1. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI
Transkript
1. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI
a pe cy a cy pe a pe cy a cy pe Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Özübek Müdürü: Tiyatro Yapım Yayıncı Haluk Şevket Ataseven, Cevat Gülsün Paydak lık Tic. ve San. Ltd. Şti adına: Çapan, Nuray Mustafa Katkıda Bulunanlar: Murat Daltaban, Ayşe Asistan: Ahmet Avşar Ortaçdağ, İdari Sekreter: Teknik Müdür: Demirkanlı Genel Ece, Salih kalyon, Nihal kuyumcu, Erkut Arıburnu Dizgi: Nuray Lale Yayın Yönetmeni: Dikmen Turgay Nar, Dilek Öztekin, Dürrin Hukuk Danışmanı: Gürün Yayın Tunç, Ofset Hazırlık: Koordinatörü Emre Koyuncuoğlu. Ahmet Cemal, oğlu, Redaksiyon: Yazarlar: Yeşilay Fikret ilkiz Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah. Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir-80060 İstanbul Telefon: (0.212) 293 72 77 Fax: {0.212) 252 94 14 Abone Posta Çeki: Tiyatro Yapım 655 248 Bedeli: 5.000.000. - Kurumlar Banka Hesap No: T.lş Bankası, Proje Sorumlusu: Duygu Atay Abone Bedeli: 6.000.000.- TL Cihangir Şb. 197245 Murat Nalân Arslan Yapım Tiyatrosu Tiyatro Ahmet LevendA. Sibel Yurtdışı: 100 DM/50 $ Tiyatro Kulübü-Satış-Abone: Güler Çocuk Baskı: Stil Matbaası MAYIS 98 SAYI 81 400.000.- A Y L I K T İ Y A T R O D E R G İ S İ a EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S. 7 HABERLER/S.8 TANITIM: "AMERİKA'DAN BİR KONUK VAR; MATRUŞKA/ S.11 BU AY SAHNEDEKİLER/ S.12 PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 27 DOSYA: " 1 . TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI" pe cy Sonuç Bildirisi: / S. 16 "75 Yılın Tüm Çocuklarından Özür Dileriz": Mustafa Demirkanlı S. 18 " 1 . Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı"nın Ardından: / S.21 Çocuklar Tiyatro İstiyor, Kurultay Değil: Salih Kalyon/S. 24 İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu / S. 26 DOSYA: "10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ" Milva, Yeni Bir Brecht Söylüyor: / S.28 Pina Bausch ve Tiyatroda Dans: Sibel Arslan Yeşilay/ S. 30 Güz Bitiminde Moliere ya da Kibarlık Budalası: Turgay Nar/ S.32 Bir Casusa Ağıt: Dürrin Tunç/ S. 34 Balkon: Ahmet Levendoğlu / S. 36 Deschamps ve Deschams'dan Gülünç Kibarlar: /S. 38 Akrep Bir Gerçeğin Dışa Vurumu: /S. 40 Alacaklılar: /S. 42 Gisela May: /S. 43 Stephane Braunschvveig ve Ormanın Gizleri: Der. Ayşe Ece/S. 44 80060: Murat Daltaban /S. 46 Denizden Gelen Kadın: /S. 49 Suziki Company Of Toga (Scot) ve "Dionisos": / S. 50 Kafkas Tebeşir Dairesi Üzerine: / S. 52 Kuvayi Milliye: Cevat Çapan / S. 54 Yosma: /S. 56 TANITIM: YAPI KREDİ'DEN PERDESİ HİÇ KAPANMAYAN BİR FESTİVAL/ S. 57 İNCELEME: VE EVEREST MY LORD Haluk Şevket Ataseven / S. 61 SÖYLEŞİ: AFİFE JALE ÖLÜMSÜZLEŞTİ Mustafa Demirkanlı/ S. 64 ELEŞTİRİ: "FAŞİZİM İNSANLARIN DEĞERİNİ..." Dilek Öztekin / S. 66 İZLENİM: ANKARA ÇOCUK OYUNLARI ŞENLİĞİ Nihâi Kuyumcu / S. 68 EDİTÖRDEN Dikmen Gürün İstanbul, şu sıralarda oldukça hareketli günler yaşıyor. Dergimizin düzenlediği "Çocuk Tiyatroları Eğitim Semineri" son hızıyla sürmekte. Nisan ayı içinde başlayan ve halen devam eden seminer çocuk tiyatrosu alanında yeni kapılar aralıyor. Diyarbakır'a, Kayseri'ye dek uzanan katılım "Tiyatro... Tiyatro..."nun girişimleriyle atılan adımların ne denli sağlıklı olduğunun kanıtı. 1 - 3 Mayıs 1998 tarihleri arasında yine "Tiyatro... Tiyatro..."nun girişimleriyle Alaçatı'da düzenlenen " 1 . Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı" ise çocuk tiyatrosunun, yetişkinler tiyatrosunun bir yan ürünü olmayıp bağımsız bir alan, a bağımsız bir birim olduğu gerçeğinden hareket ediyordu. Pek çok tiyatro sanatçısının, akademisyenin, yazarın ve cy eleştirmenin katıldığı Kurultay'ın sonuç bildirgesi umalım ki gelecek için bir umut ışığı oısun. pe Tiyatro... Tiyatro... şimdi de Haziran ayında perde açacak olan "Uluslararası Çocuk Tiyatrosu Festivali"nin çalışmaları içinde. Yapı Kredi Sanat Festivali yine yoğun bir programla 18 Mayıs'ta başlıyor. 10. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali ise 19 Mayıs'ta "perde" diyor. 4 Haziran'a kadar sürecek olan Festival'de yine farklı renkler, farklı yorumlar biraraya gelecek. Amaçlanan, izleyiciye geniş bir yelpaze sunmak. Gerek Yapı Kredi Sanat Festivali, gerekse 10. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali programları dergimiz sayfaları içinde kapsamlı olarak veriliyor. Herkese iyi seyirler 0 7 HABERLER... Şenliğin ödülleri ise; Terakki Vakfı Tiyatro Ödülü, En İyi Topluluk Ödülü, En İyi Kostüm Ödülü, En İyi Dekor Ödülü, En İyi Işık Ödülü, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Kadın Ödülü, Özel Jüri Ödülü ve Onur Ödülü'dür. Bu yılki Terakki Vakfı Tiyatro Ödülü'ne Işıl Kasapoğlu, Genco Erkal ve Ahmet Levendoğlu, Onur Ödülü'ne ise; Karşıyaka Şehir tiyatrosu Yönetmeni Zekeriya Hocalar aday gösterildi. İBŞT'de 14. Çocuk Şenliği İBŞT'nin geleneksel Çocuk Şenliği'nin 14.sü, beş sahnede gerçekleştirildi. Kurumun kendi oyunlarının dışında bu yıl konuk olarak, Akbank Çocuk Tiyatrosu -"Elma Dersem Çık", Ankara Masal Tiyatrosu - "Benim Güzel Pabuçlarım", Ankara Sanat Tiyatrosu "Elmadaki Barış", Bakırköy Belediye Tiyatrosu - "Pollyanna", Baku Kukla Tiyatrosu - "Keloğlan'ın Düğünü", Bursa Kültür ve Sanat Vakfı Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu - "Harikalar Mutfağı", Ankara Çevre Tiyatrosu - "Şarlo Mutlu", Mersin Üniversitesi Tiyatro Bölümü - "Ormanda Şenlik", Tiyatro Tempo - "Hokus Pokus Bir Öykü" adlı oyunlarıyla katıldılar. pe cy Akademi İstanbul Tiyatro Bölümü öğrencileri 1-10 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek "ODTÜ Türkiye Üniversite Tiyatroları Şenliği"ne John VVhiting'in "Şeytanlar" adlı oyunuyla katılıyor. 1966 yılından beri düzenlenen "ODTÜ Türkiye Üniversite Tiyatroları Şenliği", bu sene "Şenlik 98" adı altında organize ediliyor. Şenlik kapsamında "Tiyatro ve İktidar", "Sanatın Kurumsallaşması" ve "Amatör Tiyatrolar" adlı üç tane panel ile Emre Koyuncuoğlu, Yavuz Pekman, Murat Karasu yönetiminde üç de work-shop düzenlenecek. 3 yıl süren bir eğitim veren Akademi İstanbul Tiyatro Atölyesi Işıl Kasapoğlu, Ahmet Levendoğlu ve Arzu Bigat Baril tarafından çalıştırılıyor. Akademi İstanbul Tiyatro Bölümü daha önce "Vanya Dayı", "Antigone" ve "Hitit Güneşi" adlı oyunları sahneledi. tarihleri arasında gerçekleştirilecek. 13 lisenin katılacağı şenliğin jürisi; Deniz Gökçer, Serpil Tamur, Simay Küçük, Serpil Tezcan, Hami Çağdaş, Nişan Şirinyan, Orhan Kurtuldu ve Eşref Denizhan4dan oluşuyor. a Akademili Tiyatrocular "Şenlik '98"de John VVhiting, "Şeytanlar" adlı oyununda 17. yüzyıl Fransası'nda, "Şeytan Çıkartma" ironisi ile kilisenin insanlar üzerinde yoğunlaştırdığı baskılar, hiyerarşik düzendeki bozukluklar, bireylerin çıkar ve varolma kavgalarını anlatıyor. Akademi İstanbullu öğrenciler 4 Mayıs'ta "Şenlik 98"de sahneleyecekleri "Şeytanlar" ile 19 Mayıs'ta Denizli Festivali'ne ve 20 Haziran'da Akademi İstanbul Şenliği'ne katılacak. Terakki Vakfı Liselerarası 3. Gençlik Tiyatroları Şenliği Terakki Vakfı İstanbul 3. Liselerarası Gençlik Tiyatroları Şenliği 25-30 Mayıs Bunun dışında İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası Çok Sesli Çocuk Korosu bir konser, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Bale, Anasanat Dalı bir bale gösterisi sundular. Ayrıca bir hafta boyunca Doktor - Veli Fuaye Sohbetleri adı altında düzenlenen toplantılarda, veliler doktorlarlarla sohbet olanağını buldular. 25 Nisan Cumartesi günü, Harbiye Cep Tiyatrosu'nda Prof. Dr. Sevinç Sokullu, Dr. Tülin Sağlam, Nihal Kuyumcu, Muhammed Uzuner, Deniz Altınay'ın katılımıyla, "ǰ c u ğun Gelişmesinde Tiyatro Sanatının İşlevi" konulu bir panel yapıldı. İzleyicilerin büyük ilgi gösterdiği panelde konuşmacılara çocuk tiyatrosunun içinde bulunduğu zor durumdan nasıl çıkacağı, neler yapılması gerektiği, neden çocuk tiyatrosunun üvey çocuk yerine konulduğu gibi konularda sorular soruldu. Dinleyicilerin arasında bulunan Yönetmen - Oyuncu Çetin Ipekkaya, yurtdışındaki uygulamalarda çocuk tiyatrosunda oyunculuk yapabilmek için yetişkin oyuncuların ayrı bir formasyona sahip olabilmeleri gerektiğini anlattı. Ülkemizde durumun tam tersi olan bu olgunun, orada çocuk tiyatrosuna verilen önemi sergilediğini belirtti. Yine izleyicilerin arasında bulunan 7 yaşlarında bir küçüğün, çocukların haklarına sahip çıkarak soru yöneltmesi ise, bu tür panellerde çocukların da bulunması konusunda düşünülmesi gerektiğini göstermesi açısından ilginçti. Genelde olumsuzluklardan, olanaksızlıklardan, zamansızlıktan (oyuncular açısından) yakınmaların dile getirildiği panel, gelecek 23 Nisan'a kadar beklemeden bu sorunların çözülmesi gerektiği dileğiyle son buldu. "Cücenin Çılgın Gülüşü" Arrabal'in Oyunu Basel'da Fernanda Arrabali'in son oyunu "Cücenin Çılgın Gülüşü"nün dünya prömiyeri Basel'da yapıldı. Oyunu sahneleyen genç yönetmen Michael Thallheimer'in metin üzerinde yaptığı değişikliklere Arrabal'in tepki göstermesi tiyatro çevrelerinde şaşkınlıkla karşılandı. Oyunda Gülliver'in Seyahatleri'ne benzer bir biçimde cücelerin ve devletin dönüşümü yer alıyor. Thallheimer'in rejisinde Büchner'in "Leonce ile Lena" oyunundaki sahneler gibi grotesk-revue tarzı hakim. "Cücenin Çılgın Gülüşü"nde şair Ophir, sarayda mercek araştırmacısı olarak Sarayda yaşayanların aşka ayıracak vakti yoktur. Ophir onlarla anlaşamayıp ayrıldığında saray yıkılır, saray sakinleri lanetlenir ve cüce çılgınca güler. Liza Minelli'ye benzeyen cüce eline mikrofonu alıp sahneye hakim olur ve Ophir'in spermleriyle yıkanmak istediğini söyler. Arrabal'ın bu eğlenceli oyunu masal atmosferi içindeki dekoru ve mitoloji, masal rönesans ve rokoko dönemi kostümleriyle dünyamızın grotesk bir karikatürü. Ariel ve Rodrigo Dorfman'dan Yeni Oyun Van Devlet Tiyatrosu 2. Yılını Dolduruyor Recep Bilginer'in Sarı Naciye adlı oyunuyla, Devlet Tiyatroları'nın onuncu bölge tiyatrosu olarak 9 Aralık 1997'de perde açan Van Devlet Tiyatrosu 35 kişilik sanat ordusuyla çalışmalarını sürdürüyor. Açılışından bu yana biri çocuk oyunu (Pırtlatan Bal) olmak üzere dört oyun (Sarı Naciye, Sevgili Doktor, Bozkır Dirliği) sahneleyen Van Devlet Tiyatrosu, çevredeki diğer illlere de turneler düzenleyerekoradaki izleyicilere de tiyatro sevgisini aşılamak istiyor. Mart ayı içerisinde Hakkari'ye, Nisan'da Bitlis'e giden ve önümüzdeki günlerde Muş'a gidecek olan Van Devlet Tiyatrosu, Anton Çehov'un "Ayı" ve "Teklif" adlı oyunlarını 15 Mayıs'a kadar oynayarak 1997-1998 tiyatro sezonunu kapatacak. cy Ülkemizde "Ölüm ve Kız" adlı oyunuyla tanınan Ariel Dorfman'ın Rodrigo Dorfman ile birlikte yazdığı "Mascara" adlı oyununu dünya prömiyeri Bonn'da yapıldı. Lüksemburg'lu yönetmen Frank Hoffmman'ın sahnelediği "Mascara"da Oriana ölmek üzere olan insanların öykülerini toplar. Sahnede iki Oriana vardır; dört yaşındaki ve yetişkin Oriana. Oriana'nın şizofrenisi çocukken başından geçen tecavüzden kaynaklanır. Ariel Dorfman ile oğlu Rodrigo, Oriana tipini-bir yap-boz halinde ortaya koyar. Oriana-ikilisi, hiçbir yeri tutamasınlar ve yüzlerine dokunamasınlar diye ellerini kesmek isteyen iki erkek tarafından izlenirler. "Mascara"dan insanların yüzüne bakınca onların gerçek, korkunç 'yüzlerini' görebilen, ancak kendi yüzü olmayan bir görümez adam vardır. Gücü elinde tutmak isteyen insanın birden fazla yüze ihtiyacı vardır, kitleyle özdeşleşebilmek için. Estetik Cerrah Doktor Marivelliise yüzü olmayan görünmez adamın, Emnme'nin rakibidir. olur ve insanların içyüzünü görme yetisini kaybedip normal bir insan olur. a çalışmakta, "yeraltı dünyasındaki sevgi"yi incelemektedir, özellikle karınca ve hamam böceklerinin sevgisini. pe Devlet Tiyatroları Kan Kaybediyor Emme doktoru rezil ederek iktidarı ele geçirmeye çalışır. Doktor ise onunla yüz yüze gelmek ister. Herkesin birbirini izlediği ve izlendiği oyunun sonu romantik motiflerle süslü. Emme aşık Konservatuvar Mezunları Derneği Başkanı Rahmi Dilligil, TOBAV Genel başkanı Tamer Levent ve Kültür Sendikası Ankara Şube Başkanı Erhan Gökgücü imzalı yayınlanan ortak bildiride Devlet Tiyatroları'nın kan kaybetmeye devam ettiği açıklandı. • bu sezon DT'de seyirci oranı, yoğun davetli sayısıyla birlikte 9 65'in üzerine çıkamamıştır. • birçok oyun provalar sırasında, hatta oynanma aşamasında repertuardan çıkartılmıştır. • Görev talep eden 9 rejisöre görev verilmemiş, kuruma dışarıdan 5 rejisör görevlendirilermiştir. • İlan edilen yurt dışı turneler hiçbir teknik sorun yokken, keyfi biçimde değiştirilmiştir. • Sezon içinde DT'nin bölgeleri dahil, çok sayıda temsil seyircisizlik yüzünden iptal edilmiştir. • Kurumun, basınla ve meslek örgütleriyle ilişkisi yine kopuktur. 55. Hükümet Programı Kültür bakanlığı bölümünde ödenekli sanat kurumlarının özerkleştirileceği ilkesi yer almaktadır. Bir sezon geçmesine rağmen bakanlığın bu konuda girişimde bulunmaması, DT çalışanlarının umutsuzluğa yöneltmektedir. Sayın Bakanın, kurumun demokratikleştirilmesi konusunda ivedi davranmasını talep ediyoruz. Galatasaray Lisesi'nde Tiyatro Günleri Genç bir topluluk tarafından hazırlanan Galatasaray Lisesi 6. Tiyatro Günleri bu yıl 4-9 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Organizasyon çerçevesinde amatör-profesyonel tiyatro toplulukları, okul oyunları , söyleşi, paneller ve Galatasaray Lisesi Tiyatro topluluğunun hazırladığı Memet Baydur'un "Düdüklüde Kıymalı Bamya", Jean Tardieu'nun "Oda Tiyatrosu" ve bir de Fransızca oyun yer alıyor. Devlet Tiyatroları'na Yeni Sahne Devlet Tiyatroları Ankara'da yeni bir sahne açıyor. Çayyolu'nda yapılacak 3.000 m2 kapalı, 4.000 m2 açık alandan oluşan yeni binasının temeli 3 Mayıs Pazar günü Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Kültür Bakanı Istemihan Talay tarafından atıldı. İki yıl içinde bitirilmesi öngörülen binanın yaklaşık 300 milyar TL'ye mal olması bekleniyor. HABERLER.. Kukla Festivali Başladı tarihleri arasında gerçekleştirilecek. cy Kukla oyunlarının sadece çocukları ilgilendiren bir eğlence türü olmadığı, en klasiğinden deneysele kadar değişik teknik ve konulara uzanan geniş bir yelpazede farklı yaşlara hitap eden bir sahne sanatı olduğundan hareketle düzenlenen festivalin etkinlikleri Kenter Tiyatrosu, Toplapı Sarayı, Hadi Çaman Tiyatrosu, Şehir Müzesi, TOBAV, Afife Jale Sahnesi, Arel Koleji ve Özel Ilıca Okulu'nda gerçekleştiriliyor. 8 Mayıs'a kadar sürecek festivalde Avusturya'dan Theater Oh ne Grenzen "Siyah Duvardaki Beyaz Gölgeler", Grup Yol "Kurbanlar 2: Düşman Kim", Tiyatro Fora "'benim Küçük Yıldızım", Çadır Hayal Grubu "Leance ile Lena", Feyza Zeybek "Çiz Düşün", Polonya'dan Teatr Male "Leverets", Show Tiyatro "Dünyayı Sev, Yeşili Koru", İsrail'den Train Theater "Saksıda Yaşayan Kız" adlı gösterileriyle katılıyor. "Şamanizm ve Kukla", "kukla ve Tiyatro", "Türkiye'de Kukla Sorunları" konulu söyleşiler Hadi Çaman Tiyatros'nda gerçekleştirilecek. Festivale Polonya'dan katılan Theatre Male 6 Mayıs'ta Afife Jale Sahnesi'nde sahnelediği oyununu hasılatını son anda gelişini iptal eden Theatre Kvvadriga'nın genel sanat yönetmeni ve baş oyuncusu Janos VValesiak'ın tedavisi için Theatre Kvvadriga'ya gönderecek. a I. İstanbul Uluslararası Kukla Tiyatroları Festivali, 1 Mayıs'ta Tiyatro Tempo'nun "Bir Beckett Oynamak" adlı gösterisiyle başladı. Denizli Belediyesi'nin TOBAV ve IATA ile ortaklaşa düzenlediği festivalin bu yıl ki sloganı "Denizli'nin Her Yeri Tiyatro". Yurt içinden ve yurt dışından pek çok amatör topluluğun katılacağı festivalde ayrıca paneller, sergiler ve VVorkshop'lar da gerçekleştirilecek. Festivale yurt içinden katılan gruplar; İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü, Ankara Deneme Sahnesi, Akademi istanbul Tiyatro Topluluğu, Bulancak Sanat Tiyatrosu, Erzurum Şehir Tiyatrosu, Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu, Karşıyaka Belediye Tiyatrosu. Yurt dışından katılan topluluklar ise; Drama Theatre "Metamorze" Constantzo (Romanya), Üsküp Halklar Tiyatrosu (Madekonya), "Diletani" Theatre Studio (Rusya), Prizren Kültürevi "Nafiz Curciela" Türk Tiyatrosu (Yugoslavya), Theatrul Samuel Rosensto (Fransa) ve Servus - Opera ve Müzikal Grup (Hollanda). pe Afife Tiyatro Ödülleri Sahiplerini Buldu Denizli'de Uluslararası Amatör Tiyatro Festivali 13 Yıldan bu yana Denizli'de geleneksel olarak kutlanan "14. Uluslararası Amatör Tiyatro Festivali" bu yıl 16-22 Mayıs 10 Halk Sigorta'nın Haldun Dormen'in danışmanlığında düzenlediği "Afife Tiyatro Ödülleri"nin ikincisi 4 Mayıs'ta Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda düzenlenen törende sahiplerini buldu. Üçü özel ödül olmak üzere toplam 13 ayrı dalda ödülün verildiği "Afife tiyatro Ödülleri"nin seçici kurulunda çevirmen Hale Kuntay, tiyatro sanatçısı Tunç Yalman, Eleştirmen Dikmen Gürün Uçarer, Tiyatro Eğitmeni Doç. Suat Özturna, işadamı Can Kıraç, Öğretim Üyesi Ahmet Cemal ve Prof. Sara Sayın yer aldı. Yıldız Kenter, Suna Pekuysal, Selim İleri özel ödüle değer bulundu. Diğer ödüller ise şunlar: - Yılın En Başarılı Prodüksiyonu: Balkon (Tiyatro Stüdyosu) - Yılın En Başarılı Yönetmeni: Başar Sabuncu (balkon) - Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu: Genco Erkal (Simyacı) - Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu: Tilbe Saran (Alacaklılar) - Yılın En Başarılı Yardımcı Erkek Oyuncusu: Tuncel Kurtiz (Çok Tuhaf Soruşturma) - Yılın En Başarılı Yardımcı Kadın Oyuncusu: Derya Alabora (Balkon) - Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Erkek Oyuncusu: Metin Serezli (Bu Filmi Görmüştüm) - Yılın En Başarılı Sahne Tasarımı: Duygu Sağıroğlu (Simyacı) - Yılın En Başarılı Giysi Tasarımcısı: Sevim Çavdar (Balkon) - Yılın En Başarılı Sahne Müziği: Kutsi Erguner (Simyacı) - Yılın En Başarılı Işık Tasarımcısı: Önder Arık (Bir Casusa Ağıt) -Yılın En Başarılı Efekt Tasarımcısı: Hitay Daycan (Derya Gülü) Sunuculuğunu Korhan Abay'ın yaptığı gecede ayrıca Türk Tarihi'nde çok önemli yeri olan 'ilk" beş kadın; ilk kadın subay Halide Edip Adıvar, köyden çıkan ilk milletvekili Satı Çırpan, ilk kadın opera sanatçısı Semiha Berksoy, ilk kadın pilot Sabiha Gökçen, ilk dünya güzelimiz Keriman Halis'in kısa metrajlı birer filmi de gösterildi. TANITIM AMERİKA'DAN BİR KONUK VAR: "MATRUŞKA" pe cy a Tuncer Cücenoğlu'nun geçtiğimiz yıllarda Hadi Çaman - Yeditepe Oyuncuları'nda sahnelenen ünlü oyunu "Matruşka", bu kez Amerika'dan konuk oluyor. Geçtiğimiz ay Virginia Eyaleti'nde "The Rude Mechanicals" topluluğu tarafından sahnelenmeye başlanan Matruşka'nın ingilizce çevirisini Aytuğ ve Emre Iz'at yapmış. Türkiye'de sahnelendiği dönemde; Kenan ışık - En İyi Reji, Hadi Çaman - En Başarılı Erkek Oyuncu, Nilgün Belgün En Başarılı Kadın Oyuncu Ödüllerini almıştı. Aynı oyun daha sonra Trabzon Devlet tiyatrosu tarafından da sergilenmiş, geçtiğimiz yıl "Kahire Uluslararası Tiyatro Festivali"inde Türkiye'yi temsilen gösterilmişti. 75 yıllık Cumhuriyet tarihimizde Amerika Birleşik Devletleri'nde sahnelenen ilk Türk oyunu olan "Matruşka"yı Amerikalı ünlü tiyatro adamlarından Prof. Michael Joyce yönetiyor. Başrolleri ise, Julie O'Leary ve Jeromy Hastings paylaşıyorlar. "Matruşka", "The Rude Mechanicals" topluluğu tarafından, 20 Mayıs, saat 20.30'da Muammer Karaca Tiyatrosu'nda, 22 Mayıs'ta ise yine aynı saatte, Hadi Çaman Tiyatrosu'nda sehnelenecek. 20 Mayıs'ta ise Prof. Michael Joyce, saat 14.00'de Hadi Çaman Tiyatrosu'nda bir söyleşi gerçekleştirecek. Julie O'Leary ve Jeromy Hastings, "Matruşka"nın bir sahnesinde. Bir Türk oyununun, Amerikalı bir topluluk tarafından ilk kez sahnelendiği sahnede gösterime girmesi ilginç olacak© 11 Oyun, gazetedeki "Küçük Bir İş Için-YAŞLI BİR PALYAÇO ARANIYOR" ilânını okuyup belirtilen yere gelen üç kişinin seçilmeyi bekleyişi üzerine kurulu. Oyunda yanlışlıkla hapse düşen ve suçsuz olarak 6 yıl içerde yatan, bu süre sonunda suçsuzluğu anlaşılarak salıverilen bir adamın başından geçen tutuklanma, soruşturma ve hapis serüveni çerçevesinde, ülkemizdeki adalet mekanizmasının işleyiş biçimindeki yanlışlar, hapishanelerdeki uygulamalar ve insan hakları konuları, kara mizah biçiminde anlatılıyor. cy İçinde birçok anlam ve açılım gizleyen mükemmel bir denklem niteliğindeki oyun, özelde trajikomik karakterler olan soytarılarla. Sanat ve sanatçının içine düştüğü bunalım ve çelişkileri anlatırken, genelde de insan ve insanlığın yüzyıl sonunda içine düştüğü çaresizlik, hız ve keşmekeş içindeki acımasız varoluş uğraşını ortaya koyuyor. Tiyatro: Ortaoyuncular Yazan: Ferhan Şensoy Yöneten: Ferhan Şensoy Dekor Tasarım: Saim Bugay Kostüm Tasarım: Ferhan Şensoy Oynayanlar: Tuncel Kurtiz, Ferhan Şensoy, Baykal Kent, Ras'ım Öztekin, Levent Unsal, Ali Çatalbaş, Parkan Özturan, Erkan Üçüncü, Özkan Aksu, Saygın Delibaş. a Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Matei Visniec Çeviren: Ahmet Güngören Yöneten: Müge Gürman Dekor Tasarım: Murat Şahinler Işık Tasarım: Yakup Çartık Müzik: Hakan Elbir Oynayanlar: Levent Öktem, Mehmet Güleryüz, Özkan Uğur pe Soytarı-palyaço geleneğinin sembolleşmiş olan parçalı, karmaşık, renkli, baklavalı, puantiyeli, kareli çılgın giysileri, maskeleri, boyanmış yüzleri ve saçmalığı günümüz insanının ruh halinin iz düşümü sanki. Oyundaki soytarı kişilikleri de parçalanmaya uğramıştır, hafızaları da... Olaylar, yer ve zamanlar, isimler yer değiştirmiştir. Kirli tortusundan kaçılamayan yitirilmiş bir geçmiş ve karanlık bir gelecek arasında yaşanan "şimdiki zaman paranoyası", fırsatçı bir köşe kapmaya dönüşür. Ne denli gelişmiş, modern estetiğe edilmiş olsa da! İlkel bir vahşeti sürdüren günümüz insanlığı gibi... 12 BU AY SAHNEDEKİLER cy a Yapım: Dat Productions Yazan: Horace McCoy Oyunlaştıran: Özcan Özer Yöneten: Şakır Gürzumar Müzik: Artun Sürmeli - Alper Berksü Dekor - Kostüm: Murad Ergiydiren Koreograf i: Handan Ergiydiren Özer Oynayanlar: Okan Bayülgen, Pamela Spence, Fikret Kuşkan, Yalçın Otağ, Edip Saner, Emrah Kolukısa, Nuri Gökaşanm, Aslı Kasapoğlu, Nejat İşler, Mesut Akusta, Gülbin Yeşil, Burcu Demirtepe, Demet Genç, İdil Fırat Tiyatro Bakış Türk Tiyatrosu'nun ve sinemasının efsanevi yıldızı Cahide Sonku'nun yaşamını yaşadığı dönemin coşkusuna uygun bir yaklaşımla; müzikli, tempolu bir "Kabare" olarak sahneye koyuyor. Cahide'yi, "Darülbedayi"ye ilk başladığı günlerden alıyor ve başdöndürücü yükselişi sırasında hayatına giren önemli insanları, onlarla olan ilişkisini, seviçlerini, umutlarını, öfkelerini müziğin ve sahnenin diliyle anlatıyor. Bütün bu olaylar boyunca, sahnede bir de "anlatıcı" var. Tam "Kabere Stil"ine uygun, hem oyunu anlatan hem de belirli rolleri oynayan, sempatik, enerjik bir "tiyatro kişisi". Anlatıcı, kimi zaman politikacıyı, kimi zaman Zeki Müren'i oynarken; Cahide'nin hayatının en önemli kişileri; rejisörü, kocası, aktrist arkadaşı, terzisi ve diğerleri de öbür "temel roller" olarak katılıyorlar oyuna. pe Neden "Atları da Vururlar". Neden "Bizi de Vururlar". "Atları da Vururlar", 19301ar Amerika'sında; ekonomik bunalım ve kapitalizmin acamısızlığı karşısında yenik düşen işsiz - evsiz - parasız genç insan kitlesinin bir para ödülü uğruna bedensel ve duygusal sömürüsünün öyküsü. Son yirmi yılın Türkiye'sine baktığımızda, 1930'lar Amerika'sının benzer fotoğraflarını dehşetle görmemek elde değil. 1970'ler Türkiye'sinde bir tür sıkıntı, hoşnutsuzluk, korku bir tür yaşama ve sevme yeteneksizliği duyan genç insanlar politik gruplara dahil olmak yoluyla bir "tedavi" ummaktaydı. 90'larda ise aynı genç kitle, kiliseler ve markalarla donatılmış diskotek ve uyuşturucu gruplarına dahil olmak yoluyla "tedavi" ummakta. Oyun zamanın dışını düşmemek üzere verilen bedensel bir mücadelenin, günümüzdeki izdüşümü. Tiyatro: Tiyatro Bakış Yazan: Nezihe Araz Yöneten: Hakan Altıner Müzik: Cenk Taşkan Koreograf i: Uğurkan Erez Dekor: Figen Soysal Kostüm: Sadık Kızılağaç Oynayanlar: Nükhet Duru, Alp Oyken, Tomris Oğuzalp, Mehmet Ulay, Tamer Karadağlı, Ayberk Attila, I. Hakkı Şen, Demet Meva, Özlem Çakar 13 PERDE ARASI Cemal Gösterilerle Yetinen "Türk" Tiyatrosu... Yaklaşık on beş yıldır savaşan ve onun yıkımlarını yaşayan bir ülke. Bir darbenin siyasal uzantılarından ve toplumsal sarsıntılarından on sekiz yıldır kurtulamamış bir ülke. Doğal yaşama biçimine dönmüş/dönüştürülmüş bir enflasyonun en temel ahlâk değerlerini neredeyse hiçliğe sürüklediği bir ülke. insan-hayvan ayrımından öte, canlıların, çoğu kez o canları korumakla yükümlü olanlarca "kamuya açık" yerlerde öldürülebildikleri ve yine çoğu kez suçluların cezasız kalabildikleri bir ülke. Ve rasgele seçilen bu olup bitenleri bütün çarpıcılığıyla, asıl önemlisi de bütün düşündürücülüğüyle sahnesine - en azından yeterince - taşıyamayan bir "Türk" tiyatrosu! Dünyanın düşünceye değer verdiğini ve eleştirel düşünmeyi doğal saydığını savunan hiçbir ülkesinde tiyatrolann sahneleri, bu bağlamda böylesine boş değildir; boş ise eğer, o zaman bu, o ülkede düşünce ve düşünmek sözcüklerinin salt göstermelik kullanıldığının bir göstergesinden başka bir şey değildir. cy a Tarihinin hiçbir döneminde usta oyunculuklar, çok başarılı sahnelemeler ve izleyici kitlesinin büyüklüğü ya da küçüklüğü, tek başına sahnelerdeki gösterileri tiyatro sanatı kılmaya yetmemiştir. Antik çağ Yunan tragedyalarından bu yana tiyatro sanatı, varlık nedenini ve gelişmesini hep toplumun yüzüne tuttuğu aynaların kalitesine borçlu olmuştur. Çarpıtan aynaların görüntüleriyle avunmanın ya da toplumla ilgili, gerçek dışı veya yetersiz resimlerin önceden çizildiği düz yüzeyleri topluma sahneden ayna diye tutmanın bir tiyatro sanatına kaynaklık ettiği, hiç görülmemiştir. Bir başka deyişle tiyatro, tarihi boyunca ancak politik olabildiği, yani olup bitenler karşısında turum alabildiği ölçüde salt işçilikten sanata uzanan yolda ilerleyebilmiştir. Bugünün Türkiyesi'nde, yazımızın başında kısaca değindiğimiz panoramadan yola çıkan tiyatro oyunları yazılıp sergilenmiyorsa eğer, o zaman yalnız tiyatroyla da sınırlı kalmayan, çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız demektir. pe Ahmet Bu sorunun adı umursamazlık, soy adı da /cör/eşme'dir. Bugün genelde Türk sanatının ve edebiyatının Türkiye'deki ortamı - artılarıyla ve eksileriyle yeterince ciddiye almamasının en belirgin uzantılarından biri, kendini bizim oyunlarımızın neredeyse yok denebilecek kadar az oluşunda göstermektedir. Bu görüşe itiraz etmek isteyenler, önce şu sorunun yanıtını açık yüreklilikle vermelidirler: Son yıllarda, diyelim son on yılda kaleme alınmış kaç Türk tiyatro oyunu sahnelenebilmiştir? Burada çözümü örneğin tiyatro eğitimi veren kurumlarda oyun yazarlığı derslerinin yoğunlaştırılmasında aramak, abes olur. Bununla, bu derslerin abes olduğunu söylemek istiyor değilim. Ama demek istediğim şu ki, "metin yazımı" derslerine devam edenler arasından kaç roman ya da öykü yazarı çıkabilirse, "oyun yazarlığı" derslerini alanlar arasından da ancak o kadar oyun yazarı çıkabilir; çünkü yazar, yetiştirilemez! Öte yandan ortada sanki bir çelişki var. Ülkemizde hemen hiçbir kesimin olup bitenlerin dünü, bugünü ve yarını üzerinde gereken ciddiyetle düşünmediğinden yakınırken, bir yandan da böyle bir düşünme ve değerlendirme eylemini oyun yazarlarından bekliyoruz! Ama bu, kanımca bir çelişki değil. Çünkü yazar, her dönemde toplum açısından bir rehber ve uyarıcı olma işlevini de üstlenmiştir. Bu gerçek göz önünde tutulduğunda, ondan yukarıdaki anlamda yalnız başına böyle bir işlev yerine getirmesini, başka deyişle olup bitenlerin sahnelenmesine yardımcı olmasını beklemek, bir çelişki değildir. Bu bağlamda önemli bir görev de sanırım gençlere düşüyor. Oyun yazmalarını tavsiye ettiğim tiyatro öğrencilerimden genellikle aynı yanıtı alıyorum: "Ama hocam, ben yazar değilim ki!" Bunu yazmadan kim bilebilir?© cy a pe 1. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI ıı 1. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI ıı SONUÇ BİLDİRİSİ Türkiye'de Çocuk Tiyatrolarının Konumu: pe cy a Ülkemizde ödenekli ve özel tiyatrolar ile yalnızca çocuk tiyatrosu yapan topluluklar, çocuk tiyatrosu alanında faaliyet gösteriyorlar. Bu çerçeve içinde, toplulukların karşılaştıkları çeşitli güçlüklerin, olması gereken ve özlenen çocuk tiyatrosunun gerçekleşmemesinin temelinde ana bir sorun yatmaktadır. Bu da çocuk tiyatrosunun, yetişkinler tiyatrosunun bir çıraklık basamağı veya yan ürünü olmayıp bağımsız bir alan, bağımsız bir birim olduğu kavramının kabullenilmemesinden kaynaklanmaktadır. I. UZMANLAŞMA 1. Ödenekli ve özel yapılaşmalarda çocuk tiyatrosu gerek finans kaynakları gerekse sanatsal ve teknik kaynakları açısından bağımsız bir alan olarak gerçekleştirilmelidir. 2. Tiyatro eğitimi veren fakültelerin tiyatro bölümlerinde ve konservatuvarlarda çocuk tiyatrosuna, programlarında yer vermelidir. (Reji, yazarlık, oyunculuk, dramaturgi vb. gibi) Mevcut topluluklar da bu amacın gerçekleşmesi için eğitsel çalışmalar düzenlemelidir. 3. Çocuk tiyatrosunda hedef kitlenin saptanmasında yaş gruplarını göz önüne almak zorunludur. Bu izleyici kitlesine de duyurulmalıdır. II. EĞİTİM 4. 8 Yıllık eğitimin benimsendiği ve 2000'li yıllara hazırlandığımız şu günlerin yaratıcı-drama eğitimine başlangıç için en uygun dönem olduğuna inanıyoruz. Çocukların gelişimindeki önemi göz önüne alınarak okul öncesi ve 8 yıllık temel eğitiminde yaratıcı dramaya okulların eğitim programlarında zorunlu olarak yer verilmelidir. (Yaratıcı-drama çocuğun bizzat doğaçlamalarla geliştirdiği oyun, çocuk tiyatrosu ise belli bir yaştan sonra yaş grupları gözetilerek yapılan ve çocuğun seyirci olarak katıldığı oyunlardır. Bu iki kavram farkı göz ardı edilmemelidir.) 5. Ailelerin, yaratıcı-drama ve çocuk tiyatrosu konularında okullar ve medya tarafından bilinçlendirilmesini sağlayacak girişimler gereklidir. III. ÖRGÜTLENME 6. Yerel yönetimlerin eğitimde büyük yeri olan çocuk tiyatrosunu desteklemesi, onu geliştirmesi, görevlerinin içinde "isteğe bağlı" değil, yasalarla saptanmış asal hedefi olmalıdır. 16 7. Çocuk tiyatrolarının geliştirilmesi, koordinasyonu, örgütlenmesi ve uluslararası ilişkilerin düzenlenebilmesi için çocuk tiyatrosu alanında meslek örgütleri kurulmalıdır. a 8. Özel çocuk tiyatroları eğitsel bir hizmet üstlendikleri için her türlü vergi indirimi ile desteklenmelidir. pe cy IV. DENETLEME 9. Bütün bunların dışında gerek çocuk tiyatrosu gerekse çocuklarımız açısından en büyük tehlikeyi oluşturan "korsan tiyatrolardır". Bu gruplar eğitsel açıdan Milli Eğitim Bakanlığı, sanatsal açıdan Kültür Bakanlığı, parasal açıdan Maliye Bakanlığı'nın denetimi olmaksızın çalışmakta ve seçme şansı olmayan, ilk öğretim düzeyindeki hazır pazarı sömürmektedirler. Bu oluşuma okul aile birliklerinin, Milli Eğitim Müdürlükleri'nin ve okul yönetimlerinin, sorumsuzlukları da eklenince tehlikenin boyutları daha da büyümektedir. Korsan tiyatrolar tehlikesini denetlemek açısından daha çok okullardaki hazır pazara yönelen bu toplulukların oyunlarına bir sanat kurulunun değerlendirilmesi koşulu getirilmelidir. Bu sanat kurulu, bu alandaki meslek kuruluşlarının temsilcileri ile çocuk tiyatrosu alanında deneyim ve birikimi olan kişilerden oluşturulmalıdır. Bu kurulun çalışmalarını yürütebilmesi için gerek Bakanlık destek fonundan gerekse özel sponsorluk kaynaklarından kurula pay ayrılmalıdır. 10. Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde daimi bir çocuk komisyonu kurulmalıdır. 11. Bu istemler doğrultusunda eksiklikleri tamamlanacağı düşünülen "Türkiye Tiyatrosu" yasasının ivedilikle çıkarılması gerekmektedir. 12. Yukarıda belirtilen ortamın oluşturulabilmesi için, bir yandan bakanlıklar bağlamında gerekli kaynak ve yükümlülüklerle ilgili yasal düzenlemeleri gerçekleştirmek amacıyla girişimde bulunacak bir komitenin bu kurultayca belirlenmesi gereklidir. Öte yandan da kurultayımızın önerileri doğrultusundaki şart ve bağlantıları kurmak üzere kurultayımıza katılmamış olsalar da ilgili bakanlıklar yetkililerinin soruna öncelikle sahip çıkmaları sağlanmalıdır. Bütün bu öneriler yaşama geçirildiğinde, yalnızca yarının izleyici ve sanatçı kuşaklarının değil, yarınları kuracak kuşakların yetişmesine katkıda bulunacaktır. I. Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı ancak Cumhuriyetimizin 75. yılında toplanabilmiştir. 75 yılın tüm çocuklarından özür dileriz. İMZA (KURULTAY DELEGELERİ) 1. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI " 1 . Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı" Özeleştirisini Yaptı "75 YILIN TÜM ÇOCUKLARINDAN ÖZÜR DİLERİZ." Demirkanlı 1. Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı" sonuç bildirisi, başlıktaki cümleyle sona erdi. Türk tiyatrosunun, çocuklardan, çocuk tiyatrosundan özür dilemesi, bir anlamda özeleştiriyi de içeriyordu. cy a Mustafa pe Muhsin Ertuğrul Hoca'nın 1935'lerde kalkıştığı çocuk tiyatrosu hareketliliğinden sonra, gerekli önem verilmemiş, dahası bir kenara atılarak horlanmış, ikinci sınıf sanat gibi görülmüş, çocuk tiyatrosu yapanlar ya küçük görülmüş ya da gülüp geçilmiş. Aslında, çocuk tiyatrosu, doğru çocuk tiyatrosu yapmanın zorluğunu bilen ilgililer ve yetkililer, bu zor işe soyunamadıklarından olsa gerek, yok sayarak işin içinden sıyrılmaya çalışmışlardır. Türk tiyatrosunda Darülbedayi'den bu yana öncülüğü elinde tutan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu bu konudaki öncülüğü de ele almış ve Kurultay bildirilerinde önümüzdeki yıldan itibaren çocuk tiyatrosunda yepyeni bir örgütlenmeye girerek, gerekli önemin verileceği müjdesi Kurultay'a yansıtılmıştır. Bu anlamlı ve önemli girişim için Sayın Kenan Işık'ın şahsında bu karara katılan tüm Şehir Tiyatroluları kutlarım. Her aşamasında yanlarında olduğumuzu, bilmem belirtmeye gerek var mı? Bir söyleşimizde, "Ben çocuk tiyatrosu yapmaya korkarım" diyen Kenan Işık, korkunun karşısındaki cesaretin de ne olduğunu örnek bir girişimle göstermiş bulunuyor. Bence, bu deklerasyon Kurultay'ın en önemli adımlarından bir tanesiydi, ancak çocuk tiyatrosunun bu denli ihmalin sonunda geldiği yer itibariyle hiç de iç açıcı bir noktada olmadığını gördük, ama 3 günün sonunda gelinen nokta hiç de azımsanacak bir yer değildi. Sayın Seçkin Selvi'nin, çocuk tiyatrosu yapanlara yönelik sert çıkışı, bence dozu biraz fazla kaçmış bir eleştiriydi, ancak meselenin önemini vurgulama ve tartıştırma açısından yararlı oldu. Eleştiri doğrudan çocuk tiyatrosu yapanları hedef alıyordu, ancak "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" özdeyişini hatırlarsak, asıl hedef çocuk tiyatrosunun ayrı bir ihtisas alanı olduğunu bilmeyen 18 pe cy a veya bilerek uygulamayan alamadık. Ama, bundan başta Devlet Tiyatroları sonra böyle bir Genel Müdürlüğü, kalkışmanın bir ucundan Üniversitelerin Tiyatro tutarsanız, size Bölümleri ve deneyimlerimizi ve eğitime yönelik gerekli Konservatuvarların bağlantıları kurmanız Tiyatro bölümleriydi. konusunda yardımcı Alınmaları gereken ve oluruz. kendi paylarına düşenleri kaydetmeleri gerekenler onlardı. Kurultay Lütfen, şu andan itibaren delegasyonunu oluşturan görevinizin gereklerini katılımcılar arasında bu yerine getirmeye başlayın ikâzı alanlar sadece ve hiç zaman Üniversitelerin (Dokuz kaybetmeden, ayrı bir Eylül, Erzurum çocuk tiyatrosu birimini kurarak, oradaki sanatçı Üniversitesi, İstanbul arkadaşların çocuk Üniversitesi, Eskişehir tiyatrosu eğitimleri için Üniversitesi, Ankara gerekli alt yapıyı Üniversitesi) yetkilileri oluşturun. Bunu sizden oldu, çünkü başta Devlet istiyor ve bekliyoruz. Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Kurultay'a itibar etmedi. Her türlü Kurultay'ın olumsuz ama çağrımıza Sayın Bozkurt önemli ikinci yanı da Kuruç lütfedip cevap bile buydu bence. vermedi. Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürü Tansu Kurultay programında, Özdemir Nutku, başarılı yönetimiyle Kurultay Genel Kurulu'nun Aytar, ki kendisi uzun komisyon çalışmalarına tüm yükünü tek başına omuzladı. yıllar çocuk tiyatrosu ile iki yarım gün ayırmıştık. uğraşmıştır, lütfedip gelip Fakat, problemlerin ilgilendirmeyebilir, özel ilgi alanınızın gelmeyeceğini bile bildirmedi. çokluğu ve konunun önemi, kurultay içinde olmayabilir. Bu durum, sizin Konservatuvarlar da aynı duyarsızlık delegelerince beklentimizin de üzerinde görevinizi yapıp yapmamanızı belirlemez. kavrandığı için bu çalışmalar sabahlara içindeydi. (Ankara Devlet Konservatuvarı Üstlendiğiniz görev, keyfiyet kabul kadar sürdü. İlk gün, 18.00'de bitirilmesi hariç) etmeyecek kadar ciddi bir iştir, farkında planlanan çalışmalardan delegeleri mısınız bilmem ama, siz görev kusuru kaldırmamız çok zor oldu, zor ama Aslında Kurultay'ın düzenleyicisi olması işliyorsunuz. Sizin görevlerinizin en çalışmaları kesmek zorundaydık, çünkü gereken bir kuruluş vardı ki, kurumsal başında gelen, tiyatro izleyicisi yaratmak planlı olarak Alaçatı Belediye Başkanı katılım olarak bile gerekli özeni ve tiyatroyu yaymaktır. Devlet bu amaç Sayın Remzi Özen'in "Hoşgeldiniz göstermedi. Türkiye çocuk tiyatrosunun için sizlere o ödeneği çıkartıyor ve Kokteyl"ine gitmemiz gerekiyordu. sorunlarına sahip çıkması, öncülük etmesi harcamasını da sizin kontrolunuza Arkadaşlara, kokteyl sonrası çalışma gereken ASSITEJ, maalesef Türkiye Milli bırakıyor. Çocuk tiyatrosu olarak salonlarını hazır tutacağımızın sözünü Komitesi Başkanı ve/veya Sekreteri yaptıklarınız son anlara yetiştirilen, vererek kokteyle yetişebildik. Kokteyl tarafından temsil edilemedi. özensiz çalışmalardan öteye gitmiyor. sonrası başlayan komisyon çalışmaları Sayın Tülin Sağlam, çok önceden Şova yönelik yaptığınız çocuk şenlikleri, sabah 3'e kadar devam etti. Ertesi günkü Kurultay'a katılamayacağını belirtmişti, belki bugün için göz boyayabiliyor ama çalışmalardan umudumuzu yitirmek sanırım daha önemli işleri vardı. Sayın yarın hiçbir işe yaramayacak. Bugüne üzereydik ki, ne kadar yanıldığımızı bir Selda Öndül ise son akşam 'Ailevi bir kadar sahipsiz olan çocuk tiyatrosunun kez daha anladık. Tüm komisyonlar hastalık nedeniyle' Kurultay'a artık bir sahibi var: " 1 . Türkiye Çocuk sabah 10.00'da yine toplantı salonlarında katılamayacağını bildirdi. Keşke onlar da Tiyatrosu Kurultayı" delegeleri. yerini almıştı bile. Her noktası didik didik olsaydı, konusu çocuk olduğu için edilen çocuk tiyatrosu, 4 komisyon Kurultay'da gözlemci olarak yerini alan Bu delegasyon içinde yer alan Devlet raporuyla Genel Kurul'a hazırdı. UNICEF Türkiye Başkanı Sayın Sevinç Tiyatrosu sanatçıları, size bir deklerasyon Karasapan Soysal gibi. sunup, görevinizi hatırlatacaklar. İkinci gün öğleden sonra başlayan Genel Yeri gelmişken seslenmekte yarar Kurul çalışmaları, yoğun tartışmalardan Sayın Kuruç, çocuk tiyatrosuna yönelik görüyorum; Sayın Kuruç, şu anda sonra Sonuç Bildirisi'ni oluşturup, oybirliği Eğitim Programı, dergimiz tarafından 13 Türkiye'nin en kalabalık ve bütçesi en ve alkışlarla kabul edildi. Nisan'da İstanbul'da başladı ve devam yüksek ödenekli tiyatrosunu ediyor, bu konudaki çağrımıza da yönetiyorsunuz. Çocuk tiyatrosu sizi Artık, çocuk tiyatrosunda yeni bir dönem sizlerden maalesef herhangi bir yanıt 19 olan, Belediye Başkanı Sayın Remzi Özen en son sahne almalı gibi geldi bana. başlıyordu. Belki de bu yoğun 3 gün, girilen yolun en kolay kısmıydı ve başarıyla geçildi. Her biri birbirinden önemli 12 maddeden oluşan Bildiri ortaya çıkmış ama kimsenin de bu maddelerin kendiliğinden hayata geçeceğine yönelik bir umudu yoktu. Takip edilmeli, izlenmeliydi. Biz, bugüne kadar zaman zaman laf ürettik, bazen laf bile üretmedik, oysa o 8 yıldır minicik bir kasabada çocuk tiyatrosu ile bir nesil yetiştirdi. Yetiştirdiği çocuklardan birinin Kurultay'a sunduğu eleştirileri ileriki sayfalarda okuduğunuzda Remzi Başkan'ın gerçekleştirdiğini somut olarak göreceksiniz. Onun için söylenecek söz yok. Ben bulamı yorum. Sadece yaptıklarını alkışlıyor, teşekkür ediyorum. pe cy a Kurultay, bu önemli konuyu da kurumsal temsili göz önüne alarak; Sekreterya, Mustafa Demirkanlı (Tiyatro... Tiyatro... Dergisi), Hilmi Zafer Şahin (İBŞT), Reha Bilgen (Masal Gerçek Tiyatrosu), M. Nurkut İlhan (Çan Tiyatrosu), Ferdi Merter ( Devlet " 1 . Türkiye Çocuk Tiyatrosu Sanatçısı), Alaçatı Belediye Başkanı, 8 yıldır gerçekleştirdiği "Uluslararası Alaçatı Çocuk Tiyatrosu Tiyatrosu"nun Oğuz Tunç (ASSITEJFestivali"ni daha nasıl büyütürüm"ün düşlerini kuruyor. ardından aktaracak TOBAV), Burhan gerektiğini, ASSITEJ çatısı altında daha çok şey var. Ama hepsini buraya Akçin (Kocaeli Bölge Tiyatrosu) ve Türel toplanmanın doğru olacağını aktardık, sığdırmak istemiyorum. Önce biraz iş Ezici (Ankara Devlet Konservatuvarı)'den Sayın Hasan Erkek de bu konuda büyük yapalım, somut adımlar atalım. Konuşma oluşan 8 kişilik bir izleme komitesi kurdu. çaba harcadı, lütfen yönetim olarak siz hakkımız sonra doğacak. İzleme Komitesi, ilk toplantısını de biraz daha duyarlı olun, ASSITEJ atıl Alaçatı'da gerçekleştirip, ön çalışma kalmamalı, yapacağı ve yapması gereken Bu Kurultay'ın düzenlenmesindeki programından sonra, detay çalışma çok şey var.) TOBAV Genel Merkezin katkıları programı yapmak ve gerekli temasları soruldu, soruşturuldu. Tabii ki katkıları sürdürmek üzere ayrıldı. D. Korsan çocuk tiyatrolarının verdiği var, ama bu ayrı bir tartışma konusu, zararlar ve alınması gereken önlemler. kaldı ki tartışmaya da gerek yok. Kurultay'ın Sonuç Bildiri'sinde altı Kurultay gerçekleşti, yeni bir dönem, çizilmesi gereken konuları ise özet olarak yeni sorumluluklar var önümüzde. Bu Bu dört konu, aslında çocuk tiyatrosunun şöyle sıralayabiliriz; klasik tartışmalardan arınarak önündeki sorunları belirleyen ve çözüme önümüzdeki işlere bakmak daha doğru yönelik hareket noktalarının altını çizen A. Ödenekli ve özel tiyatrolarda çocuk geliyor bana. konular diye düşünüyorum. Her biri için tiyatrosu ayrı birimler olarak atılacak adımlar, çocuk tiyatrosunun oluşturulmalıdır. yarınını daha belirgin ve güvenli Son söz olarak, çocuk tiyatrosuna önem kılacaktır. veren, bize inanarak bu Kurultay'ın B. Tiyatro eğitimi veren kurumlar, çocuk düzenlenmesinde maddi katkı sağlayıp, tiyatrosuna yönelik programlar sonuçlarını bir an önce isteyen başta oluşturmalıdır. Kültür Bakanı Sayın Istemihan Talay'a, Bugüne kadar gizli kalmış, Müsteşar Yardımcısı Sayın Nurcan C. Çocuk tiyatrosu geliştirilmesi, gerçekleştirdikleri pek ortalığa çıkmamış Tokar'a, her aşamada yanıbaşımızda koordinasyonu ve örgütlenmesi için bir kahraman daha vardı. Onu anmayı en olan TOBAV İstanbul Şube Başkanı meslek örgütleri kurulmalıdır. (ASSITEJ, sona bıraktım, çünkü tiyatrocuların göz Orhan Kurtuldu'ya, Hasan Erkek'e , bildiride adınız bile geçmiyor, lütfen biraz ardı ettiği bir konuyu 8 yıldır Alaçatı'da başarılı yönetimiyle Kurultay'ın tüm hareket, biz dilimiz döndüğünce düzenlediği "Uluslararası Alaçatı Çocuk yükünü omuzlayan Özdemir Nutku oluşturulmaya çalışılan ÇOTİYAP, Ulusal Festivali" ile hayata geçirmiş, bu Hoca'ma ve Kurultay'ın her aşamasında Çocuk Tiyatroları Birliği gibi oluşumların Kurultay'a evsahipliği yaparak bizleri emeği geçen herkese teşekkür ederim© sahiplerine, gücü parçalamamak inanılmaz bir özen ve coşkuyla ağırlamış 20 1. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI " 1 . TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI"NIN ARDINDAN pe cy a Seçkin Selvi: 75 yılda ilk kez toplanabilen Kurultay, en azından toplanabildiği için son derece yararlı oldu. Ne var ki Kurultay'da dile getirilen ve çocuk tiyatrosunun bugünüyle ilgili sorunların kaynağında, bu sorunlardan şikayet edenlerin sorumsuz davranışları yatmaktadır. Gelecekteki çocuk tiyatrosunun bu sorunlardan arınabilmesi için bu Kurultay'ın bir özeleştiri kurultayı olmasını beklerdim. Ne yazık ki olamadı. Çocuk tiyatrosu alanını seçenler, sadece alkış ve övgü beklentileriyle olumlu sonuçlara ulaşılamayacağını bilmeliler. Ferdi Merter: Kurultay oldukça olumlu geçti, birçok şey tartışıldı, birçok şey söylendi, ancak artık söylenecek lerin bittiği kanısındayım. Bu Kurultay'ın ileriye yönelik yönetmeliklerin, yasaların dönüm noktası olmasını diliyorum. Yarınlara yönelik artık toplantı değil yönetmelik istiyoruz. Esen Çamurdan: Organizasyon olarak başarılı bir kurultaydı. Ancak gerek saptanan durumlar, gerekse bunların tartışılması ve çözüm arayışları açısından toplantıların verimli, yapıcı geçtiiğini söyleyemem. Her zamanki gibi konuşmalar kişisel ya da kurumsal yakınmalardan öteye gidemedi, hiçbir özeleştiri yapılmadı ve bunların doğal sonucu olarak çare ve çözümler yine başkalarına, özellikle devlete bırakıldı. Fikret Terzi: Tiyatro ve TV Yazarları Derneği Genel Sekreteri ve 30 yıllık çocuk tiyatrosu uğraşanı olarak, üyesi bulundu ğumuz 1. Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı oluşturma düşüncesi ve eylemini, bu alanda atılmış en ileri adım olarak niteliyor, kutluyorum. Olguya yaklaşım, içerik ve hayata geçirme çalışmalarını saygıyla karşılarken; Kurultay'ın ileri hedefi olan "nasıl bir çocuğa ve çocuk tiyatrosu"na ulaşılmak istendiğinin belirlenmesinde kaçınılmaz olan, "Çocuğun ve tiyatrosunun politik açıdan tanımlanmamış ve sonuç bildirgesinde ana ilke olarak konmamış" olmasını, çok büyük bir eksiklik ve hata sayıyorum. (Politikasızlık!) Dileriz bu Kurultay ülke çocuklarından son "özür dileyişimiz"in ifadesi olur! 21 Hilmi Zafer Şahin: Her şeyden önce ilk kez bir çocuk tiyatrosu kurultayının toplanması ülkemizin sanat ve kültür yaşamı için çok önemli. Bunun yanı sıra herkes birbirini hem kişisel olarak hem de bu konudaki düşünceleriyle tanıma olanağına kavuştular. İşin akademisyenleriyle her gün çocuk tiyatrosu yapmanın sorunlarıyla karşılaşanlar bir araya geldiler. Ülkemizin birçok alanında olmayan, kuramla pratiğin buluşmasını sağladılar. Çok fazla aykırı düşünce olmamasına karşın çocuk tiyatrosunun, oyun yazımından sahnelemeye oyunculuktan dramaturjisine ve örgütlenmesine, aşması gereken birçok sorunu olduğunu gördük. Şimdi ne yapmalıyız sorusu önümüzde. Sanırım Türk tiyatrosu yalnız çocuk tiyatrosu adına değil, tarihsel ve gelecek kimliğiyle de bu kurultaydan dersler çıkartır. pe cy Orhan Kurtuldu: Bu Kurultay'ın çocuk tiyatrosu için çok yararlı ve verimli geçtiğine inanıyorum. Burada en önemli görev, çocuk tiyatrosu yapanlara düşüyor. Umarım yetkili bakanlıklar; Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı kendilerine düşen görevleri yerine getirmek için bizim kadar aceleci olurlar. 21. yüzyıla gireceğimiz bugünlerde düşünen değil, düşüncesini eyleme dönüştüren bir toplum olmak istiyoruz. Sanatçılar kadar hızlı düşünüp harekete geçmeyen yetkili makamlar, politikacılar, toplum önünde mutlaka bunun hesabını vermek zorunda kalacaklardır ve 21. yüzyıl insanı, kesinlikle kültür ve sanattan payını almış, onun gerekleriyle donanmış olmak zorundadır. Atatürk'e biraz olsun saygımız varsa, onun mirasını daha ileriye götürmek istiyorsak, kurultaylarımızın aldığı sonuçları bir an önce gerçekleştirmek için herkes üzerine düşen görevi yerine getirmelidir. eksikliği göze çarptı. Ama her şeye rağmen yukarıda belirttiğim gibi gerçekten çocuk tiyatrosuna gösterilmiş olan önem çok sevindirici. Bütün emeği geçenleri kutluyorum ve kendilerine teşekkür ediyorum. a Demokrat tavır ve sanata yakışır yaklaşımınızla size ve emeği geçenlere, gönül verenlere ve sonuca vardıracak olan emek vereceklere saygı ve dostlukla. Raik Alnıaçık: Kurultay'ın geç kalmış olmasına rağmen fevkâlede olumlu geçtiğini söylemek mümkün. Bunun birinci nedeni herkesin çocuk tiyatrosunun insan hayatında çok önemli bir yeri teşkil ettiğine inanmış olması, ikincisi de genç tiyatrocuların çocuk tiyatrosunu hiç de basamak yapmaya çalışmadıklarını kanıtlamış olması. Ancak bildiriler açısından bakıldığında geleceğin çocuk tiyatrosuna çare önerilerinin 22 İnci San: Biçimsel olarak Kurultay'ın düzenlenmesi çok başarılı idi. (Organizasyon kurulu ve davranışları, ulaşımın sağlanması, seçilen otel ve hizmetlileri vd.) Içeriksel açıdan ve kurultayın yürütülmesi açısından değinmek istediğim kimi hususlar ise şunlardır: İletişim ve etkileşimin tiyatro sanatının en önemli boyutları olmasına karşın, Kurultay sonunda hâlâ birbirini yeterince tanımayan, birbirinin tam olarak ne yaptığını bilmeyen kişiler vardı. Onun için, bundan sonraki (ve herhalde daha sık yapılması gereken bu tür toplantılarda); ilk gün geniş bir tanışma gündemi ile açılmalı; herkes herkesin ayrıntılı olarak ne yaptığını öğrenmeli, gereğinde birbirini sorgulamalı ve bunlar tartışılmalıdır. Böylece var olan önyargıların elverdiğince yıkılması (söz gelimi ASSİTEJ, Çağdaş Drama Derneği ve kimi özel çocuk tiyatroları ve eleştirmenler hakkında herkes bilmediklerini öğrenmeli) sağlanmalıdır. Dört grup arasında gereken bağlantı kurulamamış olduğu için, genel toplantılarda birçok konu yeniden ele alınma durumunda kaldı. Bundan sonra daha özgül (spesifik) konu başlıkları altında tek tek kongreler yapılmalı, tekrarlar önlenmelidir. Bu kurultayda öngörülen 4'lü çalışma tam uygulanamadı. Söz gelimi, 4. grupta tartışılması öngörülmüş bulunan kimi konular, daha çok 1. grupta tartışıldı. Buna karşılık benim de bulunduğum 1. grupta yazarlık, sahneleme, oyunculuk; ayrı bir başlık olarak verilmiş olduğu halde, "kukla" tartışılmadı. Kimi bildirilerde değinildi. Ortak tartışmaya geçilemedi. Bir yol, bildirilerin burada olduğu gibi 2 sayfa ile kısıtlanarak, önceden katılımcılara gönderilmesi olabilir. Yaratıcı drama özel bir eğitim isteyen; bilimsel disiplin olarak, pedagojiyi, eğitim psikolojisi ve sosyolojisini, gelişim psikolojisini, sanatlar eğitimini ve sanat pedagojisini içeren bir programla ancak hakkında kuramsal ve uygulamalı bilgi edinilebilen bir alandır. Pek çok katılımcının bu gerçeğin farkında olmadığı gözlenmiştir. Ayrıca kurumsala ve bilimsele, neredeyse bilgiye karşı, bilgilenmeye karşı bir tutum olup, ne yazık ki, biz akademisyenlerin sanatsala ve sanata, oyuncuya ve yönetmene karşı duyduğumuz derecede bir saygıya eşdeğer düzeyde görülmemektedir. Bu bile bir başka tiyatro / çocuk tiyatrosu (bilimsel) toplantısına konu oluşturabilir. Bir sonraki benzer bir toplantıda, ilk gün ve ilk oturum, kaynaşmayı, tanışmayı, empatiyi geliştirecek iki saatlik bir yaratıcı drama çalışması biçiminde gerçekleştirilebilir. Sevinç Sokullu: 1. Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı'nın en önemli sonucunun okul okul gezerek çocuk tiyatrosu yapan, daha doğru değişle çocuk tiyatrosunu istismar eden korsan oyuncu gruplarının bu etkinliklerini önlemek için sonuç bildirgesine maddeler konulması, önlem alınmasının Deschamps et Deschamp'ın "Gülünç Kibarlar" adlı oyunundan bir sahne. a olmak üzere dönemin parlak aristokratlarının kaleminden çıkmış "değerli edebiyatı", her zamanki kadınlara pek de iyi yaklaşmayan tavrıyla karikatürize ediyor. Ancak "değerli olma" özelliği, Moliere'in iddia ettiği gibi birkaç kendini beğenmiş genç kadının romantik ve gülünç kararsızlıklarını yansıtan eserleriyle sınırlı değildi. Kadınların yazdıkları değerli bulununca Fransa'da birçok alışkanlık değişti. Fransa'da her şeyden çok önemsenen konuşma sanatında yenilikler göze çarptı, kadınların bilgiye ulaşmaları, kültür ve yazı ile yakınlaşmaları sağlandı. Jerome Deschamps ile Macha Makeieff için kuşkusuz yazarın edebiyat konusundaki haksız görüşlerinin bir önemi yok. Onlar oyuna bir tür açlık ve saygı hissiyle yaklaşıyorlar. pe cy Deschamps Grubu'ndan Moliere'i İzliyoruz "Jerome Deschamps ile Macha Makeieff'in kontrol altına alınması imkânsızmış gibi görünen grubu ellerini ilk kez çok önemli bir klasiğe uzatıyor. Tuhaf ve heyecanlı davranışlarda bulunan, kimi zaman mantıklı sözler söyleyen, bu ilginç oyuncular, Moliere'in ilk kez 1659'da Paris'te sahnelendiğinde büyük başarı elde eden, çok iyi yazılmış, güçlü diyalogları olan, politik göndermelerde bulunan "Gülünç Kibarlar" adlı oyununu repertuarlarına alıyorlar. "Gülünç Kibarlar", komedi sanatından beslenen, gülünç sahnelerle dolu, ilginç diyalogların hiç de beklenmedik bir şekilde özgür ve neşeli doğaçlamalara olanak verdiği bir fars. Oyunun ilk kez sahnelendiği Paris'te kazandığı başarıda düşgücü ve hicivle süslü, sofistike ve neşeli ruhun payı büyük. Oyunlar ilk kez sahneye konduklarında başarılı bulunup bulunmamaları çok önemlidir. Bunun belki de en canlı örneği Corneille'in "Le Cid"inin başına gelenlerdir. Moliere bu oyununda, "Tartuffe"den, "Don Juan"dan ya da "Adamcıl"dan çok önce insanların yüzyılın yaşama âdetlerine ve ikiyüzlülüklerine olan yabancılaşmalarını izleyicilerin gözlerinin önüne seriyor. Moliere, Madeleine de Scudery başta Moliere ve topluluk belki de birbirleri için yaratılmışlardı. Zaten Jerome Deschamps tiyatro kariyerinin ilk yıllarında Moliere oyuncularının kurduğu Comedie Française'de yer almamış mıydı? Deschamps, "Gülünç Kibarlar"da Gorgibus'u oynuyor. Gorgibus, kendileriyle evlenmek isteyen kişileri yeteri kadar şiirsel bir ruha sahip olmayan sıradan birer burjuva olduklarını ileri sürerek reddeden iki geveze kızın babasıdır. Deschamps, Gorgibus'un Moliere'in daha sonraları yazacağı Harpagon, Amolphe, Argon karakterlerinin habercisi olduğunu söylüyor. Moliere'in bu çarçabuk öfkelenen yaşlı adamları için yaşam, yavaş yavaş tuhaflıkların kol gezdiği bir çöle dönüşmektedir. Bu oyunu izlemeye gittiğinizde bir Moliere oyununu yeniden okumuş gibi olacağınızı sakın düşünmeyin. Deschiens ailesi ve Moliere'in çizdiği karakterler arasında hoş bir evlenme törenine tanık olacaksınız. Dekordaki ve kostümlerdeki sadelik gözünüze çarpacak. Jerome Deschamps ile Macha Makeieff'in dünyasının, sık sık kullandıkları komik jestlerin, saplantılı bir bağlılık duydukları eşyaların bu oyunda da var olduğunu göreceksiniz. Ancak ikilinin alışık olduğumuz ritmi bu oyuna egemen değil. Bazı tepkileri yaratmak için zorlama hareketler ve gereğinden fazla uzatılmış sahnelerle karşılaşabilirsiniz. Ancak oyunun sonunda izleyiciler yüzlerinde hoş bir gülümseme ile oyunu sahneye koyanları ve oyuncuları dakikalarca alkışlıyorlar. Böylesine büyük bir başarı kazanan, izleyicilerin beğenilerini dakikalarca alkışlayarak dile getirdikleri bu oyunun yönetmeninin zaferi karşısında hepimiz şapka çıkartmalıyız" (Telerama 14 Mayıs '97 Fabienne Pascaud) 39 10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ AKREP GERÇEĞİN BİR DIŞAVURUMU... a Erzurum'da doğdum, bu biliniyor. Erzurum sözlü kültürün olağanüstü geliştiği, halk edebiyatı geleneğinin çok güçlü olduğu bir bölgedir. Büyük amcalarımdan birisi meddahtı. Ramazan geceleri iftarla sahur arasında kahvede Köroğlu, Emrah, Sümmani öyküleri anlatırdı. Bir diğer amcam halk edebiyatı derlemeleri ve kitapları olan bir eğitimci idi. Çocukluğum bu masallar ve destanlarla geçti. Sanat ve edebiyatla iç içe bir aileden gelmekteyim. Ve öyle büyüdüm. pe cy Akrep'in öyküsü ilginçtir. Sinop Cezaevi'nden 1986 yılında Bursa Cezaevi'ne getirildiğimde idam edilen arkadaşımın yargılanmasını hâlâ merak etmekteyim. Yargılanan bir kişinin nasıl olup da idam edildiğini bir türlü anlayamamıştım. Avukatlarımı gönderdim, Balıkesir adliyesi arşivinden dosyasını çıkarttım. Ben bu öyküyü yazmak zorundaydım ve olayı 10 sayfalık bir öyküye dönüştürdüm. Bu yılın başında da bir senaryoya ya da oyuna dönüştürmeyi düşündüm. 12 Eylül döneminin toplumsal dokuda açtığı onarılmaz büyük yıkım ve insan yaşamı üzerindeki yıkıcı etkisi henüz tartışılmadı. Düşüncenin özgür olmadığı, toplumun kendi geçmişiyle henüz hesaplaşmadığı bir dönemde bu sürecin öyküsünü yazmak henüz çok erken. Fransız Devrimi'nin analitik tarihi olan "Sefiller'I Victor Hugo, Napolyon'un Rusya Seferi'nin öyküsü olan "Savaş ve Barış" Tolstoy ancak aradan elli yıl geçtikten sonra yazabildi. Zira toplumların yaşamındaki önemil kesitler, o yaşanmışlıklardan ancak belli bir uzaklığa ulaşıldığı zaman yazılabilir. Türkiye'de henüz 12 Mart'ın romanı da yazılamadı. Doğru olan da budur. Akrep'i benden başkası yazamazdı. Olayı duyan biri yazabilmiş olsaydı, bu ancak bir melodram olabilirdi. Oyunun 8. sahnesinde ya da değer bazı bölümlerde kullandığım dil benim ideal dilimdir. Çünkü edebiyat dildir. Her duyarlılığın anlatımı edebiyat değildir. O sahnede her iki mahkumunu da geçmişe ait anımsamaları mekândan ve zamandan kurtulmuş insan sıcaklığının çıplak ifadeleridir. Anlatımda kullandığım imgeler çocukluğumun dünyayı gördüğüm dönemine ait canlı resimlerdir. Bütün ışıklarıyla, aydınlığıyla belleğimden hiçbir zaman silinmemiş olan sıcak yaşanmışlıklar, onlar. Çocukluğumunu o canlı doğası, gizemli ve bilinmezliklerle dolu bir hayatın renk ve ışık oyunları, çocuksu bir saflığın sentezinden geçen, süzülüp tortulaşan ve uzak bir geçmişe ait bir yaşanmışlığın belleğimde yansıyan sonsuz çeşitliliğidir. Akrep, trajik bir yaşanmışlığın zamanla düşselleşmiş ve gerçeğin bir tiyatro oyunu olarak yeniden biçimlenmesi ve dışa vurumudur (2 Kasım 1997 tarihli Cumhuriyet DERGl'de yayımlanan aynı başlıklı yazıdan alınmıştır.) 40 pe cy a 10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ ALACAKLILAR pe cy a "Alacaklılar", Strindberg'in dünyada en fazla oynanan oyunlarından biri. Hem text çok tutuluyor, hem küçük sahneler için uygun. "Othello" gibi, "Tartuffe" gibi, her hangi bir yerini değiştirdiğiniz zaman çok başka yerlere gidebilirsiniz. Alacaklılar denince her ne kadar insanın aklına kira, kontrat, borç, harç gelse de, konu aşk, birliktelik, sadakat ve "muhasebe". Oyun ilk bakışta "basit" görünüyor ama, kelimeleri tarttıkça, karakterleri eşeledikçe başka bir durum ortaya çıkıyor. İnsan, kendi içinde tartışmaktan oyunu izleyemiyor. Ağır diyaloglarla yüklü gibi duran metin, bir anda ete kemiğe bürünüyor, seyredeni kendi ilişkilerini, aşklarını düşünmeye davet ediyor. Oyun, iki erkek ve bir kadın arasındaki üçgen çevresinde dönüyor. Bir dönem hayli ün kazanmış bir ressam, onun karısı ve ölü diller uzmanı bir akademisyen. Üçünde de anısı olan bir pansiyonda bir araya geliyorlar. "Alacaklılar" bir hesaplaşma oyunu, ama söz konusu olan insan ilişkilerinde, karının kocadan, kocanın karısından, eski kocanın karısından alacakları. İlişkilerde alışveriş olur mu? Sevgi almak mıdır? Ya artık alacak bir şey kalmamışsa. Bir kadın bir adamdan hiçbir şey almıyorsa, o adamı artık sevmiyor mu demektir? Peki ya vermek, verdikten sonra onların bir bir hesabını sormak? Evet, mutlaka hesap verilmeli, hele bir de düşünülenden de fazlası götürülmüşse... Kendini kurban gibi görenler, sadece o intikam saati için yaşamaz mı? Onlar bir gün mutlaka alacaklarını tahsil etmek için gelir dayanırlar eski sevdiklerinin kapısına. Tüm borçlar bir gün silinse bile, bir diğeri ile olan hesaplaşma başlayacaktır. O zaman da ötekinden alacaklı olmayan var mıdır? Strindberg'e göre bu sonu olmayan bir kısır döngüdür. "Alacaklılarda kabarık bir dosya var. Üç insanın da ortak oldukları bir acı söz konusu. Suçluluk, haklılık o kadar önemli değil oyunda. Kıyasıya bir çatışma var aralarında. Çehov tadında, uzun diyaloglara dayalı sahnelerde, Strindberg'i Çehov'dan ayıran en önemli özellik ise hoşgörüsüzlüğü. Onda müthiş bir acımasızlık var. Kişilerin tırnakları sürekli dışarda, birbirlerini yaralamak için fırsat kolluyorlar (Time Out Dergisi'nden, Rengin Uz'un yazısından derlenmiştir.) 10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ GISELA MAY La Scala'da sahneye çıkmıştır. Plak çalışmaları arasında Brecht/vVeill, Brecht/Eisller, Brecht/Desseau Şarkıları, Jaques Brel Şansonları, Kurt Tucholsky Şansonları ve Erich Kastner Şansonları dikkat çeker. Müzik çalışmalarıyla Almanya, Fransa ve İtalya'da çeşitli ödüller alan Gisela May Brecht'in doğumunun 100. yılı kutlamaları nedeniyle Alman Oda Filarmoni Orkestrası ile bir konser vermiş, aynı konseri Viyana'da Yirminci Yüzyıl Ensambl'ı ile tekrarlamıştır. İstanbul konserini Münih izleyecektir 0 pe cy a OLeipzig Tiyatro Okulu'ndan mezun olan Gisela May pek çok tiyatroda çalıştıktan sonra 1951'de, Berlin'de, Max Reinhardt'ın yaratıcı tiyatro çalışmalarının yeşerdiği bir sanat merkezi olarak anılan Deutsches Theatre'a girdi. 1962 yılına kadar bu tiyatroda pek çok önemli rollere çıktı. O yıl Brecht'in Tiyatrosu'na, Berliner Ensemble'a geçti. "Komün Günleri"nde Madam Cabet, "Üç Kuruşluk Opera"da Bayan Peachum, "Schvvyk İkinci Dünya Savaşı'nda"da Bayan Kopecka rollerine çıktı. Başarılı çalışmalarının zirvesine "Cesaret Ana"da ulaştı. 1992 yılının sonuna kadar, tam 13 yıl bu rolü aynı başarıyla oynadı. 1992'de Berliner Ensemble'dan ayrılan Gisela May halen bağımsız çalışmaktadır. Gisela May oyunculuğunun yanı sıra güçlü sesiyle de dikkatleri üzerinde toplamış bir sanatçıdır. Sesinin bir Brecht yorumcusu olarak üstünlüğünü keşfeden kompozitör Hans Eisler'dir. May ve Eisler uzun yıllar birlikte çalışmıştır. Gisela May bir Brecht yorumcusu olarak Avrupa, Amerika ve Avustralya'da çeşitli konserler vermiş; New York'ta Carnegie Hail, Sidney'de Sidney Operası ve Milano'da Gisela May 43 10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ STEPHANE BRAUNSCHWEIG VE ORMANIN GİZLERİ Derleyen: Ayşe Ece Stephane Braunschvveig, Brecht'in pe cy a gizemli oyunu "Kentlerin Ormanında"yı görülmemiş bir ustalıkla sahneye koyuyor. Braunshvveig, sahneyi bir satranç tahtası gibi kullanarak piyonların birbirini yemesi gibi, oyuncuların da birbirlerinin içlerinde kaybolmasını sağlıyor. Bertolt Brecht, "Kentlerin Ormanında"yı "nedeni belirsiz bir kavga" olarak tanımlıyor. Oyunun yazılmasından dört yıl sonra yapılan 1927 tarihli baskısında okurlarını şöyle uyarıyor: "Kavganın nedenini bulmaya boşuna çabalamayın." Okurların merakını uyandırmak için herhalde daha kışkırtıcı bir şey söylenemezdi. Oyuncular ve yönetmenler, oyunun gizemini çözmek umuduyla yetmiş beş yıldır bir sfenksle mücadele eder gibi oyun metniyle uğraşıp duruyorlar. Ama oyun onlara hiç şans tanımıyor, çünkü Brecht'in uyarısı geçerliliğini yitirmiyor. İnsanlar yine de bu oyunla savaşmaktan vazgeçmiyorlar. Kim bilir, bakarsınız bir gün bir ipucu yakalanır ve yumağın tamamı çözülüverir. Brecht, oyunun 1927 tarihli baskısında "ring" ve "raundlar"dan söz eder. Birçok oyuncu bu sözlerden yola çıkıp bilinçli olarak boks şortlarını giyip eldivenlerini taktılar, boksörler gibi ip atlayıp sözlerden oluşan yumrukları yüzlerine yediler. Bütün bunlar yalnızca kaybetmek içindi. 1954 yılında bu oyuna değinen Brecht, oyunun temelinde boksun olduğunu düşünmenin pek de açıklayıcı olmadığını ifade ederek şunları söyler: "Oyunun sonunda mücadele edenler kendi gölgeleriyle savaştıklarını (boksörlerin antremanlarında yaptıkları çalışmalar gibi) algılarlar; bu mücadelede birbirlerine düşman olanlar bir türlü karşılaşamazlar." Şaşırtıcı Oyun Peki oyunda entrika, öykü, başkişilerden de mi eser yok? Bunların hepsi tabii ki oyunda var. 1912 ile 1915 yılları arasında Chicago'da geçen oyunda zengin bir odun tüccarı olan Shlink ile meteliksiz genç kütüphaneci Garga, kozlarını paylaşıyorlar. Günün birinde Shlink, Garga'nın çalıştığı kütüphaneye gidip ona düşüncelerini satın almak istediğini söyler. Genç adam bu teklifi reddeder, ama Shlink parasını Garga'nın emrine sununca işin rengi birden değişir. O noktadan sonra kahramanlarımız, bir tahterevallinin iki ucuna otururlar; biri yükseldikçe öteki aşağıya iner, bir süre sonra aşağı inen yükselir, yukarıdaki aşağıya iner. işte sorun da böylece açığa çıkar: Bu tahterevallinin hareketlerinin mantıklı bir açıklaması yoktur. İzleyicinin bakış açısıyla oyuna yaklaşıldığında ise, "Kentlerin Ormanında"nın acımasız ve kuralsız bir oyun olduğu, hayalet bir gemi gibi denizde dolaşıp bazılarını aniden aşağıya attığı (Garga'nın kızkardeşi ve nişanlısı bir Çin otelinde fahişelik yaparlar), iki başkişiyi ise kimi zaman sulara atıp kimi zaman da güvenli kamaralarında sakladığı söylenebilir. Brecht'in sık sık rotasını şaşırttığı, bir pusulası bile olmayan bir gemidir bu. "Chicago'daki C. Maynes kütüphanesi. 8 Ağustos 1912 sabahı" ya a cy pe 10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ M u r a t D a l t a b a n "5. Sokak Tiyatrosu" 10. Uluslararası a istanbul Tiyatro Festivali'ne bu yıl "80060" isimli oyunla katılıyor. Özen Yula tarafından libretto formunda yazılan oyunun bestelerini Kapsül yaptı. Çizgi-roman çalışmaları ise Kenan Yarar'a ait. Oyun için "İstanbul Dans Topluluğu" ile bir araya gelindi. Grafik tasarımı Emre Çıkınoğlu'na, fotoğraf çalışmaları ise Fethi Izan'a ait olan oyunun koreografisinı Övül AvkıranErdal Uğurlu, yönetmenliğini Murat Daltaban, süpervizörlüğünü ise Mustafa Avkıran yapıyor. pe cy Oyun, başından sonuna müzikle beslenen bir yol hikâyesi. Müzik, çizgiroman ve sahne üzeri devinimleriyle bir bütüne ulaşan oyunun her parçası, kendi içinde bütünlüğü olan özgün eserler. Oyun bu parçaların (metin, müzik, çizgi-roman, sahne üzeri devinimleri, grafik tasarım...) kendi içlerinde tekrar parçalanıp bir araya getirilmesiyle oluşuyor. Yap-boz mantığı ile kurulan bütün, asal oyunu oluşturuyor. Internet sayfası (www.superonline.com/80060), sticker ve pinleri, müzik cd ve kasetiyle birlikte sunulan oyun, aslında geniş bir alt yapı kadrosunun ürünü. Malzemelerinin hepsinin sokaktan geldiği "80060", yine sokağı anlatıyor. Karındaki bebeğin babasını arayan "dişil güdü"nün şehir sokaklarındaki macerası. "Oz Büyücüsü" kadar basit fakat şiddetli bir masal. Bir hayalin peşinden giderken karşısına çıkan tehlikelere, tehditlere, ürününden aldığı güçle karşı koyan, her adımda daha da güçlenerek ilerleyen bir kadının masalı. Sonunda şehire yenilmeyen, kimliğini, doğasını şehirde bulan bir kadının masalı. Aslında bir kadına değil, üretecek gücü olan 46 80060 herkese ait bir masal. '97 Ağustos'unda ilk olarak Özen Yula ile bir araya geldik. Nasıl bir oyun, nasıl bir tiyatro konuşmalarının ardından Özen'den neler istediğimiz netleşti. Oyunun başından sonuna kadar müzikle yürümesini istiyorudum. Bu yüzden oyun tamamen şarkı sözü olarak yazılacaktı. Özen'in güçlü kaleminden çıkan oyunun, güçlü bir müziğe ihtiyacı vardı. Müzikte dijital ve tekrarlardan oluşan bir yapıda ısrarlıydım. Fakat müzikle ilgili her görüşmede oyunun alaturka müziğe daha yakın olduğu, ney ve ud sesleri istediği ve dijital bir müziğin bu oyunu taşıyamayacağı tekrar ediliyordu. Ben ise ısrarlıydım. Oyunda yakalamak istediğim tekno-şamanik yapı müzik ile destekleneceği için aramaya devam ettim. '97 Ekimi'nde Kapsül'ü buldum. Roxy Müzik Günleri'ndeki birincilikleri ve bir iki bestelerinden başka referansları yoktu. Roxy Müzik Günleri ikincisi olan grubun vokalisti Aylin Asım'la da tanışıp çalışmaya karar verdik. Söylediğim şeyin ne kadar zor olduğunu anlıyorlar, biraz da korkuyorlardı. Çalışmaya başladılar. İlk parçanın alt yapısı geldiğinde hâlâ şüphe içindeydim. Bitmiş halini görmek için stüdyoya girmek zorundaydım. Stüdyo kayıtlarının sonucu oldukça sürprizliydi. Kapsül'ün rahat çalışabilmesi için bir stüdyo gerekiyordu ve Bozkurt'un mucizevi çalışmasıyla bir stüdyo yarattık. Oyuna karşı yabancılıklarını attıktan sonra Kapsül her yaptığı besteyle bir önceki bestenin üstüne çıkmayı başardı. Zeki, hızlı ve oldukça yetenekliydiler. Grafik tasarım çalışmalarına, oyunun dosya tasarımından itibaren çalışmaya başladığımız Emre, projede tasarımıyla oyunun sahne aşamasını dahi pe cy a etkileyebilen bir sanatçı. Bir tiyatro projesinde grafik tasarımının sadece afişle sınırlı olmadığını hepimiz çalışma süresi boyunca zevkle gözledik. pe cy Son olarak oyuncularımızı bulduk. Mustafa ve Övül'ün, Erdal ile yaptıkları görüşmenin ardından "İstanbul Dans Topluluğu" ile bir araya geldik. "İstanbul Dans Topluluğu" yeni kurulmuş bir grup. Fakat dansçıları hiçte yabancısı olduğunuz sanatçılar değil. Tülay Ağırbaş, Murat Akoğlu, Giray Altay, Funda Bilbaşar, Alim Günay, Oktay Keresteci, Kerem Kuraner, Pınar Müldür, Aylin Özalpman, Sibel Sürel, Canan Phyllis Şadalak, Çiğdem Tecür, Erdal Uğurlu, Haldun Yedican, Ayfer Zeren'dan oluşuyor. Kendilerini bale topluluğu değil "dans topluluğu" olarak tanımlayan I.D.T'nun ismini bundan sonra sık sık duyacağız. a Projenin en sıkıntılı dönemleri çizgiroman ayağında yaşandı. Oldukça çok kişiyle görüşme yapıldı, çalışmaya karar verildi fakat sonuç alınamadı. Benim de çizgi-romandan vazgeçmeye hiç niyetim yoktu. Vakit daralmış elimize hâlâ malzeme ulaşmamıştı. Suat ile (Gönülay) görüştüğümde bana Kenan'dan bahsetti. Eskizler çok çabuk elime geçti. Desen eskiz olmasına rağmen çok sağlamdı. Projenin parçası olan web tasarımında Sercan'ın çalışkanlığı ve zekâsı, fotoğraf çalışmasında Fethi Izan'ın yeteneği ve sabrı unutulmaz. Projenin ilk gününden beri Mustafa'nın herkese gösterdiği hassasiyet ve özen, Özlem'in projenin düzemindeki başarısı, sistemli çalışması ve hiçbir şeyi atlamama yeteneği, Bozkurt'un mucizevi çözümleri bitmez enerjisi, sonuca ulaşabilmemizde en önemli etkenler. Biz durmadan, yorulmadan çalışıyoruz şu sıralar. Övül ve Erdal koreografi yaparken ben onları seyredip arada bir şeyler söylüyorum. Mustafa ise sıkıştığımız an yanımızda. Bu projeyle ilgili söylenmesi gereken en önemli şey, 45-50 kişilik bir kadronun nasıl gönülden çalıştığı ve sponsorluğunu kendi yetenekleriyle kendilerinin yaptığıdır. Teknik problemlerimizin giderilmesinde bize yardıma olan herkese teşekkür ediyoruz 48 10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ DENİZDEN GELEN KADIN "Denizden Gelen Kadın" Ferrara'da Ibsen, Susan Sontag, Robert VVİlson, Dominique Sanda ve Philippe Leroy'u buluşturuyor. pe cy a Sanda, kütüphanede kitaplar arasında dolaşırken esere aşık olmuş. VVİlson ise onun için "kendini devamlı açıklayan yazarlardan biri" olarak söz ediyor. Sonunda Sanda'nın oyunculuğu ve VVİlson'un rejisi "la donna del mare"de bir araya geldi, ancak bu kez oyun ünlü Amerikalı yazar Susan Sontag tarafından yeniden yazılmıştı. Gösterinin kostümleri Giorgio Armanı imzasını taşıyor. Müzik ise Michel Galasso'ya ait. Teatro Comunale'nin 200. yıldönümü nedeniyle Ferrara'da 5 Mayıs'ta perdelerini açan "Denizden Gelen Kadın" 10. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde sonra 5 Haziran'da Milano'da Strehler'in tiyatrosuna Piccolo Teatro di Milano'ya geçecek. Proji Ert, Emilia Romano Tiyatrosuyla beraber Milano Picollo'nun ve Change Performing Arts'ın katkısıyla gerçekleşiyor. Bugün 47 yaşında hâlâ çok güzel olan Bertoucci, De sica oyuncusu Dominique Sanda "Bob'la Orlando'da çalışmamıştım. Isabella Hupert'i sahnede görünce bir treni kaçırdığımı anladım" diyor. Sanda, bunun üzerine Ibsen projesiyle gitmiş VVİlson'a ve devreye Susan Sontag'ın da girmesiyle Ferrara'da çalışmalar başlamış. Robert VVİlson da uzun süreden beri Dominique Sanda ile çalışmak istediğini şu sözlerle açıklıyor. "Dominique'le çalışmak istiyordum ve yeniden yazılan Ibsen bunu daha ilginç kıldı." Çalışma yöntemi hakkında da şu kısa ama ilginç bilgiyi veriyor: "Her zamanki gibi sahneden başladım, çünkü orası benim için duyduğum ve gördüğüm arasındaki mimaridir. Önce ışığı hayâl etmeye başladım. Aydınlığı ve gölgeyi. Ibsen'in naturalizmi hoşuma gitmiyor. Benim tiyatrom anti naturalist değil ama doğaüstü birşey her an doğal bir şeye dönüşebilir. Güzellik bu iki dünyanın birbiriyle ilişkiye girme şeklinde yatar." Robert VVİlson Haziran'da Paris'teki Küçük Prens'ten esinlen Kanatlı Kaya'yı yapacak. Temmuz ayında Salzburg'da Danton'un Ölümü perde açacak. Aralık ayında da Domus dergisinin 70. yılı için hazırlann mimari deha Gio Ponti üzerine bir gösteri sahneye koyacak Dominique Sandra (2 Nisan 1998 tarihli La Pepubblica'dan derlenmiştir.) 10. ULUSLARAKASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ SUZUKI COMPANY OF TOGA (SCQT) VE "DİONİSOS" pe cy a 1966'da Tokyo'da Tadashi Suzuki tarafından kurulan VVaseda Sho-Gekijo izleyen on yıl süresince Japonya'nın çağdaş tiyatro alanında önde gelen merkezlerinden biri olarak anıldı. Suzuki kendi yaratımı olan "Dramatik Tutkular l"i bu dönemde sahneledi. 1972'de "Dramatik Tutkular II", Paris'e (Theatre des Nations) davet edildi. İzleyen yılda aynı oyun Nancy Festivali'ne katıldı. Paris ve Amsterdam'da gösterime girdi. 1974, Tadashi Suzuki'nin bugün hâlâ tiyatronun repertuvarında olan "Truvalı Kadınlar"ı sahneye koyduğu yıldır. Daha sonra "Dramatik Tutkular II" ile Varşova'ya (Theatre de Nations) gitti. Tadashi Suzuki 50 1976 Suzuki için önemli bir yıl. Çünkü, Toyama yöresinde, Toga köyü içinde bir tiyatro köyü oluşturma yolunda ilk adımlarını attı ve bir çiftlik evinden tiyatroya dönüştürdüğü "Toga Sanbo" açıldı. Açılış oyunu "Gece ve Şenlik I. Bölüm"dü. 1977'de "Truvalı Kadınlar" Paris, Roma, Bonn, Berlin, Lisbon turnesine çıktı. İzleyen yıl, "Bakkhalar" ve "Salome" Tokyo'da perde açtı. Tadashi Suzuki ve topluluğu "Gölge ve Ölüm" adlı oyunla Paris Sonbahar Festivali'ne katıldı. 1980'de Toga Sanbo yenilenerek (Mimar Arata Isazaki) açıldı. Sanatçı "Bakkhalar"ı iki dilde çalışmaya başladı. Oyun Milvvaukee ve Tokyo'da oynandı. 1982 Toga'da Japon Performing Arts Center'in kurulduğu yıl olarak dikkat çeker. Yine bu yıl Toga Açık Hava Tiyatrosu'nun yapımı bitti (Mimar Arata Isozaki). Uluslararası Toga Tiyatro Festivali "Truvalı Kadınlar"la açıldı. Aynı yıl "Truvalı Kadınlar" St. Louis ve Chicago'ya gitti. "Bakkhalar" New York'a davet edildi. 1983'te Uluslararası Oyuncu Eğitim Programı başlatıldı. 1984'te topluluğun adı Suzuki Company of Toga (SCOT) olarak değişti. "Truvalı Kadınlar" Los Angeles Sanat Olimpiyatı Festivali'ne davet edildi. Toga'da "Kral Lear" ve "Üç Kızkardeş"in açılışı yapıldı. 1985 "Truvalı Kadınlar" San Diego, Washington, Londra, Kopenhag, Brüksel, Atina (Uluslararası Tiyatro Festivali), Delfi (Antik Yunan Tiyatrosu Buluşması), Selanik, Frankfurt (Festival Theater der Welt) ve Udine'ye gitti. "Klytemenstra" ve "Üç Kızkardeş" Frankfurt (Festival Theater der VVelt), Venedik (Venedik Bienali) ve Udine'de gösterildi. Daha sonraki yıl, yine aynı oyun Cenevre, Milano, Madrid (Festival de cy a pe Suzuki Company of Toga'nın "Dionisos"dan bir sahne. Teatro), Tenerif, Las Palmas, Chicago (Uluslararası Tiyatro Festivali), Atina (Uluslararası Tiyatro Festivali), Seoul (Asya Oyunları Festivali), Hong Kong'u dolaştı. "Klytemenestra" iki dilde çalışıldı. "Vişne Bahçesi" ve "Üç Kızkardeş" perde açtı. 1987 Toga'da Arata Isozaki imzasını taşıyan Stüdyo Tiyatrosu ve Kütüphane inşaatı tamamlandı. Böylece, Büyük Tiyatrosu, Açık Hava Tiyatrosu, Stüdyo Tiyatrosu ve Kütüphanesi ile Toga Tiyatro Köyü bir örnek oluşturdu. İzleyen yıllarda bu tiyatrolara bir de Küçük Tiyatro katılacaktır. Yine bu yıl "Klytemenstra", "Truvalı Kadınlar", "Bakkhalar" Avrupa ve Amerika'da pek çok kenti dolaştı. Sidney'de Expo '88'i kutlarken "Truvalı Kadınlar"ı listesine aldı. 1990, "Dionisos"un sahnelendiği yıldır. Oyun prömiyerini ACM Acting Company of Mito'da yaptıktan sonra Toga'ya geçti. Aynı yıl "Lear'in Öyküsü" ve "Kral Lear" sahnelendi. 1991'de "Dionisos" Moskova ve Nevv York Uluslararası Tiyatro Festivallerine katıldı. Aynı yıl Toga Uluslararası Tiyatro Festivali'nin 10. yılı kutlandı. 1990'lı yıllardan bugüne kadar uzanan süreçte Suzuki Company of Toga (SCOT) dünyanın önemli merkezlerinde, önemli tiyatro festivallerinde yer aldı. 1995 yılında Tiyatro Olimpiyatları'nın düzenlenmesi yolunda girişimde bulunan Suzuki, bu komitenin kurulmasına da öncülük etti. Tiyatro Olimpiyatları Komitesi şu sanatçılardan oluşmakta. Theodoros Terzopoulos (Başkan), Nuria Espert, Antunes Filho, Jürgen Flimm, Tony Harrison, Georges Lavaudant, Yuri Lyubimov, Tadashi Suzuki, Robert VVİlson. İlk toplantı Delfi'de yapıldı. İkinci toplantı ise Mayıs 1999'da Shizuoka Görsel Sanatlar Merkezi'nde (SPAC) yapılacak. Geçtiğimiz yıl Shizuoka'da yerel yönetimin girişimleriyle kurulan bu merkez 4400 kişilik çok amaçlı salonu, çeşitli tiyatro salonları, sergi mekânları ile muazzam bir kompleks oluşturuyor. Shizuoka, Görsel Sanatlar Merkezi faaliyetleri SPAC Tiyatro ve SPAC Dans üzerine yoğunlaşacak. Tiyatro bölümünün başkanı, Tadashi Suzuki. Yine SCOT'un etkinliklerine kısaca göz atarsak: Barselona Olimpiyatları, Kopenhag ve Selanik Avrupa Kültür Başkenti olmalarını kutlarken SCOT'a ve "Dionisos"a yer verdiler programlarında. Atina ve Delfi Festivalleri'nde de yine Tadashi Suzuki'nin güçlü ekibi "Dionisos" ve "Klytemenstra" ile yer aldı. Ve 1998'de İstanbul da Tadashi Suzuki'nin ve SCOT'un, bu çok önemli tiyatro insanının ve tiyatro topluluğunun uğrak noktalarından biri olma şansını yakaladı O 51 10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ II KAFKAS TEBEŞİR DAİRESİ" ÜZERİNE "Tebeşir Dairesi"nin konusu, eski bir Çin öyküsüne yaslanıyor. Daha sonra Almanya yazar Klabund tarafından yeniden işlenmiş. cy a Brecht, "Tebeşir Dairesi" öyküsünden yararlanmakla birlikte, öyküye yepyeni bir biçim vermiş, özünü de irdeleyerek, bir anlamda yeniden yaratmış. pe Oyunu, 40'lı yıllarda Amerika'daki göçmenliği sırasında yazmış; daha sonra Doğu Almanya'da, yeniden gözden geçirip 1956'da da Berliner Ensemble'da sahnelenmiş. Oyunun daha önce Dostlar Tiyatrosu'nda ve Bursa Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenmiş olduğunu biliyorsunuz. Ben de 1989 yılında Makedonya'nın başkenti Üstüp'teki Halklar Tiyatrosu'nda sahnelemiştim. O zamanki sahneleyiş, bütün kentlerden seçilmiş oyunların çağrıldığı Cumhuriyet Festivali'ne davet edilmiş ve "En İyi Rejisör", Ödülünün yanı sıra beş dalda da ödül almıştı. Geçen sezon sonunda, Tiyatro Ak.ademisi'nde ders vermek üzere Üsküp'e gittiğimde hâlâ oyunu üzerine konuşulur olması, beni çok sevindirdi, yüreklendirdi. Ama Şehir Tiyatroları'ndaki bu sahneleyiş, öncekinin bir kopyası değildir. Üsküp'te, Can Yücel'in belki biraz sel suları gibi taşkın ama olğanüstü lezzetli çevirisini kullanmıştık. Bu kez Yılmaz Onay'ın titiz ve sadık çevirisini oynuyoruz. Brecht'in tüm yapıtlarının, 52 anlaşmalı olarak yeniden çevrilmesi ve külliyet olarak Türkiye'de basılmaya başlaması, böyle olmasını gerektiriyor sanırım. Üstüp'te, Paul Dessau'nun müziklerini kullanmamıştım. 1988'de sahnelediğim "Üç Kuruşluk Opera"da olduğu gibi, şimdi "Kafkas Tebeşir Dairesi"nde, orjinal müzik, büyük olasılıkla Türkiye'de ilk kez kullanılıyor. Ama Dessau'nun müziği, bana oyun için aşırı yoğunluklu, yorucu ve hatta yıpratıcı geldiği için, değerli Selim Atakan'ın katkılarıyla, Dessau'nun müziğinden yalın bir seçki oluşturduk. Paul Dessau da, müziğinin bir öneri olduğunu ve üzerinde oynanabileceğini belirtiyordu zaten. Üsküp'te, çevre düzenini, Manastırlı ressam dostum Mustafa Asım ile seyircimiz sahnenin üç yanında, oyuncular da dördüncü yanında olmak üzere, arena tiyatro biçiminde gerçekleştirmiştik. Mustafa Asım burada da yine konuk dekoratör olarak iş başında. Ne ki bu kez, sahne güvenliği gerekçesiyle, seyircimizi, sahnede değil de, alışık olduğu salonda ağırlayacağız. Kimbilir, belki de böylesi biraz daha ağırbaşlı olur? Bu kez kostümlerimizi Türkan Kafadar, ışık düzenini de Murat İşçi gerçekleşitiriyor. Bir başka açıdan da bu sahneleyiş, öncekinin bir kopyası değildir. Bunun en önemli nedenlerinden biri de, oyuncuların rengi, dokusu, ışıltısı, yaklaşımıdır. Oyuncu, sahneleyişi etkiler. a cy pe İstanbul Büyükşehir Belediye Tiyatroları'nda sahnelenen "Kafkas Tebeşir Dairesi'nden bir sahne. Ben, bu sahneleyişimde yine, ortodoks Brechtçiliğe çok yakın durmadığını düşünüyorum. Tiyatroda ortodoksinin, kraldan çok kralcılık etmenin; çok yararlı olmadığını düşünüyorum. Böyle bir tutumun nice büyük yazar küçük düşürdüğüne tanık oluyoruz. Kimseyi suçlamak amacıyla söylemiyor. Üzerinde düşünelim diye söylüyorum. Çünkü Brecht gibi marksist dünya görüşü, öğrenilebildi, öğretilebildi, irdelenebildi, edinilebildi mi? Hayata geçirilebildi mi? Bunun tiyatro alanındaki uzartısı olma iddiasını taşıyan Brecht'in yapıtları, kuramsal yazıları ne kadar çevrildi? Ne kadar okundu? Ne kadar oynandı? Ne kadar kavrandı? Yanıt, ana hatlarıyla düş kırıcıdır. O zaman, deyim yerindeyse, kimsenin patrik rolüne soyunmasına gerek yok. sözkonusu olunca, nasıl ağırlıyoruz, nasıl uğurluyoruz; kısaca ondan da sözedeyim: Bu bağlamda ben, Brecht'e aforizmalarla yaklaşamıyorum. Kendi okuma biçimimi oyunu yaratan sanatçıların okuma biçimleri ile bağdaştırarak; bir sonuca varmaya çalışıyorum. Bu arayışta, bütün sahneleyişlerimde olduğu gibi, genelgeçer kalıplara, şablonlara karşı çıkıyor, ayıklıyorum. Brecht'i objektifleştirmeye çalıştığımız bir oyunculukla ağırlamak niyetindeyiz. Önemli saydığımız momentler üzerinde etüdler yapılmış ve önermeler uygulanmaştır. Bunlar arasından, ekibimizin toplu kabulünü yakalayanlar seçilmiş; dolayısıyla objektifleştirilmiştir. Öyküyü anlatış biçimimiz, bu kesitlerin bileşkesidir. Doğaldır ki, her sahneleyiş, seyircinin karşısına çıktığı zaman değerlendirilir. Orada, sahnede, seyirciyle birlikte yaşam bulur. B ubakımdan, öncesinden uzun boylu açıklamalar yapmak, rejisörün işi değil. Ama Brecht gibi bir yazar Ve Brecht'i yalın bir şiirsellikle uğurlamak istiyoruz. Bütün bunlar için Çin'e gitmeye gerek olmadığını, Brecht'in de bundan hoşnut kalacağını düşünüyoruz© (I.B.Ş.T. Program Dergisi'nden, kısaltılarak alınmıştır.) 53 10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ KUVAYİ MİLLİYE pe cy a C e v a t Ç a p a n Edebiyat tarihinin başlangıcından beri destanların (epik şiirin) en belirgin özelliği, kahramanlık olaylarını, insanın yiğitliğini dile getirmek olmuştur. Ancak ilk dönemlerinde doğrudan doğruya kaba kuvveti, kan dökücülüğü, olağanüstü güçler karşısındaki hayranlık yaratan insan direncini öven bu destanlardaki kahramanlık kavramı da insanın ve toplumların evrimiyle değişmiş, toplumlarda başat olan insan değerlerinin, ilkellikten uygarlığa geçerken önem kazanan aklın, sağduyunun, sevginin, adalet duygusunun, eşitliğin, zorbalığa karşı savaşımın sözcülüğünü etmek destanların asal amacı olmuştur. İşte Nâzım Hikmet, Simavne Kadısı oğlu Şeyh Bedreddin Destanı'ndan Kuyavi Milliye ve Memleketimden İnsan Manzaralan'na böyle bir anlayışla başlamış ve bu yapıtlarıyla epik şiir türünün dilimizdeki en başarılı örneklerini vermiştir. Bu yapıtların ilkinde Türk şiir geleneğinin birçok özelliklerini özümseyen şair, gerçekte bir bütünün parçaları olarak tasarladığı son iki yapıtında daha çok çağdaş anlatı ve gösteri sanatlarından da yararlanarak şiirsel anlatımını roman ve sinema sanatının ayrıntı ve kurgu özellikleriyle de zenginleştirmiştir. Bu özelliklerine bakarak "Kuvayi Milliye"ye de, "Memleketimden İnsan Manzaralarına da birer senaryo gözüyle bakabilirsiniz. Gene belki bu yüzden aslında birer sahne oyunu olarak tasarlanmamış olan bu yapıtların sahneye daha kolayca uyarlanabileceğini düşünebiliriz. Nâzım Hikmet'in yukarda adını andığım yapıtlarından ve bazı başka şiirlerinden daha önceki yıllarda da sahne gösterileri düzenlenmişti. Yanılmıyorsam bunların hemen hemen hepsi tek kişilik gösterilerdi. Oysa Devlet Tiyatrosu'nun Ergin Orbey yönetiminde sunduğu "Kuvayi Milliye" bu destanın görkemine yaraşır bir oyuncu kadrosuyla karşımıza çıkıyor. Sahne üzerinde canlandırılmak üzere tasarlanan bu oyunun içeriğini destanın başında şairin kendisi özlü bir biçimde dile getiriyor. Nâzım Hikmet bu girişle destanın 54 kişilerini ve konusunu özetler. Böylece bu destan-oyunun kişilerinin halk olduğunu ve oyunun olay dizisinin bu halkın başından geçenler olduğunu sezeriz. Ancak yazar ele aldığı konuyu olanca genişliği ve derinliğiyle yansıtmak için destanı, anlatımının akışı içinde genelden tikele, bireyden topluma, yerelden evrensele gidip gelmelerle kurgular. "Karayılan Hikâyesi", "Yıl Yine 1919" ve "İstanbul'un Hali ve Erzurum" ve "Sivas Kongreleri" ve "Kambur Kerim'in Hikâyesi", "Yıl 1920" ve "Arhaveli İsmail'in Hikâyesi", "Nurettin Eşfak'ın Bir Mektubu ve Bir Şiir", "Manastırlı Hamdi Efendi" ve "Ruşadiyeli Memet'in Hikâyesi", "Muharebeler ve Düşman Elinde Kalanlar ve Kartallı Kazım'ın Hikâyesi, "922 Ağustos Ayı ve Kadınlarımız" ve 6 Ağustos Emri ve Bir Aletle Bir İnsanın Hikâyesi, "26 Ağustos Gecesinde Saatler iki Otuzdan Beş Otuza Kadar ve İzmir Rıhtımından Akdeniz'e Bakan Nefer" bölümleriyle savaş içindeki bir toplumun genel durumuyla birlikte o toplumu oluşturan bireylerin kişisel sorunları, iç dünyaları, onların yazgılarını belirleyen İstanbul'un siyasal konumu karmaşık bir gerçekliğin önemli ayrıntıları olarak gözler önüne serilir. Elbette bu destan yalnızca şairin çizdiği manzaralarda görsel olarak canlandırdığı bir olaylar dizisi değildir. Burada Nâzım Hikmet şiirinin gücünü oluşturan htm zenginliğinden de büyük ölçüde yararlanılmıştır. "Kuvayi Milliye" bu özellikleriyle senfonik bir şiire de benzetilebilir. Bu nedenle sahneye uyarlanan destanın müzik eşliğinde daha da etkili olacağı tartışılamaz. Kısaca, "Kuvayi Milliye"nin kendi halkını büyük insanlıktan soyutlamadan seven, inandığı insanlık değerlerini iyiyle kötünün, haklıyla haksızın, güzelle çirkinin, ezenle ezilenin çatışmaları bağlamında dile getiren büyük bir şairin yapıtı olduğunu korkusuzca söyleyebiliriz. Böyle bir destanın sahnede ona yaraşır bir coşkuyla canlandırmışını görmeyi ben kendi adıma sabırsızlıkla ve heyecanla bekliyorum© (İstanbul Devlet Tiyatrosu oyun broşüründen alınmıştır.) Deschamps et Deschamp'ın "Gülünç Kibarlar" adlı oyunundan bir sahne. a olmak üzere dönemin parlak aristokratlarının kaleminden çıkmış "değerli edebiyatı", her zamanki kadınlara pek de iyi yaklaşmayan tavrıyla karikatürize ediyor. Ancak "değerli olma" özelliği, Moliere'in iddia ettiği gibi birkaç kendini beğenmiş genç kadının romantik ve gülünç kararsızlıklarını yansıtan eserleriyle sınırlı değildi. Kadınların yazdıkları değerli bulununca Fransa'da birçok alışkanlık değişti. Fransa'da her şeyden çok önemsenen konuşma sanatında yenilikler göze çarptı, kadınların bilgiye ulaşmaları, kültür ve yazı ile yakınlaşmaları sağlandı. Jerome Deschamps ile Macha Makeieff için kuşkusuz yazarın edebiyat konusundaki haksız görüşlerinin bir önemi yok. Onlar oyuna bir tür açlık ve saygı hissiyle yaklaşıyorlar. pe cy Deschamps Grubu'ndan Moliere'i İzliyoruz "Jerome Deschamps ile Macha Makeieff'in kontrol altına alınması imkânsızmış gibi görünen grubu ellerini ilk kez çok önemli bir klasiğe uzatıyor. Tuhaf ve heyecanlı davranışlarda bulunan, kimi zaman mantıklı sözler söyleyen, bu ilginç oyuncular, Moliere'in ilk kez 1659'da Paris'te sahnelendiğinde büyük başarı elde eden, çok iyi yazılmış, güçlü diyalogları olan, politik göndermelerde bulunan "Gülünç Kibarlar" adlı oyununu repertuarlarına alıyorlar. "Gülünç Kibarlar", komedi sanatından beslenen, gülünç sahnelerle dolu, ilginç diyalogların hiç de beklenmedik bir şekilde özgür ve neşeli doğaçlamalara olanak verdiği bir fars. Oyunun ilk kez sahnelendiği Paris'te kazandığı başarıda düşgücü ve hicivle süslü, sofistike ve neşeli ruhun payı büyük. Oyunlar ilk kez sahneye konduklarında başarılı bulunup bulunmamaları çok önemlidir. Bunun belki de en canlı örneği Corneille'in "Le Cid"inin başına gelenlerdir. Moliere bu oyununda, "Tartuffe"den, "Don Juan"dan ya da "Adamcıl"dan çok önce insanların yüzyılın yaşama âdetlerine ve ikiyüzlülüklerine olan yabancılaşmalarını izleyicilerin gözlerinin önüne seriyor. Moliere, Madeleine de Scudery başta Moliere ve topluluk belki de birbirleri için yaratılmışlardı. Zaten Jerome Deschamps tiyatro kariyerinin ilk yıllarında Moliere oyuncularının kurduğu Comedie Française'de yer almamış mıydı? Deschamps, "Gülünç Kibarlar"da Gorgibus'u oynuyor. Gorgibus, kendileriyle evlenmek isteyen kişileri yeteri kadar şiirsel bir ruha sahip olmayan sıradan birer burjuva olduklarını ileri sürerek reddeden iki geveze kızın babasıdır. Deschamps, Gorgibus'un Moliere'in daha sonraları yazacağı Harpagon, Amolphe, Argon karakterlerinin habercisi olduğunu söylüyor. Moliere'in bu çarçabuk öfkelenen yaşlı adamları için yaşam, yavaş yavaş tuhaflıkların kol gezdiği bir çöle dönüşmektedir. Bu oyunu izlemeye gittiğinizde bir Moliere oyununu yeniden okumuş gibi olacağınızı sakın düşünmeyin. Deschiens ailesi ve Moliere'in çizdiği karakterler arasında hoş bir evlenme törenine tanık olacaksınız. Dekordaki ve kostümlerdeki sadelik gözünüze çarpacak. Jerome Deschamps ile Macha Makeieff'in dünyasının, sık sık kullandıkları komik jestlerin, saplantılı bir bağlılık duydukları eşyaların bu oyunda da var olduğunu göreceksiniz. Ancak ikilinin alışık olduğumuz ritmi bu oyuna egemen değil. Bazı tepkileri yaratmak için zorlama hareketler ve gereğinden fazla uzatılmış sahnelerle karşılaşabilirsiniz. Ancak oyunun sonunda izleyiciler yüzlerinde hoş bir gülümseme ile oyunu sahneye koyanları ve oyuncuları dakikalarca alkışlıyorlar. Böylesine büyük bir başarı kazanan, izleyicilerin beğenilerini dakikalarca alkışlayarak dile getirdikleri bu oyunun yönetmeninin zaferi karşısında hepimiz şapka çıkartmalıyız" (Telerama 14 Mayıs '97 Fabienne Pascaud) 39 a pe cy pe cy a 10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ YOSMA oyunculaktan, anlatıcılığa, yabancılaştırmaya kadar Epik Tiyatro'nun birçok özelliğini görmek mümkün. Yosma Brecht'in 100. doğum yılı kutlamaları çerçevesinde festivale Türkiye'den katılan oyunlardan biri. Genco Erkal'ın, Brecht'in şiir, şarkı, öykü ve oyunlarından uyarlayıp, yönettiği "Yosma"yı Zeliha Berksoy oynuyor. Otuz yıla yaklaşan etkinlikleri içinde Brecht'in Analık Davası, Kafkas Tebeşir Dairesi, Anna'nm Yenid Ana Günahı, Bay Puntila ve Uşağı Matti, Antigone adlı oyunlarının çeşitli uyarlamaları ve şarkılarının önemli yer tuttuğu Dostlar Tiyatrosu Yosma'yla sanat severleri Brecht'le bir kez daha buluştururken, Zeliha Berksoy'un oyunda göstermeci Brecht'in değişik dönemlerindeki oyunlarından yola çıkan "Yosma"da Jenny adlı bir hayat kadını var. Aynı zamanda öyküleride yer alan Bay Keuner de bu oyunda felsefi ve ironik yanı ağır basan bir tip olarak Jenny'nin yanında yer alıyor. Bay Keuner'le olan dostluğu Jenny'nin yaşınılan karmaşık ortamda doğru yargılara varmasını sağlıyor. Jenny, hem kendisini hem de ezen ve ezilenlerin olduğu düzeni sorguluyor. Oyunda ayrıca Hitler'in iktidara gelme sürecindeki baskıcı ortamın koşulları da Jenny'i çevreleyen fon olarak veriliyor© pe cy a Brecht'in dizelerini yıllardır birlikte yorumlayan Genco Erkal ve Zeliha Berksoy, "Dostlar Tiyatrosu"nun yapımı "Yosma"da, yine buluşuyorlar. 56 a pe cy YAPI KREDİ SANAT FESTİVALİ YAPI KREDİ'DEN PERDESİ HİÇ KAPANMAYAN BİR FESTİVAL pe cy a Yapı Kredi Sanat Festivali, değişen çehresiyle bu yıl büyük yeniliklere imza atmaya hazır. İlk kez tüm yıla yayılan festival; klasik Batı müziğinden folklora, cazdan baleye farklı müzik türlerinin en yetkin örneklerini sunmakla kalmıyor, sahne sanatlarının da çarpıcı örnekleriyle buluşturmaya hazırlanıyor sanatseverleri. Kısıtlı bir süreye sıkıştırılmış klasik festival anlayışından sıyrılarak "bir yıllık festival" çözümünü getiren Yapı Kredi Sanat Festivali yıl boyunca perdesini hiç kapatmayacak, Mayıs'ın 17'sinde start alacak olan festival, temmuz ayının sonuna dek aralıksız olarak sürecek, Ağustos ayında "kısa bir ara"dan sonra yoluna devam edecek olan festival, eylül ayından 1998 yılının sonuna dek sürüyor. 17 Mayıs akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda; özgün parçalarıyla popseverleri "mest eden", her albümüyle sürpriz yapan Grup Gündoğarken'in konseriyle açılacak Yapı Kredi Sanat Festivali. 1993 yılından bu yana üretken bir suskunluk içinde olan grup, hayranlarını tedirgin eden bu suskunluğu Mest of Gündoğarken ile bozdu. İlhan Şeşen, Gökhan Şeşen ve Burhan Şeşen'den oluşan grup bilgisayar ve klavye kullanmadan hazırladıkları capcanlı parçalarıyla dinleyiciler için küçük sürprizler hazırlıyor. Avrupa'nın yedi ülkesinde müzik listelerinin zirvesine yerleşen ve müzikleriyle dinleyenleri kıskıvrak yakalayan "La Bouche", 18 Mayıs Salı akşamı Türk seyircisiyle buluşacak. Amerika'da çok yaygın olan pop, disko ve Rhythm and Blues müziğine yepyeni bir bakış açısı getiren ikili, konser boyunca Açıkhava'yı sarsmaya aday. Bach, Vivaldi ve Paganini gibi bu ustalardan aldığı esinle yola çıkan ve gitarda mükemmellik sınırlarını zorlayan, heyecan verici tarzıyla 'rocker'ların hayranlığını kazanmış olan Yngvvie Malmsteen, 19 Mayıs'ta Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda. Grup Gündoğarken 58 Bir parçasıyla dünya çapında'tanınan ve Rai müziğinin en önemli temsilcilerinden sayılan şair-şarkıcı Rachid Taha 20 Mayıs Çarşamba akşamı Türk hayranlarıyla buluşacak. Cezayir'den Fransa'ya, oradan tüm dünyaya yayılan "Ya Rah" adlı parçasıyla tartışılmaz bir başarıya ulaşan Rachid Taha'yı yakından tanımak isteyenler için, bu konserler kaçırılmaması gereken bir fırsat! büyük ustayı canlı dinleme ayrıcalığını kaçırmak istemeyenler 11 Haziran Perşembe akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nu dolduracaklar. "Tutkulu ve düşsel bir çığlık" olarak nitelendirilen ve kendi adlarını taşıyan son albümleri ile dikkat çeken Emer Kenny, İrlanda kültürüyle modern teknolojiyi ustalıkla buluşturuyor. "Zerafeti ve gücüyle dinleyenleri esir alacak büyülü bir sese" sahip olan Emer, aynı zamanda bir arp virtüözü. 21 Mayıs Perşembe akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda. Anadolu pop müziğinin kurucularından olan Moğollar, 20 yıl aradan sonra yeniden bir araya geldiklerinde gençliklerinden hiçbir şey yitirmediklerini kanıtlamışlardı. Peş peşe çıkardıkları albümleriyle hem bugün artık biraz yaş almış eski hayranlarına hem de onları yeni tanıyan genç hayranlarına seslendiler. Cahit Berkay, Taner Öngün, Engin Yörükoğlu ve grubun en genç üyesi olan Serhat Ersöz; 12 Haziran Cuma Akşamı son albümleri 30. 'Yıl'dan parçalarında yer alacağı bir konserle Açıkhava'yı sarsmaya hazır. Gitar, davul ve bastan oluşan klasik rock formasyonuna saksofon, trompet ve trombonu içeren nefeslileri katarak caz ve blues öğeleri ile rockın yeni bir sentezini oluşturmak amacıyla kurulan ve bu alanda başarılı örnekler veren The Blood, Svveat and Tears David Clayton Thomas önderliğinde 13 Haziran akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda. Beş dalda Grammy ödülü alan ve "Spinnig VVheel" adlı parçaları Yılın Şarkısı ilân edilen grup, kendi alanındaki iddiasını hep koruyor. cy a 23 Mayıs'ta Atatürk Kültür Merkezi Konser Salonu, "Ünlü Müzikaller ve Film Müziklerinin tınılarıyla dolacak. Geçmişten günümüze, pırıltılarını hiç kaybetmeden ulaşan bu müzikleri Mimar Sinan Üniversitesi'nin genç sanatçıları yorumlayacak. Zengin bir repertuvar eşliğinde eski filmlerden ve müzikallerden kareler anımsamak, o günlerin büyülü atmosferine yolculuk yapmak isteyenler için... pe Yapı Kredi Sanat Festivali, müziğe yıllarını vermiş, çalışmalarıyla çağdaş Türk müziğinin öncüsü olmayı başarmış İlhan Usmanbaş için bir saygı gecesi düzenliyor. 6 Haziran günü AKM Konser Salonu'nda gerçekleşecek olan etkinlik "İlhan Usmanbaş ve Şairleri" adını taşıyor. 10 Haziran akşamı "dahi çocuk" olarak tanımlanan genç bir keman ustası Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda unutulmaz bir konser verecek. Üç yaşından bu yana elinden bırakmadığı kemanıyla dikkatleri üzerine çeken Vanessa Mae Klasik Batı müziğine yenilikçi bakışıyla sivrildi. Sanatçı "tekno-akustik fusion" sözleriyle açıkladığı müziği için şu ipucunu veriyor: "klasikten daha yeni, poptan daha güçlü". Pan flüt denince akla ilk gelen isim tartışmasız Zamfir'dir. Bu çalgının sonsuz olanaklarını tüm dünyaya kanıtlayan Zamfir, topluluğuyla birlikte 14 Haziran akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda sahne alacak. Dini şarkıları, ninnileri ve cenazelerde söylenen, parçaları, hatta insan sesini bile müziğiyle karşılayabilen Gheorghe Zamfir Romen halk müziğinin en mükemmel biçimde yorumlayan sanatçı olarak kabul ediliyor ve albümleri tüm dünyada satış rekorları kırıyor. Kırk yıla yakın bir süredir dehasıyla hep bir numarada olan, Afrika'nın zengin ritmik mirasını başarıyla işleyen Randy VVeston, tartışmasız yaşayan en güçlü caz piyanist ve bestecilerinden. i 1990'larda bir anlamda yeniden doğan sanatçı, 1995 yılında çıkardığı The Splendid Master Gnavva Musician of Morocco ile Dünya Müziği dalında Grammy ödülü'ne aday gösterilmişti. Bu Yapı Kredi Sanat Festivali dünya çapında büyük ustalara yer verdiği gibi kendi ustalarını anmayı ve yakından tanıtmayı da sürdürüyor. İlhan Usmanbaş'ın yanı sıra büyük besteci, eğitmen ve yönetici Necil Kazım Akses'in 90. yaşı onuruna için de özel bir saygı gecesi yer alıyor programda. 20 Haziran Cumartesi akşamı AKM Konser Salonu'nda Atatürk'ün başlattığı kültür devriminin Gheorghe Zamfir önde gelen isimlerinden biri olan Necil Kâzım Akses'in yapıtları seslendirilecek. Yapı Kredi Sanat Festivali, zengin haziran programının ardından Temmuz ayına da zıpkın gibi bir konserle giriyor. 1 Temmuz akşamı soul müziğin en seçkin örneklerini vermiş, yıllardan bu yana başarısını sürdürmüş bir grup, The Temptations dolduracak Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nu. Farklı altyapılara sahip vokalistlerden oluşan The Temptations bu özelliğiyle diğer vokal gruplarından farklı olarak hem yumuşak baladlarda hem de progressivefunk ve rock tarzında kendini kanıtlıyor. 1972'de Amerika'yı sarsan "Papa VVas a Rolling Stone'la bir numara olan grup, bugün de bir numara olmayı sürdürüyor. Çalışmalarında reggae'den diğer Karayip ritmlerine, bossa nova'dan funk'a ve diğer Afro Bahian ifadelerine, pek çok farklı müzik dilini birleştiren Gilberto Gil, 2 Temmuz Perşembe akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda. Brezilya'nın sıcak yüzüyle zenginleşen müziğiyle dinleyenleri kıskıvrak yakalayan Gilberte Gil, müziğiyle olduğu kadar kişiliğiyle de Brezilya kültür dünyasının vazgeçilmez isimlerinden. Yedi yaşından bu yana gitar çalan ve son yirmi yılın en önemli gitaristlerinden biri sayılan George Benson gitaristliğinden 59 örneklerini veren Gary Burton ve Astor Piazzola Quintet, büyük usta Piazzola'nın mirasını başarıyla devraldıklarını kanıtlıyor. Yapı Kredi Sanat Festivali İstanbul'un pek çok mekânına yayılmış bir programla çıkıyor sanatseverlerin karşısına. 5 Temmuz Pazar günü saat 16:00'da St. Antoine Kilisesi'nde gerçekleşecek olan "Şan ve Org Konseri" mekân ve müzik ilişkisinin en güzel örneklerini verecek kuşkusuz. G. Gonfoldo'nun org ile eşlik edeceği konserde, soprano Hande Soner ile mezzo-soprano Aydın Ateş, ünlü ustaların "Haleluyah'larını seslendirecek. Rachid Taha pe cy a 23 Temmuz Perşembe akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu herkesin yakından tanıdığı, eşlik ettiği ezgilerle dolacak. Çünkü o gece Yeni Türkü grubu sahne alacak. 1960'lardan bu yana yenilikçi yapısını hep koruyarak çalışmalarını sürdüren grup Klasik Türk Müziği'nin teksesliliği ile Batı Müziği'nin çoksesliliği arasında doğal bir akış ve denge kurmakla kalmamış şarkı sözleri ile pek çok gencin şiirle tanışmasına ön ayak olmuştur. 1979 yılında Buğdayın Türküsü ile dinleyicisine ulaşan topluluk. çok şarkıcılığıyla tanındı ve sevildi. Türünün tartışılmasız en başarılı örneklerini veren Benson Başkan Carter'ın daveti üzerine Beyaz Saray'da da sahne almıştı. The Greatest ve AH That Jazz filmlerinde rol alan sanatçının başarı grafiği, 70'lerden bu yana hiç düşmüyor. Sanatçı, 3 Temmuz Cuma akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda, anılarda yer edecek bir konser verecek. 4 Temmuz Cumartesi günü festival iki etkinlikle çıkacak sanatseverlerin karşısına. Mimar Sinan Üniversitesi'nin genç sanatçıları "Ünlü Müzikallerden ve Film Müziklerinden Seçmeler" programını, kaçıranlar için AKM Konser Salonu'nda tekrarlayacak. Saat 21:15'te ise Gary Burton ve grubu Astor Piazzolla Quintet nostaljik tango ezgileriyle dolduracak Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nu. Caz ve tangoyu birleştiren ünlü vibrafon ustası Gary Burton Piazzola'nın caz ve tango gibi birbirinden ayrı iki kalıbı başarıyla birleştiren grubunu, ustanın 1992 yılındaki ölümünün ardından bir araya getirildi. Ritm ve doğaçlama üzerine kurulu olan bu müziğin başarılı 60 her biri büyük başarı kazanmış albümlerinden seçme parçalarla çıkacak seyircinin karşısına. Billie Holiday'in bıraktığı yerden devam ederek caz ve pop arasındaki ayrımı tamamen kaldıran ve Time Dergisi tarafından "Kendi kuşağının en yetenekli caz vokalisti" olarak tanımlanan, Dovvnbeat Dergisi tarafından ise 1994 ve 1995 yıllarında En iyi Kadın Şarkıcı seçilen Cassandra Wilson, 24 Temmuz akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda Türk seyircisiyle bulaşacak. "Caz'ın kuralı yoksa, yapılacak yeniliklerin de sınırı yoktur" diyen ve sınırları zorlayan sanatçı, eski parçaları tekrar ele alıp; caz, hip-hop, funk ve ryhthm and blues tarzlarıyla zenginleştirerek yeniden yaratıyor. Yapı Kredi Sanat Festivali bu konserle sona ermiyor. Ağustos ayındaki kısa bir aradan sonra yeni sürprizlerle yoluna devam edecek ikinci Perde de Iron Maiden'dan; Soul II Soul'e, Montreal Caz Balesi'ne Leipzig Quaertet'ten Fazıl Say'a, Müzeyyen Senar'dan Gürcistan Devlet Senofni Orkestrası'na, geniş bir yelpazedeki programıyla sanatseverlere sesleniyor. Kendi alanında başarısını kanıtlamış seçkin sanatçılar ve seçkin seyircisiyle Yapı Kredi Sanat Festivali, İstanbul'un kültür yaşamını zenginleştiren ve güzelleştiren bir program sunmak amacıyla yenilikleri takip etmeye ve perdeyi hiç kapatmamaya kararlı© La Bouche İNCELEME Haluk Şevket Ataseven ...VE EVEREST MY LORD bütünlüğünü sağlamaya çalışır. Oyun, konuşmaların bir çok yerinde, görüldüğü gibi, ansızın tema değişmeleri, ve sıçramalarla atonal değer kazanır. Doktor Nago oyununun son beşinci perdesi bir parkta geçer. Hasta bunu şöyle anlatır: Sahne - (Bir park, mevsim düşünceli ve silik, yerde yapraklar, bir sırada ve sırada Nago oturuyor. Etraftan bir iki kişi geçer. Nago önüne bakar. Düşüncelidir. Bir simitçi gelir- genç-) a Ve Everest My Lord, elbette (Soyut insan - soyut tiyatro) kapsamında ele alınıp incelenmesi gereken bir olgu... Bu olgunun bir üst boyutta, insanın duygu ve düşünce varlığı olmasından kaynaklandığını sanıyorum. Çünkü insanlık tarihi boyunca, duygu ve düşünce kavramları, insana özgü (Ortak bilinç altı) nı her zaman sorun yaratacak bir bunalıma sürüklemiştir. Bunun sonucu yabancılaşma ve parçalanmadır... cy Yine çünkü, yaşayan bir canlı varlık olarak temel isteği mikro ve makro alanlarda bütünleşmek olan insan varlığı, olumsuzluk etkenleri nedeniyle real alanda bütünlüğü, ya da çoclukta birliği gerçekleştiremez. Çünkü stresten ölüme dek uzanan olumsuzluk etkenleri, temel isteğe bağlı varoluşu engeller. pe Real alanda olumsuzluk etkenlerine ve ölüme yenik düşen insan varlığı, bütünselliği ancak (Yaratma eylemi) ile irreal alanda gerçekleştirerek ölümü kompanse edebilir. Bu bir bütünlenme ve parçalanma görünümüdür ve insanın ölüme karşı onurlu direnişidir. İnsan varlığı bu soyut evrende, kendisini ancak Düşün-Sanat ve Bilim disiplinleriyle ifade edebilmektedir. Sanatçıyı yönlendiren düşüncenin kökeninde ise ölüme ya da yokluğa karşı direniş kavramı yer aldığında, onun başlıca kaygısı, real alanda oluşturamadığı armonik bütünlüğü yapıtında gerçekleştirme çabası olacaktır. Bu kısa tanımlamamızın odak noktasında Sevim Burak ve onun ilginç yapıtı (Everest My Lord) var... 1960'lı yıllarda, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniğinin (Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri) adlı kitabını, Prof. Dr. Kâzım Dağyolu ve Dr. Süleyman Velioğlu hazırlamışlar... Kitap, bir şizofren hastanın resim, şiir, fıkra ve (Doktor Nago) adlı bir tiyatro oyununu kapsıyor. Hastanın resimlerinde olduğu gibi. Doktor Nago) oyununda da bütüne yönelmiş bir parçalılık karekteri vardır. Her parça oyunun bütünü içinde basıl başına bağımsız gibi görünür. Yalnız kişiler oyun boyunca ince bir damar halinde, oyununun Simitçi - Bir simit almazmısınız Nago - İstemem. Simitçi - Bir tane alın. Nago - Hayır istemiyorum. Simitçi - Çok tazedir. Sevim Burak'ın Everest My Lord oyununda Simitçinin yerini, sucu, simitin yerini ise Taşdeler Suyu almıştır. Belli ki Sevim Burak, hastanın Doktor Nago oyunundan yarralanmış, bu oyunla kendi ruhsal durumu arasında paralellikler kurarak Evereset My Lord oyununu yazmıştır. Öyle sanıyorum ki Sevim Burak, kendi Sizoit eğilimi yapısıyla şizofren hastanın yapısı arasında paralellikle kurarak oyununun yazmıştır. Çünkü yazar, (yanık Saraylar/ adlı ilk kitabını yayımladıktan sonra, onbeş yıl süren sustunluğunun sonunda kaleme aldığı (Sahibinin Sesi) oyununda, yer yer Doktor Nago oyunundan yararlanmıştır... Çağımız bilgi çağıdır, insan kendi varlığının gizlerini, kendisinin kuracağı yeni dünyalarda görmek ve tanımak istemektedir. Bana göre bu soyut alan, tiyatro sanatının alanıdır ve artık tiyatro, oyuncunun uzantısında bir göstergeler sanatı olmanın başlangıcını yaşamaktadır... Soruna bu açıdan yaklaşırsak, günümüzde yaratıcı dramanın nasıl yaşamsal bir önem kazandığını görürüz. Çünkü insan varlığı, yirminci yüzyılda olduğu kadar bu derecede bir trajik yalnızlığın içinde olmamıştır... 61 a Harbiye Muhsin Ertuğrul tiyatrosunun kapalı salonunda yapılan gösteride, olay hikâye dinlemeye alışık olan kemikleşmiş seyircilerden bir çoğunun salonu tertekmelerinin temelinde yatan neden, varlıksal görümden, oluşan düşünceye geçememenin ezikliğinin ve duyarlığının söz konusu olmasıdır. Ne var ki, bu olağan durumdan doğan etki-tepkinin sonucunda aynı yerde yapılan diğer gösterilerin seyircisi giderek artmıştır. cy Bu nedenle çağımız dramatik bir kaosu yaşamaktadır, yine bu nedenle insanlık yaşamsal bir denge çağına gereksinim duymaktadır. Bütün bunların, yaratıcı dramanm her geçen gün önemi artan bir görüş ve yaklaşımın içinde ele alınması kaçınılmazdır... pe Günümüzde dramatik tedavinin hedefi ise, benliğin kaybettiği öğeleri temamlamak ve yaşamsal bütünlüğü sağlamak olmalıdır... Bunlar çağımızın sorumluluk taşıyan yaklaşımlardın. Çözümlenebilmesi ancak akılla - akıldışının, bilinçle bilinçdışının belli bir nirengi noktasında buluşmalarını sağlayabilmektedir... Bu da tarih boyunca insan düşüncesinin evriminde rol oynayan (Varlık) ve (Oluş) felsefelirinin tanımlanabilmesinde gerçekleşebilir. Her iki düşünce sistemi, iki ayrı tiyatro görüşünü sanat alanına getirmiştir. Bunlardan ilki, Varlık felsefesinden kaynaklanan konstüriktif ya da psikolojik tiyatro. Diğeri ise Oluş felsefesinden kaynaklanan Dinamik tiyatro... Bu her iki tiyatro görüşünü - aslında bu bir yaşam görüşüdür de - meydana getiren kavramları sıralayacak olursak şöylesine bir değerlendirmeyle karşılaşırız: Konstrüktif ya da psikolojik tiyatronun temel işlevi, öğretmek, eğitmek ve mesaj vermektir... Dinamik tiyatronun temel işlevi ise, yoğunlaşma, anlamlandırma ve çağrışımlar getirmektir. İşte Naz Erayda ve Bülent Erkmen'in uğraşları, yönlendirmeleri ve yaratıları sonucu ortaya çıkan Evrest My Lord gösterisi bence başarılı bir (Dinamik Tiyatro) örneğidir... 62 Aslında Everset My Lord gösterisi Harbiye Muhsin Ertuğrul tiyatrosunda gösterilmeden önce, iki ayrı açık mekânda sergilenmiştir. Gösteri ilk kez 1996 yılında Assos feltivalinde ve 1997 İstanbul tiyatro festivali bünyesinde Cihangir parkında yorumlanmıştır. Bu deneylerin getirmiş olduğu anlam ve onunla birlikte gelen çağrışımlar sanırım Naz Erayda ve Bülent Erkmen'in gösteriye kattıkları özgün estetik bilinç, yeni ve çağdaş bir algılama bilincini de beraberinde getirmiştir. Sorunu genellersek, günümüz insanının günlük yaşamı, bütün bir gün boyunca, görsel olarak dünyayı kavrayıcı bir hıza ve onun getirmiş olduğu yeni bir algılama bilincine dönüşmüştür. Böylesine bir bilinç anlayışıyla gösteriye yaklaşırsak, gösterinin kotarıldığı açık mekânların, yaratıcı bir yorumu besleyen, katılımcı öğelerle donanımlı olduğunu görürüz. Gösterinin ilkinin gerçekleştirildiği Assos mekânının gösteriye ruh ve anlam katan öğelerini şöyle sıralayabiliriz; Deniz, mavi bir gök, Atena tapınağı, Büyük Iskenderin hocası olan Aristoteles, Behramkale, antik tiyatro kalıntısı, dalgakıran, lokanta, oteller vb... İstanbul tiyatro festivali kapsamında, Cihangir parkında yapılan ikinci açık mekân gösterisinin öğelerini ise şöyle sıralayabiliriz; Festival, park, gece, ağıçlar, iki bina, pencelereler, pencerede insan figürleri, ışıklama vb... Harbiye Muhsin Ertuğrul tiyatrosunda sergilenen gösteride ise, diğer iki açık mekân gösterisinin tersine, kapalı bir mekân kullanılmıştır. Bu da kendine özgü bir dahil olmak üzere seyirciyle yaratıcı arasındaki çoklukta birliğin henüz kurulamamış olmasıdır. Ne var ki buna karşın diyalektiğin temel kuralları işlemiş ve sergilenen gösteri üzerinde doğal olan etki-tepki gerçekleşmiştir. Sanırım bu ilginç gösteri üzerine asıl uğraşları eleştiri olan kalem sahiplerinden olumlu, olumsuz herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır... Yahnızca bir kaç gazetemizin köşe yazarları gösteri hakkında olumlu şeyler yazmalarına karşın, bunlar yüzeysel yaklaşımlardan öteye geçememiştir... "... Sahnenin kıpırtısızlığındaki zerafet ve koral etkinin -kaydedilmiş sesin üzerine konuşan gerçek ses, yarattığı retorik gözellik, seyirciyi adeta hipnotize eder. Prodüksiyon, geçtiğimiz yılki festivalde Persefone'si ile ilgi toplayan Robert VVİlson burcundaymış gibi görünüyordu, fakat VVİlson'un ve Jeniffer Tiptozın işlerinde bile nadiren bu kadar zarif bir ışıklandırma gördüm. Son olarak, tabi bir de sesler. Tek tek her bir vurgunun hakkı verilerek konuşulan -bu yüzden de bir yabancı için bir bakışta anlaşılması güç olan -Türkçe, konuşma dili olarak, belki de duyduğum en güzel dillerden biri. Bu koral konuşmayı dinlemek müzik dinlemek gibiydi." Her iki tiyatro yazarının da, bu denli derinlere inen görüş ve yaklaşımlarına sanatta bütünlüğü ya da çoklukta birliği nasıl yakalayıp, onu evrensel ölçüde bir yoruma dönüştürdüklerine tanık oluyoruz... a Oysa gösteriyi, 1997 yılı İstanbul tiyatro festivalinde izlemiş olan batılı yazarlar bu konuda alışmadığımız ilginç yaklaşımlar getirmişlerdir... American Theater dergisinin aralık sayısında ise Elinor Fuchs şunları yazar: "son derece sıradışı bir oyun olan Everest My Lord'da olduğu gibi çarpıcı bir özelliği yansıtan multumedya çalışmalara dayalı gösterileriyle Türk tiyatrosuna yeni bir soluk getiriyorlar. Yönetmen bütün bu malzemeden (bir tiyatro yapıtına uymayan dilsel malzemeden) renkli ve unutulmaz bir yapıt çıkarmayı başarmış." Ünlü film yönetmeni Tarkovski'nin dediği gibi, "Alışılmamış şiirsel bağlantılar ve şiirselliğin mantığı..." Bu mantık günlük konuşmanın çok ötesinde, bir üst dil olan şiirselliğin mantığıdar ve bu mantığı başarıyla vurgulayan Everest My Lord gösterisinde açık biçimde belirlenen mantıktır... cy Almanya yayımlanan Thater Heute'nin Eylül 1997 sayısında Hermann Heissen, iki tam sayfa gösteri fotoğrafının yer aldığı yazısında "Everest My Lord, müzik, görüntü projeksiyonları ve gündelik yaşamın algılanmasını sorgulayan psiko-gramer bir dilin kullanıldığı multimedya bir gösteri." pe "Dil giderek temel öğlerine, hatta yer yer sözcüklere indirgenir ve izleyici kendini giderek lonesco'nun (Ders) adlı oyununda profesörün anlamsız konuşmaları karşısında çaresiz kalan onkesiz yaşındaki kız öğrencinin durumunda hisseder. Gösterinin sonunda parçalanan algılama yenedin kurgulanır. İzleyiciler oyuncuların peşinde, iki evin içinde düşsel bir gezintiye çıkarak gördükleri her nesneyi adlandırmaya çalışırlar ve böylece kendi gerçeklerini keşfederler." Naz Erayda, Bülent Erkmen ve çağcıl tiyatroya ilginç çalışmalarıyla önemli katkılarda bulunan Kerem Kurdoğlu'nun kurucusu olduğu (Kumpanya)sına başarılar dileyelim... Ve onların çalışmalarındaki temel özü deyimimler belirleyelim: (Moleküler tiyatronun hareket analizi) 63 SÖYLEŞİ AFİFE JALE ÖLÜMSÜZLEŞTİ M u s t a f a D e m i r k a n l ı Sayın Orhan Kurtuldu, Afife Jale Sahnesi'ni açma maceranız nasıl başladı? pe cy a Bu macera 3 yıldır sürüyor. 1993 senesinde İstanbul TOBAV Şubesi'ni kurduktan sonra, bizim için önemli olan altyapı çalışmalarıydı. Öncelikle TOBAV lokalini hayata geçirdik, daha sonra ENKA'dan değerli abimiz, sanatçı Eşref Denizhan'ın önermesiyle, Beşiktaş Belediyesi'nin sahip olduğu bu binanın sahneye dönüştürülmesi söz konusu oldu. Biz paramızın olup olmadığına bakmadan "Tabii, bu işi yaparız" dedik ve o dönem 9 milyar 100 milyonluk yatırımla, 10 yıllığına Beşiktaş Belediyesinden 'Yap-Işlet-Devret" diyebileceğimiz bir modelle buranın ihalesine girdik ve aldık. Paramız olmadığı için yapım, restorasyon çalışmaları uzadı. Biz inşaatla ilk kez karşı karşılaşıyoruz, işimiz sanat iken, inşaatla uğraşmaya başladık. Ummadığımız zorluklarla karşılaştık. En başta gelen, parasızlıktı. Öncelikle para arama işine giriştik. Birçok kişi para, malzeme yardımı yaptı. Afife Jale Sahnesi'nin %50-55 oranındaki işlerinin bittiği sırada görevi yeni arkadaşlara devrettim. Yeni yönetimdeki arkadaşlarım da 2 yıl boyunca yoğun bir şekilde çalıştılar. 2 yıl sonra yeniden İstanbul Şubesi'nin yönetimine gelince, olayı kaldığı noktadan devralarak, Denizbank'la görüşmelerimiz başladı. Denizbank'la bu buluşmamızda sanatsal anlayışımızda, heyecanımızda hem fikir olduk. Beklentileri asla reklâm değildi. İlk defa bir sponsor kuruluşun sanata kalıcı yatırım yapmasının heyecanını ve zevkini yaşamak istediğini orada fark ettik ve sahnenin bitmesi için gerekli olan ses, ışık sistemlerini gerçekleştirdiler, ki bunlar çok büyük paralar tutuyordu. Ardından benim onlardan bir ricam daha oldu; sahnenin iç dekorasyonunun değiştirilmesi gerekiyordu. Bu isteklerim doğrultusunda onu da yapacaklarını taahhüt ettiler ve ikinci defa göreve başladığım İstanbul Şubesi'nde, dört ay önce 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü'nde bu sahneyi açacağımızı söyledim. Dört ayın nasıl geçeceğini bilmediğim bir sürece girdik, fakat 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü'nde Afife Jale Sahnesi'nde seyirciyle buluştuk ve perde deme mutluluğuna eriştik. Sahne açıldı da Denizbank'ın karşılıksız denebilecek boyutlarda destek göstermesinde Genel Müdür Sayın Hakan Ateş'in de bir çocuk tiyatrosu geçmişinin olması, sanata yatkın birinin olmasının da rolü oldu herhalde. Afife Jale Sahnesi'nin açılış kurdelasını; CHP Milletvekili Fikri Sağlar, TOBAV Genel Başkanı Tamer Levent, Beşiktaş Belediye Başkanı Ayfer Atay, Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin birlikte kestiler. 64 Kesinlikle rolü olmuştur. Şunu açıkça a Çok güzel bir soru. Afife Jale Sahnesi her şeyden önceTOBAV'ın ilkeleri ve tüzüğündeki sanatı geliştirmek amacı çerçevesinde kullanılacaktır ve birkaç aşamalı projeyle hayat bulacaktır. Bir tanesi Genel başkanımız Tamer Levent'in de dile getirdiği gibi 21. yüzyıla miras kalacak projeleri hayata geçirecek insanların başvuruları sonucunda ortaya çıkacak, ikinci aşaması, tüm TOBAV örgütlerinin bölgelerde hazırladığı projelerin buralarda sergilenmesiyle olacak. Üçüncüsü bu felsefeler çerçevesinde projeler üreten tiyatrolara tahsis edilebilecek. Bu konularda projeleri olan tüm kurum, kişi, kuruluşlara çağrımız söz konusu olabilir. Düşüncelerini projelendirerek, Ankara TOBAV Genel Merkezi'ne ve TOBAV İstanbul Şubesi'ne başvurarabilirler. Ayrıca tüm bölgelerdeki TOBAV temsilcilikleri ve şubelere de yapabilirler başvuruyu. Opera, bale, orkestra ve tiyatro gösteri sanatlarının buluştuğu bir vakıfız biz. Burada tiyatronun dışında çok özel, çok seçkin konserler gerçekleşecek. Modern dans gösterileri olacak. Opera aryalarından oluşan konserler, opera sanatının sevdirilmesi konusunda ilginç arayışlar ortaya çıkacaktır. Tabii hiç unutmayacağımız; çocuk tiyatrosu. Yarının seyircisinin yetişmesi açısından çocuk tiyatrosu önemli bir yer alacaktır. Afife Jale Sahnesi'nde yine gösteri sanatları alanlarında kurslar da gerçekleşecek. Tiyatro eğitim kursları, bale kursları, doğru - güzel - etkili konuşma kursları gibi kurslar gerçekleşecek. pe cy söylemek istiyorum. Zaten sanatçıyı, sanata bulaşmış, sanatın tozunu yutmuş insanlar anlayabilir. Bu bizim için, Denizbank için, Zorlu Holding kuruluşu için gerçekten bir şanstır. Hangi kuruluş olursa olsun, eğer bünyesindeki yöneticiler hayatlarının bir döneminde sanatla uğraşmışlar ise, bulundukları işlerde daha başarılı, daha aktif, daha dinamik, daha başarılı olmaları söz konusu. Zorlu Holding için de, Hakan Ateş bence kesinlikle bir avantajdır, hem de çok önemli bir avantajdır. Onun bu sanatçı heyecanın,bu katkının böylesine güzel bir şekilde yapılmasında büyük rolü olmuştur. Tabii Zorlu Holding yöneticilerinin de böylesine bir katkıya sıcak bakmalarının da rolü olmuştur. Bugün sanatı sadece sevmek de, tüketmek de yetmiyor. Sanatı acaba her birimiz ne kadar destekliyoruz? Yani sadece almak değil, biraz da sanata vermek lâzım, sanatın yaşaması için. Bu karşılıklı bir iş. Sadece sanattan almaya çalışırsanız, günün birinde sanat yaşadığı zorlukların içinden çıkamayabilir. O zaman sanatın da, sanatçının da elinden tutmak lazım. Sadece devlet yatırımları artık sanatı desteklemeye yetmiyor. Gerçi sosyal devlet olmanın görevi ve gereği nedeniyle, mutlaka ama mutlaka sanata destek yapılmalı. Bu tartışılmaz. Atatürk'ün, Anayasa'nın 64. maddesinde belirttiği gibi devlet sanatı destekler, sanatçıyı korur. Denizbank'la birlikte, İstanbul'a bir sahne daha kazandırdınız. Fakat sorun bitmedi, sahnenin işletilmesi ve yaşaması gibi bir sorun daha var. Bunu nasıl yapacaksınız? Yani kısaca, Afife Jale Sahnesi'ni kullanmak için oranın kirasını vermek yetmiyor. Tabii, sadece buranın kirası bu kadardır, ben buranın kirasını verdim demek yeterli değil. 2 1 . yüzyıla miras projeler olmalı. Yani yeni arayışlara yönelmiş, araştırmacı, nitelikleri olan gösterilerin sergilenmesi söz konusu. Yoksa diğer tiyatrolardan pek bir farkımız kalmaz, her gelene tahsis edilen bir yer olmaktan öteye gitmeyecektir. Oysa burası bir misyon sahibidir. Onun için adını Afife Jale Sahnesi koyduk. Sahne'nin, sadece masraflarını çıkarması bizim için yeterli olacaktır. Bir de burası uluslararası çeşitli festivallere, tiyatro şenliklerine tahsis edilebilecektir. Ayrıca sanatsal konularda açıkoturumlar, paneller gibi sanatla, kültürle, edebiyatla, resimle ilgili konularda da etkinlikler olabilecek. Sahnenin kapasitesiyle ilgili de bilgi vermek isterim. Ses ve ışık konusunda son teknolojilerin yer aldığı sistemler mevcut. Bilgisayarlı bir ışık sistemi var. Koltuk kapasitemiz 210 kişilik . Sahne ölçüleri ise sekize sekiz oranındadır. Temel nitelikleri böyle. Başvurular için İstanbul Şube telefonlarımız: 249 40 84 - 293 90 64. Ankara Genel Merkez: (0312) 427 85 80 Ellerinize sağlık Orhan Kurtuldu, gerçekten çok önemli bir iş başardınız. Size ve Denizbank'a, Denizbank'ın Genel Müdürü Hakan Ateş'e teşekkür ederiz 65 ELEŞTİRİ " FAŞİZİM İNSANLARIN DEĞERİNİ SÜREKLİ AŞAĞILAMAYA ÇALIŞIR" ÖYLEYSE, DİKDÖRTGENLERE HAYIR! Öztekin a Dilek Maria Callas çalıyor yan odada, "dirence eşit" demişti Devrim, özenle hazırlanmış bir pe cy broşür var elimde: Sayfalardan birinde; "Tarih 1941, 2. Dünya Savaşı. VVİlna Getto'su. İlk yakılanın üzerinden 56 yıl geçmiş, "dünya" hâlâ yanıyor... Tarih 1997. Yeni oyun Getto. Türkiye hâlâ yanıyor..." diyor Hakan Pişkin Devrim Nas ve Hakan Pişkin 1994 yılında 'Tiyatro Ti'yi kuruyorlar. Hem özel olup, hem de popülist olmayan bu tiyatro ile 'direnmeye devam ediyorlar. İlk yıl, Bülent Yarar'ın rejisiyle, Athol Fugart'ın 'Ada' sı, İkinci yıl Mahir Günşıray ile Brecht'ten "Adam Adamdır" ve 1997'de Murat Karasu'nun yorumu ile, Joshua Sobol'ün "Getto"sunu sahneye getiriyorlar. Türkiye premiyeri Tiyatro Ti tarafından yapılan "Getto", 19 dile çevrilmiş, ödüllü, 'sağlam' bir oyun. Sobol'ün felsefeyle ilgilenmiş olması, oyunun 'sağlamlığında etken elbette. Sobol'ün, 5 Mart 1997 tarihli Şalom gazetesinde, kendisiyle "Getto" üzerine yapılan bir söyleşide değindikleri; Tiyatro Ti'nin neden bu oyunun seçtiğinin bir yanıtı olabilir: "Her insan, bir diğerine karşı korku duyar. Bu korku değişik niteliklerde olabilir. Bazen merak, bazen tanıma arzusu ki bu olumlu bir korkudur, bazen de şüphe, iticilik vb. bu korku uç boyutlara ulaştığında, diğerini dışlama eğilimine dönüşebilir. 'Öteki'ni itme arzusu; onu bir gettoya kapatma, 66 kovma, yok etme, öldürme dürtüsüyle çözümlenebilir. Faşizmin ve ırkçılığın en büyük sakıncası; her insanda var olan bu tür dürtülerden kaynaklanan bir ideoloji olmasıdır. Kadın ile erkeğin var olmasından bu yana süregelen şovenizm, erkeğin kadına karşı duyduğu korkudan kaynaklanır." Sobol'ün VVİlna Getto'su ile ilgili belgelerden yola çıkıp yazdığı oyunu, şair ve çevirmen kimliği ile tanıdığımız Ahmet Necdet dilimize kazandırmış. Necdet'in akıcı ve sahne diline uygun çevirisinin, oyunun gücene katkısı büyük. 15 Mart 1996 sayılı Milliyet Sanat Dergisi'nde "Getto'nun metni ile ilgili inceleme yazısında; bu oyunun yönetmen ve taşırım ekibinin yarıtıcılığına geniş olanaklar tanıdığını belirtmiştim. Bu da, metnin kendinden emin, 'sağlam' bir metin olmasından kaynaklanıyor kuşkusuz. Çağdaş sanatın baş koşullarından birinin de, yeniden yaratanın sınırlanmaması olduğunu, hâlâ atgözlüklerini çıkartmayanlara hatırlatalım. Ve yeniden Getto'ya dönelim: Metin özelliklerine değindiğimiz 'Getto'da iş sahnelemeye gelince karşılaştığımız sonuç nedir? a pe cy Öncelikle şunu belirtmek gerek; Tiyatro Ti, tiyatro kollektivizmini yaşayan bir oluşum. Devrimin, Cafer ile Ümit'in, Murat'ın yorgunluktan bitkin olması gereken bedenlerindeki ışıltılı gözler, işbölümü, ayrıntıların atlanmadığı titiz hazırlıklar bu görüşü pekiştiriyor. Tüm ekibin 'inanarak' oluşturduğu projedeki bu bütünlük oyuna da yansıyor: Organik bağın yakalandığı bir oyun izliyorsunuz. 'Adam Adamdır'da altı çizilen 'kaliteli tiyatro yapma seçimi'nin 'Getto'da geliştirilerek korunduğunu görüyorsunuz. Yapılan bir 'seçim'se bedeli ödenir. Tiyatro Ti'de, Türkiye'de kaliteli ve çağdaş tiyatro yapma seçimininbedelini olanaksızlıklara, zor koşullara direnerek ödüyor. Ancak ortaya çıkan ürün, tüm bu zor anları telefi edecek gibi görünüyor. Murat Karasu'nun rejisinde, Sobol'ün 'öteki' tanımlaması; önoyunda 'birileri' kimliğinden sıyrılıp onların karşısına geçen 'ötekilerle var edilmiş. Oyunun en çarpıcı noktaları ise, kişilerin içindeki 'Biri' ve 'Öteki' olma arasındaki çatışma anlarının ortaya çıkarıldığı sahnelerde veriliyor. -Kadıncıklar'ın final/selam sahnesinde olduğu gibi-izleyenin dağarında yer eder. Getto'nun çarpıcı ayrıntılarla bezendiğini vurgulayalım. Gensin iç hesaplaşması, Kittel'in isterik gel-gitleri, oyunun sahnelenişinde ustaca kullanılmış. VVeisskopf ve Kruk arasındaki karşıtlık da kaypaklık ve mertlik kavramlarında odaklanarak oyunun iç dengesine yerleştirilmiş. Özellikle, oyundaki kişilik çözümlemelerinin isabetli olduğunu belirtmiştim. Kittel'de Bülent Yarar, Gens'te Mehmet Ali Kaptanlar, Srulik'te Devrim Nas, VVeisskopf'ta Yavuz Pekman, Kruk'ta Mürsel Yaylalı ve Chassit'te Emine Şans Umar'ı izlemenin haz verdiğini söylemeden geçemeyeceğim. Karasu'nun rejisi, Teoman Kumbaracıbaşı'nın dramaturjisiyle birleşince, ortaya güçlü bir yorum çıkmış. Oyuncuların, duygu-ses ve bedenlerini bu yorumu en etkili verecek biçimde kullanmaları, ışık, dekor-giysi tasarımlarının bu bütünlükle örtüşmesi, oyunun 'kalitesi'nin göstergeleri. Müzikte, viyola ve akordiyon kullanılmış. Müziğin, oyun anında gerçekleştirilmesi, yönetmenin bu oyundaki sahneleme anlayışına katkıda bulunuyor. Karasu'nun rejilerindeki çarpıcı ayrıntılar Oyundan çıktığımda düşünüyordum: Gerçek kahraman kim; Gens mi, Kruk mu? Ya da, sadece biri mi kahramanlık eylemini gerçekleştiriyor, yoksa sistemsiz, bilinmeden sürdürülen bir ortak kahramanlık mı bu? İlle de Dikdörtgen mi olmalı hayat? Hayır!.0 67 İZLENİM pe cy a ANKARA ÇOCUK OYUNLARI ŞENLİĞİ Nihal Kuyumcu 27 Mart ile 3 Nisan tarihleri arasında Devlet Tiyatroları, çocuk oyunlarıyla Ankaralı çocuklarla buluştu. Ankara Devlet Tiyatrosu'nun üç, diğer grupların birer oyunla katıldığı şenlikte toplam 15 oyun Ankara'nın çeşitli bölgelerindeki 10 sahnede çocukların karşısına çıktı. "Burnunu Kaybeden Palyaço" Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'nun sergilediği, kralın tacıyla, palyaçonun da burnuyla ancak kral ve palyaço olabileceklerini onlarsız hiçbir işe yaramayacaklarını anlatan bir oyun. Gerçekten bir kral tacıyla, bir palyaço burnuyla mı vardır, yoksa kişilikleriyle, yaptıklarıyla mı vardır? Van Devlet Tiyatrosu'nun sunduğu Aziz Nesinin "Pırtlatan Bal" adlı oyunu yöneticilerin yeterince pırtlamamaları ve Şakşak'ın kendini çocuklara beğendirme gayreti salona eğlenceli anlar yaşatmakla birlikte ustanın vermek istediği iletiyi biraz yok etmişti. Sahnenin yanında yer alan, bazen müziği, bazen de efektleriyle katılan keman, flüt ve gitardan oluşan küçük topluluğun oyuna getirdiği sıcaklığı özellikle dile getirmeliyiz. "Yaşasın Barış", Hasan Erkek'in yazdığı Bursa Devlet Tiyatrosu'nun sahneye koyduğu adından da anlaşılacağı gibi savaş karşıtı bir oyun. İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun oyunu "Ayının Fendi Avcıyı Yendi" ise kostümleri yönünden oldukça ilginçti. Öyle bir kostüm hazırlanmış ki, oyun 68 başladıktan uzun süre sonra, hangisinin hangi hayvan olduğu ancak konuşmalardan anlaşıldı. Kostümlerin böylesine belirsiz biçimde oluşturulmasının mutlaka bizlerin anlayamadığı mantıklı bir açıklaması olmalı. İyi bir metin olarak değerlendirebileceğimiz İzmir Devlet Tiyatrosu'nun oyunu "Savaş Düşlerimi Çaldı" belli ki farklı bir oyunculukla iletisini daha iyi salona ulaştırabilirdi. Oyunda bir palyaçonun yer alması, oyunun baştan sona bir palyaço gösterisine dönüşmesini gerektirmez. Palyaçonun yoğun salonu eğlendirme çabası savaşın düşleri yok ettiği iletisini yok etti... Savaşın düşleri çalması, savaşanların savaşa eleştiri getirmeleri, kamptan kaçan çocuk ve sergiledikleri, yaratılan hem duygusal ortamla hem de kısa palyaço eğlenceleriyle düşündürebilirdi. Elbette bir çocuk oyununda sirk gösterisi yer alabilir, ama oyunun kendisi sirk gösterisi olmamalı. Konya Devlet Tiyatrosu'nun "Kırık Boynuzun Hikâyesi" bilinen bir inatçı keçi hikâyesi... Dedeleri dargın iki keçi ailesinin bu dargınlığı sürdürmeleri, buna karşılık yavru keçilerin o güne kadar uyulan kurallara karşı çıkmaları, derenin karşı kıyısına geçmelerini olumlu yaklaşım olarak değerlendirmekle birlikte yapılan hareketler (başına tabak ile vurma v.s.) son derece rahatsız edici verebileceğimiz bir oyun. Dünyada insanların birbirleriyle savaşmalarının, kavga etmelerinin nedenlerini arayan dört çocuk, eksik olan şeyi, sevgiyi, bulmak için yola çıkarlar. Önce büyücünün yanına, daha sonra da Mucit Amca'nın yanına giderler. Mucit Amca'nın yanında sevginin, mutluluğun kendi içlerinde olduğunu öğrenirler. Einstayn'a benzetilen Mucit Amca, çocuklara mutluluğa bilimle ulaşılabileceğini gösteriyordu. Dekor olarak çok az şeye yer verilen, uzun bez parçalarının oluşturduğu deniz, tekne, cadı kazanı, dere çok yaratıcı idi. Oyunda var olan sorunlardan biri çocukların kazana düşen büyücüyü kendilerine lâzım olduğu için kurtarmaları, bu durum oyunun içeriği ile çelişmekte. Diğer sorun ise özellikle çocuklardan birinin (iki örgülü kızın) güya bir çocuk gibi konuşan abartılı tavrı ve hareketleri bize göre oyunun mutlaka düzeltilmesi gereken yerleri. Antalya Devlet Tiyatrosu'nun sergilediği "Sihirli Giysi"de, bilinen öyküden farklı olarak oyunda kral yerine, yeni giysilere sahip olmaya meraklı kraliçe yer alıyordu. Ancak bu değişim yeni bir boyut yeni bir anlam yüklememişti oyuna. Erdinç Dinçer'in mim gösterisi ilginç, verdiği haberler de sevindiriciydi. Devlet konservatuarında "Pantomim" bölümünün açılarak önümüzdeki yıl öğrenci alınması, Erdinç Dinçer'in inancını yitirmeden bu alanda yıllardır gösterdiği çabaların bir sonucu neden olmasın? pe cy a idi. Ayrıca oyundaki anne ve ninenin beceriksiz, cırtlak sesli olarak çizilme nedeni anlaşılır gibi değil. "Harikalar Mutfağı" sevgi emek harcanmadan yapılan hiçbir şeyin güzel olmayacağı iki aşçının yaşadıklarıyla anlatılan bir oyun. Ancak Adana Devlet Tiyatrosu nedense bu oyunda mutfağa giren fareye kötü ahçının yemeklerine biber koydurarak bu iletiyi yok itmiş. Oyunda kötü aşçının yemekleri sevgisiz, emeksiz, özensiz pişirildiği için değil, içine bolca biber konduğu için kötü olmuştu. Çok fazla çizgi film efektlerinin yer alması, çocuklara tiyatroyu tiyatro olarak değil de çizgi filmi çağrıştıran yaklaşımlarla sevdirme çabaları olarak açıklanabilir mi? "Keloğlan'ın Eşeği", bilinen "Sihirli Sofra" hikâyesinin bir çeşit Keloğlan uyarlaması. Sivas Devlet Tiyatrosu sahnelemiş. "Kunduracının Türküleri" ise Ankara Devlet Tiyatrosu'nun sömürü düzenine eleştiri getirmeye çalışan, ağalar, köylüler, sömürülen ve sömürenlerin birbirine karıştığı, zaman zaman kimin ne olduğu anlaşılmayan bir oyun. Devlet eliyle sömürü düzeni ancak bu şekilde eleştirilir herhalde. Erzurum Devlet Tiyatrosu'nun sahnelediği "Küçük Nasrettin" ise geleneksel Türk Tiyatrosu'ndan örneklerle süslenmiş, Nasrettin Hoca öykülerinden oluşan bir oyun. "Masal İçinde Masal", Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun hazırladığı bir iki sorunun dışında olumlu örnek olarak Oyunları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, Devlet Tiyatrosu'nun olanaklarının ve oyuncuların iyi niyetli çabalarının iyi bir oyun ortaya çıkarmak için yeterli olmadığı ortaya çıkıyor. Çok iyi metinlerin olmadığı, olan birkaçının da yanlış oyunculukla, gerektiği gibi çocuklarla buluşmadığını gördük. Çocuklara oyun sergilemek mutlaka komiklik.yapmayı, garip konuşma biçimleriyle, şekilden şekle girmeyi gerektirmez. Nedense her oyuncu kendini beğendirme çabasıyla çocukların karşısına çıkıyor. Belki de çocukları çok iyi tanımadıkları için böyle davranmaları gerektiğini düşünüyorlar. Çocuklar o an için gülüyorlar, o oyuncuyla ilgileniyorlar ama bir araştırma yapılsa, çocuğun oyundan çıktığı an birçok şeyi unuttuğunu, verilmek istenenlerin yarısını bile alamadıklarını göreceklerdir. Örneğin geçen yıl İBŞT, oyun sonrasında isteyen çocuklara boya, kâğıt vererek resim yapabilecekleri bir köşe hazırladı. Çocukların yaptıkları resimlerin hiçbirinde az önce gördükleri oyundan herhangi bir iz yoktu. Seyrettikleri oyun onlarda kalıcı bir etki yapsaydı mutlaka kâğıda yansıtırlardı. Öte yandan oyunlar konu olarak küçük çocuklara seslenirken sunuluş biçimiyle büyüklere yönelik hazırlanmıştı. Çocuk bağırıyor, sahneye laf atıyor bir şeyleri değiştirmek istiyor ama sahnedekiler zorunlu olarak önceden planlandığı gibi 69 salonu duymazdan gelerek oyunu sürdürüyorlardı. Küçükler gerçek ile kurmacayı birbirine karıştırırken, okul çağı çocukları sahnede olanların bir kurmaca olduğunun bilincinde olarak salonda yer alırlar. Bu nedenle özellikle davet edilen gruplar ile oyunun hedef kitlesinin mutlaka örtüşmesi gerekir. Bu şenlik sırasında oyunlarda anaokulu öğrencisinden, ortaokul son sınıf öğrencilerine kadar çocuklar aynı salonda bir araya gelmişlerdi. seyircilere yılda bir hafta olsun sabır göstermeleri, biraz daha nazik davranmaları tiyatroyu sevdirme adına kendilerinden üstlerine düşen görevi yerine getirmeleri beklenir. Okulların çocukları tiyatroya getirirken temelde iki amacı vardır. Birincisi çocuklara tiyatro yoluyla bir şeyler göstermek, birtakım deneyimler yaşatmak diğeri ise bir tiyatro salonuna nasıl girilir, nasıl oturulur, ne şekilde davranılır bunları çocuklara yaşatarak göstermek. Ancak görülen o ki öncelikle öğretmenlere bu konuda ön bilgi vermek bazı uyarılarda bulunmak gerekiyor. Avaz avaz çocukları azarlamaları, çocuğun salonda çekirdek, sandviç v.s. yemesine ses çıkarmamaları, çocukların bir okul bahçesindeymişçesine gibi koşturmasını doğal karşılamaları, öğretmenlere böyle bir uyarının yapılması gerektiğini gösteriyor. Ayrıca görevlilerin alışık olmadıkları bu hareketli İzlediğimiz oyunlar; yağ var, un var, şeker var ama bir türlü helvayı yapamadığımızı gösteriyordu. Herkesin, özellikle oyuncuların iyi niyetli çabalarından hiç kuşkumuz yok. Ancak her oyunun çeşitli sorunlar barındırması, kimisi çelişkileriyle, kimisi yanlış oyunculuğu ile kimisi de yetersiz metinleriyle bu alanda iyi niyetin yeterli olmadığını, çocuk tiyatrosu yapabilmek için mutlaka belli bir uzmanlığa sahip olmak gerektirdiğini de kanıtlıyordu. Son olarak dileğimiz. Devlet Tiyatroları'nın böylesi bir çalışmayı tüm yıla yayarak her sahnesinde bir çocuk oyunuyla çocukların karşısına çıkmaları© pe cy a Çoğunlukla okulların davet edildiği şenlik özellikle Altındağ Bölge Tiyatrosu'nda bölgenin çocukları tarafından büyük ilgiyle karşılandı. Çocukların kapıdaki görevlilere yalvarmaları, içeri girebilmek için her yola başvurmaları (içlerinden biri benim kızım olmak istediğini, böylelikle içeri girebileceğini söyledi ve bir oyun izleme uğruna onunla birlikte görevlileri kandırdık) demirlere tırmanmaları gerçekten görmeye değer. Görevliler sadece bu bölgeye mahsus olmak üzere salonun tümüne okulları davet etmek yerine belki bundan sonraki yıllarda en azından bir bölümünü çevre çocuklarına tahsis etmeyi düşünürler. KRYOLAN Profesyonel Makyaj Malzemeleri ACADEMIE Profesyonel Cilt Bakım Ürünleri FREED Dans ve Bale Malzemeleri DANSKIN Dans, Bale ve Spor Kıyafetleri SHOW & KARNAVAL Malzemeleri ve Aksesuarları PROFESYONEL SİHİRBAZLIK Malzemeleri KOSTÜM ve MASKOTLAR Sakal, Bıyık, Peruk Yapım Malzemeleri VİRA KOZMETİK SAN. veTIC. A.Ş. Merkez: Fener Kalamış Cad. No: 26/13 Kat: 3 81030 Kızıltoprak-lstanbul Tel: (0-216) 347 30 70-347 7160 Fax: (0-216) 337 05 25 Şube: Kastel iş Merkezi No: 36 Beyoğlu-istanbul (Atlas Sineması Pasajı Kuyumcular ve Antikacılar Çarşısı) Tel: (0-212) 293 36 37 cy pe a a cy pe