Balkan Kraliçesi Sofya Balkan Quenn Sofia Türkiye`de
Transkript
Balkan Kraliçesi Sofya Balkan Quenn Sofia Türkiye`de
DEDEMAN QUARTERLY DQ SAYI-ISSUE 08 SONBAHAR-FALL 2010 Balkan Kraliçesi Sofya Balkan Quenn Sofia Türkiye’de Şarapçılık Viniculture in Turkey Mario Levi Anlatıyor Interview with Mario Levi DQ ÖNSÖZ-FOREWORD Değerli Dedeman Dostlar›, Sıcak, bunaltıcı bir yazı geride bıraktık. Bu yaz son derece kararsız geçti. Temmuz ortasına devam eden sağanak yağmurların ardından kavurucu sıcaklar geldi. Eminim hepiniz tatlı sonbaharın gelişini dört gözle beklediniz ve işte yeni sayımızla birlikte güze merhaba diyoruz. Yine yeniliklerde dolu bir dönem geçirdik. 2011 ve 2013 yıllarında açılacak olan otellerimizin hazırlıkları son sürat devam ediyor. Bunlardan biri 160 odası, 12 toplantı salonu ve şehir merkezine olan yakın konumu ile misafirlerin gözdesi olacağını düşündüğümüz Dedeman Edirne. Diğeri ise eşsiz doğanın içinde, tamamen kendine ait bir koyda 400 metrelik sahil şeridine sahip bir konumda yer alan Suriyeli Dedeman Latakia. Her iki otelimizin de Geleneksel Dedeman Misafirperverliğini ziyaretçilerine yaşatacaklarına gönülden inanıyoruz. Bu sayımızın konu başlıklarına gelince: Yazar Mario Levi ile söyleşi, Balkan Kraliçesi Sofya, Türkiye’de Şarapçılık, yeşil diyar Rize, Ankara’da moda çekimi ve Dedeman Gaziantep’in leziz yemek tarifleri sizleri bekliyor. Keyifli okumalar… Dear friends of Dedeman, We have left the hot and muggy summer behind us. It was a summer of uncertainty. Scorching heat came following the torrential rain that overpowered us mid July. We’re sure that you all have been anticipating the arrival of autumn and now with our new issue we welcome it. We experienced a period full of changes. The preparations for our hotels due to open in 2011 and 2013 are very much on track. One of the hotels is Dedeman Edirne that has 160 rooms, 12 meeting rooms and with its close location to the city center we’re convinced it’ll be popular among our guests. Our other hotel Dedeman Latakia in Syria has its own private bay with a 400 meter shore line. We believe that both of our hotels will carry on the Traditional Dedeman Hospitality to all of our guests. The articles that await you in this issue are: an interview with writer Mario Levi, Sofia; Queen of the Balkan’s, Wine in Turkey, Green Land Rize, Fashion Shoot in Ankara and Delicious Recipes from Dedeman Gaziantep. Enjoy… Tamer Yürükoğlu Genel Müdür / General Manager Dedeman Hotels & Resorts International 1 DQ ‹Ç‹NDEK‹LER-CONTENTS 10 ajanda-zoom 04 Türkiye’de ve dünyada olup bitenler The news from Turkey and the world trend Türkiye’de şarapçılık 10 Viniculture in Turkey röportaj-interview Mürekkebi İstanbul olan Yazar: Mario Levi 18 He Who Writes Through Istanbul: Mario Levi 18 62 26 Keyifli Dedeman Antalya Hikâyeleri: Orhan Koral Unforgettable Dedeman Antalya Experiences: Orhan Koral seyahat-travel Balkan Kraliçesi: Sofya 26 Balkan Queen: Sofia yemek-food Bayram Sofrası 34 Dining in Ramadan Feast kent-city Doğu Karadeniz’in yeşili: Rize 42 34 Rize, the green zone of East Karadeniz moda-fashion Güz güzeli 52 Autumn allure 42 kültür&sanat İstanbul’da bu sezon DEDEMAN QUARTERLY ‹MT‹YAZ SAHİBİ - CHAIRMAN Dedeman Hotel&Resorts International ad›na Tamer Yürükoğlu YÖNET‹M YER‹ - EXECUTIVE CONTACT Dedeman Hotel&Resorts International Y›ld›z Posta Caddesi No.52 34340 Esentepe- ‹stanbul Tel: 0212 337 39 00 www.dedeman.com YAPIM - PRODUCTION AJANS MEDYA GENEL YAYIN YÖNETMEN‹ EDITOR-IN-CHIEF Arzu Karacadağ YAZI ‹ŞLER‹ MÜDÜRÜ (Sorumlu) MANAGING EDITOR Nevra Nergiz ‹NG‹L‹ZCE BÖLÜM ED‹TÖRÜ ENGLISH SECTION EDITOR Esen Boyac›giller KATKIDA BULUNANLAR - CONTRIBUTORS Esin Müftüoğlu, Eda Yeşim, Belma Saraçç› Sema Şanl›, Güneş F›nd›koğlu Murat Tekin, Birgül Girişkin REKLAM GRUP BAŞKANI ADVERTISING GROUP CHAIRMAN Gonca Alyanak Savc› REKLAM KOORD‹NATÖRÜ ADVERTISING COORDINATOR Tolgay Gülten MÜŞTER‹ TEMS‹LC‹LER‹ CUSTOMER DIRECTORS Gözde Çokgezen, Özgür Çokgezen AJANS MEDYA Kuruçeşme Caddesi, No: 3 Kuruçeşme 34345 ‹stanbul Tel: 0212 287 19 90 BASKI VE C‹LT / PRINTING PRESS Apa Uniprint Bas›m San. ve Tic. A.Ş. Had›mköy ‹stanbul Asfalt›, Ömerliköy Mevkii 34555 Had›mköy, Çatalca- ‹stanbul Tel: 0212 798 28 42 66 This season in Istanbul Yay›n Türü 3 ayl›k, süreli, yerel Bas›m Yeri ve Tarihi ‹stanbul, Eylül 2010 haberler-news Dedeman dünyas›ndan haberler Dedeman Hotel&Resorts International’›n ücretsiz yay›n›d›r. Complimentary copy of Dedeman Hotels&Resorts International. 72 News from Dedeman Hotels 52 DQ öykü-story Yağmur T. Erdem’den yine keyifli bir hikâye 78 A cosy tale from Yağmur T. Erdem Dergide yay›mlanan yaz›, fotoğraf ve illüstrasyonlar›n her hakk› sakl›d›r. Kaynak gösterilmeden al›nt› yap›lamaz. Yaz›lar›n sorumluluğu yazarlara, yay›nlanan ilanlar›n sorumluluğu ise sahiplerine aittir. All rights are reserved that pertain to the written materials, photographs and illustrations published in the magazine. Nothing in this magazine may be borrowed or reproduced without full credit being given to the source. AJANDA 4 DQ SAF İNGİLİZ ZARAFETİ Londra’nın yeni Soho’su olarak anılan Shoreditch semtindeki Boundary, menüsünde Fransız ve İngiliz tariflerinden oluşturulmuş lezzetlerin bulunduğu şık bir restoran. Tek amacı en iyi malzemelerden en iyi tatları yaratmak olan Şef Ian Wood’un hazırladığı menü deniz kabuklularından kuzu kaburgasına kadar oldukça geniş bir seçenek sunuyor. Menüsünü ayrıca keklik, kuşkonmaz ve trüf mantarı gibi mevsimlik lezzetlere de açan Boundary’de günlük olarak servis edilen şarküteri çeşitleri de bulunuyor. Hem geleneksel hem de modern damak tatlarına hitap eden tam 500 şişelik şarap mahzenine sahip olan mekânda seçtiğiniz şarabı şişe ya da kadeh olarak alabilirsiniz. Ünlü tasarımcı Terence Conran tarafından dekore edilen Boundary’nin duvarlarını ise Parisli fotoğrafçı Noelle Hoeppe’nin siyah-beyaz fotoğrafları süslüyor. Restoranda pazartesi günleri özel indirimler yapılıyor. Boundary’nin çatı katında bulunan 48 kişilik bar ise muhteşem bir Doğu Londra manzarası sunuyor. 2-4 Boundary Street, Shoreditch, Londra Tel: (+44) 020 7729 1051 PURE BRITISH ELEGANCE Known as London’s ‘new Soho’, Shoreditch is home to a very swanky restaurant called Boundary whose menu is a mix of French and British dishes. Chef Ian Wood’s menu, which has been created with the best ingredients in order to make the best dishes, offers a wide spectrum from shell fish to ribs. The menu also has certain seasonal additions made to it such as partridge, asparagus and truffles. Boundary also has a delicatessen that is open everyday. There are also 500 different wines to choose from that you may enjoy by the glass or bottle. Decorated by Terence Conran, the walls in the Boundary have black and white photographs by Parisienne photographer Noelle Hoeppe. There are special discounts on Mondays. The bar on the roof of the Boundary that has a 48 persons capacity has an amazing East London view. 2-4 Boundary Street, Shoreditch, London Tel: (+44) 020 7729 1051 TASARIMIN FATİHİ İSTANBUL’DA Moda ve çağdaş sanatın önde gelen temsilcilerinden Hüseyin Çağlayan’ın Türkiye’deki en kapsamlı sergisi İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birliği’nin organizasyonu ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın katkılarıyla, İstanbul Fashion Week 2010, İstanbul Moda Akademisi (IMA), İstanbul Modern ve Londra Tasarım Müzesi işbirliğiyle gerçekleşiyor. Modayı kavramların ifade bulduğu bir keşif alanı olarak sunan Hüseyin Çağlayan, giyimin ne anlama geldiğine dair ön kabullere meydan okuyan bir sanatçı. Günümüz dünyasının politik, ekonomik ve sosyal gerçeklerinden yola çıkan ve modayla doğrudan doğruya ilişki kurulması güç disiplinlerden ilham alarak felsefi bir konumlandırmayla tasarımlar yaratan Çağlayan’ın tasarladığı giysiler, ardında yatan düşünce süreçlerini yansıtırken, büyük beğeni toplayan defileleri ise birer performans işlevi görüyor. Daha önce Londra Tasarım Müzesi ile Tokyo Çağdaş Sanat Müzesi’nde sergilenen ve küratörlüğünü Donna Loveday’in yaptığı sergide Hüseyin Çağlayan’ın 1994 ile 2010 yılları arasında ürettiği moda koleksiyonları, enstalasyonları ve filmleri bir araya geliyor. Bu önemli seçkideki çalışmalar mimari, felsefe, bilim, tarih, antropoloji, biyoloji ve teknolojiden esinlenen Hüseyin Çağlayan’ın genetik, teknolojik ilerleme, yer değiştirme, göçmenlik ve kültürel kimlik gibi çeşitli alanlardaki düşüncelerini yansıtıyor. Sergide Çağlayan’ın Geçici Müdahale, Hareketsizlik, Mektup Elbise, Panoramik, Uçak Elbise (Ekoform), Şefkat Yorgunluğu, Sözlerden Sonra, Zamansal Meditasyonlar, Ambimorfik, Olmayıp Varolan, Okumalar, Önce Eksi Şimdi, Kaderin Tecellisi, Genometrik, Dinlenme, Yerden Geçide, Jeotropik, Körmanzara, Yüz On Bir, Anestezi, Havadan, Toprağa Bağlı, Tatlı Aylaklık, Akrabalık Yolculukları, Mikro Coğrafya ve Tünel başlıklı çalışmaları sergileniyor. 24 Ekim 2010’a kadar sürecek olan sergi İstanbul Modern’de görülebilir. Daha fazla bilgi için www.istanbulmodern.org tıklamanız yeterli. 5 THE CONQUEROR OF DESIGN IS IN ISTANBUL One of the leading representatives of fashion and contemporary art, Huseyin Chalayan’s most extensive exhibition in Turkey, is being organized by the Istanbul Textile and Confection Exporters, brought to you by the Istanbul 2010 European Capital of Culture Agency and under the partnership of Istanbul Fashion Week 2010, Istanbul Fashion Academy, Istanbul Modern and London Design Museum. Huseyin Chalayan is an artist who has broken down the classic understanding of clothing and has found his voice through fashion. Huseyin Chalayan designs have been created with a foundation of everyday political, economical and social realities, with inspiration by certain disciplines that he embeds and projects in a complex manner through fashion. Although his work is an expression of his thought process, his fashion shows are received as performances. Previously exhibited at the London Design Museum and the Tokyo Modern Arts Museum, Huseyin Chalayan’s work from between the dates 1994-2010 that features his fashion collections, installations and film work will all be exhibited in Istanbul, curated by Donna Loveday. This selection of Huseyin Chalayan’s work that was inspired by architecture, philosophy, science, history, anthropology, biology and technology, and all are a reflection of his thoughts concerning genetics, technological progress, change of place, migration and cultural identity. The exhibition will feature his works titled: “Temporary Interference”, “Airmail Dress”, “Panoramic”, “My Aeroplane Dress”, “Afterwords”, “Temporal Meditations”, “Ambimorphous”, “Absent Presence”, “Before Minus Now”, “Genometrics”, “Repose”, “Place to Passage”, “Geotropics”, “One Hundred and Eleven”, “Anaesthetics”, “Bound to Earth”, “Sweet Leisure” “Kinship Journeys”, “Micro Geography” and “Level Tunnel”. The Exhibition is on at Istanbul Modern till the 24th of October 2010. For further information go to: www.istanbulmodern.org AJANDA 6 DQ THE PERFECT HARMONY OF LIGHT AND COLOR RENK VE IŞIĞIN MÜKEMMEL UYUMU İsveç’in başkenti Stockholm’de bulunan Nordic Light Hotel daha önce hiç görmediğiniz özelliklere sahip bir tasarım oteli. Tasarımında İskandinav ülkelerinde rastlanılan Kuzey Işıkları’ndan esinlenerek yaratılmış bir konsepte sahip olan otelde ruh halinizi belirleyecek renkler odalardan lobiye kadar bütün otele hâkim durumda. Renklerin, insanların ruh halleri üstünde yarattığı etkiye dair bir de kitap yayınlamış olan Nordic Light Hotel’de her biri İsveç’in en ünlü tasarımcıları tarafından dizayn edilmiş mobilya ve yatakların bulunduğu standart, superior mood ve deluxe mood olmak üzere tam 175 oda mevcut. Dilediğiniz ruh halini elde etmek için renklerin gücünü kullanan otelde kokteylinizi yudumlayabileceğiniz Light Bar ve Avrupa’nın en geniş Amerikan şarap kavı bulunuyor. Nordic Light Hotel’de ayrıca yılın karanlık günleri için özel olarak tasarlanmış ışık terapileri de düzenleniyor. Kaliforniya, Meksika ve Asya mutfaklarından lezzetlerin sunulduğu bir de restorana sahip olan Nordic Light Hotel’de tüm duyularınız harekete geçecek. Vasaplan 7, Stockholm/İsveç Tel: (+46) 850 56 30 00 Fax: (+46) 850 56 30 30 The Nordic Light Hotel in the Swedish capital Stockholm is a hotel with design characteristic like no other hotel you’ve seen. Inspired by the famous Northern Lights of Scandinavia, the entire hotel, including the bedrooms, has colorful lights growing throughout it that will determine your mood. The Nordic Light Hotel also has a book published about the effects of color on the human spirit. Besides this, the 175 rooms in their hotel are separated in to standard, superior mood and deluxe mood rooms; each with furniture designed by top Swedish designers. There is also a bar in the hotel called Light Bar which will assist you in attaining the mood you’re looking for as you enjoy a cocktail or you may prefer to browse through the large selection of wines from Europe. The Nordic Light Hotel also has specially designed light therapy sessions especially for the darkest days of the year. The hotel restaurant has a selection of Californian, Mexican and Asian cuisine. The Nordic Light Hotel will kick start all your senses. Vasaplan 7, Stockholm/Sweden Tel: (+46) 850 56 30 00 Fax: (+46) 850 56 30 30 VAHŞİ KEDİLER KENTE İNDİ! Vahşi doğa fotoğrafçısı Süha Derbent’in 20 yıl süren ve yeryüzünde yaşayan 38 kedi türü içinden 7 büyük kediyi fotoğrafladığı çalışmaları, “7KEDİ / Doğanın Başyapıtı ”sergisi ile Ekavart Gallery’de sanatseverlerle buluşuyor. Bu çalışmayı tamamlamak için Asya, Afrika ve Amerika’da pek çok ülkeye uzanan yolculuklar yapan Süha Derbent’in 29 adet büyük kedi fotoğrafından oluşan sergisinde, izleyiciler bu yolculukların ve kedilerin gizemli öyküsüne şahit olacak. Yaşamının son 20 yılında vahşi doğada kedileri izleyen ve onları fotoğraflayan Süha Derbent çalışmasını şu sözlerle anlatıyor; “Bu sergi pati izlerinin peşinde geçen yılların anlatısıdır. Kedilerin olduğu kadar bir yaşamın da öyküsüdür. Kedilerle tanışabilmenin, onları anlayabilmenin, özenmenin, takdir etmenin, saygı duymanın, hayran olmanın eseridir. Kedileri anlamak için yola çıkıp, onları izledikçe; içine çekildiğim bir film, okudukça kendimi kaptırdığım bir roman haline gelen ve onlarla karşılaştıkça bir aşk hikâyesine dönüşen etkileşimin kedilere övgüsü de denilebilir bu sergiye. Bir kediyi anlayabilmekti amaç. Oysa kedi olmak anlaşılmazlıkla eşanlamlıdır. Following a 20 years photographic voyage that featured 38 different species Kedi olmak tüm kediler kadar of wild cats, wilderness photographer Süha Derbent brings us a collection that bağlantısız olmak demektir. Peki, features 7 of the 38 amazing creatures. The exhibition called “7KEDİ/Doğanın mümkün müdür anlaşılmaz ve bağlantısız olanı anlayabilmek? İşte Başyapıtı” (7CATS/Natures Masterpiece) is on at the Ekavart Gallery. bu yüzden bir kediyi anlayabilmek The exhibition that features 29 large prints of the wild cats that Süha Derbent sadece ne kadar kedi olduğunuzla travelled to Asia, Africa and America in order to photograph will allow you to bağlantılıdır. Onlar Leonardo da experience and travel through the wonderful world of these enigmatic animals. Vinci’nin dediği gibi ‘Doğanın Dedicating 20 years of his life to examining and photographing cats of the Başyapıtı’dır.” 21 Eylül–9 Ekim wilderness, Süha Derbent describes his work; “This exhibition is a narrative of 2010 tarihleri arasında açık olan the years put into pursuing paw prints. As well as being a tale about the cats it’s “7KEDİ / Doğanın Başyapıtı ” also a story about life. It’s a series that developed from meeting, understanding, sergisini Türkiye’nin ilk online sanat looking up to, appreciating and respecting the cats. We could say that this televizyonu www.ekavart.tv’de de exhibition is a love story of praise born from spending time and taking in every izleyebilirsiniz. amazing moment reminiscent of a novel. The aim was to understand this cat. Askerocağı Caddesi 15, Süzer Plaza, Yet, to be a cat is a synonym for unreadable. To be a cat means to be as Süzer Sanat Merkezi, Gümüşsuyu disconnected as all cats are. So if this is the case, is it possible to understand İstanbul Tel: (212) 252 81 31 the unreadable and disconnected? The extent to which you will understand a cat is down to how much of a cat you are. They are as Leonardo da Vinci said, “Natures Masterpiece”. 7KEDİ / Doğanın Başyapıtı” will be running from September 21st to October 9th 2010. You may also choose to view the exhibition from Turkey’s first online art television www.ekavart.tv. THE WILD CATS ARE IN TOWN! Askerocağı Caddesi 15, Süzer Plaza, Süzer Sanat Merkezi, Gümüşsuyu-İstanbul Tel: (212) 252 81 31 7 AJANDA 8 THE OLDEST CULTURE: FOOD DQ EN KADİM KÜLTÜR: YEMEK Sadece yemek değil, yemek kültürü anlamında dolu dolu bir kitap “Bir Denizin Çevresinden Benzer Sofralar”. Sıcak Akdeniz insanlarının sofralarına konuk olmak, Akdeniz yemeklerini tanımak isteyenleri gastronomik bir seyahate çıkaran bu kitapta Doğu Akdeniz’in, Türkiye’nin, Yunanistan’ın ve Lübnan’ın en bilinen yemekleri yer alıyor. Kitap; amacı Akdeniz yemek kültürünü korumak, geliştirmek ve yaygınlaştırmak olan Akdeniz Mutfakları Konservatuvarı Türkiye, Yunan Lezzet Akademisi ve Soufra Daimeh Lübnan tarafından geçtiğimiz yıl mayıs ayında Girit’te düzenlenen bir konferansın ürünü olarak piyasaya çıktı. Kitapta Akdeniz Mutfakları Konservatuvarı Türkiye Platformu Başkanı Güzin Yalın, Yunan Lezzet Akademisi Başkanı Andonis Panayotopoulos, Uluslararası Akdeniz Mutfakları Konservatuarı Başkanı Bruno GiraudHeraud, Roma Akdeniz Enstitüsü Başkanı Andrea Amato, İspanyol Gastronomi Akademisi Başkanı Maria de Amezua gibi isimlerin Akdeniz mutfağıyla ilgili yazıları da yer alıyor. Denizler Kitabevi tarafından basılan “Bir Denizin Çevresinden Benzer Sofralar”ı tüm kitapçılarda bulabilirsiniz. “Bir Denizin Çevresinden Benzer Sofralar” (Similar Food From Around One Sea) is a detailed book on food as well as its culture. This book takes you on a gastronomical journey for those who wish to be a guest at a Mediterranean dinner table and get to know Mediterranean food. The book features different foods from East Mediterranean, Turkey, Greece and Lebanon. The book was created by the Conservatory of Mediterranean Cuisines Turkey, the Greek Academy of Taste and the Soufra Daimeh in Lebanon (who protect, develop and introduce Mediterranean food on a wide scale) for a conference that took place in Crete last May. The book also features different articles about Mediterranean cuisine written by a number of people such as: President of Conservatory of Mediterraneanan Cuisines Turkey Güzin Yalın, President of Greek Academy of Taste Antonis Panayotopoulos, President of Conservatoire International des Cuisines Mediterranéens Bruno GiraudHeraud, President of the Institute of the Mediterranean – Italy Andrea Amato and President of the Spanish Gastronomy Academy Maria de Amezua. You can find “Bir Denizin Çevresinden Benzer Sofralar” printed by Denizler Book House at bookstores now. HALİÇ IŞIL IŞIL 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’un simgesi haline gelmiş hazinelerinden biri olan Haliç; Borusan Güç Sistemleri, Avusturya Kültür Ofisi, Enerjisa, İDO, HerberHausner ve Sobolak işbirliğinde muhteşem bir sanat eseri kazanıyor. Avusturyalı sanatçı Waltraut Cooper tarafından oluşturulan “Işık Salı” isimli eser Sütlüce’de bulunan Haliç Kültür ve Kongre Merkezi önünde yerini aldı bile. İstanbul’un “altın boynuzu” Haliç’i, renkli ışıkların büyüsünün teşhir edildiği bir açık hava sergisi haline getirecek proje, birbirine ışık direkler ile bağlanan, 25 saldan oluşuyor. “Işık Salı” isimli eserde, salların her biri mavi ya da yeşil ışık ile aydınlatılıyor. Bu şekilde yazılı bir mesaj, öncelikle bir seri sayıya ve sonrasında da estetik bir objeye dönüşüyor. Eser Aralık ayına kadar Haliç Kongre Merkezi’nde görülebilir. Haliç Kongre Merkezi Sütlüce Mah. Karaağaç Cad. / Beyoğlu Tel: (0212) 311 11 11 HALİÇ IS LUMINOUS One of the İstanbul 2010 European Capital of Culture golden locations, Haliç is hosting an amazing work of art grounded by a partnership between Borusan Power Systems, Austrian Cultural Office, Enerjisa, İDO, Herber-Hausner and Sobolak. The work titled “Işık Salı” is by the Austrian artists Waltraut Cooper and is outside the Haliç Congress Center in Sütlüce, Haliç. This outdoors exhibition that is transforming the golden horn into a festival of colorful lights, is composed of 25 rafts connected to one another with light posts. Each raft is lit up with a green or blue light. In this way a message appears, then a series of numbers and then finally an aesthetic object. “Işık Salı” will be outside the Haliç Congress center till December. Haliç Kongre Merkezi Sütlüce Mah. Karaağaç Cad. / Beyoğlu Tel: (0212) 311 11 11 BİR TATLI HUZUR İstanbul, modern ve şık meyhane Münferit’e kavuştu. Galata Residence’ın hemen girişinde açılan mekânın düzenlemesi Autoban Tasarım Ofisi imzası taşıyor. Dekorasyonun akla getirdiği ilk çağrışım Pera’dan eski İstanbul portreleri. Münferit’in menüsünde geleneksel ve modern lezzetler bir arada. Bir meyhanede mutlaka olması gereken meze ve ara sıcakların yanı sıra, başka yerde bulamayacağınız birçok lezzet yer alıyor menüde. Peynirler ve şarküteri bölümünde İzmir tulum, ızgara sucuk, orta ve tam yağlı seçenekleriyle beyaz peynir; soğuk tabaklarda naneli fava, acı sirkeli buharda midye, marine levrek, pirinç yufkasında kuzu söğüş; sıcak tabaklarda humuslu ızgara karides, porçini mantarı ve trüf yağı ile fırınlanmış beyaz peynir, tahin soslu tekir; ana yemeklerde kum midyeli poşe levrek, uzun pişmiş dana kaburga; salatalarda turplu ıspanak salatası; tatlılarda adaçaylı dondurma ve daha birçok lezzet yer alıyor. Şarap, long drink ve kokteyllerin de bulunduğu Münferit iş toplantıları için biçilmiş kaftan. Yeni Çarşı Caddesi 19, Beyoğlu Tel: (0212) 252 50 67 Münferit, a smart and modern winery has opened in Istanbul. It’s located at the entrance of the Galata Residence and was designed by the Autoban Design Office. The first thing that comes to mind from the decor is the old Istanbul portraits from Pera. The Münferit menu is a mix of traditional and modern dishes. Apart from all-time winery favourites such as meze and warm entrees, there are certain dishes on the menu that you won’t find in anywhere else. Here is a short list of some choices: the cheese and delicatessen section features Tulum cheese from İzmir, grilled sucuk (garlic sausage), half and full fat cheese choices; cold dishes: mint fava (mashed broad beans), mussels steamed in spicy vinegar, marinated sea bass, boiled lamb in rice filo dough; hot dishes: grilled shrimps with humus, baked feta cheese with porcini mushroom and truffle oil, red mullet with a sesame seed sauce; main course: sea bass with manila clams, slow cooked ribs; salad: spinach and radish; dessert: sage ice cream. There are many more dishes and flavours on this very luscious menu that also have a wide range of wine, long drinks and cocktails. Münferit is an ideal venue for business meetings. Yeni Çarşı Caddesi 19, Beyoğlu Tel: (0212) 252 50 67 THE TRANQUILITY OF DELICIOUSNESS 9 DQ 10 TREND-TREND YAZI-BY ZEYNEP EREKLİ Türkiye’de Şarapçılık Şarabın anavatanı sayılabilecek topraklar, köklü şarapçılar ve idealist genç üreticiler sayesinde günden güne daha iyi şaraplara sahne oluyor. Son yıllarda bu ülkede bir şarapseveri mutlu edecek pek çok gelişme yaşanıyor... Her ne kadar kültürümüzde yeme-içme keyifleri her zaman rakıyla anılsa ve ulus olarak şaraba karşı bir mesafemiz olsa da, Türkiye topraklarının kapladığı alan dünyanın en eski şarap bölgelerinden biri olarak gösteriliyor. Tarihçiler, şarabın anavatanını Orta Anadolu olarak gösterirken tarih olarak da M.Ö. 3 bin yılına işaret ediyorlar. Kazılarda ele geçen M.Ö. 17. ve 18. yüzyıllara ait bazı kapların şarap içimi veya saklanmasında kullanıldığı kabul edilirken, Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde muhafaza edilen eserler bunu doğruluyor. Şarap, Anadolu’nun en eski uygarlıklarından biri olan Hititlerin sosyal hayatlarında çok önemli bir rol oynardı. Şarap, kraliyet ailesinin ve yöneticilerin katıldığı törenlerde tanrılara sunulan başlıca içecekti. Hitit yasalarında bağcılığı koruma altına alan maddelerin var olmasından ve her bağbozumunun bir bayram olarak kutlanmasından şarabın eski zamanlarda hem ekonomik, Due to rooted wine specialists and idealistic young manufacturers, the quality of wine in Turkey is continuously advancing. During the past years, Turkey, with land that could be considered the native region of wine, has seen a huge development concerning wine production that will make many wine lovers rejoice… Viniculture in Turkey Even though much of the Turkish eating and drinking culture is linked to rakı, and as a nation they distance themselves from wine, the land on which Turkey sits is in fact one of the oldest winery areas in the world. Historians say that mid-Anatolia is the homeland of wine dating back to three thousand years B.C. Following digs that took place in the area, certain items belonging to 17th and 18th century B.C. such as vessels were believed to be for drinking or possibly for holding wine, and the preserved articles in the Anatolian Civilizations Museum in Ankara verify that. Wine played a huge role in the social lives of one of the oldest Anatolian civilizations, the Hittites. During events where members of the royal family and administrators would attend, wine would be the principal drink offered to the gods. The Hittites even had a clause in their law stating that the vineyards were protected and during each harvest there would be a massive celebration. This is an indication of the importance of wine both economically and culturally. The next Anatolian civilization that followed the Hittites were the Phrygians for whom wine was also of huge importance. During 6th century B.C. wine began being exported to France and Italy from production and commerce centers such as Tabai (an ancient city near Denizli) in the south of Aegean, Klazomenai (located near Urla) and to the north Ainos (Enez). Knidos (Datça) and the Rodos islands located to the southwest of the Mediterranean were also both very important in the wine trade. Although certain bans concerning the use and sale of alcohol came with the Ottoman era, the money from taxes from wine sales went toward the Ottoman treasury becoming a substantial source of income for the empire, hence creating a conflict with the alcohol bans. None of the grape vines were destroyed and for a while the wine production made do by being shipped off to other areas. By the second half of the 19th century, wine consumption hit record levels following the modernization of the Ottoman Empire that brought freedom and tolerance which lead to all alcohol bans being lifted. Someone who understood the importance of wine production was Atatürk and by forming a monopoly he began his efforts in galvanizing the wine production. The monopoly that was later privatized was in charge of 40% of the wine production till 1990. However, in the last 20 years this changed after private companies such as Kavaklıdere, Doluca, Kayra and smaller companies such as Büyülübağ, Corvus, Sevilen came and took over the majority of the market. 11 12 hem de kültürel anlamda büyük öneme sahip olduğu anlaşılıyor. Hititlerden sonraki dönemde yine önemli bir Anadolu medeniyeti olan Frigyalılar için şarap gündelik hayatın önemli bir parçasıydı. M.Ö. 6 yüzyılda ise şarap, Güney Ege bölgesinde yer alan Tabai (Denizli yakınlarında bir antik kent) ve Klazomenai (Urla yakınlarında) ile kuzeyde Ainos (Enez) gibi üretim ve ticaret merkezlerinden Fransa ve İtalya kadar uzak diyarlara ihraç ediliyordu. Akdeniz sahilinin güneybatısındaki Knidos (Datça) ile Rodos adası da şarap ticaretinde çok önemli merkezlerdi. Osmanlı döneminde alkol kullanımı ve satışı ile ilgili yasaklar olsa da şarap satışından elde edilen vergiler Osmanlı hazinesi için önemli bir kaynak teşkil ediyordu, dolayısıyla alkolün uzun vadeli olarak yasaklanması devletin menfaati ile çelişiyordu. Üzüm bağları hiçbir zaman kökünden sökülmedi ve üzüm üretimi başka tüketim alanlarına yönlendirilmekle yetinildi. Şarap üretimi 19. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı modernleşme hareketinin beraberinde getirdiği hoşgörü ve hürriyet ortamında rekor düzeye ulaştı ve alkol yasakları tamamıyla ortadan kalktı. Şarap üretiminin önemini bilen Atatürk, Tekel işletmelerini kurarak şarap üretimini canlandırma çabalarını başlattı. Daha sonra özelleştirilen Tekel 1990’lara kadar şarap üretiminin % 40’ını elinde bulundurmaktaydı. Ancak son 20 yıllık dönemde bu durum değişti, Kavaklıdere, Doluca, Kayra Turkey is one of the leading world countries in the field of grape production. The country reserves approximately 600,000 acres of land for its grape production and is closely following Spain, France and Italy in the field. However, only a little section of the production is actually used for wine. The majority is used for food products such as dried grapes, molasses, grape paste and grape juice. The reason for such low wine production in Turkey is directly linked to the low demand from the local consumer. However, although this may be the case, Turkey still has amazing potential in this field. The local grapes used in the red wines Öküzgözü, Boğazkere and Kalecik Karası and the grapes used in the white wines Emir and Narince are all high quality grapes. There are also European grapes such as Gamay, Cinsault and Semillon that are grown in Turkey. Furthermore, at the beginning of the 90’s, refined grapes like Chardonnay, Sauvignon Blanc, Cabernet Sauvignon, Shiraz and Merlot were all planted on this land, tested and then processed into amazing wines. Turkey until recently was completely unaware of its own wine related traditions, but this country’s population is young and the number of wine enthusiasts as well as the quality of the wine is rising fast. For wine enthusiasts, watching the Turkish wine sector grow, develop and in a way return to its roots is hugely exciting. Son yıllarda Türkiye’deki şarap sektörünün gelişimini izlemek ve şarabın deyim yerindeyse “anavatanına” dönüş sürecine tanıklık etmek bir şarap meraklısı için çok büyük keyif. gibi özel firmalarla birlikte Büyülübağ, Corvus, Sevilen gibi küçük yeni üreticiler kaliteli şarap üretiminde pazarı büyük ölçüde ellerinde tutmaya başladılar. Türkiye günümüzde üzüm üreticiliği alanında dünyanın belli başlı ülkelerinden biri. Ülke, üzüm üretimine ayrılan 600,000 hektarlık üzüm bağları ile alan açısından dünyada önemli bir yere sahip, üzüm üretimi açısından da İspanya, Fransa ve İtalya gibi ülkeleri takip ediyor. Ancak bu muazzam üretimin çok az bir bölümü şarap üretiminde kullanılıyor; geri kalan kısmı yemeklik üzüm olarak tüketiliyor, kuru üzüm haline getiriliyor veya pekmez, üzüm ezmesi ve üzüm suyu gibi gıda ürünlerinin üretiminde kullanılıyor. 13 Türkiye’deki şarap üretimi, yerel talebin düşüklüğü ile doğrudan bağlantılı olarak çok az; buna rağmen Türkiye şarap üretiminde büyük bir potansiyele sahip. Kırmızı şaraplarda Öküzgözü, Boğazkere ve Kalecik Karası, beyaz şaraplarda da Emir ve Narince gibi çok kaliteli yerel şaraplık üzümler vardır. Bunların yanı sıra, Gamay, Cinsault ve Semillon gibi Avrupa kökenli üzümler de Türkiye’de yetişiyor. Ayrıca, 1990’lı yılların başlarından beri Chardonnay, Sauvignon Blanc, Cabernet Sauvignon, Shiraz ve Merlot gibi asil üzümler de burada ekilmiş, test edilmiş ve Türk şarap imalathanelerinde mükemmel şaraplar haline getirilmişlerdir. The history of one of the oldest wine companies in Turkey, Doluca dates back to the declaration of Republic. Nihat Kutman studied both oenology and viticulture in Germany before coming back to Turkey in 1926 and planting the first seeds for Doluca, Turkey’s most famous, most consumed and the largest wine producer. Doluca that is a family run business into its third generation was the first to bring the grapes such as Cinsault, Semillon, Gamay and Riesling to Turkey, helping this variety of grape to spread in Turkey. Turkey’s very first private sector wine producers founded in 1929 is Kavaklıdere. They have factories all over the country and export to Europe, America, Canada and the Far East. With the key principle of “Anatolian wine from Anatolian 14 . For wine enthusiasts, watching the Turkish wine sector grow, develop and in a way return to its roots is hugely exciting. Türkiye kısa bir süre öncesine kadar kendi şarapçılık geleneğinin fazla farkında değildi. Ama genç bir nüfusa sahip olan bu ülkede şarap meraklılarının sayısı giderek artıyor ve şarap kalitesi de giderek yükseliyor. Son yıllarda Türkiye’deki şarap sektörünün gelişimini izlemek ve şarabın deyim yerindeyse “anavatanına” dönüş sürecine tanıklık etmek bir şarap meraklısı için çok büyük keyif. Ülkemizde faaliyetlerini sürdüren en eski şirketlerden biri olan Doluca’nın geçmişi Cumhuriyet’in ilanını izleyen ilk yıllara dek uzanıyor. Almanya’da önoloji ve vitikültür dallarında eğitim gören Nihat Kutman’ın, 1926’da yurda dönerek tohumlarını attığı Doluca, bugün Türkiye’nin en tanınmış, üretimi ve tüketimi en büyük şarap üreticisi. Cinsault, Semillon, Gamay ve Riesling gibi üzüm çeşitlerini Türkiye’ye getirip Mürefte ve civarındaki köylerdeki bağlarda dikerek yetiştirmeye başlayan ve bu türlerin Türkiye’de yayılmasına da önayak olan Doluca bugün üçüncü kuşak tarafından yönetilen bir şirket. Türkiye’nin en köklü ve ilk özel sektör şarap üreticilerinden olan ve kuruluşu 1929’a tarihlenen Kavaklıdere de bugün ülkenin dört bir yanında üretim yapıyor ve bir kısmını başta Avrupa olmak üzere Amerika, Kanada ve Uzakdoğu’ya ihraç ediyor. En önemli prensibi “Anadolu üzümünden Anadolu şarabı” olan şirket Anadolu’da yetişen şaraplık üzüm cinslerini, dünyaya tanıtmayı görev bildi ve kurulduğu günden bu yana, katıldığı yurt içi ve yurt dışı yarışmalarda 500’ü aşkın madalya kazandı. Şarapla ilgili yayınlar, dergiler, şarap tadım organizasyonları, günü birlik turlar, kültür gezileri şirketin faaliyetlerinden birkaçı. grapes” the company made it their main purpose to introduce the grapes of Anatolia to the world and have won over 500 medals in competitions nationally and internationally. The company has a wide range of operations and projects concerning wine such as publications, magazines, wine tasting events, day tours and cultural tours. The delicious and innovative wines of the windy island Alongside the old players of the Turkish wine sector there are a number of fresh faced but progressive companies with extremely ambitious wines that are beginning to attract a lot of attention. Corvus is one of the young names in the developing world of Turkish wine. Architect Reşit Soley began the Corvus dream on August 2002 in Bozcaada when the initial planting took place, a year later the seedlings began sprouting leafs. Reşit Soley carried on the perfectionist streak he used on his architectural projects with added heart on to the plantation and care for the Corvus vines. He prepared each seedling with his own hands, and was on the land every step of the way. Bought at the beginning of 2004, the Corvus Wine Factory was equipped with the best technology in its field and during 2004 began its wine production. Surprising to most, the first produce despite being young was actually quite pleasant to drink. The Corvus vineyard on Bozcaada is 250,000 m2 and also home to grapes like Cabernet Sauvignon, Malbec, Merlot, Shiraz and local grapes Çavuş and Vasilaki. Some grapes that are not on the island but from Elazığ and Diyarbakır are also used, such as Öküzgüzü and Boğazkere that are traditional grapes that need no watering. Among those who have visited Turkey and tried the Corvus wine are Barack Obama, The Queen of England and Pope Benedict XVI. Rüzgârlı adanın lezzetli ve yenilikçi şarapları Bugün köklü üreticilerin yanında yeni ve ilerici isimler de iddialı şaraplarla göze çarpıyor. Corvus, gelişen Türk şarap dünyasında genç bir isim. Mimar Reşit Soley tarafından Bozcaada’nın kıraç topraklarında ekilen Corvus Bağları’nın kuruluş hayali 2002 Ağustos’unda, fideleri ise 2003 yılında yeşerdi. Reşit Soley, dolu dolu geçen mimarlık çalışmalarındaki tüm titizliği ve kalbini, Corvus Bağları’nın dikiminde ve sonrasında da gösterdi. Her bir fideyi kendi elleri ile hazırladı. Gelişimin her aşamasında topraktaydı. 2004 yılı başında alınan Corvus Şarap Fabrikası, kısa sürede kullanılabilecek en iyi teknoloji ile donatıldı ve 2004’te ilk bağbozumuna girdi. Ve ilk ürünler, tüm gençliklerine rağmen, şaşırtıcı ve keyifle içilen şaraplara dönüştüler. Bozcaada’daki Corvus Bağları, toplam 250 dönümlük alana sahip. Cabernet Sauvignon, Malbec, Merlot, Shiraz ve yerli üzümlerden Çavuş ve Vasilaki kendi bağlarında yetiştirilen üzüm çeşitleri. Ada dışından ise Elazığ ve Diyarbakır’ın sulama yapılmayan geleneksel bağlarından toplanan Öküzgüzü ve Boğazkere üzümleri kullanılıyor. Türkiye ziyaretleri sırasında Corvus şaraplarını tatma fırsatı bulanlar arasında Barack Obama, İngiltere Kraliçesi Elizabeth ve Papa 16. Benediktus da var. 2009 Mayıs’ında dünyanın en saygın şarap tadımcıları ve en ünlü şarap yazarlarından biri olan Jancis Robinson, Türk şaraplarını tanımak amacıyla Türkiye’ye davet edildi. Ziyareti sırasında bir gününü Bozcaada’ya gelip Corvus bağlarını ve fabrikasını gezmeye ayıran Robinson, Corvus’un şaraplarına oldukça yüksek notlar verdi. Özellikle Cabernet Sauvignon, Merlot ve Shiraz üzümlerinden oluşan Corvus Corpus 2004 ve Shiraz, Cabernet Sauvignon, Merlot ve Karalahana üzümlerinin bir kupajı olan Corvus Blend No.2 2005 adlı iki şarap, 20 üzerinden 17 ve 16,5 puan alarak, Türk şarapları arasında en yüksek puanlara sahip oldular. Marmara Denizi’nin ikliminde... Bir diğer genç ve başarılı şarap üreticisi Büyülübağ Bağcılık Şarapçılık, 2003 yılında, bağcılık ve şarapçılık geçmişi eski Rum bağcılık kültürüne dayanan, özel bir mikroklimaya sahip Avşa adasında kuruldu. Üstün kaliteli şaraplar üretebilmenin yolunun, üzüm ve şaraba en üst düzeyde ilgi ve dikkatin gösterilmesi ve mümkün olan en hassas ve nazik şarap yapım metotlarının kullanılması olduğunu temel felsefe olarak benimseyen Alp Törüner, şaraphane tasarımından bağ arazisinin yapısına kadar her detayı önemsedi, yabancı önologlarla çalıştı. Büyülübağ şarapları, şarap endüstrisindeki son teknolojik gelişimlerin ışığında Bordeaux tarzı üretim teknikleri ile, şarabın hak ettiği özen ve nezaketle In May 2009, one the world’s most respected wine tasters and famous wine critic Jancis Robinson was invited to Turkey in order to try the Turkish wines. During her visit she travelled to Bozcaada to look at the Corvus vineyard and factory, the points she awarded Corvus were very high. The wines that did exceptionally well were Corvus Corpus 2004 made of Cabernet Sauvignon, Merlot and Shiraz grapes and Corvus Blend No.2 2005 which is a blend of Shiraz, Cabernet Sauvignon, Merlot and Karalahana grapes. Awarded 17 and 16,5 out of 20, both wines got the highest marks of all the wines in Turkey. Immersed within the climate of the Marmara Sea… Another young and successful wine company is Büyülübağ Bağcılık Şarapçılık, founded in 2003 on the Avşa Island that has a history of Romanian viniculture and host to a special microclimate. Alp Törüner’s philosophy for producing high quality wine is to give the grape and wine the utmost care, attention and to use gentle methods during production. Alp Törüner also made sure every detail was perfect including the architectural design of the vineyard, he also worked closely with foreign oenologists. Under the light of the latest modern technologies in the wine industry the Büyülübağ wines are produced with Bordeaux techniques. All the meticulous planning and care paid off; during the 19th “Vinalies International 2009” organized by the Paris based French Oenology Federation, Büyülübağ Cabernet Sauvignon Reserve 2005 was awarded the silver medal out of over 3,500 entries. Grape Harvest: A celebration of the land Have you ever gone on a trip to a grape harvest? Have you ever felt the soft earth that lies beneath the grapevines under your feet or among the silent vines watched as the grapes are carefully packed into crates? Those who go on the trips to grape harvests are not only people who deal with wine or closely follow wine culture, in fact these trips are ideal for people who like to travel, like to see new things and like to experience new flavors. It’s also ideal for anyone who loves wine as there is a lot of tasting involved! 15 işleniyorlar. Karşılığını da alıyorlar; 19 yıldır, Paris’te Fransız Önologlar Birliği tarafından düzenlenen “Vinalies International 2009” yarışmasında 3500’ü aşkın şarap arasından Büyülübağ Cabernet Sauvignon Reserve 2005, gümüş madalya ödülüne layık görüldü. 16 Bağ bozumu: Bir toprak şöleni Hiç bir bağ bozumu gezisine katıldınız mı? Hiç, bir üzüm bağının o yumuşacık toprağına bastınız, bağdaki sessizliğin bir an, bir arı vızıltısıyla bozulduğunu duydunuz ve üzerinde incecik bir tabaka halinde buğusu duran üzümlerin kasalara yüklenişini gördünüz mü? Bağ bozumu gezileri, sadece şarapçılıkla uğraşanları ve şarap kültürüyle yakından ilgilenenleri değil, gezmeyi, görmeyi, yeni tatları keşfetmeyi seven herkesi çok mutlu edebilir. Bol bol şarap tatmak da cabası! Karadeniz’den Ege’ye ve Güneydoğu Anadolu’ya, ülkemizin hemen hemen her köşesinde bağcılık ve şarabın izlerine rastlamak mümkün. Ancak Kapadokya ve Ankara ile İç Anadolu, Diyarbakır, Malatya ve Elazığ ile özellikle Öküzgözü ve Boğazkere üzümlerinin yetiştiği Doğu Anadolu, konu bağcılık olduğunda ilk akla gelen yerler. Karasal bir iklime sahip olan İç Anadolu’da, gündüz çok sıcak, gece de çok soğuk. Üzümün mükemmel şekilde gelişmesi için barındırdığı şeker miktarı çok önemli ve gündüz sıcağının üzümde şeker miktarının oluşumuna katkısı var. Üzümdeki şeker miktarı, o üzümle yapılacak şarabın alkol oranında belirleyici olan bir faktör. Geceleriyse üzümün serinlemesi gerekiyor. Kapadokya’nın geceleri, üzümü ferahlatacak kadar serin ancak fazla üşütmeyecek kadar ılık. İşte bu nedenle Öküzgözü, Kalecik Karası, Boğazkere, Narince ve Emir gibi Anadolu üzümleriyle Cabernet Sauvignon, Chardonnay ve Sauvignon Blanc gibi Avrupa kökenli üzümler burada en güzel şekilde yetiştirilebiliyor. Marmara’da ise, tertemiz havası ve denizi, ahşap köy evleri ve ufak balıkçı lokantalarıyla meşhur Trakya ilçesi Mürefte, bağ bozumunun önemli duraklarından biri. Deniz manzaralı Mürefte bağlarının içinde dolaşabilir, bir zaman sonra nefis şaraplara dönüşecek üzümlerden birer, ikişer koparıp tadabilirsiniz. Mürefte ‘binbir çiçek’ demek. Bu isim bile bölgenin, topraklarının ne kadar bereketli olduğunu anlatır gibi. “Doluca Tepesi” olarak bilinen yerde bir zamanlar var olan volkandan akan lavların birikmesiyle oluşan humuslu toprak üzüm yetiştirmek için son derece elverişli. İşte bu nedenle burada dünya standartlarında bağcılık yapılabiliyor. Tekirdağ - Şarköy’e yaklaşık 15 dakika mesafede olan Mürefte’de yapılacak ilk iş, tabii ki, Cinsaut, Semillon, Gamay, Çavuş, Muscat ve Kardinal cinsi üzümlerin yetiştirildiği bağları dolaşmak, şarap üretim tesislerini gezmek, şarap tatmak... It is possible to spot traces of viniculture all over Turkey, from Karadeniz to the Aegean to Southeast Anatolia. However, there are particular parts that first come to mind such as Ankara, mid-Anatolia, Diyarbakır, Malatya, Elazığ and Eastern Anatolia, where the grapes such as Öküzgözü and Boğazkere are grown. Mid-Anatolia’s land is extremely earthy with a climate that is very hot during the day and very cold at nights. One crucial point about the development of grapes is the level of sucrose it develops, and the sun during the day plays a big part concerning the sucrose levels. The level of sucrose is important because it determines the alcohol level in the wine. At night, the grapes need to cool down; the evenings in Cappadocia are cool enough to refresh the grapes without them getting too cold. It’s exactly because of this ideal grape growing climate that Anatolian grapes such as Öküzgözü, Kalecik Karası, Boğazkere, Narince, Emir and European grapes such as Cabernet Sauvignon, Chardonnay and Sauvignon Blanc flourish on Turkish land. Mürefte with its clean sea air, wooden houses and small fish restaurant is a borough of Trakya in Marmara and is also an important part of the viniculture. You can walk around the vineyard in Mürefte, pick and taste a couple of grapes that will soon be turned into delicious wine. Mürefte means ‘a thousand and one flowers’, with this name it’s as if it describes how productive the land is. The land known as the “Doluca Hill” used to be a volcano that erupted and the lava that flowed out turned the land into an ideal formula for growing grapes. It’s because of this that the wine produced is at world standards. The first to do when you arrive at Mürefte that is 15 minutes from Tekirdağ-Şarköy, is to walk around the vineyard of grapes such as Cinsaut, Semillon, Gamay, Çavuş, Muscat and Kardinal, walk around the wine factory and finally taste the produce… Karadeniz’den Ege’ye ve Güneydoğu Anadolu’ya, ülkemizin hemen hemen her köşesinde bağcılık ve şarabın izlerine rastlamak mümkün. 17 YAZI-BY GÜNEŞ FINDIKOĞLU FOTO⁄RAFLAR - PHOTOGRAPY MURAT TEK‹N DQ 18 Karanlık Çökerken Neredeydiniz, Lunapark Kapandı, İstanbul Bir Masaldı gibi kitaplarıyla İstanbul’u ve insanlarını anlatan Mario Levi ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide edebiyattan seyahate, yeni kitabından öğretmenlik hayatına kadar her şeyi konuştuk. RÖPORTAJ-INTERVIEW Yazarlık süreci nasıl başladı hayatınızda? Bazen mutlaka bir başlangıç vardır. Örneğin geçmişe baktığınızda hatırlarsınız; şu tarihte başladı diyebilirsiniz. Somut bir tarih bile verebilirsiniz. Ancak hiçbir zaman başlangıç göründüğü gibi de değildir. Yani onun bir hazırlığı vardır. İlla ki somut bir başlangıç arayacak olursak; 1976 yılına gitmek gerekiyor. O yıl, ben üniversitenin birinci sınıfındaydım. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’nde Fransız Filolojisi okuyordum. Bir takım tesadüfler sonucu kendimi orada bulmuştum. İşte orada bir arkadaş edindim. O arkadaşım edebiyat bilgisi açısından benden daha ileriydi. Şiirler de yazıyordu. Ancak benim o zamana kadar yazmış olduğum somut bir şey yoktu. Sadece iyi bir okurdum. Ta ki günün birinde Emre; “Sen artık bir şeyler yazsana” diyene kadar. Ben de öyküler yazmaya başladım ve bu şekilde başlamış oldum. Ancak sonrasında hikâyelerimin, romanlarımın, yazılarımın yayınlanması için uzun yıllar sabretmem gerekti. Uzun bir hazırlık dönemi geçirdim kendimi olgunlaştırmak için. Okur karşısına çıkabilmem için farklı hazırlıklar yaşamam gerekti. Mürekkebi İstanbul Olan Yazar How did the writing chapter of your life begin? Sometimes there is always a beginning. As in when you think back you can say this happened on this date. You are able to give a concrete date. However, the beginning of something is never what it seems. There is always certain preparation made before hand. If we were to go back and search for a concrete beginning, then we’ll have to go back to 1976. That year I was in my first year at Istanbul University, studying French Philology in the faculty of literature. Following a number of coincidences I found myself there. While I was there I made a friend who was much more advanced than I was concerning literature. He would write poems, I on the other hand hadn’t written anything substantial. I was just a dedicated reader, till one day Emre said, “Why don’t you start writing something?” Following that I began writing short stories, I waited patiently for years till my stories, novels and articles were ready to be published. I underwent a long period of preparation for my material to mature, because in order to go public I needed to experience different things as part of my preparation. He Who Writes Through Istanbul RÖPORTAJ - INTERVIEWED BY NEVRA NERGİZ FOTO⁄RAFLAR - PHOTOGRAPY MURAT TEK‹N 19 During our interview with Mario Levi we spoke about literature, travel, his teaching experience, his new book and his books about Istanbul and its people like: Where Were You When Darkness Fell, Amusement Park Closed and Istanbul Was A Fairy Tale. 20 Kitaplarınızı oluşturma sürecinden bahseder misiniz? O süreç aslında biraz habersizdir. Örneğin ben genelde kitaplarımın konularına pek de farkına varmaksızın hazırlanırım. Mesela, önceden uzun uzun tasarlamalar yoktur. Herhangi bir yere gittiğinde notlar alan yazarlardan değilim. Sadece biriktiririm. Kendimde şunu fark ettim; ürkütücü boyutta güçlü bir hafızam var. Hiçbir şeyi unutmuyorum. Bunu bir armağan olarak kabul ediyorum. Mesela bir takım olaylar hatırlıyorum ki; anneme sorduğumda “2 yaşındaydın” diyor. O kadar geri gidebiliyorum. Böylece biriktiriyorum. Zaman geçtikçe kendimle ilgili bir gerçeğin daha farkına vardım. Aslında yazmakta olduğum her kitap bir sonraki kitabımı doğuruyor. Sanki haberini veriyormuş gibi. Örneğin “İstanbul Bir Masaldı”, “Lunapark Kapandı”yı doğurdu. “Lunapark Kapandı”, “Karanlık Çökerken Neredeydiniz”i doğurdu. “Karanlık Çökerken Neredeydiniz” ise şu anda yazmış olduğum kitabı doğurdu. Planlı bir yazar olmamakla ilgili bir de şunu söylemek istiyorum; örneğin kimi yazarlar vardır roman yazdıklarında önceden her şeyi tasarlarlar. Hatta aşağı yukarı kaç sayfalık bir roman yazacaklarını bile bilirler. Varsayalım ki bir olaylar örgüsü yazacaklardır, önceden ellerinde bir taslak vardır. Ya da bir aileyi anlatacaklardır, ellerinde bir soyağacı vardır. Ben kesinlikle bundan yana değilim. Benim kafamda bir hikâye vardır. İyi kötü nasıl yol almam gerektiğini bilirim. Hatta bazen hikâyenin sonu da böyle olabilir derim. Fakat sadece olabilir derim. Önümde bir ihtimal vardır. Hiç kürek çektiniz mi bilmem ama kerterez tutmak denen bir olgu vardır. Denizde yol olmadığı için karada bir nokta belirlersiniz ve o nokta sizin gideceğiniz yeri belirler. Doğrusunu söylemek gerekirse birazcık kerterez tutarım. Fakat bugüne kadar hep sonlar değişti. Daha doğrusu sonlar çok büyük değişikliklere uğramadığı halde, Could you tell us about how you compose your books? That process kind of develops without warning. For example I’m not really aware what the subject of the book will be while I prepare for it. There isn’t a lengthy planning process made ahead of time. I’m not a writer who takes notes when I go to different places. I only collect. I’ve noticed this about myself; I have a terrifyingly strong memory. I don’t forget anything. I accept this as a gift. I often remember events that when I ask my mother she tells me that I was 2 when it took place. So I’m able to go that far back. Thus, I collect. As time passes I have realised something else about myself. Every book that I write, actually leads to the birth of the next one. As if giving a heads up. For example, ‘Istanbul Was A Fairy Tale’ led to ‘Amusement Park Closed’ and then that to ‘Where Were You When Darkness Fell’ and that has led to the book that I am working on at the moment. What I can say about being a writer who doesn’t have a plan is that there are some writers that have a skeleton of what their novel will be about. They sometimes even know roughly how many pages it will be. Let’s say that they are going to write a web of events and they have this pre-organized plan, or they are going to write about a family and they have a family tree. I really don’t agree with this. I have a story in my mind, and I will know for better or for worse how it should play out. I even sometimes think, maybe it could end like this. I only ever say maybe though. Because there is only one possibility. I don’t know if you have ever done any rowing but there is this action of making a point of your location. Because there aren’t any roads on the sea you need to recognize a point on the land and plan your journey according to it. So to be honest I usually have a point of location while writing. However, till this day every single ending has changed, actually it’s more that they didn’t change hugely they just weren’t what I was thinking when başlangıçta düşündüğüm gibi olmadı. Mutlaka yeni bir şeyler eklendi, bir takım değişimlere uğradı. Ben yazma sürecinin spontane tarafını seviyorum. Hayatın da bu tarafını çok seviyorum. Dolayısıyla yol alırken hikâye sizi bir yere mecbur ediyor zaten. Ve ben kitaplarımı böyle oluşturuyorum. Kitabın yazım sürecinde sizi çok etkileyen bir olay geliştiğinde, bu kitabın akışını da etkiliyor mu? Ya da size çok çarpıcı gelen başka eserlerin sizi etkilediğini düşünüyor musunuz? “İstanbul Bir Masaldı”da çok oldu o olaylar. Mesela o kitapta, yakın çevremden ve ailemden bazı insanları da anlattım. Tabii o insanlar metne geçince başka hikâyelerin içine girdiler, birtakım değişimlere uğradılar. Normal hayattan edebiyata geçiş süreci bir şekilde orada yaşandı. Fakat anlattığım kimi insanlar –aralarında ailemin yaşlıları da vardı- ben tam onları anlatırken vefat ettiler. Hiçbirinin anlattığım hikâyesi yüzde yüz aslına uygun değildir. Ama önemli bölümler vardı gerçekleri ile ilgili. Ben o hikâyede onu yaşatmayı düşünürken, öldürmek durumunda kaldım. Çünkü onun ölümünün yansımaları da oldu bana. Bu işin bir boyutu. Bir diğeri de; yazıyorsunuz bir hikâyeyi –bu da “Karanlık Çökerken Neredeydiniz”i yazarken başıma geldi-, bilgisayardan çıktısını alıyorsunuz ve son bir kez göz gezdiriyorsunuz. Ancak kitapta öyle bir hikâye var ki, “Burada bir eksiklik var” diye düşünüyorsunuz. Hayal edin, roman yazılmış ama romanın içindeki hikâyenin bir bölümü içime sinmemiş. 2008 yılının yaz aylarında Bozcaada’da tatildeyken aklıma birdenbire o ne kadardır bulamadığım çözüm geldi. O anda çocuk gibi sevindim. Bir çözüm buldum, gayet güzel ama bu sefer de hikâyenin öbür tarafları etkileniyor. Ve o yüzden kurguyu yeni baştan elden geçirmek durumunda kaldım. Böyle durumlarla karşılaştığım oluyor tabii. Hem hayat zorluyor, hem hikâyenin kendisi zorluyor birtakım değişiklikler Orhan’ın ve hiçbir yazarın yaşamadığı bir durum vardı. Yahudi İstanbul’unu anlatmak. O benim için çok içerden yaşanmış bir duygu. I started. New things were added and small adjustments made. I enjoy the spontaneous side of writing. I enjoy the spontaneity of life as well. When you begin a journey the story forces you in a direction anyway and so that is how I write my books. If an event takes place that affects you in some way while writing a book, does it also affect the books journey? Do you think that you are ever affected by other work that’s very striking? This happened a lot while working on ‘Istanbul Was A Fairy Tale’. For example in that book I referred to my family and people close to me. However, when they entered that text they also entered a different story, and slight changes were made. So that time there was this crossover from normal life to literature. However, some of the people I wrote about - some include the elders in my family - passed away while I was still writing. So what I write about is never exactly based on the reality, but there were some parts that were based on the truth. While I was aiming to keep them alive in the story, I ended up having to kill them because their death in reality had an effect on me. So this is one segment of it. Another segment is, you’ve written a story -this happened to me while writing ‘Where Were You When Darkness Fell’ -, you print it off and look over it one last time. The thing is though that the way the story is, you end up thinking, “There is something missing”. Imagine this, the novel is finished but a section of the story just doesn’t feel right. While on holiday in Bozcaada during the summer of 2008 the solution of the problem suddenly came to me. I was innocently happy like a child. I had found a perfect solution but this time other parts of the story were going to be affected, so I ended up having to review the whole thing. There have been different times when this had happened. It’s very tricky and tiring having to make certain adjustments to the story. I found solutions to many of my problems with things I’ve written. For example, imagine a book that has nothing to do with what I write about. A writer from another country is writing about a completely different story, it has nothing in common with my story. But because of the way it’s written I manage to find a solution to my problem within that text. In order to be a good writer must one also be a good reader? Yes, definitely. One reason for getting as far as I have is definitely linked to me being a good reader. I have read so many books that I have lost count. And I am still reading. For example, I read over 60 books for the preparation for the book that I’m nearly finished writing. In each I found something that inspired me or gave me a glimmer. This doesn’t disturb me at all. Sometimes you may even be affected. I can even add that sometimes a sentence you may write may be very much like another writer’s. You won’t be aware of this, but it doesn’t matter. Because that sentence is now yours and it takes part in your story. So of course 21 yapmaya. Ben birçok kitapta birçok sorunuma çözüm buldum. Mesela benim yazdığımla hiçbir alakası olmayan bir kitap düşünün. Başka bir ülkenin yazarı, bambaşka bir hikâye anlatıyor. Benim hikâyemle hiçbir ortak yanı yok. Ama o hikâyede öyle bir durum anlatıyor ki, birdenbire o soruma bir çözüm bulabiliyorum. 22 İyi bir yazar olmak için iyi bir okur olmak şart mı? Kesinlikle evet. Eğer ben bugün bir yerlere gelebilmişsem, bu aynı zamanda iyi bir okur olduğum içindir. Bugüne kadar sayısını unutacağım miktarda kitap okudum. Hala da okuyorum. Örneğin şimdilerde bitmek üzere olan kitabımın hazırlığı için 60’dan fazla kitap okudum. Her birinde de esinlenebileceğim, bana yol gösterecek bazı pırıltılar buldum. Bundan hiç gocunmuyorum. Bazen etkilenebilirsiniz de. Üstelik şunu bile söyleyebilirim; yazmış olduğunuz bir cümle bir başka yazarın cümlesine çok benzeyebilir. Farkında olmazsınız siz onun. Ama hiç önemli değildir o. O cümle artık sizin olmuştur ve sizin hikâyeniz içindeki yerini almıştır. Haliyle elbette başka yazarlar bizi bir yere götürür. Çünkü edebiyat aynı zamanda gelenektir. Gelenekten kopamayız. This happened a lot while working on ‘Istanbul Was A Fairy Tale’. For example in that book I referred to my family and people close to me. However, when they entered that text they also entered a different story, and slight changes were made. Bir insan yazı atölyesine giderek yazar olur mu? Bunun somut bir cevabı var. Benim bu sekiz yılda sanırım 200-250 öğrencim olmuştur. Şu anda kitabı olan altı yazar var. 250’de altı ama gördüğünüz gibi çıkıyor. Üstelik bunların birkaç tanesinin birden fazla kitabı var. Yani bir kitapla da kalmadılar. Üç kitabı olan var, dördüncü kitabını yazmakta olan var. Peki sizce boynuz kulağı geçer mi? Ne mutlu bana, umarım geçer. Bunu değerlendirecek olan insan ben değilim. Boynuz kulağı elbette geçebilir. Bunu okur ve zaman değerlendirebilir. “Bu adam da Mario Levi’nin öğrencisiydi, zamanla kendini geliştirdi ve onun çok ilerisine gitti.” diyebilirler. Mümkündür bu. Dediğim gibi bunu değerlendirmek bana düşmez. Kaldı ki, mutlu bile edebilir. Yazı atölyelerinde Türkiye’ye yazarlar kazandırdığım için şaka yoluyla hep şunu söylerim; “Ben Türk Edebiyatı’nın Sezen Aksu’suyum.” Hiçbir şarkıcının yapmadığını yaptı Sezen Aksu. Ben onu çok takdir ediyorum. Bildiğiniz gibi çok önemli şarkıcılar yetiştirdi. Ben de bunu bir çeşit misyon olarak kabul ediyorum. Çünkü edebiyat bir mirastır. Benim de ustalarım oldu. Ben de Tomris Uyar’la günlerce beraber oldum. Haldun Taner’le yıllarca beraber oldum. Atilla İlhan’la kaç kez sohbet ettiğimi hatırlamıyorum bile. Onlar da benim ustalarımdı. Hiçbir zaman ben onların ilerisindeyim iddiasını taşımam. Bunu hiçbir zaman yapmam. Ama belki birileri bunu söyleyecektir. Belki yanına bile yaklaşamaz diyecektir. Onu ben bilemem. Çünkü ben kendi yolumda gidiyorum ve kimseyle rekabet içinde değilim. Hala yapmam gerekenlerin çok azını yaptığıma inanıyorum. other writers take us on journeys, because literature is also tradition and you cannot separate yourself from tradition. Can someone become a writer by attending a creative writing workshop? There is a concrete answer to this. Over the passed eight years I think I have taught about 200-250 students. Out of this number, six have released books. So that’s six out of 250, but as you can see it does happen. Some of them even have more than one book, so they didn’t just release one and move on. Some have three and some are on to their fourth. So do you think the apprentice can surpass the master? I hope so, that would make me happy, but I’m not really the person that can judge that. However, the apprentice can definitely surpass the master. What determines that is the reader and time. It is very possible that one could say, “This person used to be Mario Levi’s student, and over time really developed and now is much further ahead than him.” This is possible, but like I said I’m not the person that should comment on this. If it did happen, then I’ll be flattered. During my workshops I usually make a joke of saying “I am the Sezen Aksu of Turkish Literature”. Sezen Aksu did what no other singer did. I admire her for that. As you know she guided many of the important singers of today. I accept this as my own mission as well. Because literature is a legacy. Ben kendimi geliştirmeye çalışıyorum hala. Dolayısıyla bu yolda birileri benden daha hızlı ilerler ve daha ileri giderse, bu çok güzel olur. Türk Edebiyatı yeni bir yazar kazanmış olur. Yeni kitabınızdan bahseder misiniz? Bu yeni kitap bir çeşit anılar kitabı. Şimdi tabii benim bir İstanbul yazarı olduğum artık biliniyor. “İstanbul Bir Masaldı” ile başlayan süreç, beni Türk Edebiyatı’nda böyle bir yere getirdi. Hatta sadece Türk Edebiyatı değil, biraz daha geniş çevreler, yani edebiyatı da içeren medya; büyük gazeteler, televizyon kanalları da beni böyle bir yerde görmek tercihinde bulundular. Buna hiçbir itirazım yok. Yahya Kemal ile başlayan, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Selim İleri’yle devam eden bir geleneğin içinde görüyorum kendimi. Bu yüzden bir İstanbul kitabı daha yazdım. Ancak arada şöyle bir fark var. Bu bir roman değil. Bu bir hikâye kitabı da değil. Bu, anılardan yola çıkılarak yazılmış bir kitap. Başlangıçta sadece anılarımı anlatmak istedim. Fakat zaman içinde bir kurgu da kazandırdım. Şu anda son düzeltmeleri yapıyorum ve Ağustos sonunda yayın evine vereceğim kitabı. Kitap artık bir roman kurgusuna sahip. Ancak bir roman olmadığının da farkındayım. Bu nedenle de belli bir türe sokacaksak, anı-roman diyebiliriz. Bugüne kadar İstanbul üzerine, benim de kendimi içinde görmek istediğim gelenekten gelen yazarlar çok kitap yazdı. Ahmet Hamdi, Selim İleri ve Orhan Pamuk’un yazdıklarını düşünecek olursanız aklınıza “Peki ben neden yazdım böyle bir kitabı?” sorusu gelebilir. Açıkçası şunu söyleyeyim; bende böyle bir İstanbul kitabı yazma fikrini oluşturan Orhan Pamuk’un “İstanbul” kitabıdır. Kitabı çok büyük bir keyif alarak okudum. Bana göre Orhan Pamuk’un en iyi kitabı da odur. O kitabı bitirdikten sonra kendime “Böyle bir kitabı ben de yazmalıyım” dedim. Neden yazmalıyım dedim? Bir taraftan çok ortak yönümüz olduğunu gördüm. Ama neyi Orhan gibi yazmamam gerektiğini de çok iyi biliyordum. Çok farklı bir duygudan hareket ettiğini de görüyordum. Evet, Orhan’la çok ortak yönümüz vardı o kitapta. Orhan, Teşvikiye-Maçka taraflarında çocukluğunu geçirmişti, ben ise Şişli-Osmanbey tarafında. Aramızda zaten çok büyük bir yaş farkı yok. Haliyle bu duygu vardı. Bunları da ben kendi deneyimlerimle anlatmalıyım diye düşündüm. Ama buna ek olarak, Orhan’ın ve hiçbir yazarın yaşamadığı bir durum vardı. Yahudi İstanbul’unu anlatmak. O benim için çok içerden yaşanmış bir duygu. Örneğin tarihi Emirgan çay bahçesine gidildiğinde semaverden çay içmek, benim Yahya Kemal ya da Ahmet Hamdi’yle yakalayabileceğim ortak bir duygudur ama o masada oturulduğunda yaşanan bir başka duygu var ki, o bana ait bir duygu. Yani Yahudi İstanbul’una çok ait bir duygu. Dolayısıyla buna benzer bir takım duyguları dile getirmek istedim. Bu kitabın bana göre temel farklılıklarından biri de bu olacak. Ama iki şey var işte; bir yanda benim özel tarihim, öte yandan da kendimi bu I also had very important figures guide me; I worked with Tomris Uyar for a number of days. I also worked with Haldun Taner for a number of years, and I can’t even remember how many times I have spoken with Atilla Ilhan. For me they are all my masters, and I have never made the assertion I was better than them. I would never do that but maybe someone else would or they may say I’m not even in the same league. I can’t comment on that. I’m just following my own path and I’m not competing against anyone. I believe I’ve only achieved a fraction of what I need to achieve. I’m still trying to improve myself. So if someone does in fact improve faster and goes further than me then that would be great because Turkish Literature will have gained a new writer. Could you tell us about your new book? This new book is a kind of book of memories. Everyone is now aware that I write about Istanbul. My journey that began with ‘Istanbul Was A Fairy Tale’ brought me here through Turkish Literature. It wasn’t even only Turkish Literature but even a wider spectrum of media that literature was part of such as big newspapers; television stations all preferred to see me on this place. I don’t have a problem with it. I see my self as part of the tradition that began with Yahya Kemal and carried on with Hamdi Tanpınar and Selim İleri. So I wrote another book on Istanbul. There is a difference though. This is not a novel or a storybook. This is a book that was written inspired by memories. At first I wanted to only write about my memories, but over time this outline appeared. At the moment I’m making the final changes and will be handing it over to my publishers at the end of August. So the book now has an outline like a novel. However, I am aware it is not a novel. If we were to place it under a genre then we would have to say a novel of memories. I wish to be part of the writers who have written endless books about Istanbul like; Ahmet Hamdi, Selim İleri and Orhan Pamuk. If you were to think about what they have written about you may think, “Why was this book written?”. Let me simply say that I got the idea to write this book from Orhan Pamuk’s book ‘Istanbul’. I read that book with huge enjoyment. I think it is Orhan Pamuk’s best book. After I finished it I thought to myself “I have to write a book like this”. But why do I have to write it? I noticed that we had a lot in common. But I also knew what I couldn’t write like Orhan. I could see that he was writing with a different emotion. Yes, we had a lot in common in that book. Orhan grew up around Teşvikiye-Maçka, and I grew up around Şişli-Osmanbey. There isn’t a major age gap between us either. And so there was this emotion. I thought I needed to express the things in that book through I my own experiences. But in addition to this there was something that neither Orhan nor any of the other writers had done. None of them had written about the Jewish Istanbul. That was something particular to me. For example drinking tea from 23 24 geleneğin içinde görmek isteyişim. Aynı şeyi diğer yazarlar da yapıyor. O edebiyat aidiyeti, o İstanbul duyarlılığına ait olmak beni yazma konusunda çok heyecanlandırıyor. İstanbul demişken, şehrin en eski semtlerinden birinde, tarihi bir apartmanda oturuyorsunuz. Bundan biraz bahseder misiniz? Biz, 18 yaşıma kadar Şişli, Osmanbey taraflarında kış aylarını geçirir; yaz aylarında ise Erenköy, Caddebostan taraflarına gelirdik. O zamanlar İstanbul’un çehresinde çok büyük bir farklılık vardı. Yaşayışı da etkileyen bu değişiklik köprünün olmamasıydı. Haliyle ulaşım sadece deniz yoluyla yapılabiliyordu. 1974 yılında annemlerle babamlar Göztepe’de yeni inşa edilmekte olan bir apartmanda mütevazı bir daire aldılar kendilerine. Artık burada yaz kış yaşamaya başlayacaktık. O yıldan sonra da öyle oldu. Ben de artık bu yakalı olmuştum. Bu yakanın Erenköy, Göztepe, Kazasker gibi farklı yerlerinde yaşadım ve birtakım tesadüfler sonucu 12 yıl önce bir arkadaşımın da teşvikiyle Yeldeğirmeni’ne geldim. Bu semt, çok eski bir semt. İstanbul’un bir zamanlar çok önemsenen mahallelerinden biriymiş. Bunu tarih kitapları ve yaşlı insanların bana aktardıklarından biliyorum. Zamanla buradaki birçok insan başka mahallelere taşınmış, birtakım değişikliklere uğramış. Ama Yeldeğirmeni’nin özelliği şu; mesela çevredeki bazı semtler –Küçükçamlıca, Acıbademgibi yeniliklere tam anlamıyla teslim olmamış. Çevrenize baktığınızda hala yenilenmeyi bekleyen, harap ve terk edilmiş birçok ev göreceksiniz. Yeldeğirmeni SİT alanı da ilan edildiği için gelecek hakkında beni çok umutlandırıyor. Yani, İstanbul’da hala kurtarabileceğimiz, o eski dokuyu yaşatabileceğimiz bir bölge var. Ben bu mahallenin, yakın bir zamanda Cihangir’in kaderini paylaşacağına inanıyorum. Cihangir bir dönem çok kötü bir haldeyken şimdi birçok insanın cazibe merkezi haline geldi. Ben Yeldeğirmeni’ni böyle bir geleceğin beklediğine inanıyorum. Hem tarihi bir dokusu var, hem de çok merkezî bir yer. İstanbul’un karşı yakasına geçmek isterseniz buradan 10 dakikada vapura ulaşabiliyorsunuz. Kaba bir hesapla yarım saatte karşıda olmak gibi bir lüksünüz var. Konum itibarıyla çok cazip bir yer. 12 yıl önce geldiğim bu apartman ise 20. yüzyılın başlarında inşa edilmiş. Kehribarcı Apartmanı, bugün İtalyan Apartmanı denilen, eski adı Valpreda Apartmanı olan apartmanla birlikte inşa edilmiş. Yani çevrenin ilk a samovar in the Emirgan tea gardens is a feeling that both Yahya Kemal and Ahmet Hamdi would have in common with me but the feeling that is felt while sitting at that table is a feeling which is completely personal to me. As in very personal to the Jewish Istanbul. So I basically wanted to share my feelings about this and other memories like this one. For me the basic difference of this book is this. Then again there are two things; from one direction it’s my own history and from the other it’s me wanting to see myself as part of this tradition. Other writers do the same. It’s the state of belonging in literature. Being part of this sensitive awareness of Istanbul makes me extremely excited about writing. Since we mentioned Istanbul, you actually live in a historic apartment in one of the city’s oldest areas. Could you tell us a little bit about this? Till the age of 18 I lived with my family in Şişli, Osmanbey during the winters and then spent the summer in Erenköy, Caddebostan. During that time, Istanbul was very different. One thing that changed the way we lived was the fact that there was no bridge, so we could only get to the other side via sea transport. In 1974 my parents bought a humble flat in a newly built apartment block in Göztepe. We were going to start living there all year long. So I became a resident of ‘the other side’. On ‘the other side’ I’ve lived in different places such as Erenköy, Göztepe, Kazasker and following a number of coincidences 12 years ago following prompting from a friend I came to Yeldeğirmeni. This area is extremely old. It used to be a very popular district in Istanbul. I know this from history books and from what I have heard from older people. Over time the people that lived here started moving to other areas, and it underwent some changes. The specialty of Yeldeğirmeni is that it never completely gave in to the big changes that the surrounding areas such as Küçükçamlıca and Acıbadem underwent. When you look around you will see many houses that are broken down, abandoned and waiting to be renovated. The fact that Yeldeğirmeni is now under historical protection makes me very hopeful for its future. It means that there is still an area in Istanbul where we can relive that old vibe. I have a feeling that this area will soon become like Cihangir. At one point Cihangir was in terrible shape but now its the place ‘to be’ and attracts a lot of people. I believe that this will be Yeldeğirmeni’s fate. It has both a historical feel about it and it’s also very central. If you want to get to the other side it takes ten minutes from here to the ferryboat. If I were to roughly predict, I would have the luxury of getting to the other side in half an hour. Its location is very alluring. This apartment that I moved into 12 years ago was built at the beginning of the 20th Century. The Kehribarcı Apartment was the same time as the Valpreda Apartment iki apartmanı bunlar. İstanbul Ansiklopedisi’nde geçiyor. Haliyle, bu tarihi dokuyu yaşatmak da beni açıkçası çok mutlu ediyor. known these days as the Italian Apartment. These are the very first two apartments of this area. They are referred to in the Istanbul encyclopedia. So naturally it pleases me to be keeping this historical feature alive. Sık seyahat eder misiniz? Evet, ederim. Aslında eskiden çok sık seyahat etmezdim ama son zamanlarda oldukça sık seyahate çıkma şansı buluyorum. Bunun da nedeni, kitaplarımın yabancı dillere çevrilmesi. Geçtiğimiz yıl Almanya, Belçika, İtalya gibi ülkelere belki 15 defa gittim. Kitaplarınız yabancı dillere de çevriliyor. Bu konuda söylemek istedikleriniz nelerdir? Evet, kitaplarım Almanca, Fransızca ve İtalyanca gibi dillere çevrildi. Özellikle Almanya’da okuma programları oluyor. Bir yazar davet ediliyor ve eserinden bir bölüm okunuyor. Sonra o yazarla söyleşiler düzenleniyor vs. Bu beni haliyle farklı dillerdeki okurlarımla da buluşturuyor ve yeni şehirler tanıma olanağını buluyorum. Bu beni çok mutlu ediyor. Şu an vaktiniz ve fırsatınız olsa, ilk nereye gitmek istersiniz? “Şu anda atlayıp oraya gitmek istiyorum” dediğim iki şehir var. Biri Paris, diğeri Venedik. Paris ile aramda doğduğum günden başlayarak oluşmuş bir bağ var. Evde Fransızca konuşuluyor, bir yandan evde Fransızca öğreniyorum, Fransızca şarkılar dinleniyor, dedemle anneannem hayatlarının bir bölümünü Paris’te geçirmişler, onun anılarıyla büyütüyorlar beni vs. Daha sonraki yıllarda St. Michel Lisesi, Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü, keşfedilen şairler, yazarlar, şarkıcılar, Fransız yemek kültürü… Bütün bunlar zaten Paris’le benim bağlantımın daimi olmasını sağladı. Paris benim çok sevdiğim bir şehirdir. Paris’ten daha geç keşfettiğim Venedik de bir su şehridir. Venedik’i bazı yönleriyle Boğaz’a çok benzetirim. İki şehir arasında tarihten de kaynaklanan çok özel bir bağ var. Su şehri olması, tarihi yaşaması vs. Bu nedenle ne zaman Venedik’e gitsem kendimi çok iyi hissediyorum. Do you do much traveling? Yes, I do. I actually didn’t travel much before but recently I’ve found more time to do it. The reason for this is because my books have been translated into other languages. Last year I traveled to countries such as: Germany, Belgium and Italy about 15 times. Your books have been translated into other languages. Would you like to say anything about this? Yes, my books have been translated into German, French and Italian. There have been a number of reading sessions in Germany, where a writer goes and reads a section from their work. Then a talk is organised with the writer etc. This allows me to meet my foreign readers and also allows me to get to know new cities. It makes me very happy. If you had the time and chance to go somewhere right now, where you would go? There are two cities that make me say “I want to jump on a plane and be there now”, one is Paris and the other is Venice. Since I was born there has always been a connection with Paris. French is spoken at home so I’m constantly learning French, French music is always playing, my grandparents spent a large portion of their lives in Paris and I grew up listening to their memories. During the years that followed I attended St. Michel High school, finished a degree in French language and literature, found out about French poets, writers, singers and French cuisine...all this automatically lead to my strong connection with Paris. Paris is a city I truly love. Venice is the city of water that I discovered after Paris. I can see a lot of similarities between Venice and the Bosporus. There is a very special connection between both because of the water city aspect and having experienced so much history. So whenever I go to Venice I always feel great. Seyahat ederken okur ya da yazar mısınız? Bazen yazarım. Eğer yetiştirmem gereken bir yazı varsa onu yazarım. O anda bir roman üzerinde çalışıyorsam onu da yazarım. Ama daha çok o ülkeyi yaşamayı tercih ederim. Okumayı yazmaktan da az yaparım. Çünkü benim seyahatlerim çok uzun değillerdir. Dolayısıyla gittiğim zaman çok yoğun yaşanıyor her şey. Haliyle okumaktansa, diyelim ki o şehrin kafesinde oturup bir kahve içmek ya da bir sokağında kaybolmak bana daha cazip geliyor. O şehrin duygusunu yaşamak beni çok mutlu ediyor. Zaman zaman Paris’te bir kafede otururken Yahya Kemal ya da Edip Cansever –daha çok şiir-okuduğum olmuştur. O da hoşuma gider doğrusunu söylemek gerekirse. While traveling do you read or write? I sometimes write. If I have an article or something that I need to finish then I’ll work on that. If I’m working on a novel at the time then I’ll work on that. However, I prefer exploring and taking that country in. I read a lot less than I write, because my holidays aren’t very long. When I go everything is very intense. So instead of reading, sitting in a cafe drinking coffee or getting lost in what of the streets are a lot more attractive. I love feeling the emotion of that city. Sometimes while I’m sitting in a cafe in Paris I have been known to read poetry like Yahya Kemal or Edip Cansever. To be honest I really enjoy that as well. 25 DQ 26 SEYAHAT-TRAVEL YAZI-BY GÜNEŞ FINDIKOĞLU FOTO⁄RAFLAR - PHOTOGRAPY ARDA GÜLDOĞAN Balkan Kraliçesi Bulgaristan’a kısa bir ziyaret gerçekleştiren editörümüz Güneş Fındıkoğlu başkent Sofya izlenimlerini aktarıyor. Balkan Queen Our editor Güneş Fındıkoğlu shares his thoughts about his short visit to Sofia, Bulgaria’s capital city. Y azı işleri müdürüm bana; “Bulgaristan’a gidiyorsun” diyene kadar Doğu Avrupa’nın bu ülkesi hakkında ne iyi ne de kötü herhangi bir fikre sahip değildim. Daha önce hiç bulunmadığım bir ülkeye gideceğim zamanlarda en az iki gün kitap karıştırır, internet kazan ben kepçe araştırma yapardım. Ancak bu sefer öyle olmadı. Zamanım yoktu ve neticede ne Bulgaristan ne de kültürü hakkında en ufak bir fikir sahibi olmadan kendimi otobüste buldum. Daha önce karayolundan Yunanistan’a sayısız sefer geçiş yapmış, Doğu Trakya olarak adlandırılan bu bölge hakkında fikir sahibi olmuştum. Bu sefer aynı yolu kuzeyden takip edecektim. Sadece bu bile beni heyecanlandırmaya yetiyordu. Yola çıktığımızda sıcak yaz güneşi binalar arasında kaybolmaya başlamıştı bile. Balkanlar’ın en doğusundaki bu ülkeye giderken ne ile karşılaşacağımın heyecanı ile kapanan gözlerimi açtığımda karşımda sonsuzluğa uzanan yemyeşil tarlalar ve sarı renkleri ile bir görmezin bile dikkatini çekecek parlaklıktaki katırtırnaklarını buldum. Sınıra yaklaştığımızı anladım ama sınır polisinden önce, bizi koyu renkli bulutlar bekliyordu. İşte “Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası” diye düşündüm kendi kendime… YAZI-BY GÜNEŞ FINDIKOĞLU hen I was told “You’re going to Bulgaria” I literally didn’t have the slightest idea about this Eastern European country. Usually before I go to a country I’ve never been before, I’ll take at least two days to read up on it and also do extensive Internet research. However, this time it didn’t happen like that. I had no time for any preparation, so with no knowledge about Bulgaria or its culture I found myself on a bus. I had travelled through this area, also known as Eastern Thrace while going to Greece a number of times, and knew a little bit about it. This time I would follow the same route from the North. Even this was enough to get me excited. The hot summer sun that had accompanied us since the morning, began descending behind the surrounding buildings. As I excitedly sat wondering what to expect on arrival, I slept, only to wake up to endless green fields covered in bright yellow woad-waxen. I understood that we had reached the border not from the border police but from the dark clouds waiting for us. “Cold wave from the Balkans” I thought to myself. W 27 28 İlk Görüşte Aşk Sofya’ya vardığımızda saat gece yarısını gösteriyordu. Yağan yağmur eski tip binaları olduğundan daha korkunç gösteriyor, ancak şehir ile iç içe geçmiş parklardaki envai çeşit bitki güzel kokularını sokaklara yayıyordu. Şehrin sokakları, binaları, yolları ve mobilyaları ülkenin kısa zaman önce değiştirdiği rejimi hatırlatırcasına basit ve sade kalmış, ancak içlerindeki yenilik ateşiyle kavrulan insanlar bu basitliğe inat bakımlı ve rengârenk kıyafetleriyle kendilerini sokaklara atmışlardı. Bu şehrin kıpır kıpır bir enerjisi olduğunu anlamak çok da zor değildi. Her ne kadar kendimi sokaklara atmak istesem de, uzun yolculuğun vermiş olduğu yorgunlukla gözlerim Sofya’daki otelimizi arıyordu. Şehir merkezinin en can alıcı yerinde; tren ve otobüs garlarının tam karşısında yer alan ve koca cüssesiyle neredeyse bütün Sofya’dan görünen Dedeman Princess Sofia’yı karşımda bulduğumda bu otelin hem eğlence hem de konfor vadettiğini anlamam zor olmadı. Aceleyle bavullarımı odaya yerleştirdim ve ertesi günün heyecanı ile uykuya daldım. 29 Love At First Sight When we arrived at Sofia it was midnight. The rain caused the ancient buildings to appear quite scary, but the range of foliage overflowing from the parks that were weaved in with the city, gave it a wonderful smell. Although the streets, buildings, roads and vehicles were all a reminder of the old regime, it seemed the people of Sofia with a passion for the new had all spruced themselves up in colours lacking in the surroundings. It didn’t take long to feel the energy in this city. Even though I wanted nothing more than to explore the streets, the tiredness of the journey began to set in and I began longing for the hotel. The hotel Dedeman Princess Sofia, that with one glance told me that it offered fun and comfort was located in the heart of Sofia across the train and bus stations. Its height and width meant that you would definitely be able to see it from anywhere in Sofia. I immediately got settled and went to bed in excitement for the next day. A City That Smells of History When I woke up, there was a surprise waiting for me, rain. Under the impression that summer rains don’t last long, I hit the streets. There was so much to see. The first thing to see was the biggest church in the Balkans the Aleksandr Nevski Cathedral. This Neo-byzantine Cathedral located on the highest peak in the city centre was built in 1882 in remembrance of those who died during the war between the Ottoman’s and Russians. Near the gold plaited cathedral are two Russian churches. Both churches stand as historical icons due to the precision and detail put into them while being built. On Sundays, a flea market is set up in the park located between the two churches where medals, uniforms, antique cameras, old postcards and many more items from the Soviet era are sold. Something else worth seeing is the goddess of wisdom Hagia Sofia Church and statue that the city is named after. Rakovski Street, is the most lively street of the city. The Ivan Vazov Theatre that burnt down a number of times and was then re-built is parallel to the street. The theatre has a small court in front of it and also has couple of gold plaited statues that were added later for aesthetic purposes. 30 Tarih Kokan Şehir Sabah erkenden kalkıp gökyüzüne baktığımda beni bir sürpriz bekliyordu; yağmur. Yaz yağmurlarının kısa ve etkili olduğunu hesaba katarak kendimi sokaklara attım. Görülmesi gereken çok şey vardı. İlk hedef, buraya her gelen insanın yaptığı gibi Balkanlar’ın en büyük kilisesi Aleksandr Nevski Katedrali’ne gitmek. Şehir merkezindeki bu Neo-Bizans tarzında yapılmış olan katedralin inşa tarihi 1882. Osmanlı-Rus Savaşı’nda ölenler anısına yaptırılmış olan mabet, Sofya kent merkezinin en yüksek tepesinde bulunuyor. Kubbesi altın kaplı bu kilisenin hemen yakınında ise bir adet Rus Kilisesi mevcut. Her iki kilise de freskleri ve özenle yapılmış ikonaları ile birer tarihi eser niteliğinde. Pazar günleri iki kilise arasındaki parkta kurulan bitpazarında Sovyetler Dönemi’nden kalma madalyalar, üniformalar, antika fotoğraf makineleri, eski kartpostallar gibi akla gelecek her türlü ayrıntı bulunuyor. Şehre adını veren bilgelik tanrıçası Aya Sofya Kilisesi ve dev heykeli de görülmeye değer diğer eserlerden. Rakovski Caddesi, kentin en hareketli caddelerinden. Birkaç kez yanıp tekrardan inşa edilen Ivan Vazov tiyatro binası da bu caddenin hemen paralelinde bulunuyor. Önünde sevimli bir meydancık bulunan yapı, üzerinde estetik kaygılar sonucu yerleştirilen ve altın yaldıza boyanmış birkaç heykel taşısa da hoş bir görünüme sahip. Balkan Flavours The evening had crept up on me and I was hungry, and looking forward to trying the Bulgarian cuisine. I was told that I would be taken to a traditional Bulgarian restaurant but had no idea what to expect. The restaurant called “Veselo Selo” meaning “happy village” was located in one of Sofia’s many parks. Once inside I noticed large tables surrounded by people, and saw that the place had been decorated with traditional rural Bulgarian items. The first thing to come to the table was Bulgarian Rakı, something I had heard about but hadn’t yet tried. Produced from plumbs, the rakı that is drunken before the meal whets one’s appetite, and when drunken after a meal leaves a warm, sweet after taste. The meze’s brought to the table on large plates were not that unfamiliar; Aubergine salad, cacık, spicy puree...”tutmanik bread” stuffed with feta cheese and thyme; “kaçamak” that is prepared with corn flour, eggs and a special dough can be considered to be a true Bulgarian dish. Something to add is that I found out that meat and potatoes are the foundation of Bulgarian cuisine. One thing Bulgarians excel at is presentation; they brought the lamb into the room on a cart and as they cut it up they began serving it to the surrounding tables, which is when the fun began. The fast tempo musical program that was accompanied by belly dancers on the tables meant when everyone had finished and got up to discover the Sofia nightlife they were extremely pleased. Balkan Lezzetleri Artık akşam olmuş, karnım acıkmıştı. Bulgar lezzetlerini tatmak için ise sabırsızlanıyordum. Geleneksel Balkan tarzı bir yeme&içme mekânına götürüleceğimiz söylenmişti ancak karşımıza ne çıkacağı hakkında hiçbir fikrim de yoktu. Sofya’nın cangılımsı parklarının birinin içinde bulunan ve Türkçesi ‘mutlu köy’ olan “Veselo Selo” restoranın kapısındaydık. İçerisi kocaman masaların çevresinde toplanmış insanlarla dolu, geleneksel Bulgar köy hayatından kimi eşyalarla dekore edilmiş genişçe bir salondu. Önce methini çok duyduğum ancak tatmaya şans bulamadığım Bulgar rakısı geldi sofraya. Erikten yapılan bu içki yemek öncesi iştah açıyor ve içtikten sonra insanın boğazında tatlı bir sıcaklık bırakıyordu. Dev tabaklarda servis edilen mezeler ise hiç de yabancı olmadığımız cinstendi; patlıcan salatası, cacık, acılı ezme… İçi beyaz peynir ve kekik dolgulu “tutmanik ekmeği”; mısır unu, yumurta ve özel bir hamurla hazırlanan “kaçamak” ise Bulgaristan’a has yemekler arasında sayılabilir. Bu arada Balkanlar’ın bu ülkesinin yemek kültürünün temelinde et ve patates yattığını da burada öğrenmiş oldum. Sunum konusunda oldukça başarılı olan Bulgarlar, salona tahta bir araba içinde getirdikleri bütün kuzuyu parçalayarak masalara dağıttılar ve eğlence böylece başladı. Bulgar uzun havalarıyla başlayan program dansözlerin masa üstünde ettikleri kıvrak danslarla sona erdi ve herkes memnun bir şekilde masadan kalkıp Sofya’nın gece hayatını keşfetmek için kendini sokaklara attı. 31 Hareketli Gece Yaşantısı 32 Adresim; başkentin ara sokaklarından birinde bulunan havalı gece kulüplerinden biri. İçerden gelen yüksek sesli müzik ve çığlıklar eğlencenin hayli yüksek dozda olduğunu kanıtlar gibi. Merdivenleri inip kapıyı araladığımda karşımda siyahlara bürünmüş ve alabildiğine uzanan loş ışıklı bir salon çıkıyor. Geniş barların önünde içkilerini yudumlayanlar ve dans pistini doldurup kendinden geçercesine dans edenler hayatlarındaki bütün olumsuzluklara rağmen en şık elbiselerini giymiş, saçlarını ve makyajlarını en abartılı şekilde yaptırmışlar. Bulgarca arabesk diyebileceğimiz şarkılara sanki sahne kendilerine verilmişçesine içten eşlik eden genç kızların güzelliği ise gerçek anlamda göz kamaştırıcı. Yemek yerken, sokakta yürürken ve daha nice yerlerde karşıma çıkan ve neredeyse ülkenin milli eğlencesi olan davul şov burada da insanların arasına karışmış; davulcu tokmağı indirdikçe yanındaki dansçılar da daha bir coşuyor. Bunu gören kalabalık da iyiden iyiye galeyana geliyor. Sabaha kadar süren eğlence sonunda gelen hesap ise yüzleri güldürmeye devam ediyor. Eğlencenin hiç bitmediği şehirde bizim de hızımızı kesmeye hiç niyetimiz yok tabii. Benden yaşlı olduğunu düşündüğüm taksinin sürücüsüne Dedeman Princess Sofia’yı tarif etmeme gerek bile kalmıyor. Otele geldiğimizde kendimizi derhal casino’ya atıyoruz ve sabahın ilk ışıklarına kadar şansımızı denemeye devam ediyoruz. Bütün gece uyanık olmanın fiziksel götürüsüne, öğleden sonra Filibe’yi keşfedecek olmanın verdiği zihinsel yorgunluk da eklenince kendimi odada bulmam pek de şaşırtıcı olmuyor. Uykuya dalmadan önce Vitoşa Dağları’nın ardından yükselen güneşe ve Sofya’nın yemyeşil görüntüsüne bakarak aklımdan geçirdiğim tek şey ise her ne olursa olsun bu şehre sadece eğlence için yeniden dönmem gerektiği oluyor. Lively Night Life My stop; a popular nightclub located in one of the capital’s side streets. The loud music and screams of enjoyment seemed to be a proof that the fun factor in this venue was maxed out. I made my way down the stairs to the main door that I pushed open and then found myself in dark room with dim lighting. Along the bar people sipped there drinks and made their way to the dance floor; despite all the complications in their life they had all put on their best outfits and had very extreme hair and makeup. The girls that danced on the stage along to Bulgarian music that can be best described as a type of Arabesque, were truly beautiful and mesmerising . It seems that the national entertainment is drum shows, it was everywhere; while I ate, when I walked on the street and in really odd places. So again a drum show began in the club and as the mallet hit the drum the dancers got more and more excited. The fun that carried on till the early hours of the morning wasn’t tarnished by the bill. I had no intention of slowing down in the city where fun never ends. The cab driver that seemed older than me didn’t need any directions to the hotel. The moment I got back, I hit the casino and tried my luck till the dawn of the new day. It wasn’t surprising to find myself in the room before my excursion to Plovdiv following my night of partying, that had left me fairly exhausted. Before I fell asleep I watched the sun rise beyond the Vitosha Mountains brightening up the colour green surrounding Sofia and thought to myself; I need to come back here even if its just for the fun factor. 33 Nerede Kal›n›r? Dedeman Princess Sofia 131 Maria Luisa Cad. 1202 Sofya, Bulgaristan Tel: (359) 2 933 88 88 Bulgaristan’ın eğlence ve huzur vaat eden başkenti Sofya’nın en büyük oteli Dedeman Princess Sofia avantajlı konumu ile şehirde konaklamak için en ideal otel. Şehrin tek SPA merkezine sahip olan Dedeman Princess Sofia’da kapalı yüzme havuzundan çok çeşitli ve lezzetli yemeklere ev sahipliği yapan restoranlara, solaryumdan cilt ve vücut bakımına, serinletici kokteylleri yudumlayabileceğiniz barlardan sabaha kadar eğlencenin ara vermeden devam ettiği casino’ya kadar yok yok. Tam donanımlı toplantı odaları ile Bulgaristan Otelciler ve Restoranlar Birliği’nin 2009 Yılı En İyi Kongre Turizmi Ödülü’ne layık gördüğü Dedeman Princess Sofia 13’ü süit, 20’si bağlantılı olmak üzere tam 600 odaya sahip. Nasıl gidilir? Komşumuz Bulgaristan’ın başkenti Sofya’ya Türk Hava Yolları’nın tarifeli seferleri ile ulaşmak mümkün. TCDD’nin İstanbul-Sofya seferleri havayoluna oranla uzun sürse de nostaljik bir yolculuk yapmak isteyenler için biçilmiş kaftan. Where to stay... Dedeman Princess Sofia 131 Maria Luisa Str. 1202 Sofia, Bulgaria Tel: (359) 2 933 88 88 The biggest hotel in Sofia is the Dedeman Princess Sofia, and its location in the city is ideal. The hotel has an indoor swimming pool, a solarium, skin and body care centre and has the cities only SPA centre. The restaurants have a wide range of different foods, and the bars offer refreshing cocktails that you can relax with before you might make your way to the casino and play till the early hours of the morning. The hotel was also awarded the 2009 Years Best Congress Tourism award by the Bulgarian Hotel and Restaurant Association for their fully equipped conference rooms. Dedeman Princess Sofia has 13 suits, and 600 rooms (20 of which are connected). How to Get There? It is possible to travel to Bulgaria’s capital Sofia with Turkish Airlines’ scheduled flights. You could also choose to go İstanbul-Sofia via train, although it may take longer than a plane journey, it’s definitely the right choice for those who are looking for a journey of nostalgia. DQ 34 YEMEK-FOOD Bayram Sofrası Dining in Ramadan Önümüzde iki tane bayram var. Bayramı tatil fırsatı bilip kaçanlara inat Dedeman Gaziantep şefi Ali Coşar hazırladı, Murat Koç fotoğrafladı. There are two national holidays coming up. For those of you thinking of going away, Dedeman Gaziantep’s head chef Ali Coşar presents his special holiday menu, photographed by Murat Koç. 35 Bostane Salatası Bostane Salad Malzemeler 3 adet salatalık, 3 adet domates, 1 adet kuru soğan, ½ demet maydanoz, 3 adet yeşil biber, 1 çay kaşığı kırmızı pul biber, 1 tatlı kaşığı nar ekşisi Ingredients 3 cucumbers, 3 tomatoes, 1 onion, ½ bunch of parsley, 3 green peppers, 1 teaspoon of red pepper flakes, 1 dessert spoon of pomegranate molasses Hazırlanışı Bütün malzemeler mümkün olduğu kadar ince kıyılıp karıştırılır. Terbiyesi için; kuru nane, tuz, zeytinyağı, pul biber ve nar ekşisi ilave edip servise hazır hale getirilir. Directions All ingredients must be finely cut up. For the dressing, mix dry mint, salt, olive oil, red pepper flakes, pomegranate molasses and serve. serves 4 kişilik 36 Beyran Çorbası Beyran Soup Malzemeler 500 gr kuzu eti, 20 gr sarımsak, 20 gr pul biber, 10 gr karabiber, 100 gr tereyağı, 10 gr tuz, 50 gr pirinç Ingredients 500 gr. lamb, 20 gr. garlic, 20 gr. red pepper flakes, 10 gr. black pepper, 100 gr. butter, 10 gr. salt, 50 gr. rice Hazırlanışı Kuzu eti tencerede 1,5 saat haşlanır. Ayrı bir tencereye tereyağı koyulup, sarımsak kavrulur. Kuzu haşladığımız suyun içine pul biber ve karabiber ilave edilir. Pirinç yıkanıp içine ilave edilir. 15 dakika daha kaynatıp tuzu ilave edilir ve ateşten alınır. Didiklenmiş halde beklettiğimiz kuzu eti servis esnasında çorbanın içine atılır. Directions Boil the lamb for 1,5 hours. Melt the butter in another pan and braise the garlic. Into the meat water. Add the red pepper and black pepper into the water where the lamb is boiled. Then add the washed rice. Boil for 15 minutes, add salt and remove from heat. Add the meat to the soup and serve. Antep Usulü Kuru Dolma Malzemeler 4 adet kurutulmuş patlıcan, 4 adet kabak, 4 adet acur, 4 adet biber, 250 gr. pirinç, 2 adet orta boy kuru soğan, 8 diş sarımsak, 1 yemek kaşığı acı biber salçası, 1 çay bardağı zeytinyağı, 1 çay bardağı karabiber, 1 çay kaşığı limon tuzu (veya sumak ekşisi), 1 tatlı kaşığı tuz Hazırlanışı Pirinçler yıkanıp süzüldükten sonra kuru soğan ve sarımsak ince kıyılır ve pirinçlerin içine bütün malzemeler katılıp harç yapılır. Dolmalar kaynar suda 2 dakika haşlandıktan sonra hazırlanan harçla dolmalar doldurulur. Orta boy tencereye dolmalar dizilir, kaynadıktan sonra 1 saat daha kısık ateşte pişirilir ve servise hazır hale getirilir. serves 4 kişilik Antep Style Stuffed Peppers Ingredients 4 dried aubergine, 4 courgette, 4 gherkins, 4 peppers, 250 gr. rice, 2 medium sized onions, 8 cloves of garlic, 1 table spoon of spicy pepper paste, 1 tea glass of olive oil, 1 tea glass of black pepper, 1 tea glass of lemon essence (or sumac molasses), 1 dessert spoon of salt Directions Wash the rice then add the finely cut onions and garlic and all the other ingredients to the rice apart from the peppers and knead. Boil the peppers in hot water for 2 minutes then stuff with ingredients. Place the stuffed peppers in a medium sized pot, bring to the boil then cook on low heat for an hour, then serve. 37 serves 5 kişilik İçli Köfte Malzemeler 300 gr köftelik bulgur, 150 gr yağsız çekilmiş kıyma, 100 gr patates, 10 gr tuz, 10 gr irmik, 1 adet yumurta, 250 gr orta yağlı kıyma, 30 gr ceviz, 10 gr köfte baharatı, 200 gr kuru soğan Hazırlanışı Orta boy tencerenin içine köftelik bulgur, yağsız çekilmiş kıyma, haşlanmış patates, tuz, karabiber, irmik ve yumurta koyulup harmanlanır içine ılık su dökerek el yardımıyla çiğ köfte gibi yoğrulur. Diğer tarafta bir tencerede soğan ve kıyma kavrulur. Baharatlar ve ceviz ilave edilip ateşten alınır. Daha sonra yoğrulan ve harç kavrulan kıyma iki avuç arasında döndürülerek şekil verilir. İsteğe göre kızartılabilir veya haşlanıp servis edilebilir. 38 serves 4 kişilik Ekşili Taraklık Malzemeler 500 gr kuzu pirzola, 2 adet orta boy ayva, 3 adet domates, 3 adet kırmızıbiber, 10 gr limon tuzu, 50 gr tereyağı, 10 gr tuz, 3 adet dolmalık yeşilbiber, 1 adet orta boy soğan, 50 gr biber salçası Hazırlanışı Orta boy bir tencerede tereyağı koyulup pirzolalar önlü arkalı kızartılır. Etler tencereden alınıp ince doğranmış soğanlar konulur, biber salçası ilave edilir ve suyunu çekip etlerle birlikte kaynamaya bırakılır. Ortalama 45 dk kaynatılır. Daha sonra kuşbaşı şeklinde doğranan biber, domates ve ayvaları ilave edip 10 dk daha kaynatıp tuzunu ve limon tuzunu ilave edip ateşten alınır ve servise hazır hale getirilir. Crushed Wheat Meat Balls Ingredients 300 gr. crushed wheat for making meat ball, 150 gr. fat free mince, 100 gr. potatoes, 10 gr. salt, 10 gr. semolina, 1 egg, 250 gr. medium minced fat, 30 gr. walnuts, 10 gr. spices for meat balls, 200 gr. onion Directions Into a medium sized pan, place the crushed wheat fat free mince, boiled potatoes, salt, pepper, semolina and egg. Adding warm water, knead the ingredients using your hand. In another pan broil the onions and medium minced fat. Add the spices and walnuts and remove from heat. Add this to the other mixture and then roll into balls. You may fry or boil them and then serve. Sour Lamb with Quince Ingredients 500 gr. lamb chops 2 medium sized quince 3 tomatoes 3 red peppers 10 gr. of lemon essence 50 gr. butter 10 gr. salt 3 green peppers for stuffing 1 medium sized onion 50 gr. of pepper paste Directions Melt some butter in a medium pan and fry both sides of the chops. Remove the chops from the pan and place finely cut onions along with the pepper paste, allow them to cook then add the chops and leave to boil for approximately 45 minutes. Later on, add the diced peppers, tomatoes and quince and boil another 10 minutes. Add salt and lemon then remove from heat and serve. serves 4 kişilik Yoğurtlu Bayram Yuvarlaması Malzemeler 300 gr kuşbaşı kuzu, 300 gr süzme yoğurt, 300 gr çekilmiş pirinç (un haline gelecek), 100 gr nohut, 2 adet yumurta, 50 gr çekilmiş yağsız kıyma, 10 gr tuz, 10 gr kuru nane, 50 gr zeytinyağı Hazırlanışı Çekilmiş pirincin içine; tuz, yumurta, kıyma ve karabiberi atıp hafif sulandırılıp köfte gibi yoğrulur ve nohuttan daha küçük bir şekilde yuvarlanır. Ayrı bir tencerede bir gün önceden ıslatılmış nohut ve kuzu eti haşlanır. Piştikten sonra başka bir kap içinde yoğurt 1 adet yumurta sarısı ilave edilip çırpılır. Pişen et suyundan alıp yoğurdun içine bir su bardağı konur ve karıştırılır. Et ve nohutun piştiği suyun içine yoğurt ilave edilip 3- 5 dakika içinde ateşten alınır. Yuvarlanmış köfteler ayrı bir kapta kaynamış su içinde 3 dakika haşlandıktan sonra yemeğin içine atılır. Yağda yaktığımız nane köftelerin üzerinde gezdirildikten sonra yemeğimiz servise hazır hale getirilir. Yuvarlama Soup with Yoghurt Ingredients 300 gr. diced lamb, 300 gr. strained yoghurt, 300 gr. milled rice (like flour), 100 gr. chickpeas, 2 eggs, 50 gr. fat free mince, 10 gr. salt, 10 gr. dry mint, 50 gr. olive oil Directions Add the salt, eggs, mince and black pepper to the milled rice then add a little water and knead them into a small ball shape. In another pan, boil the chickpeas (soaked a day before) and the lamb. Once that’s cooked in a bowl add one egg yolk to the yogurt and whisk. Mix one glass of the boiled minced meat water to the yogurt. Add the yoghurt to the water that the meat and chickpeas are in and cook for 3-5 minutes, then remove from heat. Pour over the fried mint meat balls and serve. 39 40 serves 4 kişilik Pirpirim (Semiz Otu) Salatası Purslane Salad Malzemeler 1 demet semizotu, 3 tane domates, 1 tane kuru soğan 2 tane kırmızı biber Ingredients 1 bunch of purslane, 3 tomatoes, 1 onion, 2 red peppers Hazırlanışı Domateslerin kabukları soyulur ve ay şeklinde doğranır. Kırmızıbiber jülyen şeklinde doğranır ve soğan ile karıştırılır. Semizotları doğranır. Hepsi karıştırılır. Sos için nar ekşisi, zeytinyağı, limon suyu, tuz ve pulbiber eklenerek servis yapılır. Directions Peel off the tomato skins and cut them into half moons. Cut the red peppers julienne shape then mix them with the onions. Chop up the purslane. Mix it all together. For the dressings, mix pomegranate molasses, olive oil, lemon juice, salt, red pepper flakes and serve. serves 4 kişilik Dedeman Movlex Şelale Malzemeler 18 yumurta sarısı, 10 yumurta beyazı, 500 gr bitter kuvertür, 170 gr un, 250 gr toz şeker Hazırlanışı Yumurta beyazı ve şeker mikserde kar beyazı olana kadar çırpılır, kabaran yumurta beyazına yumurta sarısı ilave edilir ve 1 dakika karıştırıp, mikserden çıkan eritilmiş kuvertür ve tereyağını yumurtaya yedirdikten sonra unu da ilave edip el ile 1 dk çırpıp dinlenmeye bırakılır, yarım saat sonra tekrar çırpılır 210°C fırında 9 dakika pişirilerek dondurma ile birlikte sıcak olarak servis yapılır. Dedeman Movlex Fountain Ingredients 18 egg yolks, 10 egg whites, 500 gr. bitter couverture, 170 gr. flour, 250 gr. granulated sugar Directions Place the egg whites and sugar in a blender and blend till snow white. Then mix in the egg yolks and stir for a minute. Add the melted couveture to the eggs, once combined add the flour and whisk for a minute and allow it to stand for half an hour. Whisk again then place into the pre-heated oven at 210°C for 9 minutes. Serve hot with ice cream. 41 DQ 42 KENT-CITY Kaçkarların yeşil-kara kucağı insanda yükseklik sarhoşluğu, oksijen sersemliği ve özgürlük hissi yaratıyor. Rize’nin yayla hayatı yazın sonbahara karıştığı tarihlerde en güzel günlerini yaşıyor… Doğu Karadeniz’in yeşili Rize The green zone of East Karadeniz The Kaçkar Mountains, due to their height create a light headedness from the immense oxygen overload and a sense of endless freedom. As summer enters into autumn, the high plateau’s in Rize enter their most beautiful time of year. YAZI-BY GÜNEŞ FINDIKO⁄LU 43 Y 44 azın sonbahara döndüğü tarihlerde, şehri, gürültüyü, zorlukları, tasaları arkanızda bırakıp yol alın Rize’ye doğru. Mevsim dönümünün sıcak esintisi yüzünüze çarpsın, Karadeniz’in sahil yolunda ilerlerken yorulduğunuz yerde bir köy çeşmesinden durmamacasına akan buz gibi sudan için. Doğu Karadeniz’in bu bereketli toprakları içinize sonsuzluk, dinginlik ve huzur aşılasın. Rize demek Kaçkarlar demek ve Kaçkarların eteklerinde; Çamlıhemşin, Hemşin ve İkizdere ilçelerinde yer alan yaylalar, iyi korunmuş özgün mimarili evleriyle bulutların ötesinde bir hayat sunuyor. Bu yaylalardan Ayder, Aşağı-Yukarı Kavron ve Anzer turizm merkezleri ilan edilmiş. Fauna açısından da zengin olan Kaçkar Dağları’nda yüksekliği otuz-kırk metreyi bulan ağaçlar heybetli birer anıt gibi. Doğa renklerini öyle güzel sunmuş ki, sizi sarıp sarmalıyor, hüznü alıp götürmek için bir araya gelmiş sanki her şey. Zümrüt yeşili, papatya sarısı, menevişli çiçeklerin çeşit çeşit renkleri. Yenilendiğinizi duyumsuyorsunuz. Ayder Yaylası ile sahil şeridi arasında tek yerleşim yeri olan Çamlıhemşin’de kadınlar renk renk giysileri içinde salınıyor. Çocuklar tezgâhları başında yöreye ait dokuma kumaşlarını, hediyelik eşyalarını ve yörenin meşhur balını sunuyor. Çamlıhemşin’den çıktıktan sonra Ayder Yaylası’na ulaşmak yirmi dakika. Yol kenarında elinde tartısıyla dut, elma, armut kurusu satan çocuklar size bakıyorlar cin gibi gözlerle. Buralarda dağların başı dumanlı. Sık sık yağmur yağıyor; güneş bir görünüp bir kayboluyor. İçinize çektiğiniz mis gibi havası, billur gibi berrak su kaynakları, yamaçlardaki çimenlikler arasında yer alan eski ahşap evleri, yemyeşil çayırları ile insana huzur veren sakin bir doğa parçası Ayder. 45 T he Kaçkar Mountains, due to their height create a light headedness from the immense oxygen overload and a sense of endless freedom. As summer enters into autumn, the high plateau’s in rize enter their most beautiful time of year. When summer gives way to autumn, close the door on the city, the noise, the difficulties, troubles and make your way to Rize. Let the warm breeze of seasonal change brush over your face and if you get tired as you make your way along the Karadeniz shoreline, why not stop and drink the ice cold water that flows endlessly from the village fountain. Allow the rich land of Eastern Karadeniz to deliver an endless supply of serenity to your soul. When you think of Rize, you need to think of the Kaçkar Mountains and the surroundings; such as the uniquely built houses on the high plateaus located within Çamlıhemşin, Hemşin and İkizdere. The main touristic plateaus are Ayder, AşağıYukarı, Kavron and Anzer. The Kaçkar Mountains that are approximately thirty to forty meters high are hosts to a rich fauna that live among the monumental trees. The colors of nature all harmoniously blend into one another here, causing any sad or bad thoughts to disappear. You don’t realize you’re almost immediately revitalized as colors such as emerald green, daisy yellow and a wide spread bloom of different colored flowers surround you. The only settlement located between the Ayder Plateau and shore line is Çamlıhemşin. Where the women dress in an array of colors, the children stand by their stalls presenting gift articles and the famous honey and textiles of that region. 46 1358 metre yükseklikteki Ayder yaylası Karadeniz yaylalarının en meşhurlarından. Milli Park Sahası içinde olmakla birlikte yeni yeni gelişmekte olan bir yerleşim birimi. Ayder’i şifa yaylası olarak tanımlanmasını sağlayan özellikleri; Havası, suyu, kaplıcası ve balı. Ayder balının en önemli özelliği tamamen doğal olması. Ayder balını elde etmek için yöre halkı, tahta kovanları iplerle yüksek çam ağaçlarının tepesine çekiyor ve orada bırakıyorlar. Kafkas orman güllerinden polen alan arılar da işte, burada tamamen doğal ortamlarında meşhur Ayder balını yapıyorlar. Balı, ilk bakışta diğer ballardan ayıran özelliği rengi. Klasik bal renginden daha açık üstelik de berrak değil mum gibi bulanık bir rengi var. Bu balın balmumu, ağızda hemen eriyecek kadar yumuşak. Kaplıca ise yerli ve yabancı turistlerce en çok ilgi gören yerlerden biri. Gün boyu ziyaretçi akınına uğruyor. Kaplıca suları iki yüz altmış metre derinlikten çıkıyor, elli derece olarak banyolara ve havuza veriliyor. Romatizmal rahatsızlıklar başta olmak üzere, sindirim sistemi, dolaşım sistemi hastalıkları, üreme organları ve idrar yolları hastalıklarının tedavisine yardımcı olduğu belirtiliyor. Ayrıca cilt hastalıklarının tedavisinde de şifa dağıtmaya devam ediyor. Sal yaylasının akıldan kolay kolay silinemeyecek tüm Kaçkarları kucaklayan eşsiz manzarası sonrasında 2000 metrede güneşin batışını izlemek gibisi yok! From Çamlıhemşin it takes twenty minutes to the Ayder plateau. Along the road you’ll catch the gaze of children selling mulberry’s, apples and dried pears. In this region the mountain tops are smoky, it often rains and the sun comes and goes. Ayder is a place where you inhale pure fresh air; drink crystal clear water from fountains and visit old wooden houses located on the hillside pastures. In short, Ayder is a part of nature giving visitors and locals a place of tranquility. The 1358 meter high Ayder plateau is the most popular one in Karadeniz. As well as being in the National Park Area it is also a settlement that is under development. The Ayder plateau is known as the plateau of healing because of its air, water, Kaplıca springs and honey. The most important thing about the Ayder honey is that it is completely natural. The way the locals produce this special honey is by hoisting the wooden hives up into pine trees and leaving them there. Then the bees that collect the pollen from the Caucasian forest roses create the honey in a completely natural untouched environment. The first thing to distinguish the honey from the others is its color, compared to the classic honey color it’s a lot lighter and rather than clear it’s cloudy, a little candle like. The beeswax of this honey has a melt in the mouth softness. The Kaplıca springs with endless visitors every day, is the most popular spot visited by local and foreign tourists. The Kaplıca water comes from 260 meters under the surface and then is given out to baths and pool at fifty degrees. It is said to have therapeutic benefits for illnesses such as rheumatism, the digestive, circulative, reproductive systems and urinary tract infections. It also has huge benefits for skin conditions. 47 Yeryüzü cenneti yaylalar 48 Ayder civarındaki diğer yaylaların çoğunun ismi Trabzon Rum İmparatorluğu’ndan kalma: Elevit, Tirevit, Palovit, Pokut, Avusor, Çaymakçur… Böyle gidiyor. Her biri birbirinden güzel, çıkışı birbirinden çetin, üzerinde yüzlerce çeşit yabani çiçek ve ağaç barındıran birer tepsi. Pokut yaylası, Kaçkarlar üzerindeki yaylaların en güzeli. Bozulmamışlığı, bitki örtüsü ve genişliğiyle çok etkileyici. Tipik yayla hayatını barındırıyor; yayla evleri eski haliyle kalmış ve Çamlıhemşinliler hâlâ yazları bu evleri kullanıyor. Pokut sırtının güney yamacına kurulmuş yayla evleri, zaman zaman Ayder vadisine biriken pus sayesinde bulutların üzerine dizilmiş inci tanelerini andırıyor. Daha ufak ve engebeli olmakla birlikte en az Pokut ve Palovit kadar enfes olan Avusor yaylasında da 50’ye yakın taş ev var. Sapsarı saçlı kız çocukları yüzleri gözleri çamur içinde yaylanın dağa sırtını vermiş noktasında yuvarlanıp koşuşturuyorlar. Pokut yaylası inişinde, Çamlıhemşin merkezden 10 dakikalık mesafedeki The plateaus, heaven upon earth Most of the plateaus surrounding Ayder have names that belong to the Trabzon Romanian Empire. Some of them are: Elevit, Tirevit, Palovit, Pokut, Avusor, Çaymakçur… The beauty of each, over shines the previous, the way-up for each is just as difficult as the previous and each one is completely covered in a hundred different types of wild flowers and trees. The Pokut plateau upon the Kaçkar Mountains is the most beautiful plateau, with its untouched bed of lush greenery and size it’s extremely impressive. It is the perfect representation of plateau life; the houses upon it are untouched and as they first were, the residents of Çamlıhemşin still go and stay in them during the summer months. The houses that have been built to the south of the Pokut plateau resemble pearls sitting on clouds due to the mist created in the Ayder valley. The Avusor plateau, although smaller and a little rougher compared to Pokut and Palovit, is still just as breath taking and has approximately 50 stone houses. Little girls with golden locks run around the plateau covered in 49 50 Makrevis (Konaklar) Köyü’ne uğramak bu coğrafyada yapılacak turun önemli bir parçası. Makrevis’te Karadeniz yöresinin en muhteşem 10-15 taş ve ahşap konağı var. Hepsi en az 100 yıllık. Rize’nin üzerinde rafting yapılan en deli deresi Fırtına Deresi’nin ayırdığı bir vadinin sarp yamaçlarına kurulmuş muhteşem evler, masallardaki gibi. Fırtına Deresi’nin “Çat” tabelaları yönünde takip edince de Zilkale çıkıyor insanın karşısına. Yıkık dökük, yorgun argın haline rağmen büyüleyici. Fırtına vadisi üzerinde bir geçide hakim, bir tepeciğin üzerine konmuş; o tepeler ve yeşillikler arasında bir başına... Kimlerden kalmış, hangi devirde yapılmış kestirilemiyor, fikirler var. Bir bilinense Osmanlı, buralara sahip olduğunda adı Kale-i Zir adıyla askeri üs yapmış. “Zilkale” ismi fonetik çağrışımlar yaşayıp bugüne oradan gelmiş. Kaleyi geçtikten sonra bir yarım saatlik sürüşle Palovit şelalesi, Palovit yaylası ve Fırtına deresini besleyen Kaçkar güzeli Palovit deresine çıkan yol başlıyor. Oldukça bozuk olan yol altında 4x4 arabası olmayanlar için imkansız; 4x4’lülerse 1,5 – 2 saatlik haşin bir parkuru göze alıp çıkıyorlar; bol direksiyon kırmalı, eğimli, başınızı bol bol arabanın tavanına vurduğunuz bir deli yol. mud getting up to mischief. While descending the Pokut plateau, one necessary stop during this journey is at the Makrevis village located 10 minutes from the center of Çamlıhemşin. Makrevis is home to ten\fifteen amazing stone and wooden mansions that are at least a hundred year old. Rize’s most intense creek known as Fırtına Creek hosts to rafting and is surrounded by amazing fairytale like houses that have been built along the hillside. If you follow the signs for “Çat” along the Fırtına Creek you will be led to Zilkale (castle). Although fairly run down it is still mesmerizing. Nobody knows when or by whom the castle that sits upon a hill, all by itself surrounded by greenery was built by…how ever there are theories. One theory is that when the Ottomans took this land they made this structure into a military base and named it Kale-i Zir. The name “Zilkale” is a deviation of the original name. Thirty minutes after the castle you will come to the Palovit waterfall, Palovit plateau and the Palovit creek that feeds into the Fırtına Creek. The road that is a pretty bumpy ride is impossible to drive along without a 4x4. Those with a 4x4 need to be prepared for a 1,5 – 2 hour rough ride that includes a lot of intense steering, inclines and the banging of heads against the car roof. Nerede Kal›n›r? Dedeman Rize Ali Paşa Koyu, Rize Tel: +90 (464) 223 44 44 Tüm bu yorucu ama keşif duygunuzu tatmin edecek harika yaylalar ve Rize’nin diğer güzelliklrini keşfetmek için bu yeşil şehre geldiğinizde, size Dedeman Rize ev sahipliği yapıyor. Dedeman Rize, hem Rize’yi, hem de etrafı keşfetmek için harika lokasyonu ise “Geleneksel Dedeman Misafirperverliği”ni Rize’ye taşıyor. Trabzon Havaalanı’na 70 km, otogara 4.5 km uzaklıkta olan otel, deniz kenarındaki konumuyla Karadeniz otoyolu yanında yer alıyor ve denize nazır odalarında misafirlerine keyifli bir tatil sunuyor. Nasıl gidilir? Karadeniz’in incisi Rize’ye Türk Hava Yolları’nın tarifeli seferleriyle ulaşmak mümkün. İstanbul’a 1155, Ankara’ya 839, İzmir’e ise 1421 km. uzaklıkta olan Rize’ye şahsi otomobili ile gitmek isteyenler İstanbul-Samsun-Trabzon bağlantılı feribot seferlerini kullanabilir. Where to stay... Dedeman Rize Ali Paşa Koyu, Rize Tel: +90 (464) 223 44 44 When you come to Rize to discover the beautiful plateaus and their hidden delights, Dedeman Rize will be ready and waiting to make you feel at home. Dedeman Rize has brought their “Traditional Dedeman Hospitality” to Rize and their location is ideal for exploring Rize and its surroundings. The hotel is 70km from Trabzon Airport, 4.5 km away from the bus station and has easy access to the motorway. The hotel is on the sea shore and has sea view room’s ideal for a relaxing holiday. How to get there... You can fly to Rize with Turkish Airlines. Or for those of you who would like to drive, the distance is approximately 1155 km to Istanbul, 839 km to Ankara and 1421 km to Izmir. There is also an Istanbul-Samsun-Trabzon ferryboat service that you may wish to use. 51 Güz Güzeli Autumn Allure 52 EN GÜZEL SONBAHARLARIN YAŞANDIĞI ANKARA’DA, YENİ SEZONUN GÖZDELERİ KARŞINIZDA! THE LATEST TRENDS FOR THE NEW SEASON PRESENTED IN THE CITY OF AUTUMN; ANKARA FOTO⁄RAF-PHOTOGRAPHY: ALİ YAVUZ ATA STYLING MEHL‹KA AYDO⁄AN SAÇ/MAKYAJ - HAIR/MAKE-UP: GEORGINA BILLINGTON MODEL: NEW MODELS / MARIANNA MEKAN/LOCATION DEDEMAN ANKARA HOTEL 53 YELEK-JACKET KOTON, T-SHIRT -T-SHIRT İPEKYOL. YELEK-JACKET TWIST, T-SHIRT -T-SHIRT MANGO, AYAKKABI -SHOES NINE WEST. 54 55 T-SHIRT ZARA, ASKI-BRACE TOP SHOP, JEAN DIESEL. BLUZ-SHIRT ZEYNEP ERDOĞAN, JEAN DIESEL. 56 CEKET-JACKET ZARA, JEAN LEVIS. ELBİSE-DRESS TOP SHOP. 57 58 TULUM-BOILERSUIT RANDOM. BLUZ-SHIRT BIL STORE. 59 60 61 Nerede Kal›n›r? Dedeman Ankara Akay Cad. Büklüm Sok. No: 1 06660 Ankara Tel: (0312) 416 88 00 Başkentte konaklama denince akla ilk gelen isim Dedeman Ankara. Dedeman Otelleri’nin ilk göz ağrısı olan otel avantajlı konumu ile dikkat çekiyor. 268 standart oda, 13 club oda, 8 corner süit, 2 junior süit, 6 deluxe süit, 1 queen süit, 1 king süit, engellilere özel 2 odaya sahip olan Dedeman Ankara’da erken check– in imkânı, hızlı check– out imkanı, geç check-out imkanı, 24 saat oda servisi, kuru temizleme servisi, çamaşır servisi, resepsiyonda kasa, kuaför, mesaj servisi, uyandırma servisi, bagaj odası, kapalı otopark, döviz bozdurma, ücretsiz kablosuz internet, güvenlik kamera sistemi, lostra ve oto kiralama gibi hizmetler misafirlerin rahatı için düşünülmüş. Önemli toplantı ve organizasyonlar için 5 salonla hizmet veren Dedeman Ankara, Türk ve dünya mutfağının en seçkin lezzetlerinin buluştuğu Safir Restaurant’a da ev sahipliği yapıyor. Where to stay... Dedeman Ankara Akay Cad. Büklüm Sok. No: 1 06660 Ankara Tel: (0312) 416 88 00 DERİ CEKETLEATHER JACKET PRADA. PANTOLONTROUSERS RANDOM. One of the first places to come to mind concerning accommodation in Ankara is the Dedeman Ankara. The very first hotel of the Dedeman Hotel’s, gathers interest due to its ideal location. The Dedeman Ankara has 268 standard rooms, 13 club rooms, 8 corner suits, 6 deluxe suits, 1 queen suit, 1 king suit and 2 special disabled rooms as well as the possibility of early check-in, express check-out. All types of facilities and details have been thought for your comfort; 24 hour room service, dry cleaning service, laundry, safety deposit box at reception, hairdresser, massage service, wakeup service, baggage room, indoor parking, foreign currency cashier, free wireless internet, security camera system, shoe-polish and a car rental service. The Dedeman Ankara also has 5 room’s ideal for important meetings and organizations; the hotel’s restaurant ‘Safir Restaurant’ is just as ideal with its wide selection of Turkish and world cuisine. DQ 62 RÖPORTAJ-INTERVIEW Keyifli Dedeman Antalya Hikâyeleri Hem iş hem de tatil amacıyla ziyaret edilen Dedeman Antalya Hotel & Convention Center yenilenen odaları ve hizmet kalitesiyle rakiplerinden hep bir adım önde. Gelişmeleri Otel Genel Müdürü R. Orhan Koral anlatıyor. Unforgettable Dedeman Antalya Experiences A place of work and play, Dedeman Antalya Hotel & Convention Center has recently undergone positive changes like updating rooms and their quality of service, allowing them to be one step ahead of their opponents. Hotel General Manager R. Orhan Koral tells us about the developments. B ölgenizde Dedeman markası ile iki otel hizmet veriyor. Bu durumu avantajlı buluyor musunuz, nasıl değerlendirirsiniz? Dedeman’ın iki markasının Antalya’da hizmet veriyor olmasını son derece avantajlı buluyorum. Dedeman Antalya Hotel & Convention Center 1989 yılından bugüne Antalya’da turizm sektörünün lokomotifi olmuştur. Gerek Antalya‘nın bu bölgesinin şehir olarak gelişimine sağladığı katkı, gerekse klasik otelcilik anlayışının bölgeye yerleşmesinde önemli bir rol oynaması ile son derece önemli bir konumdadır. Öncelikle Dedeman Antalya’ya anex otel olarak açılan, daha sonra zincirin ayrı bir oteli olarak hizmet vermeye başlayan Dedeman Park Antalya‘da odalarının kullanışlılığı, tüm odalarının deniz manzarasına hakim olması ve Dedeman Park Antalya’nın konuklarının Dedeman Antalya‘nın imkanlarından faydalanabiliyor olması nedeni ile konuklarımız tarafından tercih edilmektedir. Park Antalya‘nın kısıtlı servis hizmeti veren 3 yıldız statüsünde olması, özellikle yapılan büyük çaplı organizasyonlarda grupların bu tarz otel ihtiyaçlarına da cevap verebiliyor olması nedeni ile her iki otelimize son derece avantaj sağlamaktadır. Yaz turizmi geçirdiğimiz krizden sonra bu yıl nasıl bir seyir gösteriyor? Bu sene, geçtiğimiz senenin aynı dönemine oranla daha iyi bir durumda olduğumuzu söyleyebilirim. Genel olarak turizm sektörüne baktığımızda da yılın ilk altı ayında turist sayısında %10’luk bir artış söz konusu. Bu olumlu gelişme bize de olumlu yansıyor. Otelimiz 2010 yılının ilk 7 ayında, geçen seneye oranla % 15 gelir artışı göstermiştir. Bu artışta kış döneminde Avrupa Pazarı ile yapılan çalışmaların olumlu yansımaları söz konusudur. Yüksek sezonda ise Orta Doğu Pazarı ile yapılan çalışmalar doluluk ve gelirde etkili olmaktadır. Aynı zamanda 2009-2010 döneminde yeni uçuş ekiplerinin de otelimizin konumu ve altyapısından dolayı bizi tercih etmelerinden dolayı bu segmentte şu anda 2009’a göre %124 gelir artışı sağlamış bulunmaktayız. Antalya’nın oteller bölgesi olduğunu biliyoruz. Peki, siz diğer oteller arasından sıyrılmak için ne gibi bir strateji belirlediniz? Diğer otelleri, %95’lik kısmının tur operatörleriyle çalışmalarından ve şehir otelciliği yapmamalarından dolayı kendimize rakip olarak görmüyoruz. Bizim profilimizin içinde şirketler, hava yolları ve internet satışları ile tatil yapan münferit konuklar da olduğu için bu konuklarımızın beklentilerine cevap verecek, Antalya‘da trend setter olacak uygulamalara imza atmak için projeler üretiyor ve uyguluyoruz. Şehir içindeki konumumuzdan dolayı konuklarımıza sunacağımız servisler ve memnuniyet derecesi I n your region there are two Dedeman hotels open. How do you assess this situation? Is this an advantage for you? I find having two Dedeman hotels in Antalya a huge advantage. Since 1989 Dedeman Antalya Hotel & Convention Center has been the engine of the tourism sector in Antalya. Its position in Antalya is very important due to its support in developing the city in this part of Antalya and its impact and crucial role of classic hotel trade settling in the area. Another point is that the Dedeman Park Antalya that is sister hotel of Dedeman Antalya and has very conventional sea view rooms and the guests staying at the Dedeman Park Antalya can take advantage of the facilities at Dedeman Antalya leaving our guests extremely happy. This merging presents a huge advantage in situations where for example guests are staying at Park Antalya which is a three star hotel that naturally has certain limitation that can be solved through Dedeman Antalya. How is the summer tourism doing this year following the economical crisis? I can say that compared to last year we are in a much better situation. When we look at the first six months of this year, there was a 10% rise in tourism. This positive development also reflects positively on us. Our hotel in the first 7 months of 2010 saw a 15% income rise. The work put into the European market during the winter months did have an effect on this rise. The work put in to the market of the Middle East during high season has had a huge impact on the occupancy rate and rise in income. Also during the 2009-2010 periods due to our hotels location and foundation, flight crews preferred us, striking up a 124% rise in income compared to 2009. 63 64 Emsalsiz Misafir Deneyimi Projesi’ne çok önem veriyoruz. Konuklarımızın Dedeman Antalya‘dan ayrıldıktan sonra anlatacakları hikayeleri olması ve otelimize tekrar gelmelerini sağlamak için her gün farklı projeler, dokunuşlar düşünüyor ve uyguluyoruz. çok önemli, aksi takdirde alternatif otel ve mekânları konuklarımız kolaylıkla tercih edebilirler. Konuklarımıza otelimizde unutamayacakları deneyimler yaşatmak için özel uygulamalar yapıyoruz. Bu anlamda zincirimize bağlı tüm otellerde uygulanmaya başlayan “Emsalsiz Misafir Deneyimi Projesi”ne çok önem veriyoruz. Konuklarımızın Dedeman Antalya’dan ayrıldıktan sonra anlatacakları hikayeleri olması ve otelimize tekrar gelmelerini sağlamak için her gün farklı projeler, dokunuşlar düşünüyor ve uyguluyoruz. İyi ilişki içinde olduğumuz firmaların sahipleri ve yöneticileri ile diyaloglarımızı son derece sıkı tutuyoruz. Onlara her ay düzenlediğimiz özel gecemiz ile hem otelimizin aktivitelerini, ünitelerini tanıtıyoruz hem de sektördeki ve piyasalardaki gelişmeleri paylaşma imkanı buluyoruz. Sıcak ilişkilerimizin devamlılığını, düzenlediğimiz keyifli gecelerle kalıcı dostluklara çevirmeyi amaçlıyoruz. Otelinizin belli katları yenilendi. Bu yenilik konuklarınız tarafından nasıl karşılandı? Konuklarımıza daha iyi hizmet verebilmek için otelimizin 2. ve 3. katlarındaki odalarımızda yenileme çalışmaları yaptık. 1. katımızın yenilenmesi kısa bir süre önce tamamlanmıştı. 2 ve 3. katlarımızda bulunan 100 standart odamız ile 8 süit odamız günümüz insanlarının konfor beklentilerine cevap verebilecek teknoloji ve Akdeniz‘in renkleri ile minimalist tarzda dekore edilerek, konuklarımızın hizmetine sunuldu. Yenilenen odalarımız konuklarımız tarafından beğeni ile karşılanıyor. We know Antalya is a region full of hotels. What kind of strategy have you developed to get ahead of other hotels? We don’t feel we have any opponents because 95% of the other hotels are working with tour operators and are not structured as a city hotel. However, we are aware that there are certain guests that travel via companies, airlines and online tourism that have certain expectations that we make sure we can accommodate, so we form different projects that will are trendsetting enforcements in Antalya. The level of service and customer satisfaction is extremely important due to our location in the city, otherwise we will gladly recommend alternative hotels and venues to our guests. We have certain practices to ensure that our guests have unforgettable experiences in our hotel. Parallel to this, we take the new “Unique Guest Experience Project” that has begun in all of the Dedeman Hotels very seriously. We are constantly thinking up new projects and adjustments to ensure that when our guests leave Dedeman Antalya they have stories to tell and will return once again. We keep our acquaintances with company owners and directors very tight. We invite them to monthly organized evenings in which we present out hotels new activities, units and we find the possibility of discussing the developments in the sector and market. Through our enjoyable evenings we aim to change our warm acquaintances into lasting friendships. Certain floors of your hotel have been renewed. How your guests reacted to the renewal? In order to give our guests better service we have renewed the rooms upon the 2nd and 3rd floors of our hotel. The renewal of our first floor had been completed a little while ago. The one hundred standard rooms and 8 suits on the 2nd and 3rd floors now have every comfort and technology necessary for a Antalya sadece yazın değil, tüm mevsimlerde yoğun olan bir bölge. Bu oteldeki doluluk oranına da yansıyor mu? Bu konuda neler söylemek istersiniz? Yaz sezonu dışında da özellikle kongre ve toplantı turizmi daha fazla ağırlık kazanıyor. Bu hareketlilik elbette ki bizim otelimizin doluluk oranlarını olumlu yönde etkilemekte. Antalya’nın fuar organizasyonlarını yapan Anfaş Fuarcılık şirketinin kurucu üyesi olma sıfatı ile bu fuarlarda önerilen otel konumundayız, ayrıca da münferit fuar katılımcılarının tercih ettiği otellerden biriyiz. Konuk profiliniz hakkında neler söyleyebilirsiniz? Daha çok iş adamları mı tercih ediyor yoksa tatilini geçirmek isteyen aileler mi? Otelimiz aynı zamanda bir kongre merkezi olduğundan dolayı her iki kesimden de önemli sayıda konuk ağırlıyoruz. Konuk profilimizin oranları yılın farklı zamanlarına göre değişiklik göstermektedir. Yaz dönemi azalmakla birlikte yılın tüm dönemi seyahat eden şirket konuklarımızı ağırlıyoruz. Kış döneminde Türk konuklarımıza ek olarak Avrupa pazarı, yaz döneminde de Türk ve Orta Doğu pazarı konuklarımıza ağırlıklı olarak hizmet veriyoruz. person of today as well as being decorated in Mediterranean colors. Our brand new rooms have been positively received by our guests. It’s a region that’s not only busy during the summer, but busy every season. Does this also reflect on the occupancy rate of the hotel? What could you say about this? Apart from the summer tourism, congress and conference tourism is also very dominant. This activity naturally has a positive effect on the occupancy rate. We are one of the recommended hotels during Antalya expos organized by Anfaş Fuarcılık as well as being a preferred choice of the expo participants. What can you say about your guest profile? Are there more businessmen or families coming for a holiday? The fact that our hotel is also a congress center means we get a very large number of guests from both sides. The percentage of each guest profile tends to change according to the time of year. As the summer months begin to wrap-up we begin to play host to guests travelling on business. During the winter season we have a lot of Turkish and European guests and in the summer season we have a large number of Turkish and Middle Eastern guests. Önümüzdeki dönem hedefleriniz neler? Yakın gelecekte odalarda başlattığımız yenileme çalışmalarımızı tüm otele yaymak ve en kısa sürede tamamlamak arzusundayız. Konuklarımıza otelimizde emsalsiz deneyimler yaşatacak uygulamalarımıza devam ederek, anlatacak bir çok Dedeman Antalya hikayeleri ile dolu, keyifli konaklama geçirmiş konuklarımızın sayısını arttırmayı hedefliyoruz. Günümüz insanlarının beklentilerine cevap veren, fark yaratan otel olmaya devam etmek arzusundayız. What are your aims for the upcoming period? In the near future we hope to carry the renewals from the rooms to the rest of the hotel and get it done as quickly as possible. We aim to raise the number of guests that will have unique and special experiences here at Dedeman Antalya and will leave taking great stories of what an unforgettable time they had here. We hope to carry on being a hotel that answers the expectations of the people of today and does everything in distinction. We take the new “Unique Guest Experience Project” that has begun in all of the Dedeman Hotels very seriously. We are constantly thinking up new projects and adjustments to ensure that when our guests leave Dedeman Antalya they have stories to tell and will return once again. 65 { DQ 66 { Sanat Günlüğü KÜLTÜR&SANAT-CULTURE&ART İstanbul’da bu sezon Yaz bitti; güneş yorgunluğuyla gevşeyen bünyeler şimdi kültür sanat sahnesinin onlar için hazırladığı taze işleri takip etmeye hazır! Gün, yazın bitmesi ile basan hüznü, şehrin canlanması ile bertaraf etme günü! Bu sene hangi müzisyenlerle tempo tutup, hangi tiyatro salonlarını ve galerileri arşınlayacağımıza bakalım... This season in Istanbul Summer is over; the relaxed, sun kissed bodies are now ready to sink their teeth into the brand new excitement that the art & culture scene has in store for them! Let’s see what musicians will have you stamping your feet and which theatres and galleries you’ll be exploring… YAZI-BY GÖKÇE NÂMI • Evin Sanat Galerisi, MSÜ’nün önemli hocalarının işlerine düzenli olarak ev sahibi olması, genç kuşağı ihmal etmemesi ve tabii ki özellikle sanat sahnesine yeni çıkanlar için büyük önem taşıyan Nuri İyem Resim Ödülleri ile Bebek’teki galeriler arasında öne çıkan bir adres. Galerinin önümüzdeki sezon görünen işlerinden ilki Mehmet Aksoy Heykel Sergisi. Mehmet Aksoy, şamanlardan kibeleye, insan çeşitlemelerinden mitolojiye farklı betimleriyle tanınan uluslararası bir isim; işleri, 23 Eylül ile 20 Kasım arasında Evin Sanat’ta. MSÜ’nün ekol yaratan hocalarından Neş’e Erdok ise resimleriyle 2 Aralık 8 Ocak arası galeride. Evin Sanat Galerisi www.evin-art.com; (0212) 265 81 58; Bebek Deresi Sokak 13, Bebek - İstanbul • Geçen sezonun en iyi sergilerinden biri olan Kaotik Metamorfoz ile akıllara kazınan Proje4L/ Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi, bu sezon kapılarını ‘Proje Odaları Sergisi’ ile açıyor. Proje Odaları etkinliği kapsamında genç sanatçı ve küratörleri desteklemek amacıyla müzenin ikinci projesi gerçekleştirilecek. İtalyan küratör Elena Forin tarafından düzenlenen, İtalya’nın yükselen sanatçılarından Giovanni Ozzola ve genç Türk sanatçılarının işlerinden oluşacak proje, 16 Eylül20 Ekim tarihleri arasında takip edilebilir. 2001 yılından itibaren sanatçılar için üretim, sergileme ve uluslararası sanat dünyasına açılma desteği sağlamayı amaçlayan Proje4L, müze bünyesindeki ‘Açık Arşiv Odası’ etkinliğiyle tüm sanatçıların bıraktıkları portfolyoları gerek Türk, gerek yabancı koleksiyonerler, küratörler, galericiler, müzeciler, yazarlar ve araştırmacılara açık tutarak sanatçılara fırsatlar yaratmayı amaç ediniyor. Proje4L/Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi 0212) 290 25 25; Meydan Sokak Beybi Giz Plaza B Blok 34398 Maslak İstanbul • Şimdi yönümüzü Galeri Artist’in Çukurcuma’daki yerine çevirelim. Galerinin bu yılki sergi takvimi Recep Batuk’un ‘Sonunda Enerjin Yerine Geldi Mi?’ sergisiyle başlıyor. 18 Eylül - 6 Ekim arası açık olacak olan sergiyle Batuk’un akademik kuralları alt üst eden alaycı ve renk zengini işleri izlenebilir. Bir sonraki sergi 7 Ekim – 22 Ekim arasında izlenecek olan Olça Tansuk ve Ayşe Domeniconi’nin karma sergisi. Bunu 23 Ekim - 10 Kasım arası Ayla Aksoyoğlu’nun işleri takip ediyor. 11 Kasım - 1 Aralık arası figüratif anlatımlarıyla yeni neslin beğenilen heykel sanatçılarından biri olan Kaan Küley. Galeride daha sonra resimleriyle 2 Aralık - { { The art diary • The Evin Sanat Galerisi is a gallery in Bebek that has become quite well known due to its wide range of activities such as exhibitions for important Mimar Sinan University professor’s, as well as supporting budding artists and is also the host of the Nuri İyem Art Awards that is of a huge importance for new comers to the art scene. Here are the upcoming exhibitions for this season: Mehmet Aksoy Sculpture Exhibition. Mehmet Aksoy is an internationally acclaimed name that deals with imagery from shamans to Cybele, various human forms to mythology. The exhibition will take place from September 23rd to November 20th at the Evin Sanat Galerisi, followed by Mimar Sinan University professor Neşe Erdok’s paintings from December 2nd to Januray 8th. Evin Sanat Galerisi www.evin-art.com; (0212) 265 81 58; Bebek Deresi Sokak 13, Bebek - İstanbul • Proje4L/Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi had one of the best exhibitions of last season Kaotik Metamorfoz (Chaotic Metamorphosis). This season it opens up with ‘Proje Odaları Sergisi’. Proje Odaları has been created as a second project space by the museum in order to support young artists and curators. The project setup by Italian curator Elena Forin will feature upcoming artist Giovanni Ozzola from Italy and certain young Turkish artists and will be running September 16th to October 20th. Since it was founded in 2001 Proje4L has provided a platform on which artists received the support necessary for expanding and entering the International art scene. Another feature of the museum is the ‘Açık Arşiv Odaları’ (Open Archive Rooms), which is open to Turkish and foreign collectors, curators, gallery owners, museum curators, writers and researchers which features the portfolios of all the artists, aiming to create opportunities for them. Proje4L/Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi 0212) 290 25 25; Meydan Sokak Beybi Giz Plaza B Blok 34398 Maslak İstanbul 67 Giov a Çağd nni Ozz ol aş Sa nat G a, Elgiz aleri si • Now let us turn our 17 Aralık arası Sebahattin Şen, 18 Aralık 2010 - 5 Ocak 2011 tarihleri arasında ise Serpil Akgün yer alacak. Galeri Artist Çukurcuma www.artistcukurcuma.com; (0212) 251 91 63; Altıpatlar Sokak No 26 Çukurcuma Beyoğlu - İstanbul • İstanbul sanat sahnesinin bir başka uğrak noktası olan Galeri Nev de yeni sezona hazır. Galeride ilk olarak akıl kokan işleri ile İstanbul Bienali’nden Hollanda’daki çağdaş galerilere uzanmadığı yer kalmayan Serkan Özkaya yer alacak. 1 - 30 Ekim arasında reprodüksiyon işleriyle geleneksel ve çağdaş yaklaşıma aynı anda selam veren Özkaya’yı kaçırmayın. Galerinin ikinci konuğu sanat camiasının yine yakından tanıdığı bir isim olan İnci Eviner. YTÜ’de öğretim görevlisi olan, bugün sergilerini takip ettiğimiz pek çok genç sanatçıya yol gösteren Eviner’in attention to Galeri Artist in Çukurcuma. The exhibition program for this year begins with Recep Batuk’s ‘Sonunda Enerjin Yerine Geldi Mi?’ The exhibition that will be running from September 18th to October 6th will be featuring Batuk’s colorful and ironic works that destruct academic laws. The next exhibition during October 7th to October 22nd will be mixed, featuring work by Olça Tansuk and Ayşe Domeniconi. Following that is Ayla Aksoyoğlu during October 23rd to November 10th. Then November 11th to December 1st, contemporary sculpture Kaan Küley. The year comes to an end first with paintings by Sebahattin Şen December 2nd – December 17th, followed by Serpil Akgün December 18th – Januray 5th 2011. Galeri Artist Çukurcuma www.artistcukurcuma.com; (0212) 251 91 63; Altıpatlar Sokak No 26 Çukurcuma Beyoğluİstanbul Tokyo’dan Berlin’e işlerini taşımadığı yer yok. 5 Kasım - 4 Aralık arası Galeri Nev’de olacak olan sanatçı özellikle tuval üzerine akrilik ve serigrafi işleriyle öne çıkan gerçek bir desen üstadı. Tarihler 10 Aralık’ı gösterdiğinde Galeri Nev, Murat Morova’yı ağırlamaya başlayacak. 8 Ocak’a kadar devam edecek olan sergide MGSF’nden 1977’de mezun olduğu günden bu yana Venedik, İstanbul ve Buenos Aires gibi kentlerin bienallerine grup sergileriyle beraber katılan sanatçının sıradışı heykel işleri de var. Ürettiği yapıtların ‘resim’ olmadığını özellikle vurgulayan; işlerinde tasavvuf geleneği ve bugunün metaforlarını buluşturan Morova, her zamanki gibi sergi mekânı olarak Galeri Nev’i seçmiş. Galeri Nev www.galerinevistanbul.com; (0212) 252 15 25; İstiklal Caddesi 163 Mısır Apartmanı 18 Beyoğlu İstanbul { 68 { Çıplak ayaklar, ne adımlar atacak? • Biz bu satırları yazarken şehrin dans cephesi henüz yeni sezon hazırlıklarını tam anlamıyla tamamlamamıştı. Yine de ‘Engin-Ar’, ‘Kontrol’, ‘DZZZT DZZZT’ gibi oyunlarıyla, İstanbul sahnelerinin büyük bir açığı olan politik dans arenasını başarıyla dolduran Çıplak Ayaklar Kumpanyası’ndan heyecan yaratan haberler aldık. Çıplak Ayaklar Stüdyosu, yeni sezonla beraber 50 kişi kapasiteli bir gösteri alanı olarak da kullanılacak; kendine ait dekoruyla sadece bu mekâna özel hazırlanmış gösteriler için adres topluluğun Çukurcuma’daki yerleri. Mekândaki ilk oyun, geçen sezonun sonunda gerçekleşen Tiyatro Festivali’nde premierini yapan ‘Ararken - Bi Arama Hikâyesi’. Türkiye’de çağdaş dans alanına yeni bir soluk getiren Çıplak Ayaklar Kumpanyası, bu son işinde ‘arayış’ fenomenine odaklanıyor; ararken, insanın kendisini bulması, keşfetmesi, içindekilerle yüzleşmesi, bilmediği, hatta korktuğu taraflarıyla yan yana gelmesi üzerine gerçek bir ev gösterisi olan performans, topluluğun yeni mekânında farklı bir dile de sürüklenecek. Bu sezon nesnenin yerçekimiyle, gölgenin insanla, düşüncenin beyinle ilişkisini irdeleyen ‘Kontrol’ isimli performanslarına devam edecek olan grup, turne olarak ise tabuları eşeledikleri ‘Engin-Ar’ isimli performanslarına devam ederek İstanbul dışından insanlara da ulaşacak. Çıplak Ayaklar Kumpanyası www.ciplakayaklar.com; (0212) 252 30 13 Firuzağa Mahallesi Çukurcuma Caddesi 6/ 3 Beyoğl /İstanbul { { Haydi sallan biraz... • Artık Türkiye’ye uğramayan grubun kalmamasıyla müzik sahnesi güçlü bir coğrafyaya sahibiz. Bu noktada hem hareketi başlatan, hem de en hareketli mekân ise çoğu İstanbulluya Asmalımescit’in yolunu öğreten Babylon. Pozitif ekibi, sezonu rock altyapılarını soul ve cazla birleştiren İngiliz grup Tindersticks ile açacak. 20 ve 21 Eylül’de sahne alacak olan grup performanslarında piyano, glockenspiel, vibrafon, keman, trompet, klarnet, org ve fagot gibi zengin bir enstrüman yelpazesiyle sahne alıyor. Babylon İstanbul www.babylon.com.tr; (212) 292 73 68; Şehbender Sokak 3 Asmalımescit Beyoğlu - İstanbul • Sezona sıkı bir başlangıç için Akbank Caz Festivali programına da göz atmakta fayda var. 23 Eylül - 12 Ekim arasında gerçekleşecek olan festival, 20. yılında müzik efsanesi Sun Ra’nın mirasçısı Sun Ra Arkestra’nın (Cemal Reşit Rey; 1 Ekim 20.00) doğaçlamalarıyla yüklü bir geceye gebe. Avrupa’da icks, nderst Ti • Another stop off point on the Istanbul art scene is Galeri Nev where the new season is also ready. The first exhibition running October 1st-30th will be featuring Serkan Özkaya who’s intelligent works have been everywhere from the Istanbul Biennial to contemporary galleries in Holland. Do not miss this exhibition that recognizes both the traditional and contemporary approach to reproduction. The next exhibition is again a well known name of the art community, İnci Eviner. A professor at Yedi Tepe University and the guiding hand of many of the young artists of today will be exhibiting her acrylic and screen-print paintings November 5th – December 4th at Galeri Nev. When the calendar shows December 10th then that means that Galeri Nev will be exhibiting the work of Murat Morova. The exhibition that will run till Januray 8th will feature extraordinary n Babylo sculptural work from 1977 to today that also took part in the Venice, Istanbul and Buenos Aires Biennial’s. Specifically making a point of saying that his work is not a ‘picture’; Morova’s work combines mysticism with the metaphors of today and will be at Galeri Nev. Galeri Nev www.galerinevistanbul. com; (0212) 252 15 25; İstiklal Caddesi 163 Mısır Apartmanı 18 Beyoğlu İstanbul { { What steps will bare feet take? • While we were writing down these lines the cities dance preparations had not yet been completed. However we did receive some very exciting news from Çıplak Ayaklar (Bare feet) who successfully filled cazın gelişimine büyük katkısı olan soprano saksafon ve bas klarnet üstadı John Surman (Aya İrini; 24 Eylül) festivale konuk olan bir diğer isim. ‘Cazın first lady’si’ lakaplı Diane Schuur (Cemal Reşit Rey; 30 Eylül 20.00) ise bas, davul ve piyanodan oluşan topluluğuyla festivalin bir başka öne çıkan ismi. Count Basie’nin ölümüne meydan okuyarak efsane müzisyenin geleneğine devam eden The Count Basie Orchestra ise festivale güçlü yorumuyla ünlü Carmen Bradford ile katılıyor (Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı; 23 Eylül 21.00). Biraz da geçen yıl pek çok iyi konsere sahne olan Tamirane’ye bu yıl konuk olacak isimlere bakalım. Geçen sezon İzlanda’daki volkanik hareketliliğin uçuşları alt üst etmesiyle Türkiye’ye gelemeyen Fransız menşeili DJ Cam, Tamirane’nin 2. yıl dönümü vesilesiyle caz ve hip hop alaşımı setiyle 16 Ekim’de mekânda çalacak. Geçen yıl verdikleri konserle sezonun unutulmazları arasına giren Kopenhaglı grup WhoMadeWho, pyschedelic rock, electronica ve disco’yu harmanladığı müziğiyle 2. kez Tamirhane’de; tarih 23 Ekim. 11 Aralık akşamı ise Garanti Caz Yeşili kapsamında 6 kişilik orkestrasıyla nujazz, bossa nova ve jazz türlerine yoğunlaşan Nicola Conte için yönünüzü Tamirhane’ye çevirmenizi öneririz. Tamirane www.tamirane.com; (0212) 311 73 09; Eski Silahtarağa Elektrik Santralı Kazım Karabekir Caddesi 2/8 Eyüp Haliç İstanbul { { Sahnelerde bu sezon • Bu sezon tiyatro kulisleri yepyeni oyunlara hazırlanırken geçen sezonun ortasında başlayıp seyircilerinin tümüne ulaşamadığı oyunlara da devam ediyor. Önce İstanbul Devlet Tiyatroları’yla başlayalım. Bu sezonun yeni oyunu Cezmi Ersöz’ün yazdığı, Serap Eyüboğlu’nun yönettiği bir sevgililer günü hesaplaşması olan ‘Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk’. ‘King Kong’un Kızları’, ’Temiz Ev’, ‘Profesyonel’, ‘İmparatorluk Kuranlar’, ‘Vahşet Tanrısı’ ve ‘Kuzguncuk Türküsü’ ise geçen sezondan devam eden oyunlar. Devlet Tiyatroları www.devtiyatro.gov.tr; (0312) 310 19 45 • Tiyatroseveleri Moda’ya taşıyan Oyun Atölyesi, geçtiğimiz sezonun sonunda sahnelenmeye başlamasına rağmen tüm sezona damgasını vuran ‘7’ ile çok yazılıp çizildi; bu yıl bu çağdaş Shakespeare uyarlaması müzikal oyuna devam ederken yeni Shakespeare oyunları Macbeth ile de ilgi toplayacaklarına şüphe yok. İlker Aksum, Esra Kızıldoğan, Murat Tüzün, Saygın Soysal, Osman Akça, Barış Yıldız, Muharrem Özcan, Gözde Kırgız, Pınar Bekaroğlu ve Berke Yağış’ın sahne alacağı müzikli oyunu dilimize Haluk Bilginer kazandırmış. Birkaç sezondur in the gap of the political dance arena with their plays such as ‘EnginAr’, ‘Kontrol’, ‘DZZZT DZZZT’. In the new season The Çıplak Ayaklar Studio will also be used as a performance area with a 50 person capacity. Make your way to their place in Çukurcuma, with their own personal décor and performances prepared only for this venue. The first play to grace the stage this season is ‘Ararken Bi Arama Hikâyesi’ that premiered at the Theatre Festival last season. The Çıplak Ayaklar introduced a completely new wave of dance to Turkey’s contemporary dance scene. In this latest performance they focus on the phenomenon of ‘searching’; the whole process of someone searching to find themselves, discovering, facing their inner self and standing side by side with that which they don’t know or are even terrified of. The performance to follow this season will be ‘Kontrol’ that will be investigating the relationship of the object with gravity, shadows with people and thought with the brain. The Çıplak Ayaklar will also be reaching audiences in other cities with their tour, performing ‘Engin-Ar’ that will be examining taboos. Çıplak Ayaklar Kumpanyası www.ciplakayaklar.com; (0212) 252 30 13 Firuzağa Mahallesi Çukurcuma Caddesi 6/ 3 Beyoğlu İstanbul { { Go on and shake it a little… Now that there’s basically no band that hasn’t yet passed through Turkey so we can say that this is a country with a strong musical scene. For most residents of Istanbul the venue that really kick started the movement and development in the music scene is Babylon in Asmalımescit. The Pozitif team is getting ready to open their season with the English band the Tindersticks whose music is a combination of rock undertones, soul and jazz. The band will be performing on the 20th and 21st of September with a performance that will feature a wide range of instruments such as piano, glockenspiel, vibraphone, violin, trumpet, clarinet, org and fagot. Babylon İstanbul www.babylon.com.tr; (212) 292 73 68; Şehbender Sokak 3 Asmalımescit Beyoğlu - İstanbul • For a solid start to the season, it’s probably a good idea to check out the Akbank Jazz Festivals program. Running from September 23rd to October 21st, the festival that is in its 20th year will be featuring some big names. Sun Ra Arkestra (Cemal Reşit 69 Rey; October1st 20.00) will be creating an evening full of improvisation. Master of soprano saxophone and bass clarinet the influential jazz man John Surman (Aya İrini; September 24th). Nicknamed the ‘First Lady of Jazz’ Diane Schuur (Cemal Reşit Rey; September 30th 20.00) is another big name that will be performing with her group consisting of bass drums and piano. The Count Basie Orchestra that defy the death of Count Basie will be performing with Carmen Bradford (Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı; September 23rd 21.00). 70 ‘7’ , Oy un Atö lyesi izlediğimiz, erkeklik halleri üzerine kahkaha vadeden ‘Testosteron’ da hâlâ izlemeyenler ve doyamayanlar için sahnelerde. Oyun Atölyesi www.oyunatolyesi.com; (0216) 345 39 39; Dr. Esat Işık Caddesi 15, Moda İstanbul • İpek Kadılar Altıner ve Hakan Altıner’in 2002’de kurduğu Tiyatro Kedi, tiyatro sevdalılarını yazın da oyunlarından mahrum bırakmamış; hatta Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü Bahçesi’nde sahnelediği oyunlarla, açık hava sinemalarının özlemle anıldığı günümüzde tiyatro keyfini açık havaya taşımıştı. Sezonla beraber Profilo Alışveriş Merkezi’ndeki yerine geri dönen ekip, bu yıl da ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’, ‘Pazar Günkü Cinayet’, ‘Kibarlık Budalası’ ve ‘Çalıkuşu’ oyunlarına devam edecek; favorimiz, Haldun Dormen’in bir telekızın biricik cinayet zanlısı olarak görülen kılıbık bir adamı canlandırdığı ‘Pazar Günkü Cinayet’. Tiyatro Kedi www.tiyatrokedi.com; (0212) 257 79 36; Cemal Sahir Caddesi Profilo Alışveriş Merkezi Mecidiyeköy İstanbul • Tiyatro Kare, 2010 yılında sahnelemeye başladığı ‘Leyla’nın Evi’ne, bu sezon devam ediyor. Zülfü Livaneli’nin aynı adla 60 baskı yapan romanından uyarlanan oyunun yönetmeni Nedim Saban. Oyun, evi elinden alınan Leyla’dan yola çıkarak Osmanlı’dan günümüze İstanbul’un dönüşümünü göçmenlik, mülkiyet ve kültür çatışmaları etrafında dinamik bir dille anlatıyor. ‘Bu Da Benim Ailem’ ve ‘Çelik Manolyalar’ geçen sezondan devam eden diğer oyunlar. Ekibin bu sezonki taze oyunu, başrolünde Metin Serezli’nin olacağı ‘Büyük Piyango’. • Following the string of good concerts last year, let us see what the Tamirane program this year has in store for us. Unable to come last year due to the ash cloud, DJ Cam from France will be playing a set of Jazz and hip hop on October 16th. One of the unforgettable performances of last year was WhoMadeWho from Copenhagen. The Tamirane stage is ready for a second dose of their musical combination of psychedelic rock, electronica and disco on October 23rd. On December 11th as part of the Garanti Caz Yeşili the 6 piece orchestra Nicola Conte that play nujazz, bossa nova and jazz will be taking the stage at Tamirhane. Tamirane www.tamirane.com; (0212) 311 73 09; Eski Silahtarağa Elektrik Santralı Kazım Karabekir Caddesi 2/8 Eyüp Haliç İstanbul { { On the stage this season • This season, theatre companies are both preparing new plays as well continuing with some that didn’t reach all the audiences last season. Let us first start with the National Theatre in Istanbul. This season’s new play is ‘Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk’ written by Cezmi Ersöz and directed by Serap Eyüboğlu which is about the settling of a score during Valentine’s Day. The plays that are continuing from last season are ‘King Kong’un Kızları’, ’Temiz Ev’, ‘Profesyonel’, ‘İmparatorluk Kuranlar’, ‘Vahşet Tanrısı’ and ‘Kuzguncuk Türküsü’. Devlet Tiyatroları www.devtiyatro.gov.tr; (0312) 310 19 45 • Oyun Atölyesi is the reason theatre goers are heading to Moda. Following their success of ‘7’ last season, Oyun Atölyesi this season is preparing for its modern musical version of Shakespeare’s Macbeth starring: İlker Aksum, Esra Kızıldoğan, Murat Tüzün, Saygın Soysal, Osman Akça, Barış Yıldız, Muharrem Özcan, Gözde Kırgız, Pınar Bekaroğlu and Berke Yağış. The play was transcribed by Haluk Bilginer. Something else to add is that if you missed ‘Testosteron’ don’t fret because you still have a chance to see the hilarious play. Oyun Atölyesi www.oyunatolyesi.com; (0216) 345 39 39; Dr. Esat Işık Caddesi 15, Moda- İstanbul 70 Tiyatro Kare www.tiyatrokare.com.tr; (0212) 219 13 12; Rumeli Caddesi Birlik Apt 84, Osmanbey, Şişli İstanbul • DOT, DOTMARSTA ile Maçka G-Mall’daki oyunlarına bu sezon da devam ediyor. İngiltere Stockport’ta zengin çocuklarının gittiği özel bir okuldaki yedi öğrenci çevresinde geçen ‘Punk Rock’ isimli oyun bu adresten takip edilebilir. DOTMARSTA www.go-dot.org; (0212) 232 44 40; Maçka G-Mall Harbiye Mahallesi Kadırgalar Caddesi 3 Beşiktaş İstanbul • Tiyatro Ti olarak tanıdığımız; şimdilerde ise yoluna Beyoğlu’nda kendi binasında Ti Performans Disiplinlerarası Sanat Merkezi ismiyle devam eden topluluk, alışılmışın dışına taşmayı görev edinerek izleyiciyi ‘ikramlı tiyatro’ konseptiyle tanıştırdı. 1994 yılında grubun sahnelediği ilk iş olan Athol Fugard’ın ‘Ada’ adlı oyununa bugün gelenler, bu konsept çerçevesinde şarap ve makarna servisiyle karşılaşıyor. Müzikli çocuk oyunu ‘Minti Montili Şapkanın Sırrı’, grubun bu yıl devam eden bir diğer işi. Ekibin taze işi ise komedi janrı bir çalışma olan ‘Geceyarısı Tarifesi’. Oyun, katologlar için fotoğraf çeken 30’larındaki Oya etrafında dönüyor. Bu arada en yakın arkadaşı Jülide ve Oya’nın ideal erkek modeli Doktor Serhat’la da tanışıyoruz. Oyunda tanıdık bir de dış ses var ki sahibi Okan Bayülgen. Ti Performans www.tiperformans.com; (0212) 251 02 73; İstiklal Caddesi Tel Sokak 4/2 Kâtip Mustafa Çelebi Mahallesi Beyoğlu - İstanbul E ‘Temiz arı yatrol let Ti v’, Dev • Formed in 2002 by İpek Kadılar Altıner and Hakan Altıner, Tiyatro Kedi has carried on providing theatre lovers with plays all summer. In fact, with the plays they put on in the Yıldız Sarayı Mabeyn Köşk Garden they managed to capture the essence of open air cinema. Along with the seasonal change the group has returned to Profilo Shopping Center preparing for the performances of this season: ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’, ‘Pazar Günkü Cinayet’, ‘Kibarlık Budalası’ and ‘Çalıkuşu’. Our personal favorite is ‘Pazar Günkü Cinayet’ which is starring Haldun Dormen. Tiyatro Kedi www.tiyatrokedi.com; (0212) 257 79 36; Cemal Sahir Caddesi Profilo AVM Mecidiyeköy - İstanbul • Tiyatro Kare, started off in 2010 with ‘Leyla’nın Evi’ and will be continuing with it this season. Directed by Nedim Saban, the play is an adaptation of Zülfü Livaneli’s same titled book that has been printed 60 times. The story begins with Leyla, whose home has been taken from her and then travels from the Ottoman Empire to present day to migrants, ownership and cultural conflicts that is all composed with a dynamic textual base. ‘Bu Da Benim Ailem’ and ‘Çelik Manolyalar’ are plays continuing on from last season. A new play from the company is ‘Büyük Piyango’ starring Metin Serezli as the main character. Tiyatro Kare www.tiyatrokare.com.tr; (0212) 219 13 12; Rumeli Caddesi Birlik Apt 84, Osmanbey, Şişli İstanbul • DOT, DOTMARSTA continues with its performance at G-Mall this season as well. You can check out the website for further information on the play ‘Punk Rock’ that takes place in Stockport, London and focuses on 7 rich kids that go to a private school. DOTMARSTA www.go-dot.org; (0212) 232 44 40; Maçka G-Mall Harbiye Mahallesi Kadırgalar Caddesi 3 Beşiktaş İstanbul • Known once as Tiyatro Ti, the Performans Disiplinlerarası Sanat Merkezi now has a building of their own in Beyoğlu. The company that like to work with the offbeat themes introduced ‘ikramlı tiyatro’ (theatre with treats) to the audience. For those of you that come to Athol Fugard’s play ‘Ada’ that was first performed in 1994, you will receive a treat of wine and pasta. Another play that shall be continuing this season is the musical children’s play ‘Minti Montili Şapkanın Sırrı’. A new production is a comedy called ‘Geceyarısı Tarifesi’, which is about a 30 year old called Oya that takes photos for catalogues. We are then introduced to her best friend Jülide and Oya’s perfect man, Doctor Serhat. Okan Bayülgen is the narrator for the play. Ti Performans www.tiperformans.com; (0212) 251 02 73; İstiklal Caddesi Tel Sokak 4/2 Kâtip Mustafa Çelebi Mahallesi Beyoğlu - İstanbul 71 NEWS DQ HABERLER NEWS 72 DEDEMAN’DAN İKİ YENİ OTEL Dedeman Hotels & Resorts International yeni otel işletme anlaşmalarına 2010’da da hız kesmeden devam ediyor. Dedeman Edirne ve Suriye’deki dördüncü oteli Dedeman Latakia zincire en son eklenen halkalar… 2011’de açılması planlanan Dedeman Edirne 160 odası, 12 toplantı salonu ve şehir merkezine olan yakın konumu ile misafirlerin gözdesi olacak. Dedeman Edirne, Tuna ve Meriç nehirleri havzası ve ormanlık alana bakan panoramik manzarasıyla şehrin ilk 5 yıldızlı oteli olarak hizmet verecek. Ayrıca farklı ebatlarda 12 toplantı salonu ve Balo Salonu olarak da kullanılabilen 650 kişilik salonu ile önemli davetlerin ve toplantıların vazgeçilmez adresi olacak. Suriye’nin en önemli turizm ve eğlence merkezlerinden biri olan Latakia’da yer alacak Dedeman Latakia ise 2013 yılı itibarıyla konuklarını ağırlamaya başlayacak. Dedeman Latakia, eşsiz doğanın içinde, tamamen kendine ait bir koyda 400 metrelik sahil şeridine sahip bir konumda yer alıyor. Toplam 261 odası ile hizmet verecek olan otel, 27 aile odası, 36 junior suite, 54 grand suite, 96 deluxe oda ve 48 villaya sahip. Toplantı ve özel davetler için 300 metrekarelik çok amaçlı toplantı salonu bulunan otelde ana restoran, balık ve barbekü restoranları, lobby lounge & pastane de hizmet verecek. Fitness center ve spa wellness hizmetleri sunulacak, açık ve kapalı yüzme havuzları bulunan otelde amfitiyatro ve çocuk kulübü de var. TWO NEW HOTEL’S FROM DEDEMAN Dedeman Hotels & Resorts International’s agreements for the running of new hotels doesn’t seem like it will be slowing down any time soon. The latest additions are Dedeman Edirne and Dedeman Latakia in Syria. Dedeman Edirne that will be opening in 2011 has 160 rooms, 12 meeting rooms and will be among many first choices of accommodation due to its close location to the city center. Dedeman Edirne will be the cities first five star hotel with its panoramic view of the forest and Danube and Maritsa Rivers. There are also 12 different sized meeting rooms and a hall with a 650 person capacity that will be the ideal location for all parties and meetings. Dedeman Latakia that is located in one of Syria’s most important centers of tourism and entertainment will be opening up for business in 2013. Dedeman Latakia is on a bay with a 400 meter shore line all to its self, surrounded by nature. The hotel has 261 rooms; 27 family rooms, 36 junior suites, 54 grand suite, 96 deluxe rooms and 48 villa’s. For meetings and private events there is a 300 m² hall, restaurant, fish and barbecue restaurants, lobby lounge & bakery. There will also be a fitness center, spa wellness facilities, indoor & outdoor swimming pool as well an amphitheatre and a kids club. BAR@ TERAS KEYFİ Dedeman İstanbul’dan bir yenilik daha. Otelin en üst katında bulunan Roof Bar Ekim ayı itibariyle hizmete açılıyor. Boğaz manzaralı mekan, iş çıkışı içkileri ve romantik buluşmalara için son derece ideal. Dedeman İstanbul Roof Bar haftanın altı günü açık olacak ve menüsünde birbirinden lezzetli tapaslar yer alacak. Rezervasyon için; (0212) 337 45 00 TERRACE TIME Dedeman Istanbul has another exciting new addition. The Roof Bar that is located on the top floor of the hotel is opening in October. The venue that has a magnificent view of the Bosporus is ideal for after work drinks or for romantic evenings for two. The Dedeman Istanbul Roof Bar is open six days a week and the menu will feature a range of delicious tapas. For reservations call; (0212) 337 45 00 GELECEĞİN AŞÇILARI DEDEMAN ANTALYA’DA THE CHEF’S OF THE FUTURE ARE AT DEDEMAN ANTALYA Geçtiğimiz aylarda Dedeman Antalya Hotel & Convention Center’da “Çocuk Aşçılar Projesi” gerçekleşti. Proje kapsamında, Dedeman Antalya’da konaklayan 5 - 8 yaş arasında çocukları olan ailelerle yapılan görüşmeler sonucunda, iki ailenin çocukları deneyimli aşçılar eşliğinde pasta yaptılar. “Emsaliz Misafir Deneyimi” projesi kapsamında, otelde konaklayan ailelerin 5 – 9 yaşları arasındaki çocukları aşçı kıyafetlerini giyerek Dedeman mutfağında çalışma imkanı buldular. Projenin ilki, 5 yaşındaki Ceren Ertürkler ve 7 yaşındaki Yusuf Sami Öztopbaş’ın katılımıyla gerçekleşti. Katılımcılar ilk başta heyecandılar ama her geçen dakika heyecanları zevke dönüşerek birbirinden lezzetli iki pasta yaptılar. Günün sonunda Ceren ve Yusuf Sami Akdeniz Restaurant’a kendi elleri ile yaptıkları pastalarını ailelerine servis yaparak keyifle yediler. A few months ago Dedeman Antalya Hotel & Convention Center has begun a ‘Child Chef’s Project’. The families of 5-8 year old children staying at Dedeman Antalya underwent mini interviews that lead to the selection of 2 children who worked side by side with professional chefs making cakes. During the ‘Unmatchable Guest Experience’ 5-9 year old children of families staying in the hotel were kitted out in chef outfits and worked in the Dedeman kitchen. The first project to take was with the participation of 5 year old Ceren Ertükler and 7 year old Yusuf Sami Öztopbaş. At first the children were extremely excited but as time past their excitement turned to joy and they created 2 delicious cakes. At the end of the day Ceren and Yusuf Sami served their handmade cakes to their families in the Akdeniz Restaurant and thoroughly enjoyed them. 73 DQ HABERLERNEWS 74 YILIN EN ŞANLI ÇİFTİ DEDEMAN ANTALYA’DA EVLENECEK Dedeman Antalya kampanyalarına bir yenisini daha ekliyor. Dedeman Antalya Hotel & Convention Center ve Vestel işbirliğiyle düzenlenen kampanya ile 10.10.2010 tarihinde evlenecek şanslı çifte birbirinden değerli armağanlar verilecek. Bu özel günde evlenecek olan çifti, Vestel marka buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinesi, çiftin isteğine göre Dedeman Bodrum, Dedeman Kapadokya veya Dedeman Şanlıurfa Otelleri’nden birinde oda & kahvaltı 2 gece konaklamalı balayı paketi, gelinlik, balayı süiti, ücretsiz video çekimi ve çiftin 1. evlilik yıldönümünde Türkuaz Fine Dining Restaurant’da baş başa romantik bir akşam yemeği bekliyor. Detaylı bilgi için (0242) 310 99 99 dahili 8076 numaralı telefonu arayabilirsiniz. THE YEAR’S MOST DAZZLING COUPLE ARE TO WED IN DEDEMAN ANTALYA There is a new addition to the Dedeman Antalya campaigns. A project designed by a Dedeman Antalya Hotel & Convention Center and Vestel partnership, the lucky couple who will get married on 10.10.2010 will receive a range of wonderful gifts. The couple who will get married on this special day will receive a Vestel fridge, washing machine and dishwasher. The couple may then select their honeymoon destination from Dedeman Bodrum, Dedeman Cappadocia or Dedeman Şanlıurfa receiving a 2 night honeymoon package that includes a gown, honeymoon suite, free filming of this glorious day as well as a private anniversary meal in the Turquoise Fine Dining Restaurant. For further information call +90 242 310 99 99, extension 8076. “WEDDING HOME” PACKAGE Dedeman Antalya’s “Wedding Home” package includes all details necessary for getting married. The package includes the decoration of the isle, the wedding table where the couple will say ‘yes’ to one another and even the covering of the chairs; all to create that unforgettable moment. Specially prepared wedding cake and tea, coffee and juice are also included. An exciting detail of the package is the bride and groom are being picked-up from their homes with a BMW 3 or Mercedes C series and then dropped-off at the end of the night. The Dedeman Antalya Wedding Home Package is waiting for you with its specially decorated hall, tasty offerings and its 5 star service. “NİKAH EVİ” PAKETİ Dedeman Antalya hazırladığı “Nikah Evi” paketi ile, nikah için gerekli olan tüm ayrıntıları bir araya getiriyor. Pakette, unutulmaz bir atmosfer sunmak için süslenmiş yürüyüş yolunun yanı sıra çiftlerin birbirine “evet” diyeceği nikah masasının süslenmesi ve bu hoş ortama yakışacak şekilde giydirilen sandalye ve bistroların giydirilmesi de yer alıyor. Çiftin hayallerindeki düğün için özel hazırlanmış nikah pastası ve ikram edilecek çay, kahve, meyve suyu da paketin içinde sunuluyor. Paketin en ilgi çekici uygulamalarından biri ise gelin ve damadın özel şoför ile BMW 3 veya Mercedes C serisi araç ile evlerinden alınıp, düğün bitiminde tekrar evlerine bırakılması. En güzel gününüzü unutulmaz kılmak için Dedeman Antalya Nikah Evi Paketi, size özel dekore edilmiş salonda, leziz ikramlar ve 5 yıldızlı servis hizmeti ile sizi bekliyor. 75 DQ HABERLERNEWS 76 FOTO MARATON DEDEMAN ŞİLE’DE GERÇEKLEŞTİ PHOTO MARATHON TOOK PLACE IN DEDEMAN ŞİLE The first step of the Photo Marathon took place in Dedeman Şile, directed by famous photographer Muammer Yanmaz. During a workshop the participants were guided about how to take ‘People’ themed photos and then went out to various locations in Şile and began capturing images. Following the seminar that took place in Dedeman Şile the marathon participants got the opportunity to take photos in Kabakoz and Akçakese Villages around the stalls that sell the famous handmade Şile bezi (cloth). Following that they moved on to the Ovacık Village and photographed those who were lighting barbecues and other people around Şile’s center, Jewish Park and the Şile Lighthouse. For two days the participants also took photos of people in the Riva Beach experimenting with space and light. At the end of the marathon, everyone came back to the hotel and relaxed in the Dedeman Şile’s pool. Foto Maraton’ın ilk ayağı Dedeman Şile’de, ünlü fotoğraf sanatçısı Muammer Yanmaz’ın önderliğinde gerçekleşti. Katılımcılar, programda ‘insan’ temalı fotoğrafın nasıl çekileceği yönünde bilgiler edindiler ve sonrasında bilgilerini Şile’nin farklı yerlerinde karelere yansıttılar. Dedeman Şile’de verilen seminer sonrasında maratoncular, Şile’de günümüzde halen var olan, el emeğiyle dokunan ünlü şile bezi tezgahlarının bulunduğu Kabakoz ve Akçakese Köyleri’nde fotoğraf çekme imkanı buldular. Ardından Ovacık Köyü’ne geçilerek mangal kömürü yakanları, sonrasında ise Şile Merkez, Maşatlık Parkı ve Şile Fener’i çevresinde bulunan kişileri fotoğraf karelerine sığdırdılar. Katılımcılar, 2. gün Riva Plajı’nda farklı ortamda ve ışıkta insan portreleri çektiler. Maratoncular turun sonunda, Dedeman Şile’nin havuzunda yorgunluklarını attılar. DENİZ KAPLUMBAĞASI EVLAT EDİNMEK İSTER MİSİNİZ? Dünya’nın en eski denizcileri olan deniz kaplumbağalarının, 110 milyon yıldır dünya üzerinde var olan yaşam serüvenleri bitmesin diyerek yola çıkan Doğal Hayatı Koruma Derneği (WWF-Türkiye), “Bir Deniz Kaplumbağası Evlat Edinin” projesini hayata geçirdi. 2006 yılından beri Doğal Hayatı Koruma Derneği tarafından sürdürülen “Bir Deniz Kaplumbağası Evlat Edinin” projesi çalışmalarına katıldığınızda; deniz kaplumbağaları için deniz koruma alanlarının oluşturulmasını, sürdürülebilir küçük balıkçılık uygulamalarının teşvik edilmesini, yerel yönetimler ve yöre halkına yönelik farkındalık yaratma çalışmalarını desteklemiş oluyorsunuz. Dilerseniz evlat edinilen yavru deniz kaplumbağasının kaç yaşına girdiği, üreme -beslenme ve kışlama alanları, yumurtalarını bıraktığı sahil ve genel bilgilendirme her yıl size ulaştırılıyor. Evini sırtında taşıyan ve 150 yıl gibi bir süre hayatta kalabilen kaplumbağaların yuva anlamı taşıdığına inanan Dedeman Konya çalışanları, daha yaşanılabilir bir dünya için sosyal sorumluluk bilincinin sürekli canlı kalması gerektiğini düşünüyor. Bu çerçevede; Dedeman Konya, Doğal Hayatı Koruma Derneği tarafından yürütülen projede yer aldı. Dedeman Konya, düğünü olan tüm çiftlere deniz kaplumbağası evlat edinerek, sertifikalarını büyük mutlulukla hediye ediyor. Çiftlerinde beraberlikleri yüz yıllarca sürsün diye... 77 WOULD YOU LIKE TO ADOPT A SEA TURTLE? WWF-Turkey has begun the project “Adopt a Sea Turtle” due to the huge threat of extinction the 110 million old Sea Turtles are under. Since 2006 WWF have been working and spreading the word of the “Adopt a Sea Turtle”. When you take part in the project, you support the creation of safe areas in the ocean for sea turtles, encouraging sustainable small fishing practices and striking up awareness to local administration and public. If you chose to adopt a baby sea turtle, you would be informed of its age, its physical development of mating, eating, the area it migrates to, the beach it lays its eggs and other general updates of its life every year. The employees of Dedeman Konya believe that the sea turtle that carries its home upon its back and lives 150 years is the symbol of home. They also believe that awareness of social responsibility should constantly be kept very much alive. Within this outline Dedeman Konya also took part in the project run by WWF. Dedeman Konya is donating all couples who are getting married a baby sea turtle and will present a certificate of their adoption, with hope that the couples also live on for hundreds of years. YAZI-WORDS: YA⁄MUR T. ERDEM DQ Santorini Tatili The Santorini Holiday 78 Ö Y K Ü - S T O R Y Eylül 2009 “Günaydın İpoş... N’aber?” “İyidir... Hayrola? Pazar pazar bu saatte? Dün gece anlaşılan çıkmadınız. Ben fena halde dün akşamdan kalmayım.” “Hadi ya... Nereye gittiniz?” “Asmalımescit işte...tipik. Önce Yakup, sonra Otto, sonra Babylon. Sonra çorba, derken sabah altıyı etmişiz.” “İyi yarasın yarasın... Hafta içi çalışmaktan canımız çıkıyor hafta sonu ancak deşarj oluyoruz. Biz çıkmadık dün akşam. Evde onuncu defa ‘The Holiday’i seyrettik. Çok şeker film!” “Aaaa... Anlaşılan romantik yapılmış.” “Öyle oldu valla. Dün evlilik yıldönümümüzdü ya, etkisinden hala kurtulamadık! İpek, gelecek yıl Eylül’de Yunan Adaları’na gelir misin bizimle?” “Nasıl yani üçümüz mü?” “Yok, başka insanlar da olacak.” “Bana bak yine birilerini ayarlamaya çalışıyorsanız bana bu sefer...” “Yok yok dur kızma. Seninle ilgisi yok. 10. evlilik yıldönümümüz de gelecek yıl... Ben hep özenmişimdir belli bir yılda tekrar parti yapanlara.” “Ne o? Gelinliğini mi özledin?” “Gelinlik giymeyeceğim tabii ama mutlaka beyaz giyeceğim!” “Oho... Havalara girmişsin bile sen!” “Girdim ya. Çok heveslendim. Bana yardım eder misin? Bir September 2009 ““Morning İpoş...How are you?” “Good...what’s up? It’s pretty early for a Sunday, I guess you didn’t go out last night? I’m seriously hung over.” “No way...where did you go?” “The usual...went to Asmalımescit... started off at Yakup, then Otto and then ended up in Babylon, went for something to eat, then it was suddenly 6 am.” “Sounds good, we work all week, the weekend is the only time we have to recharge. We didn’t go out. We stayed home and watched ‘The Holiday’ for the tenth time. It’s such a cute movie!” “Ah...sounds like it was a romantic evening.” “Yes, pretty much. Yesterday was our anniversary, we still haven’t lost the spark! İpek would you like to come to the Greek islands with us next September?” “What, like the three of us?” “No, there will be other people too.” “I hope you’re not trying to set me up with someone again, because if you are...” “No wait, don’t get mad. It has nothing to do with you. Next year we will have been married for 10 years... and I’ve always been jealous of people who have another party after a certain amount of years.” “Oh, is someone missing their wedding dress?” “Obviously I’m not going to wear my wedding dress, but I will be wearing white!” “Looks like someone is already ready to go.” “I know, I’m so excited. Will you help me? Most importantly what island should we go to? There are so many Greek Islands to choose from!” “Who are you inviting?” “I’m thinking 10-15 people closest to us. How many people would come out to a Greek island for our 10th anniversary anyway?” “You never know...some might think of it as a little holiday. I think transport is really important. It shouldn’t be a trip that’s kere her şeyden önce hangi adaya gidilecek? Yunan adaları dediğin bir-iki tane değil ki!” “Kimleri çağıracaksın?” “İşte en yakınlarımızdan bir 10-15 kişi oluruz diye düşünüyorum. 10. yıl şerefine tekrar evlenmemize, hele ki Yunan adalarına kaç kişi kalkar gelir ki?” “Belli olmaz... Tatil gibi de düşünür bazıları. Bence ulaşım çok önemli. Böyle saatler sürecek bir yolculuk olmasın. Mikonos gereksizce pahalı. Herhalde yine en iyisi Santorini...?” “Olabilir.. . Hadi bize kahvaltıya gel, hem de konuşuruz!” “Kocan bu işe nasıl bakıyor?” “Ben o kadar çok istiyorum ki, tamam dedi 10. yılı biraz saçma bulsa da. Ona göre gümüş yılı kutlamalıymışız ama ohoo...bir 15 yıl daha ne olacağımız belli mi!” “Deli, ne biçim laf o... Tamam geliyorum hadi.” Ekim 2009 “Alo, Yaprak ben...” “Hayatım müsait misin?” “Tabii ki İpekim naber?” “İyidir... Evet, listemizde bu sabah itibariyle tam 25 kişi var!” “ Vallahi mi? Ay ne güzel ben 15 zor olur diyordum.” “Millet meraklı çıktı. Ada da Mamma Mia gazıyla bir kez daha akıllara düşen romantik Santorini olunca... E iyi fiyata güzel otel ayarladık, ulaşımı kolaylaştırdık daha ne olsun!” “Yaşa be İpek! Sen bankacılığı filan bırak da organizasyon şirketi aç. İlk müşterin benim!” “Tamam tamam bırak yağ çekmeyi! Tarih konusunda kocanla anlaşabildiniz mi bak, sonradan bir şey çıkmasın? Her şeyi ona göre ayarladım.” “Yok şekerim yok... Tamam işte 2-4 Eylül.” “İyi peki. İş çıkışı bana uğra istersen de detayları konuşalım, birkaç fikrim var.” “Tamam, arkadaşların en süperi! Geldim gitti.” Kasım 2009 Günler günleri kovalar. Kahramanlarımız için saatler, müthiş yoğun iş tempolarından –İpek, anladığınız üzere bir bankada, Yaprak ise bir otelde çalışmaktadır, hangisinin daha yoğun olduğuna varın siz karar verin- vakit buldukça spor salonu, enerjileri kaldıkça gece gezmeleri, çalışmadıkları cumartesileri gündüz kahveleri, araya galeri gezileri...derken çabucak tükenivermektedir. İstanbul’da yaşayanlar için yaşamak aslında, budur: bir şeylerin birilerini kovalaması. Santorini planları her şeye rağmen, bu arada, hızla ilerlemektedir. Yaprak, sanırız ki bir parça da 10 yıl önceki düğünlerinin öncesi ve sonrası (yine) çok çalıştığı için, düğünlerini yeteri kadar iyi hatırlamamakta ve bu sefer her anını doya doya yaşayacağı bir düğün-cük hayal etmektedir. Bu sebeple, nerede ise diyeceğiz ki, orijinal düğününden bile daha heyecanlıdır; ayrıca itiraf etmeliyiz ki bazı şeylerin tadı olgunken daha iyi çıkar. Aralık 2009 “E süper! Senin de artık düğünümüzde elinden tutacağın bir eşin var!” going to take hours. Mykonos is unnecessarily expensive. I’m guessing Santorini is probably our best bet...?” “Yea, that’s possible...why don’t you come to ours for breakfast, we can talk!” “How will your husband feel about this?” “Although he finds the whole 10 year thing silly, the fact that I want it so badly means he said ok. According to him we should celebrate on the silver anniversary but if we wait another 15 years, god knows where we will be then.” “Don’t say crazy things like that...I’ll be right over.” October 2009 “Hello, Yaprak speaking...” “Are you free?” “Of course I am, how are you İpek?” “Good...the latest number of people coming is 25!” “No way? That’s great, I thought we would have trouble getting 15 together.” “People are really interested, not surprising since following the hype of Mamma Mia everyone wants to go to the romantic Santorini island...and we organized the hotel for a reasonable price and getting there is pretty easy...what more could they want!” “İpek you are amazing! I think you should leave the bank and become an event organizer. I’m your first customer!” “Ok enough sucking up! have you managed to agree on a date with your husband? We need something definite so that nothing changes on the way since I’ve organized everything accordingly.” “No, no don’t worry...the final dates are 2-4 September.” “Ok good. Why don’t you pop by after work and we can talk details, I have a couple of ideas.” “You’re the best! I’ll be there.” November 2009 Days zoom by. For our characters time is something that basically evaporates at a fast pace, both have full time jobs İpek, as you may have gathered works in a bank and Yaprak works in a hotel, you be the judge of who’s busier - when they find time from their busy schedule, they go out at night and on the Saturdays that they don’t have to work they have coffee dates and go to galleries. For people who live in Istanbul, living is basically this. One thing chasing another. The plans for Santorini despite everything carry on developing. Yaprak, it seems has forgotten how their wedding 10 years back had been (possibly due to her busy work schedule) and so for this time round is dreaming about a mini wedding which she hopes to experience and remember forever. It is possible to say that in a way, she is even more excited than her actual wedding day but we can add that certain things are better slightly matured. December 2009 “This is great! You have now have a partner that you’ll be holding hands with at the wedding!” “Don’t say partner Yaprak, I go all funny...it’s only been 2 months!” “What’s wrong with it, I think being married is amazing....if 79 80 “Eş deme Yaprak, bir hoş oluyorum... Daha iki aylık sevgiliyiz aklıma kötü kötü şeyler getirme!” “Neresi kötü, harika bir şey evli olmak bence... Kocan kafalı ve kafaysa tabii.” “Mütevazı olmayı da hiç sevmeyiz! Bırak ukalalığı. Sevdin mi Alper’i?” “Ben çok sevdim.” “Hayda... Kim sevmedi? Kocan mı? Hangi sevgilimi beğendi bugüne kadar, kendini beğenmiş kocan?” “Hişt! Dokuz yıllık kocama laf etmeyelim bozuşuruz! Yok, Cem dedi ki, biraz bilmişmiş...” “Hah işte buyrun. Kendisi de bilmiş ya, egoları toslamıştır...” “Aman neyse boşver onu. Bahsettin mi Alper’e Santorini tatilimizden?” “Bahsettim... Fazla romantik buldu önce. Sonra asıl meseleye geldi; tırstı. Benim eşim olarak gitmeyi yemedi gözü, bilirsin erkekler sanki bir düğüne gidince evlenmek teklifi beklediğini zannedip strese sokarlar kendilerini... Sonra ben bu konuda çok cool davranınca anladı ki bir durum yok, tamam dedi.” “İyi süper. Ne giyeceksin karar verdin mi?” “Tabii... Çoktan aldım ben kıyafetimi. Beyaz, yerlere kadar uzanıyor, sırtı açık...” “İpek şaka yapıyorsun herhalde?” “Herhalde küçük dingilim! Akşam uğrarım, kıyafetimi de kapar gelirim.” “Tamam şarap getir, pizza söyleyelim. Alper geç gelecek.” Ocak 2011 Kahramanlarımız, 21. yüzyılın kentli kadınları olarak son hız, pür telaş ve pür bakım günleri günlere devirmekle ve elbette bir yandan Santorini planlarını pekiştirmekle dursun, kader, bambaşka bir plan üzerinde çalışmaktadır. 2 Eylül 2011, sabah “Alo...” “Alo Alpercim...” “Söyle sevgilim.” “Müsait miydin?” “Müsaitim Yaprak söyle aşkım, toplantıya girmek üzereyim çabuk söyle.” “Eve gelirken markete uğrar mısın?” “Uğrarım tabii. Ne alınacak?” “Malumunuz!” “Şaka! Daha yeni aldık!” “Ne yapalım... Böyle işte. Unutma, yenidoğan için olanlardan! Bir de bana ceviz ve kuru üzüm lütfen, süt yaparmış doktorumuz öyle dedi bugün.” 2 Eylül 2011, akşam Biraz önce de dediğimiz gibi, kader, yapılan planları pek ciddiye almaz, kendi yolunu çizer. Yaprak ile Alper evlilik yıldönümlerini beklenmedik bir şekilde iki değil üç –ya da ebat göz önünde bulundurulacaksa iki buçuk- kişi geçirirken İpek’i de şu saatlerde bir sürpriz beklemektedir Santorini sahillerinde: Alper, kalıbına ve bilmişliğine hiç de yakışmayacak bir şekilde onun önünde diz çökmek üzeredir. Cebinde bir şey, çapkın çapkın parlamaktadır. your husband is an awesome guy obviously though.” “Could you be any less humble?...stop messing around, did you like Alper?” “I really liked him” “Oh great...who didn’t? Your husband? Which of my boyfriends did your self admiring husband actually ever like?” “Hey! Less of the digs at my husband of 9 years or we may fall out! No, it was Cem and he said he thought he was a little up him self...” “Ok, so here we go. Cem’s the one who is up himself, there was probably a clash of the ego’s...” “Anyway forget about it. Did you tell Alper about our holiday to Santorini?” “I did...he found it a little romantic at first; and was a little taken back. You know how guys are, if you invite them to a wedding they think you expect them to propose and then they get all stressed...but because I was so cool about the whole thing he realized that there’s no ulterior motive and said ok.” “Well that’s great. Have you decided what you’re going to wear?” “Of course...I’ve already bought my outfit. It’s white, down to the floor, with an open back...” “İpek, you’re joking right?” “Obviously!! I’ll come by this evening and show you what I bought.” “Great, bring some wine and I’ll order pizza. Alper is going to be late.” January 2011 Our characters carry on their high tempo lifestyles of 21st century working women and as they find time to prepare and finalize the details of their Santorini getaway...fate begins to formulate a different set of plans for them. September 2nd 2011, morning “Hello...” “Hey Alper...” “Hello Babe.” “Were you free?” “I’m free Yaprak, tell me quickly darling because I’m about to go into a meeting.” “Would you be able to go by the shops on your way home.?” “Of course I can, what do you need?” “I think you know” “You’re joking! We only just bought some!” “What can I say...I can’t help it. Don’t forget it’s the one for newborns! Oh and could you please pick up some walnuts and raisins for me, the doctor told me that it helps generate milk.” September 2nd 2011, evening As we just mentioned, fate doesn’t care to much for pre-made plans, it draws its own line. While Yaprak and Alper enjoy their anniversary as 3 people or if you would prefer to put it physically as 2.5 people - İpek around the same time is on a beach in Santorini about to receive a surprise. Alper breaking free of his mould as a wise guy is about to kneel down in front of her. Something in his pocket sparkles daringly.
Benzer belgeler
Alabilirsiniz / Your Complimentary Copy No: 128 Şubat
abstract manner. Using color to reflect his thoughts, the
artist especially relies on the color red to perpetuate this.
The artist, who explains that humans and heads are the most
important subject...