Koltu¤unuz kaç flekerl‹ olsun?
Transkript
Koltu¤unuz kaç flekerl‹ olsun?
KIfi 2012 • SAYI 27 B‹ZB‹ZE, BOYDAK HOLD‹NG YAYINIDIR. ÜÇ AYDA B‹R YAYINLANIR. mob‹lya st‹l‹M‹Z dünya evler‹nde... SAYI 27 KIfi 2012 Koltu¤unuz kaç flekerl‹ olsun? TASARIMIMIZI MISIR DA ALIYOR, FRANSA DA… Geride bıraktığımız 2011, bölgemizde yașanan zorluklara rağmen hedeflerimize ulaștığımız bir yıldı. Dünyanın en çok büyüyen ekonomilerinde Çin’i takip eden Türkiye, uzun yıllardır örnek aldığı ülkelere örnek oldu. 2011 aynı zamanda ülkemizin en önemli sorunlarından biri olarak değerlendirilen cari açığa pozitif katkıda bulunan Türk mobilya sektörü için de iyi bir yıldı. Mobilyanın ülkemizde kısa bir geçmiși var ama sektörümüz uluslararası standartlardaki kalitesi ve tasarımlarıyla ilgi gören ürünlere imza attı ve atmaya da devam ediyor. Mobilyamızın Mısır’da da Fransa’da da talep görmesinin nedenini, fonksiyonelliği ve estetiği bulușturmasında aramak gerekir. Küçük evler, artan nüfus, kalabalık aile yapısı, yatılı konuklar gibi Türkiye’deki ev gerçeğinden doğan, çekilince yatak olan, kapağı kaldırılınca sandık olan tasarımlar sektörümüzün tarzı oldu. Her ihtiyaca göre, her bütçeye göre tasarım yapan mobilya sektörümüzdeki bu canlılık, İstanbul Mobilya Fuarı’na gelen yabancı konukları da etkiledi. İMOB’u, hemen öncesinde düzenlenen Köln Mobilya Fuarı’yla karșılaștıran yabancı konuklar, çeșitliliği çok heyecan verici buldular. Biliyoruz ki sektörün bu yetkinliğinde Boydak Holding’in katkısı çok büyük. Biz, bildiğiniz gibi geleneksel değil evrensel tarzı benimsedik. Çünkü satabilmenin sihirli formülü, tasarımdır. Sadece ihtiyaçlara yönelik bir anlayıșla tasarım yapıyorsanız, dünya pazarlarında yer edinmeniz mümkün değildir. Boydak Holding mobilya grubu, geçtiğimiz yıl 150 milyon dolarlık ihracat yaptı. Dünyanın 100’ü așkın ülkesine ürün satıyoruz. Artık birçok yerde mağazalarımız da var. Türkiye’de tasarlanan, burada beğenilip satıșa dönüșen bir ürün, aynı șekilde Fransa, Almanya ya da Ortadoğu’daki kentlerde de rağbet görüyor. Yani bu ülkeler arasında bir ortak paydayı yakalıyoruz. Artık mobilyada vizyonumuz, dünya ligi. Vizyonumuza ulașmak için bașarımızı artan bir çizgiyle sürmeliyiz. Bu bașarının ortağı olan siz değerli bayilerimizin de, yenilikçi bir yaklașımla bayrağı tașımaya devam etmesi gerekiyor. Bugüne kadarki katkınız ve bundan sonraki çabalarınız için teșekkür ederiz. 2012 yılında da geçmiște olduğu gibi kurumsal değerlerimizi șeffaf, değer olușturan, yenilikçi, katılımcı bir anlayıșla uygulayarak hedeflerimize ulașacağız. Saygılarımla, Bekir Boydak B‹zb‹ze 3 6 ı dünya ve b‹z İMOB nasıl dünya üçüncüsü oldu? 20 ı ROTAMIZ Medreseler șehri: Sivas 23 ı Bay‹ler 26 ı KAMERA ARKASI Bellona’nın kahve kokulu ‘Sam’ yeli 27 ı RENkler Osman Müftüoğlu: “Yatak uykuda bedenimizle konușur” Leman Sam: “Ölüm bütün insanları eșitler, hayatın son sözü budur, insanlar ona göre yașamalı” 34 ı TASARIM Önder Küçükerman: “Mobilya hayatımıza Dolmabahçe Sarayı’yla girdi” 38 ı ‹LET‹fi‹M ‹ç‹ndek‹ler ‹Ç‹NDEK‹LER ‹mtiyaz Sahibi Boydak Holding ad›na Bekir Boydak Yaz› ‹flleri Müdürü Murtaza Durmufl Editör Belgin Demirer Kreatif Direktör Metin Özkan Görsel Yönetmen Ahmet Akgül Yay›n Kurulu Bilal Uyan›k Halit Bayhan Aygün Baflok Muzaffer Çetinkaya Hasan Ünal Ar›n Saydam Ülkü Karaosmano¤lu Ayflin Kaymaz BU GURUR HEP‹M‹Z‹N Reklam Ebru Çal›flkan [email protected] Yap›mc› Kesiflim Yay›nc›l›k ve Tasar›m Hizmetleri A.fi. Kasap Sokak, Hilmi Hak Han, 22/6 34394 Esentepe-fiiflli/‹stanbul Tel: (0212) 337 51 99 Faks: (0212) 288 62 36 www.kesisim.com.tr Yönetim Yeri Boydak Center, O.S.B. 6. Cad. No: 35 Kayseri e-posta: [email protected] [email protected] Ada Ofset Tel: (0212) 567 12 42 Ayșegül Molu: “Bir kișiyi kazanmayı asla küçümsemeyin, hele o bir kadınsa...” Yay›n Türü Yerel Süreli Yay›n 41 ı ARTI 1 Sun Tzu... 2 bin 500 yıl öncesinden bugüne dersler 44 ı GÜNDEM 6 Cemalnur Sargut: “Dünya bir Karagöz perdesi çok suret var ama ses tek kișinin” 48 ı SA⁄LIK Bir acayip hastalık: Huzursuz bacak sendromu! 50 ı SPOR Dünyanın en heyecanlı sporu: Heliski 52 ı küçük evren Doğanın hamarat așçıları 54 ı lezzet dura¤› 56 ı B‹ZDEN HABERLER 41 34 Gurur ve mutluluk verecek haberlerle karșınızdayız. Sözlerimize, dergimizden bir alıntıyla bașlayalım. Hatırlarsınız, Türkiye’de endüstri tasarımının isim babası ve kurucusu Prof. Dr. Önder Küçükerman, bir önceki sayımızda bir tasarımcı gözüyle Boydak Holding’i değerlendirdi. Bu sayımızda da Türk mobilya sektörünün gelișimini anlatan sayın Küçükerman bakın ne diyor: “Dolmabahçe Sarayı Batılı bir yașam tarzını getirince mobilya kelimesi de hayatımıza girmiș oldu. 150 yıl önce mobilya yoktu. Ama bugün Türkiye’de tasarım sorununu en iyi çözmüș sektörlerden birisi mobilyadır.” Sadece 150 yıl! Oysa sektörümüz bu 150 yılda ne adımlar attı! Ülke ekonomisinin üzerinde bir oranla büyüyoruz. İthalatının çok üzerindeki ihracat rakamlarıyla çalıșıyoruz. Olușturduğumuz yüksek istihdamla, yüz binlerce insana iș, aș sağlıyoruz. Bu liste böylece uzayıp gidiyor. Ama amacımız sektörümüzün artılarını sıralamaktan ziyade, dünya mobilya sektöründe giderek güç kazanmasının, mobilya stilimizin beğeniyle izlenmesinin verdiği gururu sizlerle paylașmak. En yakın tarihli örneği birazdan sayfalarımızdan okuyacaksınız. İMOB’un bașarısını, bu bașarıyı getiren çaba ve azmi, Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkanı Hacı Boydak’ın ağzından sizlere aktaracağız. Pek çoğunuz dünya mobilya sektörünün kalbinin attığı İMOB’u ziyaret için İstanbul’a gelememiș olabilirsiniz. Ancak dergi ekibimiz ilgili haberimizde sizleri fuarın stantlarında dolaștıracak, markalarımızın birbirinden șık ve ilgiyle dolup tașan stantlarıyla ilgili bilgi aktaracak, mobilya üreticilerimizin, İMOB’un Milano Fuarı ardından dünyanın ikinci fuarı olması için Köln’den çekilerek güçlerini İstanbul’a yönelttikleri bilginiz dâhilinde. Biz size, bu dayanıșmanın sonuçlarını anlatacağız. Göreceksiniz ki İMOB salonları mobilya profesyonelleri ve tüketiciler kadar, yabancı ziyaretçilerle de dolup taștı. Yabancı ziyaretçilerin beğenisini kazanan fuar, mobilyamızın dünyadaki saygınlığını da perçinledi. Sizlere izlenim aktaracağımız bir bașka nokta ise medreseler șehrimiz Sivas. Șehrin tarihi eserlerinde zaman tüneline gireceğimiz bu gezimizde Sivas bayilerimizi de ziyaret edeceğiz. Her sayımızda olduğu gibi artık bin bir incelik gerektiren pazarlama stratejilerinden örnekler vereceğiz. Haberlerimizden birisinin kahramanı, günümüzden 2 bin 500 yıl önce yașamıș Çinli komutan Sun Tzu olacak. Onun tarih boyu siyasetçilere ve askerlere yol gösteren “Savaș Sanatı” adlı kitabından ipuçları derledik. Reklamcılar Derneği Bașkanı ve aynı zamanda akademisyen Ayșegül Molu ise siz değerli bayilerimiz için güncel pazarlama yöntemlerini anlattı. Șeb-i Arus’u ve bilge Mevlana’yı anmadan geçmedik. Tasavvuf ve Mevlana hakkındaki engin bilgisiyle tanıdığımız Cemalnur Sargut’tan yüce Mevlana’yı dinledik. Bu sayımızdaki iki saygın konuğumuzu, Bellona’nın 2012 lansman çekimleri bir araya getirdi. Değerli sanatçı Leman Sam ve Prof. Dr. Osman Müftüoğlu ile yaptığımız söyleșileri beğeniyle okuyacağınıza eminiz. Geleceğin, dünden daha güzel olacağına olan inancımızla, 2012 yılının hepimize sağlık, neșe, bereket ve huzur getirmesini; keyifli bir yıl geçirmenizi temenni ederiz. Bir sonraki sayımızda dolu dolu bir dergiyle yeniden bulușmak üzere, sağlıcakla kalın. Saygılarımla Murtaza Durmuș/Yazı İșleri Müdürü 4 B‹zb‹ze B‹zb‹ze 5 dünya ve b‹z ‹MOB 2012, 173 ülkede 5 k›tada yo¤un talep gören 'Türk mobilyas›'n› yerli ve yabanc› ziyaretçilerle buluflturdu. ‹talya-Milano, Almanya-Köln’den sonra dünyan›n üçüncü büyük mobilya fuar› haline gelen ‹MOB’a kat›l›m›, sert hava koflullar› bile engelleyemedi. ‹MOB’un bu gücünde imzalar› bulunan Boydak Holding yöneticileri çok mutluydu ‹MOB NASIL DÜNYA ÜÇÜNCÜSÜ OLDU? KÖLN’DEN ‹STANBUL’A BOYDAK ‹MZASI İtalya’nın mobilya ihracatında bir kilodan 10-20 dolar, Türk firmalarının ise yaklașık 4 dolar kazandığını biliyor muydunuz? Bu paylașımı değiștirmenin, dünyanın aranan markaları arasında yer almaktan geçtiğini bilen mobilya firmalarımız, güçlerini İstanbul Mobilya Fuarı’nda (İMOB) birleștirdi. Artık dünyanın üçüncü büyük mobilya fuarı olan İMOB’un salonları, beș gün boyunca mobilya profesyonelleri, bayiler, tüketiciler, ‘Türk mobilya stili’ örneklerini heyecanla inceleyen yabancı konuklarla doldu taștı. Peki henüz sekizincisi düzenlenen İMOB, nasıl olmuștu da böyle güçlenmiști? Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkanı Hacı Boydak’tan dinlediğimiz azim ve mücadele öyküsü, bu sorumuza cevap verecek. “KÖLN’DE BAYRAĞIMIZI GÖNDERE ÇEKTİK” “1987 yılından 1994’e kadar Almanya’nın Köln kentinde düzenlenen, dünyanın en büyük fuarına katılımcı olarak gittik. İlk iki yıl müracaat etmedik ama ondan sonraki beș yıl boyunca müracaat ettik. Çünkü fuarda dalgalanan 56 ülkenin bayrağı arasında bizim bayrağımız yoktu. Hiç Türk firması da yoktu. Katılmak istediğimizde bize ‘Türkiye’den firma kabul edemiyoruz’ dediler. Azimli çalıșmalarımız, beșinci yılda sonucunu gösterdi. Fuardaki ilk yılımızda küçük bir alan verilmiști. Ama olsun, bayrağımızı göndere çektirdiğimiz için öyle mutlu olduk ki; dünyalar bizim olmuștu. Sık sık dıșarıya çıkıp bayrağımıza bakıyordum. O dönemde Bonn Büyükelçisi olan Onur Öymen, fuara katıldığımızı duymuș, heyecanla gelip standımızı gördü, sarıldı, gözlerimizden öptü, ‘Fuarda ilk defa bir firmamızı 6 B‹zb‹ze görüyorum. Yarın sizin onurunuza Türkiye Büyükelçiliği’nde bir resepsiyon vereceğim’ dedi. Çok mutlu olmuștuk.” ISRAR SIRASI KÖLN’DE Sonraki yıllar fuara bașka firmalarımız da katılmaya bașlarken, Boydak standı da giderek genișledi. 100, 300, 500 derken, beș yıl önce Boydak ürünleri 3 bin metrekarelik bir alanda sergilendi. Ancak bu, Boydak markalarının Köln Mobilya Fuarı’nda son görülüșü oldu. Dört yıl önce, fuara katılmayacaklarını bildirdiler. Bu kez ısrar sırası fuar yetkililerindeydi. Boydak Holding markalarının fuarda yer alması için çaba gösterdiler, “İstediğiniz yerde, istediğiniz kadar alanı verebiliriz,” dediler. Boydak’tan aldıkları yanıt ise, “Yerimiz çok iyi, hiçbir sıkıntımız da yok ama biz artık buraya değil İstanbul’daki fuara katılacağız. Çünkü İMOB’u geliștirmek istiyoruz” oldu. Alman yetkililer, bu adımın bir bașlangıç olușturacağını öngörmüș olsalar gerek. Nitekim Boydak’ı, yaklașık 40 firma daha izledi. 16-22 Ocak tarihlerinde düzenlenen Köln Fuarı’nın birçok salonu boș kalırken, mobilya șirketlerimizin güçlerini seferber ettiği İstanbul Mobilya Fuarı (İMOB), bu yıl İstanbul Fuar Merkezi / CNR Expo’nun 11 dev salonuna yayıldı. 31 Ocak - 4 Șubat 2012 tarihleri arasında sekizinci kez kapılarını açan fuarda kullanılan salon sayısı sekizden 11’e çıkmasına rağmen mekân yetersiz kaldı. Yaklașık 300 firma fuara katıldı. Ancak neredeyse bu sayıya yakın firma, yer darlığı nedeniyle ürünlerini sergileyemedi. İLGİ ÇOK, ALAN DAR Mobilyanın, en çok istihdam sağlayan ve yüzde 90 yerli malzemenin kullanıldığı önemli bir sektör olduğunu hatırlatan Hacı Boydak, bir isteğini aktarıyor. Dört yıldır İMOB’u geliștirilmek için çalıștıklarını söyleyen Hacı Boydak, daha geniș bir fuar alanının bu gelișimin önünü açağını ifade etti. Fuar süresince İstanbul’u örten kar, katılımı engelleyemedi. İMOB, 31 Ocak salı günü İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu tarafından törenle açıldı. MOSDER Bașkanı Ramazan Davulcuoğlu, 2011'de 1.7 milyar dolar olan ihracatta 2012’de 2 milyar doları așmayı hedeflediklerini belirterek, iddialarını ortaya koydu: "9 milyar dolarlık iç pazar hacmine ulaștık. İhracatta diğer ülkeler bizim kadar hızlı büyümüyor. Mobilya ihracatı sıralamasında 21’inci sıradayız. Beș yıl içerisinde ihracatta ilk 10 ülke arasına gireceğimizi düșünüyoruz.” B‹zb‹ze 7 dünya ve b‹z Mobilyam›z› ‹stanbul’da dünyayla buluflturan ve dünyan›n en büyük üçüncü mobilya fuar› olan ‹MOB; ITE Group Plc. Türkiye Ofisi, E Uluslararas› Fuarc›l›k taraf›ndan Türkiye Mobilya Sanayicileri Derne¤i (MOSDER) iflbirli¤iyle düzenlendi. Kötü hava koflullar› bile fuara kat›l›m› engelleyemedi. Türkiye İhracatçılar Meclisi Bașkanı Mehmet Büyükekși de, İtalya’nın mobilya ihracatında bir kilodan 10-20 dolar, Türk firmalarının ise yaklașık 4 dolar elde ettiğini hatırlattı ve “Bu konuda tasarım ve Ar-Ge çalıșmalarını artırarak katma değere sahip marka ürünlere geçmeliyiz. Șu anda 173 ülkeye mobilya ihracatı yapıyoruz. 1.7 milyar dolara yakın ihracımız ve yurtiçi üretimimizle 500 bin kișiye iș imkânı sağlıyoruz. Yurtdıșında Türkler’in 2 bin mağazası var ve bu sayıyı daha da artırmalıyız," dedi. İMOB, dünyada aranan Türk mobilyasını olușturmak üzere mobilya șirketlerinin güç birliğine tanık olurken, Boydak Holding pazar paylașımındaki mücadele alanını mobilyayla sınırlı tutmuyor. Mobilya fuarından sonra Almanya’nın Frankfurt șehrindeki tekstil fuarına da katılmayan Boydak markalarının gerekçesi aynı; Frankfurt yerine İstanbul’u geliștirmek. Boydak Holding’in hedefini Hacı Boydak’in șu sözleriyle özetlemek mümkün: “İstanbul’u uçuralım!” 8 B‹zb‹ze Boydak Holding Mobilya Grubu Pazarlama Koordinatörü Bilal Uyan›k ‹stikbal, Bellona ve Mondi markalar›n›n yurtiçi ve yurtd›fl› hedeflerini de¤erlendirdi: “MA⁄AZA SAYISI DE⁄‹L, METRAJI ARTIYOR” FUARDAN... I 8. İstanbul Mobilya Fuarı, karlı ve soğuk havaya rağmen Türk mobilyacısının adını dünyaya tekrar duyurdu ve özellikle yabancı ziyaretçilerin beğenisini kazandı. I Fuara TİM Bașkanı Mehmet Büyükekși, KOSGEB Bașkanı Mustafa Kaplan, EFIC Bașkanı Markus Wiesner ve CAFA Bașkanı Dr. Lim Cheok Sin ve mobilya sektörünün öncü STK bașkanları katıldı. I İMOB 2012 yoğun yabancı ziyaretçi akını ve yüksek hacimli iș anlașmalarıyla sona erdi. I Sadece beș günlük fuar süresince elde edilen iș hacmi 1 milyar dolara yaklaștı. I İMOB’un ardından, mobilya sektörünün 2012 ihracat hedefi olan 2 milyar dolar için düğmeye basılmıș oldu. I Fuar, beș gün süresince, dokuz salonda toplamda 311 katılımcısı ve 80 bin ziyaretçisiyle hedefine ulaștı. I Yurtdıșından da yoğun ilgi gören İMOB 2012’yi Ekonomi Bakanlığı koordinatörlüğünde ve İstanbul İhracatçı Birlikleri Genel Sekreterliği organizatörlüğünde alım heyetleri ziyaret etti. Almanya, Azerbaycan, BAE, Belçika, Bulgaristan, Cezayir, Fransa, Hırvatistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İran, İrlanda, İspanya, Katar, Kazakistan, Kenya, Libya, Lübnan, Macaristan, Mısır, Moldova, Romanya, Rusya Federasyonu, Suudi Arabistan, Türkmenistan, Ukrayna, Ürdün ve Yunanistan’dan yoğun ziyaretler gerçeklești. I Fuarı alım heyetlerinin yanı sıra EUF Fuarcılık A.Ș.’nin özel olarak organize ettiği, İran ve Suriye bașta olmak üzere pek çok Ortadoğu ülkesinden alıcı grupları da ziyaret etti. I Yabancı ziyaretçi rakamında bir önceki yıla göre yüzde 10 artıș gözlemlendi. Yabancı ziyaretçi sayısı 10 bini aștı. I Yurtiçinden pek çok sanayi odası, ticaret odası ve marangoz odaları da fuarı toplu ziyaret etti. Fuarı ziyaret eden iller arasında en yoğun toplu ziyaretler Ankara, İzmir, Kayseri ve İnegöl’den gerçeklești. Bu illeri Kocaeli, Bursa, Eskișehir, Erzurum, Konya, Akșehir, Akhisar, Adana, Antakya, Antalya izledi. Üç marka açısından dıș ticarette mevcut durum ve hedefleriniz nelerdir? Geçtiğimiz yıl 145 milyon dolarlık mobilya ihracatı gerçekleștirdik. Bu yıl ihracatta yüzde 15 artıș hedefledik. Yurtdıșında 300 mağaza ve 5 bin farklı satıș noktasıyla 100'ü așkın ülkeye ihracat yapıyoruz. Türki Cumhuriyetler, Ortadoğu, Kuzey Afrika, İtalya, ABD… Hedefimiz, yer aldığımız ülkelerde daha geniș bir mağaza yapılanmasına doğru hızla ilerlemek yönünde. Bir bölgede ülke bazında ilerlemek ve o bölgede yaygınlașmak istiyoruz. Önümüzdeki dönemde özellikle ihracat pazarında ciddi bir hâkimiyetimizin olduğu yakın coğrafyada mağazalașma çalıșmalarımız devam edecek. Buna güzel bir örnek olarak Yunanistan'ı verebiliriz. Ekonomik sıkıntılar yașan bu ülkedeki yatırımlarımızı durdurmadık. Krizleri fırsata dönüștürme çabasıyla geçen yıl iki mağaza açarak Yunanistan'daki mağaza sayımızı 14'e çıkardık. Irak'taki pozisyonumuz mevcut duruma rağmen hem satıș hem de yeni mağazalar açma anlamında yüksek bir performansla sürüyor. Özellikle Afrika pazarındaki etkinliğimizi de artırıyoruz. İç pazardaki 2012 hedeflerinizi öğrenebilir miyiz? Șu an yurtiçinde üç markayla toplamda 2 bine yakın mağazamız var. Mağaza sayısını artırmak yerine teșhir alanlarını genișletiyoruz. Tüm markalarımız için 2.5 milyon metrekare olan teșhir alanlarımızı 2012 yılı içinde toplamda 200 bin metrekare artırmayı hedefliyoruz. Bu artıșı, genișlemeye müsait mağazalarımızı büyütürken yapılanmada eksik kalan noktaları tamamlayarak gerçekleștireceğiz. Uzun süredir belirli çekim ve lokasyon merkezlerinde, büyük metrekarelere sahip mağazalarımızda tüketicilerimizle bulușuyoruz. Hedefimiz, tüketicilerimize sadece dekorasyon hizmeti sunmak değil, ferah ve keyifle vakit geçirebilecekleri mekânlar olușturmak. Bu konseptte sayıları halen 50'ye yakın olan mağazalarımızı yakın zamanda artıracağız. 2012 üç markanın tasarım çizgisi açısından nasıl bir yılz olacak? İstikbal, Mondi ve Bellona markalarının üçünde de beyazın iddiası devam ediyor. Ancak bu yıl beyaza bașka renkler de ekleniyor. Yeni model ürünlerde, özellikle Bellona ve İstikbal'de kullanılan krem ve kapuçino tonlarındaki renklere ağırlık verilecek. Yașam alanlarına hem renk, hem tasarım, hem de kullanım açısından özgürlük ve keyif katacak ürünler öne çıkacak. Evlerde daha minimalist ve konforun öne çıktığı naturel tonlarda renklerin kullanıldığı ve taze tasarımların tercih edildiği bir yıl olacak. Bu tasarımları nasıl olușturuyorsunuz? Hızla gelișen ve değișen moda kavramı, mobilyada da hızlı tüketimi beraberinde getiriyor. Dolayısıyla moda, trend, tasarım konularının önemi her geçen gün artıyor. Markalarımızın tasarım ekipleri dünya trendlerini yerinden izleyerek ürünlerimizi tasarlıyor. Halihazırda 200 kișiye yakın Ar-Ge ekibimiz bu doğrultuda hizmet veriyor. Ciromuzun yaklașık yüzde 1 ila 1.5'ini Ar-Ge'ye ayırıyoruz. Grubumuz, her üç markamız için de yerli ve yabancı olmak üzere farklı tasarımcılarla hem çalıșıyor hem de paylașımlarda bulunuyor. B‹zb‹ze 9 dünya ve b‹z ‹ST‹KBAL PAZARLAMA MÜDÜRÜ MUSTAFA BÜYÜKKATIRCI: ESK‹DEN AYfiE HANIM'IN KOLTU⁄UNDAN ‹STEN‹RD‹, fl‹md‹ TAM ters‹ Türkiye’nin olumlu gidișatı geçtiğimiz yıl mobilya sektörüne de yansıyınca yüzde 17 gibi ciddi bir oranda büyüdük. Elbette bu büyümede tek etken Türkiye ekonomisi değildi. Markamız yeni ürünleri, modern mobilya mağazacılığıyla, mobilyada ‘moda’ olgusunu çok iyi kullanarak, tüketicilerin ihtiyaç ve zevklerini çok iyi saptayarak, bütün bunları çok iyi kurgulayarak, bir yıl boyunca yaklașık bin mağazasında sundu. Çok iyi reklamlar, ürün tanıtımları, kampanyalar yaptık. Çok kaliteli mağazalarla çalıșıyor ve yenilikleri çok iyi izliyoruz. Sonuç olarak da yüzde 17’lik bir büyüme oranına ulaștık. ‹ST‹KBAL’DE ‘BEYAZ’, ORTA VE ALT SEGMENTE GEÇT‹ ‹stikbal ekibi teflhir ürünlerindeki seçimini, mobilya tüketiminin art›k ihtiyaçtan çok modan›n hâkimiyetinde oldu¤u fikriyle, bu y›l›n trendi olaca¤› öngörülen tasar›mlardan oluflturdu ‹stikbal, gün boyu kaybedilen enerjiyi geri kazanmak ve yeni güne zinde uyanmak için enerji serisi yataklar›n› gelifltirdi. Yataklardaki uyku konforunu art›rmak amac›yla bir taraf› sert di¤er taraf› yumuflak yap›s›yla iki farkl› konfor seçene¤i markay› farkl›laflt›ran önemli özellikler aras›nda yer al›yor. Bunlar›n yan› s›ra kifliye özel yatak konsepti de gelifltirildi. 10 B‹zb‹ze İstikbal standı her zamanki yerinde ve her zamanki genișliğindeydi. Ama sanki bir önceki yıla göre daha da genișlemiști. Renkler ve sunumdaki incelikler, bu tür seçimlerin, içinde bulunduğumuz mekânla ilgili hislerimizi ne kadar etkilediğinin kanıtı gibiydi. Önünden geçerken kayıtsız kalamayacağınız kadar geniș ve șık giriși, fuar katılımcılarını İstikbal standına çağırıyordu. İçeriye girenleri ferah, tüm Türkiye’yi kucaklayacak bir anlayıșla, İstikbal mağazalarının satıș portföyü dikkate alınarak hazırlanmıș bir stant bekliyordu. İstikbal ekibi stant düzenlenmesinde bu yıl farklılıklar yapmıștı. Ürünün sıradan bir yere konulduğunda tüketici tarafından doğru algılanmayabileceğini düșünerek, ‘imajlı bir stant’ olușturmușlar. Ürünleri yerden yükseltip, altına siyah halılar sermișler. Farklı separatör ve tavan uygulamaları kullanarak ürünleri biraz daha özellikli hale getirmeye çalıșmıșlar. Aldıkları değerlendirmeler de yorgunluklarına değmiș. Stant geçen yıla göre daha çok beğenilmiș. Fuarda sergilenen ürünler, mobilya tüketiminin artık ihtiyaçtan çok modanın hâkimiyetinde olduğu fikriyle, bu yılın trendi olacağı öngörülen tasarımlardan olușturulmuștu. Bu yıla kadar üst segmentteki insanların tercih ettiği ‘beyaz’ rengi biraz daha orta ve alt segmente yayabilmek için yapılan çalıșmalar da vardı. Elbette bu amaçla hazırlanan tasarımlar da, yemek odasından yatak odasına, kompakt televizyon ünitesinden koltuk takımına kadar konsept olarak çalıșılmıștı. Stantta ön plana çıkan ürünlerden biri üst segmente yönelik lake Barcelona’ydı. Bir diğeri, cevizin ve siyahın hâlâ baskın olduğu Almira’ydı. Bu yıl trendin beyazdan, krem ve kapuçino renklerine kayacağı öngörüsüyle hazırlanan Tual’i de bu listede sayalım. Ventus, tașlı ve siyahbeyaz tasarım seven tüketicilere sesleniyordu. Tasarımları tüm Türkiye’yi kucaklayan İstikbal, mobilyada beyaz rengi seven ancak fiyatı nedeniyle alamayan müșterilerini sevindirecek bir ürüne, Kristal’e de imza atmıștı. Standın neredeyse her an dolu olduğunu da hatırlatalım. İstikbal ekibi fuar yorgunluğunu, ziyaretçilerin beğenileriyle attı. MOBİLYA NEREDE, BİZ ORADA İstikbal markasının tasarım bașarısının altında yatan faktörlerden birisi, trendi izlemektir. Dünyanın neresinde olursa olsun, mobilya sektörüyle ilgili bir etkinlik varsa, mutlaka katılıyoruz. Bu takip son derece önemlidir. İkinci bir faktör, çok profesyonel bir ekibe sahip olmamız. Bu ekibin uzun yıllardır mobilya sektöründe ve birlikte çalıșıyor olması çok büyük bir avantaj. Bașarının üçüncü bir sırrı da ișini çok iyi bilen ve seven bayilerle çalıșmak, onlarla bilgi akıșı sağlamak. Yılda iki kez de trendin nereye gittiğini sezebilmek için pazar araștırması yapıyoruz. ‘İnsanlar ne istiyor, ne bekliyorlar?’ sorularına cevap arıyoruz. Bütün bunların iyi bir koordinasyonuyla da ortaya tasarım çıkıyor. Bu koordinasyonu ne kadar iyi yapabilirsek, bu zincirin halkaları ne kadar güçlü olursa, sonuç da o kadar mükemmel oluyor. ARAȘTIRMA SONUÇLARI 15 yıldır yılda iki kez trend ölçüyoruz. Çok değiștiğini söyleyebiliriz. Eskiden herkes aynı șeyi almak istiyordu. Ama bugün tamamen tersi... “Ayșe Hanım’da var, bende aynısı olmasın, benimki farklı olsun,” diyorlar. Bu tespit bizi ürün çeșitliliğini artırmaya itti, o da beraberinde mağazaların büyümesini getirdi. Araștırmanın ikinci önemli sonucu, insanların mobilya değișim sürelerinin çok kısaldığını göstermesiydi. Eskiden ürün evladiyelik alınırken, artık moda olgusu çok önemli bir hale geldi. Biz bu ölçümlerle değișimi iyi yakaladığımıza inanıyoruz. Değișim, tasarıma da yansıyor. İnsanlar mobilyalarından kısa sürede sıkılıyorlar ve talepleri değișiyor. Mesela geçtiğimiz yıllarda üretilen ama pek ilgi görmeyen avangart serisi son bir buçuk yıldır satıșlarımızda ciddi bir pay sahibi oldu. Bu bakımdan bilgileri güncelleyebilmek çok önemli… Önümüzdeki dönemde, İstanbul’dan bașlayarak, Türkiye’de konuttaki değișime ayak uydurmaya çalıșıyoruz. Bu değișimlere ayak uydurduğumuz sürece markamızın liderliği devam edecektir. Bayilerimiz de bizi izlemeye devam etsinler. Biz kendi cenahımızda onlar adına çok çalıșıyoruz, onlar da kendi cenahlarında bizim için çok çalıșıyorlar. Bu ekip ruhumuzu devam ettirdiğimiz sürece, bin tane İstikbal bayisiyle çok güzel ișler yapacağımıza inanıyorum. 15-20 yıldır yașadığımız sinerjiyi, uyumlu çalıșmayı, ișbirliğini, birbirimizi desteklemeyi sürdürelim. B‹zb‹ze 11 dünya ve b‹z BELLONA PAZARLAMA MÜDÜRÜ BÜLENT ALICI: ÜRET‹M ‹LKEM‹Z: ‹NSANA VE ÇEVREYE SAYGI Türkiye mobilya sektörü, ülkenin genel büyüme oranının üzerinde büyür. Geçtiğimiz yıl sektör yüzde 20, Boydak Grubu yüzde 2122 oranında büyüdü. Bellona ise yüzde 26’yla grubun en çok büyüyen markası oldu. Bu büyüme, konjonktürün etkisinin yanı sıra yeni reklamımız ve yeni tasarım anlayıșımızın sonucuydu. 2012 için de beklentimiz olumlu. Hatta kendimize, 2015’e kadar her yıl yüzde 15 büyüyüp, 2015 sonunda sektörün en büyük markası olma hedefini koyduk. Tabii bu atak sadece ciroyu değil; tasarım, mağazacılık, görsellik, kurumsallık gibi marka olmanın gerektirdiği birçok bașlığı da kapsıyor. Halen hedeflerimiz doğrultusunda ilerliyoruz. BELLONA’DA SELÇUKLULAR TAHTI OSMANLILAR’A DEVRETT‹! Bellona’n›n ‘do¤aya ve insana sayg›’ anlay›fl›yla tasarlanan 2012 koleksiyonu, her köflede keflfedilen farkl› sürprizleriyle ziyaretçileri flafl›rtt›. Kendi müzi¤inizi yapabilece¤iniz yer koltu¤u, Osmanl› motifleri, Volkswagen sürgü sistemli kap›lar… Bellona’da 2012 y›l› için seriye giren yeni ürünler, sa¤lad›klar› konforun yan›nda kullan›c›s›na daha fazla yaflam alan› sa¤l›yor. Bellona 2012 koleksiyonunda ‘do¤aya ve insana sayg›’ anlay›fl›n›n yan› s›ra fonksiyonellik ve modern dokunufllar da ön plana ç›k›yor. 12 B‹zb‹ze Bellona gençliği yine eline geçirmiști. Nasıl mı? Ortak yayınla fuar geneline hâkim olan alçak sesli hafif müzik, Bellona standında yerini yüksek perdeden çalan pop müziğe bırakmıștı. Fuarın en șık girișlerinden biri olan Bellona standından içeriye girip bu sese yöneldiğimizde, genç odasının önündeki iki yer koltuğunda 13-14 yașlarında iki genç gördük. Birinin elinde iPot, diğerinin elinde oyunu, dünyadan kopmușlardı. Öğrendik ki, sadece Bellona’da duyulan bu müzik, o gencin elindeki iPot’tan koltuğun altındaki elektrik sistemi ve hoparlör sayesinde ortama yayılmaktaydı. Standın en ilginç parçalarından biri olan bu koltuktan yetișkinlerin dünyasına doğru ilerlediğimizde ise karșımıza Osmanlılar çıkıyordu. Geçtiğimiz yıl ürün tasarımlarında Selçuklu motiflerini kullanan Bellona, șık takımlarını bu yıl Osmanlı desenleriyle bezemiști. Soft renkleri, kumaș-kumaș uygulamasıyla insanda sıcak bir his uyandıran Anatolia konsepti, aynı zamanda Osmanlı motifleri de eklenince mağrur bir güzellik kazanmıștı. Motifler, sırt kırlentlerinde, duvar ünitesinde, yemek ve yatak odalarındaki parçalarda yer alıyor, bazıları led aydınlatmayla öne çıkarılıyordu. Beyaz-ceviz rengin uyumu, kullanılan bu takımın yemek masasının kenarlarında özel çıkıntılar olușturmuștu. Yatak odasındaki dolap kapısı, öne çekilerek Volkswagen sürgü kapı sistemiyle açıldığında, karșınıza gizli bir boy aynası çıkıyordu. Anatolia ne kadar sürprizler barındırıyorsa, teșhir komșusu Bellona’nın A Plus mağazalarında satılan Premium’un yeni serisi Veronica da bir o kadar șıktı. Beyaz lake boyalı modelin en belirgin özelliklerinden biri, eğimli șık ayaklarıydı. Yemek odasında bu șıklık, sandalyelerdeki deri uygulamasıyla zenginleșmiști. Uzun ömürlü, parlak görünümlü beyaz lake, standı dolduran ziyaretçilerin ilgisini çekiyordu. Yatak odasında, takımın karyolasının altından yayılan, sürekli değișen veya sabitlenebilen ıșıklandırmanın da ilgi odağı olduğunu belirtmeye gerek yok. Küçük metrajlı evler için tasarlanan Senfoni köșesine krem ve kapuçino renkleri hâkimdi. Renk uyumu büyük beğeni toplayan takımı, Bolivya serisinin duvar seti tamamlıyordu. İLKEMİZ İNSANA VE ÇEVREYE SAYGI Bellona, sektörün en beğenilen markalarından biri. Bu durumun altını çizmek istiyoruz. Varmak istediğimiz nokta, insan sağlığına uygunluk, çevreye duyarlılık. İlerlemek istediğimiz bu yolun altyapısını olușturmaya çalıșıyoruz. Elbette tüketicinin tercih ettiği tasarım, estetik, fonksiyonellik, konfor da her zaman önde tutacağımız marka değerlerimiz arasında. İnsana ve çevreye saygı ilkesini geçen yıl kısmen bașlatmıștık ama asıl olarak bu yıl vurgulayacağız. Buna yönelik kriterleri uygulama çalıșmamız hızla devam ediyor. Zaten bu kriterleri uygulamadan küresel bir marka olmak mümkün değil. MODERN TASARIM İLGİ GÖRÜYOR Bellona kentli, daha çok da gençlere seslenen bir marka olarak algılanıyor. Elbette bu, algı düzeyinde kalmıyor, satıșlarımıza da yansıyor. Biz de bizden beklenen genç, modern tasarımı yapıyoruz. Dolayısıyla geçen yılki tasarımlarımızla karșılaștırdığımızda bu yıl çok șey değișmedi. Geçen yıl hâkim olan beyaz renk bu yıl biraz daha ekru, krem, krem-ceviz, beyaz-cevizin kullanıldığı tasarımlara kaydı. Biz de trend olușturan bir markayız. Diğer șirketler de bizleri izleyecektir. TEK TİP KIYAFETE GEÇİLİYOR Büyük mağazacılığı özendirici aktiviteler yapıyoruz. Çünkü artık insanlar küçük mağazaya girip çıksa da, evinin tüm ihtiyacını aynı yerden almak, bir tek yere borçlanmak istiyor. 2011’den bașlayarak A Plus mağaza uygulamasına geçtik. 3 bin metrekare üzerindeki bu mağazalara özel ürünler tasarladık. Büyük mağazacılık masraflı olduğu için bu bayilerimizi desteklemek istedik. 2015’te sektörün en büyük markası olmak için genel merkez olarak gereken her adımı en iyi șekilde atacağız. Bayilerimizin de mağazalarını her zaman güncel tutmalarını, elemanların kurumsal kimliği tașımalarını istiyoruz. Bu nedenle de tek tip kıyafet çalıșması yapıyoruz. B‹zb‹ze 13 dünya ve b‹z MOND‹ PAZARLAMA MÜDÜRÜ VOLKAN YÜCEDA⁄: GRUBUN EN ÇOK YATIRIM YAPILAN MARKASIYIZ MOND‹ TASARIMDAN ÜRÜNE Mondi stand›nda geleneksel ürünlerin yan› s›ra, h›zl› yaflam temposundaki müflterilerin evlerinde kullanmaktan keyif duyaca¤›; ekonomik, fonksiyonel, fl›k, modern tak›mlar, ‘tasar›mdan ürüne’ sergileniyordu Mondi art›k daha teknoloji a¤›rl›kl›. Marka, fuar için beyaz›n hâkim oldu¤u inci serisini haz›rlad›. Küçük evlerin efektif kullan›m›na yönelik köfleler tasarlad›. 180 derece aç›lan yatak gelifltirdi. Yatak ergonomisini yay sistemiyle koltu¤a tafl›d›. 14 B‹zb‹ze Mondi de İstikbal ve Bellona gibi geniș bir girișle ziyaretçilerini kabul ediyordu. Ancak kalp șeklinde, dıșı siyah, içi sarı dev lambaların sıcaklığı, daha içeriye adım atmadan ziyaretçilerini cezbediyordu. Bu sempatik giriși geçer geçmez, ziyaretçilerin karșısına dev bir panoda, bir mobilyanın karakalem eskiz çalıșması çıkıyordu. Duvara sabitlenen eskizin hemen altında da, bu tasarımdan yola çıkılarak vücut bulan köșe takımı duruyordu. Bu takım, Mondi’nin 2012 için belirlediği ‘Tasarımdan Ürüne’ temasının bir örneği olarak, hayata yeni bașlamıș, kültür seviyesi yüksek ama geliri düșük tüketiciler için tasarladığı üründü. Ödemeleri 36 aya kadar bölündüğünde, ayda yaklașık 70 TL’ye böyle șık bir köșe takımını alabilmek, belirlenen hedef kitleye bütçesini zorlamadan hayalindeki evi kurma șansı verecekti. Smart, kullanıșlı, fonksiyonel, ekonomik olan bu minimal ürün Mondi’nin 2012’de en iddialı olduğu tasarımıydı. Marka yıla, bu tasarımı çeșitlendirerek devam edecek. Mondi’nin bir bașka gururu, yataklarıydı. Doğal malzeme isteyenlere İnci’yi, farklılık isteyenlere Refleks’i öneriyorlardı. İki yüzünde yazlık-kıșlık uygulaması yapılan, gerçek yün ve pamuk kullanılan İnci ergonomik, ortopedik. İnci’nin bu özellikleri kadar Refleks’in bazaya ulașmak için yukarıya doğru kaldırılan sistemi de Mondi ziyaretçilerinin ilgisini çekiyordu. Sade ve șık genç odasının en belirgin özelliği de yatağıydı. Vücudun gelișmekte olduğu bu dönemde gençlere en sağlıklı seçeneği sunacak ortopedik bir yatak tasarlanmıș. Sadelik sadece genç odasında değil. Mondi ekibi, uluslararası fuarlardaki gözlemlerini İMOB’a yansıtarak, standın genelini gayet sade tasarlamıș. Bunun nedeniyse ziyaretçilerin aksesuarlara değil, ürüne odaklanmalarını sağlamak. Takımların zarafeti, duvar kâğıtlarının desenleriyle tamamlanmıș. Fuarda sergilenecek ürünlerle ilgili bilgiler Mimarlık Departmanı’na gönderilmiș. Onlar da bu takımlara en uygun seçenekleri fuar için hazırlamıșlar. Mondi’nin gündeminde, ürün gruplarında menü olușturmak var. Mesela kanepelerin kaç kișilik olduğunu, açılma șekillerini, boyutlarını, fiyat baremini listeleyerek, müșterilerin evlerine en uygun seçeneği görmesini sağlayacak bir menü sunmayı hedefliyorlar. 2011, Mondi için bașarılı bir yıldı. Grubumuzun pazardan aldığı payın artan ivmesinden faydalandık. Yeni tasarımlarımızla, yeni bayilikler de verip ağımızı artırarak pazardan iyi bir pay aldık. Markamız yılı yüzde 24’lük bir büyümeyle tamamladı. 2012 hedefimiz ise yüzde 40. 2011 sonunda mağazalarımızı, bu yıldan itibaren geçerli olmak üzere, hem metraj hem ciro hem de ürün erișebilmesi kriterleriyle sınıflandırdık. 1000 ve 1500 üzeri metrekarelerdeki mağazalarımıza ağırlık veriyoruz. Çünkü İstikbal ve Bellona’nın yıllardır daha önce tamamladıkları markalanma ve yapılanma süreçlerini, henüz altı yıl önce Boydak grubuna geçen Mondi yașıyor șimdi. Mağazalarımızı metropollerde, özellikle nüfusun yoğun olduğu bölgelerde olușturmak ve ürünlerimizi tüketicilerimizle bulușturmak gayretindeyiz. Büyük metrekare de, daha fazla müșteriyi daha çok ürünle bulușturma șansı sağlıyor. Bölgenin konumu ve gelir seviyesine göre mağazalarımızı platin, silver ve bronz olarak ayırıyoruz. Bayi adaylarına öncelikle Mondi’yi tercih etmelerini öneriyoruz. Çünkü Mondi, grubun en çok yatırım yapılan markası. Ayrıca İstikbal ve Bellona’nın deneyimleri bizim için birer kazanım. Bu iki dev, bugün en fazla ve kaliteli bayilik yapısına sahip, en güçlü markalar. Son derece kurumsal olan bölge müdürlerimiz aynı. Satıș sonrası verilen hizmetin kalitesi de aynı, çünkü biz de Boyser’den yararlanıyoruz. Dolayısıyla hizmet, ürün, sunum kalitesinde farkımız yok. Bütün bunlar bizim için büyük avantaj. Zaten Mondi’nin cirosunu kısa sürede yükseltmesi ve sağlıklı bir bayi yapısına kavușması, bu tecrübe ve altyapı sayesindedir. Üstelik Mondi’nin yeni bir marka olması nedeniyle avantajları da var. Eskiden büyük balık olmak iyiydi. Ama biz, sektörün hızlı ve dinamik ‘küçük balığı’ olmak istiyoruz. Biliyoruz ki daha iyi aksiyon gerçekleștiren firmalar bașarılı oluyor. BAYİLERE SÜRPRİZLER Ürün gruplarımızı modern ve geleneksel olarak ayrıștırıyoruz. Geleneksel tasarımda çok hâkim olduğumuz kanape ve oturma gruplarımız, modern tasarımda standımızda karakalemle tasarım așamasını gösterdiğimiz köșe takımı var. İyi tasarımlar, kaliteli ürünler yapıyoruz. Bayilerimizden de bu ürünleri tüketiciyle bulușturma sürecindeki becerilerini artırmalarını, müșteriyle hızlı iletișim kurmalarını ve sonuç odaklı olmalarını istiyoruz. Biz markaya yatırım yaparken, onlara da mağaza ve metrekarelerine yatırım yapmalarını öneriyoruz. 2012 Mondi’de, değișim, gelișim ve farklılığın ortaya çıkacağı ‘Tasarımdan Ürüne’ yılıdır. Bayi yapısının artacağı, güçleneceği bir konumu hedefliyoruz. Her üründe fonksiyonel özellikler, kaliteli kumașlar ve bu kumașların özelliklerinden kaynaklanan kullanım avantajlarını sergileyeceğiz. Yatak ve bazada yeni çalıșmalarımız var. Ortopedik yataklar, güvenli ve sağlam bazaların yanı sıra, ev tekstilinde de yeni tasarımlar yolda. Panelde daha çok konsept olarak çalıșıyoruz. Konsept çalıșmamızı 2013 yılında yeni ürün grubumuz olacak halıyla pekiștireceğiz. Mondi’de üretimi, Ar-Ge’si, fabrikalarıyla ahenkli bir takım çalıșması yapıyoruz. Fuardaki ürünlerde en az emek bizim, en fazla emek onların. Tüm arkadașlarımıza teșekkür ediyoruz. B‹zb‹ze 15 dünya ve b‹z Boydak Holding CEO’su Memduh Boydak: “2023’TEK‹ 10 Dünya markas›ndan b‹r‹ b‹z‹z” Boydak Holding CEO’su Memduh Boydak, Grubun Türkiye’de 50 y›l boyunca edindi¤i bilgi birikimini, mobilyac›l›k kültürünü, kurumsal deneyimini uluslararas› pazarlarda dünya markas› olma yolunda de¤erlendireceklerini söyledi “Bașbakan Recep Tayyip Erdoğan 2023 yılına kadar Türkiye’nin 10 uluslararası marka çıkaracağını söyledi. İște o 10 markadan biri biziz.” Bu sözler, küresel marka olma hedefini ortaya koyan ve bu hedefe doğru emin adımlarla ilerleyen Boydak Holding’in CEO’su Memduh Boydak’a ait. Memduh Boydak, İMOB’un heyecanlı atmosferinde sorularımızı yanıtlarken, Türkiye ekonomisine, çalıșanları ve bayileriyle birlikte Boydak Holding’e duyduğu güveni iște bu sözleriyle ortaya koydu. Dünya mobilya sektörünü değerlendirir misiniz? Dünyadaki konjonktürü dikkate alırsak, mobilya sektörümüz için neler söyleyebiliriz? Dünya mobilya sektörünün hacmi, yaklașık 300 milyar dolar düzeyinde. Sektör aslında ekonomik krizden etkilendi ama ekonomik ve fonksiyonel ürünlerde çok ciddi bir etkilenme olmadığı kanaatindeyiz. Biz bunu satıșlarımızdan görebiliyoruz. Ekonomik ve fonksiyonel ürünler ihtiyaç nedeniyle alındığı için krizden etkilenmiyor ama tabii bu, etkilenmeyeceği anlamına gelmiyor. Türk mobilya sektörü ise son derece iyi gidiyor. Hatta gayet heyecanlı diyebiliriz. Geçtiğimiz yıl birçok sektör gibi mobilya sektörü de beklentinin ötesinde bir büyüme yakaladı. Sadece biz değil, meslektașlarımızın da büyümeleri gayet iyi düzeylerde. Boydak Holding dünyaya ürün satan bir marka. Özellikle yakın coğrafyadaki siyasi çalkantıları dikkate alarak Boydak markalarının dıș pazarlardaki durumunu öğrenebilir miyiz? Avrupa ve Amerika’daki satıșlarımızdan gayet memnunuz. Ancak bildiğiniz gibi yeni açılan bazı pazarlarımızda ‘bahar rüzgârları’ esiyor. Bu durum elbette bir olumsuzluk olușturdu. Bu ülkelerin toparlanmasını bekliyoruz. Ama beklerken de bu dezavantajı avantaja çevirdiğimizi söyleyebiliriz. Ortadoğu’daki olumsuzlukları așabilmek için mevcut pazarlarımıza daha çok odaklandık. Afrika pazarlarında yoğunlașmaya gayret ettik. Çabalarımızın yansımasını da ihracat rakamlarımızdaki artıșla gördük. Elbette yine de önümüzdeki dönemlerde yakın coğrafyamızdaki pazarlarda siyasi istikrarın olușmasını bekliyoruz. Çünkü onlar, Türkiye’nin yakın komșuları olan pazarlar. Libya, Suriye, kısmen Irak, Mısır ciddi bir nüfusu olan, tüketime aç yani bizim için önemli pazarlar. Dolayısıyla bu ülkelerde ekonomik ve siyasi istikrarın olușmasına ihtiyacımız olduğunu söyleyebiliriz. 16 B‹zb‹ze 2012’de hedefinizde yeni pazarlar var mı? Aslında her pazara açığız ama bazı pazarlara yoğunlașıyoruz. Nijerya, Hindistan, Vietnam, Endonezya gibi ülkeler bizi çok heyecanlandırıyor. Ama bunlar, uzaklıkları nedeniyle maliyeti yüksek, uğrașılması gereken pazarlar. Yine de hedefimizdeler. Çünkü netice itibarıyla biz, Türkiye’de edindiğimiz mobilyacılık kültürünü, bilgi birikimimizi, kurumsal deneyimimizi uluslararası pazarlarda dünya markası olma yolunda değerlendirmek istiyoruz. Zaten biliyorsunuz, devletin ‘Turquality’ adıyla uyguladığı marka destekleme programı içerisinde bulunduğumuz için, markalașma yolunda çalıșmalarımız kesintisiz sürüyor. Boydak’a artık “küresel bir șirket” diyebilir miyiz? “O yolda” diyebiliriz. Biz bugün aktif olarak 100 ülkeye ihracat yapıyoruz. Toplamda 120’ye yakın ülkeye ihracat yapmıșlığımız var. Bu açıdan bakarsanız, “küresel bir șirketiz” diyebiliriz. Ama tam anlamıyla “küresel bir șirketiz” diyebilmek için, markanızı dünyada birçok yöneticinin ve tüketicilerin tanıyor olması önem arz eder. “Biz bu yolda ilerliyoruz” diyebiliriz. Yaklașık 50 yıl süresince çok ciddi bir deneyim kazandık. Bu deneyimle beraber birçok pazarda markalașma yolunda çok ciddi mesafeler alıyoruz. Ve inanıyoruz ki önümüzdeki 10 yıllık süreçte küresel bir marka olacağız. Bașbakan Tayyip Erdoğan 2023’te dünyaya 10 tane perakende markası çıkacağını söylüyor. Oraya aday mısınız? İște bunu söyleyebiliriz. Hiç problem yok. Onlardan biri biziz. “Bir tanesi İstikbal” diyebiliriz. MOSDER Bașkanı Ramazan Davulcuoğlu, Türkiye’de ve yurtdıșında Türk mobilya stiline yoğun ilgi gösterildiğini söyledi. Bu stili tanımlar mısınız? Amerika’da daha çok rahatlığın ve biraz da ağacın ön plana çıktığı bir mobilya stili vardır. Avrupa’nın mobilya stili sakin, dingin ve tekdüzedir; mobilyaların pek çoğu birbirine benzer. Ama Türkiye’de bunların hepsinin karıșımı olan bir stil vardır. Türkiye, bildiğiniz gibi Doğu Avrupa, Ortadoğu, iș yapması cihetiyle Amerika ve daha birçok pazara yakın. Etkileșim açısından bu önemli bir faktör. Türkiye’nin kendi içinde de bölgeler arası farklı taleplerin doğurduğu bir farklılașma vardır. Mesela İstanbul’da sattığınız bir mobilyayla Diyarbakır’da sattığınız mobilya tasarım açısından farklılık gösterir. Veya Akdeniz’de sattığınız mobilyayı Karadeniz’de satamayabilirsiniz. Bir faktör de, Türkiye’de her ne kadar son yıllarda artıș hızı yavașlamıș olsa da kalabalık aileler ve misafir ağırlama alıșkanlığı… Bu tablo, mobilyada fonksiyonellik ihtiyacını ön plana çıkarıyor. Dolayısıyla bu harmoniden dolayı Türkiye’de mobilya sektörü, hem avangart hem modern hem de geleneksel… Biraz çılgınca. Her tarza giden bir anlayıș var. Türk mobilyası son yıllarda, farklı alıșkanlıklara hitap etme anlamında ekol olușturmaya bașladı. Türk mobilya stili de bütün bu özellikleri nedeniyle beğeniliyor. B‹zb‹ze 17 dünya ve b‹z “Türk‹ye’de mob‹lya hem avangarT hem modern hem de geleneksel… Her tarza g‹den b‹r anlay›fl var. mob‹lyaMIZ son y›llarda, farkl› al›flkanLIKlara h‹tap etme anlam›nda ekol oluflturmaya bafllad›” “ Yani mobilya sektörümüz bir sentez meydana getirmiș… Evet. Fuarı ziyaret eden bir Alman misafirimiz de aynı șeyi söyledi. “Almanya’daki heyecan eksikliğine baktığımda burada inanılmaz bir heyecan gördüm. Çok farklı mobilya stilleri var. Bu pazara inanamadım,” dedi. Biz aslında her pazara uygun ürünler yapıyoruz. Nasıl ki Türk müteșebbisi hem Ortadoğu hem Avrupa hem Afrika ile aynı dili konușabiliyor ve her kültüre yakın bir iletișim kabiliyeti tașıyorsa, iște mobilya stilimiz de bu özelliklere sahip. 18 B‹zb‹ze Boydak markalarını bu trendi takip anlamında nasıl değerlendiriyorsunuz? Boydak markaları markalașmaya bașladığı 1980’lerin sonundan bugüne kadar trend olușturan bir tarza sahip. Moda akımlarından etkilenip, onu mobilyaya uyarlayan bir yaklașımımız var. Dolayısıyla gerçekten çok farklı anlayıșlara, çok farklı beğenilere seslenen ürünler ortaya çıkarıyoruz. Bunda da tasarımın gücünü, ekibimizin bilgi birikimini kullanıyoruz. İMOB’dan hemen önce yapılan, mobilya firmalarımızın katılmadığı Köln Fuarı hayli heyecansız geçmiș. Sizi ve diğer mobilya șirketlerini Köln Fuarı’na katılmama kararına yönelten etken neydi? Aslında ‘sivil toplum kurulușlarının etkisi’ diyebiliriz. Türkiye Mobilya Sanayicileri Derneği çatısı altında yaklașık 35 marka var. İMOB organizasyonunu da bu derneğin bir ürünü olarak değerlendirebiliriz. Üç yıl önce meslektașlarımızla daha güçlendirilmesi, etkisinin artması hedefiyle İMOB’a odaklanma noktasında bir prensip kararı aldık. Meslektașlarımızın büyük çoğunluğu da bu karara uydular. Etkisini de gördük. Tutumumuz İMOB’a yabancı ziyaretçilerin akınını da sağladı. Șu anda Avrupa dâhil bölge coğrafyasında yükselen trend İstanbul’daki mobilya fuarında. Milano Fuarı’na ‘birinci’ dersek, İstanbul’a ‘ikinci’ diyebiliriz. Ziyaretçi frekansı, katılım, ürünlerin çeșitliliği, neticeye ulașan iș bağlantılarının yapılması açısından İMOB gerçekten son yılların beklenen fuarı haline geldi, bir marka oldu. Fuarın kazandığı bu önemde, hem Boydak Grubu hem sektördeki dinamik markaların çok büyük katkıları var. Bizler de kendi ülkemize odaklanmıș olduk. Türkiye yükselen bir değer. Mobilya sektörü de bu yükselen değer içinde farkını oraya koyuyor. Mobilya sektörü, Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri olan ‘cari açık’ konusunda nefes aldıran bir sektör… İhracatı ithalatından yaklașık iki misli fazla olan mobilya, cari açık verdirmeyen ender sektörlerden biridir. Dolayısıyla Türkiye’nin geleceği açısından mobilya sektörünün gelișiminin desteklenmesi çok büyük bir önem arz ediyor. Boydak Grubu’nun küresel bir oyuncu olma hedefini dile getirdiniz. Bu hedefe ulașmak için bayilerden beklentileriniz, onlara önerileriniz var mı? Sektörün yeniliklerini belirleyen trendler bizden çıkacak. Buna inanıyoruz, buna güveniyoruz. Ekibimize inanıyor ve güveniyoruz. Ve bizi yönlendiren bayilerimize inanıyor, onların deneyimlerine güveniyoruz. Markalarımızla beraber olanlar, ișini iyi yapanlar, mağazacılık trendlerini izleyenler her zaman kazanacak. Fabrikalarımızdan farklı ürünler, kaliteli tasarımlar çıkıyor. Ancak ürünün estetiği satıș için yeterli olmuyor. Tüketiciler alıșveriș deneyimlerini güzel mekânlarda yașamak istiyorlar. Bayilerimizin de bu gelișime duyarsız kalmaması, teșhir mekânlarını günün koșullarına uygun hale getirmesi gerekiyor ki, bu rekabette geri kalmasınlar... Onlar bu sunumu bugüne kadar gayet iyi yaptılar, bundan sonra da iyi yapacaklarına gönülden inanıyoruz. Bayilerimizi seviyoruz, takdir ediyoruz. “RENK KÖRLÜĞÜNDEN KAÇALIM” Memduh Boydak ardından teybimizi Boydak Holding Yönetim Kurulu Üyesi Bekir Boydak’a yönlendirdik. Beklentisini “2012, sektörde geçmiș yılları aratmayacak. Hatta onların da üstünde bir çıkıș bekliyorum,” sözleriyle dile getiren Bekir Boydak, Türkiye’deki ev gerçeğinin fonksiyonelliği ve tasarımı evrensel anlayıșla bulușturan bir mobilya stili olușturduğunu, bunun dünyada beğenildiğini söyledi. Bekir Boydak sorularımızı șöyle yanıtladı. Yurtdıșında tasarımlarınız nasıl değerlendiriliyor? Yaptığımız tasarımlar evrensel bulunuyor. Bizim mobilya grubunun geçtiğimiz yıl 150 milyon dolarlık ihracatımız oldu. Dünyanın yaklașık 100 ülkesine ürün satıyoruz. Birçok yerde mağazalarımız da var. Dolayısıyla burada ürettiğimiz ürünü sadece Türk halkı için üretmiyoruz. Evrensel bir șeyler yapıyoruz ve gittiği ülkede satılıyor. Geleneksel değil, evrensel yaklașımı benimsiyoruz. Bugün Türkiye’de üretilip tasarlanan burada beğenilip satıșa dönüșen bir ürün aynı șekilde Fransa’nın, Almanya’nın ya da Ortadoğu’da bir kentte beğenilip satıșa dönüșüyor. Bu ülkeler arasında bir ortak paydayı yakalıyoruz. Boydak markasını geleceğe yönelik olarak nasıl konumlandırıyorsunuz? Rakamlarımız ortada. Șirket șeffaf, herkes Boydak Grubu markalarını biliyor. Biz yine ve her zaman mobilya sektöründe kalıcı olacağız, yeniliklerimizi yapıyor olacağız. Tasarıma önem veriyor ve özen gösteriyor olacağız. Mağazalarımızı her zaman canlı tutuyor olacağız. Dolayısıyla var olan liderliğimizi pekiștiriyor olacağız. Yurtdıșı açılımlarımız, yatırımlarımız var. 60 yıllık tecrübeyi dünya ülkeleriyle paylașalım istedik. Dolayısıyla mobilyada vizyonumuz artık dünya ligi. Türkiye’de ekstradan çok büyük yatırımlarımız olmayacak. Yeni bir marka arayıșında değiliz. Biz artık dünya liginde uygun bulduğumuz ülkelere yatırım planlıyoruz. Oralarda da mobilya denince akla Bodak Grubu’nun gelmesini istiyoruz. Bu hedefler doğrultusunda en önemli unsurlardan biri bayiler. Onlardan neler bekliyorsunuz? Herkes bulunduğu yerin lideri olmalı. Biz nasıl sektörün lideriysek, bayimiz de bulunduğu ilçenin mobilyada lideri “DETAYLAR ÇOK ÖNEML‹. ‹NSANLAR AYNI fiEY‹ SÜREKL‹ YAPINCA RENK KÖRLÜ⁄Ü YAfiAYAB‹L‹R. HER SABAH ‘MA⁄AZANIN GÖRÜNÜfiÜ NASIL,TÜKET‹C‹YE KEND‹M‹Z‹ NASIL BE⁄END‹R‹R‹Z, ‹LG‹S‹N‹ NASIL ÇEKER‹Z?’ D‹YE DÜfiÜNMEM‹Z GEREK‹YOR” “ olmalı. En iyi hizmeti o vermeli, en büyük yeniliği o yapmalı. En güler yüzlü ve zamanında hizmeti yine o vermeli. Müșteri memnuniyeti her șeyin önünde gelmeli. Altını çizerek peșinen söyleyeyim, biz bayilerimize çok șey borçluyuz. Biz ortaklık kültürünü seven bir grubuz. Bayilerimizin büyümemize büyük katkıları oldu. Biz büyüdük onlar büyüdü, onlar büyüdü biz büyüdük. Kazançlarımızı mobilya sektöründe tekrar yatırıma dönüștürdük. Onlar da mobilya satıș noktasına dönüștürdüler. Çizgimizi bozmadan devam edeceğiz. Siz Boydak bayii olsaydınız, nasıl bir çalıșma șekli benimserdiniz? Detaylar çok önemli. İnsanlar aynı șeyi sürekli yapınca renk körlüğü yașayabilir. Böyle bir ihtimali ortadan kaldırmak için sabah ișe gittiğimizde mağazayı “Görünüșü nasıl, tüketiciye kendimizi nasıl beğendiririz, nasıl ilgisini çekeriz” hassasiyetiyle tekrar gözden geçirmeliyiz. Renk körlüğüne kapılmamalıyız. Satıș, bir yaklașım iși. Her zaman istediğimiz büyüklükte mağaza bulamıyoruz. Örneğin Beșiktaș’ta 5 bin metrekare mağaza bulamazsınız. Bulsanız da kirası çok yüksektir. Bu durumda Beșiktaș’taki bayi ne yapmalı? Șunu düșünmeli: Ben burada en çok neyi satabilirim? Yüzlerce ürün içerisinde Beșiktaș’ta hangisi daha çok ilgi çeker? Bu ürünleri nasıl teșhir etmeliyim? Bunlar önemli sorular ve bu sorulara vereceğimiz cevaplar da çok önemli. Mesela aynı mağaza, bir bayinin elinde 50, bir bașkasının elinde 200, diğerinin elinde 400 liralık iș yapabiliyor. Mağazamıza gelen insanları, evimize gelen misafirler gibi karșılamamız, uğurlamamız lazım. Müșteri neyi görmek ister, onunla nasıl empati kurarız, düșünmek lazım. Empati ișin sihirli yönü. Biz de tüketiciyiz. Gittiğimiz mağazada iyi karșılanmak istiyorsak kendimiz de öyle yapmalıyız. Bayilere müjdeleriniz var mı? Bir bayi perakende yazılım programı yaptırıyoruz. İlerideki amacımız tek dil konușan bir yapı. Üreticisinden tüketicisine, tek bir lisan olacak. Ürünlerin depolanması, kodları, renkleri, sipariș sistemi bütün bunlar ortak olacak. Ürün takibi kolay olacak. Bunun bayilere yansıyacak olumlu yanları nelerdir? Bizim opsiyonlarımız var. Tüketici bu opsiyonlardan birini seçerse… ‘Șu koltuk bu kumaș’ gibi. Ya da ‘șu mobilya ama șu parçası olmasın’ gibi bir șeyler isterse sistem siparișe giriliyor. Bunlar da üretici firmadan üretilip geliyor. Bu anlamda tüketicilerimizle ve bayilerimizle taahhütlerimiz oluyor. ‘Bu ürün șu kadar zamanda yapılır gelir’ diye. Șimdi insanlarımız ürünün izlenme sürecini görecekler. B‹zb‹ze 19 ROTAMIZ Medreseler fiEHR‹: s‹vas Anadolu’nun en eski yerleflim merkezlerinden Sivas, tarihte pek çok olaya tan›kl›k etmifl. Binlerce y›ll›k kültürel miras›n izlerini, hayranl›k veren görkemiyle yans›tan Sivas, geçmiflte oldu¤u gibi bugün de capcanl›. Özgün el sanatlar›, ‘kangal’›, müzi¤i, binlerce y›l öncesinden bugüne uzanan kültürel miras› ve mimarisiyle Sivas’tay›z… Soğuğa “Nerelisin?” diye sormușlar, “Erzurumluyum ama Sivas’ta eğleșiyorum,” demiș. Ama soğuğu meșhur Sivas, Bizbize’nin kıș ortasındaki ziyareti sırasında kara hasretti. Pir Sultan’ın, Âșık Veysel’in șehri Sivas, soğuğuna inat, insanın kendisini evinde hissedeceği bir sıcaklığa sahip. Ülkenin dört yanını birbirine bağlayan kara ve demiryolları ağının buluștuğu Sivas’a bir süredir İstanbul ve Ankara’dan uçakla gidebiliyorsunuz. Tercihiniz uçaksa, Nuri Demirağ Havaalanı șehrin ziyaretçilerini yepyeni, pırıl pırıl yüzüyle karșılıyor. Yüzölçümü açısından Türkiye’nin en büyük ikinci ili. Genel nüfusu 794 bin. İl merkezi nüfusu ise 250 bin. Evet, Sivaslılar güleryüzlü, misafirperver, yardımsever insanlar ama caddelerde șahit olduğunuz o genç cıvıltının bir kaynağı da Cumhuriyet Üniversitesi. Sivaslı gençlere, üniversitenin 35 bin öğrencisi de eklenince, șehirdeki köfteciler, kafeler, parklar yașayan mekânlar haline geliyor. Sözünü ettiğimiz rakamlara bakılırsa, șehir merkezinde göreceğiniz yedi kișiden biri öğrenci. Bu sayede olsa gerek, Sivas akșamları da yașayan bir șehir. Siz de bizim gibi yapın ve ilk iș, șehrin meydanına gidin. Eminiz ki aklınızdan “Acaba kaç șehrin böyle bir meydanı vardır?” sorusu geçecek. Ama tarihimizin bütün evreleriyle çepeçevre donatılmıș bu meydandan șehri gezmeye çıkmadan önce, Sivas’ın ekonomisine bir göz atalım mı? Türkiye’nin ikinci büyük ili Sivas’ın ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalı. İkinci kaynak 20 B‹zb‹ze hayvancılık. Ekonominin üçüncü ayağı ise yer altı zenginlikleri. Ürün miktarı mevsime göre değișmekle birlikte bașlıca tarım ürünleri buğday, çavdar, fasulye, mercimek, șekerpancarı... Sebzecilik ve meyvecilik pek gelișmemiș. Toprakların çok geniș bir kısmını kaplayan plato ve yaylaları nedeniyle Sivas, hayvancılık için biçilmiș kaftan. Bol çayır ve merası var. Nehirleri ve Gökpınar Gölü’nde kurulu alabalık tesisleri de gelir kaynaklarından. Ünü dünyayı saran Kangal köpeklerini unutmayalım. Gelișmiș arıcılığın ürünü olan leziz balı da listemizde. Sivas, maden bakımından da çok zengin. Topraklarından demir, kömür, kurșun, krom, bakır, tuz, gümüș, asbest, manganez, nikel, amyant, balit ve mermer çıkarılıyor. Özellikle mermer alanında ciddi sahalara ve mermer ișlemede çok bașarılı fabrikalara sahip. Burada ișlenen mermer, dünya ülkelerine, hatta Çin’e satılıyor. Șehrin iki büyük yerel market zinciri var. Sivaslılar da alıșveriș için bu yerel yaz süresince șehre katkı sağlıyor. Ancak Sivas’ın güçlü bir sanayisi yok, küçük sanayi yaygın. Son yıllarda metal eșya ve makine imali, dokuma ve gıda kolları gelișiyor. Sanayileșmenin eksikliği, șirketleșmenin yetersizliği, bölgesel zenginliklerin yeterince değerlendirilememesi ve göçe bağlı kalifiye eleman sıkıntısı Sivas’ın ekonomik gelișmesindeki en önemli sorunlar olarak sıralanıyor. market zincirlerini tercih ediyorlar. Bütün bunlara bir de çok göç veren Sivas’ın yaz nüfusundan kaynaklanan gelirini eklemeliyiz. Sivaslı gurbetçiler, DİVRİĞİ CAMİİ DÜNYA MİRASI Sivas’a tarihi ve kültürel değerini veren duraklara Divriği ilçesinden bașlayalım. Çünkü Divriği, sanat tarihinde eșine az rastlanır yapılardan Divriği Ulu Camii’ne ev sahipliği yapıyor. 1228 tarihli bu iki USTA ADAYLARINI KAÇIRAN KOKU! Buruciye Medresesi’nde bölgesel sanatları ve ustaları yașatmak için Valilik tarafından açılan dükkânlarda satılan çift taraflı tarak, zamanının ‘bit tarağı’ymıș. Bu tarakları yapan bir kiși kalmıș. 65 yașındaki bu ustanın yanına 18 öğrenci verilmiș ama hepsi de kaçmıș. Çünkü tarakların yapıldığı boynuzu düz bir hale getirme sürecinde çıkan koku, dayanılır gibi değilmiș. Yerel çarıklar da 84 yașındaki bir ustanın elinden çıkıyor ve çıraklığına soyunan yok. Gençler sadece ebruya ilgi duyuyor. B‹zb‹ze 21 BAY‹LER ROTAMIZ TAR‹H‹ H‹T‹TLER’LE BAfiLIYOR yapı, günümüze ulașan en önemli Selçuklu eserleri arasında yer alıyor. Mimberi, Selçuklu ișçiliğinin en güzel örneklerinden. Selçuklu’nun güç simgesi ‘çift bașlı kartal’ yontusunu tașıyan caminin yerinin, siluet olarak çevresine uyumu da düșünülerek seçildiği belirtiliyor. Güneș ıșınlarının yoğun olduğu saatlerde kapısında ortaya çıkan gölge, namaz kılan bir insana benzetiliyor. UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınan bu yapıyı Divriği Kaymakamlığı’nın web sitesinden dijital olarak gezebilirsiniz. Selçuklu’ya bașkentlik yapan Sivas, bir medreseler kenti. Ama bakımsızlık nedeniyle çoğu medrese de tarihe karıșmıș. Günümüze ulașan medreselerden biri, mimarisi kadar șiirsel ismiyle de insanı büyüleyen Gök Medrese. Selçuklu Eserleri Müzesi yapılmak üzere restore edilen medresenin iki minaresinde kullanılan mavi renkli çiniler, eșsiz güzelliklerinin yanı sıra medresenin ismine de ilham vermiș. 1271 tarihli medresenin çift minareli taç kapısındaki süslemelerde 12 tür hayvan bașı ve büyüleyici bir hayat ağacı motifi var. Ağaç; evreni, hikmeti, bereketi, sonsuzluğu temsil ediyor. Ağacın üstündeki çift bașlı kartal gücü, nar ve bașak da bereketi simgeliyor. Buradan șehir merkezine doğru birkaç adım attığınızda, eğri minaresi Pizza Kulesi’ni andıran Sivas Ulu Camii’yi göreceksiniz. Merkeze doğru yürümeye devam edin. Sivas, görülmesi gereken tüm anıtlarını yürüme mesafesinde sunuyor konuklarına. Artık șehir meydanındayız. Dört bir yanımız, tarihimizin değișik kesiminden eserlerle çevrili. Selçuklu Sultanı III. 22 B‹zb‹ze Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Muzaffer Burucati tarafından 1271’de fizik, kimya, astronomi gibi pozitif bilimlerin okutulduğu fen fakültesi olarak yaptırılan Buruciye Medresesi, eğitim ișlevini bugün de sürdürüyor. Sivas Valiliği bu ihtișamlı binayı, yerel sanatların yeni ustalarla sürdürülmesi amacıyla kullanıyor. Ustaların ürünlerini, medrese avlusundaki küçük dükkânlarda görebilir ve satın alabilirsiniz. Meydanda kendi etrafımızda dönmeye devam edelim. Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait Lorik Hamamı ve Kale Camii… Bu camide, zamanında, zekât konulan bir bölüm varmıș. Zenginler para koyar, fakirler gelir alırmıș. Çemberin biraz daha sağında İlhanlı Veziri Șemseddin Mehmet Güveyni tarafından 1271’de yaptırılan Çifte Minerali Medrese. Bu muhteșem medresenin hemen karșısında Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus’un yaptırdığı Șifaiye Medresesi. ATATÜRK KONGRE VE ETNOGRAFYA MÜZESİ Asırlar öncesine ait bu tarihi yapıları gezmeyi bitirdiğinizde, sıra yakın tarihe Sivas’ın yazılı tarihi Hititler’le bașlıyor ancak șehrin Yıldızeli Argaz Höyük ve çevresinde, Maden Taș Devri’ne ve Tunç Devri’ne ait kalıntılar var. Hititler’den sonra Frigler’in hâkimiyetine geçen bu topraklar, Roma, Bizans, Moğol, Selçuklu ve Osmanlı’nın gözde șehirlerinden biri olmuș, stratejik konumu ve güvenliği nedeniyle Türk İstiklal Savașı’na giden süreçte de özel bir yere sahip. Sivas’ın eski adı, ‘saygı değer ve yüce’ anlamına gelen ‘Sebastia’. Roma İmparatoru Augustus’un isminin de karșılığı olduğu için șehre verilen bu ismin Augustus’a ithaf edildiği sanılıyor. Sivas isminin kökeniyle ilgili bir bașka tahmin de rivayetlere dayanıyor. Rivayete göre yörede üç pınar varmıș. Biri Tanrı’ya șükür, ikincisi anne ve babaya minnet, üçüncüsü de küçüklere șefkat anlamına geliyormuș. Bu üç pınara verilen ‘Sipas Suyu’ ismi, zamanla Sivas’a dönüșmüș. geliyor. Bugün Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi olarak anılan zarif binada, Türk İstiklal Savașı’nın temelleri atılıp, Sivas Kongresi yapılmıș. 1892’de Sivas Lisesi olarak açılan binada, 2 Eylül 1912’de Atatürk ve kongreye katılan diğer delegeler, İstiklal Savașı’yla ilgili önemli kararlar almıș ve Sivas’ta kaldıkları süre boyunca burada konaklamıșlar. Sivas böylece, tarihinde önemli bir döneme daha tanıklık etmiș. YEMEK ZAMANI Yoruldunuz mu? Merak etmeyin șehrin en ișlek caddelerinin hemen bașındasınız. Sizi bekleyen onlarca restoran, kafe, park var. Soğuk pastıgan așı, hele așı, baduș așı, ekși așı gibi özgün çorbalarının ve meșhur Sivas köftesinin tadına bakın. Sivaslılar, yüzde 60 sığır-yüzde 40 koyun etinden kaya tuzuyla yoğrulup bir gün dinlendirilen köftelerinin tadı konusunda çok iddialılar. Bunca tarih, kültür ve lezzet kaçırılmaz. Sivas, tüm konukseverliğiyle sizleri bekliyor. S‹VAS bay‹ler‹m‹ze m‹saf‹r olduk ‹ST‹KBAL BAY‹‹ NEVA CENTROOM MÜfiTER‹ ARTIK ÇOK PROFESYONEL Sivas’a girerken sizi karșılayan İstikbal Neva Centroom, 3 bin metrekarede hizmet veriyor. 2006’da bu metrajla açılmıș. O günlerde ilk büyük mağazalardan birisiymiș. İrfan Ateștenyılmaz, “İstikbal’in çeșitliliği, büyük mekân gerektireceğini gösteriyordu” derken, ürün gamının sürekli artması ve müșterilerin daha fazla ürün görme isteğinin mağazanın daha da genișletilmesi ihtiyacını doğurduğunu söylüyor. Altı yılda, sadece bu mağazadan alıșveriș yapan bin kadar sadık müșteri olușmuș. Nasıl mı? Șöyle anlatıyor İrfan Ateștenyılmaz: “Bir müșteri çok șey ifade ediyor. Sadık bir müșterinin bir ișletme için 20 bin lira değeri olduğuna inanıyorum. Bir müșteriyi kaybettiğinizde, onun yakın çevresini de kaybediyorsunuz. Tarzı da alım șeklini de aslında kadınlar belirliyor. Eğer onlar sizi esnaf olarak defterden silerse, bir daha asla gelmiyorlar. Șeffaf, dürüst, açık olacaksınız. Müșteri ürün alırken ilgi, bilgi ve fiyatta yanıltılmamak istiyor. Müșteri artık her șeye vâkıf, zeki, araștırıcı… Sizi markalı ve markasız ürünlerle karșılaștırıyor, sonra sizi kendi segmentiniz içinde bir daha değerlendirip öyle karar veriyor. Sadece bir ürün değil, imaj, statü, marka, markanın ardındaki hizmet standartlarını da satın alıyor. Müșteri artık çok profesyonel. Müșterinin ne istediğini anlamak çok önemli. Ona alt pazarda satılacak ürünü satmaya çalıșırsanız, sizi sevebilir ama çabanız satıșa dönüșmez. Bulunduğunuz șehrin değerleriyle de çelișmemelisiniz. Sivaslı muhafazakârdır. Kadın müșterilerinizle belli bir mesafede olmalısınız. Ya da yașlı bir amcaya ‘beyefendi’ derseniz, kendisini sizden hissetmez. Çünkü o, ‘ Mehmet Amca’dır. Bunları yapıp, bir de markanın rüzgârını arkanıza alırsanız, ticaret zor değildir.” BELLONA BAY‹‹ K‹TAfi MOB‹LYA SATAMAYIZ DED‹⁄‹M‹Z ÜRÜNLER BEKLENT‹Y‹ AfiIYOR Hizmette 11 yılı geride bırakan Bellona bayii Kitaș Mobilya, 5 bin metrekarelik alanıyla markanın ilk concept mağazalarından. Mobilya’nın ortaklarından Hakkı Nazlım, modellerinde sıcak bir çizgi belirleyen Bellona’nın hızla geliștiğini söylüyor. “Ticarette bir kanun vardır. Bisikletin pedalını çevirmek gerekir. O pedalı çevirmediğinizde denge sağlanmaz” diyen Nazlım șöyle devam ediyor: “Güzel bir markayı temsil ettiğimize inanıyoruz. Müșterilerle diyaloglarımız da bunun sonucu olarak bize dönüyor. İyi bir markanın verdiği ayrıcalıklar var. Son yıl Bellona, Premium serisiyle merdiveni biraz tırmandı. Beklediğimizden fazla ilgi gördü. İnsanlar ürünler arasında tercih yaparken, imkânları varsa Premium serisini alıyorlar. Aslında Boydak ilginç bir imalat serisi bașlattı. Piyasadan kendilerine akan bilgiler doğrultusunda ürün yapıyor. Bizler bayi toplantılarında ‘Bunu satamayız; rengi, modeli tutmaz’ derken, ürün iyi talep görüyor. Demek ki müșterinin talepleri doğrultusunda üretim yapılıyor. Doğru bir Ar-Ge çalıșması yapılıyor. Mesela yılda 30 ürün çıkardılar, iki tanesi geri teptiyse, 28’i güzel sattı.” Pazarlıksız satıș, açık hesap verilmemesi gibi uygulamalardan memnuniyetini dile getiren Hakkı Nazlım kâr marjının yükseltilmesine itirazları da haklı buluyor. B‹zb‹ze 23 BAY‹LER MOND‹ BAY‹‹ SARAYHAN MOB‹LYA HES BAY‹‹ AKAN T‹CARET B‹R PREMIUM DA MOND‹’YE ‹STER‹Z ARTIK HES ALIYORLAR Sarayhan Mobilya’nın kökeninde mobilyacılık var. Yolları Boydak Holding ile kesișmeden önce bu sektörde çalıșıyor, markasız ürünler satıyorlarmıș. Ocak 2007’den itibaren Mondi’nin ilk bayilerinden biri olarak bin metrekarelik iki katlı bu mağazadalar. O yıllarda yeni bir marka olan Mondi’nin heyecanına kapılmak istemișler. Geçen bu kısa dönemde Mondi’nin çok değiștiğini, artık bir ‘yetișkin’ olduğunu söylüyorlar. İlkokul yașlarından itibaren amcasıyla birlikte çalıșan Mesut Koç, “İlk bașladığımızda Mondi’yi anlatmak için çok çaba gösteriyorduk. Ama artık müșteri tanıdı. Boydak Grubu olduğunu biliyor. Artık kalitesinden de eminler. İnternetten araștırıyor, markayı biliyor ve güveniyorlar. Geçen yıl ilk altı ayda bir önceki yılki ciroyu tamamladık. 2011’i yüzde 45 gibi bir büyümeyle sonlandırdık. Bu yıl daha iyi bir atılım istiyoruz. Yeni bir mağaza açmak da hedefimiz,” diyor. Mesut Koç, Boydak gibi bir markayla çalıșmanın avantajlarını, servis, ürün devamlılığı, ürün çeșitliliği, sürekli kendini yenileme, hızlı Ar-Ge çalıșması, ana bayilerle ilișkiler, sorunlarının çabuk neticelenmesi olarak sıralıyor. Mesut Koç , gururla, Mondi’nin tüketici nezdinde artık kendini kanıtlamıș bir marka olduğu gözlemini aktarıyor. Bellona’nın Premium serisi gibi bir seri beklentisi içindeki Mesut Koç, görselliğin önemini hatırlatarak, en az bin metrekarelik concept mağazaların müșteriyi çekeceğini söylüyor. MOND‹ BAY‹‹ YUNUSO⁄LU MOB‹LYA REG‹NA BAY‹‹ YERL‹YURT MUTFAK 80 METREKAREYE MÜfiTER‹ ÇEKEN ‹fiLETME Üç yıllık Mondi bayii Yunusoğlu Mobilya’nın mağazasını, henüz resmi açılıșı yapılmadan ziyaret ediyoruz. 500 metrekarelik bu ferah mağazanın kökeninde, hemen bitișiğindeki 80 metrekarelik Mondi yatıyor. Mağaza sahibi Seyfi Baș’ın yeğeni, aynı zamanda satıș müdürü olan Mustafa Baș, 80 metrekarenin öyküsünü șöyle anlatıyor: “O mağaza yaklașık 14 yıllık ve çok iyi ișliyor. Mondi yöneticileri de șașırmıștı, bu metrajda bu iși yapmamıza. Bu ciro tabii amcamın uzun yıllara dayanan ticari hayatında sağladığı güvene dayanıyor. Satıș sonrası müșteri takibi artık çok yaygın ama biz, bu kadar yaygın olmadığı yıllarda da yapıyorduk. Dolayısıyla en fazla dokuz takım sığan o mağazada sadık müșterilerimiz oluștu. Teșhirde yetersiz kaldığı için bir buçuk ay önce bu mağaza devreye girdi. Ama orayı kapatırsak burası ișlemez. Müșterileri oradan alıp buraya getiriyoruz. Ama teșhir genișleyince yavaș yavaș yeni müșteriler de gelmeye bașladı. İnșallah yaz aylarında daha iyi olacak.” Baș, müșterinin artık ürünü internetten beğendikten sonra mağazaya geldiğini șu örnekle anlatıyor: “Bu, son iki yılda oldu. Hatta geçen gün bir müșteri geldi. İnternetten incelemiș, ‘Șu takımın, șu rengini istiyorum. Fiyatı nedir?’ dedi ve kredi kartıyla ödeyip gitti. Her șey bir iki dakika sürdü.” Mondi koltuk gruplarının çok sorunsuz olduğunu ancak panel mobilyada zaman zaman kolilerden çıkan kırık ürünlerin değișimi için beklemek zorunda kaldıklarını anlatan Baș, “Müșteri bazında bir șikâyet olmuyor. Müșteride sorun olursa, aksettirmeden alıp yenisini veriyoruz,” diyor. Baș, reklamlardan ve Mondi yöneticileriyle kurdukları dostane ilișkiden memnuniyetlerini de dile getiriyor. 24 B‹zb‹ze Șenol Akan, mesleğinde ikinci kușak ve üçüncü kușak olma yolundaki oğlu ile birlikte çalıșıyor. Çekirdekten yetișmenin getirdiği tecrübe ve sektörde eski olmanın sağladığı avantaja sahip. Yıllardır HES ile çalıșan Akan, markanın tamamen Boydak Holding’e geçmesinin sonuçlarını șöyle anlatıyor: “HES’in tanınırlığı bu kadar değildi. Çok eskiden irtibat olduğu için alınıp satılıyordu ama bu kadar aktif değildi. 80’li yıllarda HES bulamazlarsa bir bașka marka alabiliyorlardı. Marka Boydak Holding’e geçtikten sonra ciddi yatırımlar yapıldı. Șimdi hem kendileri hem biz kazanıyoruz. Çünkü müșteri gözündeki algı değiști. İnsanlarda büyük markalara karșı bir özlem var. Kendilerini daha güvende hissediyorlar. Artık ‘malzemenin kesitinde, metrajında çalıntı olabilir, bakırların saflık oranlarıyla oynanabilir, ürünlerin kalitesi düșük çıkabilir,’ kaygısı yașamıyorlar. Çünkü piyasada merdiven altı üretim var ve bunlar çok düșük fiyattan satılabiliyorlar. Tüketicinin ürünler arasındaki farkı anlaması zor. Bilinçli müșteri fiyat aramıyor, yeterince bilgi sahibi olmayanlarsa en ucuzunu alıyor. Bu nedenle sektörde güven unsuru çok önemli. Bizde risk doğuracak ürün yok. Ayrıca bilgi birikimimizi müșteriye de aktararak, doğru ürünü almasını sağlıyoruz.” Boydak Holding’le çalıșmaktan memnuniyetini dile getiren Akan, ”Beklentilerimizi, önerilerimizi anketlerle iletiyoruz. Tașlar yerine oturuyor. Sadece son bir yılda, ișlerin yoğunluğu nedeniyle teslimatta sıkıntı yașadığımız oluyor,” diyor. S‹VAS REG‹NA’YA ONLARLA ‘MERHABA’ DED‹ 1973 Sivas doğumlu olan Akın Yerliyurt, 2002 yılından bu yana seramik sektöründe faaliyet gösteriyormuș. Bu sektörde yaptığı toptan ve perakende ticaret, Akın Yerliyurt’un yolunun Boydak Holding’le kesișmesinin de vesilesi olmuș. Seramik sektörünün iç dekorasyon ağırlıklı olduğu gerçeğinden hareket eden Akın Yerliyurt, mutfak mobilyalarının da iç dekorasyonda tamamlayıcı olacağı düșüncesiyle, 2011 yılında İstikbal ailesine katılmıș. Bizbize ekibi Sivas’ı ziyaret ettiğinde, Yerliyurt Mutfak henüz yapım așamasındaydı. Dıș cephesi tamamlanmıș durumdaki mağazanın iç dekorasyonu yapılıyordu. İnșaat halindeyken bile ferah görünen mağaza, pırıl pırıl yüzüyle Sivaslılar’ın hizmetine girmeye hazırlanıyor. Üstelik Sivas’ın ilk Regina mağazası olarak... Akın Yerliyurt’un Regina bayiliği, İstikbal yetkilileriyle karșılıklı görüșmesi sonucunda hayat buldu. Showroom mağaza, 1400 metrekare kapalı alanda hizmet verecek. Șık mağaza içerisinde Regina Mutfak ile birlikte iç dekorasyonla ilgili seramik, panel kapı sistemleri, vitrifiye, armatür, laminant parke, duvar kâğıdı, duș ve kabin sistemleri gibi diğer bayilikler de bulunacak. Müșteri memnuniyetinin kendileri için çok önemli olduğunu vurgulayan Akın Yerliyurt, bu nedenle kalite, hizmet ve yeniliği ilke edindiklerini anlattı. Sivaslılar’ı sadık müșterilerine dönüștürmekte kararlı olan Akın Yerliyurt, bunun formülünü de “İyi, kaliteli hizmet ve hizmette süreklilik” sözleriyle özetledi. B‹zb‹ze 25 RENKLER BELLONA’NIN KAHVE KOKULU ‘SAM’ YEL‹ Bellona, 2012 lansman›n› Leman ve fievval Sam ile; “teknolojiyi sizin sa¤l›¤›n›z için kullan›yoruz” mesaj› verdi¤i yatak lansman›n› ise “ailemizin doktoru” diyebilece¤imiz Osman Müftüo¤lu ile yapt› Tüketicisini geçen yıl Șevval Sam’la yakalayan Bellona, 2012’ye çifte ‘Sam’ ile girdi. Çekimi Film Sokağı stüdyosunda yapılan Bellona lansmanı yorucu, ama Șevval Sam ve annesi Leman Sam’ın sıcak kahkahaları sayesinde eğlenceli geçti. Bellona yatak lansmanını ise “ailemizin doktoru” diyebileceğimiz Osman Müftüoğlu ile yaptı. Çekimler boyunca Bellona Ürün Müdürü Atilla Tașkıran ile birlikte stüdyoda bulunan Boydak Holding Reklam ve Halkla İlișkiler Müdürü Murtaza Durmuș, Bellona lansmanındaki seçimlerin nedenini șöyle açıkladı: “Marka memnuniyetiyle ilgili üç ayağı dikkate alıyoruz: Kendi memnuniyetimiz, bayi memnuniyeti ve tüketicinin memnuniyeti… 2011’de gördük ki, Șevval Sam ile ișbirliğinden üç kanat da memnun oldu. Ajansımızın da yönlendirmesiyle ve yaklașmakta olan Anneler Günü’nü de düșünerek ikinci adımda bir hoșluk yapalım dedik ve Șevval Hanım’ın annesi, değerli sanatçı Leman Sam’ı da programa dâhil ettik. Bu yapıyı 2012 sonuna kadar sürdüreceğiz.” Çekimlerin bir diğer konusu da, Bellona’nın ‘sağlık için üretim’ temasının en temel ürünlerinden olan yataktı. Reklam mesajlarında bugüne dek teknolojik üstünlüklerini anlatan Bellona, șimdi “bu teknolojiyi niçin geliștirdik?” sorusuna yanıt verecek. Murtaza Durmuș, reklam stratejisi hakkında șu bilgileri verdi: “Herkes teknolojiyi anlatıyor. Biz kampanyamızda, ‘teknolojiyi aslında sizin sağlığınız için kullanıyoruz’ diyeceğiz. Sağlığı destekleyici bir unsur olarak da ülkemizin en saygın doktorlarından Osman Müftüoğlu’ndan bilgi alacağız.” Geçen yıl beyaz rengin hâkim olduğu ürünleri beğeniyle karșılanan Bellona, bu yılki ürün gamını beyazdan kapuçinoya geçerek hazırladı. Çekimlerde sergilenen, yeni ürün gamının en iddialı tasarımları arasında yer alan Bolivya serisi halen Bellona mağazalarında satıșta. Yani bu çekimde ‘ekran ile dükkânın paralelliği’ amaçlandı. Tüketiciler, reklamlarda görüp beğendikleri bu ürünlere derhal sahip olabilecek. Osman Müftüoğlu’nun uykunun önemini anlatan sözleri eșliğinde tanıtılan Mediform ve Mediformplas yataklarıyla birlikte ev tekstil serisi olan B-Stile yani Bellona stili ev tekstili seride ekranlarda görücüye çıktı. “Ev tekstilinde Bellona moda” mesajı, aynı zamanda bir açılımın da müjdecisi. YATAK UYKUDA BEDEN‹M‹ZLE KONUfiUR Kayseri’de tesislerimizi gezen ve Bellona markas›n›n yeni yatak projelerine ‘uyku’ konusundaki de¤erli bilgileriyle katk›da bulunan Osman Müftüo¤lu, “Bedeni beslemenin önemli faktörlerinden biri uyku... ‹nsanlara uyku bilincinin, ritüelinin anlat›lmas›nda yatak üreticilerine görev düflüyor,” diyor Osman Müftüoğlu, modern insanın hayatını hızlandırdığı ölçüde uykusunu da giderek hızlandırdığını, bu ritmin de uykunun süresi ve kalitesini bozduğunu söylüyor. Müftüoğlu’na göre uykunun bir seremonisi olmalı. Aksi halde sekiz saat uyusak da, hakkıyla uyuyamayız. Yemeğe, pișirerek, sofra donatarak hazırlanıyoruz. Peki uykuya nasıl hazırlanacağız? Heyecandan arınıp sakinleșerek, kendimizle baș bașa kalarak… Müftüoğlu, uyku seremonisinin hazırlanmasında yatak üreticilerine önemli bir görev düștüğünü anlatıyor. Çünkü uykuyu geçirdiğiniz mekânın en önemli parçası yatak. Sadece yatak da değil, Müftüoğlu her șeyiyle yatak odasının bu hassasiyetle tasarlanması, uykunun da daha fazla araștırılması gerektiğini belirtiyor. Uyku neden önemlidir? Uyku her șeyden önce, beden için bir yenilenme zamanıdır. Bedenin bir önceki günün yorgunluğunu, bir önceki günden üstünde biriken toksinleri attığı ve daha önemlisi sonraki güne hazırlandığı bir süreçtir. Bir kișinin çocukluk döneminde 12-14 saat, yașlılık döneminde sekiz saat uyuduğunu düșünürseniz, ortalama olarak bir günün 3’te 1’ini uykuda geçirdiğini söyleyebilirsiniz. Yani ortalama yașam süresi 75 yıl ise, bunun așağı yukarı 25 yılını uykuda geçiriyoruz. Bugün ise insanların yașadığı temel sorunlardan biri uykusuzluk, yani bir ‘uyku açlığı’ var. B‹zb‹ze 27 RENKLER Bu uyku açlığını aynı zamanda uyku kalitesizliğiyle birlikte düșünmek gerekiyor. Uykunun süresi çok önemli ama tek bașına yeterli değil, uykunun bölünüp bölünmediği, yani kalitesi de çok önemli. Modern insan, hayatını hızlandırdığı ölçüde uykusunu da hızlandıracağı bir sürece doğru farkında olmadan gidiyor. Bu da uykunun süresinde ve kalitesinde ciddi problemlere yol açıyor. Bugün bizim insanlara bizim öğretmemiz gereken șey, uykunun ritüeli. Yani uykunun, yemeiçme gibi ritüeli yapılması gereken bir șey olduğu. Yemek yemeyi bir seremoni haline getirdiğimiz gibi, uykunun da kendine göre olan ritüelini uygulamayı öğrenmemiz gerekiyor. Bu ritüeli iyi uygulayamazsanız, sekiz saat uyuyabilirsiniz ama uykunuzun iç fazlarını, geçiș fazlarını yeteri kadar yașamayabilirsiniz. Uyumadan önce bir hazırlık mı gerekiyor? Evet, tarih boyunca da insanlar bu hazırlığın farkında olmușlar. Bütün dinlerde gece vakti ya namaz, ya dua, ya da kendinizle baș bașa kalma süreci olarak değerlendirilmiștir. Buradaki sihirli kelime ‘huzur’. Ben birkaç sene önce ‘Uykunun En İyi İlacı: Huzur Tabletleri’ diye bir yazı yazmıștım. Bir okurum faksla, “Bu tabletleri nereden alabiliriz?” diye sormuștu. Bugünkü insanın temel açmazına bir örnek, onu bile bedava istiyoruz; bir çaba, farkındalık, dikkat, özen gerektirdiğinin farkında değiliz. Bu biraz da yeni hayatın bizlere getirdiği bir dayatma. Akșam saatlerimizi birbirimizle konușarak değil, dizi ve yarıșma programları izleyerek, hiçbir șey düșünmeyerek, beyni, bir nevi vitesi, boșa alarak ama boșa aldığımız anda bile gaza basarak geçiriyoruz. Boșa alarak gaza basma, motorunuzun sağlığı açısından çok tehlikeli bir șey. Ondan sonra da kaliteli uykuya geçmeye çalıșıyoruz, bu da mümkün olmuyor. 28 B‹zb‹ze ‘Boșa alarak gaza basma’yla anlatmak istediğiniz nedir? Boșa alarak gaza basma, özellikle stresli dizilerde çok fazladır. Siz bir diziyi veya filmi izlersiniz, ona katılmazsınız, içinde değilsinizdir çünkü televizyon insanların gerçekten ‘boșa alındığı’ bir sistemdir, ama o heyecanı bedeninize ilettiğiniz için solunumunuz sıklașır, düșünce zinciriniz algılama yoğunluğuna uğrar. Nasıl boș viteste gaza bastığınız zaman egzoz boğulur, duman içinde kalırsa, beyniniz “Son üç-dört yıldır eleștirdiğim davranıșları yapmaya bașladım, yani çok fazla çalıșıyorum. İyi hayat biraz adanmıșlık gerektirir; manevi adanmıșlık ve ișe adanmıșlık. İșini sevmeyen insanlar mutlu olamazlar. Ben ișimi seviyorum ama ișimin gerektiğinden daha fazla alan ișgal ettiğini düșünüyorum. Bu biraz doktorlukla da alakalı, insanlar size her yerde soru sorabiliyor; sürekli iș yapar hale gelebiliyorsunuz. Ama bu beni rahatsız etmiyor, ‘zamanımı alıyorlar’ diye düșünmüyorum. Bu, keyif almakla ilgili, ben de keyif alıyorum. İyi doktor olmak için de bence tek bir șart var, o da iyi insan olmak. İyi insansanız zaten bu söylediklerimizin hiçbiri sizde gerginlik, alınganlık nedeni olmaz, hoșgörülüsünüzdür.” de bir düșünce toksini dumanı içinde kalır. Bütün bunları düșündüğünüz zaman uykuya bașka gözle bakmak gerektiğini görürsünüz. Bizim 2002’de geliștirdiğimiz ve ”Yașasın Hayat” kitabıyla ortaya çıkardığımız felsefenin dört temel ayağından biri, iște bu nedenle uyku. Bu dört temel ayağı, sağlıklı ve dengeli beslenme, fiziksel aktivite, stres yönetimi ve uyku olarak sıralıyoruz. Buradan, uykunun insan sağlığına katkısının yüzde 25’in altına inmeyeceğini de söylüyorum. Uykuyu günün tamamından ayıramıyoruz. Sağlıklı beslenme ve hayata yaklașım, uyku kalitesini belirleyen faktörler. Peki kaliteli bir uykumuzun ve kaliteli bir hayatımızın olması için nasıl yașamalıyız? Uyanıklıkla uyku hali, geceyle gündüz haliyle paralel. Yani hayatın kendi içindeki sağlıklı zıtlıklarını bir parçası. O zaman, mümkün olduğu kadar geceyle uykuyu birleștirmemiz lazım. İnsan bedeninin kendi yapılanmasında, gün içinden karanlığa doğru geçtikçe, bioritimde ‘diurnal’ yapılanma bulunur. Yani günü ikiye bölen, bir gündüz, bir gece yapılanmamız var. Tüm hormonal sistemlerimiz, metabolik ayarlarımız, kimyasal yapılanmalarımız bu diurnal ayara göre oluyor. Hepimizin imalat șartlanmasına șu yazılmıș; “Bu kiși akșam 11 civarında, beyninden ‘melatonin’ isimli bir hormon salgılayacak, bu hormon onu yavaș yavaș gevșetecek ve melatonin hormonu zirveye yaklaștığı zaman bu kiși uyuyacak.” Bu melatonin hormonunu salgılatma kapasiteniz, karanlığa doğru geçiși sağlayabildiğinizde yoğunlașıyor. Aydınlıkta da melatonin salgılanabilir ama karanlıkta daha kolay salgılanıyor. Melatonin hormonunun iyi salgılanabilmesi için sesin azaltılması gerekir, onun için gece belli bir saatten sonra sessizliğin ritmi yavaș yavaș üstümüze yavaș yavaș çökmeye bașlıyor. Ayrıca beynin art yükünün azaltılması İyi bir yatak hangi rahatsızlıkları önler? Yeni hayat, beynimizi, algılaması gerekenden daha fazla yükle karșı karșıya bırakıyor. Beyinsel bagajımızı daha çok kirletiyor. Beynin uykuya geçebilmesi ve uykuda yeteri kadar detoks olabilmesi ihtimali düșüyor. Uyku sorunu giderek büyüyor. Bu büyüdükçe yatak endüstrisi de büyüyecek. Bence temel sorun yataktan çok beyin yükünde. Ama yatağın bir konfor olduğu da kesin. Zaten problemleri olan insan, bir de kötü yatakta yatıyorsa, problemin katlanacağı șüphesiz. Bir de kișinin ortopedik sorunları varsa yatak çok daha önemlidir. Uyku ilaçları üretenler dıșında pek uyku araștırması yapan yok. Yatak endüstrisinin bu konuda öne çıkıp, uyku üzerine daha çok araștırma yapması gerektiğini düșünüyorum. Tabii ben daha çok ‘iyi hayat’ anlamında bakıyorum, uyku uzmanı değilim; ama iyi hayatın uzmanı olduğumu düșünüyorum. Öyle baktığım zaman da uyku, iyi hayatın en önemli parçalarından biri olduğu için benim ilgimi çekiyor. Yapılması gerekenler konusunda beni düșünmeye itiyor. yașa özel yataklar yapılabilir. Mesela ben çok iyi irdelenmezse, Amerikan üretimi bir yatakta Türk insanının çok rahat uyuyabileceğini düșünmüyorum. Daha önceki uyuma kültürlerimiz, yatak kültürlerimiz bile burada etkili, çünkü yatak uykuda bedenimizle konușur. yani stres faktörlerinin ortadan kaldırılması gerekir. Kortizol hormonu ve beynin ürettiği noradrenalin hormonu, melatonin salgılanmasını bastırıyor. O zaman art yükü minimize etmeniz lazım, yani yarın yapacağınız ișleri düșünmeyi yavaș yavaș bırakmanız, biraz kendinizle, maneviyatla, sizi siz yapan değerlerle baș bașa kalmanız lazım ki melatonin daha fazla salgılansın. Siz aydınlık bir odada, televizyon karșısında, ya da bilgisayar bașında oturuyorsanız uykunuz gelmez. Hap alırsınız, gelir ama o REM’lere bir türlü giremezsiniz. Burada bizim kendi bedensel șartnamemiz konusunda bilgilenmemiz lazım. Bu șartnamede de insanların en çok ilgi duyduğu konuların bașında maalesef beslenme geliyor. Oysa bedeni beslemenin önemli faktörlerinden biri uyku. İnsanlara uyku kültürünü, bilincini, ritüelini, farkındalığını anlatabilmek gerekiyor. Burada üzerlerine en çok görev düșen yapılanmalardan birinin de yatak üreticileri olduğunu düșünüyorum. Uykuyu geçirdiğiniz mekânın en önemlilerinden biri yataklar. O halde yatak, çarșaf, yastık üreticilerini hatta yatak odası yapanları, daha iyi bir uykuya nasıl geçildiğine bakmaya yönlendirmek lazım. Kaliteli uykunun en önemli parçası yatak odası değil mi? Tabii, bu anlattıklarım uykunun duygusallığı, ruhsallığı hakkındaydı. Bunun bir de fiziki tarafı var. Yani siz bütün bunları yaptığınız halde -10 derecede uyumaya çalıșıyorsanız, uyuyamazsınız. Koku șartları da önemli, keskin bir koku beyinle burun arasındaki bağlantıyı artırır ve uykunuzu bölebilir. Yani bütün duyular önemli, yatakla paylaștığınız temel duyu aslında yatağın ergonomisi dediğimiz șey değil sadece. Ergonomi sadece sizin pozisyonel duyunuzu etkiler. Düz pozisyonda olduğumuz zaman daha iyi uyuyoruz, o düz pozisyonda bașımızın nasıl olacağını, nasıl döneceğimizi de kișisel alıșkanlıklarımız belirliyor. İște orada yatak sanayisinin devreye girmesi gerekiyor. Kișiye özel yatak üretimi bile burada düșünülebilir. Bölgeye, kültüre, Uyku konusunda istatistik bilgiler var mı? Uyku sorunları çok yaygın. Ülkelerin gelișmișliğiyle de alakalı tabii, uyku sorunlarını nerede araștırdığınız çok önemli. Diyelim Ayvalık’ta bir araștırma yaparsanız oranı çok yüksek bulmazsınız ama Nișantașı’nda yüksek çıkacaktır. Uyku sorunuyla, huzur sorunu bașa baș gidiyor. Stressiz misinizdir? Stresli olduğunuzda bundan arınmak için neler yapıyorsunuz? Stressiz biri olduğumu söyleyemem. Günün büyük bir kısmını çalıșarak, üreterek, düșünerek geçiren bir insanın stressiz olması çok zor. Burada önemli olan stresin tipi, türü, yoğunluğu ve tekrarlanma derecesidir. Bendeki stresler, kișisel harabiyete yönelten türden olmadığı için stressiz görünüyorum. Yoksa stres bizi yeni șeyler yapmaya, farklılığa iten bir uyarıcıdır aynı zamanda. Ben kendi stresimi yenmek için özel bir șey yapmıyorum ama mesela egzersiz, stresin en önemli ilacıdır. Her gün ortalama 45 dakika egzersiz yaparım. Ağır bir egzersiz olarak da anlașılmasın, benim yaptığım yürümekten ibaret. Kendime göre de ‘stres kutum’ saunadır; sauna egzersizden sonra beni dinlendirir, çok farklı șeyler düșünmeye iter, kendimle baș bașa kalmamı sağlar. B‹zb‹ze 29 RENKLER KAHVELER ‘BOL‹VYA’DAN fievval Sam annesini evine, kahve içmeye ça¤›r›yor. ‘Kahve’, Bellona’n›n yeni ürün gam›ndaki hâkimiyeti olan kapuçino rengine bir gönderme… Birlikte kahve içen, evi dolaflan anne-k›z›n gerçek hayatlar›ndaki samimiyetleri, kameray› afl›p izleyicinin yüre¤ine doluyor. ÖLÜM BÜTÜN ‹NSANLARI Efi‹TLER, HAYATIN SON SÖZÜ BUDUR, ‹NSANLAR ONA GÖRE YAfiAMALI “Hayatta her insan›n tökezleyip yere kapakland›¤› zamanlar olur. Bu dönemlerde inanc›n›z› kaybetmeyeceksiniz ve hiçbir zaman bunu Tanr›’dan bilmeyeceksiniz. Yere düflünce, ‘nas›l olsa kalkaca¤›m, önümde bir hayat var’ diyeceksiniz. Ben böyle, tamamen hayvan refleksiyle yaflayan bir insan›m, bu sayede tökezlesem de hep dik kald›m.” 30 B‹zb‹ze Șair, “Ayinesi iștir kișinin, lafa bakılmaz,” demiș. Siz hiç Leman Sam’ı olmadık fotoğraf karelerinde, olmadık olayların içinde, olmadık laflar ederken ve ettiği lafın tam tersi davranırken hatırlıyor musunuz? Aslında Leman Sam hırslı bir insan. Ama onun hırsı, daha iyi bir dünya, daha iyi bir insan olmak, ișini iyi yapmak adına kenetlenmiș. Bellona’nın yorucu reklam çekimleri arasında sıcak tebessümüyle sorularımızı yanıtlayan Leman Sam, “Cennet gibi bir dünyada kendimize cehennem yaratmıșız, içinde debelenip duruyoruz,” diyor ve ekliyor: “Ölüm bütün insanları eșitler, hayatın son sözü budur, insanlar da ona göre yașamalı.” Annelik nedir, ne hissettirir? Ben yeni albümümün ithaf bölümünde “Beni büyüten kızlarıma...” diye yazdım. Gerçekten çocuktum, çok deneyimsizdim, çocuklarımla birlikte büyüdüm, hem genç yașta anne olduğum için hem de hayatta kırıldıkça o da kırılıyor, sizi bașkalarıyla paylașmaktan hoșlanmıyor, fakat sonra o da yolunu buldu. Șevval ikinci çocuk olduğu için biraz daha rahat bir ortamda büyüdü tabii, daha deneyimli bir anneydim ama her günüm annelik konusunda bir șey öğrenerek geçti diyebilirim. Sıkıntılı dönemler de geçirdiğimiz oldu fakat daha sonrasında ikisi de toplumda çok saygın, çok yetenekli insanlar oldular, onlarla çok övünüyorum. Önce ben onları utandırmadım bir anne olarak, sonrasında onlar beni bir evlat olarak utandırmadılar. Bu meslekte hem bekâr olup hem iki kız çocuğu büyütürken böyle kalabilmek kolay değil. Bazen düșünüyorum; evet çok zor günler geçirdim ama sonunda kazancım, çektiğim sıkıntıların hepsini unutturdu. bana çok șey öğrettikleri için. Hâlâ da onlardan öğreniyorum ve bundan çok da zevk alıyorum. Dünyaya getirdiğiniz çocukların büyüyüp, eğitimlerden geçip, hayat tecrübeleri kazanıp ondan sonra da size hayat hakkında birtakım önerilerde bulunmaları, yol gösterici olmaları fevkalade șeyler. Her yeni kușak kendinden bir önceki kușaktan daha ötede olur, ki bu da hayatın doğal akıșıdır. Onun için bundan dolayı çok mutluyum. Șevval’le öyle bir ilișkimiz var ki, bazen “Ben, zaman zaman annemin annesi olurum,” der. Gerçekten de öyledir. Normalde annelerle kızları arasında gizli bir çekișme muhakkak vardır; fakat biz onu çok yașamadık, ondan dolayı da çok mutluyum. Birlikte büyüdük derken, ben onları tek bașıma büyüttüm, belki bunun etkisi olabilir. Yan yana, burun buruna büyüdük. Kızlarımın büyüdüğü dönemde neredeyse hayatımdan vazgeçtim, çünkü onların özenli, önemli ve saygın birer birey olmasını istiyordum. Neden derseniz, çocuklarım benim değil; insanın çocukları onun değildir, o kendi bașına bir insandır. Onun için anneye ya da babaya çok bağlı çocukların daha sonra hüsrana uğradıklarını düșünüyorum. Çocuklar henüz küçükken bunun farkında mıydınız? Farkındaydım. Büyük kızımla Șevval’den daha yakın yașadık. Çünkü o dönemde yeni ayrılmıștım, kızım çok küçüktü ve yalnız geçirdiğim zamanlarım çok fazla oluyordu. O dönemde çok yakın bir ilișkimiz vardı, bana çok düșkündü, sonrasında bu benim çocuğuma mutsuzluk getirdi. Fark ettim bunu, çok fazla yakın olmak iyi bir șey değil. Siz Ünlü bir anne olmak zor bir șey, insanların ilgisi sürekli üzerinizde, böyle bir durumda çocuk yetiștirmek çok daha zor olmalı... Ben bu ișe bașladığım zaman kendime bir hedef seçtim. Medyada çok fazla görünen, yüzünü çok fazla afișe etmiș, yolda yürüyemeyen, çok medyatik ve dolayısıyla çocukları medyatik olan, rahatsız edilen bir figür olmayı reddettim. Üne takılma meselesini ben insanların eksik yanı diye düșünüyorum. Kendimi televizyonda, basında görmekten hoșlanmayan biriyim; o yüzden de çok steril bir hayat yașadım. Bunu özellikle yapmadım ama benim zaten karakterim böyle. Televizyon meselesinde çok seçici davrandım, daima mesleğimle ilgili gözüktüm. Yüzüm çok tanınan bir yüz değil, saçım tanındığı için toparlayıp bir kasket taktığımda tanınmaz hale gelebiliyorum ama tanınmaktan hiçbir șekilde șikâyetim de yok. Çünkü beni seven insanlar, ailelerinden biriymișim gibi seviyorlar, bir medya figürü olarak bakmıyorlar. B‹zb‹ze 31 RENKLER Erkekler, eșim size âșık diyor, kadınlar beni çok seviyorlar, aile içerisinde çocuklar beni dinleyerek büyüdükleri zaman, gençliklerinde de yine benim dinleyicim oluyorlar. Yanıma yaklașan insanlar beni hep kendilerinden biri gibi gördüler, rahatsız olduğumu hiç hatırlamıyorum. Onlar gibi giyiniyorum, konușuyorum. Farklı bir Leman Sam elbisem yok, yani ‘Leman Sam olma’ halinin bende bir karșılığı yok. Kızlarınız da böyle mi? Aynen öyledir. Șevval “armut ve dibi” diyor. Herkes için böyle olmuyor ama onlar beni ve hayatı iyi gözlemlemișler. Bu, iyi kurulmuș anne-baba ya da çocuk ilișkilerinde oluyor. Onlar beni iyi gözlemlemișler ama benim küçük bir modelim değiller. Kendi bașlarına birer bireyler, benden çok farklı yanları da var ve kișilikleri çok sağlam oturmuș; kimsenin değiștiremeyeceği kimlikleri var. Onun için her zaman çok güvendim onlara, hep de çok güveneceğim. Ben küçüklüklerinden beri her konuda fikirlerini alırdım. Onlar da giyimlerini, okullarını, eșlerini kendileri seçtiler. Ben çok büyük bir baskı altında büyüdüm ve “Eğer çocuklarım olursa onlara bana yapılan baskıları yapmayacağım,” demiștim, yapmadım. Ergenlik çağında hiç gerilim yașadınız mı ve yașadıysanız bunları nasıl çözdünüz? Tabii ki, gerilim yașanmadan olmuyor. Tek bașıma büyüttüm ben onları, o kadar çok çalıșıyordum ki onlar ergenlik çağına girdiklerinde bu problemi büyütecek halimiz ve zamanımız olmadı. Bunları biraz sabırla, biraz görmezden gelerek atlattık. Șunu da söyleyeyim, benim iki kızım da ergenlik dönemlerini geçirirken bazı çocuklar gibi bana ciddi, hayati sorunlar getirmediler. Halledilebilir sorunlardı, biz de halletmeye çalıștık; ben biraz yoruldum tabii ki. Tek bașıma olduğum için yoruldum. Babaları yoktu ama ailemden de bana destek olan yoktu. Bunların üstesinden bir bașıma gelirken biraz yoruldum tabii ki. Hayvan enerjisiyle yașayan bir insan olduğum 32 B‹zb‹ze YATAIM BELLONA Söyleșimizde “Hayvan enerjisiyle yașayan bir insan olduğum için bu yașıma kadar enerjim hiç tükenmedi” diyen Leman Sam, gerçekten de yorucu iki günün ardından taptaze ve dinçti. Leman Sam çekimden çok memnun kaldığını anlattı: “Çok neșeli, harikulade bir çekim yaptık. Bu kadar güzel ve neșeli olacağını düșünmüyordum. Görüntülü olarak ilk reklam çalıșmam. Yıllar önce Șevval’le birlikte bir șampuan reklamı için çalıșmıștık. Ben biraz böyle șeylerden kaçarım, çünkü inanmadığım hiçbir ürünün reklamında oynayamam. Ama bu reklamı hem yapacağım birtakım yardımlar için kabul ettim hem de zaten benim evimdeki yatağım da Bellona.” için de çok mutluyum, bu yașıma kadar enerjim hiç tükenmedi. Hayvan enerjisinden kastınız nedir? Nasıl bir insansınız? Çocukluğumdan beri kendimi insanların değil, daha çok hayvanların tarafında hissettim. Onları çok iyi anlarım. Biraz İnsan gerçeğinden biraz uzağım. Bunu bilinçli yapmadım, çocukken de böyleydim. Tanrı beni ağaçlara ve hayvanlara daha yakın yaratmıș. Babamın iși dolayısıyla Anadolu’da çok gezdim, bütün o dağlar, karlar, ormanlarla büyüdüm; cici bici elbiseler giyen, saçları lüleli, piyano dersi alan bir kent kızı olamadım hiç. Olamazdım da zaten, bana ters bir șey. Hayvana çok benziyorum, insan karakterinden o kadar uzağım ki... Tarif edebilir misiniz? Bir kere masum bir insanım. Benim fani ve insani hırslarım yok. Ün, güç gibi hırslarım, kıskançlığım hiç yok. Sosyalistim, mülkiyet duygusuna çok karșıyım. Tanrı inancım var, masumiyetim sayesinde onunla çok güzel direkt bağlantılar kuruyorum. Doğada ve kâinatta Tanrı’nın güçlü elini görüyorum, bana olan yardımını da görüyorum. Hayata dört kere sıfırdan bașladığım için her seferinde beni sırtımdan tutup, silkeleyip ayağa kaldırdığını bilebiliyorum. O ayağa kalkıșlarda ne yaptınız? Hayatta her insanın tökezleyip yere kapaklandığı zamanlar olur. Ciddi olarak sıkıntılı dönemler geçirirsiniz. Bu dönemler sırasında inancınızı kaybetmeyeceksiniz ve hiçbir zaman bunu Tanrı’dan bilmeyeceksiniz. Yere düștükten sonra, “ben nasıl olsa kalkacağım, önümde bir hayat var” diye düșünmek gerekiyor. Yani tamamen hayvan refleksiyle yașan bir insanım, bu sayede de hep dik kaldım. İnsanların size yönelen sevgisinden söz ettiniz. Bu tür temaslar da güç veriyordur size… Sanatla uğrașan birisi için insanların sevgisi çok besleyici bir duygu. Sosyal medyada, mesajla, mektupla gelen beğenilerin para olarak karșılığı yok. Sonsuz bir değeri var. Ama kürk giyen kadınlar, çocuklara ve hayvanlara kötülük eden insanlar beni sevmesin; bu sevgi bana iyi gelmiyor. Dolu dolu yașadığınız bu hayattan ne süzdünüz? Aslında yașadığımız dünya çok değer verilmesi gereken, Tanrı’nın bize sunduğu bir cennet. Ama cennet gibi bir dünyada kendimize cehennem yaratmıșız, içinde debelenip duruyoruz. Güzellik ve güç çok görece șeyler, dünyanın en mutlu, güzel, güçlü insanı da olsanız neticede herkes bir kafatası ve kemik yığını haline geliyor. En çok süzdüğüm sözü sorarsanız; “Ölüm bütün insanları eșitler,” derim, hayatın son sözü budur, insanlar da ona göre yașasın. TASARIM ‘Endüstr‹ tasar›m›’n›n ‹s‹m babas› Önder Küçükerman: “MOB‹LYA HAYATIMIZA DOLMABAHÇE SARAYI’YLA G‹RD‹” Dolmabahçe Saray› Bat›l› bir yaflam tarz›n› getirince, mobilya kelimesi de hayat›m›za girmifl oldu. 150 y›l öncesi boflluktu, mobilya yoktu. Ama bugün Türkiye’de tasar›m sorununu en iyi çözümlemifl sektörlerden biri mobilya Türkiye’de endüstri tasarımının duayeni Prof. Dr. Önder Küçükerman, mobilya sektörünün bugüne nereden geldiğini çok yakın bir tarihten, 1960’tan örnek vererek anlatıyor: “Ankara’daki Gima’nın iç tasarımını yapıyorduk. En büyük sıkıntımız masa, dolap, iskemle yapabilecek insan bulmaktı. İhaleyi alan Ali İhsan Șark, arada bir ortadan kayboluyordu. Meğer cıvata, dübel, vida gibi malzemeler almak için İtalya’ya gidiyormuș.” Küçükerman’dan, bugünkü gücüne dikkat çekerek “Beni hep șașırtır” dediği mobilya sektörünün gelișimini ve tasarımı dinleyelim… Prof. Dr. Önder Küçükerman Mobilyada tasarım dünden bugüne nasıl geldi? Dönüm noktaları nelerdir? 1960’da Güzel Sanatlar Akademisi’nin İç Mimarlık Bölümü’ne girdim. O günlerde mobilya almak inanılmaz büyük bir sorundu. Dekoratör-marangoz-mobilyacı türündeki bir insana danıșılır, ölçüler alınır, ısmarlanır, yaklașık altı ay sonra siparișiniz gelirdi. Ortada mobilya yoktu, çünkü mobilya endüstrisi yoktu. Örneğin, Türkiye’nin yılda 1 milyon iskemleye ihtiyacı vardı ama öyle bir üretim yoktu. Benim okuduğum 1960 yılında ilk kez mobilya üretimine yardımcı olacak demir boru profili çekildi. 1960’ların mobilyacıları, o boruyla yapılan bir mobilya trendi olușturdular. Bu demir profiller yaklașık 20-25 yıl Türkiye mobilya sektörünün temelini olușturdu. Bir süre sonra da alüminyum boru çekildi. Bu kez mobilyaya alüminyum malzemesi girdi. Aynı yıllarda da Türkiye’de ilk kez ișyeri mobilyası üretilmeye bașlandı. 1980’lere gelindiğinde mobilya sektörü ciddi bir endüstrileșme sürecine girdi. Çünkü bir mobilya yapabilmek için ahșabı, madeni, yayları, dokuması, dikiș teknikleri, demonte edilerek tașınmasına uygun aksesuarları, menteșesi, mıknatısı derken geniș bir takım oyunu kurmak gerekir. Endüstrisinin ortaya çıkması, yan sanayiinin ona göre șekil almasıyla birlikte 1980’lerde Türkiye’deki mobilya sektörü büyük bir atılım yapmaya bașladı. Ama bu kez șu durum ortaya çıktı; mobilya sadece iç tüketim için üretildiği müddetçe sektörün büyüyüp rekabet gücü kazanması çok zordu. O zaman da mobilya tasarımı üreticiler arasında etkin bir gündeme oturdu. 1990’larda mobilya sektörü, yurtdıșındaki tasarımla, tasarımcılarla ve üreticilerle yarıșmak zorunda kaldı. Sektör bugün son derece büyük ve güçlü bir duruma geldi. Peki 1960’larda mobilya sektörü niye yoktu? Biz Türkler mekânlarımızı çok eski geleneklerden gelen halı çevresinde kurduğumuz ve kullandığımız için, mobilyanın günlük yașama girmesi ancak Dolmabahçe Sarayı’nın inșası sırasında bașladı. O güne kadar sedirde, halıda, kilimde oturuluyor, bağdaș kuruluyordu. 34 B‹zb‹ze Topkap› Saray›’nda mobilya yoktu. Yabanc› elçiler saraya gelirken kendi koltuklar›n› getiriyordu. Mobilyal› ilk saray Dolmabahçe. Türkiye 150 yıl önce, Tanzimat Dönemi sonrasında Batılılașma sürecine girince, yiyecek-içecek, bina, mekân, her șey değișmeye bașladı; yenilik olarak da mobilya geldi. Türkiye’deki ilk mobilya șirketleri, 1850’lerde Avrupa’dan gelen șirketlerin Türkiye’deki üreticileriydi. Yani Türkiye’de mobilyanın geçmiși 150 yıllık. Ondan öncesi bir boșluk… O nedenle de bir sektör olușamamıștı. Dolmabahçe Sarayı Batılı bir yașam tarzını getirince, mobilya kelimesi de hayatımıza girmiș oldu. Dönemin mimarisi de değiști. İstanbul’da Beyoğlu bașta olmak üzere ilk apartmanlar, yeni ișyerleri mobilya gerektiriyordu. Bu binalar mobilya kullanımına göre tasarlandığı için mobilya üretimi de gündeme girdi. Ancak mobilyanın 150 yıl önceki kültürel temelleri bizlere ait değildi. Dolayısıyla oradan bir tasarım tezi yerine, daha çok ithalata dayalı bir değiștirme-yenileme tezi çıktı. Türkiye ilk kez modern anlamda mobilyaya 1920’lerde bașladı. Cumhuriyet döneminin bir mobilya trendi vardı. O da Avrupa’da o yıllarda hâkim olan Bauhaus, Artdeco etkisinde bir stildi. Ama endüstrisi olmadığı için projeler, ürünler, kataloglardan seçilerek yapılan değișikliklerden ibaretti. Mobilya sektörü ancak 1970’lerde, dünyayla yarıșmak gerektiğinde, kendi üretim gerçeklerimize göre söz sahibi olan ürünler çıkarmaya bașladı. Nitekim o zamanlar, bugün ülkenin önde gelen mobilya üreticilerinin sahneye ilk çıktığı yıllardır. Tabii ki zorlukları vardı. Sanayi ve yan sanayi henüz olușmadığı için mesela üretici bir mobilya yapacağı zaman iyi bir sünger bile bulamıyordu. Bu durumda tüketici de ne yapacağını bilmiyordu. Onun için 1980’lerde Türkiye’de ilk kez gerçek anlamda ev veya ofisin donanımında kullanılacak profesyonel ürünler konusunda hem Türkiye’deki tasarımcılar hem de üreticiler, gerçek ihtiyacı gördüler ve endüstrileșme sürecine girdiler. O gün mobilya sektörünün hem iç kullanıma hem ihracata dönük çözümlerini iyi yapanlar, bugün dünyayla yarıșabilir markalar haline gelmeye bașladılar. Türkiye endüstrileșme sürecinde șu gerçeği gördü; değișen sadece Türkiye değildi, bütün dünya gelișmekteydi ve rekabet de dünya ölçeğindeydi. O nedenle mobilya sektörü 1980’lerden bașlayarak, özellikle 1990’lar ve 2000’lerde küresel yarıșın gerektirdiği tasarım dilini kullanmak zorunda kaldı. Küresel tasarım oyununun kuralı, küresel tasarım dilini iyi okumak, iyi yazmak ve iyi söylemekten geçer. Ona uygun bir kadro kurulması kaynak gerektirir. Kaynağın olușturulması için ișlerin büyümesi gerekir. Dolayısıyla ihracat Türkiye’de mobilya sektörünün tasarımdaki en önemli itici gücüdür. Çünkü dünyayla hem yeniliklerinizle hem ürününüzle hem fikrinizle yarıșacaksınız, hem de rekabet gücünüz olacak. Bu sebeple Türkiye’de tasarım sorununu en iyi çözümlemiș sektörlerden biri mobilya sektörüdür. 1980’lerde endüstrileșme bașladığına göre, böyle bir bașarı için çok kısa bir süreç değil mi? Beni hep șașırtır. 1960’ta ihtiyaç duyulan 1 milyon iskemlenin hiçbirini üretemiyorken, bugün 60 bin kișinin çalıștığı ve en büyük ihracat gücüne sahip olmaya doğru giden bir sektör. 1960’ta Ankara’daki Gima’nın iç tasarımını yapıyorduk. En büyük sıkıntımız masa, dolap, iskemle B‹zb‹ze 35 TASARIM “ 1970’Te Güzel Sanatlar Akadem‹s‹’nde yen‹ bölümü kurarken, endüstr‹ tasar›m› ad›n› da ben koydum. O tar‹hlerde ‘tasar›m’ sadece fla‹rler‹n, edeb‹yatç›lar›n gündem‹ndeyd‹. B‹r de, ‘tasarlayarak suç ‹fllemeK’ f‹‹l‹nde oldu¤u g‹b‹ hukukçular›n… Akadem‹dek‹ hocam›z hukukçu oldu¤u ‹ç‹n, bu f‹‹lden yola ç›karak ‹sm‹ koyduk.” yapabilecek insan bulmaktı. Sonunda Ali İhsan Șark’ı bulduk. Bizim projeleri yaparken arada ortadan kayboluyordu. Meğer Türkiye’de bulunmayan cıvata, dübel, vida gibi malzemeler için İtalya’ya gidiyormuș. Düșünebiliyor musunuz? Hâlbuki bugün malzemeler yarım saatte temin edilebiliyor. O yüzden Türkiye’de özellikle mobilya tasarımının arkasında yatan, yan sanayinin büyük desteği ve büyük șirketlerin küresel oyunda yarıșacak șekilde yaptıkları yatırımlardır. O yatırımlar olmasaydı ne iyi tasarımcı yetișir, ne iyi bir fabrika çalıșır, ne de iyi bir ürün çıkardı. Türkiye büyük bir mobilya geleneğine sahip olmadığı için tasarımlarda kendisini çok hür hissetti. O yüzden her koșula dayanıklı bir Türk mobilya sektörünün oluștuğu görüșündeyim. 36 B‹zb‹ze Ben Mimar Sinan Üniversitesi’ndeyken yaptığımız ilk mobilya tasarım yarıșmaları çok ciddi ses getirdi. Bugün birçok kuruluș da önemli tasarım yarıșmaları düzenliyor. İște bu, bir ortamdır. Tasarım, ortam ihtiyaç gösterir ve desteklerse ortaya çıkar, yoksa beslenemez. Tasarımcı, ortada problem yoksa kendi bașına bir problemi ortaya koyup çözemez. Șimdi böyle bir ortam var mı? Türkiye’de iç ve dıș tüketime dönük kuvvetli bir mobilya tasarımı ortamı var. Bu ortam tasarımcılara yașama, üretme șartlarını, üstelik en profesyonel düzeyde verebiliyor. Mobilya sektörü için önümüzdeki seyir ne olacak? Mobilya sektörü artık özellik kazanıyor; ev, ișyeri, turizm tesisleri gibi… Türkiye bu özelleșmede kendi konumunu ve hedeflerini net olarak tanımlamalı. Bugün dünyanın değișik ülkelerinde tasarıma değișik yaklașımlar var. Mesela İskandinav ülkelerinde bir tasarım yapılırken kullanılan hammaddenin yeryüzüne zarar vermemesi, ürünün insana zarar vermemesi ve o ürünün yok edilmesi sırasında da çevreye zarar vermemesi her șeyin önündedir. Bir iskemlede, koltukta, masada nasıl rahat oturulacağının kuralları artık belli. Günümüzün kullanım koșulları mobilya tasarımına yeni boyutlar getiriyor. Mesela bir ofis mobilyasını bir bilgisayardan ayıramazsınız. Bir çocuk odasını yüksek teknolojiden hem ayıramazsınız, hem de çocuğu korumak zorundasınız. Dolayısıyla artık Türkiye’de tasarımcıların, yașamın hangi alanlarında yer alacaklarına dair pozisyon belirlemeleri gerekiyor. Eğer ofis mobilyası çizen bir tasarımcı veya șirket dünyada ofis teknolojisinin nasıl gelișeceğini bilmiyorsa, yarıșamaz. Büyük mağaza tasarımı yapan bir kuruluș dünyadaki iș teknolojisinin nasıl geliștiğini bilmiyorsa, rekabet edecek bir ürün yapamaz. Dünyayı izlemeyen bir șey yapamaz… Evet. Tasarım artık, dünya tasarımcılarının dilini bilmeyen insanların elinden çıktı. Tasarım bugün, bir uçta yüksek teknolojinin diğer uçta insanı yüksek teknolojiden korumanın bulunduğu çok garip bir açılım içerisinde. Diyelim bir çocuk kalemi tasarladınız. Çocuk oynarken kalemin bir parçasını yutuyorsa ve bu röntgende görünmeyen bir plastikten tasarlanmıșsa, siz șık bir kalem yaparak çok sayıda çocuğu öldürmüș oluyorsunuz. Ya da bir otomobile șık bir ayna takıyorsunuz ama o ayna nedeniyle kazalar oluyorsa, bu tasarımın kıymeti yoktur. Dolayısıyla tasarım artık öyle bir hale geldi ki, hem iyi olması hem bașarılı olması hem de çevreyi, doğayı, insanı koruması șart. Türkiye’de halen kullanılmakta olan ‘endüstri tasarımı’nın isim babasısınız. Türkiye’nin tasarım karnesi açısından gelinen durum nedir? 1970, Türkiye’de sanayileșmenin teșvik edildiği yıldı. Milli sanayi kurulmak isteniyor, Devlet Planlama Teșkilatı (DPT) yerli sanayiyi teșvik ediyor ama kimse tasarımdan söz etmiyordu. Ben aynı yıl Güzel Sanatlar Akademisi’nde Endüstri Tasarımı Bölümü’nü kurarken DPT’ye gidip, “Siz bu fabrikaları kuruyorsunuz ama bunlar ne üretecek?” diye sordum. Büyük destek gördük. Çünkü onlara, endüstri tasarımının ürünü nas›l yok edece¤‹n‹z de tasar›m›n parças›DIR Bugün bir tasarım yaparken, ürettiğiniz bir ürünün yarın nasıl yok edileceğini dahi tasarlamanız gerekiyor. Mesela bir otomobil yapıyorsunuz. Bu otomobil, iși bittiğinde yok edilecek. Onun parasını kim ödeyecek, nasıl yok edilecek? Devletler bunu soruyor, “Bu otomobili yok etmek için ben neden para harcayayım? Sen onu çevreye zarar vermeden yok et, ya da bunun bedelini baștan öde,” diyor. sadece bir ürünü çizmek olmadığını, sonuçta ülke insanının refahının ana faktörü olduğunu söyledik. Tasarım, küresel anlamıyla bir fabrikaya bir ürün çizmek değildir. Tasarımın asıl hedefi, onu yapan ülkeye avantaj sağlamaktır. Neden İtalya tasarımda bir numaradır? Çünkü 1948’de İkinci Dünya Savașı’ndan perișan çıktığı yıllarda yeni İtalya’yı tasarlayanlar, ülkenin bir yaratıcılık merkezi olmasına karar verdi. Her șehir bir ürün konusunda tasarım uzmanlığı kazanmak üzere tanımlandı. Hiçbir șehir bir diğer șehire rakip olamazdı. Bu model, aynı prensiplerle 1980’de de Hindistan’da hayata geçirildi. Hindistan ‘kalkınma için tasarım’ tanımını benimsedi. 1990’larda Çin aynı prensibi kullandı. “Ben șöyle bir ürün yapmak istiyorum” diyene, “O nedir, niye yapıyorsun?” diye sorarlar. Tanımlayamazsan, ne tesisini ne ürünü teșvik ederler. Ancak bizde bu isim bu netlikte konulmadı. O nedenle Türkiye’deki sektörün net tanımlamalar yaparak büyük sahada oynaması lazım. Biraz önce belirttiğimiz gibi, Türkiye 150 yıl önce her șeye yeni baștan bașlamak zorunda kaldı. Șu anda ne yapması gerektiğini biliyor. Ama aksilik șu ki, șimdi de dünyayla yarıșmak zorunda. O yüzden Türkiye’deki tasarım sektörü, dünyanın ‘tasarım konseyi’ dediğimiz noktalarına ulașamadığı müddetçe kendi gücünü ortaya çok zor koyar. Çok uzak mıyız? Bazı konularda çok uzak değiliz. Mesela moda ve tekstilde içinde sayılırız. Zor bir iștir. Ama o noktalara gelinmeden de yukarılarda esen rüzgârları göremezsiniz, sadece takipçi olursunuz. Çünkü trend oralarda olușur. Mobilya sektöründe ne durumdayız? Adını koyalım, mobilya sektöründe önce İtalya gelir. Türkiye henüz sektöre ismini koyacak noktada değil ama belki de İtalya’dan daha fazla endüstriyel yatırımı var. Mobilya tasarımda ise biraz daha yol alması gerekiyor. Ne yapılması gerekir? Tasarımda yapılması gereken, dünya dilini iyi bilmek ve iyi kullanmaktır. Dünyanın ne istediğini, neden bahsettiğini bilmeden herhangi bir ürününüzü, tasarımınızı kabul ettirmeniz mümkün değildir. Peki dünya șu aralar ne istiyor? Öncelik, çevre ve insanda… Mesela bundan 40 yıl önce ABD’deki otomobil firmaları, arka koltuğa köpek konulması, köpeğin yanına da çocuğun oturtulması ihtimalini düșünerek, anti alerjik otomobil koltuk kumașı konusunda araștırma yapan sistemler kurmuștu. Dolayısıyla yarıșın boyu büyüdükçe yükü de artar. O yükü karșılayacak sabır ve güç lazım. Öğrencilerime daima șunu söylerim; “İyi bir tasarımı yapmak mümkündür, herkes yapabilir. Mühim olan bașkasının yapamayacağını yapmak”. B‹zb‹ze 37 ‹LET‹fi‹M B‹R K‹fi‹Y‹ KAZANMAYI ASLA KÜÇÜMSEMEY‹N, HELE O B‹R KADINSA… Müflterilerinizi art›rmak istiyorsunuz; broflür da¤›tt›n›z, SMS gönderdiniz, afifl bast›rd›n›z ama istedi¤iniz sonucu alamad›n›z. Acaba bu iflte bir yanl›fll›k ya da eksiklik mi var? Reklamcılar Derneği Bașkanı ve aynı zamanda akademisyen Ayșegül Molu, bir ana marka altında çalıșan șirketler için doğru reklam yöntemlerini sıralarken, kalabalıkları adres gösterdi; “Kalabalıkların nerede olduğunu bulacaksınız, onlara küçük de olsa yeni bir vaatle gideceksiniz. Mahallenizdeki potansiyel tüketiciyi, ihtiyaçlarını saptayacak kadar izleyeceksiniz”. Molu’ya göre ‘mağazanın açılıp kapanmasından sorumlu, tezgâh arkasında duran insan türü’ artık öldü. Günümüz rekabetinin öyle bir profile tahammülü yok. Canlı, diri, satıș portföyü olușturabilecek satıș elemanları yetiștirilmeli. Ana markalarla, bayilerin reklam stratejilerini dikkate alırsak, değișmeyecek, temel doğrular var mıdır? Benim reklamcılığa bașladığım yıllarda bir büyük gazeteye reklam veriyor olmanız, mesajınızı bütün ülkeye iletmeniz için yeterliydi. Ancak bugün durum çok farklı. Markanın sadece hedef kitlesine mesaj iletmesi yetmiyor. Artık sizin, tüketicinizle hakiki bir diyalog bașlatmanız, bunu tıpkı iki kiși arasındaki ilișki gibi kurgulamanız gerekiyor. Bu nedenle ana markanın iletișimiyle, sahada yapılan yani bayilerin iletișimi aslında birbirini önemli ölçüde tanımlayıcı ve tamamlayıcı șeyler. Sahanın en büyük gücü, bayilerin tüketiciyle direkt iletișimde olmaları, bayinin de bu diyaloğun bizatihi kendisinin gerçekleștiği yer olması. İkincisi ve çok önemlisi, artık mesaj tek bir mecra üzerinden verilemiyor. Mesela bütün gücüne rağmen televizyon üzerinden bir mesaj ileterek yetinmek, tüketiciyle diyalog kurmanız için yeterli değil. Farklı ortamları, araçları birbirine eklemleyerek farklı etki yaratacak șekilde kullanmalısınız. Sözgelimi biz cep telefonu marifetiyle, internetle, her an ulașılabilir bireyler haline geldik. Bir de doğrudan pazarlama (CRM) veya belli bir hedef grubunun beklentilerini anlayarak, kavrayarak onlara kișileștirilmiș mesajlar verme yaklașımı, yine bu dijital ortamda artık doruk noktasına ulaștı. Bir tüketicinin tüm davranıșlarını, meraklarını, araștırdığı konuları dijital ortamda izlemek ve ona uygun teklifleri sunmak ya da o kișiye birebir ulașmak artık mümkün. Șimdi ișin esası, mesajların sürekliliği kadar, tüketiyici bir karar anında yakalamaya da dönüșüyor. Üçüncü noktaya gelince, tüketiciyle kurduğunuz diyaloğun daha nitelikli hale gelmesi için bütün bu kurgunun bir bütün olarak tasarlanması ve uygulanması gerekiyor. Bu bașlıkları örnekleyebilir miyiz? Burada ana marka ne yapacak, bayi ne yapacak? Bașlangıç noktasında söylediğim temel șey, yani diyaloğun kurulmasında ana 38 B‹zb‹ze markaya olduğu kadar bayilere de çok büyük görev düșüyor. Diyaloğun kurulmasındaki bu ortak sorumlulukta bayilere düșen de ana markanın yaptıklarına bakıp, geride kalan boșlukları çok iyi kurgulamak, çok iyi oturtmak. Bayiler genellikle çok geleneksel bir biçimde, kapalı devre çalıșıyorlar. Yani müșteri dükkâna girdikten sonra etkin bir performans gösteriyorlar. Ama asıl hikâye, dükkân trafiğinin artırılmasına yönelik yapılacak șeyleri daha iyi șekillendirmek. İște bu noktada daha aktif olmaları, bulundukları yöre itibarıyla yapacakları faaliyetleri çeșitlendirmeleri gerekiyor. Bunu birkaç türlü yapabilirler. Öncelikle faaliyet çeșitlendirmesi için “kalabalık nerede?” diye düșünmek lazım. Sözgelimi kadınların karar verici olduğu bir marka için pazarlar, iyi bir ‘kalabalık alanı’dır. Alıșveriș merkezleri, okullar ve kermesler… Hatta kadınların oyun ya da altın günleri… Bütün bunlar size belli etkinlikleri gerçekleștirmeniz ve bașarmanız için bir zemin hazırlar. Peki o kalabalık alanlarda neler yapılması gerekir? Kalabalık alanlarına bir tema veya bir konuyla gitmek gerekir. Vadettiğinizi, somut, ana markanın sunduğundan farklı bir șekilde söylüyor olmalısınız. Sözgelimi bu, daha kısa süreli bir ekstra fiyat indirimi veya bir hediye kuponu veya mağaza içinde bir bulușmanın duyurusu veya bir sanatçının mağazaya ziyareti olabilir. Önemli olan, kalabalıkla konușmaya bașladığınızda verecek somut ve yeni bir vaadinizin olması. Vaatsiz olarak kimsenin karșısına çıkmayınız. Sözgelimi, yalnızca broșür dağıtmanın hiçbir yararı yok. Tek bașına broșür dağıtmak için gösterdiğiniz çabanın da hiçbir yararı yok. Șöyle düșünmek zorundasınız: O broșürün bir karșılığı, zaten ana kitle mecrasında yayınlanıyor. Sizin yaptığınız, onun kötü bir tekrarından ibaret olacaktır. Esas olan, sizin o kalabalıklara yeni bir teklifle gitmenizdir. Bunun çok büyük bir șey olması șart değil. Küçük bir vaat de olabilir ama ‘yeni’ bir șey sunuyor olmanız gerekir. Bayilerin dükkân trafiğini artırmalarını sağlayacak ikinci bir alana daha dikkat çekelim. Türkiye’de hâlâ bir ‘mahalleli’ kavramı var, sizin de dükkânda oturup beklemek yerine, mahallenizdeki alıcınız olabilecek insanları tanımanız gerekir. Hedef kitleniz kimdir, oradaki yașam profili nedir, alıșveriș sıklıkları nedir?.. Bu çaba hem sizin belli kișisel yakınlıkları kurmanızı hem de alıcılarınızın ihtiyaç zamanlarını saptamanızı sağlar. Sözgelimi, Ayșe Hanım’ın iki gelinlik kızı var, kızlardan biri nișanlı… Bu, sizin için değerli bir bilgidir. Çünkü siz bu bilgiyle, bir sene sonra o kız için çeyiz alınması olasılığını da saptamıș olursunuz. Dolayısıyla Ayșe Hanım’la diyaloğunuzu belli bir tempoya oturtma șansını elde edersiniz. Yani müșteri listesi, isimlerden ibaret olmayıp, yașayan bir liste olmalı… Aynen öyle. İnanın artık insanlar, cep telefonuna gönderilmiș bir mesajı görmüyor. Çoğu insan, bu mesajların gelmemesi için telefon operatörlerine bașvuruyor. Bu çöp yığınına dâhil olmanın artık hiçbir anlamı yok. Mesajlar, sizin yașayan bir data havuzunuz varsa, ancak destekleyici bir unsur olabilir. Özetlersek, bayilerin birinci sorumluluğu kalabalıkların nerede olduğunu saptamak, ikinci sorumluluğu hedef kitledeki niteliklerin, ihtiyaçların, B‹zb‹ze 39 ‹LET‹fi‹M ARTI 1 yaklașımların ne olduğunu bilmek… Üçüncü önemli nokta ise çalıșma ortamıyla ilgili. Bayilik sistemlerinin çoğunda ‘çırak’ diye tabir edebileceğimiz, aslında çok da iyi yetișmemiș satıș elemanlarından olușan bir ortam kuruluyor. Çoğu bayi ortamları da çok bakımlı değil. Canlı, sizi içine alan, satın almaya teșvik eden değil; bir parça gevșek, sarkmıș, formsuz bir ortama giriyorsunuz. Oysa satıș ciddi bir iștir, tamamen iknaya dayanır. Son derece diri, eğitimli satıș elemanları, bir gerekliliktir. Bunu yakalamak için de çaba harcamak gerekir. Ne yazık ki ülkemizde, bu kadar önemli olan satıș konusunda sistematik bir eğitim süreci pek görülmüyor. Kurumsal markalar satıș elemanlarını desteklemek üzere çaba sarf ediyor ama bu da belli bir yere kadar ișe yarayabiliyor. Esasen ișyeri sahibinin satıș elemanlarının performansı ve diriliği üzerinde yüzde 100 kontrolü olması gerekiyor. Bu, çok ciddi bir eksiklik. İyi bir satıș elemanı; sözünü ettiğimiz o birebir ilișkilerin kurulmasında kimi zaman kilit kiși haline gelebilir. Kendi satıș portföyünü olușturan satıș elemanı esastır. Satıș elemanlarına ‘tezgâh arkası çırak’ diye değil, ‘satıș portföyünü, satıș grubunu olușturup satıș yapabilecek yöneticiler’ diye bakmalıyız. Bu insanları bulup yetiștirmeliyiz. Mağazanın açılıp kapanmasından sorumlu, tezgâh arkasında duran insan türü artık öldü. Günümüz rekabetinin öyle bir profile tahammülü yok. Hatta aksi tesir bile yapabilir... Hem de çok. Özellikle kadınların karar verecek durumda olduğu kategoriler, çok tehlikeli kategorilerdir. Çünkü bir reklamın etkisi bir kișiyle sınırlıysa, kadın beğenmediğinde bunu yedi ayrı arkadașına anlatarak aslında kötü namın da yayılmasına neden olabiliyor. Kurumsal markanın elbette farklı bir durușu var ama yerelin gerçeği aslında bir kișiyle ilgilidir. Bir kișiyi kazanmak size belli bir grubu getirebilir, bir satıș portföyünü olușturabilir. Onun için bir kișiyi kazanmayı asla küçümsememek gerekir. Hele ki kadınsa… Her kadından bir kazançla çıkmak zorundasınız, sayın bayiler. Bașka türlüsü mümkün değil. Son olarak eklemek istediğiniz bir șey var mı? Bir kurumsal markanın sağladığı olanaklardan faydalanmak çok ciddi bir avantajdır. Bütün bayilerin o avantajın farkında olup ama asıl tüketiciyle diyalog kurmak sorumluluğunu da kendilerinde görmeleri gerekir. Çünkü ana marka, belli bir bilinirliği yaratmaktan sorumludur. Tüketiciyle diyaloğa girerek satıșı gerçekleștirmek ise bayinin kendi ellerinde olan temel unsurdur. Bunu asla gözden kaçırmamak lazım. Ana markayla bayinin ilișkisinin de çok güçlü kuvvetli bir diyalog olmasını sağlamak lazım. REKLAMIN TEMEL HEDEF‹ NED‹R? Tüketiciyle iletișimin sürekliliği esastır. Sözgelimi orta halli bir aileden ev hanımı markete gittiğinde, ilgi duyduğu her kategoriyle ilgili onlarca markayla yüz yüzedir. Reklam verenlerin ve iletișim dünyası olarak bizim bütün hedefimiz de, onun zihnindeki ilk üçlük tercih menüsü içindeki yerimizi veya alma sıklığımızı artırmak. Bütün oyun, bu ‘ilk üç marka’ üzerine kuruludur, bütün pazarlama kurgusu da buna doğru akar. Türk ekonomisindeki çalkantılar nedeniyle 2005 yılı sonrasında reklamın etkisine ilișkin, pozitif anlamda çok önemli bir kanaat uyandı. Tüketiciyle iletișimin kesintiye uğramaması gerektiği yönünde düșünce değișiklikleri oluștu. Çünkü krizler öyle ilginç ortamlar ki, bütün rekabet algısını değiștirebiliyorlar. Kriz içerisinde iletișim yatırımına ara veren markaların, kriz sonrasında bunu telafi için, o verdikleri aranın çok üzerinde bir çaba göstermesi gerekiyor. Ya da tersi, hiçbir biçimde o üçlü kotanın içerisinde olmayan bir marka, kriz ortamında aktif hale gelerek potaya giriyor ve kriz sonrasında da bunun faydalarından yararlanmayı sürdürüyor. 40 B‹zb‹ze SUN TZU… 2 B‹N 500 YIL ÖNCES‹NDEN BUGÜNE DERSLER Çinli general Sun Tzu’nun yazd›klar› bugün ifl dünyas›na yol gösteriyor. Pek çok kifli onun ö¤retilerini okuyor, kavr›yor, analiz ediyor. Peki onu bugün bu kadar önemli k›lan düflüncesi nedir? Sun Tzu, günümüzden 2 bin 500 yıl önce yașamıș bir Çinli general. “Savaș Sanatı” adlı kitabı, son yıllarda hayli popüler. Hakkında kitaplar, tezler yazılıyor, seminerler veriliyor. Peki onu bu kadar popüler kılan ne? Eğer dönemin ordularını bugünün șirketleri, dönemin silahlarını bugünkü satıș, pazarlama ve iletișim olarak düșünürsek, Sun Tzu’nun önemini daha iyi kavrarız. Evet, Sun Tzu çok popüler; çünkü 2 bin 500 yıl ötesinden bize bugün nasıl bașarılı olacağımızı, kendimizden güçlü olanların karșısında nasıl ayakta kalacağımızı, rakiplerimizi nasıl alt edebileceğimizi anlatıyor. Nasıl mı? Kendisini ve felsefesini yavaș yavaș inceleyelim. Sun Tzu’nun, “Savaș Sanatı” adlı eserini, Vu Krallığı’na generallik yaptığı ve de Çin uygarlığının en karıșık zamanı olan Savașan Devletler Dönemi’nde (MÖ 403-221), kazandığı zaferler ve edindiği deneyimler sonrasında kaleme aldığı söyleniyor. Sun Tzu’nun öğretisinin genel hatlarını, olayları olmadan önce görebilmek ve buna karșı önlem almak, savaș kaçınılmaz ise bunu akıl oyunlarıyla ve gerektiğinde hileye de bașvurarak fiziksel çatıșmaya girmeden gidermek olarak anlayabiliriz. Eğer savașmak kaçınılmaz hale gelmișse, Sun Tzu’ya göre bu kez amaç her iki taraf için en az kayıpla bu iși bitirmek olmalı. “Savașmaksızın bașkalarının ordularını alt etmek, hünerlerin en iyisidir,” diyor Sun Tzu. Onun beslendiği en önemli kaynak, ünlü düșünür Tao’dur. Tao öğretisinde ‘yol’ kavramı kutsaldır. ‘Yol’a, ancak doğayla ve kendisiyle barıșık, huzur dolu bir yașantıyla ulașılabilir. Burada savașa yer yoktur. Sun Tzu’nun savașla ilgili sözlerine bakalım: “Hükümet galeyana gelip orduyu seferber etmemelidir, askeri liderler öfkeye kapılıp savașa yol açmamalıdırlar. Kızgınlık, sevince; öfke, neșeye dönüșebilir. Fakat yıkılmıș bir ulus bir daha var edilemez ve ölüler yașama döndürülemez.” Ona göre önemli olan karșısındakini savașmadan yenmektir: “Bu yüzden, savaș sanatından anlayan kiși, bașkalarının gücünü savașmadan alt eder, kentleri kușatmadan alır, bașka B‹zb‹ze 41 ARTI 1 ulusları az zamanda ele geçirir.” En bașarılı kișilerin, girdikleri her savaștan muzaffer çıkanlar değil, rakibi savașmadan çaresiz bırakanlar olduğunu düșünür. Evet, savașmadan savaș kazanmak, Sun Tzu düșüncesinin temel prensibini olușturur. Savașmadan kazanmak için aklı olduğu kadar hileyi kullanmak da, bilgeliğin kuralıdır. Bilge en kısa sürede, en az kayıpla düșmanını alt eder, ama onu asla yok etmez. Çünkü evrendeki her șey, bir bütünün parçasıdır. En iyi savașçı, düșmanın planını henüz tasarlarken anlayabilendir. Yetenek sıralamasında en iyiyi, düșmanın ittifaklarını bozan, onu da ordulara saldıran savașçı izler. Peki en kötü savașçı hangisidir? Kentleri kușatanlar. “Savașta bașarı, önceden hesaplama ve planlama yapan, düșmanını ve araziyi tanıyan, kendi yeteneklerini ve sınırlarını bilen, birliklerinde üstün moral sağlayan, düșmanını aldatabilen, çatıșmada gereken yerde yoğunlașan ve hızlı hareket eden tarafın olacaktır” diyen Sun Tzu, zafer için de beș ilke sıralıyor: “Ne zaman savașacağını, ne zaman savașmayacağını bilen kazanacaktır. Büyük ve küçük birliklerin her ikisini de yönetmeyi bilen kazanacaktır. Ordusunun tamamında aynı ruhsal canlılığı (morali) sağlayan kazanacaktır. Kendisini hazırlayan ve düșmanını hazırlıksız buluncaya kadar bekleyen kazanacaktır. Askeri yetenekleri olan ve hükümdar tarafından ișine karıșılmayan kazanacaktır. Zafer, bu beș hususun bilinmesine bağlıdır.” Sun Tzu ve ölümsüz eseri “Savaș Sanatı” tarih boyunca, Sezar’dan Napolyon’a, Hitler’den Mao’ya kadar birçok komutan ve lidere yol göstermiș. Sahip olduğu kadim ve derin bilgelik sayesinde yazılıșından bu yana 2 bin 500 yıl geçmesine rağmen güncelliğini halen koruyan “Savaș Sanatı”, gelecekte de var oluș macerasındaki insanoğluna yol göstermeye devam edecek gibi görünüyor. 42 B‹zb‹ze SUN TZU’NUN KENDİ FELSEFESİNİ ANLATTIĞI ÖZLÜ SÖZLERİNE KULAK VERELİM I Savașı kazanan savașçı, soğukkanlı, kararlı savașçıdır. Öfkeli, kızgın, öç alma peșinde olan savașçı, kaybetmeye mahkûmdur. I Akıllı olan savașçı, savașı önceden kazanır, oysa cahil asker kazanmak için savașmak zorundadır. I En büyük ustalık, zayıf ve beceriksiz gözükmektir. I Dișe diș savaș, akıllı savașçı için son çaredir. I Kendinizi ve karșınızdakini iyi tanıyorsanız sizin için tehlike yok demektir. Kendinizi iyi bilmenize rağmen karșınızdakini yeterince tanımıyorsanız yine de kazanma șansınız vardır. Ancak ne kendinizi ne de karșınızdakini bilmiyorsanız, o zaman her savașta büyük tehlikeyle karșı karșıyasınızdır. I Savaș sanatının en faydalı kavramı, düșman ülkesini tümüyle, zarara uğratmadan ele geçirmektir. Yıkıp yakmanın kimseye faydası yoktur. I Üstün bașarı, düșmanın direncini savașmadan kırmaktır. I Düșmanı, savaș meydanında uzun sürecek savașlardan çok, savaș oyunları bitirir. I Büyük bir gücün kontrolüyle birkaç kișinin kontrolü aynı prensiplere bağlıdır. Sadece rakamların bölünmesi gerekir. I Beceriyle uygulanan dolaylı taktikler hava ve yeryüzü gibi tükenmez; nehir ya da ırmakların akıșı gibi durmaz; güneș ya da ay gibi yeniden doğmak için batar; dört mevsim gibi geri gelmek üzere gider. Sadece yedi nota bulunmasına rağmen bunların karıșımından pek çok melodi üretilir; sadece dört tat (acı, tuzlu, ekși, tatlı) bulunmasına rağmen, bunların karıșımından sınırsız tatlar elde edilir; sadece beș ana renk (sarı, beyaz, siyah, mavi, kırmızı) olmasına rağmen, bu renklerin karıșımından sınırsız renkler elde edilir. I I Çalıșılmıș düzensizlik, disiplinin; çalıșılmıș korku, cesaretin; çalıșılmıș zayıflık, güçlülüğün hazırlayıcısıdır. I Savașı arzulamadığımızda, kampımızın izleri ortada olsa bile, bıraktığımız izlerle oynayarak düșmanı șașırtabiliriz. I Olası çatıșmalara her an hazır olma kaygısı düșman birimlerini zayıflatacaktır. I Düșman sayıca bizden üstünken bile düșmanı bizimle savașmaktan caydırabiliriz. Bu da onların planlarını bilmekten geçer. I Zafer, sizin ne yaptığınızı anlayamayan düșmanın hatalı taktikleri sayesinde gelecektir. I Düșman ordusunu kușattığında bir açık nokta bırak, bunalmıș düșmanı fazla zorlama. I Belirgin bir anlașmayla birlikte gelmeyen barıș önerileri tuzak belirtisidir. I Askerlerinize çocuklarınız gibi bakın, sizi en derin vadilere kadar takip edeceklerdir. Onlara yetișkin çocuklarınız gibi bakın, yanınızda ölmeyi her șeye tercih edeceklerdir. Ancak, otorite kuramıyorsanız yaramaz çocuklar olmușlardır ve hiçbir ișe yaramazlar. I Düșmanı bildiğiniz kadar kendinizi de biliyorsanız, zafer konusunda șüpheniz olmasın. Usta savașçı çıngıraklı yılana benzer. Kafasına saldırsan, kuyruğundaki zehirle saldırır. Kuyruğuna saldırsan, dișlerini geçirir. Gövdesine saldırsan, hem kuyruğuyla hem dișleriyle saldırır. I İnsan, doğası gereği, zora düșmedikçe yeteneklerini sonuna kadar kullanmaz. I Kolaylıkla zafere ulașmak istihbarata bağlıdır. I Casuslar, iyilik ve dürüstlük olmadan yönetilemezler. I Casusların raporlarını anlamak ve doğruluğundan emin olmak için ince zekâya sahip olmak gerekir. I Casus kullanmanın tek amacı düșman hakkında bilgi toplamaktır. I Ordunun casusluk kanadını en iyi kullanan hükümdar, bilge hükümdar; en iyi değerlendiren komutan ise usta komutandır. I Savaș sanatında stratejinin anlașılmazlığı en önemli unsurdur. Duruș belirsiz, hamleler belirsiz ve öngörülmez olunca, hamleye hazırlık yapmak imkânsızdır. Bir komutanı savașta yenilgiden uzak tutup, zafer kazandıran șey öngörülemeyen akılcılığı ile izi algılanamayan hareket tarzıdır. I Savașta verimliliğin ve zaferin yegâne ilacı olan sürpriz faktörü karșı taraf hakkında tam bilgiye sahip olurken bilinmez olmaya bağlıdır. Bu nedenle sır tutma ve düșmanı yanlıș yönlendirme becerileri ana sanatlardandır. I Ana fikir, düșmanın enerjisini tüketirken kendi enerjisini koruma becerisidir. İyi savașçılar düșmanın ayağına gitmezler, düșmanın kendi ayaklarına gelmesini sağlarlar. I Bir komutan yapacağı üç hatayla ordusunun bașına felaket getirebilir: (1) Orduya ilerleme veya geri çekilme emri verdiğinde ordunun bu emri uygulayamayacağının farkında olmaması. Buna ‘orduyu topallaștırma’ da denir. (2) Ordudaki koșulları düșünmeksizin orduyu krallığını yönetir gibi yönetmeye kalkması. Bu, askerin zihninde huzursuzluk yaratır. (3) Zor koșullara uyum askeri prensibini göz önüne almaksızın subay seçimi. Bu, askerin güvenini sarsar. I Düșmanın açığını buluncaya kadar yeni gelin gibi çekingen ol; açığını bulduğun an yaban tavșanı gibi fırla. Düșman için artık çok geçtir. “SAVAfi SANATI” 13 BÖLÜMDEN OLUfiUYOR: 1. Planlama, 2. Maliyet, 3. Savaș Stratejisi ve Kușatma, 4. Taktik, 5. Güç, 6. Gücün Kullanımı, 7. Manevra, 8. Taktiksel Değișim, 9. Ordunun Yönetimi, 10. Arazi Faktörü, 11. Arazide Dokuz Zemin, 12. Yangın Çıkartma 13. Casusluk/İstihbarat B‹zb‹ze 43 gündem Cemâlnur Sargut: “Sema bir dans de¤ildir, gösteri de¤ildir; bafltan afla¤› ibadet ve nefsin terbiyesinden ibarettir. Mevlana bunu aflkla yapt›, hiçbir flekli yoktu onun zaman›nda. Daha sonra, o¤lu Sultan Veled bunu Mevlevî Âyini haline getirdi.” “Mevlana der ki; ‘Hamamda, üzerinde k›yafetin yokken bile sana (Bu Mevlana’n›n müridi, bu Mevlevi), diyorlarsa sen gerçek Mevlevi’sin.’ ‹fl k›l›k ve k›yafette de¤il, gönüldedir. O gönülde Allah varsa, insan bafltan afla¤› Allah manas› kesilir. Orada tolerans kalkar, hoflgörü bafllar” “DÜNYA B‹R KARAGÖZ PERDES‹ ÇOK SURET VAR AMA SES TEK K‹fi‹N‹N” Kimya mühendisiydi ve 20 yıl kimya öğretmenliği yaptı. Ancak mutasavvıf bir ailede yetișip uzun yıllar önce Mevlana’ya yönelen Türk Kadınları Kültür Derneği İstanbul Șube Bașkanı Cemalnur Sargut, bugün milyonlara seslenerek Mevlana’yı ve onun ölümsüz eseri “Mesnevi”yi anlatıyor. 737. vuslat yıldönümünü geride bıraktığımız bu günlerde biz de Mevlana’nın hoșgörüsüyle aydınlanmak için Cemalnur Sargut’a kulak verdik. Mevlana, bütün o eserlerine rağmen “Ben bir hiçim” diyor. Burada ‘hiçlik’le bahsedilmek istenen nedir? Hiç, çok önemli bir mefhumdur. Aslında hiçlik, her șey demektir. Biz o ‘hiç’ olamadık. Gerçekten insanın hiç olması, içinde her șeyi toplaması demektir. Hz. Mevlana, “Hürüm ben” diyor. Hürüm çünkü Allah’ıma âșığım. Ben insanın kulu değilim, ben politikacının da kölesi değilim, ben torpil yapanın da kulu değilim. Ben hürüm, benim ilișkim Allah’ladır. İște gerçek tasavvuf, yani Mevlana’nın bize öğretmeye çalıștığı șey, insanı, insanın kölesi olmaktan, așırı insani arzuların kölesi olmaktan kurtarır. Tasavvufu nasıl tarif edersiniz? Tasavvufu șöyle tarif ediyorlar, inanıyorum ki hoșunuza gidecek, Mevlana’yı tanımadan, onun yolunu bilmek açısından bu tarifi vermek istiyorum. Tasavvufu anlatırken, ‘üç tip gözlük’ vardır denir. Birinci sadece yakını gösterir, yani bu gözlüğü takan yalnız bu âlemle meșguldür. Öbür âlemle, Allah’la pek ilișkisi yoktur. Genellikle bu gözlüğe ‘șașı gösteren gözlük’ denir, insanları Allah’tan ayrı kuvvet-i kudret sahibi gösterir. İkinci tip gözlüğü takan ise uçar, hep öbür âlemle meșguldür, uzağı görendir. Dünyanın gerçeklerinden bihaberdir. Bir de üçüncü tip vardır. Yakını görürken uzağı, uzağı görürken yakını da görür. Burada ișini yapar ama “Acaba Allah’ıma karșı bu iși yaparken mesuliyetim kalktı mı, günah ișliyor muyum?” der. 44 B‹zb‹ze İște bu gözlük, tasavvuf gözlüğüdür. O halde tasavvuf, her șeyin iç yüzünü, hakikatini, manasını gösteren bir gözlüktür. Biraz hoșgörü kavramından bahsedelim, Mevlana da tasavvufta hoșgörünün en güzel örneklerinden biri... Mevlana der ki; “Hamamda, üzerinde kıyafetin yokken bile sana ‘Bu Mevlana’nın müridi, bu Mevlevi’, diyorlarsa sen gerçek Mevlevi’sin.” Yoksa kıyafetle beș para etmezsin. O halde iș kılık ve kıyafette değil, gönüldedir. O gönülde Allah varsa, insan baștan așağı Allah manası kesilir. Orada tolerans kalkar, hoșgörü bașlar. Toleransla hoșgörü çok farklı iki kavramdır. Batı âlemi, bizim ‘aydınlar’ dediğimiz zümre, tolere eder. Kendileri derler ki, “Ben bir eğitim gördüm, aydınım, demek ki bazı șeyleri güzel görmeye çalıșmalıyım.” Birine kızar da, terbiyesizlik etmemek için cevap vermez. Hâlbuki tasavvuf ehlinin hoșgörüsü böyle değildir. Onlar herkesi ve her șeyi severler. Onlar her șeyi ve her mahluku, yaradılmıșın bir parçası olduğu için severler. Derler ki, her șey bir vücudun parçasıdır, o zaman ayrı gayrı yok. Burada da insanın aklına hemen Mevlana’nın “Gel, ne olursan ol gene gel” sözü geliyor. Evet, “Gel her ne isen gel, bin tövbeden dönsen yine gel...” çok eleștirilen bir sözü Hz. Mevlana’nın. B‹zb‹ze 45 gündem Belki siz eleștirildiğini duymamıșsınızdır bile ama İslam âlemi bu sözü çok eleștiriyor, ne demek diyor, suçlu da mı gelsin? Gelsin tabii, bu sözü Kur’an’a dayanarak söylemiștir Hz. Mevlana. Çünkü Allah diyor ki Kur’an-ı Kerim’de, insanın öldüğü ana kadar tövbe kapısı açıktır. Ben o kadar kuvvetli bir affediciyim ki, insanı her günahından affedebilirim. Yeter ki tövbe etsin, yeter ki bana yanașsın, yeter ki her șeyin benden olduğunu idrak etsin. Mevlana’nın kendisinin en bilgili dönemini 'hamdım' diye değerlendirdiği, ‘hocam’ dediği Șems ile 'piștim' diye anlattığı ve O'nun gidișiyle 'yandım' diye bitirdiği bir sözü olduğunu biliyoruz. Mevlana, Șems’le karșılașana kadar nasıl biriydi? Șems ne yapıyor da Mevlana’yı bu kadar etkiliyor? Mevlana, maddi ve manevi açıdan son derece bilgili; fizik, kimya, biyoloji, psikoloji konusunda muazzam 46 B‹zb‹ze derinlikte bilgilere sahip biri. Bugün bilinen kimyayı da biliyor ișin enteresan tarafı. Çünkü yaradılmıșı seyrediyor ve ‘Yaradan’ı görüyor. Peki bu kadar her șeyi bilen bir insanın bir öğretmene mi ihtiyacı vardı? Evet Mevlana, Șems gelene kadar her șeyi bilen çok yüce bir sultan… Ama bir Șems geldi, ona bütün bildiklerinin hakikatini gösterdi. Șems ona Allah’ın peygamberinin așkını ve vericiliğini öğretti. Mevlana’ya Șems’ten sonra “Sen zaten her șeyi biliyordun, Șems sana ne yaptı?” diye sordular, verdiği cevap olağanüstü. Dedi ki Mevlana: “Evet ama Șems gelene kadar ben bir lokma çorba içip doyuyordum. Șems’ten sonra dünyada bir tek aç varsa onu ciğerimde hissettim ve doymadım. Belki üstüme bir hırka alıp üșümekten vazgeçebiliyordum ama bir tek kiși varsa Șems’ten sonra üșüyen dünyada, ben onu içimde hissettim. Șems bana yaradılmıșın içyüzünü ve hakikatini gösterdi.” “Șems bana, dünyanın bir Karagöz perdesi olduğunu öğretti,” demiș Mevlana, burada anlatılmak istenen nedir? Karagöz perdesinde oyun, bir tek elden oynatılır ama yüzlerce șahıs vardır; beberuhiler, güzel kızlar, cadılar… Biz onlara takılır kalırız, cadıya kızarız, güzel çocukla kız birleșsin isteriz. Ama oyun bittikten sonra bir bakarız ki, hepsini tek kiși oynatmıș. Ses tek kișinin, el tek kișinin. Bu âlem de bir Karagöz perdesidir, dedi Șems, sakın takılıp kalma. Bütün gördüğün farklı mezhepler, Allah’ın farklı bir isminin tecellisidir. Onun yazdığı senaryo üzerine oynarlar. Bu hakikati öğrendikten sonra Mevlana, “Yaradılmıșı severim Yaradan’dan ötürü,” dedi. Tıpkı Yunus Emre gibi… O “Mesnevi”yi yazdı. O Șems’in ölümünden sonra “Mürșidim öldü, hocam gitti,” dedi. Ama “Mesnevi”yi yazdı. “Mesnevi”, “Dinle!” diye bașlar. O devrin bütün dinî kitapları “Bismillahirahmanirrahim” derken, Mevlana kuralları yıkmıș, Allah’ını içinden geldiği gibi anlatmıștır. Peki diyor Mevlana, “Oku!” diye bașlayan bir kitabı nasıl anlatabilirim? “Dinle” diye anlatabilirim ve bunu derken de ‘bișnev’ diyor… Çünkü Farsça’da ‘bișnev’, ‘dinle’ demektir. Sonra diyor ki, “Bir Müslüman, Müslüman olmak için mutlaka çok iyi bir Musevi ve çok iyi bir Hıristiyan olmak zorundadır.” Yani bütün dinler İslâm’ın içinde kaynașmıștır. İslâm hiçbir dini reddedemez, İslâm hiçbir dinden de ayrı değildir. Bunları bize öğrettikten sonra “Mesnevi”de inanılmaz basit hikâyelerle bizi Allah’a götürüyor. Ne gibi hikâyeler bunlar? Mesela bir hikâyesinde, bazen acıların insana ne büyük lütuf olduğunu anlatır. Tıpkı Meryem Sûresi’nde olduğu gibi… Meryem Sûresi’nde Kur’an, Hz. Meryem’in İsa’yı doğururken duyduğu acıyla kuru hurma ağacına yanaștığını ve hurmayı dirilttiğini anlatır. Mevlana da herkesin anlayacağı dilde șöyle anlatır bunu: Adamın biri ağacın altında yatıyormuș. Ağzına bir yılan girmiș. Bir atlı gelmiș, uyuyan adama yılan zarar vermesin diye çekmeye çalıșmıș ama adam yılanı yutmuș. Küçücük bir yılan içine gitmiș. Atlı, eline bir kırbaç almıș ve adamı dövmeye bașlamıș. Uyuyan adam birden dövülmeye bașlayınca fırlamıș, “Sen hain misin, gaddar mısın, șurada uyuyordum!” demiș, ama dayak korkusuna tabii ki kalkmıș, “Ne yapayım?” demiș. Atlı da “Buradaki bütün ham elmaları ye,” demiș. Yemeye bașlamıș adam, sonra da atlı ona bolca su içirmiș. Adam ham elma üstüne de suyu içince çıkartmıș; yılanı görünce korkmuș. Demiș ki, “Allah senden razı olsun, niye söylemedin yılan yutmuș olduğumu?”, atlı da “Söyleseydim, korkudan ölürdün,” demiș. Mevlana diyor ki, içimizde yılan huylar vardır. Allah bazen küçücük darbelerle, bazen ham elmalar yedirerek, bazen bizi fazlaca koșturarak içimizdeki bize zarar veren yılan huyları dıșarı çıkartır. Bunun için bu dünyada acılar ve sıkıntılar insan için çok faydalıdır. “Mevlana’nın yaptığı her hareket cihaddır, ama en hakiki cihad Semâ ayinidir,” diyorsunuz. Bu sözle anlatmak istediğiniz nedir? Evet, bizim Doğu âlemi cihadı elimize silah alıp savașmak diye anlatır ama hakiki cihad Semâ ayinidir, çünkü Semâ’nın manası șudur: İnsanlar sağdan sola, kalplerinin etrafında, nefislerini yok etmek için dönerler. Bu dönüșü de șöyle yaparlar; önce kendilerinin dıșında, kendilerinden daha üstün, ilmine güvendikleri, inandıkları bir öğretmen bulur, onun etrafında dönerler. O’na benzeyeyim, O’nun gibi âlim olayım, O’ndan çok șeyler öğreneyim diye. Sonra o kadar güzelleșirler ki, bu sefer kendi etraflarında da dönmeye bașlarlar. İște bu hakikat üzere, Mevlana “Biz semâ yapıyoruz,” diyor. Ama bilin ki, elektronun atomun etrafında dönüșünden, bütün güneș sisteminin dönüșüne kadar her șey sadece bu hakikati anlatır. Biz bunu bașka hakikatle de birleștirdik. Kabe’nin etrafındaki dönüșün de bu olduğunu iddia ediyoruz. Onun için semâ ile Kâbe etrafındaki dönüș farklı șeyler değildir. B‹zb‹ze 47 SA⁄LIK B‹R ACAY‹P HASTALIK: HUZURSUZ BACAK SENDROMU! Gözünüzden uyku ak›yor ama uyuyam›yorsunuz. Sizi tatl› uykunuzdan edecek bir derdiniz tasan›z da yok hâlbuki. Ah o bacaklar›n›z yok mu; sürekli k›p›rdanmak istiyorlar. fiöyle bir iki ad›m yürüyüp gerindi¤inizde rahatl›yorlar. Neler oluyor bacaklar›n›za? 48 B‹zb‹ze “Bacağın da huzursuzu mu olurmuș?” demeyin. Çeken bilir. Aslında, “çeken, sadece çektiğini bilir” demek daha uygun; çünkü oldukça yaygın olmasına karșın bu garip hastalığın adına pek de așina değiliz. Her yüz kișiden en az biri ile beșinde görülen hastalığın adı: Huzursuz Bacak Sendromu… Pençesine düșen ne deliksiz bir uyku uyuyabiliyor, ne de sosyal yașama doğru dürüst karıșabiliyor. Oturup dinlenmeye çalıșmak da nafile. Huzursuz bacaklar, ağrı kesicilerin dindiremediği ağrılarla ve gıdıklanma hisleriyle kalkıp yürümek, harekete geçmek zorunda. Bu sendromdan mustarip olanların en büyük șikâyetiyse uykusuzluk… Ancak sebebi tam bilinemese de hastalık tedavi edilebiliyor, yeter ki teșhiste hata olmasın… Husursuz Bacak Sendromu, uykuda veya uyanık, sürer gider. Bu sendrom yalnızca pençesindeki hastaları değil onunla aynı mekânı, aynı masayı, aynı yatağı paylașanları hatta kamu araçlarında yan yana oturan bir yabancıyı da rahatsız eder. Sendrom sahibi hareketsiz kaldığı anda huzursuzluğu hissetmeye bașlar. Otururken veya yatarken yașanan rahatsızlık hissi çeșitli tanımlarla ifade edilir ve bacakları hareket ettirme ihtiyacı yaratır. Kimi içeride bir șeylerin gezindiğinden, kimi uyușma, kimi de içerideki bir gıdıklanma hissinden söz eder. Sizin de böyle bir hissiniz varsa, kendinizi șu belirtilerle test edebilirsiniz: • Sendrom aslında daha çok geceleri kendini gösterir. • Yürüyüp, gerinme hareketleri sendromu çözer, bitirir, rahatsızlık hissi hızla yok olur. • Hareketsiz kaldığınızda ortaya çıkar, tam da nefes alacağınız yorucu bir günü geride bıraktığınızda… Oturur, uzanır veya yatarsanız sendrom devreye hızla girer. • Bacaklar harekete geçmeyi ister yeniden, çözümü dinlenmeye ara verip, harekete geçmektir. TEȘHİSTE ZORLUK Hastalık aileden gelme genetik bir özellik tașıyor olabilir. Kansızlık, gebelik, kanser veya șekerle ortaya çıkabildiği de bilinir ancak hastalığın ortaya hiç sebepsiz çıkıșının nedenleri henüz meçhul. Belirtileri kimi romatizmal hastalıklarınkiyle çok benzeștiği için teșhisi zaman alabilir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, hastanın hareket etmesiyle uyușma, karıncalanma hissinin hemen sona ermesi. Hastalık kișiyi her dem rahatsız ettiğinden sosyal ve psikolojik pek çok soruna da yol açar, sinemaya, misafirliğe gitmek bir hayaldir. Çevreyi de rahatsız etme çekincesi nedeniyle hasta hayatını kısıtlar. Gecelerse kâbus gibi gelir. Hasta uykuya geçiște büyük zorluklar yașar ve bu uyku, asla deliksiz bir uyku olmaz. Gece boyunca kendisini hissettirerek uykuda bölünmelere yol açar. Yakın çevrenizde veya kendinizde böylesi tuhaf bir sendromun varlığını bu belirtilerle teșhis edebilirsiniz. Unutmayın! Hareketle geçen, dinlenmeyle ortaya çıkıveren bir tür bu… ENDİȘELENMEYİN, TEDAVİ EDİLEBİLİR Șeker, kansızlık gibi farklı bir hastalık nedeniyle de ortaya çıkabilen Huzursuz Bacak Sendromu, öncelikle o hastalıkların tedavisiyle önlenebiliyor. Nedeni belirsizse, bu durumda ilaç tedavisiyle kontrol altına alınabiliyor. Gerçek Huzursuz Bacak Sendromu beyinde eksik bir madde olduğu anlamına geliyor ki, bu da ilaçlarla tamamlanıyor. Sendromun nedeni depresyon ise, yine önce depresyonun tedavi edilmesi gerekiyor. Depresyon, bu hastalığı zirveye çıkarıyor. Tabii hastanın huzursuzluğunu da… Ama endișe etmeyin, doğru teșhis- doğru tedavi, genellikle çözümle sonuçlanıyor. Uzmanlık alanlarından biri de Huzursuz Bacak Sendromu olan bir nörolog, hastalığın teșhis ve tedavisini büyük olasılıkla sağlayabilecektir. NASIL ORTAYA ÇIKAR? 40’lı, 50’li ve daha ileri yașlarda daha sıklıkla görülen Huzursuz Bacak Sendromu her üç hastadan birinde genetik olma özelliği tașıyor. Yani ailede daha önce rastlanan bir durumdur. Yakınlarınızda ortaya çıktığında aile geçmișinize bir göz atmanızda fayda var. Bu hastaya ve yakın çevresine huzur vermeyen, dinlenmeye, durup oturmaya engel olup kișiyi ölesiye yoran hastalık bașlarda iki-üç gecede bir kendini göstererek ortaya çıkar. İlk dönemlerde aldırılmayan diz ağrılarına, bacak yorgunluğuna yüklenen durum giderek hızla bıktıran bir yoruculuğa ulașır. Sinirleri bozar. Çünkü ne kadar hareket ederseniz edin nihayetinde oturur oturmaz yine ayağa kalkmanızı adeta emreder. Sebebi bulunamadığı için ‘idiyopatik’ olarak adlandırılan Huzursuz Bacak Sendromu’nu tetikleyen nedenler de var, bunlar sigara, alkol, çok miktarda alınan kafein (günün her saatinde kahve içme alıșkanlığı), obezite, hamilelik, bazı mide ilaçları, tiroid hastalıkları, kansızlık yani demir eksikliği ve anemi… çalmalısınız. Psikolojik bir durum veya bir kas hastalığı olup olmadığı bilgisine ulașabilmek için hasta öncelikle biyokimyasal bir tetkikten geçiyor. Guatr için tiroid hormonlarına bakılıyor. Șeker, demir ve demir bağlamasına bakılması șart. Bu testlerin ardından nörolog yönlendirme konusunda bir karara varıyor. Tüm bu diğer hastalıkların olmaması durumundaysa EMG isteniyor. Ancak unutmayın, hastanın hekime șikâyetlerini doğru olarak dile getirmesi çok önemli. Esas tanıya ancak böyle ulașılabilir. Hastalık gençlerde çok görülmemekle birlikte bugün yeni neslin büyük ve ilerleyen derdi obezite durumunda Huzursuz Bacak Sendromu ortaya çıkabiliyor. Hipertiroid ve kansızlık da yine gençlikte bu hastalığın görülmesine neden olabiliyor. Ama korkmayın, hangi nedenle olursa olsun, insanın hayatını çekilmez kılan bu hastalık ilaçla ve gündelik bazı alıșkanlıklarınızı değiștirerek tedavi edilebiliyor. TEȘHİS İÇİN NELER YAPILMALI?.. Bilinirliği arttıkça hastalığın tedavisine giden yollar da kolaylașıyor. Çünkü artık biliyorsunuz ki, öncelikle bir uzman nöroloğun kapısını B‹zb‹ze 49 spor DÜNYANIN EN HEYECANLI SPORU: HEL‹SK‹ Son y›llarda popüler hale gelen Heliski, dünyan›n en heyecanl›, adrenalini yüksek ve maceraperest do¤a sporlar›ndan biri olarak gösteriliyor. Helikopterle hiçbir kayak altyap›s›n›n bulunmad›¤› zirvelere b›rak›lan kayakç›lar, 盤 tehlikesine ra¤men vadilere do¤ru uçuyor. Daha ne olsun? 50 B‹zb‹ze Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’da son yıllarda yükselen bir trend olarak extreme sporlar ön plana çıkıyor. Uçurumlardan bisiklet ve parașütleriyle atlayanlar, snowboardlarıyla en tehlikeli bölgelerde kayanlar, ayaklarına halat bağlayarak kendilerini köprülerden așağı bırakan bungee jumping tutkunları, köpekbalıklarıyla ölüm-kalım yarıșına giren sörfçüler... Tüm bu sıradıșı sporların ortak noktası ise adrenalin. İnsanda yüksek heyecan anında salgılanan ve zor koșullara inanılmaz derecede dayanıklılık sağlayan adrenalin, bu tür sporlara eğilimi olanlar için neredeyse bir bağımlılık... Dünya’nın çeșitli bölgelerinde pek çok ‘alternatif spor’ sever doğaya ve onun zor koșullarına karșı koyarak hayatta kalma mücadelesi veriyor. Bazen bu tür sporlar istenmeyen kazalara yol açıyor olsa da, zamandan bağımsız, doğayla ve kendileriyle baș bașa kalarak büyük bir meydan okumadan galip çıkan kiși olmak, bu sporları sevenler için her șeyden daha önemliymiș gibi görünüyor. Bu tür sporlara yönelenler arasında aynı zamanda çok sayıda ișadamı da bulunuyor. Hatta, keyifli olduğu kadar pahalı bir uğraș da olan bu sporları daha çok onların tercih ettiği bile söylenebilir. İște bu ‘alternatif’ daha doğrusu ‘sıradıșı’ sporların en sonuncusu ve en tehlikelilerinden biri de heliski. Helikopterle bir dağın zirvesine bırakılan sporcu, helikopterden atlayarak vadiye kadar iniyor ve yine helikopterle bașka bir zirveye bırakılıyor. Dünyada sadece Kanada, Himalayalar, Kafkaslar ve Alaska’da yapılabilen bu sporun en fazla talep gören adreslerinden biri de Kaçkar Dağları. Türkiye’de 2005’te bașlayan heliski sporunun sezonu ocak-nisan ayları arasında. Kayak yapılan bölgeler sarp ve çığ tehlikesi altında. Dolayısıyla isteğiniz adrenalin ise, bu isteğinize kesinlikle kavușuyorsunuz. Özetle, heliskinin adrenalin sporlarının ‘liste bașı’ olduğunu söyleyebiliriz. ağı kuruyor. Rehber ve çalıșanların hepsinde birer telsiz bulunuyor. Ayrıca olası kaybolma riskine karșı tüm müșterilerde ve ekip üyelerinde birer dedektör oluyor. Bir bașka önlem de çığ tehlikesi için… Ekip üyeleri ‘airbag’ denilen sırt çantaları tașıyor. Bu çantalar olası bir çığda tıpkı otomobillerdeki gibi kendiliğinden açılıp kayakçıyı altına alıyor. KEȘFEDİLMEMİȘ CENNET Heliski için Türkiye’yi tercih eden sporcuların hemfikir oldukları bir konu, Türkiye’deki dağ zincirinin bu tür sporlar için çok elverișli olması. Bir diğer önemli nokta ise Türkiye’nin Avrupa’ya yakınlığı. Bu sayede heliski sporcuları bir günde Ayder Yaylası’na ulașıp keyifli zaman geçirebiliyor. Tabii Kaçkar Dağları’nın doğasının ve karının çok güzel ve bozulmamıș olması da ayrı bir önem tașıyor. Kaçkarlar’da heliski sporunun yaygınlașmasında önemli etkenlerden biri de, yönetmenliğini ünlü kayakçı Dominique Perret’nin yaptığı “Kaçkar Șekeri” adlı belgesel film oldu. Bu tür çalıșmaların sonucunda Kaçkarlar, doğa ve spor severlerin gözde mekânlarından biri haline geldi. Bölgeye yolu düșen sporcular, Kaçkarlar’ı ‘keșfedilmemiș cennet’ olarak adlandırıyor. Heliski sporcularının genel olarak gelir düzeyi yüksek ișadamlarından olușması da yeni fırsatlar yaratıyor. Bölgeye spor yapmak amacıyla gelenler bir taraftan da yeni yatırım imkânlarını gözden geçirerek bir anlamda ‘hem ziyaret hem ticaret’ yapmıș oluyor. Daha önce kimsenin ayak basmad›¤› bölgelerde kayman›n verdi¤i heyecan, dünyan›n dört bir yan›ndan kayak tutkunlar›n› Kaçkar Da¤lar›’na çekiyor. “HERKES YAPABİLİR” Türkiye’de 2005 yılında bașlayan heliski, Kanada’da 50 yıldır yapılan bir spor. Pek çok insanın extreme sporlar kategorisinde değerlendirdiği ve tehlikeli bulduğu bu spor dalını profesyoneller “biraz kayak yapmayı bilen herkesin kolaylıkla yapabileceği bir spor” olarak değerlendiriyor. Çamlıhemșin’e bağlı Ayder Yaylası ile İkizdere Vadisi’nde sürdürülen heliski organizasyonunda, heliski severler sabahın erken saatlerinde helikopterle Kaçkar Dağları’nın yaklașık 2 bin 500 metre yükseklikteki zirvesine bırakılıyor. Bu insanların tutkusu, kimsenin ayak basmadığı, ağaçların ve evlerin olmadığı bakir bölgelerde kaymak... Kaçkarlar da heliski için dünyanın en güzel bölgelerinden biri olarak kabul görüyor. Türkiye’de bu organizasyonu yapan Turkey Heliski firması, önce bölgede kayak yapılacak alanları inceliyor, iletișim B‹zb‹ze 51 KÜÇÜK EVREN DO⁄ANIN hamarat aflç›lar› Art›k bahara girdik. Kulaklar›m›z do¤an›n sesleriyle dolacak. Sesi en yüksek ç›kan zaman zaman bizi en çok korkutan ar›lar›n dünyas›na bir gezi yapmaya ne dersiniz? Minicik bir hayvan o güzelim bal› nas›l meydana getiriyor acaba? Baharın ilk esintileriyle birlikte doğanın uyandığını, yeșilin ve çiçeğin binbir çeșidinden yükselen enerjinin tüm hayatı yenilediğini hepimiz hissederiz. Sanki doğayla beraber biz de hayata daha bir sıkı bağlanır, sıkıntılarımızı geride bırakarak sabahları daha enerjik uyanırız. Baharı renkleriyle değil, sesleriyle hayal etmeye çalıșalım bu kez. Neler duydunuz? Kușların ötüșü, sokakları yeniden dolduran çocukların sesi ve çiçekten çiçeğe uçan arıların vızıltıları… Baharın seslerinden birini, arıları yakından tanımaya ne dersiniz? Zarkanatlılar familyasından olan arıların vücudu, baș, göğüs ve karın olmak üzere üç kısımdan meydana geliyor. Bașta gözleri, duyargaları ve beslenme organları bulunuyor. Göğüs ve karın ise ‘segment’ adı verilen halkalardan olușuyor. Arının petek șeklinde bir çift bileșik ve üç adet basit gözü var ve bu basit gözlerin her biri binlerce küçük birimden meydana geliyor. Bileșik göz ise ana arıda 3 bin, ișçi arıda 4 bin ve erkek arıda da 8 binden fazla basit gözün birleșmesiyle olușuyor. Bașta yer alan bir çift duyargayla arı koku, tat ve dokunma duyularının dıșında rüzgârın hızını ve hava sıcaklığını da algılayabiliyor. 2 kilometre uzaklıktan balın kokusunu alıp gelen arının dili de ırkına 52 B‹zb‹ze göre farklılık göstermekle birlikte genellikle 6-7 milimetre uzunluğa sahip. Dört bölümden meydana gelen vücudunda, üç çift bacak ve iki çift kanat bulunan arının orta bacakları üstünde ‘polen fırçası’ adı verilen sert tüyler bulunuyor. Bu tüyler, arının çiçeklerdeki poleni göğüs ve ön bacaklardan arka bacaklara, oradan da polen sepetine toplamasını sağlıyor. Polen sepetindeki polenler ise her uçuștan sonra kovana tașınıyor. Arılar, saatte 50 kilometre hızla uçabiliyor. MÜKEMMEL İȘ BÖLÜMÜ Bal arılarının, biriktirdikleri polenleri düzenli olarak tașıdıkları kovan yuvalarında. Son derece sosyal böcekler olan arıların olușturduğu kolonilere yakından bakıldığında, topluluk organizasyonundaki incelik insanı hayrete düșürüyor. Bir bal arısı kolonisinde, bir kraliçe arı (ana arı), birkaç yüz erkek arı ve 10-80 bin ișçi arı, iș bölümünde kendilerine düșen görevi olağanüstü bir düzen içinde yașıyor. Sınıflamadan anlașılacağı gibi kraliçe arı ve ișçi arılar diși. Bizim ayırt etmemiz neredeyse imkânsız; ama bir arı kolonisinde yașayan arılar, kovana giren yabancı bir arıyı derhal tanıyarak dıșarı atıyor veya öldürüyor. Bunu, kraliçe arının salgıladığı ve kolonideki diğer arıların da aldığı koku sayesinde bașarıyorlar, çünkü bu kokuyu kovandaki tüm arılar paylaștığı için hepsi birbirini kolayca tanıyor. Kovanda yașa- mın sürekliliğini sağlamak için hep birlikte çalıșan arılar, șöyle bir iș bölümü yapmıșlar: Kovanın temizliği ișçi arıların öncelikli iși, çünkü bu konu arıların ve larvaların sağlığı açısından büyük bir önem tașıyor. Bu yüzden kovanda gereksiz gördükleri her șeyi dıșarı tașıyor, dıșarıdan giren böcekleri öldürüyor ve kovanın girișini bitki filizlerinden topladıkları reçinemsi bir madde olan propolisle kaplıyorlar. Bu yapıșkan madde, bir yandan kovanın girișini yabancı böceklere karșı korurken aynı zamanda içinde bakteri barındırmadığı için kovandaki polen, arı ve larvalar için bir çeșit koruyucu ‘mumyalama’ görevi görüyor. Kraliçe arının temel görevi yumurtlamak. Diğer dișilerden daha büyük olan kraliçe arı, kovanda üremeyi sağlayan tek diși. Ayrıca koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin ișleyișini sağlayan maddeler salgılıyor. Genç bir kraliçe arı, normal șartlarda günde 2 bin dolayında yumurta verebiliyor. LEZZET DURA⁄I OKTAY USTA ‹LE LEZZET YOLCULU⁄U… Tam “art›k k›fl, k›fll›¤›n› yapm›yor,” diyorduk ki, beyaz örtü yine bizleri esir ald›. Avrupa nehirlerinde buzlar yüzer oldu. Bizbize de bu say›s›nda, Oktay Usta’n›n leziz tariflerine bakarak, k›fl sebzeleriyle bir sofra donatt›. KIRMIZI B‹BERL‹ MISIRLI P‹LAV Malzemeler: 2 su bardağı pirinç, 1 çay bardağı tane mısır, 1 kırmızı biber, 1 soğan, tuz, su, sıvı yağ Hazırlanıșı: Pirinçleri tuzlu ılık suda yarım saat bekletiyoruz. 3-4 tur yıkayıp tel süzgeçle süzüyoruz. Sıvı yağda, 5-6 dakika tahta kașıkla karıștırarak orta atește kavuruyoruz. Kavrulan pirinçlerin üzerine tuz, et suyu veya tavuk suyu koyup kapağını kapatıyoruz. Kısık atește 10-15 dakika pișiriyoruz. Pișen pilavı 5 dakika demlendiriyoruz. Bir tava içerisine sıvı yağ koyup ince doğranmıș soğanları ilave edip kavuruyoruz. Üzerine mısır taneleri büyüklüğünde doğranmıș biberleri ilave ediyoruz. Bir süre ikisini kavurduktan sonra tane mısır ve tuzu da ekleyip, pilavın içine veya üstüne koyarak servis ediyoruz. P‹R‹NÇL‹ PIRASA ÇORBASI Malzemeler: 1 çay bardağı pirinç, 1 büyük boy pırasa, 3 çorba kașığı yoğurt, 2 çorba kașığı un, 2 çorba kașığı tereyağı, su veya tavuk suyu, toz kırmızı biber, tuz Hazırlanıșı: Pirinci yıkadıktan sonra 1 litre suyla pișiriyoruz. Pirinçlerin pișmesine yakın, temizlenip ince doğranmıș pırasayı çorba tencereye ilave ediyoruz. Pirinçle beraber pırasayı pișiriyoruz. Diğer tarafta terbiye hazırlıyoruz. Bir kap içerisine un ve yoğurt koyup üzerine 1 su bardağına yakın soğuk su ilave ediyoruz. Çırpma teliyle karıștırıyoruz. Terbiyenin içine biraz sıcak su ekliyoruz. Ilık olmasını sağlıyoruz. Pirinç ve pırasa pișmișse terbiyeyi yavaș yavaș ilave ediyoruz. Yaklașık 5 dakika kısık atește kaynayan çorbayı kâselere koyarak servis ediyoruz. Tava içerisinde erittiğimiz tereyağına toz kırmızı biber ve nane ekleyerek çorbanın üzerine döküyoruz. BAHÇIVAN SALATASI Malzemeler: 1 havuç, 1 salatalık, 1 domates, yarım kırmızı lahana, yarım göbek salata, 2 çorba kașığı mısır, roka, dereotu, maydanoz Hazırlanıșı: Yıkanmıș göbek salatayı ve kırmızı lahanayı ince ince doğruyoruz. Domatesi ve salatalığı kabuklu olarak ince șeritler halinde kesiyoruz. Kayık salata tabağının kenarına önce domatesi yatırıyoruz ve sonra doğranmıș göbek salatayı domateslerin üzerine yastık olacak șekilde yayıyoruz. Rendelenmiș havucu da göbek salataya yaslıyoruz. Doğranmıș kırmızı lahanayı sirkeyle karıștırıp tabağa yerleștiriyoruz. Kesilmiș salatalığı da koyuyoruz. Bir domatesi yıldız șeklinde kesip roka yapraklarıyla birlikte oturtuyoruz. Tabağın kenarlarını dereotu ve maydanozla süslüyoruz. En üste mısır tanelerini serpiyoruz. 54 B‹zb‹ze RE‹S‹N KAYI⁄I Malzemeler: 6 adet orta boy kemer patlıcan, 1 çorba kâsesi beyaz peynir, 4 yeșil biber, 2 domates, 1 tutam maydanoz, 1 çay bardağı rendelenmiș kașar peyniri, tuz, karabiber, sıvı yağ Hazırlanıșı: Patlıcanları ocağın en yüksek ısısında közlüyoruz. Kabuklarını soyup, saplarıyla birlikte borcam içerisinde yan yana diziyoruz. Orta kısımlarını yarıyoruz. 2 diș sarımsağı ince ince doğrayıp yarım çay bardağı sıvı yağla karıștırıp bir kısmını patlıcanların üzerine döküyoruz. İç harcı hazırlamaya bașlıyoruz. Beyaz peyniri iri yerinden rendeliyoruz. Üzerine domatesleri ve biberleri ince ince doğrayıp karıștırıyoruz. Patlıcanların içini aynen karnıyarıkta olduğu gibi dolduruyoruz. Rendelenmiș kașar peynirini patlıcanların üzerine paylaștırıyoruz. Geriye kalan sıvı yağ ve sarımsak karıșımını patlıcanların üzerine döküyoruz. Üzerine dilim domates ve biber koyduktan sonra önceden ısıtılmıș 170 derecelik fırında 25-30 dakika pișiriyoruz. CEV‹ZL‹ ÇITIR KADAYIF Malzemeler: 500 gram tel kadayıf, 1 çay bardağı sıvı yağ, 1 çorba kașığı margarin, 1 çorba kâsesi ceviz veya fındık (yeșil fıstık), 2 çorba kașığı üzüm pekmezi Șerbeti için: 2 su bardağı su, 3 su bardağı toz șeker, yarım limonun suyu Hazırlanıșı: Tel kadayıfı didikleyip açıyoruz. Üzerine sıvı yağ koyup karıștırıyoruz. Fırın tepsisine margarin, üzerine pekmezi sürüp kadayıfın yarısını tepsiye yayıyoruz. Üzerine çekilmiș cevizi serpiyoruz. Ayırdığımız kadayıfı üzerine seriyoruz. Tatlının üzerine bir tepsi yardımıyla baskı yapıp iyice sıkıșmasını sağlıyoruz. Bu șekilde 1 saat bekletiyoruz. Daha sonra önceden ısıtılmıș 170 derecelik fırında nar gibi kızarana kadar pișiriyoruz. Fırından çıkarınca bașka bir tepsinin içine ters çeviriyoruz. Sonra yine aynı tepsiye alıyoruz. Bu șekilde kadayıfın kızarmıș kısmı altta kalıyor. Kadayıf tamamen soğuduktan sonra soğuk șerbetini ilave ediyoruz. Șerbetin hazırlanıșı: Bir tencereye toz șekeri, limonu, suyu koyup 10 dakika kaynatıp soğumaya bırakıyoruz. Soğuduktan sonra da kadayıfa döküp, șerbeti çekmesini bekliyoruz. Servis ederken üzerine Antep fıstığı, dondurma veya kaymak koyabilirsiniz. B‹zb‹ze 55 B‹ZDEN HABERLER MOB‹LYADA ‹NOVASYON VE ‹HRACAT Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkan Vekili Mustafa Boydak, Kayseri Hilton Otel’de düzenlenen ‘Mobilyada İnovasyon ve İhracat’ konulu toplantıda, son yıllarda markalı mobilya ihracatının artmasının Türkiye adına önemli bir gelișme olduğunu vurguladı. Boydak, Akdeniz İhracatçı Birlikleri (AKİB) organizasyonunda Mobilya Sanayicileri Derneği (MOSDER) ve Kayseri Sanayi Odası’nca düzenlenen, Kayseri Valisi Mevlüt Bilici, Türkiye İhracatçılar Meclisi Bașkanı Mehmet Büyükekși ve çok sayıda ișadamının katıldığı toplantıda șunları söyledi: “Bugün firmalarımızın dünyanın çeșitli merkezlerinde kendi markalarıyla mağaza açmalarında TİM’in ve devletimizin çok önemli destekleri var. Artık ișadamlarımızın yurtdıșı seyahatleri dahi bakanlığımız tarafından finanse edilebiliyor. Tüm bunlar ihracatın gelișmesi için çok önemli hamlelerdir. İhracatta bașarı için makro ekonomik dengelerin yerinde, kredi kanallarının açık ve șirketlerin sermaye birikimlerinin pozitif olması gerek. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin iyi bir yöne doğru gittiğini görmek bizleri mutlu ediyor.” Toplantının panel kısmında konușan Boydak Holding CEO’su Memduh Boydak da, "Yıllar önce gerçekleștirdiğimiz çekyat inovasyonu sayesinde bașarıyı yakaladık. Sonradan bize rakipler çıktı. Bu firmalar çekyat ve kanepe üretimine odaklanınca biraz telașlandık, ama inovasyon ve odaklanma bize bașarıyı getirdi. Bugün o dönemki büyüklüğümüzün 10 katına ulaștık. Büyümeye de devam ediyoruz. Tasarım, bizi rekabetin acımasızlığından kurtardı. Markalașmanın yolu da tasarımdan geçiyor. Tüm tasarım toplantılarına mutlaka katılırız,” dedi. GÜMRÜK VE T‹CARET BAKANI YAZICI’DAN Z‹YARET Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, Kayseri’yi ziyaretinde Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkan Vekili ve KAYSO Yönetim Kurulu Bașkanı Mustafa Boydak ile de bir araya geldi. Görüșmede, hükümet olarak sanayicilere her zaman destek verdiklerini açıklayan Yazıcı, Ar-Ge konusunda da sanayicileri desteklediklerini ve bu konuda çalıșmalarını özverili bir șekilde sürdürdüklerini açıkladı. Mustafa Boydak ise, Bakan Yazıcı’nın ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek, çalıșanlar ve ișverenler arasındaki diyaloğun bozulmamasının çok büyük önem arz ettiğini belirtti, bu konuda çeșitli düzenlemeler öngörüldüğünü ve bu düzenlemeler yapılırken adil bir yaklașım beklediklerini söyledi. Dünyadaki ekonomik daralmaya rağmen 2011 yılının Türkiye açısından iyi geçtiğini, bunda da hükümetin büyük katkısının olduğunu belirten Boydak, hükümete teșekkür ederek, 2012 yılında da bu katkıların sürmesi temennisinde bulundu. 56 B‹zb‹ze SUZAN SABANCI D‹NÇER BOYDAK HOLD‹NG’‹ Z‹YARET ETT‹ Akbank Yönetim Kurulu Bașkanı Suzan Sabancı Dinçer ve Akbank Genel Müdürü Ziya Akkurt, Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkanı Hacı Boydak’ı ve Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkan Vekili Mustafa Boydak'ı Holding Center’da ziyaret ederek sohbet ettiler. Ziyaretlerde Türkiye ve Kayseri ekonomisi değerlendirildi. “BAfiARMAK ‹Ç‹N ÇOK ÇALIfi, ‹fiE ODAKLAN, ARAfiTIR” Boydak Holding Bașkan Vekili Mustafa Boydak ve Boydak Holding CEO'su Memduh Boydak, Kalite Derneği’nce (KalDer) düzenlenen 20. Kalite Kongresi kapsamındaki ‘Anadolu'da Marka Yaratmak’ konulu panelde, bașarının sırrını anlattı. Mustafa Boydak paneldeki konușmasında, kalite bilincini ve inovasyon anlayıșını taze tuttuğu için KalDer’e teșekkür etti. Șirketin, Cumhuriyet’in kurulmasının ardından Türkiye'deki gelișmelere paralel olarak geliștiğini belirten Mustafa Boydak sözlerini șöyle sürdürdü: “Türkiye'de üretim, bir dönem belli kentlere yayılmıștı. Diğer kentlerde ekonomi tarıma dayalıydı. Boydak Grubu'nun da hikâyesi mobilyacılıkla bașladı. Mobilyacılık hâlâ șirketimizin amiral gemisi. 80'li yıllarda mobilyacılığın tarihini değiștiren gelișmeleri grubumuz gerçekleștirdi; mobilyacılık standartlara ulaștı. Ancak çok çalıșıp ișe odaklanılarak araștırma yapmak insanı bașarıya götürür. Müșterimiz de bizi daha estetik ürünler üretmeye zorladı. Müșterilerini anlamayan firmaların sonu zayıftır... Fakat ben marka olmaya farklı bakıyorum. Marka olmak sadece nihai tüketiciye ürün yapmak değil. Yan sanayide marka olabilmek de çok önemli. Avrupa ve ABD'de yașanan ekonomik gelișmeler bizi de etkiliyor. 2023’te 500 milyar dolarlık ihracat hedefleniyor. Ancak șu anki yapımızda bunu yapamayız, markalarımızı yükseltmemiz gerekir.” Memduh Boydak bir ünlünün “Așk mücadele ister” sözünü hatırlatarak, markayı așka benzetti. Markanın da mücadele, dikkat, sabır istediğini belirten Memduh Boydak șunları söyledi: “Șirket olarak 80'lerin sonuna doğru marka yönetmeye bașladık. Ürün, kalite, hizmet, servis ve lojistikte standartlașma çok önemli. Markalașma sırasında önemli sorunlarımızdan biri insan kaynaklarıydı. Yetișmiș eleman yoktu. Bu konuda kendi arkadașlarımızı yetiștirdik ve sorunu fırsata dönüștürdük. En önemli sorunlardan biri dağıtım kanallarının dizaynı. Firma, ana bayi, bayi ve tüketici fayda sağlamalı yani zincirin bütün halkaları kazanmalı. Ar-Ge ve tasarıma çok önem veriyoruz. İlk dönemlerimizde bize rakip çıktığında çok korktuk. Fakat Ar-Ge çalıșmalarına önem vermemizin ardından böyle bir șey kalmadı. Rekabette biz de vardık ve biz de bașarılı olduk. Mobilya değișim sürelerinin 8-9 yıla düștüğü günümüzde moda olușturacak tasarımlar daha da önem kazanıyor." B‹zb‹ze 57 B‹ZDEN HABERLER ‘KAL‹TE YILI’NDA DAHA YÜKSEK KAL‹TE ‹Ç‹N… REKLAMCILAR DERNE⁄‹’NDEN HACI BOYDAK’A ÖDÜL 2012 yılını ‘kalite yılı’ olarak ilan eden Boydak Holding, holding bünyesinde bulunan üretim fabrikalarının genel müdürleri, pazarlama ve ürün müdürlerinin de katılımıyla gerçekleștirilen bir dizi uygulamaya geçti. Kalite problemlerinin üretim sürecinden itibaren yerinde giderilmesi amacıyla yapılan çalıșma, kalite sorunlarının minimize edilerek en yüksek kalite standartlarının devam ettirilebilmesi hedefinde. Kalite Yılı’nın ilk toplantısına Ankara’da Yön Pazarlama evsahipliği yaptı. ‹STANBUL’DAN KAYSER‹ Z‹YARET‹ İstanbul’un Akfırat ve Esenler ana bayilerine bağlı Boydak Holding bayileri, Kayseri’de ağırlandı. Kayseri’yi 15-17 ve 21-23 Șubat tarihleri arasında ziyaret eden bayilere üretim tesisleri gezdirildi. Gezilerin hemen ardından bayilerle genel istișare toplantısı düzenlendi. Toplantıda 2012 yılında ürün gamına dâhil olacak ürünler anlatıldı. Geride bıraktığımız 2011 yılıyla ilgili analitik bilgilerin de paylașıldığı toplantıda, bayilerin görüșleri alındı. Toplantıda ayrıca Barıș Kılıçarslan, konuk bayilere ‘Etkili İnsan Yönetimi’ adı altında tüm gün süren bir eğitim verdi. Bayi sahiplerine çalıștırdıkları personelle olan dinamik iș ilișkilerinin geliștirilmesi konusunda destek sağlamanın amaçlandığı eğitim, sen derece verimli geçti. “‹stikbal ve Bellona markalar›, reklamlar sayesinde dünya markas› olma yolunda...” BOYDAK HEYET‹NDEN KÖLN’DE ‹NCELEME Boydak heyeti, İstanbul’un tahtına göz diktiği Köln’ü ziyaret etti. 16-19 0cak tarihleri arasında yapılan ziyarete, anabayilerin mimarlık departmanlarında görevli mimarlar da vardı. Kalabalık heyet Almanya’da faaliyetini sürdüren mağazalara ziyarette bulundu. Burada bir dizi incelemeler yapan grup, aynı zamanda Almanya-Köln Mobilya Fuarı’nı da gezerek değerlendirmeler yaptı. 58 B‹zb‹ze Reklamcılar Derneği tarafından bu yıl üçüncüsü düzenlenen 'İletișimin Zirvesindekiler' (İZ) ödülleri sahiplerini buldu. Reklamın kurumsallașması ve yaratıcılığın gelișmesine sağladığı katkılardan dolayı Reklamcılar Derneği ve Reklamcılık Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkanı Hacı Boydak’ı ‘İletișimin Zirvesindekiler 2011 Özel Ödülü’yle ödüllendirdiler. ULUSOY BÖLGEs‹ KAYSER‹’DE A⁄IRLANDI Gecede konușma yapan Hacı Boydak, reklamın üreticiyle tüketici arasında bir köprü vazifesi gördüğünü ifade etti. Boydak Holding bünyesinde bulunan İstikbal ve Bellona markalarının reklamlar sayesinde sektöründe lider markalar olduğunu ve mobilyada bir dünya markası olma yolunda ilerlediğini belirten Boydak, Reklamcılar Derneği’ne de bu ödülün șahsına layık görülmesinden dolayı teșekkür etti. Kayseri, 6-7 Aralık tarihleri arasında Ulusoy Bölge Genel Merkezi’nden kente gelen Bellona mağaza müdürleri ve satıș danıșmanlarını ağırladı. Kayseri’de düzenlenen program dâhilinde 6 Aralık salı günü fabrika ziyaretleri yapıldı. 7 Aralık çarșamba günü ise İzgören Akın Eğitim Kurumu tarafından ‘Geleceğin Mağazasında Satıș' teması içeren bir eğitim düzenlendi. Verimli geçen eğitim’in ardından da marka müdürlüğü ve İzgören Akın Eğitim Șirketi’nce katılımcılara sertifikaları verildi. B‹zb‹ze 59 B‹ZDEN HABERLER NUH NAC‹ YAZGAN ÜN‹VERS‹TES‹’NE Z‹YARET HACI BOYDAK KAZAK‹STAN KONSOLOSU Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkanı Hacı Boydak ve Bașkan Vekili Șükrü Boydak, Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Mütevelli Heyeti Bașkanı Mustafa Nevzat Özhamurkar’ın daveti üzerine Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’ni ziyaret etti. Ziyaret sırasında konușan Hacı Boydak, güzel bir vakıf üniversitesinin Kayseri’ye kazandırılmasından dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve üniversitenin gelișimi için ellerinden gelen maddi ve manevi yardımları yapacaklarını belirtti. Boydak Ailesi, ikinci bir diplomat çıkardı. Boydak Holding CEO’su Memduh Boydak’ın 1 Eylül 2010 tarihinde Japonya'nın Kayseri Bașkonsolosu olarak atanması nedeniyle o günlerde bir resepsiyon veren Yönetim Kurulu Bașkanı Hacı Boydak da artık Kazakistan MAKEDONYA BAfiBAKANI BOYDAK HOLD‹NG’DE GESİAD’ın misafiri olarak Kayseri’ye gelen Makedonya Bașbakanı Nikola Gruevski, Makedonya’daki yatırım ve ticaret imkânlarının sunulduğu Makedonya–Türkiye Ticaret ve Yatırım Forumu’na katıldı. Konferans öncesi Boydak Holding’i ziyaret eden Bașbakan Nikola Gruevski, Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkanı Hacı Boydak’la sohbet etti, Türkiye’nin en büyük holdinglerinden Boydak Holding’i ziyaretten duyduğu memnuniyeti belirtti. 60 B‹zb‹ze Cumhuriyeti Kayseri Fahri Konsolosu. Bu nedenle Boyteks Tekstil’de verilen resepsiyona, Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Canseyit Tüymebayev’in yanı sıra Kayseri Sanayi Odası Bașkanı unvanıyla Mustafa Boydak ve yönetim kurulu üyeleri de katıldı. Kazakistan’ın bağımsızlığının 20’inci yılını kutlayan Hacı Boydak, görevin kendisine verilmesinden dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirdi, iki ülke arasındaki ilișkilerin gelișmesi için üzerine düșen görevleri en iyi șekilde yapacağını söyledi. Tüymebayev ise saygın ișadamı Hacı Boydak’ın fahri konsolos olarak atanmasından șeref duyduklarını ifade etti. Tüymebayev, Hacı Boydak’a fahri konsolosluk belgesi, Mustafa Boydak’a da iki ülke arasındaki ilișkilerin gelișmesine katkıları dolayısıyla teșekkür plaketi verdi. “TÜRK‹YE ‹fiS‹ZL‹KTE ÇOK BAfiARILI B‹R RAKAM YAKALADI” Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkan Vekili Mustafa Boydak, CNBC-e televizyonunda Burcu Göksüzoğlu’nun hazırladığı programda Türkiye ekonomisini değerlendirdi. Yüzde 8.8 seviyesine gelen ișsizlik rakamının tatmin edici bir düzeyde olduğunu, büyüme rakamlarının da bunu desteklediğini açıklayan Boydak șunları söyledi: “Avrupa’da ve bazı gelișmiș ülkelerde ișsizlik rakamlarının yüzde 20’ye çıktığı oluyor. Bu açıdan Türkiye açısından bașarılı bir noktada. Bu rakamın yüzde 8.5-10 aralığında sürdürülebilir konuma gelmesi Türkiye için çok önemli. 2012’de yüzde 4-5 oranında bir büyüme normaldir. Bu yıl Türkiye’nin büyümesindeki kilit rol fonlama ihtiyacı. Özellikle hizmet sektörünün fonlamalarında bir sorun yașanmazsa yüzde 4-5 aralığında bir büyümeyi çok rahat yakalayabiliriz. Aksi halde büyüme yüzde 2-3 olur ki, bu da aslında Avrupa’daki olumsuz hava devam ettiği müddetçe makul bir durum olabilir.” KIZILAY’DAN PLAKET Boydak Holding’in sosyal sorumluluk anlayıșıyla yaptığı katkılar, Kızılay tarafından teșekkür plaketiyle ödüllendirildi. Kızılay Kayseri Șube Bașkanı Ayhan Uzandaç ve șube yöneticileri, Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkan Vekili ve Kayseri Sanayi Odası Bașkanı Mustafa Boydak'ı ziyaret ederek Boydak Grubu’na Türk Kızılayı'na verdiği destek nedeniyle teșekkür ederek, plaketi takdim etti. Mustafa Boydak da ziyaretten dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirerek Boydak Grubu olarak desteklerinin süreceğini bildirdi. Boydak, Türk Kızılayı'nın son yıllarda gerçek fonksiyonunu çok iyi bir șekilde yerine getirdiğini ifade etti ve tüm Kızılay camiasını kutladı. B‹zb‹ze 61 B‹ZDEN HABERLER MERKEZ ÇEL‹K’TE "YÖNET‹M S‹STEM‹ BELGELEND‹RME’ SEFERBERL‹⁄‹ Merkez Çelik, sektörde fark olușturacak ve Türkiye’de mobilya sektöründe ilk kez hayata geçecek yeni bir projeye daha imza attı. Kurulușundan bu yana ana ilkesini ‘kalite’ olarak belirleyen șirket, TSE Kayseri Personel ve Sistem Belgelendirme Müdürlüğü’yle birlikte yürüttüğü Yönetim Sistemi Belgelendirme Seferberliği projesi kapsamında; ișbirliği yaptığı tedarikçi firmaların Kalite Yönetimi Sistem Belgesi almasına öncülük etti. 10 tedarikçi firma törenle belgelerini teslim aldı. Boydak Holding CEO’su Memduh Boydak törendeki konușmasında, “Bu projeyi iș ortaklarımızın standartlarının yükseltilmesi adına önemli bir adım olarak görüyoruz. Bu durum ürün ve hizmetlerimizin kalitesi ve Grubumuzun da ileri seviyeleri tașınması için büyük önem tașıyor. Gelecek dönemde de diğer tedarikçilerimizle bu süreci devam ettireceğiz” dedi. Merkez Çelik Genel Müdürü Namık Kemal Ulusoy da yan sanayileri güçlü olmayan sektörlerin belli bir noktadan öteye geçemediğini vurguladı. Ulusoy sözlerini șöyle sürdürdü: “Zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür. Bizim amacımız ve bașlıca görevimiz, faaliyet alanımız olan mobilya sektörünün tüm aktörlerinin dâhil olduğu topyekün bir yenilenmeyi ve ilerlemeyi birlikte sağlamaktır. Bizler de Merkez Çelik olarak bu konuda üzerimize düșen her türlü görevi her zaman en iyi șekilde yapmanın gayreti içerisinde olduk.” TSE Bașkanı Hulusi Șentürk de bugüne kadar tedarikçilerin ihmal edildiğini ama Boydak Holding’in birçok konuda olduğu gibi bu konuda da öncülük yaparak, topyekün kalite felsefesini hayata geçirdiğini ifade etti. Șentürk, Merkez Çelik’in projesinin diğer kurulușlara da örnek olmasını temennisinde bulundu. ‹ST‹KBAL GELECE⁄‹N SORUMLULU⁄UNU TAfiIYOR Enerji kayıplarını ve artan maliyetleri yok etmenin anahtarı, enerji tüketimini azaltmak. Bunu bașarmak için en iyi yol; enerji yönetimine sistematik bir yaklașım sağlayan Enerji Yönetim Sistemi, yani kısa adıyla ENYS. İstikbal, ilk belgelendirme tetkikini gerçekleștirerek dünyada yeni 62 B‹zb‹ze verilmeye bașlanan 50001 belgesini Türkiye’de TSE’den alan ilk kuruluș oldu. Belge, İstikbal Mobilya Genel Müdürü Mesut Yiğit, Boydak Holding CEO’su ve İstikbal Mobilya Yönetim Kurulu Bașkanı Memduh Boydak’ın da katıldığı bir törende, TSE Bașkan Hulusi Șentürk tarafından verildi. EN GÜZEL V‹TR‹N K‹M‹N? Bellona, yeni yıla en güzel vitrinini ödüllendirerek girdi. Birbirinden güzel vitrinler arasından birinciliği kazanan mağazalar ödüllerini törenle aldı. 2012 Bellona Yeni Yıl Vitrin Yarıșması’nda Denizli’den Ulusoy Bölge Ana Bayiliği’ne bağlı ‘Egedor Bellona’ birinciliği aldı. Ankara’dan Yön Bölge Ana Bayiliği’ne bağlı Fatih Ünver-Vatan ikinciliği, İstanbul’dan Bepaș Esenler Bölge Ana Bayiliğine bağlı Akçakıl Bellona ise üçüncülüğü aldı. BAY‹ MONTÖRLER‹ BULUfiTU Bepaș A.Ș.’nin Esenler’de düzenlendiği eğitime, 95 bayi montörünün yanı sıra Bepaș Genel Müdürü Cüneyt Ocak, Bellona Bepaș Pazarlama Müdürü Ekrem Aktaș, Bepaș Mondi Pazarlama Müdürü Tamer Erkan ve diğer yetkililer katıldı. gençlere mOT‹VASYON Niğde Genç Sanayici ve İșadamları Derneği (GESİAD) Genç Girișimciler Kurulu, motivasyon ve tecrübe paylașımını Boydak Holding’den bașlattı. Genç girișimciler 'Tecrübeli İșadamları Genç İșadamlarıyla Tecrübelerini Paylașıyor' sloganıyla düzenledikleri program kapsamında Boydak Holding CEO'su Memduh Boydak, Melikșah Üniversitesi, Boyçelik Yönetim Kurulu Bașkanı ve Kayseri Genç Sanayici ve İșadamları Derneği Yönetim Kurulu Bașkan Yardımcısı Erol Boydak'ı ziyaret etti. BAY‹M‹ZDEN SA⁄LI⁄A DESTEK İstikbal bayii Șaban Özbek, markanın kurumsal sosyal sorumluluk anlayıșını hayata geçirerek sağlık hizmetlerine bir halka ekledi. Özbek, İstanbul’un Sultangazi ilçesi halkının hizmetine bir sağlık ocağı sundu. 2 bin 600 metrekare büyüklüğündeki sağlık ocağında 14 oda ve yedi doktor hizmet veriyor. B‹zb‹ze 63 B‹ZDEN HABERLER ATAMALAR “B‹R KANEPEYE KAÇ K‹fi‹ SI⁄AR K‹?” Bellona, 25 Kasım - 09 Aralık 2011 tarihleri arasında (www.facebook.com/bellonamobilya) adresli Bellona Facebook sayfası üzerinden, “Bir Kanepeye Kaç Kiși Sığar ki?” sloganıyla tüketicilerine yönelik bir yarıșma düzenledi. Yarıșma kuralları gereğince evindeki, ofisindeki veya kaldığı yurttaki bir kanepeye mümkün olduğunca çok kișiyle oturan, bunu yaparken de neșeli, eğlendirici bir video ortaya çıkararak Bellona’ya gönderen tüketicinin birincilik ödülünü kazanacağı duyuruldu. Büyük ödül ise bir adet Luna İkili Family Kanepe’ydi. Onlarca videonun gönderildiği yarıșmanın birincisi, Siirt’in Kurtalan ilçesinin bir köyündeki bir ilköğretim okulunda, öğretmenler odasındaki kanepeye oturan ve ellerinde Bellona yazılı kâğıtlar tutan 10 minik öğrenci ve bu videoyu hazırlayan öğretmenleri Erol Onal oldu. Ödül olan kanepe, yanında çocuklar için hazırlanan sürpriz paketlerle birlikte öğretmenlerine gönderildi. YEN‹ KANUNLAR ‹NCELEND‹ Alanlarımızı ilgilendiren yenilikleri takip anlayıșımız gereği, yasalardaki değișimleri de izliyoruz. 18 Șubat 2012 cumartesi günü Bepaș AȘ. Esenler seminer salonunda yeni Ticaret Kanunu ve yeni Türk Borçlar Hukuku’nda yapılan değișiklikleri içeren bir eğitim yapıldı. Eğitim, grup șirketleri avukatı olan Bünyamin Türkgeldi ve Șura Bot tarafından verildi. Boydak Holding Yönetim Kurulu Üyesi Bekir Boydak, Bepaș, Boypaș, Orpaș ve Adakar A.Ș. genel müdürleri, Muhasebe ve Pazarlama Departmanı yetkilileri katıldı. Bașsağlığı Günep Grup bünyesinde Teknik Servis Müdürü Kudret YAVUZ ve Bellona bayimiz Piripașa Mobilya - Sayın Alaaddin Yazıcı’nın babası sayın Hüseyin YAZICI’yı kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz. Merhumlara Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve tüm sevenlerine bașsağlığı dileriz. 64 B‹zb‹ze BDT I Boydak Dıș Ticaret A.Ș.’de bölge satıș koordinatörü Göksel Tural, Projeli Satıșlardan Sorumlu Pazarlama Müdürlüğü’ne vekaleten atandı. I Boydak Dıș Ticaret A.Ș.’de müșteri temsilcisi olan Osman Șahan, Kuzey/Güney Amerika ve İtalya’dan Sorumlu Bölge Satıș Koordinatörlüğü’ne atandı. BOYÇELİK I Planlama Müdür Vekili Hasan Memnun, Planlama Müdürlüğü’ne asaleten atandı. I Maliyet Muhasebesi Analiz Uzmanı Ali Erdoğan, Tel Yay Planlama Șefliği’ne atandı. I Pazarlama Uzmanı Fırat Ozan Demir, Pazarlama Șefliği’ne atandı. BOYDAK HOLDİNG I Boytaș Mobilya A.Ș. Bilgi Teknolojileri Müdürü Hamdi Gülsoy, Boydak Holding BT Sistem ve Uygulamalar Yönetim Müdürlüğü’ne atandı. I Boydak Holding A.Ș. Teknoloji Șefi Ramazan Yıldırım, Boydak Holding Teknoloji Müdürlüğü’ne atandı. I Boydak Holding A.Ș. ERP Yazılım ve Uygulama Geliștirme Șefi Ali Dilbas, Boydak Holding ERP Yazılım Müdürlüğü’ne atandı. I Boydak Holding A.Ș. Bina Otomasyon Uzmanı Hakan Dașçı, Boydak Holding Teknik Hizmetler Șefliği’ne atandı. I Finansman Departmanı’nda uzman yardımcısı Osman Yüksel Kılavuz, finansman șefi olarak atandı. BOYTAȘ I İș Etüdü ve Metod Geliștirme Șefi Ali Erbay, Boytaș 2 Üretim Müdür Vekilliği’ne atandı. I Genel Muhasebe Șefi Mehmet Bayrak, Genel Muhasebe Müdür Vekilliği’ne atandı. I Boytaș 1 Üretim Uzmanı Ahmet Șimșek Boytaș 1 Üretim Șefliği’ne atandı. I İnsan Kaynakları Uzmanı Afife Nursaçan, İnsan Kaynakları Șefliği’ne atandı. I Genel Muhasebe Uzmanı İsmail Arslan, Genel Muhasebe Șefliği’ne atandı. BOYTEKS I Kayseri İșletmesi’nde Dokuma Uzmanı Fatih Usalan, Dokuma Șefliği’ne atandı. BURSA BOYTEKS I Bursa İșletmesi’nde Satıș ve Pazarlama Bölge Uzmanı İlknur Șahin, Satıș ve Pazarlama Bölge Șefliği’ne atandı. I Bursa İșletmesi’nde Satıș ve Pazarlama Bölge Uzmanı M. Soyer Orhon, Satıș ve Pazarlama Bölge Șefliği’ne atandı. I Bursa İșletmesi’nde Satıș ve Pazarlama Bölge Uzmanı Osman Karayağız, Satıș ve Pazarlama Bölge Șefliği’ne atandı. I Bursa İșletmesi’nde Muhasebe Uzmanı Nebi Öcal, Muhasebe Șefliği’ne atandı. I Bursa İșletmesi’nde Numune Takip Uzmanı Ümran Duyar, Numune Takip Șefliği’ne atandı. FORM SÜNGER I Form Sünger ve Yatak San. Tic. A.Ș. Genel Müdürlüğü görevine Mehmet Ali Yörük vekaleten atandı. FORTE I Forte Ukrayna șirketinde fabrika müdürü olan Mustafa Karamemiș, Forte Ukrayna Șirketi Genel Müdürlüğü’ne atandı. I Forte Ukrayna șirketinde mali ișler șefi olan İsmet Budak, Forte Ukrayna Șirketi Mali İșler Müdürlüğü’ne atandı. HES KABLO I Enerji Kabloları Üretim Müdürü Asım Mercan, Planlama ve Kablo Tasarım Müdürlüğü’ne atandı. I Haberleșme ve Fiber Optik Kabloları Üretim Müdürü Mesut Dumlu, Enerji Kabloları Üretim Müdürlüğü’ne atandı. I Orta ve Yüksek Gerilim Üretim șefi Onur Güner, Haberleșme ve Fiber Optik Kabloları Üretim Müdürlüğü’ne atandı. I HES Kablo A.Ș. Genel Müdür Mali ve İdari Yardımcısı Orhan Özsaraç, Erciyes Çelik Halat A.Ș. Genel Müdürlüğü’ne atandı. I HES Kablo A.Ș. Muhasebe Müdürü Levent Yılmaz, HES Kablo A.Ș. Genel Müdür Mali ve İdari Yardımcılığı’na atandı. I HES Kablo A.Ș. Muhasebe Müdür Yardımcısı Șaban Aslankaya, HES Kablo A.Ș. Muhasebe Müdürlüğü’ne atandı. I HES Kablo A.Ș. Yurtiçi Satınalma Müdürü Erkan Șahin, HES Kablo A.Ș. Yurtdıșı Satınalma Müdürlüğü’ne atandı. I HES Kablo A.Ș. Yurtiçi Satınalma Memuru Mehmet Emin Boydak, Hes Kablo A.Ș. Yurtiçi Satınalma Müdürlüğü’ne atandı. I HES Kablo A.Ș. İhracat Șefi Kayhan Korkmaz, Erciyes Çelik Halat A.Ș. Pazarlama Müdürlüğü’ne atandı. B‹zb‹ze 65 B‹ZDEN HABERLER I I I Erciyes Çelik A.Ș. Üretim Mühendisi Süleyman Çelik, Erciyes Çelik Halat A.Ș. Üretim Müdürlüğü’ne atandı. Granül Ünitesi Üretim Șefi Ali Tuğrul, Orta ve Yüksek Gerilim Kabloları Üretim Șefliği’ne atandı. Enerji Kabloları Bölümünde Laboratuvar Uzman Fatih Karayel, Orta ve Yüksek Gerilim Kabloları Laboratuvar Șefliği’ne atandı. IRAK FAMILY I Form Sünger ve Yatak San. Tic. A.Ș.’de genel müdür olan Yavuz Efilti, Irak Family Genel Müdürlüğü’ne atandı. I Boytaș Mobilya A.Ș. (II)’de üretim müdür vekili olan Yakup Karakaș, Irak Family Șirketi İșletme Müdürlüğü’ne atandı. I Boydak Holding A.Ș. Bellona Pazarlama Departmanı’nda görevli Olcay Dönmez, Irak Family Șirketi Pazarlama ve Reklam Müdürlüğü’ne vekaleten atandı. I Boydak Holding A.Ș. IT Departmanı’nda fabrika lojistik modüller destek șefi olan İlhami Koyuncu, Irak Family Șirketi Planlama ve IT Șefliği’ne atandı. I Form Sünger ve Yatak San. Tic. A.Ș.’de Mali İșler Șefi Veli Birol, Irak Family Șirketi Mali İșler Șefliği’ne atandı. MERKEZ ÇELİK I İthalat Departmanı șefi olan Ali Erhan Küçük, İthalat I I I I I I I I Müdür Vekilliği’ne atandı. Döșeme 1 bölümü uzman kadrosuyla çalıșan Akın Dașcı, Döșeme Üniteleri Șefliği’ne atandı. Mobilya Bölümü uzman kadrosunda çalıșan Kadir Bal, Mobilya Șefliği’ne atandı. Kumaș Kesim Dikim Bölümü Uzman Kadrosuyla çalıșan Ahmet Dalbaz, Kumaș Kesim Dikim Șefliği’ne atandı. Teknoloji ve Sistem Geliștirme Uzmanı İsmet İlbasmıș, Teknoloji ve Sitem Geliștirme Șefliği’ne atandı. Muhasebe Bölümü uzman kadrosunda görev yapan Tuba Çadırcı, Muhasebe Șefliği’ne atandı. Kalite Kontrol uzman kadrosunda çalıșan Ayșe Irak, Kalite Kontrol Șefliği’ne atandı. Bilgi Teknolojileri Bölümü uzman kadrosunda görev yapan Esat Erkeç, Bilgi Teknolojileri Șefliği’ne atandı. Merkez Çelik A.Ș.’de Deco Lojistik Sevkiyat Șefi Mustafa Gök, Boyteks Tekstil A.Ș. Halı İșletmesi’ne lojistik șefi olarak atandı. MONDİ I İstikbal A.Ș. Pazarlama Departmanı’nın uzman kadrosunda çalıșan Abdullah Çeri, Mondi A.Ș.’ye satıș ve sevkiyat șefi olarak atandı. I Mondi Muhasebe Departman’ında Finansman Uzmanı Melike Ünalan, finansman șefi olarak atandı. BAY‹ AÇILIfiLARI BAY‹ AÇILIfiLARI BAY‹ REG‹NA BAY‹‹ ES-TO MOB‹LYA Edirne’nin en kalabalık ilçelerinden Uzunköprü, yeni yıla yeni bir sürprizle girdi. İstikbal’in Regina mağazası 6 Ocak’ta kapılarını Uzunköprülüler’e açtı. Açılıș törenine Edirne Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu, Uzunköprü Kaymakamı Uğur Kolsuz, Siemens Türkiye Satıș Direktörü Haluk Çelebioğlu, Boydak Holding Yönetim Kurulu üyeleri Yusuf Boydak ve Bekir Boydak ile ilçe haltı katıldı. Kurdele kesildikten sonra mağazayı gezen Uzunköprülüler, beğenilerini dile getirdi. M Firma adı: ES-TO Mobilya Yetkili kiși: Ercan İhtiyar M Metraj: 150 metrekare M İletișim bilgileri: (0542) 244 30 88 M Adres: Muradiye mahallesi Hayrabolu caddesi No:14/a Uzunköprü/Edirne M Açılıș tarihi: 06 Ocak 2012 M
Benzer belgeler
dünya - Boydak Holding
ilgi gören ürünlere imza attı ve atmaya da devam ediyor. Mobilyamızın Mısır’da da Fransa’da da talep görmesinin nedenini, fonksiyonelliği ve estetiği bulușturmasında aramak gerekir. Küçük evler, ar...