Raporu okumak ve indirmek için tıklayınız.
Transkript
Raporu okumak ve indirmek için tıklayınız.
ORTA AFRİKA DRAMI RAPORU Orta Afrika’nın Stratejik Önemi Tarihi Süreç: İlk Hıristiyan-Müslüman Çatışması Orta Afrika Müslümanları Neden Kurban Seçildi? Sangaris Operasyonu Soykırımı Başlattı İnsani Dramın Boyutları Kavganın Temeli Din Savaşları mı? Neden Askeri Operasyonlar Tek Çözüm Oluyor? ©ORDAF Afrika Araştırmaları Grubu Şubat 2014 www.ordaf.org.tr twitter.com/ordaf www.facebook.com/ordaf Giriş Orta Afrika’da büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. 21. yüzyıla gelişmiş değerler ile girdiğini düşündüğümüz insanlığın gözü önünde ve kare kare bütün dünyaya servis edilen bir dram, daha doğrusu bir vahşet. Peki 2014 yılında yaşanan bu olayların çıkış sebebi nedir? Bu vahşeti kim kime uygulamaktadır. Genelde uluslararası haber bültenlerine haber dahi olmayan Orta Afrika isimli 54 yaşındaki bu eski bir Fransız sömürgesi ülke nasıl oldu da bu hale geldi? Henüz geçen senenin başlarında ülkenin 100 sene sonra talihi açılmış ve Müslüman bir lider üniter bir direniş hareketi ile iktidarı ele geçirmiş ve son yüzyılda çekilen ıstıraplara son vereceklerini ilan etmişti. Ama Afrika’nın ortasında modern medeniyetten en az nasiplendirilmiş bu ülkede bir Müslümanın öne çıkması bölge üzerinde hesabı olan bütün güçleri hareketlendirdi. Özellikle Mali Cumhuriyeti’nde yaşanan krizler akabinde burada da Müslüman-Hıristiyan dinleri mensupları arasında nefret tohumlarının yeterince olgunlaşması için her şey yapıldı. Orta Afrika’nın Stratejik Önemi 30 milyon km2.lik devasa bir kıtanın ortasında yer alan ve yaklaşık 623 bin km2’lik yüzölçümü ile Fransa’dan büyük topraklara sahip bu ülke stratejik bir öneme sahiptir. Kuzeyinde Çad, doğusunda Sudan, batısında Kamerun ve güneyinde ise Kongo ve Demokratik Kongo Cumhuriyetleri ile çevrilidir. Orta Afrika, özellikle Kamerun üzerinden dünyaya açılabilmektedir. Yer altı kaynaklarından altın, elmas ve uranyum yanında özellikle verimli arazileri ile ziraat ve hayvancılığa çok elverişlidir. Büyük Göller bölgesinin hemen kuzeyinde yer almakta olup dünyanın en verimli yataklarına çok yakın mesafede yer almaktadır ve güney komşusu Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile bunun doğusundaki Ruanda, Burundi ve Uganda arasında yaşanan gerginliklerde özellikle Kivu bölgesinde son on yılda en az on milyon insan hunharca öldürüldü. Tüm dünyanın gözünün üzerinde olduğu bu bölgedeki koltan madeni uzun ömürlü pillerin yapımı için vazgeçilmez olup uğruna her türlü cinayet işlenebilmekte ve yörenin kaynakları acımasızca tüketilmektedir. Haliyle Bangi’de yaşanan kavga sadece bu ülkenin değil bölgeyi sarmalayan menfaatler çatışmasının neticesidir. www.ordaf.org.tr twitter.com/ordaf www.facebook.com/ordaf 2 Fransız sömürgeciliği öncesinde bu ülkenin toprakları genelde Dâr Kûtî ve Dâr Runca Müslüman emirlerinin idaresinde idi. Yerli halkı asırlar önce Pigmelerden ibaret iken zamanla bugün etrafını çevreleyen bölgelerin tamamından özellikle Bantu ve Fülani kabilelerinden de göç aldı. Bu topraklara sonradan gelenlerin çoğu bugünkü Sudan, Kamerun, Nijerya ve özellikle Çadlı Müslümanlardı. Eski yerli halkı ormanlık alanlarda kalmayı tercih ederken, sonradan gelenler ülkenin her tarafına yerleşip şehirler kurdular. Zira kıtanın en köklü ve uzun ömürlü imparatorluğu olan Kânim-Bornu’nun güney bölgesindeki yerel emirlikler, sınırlarını buralara kadar yaydılar. Gerçi sömürge idareleri kendi baskıcı idarelerinin zulümlerini meşrulaştırmak için onları köle tacirleri olarak daima kötülediler. Kuzeyde Dâr Kûti ve Dâr Runca emirliklerinin idaresinde 20. yüzyıla, yani Fransız sömürgeciliğinin buralarda kurulmasına kadar huzur içinde gelen Müslümanların geleceği kararmaya başladı. Can alıcı soru ise şudur: Asırlardır birbirleri ile yaşayan bu insan toplulukları bugün neden birbirlerine vahşet uygulamaktadırlar? Tarihi Süreç: İlk Hıristiyan-Müslüman Çatışması Osmanlı Mısır’ına bağlı bir hükümdarlık olan Sudan’ı, 1882 yılında istilaya başlayan İngiltere’nin baskısından kaçan Rabih b. Fazlallah isimli bir komutan, emrindeki 10.000 askerle Çad Gölü havzasına gelmişti. Tüm yerel sultanlıkları ve emirlikleri idaresine toplayarak yeni bir idare kurdu. Fransız sömürge idarecilerinden Emile Gentil’in tabiriyle bu yeni idare “Rabih İmparatorluğu” oldu. Ancak bu ülkenin toprakları 1885 yılında tüm Afrika’yı aralarında paylaşmayı kararlaştıran yedi Avrupa ülkesinden Fransa’nın payına düşmüştü. Fransızlar Rabih’in bölgede kurduğu bu idari yapıdan çok rahatsız oldular. Var güçleri ile bir askeri harekata geçerek 1900 yılı Nisan ayında Rabih’i öldürüp, Avrupalıların bugün duymak istemedikleri bir tarzda başını da keserek halka teşhir ettiler. Bugün bile o tarihte Rabih’e yapılan zulmün izlerini Çad’ın başkenti Encemine ile aralarını Logon nehrinin ayırdığı Kuseyri şehrinde görmek mümkündür. Buralarda Rabih ile girdiği çatışmada ölen Fransız komutan Lamy’nin vurulduğu, ilk defa taşındığı ve ölünce de gömüldüğü üç ayrı noktada hatırasını yaşatan abidevi sütunlar yapılmıştır. Oysa ki bu yerlerden birisi bundan yirmi sene kadar önce Rabih’ın kabri olarak bilinmekteydi. Her nasılsa onun kabri yok edilerek ve adı silinerek oraya da Lamy’e ait bir levha çakıldığı burada yaşayanlar tarafında ifade edilmektedir. Bu hadise bölgede Müslüman-Hıristiyan nefretinin başlangıcı oldu. www.ordaf.org.tr twitter.com/ordaf www.facebook.com/ordaf 3 1898 yılında Orta Afrika’nın bugünkü başkenti olan Bangi’yi kuran Fransız sömürge birlikleri buradan kuzeye doğru ilerlediler ve Rabih’in ardından oğlunun da iktidarına son verdikten sonra Belçika Kongo’su olan bugünkü Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile Kamerun’u işgal eden Almanlar ve Sudan’daki İngilizler arasına gelip yerleştiler. Senegal, Mali ve Nijer üzerinden geldikleri Çad topraklarını “Çad Askeri Bölgesi” adıyla yerel sultanlık güçlerinin tümünü bertaraf ederek sömürgeleştirdiler. Bu arada Orta Afrika topraklarını da Ubangi ve Şari isimli iki nehrin adıyla birlikte isimlendirip 1903 yılında Çad Askeri Bölgesi ile tek sömürge idaresi altında topladılar. Zira coğrafi yapı ve benzerliği, nüfus yapısının aynı olması her ikisini bir arada idare etmeyi kolaylaştırıyordu. Ülkeyi asırlardır karış karış gezen ve hayvanlarını otlatan göçebe Fülani, Fransızların ifadesiyle Pöl toplumu dahil tüm Müslüman kitleler sömürge idaresi tarafından marjinalleştirildiler. Bir çoğu sınır dışı edilerek komşu ülkelere göçe zorlandılar. Ne var ki bölgenin asırlardan beri güçlü bir unsuru olan Müslümanlar olmadan Orta Afrika’da sağlam bir sosyal dengeden ve ticari hayattan bahsetmek mümkün değildi. Nitekim göçler sayesinde ülke zamanla tekrar Müslüman unsurlarına kavuştu ama bu arada Avrupalı misyonerler de birçok kişiyi Hıristiyanlaştırmayı başarmışlardı. Artık ülkede sadece herhangi bir dini olmayan topluluklarla Müslümanlar yaşamıyor, aynı zamanda yeni inşa edilen kiliselerde ve özellikle misyoner okullarında yetişen yeni bir nesil de yaşıyordu. Misyonerlerin açtıkları okullara bir Müslüman çocuğu ancak Hıristiyan olmayı kabul etmesi ya da ismini değiştirip onlardan görünmesi şartıyla kabul edilebilmekteydi. Zorlu geçen bu 20. yüzyıl içinde Çad başta olmak üzere Nijer, Nijerya, Kamerun, Mali ve Senegal’den çok sayıda Müslüman Orta Afrika’ya gelerek yerleşti. Orta Afrika Müslümanları Neden Kurban Seçildi? Afrika’nın sömürgecilik sonrasında yaşadığı çalkantılı idari yapısı ile bir türlü sıradan bir ülke özelliği kazanamayan Orta Afrika’da tarih bir asır sonra Müslümanları tekrar aynı sonuç ile karşılaştırdı. Hatta öncekilerden daha da vahim bir şekilde. 1960 yılında uluslararası camiadaki baskılardan çekinerek Fransa tarafından bağımsızlığı verilen ülke diğer sömürgelere göre çok daha geri bırakılmış bir halde terkedilmişti. Ülkeye canlılık sağlayan yegane unsur Müslüman tüccarlardı. Ama devletin tüm idari kadroları misyonerler eliyle yetiştirilen ve seçkinleştirilen bir avuç Hıristiyan sınıfın elinde idi. İdareyi elinde bulunduranlar 53 yıl boyunca Müslüman topluma ve bireylere her türlü baskıyı uyguladılar. www.ordaf.org.tr twitter.com/ordaf www.facebook.com/ordaf 4 Onları her ortamda aşağıladılar. Eğitim, sağlık, iletişim, yol gibi modern çağın zaruri haklarından mahrum edildiler. Müslümanlar, kendilerine yapılan haksızlıkların temelinde yatan asıl sebebi fark edip başlarına gelen musibetleri önlemek için eğitime önem verdiler. Fransızca öğrendiler. Bir kısmının ana dili Arapça idi. Onlar da sadece konuşmayla kalmayıp çocuklarını Arap ülkelerindeki üniversitelere gönderdiler. İçlerinden bazıları isimlerini değiştirip Avrupa ülkelerinin ve Sovyetler Birliği’nin Orta Afrikalı Hıristiyanlara verdiği burslarından yararlandılar ki bunların arasında devrik lider Michel Djotodia da vardı. Asıl ismi Muhammed Dahiya Salih iken O, Michel Djotodia ismini alarak Rusya’da tahsil görme imkanı bulmuştu. Kısa zamanda toparlanan Orta Afrikalı Müslümanlar teşkilatlandılar. 2003 yılında askeri darbe girişiminde bulunan François Bozize ile işbirliği yaptılar. Çad’ın da askeri desteğiyle O’nun iktidarı ele geçirmesini sağladılar. İlk defa devlet kademesinde bakan, genel müdür ve farklı dairlerden sorumlu olabildiler. Ama François Bozize de Müslümanlara karşı beslediği antipatiyi saklayamadı ve kendisini iktidara taşıyanlara karşı cephe aldı. Bozize devlet başkanlığının tek koruyucusu olan Çad askerlerini de geri gönderip ülkeye Güney Afrikalı birlikler getirdi. Bununla yetinmeyip yer altı kaynaklarının daha önce Fransa’ya verilen kullanım haklarını iptal ederek Güney Afrika’ya vermeye başladı. Protestan kilisesi içinde kendisi için özel bir çizgi oluşturup oranın bir papazı olarak kurduğu kilisede vaazlar veriyordu. Nitekim bu gelişmeler karşısında ülkenin her tarafında muhalefet sesleri yükselmeye başladı. Muhalifler 2012 yılında onun baskıcı rejimine karşı direnişe geçtiler ve ilk defa Müslümanlarla Hıristiyanlar aynı çizgide birleşerek, yerli Sango dilinde “ittifak” anlamına gelen, “Seleka” adı altında bir birlik kurarak başkent Bangi’ye yürüdüler. Bu yapı doğrudan bir Müslüman hareketi olmayıp farklı siyasi muhalif oluşumların baskıcı rejime karşı ortak mücadelesi idi. Ama uluslararası medya Seleka’yı bir Müslüman kuruluşu ve hatta terör örgütü gibi yansıttı. İdari kadrosunun çoğunun Müslüman olması Hıristiyanlar için tehdit oluşturacağı iddialarının ortaya atılmasına sebep oldu ve dünya kamuoyu sözde bir Hıristiyan katliamına hazırlandı. www.ordaf.org.tr twitter.com/ordaf www.facebook.com/ordaf 5 Oysa ki hem Selaka’nın Müslüman kanadı hem de kendilerine yardım eden Çad askerlerinin birinci hedefi baskıcı iktidarı devirmek idi. Başkente yürüdüklerinde Afrika Birliği Barış Gücü askerleri ve başkentte sınırlı sayıda bulunan Fransız askerleri onlara hiç karşı koymadılar. Hatta o günlerde François Bozize taraftarları şehirdeki Fransız elçiliği ve vatandaşlarını hedef alan taşkınlıklar yaptılar. Çevre ülkelerin girişimleri ile Orta Afrikalı halklar arasında barış görüşmeleri netice verdi. Bu süreçte Çad çok önemli rol üstlendi. Diğer taraftan aynı sıralarda gerçekleşen Mali’de de bir operasyon sürmekteydi. Operasyonda Fransızlar ile birlikte hareket eden Çad askerlerinin, her türlü donanıma sahip Fransız askerlerinden daha üstün olduğunun uluslararası medyada yer alması operasyonu başlatan Fransa’yı rahatsız etti. Aynı şekilde gelişen son olaylarda Çad’ın Orta Afrika’da da inisiyatif kullanmasının Fransa’yı daha çok rahatsız ettiği söylendi. Başlangıçta müdahale etmeme konusundaki kararlı iken bu tavrından hızla vazgeçerek, BM’den çıkarttığı bir kararla müdahalenin zeminini hemen hazırlattığı ileri sürüldü. Açıkladığı hedefi ülkeyi serserilerden kurtarıp muhtemel bir din ve etnik savaşı önlemekti. Bu arada Afrika Birliği Barış Gücü de başkent Bangi’ye Burundi ve Ruandalı askerlerle Kongo Cumhuriyeti, Gabon, Kamerun ve Çad’ın askerleri dahil 5600 asker konuşlandırdı. Ama bu askerlerin cep telefonları dışında askeri anlamda gerekli haberleşme cihazları dahi yoktu. Yani oradaki varlıkları sadece sembolikti ve genelde olaylara müdahale şansları yoktu. Sangaris Operasyonu Soykırımı Başlattı Fransa, 5 Aralık 2013 tarihinde Sangaris Operasyonu adıyla 1600 askerini Orta Afrika’ya soktu ve hemen akabinde terörist gözüyle baktığı Seleka mensuplarının ellerindeki tüm silahları topladı. Bu silahlar toplandıkça François Bozize’in iktidarında Savunma Bakanı olan oğlu Francis Bozize’nin teşkilatlandırdığı ve kendilerine “anti-balaka” adı verilen (ne anlama geldiği bile anlaşılmayan) gurup silahlandırılmaya başlandı. Bunlara Bozize zamanındaki ordunun askerleri de dahil oldular ve resmen Müslüman avına başladılar. Ülkenin birçok şehrindeki Müslümanlar açık hedef haline getirildi. Camileri yakılıp yıkıldığı gibi binlerce evleri de aynı akıbete uğradı. Sadece başkent Bangi’de Müslümanlara ait 4000 adet dükkan yağmalandı. Tüm bunların, Fransız ve de Afrika Birliği Barış Gücü askerlerinin gözü önünde olduğu görgü tanıklarının da ifadesiyle dünya basınına yansıdı. Fransa’nın huzur getireceğini iddia ettiği ülke iyice karışmış ve anti-balaka denen terör gurubu savunmasız kadın, erkek, yaşlı çocuk demeden herkesi tarihte benzeri görülmeyen bir şekilde katletmeye başlamıştı. Öldürdüklerini balaka dedikleri keskin bıçaklarla doğrayıp ateşlerde yaktıklar. Vahşet www.ordaf.org.tr twitter.com/ordaf www.facebook.com/ordaf 6 bununla bitmedi, öldürdüklerinin bir kısmını pişirip yedikleri kameralara ve fotoğraflara yansıdı. En ılımlı anti-balaka temsilcileri bile Müslümanlara “sizleri öldürmeden malınızı mülkünüzü bırakıp buradan defolun gidin” tehditleri ile hepsini asırlardır yaşadıkları topraklardan çıkardılar. Kaldı ki, ne binlerce insanı taşıyacak bir karayolu, ne de patika yollardan gidecek ilkel araçları vardı. Bangi’nin sınır olduğu Demokratik Kongo’ya ve Kamerun’a sığınanlar hariç kaçabilen Müslümanlar Çad’a sığındılar. Bu felaket karşısında Çad devlet başkanından kasabalardaki insanlarına kadar tüm Çad halkı seferber oldu. Ancak altyapı yetersizliği, ülke kaynaklarının eksikliği ve bu göçmen akını karşısında tedbir alacak tecrübeli insanların olmaması gelenlerin şimdilik sadece canını kurtardı. Ama gelecekleri meçhul durumda. İnsani Dramın Boyutları Toplam 5 milyon kadar nüfusa sahip Orta Afrika’da her dört kişiden birisi son iki ay içinde yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldı. 250 bin kadarı ülke dışına çıktı. Sadece 60.000 kişi Çad’a göç etti. Bunların 15.000 kadarı başkent Encemine’ye uçaklarla getirildi. Halen Bangi havaalanının çevresinde 50 ila 100 bin arasında Müslüman Çad’a geçmek umuduyla kendilerine verilen ölmeyecek kadar gıda maddesiyle ayakta kalıp haftalardır aç susuz beklemektedirler. Uluslararası toplum Orta Afrika dramı Ruanda ile başlayan Bosna ile devam eden, Somali, Irak ve Suriye’deki kardeş kanı akıtılmasında olduğu gibi hatta Arakan dramları gibi daha da derinleşmesini, aynı toprakları paylaşan insanların birbirlerini yok etmesini seyir ederek vakit kaybetmektedir. Fransa Savunma Bakanı son Orta Afrika gezisinde Anti-Balaka’nın yaptığı vahşeti gördüğünü ve gerekeni yapacaklarını söyledi. Ne var ki son iki ay içinde ülkedeki tüm dengeler yok edildi. Müslümanlar yoğun oldukları kuzeydoğu bölgesine çekildiler ve Ocak ayında Kuzey Orta Afrika adı altında yeni bir devlet teşkilatlandırarak Bangi’den ayrılacaklarını uluslararası kamuoyuna ilan ettiler. Sudan’da olduğu gibi bu beklenen bir süreçti ve adım adım buna sürüklendiler. Ancak François Bozize’ye karşı 2006’da başlattıkları direniş sırasında Fransa’nın savaş uçakları ile birçok yerleşim yerini bombalatması gibi üzerlerine yeni bir saldırı başlatılmasını da her an beklemektedirler. Bu ise yeni kaoslara kapı aralayacaktır. www.ordaf.org.tr twitter.com/ordaf www.facebook.com/ordaf 7 Kavganın Temeli Din Savaşları mı? Orta Afrika’nın nüfusu tam olarak bilinmemektedir. Verilen rakamlar afaki olup ne Müslümanların oranı ne de Hıristiyanların oranı, hatta animist olarak ifade edilen grupların oranı da sadece tahminden ibarettir. Aslında çoğunluğun animist olduğu, asırlardır burayı yurt edinen Müslümanların ise epeyce kalabalık oldukları, henüz bu ülkedeki varlıklarının üzerinden yüzyıl bile geçmeyen Hıristiyanların ise yüzde 30 civarında olduğu ileri sürülmektedir. Hıristiyanlar da Katolik ve Protestan kiliseleri arasında ikiye ayrılmış olup aralarında her an bir iç çatışma çıkması ciddi olarak beklenmektedir. Müslümanlar, sömürgecilik öncesi bu ülke topraklarında hüküm süren Dâr Kûti ve Dâr Runca emirliklerinin halkı idiler. Gula etnik grubunun tamamı Müslüman’dır. Diğer etnik gruplar içinde yüzdelik oranı değişen yüz binlerce Müslüman bulunmaktadır. Sömürgecilik dönemi öncesi tarihi bağlara sahip oldukları ve aralarında bir sınır olmadığı için bugünkü Çad topraklarından Orta Afrika’ya devamlı göçler olmuştur. Bu durum esasında 2000’li yıllara kadar aralıksız devam etmiştir. Ayrıca Senegal, Mali, Kamerun ve Nijerya’dan gelip yerleşen on binlerce Müslüman da artık Orta Afrikalı olmuştu. Gerçi Müslüman kimliklerini korudukları sürece kendilerine genelde nüfus kağıdı dahi verilmiyordu. Bunlar daha ziyade başkent Bangi ve çevresindeki şehirlerde ticaretle meşgul idiler. Müslümanlar çocuklarını okutacak okul bulamadıkları için genellikle ticaret ile iştigal ederek epeyce zenginleşmişlerdi. Onların yokluğu bu ülkedeki hayatı aşırı derecede kaosa sürükleyecektir. Hem Hıristiyanların, hem de animist grupların gözleri bir an evvel bu zengin toplumun tüm servetini yağmalamaktı. Ama bugün yağmaladıkları mallar kısa zamanda tükenecektir. Ayrıca kendi halinde göçer bir toplum olan Fülani etnik grubuna mensup olanlar da adeta ülke genelindeki tüm hayvanlara sahiptiler ve tüm otlakları gezerek hayatlarını sürdürüyorlardı. Anti-Balaka’nın şerrinden bunlar da çok zarar gördüler, hayvanları hunharca öldürüldüğü gibi kendileri boğazlanarak öldürüldü hatta kimi yerlerde kadınlara tecavüz edildi. Şu anda ülkede toptan gıda temin eden 40 iş yerinden sadece 10 tanesi faaliyet gösterebilmektedir. Bu yüzden fiyatlar akıl almaz şekilde yükselmiştir. Sözlü kaynaklardan aldığımız bilgiye göre bir kasap et bulabilmek için 150 km. yol gitmek zorundadır. Olaylardan önce 500/600 dolara aldığı bir sığırı 1500 dolardan aşağı alamamaktadır. Kamerun’dan Dünya www.ordaf.org.tr twitter.com/ordaf www.facebook.com/ordaf 8 Gıda Programı (PAM) adına gıda maddesi taşıyan yüzlerce kamyon şoförü Orta Afrika içinde ilerlemekten korktukları için sınırda beklemektedirler. PAM bu yardımları hava koridoru kurarak sağlama kararı almıştır. Müslümanları temsil ettiğini iddia eden Orta Afrika İslam Konferansı lideri (ihtida ederek İslam’a girdiği söylenmektedir) Oumar Kobine Lamaya aslında hiçbir İslami oluşuma önderlik etmiş değildir. Olaylar çıktıktan sonra halen sığındığı bir kilisede yaşamaktadır. Fransız medyası özellikle bu kişiyi ve uluslararası topluma olan açıklamalarını tüm Müslümanlar adına yapılıyormuş gibi sunmaktadır. Ülkede yarım asır boyunca Müslümanlara resmi dini bir teşkilat kurma hakkı hiç verilmediği için bir önderlerinin olması da imkansızdı. Son gelişmeler sırasında birçok şehirdeki örgütsüz Müslüman nüfus kovulmuş, camileri yakılıp yıkılmış ve artık orası ile hiçbir bağlantıları kalmayacak hale getirilmiştir. Bangi semalarında “artık ezan sesini kimse duymayacak” demişler ve bunu büyük oranda tamamlamışlardır. Neden Askeri Operasyonlar Tek Çözüm Oluyor? Yıllardır Afrika’nın artık iç kavgalarına karışmamayı prensip haline getirdiklerini ileri süren eski sömürgecilerden Fransa yine de müdahaleci tavrından bir türlü vazgeçememiştir. Fransa, son beş yılda Fildişi Sahili’nde başlattığı ve Libya, Mali ve nihayet Orta Afrika ile devam ettirdiği geniş çaplı askeri operasyonları azmettirmesiyle, uygulamasıyla ve adeta kendisinden başka da bu işi yapacak ülke olmadığını tüm dünyaya haykırışıyla öne çıkmaktadır. Sömürgecilik öncesi ortaya konan gerekçelerle hareket ederek kıtayı paylaşan yedi Avrupa ülkesi buradan çekilirken büyük bir enkaz bırakmış, tüm toplumlar rengine, inancına ve etnik yapısına bakmadan genelde birbirlerine düşman edilmişti. Dahası aynı değerleri paylaşanlar arasına kardeş kavgası tohumları yerleştirilmiş, yıllarca askeri darbelerle boğuşan kıta Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi yeni aktörlerin gayretleri ile ayağa kalkmaya başlamışken yeniden en hassas yerlerinden vurulmuştur. Bu yüzden ne oldukları henüz bir türlü keşfedilemeyen ve liderleri genelde tam kadro yaşadıkları için özellikle Müslümanlar üzerinde terör estiren Mağrip el-Kaidesi, Boko Haram, Şebab, Mujao ve Ensaruddin gibi örgütlenmeler gün geçtikçe daha da kuvvetlenmektedir. Oysa atılan uluslararası her adım bunların kökünü kurutma bahanesiyle ve de gösterişli hamlelerle reklam edilmişse de sömürgecilik döneminin başlangıcında yapılan her müdahalelerin öncesinde yeni bir dünya düzeninin tesisi için sarf edilen ilk gayretin izlenimi vermektedir. Bunun için de hep içyapıları www.ordaf.org.tr twitter.com/ordaf www.facebook.com/ordaf 9 en zayıf ülkeler seçilmekte ve onların istikrarsızlaşmasıyla çevrelerindeki ülkeler de bir anlamda aynı akıbete sürüklenmektedir. Orta Afrika’da son bir asırdır bir tek insan eti yemeyen caniler durduk yere nereden çıktılar? Bu duyguları onlara kim aşıladı? Müslümanların ekmeğini yiyip suyunu içerken bir anda kanlarını içecek hale nasıl geldiler? İnsan haklarının değil, hayvan haklarının bile korunduğu, tabiatı korumak için verilen mücadeleler en üst seviyeye çıkmışken neden Orta Afrika bundan nasiplenemez? Acaba bu ülke insanları arasındaki kavga gerçekten din kavgası mı, etnik kavga mı, bölgeler arasındaki dengesizlik kavgası mı, geri kalmışlığın bir tezahürü mü, yoksa hepsinin bir hülasası mı? Belki bunların hepsinin cereyan eden vahşetin temelinde katkısı var, ama asıl sebep çok daha derinlerde ve de uzaklarda yatmaktadır. Bu da hangi ülkenin ne tür zenginliğinin olduğudur; altın mı, elmas mı, uranyum mu, petrol mü? Hepsinden daha kıymetlisi ise tahrip edilmemiş tabiatı ve de üzerindeki en değerli varlığı insanı olduğunu bilen çok uluslu şirketleri ellerinde tutan güçler, bunların bizzat Afrika toplumları tarafından kullanılmasının önünün açıldığını gördüler. Zenginlik belli başkentlerde artık toplanmayacak ve daha fazla tabana da yayılacak, Afrika’nın parlayan ülkeleri ve şehirleri olacaktı. Olmaya da başlamıştı, Fildişi Sahili, Libya, Mali, Orta Afrika, Nijer, Sudan ve Somali bunlardan sadece bir kaçı idi. Ama Afrika Birliği gibi çok iyi niyetlerle kurulan teşkilat son yıllarda girdiği veya bilinçli olarak sokulduğu ekonomik krizden dolayı ancak Avrupa Birliği’nin maddi desteği sayesinde ayakta durabilmektedir. Eskiden Muammer Kaddafi’nin maddi desteğinin şimdilerde yerini alan Çin’in katkıları bu kurumu adeta kadük hale getirmiştir. Afrika Birliği Barış Güçleri her türlü askeri teçhizat imkanından mahrum bırakılarak sadece insan gücü olmanın ötesine geçememektedir. Tüm bu çözümsüzlük sürecinde Türkiye, Suudi Arabistan, İran, Körfez ülkeleri, Malezya, Pakistan, Fas ve Endonezya gibi ülkeler ciddi inisiyatifler alarak bu insanlara sahip çıkmak zorundadırlar. Ama şu anda Orta Afrikalı Müslümanlar ile ilgilenebilecek yegane ülke sadece Türkiye olarak görülmektedir. www.ordaf.org.tr twitter.com/ordaf www.facebook.com/ordaf 10
Benzer belgeler
Raporu okumak ve indirmek için tıklayınız.
bilgilerin bir değerlendirmesi üzerine bina edilmiştir.
www.ordaf.org.tr