PDF Oku - sence dergisi
Transkript
PDF Oku - sence dergisi
Başlarken… Fahrettin YOKUŞ Türk Büro-Sen Genel Başkanı S endikalar, çalışanların ortak ekonomik, sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kuruluşlar olarak tarif edilirler. Sendikal örgütlenmeler aynı zamanda, toplumsal gelişmelere duyarlı olmak zorundadırlar. Çünkü, ülkedeki her türlü ekonomik ve sosyal gelişmeler, o toplumda yaşayan tüm insanları olumlu ve ya olumsuz olarak etkiler. Bu manada sendika mensupları da, o toplumun bir parçası olması nedeniyle gelişmelerden etkilenirler. Ülkemizde 21 yıl önce, ilk kurulan memur sendikaları konfederasyonu, Türkiye Kamu Çalışanları Sendikası Konfederasyonudur (Türkiye Kamu-Sen). Türkiye Kamu-Sen, aralarında sendikamız Türk Büro-Sen’inde bulunduğu 11 sendikanın bir araya gelmesiyle oluşturulmuştur. Türkiye Kamu-Sen, kuruluşunda bir kısım ilkeleri yol haritası olarak kamuoyuna deklare etmiştir. Aradan 21 yıl geçmesine rağmen, çizgisinden ve ilkelerinden taviz vermeden emek mücadalesini sürdürmektedir. Türkiye Kamu-Sen’in temel felsefesi, daha çok çalışmak, daha çok üretmek ve ülkemizi Büyük Önder Atatürk’ün hedef olarak gösterdiği “Muasır Medeniyet Seviyesine” ulaştırma yolunda çaba sarfetmektir. Sınıf sendikacılığı yerine, ülke sendikacılığı dediğimiz anlayış, Türk Milleti’nin tüm fertleri için hak, hukuk ve adil paylaşım talep etmektir. Memurlarımızın sorunlarının çözümü için, her platformda mücadale etmek ve hiçbir güç karşısında eğilmeden hak aramaktır. Türk Büro Sendikası olarak, kuruluşumuzdan bu güne kadar pek çok ilklere imza attık. “Çalışan, üreten ve yol gösteren sendikacılık” anlayışımızın gereğini yapmanın gayreti içinde olduk. Çalışmalarımızı broşür, bildiri ve kitapçık basarak üyelerimize ulaştırdık ve onları bilgilendirdik. Bütün bu çalışmalarımıza yenilerini eklemek ve mensuplarımızın sosyal ve kültürel yönden bilgilerini artırmak için bir ilki daha gerçekleştirmek amacı ile elinizde bulunan dergimizi yayınlıyoruz. Türk Büro-Sen ailesine farklı bir dergi sunuyoruz. Sendikal faaliyetlerin çok ötesinde, üyelerimizin bilgilerini artıracak, sağlıktan kültüre, milli değerlerden sosyal gelişmelere kadar her konunun içinde olduğu bir memur ailesi dergisi sunuyoruz. İlk sayımızda elbbette eksikliklerimiz olacaktır. Sizlerin önerileri ve eleştirileri ile daha da güzelleşeceğine inandığımız ve “SENCE” adını verdiğimiz dergimizin Türk memur ailesi camiasına ve Ülkemize ışık tutması dileğiyle saygılar sunarım. Selam ile… S elam sözden önce gelir. Bu düstur icabı, söze başlamadan Sence’nin ilk sayısı ile siz sevgili okurlarımızı selamların en güzeli ile, güzelliğin kaynağının adıyla selamlıyorum. Sence’nin elinizdeki ilk sayısını beğeninize sunarken, iklim bahara döndü. Cemreler düştü havaya, suya, toprağa. Gönüllerimize Nevruz ışıltıları yansıdı. Arzumuz o ki, sizinle bu ışıltıyı büyük bir şavka döndürebilelim. Yoksa bir başımıza etrafımızı saran karanlığı nasıl yırtabiliriz. İstiyoruz ki, Sence sayfalarında gönüller şenlenirken, ümidin aydınlığını çoğaltalım. Aksi halde ümitsizlik imansızlık kadar ağır bir yük haline gelmeye hazır durumda. Yasemin GÜNGÖR Editör Bekliyoruz ki, Sence okurlarının da içindeki sesi yansıtabilsin. Başka türlü kendini yalanlamak kadar vahim bir hali yaşamış olmaz mıyız? Sevgili okur; Sence, ancak seninle birlikte yayın hayatını devam ettirebilir. Bundan dolayı sözün başında Sen’i bize davet ediyoruz. Bu daveti yapabilmek, sesimizi birlikte dillendirebilmek ve nihayet şimdi elinizdeki dergiden seslenebilmek imkanı Türk Büro-Sen Genel Merkezi tarafından sağlanmıştır. Sen ile Sence’nin buluşmasını sağlayan Sendikamıza da teşekkür ediyorum. Sence’nin planlanması karakış günlerinde başlasa da, fiili hazırlıkları cemreler eşliğinde gerçekleşti. Bu sebeple cemreye adadık ilk sayımızı. Sayfalarımızda çevrenin tahribatına dair duyarlılığınızı uyaracak HES’leri ve evsel atıkların geri dönüşümünü, her evde huzurun artması dileğiyle aile içi iletişimi, kişisel verilerin mahremiyetine dikkat çekmek için ülkemizdeki durumu ve çalışma hayatının büyük bir sorunu olan mobbingi işledik. Sizin için Yahya Kemal’in Kaybolan Şehir şiiri eşliğinde Makedonya’yı gezdik. Bunlar sadece birkaç örnek. Siz derginin sayfalarını her çevirişinizde bir esinti hissedebilin diye, sizin için dünya kadar geniş bir yelpaze açtık. Unutmayın! Sence’nin içinde, sence esintilerin olması sadece sana bağlı. Keyifli okumalar… İÇİNDEKİLER Türk Büro-Sen Adına Sahibi Fahrettin YOKUŞ Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Cafer SEÇER 6 2013 Piri Reis Yılı 8 Mobbing Editör Yasemin GÜNGÖR Yayın Kurulu Nejla ÖKSÜZ Dr. Süleyman GÜNGÖR Ebubekir KORKMAZ Yunus Şevki KİBAR Mustafa YILMAZ 6 Dünya coğrafyacılık tarihinin hiç şüphesiz ki en önemli ismi Piri Reis, o ünlü dünya haritasını 9 Mart -7 Nisan 1513 tarihleri arasında çizmiştir. Son zamanlarda çalışma hayatında sıkça kullanılmaya başlayan mobbing sözcüğü ile çalışma hayatının ne ilgisi vardır? Bazı çalışanlar işyerinde mobbinge uğradığını söylemektedir. Öyleyse nedir bu mobbing? Fotoğraf Editörü Sahibe Bahar ALBAN Yönetim Yeri 12 Her Atık Çöp’müdür? 14 Paintball Dr. Mediha Eldem Sk. No. Kocatepe / ANKARA Tel: 0.312 424 22 11 Reklam Rezervasyon Tel: 0.312 434 04 12 Faks: 0.312 434 04 13 Yapım Alban Tanıtım Ltd. Şti Meşrutiyet Cad. No: 41/10 Çöp, işlevini yitirmiş ve kullanılamaz her türlü materyale verilen genel addır. 8 “Boya topu” olarak da bilinen “Paintball”, oyuncuların belli kurallar dahilinde rakip takım oyuncularını içi boya ile doldurulmuş küçük plastik toplardan oluşan mermiler atabilen silahlar aracılığıyla boyayarak oyun dışı bırakmaya çalıştıkları bir takım ve strateji sporudur. Kızılay/ANKARA Tel: 0.312 430 13 15 www.albantanitim.com.tr Baskı Ozyurt Matbaacılık Ltd. Şti. Basım Tarihi 26 Nisan 2013 Yayın Türü Yerel Süreli Yayın (Dört ayda bir yayımlanır.) ISSN: 2147-7329 Bu dergi Türk Büro-Sen tarafından ücretsiz dağıtılmaktadır. 14 18 Aile İçi İletişim 23 İstiridye Mantarı 26 Cemre 28 Fotoğraf Çekmenin Püf Noktaları Aile içi iletişimde de sözlü ve sözsüz mesajlar etkilidir. İletişimin en sağlıklı şekli, söylenmek isteneni imalarda bulunmadan, karşıdakinin kişiliğine saldırmadan, kendini doğru biçimde ifade ederek, duyguları belirterek kurulan, doğrudan, net ve dürüst iletişimdir. 26 İstiridye Mantarı (Pleurotus ostreatus), kavak mantarı, yaprak mantarı, Lamelli Soluk İstiridye Mantarı (pleurotus pulmonarius) olarak çeşitleri ve isimleri vardır... 28 O düştükçe insanlar neden seviniyorlardı? Havaya düşüyordu ilkin Cemre, peki bunu nasıl yapıyordu? Peki suya düştüğünde boğulmuyor muydu? Sonra toprağa düşüveriyordu. Birinin fotoğrafını çekerken makineyi kişinin göz seviyesinde tutun. Çocuklar söz konusuysa, bu onların boyuna inmeniz gerekiyor demektir. 34 Makedonya Güneydoğu Avrupa’da, Balkan Yarımadası’nın ortasında yer alan Makedonya Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk ve Yunanistan arasındadır. 54 Çanakkale Bu vatan toprağının üzerinde hür ve başı dik olmanın bedeli, şehit kanlarıydı… Anaların gözyaşları, yetimlerin baba hasreti ve genç yaşında dul kalan kadınlarımızın ağıtlarıydı… 34 54 SENCE 2013 Piri Reis Yılı Dünya coğrafyacılık tarihinin hiç şüphesiz ki en önemli ismi Piri Reis, o ünlü dünya haritasını 9 Mart -7 Nisan 1513 tarihleri arasında çizmiştir. P iri Reis’in günümüze gelen üç eserinden birincisi1513 tarihli Dünya Haritasıdır. Haritanın 1/6 parçası elde bulunmaktadır. Kalanı yani asıl büyük parçası kayıptır, bulunamamıştır. Buna karşın eldeki parça bile Büyük Keşifler Çağına ilişkin çok önemli, bir belgedir 6 SENCE 2013 Sayı 1 Piri Reis’in günümüze gelen üçüncü eseri ise İstanbul ile Amerika Kıtası arasındaki alanı içeren Bölgesel Haritasıdır. Ne yazık ki bu haritanın da tamamı değil, Amerika Kıtası’nın orta ve Kuzey Bölümünü içeren ¼ parçası günümüze kadar gelmiştir. Buna rağmen elimizdeki parça bile keşifler tarihi için olduğu kadar kartografya tarihi içinde önemli bir eser olup, bilim çevrelerince “haritacılık şaheseri’’ olarak değerlendirilmektedir. 2013 Pîrî Reis Dünya Haritası (1513)’nın 500.Yılı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ,Kamu kurum ve kuruluşlarının, vakıf ve derneklerin Piri Reis Haritası(1513)’nın 500.Yılı ile ilgili çalışmalarındaki politikaların ve etkinliklerin belirlenmesi, hazırlanacak projelerin değerlendirilip, uygulamaya konulabilmesi ve Piri Reis Haritası(1513)’nın 500.Yılına yakışır evrensel nitelikte çalışmaların ortaya konulmasının sağlanması amacıyla bir “Üst Kurul” oluşturulmuştur. Üst Kurul, Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü UNESCO Fransa’nın Başkenti Paris’te gerçekleştirdiği 36. Genel Konferansında, ülkemizin teklifi üzerine 2013 Yılını Piri Reis Haritası Yılı ilan etmiştir. Doç. Dr. Ahmet ARI’nın başkanlığında konuya ilişkin önemli katkılar sağlayan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Müsteşarlık Müşaviri Prof. Dr. İdris BOSTAN ve Deniz ve İçsular Düzenleme Genel Müdürü Cemalettin ŞEVLİ ile birlikte Piri Reis Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Kamil SAĞ, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. İskender PALA, Milli Savunma Bakanlığı’nı temsilen İstanbul Deniz Müzesi Komutanı Kurmay Albay Fatih ERBAŞ, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fikret SARICAOĞLU, İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Levent KIRVAL ve Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Müjdat ÖZBAHÇIVANOĞLU’ndan oluşmaktadır. 2013 yılı, Piri Reis Haritası (1513)’nın 500.Yılı Kutlamaları kapsamında Üst Kurulca hazırlanan eylem planı 2 Ekim 2012 tarihinde Kültür ve Turizm, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme ve Milli Savunma Bakanlarının katıldığı bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyurulmuştur. Başbakanlık Tanıtma Fonu Kurulu’na sunulan ve kabul gören “2013 yılı Piri Reis Haritası (1513)’nın 500.Yılı” adlı proje kapsamında Ocak ayı itibari ile çalışmalara başlanmıştır. 2013 yılı boyunca gerçekleştirilecek etkinlikler Kültür ve Turizm Bakanlığı sitesinden duyurululmaktadır. Buna göre: UZMAN GÖZÜ Piri Reis’in günümüze gelen ikinci eseri; Dünyanın ve Akdeniz’in ilk Seyir Hidrografi, ilk ekonomik ve sosyal kitabı, ilk deniz atlası gibi özellikleri olan, daha çok Kitab-ı Bahriye olarak bilinen Bahriye adlı eseridir. Eser, bu özellikleri ile XVI. Yüzyıl Akdeniz ve adalarının Coğrafi durumlarını, buralardaki halkların yaşamlarını, ekonomik ve sosyal yönleri ile de anlatan, XVI. Yüzyıl Akdeniz’ini günümüze getiren eşsiz bir kültürel mirastır. Aynı yıllarda yazılmış Akdeniz’e ilişkin benzeri eserlerden üstün ve gerçekçi olduğu, Dünya Bilim Çevrelerince de kabul edilmektedir. 1. Piri Reis’in 1513 ve 1528 tarihli iki orijinal haritasını, Kitab-ı Bahriye’sini ve Kitab-ı Bahriye’den yararlanılarak yapılan eserlerini de içeren 20 günlük bir sergi, Topkapı Sarayı Müzesinde açılmıştır. (23.01.2013) 2. Piri Reis Anı Parası 25.01.2013 tarihinde satışa sunulmuştur. 3. Piri Reis hatıra pulu ve ilk gün zarfı 18.04.2013 tarihinde PTT Genel Müdürlüğü tarafından basılacaktır. 4. 09 Nisan 2013 tarihinde Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğünce 2013 Piri Reis Dünya Haritası (1513)’nın 500.Yılı anısına piyango çekilişi yapılacaktır. 5. Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü ve Piri Reis Denizcilik Derneği işbirliğinde “Osmanlı Donanması Gemileri; Kalyon ve Kadırga” konulu ödüllü model yarışması düzenlenecektir. Yarışma sonucu 27 Eylül 2013 tarihinde yapılacak konferans ve tören esnasında ilan edilecektir.. SENCE 2013 Sayı 1 7 SENCE Mobbing Av. Neşe BALCI S on zamanlarda çalışma hayatında sıkça kullanılmaya başlayan mobbing sözcüğü ile çalışma hayatının ne ilgisi vardır? Bazı çalışanlar işyerinde mobbinge uğradığını söylemektedir. Öyleyse nedir bu mobbing? Yıldırma veya İş Yerinde Psikolojik Terör MOBBİNG! 8 SENCE 2013 Sayı 1 Mobbing, bir grup insanın bir kimseye veya başka bir gruba sosyal kabadayılık yapması şeklinde tanımlanmaktır. Leymann göre “mobbing ya da psikolojik terör”; çalışanlar arasında veya üstler ile çalışanlar arasındaki çatışma yüklü iletişim olarak tanımlanmaktadır. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonunun Psikolojik Taciz (mobbing) ile Mücadelede İşletme Rehberine göre; bir davranışın mobbing olarak adlandırılabilmesi için: Çalışma Hayatı 1- İşyerinde gerçekleşmesi 2- Bir veya daha fazla kişi tarafından gerçekleştirilmesi, 3- Bir veya daha fazla kişiye yönelik olması, 4- Sistemli bir şekilde yapılması, 5- Düşmanca ve ahlakdışı bir yaklaşımla gerçekleştirilmesi, 6- Süreklilik kazanmış bir sıklıkla tekrarlanması, Kişiyi sindirme, pasifize etme ya da istifaya yöneltme maksadı taşıması gerekmektedir. Bu açıdan baktığımızda münferit bazı kötü davranışlar mobbing olarak değerlendirilmemektedir. Her işyerinde olabilecek geçici, strese ve iş yoğunluğuna bağlanabilecek tartışma ve kavgalar, çekişmeler, olumsuz davranışlar, süreklilik arz etmeyen davranış şekilleri münferit olmaları kaydıyla psikolojik taciz sayılmazlar. Mobbing Kimlere ve Nasıl Uygulanmaktadır Genel anlamda baktığımızda psikolojik taciz, iş hayatında başarılı olmaya aday kişilere karşı uygulanmaktadır. Bu kişiler işlerini diğer çalışma arkadaşlarına göre çok iyi yapmakta, bu nedenle çevrelerinden takdir görmekte ve olumlu mesajlar almaktadır. Bu kişiler çevresinde sevilen, saygı gören, çalışma ilkelerinden taviz vermeyen, dürüst, güvenilir kişiler olarak karşımıza çıkmaktadırlar (Mobbing sonuç bildirgesi). Mobbinge uğrayanların gelecekte yükselmeleri kaçınılmazdır. Çünkü başarılıdırlar. Başarıya ulaşmak için her gayreti göstermektedirler. Bu durum, kendi yerinden endişesi olan üst amirleri ve gerekse yükselmeyi hedefleyen diğer çalışanları rahatsız etmektedir. Öyleyse bu duruma bir son verilmeli ve başarıya doğru giden çalışan engellenmelidir. Yöntem ise bellidir. Her türlü psikolojik taciz denenecek ve çalışan bezdirilerek ya çalıştığı birimden/ kurumdan ayrılması sağlanacak, ya da çalışma azmi ve heyecanı yok edilecek ve kişiyi tehdit olarak algılayanlar için tehdit nedeni ortadan kaldırılacaktır. Mobbinge uğrayan bir çalışanın hayatı ve düşünceleri maalesef böyledir. Hayat anlamsızlaşmıştır onun için. Sonunda, kişi ya içine kapanmıştır ya da kurumdan ayrılmıştır. Mutsuzdur, kendisini ifade edememektedir, yakın çevresi ona inanmamaktadır. Kendisine, bu kadar da kötülük yapılmaz denilmektedir. Neden sadece sen denilmektedir. Kusuru kendisinde araması gerektiği söylenmektedir. Artık o da kendisinden şüphe etmeye başlamıştır. Hayata olan bağlılığı azalmıştır. Dayanma gücü kırılmıştır. İlk aşamada, kişinin yapmış olduğu çalışma, gösterdiği performans yeterli görülmemektir. Hep daha fazlası istenmekte, ortaya çıkardığı iş beğenilmemektedir. Her defasında çalışan amirinin odasından azarlanmış, aşağılanmış, onuru zedelenmiş bir biçimde çıkmaktadır. Kişiye onun mesleği ile bağdaşmayacak işler de verilmelidir. Kimsenin çalışmak istemediği yerlerde çalıştırılmalıdır. Mobbingi Kimler Uygularlar Kişi kurumunda yapacağı bir işi kalmadığını ve acilen kurum değiştirmesi gerektiğini düşünmektedir. Gittiği yeni kurumdu kendisini ispat edeceğine inanmaktadır ya da bu beceriksizlikle artık hiçbir yerde iş bulamayacağı kanısındadır. Mobbing konusunda araştırma yapan Leyman, mobbing uygulayan kişinin özelliklerini; aşırı kontrolcü, korkak, nevrotik ve iktidar açlığı olan kişiler olarak tanımlamaktadır. Ek olarak mobbing uygulayanın, patron olması Mobbingin, çoğunlukla üst düzey yönetim kademesindeki çalışanlar tarafından uygulanmakta olduğu ve üst düzey yöneticilerde bir meslek hastalığı olarak sık görüldüğü bilinmektedir. SENCE 2013 Sayı 1 9 SENCE mobbingin nedenleri şöyle anlatılmaktadır; “İşletme yönetimindeki sorunlardan kaynaklanan nedenler; İşletmelerdeki katı hiyerarşik yapılanma, iletişim için yeterli kanalların oluşturulmaması, yetki ve görev süreçlerindeki belirsizlikler psikolojik tacizin gelişimine zemin hazırlamaktadır. nedeniyle yaptıklarını hak olarak görmesi, şişirilmiş benmerkezcilik, narsist kişilik, çocukluk travmaları da özellikleri arasında sayılmaktadır. Bu kişilerin, güç konusunda hırslı, o kurum ya da birim için vazgeçilmez olduğunu düşünen, ayrıcalıklı olmak isteyen, kendine güven ve benlik değerlerinde boşluklar olan, başkaları üzerinde kontrol kurarak otoriter hissetmeye ihtiyaç duyan, aile yaşantılarından memnun olmayan, mesleki deneyimleri oldukça iyi ancak teorik bilgi eksiklikleri olduğu da ilave edilmektedir. Kendi kurallarını işyerinin kuralları haline getirmeye çalışan kişiler de baskı ve şiddet uygulayabilmektedirler. Mobbing Çeşitleri a- Düşey Psikoşiddet ( Mobbing) : Sadece üst yönetimden alt kademelere yöneltilmiştir b- Yatay (Fonksiyonel) Mobbing: Aralarında fonksiyonel ilişkilerin bulunduğu kişiler arasında söz konusudur. 10 SENCE 2013 Sayı 1 Genelde eşit koşullar içinde bulunan çalışanların çekememezlik, rekabet, kişisel hoşnutsuzluk gibi gerekçelerle birbirlerine uyguladıkları psikolojik şiddettir. c- Dikey Psikoşiddet: Çalışanın yöneticiye psikolojik şiddet uygulamasıdır. Dikey mobbing çok yaygın değildir. En çok rastlanılanı düşey ve yatay mobbingdir. Üst yönetimin ve çalışma arkadaşlarının uyguladığı psikolojik şiddet en yaygın olanıdır. Kişisel ve kişilik sorunlarına bağlı nedenler; Psikolojik tacizi sistematik biçimde uygulayanların genel profiline bakıldığında, bu kişilerde önemli kişilik sorunlarının bulunduğu, benmerkezci, narsist, baskıcı vb. olarak tanımlanabilecek kişilik özelliklerinin ön planda olduğu görülmektedir. Personel seçiminde, mesleki nitelikler kadar kişisel nitelikler de dikkate alınmalıdır. Bireysel ayrımlara bağlı nedenler; Psikolojik tacizin nedenleri arasında; yaş, cinsiyet, siyasi görüş, din, etnik köken, felsefi inanç vb. farklılıklara bağlı ayrımcı yaklaşımlar da yer alabilmektedir.” Yine, bu konuya yapmış olduğu araştırmalara öncülük yapan Leyman ise mobbingin nedenlerini; Yükselmek arzusundaki çalışanlar kendilerinden bir adım önde olduğuna inandıkları diğer çalışanın yolunu kesmek için şiddet uygulamaktadır. Kendisinin eksik yönlerini kapatmak için diğerinin yeteneksiz olduğunu göstermek zorundadır. Bunun için ne gerekirse yapılmaktadır. 1.Birisini bir grup kuralını kabul etmeye zorlamak, Mobbingin Nedenleri Bunlara ek olarak Mobbingcinin kötü kişiliği, patron olması nedeniyle ilahi hak olarak görmesi, şişirilmiş benmerkezcilik, narsist kişilik, çocukluk travmaları vs. de sayılabilir. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonunun Psikolojik Taciz (mobbing) ile Mücadelede İşletme Rehberinde 2.Düşmanlıktan hoşlanmak 3.Can sıkıntısı içinde zevk arayışı 4.Önyargıları pekiştirmek olarak sıralamaktadır. Mobbingin Zararları Nelerdir Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun Mobbing Alt Komisyonu tarafından hazırlanan Ocak 2011 tarihli “Mobbing Sorunu ve Çözüm Önerileri Raporunda” Psikolojik şiddetin kimlere ne kadar zarar verdiği belirtilmektedir. Raporda, Mobbingin kişiye, aileye, kuruluşa ve Devlete verdiği zararlardan bahsedilmektedir. Anılan raporda a. Kişiye verdiği zararlar; Bireyin psikolojik, fiziksel sağlığını ve fizyolojik sağlığını ne denli olumsuz etkilediği, kişinin ayrıca maddi yönden zarar gördüğü, çalışanın motivasyonunu düşürdüğü, çalışma verimliliğini düşürdüğü, ekip olarak çalışma ruhunu yok ettiği, kişiyi depresyona sokarak ilaç kullanımını körüklediği, kişinin sigara, alkol ve uyuşturucuya yöneldiği, b. Aileye verdiği zararlar; Aile bir bütün olduğu, ailenin bir üyesi üzüldüğünde ailenin tamamının üzüleceği, Morali bozuk olan bir anne ya da babanın çocuklarının da bundan olumsuz etkileneceği ve İşyerinde psikolojik tacize uğrayan bir kişinin, yaşadığı olumsuzluğu ister istemez aile ortamına taşıyacağı, c. Kuruluşa verdiği zararlar; İşyerinde psikolojik taciz sonucunda, çalışanın veriminin düştüğü, güven duygusunun sarsıldığı, kuruluşa karşı aidiyet duygusunu yok ettiği, personelin bu durumdan kaçmak için başak işler aradığı, hizmet verdiği insanlara kaliteli hizmet vermeyeceği, müşterileri başka şirketlere yönelteceği, bir personelin gitmesiyle bir çok müşterinin kaybedileceği, d. Devlete verdiği zararlar; Günümüzde devletlerin kalkınmışlık düzeylerinin fiziksel sermayeye ilaveten beşeri ve sosyal sermaye ile de ölçüldüğü, beşeri sermayenin bireyin bilgisi ve tecrübesinden oluştuğu, Ülkemizin beşeri sermaye yönünden AB ortalamasının çok gerisinde ve herhangi bir AB üyesi ülke ile arasında uçurum olduğu, Ülkemizin beşeri sermaye potansiyeli yönünden çok güçlü olmasına rağmen, bunu üretimde değerlendirmemesinin, ülkemizin gelişmiş ülkeler ile arasındaki uçurumu daha da arttırdığı belirtilmektedir. Yine, Bir kişinin tahsil hayatının yıllarca sürdüğü bu kişinin devletin imkânlarını kullanılarak ortalama olarak 24 yaşında ancak işgücü piyasasına katılabildiği, tam tecrübe ile donanmasının ise ortalama olarak 10 yıl aldığı, tahsil görmeden iş hayatına atılanların da uzun bir çıraklık, kalfalık ve ustalık döneminden sonra tecrübe kazandığı, akademik personel ile mesleki olarak uzmanlaşmanın mutlak gerekli olduğu kariyer mesleklerinde ise maliyetli, yorucu bir sürecin sonucunda, kişinin bilgi ve birikimi ile maksimum verimlilik düzeyine ulaşabildiği, kısa olan insan hayatında, uzun bir süreçte zorluklarla yetiştirilen insanlarımızın mobbing gibi insan onuruna yakışmayan bir davranışla bir anda pasifize edilmesiyle ülkemiz beşeri sermayesine çok büyük zararlar verildiği, bir yandan beşeri sermayeyi güçlendirmek zorunda iken, mevcut beşeri sermayenin de mobbing yüzünden kaybedildiğini. Mobbing’in insanlarımız arasında güven duygusuna zarar verdiğini, insanlarımızın kuruluşlara olan güven duygusunu sarstığını ve sonuçta karşılıklı güven ilişkisinin sonucunda ekonomiye yansıyacak artı değerin” oluşmadığını belirtmektedirler. UZMAN GÖZÜ Sosyal nedenlerde mobbingin uygulanma sebepleri arasında sayılmaktadır. Bölgeler arası göç, yabancılaşma, ortak çalışma kültürünün gelişmemiş olması, dini ve etnik nedenlerde psikolojik taciz sebepleri arasında yerini almaktadır. Ayrıca, çalışılan kuruluşta da işgücü kaybı oluşmakta, daha az üretim daha fazla maddi kayıp meydana gelmekte ve milli servet yok olmaktadır. Pek çok emek ve sermaye sonucunda yetiştirebildiğimiz insan kaynağımız kaybedilmektedir. Aslında yitirdiğimiz şey belki de geleceğimizdir. Sonuç Psikolojik taciz (mobbing) kavramı artık dilimize girmiş ve yerleşmiştir. Hiç kimse işyerinde taciz olmadığını iddia edemez. Yıllardır farkında olarak veya olmayarak mobbinge uğradığımız yadsınamaz bir gerçekliktir. Kendi başımıza gelmiş veya bir arkadaşımız psikolojik olarak tacize uğramıştır. Zaman zaman Çalışma hayatının doğal akışı içinde değerlendirilmiş ve çoğu zaman sineye çekilerek kişinin içine kapanmasına sebep olmuştur. İşini kaybetmek korkusuyla sessiz kalınmış, kimseyle paylaşılamamıştır. Paylaşılsa bile çogu kez diğerleri yapılanları görmezden gelmiş, sırtını dönmüştür. Artık psikolojik tacizin bir yıldırma, saldırı olduğu çalışanlarca bilinmeye başlamıştır. Kişiler haklarını gerek kurumun yetkililerine iletmek ve gerekse yargı yoluna başvurmak suretiyle aramaktadırlar. Bu hak aramaları olumlu sonuçlanmaktadır. Önemli olan çalışanların haklarını bilmesi ve onlara sahip çıkmasıdır. SENCE 2013 Sayı 1 11 SENCE Her Atık ÇÖP ’müdür? Hakan GÜLEY En önemli soru en sondaki.. Farkında mıyız yoksa öylesine yaşayıp –hiç istemesek de- üzerinde yaşadığımız bu eşsiz güzellikteki toprakların, bu toprakları çepeçevre saran denizlerin, hayat damarlarımız olan nehirlerimizin, kılcal damarlarımız olan çayların, derelerin, su depolarımız olan ve akarsularımızın dinlendiği göllerin, süratle kirlenmesine, yok olmasına sadece yaşam tarzımızla sebep olduğumuzun… Farkında mıyız? Y azı dizimizin ilkinde kendimize birkaç soru yönelterek bir durum değerlendirmesi yapmayı öneriyorum. Her atık çöp müdür? • Kişisel ve hane halkı olarak ne kadar atık üretiyoruz? • Ürettiğimiz bu atıklar nereye gidiyor? • Ürettiğimiz atıkların hangisi veya ne kadarı gerçekten çöp? • Alışveriş yaparken, satın aldığımız ürünlerin ve ambalajlarının çevreye olan etkilerini ne kadar düşünüyoruz? KAYNAKTA AYRIŞTIRMA KAYNAKTA AYRIŞTIRMA GERİ KAZANILABİLİR GERİ KAZANILAMAYAN GERİ GERİ DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞTÜRÜLEMEYEN ATIKLAR ATIKLAR EVSEL ELEKTRONİK VE TEHLİKELİ ATIKLAR 12 SENCE 2013 Sayı 1 EVSEL SIVI ATIKLAR • Yaşam tarzımız ne kadar çevreye uyumlu ? • Farkında mıyız? En önemli soru en sondaki.. Farkında mıyız yoksa öylesine yaşayıp hiç istemesek de üzerinde yaşadığımız bu eşsiz güzellikteki toprakların, bu toprakları çepeçevre saran denizlerin, hayat damarlarımız olan nehirlerimizin, kılcal damarlarımız olan çayların, derelerin, su depolarımız olan ve akarsularımızın dinlendiği göllerin, süratle kirlenmesine, yok olmasına sadece yaşam tarzımızla sebep olduğumuzun… Farkında mıyız? Bu sorular bizi düşündüre dursun, biz yine birkaç yalın gerçeğin altını çizelim: Çöp, işlevini yitirmiş ve kullanılamaz her türlü materyale verilen genel addır. Dolayısıyla ürettiğimiz ‘atık’ ların tamamının çöp olmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Çünkü çöp diyerek attığımız birçok şeyin tamamı veya bir kısmı yeniden kullanılabilir, geri kazanılabilir veya geri dönüştürülebilir. Tekrar kullanılabilen atıklar çöp değildir. Birimizin çöp diye attığı bir şey bir diğerimizin işine yarayabilir, tekrar kullanılabilir. Çevre Geri dönüştürülebilen atıklar çöp değildir. Kağıt, karton, plastik, metal ve cam ambalaj malzemeleri çöp değildir. Yeniden kullanılamayanlar geri kazanılarak yeniden ham madde haline dönüştürülmek için evlerde ve ofislerde çöpten ayrı biriktirilmeli, belediye tarafından çöpten ayrı toplanmalı ve geri dönüşüm endüstrisine verilmelidir. Geri dönüşüm, doğal kaynakların korunması demektir çünkü geri dönüştürülmüş ham madde yenisine oranla çok daha az elektrik ve su sarfiyatıyla üretilebilir. Sadece 1 metal içecek kutusunun geri dönüşümünden elde edilen enerji ile 100 Watt’lık bir ampul 20 saat çalıştırılır. Geri dönüştürülen 1 ton cam atık ile 100 litre petrol tasarrufu sağlanır. Geri dönüştürülen 1 ton kağıt/karton atık ile 17 ağacın hayatı kurtulur. Plastik ambalaj ve atıklarının geri dönüşümünden, elyaf içeren tekstil ürünleri, atık su boruları ve marley gibi malzemeler üretilir. Kompozit (Süt ve meyve suyu kutuları) ambalaj atıklarının geri dönüşümünden, karton koliler, yalıtım malzemeleri ve mobilya gibi ürünler üretilir. Eğer yaşadığınız yerde belediye geri dönüştürülebilir atıkların ayrı toplanmasını sağlamıyor veya sağlayamıyor olsa bile bu atıkları çöpten ayrı biriktirerek ve en yakın biriktirme konteynerine atarak çevreye karşı vicdani sorumluluğumuzun, kanunlara karşı da vatandaşlık sorumluluğumuzun gereğini yapabiliriz. 3 ‘R’ Prensibi: Dünyada bireylerin atıkla ilgili ilişkisini düzenleyen 3 ‘R’ prensibini (Reduce , Reuse, , Recycle) dilimize tercüme edersek kendi atık desturumuzu üretebiliriz: Azalt, Tekrar Kullan, Geri Dönüştür Bunlara bir de yeni bir akım olan İleri Dönüşüm, yani geri kazanılan bir veya birkaç malzeme ile yeni bir ürün üreterek katkı sağlamak. Mesela kullanılmış diş macunu tüplerinden çanta yapmak gibi. Bundan sonraki yazımızda bu kavramların içine dalıp, her birimizin uygulayabileceği pratik yöntemler ve alışveriş alışkanlıklarımızı gözden geçirerek nasıl çevreye daha az zarar vererek, daha uyumlu yaşayabileceğimizi örneklerle anlatacağız. Tekrar buluşmak ümidiyle SENCE 2013 Sayı 1 13 SENCE Paintball 14 SENCE 2013 Sayı 1 SPOR Cem CEYLAN G ünümüzde takım halinde gerçekleştirilen sporlar arasında bir tanesi hem strateji önemi bakımından hem de adrenalin açısından diğerlerinden ayrılmaktadır. Paintball’ın ta kendisidir bu spor. “Boya topu” olarak da bilinen “Paintball”, oyuncuların belli kurallar dahilinde rakip takım oyuncularını içi boya ile doldurulmuş küçük plastik toplardan oluşan mermiler atabilen silahlar aracılığıyla boyayarak oyun dışı bırakmaya çalıştıkları bir takım ve strateji sporudur. Yakın zamana kadar yalnızca hoş vakit geçirebilmek amacıyla gerçekleştirilen bir aktivite olarak düşünülmüş ise de, Paintball; günümüzde spor olarak kabul edilmekte ve bu açıdan profesyonelleşme adımları zaman içerisinde atılabilmektedir. Bu oyun genel hatları itibariyle, fiziksel güçten daha çok takım ruhuna, yardımlaşma ve paylaşmaya, asıl olarak ise stratejiye dayanmaktadır. İşte bu özellikleri nedeniyle, stres atıp eğlenilen ve hoşça vakit geçirebilmek amacıyla düşünülen bir doğa sporu olmanın da ötesinde, oyuncuların bireysellikten uzak, takım halinde çalış- ma ve liderlik becerilerini geliştiren bir spor olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden özel sektörde iş hayatında insanları motive etmenin bir aracı olmuş ve insanların kişisel gelişim eğitimlerinde de sıkça ihtiyaç duyulan bir konuma gelmiştir. Oyunda kullanılan teçhizat olarak tabanca, boya mermileri, maske, oyun için özel olarak tasarlanmış kostüm kullanılmaktadır. Paintball için öncelikli güvenlik önlemi olarak her oyuncu için özel bir maske ya da kask gerekmektedir. Özel yapım paintball silahları, mermi olarak içerisinde bir miktar boya bulunan kapsüller atar. Plastik benzeri bir malzeme ile kaplı olan bu kapsüller, doğa dostudur ve çevreyi kirletmeden kendiliğinden yok olabilen bir özelliğe sahiptir. Kapsülün içindeki boya ise gıda boyasıdır, yani doğaya ve insanlara zarar verici bir özelliğe sahip değildir. Paintball tabancaları; mermisini çok hızlı atar ve çıplak vücuda geldiğinde çok can yakabilir. Bu sebeple gerekli önlemleri almadan oynamak çoğu yerde tehlikeli ve yasaktır. Hatta bazen ciddi morluklara bile yol açabilir. SENCE 2013 Sayı 1 15 SENCE savaş ve strateji oyununda güvenli bir şekilde kullanılabileceği düşünüldü, ve böylece kısa sürede tüm dünyaya yayılacak olan Paintball’ın yükselişi başlamış oldu. Daha sonra ise düzenli sahalarda oyun organizasyonlarının başlaması ve resmi turnuvaların düzenlenmesiyle bugünkü halini aldı. Her geçen gün popülerliğini daha da artırmakla birlikte artık spor organizasyonları arasında yerini almaya başlamıştır. Amaç Oyun; tamamen doğanın içinde yer alan ağaç, çalı, kaya gibi doğal siperlerin kullanıldığı ve herhangi bir insan müdahalesi bulunmayan alanlarda oynanabildiği gibi, tahta, varil, lastik, ağaç kütüğü, vb. cisimlerle barikat kurularak tasarlanan bir alanda da oynanabilmektedir. Aynı zamanda eski bir fabrika gibi kapalı alanlarda oynanması da mümkündür. Son yıllarda ise özel bir saha yapılarak içerisinde şişme geometrik şekillerin yer aldığı (küp,koni,silindir,üçgen piramit, küre vb.) bir alanda yapılan turnuvalar yaygınlaşmaya başlamıştır. Tarihçe Peki, Paintball nasıl ortaya çıktı, bu sorunun cevabına bakacak olursak eğer; Paintball’ın 70’li yılların başlarında, bir kaç Kuzey Amerikalı orman görevlisinin, ağaçları elle işaretlemek yerine boya atan tabancaları kullanarak işlerini daha kolay ve keyifli bir hale getirmeye çalışmaları sonucu ortaya çıktığı düşünülmektedir. Buna ek olarak kovboyların da ineklerini işaretleyebilmek için bir yol bulmaya çalışmaları ve böylece Paintball’ın ortaya çıktığı gibi iddialar da bulunmaktadır. Bu başlangıç senaryoları sadece birer iddiadan 16 SENCE 2013 Sayı 1 ibaret olmakla birlikte, bu durum zaman içerisinde kovalamaca şeklinde bir oyun halini almaya başladı. Oyun olarak oynanmaya başlamasından sonra herkesin kendi başına mücadele ettiği bir kovalamaca sistemi olarak, oyuncular birbirlerini kovalayıp “işaret tabancalarını” kullanarak boya topu atıyorlardı. Tek kural kazanan takımda yer almaktan geçiyordu. Son üyesi kalan takım galip sayılmaktaydı. Bu noktadan hareketle zaman içerisinde temel kurallar ve güvenlik önlemleri ortaya çıktı ve böylece Paintball sistematik kuralları olan bir oyun halini almış oldu. Zamanla; “işaretleme aletleri” (paintball silahlarının), bir tür Oyundaki amaç; verilen görevi gerçekleştirmektir. Buna “senaryoyu uygulamak” da denir. Oyuncular senaryoyu istedikleri gibi değiştirebilmenin yanında, mevcut senaryoya göre de oynayabilirler. Amaç belli bir süre içinde, karşı takımın kalesindeki bayrağı ele geçirmek ya da bir rehineyi kurtarmak olabileceği gibi, başkanınızı güvenli bir şekilde hedefe ulaştırmak, karşı takımın tamamını elemek veya tek başına vurulmadan kalan son kişi olmaya çalışmak, bir kaçağı yakalamak, bir tepeyi savunmak veya ikili timlere ayrılıp diğer timleri elemek gibi birçok seçenekten de oluşabilir. Oyunun temel kuralı çok basittir. Üzerine gelen mermi ile boyanan oyuncu oyundan çıkar. Oyunun diğer kuralları ise şöyle özetlenebilir; • Rakibe ateş edilebilecek en yakın mesafe 5 metredir, daha yakın mesafeden rakibe ateş etmek tehlikeli olmakla birlikte kurallara da aykırıdır. • Bir oyuncunun vurulmuş sayılması için; oyuncunun vücudunun herhangi bir yerinden (el ve ayaklar dahil) ve taşımakta olduğu ekipmanından (silah dahil) vurulması gerekir. • Oyunda başarılı isabet için; paintball mermisinin oyuncuya doğrudan temas etmesi gerekir, merminin bir maddeye çarpıp sıçraması isabet sayılmaz. • Oyuncular, oyun başlarken kendi kalelerinin arkasındaki yerlerini almak zorundadır. • Oyun; Başhakemin başlama düdüğü ile başlar. Düdük sesinden önce ateş etmek tehlikeli ve kesinlikle yasaktır. • Oyunda belirli bir şekilde vurulan oyuncunun da uyması gereken kurallar vardır, ellerini ve silahını başının üstüne kaldırır, belirlenmiş ceza bölgesine gider veya paintball alanını hakem gözetiminde terk eder. • Hakemin oyunu durduran düdük sesinden sonra yapılacak her atış oyuncunun ceza almasını gerektirir. • Oyun içerisinde mermisi biten oyuncu ellerini başının üstüne kaldırarak hakemin de bulunduğu belirlenmiş güvenli bölgeye gelerek mermi takviyesi yapar. Bu süre zarfında oyuncuya ateş etmek kurallara aykırıdır. Mermisini aldıktan sonra aynı şekilde terk ettiği sipere dönerek oyuna devam eder. • Eğer bir oyunda takımdaki bütün oyuncular vurulmuş veya oyun dışı kalmışsa oyun biter. • Bir takıma ait tüm oyuncularda mermiler biterse, mola alınır ve mermi takviyesi yapılır, daha sonra oyun kaldığı yerden devam eder. • Oyun kurgulanmış bir senaryo üzerinden oynanıyor ise, oyun senaryosunu başarıyla tamamlayan takım oyunu kazanır ve oyun biter. • Eğer belirtilen süre zarfında bir takımın oyuncuları tamamen elenmemişse veya oyun senaryosu başarıyla bitirilmemişse oyun, hakemin saatine göre yani süreye göre biter. • Oyun; her set için 15 dakika olmak üzere toplam 3 settir. Aralarda 5 dakikalık dinlenme süresi verilir. • Herhangi bir sette vurulmuş bir oyuncu ancak hakem gözetiminde ve kendi kalesine en yakın bölgeden başlayarak oyuna devam edebilir. • Bu belirtilen kurallara uymayıp ceza alan oyuncular; ceza bölgesine gider, hakemin komutuyla bir süre sonra tekrar oyuna katılır. • Oyun için puanlama biçimi tarafların anlaşmaları ile şekillenebileceği gibi standart bir puantaj yöntemi de kullanılabilir. Başlangıç amacı olarak “savaş” kavramı üzerinde yoğunlaşmış bir faaliyet olarak gözüken paintball, insan içgüdüsündeki mücadele olgusunu, stratejik düşünce ekseninde harmanlamış ve bu sayede de hem bireyin ekip içerisindeki konumunu olgunlaştıran hem de takım çalışmasına ön ayak olan bir spor dalı olarak karşımıza çıkmıştır. Paintball ülkemizde, yeni yeni spor faaliyeti olarak sayılmakta ve ayrı bir federasyon kurma çabaları yer alsa da, şu anda Türkiye Atıcılık ve Avcılık Federasyonu bünyesinde gerçekleştirilen ve düzenli olarak da organizasyonların yer aldığı bir spor branşı olarak karşımıza çıkmaktadır. UZMAN GÖZÜ Kurallar Ayrıca bu federasyon bünyesinde düzenlenen bir de Profesyonel Paintball Ligi mevcuttur. Bu spor, ülkemizde diğer spor branşları ile kıyaslandığında daha ufak bir yere sahiptir. Ama her geçen gün daha da gelişmekte ve yaygınlaşmaktadır. Türkiye’de paintball olanağı sunan birçok özel organizasyon da mevcuttur ve bu tür organizasyonlara ulaşabilmek için gerekli bilgileri internet ortamından kolaylıkla temin edebilirsiniz. Oyun için gerekli olan tüm teknik donanımı ise oyun esnasında temin edebilmektesiniz. Oyun başlamadan önce görevliler tarafından size kuralları içeren bir bilgilendirme de yapılmaktadır. Böylece adrenalin fırtınasına hazırsınız demektir. Keyifli vakit geçirebilmeniz dileğiyle… SENCE 2013 Sayı 1 17 SENCE Aile İçi İletişim Psikolog Rahime BEDER ŞEN İ letişim karşılıklı mesaj alışverişidir ve her türlü karşılıklı ilişkinin en önemli unsurudur. Aile içi iletişim, aile bireylerinin birbirleriyle kurdukları ilişkileri içerir. Aile bireyleri arasında olumlu, dengeli ve sağlıklı iletişim kurulması, aileyi sağlıklı ve güçlü kılar. Sağlıklı ailede her bir birey diğeriyle daha açık, daha net, daha sık ve doğrudan iletişime geçebilir. Birbirlerinin söylemeye çalıştıklarını dinlerler ve birbirlerini doğru olarak anlarlar. İmalarda bulunmaz, birbirlerine kötü söz söylemezler. Birbirlerine saygılıdırlar. İyi iletişim kuran ailelerde bireyler birbirleriyle duygularını, düşüncelerini, ümitlerini, acılarını, sevinçlerini, deneyimlerini, ihtiyaçlarını ve sorunlarını paylaşır. Aile bireylerinin birbirleriyle kurduğu açık ve dürüst bir iletişim çok değerlidir. Çünkü etkili ve sağlıklı iletişim kurabilen bireyler daha mutlu yaşarlar. İletişimde, karşılıklı konuşma ve diyalogların yanında, ne söylendiği, nasıl söylendiği, niçin söylendiği, hangi ortamda söylendiği, ne zaman söylendiği, hatta ne söylenmediği de önemlidir. İletişimde söylenenler yanında yüzdeki ifade, el kol hareketleri ve yü- 18 SENCE 2013 Sayı 1 zün duruşu, bedenin duruşu, ses tonu ve o andaki duygunun ne olduğunu da belirleyicidir. Bedenin duruşu ya da hareketleri, karşıdakilere beklenti, tavır ve tutumlar hakkında bir bilgi verir veya mesaj gönderir. Yani karşımızdaki ile kurduğumuz iletişim, sözlü mesajlar yanında sözsüz mesajları da içerir. Aile içi iletişimde de sözlü ve sözsüz mesajlar etkilidir. İletişimin en sağlıklı şekli, söylenmek isteneni imalarda bulunmadan, karşıdakinin kişiliğine saldırmadan, kendini doğru biçimde ifade ederek, duyguları belirterek kurulan, doğrudan, net ve dürüst iletişimdir. Sağlıklı bir iletişimde sözlü ve sözsüz mesajlar kullanılarak konuşma becerilerine olduğu kadar dinleme becerilerine de dikkat edilmesi gerekmektedir. Aile içinde ve toplumsal ilişkilerde sözel mesajlar kadar sözel olmayanları da tanımak, bireyin sağlıklı iletişim geliştirme başarısını arttırır, karşısındakini daha iyi anlamasını, kendisini daha iyi ifade edebilmesini kolaylaştırır ve yanlış anlaşmaları azaltır. Bir ailenin üyelerinin birbirleriyle kurdukları iletişimin kalitesi, hem bireysel sağlıkları hem de aile sağlığı açısından büyük önem taşır. İletişim becerileri konusunda bilgilenmek ve bunları uygulamak, ailedeki iletişimin kalitesini arttırır. İletişimde göz teması çok önemlidir. Eşinizle ve çocuğunuzla konuşurken ya da onları dinlerken mutlaka gözlerine bakmalısınız ve aynı hizada olmalısınız. Çocuğunuzla konuşurken ona üsten bakarsanız etkili olamazsınız. İletişimde dinleme becerisi en temel unsurdur. Herkes dinleme becerisine sahip olduğunu düşünür ama genellikle tam anlamıyla dinlemek çok zordur. Eleştirme, söz kesme, karşısındakinin sözü bitmeden cümleye girme, karşısındaki kendini tam olarak ifade edemeden yorum yapma, konuşulanı dinlemek yerine kendi söyleyeceklerini hazırlamak gibi yanlış dinleme kalıpları sergiler. Eskilerin deyişiyle “Can kulağıyla dinlemek” bir beceridir. Etkili iletişim geliştirebilmek için aktif dinlemeyi öğrenmek gerekmektedir. Aktif dinlerken karşımızdakini yargılamaktan ve eleştirmekten uzak durmalıyız. Karşımızdakinin yaşadıklarını daha iyi anlamaya ve ne hissettiğini onun gibi hissetmeye çalışmalıyız. Karşı- Psikoloji mızdakinin rahat konuşabilmesi için fırsat vermek ve sessiz kalmayı becerebilmek de önemlidir. Ancak bu şekilde rahatlayabilir ve durumunu değerlendirebilir. Sessizce dinlerken baş sallayarak, “evet”, “hı hı” diyerek “Seni dinliyorum.” mesajı verilebilir. İletişimde karşınızdaki kişinin ne söylemeye çalıştığını anlamak ve doğru anladığınızdan emin olabilmek için söylediklerini netleştirmeniz gerekir. Ona sorular sorarak açılabilmesini ve konu üzerinde ayrıntılı düşünebilmesini sağlayın. Örneğin “Sen ona yardım ettiğin halde o sana kötü mü davrandı? Sen bu durumda ne yaptın?” Söylediklerini ve ne söylemek istediğini düşünüp kendi cümlelerinizle belirtin. Örneğin “Yani sen onunla barışmak için uğraştın ama o istemedi.” Duygusunu anlamaya çalışın. Duygularını anladığınızı belli etmek için aldığınız mesajları ona yansıtın. Örneğin “Kızgınsın çünkü yanlış anlaşıldığını düşünüyorsun.” Konuşmanızdan sonuç olarak çıkarttığınız ana fikri özetleyin. Örneğin “Sonuçta arkadaşından bu tepkiyi görmüş olmak seni üzmüş anlaşılan.” “Bunu benimle paylaştığın için teşekkür ederim.” diyerek konuşmayı sonlandırmak mümkündür. Bu tekniği uyguladığınızda elde ettiğiniz sonuç sizi rahatlatacaktır. Birini bu şekilde dinlediğinizde karşınızdakinin kendisini ifade edip rahatla- masına yardımcı olmanın yanında, sorununu dile getirebildiği için çözümü üzerinde düşünebilmesine ve de daha kolay bulmasına destek sağlamış olursunuz. İletişimde bazen çatışma yaşamak mümkündür. Ancak sık sık çatışma yaşamak, tartışmak ya da anlaşılmamak “Ben Dili” kullanılarak önlenebilir. Örneğin, kızınız ödevlerini geç saatlere bırakıyor. Siz de bu durumdan rahatsız oluyorsunuz. “Sen ne biçim çocuksun! Laftan anlamaz mısın? Bu saatte ders yapılır mı? (Sen dili) “Sen şöylesin.”, “Sen böylesin.”, “Sen yaptın.”, “Böyle söyledin.”, “Böyle SENCE 2013 Sayı 1 19 SENCE babası ile olumlu ve sağlıklı bir etkileşim içinde gelişmesi gelecekte uyumlu kişilik geliştirmesinde çok önemlidir. Ailede iletişim, karşılıklı saygı ve işbirliği büyük önem taşımaktadır. Aile içi iletişim ve ilişkilerin yapısı, ailenin işlevlerini sağlıklı bir biçimde yerine getirip getirememesinde önemli bir etkendir. Aileye çocuk katıldığında ailenin yapısı ve ailenin üyeleri arasındaki ilişkiler de değişir. Aile içindeki iletişimin sağlıklı olması durumunda olumlu benlik algısına sahip, özgüveni gelişmiş, iç dünyası zengin, bakış açısı geniş ve hoşgörülü bireylerin yetişeceği bilinmelidir. Ayrıca ailenizde birbirinizin özel hayatına saygı göstermek, özellikle ergenlik çağında bunun doğal bir ihtiyaç olduğunu bilmek önemlidir. konuşmayı bırak!”, “Kes şunu!” vb. ifadeler kullanıldığında karşımızdaki kendini suçlanmış hisseder, kendisine değer verilmediğini düşünebilir, savunmaya geçebilir. Bu da konuşmanın karşılıklı suçlamalarla devam etmesine sonuçta da karşılıklı öfke uyanmasına sebep olur. Üstelik esas konudan uzaklaşılır ve sorun çözülemediği için, bu konu ileride de sorun olmaya devam eder. “Ödevini geç saatte yaptığın zaman, sabah erken kalkmakta zorlanıyorsun ve okula geç kalacaksın diye endişeleniyorum. Üstelik uykunu alamadığın için dersleri de anlamakta zorlanmana sinirleniyorum. Ödevlerini saat 21:00’de bitirmeni istiyorum.” (Ben dili) Bu cümlede “ben dili” kullanıldığı için, kişi kendisini suçlanmış hissetmez. 20 SENCE 2013 Sayı 1 Böylece asıl konudan uzaklaşmadan dinlemeye devam eder. Cümlenin yükünü kendi üzerinize aldığınız için (“Ben üzülüyorum.”, “Kendimi kötü hissediyorum.” vb.) karşınızdaki kendinde bu durumu düzeltmek üzere bir sorumluluk hissetmeye başlar. Üstelik son cümlede ne istediğinizi net bir şekilde söylediğiniz için, çözüme doğru bir adım atmış olursunuz. Çocuk ilk bilgileri anneden öğrenir. Özellikle iletişim yeteneğinin gelişmesinde anne birinci derecede etkilidir. Ailede kullanılan dil ve iletişim sayesinde çocuk yeni kavramlar kazanarak sosyal ilişkileri öğrenmekte, diğer insanlarla etkileşime girmektedir. Sağlıklı anne-baba-çocuk iletişimi, çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirmesini, başkalarıyla olumlu ilişkiler kurmasını sağlar. Çocuğun aile ortamında anne Aile üyeleri anne-baba-çocuk, dedenine-torun, hala-dayı-amca-teyzeyeğen birbirleriyle fikir alışverişinde bulunarak, birbirlerinin bilgi ve tecrübelerinden faydalanarak, birbirlerini anlamaya, destek olmaya gayret ederek sağlıklı bir iletişim ortamı oluşturabilirler. Ailede sağlıklı iletişim kurmanın temel unsurları arasında birbirini can kulağıyla dinlemek, birbirinin duygu, düşünce ve davranışlarına saygı duymak, birbirlerinin söylediklerini duymanın yanında sözsüz mesajları ile beden dillerini de anlamaya gayret etmek, küskünlükleri uzatmamak, birlikte zaman geçirmeye önem vermek, iyi ve kötü günleri paylaşmak, ihtiyaç ve isteklere saygı duymak, destekleyici tavırlar içinde olmak, yaşanan çatışmaları olumlu bir şekilde çözmeye çalışmak bulunmaktadır. UZMAN GÖZÜ Aile içinde herkesin birbirine sevgisini söylemesi ve göstermesi, sık sık güzel sözler söylemek, takdir etmek iletişimi ve ilişkiyi sıcak tutar. Ailede çocukların model alarak öğrendikleri bilinmektedir. Çocuklarınızın nasıl yetişmesini istiyorsanız onlarla öyle iletişim kurmalısınız. Örneğin onlardan güzel sözler duymak istiyorsanız siz de onlara güzel sözler söyleyin. Aile içinde sürekli olumsuz ve sürtüşmeli bir iletişimin varlığı, bireyleri yıpratır hatta çeşitli sağlık sorunlarına bile neden olabilir. Bu sebeple aile üyeleri aralarındaki iletişimin olumlu ve sağlıklı olmasına özen göstermelidir. Ailede herkes birbiri ile ilgilenmeli, hatır sormalı, dertleşmelidir. Birbirinin duygularını anlamaya çalışmalı ve onun gibi hissetmeye çalışmalıdır. “Onun yerinde ben olsaydım…” diye düşünmelidir. İletişimde sabırlı olmak da çok önemlidir. Acele yorum yapmak, acele kararlar vermek yanlıştır. Sürekli eleştiren, suçlayan, ters cevaplar veren, kalp kıran birisi olmaktan kaçınmak, anlayışlı ve olgun olmaya gayret etmek sağlıklı bir beraberlik için gerekli görülmektedir. İletişimi engelleyici birtakım unsurlar da sağlıklı bir beraberliği olumsuz etkiler. İletişim engelleri iletişimi keser, bozar veya tamamen bitirir. İletişim engellerinden kaçınmak kişinin fikirlerini ve duygularını çevresindekilere net ve tam olarak aktardığından emin olmasını sağlar. Emir vermek, yönlendirmek, gözdağı vermek, ahlak dersi vermek, onun yerine karar vermek, ahkâm kesmek, nutuk çekmek, mantıklı düşünceler önermek yargılamak, eleştirmek, suçlamak, aynı dü- şüncede olmamak, ad takmak, alay etmek, olayı küçümsemek, sınamak, sorgulamak, oyalamak, konuyu saptırmak, yorumlamak, analiz etmek iletişim engelleridir. İletişim engelleri kullanıldığında karşıdaki kişi duygularının önemsiz olduğunu düşünür, değersizlik hisseder, öfke duyar, kişinin kendisine olan güveni sarsılır, benlik algısı düşer, kendisini değersiz hissetmesine sebep olur. İletişim engelleri kişiyi karşı koymaya zorlar ve duygularını ifade etmesini engeller. “Sen en iyisi şimdi televizyon izlemeyi bırak, git biraz çalış.” “Yani bu yaptığına inanamıyorum. Aklı başında bir insan asla senin gibi davranmaz.” “Karanlıktan korkacak ne var? Bebek misin sen? Bak ben hiç korkuyor muyum?” “Hadi doğru söyle aslında okula gitmedin sinemaya gittin. O yüzden tuhaf davranıyorsun.” İletişimde açık, dürüst ve net olmak gerekir. Empatik iletişim bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşün- celerini doğru olarak anlaması aracılığıyla kurulan iletişimdir. Aile içerisindeki çatışmaların sebeplerinden biri aile üyelerinin birbirleriyle yeterince empati kuramamalarıdır. Kişi kendini karşısındakinin yerine koyduğunda, onun duygularını ve neden böyle bir tepki verdiğini anlamaya çalıştığında sorunlar daha kolay çözülür. Birbirlerinin duygularına karşı duyarlı olan ve diğerlerinin ne hissettiğini anlamaya çalışan aile üyeleri, birbirlerine daha fazla destek olabilir. Özelikle sıkıntısı olan bir aile bireyinin diğerleri tarafından anlaşılması ve hareketlerine anlayış gösterilmesi, kişinin sıkıntısını hafifletir ve kişiye öz güven kazandırır. Başarılı bir iletişimin temelinde sevgi ve saygı vardır. Sevgi ve saygı ile kurulan iletişim insanı huzur ve mutluluğa götürür. Ailenizle birlikte geçirdiğiniz zamanı olumlu ve sağlıklı iletişim kurarak değerlendirmek önemlidir. Çünkü aile yaşantısında huzur dolu bir beraberlik her şeye bedeldir. SENCE 2013 Sayı 1 21 SENCE Sağlık İstiridye Mantarı Ümran ALINAK “Doğal ürün için TADEF markalı İstiridye Mantarını tercih ediniz” İstiridye Mantarı Nedir? İstiridye Mantarı (Pleurotus ostreatus), kavak mantarı, yaprak mantarı, Lamelli Soluk İstiridye Mantarı (pleurotus pulmonarius) olarak çeşitleri ve isimleri vardır... İstiridye şeklinde olması nedeniyle ‘İstiridye Mantarı’ ismi verilen bu mantar türü, dünyanın pek çok yerinde yaprağını döken ağaçlar üzerinde kat kat salkımlar şeklinde büyür. Sıklıkla talaş ya da saman ortamında oldukça kolay büyüyebilen popüler mantarlardan biridir. Hoş bir koku ve damak tadına sahiptir. Kültür mantarı olarak da yetiştirilebilen çok az sayıdaki mantarlardan biridir. Sapı şapkasına göre eksantriktir. Yani sap ile şapka bir merkezli değildir. Bu tür mantarlar genelde doğada çok az sayıdadır. Çürümemiş ağaç artıkları, talaş, her çeşit selüloz kaynağı (nemlendirilmiş kağıt mendil bile olur), istiridye mantarı için uygundur. Reçineli ağaç artıklarında gelişmesi ve verimi daha azdır. Kütükte yetiştiricilik yapacaksanız, kütük üzerine matkapla delikler açıp, bu deliklere mantarın miselyumundan ekmeniz gerekir. Kütüğün alt kısmını su dolu bir kabın içerisine günde 3-5 saat daldırmanız nem ihtiyacını karşılayabilir. SENCE İstiridye Mantarları (pleurotus) yaşamlarını çürükçül yada parazit olarak ağaçlarda yada ağaç kütükleri üzerinde sürdürürler. İSTİRİDYE MANTARI yorgunluğu giderir, düşünme ve öğrenme yeteneğini geliştirir ve bedenin gelişmesinde yardımcı olur. Pleurotus ostreatus : Şapka gri den siyaha kadar ışık yoğunluğuna bağlı olarak değişmekte, kış şartlarına uygundur. YAPRAK Mantarı barsakların çalışmasını sağlar. Mantarın lezzet açısından farklıdır.Pazarda adına istiridye mantarı da denilmektedir. Farklı yemeklere farklı tatlar katmaktadır. Soba üzerinde veya mangalda közlenerek yenilebilir. Meze yapımında da kullanılmaktadır. Çorbası harika olur... Üretimi diğer mantarda olduğu gibi zahmetli olmasına karşın ekonomik olarak biraz daha karlıdır iyi bakıldığında verimde ciddi kilolar elde etmek mümkün. İstiridye Mantarı’nın Faydaları İstiridye Mantarının içindeki yağ oranının düşük olması nedeniyle kalbe iyi geldiği, kolesterolü düşürdüğü ve bu nedenle de bitkisel protein deposu olduğu ifade edildi. Yapılan araştırmalarda iltihaplanmayı engelleyici aktivitesi antibiyotik, antiviral, bağışıklığa etkisi ve kanseri engelleyici aktivitesiyle çok sayıda hastalıkların tedavisinde rol aldığı ifade ediliyor. Kavak mantarı, kolesterolü düşürücü özelliğiyle yemeğinin her çeşidinin önemli olduğu kaydediliyor. Mantardaki ”Lentinian” adı verilen maddenin tümörleri azalttığı bilinmektedir. İSTİRİDYE MANTARI, beyin kanamaları, damar sertliği ve enfeksiyonlara karşı koruyucudur. Cinsel gücü artırıcı özelliği vardır. İstiridye Mantarı’nın Rda Değerleri 100 gr. İstiridye Mantarı yenildiğinde vücut için gereken günlük, C vitamininin % 13’ünü, B1 vitamininin % 12’sini, B2 vitamininin % 15’ini , (En yüksek B1 ve B2 vitaminine sahip olan mantar türüdür.), Niacin’in % 40’ını (Kandaki iyi kolesterol miktarını yükseltir.), Folik Asidin % 25’ini (Anemiyi durdurur ve tedavi eder.), Pantothen Asidin % 25’ini (Cildi güzelleştirici etkisi vardır.) Karşılanmaktadır. Yaprak Mantarının Faydaları Kalsiyum, fosfor, potasyum, demir ve bakır yönünden zengin olan mantar şeker, kalp, damar hastalıkları ve aneminin düşmanıdır. Vitamin deposu olan İSTİRİDYE MANTARI, insan sağlığını koruyucu B vitaminleri (B1, B2, B3, B5, B7) C ve D vitamini yönünden zengin bir besindir. Bağışıklık sistemini güçlendiren mantar, bünyeyi hastalıklara karşı korur. YAPRAK Mantarın bilinen en iyi bitkisel protein kaynağı olduğunu belirten uzmanlar, “Vücut hayvansal gıdalarla protein kadar da yağ alıyor ancak mantarda yağ oranı neredeyse sıfır. Mantarla vücut saf protein alır” demektedirler. Etin yerini tutan mantarın, protein değeri etten fazladır. İSTİRİDYE MANTARI’nın kolesterolü düşürücü özelliği vardır. Yağ oranı yok denecek kadar düşük olan ve kesinlikle kolesterol içermeyen mantarlar, sağlıklı diyet listelerinde kullanılır. 24 SENCE 2013 Sayı 1 Soya Soslu İstiridye Mantarı Malzemeler: 250 gr istiridye mantarı, 2 yemek kaşığı soya sosu, 2 yemek kaşığı zeytinyağ, 2 diş sarımsak. Hazırlanışı: Mantarları yıkayıp saplarını kesip atın, Soya sosu, ezilmiş sarımsak ve zeytinyağını bir kapta karıştırın, Mantarları bir tavaya dizip sosu üzerine gezdirin, Ateşe alıp kapağını kapatın ve kısık ateşte suyunu çekene kadar pişirin. Afiyet olsun… Sembol Hayat Ağacı Dr. Süleyman GÜNGÖR Hayat Ağacı İnsan oğlu başlangıçtan bu yana semboller üretmiştir. Bu onu diğer omurgalı organizmalardan ayıran özelliklerden birisi olarak sayıla gelmektedir. Semboller, bir düşüncenin taşındığı ve temsil edildiği soyutlamalar olarak ortaya çıkmaktadır. Bir de işaretler vardır ki, sembollere benzemekle birlikte, gösterdiği şeyle daha doğrudan bir ilişki içerisindedir. En basitinden trafik ışıkları buradaki işaretlerin örneğini oluşturmaktadır. İşaretler ile sembollerin temel ortaklıkları, toplumsal uzlaşmanın ürünü olmalarıdır. Neyi gösterdiği konusunda yaygın bir mutabakat, hem sembolleri hem de işaretleri anlamlı kılmaktadır. Sembolleri işaretlere kıyasla daha derinlikli kılan özellikler ise, onun bir dizi çağrışım, yan anlam, metafor ve sistematik bir bütüne ait olmak gibi sıralanabilir. Örneğin halı ve kilim motifi olarak da kullanılan hayat ağacı, sadece bir desen ve görsel tasarım değildir. O esatiri bir birikimi taşımaktadır. Dünyanın birbirinden uzak bölgelerinde de görülen bu desen, Türk halı ve kilimlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Selçuklu seramiklerinde de bu desene yer verildiği bilinmektedir. Bunların en güzel örnekleri Kasımiye Medresesi ve Yakutiye Medresesi duvarlarında görülebilir. Sonsuzluk düşüncesini taşıyan ve dile getiren hayat ağacı, kamın cezbelenmesi (trans) sürecindeki yükselişine aracılık eden kutlu ağaca da gönderme yapmaktadır. Hayat ağacı, Anadolu Türk’ünün dokumalarında eski hatıraları taşırken, günümüzde Rusya Federasyonu içerisinde yer alan Çuvaşistan bayrağında ve Çuvaş milli armasında taşınmaktadır. Hayat ağacı örneğinden de görüldüğü gibi sembollerin dili, zaman ve sınır aşırı bir nitelik taşımaktadır. Dünya ile uyum sağlamak yanılgısının hamalları olarak folklorik deyip geçtiğimiz desenlerle, milli bir bütünün varlığına silinemez damgalar vurulmuştur. Mardin’de bir Selçuklu mimari abidesinden, Balkanlar ya da Ege’de bir halıdan Çuvaş bayrağına uzanan bir bütünlük kör gözlerimize uzanan bir ikaz parmağı gibi durmaktadır. SENCE 2013 Sayı 1 25 SENCE Cemre Yasemin GÜNGÖR Kar eriyivermiş, buz kırılmış; Kuşlar gibi azad olmuş sular, Toprağa düşer düşmez ilk cemre. Arzın bağrında bin yol açılmış, Aktıkça akmış, şad olmuş sular; Dağ başlarından ta denizlere Cahit Sıtkı Tarancı 26 SENCE 2013 Sayı 1 Sonraları öğrendim ki baharın müjdecisiymiş CEMRE. Kabuslarım da bu bilgi ile bahara dönüşüvermişti. Cemre için artık üzülmez olmuş, hatta üstüne üstelik bir de mutluluk kaplayıvermişti küçük yüreğimi. Cemre düştükçe bir sonraki düşüşünü bekler olmuştum. En son toprağa düşmesiyle birlikte ve işte BAHAR. Şimdi artık Cemre, soğuk günlerin geride kaldığını, sıcak günlerin başladığı haberini getiren müjdecim.” Eskiler yılı kasım ve Hızır günleri olarak ikiye ayırır; Kasım günlerine kış, Hızır günlerine ise yaz derlermiş. Kasım 179 gün sürer ve 8 Kasım’da başlar. Hızır ise 186 gün sürer ve 6 Mayıs’ ta Hıdrellez ile birlikte başlar. İlkbahara doğru, yedişer gün arayla önce havada, sonra suda, nihayet toprakta meydana gelen sıcaklık yükselişine cemre denir. Cemreler kışın soğuk günlerini geride bıraktığımızın müjdecisidir. İşte cemrelerin düşüşü de Kasım günlerinde olur. Birinci Cemre Kasımın 105 inci gününde havaya, ikinci cemre 112’sinde suya ve üçüncü cemre 119’unda toprağa düşer. Arapça olan cemre sözcüğü “kor halindeki ateş” anlamına gelmektedir. Şubatın 20’sinde havaya, 27’sinde suya ve Mart’ın 6’sında toprağa söylenir. Böylece, düştüğü yerleri ısıttığı kabul edilir. Hayat “E n büyük korkum olmuştu çocukluğumda Cemre’nin düşmesi. Kimdi bu Cemre? Neden hep düşüyordu? O düştükçe insanlar neden seviniyorlardı? Havaya düşüyordu ilkin Cemre, peki bunu nasıl yapıyordu? Peki suya düştüğünde boğulmuyor muydu? Sonra toprağa düşüveriyordu. Acaba dizleri acımış mıydı? Rüyalarımda hep bir Cemre kabusu görüyor, O’nu kurtarmak için çeşit çeşit mücadeleler veriyordum. En sonunda yorgun, bitkin bir şekilde uyanıyordum. Sevmiyordum o yüzden Şubat ayını Mart’a bağlayan mevsim geçişini. Oysa bahar geliyordu… Yılın Kasım ayının bugünleri 20 Şubat, 27 Şubat ve 6 Marta rastlar. (Şubatın 29 çektiği 4 senede bir 5 Mart’ a rastlar.) SENCE 2013 Sayı 1 27 SENCE Fotoğraf Çekmenin Püf Noktaları 28 SENCE 2013 Sayı 1 Sanat Sahibe Bahar ALBAN Fotoğrafını Çektiğiniz Kişinin Gözünün İçine Bakın açısı sizi resmin içine çeken kişisel ve davetkar bir duygu yaratır. Gerçek yaşamda olduğu gibi, fotoğraf çekerken kişinin gözünün içine bakmak arada bir bağ oluşturur. Birinin fotoğrafını çekerken makineyi kişinin göz seviyesinde tutun. Çocuklar söz konusuysa, bu onların boyuna inmeniz gerekiyor demektir. Çektiğiniz kişinin her zaman makineye bakması gerekmez. Tek başına göz seviyesi Sade Bir Arka Plan Kullanın Sade bir arka plan fotoğrafını çektiğiniz objenin daha iyi görüntülenmesini sağlar. Makinenizin vizöründen bakarken çektiğiniz objenin çevresini inceleyin. En sevdiğiniz yeğeninizin kafasından çıkan antenler, kulaklarından sarkan arabalar olmaması için özen gösterin. Dış Mekanda Flaş Kullanın Parlak gün ışığı yüzde istenmeyen derin gölgeler oluşturabilir. Yüzü aydınlatmak için flaş kullanarak gölgeleri yok edin. Güneşli havalarda insan resmi çekerken flaşınızı açmayı unutmayın. Dolgu flaşı (fill-flash) modunu ya da tam flaş (full-flash) modunu seçebilirsiniz. Fotoğrafını çektiğiniz kişi en fazla 1,5 metre uzaklıktaysa dolgu flaşı, daha uzaktaysa tam flaş modu SENCE 2013 Sayı 1 29 SENCE gerekebilir. Dijital bir fotoğraf makinesiyle sonuçları incelemek için fotoğraf görüntüleme panelini (LCD ekran) kullanın. Bulutlu günlerde varsa sürekli flaş modunu seçin. Flaş insanların yüzünü aydınlatır ve yüz hatlarının öne çıkmasını sağlar. Bulutlu günlerin hafif ışığı bazen hoş sonuçlar verebildiğinden, flaşsız olarak da fotoğraf çekmeyi deneyin. Daha Yakına Gidin Fotoğrafını çektiğiniz nesne arabadan daha küçük bir objeyse, deklanşöre basmadan bir, iki adım yaklaşıp zoom kullanın. Amacınız fotoğraf karesini fotoğrafını çektiğiniz objeyle doldurmak olmalı. Yakın çekimle, kalkmış bir kaş ya da serpiştirilmiş çiller gibi anlam katacak ifadeler yakalayabilirsiniz. Ancak fazla yakına giderseniz fotoğrafınız bulanıklaşır. Çoğu fotoğraf makinesinin en yakın odak mesafesi yaklaşık 90 cm ya da makinenizden bir adım uzaklıktadır. Fotoğraf makinenizin en yakın odak mesafesinden (emin olmak için makinenizin kullanım kılavuzuna bakın) daha yakına giderseniz fotoğraf bulanık çıkar. Fotoğrafını Çektiğiniz Objeyi Tam Ortalamayın Sahnenin tam ortası, gösteri yapan kişi için bulunmaz bir yerdir. Ancak, fotoğraf karenizin tam ortası için aynı şeyi söylemek doğru değil. Çektiğiniz nesneyi fotoğraf karesinin tam ortasından hafif yana kaydırarak, fotoğrafınıza hayat verin. Vizörünüzde karelerden oluşan bir oyun tahtası olduğunu varsayın. Şimdi fotoğrafını 30 SENCE 2013 Sayı 1 Otomatik odaklı bir fotoğraf makineniz varsa, bu tür makinelerin çoğu vizörün ortasında bulunan nesneye odaklanacağından, odağı kilitlemeniz gerekir. Odağı Kilitleyin Çektiğiniz obje, fotoğrafın tam ortasında değilse net bir fotoğraf elde edebilmek için odağı kilitlemeniz gerekir. Otomatik odaklı fotoğraf makinelerinin çoğu fotoğrafın merkezinde ne varsa ona odaklanır. Ancak fotoğraf kalitesini artırmak için çoğu zaman çektiğiniz nesneyi tam ortadan hafif yana kaydırmanız gerekir. Bulanık bir fotoğraf çekmek istemiyorsanız, önce çektiğiniz nesne tam ortadayken odağı kilitlemeli, ardından da nesne ortadan yana kayacak şekilde kompozisyonu değiştirmelisiniz. Odağı genellikle üç adımda kilitleyebilirsiniz. Önce, nesneyi tam ortaya yerleştirin ve deklanşörü yarım basılı halde tutun. İkinci olarak, deklanşör hala yarım basılı halde makinenizi oynatarak nesneyi ortadan yana kaydırın. Üçüncü ve son olarak, fotoğrafı çekmek için deklanşöre tam olarak basın. Flaşınızın Etki Mesafesini Öğrenin Flaş kullanılırken yapılan en yaygın hata flaşın etki mesafesi dışındaki nesneleri çekmektir. Bu neden yanlış? Flaş etki mesafesinin uzağından çekilen fotoğraflar karanlık olacağı için bu yanlıştır. Birçok fotoğraf makinesinde maksimum flaş etki mesafesi 4,5 metreden (yaklaşık 5 adım) daha kısadır. Sizin makinenizin flaş etki mesafesi nedir? Makinenizin kullanım kılavuzuna bakın. Bulamadınız mı? O zaman işi şansa bırakmayın. Çekeceğiniz nesneden 3 metreden daha fazla uzaklaşmayın. Çektiğiniz nesne üzerine fazla ışık düşmesini istemiyor musunuz? O halde ya kendiniz yer değiştirin ya da çektiğiniz nesnenin yerini değiştirin. Manzara fotoğrafı çekerken, ışığın kavuniçine çaldığı ve tüm arazi boyunca uzanıp gittiği sabahın erken ya da akşamın geç saatlerini deneyin. Sanat çektiğiniz nesneyi tahtadaki karelerden birine yerleştirin. Birkaç Dikey Resim Çekin Fotoğraf makineniz dikey duramıyor mu? Dikey fotoğraf çekmek için yana doğru hiç yatırmadıysanız elbette duramaz. Dikey bir fotoğrafta her tür nesne daha iyi görünür. Sarp kayalar üzerindeki bir fenerden Eiffel Kulesine, bebek havuzunda zıplayıp duran 4 yaşındaki yeğeninize kadar her şey. O halde bundan sonraki denemenizde fotoğraf makinenizi yana yatırıp dikey bir iki resim çekmeye özen gösterin. Yönetmen Gibi Düşünün Işığa Dikkat Edin Fotoğrafını çektiğiniz nesneden sonra fotoğrafın en önemli öğesi ışıktır. Işık çektiğiniz fotoğraftaki her şeyin görünümünü etkiler. Anneannenizi çekerken, yandan vuran parlak gün ışığı kırışıklıkları belirginleştirir. Oysa bulutlu bir günün loş ışığı aynı kırışıklıkları gizler. Fotoğraf çekerken denetim sizde olsun; fotoğrafların kalitesinin ne kadar arttığını siz de görün. Yalnızca bir fotoğrafçı gibi değil bir film yönetmeni gibi hareket edin. Film yönetmeni her şeyi kontrolünde tutan kişidir. Yer seçimini yönetmen yapar: “Herkes arka bahçeye çıksın.” Aksesuarları yönetmen seçer: “Kızlar, pembe gözlüklerinizi takın.” İnsanları yönetmen organize eder: “Şimdi biraz daha yaklaş ve kameraya doğru eğil.” Kaynak: kodak. SENCE 2013 Sayı 1 31 SENCE Çevrecilik Yunus Şevki KİBAR 32 SENCE 2013 Sayı 1 Elbette hemen hemen her şeyde olduğu gibi sloganlaşmış kalıplar yansımıyordu günlük pratiğimize. Yıllarca çöpler alınmadığı için birçok kentte çöp yığınları arasında yaşamak zorunda kalmıştı insanımız. Hala insanlar buldukları her şeyi, özellikle arabalarının camından atmaktan vazgeçemediler, memur şehri denen başkent Ankara’da bile. Tabi, yeni yerleşim bölgelerinde dahi insanların yürümesi için kaldırım yapmayan bir zihniyetin yaklaşık 20 yıldır seçim kazanarak hüküm sürdüğü bir şehrin ahalisinden çok şey beklediğimin de farkındayım. Bu zihniyetin bir yansıması ülke geneline de hâkim yıllardır. Bunun en iyi örneklerinden biri hidroelektrik santralleri, nam-ı diğer HES’ler. Son yıllarda enerji üretimine katkılarından çok verilen çok sayıda izinle, yürütmeyi durdurmalarla, sonuç olarak çevre katliamı ve köylülerin yaptığı protesto gösterileri ile gündemdeki yerini koruyan HES’ler. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun verilerine göre 2011 yılında verilen 150 HES lisansı ile birlikte 2011 yılsonu itibariyle 760 HES lisansı verilmiş durumda. HES lisanslarıyla derelerin kullanım hakkı 49 yıllığına özel şirketlere veriliyor. Bu kullanım hakkı ile sadece enerji elde edilmeyeceği, dere yatağından maden çıkarmak, paketlenmiş su pazarlamak dâhil birçok farklı ticari alanda gelir elde etmenin mümkün olacağı ifade ediliyor. Hatta derelerin etrafında yaşayan köylülerin çiftçilik için kullanacağı dere suyunu da lisans verilen bu özel şirketlerden parayla satın almak zorunda kalacağı belirtiliyor. teliğinde olduğunu, dünya nüfusunun oldukça önemli bir kısmının susuzluk çektiğini düşündüğümüzde, suyun, enerji kaynağının kendisinden daha önemli bir hale gelebileceğini öngörmenin müneccim olmayı gerektirmediği aşikâr. Kendi doğal kaynakları, zenginlikleri ve ülke geleceği için bu kadar önemli konuların hiç gündeme gelemediği bir başka ülke örneği bulmak sanırım oldukça zordur. Su savaşları senaryolarının konuşulduğu bir dönemde ülkemizdeki derelerin kullanım hakkının bu kadar “gönül rahatlığıyla” özel şirketlere verilmesi gerçekten insanı hayrete düşürecek ölçüde ilgi çekici. Özellikle içme suyunun “paketlenmiş bir ticari meta” olarak tüketilmek zorunda kalındığı bir dönemde… Üzerinde durulması gereken bir diğer husus da yabancılara toprak satışının bu kadar gündemde olduğu bir dönemde, hidroelektrik santralleri aracılığıyla derelerin, ırmakların ve dolayısıyla suyun ve dere yatağında bulunan madenlerin de özel şirketler üzerinden yabancıların tekeline geçmesi tehlikesinin kamuoyunda hiç tartışılmıyor olması. Karadeniz’in cennet köşelerinden Fırtına Deresi, Senoz Deresi vb. bir derenin üzerine 17 adet HES yapılması için lisans verilmesi, o bölgelerin doğal yapısının talan edilmesi, oradaki canlı türlerinin soyunun tükenmesi, çiftçiliğin bitirilmesi ve bunun sonucu olarak köylerin tamamen boşalması anlamına gelecektir. Zaten HES’lerin bu kadar tartışılması ve tepki çekmesinin bir nedeni de genel olarak doğal güzelliği ile insanları hayran bırakan noktalarda kurulması. Çevre U zun yıllar önce bir siyasi partinin pankartını görmüştüm. Sanıyorum Çevre Haftası idi. Pankartta “Çevrecilik milliyetçiliktir.” deniyordu. Milliyetçiliğin vatanseverlik olarak algılandığı ve yaşandığı bir ülke için çok anlamlı bir pankarttı ki aradan 20 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hala hatırımda kalabilmiş. Burada şunu özellikle belirtmekte fayda görüyorum. Ülkemizin kalkınması için enerji kaynaklarına ihtiyacı olduğu ve bu ihtiyacın her geçen gün arttığı, enerjide dışa bağımlılığın kırılması için uygun stratejilerin ve bu stratejilere uygun programların yürürlüğe konması gerektiği ortadadır. Ancak bunu yaparken, ülkenin doğal güzellikleri, canlı yaşamı, yöre halkının menfaatleri korunabilmeli ve tekelleşmenin önüne geçilebilmelidir. Toplam enerji üretimine %2-%5 arasında bir katkı yapacağı belirtilen HES’ler için bütün canlı yaşamı, ülkenin doğal güzellikleri, tatlı su kaynakları ve dere yatağındaki madenlerin yabancıların tekeline bırakılması tehlikesi ile karşı karşıya kalınmakta. Bir Kızılderili atasözünde dendiği gibi “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacaktır.” Birçok doğal güzelliğimizi yanlış politika, kentleşme ve yapılaşma ile kaybetmiş bir ülke olarak, ülke için en önemli akciğer vazifesi gören son noktaların kıymetini çok daha geç olmadan anlayabiliriz umarım. Bununla birlikte; dünyadaki suyun oldukça küçük bir bölümünün tatlı su olduğunu ve yine tatlı suyun ise çok küçük bir kısmının içilebilir kaynak ni- Yine bir başka Kızılderili atasözünün dediği gibi “Bize bu dünya atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık.” SENCE 2013 Sayı 1 33 SENCE Makedonya Devletin Adı: Makedonya Cumhuriyeti Başşehri : Üsküp Yüzölçümü : 25.713 km² Nüfusu : 2.050.000 Resmi Dili : Makedonca 34 SENCE 2013 Sayı 1 Gezi Mavrova Para Birimi: Makedonya Dinarı (MKD Bağımsızlık Günü: 17 Eylül 1991 (Yugoslavya’dan ayrılarak bağımsızlığına kavuşmuştur) Milli Bayram: Devrim Günü, 2 Ağustos (1903) Anayasa: 17 Kasım 1991’de kabul edilen anayasa, devletin yasal temelini oluşturmuştur. Konum: Güneydoğu Avrupa’da, Balkan Yarımadası’nın ortasında yer alan Makedonya Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk ve Yunanistan arasındadır. Coğrafi Konumu: 41 50 N, 22 00 E Haritadaki Konumu: Avrupa Yüzölçümü: 25,333 km² Sınırları: toplam: 766 km Sınır Komşuları: Arnavutluk 151 km, Bulgaristan 148 km, Yunanistan 246 km, Sırbistan 221 km Sahil Şeridi: 0 km (kara ile çevrili) Denizleri: yok (kara ile çevrili) İklim: Yazları ılıman ve kuru, sonbahar ayları oldukça soğuk rüzgarlı ve kar yağışlı geçer. Arazi Yapısı: Dağlık arazi derin havzalar ve vadilerle çevrilidir, ülke üç büyük göle sahiptir ve Vardar Nehri ile iki parçaya bölünmüştür. Deniz Seviyesinden Yüksekliği: en alçak noktası: Vardar Nehri 50 m; en yüksek noktası: Golem Korab (Maja e Korabit) 2,753 m Doğal Kaynakları: Krom, kurşun, çinko, manganez, tungsten, nikel, demir, asbest, kükürt, kereste, işlenebilir topraklar Toprakları: Tarıma elverişli: %22.01 Sürekli Ekilen: %1.79 Diğer: %76.2 (2005 verileri) Sulanan Arazi: 550 km² (2003 verileri) Doğal Afetler: Yüksek deprem riski Bağımsızlık Günü: 17 Eylül 1991 (Yugoslavya’dan ayrılarak bağımsızlığına kavuşmuştur) Milli Bayram: Devrim Günü, 2 Ağustos (1903) SENCE 2013 Sayı 1 35 SENCE Üsküp Taşköprü Kaybolan Şehir Anayasa: 17 Kasım 1991’de kabul edilen anayasa, devletin yasal temelini oluşturmuştur. Ekonomiye genel bakış: Makedonya bir tarım ülkesidir. Halkın %40’ı tarımla uğraşmaktadır. İthalatın%95’i sanayi ürünlerinden oluşmaktadır. Tarım ürünleri ithalatı yüksek koruma altındadır. İç piyasada darlık görülen tarım ürünlerinin kota sistemi ile ithaline mevsimlere göre izin verilmektedir. Eski Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin dağılmasıyla Makedonya’nın bulunduğu bölge henüz siyasi istikrara kavuşmadığı için yabancı yatırımcılar bu ülkede yatırım yapma yönünde ilgi göstermemektedir. Yabancı sermayeyi çekecek teşvik tedbirleri yeterli ve cazip görülmemekte, dolayısıyla mevzuattan kaynaklanan sebepler bulunmaktadır. Üsküp ki Yıldırım Bayazıd Han diyârıdır Evlâd-ı Fâtihân’a onun yâdigârıdır. Firûze kubbelerle bizim şehrimizdi o; Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyle biz’di o. Üsküp ki Şar-dağ’ında devâmıydı Bursa’nın Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın. Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları. Ben girmeden hayatı şafaklandıran çağa, Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa. İsâ Bey’in fetihte açılmış mezarlığı Hulyâma âhiret gibi nakşetti varlığı. Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin Üsküp bizim değil? Bunu duydum için için. Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir! Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir! Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene, Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene. Yahya Kemal BEYATLI Ohri Gölü kenarında Samoil Kalesi 36 SENCE 2013 Sayı 1 Shangay Beşlisi Çin Halk Cumhuriyeti Rusya Kazakistan Kırgızistan Tacikistan örgütün amaç, prensip, yapı ve işleyişini belirleyen Şhangay İşbirliği Örgütü Beyannamesini imzalamışlardır. Ayrıca zirvede bir “anti-terör ajansı”nın kurulmasını öngören bir anlaşma da imzalamışlardır. 1 996’da yılında oluşturdukları yapılanma Şhangay Beşlisi olarak anılıyordu. 2001 yılında Özbekistan’ın katılımıyla üye sayısını altıya çıkmıştır. Şhangay’da 26 Nisan 1996 yılında toplanan beş ülke, “Sınır Bölgelerinde Askeri Güvenin Derinleştirilmesi Anlaşması”nı imzalayarak Şhangay Beşlisini kurmuşlardır. Şhangay Beşlisi yıllık görüşmeleri 1998’de Almatı, 1999’da Bişkek ve 2000 yılında ise Duşanbe’de yapmıştır. 2001 yılındaki Saint Petersburg Zirvesindeki görüşmeler Şhangay İşbirliği Örgütü’nün kuruluşu ile sonuçlanmıştır. Üyeler Dünya petrol üretim ve kullanım pazarının yarısından fazlasını elinde bulunduran örgütte, Hindistan, İran, Moğolistan ve Pakistan’da gözlemci olarak bulunmaktadır. Sözkonusu örgüt ABD’ye karşı etkili bir kutup oluşturmaktadır. ABD karşıtı ilk ciddi adım, 2005’te atılmıştır. Şhangay İşbirliği Örgütü zirve toplantısında, ABD’ye Orta Asya’daki askeri varlığına son verme çağrısı yapılmıştır. Bunun üzerine, Özbekistan’daki ABD askerleri ülkeyi terk etmişlerdir. Türkiye 2012’de, Şhangay İşbirliği Örgütüne Diyalog ortağı olarak katılmıştır. SENCE 2013 Sayı 1 37 Gizliliği SENCE Özel Hayatın Ülkü DAVUTOĞLU T oplum içinde bireylere bağımsızlık ve itibar sağlamakta olan özel hayatın gizliliği başka bir ifade ile mahremiyet, bir hak olarak yasal güvence altına alınması gereken temel insan ihtiyaçlarından biridir. Günümüzde gelişmiş ülkelerde sıkı bir şekilde korunmaya çalışılan mahremiyet ve kişisel veri kavra- 38 SENCE 2013 Sayı 1 Güncel mının önemini, kavramların birbrileri ile ilişkisini, teknolojinin konu üzerindeki etkilerini incelemeden önce konunun tarihçesine kısaca baktığımızda mahremiyet kavramının makro açıdan 19. yüzyılda yeşermeye ve önem kazanmaya başladığını görmekteyiz. Mahremiyet kavramı, dünya literatürüne ilk olarak Samuel Warren ve Louis Brandeis tarafından “yalnız bırakılma hakkı” olarak tanıtılmıştır. Warren ve Brandeis’e göre “bireylerin kendilerine ait fikir ve duyguların hangilerinin toplumdaki diğer bireylere aktarılıp aktarılmayacağı konusunda karar verme ve istediğinde yalnız kalma hakları” vardır ve bireylerin rızası olmadan onlara ait olan bilgiler kamu ile paylaşılamaz. Warren ve Brandeis’ten sonra mahremiyet üzerine bir çok tanım daha yapılmış, dünya genelinde mahremiyetin bir hak olduğu konusunda genel bir kanı oluşmuştur. 20. yüzyılda ise mahremiyete yönelik saldırılar artmış; özellikle, pazarlama, kredi, sigorta faaliyetlerinin artması kişilere ait hassas bilgilerin toplanmasına hatta pazarlanmasına yol açmış daha sonra bu veri toplama yöntemi devlet tarafından güvenlik ve kamu yararı gibi nedenler için kullanılmıştır. Bireyler hakkında veri toplanması bu yüzyılda bazı aydınların dikkatini çekmiş, mahremiyet ve mahremiyetin korunması üzerine yoğunlaşılmış ve 20. yüzyılın sonlarına doğru uluslarası anlamda çalışmalar başlamış, anlaşmalar imzalanmış ve yasal düzenlemler yapılmıştır. Peki mahremiyet neden önemlidir ve bir hak olarak görülmektedir? Bu sorunun oldukça basit bir cevabı bulunmaktadır: bireysel özgürlük ve saygınlık. İzlendiğini kendisi hakkında bilginin kamu ile paylaşılacağını bilen bireyler, gerek tehdit algısıyla gerekse toplumun istediği gibi davranma konusunda baskı hissetmeleri nedeni ile davranış ve düşünceleri üzerinde söz hakkı sahibi olamamaktadır. Özel hayatın gizliliğinin korunmadığı yerde, ifade özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü gibi kavramlardan bahsetmek de mümkün olmayacaktır. Günümüzde mahremiyete ilişkin yasal düzenlemelerin bir çoğu kişisel verilerin korunmasını içermekte, özel hayatın gizliliğinin korunması ilk olarak kişisel verilerin korunmasından geçmektedir. Kişisel veri, bir kişiyi tanımlayabilecek herhangi veri ya da veriler topluluğunu ifade etmektedir. Bireylerin sağlık biligileri; finansal bilgileri; nerede olduklarına, ne yaptıklarına, hobilerine, alışkanlıklarına ilişkin bilgiler; kimlik bilgileri (TC Kimlik No vb); yaptıkları haberleşmelere ilişkin ayrıntılar, telefon numaraları, adresleri, aile bilgileri, hatta görüntüleri kişisel veriler kapsamında ele alınmalıdır. Teknolojinin gelişmesi kişisel verilerin tehlikelere daha açık hale gelmesini sağlayarak mahremiyetin korunmasının önünde büyük engel teşkil etmektedir. Teknoloji hayatmızı bir yandan kolaylaştırırken bir yandan da bazı olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Kişisel verilerin daha kolay ulaşılabilir hale gelmesi bu olumsuz sonuçların en önemlilerindendir. Gelişen teknoloji sayesinde kişisel veriler rahatlıkla ele geçirilebilmekte, saklanabilmekte ya da paylaşılabilmektedir. Bilhassa telekomünikasyon teknolojileri başlı başına bir tehdit unsurudur. Zira, her bir telekomünikasyon işlemi (arama, aranma, internete bağlanma, mesaj atma mesaj alma) kişinin kendi hakkında kişisel veri oluşturmasına neden olmaktadır. Trafik verisi, telekomünikasyon hizmetinden yararlanan her kullanıcının kiminle, ne zaman, ne kadar süre irtibata geçtiği, konum verisi ise kullanıcıların nerede olduğu hakkında bilgi vermektedir. Bu durumda yaptığımız her görüşme, attığımız her mesaj bizim hakkımızda başkalarına veri üretmektedir. İnternet bankacılığı, e-ticaret, bulut bilişim, MOBESE ve sosyal medya gibi uygulamalar mahremiyet konusunda tehdit oluşturmaktadır. Buraya kadar saydıklarımız teknolojinin doğası gereği ortaya çıkan kişisel veriler olmakla birlikte, ne yazk ki, haberleşmenin içeriğinin yasadışı dinlenmesi, gizli kameralar, ortam dinleyiciler, siber saldırılar gibi yollarla da kişilerin en hassas verileri kanun dışı elde edilebilmektedir. Ayrıca, bankaların, hastanelerin, sigorta şirketleri ya da diğer sektörlerde iş yapan firmaların müşterilerinin kişisel verilerini diğer firmalar ile paylaşması da kişisel veri korunması ihlalidir ve yasal değildir. Bu noktada; özel haya- SENCE 2013 Sayı 1 39 SENCE tın korunması açısından kişisel verilerin korunması büyük önem arz etmektedir. Koruma ancak ve ancak yerinde ve yasal düzenlemelerin yapılması ile gerçekleşebilir. Ülkemizde mahremiyetin korunmasına yönelik yasal düzenlemelere bakıldığında konuya ilişkin yasal çerçevenin eksikliği göze çapmaktadır. Normlar hiyerarişine göre, ülkemizde en üst düzey hukuk normu Türkiye Cumhuriyeti Anayasıdır. Eylül 2010 tarihinde yapılan değişiklik ile Anayasa’ya özel hayatın korunması hakkı ile ilgili hüküm eklenerek söz konusu hak anayasal güvence altına alınmıştır. Bununla birlikte Türkiye, 1981 yılında OECD’nin “108 nolu Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Şahısların Korunması Hakkında Sözleşme”sini imzalamıştır. Ayrıca Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde olan Ülkemiz, ulusal mevzuatını Birliğin direktifleri ile uyumlulaştırma çalışmalarını yürütmektedir. Avrupa Birliği uyumlaştırma çalışmalarına ve 108 nolu sözleşmenin imzalanmış olmansa rağmen halen yürürlükte kişisel verilerin korunmasına yönelik çerçeve 40 SENCE 2013 Sayı 1 kanun bulunmamaktadır. Söz konusu Kanun tasarı halindedir. Telekomünikasyon işlemleri sonucunda ortaya çıkan kişisel verilerin korunması için, sektörde düzenleme ve denetleme yapma görev ve yetkisini haiz Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) üstüne düşen görevi yerine getirmiş; konuya ilişkin Yönetmelik yayımlamış, hatta kişisel verilerin gizliliğine aykırılık nedeni ile yaptırımlar uygulamıştır. Ayrıca, Kanunlar bazında; Türk Ceza Kanunu, Türk Medeni Kanunu, Borçlar Kanunu, Elektronik İmza Kanunu ve Bilgi Edinme Kanunu kişisel verilerin korunmasına ilişkin hükümler içermektedir. Ancak tüm bunlar Türkiye’de mahremiyetin dolayısıyla kişisel verilerin yeterince korunduğu anlamına kesinlikle gelmemektedir. Tasarı halinde bulunan ‘Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun yürürlüğe konmaması, koruma ve yaptırım konusunda çerçevenin eksik olmasına sebebiyet vermektedir. Avrupa Birliği de söz konusu tasarının yasalaşmamış olmasını bir eksiklik olarak değerlendirmekte, bu hususu 2011 ve 2012 yılları İlerleme Raporlarında değinmektedir. Bugün her birimiz neredeyse her gün bilmediğimiz numaralardan aranmakta ve bir takım pazarlama stratejilerine maruz kalmaktayız. Kişisel verimiz olan adımızı, numaramızı bize hiçbir şekilde sormadan kim, ne hakla, kime, ne şekilde veriyor? Benim verilerim neden ortak veri havuzlarında yer alıyor? Ben neden “yalnız bırakılma hakkımı” kullanamıyorum ve bilmediğim firmalar tarafından aranıyorum? Kapıya gelen kargocu bile ne hakla benim TC kimlik numaramı istiyor? Toplum kişisel verileri konusunda neden bu kadar bu kadar bilinçsiz? Neden benim verilerim korunmuyor? Ortak veri havuzu örneğinde olduğu gibi yasadışı uygulamalar nasıl oluyor da yasalmış gibi yansıtılıyor ve kimsenin sesi çıkmıyor? Kim bilir bugün hangi banka benim hangi bilgimi benden izinsiz kiminle paylaştı neden kendimle ilgili bu sürece müdahil olamıyorum? İşte tüm bu sorular “gerekli yasal düzenlemenin ve yaptırımın olmayışı” şeklinde cevaplanabilecektir. Sonuç olarak; özellikle teknolojinin gelişmesi ile daha da kırılgan hale gelen mahremiyet, ülkemizde; kişisel verilerin korunması ile ilgili eksikliklerin olması nedeniyle tam olarak korunamamaktadır. Oysa ki özel hayatın gizliliği de diğer temel haklar gibi korunması zorunlu haklardandır. Bu hakkın korunması adalet kavramı ile yakından ilgilidir ve geciken adalet, adalet değildir. Bu konuda en büyük eksiklik ise çerçeve Kanun’un olmayışıdır. Bu nedenle Tasarı bir an evvel yasalaştırılmalıdır. UZMAN GÖZÜ 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı 2 3 Nisan 1920 günü. Büyük Millet Meclisi Ankara’da toplanarak ulusun egemenliğini ilan etmişti. O heyecanlı günü yaşamış olan bir büyüğümüz şunları anlatıyor : O gün, şimdiki Ulus Meydanında bir tabur piyade sıralanmıştı. Askerlerin arkasında da Ankaralılar toplanmıştı. Saat on dörtte, birkaç yüz kişilik bir kafile, başlarında Mustafa Kemal olduğu halde Taşhan’a iniyordu. Bu bir avuç insan, yok edilmek istenen bir ulusu kurtarmak için birleşmişlerdi. Hepsinin ümidi de Mustafa Kemal’de idi. Ata’yı sevmek, Vatanı bilmek, Al bayrağımızla övünmek. İşte bunun içindir ki! 23 Nisan her şey demek, Keşke hiç büyümesek. Büyük Millet Meclisi olarak kullanılacak taş binanın pencerelerine ufak bayraklar asılmıştı. Binada başka bir olağanüstü durum göze çarpmıyordu. Sağdaki küçük kapıdan, önce Mustafa Kemal, mebuslar içeriye girdiler. Bir koridoru geçtikten sonra sağdaki salona girdiler. Salonda tahta bir kürsü tam kapının karşısına konmuştu. Oturmak için de okul sıraları dizilmişti. Salonu ısıtmak için bir soba kurulmuştu. Sobada eğri büğrü bir kaç boru yükseliyordu. Tavanda da bir gaz lambası sallanıyordu. Herkes yerine oturunca, Sinop mebusu olan yaşlı bir zat başkanlık kürsüsüne geldi. Meclisi açtı. Onun bu sırada yaptığı konuşma heyecanla dinlendi. Meclisin ertesi günkü toplantısında, Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesinden beri geçen olayları açıkladı. Bundan sonra Büyük Millet Meclisi’nin hak ve yetkilerini belirten bir teklifi Meclise sundu. Bunun kabul edilmesiyle Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kazandı. O günkü toplantıda Mustafa Kemal Birinci Başkan seçildi. Böylece Büyük Millet Meclisi Başkanı oldu. DOĞAN KARDEŞ Dergisi’nden Alıntıdır SENCE 2013 Sayı 1 41 SENCE Dr. Süleyman GÜNGÖR “Türk Övün, Çalış, Güven” İ nsanın hayvanlardan farklı olduğu ve sayılacak olursa bu farkların hayli uzun bir liste oluşturacağı hepimizin bildiği bir şeydir. Düşü- nürler, konuya yaklaşırken kendi ilgi alanlarına göre öncelikler içeren ve bu farkı vurgulayan ifadeler kullanmışlardır. Bunların başında da insana “siyasal hayvan” diye filozof Aristo gelmektedir. Bu sözüyle anlatmak istediği asıl nokta, insanın siyasal kavramlar ve siyaset ilişkileri olmadan tanımlanamayacağı gerçeği olmalıdır. Toplum dışında yaşayan insan olmadığı, bunun yalnızca hayal ürünü bir Robinson Crusoe olabileceği ve hatta onun da Cuma ile buluşması ile başlayan bir toplumsallığı yaşadığı düşünülürse, insan kaçınılmaz bir şekilde iktidar ilişkileri içerisindedir. Siyaset buradan itibaren görünürlük kazanmaktadır. 42 SENCE 2013 Sayı 1 Dolayısıyla bu alanı görmezden gelmek kolay ve doğru bir iş olmayacaktır. Görmezden gelinmesi bir yana dünyayı, memleketi ve kendimizi hakkıyla kavrayabilmek için önemsenmesi gereken bir alandır, siyaset. Kanaatimce; siyaseti önemli bulmak, vatandaş olarak siyasete dair soru ve sorunları bilerek, kavrayarak ve farkında olarak cevaplandırmak şeklinde anlaşılmalıdır. Bunun birinci şartı, kendini bilmek ve tanımlayabilmektir. Bu tanım illaki genel geçer bir yafta olmak zorunda değildir, hatta olmaması daha da iyi olabilir. Ancak birey olarak durduğumuz bir yer ve duruşumuz olmalıdır. Aksi halde, alkışları ile gökleri inleten kalabalıklar içinde savrulup aldatılma ihtimali çok yüksektir. Yaşadığı ülkenin sınırları tırmalanan, vatandaşı olduğu devletin adı tartışılan, medeniyet tarihine bıraktığı kıymetli hatıralar ve insanlığın geleceğine engin ufuklar çizme kudretine sahip Türk’ün adı bile örselenen bir dönemde, siyaset bir kere daha önem kazanmaktadır. Vurdumduymazlık sınır tanımaz bir salgın hastalık gibi çevreyi kuşatmış ve buna direnenlerde de yılgınlık ve çaresizlik hissiyatı genel hal almıştır. Bu şartlar, bireyi kendisine, topluma, devlete ve dünyaya dair tezler içeren bir duruşa yani felsefi ve siyasi bir tercihe zorlamaktadır. Taşıdığı bütün hastalıklarına rağmen Türkiye, partilerin yarıştığı bir demokrasiye sahiptir. Partilerin dışında (mevcutların birçoğu ucu belirsiz yerlere uzanan emir-komuta zincirine bağlı olsa da) vatandaş girişimlerinin varlık gösterebildiği bir sosyo-politik zemin bulunmaktadır. Bu şartlar altında ve bu zeminde, insanların bireysel ve birlikte yapabilecekleri şeyler vardır. Atatürk’ün 1925 yılında yaptığı bir ihtar vardır ki, bu- Öncelikle bu hitabı kendi üstüne alınan bir kişi için, yılgınlık ve çaresizlik hissine yer yoktur. Zira bu sözün ilk ihtarı, senin övünçlerle dolu, tarihin seyrini defalarca değiştirebilmiş destan kahramanlarını gıpta ettirecek bir ecdadın ve onların sana emanet bıraktığı mesuliyetlerin vardır. Ardından bu ecdada layık olmak ve omuzlarındaki sorumluluğu hakkıyla ifa edebilmek için gayret göstermen gerekmektedir. Çünkü sen bir mirasyedi olarak kalamaz ve atadan, dededen kalanları satıp günü kurtaramazsın. Bu sebeple sen, yorulmak bilmez bir çalışma ve seferberlik haliyle çabalamak zorundasın. Bu sözün sonunda da, Türk’ü içine düştüğü son Ergenekon’dan çıkartan Bozkurt’un bir muştusu yer almaktadır: Güven! Yüklendiğin ilahi ve tarihi vazifenin şuuruyla çalışırsan, semeresini toplayacağından endişen olmasın. Güven, öncelikle kendine ve yapabilme kudretine yöneliktir. Aynı zamanda güven, giriştiği bir işi başaracağından şüphesi olmayanların duygu durumunun resmidir. “Türk övün, çalış, güven” badireler atlatmış bir milletin fertlerine hitaben söylenmiş ne kadar da yerinde bir uyarı ve çağrıdır. Düşününce bu uyarı, Necm suresinin 39. Ayetindeki “Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur.” ilahi fermanı ile ne kadar da örtüşmektedir. Kısacası, insan olmak hasebiyle toplum halinde ve siyasetin etkisi altında yaşadığımızın farkında olarak içinde bulunulan şartları anlamak, kavramak ve tanımlamak yükümlüğü taşıdığımızın bilinci ile yapılması gerekenleri tespit edip yola çıkmak gerekmektedir. Bu yolculuk emin olun ki, yanız başlansa bile Türk’ün ufkunu saran demir dağları eritecek milli bir hararet üretecektir. Duruş gün Ankara’nın orta yerinde bir parkta taşa kazınmış olarak gözlerimizin önündedir: Türk övün, çalış, güven! İstiklal Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl, Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl! Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım; Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, “Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın! Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın. Doğacaktır sana vaadettiği günler Hakk’ın; Kim bilir? Belki yarın? Belki yarından da yakın! Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı! Düşün, altındaki binlerce kefensiz yatanı! Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı; Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüdâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ. Rûhumun senden, ilâhi, şudur ancak emeli; Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli! Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli, Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım; Her cerihamdan, ilâhi, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır rûh-i mücerret gibi yerden nâşım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl; Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl! Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl. Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl! SENCE 2013 Sayı 1 43 SENCE Kimler Geldi Kimler Geçti 2012 ve 2013 ün başında sanat dünyamızdan deyim yerindeyse bir çok değerli (1938-2012) ismi ebedi istirahatgahlarına uğurladık. Bu sayımızda sanat dünyasının iki duayenini yad etmek istedik. Neşet Ertaş 44 SENCE 2013 Sayı 1 Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş Sempozyumu Ahi Evran Üniversitesi de, bu toprakların yetiştirdiği Büyük Ozan Merhum Neşet Ertaş’a vefa örneği olarak “Bozkırın Tezenesi; Neşet Ertaş” konulu ulusal bir sempozyum düzenliyor. Büyük Ozan’ın tüm yönleriyle ele alınacağı Sempozyum; 13–14 Mayıs 2013 tarihlerinde gerçekleştirilecek. Sempozyumda; Neşet Ertaş’ın sanat geleneği, felsefesi, sanatçı kişiliği gibi birçok konu ele alınarak isminin bilim dünyasında da yaşatılmasına katkı sağlanması hedefleniyor. Değer B irleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) Türkiye Millî Komitesi tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” olarak 2010 yılında “Abdallık Geleneği” dalında ödüle layık görülen; Anadolu kültürüne yaptığı katkılardan dolayı İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Konservatuarı tarafından “Fahri Doktora” unvanı ile taltif edilen (25 Nisan 2011); “Bozkırın Tezenesi”, “Türkü Baba”, “Son Abdal”, “Son Şaman”, “Bağlama Virtiözü” gibi unvanlarla anılan Neşet ERTAŞ, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli “bozlak” ustalarındandır. 70’li yıllarda Ankara Radyosunda “Mahalli Sanatçı” olarak anonsu yapılan Neşet ERTAŞ, 2000’li yıllara gelindiğinde şöhreti Türkiye sınırlarını da aşan bir sanatçı olmuştur GÖNÜL DAĞI Gönül Dağı yağmur yağmur boran olunca Akar can özümde sel gizli gizli Bir tenhada can cananı bulunca Sinemi yaralar dil gizli gizli Dost elinden gel olmazsa varılmaz Rızasız bahçanın gülü derilmez Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez Gönülden gönüle yol gizli gizli Seher vakti garip garip bülbül öterken Kirpiklerin oku cana batarken Cümle alem uykusunda uyurken Kimseler görmeden gel gizli gizli NEYLEDİN DÜNYA Aydost deyince yeri göğü inleten muharrem usta’ydı bunu dinleten gönül kırmazdı bilerekten,bilmeden insan velisini neyledin dünya NEREDESİN SEN sazını çalarken kendinden geçen Şu garip halimden bilen işveli nazlı aşkın dolusunu nefessiz içen Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen gönül delisini neyledin dünya Datlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm gönülden gönüle kapılar açan Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen garibim babamdı muharrem usta Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen “sazımın emaneti..” diyen en son nefeste Bütün dertlerim anlayıp gönlümü bilen sazın ulusunu neyledin dünya bilirim aşıktı sevdiği dosta Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyo Hiç bir tabip bu yarama melhem olmuyo Boynu bükük bir Garibim yüzüm gülmüyo Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen SENCE 2013 Sayı 1 45 SENCE Kimler Geldi Kimler Geçti (1932–2012) Şair/Bestekar Abdurrahim Karakoç 46 SENCE 2013 Sayı 1 MİHRİBAN Sarı saçlarına deli gönlümü Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban Ayrılıktan zor belleme ölümü Görmeyince sezilmiyor Mihriban Yar,deyince kalem elden düşüyor Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor Lambada titreyen alev üşüyor… Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban Önce naz sonra söz ve sonra hile.. Sevilen seveni düşürür dile Seneler, asırlar değişse bile. Eski töre bozulmuyor Mihriban Tabiplerde ilaç yoktur yarama; Aşk değince ötesini arama Her nesnenin bir bitimi var ama, Aşka hudut çizilmiyor Mihriban Boşa bağlanmış bülbül, gülüne; Kar koysan köz olur aşkın külüne… Şaştım karabahtım tahammülüne; Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban Tarife sığmıyor aşkın anlamı; Ancak çeken bilir bu derdi, gamı Bir kördüğüm baştan sona tamamı.. Çözemedim, çözülmüyor Mihriban ÖLÜLERE İHTAR Ey eski ölüler kalkın mezardan Değer E bedi kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 1932 yılında dünyaya gelmişim. Çocukluğum/Şöyle-böyle/ geçti. Kıt imkanlara, kıtlık yıllarına rağmen hala o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam “Özlenecek neresi var?” diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. CAN KURBAN Bizim kapı dost kapısı Girene canımız kurban. Selâm: muhabbet tapusu Verene canımız kurban Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıştım. Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler. Nefisten soyunduk tül tül Bana gelince Sürene canımız kurban Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, “bilimsel” cüppeliler, entelektüel züppeler, milli soyguncular, sosyete parazetleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makinaları, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, pezevenkler, üçkağıtçılar v.s. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkar etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum. Hayat kilim, çile nakış Dinsizlerin değil, din düşmanlarının/ yani İslam düşmanlarının/da az yardımı olmadı. Bir bakıma dini duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular. En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları sürece yazmaya devam edeceğim. Allah (c.c.) kısmet ederse…” Gitti beden, kaldı gönül Özümüz bağ, sözümüz gül Derene canımız kurban Uzadıkça hasret demi Şefkat atı çiğner gem’i Yaramıza sabır em’i Dokuyoruz iniş, yokuş Marifet mânâya bakış Görene canımız kurban Kin marazdır, sevgi sanat Yürekte kaynar her saat Kimsesizlere kol, kanat Gerene canımız kurban. HİSSE Kimimiz her saat, her gün yaşarız Kimimiz senede birgün yaşarız.. Kimimiz ipotek koyar zamana Kimimiz zamandan sürgün yaşarız. Dünyayı bir daha görün de gidin. O günler mi berbat, yoksa bugün mü? Biz değil.. siz karar verin de gidin. SEVDAM VE BEN Ey SEVDAM! Nerede kucaklaştık seninle, Ne zaman dolduk, ne zaman taştık seninle? Beklediğimiz sabahları görmeden Bak..bak işte mezara yaklaştık seninle. SENCE 2013 Sayı 1 47 SENCE Dilek KAPDAĞ LezzetSırrı M erhaba Sevgili Dostlar, Yemeklerimiz; vazgeçemediğimiz, hayatı onlarsız yaşayamadığımız o güzel lezzetler. Biz hep onlarla var olduk. En önemli kutlamalarımız da, dostlarımızla bir araya geldi- ğimizde, yapılan en güzel sohbetlerde, iftarlarda, bayramlarda, davetlerde, verdiğimiz birçok önemli kararlarda, iş yemeklerinde, tanışma yemeklerinde, yıldönümlerinde, tadı hala damaklarımızda saklı olan o unutulmaz anlarda hep o güzel lezzetler bize eşlik etti. En önemlisi de ailemizi her gün yemek saatlerinde üç öğün aynı masada bir araya getiren onlar değil mi? Ben de dergimizin her yeni sayısında bu eşsiz lezzetlerin tariflerini kendimize ve sevdiklerimize sunmak için sizlerle paylaşacağım. Her daim ağız tadında kalmanız dileğiyle… 48 SENCE 2013 Sayı 1 LEZZET Milföylü Tavuk Baget Malzemeler: 6 adet milföy hamuru 6 adet haşlanmış tavuk baget 1 adet yumurta sarısı Yapılışı: Önce tavuk bagetleri haşlayarak pişirin. Pişirdiğiniz bagetin etli kısmının tamamını milföy hamuru ile şapka gibi örtün ve etin bittiği kemikli kısımda birleştirin. Fırın tepsisine dizin. Milföy hamurunun üzerine yumurta sarısını sürün ve fırına koyun. Milföyler kızarınca fırından alın. Sıcak iken servis yapın. Pilav ile birlikte de servise sunabilirsiniz. orsanız, asını istiy m l o e n ta ın tane ıkın. la limon s * Pilavınız m a d -2 1 suyuna kaynayan * Pilav ı pişirir ken kaş pirinçle ığın üze ri silke rindeki lemek iç vurmayın in tenceren . Pirinç in kenar lerin bir kabarm ına birine y amasına apışıp sebep o lursunuz . n kesmek kullanırke u n ru u m a h ıçak ile * Milföy skin bir b e k k o ç n zama rmaz. istediğiniz ında kaba ığ d n a l ın ır iz f kesmezsen SENCE 2013 Sayı 1 49 SENCE Tavuklu Keseler Malzemeler: 3 adet yufka 1 parça haşlanmış tavuk göğsü ında hem buzdolab m e h , rü m dır. tinin ö daha kısa re ö * Tavuk e g te e da kırmızı dondurucu derin 1 adet kıyılmış orta boy soğan 1 kase haşlanmış garnitür (bezelye, havuç, patates) Yeteri kadar tuz, karabiber, yumuşak margarin Yapılışı: Önce böreğin içini hazırlayın. Bunun için uygun bir tavaya kıyılmış soğanı, haşlanıp kuşbaşı kesilmiş tavuk etlerini koyun. Üzerine yeteri kadar sıvı yağ, tuz, karabiber serperek soğanlar yumuşayana kadar pişirin. Son olarak içine garnitürleri ekleyin. Birkaç defa çevirip ocağın altını kapatın. Bir yemek tabağı yardımı ile yufkadan üç büyük daire kesin. Yumuşak olan margarini fırça yardımı ile yufkalara sürün. Yuvarlak yufkaların ortasına bir kase büyüklüğünde ikinci bir yufka parçası kesip koyun ve onu da yağlayın. Hazırladığınız iç malzemelerini küçük yuvaların içine bölüştürün. Yukarıya doğru bir kese gibi kapatarak maydanoz ile bağlayın. Üzerini ve yanlarını yumuşak margarin ile yağlayın. 15-20 dakika fırında 230 derece de pişirin. Sevdiklerinize kese kese lezzet sunun. 50 SENCE 2013 Sayı 1 * Patatesleri haşlarken daha yumuşak ve lezzetli olması için suyuna bir çay kaş ığı margarin koyun. Havuçtaki ol yer verin. b ca vu ha a a sofranızd yağ ile in bir miktar * Kış aylarınd iç k a nm la a inden fayd zünür. bol A vitamin dece yağda çö sa i in m ta vi ekir. A tüketilmesi ger * Bezelye haşlarke n tuz eklemeyin. Tuzdaki kalsiyum se rtleşmesine yol açar . LEZZET Islak Kurabiye Malzemeler: 1 paket margarin 2 adet yumurta 2-3 fincan toz şeker 1 paket kakao rası errelerin a z , e s ir n e l ur. lmadan e gevrek ol a emeye katı h z l a a d m k n e c U * an yiye r ve yapıl hava dola 1 paket vanilya 1 paket kabartma tozu Bir miktar pudra şekeri Un Şerbet için; 3,5 kahve fincanı şeker, 4 kahve fincanı ılık su * Yumurta larınızın g eç bayatla yumurtanın masını istiy sivri kısmın orsanız, ı aşağıya saklayın. bakacak ş Bu sebepte ekilde n dolayı, kutularına yumurtalar bu şekilde k arton yerleştirilir . Yapılışı: Uygun bir kapta yumurta, toz şeker ve kakaoyu güzelce karıştırın. Daha sonra küçük parçalara kestiğiniz margarini, vanilya ve kabartma tozunu ilave edin. Son olarak yavaş yavaş unu koyarak yumuşak bir hamur yapın. Elde ettiğiniz hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar kopararak yuvarlak kurabiyeler hazırlayın. Yağlanmış tepsiye dizin. Fırında 180 derecede 1520 dakika pişirin. Fırından çıkan kurabiyeleri, verilen ölçülerde ılık su ile hazırlanan şerbete atın. Şerbetin içinde alt üst edin. Kurabiyeleri servis tabağına dizin. Üzerine çay süzgeci ile pudra şekeri eleyerek servise sunun. * Taze yu murta ağ yumurta ır, bayat r. hafif olu SENCE 2013 Sayı 1 51 SENCE Kitap Tanıtımı KÜÇÜK MUCİZELER DÜKKANI DEBBİE MACOMBER Martı Yayınları Çeviren: Ozan AYDIN “A rtık o eski tasasız kız değilim. Yaşadığım her günün değerini biliyorum. Çünkü hayatın ne kadar değerli olduğunu öğrendim… Hiçbir şeyi, özellikle de hayatı hafife almaz oldum. Artık hiçbir günümü boşa geçirmiyorum. Çektiğim acıların karşılıklarının olduğunu öğrendim” Küçük Mucizeler Dükkanı, Lydia Hoffman, Jacquelıne Donovan, Carol Gırard ve Alıx Townsend adlarında 4 kadının hayat hikayesini konu alıyor. Lydia Hoffman’ın “Bir Yumak Mutluluk” adlı örgü dükkanında yolları kesişen 4 kadın. Kansere iki kez yakalanan Lydia, hasta olduğu yıllarda öğrendiği örgü ile uğraşmayı çok sevmektedir. Hayata yeniden başlamak üzere küçük bir dükkan kiralar ve örgü kursu açar… Zengin ama gülmeyi unutmuş bir kadın Jacqueline. Oğlunun istemediği bir evlilik yapması ve bu evlilikten bir de torunu olacağını öğrenen Jacqueline gelinini hiç sevmez fakat iyi bir babaanne olabilirim düşüncesiyle torunu için bir battaniye örmeye karar verir. Bu sebeple örgü kursuna kaydolur… Carol her türlü denemeye rağmen çocuğu olmayan, çocuk özlemiyle yanıp tutuşan biridir. Dükkanı ziyaretinde örgü kursun- 52 SENCE 2013 Sayı 1 İşte bu 4 kadının yollarının kesiştiği KÜÇÜK MUCİZELER DÜKKANINDA sevginin, umudun ve dostluğun yaşandığı ba- zen gülümseten bazen ağlatan sımsıcak bir hikaye bulacaksınız. Bütün dünyada 140 milyondan fazla satan ve birçok dile çevrilen Debbie Macomber’ın Küçük Mucizeler Dükkanı, kitabı okurlara hayatın değerini bilmeleri gerektiğini çok güzel bir şekilde öğretiyor. Küçük Mucizeler Dükkanı, New York Times Bestseller’a girmiş Debbie Macomber’ın ilk kitabı. Serinin diğer kitapları ise; Bir Yumak Mutluluk, Bahçemde Yeşeren Umutlar, Mucizeler Dükkanına Dönüş ve Bir Dilekle Başladı Her Şey. KÜLTÜR SANAT dan haberdar olur ve ilk yapacakları işin de bebek battaniyesi olduğunu öğrenince bunun bir işaret olduğuna karar vererek kursa kaydını yaptırır…Alix ise zorluklar içinde yetişmiş maddi sıkıntıları olan farklı bir kişidir. Aldığı ceza sonucu topluma faydalı bir şeyler yapmak zorundadır. Bunun için Lydia’nın dükkanına gelir ve örgü örmeye karar verir… 1923 CUMHURİYETİN İLK YÜZYILI 2023 İLBER ORTAYLI - İSMAİL KÜÇÜKKAYA Timaş Yayınları “T ürklerin son iki asrı bütün Doğu dünyasında ve Balkanlar’da dikkatle gözden geçirilmesi gereken büyük bir tarihi yolculuktur. Bu nedenle de Dünya Tarihi’nin önemli bir parçasıdır ve dikkatle üzerinde durulmalıdır.” İLBER ORTAYLI İsmail KÜÇÜKKAYA’nın “29 Ekim 1923’te Cumhuriyetimiz kurulunca tarihte ilk defa kendi adımızla andığımız, “Türkler” dediğimiz bir devlet kuruluyor: Türkiye Cumhuriyeti. Türk kimdir?” sorusuyla başlıyor kitap. Soru cevap şeklinde kaleme alınan “1923 Cumhuriyetin İlk Yüzyılı 2023”, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme döneminden başlayıp günümüz Türkiye’sine uzanmaktadır. Kitap 7 bölümden oluşmaktadır. Bölüm başlıkları sırasıyla: 1923’e Giden Yol, Mustafa Kemal ATATÜRK, İsmet İNÖNÜ Devri, Adnan MENDERES Devri, Cumhuriyet Tarihinin Altın Yılları Mı?, Karışıklıklar Devri, 1960’lardan 1980’lere, ÖZAL’dan ERDOĞAN’a, 2023’e Doğru TÜRKİYE/Yüzüncü Yılında Cumhuriyet başlıklarını taşımaktadır. İkili tarihsel dinamikler üzerine güzel bir nehir röportaj. SENCE 2013 Sayı 1 53 Ç anakkale SENCE 54 SENCE 2013 Sayı 1 Bu vatan toprağının üzerinde hür ve başı dik olmanın bedeli, şehit kanlarıydı… Anaların gözyaşları, yetimlerin baba hasreti ve genç yaşında dul kalan kadınlarımızın ağıtlarıydı… UZMAN GÖZÜ Seyit Ahmet SILAY S avaşlar… İnsanoğlunun var olduğu günden beri ölümleri, gözyaşlarını, yok olan hayalleri beraberinde getiren, tarihin kanla boyanmış say- faları... Savaşlar, tarih sahnesine çıktığı günden beri hayatta tutunma ve var olma mücadelesi veren biz Türklerin alın yazısı, kaderimizin ayrılmaz bir parçası... Asya bozkırlarından nihâî vatan toprağımız Anadolu’ya taşıdığımız bu alın yazısıdır ki; bizi bu topraklarda var kıldı. Gelecek nesillerin üstünde hür yaşayacağı, eşsiz bir vatan toprağı bıraktı. Bu vatan toprağının üzerinde hür ve başı dik olmanın bedeli, şehit kanlarıydı… Anaların gözyaşları, yetimlerin baba hasreti ve genç yaşında dul kalan kadınlarımızın ağıtlarıydı… Âh Çanakkale!.. Vatanın hürriyeti, din-i mübin-i İslâm’ın izzeti uğruna, toprağında binlerce şühedanın ebediyet uykusunda yattığı Çanakkale!.. Ne canlar emanet ettik senin bağrına… Yolu hasretle beklenen babalar, evlatlar, ağabeyler, kocalar… Koynunda, sadece şehit bedenlerini değil; aynı gayeye koşar adım giden binlerce vatan evladından her birinin ayrı ayrı hayat hikâyelerini, sevdalarını, hüzünlerini ve hayallerini de saklıyorsun… Ve siz, o kutsal topraklarda yatan aziz şehitlerimiz!.. Gün geldi, yağmurlar ıslattı... Güneş kuruttu... Bazen bir pulluk çıkardı gün yüzüne... Tarlasını süren bir çiftçinin ayaklarında ezildi kemikleriniz. Yitik bedenlerinizin adı bile yoktu. Sadece “Mehmet” kaldı isminiz tozlu arşivlerde. Günü birlik turlarda sadece bir hatırasınız şimdi. Bir günlük konuşmalarda anılıyor isminiz yabancı dillerle. Başka toprakların insanları gibiydiniz… Uzunca bir zaman “yok” yazıldınız, resmî yoklama defterinde. Tarih derslerinde, 1. Dünya Savaşı’nın küçük bir cephesindeydiniz akıllara kazınan. Ziyarete kapalı kaldı yıllarca, kanlarınızla yoğrulan topraklar. Hatıralarınızın adına “hurda” dediler... Hoyratça, yok edercesine taşıdılar kamyonlarla... 1995, bu topraklara ilk gelişim, “Gönül Bahçem” burası dediğim gün... Bir mermi çekirdeğine dokunuşumdu zamanda yolculuğumun başlangıcı. Kayıtsız kalamayacağımı anladığım gündü, mezar taşlarındaki şehit yaşlarını gördüğüm an. Sık rastladığım kemiklerin ne olduğunu sorduğumda, anladım Âkif’’ in Çanakkale şiirini. Dar ve soğuk siperlerin, nefreti ve sevgiyi nasıl bir arada kucakladığını hissettiğimde, anladım sıladaki SENCE 2013 Sayı 1 55 SENCE yüreklerin acısını. Babalarını bu topraklarda bırakmış çocukların hüznünü görürüm, her akşam yatmadan öptüğüm çocuklarımın gözlerinde. (“Allahaısmarladık” kitabımda ki takdim yazımdan bir bölüm) Ben, ne bir yazar ne de araştırmacıyım. Tarihçiyim demeyecek kadar da haddimi bilirim. Çanakkale Muharebeleri’nin bitmesiyle benim işim başlar. Savaş sonrası neler olmuş veya neler olmamış, kısaca bir bakalım… da, seyyar satıcıların bulunduğu yere araçlar için otopark yapıldı. Altında da ziyaretçilerin ihtiyaçları için tuvaletler konuldu. Bu alan, 25. Nisan ilk çıkarma günü düşmanı karşılayan, tarihe kahramanlığı ile ün salmış 27. Alay’ın konuşlandığı gerçek yerdir. Bugün değişen bir şey yok. Dozer operatörünün inisiyatifinde yol açma çalışmaları devam ediyor. Çıkan kemiklerin hesabını soracak bir kurumda yok maalesef. Yok, çünkü; dünyanın Savaş sonrası 1918-1923 yılları arasında, arazide açıkta kalmış ölülerini gömmeye gelen İngilizler, Şehitlerimizin gömülmediğini gördüklerinde; “ Sizin ölülerinizi de gömelim” teklifinde bulundular. Ancak bu teklif gururumuzu kırdı ve ‘evet’ diyemedik. Diyemediğimiz gibi, açıkta kalan şehitlerimizin defin işlemini dâhi yapamadık. O nedenle muharebelerin geçtiği alanda şehitlik sayımız bir elin parmaklarını dahi geçmez. Bir şeyler yapmak adına yapılmış şehitliklerde maalesef yanlıştır. Muharebe alanlarını gezmeye gidenler bilir... En belirgin Şehitliğimiz, 57. Alay’dır. 57. Alay şehitliğinin bulunduğu o sembolik mezarlar da bir tek şehidimiz gömülü değildir. Asıl şehitlik, 150 metre sağda aşağıda “Kesik Dere”dedir. ‘Neden buraya yaptınız?’ dediğimizde; “Düz alan ve gezilmesi kolay vb…” cevaplar veriyorlardı. Senelerce yaptığımız eleştiriler neticesinde, 5-6 sene evvel “Kesik Dere” ye sırf “yaptık” demek için bir şeyler koydular. 57. Alay Şehitliğine girmeden sol- 56 SENCE 2013 Sayı 1 gördüğü en kanlı savaşlardan birinin yaşandığı bu alan, tarihi Milli Park Müdürlüğüne bağlı... Kanunları ve yönetmelikleri ağacı korumak için yapılmış… Ellerinden gelen bu... Biraz daha geriye gidelim… Savaşın bitimiyle muharebelerin geçtiği o 7-8 köye, Balkan Savaşı’ndan sonra gelen aileler başta olmak üzere, birçok kişi yerleştirildi. Ve o bölge, ziyarete yasak askerî alan olarak 1970’lere kadar kapatıldı. İşte o 7-8 köyün en büyük geçimi, 1970’lerin sonuna kadar HURDA satışı oldu. Yanlış duymadınız; hurda!.. Muharebe alanında ne bulunduysa satıldı. Satanları suçlamıyorum. O dönemin yetkililerine soruyorum; neden ve niçin sattırdınız? Çanakkale Savaşı’na katılıp, Kurtuluş Savaşı’na herhangi bir sebepten ötürü ( yaralanmış, aileden birçok insanını Balkan Savaşı’nda, Plevne’de şehit vermiş, Çanakkale Savaşı’ndan sonra Kurtuluş Savaşı’na gidememiş) katılamamış asker ve şehit yakınlarına hiçbir şey verilmedi, maaş bağlanmadığını kaçımız biliyor? Bu gazilerimizin birçoğu muhtaç, yokluk ve sefalet içinde, aranıp sorulmadan sessizce göçüp gittiler. Eş-dost, tanıdık araya sokarak maaş bağlatanların sayısı da çok azdır. Bir dönemin zihniyeti, Çanakkale’de savaşan askeri ötekileştirdi. Osmanlının askeri olarak görüp “yok” saydı. Bunlarında bilinip anlatılması lazım gelir. En azından, aziz hatıraları adına bunu yapmalıyız. 2000’li yıllardan sonra muhafazakâr kesim Çanakkale’ye sahip çıktı. Akabinde buna karşı bir grup oluştu. Bir kısmı menkıbeler üzerine bir Çanakkale, diğer grupsa maneviyattan tamamen arındırılmış bir Çanakkale oluşturdu. Bir insanın dünya görüşü elbette önemlidir, ama mevzuu bahis Çanakkale ise, benim için belge önemlidir. Belge yoksa kim ne anlatmış, ne demiş önemi yok. Aksi halde karşınıza çok değişik bir Çanakkale çıkar. Çanakkale Muhaberelerini küçümseyenlerde oldu… “Biz 1915’te oraya şu kadar asker yığdık. 253 bin kaybımız var. 3 sene sonra yine aynı İngiliz ge- UZMAN GÖZÜ mileri, bir tek kurşun atmadan geçtiler boğazdan ve İstanbul’a geldiler. Yazık değil mi? Çanakkale’de boşuna öldüler. Çanakkale savaşının hiçbir anlam yok!” mahiyetinde açıklamalarda duyduk İşin en acı tarafı da, bu açıklamayı yapanların arasında akademisyen unvan taşıyanların olması… Bende diyorum ki, Çanakkale savaşının olduğu dönem, 1. Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllar... O gün bizi yok etmeye geldiler. Bizi değil sadece, İslam âlemini yok etmeye geldiler. 1918’de ise Mondros Ateşkes Antlaşması hükmü gereğince gemiler İstanbul’a geldi… Savaş bitmişti, çok farklı bir durum bu. Neden sadece İngilizler geldi? 1. Dünya Savaşı devam ederken Fransa, İngiltere, Avustralya bunların sömürgesi... Kısaca dünya geldi, biz dünyayla savaştık. Dünyanın en büyük donanmasıydı boğaza gelen. En modern silahlarla donatılmış askerlerini karaya çıkardılar. Denizaltılarından, uçaklara ve balon gemilerine kadar dönemin en modern ordusuydu. Baştanda ifade ettiğim gibi, belge her şeyin aynasıdır. Niçin bizi yok etmeye geldiklerinin belgesi nedir biliyor musunuz? Paralarını bastırıp getiriyorlar. 10 Şilin. Üzerinde de Osmanlıca 60 Gümüş Kuruş yazıyor. O kadar eminler ki 18 Mart’ tan. Askerlere de dağıtıyorlar, hatta İngiltere’ye telgraf çekiyorlar “Büyük bir ihtimalle 17.30, gibi Dolmabahçe’de çayımızı içiyor olacağız.” diye. Bu bir işgal değil, sen bir ülkenin parasını değiştirmeye kalktığın an, o ülkeyi yok etmeye geliyorsun demektir. Geçemeyince paraları yok ediyorlar. Bu paralardan birini Amerika’da bir müzayededen satın aldım. Orijinali bende. Neden Şilin biliyor musunuz, İngilizler I. Dünya savaşında sömürge ülkelerinde Şilin kullanırlar. Çanakkale düzenli ordunun savaşı, çapulcukların savaşı değil. İnternette çok SENCE 2013 Sayı 1 57 SENCE ri var. Suriye cephesinde açlık vardı. Kontrolü uzak bir yer. Çanakkale’de de münferit olarak açlık söz konusu olmuş olabilir. Çünkü aralıksız 3-4 gün süren muharebeler oldu… Öğün atlamış olabilir asker. Oradaki en büyük sıkıntı, yemeklerin soğuk oluşuydu. Gemilerden atılan topun menzili 10 km’yi buluyordu. O nedenle mutfaklar top menzili dışına kurulur ve katırlarla, atlarla yemek taşınırdı. Dolayısıyla yemeklerde o kadar yol kat ettikten sonra haliyle soğuyordu. gezinen şu meşhur ( üstü başı yırtık, iki kafadar) resim doğru değil, 1933’te Çiğli Havaalanı yakınlarında çalışan yol işçileri bunlar. Alman bir pilot bu resmi çekiyor, Allah rahmet etsin onların suçu yok. Aileleri bulundu. İşin ilginci o resmin telif hakları Alman Mönch Yayınları’nda. Her aldığınız resmin bedeli onlara gidiyor. Çanakkale’de üst düğmesi iliksiz olduğu için ceza alan asker var. Böyle bir Çanakkale’de kılıksız asker olabilir mi? Bir yemek listesi dolaşır, meşhurdur. Üzüm hoşafı, birkaç öğün yok, kuru ekmek filan. Devlet dairelerinde, üniversite koridorlarında, okullarda asılıydı. Çocuğumun okulunda asılıydı indirttim. Orada geçen 1917 tarihinde Çanakkale’de savaş yok. Zira Çanakkale Cephesi’ndeki savaş, 1916 yılının ilk günlerinde İtilaf ordularının topraklarımızdan tamamen çekilmesi ile son bulmuştur. Ayrıca listenin ait olduğu 43. Alay, o tarihte Irak ve Suriye Cephesinde… Dolayısıyla Çanakkale Cephesi’ne ait olduğu söylenen lis- 58 SENCE 2013 Sayı 1 te, aslında o tarihlerde Suriye-Filistin Cephesi’nde çarpışan askerlerimize ait bir liste. Çanakkale’de bizim askerimiz açlık çekmedi. Bizim kadar şehit sayısıyla övünen bir başka millet var mı? Açlıkla, sefaletle, savaşın büyüklüğü anlatılmaya çalışılıyor. Orada gazi olan, yaralanan, şehit düşen askere hakarettir bu. Hem biz o kadar aşağılık bir millet miyiz ki, burnumuzun dibinde -benim evden Anafartalar köyü 384 km- askeri aç bırakacağız öyle mi? Bugün bir insanın yediğinden farklı değildi Çanakkale’deki askerin beslenmesi. Ben böyle dediğim zaman da, sağ cenah bana itiraz ediyor “yok biz açtık” diye. Açın İbrahim Naci’nin günlüğünü okuyun, bakın en son yemeğine... En son ciğer yahniyi ne zaman yediniz? Semizotu ve ciğer yahni… Biz bunu Mehmet Fasih’i Beyin “Kanlı Sırt Günlüğünde” de görüyoruz. “Bugün sucuk yedim” diyor, “Çay demlettirip nargile içtim” diyor. Biz Çanakkale’de askerimize çok iyi baktık. Bende alınan gıda listele- Çanakkale Savaşı ile ilgili bu hususların altını çizdikten sonra, yakın bir zamanda koleksiyonuma dâhil ettiğim Şehit Teğmen İbrahim Naci’nin günlüğünden kısaca bahsetmek istiyorum… İbrahim Naci’nin günlüğü, Çanakkale Savaşı’nda şehit olan bir askerin günlüğü olması ve hikâyesi sebebiyle başka bir benzeri olmayan önemli bir belge niteliğinde... İbrahim Naci, 71. Alayın 10. Bölüğünde 21 yaşında genç bir teğmendir. Şehit teğmenimiz, Alayının Çanakkale’ye ihtiyat birliği olarak sevk edildiği 24 Mayıs 1915 tarihinden, şehit olduğu 21 Haziran 1915 tarihine kadar geçen sürede bütün yaşadıklarını günlüğüne kaydediyor. Kaydediyor derken, alelâde bir şekilde değil. Usta bir edebiyatçının tasvir yeteneği ve üslubuyla yapıyor bunu. İbrahim Naci sadece gördüklerini değil, kendi iç dünyasında yaşadıklarını da günlüğe bütün çıplaklığı ile yazıyor. Karşınıza özlemleri, hatıraları, korkuları, cesareti, inanmışlığı, zaafları ile genç bir subay çıkıyor. Samimiyet ve içtenlikle kaleme alınan satırlarda abartıdan uzak bütün sadeliği ile kendi yüreğini günlüğün sayfalarına döken İbrahim Naci’yi yakından UZMAN GÖZÜ tanıma fırsatı buluyorsunuz. Sadece İbrahim Naci’yi değil, onun satırları vasıtasıyla cephe hatlarında ateşlere atılan bütün askerlerimizi ve subaylarımızı tanıyorsunuz. İbrahim Naci günlüğün bir yerinde, şehit subaylarımıza ait birkaç mezara tesadüf eder ve gördüğü mezarlardan etkilenerek şu satırları günlüğüne yazar: “Şimdi düşünüyorum. Şehit olursam ben de mi böyle solgun yapraklı birkaç kel ağacın dibine gömülüp terk edileceğim. Fakat bu ne kadar merhametsiz ve ne kadar feciydi. Issız dağlarda şöyle birkaç kazma darbesiyle açılmış bir çukura atılarak, sonra başucuna bir kırık tahta veya ağaç, belki de hiçbir şey koyulmayarak ve hatta hayvanların ayağı altında ezilmeye mahkûm kalmak… Nihayete kadar her şeyden, bütün sevdiklerinden uzak ve terk edilmiş kalmak…” Unutulmak İbrahim Naci’nin en büyük endişesidir. Kerevizdere’de şehit olduğu 21 Haziran günü günlüğünün son satırlarını kaleme alan İbrahim Naci, o gün âdeta şehit olacağını biliyormuşçasına günlüğünü “Allah’a ısmarladık” diye noktalar. İbrahim Naci’nin şahadetinden sonra günlük Bölük komutanı Yüzbaşı Bedri’nin eline geçer ve Yüzbaşı Bedri İbrahim Naci’nin bıraktığı yerden günlüğe devam eder ve şu satırları yazar: “Hayatın baharı sayılan 21 seneyi henüz tamamlamış. Bu müddet zarfında bir Türk gencinin vefatı pek erkendi. Bu kaybı telafi etmek için ise yirmi bir sene beklemek pek uzun bir bekleyiş değil mi idi? Türk gençliğinin akıttığı, sel gibi döktüğü kanı, şüphesiz vatanın kuru topraklarını sulayacak ve büyük bir feyz ve bereketle bu muazzez vücutların yerine daha faydalı, daha intikam alıcı, daha gayretli, daha bilgili… Hâsılı Türklüğü, Türk vatanını, Turanı, eski haşmet ve azametinden daha yüksek ikballere, şevketlere çıkaracak, filizler fışkıracak. İşte o zaman o şevket ve azametin ortaya çıkardığı bu kahraman, mütefekkir gençlerin, büyük atalarının namıyla kutsanıp yüceltilecek kahramanlık hikâyeleri destan olacak ve kendi gelecek ve saadetlerini bu şehit ve fedâilere borçlu olduklarını iftiharla itiraf edecek. Naci, sen ve emsalin ölmediniz, bir iki kazma darbesiyle oyulmuş bir çukura gömülmediniz; siz büyük Türklüğün, Müslümanlığın sinesinde hürmet ve saygıyla yaşayacaksınız!” Bu satırları kaleme alan Yüzbaşı Bedri’de 11 gün sonra Zığındere mu- harebelerinde şehit olacaktır ve biz bu bilgiyi de günlüğe son olarak Yüzbaşı Bedri’nin şehit olduğu bilgisini tarihi ile beraber not düşen tabur imamı Mustafa Memduh satırlarından öğreniyoruz. Çanakkale Cephesi, millet olarak bu topraklarda var olma irademizi büyük bir kararlılıkla sonuna kadar gösterdiğimiz, Türk tarihine altın harflerle yazılacak büyük bir destandır. Büyük bedeller ödenerek yazılan bu destan aynı zamanda her birimize çok büyük mesuliyetler yüklüyor. Her karışı şühedanın kanlarıyla sulanarak maddi bir halden manevi bir kıymete bürünerek vatanlaşan bu toprakların üstünde yaşamanın ne anlama geldiğini bir an olsun bile aklımızdan çıkartmamak, şehitlerimizin hatırasına yapacağımız en büyük ihtiramdır. Bu vesile ile vatan ve din-i mübin-i İslam yolunda şahadete kanat çırpmış bütün şehitlerimizin aziz ruhlarına Fatihalar gönderiyor, aziz hatıraları önünde saygı ile eğiliyorum… SENCE 2013 Sayı 1 59 SENCE “Muhteşem Kadın Kurultayı” 60 SENCE 2013 Sayı 1 Bu çalıştaylara sadece kurumlarda sorunlarla hemhal olan çalışanlar iştirak etmiş, kendi sorunlarına kendileri çözümler üretmişlerdir. Tüm kamu kurumlarını gruplandırarak gerçekleştirilen, 6 ayrı çalıştaydan sonra, son olarak da Kadın Kurultayı gerçekleştirilmiştir. Kurultayda, çalışan kadının sorunları tartışılmış ve çözüm yolları aranmıştır. Çalıştaylarımıza, toplamda 1100 civarında Türk Büro-Sen üyesi memur katılmıştır. Her bir çalıştayın sonunda elde edilen sonuçlar kitapçık şeklinde basılı yayın haline getirilmiş, Cumhurbaşkanımızdan, Başbakana, Bakanlara, Siyasi Parti Liderlerine, ilgili kurum bürokratlarına, çalıştaya iştirak edenlere ve kurumun diğer çalışanlarına gönderilmiştir. Yapılan bu çalışmalar, kamu kurumlarında Bürokratlarca sempatiyle karşılanmış, bir çok kurumun yapmak isteyip de yapamadıkları çalışmaları, Türk Büro-Sen’in gerçekleştirmiş olması sendikal farkındalık yaratmıştır. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle Ankara’da gerçekleştirdiğimiz Kadın Kurultayımızda açılış konuşmalarından sonra, katılımcılara Psikolog Hülya Korkmaz tarafından “Aile İçi İletişim” konulu bir eğitim verilmiştir. Kurultayın ikinci bölümünde ise çalışan kadınların sorunları 25 konu başlığı altında çalıştay formatında değerlendirilmiştir. Yoğun bir çalışma temposunda geçen çalıştayda konu başlıkları, sayıları 270’i bulan Türk Büro-Sen’li hanımlar tarafından tartışılmış ve çözüm önerileri ortaya konulmuştur. KURULTAY T ürk Büro-Sen Genel Merkezi çalışmalarıyla farkındalık yaratmaya devam ediyor. Sendikamız, gerçekleştirdiği çalıştaylarda hizmet kolumuzda yer alan 43 farklı Kamu Kurumunun sorunlarını, bir bir masaya yatırarak bir ilke imza atmıştır. Bizlerin de bizzat şahit olduğu çalışmalarda, çalışan kadınlarımızın sorunlara yaklaşım tarzları ve çözüm yolları ile ilgili önerileri bizi de oldukça mutlu etmiştir. Özellikle çalışma sonrası hanımların gözlerindeki parıltı görülmeye değerdi. Türk kadınlarına gerekli değer ve sorumluluk verildiği zaman her şeyin üstesinden gelebileceklerini görmüş olmak bizleri gelecek için oldukça ümitlendirmiştir. Veda günü geldiğinde ise, tüm hanımlarımız görev ve sorumluluklarını, eksiksiz ve tam yapmanın verdiği huzurla, memnuniyet duygularını sendika yöneticilerine ifade ederek, illerine dönmüşlerdir. Herhalde; herkesin mutlu olduğu ve hiç kimsenin herhangi bir eksiklikten dolayı eleştiride bulunmadan ayrıldığı ender organizasyonlardan birini gerçekleştirmiş olmakta Türk Büro-Sen’in kurumsal kimliğinin ve yöneticilerinin becerisinin bir tezahürü olarak yansımıştır. Muhteşem bir kadın kurultayının gerçekleştirilmesine, katılarak büyük emek harcayan kadınlarımıza şükranlarımızı sunuyor, emeği geçen tüm mesai arkadaşlarımı kutluyorum. Böylesi güzide ve böylesine sorumluluk sahibi kadroların olduğu bir memur sendikasının Genel Başkanı olmak bana büyük gurur veriyor. Bana ve Yönetim Kurulu Üyelerimize bu hazzı yaşatanlara şükranlarımı sunuyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar, yolları, bahtları açık olsun… SENCE 2013 Sayı 1 61 SENCE Hakan KURUCU Ülkemize Ait Nüfus İstatistikleri Söz konusu çalışma çağındaki 15-64 yaş grubu kişilerin nüfusu 2011 yılına (%67,4) göre 0,2 puan artarak %67,6 (51.088.202 kişi) olarak gerçekleşmiştir. 0-14 yaş grubundaki nüfusun oranı ise %24,9’a (18.857.179 kişi) gerilerken, 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun oranı da %7,5’e (5.682.003 kişi) yükselmiştir. T ürkiye’de ikamet eden nüfus 2012 yılında, bir önceki yıla göre 903.115 kişi artmış olup, 31 Aralık 2012 tarihi itibarıyla 75. 627. 384 kişidir. Erkek nüfusun oranı %50,2 (37 956 168 kişi), kadın nüfusun oranı ise %49,8 (37 671 216 kişi) olarak gerçekleşmiştir. Nüfus artış hızına baktığımızda düşüş yaşandığı tespit edilmiş olup, 2011 yılında ‰13,5 olan yıllık nüfus artış hızının 2012 yılında ‰12’ye düştüğü görülmektedir. İl ve ilçe merkezlerinde ikamet edenlerin oranında ise yükseliş olmuş, 2011 yılında söz konusu oran %76,8 iken 2012 yılında %77,3 olarak gerçekleşmiştir. 62 SENCE 2013 Sayı 1 Demografik yaşlanma göstergelerinden olan ortanca yaş nüfusu sayısal olarak iki parçaya bölmekte olup o yaşın altındaki nüfus sayısı ile üstündeki nüfus sayısı birbirine eşit olmaktadır. Yani bir yerin ortanca yaşı ne kadar büyükse,orada yaşlı nüfus o kadar fazladır. Ülkemizdeki ortanca yaşı incelediğimizde bir miktar artış olduğu görülmektedir, 2011 yılında 29,7 olan ortanca yaş, 2012 yılında önceki yıla göre artış göstererek 30,1 olmuştur.. Ortanca yaş erkeklerde 29,5 iken, kadınlarda 30,6 olarak gerçekleşmiştir. Ülkemizde çalışma çağındaki nüfus bir önceki yıla kıyasla artış göstermiştir. Bir kilometrekareye düşen kişi sayısı olarak tanımlanan , Nüfus yoğunluğu Türkiye genelinde 2011 yılına göre 1 kişi artarak 98 kişi olmuştur. İstanbul kilometrekareye düşen 2.666 kişi ile nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu ilimizdir. İstanbul’u sırasıyla 453 kişi ile Kocaeli, 333 kişi ile İzmir, 264 kişi ile Gaziantep ve 258 kişi ile Bursa illeri takip etmektedir. Nüfus yoğunluğu en az olan il ise kilometrekareye düşen 12 kişi ile Tunceli’dir. İller arasında yüzölçümü en büyük olan Konya’nın nüfus yoğunluğu 53, en küçük yüzölçümüne sahip olan Yalova’nın nüfus yoğunluğu ise 250 olarak gerçekleşmiştir. NÜFUS İL NÜFUS İL NÜFUS Adana 2.125.635 Giresun 419.555 Samsun 1.251.722 Adıyaman 595.261 Gümüşhane 135.216 Siirt 310.879 Afyonkarahisar 703.948 Hakkari 279.982 Sinop 201.311 Ağrı 552.404 Hatay 1.483.674 Sivas 623.535 Amasya 322.283 Isparta 416.663 Tekirdağ 852.321 Ankara 4.965.542 Mersin 1.682.848 Tokat 613.990 Antalya 2.092.537 İstanbul 13.854.740 Trabzon 757.898 Artvin 167.082 İzmir 4.005.459 Tunceli 86.276 Aydın 1.006.541 Kars 304.821 Şanlıurfa 1.762.075 Balıkesir 1.160.731 Kastamonu 359.808 Uşak 342.269 Bilecik 204.116 Kayseri 1.274.968 Van 1.051.975 Bingöl 262.507 Kırklareli 341.218 Yozgat 453.211 Bitlis 337.253 Kırşehir 221.209 Zonguldak 606.527 Bolu 281.080 Kocaeli 1.634.691 Aksaray 379.915 Burdur 254.341 Konya 2.052.281 Bayburt 75.797 Bursa 2.688.171 Kütahya 573.421 Karaman 235.424 Çanakkale 493.691 Malatya 762.366 Kırıkkale 274.727 Çankırı 184.406 Manisa 1.346.162 Batman 534.205 Çorum 529.975 Kahramanmaraş 1.063.174 Şırnak 466.982 Denizli 950.557 Mardin 773.026 Bartın 188.436 Diyarbakır 1.592.167 Muğla 851.145 Ardahan 106.643 Edirne 399.708 Muş 413.260 Iğdır 190.409 Elazığ 562.703 Nevşehir 285.190 Yalova 211.799 Erzincan 217.886 Niğde 340.270 Karabük 225.145 Erzurum 778.195 Ordu 741.371 Kilis 124.320 Eskişehir 789.750 Rize 324.152 Osmaniye 492.135 Gaziantep 1.799.558 Sakarya 902.267 Düzce 346.493 UZMAN GÖZÜ İL Nüfus Artış Hızı Ülkemiz nüfusunda 1927-2011 arasında 5,5 kat artış görülmektedir. II. Dünya Savaşı (1939-45) sırasında nüfus artış hızları gerek doğumların azalması, gerekse ölümlerin artması dolayısıyla düşmüştür. 1945’ten sonra nüfus artışı hızlanarak 195560 arasında en yüksek düzeye çıkmış olup; 1965’ten sonra Türkiye’nin nüfus artış hızında düzenli bir düşüş yaşandığı görülmektedir. SENCE 2013 Sayı 1 63 Yayım ve Yazım İlkeleri 1. Sence Dergisi Türk Büro Sen’in dört aylık süreli yayın organıdır. 2. Derginin yazı dili Türkçe’dir. 3. Dergiye gönderilen makale ve diğer çalışmalar, daha önce başka hiç bir yerde yayımlanmamış veya yayımlanmak üzere gönderilmemiş olması tercih sebebidir. Makale ve diğer çalışmalar başka bir yayın organında daha önceden yayımlanmış ise sözkonusu makalenin Sence dergisinde yayınlanabilmesi için izin yazısının noter onaylı olmalıdır. 4. Yayın Kurulu tarafından şekil, içerik, yayım ve yazım kuralları yönünden değerlendirilen çalışmalar için: Yayım, düzeltme veya iade kararı verilir. Bu karar yazara bildirilir, düzeltme için yazara en az 3 takvim günü süre tanınır. 5. Makale ve diğer çalışmalarda, makalenin ve diğer çalışmaların özünü bozmayacak şekilde yapılacak değişiklikler yazara bildirilmeksizin yayın kurulunca yapılır. 6. Dergide yayımlanan makale ve diğer çalışmaların yazılı ve elektronik ortamda tüm yayın hakları Dergiye aittir. 7. Dergide yayımlanan yazıların her hakkı saklı olup, kaynak gösterilmeksizin, alıntı yapılamaz ve çoğaltılamaz. 8. Dergide yayımlanan çalışmalardaki fikirler ve görüşler tamamıyla yazara ait olup, Dergiyi bağlamaz. 9. Her makale ve çalışma için en az sayfa bazlı iki adet spot metin hazırlanmalıdır. 10. Dergide yayımlanacak eserlerde, belli bir kurum, kuruluş veya şahısa olumlu ya da olumsuz bir şekilde işaret edilmemesine özen gösterilmelidir. 11. Makaleler ve diğer çalışmalara ilişkin fotoğraf, şekil, tablo vb. dokümanlarını ve yazara ait fotoğrafın yüksek çözünürlükte jpg formatında [email protected] adresine veya Mediha Eldem Sokak No:85 Kocatepe Ankara adresine CD ile gönderilmelidir. 12. Yazarın adı, soyadı, unvanı, görevi, e-posta adresi, çalıştığı kurum/kuruluş bilgisi yazının ilk sayfasında, başlığın altında yer alacak biçimde gönderilmelidir. 13. Yazılar; Microsoft Windows Word ortamında; A4 boyutunda, kenar boşlukları iki buçuk (2,5) cm. ve satır aralığı bir buçuk (1,5) cm, Times New Roman karakterinde, 12 punto ve toplam 6 sayfayı geçmeyecek şekilde kaleme alınmalıdır. Sence Dergisi www.sencedergisi.com Adresinde Ziyaretinizi Bekliyor. Kalitemiz ve standartlarımızı yükselmek için sizlerin fikirleri bizim için çok önemli. “Sence” dergimizde ……………………………………………yer almalıdır. Anket formumuz www.sencedergisi.com adresinde sizlerin görüslerinizi beklemektedir. Bizi Takip Edin Reklam Rezervasyon 0312 434 04 12
Benzer belgeler
PDF Oku - sence dergisi
Dilek Kapdağ, bu sayımızda ağız tadınız daimi olsun dilekleri ile “Brüksel lahanalı top köfte”yi tarif etti.
Keyifli okumalar dileyerek yeni sayımıza kadar sağlıkla kalın.
PDF Oku - sence dergisi
Türk Büro-Sen Adına Sahibi
Fahrettin YOKUŞ
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Nejla ÖKSÜZ