yönetim aracı olarak kullanılan vakıf yararı üzerine gölge düşürdü, pek çok Müslüman ülkede ihtilafların artmasına sebebiyet verdi. Bazı ülkeler; mevcut aile vakıflarını tasfiye etmek için kanunlar koydular ve aile vakıflarının mülkünün miras bırakılan aktifler olarak karantinaya alındığı ve sonra Şeriat miras kanunlarına göre ve ülkenin miras kanunları esas alınarak tasfiye edildiği ve / veya yararlanıcılarına dağıtıldığı Mısır’da, Suriye’de ve Lübnan’da olduğu gibi yenilerinin kurulmasını önlediler.36 Bazı ülkelerde birkaç nesil sonra yararlanıcıların kat kat artması ile birlikte bir bireye tahakkuk eden yararın önemsiz olması, aile üyeleri arasındaki ilişkilerin bozulması, faydalanıcılar ve mütevelliler arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve kontrol ettikleri vakfın aynı zamanda yararlanıcısı statüsünde olan mütevellilerden kaynaklanan çıkar çatışmaları ve üstlendikleri rolleri menkulün bir parçası olarak varislerine geçecek bir hak olarak düşünmeleri aile vakıflarının çözülmesine neden olan problemler arasındadır. =DUTD6KHLNK0XVWDIDo$KNDP$O:DTIp8QLYHUVLW\RI'DPDVFXV3UHVV3 $LOHYDNÜIODUÜQÜQNXUXOXíXQDSHNÁRNKDGLVWH3H\JDPEHU6$9WHíYLNHWPLíWLU0XKDPPHGnLQ6$9LQDQODUÜQÜQNXUGXðXDLOHYDNÜIODUÜ ÐUQHNOHULLÁLQ$O.KDVVDIo$KNDP$O(YNDIpVEDNÜQÜ] &L]DNFD0o7DULKWHHYNDIYHPRGHUQñVODPLHNRQRPLOHUDÁÜVÜQGDQJÐVWHUJHOHULnñVODPHNRQRPLVLDUDíWÜUPDODUÜ&LOW3 :\QHQ7KRPDV6XSUDQRWDW 0ÜVÜU.DQXQX1R(\OÖOPHYFXW9DNÜI.DQXQX0DGGHnÖGHðLíWLUPLíWLU6XUL\H0HY]XDW.DUDU1R .DVÜPWDULKOLQROX.DUDUQDPHLOHGHðLíWLULOGL/ÖEQDQ'KXUUL9DNIÜ.DQXQX0DUW0DGGH _ 318 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR 6. Vakıfların Düzenlenmesi – Tarihi Perspektif İslam tarih boyunca hükümetler vakıfları ulusal kaynak olarak düşünmüş, bunu devlet kontrolü altına sokmaya çalışmıştır. Vakıfları kontrol etmek için devlet tarafından atılan ilk adım; Memluk hakimiyeti döneminde Mısır’da gerçekleşti (1250 -1517). Bu adım Müslüman bilim adamları tarafından kesinlikle reddedildi ve hemen geri alındı. Değişiklik; on dokuzuncu yüzyılın ilk dönemlerinde vakıflar için kanun çıkaran ve vakıf işlerini yönetmek için özel bakanlık kuran Osmanlılar (1281 – 1918) ile birlikte geldi. Bu kanunların en önemlisi; vakıf mülklerinin tescilini, kontrol edilmesini ve yönetilmesini düzenleyen 1863 tarihli vakıf kanunuydu. Bu kanun; vakıfların yönetiminde yer alan bazı mütevellilerin uygunsuz davranışlarını ve devam eden karmaşıklığa çözüme kavuşturan bir reform olarak geldi. Yirminci yüzyılın ilk başlarında çok sayıda Müslüman ülke Osmanlı kanunlarını esas alan vakıflar kanunlarını düzenledi; ve yirminci yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde pek çok Arap ve Müslüman ülkeleri bağımsızlıklarını elde etti ve vakıfları hükümet kontrolü altına sokan yeni kanunlar getirdi.37 Kamu sektörü aracı olarak vakıfları yönetecek hükümet kurumları sıfatıyla bakanlıklar ve müdürlükler oluşturdular. Böylece, vakıf; hükümete kontrol hakkı vermesine yol açacak şekilde genel bütçeden idari giderlerini karşılayan devletin eline geçti. Ancak kontrol derecesi ülkeden ülkeye değişiklik gösterdi.38 Mısır’da vakıf arazisi; modern eyaleti inşa etme aşamasında Muhammed Ali Paşa (1805-1848), vakıfları devlet kontrolü altına soktuğunda ülkenin tarım alanının çeyreğini oluşturuyordu.39 Devletin vakıfları kontrol etmesi; 1952 yılında Nasser bunları toprak reformu politikasının bir kısmı olarak kamulaştırıncaya kadar devam etti. Geniş vakıf arazisi alanları ayrıca Cezayir, Suriye, Tunus, Türkiye ve İran’da da kamulaştırıldı. Vakıf arazisinin kamulaştırılması ve sorumluluğun özel mütevellilerden vakıf bakanlıklarına aktarılması; vakıf kuruluşunun bağımsız kimliğinin yok olması anlamına geldi ve vakfı, devlet politikasının bir aracı haline getirdi.40 Ülkenin vakıfları kontrol etmesi; vakıf refah mekanizması rolünün kamu cüzdanına bir yük olduğu noktaya kadar gelerek önemli oranda sektörün ivme kaybetmesine neden oldu. Son yıllarda çok sayıda Müslüman ülke; vakıf mülklerini geliştirecek ve yönetecek ayrı kurumlar oluşturarak vakıfların aktif yönetiminden sorumluluk fonksiyonunu ayırarak vakıf idaresinde reform yapmaya başladı. Vakfın ‘ ayrı bir kişiliği olduğunu ve vakıf fonlarının kamu fonları ile karıştırılmaması gerektiğini fark ettiler. 1971 yılında Mısır; vakıf mallarının yönetimini Vakıflar Bakanlığından almak için ‘Mısır Vakıflar Makamını’ kurdu. Sudan’da 1987 yılında “Federal Vakıflar Kurumu” kuruldu. 1993 yılında Kuveyt ‘Vakıflar Kamu Kuruluşunu’ kurdu. Ürdün’de İslami Vakıf İşleri ve Kutsal Yerler Bakanlığı, ‘Vakıf Malları Yatırım Kurumunu’ kurdu. Malezya’da federal seviyede 2004 yılı Mart ayında Başbakan; vakıfların geliştirilmesi ile ilgili konularda eyaletlerin din meclisleri etkinliklerini koordine etme amacıyla Vakıf, Zekat ve Hac Bölümünü (YNDI NDQXQODUÜ nGD 0ÜVÜUnGD YH ¶UGÖQnGH \ÜOÜQGD /ÖEQDQnGD \ÜOÜQGD 7XQXVnWD \ÜOÜQGD ,UDNnWD \ÜOÜQGD +LQGLVWDQnGD\ÜOÜQGD0DOH]\DnGD\ÜOÜQGD3DNLVWDQnGDNRQXOGX /DQH-DQ(ULNYH5HGLVVL+DPDGLp'LQYH3ROLWLNDñVODPYH0ÖVOÖPDQ0HGHQL\HWLp6HFRQGHGLWLRQ$VKJDWH3XEOLVKLQJ&R3 .DKI0RQ]HUo¶PPHWUHIDKÜQÜJHOLíWLUPHGHYDNIÜQUROÖnp3 %NQ]3 _ 319 _ Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular (JAWHAR) kurdu. En son; Vakıf ve İslam İşleri Bakanlığında önceki Vakıflar Dairesinin etkinlerini devralmak için 2007 yılında ‘Katar Vakıflar Makamı’nı kurdu. İran’da ‘Waqf and Charity Organisation (Vakıf ve Hayır Kurumu Örgütlenmesi)’ (WCO); vakıf sıfatıyla fonu sağlanan etkinlikleri ve projeleri kontrol etmek, geliştirmek, yönetmek ve gerçekleştirmek için Kültür ve İslam Rehberliği Bakanlığı kapsamında resmi organ olarak 1984 yılında kurulmuştur. WCO’nın yatırım ve faaliyet kolu; amaçları vakıfların mülklerini geliştirmek, canlandırmak, yaymak, yapılandırmak ve rehabilite etmek ve Waqf and Charity Organisation’ın talimat verdiği şekilde sosyal yardım sağlamak olan İran’ın Endowment Fund (Bağış Fonu) (IEF)’tir.41 Müslüman olmayan ülkelerde Müslüman toplumlar; ülkenin trust ve vakıf kanunlarına uygun bir şekilde vakıfların mülklerini idare eder. Bu kanunların pek çoğunun esin kaynağı İslami vakıf sistemidir. Bu ülkelerde yer alan Müslüman toplumlar; vakıf mülklerini elinde bulunduran kar amacı gütmeyen birimler olarak vakıf kuruluşlarını kurmaktadır. 7. Vakıfların Sorumluluğu ve Yönetilmesi İlke olarak bir senet ile vakfeden vakfın hedeflerini, yönetimini ve vesayet süreçlerini belirler. Bir vakıf yönetici veya trustee (mütevelli / nazır); vakıf mülkiyetini elinde bulundurur, hukuki kontrolü uygular ve vakıf senedi hükümlerine göre yararlanıcıların faydası için vakfı koruma ve idare etme konusunda kayyumluk sorumluluğu ve ahlaki yükümlülüğü vardır. Mütevellilerden vakıf durumunun hem maddi hem de manevi boyutuna riayet etmesi beklenir. Vakfedenin koyduğu koşullarının önemi; sıklıkla alıntılanan deyim ile gösterilir: ‘Vakfedenin koşullarının önemi; yasama koyucuların hükümleri ile aynı yasal ağırlığa sahiptir”. Ancak hukuk felsefesi okulları arasındaki farklılıklardan dolayı bazı esneklikler olabilir. Örneğin Abu Hanifah; mükellefiyetsiz toplum çıkarının olması durumunda veya yararlanıcıların ve vakfın amacının sona ermesi halinde koşulların değiştirilmesine izin verir.42 Mütevellilerin vakıf adına karar verme ve hareket etme yetkisi çok büyük bir sorumluluk içermektedir ve görevleri zannedildiğinden daha geniş ve daha fazladır. Mütevelli sıfatıyla sorumlu oldukları varlıkları basiretli bir şekilde yönetme gibi temel sorumlulukları vardır. Yani mütevellilerden kontrolleri altındaki aktiflerin güvenliğini ve performansını izleme rollerini destekleyecek belli seviyede iş becerisine ve yatırım bilgisine sahip olmaları beklenmektedir. Ancak vakıfların yapısından, dini iletisinden ve sosyal uygulamasından dolayı kendilerine vakıf sorumluluğu ve vakfın yönetimi tevdi edilen kişilerin dini açıdan daha bilinçli olmaları ve bundan dolayı yönetirken imanını işe soktukları mantıklı görünmektedir. Ancak faaliyet ortamı sürekli bir şekilde değişme göstermektedir ve sonuç olarak mütevellilerin de rolü değişmektedir. Mütevellilerden sadece vakıf için en iyi sonuçları doğuracak şekilde iyi niyet çerçevesinde hareket etmeleri değil aynı zamanda uygun ve ahlaklı davranan kişiler olarak görülmeleri ve ilgilendikleri unsurların güvenlerini kazanmaları beklenmektedir. Bazı mütevellilerin ahlaka aykırı davranmalarından dolayı vakıflar saygınlıklarından ve toplum güveninden çok şey kaybettiler. Mütevelliler bu imaj problemlerinin üstesinden gelmek zorundadırlar. Dar görüşlü, .LODQL $PMDG oñUDQ ñVODP &XPKXUL\HWLnQGHNL 9DNÜI .DQXQODUÜQD YH (YNDID *HQHO %DNÜín $UDSÁD 3XEOLVKHG E\ m:DTI DQG &KDULW\ 2UJDQLVDWLRQRI,UDQp+3 =DNL(LVVDo9DNÜIGÖ]HQOHPHOHULQLQELUÐ]HWLp.XYH\W(YNDI.DPX9DNIÜ$UDíWÜUPDODU'ÜíñOLíNLOHU%ÐOÖPÖ$'$+3 _ 320 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR cahil, şüpheci ve sadece vakfın sosyal açıları ile ilgilendikleri için iş riski şeklindeki genel imajı değiştirmek için davranış özellikleri geliştirmeleri ve vakıf yönetimini toplum beklentisi ile aynı doğrultuya getirmeleri gereklidir. Mütevellilerin sorumlulukları altındaki aktifleri güvence altına almak ve bunları büyütmek ve sadece kendi inanışlarına göre hareket etmelerini daha da zorlaştıracak şekilde karlar üretmek gibi sorumlulukları da vardır. 8. Sağlayıcı Yasal Çevre Vakıfların gelişmesinin ve büyümesinin önünde duran en büyük tehlikelerden bir tanesi yapıcı yasal ve düzenleyici ortamının yetersizliğidir. İyi bir sürdürülebilir çevre olmadan bir sanayinin geliştirilmesi zordur. Vakıflar; gönüllü aktif katkısına ve genellikle gönüllü hizmet katkısına dayalı ekonomik sektördür. Bundan dolayı düzenleyici çevre; vakıftaki kamu güvenini arttırmalı, bağışları teşvik etmeli ve çalışanların, gönüllülerin ve mütevellilerin etik ve ileriye yönelik davranışlarını geliştirmelidir. Bağış yapan kişiler genellikle cömerttir ve faaliyetlerinin açık ve geçerli hesap verilebilirlik ve şeffaflık standartlar ile yönetilen kuruluşlar olduğundan kendilerini daha huzurlu hissederler. Ayrıca finansman sağlayıcılar; en iyi kurumsal yönetişim uygulamalarını benimseyen organizasyon projeleri için sermaye sağlamaya daha istekli olacaklardır.43 Ticari kurumlardan farklı olarak vakıflar tarafından verilen hizmetler sıklıkla maddi duran varlıklar değildir ve ölçülmesi zordur. Şirketlerin; kar amacı güden paydaşları ile ilgili açık tarifleri vardır. Bu konum; vakıf kuruluşları için o kadar basit değildir. Genellikle Şeriat ile düzenlenen ve vakfeden koşulları ile sınırlı tutulan pek çok vakıf; düzenlemeleri ve kurumsal yönetişime uygunluk konularının maliyetli ve gereksiz idari yükler olduğunu düşünmektedir. Ticari kurumlardan farklı olarak vakıflarda çalışan personel; daha az maddi kazançlar için vakıflar çalışmayı tercih eden düşük ücretli profesyonellerden veya gönüllülerden meydana gelmektedir. Onların bağlılığı; kurumsal kimlikten çok vakfa yöneliktir. Bunlar genellikle toplumsal konularla ilgilenirler ve maddi karlılığa veya hesap verilebilirliğe çok az dikkat ederler. Etkili inanç konusu olduğu düzenlenerek vakfın asıl dokusunun göz ardı edileceğini öne sürmektedirler. Vakıflarda strateji formülasyonu; eşsiz ve karmaşık etkilere tabi olabilir. Uygun olduğu düşünülen strateji vakıf koşullarını ihlal etme ilgisine, bağış yapanların isteklerine ve yasal ortama bağlıdır. Yararlanıcı olmayan paydaşların ilgi noktaları; vakıfların sorumluluklarının bir parçasını oluşturmalı ve mütevellilerin tüm topluluğun çıkarına uygun hareket etme görevi olmalıdır. Bu günlerde hiçbir kuruluş kamu incelemelerinden etkilenmemektedir; adı lekelenmiş tek bir korunak veya yetimhane bile yoktur. Bundan dolayı vakfın toplum üzerindeki etkisi olumlu olmalıdır ve kuruluşun toplumsal standartlara ve beklentilere uygun bir şekilde çalışıyor gibi görünmesi gereklidir. Vakıfların karşılaştığı en büyük zorluk; vakıfların kitlesel hazinesinin korunmasını, geliştirilmesini, büyümeye devam etmesini ve Ümmetin sosyal ve ekonomik gelişmesine katkıda bulunmasını sağlamaktır. Bu sadece vakıf yöneticileri için seviyeli oyun alanı oluşturan ve onların şeffaf ve hesap verebilir olmasını sağlayan ve bağış yapanlara, yararlanıcılara ve 2n+DOORUDQ.HUU\o°]HO+D\ÜUVHYHUOLNLÁLQ)ÜUVDW<DUDWÜFÜ2UWDPÜQ2OXíWXUXOPDVÜ.X]H\ñUODQGDnGD+D\ÜUVHYHUOLN.DQXQX 5ROÖp7KH,QWHUQDWLRQDO-RXUQDORI1RWIRU3URILW/DZ&LOW6D\Ü0DUW _ 321 _ Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular tüm paydaşlara karşı yükümlülüklerini yerine getirebilme amacıyla işletimle ilgili taahhütlerini güçlendirmelerini sağlayan sağlayıcı yasal ortam oluşturularak karşılanabilir. 9. Esnek ve Etkili Vakıflar Kanunu Vakıflar; global sektördür ve aktif, nakit akış ve sınır ötesi yatırımlar zengini trust üyeleri ve sorumlu bireyleri (mütevelli) sıfatıyla hareket eden, farklı hukuk sistemleri, mevzuat koşulları ve kültürel normları olan birden fazla yargı sisteminde faaliyet gösteren uluslararası mevcudiyete sahiptir. Vakıfın bir ülkede kurulduğu, vakıf mallarının başka bir ülkede olduğu, yararlanıcılarının ise üçüncü bir ülkede yaşadığı örneklerin bulunması çok da zor değildir.44 Hal böyle olunca bir vakıf; yargı ile bağlantısına göre farklı türden yargı alanları kapsamına girebilmektedir: vakfın kurulduğu yerde vakıf kuruluşunun yargı alanı ile bağlantısı; aktifin bulunduğu yerde vakıf aktifinin yargı alanı ile bağlantısı; ve yararlanıcılarının ikamet ettiği yerde yararlanıcıların yargı alanı ile olan bağlantısı gibi. Ülke genelindeki durum ile karşılaştırıldığında globalleşmiş bir ortamda vakıf daha geniş maruziyete sahiptir. Aynı vakıf; yargı alanı ile bağlantı derecesine ve tipine bağlı olarak farklı kanunlara tabi olabilir. Vakıflar; eğer bir tane ise ülkenin yerel kanununa göre düzenlenir veya diğer sektörler için tasarlanan kanunlara tabi olur. Genelde mevcut vakıf kanunları; işletimsel gereklilikler şeklinde yazılmamaktadır. Bunlar genel olarak vakıf ile paydaşlar arasındaki ilişkileri kontrol eden kuralları tanımlar ancak sektörün kalkınma gerekliliklerini ele alma konusunda yetersiz kalmaktadır. Öte yandan diğer kanunları uygulayarak vakıfların düzenlenmesi; bu kanunların sektörün spesifik koşullarına hizmet etmemesinden dolayı sektörü dezavantajlı bir konuma getirir. Ulusal sınırlar içerisinde vakıflar kanunlarının uyumlaştırılması; sektörün kalkınması ve büyümesi için de gereklidir. Gerekli olan şey; ülkeler dışında da uygulanabilecek birleştirilmiş vakıflar kanunudur. Ancak global uygulaması olan vakıflar kanunlarının geliştirilmesi anlamında genel bir kabul söz konusu değildir. Devletlerin kanunlarını yürürlüğe sokacak yetkileri, hakları ve ayrıcalıkları vardır. Pek çok yargı alanı; mevcut vakıf kanunlarının vakıfları düzenleme konusunda yetersiz kaldıklarını ve bir ülkede uygulanan kanunun diğerinde uygulanamayacağını düşünmektedir. Uluslararası çapta kabul edilebilir olmak için global vakıflar kanunu sadece kavramsal çerçeve sağlamalı ve her devletin kendi hukuk kanunlarını, toplumsal yapısını ve etnik oluşumunu ve ülkenin kendisine özgü ihtiyaçlarını ve koşullarını göz önünde bulundurarak değişiklikler yapmalarını sağlayacak şekilde genel olarak ifade edilmelidir. Evrensel vakıflar kanunu; yargı alanları arasında vakıf kuruluşlarına yönelik yetkili karşılaştırma sağlayacak ilke tabanlı çerçeve olmalıdır. Buradaki amaç; yerel kanunun yerine diğerini getirmek veya tüm farklı ulusal vakıflar kanunlarını tek bir evrensel kanun çatısı altında toplamak değildir. Uluslararası vakıflar kanunu modeli; dünya çapında kullanımını kolaylaştıracak güçlü ancak esnek hukuki çerçeve sunmalıdır. Çok katı veya çok ayrıntılı olması durumunda daha az memnuniyet ve daha fazla direnç olacaktır. Sektörü düzenleyecek ve yayılmasını teşvik edecek biçimde uygun olarak tasarlanmalıdır. Genel hukuk ülkelerindeki ‘kurumsal kanun’ gibi vakıflar kanununun da değiştirilebilir kurallar sistemi olmalıdır. Böylece, vakıf kuruluşları, ihtiyaçlara ve koşullara 8OXVODUDUDVÜ \DWÜUÜPODUÜ YH \DUDUODQÜFÜODUÜ RODQ YDNÜI NXUXíODUÜ LÁHULVLQGH 'ÖQ\D 0ÖVOÖPDQ *HQÁOLðL 0HFOLVL :$0< 2,& .DUGHíOLN )RQXñVODPL'DDZD.XUXOXíX6KDUMDK9DNÜI*HQHO7UXVWYH.XYH\W(YNDI.DPX9DNIÜ\HUDOPDNWDGÜU _ 322 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR daha uygun hale getirecek biçimde tüzüklerini tasarlayabilir. Ancak, hukuk kurallarının içeriği; sadece bir metnin kelimeleri ile değil geniş çerçevede hukuki uygulama ve Şeriat ilkelerinin rehberlik ettiği tutarlılık içerisinde saptanmalıdır. Yargılama açısından bakıldığında vakıflar kanunu diğer kanunlardan daha az katı kanunlar şeklinde yorumlanmamalı ve resmi ifadeden çok kanunun amacına dikkat edilmelidir. Evrensel etik davranış kanunu, uluslararası anlaşmalar ve çok katmanlı sözleşmeler dahil olmak üzere bu tür güçlüklerin üstesinden gelebilmek için çok sayıda mekanizma mevcut bulunmaktadır. Ancak asıl zorluk; bu süreci devam ettirecek ‘global egemenliğin’ olmamasıdır. Öz-düzenleme diğer bir olası çözümdür. Sektör; dürüstlük, birlik, adalet, güven, taahhüt, istek ve sorumluluk gibi temel değerlere dayalı etiğe büyük ilgi göstermektedir. Bu değerler özellikle vakıflar için önemlidir. Çünkü bu sektörün sosyal etkileri ancak bu yollarla daha da ortaya çıkmaktadır. Standart düzenlemeler; vakıf kuruluşlarının nasıl çalışabileceği ile ilgili bir model olarak hizmet ederken bu alanlarda vakıf kuruluşları kendi etkinliklerini daha iyi düzenleyebilmekte ve diğer hükümet tarafından konulan kurallara göre daha fazla toplumsal işbirliği ve daha iyi ekonomik sonuçlar doğurabilmektedir. 10. Kurumsal Yönetişim Vakıflar için önemli konu; vakıf kuruluşu ile paydaşları arasındaki güveni sürdürme gereksinimidir. Vakıflar kapsamındaki iyi kurumsal yönetişimi; şeffaflık ve hesap verebilme standartlarına uygunluktan daha fazlasını içermektedir. Bu; sadece yararlanıcı grupları için değil tüm paydaşlar için çıkar elde edecek şekilde varlıkların ve kaynakların yönetileceğine dair bir garantidir. Hesap vermede değişmezliğin olmaması ve pek çok vakıf kuruluşunun finansman raporlar oluşturmaması onların vakfedenlere, yararlanıcılara ve diğer paydaşlara karşı hesap verebilirliğini sınırlandırmaktadır. Çok sayıda vakıf kuruluşu; bağış yapan kişiler için kendilerini cazip kuruluş olarak gösterme amacıyla kamu ilişkileri araçları olarak kullanılacak yıllık raporlarını tasarlamaktadır. Bu türden raporlama; karşılaştırabilme ve güven sağlama problemlerine yol açacak şekilde düzensizdir. Karmaşıklık, belirsizlik ve bazen de vicdansızlık; vakıf kuruluşlarının dokusunda olduğu şeklinde algılanmaktadır. Bundan dolayı, bu imajı düzeltmek ve vakıfların yardımsever kültürü ile kuruluş yönetimi konuları arasında bir köprü oluşturmak için uluslararası çapta tanınacak kurum yönetişim standartları oluşturulmalıdır. Sektöre özgü standartların oluşturulmasının geliştirilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Çünkü bir vakfa yönelik standartların oluşturulması için pek çok engelin aşılması gereklidir. Temel sosyal değerler esas alındığında vakıf yönetişim standartları; yasal, etik ve insan ile ilgili konuları göz önünde bulundurmalı ve vakıf kuruluşlarının program faaliyetlerinde, varlık ve kaynak yönetimlerinde, fon sağlamada, finansman yönetiminde ve gayri-finansman yönetiminde nasıl şeffaf ve hesap verebilir olacağı ile uğraşmalıdır. Genel inancın tersine vakıf kuruluşlarının; özel sektör kurumları ile pek çok benzerlikleri vardır. Bazı şekillerde yönetilmesi gereken varlıkları, kazanılması gereken gelirleri, ödenmesi gereken faturaları ve düzenlenmesi gereken raporları olan kurumsal dünya ile aralarında çok az farklılık var gibi görünmektedir. Ayrıca yatırım, proje yönetimi, fon sağlama ve önemli bankacılık _ 323 _ Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular ilişkilerinin sürdürülmesi gibi çok çeşitli etkinlikleri üstlenirler. Özel sektör; çok etkili kurumsal yönetişim modeli sunar ve kurumsal dünyada kullanılan hesap verebilirlik araçlar geniş çapta kabul görmüştür. Özel sektör; daha fazla disipline, risk farkındalığına ve sürdürülebilirlik sigortasına yol açacak şekilde daha iyi düzenlemiştir. Vakıflar; özel sektöre ait kurumsal yönetişim kavramlarından bir kısmını benimseyebilir ve ticari ilke ve karşılaştırma yöntemlerinden bir kısmını uygulayabilir. Örneğin toplumun iyiliği için kar güdülerinin ötesine geçmek için çabalayan bir kuruluş olan vakıflar, sonuç tabanlı hesap verebilirliği; sosyal programlarının yararlanıcıları ve toplum üzerindeki etkisini ölçecek değerlendirme çerçevesi olarak kullanabilir.45 Vakıflar; Fon Sağlama Profesyonelleri Birliği (AFP) tarafından kurulan ve tüm dünyada çeşitli hayır kurumları ve kar amacı gütmeyen kuruluşlar tarafından desteklenen ‘Bağış Yapan Kişi Hakları Beyannamesi (Donor of Bill of Rights) APF’nin rehberlik edici ilkelerini de duyurdu. Kurumsal yönetişim standartları ilk başta vakıflar için ‘iyi uygulama kılavuzu’ olarak tanıtıldı. ‘Kılavuz’; hesap verebilirliği, şeffaflığı ve vakıf yönetimini geliştirmek için mütevelliler açısından işe yarayan bir araç olarak tasarlanabilir. Ayrıca vakıf mallarının yatırımlarının özenli, ihtiyatlı ve dikkatli bir şekilde yapılmasını sağlaya yardımcı olan katkıların ve prosedürlerin tahsis edilmesi için takip edilecek vakıf senetlerinin ve vakfedenin şartlarının, bedel ve yönetim ücretlerinin ve prosedürlerinin düzenlenmesi gibi vakıf mütevellilerinin sorumluluklarını, yeterliliklerini ve atanmasını kapsayan hükümler de içerebilir. Etkili olabilmesi için bu standartlara hukuki güç verilmelidir; örneğin standartların ihlal edilmesi, kanunun ihlal edilmesi anlamına gelmelidir. Vakfın sürekliliği; kayyumluğun veraseti konusunu ortaya çıkarmakta ve kurumsal mütevelliye duyulan ihtiyacın altını çizmektedir. Şirketleşmiş bir kuruluş olarak vakıf kuruluşunun sonsuz ömrü ve kurucularından bağımsız ayrı malvarlığı vardır. Bir vakıf bir birey tarafından yönetilebilirken bir kurumsal yapının açıkça görülen avantajları vardır. Vakıf yapısı; uzmanlık alanlarına göre görevlerin ayrılmasına ve sorumlulukların tahsis edilmesine olanak tanır. Vakfı kontrol eden yönetim kurulu; hedef grupların refahını daha da fazla geliştirebilir.46 Kurumsal yapı; mütevellilerin veya vakıf idarecilerinin tasdik edilmesini ve kendilerine lisans verilmesini ön gören izin verme düzenlemelerine duyulan ihtiyacın altını çizmektedir. Mütevellilerin tasdik edilmesi; şeffaflığı, hesap verebilirliği ve vakıf mütevellilerinin en yüksek seviyede profesyonellik sahibi olmasını sağlayacak uygun yeterlilik ve kişisel salahiyet standartlarını ön gören bir süreci başlatır. Şirket kanunun; listelenen şirketlerin bir denetçi atamasını gerektirmesi gibi vakıf yönetişim kanunları da vakıf kuruluşlarının denetlenmesini zorunlu hale getirmelidir. Bu tür denetimler; Şeriat, kuralları (fatawi) veya Fıkıh Akademisi, AAOIFI denetleme standartları47, vakfedenin koşulları ve vakıf ile ilgili tüm konular ile uyumu sağlayacaktır. Mütevelli ve vakıf ile ilgili yükümlükleri veya düzenlemelerden herhangi birisine uyulmaması arasındaki algılanan çelişki; mütevellinin lisansının geri alınmasına yol açmalıdır.48 0DUN)ULHGPDQo6RQXÁ7DEDQOÜ+HVDS9HULOHELOLUOLN¡HUÁHYHVLpKWWSZZZXQLWHGZD\GPRUJ8VHU'RFVB5%$BGHVFULSWLRQSGI +DELE$KPDGo)DNLUOLðLQ°QOHQPHVLQGH=HNDWÜQYH(YNDIÜQ°QHPLp2FFDVLRQDO3DSHUV,'%ñVODPL$UDíWÜUPD(ðLWLPNXUXPX ñVODPEDQNDODUÜYH)LQDQVPDQ.XUXOXíXLÁLQ0XKDVHEHYH'HQHWLP.XUXOXíXrñVODPILQDQVPDQNXUXOXíODUÜLÁLQGHQHWOHPHVWDQGDUWODUÜ $O'DUGLU$O6KDUKDO.DELU$OL.KDOLO&LOWSr%LUHYNDIPÖWHYHOOLVLKHUKDQJLELUQHGHQGHQGROD\ÜGLVNDOLIL\HROPDVÜGXUXPXQGD KDNLPWDUDIÜQGDQ\HULQGHQDOÜQDELOLU _ 324 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR 11. Vakıfların Sürdürülebilirliği ve Kârlılığı ile İlgili Konular Sürdürülebilirlik vakıflar için yeni bir şey değildir. Bu; son 1400 yıldır vakıfların uygulamakta olduğu çok sayıda etkinlikle birlikte havuzda toplanan bir terimdir. Tüm kuruluşlarda olduğu gibi vakıflar; faaliyetlerini sürdürmek için gelir elde etmek zorundadırlar. Vakıflar sorumlulukları altında tuttukları mal varlıklarında yeterli nakit elde etmek veya özellikle kuruluşun sağlaması gereken hedefler ve hizmetler hakkında bir görüşü olan bağış yapacak kişileri cezbetmek zorundadır. Ancak yine de bağışlar belirsizdir ve önceden görülemez ve geçmek bilmeyen maddi krizler ve fon sağlama kaynaklarını beyan etme konusunda hayır kuruluşlarına yapılan baskı sonucu kuruluşlar ve bireyler artık daha az bağış yapmaktadır. Pek çok vakıf kuruluşu; bağış yapanlardan sağlanan fonlarda gözle görülür bir azalma olduğunu ve finansman sürdürülebilirliklerini sağlamada zorluk çektiklerini bildirmektedir. Bunlardan pek çoğu ticari etkinliklerden ve yatırımlardan gelen daha sabit formları içerecek şekilde gelir tabanlarının genişletilmesinin zaruri olduğunu düşünmektedir. Sosyal çalışmaları; iş çıkarlarının takip edilmesi ile çok daha içten bir şekilde tuzağa düşürülmektedir. Vakıfların ticaret sektörünün yer aldığı piyasada rekabet etmesi gereken giderek artan rekabetçi ortam, bardağı taşıran son damla olmaktadır. Bu çabalar; bu etkinliklerin vakıfların toplumsal misyonu üzerindeki etkisi hakkında kaygıları ortaya çıkarmaktadır. İş kararlarının sonuçlarının hesaplanması açısından vakıflar ve ticaret dünyası arasında temel farklılık vardır. Şirketlerde kararlar karlılık ve hissedar değeri üzerindeki kısa dönemli etkileri açısından gerekçelendirilir. Vakıflar içerisinde iş kararlarının yararlanıcıları için uzun vadeli yararlar elde ederse iyi olduğu düşünülür. Vakıf kuruluşlarının gelir elde etmede farklı hedef ve süreçleri vardır. Bunların ticari etkinlikleri genellikle hedeflerine ulaşmak için kullanılabilecek geliri oluşturabilen diğer ekonomik etkinliklerinin yanı sıra vakıf mülkünün bakımı ve kullanılması ile ilgilidir. Kar elde etmek vakıfların ana hedefi olmadığı gibi son hedefleri de maddiyatla ilgili değildir. Onların varlığı koruma yükümlülüğü ve sorumluluğu; kısa vadeli karın büyütülmesinden ziyade ayakta kalmaya devam etme amacını vurgulamaktadır. Awqaf paydaşları arasında bağış yapanlar, vakfedenler, mütevelliler, yararlanıcılar, müşteriler, çalışanlar, gönüllüler ve hükümetler vardır. Bu grupların her biri; farklı milletten, kültürden, yaştan gelen, farklı eğitim ve sosyo-ekonomik durumu olan bireylerden meydana gelmektedir. Bu grupların farklı değerleri, çıkarları, hedefleri ve kabul edilebilir performans algılamaları olacaktır. Bu paydaş listesine yanıt verirken vakıf kuruluşları; finansmanın ve faaliyet hedeflerinin dengelenmesi açısından bir problem ile karşı karıya kalacaklardır. Bu finansman hedefleri kolay bir şekilde nicel olarak ifade edilebilirken faaliyet hedefleri daha çok nitel olarak ifade edilmektedir. Faaliyet hedeflerinden ödün vererek finansman hedeflerini gereğinden fazla vurgulama riski vardır ki bunun sonucunda finansman hedeflerinin kuruluşun faaliyet hedeflerini destekleyeceği yerde faaliyet hedeflerinin finansman hedefleri desteklediği tersine dönen rol imajı uyandırılacaktır. Hal böyle olunca, vakıf kuruluşları; finansman açıdan verimli ve sosyal açıdan etkili olabilme arasında bir denge kurmalıdır. Vakfın faaliyetleri açısından başarılı sonuçlar elde etmede yetersiz olduğu anlaşıldığında yüksek derecede ekonomik faaliyet kullanmasının hiçbir anlamı yoktur. Aynı şekilde faaliyet hedeflerini karşılamada son derecede _ 325 _ Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular etkili ancak finansman açıdan verimsiz olan bir vakıf kuruluşu da kaynakları kritik seviyelere kadar boşalacağı için kendisini hizmet vermeye devam edemeyeceği bir konumda bulur. Sürdürülebilirlik ve karlılık arasındaki ikili çatışma yanlış bir durumdur. Bir kuruluşun vakıf olmasından dolayı kar istememesi gerektiği şeklinde yanlış algılama vardır. Bazı paydaşlar; vakıf kuruluşlarının eğer bir tane varsa fazlalık olanı dengelemeleri veya dağıtmaları gerektiğine inanmaktadır. Bundan dolayı vakıf; yararlanıcılara gelirin aktarıldığı ancak biriktiremeye uygun olmayan akış içerikli bir yapı olarak görülmektedir. 49 Sorumlu vakıf kuruluşları; yatırım yaparken uzun vadeli görüşe sahip olur. İllaki de kısa vadeli kar getiren değil; aynı zamanda gelecekte misyonlarını iyi bir şekilde gerçekleştirebilmeleri için iyi durumda kalabilecek yatırımlar yaparlar. Vakıflar ve özel sektör arasındaki ana farklılık; kurumsal dünyada fazlalıkların bireysel mülkiyet oluşturmak için kullanılmasıdır. Vakıflarda fazlalık bir misyonu elde etmek için kullanılır. Finansman sürekliliğin elde edilmesi; tüm vakıf kuruluşlarının çaba gösterdiği bir hedeftir. Örneğin bir vakıf kuruluşu tarafından işletilen yetimhaneyi düşünelim. Devam eden faaliyetleri ve gelecekteki anapara maliyetlerini karşılayacak fazla fonu olmaması durumunda yetimhane kapatılmak zorunda kalabilir. Kendi rezervlerinden kaynaklanan fazla fonlara erişilmemesi; çok ihtiyaç duyulan hizmetin çekilmesine neden olabilir. 12. Politika Göstergeleri ‘İnsan hakları’ ve ‘ekonomik eşitlik’ gibi popüler hareketlerin artmasıyla birlikte Müslüman ülkelerindeki hükümetlerin kendi vatandaşlarının refahını sağlama konusunda doğrudan sorumlulukları olduğu düşünüldü ve vakıfların rolü de marjinalize edildi. Ancak hükümet kontrolüne rağmen vakıflar; devletten daha çok topluma sıkıca bağlı kaldı. Hükümetin kalkınma programları; çok fazla memnuniyetsiz ve şüphe ile dolu hükümet eylemlerini algılayan hassas gruplara sosyal ihtiyaçları özellikle de hızlı yardım ve insanlık desteğini etkili bir şekilde sunamamaktadır. Öte yandan vakıf ve zekat gibi inanca dayalı hayır kuruluşları; taban örgütlenmesi bilgisine sahiptir ve hükümet kurumlarına göre desteğe muhtaç olan kişilere daha iyi erişim sağlayan yüksek derecede popüler güvene sahiptir. İbadet şekli olan vakıf uygulaması sektöre gönüllü iyilik eylemi olarak bağımsızlığının şekillenmesinde yüksek derecede katkı sağlayan kamu desteğinin verilmesini sağladı. 50 Yerel ve ulusal seviyelerde vakıflara verilen destek göz önünde bulundurulduğunda sektörün sosyo-ekonomik etkinlik çerçevesinde faaliyet göstermesine gerek yoktur; devletin yasal, sosyal ve ekonomik sistemleri çerçevesinde de yaygın hale getirilebilir. Vakfın devlete sıfır maliyetle konut, istihdam, sosyal tesisler, yatırım ve ticari etkinlik sağlamaları açısından tüm sosyal ve ekonomik kalkınma alanları ile ilişkileri vardır. Bundan dolayı, diğer tüm ekonomi sektörleri ile kesiştiği için vakıflar üzerinde etkisi olacak hükümet politikaları içerisine girmesi gereken çok sayıda düşünce vardır. Hükümetin vakıflar ile ilgili politikasının sektörün yatırımını ve kapasitesinin büyümesini önleyici olmaması son derecede önemlidir. Serbest nakit akışını sınırlandıran politikalar; vakıfların yararlanıcılarına ve dolayısıyla hükümete hizmet etme kapasitesinin servis dışı kalmasına neden olur. m0DOLDÁÜGDQíHIIDINXUXOXíODURODUDNGDELOLQHQDNÜíNXUXOXíODUÜJHOLULQ\DUDUODQÜFÜODUDDNWÜðÜNXUXOXíODUGÜU %HOOR 'RJDUDZD $KPDG o=HNDW YH YDNÜI NXUXPODUÜ LOH IDNLUOLðLQ NDOGÜUÜOPDVÜ *DQDnGD 0ÖVOÖPDQ ¶PPHWL LÁLQ YDND ÁDOÜíPDVÜpDWZDĂŬĂůĞEŽ͘Ϯϯϭϵϭ͕ϭϬ,ĂnjŝƌĂŶϮϬϭϬƚĂƌŝŚŝŶĚĞϭϯ͗ϯϴhd͛ĚĞŐƂŶĚĞƌŝůĚŝ͘ _ 326 _ Dr. M. Hisham DAFTERDAR Vakıf iş sektörüdür; ancak kar amacı gütmez ve refah mekanizması rolüne rağmen veya tam da bundan dolayı, vakıflar sektörü diğer sektörlerine karşı avantaj sağlamaktadır. Bu sektör; nispeten elastiki ve ekonomik gerilemeden etkilenmeyecek sektör olarak görülmektedir. Düşük genel giderleri vardır ve vergi imtiyazlarından faydalanabilir. Sosyal projeleri nakit-akışlı projelere döndürebilirler ve kendi faaliyetlerinde büyük oranda takdir yetkisi kullanabilirler. Ancak vakıfların özel ve genellikle ezoterik yapısından ve bunların nasıl yönetildiği ve düzenlendiği konusunda belirsizliklerin olmasından dolayı sektörün diğer sektörlerden ayrı çalışıyor gibi görünmektedir. Tarihi olarak bakıldığında vakıflar gelişimi; açık piyasa rekabeti ve korumacılık arasında çekişme konusu olagelmiştir. Son zamanlarda vakıflar hem kamunun hem de özel sektörlerin dikkatini giderek daha fazla çekmeye başlamıştır. Vakıf kuruluşları artık gayrimenkul, sağlık hizmeti, ticaret, sanayi ve yatırım gibi çeşitli iş faaliyetleri alanında ticari açıdan rekabet etmeye başlamışlardır. Vakıf kuruluşları; özel sektör ile çeşitli ortaklık tiplerine girdikçe anlaşmazlıkların ortaya çıkması ve söz konusu düzenlemelerin önlenmesi ihtimali de olacaktır. Vakıf yatırımları; finansal dönütlerden çok sosyal ve kültürel değerler ile ilgilidir. Kendi hedeflerini karşılama amacıyla hayır işleri yaparak vakıflara verilen ayrıcalıklardan ve vergi imtiyazlarından faydalanmak için hayır vakfı şeklinde kurulan bazı kar amacı güden kuruluşların olduğuna dair bilgiler vardı. Böyle müphem eylemlerle birlikte sonuçta genellikle kafa karışıklığı, belirsizlik, anlaşmazlık ve bazı durumlarda özellikle de ‘iş ile hayırseverliğin karşılaştırılması’ alanında çatışma elde ederiz. Vakıflar ile ilgili yasal reformlar; karşılaştırmalı hukuk ve toplum çalışmalarında geniş çapta görülmektedir. Vakıflar kanunun yürürlüğe sokulması; vakıf varlıklarının korunması, sektörün geliştirilmesi ve diğer sektörlerle eşit ilişkiler kurulması ve diğer kanunların vakıflar üzerindeki etkisinin incelenmesi unsurları arasında bir denge kurulmasını gerektirecektir. Ekonomik, toplumsal ve yönetişim bağlamında kanunlar vakıflar olan inancın yeniden sağlanmasına ve daha etkili sektörün kurulmasına yardımcı olmalıdır. Ülkeler arasında düzenleyici kontrolü genişletilmesi konusunda bazı düşünceler söz konusudur. Farklı yargı alanlarında yer alan kuruluşları kontrol etmek için aynı kuralların uygulanması; uygulama açısından her zaman bir güçlük olarak karşımıza çıkacaktır. Muhasebe için Uluslararası Raporlama Finansman Standartları (UFRS) veya bankacılık için Basel II gibi vakıflara yönelik bir dizi uluslararası standartlar, sonunda daha etkili sektör oluşturacak iyi şeylerdir. Ancak farklı ülkelerde farklı koşulların ve farklı kültürlerin mevcut olduğu ve her ülkenin kendi vakıf standartları açısından kendi yapmak zorunda oldukları şeylerin mevcut olduğu göz ardı edilmemelidir. Uluslararası standartlar kabul edildikçe hükümetler; kendi bölgeleri içerisinde faaliyet gösteren vakıf kuruluşlarını düzenlerken bunları kendi ulusal standartları olarak benimseme konusunda motive olacaklardır. 13. Sonuç Vakıf kuruluşları; bir ülkenin sosyo-ekonomik, kültürel ve dini kalkınması açısından etkili kuruluşlardır. Ülkenin siyasi ve sosyal yaşamı üzerinde büyük bir etki yaratmasına rağmen doğrudan politikaya dahil değildir. Vakıf sektörünün geliştirilmesi; hükümetin sosyal programlarının başlatılması ve tamamlanması stratejisi olarak pek çok Müslüman ülkesinin ulusal gündeminde yer almaktadır. _ 327 _ Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular Vakıf sektörünü geliştirmek için sarf edilen çabalarda karşılaşan en öneli problemlerden bir tanesi; kabul edilebilir kurumsal yönetişim normlarını belirten genel düzenleme eksikliğidir. Hayır kuruluşları olan vakıf kuruluşlarının, kar amacı güden kurumlarının organizasyon disiplinine sahip olmadıkları algılanır. Bu; vakıf mallarının çok yavaş bir şekilde gelişme göstermesine neden olur; bundan dolayı pek çok yerde boş, yeteri kadar geliştirilmeden veya yeteri kadar kullanılmadan bırakılan çok sayıda vakıf mallarının olduğunu görüyoruz. Hatta bazıları; izinsiz yerleşimden, zarar verilmesinden veya sadece ihmal edilmesinden dolayı bile kaybedilmektedir. Kurumsal yönetişim konusu; ‘sürdürülebilir kalkınma’ fikrinin can damarıdır. Vakıflar; fon sağlaması ve faaliyetleri açısından şeffaf ve hesap verebilir olmalıdır. Günümüzde vakıflarının geniş iş dünyası odağı vardır. Ticari, sınai, tarımsal ve hizmet sektörlerinde çok çeşitli faaliyetlerin sorumluluklarını alıyorlar. Rehberliğin gerekli olduğu alanlar içerisinde kuruluş, yasal ve düzenleyici disiplinler yer almaktadır. Bunun ardından; mütevellilerin ve yöneticilerin kontrolleri altında tuttukları mal varlıklarının etkili ve sorumlu güvenli görevlileri olabilmeleri ve kuruluşlarını sürekli büyütebilmelerini sağlamak için becerilerinin geliştirilmesi ve yetkilerinin arttırılması gelir. Vakıflara karşı yeniden gösterilen ilgi; geçmişteki hatalardan ders çıkarılmasına ve modern yasal ve düzenleyici çerçeve yapılandırılmasına fırsat tanımaktadır. Uluslararası vakıfları uygulamaya sokmak için çok fazla ayak çalışması olacaktır. Yargı alanları arasında meşruluğu rasyonelleştirecek global vakıflar kanunu geliştirmek için düzenleyici kurullar arasında bir işbirliğinin olması gereklidir. İslam finansman sanayisinin organlarını düzenleyen İslami mevzuat ve standartlar; vakıflar üzerinde kapsamlı çalışma yapılmasının başlangıç noktası olmalıdır. İslami Kalkınma Bankası (IDB) ve İslami Araştırma ve Eğitim Kurumu (IRTI) ve diğer ilişkili taraflarla birlikte İslami Fıkıh Akademisi, İslami Finansman Hizmetler Kurulu (IFBS) ve İslami Finansman Kurumları Muhasebe ve Denetim Kuruluşu gibi kurumlar arasındaki işbirliği; uluslararası bir vakfın yanıt verici ve itiraz edilmeyecek bir şekilde gelişmesini mümkün kılacaktır. Vakıf kuruluşlarının değerli aktifleri elinde tutan ve gerekli toplumsal hizmetleri sağlayan kar amacı gütmeyen kuruluşlar olduğu düşüldüğünde kanun; vakıf varlıkları, bağış yapan kişiler ve yararlanıcılar için yeterli koruma sağlamalıdır. Vakıflara yönelik gerçek reform gündemi; sektörün ve vakıf çalışanlarının bilgisinin, uzmanlığının ve liderliğinin etkililiğini ve verimliliğini optimize eden özlü, ilgili, anlaşılabilir ve uygulanabilir standartlara sahip olmalıdır. Doğru bir şeffaflık, stabilite, uzun vadeli planlama ve rehberlik ile vakıfların geleceği güzel görünmektedir ama bu önemli kavramı ne kadar ertelersek vakıf sektörünü de ilerleme açısından o kadar dezavantajlı bir konuma getiririz. _ 328 _ 7¶5.ñ<(n'(.ñ9$.,).85808181 +8.8.ñ$¡,'$1*(1(/*°5¶1¶0¶ 3URI'U+ÖVH\LQ+$7(0ñ 2NDQ¶QLYHUVLWHVL7¶5.ñ<( Türk Hukukunda vakıf kurumuna genel bir bakış sağlamak, tabii, 15 dakika içinde olabilecek bir şey değil. Benim de bu yönde hiçbir kabiliyetim olmadığını önceden söylemiştim. Onun için, belki bilmece gibi gelecek hukuk terimlerini kullanarak, hukukçu olmayan bir toplulukta konuşmak kolay değil. Bir de İslam hukukunda da vakıf terimi, mesela Kur’âni bir terim değildir. Kur’ân’da vakıf müessesi bu adla anılmış değildir. Temelde bir sadaka kavramı vardır. Bundan önceki oturumda bir ara söylediğim gibi, sadaka kavramı hibeden, bağışlamadan, alelade bağışlamadan şu şekilde ayrılır: Kurbet kastıyla yapılan bir karşılıksız kazandırma. Kurbet kastı, Avrupa dillerinde, Batı dillerinde, Latincede “Karitas” ile karşılanır. Mesela Fransızcada charitable kelimesi kullanılır, charite kullanılır. Kısaca, Allah sevgisiyle yapılan karşılıksız kazandırma, amacı bu olacak. Sonradan ortaya çıkan vakıf teriminin, vakıf kavramının temelinde aslında sadaka vardır. Bu, İbranicede de böyledir. İlâhî vahyin ortak bir terimidir. İbrani hukukunda da sadaka terimi kullanılır, çünkü ilâhî vahyin tekliği gerçeği karşısında bu böyledir. Ama sadaka teriminden vakıf teriminin doğması kanaatimce şu sebeple olmuştur: İslam’da, devletin kamu hukukunun sapması. Maalesef başka toplumlarda da olduğu gibi, İslam’ın kusursuzluğu uygulamanın kusursuzluğunu gerektirmez. Çünkü yeryüzünde insanlara irade serbestisi verilmiştir, yanlış da seçilebilir, nitekim seçilmiştir. Sapma başlayınca, Hazreti Ali, Kur’ân-ı Kerîm’de bu vasiyetlerin dokunulmazlığı kuralından faydalanarak, kendisinden sonra kamu tahsislerinin, kamu hukuku tahsislerinin sürekliliğini sağlamak, fertlere aktarılmasını önlemek için, mevkuf terimini kullanmıştır, sadaka-i mevkufe terimi ortaya çıkmıştır. Mevkuf kelimesinden de daha sonraki devirlerde mevkufat ve sonunda vakıf terimi ortaya çıkmıştır. Alman hukukunda vakıf terimi, mesela kamu hukuku tahsisleri için de, benzer şekilde ayrı bir tüzelkişilik verilen kamu hukuku tahsisleri için de kullanılabilir. Kamu malından yapılmış tahsisler için de kullanılabilir. Burada mevkufenin anlamı nedir? Batı hukuklarında, Latince bir terimle extra commercium denir; yani muamelat alanının dışına çıkartılmış, başkasına verilmeyecek, bağışlanmayacak, devredilmeyecek, satılmayacak şekilde yapılmış bir tahsis, bir özgüleme, sadaka-i mevkufe. Bu sadaka-i mevkufe terimi Osmanlı’da gayrisahih vakıfların temelini teşkil etmiştir, ama bunlar daha sonra ferdi vakıflarla karıştırılmıştır. Ama bunlar ferdi hayırseverlik kurumları değildir; devlet reisinin, padişahın, ulul emrin, sultanın hayır cihetlerine tahsistir. Gayrisahih vakıf denir. Gayrisahih burada batıl anlamında değildir elbette. Yine Batı hukuklarında quasi kelimesi kullanılır, yani geniş anlamda vakıf. Kamu hukuku tahsisleri bugünkü fonlar. Osmanlı vakıflarının iktisaden önemli olanı bu vakıflardı. Hanedanın, padişahın _ 329 _ Türkiye’deki Vakıf Kurumunun Hukuki Açıdan Genel Görünümü izniyle, ulul emr sıfatıyla padişahın kendisinin veya onun izniyle yüksek devlet görevlilerinin kurduğu; ama kendi mal varlığından karşılamıyor. Yani bugünkü fonlar gibi. Bir de ferdi vakıflar vardı. Bu ferdi vakıflar alanında da birçoğunun zürri vakıf amacı da vardı. Yine İslam tarihinde bunun iki sebebi olduğunu görüyoruz bilhassa. Bir hayırseverlik amacıyla yapılmış, saf hayırseverlik amacıyla, saf kurbet kastıyla kurulmuş ferdi vakıflar yok değildir, elbette vardır, ama ferdi vakıfların da çoğunluğu şu şekildedir: Erkek soyuna vakfetmek için, kızları mirastan uzaklaştırmak kastı rol oynamıştır; miras hukuku kurallarını bertaraf ederek, mal varlığını erkek soyuna vakfetmek için. Keşke Ebu Hanife hükümdarımız da olsaydı da, bunları çok güzel izah etseydi. Çünkü İmam Ebu Hanife, bu kanuna karşı hilelere başlangıçta şiddetle karşı çıkmıştır; ama o da doğru söylediği, doğrudan sapmadığı için şehit edilmiş ve daha sonra da onun görüşleri unutularak, bu hile-i şerriye vakıfları yolu açılmıştır. Nasıl açılmıştır? Bana kalırsa, Ebu Hanife’nin de söylediği gibi, İslam’a uymayan bir içtihatla, bir görüşle şu yetki verilmiştir: Sağlığında vakıf kuran mahfuz hisse kayıtlarından kurtulur. Ölüme bağlı kurarsa, ancak 3’te 1’ini vakfa tahsis edip, geri kalan 3’te 2’yi mirasçılarına bırakmak gerekir; ama sağlıkta bir insan mal varlığı üzerinde, ölümle sonuçlanan hastalık döneminde de değilse, sağlığında, mal varlığı üzerinde, İslam hukukunda, istediği gibi tasarruf eder. Onun için, sağlıkta vakıf kurma yolu seçilmiştir. Fakat bu takdirde de elinden mal varlığının çıkmasına razı olmayan sözde vakıf için şu hile-i şerriye de imdada yetişmiştir: Sağlıkta vakıf kurabilirsin, ama ölünceye kadar da vakıftan yararlanan olarak yine kendini tayin edebilirsin. Böylelikle bu işi kurtarmış oluyor. Ayrıca şu deniliyor: Ölünceye kadar yönetimi de sende olur, mütevelli de sen olursun. İslam hukuku devrini inşallah tebliğin yazılı metninden okursunuz. Türkiye’de İslam hukukunun uygulanmadığını burada hepimiz biliyoruz tabii. 1926’dan itibaren İsviçre’den, vakıflar da dâhil olmak üzere, Medeni Kanun alındı. İsviçre bu konuda Alman hukuk ailesine mensup olduğu için, temelde Alman hukukuna uygun bir şekilde vakıf kurumu artık bir Batı anlayışıyla Türk hukukunda kabul edildi. Peki, eski vakıflar ne oldu? Eski vakıflardan iktisaden önemli olanları zaten Tanzimat Döneminde bu tahsis edilen fonlar bozulmuş, maliye hazinesine alınmıştı. Hanedanın veya yüksek devlet görevlilerinin tesis ettiği bu fon kabilinden iktisaden önemli büyük vakıfların yalnız hayrat gayrimenkulleri kalmıştı. Yoksa, gelir getiren malları maliye hazinesine aktarılmıştı. Cumhuriyet devrinden sonra Medeni Kanun yeni kurulacak vakıflara uygulanacaktı. Vakıf ismi de kaldırıldı, tesis denildi. Eski kurulanlara vakıf denildi. Bunların da bir kısmı zaptedilmişti, Vakıflar Genel Müdürlüğünün temsil ettiği mahfuz vakıflar tüzel kişiliği diye bir tek tüzelkişiliğin içinde erimişti. Mesela artık Süleymaniye Vakfı’nın, Sultanahmet Vakfı’nın Türkiye’de ayrı tüzelkişiliği yoktur, hepsi tek bir tüzelkişilik içinde erimiştir; ama bu tüzelkişiliğin de, bu özel hukuk tüzelkişiliğinin de hiçbir kendi organı yoktur, kanuni temsilcisi vardır, ehliyetsizdir âdeta. Kanuni temsilcisi de Evkaf Nezareti, Osmanlı devrindeki Bakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü adını almıştır ve ona bir kamu tüzelkişiliği verilmiştir. _ 330 _ Prof. Dr. Hüseyin HATEMİ Zaptedilmiş olan eski vakıfların temsilcisi bugün Vakıflar Genel Müdürlüğüdür. Bir de zaptedilmemiş olan daha çok evlatlık vakıflar vardır. Bunlar da Vakıflar Genel Müdürlüğüne bir nevi idari vesayeti altına alınmışken, son zamanlarda yeni çıkan Vakıflar Kanunuyla, son hükümet devrinde çıkan Vakıflar Kanunuyla idari vesayet diyebileceğimiz kurallar hafifletişmiş, daha demokratik bir hal almıştır; ama yine de bu eski vakıflar medeni hukuk devrinde kurulmuş vakıflardan ayrıdır. Vakıf terimi 1967 yılında yeniden iade edildi. Yeni Medeni Kanun devrinde kurulan vakıflara da artık tesis demiyoruz, vakıf diyoruz. 903 sayılı Kanunla 1967’de Medeni Kanunda değişiklik yapıldı. İkinci Medeni Kanun 2002 yılında yürürlüğe girdi. Bu da eski Medeni Kanunun değiştirdiği hükümlerde bazı değişiklikler yaptı. Hukuki problemler çok; ama dediğim gibi, bunlardan bahsetmeye imkân kalmadı. Yalnız şunu söyleyeyim ki: Yapılması gereken bazı şeyler daha devam ediyor. Bu yeni hükümetin yaptığı en olumlu şey, bu çıkartılan 5737 sayılı Vakıflar Kanununa bir geçici madde ekleyerek, eskiden Müslüman olmayan cemâat mensupları tarafından kurulmuş vakıfların ellerinden, şimdiye ayrıntıya giremeyeceğim için anlatamayacağım hukuki sebeplerle, fakat hukuk devletinin yapmaması gereken şekilde el konulmuş mallarının iadesinin yolunun açılmasıdır. Ama bu da tam olmamıştır. Bilhassa Katolik vakıflarının, bunların Katolik tarikatlarının malları olduğu, Katolik tarikatlarının da Türkiye’de tarikatlara tüzelkişilik tanınmadığı için tüzelkişilikleri olmadığı gerekçesiyle Osmanlı zamanında tüzelkişilikleri, varlıkları kabul edilmiş vakıflar şimdi yok edilmiş durumdadır. Cemâat vakıflarının el konulan mallarının hepsi de iade edilmiş değildir. Bu hukuk devleti eksikliği dolayısıyla geçmişte yapılan olaylar yalnız cemâatlere mahsus da değildir; Medeni Kanundan önce kurulmuş, Osmanlı döneminde kurulmuş vakıflara da zapt uygulamasıyla çok haksızlıklar yapılmıştır. Şimdi nispeten iyi bir durumdayız, ama bütün her şeyin hukuk devletine uygun olduğunu söylemek için vakit erkendir. Özet olarak söylemek isteyeceğim, bizim üzerinde konuşmaya değer görmemiz gereken vakıf, İslam hukukunun özünde olan bu hayri amaçlarla yapılmış vakıflardır. Ama şimdi vakıf terimini yalnız bunlar için de kullanmıyoruz. Onun için, yanlış anlamaların önlenmesi için bu hususa dikkat edelim. Uğrunda gayret sarf edilmesi gereken vakıf, hayri amaçlarla kurulan vakıflardır, gerçek anlamda hayri amaçlarla. Cemâat de kendi yoksulları için, Allah rızası için kurduğu vakıflar da hatta bağımsız olmalıdır. Vakıflar Genel Müdürlüğünden ayrı üst denetim kuruluşlarına tüzelkişilik tanınarak, cemâat vakıfları bunlara bağlanmalıdır. Yine sözümü zamanında bitiremedim, ama söylenecek söz çok ve 15 dakikada söylemeye de imkân yok. _ 331 _ _ 332 _ <81$1ñ67$1%$7,75$.<$n'$9$5 2/$1260$1/,7¶5.9$.,)/$5,1,1 +8.8.ñ67$7¶6¶9()ññ/ñ'85808 ñOKDQ$+0(7 $YXNDW6DEÜN0LOOHWYHNLOL<81$1ñ67$1 Yunanistan ve Türkiye, 1923’te Doğu Sorunu’nun çözümü çerçevesinde, Lozan Antlaşması’na dayanan azınlıkların korunmasına ilişkin benzer normları benimsemek zorunda bırakılmıştır. Antlaşma’nın 37-45. maddeleri, Türkiye’deki “Gayrimüslim” ile Yunanistan’daki “Müslüman” azınlıkların korunmasına yönelik yasal çerçeveyi oluşturmaktadır. Antlaşma’da, dil hakları, din özgürlüğü ile vakıfların kurulması ve yönetilmesi konularında bu azınlıklara pozitif haklar tanınmaktadır. Osmanlı millet sistemini hatırlatan normlar, azınlıkların korunmasına ilişkin güncel ilkelerle kaynaştırılmakta; uluslararası hukukla desteklenen ve azınlıkların korunmasına dair tek zeminin din olduğu paradoksal bir hukuk düzeniyle, bireylerin azınlık hakları kurumların cemaat haklarıyla harmanlanmaktadır. Bu bağlamda “azınlık cemaati”, vakıfların ve mülklerinin korunup yönetilmesi görevini üstlenen tüzel kişiliktir. Lozan Antlaşması, dinsel, sosyal ya da eğitim amaçlı cemaat/azınlık vakıflarına taşınmaz mülk edinme, kullanma ve elden çıkarma hakkı tanır. Antlaşma’nın 40-44. maddeleri, Türkiye’deki Gayrimüslim azınlıklara bu hakları tanır ve Türkiye devletine bu haklara karşılık düşen görevler yükler. 45. madde, Yunanistan’a, Antlaşma uyarınca Türkiye’nin Gayrimüslim azınlığına sağlamak zorunda olduğu hakları kendi Müslüman azınlığına sağlamak konusunda “paralel yükümlülükler” getirir. Lozan Antlaşması, dinsel, sosyal ya da eğitim amaçlı cemaat/ azınlık vakıflarına taşınmaz mülk edinme, kullanma ve elden çıkarma hakkı tanır. Antlaşma’nın 40-44. maddeleri, Türkiye’deki Gayrimüslim azınlıklara bu hakları tanır ve Türkiye devletine bu haklara karşılık düşen görevler yükler. 45. madde, Yunanistan’a, Antlaşma uyarınca Türkiye’nin Gayrimüslim azınlığına sağlamak zorunda olduğu hakları kendi Müslüman azınlığına sağlamak konusunda “paralel yükümlülükler” getirir. Başka bir deyişle, 40-44. maddeler, Yunanistan’daki Müslüman azınlıklara Türkiye’deki Gayrimüslimlere tanıdığı hakların aynısını tanır ve iki devlete de aynı görevleri yükler. Antlaşma’nın ilgili hükümleri şöyledir: Madde 40 – Gayrimüslim azınlıklara mensup Türk [Yunan] uyrukları, hukuken ve fiilen, öteki Türk [Yunan] uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Bilhassa, masrafları kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek _ 333 _ Yunanistan Batı Trakya’da Var Olan Osmanlı Türk Vakıflarının Hukuki Statüsü ve Fiili Durumu ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır. Madde 42(3) – Türkiye [Yunanistan] Hükümeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve öteki din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı taahhüt eder. Bu azınlıkların Türkiye’deki [Yunanistan’daki] vakıflarına, din ve hayır işleri kurumlarına her türlü kolaylık ve izin sağlanacak ve Türkiye [Yunanistan] Hükümeti, yeniden din ve hayır kurumları kurulması için, bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir. Ayrıca Antlaşma’nın 41. (2) sayılı maddesi, Yunanistan ve Türkiye hükümetlerine, dini azınlıkların önemli oranda mevcut oldukları yerlerde “Devlet bütçesi, belediye bütçesi ya da öteki bütçelerce, eğitim, din ya da hayır işlerine genel gelirlerden sağlanabilecek paralardan” “adil bir hisse” ayırma yükümlülüğü getirmektedir. Hem Yunanistan hem de Türkiye, yıllar içerisinde Lozan azınlıklarına kamu finansmanı sağlama konusundaki kararlarını, dış politika değerlendirmelerine dayandırmıştır. Madde 44 (3)’e göre taraflar, aralarında bu konularla ilgili bir ihtilaf doğması halinde Lahey Uluslararası Daimi Adalet Divanı’na başvurabilirler. Antlaşma’nın bu maddesi de hiçbir zaman kullanılmamıştır. Vakıfların Mülkiyet Sorunları 1920’de, Yunanistan’da Lozan öncesi Müslüman cemaatler için hazırlanan 2345 Sayılı Yasa’nın kabulünden sonra, vakıf mülklerinin yönetimi Müslüman cemaatin yetkisine ve yerel müftünün gözetimine verilmiştir. Siyasi müdahaleler yüzünden cemaat kurulları yavaş yavaş yasal statüsünü kaybetmiş ve 1949’da Batı Trakya’daki Müslüman vakıflar için 2345 Sayılı Yasa yürürlüğe konmuştur. Daha sonra vakıf yönetim kurullarının belirlenmesi için seçimler düzenlenmiş, yönetim kurulları Yunanistan devleti karşısında önemli bir siyasi rol kazanmıştır. Sonuç olarak, 1967’den beri yönetim kurulları için seçim yapılmamıştır ve yönetim kurulu üyeleri Yunanistan yetkilileri tarafından atanmaktadır. Yunanistan’daki cemaat vakıfları kentsel ve kırsal olarak ikiye ayrılır. Kentsel alanlar olan Gümülcine, İskeçe ve Dimetoka’da vakıflar bir arada toplanarak her bir şehirde tek bir yönetim kurulu tarafından yönetilmektedir. Köy vakıflarından ise, genellikle yönetim kurulunun başkanı olan tek bir müdür (mütevelli) sorumludur. Yönetim kurulu üyelerinin hükümet tarafından mı atanacağı, yoksa cemaatin üyeleri tarafından mı seçileceği, hükümet ile cemaat arasında çekişme konusu olmuştur ve bu durum hâlâ geçerlidir. 1920’de oluşturulan yasal çerçeveyi “modernize etmek” için çıkarılan 1980 tarihli ve 1091 Sayılı Yasa, Müslüman liderlerin ciddi tepkisine neden olmuş ve uygulamaya konamamıştır. Aynı felsefe benimsenerek hazırlanan, Batı Trakya’daki Müslüman vakıflarının ve mülklerinin yönetimine ilişkin 2008 tarihli ve 3647 Sayılı Yasa, 1980 tarihli yasanın yerine geçmiş, ancak azınlık liderleri bu yasayı da reddetmiştir. Dolayısıyla durumda bir değişiklik olmamıştır: Vakıflar, Doğu Makedonya ve Trakya Bölge Sekreteri (Genikos Grammateas tis Perifereias Anat. Makedonias kai Thrakis) (bundan böyle Bölge Sekreteri) tarafından kişisel güven esasına göre atanan İskeçe, Gümülcine ve Dimetoka yönetim kurulları tarafından yönetilmektedir. Köylere yayılmış durumdaki kırsal vakıflar, müftü _ 334 _ İlhan AHMET tarafından atanan mütevelliler tarafından yönetilmektedir ve bu kişiler istifa etmedikçe ya da ciddi bir güven sorunu yüzünden müftü tarafından değiştirilmedikçe görevde kalmaktadırlar. 2001’den bu yana, mütevelliler köylüler tarafından seçilmekte ve müftü tarafından atanmaktadır. Bununla birlikte, bu seçim, her köyün Gümülcine ve İskeçe’deki hangi müftüye (seçilmiş olana mı, atanmış olana mı) bağlı olacağı konusunda verdiği siyasi kararla bağlantılıdır. Üstelik, bu yönetim kurullarının işleyiş ve seçim tarzlarının, tüm Batı Trakya bölgesinde homojen olarak belirlenmiş bir model izlemediği görülmektedir. Yunanistan’da Vakıflara İlişkin Yasaların Evrim Süreci Aralık 2007’de, Yunanistan Parlamentosu’nda vakıflara ilişkin yeni bir yasa müzakere edilmiş ve Şubat 2008’de 3647 Sayılı Yasa kabul edilmiştir. Müzakerelerde, İslam hukukunun cemaat vakıfları için geçerliliğinin belirsizliği gibi temel sorunlar ele alınmadığı gibi, tasarı üzerinde önemli değişikliklere de gidilmemiştir. Ayrıca, hükümet Parlamento’ya vakıf varlıklarının ayrıntılı bir listesini de sunmamıştır. Yönetim kurulu üyelerinin seçilmesi ve gayrimenkullerin sicil kaydının yapılması açısından yasada vakıf şu şekilde tanımlanmaktadır: Kutsal İslam Hukukuna göre vakıf, taşınmaz veya maddi mallardan ya da kâr amacı gütmeyen, hayır ya da genel olarak dini amaçlı bir gelirden ya da mevcut olan ya da kâr amacı dışında bir amaçla kurulan yardım, hayır ya da genel olarak dini amaçlı bir kuruluş veya bir hayırsever, dini, veya hayır kuruluşu yararına elde edilmiş bir gelirden ibaret olan bağıştır. 3647 Sayılı Yasa’da, vakıf varlıklarının, öncelikle merkezi olarak yönetildikleri Gümülcine, İskeçe ve Dimetoka kentlerinde fiilen üç gruba ayrılmış olduğu kabul edilmektedir. İkinci olarak, köylerde dağınık durumdaki vakıf varlıkları yerel bazda yönetilmeye devam edilecektir. Üçüncü olarak da, okul vakıfları (Osmanlı maarif vakfından türeyen bir kavramdır) kentin yönetim kurullarına tabi olmamaları için ayrı bir grup olarak sınıflandırılmıştır. İlk kez, mütekabiliyet maddesine yapılan atıf yasadan çıkarılmıştır ve vakıflar açıkça özel hukuk kapsamına giren tüzel kişilikler olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca, artık var olmayan cemaatlerin vakıfları, yok olmamaları için en yakın yönetim kurulunun yönetimine tabi kılınmıştır. Son olarak, eski bir İtalyan kararnamesi yürürlükte tutularak Rodos ve İstanköy’deki vakıflar bir kez daha yasanın kapsamı dışında bırakılmakta ve bu vakıfların yönetim kurulu üyelerini seçmelerine izin verilmemektedir. Yasada özel olarak belirtilen münhasır ve sınırlı amaçlar için vakıf gelirinin harcanmasına izin verilmektedir. Yasada bir hukuk kaynağı olarak İslam hukukuna doğrudan atıfta bulunulmakla birlikte, uygulanabilirlik sorununa netlik kazandırılmamıştır. Gelecekte kurulacak tüm Müslüman vakıflarının kuruluş ve idari işler açısından Medeni Kanun’un vakıflara (idrymata) ilişkin hükümlerine, yönetimleri açısındansa Müslüman vakıflara (vakoufia) ilişkin yasaya tabi olacağı öngörülmektedir. Yasada, yönetim kurulu seçimlerinin, merkezi hükümetin bölgedeki temsilcisi ile yerel müftü ve imamların sıkı gözetimi altında yapılması öngörülmekte, ama bu kişilerin görevleri _ 335 _ Yunanistan Batı Trakya’da Var Olan Osmanlı Türk Vakıflarının Hukuki Statüsü ve Fiili Durumu açıkça tanımlanmamaktadır. Bölge sekreterinin “istisnai olarak” özel bir komiteye bağlı bir vakıflar grubu oluşturma ve seçim düzenleme yetkisi mevcuttur. Seçimlerin yapılmaması durumunda, bu hükümet temsilcisi kendi tercihine bağlı olarak yönetim kurulu üyeleri atayabilir. Bu kesin yetkinin, Lozan Antlaşması’nın vakıf yönetim kurullarına özerklik tanıyan 40. maddesine uygunluğu son derece tartışmalıdır. Müftünün (seçilme yöntemine ilişkin tartışmalardan dolayı) Batı Trakya’da meşruiyetinin tartışmalı oluşundan ve vakıf varlıkları üzerindeki gözetim yetkilerinin hukuki kapsamından ötürü,müftünün kurullar üzerindeki gözetim yetkisi de başka bir sorun yaratmaktadır.3647 Sayılı Yasa’nın, yönetim kurullarının seçimine ilişkin hükmü uygulamaya sokulmamıştır. Batı Trakya’nın her kentinde bir tane olmak üzere, eski (atanmış) yönetim kurulları işler durumda tutulmuştur. AKPM, bu duruma dikkat çekerek, Yunanistan’a 3647 Sayılı Yasa’yı uygulaması çağrısında bulunmuş ve “bu yasanın hükümleri vakıfların yasal statüleriyle bağlantılı olan –onlarca yıldır çözüm bekleyen– sorunları önemli ölçüde düzenleyebilmelidir,” ifadesini kullanmıştır. Yasa, Müslüman azınlığın karar alma sürecinin dışında bırakılmasına yönelik siyasi değerlendirmelere uygun olarak şekillendirilmiştir. Azınlık liderleri, atanmış müftü ileYunanistan otoritelerinin sahip oldukları gözetim yetkilerini dengeleyecek yeterli bir özerklik düzeyi sağlamadığı için yasayı kınamış ve “yasayı reddettiklerini”, dolayısıyla “uygulamayacaklarını” açıklamışlardır. Diğer yandan, azınlık cemaatlerinin özyönetime yönelik meşru talepleri, iyi yönetişime, şeffaflığa ve katılımcı yönetime dayanan bir dahili hesap verebilirlik söylemiyle tamamlanmamaktadır. Şu an için, ne hükümet ne de azınlığın siyasi liderleri bu tür konuları ele almaya hazır durumdadır. Azınlık liderleri, hükümetin azınlığın işlerine aşırı derecede karışmasını kınadıkları için, şu ana kadar hiçbir seçim yapılmamıştır ve yönetim kurulları hâlâ seçimle değil atamayla gelen üyelerden oluşmaktadır. Gerek dahili gerekse harici mali denetime tabi olan vakıf yöneticileri, yönetimin hesap verebilirliği ve şeffaflığı ilkelerine zerre kadar saygı duymamaktadırlar. Örneğin, Gümülcine yönetim kurulu yıllık bütçesini ve hesaplarını ancak 2007’de yayımlamaya başlamıştır. Vakıfların Mülkİyet Sorunları Gerek Lozan Antlaşması, Yunanistan’ın ulusal yasaları uyarınca, mülk sahibi olmak ve kazanç elde etmek azınlık vakıflarının temel bir hakkıdır. Cami, okul ya da, nadiren, bir su kaynağı ya da yetimhane gibi bir “ana” vakıf yapısından oluşur ve bu yapı onu işleten (tüzel kişilik olarak) vakfa adını verir. Vakıflar, cemaat üyelerinin alımları ya da bağışları yoluyla mülk edinirler. Uygulamada, Yunanistan’daki vakıflar, hem (vakıf yönetim kurullarının kötü yönetimi ve aşırı düzeydeki satışları gibi) dahili, hem de (hükümetin aşırı düzeydeki el koyma, “kamulaştırma” ya da istimlak işlemleri, devletin yeni mülk edinmeleri tanımaması, hukukun üstünlüğüne uyulmaması, yargı adaletsizlikleri gibi) harici faktörler yüzünden, mülk edinme ve bunlardan yararlanma haklarını ellerinden alan kısıtlamalarla karşılaşmaktadır. Yasa uyarınca vakıf mülkü, “vakfın kendisi ve vakfın işleyişi için bağışlanan ve kurumların amaçlarıyla ya da kurumun kendisiyle bağlantılı olan diğer tüm taşınmaz ya da fiziki mallar _ 336 _ İlhan AHMET şeklinde tanımlanmaktadır. Zaman içerisinde Müslüman cemaatlerin mülkleri üzerindeki kontrollerinin zayıflamasının sonucu olan hukuki belirsizlikler ve idari uygulamalar, vakıfların mülk edinmesini ve mülklerini korumasını önlemiştir. Özellikle Lozan Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği ilk yıllarda, Müslüman cemaate ve özel kişilere ait mülklerin çoğunun Batı Trakya’daki Rum mültecilerin kullanımına tahsis edildiği dönemde bu durum yaşanmıştır. Bu mülkler meşru sahiplerine iade edilirken belli bir yüzdeleri istimlak edilmiştir. En önemli ve sembolik önemi haiz kayıplar, Dimetoka Camii ve Gümülcine’deki Gazi Evrenos İmareti’dir. İstimlakler, özellikle 1930’larda, Gümülcine ve İskeçe’nin kentsel planlaması sırasında vakıf varlıklarının sayısının azalmasına yol açmıştır. Bulgar işgali (1941-1944) ve askeri cunta (1967-1974) döneminde, kent merkezlerindeki Müslüman cemaat hedef alınarak, camiler, hamamlar, tekkeler ve diğer vakıf varlıkları istimlak ve imha edilmiştir. Vakıfların yönetiminde hesap verebilirlik unsurunun olmaması, Müslüman cemaatinin yönetim kurullarının ve müftünün aşırı düzeyde vakıf mülkü satışı yapmalarını kolaylaştırmıştır (özellikle 1958-1963 döneminde İskeçe’de).1980’de mevzuatta yapılan reform bağlamında, bir dizi kararname ve işlem yoluyla vakıf yöneticileri vakıflarının varlıklarını devlete beyan etmeye ve tescil ettirmeye zorlanmıştır. Bu işlem için son tarih birkaç kez uzatılmakla birlikte, yasa hiçbir zaman işletilmemiştir. Son dönemde, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi 2/2007 ile, Genel Sekretere vakıf yönetim kurullarına gayrimenkul varlıklarını iki yıl içinde tescil ettirme çağrısında bulunma yetkisi verilmiş, ancak bu kararname de uygulamaya konmamıştır. 2009’da Batı Trakya’daki kentsel merkezlerde tapu sicil kaydı sürecinin ilk aşamasının tamamlanmasıyla birlikte, nihayet azınlık vakıfları, mülk sahibi tüzel kişilikler olarak az da olsa görünürlük kazanmıştır. Gümülcine’de, 35 vakıf 150’yi aşkın varlığını kaydettirmiştir. İskeçe’de, vakıflar yaklaşık 90 adet taşınmaz varlığa sahip tek bir tüzel kişilik olarak birleştirilmiştir. Ancak, İskeçe şehrindeki hiçbir caminin tapusu bulunmamaktadır. Dedeağaç ve Dimetoka’da ise vakıflara ait az sayıda varlık bulunmaktadır. Sayısı henüz bilinmeyen bir kısım vakıf mülkü de, Batı Trakya’nın çeşitli yerlerindeki köylere dağılmış durumdadır. Gayrimenkuller için sicil kaydının yaptırılması, özellikle özel veya vakıf mülkleri için tapu belgelerinin bulunmadığı dağlık kesimlerde kolay bir iş değildir. Bağış ya da satın alma yoluyla yeni mülk edinmek için, Medeni Kanun’da belirtilen temel şartların yerine getirilmesi, yani bir noter önünde yasal bir sözleşmenin yapılması ve bunun tapu sicil müdürlüğüne kaydettirilmesi gerekmektedir. Şu ana kadar, vakıf yönetim kurulları tarafından gayrimenkullerin edinilmesi ya da kullanılması konusunda ciddi bir sorun bildirilmemiştir. Hassas bir konu olan vakıf mülklerinin vergilendirilmesi, ancak yakın bir zamanda düzenlenmiştir. 2007 tarihli ve 3554 Sayılı Yasa’nın 7. maddesi uyarınca, vakıf mülkleri vergiden ve diğer tüm yasal yüklerden muaf tutulmaktadır. TRAKYA’DA VAKIFLAR ANTLAŞMALAR VE KANUNLAR a- 2 Temmuz 1881 İstanbul Antlaşması b- 1-14 Kasım 1913 Atina Antlaşması _ 337 _ Yunanistan Batı Trakya’da Var Olan Osmanlı Türk Vakıflarının Hukuki Statüsü ve Fiili Durumu c- 2345/1920 Sayılı Yasa d- 10 Ağustos 1920 Yunan Sevri e- 1091/1980 Vakıflar Yasası f- 3554/2007 Vakıflar Yasası g- 3634/2008 Vakıflar Yasası h- 3647/2008 Vakıflar Yasası 1821 YUNAN DEVLETİNİN KURULUŞU (Mora Yarımadası-Peloponisos) İSTANBUL ANTLAŞMASI (02.07.1881) “Yunanistan’ ın sınırlarının Arta ve Preveze’ ye kadar genişlediği zaman yapılan antlaşma.” 18 Maddeden ibarettir. Madde 4/b: Vakıf malları, camiler, medreseler, okullar ve diğer hayır kurumları ve hasenat binalarının, vakıf mallarının bakımına ayrılan malların mülkiyeti de Yunan Devleti tarafından tanınacaktır. Madde 8: Yunanistan’a bırakılan topraklar üzerinde yaşayan Müslümanlara ibadet özgürlüğü tanınır. Var olan veya ileride oluşacak olan Müslüman toplulukların örgütlenmesine ve hiyerarşisine hiçbir helal getirilmeyecektir. Onlara ait olan taşınmazlara zarar verilmeyecektir. ATİNA ANTLAŞMASI ((1-14).11.1913) 16 Madde, 3 Protokolden ibarettir. 3 NOLU PROTOKOL 10-Baş Müftünün görevi İslâm cemaatini gözetlemek, vakıfları yönetmek, 11-Kamu yararına olmadıkça, peşin ve yeterli ödeme yapılmadıkça hiçbir vakıf yeri kamulaştırılamaz. 12-Tüm İslâm mezarlıkları vakıf sayılır, 13- İslâm cemaatinin tüzel kişiliği tanınmıştır. 15-Özel Müslüman okulları ve özellikle Selanik’teki Mithat Paşa Sanat Okulu tanınacak ve kuruldukları günden beri var olan giderlerini karşılayan mülkler tanınacak, Baş Müftü ve Müftüler bunları teftiş edecek. 2345 SAYILI KANUN (03.07.1920) 15 Maddeden ibarettir. _ 338 _ İlhan AHMET Kanunun adı: “Μüftüler ve Baş Müftü intihabıyla (seçimiyle) İslâm cemaatlerine ait evkaf varidatının idaresine dair kanun”. İsminden de anlaşılacağı gibi bu kanun müftülerin seçimini, yetkilerini ve vakıfların idaresinin nasıl olacağını anlatmaktadır. SEVR ANTLAŞMASI (29.09.1920) 20 Maddeden ibarettir. Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan. Yunanistan’daki azınlıkların korunmasına dair 10 Ağustos 1920 de Sevr’de imzalanan anlaşma, Britanya, Fransa, İtalya, Japonya bir tarafta, Yunanistan diğer tarafta. 1 Ocak 1913 tarihinde Yunanistan Krallığına büyük topraklar katıldığı için, Yunanistan Krallığı topraklarında yaşayanlara ırk, dil veya din ayrımı gözetmeksizin hak eşitliği vermektedir. Bunun için de aşağıdaki maddeleri içeren antlaşma imzalanmaktadır. Madde 2: Yunanistan kendi toprakları üzerinde yaşayanların özgürlüklerini din, dil, soy, ırk gözetmeksizin sağlayacağını temin eder. Madde 11: Yunanistan 1914-1919 s.a.v.aşını sona erdiren antlaşmalarla elde ettiği topraklardaki toprak sistemini değiştirecek yeni yönetmenlikler çıkarmayacağı yükümlülüğünü kabul eder. Not: Batı Trakya 1919 Nuill Antlaşması ile Yunanistan’a bırakılmıştır. Madde 14/b: Yunanistan camilerinin, mezarlıkların ve Müslümanlara ait diğer dinî kurumların korunmasını karşılamayı üstlenir. Şu anda var olan vakıflar ve Müslümanlara ait dinî ve hayır kurumlarına tam tanıma ve bütün kolaylıklar sağlanacak. Yeni dinî ve hayır kurumlarının sağlanmasına da karşı çıkmayacak. Yunanistan 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması ile daha önce çıkarmış olduğu 2345/1920 sayılı kanunu uluslararası antlaşma ile tasdik etmiştir. 2345/12. Madde: Müftülüklerde vakıflar için yönetim kurulları oluşturulacak. ∙ 6 veya 7, en çok 12 kişiden müteşekkil olacaktır. ∙ 3 yıl için Müslümanlar tarafından seçilecektir. 29 Temmuz 1949 yılında kraliyet kararnamesi ile 2345/1920 sayılı yasanın 12. Maddesi değiştirilerek Gümülcine 12, İskeçe 12, Dedeağaç 7, Dimetoka 7 üyeden oluşturulur denilmektedir. 21 Nisan 1967 tarihine kadar cemaat seçimleri çıkarılan kral iradeleri ile problemli olarak devam etmiştir. 1967 yılında Cunta, yukarıda saydığımız antlaşmaları ve kanunları yok saymıştır. _ 339 _ Yunanistan Batı Trakya’da Var Olan Osmanlı Türk Vakıflarının Hukuki Statüsü ve Fiili Durumu Cunta, 1967 yılında 65/1967 no’lu yasayla Yunanistan’da seçimle işbaşına gelen herkesi kurumların başından uzaklaştırdı, yerine atamalar yaptı, bu durum Müslüman-Türk Vakıfları’nda da gerçekleşti. Aynı zamanda Dedeağaç’ta müftülük bulunmadığı gerekçesiyle Cemaat İdare Heyeti dağıtıldı. 1974 tarihinde Cunta gitti. Yunanistan’a demokrasi geldi ancak vakıf idarelerine tayin devam etti. 1980/1091 SAYILI YASA Yunanistan, vakıfların idaresi konusunda yeni bir kanun çıkarmıştır. 23 Maddeden ibarettir. a-4.Madde: Vakıfların her biri ayrı tüzel kişilik olacaktır. Her vakıf vergi yükümlülüğü bakımından 542/1977 sayılı yasanın 46. maddesine göre vergi verecektir. Madde 11: Birden fazla vakıfın bulunduğu belediyeler veya köy belediyelerinde, vali kendi takdirine göre adayların başarı sırasını göz önünde tutarak seçilenlerden istediği kişiler ile yönetim kurulunu oluşturur. Madde 16: Her vakıf yönetimi vali tarafından kontrol edilir. Madde 19: Vakıf, okul ise başka bir yönetim kurulu oluşturulur. Kısaca bu yasa ile vakıflar valiye teslim edilmektedir. NOT: ∙Azınlık ileri gelenleri bu kanunu reddetmiş, yasa uygulanma imkânı bulamamıştır. ∙Hafız Yaşar bu yasa yüzünden istifa etmiştir. ∙Batı Trakya’da okulların %60’ı vakıf malıdır, %20’si de cami ile aynı binadadır. 1974 yılında vakıf yöneticilerinin sözlü olarak Yunan idarecilerine vakıflardan vergi alınmama konusunda yaptıkları müracattan sonra aldıkları sözlü “vermeyin” sözünden sonra vergi ödememeleri neticesinde 6 milyon evro borç birikmiştir. Yapılan itiraz sonrasında aşağıdaki kanun çıkarılmıştır. 3554/2007 Nolu yasa 16 maddeden ibarettir. Bu yasanın 7. Maddesine göre vakıfların emlak ve gelir vergileri, pul paraları hariç kalmak üzere vergi borçları silinmiştir. 3634/2008 Nolu yasa çıkarılarak 3554 sayılı yasanın 7. Maddesi tekrar değiştirilmiştir. Buna göre “Taşınmaz Mal Bileşik Vegisi-Enieo Telos Akinitis Periusias ” isimli yeni bir emlak vergi yasası çıkarılmıştır. _ 340 _ İlhan AHMET Buna göre: Okul, cami, medrese ve mezarlıklar vergiden muaftır. Gelir getiren diğer gayrimenkullerden % 0,1 (binde bir) oranında vergi alınacaktır. Gayrimenkul * % 0,1=Emlak Vergisi 2008/3647 SAYILI YASA “Batı Trakya Müslüman Azınlığın Vakıf ve Taşınmazlarının Yönetim ve İdaresi” 24 maddeden oluşmaktadır. Madde 6/1: Gümülcine, İskeçe ve Dimetoka Belediyeleri idari sınırları içinde olanlar hariç, Trakya’nın yerleşim bölgelerinde kain her caminin veya camiler topluluğunun vakıf mal varlığını Vakıf Heyetleri yönetir. Madde 6/2: Vakıf heyeti üç kişiden oluşur, biri başkan, ikincisi kasadar ve üçüncüsü de üye. Madde 7/1: Vakfın ait olduğu yerleşim biriminin Müslüman halkı, köy imamının olumlu görüşünden sonra, vakıf heyetini seçer. Madde 7/2: Seçilen şahıslar kendi aralarında toplanır, başkan, kasadar seçerler ve durumu müftüye bildirirler. Madde 7/3: Seçim neticelerini onaylayan yetkili müftü, devamında Bölge Genel Sekreterini bilgilendirir. Madde 8: Vakıf heyeti üyelerinden herhangi birinin tayinini reddi, ölüm veya ağır hastalık gibi durumlarda, heyet en azından iki kişiyle devam eder. Anlaşmazlık hallerinde problem müftü tarafından çözülür. Madde 9: Vakıf heyeti, bu yasanın 3. Maddesinin 2. Paragrafında düzenlenen yükümlülüklerin yanında her mali yıl içinde müftüye ayrıca hesap vermek zorundadır. Madde 10: Bu maddeye göre, sonuçta vakıflar konusundaki yetkiler Genel Sekreterlikte toplanmaktadır. Madde 24/3: Seçimlerin yapılması veya idare heyetlerinin oluşmaması durumunda, müftünün de görüşü alınarak Yunan vatandaşı Müslümanlardan oluşan kişilerden, Bölge Genel Sekreteri geçici heyeti oluşturur. Not:Bugün 24. Maddeye göre vakıflar yönetilmektedir. SONUÇ t TBZM:BTB B[OML IBLMBSOO LPSVONBT WF DFNBBU WBLøBSOO IVLVL TƌTUFNƌOƌO içine çekilmesi için, Lozan Batı Trakya ve Rodos/İstanköy’de yaşayan Müslüman cemaatlerle içten ve derinlikli bir diyalog tesis edilerek özgürlükçü ve demokratik bir yasal çerçeve _ 341 _ Yunanistan Batı Trakya’da Var Olan Osmanlı Türk Vakıflarının Hukuki Statüsü ve Fiili Durumu geliştirilmeli, Müslüman cemaatlerin vakıflarını özgürce işletebilmelerini sağlayacak yönetim ve idare yapıları kurulmalıdır. Antlaşması ve vakıflara ilişkin medeni kanunla uyumlu hale getirilmelidir. t½[FMWFLBNVTBMBMBOMBSBSBTOEBEBIBOFUCƌSBZSNPMNBMCVÎFSÎFWFEFB[OMLMBSLBSBS ve yönetim yetkisine sahip olmalı ve devlet azınlığın haklarını korumak için açıklık, adil idare ve hesap verebilirlik ilkelerinin garantörü olarak gözetim işlevini yerine getirmelidir. t7BLøBSIFSIBOHƌCƌSÎLBSTBIƌCƌOƌOTƌZBTƌIFEFøFSƌOFWFHƌ[MƌBNBÎMBSOBUBCƌPMEVLMBS sürece, en gelişmiş hukuki çözüm bile Müslüman vakıflarının sorunlarının çözülmesini sağlayamayacaktır. t,BZQ PMNBMBS EVSVNVOEB CBǵMDB WBLøBSO UBQV TƌDƌM CFMHFMFSƌ ÎLBSUMNBM WF gayrimenkuller azınlık vakıflarının adına tescil edilmelidir. _ 342 _ ñVODP¶ONHOHULQGH ¡DðGDí9DNÜI 8\JXODPDODUÜ 2WXUXP 2WXUXP%DüNDQ× 'U/D\DFKL)(''$' .DW×O×PF×ODU <UG'Ro'U+VH\LQ(578d 'U$OL$VJKDU6$(,', 6HQDMLG=$-,029,& <LGL:$', _ 343 _ _ 344 _ ñ6/$0+8.8.7$5ñ+ñ1'(9$.,)/$5 ñ/(%$7,.¶/7¶5¶1'(.ñ%(1=(5ñ .8580/$5,1.$5ì,/$ì7,5,/0$6, <UG'RÁ'U+ÖVH\LQ(578¡ (U]LQFDQ¶QYHUVLWHVLr7¶5.ñ<( Özet İnsan, sosyal bir varlıktır. Bu yüzden toplum içerisinde yaşamak zorundadır. Toplumda yaşayan insanların sosyal ve ekonomik durumu farklıdır. İnsan, doğası gereği, muhtaç olanlara yardım etme eğilimindedir. Önceleri insanlar, ihtiyaç sahibi kimselere bireysel yardımda bulunmuşlardır. Uygarlık seviyesi geliştikçe, bireysel yardımlaşma kurumsal yardımlaşmaya dönüşmüştür. Bu yüzden, sosyal yardımlaşma ve dayanışma kurumları ortaya çıkmıştır. Bu kurumlardan biri de vakıftır. Vakıflar, İslâm’ın yardımlaşmaya verdiği önem sayesinde, İslâm dünyasında önemli gelişme göstermiştir. Bu kurumlar, Selçuklular zamanında sosyal hayatın her alanında faaliyetler ifa etmiştir. Osmanlılar döneminde daha fonksiyonel hale gelmiştir. Bu kurum, Batı’da genellikle foundation, stiftung yada trust diye anılmaktadır. Orta Çağda, yeterince gelişme gösterememiştir. Ancak sanayi devriminden sonra gelişmeye başlamıştır. Günümüzde sivil toplum kuruluşlarının öneminin anlaşılmasıyla üçüncü sektör içerisinde yer alan vakıflar, çok etkin hale gelmiş ve faaliyetlerini uluslararası düzeye taşımıştır. Anahtar Kelimeler: Vakıf, üçüncü sektör, sosyal hizmetler, suistimal, kâr amacı gütmeyen Abstract The person is a social entity, that’s why he has to live in a society. The economic and social situation of human beings who live in society is different. The human being tends to help poor people instictively. At first, people used to give individual help to the poor. As the level of civilization improved, individual helping changed into institutional helping. Thus, social helping and solidarity institutions came out. One of them is foundation. Foundations improved in Islamic world due to the importance given to helping in Islam. These institutions, carried out activities in every part of social life in Seljukians. These activities became more functional in Ottoman period. This institution has been called foundation, stiftung or trust in the west. In the Middle Age, it didn’t develop sufficiently. But after Industrial Revolution, it began to develop. Nowadays, with _ 345 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması the comprehension of importance of civil society institutions, foundations in the third sector has became more active and they have carried their activities into an international level. Keywords: Foundation, third sector, social services, misuse, nonprofit sector 1. Vakıfların tarihçesi bakımından 1.1. Başlangıç ve tekamül süreci İslam’dan önce de semavi dinlerin etkileriyle çeşitli kültürlerde çok olmasa da vakfa benzer kurumların varlığı kabul edilmektedir. Ancak vakıflar; hizmet alanları, hukuki statüsü, amaçları ve işlevleri bakımından hemen hemen bütünüyle İslam kültürünün ürünüdür (Gözübenli 2003: 27). Menşei ve kökeni bakımından her ne kadar değişik teori ve görüşler olsa da vakıf kurumu; hem teorik yönden, hem toplumda taban bularak yaygınlaşması bakımından ve hem de kurumsallaşması itibariyle İslam kültürünün eseri olarak kabul görmektedir (Gözübenli 2003: 27; Akgündüz 1990b: 53). O kadar ki, 16. asra gelindiğinde Türk dünyasında vakıflar, İnsanların problemlerinin yanısıra nesli kaybolan hayvanlara yönelme, yaralı kuşları tedavi etme gibi konularla ilgilenme imkanına sahip olmuşlardır. Bu yüzden Batılı sosyal siyasetçiler bile, 16. asır Türkiye’sine vakıf cenneti demişlerdir (Yazgan 1977: 15). Buna karşılık, kamu kuruluşları yada özel kuruluşlar tarafından yardıma muhtaç olan yoksullara, işsizlere, hastalara, özürlülere ve yaşlılara sağlanan hizmetler birçok ülkede 20. yüzyılda gelişmiştir. Zira Ortaçağ Avrupa’sında yoksullara yardım edebilecek başlıca kuruluş kiliseydi. Kilise daha çok manastırlar kanalıyla özellikle eğitim, yoksul ve hastaların bakımı gibi, bugün sosyal yardım adını verdiğimiz hizmetlerin bir kısmını yerine getirmekteydi (Temel Britanica 1993 XV 328). Ancak bunlar yetersiz ve kurumsal anlamdaki vakıf hizmetlerinden oldukça gerideydi (Kendall vd. 1996: 15). Zaten sonraki dönemlerde Hristiyan hayır kavramından uzaklaşılmış sırf seküler (dünyevî) amaçlı kurumlara dönüşmeye başlamıştır. Özellikle İngiltere’de VIII. Henry’nin Manastırları ortadan kaldırması ile bu süreç hız kazanmıştır. Vakıf benzeri kurumların bir kısmı kötü yönetim ve amaç dışı kullanım gibi sebeplerle ciddi tepkilere maruz kalmışlardır. İngiltere’de Liberal İktisat Düşüncesinin öncüsü Adam Smith ve Fransa’da Anna Robert ve Jacques Turgot gibi düşünürler amaçlarından sapma gösteren vakıf benzeri oluşumları ağır biçimde tenkit etmişlerdir (The Encyclopaedia Brittannica Micropaedia VII 937). Bu yüzden, bu tür yardım sistemleri bazı Avrupa ülkelerinde ve İngiltere’de 16. yüzyılda etkisini iyice yitirmiştir (Taylor vd. 1999: 57; Strachwitz 2001: 133). Batı’da başlangıçta vakıfların çoğunun, Ortaçağ’ın başlarında asil aileler tarafından dînî kurumlar olarak diğer şeylerin yanında rahip olan genç oğullarına gelir sağlamak maksadıyla kurulduğu ifade edilmektedir. Bu vakıfların yöneticilerini, Bir toprak ağası veya aile meclisi atamıştır. Daha sonraları ise vakıf benzeri kurumları kuran krallar, hükümet veya ticari şirketler, yeni vakıf benzeri kurumların yöneticilerini atamışlardır. Sağlıklı sosyal yardım hizmetleri, ancak 19. yüzyılın sonlarında ve sayılı bazı ülkelerde yaygınlaşmaya başlamıştır (Crespi 2004: 153; Strachwitz, 2001: 133). _ 346 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ 1.2. Dinin temel oluşturması İslam Hukuku’nda vakıfların temel dinamiklerinin İslamın öğretileri olduğu bilinmektedir. Batı hukuk kültüründe de yardımlaşmaya esas teşkil edecek kurumların temelinde dînî telkinlerin yattığını söylemek mümkündür. Zira Hz. İsa’nın peygamber olarak geldiği dönem, mal hırsı ve servet yığma düşüncesinin zirvede olduğu bir dönemdir. Din adamları halkın mallarını haksız yollarla elde etmektedirler (Kur’an 9/34). Roma idarecileri halkı iki sınıfa ayırmışlardır. Bir tarafta her imkânı elde edebilen asil ve soylular, diğer tarafta en basit insan haklarından mahrum köleler ve ezilenler. Bu husus Matta İncili’nde Hz. İsa’nın dilinden anlatılmaktadır. Hz. İsa, böyle bir ortamda peygamber olarak gönderilmiş ve ilk önce Yahudilerin alt-üst ettikleri sosyal düzeni düzeltmeye çalışmakla işe başlamıştır (Yazgan 1977: 10). Bugün elde mevcut İncil’ler Hıristiyanlıkta da bir sosyal yardım ve dayanışmanın olduğuna işaret etmektedir. İncil, durumu iyi olanları, yoksullara, zayıflara, sıkıntıya düşmüşlere yardıma teşvik eder (Matta 5/6). Fakiri yoksulu yedirenin kefili Tanrı’dır (Matta 25/34 vd.). Giyinmeye ve yemeye çok önem verilmez, yaşayacak kadar gelirle geçinme övülür. Bağış yapmak teşvik edilir. Gösteriş için sadaka vermek yerilir. Mal, altın ve gümüş yığmanın kötülüğü anlatılır. Servete köle olunmaması istenir (Matta 6/1 vd.). Zenginlerin kötü âkıbetine dikkat çekilir. Dul ve yetimlerin mallarını yiyip iyilik gösterisi yapanlar ayıplanır. Fakirlere acıdıklarını söyleyip çalanlar kötülenir (Yuhanna 12/3 vd.). İncil’de, bu ve benzeri naslarla yer alan ve sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı hedef alan emirler, sonraları kilise sandıkları şeklinde müesseseleşmiştir. Kilise çevresinde oturanların ödedikleri aidatlarla bu müesseselerin hayatiyeti devam ettirilmiştir (Yazgan 1977: 10). Orta Çağ’da Katolik Kilisesi halkın refah seviyesinin yükseltilmesine katkılar sağlamış ve bir kısım hizmetleri sunmaya çalışmıştır. Bu dînî gelenek, sosyal yardım alanındaki gelişmenin temel dinamiğini oluşturmuştur. Bu konuda öncü rol kiliseye aittir. Ancak daha sonra kilise sahip olduğu gücünü kaybetmiştir. Bunun sonucu, sahip olduğu serveti de devlete bırakmak zorunda kalmıştır. Mesela 18. yüzyılda İspanya’da kilise sahip olduğu servetinden mahrum bırakılmıştır. Bu servet, mahalliidarelerce hayır faaliyetleri için kullanılmıştır. Benzeri sıkıntılar İtalya ve Polonya başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde de yaşanmıştır (Kendall vd.1996: 23; Strachwitz 2001: 133). Bunun sebebi müessesenin farklı bir hukuki kişilikle gelişme göstermesi olmuştur. Çünkü hayır amaçlı yapılan bağışlar doğrudan kiliseye yapılmıştır. Bu muamele bir taraftan kiliseyi çok varlıklı bir hale getirirken ve kilise görevlilerine geniş imkânlar sağlarken diğer taraftan idareyi elinde bulunduranların tepkisini çekmiştir. Yani büyük güce sahip bir ruhban sınıfının oluşması ve bu sınıfın büyük paralara hükmetme yetkisini tekelinde bulundurması, zamanla kiliseye dolayısıyla da vakıf benzeri kurumlara karşı tavır ve sert tedbirler alınmasına sebep olmuştur. Kurumun Batı’da farklı kişilikle gelişme göstermesinin ve yardımlarının kiliseye yönlendirilmesinin sebebi ise Bu iki medeniyetin yardım kavramını algılama biçiminden kaynaklanmaktadır. İslâmiyet ve Hıristiyanlık, insanların yeryüzünde yapacakları birtakım işlere _ 347 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması göre kurtuluşa ereceklerini bildiren esaslar getirmiştir. Ancak yaklaşım ve vasıtalar birbirinden farklılık arz etmektedir. Hıristiyanlık insanın cismani yönünü daha başlangıçta bir kenara atarak ruhun kurtuluşu üzerinde durur. Kurtuluş, ruhun orijinal günahtan arınması, yani doğuştan günahkâr olarak dünyaya gelen insanın hep Tanrı ile meşgul olarak ondan bağışlanma dilemesi ile mümkündür. İyi bir Hıristiyan olmanın ayırt edici özelliği, iyilik yapmaktan ziyade kötülükten kaçınmaktır. İyilik, ruhun kurtuluşuna yardım edici hizmetlerde bulunmakla olur ki, bu da Tanrı ile kul arasında bir iştir. Kim Hıristiyan kardeşlerinin Tanrıdan bağış dilemesine yarayan hizmetler yaparsa o zaman hayır işlemiş olur. Böylece hayır işleri ibadetlerle aynı manaya gelmiş olup, Hıristiyanlar özellikle kiliselere ve benzeri dini kuruluşlara bağış yapmak suretiyle hayırseverlik borçlarını ödeme yoluna gitmişlerdir. İslâm ise daha baştan Hıristiyanlıktakinin aksine ruh ve beden ayırımına gitmeyerek her ikisini bir bütün olarak ele alır. İnsan, günahlarını ruh ve beden ile işlediği gibi sevap kazandırması umulan işleri de ruh ve beden beraberliğinde işlemektedir. Bu anlayışa paralel olarak İslâmiyet maddi hayat ile manevî hayat arasında da köklü bir ayırım yapmaz. İnsanlar, dünyadaki nimetlerden tadacaklar, ancak Allah’ın kendilerine bildirmiş olduğu ölçüler içerisinde kalacaklardır. Bu farklı çıkış noktası, İslâmiyet ve Hıristiyanlıkta benzer fakat farklı karakterde hayır müesseselerinin oluşmasına sebep olmuştur. Hıristiyanlar hayır hizmeti olarak din işlerine Müslümanlar ise hem din hem de dünya işlerine kendilerini vermişlerdir. Müslümanlıkta ruh ve bedeni, dünya ile âhireti birlikte değerlendirmenin neticesi olarak vakıf külliyeleri mükemmel bir hayır müessesesi olarak ortaya çıkmıştır. Müslümanlar da cami ve mescit yaptırmaya önem vermişlerdir, fakat hayrın camiden ibaret olmadığını bildikleri için, mabetlerin yanı sıra mektep, çeşme, kütüphane, medrese, dârüşşifa, imâret vb. eserler meydana getirmişlerdir. Batı’da ise hayır denince, bütün bağışlar kiliseye yönlendirilmiş ve hayır işleri genellikle bu mabetlerde görev yapan kimselerin inisiyatifine terk edilmiştir. Hayır sahipleri bizzat hayır işlerini üstlenmedikleri için Ortaçağda, hayır kurumları hem çok gelişme gösterememiş ve hem de hayır kurumlarında çeşitlilik oluşamamıştır (Güngör 1993: 74). İslam’da ise ruhban sınıfı oluşmamıştır. Mescitler sadece ibadet yeri olarak kalmıştır. Kilisenin üstlenmiş olduğu bu görevi, İslam dünyasında vakıf kurumu yerine getirmiştir. Kurum, daha İslam’ın ilk dönemlerinde sadak-i mevkûfe olarak ortaya çıkmış ve yüzyıllar süresince İslam Hukukundaki vakıf kurumunun gelişmesinde etkin rol oynamıştır. Kısacası, Batı dünyasında mal topluluğu denilen vakıflar (foundations), kilisenin elindeydi. Bu yüzden bağımsızlığını elde edemeyen vakıf benzeri kurumlar çok fazla gelişme gösterememiştir. Karakteristik sivil toplum dini olan İslam’da ise mal topluluğunu oluşturan vakıflar, mescitten bağımsız olarak gelişme göstermiş ve özellikle de ülkenin sosyal ve politik hayatında önemli rol oynamıştır (Baloğlu 1997: 3). Vakıflar sadece kamu yararına faaliyetler göstermekle kalmamış, servet ve mal topluluklarının yönetimini de büyük ölçüde elinde bulundurmuştur. Bu durum İslam Hukuku’nda vakıfların gelişmesini sağlayan önemli bir unsur olarak öne çıkmıştır (Kendall vd. 1996: 23). Bu bağlamda, Batı’daki bu kurumlar IX. asra kadar yaşayabilmiş, daha sonra amacından büyük ölçüde sapma göstermiştir. Öyle ki, XI. asırda Hıristiyanlar, kilise sandıklarında toplanan paraları sosyal güvenlik amaçlı değil; daha çok Türkler üzerine gönderilen haçlı ordularının, silah ve mühimmatının finanse edilmesine hasretmişlerdir (Yazgan 1997: 10). _ 348 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ Her ne kadar Batı kültüründe XX. asrın ikinci çeyreğinden itibaren ulaştığı seviye itibarıyla, insan hakları, insanın sırf insan olmasından dolayı sahip olduğu haklar olarak ifade edilmeye başlanmışsa da, özellikle dayandığı felsefi anlayış bakımından, bu hakların sistematik bir bütünlük arz ettiğini söylemek oldukça zordur. Bu durum, büyük ölçüde Batı kültüründeki insan haklarının her bir öğesinin, farklı gaye ve mülahazalarla, farklı zamanlarda peyderpey tanınmasından kaynaklanmıştır. Ayrıca bu hakların büyük bir kısmı dini - ahlaki değerlerle de desteklenmemektedir. Bundan dolayı, hukuk düzeninin tespit edemediği durumlarda, en temel hakların bile her düzeyde rahatlıkla ve de en ağır şekilde ihlal edilebildiği, günümüz dünyasının acı bir gerçeğidir (Gözübenli ts: 3). Bu yönüyle İslâm dünyasında da Hıristiyanlık dünyasında da temeli dine dayanan bu kurumlar, İslâm ülkelerinde genellikle başlangıçtaki amacı doğrultusunda gelişme gösterirken Batı ülkelerinde amacından büyük ölçüde sapma göstermiştir. Bu da belli döneme kadar batıda bu kurumun gelişmesini engellemiştir. 1.3. Sosyal ve mâlî hakların elde ediliş biçimi İnsana insan olduğu için iyi muamele ve yardımı esas alan İslam Hukuku’ndaki vakıflara mukabil, Batı kültüründe insanlara tanınan sosyal ve ekonomik haklar, menşei ve özü itibariyle, her zaman insana sırf insan olması sebebiyle değer vermekten kaynaklanmış değildir. Sosyal güvenlik hakları başta olmak üzere, Batı’da işçi sınıfına tanınan hakların menşei, açlık ve sefaletle karşılaşan insanların taşkınlık ve tahriplerini önlemek amacına dayanmaktaydı. Esasen işin temelini yine zenginlerin çıkarları oluşturuyordu. Onların ekonomik üstünlük ve menfaatlerinin korunması bu aç ve sefil insanların nispeten teskin edilmesine bağlıydı. Yani, işin temelini yine zenginlerin ekonomik üstünlük ve çıkarlarının korunması teşkil etmekteydi (Kendall vd. 1996: 15, 24; Gözübenli 2003: 30). John F. Kennedy’nin “Özgür bir toplum çok sayıdaki fakirine yardım edemezse, az sayıdaki zenginini kurtaramaz” (TÜSEV 3. Sektör 1996: 56). sözü adeta bu tespiti doğrular mahiyettedir. Bilindiği gibi, daha çok Batı’da, ekonomik faaliyetler rasyonel girişimler oldukları için, bu girişimler teknik rasyonellik esaslarına uygun olarak yürütülmek durumundadır. Kapitalist dünya görüşüne göre, ekonomik hayat tamamen rasyonel esaslara göre oluşturulmalı ve iktisadi faaliyetlerde sosyal yani dini ve ahlaki değerlerin etkisi minimum düzeye indirilmelidir. Realitede bu durum fazlasıyla gerçekleşmiş ve kapitalist rejimin hakim olduğu toplumlarda, ekonomik faaliyetlerde sosyal değerler tümden etkisiz bırakılmıştır. Esasen İslâm’ın değerler sisteminde insanlara tanınan hak ve hürriyetler, insana insan olduğu için bahşedilmiştir. Batı kültüründe ise, özellikle ekonomik ve sosyal hakların teori ve pozitif hukuka yansıma sürecinde, aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Batı’da bu haklar, kapitale sahip olanların ekonomik çıkarlarını koruma amacıyla tanınmıştır1. 1 %DWÜnGDÁRN]RUíDUWODUDOWÜQGDHOGHHGLOHQLQVDQKDNODQñVO¼PGÖQ\DVÜQGD$VÜUGDQ\DQL+]3H\JDPEHUGÐQHPLQGHQEHULYDUGÜU %XKDNODU.XUnDQnGDVÖQQHWWH9HGD+XWEHVLnQGHYH0HGLQH$QD\DVDVÜQGDDÁÜNÁDEHOLUWLOPLíWLU2VPDQOÜ'HYOHWLEDíWDROPDNÖ]HUH 0ÖVOÖPDQ'HYOHWOHUGHNLJD\ULPÖVOLPOHUHDLWPDEHWOHUPÖONOHUPHNWHSOHUYHHVNLPDKNHPHNDUDUODQ\DQLíHUnL\HVLFLOOHULJÖQÖPÖ]H XODíDQ FDQOÜ íDKLWOHUGLU %DWÜ GÖQ\DVÜQGD LVH 0DJQD &DUWD %LOGLUJHVL LOH )UDQVÜ] ñKWLODOL LOH SH\GHUSH\ HOGH HGLOPH\H EDíODPÜíWÜU*HUÁHNPDQDGDKDNYHKÖUUL\HWOHU;,;YH;;$VÜUGDJHUÁHNOHíPLíWLU$PHULNDnGDLVH;9,,,<Ö]\ÜOGD\D\ÜQODQDQ9LUJLQLD +DNODU%LOGLULVLnQLQNDEXOÖLOHELUNÜVÜPKDNODUHOGHHGLOPH\HEDíODQPÜíWÜU%N6DOLK6XEKLñVODP.XUXPODUÜÁHYñEUDKLP6DUPÜí $QNDUDV$NJÖQGÖ]%HOJHOHUV _ 349 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması Bu durum, sanayici ve diğer işverenlerin kazançlarını maksimize etme çabalarında, işçilerin insan onuruna yakışmayacak çalışma şartlarına mecbur edilmelerinin etkisiyle başlayan sosyal huzursuzluklara sebebiyet vermiştir. Varılan bu sonuç, idarecilere ve sosyal bilimcilere, ekonomik rasyonalitenin sosyal değerlerle sınırlandırılması gerektiği gerçeğini kabul ettirmiştir. Yine bilindiği gibi, ücretli - sabit gelirli kesimin ekonomik ve sosyal durumlarını iyileştirmeye yönelik çabalar, temel itibarıyla bu sosyal huzursuzlukları önlemeye ve de varlıklı kesimin iktisadi çıkarlarını korumaya yönelik sus payı mahiyetindeki bahşişlerdir. Yani, insan hakları içerisinde yer alan ekonomik ve sosyal hakların kaynağı, sanayici ve diğer işverenlerin ekonomik çıkarlarını koruma gayretidir (Kessler 1945: 33; Dönmezer 1995: 334-344; Gözübenli ts: 11; Akgündüz 1990b: 116). Diğer taraftan, Amerika kıtası geniş bir kıta olup zenginliklerle bilhassa altın madenleri ile doludur. Afrika kıtası da yine zenginliklerle doludur. Avrupalılar tarafından keşfedilen siyah derili insan kırbaçla tarlalarda ve maden ocaklarında çalıştırılmış, sonrada bunların alın teri ile üretilen her çeşit hammadde yine kırbaç zoru ile bu insanların küreklerini çektikleri gemiler vasıtası ile Avrupa’ya taşınmıştır. Avrupalılara kısa yoldan zenginlik doğmuştur. Amerika’daki zenginlikleri üretmek için de Kızılderili insan kullanılmak istenmiştir. Ancak karşı koyan bu insanlar katledilerek yok edilmiştir. O yok edilirken siyah derili insanlar gemilere doldurulup Amerika’ya taşınmıştır. Kırbaç altında ocaklarda ve tarlalarda çalıştırılmıştır. Böylece Avrupa; Kızılderili ırkı yok edip, siyah derili ırkın alın terini devamlı sömürmek sureti ile ve onların yaşadıkları toprakların da bütün zenginliklerini kullanarak korkunç bir zenginliğe ulaşmıştır. Bu kadar horlanan ve ezilen insanların haklarını elde etmeleri elbette zor olmuş ve hayli zaman almıştır (Yazgan 1977: 15). Bu zorluğun sebebi, her sistemin kendini birtakım tedbirler manzumesi ile emniyete almasından kaynaklanmaktadır. Feodalitede olsun monarşide olsun, faşizmde olsun ve demir perde ülkelerinde yaşanan komünizmde olsun hep bu ilke geçerliliğini korumuştur. Fakat Avrupa’nın yaşadığı kapitalizmde durum biraz farklı gelişme göstermiştir. Batı Avrupa’da kapitalizm, demokrasi ve liberalizm ile beraber ilerleme kaydetmiştir. Kapitalist düzenin yerleştiği çağlar, burjuvazi ile birlikte demokrasinin ve insan haklarının kök saldığı çağlardır. Önceki sistemleri oluşturan feodalite ve monarşiyi kuşatan ve koruyan kurallar birer ikişer ortadan kaldırılınca düzenin eskisi gibi yenisi de tam bir boşluk içinde her türlü dokunulmazlığı yitirmiş oldu. Burjuvazi, yerleşik kuvvetlere karşı canı pahasına koparıp aldığı hakları serbestçe kullanmaya çalışırken sistemin mantığı gereği, kendine karşı olanların da seslerini yükseltmelerine tahammül göstermek durumunda kaldı (Ülgener 1983: 80). Bundan sonradır ki kitleler birer birer sosyal hak ve güvenliklerini elde etmeye başlamışlardır. Yani bu haklar lütuf olarak verilmemiş, zorla alınmıştır. Büyük zorluklar aşılarak elde edilen bu haklardan geriye dönüş olmadığı gibi sivil toplum kuruluşlarının önemi daha iyi anlaşılmıştır. Bu suretle bu kurumlar, önceki hakları muhafaza ve yenileri elde etme çabası içerisinde gelişme göstererek faaliyetlerini sürdürmüşlerdir ve halen de gelişme göstererek sürdürmektedirler. Bu karşı çıkış, sivil toplumun değerlerini sergileyen en önemli çıkıştır. İlk kez Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’nde, daha sonra Fransız Devrimi İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi’nde ifadesini bulan bu anlayış ayaklanmaların esas gerekçesini oluşturmuştur (Ateş 1991: 37). _ 350 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ Bu noktada Batı ile İslam dünyasındaki en önemli ayırım noktası; Batı’da haklar, halkın idareyi zorlaması ile güç şartlar altında ve bedeller ödenerek elde edildiği için değeri daha iyi bilinmiş, İslam coğrafyasında ise haklar, devlet yada toplum tarafından atıfet ve lütuf olarak verildiği için kıymeti o ölçüde bilinememiştir. Mesela bizde öğretmenler, örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanması sonucu, siyasal irade üzerinde bir baskı grubu oluşturamamakta; bu yüzden yönetim, eğitim standartları üzerinde dilediği gibi oynayabilmektedir. Oysa Batı ülkelerinde sınıftaki öğrenci sayısına varıncaya kadar eğitim standartları üzerinde öğretmen, meslek örgütleri birinci derecede rol oynamaktadır. Vakıf ve benzeri kurumlardan oluşan üçüncü sektör bu gibi durumlarda siyasal irade ve ona bağlı yönetimin hem en yakın yardımcısı, hem de korkulu rüyası olmuştur. Toplumsal tepkinin siyasal iradeyi baskı altına alabildiği ülkelerde toplumu sarsan olaylar karşısında parlamentoda milletin vekilleri kararsız ve rahat davranamazlar. Çünkü krizler baş gösterebilir. Bu ülkelerde güvenlik güçlerinin başarısı da, büyük ölçüde vatandaşlar arasındaki yardımlaşma, dayanışma, toplumsal direnç ve tepkiye bağlıdır. Bunun gerçekleşmesinde de, yukarıda zikredildiği gibi vakıf vb. kurumların rol ve etkisi büyük olmuştur (Baloğlu 1994: 14). 2. Vakıflarda aranan kriterler bakımından Orta Çağ’da göz ardı edilmesine rağmen günümüzde rasyonel yaklaşımlar sonucu Batı’da vakıf benzeri kurumların önemi anlaşılmıştır. Bunun neticesinde, genel olarak üzerinde anlaşılan ve vakıf benzeri kurumlarda bulunması gereken bir kısım kriterler tespit edilmiştir. Bunlar: Kurumun anlamlı ve sürekli bir kurumsal yapısının olması, mal varlığının olması, kamu sektörü dışında olması, yani kamu sektörünün bir parçası olmaması, sahibine veya yöneticilerine kâr dağıtmaması, kârlarını kuruluşun amaçları ve misyonu için kullanmaları, kendi kendini yönetmeleri, özgürce karar alma ve uygulama yetkisinin olması, kamu amaçlarını destekleyici nitelikte olması, gönüllülük esasına dayanması, üyelik esasına dayanmaması şeklinde özetlenebilir (Aydın 2002: 40). 2.1. Vakıfların malvarlığı Toplumda oynadığı önemli rolden dolayı vakıf hizmetlerinin yanında vakfın malvarlığı da büyük önem taşımaktadır. Yani vakfedilen kıymet, menkul veya gayrimenkulun getirişi, vakfın amacını gerçekleştirecek faaliyetler yapmasına yeterli olmalıdır. Hemen hemen tüm vakfiyelerde amaçlanan hizmetler ile onlara ayrılan malvarlıkları arasında gerçek bir dengenin bulunduğunu ve hatta şart koşulan hizmetlere fazlası ile gelir kaynaklarının ayrılmış olduğu bilinmektedir. Günümüzde ise TMK Hükümlerine göre, 2004 yılı için vakıf kuruluş asgari malvarlığı tutarı; sosyal ve kültürel amaçlı vakıflar için yaklaşık olarak 376 milyar TL, eğitim ve sağlık amaçlı vakıflar için 564 milyar TL ve diğer amaçlı vakıflar için ise 940 milyar TL olarak belirlenmiştir (Karşılaştırmalı Rapor 2004: 1-3). Yani Türkiye’de yeni bir vakıf kurmak en az 250.000 Amerikan Doları ve zorlu bir tescil süreci gerektirir ki bu durum hayır etkinliklerinin yolunu açacak mekanizmaları geliştirmek isteyen küçük şirketler için caydırıcı olabilmektedir (Bikmen 2004: X 5). _ 351 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması Avrupa’da ise yeterli malvarlığının ne olduğu ülkelere göre değişmektedir. Ancak aşağıda belirtilen yöntemler, en yaygın olarak kullanılanlarıdır: İlgili yasada açıkça belirtilen sabit tutar. Kuruluşun amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli anavarlığın yeterli olması genel kuralı. Başlangıçta mülk tahsisinin gerekmemesi. Kuruluş sırasında sabit tutarda minimum sermaye yatırılması kuralının geçerli olduğu ülkelerde bu tutar 5000 ile 100.000 Euro arasında değişmektedir. Yasaları uyarınca en az anavarlık tutarı gereken ülkelerde geçerli tutarlar aşağıda belirtilmiştir: Avusturya: Özel vakıflar (privatestiftung) için 72.670 Euro. Belçika: Kuruluş sermayesi olarak 24.800 Euro yatırılması gerekmektedir. Danimarka: Minimum kuruluş sermayesi olarak 34.000 Euro yatırılması gerekmektedir. Finlandiya: Minimum kuruluş sermayesi olarak 25.050 Euro yatırılması gerekmektedir. Liechtenstein: Minimum sermaye olarak 30.000 İsviçre Frangı (yaklaşık 19. 500 Euro) yatırılması gerekmektedir. Bu ülkelere ek olarak Fransa’da da vakıf kurmak için sabit bir sermaye yatırılması gerekmektedir. Ancak Fransa yasalarına göre bu tutar, Avrupa Birliği’ne üye ülkeler arasında en yüksek tutardır. Devletin onayladığı vakıfların en az 762.000 Euro anavarlığa sahip olması gerekmektedir. Bu durumda bile Devlet Konseyi bir vakfın kuruluş sermayesinin amaçları için yeterli olup olmadığını tespit etme ve ek miktar yatırılmasını talep etme hakkına sahiptir. Diğer bazı ülkelerde yasalara göre minimum sabit bir anavarlık gerekmeyip, kuruluş sırasında minimum varlığının vakfın amaçlarını karşılamak için yeterli olması gerekli görülmüştür. Örnek olarak Avusturya’da yasaya göre genel amaçlı vakıflar (stiftungen) için minimum sermaye kuralı yoktur; ancak sermayenin belirtilen amacı yerine getirmek için yeterli olması gerekmektedir. Aynı şekilde Almanya’da yasalar uyarınca minimum sermaye gerekmemektedir; ancak resmi makamlar bir vakfın varlıklarının, belirtilen amaçları yerine getirmek için yeterli olup olmadığını tespit etmelidir. Resmi makamlar genelde vakıfların en az 50.000 Euro sermaye ile kurulmasını gerekli görmektedir. İtalya’da da ilgili yasaya göre minimum sermaye gerekmemektedir; ancak resmi makamlar bir vakfın aktiflerinin belirtilen amaçları yerine getirmek için yeterli olup olmadığını tespit etmelidir. Bakanlık veya bölgesel düzeyde resmi makamlar farklı rakamlar uygulamaktadır. Bunlar içinde Bakanlığın gerekli gördüğü en yüksek tutar yaklaşık 100.000 Euro’dur. İşin ilginç yanı, minimum sermaye kuralı ile ülkelerin kalkınma düzeyleri arasında doğru orantı bulunmamasıdır. Bazı Batı Avrupa ülkeleri çok özgürlükçü davranarak vakıf kurmak için kuruluş sermayesini gerekli görmemektedir. Örnek olarak Hollanda yasalarına göre vakıflar kuruluş sırasında mal tahsis etmek zorunda değildir, ihtiyaç duyulan varlıkların gerektiği zamanda temin edilmesi yeterlidir. Resmi makamlar vakıfları sadece gereken ana varlığa _ 352 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ sahip değil iseler ve kaynak oluşturamıyorlarsa denetlemektedir; bu denetimin sonucunda vakfı tasfiye etmek için mahkeme kararı alınabilmektedir. İngiltere’de minimum sermaye gerekmemektedir. Ancak bir vakıf yeterli mali kaynaklara sahip değilse Charity Commission of Englandand Wales2 tarafından tescili uzun süre geciktirilmektedir. Son olarak, vakıf kurmak için yüksek sermayeye sahip olunması kuralı bulunan ülkelerde genelde üçüncü bir kâr amacı gütmeyen örgütlenme biçimi daha bulunmaktadır. O da, üyesi olmayan ve mal varlığı bulunmayan örgütler. Bunlar genelde başkalarından bağış alan veya gelir elde eden sivil toplum örgütleridir. Söz konusu sivil toplum örgütleri genelde hizmet sağlayan kuruluşlardır. Bunlar arasında fikir üreten örgütler (think-tank), sosyal hizmet örgütleri, kâr amacı gütmeyen üniversiteler ve eğitim merkezleri bulunmaktadır. Bu tür örgütlerin isimleri farklı olabilmektedir, örnek olarak Çek Cumhuriyeti’nde ve Macaristan’da yaygın olarak “kamuya yararlı şirket” ismi kullanılmaktadır (Karşılaştırmalı Rapor 2004: 1-3). Netice olarak vakıfların önceden belirlemiş oldukları amaçları gerçekleştirmek için belirli bir miktar paranın tahsisi gerekmektedir. Ancak genellikle Batı ülkelerinde bu şartı yerine getirmek daha kolay ülkemizde ise miktarın yüksekliği dolayısıyla daha zordur. Çünkü bu kadar miktarın tahsis edilmesi her zaman mümkün değildir. Bu rakamın yüksek tutulması yozlaşmayı ortadan kaldırma düşüncesine dayanmaktadır. Oysa vakıf kurmayı alabildiğine kolaylaştırmak bir yozlaşma sebebi ise bu ölçüde zorlaştırmakta bu kurumu yokluğa mahkûm etmek anlamına gelmektedir. Esasen vakıf kurumunun yozlaşmasında, vakfa tahsis edilecek malvarlığının düşüklüğü değil; idarenin sivil oluşumlara menfi bakış açısı önemli rol oynamaktadır (Aydın 2004: 241). Batı’da sivil toplum kuruluşlarına olumsuz bakmak bir yana bu kuruluşlar, ülke kalkınmasının lokomotifi ve halkın taleplerinin yönetime yansımasının önemli bir unsuru olarak görülmektedir. Bu farkındalık kurumların hızla çoğalmasını ve gelişmesini sağlamıştır. 2.2. Vakıfların bağımsızlığı Vakıflar, kendi parasal kaynağı olan ve bunu kendi ihtiyacına göre kendi kararı ile kamu yararına projeler veya faaliyetler için harcayan kuruluşlardır. Bunlar, hükümetten ve diğer kamu kurumlarından tamamıyla bağımsız olup bağımsız mütevelli heyetleri tarafından yönetilirler (Avrupa Komisyonu’nun ... Tebliği 2001: 4). Bu durum bizde de Batıda da böyledir (Kendall vd 1996: 15). XIX. asrın ilk çeyreğine kadar, ülkemizde vakıflar üç ana grupta toplanmaktadır. Bunlar; Osmanlılardan önceki İslam devletlerinden intikal edenevkâf-ı kadîme, mîrî arazinin temliki ile kurulan evkâf-ı irsâdiye ve Osmanlı tebasından hayırsever kimselerin kendi mülklerinden ayırdıkları mallarla tesis ettikleri evkâf-ı sahîhe-i lâzimedir. Bu vakıf türlerinden her biri, vakfiyelere göre, vakfiyeleri olmayanlar da eski teâmullere göre, ayrı hükmi şahsiyetler olarak faaliyetler göstermişlerdir. Evkâf-ı İrsâdiye ile evkâf-ı kadîmenin bir kısmı dışında kalan, diğer vakıflar üzerinde hükümetlerin doğrudan müdahalesi olmamıştır. &KDULW\&RPPLVVLRQRI(QJODQGDQG:DOHV\ÜOÜQGDNXUXODQYHEDNDQOÜNODUGDQEDðÜPVÜ]ELUNDPXRUJDQÜGÜU%DíNDPJÖQFHO ELOJLOHULSDUODPHQWR\DELOGLUPHNWHQVRUXPOXRODQEDNDQWDUDIÜQGDQDWDQÜU&RPPLVVLRQEDNDQOÜNLOH\DNÜQLOLíNLGHÁDOÜíÜU\DVDPDVÖUH FLQHJLUGLOHUVDðODUYH67.nODULÁLQNDQXQLOHX\XPXQXVDðODPDNNÐWÖX\JXODPDODUÜYHVXLLVWLPDOOHULHQJHOOHPHNHWNLQ\DVDOPDOLYH \ÐQHWLíLPÁHUÁHYHVLLÁLQGHGDKDL\LÁDOÜíPDVÜQÜVDðODPDNHNRQRPLNYH\DVDOJHOLíPHOHUHX\XPXVDðODPDNL\L\ÐQHWLíLPYHKHVDS YHULOHELOLUOLðLJHOLíWLUPHDODQODUÜQGDKL]PHWYHULU _ 353 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması Kadı huzurunda yapılan murafaalı duruşma sonunda, şer’iye sicillerine yapılan tescilin haricinde, merkezî bir tescil makamı bulunmadığından evkâf-ı sahîhe-i lâzimeden birçoğunun varlığından merkezî hükümetin haberi bile olmamaktaydı (Elmalılı 1973: 112-116). Bu vakıflar, vakıf kurucularının belirlediği esaslara ve yerinden yönetim esaslarına göre yönetilmekteydiler. Günümüzde ise TMK Madde 106 uyarınca Genel Kurul toplantılarında VGM temsilcisinin bulundurulması zorunludur. Bu durum vakıfların bağımsızlığına gölge düşürmektedir. Avrupa’da ise Hükümet temsilcilerinin özel gönüllü kuruluşların genel kurul toplantılarına katılmaları, Avrupa standartlarına aykırı bir uygulama olarak kabul edilmektedir. Ayrıca, böyle bir kural, Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun kesin ihlali anlamına gelmektedir. (Madde 8 çerçevesinde koruma altında olan özel hayatın korunması hakkı.) AB ülkeleri genel olarak, kurul toplantılarının vakıf ve sivil toplum örgütlerinin özel ve kendi içişlerine yönelik faaliyetleri olduğunu benimsemiştir. Hükümet yetkilileri nasıl ticari şirketlerin yönetim kurulu toplantılarına katılamıyorlarsa aynı şekilde vakıf kurul toplantılarına katılma hakkına da sahip değillerdir. Denetim konusundaki yaklaşım farklılıklarına rağmen, Avrupa ülkeleri, vakıf ya da STK’ların kurul toplantılarına hükümet katılımını zorunlu kılmamakta ve izin vermemektedir. Gerçekten de, bu görüş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu konu ile ilgili doktrini tarafından da desteklenmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konvansiyonu’nun 8. Maddesinde3 “özel hayat” ve “ev” kelimelerinin mesleki veya ticari faaliyet yada tesisleri kapsayacak şekilde genişlemesinin “8. Maddenin, bireyi kamu makamlarının keyfi müdahaleleri karşısında korumak olan temel amacı ve hedefiyle tutarlı ve uyumlu” olduğunu beyan etmiştir. Avrupa Konvansiyonu’nun 8. Maddesinin mesleki ve ticari tesisler için de geçerli olduğu gerçeği göz önüne alınırsa, bu maddenin, vakıflar da dahil olmak üzere gönüllü ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlar için de aynı ölçüde geçerli olduğu sonucuna varılabilir. Bu nedenle, 8. Madde, hükümetin, (vakıflarda dâhil) STK’ların genel kurullarda dahil olmak üzere yönetim organlarının toplantılarına katılmasına engel teşkil etmektedir (Karşılaştırmalı Rapor 2004: 3-4). Batı’da vakıf benzeri kurumların İslam dünyasına nispeten daha bağımsız olması gelişmeleri için önemli bir sebep teşkil etmiştir. Vakıf benzeri kurumlara güven duyulmaktadır. Temel kabul bu kurumların faydalı sivil toplum kuruluşu olduğu yönündedir. Yani öncelikle ve öncelikle güven esas alınmıştır (Mcllnay 1998: 3). 2.3. Vakıflarda gönüllülük esası Vakıflar, başlangıçta tamamen gönüllülük esasına dayanan bir hizmet anlayışını benimsemiş bir özel hukuk kurumudur. Bunlara katılım için herhangi bir zorlama olmadığı gibi aidiyet bakımından kamu kurum ve kamu mallarıyla ilgileri de yoktur. Kamusal yönetimin vakıflar üzerinde sadece kontrol yetkisi vardır. $YUXSDñQVDQ+DNODQ.RPLV\RQXnQXQ0DGGHVLíXíHNLOGHGLU+HUNHVELUELULQLQÐ]HOYHDLOHKD\DWÜQDKDQH\DíDPÜQDYH\D]ÜíPD Ð]JÖUOÖðÖQHVD\JÜOÜROPDOÜGÜU<DVDODQQJHUHNWLUGLðLYHGHPRNUDWLNELUWRSOXPGDXOXVDOJÖYHQOLNPHQIDDWOHULQLQNDPXJÖYHQOLðLQLQ YHÖONHQLQHNRQRPLNIHUDKÜQÜQNRUXQPDVÜVXÁYH\DNDUJDíDQÜQÐQOHQPHVLWRSOXPVDOVDðOÜðÜQYHDKODNLGHðHUOHULQNRUXQPDVÜ\DGD EDíNDODUÜQÜQKDNYHÐ]JÖUOÖNOHULQLQNRUXQPDVÜLÁLQJHUHNOLROGXðXGXUXPODUKDULFLQGHEXKDNNÜQNXOODQÜOPDVÜQDNDPXPDNDPODQQFD PÖGDKDOHHGLOHPH] _ 354 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ Osmanlı Devletinin son dönemlerinde, bilhassa Tanzimatla birlikte Batılılaşma sürecinin bir uzantısı olarak, merkezileşme anlayışı her alana yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu anlayışın bir sonucu olarak vakıfların yönetimi de tedricen merkezileştirilmiş ve vakıfların yönetimi yanında birçok vakfın mülkiyeti üzerinde de kamu adına merkezi yönetimin tasarruf hakkı olduğu düşüncesi ortaya çıkmıştır (Öztürk: 2004: 63-68). Günümüz dünyasında ise çağdaş demokrasiler başlıca üç sektöre ayrılırlar: Birincisi, tüm çalışanları genel veya katma bütçeler ile belediyeler ve diğer kamu bütçelerine bağlı kamu hizmeti görevlilerinden oluşan “birinci sektör”dür. Buna kamu sektörü de denir. İkincisi kâr amaçlı özel sektördür. Devletin ekonomik gücünü esas bu sektör oluşturur. İşveren ve işçi sendikaları ve konfederasyonları ile odalar ve borsalar da bu sektöre ait kuruluşlardır. Üçüncüsü ise vatandaşların, kâr paylaşma amacı gütmeksizin, gönüllü olarak kamu görevlerine iştirakini sağlayan vakıf ve dernek gibi gönüllü kuruluşlardan teşekkül eden üçüncü sektördür. Çağdaş demokrasilerin önemli bir özelliği, katılımcı ve çoğulcu olmasıdır. Katılımcılığı ve çoğulculuğu sağlamakta vakıf ve derneklere önemli görevler düşmektedir. Şöyle ki, vatandaşların gönüllü olarak kamu görevlerine malvarlığı ile katılımı oluşturan örgüt vakıftır; düşünce ve emek bağlamında örgütleyen ise dernektir. Birincisi daha çok nakdi diğeri ise fikri düzeyde gerçekleşmektedir (Türkiye Üçüncü Sektör... Beyannamesi, 1994: VII; Baloğlu 1994: 3). İslam dünyasında bu kurumların, tamamen gönüllü ve ulvi gayelerle yüzyıllar boyunca hizmetler verdiği bilinmektedir. Vakıf benzeri kurumların çalışmalarında mevcut servetin işletilmesinin yanında, gönüllü hizmet kabul etmek ve bunları değerlendirmek suretiyle maddi varlığını ve hizmetlerini çok büyük ölçüde genişletmek imkânı mevcuttur. Batı ülkelerinde ve özellikle Amerika’da sosyal hizmetlere ayrılan paraların yanında gönüllü hizmetlerin nakdi değere dönüştürülerek ifadesi de büyük bir tutarı oluşturmaktadır. Mesela Amerikan Kızılhaç’ının Milli Gönüllüler Şubesi müdiresi Mis. Robert Wilson’a göre sosyal davalara kendini vermiş gönüllü olarak çalışan Amerikan kadını 20 milyondur (1. Sosyal Hizm... 1959: Tuncay 1984: 312) Bunlar haftada en az 3 saat fahri hizmet görürler. Bu şekilde sosyal hizmetlere tahsis edilmiş olan saatler asgari ücret üzerinden hesaplanarak para ile ifade edilecek olursa yılda 2 milyar 250 milyon $ gibi büyük bir rakam karşımıza çıkmaktadır. Amerikan Eski Cumhurbaşkanı Eisnhower, bu gönüllü kadın topluluğu için “Cemiyetimizin büyük şerefi ve Birleşik Devletlerin silahlı kuvvetlerinin cümlesinden beş defa daha önemlidir” ifadesini kullanmıştır. Bizim ülkemizde ise nüfusa kültürel ve sosyal seviye farkına göre bunun yüzde ve hatta binde biri sağlanabilse, ülke imkânlarına göre çok büyük bir meblağa ulaşılabilir (Tuncay 1984: 312; Koç 2002: 15). _ 355 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması 2.4. Vakıflarda kurbet kasdı İslam Hukukuna göre vakıflarda amacın kurbet kasdına uygun olması gerekmektedir. Vakfın meşruiyetinde yatan asıl sebep, sürekli sadaka anlamına gelen, vakıfla hayır cihetlerine tasaddukta bulunarak Allah’a yaklaşması gayesidir. Bu yüzden İslam hukukçuları vakfın amacının kurbet olmasını yani sevap ve ibadet olan bir fiile vesile olmasını şart koşmuşlardır (Kubeysî 1977: I 34, 396; Akgündüz 1996: 234). Bu sebeple; vakıf işlemlerinde kurbetkasdının sadece “vâkıfın inancı”nda “sübjektif’ olarak gerçekleşmesi yeterli görülmemiştir. Yargı organını normatif denetiminin sağlanabilmesi ve vakfın amacının meşru olup olmadığının denetlenebilmesi için, kurbetin “objektif’ gerçekleşmesi; diğer bir ifade ile İslam’a göre de somut vakıf kurma işlemindeki “tahsis”in “tasdik edilebilmesi” aranmıştır. Uyulması gereken ikinci ilkede “mahfuz hisseye riayet” dir. İslam Hukuku’na göre, ölüme bağlı işlemlerde bir kimse ancak terekesinin üçte birinde tasarruf edebilir. Gerisi mirasçıların iznine bağlıdır. Her iki ilke açısından da bazı sapmalar ve kanuna karşı hileler müşahede edilebilir. Bu istisnai durumlar bir tarafa bırakılacak olursa, İslam Hukuku ile Batı Hukuku bu açıdan karşılaştırıldığı takdirde, Hatemi çok genel bir çerçeve içinde şu tespiti yapmaktadır. “İslam Hukuku; “birr” ve “takva” doğrultusunda oldukça ve mirasçıların haklarına da riayet edildikçe, “gönüllü kuruluşlar” şeklinde ifade edilmeye başlanan girişimlere daha elverişli bir ortam hazırlamıştır. Osmanlı Türk Hukuku’ndaki gelişme de bu iki temel ilke açısından gözlemlenmelidir: “Şahıs toplulukları”na da amaçları “birr” ve “takva” yönünde olmak şartı ile cevaz verildiği halde, İslam Pozitif Kamu Hukuku uygulamasındaki önemli sapma açısı ve bu açının gitgide büyümesi, şahıs topluluklarının tüzelkişiliğinin belirginleşmesini önlemiştir. Bu da “vakıf’ türünden tüzelkişiliğin büsbütün güçlenmesine yol açmıştır. Batı’daki ve özellikle Katolik Dünyasındaki tarihi gelişim ise farklı olmuştur. Vakıf türünden ayrı ayrı tüzel kişilikler yerine başta “kilise” manevi şahsiyetine, birde kilisenin tanıdığı “tarikat” manevi şahsiyetlerine yapılan “yükümlü bağışlamalar”, vakıf türünden tüzelkişiliğin belirginleşmesini önlemiştir. Ancak, Protestanlık (reformation) hareketinden sonra, Cermen Hukuku’nda geliştirilen “stiftung” kurumu ortaya çıkabilmiştir. İslam Hukuku’nun özellikle “kurbetkasdı” yönünden getirdiği ilke ve düzenlemeler, “gönüllü kuruluşlar” ın, örgütlü özel çıkar gurupları (baskı gurupları) haline dönüşmesini önleyici tedbirlerin başında gelmektedir. Zira İslam dünyasındaki vakıf müessesesini, diğer hukuk sistemlerinden ayıran en önemli fark gaye farkıdır. Vakfın meşruiyetinde yatan asıl sebep, kişinin vakıf yoluyla tasaddukta bulunarak Allah’a yaklaşma gayesidir. Bu gayeye her zaman riayet edildiğini söylemek mümkün olmasa da genel itibariyle insanlar bu hususa dikkat etmişlerdir (Hatemi 1996: 15; Akgündüz 1990b 85). Ayrıca İslam hukukuna göre kurulan vakıflardaki manevi sorumluluk anlayışı Batıdaki vakıflarda bulunmamaktadır. Mesela dua, beddua ve lanete uğrama korkusu bağlamındaki yaptırımı, Batı hukuk kültüründeki vakıf kurumunda görmek pek mümkün değildir (Mcllnay 1998: 34). _ 356 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ 3. Vakıfların bugünkü durumu bakımından 3.1. Sektörün büyüme ve gelişmesi 3.1.1. Nitelik olarak Günümüzde vakıf benzeri kurumlar, Avrupa’da ve bilhassa Anglo-Sakson ülkelerde çok daha fonksiyonel olup, her geçen gün daha da değeri anlaşılmakta, sayıları artmakta ve hacimleri genişlemektedir. Prof. Ernest Renter’in bu konudaki görüşleri şu şekilde özetlenebilir: Vakıflar hemen her ülkede mevcut olup önemli role sahiptir. Hele Anglo- Sakson ülkelerinde vakıfların rolü çok daha benimsenmiş bulunmaktadır. Bu ülkelerdeki kamu hizmetleri ve bunları yerine getirmek için yapılan masraflar ile Avrupa’da bilinegelen durum arasında bir mukayese bile yapılamaz. Anglo-Sakson ülkelerinin hemen her tarafında genel vakıfların kamu hizmetlerine mahsus binaların yükseldiği görülür. Devlete ve komüne ait kamu hizmetlerinin ifası konusunda bu gelişmeler alınmadan yapılacak mukayeseler doğru olmayan neticelere varır. Avrupa’da dînî mahiyette olan vakıfların yanında kamu hizmetleri vakıfları, aile vakıfları, büyük endüstri muhitlerinde sosyal işleri ifaya tahsis edilen vakıflar, araştırma enstitüleri için vakıflar ve komün vakıfları da yer almaktadır. Bazı belirli gayeler için sarf edilen ilk paraları vakıflar temin ederler. Genellikle tanınmış vakıfların verdiği heyecan ile ma’şeri vicdan uyanmış ve vakfın harekete geçirdiği bu faaliyet sonraları kamu idaresinin sürekli olarak ele aldığı bir görev haline gelmiştir. Buna paralel olarak şehirlerde yardım müesseseleri çoğalmıştır. Batı’da4beledî vakıflar da büyük hizmetler üstlenmiş bulunmaktadır. Özellikle Almanya’da Beledî vakıflar sisteminin çok eski bir tarihi vardır. Genellikle vakıf bütçeleri şehrin asıl bütçeleri ile karıştırılmamakta ve statülerinin kendilerine yüklediği hizmetlerin icrasına tahsis edilmektedir. Şehirliler, kamu işlerinin bu çalışan kolunu vakıflarla birlikte faaliyete getirip işlettikleri oranda, şehir idaresi fiili olarak vakıf kaynaklarından istifade edebilir. Bunun neticesi olarak da vergi ihtiyacında bir hafifleme görülür. İsviçre kanunlarında da beledi vakıflar benzer şekilde faaliyetler göstermekte ve şehirlerin daha düzenli ve istikrarlı bir şekilde büyümesinde ve gelişmesinde önemli bir yer tutmaktadır (Tuncay 1984: 308). Günümüzde bunların ötesinde artık devletlerarası, devletler üstü oluşumlar ortaya çıkmaktadır. Belli problemleri çözmek için çok önemli sivil toplum ağları kurulmaktadır. Mesela Avrupa Genişleme Ağı adı ile sivil toplum ağları kurulmuştur. Yine Amerika ve Avrupa’da Sivil toplum merkezleri kurulmaktadır. Filantropik organizasyonlar, yani üçüncü sektör kuruluşları nasıl yönetilir diye sertifika programlarının ötesinde özellikle lisansüstünde derece programları çıkmaya başlamıştır. Bu alanda bizde üçüncü sektör vakfının bu anlamda hizmet oluşturma çabaları mevcuttur (Mcllnay 1998: 8-14). $OPDQ íHKLU LGDUHOHULQLQ WDVDUUXIXQGD EXOXQDQ PÖONOHULQ EÖ\ÖN ELU NÜVPÜ YDNÜIODUD DLWWLU %XQODU \D GRðUXGDQ GRðUX\D YDNÜIODUD DLW PÖONOHUGLUELOKDVVDRUPDQODUYHHNLOHELOLUWRSUDNODU\DGDíHKLUOHULQYDNÜIVHUPD\HVLQL\DWÜUPÜíROGXNODUÜHPODNWLUìHKLUKL]PHWOHULQGHQ ELUÁRðXQX \HULQH JHWLUHELOPHN Ö]HUH Ð]HOOLNOH íHKLUOHUGHNL \HQL JHOLíPHOHU YH PHVNHQ NXUPD\D \DUGÜP DPDFÜQD \ÐQHOLN íHKLU LGDUHOHULQLQHOOHULQGH\HWHFHNNDGDUDUD]LYHDUVDVWRNXEXOXQGXUPDODUÜJHUHNWLðLLÁLQGLUNLEXLíOHWPHíHNOLELUKD\OL\D\JÜQOÜNND]DQPÜíWÜU 7XQFD\ _ 357 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması AB’de vakıflar ve diğer gönüllü kuruluşlar, 1980-1990 yılları arasında yeni istihdam oluşturma hususunda Fransa ve Almanya’da önemli gelişme kaydetmiştir. Fransa’da gerçekleştirilen her yedi işten birisi ve Almanya’da her sekiz işten birisi bu sektör tarafından oluşturulmuştur. Bu göstergeler, Avrupa’da kâr amacı gütmeyen sektörün sadece insanların yaşam kalitelerini artırmakla kalmadığını; aynı zamanda ekonomik büyümeye ve istihdama katkıda bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bu gerçekten önemli bir bulgudur. Yurdun her köşesinde birçok gönüllü kuruluş ve vakıf, işsizlerin eğitimi ve yeniden eğitime tabi tutulmasıyla ilgilenmekte, bazen zor durumda bulunanlara, bedensel engellilere, problemli gençlere ve şu veya bu sebeple bir iş kolunda form tutturamayanlara yardım etmektedirler (Taylor vd. 1996: 22; Sağlam 2002: 47). Ülkemizde ise sektörün hukuki, idari ve mali bakımdan birikmiş problemlerine çözümler beklenirken, vergi yasalarındaki değişiklikler ve yayınlanan tebliğler vasıtasıyla sektörün gelişmesi, dünya gidişatının tersine yavaşlatılmıştır (Öneriler Paketi TÜSEV 2000: 2). Ancak Son dönemde Türkiye şartlarındaki bazı değişiklikler vakıflar açısından önemli fırsatlar sunmaktadır. Devletin tutumundaki olumlu değişim, gerek Sivil Toplum Kuruluşu - devlet işbirliğini teşvik eden yeni yasal düzenlemelerde (örn. yeni Vakıf Yasası), gerekse devletin bireyler ve iş çevrelerinden eğitim ve sağlık gibi alanlarda yardım almak amacıyla getirdiği teşviklerde kendini göstermektedir. Özel sektör nezdinde, kurumsal sosyal sorumluluk anlayışının, vatandaşlar nezdinde ise gerek sosyal sorumluluk gerekse vakıf benzeri kurumlar yoluyla kalkınma ve demokratikleşme süreçlerine katılım gibi anlayışların gelişmesi de ayrıca olumlu bir gelişmedir. Bireysel düzeyde vatandaşların gönüllü kuruluşlara katılım düzeyleri düşük olsada her iki vatandaştan birinin Sivil Toplum Kuruluşlarının toplumsal meselelerin çözümünde etkili olabileceğini düşünmesi de ümit vericidir (Bikmen vd. 2006: 178). 3.1.2. Nicelik olarak Türkiye’de eski vakıflar dâhil 9.326 vakıf mevcuttur. Vakıf benzeri kurumların sayısının en çok olduğu ülke İsveç olup 20 ile 30 bin arasında bir sayıya sahiptir. Belçika’da 310, İngiltere’de 8.800, Danimarka’da 14.000, Fransa’da 404, Almanya’da 8.312, İtalya’da 1.300, Yunanistan’da 500, Hollanda’da 1.000, İspanya’da 6.000, İsviçre’de 8.000 vakıf bulunmaktadır. Diğer bir açıdan her 100 bin kişiye düşen vakıf sayısı itibariyle durum şöyledir Türkiye’de her 100 bin kişiye 16 vakıf düşmektedir. İsveç’te 200, Norveç’te 68, Danimarka’da 272, Fransa’da 1, Almanya’da 10, Yunanistan’da 5, İtalya’da 2, Hollanda’da 5, İspanya’da 15, İsviçre’de 111 vakıf düşmektedir. Bu tablo nüfusa oranla toplumun vakfa olan ilgisini göstermektedir (Aydın 2002: 40). Avrupa’da vakıflar ve gönüllü kuruluşlar yaklaşık 100 milyon insanı ilgilendirmektedir. Bu da toplam AB nüfusunun üçte biri anlamına gelmektedir. Bir toplumda sivil toplum, bireysel hakların fiilen harekete geçirilmesi için önemlidir. Bu da büyük ölçüde vakıflar ve diğer gönüllü kuruluşlar aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Avrupa’da faaliyet gösteren derneklere ek olarak, sosyal ve çevre vakıfları ve diğer gönüllü kuruluşlar ile farklı ulusal ve uluslar arası vakıfları ve diğer gönüllü kuruluşları ortak çatı altında toplayan şemsiye kuruluşlar da mevcuttur. Gençlerin eğilimleri ile ilgilenen Avrupa Gençlik Forumu, kalkınma alanında faaliyet gösteren LiaisonGroup of Devolopment NGO, Aile ve _ 358 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ Sosyal refah sahasında çalışmalar yapan COFACE, Avrupa Kadın Platformu veya Avrupa Vakıf Merkezi gibi yapılardan da söz etmek mümkündür. Amerika’da ise 750. 000 kâr amacı gütmeyen kuruluş bulunmaktadır. Bu kuruluşların faaliyet giderleri 1996 yılında 433 milyar dolara ulaşmıştır. Aynı zamanda kâr amaçsız sektör Amerika’nın 80 milyon çalışanı ile en çok insan istihdam eden sektörüdür (Sağlam 2002: 47). 3.2. Vakıflarla ilgili çalışmalar Günümüzde sivil toplum alanı, çok hızlı bir şekilde gelişmekte ve büyümektedir. Bu gelişme ve büyümeye paralel olarak da bu sahada yapılan çalışmalar, ülkeler arası karşılaştırmalı bir şekilde artmakta ve gelişmektedir. Bu bağlamda, merkezi Londra’da bulunan London School of Economics’te başlatılan 19 Avrupa ülkesinin katıldığı, Avrupa’da Vakıflar Projesi iki yıl kadar süren önemli bir çalışma olarak değerlendirilmektedir (Aydın 2002: 39). Batılı iktisatçılar, kâr amacı gütmeyen, şirket statüsünde olmayan ama bir yandan da çok faydalı işler yapan bu kurumları ciddi olarak incelemeye almışlardır. Johns Hopkins projesi de bu amaçla ortaya çıkmıştır. Lester Salamon liderliğinde Johns Hopkins Üniversitesi, Institute of Policy Studies Batı başta olmak üzere bütün dünyada vakıfların, nasıl çalıştığı üzerinde gayet ciddi araştırmalar yapmaktadır. Ne yazık ki engin vakıf geleneğine sahip olmamıza rağmen bu projeye dâhil olmayan nadir ülkeler arasında yer almaktayız. Bu projenin dışında kalmamız dolayısıyla kendi vakıf sistemimizi global anlamda diğer ülkelerle mukayese imkanından büyük ölçüde mahrum bulunmaktayız (Çizakça 2002: 36). Dernekler, vakıflar ve diğer kâr amacı gütmeyen kuruluşlar için kolaylaştırıcı bir çevre geliştirmeyi amaç edinen SEAL (The Social Economy and Law) projesi, Avrupa’nın gündeminde bulunan yasal gelişmeler hakkındaki bilgilerimizi arttırarak yasal reform sürecini iyileştirmeye çalışmaktadır. EFC (European Foundation Centre), Avrupa Vakıf Merkezi 1989’da kurulmuştur. Merkezi Bürüksel-Belçika’dadır. Avrupa Topluluğu düzeyinde önde gelen vakıfları ve bağımsız olarak bağışta bulunan kuruluşları temsil etmek ve faaliyetlerini takip etmek için kurulmuştur. EFC çeşitli Avrupa ülkelerinin vakıf birlikleri arasında iletişim ve işbirliğini yaymakta ve bu amaçla konferanslar, forumlar, toplantılar düzenlemekte ve vakıf federasyonları ile ortak iletişim merkezleri kurulmasını teşvik etmektedir (Kendall vd. 1996: 42). Council On Foundations (ABD Vakıflar Konseyi): 1949’da kurulmuştur. Merkezi Washington’da bulunmaktadır. Toplam 1300’ü aşkın bağış yapan vakıf ve kuruluşu bir araya getirerek daha sorumlu ve etkin hayır işleri yapmalarını teşvik etmektedir. ABD Vakıflar Konseyi, uluslararası programlarına 1983 yılında başlamıştır. Bu programların amacı, konsey üyelerinin kendi ulusal sınırlarının ötesinde başarılı hayır faaliyetlerinde bulunmalarını sağlamak; ABD dışında 3. sektörün gelişmesini desteklemek; en önemlisi, bağış yapan vakıf ve özel kuruluşların yerel ve uluslararası sorunların birbirleriyle bağlantılarını daha iyi anlamalarını sağlayarak ülke dışında bağışlara yönelmeleri hususunda teşvikte bulunmaktır. _ 359 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması CIVICUS-World Alliance for Citizen Participation (Dünya Vakıf ve Dernekler Birliği): 1991 yılında kurulmuştur. Merkezi, Washington D. C. dedir. CIVICUS dünyanın her tarafından gönüllü çalışma ve hayır faaliyetleri yoluyla topluma hizmet etmek isteyen uluslararası kuruluş ve bireylerin meydana getirdiği bir birliktir. Amacı, sivil eylemle sonuç almak olgusunu geliştirmek ve güçlendirmektir. Bütün üye vakıf ve dernekleri ile bölgesel, ulusal ve uluslararası seviyede bilgi ve deneyimleri bir araya toplayıp, paylaştırmayı hedefler (Mcllnay 1998: 8-10). Çeşitli üniversitelerde yapılan araştırmalar ve özel çalışmalar ayrı tutulacak olursa bizde de VGM’nün yaptığı çalışmaların dışında organizasyon, araştırma - geliştirme ve Avrupa ile entegrasyon anlamında çalışmalar yapan TÜSEV ve TÜSEV’e bağlı olarak çalışmalarını sürdüren Sivil Toplum Endeks Projesi (STEP)5 ve buna benzer kuruluşlar mevcuttur. 3.3. Gelir kaynakları ve harcamaları Johns Hopkins Üniversitesi üçüncü sektörün6 durumu hakkında en büyük araştırma merkezlerinden birine sahiptir. Daha önce 22 ülkede yapılan araştırmaları vardır. Bu sayı şimdi 40’ı aşmış durumdadır. Türkiye henüz sisteme entegre olamamıştır. 1995 yılı itibariyle bu 22 ülkede yapılan araştırmada üçüncü sektörün gayri sâfı milli hasılası 1.1 katrilyon dolardır (Aydın 2002: 39). Toplam gelirlerin yüzde 47’si hizmet gelirlerinden oluşmaktadır. Yüzde 42’sinde de kamu katkısı söz konusudur. Bağışların toplam gelir içerisindeki payı ise yüzde 11’dir. ABD’deki Ford Vakfı, 15 milyar dolar malvarlığı ile dünyanın en büyük vakıfları arasında yer almaktadır. ABD yasaları vakıfların her yıl amaçları doğrultusunda, bir önceki yıl sahip oldukları varlıklarının %5’i kadar harcama yapmalarını şart koşmaktadır. Bu kanuna göre Ford Vakfı, yıllık 700-750 milyon dolar harcama yapmaktadır. Bizde ise vakıflar sahip oldukları varlıklarını %80’ini harcamak zorundadır. Buda vakıfları gerçekten çok zor durumda bırakmaktadır (Koç 2002: 15). Osmanlı bütçe çalışmalarına bakıldığı zaman devletin harcamalarının hemen hemen tamamının askeri alanlara gittiği ve devletin hizmet sektörüne fazla harcama yapmadığı görülecektir. Çünkü o dönemde hizmetleri ifa eden devlet değildi. Bu hizmetlerin, eğitimden sağlığa, kültürden imara kadar hepsini vakıflar yerine getirmekteydi. Bugün de devlet bu hizmet sektöründen elini çekebilir, rolünü azaltabilir. İyi çalıştırılması durumunda eskiden olduğu gibi bu tür hizmet alanları yine vakıf vb. oluşumlara bırakılabilir. 0HWRGRORMLVLQL&,9ñ&86nXQVDðODGÜðÜ6LYLO7RSOXP(QGHNV3URMHVL67(3VLYLOWRSOXPXQGHðHUOHQGLULOPHVLQLDPDÁOD\DQELUmDNWLIDUDí WÜUPDnSURMHVLGLU(QGHNVLQKHGHILNDONÜQPDYH\ÐQHWLPGHVLYLOWRSOXPUROOHULQLQNDEXOJÐUGÖðÖVD\JÜ\ODNDUíÜODQGÜðÜYHWDPDQODPÜ\OD \HULQHJHWLULOGLðLELUWRSOXPDPDFÜLVHVLYLOWRSOXPX\ÐQHWLPYHNDONÜQPDGDNLUROÖQÖJHUÁHNOHíWLUHELOHFHNGÖ]H\GHJÖÁOHQGLUPHNWLU 67(3WDUDIÜQGDQÖONHPL]GHNLVLYLOWRSOXPXQ\DSÜRUWDPGHðHUOHUYHHWNLER\XWODUÜQD\ÐQHOLNGHULQOHPHVLQHELUDUDíWÜUPDJHUÁHNOHíWL ULOPHNWHGLU(QÐQHPOLVRUXQODUÜPÜ]DUDVÜQGD\HUDODQ'ÖíÖQFHYHñIDGH°]JÖUOÖðÖñíVL]OLNYH8OXVDO%ÖWÁH67(3ÁHUÁHYHVLQGHD\UÜFD HOHDOÜQPDNWDVLYLOWRSOXPXQEXÖÁNRQXGDNDPXSROLWLNDODUÜPHWNLOHPHER\XWXGHðHUOHQGLULOPHNWHGLU&,9,&869DWDQGDí.DWÜOÜPÜñÁLQ 'ÖQ\DñíELUOLðL¶ÁÖQFÖ6HNWÐUYDNÜIYHGHUQHNJLELN¼UDPDFÜJÖWPH\HQEÖWÖQROXíXPODUÜLÁLQHDOPDNWDGÜU6DGHFHYDNÜIODUODELUHELU ÐUWÖíHQELUNDYUDPGHðLOGLU9DNÜIODUGHUQHNYENXUXPODUODELUOLNWH¶ÁÖQFÖ6HNWÐUÁDWÜVÜDOWÜQGDGHðHUOHQGLULOPHNWHGLU$GÜQDÖÁÖQFÖ VHNWÐUGHQHQEXNXUXOXíODUÜQÐ]HOOLNOHULQGHQEDKVHWPHN\HULQGHRODFDNWÜU%XVHNWÐUHGDKLONXUXPODUÜQPDOYDUOÜðÜROPDOÜ$QODPOÜ YHVÖUHNOLELU\DSÜ\DVDKLSROPDOܰ]HOROPDOÜNDPXVLVWHPLQLQELUSDUÁDVÜROPDPDOÜ.HQGLNHQGLQL\ÐQHWHELOPHOLÐ]JÖUFHNDUDU DOPDYHX\JXODPD\HWNLVLEXOXQPDOÜ.¼UGDðÜWPDPDN*ÐQÖOOÖOÖNHVDVÜQDGD\DQPDOܶ\HOLNHVDVÜQDGD\DQPDPDOÜ'HUQHNJLEL Ö\HOLðHGD\DQPDPDOÜ.DPXVDODPDÁODUÜGHVWHNOH\LFLPDKL\HWWHROPDOÜ%N$\GÜQ6DðODP _ 360 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ Sosyal devlet düzeni anlayışı doğrultusunda yapılan araştırmalar, Batı ülkelerinde devletin ve belediyelerin gördüğü sosyal hizmetlerin genişlemesi nispetinde sosyal derneklerle vakıfların hizmetlerinin de onunla doğru orantılı olarak arttığını göstermektedir.(Tuncay 1984: 306, 307). Çünkü Batı ülkelerinde de bir memleketin medenilik ve gelişme seviyesi sosyal hizmetlerin çeşitli sahalarda kaydettiği ilerlemeyle ölçülmektedir. AB komisyonu tarafından yapılan bir araştırmaya göre vakıf ve benzeri kuruluşların üye ülkelerdeki yıllık toplam harcamalarının tutarı 127 milyar Euro’dur. Örneğin İtalya’nın 17 milyar, Fransa’nın 31.3 milyar, İngiltere’nin 36.6 milyar ve Almanya’nın 42.2 milyar Euro harcaması vardır. Bu harcamalar GSMH’nın yüzdesi olarak değerlendirildiğinde ise İtalya’da %2, Fransa’da %3.3, Almanya’da %3.6, ve İngiltere’de %4.8’dir. Ortalama bir kuruluş için toplam yıllık harcama 31.149 Euro’dur. Bunun 27.743 Euro’su ücretlere, 465 Euro’su yönetime ve 1.044 Euro’su diğer masraflara gitmektedir. Küçük kuruluşlar bu ortalamanın altında, büyük kuruluşlar ise bu ortalamanın üstünde harcama yapmaktadırlar. 3.4. İstihdam 22 ülkede yapılan araştırmada üçüncü sektör, 18.8 milyon çalışanla istihdam bakımından en önde yer almaktadır. Bu rakam; işsizliğin olduğu bir ortamda işsizliğin çözümü bakımından önemli bir veridir. Toplam istihdamdaki payları itibariyle ele alındığında; Almanya’da sektörün toplam istihdamın %3.7’ sini, toplam hizmet istihdamının %10’unu oluşturmaktadır. Bu da bir milyon insan demektir. Kâr amacı gütmeyen sektör bilhassa sağlık alanında önemlidir. Hastanede ayakta tedavi görenler sektör tarafından tedavi edilenlerin %40’ını, yatarak tedavi olanların %60’ını karşılamaktadır. Fransa’da sektör toplam istihdamın %4.2’sini ya da hizmet sektöründeki tüm çalışanların %10’unu kapsamaktadır. Toplam istihdam gücü 800.000 kişiden oluşmaktadır. Kamu yararına çalışan kuruluşlar, yatılı hastaların yarıdan fazlasını, ilk ve ortaokul öğrencilerinin ise % 20’sinin bakımını üstlenmiş durumdadır. İtalya’da toplam istihdamın yaklaşık olarak %2’si veya hizmet sektöründe istihdam edilenlerin %5’den fazlası bu sektörde istihdam edilmektedir. Daha çok sosyal hizmetlerde faaliyet gösteren sektör yaklaşık 400.000 kişiyi istihdam etmektedir. Çocuk yuvalarının %20 ’si ve yatılı bakım isteyenlerin %40’ı kâr amacı gütmeyen kurumlar tarafından üstlenilmiş bulunmaktadır. İngiltere’de sektördeki istihdamın %4’ü, hizmet sektöründe ise %9’dan fazlası mevzubahistir. Alanda 900.000 kişi istihdam edilmektedir. Vakıf vb. kurumlar özellikle araştırma ve eğitim alanında önemli hizmetler sunmaktadır. Kolejlerin tümü, ilk ve ortaokulların ise %22’si kâr amacı gütmeyen kuruluşlarca yönetilmektedir (Mcllnay 1998: 15; Komisyonu’nun Tebliği 2001: 6). _ 361 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması Hollanda’da çalışanların %12’si, İrlanda’da 11’i, Belçika’da 10’u, İsrail’de 9.7’si bu sektörde çalışmaktadır. 22 ülke ortalaması %’de 5’tir. Yani her 100 kişiden 5’i bu sektörde istihdam edilmektedir (Aydın 2002: 40). Bu rakamlar vakıfların durumunun iyi olduğu dönem olan Osmanlı ile mukayese edildiğinde, bu kurumların o gün için bugünkü Amerika ve Batı dünyasından çok ileride olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Zira, Osmanlının yükselme dönemlerinde bir asırlık zaman dilimi içerisinde ihtimali sondaj metoduyla seçilen belli sayıdaki vakıflar üzerinde yapılan araştırmalar sonunda elde edilen verilerin genele teşmil edilmesi suretiyle ulaşılan verilere göre; Osmanlı ekonomisinin XVII. yüzyılda yaklaşık olarak %16’sı, XVIII. yüzyılda %27’si, XIX. yüzyılda ise %16’sı vakıfların elinde bulunuyordu (Öztürk: 2004: 41). Bu yönüyle Osmanlı’da vakıf, bugün vakıf cenneti diye nitelendirilen ABD’den daha ileri seviyede bulunmaktaydı. Bugün bu müessese Avrupa’da ve bilhassa Amerika’da oldukça gelişmiştir. Amerika’ya vakıf cenneti diyen sosyal siyasetçiler de çok sayıdadır. Gerçekten bugün Amerika’da hastanelerin büyük bir kısmı, üniversitelerin ve müzelerin büyük kısmı vakıfların malıdır ve vakıfların yönetimindedir (Akgündüz 1990: 196; Yazgan 1977: 15). Bu gelişmelere rağmen, günümüz Amerika’sında, Üçüncü sektör kuruluşlarında ülke toplamının ancak %10’u çalışmaktadır (Gömüş 1996: 23). Verilen bu istatistikler göstermektedir ki vakıflar Osmanlı döneminde, serbest ekonomi kurallarına ve yerinden yönetim esaslarına göre faaliyet gösteren her biri ayrı hükmi şahsiyeti haiz, devletin yükselme ve duraklama dönemlerine paralel olarak hizmet çerçevesi genişleyip daralan, toplum ve devlet hayatımızda sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi yönlerden belirgin bir potansiyele sahip bir sektör haline gelmiştir. Bu sayede eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, bayındırlık ulaşım ve güzel sanatlar gibi bir toplumun insani hasletlerini geliştirerek, onu başarıya ulaştıracak birçok müessesenin kurucusu ve işleticisi olmuş ve adeta o dönemde hem ferdi ve hem de devleti ilgilendiren bir yaşam biçimi haline gelmiştir (Öztürk: 2004: 42). 3.5. Denetim ve kontrol Paranın çok olduğu yerlerde genellikle yolsuzluklardan da söz edilir. İslam dünyasında devlet, bir taraftan vakıf kurucusunun şartlarına uyarken ve vakfın özerkliğini zedelememeye çalışırken diğer taraftan da denetim ve kontrol mekanizmasını çalıştırarak kurumun sağlıklı büyümesini sağlamıştır. Burada devlet, önemli iki mekanizmayı oturtmuştur. Birincisi, velev bir akçelik bir görev de olsa bir vakıftan birisine görev verilse, devlet onun için bir berat vermek zorundadır. Bu şekilde bir kuruşluk vakfın dahi, devlet tarafından tutulan kaydı bulunmaktadır. Bu önemli bir denetim mekanizmasıdır. İkinci bir husus ise vakıfların yıllık muhasebesini devlet istemektedir. Bu muhasebe mahallin kadısına ulaştırılmakta ve mahallin kadısı vasıtasıyla da kontrolü yapılmaktadır. İşte devletin güçlü olduğu dönemlerde, vakıf şartlarına elden geldiğince uyulmuş; ancak diğer taraftan da dizginler elde tutulmaya çalışılmıştır (İbşirli 2004: 74). Vakıfların en önemli özelliklerinden biri, denetim altında ama gereksiz müdahaleden uzak olmasıdır. Vakıfların yaşatılması ve sağlıklı geliştirilebilmesi için müdahalelerin önünün alınması elzemdir. Oysa bu durum zaman zaman insanı rahatsız edecek ideolojik boyutlara ulaşabilmiştir (Akgündüz 1990: 71; İbşirli 2004: 76). _ 362 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ Bu kurumların sağlıklı gelişebilmesi için, kamu denetim görevi, çağdaş demokrasilerde olduğu gibi, siyasal otoritenin takdiri dışında yasa ile örgütlenmiş etkin ve bağımsız bir merkezî denetim kuruluna tevdi edilmeli, bu örgütün tarafsızlığı, yetki ve sorumlulukları ve görevini suistimal edeceklere verilecek cezalar aynı yasa içinde belirtilmelidir. Merkezi Denetim Örgütü’nün görevi yönetmek değil, çalışanların yasaya ve kuruluş senedine uygun olup olmadığını denetlemekten ibaret olmalıdır. Yani buyurgan bir otorite değil denetleyen ve yol gösteren bir hüviyet arz etmelidir. Yasa hükümleri ayrıntılı ve anlaşılır olmalı, tüzük yönetmelik ve tebliğler, sadece yasa ile açıkça belirtilen görevleri kapsamalı; Merkezî Denetim Örgütü bunları kullanmak suretiyle vakıfları yönetme yolunu tutmamalıdır. Her vakıf özerkliği haiz özel hukuk tüzel kişisi olarak, çalışmalarını yasa ve kuruluş senedi hükümleri uyarınca, basiretli bir iş adamı gibi bağımsız olarak ve özgürce yönetmekten sorumlu olmalıdır (Öneriler Paketi TÜSEV 2000: 11). Avrupa’da devlet Üçüncü Sektör adı altında toplanan gönüllü ve kâr amacı gütmeyen kuruluşları cesaretlendirmek için yeterince bağımsızlık tanımakta ve güven ortamında faaliyetlerini sürdürmelerine yardımcı olmaktadır. Bu durum, devletin kontrol etme görevini yapmasına engel teşkil etmemektedir (Leat 2001: 268). Olması gerekende budur. Yoksa herhangi bir endişeye mahal verecek bir durum olmadığı halde potansiyel suçlu gibi davranmak bu kuruluşları zedelemekte ve görevlerini verimli bir şekilde yerine getirmelerine engel teşkil etmektedir. 3.6. Hizmet alanları Günümüz Batı dünyası ve Amerika’daki vakıf benzeri benzeri kurumların hizmetleri başta eğitim, sağlık ve sosyal yardım konuları olmak üzere sosyal hayatın her alanına yayılmış bulunmaktadırlar. Mesela Amerikan Ford Vakfı’nın hizmet konuları ve muazzam varlığı karşısında toplum hayatında oynadığı rol çok önemli boyutlara ulaşmıştır. Bu doğrultuda Nobel, Rockfeller, Carnegie, Nuffield, Gulbenkian Foundation vb. vakıflar da zikredilebilir (Strachwitz 2001: 139; Siederer 1996: 113-114; Tuncay 1984: 305). Özellikle II. Dünya s.a.v.aşından sonra Batı ülkelerinde çağdaş manada ifa edilen sosyal hizmetlerin başlıcaları şunlardır (Aydın 2002: 43). Tıbbi Sosyal Hizmetler, Ev Ekonomisi ve Gıda, Fakirlere Meskenler, İşçilere Yardım, Eğitim Hizmetleri, Sosyal Güvenlik ve Yardım, Fert, Aileyi ve Cemiyeti Koruma, Devlet ve belediye memurlarını sosyal konular için yetiştirme ve devlete bu hizmetler yerine getirmesi için kaynak temini, Sosyal Etütler ve Araştırmalar, Köylerin Gelişmesi ve Kalkınması, Köyden Şehre Akının Tanzimi, gibi başlıklar altında toplanmakta ve bu hizmetler için kurulmuş olan dernek ve vakıflar devlete yardımcı olmaktadır. Dünyanın hemen her yerinde doktorlar daha çok büyük şehirlerde toplanarak küçük şehir ve kasabalara gitmek istemedikleri için halk ve köylü ile temas edecek doktor kitleleri yetiştirmekten _ 363 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması ve halkla kaynaştırıp halk hizmetinde daimi olarak bırakmaktan, Birleşmiş Milletleri en çok ilgilendiren fakir veya iktisâdi bakımdan az gelişmiş, memleketlerdeki açlığı önlemeye veya gıda ihtiyacını sağlamaya matuf evrensel mahiyetteki çalışmalara, fakirlere müsait şartlarla sağlıklı meskenler teminine; işçilerin çalışma şartlarının ıslahına, okul içi ve okul dışı eğitim çalışmalarına, geniş kitleleri içerisine alan halk eğitimine ve her derecedeki eğitim hizmetleri için eleman yetiştirilmesine, kreşler, anaokulları gibi müesseselerin kurulmasına ve işletilmesine, sosyal güvenlik ve yardım işlerinin geliştirilmesine, malul ve yaşlıların korunmasına ve tedavilerine sakatların rehabilitesine, ailenin korunması ve geliştirilmesine, fuhşun ve suç işlenmesinin önlenmesine, suçluların ıslahına bütün bu konularda çalışacak sosyal hizmet ve yardım elemanlarının yetiştirilmesine ve formasyonuna, devlet ve belediye personelinin bu konulara ilgi gösterecek ve gerekli hizmette bulunabilecek şekilde yetiştirilmelerine, bu hizmetler için kaynak teminine ve devletin mali gücünün artırılmasına, sosyal etütler ve araştırmalar yapılmasına köy kalkınması programlarının ve buna ait diğer tedbirlerin düzenlenmesine, köylülerin aydınlatılması, uyarılması, kooperatif tesis ettirilmesi, iskan durumlarının incelenmesi, gerekirse yerlerinin değiştirilmesi, veya daha büyük üniteler haline getirilmesi, tarım reformu, tarım kredisi, tarım maddeleri fiyatlarında istikrar temini, rekolte sigortası, köyden şehre gelenlerin barınma ve iş bulma ihtiyaçlarının karşılanması, köyden şehre akının fazla olduğu ve zararlı bir hal almaya başladığı zamanlarda köy sanayi el sanatları kurulması, bunların teşvik ve yaygınlaştırılması suretiyle tedbirler alınması, köylerde uzun süren işsizliğin önlenmesi, özel şekilde yetiştirilen sosyal hizmet ve yardım elemanlarından köylerde liderler seçilmesi ve kurulacak guruplarla ülkü, el ve işbirliği yapılarak köyün sosyal ve ekonomik kalkınma programlarının düzenlenmesi, köylülerin bu konularda devletle ve devletin de onlarla karşılıklı işbirliği yaparak toplum kalkınmasının süratle gerçekleştirilmesi vb. ne kadar hayati konu ve mesele var ise bunlar sosyal dernekler ve vakıflar tarafından benimsenmekte ve gerçekleştirilmektedir. Batı ülkelerinde devletin bu kabil dernek ve tesisler var diye sosyal hizmet ve yardım konuları ile alakasını kesip azaltmak bir tarafa günden güne sosyal devlet amacına doğru yöneldiği, buna karşılık devletin bu alanlardaki verimi % hesabıyla yükselmesi oranında hayır derneklerinin ve tesislerin de arttığı müşahede edilmiştir (Tuncay 1984: 308). Kısaca eskiden İslam dünyasında olduğu gibi bugün Batı dünyasında vakıf benzeri kurumların hemen hemen el atmadığı alan yok gibidir. Almanya’da bu sektör hastanelerin %40’ını ve bakımevlerinin %60’ını üstlenerek önemli bir yapı oluşturmuştur. Fransa’da ilk ve ortaokulların %20’si ve bakımevlerinin %50’si bu kuruluşlar tarafından işletilmektedir. İtalya’da bu sektör, kreş ve anaokullarının %20’sini ve bakımevlerinin %40’ını işletmektedir. İngiltere’de ilk ve ortaokulların %22’si kâr amacı gütmeyen kuruluşlarca işletilmektedir (Mcllnay 1998: 8; Sağlam 2002: 48). AB’de bu kuruluşların hedef kitlesi içinde kamu %46 ile birinci sırayı almaktadır. Kamuyu %37 ile gençler ve %35 ile yaşlılar izlemektedir. Az bir kısım kuruluşlar kendi özel gruplarının önceliğini belirlemişlerdir. _ 364 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ Yararlananların %39’u genel kamu, %38’i hedef grupları, %38’i üyeler, %22’si devlet ve diğer kamu kurumlarıdır (Strachwitz: 139, 140; Sağlam 2002: 48 Avrupa Komisyonu’nun ... Tebliği 2001: 6). Avrupa’da vakıflar ve diğer gönüllü kuruluşlar, bütün bu faaliyetlerin yanı sıra, demokratik ve şeffaf bir Avrupa toplumunun oluşturulması, farklı çıkar gruplarının görüşlerinin uzlaştırılması, toplumun değişime ayak uydurmasının sağlanması ve sürdürülmesi7veya hükümetlerin dolduramadığı mekanizmalardaki boşlukların doldurulması bakımından da fevkalade önemlidir. Vakıflar ve diğer gönüllü kuruluşlar doğrudan ve dolaylı olarak rekabetin artmasına ve ekonomik büyümeye katkıda bulunurlar. Bazı vakıflar kendi aralarında ittifak kurarak, Avrupa düzeyinde örgütlenirler ve milliyetçi unsurların ötesine geçerek Avrupa çapında kitlelerin taleplerini dile getirirler. Bu kuruluşlar Avrupa parlamentosunda lobi faaliyetleri yürüterek, politika üretiminde ve karar verme sürecinde çok önemli rol oynarlar (Kendall vd.1996: 16; Sağlam 2002: 46). Böylece ulusal faaliyetlerinin yanı sıra uluslararası faaliyetlerde de bulunurlar (Kendall vd.1996: 16; Avrupa Komisyonu’nun ... Tebliği 2001: 5). Kısacası günümüzde çağdaş, demokratik, gelişmiş ülkelerde vakıf vb. kurumlar; * Fikir ve emeklerini gönüllü olarak kamu yararına teşkilatlandırmak suretiyle katılımcılığı ve çoğulculuğu gerçekleştirmekte, * Demokrasinin ön şartı olan piyasa ekonomisinde özel finansman kaynaklarını kâr paylaşma amacı gütmeksizin kamu yararına yönlendirerek kurumlaştırmakta, * Kamu finansmanına dayalı merkeziyetçi ve müdahaleci yönetim düzeninden, kamu ve özel finansmana dayalı ve ademi merkeziyetçi yönetim düzenine geçişi sağlamakta, * Vatandaşlar arasında yardımlaşma ve dayanışmayı gerçekleştirmekte; * Yolsuzluklara, anarşi ve teröre karşı direnç göstererek kamu vicdanında toplumsal tepkiyi oluşturmakta, * Milli birlik ve beraberliği güçlendirmekte, * Kamu görevlerinin, bölgeler arasında dengeli kalkınma ve bireyler arasında sosyal adalet ve fırsat eşitliği ilkelerine uygun olarak yerine getirilmesi için lazım gelen duyarlı bir kamuoyunun hazırlanmasına ve siyasi irade üzerinde demokratik bir baskı grubu oluşturmasına katkıda bulunmakta, * Azınlığın problemleri ile yakından ilgilenmekte, kültürel kimliğini korumakta ve sürekliğini sağlamakta, *HUHNWLðLQGH6LYLO7RSOXP°UJÖWOHULYHÐ]HONXUXOXíODUÜQHWNLQELU\DSWÜUÜPDVDKLSROGXNODUÜQÜQLOJLQÁÐUQHðL/RQGUDnGDIÜQDQVDOÁHYUHOHUGH \DíDQPÜíWÜU/RQGUDnGDRUWDÐOÁHNOLXOXVDOEDQNDWDUDIÜQGDQKD]ÜUODQPÜíELUNDÁVD\IDOÜNELUEURíÖUGHEDQNDPHYGXDWVDKLSOHULQHYH NHQGLVLLOHÁDOÜíDQWÖP\DWÜUÜPFÜODUDLONHOHULQLíXíHNLOGHVÜUDODPÜíWÜU%DQNDQÜQJHUHNÐ]ND\QDNIRQODUÜYHJHUHNVHPHYGXDWODUÜKLÁELU íHNLOGHEDVNÜFÜYHLQVDQKDNODUÜPLKODOHGHQUHMLPOHUOH\ÐQHWLOHQÖONHOHUHJÐQGHUPHPHN¡HYUHNLUOLOLðLROXíWXUDQILUPDODUÜQILQDQVH HGLOPHPHVL .R]PHWLN ÖUHWLPL LÁLQ GHQH\OHULQGH KD\YDQODUÜ NXOODQDQ ILUPDODUÜQ ILQDQVH HGLOPHPHVL .DQOÜ VSRUODUÜ GHVWHNOH\HQ ILUPDODUD\DWÜUÜP\DSPDPDN'RðD\Ü\DGDÁDOÜíDQODUÜPVÐPÖUÖFÖQLWHOLNWHÖUHWLPPHWRWODUÜNXOODQDQILUPDODUÜGHVWHNOHPHPHN 7ÖWÖQÖUHWLPLQGHEXOXQDQILUPDODU%DN'DOJDNÜUDQ _ 365 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması * Uluslararası işbirliğini geliştirmekte, dünya kamuoyunu hazırlayarak hükümetlerin ve hükümetler arası kuruluşların kararlarını etkilemekte ve yönlendirmektedir (Baloğlu 1994: 19). Ülkemizde de bu tür faaliyetlerde bulunan vakıflar mevcuttur. Bu vakıflar faaliyetlerinin yanı sıra mülk edinme gayret ve çabası içerisindedirler8. Geçmişte İslam dünyasında da vakıflar, eğitim-öğretim, sağlık, sosyal güvenlik başta olmak üzere şehircilik ve bayındırlık hizmetlerinin icra edilmesinde önemli roller oynamışlardır. Fethedilen yerlerde Türk-İslam kültürünün yerleşmesinde ve iskân meselelerinde büyük ölçüde katkılar sağlamışlardır. Merkezde ve taşrada imar işlerini, köy ve şehirlerin su ihtiyacını karşılayan müessese yine vakıflar olmuştur. Vakıf kuranların çoğu askeri sınıftan9olduğu için hayrî vakıflarla kamuya gelir transferi sayılabilecek hizmetler gerçekleştirilmiştir. Varlıklı insanların servetlerinin hizmete dönüştürülmesine de katkıda bulunulmuştur. Taşınmaz kültür varlıkları oluşturularak geleceğe taşınmasına gayret edilmiştir. XVIII. asırda devlet, halktan sosyal ihtiyaçların karşılanması için vakıf yapmasını istemiştir. İnsani duygu vedüşüncelerle birlikte ekonomik, sosyal ve psikolojik sebepler ve vakıf hukukunun sağladığı avantajlar servet sahibi insanları vakıf yapmaya özendirmiş ve Osmanlı devletinde büyük bir vakıf medeniyeti ortaya çıkmıştır (Öztürk: 2004: 70). Bugünkü anlamda özellikle Batı’da sivil toplum kurumlarının yapmayı arzu ettiği hatta yapamadığı hizmetleri o günün vakıfları mükemmel bir tarzda gerçekleştirmişlerdir. Murat Çizakça’nın ısrarla üzerinde durduğu subsudiarity ilkesinin ruhu yaşanmıştır. Yani problemler merkeze yada devlete gerek kalmadan mahallinde ve sivil kurumlar tarafından çözüme kavuşturulmuştur. Günümüzde de kültürel kimliğin kazandırılmasında ve vatandaşların toplum sorunlarında bilinçlendirilmelerinde vakıf vb. gönüllü kuruluşların fonksiyonu büyüktür. Ancak ülkemizde bu kurumlara gereken önem verilmemiştir. Bu yüzden vatandaşlar arasında olması gereken dayanışma ve bütünleşme arzu edilen düzeyde sağlanamamıştır. Bu boşluktan yolsuzluklar ortaya çıkmış ve özellikle terör, bu boşluktan kolaylıkla yararlanabilmiştir. Başta vakıflar olmak üzere gönüllü kuruluşlar belirli düzeyde örgütlenemediği için olaylar karşısında umulduğu gibi bir toplumsal tepki oluşturulamamıştır. Oysa toplumsal tepkinin güçlü olduğu ülkelerde, kamu hizmetlerinde hayatı zora sokan çarpıklıklar, sapmalar ve yolsuzluklar ortaya çıkma zemini bulamamıştır. Zira uğradıkları haksızlıklar karşısında, toplumun haklarını s.a.v.unan ve onları koruyan vakıf vb. gönüllü kuruluşlar etkin bir şekilde görevlerini yerine getirmişlerdir (Baloğlu 1994: 9). WDULKOL X\XP \DVDODUÜ GRðUXOWXVXQGD 0$''( s $ WDULKOL YH VD\ÜOÜ 9DNÜIODU .DQXQXQXQ LQFL PDGGHVLQLQ VRQXQDDíDðÜGDNLIÜNUDODUHNOHQPLíWLUo&HPDDWYDNÜIODUÜYDNIL\HOHULROXSROPDGÜðÜQDEDNÜOPDNVÜ]ÜQ%DNDQODU.XUXOXQXQL]QL\OHGLQÈ KD\UÈVRV\DOHðLWVHOVÜKKÈYHNÖOWÖUHODODQODUGDNLLKWL\DÁODUÜPNDUíÜODPDNÖ]HUHWDíÜQPD]PDOHGLQHELOLUOHUYHWDíÜQPD]PDOODUÜÖ]H ULQGHWDVDUUXIWDEXOXQDELOLUOHU%XYDNÜIODUÜQGLQÈKD\UÈVRV\DOHðLWVHOVÜKKÈYHNÖOWÖUHODODQODUGDNLLKWL\DÁODUÜQÜNDUíÜODPDNÖ]HUHKHU QHVXUHWOHROXUVDROVXQWDVDUUXIODUÜDOWÜQGDEXOXQGXðXYHUJLND\ÜWODQNLUDVÐ]OHíPHOHULYHGLðHUEHOJHOHUOHEHOLUOHQHQWDíÜQPD]PDOODU EX.DQXQXQ\ÖUÖUOÖðHJLUGLðLWDULKWHQLWLEDUHQDOWÜD\LÁLQGHEDíYXUXOPDVÜK¼OLQGHYDNÜIDGÜQDWHVFLOROXQXU&HPDDWYDNÜIODUÜDGÜQD EDðÜíODQDQYH\DYDVL\HWROXQDQWDíÜQPD]PDOODUGDEXPDGGHKÖNÖPOHULQHW¼ELGLUo %XUDGDNLDVNHULVÜQÜIWDQPDNVDWVDGHFHÖQLIRUPDOÜDVNHUOHUGHðLOD\QÜ]DPDQGDELUWDNÜPPLOOHWJUXSODUÜQÜQEDíÜQGDNLPLOOHWLQHQFDPÜQ GDQVRUXPOXNLíLOHUGLU%N2UWD\OÜ _ 366 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ Vakıfların hizmet alanları Batı’da da İslam dünyasında da aşağı yukarı benzer yapıya sahiptir. Problemler benzer olunca geliştirilen çözüm önerileri ve faaliyetleri de benzerlikler arz etmektedir. Ancak Batı’da farklı olarak adına “governmentaly-supportedfoundations” denilen ve partileri desteklemek amacı ile kurulan vakıflar İslâm dünyasında pek rastlanan tür değildir. Gerçi Batı’da da çok fazla yaygın olmamakla beraber başta Almanya olmak üzere bazı bölgelerde bu tür vakıflara rastlanmaktadır. Bunların amacı, bir partiyi güçlendirmek ve iktidara taşımaktır (Kendall vd. 1996: 19). Farklı vakıf tür ve hizmet alanlarından biri de değişik kanallardan fon sağlayarak proje ve organizasyonları destekleyen vakıflardır. Yani bazı vakıfların proje ve organizasyon destekleme amacı ile kurulmuş olmasıdır. Bu tür vakıflar büyük fonlar oluşturarak değişik alanlarda yapılan proje çalışmalarına katkı sağlamaktadırlar. Kanser hastalığını araştıran bir araştırma merkezine ya da aids hastalığı ile mücadele içerisinde olan bir sağlık kuruluşuna fon sağlamak gibi. Benzeri faaliyetler bizde de olmasına rağmen Batı’da bu tür organizasyonlar hem çoğunlukta ve hem de çeşitlilik arz etmektedir (Mcllnay 1998: XII; (Kendall vd.1996:17). Bütün bu genel açıklamalardan sonra şu çıkarımda bulunmak mümkündür. Osmanlının özellikle ilk asırlarında ve ortalarında hemen hemen münhasıran vakıflar eliyle yürütülmüş bulunan sağlık ve sosyal hizmetleri ile milli eğitim hizmetlerinin, bugün için memleketimizde devlet eli ile mükemmel bir şekilde yürütüldüğünü söylemek mümkün değildir. Birçok gelişmiş ülkelerde çeşitlivakıf kurumlarının icra etmekte oldukları hizmetler ve toplum hayatında oynadığı rol dikkate alınacak olursa, ülkemiz için maziden de örnekler alınarak, bu müessesenin hizmetinden velev ki bu hizmetler devlet tarafından yürütülmüş olsa bile istifade etmek pekâlâ mümkündür. Şu anda Amerika’da bulunan 3.000’in üzerindeki Üniversite arasında Top Universities yani ilk onda yer alan en meşhur üniversite arasında yer alan, Princeton Üniversitesinin belli bir yeri vardır. New Jersey’e bağlı bir kasaba olan Princeton’da bulunan Princeton Üniversitesi başta olmak üzere, Amerika’daki bilimsel gelişmenin mimarı kabul edilen üniversitelerin önemli bir kısmı, non-profit yani kâr amacı gütmeyen vakıf üniversitelerin başında gelmektedir (Akgündüz ttp://www.osmanli.org.tr/osmanlidaegitim.pph). Bu durum günümüzde vakıfların eğitim alanında da hala çok etkin olabileceğini göstermektedir. 4. Vakıfların etkileşimi bakımından Dünyada vakıfların kuruluş ve gelişmesinde ülkemizin öncülük ettiği, Osmanlılar döneminde vakıfların nicelik olarak çoğaldığı ve nitelik bakımından geliştiği ülkemiz sınırları içinde kalan ve dışında bulunan vakıfların büyük bir bölümünün bugün de hizmet verdiği bilinmektedir. Vakıflar, özellikle geçmişte İslâm dünyasında önemli fonksiyonlar icra ederken Batı’ya da örneklik etmiştir. Zira İslam coğrafyası aydınlık bir dönemi yaşarken karanlık dönemlerinden birini yaşayan Batı dünyası ise s.a.v.aş ortamının olumsuz şartları altında karşılaştığı İslâm dünyası ile uzun bir süre yakın ilişki içerisine girmek gereği duymamıştır. Ancak X. asrın sonlarında II. Sylvestre’in atılımlarıyla başlayan ilgi, ilk karşılaşmadan ancak dört asır sonra _ 367 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması Hıristiyan dünyası, İslam bilim ve düşüncesiyle tanışma fırsatı bulmuştur. Üç asır boyunca sürecek olan Arapça’danLatince’ye tercümeler neticesinde XII. asrın başından itibaren hem antik düşüncenin hem de İslâm düşüncesinin evrensel nitelikli özgün eserlerini yakından tanıma imkânı bulmuştur. Bu sayede Batı büyük bir kültürel atılımı başlatırken ve tarihinin dönüm noktalarından birini oluşturan Rönesans hareketini gerçekleştirirken İslam dünyasından da etkilendiğini inkar kabil değildir (Mesud 1990: 89). Batı dünyasına bu etki üç alanda yoğunlaşmıştır: Düşünce alanında, Bilim alanında, Kültür ve medeniyet alanında. Bu etki iki aşamada meydana gelmiştir. Birinci aşamada, İslâm düşüncesinin temel eserleri Latince ve İbranice başta olmak üzere bazı mahalli dillere tercüme edilmiştir. İkinci aşamada ise bu düşüncenin temel problemleri doğrultusunda üretilen fikirler, Batı Avrupa’nın bilim ve kültür çevrelerin ulaştırılarak buralarda yeni düşüncelerin gelişmesine ve yayılmasına zemin hazırlamıştır (Karlığa 2004: 17-19). Bu etki din, dil, kültür ve düşünceye münhasır kalmamış hukuki bakımdan da Hıristiyan toplum üzerinde İslâm’ın etkisi olmuştur. Zira, fıkıh kurallarından ilham alarak zimmîler de mülklerini habbûs (vakıf ) yapmışlardır. Yani ölüm halinde bazı mülklerini kilise veya tarikatlar bağışlamışlardır. Bunu yaparken mülklerinin el değiştirmeyeceğinden ve gelirlerinin kiliseye kalacağından emin olmuşlardır (Karlığa 2004: 155). Bologna Hukuk Fakültesi ile Fıkıh öğreniminin ağırlıkta olduğu Nizâmiye medreselerinin şekil ve metot bakımından birbirine benzediği, Salerno Tıp Okulu’nun da İslâm dünyasındaki tıp öğrenimine göre tanzim edildiği ifade edilmektedir (Makdisi 24 Karlığa 2004: 200’den). Paris Üniversitesi’nin ve diğer Batı üniversitelerinin bir çoğunun kuruluşunda etkili olan vakıf özelliğinin Nizâmiye ve diğer İslâm üniversitelerinde karşılaştığımız sultanların ve diğer devlet adamlarının vakıflarıyla büyük benzerlikler gösterdiği kuşkusuzdur. Paris Üniversitesi’nin Nizâmiye Medresesi’nden etkilendiği insaf sahibi birçok batılı yazar tarafından da ifade edilmiştir (Levy 193 Karlığa 2004: 200’den). XI ve XII. yüzyıllarda haçlı seferleri ile İslâm dünyasını daha yakından tanımaya başlayan Avrupa, İslâm dünyasından kurum alma işlemini de hızlandırmıştır. Bunda XIII. yüzyılın sonuna doğru İslâm coğrafyasının, Atlantik’ten Pasifik Okyanusuna kadar yayılmış ve o zamana kadar görülmemiş bir refaha ulaşmış olmasının etkisi büyüktür. Çünkü o dönemde İslâm dünyası dünya ekonomisine hâkim olmuş ve Avrupa’dan daha üstün bir kurumsal yapıya kavuşmuştur. Bu şartlar altında, Avrupa’nın İslâm dünyasından sadece uluslararası geçerliliği olan İslâm sikkelerini değil; aynı zamanda bazı ekonomik kurumları, hatta sistemi, almaya çalışması anlaşılabilir tabii bir durumdur. Vakıf sistemini inceleyen ekonomistler, bir toplumun ihtiyaç duyabileceği tüm hizmetlerin yüzyıllar boyunca devlete çok düşük maliyetle karşılandığını öğrenince, Batı’nın ekonomik düşünce dünyasında vakıf benzeri kurumlara yönelik ciddi bir ilgi oluşmuştur (Anheier 2001: 40). _ 368 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ Vakıflar, bahsi geçen hizmetleri verirken devlete maliyet getirmemesi dikkate değer bulunmuştur. Bu durum vakıfların ilginç yanını oluşturmaktadır. 10-13. yüzyıllarda Avrupa, her türlü eğitim ve sağlık kurumlarını destekleyen vakıflar, kontrat hukuku, iş ortaklılıkları, para transfer teknikleri ile ağırlık ve ölçme sistemlerini İslâm dünyasından almıştır. Çünkü bu kurum ve teknikler, Avrupa’da kullanılan benzerlerinden çok daha ileri seviyedeydi. Özellikle İslam geleneği olan vakıflar, Haçlı Seferleri sırasında Batı tarafından alınmıştır. Bunun en güzel örneklerinden biri de Oxford Üniversitesi’nin meşhur Merton Koleji’dir. Bu kolej, tamamen bir vakıf yapısı içinde inşa edilmiştir. Yani vakıf, Batı’nın 12. yüzyılda örneğini İslam dünyasından almış olduğu kurumlardan sadece biridir (Çizakça 2002: 36; Çizakça 2000: 9). Toynbee, Haçlı Seferleri’nin en önemli sonucunun, siyasal olmaktan çok ekonomik ve kültürel olduğunu dile getirmekte ve İslamın Latin dünyasının basit yaşamına medeniyetin nimetlerini sunduğunu açıkça ifade etmektedir. Ona göre özellikle de mimari gibi belirli sanat dallarında bu İslami etki Batı dünyasının “ortaçağı” nı bütünüyle kaplamıştır. Sicilya ve Endülüs gibi Arap İmparatorluğunun Batıdaki haleflerinde bu etki daha derin ve geniş bir şekilde görülmüştür (Toynbee 1988: 178). İslam dünyasındaki vakıflarımızdan etkilenerek Amerika ve Avrupa ülkelerinde kurulan vakıfların, daha çok geliştiği, özellikle büyük sanayici ve işadamlarının kurdukları vakıfların ülkelerinde ve başka ülkelerde dahi; eğitim, ilmî araştırma, eski eserleri onarma, müzeler kurma ve güzel sanatları destekleme sahalarında büyük hizmetler verdiği kabul edilmektedir (Başman 2002: 32). KAYNAKÇA Akgündüz, A. (1990). Belgeler Gerçekleri Konuşuyor (1), İzmir. Akgündüz, A. (1990). Belgeler Gerçekleri Konuşuyor (2), İzmir. Akgündüz, A. (1996). İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, İstanbul. Akgündüz, A. “Princeton Üniversitesi Penceresinden Amerikan Eğitimine Bir Bakış”, bk. ttp://www.osmanli.org.tr/osmanlidaegitim.pph Anheier, H. (2001) “Foundations in Europe: a ComparativePerspective”, Foundations in Europe, London. Avrupa Komisyonu’nun Avrupa’daki Gönüllü Kuruluşlar ile Vakıfların Rolünün Geliştirilmesine İlişkin Tebliği, ter. Ender Gürol, İstanbul, 2001 Aydın, D. (2002) “Batıda Vakıflarda Aranan Temel Özellikler”Vakıf ve Kültür Dergisi, İstanbul. Aydın, M.A. (2004). “Vakıfların Yeniden Yapılandırılması”, Vakıf Sempozyumu Kitabı, Ankara. Baloğlu, Z. (1994). Türkiye Üçüncü Sektör Raporu, İstanbul. Baloğlu, Z. (1997). “Third Sectorand International Cooperation”, The II. International Meeting of Foundations, İstanbul. Başman, M.A. (2002) “Vakıflar”, Vakıf ve Kültür Dergisi, XIX. Vakıf Haftası Özel Sayısı, İstanbul. Bikmen, F. (2004). “Türkiye’de Kurumsal Filantropi”, Bülten, TÜSEV, İstanbul. _ 369 _ İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması Bikmen, F., Meydanoğlu, Z., (2006). “Türkiye’de Vakıflar ve Sosyal Yatırımın Geleceği”, STD, (temmuz-eylül),www.tusev.org.tr/userfiles/image/filiz%20bikmen&zeynep_meydanoglu.pdf Birleşmiş Milletler neşriyatından olan Milletlerarası Sosyal Hizmetler Programları Etüdü New York 1959’dan naklen Tuncay 1984 Bucenun, M. (1990) İslam ve Batı, Çev. Aydın, Cemal, İstanbul. Crespi de Validaura, G. (2004) “İspanya’daki Vakıf Sistemi”, çev. M. Sinan Şanlı, Vakıflar Sempozyumu Kitabı, Ankara. Çizakça, M. (2000) A History of Philanthropic Foundations, İstanbul. Çizakça, M. (2002) “Vakıflar Konusunda Batıdaki Son Gelişmeler ve Subsidiarity Kavramı”, Vakıf ve Kültür Dergisi, İstanbul. Çizakça, M. (2002) Demokrasi Arayışında Türkiye, Ankara. Dönmezer, S. (1995) Toplumbilim, İstanbul. Dünya Vakıflarının Üç Büyüğü, 3. sektör (TÜSEV Yayınları), İstanbul, 1996 el-Kubeysî, M. (1977) Ahkâmu’l Vakffi’ş-Şeriati’l-İslâmiyye, Bağdad. el-Makdisî, George, The Rise of Colleges, s. 24’den naklen Karlığa B. (2004) İslâm Düşüncesi’nin Batı Düşüncesi’ne Etkileri, İstanbul. Elmalılı, M. H. (1973) Ahkâm-ı Evkâf, İstanbul. Ergüder, Ü. (2002) (Oturum Açış Konuşması), Vakıf ve Kültür Dergisi, XIX. Vakıf Haftası Özel Sayısı, İstanbul. F. DALGAKIRAN (1996) (derleyen), “Şimdi Avrupa’da NGO’cu Olmak Vardı”, 3. Sektör (TÜSEV Yayın Organı), İstanbul. Görmüş, A. (1996). “Osmanlı’da Vakıf Bugünkü ABD’den Çok Öndeydi”, 3. Sektör, Dünyada Kopan Fırtına ve NGO’lar. Gözübenli, B. (2003) “İslâm Toplumunda Vakıf Kültürünün Doğuşu”, Yeni Ümit Dergisi, Yıl:16, Sa: 60, İzmir. Gözübenli, B. ts. “İslam Ülkesindeki Gayrimüslimlerin Sosyal Güvenlik Haklarına Dair Kur’anî İlkeler”, Erzurum. Güngör, E. (1993) Sosyal Meseleler ve Aydınlar, İstanbul. Hatemi, H. (1996). “Vakıf Kurumunun Kökeni Hakkında Düşünceler”, 3.Sektör, İstanbul. Koyunoğlu H. (2002) Sosyal Politika Açısından Vakıflar -XVII. Yüzyıl İstanbul Örneği(yayınlanmamış doktora tezi), İstanbul. İbşirli, M. (2004) “Türk Medeni Kanunu Öncesi Vakıf Sistemi” (oturumunda tartışmacı), Vakıflar Sempozyumu Kitabı, Ankara. Karlığa, B. (2004) İslâm Düşüncesi’nin Batı Düşüncesi’ne Etkileri, İstanbul. Kendall. J- Knapp M. (1996) TheVoluntary Sector in the UK, Manchester (İngiltere). Kessler, G. (1945) İçtimâi Siyaset, İstanbul. Koç, R. (2002) “XIX. Vakıf Haftası Konuşması”, Vakıf ve Kültür Dergisi, XIX. Vakıf Haftası Özel Sayısı,, Ankara. Leat, D. (2001) “United Kingdom”, Foundations in Europe, London. Mcllnay, D. P. (1998) How Foundations Work, San Fransisco. _ 370 _ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ Ömer H. (1307) Ahkâmu’l-Evkaf, İstanbul. Öztürk, N. (2004)“Sosyal Siyaset Açısından Cumhuriyet Öncesi Vakıfları”, Vakıf Sempozyumu Kitabı, Ankara. Philanthropic Foundation, TheEncycIopaedia Brittannica Micropaedia Chicago, 1974 Sağlam, N. (2002) “Avrupa’da Vakıfların ve Gönüllü Kuruluşların Rolü ve Sağlanan Teşvikler” Vakıf ve Kültür Dergisi, İstanbul. Salih, S. (1999) İslam Kurumları, çev. İbrahim Sarmış, Ankara. Siederer, N. (1996) “The Role of The Grant-MakingTrust”, SweetCharity, Londonand New York. Sosyal Hizmetler Kongresi Zabıtları ve İhtisas Komisyonları Raporları, Ankara, 1959. Strachwitz, RupertGraf, “Germany”, Foundations in Europe, London, 2001 Taylor, M. Kendall, J. (1999). “History of TheVoluntarySector”, European Foundations Fondamentals, Brüksel. Taylor, M. Langan, J. (1996) “What is TheVoluntarySector”, SweetCharity, Londonand New York. Temel Britanica, (1993) İstanbul. Toktamış A. (1991) “Sivil Toplum ve Değerleri”, Sivil Toplum, İstanbul. Toynbee, A. (1988) Medeniyet Yargılanıyor, çev., Ufuk Uyan, İstanbul. Tuncay, A. (1984). Eski Vakıf Hükümlerimiz ve Vakıflarla İlgili Bazı İnceleme ve Sorunlar, İstanbul. Türkiye Üçüncü Sektör Konferansı Kararları ve Türkiye Üçüncü Sektör Beyannamesi, (1994) İstanbul. Türkiye Üçüncü Sektör Ulusal Deklarasyonu ve Öneriler Paketi, (2000), TÜSEV, İstanbul. TÜSEV, 3. Sektör, Bülten, İstanbul, 1996. Ülgener, F. S. (1983) Zihniyet Aydınlar ve İzm’ler, Ankara. Vakıflar Mevzuatının Bazı Maddelerine İlişkin Karşılaştırmalı Rapor, (2004). TÜSEV Yayınları, İstanbul. Vakıflar Sempozyumu Kitabı, (2004). Ankara. Yazgan, T. (1977) Görüşler, İstanbul. _ 371 _ _ 372 _ 7+(52/(2):$4),17+(,6/$0,& :(/)$5(6<67(0 'U$OL$VJKDU6$(,', 8QLYHUVLW\RI7HKHUDQ,5$1 It is a great pleasure to be here at World Foundations Conference and many thanks to the organizers who have invited me. What strikes me as the most contentious aspect of the role of Waqf in the Islamic welfare system is the question why in the post-revolutionary era the Islamic republic establishment led to the integration of the religious establishment into the political system through the concept of “Guardianship of the Jurisconsult” (velayat-e faqih), but the religious leaders refused to apply the economic aspect of religion in Islamic state. In order to answer this question I have studied the relative capacity of the religious leaders to run the foundations which established in the post-revolutionary era to maintain their own kinds of distributional economic policies. The establishment of these foundations (bonyads) following the revolution of 1978–79 created a large socio-economic sector. It was not a unique event among the twentieth century’s political revolutions because most of them have been followed by social revolutions as well. For instance Nicaragua, tried to harness a mass society by creating parallel structures of revolutionary legitimacy and authority in order to contribute to the consolidation process. In Iran, the creation of some populist organizations (bonyads) maintained the hegemony of revolutionary forces over the subordinated classes and assisted them to administer and pursue social welfare and reconstruction programs. Yet, they are a unique product of the 1979 revolution in the sense that the creation of an Islamic state was mainly based on Ayatollah Khomeini’s doctrine that the restoration of Muslim unity depended solely on the establishment of a government having the real interests of Muslims at heart. Exiting a sense of flexibility in these foundations indicates a relationship between the economic structure and social policy mechanism. This flexibility illustrates society’s capacity to go through what Esping-Andersen calls ‘de-commodification’,1 that is to say people can received social services out of market. and using Ulrich Beck’ terminology, it demonstrates how society is prevented from making “manufactured risks”2 in order to insure itself, whether by religious organizations, the family, or welfare state. I am here to explain this sense of flexibility in the Islamic welfare system. Before I do, I would like to highlight two theoretical points as an introduction. 6HH(VSLQJ$QGHUVHQ*7KH7KUHH:RUOGVRI:HOIDUH&DSLWDOLVP&DPEULGJH3ROLW\3UHVV *LGGHQV$QWKRQ\o5LVNDQG5HVSRQVLELOLW\p0RGHUQ/DZ5HYLHZ _ 373 _ The Role of Waqf in the Islamic Welfare System First, to know about the relationship between economic activities as a rational action, and religious activities as emotional ones, we have to analyze the society’s economic culture. Here I define culture in the broader sense. I would like to make the point that a different social policy in each society derives from a certain economic culture. It is correct that waqf plays important role in Islamic welfare system, but does it mean people might think that it was in their self-interest to behave morally and in accordance with religion- or they have little room to keep their private ownership on property. The second point is about the different rights, I mean civil, political and social rights and their relations. Of course, religious organizations would provide welfare for the vulnerable. We consider them as granting social rights. However, their functions have certain implications on the civil and political rights. Islamic welfare system: state and society Keeping these points in mind, it can be plausibly argued that the economic situation in Iran and in the Middle East and North African countries has been under pressure by the internal forces (which are mainly based on ever-increasing expectations and social needs and wants under the forces of globalization). Their social policy, whether by the state or society, has likely played a critical role both in the resolution of their economic development, and in the promotion of non-state and para-governmental religious organizations. For instance, the reaction of Iranian society to the economic downturn and ever-increasing rate of unemployment in Iran, in recent decades, has increased the family’s support of the unemployed youth. However, it has then resulted in the further economic deprivation of the family. The tightening family unit is a particularly interesting phenomenon as the country passed through a revolution and eight years of war in recent decades. In Iran diverse non-state actors have historically played critical roles in enabling populations to meet their basic needs, whether by providing or mediating access to social benefits and programs. But these attempts were dramatically undermined when three decade ago the revolutionary state claimed the main slogan of the revolution is to bring justice in practical terms. The system of non-state organized welfare provision was gradually replaced by the para-governmental religious welfare organizations, and it neutralized the effects of the non-state provision of social welfare on state capacity.3 By the concept of state capacity, it means the ability of the state to control the legitimate means of force within its borders and para-governmental welfare organizations take control of the means of legitimating by direct supporting people. The para-governmental religious organizations have systematically taken the responsibility of non-insurance sector. However, the formal social insurance which started 80 years ago expanded. The social assistance and support services for the poor and vulnerable are run by para-governmental religious organizations. The interaction among various programs has implications for the overall design of social policy programs. Furthermore, interaction among formal social policy and other programs may also have important financial consequences. More evidence is needed and more research has 7KLVVHFWLRQRISDSHUGUDZVKHDYLO\RQP\SUHYLRXVSDSHUZKLFKDOUHDG\SXEOLVKHG)RUPRUHVHH6DHLGL$OL$ 7KHDFFRXQWDELOLW\RISDUDJRYHUQPHQWDORUJDQL]DWLRQVERQ\DGVWKHFDVHRI,UDQLDQIRXQGDWLRQV,UDQLDQ6WXGLHV YROQR _ 374 _ Dr. Ali Asghar SAEIDI to be done based on transparent data for it to be possible to evaluate the costs and benefits of various programs. Nevertheless, here we shall try to explain these organizations’ perception of need and vulnerability, the type of relationship between these faith-based organizations and their beneficiaries, and how they identify vulnerable groups in order to ensure that they can be provided with an acceptable standard of living, as/which is? the objective of all social security policies. These para-governmental organizations claim to provide a collection of measures and activities relating to social work, advisory and other social and rehabilitation services rendered for satisfying the needs of low-income groups, improvements in the conditions of families of martyrs, former prisoners of war, needy rural dwellers, orphans, the disabled, and the handicapped. Active para-governmental organizations in this regard are the Martyrs’ Foundation (Bonyad-e Shahid), the Imam Khomeini Relief Aid Committee, the Oppressed and Disabled Foundation, the Housing Foundation, and The 15th Khordad Foundation. These organizations represent the dual power structure which of course, in one hand, reinforces the authority of religious organizations but on the other, it decreases accountability which might prevent the materialization of the citizenship which is based on rights. The establishment of several para-governmental organizations, such as faith-based organizations, following the revolution of 1978–79 created a large socio-economic sector. Although it was not a unique event among the twentieth century’s political revolutions because most of them had been followed by social revolutions in order to harness a mass society by creating parallel structures of revolutionary legitimacy and authority and contribute to the consolidation process, it was a unique event in the sense that it created some populist organizations to provide welfare services for the vulnerable as a religious duty. It maintained the hegemony of revolutionary forces over the subordinated classes and assisted them in administering and pursuing social welfare and reconstruction programs. They are also a unique product of the 1979 revolution in the sense that the creation of an Islamic state was mainly based on Ayatollah Khomeini’s (the revolutionary leader) doctrine that the restoration of Muslim unity depended solely on the establishment of a government having the real interests of Muslims at heart.4 The Islamic state tried to implement some of the most important religious injunctions. Criticizing the machinery of the old regime as being inline with the capitalist mode of production, an instrument of dependence, establishing rent seeking groups, widening gap between classes, and urban and rural areas, and social inequality, the Islamic state tried to create a welfare state which brought constitutional and distributional justice in practical terms. It was impossible to apply the economic aspect of religious injunctions, whether collecting the alms-tax, protecting the poor, or supervision of endowments (awqaf )5 within the Islamic state without the creation of these organizations. At first glance, it seemed that the religious 5XKROODK .KRPHLQL 1DPHKnL DV ,PDP 0XVDYL .DVKLI DO*KLWD 7HKUDQ r DQG + (QD\DW o,UDQ .KXPD\QLnV &RQFHSWRIm*XDUGLDQVKLSRIWKH-XULVFRQVXOWnpLQ,VODPLQWKH3ROLWLFDO3URFHVVHG-DPHV3LVFDWRUL1HZ<RUNr $ZTDI DUH UHOLJLRXV HQGRZPHQWV SURSHUWLHV JLYLQJ UHYHQXHV $ZTDI DUH DGPLQLVWHUHG E\ PDQDJHUV RU D FKDULWDEOH IRXQGDWLRQ ZKLFKDUHLQFKDUJHRIHQVXULQJWKDWDOOUHYHQXHVHQGXSLQWKHULJKWSRFNHWV$ZTDIOHDGHUVDUHPRVWO\XODPDDQGORFDOUHOLJLRXV OHDGHUVZRUNLQJLQGHSHQGHQWO\IURPWKHVWDWH,QWKHPRGHUQZRUOGDZTDIDUHLPSRUWDQWPHDQVRIILQDQFLQJWKHDGPLQLVWUDWLRQRI PRVTXHVDQGUHOLJLRXVVFKRROV7KHLQVWLWXWLRQRIDZTDIDVFKDULWDEOHRUJDQL]DWLRQVKDVSOD\HGDPDMRUUROHLQWKHGHYHORSPHQWRI HFRQRPLHVDQGWKHDFFXPXODWLRQRIODQGHGSURSHUW\LQ,VODPLFVRFLHWLHVIRUFHQWXULHVVHUYLQJDVPHFKDQLVPVIRUXQWD[HGVDYLQJ DQGLQYHVWPHQW _ 375 _ The Role of Waqf in the Islamic Welfare System and revolutionary leaders did not trust the state enterprise for this truly religious obligation immediately after the revolution. But the expansion of these organizations in subsequent years indicated that they are unique in the way of reconstructing religious charities into giant para-governmental monopolies with no governmental discretion (and citizen scrutiny) over their charitable operations while they could contribute to the ideological and cultural needs of an Islamic state. Although several studies showed that they were successful in giving social assistance to the poor who had been neglected during the old regime, as we will demonstrate, they embodied a contradictory position within the religious establishment and reinforced part of a dual structure of power in the Islamic state when they worked in parallel with state enterprises. The establishment of the Islamic Republic led to the integration of the religious establishment into the political system through the effective application of the concept of “Guardianship of the Jurisconsult” (velayat-e faqih). Nevertheless, the religious leaders did not incline to apply the welfare aspect of religious injunctions within the government policies. The religious leaders favored running these organizations in order to maintain their own kinds of distributional policies. The latent function of these organizations is also to maintain their relations to the people which are vital for them. In addition, the ideological functions of these organizations have been contributed to the social mobility of revolutionary forces, the state ideology, and consolidation of political power. However, the crisis of routinization of post-charismatic authority, did not allow paragovernmental charitable organizations to make a harmonious plan with any state economic reforms. The problems encountered by these organizations when the reformist government took office and a new era, marked by accountability and scrutiny, began two decade after the revolution. Discussions of faith-based or charitable organizations, their role within the Islamic state, and their relationship with religious leaders requires some consideration of their antecedents as charitable foundations (awqaf) in order to discover whether there existed any theoretical basis for the relationship between these two kinds of organizations. It can be simply argued that what distinguishes these para-governmental welfare organization set up by religious leaders from all charitable foundations in the contemporary history of Iran is that the paragovernmental organizations were established in the political system of the post-revolutionary era while the charitable foundations were popular religious-economic awqaf (endowment) which were led mostly by grand and local religious leaders, working independently from the state, and aloof from politics.6 The main duty of religious leaders in the tradition of Shi‘ite Islam in Iran, apart from exercising Ejtehad (religious interpretation) in the occultation of the Imam, is to serve as guardians of those who are without a protector in society.7 For this reason they are persons 6 0DORQH\ o$JHQWV RU 2EVWDFOHV" 3DUDVWDWDO )RXQGDWLRQV DQG &KDOOHQJHV IRU ,UDQLDQ 'HYHORSPHQWp LQ 7KH (FRQRP\ RI ,UDQ 'LOHPPDVRIDQ,VODPLF6WDWHHG3DUYLQ$OL]DGHK/RQGRQDQG1HZ<RUN $EEDV(TEDO.KDQHGDQL1DZEDNKWL7HKUDQ _ 376 _ Dr. Ali Asghar SAEIDI who are entrusted with deposits, the estates of minors, and the guardianship of orphans.8 The Quran asks Muslims to show solidarity with the socially weaker members of the community. A tax called zakat serves this purpose for the ulama (grand Ayatollahs). The term zakat is normally translated as tax for the poor, or “alm-tax.” The Quran mentions zakat as well as a tax called “the fifth” (al-khums).9 The khoms plays an important role for the Shi‘ites.10 These taxes and payments are based on the mechanism of taqlid (emulation of another in matters of the law) in Islamic jurisprudence in the sense that it is a duty (taklif ) of the moqalled (a believer who emulates) to pay religious tax to a jurisconsult (mojtahed). Taqlid has acquired special significance for Shi‘ism as the theoretical foundation for an accentuated clerical hierarchy.11 It is incumbent upon the layman to follow the jurist’s ruling for determining the ethnically and ritually correct behavior, including paying taxes, but the mojtahed has no independent accountability, as the principle of ejtehad is based on independent juristic reasoning.12 The ulama (grand Ayatollahs) doctrinally concentrate on payment of the alms and charity, particularly khoms (share of the imam), as a special source of income for supporting the poor as well as the Shi‘ite seminaries.13 During the Qajar’s reign (1785–1925), along with the extensive expansion of the religious folk rites, the religious authority of the ulama developed. In the course of time, the collection and distribution of various kinds of alms and money intended for pious and charitable purposes were the responsibility of the ulama as representatives of the authority of the imam.14 The more the ulama received the sums (alms and donations), the more it reflected their authority and importance. In addition, the income generated from the awqaf associated with shrines and mosques was one of the most significant sources of income for the ulama. The institution of awqaf as charitable organization has played a major role in the development of economies and the accumulation of landed property in Islamic societies for centuries, serving as mechanisms for untaxed s.a.v.ing and investment. In Safavid times (1501–1722), Isfahan, the capital city at the time, had extensive awqaf lands attached to its mosques and religious and traditional schools (madresehs). However, this was to be undermined by the local magnates in periods of chaos, for instance, between the end of the Safavids and the beginning of the Qajars.15 The rapid increase of groups of pilgrims and mourners changed the character of the Shi‘ite holy cities in the Qajar period. It also increased the ulama’s sources of income. The awqaf, as well as the various grants and voluntary donations, became important sources of income. For +DPLG$OJDU5HOLJLRQDQG6WDWHLQ,UDQr%HUNHOH\DQG/RV$QJHOHV 4XUDQWUDQV0DUPDGXNH03LFNWKDOO/RQGRQ,WFDQEHIRXQGLQWKHYHUVHoNQRZWKDWZKDWHYHU\RXDFTXLUHDV PDWHULDOJDLQDILIWKEHORQJVWR*RGDQGWRWKH3URSKHWDQGWRWKRVHUHODWHGDQGWKHRUSKDQVDQGWKHSRRUDQGWKHZD\IDUHUVp +HLQ]+DOP6KLmD,VODP)URP5HOLJLRQWR5HYROXWLRQ3ULQFHWRQ$6DFKHGLQDo$O.KXPV7KH)LIWKLQWKH,PDPL6KLmL /HJDO6\VWHPo-RXUQDORI1HDU(DVWHUQ6WXGLHVr1&DOGHUo.KXPVLQ,PDPL6KLmL-XULVSUXGHQFH)URPWKH 7HQWKWRWKH6L[WHHQWK&HQWXU\$'p%XOOHWLQRIWKH6FKRRORI2ULHQWDODQG$IULFDQ6WXGLHVrDOVRVHH+RVVHLQ%HQ %DEYH\HK0HQ/D\DK]DUDOIDTLKYRO%HLUXWQGr 11 /&ODUNHo7KH6KLmL&RQVWUXFWLRQRI7DTOLGp-RXUQDORI,VODPLF6WXGLHVQR 6DLG $PLU $UMRPDQG 7KH 6KDGRZ RI *RG DQG WKH +LGGHQ ,PDP &KLFDJR DQG /RQGRQ r &ODUNH o7KH 6KLmL &RQVWUXFWLRQRI7DTOLGp $.D]HPL0XVDYLo7KH%DVLVDQG1DWXUHRIXODPDnVDXWKRULW\LQ4DMDU,UDQp,UDQ1DPHKQR $OJDU5HOLJLRQDQG6WDWH $QQ.6/DPEWRQ/DQGORUGDQG3HDVDQWLQ3HUVLD/RQGRQr _ 377 _ The Role of Waqf in the Islamic Welfare System example, the lands attached to the shrine of the Imam Reza in Mashad, situated mostly in the province of Khorasan, constituted probably the largest single source of clerical income during the Qajar period.16 The importance of the awqaf to the ulama can be seen in the struggles among ulama to control their administration. The issue was also sensitive for the state and it constituted a subject for dispute between the ulama and the state. For instance, in the Qajar period the chief administrator of awqaf (motavallibashi) who was initially selected from the ranks of the ulama, came to be reputed as the most important figure next to the provincial governor. When the state took the operation of awqaf lands and their administration out of the control of the ulama during the Reza Shah’s reign, it led to unrest and riots in the provinces since the ulama considered it a serious threat to their financial independence from the state.17 The Rise of New Forms of Religious Charities The establishment of the Islamic Republic led to the integration of religion and state with the ulama as the sole rulers and arbiters of the political order, including the enforcement of the Islamic penal code. Nevertheless, the new government did not integrate some of the other important religious injunctions, such as collecting the alms-tax and administration of awqaf, and let the religious institutions responsible for these financial practices function separately from the state organizations. For example, the Bonyad-e Astan-e Qods-e Razavi continued to be controlled by religious leaders. It was the most important charitable foundation, based on the shrine of Imam Reza at Mashad with an annual budget, mostly from the alms given by pilgrims.18 Although the religious leaders soon legitimized paying tax to the Islamic government, they distinguished it from Islamic tax. For instance, some religious leaders encouraged people to pay tax by saying that “those who do not pay their taxes are like those who do not pay their khoms; their property is illicit, because property or wealth that evades tax payment does not belong to the owner but to the people, the martyrs, and the unfortunate rural dwellers.” When, in the aftermath of the revolution of 1979, the properties of the Shah and the royal family were confiscated, the control of these vast fixed and liquid assets passed on to religious leaders in the forms of newly established para-governmental organizations, and it increased their financial independence. The Revolutionary Council was commissioned by the revolutionary leader’s injunction to confiscate all the wealth of the royal family and related persons in favor of the poor, the worker, and state employees. Ayatollah Khomeini, in his letter to the council, commanded “all of the Shah’s and royal family’s liquid assets should be deposited in the banks in the name of the Revolutionary Council’s.”19 He *HRUJH1&XU]RQ3HUVLDDQGWKH3HUVLDQ4XHVWLRQYRO/RQGRQ )RU D GHWDLOHG OLVW RI $VWDQH 4RGVH 5D]DYL DVVHWV LQ IRUPV RI ZDTI LQ WKH FLW\ RI +HDUW QRZ LQ ZHVWHUQ $IJKDQLVWDQ LQ WKH SUH0RQJROKLVWRU\VHH$OL.DULPL\DQ$VQDGH$VWDQH4RGVH5D]DYLGDU+HUDW7HKUDQIRUPRUHRQ*RKDUVKDG 0RVTXHXSULVLQJLQ0DVKKDGVHH+RVVHLQ0DNL7DULNKH%LVWVDOHK\H,UDQYRO7HKUDQ$]L]ROODKm$WDURGL7DULNK $VWDQH4RGVH5D]DYLYROV7HKUDQ9H]DUDWH(UVKDUGH,VODPLDQG0DMLG7DIUHVKLDQG-DOLO%DKDU 6KHQDVQDPHK=HQGHJDQLYD$VDUH6KHLNK$KPDG%DKDU7HKUDQrDQG+r/6DmLG9DKHG4L\DPH *RKDUVKDG7HKUDQQGDQG/&<DWH.KXUDVDQDQG6LVWDQ(GLQEXUJKDQG/RQGRQDQG 7KLVIRXQGDWLRQZLWKLWVKLVWRULFDOEDFNJURXQGDVRQHRIWKHPRVWLPSRUWDQWWUDGLWLRQDOUHOLJLRXVFKDULWLHVLVFRQWUROOHGE\WKHVXSUHPH OHDGHU7KHZRUG%RQ\DGZDVDGGHGWRWKHWLWOHRIWKLVRUJDQL]DWLRQDIWHUWKHUHYROXWLRQ7KHSRVLWLRQRIKLVUHSUHVHQWDWLYHLVQRW WKHVDPHDVWKH6KDKnVUHSUHVHQWDWLYHGXULQJWKH3DKODYLHUD)RUPRUHVHH$]L]ROODKm$WDURGL7DULNK$VWDQH4RGVH5D]DYL 5XKROODK.KRPHLQL6DKLIHK\H1XU>3DJHVRI/LJKW$&ROOHFWLRQRI6SHHFKHVDQG3URQRXQFHPHQWV@YRO7HKUDQ _ 378 _ Dr. Ali Asghar SAEIDI directly asked the revolutionary committees across the country to implement this order. He called these assets spoils (ghanimat, pl. ghana’em)20 and added that they must be kept and controlled separately from government properties. According to the Law of July 1979, the assets of fifty-one of the largest Iranian industrialists and their immediate families who had profited from “illegitimate ties” with the Shah were confiscated and came under the control of the state and created a large para-governmental sector in the sense that they are holding companies in the private sector based on unclaimed assets. Ironically, although they did not neglect the sanctity of the right of private property, by confiscating these properties they took the opportunity to restore their control over vast amounts of property by calling them assets gained from illegal ties, thus securing their economic independence. Two days after the nationalization of large enterprises, Ayatollah Khomeini tried to assure the merchants and traders of the bazaar that private ownership was secure. He pointed out the cooperation of the ulama with the merchant communities in many instances in the course of the revolution, and distinguished the Islamic state from the communist state by saying that the objective for the Islamic economy is not to eliminate private economic activity.21 These foundations are absolutely loyal to the supreme leader and to local religious leaders who act as representatives of the supreme leader in the capital. The foundations extended their activities qualitatively and quantitatively and played a significant role in the implementation of welfare policies. The studies show the religious organization (faith based organizations) like the Imam Relief Committee functioned well in comparison to NGO’s and the governmental welfare-run programmes. Concluding remarks: The challenges and opportunities In conclusion, I may say that the above analysis has dealt with factors which led to the creation of charitable foundations after the revolution of 1979. The development of social policy has closely been related to their political economy in the sense that they provide the welfare services either as a response to the social demand for the sake of social and political stability, or political legitimacy. In addition, the establishment of these foundations has been accomplished on the basis of the religious authority of the ulama (religious leaders), which entitled them to receive religious charities and financial obligations. The foundations loyal to the supreme leader were vital for the institutionalization of ideology of the Islamic state by implementing wide ranged social and cultural activities. However, their major functions were to implement the promises made under a populist social safety net parallel to formal social security. The foundations withhold their economic and accounting information from the public. The Islamic state is coming under discreet pressure from the inside and outside to open up these charitable organizations to scrutiny, with transparent accounts, and clearly defined statutes and operating principles. $FFRUGLQJWRVXUD4XUDQoZKDWHYHU\HWDNHDVVSRLOVRIZDUORDILIWKWKHUHRILVIRU*RGDQGIRUWKHPHVVHQJHUDQGIRUWKH NLQVPDQZKRKDWKQHHGDQGRUSKDQVDQGWKHQHHG\DQGWKHZD\IDUHUVp7KHYHUEJKDQLPDLVDPELJXRXVLQ$UDELF,WPHDQVERWK oWRDFKLHYHRUSURILWpDQGoWRWDNHDVVSRLOVp7KH6XQQLVLQWHUSUHWWKLVYHUVHDFFRUGLQJWRWKHODWWHUGHILQLWLRQDQGDSSO\LWRQO\WR MXVWLI\WKHWD[DWLRQRIZDUVSRLOV7KH6KLmLXODPDKRZHYHULQWHUSUHWJKDQLPDDVoWRHDUQpLQLWVEURDGHVWVHQVHDQGVLQFHWLPH LPPHPRULDOKDYHXQGHUVWRRGWKHoILIWKpDVDW\SHRILQFRPHWD[+DOP6KLmD,VODP)URP5HOLJLRQWR5HYROXWLRQr .H\KDQ7LUDQG$OL5DKQHPDDQG)DUKDG1RPDQL7KH6HFXODU0LUDFOH/RQGRQDQG1HZ-HUVH\ _ 379 _ The Role of Waqf in the Islamic Welfare System Although they have dominated the larger part of society, their future activities are 1) geared towards solving the lack of accountability, 2) respecting the social rights of citizens through the recognition of liberty and dignity of people while they have been served, 3) having the empowerment plans in order to shift vulnerable groups to the corporatist social security system, 4) instigating a system to systematically recognize those entitled, 5) creating a dynamic network to the other non-state welfare institutions such as the family unit, and 6) making policy to insure people in order to prevent manufactured risks, a type of risk that is related to the reflexive behavior of modern people in the globalized world. These foundations which rooted in the institution of Waqf can be considered as one dimension of social capital because it is the aggregate of the actual and potential resources that are linked to possession of a durable network of more or less institutionalized relationships of mutual acquaintance and recognition – or in other words, to membership in a group. Non-state religious charitable organizations baed on Waqf increases the trust and institutionalizing the social network. However, the more this social trust reinforce the more it might increase the problem of conversion of social capital to economic one. In order to clarify this contradiction we have to remember the historical origin of the relationships of waqf and accumulation of private capital. Homa Katouzian, an Iranian famous scholar argued that the Iranian merchant was not naturally charitable or spendthrift; and it was certainly not merely the teachings of Islam which encouraged him to spend rather than accumulate; the sociopolitical environment simply left him with no rational alternative. This was a main cause of traditional merchant charity (unknown in Europe), which had survived down to the present day ; periodic public feasts, and distribution of both cooked and uncooked food among the needy on religious and other occasions. It would be mistake to regard this as an inevitable consequence of the teachings of Islam, if only because such teachings are common to many religious including Christianity. Absence of a legal code of conduct, that is, the arbitrary nature of power at all levels, leaves little room for financial and security. As Lambton said, there were both public and private endowments in land. The former enjoying greater security – were a source of income and scholarship grants for religious dignitaries and colleges; the latter were a source of income for the descendants of the rich – landlords as well as merchants. Neither was nearly as inviolable as private ownership in Europe, let alone European endowments. Therefore, the contradiction relationships between one of characteristics of waqf as a social capital and private property remain. We have to remember again that private property is a precognition for capitalism, or, to phrase this last condition in a more sociological was, that capitalism can only exist if the individual has a legal right to exclude others from using some object or person. Despite these challenges, these organizations have the capacity to provide opportunities for the state in the time economic recession, to take care of citizen’s welfare, and increase selfreliance. This can be illustrated by examining recent grass root pressure for political rights. It may serve as being a sign of raising a new state-society nexus which sets them on a path in which they respond to the citizen rights democratically, developmentally and inclusively. The role of religious welfare organizations are exactly similar to a family unit which must leave patrimonial ruling and accept the process of democratization. _ 380 _ Dr. Ali Asghar SAEIDI Working parallel with the governmental organizations and state policy, have given a unique opportunity to Iranian religious organizations to decrease the state control over individuals. It has prevented the state to erode the liberty and freedom of people. Unlike, the government welfare organizations, they are more likely to enhance self reliance and willingness of the poor and vulnerable groups. As mentioned earlier, these faith-based welfare organizations have provided welfare services according to their duties rather than their rights. However, the question will remain whether any interpretation of the text allows them to be more flexible, that is to say the exercising religious interpretation. As much as they received pressure from the government and the people can they interpret their relations to the people democratically? In case of Iranian foundation the recent development indicates that they have served the vulnerable according to the order of the government and based on new security law they are more accountable. As of recently, they have publicized their activities. They have also been forced to cover their support to guardianship less and lone-parent household in the sense that they have recognized the women as breadwinner of the household. However, there is much doubt as to whether this is, or ever was common among all Muslim welfare organizations in the region. _ 381 _ İSLAMİ SOSYAL YARDIM SİSTEMİNDE VAKIFLARIN ROLÜ Dr. Ali Asghar SAEIDI Tahran Üniversitesi – İRAN Giriş Burada, Dünya Vakıflar Konferansı’nda olmaktan dolayı mutluluk duyarım ve beni davet eden organizatörlere teşekkürlerimi sunarım. İslami sosyal yardımlaşma sistemi içerisinde vakıfların rolü ile ilgili benim en çok dikkatimi çeken tartışmalı konu; devrim sonrası bir dönemde ‘Hukuk Danışmanı Velayeti’ (velayeti fakih) kavramı sayesinde İslam cumhuriyeti kuruluşunun dini kuruşların siyasi sistem ile entegre olmasına yol açmasının, ancak din liderlerinin dinin ekonomik açısını İslam devletine uygulamayı reddetmelerinin altında yatan nedenlerdir. Bu soruya yanıt vermek için dağıtım ile ilgili kendi ekonomik politikalarını sürdürmek için devrim sonrası çağda kurulan vakıfları işletecek dini liderlerin nispi kapasitesi üzerinde araştırma yaptım. 1978 – 79 devriminden sonra bu vakıfların (bonyadların) kurulması; büyük bir sosyo-ekonomik sektörü meydana getirmiştir. Bu; yirminci yüzyılın siyasi devrimleri arasında gerçekleşen tek olay değildir. Çünkü bunların büyük bir kısmının ardından sosyal devrimler de meydana gelmiştir. Örneğin Nikaragua birleşme sürecine katkıda bulunmak için paralel devrimci meşruluk ve otorite yapılarını oluşturarak kitle toplumundan faydalanmaya çalıştı. İran’da bazı popülist örgütlerin kurulması (bonyadlar); bağlı sınıflar üzerinde devrimci kuvvetlerin egemenliğini sürdürmüş, sosyal refahı ve yeniden yapılanma programlarını yönetebilmeleri ve takip edebilmeleri konusunda yardımcı olmuştur. Ancak yine de bunlar, İslam devletinin kurulmasının esas olarak Müslüman birliğinin eski haline getirilmesinin sadece merkezdeki Müslümanların gerçek çıkarlarına sahip hükümetin kurulmasına bağlı olduğunu ileri süren Ayetullah Humeyni’ nin doktrinine dayalı olması açısından 1979 devrimin yegane ürünleridir. Bu vakıflarda esnekliğin olması; ekonomik yapı ile toplumsal politika mekanizması arasında bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu esneklik; toplumun Esping-Andersen’in ‘decommodification’ diye isimlendirdiği meta olmaktan çıkarmaya maruz kalma kapasitesini göstermektedir,1 yani insanlar piyasa dışı sosyal hizmetleri alabilirler ve Ulrich Beck’in terminolojisini kullanacak olursak, aile veya sosyal yardımlaşma devleti gibi dini kuruluşların toplumun kendisini sigorta etmesi için ‘üretilen riskler’2 yapmasını nasıl önlediğini göstermektedir. İşte İslami sosyal yardımlaşma sistemi içerisindeki bu esnekliği açıklamak için buradayım. Bunu yapmadan önce giriş olarak iki kuramsal noktanın altını çizmek isterim Birincisi, rasyonel eylem olarak ekonomik etkinlikler ve duygusal eylemler olarak dini etkinlikler arasındaki ilişkiyi anlamak için toplumun ekonomik kültürünü analiz etmek zorundayız. Burada kültürü geniş anlamda tanımladım. Her bir toplum içerisindeki farklı sosyal politikanın belli başlı ekonomik kültürden çıktığını öne sürmek isterim. Vakfın İslami sosyal yardımlaşma sistemi içerisinde önemli rol oynadığı doğrudur, ancak böyle olması insanların 6HH(VSLQJ$QGHUVHQ*7KH7KUHH:RUOGVRI:HOIDUH&DSLWDOLVP&DPEULGJH3ROLW\3UHVV *LGGHQV$QWKRQ\o5LVNDQG5HVSRQVLELOLW\p0RGHUQ/DZ5HYLHZ _ 382 _ Dr. Ali Asghar SAEIDI dine göre ve ahlaklı bir şekilde davranmanın kendilerine çıkar sağladıklarını – veya bir mülke sahip olmalarına hiç gerek olmadığını düşündükleri anlamına mı gelir? İkinci husus ise farklı haklar; yani medeni, siyasi ve sosyal haklar ve bunlarla ilişkili konular ile ilgilidir. Elbette dini örgütler, kırılganlar için sosyal yardım sağlayacaktır. Bunları, sosyal hakların verilmesi olarak düşünüyoruz. Ancak, bunların fonksiyonlarının medeni ve siyasi haklar kapsamında belli başlı açılımları vardır. İslami Sosyal Yardımlaşma Sistemi: Devlet ve Toplum Bu konuları aklımızın bir köşesine koyarak İran’da ve Orta Doğu’da ve Kuzey Afrika ülkelerinde mevcut ekonomik durumun iç kuvvetlerin baskısı altında olduğu ileri sürülebilir (bu iç kuvvetler; sürekli artan beklentilere ve sosyal ihtiyaçlara ve evrenselleşme zorunluluğundan kaynaklanan isteklere dayanmaktadır). Devlet veya toplum tarafından belirlenen sosyal politika; büyük olasılıkla devlet dışı ve yarı-kamusal dini kuruluşlarının geliştirilmesinde ve ekonomik kalkınmanın çözülmesinde kritik rol oynamaktadır. Örneğin, İran toplumunun ekonomik krize ve son yıllarda görülen sürekli artan işsizlik oranına verdiği tepki; ailenin işsiz kalan gençlere verdiği desteği arttırmıştır. Ancak, ailenin ekonomik anlamda daha da çok mahrum kalmasına neden olmuştur. Bağlayıcı aile birimi özellikle önemli bir kavramdır. Çünkü son yıllarda ülke, bir devrimden ve sekiz yıl süren bir s.a.v.aştan geçmiştir. İran’daki çok farklı devlet dışı aktörler; tarihe bakıldığında, insanların sosyal yararlara ve programlara erişmesine aracılık ederek toplumun temel ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli rol oynamıştır. Ancak otuz yıl önce devrimci devlet, ana sloganının uygun bir şekilde adalet getirmek olduğunu öne sürdüğünde bu denemeler büyük oranda görmezden gelindi. Yarı kamusal dini sosyal yardımlaşma örgütleri yavaş yavaş devlet dışı örgütlenen sosyal yardım sağlama sisteminin yerine geçti ve devlet dışı sosyal yardım sağlanmasının devlet kapasitesi üzerindeki etkilerini nötrleştirdi.3 Devlet kapasitesi kavramı ile devletin kendi sınırları içerisinde meşru kuvvet araçlarını kontrol altında tutabilme becerisi denmek istenmiş olup yarı kamusal sosyal yardım örgütleri kişileri doğrudan destekleyerek meşrulaştırma araçlarını kontrol altında tutar. Yarı kamusal dini örgütler sistematik bir şekilde sigorta dışı sektörün sorumluluğunu üstlenmiştir. Ancak 80 yıl önce başlamış olan resmi sosyal sigorta yayılmıştır. Yoksullar ve kırılganlar için sosyal yardım ve destek hizmetleri; yarı kamusal dini örgütler tarafından yönetilmektedir. Çeşitli programlar arasında gerçekleşen etkileşimin sosyal politika programlarının genel tasarımı ile ilgili açılımları vardır. Ayrıca resmi sosyal politika ve diğer programlar arasındaki etkileşimin de önemli maddi sonuçları olabilir. Çeşitli programların maliyetlerini ve sağladığı faydaları değerlendirmek için şeffaf verilere dayalı daha fazla araştırma yapılmasına ve daha fazla kanıt elde edilmesine gereksinim vardır. Ancak yine de burada bu örgütlerin ihtiyacı ve kırılganlığı nasıl algıladıklarını, bu inanç tabanlı kuruluşlar ile yararlanıcıları arasındaki ilişki tipini ve kabul edilebilir yaşama standardı sağlandığından emin olmak için kırılgan grupları nasıl tanımladıklarını, tüm sosyal güvenlik politikalarının amacını açıklamaya çalışacağım. 7KLV VHFWLRQ RI SDSHU GUDZV KHDYLO\ RQ P\ SUHYLRXV SDSHU ZKLFK DOUHDG\ SXEOLVKHG )RU PRUH VHH 6DHLGL $OL $ 7KH DFFRXQWDELOLW\RISDUDJRYHUQPHQWDORUJDQL]DWLRQVERQ\DGVWKHFDVHRI,UDQLDQIRXQGDWLRQV,UDQLDQ6WXGLHVYROQR _ 383 _ İslami Sosyal Yardım Sisteminde Vakıfların Rolü Bu yarı kurumsal örgütler; düşük gelirli grupların ihtiyaçlarını karşılamak için gerçekleştirilen sosyal çalışmalar, danışmanlık ve diğer sosyal hizmetler ve rehabilitasyon hizmetleri, şehit ailelerinin, eski savaş mahkumlarının, muhtaç köylülerin, yetimlerin, engellilerin koşullarında yapılan iyileştirmeler ile ilgili ölçüt ve etkinliklerin bir derlemesini sunacaklarını ileri sürmüşlerdir. Bu açıdan Şehit Vakfı (Bonyad-e Shahid), İmam Humeyni Bağış Yardımı Komitesi, Baskı Altında Kalanlar ve Engelliler Vakfı, Konut Vakfı ve 15inci Khordad Vakfı aktif yarı kamusal örgütler arasındadır. Bu örgütler; elbette bir yandan dini örgütlerin otoritesini güçlendirirken öte yandan haklara dayalı vatandaşlığın maddileştirilmesini önleyebilen hesap verebilirliği azaltacak ikili güç kaynağını temsil eder. 1978 – 79 devriminden sonra inanç tabanlı örgütler gibi çeşitli yarı kurumsal örgütlerin kurulması büyük sosyo-ekonomik sektöre yol açmıştır. Paralel devrimci meşruluk yapıları ve otorite kurarak ve birleşme sürecine katkıda bulunarak kitle toplumundan faydalanmak için pek çoğunun ardından sosyal devrimler geldiğinden bunun yirminci yüzyıl siyasi devrimleri arasında tek olmamasına rağmen dini vazife olarak kırılgan kişilere sosyal yardımı sağlayacak bazı popülist örgütleri kurması açısından yegane bir olaydı. Bu; bağlı sınıflar üzerinde devrimci kuvvetlerin egemenliğini sürdürmüş, sosyal refahın ve yeniden yapılanma programlarının yönetilebilmesine ve takip edilebilmesine yardımcı olmuştur. Ancak yine de bunlar, İslam devletinin kurulması, Müslüman birliğinin eski haline getirilmesinin sadece merkezdeki Müslümanların gerçek çıkarlarına sahip hükümetin kurulmasına bağlı olduğunu ileri süren Ayetullah Humeyn’in (devrim lideri) doktrinine dayalı olması açısından 1979 devrimin yegane ürünleridir.4 İslam devleti; en önemli dini ihtiyatları uygulamaya çalıştı. İslami devlet; eski rejimin mekanikliğini kapitalist üretim şekline göre hareket etmesi, bağlılık aracı olması, bazı gruplara rant sağlaması, sınıflar ve kentsel ve kırsal alanlar arasındaki boşluğu genişletmesi ve toplumsal adaletsizliğe yol açması açısından eleştirerek anayasal ve dağılımsal adaleti uygulanabilir bir şekilde getiren refah devleti kurmaya çalıştı. Bu örgütler kurulmadan İslam devleti içerisinde sadaka toplama, fakirleri koruma veya bağış kuruluşlarının (vakıfların) izlenmesi gibi dini ihtiyatların ekonomik açısının uygulanması mümkün değildi.5 İlk bakışta, dindar ve devrimci liderler, devrimden hemen sonra devlet girişimine bu dini yükümlülük açısından güven duymuyormuş gibi görülmektedir. Ancak müteakip yıllarda bu örgütlerin genişletilmesi; İslam devletinin ideolojik ve kültürel ihtiyaçlarına katkıda bulunurken hükümet kararı (ve vatandaş incelemesi) olmadan dini hayır kuruluşlarını hayır işleri üzerinden devasa yarı kurumsal tekeller olacak şekilde yeniden yapılandırması açısından bunların yegane olduğunu göstermiştir. Pek çok çalışmanın bunların eski rejim sırasında göz ardı edilen fakirlere sosyal yardım sağlamada başarılı olduklarını göstermesine rağmen bizim de kanıtlayacağımız gibi bunlar bünyelerinde dini kuruluş kapsamında çelişkili bir konumu barındırmışlar ve devlet kuruluşları ile paralel çalıştıklarında İslam devletindeki ikili güç yapısını güçlendirmişlerdir. 5XKROODK .KRPHLQL 1DPHKnL DV ,PDP 0XVDYL .DVKLI DO*KLWD 7HKUDQ r DQG + (QD\DW o,UDQ .KXPD\QLnV &RQFHSWRIm*XDUGLDQVKLSRIWKH-XULVFRQVXOWnpLQ,VODPLQWKH3ROLWLFDO3URFHVVHG-DPHV3LVFDWRUL1HZ<RUNr $ZTDIDUHUHOLJLRXVHQGRZPHQWVSURSHUWLHVJLYLQJUHYHQXHV$ZTDIDUHDGPLQLVWHUHGE\PDQDJHUVRUDFKDULWDEOHIRXQGDWLRQZKLFKDUH LQFKDUJHRIHQVXULQJWKDWDOOUHYHQXHVHQGXSLQWKHULJKWSRFNHWV$ZTDIOHDGHUVDUHPRVWO\XOHPDDQGORFDOUHOLJLRXVOHDGHUVZRUNLQJ LQGHSHQGHQWO\IURPWKHVWDWH,QWKHPRGHUQZRUOGDZTDIDUHLPSRUWDQWPHDQVRIILQDQFLQJWKHDGPLQLVWUDWLRQRIPRVTXHVDQGUHOLJLRXV VFKRROV7KHLQVWLWXWLRQRIDZTDIDVFKDULWDEOHRUJDQL]DWLRQVKDVSOD\HGDPDMRUUROHLQWKHGHYHORSPHQWRIHFRQRPLHVDQGWKHDFFXPXODWLRQ RIODQGHGSURSHUW\LQ,VODPLFVRFLHWLHVIRUFHQWXULHVVHUYLQJDVPHFKDQLVPVIRUXQWD[HGVDYLQJDQGLQYHVWPHQW _ 384 _ Dr. Ali Asghar SAEIDI İslam Cumhuriyetinin kurulması; dini kuruluşların ‘Hukuk Danışmanı Koruması’ (velayat-e fakıh) kavramını etkin bir şekilde kullanarak siyasi sistem ile entegre olmasına yol açmıştır. Ancak yine de dini liderler; hükümet politikaları dahilinde dini ihtiyatların sosyal yardım açısını uygulama eğilimine girmemişlerdir. Dini liderler; kendi dağılımsal politikalarını sürdürmek için bu örgütleri yönetmeyi tercih etmişlerdir. Bu örgütlerin gizli fonksiyonu ayrıca kendileri için önemli olan kişilerle ilişkilerini sürdürmektir. Ayrıca, bu örgütlerin ideolojik fonksiyonlarına devrimci kuvvetlerin sosyal hareketliliği, devlet ideolojisi ve politik gücün birleşmesi de katkı sağlamıştır. Ancak karizmatik sonrası otoritenin (post-charismatic authority) rutinleşmesi krizi; yarı kurumsal hayır örgütlerinin devletin ekonomik reformları ile uyumlu plan yapmasına olanak tanımadı. Reformcu hükümet görevi aldığında ve iki yıl sonra hesap verme ve inceleme konularının damga vurduğu yeni çağ başladığı zaman bu kuruluşların karşılaştıkları sorunlar devrimden yirmi yıl sonra başladı. İnanca dayalı kuruluşlar veya hayır kuruluşları, bunların İslam devleti içerisindeki rolleri ve dini liderler ile olan ilişkileri ile ilgili tartışmalar; bu iki tür kuruluş arasındaki ilişkiye yönelik herhangi kuramsal temelin olup olmadığını keşfetmek için hayır kuruluşları (vakıflar) sıfatıyla bunların geçmişinin ele alınmasını gerekli görmüştür. Dini liderler tarafından kurulan bu yarı kurumsal sosyal yardım kuruluşunu çağdaş İran tarihindeki diğer tüm hayır kuruluşlarından ayıran şeyin; yarı kurumsal örgütlerin devrim sonrası çağın politik sistemi içerisinde kurulması, hayır kuruluşlarının ise devletten bağımsız ve siyasetten uzak çalışan büyük ve yerel dini liderlerin yönettiği popüler dini – ekonomik vakıf (bağış kuruluşu) olması ileri sürülebilir.6 İmamın okültasyonunda içtihadın (dini yorumlama) uygulanması dışında İran Şii İslam geleneğindeki dini liderlerin ana vazifesi; toplumda koruması olmayan kişilere koruyucuları olarak hizmet vermektir.7 Bu nedenden dolayı onlar; kendilerine tasarruflar tevdi edilen kişiler, azınlıkların devletleri ve yetimlerin koruyucularıdır.8 Kur’an, Müslümanlardan toplumun sosyal açıdan daha zayıf üyelerine bağlılık göstermelerini ister. Zekat adı verilen vergi, ulema (büyük Ayetullahlar) için bu amaca hizmet eder. Normalde zekat terimi; fakirler için vergi veya ‘sadaka vergisi’ şeklinde tercüme dilebilir. Kur’an; zekatın yanı sıra ‘beşte bir (humus)’ denilen bir vergiden bahsetmektedir.9 Humuslar Şiiler için önemli bir rol oynar.10 Bu vergiler ve ödemeler; mukallitin (taklit eden inanan) hukuk danışmanına karşı (müçtehit) dini vergi ödemekle 6 0DORQH\ o$JHQWV RU 2EVWDFOHV" 3DUDVWDWDO )RXQGDWLRQV DQG &KDOOHQJHV IRU ,UDQLDQ 'HYHORSPHQWp LQ 7KH (FRQRP\ RI ,UDQ 'LOHPPDVRIDQ,VODPLF6WDWHHG3DUYLQ$OL]DGHK/RQGRQDQG1HZ<RUN $EEDV(TEDO.KDQHGDQL1DZEDNKWL7HKUDQ +DPLG$OJDU5HOLJLRQDQG6WDWHLQ,UDQr%HUNHOH\DQG/RV$QJHOHV 4XUDQWUDQV0DUPDGXNH03LFNWKDOO/RQGRQ,WFDQEHIRXQGLQWKHYHUVHoNQRZWKDWZKDWHYHU\RX DFTXLUHDVPDWHULDOJDLQDILIWKEHORQJVWR*RGDQGWRWKH3URSKHWDQGWRWKRVHUHODWHGDQGWKHRUSKDQVDQGWKHSRRUDQG WKHZD\IDUHUVp +HLQ]+DOP6KLmD,VODP)URP5HOLJLRQWR5HYROXWLRQ3ULQFHWRQ$6DFKHGLQDo$O.KXPV7KH)LIWKLQWKH ,PDPL6KLmL/HJDO6\VWHPo-RXUQDORI1HDU(DVWHUQ6WXGLHVr1&DOGHUo.KXPVLQ,PDPL6KLmL -XULVSUXGHQFH)URPWKH7HQWKWRWKH6L[WHHQWK&HQWXU\$'p%XOOHWLQRIWKH6FKRRORI2ULHQWDODQG$IULFDQ6WXGLHV rDOVRVHH+RVVHLQ%HQ%DEYH\HK0HQ/D\DK]DUDOIDTLKYRO%HLUXWQGr _ 385 _ İslami Sosyal Yardım Sisteminde Vakıfların Rolü yükümlü olması (taklif) açısından İslami içtihat biliminde konu edilen taklit mekanizmasına (kanun hususlarında bir başkasının benzetilmesi) dayanır. Taklit; üzerinde durulan din görevlisi hiyerarşisine yönelik kuramsal kuruluş yapısıyla Şiilik açısından özel önem kazanmıştır.11 Vergi ödeme dahil olmak üzere din adamlarının etnik açıdan ve ritüel olarak doğru davranışları belirlemesine yardımcı olan kuralları takip etmek herkesin görevidir; ancak müçtehidin bağımsız hesap verebilirliği yoktur. Çünkü içtihat ilkesi bağımsız hukuki gerekçelendirmesine dayalıdır.12 Ulema (büyük Ayetullahlar) doktrin olarak sadaka ve hayır kurumu ödemesine, özellikle de Şii ilahiyat fakültelerinin yanı sıra fakirleri desteklemek için özel gelir kaynağı olmalarından dolayı humuslara (imamın payı) odaklanırlar.13 Dini halk geleneklerinin kapsamlı bir şekilde genişlemesi ile birlikte Kaçar yönetimi (17851925) sırasında dini ulema otoritesi de gelişti. Bu süre içerisinde çeşitli sadakaların ve dini ve hayır işleri için niyet edilen paraların toplanması ve dağıtılması; imam otoritesinin temsilcileri sıfatı ile ulemanın sorumluluğundaydı.14 Ulema ne kadar çok para (sadaka ve bağış) topladıkça otoritesi ve önemi de o kadar arttı. Ayrıca türbeler ve camiler ile ilişkili vakıflardan elde edilen gelir de ulema için en önemli gelir kaynaklarından biriydi. Hayır, örgütü olarak vakıflar kurumu; vergisiz birikim ve yatırımlar için mekanizma olarak hizmet ederek yüzyıllar boyu İslam toplumlarında toprak mülklerinin toplanmasında ve ekonomilerin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Safevi döneminde (1501–1722) zamanın başkenti olan Isfahan’da camilere ve dini ve geleneksel okullara (medreselere) ekli çok geniş vakıf arazileri vardı. Ancak bunlar; Safevilerin sonunda ve Kaçarların başında ortaya çıkan kaos dönemleri gibi dönemlerde yerel kodamanlar tarafından zayıflatıldı.15 Hacı ve ağıtçı gruplarda görülen hızlı artış; Kaçar dönemindeki Şii kutsal şehirlerinin yapısını değiştirdi. Ayrıca ulemanın gelir kaynaklarını da arttırdı. Çeşitli bağışların veya gönüllü ödeneklerin yanı sıra vakıflar da önemli gelir kaynakları oldu. Örneğin, çoğu Horasan ilinde bulunan Masat’taki İmam Reza Türbesine bağlı araziler; Kaçar döneminde belki de en büyük dini gelir kaynağını oluşturdu.16 Vakıfların ulema için ne kadar önemli olduğu vakıfların idaresini kontrol etmek için ulemaların kendi aralarında yaşadıkları çekişmelerden görülebilir. Bu konu ayrıca devlet için de önemli bir konu olup ulema ve devlet arasında da ihtilaf konusu olmuştur. Örneğin Kaçar döneminde ilk başta ulemanın içerisinden seçilen baş vakıf idarecisi (mütevelli başı); il valisinden sonraki en önemli kişi olarak hürmet görmüştür. Rıza Şah döneminde devlet, vakıf arazilerinin işletilmesini üstlendiğinde ve idari kontrolü ulemanın elinden aldığında bu davranışın vakıfların finansman açısından devletten bağımsızlıklarına ciddi tehdit oluşturduğu düşünüldüğü için illerde huzursuzluklar ve ayaklanmalar ortaya çıktı.17 11 /&ODUNHo7KH6KLmL&RQVWUXFWLRQRI7DTOLGp-RXUQDORI,VODPLF6WXGLHVQR 6DLG $PLU $UMRPDQG 7KH 6KDGRZ RI *RG DQG WKH +LGGHQ ,PDP &KLFDJR DQG /RQGRQ r &ODUNH o7KH 6KLmL &RQVWUXFWLRQRI7DTOLGp $.D]HPL0XVDYLo7KH%DVLVDQG1DWXUHRIXOHPDnVDXWKRULW\LQ4DMDU,UDQp,UDQ1DPHKQR $OJDU5HOLJLRQDQG6WDWH $QQ.6/DPEWRQ/DQGORUGDQG3HDVDQWLQ3HUVLD/RQGRQr *HRUJH1&XU]RQ3HUVLDDQGWKH3HUVLDQ4XHVWLRQYRO/RQGRQ )RU D GHWDLOHG OLVW RI $VWDQH 4RGVH 5D]DYL DVVHWV LQ IRUPV RI ZDTI LQ WKH FLW\ RI +HDUW QRZ LQ ZHVWHUQ $IJKDQLVWDQ LQ WKH SUH0RQJROKLVWRU\VHH$OL.DULPL\DQ$VQDGH$VWDQH4RGVH5D]DYLGDU+HUDW7HKUDQIRUPRUHRQ*RKDUVKDG 0RVTXHXSULVLQJLQ0DVKKDGVHH+RVVHLQ0DNL7DULNKH%LVWVDOHK\H,UDQYRO7HKUDQ$]L]ROODKm$WDURGL7DULNK _ 386 _ Dr. Ali Asghar SAEIDI Yeni Dini Hayır Kuruluşu Şekillerinin Ortaya Çıkışı İslam Cumhuriyetinin kurulması; İslami ceza kanunun uygulanması dahil olmak üzere politik düzenin tek yöneticileri ve söz sahipleri sıfatına haiz ulema ile din ve devletin birleşmesine yol açtı. Ayrıca, yeni hükümet; sadaka geliri ve vakıfların idaresini toplama gibi diğer önemli dini ihtiyatların bazılarını entegre etmedi ve bu finansman uygulamalarından sorumlu dini kurumların devlet kuruluşlarından ayrı bir şekilde işlev göstermesine olanak verdi. Örneğin, Bonyad-e Astan-e Qods-e Razavi dini liderlerin kontrolü altında kalmaya devam etti. Bu; genellikle hacıların verdiği sadakalardan oluşan yıllık bütçesi olan, Masat’taki İmam Reza türbesine dayalı en önemli hayır kuruluşudur.18 Çok kısa bir süre sonra dini liderlerin İslam hükümetine vergi ödenmesini meşrulaştırmasına rağmen bunu İslami vergiden ayrı tuttular. Örneğin, bazı dini liderler; ‘vergilerini ödemeyen kişiler humuslarını ödemeyen kişiler gibidirler; onların mülkiyeti yasa dışıdır; çünkü vergi ödeme yükümlülüğünden kaçan varlıkları veya mülkleri mal sahibine değil, insanlara, şehitlere ve şansız köylü vatandaşlara aittir’ diyerek insanları vergi ödemeye teşvik ettiler. 1979 devriminden sonra Şah ve kraliyet ailesi mülklerine el konulduğunda bu geniş sabit ve likit varlıkların kontrolü yeni kurulan yarı kamusal örgütlerdeki dini liderlere geçti ve bunların finansman açısından bağımsızlıkları arttı. Devrimci Meclise fakirlerin, işçilerin ve devlet çalışanlarının lehine kraliyet ailesinin ve ilişkili kişilerin varlığına el koyması konusunda devrimci lideri ihtiyatı ile yetki verildi. Meclise yazdığı mektupta Ayetullah Humeyni; Şah’ın ve kraliyet ailesinin likit varlıklarının tamamının Devrimci Meclis adına bankaya yatırılması hususunda’ emir verdi19 Devrimci heyetlerden tüm ülkede doğrudan bu emrin uygulanmasını istedi. Bu varlıklara yağma adını verdi (ganimet, çoğulu ganimetler)20 ve bunların hükümet mülklerinden ayrı bir şekilde tutulması ve kontrol edilmesi gerektiğini de ekledi. Temmuz 1979 Kanununa göre en büyük İran sanayicilerinin Şah ile ‘gayri-meşru bağları’dan kar elde etmiş en yakın akrabalarının beşte birinin mal varlıklarına el konuldu ve devlet kontrolü altına alındı ve böylece üzerinde hak talep edilmeyen mal varlıklarına dayalı özel sektörde şirketleri kapsayacak şekilde büyük yarı kamusal sektör oluşturuldu. İronik olarak özel mülkiyet hakkı kutsallığını ihmal etmemelerine rağmen bu mal varlıklarına el koyarak ve bunlara yasa dışı bağlardan elde edilen varlıklar adını verip ekonomik bağımsızlıklarını güvence altına aldıkları büyük miktarlardaki mülkiyeti eskiden olduğu gibi kontrol etme fırsatını yakaladılar. Büyük kuruluşların millileştirilmesinden iki gün sonra Ayetullah Humeyni; tüccarlarını ve pazar satıcılarını özel mülkiyetin güvence altında $VWDQH4RGVH5D]DYLYROV7HKUDQ9H]DUDWH(UVKDUGH,VODPLDQG0DMLG7DIUHVKLDQG-DOLO%DKDU 6KHQDVQDPHK=HQGHJDQLYD$VDUH6KHLNK$KPDG%DKDU7HKUDQrDQG+r/6DmLG9DKHG4L\DPH *RKDUVKDG7HKUDQQGDQG/&<DWH.KXUDVDQDQG6LVWDQ(GLQEXUJKDQG/RQGRQDQG 7KLVIRXQGDWLRQZLWKLWVKLVWRULFDOEDFNJURXQGDVRQHRIWKHPRVWLPSRUWDQWWUDGLWLRQDOUHOLJLRXVFKDULWLHVLVFRQWUROOHGE\WKHVXSUHPH OHDGHU7KHZRUG%RQ\DGZDVDGGHGWRWKHWLWOHRIWKLVRUJDQL]DWLRQDIWHUWKHUHYROXWLRQ7KHSRVLWLRQRIKLVUHSUHVHQWDWLYHLVQRW WKHVDPHDVWKH6KDKnVUHSUHVHQWDWLYH1D\HEDO7TZOL\HKGXULQJWKH3DKODYLHUD)RUPRUHVHH$]L]ROODKm$WDURGL7DULNK$VWDQH 4RGVH5D]DYL 5XKROODK.KRPHLQL6DKLIHK\H1XU>3DJHVRI/LJKW$&ROOHFWLRQRI6SHHFKHVDQG3URQRXQFHPHQWV@YRO7HKUDQ $FFRUGLQJWRVXUD4XUDQoZKDWHYHU\HWDNHDVVSRLOVRIZDUORDILIWKWKHUHRILVIRU*RGDQGIRUWKHPHVVHQJHUDQGIRUWKH NLQVPDQZKRKDWKQHHGDQGRUSKDQVDQGWKHQHHG\DQGWKHZD\IDUHUVp7KHYHUEJKDQLPDLVDPELJXRXVLQ$UDELF,WPHDQVERWK oWRDFKLHYHRUSURILWpDQGoWRWDNHDVVSRLOVp7KH6XQQLVLQWHUSUHWWKLVYHUVHDFFRUGLQJWRWKHODWWHUGHILQLWLRQDQGDSSO\LWRQO\WR MXVWLI\WKHWD[DWLRQRIZDUVSRLOV7KH6KLmLXOHPDKRZHYHULQWHUSUHWJKDQLPDDVoWRHDUQpLQLWVEURDGHVWVHQVHDQGVLQFHWLPH LPPHPRULDOKDYHXQGHUVWRRGWKHoILIWKpDVDW\SHRILQFRPHWD[+DOP6KLmD,VODP)URP5HOLJLRQWR5HYROXWLRQr _ 387 _ İslami Sosyal Yardım Sisteminde Vakıfların Rolü olduğu konusunda temin etmeye çalıştı. Ulemanın devrim boyunca pek çok durumda tüccar toplulukları ile kurduğu işbirliğine işaret etti ve İslam ekonomisinin hedefinin özel ekonomik etkinliği yol etmek olmadığını söyleyerek İslam devletini komünist devletten ayırdı.21 Bu vakıflar mutlak suretle büyük liderlerine ve başkentte büyük liderin temsilcileri sıfatıyla hareket eden yerel dini liderlere bağlıdır. Bu vakıflar etkinliklerini nitel ve nicel çapta genişlettiler ve sosyal yardım politikalarının uygulanmasında önemli rol oynadılar. Bu çalışmalar; İmam Bağış Komitesi gibi dini kuruşların (inanca dayalı kuruluşlar); STK’ya ve hükümete bağlı sosyal yardım programlarına nazaran daha iyi işlev gösterdiği ortaya koymuştur. Sonuç açıklamaları: Zorluklar ve Fırsatlar Sonuç olarak yukarıdaki analizin 1979 devriminden sonra hayır kuruluşlarının kurulmasına yol açan faktörleri ele aldığını söyleyebilirim. Sosyal politikanın gelişmesi; toplumsal ve siyasi istikrarın sağlanması için sosyal talebe yanıt olarak veya siyasi meşruluk sıfatıyla sosyal yardım hizmetlerini sağlamaları açısından siyasi ekonomi ile yakından ilgilidir. Ayrıca bu vakıflar; dini hayır kuruluşlarının ve finansman yükümlülüklerinin tevdi edildiği dini ulema (dini liderler) otoritesine dayalı olarak kurulmuştur. Büyük liderlerine bağlı kalan vakıflar; çok çeşitli sosyal ve kültürel etkinliklerini uygulayarak İslami devlet ideolojisinin kurumsallaştırılmasında son derece önemli rol oynamışlardır. Ancak bunların en büyük işlevi tam olarak resmi sosyal güvenliğe paralel olan popülist sosyal güvenlik kapsamında verilen vaatleri uygulamaktır. Bu vakıflar ekonomik ve muhasebe bilgilerini kamudan geri çekti. İslami devlet; hayırsever kuruluşlarının şeffaf hesaplar ve açıkça tanımlanmış tüzükler ve işletme ilkeleri ile incelemeye açılması konusunda hem içerden hem dışardan baskı görmektedir. Toplumun büyük bir kısmına hakim olmalarına rağmen gelecekteki etkinlikleri 1) Hesap verebilirliğin olmaması problemini çözmeye, 2) Hizmet ettikleri insanların özgürlüğünü ve itibarını tanıyarak vatandaşların sosyal haklarına saygı duymaya, 3) Kırılgan grupları işbirlikçi sosyal güvenlik sistemine geçirmek için yetki verici planlar yapmaya, 4) Sistemi sistematik bir şekilde yetki verilenleri tanıma yönünde teşvik etmeye, 5) Aile birimi gibi devlet dışı sosyal yardım kuruluşlarına yönelik dinamik ağ kurmaya, ve 6) Globalleşmiş dünyada modern insanların refleks davranışı ile ilişkili risk tipi olan üretilen riskleri önlemek için insanları sigortalayacak politikayı yapmaya yöneliktir. Kökeni vakıf kurumuna dayanan bu kuruluşlar; sosyal sermayenin bir boyutu olarak düşünülebilir. Çünkü bunlar; az çok kurumsallaştırılmış karşılıklı tanıma ilişkilerini içeren sağlam ağa sahip olmayla – yani diğer bir ifade ile bir grup içerisindeki üyelik ile bağlantılı gerçek ve potansiyel kaynakların birikimidir. Vakfa dayalı devlet dışı dini hayır kurumları güveni ve sosyal ağın kurumsallaştırılmasını arttırır. Ancak sosyal güven ne kadar güçlenirse sosyal sermayenin ekonomik sermayeye dönüştürme problemi de o kadar artabilir. Bu çelişkiyi açıklığa kavuşturmak için vakıf ilişkilerinin tarihi kökenini ve özel sermayenin birikimini hatırlamamız gereklidir. Ünlü İran bilim adamı olan Homa Katouzian; İran tacirinin yapısında hayırseverlik veya s.a.v.urganlık olmadığını; bunun biriktirmekten ziyade harcama konusunda .H\KDQ7LUDQG$OL5DKQHPDDQG)DUKDG1RPDQL7KH6HFXODU0LUDFOH/RQGRQDQG1HZ-HUVH\ _ 388 _ Dr. Ali Asghar SAEIDI teşvik eden İslam öğretilerinden kaynaklanmadığını; sosyo-politik ortamın ona başka akla yatkın alternatif bırakmadığını öne sürmüştür. Bu; günümüze kadar hayatta kalan geleneksel ticaret hayır kurumunun ana nedenidir (Avrupa’da bilinmez); periyodik kamu şölenler ve hem pişmiş hem de pişmemiş yiyeceklerin dini ve diğer etkinliklerde muhtaç olanlara dağıtılması. Buna sadece İslam öğretilerinin kaçınılmaz sonuçları olarak bakılması yanlış olacaktır. Çünkü söz konusu öğretiler, Hristiyanlık dahil olmak üzere pek çok dinde ortaktır. Yasal mesleki ahlak kurallarının olmaması, yani tüm seviyelerde rastgele güç yetkisi olması; finansmana ve güvenliğe neredeyse hiç yer bırakmaz. Lambton’ın da dediği gibi ülkede hem kamu bağışları hem de özel bağışlar vardır. Daha fazla güvenliğe sahip kamu bağışları; dini rütbe sahipleri ve üniversiteler için gelir kaynağı ve burs ödenekleri olurken özel bağışlar ise tüccarların yanı sıra zenginlerin – toprak sahiplerinin çocukları için gelir kaynağı oldu. Avrupa bağışları bir kenara bırakıldığında, bunlardan hiçbiri Avrupa’da özel mülkiyet olarak ihlal edilemez özelliktedir. Bu yüzden vakfın sosyal sermaye ve özel mülkiyet özellikleri arasındaki çelişkili ilişki durumunu hala korumaktadır. Özel mülkiyetin kapitalizm için önsezi olduğunu unutmamalıyız veya daha sosyolojik bir biçimde son koşulu ifade etmek gerekirse ancak bireyin yasal olarak diğer kişileri bir nesneyi veya kişiyi kullanmaktan men etme hakkı olması durumunda kapitalizm ortaya çıkabilir. Bu güçlüklere rağmen bu kuruluşlar, ekonomik gerileme döneminde devletin vatandaşlarının refahını koruyabileceği ve kendi kendine yetmeyi arttırabileceği fırsatları saklama kapasitesine sahiptir. Bu en iyi son dönemlerde politik haklar için gösterilen baskı ile örneklendirilebilir. Bu; söz konusu bu kuruluşların vatandaşlık haklarına demokratik, geliştirici ve dahil edici bir şekilde tepki vermesini sağlayan yeni devlet – toplum bağının ortaya çıkışının bir işareti olabilir. Dini sosyal yardım kuruluşlarının rolü; babadan kalma kurallarını terk etmesi ve demokratikleşme sürecini kabul etmesi gereken aile birimi ile birebir aynıdır. Hükümet kuruluşları ve devlet politikası ile paralel çalışmak; İran dini kurumlarına devletin birey üzerindeki kontrolü azaltması konusunda yegane fırsat sunmuştur. Devletin, insanların özgürlüğünü yok etmesini önledi. Hükümet tarafından kurulan sosyal yardım kuruluşlarından farklı olarak bunlar büyük olasılıkla fakir ve kırılgan grupların kendi kendilerine yetmelerini ve istekli olmalarını arttıracaktır. Daha önceden de belirtildiği gibi bu inanca bağlı sosyal yardım kuruluşları; kendi haklarından ziyade kendi vazifelerine göre sosyal yardım hizmetlerini sağlamışlardır. Ancak akıllara metnin herhangi bir yorumunun, yani dini yorumun uygulanmasının onları daha esnek olmasına olanak verip veremeyeceği sorusunu getirecektir. İnsanlardan ve hükümetten baskı gördükçe insanlarla olan ilişkilerini demokratik olarak yorumlayabilecekler mi? İran vakfı ile ilgili olarak son gelişmeler; vakıfların hükümetin emrine göre ve daha hesap verebilir oldukları yeni güvenlik kanunu esas alarak kırılgan kişilere hizmet verdiklerini göstermektedir. Son dönemlerde etkinliklerini kamulaştırmışlardır. Ayrıca kadınların evin reisi olduğunu düşündükleri tek ebeveynli korumaya muhtaç aileleri kapsayacak şekilde desteklerini genişletmek zorunda kalmışlardır. Ancak bu uygulamanın şimdi veya eskiden bölgedeki diğer Müslüman sosyal yardım kuruluşlarında hiç bu kadar yaygın olup olmadığı konusunda şüpheler vardır. _ 389 _ _ 390 _ 6HQDMLG=$-,029,& ϙγέϬϟϭΎϧγϭΑϟ±ΎϳΟϛϳέϳΩΎϛγϓϭϛΎϓΎϧγϭΑϱέλϑΎϗϭΔϳέϳΩϣ ϑΎϗϭϻΎΑΔϗϼόϟΕΫΕΎΣϠρλϣϟϊϣΎϬΗϧέΎϘϣϭϑϗϭϟΕΎΣϠρλϣϝΎϣϛ ϲϣϼγϻϝϭΩϟϲϓΔϳέλόϟϑϗϭϟΕΎϘϳΑρΗ ϥϣΎοΗϥϋέΑόΗϲΗϟΔϳϋΎϣΗΟϻΕΎρΎηϧϟϡΩϗϥϣϪϟΔϬΑΎηϣϟΕΎγγ΅ϣϟϭϑϗϭϟΩόϳ ϥΎϛ Ύϳϭ .ϰϟΎόΗϭ ϪϧΎΣΑγ ௌ ΓΎοέϣϟ ˯˱ ΎϐΗΑ ϥϳΩϟ ϰϠϋ ϡϭϘΗ ϲΗϟ ϭ ˬϡϬϧϳΑ Ύϣϳϓ ϡϬϠϓΎϛΗϭ αΎϧϟ ΓΩΩΣϣΕΎϓΕΎΟΎϳΗΣΔϳΑϠΗϭΔϣΎόϟΔΣϠλϣϟϕϳϘΣΗϲϓϡϫΎγΗΎϬϧ΄ΑϙέΗηΗΎϬϧΈϓˬΎϬϧϣϑΩϬϟ ΕΎόϣΟΗϠϟΔϳγΎγϷΕΎΟΎϳΗΣϻΔϳΑϠΗϝΟϥϣΔϳΩΑϟϲϓ΄ηϧΗΕΎγγ΅ϣϟΕϧΎϛϊϣΗΟϣϟϲϓ ˬΔϳϓέϐΟϟΩϭΩΣϟΕΎγγ΅ϣϟϭϑΎϗϭϷΕίΎΗΟΩϘϓˬϡϭϳϟΎϣΎϫέϳϭρΗϭϥΩϣϟϭΔϳϠΣϣϟ ΔϳϓέϐΟϟΩϭΩΣϟίϭΎΟΗϡϭϳϟΔϳϣϧΗϟϡϭϬϔϣϥΎϣϛˬΎϫέγ΄ΑΕΎόϣΗΟϣΔϳϣϧΗϭέϳϭρΗϲϓϡϫΎγΗϟ ϭΔϠΛΎϣϣϟΕΎγγ΅ϣϟΔϳϣϧΗϭέϳϭρΗϲϓϡϫΎγΗΎϣΔϟϭΩϲϓϑΎϗϭϷΕΣΑλΙϳΣΑˬΔϟϭΩϠϟ ϝϭΩϟϙϠΗΔϳϣϧΗϭέϳϭρΗϲϓϡϫΎγΗϲϬϓϙϟΫΑϭˬϯέΧϝϭΩϲϓΔϬΑΎηϣϟ ϥϣϭˬϡΎϋϑϟϥϣέΛϛϷϡϟΎόϟϲϓΓΩΎϳγϟΎϬϟΕϧΎϛΓέΎοΣϭΩϳηϥϳϣϠγϣϟϭϡϼγϹϥ· ΕϣΎϗϭˬϥϳΩϟϭϡϠόϟϥϳΑΕόϣΟΩϘϓˬϝΩΗϋϻϭϥίϭΗϟΔϳϣϼγϹΓέΎοΣϟϪΑΕίϳϣΗΎϣϡϫ ΎϬΑ ΕίϳϣΗ ΔϣϬϣ Γίϳϣ ϲϫ ϙϠΗ ΓέΧϵ ϥϋ ΎϳϧΩϟ ϝλϔΗ ϡϟϭ ˬΓΩΎϣϟϭ Ρϭέϟ ϥϳΑ ϥίϭΗϟ ϥϣϱΩΎϣϟΏϧΎΟϠϟϲγΎγϷΎϬϣΎϣΗϫϲρόΗϲΗϟϯέΧϷΕέΎοΣϟϥϋΔϳϣϼγϹΓέΎοΣϟ αΎγϷϝϼΧϥϣϩέϳΛ΄ΗΑϙϟΫϭˬϥίϭΗϟΫϫϕϳϘΣΗϲϓέϳΑϛέϭΩϝίϳΎϣϭϑϗϭϠϟϥΎϛϭΓΎϳΣϟ ϲϓϭ ˬΩέϔϠϟϲϋΎϣΗΟϻέέϘΗγϻϲϓϭˬΩέϔϟΔϳϣϧΗ ϲϓ ˬΔϳΣϭέϟΕΎΟΎϳΗΣϻΔϳΑϠΗϭ ϲϧϳΩϟ ϱΩΎλΗϗϻϭϣϧϟϲϓϑϗϭϟέϳΛ΄ΗϥυΣϼϣϟϥϣϭϪϠϛϊϣΗΟϣϠϟϲϋΎϣΗΟϻϭϱΩΎλΗϗϻϭϣϧϟ ϥΩϠΑϟϲϓΔλΎΧϭˬϡϟΎόϟ˯ΎΣϧϊϳϣΟϲϓΫϫΎϧϣϭϳϲϓέϣΗγϣϝίϳΎϣϲϓΎϘΛϟϭϲϋΎϣΗΟϻϭ ΩϭΟϭϣϝίΎϣϭΩϭΟϭϣϡϼγϹΎϬϳϓϥΎϛϲΗϟ _ 391 _ Sivil Toplum Hareketinin ve Yeni Vakıf Anlayışının, İslam Dünyasına Maddi-Manevi ϲϣϼγϻϢϟΎόϟϲϓΔϳϮϨόϤϟϭΔϳΩΎϤϟΎϬΗΎϤϫΎδϣ ϭϑΎϗϭϻΔΣΎγϲϓΓΪϳΪΠϟϢϫΎϔΘϟ ϭϲϧΪϤϟϊϤΘΠϤϟΔϛήΣ Sağlayabileceği Katkılar ϲϓϙϟΫϛϭϫϭˬΎϘΑΎρΗϣϥϛϳϡϟϥ·ˬϪΑΎηΗϣϭϬϓˬϥΩϠΑϟϑϼΗΧΎΑϑΎϗϭϷέϳΛ΄ΗϑϠΗΧϳϻϭ ϲϋΎϣΗΟϻ ϙγέϬϟϭ ΔϧγϭΑϟ ϭϣϧ ϲϓ ϡΧο έϳΛ΄Η ϑΎϗϭϸϟ ϥΎϛ ΙϳΣ ˬϙγέϬϟϭ ΔϧγϭΑϟ ϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟϲϓϥϛΎϣϷνόΑϲϓϑΎϗϭϷαϳγ΄ΗϥΎϛϭϲΧϳέΎΗϟϭϲϓΎϘΛϟϭϲγΎϳγϟϭ ϥΩϣϟ ϙϠΗ Εϣϧ ΩϘϓ ϭϔϳϳέγ ΔϣλΎόϟ ΎϬϳϓ ΎϣΑ ϥΩϣϟ έϬη ΎϬϧϣ Εϣϧ ϲΗϟ ΓέΫΑϟ ΔΑΎΛϣΑ ϡΗϑϗϭϟϝοϔΑϭέλόϟϙϟΫϲϓϱΩΎλΗϗέϳΛ΄ΗέΑϛΎϬϟϥΎϛϲΗϟϑΎϗϭϷϝοϔΑΕέϭρΗϭ ΕηϧϣϟϥϣΎϫέϳϏέϳΛϛϟϭϝΎϔρϷνΎϳέϭΏέηϟϩΎϳϣΔϣυϧϭΕΎϳϔηΗγϣϟϭϥϳϛΎϛΩϟ˯ΎϧΑ ΔϳϟΎϣϭΔϳϋΎϣΗΟΔγγ΅ϣϝίϳΎϣϭϥΎϛϑϗϭϟϥΈϓˬϲϧϳΩϟΏϧΎΟϟϰϟ·ΔϓΎο·ϭΔϳΩΎλΗϗϻ ϊϣΗΟϣϠϟϭΩέϔϠϟ˯ϭγˬΎϳϧϳΩϭΎϳϓΎϘΛϭΎϳϋΎϣΗΟϭΎϳΩΎλΗϗΔηϳόϣϟϯϭΗγϣϥϳγΣΗϲϓϡϫΎγΗ ΔϧγϭΑϟϲϓϑϗϭϟΎϓˬϯέΧϷϥΩϠΑϟϥϣέΛϛˬϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟϲϓϡϭϳϟΎϳϠΟΫϫϭΩΑϳΎϣΑέϭ ΩΟϭϳΫ·ˬϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟΕΎϳλϭλΧϥϣΫϫϭˬϥΩϣϟϥϣΩϳΩόϟ˯ΎϣγϲϓϝΧΩϙγέϬϟϭ ΎϣϫέϳϏϭϑϗϭέΩϧϛγˬϑϗϭϲϳϧέϭϏϝΛϣϑϗϭϟΔϣϠϛϰϠϋΎϬϣγϝϣΗηϳϥΩϣϡϭϳϟΎϬϳϓ ϑϗϭϟϰϠϋΕ΄ηϧΎϬϠϣΎϛΑΎϧΩϣϥϰϠϋϝΎΛϣϝοϓϭϭϝϳϟΩέϳΧϲϬϟϥΩϣϟϩΫϫ˯Ύϣγϥ· ϪγγϰϠϋΕϣϧϭ ΓέΗϔϟϙϠΗΕϧΎϛϭˬΎϬϳϟ·ϥϳϳϧΎϣΛόϟϡϭΩϗϊϣϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟϲϓϑΎϗϭϝϭΕγγ΄Η ΎϬϟϥΎϛϭϭϣϧέΑϛΓέΗϔϟϙϠΗϲϓΕΩϬηϑΎϗϭϷϥϷˬΎϬϳϓϑΎϗϭϸϟΔΑγϧϟΎΑΕέΗϔϟϡϫϲϫ ϡϛΣϟΩϬϋϲϓϑΎϗϭϷνόΑΕίϳϣΗΩϗϭΔϳγΎϳγϟϭΔϳϋΎϣΗΟϻΕέΎγϣϟϲϓέϳΛ΄Ηϡυϋ ΕΫ ϑΎϗϭϷ ΕέϬυ Ϋϛϫϭ ˬϩέγ΄Α ϊϣΗΟϣϟ ϲϓ ΎϫέϳΛ΄ΗΑ ϙγέϬϟϭ ΔϧγϭΑϟ ϲϓ ϲϧΎϣΛόϟ αέΩϣϟΎϛ ΔϳϣϳϠόΗϟ νέϏϷ ΕΫ ϑΎϗϭϷϭ ˬΩΟΎγϣϟϭ ϊϣϭΟϟΎϛ ΔϳϧϳΩϟ νέϏϷ ϡΎΗϳϷϭϥϳΟΎΗΣϣϟϭ˯έϘϔϟΓΩϋΎγϣϟΔϳέϳΧϟνέϏϷΕΫϑΎϗϭϷϭˬΕΎΑΗϛϣϟϭΏϳΗΎΗϛϟϭ ϩΎϳϣ Δϣυϧ΄ϛ ΔϳϋΎϣΗΟϻ νέϏϷ ΕΫ ϑΎϗϭϷϭ ˬϥϳϣέΎϐϟϭ ϝϳΑγϟ ˯ΎϧΑϭ ϡϠόϟ ΔΑϠρϭ ΔϳΩΎλΗϗϻνέϏϷΕΫϑΎϗϭϷϰϟ·ΔϓΎο·ˬΕΎϋΎγϟΝέΑϭέϭγΟϟϭΕΎϗέρϟϭΏέηϟ ϊϳϣΟΑϡΗϬΗΕϧΎϛϑΎϗϭϷϥϯέϧϥΎϧϫΎϧϧϛϣϳϭΎϫ έϳϏϭέΟΎΗϣϟϭΕΎϧΎΧϟϭϕϭγϷΎϛ ϡϭϘΗϱΫϟαΎγϷϥ·ϭϊϣΗΟϣϠϟϭϝΑρϘϓΩέϔϠϟαϳϟΔϳγΎγϷΕΎΟΎϳΗΣϻϲΑϠΗϭϊϣΗΟϣϟΕΎϓ ϑΎϗϭϷΕϧΎϛΩϗϭϲϋΎϣΗΟϻϭϲΣλϟϭϲϣϳϠόΗϟϥΎϣϷϭϫϊϣΗΟϣϟϪϳϟ·ΩϧΗγϳϭΔϟϭΩϟϪϳϠϋ Δγγ΅ϣΕϧΎϛϑϗϭϟΔγγ΅ϣϥϷˬΔϳγΎγϷΕΎΟΎϳΗΣϻϩΫϫϊϳϣΟϲΑϠΗϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟϲϓ ΔϳϣϳϠόΗϭΔϳΣλϭΔϳϋΎϣΗΟ ΎϬϟϭϭˬϑΎϗϭϷΕΎϛϠΗϣϣϥϣέϳΛϛϟϰϠϋ˯ϼϳΗγϻϡΗϱέΎϐϧϬϟϱϭΎγϣϧϟϡϛΣϟϡϭΩϘΑϭ ϥϭΩΔϟϭϠϳΣϟϝΟϥϣˬΔϣΧοϥΎΑϣΎϬϳϠϋΕϳϧΑΙϳΣˬΩϳόϟΓϼλϟΔλλΧϣϟΕΎϳϠλϣϟ ˬϥΩϣϟίϛέϣϲϓΔΑΫΟϟ˯ΎϧΑϟϲοέΕΑλΗϏϡΛΓέϳΑϛΩΩϋ΄ΑΔϘϧΎηΑϟϥϳϣϠγϣϟϊϣΟΗ ϲϓϱΩΎλΗϗϻϭϣϧϟϲϓϑΎϗϭϸϟέϳΑϛϟέϳΛ΄ΗϠϟέυϧϭΔϳϋέίϟΕΎόϣΟϣϟϭΕΎΑΎϐϟϙϟΫϛϭ ΕϧγϓˬΎϬϳϠϋϑΎϗϭϷΓέϭρΧϰϟ·ΕϬΑϧΗϱέΎϐϧϬϟϱϭΎγϣϧϟϝϼΗΣϻΕΎρϠγϥΈϓˬΕϗϭϟϙϟΫ ΎϬΗϣϳϗϥϣϝϳϠϘΗϟϭΎϬϓϼΗ·ϭΎϬϳϠϋ˯ϼϳΗγϻΎΑϣγΗϭϑΎϗϭϷΩϳ˷ ϘΗ ϲΗϟ ϥϳϧϭϘϟ ϥϣ ΔϠγϠγ Ωη έϳλϣ ϑΎϗϭϷ ΕΩϬη ˬϥϳϳϧϳϓϭϠγϟϭ Εϭέϛϟϭ Ώέλϟ ΔϛϠϣϣ αϳγ΄Η ΩόΑϭ ϲϓϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟϥΎϛγϙέΎηϳϡϟϲΗϟϥϳϳϧϳϓϭϠγϟϭΕϭέϛϟϭΏέλϟΔϛϠϣϣϥϷˬΎϣϼυ _ 392 _ Senajid ZAJIMOVIC ϡΗΎϬϳϠϋ˯ΎϧΑϭϲϋέίϟΡϼλϹέϳΑΩΗΔϳρέϘϣϳΩέϳϏΏϳϟΎγ΄ΑϭέγϘϟΎΑΕοέϓˬΎϬϠϳϛηΗ 4000000ϑΎϗϭϷϲοέϥϣϡϧϭΩϥϳϳϼϣΔόΑέϲϟϭΣΓέΩΎλϣ1939–1918ϲϣΎϋϥϳΑ ϲοέϷϥϣϡϧϭΩ12500000)ΕϭϛΑϟϲοέϥϣϡϧϭΩϥϭϳϠϣϑλϧϭΓέηϋϲϧΛϭϡϧϭΩ ϰϠϋ–ΎϳϠϛηϭΎϳϧϭϧΎϗ–ΔϳΎϬϧϟΔΑέοϟϰϟ·ϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟϲϓϑΎϗϭϷΕοέόΗϭ ϰϠϋ˯ΎοϘϟΫϧϳΣϡΗΩϘϓΔϳΩΎΣΗϻΔϳϛέΗηϻΎϳϓϼγϭϏϭϳΔϳέϭϬϣΟϲϓϲϋϭϳηϟϡϛΣϟΩϳ 1959–1945)ϲϋϭϳηϟϡϛΣϟϥϣϰϟϭϷΓέηϋϊΑέϷΕϭϧγϟϲϓΎϣϳγϻϭˬΎϣΎϣΗϑΎϗϭϷ έΛϛΏΎλΗϏϡΗˬΔϳόϣϘϟϥϳϧϭϘϟϥϣΎϫέϳϏϭΓέΩΎλϣϟϭϙϼϣΗγϻϭϡϳϣ΄ΗϟϥϳϧϭϗέΩλΈΑϭ ϑΎϗϭϷϡυόϣϝϭίϪϧϋΞΗϧΎϣϣΔϟϭΩϟϟΎλϟΔϟϭϘϧϣϟέϳϏϑΎϗϭϷΕΎϛϠΗϣϣϥϣ%95ϥϣ ΎϫΩϭΟϭϟαϳέϟέλϧόϟέΑΗόΗΕϧΎϛϲΗϟΎϬΗΎϛϠΗϣϣϟΎϬϧΩϘϓΏΑγΑ ΩόΗΔϳγΎϳγϟΕΩΎϳϘϟϭˬ1992ϡΎϋΫϧϣΩϳΩΣΗϟΎΑϭˬϰϟϭϷΔϳρέϘϣϳΩϟΕΎΑΎΧΗϧϻΫϧϣϭ ϰϠϋΔϧγϥϭέηϋΕοϣΩϗϭϥϳϳϠλϷΎϬΑΎΣλϷΕΎϛϠΗϣϣϟΓΩΎϋ·ϭΔϳϛϠϣϟΓΩΎϋ·ϥϭϧΎϗϥγΑ έΎγΧϝϣΣΗΗϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟϲϓϑΎϗϭϷϥ·.ΩόΑ ˷ϥγϳϡϟϥϭϧΎϘϟϥϛϟˬΩϭϋϭϟϙϠΗϝϭ ˬΫϟΎϳϭϧγϙέΎϣϥϭϳϠϣ 20ϲϟϭΣέΎγΧϟϩΫϫώϠΑΗϭˬΕΎϛϠΗϣϣϟΓΩΎϋ·ϡΩϋΏΑγΑΔΣΩΎϓ ϥϳϛΎϛΩϟϭ έΟΎΗϣϟϭ ϕϘηϟϭ ϲϧΎΑϣϟ ϥϭϛϟ έυϧϭ ˬΔϳϛϠϣϟ ΓΩΎϋ· ϥϭϧΎϗ Ω ϭΟϭ ϡΩόϟ έυϧϭ ϑΎϗϭϷΕΣΑλˬΔϳϣϭϛΣΓίϬΟϭΩέϓϥϣέϳϐϟΓίΎϳΣϲϓˬΔϳϔϗϭϟϲοέϷϭϕΩΎϧϔϟϭ ΔϓΎϛϡϋΩϲϓϡΎϬγϹϲϫϭϻˬϲοΎϣϟϲϓΎϬΑϊϠροΗΕϧΎϛϲΗϟΎϬΗϟΎγέ˯ΩϥϋΓίΟΎϋ ΎϬϟΓέϭΎΟϣϟϕρΎϧϣϟϭϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟϲϓΔϳϋΎϣΗΟϻΔϳϣϧΗϟΕέΎγϣ ϑΎϗϭϷϥϯέϧϥΎϧϧϛϣϳϲοΎϣϟϰϟ·ΎϧΩϋΫΈϓˬϑΎϗϭϷΓέΩ·ϡΎυϧΑϕϠόΗϳΎϣϳϓΎϣ ϲϓ ΔϳϣϼγϹ ΔΧϳηϣϟ ϥϣ ˯ίΟ ΕΣΑλ ϡΛ ˬΔϟϭΩϟΎΑ ΔρΑΗέϣ ΕϧΎϛ ϙγέϬϟϭ ΔϧγϭΑϟ ϲϓ Δγγ΅ϣΕγϳϟΔϳϣϼγϹΔΧϳηϣϟϭΔϳϧΎϣϠϋΔϟϭΩϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟϡϭϳϟϭϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟ ϝϣΎϛΔϳϣϼγϹΔΧϳηϣϠϟϝϔϛϳΔϟϭΩϟέϭΗγΩϥϯϭγΔϟϭΩϟΎΑΎϬρΑέϳ˯ϲηϻϭˬΔϟϭΩϠϟΔόΑΎΗ ϲϓ ϑΎϗϭϷ ϥΈϓ ΔϟϭΩϟΎΑ ΔϳϣϼγϹ ΔΧϳηϣϟ ρΎΑΗέ ϡΩόϟ έυϧϭ ΎϬΎοϋ ϕϭϘΣϭ ΎϬϗϭϘΣ ΔΧϳηϣϟΎϫέϳΩΗϭΎϳϧϭϧΎϗΎϫίϭΣΗΕΎϛϠΗϣϣϲϫΎϣϧ·ˬΔϟϭΩϟΎΑΔρΑΗέϣέϳϏϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟ ΔϳΎϣΣ ˯ΎϧΛΗγΎΑ ϑΎϗϭϷ ϰϠϋ ΔρϠγ ϱ ϙϠΗϣΗ ϻ ΔϟϭΩϟϭ ϙγέϬϟϭ ΔϧγϭΑϟ ϲϓ ΔϳϣϼγϹ ϲΗϟϕϭϘΣϟαϔϧΑϊΗϣΗΗϑΎϗϭϷΕΎϛϠΗϣϣϥϰϧόϣΑˬΓϭΎγϣϟΩΑϣΏΟϭϣΑϑΎϗϭϷΕΎϛϠΗϣϣ ΔΧϳηϣϠϟΔϟϭϔϛϣϟϕϭϘΣϟϰϠϋΩΎϣΗϋϭϯέΧΕΎϛϠΗϣϣϱϭΔλΎΧϟΕΎϛϠΗϣϣϟΎϬΑϊΗϣΗΗ ΓέΩ·ϕΣΎϬΑΟϭϣΑΕϠϘϧϭϝΎΟϣϟΫϫΎϬΑΕϣυϧΔλΎΧΎϣΎϛΣΓέϳΧϷΕόοϭˬΔϳϣϼγϹ ˬΩϳΟϼϛηέΑΗόϳΫϫϭˬΔϳϋέϔϟΓίϬΟϷϰϟ·ΎϫέϭΩΑϪΗϠϘϧϲΗϟϭˬϑΎϗϭϷΔϳέϳΩϣϰϟ·ϑΎϗϭϷ Δγγ΅ϣϟϩΫϬϟΔϠϣΎϛϟΔϳϧϭϧΎϘϟΔϳΎϣΣϟέϳϓϭΗϟϑΎϛέϳϏϪϧϛϟ ΕέΎγϣϟ ϲϓ ΔϬΑΎηϣϟ ΕΎγγ΅ϣϟϭ ϑΎϗϭϷ έϳΛ΄Η ϝϭΣ έϭΩϳ ΙϳΩΣϟ ϥ ΎϣΑϭ ΕϻΎΣϡϭϳϟΩΟϧϭΕΎγγ΅ϣϟϩΫϫϥϳΑΎϣΩΣϰϟ·ϝλϓϥΩϭϲϧϧΈϓˬϡϟΎόϟϲϓΔϳΩΎλΗϗϻ ΔϧγϭΑϟϲϓΎϧΩϧϋΙΩΣϳΫϫϭˬΔϬΑΎηϣϟΕΎγγγ΅ϣϟϑΎϗϭϷϭϥϳΑϱϭΎγΗϡϟΎόϟϲϓΓέϳΛϛ ΎϣϬϧϳΑέϳΑϛϕέϓΩΟϭϳϥϛϟϭˬϙγέϬϟϭ _ 393 _ Sivil Toplum Hareketinin ve Yeni Vakıf Anlayışının, İslam Dünyasına Maddi-Manevi ϲϣϼγϻϢϟΎόϟϲϓΔϳϮϨόϤϟϭΔϳΩΎϤϟΎϬΗΎϤϫΎδϣ ϭϑΎϗϭϻΔΣΎγϲϓΓΪϳΪΠϟϢϫΎϔΘϟ ϭϲϧΪϤϟϊϤΘΠϤϟΔϛήΣ Sağlayabileceği Katkılar ΕΎγγ΅ϣϟ ϡϭϘΗ ΎϣϧϳΑ ΔϳϣϼγϹ Δόϳέηϟ ϡΎϛΣ ϰϟ· ϡϼγϹ ϲϓ ϑϗϭϟ ϡΎυϧ ΩϧΗγϳ ϲϧϭϧΎϘϟ ΎϬόοϭϭ ΎϬγϳγ΄Η ϰϠϋ Ωϭϳϗ ϱ ϥϭΩΑ ϲλΧηϟ ϥϭϧΎϘϟ αΎγ ϰϠϋ ΔϬΑΎηϣϟ ϑϗϭϟρΑΗέϳΎϣϧϳΑˬΕΎϛϠΗϣϣϱ΄ΑΔϘϠόΗϣϥϭϛΗϥϥϭΩΎϬγϳγ΄ΗϥϛϣϳΔϬΑΎηϣϟΕΎγγ΅ϣϟϭ ϥϳόϟΔϳϛϠϣϕΣϥϋϑϗϭϟϝίΎϧΗϳϭϑϗϭϟΎϫΩΩΣϳΔΣοϭρϭέηϕϓϭϭΔϧϳόϣΕΎϛϠΗϣϣΑ ϙϠΗϲϛϟΎϣϡϫϥϭϘΑϳΩέϓΔϋϭϣΟϣϭΩέϓΎϬϣϳϘϳΔϬΑΎηϣϟΕΎγγ΅ϣϟΎϣϧϳΑˬϰϟΎόΗௌϪΟϭϟ ϑέλΗϟ ϡϬϧϛϣϳ ΔϬΑΎηϣϟ ΕΎγγ΅ϣϟ ϲϛϟΎϣ ϥΈϓ ˬϡϫϷ έϣϷ ϭϫϭ ˬέϳΧϭ ΕΎϛϠΗϣϟ ΕΎγγ΅ϣϠϟαϳϟϭϲϧϭϧΎϘϟϝϭΩΗϟϥϣϑΎϗϭϷΕΎϛϠΗϣϣΝέΧΗΎϣϧϳΑˬΩϭϳϗϱϥϭΩΕΎϛϠΗϣϣϟΎΑ Δγγ΅ϣαΎγϷϲϓέΑΗόΗϑϗϭϟΔγγ΅ϣΎϣϧϳΑˬΔϳϭϳϧΩΔϣγΕΫΎϬϧ·ϝΑˬϲϧϳΩέϭΩΔϬΑΎηϣϟ ΎϣΓΩΎϋϭˬΎϳϧϣίΓΩϳϘϣϥϭϛΗϥΔϬΑΎηϣϟΕΎγγ΅ϣϠϟϥϛϣϳϭΔϧγϟϭϥέϘϟϰϠϋΔϣΎϗΔϳϧϳΩ ΎϳϧϣίΓΩϳϘϣέϳϏαΎγϷϲϓϲϬϓϑΎϗϭϷΎϣέΛϛϭΩΣϭϑΩϫ ϕϳϘΣΗΑΎϫΩϭΟϭρΑΗέϳ ϥϳΑϊϣΟϟϥΎϣϛˬΎϬϧΩϘϔΑϭϥϳόϟϝϭίΑϻ·ϝϭίϳϻϑϗϭϟϥϥϭϣϠγϣϟ˯ΎϣϠόϟϯέϳϭ ϑϗϭϟέϣϋϝϳρϳΎϬϧϳΑϊϣΟϟϥ·ϝΑˬϑϗϭϟϝϭίϲϧόϳϻϑΎϗϭϻ ϥΩΟϧγϓˬΔϬΑΎηϣϟΕΎγγ΅ϣϟϭϑΎϗϭϷϥϳΑΡΎΟϧϟΕϻΩόϣϲϓΔϧέΎϘϣΎϧΩϘϋΫ·ϭ ϭΔϠΛΎϣΗϣϟϑΩϫϷΕΫΔϬΑΎηϣϟΕΎγ΅ϣϟϥϭϛϲϓϙϟΫΏΑγϥϣϛϳϭˬΎΣΎΟϧέΛϛΓέϳΧϷ ΎϬϓΩϫ ϰϟ· ϝϭλϭϟ ϲϓ ΞΎΗϧϟ ϕϘΣΗϭ ΔϳϣϟΎϋ ΔϛΑη ϥϣο ΎϬϧϳΑ Ύϣϳϓ ΔρΑέΗϣ ΔϬΑΎηΗϣϟ ϰϠϋ˯ΎϧΑ –ϑΎϗϭϸϟϲϐΑϧϳϭˬωϭοϭϣϟΫϫϰϠϋϝϣόϳϥΏΟϳϑϗϭϟϥΩϘΗϋϭΔϳϣϟΎόϟ ΎϬΗϟΎγέϕϘΣΗϥ –ϥϭϣϠγϣϟΎϬϳϓ εϳόϳϲΗϟϝϭΩϟΕΎΟΎϳΗΣϭΔϳϣϼγϹΔόϳέηϟϡΎϛΣ ΔϣϠγϣϟΔϣϷΔϳϣϧΗϲϓΔϠΛϣΗϣϟΔϳϣϟΎόϟ έΑΗόΗΎϬόϳϣΟΎϬϧΈϓˬΔϬΑΎηϣϟΕΎγγ΅ϣϟϭϑϗϭϟϥϳΑϑϼΗΧϻϥϋέυϧϟνϐΑϭˬϥϛϟ ϥϷˬϊϣΗΟϣϟϭΩέϔϟΔηϳόϣϯϭΗγϣ ϥϳγΣΗ ϰϟ· ϱΩ΅Η ΔϋϭϧΗϣ ΔϳϋΎϣΗΟ ΕΎρΎηϧϟ ΎϣϬϣ Ύϛ ˷έΣ˵ϣ ΕΎΟΎϳΗΣϻϭ ΓΎϳΣϟ ϲϓ ΩΟ ΔϣϬϣ ΏϧϭΟ ΎϬΗΎρΎηϧΑ ϸϣΗ ΔϬΑΎηϣϟ ΕΎγγ΅ϣϟϭ ϑΎϗϭϷ ϲϐΑϧϳϙϟΫϝΟϥϣϭˬϥϣΛΑέΩϘϳϻϲοΎϣϟϲϓϑΎϗϭϷέϭΩϥΎϛϙϟΫΏΑγΑϭΔϳϋΎϣΗΟϻ ϥϣΛΑέΩϘϳϻέϭΩϝΑϘΗγϣϟϲϓΏόϠΗϥϑΎϗϭϸϟ ΕΎόϣΟΗϟϭΕΎόϣΗΟϣϟΔϳϣϧΗϲϓΎϣϬϣέϭΩΏόϠΗϝίΗΎϣϭΕϧΎϛϑΎϗϭϷΔγγ΅ϣϥ· Δϳϟϭ΅γϣϟΎΑϪγΎγΣ·ϭϪΗέΩΎΑϣϟϭϲϧΩϣϟϊΗϣΟϣϠϟΎϳΩϳϠϘΗΔϛϭέΗϣϟΏϧϭΟϟϲϓΔλΎΧϭˬΔϣϠγϣϟ ΔϳέϳΧϟϭΔϳϋΎϣΗΟϻΕΎϣΩΧϟϭΕΩΎΑόϟϝΎΟϣϥ·ΕΎόϣΟΗϟϭϊϣΗΟϣϟϡΩϘΗϭϡΎόϟϊοϭϟϩΎΟΗ ˯Ύηϧ·ϥϣϑΩϬϟϭϥϳϔϗϭϟϡΎϣΗϫρΣϣΕϧΎϛΎϫέϳϏϭΔϳΗΣΗϟΔϳϧΑϟωΎρϗϭΔϳϣϳϠόΗϟϭΔϳϭΑέΗϟϭ ϝϭΩϟ ϊϳϣΟ ϲϓ ϙϟΫϛ ϭϫ ϡϭϳϟ ΎϬϟΎΣϭ ˬϲοΎϣϟ ϲϓ ϑΎϗϭϷ ϝΎΣ ϥΎϛ Ϋϛϫ ϑΎϗϭϷ ϥΎϛϱΫϟέϭΩϟΏόϠϳϻϡϭϳϟϑϗϭϟϥοϭϟϥϣϥϛϟΎϧΩϧϋϙϟΫϪΑηϳϝΎΣϟϭˬΔϳϣϼγϹ ˬΓΎϳΣϟέϭΩϊϳϣΟϲϓΔϟϭΩϟέϭΩέϭϬυϥϋ˯ϲηϝϛϝΑϗϡΟΎϧΫϫϭˬϲοΎϣϟϲϓϪΑΎρϭϧϣ ΎϬΗ˯έΟΈΑΔϟϭΩϟΎϓϲϧΩϣϟϊϣΗΟϣϟιΎλΗΧϥϣϲοΎϣϟϲϓΕϧΎϛϲΗϟΕϻΎΟϣϟΎϬϳϓΎϣΑ ϝΛϣΗϣϟϑΎϗϭϷέϭΩΩϳϳϘΗϰϟ·ΓΩϣόΗϣΕόγˬΔϳέΩϹέϳΑΩΗϟΫΎΧΗϭϥϳϧϭϘϟϥγϕϳέρϥϋϭ ΔϣϛΎΣϟΕΎρϠγϟΎϬϳϠϋϕϓϭΗϥϛΗϡϟϲΗϟϭˬϊϣΗΟϣϟϲϓΓΩΩΣϣΕΎϬΟϭΗϭΕΎϳϠϣϋϡϳυϧΗϲϓ ΎϬϧϣϥϳΩϳϔΗγϣϟϭΔϳϧόϣϟΕΎϬΟϟϝΑϗϥϣϑΎϗϭϷΔϳΎϋέΔϠϗˬϑΎϗϭϷέϭΩϑόοΏΎΑγϥϣϭ _ 394 _ Senajid ZAJIMOVIC ΞΗϧΎϣϣˬΎϬΗέΩ·ϭΎϬϣϳυϧΗϲϓϲϠΧΩϟϑόοϟϥϋϼοϓˬΎϬΗϳϣϧΗϭΎϫέϳϭρΗΑϡϬϣΎϣΗϫιϘϧϭ ΔϳΩΎλΗϗϻΔϳΑϟϲϓϭϊϣΗΟϣϟϝΧΩΔϠλΎΣϟΕέϳϐΗϟϲϓϱϭΎγΗϣϟέϳϏϡϠϗ΄ΗϟϭϝϭΣΗϟϪϧϋ ΔϳϋΎϣΗΟϻϭ ΕΎϳλϭΗϟϭΕΎΣέΗϘϣϟ ϑΎϗϭϷϥϳΑϙέΗηϣϟϲΟϳΗέΗγϻϥϭΎόΗϟΔϣΎϗ·ϰϠϋϊϳΟηΗϟϭϑΎϗϭϸϟΞϳϭέΗϟΓΩΎϳί 1 ϊϣΗΟϣϟΕΎϔϟΔΑγϧϟΎΑΔϳϣϫΕΫˬΓΩΩΣϣΕΎϋϭέηϣϲϓΔϳϣϼγϹϝϭΩϟϲϓ ΕϼϣΣϟˬϯέΧΓέΎΑόΑϭˬϊϣΗΟϣϟϲϓΔϧϳόϣΕΎϓΔϳϣϧΗϰϟ·ΔϓΩΎϬϟΕϼϣΣϟϡϋΩϭΫϳϔϧΗ 2 ˭ΔϳϣΎϧϟϝϭΩϟϲϓΔλΎΧϭˬΎϳϗϼΧϭΎϳΩΎϣϲϣϼγϹϡϟΎόϟΔϳϭϘΗϰϟ·ϑΩϬΗϲΗϟ ϭϣϧϟ Δϣϟϭϋ έΎηΗϧ ϊϣ ˬέοΎΣϟ Ύϧέλϋ ϲϓ Ύϣϳγϻϭ ˬϑϗϭϟ Δϣϟϭϋ ϰϠϋ ϝϣόϟ 3 ˭ΦϟˬΔγΎϳγϟϭΓέΎΟΗϟϭϱΩΎλΗϗϻ ϑΎϗϭϷ ΕΩέϳ· έΎϣΛΗγΎΑ ϣγΗ ϲΗϟ ϯϭΎΗϔϟ ϭέΩλϳ ϥ ϥϳϣϠγϣϟ ˯Ύ ϬϘϔϟ ϲϐΑϧϳ 4 ϯέΧϝϭΩϲϓΔϣΎϘϟϑΎϗϭϷΔϳϣϧΗΎϬϧϣϑΩϬϟϥϭϛϳΕΎϋϭέηϣϲϓΎϬϔϳυϭΗϭ εΗϳϓϭϣϳίϝΎϣΟΩϳΎϧγ ϙγέϬϟϭΔϧγϭΑϟϲϓϑΎϗϭϷέϳΩϣ _ 395 _ SİVİL TOPLUM HAREKETİNİN VE YENİ VAKIF ANLAYIŞININ, İSLAM DÜNYASINA MADDİ-MANEVİ SAĞLAYABİLECEĞİ KATKILAR Senajid ZAJIMOVIC Saraybosna Vakıflar Müdürlüğü – BOSNA-HERSEK - Vakıf kavramlarının tanımlanması ve bunların vakıflarla ilgisi bulunan kavramlarla karşılaştırmasının yapılması - İslam Ülkelerindeki muasır vakıf uygulamaları Vakıflar ve bunlara benzeyen kurumlar insanların kendi aralarındaki dayanışma ve yardımlaşmayı ifade eden ya da Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak amacıyla dine dayanan en eski sosyal faaliyetlerden kabul edilmektedir. Amaç bunlardan hangisi olursa olsun vakıflar kamu yararının gerçekleşmesine ve toplumda belirli grupların gereksinimlerinin karşılanmasına katkıda bulunmaktadır. Müesseseler başlangıçta yerel toplulukların veya şehirlerin temel ihtiyaçlarının karşılanması ve geliştirmesi amacıyla kuruluyorlardı. Günümüzde ise vakıflar ve müesseseler toplumların aileleriyle birlikte gelişmesi ve büyümesi için coğrafi sınırları aşmış bulunuyorlar. Aynı şekilde günümüzde büyüme kavramı ülkenin coğrafi sınırlarını aşmış durumda. Öyle ki herhangi bir ülkede bulunan vakıflar diğer ülkelerdeki aynı veya benzeri müesseselerin gelişmesi ve büyümesine katkı eder bir hale gelmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla vakıflar o ülkenin gelişmesi ve büyümesine katkı sağlamaktalar. Aslında İslam ve Müslümanlar dünyada bin yıldan daha fazla liderlik eden bir medeniyet kurmuşlardır. İslam Medeniyetini diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerden bazılar denge ve itidaldir. İslam Medeniyeti bilim ve dini birleştirmiş, ruh ve madde arasında bir denge kurmuş, dünyayı ahretten ayırmamıştır. İşte bunlar İslam Medeniyetini diğer medeniyetlerden ayıran en önemli özelliklerden olup hayattaki maddi yöne temel önemi vermiştir. Vakfın işte bu dengenin sağlanmasında hala büyük bir önemi bulunmaktadır. Dini temelden hareketle ruhi ihtiyaçların karşılanması, ferdin gelişimi ve sosyal istikrarı ve toplumun bir bütün halinde ekonomik ve sosyal gelişimine gereken ehemmiyeti gösteren yine İslam’dır. Burada dikkat çeken konu vakıfların ekonomik, sosyal ve kültürel gelişime olan tesirinin günümüzde de dünyanın her tarafında hala devam etmesidir. Özellikle de İslam’ın var olduğu ve var olmaya devam ettiği ülkelerde bunları görmekteyiz. Vakıfların etkisi ülkelerin değişmesiyle değişmemektedir. Zira bunlar birbirinin aynı olmasalar da birbirlerine oldukça benzemekteler. Aynı durum Bosna-Hersek için de söz konusudur. Öyle ki Vakıfların Bosna-Hersek’in toplumsal, siyasi, kültürel ve tarihi gelişiminde büyük etkisi bulunmakta. Bosna-Hersek’te vakıfların kuruluşu bir tohum mesabesinde olup bu şekilde başta başkent Saraybosna olmak üzere pek çok meşhur şehir tesis etmiştir. Bu şehirler vakıfların sayesinde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Vakıfların bu asırlarda bu şehirlerin gelişiminde büyük iktisadi etkileri olmuştur. Vakıflar sayesinde dükkanlar, hastaneler, içme suyu sistemleri, anaokulları ve pek çok iktisadi tesisler kurulmuştur. Dini yönün yanı sıra vakıfların hala süregelen sosyal ve mali kurum olma özellikleri vardır. Böylece bunlar fert ve toplumun yaşam standartlarının iktisadi, sosyal, kültürel ve dini yönden iyileştirilmesine _ 396 _ Senajid ZAJIMOVIC katkı sağlamaktadır. Belki bu konuda diğer ülkelere nazaran en iyi örnek olarak Bosna-Hersek gösterilebilir. Bosna-Hersek’te vakıflar pek çok şehrin ismine dahil olmuş olup bu durum Bosna-Hersek’in özelliklerinden olarak değerlendirilmektedir. Zira bugün ismi vakıf kelimesini içeren şehirler bulunmaktadır. Örneğin; Gornji Vakıf, İskender Vakıf ve benzerleri… Aslında bu şehirlerin isimleri bu şehirlerin tamamıyla vakıflar eliyle ve vakıfların temelleri üzerinde kurulduğuna ve geliştiğine en iyi örneklerdir. Bosna-Hersek’te ilk vakıflar Osmanlıların gelişiyle birlikte kurulmuşlardır. Bu dönem vakıflar için en önemli dönemlerdir. Zira vakıflar bu dönemde ek büyük gelişmelere şahit olmuş ve sosyal ve siyasi gidişatlar üzerinde en büyük tesirleri icra etmişlerdir. Osmanlı yönetimi zamanında Bosna-Hersek’te bazı vakıflar bir bütün olarak toplumu etkileme yönüyle temayüz etmişlerdir. Aynı şekilde dini amaç güden vakıflar (cami ve mescitler gibi), eğitim amacı güden vakıflar (okullar, medreseler ve kütüphaneler), hayır amacı güden vakıflar (fakir, muhtaç, yetim, ilim öğrencisi, dilenci ve borçlulara yardım için) ve sosyal amaç güden vakıflar (içme suyu sistemleri, yollar, köprüler, saat kuleleri benzeri) ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra ekonomik amaç güden vakıfları da belirtmek gerekir (pazarlar, hanlar, ticaret haneler ve benzerleri). Vakıfların toplumun tüm gruplarıyla ilgilendiğini ve yalnız bireyin değil tüm toplumun temel ihtiyaçlarını karşıladığını görüyoruz. Devletin üzerinde yükseldiği ve toplumun dayandığı temel eğitim, sağlık ve sosyal güvenliktir. Bosna-Hersek’te vakıflar tüm insani gereksinimleri karşılamaktaydılar. Zira vakıf müessesesi aynı zamanda sosyal, sağlık ve eğitim müesseseleridir. Avusturya-Macaristan yönetiminin gelişiyle birlikte vakıfların pek çok mallarına el konuldu. Bunların en başında bayram namazları için tahsis edilen namazgahlar olup bunların üzerine görkem için büyük hacimli binalar inşa edilmiştir. Boşnak Müslümanlar bunlara çok iltifat etmemişlerdir. Daha sonra şehirlerin merkezlerindeki araziler gasp edilerek bunların üzerlerine gösterişli binalar inşa edilmiştir. Aynı şekilde ormanlar ve zirai topluluklarda bu durumdan nasibini almıştır. Vakıfların iktisadi gelişim üzerindeki etkilerinin büyük olması hasebiyle Avusturya-Macaristan işgal yönetimi vakıfların bu konuda kendileri açısından taşıdığı tehlikeyi görerek vakıfları kayıt altına alan bir dizi yasalar çıkarmış ve bunların işgaline, yok edilmelerine ve kıymetlerinin azaltılmasına çalışmışlardır. Sırp, Hırvat ve Slovenya Krallığının kurulmasından sonra vakıflar büyük zulümler görmüşlerdir. Zira Bosna-Hersek halkının kuruluşuna iştirak etmediği Sırp, Hırvat ve Slovenya Krallığı zorla ve demokratik olmayan yollarla “ Tarım Islah Tedbirleri” adı altında uygulamalar başlatmışlar ve buna binaen 1918 – 1939 yılları arasında dört milyon dönüm (4.000.000) civarında vakıf arazisini ve on iki buçuk milyon dönüm (12.500.000) Al Bakvat arazisini müsadere etmişlerdir. Bosna-Hersek’te vakıflar, Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti döneminde komünist yönetim eliyle gerek yasal gerekse şeklen öldürücü bir darbeye maruz kalmışlardır. Bu dönemde vakıflar bütünüyle silinmişlerdir. Bu durum sosyalist yönetimin ilk on beş yılında (1945 – 1959) aynı şekilde olmuştur. Çıkarılan millileştirme, istimlak, müsadere ve diğer baskıcı yasalar vasıtasıyla vakıfların taşınmaz mallarının % 95’inden fazlası devlet yararına gasp edilmiştir. _ 397 _ Sivil Toplum Hareketinin ve Yeni Vakıf Anlayışının, İslam Dünyasına Maddi-Manevi Sağlayabileceği Katkılar Bunun sonucunda vakıfların büyük çoğunluğu varlıklarının ana unsuru olarak kabul edilen mameleklerini kaybetmeleri hasebiyle hayata veda etmişlerdir. Siyasi yöneticiler 1992 yılındaki ilk demokratik seçimlerden bu yana varlıkları ve mülkiyetlerini asıl sahiplerine iade etmek için kanun hazırlamakta. Bu arada bu vaatlerin ilkinin üzerinden yirmi sene geçmesine rağmen henüz bir yasa çıkarılabilmiş değil. Bosna-Hersek’te bulunan vakıflar varlıklarının iade edilmemesi nedeniyle büyük zararlar görmekteler. Bu zararların toplamı yıllık 20 milyon Alman Markı civarındadır. Bunun ve mülkiyet iade kanununun bulunmayışının yanı sıra binaların, dairelerin, iş yerlerinin, dükkanların, otellerin ve vakıf arazilerinin devlet fert ve organlarının elinde olmayışı nedeniyle vakıflar geçmişte olduğu gibi üstlendiği misyonun (Bosna-Hersek ve mücavir bölgelerde her türlü sosyal gelişimi desteklemeye katılmak) gereklerini yerine getirmekte acze düşmekteler. Vakıfların idare nizamıyla ilgili konulara eğilecek olursak; geçmişe döndüğümüz takdirde Bosna-Hersek’te vakıfların devletle irtibatlı olduğunu görebiliriz. Vakıflar daha sonra Bosna-Hersek şeyhülislamlığının bir parçası oldular. Bugün ise Bosna-Hersek devleti laik bir devlet olup şeyhülislamlık devlete tabi bir kurum olmadığı için kendisini devlete bağlayan herhangi bir bağ bulunmamaktadır. Bununla birlikte devletin anayasası şeyhülislamlığın ve üyelerinin tüm haklarını teminat altına almaktadır. Şeyhülislamlığın devletle bir bağlantısının bulunmaması nedeniyle vakıfların da devletle herhangi bir bağlantısı bulunmamaktadır. Bunlar yasal olarak Bosna-Hersek’te şeyhülislamlık tarafından mülkiyeti havzasında bulundurulan ve idare edilen varlıklardır. Devletin, eşitlik prensibi temelinde vakıfların mameleklerini korumanın ötesinde vakıflar üzerinde herhangi bir tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Bir diğer ifadeyle vakıfların varlıkları özel mülkiyetin veya diğer herhangi bir varlığın yararlandığı tüm haklardan yararlanmaktadır. Şeyhülislamlığa tevdi edilen haklara istinaden şeyhülislamlık bu konuları düzenleyen hükümler vazetmiş ve bunun uyarınca da vakıfların idare hakkını vakıflar müdürlüğüne tevdi etmiştir. Vakıflar müdürlüğü de bu görevini yan kurullara devretmiş bulunmaktadır. Bütün bunlar şekil olarak güzel görünmekle birlikte bu müessesenin tam yasal korunmasını sağlamak için yeterli değildir. Konuşmanın vakıfların ve benzeri müesseselerin dünya da iktisadi gidişat üzerindeki etkileri üzerine olması nedeniyle ben olabildiği kadarıyla bu müesseseler arasında bazı ayırımlar yapmak istiyorum. Günümüzde dünyada pek çok durum var ki vakıflar ve benzeri müesseseler arasında eşitlemeler yaparlar ki bu durum Bosna-Hersek’te bizim için de söz konusudur. Bununla birlikte bu ikisi arasında büyük farklar bulunmaktadır. İslam’da vakıf nizamı İslam Şeriat Hükümlerine dayanmaktadır. Hâlbuki benzeri müesseseler kuruluşunda herhangi bir şarta ve yasal durumuna bağlı olmaksızın kişisel hukuka dayanır. Benzeri müesseseler herhangi bir mal varlığına bağlı olmaksızın kurulabilirken vakıfların belirli oranda mal varlıklarının olması ve vakfeden tarafından konulan şartlara uygun olması gerekir. Vakfeden, Allah rızası için ayni mülkiyet hakkından feragat ederken benzeri müesseseler ise fert veya topluluklar tarafından kurulurlar ve bu kişiler mal varlıklarının sahipleri olarak kalırlar. Ve son olarak en önemli bir konuya işaret etmek istiyorum. Benzeri müesseselerin sahipleri herhangi bir kısıntı olmadan mal varlıkları üzerinde tasarrufta _ 398 _ Senajid ZAJIMOVIC bulunabilirlerken vakıf malları üzerinde yasal işlemler yapılamaz. Benzeri müesseselerin dini bir görevi bulunmayıp bilakis dünyevi bir görüntüleri bulunurken vakıflar aslında Kuran ve Sünnet’e dayanan dini kurumlardır. Benzeri müesseseler zamanla sınırlı olabilir ve var oluşları genellikle bir veya birden fazla hedefin gerçekleşmesiyle ilintilidir. Vakıflar ise aslında zamanla sınırlı değildir. İslam âlimleri aslında vakfın, kaynak ortadan kalkmadıkça veya kaybedilmedikçe ortadan kalkmayacağı görüşündeler. Ayrıca vakıflar arasında birleştirme vakfına ortadan kalktığı anlamı taşımaz. Bilakis bunlar arasındaki birleştirme vakfın ömrünü uzatır. Vakıflar ve benzeri müesseseler arasında başarı ortalaması açısından bir mukayese yapacak olursak bunlardan benzeri müesseselerin daha çok başarı yakaladığını görürüz. Bunun sebebi benzeri müesseselerin uluslar arası bir ağ kapsamında aynı veya benzeri hedefleri olan müesseselerle irtibatlı olmaları ve uluslar arası hedeflere ulaşmada sonuç elde etmeleridir. Vakıfların da bu konuda çalışmaları gerektiğine inanıyorum. Vakıfların, İslam Şeriatının hükümlerine ve Müslümanların yaşadığı ülkelerin ihtiyaçlarına binaen, İslam Ümmetinin gelişmesinde ifadesini bulan uluslar arası misyonunu gerçekleştirmesi gerekir. Bununla birlikte, vakıflar ve benzeri müesseseler arasındaki farklılıklardan sarfı nazar edecek olursak, bunların hepsi birey ve toplumun yaşam seviyelerinin iyileştirilmesine yardımcı olacak çeşitli sosyal faaliyetlerin geliştirilmesinde önemli bir muharrik güç olarak kabul edilirler. Zira vakıflar ve benzeri kuruluşlar geliştirdikleri faaliyetlerle toplumsal yaşam ve gereksinimlerin önemli bir bölümünü kapsarlar. Bu nedenle vakıfların geçmişteki rolü parayla ölçülemez. Bu nedenle vakıfların gelecekte de parayla ölçülemez rol oynaması gerekir. Vakıf kuruluşları Müslüman toplulukların ve toplumların gelişiminde önemli bir rol oynadılar ve hala oynamaya da devam ediyorlar. Özellikle de geleneksel olarak terk edilmiş bir alan olan sivil toplum alanında olduğu gibi genel durumla ilgilenmesi ve toplum ve toplulukların ilerlemesi için girişimde bulunması ve sorumluluk üstlenmesi büyük önem taşımaktadır. İbadet, sosyal, hayır, eğitim, altyapı sektörü ve benzeri alanlarda hizmet sunumu vakfedenlerin ilgisini çeken konuları ve vakıfların inşa hedeflerini oluşturmaktadır. Nitekim geçmişte de vakıfların durumları böyle olduğu gibi günümüzde de vakıfların durumu bu şekildedir. İslam ülkelerinde böyle olduğu gibi bizim ülkemizde de durum bu şekildedir. Bununla birlikte günümüzde vakıflar geçmişte kendilerinden alışık olunan rolü oynamamaktalar. Bunun nedeni her şeyden önce devletin hayatın tüm alanlarında bir rol üstlenmesinden kaynaklanmaktadır. Buna, daha önce sivil toplumun uğraşı alanına giren alanlarda dâhildir. Devlet icraatlarıyla ve yasalar çıkarmak ve gerekli idari tedbirleri almak suretiyle vakıfların toplum içerisindeki çalışmalarını ve yönelimlerini düzenlemekte ve bilinçli olarak vakıfların rolünü sınırlamaya gayret etmektedir. Bu konuda yöneten makamlar onaylamadıkları faaliyetleri kısıtlamaktalar. Vakıfların rolünün zayıflama nedenleri arasında ilgili taraflarca vakıflara sponsor olanların ve bunlardan yararlananların azlığı, bunların vakıfların gelişmelerine ve büyümesine önem vermemeleridir. Bunun yanı sıra vakıfların organizasyon ve yönetiminde görülen iç zafiyetleri de eklemek gerekir ki bunun sonucunda toplumda ve ekonomik ve sosyal çevrede meydana gelen değişikliklere yeterince uyum sağlanamaması ve takip edilememesi gibi durumlar ortaya çıkmaktadır. _ 399 _ Sivil Toplum Hareketinin ve Yeni Vakıf Anlayışının, İslam Dünyasına Maddi-Manevi Sağlayabileceği Katkılar Teklifler ve Tavsiyeler: 1. Vakıflara teşviklerin artırılması ve İslam Ülkelerinde vakıflar arasında çeşitli toplum katmanları için önem taşıyan ortak projelerde müşterek stratejik işbirliklerinin kurulması; 2. Toplumda belirli grupların geliştirilmesini hedefleyen çalışmaların yapılması ve desteklenmesi. Bir diğer ifadeyle özellikle gelişmekte olan ülkelerde İslam Alemini maddi ve ahlaki açıdan kuvvetlendirmeyi hedefleyen çalışmaların desteklenmesi önem taşımakta; 3. Yaşadığımız çağda iktisadi, ticari, siyasi ve diğer alanlarda meydana gelen küreselleşmenin yayılmasına koşut olarak vakıfların da küreselleşmesine çalışılması; 4. İslam Âlimlerinin vakıfların gelirlerinin yatırımda kullanılması ve bunların, amacı diğer ülkelerde bulunan vakıfların geliştirilmesini hedefleyen projelerde kullanılmasına izin veren fetvalar yayınlaması önem taşımaktadır. _ 400 _ )81&7,212)$)281'$7,21 <LGL:$', 6DXGL$UDELD0HGLQD8QLYHUVLW\r=,0%$%:( I am indeed honored to be invited to this great and beautiful country to speak on a topic of such great importance at a time when the world is facing some of its greatest economic, social and political challenges. All of which bring into the focus the rule of function of foundation in society. A topic that I have been interested to speak on. Ladies and gentlemen, although the idea of foundations is as old as human civilization itself, it can be found in the teachings of the three Abrahamic traditions: Judaism, Christianism and İslam. It was here in Turkey during the ottoman period that for us Muslims at least the idea of foundations were crystalized. It is therefore befitting in what we are holding this auspicious conference here in Turkey. In these few minutes allocated to me, I would like to add you that for me as a Muslim Scholar, the functions of a foundation are defined in two important general Islamic legal and ethical principles. The first principle is the general infamous legal dicta, which means if a mandatory duty and a responsibility cannot be performed except by adopting a specific method or means, then that method also becomes mandatory. Islamic jurists and scholars often try to confine this general principle to the execution of religious rituals and the al ibadet only. However, the Arabic particular Ma, which means he, that which is linguistically general M is inclusive. It is therefore applied to any other activity beyond the religious rituals. For example, the stage of examination of education or knowledge is a mandatory act in Islam. But the provision of school furniture and buildings is not in itself a mandatory act but a medium for the establishment of a mandatory act. Since we now live in an era and in societies where the stage and dissemination of education cannot properly take place without the school buildings and furniture, the provision of these items is now also a mandatory act under Islamic law and ethics. This is not uniquely in Islamic principle. For example in a society like Britain, the provision of education is a mandatory act under British law. When it was discovered that many children were failing to concentrate or fully participate in education due to hunger, the British government made it compulsory for local authorities to provide school dinners with legal nutritional requirements. I am sure that we all can think of many other examples from our different countries and in the work of our respective foundations are doing. The second important general Islamic legal and ethical principle which defines the function of a foundation in Islam is the principle of Makhbashidi or the five necessary objectives of Islam. From all the schools of Islamic law or almadahibur almah, discussed these 5 objectives in greater details. However, this is not the time or place for me to provide such greater details for this topic. I will _ 401 _ Function of a Foundation only mention them here briefly and also explain how I believe they define the function of a foundation. 04.06:12 is a prominent andalucian Islamic jurist, theologian and philosopher of law whose ideas on Sharia have been influential and central to modern debates on Islam and society. Well written in his Alimuvaffakat, a seminar text of Islamic law, le adijdad. The Omar, indeed all religious traditions unanimously agree that divine law was a reviewed to preserve the 5 necessary objectives which are faith, life, family, property and intellect. According to Ashadibi, such universal principles of 5 necessary objectives are not unique to Islam or the Quran but can also be found in other religious traditions such as Judaism and Christianity. And according to the influential and prominent 13th century Islamic Jurist 04:07:24 in his book the major principles, he mentioned the necessary 5 objectives can be established and known through human reason and human nature. In other words, ladies and gentlemen, some of the 5 necessary objectives are shared by all human beings whether with a Jewish, Muslim, Christian or no particular religious faith. For us Muslims, the preservation of 5 objectives is necessary and mandatory. And according to the first ethical and legal principle I cited at the beginning of my talk, the method and means to establishing these 5 necessary objectives also become mandatory duties and functions of Islamic foundations. I and many other Islamic scholars do not believe that these 5 necessary objectives are limited to the rhyme of Islamic laws. In fact they are Islamic evidence from Islamic texts that in common areas, beyond what we traditionally think of the law. Thank you very much. _ 402 _ BİR VAKFIN İŞLEVİ Yidi WADI Suudi Arabistan Medine Üniversitesi – ZİMBABVE Bizleri toplum içerisindeki vakıfların işlevlerine odaklanmamızı sağlayan dünyanın en büyük ekonomik, sosyal ve politik zorluklarla karşı karşıya kaldığı şu zamanlarda, benim de çok ilgimi çeken böyle önemli bir konu hakkında konuşmak üzere bu mükemmel ve güzel ülkeye davet edildiğim için onur duydum. Baylar ve bayanlar, vakıf fikri insanlık medeniyetinin kendisi kadar eski olmasına rağmen özellikle üç İbrahim geleneğinin öğretilerinde bulunabilir: Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet. Tam olarak da Türkiye’de burada Osmanlı döneminde Müslümanlar için sonunda vakıf fikri harekete geçirildi. Bundan dolayı bu konferansın Türkiye’de düzenlenmesi son derece yerinde bir karar olmuş. Bana ayrılan bu birkaç dakika içerisinde Müslüman bilim adamı olarak kendim için size bir vakfın işlevlerinin genel İslami hukuki ve etik ilkeler olmak üzere iki önemli ilke kapsamında tanımlandığını anlatmak isterim. Birinci ilke; zorunlu bir görevin ve sorumluluğun spesifik yöntem veya yollar benimseme dışında gerçekleştirilememesi durumunda o yöntemin de zorunlu olacağı anlamına gelmiş şu adı kötü çıkmış genel meşru vecizedir. İslam hukukçuları ve bilim adamları sıklıkla bu genel ilkeyi sadece dini ritüellerle ve ibadet ile sınırlı tutmaya çalışmaktadır. Ancak Araplar, özellikle erkil yani erkek anlamına gelen ve dil bilim açısından genellikle M olan Ma da kapsam içindedir. Bundan dolayı dini ritüellerin ötesindeki diğer etkinliklere de uygulanır. Örneğin, eğitim ve bilgi incelemesi aşaması; İslamiyet’te zorunlu bir eylemdir. Ancak okul mobilya ve binalarının sağlanması kendisi içerisinde zorunlu eylem olmaktan çok zorunlu eylemin oluşturulması için bir araçtır. Artık eğitim aşamasının ve dağıtılmasının okul binaları ve mobilyası olmadan uygun bir şekilde gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı bir çağda ve toplulukta yaşadığımızdan dolayı bu maddelerin sağlanması, İslami kanun ve etiğine göre zorunlu eylemdir. Örneğin, Britanya gibi bir ülkede İngiliz kanunlarına göre eğitimin sağlanması zorunludur. Pek çok çocuğun açlıktan dolayı eğitime konsantre olamadığı veya tamamıyla katılamadığı ortaya çıktığında İngiliz hükümeti; yerel makamlarını yasal beslenme gerekliliklerini karşılayacak şekilde okulda akşam yemekleri vermeleri konusunda zorunlu tuttu. İlgili vakıflarımızın yapmakta olduğu çalışmalarla ilgili pek çok ülkeden pek çok başka örnek daha bulabileceğimizden eminim. İslamiyet’te bir vakfın işlevini tanımlayan ikinci önemli genel İslami hukuki ve etik ilkesi; Makâsıdu’ş-Şerîa denilen İslam’ın beş temel hedefidir. İslami hukuk fakültelerinin tamamı bu 5 hedefi çok daha ayrıntılı bir şekilde ele aldı. Ancak bu konu ile ilgili daha fazla ayrıntı vermenin ne zamanı ne de yeridir. Ben sadece bunları kısaca değineceğim ve bunların vakfın fonksiyonunu nasıl tanımladığını açıklamaya çalışacağım. Çok önemli İslam hukukçusu, din adamı ve şeriat hakkındaki düşünceleri İslam ve toplum üzerine yapılan modern tartışmalarda etkili ve bu tartışmaların ana damarını oluşturan kanun filozofudur. Çok iyi yazılmış Alimuvaffakat’ında “le adijdad” başlıklı İslami kanunla ilgili seminer metni yer almaktadır. Gerçekten de Ömer; tüm dini geleneklerin oy birliği ile kabul ettikleri gibi ilahi kanunlar 5 temel ilke olan iman, yaşam, aile, mülkiyet ve akıl ilkelerini koruyacak şekilde gözden geçirmiştir. Ashadibi’ ye göre bu evrensel olan 5 temel ilke sadece İslam’a ve Kuran’a özgü bir şey değildir; aynı zamanda Hristiyanlık ve Musevilik gibi diğer dini geleneklerde de _ 403 _ Bir Vakfın İşlevi bulunabilir. Ve etkili ve önemli bir XIII. yüzyıl İslam Hukukçusu temel ilkeleri işlediği kitabında 5 temel ilkenin insan aklıyla ve insan yapısı ile oluşturulabileceğini ve bilinebileceğini belirtmiştir. Diğer bir ifadeyle, baylar ve bayanlar, 5 temel ilkenin bir kısmı; ister Musevi olsun, ister Müslüman olsun, ister Hristiyan olsun ya da isterse belli bir dini imanı olmayan kişi olsun, tüm insanlar tarafından paylaşılır. Biz Müslümanlar için bu 5 ilkenin korunması gerekli ve zorunludur. Ve konuşmamın başında belirttiğim ilk etik ve meşru ilkeye göre bu 5 temel hedefin oluşturulması için gerekli yöntem ve yollar da İslami kuruluşların zorunlu vazifeleri ve fonksiyonlarıdır. Ben ve pek çok diğer İslam bilim adamı; bu 5 temel ilkenin İslam hukuku dizeleri ile sınırlı olmadığına inanıyoruz. Aslında genel olarak kanun olarak düşündüğümüz ortak alanlarda İslami metinlerden alınan İslami kanıtlar vardır. Çok teşekkür ederim. _ 404 _ ,57,YH.XYH\W(YNDI ñGDUHVL°QGHUOLðLQGH +D]ÜUODQDQñVODPL 9DNÜIODU<DVDVÜ 2WXUXP 2WXUXP%DüNDQ× 'DYXW*D]L%(1/ú .DW×O×PF×ODU 'U/D\DFKL)(''$' 3URI'U0RKDPHG5$0$'$1 3URI'U*RXPD$/=5,4, 3URI'U0XUDWdú=$.d$ _ 405 _ _ 406 _ 'U/D\DFKL)(''$' ΔϳΩϭόγϟΔϳΑέόϟΔϛϠϣϣϟ±/Zd/ϲϣϼγϻϡϳϠόΗϟϭΙΣΑϟίϛέϣ ϲηΎϳόϟΔϳΩϭόγϟΔϳΑέόϟΔϛϠϣϣϟϡγΎΑΙΩΣΗϣϟ ϥϳόϣΟϪΑΣλϭϪϟϰϠϋϭΩϣΣϣΎϧΩϳγϥϳϠγέϣϟϑέηϰϠϋϡϼγϟϭΓϼλϟϭϥϳϣϟΎόϟΏέͿΩϣΣϟ ϥϭ ΔϳγΎγϻ ΕΎϣΩϘϣϟ ϡϳΩϘΗ ϰϠϋ ϱέϭΩ έλΗϘϳγϭ ϑϗϭϠϟ ϲΟΫϭϣϧϟ ϥϭϧΎϘϟ ωϭέηϣ ΔγϠΟϟ ϩΫϫ ϲϓ ϡΩϘϧγ ϥΣϧ ௌ ˯Ύη ϥ ϱέϭΩ Ωϭϣ ϲϓ Δϳϧϔϟϭ ΔϳϧϭϧΎϘϟ ϲΣϭϧϟ ϙέΗϭ ϥϭϧΎϘϟ ΫϬϟ ΔϳϬΗϟ ϲϓ ΕΎΣϣϠϟ νόΑ ϲρϋ΄γ ϲϧϧϛϟϭ ΔγϠΟϟ αϳέ Ωϳγϟ ΎϬϳϟ ϲϧϘΑγ ϥΎϛ ϥϭϧΎϘϟωϭέηϣνέϋϲϓΩΑϧϥϝΑϗϡϛϧΫ΄ΗγϲϧϧϛϟϲϘϳέίϟΔόϣΟέϭΗϛΩϟϭϥΎοϣέΩϣΣϣέϭΗϛΩϟϥϳϣϳέϛϟϥϳΫΎΗγϻϼϛϟϥϭϧΎϘϟ ϲϫ ϑϗϭϟΎΑ ϕϠόΗϳ Ύϣ ϲϓ ΔϳϣϧΗϠϟ ϲϣϼγϻ ϙϧΑϟ ΔΑέΟΗ ΎόΑρ ϰϟΎΟϋ ϲϓ έϳη ϲϣϼγϻ ϙϧΑϟ Δϳϣϼγ ΔϳϟϭΩ Δγγ΅ϣ ϝΛϣ ϲϧϧ ΎϣΑ ϙϧΑϟ ϑϗϭϟ ϲϓ ρΎϘϧϟ ϡϫ ϰϟ ρϘϓ έϳη΄ϓ ϪϠΟ ϙέΗϳ ϻ ϪϠϛ ϙέΩϳ ϻ Ύϣ ϥϛϟϭ ϝΟΎϋ ϝϛηΑ ΎϬϟ νέόΗϧ ϥ ϥϛϣϳ ϻϭ ΔϳέΛ ΔΑέΟΗ ΎγΎγϰϧόΗΔϳϟϭΩΔϳϟΎϣΔγγ΅ϣϭϫΔϳϣϧΗϠϟϲϣϼγϻϙϧΑϟΔϠϣΎϛΔΑέΟΗϟνέόΗγϧΙϳΣΑΎϧϟϧγΗγΔϣΩΎϗιέϓϲϓϪϠόϟϭϲϣϼγϻ ΎϘΑΎγ ϪϳϠϋ ϕϠρϳ ϥΎϛ Ύϣ ϭ ϲϣϼγϻ ϥϭΎόΗϟ Δϣυϧϣϟ ΔϳϣΗϧϣϟ ϝϭΩϟ ϡϫ ˯Ύοϋϻ ϝϭΩϟϲϣϼγϻ ϡϟΎόϟ ϲϓ ˯Ύοϋϻ ϝϭΩϟ ΔϳϣϧΗΑ ϝϭΩϟϊϳϣΟϪϳΣΎϧΟΕΣΗϡοϳϰΣοϥϻϭͿΩϣΣϟϭΔϟϭΩϥϳέηόϟίϭΎΟΗΗϻϝϭΩϟϥϣΩΩόΑϙϧΑϟΩΗΑϲϣϼγϻέϣΗ΅ϣϟΔϣυϧϣ ΩόΑϲϣϼγϻϙϧΑϟ˯ΎοϋϻϝϭΩϟϲϓϲϋΎϣΗΟϻϡΩϘΗϟϭΔϳΩΎλΗϗϻΔϳϣϧΗϟϡϋΩϭϫϥϭέΗΎϣϛϑΩϬϟϭΔϟϭΩϥϭγϣΧϭΔΗγΔϳϣϼγϻ ΔϣέϛϝΟϥϣΔϳ΅έΎϫΎϣγϭϥϳέηϋϭϥϳϔϟΔϧγϰϟΔϳ΅έϊοϭϓϝΑϘΗγϣϠϟΔϳ΅έϊοϳϥΩέΔϣϸϟϪΗϣΩΧϥϣΔϧγϥϳέηϋϊρϗϥ ϰϟ ϙϧΑϟ ΎϬϳϠϋ ίϛέϳ ϱΫϟ ˯Ύϳηϻ ϡϫ ϲϫ Ύϣϭ ϡϫ ϲϫ Ύϣϭ ϙϧΑϠϟ ϲϠΑϘΗγϣϟ ϑέηΗγϻ ΏϧϭΟ ϰϠϋ Είϛέ Δϳ΅έϟ ϩΫϫ ϥΎγϧϻ ΓΎϛίϟ ΕΎγγ΅ϣϭ ϙϧΑϟ ϥϳΑ Ύϣ ϕϳγϧΗϟΎΑ ϥϛϣϳ ϑϳϛϭ ΓΎϛίϟϭ ϑΎϗϭϻ ωϭοϭϣ Δϳ΅έϟ ϲϓ ϪϳϠϋ ίϛέ Ύϣϣ Ϫϧϛϟϥϳέηϋϭ ϥϳϔϟ ΔϳΎϏ ϰϠϋ˯Ύοϋϻ ϝϭΩϟ ϯϭΗγϣ ϰϠϋ ϲϋΎϣΗΟ ϥΎϣ ΔϛΑη ˯Ύηϧϭ Δϳϣϼγϻ Δϣϼϟ ΔϣΩΧϟ ϡϳΩϘΗϟ ϥϳΗγγ΅ϣϟ ϥϳΗΎϫ ϝόϔϧ ϥ ϥϛϣϳ ϑϳϛ ϑϳέηϝΩΎϋΥϻΩϭΟϭϣΔϳϬϠϟϱΫϳϔϧΗϟέϳΩϣϟΥϻϭϑϗϭϠϟΔϳϣϟΎόϟΔϳϬϟϑϗϭϟωϭοϭϣϲϓϙϧΑϟϝΧΩϝϣόΗϲΗϟΕΎϬΟϟϰϟΎΟϋ ΔϬΟϟϑΎϗϭϸϟΓΩϳΩΟϊϳέΎηϣϭΕέΩΎΑϣΡέρϲϓΔϳϣγέϟέϳϐϟϭΔϳϣγέϟϑΎϗϭϻΕΎϳϫϭΔϳϣϼγϻϝϭΩϟϊϣϕϳγϧΗϟΎϬΗϣϬϣϩΫϫ ΕΎϳϫ ϥϣ ΩΩϋ ΎϬϟΎϣ αέ ϲϓ ϙέΗηΗ ΩΟ ΔϳΩΎϋ ΔϳέΎϣΛΗγ ΔυϔΣϣ ϕϭΩϧλ ϥϋ ΓέΎΑϋ ϑΎϗϭϻ ΕΎϛϠΗϣϣ έϳϣΛΗ ϕϭΩϧλ ϲϫ ΔϳϧΎΛϟ Ϫϧϛϟ Αέ ϰϟ ϑΩϬϳ ϲΣΑέ ϕϭΩϧλ ϭϫ ϕϭΩϧλϟ ΫϬϟ ϲγΎγϻ νέϐϟ ϥϳϧγΣϣϟ νόΑϭ Δϳϣϼγϻ ϙϭϧΑϟ ϥϣ ΩΩϋϭ ϑΎϗϭϻ ϕϭΩϧλϟϩΫϫϲϓϭϧΎϛϥϣΩΣϡΎηϫΥϻϭϊϳέΎηϣϟΔϣΎϗΈΑΔϳϔϗϭϟϲοέϻΔϳϣϧΗϲϓρϘϓϑϗϭϟωΎρϗϲϓέΎϣΛΗγϻϝΎΟϣιλΧϳ έϣϻ Ϋϫ ϲϓ ΔϠϳϠΟ ΕΎϣΩΧ ϕϘΣϳ ϥ ωΎρΗγϭ ϲϣϼγϻ ϡϟΎόϟ ϝϛ ϲϓ ΎΑϳέϘΗ ϊϳέΎηϣ Ϫϟ ϥϻ ρΎηϧ Ϫϟ ϕϭΩϧλϟϭ Ϫϳϓ ίέΎΑ έϭΩ Ϫϟϭ ρϘϓ ϲϣϼγ ϲϧϣΎοΗ ϕϭΩϧλ ΎϣϬϧϳΑ ϭϗέϔΗ ϰΗΣ ϥϣΎοΗϠϟ ϥϳϗϭΩϧλ ϙΎϧϫΔϳϣϧΗϠϟ ϲϣϼγϻ ϲϧϣΎοΗ ϕϭΩϧλ ϭϫ έΧ ϕϭΩϧλ ΎϧϳΩϟ ϲϓΕΩϘϋϲΗϟΔϳϣϼγϻΔϣϘϟϥϣέέϘΑΩΑΫϫΔϳϣϧΗϠϟϲϣϼγϻϥϣΎοΗϟϕϭΩϧλϭϫΎϧΣΎϧϗϭΩϧλϲϣϼγϻϥϭΎόΗϟΔϣυϧϣϲϓϭϫ ϕϭΩϧλϟ ϩΫϫ ϥϣ Ωϭόϟϭ ϙϧΑϟ Ϫϟϭϣ έϣΛΗγϳϭ ϙϧΑϟ ϩέϳΩϳ ϕϭΩϧλϟ Ϋϫ ϪΟϭϣϭ ΕέϻϭΩϟ ϥϣ ΕέΎϳϠϣ έηϋ Ϫϟ ΕλλΧϭ Δϛϣ ΙϭΣΑϟϭ ΕΎγέΩϟ ϡϳΩϘΗ ϲϓ ϲϫ ΩϬόϣϟ ϝϐη ϥϣ ˯ίΟ ΏϳέΩΗϟϭ ΙΣΑϠϟ ϲϣϼγϻ ΩϬόϣϟ έϳΧϭέϘϔϟ ΔΣϓΎϛϣ ϊϳέΎηϣ ϲϓ ϑέλΗ ϥΫΈϓϝϣόϟ ϩΫϫ ϲϓ ΎϧΗϛέΎηϣ Ε˯ΎΟ Ύϧϫ ϥϣϭ Δϳϣϼγϻ ϝϭΩϟ ΕΎόϳέηΗΑ ϡΎϣΗϫϻ Ύοϳϭ ΕέΩϘϟ ˯ΎϧΑ ϙϟΫϛϭ ϑΎϗϭϷΎΑ ϕϠόΗϳ Ύϣ ϲϓ ΓέϛϔΑ ΩΑϧ ϥ ΎϧΩέ Ϋ ϝϳϠϘΗϟ ϑϗϭϟ ϡΎϛΣ ϝϳϠϘΗ ΎϬϧϣϭ ΕϻΎΟϣϟ ϝϛΑ ϙϧΑϟ ϡΎϣΗϫϭ ϑϗϭϟ ώϳλ ϝϳόϔΗ ϰϠϋ ϝϣόϟ ϰϟ ϑΩϬϧ ΎϧΣ ϝϛηϟΎΑ ΔΑϭΑϣ Εγϳϟϭ ΔϧϭΩϣ Εγϳϟ ϡΎϛΣϻ ϩΫϫ ϥϛϟ ϪϘϔϟ ΏΗϛ ΎϬΑ έΧγΗ ΕΎγϠΟϟ ϲϓ ΎϧόϣΗγ Ύϣϛ ϑϗϭϟΎΑ ΔϘϠόΗϣϟ ΔϳϬϘϔϟ ϡΎϛΣϻ ϑέϋ ϝϫ ϪϘϔϟ ΏΗϛ ϲϓ ΓΩϭΟϭϣϟ ΔϳϬϘϔϟ ϡΎϛΣϻ ϝϳϠϘΗ ϝΟ ϥϣ ωϭέηϣϟ Ϋϫ ΄ηϧ ϙϟΫϟ ΙϳΩΣϟ έλόϟ ϲϓ Ϫϓέόϧ ϱΫϟ ϲϧϭϧΎϘϟ ϲϣϼγϻ έΩλϟ ϲϓ Ϋϫ έϬυϳ ϡϟ ΎόΑρ ΓέλΎόϣϟ ϥϳϳϧϭϧΎϘϟ ΕΎϧϭΩϣ ϲϓ ϥϻ ϥϭΩϣϟ ϝϛηϟΎΑ ϡΎϛΣϻ ϝϳϠϘΗ Γέϛϓ ϝϭϻ ϥϭϣϠγϣϟ _ 407 _ Δϴϣϼγ ϻΐϳέΪΘϟϭΙϮΤΒϟΪϬόϣϭϑΎϗϭϼϟΔϴΘϳϮϜϟΓέΩϻΓΩΎϴϘΑΖδγϲΘϟΔϴϣϼγϻϑΎϗϭϻϥϮϧΎϗ IRTI ve Kuveyt Evkaf İdaresi Önderliğinde Hazırlanan İslami Vakıflar Yasası ΩΣϭ ΏΎΗϛ ϲϓ ΩΣϭ ϥΎϛϣ ϲϓ Δϳέϛϔϟ ˯έϵ ΩϳΣϭΗ Γέϛϓ ϥϛϟ ϡΎϛΣϻ ΔϠΟϣ ΕέΩλ ΎϣϧϳΣ ΔϳϧΎϣΛόϟ ΔϓϼΧϟ ϲϓ ΎΑϳέϘΗ έϬυ ϝϭϻ ϙϟΎϣ ϡΎϣϻ ϪϬΟϭϭ έϣ ϥΎϛΔϳγΎΑόϟ ΔϟϭΩϟ ˯ΎϓϼΧ ΩΣ έϭλϧϣϟ έϔόΟ ϭΑ ϡϬϧϣ ˯ΎϔϠΧϟ νόΑ ΕΩέϭ ΕϧΎϛ ΎϬΑ ΎόϳϣΟαΎϧϟ ϡίϟϭ ϥϰϠϋϙϟΎϣϡΎϣΩόΑέϭλϧϣϟέϔόΟϕϔΗϭ΄ρϭϣϟϪϳϣγΩϗϙϟΎϣϡΎϣϻϥΎϛϭΓΩΣϭΔϧϭΩϣϲϓϲϣϼγϻϪϘϔϟϡΎϛΣϊϣΟϳϥϲοέ Ϫϧϛϟ ΔϳΩΑϟ ϲϓ ϙϟΎϣ ϡΎϣϻ ϝΑϗϭϑϳγϟ ΩΣΑ ϭϟϭ ϥϳϣϠγϣϟ ϝϛ ϪΑ ϡίϠϳϭ ϲϣϼγϻ ϡϟΎόϟ έΎλϧ ϊϳϣΟ ϰϟ ϪϠγέϳ ΄ρϭϣϟ ΏΎΗϛϟ ϩΫϫ Ύόγϭ ϕϳοϧ ϥ ϥϛϣϳ ϻ Ϫϧ ϩΎϧόϣ ΎϣΑ Ϫϟ ϝΎϗϭέϭλϧϣϟ έϔόΟϰϟ ϊΟέϓϲϣϼγϻ έϛϔϟ έϳΟΣΗ Ϫϳϓέϣϻ ϥ ΩΟϭϪγϔϧ ϊΟέ ΎϣϧϳΣ αΎϧϟϡίϠϧϭΩΣϭϱέϲϓϙϟΫϊϣΟϧϥΔϳϣϼγϻΔϟϭΩϟϻϭϥϳϣϠγϣϟϟΎλϥϣαϳϟϭ˯έϡϬϟϭέΎλϧϻϲϓϭόγϭΗΔΑΎΣλϟϥϭ ϑΎϗϭϻ ΎϬϧϣο ϥϣϭ ΕϼϣΎόϣϟ ϪϘϓϭ ΔϣΎϋ ΔϔλΑ ϪϘϔϟ ϝϳϠϘΗϟ ΓΩΎΟ ΔϟϭΎΣϣ ϝϭ ΎϣΑέ ΔϳϧϭϧΎϘϟ ΕΎϧϭΩϣϟ νόΑ ΕέϬυ ϙϟΫ ΩόΑ ϥϛϟ ϥϣ ϭΩΎϔΗγ ΎϬΗϏΎϳλΑ ϭϣΎϗϭ ΔϠΟϣϟ ϭΑΗϛ ϥϳΫϟ ΔϠΟϣϟ ϥϳέέΣϣϟ ΔϘϳϘΣϟ ϲϓ ΔϳϟΩόϟ ϡΎϛΣϻ ΔϠΟϣ ϝϼΧ ϥϣ ΔϳϧΎϣΛόϟ ΔϟϭΩϟ ϲϓϭ Φϳηϟ Δϣϼόϟ ΔϳϧΎϣΛόϟ ΔϟϭΩϟ ϲϓ ϙϟΫϛ ίϳϳϣΗ ΔϣϛΣϣ αϳέϭ ΔϳϟΩόϟ ϡΎϛΣϻ ΔϠΟϣϟ έϳέΣΗ αϳέ ϡϬϧϣο ϥϣ ΔϠΟϣϟ ϲϓ ϥϳϭΩΗϟ ϩΫϫ ϑΎϗϭϻ ϡΎϛΣ ϲϓ ϑϼΧϻ ϑΎΣΗ ΎϫΎϣγϭ ϑϗϭϟ ΏϭΑ ϝϛ ΕϠϣη ΓΩΩόΗϣ ϝΎγϣ ϲϓ ϪΑ ΔλΎΧ ΔϳϧϭϧΎϗ ΔϧϭΩϣ ϊοϭ ϲϣϠΣ έϣϋ ΩΎϔΗγ ΎηΎΑ ϱέΩϗΔϣϼόϟ Ύοϳ ϙϟΫϛΓΩϳΩϋ Εϭϧγ Ϋϧϣ ΔϛέΑϟ ΔϟΩ ϲϓ ΓΩϏ ϭΑ έΎΗγϟ ΩΑϋ έϭΗϛΩϟ ϑέηΈΑ ΓΩϳΩΟ ϊΑρΎϬϧϣ ΕόΑρϭ ύΎλϭ ϲϔϧΣϟ ΏϫΫϣϟ ϰϠϋ ρϘϓ ϑϗϭϠϟ αϳϟ ΔϘϳϘΣϟ ϲϓ ϥϳϧϭϗ ΔϋϭϣΟϣ ΔϏΎϳλΑ ϡΎϗϭέλϣΑ ϝΩόϟ έϳίϭ ϥΎϛ ϭϫϭ ΔϠΟϣ ϥϣ Ύοϳ ϝΩόϟ ΎοϳϑΎϗϭϻ ϝϛΎηϣ ϲϓ ϑΎλϧϻϭ ϝΩόϟ ϩΎϣγϭ ϑϗϭϟ ϡΎϛΣ ϝϳϭΩΗΑ ϡΎϗ ϙϟΫ ΩόΑ ϡΛ ϥέϳΣϟ Ωηέϣ ΎϫΎϣγ ΕϼϣΎόϣϟ ϡΎϛΣ ΔϳϧϭϧΎϘϟ ΕΩϭϬΟϣϟ ϩΫϫ ΎόΑρ ϲΟΫϭϣϧϟ ϥϭϧΎϘϟ ωϭέηϣ ΎϧΑϫΫ ΫϥϳϘϘΣϣϟ ΓϭΧϻ νόΑ ϕϳϘΣΗΑ ΓέϳΧϻ ΔόΑρϟ ωϭΑρϣ ϑΎλϧϻϭ ϭϵϯϲϲϓΔϧΟϠϟϝϳϛηΗΩΗΑϱέλϣϟϥϭϧΎϘϟωϭέηϣΎϬϧϣοϥϣΔϳϧϭϧΎϘϟϊϳέΎηϣϟϥϣΩΩϋϙϟΫΩόΑΎϫϼΗΎηΎΑϱέΩϗϝΎϣϋΎϫέΧϭ ϰΗΣ ΩϬΟ Δϟ΄γϣϟ ΕΫΧ ϥΎϣϟέΑϟ ΔΑϗ ϲϓ ϙέϋϭ ϝϳϭρ ϝΩΟ ΩόΑ ϻ έΩλϳ ϡϟ Ϫϧϛϟ ϰϲ ϰϓΎϗϭϷ ϱέλϣϟ ϥϭϧΎϗ ϥϭϧΎϘϟ έΩλ ϡΛ ΕέΩλ ΞϳϠΧϟ ϲϓ ϡΛ ΎϳΑϳϠϟϭ ϥϳϧϭϘϟ ϥϣ ΩΩϋ έϭϬυ ϙϟΫ ΩόΑ ϊΑΗΗγ ΩΟ ΓέϳΛϛ ΕϼϳΩόΗ ΔϘϳϘΣϟ ϲϓ ϥϭϧΎϘϟ ϩΫϫ ϰϠΗ ϡΛ ϰϲ ϲϓ έΩλ ϡγϘΗ Εγϳϟ ΎϧΣ Ύϧϋϭέηϣ ϥϣ ϑΩϬϟϥϳϧϭϘϟ ΕέΩλ Δϳϣϼγϻ ϝϭΩϟ ϡυόϣ ΓέϳΧϻ Εϭϧγϟ έηόϟ ϝϭϻ έηόϟ ϰϟ ϥϳϧϭϗ ΓΩϋ Δϳϣϼγϻ ϝϭΩϟ Ϫϧϣ ΩϳϔΗγΗ ϥ ϥϛϣϳ ϲΟΫϭϣϧ ϥϭϧΎϗ ώϳλϧ Ύϧϧ ϰϟ ΎϧϓΩϫ Ύϧϧϭ ΩΑ Ϋϫ ϰϟ ϑΩϬϧ ϡϟ Δϳϣϼγϻ ϝϭΩϟ ϑϗϭϠϟ ϥϭϧΎϗ ϱΫϟ ΔϘϳέρϟ ϝϼΧ ϥϣ ϙϟΫ ϝόϔϳ ϥ ϥϛϣϳ ϥϳϧϭϗ ϥϣ ΎϬϳΩϟ Ύϣ έϳϭρΗ ϲϓ ϭ ΩϳΩΟ ϥϭϧΎϗ ˯Ύηϧ ϲϓ Ϫϧϣ ΩϳϔΗγΗ ϥ ϯέΗ ϲΗϟ ΔϟϭΩϟ ϲϓ ΎϧόϣΟΔϳΫϳϔϧΗϟ ΔΣϼϟ ϊϣ ΔϳϓΎοϻ ΓέϛΫϣϟ ϊϣ ϥϭϧΎϘϟ ϥϋ ΓέΎΑϋ ϲϫ ϥϭϧΎϘϟ ΔϏΎϳλ ϲϓ ϩΎϧόΑΎΗ ϲΗϟ ϝΣέϣϟϭ ϥϻ ϩέϛΫ΄γ Ύϧϟ αέΩϳ ιΧη ϝϛ ΎϧΩϧγ ϡΛ ϕϳέϓ Ύϧϭϛ ϡΛ ΔγϧΎΟΗϣ ΕΎϋϭϣΟϣ ϰϟ ΎϫΎϧϋίϭ ϡΛ ϥϳϧϭϗ ϡϭϳ ϝϛ Δϳϣϼγϻ ϝϭΩϟ ϥϳϧϭϗ ϊϳϣΟ ΔϳΩΑϟ ϩΫϫ ϥϣ ιϠΧΗγϳ ϡΛ ϥϭϧΎϘϟ ϲϓ ίϳϣΗϟ ϪΟϭϭ έϭλϘϟ ϪΟϭ ϰϠϋ ϑϘϳ ϥϭ ΎϬϠϳϠΣΗΑ ϡϭϘϳ ϥϭ ΎϬγέΩϳ ϥ ϥϳϧϭϘϟ ϥϣ ΔϋϭϣΟϣ ϝϣόϟ ϕϳέϔϟ ΕΎϏΎϳλϟ ΙϼΛ ϩΫϫ ΩόΑ ΕΎϏΎϳλ ΙϼΛ ϰϟ ΎϧϳϬΗϧ ϡϛϳϠϋ ϝϳρ ϻ ϰΗΣ ΔϘϳϘΣϟ ϲϓ ϙϟΫ ΩόΑ ΩΣϭ ϥϭϧΎϗ ΔϋϭϣΟϣϟ ΎϧϳΩϟ ΓΩΣϭ ΔϏΎϳλ ϰϟ ΎϧϳϬΗϧ ΎϣΩόΑ ΔϳΎϬϧϟ ΔϠΣέϣϟ ΓΩΣϭ ΔϏΎϳλ ϭ ΩΣϭ ϥϭϧΎϗ ιϼΧΗγϭ ΎϬΟΎϣΩΈΑ ϡΎϗϭ ΝΫΎϣϧϟ ϩΫϫ αέΩ ΔϳΫϳϔϧΗϟ ΔΣϼϟ ϊϣ ΔϳΣΎοϳϻ ΓέϛΫϣϟ ϊϣ ϥϭϧΎϘϟ ΔΧγϧ ϡϬϟ ΎϧϠγέϭ ωΎϣΗγ ΔγϠΟ ΎϧΩϘϋϭ ˯έΑΧϟ νόΑϭ ϑΎϗϭϻ ΕΎγγ΅ϣ ϊϳϣΟ ϲϫϩΫϫΕϼϳΩόΗϟϩΫϫΎϧϠΧΩϡΛϥϣϭϥϭϛέΎηϣϟΎϫΩΑϭΕΎγγ΅ϣϟΎϬΗΩΑϲΗϟΕΎυΣϼϣϟϰϟΎϧόϣΗγϭϙϧΑϟέϘϣϲϓωΎϣΗΟΎϧΩϘϋϭ ϡΎηϝϭΩϥϳϧϭϗΞϳϠΧϝϭΩϥϳϧϭϗΎϫΎϧγέΩϲΗϟΕΎϣϳγϘΗϟϝϭΩϟϭϫϲϠϟΞϳϠΧϟϝϭΩϟΔϋϭϣΟϣΎϫΎϧΩλέΔϘϳϘΣϟϲϓϲΗϟΕΎϋϭϣΟϣϟ ΔϏΎϳλ ΩΩϋϭ ΔΛϼΛϟ ΕΎϏΎϳλϟ ΝΎϣΩ ΩΩϋ ϰϠϋ ϑέη ϱΫϟ ϝϣόϟ ϕϳέϔϟ Ϋϫ Ύϳέϭγϭ έλϣ ϥϭϧΎϗϭ ϲΑέόϟ Ώέϐϣϟ ϝϭΩ ϥϳϧϭϗ Ύοϳ ϭϠϣϋ ϥϳΫϟ ϥϳϳϧϭϧΎϘϟ έΎΑϛ ϥϣ ϥϳϳϧϭϧΎϗ ΙϼΛϭ ϑΎϗϭϸϟ ΔϣΎόϟ ΔϧΎϣϻ ϥϣ ϝΛϣϣϭ ϝϳϭϣΗϠϟ ϲϣϼγϻ ϙϧΑϟ ϥϣ ϝΛϣϣ Ϫϳϓ ϥϭϧΎϘϟ ϥϣ ϝϳϋΎϣγ ΩϣΣϣ έϭΗϛΩϟ ϥΎοϣέ ΩϣΣϣ έϭΗϛΩϟ ϑϗϭϟ ωϭοϭϣ ϲϓ ΓέϳΑϛ ΓέΑΧ ϡϬϳΩϟ ϭϠϣϋ Ύϣϧϭ ΔϣΎόϟ ϥϳϧϭϘϟ ϲϓ ρϘϓ αϳϟ ϝϳρϻϰΗΣΔλϼΧϟϲϫϩΫϫΎΑϳέϘΗϑΎϗϭϸϟΔϣΎόϟΔϧΎϣϻϥϣϡΣϠϣϟΏϛϭϛΕΧϻϭϲϘϳέίϟΔόϣΟέϭΗϛΩϟϙϟΫϛϭΓέϫΎϘϟΔόϣΎΟ ϥϭϧΎϘϟΫϫϲϓΔϳϧϭϧΎϘϟϭΔϳϧϔϟϲΣϭϧϟϥϭΧϻϝϭΎϧΗϳϡΛϡϛϳϠϋ _ 408 _ IRTI VE KUVEYT EVKAF İDARESİ ÖNDERLİĞİNDE HAZIRLANAN İSLAMİ VAKIFLAR YASASI Dr. Layachi FEDDAD İslâmi Araştırma ve Eğitim Merkezi (IRTI) – SUUDİ ARABİSTAN Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’a ve Salat ve Selam gönderilenlerin en şereflisi Peygamberimiz Hz. Muhammed ve Onun Ailesinin ve Ashabının hepsine olsun. Benim görevim, Allah’ın izniyle, bu oturumda vakıflarla ilgili bir model kanun taslağı sunmamızdır. Benim görevim, her ne kadar sayın oturum başkanı bu konuda benden önce davranmış olsa da temel tanıtımlarla sınırlı olacaktır. Ben bu kanunun hazırlanması hususunda bazı mülahazalar verecek ve kanun maddeleri hususunda kanuni ve teknik konuları değerli hocalarımız Dr. Muhammed Ramazan ve Dr. Cuma Al Zirqi’ye bırakacağım. Bununla birlikte kanun taslağının sunumuna başlamadan önce sizden uluslar arası İslami bir kurum olan İslam Bankasını temsil ettiğimi belirtmeme izin vermenizi istiyorum. İslam Kalkınma Bankası’nın vakıflarla ilgili tecrübesi zengin bir tecrübedir ve bunu çok hızlı bir şekilde sunmak mümkün olmasa da ben burada İslam Bankasının vakıflar konusundaki tecrübelerinin en önemli noktalarına işaret edeceğim. Belki de gelecekte ortaya çıkacak fırsatlarla bu konudaki tecrübeyi daha ayrıntılı bir şekilde sizlere sunabileceğiz. İslam Kalkınma Bankası uluslar arası alanda çalışan mali bir kuruluş olup temel olarak İslam Dünyasındaki üye devletlerin gelişimleriyle ilgilenmektedir. Üye ülkeler, İslam İşbirliği Teşkilatına veya daha önceki ismiyle İslam Konferansı Örgütüne üye ülkelerdir. Banka, yirmiden az ülkeyle başlamış olup Allah’ın izniyle bugün kanatları altında tüm elli altı İslam Ülkesini içerir bir hale gelmiş bulunmaktadır. Bildiğiniz üzere hedef, üye ülkelerde iktisadi gelişmeyi ve sosyal ilerlemeyi desteklemektir. İslam Bankası, ümmetin hizmetinde geçen yirmi yıldan sonra gelecek için bir vizyon ortaya koymak istedi. Nitekim bu vizyonu 2020 yılı vizyonu olarak koyduktan sonra buna “İnsanın Saygınlığı İçin Vizyon” ismini verdi. Bu vizyon bankanın gelecek öngörüsünün çeşitli boyutları üzerinde yoğunlaşmakta ve 2020 yılında kadar neyin en önemli ve neyin bankanın üzerinde yoğunlaşması gereken en önemli şey olduğunu belirlemektedir. Vizyonun üzerinde yoğunlaştığı konular arasında vakıflar ve zekat konusu ile banka ile zekat müesseseleri arasında nasıl eşgüdüm sağlanır, nasıl bu iki kurumu İslam Ümmetine daha iyi hizmet eder hale getirebiliriz ve nasıl üye ülkeler arasında sosyal güvenlik ağını inşa edebiliriz soruları yer almaktadır. Banka içerisinde vakıflar konusunda çalışanlar arasında Uluslar arası Vakıflar Kurulu bulunmaktadır. Bu kurulun CEO’su kardeşimiz Adil Şerif aramızda bulunmaktadır ve kendisi vakıflara yönelik girişimlerde bulunmak ve yeni projeler geliştirmek hususunda İslam Ülkeleri ve resmi ve gayri resmi vakıf kurullarıyla eşgüdüm görevini yürütmektedir. Bu alanda çalışan bir diğer kurum Vakıf mamelekini verimli hale getirme fonu olup bu fon normal yatırım portföyü fonundan meydana gelmekte ve sermayesine Vakıflar Kurulları ve İslam Bankalarının bir kısmı ve bazı hayırseverler iştirak etmektedir. Bu fonun esas amacı kar amacı güden bir fon olması hasebiyle kar yapmayı hedeflemektedir. Bununla birlikte vakıf arazilerinin geliştirilmesi amacıyla projeler geliştirmek suretiyle yalnızca vakıflar alanında yatırım yapmaya mahsus kılınmıştır. Değerli kardeşimiz Hişam bu fonda olanlardan biridir. Kendisi bu konuda önemli bir rol oynamakta. Fon bugün itibarıyla çeşitli faaliyetler yürütmekte, takriben tüm İslam Aleminde _ 409 _ IRTI ve Kuveyt Evkaf İdaresi Önderliğinde Hazırlanan İslami Vakıflar Yasası çeşitli projeleri hayata geçirmiş ve bu alanda güzel hizmetler gerçekleştirmiş bulunmaktadır. Bizim başka bir fonumuz daha bulunmaktadır. Bu fon İslami Kalkınma Dayanışma Fonu’dur. Konunun açıklığa kavuşması babında belirtmek gerekirse burada iki tane dayanışma fonu bulunmaktadır. Bunlardan yalnız İslam Dayanışma Fonu, İslam İşbirliği Örgütüne aittir. Bizim fonumuz ise İslam Kalkınma Dayanışma Fonu’dur. Bu fon Mekke’de gerçekleştirilen İslam Zirvesinin bir kararıyla faaliyete geçmiş ve onlarca milyar Dolarlık bir bütçe tahsis edilmiştir. Bu fonu Banka yönlendirmekte ve malların yatırım işlerini Bankamız yapmaktadır. Bu fondan elde edilen gelirler fakirlikle mücadele projelerine sarf edilmektedir. Son olarak İslam Eğitim ve Araştırma Enstitüsü bulunmakta. Bu enstitünün çalışmalarının bir bölümü vakıflarla ilgili araştırma ve incelemelerin yapılmasından meydana gelmektedir. Aynı şekilde kapasite inşası, İslam Ülkeleri Yasamalarıyla ilgilenmek enstitünün faaliyetleri arasında yer almaktadır. Bundan hareketle bu çalışmaya katılmaktayız. Dolayısıyla biz vakıf kavramının etkin bir hale getirilmesini hedefliyoruz. Banka, bu konuda her türlü alanlara ilgi göstermektedir. Bu bağlamda vakıf hükümlerinin azaltılmasını da zikredebiliriz. Azaltma denince, istersek eğer, vakıfla ilgili fıkıh hükümlerinden hareket ederek başlayabiliriz. Çeşitli oturumlarda dinlediğimiz üzere fıkıh kitapları ulaşabileceğimiz bir noktada bulunmakla birlikte bu hükümler modern çağda alışık olduğumuz yasal şekliyle derlenmemiş ve bölümler halinde düzenlenmemiştir. Bu nedenle bu proje fıkıh kitaplarında yer alan fıkıh hükümlerinin azaltılması amacıyla hayata geçirilmiştir. İlk dönem Müslümanları hükümleri günümüzde çağdaş yasaların tedvininde olduğu gibi azaltmayı biliyorlardı. Tabi ki bu İslam’ın ilk ortaya çıkışında görülmemekle birlikte takribi olarak Osmanlı Hilafet Devleti zamanında Mecelle-i Ahkâm’ın çıkarılmasıyla ortaya çıkmıştır. Yalnız tüm fikri görüşlerin tek bir kitapta tek bir yerde birleştirilmesi, insanların hepsinin buna uymakla yükümlü kılınması hususunda bazı halifeler çalışmalar yapmışlardır. Abbasi Devleti Halifelerinden Ebu Cafer El Mansur bunlardan biri olup İmam Malik’e (r.a.) emrederek veya yönlendirerek İslam Fıkhını tek bir kitap halinde tedvin etmesini istemiştir. İmam Malik yazdığı kitabına El Muvatta ismini vermiş ve Cafer El Mansur İmam Malik’ten sonra bu El Muvatta kitabına onay vererek İslam Aleminin her tarafına göndermiş ve tüm Müslümanları gerekirse kılıç zoruyla buna uymakla yükümlü kılmıştır. İmam Malik başlangıçta bu durumu kabul etmiş ama daha sonra kendi nefsini gözden geçirerek bu zorlamanın İslam düşüncesini donuk hale getireceğini düşünmüştür. Daha sonra Cafer El Mansur’a giderek geniş olanın daraltılamayacağını, sahabenin çeşitli yerlere dağılmış olduğunu, bunların kendilerine has görüşlerinin bulunduğunu, bütün bunların tek bir görüşe indirgenmesinin ve insanların buna uymakla yükümlü kılınmasının ne Müslümanların ne de İslam Devletinin yararına olduğunu belirtmiştir. Daha sonra bir takım hukuki kodifikasyonların yapıldığı görülmüştür. Beklide fıkhın azaltılmasına yönelik ilk ciddi çalışma genel olarak Osmanlı Devleti zamanında yapılan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye isimli muamelat fıkhıdır. Bu çalışma kapsamında vakıflar konusu da ele alınmıştır. Aslında Mecelle’yi yazan ve kavramlaştıran muharrirler Mecelle’deki bu kodifikasyondan yararlanmışlardır. Bunlar arasında Mecelle-i Ahkam-ı Adliye yayın kurulu başkanı ve Osmanlı Devleti Temyiz Mahkemesi Başkanı Alim Şeyh Ömer Hilmi çeşitli meselelere yönelik özel bir kanuni kodifikasyon yapmıştır. Bu eser “İltafü’l-Ahlaf fi Ahkemi’l-Evkaf” isimle vakıfla ilgili tüm bölümleri içermekteydi. Bu _ 410 _ Dr. Layachi FEDDAD eserin yeni baskısı Dr. Abdussettar Ebu Ghoude’nin denetimi altında çeşitli yıllardan beri Dallah Al Baraka tarafından yapılmaktadır. Aynı şekilde Mısır’da Adalet Bakanı olan Alim Kadri Paşa da Mecelle’den istifade ederek yalnız vakıflar için değil Hanefi Mezhebi üzerine çeşitli kanun gruplarını kavramsallaştırmış, muamelat hükümlerini kavram haline getirerek “Murşid el Hiyran” ismin vermiştir. Daha sonra vakıf hükümlerini uluslar arası bir kavram haline getirerek “El Adl ve’l Ensaf” ismini vermiştir. El Adl ve’l Ensaf’ın da son baskısı bazı kardeşlerimiz tarafından gözden geçirilmiştir. Model kanun taslağı konusuna doğru gidersek bunlar bu alanda yapılan hukuki gayretlerdir. Bunların en sonu Kadri Paşa’nın çalışmaları olup bunu daha sonra bir takım hukuki projeler takip etmiştir. 1936 yılında kurul oluşumuna başlanılan Mısır Kanun Taslağı da bu kapsamda değerlendirilmektedir. Daha sonra 46 yılına ait Mısır Vakıflar kanunu çıkarılmıştır. Lakin 46 yılında bu kanun ancak Meclis çatısı altında yürütülen uzun tartışmalar sonucunda çıkmış ve konu büyük gayret gerektirmiştir. Daha sonra bu kanun aslında pek çok tadilatlar görmüş ve bunu çeşitli kanunlar takip etmiştir. Libya’da ve daha sonra Körfez Ülkelerinde son on yılda çeşitli kanunlar çıkmış ve bunu daha sonra İslam Ülkelerinin çoğunda çıkarılan kanunlar takip etmiştir. Bizim bu projemizin amacı vakıflar kanunun İslam Ülkelerine taksim etmek değildir. Biz bunu hedeflemiyoruz. Biz bir model kanun metni oluşturup İslam Ülkelerinin bundan istifade etmeleridir. Yeni bir kanun çıkarmak veya sahip olduğu mevcut kanunun geliştirmek için bundan istifade etmek isteyen bir devlet bunu şimdi açıklayacağım şekilde yapabilir. Kanun metnini hazırlarken takip ettiğimiz aşamalar kanun ve ek müzekkere ve uygulama yönetmeliklerinden ibarettir. Başlangıçta her gün tüm İslam Ülkelerinin kanunlarını topladık ve bunları daha sonra uyumlu gruplara dağıttık. Bunu takiben bir ekip oluşturarak her bir kişiye incelemesi, tahlil etmesi, kanundaki artı ve eksileri belirtmesi için kanunların belirli bir kısmını verdik. Daha sonra kanun kanun bu grupları tamamladık. Konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum. Kısaca ifade etmek gerekirse biz üç metin hazırladık, bu üç metinden sonra çalışma grubu bu örnekleri inceleyerek bunları entegre ederek tek bir kanun veya tek bir metin haline getirdi. Son aşama olarak tek bir metin haline getirdikten sonra tüm vakıf müesseseleri ve bazı uzmanlarla birlikte bir görüş alış veriş toplantısı düzenledik ve kendilerine açıklamalı müzekkere ve uygulama yönetmeliğiyle birlikte bir kanun nüshasını gönderdik. Daha sonra bankanın merkezinde bir toplantı düzenleyerek müesseselerin ve katılımcıların görüşlerini dinledik. Daha sonra bu tadilatları da ilave ettik. İşte aslında Körfez Ülkelerinde gördüklerimiz bunlardır. Bu bağlamda Körfez Ülkelerinin kanunlarını, Şam Ülkelerinin kanunlarını, Mağrip Ülkelerinin kanunlarını, Mısır ve Suriye kanunlarını bu çalışma grubu incelemiş ve üç metnin entegrasyonunu ve kanun metnini hazırlamıştır. Bu ekibin içerisinde İslam Finans Bankasının bir temsilcisi, Vakıflar Genel Sekreterliğinin bir temsilcisi ve kendileri de yalnız genel hukuk alanında değil aynı zamanda vakıflar konusunda da büyük tecrübe sahibi büyük hukukçulardan üç hukukçu Dr. Muhammed Ramazan, Dr. Muhammed İsmail (Kahire Üniversitesi) ve Dr. Cuma Al Zirqi ve Vakıflar Genel Sekretaryasından kız kardeşimiz Kevakib El Mulhem de yer almıştır. Söz uzatmadan kısacası özet olarak bunları belirtebilirim. Daha sonra arkadaşlarımız bu kanunun teknik ve yasal durumunu ele almışlardır. _ 411 _ _ 412 _ 3URI'U0RKDPHG5$0$'$1 ΕϳϭϛϟΔόϣΎΟ±έλϣΔϟϭΩαϠΟϣϥϳΩϋΎϘΗϣϟέΎηΗγϣ ϥΎοϣέΩϣΣϣΔϳΑέόϟέλϣΔϳέϭϬϣΟϟϡγΎΑΙΩΣΗϣϟ ௌϝϭγέϰϠϋϡϼγϟϭΓϼλϟϭͿΩϣΣϟϡϳΣέϟϥϣΣέϟௌϡγΑ ϥϭΟέϧϭϝϓΎΣϟ˯ΎϘϠϟΫϫϡϳυϧΗϟϭΔϣϳέϛϟϡϬΗϭϋΩϟΎϳϛέΗϲϓϑΎϗϭϸϟΔϣΎόϟΔϳέϳΩϣϟϲϓΓϭΧϻέϛηϧΔϳΩΑϟϲϓ ΙϼΛέυΣϣΕϧϛΎϧωϭέηϣϟΫϫϲϓέυϧϟΕΎϬΟϭϊϣγϧϥϭΟέϭΩϳΩΟϟϥϭϧΎϘϟϥϋΕΎϣϭϠόϣϟϥϣέΩϘΑϡϫΎγϧ ΎϳΎοϘϟϭΔϳγϳέϟΎϳΎοϘϟΙϟΎΛϟέϭΣϣϟϥϭϧΎϘϟΩΩϋΩϧϋϕϳέϔϟΎϬΑϡίΗϠϳϲΗϟΕΎγΎϳγϟϮϡϗέϥϭϧΎϘϟΫϬϟέυΎΣϣ έΩϗΎϬϳϓϥΓέϣϟΎϳΎοϘϟέϳηϳϥϛϟϑϗϭϟΎΑΔϘϠόΗϣϟΎϳΎοϘϟϥϣέϳΛϛϟϝϭΎϧΗϳϥϭϧΎϘϟϭϥϭϧΎϘϟωϭέηϣϲϓΔΛΩΣΗγϣϟ ΩΩϋΩϧϋϕϳέϔϟΎϬΑϡίΗϟϲϟΕΎγΎϳγϟΎΑϕϠόΗϣϟϲϧΎΛϟ˯ίΟϟϥϣϝϭϻ˯ίΟϟϝϭΎϧΗϲηΎϳϋέϭΗϛΩϟΏϳΫϛΗϟϥϣ ωΎϳλϧϻϭϫϕϳέϔϟΎϬΑϡίΗϠϳϲΗϟϝϭϻΩΑϣϟϭϰϟϭϻΔγΎϳγϟΔϳέϳγϔΗϟΓέϛΫϣϟϭΔϳΫϳϔϧΗϟΔΣϼϟϭϥϭϧΎϘϟωϭέηϣ ΕΩΎϬΗΟϻϥϣϭΝίϣϟϥϣΫΧϻϥϳόϣΏϫΫϣΑϡίΗϟϻϡΩϋϊϣϲϣϼγϻϪϘϔϟϲϓΓΩέϭϟΔϳϋέηϟϡΎϛΣϸϟϝϣΎϛϟ ΕϣίΗϟϥϭϧΎϘϟΎΑΓΩέϭϟϡΎϛΣϻϝϛϓϲϟΎΗϟΎΑϭΔοϳέόϟέϭρΗϟϝϭΣΩΑϻϭΩϼΑϟϝϭΣΏγΎϧϳϡϼϳΎϣΔϳϬϘϔϟ ϲϛϟΔϧϭέϣϟϥϣέϳΑϛέΩϘΑΫΧϻϲϫϕϳέϔϟΎϬΑϡίΗϠϳϲΗϟΔϳϧΎΛϟΔγΎϳγϟϥϳόϣΏϫΫϣΑϡίΗϟϻϥϭΩΔϳϋέηϟϡΎϛΣϷΎΑ ϙϟΫέϳϏϭΔϳϧΎϛγϟϑϭέυϟϭΔϳϋΎϣΗΟϻϭΔϳΩΎλΗϗϻϑϭέυϑϼΗΧϊϣΔϳϣϼγϻΩϼΑϟϝϭΣϷϡϼϣϥϭϧΎϘϟϥϭϛϳ ΫΧΗΗΔϧϭέϣϟέϭϣϻϥϣ Ε˯έΟϪϟϥϭϧΎϘϟϥϵΔϳϠϳλϔΗϟϡΎϛΣϻϭΔϳΫϳϔϧΗϟΔΣϼϟΎϧϛέΗϭΔϳϠϛϟϡΎϛΣϻϭΔϳγϳέϟΩϋϭϘϟϥϭϧΎϘϟΎϧϣοΎϧΣϭ ϲΑΎϳϧϟαϠΟϣϟϰϠϋνέόϟΏϠρΗϳϝϭΩϟϡυόϣϲϓϥϻΓΩϘόϣΕ˯έΟϡΛϩέϳΑόΗϭϩέϳϭρΗΕ˯έΟϭϥϭϧΎϘϟΩΩϋ ˯έίϭϟαϠΟϣϭ˯έίϭϟαϳέϠϟΎϣέϳίϭϠϟΎϣΔϟϭΩϝϛέϭΗγΩΏγΣέΩλϻΓέϭλϥϭϛΗΑΔϳΫϳϔϧΗϟΔΣϼϟαϛόΑ ΎϣΩΣϰϟϲϧόϳϥέΧϻΊϳηϟϲΑΎϳϧϟαϠΟϣϟϰϠϋνέόΗϟϲϟΎΗϟΎΑϭΔϟϭΩϟαϳέϟϡϭγέϣΎϬΑέΩλϳΎϣ˯ϲηϰλϗ ΕΎΣϠρλϣϟνόΑΑΫΧ΄ϧϡϟϲϟΎΣϟΕϗϭϟϲϓΔϧϭΩΗϣϟΔΛϳΩΣϟΔϳϋέηϟΕΎΣϠρλϣϟϭΔϳϧϭϧΎϘϟΕΎΣϠρλϣϟΎΑΎϧΫΧ ϝϳϭρΕϗϭΫΧ΄ϳϩΎϧόϣϲϧόϳΔϘϳϘΣϰϟϝϭλϭϟϭΓέϭΟ΄ϣΎϣΩΣϰϟΕΣΑλΕΎΣϠρλϣϟϩΫϫϥϻϡϳΩϘϟϪϘϔϟΎϬΑΫΧϻ ϲϧΩϣϟϥϭϧΎϘϠϟϡΎόϟέΎρϻϥϣοϑϗϭϟΎΑΔλΎΧϟϡΎϛΣϻϭΩϋϭϘϟϥϭϛϳϥέρΑϝϭΩϟνόΑϲϓϥΔΛϟΎΛϟΔγΎϳγϟ ΕΎϓέλΗΕϧΎϛ˯˱ ϭγΔϳΩέϻΕΎϓέλΗϟϭΔϳϧΩϣϟΕϼϣΎόϣϟΔϛέΣϡοϧΗϟΩϋϭϘϟϝΛϣϳϲϧΩϣϟϥϭϧΎϘϟϥέΎΑΗϋϰϠϋ ρέϓέρϝϭΩϟνόΑϲϓϭΔϓϼΧϟϭΔϳλϭϟϭΔΑϬϟϝΛϣΩέϔϧϣϱΩέϝϣϋΓέϭλΑϭέΑόΗΓέϭλϲϫϲΗϟΔϳΩέϻ ωϭΟέϟϡΗϳϥϰϠϋϑΎϗϭϷϥϳϧϭϘϟΎϣΩιϧϡΗϳϭΎϬΑϭΔϳϋέηϟϡΎϛΣϻέΩλϣϑϗϭϟϥϻιΎΧϥϭϧΎϘΑϑϗϭϟ ϥϭϧΎϘΑϑϗϭϟΔοέϔΑΫΧ΄ϳϱΫϟϱέϟϭϫϭϲϧΎΛϟϱέϟϰϟϡυϧϕϳέϔϟιϧΩϭΟϭϡΩϋΔϟΎΣϲϓΔϳϋέηϟϡΎϛΣϸϟ _ 413 _ ΔϴϣϼγϻΐϳέΪΘϟϭΙϮΤΒϟΪϬόϣϭϑΎϗϭϼϟΔϴΘϳϮϜϟΓέΩϻΓΩΎϴϘΑΖδγϲΘϟΔϴϣϼγϻϑΎϗϭϻϥϮϧΎϗ ϝΛϣΔϣΎϋέϭϣ΄ΑεϗΎϧΗϪϘϔϟΏΗϛϥ΄ΑΩΟϳϑϗϭϟΎΑΔλΎΧϟΔϣϳΩϘϟϪϘϔϟΏΗϛϟϰϠϋϊϠρϳϲϟΕϗϭϟΕΫϲϓϭιΎΧ ϥΎϳϋϻέΎΟϳϹΎΑϕϠόΗϳΎϣϳϓΔλΎΧϡΎϛΣϑϗϭϟΩέϔϧϳϻϭέΎΟϳϹΎΑΔλΎΧϥϳϧϭϗΩΟϭϳϡϟΎόϟϝϭΩϡυόϣϲϓϑϗϭϟέΎΟ ΩϋϭϘϟϥϭϧΎϘϠϟϲγΎγϻϭϲϣγέϟέΩλϣϟΏϧΎΟΑιϭλΧϟΫϬΑΔϣΎόϟϡΎϛΣϻϰϟωϭΟέϟϡΗϳΎϣϝοϓΔϓϭϗϭϣϟ ϲϓϝϣόΗέϣΗ΅ϣϟΫϫϲϓΎϫΎϧϟϭΎϧΗϥΣϧϡϟΎόϟϰϟϭΗγϣϰϠϋϲϟΕΎϣυϧϣϟϥϣϡΧίϙΎϧϫϥϯέϕϳέϔϟϥϛϟΔϳϋέηϟ ΓέΩΎΑϕϠόΗϳΎϣϳϓΕΫϟΎΑϭΎϬϧϣΓΩΎϔΗγϻϥϣΩΑϻϰϟΕέΑΧΔϠλΣϣΎϬϳΩϟϥϭϑϗϭϟϝΎΟϣϟϝΛΎϣϣϭϪΑΎηϣϟϝΎΟϣ ϭΕΎϣυϧϣϟΫϫϥϣΎϧΩϔΗγΔϳόϣΗΟϣϟΎϬΗϗϼόΑϕϠόΗϳΎϣϳϓϭΔϳϓΎϔηϟϭΔΑΎϗέϟΎΑϕϠόΗϳΎϣϳϓϭΎϫέΎϣΛΗγϭϑϗϭϟϝϭϣϻ ϲϫΕϼϛηϣϟϭΕέϐλϟϲϫϪϳϠϋΎϣϭϻΎϣΔϳϣϼγϻΩϼΑϟϲϓϑϗϭϟϕϳΑρΗΑϭΕΎϣυϧϣϟϩΫϫΕϟϭΎϧΗϲΗϟΕΎγέΩϟΎΑ ϪϧϣϲΑϠγϑϗϭϣΫΧ΄ΗΕΎόϣΗΟϣϟνόΑϥϰϟΕΩϲΗϟΔϳΑϠγϟϝϣϭόϟϭΩϼΑϟνόΑϲϓΟϧϳϪϠόΟΔϳΑΎΟϳϻϝϣϭόϟ ϥϭΛϼΛϭΔΗγΔϧγϡΩϗωϭέηϣϟϥϭϧΎϗνέϓΎϣϟϲηΎϳϋέϭΗϛΩϟϪϟΎϗϱΫϟϰϠϋΎϧΩόϘΗϰΗΣϲϟϻϑϗϭϠϟΔΑγϧϟΎΑΕΫϟΎΑϭ ϭϲϟϻϑϗϭϟϰϠϋϲϫΔΑΎλϣϟΔϳγΎγϻΔϠϛηϣϟϥΎϛΕϭϧγέηϋΓΩϣϟΥϭϳηϟαϠΟϣϭΏϭϧϟαϠΟϣϲϓεϘϧϭ ϲϓϡϭϳϟΡΎΑλϲϓΎϫΎϧόϣγϲΗϟΏΎΑγϸϟϑϗϭϟϥϣωϭϧϟΫϫΩοϥΎϛϡΎϋϱέϙΎϧϫϥέΎΑΗϋϰϠϋϱέίϟϑϗϭϟ νόΑϥΎϣέΣϲϓΎϫϭϠϐΗγϑΎϗϭϻέΎοϧνόΑϥϥϋϼοϓΙέϳϣϟϥϣΙΎϧϻϡέΣΗϟϝϐΗγϳϑϗϭϟϥΎϛϥ΄Αϧϟ ωϭέηϣϟΫϫΩΩϋΕΎγΎϳγϲϓϑϗϭϟΕΎγΎϳγΑϕϠόΗϣ˯ίΟΫϫϭΔλΎΧϟϝϭϣϻϩΫϫϥϣϥϳϘΣΗγϣϟνόΑϭΔΛέϭϟ ϑϗϭϟϑϳέόΗϲϓΔϳϣϫέΛϛϻ˯ΎϳηϰϠϋίϛέϧϥΏΟϳΓέϳΛϛ˯ΎϳηΏΗΎϛΓΎϳΣϟϲϓϥΕέϭρΗϟϡϫϝϭϘϧΎϣΩϧϋ ίϳϣϳϱΫϟϭϫϥϛϟϭωϭοϭϣϟΫϫϲϓϝϭΎϧΗϥϟΎϧ˯ΎϬϘϔϟϥϳΑΎϬϳϠϋϑϠΗΧϣΔϳέϛϓΎϳΎοϗϲϓϑϗϭϟϑϳέόΗϪϋϭϧϭ ϑϗϭϟΫϫϥϭϫΔϳϋέΑΗϟϝΎϣϋϻΎϬϣγϝΎϣϋϻΎϬϧϣϑΩϬϟϥϭϛϳϲΗϟΔϳϧϭϧΎϘϟΕΎϓέλΗϟωϭϧϥϣϩΩϋΎϣϋϑϗϭϟ ϥϋΔϳέϳΧϟΕΎϳόϣΟϟϥϋϩέϳϏϥϋϑϗϭϟίϳϣϳϱΫϟϲγΎγϻέΎϳόϣϟϭϫΫϫΏϳόϟ˯ΎϳέΑϷϕΎϔϧϻϡΗϳϭΏϳόϟαΑΣΗ ΔϳλϭϟϝϭϣϝϛϕϔϧΗϥϛϣϣΔϳλϭϟϑϗϭϟίϳϣϳϱΫϟϪΑΎηΎϣϭϥΎγϧΩλϗΎϬϧϣΩλϘϟϱΩΩόΗϝϣϋϭϫϼΛϣΔϳλϭϟ ϥϭϣγϘϳ˯ΎϬϘϔϟϝΛΎϣϳΎϣϭΫϫϑϗϭϟ˯ΎϳέϥϣϕϔϧϥϛϟΏϳόϟΎΑυϔΗΣΎϧϑϗϭϟϥϛϟΔϳλϭϟϝϭϣϝϛϕΎϔϧϥϣΩΑϻϭ ϥϳΑΎϣίϳϣϣϥϭϧΎϗωϭέηϣϱέϳΧϟϑϗϭϠϟΔΑγϧϟΎΑϙέΗηϣϟϑϗϭϟϭϱέϳΧϟϑϗϭϟϭϲϟϻϑϗϭϟΙϼΛϰϟϑϗϭϟ ϲϓϭϡϠόϟΏϼρϰϠϋϑϗϭϭϰϣΎΗϳϟϰϠϋϑϗϭ˯έϘϔϟϰϠϋϑϗϭϱΩΎόϟϱέϳΧϟϑϗϭϟϱέϳΧϟϑϗϭϟϥϣϥϳϋϭϧ ϭϰϔηΗγϣϟϑϗϭιλΧϭΔϬΑΟϟϑϗϭιλΧϧΎϣΩϧϋϡΎϋϕϓέϣΔϳΫϐΗϭΓέΩϪϧϣΏλΧϳϱΫϟϱέϳΧϟϑϗϭϟ ϩΫϫ˯ΩϡυϧΗϥϳϧϭϗΩΟϭϳϭΎϫέϳΩΗΔϟϭΩϟΔϣΎϋϕϓέϣϙΎϧϫϩέϳϏϭϥϳΩϟϡϳϠόΗϼΛϣϥϳόϣωϭϧϡϳϠόΗϟϑϗϭιλΧ ϲϋέηϟιϧϟέγϔϳϩέϳγϔΗΓέϭέοϭϪΑϡίΗϟϻΓέϭέοϰϧόϣΑωέΎηϟιϧϛϑϗϭϟρέηϝϭϘϧΎϧϛΫΕΎϣΩΧϟ ϡϳϠόΗϟΕϗϭιλΧΗΕϗϭϟνόΑϲϓϼΛϣϝ΅γϟϭϫΔϣΩΧϟ˯Ω΄ΑϡυϧϳϲΗϟϥϳϧϭϘϟΔϠγϠγϰϠϋυϓΎΣϥΎοϳΩΑϻ ΓέΗϔϟϝϼΧϭϲϣϳϠόΗϟϡΎυϧϟΔϧϳόϣΓΩΎϣαϳέΩΗϡΩϋϑϗϭϟρϭέηϥϣοϥϣϭϡϳϠόΗϟϥϣϥϳόϣωϭϧϡϳϠόΗϟϭϝΎϔρϻ ΔϣΎόϟϥϳϧϭϘϟΩϭΟϭϊϣρέηϟΫϫϝϫΕΎϧΑϟαέΩϣϭΔϳϧΩΑϟΓΩΎϣϟαέΩϣϭϼΛϣϰϘϳγϭϣϟαέΩϣˮΩΑϻΔϳϣϳϠόΗϟ ΕΎϣΩΧϠϟιλΧΗϲΗϟϑΎϗϭϻϝΎϗΎϣΏγΣϭΔϟ΄γϣϟϩΫϫϡυϧϥϭϧΎϘϟϝϭΑϘϣέϳϐϟϭϝϭΑϘϣϡϳϠόΗϟϥϣωϭϧϟΫϫϡυϧΗ ΏΟϳϭϥϛϳϡϟϪϧ΄ϛρέηϟΫϫέΑΗόϧϥΣϧϓϥϭϧΎϘϟϑϟΎΧϳϑϗϭϠϟρέηϱϭϥϳϧϭϘϟΎΑϡίΗϟϻΩΑϻΔϣΎόϟϕϓέϣϟϭ ϥϳΑΎϣίϳϣϳϥϭϧΎϘϟϑϗϭϟϥΎϛέϷΔΑγϧϟΎΑΓΩϭΟϭϣϯέΧέϭϣϰϟΔϓΎοϹΎΑΩϳΩΟϡϳγϘΗΫϫϭϥϭϧΎϘϟϡΎϛΣ΄ΑϡίΗϟϻ Ϋϥϛϳϡϟϥ΄ϛΩϭΟϭϣϭαϳϟϑϗϭϟϪϧΎϛέϥϣϑϗϭϰϠΧΗΫϑϗϭϟϥΎϛέϩΫΎϔϧρϭέηϭϪΗΣλρϭέηϭϑϗϭϟϡΎϛΣ ϡϟϥϛϟϪρϭέηϰϓϭΗγϭϪϧΎϛέϰϓϭΗγΩϭΟϭϣϑϗϭϟΫϥϼρΑϠϟϝΑΎϗϪϧϛϟΩϭΟϭϣϑϗϭϟΔΣλρϭέηϥϣρέηϰϠΧΗ ϥϑϗϭϟϥϋϥϠόϧϥϥϭϧΎϘϟϲϓΓΩϭΟϭϣϟΫΎϔϧϟρϭέηϥϣϝΛϣέΛΙΩΣϳϻϪϧϛϟΩϭΟϭϣϑϗϭϟΫΎϔϧϪρϭέηϰϓϭΗγϳ ϻΩϭΟϭϣϑϗϭϟϥϝϭϘϧϪϧϋϡϼϋϻϡΗϳϡϟϥϭϪϧϋϡϼόϟέΎΑΧϻϡΗϳϥϭΔϘΛϭϣϭΔΑϭΗϛϣΓέΟΣϲϓϑϗϭϟϥϭϛϳ ˮΔϘϓϭϣΑϻΫϔϧϳϻΔϛέΗϟΙϠΛϥϣέΛϛϻϲϠΑϘΗγϣϟϑϗϭϟϥρϭέηϟϥϳϠΛϣϥϣοϥϣϪϟϲϧϭϧΎϘϟέΛϻΫϔϧϳϻΙΩΣϳ ϑϗϭϟϥϛϟΔϳοϗϲϫϭϑϗϭϟρϭέηϲϓϙϟΫϛϭΫϓΎϧέϳϏϪϧϛϟΔϘϓϭϣΩόΑϻΔϛέΗϟΙϠΛϰϠϋΩϳίϳϱΫϟ˯ίΟϟΙέϭϟ ϭϟΎϫΩϭΟϭΏΑγΩϘϔΗϥϳϔϗϭϟρϭέηνόΑϭΔϠϳϭρΔϳϧϣίΕέΗϔϟέϣΗγΗΕϗ΅ϣϑϗϭΩΑ΅ϣϑϗϭϝϭΣϻϥϣέϳΛϛϲϓ ΔϧϳόϣΏΎΑγϷ˯ΎοϘϠϟϪόϓέϟ˯ΎοϘϠϟΔλέϔϟΡΎΗϥϭϧΎϘϟϲϓϑϗϭϟρέηέϳϐΗϟωέΎλϭϫϥΎϛϟΓΎϳΣϟΩϳϗϰϠϋϑϗϭϟ ϥϳΑϥϣϭΩϭΩλϟϩΫϫϡϛΣΗΔϳΩΟΏΎΑγϙΎϧϫϥϭϛϳϥϭϲΎοϗϡϛΣϭΩλϥϣΩΑϻϑϗϭϟρέηέϳϐϳϲοΎϘϟϥ ΔόΑέϟΔΟέΩϟϥϣΏέΎϗϭϑϗϭϟωϭέϓϭϝϭλΔϳϋΎϣΗΟϻϝϭΣϻέϳϐΗΗϪΗϳγϔϧϑϗϭϟΓέγϼΛϣΏΎΑγϻ ΏΎΑγϭϑϗϭϟ˯ΎηϧΕ˯έΟϲϓΓέϳΛϛϯέΧΏΎΑγΩϭΟϭΑϭϝϭϣϸϟΔΟΎΣέΛϛϭΣΑλϲϋΎϣΗΟϻϡϬϟϭΣΕέϳϐΗ ˯Ύηϧ΄ΑέρΧΗέρΧϳϥϭΔϘΛϭϣϭΔΑϭΗϛϣϥϭϛΗϥΩΑϻΔρΎγΑϟΎΑΫΧ΄ϧΕϗϭϟαϔϧϲϓϭϑΎϗϭϻΞΟΣϊγϭϧΎϧϟϭΎΣϥΣϧ _ 414 _ Prof. Dr. Mohamed RAMADAN ϥϝΎϗΔϘΑΎγϟΓϭΩϧϟϲϓ˯ϼϣίϟΩΣϡϳυϧΗϲϓέρΧΗϑΎϗϭϷΎΑΔϳέΩϻΔϬΟϟϱΔϳϧόϣϟΔϬΟϟϥϣϝϛϑϗϭϟ ϰΗΣΓέϳϐλϑΎϗϭϻΩΟϭϳϻΡέγϣΗϣέίΟϥϋΓέΎΑϋϪϠϛϡϟΎόϟϯϭΗγϣϰϠϋϭϥΎρϭϻϯϭΗγϣϰϠϋϑΎϗϭϻ ϡϳυϧΗϰϠϋΎϧϠϣϋϥϭϧΎϗωϭέηϣΑϥΣϧΓέϳΑϛΓϭϗϥϭϛϳΑϊϳϣΟΗϟϥϊϣϪΑιΎΧϡϟΎϋϲϓϑϗϭϝϛΓέϳΑϛϭΔργϭΗϣ ϡϳϠϗϡϳυϧΗΩΟϭΗϳΔϘρϧϣϝϛϲϓϼΛϣΔϳΩϭόγϟϭϥέϳϭέλϣϭΎϳϛέΗϝΛϣΓέϳΑϛϝϭΩϡϳϠϗϡϳυϧΗϭϫϭΔϟϭΩϝϛϯϭΗγϣ ϪϳϓϥϲϧρϭϟϯϭΗγϣϟϰϠϋνέϐϟϕϘΣΗΔϳΗΣΗϰϧΑΎϬϟϲϧΑϳϭΕΎϣΩΧϟΩΣϭϳϭϡϬϧϳΑϕγϧϳϭϑΎϗϭϻϩΫϫϊϣΟϳϑϗϭϟ ϲϣϼγϻϡϟΎόϟϯϭΗγϣϰϠϋΔϳϣϼγϻϥ΅ηϟϭϑΎϗϭϻ˯έίϭϭϋΩϧϭέϭΩϟαϔϧΑϡϭϘϳϲϧρϭϟϑΎϗϭϸϟΩΎΣΗϻ ΕΎϣϳυϧΗϟϯϭΗγϣϲϓϥϭϛϳϡϳυϧΗϟΫϫϥϳϣϠγϣϟϑΎϗϭϷϡΎόϟΩΎΣΗϻϲϣϼγϻϡϟΎόϟϯϭΗγϣϰϠϋϡϳυϧΗϥϭϛϧϭ ϥϭϛΗγϥϳϣϠγϣϠϟΔϣΎόϟΕΎΟΎϳΗΣϻΔϬΟϭϣϭΙέϭϛϟΔϬΟϭϣϲϓΎϧΗϳϠϋΎϓΓέϭΑ΄ϣέίΟϲϓϝϣόϧˮΔϳϣϟΎόϟΔϳϣϼγϻ ΓΩΩΣϣΔϠϳγϭϩΫϫΊηϧΗϻϑΎϗϭϻϥϑϗϭϟΕΎΑΛ΄ΑϕϠόΗϳΎϣϳϓϯέΧϻΕΎϣυϧϣϟϑϠΧϱέΟϧϝυϧγϭΔϳΎϐϠϟΓΩϭΩΣϣ έυΎϧϝϛϰϠϋϡίϟϲϓΓΩϭΟϭϣϟΔϠϛηϣϟϲϫϥϭϧΎϘϟέΩλϰϠϋΔϘΑΎγϟϑΎϗϭϻϥϛϟΏϭΗϛϣϭϕΛϭϣϥϭϛΗγΕΎΑΛϹ ˮΔΧγϧϪϳΩϟϥΎϛΫέρΧϳϭΡϭέϳϲϣϳϠϗϻΩΎΣΗϻϭϑΎϗϭϻϡΎόϟΩΎΣΗϻϭΔλΗΧϣϟΔϬΟϟϰϟΏϫΫϳϪϧϰϠϋϑϗϭϟ έϳηϑϭγαϳέϟΓΩΎϳγϥΫΩόΑΔϟϭΩϟϲϓΓΩϭΟϭϣϟΔϳϧϭϧΎϘϟϝΎγϭϠϟέυϧέυΣϳϡϟϥϭΩΎΣΗϻϭΔϳέΩϻΔϬΟϟϲϓ ϥϭϧϋϊοϳϱΩέϓωϭέηϣϪϟϼΛϣΩΣϭίϭΟϳϻϝϭϘϧΔϳέΎΟΗϟϥϳϧϭϘϟϲϓϑΎϗϭϻϰϠϋΔυϓΎΣϣϠϟΓέϳΧΔρϘϧϟ ΕΫΔϛέηϟΕϧΎϛΫϭϱΩέϓωϭέηϣαϳϟΔϛέηϪϧαΎγϰϠϋϝϣΎόΗϳϪόϣϝϣΎόΗϳϱΫϟϥϻΔϛέηϩΫϫωϭέηϣϟ ϱϰϠϋΎϧοέϓΎϧϫϥΣϧϪόϣϝϣΎόΗϳϱΫϟ΄ρΧϳϻϰΗΣΓΩϭΩΣϣΔϳϟϭγϣΕΫΔϛέηϟϩΫϫϥΏΗϛϳϡίϻΓΩϭΩΣϣΔϳϟϭγϣ ΔϳϧϭϧΎϘϟϡΎϛΣϸϟΎϘϓϭΊηϧΗϲΗϟΕΎγγ΅ϣϟϰϠϋρϘϓϡγϻϥϭϛϳϓϑϗϭΎϬϣγϥϣοΗϻϥΔϳϔϗϭέϳϏΔϣυϧϣϭΔηϧϣ ΎϬϣγέϳϐΗΎϬϧϑϗϭϡγϡΩΧΗγΗϥΎΟϠϟϰϠόϣϲϓϡϬΑΔλΎΧϟνέϏέϳϏϲϓϡγˮϻϲϛϟΔϳϔϗϭΔγγ΅ϣϲϫϭϑϗϭϠϟ ϪϧϣΓΩΎϔΗγϼϟϡϬϧϳΑϩέέϣϳϥΓΩΣϭΔϗέϭ˯έϗϡϟΎϧϭΔϧϳόϣέϭϣϙΎϧϫϭΔϧϳόϣΓέΗϓϝϼΧ _ 415 _ IRTI VE KUVEYT EVKAF İDARESİ ÖNDERLİĞİNDE HAZIRLANAN İSLAMİ VAKIFLAR YASASI Prof. Dr. Mohamed RAMADAN Mısır Devlet Meclisi Emekli Müşaviri - Kuveyt Üniversitesi – KUVEYT Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla Başlarım. Salât ve Selam Allah’ın Elçisinin Üzerine Olsun… Öncelikle Vakıflar Genel Müdürlüğüne nazik davetlerinden ve bu önemli toplantıyı düzenlediklerinden dolayı teşekkür ederim. Yeni kanun hakkındaki bazı bilgilerimizle bu toplantıya birazcık katkımızın olmasını ve bu kanun konusunda başkalarının görüşlerinden de yararlanmayı umarız. Ben şahsen bu kanun çalışmalarına üç oturumun 2 numaralı yazanakçı olarak katıldım. Çalışma grubunun kanunu hazırlanırken takip ettiği politikalar, üçüncü oturumda, ana konularda veya kanun taslağında da takip edilen yeni konulardır. Kanun vakıflarla ilgili pek çok konuları ele almakta, kadınla ilgili konulara işaret etmekte ve içerisinde bir miktar da tekzip yer almakta. Dr. Layachi, çalışma grubunun kanun taslağını, uygulama yönetmeliğini ve yorum müzekkeresini hazırlarken dikkate aldığı bazı politikaları ve ilgili ikinci kısmın birinci kısmını ele aldı. Çalışma grubunun uymakla yükümlü olduğu birinci politika veya birinci prensip İslam Fıkhında yer alan şer’i hükümlere tamamıyla uyum durumudur. Burada belirli bir mezhep takip edilmeyip daha ziyade yapılan fıkıh içtihatlarından bir karşım yapılarak ülkelerin durumlarına ve özel gelişim koşullarına en uygun olanları seçildi. Diğer yandan kanunda yer alan tüm hükümler herhangi bir mezhep seçimi yapılmaksızın şer’i hükümlere uygunluğu oranında dikkate alındı. Çalışma grubunun dikkate aldığı ikinci konu esneklikten olabildiğince yararlanmak oldu. Kanunun, iktisadi, sosyal, demografik ve diğer alanlardaki farklılıklarından hareketle İslam Ülkelerinin koşullarına uygun olmasına dikkat edildi. Esneklikle ele alınan konular şöyle özetleyebiliriz: Kanuna ana kuralları ve kapsayıcı hükümleri ekleyerek uygulama yönetmeliği ile ayrıntılı hükümleri dikkate almadık. Zira kanunun, kanun hazırlık icraatları, gelişim icraatları ve yorumu öncelikli işlerimiz arasında yer almaktaydı. Daha sonra ise zor olan konularla ilgili çalışmalar ele alındı. Doğal olarak ülkelerin çoğu, uygulama yönetmeliklerinin aksine kanun taslağını kendi devletinin anayasasına uygun hale getirmek amacıyla önce Milli Meclisinde ele alıp daha sonra kanun haline getirmek istemekte. Uygulama yönetmeliğinde Bakan, Başbakan, Bakanlar Kurulu veya devlet başkanının kararnamesi yeterli olabilmekte. Diğer yandan taslağın milli meclise sunulabilmesi için, belirli bir noktaya kadar hukuki kavramları ve günümüzde tedvin edilmiş modern şer’i kavramları aldık. Eski fıkhın temel almış olduğu bazı kavramları bir kenara bıraktık. Zira bu kavramlar belirli bir noktaya kadar artık gündem dışında kalmış olmakta ve günümüz gerçekliğiyle tam olarak örtüşmemekte. Dikkate alınan üçüncü nokta, bazı ülkelerde vakıflarla ilgili kurallar ve hükümler medeni kanunun genel çerçevesi içerisinde ele alınmakta. Zira medeni kanun yurttaşların fiillerini ve iradi tasarruflarını içermekte. Bu iradi tasarruflar gibi görünen tasarruflar olduğu gibi hibe, vasiyet ve halef bırakma gibi iradi fiiliyat konuları için de söz konusudur. Bazı ülkelerde vakıfların durumu özel kanunlarla düzenlenmiştir. Zira vakıf şer’i hükümlerin kaynağını _ 416 _ Prof. Dr. Mohamed RAMADAN oluşturur ve bununla kanun hükümleri daimi olur. Dolayısıyla vakıfla ilgili herhangi bir konuda bir hükmün bulunmaması halinde şer’i hükümlere başvurulur. Çalışma grubu bazı durumlarda ikinci bir görüşü temel aldı. Bu ikinci görüş vakfın özel bir kanunla ele alınmasını gerekli gören bir görüştür. Aynı zamanda vakıflarla ilgili eski fıkıh kitaplarına bakıldığında bu fıkıh kitaplarının vakıf kirası gibi genel konuları tartıştığını görmekteyiz. Dünyanın pek çok ülkesinde kirayla ilgili özel kanunlar bulunmakta. Dolayısıyla vakıfların kira konusuyla ilgili özel hükümlerin konmasına gerek bulunmamakta. Mevkuf kaynaklarla ilgili olarak, kanunun ana ve esas kaynağının yanı sıra bu konuda şer’i kuralların genel hükümlerine başvurmak gerekebilir. Diğer yandan çalışma grubu dünya genelinde organizasyonların durumlarına da baktı. Biz bu kongrede benzer ve aynı alanlarda çalışan organizasyonları, bunların yatırımlarını, denetim ve şeffaflıklarını ve toplumsal ilişkilerini de inceliyoruz. Bu organizasyonlardan ve bu organizasyonların yaptıkları araştırmalardan yararlandık ve İslam ülkelerindeki leh ve aleyhteki vakıf uygulamalarına baktık. Burada bazı açıklar ve sorunlar olmakla birlikte bazı ülkelerde başarıya götüren olumlu unsurları ve bazı toplumların olumsuz bir tavır takınmalarına neden olan olumsuz unsurları inceledik. Ve bizzat araçsal vakıf konusunda Dr. Layachi’nin sunduğu ve Millet Meclisinde ve Senatoda on yıl boyunca tartışılan kanun taslağının beraberinde getirdiklerine ilişkin söyledikleri bize öncülük etmekte. Burada karşılaşılan esas sorun bu sabah haberlerde duyduğumuz üzere vakfın bir araç olarak kullanılarak kadınların mirastan mahrum bırakılmaları gibi durumlardır. Bazı vakıf yetkililerinin vakfı, bazı murisleri ve bazı hak sahiplerini, bu özel mallardan yoksun bırakmak için kullandıklarını görüyoruz. Bu nedenle bu kısım kanun taslağının hazırlanış politikası ve vakıf politikasıyla alakalı bir durum olarak karşımıza çıkmakta. Şayet hayatta önemli saydığımız konulardan bahsedecek olursak bunlar arasında vakfın tarifinde ve türlerinde en çok önem taşıyan konuları ve bunla