Untitled - Genç İDSB
Transkript
Untitled - Genç İDSB
FARKLI HAYATLAR & ORTAK İDEALLER İTTİHAD-I İSLAM ŞUBAT 2013 ULUSLARARASI GENÇLİK BULUŞMASI AKADEMİK FORUM Genç İDSB UGB AKADEMİK FORUM DİZİSİ-1 MEDYA VE GENÇLİK DANIŞMA KURULU CİHAD TERZİOĞLU RAGIP TANRIKULU AHMET UBEYDULLAH ÖZER İSMAİL EMANET SUAT KIR YUSUF KARA EDİTÖR FATİH COŞAR EMRE GÖKYİĞİT PROJE EDİTÖRÜ BURAK ERUSLU MEHMET AKDAŞ ii GRAFİK VE BASKI KOORDİNATÖRÜ CİHAT ADIGÜZEL EMRAH EKER KAPAK KEREM KILIÇ RAGIP ABDULLAHOĞLU MİZANPAJ SİNAN YILDIRIM İSMET YILDIRIM 1. BASKI ŞUBAT 2013, İSTANBUL www.GencIDSB.org twitter.com/GencIDSB facebook.com/IDSB.UNIW YAYIN HAKLARI ESERİN HER HAKKI ÜMMETE AİTTİR. ÜMMETE FAYDALI OLACAK ŞEKİLDE ALINTI YAPILABİLİR. iii Genç İDSB Biz kimiz? Genç İDSB, farklı meslek grupları ve eğitim alanlarına mensup 18-30 yaşları arasındaki genç gönüllülerden müteşekkil İDSB bünyesinde faaliyet gösteren bir kuruldur. Üyeler arasında farklı dallarda eğitim alan üniversite öğrencileri, özel sektör çalışanları ve genç akademisyenler bulunmaktadır. Üyelerin bir çoğu Genç İDSB bünyesinde gönüllü faaliyetlerine başlamadan önce de “ittihad” düşüncesine inanan, bu gayede hizmet eden farklı sivil toplum kuruluşlarında görev almış ve sivil toplum kültürüne ve işleyiş biçimine vakıf kişilerdir. Genç İDSB, İslam Dünyasının dertleriyle dertlenen ve çözüm için her zaman ve her mekanda aktif bir şekilde görev almaya hazır, bu doğrultuda çalışmalarını gerçekleştirirken Türkiye'de veya dünyanın farklı coğrafyalarında faaliyet gösteren diğer STK'larla işbirliği yapan bir kuruldur. İslam Dünyasını refaha ulaştıracak ve mevcut sorunlarına çözüm getirebilecek yolların birlik olma ve istişare yapmadan geçtiğine inanan Genç İDSB, yürüttüğü projeler ile İDSB'nin öncülük ettiği “ittihad” yürüyüşünün bir parçasıdır. Ne yapıyoruz? Genç İDSB, İslam Dünyası gençleri arasında devamlılığı olan bir iletişim ağı kurmak, karşılıklı tecrübe alışverişinde bulunmak ve farklı coğrafyalardaki müslüman gençlerin sorunlarını çözüme kavuşturmak adına çalışmalar yapar. Uluslararası Gençlik Buluşmaları (UGB) bu çalışmaların başında gelir. Uluslararası Gençlik Buluşmalarında 40'ın üzerinde ülkeden 100'ü aşkın genç bir araya gelerek İslam Dünyasını alakadar eden ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel ve dini konularda görüş alışverişinde bulunur ve akademik forumlar düzenlerler. Bu sayede farklı coğrafyalardan gelen gençler, farklı ülkelerdeki Müslüman kardeşlerinin problemlerinden haberdar olmanın yanı sıra, onlarla tanışma ve dostluk kurma fırsatını da elde etmiş olur. STK Akademileri Genç İDSB tarafından gerçekleştirilen önemli faaliyetlerden biridir. Bu çalışma çerçevesinde İstanbul'a davet edilen bir STK'nın temsilcileri Türkiye'deki başarılı ve köklü STK'ların yetkilileri ile buluşturularak tecrübe alışverişi yapılması sağlanır. Program düzenlenen seminerler ve eğitimlerle desteklenir. iv Ülke Masaları Heyeti Projesi uzun soluklu bir proje olmakla beraber, Genç İDSB bünyesindeki üyelerin belli bir ülkedeki ekonomik, sosyal, siyasi ve dini alanda yaşanan gelişmeleri takip etmesi ve düzenli araklıklarla diğer üyelere bilgilendirici sunumlar yapması temeline dayanır. Bu çalışma vesilesi ile, her bir İslam Ülkesini yakından tanıyan bir uzman yetiştirilmesi hedeflenmektedir. Bu çalışmalara ek olarak, Genç İDSB, İslam Dünyasının farklı bölgelerindeki sorunlara dikkat çeken ve bu sorunları çözmeyi amaçlayan konferanslar, seminerler ve istişare toplantıları düzenler. Neden Yapıyoruz? Genç İDSB, tüm dünya sathına yayılmış Müslüman gençlerin fikir, düşünce ve gelecek tahayyülü noktalarında ortak bir bilince ve hareket etme yetisine sahip olmasının asıl amaç olan “ittihad”a giden yolda çok önemli bir mihenk taşı olduğu düşüncesine sahiptir. Gerçekleştirilen faaliyetlerle ümmet gençlerinin düşünsel ve eylemsel düzlemde bir araya gelmeleri hedeflenmektedir. Ancak bu sayede on yıllardır birbirinden ayrı kalmış kardeşlerin kavuşabileceği ve beraber güçleneceği açıktır. Genç İDSB olarak biz, karşılıklı tecrübe aktarmının, bilgi paylaşımının ve fikir alışverişinin sürekliliği olan sağlam bir ilişki ağı kuracağına inanıyoruz. Bu itibarla, İslam Dünyası gençleri arasındaki işbirliği ve kooridnasyonun sağlanması, güçlenerek devam edebilmesi adına çalışmalar yürütüyoruz. v MEDYA VE GENÇLİK Genç İDSB Bağcılar Belediyesine Katkılarından Dolayı Teşekkür Ediyoruz… vi İÇİNDEKİLER Takdim- ALİ KURT ........................................................................................... 4 Takdim- CİHANGİR İŞBİLİR ........................................................................... 7 Takdim- CİHAD TERZİOĞLU .......................................................................... 9 İDSB 9. UGB İstanbul Deklerasyonu ............................................................... 11 BALKANLARDA İSLAM VE MÜSLÜMANLAR: SORUNLAR VE ÇÖZÜMLERi ................................................................................................... 14 BALKANLARDA İSLAM VE MÜSLÜMANLAR: SORUNLAR VE ÇÖZÜMLERi / ALI PAJAZITI ................................................ 15 SIRBİSTANDA SORUNLARI / İSLAM-ARNAVUT MÜSLÜMANLARININ MAJLINDA HYSENI ................................................. 30 RUSYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ / NAIDA TONAEVA ................................................................. 34 MAKEDONYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ / METIN HOXHA ..................................................................... 39 ARNAVUTLUKTA İSLAMIN YANLIŞ ANLAŞILMASI / FATJON KADILLARI ..................................................................................................... 46 İSLAM DÜNYASININ SORUNLU BÖLGELERİ / ARBER LAMI.............. 48 AVRUPA-ABD MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ .................................................................................................... 51 ABD'DEKİ MÜSLÜMANLARIN KARŞILAŞTIĞI SOSYAL VE KÜLTÜREL SORUNLAR / FAROOQ SYED HAQUE ................................. 52 İNGİLTERE MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE BU SORUNLAR İÇİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ / TANER DOĞAN ...................... 58 Fransa Müslümanlarının Sorunları Ve Çözüm Önerileri / LOKMAN BALKAN ....................................................................................... 62 Belçika Müslümanlarının Sorunları Ve Çözüm Önerileri / TUBA YARDIM .......................................................................................................... 66 Avrupa’da Müslümanların Sorunları Ve Çözüm Önerileri / VEYSEL FİLİZ ................................................................................................................ 73 ALMANYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI / YUSUF AYDIN ............................................................................................................. 78 ASYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ..................................................................................................... 90 Asya Müslümanları’nın Sorunları Ve Çözüm Önerileri / ALI ŞAHIN .................................................................................................... 91 BANGLADEŞ’İN EKONOMİK DURUMU / MOHAMMAD ABDULLAH ALMASOOD .......................................................................... 102 Doğu Türkıstan Müslümanlarının Sorunları Ve Çözüm Önerılerı / ABDUSSELAM TEKLIMAKAN ................................................................. 115 İSLAM DÜNYASI’NIN SORUNLARINA ÇÖZÜMLER: GENÇLERİN VE ÇEVRELERİNDEKİ İNSANLARIN ROLÜ / MUHAMMAD SUHAIL AHMAD ............................................................... 126 KAŞMİR ÇATIŞMASI/ WAQAS LODHI .................................................... 145 İslam’ın Orta Asya Ve Kırgızistan’daki Dinamikleri / KUBANGAZY BUGUBAEV .................................................................................................. 147 Kazakıstan Müslümanlarının Sorunları ve Çözüm Önerileri / DOÇ.DR. ZHALGAS SANDYBAYEV ......................................................................... 167 AFRİKA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ................................................................................................... 172 Afrika’daki Çatışmaların Arkasındaki Temel Sebep: Kıtada Müslümanları Etkisizleştirme Girişimi Prof. Dr. Ahmet KAVAS .............................................................................. 173 İSLAM DÜNYASI’NDA SORUNLU BÖLGELER SRİ LANKA - SERENDİP / ASHSHEIKH. S.M. SUFIYAN ....................... 184 Siyah Afrika’da Genel Sorunlar Ve Çözümleri / EMRE GÖKYİĞİT ........... 212 2 ORTADOĞU MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ................................................................................................... 216 POLİTİK ŞARTLAR: LÜBNAN / MAHER ISLAMBOULI ........................ 217 İÇ KESİM FİLİSTİNLİLERİYLE ALAKALI BİR BELGE / AMIR ASLI ................................................................................................... 221 Türkiye'de Müslümanların Sorunları ve Çözüm Önerileri MUHAMMET ASAN, VEDAT BALIKÇI .................................................... 223 İslam Dünyasında Gençlerin Manevi Sorunları ve Çözüm Yolları VAHAP GÜLTEKİN ...................................................................................... 227 3 TAKDİM Değerli genç kardeşlerimizle her yıl yazın Türkiye’de kışın ise farklı bir coğrafyada olmak üzere buluşmaktayız. Uluslararası Gençlik Buluşmaları adını verdiğimiz bu toplantılar bir hafta sürüyor. Buluşmanın yapıldığı ülkelerde tarihi, dini ve kültürel mekanların yanı sıra çeşitli devlet kuruluşları ve sivil toplum yapılanmaları ziyaret ediliyor. Yine bu buluşma bünyesinde üç gün de belirlenen bir konuda “forum” yapılıyor. Bu buluşmada da Kıbrıs’ı bu güzide İslam beldesini tanımaya, Kıbrıslılarla tanışmaya geldik. Evet, biz bile çok yakınız buraya, ama samimiyetle söylüyorum birbirimizi hakkıyla tanımıyoruz. Ümit ediyorum bu buluşma, bu güzel ülkeyi tanımamıza ve kalıcı dostluklar kurmamıza vesile olur. Bir hafta süren bu programdaki forumun konusu “İslam Dünyasındaki Sorunlu Bölgeler ve Çözüm Önerileri” oldu. Sorunsuz bölge mi var ki dünyada diye soranlarınız veya düşünenler muhakkak var. Ama bizler bu sorunlara gençlerin nasıl baktığını, nasıl yaklaştığını, çözüm için neler düşündüklerini, neleri önerdiklerini bu forum sayesinde dinleyeceğiz. Yarınımız olan bu gençleri gerçekten önemsediğimizi, bu forumun yerküre üzerindeki sorunlara “genç ve dinç” bir bakış açısı ile yeni açılımlar sağlayacağına inandığımızı bu konuşma vesilesiyle ifade etmek istiyorum. Yarınımız gençler deyip de onları arka plana atmak, karar alma süreçlerine dahil etmemek ve aslında yarın yine onları etkileyecek sorunlu meselelerde onları dinlememek herhalde büyük haksızlık olacaktır. Bu çerçevede zaten forum bünyesinde uzmanlarımız ve katılımcılar tarafından ciddi birçok tebliğ sunulacak ve bunlar kitapçık olarak katılımcılarla paylaşılacak. Az önce zikrettiğim ve fazlasıyla önemsediğimizi ifade ettiğim genç kardeşlerim dünyanın dört bir yanından Kıbrıs’a buluşma için geldiler. Her biri kendi ülkesinde çok yakın bir gelecekte farklı farklı yerlerde ve makamlarda hizmet edecek olan bu gençlerin niçin buraya geldiklerine dair soruyu sormamız gerekiyor. Gerçekten de farklı farklı dillerde, renklerde ve kültürlerde olan yüzlerce gencimizi Kıbrıs’ta buluşturan ruh, ideal ve amaç ne acaba? Acaba Akdeniz’in incisi olan Kıbrıs’ı gezip tozmak için mi geldi bunca genç? Ciddi maddi ve manevi külfetlere katlanarak vakıflar, dernekler ve teşkilatlarımız bu gençleri neden gönderdi? 4 Bu soruların cevabı temsil ettiğimiz teşkilatın kurucu fikrinde gizli: “İttihad Ruhu”! İslam dünyasının bugün belki en fazla ihtiyaç duyduğu ruh bu ittihad ruhudur. Globalleşen, türlü türlü tehditler ve meydan okumalarla karşı karşıya olduğumuz bu zaman diliminde ezilmeden, komplekse kapılmadan güçlü olarak kalmanın, söz söylemenin ve eylem ortaya koymanın adıdır İttihad Ruhu. Bu gençleri Kıbrıs’a getirten bu ruh, onların abileri ve büyüklerini de 2005 yılında İstanbul’da düzenlenen konferansta bir araya getirdi. Yüzlerce katılımcı iki günün sonunda ittihad ruhunun tecessüm ettiği İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB)’nin kurulması kararını aldı. Dünyanın her yerinden Müslümanlar arasında akidevi, tarihi ve stratejik bir zorunluluk olarak anlam biçtiğimiz ittihad ruhu İDSB’nin kurucu ruhudur. Birbirimizi her anlamda daha yakından tanımak, bilmek ve kendi meselelerimize vukufiyet kesbetmek gerektiğine inanıyoruz. Forum bünyesinde gençlerin tartışacağı sorunları, sorunlu bölgelerin, alanların neler olduğunu ancak birbirimizi tanıyarak, güç birliği yaparak bilebilir ve çözüm yolları için adımlar atabiliriz. Ancak ittihad ruhu ile birbirimizin derdini bilir, derdiyle dertlenir ve çözmek için imkanlarımızın, sınırlarımızın neler olduğunu anlayabilir ve elle tutulur projeler ortaya koyabiliriz. Çünkü Mevlana’nın da dediği gibi “sizin tüm bildiğiniz karşınızdakinin sizi anladığı kadardır.” Bizler de bu anlayışın boyutlarını genişletmek ve derinleştirmek için çalışmaktayız. Bu amaç ve gayelerle kurduğumuz bugün 53 ülkeden 225 üyesi ile İDSB, Müslümanların birbirini daha iyi tanıması, kaynaşması, ittihadı temin ederek güçlü bir varlık olarak yerküre üzerinde yer almaları için çalışan önemli bir küresel mekanizmadır. Kuds-i Şerif’ten Şâm-ı Şerif’e, Bağdat-ı Reşid’den, Darul Beyda’ya, Saraybosna’dan Üsküp’e, Rusya steplerinden Maveraünnehir’e, Açe diyarından Kuala Lumpur’a oradan Hind diyarlarına kadar yeryüzünü inşa ve ihya edecek genç kardeşlerimize tekrardan teşekkür ediyorum. Belki birçoğumuzun bu yaşlarda iken imkanlar ve fırsatlar bulamadığımız ziyaretleri, programları ve buluşmaları Rabbimiz bu genç kardeşlere ihsan etti. Hayallerimizi şimdi fiiliyata geçiren İslam ümmetinin liderliğini yapacak bu pırıl pırıl gençler İttihad-ı İslam ruhuna uygun bir şekilde bulundukları her yerde, tüm imkanları ve şartları zorlayarak aşkla, şevkle ve ihlasla hedefine kilitlenmiş bir şekilde çalışacaklardır. Bundan zerre kadar şüphem yoktur. 5 Yukarıda zikrettiğim İttihad Ruhunun esasını teşkil eden akidevi ve tarihi şuur ile yetişecek, kendi alanlarında ümmete hizmet için en iyisi olacak gençlerin yetişmesi boynumuzun borcu. Dokuzuncusunu gerçekleştirdiğimiz bu buluşmada gecesini gündüzüne katan Genç İDSB kadrosunu, onlara destek veren her bir ferdi, kurumu, kuruluşu ve yapıyı da hayırla ve duayla zikrediyorum. Av. Ali KURT İDSB Genel Sekreteri 6 TAKDİM Sevgili kardeşlerim, Burada, Kıbrıs’ta, İslam dünyasının sorunlu bölgeleri ve çözüm yolları üç gün boyunca istişare edildi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıslıların sıcak ev sahipliğinde bu verimli buluşmayı gerçekleştirmiş bulunmaktayız. Ama Kıbrıs’ı ve Kıbrıslıları unutmayacağız. Unutturmayacağız. Kıbrıs, Hala Sultanımızın yurdudur. Kıbrıs, sahabe diyarıdır. Kıbrıs, mücahidin, gazinin, şehidin, yiğidin harman olduğu yerdir. Bu emsalsiz Akdeniz adasını, bu güzel ülkeyi, bu mübarek İslam beldesini hafızalarımızın en müstesna köşesine kazıyacağız. Arzumuz, bu buluşma sona ererken yeni başlangıçlara da vesile olmasıdır. Büyük bir heyecan ve şevkle, yüksek bir gayret ve azimle yolumuza devam edeceğiz. İslam âleminin birliği ve refahı için daha çok fedakârlık bizleri bekliyor. Aziz dostlar, Bahar kolay gelmez, bedel ister! Zaferler kolay elde edilmez, şehitler, gaziler ister! Güneş, yıldızlar kaybolmadan doğmaz! Bugün dünyanın dört bir yanında; Mali’de, Arakan’da, Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Gazze’de şehit olan on binlerce genç ortak baharımız için kendilerini feda ettiler. Onları rahmet ve minnetle anıyorum. Bugün, dünyanın dört bir yanında on binlerce genç, biz dirilelim diye direniyorlar. Tunus’un, Libya’nın, Mısır’ın, Yemen’in, Suriye’nin, Irak’ın baharını tebrik ediyorum. Tunus’un, Libya’nın, Mısır’ın, Yemen’in, Suriye’nin, Irak’ın, Filistin’in devrimci gençlerini selamlıyorum. Bahar gelecekse hepimize gelecek. Diktatörleri devirmek yetmez, zihinlerdeki zorbaları da devirmek, sınırları da silmek gerekiyor. İttifak etmek yürek ister; ittihat, cehd ve gayret gerektirir. Sizde bu yürek bu gayret var çok şükür. Muhterem kardeşlerim, 7 Gelecek 10. buluşmayı Balkanlarda gerçekleştireceğiz inşaallah. Daha sonra ise Beyrut’ta, Kuala Lumpur, İstanbul’da ve daha pek çok İslam şehrinde buluşmalar icra edeceğiz. Önümüzdeki yıllarda İstanbul buluşmalarını geniş bir şekilde gerçekleştirmeyi, bugüne kadar buluşmalara katılan 1000’i aşkın genç kardeşimizi İstanbul’a davet etmeyi planlıyoruz. Bu birlikteliğin kıymetini bilelim. Bu ağımızı hep birlikte kuvvetlendirelim. İslam dünyasının yeni bir medeniyet hamlesi yapabilmesi, insanlığa barış ve huzurun doğru adresini sunabilmesi için bizim ittifak ve fedakârlığımızın ne kadar hayati olduğunu görelim. Cihangir İŞBİLİR İDSB Genel Koordinatörü 8 TAKDİM Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik... Pergel misali bir ayağı milli ve manevi değerlerinde sabit, diğer ayağı tüm Islam dünyasında... Bir gençlik, dünyanın bir ucunda kardeşi üzüldüğünde üzülen, diğer ucunda bir kardeşi sevindiğinde sevinen... İslam kardeşliğini pekiştirmek, ittihad-ı islamı kurmak için kuşatıcı ve gerçekçi bir dilin yeniden üretilmesi gerektiğine inanan; birikimiyle ülkeye önder olacak, yolu uzun, geleceği aydınlık bir gençlik... Bütün İslam dünyasındaki problemlerin sorumluluğunu, yüklendiği İslam şuuru ile omuzlarında hisseden; mazlumun, çaresizin, kimsesizin kabul olmuş duası olmak için kollarını sıvayan, ümmetin yetim çocuklarının ağabeyi, ablası olmaya aday bir gençlik... Mehmet Akif’in Asım’ın Nesli diye seslendiği, Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’da medeniyetimizin mayasıyla yeşerttiği ve Sezai Karakoç’un iklimler ötesinden dirilişini müjdelediği bir gençlik… Ancak böyle bir gençlik ile birlikte insanlığın kurtuluş reçetesi olan İslam’ı dünyaya tanıtabilir ve yeryüzünün her karış toprağında adaleti ve kardeşliği tesis edebiliriz. İnsanların hayrı ve saadeti için var gücü ile çalışan, aldığı her nefesin hesabının verileceğini bilen, ömrünün sonuna kadar insanlığa hizmeti en kıymetli görevi bilen gençlerden teşekkül olan Genç İDSB olarak en asil vazifemiz; inancı, ahlakı, azmi, şevki, feraseti ve yaşantısı ile insanlığa örnek olacak, kendisini bu büyük davaya adamış, bilhassa İslam dünyasındaki gelişmelere duyarlı ve Müslümanlar üzerinde oynanan kirli oyunları idrak edebilecek, oyunu görecek ve oyuna gelmeyecek, ilke ve prensip sahibi öncü nesillerin yetişmesine katkı sağlamaktır. Bu çerçevede Genç İDSB olarak; Her yıl biri Türkiye’de, diğeri ayrı bir ülkede olmak üzere toplam 40 ülkeden 100 gencin katılımıyla Uluslararası Gençlik Buluşmaları gerçekleştirmekteyiz. Bu buluşmaların 9.uncusunda Kıbrıs’ta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde sizlerle buluşmaktan duyduğumuz mutluluğu ve heyecanı bilhassa vurgulamak isterim. 9 Bu buluşmamızda, yeni nesillerin İslam dünyasındaki sorunlara kuşatıcı bir bakış açısına sahip olmalarını gaye edindik. Ayrıca, gelecekte ümmetin aklını, duygularını ve vicdanını temsil edecek gençlerin sorun alanları üzerine bilgi paylaşımlarını, farklı bölgelerdeki sorunları öğrenmelerini ve bu sorunlara ortak çözüm stratejilerini tartışmaları, öncelikli amaçlarımız arasında yer almaktadır. Zira İslam dünyasının sorunları aynıdır ve bu sorunların çözümü Peygamberine layık bir ümmet olmaktan, kardeşinin derdini kendi derdi bilmekten geçer. Bir kişinin hidayetine vesile olmak, güneşin aydınlattığı dünyadaki bütün varlıklardan daha kıymetlidir hadisine muhatap olan gençler olarak; geçmişte ve bugün olduğu gibi, bundan sonrada çalışmalarımıza aşkla, şevkle ve ilk günkü heyecanımızla devam etme gayreti içerisinde olacağımızı bilmenizi isteriz. Kaynağını Kur’an olan, bitmez tükenmez enerjiye sahip kutlu bir davanın yolcusu ve Resulullah’ın “kardeşlerim” diye müjdelediği zümrenin taliplisi olan gençlere son olarak şunu söylemek istiyorum: İnsanlığı bugünkü küresel bunalımdan kurtararak adil bir dünyayı inşa edecek olanlar; nefsinin dizginlerini eline alarak kutlu idealleri peşinde koşan, medeniyet tarihinden miras olarak aldıklarıyla yolunu ve zihnini aydınlatan; fedakâr, azimli ve zamanın ruhunu okuyabilen bugünün şuurlu gençleri olacaktır. Cihad TERZİOĞLU Genç İDSB Başkanı 10 9. ULUSLARARASI DEKLERASYONU GENÇLİK BULUŞMASI KIBRIS 35 ülkenin 150 genç temsilcileri olarak inanmaktayız ki; 1. Sorunlarımızın çözümünde ilk adımımız, ittihadı tam manasıyla gerçekleştirmek ve güçlendirmek olmalıdır. Bundan dolayıdır ki yeni bir dil inşa etmek elzemdir. Bu dil bir biz dili olmalıdır. Ötekileştirmeyen, insanı, özelde gençliği hiçbir başkaya kurban etmeyen bir dil. 2. Uluslararası Gençlik Buluşmalarının sloganı Biz Bir Milletiz olmuştur. Bu söylem bize şunu hatırlatır ki bizler eşitler düzleminde bir ilişki tarzını referans almalıyız. Akıl veren ve alan konumları oluşturmadan, birbirimizden öğrenecek bir çok tecrübemiz olduğunu hatırlayarak, yeni ve doğru bir ilişki tarzı oluşturmalıyız. 3. Dünyanın değişiminin öncelikli şartının kendimizi değiştirmemizle gerçekleşeceği unutulmamalıdır. 4. Bizlerin özgürlük tahayyülü var olan bu dünyayı reddetmeyi ve daha iyi bir dünyanın inşa edilebileceğini içerir. İnsanın zora, güçe, otoriteye ve diğer hiçbir başkaya kurban edilmeyeceği bu dünyayı inşa edecek biz gençler olarak, değişimin öncelikle kendi nefislerimizde gerçekleşmesi gerektiğinin altını çiziyoruz. 5. Değişimin insanın kendinden sonraki adımı ise aile, çevre, toplum ve tüm insanlık şeklinde olmalıdır. Bu bağlamda tüm dünyanın değişiminde İslami şartlara uygun bir aile yapılanmasının gerekli olduğu aşikar bir gerçek ve insanlığın temel toplumsal sorunlarına en büyük çözüm önerimizdir. 6. Müslüman toplumların arasındaki fiziksel sınırların ittihat ve tesanütümüze engel teşkil etmemesi için öncelikle zihinlerimizdeki sınırları kaldırmamız gerekmektedir. Evet belki aramızda fiziksel sınırlar vardır ve belki olacaktır ama bizim sınırlarımız, gönüllerimizin çizdiği sınırlarla şekillenmelidir ve gerçek sınırlarımız kardeşliğimizin sürdüğü yere kadar devam etmelidir. 7. Gayri Müslim dünyada söz dilden çıkar ve akıla varır. Sözün davasına inanan, güçlünün sözünün değil sözün, adaletin ve hikmetin gücünün hakim olması için uğraşan bizlerde söz gönülden çıkar ve gönüle varır. 8. Müslüman halklar arasında tefrika tohumları ekmek ve birbirlerine karşı nefret oluşturmak amacıyla kasıtlı olarak söylenen her türlü söz, 11 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 12 davranış ve hileler karşısında uyanık olmalı, oyuna gelinmemelidir bu noktada Hucurat suresi rehber olmalıdır. İslam’ı karalamaya yönelik tüm kampanyalara duyarsız kalmayarak ölçülü tepkimizi ortaya koymalı, ancak, onları haklı çıkartacak, İslam’ın tasvip etmeyeceği tüm yersiz söylem ve şiddet eylemlerinden kaçınmalıyız. İslamofobi dünya genelinde bir nefret sucu sayılmalıdır. Ancak Müslüman Halklar şunu bilmelidir ki, İslamofobi’nın gerçek çözümü Müslüman Halkların ve devletlerin güçlü olmasıyla, bir olmasıyla olacaktır. İslam Dünyası’nın genel sorunlarının çözümlerine yönelik İslam İşbirliği Teşkilatı ve İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği’nin ortaklığında bir komisyon oluşturulmalı ve bu komisyon ciddi anlamda inisiyatif alarak somut adımlar atmalıdır. Sivil toplum kuruluşları faaliyet programlarında gençlerin İslamî bilinçlerinin arttırılmasına yönelik çalışmalarını öncelemelidir. Sorunlarımızın tespiti noktasında gayri müslim menşeli medya organlarının bize sunduğu veriler sahadan sağlıklı kaynaklarla süzgeçten geçirilmelidir. Sorunlarımızın çözümleri için ilk olarak bir farkındalık ve algı yönetimi kendi kaynaklarımızla oluşturulmalıdır. Forum süresince masaya yatırılan sorunlarımız bizleri umutsuzluğa düşürmemeli bilakis sorunların çözümü için ilk adım olarak telakki edilmelidir. Sorunların ifade edilişinde karamsar bir dil kullanılmamalı, umut verici ve teşvik edici bir söylem geliştirilmelidir. Unutulmamalıdır ki bizim canlarımızdan dahi sonra kaybedeceğimiz en son şey umutlarımızdır. İslam dünyası olarak sessiz kaldığımız sürece, gayri Müslim dünya sessizliğimizi fırsat bilerek bizi istedikleri şekilde tanımlandıracak ve konumlandıracaktır. Bu nedenledir ki Müslümanlar kendilerini doğru tanıtma ve konumlandırma noktasında yazılı ve görsel medyayı da aktif olarak kullanmalıdır. İdeolojiler ve gayri Müslim aklın ortaya koyduğu sosyal bilimler toplumsal gelişmenin önündeki en büyük engellerdir, bu aklın ürünü olarak kapitalizm ve sekülerizm gibi her türlü ideolojik dayatmaya karşı uyanık olmalı ve bu akımları bertaraf edebilmek için Kur’an ve Sünnet’e dayanarak yeni ve yeniden bir söz üretmeliyiz. 19. Bizler buradan şunu tekrar ilan ediyoruz. Dillerimiz farklı, renklerimiz farklı ancak inancımız, imanımız, derdimiz, davamız ve tüm insanlığa söyleyecek sözümüz bir. Bu birliğimiz bizi İttihad-ı İslama en kısa sürede götürecektir inşallah. 20. Müslüman dünyanın gelişmesi ve ıslahatı hep kendisiyle beraber karşısındakini de imar ederek olmuştur ancak Gayri Müslim aklın gelişmesi ve ıslahatı hep karşısındakini yok ederek olmuştur,gayri Müslim aklın getirdiği acı, ızdırap ve zulüm yerine tevhid, adalet ve özgürlük sedamızı tekrarlıyoruz. 21. Ümmetin sorunlarına karşı hep beraber çözümler üretmeliyiz. Buradaki paylaşımları öncelikle ülkelerimizde anlatmalı ve tespitlerin çözümleri için kurumsal ve gönüllü bir şekilde sorunların üzerine gitmeliyiz. Ortak bir gelecek tahayyülü Müslümanların kendi ülkeleri için uğraş vermesiyle mümkündür. En temel sorunumuz birlik olamamaktır. Bunun için bizler birlik için çalışmalı ve çalışanlara destek olmalıyız. 22. Unutulmamalıdır ki bizler özgürlüğe ve adalete ekmeğe ve suya muhtaç olduğumuz kadar muhtacızdır. Bu nedenle Müslüman halkların özgürlük istekleri her alanda talep bulmalıdır. İnsanlık şunu unutmamalıdır ki, bizler yani Müslümanlar kim olursa olsun her daim mazlumun yanında ve kim olursa olsun her daim zalimin karşısında olacağız. 13 BALKAN MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 14 BALKANLARDA İSLAM VE MÜSLÜMANLAR: SORUNLAR VE ÇÖZÜMLER ALI PAJAZITI1[1] MAKEDONYA Balkan coğrafi bir bölge olmanın yanında, yüzyılların akışı boyunca birçok trajik öykünin olduğu bir yaşam dünyası, terminolojik rezilliği üreten sorunların daimi yıkımının bir metaforudur: Anlaşmazlığı, belirsizlikleri, etnik ve dini düşmanlıkları, ötekiye ve ötekiliğe karşı abartılı ve afarozcu mitolojilerin bir sonucu olarak yıkıcı eğilimleri, soykırımı, kültürkırımı ve benzeri şeyleri işaret eden, Balkanlaştırma. Balkanlararası iletişimin bir diğer özelliği öznelciliktir, politik boyuttan tarafsız araştırmayı ve gerçekçiliği esas almak zorunda olan bilimsel söylem. Bugün Pax Balkanica'nın gelecekte oluşturulması gereken sözlü bir imge olduğu bir gerçektir. Hala Avrupa'nın Avrupalı olmayan parçasını (P.Rau) oluşturan Arnavut, Boşnak, Türk, Roman, Pomak ve diğerlerinden oluşan Balkan Müslümanları 1912'den beri gerçek bir felaket yaşamaktadırlar: gerçek bir yaşam mücadelesi veren bu gruplar defalarca özellikle Osmanlı öncesi Balkanlar hayaliyle yaşayan panslavist ve panortodoks akımlar tarafından tehdit edildiler. Bugün, “Balkan Saçmalığı” (L. Starova) zamanında, şiddet sarhoşu bu coğrafyada, islamofobik ruh Yunanistan’dan Sırbistan’a, Makedonya’dan Bosna’ya Müslümanlar arasında endişe aşılayarak yaşamaya devam ediyor. 1. 1. Balkanlar'da İslam tarihi ve nüfus Üzerine Birleşmiş Milletler verilerine göre Balkan’ın 75 milyon sakininden 5te 1i Müslüman. Aynı iddia Zentrak İslam Arşivi Enstitüsü tarafından da ileri sürülmektedir. İslam dini Güneydoğu Avrupa’da ikinci büyük dindir. Balkan İslamının en büyük temsilcileri Arnavut ve Boşnaklardır. Bu topraklarda Müslümanlar yoğun olarak Arnavutluk’ta (%70), Bosna1[1] Güney Doğu Avrupa Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, Tetovë (Makedonya). 15 Hersek(%40), Kosova (%89.6) ve Makedonya’da (%33.3)yaşar. Bazı gerçek demografik eğilimlere dayanan fütürist verilere göre beş ülkenin (Karadağ ve Makedonya ayrıca Kosova, Arnavutluk ve Bosna) gelecekte Müslüman bir çoğunluğa sahip olacağı bekleniyor. Balkan’da İslam, yerli kökenlerinin temsilcilerin yanında, daha sonra gelen azınlıklarla (Müslüman dünyasının çeşitli bölgelerinden gelen işadamları, işçiler, öğrenciler) oldukça heterojendir. İslamiyeti temsil edenler Arnavutlar, Boşnaklar, Türkler, Pomaklar, Torbeşler ve Çingeneler gibi farklı etnik gruplardan oluşur ve Arnavutça, Türkçe, Slav dili (Boşnakça, Makedonca, Sırpça ve Hırvatça), Romanca gibi farklı diller konuşurlar. Çeşitli dini geleneklere bağlıdılar, yaygın olan mezhep sünniliktr; Arnavutluk’ta ve az da olsa Makedonya’da Bektaşiler, Bulgaristan’da Aleviler ve Balkan’ın çeşitli yerlerinde çok sayıda Selefi gruplar vardır. Bazı Avrupa ülkelerindeki Müslümanların sayısı da İslami dirilişin seviyesini gösteriyor. (Alibašić, 2012). Tablo 1. Güneydoğu Avrupa’da Müslüman Nüfusun Etnikdilsel Çeşitliliği Bourgarel ve Clayer’e dayanıyor (2001: 19) ve bilimsel çalışma metaryeliyle genişletilmiştir. (Öktem, 2010: 10) Balkan ve İslamiyet arasında ilk karşılaşma 13. yüzyılda gerçekleşmiştir; 14. ve 15. Yüzyıllarda ise Osmanlıların gelmesiyle bu ilişki güçlenip kurumsallaşmıştır. (Ibrahimi, 2003) Boşnak bilim adamı Smail Balić’e gore, İslamiyetin Güneydoğu Avrupadaki devamlı tarihi Osmanlılarla başladı, Ortadoks ve Katolik Hristiyanlığına tepki olarak büyük çapta 16 islamiyete dönüşün sakin süreci ve Arnavutların Slav ve Yunanlar tarafından asimilasyon edilme tehditlerine de dikkat çekerek, Balkan halkının korkudan dolayı İslamiyete dönmüş olduklarını savunan tez doğru değildir. Prof. Muhić’e göre İslamı kabul etmenin insan ruhuna bir yatırım gerektirdiği (cihada katılma) için cesaret anlamına geldiğini, eski dinlerinin gerektirdiği vergi ya da haraçtan (cizye) kurtulmayı garantiliyordu. 20. yüzyıla kadar Balkan Müslümanlarca şekillendi. Müslümanların olmadığı hiçbir şehir yoktu. Büyük şehirlerde birçok cami, medrese, han, kervansaray vesaire vardı. Evliya Çelebi, 300 yıl önceki seyehatnamesinde Valjevo’da 10 cami ve 1 Türk Hamamı, Smederevo’da 24 camii, iki medrese, bir dergah ve bir Türk hamamı (bunun yanı sıra her evin kendisine ait bir Türk hamamı vardı) olduğunu söylüyor. Yine aynı yazara göre, Mitrovica of Srem’de 12 camii, 3 mescit, 10 dergah, 2 Türk hamamı ve gelen kişilerin geceleri bedava kaldığı bir kervansaray vardı. Çelebi yine Belgrad’ın da 270 camiisi, 12 mesciti, 7 hanı, 3 türbesi, 160 konağı, 6 kervansarayı, bekarlar için 7 odası, ve imarat hanı (bir hafta boyunca hiçbir şey ödemeden bunun yerine hayırseverlerin ruhuna dua ederek kalınabilen yer.) olduğunu da not ediyor. Aynı kaynağa gore Evliya Çelebi’nin zamanında Krushevac’da 9 camii, Zemunda 1 camii ve 6 mescit, Poshega of Uzhice’de 10 camii, Crnik’te (bugün Nova Gradishka’ya yakın bir köy) 21 camii, bir dergah ve bir Türk hamamı vardı. Vokovar 5 mescide, gözalıcı bir camiiye, Osijek 66 camii, 14 misafir camii, 4 dergah, güzel bir Türk hamamı ve bir kervansaraya sahipti. Hersek’te 46 camii, 44 mescit, ve iki medrese vardı. (Ahmedi, 2010) Bugün bahsedilen şehirlerin kentsel alanı tamamen değişti , İslami kültür ve medeniyetiyle ilgili çok düşük oranda (Bayraklı Camii gibi) unsur var. Hukuki ve kuramsal açıdan Balkandaki Müslümanlar kültürel terbiye yönüyle Hanafi-Maturidi mezhebine ve Osmanlı kültürüne mensuptur. İslam ve Müslümanlar Avrupa için, onu özel yapacak bir kültürbilimsel hazine sunuyorlar. Avrupa’yı Hristiyan milletlerin fesat kaynağı olarak görenlerin en barbarca fiil ve zulümler karşısında bile Müslümanların yok olmadığı gerçeği karşısında verebilecekleri cevapları yok. 2. Osmanlı Barışından, Balkanlaştırma Yüzyılına Osmanlı Devleti 5 asırdan fazla Balkan semalarının altında varlığını sürdürdü. (Hristiyan ve Musevi) Gayrimüslim toplulukların kültürel ve dini 17 haklarını belirleyen, adına millet denilen sosyal sistem sayesinde etnik çeşitliliğin sorun çıkarmadığı, aksine bir armağan olduğu bu dönemde devletin her yerinde hoşgörü hüküm sürdü. Bu sistem, hepsi için hoşgörüyü ilerletme yoluyla etnik, dini ve dilbilimsel konularında düzene olanak sağladı. (Иванов, 2004: 67-77) Ulusalcılık ve ötekine karşı ayrımcı düşüncenin canlanması, 20. yüzyıl boyunca bu coğrafyanın bir olgusu olması, Müslümanların yaşam alanının modernitenin mezbahası haline geldiği 90ların Sırp barbarlığıyla zirvesine ulaşmış olması, günümüzdeki “balkanlaştırma” terimiyle ilgilidir. Osmanlı sonrası dönem boyunca Müslümanlar yeni Balkan ülkeleri tarasından nefret edilen ve zulme uğrayan bir halk oldular. Onlar ortadan kaldırılmak ya da sürgün edilmek için Osmanlı devletinden arta kalanlar olarak algılandılar. Bu durum, çeşitli kurumların kültürel, ekonomik ve politik baskı gibi çeşitli vasıtalar aracılığıyla uygulamayı planladıkları stratejiydi. Balkan’daki her yeni Hristiyan devletin, Müslümanlara karşı, onları terk ettirmek için kendilerine ait baskı yöntemleri vardı. (Öktem, 2010: 5) Amerika’da Louisville Üniversitesi’nden Justin McCarthey’e göre nüfus değişimi için çeşitli savaşlar ve anlaşmalar yaklaşık 1.5 milyon Müslümanın -daha çok da Türkiye’ye- sürgün edilmesiyle sonuçlandı (McCarthy, 1995). Bu tarihçinin çalışmasına gore Balkan savaşlarından once bu bölgede toplamda 3.242.000 Müslüman yaşamış, yani toplam nüfusun % 51’i. Bu savaşlar bugüne kadar gözlemlenebilir şeyleri, bölgenin demografisini değiştirdi. Çoğunun açlıktan ve çeşitli hastalıklardan öldüğü Müslümanların büyük bir bölümü bu savaşların kurbanı oldu. McCarthy’e göre Balkan savaşları dünyadaki en büyük trajedilerden biriydi. 3’te 1’i Anadolu’da mülteci olarak bulunurken Müslümanların %27si çeşitli yollarla katledildi. (Hodžić, 2012). Bir kimsenin Balkanlardaki Müslümanların çektiği acılar hakkında ilgili kaynak bulması çok zorken, Bulgarlara veya Yunanlara karşı şiddeti anlatan kitaplar bulabildiğini ve bu durumun da “Müslümanlar üzerindeki önyargı” oluşturduğu söyleniyor. Önce bir bütün olan Osmanlı devletinin dağılmasıyla Balkan, Müslüman toplulukların suni bir şekilde organizmalara ayırılarak normalde yaşaması imkansız hale getiren doğal olmayan sınırlarla ayırılan yeni devletlere ayrıldı. Aşağıdaki kelimeler bu durumun en iyi açıklaması olabilir: 18 “Sınırlar çiftçiyi tarladan, sığırları otlaktan, köyü değirmenden, satıcıyı ve alıcıyı pazar yerinden, çevreyi şehirden ve bütün dağlık nüfusu ekonomi merkezlerinden ve mısır tarlalarından ayırdı… yaşamın kaynağı kesildi.” (Tucović, 1975: 91) Balkan Müslümanlarına karşı işlenen suçlar bununla da son bulmadı, Sırplar tarafından yapılan on bir soykırım tarihin karanlık sayfalarına kaydedildi. İlki 1683ten 1699 a son ikisi ise 1992-1995 yılları arasında Bosna Müslümanlarına ve Milosevic’in barbar sürüsü tarafından Kosova’nın Arnavut Müslümanlırına karşı işlendi. Yaklaşık 250.000 Müslüman öldürüldü ve İslami-Osmanlı altyapı nesneleri de dahil 1500 camii yerle bir edildi. Hristiyan-Slav ordu politikası öksüz kalan Müslümanların işini bitirmek için seferleri boyunca en acımasız metodları kullandı. Bunu iki örnekle açıklayabiliriz: Makedonya’da Debar, Sancak ve Šahovići’de: Tablo 2. 1920’de Müslüman Debara karşı Sırp seferinin sonuçları. men women children total Stabbed 263 69 75 407 Fusilladed 341 78 65 484 Burnt 109 256 138 503 Total 713 403 278 1. 394 Kaynak: Xhafa, 2001: 222 "Bebekler annelerinin ve ablalarının kucağından alınıp gözlerinin önünde katledildi… Müslüman dini liderlerin sakalları yolundu ve alınlarına haçlar kazındı. Bir köyde bir grup ot yığınının etrafında bağlandı ve ateşe verildi. Daha sonra bazıları yanan adamların alevlerinin mor olduğunu söyledi.". (Djilas, on 1924 Šahovići case) II. Dünya Savaşı boyunca; Bllaca, Tetova tütün tekeli, Kërçova, Tivar katliamları da Müslümanların yok edilmesindeki eğilimlere örnek gösterilebilir. 19 Burada Üsküp’ün Saraj köyünün yaşlı bir sakini Haji Metush (85) Müslümanların çektikleri acıları anlatıyor: “Sırpların zorlamalarından dolayı neredeyse köyün yarısı Türkiye’ye gitti… 1917’de Bulgarlar geldi ve üç amcamı fırında yaktılar… Büyükbaş hayvanları koruyan Haji Zenun Slavlar tarafından dövüldü ve kafası dışarıda kalacak şekilde toprağa gömüldü ve yine bilinci yerine gelene kadar 24 saat boyunca o şekilde kaldı… 1921’de büyükbabam evinin girişinde öldürüldü. Göç etmek için bizi Türkler olarak savunan Abdullah Presheva’yı avukat olarak tuttuk çünkü Türkiye bizi Arnavut olarak kabul etmeyecekti. Biz burada kalırken belgeleri alanlar gitti. 1951’de toprağımızı aldılar ve onlarla çalışmamız için bize baskı yapmaya çalıştılar. Toprağımızı verdik ama onlarla iş birliği yapmadık. 3 yıl sonra bize toprağımızı geri verdiler. 2[2] Fotoğraf 1. Makedonya’da 2001 çatışmaları sırasında yananPirlepe Camii ve 2004’te yanan Bayraklı Camii (Belgrad) Sırp soykırım projesinin çoğu sivil olan yaklaşık 8000 müslümanı birkaç gün içerisinde infaz ederek II. Dünya Savaşı’ndan beri en ağır suçun işlendiği yer olan Srebrenitsa, Balkandaki Müslümanlar tarafından çekilen acının bir sembolüdür. Bu durum Müslümanlara karşı bir yok etme savaşı olan Slav barbarlığı karşısında uluslararası toplumun “uyuduğunu” ortaya çıkardı. (Izetbegoviq, 2008: 241-252). Sırplardaki İslam karşıtı düşüncenin hala canlı olduğu gerçeğini en iyi şekilde Sırbistan genelinde futbol maçlarında atılan sloganlar gösterir: Nož-Žica-Srebrenica (Bıçak-Tel- 2[2] Kasım 2012’de yapılan bir röportaj. 20 Srebrenitsa), bu slogan Soykırımın hangi aletlerle yapıldığını ve “Mezardan gelen bir Boşnak çığlığı”nı anlatır. (Srebrenica).3[3] Bunun gibi yok etme eğilimlerinin yanında, Müslümanların sınırdışı edilmesi için son 100 yıldır her zaman devlet çabaları da vardır. Bu bazen 1938 veya 1954 (Eski Yugoslavya ve Türkiye arasında) gibi anlaşmalar yoluyla olmuştur, bazen de toprakların milliyetçilik ve kamulaştırma yoluyla hayati alanı daraltarak baskı ve provokasyonlar ile gerçekleşmiştir. Yüz peçesinin yasadışı ilan edilmesi (başörtüsü, ferace), dini kişiliklere işkence, inananların dini hayatına müdahale için sarfedilen çabalar (örneğin oruçlarını bozarak), askerlik hizmeti için Müslüman kadınları toplamak, inananların duygularını inciten ateist politikalar, avlu duvarlarının ve Müslüman evlerin geleneksel kapılarının yıkılması, soyisimlerinin Slav ekleriyle zorla değişmesi –ov, -ski, ya da –vić ( örn; Musliov, Shabanovski, Arifović) vs. gibi birçok girişim olmuştur. Bunun gibi yok etme eğilimlerinin yanında, Müslümanların sınırdışı edilmesi için son 100 yıldır her zaman devlet çabaları da vardır. Bu bazen 1938 veya 1954 (Eski Yugoslavya ve Türkiye arasında) gibi anlaşmalar yoluyla olmuştur, bazen de toprakların milliyetçilik ve kamulaştırma yoluyla hayati alanı daraltarak baskı ve provokasyonlar ile gerçekleşmiştir. Yüz peçesinin yasadışı ilan edilmesi (başörtüsü, ferace), dini kişiliklere işkence, inananların dini hayatına müdahale için sarfedilen çabalar (örneğin oruçlarını bozarak), askerlik hizmeti için Müslüman kadınları toplamak, inananların duygularını inciten ateist politikalar, avlu duvarlarının ve Müslüman evlerin geleneksel kapılarının yıkılması, soyisimlerinin Slav ekleriyle zorla değişmesi –ov, ski, ya da –vić ( örn; Musliov, Shabanovski, Arifović) vs. gibi birçok girişim olmuştur. Müslüman bilim adamlarının faaliyetleri sayesinde, inananların bir bölümü kendi yerlerinde kaldı ve Balkanlar’da ikinci bir Endülüs ve yeni bir reconquista(endülüs döneminde iber yarımadasındaki hristiyanların müslümanların yarımadadaki varlıklarını ortadan kaldırma çabaları) gerçekleşmedi. Ataullah Efendi Kurtishi gibi İslamiyet uğruna her şeyini feda eden, hayatları hapislerde geçmiş; Hafiz Ibrahim Dalliu, Hafiz Sabri Koçi, Husejin Djozo gibi, öyle ki komünist baskıdan kaçmak için mısır tarlasını mektebe dönüştüren (Rafiz Efendi of Rashçe), 100den fazla 3[3] Bu konu hakkında bir belgesel hazırlanmıştı. A Cry from the Grave (1999). 21 kuran hafızı yetiştiren (Mahmut Arsllani of Tetovo), zamanın en büyük komünist tehditleri karşısında feslerini-türbanlarını çıkarmayarak direnen (Hafiz Idriz of Skopje), ve bunlar gibi birçok aktivist vardı. Fotoğraf 2. Hafız İdris Efendi’nin Komünist Yugoslavya'ya meydan okuyan hayatı boyunca taktığı fesiyle olan kimlik kartı Ancak, öyle ya da böyle yer değiştirme devam etmiştir. Çalışmalarım sırasında (1993-2000) bir otobüs Doyuran Türk’ünün yanlarına sofraları, ahşap sandalyeleri vb gibi eşyalarını alarak aileleriyle birlikte Türkiye’ye göç ettiklerine tanık olduk. Bunun başka bir şekli de beyin göçüdür. Farklı bilim dallarında eğitim gören birçok genç tahsilleri bittikten sonra İstanbul, Bursa, Ankara gibi kendilerini bulabildikleri yerde yani Türkiye’de yaşamaya devam ediyor. 3. İslami uyanış, neo-Osmanlıcılık ve İslamofobi Son otuz yıldır, Balkan da dahil, dünya çapında “kutsala geri dönüş olarak adlandırılan bir olay”a, bir dini uyanışa tanıklık ediliyor. Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken İslami uyanışın başlangıcı Balkan İslamının sembolü Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşlarının 1983’te hapse atılıp 1990’da geri çıkmasıyla yankı bulmuştur. Dini duyguların yeniden canlanması da birçok insanın hayallerini yıkan ve bir alternatif arayışa sürükleyen (özellikle 1967de sadece kendini ateist devlet ilan eden - Arnavutluk) bir ideoloji olan komünizmin çöküşüne, modernite krizine, Yogoslav krizine ve Boşnak ve Arnavutlara yapılan soykırımlara vs. borçludur. Bu uyanış, bireysel dindarlıktan (Pajaziti, 2003) büyük bir kitleye kadar, camilerin ve dini yapıların yeniden inşa edilmesi, eğitim (komünist dönemde Balkanlarda yalnızca 3 olan medreselerden sonra 23 yeni medresenin açılması) çeşitli Kur’an meallerinin, İslami kaynak eserlerin, 22 Buhari, Nevevî, İbn Haldun’dan İsmet Özel, el-Attas, T. Ramazan’a klasik ve modern İslami düşünce yazarlarının (Ibrahimi, 2012) yayınlanmasına kadar çeşitli alanlarda görülmektedir. Dini duyguların güçlendirilmesi ile, AK Parti Türkiyesinin etkisi de 2002’den beri Balkan’da yükselişte. Son zamanlarda bu güç küresel boyutlarda, devletçilikten evrensel sahnenin baş aktörlerinden birine dönüşerek, siyasi hem de ekonomik ve kültürel açıdan gelişmektedir. Türkiye ekonomisi Avrupa ortalamasını aşan yüksek büyümesi ile etkileyici bir durumda; 2002-2012 arasındaki bu büyüme % 7 olmuştur. Şu anda Avrupa'da altıncı, dünyada on altıncı büyük ekonomidir. Balkanlar için bölgedeki en etkili unsur olması ticaret, yabancı yatırım, eğitim, inşaat sektörü, insani yardım gibi mutedil gücünden kaynaklanır: (Balcer, 2011: 2). Tüm bu alanlarda Türkiye'nin etkisi oldukça açıktır. Türkiye'nin hiper aktivizmi Diyanetin ve TİKA’nın faaliyetlerinde, Gülen hareketinde de görülür. Türkiye'nin bu yükselişi farklı Balkan bölgelerindeki çeşitli çevrelerde, özellikle Sırbistan ve Arnavut bölgelerinde ve Balkanların yeniden osmanlılaşmasıyla ilgili tehlikeye dikkat çeken Karadağ ve Yunanistan’da korku ve psikoza sebep oldu. “Avrupa Birliği kapılarında Yeni Rumeli” adında, daha önce Türkiye’de Sırp büyükelçiliği yapmış bir Sırp entellektüel tarafından yazılan bir makale Avrupa’yı yeniosmanlıcılık tehdidi konusunda ikaz ediyor. Bu bağlamda, Balkanlar’ın İslam tarafından yeniden fethedilmesinin engellenmesi adına çeşitli senaryolarla İslam-Müslüman tehditi uzun süre konu edildi.. Ezan, cami, peçe gibi İslami sembollere ve Müslüman Dünya ile Balkan müslümanlarının yakın ilişkilerine saldıranlar var. İslam ve Müslümanlara karşı patalojik bir korku iklimi ortaya çıkıyor. Bu bağlamda siyaset, sanat ve bilim dünyasından bazı isimler Balkan Müslümanlarını Osmanlı varisleri olmakla suçlayanlar arasında yer almıştır. Karadjić’i bir kahraman olarak adlandıran, Miloseviç için sempati duyduğunu ifade eden ve Bosnada tecavüze uğrağan kadınların ve kurbanların sayısını az gören yönetmen Emir Kusturica Osmanlı karşıtlarından biridir. “Yeşil hat”tan korku saçanlar, Balkan’da islamofobi çıkaranlar arasında Miroljub Jevtić, Sonja Jekić, Srđa Trifković, Tatijana Lazić, Ioannis Michaletos, Kastriot Myftaraj, Pirro Misha, Ismail Kadare, Aurel Plasari, Veton Surroi, Mirela Bogdani, Enver Robelli gibi bu toprakların insanları ve 23 bunların yanında Cristopher Deliso, Elizabeth Kendal, Sam Vaknin, Johnathan Widel, Russell Gordon, Kevin McCoy gibi yabancılar da vardır. Arnavut çevrede islamofobi örnekleri olarak Arnavutların baskı ve şiddet nedeniyle İslam dinine geçtikleri tezini savunan, İskender Bey (İsa'nın Atleti), Rahibe Teresa, Peter Bogdani, Peter Budi, Marin Barleti gibi Hristiyan figürlerin tasvip edildiği ve abartıldığı Arnavut okul kitaplarında anti-Osmanlı ve Katolik yanlısı propagandaları da bunlara ekleyebiliriz. Arnavut Literatüründe Türk; suçlu, hırslı, cahil, eli silahlı adam gibi ima edilir ve Anadolu "sultan" "harem" terimlerini de manipule edilerek anlatılır. Çeşitli televizyon tartışmalarında minareleri “İran Roketleri” olarak betimleyen durumlar ve gazete makalelerinde ezana "köpek havlaması" diyen ve İslamın yasaklanmasını talep eden akıl hastası ve ahlaksız insanlar olmuştur. Islamfobikler kafilesine "Osmanlı'ya Meydan Okumak" başlıklı yazısında Davutoğlu'nun yeni paradigması yoluyla Türkiye'nin Balkanlar'da Osmanlı'nın rolünü canlandırmayı hedeflediğini söyleyen Arben Caferi de katıldı. (Caferi, 2009). İslamofobik ve Osmanlıfobik renklerle ilgili diğer bir makale de “Başından beri (Türkiye) Bosna, Kosova ve Arnavutluk'taki etkisini yeniden kazanmayı hedefliyor. Kendimizi İslam toplumundan ayırmak istiyoruz ama “küçük hain” tarafından engelleniyoruz ” diyen Robert Papa’ya ait. (Tema, 16.01.2013) Cevat Lloshi’nin "Arnavut dilinin istenmeyen doğululaşması" adlı makalesi de anti-Osmanlı öğeler içerir. Bu yazıda, Arnavutçadaki Allahu ekber, allahrazolla, ehl-i zimmet, estagfirullah, tobestakfirullah gibi Türkçe ve Arapça kökenli kelimelere itiraz eder ve bu kelimelerin Arnavutçadan arındırılmasını talep eder. Arnavutçanın Türkçeden ayrılması gerektiğini savunarak Arnavutçanın bir Hint Avrupa dili olup bir Turan dili olmadığını ve Arnavutların bir Avrupa milleti olup Türkmen olmadığını söyler. (Lloshi, 2013). Son yıllarda Arnavut basını “Arnavutluk için İslam tehditi”, “İslam Arnavutluk'ta terör ve şiddet yoluyla yayıldı”, “Arnavutluk, İslamın bir mühimmat deposu”, “Arnavut Müslümanlar sultan haremlerinin torunlarıdır” , “Allah kiliseleri yok eder” , “Allah’ın bölünmüş oğulları” vs. gibi islamofobik başlıklar yayınladı. (Jazexhi, 2008). Ferizaj’da Başbakan Thaçi’yi “Seni Türk Haşim...” diyerek kurşunlarla tehdit eden Kosova grafitisi ortaya çıktı. Bir diğeri “Yeni Camii ile birlikte yıkıl!” diyor. Müslümanları kısa pantolonlu ve hacı şapkalı mısır bıyık gibi sakallı şeklinde tanımlayan makaleler de var. (E. Robelli). 24 Geçen yıl Bulgaristan'da ATAKA Partisinin temsilcileri Sofya Camii'nin cemaatine saldırdı. Yunanistandaki "Altın Şafak" ülkeden yabancı ve İslami unsurların ortadan kaldırılmasını amaçladığını ilen ederek faşist ve neonazist bir politika izler. Boşnaklar arasında da Türk etkisine karşı tepkilerin ortaya çıkmış olması ilginçtir. Daha iyi bir gelecek için Osmanlı İmparatorluğunun herhangi bir reenkarnasyonu olamaz diyen Daha İyi Partisi'nden F. Radončić Bosnalıların kendilerini sömürgeci mentaliteden kurtarmaları gerektiğini söylüyor; the Central Committee (Yugoslavya Komünist Partisi) de zamanında İstanbul’un, Viyana’nın onlar için karar verdiğini şimdi ise onların kendileri hakkında karar vereceklerini söylüyor. Bosna Hersek'te, yani Balkanlardaki İslamfobinin merkezi olarak tarif edilen Saraybosna'da (F. Alispahić) Oslobodjenje, Nezavisne Novine and Slobodna Bosna gibi gazeteler tarafından yönetilen ve Müslüman topluluğu, Müslüman Alimler başkanını (Rais el-Ulam ') ve diğer İslami sembolleri hedef gösteren İslam karşıtı bir medya kampanyası aktif durumda. Bir müzik grubu (Dvadesetorica) şarkılarından birinde şu sözler geçiyor : Arkadaşım İbrahim Kapıdaki ilk sakal Dört yaşında bir oğlu var Ona nasıl dua edeceğini öğretir Ticaret merkezine gitti İki tehlikeli bombayla Kuran, başörtüsü, fes, cüppe, namaz, seccade gibi İslami değerlere karşı alaycı ve rahatsız edici saldırıların olduğu, ve bazı sınırların çiğnendiği, paganlık ve eğlencenin modern bir kombinasyonu olan Vevchani Karnavalı (2012) Makedonya'da tepkilere neden olan bir olaydı. Makedonya genelinde Müslüman nüfusun tepkisine neden olan bu onur kırıcı lekeleme, kutsalın ve pornografinin yapay ve sapıkça bir alaşımıydı. İslam karşıtı kini ifade eden duvar yazıları ve cami kapılarındaki haçlar sıklıkla görülmüştür. Başka bir olay da Smilkovci Gölü'nde beş Makedonyalının infazından sonra (2012) masumiyet karinesi prensibini göz ardı ederek bunun İslami radikaller tarafından yapılan bir eylem olduğunu söyleyen içişleri bakanının beyanı oldu. Bu beyan Üsküp'te Müslüman gençlerin güçlü protestolarına neden 25 oldu. Benzer dalgalanma Bilgi Toplumu Bakanı, Ivo Ivanovski'nin “500 yıllık Türk köleliğine yeter artık!" ve “Türk dizileri yerine artık Makedon yapımı dizileri izleme zamanı!" gibi ifadeleri nedeniyle gerçekleşmişti. (A1on, 10.11.2012) Ayrıca Makedonya'da Kanal5 ve Facebook'tan takip edilebilen Milenko Nedelkovski, Latas (“Malcolm X”, Veçer, 12.03.2012) gibi gazeteciler ve Toni Naunovski gibi açık bir islamofobik diskurları olan entelektüeller var. Bunlar kelime-i şahadet bulunan bayrakların El-Kaide'yi temsil ettiğini, çerçeve anlaşmanın çok uluslu bir devlet kurmaya çalıştığı için feshedilmesi gerektiğini ve Arnavutların FYROM Müslümanları üyeliğinden ayrılması gerektiğini söylüyorlar. 4. Balkan Müslümanların Başlıca Sorunları ve Çözümleri Balkan'da İslam sadece dini rolüyle sınırlı değildir. Aynı zamanda birçok Balkan Devletinde ve ötesinde ahlaki bir kod, bir yaşam tarzı, bir değer oluşturan kültür ve sanattır (AIITC, 2006). Balkan Müslümanları birçok problemle karşı karşıyadır ve bu durum sonucunda ortaya çıkan hayatları ve gelecekleri hakkındaki süreğen belirsizlik onları strese sokuyor. Bazıları dahili sorunlarken bazıları ise İslami olmayan faktörlerden gelen harici sorunlardır. Bu dış faktörler arasında İslam karşıtı ve ayrımcı politikalar uygulayan çeşitli Hristiyan ve Slav merkezli hükümetler ; "eski işgalci kalıntıları", “11 Eylül sonrası teröristler” ve “Hıristiyanlara karşı her an cihada başlatma anını bekleyen mücahitler” olarak algılanan İslamiyet'e inananlar hakkındaki popüler önyargı ve basmakalıplar vardır. Balkan Müslümanlarının vakıf topraklarıyla, devlet tarafından işgal edilen mülkleri ile alakalı ciddi problemleri vardır. Devletin yaptığı ayrımcılıkla ilgili sorunları var; Hristiyan topluluklar (Makedon parlamentosunda Hıristiyan ikonografisi, devlet parasıyla kiliselerin inşası, devlet törenlerinde rahiplerin rol alması gibi) gibi şeylerle açıkça destekleniyor. Bir başka sorun ise medyada, özellikle TV’de, İslam'a çok az yer verilmesi (sadece Ramazan ya da bayram boyunca). İslam hakkında konuşulduğunda bu olumsuz bir durum oluyor. Diğer önemli sorunlar ise şunlardır: modernleşme sürecinden dolayı aile otoritesinin zayıflaması, kızların modaya göre eğitilmeye zorlandığı eğitim, gençleri Avrupa ülkelerine göç etmeye teşvik eden fakirlik, Balkan Müslümanların sayısını gözle görülür şekilde azaltan "formalite icabı evlilikler". İç faktörler Müslümanların İslam algısındaki çeşitliliğidir; özellikle bazı çevrelerce bu ayrım desteklenmektedir. Bir yandan geleneksel, ılımlı 26 Osmanlı, Avrupa İslamı (Avroİslam) ve diğer yandan yerel ve sufi inançlardan temizlenmiş sade İslam, veya Vahhabilik olarak da adlandırılan Selefi. Bu bölünme, Sancak'ta (Arap Camii, Novi Pazar, 2006) ya da Üsküpte İsa Bey Camii'ndeki gibi (2010) cami içindeki çatışmalar ve bunun yanı sıra namaz kılma usulü, yenilikler, mevlüd gibi konular cemaatleri birbirleriyle çatışma noktasına kadar götürmüştür. Bu bölünme "Arap İslamı" ve "Türk İslamı" arasında olan irrasyonel bir bölünmedir. Bununla ilgili olarak başka bir iç sorun da İslami toplumların pasifliği ve sivil toplum kuruluşları, İslami kültürel insani yardım kuruluşları ve İslami yayın evlerine İslam çağrısı için farklı bir ses ve bir destek olarak bakılmaları gerekirken resmi kurumlar tarafından rakip olarak görülüp onlarla işbirliği yapmak istememeleri veya bu konudaki tembellikleridir. Bu durum özellikle de İslami ve vakıf ve toplulukların insani yardım ve İslami yayın bakımından, özel yayınevlerinin İslami toplulukları çok geride bıraktığı Arnavut bölgelerinde yapmış oldukları önemli katkıyı düşünürsek çok trajik bir durumdur. Müslümanların başka bir iç sorunu da İslami kimlik için hiçbir anlamı olmayan ve kendilerine İslami olmayan bir görünüm veren bir maskenin arkasına saklanmaya çalışan Müslümanların siyasi liderliklerindeki seküler konsepttir. 5. Sonuç Balkanlar, gerçek aktörlerden çok nesnelerin olduğu sakinleriyle büyük güçlerin menfaatlerinin kesiştiği bir yoldur.Müslümanlar yüzyıllardır problem olan Balkan coğrafyasında kendi sahte tehlikesi ve gerçek kurbanlarıyla ‘istenmeyen bir kitle’ iken, Balkanlar “ihraç edilecek tek şeyin tarihleri olduğu” ve “içgüdüsel vatanseverliğin” coğrafyasıdır.(J.Leach). Otokton olmasına rağmen, son 100 yıl onlar için bir Golgotha olmuştur. Bugün onlar,devlet ve uluslararası olan yasal organizmaları yoluyla çözmeye çalıştıkları farklı türlerden problemlerle karşı karşıyadırlar. Önemli bir miktarın bir araya gelmesine rağmen, hala kendi aralarında yoğun bir etkileşime sahip değiller ve bu nedenle, Balkan İslam forumu kurmaya ihtiyaçları vardır. Politika ve eğitim alanında da Müslümanlar arasında daha fazla iletişim olmalıdır,özellikle gençlerin üniversite gençliği arasındaki ümmet ruhunu ortadan kaldırmaya çalışan milliyetçi politikalar tarafından manipüle edilen atalarının hatalarından kaçınmakta daha çevik olmaları gerekir. Medyada da yatırımlara ihtiyaç vardır. Ortak bir TV, ortak bir gazete ve dergi kurulmalıdır. İslami renklerle yapılan muhafazakar siyasi 27 ruh, siyaset yapmanın en zirve noktasından Müslümanların sesini gür bir şekilde duyurabilecek genç ekipleriyle Arnavutluk ve Kosova'da daha aktif olmalıdır. (Kosova'da Adalet Partisi ve Birleşmiş İslami Parti diye iki siyasi parti var.) Bu durum, inananların oylarının çoğunluğunun alınmasına rağmen, Müslümanların İslami yaşantıya öncülük edemeyecek olanların yada manevi değerleri üçüncü plana atmayı düşünen politik faktörlerin veya her zaman yabancı programların aracı olarak kalmaması adına Müslüman inananlar için gereklidir. Bence, Balkan Müslümanlarının karışık durumu bu yılın başındaki birbiri ardına gerçekleşen iki çelişkili olay sayesinde en iyi şekilde görülmüştür: iyi olanı Yunan Hükümeti tarafından Atina'ya cami yapılmasına izin verilmesi; kötü olanı ise Makedonya'nın başkenti Üsküp'te bir caminin yıkılıp yerine şehir evi yapılacak olmasıdır. Yani, Balkanlar Balkanlardır. 6. Bibliyografi 1. Ahmedi, N. “Islami dhe ndikimi i tij në Ballkan”, islamgjakova.net, 18.10.2010. 2. A1on, 10.11.2012. 3. Balcer, A. (2011). “Turska i Zapadni Balkan: Pogled iz Poljske”, Beograd: Demos Europa & ISAC. 4. Hodzic, E. (2012). “Milion i po muslimana sa Balkana protjerano je u Anadoliju”, http://www.aa.com.tr/ba/vijesti/15.12.2012 5. Honig, J. W. & Both, N. (1996). Srebrenica: Record of a war crime. Penguin Books. 6. Ibrahimi, N. (2012). “Natyra, manifestimet, problemet dhe perspektiva e zgjimit islam në Ballkan”, www.albanur.net/07.03.2013 7. Interview with Metush Aliu, Saraj, Skopje, November 2012. 8. Иванов, Ѓ. (2004). ”Милетскиот систем – модел на религиозна толеранција“. Политичка Мисла. Year 2, Nr. 8. 9. Izetbegoviq, A. (2008). Kujtime. Prishtinë: AKEA. 10. Jazexhi, O., “Përdorimi politik i islamofobisë në Shqipërinë paskomuniste”, shqiperia.com, 12.09.2008. 11. Lloshi, Xh. “Orientalizimi i padëshiruar i shqipes”, Dita, 08.03. (2013). 28 12. Merdjanova, I. (2012). Rediscovering the Umma: Muslims in the Balkans between Nationalism and Transnationalism, Oxford University Press. 13. Mojzes, P. (2011) Balkan Genocides: Holocaust and Ethnic Cleansing in the Twentieth Century. Rowman and Littlefield Publishres, Inc. 14. “Muslimanët në Ballkan - realiteti dhe e ardhmja”, AIITC & Qendra për Bashkëpunim Ndërkombëtar, Tirana, 02.09.2006. 15. Öktem, K. (2010). New Islamic actors after the Wahhabi intermezzo: Turkey’s return to the Muslim Balkans. University of Oxford: European Studies Centre. 16. Papa, R. “Pleqtë rrugaçë”. SotNews, 29.12.2012. 17. Shenja, Nr. 23, March, 2013. 18. D. Tucović, D. (1975). Serbia dhe Shqipëria. Prishtinë. 19. Nurellari, A. “Osmanofobia si përpjekje për të minimizuar dëmet e komunizmit”. Gazeta Shqip. 29.08.2010. 20. Sulstarova, E. (2010). Në artikuj, Skopje: Logos-A. pasqyrën e Oksidentit: Studime dhe 21. Göç, şehir ve Yerel Yönetimler. (2009). İstanbul: TDBB. 22. Turkeshi, A. (2011). Kufiri administrativo-politik, shkaku kryesor i migracionit të popullatës së Dibrës. Tetovo: SEE University. 23. Veçer, 12.03.2012. 24. Xhafa B. (2001). Lufta e Dibrës 1920. Tirana. 25. Xhaferi, A. “Sfida osmane”. Shekulli. 31.10.2009. 26. http://www.zeriislam.com/artikulli.php?id=1878/21.05.2011 27. http://www.shekulli.com.al/2011/05/05/universiteti-i-shperthimitatomik.html 28. http://www.fis.edu.rs/index.php?option=com_content&view=article&i d=91%3Abudunost-islama-na-balkanu-i-suivot&Itemid=41 29. http://www.youtube.com/watch?v=fkCv6tcwzvU 30. http://www.youtube.com/watch?v=r-0JChjftR4&feature=related 31. http://www.youtube.com/watch?v=KpYh-RZt7rg 29 SIRBİSTANDA SORUNLARI İSLAM-ARNAVUT MÜSLÜMANLARININ MAJLINDA HYSENI SIRBİSTAN – DITURIA VAKFI Sırbistan Orta ve Güneydoğu Avrupa'nın kesişme noktasında yer alır. Ülke Kuzey'de Macaristan; Doğu'da Romanya ve Bulgaristan; Güney'de Makedonya; Batı'da Hırvatistan, Bosna ve Karadağ ile; ayrıca Kosova bölgesi boyunca Arnavutluk ile sınır komşusudur. 2011 nüfus sayımı itibariyle , Sırbistan (Kosova hariç) 7,186,862 toplam nüfusa sahiptir. Nüfus sayımı 2008 yılında bağımsızlığını ilan eden Kosova'da yürütülmedi. Sırplar, Kosova hariç toplam nüfusun % 83.3'ünü temsil eden Sırbistan’daki en büyük etnik gruptur, Macarlar ise Boşnaklar, Romanlar, Arnavutlar, Hırvatlar, Bulgarlar, Karadağlılar, Makedonlar, Slovaklar, Ulahlar, Romenler, Çinliler ve diğerleri arasında Sırbistan’daki ikinci büyük etnik gruptur. Sırbistan Avrupa'nın en büyük mülteci nüfusuna sahiptir. Sırbistan'da mülteciler ve ülke içinde göç etmek zorunda kalmış kimseler nüfusunun %7 ila %7,5unu oluşturuyor. - mültecilerin yarım milyon kadarı art arda devam eden Yugoslav savaşları sonunda ülkeye sığındı, bunlar genel olarak Hırvatistan'dan ve daha az olarak da Bosna-Hersek'ten gelmişlerdir, 200,000 civarında da Kosova'dan sürülmüş mülteciler bulunmaktadır. SIRBİSTAN'DA DİNİ YAŞAM Sırbistan Avrupa'nın dini olarak en fazla çeşitliliğin olduğu ülkelerden biridir. Çoğunlukla Doğu Ortodoksluğunun yanında Katolikler, Müslüman azınlık ve daha az diğer küçük gruplar bulunmaktadır. SIRBİSTAN'DA İSLAM Sırbistan’da pek çok etnik grup olduğu gibi, Boşnaklar ve Arnavutlar çoğunlukla Müslüman’dır, ama daha küçük Müslüman etnik gruplar da vardır: Aşkali, Mısırlı, Goralı, Roman ve Türkler. 2002 nüfus sayımına göre Sırbistan'da 239,658 Müslüman vardı. Sırbistan'da Müslümanlar en yoğun Novi Pazar, Tutin ve Sancak'taki 30 Sjenica bölgelerinde ve Preševo ve Preševo vadisindeki Bujanovak bölgelerinde bulunuyorlar. İslam'ın Osmanlı Devleti'nin genişleyerek Balkanlar'a geldiğine inanılır. Sırplı Müslümanların çeşitli etnik kökenleri şöyledir: Milletlere göre Boşnaklar ve Müslümanlar, çoğunlukla Sancak bölgesinde yaşayan, Osmanlı yönetimi sırasında İslam dinine geçen Güney Slavlardır. Şimdiki Arnavutların ataları olan Osmanlı öncesinde Katolik ve Ortodoks Hıristiyanların büyük bir bölümü ve Kosova'nın bir bölümü 17. ve 18. yüzyılda Müslüman oldular. Güney Kosova asıllı Slav Goraniler daha önce Hristiyandı ve 18. ve özellikle 19. yüzyılda Müslüman oldular. Arnavutça konuşan Kosova asıllı Romanlar, Aşkaliler ve Mısırlılar Müslümandır; genellikle önceki vatanları Makedonya ve Bosna olan ve dilleri Sırpça olan Romanlar da Müslümandır. Tarihsel olarak Osmanlı yönetimi altında çok sayıda Sırp Müslüman olmuştur. Sırbistan'ın biri Belgrad diğeri ise ağırlıklı olarak Boşnak Müslümanlardan oluşan Güneybatı'daki sancak bölgesi merkezli iki rakip islami topluluğu var. Sırbistan'da Müslüman topluluklar arasındaki bölünme 2007 yılına kadar uzanır. Sancaktaki en büyük kent olan Novi Pazar merkezli Sırbistan İslam Topluluğu manevi rehberlik için komşu Bosna'ya danışır. Sırbistan'da İslam dini mensupları iki büyük topluluk halinde organize edilmiştir: Sırbistan İslam topluluğu (Islamska zajednica Srbije), Belgrad üyeliğiyle, reis-ül-ulema (Baş Müftü) Adem Zilkić tarafından yönetilir ve şu şekilde ayrılabilir: · Belgrad üyeliği ile Sırbistan Meshihatı, · Novi Pazar üyeliği ile Sancak Meshihatı, · Preševo üyeliği ile Preševo Meshitatı, · Novi Pazar üyeliğiyle Sırbistan'daki İslami topluluk (Islamska zajednica u Srbiji) şunları içerir: · Novi Pazar üyeliği ile Sancak'ta İslam toplumu (Islamska zajednica u Sandžaku) ya da Sancak Müftülüğü. · Novi Sad üyeliği ile Voyvodina'da İslam Toplumu (Islamska zajednica u Vojvodini) ya da Novi Sad Müftülüğü. · Preševo üyeliği ile Preševo Vadisi'nde İslam toplumu (Islamska zajednica u Preševskoj Dolini) ya da Preševo Müftülüğü. 31 · Belgrad üyeliği ile Merkezi Sırbistan'da İslam topluluğu (Islamska zajednica u Centralnoj Srbiji) ya da Belgrad Müftülüğü. http://en.wikipedia.org/wiki/Islam_in_Serbia PREŠEVO VADİSİ Medvedja'dan başlayarak, ortada Bujanovac ve Güney'de Preševo olmak üzere 3 bölgeyi kapsayan Güney Sırbistan bölgesi (Doğu Kosova), çoğunlukla Slavlar tarafından doldurulan Leposaviç ve Zubinpotok diye iki bölgeye bedel olarak 1945 yılında idari açıdan Kosova'dan ayrıldı. Bu ayrılığın amacı siyasi, ulusal, ekonomik gibi cihetlerden Arnavut stokunun ezilmesi olarak görüldü. Preševo vadisi 1249 km2 olup, nüfusu 111.000dir. Kilometrekare başına 72 kişinin yaşadığı bu toprakların %62si Arnavut nüfusuyla doludur. SORUNLU MESELELER Preševo Vadisi ekonomik olarak gelişmiş bir bölge olabilmek için tüm parametrelere sahip olsa bile, bu üç şehrin hala en yüksek işsizlik oranına sahip olmak gibi büyük bir sorunu var. Bu bölgedeki Arnavutlar siyasette ayrımcılık yapıldığını düşünüyor; kendilerini bireysel ve toplu haklardan yoksun hissediyorlar. Uygulama dışı ekonomik kalkınma planı, istikrarsız siyasi durum, verimli olmayan eğitim ve pek çok kritik konular Preševo'nun görünümünü basit bir şekilde resmediyor. Bu faktörlere bağlı olarak asıl sorun Arnavutların kendi topraklarından Batı ülkelerine sessizce göç etmeleridir. Bu bölgedeki gençler eğitsel becerilerini bu bölgenin dışında geliştirebilmek için yeni kaynaklar bulmaya çoktan hazırlar; bunun bir sonucu olarak yavaş yavaş kendi kültürlerini, geleneklerini ve dinlerini unutuyorlar. Başkalarının alışkanlıklarını ve kültürlerini kabul etmeye başlamaları temel sorun haline geliyor; bununla birlikte kendi ulusal sembollerini, bazı temel geleneklerini ve dini yaşamlarını koruma gururunu taşımak gibi meseleler ikinci plana bırakılmış gibi görünüyor. Toplumun geri kalanı ise her zaman kendilerinin ayrımcılığa uğramış ve şevklerinin kırılmış olduğunu düşünüyorlar. Genç lise öğrencileri ana dillerinde kitaplar bulamamak ve okulun çalışma koşullarında ve ders dışı etkinliklerde yaşadıkları eksiklikler gibi eğitimle alakalı temel sorunlarla uğraşıyorlar. 32 Neyse ki, din derslerinin ilköğretim ve lisede verilmesine izin veriliyor, ancak batı kültürünün etkisi günlük hayatımızda giderek artan bir hızla devam ediyor ve gençlerimizin bu açıdan bakabilmelerini engelliyor. ÇÖZÜMLER Bu bölgedeki Müslümanların karşı karşıya geldiği vaziyeti iyileştirmek amacıyla bu meseleler uzun soluklu bir şekilde ele alınmalıdır. Arnavutların düşük ekonomik gelişmişlik düzeyinden kurtulabilmeleri ve daha iyi bir altyapıya sahip olmaları, yıllardır değişmeyen bu durumdan yavaş yavaş kurtulan gençler için daha verimli eğitim imkanı ve işsiz insanlara yeni çalışma yerleri düzenlemek için onlara istikrarlı bir siyaset gerekecektir. STK'ların faaliyetleri, genç ruhu korumak ve onları daha gelişmiş özellikler için hazırlamak için önemli bir esas olacaktır. ''DITURIA'' KÜLTÜR DERNEĞİ Kültürel ve sosyal faaliyetlere bağlı kültür derneği "DITURIA" 90lı yılların başlarında Preserve'de kurulmuştur. Bu kuruluşun temel amacı eğitici, sosyal, eğlenceli ve sportif faaliyetler yoluyla gençler arasında bir İslami bakış açısı hissi uyandırmaktır. Bu derneğin faaliyetleri iki cihete odaklanmıştır : kültürel ve insani. Bu dernek kültürel faaliyetler açısından; yabancı dil, bilgisayar kursları açmak, alkol, uyuşturucu gibi olumsuz olaylara duyarlılığı arttırmak için kampanyalar düzenlemek gibi faaliyetlerde bulunur. Bilgi yarışması, Kur'an geceleri, drama ve belgesel yayınları gibi diğer kültür ve sanat programları ve yayıncılık alanındaki faaliyetler de bir taraftan devam etmektedir. ‘’Identiteti’’ bilgilendirici ve kültürel dergilerinden birisidir. “Freskia e Ramazanit” adlı 5. sayısı çıkan dergi de aylık bir dergi olarak yayına devam etmeyi planlıyor. Yetimler ve savaş malullerine sağlanan insani yardım devamlı bir şekilde bu kuruluşun faaliyetlerini takip etmektedir. Muhtaçlara dağıttığımız kurban eti ve kumanyalar yapmaya çalıştığımız sembolik yardımlardır. Eğlence amaçlı gençlere spor aktiviteleri ve yarışmalar düzenliyoruz. Kadınlar için de farklı türlerde eğitici ve bilgilendirici programlar var. 33 RUSYA MÜSLÜMANLARININ ÖNERİLERİ SORUNLARI VE ÇÖZÜM NAIDA TONAEVA RUSYA-DAYANIŞMA VAKFI Son birkaç yıl çok sayıda Müslümanın hayatında bir dönüm noktası olmuştur. İki yıl önce Ortadoğu'nun birçok ülkesinde başlayan Arap Baharı, özgürlük ve bağımsızlık için mücadele simgesi oldu. Ancak, diktatörlerin devrilmesinden sonra bile Müslümanlar özgürlük hakları için mücadele etmeyi bırakmamıştır. Yıllardır Filistin, İsrail işgalinden muzdarip olmuştur ve Suriye gittikçe kendi vatandaşlarını kaybeden bir iç savaşın içine girmiştir. Ancak, Arap Baharı sadece Ortadoğu ülkelerine gelmedi. Ağırlıklı olarak gayrimüslim nüfusa sahip ülkelerde yaşayan Müslümanlar da barış içinde yaşama ve kendi dinlerini yaşayabilme hakkı için mücadele etmişlerdir. Çok sayıda iç sorunları olmalarına rağmen, onlar dünyanın farklı yerlerindeki kardeşlerine kayıtsız değildirler. Dayanışma Vakfı'nın abluka altındaki Gazze halkına ve Başkurdistan’dan kardeşlerin Somali'de açlık çeken insanlara yardım yetiştirmek ilk defa insani yardım göndermek için sıraya girmelerinin nedeni budur. Bahsi geçen konuyu ve bahsi geçen deneyimi ve Müslüman Rusların yaşam koşullarını göz önünde bulundurduğumuzda, dünyadaki tüm Müslümanların ortak acısı olan abluka altındaki Gazze’ye değinmenin yanı sıra raporumuzda en sorunlu üç bölgeden bahsetmenin çok doğru olacağına inanıyoruz; bunlardan ikisi Rusya Federasyonu içinde bulunuyor. Bu üç bölümde sorunun özünü anlamaya ve Rus Müslümanlar tarafından üstlenilen faaliyetleri açıklamaya çalışacağız. Kuzey Kafkasya Kuzey Kafkasya ağırlıklı olarak Müslümanlardan oluşan nüfusu ile Rusya sınırlarında kalan bir bölgedir. Bugün bu büyük ülkede en istikrarsız bölgelerden biridir. Bölgenin elverişli bir coğrafi konum, zengin tarih ve 34 kültürel miras ve çok sayıdaki doğal kaynak gibi bariz avantajlarına rağmen Dağıstan, Çeçenistan, İnguşetya, Kabardin ve Balkar gibi Müslümanların yaşadığı yerlerde, insanların çoğu işsizlik, sosyal destek eksikliği, yerel yönetimlerin kanunsuzlukları ve güvenlik güçlerinin sürekli düzenledikleri özel operasyonlardan mağdurlar. Kafkas Müslümanların karşılaştığı en büyük sorunlardan biri aralıksız devam eden terörle mücadele operasyonlarıdır. Kanun uygulayıcı kurumlar ve "savaşçılar" arasındaki silahlı çatışmalar günlük hayatın bir gerçeği haline geldi ve yavaş yavaş normal bir kâr kazanma yoluna dönüştü. Teröre karşı operasyonlarla ilgili günlük haber raporlarının arka planında insanlar her gün kaç çocuğun yetim bırakıldığını ve kaç yaşamın sözüm ona "temizlik" adına yok edildiğini dahi bilmiyorlar. Ne yazık ki hemen hemen her Müslüman olarak yaşayan insan (tabii ki güçlü bir aileye sahip değilse), bütün bunlarla hiçbir ilgisi olmasa bile her an bir "terörist" ya da silahsız çetenin suç ortağı olarak kabul edilebilir. "Teröre karşı savaş"ın en popüler metotlarından biri de adam kaçırma ve işkencedir. Bu yüzden, tehlikeli savaşçıların neredeyse her zaman ölüleri bulunur, suçlarını (ya da başkalarının suçlarını?) itiraf edenler elektrik şokları ve coplarla kötü bir şekilde darp edilir veya hukuk ve adalet gardiyanları tarafından tekmelenip ve darp edilir. Cumhuriyetlerin yorgun sakinleri şu ana kadar daha sık düzenlenen mitinglerle tepki veriyor. Kanun uygulayıcı kurumların ve teröristlerin eylemleri arasında artık hiçbir fark hissetmediklerini söylüyorlar. Uluslararası insan hakları örgütleri (İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü, vb) tarafından hazırlanan raporlara göre Dağistan’daki insan hakları durumu, Rus bölgeleri arasında en endişe verici olanıdır. Sadece 2011 yılındaki çeşitli verilere göre bölgede yaklaşık 300 özel harekat gerçekleştirildi. Dini liderlerin öldürülmesi ve Müslümanların kendileri arasındaki dini iç çatışmalar Kuzey Kafkasya'daki en büyük problemlerden bazıları olmaya devam ediyor. Devlet kurumları İslam’ın "geleneksel" ve "geleneksel olmayan" şeklinde ayıran çatışmaları kızıştırmakta önemli bir rol oynar. Yakın zamanda Dağıstan toplumu, Sufi tarikatın lideri Şeyh Said Efendi Chirkey ve İlahiyat Enstitüsü rektörü Mahmud Sadıkov gibi dini figürlerin ünlü cinayetleriyle şok oldu. Her ikisi de Müslümanların uzlaşması ve Ümmetin karşılaştığı genel sorunları çözmek amacıyla diyalog için aktif 35 şekilde çalışıyorlardı. Bu arada Kafkasya'da çoğunlukla sıradan dini liderler, imamlar öldürülüyor. Bununla birlikte, son zamanlarda ortaya çıkan olumlu bir eğilime de dikkat etmeliyiz. Selefiler ve resmi din adamlarının temsilcileri arasında yuvarlak masa toplantıları ve Müslüman Alimler Uluslararası Konseyi Genel Sekreteri Ali el-Karadagi tarafından Dağıstan'a yapılan ziyaret gibi olaylar Müslümanların yanı sıra yetkililer ve halk arasına barış getirmek için yapılan girişimlerdir. Sosyal yardımın yetersiz düzeyde olması, işsizlik ve çok sayıdaki yetimlerle gerginlikler şiddetlendi. Son zamanlarda Dayanışma Vakfı Kafkasya'nın farklı cumhuriyetlerinde yaşayan yüze yakın yetimin bakımını üstlendi. Her yıl, özellikle İslam'ın kutsal ayları boyunca yüzlerce yoksul Müslüman sadece insani ve maddi yardım değil sevgi ve ilgi paylaşımlarını da alıyorlar. Biz sadece sevgi, birbirimiz için şefkat ve ilim peşinde koşmakla bugün üzerimize asılı olan zulüm ve cehaletin karanlığının üstesinden gelebileceğimize inanıyoruz. Rusya eğitim kurumlarında başörtüsü yasağı Ekim ayı ortalarında Stavropol Bölgesi'nin (Kuzey Kafkasya) Kara-Tube köyündeki ortaokulun müdürü görünüşlerini provoke edici olarak niteledikleri üç kız öğrenciye daha sonra başörtüsü ile okula gelmelerini yasakladı. Çocukların eğitimde anayasal haklarını ihlal eden bu emri veren müdür tek üniforma gerektiren okul şartına işaret ediyor. Bu anlaşmazlık Stavrapol bölgesi boyunca yayıldı. 31 Ekim tarihinde bölgenin valisi Müslüman öğrencilerin başörtüsü takmalarını fiili olarak yasaklandığı okul üniforması yönetmeliği üzerine bir karar yayınladı. Bugün, Müslüman kızlar normal derslere katılamıyor ve evde çalışmak ya da başörtülerini çıkarmak zorunda kalıyorlar. Batı'da bu tür anlaşmazlıklar hoşgörü lehine çözümlenir, ama Rusya henüz böyle bir duruma tanık değil. Rusya Federasyonu Eğitim Bakanı okul yetkililerinin eğitimin laik yapısını ve bazı bölgelerde ya da bazı ailelerde kabul edilen kültürel geleneğe bağlılığı sağlamak için her zaman bir uzlaşma aramasını talep eden konuyla ilgili konuştu. 36 Köy okullarındaki Müslüman kız öğrenciler, Güney Bölge'deki okul yarışmalarına katılan mükemmel öğrencilerdir, ve onları eğitimden uzaklaştırıp evlerine mahkum etmek yanlış bir pedagojik karar olacaktır. Bir köy okulunun öğretmeni "Onlar diğerleri için bir örnek teşkil eden okulumuzun gururlarıdır ve öğretmenler sadece dini inançlarından dolayı kızları evde çalışmaya göndermek istemezler," dedi. Bu anlaşmazlık en yüksek makamlara ulaşmıştır, öyle ki Rusya Başbakanı Vladimir Putin okul üniformasına geri dönüş için çağrıda bulunmuştur. Ona göre bu, okullarda örtü problemini çözmeye yardımcı olacaktır. Putin, "Rusya başlangıç noktamız olması gereken laik bir devlettir. Biz çok uluslu bir devletiz ama bizde kilise devletten ayrılır" -dedi. Başkan'a göre, eğer Müslümanlara okulda başörtüsüne izin verilirse diğer dinlerin mensupları haklarının ihlal edilmiş olduğunu düşünebilirler. Dayanışma Vakfı başörtüsü desteğine imza kampanyası organize etti, ve Müslüman kızların vicdani özgürlüklerini ve anayasal haklarını korumak için Başkan Vladimir Putin'e bir mektup gönderdi. Yetkililer bürokratik bir hile ile cevap verdi. Vakıf, bu davaya Rusya’nın en iyi avukatlarıyla katıldı. Bu kızların aileleri Müslümanların hakları üzerine pratikte açılan ilk dava ile şikayette bulundular. Biz bir demokratik toplumun ülkemizin totalitarizm yönetim altında tecrübe ettiği şey olan bütün insanları tek tip gri kitlelere dönüştürme gayreti olmadığına belki farklı grupların, özellikle yerli halkların menfaatlerinin dikkate alındığı sistem olduğuna inanıyoruz. Eğitimin laik yapısı öğrencilerin sınıflara dini kıyafetlerle katılma gerçeğiyle katiyen ihlal edilmez, Önemli olan başkalarının haklarının herhangi bir şekilde ihlal edilmeden laik bilgi alabilmeleridir. Abluka Altındaki Gazze Şeridi 2011 sonbaharında ve 2012 yazında Vakfımız abluka altındaki Gazze Şeridi'ne insani bir görev için gitti. Rusya Dışişleri Bakanlığı yardımı ile bir kargo ilaç gönderdik ve bir cerrah heyeti düzenledik. AB'den, Türkiye'den ve Arap ülkelerinden gönüllü doktorlar Gazze'de vardiyalı olarak çalışırlar. 2009 yılında Rus Hükümeti abluka altındaki Gazze Şeridi'ne insani yardım için bir karar almış olmasına rağmen Gazze Rus heyetinin tarihinde ziyaret 37 ettiği abluka altındaki ilk bölgedir. Filistin Başbakanı İsmail Haniye, Sağlık Bakanı Basim Naim toplantı sırasında heyetimizden daha fazla yardım rica etti.Fakat geçtiğimiz yılın sonlarına doğru Gazze İsrail tarafından başka bir bombalamaya daha maruz kaldı. Bu günlerde Dayanışma Vakfı’nın Gazze'de başka bir insani görevi daha vardır. Oraya hastaneler için ilaç gönderiyoruz. Vakıf ekibine bir gazeteci ve yazarlar heyeti de eşlik ediliyor. Biz Rusya'nın ve dünyadaki diğer ülkelerin Filistinli mağdurlara yardıma katkıda bulunmalarını görmeyi çok istiyoruz. Mazluma yardım etmeyi çok önemli buluyoruz, böylece içten bir şükran olarak kutsal toprak Filistin'in birçok adresinin hafıza kartında kaydedilebilirsiniz. 38 MAKEDONYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ METIN HOXHA MAKEDONYA - VIZONI - M Kısa açıklama: Makedonya 1991’de kurulan 2 milyonluk bir nüfusa sahip genç bir ülkedir. Nüfusu Müslüman toplumu için tehlikeli sayılabilecek bütünleşme sürecinden sonra daha da artış gösterme eğilimindedir. Makedonya’da Dini Yapı Makedonya Cumhuriyeti'nde en yaygın din Ortodoks Hıristiyanlıktır. Müslümanlar İslam nüfusunun neredeyse üçte biri ile ikinci en büyük dini gruptur. Makedonya'da topluluk Makedonya topraklarında tüm Müslümanlar için yalnızca dini bir kuruluştur. Bu dini yaşamı geliştirmekten ve inananların din işleri organizasyonlarından sorumlu bir kurumdur. Ülkedeki Dini Gruplar ve Hükümet ile İlişkileri İslamfobiklerin bakış açısından, belli siyasi atamaların ve yerel ve ulusal düzeyde seçilmiş yetkililerin İslamcı nedenleri doğrudan hızlandırıyor olduğu bilinmektedir. Çeşitler motifler tarafından yönlendirilen bu destek Makedonya'nın gelişen ekonomisine katkıda bulunan İslam ülkeleriyle ve potansiyel yatırımcılarla üst düzeyde diplomatik yardım için STK'ların faaliyet göstermesi ve camilerin yerel olarak inşa edilmesi için izin vermekten geçer. 2006 yılındaki seçilmelerinden beri (2008 yılında yeniden seçildi), ülkenin mevcut merkez sağ hükümeti bir numaralı önceliği olan yabancı yatırımı cazip hale getirdi. Muhalefetin bu amaçla, konuyu her fırsatta başarısızlığa getirmesiyle, -müreffeh Basra Körfezinden ve Müslüman Dünyası'nın herhangi bir yerinden gelenler de dahil- hükümet güvenlik sorunları nedeniyle potansiyel yatırımcıların uzaklaşmalarına neden olduğu için hükümet oldukça zor bir durumdadır. (Aslında, Ortadoğu ve Türkiye özellikle yerel işadamları için umut verici ticaret ortaklığı olarak tasvir edilmektedir.) Ve ülkeye istikrar ve pozitif bir imaj sağlamak için, -bazı siyasi ve güvenlik yetkililerinin bu etkisiz durumla hüsrana uğramış olmaya inandırılmasına rağmen- hükümet de İslamcılık 39 konusunun açıkça bahsini açmakta çekingendir. Uzun vadede , bu yüzleşme kaçınılmazdır. Şuna dikkat çekilmelidir: Ortodoks Kilisesi toplum hayatında çok fazla etkin değilken ülkenin siyasi işlerinde çok önemli roller oynamaktadır. Bu gücü hükümetin LGBT hakları gibi bir takım konularda geri adım atmasına sebep olacak nitelikte etkilidir.Bir çok durumda Ortodoks Kilisesi İslamiyet’in yaşanabilmesi için katkıda bulunmuştur, fotoğraflarda ve resmi dokümanlarda İslami sembol olan başörtüsünü kullanımına izin vermesi gibi. Hükümet Yönetiminde İslam'ın Etkisi İslamiyet’in 14. ve 15. yüzyıllardaki Osmanlı istilalarından beri Makedonya'da büyük bir etkisi olmuştur. Birçok Türk Makedonya'ya yerleşti ve İslam kültürünün değişik yönlerini anlattı. Bu Bitola, Üsküp ve Kalkandelen kentlerinde daha belirgindir. Birçok Makedon ve pek çok Arnavut Müslümanlaştı, çoğu Türkler tarafından asimile edilirken Makedon Müslümanlar ya da Torbeshi genellikle Makedonya kültür ve geleneklerini muhafaza ettiler. 19. yüzyıla gelindiğinde şehirlerin çoğu Müslümanlar tarafından dolduruldu. Kalkandelen'de Alaca Camii ülkenin Osmanlı geçmişinden kalan bir mirasıdır. Makedonya'nın Müslüman nüfusu 2002 yılında yaklaşık 500,000'di. Bugün, Müslümanlar milletin toplam nüfusunun yaklaşık %33 ünü oluşturmaktadır. 1991’de kazanılan bağımsızlıktan bu yana birçok Makedon hükümeti İslamcılığa yardım etmiş ve bu hükümetlerden hiçbir İslam’ı engelleyici hiçbir şey yapmamıştır. Bunun sebebi ülkede uğraşılacak daha önemli meselelerin olmasıydı. Tehlikeli boyutlardaki fakirlik, altyapı eksikliği, Yunanistan’la yaşanılan gerginlikler, Arnavutların bitmek bilmez etnik, milliyetçi talepleri gibi. Fakat devletin tarafsız politikası mevcut ve önceki memurlara olan güvensizliğinden de kaynaklanıyor. Makedonya’daki Müslümanların 1990'dan beri "din özgürlüğü" ve insan hakları retoriği altında gerçek gündemleri gizlendi. Aynı zamanda Makedon yetkililer , etnik Arnavut hassasiyetleri üzme korkusu dışında, İslamcı gruplara karşı hareket etmekte tereddüt etmekteydiler. Ve Makedonya’daki etnik gerginliklerin farkında olan Batılı Politikacılar İslami aşırı uçlara yönelik operasyonlardan hiç bahsetmediler, bu da daha sonraki hükümetlerin İslami hareketlere karşı sessiz kalmayı tercih etmesine ve uluslararası arenada da bu tür olaylara karşı cesur bir tavır almasını engellemiştir. Dini Temelli Sorunlar Son birkaç yılda ülkede Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında gözle görülür bir gerilim söz konusudur. Başörtüsü takan öğrencilerin okullardan 40 kovuldukları olaylara oldukça nadir gerçekleşmiştir. Yaşanan olaylar ise yine Müslümanların yaşadığı bölgede gerçekleşmiş ve okuldan kovulma sebebi başörtüsü olmayıp başka meselelere dayanmaktadır. Bu da toplumda din temelli değil başka problemlerin olduğunu gösterir. Müslümanlar arasında çıkan tartışmalar için spesifik bir örnek Makedonya, Vevcani maskeli festivalinde gerçekleşmiştir. Karışıklığın sebebi festivalde Peygamber Efendimiz (sav) ile dalga geçilmiş olmasıdır bunun üzerine eylemler ve gösteriler yapılmış ve eylemler sırasında vandal davranışlar gösterilmiş hatta dini nesneler, camiler ve kiliseler zarar görmüştür. Bir diğer din kaynaklı sorun ise 5 Hristiyan Makedon’un tam da Hristiyanların dini günlerinden birinde gerçekleştirilmiş olması üzerine polisin konuyu incelemesi ve operasyonlar düzenlemesidir. Polis kendilerini radikal İslamcı olarak nitelendiren bir grubu ülke içerisinde tehdit unsuru oluşturdukları gerekçesiyle tutukladı. Yargı süreci hala devam etmektedir. Makedonya'da Müslümanların Kurumsal Yapısı Makedonya'da Müslüman toplum dernek ya da STK'larda bir araya geliyorlar. Aralarında dikkate değer herhangi bir gerginlik yok , İslam’a hemen hemen hiç etkileşim katmamışlardır. İslam asla kimlik oluşumunda bir faktör olmayı başaramadığı için, Türkiye örneğinde olduğu gibi, zaman içinde birleşmenin bütün gücünü kaybetti. Müslüman geleneklerinin sadece diğerlerine nispeten daha uzun sürekliliği, kırsal alandan kentsel alanlara göçerken kendileriyle birlikte bu tür gelenekleri şehre getiren kırsal kesimden geliyor. Kurumsal açıdan, Müslüman Topluluk tarihi boyunca oldukça çok kaybetmiştir. Makedonya'da İslam'ın canlanması için sadece Müslümanlar arasında dini duyguların yeniden canlanmış olması gerekli olmayıp aynı zamanda kurumsal ilerleme ve nitelikli din adamları da mevcut olmalıdır. Makedon Müslüman Kimlik Makedonya Müslüman Kimliğinin bazı genel özelliklerini içerdiğini düşündüğüm Balkan Müslüman kimliği içindeki döngüsünü, her ülkede tüm Balkan Müslüman kimliğinin oldukça farklı yapan belirli özellikler olmasına rağmen, bu konu üzerinde duracağım. Eşsiz bir Balkan Müslüman Kimliğinin varlığı olasılığını önceden tartışan hiçbir teori olmamasına rağmen, ben bir tane olduğunu düşünüyorum. Bir 41 kimlik Balkanlar'da her yerde aynı olur gibi bir anlama gelmesi şart değil, sadece Balkanlardaki çeşitli Müslüman toplulukların hala diğer Müslüman kimlikler ile ve özellikle Avrupa bağlamında karşılaştırıldığında kendi duruşunda onu tek yapan bazı ortak özelliklere sahip oldukları anlamına gelir, bu yerli Avrupa Müslüman kimliği sağlar. Şunların arasında Balkanlar'daki bütün Müslüman toplumların takip edilebildiği belirli bazı özellikleri tespit ettik: Osmanlı mirası, Hanefi mezhebi, son dönemde gerçekleşen milli canlanma, İslam'ın kurumsallaşması, dinin devletten ayrılması ve İslam’dan kaynaklanan ama yine de bağlılık anlamına gelmeyen Müslüman toplumların kültürel öğeleri. İlk kez olmamasına rağmen İslam hala kütlesel olarak dünyanın bu kısmını Osmanlı fethi ile Balkanlara getirildi4[4]O zamandan beri Müslümanların önemli nüfusu Balkanlar'da fark edilmiştir ve yakın zamana kadar bazı bölgelerde ve kentlerde nüfusun çoğunluğunu oluşturmaktadır.5[5] Maddi çıkara ya da dini inancın kendisine bağlı olup olmadığı tartışmasına girmeden İslam'a dönüş gönüllü olarak yapılmıştır. Osmanlılar Osmanlı'da zaten var olan dini hoşgörüyü kendileriyle birlikte getirdiler 6[6], bundan dolayı yeni Müslümanlar, daha sonra Balkan Müslümanları olmak için, diğer dini grupların üyeleri ile hoşgörü ve birlikte yaşama geleneği kurdu, ümmet için aidiyet hissine ek olarak Müslüman ülke sınırlarının ötesine uzanıyordu. İkinci özelliği tam olarak bir öncekinden yani Osmanlı mirasından kaynaklanmaktadır. Osmanlılar İslam hukukunda Hanefi düşünce okuluna bağlı olduğu için Balkanlara getirilen İslam Makedonya dahil bütün Balkan ülkelerinde hala devam eden Hanefi geleneği formundaydı. Böyle bir eğilim için delil İslami topluluklar içinde Hanefi Okul Hukuk'u uygulandığını iddia ederek çeşitli Balkan devletlerindeki İslam Topluluklarının yasaları içinde izlenebilmektedir. Ulusal canlanma diğerleri ile karşılaştırıldığında Müslümanlar için biraz daha geç gerçekleşti. Bunun nedeni çoğu Müslüman’ın "İçinde yaşamak 4[4] Bieber, Florian. "Muslim Identity in the Balkans before the Establishment of the Nation States." Nationalities Papers, 2000: 14 5[5] Mentzel, Peter. "INTRODUCTION: IDENTITY, CONFESSIONALISM, AND NATIONALISM." Nationalities Papers, 2000: 7 6[6] Bieber, Florian. "Muslim Identity in the Balkans before the Establishment of the Nation States." Nationalities Papers, 2000: 14 42 istedikleri bir devlet yapısı olarak Osmanlı imparatorluğu" nu tercih etmiş olmalarıdır7[7]. Ulusal canlanmanın başladığı zaman yaklaşık olarak İmparatorluğun düşmeye başladığı zamandı. Bu, iki özellikle iki büyük Müslüman topluluk: Makedonya'da yaşayanlar her ikisi de dahil Arnavutlar ve Boşnaklar için geçerlidir. Böyle geç bir ulusal canlanma İslam inancına çok tanıdık olmayan kavramlar, milliyetçilik ve etnisite fikirlerine yeni olan Balkan Müslümanların kimliği için belirleyici faktör olan din için zemin hazırladı. Sonraki özellikleri Müslümanların azınlık veya çoğunluk olduğu Balkan ülkelerindeki İslam’ın kurumsallaşmasıdır. Balkan Müslümanları Müslümanların dini hayatının yürütülmesinden hem de dinin uygulaması için fırsatlar sağlamakla sorumlu olan İslami Topluluklar halinde düzenlenmiştir. Bir rijaset (ana ofis), medzlis (meclis), muftinija (bölgesel merkezi olmayan ofisler) ve yerel camiiler ile oldukça benzer bir yapıyı izlerler.8[8] Bütün dini hayat devletler içinde topluluğun üyeleri tarafından finanse edilen İslami Topluluklar tarafından organize edilir. Balkan devletlerinde İslam'ın kurumsallaşması din ve devletin ayrılması ile oldukça fazla bağlantılıdır. Devletin kendisi tarafında finanse edilen devlet dinleri ile birçok Avrupa ülkesi varken, çoğunluk oldukları devletlerde bile(Arnavutluk, Bosna Hersek ve Kosova) Balkan Müslümanları devletten ayrı bir şekilde organize edilmektedir. Kurumsallaşmış şekilde kendi İslami Topluluklarına sahip olmaya devam ettikleri sürece ve devlet dinin tezahürünü ve uygulamasını engelleyen yasalar üretmedikçe bu, Müslüman'ın herhangi bir birliğe kolay uyumuna olanak sağlar. Son olarak, Balkanlar’daki tüm Müslüman grupları İslam’ı günlük hayatlarına ve geleneksel ve kültürel uygulamalarına o kadar fazla sokmuşlardır ki bu işleri yapan herkesin İslamiyeti yaşadıklarını söylemek doğru olmayabilir. Pek çok bölgede başörtüsü geleneğin bir parçasıdır, bunu giyenlerin mutlaka İslam'ı yaşadıkları anlamına gelmez. Bununla birlikte, bu tür alışkanlıklar ve yaşam tarzları kişinin Müslüman olduğunu gösteren fakat o dini yaşadığını kanıtlamayan ölçütlerdir. 7[7] Bieber, Florian. "Muslim Identity in the Balkans before the Establishment of the Nation States." Nationalities Papers, 2000: 25 8[8] Yapısı için BH ve Kosova İslam Toplulukları anayasalarına bakın. 43 Makedon Müslüman olmak ile Avrupalı Müslüman Olmak Arasında bir İkilem Var mıdır? İkilemin kendisi var olduğu için değil ama aksine Avrupalı Müslümanları Avrupa Birliği'nde entegrasyon sorunları ile yüz yüze getiren ve din ile vatandaşlık arasında seçim yaptıran Avrupa’nın islamofobikleri tarafından oluşturulmasından dolayı Avrupa Birliği kapsamında böyle bir soru oldukça geçerlidir, Makedon Müslüman Kimlik için böyle bir tartışmanın olup olmadığını sorma zamanıdır. Avrupa'da yaşayan Müslümanların durumunda, din sorununa ek olarak bir göç sorunu da vardır. Ancak Balkan Müslümanların entegrasyonu durumunda, Makedonyalı Müslümanlar iki farklı değerler grubu, Avrupa ve İslami olanlar, arasında, yer alan demokrasi değerleriyle çoktan entegre olduğundan beri söz konusu olan sadece din meselesidir. Fakat, hala söz konusu olan bir tehdit, Müslüman toplumlara karşı tepki olarak Avrupa’da algılanan değerlerin kabul edilmesi çabalarıdır. Yani, Makedonya için ve genel olarak Balkan Müslümanları için a mevcut mudur? Açıkçası hiç değildir. Makedon Müslümanlar hem kendi dillerinden hem de komünizmin çöküşünün ardından son yirmi yılda Batı'da etkileri olan eşsiz bir kimlik oluşturmaktadır. Ortaya çıkabilecek tek sorun bireylerin asimile olarak görmeleri olası olan entegrasyonun uygunsuz modeline tepkileridir böylece daha radikal kimliklere bürünebilme ihtimalleri var. İkilik bir kimlik olarak sadece Makedon Müslüman olma ile Avrupalı olma arasında değil entegrasyonun mevcut bakış açıları ve seçim yapmak zorunda hissetmeden kendi kimliklerini korumak arasında da mevcuttur. Derneğimiz Vizion-M Sivil Kültür Derneği "Vizioni M" – gençler için sivil ve kar amacı gütmeyen bir kültür derneği- büyük manevi ve kültürel boşluğu doldurmak için büyük bir ihtiyacı fark ederek aynı zamanda insani değerlerin korkunç zedelenmesini fark ederek bu yaşam görüşünü ülkemizde ve ötesinde yerine getirmek, tamamlamak ve teşvik etmek için bulunmuştur. Aydınlar bir halkın harekete geçiren güçler olduğunu bilerek, derneğimiz tam olarak nihai hedefleri bu bölgedeki vatandaşları bilinçlendirmek, 44 geliştirmek, hayatlarını kolaylaştırmak ve kalkındırmak gibi hedeflerle Üsküp ve Kalkandelen'den genç aydınları (öğrenci ve profesör) tarafından kuruldu. Makedonya vatandaşlarının kültürel, entelektüel, dini ve ahlaki farkındalığını güçlendirerek ve yükselterek hedeflerini gerçekleştirmektedir. Projeleri genel olarak kültürel, eğitsel, ve genç yaşamını ilgilendiren performans, kurs, seminer ve buluşmalar düzenlemektir. 45 ARNAVUTLUKTA İSLAMIN YANLIŞ ANLAŞILMASI FATJON KADILLARI ARNAVUTLUK-ARDHMERIA GELECEĞİN KÜLTÜRÜ DERNEĞİ Ülkemizdeki en hassas konulardan biri İslam'da yanlış anlaşılmadır. Bu şekilde İslam hem onu yaşayanlar tarafından daha zor hale getirildi, hem de avamdan bir insanın anlayamayacağı bir hal aldı. İslam’ın kendi mensupları tarafından doğru anlaşılmaması İslami ilimlerin sıradan insanlar tarafından İslam’ın dışarıdaki sıradan bilgilerle eş tutar hale getirdi. Müslüman stajyerlerin bir kısmı, bu nedenden dolayı sofuluğa itilerek Müslüman bireylerin bir şekilde geniş bir sosyal ilişkiden yoksun bırakılarak, birçok meslek ve sanattan mahrum kaldılar. İslam'a ve gerçeğe aşina olmayan ama sadece bastırılmış olanlara bakarak İslam’ın tek tarafını bilen insanlar aracılığıyla İslam'ın bir yaşam biçimi olmadığını bu yüzden bir parçası da olamayacağını ima ettiler. Atalarına (Tamamen dini normları ve temel uygulamaları bırakan komünist sistemde 50 yıllık bir süre geçiren önceki nesil) gerekli olmayan bilgilere göre, çoğu sadece İslam’ın sıradan takipçileri olan nüfusumuzun 70% inin İslam'ın olduğunu unutmayın! İçeriden kaynaklanan ilk sorun, Müslümanların Konfederasyonlara ayrılmasıyla aralarında ayrılık ve nefret oluşmasıdır. Farklı bir açıdan bakılacak olursa, İslam’ın doğru anlaşılmaması sonucunda birçok insanın İslam’ın yerleşmesi ve yayılması için çalışan insanları kaybetmesine sebep olmuştur. Kamuoyunun gözünde böyle bir bölünme İslam'ın muhtemelen daha fazla siyasi görüş, propaganda veya ona benzer bir şey olduğu ve bütün birey, aile ve toplum düzenine bakmadığı izlenimini uyandırır. Problemin ana kaynağı: düz ve sığ düşünen insanlardan bilgi sahibi olmak. Sorunun nedeni geçmişte iş gücüne duyula aşırı ihtiyaç olarak görülebilir. Ayrıca güncel konular hakkında fikir beyan etmekteki gerçeklikten 46 bihaberlik... Bu sorunun bir sonucu olarak, ülkemizde İslami gruplar arasında ittifak kurmak gösterilebilir. En acil çözüm ise İslama katkı sağlamak isteyen genç insanların düzenli bir eğitime tabi tutulmaları ve yaptıkları çalışmaların vasıflı insanlar tarafından gözden geçirilmesidir. Uzun soluklu bir çözüm ise istikrarli, uzun vadeli, devamlı, İslam’ın yayılmasını devam ettirecek ve de gerekli becerilerle donanmış eğitmenler yetiştirecek bir müfredat hazırlamaktır. Sorunun çözümünün bir parçası olarak uygulamaya konulan şeyler: bireysel aktivistler ile eğitim, hiyerarşik bir programın oluşturulması, mevcut şartlar altında genişlettim... vb.... Bütün bunların bir sonucu olarak kendilerine ve topluma faydalı çağdaş bir Müslüman oluşturulması sağlanmıştır. Ayrıca bir mesleki yeterlilik için, Müslüman akademisyenler örnek verilebilir 47 İSLAM DÜNYASININ SORUNLU BÖLGELERİ ARBER LAMI ARNAVUTLUK-ARDHMERIA GELECEĞİN KÜLTÜRÜ DERNEĞİ Bismillahirrahmanirrahim, Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla, Allah'ın Rahmeti ve Selamı üzerinize olsun! Saygıdeğer Organizatörler, Üyeler ve Misafirler! Son 21 yılda Arnavutluk çok ciddi değişimlerle karşılaşmıştır. Bu değişimlerin bir parçası olarak Müslümanlar da kendi rollerini, komünist bir ülkeden demokratik bir ülkeye geçerek oynadılar. Başta, Müslüman kurum ve kuruluşlar eski materyalist komünist nüfusa gerçek ahlakın, inancın ve değerlerin geri gelmesinde önemli bir faktör olarak görülüyordu. Fakat, Soros gibi farklı derneklerin de bu sürece girmesiyle, bir şeyler değişmeye başladı. Müslüman nüfus tarafında “çok da önemli olmayan" meseleler bugünün en önemli meseleleri haline geldi. Arnavut televizyonlarının farklı bölümlerinde, islamofobyanın anti-islami meselelerle kamufle edilerek sunulduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu durum günlük gazetelerde de kolaylıkla fark edilebilir. Arnavutluk'ta herhangi bir İslâmi televizyon veya gazete olmadığına dikkat çekmek gerekir. Medyada Müslüman yapı çok zayıf ve bu ileride gerçek Müslüman topluluğu için daha büyük sorunlar üretebilir. Müslümanların (internet dışında) Kitlesel Medyada olmaması, İslami kuruluşların veya şirketlerin bu alanda yatırım yapmamasından kaynaklanan çeşitli faktörlerin sonucudur. Bir diğer etmen de TV kurumlarında çalışanların çoğunun İtalya, Yunanistan, ABD, Fransa gibi ülkelerde eğitim almış olmalarıdır. İslami olmayan değerlerin yanında İslam karşıtı meseleler de televizyonlarda işleniyor. İslami bir televizyon ihtiyacını tam olarak karşılamayan bazı yerel kanallarda Müslüman duruşu görmek mümkün. 500 yıldır Arnavutların sahip olageldiği Müslüman değerlerini, tarihini ve kültürünün paylaşılmasına önemli katkı sağlayacak televizyon ve günlük gazetelerin kurulması çok önemlidir. Geçici bir çözüm olarak farklı kanallarla İslami-eğitim programları hazırlamak konusunda işbirliği yapılabilir. Hızlı bir çözüm olarak maddi sıkıntı geçen televizyonlarla bu tür anlaşmalar yapılabilir. Uzun vadeli bir 48 çözüm için ise tamamıyla İslami olan bir televizyonun kurulması gereklidir ve bu televizyonun başarılı olabilmesi için önemli üniversitelerden mezun olmuş çalışanlardan oluşan bir takıma ihtiyacımız var. İslami değerlere önem veren ve mezuniyetten sonra bizimle çalışmayı kabul edecek başarılı öğrencilere burs imkanı sağlanabilir. Arnavutluk Müslüman Topluluğu, Beder Üniversitesi, Epoka gibi farklı kurum ve kuruluşlar ve Ardhmeria ve Alsar gibi STK'lar televizyon için önemli destekte bulunabilirler. Arnavutluk Radyo ve Televizyon Konseyi gibi bazı kurumlar ve bahsettiğimiz kuruluşlar arasında bir işbirliği yapılabilir. Tartışılması gereken diğer bir sorun da Arnavutluk Müslümanlarının dini ve dini olmayan konularda eğitim alması meselesi. Farklı şehirlerde açılmış medreseler var fakat şehirdeki nüfus ve diğer din okulları düşünüldüğünde bunların sayısı yeterli değil. Medreselere yatırım yapılıyor fakat bunlar genel manzarayı değiştirmek için kafi değil. Problemlerin ana sebepleri arasında ekonomik ve siyasi meseleler var. Güney Arnavutluk'un siyasi yönü Yunan ve İtalyan yatırımcıların yerel ve bölgesel işlerinden büyük bir oranda etkilenmiş durumda. En azından onların yaptığı kadar Müslümanların da bu bölgelerde eğitimsel ve eğitim dışı faaliyetler için yatırım yapmaları çok gereklidir. Üniversiteler için de hemen hemen aynı durum geçerli. Müslümanların varlığı Beder Üniversitesi, Epoka Üniversitesi ve kısmne (tamamen Müslümanlardan oluşmayan) CIT'de görülebilir ve tabi bu üç üniversite Arnavutluk'taki talebi tam olarak karşılamıyor. Bu üniversiteler Arnavutluk'un diğer şehirlerinde de bölüm açmaları desteklenmeli ve Arnavut müslümanlarının henüz temsil edilmediği tıp gibi fakülteleri için akademik kadro açısından da destek olunmalıdır. Çoğu zaman maddi sıkıntılarla boğuşan bu üniversitelerle işbirliği yapılarak bu sorunlar aşılabilir. Diğer bir çözüm de Islamic Online University gibi internet üzerinden eğitim veren, ücretsiz, kaliteli bir eğitim süreci vadeden üniversiteler vasıtasıyla gerçekleştirilebilir. 3. sanayi devriminin yaklaşmakta olduğu ve 3 boyutlu teknoloji ve (Java yazılımları ve diğer simülasyon metotlarıyla) enteraktif öğretimin birleşimiyle yaygınlaşacak olan bu çözüm yolu sadece Arnavutluk için değil eğitimin geleceği için de uzun soluklu bir çözüm yoludur. Sonuç olarak Arnavutluk'taki Müslüman kimliğini korumak ve güçlendirmek için gerçek bir yatırım, destek ve özellikle Türkiye gibi ülkelerin STK'larıyla işbirliği yapmak gerekir. Asimile edilen Kordoba ve 49 Tatar Müslümanlar örneğini biliyoruz. Hiçbirimiz bu örnekleri unutmamalı ve benzerlerinin tekrar yaşanmaması için hepimiz destek olmalıyız. 50 AVRUPA-ABD MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 51 ABD'DEKİ MÜSLÜMANLARIN KARŞILAŞTIĞI SOSYAL VE KÜLTÜREL SORUNLAR FAROOQ SYED HAQUE ABD - YARDIM ELİ Önsöz Zamanının ünlü coğrafyacısı El-Şerif El-İdrisi'ye göre, Müslümanlar Amerika kıtasına ilk olarak 12nci yüzyılda gelmişlerdir. Ayrıca 16ncı yüzyıldan 19uncu yüzyıla kadar Afrika'dan %30u Müslüman olan köle Amerika'ya taşınmıştır. Yani, Müslümanlar ABD'de 9 asırdan fazla bir zamandır yaşamaktalar. İslam ve Müslümanların etkisi Amerikan Kent Meydanı'ndaki şu sözlerden de anlaşılıyor: ”O hakikatin peşinde koşmayı bırakmayan bir adamdı." Bu söz ABD'nin kurucularından olan John Addams'ın “Yönetim Üzerine Fikirler" adlı kitabında Hazreti Muhammed (s.a.v.) için iltifatlarıdır. 1. Dünya Savaşından sonra çok sayıda müslüman ABD'ye göçmüştür. Ayrıca, yüksek öğretim veya daha iyi bir eğitim için ABD'ye gelen Müslümanların bir çoğu 1965'te gerçekleşen Göç ve Milliyet Hareketinin ardından ABD'de devamlı olarak kalmaya başladılar. “ Amerikan Camisi 2011) adlı bir araştırmaya göre, ABD'de (2000 ile 2011 arasında %75lik bir artışla) 2106 mescid veya cami bulunmaktadır. Ihsan Bagby, Paul M. Perl ve Bryan T. Froehle tarafından hazırlanan 20 Şubat 2010 tarihli bir makaleye göre Amerika'da 7 milyona yakın müslüman bulunmaktadır. Ortalama olarak her yıl 100,000den fazla Müslüman ABD vatandaşlığına alınıyor. A.B.D Dışışleri Bakanlığı'na göre, Amerikan Müslümanlarının en fazla olduğu etnik gruplar, %34le Güney Asyalılar, %26yla Araplar, %25le Afrikan-Amerikan kökenliler ve %15le geriye kalanlar. Birleşik 52 Devletler'de Müslümanların çoğu Kaliforniya, Teksas, Florida, Illinois, New Jersey, Pensilvanya,Michigan, Georgia ve Virjinya bölgelerinde yaşar. Müslüman toplulukların ünlü derneklerinden bazıları şunlar: “The American Society of Muslims (ASM)”, “The Islamic Society of Greater Houston (ISNA)”, “The Islamic Circle of North America (ICNA)”, “The Muslim American Society (MAS)”, “The Muslims Student Association (MSA)”, “The Young Muslims (YM)”, “The Council on American-Islamic Relations (CAIR)”, “The Muslim Public Affairs Council (MPAC)”, “The American Islamic Congress (AIC)”, ve daha bir çok benzer dernekler. Amaç Bu makalenin amacı Amerika'daki Müslümanların karşılaştığı toplumsal ve kültürel sorunları ele almak ve daha da önemlisi bu sorunların çözümleri nelerdir, onları tartışmaktır. Bu meselelerin hepsi de olumsuz olacak diye bir durum söz konusu değil. Bilakis, Amerikan Müslümanların şu andaki durumu değişim ve gelişim için büyük bir fırsat olarak görülebilir. Bu gün uğraşmak durumunda kaldığımız meseleleri iki alanda tarif edebiliriz: biri Müslümanlar olarak diğer Amerikalılarla karşılaştığımız durumlar, diğeri ise Amerika'da yaşayan Müslümanlar olarak karşılaştığımız durumlar. Son on yılda, batı medyasında İslam'a karşı müthiş bir ilgi artışı olmuştur. İslam'a ve Müslümanlara karşı bu odaklanma, diğerleri tarafından nasıl görülüyoruz acaba diye daha duyarlı olmamıza vesile oldu. Amerikan Kültürüyle alakalı sorunlarımızın ötesinde, kendi Müslüman gruplarımızla, maddi sıkıntılarla, ailevi meselelerle, eğitim ikilemleri ve hatta sağlık ve tıbbi ihtiyaçlarla alakalı ciddi sorunlarımız var. Bu makalede ele alınacak olan meseleler sadece Amerikalı Müslümanların karşılaştığı sorunlar değil. Bu konuların çoğu herhangi bi kültürde yaşayan Müslümanları da alakadar eder niteliktedir. Bunu derken, amacım basit bir şekilde başta kendimiz, ailelerimizi ve çevremizi geliştirebilmek için öncelikle benzer sorunlarımızla yüz yüze gelebilmenin önemini göstermektir. Amerikalı Müslümanlar olarak kendimizi dünyanın geriye kalanında yaşayan insanlardan ayırmaya gerek yok; aynı şekilde de onların kendilerini bizden ayrı bir yerde görmelerine de lüzum yok. Bir araya gelmeyi ve bizi küresel bir topluma dönüştürecek bağları tesis etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Küresel bir toplum oluşturmak hepimizin paylaştığı 53 benzer sorunlarla baş edebilmeyi ve hepimizin idrak edemediği meseleleri birlikte anlayabilmeyi sağlayacaktır. Amerika'da Karşılıklı Etkileşim Amerikalı Müslümanlar Amerikan toplumunda önemli bir rol oynamaktadırlar. Çoğumuz Müslüman olmayanlarla günlük işlerimizle alakalı olarak, okulda, işte, toplu buluşmalarda, komşuluk ilişkilerinde hatta evlerimizde etkileşim içine giriyoruz. Fakat aynı zamanda, birçok Müslüman da kendilerini toplumdan soyutlayıp sadece kendi kültüründen olan Müslümanlarla münasebet kurmaktadır. Bizler gayrimüslimlerin veya dünyanın başka bir bölgesinden gelen Müslümanların yanında kendimizi rahat hissetmeyiz. Bu yabancılaşma bir kaç önemli tartışma hususuna yol açıyor. Kendimi gayrimüslim Amerikalılardan soyutladığımız sürece kendimizi toplumun geri kalanından da soyutlamış olacağız. Müslümanlar olarak çevremizdeki insanlarla etkileşim içinde olmanın bizim için bir görev olduğunu anlamamız gerekiyor. Çocuklarımızın çevredeki çocuklarla oynamalarına müsaade etmek, şehir toplantılarına katılmak, grup buluşmalarında yer almak ve komşularımızı kendi programlarımıza davet etmek gibi şeylerle etkileşimimizi artırmalıyız. Fakat küçük bir çevrede dahi diğer insanlarla basit bir sohbetin hatta ufak bir tebessümün insanların tavırlarının değişmesinde ne kadar büyük bir etkisinin olduğunun farkına varmalıyız. Kendi kabuğumuzu kırarak, karakterimizdeki güzellikleri etrafımızdakilere gösterebiliriz. Bu durum ülkemizdeki diğer insanlarla aramızdaki ilişkinin büyük bir hızla gelişmesine yol açacaktır. Katılımcılığımızla, Amerika'nın yalnızca geçici vatandaşları değil Amerika’nın bir parçası olduğumuzu gösterebiliriz. Çeşitlilik Müslümanlar arasındaki ayrılık da diğer bir mesele. Ülke boyunca her yere yeni mescidlerin yapılması, bu ülkedeki giderek artan gücümüzü göstermektedir. Fakat bizlerin sadece sayısal açıdan güçlü bir şekilde büyümek yerine birlik halinde güçlü bir şekilde büyümeye ihtiyacı var. Arap Müslümanlar, Pakistanlı Müslümanlar, Hint Müslümanlar, Amerikalı Müslümanlar, beyaz Müslümanlar, siyah Müslümanlar vesaire bu liste böyle sürüp gidiyor. Amerika'da her gün daha güçlü bir şekilde büyümeye devam 54 ediyor fakat hala birbirimizle etkileşim içine giremiyoruz. Kendimizi kendi grubumuzla sınırlıyor, kendi mescidimizin dışında başka bir mescide gitmiyoruz. Birbirimizi anlamayı ve ortak noktalarımızı paylaşmayı öğrenene kadar, sadece daha zayıf olabiliriz. Amerika'nın sunduğu çeşitliliğin şaşırtıcı faydaları vardır. Fakat öyle görünüyor ki bir çoğumuz bu faydaları kabul etmeye hazır değil. Bilakis, aramızdaki farklılıklara takılıp dinimizin birlik dini olduğunu unutuyoruz. Çözüm oldukça basit aslında: etrafındakileri kabul et, mescidde, işte, okulda, hatta spor yaparken farklı geçmiş ve kültürlerden gelen Müslümanlarla bir ol, onlarla beraber ol! Benzerliklerimizi kabul etmeli ve bu benzerliklere istinad etmeliyiz. Bu sorunları çözme girişimleri şu anda devam ediyor. Çözüm süreci yaşlı insanlar tarafından değil, bilakis çocuklar tarafından başlatıldı. Amerika'ya yerleşen ve bugünün çocuklarını yetiştirmiş olan ilk kuşak Müslümanlar değişimi fark edebiliyorlar. Amerika'da çocuklar okulda, işte veya sporda kendi Müslüman kardeşleriyle ve gayrimüslimlerin çocuklarıyla beraberlik içinde olabiliyorlar. Çocuklar düzgün bir şekilde yetiştirildiği sürece, değişimi hızlandıracak faktörler haline gelebilirler. Uygun bir destekle, çocuklar Amerika'daki mevcut durumun daha olumlu bir hale evrilmesi için değişimi başlatabilirler. Amerika'daki Müslümanlar Kültürel geçmiş, renk, yaş, cinsiyet ve kişilik gibi faktörlere bağlı olarak karşılaştığımız sorunlar birçoğumuz için farklılık göstermektedir. Ama ekseriyetle benzer zorluklar yaşıyoruz. Bunların bir kısmı maddi sıkınıtılarla, ailevi meselelerle, eğitim ikilemleri ve hatta sağlık ve tıbbi ihtiyaçlarla alakalı sorunlardır. Faiz Odaklı Ekonomi: Faiz müslümanların karşılaştığı en büyük ikilemlerden biridir. Amerika'da kredilerin hemen hemen tamamı faizlidir. Çoğumuz faizden başka bir yol olmadığına inandırılıyoruz. Öğretim kredileri, mortgage kredileri, kredi kartları, teminat kredisi, yatırım destekleri ve her türlü finansman faizle yürümektedir. Müslümanların çoğu ya herşeyi nakit parayla alıyor veya faizli cezaya kalmadan borçlarını ödüyorlar. Fakat bu durum ev almak 55 isteyen aileler ve eğitimini bitirebilmek için öğrenim kredisi almak isteyen öğrenciler için zor bir durum. ABD'de İslami bankacılık yavaş yavaş gelişiyor. Bu bankalar bir takım faizsiz kredi imkanları sunuyorlar. Fakat, banka sistemleri oldukça karmaşık ve faiz cezalarından sıyrılmak oldukça zor. Faizsiz kredi potansiyeli, yeni bir potansiyel. Daha fazla destekle bu bankalar faizsiz kredi vermek adına daha iyi bir donanıma sahip olabilirler. Ailevi ve kültürel farklılıklar ise dikkat edilmesi gereken ayrı bir husus. Amerika'da yaşayan Müslüman ailelerin çoğunun ebeveynleri Amerika'ya başka bir ülkeden göç ederek gelmiş. Onlar buraya ilk geldiklerinde ilk kültür şokunu tecrübe ettiler. Fakat yerleştikten ve çocuk sahibi olduktan sonra bile, çoğu aile çocuklarının yaşadığı kültür şokuyla da uğraşmak durumunda kaldılar. Çocuklar büyüdükçe aileleriyle aralarındaki bağın zayıfladığına inanır ve arkadaşlarından etkilenirler. Aile ve arkadaşla arasındaki ve ebeveynlerinin kültürüyle arkadaşlarının kültürü arasında denge kurmak onlar için ağır bir yük haline gelir. Çoğu çocuk ergenlik çağına geldiğinde ebeveynleri tarafından istemedikleri şeyleri yapmak durumunda bırakıldıklarını hissederler. Bir kimlik krizi yaşarlar. Ebeveynler farkına varmazlarsa, bu sorun daha da kötüye gidebilir. Kısa zaman içinde, ebeveylerinin öğrettikleri değerleri, kültürü ve bazen dinlerini bile kaybedebilirler. Gençliğimiz için büyüyen bir sorunlar, uyuşturucu, şiddet, alkol, evlilik öncesi cinsellik ve intihar gibi korkunç meseleler. Ebeveynler bu tür sorunların olduğunu yeni yeni fark ediyorlar. Yerel cemaatler bu konuların tartışıldığı ebeveynlik kursları düzenliyorlar. Aileler kendi çocuklarının dikkatini çekebilecek çözümler bulmak adına bu konular hakkında birbirlerine danışıyorlar. Bu sorunlar cemaatlerimiz sayesinde çözülebilir. Asıl meselemiz cemaat desteğinin yanında zaman ve kendini adayabilmektir. Çoğu ailenin kendine göre yoğun bir programı var. Çoğu ailenin anne ve babadan gelen iki geliri bulunmaktadır. Durum ne olursa olsun, annebabalar ve çocuklar arasında daha fazla etkileşim olmalıdır. Çocuklar ailelerinin desteğini arkalarında hissettikleri zaman psikolojileri değişmeye 56 başlar. Çocuklar ebeveynleriyle daha rahat iletişime geçebilir ve böylelikle aralarındaki bağlar daha güçlü bir hale gelir. Eğitim meselesi ise tartışılması gereken diğer bir meseledir. Ebeveynler eğitimin önemini her zaman vurguluyor olsalar da, eğitimin türü daha önemlidir. Bazı kültürlerde tıp, mühendislik gibi belli bazı meslek gruplarına önem verir, fakat diğer bölümler de gençlerin ilgisini çekebilmektedir. hukuk, işletme, eğitim, politika, medya ilişkileri, uluslararası ilişkiler, danışma, tıp gibi her alanda öğrencilerimizi olursa, o alanlarda bizi temsil edecek daha fazla insanımız olabilir. Ne kadar güçlü bir temsilimiz olursa, bir o kadar da etkimiz olur. Şahsen, daha fazla aile desteğine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğimiz bütün hususlar aile düzeyindeki önemli değişikliklerle düzgün bir şekilde çözülebilir. 57 İNGİLTERE MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI SORUNLAR İÇİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ VE BU TANER DOĞAN İNGİLTERE - IGMG Sevgili kardeşlerim, 9. Gençlik Buluşması'nda konuşma fırsatı bulduğum için mutluyum. Öncelikle bu başarılı program için organizatörlere teşekkür ederim. Allah Tealadan bize doğru yolu göstermesini, ümmete birlik vermesini ve bu konferanstan istifade edebilmemizi nasip etmesini niyaz ederim. Girişte de bahsedildiği gibi ben İngiltere'deki Müslümanlar hakkında konuşacağım. Kısaca sorunlara değinip çözüm yollarını sunacağım. Ümmetin problemleri hakkında konuşmak kalbimizi yaralasa da çocuklarımıza ve sonraki nesillere daha iyi bir gelecek bırakabilmek için kendi yaptığımız ve geçmişte yapılan hataları görmemiz gerekir. Tabii ki tüm meselelere değinmek imkansız, fakat farklı ülkelerden değerli misafirlerimizle eminim ki bir çok konuya temas etmek mümkün olacaktır. Değerli kardeşlerim, İslam resmi olarak 1812’de Trinitarian Yasa’sı ile tanınsa 1707’de İngiltere’nin kuruluşundan beri ülkede varlığını sürdürmüştür. Bugün, İslam 2011 İngiltere Nüfus Sayımı rakamlarının gösterdiği gibi 2.7 milyon ile nüfusun % 4.7’sini oluşturarak İngiltere’nin en büyük ikinci dinidir. İngiltere Müslümanlarla Orta Çağda temelleri atılan uzun bir ilişkiye sahiptir. 19. yy’da Yemenli işçiler gemilerde çalışmak üzere geldi ve ilk Müslüman topluluğun temelleri böylece atılmış oldu. 1960’larda önemli sayıda Müslüman eski sömürü devletlerinden iş teklifi alarak İngiltere’ye geldiler. Bir kısmı Doğu Afrika’dan gelirken önemli bir kısmı da Güney Asya’dan geldi. Sonrasında kalıcı toplumlar oluştu ve şu anki Müslüman nüfusun en azından %50’si İngiltere doğumludur. Ayrıca Türkiye, İran, Irak, Afganistan, Somali ve Balkanlardan gelen de önemli bir nüfus bulunmaktadır. 58 Müslümanlar ile İngiltere arasında uzun bir tarih olsa da bir entegrasyondan bahsedilebilir mi? Bugün Müslümanların ve Müslüman olmayanların birbirlerini algılamaları arasında bir uyumsuzluk bulunmaktadır. Bu kopukluk Müslüman olmayanların Müslümanların İngiliz ve Müslüman kimlikleri arasında kaldıklarına dair varsayımları yüzünden oluşuyor. Fakat bu varsayımlar Essex Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmayla tartışmaya açıldı. Araştırmaya göre Müslümanlar kendilerini herhangi bir İngilizden daha İngiliz hissediyor. Bu araştırma benzer sonuçlara ulaşan diğer bir çok araştırmadan sadece biri. Bulgulara göre: · Müslümanların %83 İngiliz vatandaşı olmaktan gurur duyarken bu oran genele bakıldığında %79. · Müslümanların %77’si kendilerini güçlü bir şekilde İngiliz olarak görüyor. · Müslümanların %86’sı kendilerini İngiltere’ye ait görüyor. · Müslümanların %82’si karışık ve çeşitli unsurlardan oluşan bir çevrede yaşamak istiyor. · Pakistanlıların %90’ı İngiltere’ye ait olmaktan gurur duyarken bu oran beyazlarda %84. İşin aslı, Müslümanların İngiltere’nin bir parçası olmak istememeleri gibi bir durum yok. Fakat İngiliz toplumunda Müslümanları toplum dışı gören ve pek dillendirilmeyen ama yaygın olan bir yabancı düşmanlığı var. Bu da Müslümanların ısrarla İngiliz kimliklerini vurgulamalarına rağmen Müslüman olamayan İngilizlerin onları hala potansiyel düşman olarak görmesinin sebebi. Şu örneklere bakabiliriz: · İngilizlerin %47'si Müslümanları tehdit olarak görüyor. · İngilizlerin sadece %28'i Müslümanların İngiliz toplumuna entegre olmak istediklerini düşünüyor. · İngilizlerin düşünüyor. %52'si Müslümanların sorun kaynağı olduklarını 59 · İngilizlerin %45'i İngiltere'de çok fazla Müslüman olduğunu düşünüyor. · İngilizlerin %55'i çevrelerinde cami inşa edildiğinde tedirgin olacağını söylüyor. · İngilizlerin %58'i İslamı aşırılıkla ilişkilendiriyor. Bu araştırma tam olarak Müslümanların entegrasyonu meselesinin tek taraflı olmadığını gösteriyor. İki taraflı bir anlayış ve politika gerektiriyor. Bu süreçte medya özellikle Müslüman olamayanların anlayışlarını etkileme açısından çok önemli bir yer tutuyor. Her gün haberlerde radikal grupların "terör" resimleriyle ya da Müslüman toplum temsilcilerinin olumsuz haberleriyle karşılaşabilirsiniz. Hem İngiltere özelinde hem de genel olarak dünyada Müslümanların entegrasyon sürecinde en önemli engel medya olarak görünüyor. Peki başarılı olan entegrasyon süreçleri için ne diyebiliriz, mesela Pakistan örneği? Bunu Pakistanlıların göç geçmişleri ile açıklayabiliriz. Pakistanlıların göçü 1947'deki bağımsızlıklarından çok daha önceye gidiyor. Keşmir ve Sint'ten Müslüman göçmenler 17. yüzyılın ortalarından itibaren İngiltere'ye gelmeye başlamışlardı. Bu Pakistanlı göçmenler İngiliz sahillerine çıkan ilk Asyalılar sayılabilir. Buna rağmen ilk Pakistanlı göçmenler Güney Asyalı kadın sayısının az olmasından dolayı yerli İngiliz kadınlarla evlendiler. Diğer ilk Pakistanlı göçmenler ise İngiliz Hindistan’ına dönmeden önce İngiltere’de üniversite hocası olarak veya belli başlı İngiliz kurumlarında iyi mevkilerde çalıştılar. İşte bu, özellikle Pakistanlıların nispeten daha iyi entegre olabilmelerinin arkasındaki en önemli sebep olarak sayılabilir. İngiliz kolonileri olmaları bakımından Pakistanlıların en azından dil sorunları yoktu fakat mesela Almanya’daki Türkler için bu büyük bir sorundu. Diğer bir mesele de genç neslin kendi ülkeleriyle, maalesef, ilişkilerinin pek iyi olmaması. Bazıları kendi ülkelerini ziyaret bile etmemişler ve bu da aslından İngiltere ile daha güçlü ilişkiler kurmalarına sebep oluyor. Başarılı bir entegrasyon için önemli yollardan biri de dil. Fakat burada dilin kimliğin bir parçası olduğu konusunda dikkatli olmalıyız. Genç nesiller bulundukları coğrafyanın dilini konuşabilmeli fakat aynı zamanda kendi dillerinde de hakim olmalılar. Eğer tersi olursa asıllarına olan bağlarını kaybederler. Ve din de kimliğin en önemli parçası olduğundan, dili korumak 60 kimliği korumak olduğu gibi kimliği korumak da dini korumak manasına geliyor. İkinci en önemli yol ise iyi bir eğitim almak. Bu da Müslümanların toplumun bir parçası olmasını hızlandıracaktır ve kurumları da bu yönden etkileyecektir. Bu yüzden aileler ve İslami toplum tarafından verilecek önemli bir eğitime ihtiyaç duyuluyor. Üçüncü önemli mesele de eğitimle kuvvetli bağı olan medya. Daha önce de bahsettiğim gibi medya özellikle 11 Eylül'den itibaren İslam hakkında olumsuz yayınlar yapıyor. Bu konuda problemlerden çok fazla bahsetmek istemiyorum, zaten bilinen meseleler. Fakat burada altı çizilmesi gereken nokta Müslümanların kendi yayın organlarının olması gerektiği. Ayrıca Müslümanların farklı yayın ve basımları etkileyebilmek için kitle iletişim araçlarının parçası olması gerekiyor. Bu Müslümanların olumsuz resmedilmesinin önüne geçmede daha etkili bir yol olabilir. Bu da yeni nesillerin eğitimi ile yakından alakalı. Bizim yeterli sayıda doktorumuz, hukukçumuz, ekonomistimiz, öğretmenimiz, iş adamımız var fakat gazetecimiz, medya yöneticimiz ve batı medyasında temsilcilerimiz çok az sayıda. Bu mesele eğer başarılı bir şekilde değerlendirilirse Müslüman cemaati ileri götürecek önemli unsurlardan. Son olarak: Sonuç olarak İngiltere ve Avrupa’da Müslüman nüfusun arttığının altını çizelim fakat kalite olarak istediğimiz noktada değiliz. Aslında, ihtiyacımız olan şey bugün karşılaştığımız ve gelecekte karşılaşacağımız sorunlara çözüm bulacak olan entelektüeller ve niteliksel gelişmedir. Yeni ve genç nesiller olarak bizler elbette kendimizden başlayarak tüm dünya Müslümanlarının sorunlarına çözümler bulmalıyız. Son olarak unutmamalıyız ki çözüm bulmadığımız zaman sorunların bir parçası haline geliyoruz. 61 FRANSA MÜSLÜMANLARININ ÖNERİLERİ LOKMAN BALKAN FRANSA-EMISCO SORUNLARI VE ÇÖZÜM Fransa’da halk sosyal bütünlük ve birlikte yaşama kriterleri açısından gözlemlendiğinde belirli ortak benzerlikleri olan insanların şehirlerin belirli bölümlerinde, belirli ortak farklılıklara sahip insanların ise şehirlerin diğer başka bölümlerinde kümelendikleri dikkatimizden kaçmıyor. Burada farklılık ya da benzerlik kelimelerini Fransa’ya tarihsel süreçte hakim olmuş Hıristiyan ve Yahudi kimlik ve kültürüne yakınlık derecesini dikkate alarak tanımlama yapıyorum. Elbette mevcut durumu kafamızda daha iyi canlandırabilmek için ilk gruptaki toplulukların yerli kimliğiyle şehirlerin merkezlerinde yaşadıklarını, çoğunlukla Müslümanlardan, daha genel haliyle de göçmenlerden oluşan ikinci gruptaki halkın ise banliyö adi verilen kenar mahallelerde yaşadıklarını belirtmemiz gerekir. Sosyo-kültürel ayrışmaya neden olan bu durumun nedenlerini anlamak için birkaç on yıl geriye gitmek yeterli olacaktır. Müslüman topluluklar Fransa’ya daha iyi hayat şartlarında yaşama hayaliyle göç etmeye başladıklarında özellikle ekonomik anlamda elleri oldukça zayıftı. İşçi statüsünde bu topraklara gelen bu insanlar sıklıkla çalıştıkları fabrikaların, madenlerin ya da inşaatların yakınlarında onlar için daha önceden hazırlanmış baraka tipi binalarda konaklama imkânına sahiptiler ve bu yerler şehir merkezlerinden uzak alanlarda konuşlanıyordu. Sosyal imkanlar açısından da son derece yetersiz olan bu işçi mahalleleri daha sonraki göç dalgalarıyla, benzer şartlarda Fransa’ya gelmiş insanlara kapılarını açacaktı. Şüphesiz, yabancı bir ülkeye gitmiş her birey için kendisiyle ortak paydalara sahip olduğu insanlara yakın olmak doğal bir ihtiyaçtır. Bunun için de işçi barınaklarından ibaret bu mahalleler iş saatleri dışında yalnızlıkların giderildiği en kaçınılmaz yerlerdi. Zamanla buralarda yaşayan insanların sayısı da arttı, bu profildeki mahallelerin sayısı da. Sosyal ve kültürel etkinliklerin uzağında, ekonomik olarak alt sınıfa ait, eğitim olarak göç ettikleri ülke halkının ortalamasının çok altında kalmış insanların içinde bulundukları durum 20. yüzyılın ikinci yarısındaki gettolaşma tanımına denk geliyordu. 62 Zamanla bu türden mahallelerin bulunduğu şehirlerde yaşayan eğitimli veya elit kesim de bu mahallelerden uzaklaştı. Resmi kurumlar tarafından da en temel alanlarda ihmale uğrayan bu bölgelerin listeleri emniyet kurumları tarafından tutuluyor, sınırları kırmızı çizgilerle işaretleniyordu… Yaşadıkları şehirlerin merkezlerine hep uzak kalan banlieu sakinlerinin çocukları gerçek sorunlarla karşılaşacaktı. Biraz para kazanıp ülkelerine dönmek üzere Fransa’ya gelmiş olan insanlar bir türlü dönememişler ve yeni nesiller dünyaya gelmeye başlamıştı. Tabi ki bu durum başta eğitim olmak üzere yeni ihtiyaçları da beraberinde getirdi. Şehir merkezlerinde yaşayan yerli halka sunulan eğitim seçeneklerinin pek azı göçmen ailelerin yaşadıkları bölgelerde eğitim gören öğrencilere sunuluyordu. Öğretmenlerin “sürgün görevi” olarak verdikleri eğitim yeni nesillerin Fransa toplumunda daima kendi yerlerini sorgulamalarına sebep oluyordu. Böylelikle çoğunluğu Müslümanlardan oluşan göçmen çocuklarının üzerinde annebabalarının dahi bir çözüm üretmekte zorlandıkları kimlik sorunları baş göstermeye başladı. Her şeyden önce Fransız mıydılar, Müslüman mı, Türk, Faslı, Cezayirli ya da Tunuslu muydular, ana dilleri hangisiydi, bu ülkede onları tutan şey neydi, bu ülkeye borçlu muydular, bu ülke onları birinci sınıf vatandaş olarak görüyor muydu? Ve benzer sorular birbirini kovaladı şehirlerin merkezine gittiklerinde yabancı olarak görülen bu gençlerin beyinlerini ve kalplerini. Bu sorgulamaları devlete ve topluma karşı güven kayıpları takip etti. Birçok alanda haksızlıklara ve ayrımcılıklara maruz kalan Müslüman gençler kendilerini güvende hissetmedikleri bir toplumun ortasında yaşamanın zorluklarıyla karşı karşıya kaldı. Hiç kolay bir durum değildi. Devletin, medyanın ve sistemin bu insanları getirdiği nokta azınlık toplumu haline gelmekten başka bir şey değildi. Büyük çoğunluğu bugün bile göçmen psikolojisinden bir türlü kurtulamamış bu insanlar bireysel anlamda bazı başarılar elde etseler de Hıristiyan ve Yahudi kimliğinin baskın olduğu bu ülkenin karar alıcı mekanizmalarına etki etme gücüne neredeyse hiç sahip değil dersek mevcut duruma dair doğru bir tespit yapmış oluruz. Merkeze erişemeyen ve kimlik krizlerinden kurtulamamış bir azınlık toplumunun böyle bir güce erişememesinden daha doğal bir şey yoktur. Böyle bir toplum ne mevcut haklarını koruyabilir ne de ihtiyaçlarına göre yeni haklar talep edebilir. Buna karşılık kendileriyle ilgili kendilerinden habersiz kararlar alınır, kanunlar çıkartılır ve uygulamaya konulur. Medyanın imaj karalayıcı propagandalarının, 63 siyasetçilerin ülkenin baş sorunlarının sebebi olarak hedef göstermelerinin, eğitim dünyasında dışlanmaların, iş dünyasında ticari haksızlıklara uğramanın en aktif malzemesi bu toplum olur. Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlerin sahiplenicisi Batı toplumu, konu içinde barındırdığı azınlık toplumuna gelince adeta unutur. Bu profile sahip olan Müslüman topluluğuna ait olan bireylerin evlerinde yedikleri etin niteliğinden sokakta giydikleri elbiseye kadar her şeylerine müdahale eder. Hatta daha da ileri giderek Müslüman ailelerin özel alanlarında çocukları için tuttukları bakıcıların bile başörtüsüz olmasını şart koşar. Kültürel terörizmin baş yönetmeni haline gelir Batı toplumu, 2. Dünya Savaşı’nda yerle bir olmuş Avrupa’nın yeniden inşasında fiziksel güç olarak kullandığı ve bir sembolik teşekkür bile etmediği insanlara karşı. Elbette sorunları tek tek detaylandırmak konuşmamızın uzamasına ve diğer konuşmacıların zamanlarından çalmamıza neden olur. Bunun için çözüm önerilerini kısaca sıralamaya gayret edeceğim. Söylemem gerekir ki bir azınlık toplumuna ait bireylerin kendilerini yaşadıkları ülkenin ve çoğunluk toplumunun bir parçası olarak hissedebilmeleri için her şeyden önce görünür olmaya ihtiyaçları vardır. Görünür olmak, Fransalı Müslümanlar için kendilerinin de bu ülkede var oldukları anlamına gelecektir. Giyiniş biçimleriyle, ibadet ettikleri mekanlarla, sosyal ve kültürel etkinlikleriyle ve kendilerine ait tüm diğer karakteristikleriyle kabul görmek en temel ihtiyaçtır. Tabi ki bütün bunları yaparken diğer hiçbir toplumun ya da bireyin haklarına girmemeye de Müslümanlar dikkat etmelidirler. Kendilerini Fransa’ya ait hissedebilen Müslüman bireyler de nihayet bu ülkenin sorunlarına ortak çözümler üretmek için sahip oldukları bilgi ve birikimlerini kullanmakta cimrilik etmeyeceklerdir. Demokratik toplumlarda ülkeye hizmet etmenin yolu genellikle siyaset mekanizmasında etkin olmaktan geçmektedir. Bu hedefe odaklanan bireylerin içinden geldikleri ya da ait oldukları kimliğin ve kültürün temel haklarını savunabilmesinin en iyi yolu budur. Kimlik siyaseti yapmayı kendine misyon edinmiş bir Müslüman’ın Batı toplumuna ve içinde yaşadığı ülkenin sorunlarına çözüm üretmede katacağı birçok artı değer mevcuttur. Adalet, vicdan, merhamet ve dayanışma kavramları biraz önce saydığımız demokrasi, insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi evrensel 64 değerlerle birleştirildiğinde ortaya bambaşka bir dünya ortaya çıkacaktır. Fransa’da ya da daha genel anlamda Müslüman toplulukların azınlık oldukları ülkelerde bu azınlık topluma ait bireylerin söz konusu gayretlerinin son derece İslami olduğunu söylemeye gerek bile yoktur diye düşünüyorum. Bununla birlikte bu düşünceler sadece siyaset alanına hapsedilmemeli, eğitim, ekonomi, sanat, spor, müzik gibi tüm alanlara genişletilmelidir. Medeniyet kodlarından gelen değerlerimizin Avrupa’da her alanda görünürlülüğünün sağlanarak bu sayede çok kültürlülükten gelen birikim ve becerilerimizin Avrupa toplumlarına katkı olarak geri dönmesinin sağlanması gerektiğine inanıyorum. Bunun da yolunun bizim gibi, sizin gibi genç insanlardan geçtiğinin bilincinde olmak gelecek yıllar için isimizi kolaylaştıracaktır... 65 BELÇİKA MÜSLÜMANLARININ ÖNERİLERİ TUBA YARDIM BELÇİKA-EMISCO SORUNLARI VE ÇÖZÜM Avrupa ve özellikle AB, 3. dünya ülkelerinde imkânsızlıklar içinde yaşayan insanlar için cazibe merkezi olmaya ve göç almaya devam eden bir kıta olmasına karşın, bu sınırlar içinde yaşamak bir takım sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu, özellikle çoğulcu niteliği fazlasıyla artmış yeni bir Avrupa’nın, farklılıkları eşitlik prensiplerini koruyarak idare etmesi veya etmemesiyle ilgilidir. Günümüzde, Avrupa ülkeleri, kendi bünyelerinde bulunan hukuki çerçevede tanımlayabileceğimiz azınlık topluluklarından dolayı, farklı din ve kültürleri barındıran yapılar haline gelmişlerdir. Bu durum, söz konusu ülkeler kendilerini böyle bir yapıya hazırlamadığı için birçok sorun ortaya çıkarmıştır. Örneğin, oluşturulan tek taraflı uyum politikalarının da iflası sonrası, Angela Merkel’in örneğinde olduğu gibi, çok kültürlülüğün başarısız olduğunu vurgulayan liderlerin öne çıkması sonucunu doğurmuştur. A. Belçika: Müslüman ve Azınlık politikası Avrupa ülkelerine yakından bakıldığında, neredeyse hepsinde, uyum politikalarını tartışmaya açabilecek bir takım sorunlar ortaya çıkmakta olduğunu ve bunun azınlıklarla ilgili daha görünür hale geldiğini görmek mümkün. Azınlık politikaları genel anlamda her Avrupa ülkesinin kendi ulusal uyum politikaları çerçevesinde oluşturulur. Bu durum, Avrupa ülkelerinin, hem siyasi ve ekonomik bakımdan, hem de hak ve özgürlükler bakımından sınırlarının esnekleştiği bir dönemde ciddi sorunlara neden olmaktadır. Bu da tabi ki Avrupa Müslümanları için en başta, kendilerini nasıl tanımladıklarına ve yaşadıkları ülkede nasıl konumlandırdıklarına dair önemli sorulara yol açmaktadır. Azınlık tanımı, azınlıkların aidiyetlerinin korunması ve geliştirilmesi yönündeki haklarının neler olduğu söz konusu edildiğinde önem arz etmektedir. Azınlık terimi, çok kullanılmasına karşılık, nadiren tanımlanmıştır. Azınlıklar hukukunda genel olarak kabul edilen tanım ise BM Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu 66 Raportörü Francesco Capatorti’nin hazırladığı rapordaki ölçütlere dayanır. Capatorti tanımına göre birey halinde veya bir grup niteliğinde “azınlık” denilebilmesi için dört koşulun yerine gelmesi gerekir; buna göre, 1) Sayıca bir devletin nüfusunun toplamı içinde genelden az olması; 2) Ülke içinde hâkim olmayan durumda bulunan; 3) Kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini ortak dayanışma halinde sürdürenler; 4) İkamet edilen devletin vatandaşı olarak. Belçika’yı ele alacak olursak, nüfusu 2012 yılı 11 milyonu aşmıştır. Yaşayan Müslümanların sayısı ise 623 bin civarındadır. Diğer Avrupa ülkeleri gibi, Belçika’nın da büyük Müslüman topluluğu 1960 yıllarında başlayan göçmenlerden oluşmaktadır. Müslümanların çoğunluğunu “Mağrip” dediğimiz Kuzey Afrika ülkeleri vatandaşları ve Türkler oluşturmaktadır ve hukuki boyutta azınlık olarak tanımlanmışlardır. Belçika, 1974 yılında İslamiyet’i resmi din olarak tanıdı. İslâm'ın resmi olarak tanınması Belçika Müslümanlarına çeşitli kolaylıklar sağlıyor. Öncelikle, Devlet okullarında, din eğitimi görme imkânı veriyor. Devlet Müslümanların kurdukları eğitim kurumlarına yardımda bulunuyor. Ayrıca, her dinin ibadethaneleri ve din görevlilerinin finansmanını sağlıyor. Belçika’nın anayasasına baktığımızda, azınlık maddesi sadece 11. maddede işlenmektedir : “Belçikalılara tanınmış hak ve özgürlüklerin kullanımı ayrım gözetilmeksizin sağlanmalıdır. Bu amaçla, kanunlar ve federal kanunlarda, diğer hususların yanı sıra, ideolojik ve felsefi azınlıkların hakları ve özgürlükleri teminat altına alınmıştır. ” Her şeyden önce, her bireyin din özgürlüğü, BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 18. maddesi “Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı vardır.” maddesiyle koruma altına alınmıştır. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 9. maddesi bu özgürlüğü tekrarlamakta. Şu bir gerçektir ki, Müslümanların yaşamak istedikleri inançları ve inançlarının gereği yaptıkları tedirginlik yaratmakta. Bu, ayrımcılığa da yol açmaktadır. Örnek olarak, yakın zamandaki bir olaya değinebilirim: Avrupa da önemli bir mağaza olan HEMA‘da çalışan bir bayanın, başörtülü olduğu gerekçesiyle müşterilerden gelen olumsuz tepkiler sonucu işine son verilmiştir. Mahkeme bu tutumundan dolayı mağazaya 10 000 Euro ceza vermiştir. Burada sorulması gereken soru şudur: Azınlık olarak kabul edilen Müslümanların dini hak ve özgürlükleri korunması gerekli değil midir? Anlıyoruz ki, bazı haklar ve özgürlükler vermekle, bu vatandaşların sıkıntılarının giderildiği söylenilemez. Buna bağlı olarak burada şu soruyu 67 sorabiliriz: Bu hak ve özgürlük ne kadar geliştirilmiş, Müslümanlar bunlardan ne kadar faydalanmaktadır ve ne kadar haberdardır. Bu bağlamda, öncelikle siyasilerin ve yöneticilerin, özellikle azınlıkların uyumundan bahsederken etnik aidiyetle, inancı ayırt etmeleri gerekmektedir. Oysa şimdi vereceğim, buna dair bir uygulama örneğinde, pratikte buna pek fazla dikkat edilmediği görülecektir. Şöyle ki; uyumun başarısız olmasının en büyük nedeni olarak öne sürülen tezde, genel ve teorik olarak, azınlıkların uyum konusunda isteksiz göründüğü ve uyuma direnç gösterdikleri söylemi kullanılıyor; hâlbuki kullanılan terminolojiye bakıldığında, başka azınlık topluluklarından hiç söz edilmeden etnik veya dinsel azınlıklar olarak sadece “Müslümanlar” kast ediliyor. Aynı zamanda Müslümanlar ötekileştirildiklerinden dolayı, Müslümanlarda dışlanma hissiyatının oluşmasının birçok sebepleri mevcuttur: Önyargı: bazı medya organlarında olduğu gibi birçok siyasetçide de var olduğu gözlemlenen, Müslümanlar hakkındaki önyargılar ve bu önyargıların doğurduğu hakaretler. Bu önyargı ve hakaretlerden en önemlileri ise şunlardır: Uyuma karşısınız, paralel topluluklar kurmaya çalışıyorsunuz, Avrupa kıtasını İslâmlaştırma amacındasınız, ilkel geleneklere sahipsiniz, kadın ve çocuklara baskı yapma gibi bir takım adetlere sahipsiniz, Terör ve aşırı uçlara sempati duyuyorsunuz. Tutum: bazen nefret içeren tutumlar ayrımcılık, tahammülsüzlük ve ırkçılığa yol açmaktadır. Bunlar, korkuya, izole olmaya, ezilebilir olmaya, köklerinden kopmaya ve umutsuzluğa neden olmaktadır. Ayrımcı polisiye uygulamalar; mesela gerekçesiz kontroller ve tutuklamalar, evlere baskınlar, yargısız tutuklamalar gibi. Bu çerçevede, siyasilerin ve medyanın İslam ve Müslümanlarla ilgili konularda dikkatli olmaları gerekmektedir. Önyargılar ve yansıtma şekilleri genelleştirmeye neden olduğu için dışlamayı ve bu toplulukların hedef haline gelmesine sebep olurken, çoğunluk tarafından da daha kati davranışlar sergilenmesi sonucunu doğurmaktadır. Medyanın bu konuda da çok büyük payı vardır, onları da şöyle sıralayabiliriz: Terörün, Müslümanların ve İslâm’ın medya’da hangi terminoloji ile gündeme getirildiğine eğilmek. Medya organlarını, İslâm, terör ve militanlık arasında dolaylı dolaysız bağ kurulması konusunda dikkatli olmaları için uyarmak. 68 Medya ile kesintisiz iletişim ve ifade özgürlüğüyle azınlık hakları arasında denge sağlanmasına dikkatli olmak. Gazetecilere yönelik seminerlerin ve tartışma toplantılarının farklı Müslüman gruplarla birlikte düzenlenmesini sağlamak ve onların bu topluluklara dâhil edilerek yakından tanınması için gerekli zemini oluşturmak. Sunumun bu noktasında, Müslüman toplulukların çoğulcu gibi görünen Avrupa toplumuna uyum bağlamında neler yapmakta oldukları veya yapmaları gerektiği üzerinde durmak istiyorum. Tabi ki bunun yanında Avrupa’nın üstüne düşen görevleri de maddeler halinde sizlere sunacağım. B. Avrupa Müslümanlarının iç sorgulamaları Müslümanlar Avrupa toplumlarına uyum konusunda hiçbir şey yapmamakta mıdırlar? Bunun böyle olmadığı, ilk başta, Müslümanların kendi içlerinde bazı konuları tartışmaya açmış olmalarından bellidir. Bu tartışmaların bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür: · · · · · · · · · Yeni kültürler hangi ölçüde kabul edilmelidir? İslâm’ın günlük hayatlarındaki yeri ne olmalıdır? Çocukların aile içi eğitimi ve okuldaki eğitim arasındaki farklar konusunda neler yapılmalıdır? Kadın’ın toplumdaki ve ailedeki yeri ne olmalıdır? Yüksek orandaki işsizlik sorunu nasıl aşılabilir? İslâm’ın medyada çarpık tanımlanması nasıl aşılabilir? Bu bağlamda şunu söyleyebiliriz; Batı dünyasının dışından gelmiş Müslüman topluluklar, özellikle yerleşik duruma geçtikten sonra, bu bölgedeki farklı koşulları göz önünde bulundurarak yaşam tarzlarıyla ilgili özeleştiriye gitmek durumundadırlar. Bu doğrultuda sorgulamanın öncelikli olduğu alanlar şunlardır: İlk olarak, vatandaşı olunan ülkeyi kendi evi gibi görmek, aidiyet duyulması zor olsa dahi sadakat, dayanışma ve çevre konusunda çaba sarf etmek gerekmektedir. Müslümanların kendilerini içlerine kapatmayıp diğer etnik grupların kendilerini anlamalarına, tanımalarına fırsat vermeleri gerekmektedir. 69 · · Baskın bir topluluğa aidiyet duygusunun eksikliği veya kültürel kimlik bağlarındaki zaaflar ki, bunlar kimlik krizine dönüşerek iki kültür ve sistem arasında bocalamayı doğuruyor. Özellikle, içinde yaşanılan topluma saygıyı göstermek ve toplumun iyileştirilmesine katkı sağlamak gerekmektedir. Burada önyargılarımızın gözden geçirilmesi gerekmektedir, bize saygı duyulmasını istediğimiz oranda bizim gibi olmayana da saygı gösterebilmeliyiz. Müslüman toplulukların, vatandaşlık bağıyla bağlı olunan ülkeden isteklerde bulunurken veya hak talep ederken yanlış metotlardan kaçınmaları gerekir. Farklı düşünüldüğü durumlarda, orta yolu bulmak ve anlaşma sağlamak daha yapıcıdır. Şiddet, ölüm tehdidi, güç kullanımı İslâm dışıdır. Ayrıca kendi dışındakileri küçümseme, dışlama, yok sayma gibi tavırlar da pek tabi ki Müslümanların işlerini zorlaştırır ve kabul görmelerini engeller. Müslüman topluluklar doğru davranış yolunu seçmeli ve ümitsizliğe düşmeden tavırlarının sonuçlarını beklemelidir. C. Avrupalıların atması gereken adımlar Avrupa’nın istikrarını koruması, daha da bir güçlü yapıya dönüşmesi, güvenli ve huzurlu bir ortamın oluşması için, kendine düşen adımları atması gereklidir. Toplum içindeki her bir bireyin hak ve özgürlüklerini koruması için gereken ortamın sağlanması gerekmektedir. Çoğunluk Toplumu olan Batı’nın atması gereken adımlar: · · · · 70 Avrupalılar önyargılarından sıyrılıp, öncelikli olarak diğer din ve etnik yapıları daha çok araştırıp hakkında bilgi edinip, onları tanımaya çalışmalıdırlar. Batı toplumları, İslâm’ın bir uyruk veya etnik köken değil, bir inanç olarak algılanması gerektiğini anlamalıdır. Batı toplumları çoğulcu bir toplumda yaşadıklarını unutmayıp, egemen olan kendi kültürlerini kendilerinden olmayanlara veya kendilerinden farklı düşünen ve farklı dine mensup olanlara dayatmamalıdırlar. Entegrasyon mu asimilasyon mu ikilemine gelince; Avrupa ülkelerinde entegrasyon denilen şey, fiyaskoyla sonuçlanmış, entegrasyon söylemi altında asimilasyon politikaları uygulanmıştır. Bu özellikle Fransa’da geçerli bir durumdur. Batı ülkeleri, anayasalarında, hukuki olarak, tanınmış veya tanınmamış dinleri garanti altına almakta ve din mensuplarına dinî özgürlükler · · · · · · · vermektedir. Fakat çoğu zaman çıkarılan kanunlar ve uygulama bu gerçeğe uygun olmamaktadır. Dolayısıyla, kanunların tam buna uygun çıkarılması ve uygulamanın da bu doğrultuda olması gerekmektedir. İslâm ve Müslüman karşıtlığına karşı yasalarda yerini bulmuş yaptırımlar uygulanmalıdır. Bu maddeleri yerine getirmenin en etkili yolu; eğitimdir. Eğitim ve öğretim hem çoğunluk hem de azınlık açısından birçok sorunun çözümünde anahtar konumundadır: Yurttaşlık eğitimi aidiyet konularını da ele almalıdır ve farklılıklara karşı saygı ön planda tutulmalıdır. Kültürlerarası eğitim ve insanlık tarihi eğitimi, Medya takibi eğitimi, elektronik medyanın doğurduğu sorunlar, Din eğitimi, diğer dinleri de dâhil ederek sunulmalıdır. Öğretmenlerin, imamların, sosyal aktörlerin, kanun uygulayıcıları şeklinde bilinçlendirilerek yetiştirilmesi önemlidir. SONUÇ Müslümanların Avrupa toplumlarında yerleri çok uzun zamandır tartışıla gelmiştir. Her ne kadar Müslümanların Avrupa’daki varlıkları ve beraberliği tarihe dayanıyor olsa da bugün gelinen durumda, Müslümanların dini aidiyetlerinden dolayı, kin ve nefret duyguları içerisinde dışlayıcı siyasi tavırlarla Avrupa’da yerlerinin olmadığı görüşü günden güne iyice belirgin hale gelmiştir. Her iki kesim, hem Bati toplumları, hem de Avrupalı Müslümanlar, birlikte yaşama sürecine destek ve katkıda bulunmak zorundadırlar. Avrupa bazında, çoğunluk toplumu İslâm’ı genel terimleriyle bilmek zorundadır. Bu şekilde karşılıklı saygı ve anlayış birlikte yaşama olgusuyla beraber dayanışmacı topluluk meydana getirecektir. Ayni zamanda küresel ölçekte yürütülen diyalog, etkileşim ve inançlar, kültürler ve etnik gruplar arası anlayış desteklenmelidir. Medeniyetler İttifakı prensibi buna bir örnektir. Bu doğrultuda bu sorunları çözmek için uygulamaya konulmuş en güzel pratikler örnek alınabilir. Belçika’da İslam’a ve Müslümanlara karşı bakış açısı diğer Avrupa ülkelerinden pek farklı değildir. İslam'dan ve Müslümanlardan korkma, ürkme veya endişe duymanın başlıca sebeplerinden biri, Müslümanlık hakkında yeterince bilgi sahibi olmamalarıdır. 71 Batı toplumlarında bugün medyadaki yayınların, siyasi söylem ve tutumların etkisiyle Müslümanların yerlerinin ve dolaylı olarak dinlerinin de yani İslam’ın Avrupa peyzajında yerinin olmasının imkânsızlığı dile getirilmektedir. Bu nedenden dolayı medyanın haber yaparken ve verirken daha sorumlu haber yapıp kavramları birbirine karıştırmaktan kaçınması gerekir. Aynı şekilde siyaset alanında aşırı sağcı ve ırkçı tutumların cezalandırılıp bu söylemlerinin bayağılaşmasının önüne geçilmelidir. Siyasilerin, halkı ve toplumu birbirine saygılı hale getirecek ve beraber yaşamı sağlayacak siyasi adımlar atmaları gerekmektedir. Bu doğrultuda dinî veya etnik aidiyetinden dolayı ayrıcalıklarla kesin ve kararlı bir şekilde mücadele edilmelidir. Müslümanların da radikal söylemler ve tutumları bir kenara bırakıp İslâm dininin ve Müslüman olmanın Avrupa kültürü, yasa ve kanunlarıyla bağdaşmayacağı fikirlerinden arınmalıdırlar. Bu çerçevede dindar olsun veya ateist olsun, unutmamalıdır ki Avrupa toplumu artık bir sekilerleşme sürecinde ve dini referansları iyice azalmaktadır. Özellikle bu kendini laik veya ateist olarak tanımlayan kesimle diyaloga girip karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde ortak noktalarda beraber adım atılmalıdır. Son olarak, hedeflenen uyum çoğunluk merkezli ve tek taraflı dayatılarak veya İnsan Hakları bir kenara bırakılarak, inanç eksenli temelle şekillenerek sunuldukça başarısız olmaya mahkûmdur. İnsanlık kaynaklı haklar demokratik toplumların vazgeçilmez referanslarıdır. İnancımızdan hareket ederek hak isterken bile insanlıktan yana tavır koymamız en doğrusudur. Öngörülen birlikte yaşamanın uyumu ancak toplumun birbirleri hakkında bilgi edinmeleri, diyaloğun sağlanmasıyla ve birbirlerine saygı ve anlayışı artırmalarıyla mümkün olacaktır. 72 AVRUPA’DA MÜSLÜMANLARIN ÖNERİLERİ- SORUNLARI VE ÇÖZÜM KÜLTÜRLERARASI TOPLULUK İNŞASI VE YENİ AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ AVRUPA’DA İLERİ DEMOKRASİYE GEÇİŞ ARAYIŞI VEYSEL FİLİZ BELÇİKA-EMISCO Avrupa’nın en büyük iki tarihi travmaları olarak insanlık belleğine kazılan dünya savaşlarının tahribatları maddi ve manevi açıdan bölge yurttaşlarının hayatlarında ciddi yıkıntılara neden olurken etnik gruplar arasındaki ilişkileri de kalıcı şekilde yaralamıştı. Bu dönem sonrasında, bir kısım politikacı ve karar alıcılar Avrupa için yeni bir yol çizmek adına işe koyulacaklardı. Yaşanılan barbarlıklar, şiddet, kanlı ve acımasız savaşlar yerine gelişim ve barış eksenli bir güzergah belirlenerek karşılıklı işbirlikleri ön plana çıkarılacaktı. Özellikle serbest ticaret imkanları, gümrüklerin kaldırılması, ortak çıkarlara dayalı siyasi birliğin oluşturulması ve aynı zamanda gerçek anlamda saygı ve karşılıklı anlayışın geliştirilmesi Avrupalılar adına başarının temel damarlarını oluşturdu. Böylece Avrupa dünya’da özenilen çekim merkezi haline geldi ve kendi içinde etnik gruplar, farklı kültürler ve farklı dinleri dengeli şekilde barındırma başarısını gösterdi. Çoğunluğu Hıristiyanlar tarafından oluşan bu toplumlarda, dahil etmek, bir nevi farklı din ve kültürler için de gerçek ve eşit bir yer tahsis etmek anlamına gelmektedir. Bu durum azınlık gruplarına var olan hukuki ve sivil imkanların tamamından yararlanma fırsatını vermektir. Bir anlamda harekete geçmiş Demokrasi demekti bu ! Ancak, Son on yılda cereyan eden olaylar bu kazançların gerilemesine neden oldu. Özellikle 11 Eylül saldırısıyla başlayan terör süreci çoğunluk toplumuyla Müslüman azınlıklar arasındaki makası açarak uçurumu derinleştirdi ve Avrupalı yurttaşlar ile Müslüman inancına ait gruplar arasında o güne kadar süregelen iyi niyet köprülerini yıktı. Medya organları ve bir kısım popülist politikacılar bazı teröristlerin eylemlerini İslam’a ait 73 bir program takip eden Müslümanların temel uğraşları olarak tanıtmaktan çekinmedi. 2005’te Danimarka’da yayınlanan Hz. Muhammed (SAV) karikatürleri gerilmiş olan bir durumu ateşlemiş oldu. Tüm bu gelişmeler maalesef Avrupa’daki politik iklimi hem içerik hem de görüntü olarak değiştirdi. Bugün söylemlerde çok net olan negatif bir değişim gözlemlemekteyiz. Bu korku ve yüzleşme ikliminde açık veya gizli ayrımcılık, yasama süreçlerindeki iyi pratiklere yönelik saldırılar ve iktidar kullanımında küstah davranışlar normalleşmiş durumlar olarak günlük hayata damgasını vurmaktadır. İktidarlar tarafından terslenmeyen bu durum içinde Müslümanlar kaçınılmaz hedef haline getirilmişlerdir. Bu saldırgan söylem, büyük siyasi akımlar içinde de gelişme göstererek yasakçı yaklaşımlara neden olmuştur (kültürel semboller, minare, helal kesim, cami sorunsalları, başörtüsü gibi..) ve kamuoyu tarafından kabul görmektedir. Polis ve istihbarat ibadet yerlerini aşırı uçların ve batı karşıtlığının merkezi olarak algılamakta. Anti-İslam akımlar Avusturya, Fransa, Belçika, İsveç, Finlandiya, Norveç, Danimarka, Hollanda, Doğu Avrupa’da ve birçok farklı Avrupa ülkesinde yerel veya ulusal yönetimlere gelmekteler ve ulusal politikaları etkilemekteler. Oysa bu ülkelerin bir kısmı liberal kültür ve hoşgörü gelenekleriyle tanınırken bugün aşırı sağcı politikacıların kucağına düşmekteler. Artık bu topraklarda dini kurum temsilcileri, siyasetçiler, akademisyenler ve entelektüellerden oluşan “Avrupa İttifakı” oluşarak, Avrupa’yı İslam’dan arındırmayı hedeflemekte. Bu İslamofobik hareketler mevcut ekonomik ve manevi buhran’dan ve bunlarla mücadele etmek için alınan önlemlerden faydalanmaktalar. Bu bağlamda Müslümanlar günah keçisi olarak hedef gösterilmekte ve “İslami terör”, “ İslam faşizmi”, “Avrupa’nın İslamlaştırılması” ve “demografik yöntemlerle Avrupa’nın ele geçirilmesi” söylemleriyle bu korku perçinleştirilmekte. 8’nci yüzyıldan beri, başta İspanya ve Balkanlar’da köklü geçmişe sahip olan Müslümanlar artık Batı Avrupa’nın önemli demografik unsuru olmakla beraber bölgenin istenmeyen grubu haline getirilerek çeşitli kampanyalara hedef olmaktalar. İltica başvuruları, aile birleşimi ve Müslüman ülkelerden gelen turistleri engellemek için birçok Avrupa ülkesinde yasalar çıkartılmaktadır. Medya’nın Genel yaklaşımları tarafından Müslümanların uyum fikrine muhalif, ilkel kültüre sahip, aktivizme, şiddete ve suça yatkın 74 olarak tanıtılmaları sonuç olarak Müslümanların bir kısmının kendisini kuşatma altında hissetmesi ve topluma yüz çevirmesine neden olmaktadır. Terörle mücadele için oluşturulan yasaların İslam ve Müslümanların kamuoyunda tartışılır hale getirilmesi için araçlara dönüşmesi çok ilginç bir durum. Bu yaklaşımlar Zenofob, güvenlik esaslı ve milliyetçi perspektiflerle yürütülmekte. Buna tepki olarak birçok Avrupa yasama kurumları sertleşen Müslüman karşıtı duygulardan faydalanarak kamuoyuna hukukun temel niteliklerini hatırlatan uyarılar vermiştir. Uluslararası kurumlar, STK’lar ve hukuk uzmanları tarafından paylaşılan bu uyarlılar başta Avrupa İnsan hakları sözleşmesi olmak üzere çeşitli İnsan Hakları beyanlarına atıfta bulunmuştur. Terörle mücadele kanunları azınlıkların haklarını doğrudan kısıtlarken çoğunluk toplumunu da olumsuz sonuçlarla etkilemekten de kaçınmamıştır. Görüyoruz ki bugün Avrupa demokrasilerinin muhteşem süreci, insan hakları alanındaki kazanımlar, yurttaşlar arasındaki eşitlik prensibi, çok kültürlülüğü destekleyen yaklaşımlar artık gerileme içindeler. Bizim inancımız, bu endişe verici gelişmelerin önüne geçilmesi ancak kendi norm ve gelişimci hümanist değerlerinin kaybedilmesinden endişe duyan çoğunluk toplumu üyeleri ile ve bu değerlere katılan ciddi sayıdaki Müslüman azınlığın işbirliğiyle mümkün olacaktır. Avrupa’da birçok insan dünyanın bu bölgesinin farklı etnik grupları, dinleri ve kültürleri barındırdığının bilincindedir. İslam Avrupa’nın ikinci en büyük dinidir ve Müslümanlar toplumun her alanında bu topraklara katkı sağlamaktadır. Bugün siyaset, eğitim, kültür, spor, gastronomi, edebiyat, STK çalışmaları ve güncel konjonktürde çok önemli olan istihdam ve şirketlerin ekonomik katkıları göz ardı edilemez. İslam’ın dolaylı veya doğrudan Avrupa’daki varlığı önümüzdeki yıllarda derinleşerek artacaktır. O zaman bu gerçeği tanımak ve kabullenmek kaçınılmaz olacaktır. Avrupa’yı doğru raylar üzerine koymak ancak tüm aktörlerin gayretlerini birleştirerek, insanlık eksenli, kabullenme ve azınlıklara karşı saygıyı içeren bir yaklaşımla mümkündür. Politikacılar Müslüman toplulukları yabancı unsur olarak belirlemekten vazgeçmelidirler ve onları vergilerini ödeyen, seçimlere katılan, çocuklarının yüksek eğitim alması için çaba gösteren, demokrasiyi uygulayan ve toplumun saadeti için katkı sağlayan eşit-yurttaş olarak görmek zorundalar. Bahsedilen bu 75 Müslüman topluluklar Avrupa ile doğu arasında irtibatın gelişmesine katkı sağlamak için de aracı olabileceklerdir. Sonuç itibariyle Avrupa demokrasilerinin kazanımlarından bizler de faydalandığımız için gayet memnunuz. Ancak, Hıristiyan ve Yahudi dinlerinin sentezleri üzerine bina edilmiş Avrupa değerleri göç ve Müslümanların yerleşmesinden doğan sorunsallar karşısında yetersizliklerini göstermişlerdir. Bunun birçok nedeni vardır ancak en önemlisi Avrupa değerler sisteminin yapay korkular üretilmesi karşısında kendine olan özgüven kaybıdır. Bu nedenle Avrupa demokrasilerinin tekrar yörüngesine oturması özgürlüklerden vazgeçilmesi ve aydınlanma döneminin kazançlarından ödün verilmesinin sürdürülmesiyle mümkün olmayacaktır. Tersine, ancak kendi değerlerine sahip çıkmakla mümkündür. Güvenlik esaslı refleksler özgürlüklerin eksilmesine neden olmakta ve normal şartlarda kabul edilemeyecek bir gerilemenin yaşanması tehlikeli bir durumdur. Çıkış yolu olarak tüm grupların Avrupa’nın demokratik süreçlerine dahil edilmesini öngörmekteyiz. Bu dahil edilme işlemi yeni ve sonuç vermediği kanıtlanmış yapay uyum politikalarıyla vakit kaybedilmeyecek kadar önemli ve zaruridir. Avrupa hükümetleri cesur ve denenmemiş katılımcı programlar oluşturmalıdırlar. Bunun için de derin bir değişimi başlatmak zorunluluğu vardır. Bize göre bu ihtiyaca cevap vermek bir “ Yeni Avrupa Anlaşması “ oluşturularak mümkündür. Bu anlaşma demokrasiler için şu anlama gelecektir: - Avrupa değerlerini kapsayıcı bir yaklaşımla yeniden tanımlayıp HıristiyanYahudi değerlerle Müslüman değerlerini harmanlayarak daha bütünlükçü bir Avrupa tanımına doğru yol almak. Bu tanımlama krizleri çözer ve Avrupa demokrasilerinin dünyada yeniden prestij kazanmasını sağlar. - Tanımlanan bu Yeni Avrupa kendi dini ve etnik azınlıklarıyla oluşturulacak yeni bir toplumsal sözleşmeyle yürürlüğe girecektir. Bize göre artık Yeni Avrupa konusunda bir düşünce ortamı tasarlama zamanı gelmiştir. Bu inisiyatif mevcut Avrupa demokrasilerini sağlamlaştırma girişimi olmalıdır. Bu düşünce gelecek kuşakları ve farklı kültürleri temsil eden siyasi aktörler için bir yol haritası ve ajanda haline gelmelidir. Bu çalışma aynı zamanda Müslüman Toplulukları pasif durumdan proaktif ve yapıcı konuma geçiş sağlatacaktır. 76 Bu zor dönemde, Müslüman topluluklar moral ve siyasal desteğe ihtiyaç duymaktadır ve özellikle Avrupa’daki karar alıcıların söylemlerinde değişikliğe gitmelerini ve kendilerini eşit yurttaşlar olarak kabul görmelerini beklemektedirler. Kimse sorumluluklarından kaçmamalı. Bu ateş hepimizi hedefliyor ve artık Avrupa’nın ortasında incinebilir savunmasız bir kitle oluşturuldu. Müslüman topluluklar Avrupa’nın şamar oğlanı olma rolünü kabul edemezler. Bunun için, onlar da İslamofobi benzeri ortak meselelerde bir araya gelmeli. Tarih bunun tersini yapanlara karşı çok acımasız olacaktır, çünkü her verilen can'da onların da sorumlulukları vardır. Biz değişmeliyiz, bu toprakları sahiplenmeliyiz, buralara da en az anavatanımız kadar ait olarak içinde yaşadığımız toplumun derdiyle dertlenmeliyiz. Beklenilen ortak gelecek ancak Müslüman aklının kendi sorumluluklarını kuşanması, gerekli evrimi geçirerek herkes için adalet, refah ve barış üretmesiyle mümkün olacaktır. Bu projenin adı “Yeni Avrupa” projesidir. 77 ALMANYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI YUSUF AYDIN ALMANYA - WEFA VAKFI A. Almanya Müslümanlarının Kısa Bir Tarihi B. Göçmenlik Geçmişi Olan Müslümanların Sayısı C. Müslümanların Temel Sorunları 1- Başörtüsü 2- İslamofobideki artış (İslamofobik Hadiseler) - İslamofobik Hadiseler 3- İslamofobik Medya 4- Entegrasyon x Asimilasyon (Bu kavramlar arasındaki farklar) 5- (İki kültür arasında yaşanan) Kimlik Sorunu 6- Ayrımcılık - İş Piyasası - Eğitim - Siyasi Katılım - Toplumsal Hayattaki Ayrımcılık D. Sonuç ve Çözüm Tavsiyeleri Bayanlar ve Baylar, GENÇ İDSB tarafından tertip edilen 9. Gençlik Buluşması'na katılmak benim için büyük bir zevk. Beni böyle önemli bir faaliyete davet eden organizatörlere ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum. Dünya'nın dört bir yanından gelen STK temsilcilerine de “Hoşgeldiniz!" diyorum. A. Almanya Müslümanlarının Kısa Bir Tarihi Almanya Müslümanlarının ilk olarak varlığının 1960lı ve 1970li yıllarda gerçekleşen emek göçü sonucunda meydana geldiğini biliyoruz. Fakat 78 Almanya'ya Müslümanların ilk olarak geldiği tarih daha da eskiye dayanmaktadır. Kronojik tarih ise şu şekildedir; - Almanya'ya gelen ilk Müslümanlar Osmanlıların Viyana Kuşatmalarının ardından esir olarak getirilen Müslümanlardır. (1683) - Müslümanların bu ülkeye geldikleri başka bir tarih de 18. yüzyılda Rus-Türk savaşının ardından esir olarak getirilen Müslümanlarla gerçekleşmiştir. (1735-39) - Dünya Savaşından sonra 90 kadar Müslüman sürgün ve öğrenci Berlin'de kalmaya devam etti. - Müslümanların Almanya'ya kitleler halinde gelmeye başlamaları Türkiye (1961), Fas (1963), Tunus (1965) ve Yugoslavya (1968) gibi Müslüman ülkelerle yapılan işçi alımın anlaşmalarının imzalamasıyla olmuştur. 1973 ekonomik kriziyle bu işçi alımına son verilmiştir. B. Göçmenlik Geçmişi Olan Müslümanların Sayısı Almanya'nın nüfusu 82 milyondur. Almanya dünyada en fazla göçmen oranına sahip ülkelerden biri. (10 milyon göçmen) Göçmenlik ve İltica Federal Ofisi'nin 2009'da yaptığı bir çalışmaya göre 3,8 ila 4,3 milyon arasında Müslüman göçmen bulunmaktadır. (Toplam nüfusun %5i civarında) Bunların %45inin Alman vatandaşlığı vardır. Diğer milletler ise %55 civarında. Türkler Müslümanlar arasında açık arayla en kalabalık grup. (2.5 ila 2.7 milyon arasında) Müslümanların en fazla orana sahip olduğu bölge ise (nüfusun 3te 1inin Müslüman olduğu) Kuzey Rhine-Westphalia Eyaletidir. İslam Almanya'daki en kalabalık azınlık dinin. (%5, her 20 insandan biri Müslüman). 1960'ta ilk defa Müslümanların işçi olarak Almanya'ya gelmelerinden bu yana Müslümanların sayısı artmaya devam etmektedir. Pew Araştırma Merkezi'nin 2011'de raporladığı istatistikte de görüldüğü gibi, Almanya'da Müslüman nüfusu %5ten %7,1e yükselmektedir. C. Müslümanların Temel Sorunları Yalnızca Müslümanların yaşadıkları en önemli sorunlara değineceğim. 79 1- Başörtüsü Başörtüsü hakkında genel bir yasak yok. Fakat 16 eyaletin yarısında, öğretmenlerin başörtüsü ile çalışmaları yasak. (Bu durum İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne bildirilmiştir.) Ve başörtüsü yasağı bazı eyaletlerde daha sert bir şekilde uygulanmakta. Örneğin Hessen'de bütün kamu kuruluşlarında başörtüsü yasağı var. Okullarda başörtüsü kullanımı ile ilgili anlaşmazlıklar devam ediyor. Müslüman öğretmenler işleri ve dinleri arasında tercih yapmak durumunda bırakılıyorlar. Bu durum demokratik, sosyal bir ülke için utanç verici bir durum. Alman toplumunda başörtüsüne karşı büyük bir önyargı mevcut. Müslüman kadınlar iş görüşmelerine giderken bazı dezavantajlarla karşılaşıyorlar. Bir araştırma, başörtülü kadınların %90'ının iş görüşmelerinden olumsuz sonuç aldıklarını ortaya çıkardı. İş başvurusu yaparken başörtülü fotoğraf kullanmaları da işe girme ihtimallerini zayıflatıyor. Almanlar başörtüsünü genellikle aşırı dinciliğin bir sembolü olarak görüyorlar. Onlara başörtüsünün İslam dininin bir gereği olduğunu anlatmamız gerekiyor. Zira biz Müslümanlar başörtüsünün Kur'an'da geçen bir emir olduğuna inanıyoruz. 2005'te, Pew Küresel Araştırması, Almanya'da insanların %54ünün başörtüsü yasağını desteklediğini gösterdi. 2- İslamofobideki artış (İslamofobik Hadiseler) 11 Eylül'den sonra İslamofobi hızlı bir artış gösterdi. 2004'te Alman bir film yönetmeni Fas'lı bir Müslüman tarafından öldürüldü. 2005'te ise Londra'da intihar saldırıları gerçekleşti. Bu tür terörist saldırılar Almanya'daki İslamofobi'yi etkiledi. Müslümanlara yönelik birçok saldırı hadisesi ve cami kundaklama olayları gerçekleşti. Özellikle Almanya'nın doğu taraflarında Müslümanlar fiziksel şiddet tehdidiyle karşı karşıya kaldılar. Geçen bir kaç yıl içinde en az 148 kişi ırkçı ve aşırı sağcı gruplar tarafından öldürüldü. (qantara.de) Almanya'da islam karşıtı düşünce yayılmaya devam ediyor. Biefeld Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma İslamofobi'nin artık 80 Almanya'da kültürel olarak kabul edilebilir bir durum olduğunu ortaya çıkardı. Almanya'da Müslümanlara karşı giderek büyüyen düşmanlığın yansıtıldığı uluslararası bir araştırma Almanların diğer Avrupa ülkelerinin vatandaşlarına göre Müslümanlara karşı çok daha fazla hoşgörüsüz olduklarını öne sürüyor. Munster Üniversitesi'nin yaptığı bir anket batılı Almanların %58inin, doğulu olanların ise %62sinin Müslümanlar hakkında olumsuz düşünceleri var. Şu anda Almanya'da herhangi bir terörist saldırı olması, Müslümanlar aleyhine çok önemli bir kırılma noktası olabilir. 2011'de 32 yaşındaki Anders Breivik 77 masum insanı öldürdüğünde kimse bu durumu “Hristiyan Terörü" olarak adlandırmadı. Almanları İslam hakkındaki düşünceleri Allensbach Enstitüsü tarafından araştırıldı: %83 İslam'ın kadınlara karşı ayrımcılık yapan bir din olduğunu; %70 ise İslam'ın fanatizm ve radikallikle yakından alakalı olduğunu söyledi. Yalnıza %13 İslam deyince akıllarına iyi komşuluk geldiğini söyledi. İslamofobik Hadiseler a- Sarrazin Vakası 2009'da Merkez Bankası yöneticilerinden Thilo Sarrazin entegrasyon meselesi hakkında yeni bir tartışma başlattı. Kitabında “Toplum Müslümanlar yüzünden gerizekalılaşıyor" fikrini savunuyordu. (“Almanya Kendini Yok Ediyor") adlı kitabı bir milyonun üzerinde satış yaptı ve Alman Merkez Bankası'ndan ayrılmak zorunda kaldı. Sarazzin'in temel olarak tartıştığı mesele, Müslümanların bir sorun olduğu ve toplumun zekasını gerilettiği fikridir. Tabi ki bu konuda haklı değil ve bu duruş tamamen ırkçılıkla alakalıdır. Tek doğru cevabı ise işe yarar olabilir: bizler toplumumuzdaki imkanları görmeli ve kendimizi olumlu bir şekilde ifade edebilmeliyiz. En büyük sorun, İslam'ın Almanya'nın bir parçası olarak görülmemesidir. Bu yüzden her geçen gün İslam ve Müslümanlarla alakalı tartışma görmek mümkün. Fakat Yahudiler hakkında herhangi bir tartışma görmek imkansız. Zira Yahudilik resmi din olarak kabul edilen dinler arasında. 81 Örneğin geçen yıl, Alman Eski Başkanı C.Wulff İslam'ın Alman toplumunun bir parçası olduğunu vurguluyordu. Siyaset ve medya dünyasında bu konuşma büyük bir yankı buldu, uzun ve geniş tartışmalara sebep oldu. Bir kaç ay önce, Wulff Alman Başkanlığından istifa etti. b- İslamofobik Karikatürler Almanya'da din özgürlüğüne yapılan saldırılarla alakalı bir kaç örnek vermek istiyorum. İslam karşıtı bir Alman Partisi, geçen sene Kuzey Rhine-Westphalia yerel seçimlerinde islamofobik karikatürler kullanmıştır. Pro-NRW başkanı Markus Beisicht Spiegel Online’a verdiği demeçte “Küçük partiler için seçim zamanları her zaman zor olmuştur.” dedi. Parti “en iyi” karikatürü çizene nakit para ödülü vereceğini söyledi. Ödül adını 2005 yılında çizdiği karikatürle Müslümanların nefretini kazanan Danimarkalı Kurt Westergaard’tan almıştır. Fakat parti oyların yalnızca 1,5unu kazanabildi. Fakat ilginç olan şu ki bu partinin oyları iki sene önce yapılan eyalet seçimlerine oranlar %0,1’lik bir artış gösterdi. c- Aranıyor İlanları 2011’de Güvenlik İşbirliği İnisiyatifi adında bir departman kuruldu. Her nasılsa bir süre sonra bir “Aranıyor” ilanında, başörtülü biri terörist gibi resmedildi. Bu ilanlar 4 kayıp kişi üzerinde duruyordu - Hasan, Fatma, Alman mühtedi Tim ve Ahmed - ve bu insanların radikalleşmenin kurbanı olduğu üzerinde duruluyordu. “Bu arkadaşım Fatma. Onu çok özlüyorum, zira artık onu tanıyamıyorum. Gün geçtikçe içine kapanıyor ve daha da radikalleşiyor. Onu fanatik ve terörist grupların ellerinde tamamen kaybetmekten korkuyorum. Sizin de benzer endişeleriniz varsa, lütfen Radikalleşme Danışma Merkeziyle 09119434343 ü arayarak veya [email protected] adresine e-posta yazarak iletişime geçin.” Almanya’daki Müslüman kuruluşların ve Türk Hükümeti’nin tepkilerinin ardından, Bakanlık kampanyanın temdit edildiği fakat iptal edilmediğine dair bir açıklama yaptı. d82 Camilere yapılan Molotof kokteylli saldırılar Camilere neo-Naziler tarafından yapılan saldırılar artık olağan bir durum. Örneğin; Berlin’deki en kalabalık cami olan “Şehitlik Camii” son üç yıl içinde dört defa kundaklamaya hedef oldu. Genel olarak, 2010 Haziran’dan beri yedi ateşli saldırıya sahne oldu. Bu durumun benzerlerini Almanya’nın farklı bölgelerinde görmek mümkün. Ayrıca, camilere ve hususen minarelere karşı birçok gösteri düzenlendiğini de biliyoruz. Neo-Nazi Parti tarafından Köln’deki iki minaresi bulunan Avrupa’nın en büyük camiine karşı bir takım gösteriler yapılmaya devam ediliyor. Camii güvenlik güçleri tarafından emniyet altında tutuluyor. Çoğu eyalette minareli camii inşa etmek hala yasak. e- Neo-Nazi Terörü Geçen sene yeni bir neo-nazi grubu ortaya çıkarıldı. National Socialist Underground adında bir çete sekizi Türk olan dokuz göçmen ve bir polis 2000 ve 2007 yılları arasında öldürdü. Alman hükümeti bu skandalın hem ülke içinde hem de uluslararası platformda yayılmasını engellemek için çok uğraştı. 3- İslamofobik Medya Eylül 2011’den bu yana medyanın İslam’a olan ilgisi hızlı bir şekilde artmıştır. Bu konu Alman medyasında en popüler konulardan biri. Müslümanlar tehdit olarak tasvir ediliyor, İslam ise cinayet, terör, kadınlara şiddet, töre cinayeti, gericilik ve hoşgörüsüzlükle birlikte anılıyor. “İslami Terör”, “Radikal Müslüman” veya “İslamcılık kanseri/ülseri” gibi kavramlar Alman gazetelerinde sık sık görünüyor. Müslümanlar genellikle “öteki”yi sembolize eder ve baskın tek taraflı medya yayınlarında korku ve şüphe unsuru olarak algılanmaktadır. Hemen hemen Alman medya yayınlarının çoğu İslamı aşırı tutuculuk ve terörizmle birlikte ele almaktadır. Cami baskınları ile alakalı raporlar toplumdaki cami algısını değiştirdi. İslam karşıtı Almanların önyargıları medya haberleri sayesinde artmaya devam ediyor. 4- Entegrasyon x Asimilasyon 83 Almanya’da yaşayan Müslümanlar şimdiye kadar kendi kimliklerini koruyabilmiş ve Almanya’nın gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Müslümanlar Almanca öğrenebilirler fakat kendi kimliklerini unutmamalıdırlar. Alman Hükümeti göçmen grupların, kendi kültürlerini tamamıyla bırakmak pahasına da olsa Alman hayat tarzına uyum sağlamaları gerektiğini savunmaktadır. Biz, Müslümanlar bu konuda uzlaşamayız. Almanlar Müslümanların bir gün gelip Alman Toplumunda eriyeceklerini hayal ediyorlar. Bu asimilasyon hedefi için çalışmaktadırlar. Başörtüsü takmak, camilerin inşa edilmesi ise önlerine büyük bir engel koyuyor. Tariq Ramadan’ın dediği gibi; İslam’ın entegrasyonda herhangi bir sakınca yoktur. Bilakis, Müslümanların toplumda ve kurumlarda eksiksiz yer almalarını şiddetle teşvik eder. İslam asimilasyona karşıdır. Asimilasyon bir insanlık suçudur. Bizler dinimizi ve kültürel değerlerimizi korkusuzca yaşamalıyız. Alman toplumuna ve kuruluşlarına entegre olabiliriz fakat dini çizgilerimizi korumak durumundayız. Sonuç olarak, entegrasyonun kapsamlı bir tanıma ihtiyacı var.Bana göre, entegrasyon farklı geçmişlerden gelen insanların karşılıklı olarak iletişim kurduğu ve değerlerini paylaştıkları bir süreçtir. Örneğin; Alman Toplumunun sosyal hayatı içki görmeyi çok olağan görürken Müslümanların değiş alkol kullanması, alması, satması, taşıması hatta kullanılan mekanda bulunması bile kabul edilemez. Bu Müslümanların entegrasyonu için bir engel midir? Yoksa nedir? Başka bir örneği düşünelim. Erkekler ve kadınlar arasındaki münasebet İslam’da oldukça farklıdır. İslam flörte izin vermez. Maalesef, biz Müslümanlar alkol kullanmadığımız ve flörte karşı olduğumuz için Alman toplumuna entegre olamamış oluyoruz. Tekrar edelim, Almanya İslam’ı okumalı ve hakkında bilgi edinmelidir. Daha sonra, “entegrasyon” kavramını tekrar tekrar tanımlamalıdır. Dinimiz hakkında bilgi edinmedikleri sürece, “entegrasyon” kavramı bizim için “asimilasyon” olmaktan öteye geçmeyecek. 5- Kimlik Sorunu Müslümanlar kimlik sorunu yaşamaktadırlar. İki kültür arasında kimlik sorunu yaşamaktadırlar. Bu yüzden nereye ait olduklarını bilemiyorlar. 84 Örneğin Türk kökenli bir müslümanın sosyal hayata dair kimlik problemleri vardır. Dışarı çıktığında Hıristiyan arkadaşlarının yanındayken onları kaybetmemek adına onlar gibi davranır. Okula giderken de farklı davranmak zorunda kalır. “Dinimin ve kültürümün gerektirdiklerini yaparken, dışlanıyorum” gibi hissediyorlar. Gün sonunda, eve geldiğinde ise ailesi dinin gereklerini yapmaları için baskı yapıyorlar. Böyle bir insanın nasıl hissettiğini düşünebiliyor musunuz? Bir günde 3-4 farklı hayat tarzı. 6- Ayrımcılık 1- İş Piyasası Bazı eyaletlerde genç Müslüman nüfus arasındaki işsizlik oranının %30 kadar olduğu tahmin ediliyor. Yabancılarla niteliksiz Almanları karşılaştırdığımızda, yabancıların 4te 3 oranında, Almanların ise 3te 1 oranında işsizlik sorunları olduğunu söyleyebiliriz. EUMC tarafından yapılan bir araştırmaya göre, iş pazarı göçmen olan ve göçmen olmayan toplumlar arasında büyük oranda paylaşılmıştır. Müslüman erkeklere göre daha zor çalışma şartları olan genç Müslüman kadınlar genellikle kuaför, dişçi asistanı veya sağlık memuru olarak çalışmaktadırlar. İyi pozisyonlarda iş bulmaları çok zor. Müslümanlar ancak Alman veya AB üyesi bir ülkeden gelen biri tarafından doldurulmamış iş alanlarına girebiliyorlar. Cuma namazı ve 5 vakit namaz gibi dini vazifelerini yerine getirirken genellikle işverenlerin hoşgörüsüz tutumlarıyla karşılaşıyorlar. Müslüman kadınlar ise bunlara ilaveten başka sorunlarla da karşılaşabiliyorlar, başörtünün yasaklanması buna örnek olarak verilebilir. 2- Eğitim Müslümanlar arasındaki yüksek işsizlik oranları onların düşük eğitim seviyeleriyle alakalı olabilir. Şu anda okula giden veya yüksek eğitim gören Müslüman asıllı tahmini 700,000 öğrenci var. (Almanya’daki üç katmanlı eğitim sistemine göre) Genelde sadece en düşük derecedeki okullara gidiyorlar ve genelde herhangi bir derece alamadan okulu bırakıyorlar. 85 Yabancıların %47si ortaöğretime ve %15inden azı ise yüksek öğretime devam ediyor. (OECD’nin sağladığı bilgiye göre) ISCED’in verilerine baktığımızda, Müslümanların genelde başarısız olduğunu görüyoruz. Müslümanların sadece %5i yüksek öğretime devam ediyor. YÜKSEK ORTA DÜŞÜK Müslüman %5 %25 %71 Gayrimüslim %19 %56 %25 Belirsiz %13 %40 %46 Başörtüsü kullanan öğrenciler öğretmenlerinde şikayetçi olabiliyorlar. Öğrenciler öğretmenlerin Müslüman öğrencilere karşı adil davranmadıklarını düşünüyorlar. 4. sınıftan sonra öğretmenler öğrencinin geleceği hakkında karar verebilirler. Ortaöğretim için dört farklı seçenek var. Liseye devam eden öğrencilere en iyi avantajlar sağlanmakta. Zira 12. sınıftan sonra üniversiteye gitme imkanı doğuyor. Fakat Müslümanların çoğu veya göçmenler bu okullara gönderilmiyor. Onun yerine Hauptschule diye adlandırılan en kötü okullara gidiyorlar. İlkokullardaki öğretmenler önemli bir etmen. Müslümanların %41,5i toplumda çok kötü bir algısı olan Hauptschule’a (en kötü orta okul / varoş okulu diye de bilinir) gidiyorlar. Öğrenciler bu okuldan mezun olsalar bile, üniversiteye gidemiyorlar. Mesleki eğitim almaya devam ediyorlar. Alman öğrencilerin çoğu ortaöğretim için en iyi okullara gidiyorlar. Öğretmenlerin Müslümanlara ve göçmenlere karşı önyargılarını gidermeliyiz. Müslüman öğrenciler genelde okulda ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Kornmann’a göre, Baden-Württemberg adlı eyalet yabancı öğrencilere ve gençlere karşı açık ara en fazla ayrımcılığın uygulandığı eyalet. Müslüman kız öğrenciler yüzme derslerine katılmak zorundalar ! 3- Müslümanların Parlamentoda Siyasi Katılımları Almanya’daki Müslümanların çoğunluğunun Alman vatandaşlığı bulunmuyor ve bu yüzden oy kullanmak ve aktif olarak siyasete katılmak 86 gibi haklardan mahrum kalıyorlar. Alman toplumuna gerçek bir entegrasyon sağlamak için bunlar temel şeyler. Alman pasaportu almakta dinle alakalı birçok sorunla karşılaşabilirsiniz. (dinle alakalı birçok sorular sorarak Alman pasaportu almanızı engellemeye çalışıyorlar.) 2005-2009 seçim döneminde, Alman Parlamentosuna Müslüman kökenli beş siyasetçi girebilmiştir (Bundestag): Aşağıdaki listede Bundestag’ın Müslüman kökenli üyelerini görebilirsiniz; ÜYE PARTİ KÖKEN Lale Akgün SDP Türk Kökenli Ekin Deligöz Yeşil Türk Kökenli Hakkı Keskin Sol Türk Kökenli; daha önce Hamburg Yerel Meclisi’nde SDP üyesiydi. Sevim Dagelen Sol Türk Kökenli Huseyin Kenan Aydin Sol Türk Kökenli Alman siyasi parti üyelerinin çok azı Müslümanlardan oluşuyor. Çalışma ve Sosyal İşler Bakanlığı’nın 2001’de yaptığı bir araştırma Müslümanların %95’inin Almanya’daki herhangi bir partiye üye olmadığını göstermiştir. Müslümanların siyasete bu benli az katılımları okullarda ve diğer kurumlarda karşılaştıkları kurumsal ayrımcılığın sonucu olarak açıklanabilir. Müslüman toplulukların ihtiyaçları Alman siyasi partilerince karşılanmamaktadır çünkü Müslümanların çok düşük bir miktarı oy kullanma hakkına sahip. Genel olarak, Almanya’da Müslümanların siyasi temsilciliği çok sınırlı. Bu yüzden Müslümanların dini eğitimin yaygınlaştırılması, yeni camiler yapılması ve benzeri diğer konularda herhangi bir parti tarafından desteklenmeleri çok nadir oluyor. 4- Toplumsal Hayattaki Ayrımcılık Toplumsal hayatın farklı yerlerinde ayrımcılıkla karşılaşmaktayız. 87 2003’te yapılan bir araştırmaya göre, Almanların %65i İslam’ın Batı’yla uyuşamadığını iddia ediyor ve çoğunluk yeni göçlerin olmasını istememekle beraber Müslümanlara yakın çevrelerde yaşamak istemiyorlar. Müslümanlar kendilerini iş, eğitim ve yaşadıkları yerlerde dahil her yerde direkt veya dolaylı olarak çeşitli ayrımcılığa uğradıklarını düşünüyorlar. Devlet tarafından da polis veya hukuk eliyle de çeşitli ayrımcılık hadiseleri bildirildi. Bu ayrımcılık hadiseleri gazete ve internet ilanlarında da gözlemlenebilir. (“Yalnızca anadili Almanca olanlar”, “Yalnızca Almanlar”, “Başörtüsüz” gibi.) Kamusal ayrımcılığın en fazla yapıldığı, kurumsallaştığı ve kabul edildiği durumlar emlak pazarında görülebilir.Almanya Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin yaptığı araştırmaya göre %15 oranında ayrımcılık hadisesi mevcut. Devlet kurumlarında da çeşitli ayrımcılık vakaları yaşanmaktadır. Ayrımcılık hadiselerinin üçte birinden fazlası kamu yönetimi sahasında gerçekleşmektedir. Polis tarafından gerçekleştirilen ayrımcılık vakaları da bildirilmektedir. D-) Sonuç ve Çözüm Tavsiyeleri 1- Müslümanlar siyasete daha fazla katılmalıdır. Ancak o zaman bazı sınırları değiştirebiliriz. Büyük sorunları daha iyi çözebiliriz. 2- İslam hakkındaki olumsuz görüşleri yıkmalıyız. İslami özellikle kamusal alanda daha iyi bir şekilde yaşayabilmeliyiz. 3- İslam resmi bir din olarak kabul edilmeli ve Almanya’nın bir parçası olarak görülmelidir. Zira, İslam Almanya’da hala bir din olarak algılanmamaktadır. Müslümanlar tarafından kurulan dernekler tanınmamaktadır. Bu dernek ve cemaatlerin tanınması, kabul edilmesi gerekir. Islam’ın ve İslami dernek ve cemaatlerinin kabul edilmesi akabinde devlet tarafından ciddi sorunlar çıkarılacağını biliyoruz. 4- İslam ve Entegrasyon yeniden tanımlanmalıdır. Yakın zamanda Leipzig Üniversite’sinin yaptığı bir araştırma, Almanların çoğunun İslam olmadan Almanya’nın daha iyi olacağını düşündüğünü ortaya çıkardı. 88 İslamı daha iyi anlatmalı ve kendi hayatlarımızda daha iyi yaşamalıyız. İslam hakkında konuşma tarzımızı değiştirmeli ve “öteki”lerimizi oluştururken dikkatli olmalıyız. 5- Daha iyi organize olmalıyız. Almanya’da “örgütlenmiş bir İslam” bulunmamakta ve bu ülkede yaşayan Müslümanları temsil edecek resmi yapılar yok. Almanya’da bulunan 4 milyon Müslüman homojen bir topluluk değil. Ülkede 70ten fazla Müslüman derneği ve 2500 civarı cami var. 6- Almanların hususen de öğretmenlerin Müslümanlara ve göçmenlere karşı önyargılarını gidermeliyiz. 7- Eğitim meselesine daha iyi odaklanmalıyız. İslami ilimler vasıtasıyla aile içi eğitimi güçlendirmeliyiz. Ancak bu şekilde kimlik sorunlarımızı çözebiliriz. Ancak o zaman kendimizi daha iyi savunabiliriz. 8- Merkezi Müslüman Konseyi’ne (Zentralrat der Muslime) rağmen, Müslümanların sorunlarını çözmek adına somut adımlar atılmamıştır. Bu konuda elle tutulur hedefler belirlenmelidir. Umuyorum ki, bu programın bir neticesi olarak, ümmet daha fazla birlikte hareket edecek. İnşallah bugün hepimiz için bir milat olur. Dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim. 89 ASYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 90 ASYA MÜSLÜMANLARI’NIN ÖNERİLERİ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ALI ŞAHIN TÜRKİYE- AK Parti Gaziantep Milletvekili Esselamü Aleyküm ve Rahmatullahi ve Berekatuhu İslam coğrafyasının mütevekkil ve inanmış gençleri! Siz Müslüman kardeşlerimle bugün Kıbrıs’ta bir araya gelmek, bir ananın birbirlerinden zorla ayrılmış evlatlarının uzun yıllar sonra tekrar buluşması gibi bir his uyandırdı yüreğimde... Göz bebeklerinize bakınca her birinizi tarihin derinliklerinden bir yerlerden tanır ve hatırlar gibiyim. Bizlere bugünü bahşeden Rabbime hamd ediyor, siz kardeşlerimi sımsıkı kucaklıyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Kardeşlerim! Sizlere selamlar getirdim. Başbakanımız ve Liderimiz Recep Tayyip Erdoğan’ın selam ve sevgilerini getirdim. Sizleri tek tek gözlerinizden öpüyor. Müslüman Türkiye gençliğinin selamlarını getirdim sonra… Limanlar gemileri nasıl beklerse öylesine ufukta gözleri. Ve bir gün sınırlar olmadan sizlerle özgürce kucaklaşacakları günleri özlemekteler. Sizlere Çanakkale şehitliğimizde yatan şehitlerimiz; Beyrutlu Piyade Er Hüseyin Ebu Cemi’nin, Irak Nabluslu Piyade Er Abdulgani Haravi’nin, Şamlı Piyade Er Muhammed Fatum’un, Yemen San’alı İstihkam Teğmen Muhlis Abdullah’ın Libya Trablusgarplı Teğmen Muhammed Musavuf’un Mekke-i Mükerreme’den Üsteğmen Hüseyin Naim’in İran Tebrizli Yüzbaşı Kazım’ın Afganistanlı Piyade Er Cuma Khan oğlu Ali Arrat’ın Yani topraklarımızda yatan şehit dedelerinizin ve atalarınızın selamlarını getirdim. Bir de mesajları var sizlere; Müslüman gençlerimiz Batılıların aralarına çizdikleri fiziksel, siyasi ve psikolojik sınırları biran evvel kaldırsınlar. Biz onların suni sınırlarla bölünmeleri parçalanmaları için değil, Allah’ın emri olan birlik ve bütünlükleri için canlarımızı feda ettik, kanlarımızı akıttık diyorlar. 91 Evet kardeşlerim, doğusundan batısına Asya’da yaşayan tüm Müslümanların temel sorunu bu işte: Fiziksel, Siyasi, Mezhepsel ve Psikolojik bölünmüşlük ve parçalanmışlık. Saygıdeğer kardeşlerim! Yıl 1994. Pakistan Karaçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde Lisans yaptığım yıllardı. O yıllarda benimle birlikte Karaçi üniversitesinde okuyan Ortadoğu’dan birçok Arap öğrenci arkadaşım vardı. Filistin asıllı Ürdünlü Alauddin de bunlardan biriydi. Arap kardeşlerime karşı her zaman sevgi ve saygı duymuştum. Ne de olsa peygamber efendimiz Hz. Muhammed de bir Arap’tı. Gerek Araplara olan sevgi ve saygımdan dolayı gerekse var olan Arapçamı konuşarak geliştirmek adına Alauddin’e yakınlık duyuyor, sürekli iletişim kurmaya çalıyordum. Ben böyleyken Alauddin bana karşı oldukça soğuk ve mesafeli duruyor iletişime kendini kapatıyordu. Alauddin’in bu mesafeli duruşuna rağmen ben kendisine karşı kardeşlik duygularımı sıcak tuttum. Aradan birkaç yıl geçti. Bir gün Alauddin yanıma gelerek; “Ali seni ve Türkiye’den gelen diğer arkadaşlarımı tanıdıktan sonra size ve Türkiye’ye karşı olan kanaatlerim değişti” dedi. O’na “Peki, bize ve Türkiye’ye karşı olan kanaatlerin neydi” diye sordum. “Biz lisede iken tarih kitaplarımızda Osmanlıların bizi sömürdüğünü, Türkler varlık ve safahat içerisinde yaşarken Araplar sefalet ve yokluk içinde yaşıyorlardı şeklinde okuduk ve eğitim aldık. Bu okuduklarım bende Türkiye ve Türklere karşı bir antipati yaratmıştı. Oysa sizleri tanıdıktan sonra sizlerin de bizler gibi sıradan ve samimi insanlar olduğunuzu gördüm” dedi ve ekledi: “Bir de aklıma takılan bir soru var. Ürdün’ün kimi bölgelerinde siyah köpeği “Türk” lakabı takarak çağırırız. Şimdi niçin böyle olduğunu düşünmeye başladım.” Alauddin’in bu samimi ifadeleri beni şaşırtmamıştı. Acımsı bir tebessümle ona “Peki Alauddin, Türkiye’nin kimi bölgelerinde de siyah köpekleri Arap lakabı takarak çağırdığımızı söylesem şaşırır mısın ve sence bu bir tesadüf olabilir mi?” diye sordum. Alauddin gerçekten şaşkınlık içerisindeydi. İslam coğrafyasını kendileri için tehdit olmaktan çıkarmak ve zenginliklerini sömürebilmek adına, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı son dönemlerinde Arap toplumlarının şuur altına giren Lawrance ve benzeri İngiliz ajanları: “Bu kadar geniş Arap kabileleri olarak kendi imparatorluğunuzu kurmak varken neden Türkler tarafından sömürülüyorsunuz” şeklinde telkinlerle Araplarla Türkler arasında nifak tohumları ektiler. Sonuç olarak Ortadoğu’da yeni sınırlar oluşturarak aynı dili konuşan, aynı dine inanan, aynı kültürden tam 22 Arap ülkesi ürettiler. 92 400 yılı aşkın süre bir arada barış ve huzur içinde yaşamış Türklerle Araplar arasında fiziksel sınırlar oluşturdular. Bununla da yetinmeyerek Türklerle Arapların fiziksel anlamda temaslarını kesmek adına sınırlarda oluşturulan kilometrelerce karelik alanlara mayınlar döşendi. Ama hiçbir stratejileri iki toplumun şuur altına ektikleri kin ve nefret tohumları kadar tehlikeli ve acı olmadı. Türkler üzerinde “Araplar emperyalistlerle işbirliği yaparak sizi arkadan bıçakladılar” propagandası işlenirken Araplar “Türkler sizi yüzyıllar boyu sömürdü” propagandası ile hipnoz edildiler. Türkler üzerinde Arap antipatisi yaratmak için özdeyişler ürettiler ve sinsi bir şekilde şuur altlarımıza yerleştirdiler. Arapları tahkir etmek, kötülemek için “Anladıysam Arap Olayım”, içinden çıkılmaz hale gelen bir işi tanımlamak için “Bu İş Arap Saçına Döndü” şeklinde tanımlamalar ürettiler ve sinsice bilinçaltımıza bir virüs gibi yerleştirdiler. Araplarla ilgili antipati oluşturmak için “Ne Şam’ın Şekeri Ne Arap’ın Yüzü” dedirttiler. Arap coğrafyasında da durum farksızdı. Geçtiğimiz günlerde Suriye ile ilgili yeni yapılmış bir belgeseli izlerken kendisine mikrofon uzatılan bir Suriyeli “Biz Türkleri kafir biliyorduk. Bize böyle öğrettiler” diyordu. Emperyalist güçler, Asya’nın Batı yakasında bir yandan kendileri için Müslüman kimliğiyle potansiyel tehdit oluşturan diğer yandan da bakir enerji zenginlikleriyle iştah kabartan Ortadoğu’yu, tehdit olmaktan çıkarmak ve zenginliklerini sömürmek adına küçük parçalara bölerek yaklaşık 100 yıl süren bir sömürü asrı başlattılar. Ortadoğu’daki bölünme sadece oluşturulan fiziki sınırlarla da kalmadı ve ideolojik, dini ve mezhepsel ayrılıklarla da desteklenerek derinleştirildi. Tüm bunların üstüne 1948 yılında işgal edilmiş Filistin toprakları üzerinde bir İsrail devleti de kurulmak suretiyle Ortadoğu, 100 yıl süren kronik bir istikrarsızlık iklimine maruz bırakıldı. Böylelikle Batılı ülkeler bir yandan Ortadoğu’nun petrol ve doğalgaz gibi çok değerli enerji kaynaklarını sömürdüler, diğer yandan da bölüp parçalayarak ve kendi aralarında da çatıştırarak zayıflattılar, kendileri için tehdit olmaktan çıkardılar. ASYA’NIN DOĞU YAKASI DA BÖLÜNDÜ Müslüman coğrafyada yaşanan fiziksel, kültürel, ideolojik ve siyasi bölünmeler Asya'nın sadece batı yakasında yaşanmadı. Doğu yakasındaki Müslümanlar da çeşitli senaryolarla bölünerek bir yandan etkisiz ve tesirsiz hale getirilirken diğer yandan da bölünmelerle kendi aralarında savaştırıldı ve çatıştırıldılar. İngilizlerin 1947 yılında Hindistan yarım adasından çekilmesiyle birlikte Hindistan yarımadası önce Hindistan ve Doğu-Batı 93 Pakistan şeklinde ikiye ayrıldı. Ardından Doğu ve Batı Pakistan 1972 yılında birbirinden ayrılarak bugünkü Pakistan ve Bangladeş'i oluşturdular. Bu da yetmedi Pakistan ile Hindistan arasında Keşmir sorunu yaratıldı ve bölgede kalıcı bir istikrarsızlık unsuru oluşturuldu. Keşmir Güney Asya'nın Filistin’i haline getirildi. Hindistan Yarımadasının bu şekilde bölünüp parçalanması tümüyle bir İngiliz projesiydi. Bugün Müslüman bir coğrafya olarak ayrılmış olmalarına rağmen Hindistan'da yaşayan Müslüman sayısı (200 milyon) hem Pakistan'da hem de Bangladeş'te yaşayan Müslümanların sayısından daha fazladır. İngiltere Hindistan'dan çekilirken Hindistan’da Müslüman bir ülkenin kurulmasını istemedi. Hindistan İngilizler çekilinceye kadar hiçbir dönemde Hindular tarafından yönetilmemişti. Bölgede tarih boyunca Hindistan dışından gelenler (Fransız, Portekiz, İngiliz ve Türkler) hüküm sürdüler. Kast sistemi ve anlayışı Hinduları bir bakıma pasif toplum haline getirmiş ve siyasi olarak etkisizleştirmişti. Hindular arasında devlet yönetme geleneği yoktu. İngilizler çekilmelerinin ardından Hindistan'da dünyanın en büyük İslam devletinin kurulmasından ve Hindistan'da İslam merkezli bir devlet oluşturularak hızla İslamlaşmasından endişe ettiler. Ve sonuç olarak bugün Güney Asya'da 200 milyonu aşkın Müslüman Hindistan’da, 170 milyon Müslüman Pakistan’da ve 150 milyonu aşkın Müslüman ise Bangladeş sınırları içinde bölünmüş ve etkisizleştirilmiş olarak terör ve çatışma iklimleri içinde yaşam sürüyorlar. Asya’nın Güney’inde ikinci bir istikrarsızlaştırma süreci ise ABD ve Koalisyon Güçleri’nin 2001 yılında Afganistan’ı işgali ile başlatıldı. Sovyet işgalinden yorgun, bitkin ve tahrip olmuş şekilde çıkan Afganistan’a kolayca yerleşen ABD ve Batılı güçler, Pakistan ve İran’ın kaosa sürüklenmesi ve istikrarsızlaştırılmasını sağladılar. Afganistan’daki otorite boşluğundan yararlanarak burayı bir uyuşturucu üretim merkezi ve terör laboratuarı haline getiren Batılılar özellikle Pakistan ve İran’ı hedef aldılar. Her hedef ülkenin dokusuna göre bir terör örgütü üreterek, bu ülkeleri istikrarsızlaştırmayı ve kaosa sürüklemeyi amaçladılar. Taliban ve El Kaide bahanesiyle Afganistan’ı işgal eden ABD ve Batılılar, bu ülkeye yerleşerek şu amaçlarına ulaşmayı arzuladılar: 1- Pakistan Taliban Hareketi ile Pakistan’ı istikrarsızlaştırarak Pakistan’ın, İsrail ve Batı için tehdit oluşturan nükleer silah ve yeteneklerinin bertaraf edilmesi düşünüldü. Her ne kadar İran’ın nükleer çalışmaları gerekçe gösterilerek bir tehdit algısı yaratılmaya 94 çalışılsa da, İsrail ve Batı için asıl hedef nükleer silahlar üretmiş ve bu kabiliyetini uzun menzilli nükleer füzeler üzerinde geliştiren Pakistan’dı. Pakistan Taliban Hareketi, sadece ve sadece Pakistan’ı hedef alması için kurulmuş bir terör örgütüdür. Kurucusu Abdullah Mehsud 2001 yılında ABD’nin Afganistan’a müdahalesi sırasında yaralı olarak yakalanmış, 2004 yılına kadar Guantanamo’da tutulduktan sonra sosyal rehabilitasyon adı altında bölgeye gönderilmiş ve Pakistan’ın en sorunlu bölgesi olan Güney Weziristan’a yerleşerek bugün Pakistan’ı ekonomik ve sosyal anlamında çökertme noktasına getiren Pakistan Taliban Hareketi’ni (TTP) kurmuştur. 2- Afganistan’ın işgaliyle güdülen 2. önemli amaç ise İran’ın hedef tahtasına oturtularak istikrarsızlaştırılması, İsrail ve Batı için tehdit unsuru olmaktan çıkarılmasıdır. ABD ve Batılı güçler Afganistan’a yerleşerek, İran’ı tümüyle kuşatıp bir çember içine almış durumdalar. ABD, Pakistan’ın İran’a sınır ve otorite boşluğu bulunan bölgesine Cundullah örgütünü yerleştirerek İran’ı hedef alan saldırılar düzenlettirdiler. İran’da bir Sünni-Şii çatışmasını körükleyerek ülkeyi siyasi bir kaosa sürüklemek hedefi güttüler. Afganistan’ın işgali ve buna bağlı olarak bölgede gerçekleştirilen İranPakistan kuşatması, Asya’da Müslüman coğrafyanın maruz kaldığı bir başka istikrarsızlaştırma operasyonu olarak ortaya çıktı. ASYA’DA MÜSLÜMAN AZINLIKLAR SORUNU Asyalı Müslümanların yaşadığı diğer önemli bir sorun da Asya’da yaşayan “Müslüman Azınlıklar” sorunudur. Asya’nın ücra coğrafyalarında Myanmar’da Arakan Müslümanları, Filipinlerde Moro Müslümanları, Tayland’ta Patani Müslümanları yine Keşmir Müslümanları Asya’nın yetim kalmış ve Müslüman dünya tarafından nerdeyse unutulmaya yüz tutmuş çilekeş Müslümanlarıdır. Osmanlı İmparatorluğunun hüküm sürdüğü yıllarda Asya’nın azınlık Müslümanları başları sıkıştığında bir heyet göndererek Halifeliğin merkezinden yardım talebinde bulunurlardı ve talepleri karşılıksız kalmazdı. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun ardından Asya’nın azınlık Müslümanları sahipsiz ve kimsesiz kaldılar. Asya’nın çilekeş Müslümanları özellikle Myanmar’ın Arakan eyaletindeki Roghinya Müslümanları gibi katliamlara, ayrımcılığa asimilasyonlara maruz bırakıldılar. Roghinya Müslümanlarının çile yolculuğu modern dünyanın gözleri önünde maalesef halen devam etmektedir. 95 Filipinler’in Moro ve Mindanao bölgelerinde Filipin yönetimleri tarafından on yıllardır süregiden ayrımcılığa ve zulme maruz bırakılan Müslümanlar, 40 yıl süren bu mücadelelerinin ardından nihayet zafere ulaştılar. Son 40 yıldır süren silahlı mücadele ve 16 yıldan bu yana devam eden müzakereler neticesinde Filipinler’de yaşayan Müslümanların kimlikleri tanınmış ve özerk bir hükümet kurmaları noktasında anlaşmaya varılmıştır. Asya’nın bir diğer yetim kalmış Müslüman azınlığını ise Taylan’da yaşayan Patanili Müslümanlar oluşturuyor. Taylandlı Müslümanlar on yıllardır Tayland yönetiminin baskısı altında yaşam mücadelesi veriyorlar. Patani Müslümanlarının dinleri ve kültürel değerleri uğruna verdikleri büyük mücadele ve gösterdikleri direniş bugün de hâlâ devam etmektedir. Patani’de geride kalan 6 yıl içerisinde binlerce Müslüman yaşamını kaybetti. Her zaman olduğu gibi bu süreçten en olumsuz etkilenen Patanili çocuklar oldu. Suikastlar ve keyfi cinayetler sonrası bölgede yetim sayısı büyük bir artış gösterdi. Nüfusu 3 milyon civarında olan Müslüman Patani’de 10 binden fazla yetimin olduğu tahmin ediliyor. Patani, Tayland sınırları içerisinde ve Tayland’ın güneyinde yoğun olarak Müslümanların yaşadığı bölgenin adıdır. Tayland Müslümanları olarak bilinen bu kesimin büyük bir çoğunluğu köken olarak Malay ırkına mensuptur. BATI YAKASINDA BÜTÜNLEŞME Dünyanın Doğu yakasında İslam coğrafyalarında bu şekilde bölünme ve parçalanmalar yaşanırken, Batı âleminde ise tam tersi hem coğrafi hem siyasi hem de ekonomik bütünleşmeler yaşandı. 1947 ve 48’li yıllarda İslam coğrafyası alabildiğine bölünürken 1951 yılında Avrupa’nın 6 ülkesi Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu adıyla bir araya geliyor ve Avrupa’nın bugün gelmiş olduğu Sınırsız ve Bütünleşmiş bir Avrupa’nın temellerini atıyorlardı. Onlar birleşirlerken, kendi aralarındaki fiziki sınırları kaldırıp ekonomik, siyasi ve askeri anlamda bütünleşirlerken, bizler olabildiğince fiziksel, siyasal, ideolojik, mezhepsel ve psikolojik kamplara ayrılıyorduk. Bir zamanlar tarihte 30 yıl, 100 yıl savaşlarını yaşamış olan Avrupa şimdi coğrafi, ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal alanda Avrupa Birliği altında bütünleşmiş durumda. Avrupa'nın en kadim iki düşman ülkesi Fransa ile Almanya'dır. Ve bu iki ülke tarih boyunca Avrupa'da hâkimiyet kurmak için birbirleri ile rekabet ve savaş içerisinde olmuşlardır. Avrupa, tarihi tüm 96 düşmanlıklarına rağmen bugün sınırlarını kaldırmış ve her bakımdan bütünleşmiş bir coğrafi bölgeye dönüşmüştür. Avrupa içlerinde karayoluyla seyahat edenleriniz mutlaka görmüştür. Fransa'dan Almanya'ya ya da bir Avrupa Birliği ülkesinden diğerine karayolu ile yolculuk yaparken ülke sınırlarını geçtiğinizi asla hissedemezsiniz. Sizi sınırlarda karşılayan ne bir polis noktası ne de bir turnike ya da engelle karşılaşmazsınız. Bir ülkeden diğerine girdiğinizi çoğu kere fark etmezsiniz bile. Eğer dikkatlice bakarsanız sadece bazen yol tabelalarının değişen renklerinden bir başka AB ülkesine giriş yaptığınızı fark edebiliyorsunuz. Avrupa Birliği kendi içerisinde tüm farklılık ve düşmanlıkları bir kenara bırakarak bütünleşme içerisine girerken, sınırlarını kaldırıp coğrafyalarını ve güçlerini fiziki, siyasi, ekonomik anlamda bütünleştirirken, biz neden bölünüyor ve bölündükçe sömürülüyor, sömürüldükçe zayıflıyor, zayıfladıkça öldürülüyoruz. Bölündükçe kanımızın ve canımızın ucuzlaştığını görmüyor muyuz? Aynı dili konuşup, aynı dine inanan, aynı kültür ve yaşam tarzına sahip Arap kardeşlerimiz suni sınırlarla oluşturulmuş 22 Arap devletiyle daha ne kadar hayatta kalabilirler? Unutmayın ki; Batılı Emperyalist güçler bizlerin bölünmesi ile hayatta kalabiliyorlar. Bilin ki, bölünmenin sonu ve sınırı yok. Bizi ırklarımıza böldüklerinde yine yetinmeyecekler. Bu sefer mezheplerimize göre bölecekler. Yine yetmeyecek ideolojik olarak bölecekler. Çünkü Batılı emperyal güçlerin hayatta kalabilmeleri ancak ve ancak bizlerin bölünmesi ve sömürülerin devam etmesi ile mümkün olabilecektir. Bu çerçevede baktığımızda; Asyalı Müslüman kardeşlerimizin sorunlarına Asya'nın batısından doğusuna Müslüman coğrafyanın en büyük sorunu; coğrafi, siyasi, ekonomik, mezhepsel ve psikolojik bölünmüşlük ve parçalanmışlıktır. Bir bedenin parçalanmış uzuvları olduğumuz için bir bütün beden gibi hareket edemiyoruz. Asyalı Müslümanların ikinci önemli sorunu; Müslüman azınlıklar sorunudur. Asya’nın ücra bölgelerinde azınlık konumuna düşmüş Arakan, Patani ve Moro Müslümanlarının maruz kaldıkları katliamlar Müslüman coğrafyanın ortak sorunudur. 97 Asya Müslümanlarının üçüncü önemli sorunu; işgal edilmiş Müslüman coğrafyalar sorunudur. Keşmir, Karabağ, Filistin ve Kudüs İslam coğrafyasının işgal edilmiş toprakları olarak 1940’lı yıllardan sonra önemli sorunlarımız ve davalarımız olarak karşımıza çıkmıştır. ÇÖZÜM ÖNERİLERİ: 1. İslam Coğrafyası Şuur Altı Temizliği Yapmalıdır Öncelikle şuur altlarımızdan başlamalıyız işe. Birbirimize karşı emperyal güçler tarafından düzenlemiş şuur altı operasyonlarına son vermeliyiz. Kardeşliğimizi zedeleyen birbirimize karşı nefret, kin ve düşmanlığı körüklemek için Batılılar tarafından yerleştirilmiş nifak virüslerini temizlemeli ve birbirimizi Allah için sevmeliyiz. Türk'ün Arap'a, Arap'ın Acem’e üstünlüğü olmadığını, mutlak üstünlüğün takvada olduğunu unutmamalıyız. 2. İslam Coğrafyası Birbirine Karşı Duyarlı Olmalıdır Birbirimize karşı duyarlı olmalı; acımızı acı, sevincimizi sevinç edinmeliyiz. Peygamber efendimiz "Müslümanlar birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlarda bu sebeple acıyı hisseder, hastalanırlar" buyurarak Müslüman’ın Müslüman’a karşı hukukunu, kardeşlik çizgilerini ortaya koymuştur. 3. Ortadoğu’da Suni Sınırlar Sorgulanmalıdır Başta Ortadoğu olmak üzere İslam coğrafyası bölgesel, ekonomik ve siyasi işbirliği adımlarını atarak bütünleşme sürecine girmelidir. Suni sınırların kalktığı özgürlük, kardeşlik, barış ve istikrarın hüküm sürdüğü, sömürü merkezli değil paylaşım merkezli, bütünleşmiş Sınırsız Bir Ortadoğu'yu hayal etmek zorundayız. Mevcut haritası 100 yıl önce Batılılar tarafından çizilmiş ve kardeşi kardeşten ayırmış Ortadoğu’nun, geride kalan bir asrına kan, gözyaşı ve sömürüden başka bir şey katmamış suni sınırlarını sorgulaması gerekir. Ortadoğu, bir yüz yıl daha aynı dil, din, kültür ve değerlere sahip 22 ülkeyi kaldıramaz, kaldırmamalıdır. Coğrafi, siyasi, ekonomik anlamda AB benzeri bir yapı ile bütünleşmesi Ortadoğu’nun altın çağını başlatacaktır. 4. İslam İşbirliği Teşkilatı Aktif Rol Üstlenmeli İslam İşbirliği Teşkilatı İslam coğrafyasının sorunları konusunda aktif rol üstlenmelidir. İslam İşbirliği Teşkilatı 1960’lı yıllarda İslam Konferansı 98 Örgütü adıyla kurulduğunda Batı Âlemi İslam Coğrafyası birleşiyor algısıyla oldukça endişelenmiş ve engel olmaya çalışmışlardı. Şimdi konjonktür değişmiştir. Batı Âlemi gerileme sürecine girmiştir. Güç ve zenginliğin Batı’dan Doğu’ya göç ettiği bir sürece giriyoruz. Bu süreçte İslam İşbirliği Teşkilatı’nın doğu merkezli oluşan yenidünya düzenine göre kendini reforme etmesi gerekmektedir. 5. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Azınlık Müslümanlar Komisyonu Oluşturmalıdır İslam İşbirliği Teşkilatı’nın atması gereken önemli adımlardan biri de; Azınlık Müslümanlar için sürekli bir izleme komisyonu oluşturarak, Azınlık Müslümanların yaşadığı ülkeler nezdinde temaslarda bulunmasıdır. Müslüman azınlıklıkların yaşadığı ülkelere karşı Müslümanların bu ülkede sahip olduğu haklar, maruz kaldıkları ayrımcılık ve katliamlar göz önünde tutularak komisyonun hazırlayacağı raporlar doğrultusunda ortak tavır alınmalı ve ekonomik, siyasi yaptırımlar uygulanmalıdır. 6. İİT Müslüman Mahalle Sorunlarında Aktif Rol Üstlenmelidir Afganistan gibi Müslüman mahalle sorunlarında, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın aktif bir şekilde rol oynaması İslam coğrafyalarının işgal edilmesinin önüne geçebilir. İşgaller gerçekleşmiş olsa bile, İİT içinde mutlaka var olarak, bu tür olayların Müslümanlar üzerindeki olumsuz etkilerini minimize etme ve işgal sürecini minimuma indirme yönünde çaba sarf etmelidir. ABD ve Batılılar her yıl birbirinin kopyası Afganistan Çözüm Raporu hazırlarken, İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan bugüne kadar Afganistan’da çözüm arayışına yönelik tek sayfalık bir öneri metni yayınlanmadığı düşünülürse, İİT’nin aktifleştirilmesinin önemli ortaya çıkmaktadır. SONUÇ Değerli Kardeşlerim, Artık yeryüzünde yeni bir süreç ve döneme giriliyor. Geleceğin doğudan yükseleceği bir süreç başlamış ve hızla ilerlemektedir. Kendimizi Ortadoğu merkezli bir altın çağa hazırlamak durumundayız. Allah-u Teâlâ gaflet ve delalete düştüğümüz, asli değerlerimizden uzaklaştığımız için güç ve zenginliği Doğu medeniyetinden alarak Batı medeniyetine verdi. Ancak Batı medeniyeti bu gücü yeryüzünde haksız savaşlar açarak, kan akıtarak, hakkı değil gücü temel alarak haklının değil güçlünün yanında yer alarak hükmetti 99 ve zalimlerden oldu. Şimdi bu güç yeniden el değiştiriyor. Bunu sadece ben söylemiyorum. Polonya asıllı ABD’li ünlü ekonomist Prestowitz’in 2005 yılında kaleme aldığı kitabın başlığı “The Great Shift of Wealth and Power From West to The East” yani “Güç ve Zenginliğin Batı’dan Doğu’ya Büyük Göçü”. Clyde Prestowitz bu kitabında güç ve zenginliğin Batı’dan Doğu’ya doğru büyük bir göç içerisinde olduğunu ve orta vadede yeryüzünde ABD hegemonyasının zayıflama ve gerile sürecine girdiğini anlatır. Yine The New York Times gazetesinin dünyaca ünlü yazarı Thomas Friedman bir köşe yazısında “Ailem beni Hindistan’daki aç çocukları düşün ve tabağında yemek bırakma diyerek yetiştirdi. Şimdi ise ben çocuklarımı Hindistan’daki çocukların sizi aç ve işsiz bırakmasını istemiyorsanız derslerinize iyi çalışın diyerek yetiştiriyorum” diyor. Şimdi her bir Müslüman genç için Lawrance olma vaktidir. Coğrafyalarımıza buram buram barış, huzur, kardeşlik, paylaşım kokan topraklarımıza dönüp, emperyalistlerin aramıza çizdiği suni sınırları sorgulayacağız, sorgulatacağız. Bugün her birimizin hipnozdan uyandığı gündür. Bugün her birimizin yüz yıl süren o bitkisel hayattan uyandığımız gündür. Bugün lambadaki cinin uyandığı gündür. Bugün Ortadoğu'dan Güney Asya'ya, Orta Asya'dan Uzak Doğu’ya geleceğin Doğu medeniyetinden yükselmeye başlayacağı gündür. Korkmayın, inanıyorsanız güçlüsünüzdür ve zafer sadece inananlarındır. Batılıların sahip olduğu hiçbir güç sizi yanılgıya düşürmesin. Unutmayın ki, yeryüzünde ve evrende mutlak tek güç Allah-u Teâlâ’dır. “İnil Hukmü İlla Lillah” diyor ve iman ediyoruz. Geleceği hayal edin. İdealleriniz, uğruna ömür çürüteceğiniz idealleriniz olsun. Hiçbir şey yapmasınız bile hayalleriniz olsun. Çinli bir düşünür “hayallerinize dikkat edin, çünkü onlar eylemlerinizin ilk adımlarıdır” der. Her işinize mutlaka Rıza-i İlahiyi katın. Unutmayın ki, içinde Allah Rızası olan her işin sahibi sizden önce Allah-u Teâlâ olur. Son olarak sizleri Pakistanlı İslam düşünürü Muhammed İkbal’in sevdiğim bir sözü ile selamlamak ve sözümü noktalamak istiyorum. Chin O Arab hamara Hindustan hamara Muslim hain hum watan sara jahan hamara “Çin bizim, Arap bizim Hindistan bizimdir / Müslümanız biz, bütün cihan bizimdir.” 100 Hepinize saygılarımı sunuyor, Rabbimden bizleri sınırları olmayan bir Ortadoğu’da ve yeniden yekvücut olmuş sınırsız bir İslam coğrafyasında birleşip buluşturmasını diliyorum. 101 BANGLADEŞ’İN EKONOMİK DURUMU MOHAMMAD ABDULLAH ALMASOOD BANGLADEŞ- SAWAB Üçüncü dünyanın gelişen bir ülkesi olan Bangladeş, sayısız problemlerle uğraşmasına rağmen yıllardır beklenilenden nispeten daha iyi bir performans göstermektedir. Ülkenin sömürge ve yarı sömürge dönemleri boyunca sayısız başkent uçuşları nedeniyle başkentlerin uzun tarihsel bir geri kalmışlığı vardır. Bu vasıfsız iş gücüne katkıda bulunan aşırı nüfustur. Enerji kaynakları ve uygun politika eksikliği nedeniyle Bangladeş'in alt yapı durumu her zaman bir darboğaz sorunu olmuştur. Ana enerji kaynağı gazdır. Elektrik bile büyük oranda gazla üretilir. Kömür rezervi sadece 23 TCF rezerve sahip olan Gaz'a göre yaklaşık 67 TCFdir. Son yirmi yıl boyunca (90lar ve milenyum) GSYH bileşenlerinin sektörel payında ataerkil bir değişiklik olmuştur. Yabancı kazançların büyük bir bölümü hazır giyim ürünlerindendir. Hissesini günden güne artıran havale, bir diğer yabancı kazanç kaynağıdır 2000 yılından beri Bangladeş orta derecede büyüme oranlı bir döneme girmiştir. Mevcut GSYH büyüme oranı %6'dan fazladır. Ancak bu, daha iyi bir gelişme prosedürüne sahip olmak için gerekli orandan daha düşüktür. Bangladeş'in yoksulluk sınırının durumu 1990lardan beri gelişmektedir. Mevcut yoksulluk düzeyi yaklaşık %31.5tir. Ancak tüm yoksulluk göstergeleri üzerinde nispeten daha iyi bir durum olduğunu gösteren Bangladeş’in MPI si 29 dur. Eşitsizlik durumu on yıl boyunca nispeten değişmemiştir. Gini oranı on yıl boyunca değişmeden 35 civarında kalmıştır. Bangladeş'in ekonomistlerin açısından oldukça yüksek olarak kabul edilen mevcut enflasyon seviyesi yaklaşık %7 dir. Bangladeş'te her zaman bir ticaret açığı olmuştur. Ancak 2000 sonrası dönemde ticaret dengesi hala olumsuz olmasına rağmen cari hesapta bir artış kazanılmıştır. a. Ekonomideki Sorunlar: 1. Tarihi Süreç: Bangladeş 200 yıldan fazla bir süredir sömürge ve yarı sömürge egemenliği altında idi. Sömürge dönemleri boyunca merkezler çevrelerini bastırma aracı olarak gördüler. Onlar merkezlerinde üretilecek şeyleri bittiğinde, ihtiyaç duyulan ham malzemeleri temin etmek için sömürgeleri kullandılar. 102 Sonuç olarak, 1950lerden önce Bengal'de endüstrileşmenin çok önemsiz bir oranı vardı. Sermaye birikimi, sömürgeci güçler tarafından engellendi. Merkez çıkarlarının daha iyi ihracı için ihtiyaç duyulan sömürge yarımadasında sadece o sanayiler inşa edildi. Pakistan yönetimi altında yarısömürge döneminde, Doğu Bengal ekonomisi tarıma dayanıyordu. Sanayileşme doğu kesimi göz ardı edilerek batı bölgesinde gerçekleşti. Bu nedenle sermaye birikimi Bangladeş'in Bağımsızlık öncesi döneminde engellendi. Bugüne kadar Bangladeş’te uygun düzeyde bir sermayeden yoksun ve çoğu vasıfsız olmak üzere yoğun bir iş gücü olmuştur. 2. Sorunların Sebepleri: Sorunların arkasındaki temel nedenler şunlardır: 1. Altyapı tıkanıklığı: Ülke altyapısal topraklamalardan gerekli düzeyinden yoksun. Bu durum ülkedeki çok düşük DYY seviyesinin temel sebeplerinden biridir. 2. Güç krizi: Güç krizi gelişim süreci için ciddi bir engeldir. Ülkenin en iyi ihtimalle sadece 6580MW ürettiği yerde ortalama günlük elektrik ihtiyacı yaklaşık 8754MW'tır. 3. Vasıf eksikliği Bangladeş’teki işçiler genelde vasıfsızdırlar. Bunun sebebi: • Eğitim eksikliği • Uygun devlet girişimlerinin eksikliği • Eğitim ve eğitim tesislerinin eksikliği Dahası, bu perspektifte dikkat edilmesi gereken bir husus da Bangladeş’in diğer rakip ülkeler arasında vasıfsız veya yarı vasıflı işçiler yüzünden geri kalıyor olmasıdır. 4. Siyasi Kriz: Bangladeş'in siyasi durumu her zaman beklenenden uzak olmuştur. Bu ne ülkemizin gelişimi için yardımcı ne de vatandaşların koşullarının iyileştirilmesi için faydalıdır. 5. Uygun Politika eksikliği: 103 Ülkede güç desteği, politik kararlar ve uzun vadede istikrarlı bir gelişimi sağlayacak uygun siyasi girişimlerin eksikliği görülmektedir. Çözüm için İslam Dünyası'ndan Beklentiler: Bu küreselleşme çağında, ülkeler birbirinden ayrılmış parçalar değildir. Bu nedenle İslam dünyasının daha iyi bir gelişme arayışının peşinde olmak için birbirlerine yardımcı olmaları gerekir. Aşağıdaki adımların anlaşılabilmesine ihtiyaç vardır: 1. Yoksulluğu azaltmaya yardım etme: Zengin Müslüman ülkeler Bangladeş gibi Müslüman ülkelere zekat ve bağışlarla yoksulluğun azaltılmasına katkıda bulunabilir. 2. Nitelikli insan gücü oluşturmak için: Kuveyt-Bangladeş Mesleki Eğitim Merkezi gibi eğitim merkezleri kalifiye insan gücü üretmede çok iyi bir rol oynamaktadır. Bangladeş İslam dünyasının yardımı ile daha fazla eğitim merkezi kurabilir. Ayrıca, Müslüman Dünya en parlak Müslüman öğrencilere en iyi derecenin peşinden gitmeleri ile dünyanın en iyi üniversitelerinde daha yüksek çalışmalar elde etmeleri için nihayetinde gerçekten milletin insan sermayesini artıracak bir burs sağlayabilir. Bangladeş'teki IUT gibi dünya standartlarında Üniversiteleri belli bir çöpçüye kadar bu noktada hizmet edebilir. 3. Altyapı tıkanıklığı kaldırmak için: Müslüman ülkeler kredi imkanları yoluyla daha iyi altyapılar oluşturmak için yardım edebilirler. Yollar ve nakliyatın gelişiminde İKB(İslam Kalkınma Bankası)'nın çok önemli bir rol oynadığı unutulmamalıdır. Bu süreçte ülkenin enerji üretimine de katkıda bulunabilir. Bangladeş’in Siyasi Durumu Bangladeş'in kendisi için seçtiği sistem demokrasi tam olarak da parlamenter demokrasi. Büyük kurtuluş savaşının sona ermesinden sonra, 4 Kasım 1972 yılında, Bangladeş tek meclisli bir parlamento ile demokrasinin Westminster modelini kabul etti.1971'den günümüze, Bangladeş demokratik konsolidasyon yolunda birçok iniş ve çıkış yaşadı. En başından beri Bangladeş'in kurucusu Şeyh Mucib Rahman tarafından yarı otokratik bir yönetime maruz kaldı. Şeyh Mucib 25 Ocak 1975'te BAKSAL adında bir tek parti sistemini hayata geçirerek demokrasi için gerekli olan özgür ve adil 104 bir alanı yok etmiş oldu.Daha sonra, 1975 yılında, Bangladeş siyasetine ilk askeri müdahale oldu. 1975 1991 arasında iki askeri yönetici Bengladeş'i yönettiler.1991 yılında, Bangladeş askeri yöneticilerin doğrudan hakimiyetinden kurtuldu. 1991 2006 arasında demokrasiyi herhangi bir kötü müdahale olmadan tecrübe etti. Fakat 2006'da Avami Partisi ile Bangladeş Milli Partisi arasındaki geçici hükümet hakkındaki anlaşmazlık sonuç olarak yarı militarist bir yönetimi doğurdu.Bu sebeple Bangladeş demokrasinin doğasının bir adım ileri iki adım geri olduğu söyleniyor. Bangladeş parti sisteminin tarihi de dalgalı bir görünümde. Şeyh Mucib'in 1975'teki ölümüne kadar Bangladeş tek partili bir yapıya sahip oldu.1975'te Mucib'in suikasta uğramasından sonra ilk askeri yönetici ve başkan Ziaur Rahman çok partili sistemi ilan etti.1991'de ikinci askeri lider H. M. Erşad'ın düşüşünden sonra gerçek manada iki partili sistem hayata geçmiş oldu.Bugün hala Bangladeş'te iki partili sistem varlığını devam ettirmektedir. İki ana parti ise Bangladeş Avami Partisi ve Bangladeş Milli Partisidir.Bu iki partinin yanı sıra Bangladeş'te bazı din tabanlı siyasi partiler de bulunmaktadır.Bangladeş Cemaati İslami, Bangladeş İslami ve Bangladeş Hilafet Meclisi başlıca din temelli partiler.Özellikle Bangladeş Cemaati İslami Partisi Bangladeş'in 3. en büyük partisidir. Bangladeş Avami İttifakı laiklik ve Hindistan yanlısı bir partidir. Şeyh Mujibur Rahman'ın kızı görevdeki başbakan Şeyh Hasina partinin başkanıdır. Öte yandan, Bangladeş Milliyetçi Partisi bir sağcı partidir. Begüm Khaleda Zia, eski askeri hükümdar Ziaur Rahman'ın dul eşi, Bangladeş Milliyetçi partinin başkanıdır. Her iki parti de hanedanlar arası siyasi partilerdir. Bangladeş Avami Partisi bugünkü iktidar partisidir.Bu, aslında, bir laiklik yanlısı siyasi partidir. Bangladeş'in tüm bakanları yaklaşık 20 tane, solcu kökenlidir Dış diplomasisi ise Hint yanlısı bir felsefeye sahiptir. Son günlerde anti-İslam yönü Cemaati İslami Partisi liderinin 1971 yılındaki özgürlük savaşında insan hakları ihlalinde bulunduğuna dair yalan iddialarla hapsedilmesiyle daha da su yüzüne çıkmış oldu. Bu hükümet anayasayı değiştirdi ve devlet dini olarak İslam'ı 15inci oturumda Bangladeş anayasasından kaldırdı. Uluslararası ilişkilerde Bangladeş'in "herkes için dostluk ve hiç kimse için kötülük" diye ortak bir sloganı vardır. Aslında Bangladeş Müslüman nüfusun üçüncü en büyüğü olarak İKÖ ve dünyadaki bütün Müslüman 105 ülkelerle güçlü bir diplomatik bağa sahiptir. Ancak mevcut rejimin başlangıcından sonra, iki sebepten dolayı -İslam'ın anayasadan çıkarılması ve sözde savaş suçu yüzünden Cemaat Liderleri'nin tutuklanması, Müslüman dünya ile Bangladeş'in ilişkileri ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Bangladeş’in barışsever insanları tüm Müslüman Ümmeti ile iyi diplomatik ilişki tutmak için her zaman isteklidirler. Bangladeş'in domino etkisi sonucunda 1991den sonra demokrasi yarışında yeni gelen olarak bazı üstün başarıları vardır. Bangladeş güçlü bir sivil topluma ve güçlü bir medyaya sahiptir. Ama hala demokratik konsolidasyon yolunda bazı ciddi krizlerle karşı karşıyadır. Mujib rejimi Bangladeş'in ilk rejimi olarak, onun çalışan arkadaşlarının yolsuzluk hatası, adam kayırmacılıktan dolayı ve son olarak tek partili bir sistem kurulması üzerine birçok sorunla yüz yüze geldi. Ziya rejiminde, sorunlar ordunun kendi içindeydi. Ordu organizasyon şemasında bir müdahale etme eğilimindeydi. Ziya tarafından alınan medenileşme süreçleri ise etkili değildi. Çok partili sistemi yeniden getirdi ama seçimler tarafsız değildi. Ershad rejimi boyunca, Bangladeş Ziya rejimi gibi ani sorunlarla karşılaşıldı. Kısmi seçim, Muhalefet partisine baskı, bastırma, hareket ve konuşma özgürlüğüne engel olmak ortak senaryolardı. İnsanlar demokrasiyi uygulamada özgür değildi. Bu demokrasi korunmuş ya da güdümlü bir demokrasiydi. Ershad'ın düşüşünden sonra Bangladeş liberal demokraside yeni bir döneme geçti ama hoşgörü eksikliği, karşılıklı saygı ve inanç eksikliği ve yolsuzluk Bangladeş'in siyasi alanındaki genel eksikliklerdi. Fakhruddin’in askeriye tarafından desteklenen ve 2006’den 2009’a kadar süren seçimsiz rejiminde Bangladeş bir sorunla karşılaştı. Bu rejimde, daha sonraki hükümet eksi-iki formülü kurmak için amaçlanmıştır. Bunun yanında hükümet yolsuzluk adına siyasi liderler tutuklayarak ülkeyi depolitize etmeye çalıştı. İki yıllık bir aradan sonra, 2009 yılında, demokrasi Bangladeş'te yeniden tesis edildi. Mevcut rejimde, Bangladeş bazı sorunlarla karşı karşıya bulunuyor. İlk olarak, muhalefet partisi üzerindeki baskı ve yıldırma mevcut rejimin en büyük sorundur. Hükümet muhalefetin ülke için iyi ya da kötü her türlü hareketini yıkıcı hareket olarak algılayıp polis ya da diğer askeri araçlarını kullanarak bastırmak yoluna gitmektedir. İkinci olarak, son günlerde, hükümet muhalefet baskı için bazı bozucu ve zararlı araçlar kullanmaktadır. Üçüncü olarak, tutuklama ve kaybolma son zamanların en önemli iki tehlikesidir. Bangladeş Milli Partisi liderleri bu kaybolma olaylarının en başta gelen kurbanlarından. Cemaat ve Shibit 106 (Cemaat el-İslami'nin öğrenci kolu) ise tutuklama mekanizmasının en önemli maduru.Son zamanlarda, 21 kadın Cemaat el-İslami'nin merkezinden devlet tarafından tutuklandı.Bunların yanı sıra, Bangladeş'te mevcut başka sorunlar da var. Tüm bunlarla beraber hükümetin medya ve sivil toplum üzerinde dikkate değer bir baskısı var. Bu sorunların arkasındaki ana nedenleri belirlemek zor bir şey. İlk olarak şu anda Bangladeş siyasi arenasında iki önemli mesele var. Birincisi geçici hükümet meselesi ikincisi de insan hakları ihlali davası. Bu iki önemli konuda muhalefet partilerinin tüm hareketleri baskı için, hükümet bu durumu oluşturuyor. Bazı durumlarda, güvensizlik, kişisel ve parti çıkarları bu sorunların nedenlerindendir. Partilerin güç elde etmeye ve onu kötüye kullanmaya dair ortak bir eğilimleri var. Bunlar bahsedilen sorunların arkasındaki başlıca nedenler. Asıl çözüm tüm büyük siyasi partiler arasında diyalog ve uzlaşma ile gelmelidir. Diyalog olmadan,sorun dolaylı ya da direk bir askeri müdahaleye doğru gidiyor. Bu iki fenalığı önlemek için, diyalog ve uzlaşma oldukça gereklidir. Savaş suçu konusunda, hükümet mahkeme adı altında gerçekleştirdiği bu şakaya son vermeli. Burada olan mahkeme görüntüsü altında en büyük 3. parti olan Cemaati İslami Partisinin tasfiye edilmesinden başka bir şey değildir. Müslüman dünyadan en başta beklenen İTÖ’nün güçlendirilmesi ve tüm ümmetin sorunlarına çözüm bulabilecek bir yapıya ulaştırılması.Bunun yanı sıra Müslüman devletler Bangladeş hükümeti ile ilişkiye geçmeli ve bu sayede hükümet Müslüman devletlerle diplomatik ilişkiler geliştirebilsin. Bangladeş’in Askeri Durumu Bangladeş'in askeri yapısı üç kanattan oluşuyor: Kara, deniz ve hava. Bu üç yapıda, cesur ve enerjik gençlerimiz toprakların ve halkın emniyet ve güvenliğini sağlamak için çalışıyor. Bangladeş'te iki katlı bir askeri sorun var. Birincisi asker içi. İkincisi ise Bangladeş ordusu ve hükümet arasındaki karşılıklı bir sorun. Hükümet geniş bir bütçeyi askere ayırırken askerden de siyasi destek buluyor. Bu Bangladeş'teki asker sivil ilişkisinin temelini oluşturuyor.Elbette ki bu yazılı bir anlaşma değil fakat açık bir şekilde zaten ortada. Evvelki hükümetlerin yaptığı gibi bu günkü hükümet de aynı ilişkiyi devam ettiriyor. Sonuç olarak asker bir vergi yılında gelirlerin %40'ını alıyor. Bu bütçe yanında, ordu için hükümetten bazı diğer gizli ödenekler de bulunmaktadır. Ayrıca emekli 107 askerlerin siyasette önemli yerlere gelmeleri de ayrı bir sorundur. Askeri teşebbüsler ise asker hükümet ilişkisinin bir başka yönünü göstermektedir. Askeri müdahalenin dolaylı ya da dolaysız hali Bangladeş'te bolca bulunmaktadır. Asker hükümet politikasına müdahale edip etkileme yönünde bir eğilime sahip. Sonuç olarak, askeri bürokrasi ve sivil bürokrasi arasında gizli bir çatışma meydana gelmektedir. İkinci ve en önemli sorunu askeri kapasitesinin zayıflığıdır. Gelişmekte olan bir ülke olarak, Bangladeş dünyanın herhangi bir ülkesinden istila veya saldırganlık gücü olarak daha üstün değildir. Savaş teknolojileri yeterince nitelikli değildir. Bangladeş askeri beceri olarak da çok zayıftır. Bunun arkasında gelişmekte olan Bangladeş'in yapısal sorunları vardır. İkinci olarak, hükümet muhalefet karşısında ordudan siyasi olarak yararlanmaya çalışmaktadır. Burada bir himaye ilişkisi oluşmaktadır. Ayrıca seçimler hakkındaki güvensizlik hükümetin meşruiyetini zedelemektedir. Bunu aşmak için de hükümetler askeri kalkan olarak kullanmaktadırlar. Temel olarak hükümetler, askeri siyasi emelleri için kullanıyorlar. Sonuç olarak pazarlık hükümet ve askeri arasında gerçekleşiyor. Görünüşe göre askerle alakalı bahsedilen sorunları çözümü gayet zor. Askerin yerli yerinde kullanılması ancak sorunlara çözüm olabilir. Siyasi aktörler kendi kişisel ya da parti çıkarları için askeri bir araç olarak kullanmaktan vazgeçmeliler. Aynı zamanda hükümet askerin güvenliği sağlayabilecek derecede gelişmesini sağlamalıdır. İslam dünyasına Bangladeş'te askeri gelişimi konusunda önemli bir görev düşüyor. Öncelikle Müslüman devletler askeri eğitim konusunda yardımcı olabilirler ayrıca iki taraflı anlaşmalarla Bangladeş ordusuna yüksek kapasiteli teknolojik bir yapı kazandırılabilir. Son olarak, NATO uluslararası bir yapı kurularak Müslüman ülkelerin güvenliği geliştirilebilir.Son adım Müslüman ümmetin tekrar tesis edilmesi olacaktır. İslam Bengladeş'te %89.5 ile en büyük, Hinduism ise %9.6 ile ikinci büyük dindir.Geri kalan nüfus ise Buddism ve Hristiyanlığa inanmaktadır.Din her zaman kimliğinin güçlü bir parçası olmuştur. Bu vatandaşların kendini tanımlamada ilk seçenekleri olmaktadır.Bangladeş Endonezya, Pakistan ve Hindistan'dan sonra, 130 milyon ile, dünyanın dördüncü büyük Müslüman nüfusuna sahiptir.Anayasal olarak Bangladeş laik bir devlet olarak kabul edilmektedir. Kısa bir süre için, Bangladeş Pakistan yönetimi altında iken, İslam devletin resmi dini idi. Ancak Yüksek Mahkeme veya Bangladeş 108 Yüksek Mahkemesi Bangladeş'in bir resmi dini olmamalıdır, yani 1972 anayasa ilkelerine geri dönülmelidir kararını verdi. İslam ordularının Bangladeş'e gelmelerinden de önce Sufi alimler Banladeş'te İslam'ın yayılmasında önemli bir rol oynadılar. MS 1200'lerde Müslüman yöneticiler Bangal bölgesinde siyasi otorite sağladılar.Bu siyasi gelişme İslam'ın yayılmasını da etkiledi. Özellikle doğu Bangal bölgesinde Müslümanlar çoğunluğu oluşturmaya başladı. 16. yyda Mughals olarak bilinen bir Türk boyu Bangal bölgesini ele geçirerek geniş Hindistan imparatorluğuna eklediler.17. ortalarında Mughallar hakimiyetlerini tüm deltaya yaydılar. Bengalli yöneticiler bu güce katılmanın direnmekten daha karlı olduğuna karar verdiler. Bu fetih hem kırsalda hem de şehirde temel değişiklikler sebep oldu. Ekonomik, sosyo-politik ve kültürel sistem tamamen etkilendi. Dini açıdan sosyo-politik kurumlar İslami kavramların yayılımını kolaylaştırdı. İhtida kavramı genelde İslamlaşma ile eş anlamlı olarak kullanılır. Fakat bu tümden ve hızlı bir değişim ima ettiği için yanıltıcı olabilir. Bangal'de ve Güney Asya'da genel olarak bu değişim oldukça yavaş hatta fark edilemeyecek bir hızda gerçekleşmiştir. Bangladeş göründüğü kadar yekpare bir toplum değildir. İdeolojik karşılığı olan siyasi farklılıklar şiddetli çarpışmalara sebep olup Bangla toplumunda farklı grupların oluşmasına sebep olmaktadır. Bangla milliyetçiliği din ile beraber değil Bangla dili çevresindeki hareketle büyümüştür.Bununla beraber yeni bağımsız seküler Bangladeş Güney Asyada dil, etnik ve din olarak en az azınlığa sahip olan ülke olmuştur. Fakat yine de Bangla kültüründe dini kimliğin baskın olmasa da önemli bir yerinin olduğu unutulmamalı.İslam'ın özellikle 1947-1971 arası dönemde Doğu Pakistan’daki özel sosyo-politik durumdan dolayı yeteri kadar siyasi varlık gösterememesi de ayrı bir tartışma konusudur. Bangladeşli Müslümanlar başarısız sosyal devlet projeleri yerine hayalperest, kaderci, bağnaz, militan İslam yorumlarında cevap aramışlardır. Bangladeş'teki siyasi İslamı anlamak derin bir bilgi gerektiriyor. Bunun da liderlerin ayrılık hareketinden beri vaat ettikleri ve insanların ihtiyaçları arasındaki ilişkiyle yakından alakası var. Bangladeş'in en büyük üçüncü Müslüman devlet olması bakımından İslam'ın Bangladeş'in siyasi ve kültürel hayatından rol oynaması kaçınılmazdır. %80'ı Müslüman olmakla beraber bu nüfus en fakir, en az eğitimli, en az gelişmiş kısmı temsil ediyor. 109 Eğer fakirlik, cahillik ve zenginliğin dengesiz dağılımı İslami canlanma ve enerji için yeterli olsaydı o zaman Bangladeş yanlış şekilde tarif edilen "İslami Fundemantalizmin" mümbit bir toprağı olurdu.Son zamanlarda, Avami partisi muhaliflerini özellikle de Cemaat-i İslami ve Bangladeş Milli Partisini ''köktenci'' olarak lanse ederek siyasi avantaj kazanmak yoluna gidiyor. Bangladeş'te İslami hareketlerin doğası İslami hareketler başka bir boyuta sahiptir. Onlar öncelikle, kırsal tabanlı, tarımsal ve köylü kültür ve davranışları yansıtıcıdır. Ülke nüfusunun yüzde sekseninin kırsal olması, temel olarak medeniyetin ilk çağlarındaki gibi yaşantısı, üretim ve elektrik gibi temel ihtiyaçlara kısıtlı imkanlarının kısıtlı olmasıyla, baskın olarak tarım ile uğraşır.Ve bildiğimiz gibi, inançlı ve geleneksel olan köylüler çoğu zaman bir kimlik aracı ve dayanak olarak dine dayanır.Kısaca köylülerin politik davranışları ve kültürleri dinden uzak değildir.Onların politik olanları da içeren 7 dünyevi aktiviteleri, onların dini inanış sistemine konu olan ahlaki ekonomiden esinlenmiştir.Bu nedenle, Bangladeş toplumu ve siyasetinde İslam'ın anlaşılmasında, köylünün faktörü önemlidir. "Köylü İslam" ve "Kentsel elit" olan iki geleneğin sentezi, "Bangladeş'te İslam" olan bileşime yol açar. Katı çabalarına rağmen, Vahhabiler ve 19. yüzyıldan beri diğerleri olan İslami bağnaz reformcular, bu bağlamda çok az değişmişlerdir.Ultra-Ortodoks Müslümanların parçaları, İslami büyük geleneklerin taraftarları olduklarını iddia ederlerken ve ataları Arap, Orta Asya, İran, Hindistan ve Bengal geleneklerine duyarsız olmazken, miras kalan bağdaştırıcı inanç ve değerlere sahiptirler. 1990'lara kadar, Bangladeş liberal bir toplum olarak kabul edilirdi. Ama bu hızla değişti. Bangladeş siyasal İslam'da hızlı bir büyüme gördü. Ana dini siyasi parti, İslami Bangladeş Cemaatidir. (İBC, Pakistan'daki İslami Cemaatin kız kardeşidir.)Açıkça Pakistan yanlısı bir partidir. 2001 yılında yapılan genel seçimlerde, İCB, BNP yardımıyla, parlamentoda 18 sandalye kazandı.İCB, İslami köktendincilik fikirlerini yaymak için konumunu kullandı. Eğitim Durumu: Eğitim sistemi ve sorunlarının Genel Görünümü: Burada, en önemli unsurlarından biri ülkemizde eğitim sistemidir. Bilindiği gibi, Milli Eğitim ulusal kalkınma için bir anahtardır. Bangladeş Eğitim sisteminin yapısı, ülkenin kendisinin ve Batı'nın bir birleşen bir özelliğidir. 110 Bangladeş Anayasası, 15,16,17,19,28,41 maddeleri, Bangladeş Eğitimi'nin özelliklerini sağlar. Bu, aşağıda gösterilen 3 adıma ayrılabilir, İlköğretim: Halen, 6 ila 10 yaş araıs çocukları için 5 yıl ilköğretim, Bangladeş hükümeti tarafından sağlanmaktadır. Hükümetin İlköğretim ve Yaygın Eğitim Bölümü bu faaliyeti göstermektedir. Bangladeş'te 11 çeşit İlköğretim kurumu vardır. Ortaöğretim: 6.sınıftan 12'ye kadar 7 yıl Ortaöğretim kalır. 3 adımı vardır1. Alt Orta düzeyi (sınıf 6'dan sınıf 8'e) 2. Orta öğretim düzeyi (Sınıf 9 ve 10) 3. Yüksek Orta düzey (Sınıf 11 ve 12) Yükseköğretim: Bangladeş'te Yüksek Öğretim için, Öğrenciler çeşitli üniversite ve kolejlerde, mühendislik, teknoloji, tarım ve tıpta kendi ileri çalışmalarını seçebilirler. Başka bir yolda, Bangladeş Eğitim sisteminde kalanlar, 1. Genel Eğitim Sistemi 2. Medrese Eğitim Sistemi 3. Teknik-Mesleki Eğitim Sistemi Cadet kolejleri Bangladeş eğitim sisteminde de önemlidir. Eğitimin her düzeyinde, öğrenciler İngilizce veya Bangla dilinde eğitim almayı seçebilirler.Yani, bu bizim ülkedeki eğitim sistemlerinin yüksek oranda sübvanse edilen genel bakış açısıdır. Din Eğitimi ve sorunlu alanları: Bangladeş'te eğitim sistemi, ülkemizdeki ulusal ve sosyo-ekonomik bölümlerin nedeni olan 3 katmanlıdır. Bangladeş gibi Müslüman bir ülkede uygulandığında, laik eğitim sistemi, tüm sistemi kötü yapar. Ülkemizdeki eğitimde sorunlarının iki nedeni, öğrencilere din eğitimi ve ahlak dersleri alanında eğitim verme eksikliğidir. Eğitimi maddi kaynaklarla desteklemede yetersizlik(ulusal bütçenin şu anda sadece 2.5%'i ile eğitim için katkıda bulunulmuştur), gerekli izleme yetersizliği ve bozulmuş eğitim 111 kurumları, sorunların bazılarıdır. Öğretmen ve kurumların sayıları, çok sayıda öğrenci için olan büyük sıkıntıya bir örnektir. Öğretmen, ağırlıklı olarak özel öğretmenler, maaşlarında aşırı bir umutsuzluk vardır ve bu, yetkililer ve öğretmenler arasında bir anlaşmazlığa yol açar ve böylece tüm sistemi alt üst eder. Bilimsel öğretmedeki yetersizlik, sistemin sekilerleştirilmesi, kurumsal binalara, sınıflara ve içme sularına olan büyük ihtiyaç, eğitimli öğretmen ihtiyacı, eğitimdeki siyasi etkiler, eğitim sistemimizin yetersiz sonuçlarının diğer sebepleridir. Temel sorunlar üzerinde çözüm stratejileri: Burada biz problemler üstünde bazı çözüm stratejileri gösteriyoruz; bir yol, birçok bölünmüş sistemden ziyade, dini ve ahlaki eğitimi de içeren bilimsel eğitim sistemi başlatmak olabilir. En önemlisi olarak, eğitimdeki kötü durumu durdurmak için gerekli adımları atılabilir, eğitimli öğretmenler ve diğer olanaklar öğrencilere sağlanabilir, saygılı ve yeterli maaşlar öğretmenlere sağlanabilir, öğrenci siyasetinin kötü yanları kurumlarda kontrol edilebilir, güçlü bir eğitim bakanlığı kurulabilir, ve öğretmenlere bilimsen eğitim sağlanabilir. 112 DOĞU TÜRKISTAN ÇÖZÜM ÖNERILERI MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ABDUSSELAM TEKLIMAKAN DOĞU TÜRKİSTAN- DOĞU TÜRKİSTAN MAARİF DERNEĞİ Doğu Türkistan 1,8428 Km kare Yüz ölçümüne sahip, 35 Milyondan fazla Müslüm Türkün yaşadığı bir İslam yurdudur. Doğu Türkistan’ın Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Pakistan, Afganistan, Hindistan (Kaşmir), Tibet, Moğolistan ve Çin ile kara sınırları vardır. Başkent: Ürümçi Meşhur kadim Şehirler: Kaşgar, Artış, Yarkent, Urumçi, Turfan, Hotan, Gulca. Aksu. Din: 100 % Sünni Müslüman Dil: Uygur Türkçesi. Ayrıca doğu Türkistan da farklı lehçelerde Türkçe konuşan çeşitli Türk soydaş kavimlerden Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Tacikler yaşamaktadır… Nüfusu: 30-ile 40 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Çin kaynakları Türklerin sayısını 12 milyon civarında olduğunu lanse etmektedir. Çin işgali esnasında (1949 da )yapılan nüfus sayımında yaklaşık 6 milyon Türk yaklaşık 300 bin Çinli nüfusun olduğu bilinmekteydi. Bu gerçek, batı ve Türkistan tarihçilerin kaynaklarında belgelenmiştir. Doğu Türkistan da Çoğunluğu Uygur Türkleri teşkil ederken, eskiden beri diğer Kardeş Türkî topluluklardan Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Tacik, Hui(dungan) Müslümanları da beraber yaşamaktadır. Doğu Türkistan Çin işgaline geçtiğinde 300.000 ‘i aşmayan işgalci Çinli göçmenlerin sayısı, şuan nerdeyse Doğu Türkistan nüfusunu aşmış durumdadır. Doğu Türkistan’ın Kısa Esaret Tarihçesi. Ezelden uygar, medeni, hür ve bağımsız olarak şanlı saltanat ve hakanlıkları kurarak tarih sayfasına derin izler bırakan Doğu Türkistan coğrafyasına ilk Çin işgali 1750 yılında başlamış ve 1862 tarihine kadar sürmüştür. Bu süre içinde Doğu Türkistan’da 42 isyan hareketi olmuştur. 1863 yılında Yakup Beg BEDEVLET, Kaşgar merkez olmak üzere, Kaşgariye devletini kurmayı başarmıştır. Bu devlet Osmanlı sultanı Sultan Abdülaziz’e biat etmiş ve devleti aliyeden yardım istemiş ve istedikleri yardımı almaya muvaffak 113 olmuştur. Yakup Beg, en büyük desteği ise II. Sultan Abdulhamid Han tarafından görmüştür. Bu desteğe rağmen kurulan devlet uzun ömürlü olamamıştır. Osmanlı Devleti’nin bu dönemde sıkıntılı günler geçiriyor olması bölgeye yeterli desteği vermesini engellemiştir. Osmanlı Saltanatının içinde bulunduğu durumu fırsat bilen Ruslar Batı Türkistan'ı, Çinliler ‘de Doğu Türkistan'ı aralarında paylaşmışlardı. Yakup Beg’in 1877 yılı Mayıs ayında Çin tarafından suikast ile şehit edildikten sonra Çinliler tekrar Doğu Türkistan’a saldırmıştır. 18 Mayıs 1878 yılında Doğu Türkistan’ın tamamını işgal etmiştir. 18 Kasım 1884 yılında Çin imparatorunun emriyle 19. eyalet olarak Şin-cang (Xīnjiāng "Yeni Topraklar") adıyla adlandırılmıştır. 19.yüzyılın başlarında Kumulda başlanan halk ayaklanması ile başlanan uzun silahlı mücadele sonucu 12 Kasım 1933 tarihinde ilan edilen Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti, de Rus ve Çin işbirliğinde yapılan askeri müdahaleler ve çeşitli fitne ve suikastlar neticesinde tekrar yıkılmıştır. Mücadele saflarında ortaya çıkan zaaflara rağmen çeşitli komutanlar liderliğinde bölge - bölge direniş hareketleri 1942 ye kadar devam etmiştir. 12 Kasım, 1944 yılında tekrar oluşan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti beş yıl sonra 20 Ekim, 1949 yılında tekrar yıkılmış ve Aralık 1949'da Çin kızıl Ordusu bölgeye girerek konuşlandırılmış ve Doğu Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti tarafından tamamen işgal edilmiştir. Doğu Türkistan iddia edildiği gibi Çinin toprak parçası değildir. Çin’in, Doğu Türkistan halkına karşı yaptığı insan hakları ihlallerini ve zulmü gizlemek ve uğruna verilen kutsal mücadelemizin önünü kesmek için uluslararası arenada öne sürdüğü iddialardan biri de, (Sincan) Doğu Türkistan’ın "Çin topraklarının bir parçası olduğu", dolayısıyla da Doğu Türkistan'da yaşananların "Çin'in iç meselesi sayılması gerektiği" iddiasıdır. Oysa tarihi kaynaklar bu iddiayı yalanlamaktadır. Bunların başında Çinlilerin, diğer milletlerden kendilerine karşı yönelen saldırıları engellemek için inşa ettikleri Çin Seddi gelmektedir. Tarihte ilk defa Çinliler ile bölgede yaşayan diğer milletler arasındaki resmi sınırı bu set oluşturmuştur. Doğu Türkistan Çin'in tarihi sınırları olarak kabul edilen bu setin dışında kalmaktadır. Doğu Türkistan'ın Çin toprağı olduğu yönündeki iddiayı geçersiz kılan çok açık demografik gerçekler de vardır. Doğu Türkistan nüfus yapısı, dili, dini, 114 sahip olduğu etnik köken, milli ve manevi birikimi açısından da Çin'den tamamen bağımsız bir yapı sergilemektedir. M.Ö. 206 ile M.S. 220 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen, ünlü Çinli tarihçilerden PAN KU da bu gerçeği şu sözleri ile dile getirmektedir: “Giyim, kuşam, yemek ve dil olarak Uygurlar Orta Krallıktan tamamen farklıdırlar... Dağlar, ovalar ve büyük çöl bizi onlardan ayırır”. Doğu Türkistan topraklarından geçen "İpek Yolu" tarih boyunca Çin ekonomisinde önemli bir yer tutmuştur. Günümüzde de Çin'in, Doğu Türkistan topraklarını hâkimiyeti altında bulundurma isteğinin altında, bu stratejik alanı denetimi altında tutma isteği yatmaktadır. Bu farklılık tarih boyunca korunmuş, Çin işgali altında geçen dönemlerde de bütün çabalara rağmen herhangi bir asimilasyon yaşanmamıştır. Bugün yaklaşık 35 ile 40 milyon nüfusu olduğu anlaşılmaktadır. Müslüman nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Uygurlar ise ne dilleri ne etnik kökenleri ne de dinleri açısından Çinlilerle benzerlik göstermektedir. Uygur alfabesi Arapça harflerden oluşan bir alfabedir, Uygurların dini İslam'dır ve bu halk bin yıldan uzun bir süredir Türk-İslam inanç ve örfünü yaşamaktadır. Doğu Türkistan'ın Çin'in bir parçası olduğu iddiasını çürüten unsurlardan birisi de Uygur Türkeri’nin, dilleri, dinleri, gelenekleri, yaşam tarzları ve kültürleri ile Çin halkından tamamen farklı olmalarıdır. Tüm bu tarihi bilgiler, coğrafi ve sosyolojik gerçekler Doğu Türkistan'ın Çin'in bir parçası değil, aksine Çin'in tarih boyunca topraklarına katmayı istediği ayrı bir bölge olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Doğu Türkistan halkı en zor ve çetin koşullarda dahi Çin idaresini kabullenmemiş, sık sık bağımsızlık girişimlerinde bulunmuş, gerektiğinde silahlı mücadeleye de başvurmuştur. Doğu Türkistan Meselesi sizin de meselenizdir, bunu biliyor muydunuz. İşgalden sonra bölgenin isminin Çince anlamı “yeni kazanılmış topraklar” demek olan Sincan (Xinjiang) olarak değiştirilmiş ve “Doğu Türkistan” ismini kullanmasının resmî olarak yasaklanmıştır. 64 senedir işgalci Çin bölgede büyük katliamlar gerçekleşmiştir. 1949 İşgalinden buyana Çinliler milyonlarca Uygur Müslümanını katletmiştir. Çinin Doğu Türkistan’da zaman – zaman yürüttüğü çeşitli devirim dalgaları, Kürtajlar ve temizle operasyonları esnasında kayıtsız katledilen insanların sayısına bakacak 115 olursak ciddi bir soykırım tablosu ortaya çıkmaktadır. Çinin bu sinsi kirli amellerinin gerçek yüzü belki gelecek tarihlerde ortaya çıkacaktır. İnsan canı yok edilse bile kanın kokusu ebediyen yok edilemiyor. Geçmiş yakın tarihte dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılan gizli saklı katliamların sonunda ortaya çıktığını hepimiz gördük. İnşa Allah yakın gelecekte Çinin Doğu Türkistan’daki mezalimleri ve katliamlarının Nazileri bile geçtiğini dünya görecektir. Çin ilk olarak 1953 senesinde milletin önde gelen 500.000 aşkın din adamları, bilgin, düşünür ve aydınlarımızı katletmiştir. 1970 senesinde “Kültür devrimi” adı altında Müslüman Türk halkının milli değer ve örfadetlerini hurafe ilan ederek, tarihi kitapları yakmış, camii ve medreseleri sinema ve ya ahıra çevirmiş ve birçoğunu da yıkmışlardır. Buna karşı çıkan 10 bini aşkın insanı “Fan Türkçü ve Fan İslamcı” diyerek idam etmişlerdir. Günümüzde dahi Kızıl Çin bu bölgede her gün yeni katliamlar düzenlemektedir. Buna karşı çıkan halkı ise idama tabi tutmaktadır. Af Örgütü (Amnesty İnternational) Çin insan hakları ihlalleri ile ilgili son raporunda, dünyada geçen yıl en çok kişinin idam edildiği ülkenin Çin olduğunu, Çin’in yılda en az 500 kişi idam ettiğini bu husustaki gerçek rakamın ise, 6000 dan daha fazla olduğunu belirtilmiştir. Çin’de gerçekleşen bu idam olayının yüzde sekseni Doğu Türkistan’da yapılmıştır. Kızıl Çin aynı şekilde 1966 senesinden beri günümüze kadar sürekli olarak Doğu Türkistan topraklarında gizli bir şekilde Nükleer ve diğer kimyasal silahların denemelerini yaparak halkın sağlığını ciddi tehlikeye uğratmaktadır. Bunun sonucu her yeni doğan 100 çocuğun 10’u sakat doğmaktadır. Doğu Türkistan, Asya’da insan hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı yerlerden biridir. Çin Hükümetinin Uygur asıllı Müslümanlara yönelik baskı politikaları her geçen gün artmakta ve dünya bu duruma seyirci kalmaktadır. Doğu Türkistan’da başta yaşam hakkına yönelik ihlaller olmak üzere, mahkûmlar üzerinden organ ticareti, gösteri ve toplanma hakkına dair kısıtlamalar, basın ve ifade özgürlüğü alanındaki sınırlamalar, zorunlu iş göçü, Hashar uygulaması, sosyal ve kültürel alanda yaşanan baskılar, kürtaj ve kısırlaştırma politikaları başlıca insan hakları problemleri olarak çözülmeyi beklemektedir. Urumçi Katliamının Gerçek Yüzü 116 5 Temmuz 2009’da Doğu Türkistan’da büyük bir katliam gerçekleşti. Bu katliamın sebebine bakacak olursak, 26 Haziran T.C. Cumhurbaşkanı Urumçi’de ziyarette iken Çin’in Şauguan şehrinde 800 Uygur kız erkek işçilerin çalıştıkları fabrikanın ikametgâhı 4000 binden fazla Çinli tarafından basılarak çok feci bir şekilde katliama maruz kaldı. Bu baskında 300’e yakın masum Uygur kız ve erkek kardeşimiz şehit edildi veya en azından şuana kadar haberleri alınmamaktadır. Bu Kanlı olayın korkunç videoları sosyal medyada Çinliler tarafından gururla yayınlandıktan sonra, bu olaya ve haksızlığa dayanamayan aydın ve üniversite öğrencileri, Ürümçi sokaklarında barışçıl bir yürüyüş ile hükümet konağına toplanıp, katiller ve tetikçilerin yakalanarak cezalandırılmasını istiyorlar. 5 Temmuz’da Urumçi’de gerçekleşen protestolara Çin Güvenlik güçlerinin vahşice müdahalesi tüm dünyada tepkiyle karşılanmış ve uluslararası kamuoyunun dikkatini bir kere daha bölgeye çevirmişti. Urumçi Katliamı olarak bilinen bu kanlı olayda binlerce Uygur Müslüman şehit edildi ve haksız olarak gözaltına alınan on binlerce kişiden 3 yıl geçmesine rağmen bir daha haber alınamamıştır. Bunlara savunma hakkı da tanınmadan grup - grup halinde Çin mahkemeleri tarafından sözde yargılanarak seri bir şekilde günümüze kadar idam edilmektedirler. 5 Temmuz Urumçi Katliamı sonrası uluslararası toplumun Çin’in gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerini araştırma ve soruşturmaya yönelik yeterli baskı ve alakayı göstermemiş olmamasından cesaretlenen Çin yönetimi Türkistanlıların temel insan haklarının ihlali ve bölge halkını azınlık hale getirmek için demografik değişim maksadıyla Çinli göçmenleri hukuksuz bir biçimde yerleştirme siyasetine rahatça sürdürmektedir. Hızlı Gelişen Çinli Göçmen Yerleştirme Harekâtı. Çin hükümeti Doğu Türkistan’ın demografik yapısını değiştirme politikası çerçevesinde Doğu Türkistan’a milyonlarca Çinlileri hızlı bir şekilde yerleştirmektedir. Çin 1949 da Doğu Türkistan’ı işgal ettiğinde Türkistanlıların nüfusu yaklaşık 6 milyon iken Çinlilerin sayısı 300.000 civarındaydı. Şuan Çinin sinsi yerleşimci politikası neticesinde Çinlilerin sayısı Doğu Türkistan nüfusunun % 55’ni teşkil ettiği iddia edilmektedir. Urumçi katliamından sonra Çin Merkezi hükümeti başkentimiz Urumçi ye 6.000.000 Çinli Han Göçmeni yerleştireceği konusunda bir gizli genelge yayınlamıştı ve 3 sene sora bu plan gerçekleşerek 6 milyon Çinliye kalıcı 117 oturum verildiği konusundaki haberler Parti ve Çin medyalarında açıkça ifade edilmektedir. Türkistan’da gerçek yönetimi elde tutan Çin Komünist partisinin yayınladığı bir iç genelgede önümüzdeki 10 yılda 200.000.000. Çinliyi Doğu Türkistan’a yerleştirme planlarının olduğu bilinmektedir. Öbür tarafta, zorunlu bir şekilde Çine sürgün edilen veya Doğu Türkistan’ın çeşitli bölgelerine zorla göçe tabi tutulan Uygurlardan boşalan topraklara Çinliler yerleştirilmektedir. En verimli topraklar bu göçmen Çinlilere tahsis edilip onların refah için de yaşaması sağlanmaktadır. Doğu Türkistan’da su kaynakları kısıtlı olduğu için Çin hükümeti bu kaynaklardan öncelikle Çinli göçmenlerin yararlanmasını sağlamakta ve bu nedene bağlı olarak yerli halkların geçimi zorlaşmaktadır. Çin hükümeti bölgede Çinli yerleşimci göçmenleri bu topraklarda tutabilmek için büyük yatırımlar yapmakta ve yatırımların neredeyse hepsinden Çinli göçmenler faydalanmaktadır. Kızlarımız Çine Zorla Kaçırılıyor. Ayrıca Çinin bölgemizde hassas uygulamalarından biri de Uygur kızlarının zorunlu göçe tabi tutulma politikasıdır. Özellikle evlilik ve çalışma çağındaki Uygurlara yönelik bu zorunlu göçlerle insanlar Çin’in batısı ve güneyindeki çalışma bölgelerine gönderilmektedirler. Çin hükümeti aynı şekilde Doğu Türkistanlı genç kızları da Çin’in iç kesimine göçe zorlamakta ve bu kızların çoğundan aileleri bir daha haber alamamaktadır, seyahat ve benzeri tüm özgürlükleri kısıtlanmıştır. Bu kamplardan kaçmayı başaran Uygur kızlarının anlattıkları insanın kanını donduracak vahamettedir. Bu kamplardan kaçanların aileleri hapse atılmakta ya da ödeyemeyeceği kadar büyük para cezalarına çarpılmaktadır. Çinin Göç siyasetine Halkımızın Tepkisi. Çinin yerli halkı demografik politikası diasporadaki Türkistanlılarla beraber Doğu Türkistan halkı içerisinde de derin endişe ve izdirab yaratmaktadır. Dolaysıyla halk bu rezil maksada karşı çeşitli direniş faaliyetlerine başvurmaktadır bunun en bariz örneği geçen temmuz ayında Kaşgar ve Hotan’da ve geçmiş yakın aylarda Türkistanlı ve Çinlilerin arasında vuku bulan çatışma olaylarıdır. 64 senedir Çinin Doğu Türkistan’da yaptığı zulüm ve işkence halkımızın bıçak kemiğe dayandı misali sabrını zorlamaktaydı. Şauguen ve Urumçi katliamı bardağı taşıran son damlası oldu. Evet, eskiden 2009 Temmuza kadar halkımızın büyük çoğunluğu uyuyordu. Bazı bölgelerde Uygurların büyük ölçüde asimile olması sebebiyle Çin Uygur 118 demeden karışık oturup kalkmalar yoğunlaşmıştı, ancak Çin halkı ve yönetiminin tavrı hem suçlu hem güçlü olunca maske düştü millet kendine geldi ve şuan her kes olması gereken çizgiye çekilmiş durumdadır. Urumçi olayı geçeli 3 sene oldu değişen bir şey olmadı, her şey eskisi gibi belki daha da sinsi ve keskin! Ama bazı değişikler oldu, göstermelik olarak Çinli Komünist Partisi Genel sekreterini değiştirdi. Peki, ne oldu? Daha çiçeği burnunda parti başkanı görevini başlar başlamaz Doğu Türkistan’a gözdağı vererek başladı, kıracak, dökeceğim ezeceğim… Dini yaşam kılık kıyafet din eğitimi gibi meselelerde çok radikal tavır alan yeni parti başkanı hesabı yanlış yaptı. İlk icraatlarından biri halkımızın namusuna hanım kızlarımıza İslami yaşam ve kültürümüze ellerini uzatmayla başladı. Doğu Türkistan’daki sorunun din ve millet meselesi değil mesele bölgenin yaşam standardının düşük olması ve fakirliktir diye bağırmayla başladı. Hızla Doğu Türkistan’da Kalkındırma projesi adı altında kır, dök başlattı yerli ahaliyi zorla göç ettirerek sokak ve Caddelerin Uygurca adları Çinceye değiştirilerek milyonlarca Çinli yerleşimciyi zorla getirip yerleştirmeye başladı. Çinin kalkındırma yalanına dünya inandı mı? İnanmadı mı? Bilmiyoruz ama Uygur halkı hiç inanmadı ve Çinlilerin haince sinsi planını anladı. Çinin Yanlış politikalarına tepki olarak halkımızın yaptığı her eylemi Çin yönetimi Terörist hareket, dışa bağlı ve kötü unsurlar falan diyerek hemen sürgündeki faaliyet yapan teşkilatları hedef gösterip onlara karşı karalama kampanyası başlatıyor. Artık halkımız vatan içinde olsun ya muhacerette herkes uyanmış, davanın çok çetin ve zorluklarının bilincinde birlik beraberliğin hizmette mutabakatın önemini anladılar. Her kes bireysel olsun ya örgütsel herkes çok inançlı ve dirayetli bir şekilde azimle ilerlemektedir. Artık milletimiz israf edecek hiç bir zamanımızın olmadığı bilincinde kendine düşen görevi laikiyle yapmak zorunda olduğunu biliyor. Din Ve Vicdan Özgürlüklerine Kısıtlama Çin, Din ve vicdan özgürlüğü meselesinde de en çirkin uygulama ve kısıtlamaları bölgemizde gerçekleştirmektedirler, Dünyada başka hiçbir yerde olmayıp sadece Doğu Türkistan’da rastladığımız bir başka insan hakları ihlali ise camilere giriş çıkışların sınırlandırılmasıdır. Camilerin kapılarına asılan listelerde camiye girmesi, camide ibadet etmesi yasak olan kişiler belirtilmektedir. 18 yaşın altındakiler, memurlar, işçiler, emekliler, belediye görevlileri, parti mensupları ve kadınlar yasaklı listesinde 119 bulunmaktadır. Oysa aynı bölgede Budistlere ait tapınaklar da mevcut olmasına rağmen o tapınakların kapısında içeri girmesi yasaklı olanların listesi asılı değildir. Bu da göstermektedir ki Çin hükümeti, Müslümanlara yönelik hem dinî hem de etnik ayrımcılık yapmakta ve bunu gizleme ihtiyacı dahi görmemektedir. Şu an Doğu Türkistan’da Çin hükümetinin açtığı tek okul dışında dini eğitim vermek kesinlikle yasaktır. Çin hükümeti camilerin açık olduğunu savunmaktadır. Bu gidişle bu camilerde namaz kıldıracak ya da dini eğitim verecek insan kalmayacaktır. Son zamanlarda legal olmayan dini faaliyetlere darbe sloganıyla kuran kurslarına şiddetli operasyon yapmaktadırlar. Mayıs ve Haziran 2012 aylarında operasyon neticesinde yaralanan ve ölen çocuklar oldu. islami kıyafet ve yaşama karşı açıkça hakaret sözleri içeren ve yasaklayan afişler sokak ve kavşaklara asıldı. Özellikle Kaşgar ve Hotan gibi tarihi ve dindar şehirlerde tesettür, eşarp ve Türkiye menşeli kıyafet satan mağazalardan bütün malları toplatıp sahiplerine para cezası yazarak kapattılar. Zorunlu Kürtaj Uygulaması Bölgedeki Uygur nüfusunu olumsuz etkileyen ve insanların temel haklarını kısıtlayan sert ve acımasız, insanlık suçu sayılacak uygulamalardan bir diğeri de zorunlu kürtaj uygulamasıdır. Çinliler için bir, azınlıklar için iki olan çocuk sınırlamasında söz konusu sınırın üstünde hamilelik devlet tarafından tespit edilmiş ise mecburi kürtaj yaptırılmaktadır. Zorunlu kürtaj uygulaması, hamilelik aşamasında cinsiyeti tespit edilen bebeklerin kız ise aileler tarafından düşük yaptırılarak öldürülmelerine sebep olmakta, bu da kadın - erkek nüfus dengesinde ciddi bir bozulmaya yol açmaktadır. Yasayla izin verilenden daha fazla çocuk sahibi olan Uygurlar çocuklarının bir kısmını kayıt ettirememekte ve böylece birkaç milyon kayıtsız (kara nüfus)olarak bilinen Türkistanlı çocuk “madden var ama hukuken yok” insanlar olarak, kimlik, eğitim, sağlık, iş, seyahat gibi temel haklarını kullanmaktan uzak bir hayata mahkûm edilmektedirler. Yukarıda zikrettiğimiz ihlallere ek olarak; siyasi mahkûmlar üzerinden organ ticareti, gösteri ve toplanma hakkına dair ihlaller, basın ve ifade özgürlüğü alanındaki sınırlamalar, sosyal ve kültürel alanda yaşanan baskılar Doğu Türkistan’da yaşanan başlıca insan hakları sorunları olarak çözüm beklemektedir. Uygurcayı Kaldırma Politikası 120 Çin hükümeti, sözde Uygur özerk bölge yasalarına aykırı olarak 2002 senesinden beri başta Üniversiteler olmak üzere ilkokuldan itibaren yavaş yavaş Uygur yazısını ortadan kaldırarak Uygur Türklerine Çin’ce eğitimi zorunlu kılmaktadır. 1949 yılından beri birkaç kez alfabemizi Kiril sonra Latin sonra Arapça Uygur alfabesi ve son olarak tamamen Uygurcayı ortadan kaldırarak anaokulundan itibaren Çince zorunlu olarak öğretilir olmuştur. Çin Doğu Türkistan’ın (özde)özerk bölge statüsü ve Çin’in anayasasına aykırı bir şekilde farklı Türk lehçelerinde konuşan yerli halka çift dilde eğitim siyaseti sayesinde Çinceyi kullanmaya zorlayarak bir çeşit zulüm örneği daha sergilemektedir. Bir milletin gelenek-göreneklerini, dinî inançlarını, kendisine özgü dillerini ve toprak bütünlüğünü elinden kaybetmesi demek, o milletin tarihten silinmesi demektir. Hâlbuki binlerce senelik şekilden ibaret Çin yazısında hiçbir değişikliğe gidilmemiştir. Seyahat Özgürlüğü Kısıtlanıyor Doğu Türkistan’da seyahat özgürlüğü önünde de ciddi engeller bulunmaktadır. Bazen bir köyden diğerine giderken dahi yerel güvenlik kurumlarından belge almak gerekmektedir. Reşit bir insanın bile yurt dışına çıkmak için pasaport alabilmesi neredeyse imkânsızdır. Son günlerde yaşanan bir gelişmeyle ise seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasında yeni bir uygulamaya geçilmiştir. Zira daha önce kendilerine pasaport verilen kişilerin pasaportlarına devlet tarafından el konmaya başlanmıştır. Pasaport müracaatında bulunan Doğu Türkistanlılar, devlet memuru da olsalar, ancak çok büyük ücretler ödeyerek pasaportlarını alabilmektedirler. Oysaki bir Çinli pasaport müracaatında bulunduğunda talebi en geç 15 gün içerisinde yerine getirilmektedir. Günümüzde Urümçi’den her hafta dolaylı uçak sefer yapılmaktadır, yakında gelen bir Uygur ziyaretçinin dediğine göre uçak Çinlilerle doluydu birkaç yabancı ve 3 Uygur bulunuyorduk. Urumçi’de sınırı geçerken Çin polisi biz Uygurları saatlerce teftiş ve sorguya çekti, hac veya umreye gitmeyeceğimize ilişkin garantör istedi, diyanet komitesinden yazı isteyip gümrükten geçişimizi hayli zorlaştırdılar ve Türkiye de Uygur derneklerine gitmeme konusunda tehdit edildik diye ifade etti. Beyanının devamında Çinlilerse çok rahat bir şekilde geçiş yaptılar bu ayrımcılığı görüp içimiz kan ağladı dedi. SONUÇ: Şu anki Doğu Türkistan vaziyetine baktığımızda Doğu Türkistan halkı içerisinde büyük bir uyanışın başladığını açıkça görebiliriz. Özellikle genç 121 nüfusta yapılan baskı ve zulme karşı isyankâr bir psikoloji hâkim olmuştur. Çin dış dünyaya Doğu Türkistan da kalkındırma ve ıslahatlardan söz etse de içerideki baskı ve zulmü örtbas ederek Doğu Türkistan halkına yönelik sert uygulamalarını daha da hızla devam etmektedir. Yurtdışında da Teşkilatlarımız Çin diplomatik tearuzlarına maruz kalarak ciddi sıkıntılar içerisinde meseleyi dünya gündemine taşımaya çalışmaktadır. 5 Temmuz 2009 urumçi katliamı acıları dinmeden Çin Doğu Türkistan’da ciddi bir şekilde dini, kültürel ve Uygurca eğitim Alanlarında baskıların dozunu arttırdı. Özellikle Doğu Türkistan halkını provoke eden meselelerin başında yukarıda beyan ettiğimiz gibi Çinli yerleşimci meselesi ciddi boyut kazanmaktadır. Şuan Doğu Türkistan deki insan hak ve hukuk ihlalleri endişe verici bir tablo çizmektedir. İslam Dünyası ve özellikle Türkiye Devletinin Türkistanlıların sıkıntılarını Çinin iç meselesi propagandasına aldırmadan ciddi bir müdahalesi söz konusudur. Bu konuda bütün sivil toplum kuruluşları ve Türkiye’nin her duyarlı vatandaşı Müslüman kardeş olarak, Türk soydaş akraba olarak ve insan olarak kendine düşen hassasiyeti göstermesi gerekmektedir. Arzu edilen o ki, Doğu Türkistan meselesinin şeffaf bir şekilde Doğu Türkistan Müslümanlarının iradesine uygun olarak masaya yatırılıp barışçıl yollarla çözülsün ve bir an önce Çin işgali ve devam eden zulüm son bulsun. Türk İslam âleminin Çin ile kuracak olan her çeşit ilişkiler bölge halkının sıkıntılarını da kapsamayıp ikili temas ve görüşmelerde ele alınmadığı takdirde yakın gelecekte bölge halkı açısından ciddi sıkıntılı bir durum olacaktır. Doğu Türkistan meselesine eskiden alışılagelindiği gibi ihmalkâr muamele edilirse ortaya çıkacak olan tablo sonuç itibari ile bütün komşu ülkeleri ve İslam âlemi olmak üzere herkesi etkileyecektir ve üzecektir. Eğer bu ilgisizlik devam ederse bölgenin istikrarı ve barışının sağlanması hususundaki çabalar bir tarafta kalak ve dünyanın önüne bir başka sorun ve baş ağrısı çıkacaktır. 122 İSLAM DÜNYASI’NIN SORUNLARINA ÇÖZÜMLER: GENÇLERİN VE ÇEVRELERİNDEKİ İNSANLARIN ROLÜ MUHAMMAD SUHAIL AHMAD MALEZYA - AL-NOR TOPLUM REFAHI DERNEĞİ Bu yazının hazırlanması talep edildiğinde, gençlerin gözünde konferansın teması için en iyi fikrin ne olduğunu merak ediyorum. Konferansın teması "İslam ülkelerinin sorunlu bölgeleri" olduğu için, organizatör bir bölgeye odaklanmamı ve o bölgedeki önemli sorunların tümüne atıfta bulunmamı bekliyor. Böylece, inanıyorum ki, eğer kendi bölgemin sorunları hakkında konuşsaydım, konuya kesinlikle politik güç açısından yaklaşırdım. Liderler bir ülkenin yönetiminde, ana şaltere benzetilebilir. Eğer liderin elinde yeşil ışık yakmak için güç varsa, yeşil yanar. Eğer kırmızı olmasını isterse de kırmızı. Eğer ki diğer sunucular sosyal, ekonomik, kültürel, eğitim ve benzeri konuları konuşacak olsalardı, hepsi gücü elinde tutanlardan bahsederek başlardı. Ancak, ne gücün kendisini tartışmakla ilgileniyorum, ne de sadece bir bölgeyi ele alacağım. Bunun yerine, gücün bir insanın eline geçmesinden önceki sürece odaklanmak isterim; ki bu, çok daha geniş bir konsept. Katılımcıların diğer makaleleri okumakla sorunları iyi anlayacağını umuyorum. Diğer taraftan, benim yazım, problemler henüz oluşmadan alınacak önlemleri tartışarak, diğer makaleleri tamamlar nitelikte olacak. Bir araba benzetmesini ele alalım. Bir araba oturuyorsunuz ve motoru çalıştırmak istiyorsunuz. Ne yazık ki, araba çalışmıyor. Bu bir sorundur ve sonrasında siz sorunun sebebini bulmak istiyorsunuz. Bu kaputu açıyorsunuz ve yakıt enjektörünün çalışmadığını fark ediyorsunuz. Bu neden oldu? Daha sonra, yakıtı kontrol ediyorsunuz. Yakıt 123 tankı boş. Sonuç olarak, benzin istasyonuna gidersiniz ve birkaç litre benzin satın alıp yakıt tankına doldurursunuz. Evet, bu sorun için bir çözümdür. Şimdi, motoru çalıştırabilir ve yolculuğunuza başlayabilirsiniz. Ancak, eğer sürüş becerilerininiz yoksa, hedefe ulaşamayabilirsiniz. Bu örnekseme, buradaki tartışma konumuza benzerlik gösterir. Motor siyasi güç gibidir: bir kez başlattınız mı, aracı istediğiniz gibi sürebilirsiniz. Yakıt karakteriniz gibidir: motorun başlayıp başlamayacağına karar verir. Ve sürüş becerileriniz sorumluluğunuz gibidir. Şimdi konuya geri dönersek, yakıt üzerine konuşacağım, böylece gerçek gücü anlayabilirsin. İslam tarihinin iki önemli ikonu tarafından örneklendiği üzere, yakıt çok önemlidir. Bu kişiler: Türkiye’den Sultan Mehmed AlFateh ve Çin’den Amiral Zheng He’dir. Daha ileriye gitmeden önce, önümde oturan gençlerin birçoğunun, insanlığı kurtarmak için süper güçleri olan bir çizgi roman ve film karakterine aşina olduğuna inanıyorum . O, ülkeyi harap eden kötü adamın tersidir. Onun adı SUPERMAN. Birçok kez SUPERMAN filmlerini izlemiş olabilirsiniz fakat SUPERMAN ‘in vermek istediği önemli bir mesajı fark ettiniz mi? SUPERMAN, amcasının vurularak öldürülmeden önceki son sözlerini ciddiye aldı ve tuttu. Örümcek adam birkaç sahnede amcasından alıntı yapar: " Büyük güç, büyük sorumluluk gerektirir" . Eğer internette araştırırsanız, bu söylemin kökeninde, herhangi bir filozof veya büyük insan bulamayabilirsiniz. Bu söylemin ilk olarak, Ben Amca ya da başka bir kimseden değil, Ağustos 1962’de Marvel çizgi romanları- Amazing Fantasy 1.cilt 15.sayıdaki bir metinde geçtiği bulunmuştur. Sadece bir sayfadaki bir sahnenin altında yazılmış bir ifadedir. Ancak, internet taramasını benzer ifadeleri bulmak adına sürdürürseniz, Abdullah ibnu Ömer rivayet edilen bir hadiste bulabilirsiniz. Bu konsepti, hadis çok daha ayrıntılı açıklar. 124 Abdullah bin Ömer rivayet etti : Resulullah(s.a.v) buyurdu ki: " Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz" [ Sahih-i Müslim , Kitap 20 , Sayı 4496 ] Böylece, İslamiyet’in, halk üzerinde güç sahibi olan liderlerin onlara karşı sorumlu olması gerektiğinin de altını çizdiği çıkarımında bulunulabiliriz. Hz Muhammed’in bu söylemi SUPERMAN ortaya çıkmadan bin yıl önce kaydedilmişti. Liderlik ve sorumluluk kavramının gerçek anlayışı, daha önce atıfta bulunduğum isimlerde görülebilir: yani Fatih Sultan Mehmed ve Amiral Zheng He tavsiye ettiğiniz simgeleri hem de görülebilir. Onlar, kendi güçlerini yönetmekte sorumlulukları olan, kendi dönemlerinin Süpermenleri idi. Bu nedenle, onları Müslüman liderlerin tarihi adına bu kadar önemli yapan şeyin ne olduğunu anlamak için, zaman tünelinde geriye gitmemiz gerekir. Zira bahsini ettiğim yakıt budur. FATİH SULTAN MEHMED Bu isim için az bir açıklama yetebilir zira şu anda Fatih Sultan Mehmed’in Bizanslardan fethettiği Konstantinapol ‘ün üzerinde duruyorum. Genç Türkler bu ismi çok iyi biliyor olsa gerek. Onu bilmiyor olanlar, lütfen bu simge olmuş ismi araştırınız zira konferans zamanı kısıtlı olduğundan ötürü, burada detaylı anlatılamayabilir. Ancak burada bulunmayı fırsat bilerek, sizi internette verilen yanlış bilgiler konusunda uyarmak isterim. 125 Örneğin, Wikipedia’da Fatih Sultan Mehmed ‘in kadın ve erkeklere ilgi duyduğu belirtilir. Bu tam bir iftiradır zira kâfirler gerçek hikayeleri örtbas etmek ve daha sonra da bize sunduklarının tarihi gerçekler olduğuna inandırmak adına teknolojiyi kullanarak ciddi çaba sarf ediyorlar. Buradan hareketle, okuduğunuz bilgiler hakkında dikkatli olunuz. Fazlaca okumak gereklidir zira okudukça benzerlikleri daha fazla bulacaksınız. Ancak, lütfen farklı açılardan okuyunuz: Müslüman ve gayrimüslim yazarlardan. Böylece daha geniş bir bakış açısına sahip olabilirsiniz. Fatih Sultan Mehmed Konstantinopolis’i (fethinden sonra İslambol olarak bilinen ve daha sonra Attaturk tarafından İstanbul olarak değiştirilen) 21 yaşında büyük bir zafer ile fethetmişti. Konstantinopolis'in fethi, 1100 yıl süren Bizans İmparatorluğu’nu sona erdirdi. Bu fethin Hıristiyan Avrupa üzerindeki etkisi çok büyük oldu. Saltanatı süresince, Osmanlı devleti’ni, Asya’dan Avrupa’ya uzanan Osmanlı İmparatorluğu’na dönüştürdü. Bu imparatorluk, 500 yıldan fazla ömür süren son Müslüman imparatorluğu olarak kayıtlara geçti ( 1.2991.923 ). Bu tarih yazılmadan önce ne oldu? 21’ine gelmeden önceki Fatih Sultan Mehmed kimdir? Bu babası Sultan 2.Murad tarafından depoya koyulmuş yakıttır. Sultan 2.Murad, oğluna, yani devletin gelecek liderine, en iyi eğitim vermeye istekliydi. Verilen iyi eğitim, Şeyh Muhammed Bin İsmail el Kurany ve Şeyh Shamsuddin al Veli gibi önemli İslam alimlerinin doğrudan öğretimi idi. Onlardan gelen doğrudan ve kişisel öğretiler onun ruhsal altyapısını geliştirdi. Lütfen göz önünde bulundurunuz: bu manevi altyapı Sultan 2.Murad’ın Fatih Sultan Mehmed üzerinde odaklandığı ilk şeydi; çünkü 800 yıl önce Resulullah’ın sözünü ettiği fatihin o olacağı Şeyh Shamsuddin tarafından ifade edildi. Resulullah bir hadiste şöyle der: 126 " İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur. " [ İmam Ahmed'in Müsnedi ( 18189 ) , İmam Buhârî'nin Tareekh Al Kabir (1760 ) , ve El Hakim'in Mustadrak ( 8300 )] Buradan ilham alarak, Fatih Sultan Mehmed iyi bir lider oldu. Sadece kendisi değil, bütün ordusu da aynı değere sahiptir. O ve ordu günde 5 vakit namazı ergenlikten beri asla kaçırmadı. O ve ordusunun yarısı ergenlik döneminden beri her gece Teheccüd namazını asla kaçırmadı. Ve kendisi de ergenlikten beri rawatib namazını hergün kıldı. Fatih Sultan Mehmed ve ordusunun ergenlikten beri düzenli ibadet etmesi, bize gençliklerinden bu yana en iyi İslami eğitimi aldıklarını kanıtlar. Diğer bir örnek ise, dönemimiz liderlerinde çok zor bulunan bir özellik, Fatih Sultan Mehmed yönetici olmasına rağmen mütevazı idi. Rumeli Hisarı inşaatı sırasında, diğerlerine yardım etmek için gömleğini ve serbanını çıkardı . Bunlar karakterin (yakıt) güdümünde sorumluluk(beceri) ile beraber siyasi güç (motor), Osmanlı İmparatorluğu yönetmelerini sağladı. Böyle bir mükemmellik İmparatorluğun gücünün kaynağıydı ve 1828 yılında çökmeye başlayana dek kayıtlara geçmiş hiçbir problem olmadı. Daha fazla ayrıntıya girmeden önce, imparatorluğun neden çöktüğünü bilmek isteyebilirsiniz. Son Osmanlı halifesi Sultan Abdülhamid’in günlüklerine göre iki temel sebep vardı: ( 1 ) Batılı modernleşme modelini izlemek ve ( 2 ) Sultan Mahmud döneminden (1808-1839) bu yana İslam öğretilerinden uzaklaşmak. Eğer motorunuzu bozmak istemiyorsanız, lütfen benzin deposuna dizel yakıt koymayın. Kanıtlanmıştır ki: kötü karakterli herhangi bir lider her zaman siyasi güçlerini kötüye kullanmıştır. Buna sahip olmak, sonrasında her şeyi karıştıracaktır. AMİRAL ZHENG HE Şimdi başka bir Müslüman simgesel kişiliğe bakalım: Amiral Zheng He. Söyleyebilirim ki bu isim en az Marco Polo ve Christopher Columbus 127 kadar meşhurdur denebilir. Her iki batılı ismin de, dünyanın çevresini dolaşan ilk insanlar arasında olduğu bilinir. Eğer ağırlıkla batılı bilgi kaynaklarına güvenecek olursanız, Zheng He’nin dünyanın çevresini neredeyse dolaşan ilk insan olduğu gerçeğini kaçırabilirsiniz. Bu durum, bizim okul tarih kitaplarında detaylandırılmaz. Aşağıdaki tablo, tarihteki bu üç denizcinin özetidir: Denizci Denizcilik Yılları Gittiği Yerler Gemi sayısı Marko Polo 1271 - 1295 Avrupa ve Asya 3 (>600 mürettebat) Zheng He 1405-1433 Asya, Orta Doğu, 49’dan 317’ye Avrupa ve Afrika (27,870 kişilik mürettebat) Christopher Columbus 1492-1503 İspanya Amerika (4 yolculuk) ve 3 (90 kişilik mürettebat) Dr. Gavin Menzies, Zheng He ve hazine filosunun Avrupalılar’dan önce birçok yerlere seyahat ettiklerini ileri sürdü. 1421 adlı kitabında bahseder ki: Çin, Zheng He’nin Avrupalı kaşif Kolomb’dan önce Amerika’yı ziyaret ettiğini keşfetti. Ancak, kitabı çelişkilidir zira Amerika’nın Kolomb tarafından keşfedilmesi tarihi ile çelişir; bunun yanı sıra Zheng He’nin, Avustralya, Antarktika, Yeni Zelanda’yı keşfettiğine ve Kuzey ve Güney Kutbu'na yelken açtığına dair kanıt yoktur. Menzies iddiaları için belirsiz olsa da, kesin olan şey Zheng He’nin büyük hazine filosunun rakipsiz olduğudur. İlk sefer 27.800 askerden oluşuyordu ve yaklaşık 190 küçük gemi tarafından desteklenen 62 hazine gemi filosu 128 birlikte gitti. Onun Baochuan’ı, en büyük ahşap gemisi, nerdeyse bir futbol sahasının büyüklüğünde ve şeklindeydi. Bu dikkate değer geçmiş, hayalimizin ötesinde ve birçok batılı tarihçi için gerçek olarak kabul edilmesi zordur. Bu çekişmenin temel nedeni, iyi belgelenmiş kanıtın az olmasıdır. Çinliler hemen her şeyi kaydetme disiplinleri ile tanınırlar fakat ne yazık ki Zheng He’ye ait çok sayıda kayıt tahrip edilmiştir. Zheng He, İmparatora bağlılığı kanıtlandıktan ve güvenildikten sonra, İmparator Zhu Di tarafından verilen kendisine verilen isimdir . Asıl adı Ma San Bao ‘dur. "Ma" Çin'de "Muhammed"in kısaltması olarak bilinir ve Zheng He’nin Müslümanlık mirasını gösterir. Erken yaşlarında, çocukken, kültür ile harmanlanmış İslami eğitimi önde tutan bir köyde yaşıyordu. Dindar bir şekilde büyütüldü ve bu da onun iyi bir karakter sahibi olmasını ve çeşitli taraflarla diplomasi yaparak adaleti teşvik etmesini sağladı. Karakteri ilk olarak aile içinde, " diğer gruplarla nasıl iyi geçinilir" konusunu dört yaşında öğrenmeye başlamasıyla inşa edilmiştir. Gittiği ülkelerin kendisi veya Çin Hanedanı tarafından hiçbir zaman işgal edilmemesinin nedeni budur. Aslında, gittiği yerlerde İslam öğretisi yaygın olarak kabul gördü. İster inanın ister inanmayın, günümüzde bu ülkelerde Çinli Müslümanlar bulabilirsiniz. Geoff Wade of the Institute of South-east Asian Studies in Singapore described Zheng He as a symbol of China's openness to the world, as an envoy of its peace and friendship. Bu durum sıradışı görünür zira Çin emperyalizm tarihi, Zheng He veya Ming Hanedanı öncesi ve sonrasında hiçbir zaman barış ve sukunet görememiştir. Bu nedenle, inanılır ki, Zheng He gittiği her yerde, İslam ilkesi olan barış ve dostluğa uygun bir duruş sergilemiştir. Bir inanışa göre, İmparator da bir Müslümandı, ama bu konuda hiçbir iyi belgelenmiş kayıt yoktur. 129 Bazı belgelere göre Zheng He, Palembang ve Java, Malay Yarımadası ve Filipinler’de, Çinli Müslüman toplulukları kurdu ve mescid inşa ettirdi ve yerel Müslüman topluluklar için diğer sosyal hizmetleri sağladı. Zheng He ile ilgili yazılarının yok oluşu, 1258 yılında Abbasi İmparatorluğu'nun başkenti Bağdat'ta, Moğollar tarafından büyük miktarda belgelerin kütüphanelerden Dicle nehrine atılması ve nehrin kitap mürekkebinden ötürü siyah akması hadisesine benzerlik gösterir. İslam düşmanlarının hıncı nedeniyle, Müslümanların bilgi hazinlerinin ne ölçüde temelli kayıp verdiğini Dünya asla bilemeyecek. Günümüz mimarisi, herhangi bir seyir ekipmanları olmadan seyahat edebilecek büyük gemiler inşa eden Zheng He’nin ekibinin büyüklüğünü çözemeyebilir fakat onlar seferlerinde birçok kez başarılı oldular. Konfüçyüs’ü terfi ettiren bir sonraki imparator tarafından gömülmüş olmasaydı, binlerce insanı dünyanın çevresinde seyahat ettiren bu Müslüman lider hakkında daha fazla bilgimiz olabilirdi. Bu tarihi gizlemeye çalışmalarına rağmen başaramadılar zira çok az bazı kayıtlar hala sağlam. Güneydoğu Asya'da Onun mirası açıktır zira bölgede çok sayıda cami, katkılarının anısına onun adını almıştır. Bu iki simge isimden, onların erken yaşlarda düzgün yetiştirildikleri sonucuna varabiliriz. Karakterleri İslam öğretilerine uygun olarak bina edildi. Bu, iktidara geldiğinde kullanılan yakıttır. Yol boyunca geliştirilen becerileri de aslında İslam’a mal edilebilir zira İslam dünyevi bilgi edinilmesini bildirir. İmam Şafii şöyle der: "Eğer dünya istiyorsanız, bilgi sahibi olmanız gerekmektedir. Eğer ahiret istiyorsanız, bilgi sahibi olmanız gerekmektedir. Eğer her ikisini de istiyorsanız, bilgi sahibi olmanız gerekmektedir." 130 İslami eğitim ile yetiştirilen herkes bilginin hayatımızda çok önemli olduğunu anlayacaktır. Bu Allah'a karşı, ilahın ( Tanrı) olarak ve insanlara ve diğer canlılara karşı görevini yerine getirme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Böylece, bu Süpermenler bilir ki eğer iktidarda olsalar, Allah'ın istediğine göre kalıp kendi insanlarına karşı sorumlu olduklarını bilirler. İnsanlara karşı muamelatlarında, en iyi şekilde hareket etmek hususunda, ileride başarılarının öyküsü olacak doğru becerileri elde ettiler. SİZ VE ÇEVRENİZDEKİ İNSANLAR Şimdi önemli iki şey vardır: siz, önümdeki gençler ( 1 ) ve çevreniz ( 2 ). Sen kim olduğunu bilmek ve yeteneğini bulmaya ihtiyaç duyarsın. İlerideki Süpermenlerden biri olabilirsin. Sen bir sonraki liderlerimizden biri haline gelebilirsin. Ve kesinlikle, bugün içinde bulunduğumuz sorunların hayatının geri kalanı boyunca var olmasını istemiyorsun. Bu nedenle, potansiyelini bilmen gerekir ve ayrıca çevrendeki insanlar da potansiyelini inşa etmene yardımcı olmalılar. Biz Sultan 2.Murad’ın nasıl Fatih Sultan Mehmed’in potansiyelini bildiğini ve ulemanın doğrudan dersleri altında en iyi İslami eğitimi vererek inşa ettiğini gördük. Ayrıca Zheng He’nin ailesi ve Müslüman toplumu tarafından, diğer insanlar ile iyi bir kurma (uygun muamele) hususunda, henüz dört yaşında iken, potansiyelinin nasıl inşa edildiğini gördük. Bunlar verebileceğim sadece birkaç örnektir. Ey gençlerin çevresindeki insanlar! Bu gençlerin kendi içlerinde potansiyelleri olduğunun farkında mısınız? Eğer değilseniz, yakın gelecekte tarihi geri getirmeniz mümkün olmayabilir. Endonezya’nın ilk başkanı, Sukarno (ayrıca Bung Karno olarak da bilinir), dağılmış ve bölünmüş ülkeye birlik getirmeyi başaran kişi, ana dilinde şöyle söylemiştir : "Berikan aku 100 orang tua, akan aku gegarkan sebuah bukit tapi jika berikan aku 10 orang pemuda, maka akan aku goncangkan dunia!" 131 "Bana 100 yaşlı erkek verirsen tepeyi sarsabilirim, ancak eğer bana 10 genç erkek verirsen dünyayı sarsarım ! " Onun bu deyişi gençlere çok ilham verici idi, zira o yaşlı erkeklere kıyasla gençlerdeki potansiyeli gördü. Şimdi yapmamız gereken budur zira bu gençler Buya Hamka’nın deyişiyle "cahaya muka" olan kişiler (aydınlanmış yüzler); yani, bu yaşları itibariyle karizmatik yüzler. Normalde iyi liderler güç elde etmek için mücadele etmezler, bilakis insanlar onların potansiyeline bakar ve başa geçirir. Eğer ki gençlik çocukluk dönemlerinden şimdiye kadar doğru şekilde yetiştirilseydi, daha fazla liderler yaratabileceğimize inanıyorum. Bapak Natsir adlı Endonezya’da yaşayan diğer bir Malay da aynı sözü teyit etmişti: "Pemimpin tidak lahir di bilik kuliah tapi tumbuh sendiri dalam hempas pulas kancah, muncul di tengah-tengah pengumpulan masalah, menonjol i kalangan rakan seangkatan lalu diterima dan didukung oleh umat" "Liderler konferans salonlarından gelmez, bilakis kaotik ve sorunlu durumların göbeğinden arkadaşları arasından ortaya çıktılar ve daha sonra halk tarafından kabul gördüler ve ileri çıkarıldılar " Böylece, önümdeki gençlerin tamamı, lütfen potansiyelinizi bilmek için çaba harcayın. Sözüm aynı zamanda potansiyellerini bulmak ve inşa etmek adına bu gençleri desteklemekle yükümlü olanlaradır da. Onların toplumun gerçek sorunu adına katılımcı olmaları gerekir. Çeşitli çözümler ile gelmeleri gerekir. Onların, her geçen gün daha iyi bir yaşam isteyen toplumun bir parçası olma duygusuna sahip olmaları gerekir. ZEKİ BİR ŞEKİLDE EĞİTİN! Şimdi eğitim meselesine gelelim. Ebeveynler ve gençlerin etrafındaki insanlar için, Hz. Ömer el-Hattab'ın tavsiyesini hatırlamalıyız "Çocuklarınıza kendi çağınızda işe yarayacak şeyleri değil, onların çağına göre yararı dokunacak şeyleri öğretin. Siz çocukken, farklı bir yetiştirilme yöntemine tabi tutulmuş olabilirsiniz. Çoğu kişi de bu şeklin en iyi yöntem olduğunu düşünür ve çocuğunu da o 132 şekilde yetiştirmeye çalışır. Bu yöntem belli ölçüde faydalı olabilir fakat çoğu durum için böyle değildir. Bu nedenle, karşımızdakini, biz de dahil, ait olduğu çağa göre anlamaya çalışmalıyız. Kendi tercihleri nelerdir? Kim olmak istiyorlar? Neden bunu, şunu yapmak istiyorlar? Bütün bunların dikkatle incelenmesi gerekir. Çevresel koşullar gerçekten kim olduğunuzu, nasıl davrandığınızı, nasıl tepki verdiğinizi ve neleri sevdiğinizi belirler. Her genç kuşağın da aynı şekilde çevresinden etkilendiğinin farkında olmalıyız.Bu kişilikleri, öncelikleri,millete ya da iyi bir hedefe bağlılıkla beraber daha bir çok şeyi etkileyen sebeptir. Aşağıda bir kaç araştırmacının nesilleri yaşadıkları zamanlara ve etkisi altında kaldıkları olaylara göre sınıflandırarak hazırladıkları bir tablo var.Bilgiler aşağıda özetlenmiştir: Doğum Yılı 18831900 19011924 19251945 19461964 Gençlik dönemi 1. Dünya savaşında (1914-1918) savaştılar. İkinci Dünya Savaşı (19391945) savaştılar. Nesil Önemli Olaylar En Büyük Nesil Yetişkinlik döneminde Dünya Savaşı'nı gördüler. Çok çalıştılar, sessiz, dikkatli, yaratıcı olmayan, kayıtsızdılar. En zengin, en aktif, en fit, dünyayı ve liderleri Sessiz Nesil Büyük Buhran Çocukları (19301940) Kayıp Nesil İkinci Doğum oranlarının artışı. Çağın Bebekleri "Şok 133 19651979 19802000 2000 sonrası değiştirmek isteyen ve idealist. Liderleri görmezden gelip daha kurumsal ve sistematik değişiklikleri ekonomi, medya ve tüketim eylemleriyle gerçekleştirmek istediler. Iletişim, medya ve dijital teknolojilerinin ile artan kullanımı. İletişim teknolojierinin ömür boyu kullanımı. Dalgası" X Nesli Vietnam Savaşı / Soğuk Savaş deneyimine sahipler. Y Kuşağı Kitle İletişim yükselişi. ve internetin Z Nesli / 9/11, internet, anlık mesajlaşma, iNesil kısa mesaj, MP3 çalarlar, akıllı telefonlar. Gençlik bu farklı dünyada yaşlarına göre farklı tanımlanır. Birleşmiş Milletler Topluluğu 15 ila 29 yaşını genç olarak tanımlarken İngiltere 15-29 arasını genç olarak tanımlar. Afrika Gençlik Sözleşmesi "15 yaş ve 35 yaş arası her kişi" olarak tanımlar. Malezya gençliği 18-40 yaş arası olarak tanımlarken yeni düzenleme ile 18-25 arası olarak tekrardan düzenledi. Genel olarak sizle bu Gençlik Buluşmasına geldiğinize göre bu kategorilerden birinde genç sayılıyorsunuz demektir. Ve aynı zamanda en azından 15 yaşındaysanız Y kuşağından olduğunuzu da gösterir. Böylece, sen ve seni çevreleyen insanlar kim olduğunu anlamak durumundalar. Y Nesli için biraz daha ayrıntıya girelim. İnsan kaynakları çözümünde dünya lideri olan Kelly Services şirketinin yaptığı araştırmaya 134 göre Y Nesli her daim internette, çok işi aynı anda yapan ve iş ev ayrımı olmayan insanlardır. Basit bir şekilde, Y Nesli esnek ve tekno anlayışlı olarak kabul edilebilir. Bu kişiler takım işlerine ve işbirliğine esnek çalışma ortamı ve zamanı ile alışkınlar. Yorucu iş temposu yerine iş yaşam dengesini tercih ediyorlar. Y Nesli iş ve eğlence için teknolojiyi optimum seviyede kullanıyor. Tüm bunlar göze alındığında Y Nesli ile ilişkide olan kişiler ki bunlar aileler, STK'lar, şirketler ve devlet olabilir, bu neslin özelliklerini göz önünde bulundurarak hareket etmelilerdir. Y Nesli ile İlişki Kapsamlı Bir Program Yap Y Nesli eğer içlerinde bulundukları organizasyon kriterlerine uymaz ve istediği seviyede değilse çabucak ondan vazgeçebilir. Bu nedenle onlar için gerçekten önemli bir program olması bir artıdır. Daha Fazla Yetki Verin Bitiş günü belli olan işler vermek işleri daha da sahiplenmelerine sebep olur. İş sürecinde de çok fazla müdahale etmemek onlara işin sahibi oldukları hissini verir. Esnek Bir Çevre İmkanı Sağlayın ve Düzenli İletişim Kurun Y Nesli interneti çok iti kullandığı için belli saatler arasında şıkışıp kalmak istemez. Ancak belli aralarla onlarla konuşmak fiziksel olarak bir araya gelmekten daha etkilidir. Kısa bir gözden geçirme motivasyon için yeterli olacaktır. Daha Fazla Sorumluluk Teklif Edin Doğalarındaki iddiacı yön onlara daha fazla görev vermenizi ister. Öğrenmeye ve hızla gelişmeye susamışlardır diyebiliriz. Bu yüzden uğraştırıcı işler vermek ve doğru bir eğitimle bunu desteklemek onların gelişimini olumlu yönde etkiler. İnsanlarla Yakın İlişki Y Nesli kendi grup ve çevresine kurumlardan daha fazla yakınlık duyar.Bu yüzden kendi gruplarını kurup çalışmalarını sağlamak onlar için daha eğlenceli olacaktır. 135 Aileler için şimdiye kadar bahsettiklerim Y Neslinin iş yerindeki ilişkileri ile akalalı gibi duruyor olabilir. Fakat benim "iş" dediğim her zaman tam manasıyla "iş"i kastetmiyordu. O ibareler günlük hayatta yapılan her türlü aktivite olarak görülebilir. Şu da her zaman akılda bulundurulmalıdır ki Y Nesli ile ilişkiler hep arkadaş ilişkisi şeklinde olmalıdır. Aileler çocuklarının akıl hocaları ya da danışmanları hükmünde olmalı. Bu elbette diğer kurumlar için de aynen geçerlidir. Bu tavsiyeler insanı 21 yaşına kadar 3 evrede ele alan İslam'ın tavsiyeleri ile de örtüşmektedir. Bu 3 dönem aşağıdaki hadis ile ortaya çıkmıştır. "Çocuk 7 sene için efendidir, ikinci 7 senede köledir, son 7 senede de vezirdir. Eğer bu 21 senede güzel bir huy sahibi olursa onun için iyidir. Olmazsa onu kendi haline bırakın çünkü Allah katında sorumluluğunuz bitmiştir." Aynı hadis İmam Cafer-i Sadık (r.a) tarafından da açıklanmıştır: "Çocuklarınızın yedi yaşına kadar oyun oynamalarına karışmayın; ve sonraki 7 sene boyunca (eğitim ve terbiye için) yanınızda tutun; daha sonra başarılı olursa (iyi veya daha iyi); aksi takdirde onun vay haline!" Bu üç aşamada aşağıdaki gibi özetlenebilir Aşamalar Yaş Ne yapmalı? Nasıl Davranmalı? Grubu Aşama 1 0-7 uygun bir Efendi yaş gibi şekilde yetişmeleri için gerekli değerleri [Sevgi ve muhabbet aşılamak ve tesisi için] karakterlerine katkıda bulunmak Bu aşamada bizler uygun davranışları model olarak göstermeli ve onlara nezaket ve saygı ile muamele etmeliyiz. 136 Aşama 2 8-15 yaş Aşama 3 16-21 yaş Son 21 ve sonrası Biçimsel Köle gibi İslami bilgi öğretilmelidir. [Disiplin anne-babalar oluşturmak için] çocuklarının disiplininde sıkı olmalıdır sorumlu bir Vezir gibi genç haline gelmeleri beklenir. [konuşmak için ebeveynlerin arkadaşı olmak] çocuklarının kendileri için doğru kararlar vermeleri konusunda yardımcı ve yol gösterici olmaları gerekir. [Ebeveyn çocuklara yönelik sorumlulukları sona erer] İslam tarafından gösterilen bu süreç mükemmel bir yaşam biçimidir. Yukarıda belirtildiği gibi biz Aşama 1 ve 2i esgeçersek, daha sonraki aşamalarda sorunlarla karşılaşabiliriz. Bunu bir önceki sayfada yaptığım benzetmeyle ilişkilendirmek adına, yakıt, Y nesli için yedi yaşına kadar karakterinin gelişimidir. Daha sonra, sürüş becerileri 8 yaşından 15 yaşına kadar öğretilecek olan yaşam becerileridir. Sonra sadece, güvenli bir şekilde araba sürmeye başlayabilirler ve velileri de yanlarında oturup onlarla arkadaşça sohbet ederler. Hayatlarını İslami öğretime göre sürecek ve sürdüreceklerdir. Dahası, ebeveynler onları büyüdüklerinde yalnız bıraktıklarında ve çocukları evlenip çocuk sahibi ve daha fazla sorumluluk sahibi olduklarında, ailelerinin ve toplumların iyi liderleri haline gelebilirler. Bu daha sonra bahsedilen Y jenerasyonun geleceğin lideri olmasına kadar varacaktır ve süreç sıkı bir şekilde uygulanırsa ortaya sürdüğümüz günümüz problemleri onlar tarafından aşılabilir. 137 Y jenerasyonunun doğmasından önce başlayıp günümüze kadar devam eden problemlerden bahsetmeye devam ediyoruz. Müslümanlar terörist, baskıcı, yumuşak başlı olmayan olarak tasvir edilmektedir… Şu gerçek inkar edilemez ki dünyadaki Müslümanlar’ın, gayrimüslimlere göre daha iyi davranış sergilemeleri pek gün yüzüne çıkarılmaz. Meydanın kontrolünün gayrimüslimlerde olmasına rağmen, Müslümanları İslam topraklarında bulduğunu ancak islamı bulamadığını ve bu nedenle İslam’ı Avrupada tanıdığı için şanslı olduğunu söyleyerek Müslüman olmuş Fransız filozof Roger Graudy’ye katılıyorum. Bu nedenle, yıllar öncesinden ümmet anlayışının etki zincirini Müslüman bireyden Müslüman aileye, Müslüman aileden İslam toplumuna, İslam toplumundan İslam ülkelerine ve en son İslam dünyasına ulaşması gerektiğini düşünen Asy-Syahid Hassan al-Banna’yı iyi anlamamız gerek. Müslüman bireyi oluşturmamız lazım bu şekilde İslam dünyası tekrar meydana gelinceye kadar otomatik olarak ikinci yol açacaktır. Bugün, genel olarak İslam dünyasında pek çok anlaşmazlığın, problemin, savaşın, dövüşün, çatışmanın ve karmaşanın olduğunu görüyoruz. Baştan tekrarlayan problemlere odaklanmaya devam dersek daha fazla Mehmed alFateh ve Admiral Zheng’e sahip olmamız mümkün olmayacaktır. Bu yüzden önerdiğim yetiştirme süreci ile problemin köküne inmeliyiz. Şimdi, Mehmed al-Fateh and Admiral Zheng He’e tekrar dönmemize izin verin, onlar islam tarafından önerilen tutumla doğru bir şekilde yetiştirildiler. Gerçekte, sadece kendi çağlarının iyi liderleri değillerdi aynı zamanda kendi yönetimlerinde pek çok liderin ortaya çıkmasına vesile olarak müslümanlığa siyasi ve sosyal anlamda zafer getirdiler. ْ َ فَإ ِ ْن هُ ُموْ ا َذهَب، ت ْ َق َما بَقِي ُ فَإِنَّ َما ْاألُ َم ُم ْاألَ ْخال ت أَ ْخالقُهُ ْم َذهَبُوْ ا “Bir ümmet iyi ahlakıyla kendini devam ettirir. Bu karakteri ortaya koyamadığında dünya üzerinden silinecektir. Bu hikmetli sözler ahlakın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Fatih Sultan Mehmed ve Zheng-He'nin yüksek karakterleri, ümmetin ne kadar ahlaklı ve başarılı olabileceğinin kanıtıdırlar. Bugün sizinle Dünya Medeniyetleri Araştırma Derneği'nde (GPTD) tartıştığımız meseleleri sizinle paylaşmaktan çok memnunum. 138 Gençlerimizi Malezya dışına göndererek kutunun dışına çıkmak istiyoruz. Küresel Barış Misyonu (GPM) çatısı altında 2001'de kurulduktan sonra artık kendi ayaklarımız üzerinde durmaya başladık. O günlerde, tüm dünyada Müslümanların dahil olduğu birçok çatışma ve felaket yaşanmıştı. Insani yardım adı altında, bu durumlardan etkilenen Müslümanlara yardım etmeye gittik. Sonra, geçmişteki liderlerimizin bizlere bıraktıkları izleri bulduk. İnsani işler yapmanın dışında, gençlerimizi yüksek ahlakla eğitmenin ve her konuda donanımlı olmalarını sağlamanın ümmete yeni liderler kazandırarak, bizleri yeniden güçlü bir şekilde ayağa kaldıracak yollara da ihtiyacımızın olduğunu düşündük. Çocuk yetiştirmede 3. aşamada görev bize düşüyor ve bir sonraki aşamada çocuklarımız artık bizim kararlarımızı pek dikkate almayıp özgür kararlar alıyorlar. Y Nesli kendi karakterlerini ve becerilerini oturtabilmek için bize ihtiyaç duymaktadırlar. İslam tarihinde gençlere lidelik noktasında modellik edebilecek bir çok önemli isimler vardır: Fatih Sultan Mehmed, Ibn-i Battutah, İbn-i Haldun, Amiral Zheng-He, Buya Hamka ve diğerleri Gençlere öncelikle bu tarihi isimleri tanıtmalı ve yaşadıkları, doğdukları yerleri ziyaret etmelerini sağlamalıyız. Böyle bir toplumsal araştırma yapmalarını sağlarsak, Y nesli geçmişi ve bugünü arasında köprü kurup şimdi ve yarın için sağlıklı değerlendirmeler yapabileceklerdir. Yolculuk sırasında, yalnızca şaşırtıcı bilgiler öğrenmeyecekler aynı zamanda gereken yerlerde insani yardımda bulunacaklar. İslam tarihinde uzun bir yolculuğun ruhu İmam Şafi'nin ifadesiyle hissedilebilir: 139 "Seyahatim boyunca istediğim şeyi bulana kadar, değilse ölene kadar dünyayı gezeceğim. Ölürsem, bunu Allah için yapmış olacağım; güvendeysem, kısa zamanda dönerim." Bu çalışmayı özetlemem gerekirse, bugün yaşanan sorunlara gereken dikkat verildiğinde çözüm getirilebileceğini ve Y Neslinin etrafındaki insanlar tarafından yeterince desteklenirlerse gelecek için büyük gelişimlere vesile olabileceklerini tekrar etmem yeterli olacaktır. Onların genç çağlarında nasıl yetiştirildiğinden bağımsız olarak, Y genindeki potansiyele, küresel bir Müslüman milleti oluşması için öncelik verilmelidir. Şunu unutmayın ki, bu günün gençlerinin ruhundaki potansiyeli ortaya çıkarmak "medya" kelimesinden geçiyor. Bunu kullanabileceğimiz en iyi şekilde kullanmalıyız ve bu da Y geni üzerinde bir uzmanlık gerektiriyor. Ayrıca inanıyoruz ki, gençleri anlamak ve ileride islami öğretide iyi liderler olmaları için onların neyle beslenmesi gerektiğini çözmek, bizi hem bir birliğe hem de iİslami bir imparatorluğum tekrar ayağa kalkmasına sebep olacaktır. 1. Artık topraklarımızı işgal etmiş yabancıların parçalama ve bölme politikalarında yaşamayalım. 1923 yılında yunanlılar (İngiliz güdümünde) Türkiye’ye saldırdığında, Maulana İkbal’in kalbi ağlamaya başladı. O biliyordu ki bu saldırı sadece Türkiye’ye değil, aslında tüm İslam dünyasınaydı. 2. Müslüman düşünce sistemini yükselen sömürgeci anlayıştan ve Müslümanların kendi dar görüşlerinden serbest bırakmayı denedi. O sonradan klasik eserlerinden biri haline gelecek, "Tulu-ul-Islam" adlı romanı kaleme aldı. Bu kitabın kopyaları çokça satıldı ve bütün gelirler Türkiye’ye gönderildi. Demişti ki: 3. "Hawas ne tukre tukre kar diya hay na’u insan ko 4. ukhuwwat ka bayan ho ja mohabbat ki zaban ho ja 5. ye Hindi, wo Khurasani, ye Afghani, wo Turani 6. tu ay sharmindayeh sahil uchhal kar bekaraan ho ja" 140 7. "Hırs insanlığı parçaladı. Siz Müslümanlar kardeşlik ve sevginin rol modelleri olun... Dar olan milli sınırlarınızın (Hint, Afgan, Türk) ötesine geçip, sonsuz bir okyanusa dalın. Ayrıca, alanlar, milletler, ırklar ve statüler konusunda ayrımcılık yapmayın. Bizler İslam dini altında tek bir milletiz ve ümmetin selameti için birleşmeliyiz." Yine İkbal'in mesajı ile bitirelim: "Manf-e-at ek hai is qaum ki nuqsaan bhi ek ek hi sab ka nabi deen bhi iman bhi ek harame paak bhi Allah bhi Quran bhi ek kuchh bari baat thi hote jo Musalman bhi ek" "Bütün Müslümanlar için ortak bir kazanç ya da kayıp yoktur. (Peygamberin teüm müslümanların tek vucut olduğuna dair hadisini hatırlayın) Hepsi için tek peygamber (s.a.s) ve hepsi için tek bir iman. Ve tek bir Kabe ve de tek bir Allah (c.c.). Biz müslümanlarda tek olsak ne muhteşem olurdu." 141 KAŞMİR ÇATIŞMASI WAQAS LODHI PAKİSTAN - KHUBAIB VAKFI İslam dünyası problemli bölgelerle dolu. Her kıtada Müslüman ülkeleri duraklamaya yönelik hususlarla yönetiliyor. Öncelikle Filistin, Bosna, Libya, Suriye, Afganistan ve kaşmir gibi bölgelerde, günler kan dökülmesi, geceler ise göz yaşlarıyla geçiyor. Gulab Singh ve halefleri Kaşmiri zorbaca ve baskıyla yönetti. Kaşmir halkı, nerdeyse %80i müslümandı, Maharaja Hari Singh in yönetimine karşı ayaklandılar. O da acımasızca 1931 yılındaki bu olayı bastırdı. 1932 yılında, Şeyh Abdullah Keşmir'in ilk siyasi partisini kurdu: Jammu ve Keşmir Müslümanları Konferansı (1939 yılında Ulusal Konferansı olarak değiştirildi). 1934 yılında, Maharaja Yasama Meclisine izin vererek sınırlı bir demokrasi anlayışına geçiş yapıldı. Ancak, Maharaja'nın verdiği huzursuzluklar devam etti. Hindistan parçalanırken, soylu devletlerin yöneticileri Hindistan'a veya Pakistan'a katılmak veyahut bağımsız kalmak için serbest bırakıldılar. Bununla birlikte, coğrafi ve etnik sorunları göz önünde bulundurarak, birleşik hakimiyete katılmaları tavsiye edildi. Keşmir bu araştırma raporunda ele alınacak bölgedir. Müslümanların acımasızca öldürülmeleri, çocuk köleliği, tecavüz gibi meseleler Keşmir halkı için artık günlük klişeler haline gelmiştir. Keşmir, Hindistan ve Pakistan arasında anlaşmazlığının ortaya çıkmasına sebep olan Güney Asya'nın kuzeybatı bölümünde yer alan bölgenin adıdır. Hindistan, 2010 yılı itibariyle Jammu ve Keşmir eyaletlerinin tamamının sahibi olduğunu iddia etmekte ve Jammu'nun büyük kısmını, Keşmir Vadisi'ni ve Siachen Buzulu'nu kapsayarak bölgenin %43'üne hakimdir.Keşmir'in %37'sini, yani Kuzey Gilgit ve Baltistan'ı kontrolü altında tutan Pakistan bu iddialara karşı çıkmıştır. Keşmir anlaşmazlığı dünyanın bugüne kadar çözülememiş en eski uluslararası çatışmasıdır. Pakistan Hindistan ile temel siyasi anlaşmazlık olarak Keşmir meselesini görmektedir. Aynı şekilde uluslararası kamuoyu 142 da aynı şeyi düşünmekte ve bu sorunun en ağır bedelini yaşayan Hindistanlı Müslümanlar ise sorunun çözümünü istemektedirler. Herkes Keşmir'deki bu sorun hakkında konuşuyor ama kimse bu durumu çözmek için gayret etmiyor;İKÖ ,GABİT (Güney Asya Bölgesel İşbirliği Topluluğu) ve hatta Birleşmiş Milletler gibi büyük uluslararası kuruluşlar sadece bu insan hakkı ihlalinin izleyicileridirler. Tek çözüm tüm dünyada bütün Müslümanların bu insanlık hakkı ihlaline karşı birleşmeleri ve kendileri için asla istemeyecekleri bir savaşın ortasında kalan Müslüman kardeşleri için dik bir duruş sergilemelidirler. Hindistan Politikacılar Keşmir'in Hindistan'ın bir parçası olmasını isterken Pakistanlı Politikacılar bu bölgenin Pakistan sınırlarında olmasını arzu etmektedirler. Bu yarış bitecek gibi görünmüyor, tek çözüm iki tarafından da bu yarıştan vazgeçip Keşmir'in ayrı bağımsız bir devlet olmasına müsaade etmeleridir. Keşmir bir ülkeyi idare edebilecek her türlü doğal kaynak ve güzelliğe sahip bir bölge. Diğer Müslüman ülkeler de bu bölgeyi desteklerse, bu bölge hızla büyüyen ve kendine değişen dünyada yer bulabilen bir ülke olabilir. 143 İSLAM’IN ORTA ASYA VE KIRGIZİSTAN’DAKİ DİNAMİKLERİ KUBANGAZY BUGUBAEV KIRGİZİSTAN - BAB-I ALEM INTERNATIONAL STUDENT ASSOCIATION Kuzeyinde Rusya, Doğusunda Çin, Güneyinde İran ve Afganistan, Batısında Hazar denizi sınırları içerisinde yer alan Kırgızistan, Asya ile Avrupa'yı buluşturan Orta Asya ya da bir başka deyişle Türkistan olarak anılan hat üzerinde iki kıta arasındaki geçiş noktasında yer alır. Önceki bütün Türkistan'ın parçalanması veya bugünkü parçalanmış durumda olan Türk Cumhuriyetlerinin ortaya çıkış tarihi Rus Çarlığının bitmesiyle ve Oktyabr İhtilalinin zafer kazanmasıyla başlayacaktır. Oktyabr İhtilalinin zaferi daha tamamlanmış vaziyette değildi. Çünkü Lenin için gerçek zafer Türkistan’daki milletlerin inancını bitirmekle başlamalıydı. Bu gerçek zaferi kazanmak için Türkistan’daki kutsal din İslam aleyhine plânlar yapmışlar, stratejiler geliştirmişler ve soykırım amacında kâtliamlar yapmışlardır. Fakat Allah’ın yüce dininin nuru sönmemiş, aksine bugüne dek hep parlamış ve daima aydınlanmıştır. Tam tersine bu nuru söndürmeye kalkışanlar kendilerinin kazdıkları çukurlara yine kendilerini gömerek hayatlarına son vermişler. Bu mezalimliğin ve zulümlüğün seyirleri Allah’ın aman vermez cezasına çarpılarak tarihteki en alçak yerini bulmuştur. Ama bu kutsal nura karşı saldırılar ve çirkin yaftalamalar Rus saldırılarından sonra da bitmedi. Günümüzde SSCB’ni ABD ve yandaşları benzer plan ve projeleriyle aynı maksatla takip etmektedirler. SSCB’nin sona ermesini kendine sürpriz olarak değerlendiren İngiltere, ABD ve yandaşları Orta Asya için acil stratejiler geliştirerek bölgeye hamlede bulunmuşlar. Bu devletler kendi sömürgeci plânlarını uygulayarak, Orta Asya’daki İslam nurunu da kendi üsluplarına göre sunmaya, öğretmeye çalışmaktalar. Buna ilâveten “demokratik” bir şekilde her çeşit söndürme ve sömürge teknikleri de kullanmaktalar. SSCB’nin dağılması nedeniyle ortaya çıkan ve bağımsızlık kazanarak kendi kaderlerini çizme peşine düşen Orta Asya’daki beş devlet (Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan) İngiltere, ABD, İsrail ve Rusya gibi devletlerin tekrar stratejik amacı durumuna düşmektedirler. Kendi çıkarlarını Orta Asya Türk Devletleri topraklarında arayan sömürge devletler bu genç devletleri ve oradaki masum halkı kendi inancı ile boğazlamaktadır. Yani kendi dinimizi terör dini olarak göstermekle beraber asayişimizi de uydurdukları İslam Terörü safsatalarıyla tedirgin etmekteler. Orta Asya sınırlarında çıkarlarını 144 arayan ABD bu bölgeye yönelik “Proje 2049” projesini gerçekleştirme aşamalarıyla bölgeyi ve bölge halkını çeşitli problem ve kargaşalarla burun buruna bırakmaktadır. Ama Orta Asya veya Türkistan İslam nurunu söndürmeye çalışanlar tarih sayfalarındaki kötü yerlerini almışlardır. Bu husus akıllardan asla çıkartılmamalıdır... İçindekiler Orta Asya’da İslam ve Kırgızistan’daki İslam’ın Yeri. Devletin ve halkın İslam Dinine olan Bakış Açısı ve İlgisi. Kırgızistan’da İslam’ın Önemli Bir Faktör Haline Gelmesi. Kırgızistan’da İslami Hareketler, Özbekistan İslami Hareketi ve Diğer Cemaatler, Gruplar. 5. Kırgız Yönetiminin İslam'a olan Tavrı, Sabotajlar, Kısıtlamalar ve Medya Suçlamaları. 1. 2. 3. 4. 6. Terörizme karşı devlet çalışmaları ve Uluslararası Anlaşmalar. 1. Orta Asya’da İslam ve Kırgızistan’daki İslam’ın Yeri. Tarih sayfalarına bakarsak ve Orta Asya’nın edebiyattaki satırlarına göz atacak olursak bölgenin parlak geçmişini zorlanmadan anlayabiliriz. Hatta bu bölgenin tarihi eşi benzeri olmayan kültür, sanat, ticari gelişmeler ve ilim gibi uygarlık unsurları ile kanıtlanabilecek etkenlere sahiptir. Elbette ki buna benzer en güzel çağları Orta Asya tarihinde satır satır okumaktayız ve bununla gururlanmaktayız. Fakat Orta Asya’ya bu gururu kazandıran nedir? Orta Asya’ya bu gururu, değeri kazandıran, tarihi ile insanlara cesaret ve coşku armağan eden İslam ve İslam kültürü idi. Bir zamanlarda İslam’ın ve uygarlığın merkezi, ocağı sayılan Buhara, Semerkant, Balasagın, Özgön ve Oş şehirleri işte bu bölgelerde yer almaktadır. Günümüzdeki bu şehirlerin İslam ile bağlantıları IX-X yüzyıllara dayanır. İslam dini Orta Asya’da en az on iki yüzyıldır varlık göstermektedir. Bu bölgelerde yayılma süreçleri değişik ve birbirinden farklı kronolojilere dayanmaktadır. Bölgedeki farklı topluluklar farklı zamanlarda İslam dinini kabul ederek Orta Asya İslam tarihine tamamen farklı bir zenginlik katmışlardır. Farklı tezahürlere ve geçmişe sahip olmasının nedeni de bu bölgelerde bulunan farklı etnik durumlardan kaynaklanmaktadır. Farklı bölgelerde bulunan Orta Asya Müslümanları arasında Özbekler tarihsel olarak İslam'ı en erken seçen ve İslam anlayışına göre kültür geliştiren grup olarak tanınmaktadırlar. Bunun 145 en büyük sebebi olarak Özbeklerin erken zamanlarda göçebelik hayat şartlarından ayrılarak yerleşik bir toplum oluşturmalarıdır. Dolayısıyla İslami kültür merkezleri olan Buhara, Semerkant, Oş, Özgön ve benzeri kentlerde ve civarında yerleşik bulunmaları İslami hayat tarzında yaşamak için büyük potansiyel olmuştur. Buna ek olarak, Özbeklerin yoğunlaştığı bölgelerin İpek Yolu ticaret yolu üzerinde bulunması da medeniyetin oluşturulmasına, eğitim siteminin uygulanmasına sağlam altyapı olmuştur. Ticaretin yoğun şekilde yürütüldüğü bu bölgedeki insanların İslam bilginlerinden ve İslam'dan derinden etkilenmesi sonucunda Orta Asya’daki ilim adamları da bu bölgeden çıkmıştır. Kırgızlar ise, bulundukları coğrafya ve yaşadıkları hayat şartları sebebiyle farklı zamanlarda İslam dinine girmeye başlamışlardır. Kuzey komşuları olan Kazaklar da aynı şekilde İslam'ı kabul etmişlerdir. Bugünkü Güney Kırgızistan’da yaşayan Kırgız kabileler dağlık Kuzey Kırgızistan’daki kabilelere göre çok daha erken dönemlerde Sünni İslam ile tanışmışlardır. Bunun temel sebebi olarak Fergana vadisine yakın yerleşmeleri ve oradaki Müslümanlarla ticari, fikir alışverişlerinde bulunmaları göze çarpacaktır. Kırgızistan’ın Kuzey tarafındaki Kırgızların İslamiyet’e kavuşma kronolojisi olarak 19. yüzyıl gösterilebilir. Dolayısıyla, Kırgızların Orta Asya’da yerleşik topluluklar arasında göçebeliği en son olarak bırakan ve İslam'ı en son etnik grup olarak seçen Müslüman toplum oldukları sonucuna varılabilir. Bu kaynaklardan yola çıkarak Kırgız toplumunun Orta Asya’daki diğer etnik gruplara göre İslami tarihinin çok kısa olduğu kaydedilmiştir. Günümüzde, Kırgızistan’da Müslümanların toplam nüfusa oranı % 76'dır. Diğer dinler Hıristiyan%18, Budist%2, Ateist%4 olarak belirtilmiştir. Bu oran, 1991 yılında bağımsızlığın elde edilmesinden bu yana, başka İslam Devletlerinden gelen din gruplarının ülkedeki faaliyetlerinin artmasıyla, Kırgızistan vatandaşlarının Pakistan, Türkiye, İran, Suriye, Mısır, BAE ve Ürdün gibi devletlerde eğitim görmeleriyle artış göstermektedir. Müslüman nüfusun çoğunluğunu ülke nüfusunun % 64,9’unu oluşturan Kırgızlar ile %13,8’ini oluşturan Özbekler teşkil etmektedir. Kırgızistan’ın Kuzeyinde Müslümanların sayısını Dungan ve Uygurlar da artırmaktadırlar. Müslüman nüfusun büyük çoğunluğu Sünni mezhebine bağlıdır. 2. Devletin ve halkın İslam Dinine olan Bakış Açısı ve İlgisi. SSCB’nin beklenilmeden dağılması Orta Asya’da beş devletin kendi bağımsızlığını kazanmasına neden oldu. Bağımsızlığı kazanan, yönetimi kendi eline alan devletler için karşı karşıya gelecek bir dizi problemler 146 listeleniyordu. Listelenen problemlerin dışında bu devletler için bir ideolojiyi oluşturmak ve onu takip etme, dini yönünü belirleme, onunla hayata devam etme ve ona göre anayasa tasarımı hazırlama gibi problemler yer alıyordu. Altyapısız ekonomi, anayasasız yönetim, kadrosuz devlet koltukları ve ayrıca kaynaksız, damarsız haldeki din problemi devletin bünyesindeki yaralardan biriydi. Bağımsızlık kazanıldı, fakat geçmişi İslam olan Kırgızlar için İslam diniyle bir anda tekrar tanışarak, kavrayarak tüm hayat stillerini değiştirerek dini yöne sokma fırsatı olmamıştır ve hala olmamış durumda. Kırgızistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi ve onun tanınmasıyla Kırgızistan ve benzeri siyasi gelişmelere sahip ülkeler İslam'a yaklaşma konusunda bir adım olsa bile adım atmışlardır. Bağımsızlık ardından siyasi gelişmeleri en yüksek hızda dini çalışmalar, gelişmeler ve eğitimler takip etmiştir. Günümüzde de bu dini dinamikler süratli bir şekilde dönmektedir. Ülkedeki kamuoyunda patlak veren fikirlerin sırasında İslam dini ve anlayışının olması devlet siyasetinde de yüksek sahnelere ulaşmaktadır. Ülkedeki bu siyasi değişimlere devlet, halk, komşu devletler ve yurt dışından gelen vakıf ve sivil toplum kuruluşları aktif şekilde katılmaktadır. Hatta günümüzde Kırgız toplumunun ve siyasetinin tecrübe etmekte olduğu bu dini gelişmelere dünya siyasetinde “Orta Asya’daki İslam Uyanışı” denmektedir. önceden dini tecrübesi olmayan, dini görüşlerle bilgisi olmayan devlet böyle uyanışa her türlü tepkilerle karşı koyarak tecrübe kazanmaktadır. Bu gibi devlet tepkilerinin ana nedeni ise SSCB’den kalma beyinlerin yönetimde yer almaları, dine karşı ancak baskı, sürgün ve hapis tavırları sergilemeleri olarak açıklanabilir. SSCB’den sonraki Kırgız siyasetinin kadrolarının Sovyet kafalarından oluşturulması ve bu kafaların dine karşı direnişleri dünya kamuoyuna SSCB’den kalma refleks ve anlayış mirası olarak sunulabilir. 3. Kırgızistan’da İslam’ın Önemli Bir Faktör Haline Gelmesi. Kırgızistan’da İslam'a kitlelerin yeniden canlı bir ilgi göstermesi ve aktif şekilde İslam yandaşları haline gelmeleri SSCB’nin dağılmasıyla kazanılan siyasi gelişme ve sosyal değişimdir. SSCB Perestroyka ve Soğuk savaş dönemlerinde Orta Asya’daki dini kontrolünü tamamen yitirmiştir. ABD, İngiltere ile silahlanma yarışına giren, bir taraftan da ekonomik sıkıntılar altında ezilen SSCB sadece dini kontrolünü yitirmemiş, aynı zamanda da yönetim boşluğuyla baş başa kalmıştır. Bu birliğin halini takip eden Türkiye, BAE, İran, Pakistan gibi dini geçmişlere sahip olan ülkeler Kırgızistan Müslümanları arasında dini duyguların ortaya çıkışında en etkili 147 rol oynamışlardır. Bu ülkelerde din eğitimini alan Kırgızistan vatandaşları bu dini dirilişin ilk adımını atmışlardır. Ülke çapındaki resmi ve daha geniş ölçekteki İslami diriliş ise, sadece birkaç yıl sonra, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve beş Orta Asya devletinin bağımsızlıklarına kavuşmasının ardından gerçekleşti. Bağımsızlığı kazandıktan sonra bütün Orta Asya devletleri gibi Kırgızistan da İslamiyet'e yönelen büyük bir ilgiye sahne oldu. Yaklaşık seksen yıl boyunca dini etkinlik, hayat tarzlarının, medeniyetin ve hareketlerin devletçe yasaklandığı ve sıkı biçimde kontrol altında tutulduğu Kırgızistan’da, Kırgız toplumu İslami geçmişine yönelik bir nostalji hissetmeye başladı. Sadece dini baskı değil, kimliğinin söylenmesine bile pan-Türkizm suçu uygulanarak kitlesel katliamlara maruz kalan Kırgız toplumu için bu bağımsızlık inanılmaz özgürlük nostaljisini yaşatmıştır. Yitirilmiş bir geçmiş olarak gördükleri ve hakkında fazlaca derin bilgiye sahip olmadıkları İslamiyet'in toplumdaki görünürlüğü bir anda artmaya başladı. İslami hayatı özleyen, oruçların gizlice tutarak bu günlere kavuşan Müslümanlar için yeni bir fetih olan bu İslami uyanış tüm Orta Asya Türk Devletlerinin ortak sevinçlerine şahit oldu. Bir yandan Sovyet döneminde yeraltında faaliyet gösteren kurs ve camiler açığa çıkmaya başladı, SSCB din düşmanlığından yere gömülen kitaplar yeniden İslam kütüphanesinin raflarında yer almaya başladı. Bir yandan da SSCB’nin seksen yıllık kafesinde kösteklenen İslam bilginleri için Ortadoğu ve Güney Asya’daki Müslüman ülkelerden uzatılan eller bir Müslüman kardeşlik elleri gibi idi. Bu ülkelerden resmi ve gayrı resmi yollarla Kırgızistan’a giren İslami hareketler, vakıflar Kırgızistan’da etken olarak faaliyet göstermeye başladılar. Böylece, devlet uyguladığı ateizm nedeniyle Kırgızlar toplumu arasında çok sınırlı olan dini eğitim ve bilgi birikimi bir anda artmaya başladı. Ayrıca, İslam öncesi Kırgızistan’daki insanların isimlerinin çoğunluğu Avrupa ve diğer başka ülkelere ait olan isimlerle adnandırılıyordu. Hatta namaz kılmaya başlayan bir sürü insanlar kendi isimlerinin İslam'a aykırı olduğunu anlayınca değiştirdiler. Helal yiyeceklerden haberi olmayan toplum helal ürünleri aramaya, talep etmeye başladı. En önemli gelişme hayat düzeninde gerçekleşti, mesela, çocuğu sünnet ettirme ve nikah okutma olan hayatımızın temel önemleri unutulmaya başlamıştı. İçkisiz düğünler yapılmıyordu, İslam’ın yayılmasıyla içkisiz düğünler yapılmaya ve böylece içkisiz yapılan düğünün güzel olduğuna inananların sayısı artış gösterdi. Nüfusun artmasında en şaşırtıcı değişim yaşanmaktadır. Eskiden kürtajlar çok yapılıyor, dolayısıyla nüfus artış oranı çok düşüktü. Şimdi 148 Müslümanların sayısı artmaya başladı. Bu değerlerimizi kazanmaya başlayan toplum İslam’ı büyük coşkuyla yaşamaya başladı. Velhasıl sosyal hayat düzene girmeye başladı. Orta Doğu, Şam,Suudi Arabistan ve diğer İslam ülkelerinden Orta Asya’ya akın eden dini hareketler, Pakistan, Hindistan ve Afganistan menşeli gruplar, Türkiye’den gelen cemaatler Kırgızistan’daki sekteye uğramış olan İslam faaliyetlerinin alt yapısını oluşturmaya çaba göstererek dini boşluğu doldurmaya girişmişlerdir. Bu yeni çeşitlilik sadece İslami propagandacıların farklı ülkelerden veya farklı milletlerden olduklarından değil, aynı zamanda her bir kanalın farklı İslami kaynaklara, maddi kaynaklara, bakış açılarına, yaklaşımlara, değerlere, amaçlara ve metotlara sahip olmasından da doğmaktadır. Kimi gruplar politik bir varlığa kavuşup siyasi ajandalarını uygulamaya çalışırken, kimi gruplar ise siyasetten uzak durup eğitim ve İslam'ın kitlelere yeniden tanıtılması gibi propaganda faaliyetlerine yoğunlaşmaktadırlar. İslami bir yönetim anlayışının benimsenmesini hedefleyen bazı hareketler statükoyla şiddet yoluyla mücadele edilmesini savunurken, aynı hedefe sahip başka gruplar ise şiddeti bir araç olarak reddetmektedir. Bu ve buna benzer başka dini gruplar, hatta dünyada terör faaliyetlerinde etkili gruplar ile de işbirliği yapan gruplar da çalışmaktalar. Rusya, ABD, Türkiye, Çin ve İngiltere gibi terörizm mücadelesinde bulunan devletlerin terör örgütü olarak tanıdığı örgütlerin bulunduğu bu Orta Asya ve bul ülkede İslam’ın dinamikleri nasıl sonuç göstereceği belli değilse bile İslam’ın bundan sonraki profiline gölge olmaması ve sekteye uğramaması için planlı, derli toplu ortak çalışmaların yapılması gündemdeki meseledir. 4. Kırgızistan’da İslami Hareketler, Özbekistan İslami Hareketi ve Diğer Cemaatler, Gruplar. Orta Asya ve Kırgızistan’da İslam’ın gelişmesini ve dünya kamuoyundan teveccüh görmesini sağlayan unsurlardın biri de ülkede çok sayıda çeşitli İslam grupların faaliyet göstermesidir. Bugün Kırgızistan’da açık ya da gizli şekilde faaliyet gösteren grupların mevcut olmasına rağmen sadece belli sayıdaki gruplar söz sahibi olarak halka hitap edebilmektedir. Genel itibarıyla Orta Asya ve Kırgızistan’da faaliyette bulunan grupların çoğu Orta Doğu ve Arap ülkelerinin etkisi altındadır. Yurt dışı maddi kaynaklarla ekonomik durumlarını muhafaza eden gruplar Kırgızistan şartlarında önemli pozisyonda yer almaktalar. Bazı grupların El-Kaide ve Taliban gibi terör 149 örgütleri ile doğrudan ya da organik bağlantıları vardır. Günümüzde Kırgızistan'da otuzdan fazla resmi ve gizli faaliyet gösteren din ve terör gruplarının olduğu tespit edilmiştir. Onların bazlarını da şöyle sıralayabiliriz: 1. Hizbu’t-Tahrir-i İslami (İslami Özgürleşme/Kurtuluş Partisi 2. Hizb un-Nusrat. 3. Özbekistan İslam Hareketi (ÖİH) 4. Orta Asya İslam Hareketi (OAİH) 5. Tabligh Cemaat (TC) 6. Ceyşullah 7. Taliban Hareketi 8. Cihat Hareketi (“İslam Cihad İttifaki”) 9. Nursiler Cemaati 10. Orta Asya Maccahed Cemaati 11. Laşkare Tayiba 12. Esbat-el-Ensar Cemaati Bu dini grupların Kırgızistan sınırlarında faaliyet göstermeleri Kırgızistan mahkemesi tarafından yasaklanmıştır. Aralarından sadece Nursiler Cemaati baskısız faaliyetlerde bulunmaktalar. Bu gruplardan arasında üzerinde anlatılması gereken grup olarak Özbekistan İslam Hareketi birinci sıralarda gelmektedir. Orta Asya’daki ve Kırgızistan sınırlarında istikrarsızlığın ana nedeni olarak karşımıza çıkan Özbekistan İslam Hareketi bölgedeki sorunlu harekettir ve 2001 senelerde ABD tarafından terör örgütü olarak tanınmıştır. İslam adını örtünen bu örgüt kurulalı Müslümanların göz yaşlarının akmasının temel sebebi olmaktadır. Devlet stratejisine sürekli saldırarak bölge halkını tedirgin etmektedir. İslam'a gölge düşürerek devlet ile vatandaşı karşı karşıya koymaktadır, akabinde de masum Müslümanlar baskı altında ezilmekteler. 150 Özbekistan İslami Hareketi Dünya istatistiklerine göre Orta Asya’da bağımsızlığı kazanan devletlerin arasında en fakir, gelişmemiş, dış borcunun kabarık meblağı gösteren ülkesi olarak Kırgızistan gelmektedir. Ülkedeki istikrarsızlık, sosyal hayattaki zengin fakir ayrımcılığının en üst sınırlarına gelen ülkede rüşvet sağlamca damarlamıştır. İç düzenini sağlamayan ülkeye diplomatik ilişkide bulunan başka ülkelerden maddi yardımlar gösterilmektedir. Şuanda ülke sağlık, eğitim ve dini inanç gibi bir devletin gelişmesindeki önemli etkenleri kontrol edemeyecek kadar aciz durumdadır. Özellikle halka sağlık ve eğitim konusunda hizmet gösterememektedir. Sigorta ve benzeri devlet desteğinden maruz kalan vatandaşlar çetin günlerin telafi etmek için yurt dışından gelen vakıflara, sivil toplum örgütlerine sığınarak hayatla mücadele etmektedir. Tabii ki bu durumu araç olarak değerlendiren çıkar amaçlı bazı dini ve sivil toplum kuruluşları yoğun şekilde faaliyette bulunmaktalar. Bu gibi mevcut durum gidişatların uzun zamandır takip ederek ülkede kendi amacına ulaşmayı planlayan örgütlerin arasında Orta Asya ve Kırgızistan için en tehlikeli grup olan Özbekistan İslam Hareket ilk sırada yer almaktadır. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla karışık dönemde mevcudiyet kazanan Özbekistan İslam Hareketi toplumsal düzeni sağlamayı kendine görev edinerek toplumda yerini bulmuştur. Temel yapılarının dayandığı Adalet (Adalet) partisi Orta Asya’daki erken İslami hareketleri oluşturur. Bu parti Özbekistan’da kurulmuştur. Belirli bir gündeme sahip olmayan, sadece ahlaki değerlerin aşınmasına tepki gösteren, çoğunluğu eğitimsiz, işsiz ve düşük sosyo-ekonomik kesimlerden gelen gençlerle kendi insani kaynaklarını oluşturan bu gruplar “suçlu” gördükleri kişileri şiddetle olsa cezalandırmayı prensip edinmekteydiler. Bazı kaynaklarda da kendi ekiplerinin arasında aylık 200 ABD doları karşılığında hizmet gösteren, faaliyette bulunan mensuplarının olduğu geçmekte. Çalışmalarında stratejik planlamaları yapmakta zayıf olan, hedefini belirlemekte siyasi öngörüşlere sahip olmayan bu gurup zaman geçmesiyle kendi tüzüğünden çekinerek bulunduğu bölgelerde çete ve şebekeciliğe başvurmuştur. Orta Asya’da hegemonya göstermeye çaba gösteren Özbekistan İslami Hareketi1990 yılında Özbekistan’ın Fergana Vadisi’nde bulunan Namangan kentinde kurulmuştur. 151 Şekil 1. Fergana Vadisi Ancak, kurulmasının ilk yıllarından itibaren yasadışı ilan edilen ÖİH, sınırlarından kolayca geçilebilen Orta Asya Cumhuriyetlerinde varlık göstermeye başlamıştır. Adalet İslami Grubundan sonra kurulan ÖİH’nin kuruluşunda iki önemli isim rol oynamıştır: Cuma Namangani ve Tahir Yoldasev. Cuma Namangani Afganistan’da Sovyet ordusunda savaşmış eski bir askerdir. Askeri eğitimi yukarı seviyede olması, gerilla taktiklerini iyi bilmesi ona örgüt içinde yüksek makam ve otorite hazırlamıştır. Tahir Yoldasev ise bölgedeki dinsel faaliyetlerde öne çıkmış bir isimdir. Gençliginde dini ilimler ile meşgul olmakla beraber siyaset işini iyi öğrenmiştir. Örgütün iç ve dış siyasetini yöneten, diplomatik görüşmelerini yapan aynı zamanda da örgütün lideri idi. El-Kaide ve Taliban ile işbirliği anlaşmalarında potansiyel sahibi olan bu lider Orta Asya ile Afganistan arasında önemli anlaşmayı başarıyla kurmuştur. Afganistan’daki anlaşmadan sonra etkinliğin artıran bu hareket 1999 ve 2000 yıllarında ise ÖİH, Kırgızistan ve Özbekistan’da büyük çaplı baskınlar düzenleyerek bölgedeki mevcut rejimlerin istikrarlarını bozma yönünde faaliyetlerde bulunmuştur. Orta Asya’daki önemli projelerinin biri de Özbekistan Cumhurbaşkanını, Tacikistan Cumhurbaşkanını ve Kırgızistan Cumhurbaşkanını devirerek yönetime Afganistan ve Pakistan’daki karar alıcıların seçimleriyle kendi adamlarını geçirmekti. ÖİH kendi amacların gerçekleştirmeyi Afganistan ile anlaşmayı yaptıktan sonra başlamışlardır. Anlaşma sonucunda örgütün eksiklerinin giderilmesi, talep edilen teçhizatların tamamlanması ÖİH’ni yeterli derecede güçlendirmişti. Bunun ardından ilk harekatı olarak Vergana Vadisini alacaklardı ve Özbekistan’da planladıkları devrimi yapacaklardı. Bu amacda 16 Şubat 1999 yılında ÖİH mensupları Taşkent’te operasyon düzenlediler. Bu operasyonda amaçlarına ulaşamadılar, fakat ülkede kaos yarata bildiler. 152 Operasyonda 6 araba bombalandı, 13 adam öldü ve128 adam da yaralandı. Bu saldırı sonuçları Nisan 2003 yılında sonuçlara ulaşmıştır. Bu olaya dehşetle cezada bulunan İslam Kerimov’o yerli halk tepki göstermişler ve protestolar yapmış. Dolaysıyla bu protestoya devlet gücünü göstererek, tüm ptotesto edenlere İslam Kerimov devletçe katliama girişmiştir. Bu katliamdan kaçan Özbekstan vatandaşları Kırgızistan’a sığınmışlardır. Belli bir süre sonra Askar Akaev bu mültecileri kendi vatanlarına iade etmiştir. ÖİH’yi bölgede faaliyet gösteren birçok İslami hareketten örneğin en az ÖİH kadar önemli olan HT’den ayıran özelliği, seküler bölge devletlerini silahlı mücadele yöntemiyle, şiddet kullanarak yıkmaya çalışmasıdır. Özbekistan’daki başarısız operasyonlardan sonra ÖİH yönünü Kırgızistan’a çevirmiştir. Özbekistan’daki alarm daha sakinleşmeden, sıradaki saldırıyı 1999 yılında Kırgızistan’nın güney sınırlarında yer alan Batken bölgesine düzenlemişlerdir. Kırgızistan’a düzenlenen saldırı daha başarılı oldu. Çünkü ilk operasyonlar ÖİH’nin gerillalarının bir Kırgız Komutanını, dört Japon jeologunu, dört ABD dağcısını ve bir de sonradan kaçarak kurtulan bir yabancı birilerini kaçırmalarıyla başlamıştı. Bu saldırılar neticesinde Kırgız Cumhuriyeti 55 şehit vermiş, 200 den fazla asker de yaralanmış, saldıran taraftan da 96 teröristin öldürüldüğü saptanmıştır, bir kaç terörist de tutuklanmıştır. Ancak, bu saldırının arkasında Taliban ve El-Kaide gibi dünya çapında terör faaliyetlerinde bulunan gruplar vardı. ÖİH’nin kurulmasının ilk tarihinden itibaren bu gruplarla temasa geçmişler ve ilk senelerde de finansal desteği sağlayacakları konusunda kesin kararlar alınmıştır. Dolayısıyla ÖİH’i Taliban ve El-Kaide’nin bir uzantısı olarak da nitelendirilmiştir. Bu saldırılar konusundaki açıklamalarda Kırgız Cumhuriyeti bunun saadece bir terör saldırısı olduğunu açıklamıştır. Saldırıları kimin, ne amaçla düzenlediği konusundaysa tam bir açıklama yapılmamıştır. Medyada ve gazetelerde saldırının Tacikistan sınırlarındaki dini grupların saldırısı olarak yayımlanmaya başlatılmıştır. Bu saldırı Kırgız Cumhuriyeti tarihine Batken Olayı olarak kaydedilmiştir. Fakat, bu saldırı devlet tarafından çok ciddi olarak incelenmemiştir, devlet bu olayı en ucuz saldırı olarak algıladığı için kolayca göz ardı edilmiştir. 2002 yılında Bişkek’te 19 Çin vatandaşının ölümüne sebep olan bomba patlaması gerçekleştirilmiş ve bu işe sanık olarak, ÖİH mensubu olarak iki tane şüpheli de yakalanmıştır. 2003 yılında Oş şehirindeki gas istasyonunda patlama gerçekleşmiştir, patlama sonucunda da bir adam ölmüştür. Aralık 2002 de Bişkek’teki ABD Büyük Elçiliğine saldırı düzenlenmiştir. Fakat bu sefer özel ekip imdada yetişmiştir. Devlet tarafından terörizme karşı 153 yapılması gereken çalışmalar derli toplu sürdürülmemiş. Dolayısıyla 2000 yılında devletin gözünden ucuz kurtulan bu teröristik saldırı 10 Haziran 2010 yılında Oş bölgesinde tekrar patlak vermiştir. Bu sefer ÖİH’i KırgızÖzbek milli gerginliklerini amaçladığı iç savaş için fırsat bilip, en uygun araç olarak kullanmıştır. Buna ilâveten, Kırgızistan’daki hükümet devrimi Oş olaylarının çıkmasına zemin hazırlamıştır. Oş olayı Oş şehrindeki merkezi camilerin birinde sabah saat 02:30 civarında Ezan okunarak Kırgızlara cihat ilan edilmesiyle başlamıştır. Sonuçta dini değerlerden uzaklaşan iki millet bir birine girmiş, resmi verilere göre her iki taraftan toplam 1300 civarı can kayıbı kaydedilmiş, 250 civari adamın da kayıp olduğu açıklanmıştır. Bu olaydan üstünkörü etkilenen Kırgız-Özbek müslümanları bügüne dek birbirine sıcak bakamıyorlar, hatta şüphe, istikrarsızlık, korku içerisinde yaşıyorlar. Her iki tarafın Müslüman kardeşlik tarafı itilmiş durumda. Bu durumda bu problemin çözümü ancak Müslüman gençlerinin ellerinde yoğrulacak ümmet bilinciyle, İslam’ın hakkıyla yaşanacağı yarınlarda kalıyor. Bir dini gurubun bu kadar saldırıları, bomba patlamaları nasıl gerçekleştiriyorlar, nasıl cesaret ediyorlar, yada Orta Asya devletleri bu kadar mı aciz duruma düştüler diyen düşüncelere kendimizi zaman zaman sevk ediyoruz. Hatta, 2000 senelerde Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan ülkelerinde ÖİH’nin lideri Tahir Yuldaşev’in video kayıtları bu ülkelerdeki gazetecilerin internet adreslerine tehdit etmek amacıyla gönderilmiştir. Başka bir demeçlerinde ABD’deki saldırının 5.yıldönümünü hatırlatarak Tahir Yuldaşev Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan Cumhurbaşkanlarının İslama karşı yaptıkları siyasetleri yüzünden öldürüleceklerini de söylemiştir. Bu demeçler Özbek dilinde yayımlanmıştır. Fakat işin ilginç tarafı 24 Aralık 2012 de Moskova’da düzenlenen “AVRASYA: Yeni tehditler ve çağırıları” adlı uluslararası konferansta demeç alan araştırmacılar ve istihbarat mensupları “Orta Asya ABD, Rusya ve Çin gibi devletler için jeo-stratejik çıkarların merkezi olarak devam edecektir”. diye konuşmalarıdır. Ardından da bazı istihbaratçılar ve uzmanlar “ABD Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un laik rejimini kontrol etmek amacıyla Özbekistan İslam Hareketini gizlice finanse etmektedir”. diye açıkladılar. Öyle ise ya değilse de ÖİH’nin finanse edilmesi, ekonomik kaynakları konusunda bazı bigiler açıklanmaktadır. İlk etaplarda ÖİH’i maddi desteği Afganistan’daki Özbek iş adamlarından almıştır. Sonra bunun gibi destekleri Türkiye’deki Özbek iş adamları vermeye başlamışlardır. 154 Afganistan, El-Kaide ve Taliban maddi destek verme konusunda ÖİH’ni mağdur bırakmamışlardır. Orta Asya’daki etkinliklerinin artması için fazla maddi desteğe ihtiyaç duyan örgüt Ortadoğu ve Güney Asya’daki radikal İslami gruplarla ve çeşitli gizli servislerle dirsek temasına geçen ÖİH’nin çok önemli bir para kaynağının da uyuşturucu kaçakçılığı olduğu iddia edilmektedir. Dünya afyon ticaretindeki afyon hacminin yüzde 92’sini gerçekleştiren Afganistan ile Rusya Federasyonu ve Doğu Avrupa arasındaki uyuşturucu trafiğinin önemli bir rotasını oluşturan Orta Asya, ÖİH için ciddi bir kazanç kapısı oluşturmaktadır. 2000’li yıllarda Orta Asya ve Rusya’da uyuşturucu kullanımının hızla arttığını not eden araştırmacılar, bu artıştan Orta Asya’nın Afganistan’dan gelen uyuşturucu trafiğinde oynadığı transit rolü sorumlu tutmaktadır. Uyuşturucu trafiğin control etmede sınırlaş devletlerin zayıf olması, devlet görevlilerinin bu işi durdurmak için devletten destek görmemeleri uyuşturucu şebekelerinin rahat iş yapmalarına yardımcı olmaktadır. Bu durum, ÖİH gibi örgütleri faaliyetlerini uyuşturucu kaçakçılığı yoluyla finanse etmeleri için adeta teşvik etmektedir. Orta Asya’daki uyuşturucu kaçakçılığı incelendiğinde, bunun yerel, bölgesel ve uluslararası yansımaları olduğu görülecektir. Dolaysıyla, Kırgızistan’daki uyuşturucu kaçakçılığının %70’inin ÖİH tarafından kontrol edilmesi, üzerinde durulması gereken bir durumdur. Uyuşturucu trafiğinin bölgesel etkileri incelendiğinde, uyuşturucu rotalarının Fergana Vadisi’nden geçmesinin bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri de olumsuz etkilediği görülecektir. 155 Şekil 2. Afganistan Uyuşturucu Güzergâhlar Uyuşturucu madde kaçakçılığında, kaçakçılar kendileri için en güvenli kabul ettikleri güzergâh ve kaçakçılık yöntemini kullanmaktadırlar. Bu güzergahların orta Asya üzerinden geçmeleri bu bölgedeki sınırlaş devletlerin arasındaki siyasi direnişlere de sebep olmaktadır. Bu hatlarda iş yapan şebekelerin öz ara çatışmaları Özbek, Kırgız ve Tacik etniklerin arasında büyük çatışmalara neden olmuştur. Bu uyuşturucu ticaret hızının düşmesi, bu hatlara ÖİH’nin sahiplik etmesi ABD’nin Afganistan'ı işgal etmesiyle yok olacak derecede zayflamıştır ve NATO operasyonlarının sonucu olarak, etkinliklerini yitirmiştir. Ayrıca ABD’nin Afganistan’ı işgal ederek tüm bu uyuşturucu satışlarına ve sevkiyat hatlarına el koyması ÖİH’in ekonomik kaynaklarının zayıflamasına neden olmuştur. Ekonomik durumundaki sıkıntılar ÖİH’nın bölgedeki faaliyetlerinin aksamasına neden olmuş ve zayıflamıştır. 5. Kırgız Yönetiminin İslama olan Tavrı, Sabotajlar, Kısıtlamalar ve Medya Suçlamaları Kırgızistan’da İslamiyete yönelik ilginin bağımsızlığın kazanılmasının ardından arttığı şüphe götürmez bir gerçektir. Bölge ülkelerindeki camilerin sayısının bağımsızlık sonrası hızla artış göstermesi, baş örtülü kadınların sayılarının artması buna kanıt olarak gösterilebilir. Örneğin, Kırgızistan genelinde 1991 yılında 39 olan cami sayısı 2001 yılında 2000’i bulmuştu. Ancak, cami sayısı kadar, bu camilerin hangi kurumun ya da grubun etkisi altında bulunduğu da artan dindarlığın ve din anlayışında yaşanan değişimin bir göstergesidir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki, Kırgızistan’da 2001 yılında faaliyet gösteren 2000 camiden ancak 930’i resmen kayıtlıydı. Bugün Kırgızistan’da bulunan camilerin ne kadarının Kırgızistan Müftülüğü’ne, ne kadarının devletçe varlığına izin verilen Müslüman gruplara, ne kadarının ise devletçe yasaklanmış gruplara bağlı olduğunu kestirmek kolay değildir. Kırgız resmi makamlarının ülkedeki İslami hareketlere yaklaşımı genelde komşu Orta Asya devletlerine göre daha hoşgörülüdür. Bu yüzden Doğu Türkistan’da ikamet eden Müslüman Uygurların Kırgızistan’a taşınmaya, Kırgızistan vatandaşı olmaya çaba göstermeleri her sene artmaktadır. Hatta, 2011 yılında karşılaştığım 84 yaşındaki Uygur Aksakal'ın (yaşlı amca) “Oğlum Kırgızistan’daki İslam'a sahip çıkın. Ben 156 tüm dünyayı gezdim, ama İslam’ın Kırgızistan’daki gibi artış hızını hiç bir yerde göremedim. Allah’ın izniyle hep böyle giderse Kırgızistan İslam’ın merkezi olacak, ben o devri göremeyeceğim ama siz göreceksiniz”. demesi de şimdiki durumu açıklıyor. Kazakistan’dan sırf İslam’ı yaşamak için gelip uzak vadeli kalarak, Kırgızistan vatandaşlığın almaya başlayanların sayısı da artmaktadır. Fakat Özbekistan’ın bu konuda çok katı olduğu, resmi dini görüşlerin dışında hiçbir dini fikre hayat şansı tanımadığı, bu düşünceleri “Vahhabilik”, “İslami kökten dincilik”, “yıkıcı dış etki”, “terörizm” gibi yaftalarla etiketlediği bilinmektedir. Herhangi bir kanıta dayanmadan, sadece devletçe izin verilenlerin dışındaki dini görüşlere sahip olan insanlar kolaylıkla hapse atılmakta, işkenceye tabi tutulmaktadır. Başı örtülü kadınlar, hiçbir kanıta dayanmaksızın, kökten dinci oldukları iddiası ile hapse atılabilmektedir. Böylelikle Kerimov terörle mücadele söylemine sığınarak Batı dünyasından maddi destek sağlamakta ve baskıcı rejimini devam ettirme imkanına kavuşmaktadır. Ayrıca Kerimov, İslami hareketlere Özbekistan’a göre daha toleranslı olan Kırgızistan gibi ülkeleri terörizme karşı yumuşak davranmakla itham etmektedir. Böylece Kırgızistan’da yaşanan dini hoşgörü ortamı Batı medyasında İslami terörizmin yayılma alanı olarak lanse edilmekte ve narin Kırgız demokrasisi büyük yara almaktadır. Bu durum karşısında Batı devletlerinden, BM ve NATO gibi kurumların fırçalarını yememe ve hatta o devletlerden maddi imkan sağlama amacıyla Kırgızistan’da da İslama karşı baskılar uygulanmaktadır. Misal olarak, devlet dairelerinde baş örtülü kadınların çalışamaması, bazı üniversitelerdeki baş örtüsü yasaklamaları, Kırgızistan İslam Üniversitesinden mezun olanların devlet dairelerinde çalışma haklarının olmaması, ilk okul, orta okul, liselerde başörtüsü yasakları gibi meseleleri ortaya koyabiliriz. Hatta İç İşleri bakanlığı yahut Milli İstihbarat mensupları tarafından İslam adına sabotajlar yapılarak medyada gündeme getirilmektedir. Bunun için Çüy bölgesindeki Araşan köyünde teröre karşı düzenlenen operasyonu örnek verebiliriz. Eğer kırgızistan’daki haberleri dikatlı takip edecek olursak, bir ayda en az iki kere İslam adına yönelik terör saldırısı yahut terör mensuplarının yakalnaması yayımlanmaktadır. Yayımlanan haberler genellikle videosuz yahut yanlış isimlerin verilmesiyle medyada İslama karşı terör yaftalamaları yapılmaktadır. 2009 yılın Temmuz ayındaki Calalabat şehrindeki sabotaj bu için açık delil olmaktadır. Ayrıca Batı, ABD veya İsrail ülkelerinin desteği altındaki vakıfların Kırıgızistan’da 157 çoğalmaları devleti bile kandırabiliyor veya devlet organlarına para vererek kendi misyonlarını yerine getirebiliyor. Fakat, esefle belirtmemiz gereken asıl nokta, ABD ve AB tarfından faaliyette bulunan hayır vakıfları adını örtünen kurullar devlet yetimhanelerinde bulunan Müslüman çocukları organ doneri yapmakta veya hristiyanlaştırma amacıyla ABD’ye, AB’ye götürmekteler. Buna devlet kayıtsız kalmaktadır. Bunların yanı sıra, Kırgızistan’ın ve diğer Orta Asya Cumhuriyetleri’nin de İslam konusundaki tutumunun sorunlu olması ve uluslararası siyasette bir araç hale gelmesi de söylenmelidir. Orta Asya devletlerinin İslami hareketlere kuşkulu ve sorunlu yaklaşımını kısmen açıklayabilecek ortak faktörler bulunmaktadır. Bu faktörler kısaca şöyle sıralanabilir: 1. Orta Asya’nın ortak Sovyet geçmişi, 2. Orta Asya ülkelerinde demokratik kurumların zayıflığı, 3. Orta Asya’da siyasi sınırların belirlenmesinde etnik sınırların göz ardı edilmiş olması, 4. Devlete bağlı olan din komisyonlarının dini bilgilerinin yetersiz olması, 5. İç İşleri Bakanlığı ve Milli İstihbarat mensuplarının dini açıda eğitimsiz olmaları ve son olarak, 6. Orta Asya Cumhuriyetlerinde çok sayıda yabancı menşeli dini grup ve kuruluşun kontrol-dışı faaliyet göstermesi. 7. Terörizme karşı devlet çalışmaları ve Uluslararası Anlaşmalar. Radikal İslami hareketler bölge ülkeleri için önemli bir tehdit olarak görüldüğünden, Orta Asya ülkelerinin yöneticileri İslami radikalizmin yayılmasını önlemek için çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu maksatla; • Ülkelerinin din idaresi kurumunu kurup etkin hale getirerek dini gelişmeleri kontrol altına almaya, • Yasal altyapı ile ilgili eksikleri gidermeye, • Radikal dinî gruplara karşı mücadele politikası geliştirilerek uygulamaya, • Radikal dinî grupları asimile etmeye çalışmışlar ve çalışmaya da devam etmektedirler • ŞangayBirliği’ndeki devletlerin terörizme karşı mücadele anlaşmaları imzalanmıştır. Fakat, Kırgızistan’da ise hükumet dini ve dini okul, idarelerini devlete yabancı müessese olarak kabul etmektedir. Dini konularda gerekli yasal 158 düzenlemeler yapılmadığından devlet iradesi adına gücü elinde tutan kişilerin şahsi tutum ve davranışları altında Müslüman halk ezilmektedir. Yapılan haksızlıklara karşı hukuksal mücadele verilememektedir çünkü din ve inanç özgürlüğü anayasal düzenlemelerde gerekli olduğu ölçüde koruma altına alınmamıştır. Kırgızistan kendi başına iç ve dış güvenliğini sağlayamamaktadır, bu nedenle Rusya ile ortak çıkarlar üzerinde işbirliği yapmak zorunda kalmıştır. Bu bağlamda, Kırgızistan’ın Rusya ile olan ilişkisi, sadece stratejik ortaklık kavramı ile açıklanamaz. Hatırlanacağı üzere, 1991 sonrasında, 1999’a kadar Rusya bölgede aktif olamamıştır. Ancak Kırgızistan’ın 1999–2000’lerden itibaren Afganistan’dan gelen radikal gruplar karşısında ciddi zayiatlar vermesi, Kırgızistan’ı, Rusya’dan yardım talep etmek zorunda bırakmıştır. Bu radikal grupların Fergana Vadisi’nde şeriat devleti ilanı yönündeki girişimlerinden sonra, Rusya, bölge ülkelerinin ve özellikle de Kırgızistan’ın talepleri istikametinde bölgede ağırlığını koymaya başlamıştır. 1999 ve 2000 yıllarındaki bölgedeki gelişmeler incelendiğinde, Kırgızistan sınırlarını ihlal eden bazı radikal grupların bölgede neden olduğu kriz sonrasında Kırgızistan’ın, topraklarına giren radikal gruplara karşı Rusya’dan başka, bölge ülkeleri ve Çin’den de yardım aldığı görülecektir. Bu kapsamda, Ağustos 2000’de Kazak, Kırgız ve Özbek liderler, uluslararası terörizme karşı mücadelede işbirliği kararı almışlardır. Yaşanan gelişmeler sonrasında, 14 Kasım 2005'de Rusya; Özbekistan ile müttefiklik anlaşması imzalanmış, 21 Kasım 2005 tarihinde ise Amerikan varlığı Özbekistan'dan ayrılmıştır. Bu iki önemli olay ABD-Özbekistan stratejik iş birliğini sonlandırmış ve Özbekistan'ı Rusya-Çin eksenine yaklaştırmıştır Taşkent ile Moskova arasında 14 Kasım 2005 tarihinde savunma anlaşması imzalanmıştır. Özbekistan'ın Bağımsız Devletler Topluluğu güvenlik sisteminden 1994 yılında ayrılması üzerine, Orta Asya'daki radikal İslâmî unsurların varlığının ciddî bir tehdit oluşturduğu tezini Özbekistan'a karşı işleyen Rusya, Fergana'da ortaya çıkan istikrarsızlık üzerine Rusya merkezli bir güvenlik kuşağı oluşturulması fikrini ortaya atmıştır. Fergana Vadisinde radikal İslami unsurlar nedeniyle ortaya çıkan problemlerden sonra Rusya, Badakşan bölgesinde konuşlandırdığı birliklerini Özbekistan'ın Fergana sınırına kaydırmış ve Özbekistan'ın Bağımsız Devletler Topluluğuna geri dönmesini sağlamaya çalışmıştır. 159 Yukarıdaki çalışmalara baktığımızda Kırgızistan hükumetinin anlaşmaları hep terörizmden, dini köktencilikten şikayet ederek anlaşmalar yapılmış. Ne yazık ki bazı yerlerde “İslam terörizmi”nden bahsedilerek anlaşmalar yapma zorunluğunda kalmıştır. Ama hiç bir yerde Orta Asya’daki İslam’ı desteklemek, onu dış yıkıcı ve bozucu faktörlörün etkilerinden korumak ve asıl Barış Dini İslam’ın yayılmasını, yaşanmasını sağlamak amacında anlaşmalar yapılmamıştır. Bu yapmadıkları yüzünden devletin başına bir sürü siyasi problemler yığınlaşmaktadır. İslam Dünyasından Çözüm için Beklentiler. Kırgızistan sınırlarındaki ekonomik, sosyal, eğitim, finansal problemleri sayarsak ülkenin zar-zor ayakta durduğunun farkına varırız. Çünkü ülkede yaşanan iki devrim, 2010 yılındaki Oş olayı ve son zamanlarda gündemde çok tartışma yaratmaya başlayan dini unsurlar altyapısı zayıf devleti zor duruma düşürmüştür. Sıraladığımız problemlerden üzerinde durmamız gereken en önemli nokta din noktasıdır. Kırgızistan’daki dini karmaşıklıkların önlenmesi için halkın İslami konularda ve genel olarak dini konularda eğitilmesi şarttır. Bu analize dayanarak İslam Dünyasından beklenilen çözümler aşağıda sıralanmaktadır: • • • • • • • • 160 Halkı Eğitme Projelerinin hazırlanması ve uygulanması aynı zamanda Müslümanların mesleki konularda eğitilmesine yönelik proje ve çalışmalar(mesleksiz insan aç insandır, aç insan mağdur insandır, mağdur insan mahkum insandır, mahkum insan köle insandır); Özellikle gençler için İslami ortamların oluşturulması ve kreş, ilk okul, orta okul, lise ve üniversite öğrencilerinin İslami değerlerle gelişmelerinin sağlanması; Kırgızistan’daki devlet yetimhanelerinde yetiştirilenen Müslüman yetim çocuklara yönelik projelerin uygulanması ve İslam eğitimiyle büyümelerini sağlamak; Müslüman kadınlar için proje çalışmalarının hazırlanması; Müslümanların sağlıkları için proje çalışmalarının yapılması; Müslüman çocukları için özel islami yurtların yapılması; Geleceğe İslam’ı dünya menfaatlerine değiştirmeyen, satmayan nesil yetiştirilmelidir; İslam Dünyası kırmayan, bozmayan, bir birine silah çekmeyen, biri birinin ardından vurmayan gençleri, nesilleri yetiştirmelidir; • Doğu ile Batı’nın ortasındaki Kırgızistan İslam Dünyası’ndan asla uzak kalmamalıdır, unutulmamalıdır; çünkü orada Müslüman kardeşlere ihtiyacı olan Müslüman kardeşleriniz vardır. Bu sıraladığımız çözümlerin hepsi Kırgızistan Müslümanları için en önemli çözüm etkenlerinden olmakla beraber yapacağımız çalışmalar gelecek için en büyük yatırımdır. Bu ülkenin geleceği ve aydınlık yarınları ancak bir Müslüman kavminin elindedir. Kırgızistan’nın Müminlere, kaliteli Müslümanlara ihtiyacı vardır... Bu çözümlerin ana anahtarı olarak belirtmemiz gereken tartışılmaz gerçek vardır, o da Müslümanların bir olmasıdır, beraber olmasıdır, birlik, beraberlik ve kardeşliklerinde asla şüphenin olmamasıdır. Şuandaki problemin de çözümü bunlardan kaynaklanmaktadır. Eğer bebeklerimizin yetim kalmasını, analarımızın ağlamasını, bacılarımızın ırzlarının bozulmasını istemiyorsak her yerde Adaleti kurmalıyız, bu da bizim birliğimizden ibaret olmaktadır. Kaynakçalar: 1. Anthony C. Bowyer ,International Foundation for Election Systems, Islamic Movements and Democracy in Central Asia,Integration or Isolation?,2010 2. İzzet Ahmet BOZBEY, Quo Vadis Kirgizistan?: Sovyet Sonrasi Kirgizistan’da İslami Hareketler, Cilt:6, Sayı: 11, ss. 18-50, 2011 3. General А.Меdetbekov, Ugrozı terrorizma i religiyoznogo ekstremizma v SAR, 26.01.2011 4. İslam KERİMOV, Özbekistan, 2005 5. Ramil Latpınov, İnformassionno analiticheskiy federalnıy portal, 25.12.2012 6. Kırgızstan Respublikası, KGB, SNB raportı, 2009 7. Thomas M. Sanderson, Daniel Kimmage,David A. Gordon, From the Ferghana Valley to South Waziristan, March 2010 8. Zeyno Baran, S. Frederick Starr, Svante E. Cornell, Islamic Radicalism in Central Asia and the Caucasus,Implications for the EU, SILK ROAD PAPER, July 2006 9. Dr. Lopamudra Bandyopadhyay, Islamic Revivalism In Central Asia And The Islamic 10. Movement Of Uzbekistan, 2010 161 11. Simone de Bruijn, The Ferghana Valley, A Ticking Bomb?, November 2011 12. Richard Weitz, Storm Clouds over Central Asia, Revival of the Islamic Movement of Uzbekistan ?,The Institute for Foreign Policy Analysis Washington, DC, USA, Studies in Conflict & Terrorism, 27:505–530, 2004 13. Dr. Ehsan Ahrari, Countering The Ideological Support For HT And The IMU, The Case Of The Ferghana Valley, 2010 14. Olga Oliker, David A. Shlapak, U.S. Interests in Central Asia, Policy Priorities and Military Roles, UA832.2.O4265 2005 15. PEW Forum on Religion & Public Life, “Mapping The Global Muslim Population”, http://pewforum.org/uploadedfiles/Topics/Demographics/Muslimpo pulation.pdf). 16. Wikipedia, (http://en.wikipedia.org/wiki/Islam_in_Kyrgyzstan). 17. CIA Fact Book, Kyrgyzstan, (https://www.cia.gov/library/publications/the-worldfactbook/geos/kg.html). 18. http://www.interfax-religion.com/?act=news&div=6471, Pepraha.News, (http://www.fergananews.com/article.php?id=6066). 19. Vycheslav M. Khamisov,Problems Associated with Radicalism of Islamic Organizations in Kyrgyzstan, 2005 20. Zh. Zhorobekov, Regionalnaya politika Kyrgyzstana v tranzitnyi period (Kyrgyzstan Religious Politics in Transition) (Bishkek, 2000). 21. Spravochnik po religioznym fondam, uchebnym zavedeniyam, proshedshim uchetnuyu registratsiyu 22. (Reference Book on Registered Religious Funds and Educational Establishments) (Bishkek, 2001). 23. Christian Bleuer,Instability in Tajikistan? The Islamic Movement of Uzbekistan and the Afghanistan Factor, 2012 162 KAZAKISTAN MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERiLERi DOŞ.DR. ZHALGAS SANDYBAYEV9 KAZAKİSTAN - IKHLAS FOUNDATION 1. Ülkenin Genel Görünümü Kazakistan, Orta Asya ve Doğu Avrupa’daki bağımsız devlet. 2.727.300 km2 yüz ölçümü ile (Batı Avrupa'nın yüz ölçümü kadar) dünyanın en büyük dokuzuncu ülkesidir. Müslüman ülkelerin ve Türk devletlerinin yüz ölçümü bakımından en büyüğü, doğal kaynaklar bakımından da en zenginidir Cumhurbaşkanı Nursultan NAZARBAYEV Serik AHMETOV Başbakanı 16.741.00010 Nüfusu 2.727.300 km² Yüzölçümü Kazakça – Rusça Resmî Dili Kazakistan'da yaşayan halkın (%60)'ı İslam, (%30)'u Dini Hıristiyandır. Astana11 Başkenti Tenge (KZT) Para Birimi İnternet alan .kz adı Bağımsızlık 16 Aralık1991 Tarihi Almaata, Cambul, Çimkent, Türkistan, Karaganda, Önemli Samipalatiniks, Kökçetav, Kustanay, Turgay, Atrav, Şehirleri Aktav, Guryev, Baykonur, Pavlador, Kızılorda Rusya, Çin, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan Komşuları 9 Kazakistan Jumhuryeti Jumhurbaşkani Yanindaki Devlet Yönetim Akademisi, 10 Toplam nüfusu 16.741.000 kişi olan ülkede etnik yapı çeşitlilik gösterir. Ülke nüfusunun %63'ünü Kazak Türkleri, %24'ünü Ruslar, %3'ünü Özbekler, %2'sini Ukraynalılar, %1,4'ünü Uygurlar, %1,3'ünü Tatarlar, %1,1'ini Almanlar ve %4,5'i diğer milletlerden oluştur. 11 Astana, Kazakistan'ın başkenti ve en büyük 2–ci şehridir. Nüfusu 1000.000 civarındadır. 1998'de Kazakistan'ın başkenti ilan edilen şehir Akmola Eyaleti sınırlarında bulunmaktadır. Kazakistan'ın orta kesimindedir. İnsanların güney kesiminde yığılmasını önlemek için başkent buraya taşınmıştır. 163 İklimi Doğal Kaynakları Tarımsal Ürünleri Ülke genelinde sert karasal iklim hâkimdir12. Krom, Volfram, Çinko, Bakır, Altın, Demir, Kömür, Petrol ve Doğalgaz Buğday, Pamuk, Şeker Pancarı, Hayvancılık Coğrafi Durum Asya ile Avrupa arasında en önemli geçiş bölgelerindendir. Asya ile Avrupa arasında en önemli geçiş bölgelerindendir. Batısında Hazar Denizi, kuzeyinde Rusya Federasyonu, doğusunda Çin Halk Cumhuriyeti ile sınırı vardır. Güney sınırında ise batıdan doğuya Türkmenistan ve Özbekistan ve Kırgızistan ile komşudur [1]. 2. Ülkenin Ekonomik Durumu Ülke ekonomisi tarım, hayvancılık ve madenciliğe dayalıdır. Toprakların büyük bölümü çöl ve dağlarla kaplı olduğu için tarıma elverişli arazi azdır. Bu arazinin büyük kısmı meradır. Kazakistan’da tarım dört bölgede mütalaa edilebilir: 1) Yerleşik zirai bölge: Bölgede özellikle buğday, darı, ayçiçeği ve büyükbaş hayvanlar yetiştirilir. 2) Geçiş bölgesi: Bu bölgede darı yetiştirilir ve koyun beslenir. 3) Hayvan besleme bölgesi: Buralarda koyun beslenir. Aktübe’de ayrıca at ve deve de yetiştirilir. 4) Sun’i sulama yapılan bölge: Bu bölgede ise sanayide kullanılan pamuk, pancar, tütün, kendir, yağlı tohumlar ve pirinç yetiştirilir. 3. Ülkenin Eğitim Durumu Kazakistan’da eğitim 7-17 yaş arasında mecbûri ve parasızdır. Okullarda Rusça ve Kazakça eğitim yapılır. Ayrıca azınlık dillerinde de öğretim yapan okullar vardır. Nüfûsun az olduğu bölgelerde ortaokul çocukları için yatılı okullar bulunur. Mesleki eğitim veren okulların sayısı oldukça fazladır. 12 Kazakistan’ın okyanuslardan uzak kalması ve deniz tesirini iç kısımlara girmesini engelleyen büyük dağların olması, Kazakistan iklimini sert kıtasal kara iklim yapmaktadır. Ülke genelinde yaz ve kış ayları arasında ısı farkı çok büyüktür. Ocak ayında ortalama -35 dereceden -4 dereceye kadar; Temmuz ayında ise +19 dereceden +35 dereceye kadar farklılık göstermektedir. 164 Bugün Kazakistan Cumhuriyeti’nde genel olarak 7775 eğitim orta okulliseleri13 bulunmaktadır. Onlardan 7638-і, yani % 98,5-i devlet okullarıdır. Bu okullardan 3828-і Kazak, 1573-ü Rus, 58-і Özbek, 14-ü Uygur, 2-sі Tacik, 7-sі de ingiliz dilinde eğitim vermektedir. Ayrıca 2164 okulda eğitim iki ve daha fazla dillerde sürdürülmektedir [2]. Kazakistan’daki Üniversiteler sayısı KC İstatistik Ajansı’nın verilerine göre 2011-2012 eğitim döneminde Kazakistan’da 146 lisans eğitimi veren eğitim müesseseleri kayıtlıdır. Orada eğitim gören öğrenciler sayısı 629 507. Üniversitelerin 53-ü devlete aittir. Devlet kotasını kazanan öğrenciler sayısı – 134 036. Tüm öğrencilerden %46,9'u ücretli eğitim görmektedir. %41,2-si de açık öğretime devam etmektedir. 4. Ülkenin Dini Durumu Kazakistan’daki İslam Giriş Kazakistan Cumhuriyeti bağımsız, laik ve piyasa ekonomisi üzerine kurulmuş, toplum hayatının tüm alanında demokratileşme yolunu tutan, sosyal toplumu oluşturan genç bir ülkedir. Bağımsızlığını almasını müteakip yıllarda ülkemizde bütün din akımları mensuplarına belli bir dine ait olma serbestisinin tanınması bunun göstergesidir. Bugün Kazakistan topraklarında 130 civarında millet ve etnik grup, on yedi farklı dini kültür mensupları bir arada yaşayabilmektedir. “Medeniyetler ve dinler uluslararası merkezi”nin düzenlediği 2011 yılının sosyal araştırma verilerine göre son 3 yıl içinde her onuncu adam dine yönelmiş, daha önce kendisini ateist olarak tanıyan insanların %4,5-i Tanrıya inanmaya başlamıştır. Dini gelişme genelde ateistlik ve totalitarlık sonrası dönemdeki ülkelere özgü bir olgudur. Bunun için yıllardır milli ve ruhani kimliklerinden soyutlanmış olan ülkelerin kendi tabitaında ait olduğu köküne doğru tekrar gelmesi kadar doğal olan bir şey yoktur. Bu durum BDT devletleri içinde Kazakistan’ı da ilgilendiren bir durum. Kazakistan eğitim sisteminde orta okul ile lise bir birinden ayrı olmayıp tek bir eğitim müessesesi olduğu için bu şekilde yazdık.(çev.) 13 165 Kazakistanlıların çoğu ülke içindeki milletlerarası ilişkilerin olumlu olduğuna inanmaktadır ve onların büyük bir kısmı –%79,6-sı çeşitli dinlerin mensuplarıyla bir arada yaşamanın kendileri için yararlı olduğunu düşünmektedir. Bu tabii olarak Kazakistan nüfusunun yüksek seviyedeki dini hoşgörülülüğünü göstermektedir. Kazakların tarihi, kültürel ve geleneksel dini İslam’dır. Dünya dini olması hasebiyle İslam dini Kazak halkının hayatı ve gelenekleriyle de büyük bir uyum sağlamayı başarmıştır. Bu halkımızın dilinde, manevi-ruhi yapısında, ahlakında ve görgü-geleneklerinde kendini açık bir şekilde göstermektedir. Ayrıca dinin buyruklarından olan hoşgörülük, şükür, kanaat, af ve vicdan gibi haysiyetler ile diğer güzel hasletler Kazakların milli yapısıyla genel itibarıyla örtüşmektedir. Kazakistan müslümanları eskiden beri sünnilik İslam ve onun içinde Hanefi mezhebini benimsemektedir. Cumhuriyetimizde yaşayan diğer milletler de, tatarlar, başkürtler, uygurlar, özbekler, karakalpaklar, kırgızlar, düngenler de aynı yolu tutmaktadır. Bununla birlikte ülkemizde sünnilik ekollerinden biri olan Şafii mezhebine mensup olan kesimler de az sayıda bulunmaktadır. Onlar genelde çeçen ve unguş halklarından oluşmaktadır. KC Din İşleri Ajansı’nın en son istatistik verilerine göre “Yakında gerçekleştirilen tescil yenilemesinden sonra bugün Kazakistan’da 17 ayrı dine ait 3088 dini örgütler kayıt yenilemiş bulunmaktadır. Kazakistan Müslümanları Dini İdaresinin bünyesinde Kazakistan çapında 2228 cami mescidi, Rus Ortodoks kilisesine ait 9 eparhi, 261 kilise, bir ermenihavarileri kilisesi ile 8 kadim gelenekler kilisesi kayıt edilmiştir. Roma katolik kilisesinin 79 müessesesi, yahudilerin 4 merkezi, 2 budistlik merkezi tescil altına alındı. Eskiden hizmet vermekte olan 666 protestanlık dini müessesenin 462-si, yani %69’u, geleneksel olmayan 48 dini müessesenin 16-sı kayıt yeniledi Genel olarak devletin tescil yenileme programından sonra oranların pek değişmediğini görmekteyiz. İslam dini %72, ortodoks kilisesi- %9, katoliklik - %3, protestanlık - %14, diğer dini teşkilatlar %2 oranına sahip gözükmektedir. [3]. Ülke nüfusunun %90-ı kendisini Kazakistan’daki esas iki dinden birisine ait görmektedir. Onlar: İslam (%70) ve ortodoks hristiyanlığı (%28). Kazakistan’daki İslam akımları Son zamanlarda İslam adını kullanarak ortaya çıkmakta olan çeşitli dini akımların artması ciddi bir şekilde gündeme gelmiş bulunmaktadır. Kazakistan’da bugün şu örgüt ve cemaatler bulunmaktadır: 166 1) Selefilik; 2) Hizbut-tahrir; 3) Sufilik (Nakşibendilik, Kadarilik); 4) Tebliğ cemaati; 5) Kuraniler 6) Ahmadiya cemaati 7) Bahailer [4] Bağımsızlık dönemine kadar Kazakistan’da bu akımlardan hiçbirisi bulunmamaktadır. Bunlardan bazıları yurt dışından gelen misyonerler aracılığıyla gelmişken, diğer bazıları bağımsızlıktan sonra yurt dışında eğitim gören gençlerle birlikte gelmektedir [5]. Bunların içinde barış ve birlikten yana olanlarla birlikte güç ve kuvveti, silahlı çatışmaları kışkırtanları, namaz kılmayanlara karşı cihada çağıranları veya hilafet kurmayı hedef edinenleri ve başka da yanlış fikirlerde olanları bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak şu durumların sudur ettiğini söyleyebiliriz: - Bir çok gençler bu akımların peşinde gitmektedir. - Bunların bazıları toplum içinde kötülüğü aşılayıp, İslam’ı farklı yönlerinden tanıtmaktadır; - Kazak milletinin tarihi kültürüyle iç-içe olan Hanefi mezhebini kabul etmemektedir; Kazakistan Müslümanları Dini İdaresi bu meselelerin çözümü için aşağıdaki çarelere başvurmaktadır: Bu akımların önüne geçmek ve halk arasındaki istikrar ve barışın sağlanması için Kazakistan Müslümanları Dini İdaresi kararı ile: - Adı geçen akım mensuplarının camilerde toplanıp sohbet ve vaaz yapmaları yasaklanmaktadır; - Camilerde namaz Hanefi mezhebine göre kılınır; - İmamlar geleneksel İslam dinine ve Hanefi mezhebine göre eğitim alan müslümanlar arasından tayin edilir; - Satışa çıkarılan dini literatürler ciddi kontrolden sonra satışa çıkarılabilmektedir. Bu arada Kazakistan’da Milli Güvenlik Komitesi tarafından terör veya ayrılıkçı ve devlet karşıtı hareket olarak tanımlanıp yasaklanan tarikatların sayısı 11’i buldu. Onlar: 1) El-kaide; 2) Doğu Türkistan İslam Partisi; 3) Kürdistan Milli Kongresi; 167 4) Özbekistan İslami Hareketi; 5) Esbat el-Ansar; 6) Taliban; 7) Boz Gurd; 8) Orta Asya Mücahitler Cemaati; 9) Laşkarı Taiba; 10) Hizbut Tahrir; 11) Aum Sinrike hareketleri [6]. Dini Basınlar Kazakistan Cumhuriyeti kanunu gereğince dini literatürler geleneksel İslam’ı tanıtmalıdır. Ayrıca satışa çıkarılan dini kitaplar KMDİ (Kazakistan Müslümanları Dini İdaresi) ve KC Din İşleri Ajansı’nın özel ekspertizinden geçirilmektedir. Yakın geçmişte dini eşyalar ile kitaplar sadece özel izinli olarak ve özel ayrılmış dükanlarda satılması konusunda karar çıkarıldı. Bundan önce dini eşyalar ile dini literatür camilerin yanında, etrafında ve hemen her yerde satılabiliyordu. Bundan sonra sadece ruhsatlı dükanlarda satılacaktır. 2011 yılındaki resmi verilere göre ülkedeki dini literatürü çıkartan basım evlerinin sayısı 30’u bulmaktadır [7]. Bunlardan büyük bir kısmı çok az bir tirajla yayınlanan ve geleneksel İslam’ı tanıtan dergi ve gazetelerdir. Bazıları kendi masraflarını karşılayamadığı için kapanma ile karşı karşıya durmaktadır. Kazakistan Müslümanları Dini İdaresinin çıkarttığı “İslam ve kültür” (İslam jane Örkeniyet) gazetesi Kazakistan’ın tüm cami ve mescitlerinde ücretsiz olarak dağıtılmaktadır. Gazete ayda iki defa basılmaktadır. Dini içerikli sitelere gelince onların sayısı konusunda net bir şey söylemek mümkün değildir. Şu kadar var ki Dini İdarenin özel sitesi dışında 14 ilin ve şehirlerin merkez camilerinde kendi siteleri bulunmaktadır. Bununla birlikte bu konuda bazı sorunlar bulunmaktadır: - Din İşleri Ajansı’nın ülkedeki sapık olarak nitelediği ve yasakladıkları dini siteler halen kapanmadan faaliyetine devam etmektedir; - Terör ve dini aşırılıkçılığı destekleyen yurt dışı sitelerini filtrelemeye devletin gücü yetmemektedir. - Din devletten ayrı olduğu için geleneksel İslam’ı tanıtan bazı olumlu dergi ve gazeteler devlet tarafından destek almadığından dolayı maddi sıkıntılar geçirmekte ve kapanma ile karşı-karşıya durmaktadır. Devlet yukarıda saydığımız meselelerin çözümünü şu şekilde çözmeye çalışmaktadır: 168 - - - Ülkedeki dini aşırıcılık ve sapıklığı aşılayan cereyanların sitelerini kapatmak için KC Yüksek Mahkemesine öneriler yönlendirmektedir. Çünkü onların kapatılması sadece mahkeme kararıyla mümkün olabilmektedir. Gençler arasında “sapık cereyanlar”, “teröre yol yok!” gibi sloganlarla gruplar ve örgütler oluşturularak, konferans ve seminerler düzenlenmektedir. “İslam kültürü ve ilmini destekleme müessesesi” geleneksel islamın esaslarına uygun olan dini literatürü 3, 5 ve 25 bin tirajla basarak, cami ve diğer toplum yerlerinde ücretsiz olarak dağıtmaktadır. Kazakistandaki Dini Eğitimin Durumu Bugün ülkemizde geleneksel İslam eğitimini veren 1 Üniversite, 1 İslam Enstitüsü ve dokuz 9 medrese bulunmaktadır.14 Adı geçen eğitim merkezleri Kazakistan Müslümanları Dini İdaresinin eğitim müesseseleridir. Onlardan biri olarak Kıvamud’din El-Farabi Et-Türkistani adını taşıyan cumhuriyet hafızlık merkezi faaliyet vermektedir [8]. Ayrıca 2009 yılında Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in teklifi ile “İslam kültürü ve ilmini destekleme merkezi” açılmıştır ve İslam medeniyetini, ilmini, hoşgörülük ve barışa dayalı öğretilerini yayma yolunda faaliyet vermektedir. Bu merkez ilim yolundaki talebelere özel burslar temin etmek suretiyle İslam eğitimini desteklemekte, dini ekspertizden geçmiş olan edebiyatları camiler aracılığıyla halka ulaştırma v.d. faaliyetlerinin yanısıra dört internet sitesini çalıştırmaktadır. Onlar: www.islamfund.kz, www.sunna.kz, www.shakirt.kz ve www.muslima.kz [9]. Ülkemizin yaklaşık olarak 10 üniversitesinde “İlahiyatçı” mesleği okutulmaktadır. Ayrıca yurt dışında bazı ülkelerde, örneğin Türkiye, Malezya, Mısır v.d. ülkelerde ilahiyat mesleğini alan vatandaşlarımız bulunmaktadır. Onların tam olarak adları: Nur-Mübarek Mısır İslam Üniversitesi, Cunhuriyet İmamların Kalifiyesini Yükseltme İslam Enstitüsü, “Ebu Hanife medresesi”, “Ebu Bekir Sıddık” medresesi, “Aktöbe medresesi”, “NurAstana” medresesi, “Oral medresesi”, “Sarıağaç medresesi”, “Hibetullah EtTarazi” medresesi, Üçkonır (Şamalgan medresesi), Çimkent medresesi, Hoca Ahmet Yesevi islami eğitim kursu. 14 169 Devletimiz için yeni mesleklerden biri sayılan “ilahiyatçıları” hazırlamak hiç kolay olmamaktadır. Halen bu meselenin tamamen çözüme kavuştuğunu söylemek için biraz erken. Çünkü bu yönde çözümünü bekleyen bazı sorunlar bulunmaktadır: – “İlahiyat” mesleğiyle ilgili kaliteli ve doyurucu ders kitaplarının yetersizliği. Bugüne kadar ders kitapları meselesi tamamen çözüme kavuşturulmuş değildir. Özellikle kazak bölümlerinde bu mesele oldukça ciddi bir şekilde sorun olarak kalmaktadır; – “İlahiyatçı” mesleğinin daha yeni açılmakta olması ve maddi yönlerinden dolayı bu mesleği seçen aday öğrencilerin az olması ve bunun neticesi olarak bazı üniversitelerdeki “ilahiyat fakültelerinin” kapanma ihtimali bulunmaktadır; – Okul ve liselerde yeniden “İlahiyat esasları” adlı yeni madde okutulmaya başlamıştır. Bu derse girecek olan kalifiyeli öğretmenleri hemen-hemen yok diyebiliriz. Bu yıl itibarıyla Eğitim Bakanlığı özel kararı ile yeni eğitim döneminden itibaren Kazakistandaki tüm üniversitelerde “İlahiyat” dersi okutulacaktır. Bu saydığımız meselelerin çözümü şu yollarla aranmaktadır: – Kazakistan Müslümanları Dini İdaresi ile Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çift taraflı anlaşmasıyla her yıl ülkemizin cami imamları Türkiye Cumhuriyetine giderek 1-2 ay civarında eğitim görmektedir; – KC Eğitim Bakanlığı tarafından Üniversitelerde “İlahiyat” mesleğinin geliştirilmesi için kotaların artırılması yönünde çalışmalar yapılmaktadır; – Devletin uluslararası “Bolaşak”(gelecek) programı ile meslek sahipleri yurt dışında tecrübe ve deneyimlerini artırma programına tabi tutulacaktır; Değerlendirme Değerli konuşmacı, muhterem konuklarımız ve saygıdeğer katılımcılarımız! Son sözlerimi şu şfadelerle değerlendirmek istiyorum. Kazak halkı asırlardır müslümandır. O açlık döneminde de, kılıcından kan damlayan komünizm döneminde de dininden hiz vazgeçmemiş ve taviz vermemiştir. Yalnız halkın İslama olan güven ve saygısını kötüye kullanarak din adı altında zararlı akımlar kendi çıkarı yolunda faaliyetlerini sürdürmeyi hedeflemektedir. Bunun önlenmesi için öncelikle halka geleneksel doğru İslam’ın öğretilmesi zaruret olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun için de İslam ilimlerini çok iyi seviyede bilen elemanlara, okumuş insanlara ihtiyacımız çok, bu da yavaş-yavaş çözümüne doğru yaklaşmaktadır. 170 Sizlerin müslüman ülkelerdeki İslam’ın ve müslümanların durumunu düşünerek, bu tür toplantılar ve meclisler düzenlemeniz çok önemli ve ahiret bakımından da karlı bir iş olduğuna inanıyorum. Burada genç uzmanlar birbirleriyle tanışmakta ve yalnız olmadıklarını görmektedir. Ben şahsen ülkeye gittikten sonra bu toplantıda duyduğumu ve öğrendiklerimi medya ile ve oradaki müslüman kardeşlerimle mutlaka paylaşacağım. “Size nasıl yardımcı olabileceğiz?”- diye soruyorsunuz, benim cevabım şu olacaktır: “Bizi böylece bir araya getirmeniz ve fikir alış-verişini yapmamızı sağlamanız bizim için yeterlidir”. Bu toplantıları düzenleyen kardeşlerimize birkaç rica: – Genç uzmanları bir araya getirerek 1-2 haftalık seminerler şeklinde dersler düzenlenirse biz bundan çok istifade ederdik; – Zararlı akımlara aldanarak girmiş olanları geri kazanma ve reabilite etme konusunda, bunları önleme konusunda tecrübe alabileceğimiz bir düzenlemeler olsa; – On-line, internet üzerinden buradaki alim insanlardan ders dinleme imkanları olsa diye temenni ediyoruz; Sizlere teşekkürlerimi sonuyor, sağlık-sıhhat ve ailenize mutluluk, işinizde başarılar diliyorum! Kaynakça: 1. Қазақ энциклопедиясы. 2. www.surak-zhauap. ҚР статистикалық агенттігі. 3. 3.КАЗИНФОРМ. Г.ТОҚТАРОВА, Қазақстан Республикасы Дін істері агенттігінің Мәдениеттер мен діндердіңхалықаралық орталығы. 4. Бейсенов Б. Ислам және қазақ руханиятының бастаулары. Алматы. 235б. 5. 5.Дербісәлі Ә. “Ислам және заман”. – Алматы, 2003 - 560 б. 6. ҚР Дін істері агенттігінің сайтынан, баспасөз қызметі; 7. 7.www.abai.kz. “Абай-ақпарат”. 8. 8.Ә. Дербісәлі.Қазақстанның мешіттері мен діни оқу орындары. Алматы. Ата-мұра, 2012. 9. www.islamfund.kz. Ислам мәдениеті мен білімін қолдау қоры. 171 AFRİKA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 172 AFRİKA’DAKİ ÇATIŞMALARIN ARKASINDAKİ TEMEL SEBEP: KITADA MÜSLÜMANLARI ETKİSİZLEŞTİRME GİRİŞİMİ Prof. Dr. Ahmet KAVAS İstanbul Medeniyet Üniversitesi-ÇAD BÜYÜKELÇİSİ 21. yüzyıla girmeden önce bu asrın İslam asrı olacağı Batılı fikir adamları, stratejistler ve özellikle medya organlarında çok sık tekrar edilmekteydi. Mutlaka bu öngörülerini temellendirip gereken tüm vasıtalar kullanılacak ve 20. yüzyılda iyice pasifize ettikleri İslam topluluklarının yeniden kıpırdanmalarını durduracaklar, her fırsatta yok edici darbeler vurulacak, bunu yaparken de her plan cesurca uygulanacaktı. Bu uyanışın garantisi olan şuurlu, her alanda ihtisas yapmış gençlerin sayısı çığ gibi büyüyordu. Yeterli mücadele teknikleri geliştirilemezse önü alınamaz bir değişim için zaman çok daralmıştı. Her geçen gün ayak seslerini daha fazla duydukları ve kendi tabirleri ile tehlikeli ilerleyiş etkisizleştirilecek ve bunun en fazla odaklandığını düşündükleri kıtalar Asya ve Afrika olacaktı. Avrupa’daki yeni ihtidalar ve burada yaşayanların nüfus artışıyla öne çıkan etkinliği kısmen kontrol altında tutulmaya çalışılıyordu. Amerika’ya gelince burası tam beş asır zaten her türlü İslami yayılmaya kapatılmış, kısacası en emniyetli bölgeyi oluşturuyordu. Dünyadaki tüm Müslüman nüfusun %62’si, kıtanın toplam nüfusunun ise %25 civarında bir oranı Asya’da yaşıyor. Ortadoğu ve Afrika’da ise İslam dünyasının %35’i yaşıyor. Bilhassa Sahraaltı Afrika’da genel nüfusun %35’i, tüm Müslümanların ise %15 civarında bir oranı bulunmaktadır. 50 ülkede çoğunluğu Müslüman olan nüfus genel olarak tüm bu dine inanların %80’inini, 115 ülkedeki azınlık Müslümanlar ise aynı inancı paylaşanların %20’sini meydana getirmektedir. 7 milyarlık dünya nüfusunun 1,8 milyarını meydana getiren Müslümanlar 20 yıl sonra 8 milyarı bulacak genel nüfus içinde 2,2 milyara, yani %35’lik artışla şimdiden konuyla ilgilenenleri ciddi planlar yapmaya, gerekli tedbirler almaya sevk ediyor. Yeryüzünde yaşayan tüm etnik ve inanç ayrılıkları içinde Müslümanların kısmen de olsa gelecek için tehlikeli sınıflar ürettiğini söyleyen Batılı düşünce ve araştırma kuruluşları yaklaşık bir asırdır sağladıkları bu geniş coğrafya üzerindeki üstün konumlarını devam ettirmeyi tek çare olarak görmektedirler. En kolay ve kestirme yol mutlaka denenecek ve Müslümanlar her türlü misyonerlik faaliyetleri ile kısmen de olsa Hıristiyanlaştırılacaktır. Şayet bu en ciddi hedefleri başarılamazsa 173 Hıristiyanlarla aralarında çok sağlam köprüler kurulacak ve kendileri tehlikeli unsurlar olarak görülmeye devam edilirken karşılarındakileri sadece inançlarını yaşayan sıradan kimseler olarak algılamaları sağlanacak. Uluslararası boyutlarda teröre karşı sürdürdüklerini iddia ettikleri her mücadele kurallarına uygun ve olması gereken müdahale olarak sunulacak. Tüm hayatı Sahraaltı Afrika’daki Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için şekillendirilen ve bu uğurda epeyce bir süre de gayret gösteren Sierra Leoneli papaz Musa Bangura’nın anlattıkları insanın kanını donduracak ifadelerdir. Ufacık bir çocukken ülkesinde başlayan misyonerlerin idaresindeki eğitimi bir müddet Liberya’da, ardından Nijerya’da devam etmiş ve nihayet Güney Afrika Cumhuriyeti’nde tamamlandığında artık iyice yetiştiğine kanaat getirildikten sonra görev alanı olan ülkesine gönderilmiş. Çalıştığı her bölgede sadece Müslümanları Hıristiyanlaştıracak, kendisi gibi yetiştirilen ve sayısını bilmediği papazlar da Afrika’yı Hıristiyanlaştıracaklardı. Şayet 1993 yılında ihtida edip kilisenin bu planını deşifre etmeseydi son 20 yılda on binlerce Müslüman genci inancından ayırıp kendi dinine dahil edecek, bunu beceremezse en azından sahip olduğu dinlerinden uzaklaştıracaktı. Sadece bir papaz yaptıklarına pişman olup Müslüman olunca kendisi gibi yüzlerce papazı ve binlerce Sierra Leoneli kendi vatandaşını izini silmek için gayret ettiği dine hizmet eder hale getirebiliyordu. İncil ve Kur’ân-ı Kerim eğitimini birlikte alması sağlanan ve karşısına çıkacak her Müslümanı birincisi ile susturacak kadar diğerine de vakıf olan onun gibi daha kaç bin misyoner kıtada gece gündüz çalışıyor. Papaz Musa Bangura’nın ifadesiyle Batılılar veya diğer kıtlardan gelenler tabiiki Afrika’nın yer altı kaynaklarını almak istiyorlar, ama Hıristiyanlar özellikle dinlerini burada yaymak istiyorlar. Ne var ki asıl istedikleri kıtada her şeyden önce İslamla müşerref olmuş Afrikalıların 1400 yıllık tarihi izlerini yok etmektir. Sadece bu örnekten hareketle bile Kilisenin ne kadar büyük bir enerji sarfettiğini düşünmekte fayda var. Afrika’da faal olan her dış yapının temel hedefinin de Kilise ile paralellik arz ettiğini tahmin etmek zor değildir. Tüm iç karışıklıkların, hammadde kaynaklarının, siyasi ve sosyal çalkantıların arkasında çok güçlü lobilerin çalıştıklarını bilmek gerekir. Bugün İslam dünyasından binlerce genç de bu faaliyetlerin içinde gönüllü, kimi zaman iş bulamadığı için, bazen de insanlığın ortak çıkarının bunu gerektirdiğini düşünerek yer alıyor. Afrika toplumları, çoğu ABD’de ve yüzlercesi Avrupa, hatta Asya ülkelerindeki think-thank kuruluşları ve farklı araştırma merkezlerinin 174 inceleme alanına dönüşmüş, binlerce insanı en rahat laboratuvar ortamındaki değişik usullerdeki deney mantığıyla adeta tüm özellikleri ile tanıma gayretindeler. Her bir sosyo-kültütel, siyasi ve dini oluşumun öncüleri ve mensupları birer kobay gibi kabul edilip incelenmek üzere binlerce araştırmacının ilgi alanına çevriliyor. Afrikalı gençler bırakalım Avrupa’nın, Asya’nın ve özellikle Amerika’nın üzerine kafa yormak, fikri bir uğraşı adına, insanlık adına bir şeyler üretmelerini, bizzat kendi kıtalarının akıbetini konuşmak, düşünmek ve araştırmak için bile en ufak bir uğraşıları yok. Önlerine böyle bir hedef konmamış ve de belki hiç konmayacak. Haliyle adeta her bölgesi, kabilesi, inancı, örfü, adeti yüzlerce araştırma konusu olan Afrikalılar istenildiği anda merkezi otoriteyi sarsacak isyanları birkaç günde alevlendirebilecekler. Kaleme, kitaba, bilgisayara, eve, ilaca ve daha nice birinci derecede ihtiyaç duyduğu gereksinimlere para bulamayan bu insanların hepsinin karşısındaki çoğu kendisinden olan kimseleri öldürmek üzere alabilecekleri çeşit çeşit silahı elinde bulunuyor. Bu silahı doğrulttuğu insan da yine kendisi gibi o topraklara ait ama dış mihraklarca farklı düşüncelerle donatılarak karşısına diktiği insanlar. En ufak bir isyanın bastırılması bile herhangi bir ülkenin onlarca yıl sonraki geleceğinin mahvedilmesi anlamına gelmektedir. Birkaç neslin daha doğmadan dünyanın hakir bakışlarına maruz kalmasına sebep oluyor. Kendisine en pahalı silahı teslim edenin neden bilinçlenmesine katkı sağlayacak malzemeleri vermediğini sorgulamaktan bile aciz durumdalar. Çünkü onu toplumundan koparıp arasına engeller koyanların bir elinin kendisine uzandığını, diğerinin Batılıların art niyetlerine uzandığını fark edemeyecek kadar cahil bırakılmaları bunda en önemli etkendir. 21. yüzyıla girdiğimiz bir dönemde Afrika Müslümanları Mağrip el-Kaidesi, Somali’de eş-Şebâb, Nijerya’da Boko Haram ve Mali’de Ensaruddin isimli dört aşırı güç kullanan yapının mengenesine kısıkmış durumdalar. Bunların her birinin çok iyi niyetlerle başladığını düşünerek Müslüman toplumlara neler sağlayabilecekleri üzerinde öngörülerde bulunalım. Acaba bu kadar çok yönlü bir mekanizmayla Afrika’da İslam’ı silmek için gayret eden mekanizmayı gerçekte en zayıf mücadele aracı olan silahla susturmak mümkün müdür? Asla mümkün değildir. Kendi toplumları içinde birbirlerine karşı verdikleri silahlı mücadele aslında onları inançları ile birlikte yok etme niyetteki etkin çevrelerin hedeflerine daha kolay ulaşmalarına vesile olan bir vasıtadan ibarettir. Kendilerini yok etmeye gelenlerin ana hedefi bu olup her ne pahasına olursa olsun bunu gerçekleştirecekler. Aşırı gruplar ise bu kadar güçle mücadeleden netice 175 alabileceklerinden hiç emin değiller, zaten mümkün de değil. Onun için de bu dünyada sadece şehit olmak yeterli düşüncesi onlarda bir şekilde ağırlık kazandırılıyor. Oysaki amaç bu dünyada yaşarken önce buna dört elle sarılıp buradaki hayatın hakkını vermek, karşısındaki rakibine yenilmek değil, ona üstün gelmek için çalışmaktır. Çünkü rakipleri üstünlüğü silahla değil, ilimle, sanatla, kültürle, teknoloji ile elde etti, bunu herşeyden önce anlamak gerekir. 1990’lı yıllar genel olarak tüm Afrikalıların, özelde ise bu kıtadaki Müslümanların giderek parlayacak birer yıldız olacaklarının habercisi idi. Ancak ilk ciddi darbeyi Müslüman gençlik Cezayir’de yedi. Çok iyi niyetlerle başlasa bile sonuçta onbinlerce genç içine girilen girdapta yok oldu. Kazanan taraf Cezayir’den menfaati olanlardı. Silahlı İslami Grup (elCemaatü’l-İslamiyye el-Musallaha/Groupe Islamique de l’Armée) epeyce bir mücadelenin ardından bir türlü başarı elde edemeyince iyice sertleştirdi. Bir müddet sonra yeni bir isimle kendini göstermeye başladı. Selefi Vaaz ve Cihat Grubu (Groupe salafiste pour la prédication et le combat (GSPC), bir müddet sonra önemli isimlerinden Abdulkadir Drukdel üzerinden el-Kaide ile yakınlaştı ve Mağrip el-Kaidesi adını aldı. İkinci Hareket Somali’de eş-Şebâb adıyla 2000’li yılların sonunda İslam Mahkemeleri Birliği içinden ayrılarak oluştu. Giriştiği önemli saldırıları bir zamanlar beraber olduğu mahkeme üyelerine karşı kaydırdı. İstikrarın sağlanma sürecine girildiği bir dönemde İslam Mahkemeleri içine sokulan basit fitne unsurlarını fark edemeyecek kadar uluslararası etkin yapılardan habersiz bir şekilde silahlarını birbirlerine karşı yönelttiler. Sonuçta Somali tarihinin hiçbir döneminde görmediği bir şekilde taş taş üstünde bırakılmayacak kadar yıkıldı, yok edildi. Haklılıklarını hangi kelimelerle ifade ederlerse etsinler tamamen yok olan Roma harabelerinden daha beter ve de 100 yılda ancak yaşanabilecek bir tahribat yirmi yılda bu ülkenin bütün değerlerini yok edip bitirdi. Üçüncüsü Nijerya’da ortaya çıkan Boko Haram örgütüdür. Bu örgüt başlangıçta İngiliz sömürgeciliğine karşı bir direniş hareketi iken özeklikle son yıllarda artık Nijerya merkezi hükümetine karşı tertiplediği saldırılarla tanınıyor. Şu anda Afrika’da manipülasyona en fazla müsait bir hareket olarak adından bahsettiriyor. Neredeyse kitlelerin gelecekte mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamalarına vesile olacak hiçbir düşünceleri yok. Sadece korku üzerine kurulu faaliyetleri ile sadece karşılarında gördüklerini değil kendi dindaşlarını da her geçen daha fazla ateş hattına atıyorlar. 176 Dördüncüsü ise Mali’de oluşan Ensaruddin Hareketidir. Somali’deki eşŞebab hariç diğer üçü coğrafi olarak birbirlerine yakın bölgelerde oldukları için sıkı irtibat halindeler. Bu hareket ise içlerinde neredeyse en yeni kurulan ve hiçbir fikri alt yapısı olamayan bir oluşumdu. Nasıl ortaya çıktığı, arkasında kimlerin finansörlük yaptığı bilinmeden Mali gibi bir ülkeyi sömürgeci damgası ile terkeden Fransa’ya 50 yıl sonra kurtarıcı devlet vasfı kazandırdı. Temel hedefini şeriat devleti kurmak olarak ortaya koyan eş-Şebab, öncelikle Mali’deki İslam bilgisi yok denecek kadar az olan Müslümanların bile İslamiyet olmazsa olmaz değerleri hakkındaki pek çok düşüncelerini yıkmayı başardı. Mali’de şeriat ilan etmenin bedelinin, daha doğrusu böyle bir iddianın Fransa’nın himayesine girmek olduğunun en açık delili şeklinde kayıtlara girdi. Zaten Fransız ordusu bölgeye gelir gelmez de ortalıktan kayboldular. Her dört hareketin bugün geldikleri noktada en fazla korku verdikleri arasında karşılarına rakip olarak koydukları Avrupalılar değil, bilakis Afrikalılar, özellikle de Müslümanlardı. Kıbrıs’ta düzenlenen bu büyük buluşma vesilesiyle bazı gerçekleri de ifade etmek gerekir. İslam dünyasının farklı coğrafyalarından yüzlerce genç insanın bir araya gelmesi kadar 21. yüzyılın daha ilk dönemi sayılabilecek bir zamanda gerçekleştirilebilecek ciddi faaliyet düşünüyorum. Farklı İslam ülkelerinde yüzlerce akademik, kültürel, siyasi ve hatta dini toplantılar yapılıyor. Çekilen aile resimlere biraz yakından bakınız. En genci 55-65 yaş arası insanlar, artık meslekleri adına fazla sözleri olmayan, varsa da daha önce söylemiş kimseler. Çoğu zaman toplantı salonunu teşrif edip diğer konuşmacıları dinlemeyecek kadar alakasız o kadar çok kimse var ki hatta bunların çoğu da artık bu tür toplantıları turistik bir gezi olarak algılıyor ve yeni mekânlar görmek için iştirak ediyorlar. Bu toplantılardan bir şey çıkmaz, zaten çıkmıyor da. Ama bu toplantıyı çok önemsiyorum. Burada İslam dünyasının en az 30 yıl sonrasını görüyorum, daha doğrusu tahayyül ediyorum. Sadece İslam dünyasının gençleri değil, tüm dünya gençliği göz önüne alındığında çok genel hatlarıyla insan ömrünün belli yaş grubunu temsil eden bu taze dimağlı insanlar neler yapıyorlar, neler yapmamalıdır. Öncelikle genç deyince çok kimsenin aklına kolayca anarşist ve terörist olanlar, uyuşturucu kullananlar, kendileri kazanmayıp ailelerinin bütçesinden veya başka kaynaklardan aktarılan imkânları tüketenler, aile yuvasını bir an evvel kurmak yerine bundan kaçanlar ve genelde bu toplumsal yapının kıymetini takdir edemeyenler, kısacası gününü gün 177 edenler geliyor. Oysaki aynı zamanda ilmin örenildiği yaşlar gençlik çağları ve bunu hakkıyla yapan milyonlarca genç var. Tüm nesillerin garantisinin gençlik olduğunda herkes hemfikirdir. Kamu düzenini sadece genç kuşakların polis, asker, sivil güvenlik hizmetleriyle sağlanmaktadır. Kötü alışkanlıklar ancak gençlikte başlanmışsa terk edilir veya hiç başlamama aşaması gençlikte başarılır. İş, güç sahibi olmanın en uygun dönemi yine bu yaşlardır ve ne erken ne de geç mümkün olur. Aile yuvası kurularak gelecek nesillerin var olması için gerekli hazırlıklar bu çağda hayata geçirilir. Modern dünyada 20’li yaşlarda bir genç milletvekili, hatta bakan olsa yer yerinden oynamaktadır. Bütün haberler o kişiler üzerine odaklanmaktadır. Oysaki tarihin şöyle üç beş yüzyıllık, hatta 1000 yıllık sadece kendimize, İslam tarihine ait sayfalarını biraz çevirelim. Devletlerin başına iki, dört, on, haydi bu olabilir denebilecek on sekiz yaşından küçük pek çok sultan geçmiştir. Burada önemli olan bu genç dimağların devletleri gerektiği gibi yönetmeleri değildir. Eğer kurulu ve de sağlam bir devlet düzeni varsa çoğu zaman çocuk ve genç yaştaki sultanlar, emirler yönetime fazla müdahale edemedikleri için devletlerini o güne kadar ayakta tutan ortak aklın uzun süre daha devamı kolay olmaktadır. Mesuliyeti üstlenir üstlenmez kendine yeni idare kurup önü belirsiz maceralara girememektedir. Ama birkaç yıl alacağı devlet terbiyesi ve tecrübesi ile berrak zihni yapısıyla daha üretken, daha cesur ve de hayati kararları almakta gözü pek davranabilmektedir. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed henüz 21 yaşındaydı. Ama ona kadar nice devlet tecrübesi ve komutanlık kabiliyeti olan daha ileri yaşlardaki sultanlar ve komutanlar bunu başaramamıştı. Burada genç dimağların ne kadar önemli olduğunu ifade etmek istedim. İslam Dünyası Gençliğini Bekleyen Güncel Meseleler ve Çözüm Önerileri Birinci mesele: 21. yüzyılda İslam dünyasının nüfusunun 2 milyara ulaşmak üzere olduğu bugün Amerika Birleşik Devletlerine yaklaşık 50 araştırmacının 1500 ayrı kaynaktan aldıkları bilgilerle ifade edilmektedir. Gerçekten dünyanın nüfusu 6,8 veya 7 milyar mıdır? Bu bir genellemeden mi ibarettir. Gerçek olan şu ki dünya da henüz kimlik kartı olmayan ve herhangi bir nüfus idaresine kaydı yapılmamış yüzlerce milyon insan var. Bunların da özellikle önemli bir kısmı Afrika ülkelerinde yaşamaktadır. Günümüzün genç ve dinamik Müslüman gençliği her imkânı kullanarak gerçek nüfusumuzu ortaya koyamazsa bu alanda üzerlerine düşen görevi yapmamış demektir. Neden Müslümanların nüfusunu sadece Amerikalılar araştırsın ve onlar dünyaya ilan etsinler. Henüz yeryüzünde yaşayan, gözle 178 görülen din kardeşinin bir kaydı bile yoksa onun diğer haklarını nasıl savunacaklar. Kimlik gibi son derece basit ve modern toplumun olmazsa olmaz bir ihtiyacı giderilmeden Müslüman gençlik önündeki 20, hatta 30 yılın vebalini taşımaya devam edecek demektir. Bir an evvel İslam Gençlik Teşkilatı bir nüfus sayımı sistemi geliştirip bunu her ülkedeki temsilcilikleri üzerinden kuracağı en ücra bölgelerdeki bilgi kaynaklarına kadar ulaşarak gerçek nüfusun 1,8 mi yoksa 2 milyar mı, ya da 2,5 milyar mı olduğunu tespit etmek durumundadır. İkinci mesele: Günümüz İslam âleminin ortak bir eğitim ağına olan ihtiyacı karşımızda duruyor. En doğusundan batısına kadar dünyanın farklı coğrafyalarındaki Müslümanların tamamının asgari seviyede temel bilgileri almamaları durumunda birbirlerine yabancı kalacakları kesindir. Bir taraftan dinî eğitimi, diğer taraftan diğer alanlardaki eğitimi günün şartlarında birlikte verecek bir okul ağına acilen kavuşmaları gerekiyor. Bu anlamda Türkiye’deki İmam-Hatip Liseleri büyük bir tecrübe sahip olup başarıları da yıllardır test edilmekte olup çağın şartlarına cevap verecek, hatta ufuk açacak seviyede önemli bir değerdir. Bunun mevcut eksik taraflarının da tamamlanarak tüm dünyada bir an evvel yaygınlaştırılması gerekmektedir. Yine İlahiyat Fakülteleri yüksek din eğitimi için programları daha da geliştirilerek bir örneklik teşkil edebilir. Bugün Katolik aleminde bir papalık seçimi süreci başlayınca herkes sadece bu konuyu takip etmek zorunda kalıyor. Adeta hiç alakamız olmayan bu hususta neredeyse en ince ayrıntılara dahi vakıf oluyoruz. Yine yeryüzünde bulunan 200 bin okulda 40 milyon öğrenci kreşlerden ilkokullara, ortaokullara ve her türlü liseye devam ederek eğitimlerini iki milyonu aşan öğretmen ve diğer personelden alıyor. Bu öğrencilerin ve eski mezunların oluşturduğu bilgi ağı ile aynı anda 160 milyon Katolik Hıristiyana ulaşabiliyorlar. Uluslararası Katolik Eğitim Genel Ofisi Brüksel’deki merkezinden günlük dünyanın en kapsamlı bu iletişim ve de eğitim ayını kontrol ediyor. Yine yeryüzünün farklı ülkelerinde bini aşkın Katolik Üniversitede de milyonlarca öğrenci yüksek eğitim alıyor. İslam dünyasında değil bunun benzeri, çeyreği hatta onda biri kadar bir etkileşim ağı var mı? Böyle bir geniş kapsamlı etkileşim ağı veya ağları kurulamazsa İslam dünyası, kısacası Müslümanlar ezilmeye, her gün daha fazla manipüle edilmeye mahkûm kalacaktır. 179 Üçüncü Mesele: İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde gençlerin varlığının yetersiz bırakılması kabul edilemez. Bu dünyayı ayağa kaldıracak olan vaktinin çoğunu faydasız işlerle geçirmemelidir. Mutlaka kafalarında İslam coğrafyası tüm özellikleriyle şekillenmelidir. Yavuz Sultan Selim 1517 yılında Afrika kıtasına girdiğinde önce Mısır’a hakim oldu. Aynı zamanda Akdeniz havzasında etkinliğini artırdı. Genç Osmanlı denizcileri Akdeniz’i İspanyol işgalinden, Kızıldeniz’i ise Portekiz işgalinden korumak için tam yarım asır uğraştılar ve sonunda başardılar. Bilgiyle, iyi eğitimle ve doğrudana alaka ile başarılı oldular. İslam dünyasının sıkıntılı bölgelerinde tüm kavgaları sona erdirip ortak aklın gelişmesi için gayret ettiler. Afrika kıtasında yerli kuzeyde Berberiler, Kıptiler ve Sahraaltında Bantu, Nilotik ve Kuşitik Afrika yerlileri vardı. Daha sonra Araplar, Türkler ve Endülüslü Müslümanlar geldiler. Sömürgecilik öncesi Afrika deyince akla gelen başlıca bölge isimleri kuzeydoğuda Mısır, Tunus ve çevresinde İfrikiyye, kuzeyde Mağrip, orta ve batıda Bilâdüssudan, Kızıldeniz sahilinde Biladülhabeş ve doğu Afrika’da Biladüzzenc isimleri vardı. Avrupalıların kıtayı sarmallamasıyla coğrafya baştan aşağı yeniden isimlendirildi. Geçmiş tarihin izleri mümkün mertebe kazılarak tarih yeniden yazıldı, eğitim dilleri olan Arapça unutturulup yerel dilleri de sadece konuşma dili olarak kaldı. Eğitim dilleri Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Portekizce, Almanca ve İspanyolca oldu ve neticesinde Müslüman Arap, Berberi, Türk ve Endülüs kültürü yerine sömürgecilerin kültürleri yerleştirildi. Ancak hiçbir toplum bu yabancı kültürleri yeteri kadar öğrenip hayatlarına uygulayamadı. Şimdi bu değişim zamanı geldi, dünyadaki her hangi bir kültürün faydalı tarafından mutlaka istifade edilecek ama asıl dayanak Müslüman kültürünün zengin temelleri yeniden canlandırılmalıdır. Dördüncü Mesele: Afrikalı Müslümanların her türlü meselelerine mutlak çözüm üretmek gerekiyor. Bugün Müslüman toplumlar arasında her geçen gün artan gerginlikler var. İçlerinde birçoğu İslam’ı iyi bilmemekten kaynaklanıyor. En basit dinî uygulamalar dinin temel esaslarından, iman konulardan daha fazla belirleyici ve ayrıt edici olabiliyor. Bunu aşmak için devamlı dinkardeşlerinin birbirlerini yakından tanımalarını sağlayacak buluşmaların sıklaştırılmasıdır. Birinin mutluluğunun diğerininkini de etkileyeceği her fırsatta dile getirilmelidir. Sadece Fransa’da 250’nin üzerinde Katolik dini cemaat var ve bunlar arasında en ufak bir gerginlik varsa bile taraftarlarının dahi haberdar olmayacağı şekilde mahrem konular arasındadır. Medyaya asla yansımaz ve herkesin uğraşacağı o kadar alan var 180 ki kavgayı düşünmeye vakitleri yok. Oysaki Müslümanlar fitne ortamına sürüklenince en ciddi meselelerinin halline bile kafa yoracak vakit bulamıyorlar. İngilizler 1882 yılında Mısır’ı sömürgeleştirmek üzere ele geçirince buranın üzerinde idari yetkisi olan Osmanlı Devleti’nin güçlü devlet adamlarından birisi henüz o dönemde bu ülkeye gider. Ortalıkta fazla İngiliz askeri gücü göremeyince İngiliz sömürge idarecisine Osmanlılar buraya 500 asker gönderse onlardan kolayca geri ala alabileceklerini söyler. İngiliz idareci ise değil 500 asker sadece 50 veya 100 asker gönderseler yine de alabileceklerini, ama değil oraya asker göndermek o tarihten sonra o kadar çok başka meselelerle uğraşacaklarını söyler ki bir daha Mısır kelimesini ağızlarına dahi almalarının imkânsız olacağını çok rahat bir psikoloji ile söyler. Bugün Afrika’yı tanımayan, düşünmeyen Asyalı, Asya’yı tanımayan Afrikalı, Avrupa’yı tanımayan Asyalı ve Afrikalı dünya Müslümanlarının sıkıntılarına nasıl çözüm üretecek. Beşinci Mesele: Halen tüm dünya Müslümanları gizli ve açık şekilde Hıristiyanlık propagandası altındalar. Son yüzyılda milyonlarca Müslüman farklı metotlarla Hıristiyanlaştırıldı. Bunların yeniden asli toplumlarına kavuşmaları gerekmektedir. Eğitim ve sağlık alanında dünya genelinde yürütülen çalışmaların Misyonerler bir asırda otuzda bir olan oranlarını o kadar artırdılar ki 1900’lerin başında 300 milyon nüfusu olan Afrika’da 10 milyon Hıristiyan varken bu rakam 2000’lerin başında 300 milyondan fazla denmektedir. Müslümanlar ise en az 200 milyon iken en fazla üç kat artarak 600 milyon olabildiler. Altıncı Mesele: Günümüz dünyasında en güçlü olan ve tüm uluslararası alanlarda etkili olanlar ne ABD, ne Fransa, ne Japonya ve ne de Fransa’dır. Asıl sahip oldukları gücü devletlerin üzerinde estiren çok uluslu şirketlerdir. Ekonomik bakımdan geri kalmışlık daha ziyade çoğu Afrika’daki Müslüman toplumlara mahsus ve de adeta kalkmayacak bir perde gibi oturtulmuş vaziyette. Müslümanlar daha ziyade geleneksel ticaretin peşinde ömürlerini tüketirken dünyanın çokuluslu şirketleri ise ana kaynakların tamamını ellerinde tutmaktadırlar. Bugün dünya nüfusunun yarısına yakını olan fakirlikte en alt tabakadan itibaren biraz iyileşme temayülünde imkâna sahip olan 3,5 milyar insanın sahip olduğu servetin değeri çok uluslu 250 şirketin servetine denktir. Adeta tüm dünyayı ellerine geçirip sömüren bu şirketlere, daha doğrusu dünyanın yeni efendilerine en ciddi direnişi Müslümanlar göstermektedirler. Artık Müslümanların kendi aralarında çok 181 uluslu şirketler kurmalarının zamanı gelmiştir. Bunu yapmadıkları takdirde dünyanın yeni efendilerinin her türlü iradelerine ve uygulamalarına teslim olacaklar demektir. Yedinci Mesele: Başta Afrika ülkeleri olmak üzere Asya’da da milyonlarca Müslüman üretici yerine hayatlarını tüketen olarak geçirmektedir. Günlük hayatlarında ihtiyaç duydukları en basit malzemeler için ithal malı olduğundan o kadar çok para harcıyorlar ki bu önlenemezse asla kalkınamayacaklar. Mutlaka basit ihtiyaçların her toplumun kendi yaşadığı mekânda üretilmesi sağlanmalıdır. Sekizinci Mesele: 20. yüzyılın ikinci yarısındaki silahlı mücadelelerin hepsini Müslümanlar kaybettiler. Sadece Filistin, Filipin ve Bosna davası hariç tutulmalıdır. Özellikle Müslüman toplumların iç savaşları İslam dünyasına uzun yıllar kaybettirdi ve hala kaybettirmeye devam ediyorlar. Silahı kullanan değil üreten bundan para kazanıyor. Üreten değil kullanan ya ölüyor, ya da öldürüyor. Müslümanların günümüz dünyasında basit silahlarla bu alanda her geçen gün daha fazla güçlenen devletlerin karşılarında durmaları mümkün değildir. Mutlaka teknolojinin her alanda en gelişmişini en ücra yerlerdeki Müslümanların menfaatine sunamazsak bu dünyanın geleceğine şimdiden hiçbir katkıda bulunamayacağız demektir. Dokuzuncu Mesele: İslam ülkelerinde siyasi yapılar çok zayıftır ve yön vericiler maalesef genç dimağlar değil iki üç nesil öncesi zihniyete sahip kimselerdir. Yaşlanmış beyinlerin vereceği kararlar daha ziyade yine o kuşağın sıkıntılarını merkeze alıp onlara çare üretmeye gayret edecektir. Tek partili siyasi yapıların Müslüman ülkeleri kalkındırmadığı, mutlaka çok partili hayata geçmelerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Ama bunu yaparken de abartmayıp Avrupa’daki, hatta Amerika’daki gibi birkaç güçlü partiyle sınırlandırmalı, ama Afrika’daki gibi dalga geçer gibi herkesin aklına estiğinde parti kuramamalıdır, kurmamalıdır da. Gençliğin en büyük sorumluluğu siyasete çok erken yaşlarda ilgi duyup gördükleri aksaklıkları demokratik yollardan çözmeye ciddi şekilde vakit ayırmalarıdır. Onuncu Mesele: Müslüman gençliğin sporda çok zayıf konumda olduğu gibi, ondan daha elzem olan medya ve iletişim sektöründe adeta yok denecek kadar az olmalarıdır. Sosyal medya Müslüman gençliği belki de önü alınamayacak ciddi uçurumlara sürükleyebilir. Dünyanın her tarafından haber ağlarını canlı tutacak gençliğin medya konusunda eksik yönlerini bir 182 an evvel tamamlayıp bu alanın yıkıcı etkileri yerine yapıcı yönlerini kullanmaları gerekmektedir. Medya üzerinden Müslüman toplumları galeyana getirip her tarafı yakıp yıktıran zihniyetin yerine bu alan üzerinden tüm toplumları sakinleştiren, bilgi ile donatan sistemleri geliştirmeleri gerekmektedir. 183 İSLAM DÜNYASI’NDA SORUNLU BÖLGELER SRİ LANKA - SERENDİP / ASHSHEIKH. ASHSHEIKH. S.M. SUFIYAN (NALEEMI) SRI LANKA- SRI LANKA İSLAMİ ÖĞRENCİ HAREKETİ İçindekiler: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. Önsöz Bir Bakışta Güney Asya sya’nın Güzelliklerine Giriş - Sri Lanka Sri Lanka’lı Müslümanlarının Kısa bir Tarihi Sri Lanka’lı Müslümanlara karşı yürütülen nefret kampanyaları Bu durum İslam ve Müslümanlar aleyhine yapılan küresel kampanyanın bir parçası mı? Sri Lankalı Müslümanların Güncel Meseleleri Dini Ekonomik Eğitimsel Sri Lankalı Müslümanların aleyhine olan sorunların arkasındaki gerçekler Bu durumu ve zorlukları nasıl karşılamak lazım? Önsöz Geçtiğimiz birkaç yıl dünya çapındaki İslami canlanmadaki yeni boyutlara tanıklık etmiştir. Bütün avantajları ve engelleriyle birlikte dünyanın birçok kısmındaki Müslüman toplumlar inançlarından vazgeçmeyeceklerini gösterdiler. İleri doğru hareketleri sırasında, İslami canlanma hareketleri karar verme ve strateji geliştirme konularında fevkalade olgunluk seviyelerine ulaşmışlardır. Çeşitli Dava hareketleri arasında ortaya çıkan dikkate değer anlayış ve karşılıklı işbirliği seviyeleri aslında sağlıklı işaretlerdir. Mevcut durum on yıl kadar önce hakim olan durumdan çok daha iyidir. Çağın tek süper gücü olduğunu iddia eden Amerikalı politika belirleyiciler ve diğer Batılı ülkeler İslami hareketleri yabancılaştırmanın ve şiddetli güçle karşı karşıya bırakmanın artık işe yaramayacağını ve bu 184 nedenle en iyi hareket tarzının onları kendi küresel hegemonya çıkarları için yararlı yollara bağlamanın olduğunu anlamışlardır. Türkiye’nin askeri vesayetten yükselişi Ümmet’in canlanması için önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye’nin eski Kemalist oligarşi dönemlerine dönemeyeceği oldukça açıktır. Bu ülkedeki insanlar çeşitli alanlarda dini bağlılıklarını öne çıkarmaya başladılar. Çeşitli İslami hareketler ve kuruluşlar, ekonomi, iyi yönetim, kültür, eğitim ve bunun gibi alanlardaki performansı sayesinde Türkiye’nin halkı arasındaki dini değerleri geliştirme alanlarındaki başarısı oldukça övgüye değerdir. Bütün dünyaya medeni ve saygın Müslüman bir devletin nasıl görüneceğine; dindar Müslümanların ekonomik, kültürel, dini ve politik doldurumlarda olan bir ülkeyi nasıl bir başarı hikayesine dönüştüreceklerine dair bütün dünyaya iyi bir örnek olmaktadır. Şaşırtıcı bir şekilde, birçok .Müslüman ülkesi çok yönlü gelişmenin takibinde Türkiye’yi model olarak almanın önemini vurgulamaya başlamışlardır. Arap Baharı aslında Müslümanların dünya sahnesindeki duruşunu ilerletmiştir. İsrail ve diğer emperyalist güçler ilk kez anladılar ki Orta Doğu’nun dinamikleri değişti ve gelecekteki temel gerçeklikler, geçmişte olduğu gibi uzlaşmaz olurlarsa, onlar için faydalı olmayacaktır. Yarım yüzyıldan beri ilk kez Arap caddelerindeki gençler Arap despotizminin kalelerini yok edecek ve despot krallarına ve yöneticilerine ait kölelik prangalarını kaldırarak böylesine cesurca ayaklandılar. Arap ve Müslüman ülkelerdeki elitler İslami hareketlerin liderlerini kendi halklarının meşru temsilcisi olarak kabul ettiler, bu durum aslında dikkate değerdir. Bu durum Allah u Teala’nın büyük bir lütfudur. Tezimi Ümmet’in ileri hareketindeki böyle kutsal bir alanda sunmaktan doğrusu mutluluk duymaktayım. Allah u Teala’ya bize ihlas bahşetmesi ve yaptıklarımızı kabul etmesi için dua ediyorum. Bir Bakışta Güney Asya Güney Asya anlaşmazlıklarla dolu Arap dünyasının bir benzeridir. Zorlu tartışmalar, anlaşmazlık ve savaş Güney Asya’nın tanımlayıcı özellikleridir.Soğuk Savaş, .sınırlama, düşük yoğunluktaki savaşlar, sınır ötesi ihlalleri ve Afgan savaşının yansımaları Güney Asya’nın durumunu değiştirmiştir. 1989-91 yılları arasında Sovyet Bloğu parçalandığında, 185 Francis Fukyama’nın ifadesi kullanılacak olursa, ‘tarihin sonu’ birçok kısımda kutlanmaya başlandı. Dünya’daki birçok devlet ‘ yeni dünya düzenini’ şekillendirmeye, benimsemeye ve ayak uydurmaya başlamıştır. Fakat, Güney Asya bu mantığa karşı gelmeye devam etti. Kaşmir’deki anlaşmazlık, silahlanma yarışı, Afganistan’daki iç savaş şiddetle yeniden ortaya çıktı. Güney Asya’daki stratejik ortam Hindistan-Pakistan rekabeti ile şekillenmekte ve belirlenmektedir. Ortak sömürge geçmişlerine, görülebilir kültürel ve kurumsal benzerliklere rağmen güç ilişkilerinin dinamikleri düşmanlık, güven eksikliği, anlaşmazlık ve savaş ile şekillenmeye devam etmektedir. Güvensizlik, ‘başka’sından şüphelenme ve korku ‘nükleer alevlenme noktası’ olarak Güney Asya’yı meşgul etmeye devam etmektedir. Barış, işbirliği, ekonomik ortaklık anlaşılmaz olmaktadır. Birçok bilimsel ve basınsal çalışmalar Güney Asya’daki ‘bitmeyen anlaşmazlığın’ üzücü resmini sunmaya devam etmektedir. Asya’nın Güzelliklerine Giriş - Sri Lanka Çok etnik yapılı ve çok dinli nüfusa sahip Hint okyanusundaki tropik bir ada. Singalaca Sri Lanka’lı Budistlerin ve Hıristiyanların konuştuğu ulusal bir dildir. Tamil Hintlilerin, Tamil Hıristiyanlarının ve Müslümanların konuştuğu bir devlet dilidir. Çoğunluğun Tamil dilinin konuştuğu Kuzey ve Doğu hariç ülkenin bütün kısımlarında Singalaca çoğunluk dilidir. İngilizce ülke çapında yaygın bir biçimde konuşulmaktadır. Sri Lanka idari bir başkanlık yönetim sistemine ve çok partili demokrasiye sahip Parlamentoya sahiptir. Azınlığın problemlerine çözüm olarak güç devri gösterilmiştir ve sonuç olarak Yönetim ve iktidardaki temsilleri, anayasa tarafından belirlenen geniş kuvvetlere sahip dokuz adet Vilayet Genel Meclislerine dağıtılmıştır, çeşitli sebeplerden dolayı bu, gerçekte önemsizdir. Yerel yönetimin çeşitli kademelerindeki seçimler insanların sürece daha az ilgi göstermeye başlayacağı seviyeye kadar düzenli bir özelliktir. Britanya’dan kazanılan bağımsızlıktan beri tek partiler olarak veya küçük partilerin ittifakları olarak 1948’den beri iktidarda olan yönetimde birbirini izleyen iki büyük parti bulunmaktadır. Üçüncü bir politik gücün ortaya 186 çıkması için gerekli alan ana partiler arasındaki iktidar oyunundan dolayı kaçınılmazdır. Son yıllardaki hükümetler, birçok politik partinin parçalanmasıyla sonuçlanan “böl ve yönet” politikasını yaygınca kullanmışlardır. Toplumun küçük politik gruplara ayrılmasıyla sonuçlanan felsefede dar farklılıklarla yarım düzinenin üzerinde Müslüman Politik Parti bulunmaktadır. Bu Müslümanların politik bir yokluk haline getirilmesiyle ve toplumun refahı için birleşik Müslüman Planın geliştirilmesi için acil bir ihtiyaçla sonuçlanmıştır. Verimli ve güncel bir sağlık ve tıbbi yardım aynı zamanda ücretsizdir. Bu durum, Sri Lanka’nın Güney Asya’daki birçok diğer ülkeden daha yüksek bir okur yazarlık oranına ve ortalama yaşam süresine ve birçok başka sosyal göstergeye sahip olmasıyla sonuçlanmıştır. Tarihi Geçmiş Sri Lanka (önceleri Seylan olan bilinir) Hint Tamil Nadu devletinin güneydoğusunda uzanmaktadır. Sıklıkla doğunun incisi olarak ifade edilen armut biçimindeki ada Palk Boğazları denilen dar şeritli bir su ile ana kara Hindistan’dan ayrılmaktadır. Hindistan’a bu kadar yakın olan ve kolay erişime sahip olan Sri Lanka’nın tarih öncesi zamanlardan beri komşusunda büyük sayılarda göçmenler aldığı beklenebilir. Adanın asıl yerlilerinin Vedda denilen aborjin bir kabile olduklarına inanılır. Şu anda çoğunluk topluluğu olan Sri Lanka’lıların M.Ö. 6. Yüzyıl civarında adaya yerleşmiş olan Ganj nehri vadisinden gelen ve Vijava tarafından yönetilen kolonicilerin neslinden geldikleri düşünülmektedir. Sri Lanka’lıların dili olan Singalaca Pali ile yakından ilişkili olan bir Hint Avrupa dilidir. Budizm, M.Ö. 307-267 dönemi sırasında Kral Devanampiya Tissa’nın saltanatı sırasında Sri Lanka’ya tanıtılmıştır. Hindistan ve Sri Lanka arasındaki ticaret ilişkileri M.Ö. 3. yüzyıla dayanmaktadır. M.Ö. tarihçileri Sri Lanka’daki Tamil yerleşimlerinin esas kuruluş tarihini saptayamamışlardır. Fakat, M.Ö. 3. Yüzyılda Elera adında bir Tamil Generali Kuzey Merkez Vilayetinde Anuradhapura’da bir Tamil Krallığı kurmuş ve 44 yıl boyunca burayı yönetmiştir. Sri Lanka’lılar ve 187 Tamilliler arasındaki adil ve yansız yönetimi sayesinde ün kazanmış ve böylece Adil Elera diye adlandırılmıştır. Adanın Hint Okyanusundaki stratejik konumu ve ürettiği istenen malzemeler eski çağlardan beri süregelen önemli derecede bir dış ticaretle sonuçlanmıştır. Romalılar M.S. 1. Yüzyılda Sri Lanka’nın ticari değerini keşfettiler ve ada Yunanlar, Romalılar, Persler, Araplar ve Çinli tüccarlar tarafından keşfedilmiştir. Sri Lanka’nın ticaret önerisi ıslak bölgelere, değerli taşlara, incilere, filler eve fil dişine sahip vahşi ormanlarda yetişen Tarçın’ı da içermektedir. Servetlerini burada kazanan ve bırakan tüccarların çoğu sadece adayı ziyaret ediyorlarken, buraya yerleşip Seylan’ı kendi evleri yapanlar Araplardı. Ek olarak, Sri Lankalı Müslümanlar Arapların soyundan geldiklerini iddia ederlerken, Arapların adaya gelişine ait mevcut bilgilere bakmak önemlidir. Sri Lankalı Müslümanların Kısa bir Tarihi Giriş Eskilerin Seylan olarak bildiği Sri Lanka, çağlar boyunca yabancı gezginler tarafından çokça ziyaret alan bir ülke olarak tarih kitaplarında kaydedilmiştir. İnsanlar; Hindular, Müslümanlar, Roma Katolik ve diğer Hıristiyan mezhepleri karmaşığı olarak başlıca Budist’tir. Temel ırk Singaladır ve geri kalanını Tamiller, Müslümanlar ve Burgherler oluşturur. Sri Lanka Müslümanları, 21 milyon kişi olan toplam nüfusun yaklaşık %10'u tutarında olan, çok küçük bir azınlıktır. İslam'ın gelişinden önce Sri Lanka'yı kendi vatanları yapan Arap tüccarlardan geldiklerini iddia ederler. Tamiller nüfusun% 10 civarını oluşturmaktadır. Sri Lankalı Müslümanlar iki ayrı alt grup; Moor ve Malay olarak kategorize edilebilir. İlk olanı, Moor'u genel olarak Arapları tanımlamak için kullanan Portekiz sömürge yöneticileri tarafından kendilerine verilen addır. Malaylar, Java ve Malezya Yarımadası kökenli Müslümanlardan oluşan bir gruptur. Moorlardan hem fiziksel görünüş olarak hem de konuştukları yerel lehçelerin karışımı olan dil ile ayrılırlar. Araplar: Sri Lanka Tamilleri tarih boyunca, Sri Lanka Müslümanlarını Tamil ırkına ait olarak kategorize etmeye çalışmışlardır.Bu temel olarak, azınlık olan ve 188 kendi kimliğine sahip olan Müslüman toplumunu yok etmek isteyen bencil nedenlerden dolayıdır. Ancak Sri Lanka Hükümeti, Müslümanlara, Tamillerden farklı bir etnik grup olarak ve Arap kökenli olarak davranır. Fransız S.G. Perera kitabında -History of Ceylon for Schools 1.Cilt- he Portuguese and Dutch Periods, (1505-1796), Colombo (1955), The Associated Newspapers of Ceylon Ltd., syf.16, der ki; -Seylan'da Arapların ilk bahsi, Kral Pandukabhaya'nın saltanatının Mahavansa hesabında (İlkel Sri Lanka tarihi) geçer. Ve bunda, bu kralın Müslümanlar için toprakları ayırdığı geçmektedir. Milattan sonra 3. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun düşüşü ile, Roma ticareti de ölmüş ve Araplar ve Persler boşluğu doldurmuş; hızla büyüyen kıyılar arası ticareti yapmaya başlamışlardır. İran, Suriye ve Mısır'ın fethinden sonra, Araplar Doğu ve Batı arasındaki bütün önemli yol ve ticaret merkezlerini kontrol ettiler. Milattan sonra 1. yüzyıla kadar Arapların Sri Lanka'da yerleştiği tahmin edilmektedir. K.M. De Silvas, Tarihi Araştırma, Sri Lanka - Bir Araştırma, Londra (1977), C. Hurst & Co. Ltd., syf.50, derki - milattan sonra 8. yüzyıla kadar Araplar; Seylan ve Hindistan'ın önemli yollarında sömürgeler kurmuştur. Seylan yollarında Arapların varlığı; Colombo, Trincomalee ve Puliantivu adasında bulunan en az 3 kitabe ile açıklanmaktadır. İslamın Sri Lanka'da gelişiminin açıklandığı biçim, Hindistan'ın Malabar kıyısındakine çok yakındır.Gelenekler, Malabar kıyısında yerleşen Arapların Cranganore yolundan Sri Lanka'ya, şimdiye kadar Adem Tepesi olarak anılan tepenin başında bulunan Adem'in ayak izi olduğuna inandıkları şeye bağlılıklarını göstermek amacıyla hac için yolculuk ettiğini söyler. İbn-i Batuta, ünlü 14. yüzyıl Arap gezgini, seyahatnamelerinde Sri Lanka'daki ilk Arap etkileri hakkında birçok kesim kaydetti. 7.yüzyılın sonundan önce, Müslüman tüccar kolonisi Seylan'da kendilerini kurmuştu.Doğal ihtişam ile büyülenen ve Adem Tepesi ile ilgili gelenekler tarafından cezp edilen Müslüman tüccarlar sayıca çok olarak buraya ulaştı ve onlardan bazıları yerel yöneticiler tarafından verilen samimi anlaşmalardan destek alarak adada yerleşmeye karar verdi. Onlardan çoğu, Bağdat ve diğer İslami şehirler ile kültürel ve ticari anlaşmalar sürdürerek, barış ve refah içinde kıyı yerlerinde yaşadı. 189 Tikiri Abeyasinghe'ye göre, Seylan'daki Portekiz Hükmü'nde, 1594-1612, Colombo (1966), Göl Evi Yatırımları Ltd., syf.192, Seylan'ın ilk Müslümanları, Abdül Malik bin Marwan olan Halifenin hükmüyle 8. yüzyılın ilk zamanlarında Arabistan'dan sürülen Haşim'in Evi'nin Arapları'nın bir kısmıydı. Ve Fırat nehri güneylerinden ilerleyenler Hindistan’ın güney kısımlarına yerleşti.Seylan'a gelen onların bir kısmı, adanın Kuzeydoğu, Güney ve Batı kıyılarında 8 yerleşim yeri kurdu; Trincomalee'de bir tane, Jaffna'da bir tane, Colombo'da bir tane, Beruwala'da bir tane ve Point de Galle'de bir tane. İslam öncesi zamanlarda Seylan'da Arap yerleşimleri olmasına rağmen, Arapların Sri Lanka'ya milattan sonra 7./8. yüzyıl zamanlarında geldiklerini kabul etmek mantıklı olabilir. Müslüman yerleşiminin büyümesine yardımcı koşullar değişmiştir. Sinhala ticarette ilgili değildi ve toprak ve toprağın işlenmesinden memnundu. Ticaret böylece Müslümanlara açıktı. Sinhala kralları, Müslüman'ların deniş aşırı ülkelerden ticaret ve siyaset anlaşmaları ile getirdikleri gelirler nedeniyle, Müslüman yerleşimlerine hoş bakıyordu. Yerel nüfusun dini toleransı, Müslüman yerleşimlerin Seylan'da gelişmeleri için bir diğer hayati faktördü. İlk Müslüman yerleşimleri, başlıca ticaretlerinin doğasında bulunan yolların yakınlarında kuruldu. Ayrıca Arap tüccarların çoğunun, Seylan'a yerleştiklerinde beraberinde kadınları getirmedikleri farz edilmektedir. Bu nedenle, onları İslam'a dönüştürdükten sonra, adanın Sinhala ve Tamil kadınlarıyla evlenmek zorunda kaldılar. Sri Lanka'daki çok sayıda Müslüman'ın Tamil dili konuşması, Güney Hindistan Tamilleriyle ticaret yapmaları ve işlerini başarılı bir şekilde yapmaları için de Tamil dilini öğrenmeleri gerektiği ile açıklanabilir. Güney Hindistan'daki Tamil Nadu Müslümanlarının etkileşimi de buna katkı sağlamış olabilir. Zaten Seylan'a göçmüş olan Arapların, İslam'a kadar, Güney Hindistan'ın Tamil konuşan Müslümanları ile iletişim dili olarak Tamil dilini benimsemeleri de mümkün olabilir. Müslümanlar Seylan'da yavaş yavaş çok karlı ticari işler kuran yetenekli tüccarlardır. Müslümanların bir bütün koloni olarak, milattan sonra 1024 Kalutara Alanındaki Beruwela'ya (Güney Batı sahilinde) yerleştikleri söyleniyor. 190 Müslümanlar, onların evlendiği kadınların çoğunun dönüşmesine rağmen, Seylan yerlileri arasında İslami propaganda işine girmediler. İslam, eşitlik faktörünü kendi statülerinin bereketi olarak gören Tamil topluluğunun daha az uygar düşük kast üyelerini çekti. Ayrıca, 14. yüzyılda Kurunegala'da hüküm süren Müslüman bir yöneticinin, Vathimi Raja, Sri Lanka'sının tarihinde bir rapor da bulunmaktadır.Bu faktör, tarih kitaplarında ihmal nedeniyle, bilinmeyen nedenlerle, modern yazarlar tarafından bulunamıyor. Vathimi Raja, şeflerinin birinin kızı ve Müslüman bir eşten olan 1. Kral Bhuvaneka Bahu'nun oğludur. 1. Kral Bhuvaneka Bahu'nun Sinhala oğlu, 3. Parakrama Bahu, tahtın gerçek mirasçısı, Dambadeniya'da 3.Pandita Parakrama Bahu adı altında taç giydirildi. Üvey kardeşinden kurtulmak için, Vathimi Raja, gözlerinin oyulmasını emretti. Mahavansa'nın yazarının (Seylan'ın ilkel tarihi), bu talihsiz olayın kaydını yok ettiği düşünülmektedir. İngiliz çevirmen, Mudaliyar Wijesinghe, orijinal yazının yok edilip yerine kurgu yazılarının koyulduğunu söylemektedir. Körleştirilen Vathimi Raja, 1344'te adaya ziyareti sırasında İbn Batuta adındaki Arap seyyah tarafından görülmüştür. 2. Parakrama Bahu adındaki oğlu da bir Müslümandı. Müslüman kökenli Alakeshwara krallarının soyu 1410'da sona erdi. Bu hükümdeki bütün kralların Müslüman olmayabileceğine rağmen, bu yüzyıldaki taş kitabelerindeki isimlerinin önündeki -Shri Sangha Bodhi- ekinin eksikliği, onların Budist olmadıklarının bir göstergesi olarak algılanabilir. Dahası İbni Batutas'ın ziyareti sırasında, Jalasthi adındaki bir Müslüman yöneticinin Colombo'yu tuttuğu aktarılmaktadır ve yaklaşık 500 Abyssinianlık bir tabur ile şehri tutmaktadır. Buna rağmen Müslümanlar, her zaman, Sinhala soyu ve yerel halk ile çok samimi ilişkiler muhafaza etmiştir. Onların Tamiller için olduğundan daha fazla, Sinhala'ya yakın olduklarının kanıtı vardır. Müslümanların Sinhala krallarıyla ilişkileri kuvvetlice büyüdü ve 14. yüzyılda onlarla Tamil krallığının ve etkilerinin genişlemesine karşı savaşmışlardır. 16. yüzyılın başlamasına kadar, orijinal Arap tüccarlarının ataları olan Sri Lanka Müslümanları bu adada rahatça yerleştiler.Onlar ticarette çok başarılıydılar ve sosyal olarak yerel halkın gelenekleriyle etkileşim içine girdiler. Onlar toplumun ayrılmaz, ve dahası vazgeçilmez bir parçası oldular. Bu süre Sri Lanka Müslümanları için barış ve refah içindeki üstünlüklerinden biriydi. 191 Malaylar Sri Lanka Müslümanları, Malayların kendilerini ayrı bir grup olarak oluşturdukları halde, onları dahil etmektedir. Hatta Sri Lanka'nın ilk nüfüs sayımları (1881), Müslümanları Moorlar ve Malaylar olarak ayrı ayrı kaydetmiştir. Malaylar da aynı Moorlar gibi İslam dinini takip etmişlerdir. Malayların Sri Lanka'daki gerçek başlangıçları 13. yüzyıla dayanır.Husseinmiya, Malayların Sri Lanka'ya kesin gelişleri 13. yüzyılda olduğunu yazar.Chandra Bhanu, Malay Kralı Nakhon Sri Dhammarat, Malay askerleriyle milattan sonra 1247 yılında Sri Lanka'yı işgal etti. O'nun Sinhala krallığından Buda'nın emanetlerinin sahibi olduğu belirlendi. İkinci bir işgalde, askerleri Hindistan'dan getirdi. 13. yüzyılda 50 yıl kuzey Seylan'ı yöneten Chandra Bhanus; Java Patman, Java Kachcheri, Hambantota gibi yer isimleriyle hatırlanır. Çoğu yazarlar Seylan'daki Malayların kaynağını, adanın Hollandalılar tarafından yönetildiği döneme bağlarlar.Murad Jayah, Bugünkü Seylan Malaylarının Durumu'nda, MICH Silver Jubilee Souvenir, 1944-1969, Colombo (1970), syf.70, der ki: - 1709'da Susana Mangkurat Mas, Java'nın kralı, Hollandalılar tarafından tüm heyetiyle Sri Lanka'ya sürgüne gönderildi.Onu 1723'te 44 Javanese prensleri takip etti ve Batavia savaşında teslim olan soylu adamlar aileleriyle bu ülkeye sürüldü.Bu aileler Malay toplumunun büyüdüğü çekirdeği oluşturdu. -Hollandalılar sürgün olarak daha fazla Java Minissu (Malay halkı) getirmeye devam etti ve onlara asker, polis gücü, hapishane ve diğer alanlardaki boşluklarda iş verdi. Onlar Hollanda işgal ve erken İngiliz zamanlarında, askerlerin bir kısmını oluşturdu. İngilizler de alay yetiştirme düşüncesiyle, Seylan'da yerleşmeleri için Malay aileleri getirdi. Kralların renkleri 1801 de Seylan Malay alayına,bu onuru alan ilk Asyalılar, ödüllendirildi. İngilizlerin başarısız olan denizaşırıdan daha fazla Malayları çekme girişimleri, Malay askerlerine ödenen az maaşlar ve bunlara eklenen yetiştirme endüstrisindeki işin daha çekiciliği, 1873'te Malay alayının dağılmasıyla sonuç buldu.Ordudan ayrılan Malaylar, polis ve itfaiye hizmetleri içine absorbe edildi. 192 Malayların anadili Malay (Bahasa Melayu) 'dır. Murad Jayah şöyle diyor: Bahasa Melayu, Seylan Moorlarının Arap atalarına zıt olarak, Endonezya'dan ilk sürgünlerin kadınlarıyla geldiğinden ve onların Sinhala ve Tamil kadınları arasından eş bulmaları gerekli olmadığından, bu ülkede 250 yılı aşkın zamandır korunmaktadır. Bir Sri Lankalı Olarak Müslümanlar Sri Lanka Müslümanları, adanın Hollanda ve Portekiz istilası sırasında çekilen zorluklarla vurgulanmış renkli bir tarihe sahiptir. Onların ekonomik kısıtların saldırılarına, politik entrikalara ve dini eziyetlere karşı koymaları, arkada kalmaları ve hayatta kalmaları adında onların yararınadır. Çoğu diğer halklar çantalarını paketlemiş ve iyi için bırakmış olabilirler. Onlar sadece dinlerini Hristiyan düşmanlarından korumakla kalmadı, İngilizlerin Hollandalılardan egemenliği aldığı 18. yüzyıla kadar ekonomiyi yavaş yavaş ve kademeli olarak yeniden inşa ettiler. İslami kültür ve medeniyetin temel merkezlerinden coğrafi olarak izole olarak, Sri Lanka Müslümanları, kendi kimliklerini korumak için, Güney Hindistan Müslümanları olan komşularıyla yakın bir şekilde etkileşime zorlandı. Bu bağlantıyı reddediş olsalardı, ihtimaldir ki, İslami karakterlerini tamamen kaybedebilirlerdi. Ancak, bu bağlantının birçok Hindu geleneğinin ve değerlerinin, bazıları hala uygulanmaktadır, kendi kültür ve yaşam tarzına girmesine neden olduğu gözlemlenmiştir. İslam'ın öğretilerinin doğru bir anlayışının eksikliği bu üzücü durumun ana nedeni olmuştur. Çeşitli şekillerde yerel koşullara adapte olarak ve de büyük ölçüde Adaların ekonomik refahına çokça katkıda bulunarak, Kuzey Eyaletinin Hindu Tamillerinin aksine Sri Lanka'nın Müslüman topluluğu, yerli Sinhala nüfusu ile herhangi bir büyük çatışmadan kendini kurtardı. Onlar da sıkı çalışmalarının değeri tarafından, ülkenin siyaset ve yönetiminden adil bir pay alabilmektedirler ve de ülkedeki tüm siyasi gruplara olabilecek desteklerinin hayati olduğu önemli bir azınlık olmuşturlar. Müslüman toplumunun hiç bir durumda siyasi baskıya sahip olmadığının söylenmesine rağmen, Tamillerin aksine çok ses çıkarmadan siyasi aktivitelerini değiştirdikleri kesin doğrudur. Yıllar boyunca Müslüman Parlamenterlerin Müslümanların özel yararları için birçok özel kanunu parlamentoda kabul almaları mümkün olmuştur. 193 WAKF için, İngiltere sömürgesinden miras kalan Kişisel Müslüman kanunu altında Müslüman Evliliği ve Boşanması, özel hükümler vardır. Müslüman Hükümet Okulları, Cuma Namazları Zamanı, Özel Tatil Yardımları gibi, toplum ruhuna sahip Müslümanlar, parlamento hareketleriyle Müslüman güvenleri yarattı. Genellikle şimdiye kadar, kişinin dinini ve seçtiği dili uygulama özgürlüğü bulunmaktadır ama eğitim Üniversite tamamlanana kadar ücretsiz ve zorunludur ve başlıca ana dildedir. Önemli Müslüman desteği, 1948'te İngilizler'den bağımsızlığı alan Sri Lanka'nın işlemini kolaylaştırdı ve nerdeyse 4.5 yüzyıldır adada devam eden Avrupai sömürge düzeninin sona ermesine yardımcı oldu. Çoğu hala, bu ülkedeki anayasal kurumun oluşmasında Dr T.B.Jayah, Sir Razik Fareed, Dr M.C.M.Kaleel ve Dr Badiduddin Mahmud gibi Müslüman liderler tarafından oynanan rolü ve bağımsızlık ve egemenlik statüsünün talebine olan hevesli desteklerini hatırlamaktadırlar.Onlar ülkenin siyasi ilerlemesine asla engel olmadılar.Örneğin; bağımsızlık talebi ivme toplamaya başlayınca, 2. Dünya Savaşı Avrupa'da patlak verdi. İngiliz hükümeti, savaştan sonra bağımsızlık verilmesi güvencesiyle, onları desteklemeleri için tüm kolonileri çağırdı. 2. Dünya Savaşı sonrasında, siyasi reformlar ve bağımsızlık için ajitasyon, ivme kazanmaya başladı. Ancak İngiliz hükümeti, azınlıklarının haklarının korunmasından emin olmak için, nüfusun dörtte üçünün bağımsızlık isteğini desteklemesi gerektiğinde ısrar etti.Nüfusun dörtte üçünden azını teşkil eden Sinhala toplumuyla, azınlıkların desteği olmadan bu imkansız bir talepti. Tamil Kongresi lideri G.G. Ponnambalam yüzde 50-50 olarak bilinen eşit temsil talep etti. Ancak Müslümanların çoğunluk toplumunun arkasında tamamen durdu ve geçmiş acılar ve dezavantajlara rağmen, nüfusun üçte ikisi desteği için İngiliz talebini karşılamak amacıyla yardımcı oldular. Zehra Koleji temellerindeki toplamayı göstererek, Müslümanların Yasama Konseyindeki yetersiz temsillerine karşı protesto yapmak için Sir Mohamed Macan Markar başkanlığında, Tüm Seylan Müslümanları Politik Konferansı Sekreteri Dr. Badiduddin Mahmoud, 5 Mart 1939'da; 194 "Ülkemizin tam bir özgürlük talebi için aralarından biri olduğumu benim Sinhala vatandaşlarımı temin ederim. Onlar beni, onların ulusal ve kültürel isteklerini en çok takdir edicilerden biri olarak sayabilirler.Bende ve benim toplumumda, onlara, bu adada en güvenilir arkadaşları ve kibar komşuları bulduklarını bildirin. Onlar asla bende ya da benim toplumumda, bu küçük adanın kızları ve oğullarından bir gün istediği korkusuz sadakat ve vatanseverliğin, dünya federasyonunda kendine saygı duyulan bir ünün niş yapılması isteriğini bulamazlar. Sinhala kardeşlerim emin olsun ki ait olduğum cesur topluluk, sadece bir kısmının değil her kız ve oğul çocuğun o büyük vatanda gurur duyduğu dünyada Lanka'yı mutlu etmek, refah ve büyük bir ülke yapmak için hiçbir fedakarlığı çok büyük görmeyecek. Bu politikayla devam ederek, Devlet Konseyindeki 3 Müslüman temsilci, "Dominion Durum Faturası", oylama için 9 Kasım 1945'te geldiğinde Mr. S. W. R. D. Bandaranaike tarafından desteklenen bir Sri Lankalı fatura, için tüm kalpleriyle olan desteklerini genişletti.Sir Razik Fareed ve Dr Kaleel lehine oylarken Jayah oylama zamanında hazırda yoktu ve T.B.Jayah ve Dr. M.C.M Kaleel fatura lehine konuştu. Konuşma sırasında Razik Fareed dedi ki: "Tüm Seylan Moorları Derneği, onların Hon Lideri'nin bugünkü tartışma altında çözülmesine olan desteğini taahhüt etmektedir.Başka hiçbir şey şu anda bana bunu yapmak için ve Hon liderinin önerisine olan tüm kalbi desteğimi ifade etmek için büyük bir zevk veremez.Ümmetimden ve ben her zaman onların tarafında durduğumuz gibi, onun zafer saatinde biz, teklif önerisinin amacına doğru ileri yürüyüşünde onunla elleri birleştiririz."... Sri Lankalı faturayı onun Müslümanlara dezavantajlarına rağmen destekleyerek ve Müslümanların faturaya karşı olan tavırlarını tanımlayarak, Mr.T.B. Jayah dedi ki: " Bunun sevinme ya da sevinç ya da karşılıklı suçlama anı olmadığının belirtilmesinden dolayı memnunum. Kesinlikle azınlık toplulukların rahatsızlık ya da çoğunluk toplulukların zaferlerinin konuşmaları olmadığını düşünüyorum. "Anladığım kadarıyla, ben Müslüman cemaati üyelerinin tam desteğiyle konuşuyorum. Ben gördüm ki Seylan'ın Müslüman Cemaatini temsil eden Seylan Müslüman Birliği, ülkenin farklı bölgelerindeki Müslüman temsilcilerine ev öncesi durumlar hakkında danıştılar ve şunu söylecek pozisyondayım; konseyin Müslüman üyeleri, bu adadaki Müslüman cemaatinin tam desteğine sahiptir." 195 "Konseyin Müslümanları, Sri Lanka-Faturası tanıtıldığı zamanında kesin bir tavır almaya karar verdiklerinde, onlar sadece bir nedenden dolayı böyle yaptılar. Bunun nedeni, bu ülkenin siyasi özgürlüğünün dahil olduğu yerde, onlar böyle bir hareketin avantajları ve faydaları bile feda noktasına gidebilmeye hazırlandılar." Bildiğim kadarıyla, efendim, hiç bir hakkı politik özgürlük hakkından daha büyük görmüyorum ve böylece Bill'in o dezavantajlarının tamamen farkında olmama rağmen, ona dar bir bakış açısından bakarak, bu Faturayı desteklemeye hazırlandım." Sinhala toplumu adına Müslüman üyelerine minnettarlığını ifade eden SWRD Bandaranaike, Müslüman toplum tarafından makul talepleri dikkate alacağının güvencesini verdi. Bandaranaike dedi ki: " Eğer bir üye, cömertlik tavırlarıyla ülke halklarının kendisiden farklı bile olduğu çeşitli kısımları arasında anlaşma başarısına yaklaşırsa, tam güvenin aramızdaki herkesten çok ona gitmesi gerektiğini saygıdeğer aday üyesi Mr. T.B. Jayah'a söyledim. Bugün, gerçekten bu ülkenin insanlarını arasında birliği getirmede büyük bir etki yapacak, bu çabaya gerçeklik duygusu getirecek bir konuşma yaptı. Ancak, bizim özgürlüğün tatmin edici bir ölçüsünü elde etmek için üstlenmemizi şekillendirebilir." "3 üye, T.B.Jayah, Dr M.C.M.Kaleel ve Razik Fareed, şimdiye kadar ne yaptı?Faturada, altında bu ülkedeki Müslüman cemaatinin göründüğü formuyla acı çekebileceği bir Temsil Şeması verildi ama o kendi içtenlikle, faturada belirtilmiş prensip için oy vermeye hazırlandığı özgürlük fikri için çalışmaya karar verdi." "Ama ben, büyük bir çoğunluk adına, en azından temsil ettiğim topluluk adına, Hon Aday üyesi Mr T.B.Jayaha'a teminat verebilirim ki, özgürlük çabasında, Soulbury Komisyonu'nun bizim temsilimizdeki tavsiyeleri ne olursa olsun, içi rahat olsun ki biz, ileri sürülen herhangi bir akış açısını göz önünde bulunduracak yeterliliğinde hazırlanacağız. Böylece Müslüman desteği, 4 Şubat 1948'de adanın bağımsızlık yolunu açan nüfusun üçte iki çoğunluğu gerekli desteğini sağladı ve Mr. D.S.Senanayake İngiliz bayrağını indirdi ve Sri Lanka Ulusal Bayrağını yukarı çekti ve adanın bağımsızlığını ilan etti. Sri Lanka Müslümanlara karşı artan nefret kampanyası Bu düpedüz delilik. Bu, Kendilerine yasal olan bir avuç ırkçı ayak takımı güruhu tarafından Ada'nın barışçıl Müslüman cemaatine karşı 196 çıkarılan potansiyel felaket olan nefret kampanyasının nasıl tanımladığıdır. Daha sonra Mahiyangana'da, öfke içinde öldürmek için kılıç taşıyan ve caminin yıkılmasını söyleyen provokatif posterler çıktı. Yaklaşık 3 hafta önce, tıbbi bir kampanya Sinhala, Müslüman ve Hıristiyanlar tarafından Maggona'daki fakirlere yardım etmek için, bir Budist rahibin ilk ölüm yıldönümünü anmak amacıyla, beraberce organize edildi. Son rahip tüm cemaatlerin insanları tarafından o kadar çok seviliyordu ki, katılan camilerin vekilleri ve diğer Müslümanlar onun tabutunu omuzlarında taşıdılar ya da biz öyle yapacağız." Daha sonra bir kamu hastanesinde doktor olan ve 3. çocuğunu doğuran Müslüman bir kadını zorla kısırlaştırmaya çalışan bir yöneticinin raporu gelir. Tıbbi kamp devam ederken, iki Budist rahip diğer birkaç tanesiyle birlikte lüks bir araca ulaştı ve hemen kampın kapatılmasını talep ettiler. Rahip açıklamaya çalıştığında, iki rahip onu tehdit ettiler ve zorla kampı kapattılar. Soru; toplumsal uyumu bozan bu yabancıların kim olduğudur. Onları kim finanse ediyor ve ne amaçla? Nasıl onlar sağ salim serbest kalabilir?Ben eminim ki onlar Sinhala'yı seven ana barışı utandırıyorlar. Ancak bu kanunsuz elemanları kitaba getirmek için hiçbir adım atılmadı. Şimdiye kadar Müslümanlar önemli kısıtlama göstermiştir, ama soru ne kadar uzun olduğudur? Bir noktada bazı Müslümanlar tepki gösterebilir ve böyle bir gelişmeden bir anti-Müslüman katliamını açığa çıkarmak için yararlanılabilir. Mayıs 2009'da LTTE askeri yenilgi sonrasında, tüm ülke, yaralar derin olsa dahi, tüm toplulukların daha iyi bir gelecek için barışa ilerleyebileceğini umuyordu. Bu ırkçı unsurların tüm bu umutları paramparça ettiği görünüyor. Ana Sinhala'nın akıllarını Müslümanlara karşı zehirleyen bu kampanya, 19 Sinhala ve İngilizce dilindeki web siteleriyle İslam ve Müslümanları şeytan gibi gösteren küçük ama organize bir grup ile başladı Ortasında Anuradhapura'daki 400 yıllık Müslüman türbesinin yıkımı gerçekleşti ve bunu, Buddist rahibin neden olduğu Dambulla Camii'ne yapılan utan verici bir saldırı takip etti.Sri Lanka tarihinde serserilerin bir camiyi talan ettiği ve Cuma Namazı'nı engellediği ilk hadisedir. 197 O zamandan beri ülkenin her yerinde bazı mescitlere saldırılar vardı. Ancak failleri, yabancılar, her zaman serbest kalır. Müslüman ticaretini ve diğer kuruluşları boykota ve arsaları Müslümanlara satmamaya çağıran beyannameler her yerde dolaşmaya başladı. Onlar çoğunun Müslüman ülkelerde çalıştığı yaklaşık 1 milyon Sri Lankalıların ve yıllık yaklaşık 6 milyar dolar yapara göndermelerinin adanın ekonomisini ayakta tuttuğunu biliyorlar mı? Bu ülkeler yağ ihtiyacımızın önemli kısmını karşılıyorlar.Biz çay, geleneksel olmayan ve diğer malzemeleri, helal gıdada ısrar eden ciddi sayıda turistin geldiği yerden Müslüman ülkelere ihraç ediyoruz.Müslüman ülkeler milyarlarca kalkınma yardımı da sağlar. Pakistan, İran ve Libya gibi Müslüman ülkelerin zamanlı yardımları LTTE'yi yenmede kritik rol oynadı. Ne Hıristiyan Batı ne de Budist Doğu kriz zamanlarında Sri Lanka'nın yardımına geldiler. Sadece Müslüman ülkeler samimi arkadaş kaldılar.Örnek olarak; çoğu Müslüman ülkeleri Sri Lanka ile birlikte Birleşik Devletlerin desteklediği geçen Mart Sri Lanka'daki UNHRC birliğine karşı durdular. Hepsinin üstünde, LTTE'nin ayırıcı çağrısına desteğe karşı çıkan Müslümanlardı ve Sri Lanka'nın topraklarının bütünlüğünü koruyan onların fedakarlığıydı- özellikle ilk zamanlarda adanın silahlı güçlerinin bu karşı koymaya yeterli ekipmanı olmadığı zamanlarda. Bu şartları altında, bu ırkçı elementler Sinhalaları Müslümanlara karşı kimin yararına provoke ediyor? Onlar, Hıristiyan Batısını ve Müslümanlara karşı Hindistan’ı bastıran Hindu aşırı uçlarını zekice koyan Yahudilerin şimdi Müslümanlara karşı tüm dünyada Budistleri hareket ettirdiklerini biliyorlar mı? Raporlara göre, Bangladeş'te Budist mabetlerine saldıranlar o muhitten insanlar değillerdi ama Dambulla Camii'ne olan saldırıdaki gibi dışarıdan getirildiler.Bodhgaya'ya yolculuk eden Budistler, tur rehberlerinin, Hindistan'daki Budizmin yıkılmasından sorumlu olduklarını gösterdikleri Müslümanlara karşı nefret tohumlarını gördüğü Nalanda'yı ziyaret ederler. Sri Lanka'da ne olduğu hakkındaki birçok şüphe, Washington-Tel AvivYeni Delhi eksenindeki Müslümanlardan nefret etme kampanyasının bir parçasıdır. Sinhala toplumundaki sorumlu elementlerin, ülkeyi başka bir 198 olası felaketten kurtarmak için bu hareketleri inceleme zamanı değil midir? Yeni Delhi kökenli iki haftada bir çıkan 1-5 Aralık 2009'daki "Milli Gazete"ye göre, Hindistan Bilgi Bakanlığı raporu (2008), yabancı paranın Hindistan’daki Hindu halkına ait kuruluşlar tarafından, Müslümanlara karşı ayaklanmalara neden olmadı için alındığını bildirdi.Bu kuruluşlar İsrail'den direk almak yerine, Avrupa aracılığıyla İsrail'den para aldılar.Benzer şekilde, İsrail'e Hindu örgütlerin liderlerinin turları da çok artmıştır. Onların İsrail'de beyinleri yıkanmış ve Hint Müslümanlara karşı bir araç olarak kullanılmışlardır. Bu, burada Sri Lanka'da olan değil midir?Politikacılar, gazeteciler ve diğerleri İsrail'i ziyarete başladı. Çoğu, İsrail'in arka plan ve gündeminin ABC'sini bilmiyorlar.Ada basınındaki ve elektrik medyasındaki İsrail nüfuzunun, İsrail yanlısı ve gayrimüslimlerin makalelerinin son zamanlardaki sayısından sonuçla, etkili olduğu görünüyor. 2 yüzyıldan fazla zaman önce Benjamin Franklin, Amerika Birleşik Devletleri'nin kurucu babalarından birisi, Yahudilerin ABD'ye gelişigüzel göçlerine izin verilmesi tehlikesine karşı kendi ülke insanlarını uyardı. Sri Lanka'nın bu konuda biraz daha öğrenmesinin zamanı gelmedi mi? Çoğu Müslümanlar, Yahudilerin, Müslüman ülkelere Avrupa istilalarına yol açan Birleşik Devletlerin arkasındaki güç ve İslamofobinın mimarı, Sri Lanka'daki anti-Müslüman kampanyasının arkasında olduklarından şüphe duyuyorlar. Onlar helal gıda, Müslüman kadınların giyinme modası, hayvan katliamı, nüfus artması ve Müslümanları kötüleyecek herhangi bir şey ve her şeyi yapmak gibi bir çok olay çıkardılar.Bunlar, barışçıl yollarla çözülebilir konulardır. Bunun yerine, aşırı uç bir anti-Müslüman kuruluşu, Hindistan'ın Hindu faşisti Shiv Sena ile aynı çizgide, Budist bir mabette bir toplantı düzenledi ve bu Buda'nın barış ve uyum mesajını yaymak ve Müslümanları, Sinhala ve Budizmin bu ülkedeki varlıklarını tehdit etmeyle suçlamak anlamına geliyordu. Onların temel amacı, Müslüman ezmek ve kenara çekmektir. Anlamada başarısız oldukları şey, Müslümanların zaten kenara çekilmiş olmasıdır. Örneğin, nerdeyse hiçbir Müslüman silahlı güçlere ve polise katılmaz ve nadirce birisi bir Müslüman çalışanı kamu kuruluşlarında ve diğer devlet dairelerinde görebilirdi. Hatta ticari sektör, genel olarak Hükümet 199 anlaşmalarından, ihalelerinden ve böyle tüm aktivitelerden dışlanan Müslümanlara kapılarını kapatmış gibi görünüyordu. Müslümanlara karşı ilgisizlik devam eder ve kuzeyden 130.000 civarında Müslüman mülteci, savaştan 3.5 yıl sonra mülteci kamplarında korkunç şartlarda canlı kalmaya devam eder. Sri Lanka'nın barışçıl doğasını ve onun kuruluşlarını takdir ederek, önceki Adalet Bakanı Sarath N Silva 29 Haziran 2008'de dedi ki: "Sri Lanka Müslümanlarının öne çıkan bir özellikleri de hiç bir zaman silahlı isyan ve direnişte bulunmayışlarıdır. Onlar ülkenin her yerine yayılmış huzurlu bir etnik gruptur. Onlar diğer dini ve etnik gruplarla uyumlu bir ilişkiye geçerken aynı zamanda aralarında bir köprü oluyorlar. Bununla beraber kendi kültürlerini de koruyorlar. Bu takdire şayan bir durum." Bağımsızlığını kazanmasından bu yana, her görüşten politikacılar güçlerini korumak veya kazanmak için ırkçılık kullandı. Bunun sonucunda bu siyasi görüşler yükselirken bir çok masum da hayatını kaybetti.Sorumsuz ve kısa görüşlü yaklaşımları ülkeyi bugünkü haline getirdi. Bu durum İslam ve Müslümanlar kampanyanın bir parçası mıdır? aleyhine yapılan küresel Görüldüğü kadarıyla Amerika, Avrupa ve Siyonistler Hıristiyan ve Hinduları Müslümanlara karşı kışkırttıkları gibi Budistleri de Müslümanların aleyhine çevirmeye çalışıyorlar. Bu ve benzeri yorumlar Bangladeş'te Budist tapınaklarına, Budistlere, onların evlerine ve ticarethanelerine kimliği belirsiz kişilerce yapılan saldırıların ardından bir çok yazar tarafından yapılmıştı. Bu saldırıların yegane amacı olarak nesiller boyu Bangladeş'te beraber yaşayan iki grubu birbirine düşürmek görünüyor. 29 Eylül 2012'de 25 yaşında bir Budist Facebook'ta Müslümanları aşağılayan fotoğraflar yayınladı.Ancak Facebook kullanıcısı şok oldu. Çünkü o fotoğrafların hesabında nasıl ortaya çıktığından bihaberdi.Birileri kasten onu bu resimlere etiketleyerek iki toplum arasında gerilim oluşturmak peşindeydi. O zamandan beri gerilim tırmanmakta.Bir gün sonra Budist tapınaklarına kimliği belirsiz kişilerce saldırılar oldu.1 Ekim'de ise içlerinde 3 asırlık 200 Sima Bihar tapınağının da bulunduğu 10 tapınak kundaklandı.Bu Facebook'taki hakaretin bir cevabı olarak planlanmıştı. Ne bu aşamada ulusal birlik büyük önem taşımaktadır. Hepimiz devletimizin zayıflamaması, demokratik çoğulculuğumuzun zedelenmemesi, temel değerlerimizden olan dini toleransın devam etmesi, çeşitliliği destekleyen kültürümüzün yaralanmaması ve Özgürlük Savaşımızın kazanımları olan çok dinli, çok etnik gruplu demokratik devletin yıkılmaması için çalışmalıyız. Bu olaylar Sri Lanka'da camilere karşı gerçekleştirilen saldırılara bir bahane oldu. İnternet sitelerinden asılsız iddialar dolaşmaya başladı.Son zamanlarda basılı yayın organları da İslam'ı yanlış tanıtan yayınlar yapmaya başladılar. Neyse ki bu uç yaklaşımlar her seçimde hezimetle karşılaştılar. Mesela son Dambulla camisine yapılan saldırıda hem Sri Lankalılar hem de Müslümanlar bu saldırıların dışarıdan gelenler tarafından yapıldığını söylediler. 400 yıldan daha eski olan Müslüman türbelerinin yıkımı polis gözetimi ile engellendi. Şimdi soru bu haydutların kim olduğu? Onları kimin organize ettiği? Kimin finansa ettiği? Onların açığa vurulmamış gerekçeleri nedir? Adada Müslümanlar arasında Bangladeş'teki olayların Müslüman karşıtlarınca kullanılacağına dair bir korku var. Bunun bir sebebi de Bangladeş'in tersine Sri Lanka'da bu kişilerin daha güçlü olması ve daha özgür hareket alanlarının bulunması. Bazı Müslüman ileri gelenleri ise bu olayların film, çizgi film ve benzeri İslam karşıtı olayların merkezinde bulunan Yahudilerin adaya gelmeleri ile başladığını düşünüyor. Onların taktiği nereye giderlerse gitsinler para ve benzeri teşviklerle medyada Müslümanlar aleyhine yazılar yazdırarak Müslümanları demoralize etmektir. İsraili övüp Müslümanları demoralize eden yazılar şimdiden yerel gazetelerde yayımlanmaya başladı.Bugün bu bazı gazetelerin ortak özelliği olmuş durumda.Müslüman toplum bu İslamofobiye cevap verebilecek ne yeterli entelektüel güce ne de uluslar arası desteğe sahipler. 201 Sri Lanka yıkıcı etnik savaştan ancak üç yıl sonra ortaya çıkabilmiştir. Zaman, her toplumdan insanların çaba sarf etmesi ihtiyaç duyulduğu bir zaman ve her seviyeden topluluklar, kendilerinin de menfaatine olacak bir şeyi yapmalı yani bu ülkenin gelişmesini engelleyen acı ve nefreti ortadan kaldırmalıdır. Böyle bir durumda, bütün imkanlarıyla Müslümanların aleyhinde acımasız kampanyalar yürütmek, bir felaketi dahi kaldıramayacak olan bu ülke için büyük bir afet olacaktır. Daha öncede bahsettiğimiz gibi, dünyayı yöneten güç olan Yahudiler, Petrol kartelleri, ekonomik oligarşi ve diğer kurumsal holdingler İslamofobiyi bütün dünyaya yaymak ve Müslüman ülkeleri zarara uğratmak için başarılı çalışmalar yürütmektedirler. Hindistan ve Çin, bu tür Müslüman karşıtı küresel kampanyaları devam ettiren savaş tacirleri için herhangi bir sorun teşkil etmemektedir. Örneğin genel olarak siyasetin Müslümanların aleyhine işlediği Hindistan'daki Müslüman aleyhtarı öğelerle çok iyi ilişkiler kurmayı başardılar.Aslında Hint içişleri bakanlığı raporunda İsrail'in Raştriya Swayamsevak Sangh, RSS, ve masum gibi görünen militan Vishwa Hindu Parishad (Dünya Hindu Konseyi) ve onun genç kanadı, Bajrang Dal, RSS’nin siyasi kanadı, Bharatiya Janata Partisi, BJP, Shiv Sena gibi Müslüman karşıtı örgütlere Avrupa vasıtasıyla 82,000,000,000 Hint Rupisi aktardığı bildirildi. Böylece Hindistan'da Müslüman karşıtı bir atmosfer oluşturmaya sebep oldular. Şimdi sorulması gereken soru şu, onların bu adada da aynı şeyi yapmalarını ne engelleyebilir? Aslında Çin, artık Batı'nın nezdinde bu küresel Müslüman karşıtı kampanya için bir sorun değildir. 11 Eylül'den itibaren, Çin mineral kaynakları bakımından çok zengin olan Sincan bölgesini bir köle kampına çevirmiş ve Müslümanları baskı ve zulüm altında ezmeye şiddetini artırarak devam etmiştir.Bugün Uygur Müslümanları, vahşice zulümler yüzünden kendi halkına bile konuşmaya korkar bir hale gelmiş vaziyettedirler. Dini faaliyetlere şiddetli kısıtlamalar uygulanmakta ve yaklaşık 8000 hükümet 202 eğitimli imam, Komünist partinin etnik ve dini politikalarına göre hutbe okudu. Binlerce cami kapatıldı ve Kur'an dersleri yasaklandı ve düğün, cenaze, sünnet törenleri, taşınma işleri ve hatta kulağa halka veya küp takmak dahi inceleme altına alındı. Böylece savaş tacirleri yalnızca Budist dünyasıyla Müslümanları karşı karşıya getirmeye ihtiyaç duyuyorlar ve böylece İslam dünyasını tamamen boğmak için çalışmalarını tamamlamış olacaklar. Bu bağlamda Sri Lanka, Bangladeş ve Myanmar'da Budistler ve Müslümanlar arasındaki çatışmaların artmasının sebebi daha rahat anlaşılabilir. Sri Lankalı Müslümanların aleyhindeki Güncel Meseleler Dini Ekonomik Eğitimsel Problemin Durumu Tam burada ülkemizdeki Budistlerin bizim hakkımızda yürüttükleri ırkçı kampanyaları görüyoruz. Eğer dikkatlice bakarsanız sadece Budistlerin değil tüm Müslüman olmayan grupların aynı tutum içerisinde olduğunu görürsünüz. Bize gösterdikleri Gerekçe İlk ileri sürdükleri Müslümanlarla beraber yaşamanın imkansız olduğu.Mesela Müslüman birisiyle evlenmek Müslüman olmayı gerektiriyor.Ve İslam'a göre İslam'dan başka bir dine dönenler öldürülüyor. Müslümanlar nüfusun sadece %7.6'sını oluşturmalarına rağmen bir çok işin sahibiler. Asıl Sebep Bu sadece Sri Lanka'da olan bir durum değildir. Bu tüm dünyada Müslümanlara karşı dünya nüfusunun %80'ini oluşturanların yaptıklarından ibarettir. Bunu anlamak için Amerika, Burma, Filipinler, Tayland ve Bangladeş gibi yerlere bakılabilir. Başlangıç Tarihi 203 Daha sonra parlamento üyeliği de yapacak olan Rabbi Meir Kahane adındaki Amerikan bir Yahudi tarafından Israildeki Arap yerleşimleriden Arapları temizlemek için Yahudi Savunma Birliği kuruldu. (http://en.wikipedia.org/wiki/Jewish_Defense_League) Onun hakkında bir videoyu burada görebilirsiniz. (http://www.youtube.com/watch?v=BI9PeQoa_2A) Bu plan bir kez başarılı olduktan sonra tüm dünyada Müslümanlara karşı bir savaş olacak şekilde genişletildi. Kullanılan Yöntem YSB'nin amacı bitmeyecek bir savaş olan tüm Müslümanlara karşı mücadele değil Müslümanların azınlık oldukları ülkelerde onlardan kurtulmaktı.Aşağıdaki yöntemleri kullandılar: 1. Müslümanların yanlış bir İslam anlayışına sahip olmaları.(Son yayınlanan İslam'a karşı filmin bu planın bir parçasıdır.) 2. Müslümanların azınlık olduğu ülkelerde diğer unsurları Müslümanlara karşı birleştirmek ve korku ile Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak. (Burma'da insanlar korkudan dinlerini değiştirdiler.) 3. Müslümanları çoğunluk gibi giydirerek onlara kendi kimliklerini unutturmak.Bu yöntem gelecek nesillerin dinlerinden uzaklaşmalarını kolaylaştırır.(Fransa, İngiltere gibi çok ülkede hicab ve İslam’la alakalı başka elbiselerin yasaklanması buna dahildir.) 4. En son çare olarak Müslümanları Müslüman’ca yaşayabilecekleri, aidiyet hissettikleri yerlere taşımak. Savunma Birlikleri YSB dünyada çoğunluğu Müslüman olmayan her ülke için savunma birlikleri oluşturmuştu. İSL (İngiliz SB), ASB (Amerikan SB) ve HSB (Hint Savunma Birliği) ve benzeri. Bu birliklerin Facebook'u sadece ve sadece ülkelerindeki azınlık Müslümanlardan kullanmakta aktif olduklarını görebilirsiniz. Ayrıca Hint savunma Birliği'nide Hindu, Sih, ve Hristiyanların hep birlikte Müslümanlara karşı birleştiğini fark edebilirsiniz. Dahası, YSB'nin ilk ortaya çıkışı kendi vatandaşlarından 90 kişiyi katleden ve bunun 2083 Avrupa Bağımsızlık Bildirisi adında 204 http://publicintelligence.net/anders-behring-breiviks-complete-manifesto2083-a-european-declaration-of-independence/ bağlantısından indirebileceğiniz bildiride açıkça itiraf eden NSB (Norveç SB) üyesi "Anders Behring Breivik" sayesinde olmuştur. Lütfen bağlantıdaki bildirinin 1237. sayfasındaki Sri Lankalı Müslümanlar hakkında söylediklerine bakın.Ve ayrıca bu 1.515 sayfalık kitabın bir tek adamın işi olamayacağını da fark edebilirsiniz. Sri Lanka'da YSB planının uygulanması 2004 yılında, dört Sri Lankalıya YSB planları çerçevesinde onlara "Kur'an'ın yanlış bir baskısı"nı öğretmek karşılığında burs verildi www.answeringislam.com .Bu 4 adamın 3ünün isimleri, Supun Jayaweera (Appu), Peramune Rala, Uthpala ve döndüncüsünün ismi ise bilinmiyor. Bu adamların beyinlerini yıkadılar ve onlardan Sri Lanka'da İslam'a karşı bir kampanya başlatmalarını istediler. 1. Aşama (onların dediği gibi) - İslam karşıtı sanal gruplar oluşturmak Sahne 1 zaten başarıyla tamamlamıştı. Sosyal medya sitelerini (Facebook, Forum vb) kullanarak İslamcı gruplara karşı İslam karşıtı grup ve web sayfaları oluşturdular. Aşağıda listelenen siteler uzun bir listeden seçilenlerden bazılarıdır. 1. http://peramunerala.wordpress.com/ 2. http://anniisa.wordpress.com 3. http://musalmanuwa.wordpress.com 4. https://sites.google.com/site/islamyanukumakda/lecher Ve bu noktada onlar haklı zira Google'ı Sinhala dilindeki İslami anahtar kelimelerle yönetebiliyorlar. Ayrıca bu sorunun yalnızca Sri Lankalı Müslümanlar için geçerli olan bir sorun olmadığını gösteren diğer dillerde hazırlanmış benzer siteler bulabilirsiniz. 2. Aşama - Hedeflenen Sanal grupların bir araya gelmesi Hedeflenen takımlarla çoğunluğu ücretsiz internet erişimleri olan papazlardan, gazetecilerden, üniversite profesör ve öğrencilerinden ve 205 doktorlardan oluşan gruplarla İslam karşıtlığı çerçevesinde toplanmaya başladılar.Bunların çoğuna tekrar tekrar İslam'ın kendilerince yorumlanmış versiyonunun anlatan iyi hazırlanmış videolar seyrettirildi. Bazıları listelenmiştir. Unutmayın doktorlar "Hastane Budist Derneği" tarafından açıkça Poya günlerinde (her ayın ortasında yapılan Budist tatili) bu videoları izlemek için davet edildiler. 1. http://dharmadveepayeiranama.blogspot.com/p/heart-breaking-sinhalavideos-of-muslim.html 3. Aşama - Sanal Birlikleri Gerçek Hayata Aktarmak SLSB'nin ilk icraatı (SLSB bu tür olaylarda hiçbir zaman direkt olarak müdahil olmamış ama hep yakınlarında olmuştur) Anaradhapura'daki bir türbeyi yıkmak oldu.Dehiwela Quarry Yol camiinin, Navala camiinin vs. kapatılması. Unutmayın onların tarihi tamamiyle değiştirip yeniden yazabilecek güce sahip olan siyasetçileri, avukatları ve her türlü devlet unsurları mevcut. Bir başka önemli olay da Dambulla olayı.Bir sonraki büyük olay Kaltota, Balagonda'da Jailani (Keeragala) üzerinde olacak. Sri Lankalı Müslümanların aleyhindeki meselelerin arkasındaki gerçekler Camiler ve tarihi öneme sahip Darghas üzerinde protestolar tarafından Ada'nın birçok yerinde yeni anti Müslüman kampanyalar bir tür korku psikozu ve ada milleti Müslümanları arasında belirsizlik oluşturdu. Müslümanlar, Sinhala Budistlerinin büyük çoğunluğunun Sri Lanka Müslümanlarının Mahavansa ve Chulavangsa'da kaydedilmiş olarak bunun yanı sıra Sri Lankan'nın yakın tarihte kaydedilmiş adanın eski tarihi iyice yer etmiş olan bu ülkenin barışsever ve yurtsever vatandaşları oldukları gerçeğinin oldukça farkında olduklarına sıkı bir şekilde inanıyorlar. Bizler Merhamet değerlerini koruyan iyi Sinhala Budistlerinin büyük çoğunluğun ortasında yaşayan Sri Lankalılar olmaktan gurur duyuyoruz ve yıllardır huzurlu bir şekilde bir arada yaşamaya ve en üst düzeyde dini hoşgörüye öncülük eden diğer inançlara sahip insanlarla onları bağdaştıran soylu insani değerlere nefret ve şiddeti reddediyoruz. 206 Arap yarımadasına İslam’ın son haliyle gelmesi 627’de gerçekleşmiş olmasına rağmen, M.S.300’lere kadar Arapların tarihi Sri Lanka kaynaklarında kaydedilmiştir. Bunun sebebi İslam öncesi Arapların da ilk insan ve ilk peygamber olarak inandıkları Hz. Adem’in dünyada ilk olarak bu topraklarda bulunun Peedurudalagala tepesine indiğine inanmalarıdır. Sri Lanka Müslümanları fatih ya da işgal eden sömürgeci güçler olarak gelmediler aynı şekilde bu ülkede İslam, Hıristiyanlığın sömürgeci işgalci elleriyle yaptığı gibi kılıçla yayılmadı. Sri Lanka Müslümanları imparator ve kralların eski çağlardan beri bu ülkenin insanlarıyla omuz omuza durarak bağımsızlığı kazanana kadar bu ülkenin birlik egemenliğini savunmada bu ada milletinin yöneticilerine inançlarını ve sadakatlerini gösterdiler; bağımsızlık sonrası yakın tarihte Sri Lanka Sri Lanka Müslümanlarının birlik bütünlüğü ve bu adanın birçok parçasında kendi varlıkları ve güvenlikleri için sıkıntıların ortasında anavatanlarının egemenliğini savunmada seçilmiş hükümetlere hiçbir ihanetleri olmadığını kaydeder. Bu ülkenin gurur vatandaşları olarak biz, Müslümanlar biz kazan-üzerinde olabilir başka merkezinde topluluklar ve geleneksel değerler dini hoşgörü ve bir arada yaşama korumak bölgeleri ile barışçıl yollarla haklarımızı inanıyoruz, biz şiddet yollara başvurmadan ihtiyacı olmamıştı hatta ayrılıkçı savaşın son iki yılda terör saldırıları ve etnik temizlik ve katliamlar yükseklikte çarpışması girmeden. Bu ülkenin gururlu vatandaşları olarak biz Müslümanlar, merkezdeki ve geleneksel değerlerimizi, dini hoşgörüyü ve barışçıl bir şekilde bir arada yaşamayı koruyan bölgelerdeki diğer topluluklarla haklarımızı barışçıl yollarla kazanabileceğimize inanıyoruz, biz şiddet yoluna başvurmayı ya da hatta bölücü savaşın son yirmi yılından beri terörist saldırı ve etnik temizlik ve katliamlar yüksekliğinde dahi asla çatışmaya girme ihtiyacı hissetmediler. Müslümanların kendi aralarında müşterek partiler kurup Şeriatla yönetilen ayrı bir birlik olmak isteyeceklerine dair iddialar vardır; bu iddia yanlış anlaşılmadan çok ırkçı gruplar tarafından yapılan tamamiyle yanlış bir yorumdan ibarettir. Malesef bağımsızlığın Müslümanları dışlamadan 207 kazanıldığı bu ülkede, şu anda etnik kökenlere dayalı siyasi gruplaşmaların olmadı çok üzücü. Daha büyük bir İslam Dünyasının parçası olan Sri Lanka Müslümanları modern dünyanın en büyük sorunlarından biri olan terörizmin aynı zaman da İslam Dünyası için de çok önemli bir tehdit olduğunun farkıdadır. İslam ve terörü yan yana getiren “İslami aşırı uçlar”, “Köktencilik”, “İslami Cihad”, “Al-Qaeda” and “Taliban” gibi kavramlar Sri Lanka’da da karşılık bulabiliyorlar. Sri Lanka coğrafi konumu ve jeolojik durumu bakımından Müslüman Dünyası için çok önemli bir stratejik noktada bulunuyor. Bu stratejik özelliği, Sri Lanka’nın geçmişte ve halen batıli sömürgeciler, Çin ve Hindistan gibi emperyal amaç güden devletlerin her zaman dikkatini çekmiş ve çekmeye devam etmektedir. Siyonist ve emperyalist güçlere karşı çok hızlı bir şekilde büyüyen İslam Dünyası’nda, ülkemizin İslam Dünyası’ndaki yeri, İslam dünyasındaki Filistin olayları gibi önemli olaylarda yardım ve destekte bulunmasıyla daha büyük bir ehemmiyet kazanmıştır; ve dahili ya da harici hiçbir gücün Sri Lanka ve Arap, İslam dünyasıyla aralarındaki bağı zedelemeyecektir. Sri Lanka Müslümanları olarak ayrıca şunun da farkındayız ki şu andaki hükümet ayrımcı savaşta zafer kazanmakla kalmayıp aynı zamanda emperyal batı ve bölgesel devletlerle savaş sonrası yaşanın aksaklık ve felaketlerle alakalı olarak yaptığı diplomatik görüşmelerde de başarılı olmuştur. Bu vesileyle bölgedeki etkisi artmaya başlamıştır. Böylece Sri Lanka'da diğer topluluklar şunlardan emin olarak dinlenebildiler: 208 Sri Lanka Müslümanları onlarla çatışmaya girmek için asla yerel ya da küresel herhangi bir komplo için kurban gitmeyecekti, Sosyopolitik amaçlarımız ve dini inanışlarımız için hiçbir şekilde şiddete başvurmaya dair gizli veya açık herhangi bir planımız yok. Biz dini hoşgörü ve bu milletin tarihi boyunca yaptığı gibi barışçıl şekilde bir arada yaşamayı korumaya devam edeceğiz. Medya ve istihbaratçıların ortaya attığı İslami Cihad, Al-Qaeda veya Taliban fikirlerinin Sri Lankalı Müslümanlarca kabul görmeye başladığını söyleyen iddiaları tamamiyle reddediyoruz. Biz, Birliği, bütünlüğü ve tarih boyunca yaptığımız gibi bu ülkenin egemenliğini korumaya devam edeceğiz. Sinhala Budistlerin büyük çoğunluğunun bunun yanında Mahasanga'nın Müslüman karşıtı propagandaya ve kazanılmış siyasi ve maddi çıkarları ile çok önemsiz unsurları tarafından gerçekleştirilen protestolara karşı sorumlu olmadığına eminiz. Biz ulusal çıkarlar, barış ve uyum pahasına efendilerinin çıkarlarına hizmet için bu ülkenin istikrarını bozmayı amaçlayan iyi bölgesel ve küresel güçler ile bağlantılı unsurların olduğunun bilincindeyiz. Biz bu ülkenin ulusal çıkarları, barışı, uyumı ve sosyo ekonomik refahı pahasına hizmet için hiçbir harici efendiye sahip değiliz. Biz, bu ülkedeki tüm toplulukların isteklerini karşılayan etnik sorun için barışçıl bir müzakere çözüm dışında hiçbir şeyin hayalini kurmamakta kararlıyız. Sri Lanka Müslümanları Anavatanımıza vatansever kalacak ve birliği, bütünlüğü ve Birleşik Sri Lanka egemenliğini tehdit eden tüm zorluklara karşı ayakta duracak. Bu Ada Milletinin makul çoğunluğunu ele geçirmek için kötü unsurlara müsaade etmemize asla izin verme! Birleşikken ayakta kalırız, bölünürsek düşeriz!! Bu durum ve zorluklarla nasıl yüzleşeceğiz? Topluma liderlik ve rehberlik sağlama görevimizde başarısız olduğumuzu ve bizim hareketsizliğimiz ile Müslüman dayak kampanyası yürütmek için toplumun çoğundaki İslamofobiye bir şekilde izin verdiğini kabullenmekte kendimize karşı dürüst olmalıyız. Sorulacak Sorular: - Bir zamanlar biz bu toplumun ayrılmaz bir parçası olarak görülürken ne yanlış gitti? - Toplumun çoğunluğunu bize(aşırı azınlık) karşı yapan neydi? - Mevcut durumu değiştirmek için ne yapılmalı? 209 Eğer bu İslamofobik kampanya bu noktada durdurulmazsa, biz Müslüman toplum ve bütün haliyle ülke olarak eylemsizliğimiz yüzünden ağır bir bedel ödemek zorunda kalacağız. Zaman kafa kafaya bu sorunu gidermek için hayatın her mesafesinden sivil toplumu harekete geçirmek zamanıdır. Biz, herhangi bir meyve üretecek hareket için bekleyen politikacılardan emin değiliz; hükmen onlar bu konuları ele alacak yeteneğe sahip değillerdir. Bazı eylem hususları: Tanı: Asıl zorlukları tayin etmek Bu zorluklarla mücadele edebilmek için strateji kurmak Cemaat İlişkileri Dinlerarası Diyalog Meseleleri etkin bir biçimde ele alacak siyasi işlerle uğraşan sivil toplumlar Medyayı sıkı bir şekilde düzenli olarak takip etmek Sivil toplumlar ve dini cemaatlerin temsilcilerinden oluşan bir koalisyon kurup ırkçılık ve zenofobi’ye karşı kampanyalar yürütmek Ulusal diyalogla meşgul olmak En önemlisi, Müslüman topluluklar bir millet inşası üzerine durmalı ve her düzeyden ülkenin gelişmesine katkıda bulunmalıdır. Bildiğimiz gibi Sinhalaların çoğunluğu güzel ahlaka sahip iyi niyetli insanlardır, ve bu durum dinleri ne olursa olsun takdir edilmelidir. Bize karşı tavır alanlar ise İslam’ın yanlış tanıdıtıldığı insanlardır, bizim görevimiz ise onlara doğru olan İslam’ı tanıtmak olmalıdır. YSB’nin planladığı gibi dinimizi kaybetmek endişesi bizi paniğe sokmamalı ve korkutmamalıdır, zira Allah’ın rızası için onun dinini insanlara tanıtmalıyız. 210 Daha fazla Sinhala diliyle yayın yapan ve İslamı anlatan internet siteleri kurmak gerekiyor. Aleyhimize yürütülen kampanyalar büyük kaynaklardan destek alıyor ve IRKÇILIKTAN KURTULMANIN YEGANE ÇARESİ insanlara hakiki İslamı bütün güzellikleriyle anlatmak ve Peygamber Efendimiz’in (sav) yüce ahlakını insanlara rehber olarak sunmamız gerekiyor. Hususi teşekkürlerim: Sn. Asım Alavi - Trend Dergisi Editörü, Sri Lanka Sn. Latheef Farook - İslam Dünyasında Tanınmış Gazeteci Sn. Riza Yehiya - Mimar Dr. Inamullah Masihuddeen (Naleemi) / Sn. Ihthisham Hibathullah 211 SAHRA ALTI AFRİKA’DA GENEL SORUNLAR VE ÇÖZÜMLERİ EMRE GÖKYİĞİT TÜRKİYE- Genç İDSB Kuzey Afrika ülkeleri dışında kalan Afrika ülkeleri gerek iklim koşulları ve gerek insan genetiği açısından farklılıklar arz eder. Bundan dolayı bu bölgeyi Sahra Altı Afrika olarak adlandıracağız ve bölgeye dair sorunları ve çözümlerini bulmaya çalışacağız. Afrika’da sömürgecilik yılları başlamadan önce Nijerya’nın Kano’sunda veya Mali’nin Timbuktu’sunda serbest pazar marketleri bulunmaktaydı. Bunlar yüksek tutarda alışverişlerin yapıldığı büyük pazarlardı. Afrika, yine sömürge dönemi öncesinde şeflerin kendi aralarında inşa ettikleri karşılıklı anlayış kültürü sayesinde asırlarca huzur içinde yaşamıştır. Batı ise varolan bu yapıyı yıkmakla kalmayıp sömürge sonrası süreçte Afrika’ya ticaret, eğitim veya demokrasi konularında destek vermekten kaçınmıştır. Bağımsızlıkların ilanıyla birlikte Sahra Altı Afrika ülkelerinin yapması beklenen atılım maalesef gerçekleşmemiştir. Afrika'nın kendi idari mekaizmalarını üretmesindeki en büyük engel sömürgeci ülkelerin arkalarında bıraktığı politik ve kültürel etki olmuştur. Örneğin Mali'nin başkenti Bamako'da, içme suyu temini gibi halkın yaşam standardını arttıracak yatırımlardan daha çok şehri Batı'lı gibi gösterecek olan pahalı yapılara rastlamak mümkündür. Arazi problemi olmamasına karşın inşa edilen Mali Merkez Bankası gökdeleni buna verilecek örneklerden yalnızca biridir. Ülkesinin hayati ihtiyaçlarını kendi gösteriş merakına feda eden idareler başarıya erişmeye kabil değildir. Afrika’nın sorunlarına Afrika içerisinde çözüm aranması büyük önem taşımaktadır. Zira bu güne kadar uygulanan ithal çözümlerin hiçbiri işe yaramamıştır. Mali’de askeri darbeyle başlayıp kuzeydeki ayaklanmalarla devam eden sorunun çözümünü Birleşmiş Milletler veya Fransa yerine Afrika'nın iç dinamiklerinde aramak gerekmektedir. Afrika bize göre kendi kendine yeten ve hiçbir yabancı yardıma muhtaç olmayan bir kıtadır. O halde kıtayı bu hale getiren sebeplerin neler olduğu ortaya konmalıdır. Bunları aşağıdaki başlıklarla sıralayabiliriz; 212 1. Yolsuzluklar; Bugün Afrika denince akla gelen yoksulluğun temel sebeplerinden biri devlet adamlarının ön ayak olduğu yolsuzluklardır. Yapılan bir araştırmaya göre yolsuzluk nedeniyle her yıl Afrika’dan gelişmiş ülke bankalarına giden para 150 milyar dolardan fazladır. Afrika Kalkınma Bankası'nın sunduğu verilere göre toplanan vergilerin %50'si yine bu yolla buharlaşmakta ve Afrika halklarının yoksulluk problemi daha da derinleşmektedir. Batı'nın yaptığı nakdi yardımlar Afrika'nın yoksulluk problemini çözmediği gibi yeni yolsuzluk sahalarına da kapı aralamaktadır. Yapılan bir araştırmaya göre, geride bıraktığımız 50 yılda Afrika kıtasına yapılan nakdi yardımların toplamı trilyon dolarlara ulaşmaktadır. Afrika uzmanlarından Richard Dowden’e göre, eğer bu para bugünün Afrika nüfusuna eşit olarak dağıtılsaydı, kişi başına yaklaşık 5 bin dolar düşerdi. Dolayısıyla bugün Afrika, daha zengin ya da en azından daha az yoksul bir kıta olabilirdi. 2. İç savaşlar; İç savaşlar Afrika’da milyonlarca insanın ölümüne ve bunu yanında yoksulluk, açlık, hastalık ve yıllık 15 Milyar doları bulan mali kayıplara sebep olmuştur. Savaşlar esnasında ülkelerin alt yapıları çökmekte ve büyük nüfus hareketleri başlamaktadır. Mesela Zimbabve krizinde yabancı yatırımcılar ülkeden hemen ayrılmış, 4 milyonun üzerinde Zimbabve’li ülkeden göçmek zorunda bırakılmış, 60.000 doktor ve diğer profesyoneller başka ülkelere gitmek zorunda kalmıştır. Bu savaşın diğer ülkelere verdiği zarar ise 37 milyar doları bulmuştur. Benzer olay Mali’de geçen sene ordunun yaptığı darbe ile yaşanmış, bu darbe ile ülke tam anlamıyla bir kaosa sürüklenerek ikiye bölmüş, isyancılar ülkenin 2/3 ünü ellerine geçirmiştir. Ülkede hırsızlık, yolsuzluk ve ırza geçme olayları artmış ve ülke milyarlarca dolar zarara uğramıştır. Darbe sonrasında yaklaşık 1 milyon kişi Mali'den çevre ülkelere iltica etmek zorunda kalmıştır. Her darbenin bir ülkeyi en az 10 yıl geri götürdüğü bilindiğine göre zaten geri kalmış bir ülkeye yapılabilecek en büyük zarar verilmiştir. Afrika’da iç savaşlarda bugüne kadar ölen insanlarla ilgili bazı istatistikler şunlardır; Nijerya İç Savaşı'nda 3.000.000 Uganda İç Savaşı'nda 500.000 213 Ethopya İç Savaşı'nda 1.400.000 Somali İç Savaşı'nda 500.000 Sierra Leone İç Savaşı'nda 50.000 Mozambik İç Savaşı'nda 1.000.000 Angola İç Savaşı'nda 500.000 Rwanda İç Savaşı'nda 1.000.000 Burundi İç Savaşı'nda 300.000 Sudan İç Savaşı'nda 2.000.000 17 ve 18. Yüzyılda sömürgecilik için Avrupa ve Amerika'ya gönderilen yaklaşık 10 milyon Afrikalı köle de bunlara ilave edilirse Sahra Altı Afrika'nın yaşadığı nüfus kaybının boyutu daha da büyümektedir. 3. Eğitim; Afrika’nın en büyük düşmanı cehalettir. Eğitimsiz bırakılan veya sömürgecilerin eğitiminden geçmiş olan Afrika’lılar ne yazık ki Afrika'ya fayda yerine zarar vermişler ve adeta sömürgecilerin birer maşası olmuşlardır. Batı, eğitim adı altında buralarda çok sayıda kilise açarak Afrika’yı daha rahat sömürmek için dini kullanmıştır. Batı’nın Afrika’da dini bir meselesi yoktur. Bu durum, Batı ülkelerindeki insanlar kiliseye uğramazken Batılı misyonerlerin Afrikalılar'ı kiliselere çağırarak beyin yıkamalarından ve bu kiliselerin fon kaynaklarının Batılı iş adamları olmalarından anlaşılabilir. Batı'nın Afrika’ya verdiği eğitim desteği yalnızca itaatkar nesiller yetiştirme maksatlıdır. Belirlenen sorunlar ışığında Sahra Altı Afrika ülkelerinin problemlerinin çözümü aşağıdaki prensiplere bağlı kalmakla mümkün olabilir. 1. Eğitim sisteminin millileştirilmesi Batının kültürel etkisinden uzak, yerli kültürü esas alan ancak fen ve sanat konusunda Batı veya benzeri ülkelerden teknoloji transferini mümkün kılacak bir eğitim sisteminin teşkili gerekmektedir. Afrika’daki Türk okulları bu misyonu üstlenmiş durumda olup sayıca yeterli değillerdir. Bunların yerel okullarla takviye edilmesi ve normal standartlarda bir eğitim hizmetinin daha geniş kitlelere ulaşması sağlanmalıdır. 2. Misyonerlik faaliyetlerinin izlenmesi Afrika’daki misyonerlik faaliyetlerinin izlenerek, bunların finans kaynakları ve arkalarındaki güç odaklarının izlenmesi gerekmektedir. Afrika’nın fıtratına en uygun din olan ve yardımlaşmayı, kardeşliği ve Allah rızasını 214 esas alan İslam dininin donanımlı din adamları vasıtasıyla insanlara anlatılması şarttır. Batılıların yaptığı propaganda neticesinde oluşan ön yargılara karşı İslam'ın barbar, vahşi ve saldırgan bir din olmadığının anlatılması gereklidir. Taliban , El-Kaide gibi aşırı uç örgütlerle ilgili bilgilendirme yapılması, İslam'ın bir barış ve kardeşlik dini olduğunun topluma medya ve okullar vasıtasıyla bildirilmesi gereklidir. 3. Ziraate ve balıkçılığa önem verilmesi Afrika’nın bir çok ülkesi yeterli ziraat yapılmadığından açlıkla karşı karşıyadır. Sudan’ın ortasından geçen Nil Nehri'nin iki kenarındaki bol alüvyonlu topraklar Nil suyu ile sulanıp fenni tarıma açılabildiği takdirde tüm Afrika’yı besleyebilecek bir potansiyele sahiptir. Aynı şekilde Nijer ve Senegal nehrinden de yeterli bir şekilde istifade edilemediği bu nehirlerin geçtiği ülkelerin durumlarından bellidir. Afrika gıda ihraç eden bir ülke olması gerekirken ithal eder bir ülke haline gelmiştir. Denize kıyısı olan birçok Afrika ülkesi halkı ilkel teknelerle balıkçılık yapmakta Avrupa ve hatta Japonya’dan gelen balıkçılar ülke sularında avlanarak ülkelerine bu değerli besin maddesini taşımaktadırlar. Cehalet, iç savaşlar ve yolsuzlukların pençesindeki Sahra Altı Afrika Ülkeleri, içinde bulunduğumuz ve Afrika yüzyılı olarak adlandırılan 21. yüzyılın gebe olduğu emperyalist girişimlere karşı ancak bu sorunların çözümü halinde direniş gösterebilecek kuvveti kendinde bulacaktır. Afrika'nın bu sınavı başarıyla vermesi halinde dünya siyasetindeki reaksiyoner konumundan aksiyoner konuma geçmesi ihtimal dahilinde bulunmaktadır 215 ORTADOĞU MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 216 POLİTİK ŞARTLAR: LÜBNAN MAHER ISLAMBOULI LÜBNAN İRŞAD & ISLAH DERNEĞİ a- Lübnan’ın Kuruluş Tarihi: - Lübnan 1920’ye kadar bağımsız bir devlet değildi ve o yıla kadar etrafını çevreleyen İslami bir bölgenin parçasıydı. - Bölgedeki batı müdahalesi 1840’ta başladı ve 1860’ta büyük bir iç savaşa neden oldu. Ve iç savaşı başlatan benzer nedenler 1975’te iç savaşa yol açtı. - Osmanlı halifeliğinin 1918’te bitmesinden sonra küçük ulus devletleri kuruldu. 1920’de Büyük Lübnan olan Lübnan Maronite Devleti hariç hepsi daha sonra yok oldu. O zamandan beri Lübnan şu şekilde hareket etti: 1. Okul ve üniversiteler ile Batı düşüncelerini yayan, batılı güçler için entelektüel sömürge projeleri 2. Birliği ve egemenliği tekrar kurma girişiminde bulunan herhangi İslami hareketi yok eden Batı güçlerinin kıyı gücü 3. Lübnan anayasası Fransız anayasasının kopyası olarak 1943’te tamamlanmıştır. b- İç politika düzeni 1. Rejim: A. Lübnan serbest ve bağımsız bir ülkedir. Tüm vatandaşlarının en son vatanlarıdır. Kendi toprakları, halkları ve kuruluşlarında; anayasada belirlenen ve uluslararası platformda tanınan sınırlar içerisinde birleşmiştir. B. Lübnan kimlik ve yaşantıda bir Arap ülkesidir. Arap Ülkeleri Birliği’nin kurucu ve aktif bir üyesidir. Lübnan ayrıca Birleşmiş Milletler Kuruluşu’nun da kurucu ve aktif bir üyesidir. Hükümet bu ilkeleri istisnasız tüm alanlarda somutlaştırmalıdır. 217 C. Lübnan, halk bağımsızlığı, özellikle düşünce ve inanç özgürlüğü, sosyal adalet ve hak ve görevlerin tüm vatandaşlar için istisnasız eşit olması ilkelerine dayanan, parlamenter demokratik bir cumhuriyettir. “LÜBNAN ANAYASASI: İLK KISIM TEMEL VİZYONLAR” 2. Politik parti ve hareketler: 8 Mart: Hizbullah, Serbest Patrik Hareketi, Alawite Gençlik Hareketi 14 Mart: Gelecek Hareketi, Lübnan Güçleri, Lübnan Sosyal Demokratik Partisi Her iki kampanya da Batı ile aynı çizgidedir. Görünürde karşıt taraf, İran ve Suriye gibi destekçiler sebebiyle Batı karşıtı olarak görülmektedir. Suriye’nin Lübnan’daki büyük bir güç önleyici rolüne rağmen, Suriye’nin 1975’te Lübnan’a girdiğinde Birleşik Devletler hükümetini tam destekleyici davrandığını göz önünde tutmalıyız. O zamandan beri, Suriye’nin Lübnan’daki rolü Birleşik Devletleri’ninkiyle birliktedir ve tamamen Amerikan çıkarlarına hizmet etmektedir. 3. Şu anki Hükümet: Saad Hariri hükümetinin düşüşünden sonra (14 Mart), başkan Michel Suleiman, Mikati’ye yeni hükümet kurma görevini Verdi. Bu hükümet 8 Mart liderlerinden oluşuyordu. c- Uluslararası İlişkiler: 20. yüzyılın ilk zamanlarında İngiltere, Arap dünyasını İngiliz İmparatorluğu yetkililerini beğenecek hale getirmek için yapılan Batı hareketlerinin en önünde yer almaktadır. Neredeyse bir yüzyıl sonra hiçbir şey değişmedi. Batı, Arap dünyasını kendi imajına sokmak için yeni bir seferberlik yükledi. Amerika sömürgeci güçlerin başını çekiyordu ve Arap ülkelerini parçalamak veya bölgedeki Amerika egemenliğini korumak için rejim değişikliği başlatmak amacıyla çabalarını yaymaktadır. Arap dünyasındaki özgürlük ve demokrasi teşviki için aralıksız süren Batı medya etkisi, Arap dünyasının petrol rezervlerini, doğal gaz kaynaklarını, mineral kaynaklarını ve enerji güvenliğini kontrol etmek ve İsrail ile güvenlik anlaşmalarını korumak gibi olan Batı güçlerinin gerçek amaçlarını gizledi. 218 d- Siyasi problemler: Lübnan’ın temel problem mezheptir: 1. Problemin tarihsel süreci Lübnan siyaset adamları, Orta Doğu’nun bölgesel politikalarıyla karıştırılmış, bu da karşılık olarak uluslararası politikanın satranç oyununu ve büyük gücün bölgedeki baskı ve etki arayışını yansıtmaktadır. Haziran 2009 seçimleri, Lübnan’ın 1920’de Fransız sömürgeleri tarafından kurulduğundan beri hiçbir zaman bir bağımsız devlet olamayacağını gösteren son dönemdi. Lübnan, Orta Asya’daki politik çıkarların çatıştığı bir yerdir. Lübnan politikaları her zaman bölgesel ve uluslararası oyuncular tarafından şekillendirilmiş ve son seçim de bu gerçeği göstermiştir. 2. Mezhep nedenleri: Devlet 1975’teki iç savaş ile çöküşüne kadar devam etti. Savaş iç ve dış güçler tarafından hızlandırılırken, mezhepler tarafından belirlenen halklar arası gerilme merkezi bir faktördü. Büyüyen Müslüman nüfusu, azalan göç ve artan doğum oranı ile, politik gücün daha büyük bir kısmını ele geçirdi. Mezhep ayrılıkları patladı. Toplamda savaş 200,000 hayata mal oldu. Savaş 1989’da Hıristiyanların orantısal gücünü azaltan Taif Anlaşması ile sona erdi. Müslümanlar ve Hıristiyanlar eşit temsil haklarına sahip oldular ve Hıristiyan başkan yönetimsel otoritesinin bir kısmını kaybetti. Genelde Lübnan için olumlu bir nokta, anlaşmanın toplumsal öncelik olarak mezhepleşmenin ortadan kaldırılmasını öngörmesiydi. Binlerce insanı ölüme götüren ve daha fazlasını da göçe zorlayan bu ayrımsal sistem, Lübnan tarihinin çöp kutusuna gönderildi. Ama 20 sene sonra, bu yönde hiçbir ilerleme kaydedilmedi. 3. ÇÖZÜMLER 1. Lübnan’ı İslami Medenileşmenin kollarına bırakmak 2. Çözüm, krizin Lübnan’da değil de Lübnan’ın bölgede bir olduğunu fark etmekle başlar. Çünkü Lübnan bir devlet potansiyele sahip değildir ve olamaz. 3. Lübnan İslam dünyasının bir parçasıdır ve Irak, Suriye ve Filistin aynı problemleri yaşamaktadır. Ve İslam dünyasına getirilen çözüm, Lübnan için de bir çözümdür. kriz için gibi her 219 4. Lübnan gayrimüslimler tarafından yönetilen bir devlet olduğu sürece, herhangi bir İslami ilerlemenin arkasında batı için bir zorluk olarak kalacaktır. Bu yüzden bir çözüm; Müslümanlara kendilerini Allah’ın kurallarına göre yönetmeye bir şans vermek amacıyla, demografik bir değişim için Lübnan’ın yarı devletini Büyük Suriye’ye bağlamaktır. 5. İslami kuruluşların rolü (irşad-ıslah kuruluşu gibi): a. Düzgün düşünceyi eğitmek için gençlik ve çocuk merkezleri kurmak b. İslam hakkında yanlış anlaşılmaları gidermek için İslam hakkında gerçek fikir vermek. 4. İslam Dünyasından Beklentiler: Kuzey Afrika devletleri ve Orta Asya’daki Arap Baharının uyanmasında, düşen diktatörleri başarıya götüren şeyin ne olduğu tartışması, Lübnan’daki Müslümanları da içeren dünyanın ilgi merkezi oldu. Geleceğin ne getireceğini değerlendirmeden önce, kısa bir tarihsel bakış açısı gereklidir. Bir asır önce, bugün gördüğümüz ulus devletlerin çoğu yoktu. Müslüman dünyası Osmanlı Halifeliği gibi temel bir devlete sahipti. Osmanlı Halifeliği Devleti modeli temel olarak tekti ve seküler inanç üstüne kurulan ulus devlet modellerinden farklıydı. Batı’da Batı yasasına dayanan devlet modeli, İslami inanç üstüne kurulu hilafet ile ideolojik bir çatışmada duruyordu. Bu yüzleşme, Batı güçleri tarafından, İslami yasalara dayalı kurallara bir son verme amacını ortaya çıkardı. Arap ve Müslümanlar arasındaki politik sadakat modeli, genelde modern Batı’dakinin tersi olmuştur. Batı’daki için, ulus devleti politik sadakatin zirvesi olmuştur. İslam boyunca, küçük grup ve büyük iman, kavim ve ümmet, sadakat ve bağlılığın temel odak noktası olmuşlardır. Ve ulus devlet daha az önemli olmuştur. Diğer yanda Arap dünyasında, halihazırda bulunan devletlerin yasal problemleri vardır çünkü onlar Avrupai Emperyalizmin çoğul kısmı içindirler. Bağımsız ulus devletleri fikri, Allah’ın egemenliği ve ümmetin önceliği inançlarıyla bağdaşmamaktadır. 220 İÇ KESİM FİLİSTİNLİLERİYLE ALAKALI BİR BELGE AMIR ASLI FİLİSTİN-EQRAA DERNEĞİ İçerik: bu makale İslam dünyasının sosyal kuruluş birliğinin toplantısı sırasında sunulacak ve şu konuları içerecektir: 1) Dahili Filistinlileri Tanıtma: b. Biz kimiz? c. Bizim çoğunluk olduğumuz ve bu toprakların sahipleri olduğumuz gerçeğini tartışma. İçinde yaşadığımız mecburi yerleşme ve maruz kaldığımız etnik iyileştirme nedeniyle, kendi evimizde azınlık olduk. Ve bu bizi farklı azınlık gruplarından ayırıyor. d. Dahili Filistinlilerin partilerinin çeşitliliğini tartışma e. Demografik istatistikler f. Etnik yapı ve dinlerin tipleri g. Aksa Camii için savunmanın ön safı 2) Dahili Filistinlilerin tarihsel olaylarını gösterme: a. Önceden yerleşme çağı ve sakinlerin sayısı, toprak alanı, etnik gruplar, dinleri tartışma vs... b. Nakba sonrası asır 3 tarihi devre ayrılır: i. 48-67: Askeri Yönetim devri (Elan Lostek: izolasyon, bağımlılık, çevreleme), kimlik krizi ii. 67-93: Kendi kendine araştırma devri, tesis kuruluşları, akademik sınıfın oluşması iii. 93-2013: kimliği koruma ve tesisleri güçlendirmeye doğru yol alma devri 3) İsraili Arapların sıkıntı çektikleri krizler: a. Sosyal ve ekonomik krizler: yerleşme, eğitim, işsizlik, şiddet ve kutsal mekanlar b. Politik krizler: Yahudi devleti, ırkçı kanunlar, devlet hizmeti, sınır dışı etme, İsrailleşme, politik tutuklamalar 4) Çözümler: 221 Kendi kendini yapılandırmış halk, Arap Yüksek İzleme Komitesi’nin rolünü oluşturma ve güçlendirme, sivil kuruluşların ve gönüllü işlerinin rollerini güçlendirme Özet: güçlü inançlarla kimliğimizi, toprağımızı ve gençliğimizi korumak için uğraşıyoruz, ve Arap ve İslami kültür ile iş birliği için ellerimizi genişletiyoruz. 222 TÜRKİYE'DE MÜSLÜMANLARIN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ MUHAMMET ASAN, VEDAT BALIKÇI TÜRKİYE-İLİM YAYMA VAKFI Türkiye’de Müslümanların sorunlarını anlayabilmek için evvela Türkiye’nin oluşum tarihini ve bu zamana nasıl geldiği iyi idrak etmek gerekir. Bildiğiniz üzere 1923 yılında biz Türkler devlet yönetimi İslam’a dayanan Osmanlı Devleti’nden laik Türkiye Cumhuriyeti devletine geçiş yaptık. Ben bu sunumumda Osmanlı sonrası Türk devletini anlatacağım. Türk devleti kurulma aşamasındayken yöneticiler Anadolu’da yaşayan Müslümanların tepkilerini çekmemek için dine hizmet ediyor, edecekmiş gibi kendilerini gösterdiler. Türkiye devleti kurulduktan sonra ise bu yönetici kısım olan %1 lik kısım Türkiye’yi dış destek ile yönetmeye başladı ve dine karşı bir tavır aldı. İlk etapta değişik gerekçeler öne sürerek Müslüman alimlerini istiklal mahkemelerinde idam ettiler. İslam alfabesi yerine Latin alfabesi getirerek bir anda alim olanları bile cahil duruma düşürmeye çalıştılar. Bakınız bu durum çok önemli bir konu; düşünün ki siz şuan İslam alfabesi kullanan kardeşlerim bir anda size zorla Latin alfabesi dayatılıyor ve siz bir eğitim kurumunda hocasınız. Sizden tüm bildiklerinizi unutmanızı istiyorlar. Bu yaptıklarına ek olarak Kur’an-ı Kerimler toplatılmaya başlatıldı, Kur’an-ı Kerim okuyanlar ve okutanlar suçlu sayıldı. Arapça kelim kullanımı yasaklandı. Müslümanlar bu ülkede neye uğradığını şaşırdılar. Müslümanlar bu dönemde öncüleri hapislere atılıp, idam edildikleri için başsız kalmışlardı. Bu sebeple birlik olup bu zulme karşı tam anlamıyla karşı koyamadılar. Türkiye devleti kurulduktan sonra 30 yıl kadar sadece tek parti ile seçime girerek yönetildi. Halk mevcut hükümeti beğenmemesine rağmen başka alternatif olmadığından başka bir partinin kurulmasını engelleyen kanunlar koyulduğu için 30 yıllık süreçte Cumhuriyetçi zihniyet ile bu ülkeyi zulümle yönetildi. Daha sonraki süreçte laik zihniyete karşı kurulan partiler halk tarafından baskılara rağmen destek buldu ve önemli oy oranı ile kısa sürede devlet el değiştirdi. Durumun böyle olduğunu gören dış güçler asker kanadını kullanarak ülkemizde askeri darbeler yaparak halkımızın iradesine zincir vurdular. Ve o dönemde halkın seçtiği Başbakan Adnan Menderes 223 askeri cunta tarafından idam edildi. Yönetimi tekrar ele geçiren dış güçler Müslümanlara tekrar zulüm uygulamaya başladılar. Müslümanlar o kadar baskı ve zulüm gördü ki ibadetlerini dahi yapamaz hale geldiler. 1970’lerde inançlı Müslümanlar tüm imkanlarını ortaya koyarak ‘Mili ve Manevi’ değerlerine bağlı nesiller yetiştirebilmek için bir çok vakıf ve dernek kurmuşlardır. Bu vakıflardan biride temsilcisi olarak burada bulunduğum 1973 yılında kurulan İlim Yayma Vakfı’dır. Gelinen bu noktada Müslümanlar siyasi kanadı ellerinde bulundurmadıkça sorunların çözülmeyeceğini gördü ve merhum Prof.Dr.Necmettin Erbakan Hocamızın önderliğinde siyasi alanda çalışmalar yapılıp, bir çok siyasi parti kurulmuştur. Bu siyasi atakla yönetimde söz sahibi olan Müslümanlar, ağır sanayi hamlesiyle ülkenin her yerinde fabrikalar kurma yolunda çalışmalar başlatmıştır. Allah’ın yardımıyla bu çalışmalar meyvelerini verip ekonomik olarak güçlenmeye başlayan Türkiye’ nin öncülüğünde, İslam Birliği’ nin ilk adımı olan D-8 kurulmuştur. İslam Birliği’nin kurulmasını istemeyen dış güçler, yine devreye girerek post modern darbe olarak bilinen 28 şubat askeri darbesini yaparak, başbakan olan merhum Erbakan Hocamızın hükümetini devirmişlerdir. Müslümanların 1000 yıl daha başını kaldıramayacaklarını söyledikleri bu darbeden sonra 2002 yılına kadar Türkiye her alanda gerilemeye başladı. 2002 yılında yapılan seçimler sonucunda merhum Prof.Dr.Necmettin Erbakan Hocamızın öğrencilerinde olan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AK Parti tek başına iktidar olmuştur. Seçimler sonrası hükümet kimi kesimlere göre Avrupa ve Amerika yanlısı olduğuna dair bir izlenim oluştursa da; İslam Birliği liderliğini ön plana çıkarak, gerek İsrail’e karşı gösterdiği tutumla, gerek Esad yönetimine karşı gösterdiği tutumla, gerek Arakan olaylarına verdiği önemle İslam Dünyasının takdirini kazanmıştır. Bugünün Türkiye’sine gelirsek; Ekonomik olarak her ne kadar yükselme doğrultusunda ivme kazansak da, hala çok büyük eksikliklerimiz var. Türkiye’de belli başlı ekonomik kaynakları; tarım, sanayi, doğal kaynaklar, turizm ve enerji olarak söyleyebiliriz. 224 Türkiye devleti kurulduktan sonra uzun yıllar tarım sektörü en önemli ekonomik kaynak olarak görülmüştür. Daha sonra ki süreçlerde ne yazık ki bu özelliğimizi kaybetmişiz ve tarımda artık dışa bağımlı hale geldik. Tarım sektörü için önemli alanlarımız ve iş gücümüz olmasına rağmen ne yazık ki tarım alanında gerileri düşmüş durumdayız. Daha öncede değindiğimiz sanayi konusunda ise, günümüzde Türkiye bu alana önem vererek sanayileşme konusunda hızla ilerlemektedir. Turizm sektöründen bahsedecek olursak, özellikle son yıllarda hükümetin bir çok ülke ile vizenin kaldırılması konusunda başarılı çalışmaları sayesinde birlikte turist sayısı ve buna bağlı olarak turizm geliri önemli oranda artmıştır. Doğal kaynaklar yönünden ülkemiz oldukça zengin bir ülke olmasına rağmen ne yazık ki ülkemiz bunları kullanamamaktayız. Ülke olarak ham maddeyi başka ülkelere satıp daha sonra o sattığımız ham maddeyi işlenmiş halde çok büyük fiyat farkı ile satın almaktayız. Enerji sektöründe ne yazık ki ülkemiz çok büyük sıkıntılar çekmektedir. Ülkemiz enerji konusunda neredeyse tamamen dışa bağımlı haldedir. Petrol üretiminde son yıllarda önemli gelişmeler yaşansa da ne yazık ki bunlar yeterli değildir. Bizler kullandığımız petrolün %7 sini, doğalgazın ise ancak 1,8ini kendimiz üretebilmekteyiz.15 Diğer kalan kısmını ise ithal etmekteyiz. Enerji sektöründe bu boyutta dışa bağlı olmamızdan dolayı hükümet, nükleer enerji üretimi konusunda çalışmalar başlatmıştır. Günümüzde Türkiye ‘ de Müslümanlar İslamı yaşamak konusunda cumhuriyet döneminin en rahat dönemini yaşıyor olmalarına karşın hala aşılamayan sorunlar var. Bu sorunları ve çözüm önerilerini şu şekilde sıralayabiliriz: 15 Türkiye’de Müslümanlar şer’i hukukla yönetilmek istemelerine rağmen hala etkin olan laik düzenle ilgili sorunlar yaşamaktadırlar. >Neredeyse tamamının Müslüman olduğu ülkemizde şer’i hukuk uygulanmalıdır. Başörtüsü sorunu tam anlamıyla çözülebilmiş değildir. %99u Müslüman olan ülkede hala bayanlar kamu kurumlarında başörtülü olarak çalışamamaktadır. >İnşallah kısa zamanda devletimiz bu sorunu tamamen çözecektir. TUİK 2011 Verileri 225 Türkiye’de de İslamafobya medya aracılığıyla gündeme getirilmektedir. Ayrıca bu tür medya sahipleri İslamı gericilik olarak lanse etmeye çalışmaktadır. >Değişen Dünya da biz Müslümanlar medya alanında çalışmalar yapıp insan yetiştirmeliyiz. Eğitim alanında çok büyük talep olmasına karşın henüz kız ve erkeklerin ayrı eğitim gördüğü okullar tahsis edilememiştir. >Kurulacak İslam birliği özellikle eğitim alanına yatırım yapıp kız ve erkeklerin ayrı eğitim göreceği kurumlar kurarak ileriye yatırım yapmalıdır.Bu eğitim kurumları sadece dini ilimler ile sınırlandırılmamalıdır. Türkiye’de Müslümanların ekonomik olarak yaşadığı en büyük sıkıntılardan bir düğeri ise faizden Müslümanların kaçamamasıdır. Şöyle ki her ne kadar Türkiye de faizsiz bankacılık varsa da devlette çalışıyor isen eğer aylık ücretin bankaya yatırılıyor, onun üzerinden faiz işletiliyor. Bu durumdan Müslümanlar çok rahatsız durumda, bundan kurtulmak içinde düşünüyorlar ve bankalardan uzak durmaya çalışıyorlar. >Bizler bu konuda ortak havuzlu faizsiz bankaların kurulması gerektiğini düşünüyoruz. Daha önce sözünü ettiğimiz birliktelikte ayrıca ortak faizsiz bankalarda olmalıdır. Bu kurulacak bankalar kesinlikle diğer faizli bankalarla ortak bir havuzu olmamalıdır. Ortak kurulacak faizsiz bankalar sistemi Müslüman alimler tarafından sürekli denetlenerek sistemin güvenirliği sağlanmalıdır. Değerli kardeşlerim Türkiye daha öncede değindiğim gibi daha yeni başını kaldırıp Müslüman kardeşlerimizi görebildi. Değerli kardeşlerim bir düşünün eğer güçlü bir Müslüman Birliği olsaydı A.B.D Afganistan’a,Irak’a girebilir miydi?Rusya kardeşlerimize zülüm edebilir miydi?Çin Doğu Türkistan’daki,Arakan’daki kardeşlerimizi katledebilir miydi?İsrail Müslümanların kalbi olan Filistin de kardeşlerimizin canına kıyabilir miydi?Afrika’da Müslüman kardeşlerimiz açlıktan,susuzluktan ölürler miydi?Kardeşlerim soruyorum sizlere…. Müslüman alemi yeniden Salahattin Eyyubi’ler, Sultan Fatih’ler,Yavuz’lar ruhaniyeti ile ayağa kalmalı ve birliğini ilan etmelidir… 226 İSLAM DÜNYASINDA GENÇLERİN MANEVİ SORUNLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI VAHAP GÜLTEKİN KIBRIS-HAYRAT VAKFI Son iki yüzyıl Batı medeniyetinin dünyaya hâkim olduğu yüzyıllardır. Bu medeniyet seküler bir karaktere sahip olduğu için, bütün dünyaya sekülerliği yaymış, dünya menfaatini ve dünya lezzetlerini ön plana çıkarmıştır. Bunun neticesinde de, maddecilik, menfaatperestlik, ahlaksızlık yaygınlaşmıştır. Günümüzün sosyal yaşamını değerlendirdiğimizde önümüze iki önemli hal çıkmaktadır. Bunlardan birincisi: Bütün dünyaya yayılmış olan ateizmdir. Kur’an’ı incelediğimiz zaman, Adem (as)’ dan Peygamberimiz (sav)’ e kadar bütün peygamberlerin Allah’ı inkar eden değil Allah’ı kabul etmekle beraber putları ortak koşan insanlarla muhatap olduklarını görürüz. Keza Peygamber efendimizden günümüze kadar İslam toplumlarında da ateist insanların çok nadir olduğunu görmekteyiz. Önceleri İslam âlimleri genellikle ateistlerle değil bidat fırkalarıyla uğraşmışlardır. Onun için eski İslam âlimlerinin dersleri, delilleri ve örnekleri o zamanlarda tam yeterli oluyordu. Günaha meyil edenleri günahlarından çevirebiliyordu. Allah’a iman umumi olduğundan Allah’ı tanıttırmakla ve cehennem azabını hatırlatmakla çokları günahlarından vazgeçiyorlardı. Günümüzde ise hiçbir tarihte olmayan olmuş materyalist, pozitivist felsefelerle ateizm yaygınlaşmıştır. Şimdi eski zamana kıyasen bir şehirde bir kâfir yerine bir kasabada yüz tanesi bulunabiliyor. Önceki zamanlarda fen ve ilimle günaha girip, inatla imanın hakikatlerine karşı çıkana kıyasen şimdi yüz derece daha fazla olmuştur. Bu inatçılar, firavunluk derecesinde bir gurur ile ve dehşetli günahlarıyla imanın hakikatlerine karşı itiraz ediyorlar. Elbette bunlara karşı atom bombası gibi küfrün temelsiz direklerini yıkıp, başta Allah’ın varlığı olmak üzere, imanın bütün esaslarını ispat eden deliller lazımdır. Ki onların saldırılarını, tecavüzlerini durdursun ve bir kısmını imana getirsin. İkinci hal: 227 Haram lezzetlerin ve eğlencelerin yaygınlaşmasıdır. İnsan fıtratında akıl ve kalp anlayışın, şuurun, idrakin merkezidirler. Bununla beraber insanın bir de his, duygu yönü vardır. Akıl ve kalp, geçmişi, geleceği, akıbeti görür, hazır lezzetlerden çok, geçmiş veya geleceğiyle insanın menfaatini düşünürler. Nefsani hisler, duygular ise, ileriyi görmez ve on gram hazır, şimdiki lezzeti, ilerideki tonlarca lezzetlere tercih ederler. Günümüzde yayın organlarının dünya lezzetlerine, eğlencelere yaptığı aşırı vurgu, ister istemez insanların hislerine tesir etmiş, onların yüzünü bu dünya lezzetlerine çevirmiştir. Hislerin akla, kalbe galip gelmesiyle, insanlar çoklukla günahlara gider olmuşlardır. Günümüz Müslümanlarının Allah’a ve ahirete imanları olduğu halde, gayr-i meşru, haram lezzetlere gitmelerinin en mühim sebebi budur. Günümüzde yaygınlaşmış olan haram eğlencelere ve lezzetlere bağlanmış olan insanlar “Allah affedicidir bağışlayandır” hem de “cehennem pek uzaktır” diyerek, bağımlı oldukları haram eğlencelere, günahlara devam ediyorlar. Kalpleri, ruhları hislerine yeniliyor. İnsanın iki yönü vardır. Birincisi bedeni ve maddi, diğeri ruhi ve manevidir. İnsan maddi yapısını besleyip manevi yönünü boş bıraktığında, manevi doyumsuzluk, depresyonlar ve manevi çöküntü yaşamaktadır. Bunun altında yatan en büyük faktör ise İslam kültürünün yozlaştırılması, bedeni eğlenceleri zirveye taşıyıp, vicdan eğitimini rafa kaldırılmasıdır. Günümüz insanlarını bu gayri meşru lezzetlerden vazgeçirebilmenin tek çaresi haram lezzetin içindeki acıyı, elemi, çirkinliği göstermektir. Bu zamanda insanlar, ahretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde, dünyalık kırılacak cam parçalarına tercih etmemek, iman sahibiyken günahlara dalmanın tehlikesinden kurtarmanın tek çaresi, bu haram lezzetlerin dünyada dahi cehennem azabını ve elemlerini verdiğini göstermekle olur. Ayrıca içinde bulunduğumuz zaman insanın aklının karıştığı duyguların iptal edildiği ve insana sersemlik verdiğinden, günaha girenler günahlarının iç yüzünü hissedemiyorlar. Ehli iman olmasına rağmen gaflet basıyor, imanın hakiki lezzetini hissedemiyor. Evet, özet olarak hastalıklı bir asrın, hasta bir unsurun yaralı bir uzvun reçetesi Kuran’ın hakikatlerine tabi olmaktır. Azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı bir ümmetin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi İslam’ın hakikatleriyle birleşmektir. 228 Müslümanlar arasında birlik ve beraberlik duygularının yaşanması, dostluk ve kardeşlik duygularının perçinlenmesi, Kur’an’nın ve Peygamberimiz (sav)’in insanlığa sunduğu değerli hakikatlerin, sosyal ve ahlâkî güzelliklerin, toplum hayatına mal edilerek yaşanılmasının sağlanması, bizi biz yapan, İslam değerlerini bilip, hakkıyla yaşamamız hem bizleri hem de diğerlerinin kurtulmasına vesile olacaktır. Sözümü Akif’ in bir mısraıyla bitirmek istiyorum. Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı. 229 230
Benzer belgeler
12. uluslararası gençlik buluşması raporu
Bir hafta süren bu programdaki forumun konusu “İslam Dünyasındaki
Sorunlu Bölgeler ve Çözüm Önerileri” oldu. Sorunsuz bölge mi var ki
dünyada diye soranlarınız veya düşünenler muhakkak var. Ama biz...
mayıs 2014
sorunlara gençlerin nasıl baktığını, nasıl yaklaştığını, çözüm için neler
düşündüklerini, neleri önerdiklerini bu forum sayesinde dinleyeceğiz.
Yarınımız olan bu gençleri gerçekten önemsediğimizi, ...