Ahmet İlhan - Hayatım Futbol
Transkript
Ahmet İlhan - Hayatım Futbol
8 Şubat 2013 - Sayı 68 Bakkal değil, mevsimlik işçi Futbol Onun Kaderi Ahmet İlhan Güney Amerika’nın parlayan yıldızları Sombrero’lu El Turco Afrika’nın finali Nijerya - Burkina Faso M I T A Y A H #68 F L O B T U Yayın Koordinatörü İlker Yılmaz Editör Uğur Karakullukçu Yazarlar Alper Öcal Emre Çelik Emre Özcan Erman Yaşar Fırat Topal Güner Çalış Mustafa Demirtaş Mesut Bakkal, Ahmet İlhan Skibbe ile sezona başlayan Karabükspor, erken bir manevrayla çok acı çekmeden Mesut Bakkal’ı takımın başına getirdi. Nam-ı diğer Boncuk Mesut, Karabükspor’la harika bir uyum yakaladı, 4 büyük takımla deplasmanlarda oynadığı maçların 3’ünü kazandı birinde berabere kaldı. İlhan Parlak ve LuaLua da öne çıksa da Çarşamba akşamı ilk milli maçına çıkan Ahmet İlhan Özek’e de ayrı bir paragraf açmak gerekirdi. Hayatım Futbol 68. sayısında Ahmet İlhan Özek ve Mesut Bakkal’ı yakın incelemeye aldı. Bu sayıda ayrıca; Arjantinli ‘El Turco’ Antonio Mohamed’i, Roma’dan kovulan Zdenek Zeman’ı, Afrika Uluslar Kupası finaline ön bakışı, Manisa’da ilk kez maç yapan A Milli Takımı, İspanya’nın göz yummaya devam ettiği ırkçılığı, ara transferin en pahalı yıldızlarını ve Arjantin’de sona eren Güney Amerika U-20 turnuvasındaki gelecek vadeden isimleri bulabilirsiniz. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz [email protected] [email protected] #68 Bu Sayıda Bakkal değil, mevsimlik işçi Zemanlandia’nın sonu Mesut Bakkal’ın tuhaf kariyeri Roma’da Zeman dönemi bitti Futbol onun kaderi Kış ortasında karpuz Taze milli Ahmet İlhan Özek Ocak 2013’ün en pahalı transferleri Manisa’da ilk milli maç Türkiye’yi yerinde izledik Kara Kıta’da sürpriz final Nijerya ile Burkina Faso finalde Geleceğin latin yıldızları Güney Amerika U-20 Şampiyonası izlenimleri İspanya’nın kaybettiği savaş İspanyolların kırık ırkçılık karnesi Sombrero’lu El Turco Meksika’da Türk lakaplı bir hoca Acaip_VF_Smart2_210x297.ai C M Y CM MY CY CMY K 1 07.12.2012 20:43 İlker Yılmaz Bakkal değil, mevsimlik işçi! Bir zamanların gelecek vadeden teknik direktörü Mesut Bakkal, özellikle sonradan geldiği kulüplerde fark yarattı, küme düşme endişesi taşıyan takımların gözdesi olarak bir nevi ‘mevsimlik işçi’ görüldü. Şimdilerde ise Karabükspor’la formunun zirvesinde. Profil Bir filmin mutlu sonla bitmesi veya bitmemesi onun kalitesini nasıl ortaya koymuyorsa bazen hayatta da mutlu sonla bitmeyen hikayeler o bazı güzellikleri iz olarak bırakıyor. Bir zamanların Denizlispor’unda futbolcu olan ‘Boncuk Mesut’, şimdinin teknik direktörü Mesut Bakkal, özellikle sonradan gittiği kulüplerde fark yarattı. ‘Gelecek vadeden’ bir teknik direktörken belki yanlış seçimler, belki yanlış zaman ve yanlış insan olmanın getirdikleri Mesut Bakkal’ı arka planda yer alan sıradan hocalar sınıfına sokmaya doğru yelken açtırmış olabilir lakin sezon başında gittiği takımlarda dikiş tutturamayan Mesut Bakkal, sonradan geldiği kulüpleri düzlüğe çıkarmakta oldukça usta. Büyük ihtimalle kendisi de durumun böyle olmasını istemiyordur ama onun mekanı belli bir ‘bakkal’ değil de daha çok ihtiyaç anında yardıma gelen ‘mevsimlik işçi’ sıfatına daha çok uyuyor. HF # 68 2005/06 sezonunda ilk dört maçta sadece 2 puan alan ve gol dahi atamayan Gençlerbirliği’nde teknik direktör Ziya Doğan paltosunu alıp giderken, Ersun Yanal’dan Ankara’ya kalan Mesut Bakkal, kırmızısiyahlıların başına geçiyordu. Başlarda çekinceler olsa da sezon sonunda Gençlerbirliği ligi averajla altıncı bitirdi ve Avrupa kupalarına gitmeyi kıl payı kaçırdı. Sezona çok kötü başlayan bir takımın, 41 yaşında ilk birinci adamlığa soyunan teknik direktörüyle bu başarıyı yakalaması takdir topladı. Ertesi sezon da başarılı çizgisine rağmen 33. haftada başkan İlhan Cavcav yardımcılarını göndermek istedi, O ise kabul etmedi ve sezonun son maçı olması nedeniyle bazı çevrelerce tartışılacak istifa kararını verdi. O artık birçoklarına göre gelecek vadeden bir teknik direktördü ama bu aynı zamanda Bakkal’ın bir sezonda iki takım çalıştırma serisinin habercisiydi. 2 takımlı sezonlar 2007/08 sezonuna Gaziantepspor’da giden Mesut Bakkal, devre arası gelmeden kulüpten ayrıldı. O sıralar Ankara’da ise düşme korkusu vardı. 7-8 ay önce ‘Bakkal’ı bir daha takımın başına getirmem’ diyen İlhan Cavcav, takımı en iyi tanıyan isme, kendi deyimiyle ‘tükürdüğünü yalayarak’ teklif götürdü. Kolay değil o sezon üç hoca; Fuat Çapa, Reinhard Stumpf ve Bülent Korkmaz gelmiş gitmişti. Bakkal’a gitmekten başka çare yoktu ve Mesut Hoca tekrar kırmızısiyahlıların yolunu tuttu, Gençlerbirliği kümede kaldı. Ertesi yıl da takımın başındaydı lakin Gençler yine kötüydü, Mesut Bakkal istifa etti. Birkaç ay sonra küme düşme korkusu yaşayan Denizlispor’du. Mesut Hoca zamanında hem Ersun Yanal’ın yardımcısı hem de futbolcu olarak Denizlispor’a hizmette bulunmuş biriydi. Üstelik bu kulüpte futbolculuk döneminde ‘Boncuk Mesut’ lakabını da almıştı. Horozlar o sezon ligde kalmayı başardı ama Mesut Hoca ile yollar ayrıldı. 2009/10 sezonuna Manisa’da başladı, takım kötüydü, ayrıldı. Aynı sezon küme korkusu yaşayan Sivasspor’a gitti. Sivas’ı da ligde tuttu, yeni sezona da Yiğidolar’la başladı ama takım yine kötüydü, ayrıldı. Aynı sezon Ankaragücü’ne gitti ve orada da sezonu bitirip görevi bıraktı. Peri masalı yarım kaldı Türk futbol tarihinin en enteresan sezonu olan 2011/12 sezonunda Samsunspor yıllar sonra Süper Lig’de mücadele ediyordu ama şu sıralar Lazio’da fırtınalar estiren Petkovic önderliğinde küme düşmeye doğru hızla ilerliyordu. Samsunspor yönetimi Hırvat hocayla geç de olsa yollarını ayırdı ve daha önce Gençlerbirliği, Denizlispor ve Sivasspor’da takımı ligde tutması isten ve bunu da başaran Mesut Bakkal’ı göreve getirdi. Mesut Hoca çok zor bir durumda almıştı kırmızı-beyazlıları. 23 maçta 17 puan toplayan ekip, Mesut Bakkal’la çıktığı 11 maçta 19 puan topladı. Bu süre zarfında destansı iki galibiyet aldığı Fenerbahçe ve Beşiktaş maçlarını da unutmamak gerek. Samsun’da Gekas attığı 3 golle sarı-lacivertlileri yıkıp Samsunspor taraftarına kalan haftalar için umut aşılarken, İnönü’de tadı damaklarda kalan bir maç vardı. Pırıl pırıl güneşin olduğu bir İstanbul ilkbaharında gündüz oynanan mücadele kıran kırana geçmiş, her iki takım inanılmaz goller kaçırmıştı. Son maça oldukça umutlu girilse de Sivasspor’a kaşlı alınan mağlubiyet Samsunspor’un düşmesini resmileşti. Mucizeye 19 puan yetmemişti. Ama Mesut Bakkal kendini tekrar ispat etmişti. Profil Bu sezonunun en iyisi HF # 68 Bu sezona ise Kardemir Karabükspor Skibbe ile başlamıştı. Geçen yıl Eskişehir’deki başarılı performansıyla kendini Bundesliga’da bulan Alman hoca, Mavi Ateş’te oldukça kötüydü. 10 maçta sadece 2 galibiyet alan Skibbe gönderildi. Karabükspor ise erken davranıp Mesut Bakkal’ı takımın başına getirerek en doğru işi yaptı. Karabükspor’la 10 maça çıkan Bakkal, Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor’u dış sahada yendi, Beşiktaş’la da İnönü’de berabere kalarak alkış aldı. Tam 19 puan topladı. Puan ortalaması 1,90. Yani şu an ligdeki en iyi ortalamaya sahip teknik direktör. LuaLua, Ahmet İlhan ve İlhan Parlak’la korkunç bir hücum gücü oluşmuş durumda. Sezon başındaki pısırık Karabükspor’dan önene geleni yıkan bir dozer ortaya çıktı. Bir dönemin gelecek vadeden teknik adamı Türk futbolunun çarpık yapısında kısa süre içerisinde tabiri caizse ‘rotasyon’ sınıfına girdi. Futbolu yönetenlerin icraatları pek tabi ki her zaman sürprizlere gebe fakat Karabükspor ile Mesut Bakkal oldukça uyuşmuş gözüküyor. İlk Gençlerbirliği dönemi dışında başarılı bir sezon başlangıcı olmayan Mesut Hoca, gelecek ne gösterir bilinmez ama 2013/14 sezonuna bir takımın başında başlamasında ve kendisini artık bir kademe daha atmasında yarar var. SezonTakımMaçPuanOrt. 2005/06Gençlerbirliği3049 (sonradan geldi)1,63 2006/07Gençlerbirliği3345 (başladı)1,36 2007/08Gaziantepspor1515 (başladı)1 2007/08Gençlerbirliği1417 (sonradan geldi)1,21 2008/09Gençlerbirliği99 (başladı)1 2008/09Denizlispor1623 (sonradan geldi)1,43 2009/10Manisaspor1818 (başladı)1 Profil 2009/10Sivasspor810 (sonradan geldi)1,25 HF # 68 2010/11Sivasspor97 (başladı)0,77 2010/11Ankaragücü1116 (sonradan geldi)1,45 2011/12Samsunspor1119 (sonradan geldi)1,72 2012/13Karabükspor10*19* (sonradan geldi)1,90* Tüm sezonlar Toplam maç1842481.34 Son 3 takım32541,68 *: Sezon devam ediyor. Mustafa Demirtaş Futbol Onun Kaderi Ahmet İlhan Özek Uğruna büyük futbolcu olma hayalinden vazgeçtiği o üniversitenin sahalarında başlıyordu onun hikâyesi. Ama sahip olduğu yetenek, bir gün o vazgeçilen hayalleri tekrar geri getirecekti! Profil Hem basketbolda hem de futbolda çok başarılı olan Ahmet İlhan, beden eğitimi öğretmenlerinin kolayca gözdesi olabilen bir çocuktu. Ayrıca lise yıllarında oldukça popülerdi büyük ihtimalle, zira o yaşlarda okul turnuvalarında gol atmak, matematikten 100 almaktan çok daha dikkat çekici bir olaydı. Ancak Ahmet İlhan sadece beden eğitiminden 5 getirebilen, tipik “maçlarda kösele ayakkabıyla bile Neymar’a bağlayan ancak en kıytırık sınavda dahi kopya için etrafını dürten” öğrencilerden değildi. Başarılı bir çocuktu, bu yüzden annesi onun futbol sahalarında heba olmasına izin vermiyordu. HF # 68 Buraya kadar her şey “zamanında bıraksalar beni, şimdi Alex’i keserdim ama işte…” sözleriyle başlanan, kendilerince ‘kaybolmuş yetenekler’in klasik hikâyesine oldukça benziyor. Ama Ahmet İlhan’ın yolu daha farklı çizilecekti. O futbolu bırakacak, ama futbol onu bırakmayacaktı. Anadolu Üniversitesi takımında golleriyle göz doldurunca birçok kulübün dikkatini çekecek ve Bozüyükspor’la profesyonel sözleşme imzalayacaktı. Üçüncü kümeden, A Milli Takıma 20 yaş, futbol için çok geç bir profesyonel olma dönemidir. Ahmet İlhan da bilhassa fizik olarak bunun sıkıntısını çekecekti. Zira buradaki hocaları ona “sen üç ay hiç topa dokunma, fitness çalış” diyecek ve onu profesyonel futbolcu seviyesine çekmeye çalışacaklardı. Öyle de olacaktı zira; Ahmet İlhan annesine verdiği “okuma” sözünü tutmuş olmanın rahatlığıyla artık kendi hayallerinin peşine düşecek ve bu uğurda basamakları yedişer, sekizer atlayacaktı! Öyle bir azimdi ki bu, sadece dört buçuk yıl gerekiyordu Ahmet İlhan’a, sadece dört buçuk yıl… Henüz profesyonel futbola yeni adım atmış ve üçüncü küme için bile fizik olarak yetersiz bir oyuncu olarak bakılırken, dört buçuk yıl sonra Türkiye A Milli Takımından davet alacaktı! Önce Bozüyükspor, sonra küme düşen Manisaspor dar geldi onun potansiyeline. Mesut Bakkal’ın Karabükspor’u ile zirveye çok yaklaşan Ahmet İlhan’ın bu “rüyası” yolu, artık büyük takımlardan birine uzanacağa benzer. Hatta belki de Avrupa! Kim bilir… Yerli malı Suarez Aslında onun yeteneklerine bakacak olursak, bu hızlı çıkışın sebebini çok fazla ‘şans faktörü’nde aramayız. Zira oldukça farklı ve iyi bir oyuncudur Ahmet İlhan, özellikle de top taşıma konusunda. Öyle ki “benim” diyen herhangi bir kanat oyuncusunu, onunla 50 metrelik bir depar yarışına sokalım. Ama Ahmet İlhan’ın bir handikabı olsun, onun ayağına bir de top verelim… Yine de birçok rakibini geride bırakabilir! Ahmet İlhan bir dönem santrfor oynamışlığının da avantajıyla, gol sezgileri yüksek bir oyuncu... Bu durum onu kanatlarda oynadığı zaman bile gole yakın tutan bir etken olabiliyor. Dripling halindeyken de şık plaseler çıkarabilen Ahmet İlhan, tipik her işi gören “komple hücumcular” gibidir. Bir nevi Luis Suarez’dir mesela. Kenardaki golcü Dünya futbolunda bu tip oyuncular artık, kullandıkları ayağın ters kanadında oynatılıyor. Sadece “çizgiye insin, içeriye muz orta yapsın” diye bir oyuncuya forma verme devri yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Kötü takımların bile sert bir alan savunmasıyla, çok iyi santrforları olan takımları çözümsüz bırakabildiği bugünün futbolunda, kanatlarda oynayan oyuncuların skora verdikleri katkı hayati önem taşıyor. Profil Daha önceleri santrfor ve daha çok sağ kanat bölgesinde görev yapan Ahmet İlhan da “sol forvet” rolünü üstlendikten sonra rakip kale için çok daha tehditkar bir oyuncuya dönüştü. Çünkü o bahsi geçen top sürme yeteneğiyle içe kat edip, kaleyi çok iyi kullandığı sağ ayağıyla görebilecek ve şut imkanları yakalayabilecekti. Öyle de oldu. Ahmet İlhan ligimizde “kenardaki golcü” modeline en yakın oyuncuların başını çekiyor. HF # 68 Milli takımda neyi değiştirir? Bir Tuncay Şanlı vardı, hatırlarsınız… Hatırlamalısınız çünkü çok zaman geçmedi üstünden. Üstelik o hala milli takımın en golcü ikinci oyuncusu, hatta faaller arasındaki en golcüsü. Oysa hiç santrfor olmadı milli takımda Tuncay, ya da çok az oldu. Daha çok 4-2-3-1’in kanatlarında bilirdik onu ama bir şekilde tabelaya adını yazdırırdı, çoğu da kritik gollerden oluşurdu. Çünkü rakip savunmanın dikkati onun üzerinde değilken, onun dikkati tam o sırada top ve kalede olurdu; o zamanlamayı çok iyi bilirdi… Milli takımın düşüş nedenlerinden biri de işte o Tuncaysızlık… “Bir Hakan Şükür gelmedi” hayıflanması sürerken aslında bir Tuncay’ın da gelmediğini unutuyoruz. Orta sahada kuru ve meraklı bir kalabalık, taç çizgilerine dağılan iki kanat ve şeytan taşlanırcasına top şişirilen, stoperlerin kucağında kalmış bir santrfor… Bu haldeki bir milli takıma karşı rakip savunmalar sadece “sağlık sporu” yaparak bile pozisyon vermeyebiliyor. Çünkü onları meşgul edecek bir sürpriz isim daha çıkarılamıyor. İşte Ahmet İlhan, o sürpriz çıkışları yapabilecek bir nevi Tuncay etkisi yaratabilecek bir isimdir! Profil Belki Tuncay kadar fizik gücüne sahip değil, hava hakimiyetinde de biraz geri kalabilir. Ama top yetenekleri konusunda artıları çok fazladır Ahmet İlhan’ın… Burak Yılmaz’ın çapraz koşularını fırsata çevirip, o boşlukta direkt kaleye akabilecek bir oyuncudur. Keza ters taraftan gelecek bir ortada yine Burak Yılmaz’ı paralel geçen top, onu es geçmeyebilir... Bu bağlamda Ahmet İlhan, milli takım için her şeyiyle “tamamlayıcıdır” aslında. O nedenle HF # 68 “farklı isimler de deniyoruz” kisvesi altında sadece “özel maçların milli oyuncusu” gözüyle bakmayıp, daha uzun vadeli düşünülesi bir fırsattır. Güner Çalış Manisa’da ilk milli maç Gittim, Gördüm, Yazdım A Milli Takım Manisa’da ilk kez sahne aldı. Hayatım Futbol gitti, gördü, yazdı… HF # 68 Son 1 senede gittiğim tüm maçlarda tuttuğum takımın yenildiğini hesaba katarak suçu biraz da kendimde arıyorum. Ama elbet hepsi bana ait değil. Fazla bir beklentiyle gitmediğimiz maç hemen hemen beklenen şekilde, keyifsiz bir şekilde sonuçlandı aslında. Benim evin üniversiteye yakın olması vesilesiyle şehrin girişinde, stadyumunsa şehrin sonuna doğru olmasına rağmen 19.30 gibi yola koyulduk -başlama saati 20.15’ti-. Otobüsle gitgeli anca o kadar işte. İlgiyse beklenildiği gibi yoğundu, A Milli Takımın burada oynadığı ilk maç oluyor. Bunu maçı beraber izlediğim Akhisarlı arkadaşıma sorduğumda, bana İstanbul takımları geldiğinde bile stadın tam dolmadığını söyledi. Dünkü maça gelirsek tamamen dolu olmasının yanında koltuksuz, ayakta duranlar, tek tük merdiven civarında olanlar vardı. Demiryolunu geçip stada gelirken yanımdan ‘maça girsek mi acaba’ muhabbeti yapan ufaklar, bazı biletlilerin yerini alanlar da sanırım onlardı. Bir klasik olduğu üzere saat 8 civarında hâlâ dışarıda 100’e yakın kişi gişeyi beklediğinden, arka kapı açıldı ve bileti olan olmayan oradan girmiş oldu. Bunlar arasında ben de varım, yani parayı boşuna vermiş olduk biraz. Yoğun ilgi olacağı belli olan böyle maçlarda bizim buralar sınıfta kalıyor; bu yazki Galatasaray – Lazio maçında internetten aldığımız bileti teslim almak için 5 saat bekleyip en sonunda yerde bulduğumuz biletle maça girmiştik. Biletlerin bittiği söylenen o maçta karşı tribünün üçte biri falan boştu. Tabi oradaki skandal, bir iki gişe açılmasında ve elle yapılan işlemlerdeydi. Burada biraz stadın koşulları gereği mecburiyet var; yani ancak bu hızla geçiş yapabiliyor. Yine de böyle bir durum var, belirtmeden geçemedim. Çeklerin milli marşından hemen önce Tarzan kapalı tribünde yerimizi almış olduk. Maçın başlamasıyla eş zamanlı da oturma/ oturmama merasimi başladı. Başta söylediğim gibi önümüzde ayakta duran abilere çözüm bulunamayınca düzenli olarak önden arkaya koltukların üzerine çıkmaya başladık. Neyse ki ön koltuktaki ağabeyle biraz muhabbeti kurduk da yalnızca ayağa kalkmakla -koltuğun üzerine çıkmadan yani- yetindi. İkinci golün öncesindeydi sanırım, “Bütün stat ayağa” tezahüratı epey güldürdü. Biraz kara tahta muhabbeti Gittim, Gördüm, Yazdım Felaket sezonlarda bir iki genç oyuncunun parlaması gibi, konuşacak olumlu konular her zaman çıkar. Hâlâ pek bir şeyin değişmemiş olduğunu ve kötü giden süreçteki kazanımların da fazla olmadığını görmek bu yüzden üzücü. HF # 68 Ortada zaten üstüne koyulabilecek sağlam bir temel yokken üst üste gelen mağlubiyetler ile takımın yolunda kötümser bir belirsizlik ortaya çıkıyor. Abdullah Avcı’nın ilk zamanlarında gözüken belli noktalardaki pres, topu kötü de olsa savunmadan düzenli çıkarma isteği gibi belli desenler sanki artık pek görülmüyor. Selçuk’un bu maçtaki sorumluluk alışı bir yana, Arda bağımlılığı ve eski tip alışkanlıkların üzerine koyamamış bir takım tablosu var. Bu yolun kaybedilme durumu bana Aston Villa’nın bu seneki hikayesini hatırlattı, takip edilen takım olunca, haliyle. Liverpool’da 3-1 kazanıp ardından 3 maç içinde gol atamadan 15 yiyen bir takım nasıl oluşabilir? Bir anda çok fazla şey yapmak isteyen hoca, ama bu arada hazır olmayan çok fazla şey ve ani güven kaybı sonucu büyük bir dalgalanma; sonrasında oyun kurgusunda doğan belirsizlik. Türkiye milli takımı Portekiz’i 3-1 yenerken de Hollanda’ya 2-0 yenilirken de yetersizlikleri ve hoca eleştirileriyle beraber bir şeyler ortaya koyabilen bir takımdı. Söylemeye çalıştığım o ki, son zamanlarda ileri gidilen konularda da artık bir şeyler göremediğimiz. Bu durumda, basite geri dönmek lazım. Abdullah Avcı’nın artık karikatürize edilen gurbetçi oyuncu tercihleri, hocanın sistem takımı yaratma isteği ve eğitimini yurt dışında almış oyuncuların bu iş için daha iyi tercih olmalarıyla basit ve olağan şekliyle açıklanabilir. Lakin milli takımlar düzeyinde teknik direktör üzerinden yeni anlayışlar getirmek, gerek çalışma süresi kısıtlılığı gerek oyuncu havuzu darlığı sebebiyle kısa süreli bir iş değil. Üstüne, bu gurbetçi oyuncuların yerine geçtikleri oyunculardan bariz bir şekilde daha iyi olmadıkları söylenebilir. Pek çok milli takım başarıyı kendi liginde başarıyı yakalayan sistem ve aynı takımda oynayan bir oyuncu grubu üzerinden yürütüyorken bizim için de başka çıkar yol görmüyorum. Bu pratik olduğu kadar kendi başına da doğru. İspanyaBarcelona, Rusya-Zenit, 2002 Dünya KupasıTürkiye bir çırpıda sayılan örnekler. Bu kısa vadeli bir çözüm planı olarak anlaşılmamalı. Başarılı futbol yalnızca 4-2-3-1, 4-3-3 gibi favori dizilimler üzerinden gelmiyor; ayrıca, sistem getirme planı bunu doğrudan milli takım ilk 11’i düzeyine yansıtma zorunluluğu içermemeli. En azından şu an, ilk aşamada. Gittim, Gördüm, Yazdım 4-4-2? HF # 68 Takımın 4-4-2 şablonu üzerinden oynaması bence takımın mevcut sorunlarının pek çoğunu törpüleyebilir. İki forvet oynayınca gol makinesi olacağımız yok, lakin bu şekilde takımın bütün olarak ileri çıkışları, geri gelişleri ve oyunu hızlandırmasının iyiye gideceğini düşünüyorum. Yeri bu yazı olmadığından fazla uzatmayacağım fakat kısaca anlatmak gerekirse aşağı yukarı şöyle. Çek Cumhuriyeti ilk yarısında bir kez daha gözlendiği gibi, bu şekilde 3 orta sahanın dizilmesi takımı ne ileriye taşıyabiliyor, ne kanatlardan kontra atak yapılabiliyor ve ayrıca çok önemli olarak takım savunması daha geride başlıyor. Bunda oyunu öne taşıyabilen unsurların azlığı kadar belli oyuncuların yanlış şekilde kullanılması da etkili. Klopp’un Nuri Şahin’in Liverpool’da ofansif orta saha olarak oynamasına şaşırması bir şeyleri açıklamalı. Nuri’nin ilk zamanlar milli takımda da bu rolde denenmesi beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Halbuki takımın en net sorunlarından biri geriden oyun kurma ve oyun dengesini sağlamak iken Nuri’nin oyunu geriden kurabileceği bir platform yaratmak hem oyuncu hem takımın gelişimi için çok önemli olacaktı. Bu şekilde Arda’nın üzerine binen yük, yani oyun kurma rolü de asıl olarak Nuri ve Selçuk/Emre’ye binebilir. Nuri’nin yanında biraz daha öne oynayacak ve agresif bir partnerle sağlıklı bir çift pivot oluşturulabilir ki, Mehmet Topal’a biçilecek rol olarak savunmayı üçlemekten başka bir şey göremiyorum. Bahsettiğim, oyun kurulurken savunmayı üçlemesi ve bekleri öne atması. Aksi takdirde statik orta ikililer oluşturabiliyoruz. İkinci bahsedilecekse yakalanacak uyum ve aidiyet. Gerek sisteme gerekse takımın kendisine aidiyet. Hamit, Selçuk, Arda, Burak gibi takımın kilit isimleri kulüplerinde bu şablon üzerinden oynuyorlar ve hatta savunma hattını oluşturan Fenerbahçe’nin Mönchengladbach karşısındaki oyununu dahi hatırlatabiliriz. Arda’nın forvet arkasındaki oyuncuyu oynayacağı zamanlar da olacaktır ama esasında iki dörtlü blok olarak dizilmenin ve bunu belli doğrularla yapabilmenin pek çok kurgusal bozukluğu çözebildiği açık. Hodgson’a veya Simeone’ye sorun. Çek Cumhuriyeti’nin en iyi oyununu baskı altında oynayabilen bizim hesap garip bir takım olduğunu düşünürsek, eleme maçları öncesi sanırım kazananı olmayan bir karşılaşma oldu. Erman Yaşar Kara Kıta’da Sürpriz Final Afrika Uluslar Kupası Fildişi Sahili, Gana gibi ekiplerin favori gösterildiği turnuvada Nijerya ile Burkina Faso final oynayacak. Finalistlerin son durumlarına ve bugüne kadar gösterdikleri performanslara göz attık. HF # 68 29. Afrika Uluslar Kupası’nda final zamanı geldi çattı. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde düzenlenen organizasyonda sürpriz bir final var diyebiliriz, Nijerya- Burkina Faso. Grup aşamasında aynı grupta yer alan iki takımdan Burkina Faso grubu lider, Nijerya ise ikinci kapatmıştı. Grupta oynanan mücadelede iki takım 1-1 berabere kalırken Burkina Faso beraberliği 90+4’te Alain Traore ile kurtarabilmişti. Çeyrek final aşamasında Nijerya, Fildişi Sahili’ni kupanın dışına iterek büyük bir sürprize imza atarken Burkina Faso da Togo’yu uzatmalarda geçiyordu. Ancak o an için kupanın gol kralı olan Burkina Faso hücumunun her şeyi Alain Traore’nin sakatlanması ve turnuvayı kapattığı haberi büyük bir şok yaratıyordu. Artık Burkina Faso’nun hücumda kozları çok da fazla olmayacaktı. Gözler Dagano ve Pitroipa’ya çevrilmişti ki bu ikili hiç de yabana atılacak oyuncular olmadıklarını Gana karşısında gösterdiler. Birlikte taktik disiplin içinde iyi bir takım kimliğine sahip olduğunu bir kez daha gösteren Burkina Faso, turnuvanın favorilerinden Gana’yı hem de geriye düştüğü maçta penaltılarla eleyerek finale gidiyordu. Diğer tarafta ise Nijerya beklenenden de rahat bir biçimde Mali’yi teslim alıyordu. Hücumdaki Victor Moses, Emmanuel Emenike ve Ideye Brown üçgeni ile coşan Nijerya ilk yarıyı 3-0 önde kapayarak finale göz kırptıktan sonra ikinci yarı da karşılıklı gollerle geçiliyor ve maç 4-1 sona eriyordu. Artık 29. Afrika Uluslar Kupası şampiyonluğu için geriye iki takım kalmıştı. C Grubu’ndan gelen iki underdog, Nijerya ve daha da underdog olan Burkina Faso. NİJERYA Afrika Uluslar Kupası GÜÇLÜ YÖNLERİ: Hücum hattı turnuvanın en güçlü ekiplerinden biri. Emmanuel Emenike, turnuvadaki durdurulması en zor forvet oyuncularından. Sürati, bitiriciliği ve dağıtıcılığı çok etkileyici… Keza Victor Moses için de aynı sözleri söylemek mümkün. Chelsea’nin yıldız oyuncusu şu ana kadar turnuvanın en değerli oyuncularından biri. Rakip savunmaların dengesini bozması, oyun zekası ve hücumdaki sürükleyiciliği Nijerya adına çok değerli. Diğer tarafta Ideye Brown belki Emenike ve Moses kadar çok yönlü ve savunulması zor bir oyuncu değil ama bu üçlünün uçta golle en rahat buluşabilen ismi. Sezon boyunca Avrupa’da kulüp performansı olarak da bitiriciliği ile dikkat çeken Brown, Nijerya’nın hücum gücünü iyice öldürücü kılıyor. HF # 68 Nijerya’nın bir diğer güçlü yönü ise oyunun merkezindeki değerli silahları… John Obi Mikel, Ogenyi Onazi ve Fildişi Sahili’nin fişini çeken Sunday Mba gibi dinamik ve etkili orta saha oyuncularına sahip Nijerya, günümüz futbolunun en önemli noktası orta sahada da gayet güçlü ve dengeli bir takım olarak ortaya çıkıyor. Biraz yaratıcılık sıkıntısı çeken bir orta saha yapısı olsa da dinamizmi ile bu açığı giderebilen bir takım görüntüsündeler. Keza Braga’lı sol bek Elderson Echiejile de takımın bir diğer güç unsuru. Savunmadaki yeteneklerinin yanı sıra kulvarını son derece etkili kullanabilen ideal bir modern sol bek. Hücuma katkısı hem oyun içinde hem de duran toplarda çok yüksek. ZAYIF YÖNLERİ: Nijerya’nın savunması, özellikle de savunmasının ortası yani tandemi finale gelen bir takım için hayli zayıf. Yobo’nun bir kısım söylentilere göre teknik direktör Stephen Keshi ile bozuk olan arası ve bizim bildiğimiz kadarıyla da hafif sakatlığı nedeniyle ilk 11’de yer almadığı takımın savunma göbeğinde Den Haaglı Kenneth Omeruo ve Sunshine Starslı Godfrey Oboabona forma giyiyor. İkisi de savunmayı gözünüzü kapalı emanet edebileceğiniz güveni size verebilen oyuncular değil ve Nijerya zaman zaman savunma göbeğinden çok rahatlıkla delinebiliyor. KİM YILDIZLAŞIR? Victor Moses ve Emmanue Emenike’den birini ayırıp buraya yazmak her ne kadar diğerine haksızlık olacaksa da turnuva dışından beri Nijerya’nın skor yükünü istikrarlı olarak çekişi, rakip yarı alanda ele avuca sığmayışı ve bazuka gibi şutlarıyla şu anda turnuvanın gol kralı olan bir dönem ligimizden de tanıdığımız Emmanuel Emenike finalin de Nijerya açısından en büyük yıldız adayı. BURKİNA FASO Afrika Uluslar Kupası GÜÇLÜ YÖNLERİ: Burkina Faso turnuvadaki birçok takımın aksine bu hattı güçlü, burası zayıf diyebileceğiniz bir takım değil. Tıpkı bir önceki Afrika Uluslar Kupası’nın şampiyonu Zambiya gibi en büyük yıldızları takım oyunu ve taktik disiplin. Elbette takımın uluslarararası anlamda diğerlerine oranla daha kariyerli ve tecrübeli oyuncuları var ama takımın ana karakteri Belçikalı teknik adam Paul Put önderliğinde ortaya çıkan takımdaşlık ve saha içi birliktelik. Finale kadar bunu ortaya koyarken Alain Traore ve Jonathan Pitroipa gibi klas ayaklardan da büyük katkı almışlardı. Ama finalde biri sakat, biri cezalıyken hücum opsiyonları çok kısıtlanacak. HF # 68 ZAYIF YÖNLERİ: Aslında Burkina Faso’nun ideal kadrosu ile çıkabileceği bir finalde tıpkı çok keskin bir güçlü yönü olmadığı gibi çok keskin bir zayıf yönü de olmazdı. Gelgelelim grup aşamasında takımın en etkili hücumcusu Alain Traore’nin turnuvayı kapatmasının ardından yarı finalde haksız bir sarı kart sonucu hücumda takımın tüm hareketliliğinin kaynağı olan Jonathan Pitroipa’nın da cezalı duruma düşmesi, final öncesinde Burkina Faso hücumu için ciddi soru işaretleri yaratıyor. Gerçi Pitroipa’nın haksız sarı kartı için iptal başvurusu yaptılar ama böyle bir karar çıkma ihtimali yine de düşük görünüyor. Takımın hücumunun yüzde 90’ını teşkil eden bu iki klas adam yokken Burkina Faso hücumu final seviyesinde zayıf kalıyor. KİM YILDIZLAŞIR? Burkina Faso için kim yıldızlaşırdan ziyade kim yıldızlaşmak zorunda diye sorabiliriz bu soruyu. Hücumda bu kritik eksikler varken takımın ileri uçtaki en önemli ve en tecrübeli golcüsü olan 32 yaşındaki Mamouni Dagano’nun performansı çok belirleyici olacak. Daha once 60 milli maçta 24 gole imza atan forvet hem tecrübesi hem de soğukkanlılığıyla sürpriz finalistin şampiyonluk hayalleri için müthiş kilit bir noktada duruyor. Uğur Karakullukçu Kış Ortasında Karpuz Yazın nimetlerinden kış döneminde faydalanmak isteyenler karpuz bile yiyebilir, ama fiyatı da ona göre elbette… İşte kış transfer döneminde canı ‘karpuz’ çekenler ve ödedikleri bonservis bedelleri. Transfer Lucas (Sao Paulo > Paris SG): HF # 68 Transferi önceden kesinleşmiş olabilir ancak Lucas Moura, astronomik bonservis bedeliyle Ocak 2013’te Fransa devinin yolunu yeni tuttu. Brezilya’nın en parlak yetenekleri arasında gösterilen 20 yaşındaki Moura için Sao Paulo’ya 40 milyon avro ödeyen PSG, ondan çok şey bekliyor. Santos’un süper yıldız adayı Neymar’la sık sık karşılaştırılan Lucas için Paris de yeni bir sınav niteliğinde. Manchester United’ı reddettiğini defalarca vurgulaması ilerleyen yıllarda ona hatırlatılacak mı, yoksa potansiyeline ulaşıp bir süper yıldız mı olacak, göreceğiz. Willian (Shakhtar > Anzhi): Brezilya’nın önde gelen yeteneklerinin önce Avrupa’nın doğusuna transfer olmasına alışmıştık. Başarılı olduktan sonra Avrupa’nın üst düzey ekipleri yerine daha doğuya gidene ise pek rastlamamıştık. Chelsea’nin ısrarla isteyip alamadığı Willian, Lucescu’nun tüm ısrarlarına karşın kariyeri yerine parayı seçti ve Anzhi saflarına katıldı. Bonservis bedeli 35 milyon avro. Avrupa’nın en iyi ofansif orta sahalarından biri olarak gösterilen 24’lük Brezilyalının tercihi Avrupa dengelerinin değiştiğinin yeni göstergesi. Mario Balotelli (Man City > Milan): Inter’de Milan formasını sırtına geçirecek kadar cesur ve deli oluşundan medyanın ona olan ilgisinin kariyeri boyunca bir an olsun eksik olmayacağı belliydi. Çok değil, mavisiyahlılardan ayrılışından sadece iki yıl sonra arzuladığı kırmızı-siyahlı formayı giydi. Milan’ın da onun gibi bir yeteneğe ihtiyacı vardı. İlk maçında da biri penaltıdan iki gol kaydetmeyi başaran Mario için mali sıkıntılara karşın Mario için 20 milyon avroyu gözden çıkaran Milan’ın ondan çok şeyler beklediği ortada… Taison (Metalist > Shakhtar): Biri gider, biri gelir… Mircea Lucescu’nun Shakhtar’ı, Willian’ın gideceğini öngörerek tabiri caizse eşeği sağlam kazığa bağladı ve yurt içinden en gösterişli oyunculardan biri olan Taison’a tam 15,2 milyon avro sayarak kadrosuna kattı. Metalist’teki performansıyla büyük dikkat çeken 25 yaşındaki Brezilyalının vatandaşı Willian’dan boşalan sol tarafa yerleşmesi bekleniyor. Alexander Pato (Milan > Corinthians): Transfer Balotelli’nin finansmanını sağlayan transfer... Henüz birkaç ay önce PSG tarafından ısrarla istenen, 30 milyon avroluk tekliflerden bahsedilen Pato, Brezilya’ya dönmek isteyince Milan 15’e razı oldu. Uzun süredir sakatlıkların pençesinde olan 23 yaşındaki yetenek, kendini tekrar ispatlayarak 2014 Dünya Kupası’nda yerini ayırtmaya çalışacak. HF # 68 Daniel Sturridge (Chelsea > Liverpool): Chelsea’nin parlak yaz transferleri sonrası istediği rolü alamayan ve sözleşmesinin sezon sonu bitmesi sebebiyle eli güçlenen Sturridge, 15 milyon avroluk bonservis karşılığı Liverpoollu oldu. İngiliz oluşu sebebiyle Kırmızılar’ın Adalı kontenjanına da katkı veren Sturridge, yaptığı başlangıçla Suarez’in yardımcılığına soyunacağının sinyallerini verdi bile. Chris Samba (Anzhi > QPR): Herkes gider Mersin’e, QPR gider Anzhi’ye… Paralı transferlerin adresi Anzhi’nin kapısını çalıp 15 milyon avroluk teklifle Samba’yı Premier League’e döndüren QPR, oyuncuya da haftalık 100 bin pound vererek devre arasının en absürt transferlerinden birine imza attı. Mali disiplin konusunda kayışı koparan QPR’ın ligde kalmak için Samba’nın iyi performansına ihtiyacı var. Yann M’Vila (Rennes > Rubin Kazan): Çok genç yaşta yaptığı büyük çıkışla Fransa A Milli Takımı’na terfi eden, adı Ada devleriyle anılmaya başlanan M’Vila, bir türlü gerçekleşmeyen transferi, saha dışı sorunları ve formsuzluğuyla Rennes’de gözden düştü ve kadrodan kesildi. Yaz dönemi Arsenal’e transfer olamayınca piyasası düşen M’Vila, kış döneminde 12 milyon avro karşılığı Kazan’ın yolunu tuttu. Wilfried Zaha (Crystal Palace > Man United): Transfer Arsenal’in uzun süre istediği Zaha, bir transfer krizine yol açmasının ardından olaylı bir şekilde Manchester United’a imza attı. 11 milyon 750 bin avro gibi hatırı sayılır bir bonservis bedeline karşın Palace taraftarları onun ayrılığından memnun olmazken, Zaha bu potansiyelini Sir Alex Ferguson önderliğinde performansa dönüştürmeye çalışacak. HF # 68 Mateo Kovacic (Dinamo Zagreb > Inter): Yetiştirdiği genç yetenekler henüz 20 yaşına dahi gelmeden kapışılan Dinamo Zagreb altyapısının son mezunu Kovacic, 11 milyon avro karşılığında Interli oldu. Mavi-siyahlılar bir başka Hırvat yetenek Marko Livaja’yı ise Atalanta’ya tecrübe kazanması için kiralarken, teknik patron Stramaccioni’nin Kovacic’i geleceğin Inter iskeletinde düşündüğü söyleniyor. Emre Özcan Zemanlandia’nın Sonu İtalya Zdenek Zeman yine sıradışı bir takım oluşturdu ancak kaderi değişmedi. 65 yaşındaki teknik adam görevinden ayrıldı ve Roma’da Zemanlandia devri bitti. HF # 68 Geçtiğimiz sezon Pescara’yla Serie B’de gösterdiği büyük performans sonrası kendisini 1990’ların sonundaki şatafata benzer bir şekilde Roma’da bulan ve belki de son büyük takım denemesini keyifle yapan Zeman, kariyerinin büyük bir bölümünde olduğu gibi bir kulüple daha sezon bitiremeden görevden alındı. Takımdan kovulmasına sebep olan nedenler yine benzer fakat ikinci Roma devri gösterdi ki kendisi kabul etmese de Zdenek Zeman değişmeye çalıştı fakat takımı bunu başaramadı. Kızılyıldız’daki başarısızlığı sonrasında futboldan iyice uzaklaşan ve artık ilgisini golfe verip sakin bir hayatı seçen Zeman’ın kaderi aslında bir davet sırasında tanıştığı Pescara başkanından gelen telefonla değişti. Teknik direktörsüz kalıp Çek teknik adama sarılan Daniele Sebastiani, bu pratik düşüncesinin karşılığını Serie A’ya çıkan takımıyla aldı. Pescara’da Marco Verratti, Lorenzo Insigne ve Ciro Immobile başta olmak üzere nüvesi yetenekli gençlere dayalı bir kadroya istediği futbolu oynatmayı başaran Zeman’ın işiyse bir sonraki aşamada elbette o kadar kolay görünmüyordu. Mantıklı seçim Zeman’ın Roma tercihi tartışmalı ama anlaşılır. 90’lı yılların sonunda gelmeyi başardığı Roma, kariyerinin zirvesiydi ve 65 yaşındaki bir adam için bir daha böyle bir fırsat gelmeyebilirdi. Pescara’daki gençlere üşüşen büyük kulüplerle orada bir devamlılığı sağlamak da mümkün görünmüyordu ve Verratti başta olmak üzere oradaki yeteneklerin hepsi Serie A ve dışarı dağıldı. Kaldı ki Pescara’daki performansı süresince üç merkez forvetli klasik 4-3-3’ünden biraz vazgeçtiği görülen, savunma önünde günün modasına uygun teknik bir ayak kullanarak oyunu merkezden kuran ve her zamanki gibi pas oyunuyla fazla ilgilenmeden direkt gole giden, presçi bir takım yaratan Zeman’ın bir üst kademede yeni tonuyla başarılı olma ihtimali de vardı. İtalya Yine savunma problemi HF # 68 Ama olmadı. Futbol fikrini daima oyuncuların ve taraftarların istediği, en çok hoşlandığı mantalite yani hücum üzerine kuran Zdenek Zeman’ın sisteminde ortaya çıkan nüanslar, profil düşüren Serie A’da da yeterli değildi. Savunma çizgisini eskisi kadar öne çekmiyor, zaman zaman takımı maçların belirli periyotlarında geriye yaslanarak oynamaya çalışıyordu. Bunda sezon başından beri fazla gol yiyen Roma’da savunma eleştirilerinin katkısı kuşkusuz çoktu. Zdenek Zeman da Luis Enrique’nin en çok düştüğü hatalardan biriyle savunmada doğru kurguyu bulmak için çok fazla deneme yaptı ve bu da stabil olamayan bir Roma savunması ortaya çıkardı. Sezona kötü girişten sonra özellikle genç Brezilyalı Marquinhos’u iki bekte de denedikten sonra tandeme, Leandro Castan’ın yanına monte eden hoca doğru ikiliyi buldu. Castan’ın önde hamleli adam kontrolüyle Marquinhos’un merkez orta saha orijininden gelen muazzam top tekniği güzel bir ikili oluşturdu ve savunma eleştirileri Kasım ayında tempoyu düşürmeye çalışan bir Zeman ortaya çıkardı.Fakat Roma bir türlü stabil bir oyun anlayışına erişemedi ve ana mantalite zamanla tekrar takıma hakim oldu. Zincirleri kırılmadan tutmak bir Zeman takımı için elbette pek kolay değildi. De Rossi ve sorunlar Francesco Totti’nin Roma efsanesi olması ya da Erik Lamela’nın takımın en büyük potansiyeli olduğu doğru saptamalar olabilir ama Roma’nın en değerli futbolcusu çok uzun süredir Daniele De Rossi ve Zeman’ın onunla olan netameli ilişkisi de takımın futbolunu ziyadesiyle etkiledi. Orta sahada yeni transfer Michael Bradley’ye çok güvenen ve bunun karşılığını da alan Zeman, Amerikalı oyuncunun yanında ağırlıklı olarak 22 yaş altı üç oyuncu Pjanic, Tachtsidis ve Florenzi’yi tercih etti. Daniele De Rossi’nin aldığı süreler kısıtlandı ve Zeman bu durumu İtalyan oyuncunun kendisini takımın içinde görmemesiyle açıkladı. De Rossi için her zaman çok önemli diyen hoca buna karşın oyuncuya takım içinde böyle bir rol biçemedi. Bu, fazlasıyla ham orta sahası, pas oyunuyla fazla ilgilenmese de direkt futbolu ve oyunu karşı alana yıkmak için sürekli topu isteyen ana plan için büyük bir problemi de beraberinde getirdi. İlk 23 hafta içinde Roma orta sahası ligin en az top kazanan üçüncü takımıydı ve Roma’nın futbol gerçeğini direkt bir şekilde tehdit ederek ekibi zayıflatan bu durumun önüne bir set çekilemedi. İtalya Gençler bu sefer yaktı HF # 68 Doğruluğu tartışmaya fazlasıyla açık olabilir ama Zdenek Zeman’ın genç fetişinin altında gerçek bir futbol düşüncesi yatar. Çek teknik adam fazlasıyla aykırı isteklerle bezeli sisteminin henüz yaş, kemikleşmemiş genç beyinler tarafından daha çabuk kavranacağını ve ihanete uğramayacağını düşünür. Pescara’da Serie B’nin kanıksanmış kurtlarıyla değil de fazlasıyla genç bir çekirdekle son yılların en aykırı takımlarından birini yaratmasında bunun etkisi kuşkusuz büyüktür. Zeman Roma’da da ana rotasyonu tamamen gençleştirdi. Savunmada 18 yaşındaki Marquinhos’la birlikte iki bek Piris ve Dodo, orta sahada Pjanic, Tachtsidis, Florenzi üçlüsü, hücum hattındaysa Erik Lamela, Mattia Destro. Deneyimin ve taktik bilgi/olgunluğun her zaman geçer akçe olduğu bir ligde bunu denemek kuşkusuz büyük bir riskti ve Zeman bu denemesinin karşılığını Pescara’nın aksine istediği şekilde alamadı. Vasata dönüş Zdenek Zeman kovulduğunda Roma 49 golle beklendiği gibi Serie A’nın en golcü takımıydı. Ama Juventus’un 48, Napoli’nin de 45 gol attığı 23 haftalık periyotta bunun nasıl bir hücum başarısı olduğu elbette tartışmalı. Yenen 42 golse Serie A’nın en zayıf takımı Pescara’dan sonra ligin en kötü ikinci savunmasını ortaya çıkardı ve böyle bir performansla zirvede Şampiyonlar Ligi hedefini tutturmak bile pek mümkün değildi. Zeman’ın takımı başarısız mı? Buna evet cevabını düşünmeden vermek mümkün olabilir ama kulübün son iki sezonu, transfer dönemleriyle birlikte ele alındığında beklentilerin biraz yüksek tutulduğunu söylemek de pek aşırılık sayılmaz. Oyuncularından çokça yapamayacağı şeyler istemesiyle ve bezdirici antrenman sistemiyle şöhret yapan Zeman’ın söz geçirmesinin pek mümkün olmadığı orta-üst seviyeli oyuncularla bezeli zirve takımlardan ziyade düşük profilli ekipler hoca için hep daha doğru oldu (Foggia, Avellino, Pescara) ve muhtemelen bundan sonra da öyle olacak. Zeman’ı bir daha Serie A’da görecek miyiz? Buna evet cevabını vermek sahip/başkan modelleriyle teknik adamlar konusunda çok daha sabırsız İtalya’da pek kolay değil. Ama Zeman açıkladığı gibi istifayı kesinlikle düşünmüyor. Belki biraz daha golf ve aileyle geçecek birkaç yıl sonrasında kendisini bir başka tesadüfle tekrar buralarda görürüz. Oynattığı keyifli futbolla bunu dilemek bir futbolsever için normal olan ama özellikle Fenerbahçe’yle birlikte başlayan ve son 13 yılda hiçbir kulüpte ikinci seneyi göremeyen Zeman’dan patronların diledikleri de biraz farklı ve onların da haklılık payını es geçmemek gerekiyor. Emre Çelik İspanya’nın kaybettiği savaş İspanya “Bütün insanlar eşittir ama bazıları daha da eşittir.” Daha kötüsü ise bazı insanların kendilerini daha fazla eşit zannetmeleridir. Tıpkı ırkçılık vakalarında olduğu gibi... HF # 68 Pazar günü Atletico Madrid ve Real Betis arasında oynanan müsabakanın ardından Vicente Calderon tribünlerinde Joel Campbell’a yönelik yapılan ırkçı saldırının ardından ne RFEF, Atletico Madrid’e herhangi bir ceza verdi, ne bu olay gazetelerde sayfalarca yer aldı. Fakat bu durum İspanya için çok da sıra dışı değil. Hatta, İspanya’da ırkçılık için yapılabilecek en iyi tanımı Bernabeu’da oynanan El Clasico’da kendisine yapılan ırkçı saldırının ardından Dani Alves yaptı: “Irkçılık, İspanya’da kaybedilmiş bir savaştır.” Haklıydı da... Samuel Eto’o, Emmanuel Adebayor, Marcos Senna, Jimmy Floyd Hasselbaink, Christopher Ohen, Romario ve Jose Luis Chilavert gibi onlarca isim tribünlere karşı giriştiği bu savaşı daha önce defalarca kez kaybetmişti. Eto’o denedi ama… Samuel Eto’o, 8 sene boyunca muhtelif stadyumlarda maruz kaldığı ırkçı tezahüratların ardından Şubat 2005’te La Romareda’da oynanan maçta taraftarın maymun sesi çıkarmasından dolayı patlayarak “buraya kadar” diyerek maçı terk etmek istemişti. Maçın hakemi Esquinas Torres, Eto’o’yu son anda ikna etmeyi başardı. Hatta olay, Barcelona maçı olmasının da etkisiyle, alışılmışın dışında yankı uyandırdı. Eto’o, “La Romareda 1 sene kapatılmalıydı” dese de RFEF, 9 bin avroluk sembolik bir ceza kesti. Dahası Diego Milito başta olmak üzere birçok isim Eto’o’yu olayları abartıp ortamı gereğinden fazla gerdiği sebebiyle suçladı. Hâl böyle olunca da Eto’o da bu savaşı, en azından İspanya’da kaybettiğini anladı. İşin İspanya açısından daha çirkin yanı ise Eto’o’nun İtalya’da ırkçı saldırıya uğramasının ardından İspanyol medyasında yer alan “Orada da oluyor” temalı suçu suçla örtme haberleri oldu. Eto’o’ya La Romareda’da yapılan saldırıda dikkatleri çeken başka bir olay ise Kamerunlu santrforun tribünlere, Zaragoza’nın siyahi stoperi Alvaro’yu işaret ederek “Sizin de siyahi oyuncunuz var” mesajı vermek istemesiydi. Fakat Eto’o bunun işe yaramayacağını Camp Nou’da Osasuna forması giyen Pierre Webo aleyhine yapılan saldırıda açıkça öğrenmişti. Dahası Eto’o aynı zamanda savaşı kaybetmekle kalmadı, diğer birçok isimde olduğu gibi savaşta yenik düşmek Eto’o’nun İspanya’da olaya bakış açısını da değiştirdi. O dönem milli takımın başında bulunan Luis Aragones’in Jose Antonio Reyes ile yaptığı ve Thierry Henry’ye ten renginden dolayı hakaret, hatta küfür ettiği konuşmasının basına sızmasının ardından Eto’o, eski hocası Luis Aragones’e sahip çıkacaktı. Çünkü bu durum İspanya’da oldukça normaldi, hatta olması gerekendi. Aragones’in sözleri ırkçılıktan muzdarip Eto’o’ya göre bile ırkçılık sayılmadı. RFEF ise olaya ‘UEFA el atmasın’ mantığıyla 3 bin avroluk sembolik bir ceza kesti. Kamerunlu yıldız Samuel Eto’o, İspanya’da ırkçılık mağduru olan isimlerin başında geliyor. İspanya “Madrid’de zenci istemiyoruz” HF # 68 Eto’o’nun ırkçılıkla sürdürdüğü savaşta yenik düşmesi her ne kadar acı olsa da ırkçılık, İspanyol taraftarlarının sadece rakip takım oyuncusunu oyundan düşürmek için başvurulan bir yöntem değil. Real Madrid’in aşırı milliyetçiliğiyle tanınan meşhur taraftar grubu Ultra Sur’un kendisine yaptığı ırkçı saldırının ardından “Samuel Eto’o gibi benden çok daha büyük kariyere sahip isimler bile bunun önüne geçemezken ben hiçbir şey yapamam” diyen Emmanuel Adebayor, bunu direkt olarak yaşayanlardan. Ultra Sur’un tarihteki tek hedefi de Adebayor değil. Grup, Luis Cunningham ile başlayıp günümüze kadar süren dönemde defalarca kez kendi oyuncularına da çirkin bir biçimde saldırmaktan çekinmedi. Ultra Sur, 1995’te transfer edilen Freddy Rincon için Santiago Bernabeu’ya “Madrid’de zenci istemiyoruz” pankartı asarak oyuncunun 1 sene sonra deyim yerindeyse kaçmasını bile sağladı. Paraguay’ın ünlü kalecisi Luis Chilavert de İspanya günlerinde ırkçılığa maruz kalmıştı. En azından 90’larda Oladimeji Lawal, Christopher Ohen, Mutiu Adepoju ve Felix Dja Ettiene’in başına geldiği gibi, siyahi oyuncuların takım arkadaşları tarafından bile hastalıklı bir gözle yaklaşıldığı dönem geride kalmış durumda ama Ultra Sur da örneklerden anlaşılacağı üzere tek değil. Eto’o’ya maymun benzetmesi yapan La Rosaleda ahalisinin kendi oyuncuları Jose Luis Chilavert’e saldırması ve Javier Clemente’nin Real Sociedad’ı çalıştırdığı dönemde oyuncusu Victor Bonilla’yı aşağılaması başta olmak üzere bu tip örnekler de La Liga tarihinde fazlasıyla mevcut. İspanya İşin bir seviye daha mide bulandıran kısmı ise İspanya’da top koşturmuş bazı siyahi oyuncuların bile diğer siyahi oyunculara yapılan ırkçı saldırıda bulunan spesifik kişi ve grupları desteklemesi. Tıpkı 2005’te Santiago Bernabeu’da oynanan Racing Santander maçının ardından Ultra Sur’un lideri Jose Luis Ochaita’ya formasını hediye eden Roberto Carlos’ta olduğu gibi. Roberto Carlos, dönemin Madrid Göçmen Bürosu Müdürü Tomas Vera’nın “ırkçı manyak” olarak nitelendirdiği Jose Luis Ochaita’ya forma hediye etmesinin ardından “grubun ırkçı olduğunu bilmiyordum” gibi pek inandırıcı olmayan bir özür dilese de sabıkasında yer alan tek olay da bu değil. Paraguay ile oynanan bir maçta Jose Luis Chilavert’i de ırkçı bir dille aşağılayan Carlos, FIFA tarafından da bu olaydan dolayı 3 maç cezalandırılmıştı. HF # 68 Irkçılığa göz yumuluyor Bütün bu vakalarda ceza vermesi gereken kurum olan RFEF ise ırkçılık suçundan dolayı ceza alan bir kurumun ötesine pek de geçememiş durumda. Tıpkı UEFA’nın, EURO 2012’de İtalya ile oynanan maçta İspanyol taraftarların Balotelli’ye yönelik ırkçı tezahüratlarının ardından verdiği 20 bin avroluk cezada ve FIFA’nın 2004’te İngiltere ile oynanan ve Shaun Wright-Phillips başta olmak üzere bazı oyuncuları hedef alan saldırının ardından RFEF’i kınamasındaki örneklerinde görüldüğü gibi... Zaten geçtiğimiz sezon Cornella El Prat’ta tribünlerin Dani Alves’e maymun benzetmesi yaptığı çirkin saldırının ardından Espanyol Başkanı Ramon Condal’ın bütün dünyanın televizyonları başında duyduğu bu olay hakkında “Ben bir şey duymadım. Aksine taraftarlarımız muhteşemdi” açıklaması da taraftarların yanında futbolu yöneten isimlerin de ırkçılığa bakış açılarını, daha doğrusu ırkçılığı yok saymalarını, özetler nitelikte. Yönetim kademesinin yanı sıra basın için de aynı şeyler hemen hemen geçerli. Marca başta olmak üzere neredeyse bütün medya organları, zamanında Luis Aragones’e verdiği destekle bunu ortaya koydu. Bir başka örnek ise olayın İspanya için vahametini, sadece söz konusu İspanya Milli Takımı olduğu zaman ırkçılığın maruz görülmediğini ortaya koyuyor. Eski bir Real Madrid efsanesi Michel’in televizyonda yorumculuk yaptığı dönemde siyahi oyuncular maç esnasında hata yaptığı zamanlarda oyuncuyu alaycı bir dille eleştirmesi dikkatleri çekmiş, az sayıdaki ırkçılık karşıtı gruplar tarafından dile getirilmişti. Fakat trajikomik bir biçimde izleyicilerin çoğunluğu Michel’in yaptığı bu “şakaları” eğlenceli olarak değerlendirdi. Aslında İspanya’da kaybedilen bu savaşı sadece futbol sahaları ile de sınırlandırmak doğru değil. Futbolda dünyanın zirvesine yerleşmiş İspanya’da, “Modern Futbol”un ırkçılık söz konusu olduğunda modernizmden nasibini aldığını söylemek yanlış değil fakat ırkçılık İspanya’nın genel problemlerinden biri. Zaten El Clasico’da Alves’e yapılan ırkçı saldırıdan 3 gün önce Birleşmiş Milletler’in İspanya’yı uyarıcı nitelikte bir açıklama yapması da olayı ironik kılıyor Muhtemelen Ku Klux Klan’ın kurucuları, örgütü ABD dışında kurmak zorunda kalsalardı İspanya’yı seçerdi. İspanya Tek kazanan ırkçılık değil! HF # 68 İspanya’da ırkçılığa karşı verilen bu savaşın bir kazananı daha var: Rayo Vallecano’nun, kendilerini anarşist olarak tanımlayan efsanevi grubu Bukaneros. Zaten grubun efsanevi olmasının sebebi de İspanya’da ırkçılığa karşı savaşıp tek galip gelen tribün grubu olmasından kaynaklanıyor. Grup, 1997 senesinde ligde oynanacak Osasuna maçından önce “ırkçılığın sadece futbolda değil, hayatta kara bir leke olduğunu” belirten bir bildiri hazırladı ve Vallekas’ta oynanan maça 50 civarında göçmeni davet etti. Kampanya sadece Osasuna maçıyla da sınırlı kalmadı. Bukaneros, o maçtan itibaren İspanya’nın yüzkarası olan bu sorunla her platformda savaş vermeye devam etti ve gelenekselleşen “ırkçılık karşıtı konferanslarının” ilkini o sene düzenledi. Bukaneros sonunda da sesini duyurmayı, Avrupa’yı da etkilemeyi başardı. 2000 senesinde de UEFA, Bukaneros’un bu çabasını takdir ederek 2001’de Anthony Baffoe ile röportajla başlattığı, günümüzde “say no to racism” kampanyası ile devam eden ırkçılık sorunu için farkındalığı artırmaya yönelik çalışmalarına start verdi. Hatta Rayo Vallecano’yu da 1999/2000 sezonunda La Liga’da 9’uncu olmasına rağmen UEFA Kupası’na davet etti. Fakat her ne kadar Bukaneros yıllardır İspanya’da savaşını sürdürmeye devam etse de gruba destek veren diğer taraftar gruplarının sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Fırat Topal Sombrero’lu El Turco Profil Elinde tesbihi, Kurtlar Vadisi’nden fırlamış takım elbisesi ve kılığıyla tam bir ‘mahalle abisi’ görünümündeki Antonio Mohamed bütün bunları Türkiye’den çok uzaklarda, Meksika’da yapıyor. İşte Amerika kıtasının en renkli simalarından birisi, Meksika’nın “El Turco”su... HF # 68 1970 yılında Buenos Aires’te dünyaya geldi Mohamed. Ailesinin kökeni Suriye’ye dayanıyordu ve bu yüzden de Arjantin başkentinde alışılageldik bir sima değildi. Güney Amerika halkı,bir nevi Türkleri Arap, Türkiye’de konuşulan dilin de Arapça olduğunu varsayan Avrupalıların tersine, uzun süredir bu coğrafyada hüküm sürmüş Osmanlı Devleti’nin herkese ezberlettiği “Türk” kelimesi sebebiyle Arapları da aynı kökenden sanıyordu. Kendisine verilen “El Turco” lakabında bu kabulün önemli rolü vardır. Kariyerine başkentin takımlarından Velez Sarsfield’de başladı Mohamed, 17 yaşına geldiğinde profesyonel futbolculuğa adım atmak için Buenos Aires’in bir başka takımı Club Atlético Huracán’a transfer oldu. Huracan 72 yıl aralıksız Arjantin Primera Ligi’nde oynadıktan sonra 1986 yılında tarihinde ilk kez B Ligi’ne düşmüştü. 1988 yılında Mohamed takıma katıldı. Takım 1989/90 sezonunda ligi ilk sırada tamamladı, hem de son 3 yılın puanlarının göz önüne alınarak yapılan Primera’ya yükselme klasmanında ilk sıradaydı. 35 lig maçında oynayan Mohamed 13 gol atmıştı ve 20 yaşında Arjantin futbolunun en üst kademesine adım atmış oldu. Forvetteki partneri Sergio Saturno da 16 golle önemli bir katkı sağlamıştı. Bu ikili Primera’daki ilk maçlarında Mandiyu ile 2-2 berabere kalırken de birer gol attılar. Onlar gol atınca takım kazanabiliyor, atamadığında ise mağlubiyet kaçınılmaz oluyordu. Apertura’da 20 gol atan Huracan’ın sadece 3 golü bu ikiliden başka bir oyuncu tarafından kaydedilmişti. Clausura’da ise ikilinin performansı düşerken takım arkadaşları skora katkı yapmaya başlamıştı. Mohamed sadece 2 gol atabilmişti. 22 yaşındaki Boca’lı Gabriel Batistuta 11 golle bu devreyi gol kralı olarak kapattı. 1991 Copa America ve sonrası Batistuta ve Mohamed 1991’de Şili’de yapılacak Copa America için Alfio Basile tarafından Arjantin milli takımına çağırıldılar. Batistuta şampiyon Arjantin’de 6 golle turnuvanın gol kralı oldu. İtalyan kulübü Fiorentina onu Boca’dan kaptı, Boca Juniors yöneticileri de 21 yaşındaki Antonio Mohamed’i La Bombonera’ya kiraladılar. Ancak ne Boca’da ne de oradan transfer olduğu Independiente’de başarılı olamadı ve onu asıl üne kavuşturacak ülkeye Meksika’ya, Toros Neza takımına transfer oldu. Takım Meksika 1.Ligi’ne henüz yükselmişti. 1997’de Meksika şampiyonluğu için Guadalajara ile final oynayıp kaybettiler, kupada da Cruz Azul’a finalde kaybetmişlerdi. 1998’de Monterrey’e transfer olduğunda Toroslar, giydiği 11 numarayı emekliye ayırdı. Ardından beş Meksika kulübünde daha oynadı ama asla Neza günlerine dönemeyip kariyerini 2003 yılında noktaladı. Profil Erken hocalık ve zirveye yürüyüş HF # 68 2003 yılında, henüz 33 yaşındayken futbolcu olarak son kez hizmet verdiği kulüp olan Club Zacatepec’de teknik direktörlük kariyerine başladı El Turco. 2008 yılına kadar Meksika kulüplerinin kulübesindeydi ve iki kez farklı dönemlerde profesyonel futbola başladığı Huracan’ın başına geçti ama başarılı olamadı. Bunlardan ikincisinde takım B Ligi’ndeydi ve yerine Osvaldo Ardiles getirilmişti. 2008’de Club Atlético Colón, River Plate ile futbolculuğunda 10 şampiyonluk yaşamnış Leonardo Astrada’yı kovup onu göreve getirdi. Mohamed, Colon’u alt sıralarda alıp 2009 Clausura’da zirveye oynayan bir takım haline getirdi. Ancak 2009/10 Apertura’da alınan kötü sonuçlar sonucu görevden ayrıldı ve 20 Eylül’de ligin son sırasındaki Independiente’ye imza attı. Takım Clausura’da 6. olmuştu ama daha önemlisi göreve geldiğinde Copa Sudamericana’da son 16’ya kalmış takımı şampiyonluğa taşımasıydı. Kıta çapında en büyük 2. kupayı kazanması onun ününü artırdı zira Independiente 2002’deki Apertura şampiyonluğundan sonra ilk kez kupa kaldırmıştı. Avellaneda’da oynanan ve Independiente’nin penaltılarla kazandığı kupa sonrası stadyumda nerede ise herkes ağlıyordu. Ancak bu mutluluk çok fazla sürmedi. Ligde bir türlü belini doğrultamayan Independiente alt sıralara demir atınca, Eylül 2011’de, 1-0’lık Boca Juniors mağlubiyeti sonrası, taraftarların da soyunma odası ve antrenmanları basma noktasına kadar gelmesi sonucu Mohamed istifa etti ve hiç vakit kaybetmeden Meksika Apertura Ligi’nde 17. sırada olan Club Tijuana’nın başına geçti. Ligi 15. sırada bitirdiler ve Clausura’da da 7. olup şampiyonluk play-off’una kaldılar. 2012/13 Apertura’da ise Mohamed teknik direktörlük kariyerinin ilk lig şampiyonluğunu yaşadı ve 2007 yılında kurulmuş Tijuana’yı tarihinin ilk şampiyonluğuna ulaştırdı. 4 maçın geride kaldığı Clausura Ligi’nde de puan kaybı yapmadan Tigres ile zirveyi paylaşıyorlar. 2013 Libertadores Kupası’nda Brezilya’dan Corinthians, Bolivya’dan San Jose ve Kolombiya’dan Millionarios ile aynı grupta mücadele edecekler. Menajeri onu aradığında Mohamed, Pep Guardiola ile teknik-taktik üzerine yaptığı bir görüşme sonrası bir yemek yiyordu ve ilk sorusu “Tijuana nerede?” olmuştu. Bilmeyenler için söyleyelim Tijuana Meksika’nın kuzeybatıdaki en uç noktası ve San Diego’ya sadece 25 kilometre uzaklıkta bir sınır şehri. Takımda 5 Birleşik Amerikalı futbolcu forma giyiyor. Profil Oğlu Faryd’in uğruna HF # 68 2006 yılındayken, Mohamed oğlu Faryd ile beraber Almanya’daki Dünya Kupası’nı izliyordu. Ancak geçirdikleri trafik kazası 6 yaşındaki Faryd’i ondan aldı. Mohamed de bacağını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı ama hayata tutundu. “Faryd benim hayata devam etmemi isterdi” diyor. Medya onun River Plate’in başına geçeceği dedikodularını konuşuyor, zira ailesi halen Buenos Aires’te yaşıyor. Meksika kulüpleri genelde Libertadores Kupası’nı, asla kazanamayacakları bir yarışma ve zaman kaybı olarak gördüklerinden yerel lige daha çok önem veriyorlar. Mohamed çıkışta olan hocalık kariyerinde elbette daha üst düzey bir kulüpte görev almak isteyecektir. Tabii lakabı sadece elindeki tesbih ve kıyafetlerinden değil mizacından da geliyor. Colon’un başındaki ilk günlerinde, küme düşme hattından kurtartmaya çalıştığı takımı Estudiantes maçında lehine çalınması gereken bir penaltıdan olunca sahaya dalmış ve hakem Héctor Baldassi ile takışmış sonra da basın toplantısında özür dilemeyi düşünmediğini belirtmişti. Independiente’nin başında iken Quilmes’in hocası olan Ricardo Caruso Lombardi ile uzun süren bir söz düellosuna girmişti.Meksika Ligi’nde Irapuato forması giyerken, o yıllarda Club America top koşturan Ivan Zamorano’nun bir “hanım evladı” olduğu yönündeki sözleri basına yansımıştı. Bize yabancı olmayan bir coğrafyadan çıkmış, ismiyle soyadının arasına “Türk” lakabını koymuş Antonio Mohamed’in bir gün Türkiye’ye yolu düşer mi, göreceğiz. Türk futbolunun saha kenarında bir başka Polat Alemdar’a ne kadar ihtiyacı var, bunun cevabı size kalmış. Alper Öcal Geleceğin Latin Yıldızları Turnuva 20 Yaşaltı Güney Amerika Şampiyonası Kolombiya’nın zaferiyle sona ererken geleceğin Messileri, Falcaoları, Cavanileri, Patoları gibi gençlerin keşfine çıkalım. HF # 68 Arjantin’de düzenlenen 20 Yaşaltı Güney Amerika Şampiyonası kıtadaki en yetenekli genç futbolcuların resitallerinin yanı sıra, sürprizleriyle de Avrupa futbolunda devre arasını yaşayan futbolsuz günlere ilaç gibi yetişti. elenerek hayal kırıklığı yaratırken, 2013 yazında Türkiye’de düzenlenecek FIFA 20 Yaşaltı Dünya Kupası’na katılma hakkını da kaybetti. Paraguay, Şili ve Uruguay ise şampiyon Kolombiya ile birlikte Türkiye biletini kapatan ekipler oldu. Kolombiya favoriler arasında olmamasına ve 2005 yılında şampiyon olan Falcao, Valencia, Guarin, Rodallega, Zapata, Zuniga gibi yıldızlarla dolu jenerasyona göre düşük profilli bir takımla Arjantin’e gelmesine rağmen turnuvayı şampiyon kapattı. Kıta futbolunu domine eden Brezilya ve Arjantin ilk turda Gençlik turnuvalarını özel ve izlenebilir kılan, ileride süperstar olabilecek yıldız adaylarının doğuşuna şahit olmak. Messi, Falcao, Cavani, Pato gibi pekçok uluslararası star ilk adımlarını bu turnuvada atmıştı. İşte 93-94 jenerasyonunun sivrilen ve beklenen çıkışı yapamayan yeteneklerinden oluşan altın 11. Cristian Bonilla (Kolombiya) Bonilla takımı Kolombiya’nın sadece kalecisi ve kaptanı değil aynı zamanda uluslararası sahnede bu jenerasyonun en tecrübeli ve istikrarlı isimlerinden. 2009 Güney Amerika U17 ve 2011 FIFA Gençler Dünya Kupası’nda son dörde kalan takımın kalesinde dikkat çekmişti. 2011 yılında, Toulon Turnuvası’nda şampiyon olan takımın da as kalecisi ve kaptanıydı. Finalde kurtardığı iki penaltıyla da kahramanlaşmıştı. Manchester City onu transfer etse de ülkesine geri döndü. Bu turnuvaya aslında Paraguay maçında yaptığı fahiş hatalarla başlasa da sonradan toplardı. Bilhassa cepheden sergilediği performans, duracağı yeri iyi bilmesi ve güçlü refleksleriyle dikkat çekti. Savunmasını da sürekli konuşarak yönetti, liderlik etti. Çizgiye biraz daha az bağlı kalıp, yan top zamanlamasını da geliştirirse üst düzey liglerde ikinci bir şans bulması işten değil. Bonilla Edwin Gomez Turnuva Edwin Gomez (Peru) HF # 68 Peru’nun geriden hücuma çıkışlarını başlatan isimdi sol bekte forma giyen Edwin Gomez. Atletik açıdan üstün yeteneklere sahip. Temposu ve devamlılığı yüksek. Sol kulvarın tamamını kullanabiliyor. Hücumu çok seviyor, kulvarı bulduğu zaman korkusuzca saldırıyor. Şutu da olduğu için genelde iç kulvarı kullanmayı yeğliyor. Pozisyon hazırlayıp, asist yapma konusunda bu yüzden ve pas oyunundan ziyade driplinge yatkın olduğundan ötürü biraz eksik. Savunmada kademe bilincini ve geri dönüşleri ihmal etmiyor. Birebir savunmada çabukluğu ve sürati sayesinde başarılı; ancak zaman zaman akan oyunda fazla hücum ettiği ve tercihlerinde hatalar yaptığı için açık verebiliyor. Edwin Gomez kapatılabilecek eksiklere sahip, hücumda çok şey vaadeden bir sol bek. Mevkisindeki global kıtlık da hesaba katılırsa, başaltı takımlar için iyi bir opsiyon olabilir. Doria (Brezilya) Brezilya turnuvanın en büyük hayâlkırıklığı ama stoper Doria geçen sezonun ikinci yarısında, Brezilya’nın zirve liginde, Botafogo ile gösterdiği aşamayı milli takımda da sürdürdü. Eşsiz fiziği, müthiş hava hakimiyeti Doria ve top kullanma becerisiyle dikkat çekiyor. Solak olması da, sağ ayağını da vasat üstü kullanması, halihazırda nitelikli stoper sorunu trend futbolda onu farklılaştırıyor. 18 yaşındaki, 1.88 boyunda Doria hem Brezilya’da hem de Botafogo da rakibi ilk karşılayan, hamleli stoper rolünde. Hava sahasını rakiplerine kapatıyor ama hücumda kafa vuruşlarını yönlendirme konusunda gelişmesi gerek. Koordinasyon probleminden ötürü zaman zaman hamlelerinde savruklaşabiliyor ama iki takımda da dağınık, savunma bilinci düşük bekler olan Azevedo ve Mansur ile oynamasına rağmen nadir pozisyon ve kademe hatası yapmasıyla bunu kapatıyor. Juventus onun için 8 milyon avroya kadar çıktı ama Botafogo potansiyelinin daha fazla ettiğini farkında. Turnuva Igor Lichnovsky (Şili) HF # 68 Şili’nin bilhassa ilk turda gösterdiği savunma performansında aslan payı, henüz 18 yaşında olmasına rağmen fazlasıyla olgun oyunuyla savunma lideri ve denge stoperi, kaptan Igor Lichnovksy’nin. Oyun bilgisi, pozisyon alışı, zamanlaması, özgüveni yaşından çok öte. Tanrı vergisi bir sezgi yeteneği ve kısa mesafede çabuk hızlanmasıyla bu mental becerilerini harmanlayınca, atletizmi vasat olmasına rağmen, geniş alanda yakalansa da en riskli anlarda doğru tercihi ve hamleyi soğukkanlılıkla yapabiliyor. Kimi denge stoperleri gibi temastan kaçmıyor, hatta korkusuz bir tarzı var denebilir. Tekniği, top hassasiyeti ve hava hakimiyeti de iyi. Universidad formasıyla henüz 18 yaşında olmasına rağmen forma giymeye başladı. Derbi tecrübesi yaşadı. Kıtanın en nitelikli stoper potansiyellerinden biri ve evrensel bir saygınlığa da ulaşabilir. La U kulübü Leverkusen’in 5 milyon avroluk teklifini reddetti. Inter, Chelsea ve Porto başta pek çok Avrupa kulübü de Lichnovsky ile ilgilenenler arasında. Jorge Rojas (Paraguay) Paraguay turnuva boyunca 4-4-2, 4-3-3, 3-4-3 gibi değişik dizilişlerle maçtan maça değişen esnek bir takım görüntüsündeydi. Pek çok oyuncu değişik mevkilerde oynadığı için oyunculardan ziyade takım olarak sivrildiler. İki oyuncu ise istisna. Kulübünde sağ önde Igor Lichnovsky Jorge Rojas oynayan Rojas bu turnuvada sağ bek oynadı, sağ açık oynadı, sol bek oynadı, merkezde ileri kırılan rolde oynadı ve hepsinin de hakkını verdi. Rojas ile sürat ve hızlanma konusunda yarışabilecek oyuncu sadece bu turnuvada değil evrensel ölçülerde bile çok az. Temposu, enerjisi çok yüksek. Müthiş bir atlet, güçlü ve devamlılığı da iyi. Dripling konusunda da özel bir yeteneğe sahip. Kulvarı bulduğu zaman deliciliğini göstermekten çekinmiyor. Turnuvayı 2 gol 3 asistle kapatması bir tarafa onun bu ultra yönlü karakterinin pek çok Avrupalı futbolcu avcısının gözüne takılması muhtemel. Tekniğini ve tercihlerini geliştirirse önü çok açık. Turnuva Jose Fernando Quintero (Kolombiya) HF # 68 1993 doğumlu Quintero, ülkesi Kolombiya’nın maestrosu ve hücum lideriydi. 5 gol 4 asistlik performansıyla da turnuvanın resmi olarak en değerli futbolcusu seçildi. Ülkesinde mahalli bir gençlik turnuvasında keşfedilen Quintero aslında uluslararası sıçramayı çoktan yaptı ve Pescara formasıyla Avrupa futboluna da yavaş yavaş adapte oluyor. Pescara ve Kolombiya’da merkezde, oyun kurucu olarak kullanılıyor ama iki tarafa da çalım atabilmesi, isabetli ve sert şutları, atletizmi, çabukluğu ve hızı Quintero’ya yönlülük katan, portföyünü genişleten nitelikleri. Bu sayede Porto’da oynayan vatandaşı James Rodriguez gibi iyi bir kenar oyuncusuna da evirebilir. En önemli defosu sağ ayağını neredeyse hiç kullanamaması ve savunma devamlılığının olmaması. Üzerine düştüğü ve vücut koordinasyonu da ilerleyecek yaşı ve fiziğiyle birlikte zirve yaptığı takdirde; bu turnuvada daha da parlattığı kusursuz sol ayağı, rafine oyun görüşü, ustaca son vuruşları, duran toplardaki başarısı, üst düzey tekniği ve top sürme becerisi ona elit takımların kapısını açacaktır. Jose Francisco Cevallos Jr. (Ekvador) Ekvador’un turnuvada final grubuna kalmasında, orta sahada sergilediği yüksek profille Cevallos başı çekti. İki ceza sahası arasını dokuyan, devamlılığı iyi, kadife bilekli, tekniği pürüzsüz, çevre kontrolü ve saha görüşü üst düzey, arkasında bazen gözü varmış algısı yaratan ve potansiyeli çok yüksek bir merkez oyuncusu Cevallos. Tek topta Fernando Quintero Francisco Cevallos olduğu kadar, topla kat etmekte de iyi. Pas menzili yüksek. Pas vermek kadar, almakta da usta. Tipik bir 8 numara. Savunmada yer tutmayı bildiği için pas arasıyla ve sırtı dönük oyuncuya yaptığı baskıyla kolay top çalıyor. Sol ayağı vasat üstü ama sağ ayağı çok iyi. Kısa mesafeden, dar açıdan, genetik saha görüşü ve tekniği sayesinde kaleyi görebiliyor. 1.87’lik boyu sayesinde duran toplarda önemli bir silah. Cevallos, ülkesinde efsane bir kaleci olan baba Cevallos’u geçerek Avrupa kariyerine Juventus ile adım attı bile. İtalya’da tutunabilmesi için tek yapması gereken biraz kas yapmak ve temposunu arttırmak. Diego Rolan (Uruguay) Diego Rolan iki sene önce, Uruguay ile U20 Dünya Kupası’nda mevcut yaş kategorisinden iki yaş küçük olmasına rağmen forma giyerek, aslında potansiyelini çoktan kabul ettirmiş bir hücumcu. Kulübü Defensor’da en uçtaki santrfor rolünde de oynamışlığı varsa da, gezici arayan ikinci santrfor ya da turnuvada Verzeri’nin oynattığı gibi kenar oyuncusu rolüne daha uygun. Topla ilk teması, kontrolü ve devam hareketi kusursuza yakın. Savunma arkasına yaptığı sızma koşuların zamanlaması çok dakik. Kenardan gelen hücumlarda ön ve arka direk koşularını güdüsel olarak yapıyor. Pozisyon alma yetisi üst düzey. Doğuştan gelen atletik nitelikleri, dripling meziyeti, kıvraklığı ve sürati kaliteli son vuruşlarla birleşince ortaya son derece heyecan verici bir potansiyel çıkıyor. İtalyanlardan sonra, Defensor formasıyla 5 maçta attığı 5 golle Manchester United’ın radarına da giren genç yıldızı kapan ise Bordeaux oldu. Diego Rolan Turnuva Nicolas Lopez (Uruguay) HF # 68 Uruguay’ın üçüncü bitirdiği turnuvanın gol kralı Lopez ülkesinde fiziğinde ötürü yetersiz bulunup Avrupa’nın en fiziksel liglerinden biri olan İtalya Serie A’da, üstelik Roma tarafından çoktan keşfedilmiş bir forvet. Hem dominant hem kontra oyununda yer tutuşu ve atletik özellikleriyle çok yönlü bir ofansif silah. Hızı, top taşıma niteliği sayesinde kenarda, dış forvet gibi oynayabildiği gibi, güçlü sezgileri ve her iki ayağıyla da sergileyebildiği bitiriciliği sayesinde merkezde de oynayabiliyor. Sızma koşuları yapabiliyor, özgüveni ve konsantrasyonu yüksek. Turnuvada attığı 6 golden 5 tanesi puan ya da maç kazandıran gollerdi. Roma formasıyla da tek golünü 90+’da Catania karşısında takımı 2-1 yenikken atmış ve 1 puanı getirmişti. Sırtı dönük ve pas oyunundaki eksiklerini de giderirse Forlan ile başlayan, Cavani ve Hernandez ile devam eden yeni nesil Uruguay forvet ekolünün halefi olabilir. Nicolas Lopez Jhon Cordoba (Kolombiya) Cordoba turnuvada attığı 5 golle ışık saçan santrforlardan biriydi. Heybetli fiziği sadece gençler değil yetişkin seviyesinde de Jhon Cordoba farkedilecek cinsten. Bir kısa mesafe koşucusu kadar atlet, hızlı, güçlü ve dengeli. Savunma arkasına koşu yapabiliyor, top taşıyabiliyor. Zaman zaman son vuruşlarında istikrarsızlaşsa da, maçın hep içinde, pozisyon takibi yüksek ve iki ayağını da kullanabiliyor ama sağı bir başka. Sırtı dönük oyunu iyi. Ortalama üstü pas becerisine ve saha görüşüne sahip. 1.90’lık boyu sayesinde hava toplarında dominant. Stil itibarıyla Drogba’ya benzetiliyor olmasının boş olmadığını oynadığı oyunla da gösterdi. Kolombiya futbolunun Falcao ve Martinez’den sonra bel bağlayabileceği türden yüksek bir hücum potansiyeli. Milli takım teknik direktörü Jose Pekerman tarafından da gelişimi yakından takip ediliyor. A Milli Takım’a 18 yaşında olmasına rağmen göz kırpıyor. Turnuva Jean Deza (Peru) HF # 68 Peru hücumunun enerji merkezi, dinamosu ve devamlılık abidesi. Olağanüstü atletik yetenekleri, gücü, sürati ve kalburüstü tekniği kadar taktik anlayışıyla da Peru’ya sınıf atlatanların başında geliyordu. Trend futbolun iyiden iyiye dar alana sıkıştırdığı hücum oyununda sürekli gezerek, deplase olarak, pas oyunundan sonra kat ederek takım arkadaşlarına yarattığı boş alanlar mental niteliklerinin ve oyunu okuma yetisinin de ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından önemliydi. Temposu bazen izleyeni yoracak raddeye ulaştı. Forvetteki partneri Rheyna bu sayede turnuvada Nicolas Lopez’in ardından gol krallığı sıralamasında ikinci sırayı aldı. Oyunun sıkıştığı anlarda sorumluluk almaktan da çekinmiyor. Zilina’nın geçen sezon Slovakya’da yaptığı dublede iki finalde de biri uzatma, diğeri 86. dakika olmak üzere kilidi açan oyuncuydu. Deza’nın gelişimine engel olabilecek tek şey gole yaptığı direkt katkının tekniğine oranla düşük olması. Jean Deza bulmalarına, elit ofansif yetenekler olmalarına ve zaman zaman bunu göstermelerine rağmen, teknik direktörün savunmanın hemen önünde vasıfsız Misael tercihi ve futbolcuların hiç alışık olmadığı, ülke geleneğinde olmayan anlamsız 4-3-3 saplantısı yüzünden beklendiği ölçüde etkili olamadılar. Bu oyuncuların yanı sıra Bruno Mendes, Leandro ve Marcos Junior da ileride adını duyacağımız ama bu turnuvada hayalkırıklığı yaratan hücumcular. Arjantin ise bariz bir santrfor eksikliği yaşadığı turnuvada Iturbe, Lanzini ve Alan Ruiz gibi ofansif orta saha ve kenardaki yaratıcı futbolcularını oyuna sokamadı. Kolombiya forvetindeki Cordoba tipinde bir santrforları ya da geriden topu oyuna sokabilen Cevallos türünde bir merkezleri olsa daha farklı bir turnuva geçirebilirlerdi. Türkiye’de bu isimleri izleyemeyecek olmak kayıp. Hayal kırıklıkları Sürprizlerle dolu turnuvada hayâlkırıklıkları elbette, doğal şampiyonluk adayları olarak turnuvaya gelen Brezilya ve Arjantin etrafında kümelenecek. Brezilya’da Ademilson, Adryan, Felipe Anderson kulüp takımlarında düzenli şans Ademilson
Benzer belgeler
röportaj - WordPress.com
takımın başını ele güne karşı hep dik tuttu. Tabi bunda
Akhisarsporlu futbolcuların ortaya koyduları karakterin
de büyük etkisi var. Bu yıl büyük bir sürpriz yaşanmaz
ise başarıya aç bir hoca yönet...