İznikBaytekin Kara-Filiz Küçükkurt
Transkript
İznikBaytekin Kara-Filiz Küçükkurt
DİZİN Sayı 16 - TEMMUZ / AĞUSTOS bu sayımızdaki bazı başlıklar kimdir bu stewardlar? 08 TÜYİB DER İKTİSADİ İŞLETMESİ Tüm Yiyecek İçecek Bölümleri Temizlik ve Malzeme Teminatçıları Derneği İktisadi işletmesi adına imtiyaz sahibi Taner RENDA Baskı: Doğa Matbaa 0212 612 61 70 Baskı Tarihi: 01.06.2012 Yerel Süreli / 2 Aylık TÜYİB-DER MÜDÜRÜ Taner RENDA 0530 923 14 23 [email protected] YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Erol AYDIN 0542 427 72 92 GÖRSEL YÖNETMEN Mehmet İLHAN 0532 588 79 44 Dergide yer alan makalelerdeki fikirler yazarlarına aittir. Yayınlanan ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. Yazılar, kaynak gösterilerek yayınlanabilir. TÜYİB-DER PERPA - B Blok 13. Kat NO: 2336 gıda hijyeni yönetmeliği 10 toplam kalite bizimle başlar 12 daha temiz ve daha sağlıklı bir gelecek 14 dondurucu ve soğuk oda temizliği 16 Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Steward 4 22 26 otomobil uçar gider mi? 30 eyvah oğlumun memeleri var 34 kara suyun aynasında sonbahar 42 çiçek duyguların en güzel ifadesi A.Ünv. Gıda Mühendisliği Mustafa EMİRLİ H. Taner GÜREL Ecolab Sosyolog Agaoğlu My City Hotel Memet KAYA Homatex Mete KOÇAK Ceylan Intercontinental Ahmet SEYMEN Turkish DO & CO CVK Turizm Bölüm Bşk. 20 sürüden ayrılan kara koyun Prof. Dr. Ertan ANLI Sarper SUNER dede mesleğini michelin yıldızlı şeflerle sürdürüyor The Marmara Otel Doç. Dr. Nezih MÜFTÜGİL 18 şarabın geçmişi Nedim AKBAYRAK Rafet İNCE potwasher elde bulaşık yıkama talimatı DANIŞMA KURULU 50 REKLAM DİZİNİ S&G OTEL EKİPMANLARI ......................................... Ön kapak iç OTTOMAN..................................................................................... 1 MAVİLİ BİOENERJİ ....................................................................... 2 MEDICATE .................................................................................... 3 GÜREN METAL............................................................................. 5 ORMEL .......................................................................................... 7 HOMATEX ..................................................................................... 11 HİT MUTFAK EKİPMANLARI........................................................ 17 BEŞYILDIZLAR ............................................................................. 19 YAKAMOZ ..................................................................................... 25 MITTERTEICH ......................................................................... 32-33 WINTERHALTER .......................................................................... 37 DİKEY ............................................................................................ 39 GALERİ KRİSTAL.......................................................................... 41 ÇAĞLA TİCARET .......................................................................... 47 ERSOY .......................................................................................... 51 MİLE............................................................................................... 59 V PLEKSİ ...................................................................................... 61 CAMBRO .................................................................... Arka kapak iç DIVERSEY..................................................................... Arka kapak Sektörün Güçlenmesi İçin Birliktelik Collobration for improving the sector az bitti sayılır ama hala yazın bizde kalan son tembellikleri ile baş etmeye uğraştığımız şu eylül günlerinde, yeni sayımızı çıkarmanın sevincini 16 sayıdır üzerimizden atamadık. Aslında bu bir tatlı yorgunluk. Ama hayat keşke böyle ufak tefek sorunlarla devam ede gelse. Yaz başında yaşanan ve “gezi olayları” diye adlandırılan hoşnutsuzluklar, eylül ayı geldi ama hala devam etmekte. Anlaşılan o ki: Bu olaylar sadece 3-5 ağaç meselesi değilmiş. Dolar bir yandan psikolojik sınır denilen 2 TL’yi çoktan aştı. Bunun sektörümüze yansıması şimdilik iyi gibi görünse de, akaryakıta gelen zamlarla, ülke içindeki zam sağanağına baktığımızda hiç de yüzümüz güler hale gelemiyor. Turizm sektörünün sadece dış ülkelerden gelen turist demek olmadığını sektörümüz çok uzun zaman önce anladı. İç turizmi canlı olmayan ülkelerin turizm sektörü genellikle topal eşek olarak adlandırılan hızda yol aldığı bilinen bir durumdur. Eski kurucu başkanımız Hamza Uysal, aldığı bir kararla dernek üyeliğinde istifa etti. Dernek yönetim kurulu olarak da bizlere bu istifayı oy birliği ile onaylamak düştü. Üzülmesine elbette üzüldük ancak, dernekçilik gönül işidir. Bu işle uğraşanların tek kazançları manevidir. Ve derneğimizin geldiği boyut, ilk kuruluş günleri içindeki eksiklik, acemilik ve yeni bir başlangıç yapmanın getirdiği belirsizliklerin sektöre yansıması olarak, firmaların ellerini uzatmalarındaki isteksizlik artık günümüzde çoktan aşılmış olmasıdır. Yavaş ama emin adımlarla profesyonel bir yapıya geçmeye başladığımız son bir senede, öncelikle derneğimize ait iktisadi kurum kuruldu ve başına da dernek yönetim kurulu üyemiz Taner Renda getirildi. Böylece, işler profesyonel bir kişi tarafından 24 saat yönetilir oldu. Ama bu demek değil ki: ne firmalar ne de üyelerimiz sorunların altına ellerini sokmayacak. Tama aksine, üyelerimiz aidatlarını eksiksiz vermeli, tedarikçi firmalarımız ECOLAB örneğinde olduğu gibi dernek üyeliği için muhakkak en az bir kişinin üyeliğini bizlere önermeli. Bizler, karşılıklı işbirliğinin önemini bilen kişiler olduğumuzu bilecek olgunluktayız. Tüyib Der’in gelişimi, sektöre dinamizm katmaya devam edecektir. Sevgilerimle. Erol Aydın Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Y Steward 6 ummer is almost ended but we can not throw of its characteristic lazyness on ourselves. Even if this is our 16th volume of our magazine, we have stil have spirit as publishing our first volume in our every volume. This is a sweet fatigue. But life is not a fairy tale that only consist of “sweet problems” like this fatigue. Since end of the May, “Occupy Gezi Protests” are stil continuing. We understand that, society need more democracy and civilian administration methods. We respect everybody’s demonstration right and freedom of expression. We follow the developments with deep concern. S In addition, Dolar enhanced the psychologic treshold(2 Turkish Lira). Even if this condition evaluated as benefical for short-time, because of price increase of petrol, it will effect negatively financial conditions in long-time. Also we know that tourism sector is not only depended to foreign tourists. If rural tourism is not good, we won’t be an tourism country. Our old founder minister Hamza Uysal decided to resign from our association. We are very sad about his resignation. By collobrating, we have made our association appealing to firms and companies. By proper steps, we convert our association into professional process. Last year, we established Financial Direction Administration in our association and Taner Renda was put in charge of this administration. By means of this change, our association is under the control by a professional.However, this change doesn’t change every members’ responsibility in our association. All of the members have to pay their revenues properly. As in ECOLAB example, everybody have to point another person’s membership to be member of association. Improvement of TUYIB-DER will pioneer many good events for the sector. Sincerely yours, Erol AYDIN President STEWARD NEDİR NE DEĞİLDİR Kimdir Bu Stewardlar? iz kendimize otellerin görünmeyen kahramanları demeyi tercih ederiz. Biz kim miyiz? Bize steward, bulaşıkçı, kâhya, hizmetli, görevli ve daha birçok isimler verilir turizm camiasında. İşe alınırken, hiçbir bölüme uygun görülmeyen kişilerin son durağı / son umudu olan stewarding bölümüyüz. Bizler, otellerin pisliklerini temizleriz (bulaşıkçı), temizlik yaparken de, uluslararası hijyen kurallarını harfiyen uygularız (hassipçi), servis ve operasyon alanlarının temizliğinden sorumluyuz (paspasçı), yiyecek içecek alanlarındaki makinelerin doğru düzenli temizliğinden sorumluyuz (temizlikçi) , çöp ve atıkları toplar, ayrıştırır ve atılmasını sağlarız (çevreci), operasyonlarda kullanılacak olan her türden Taner RENDA malzemenin (cam, porselen, çelik, ahşap, taş vb.) temiz TÜYİB-DER Müdürü ve düzenli bir biçimde depolarda kullanıma hazır olmasını sağlarız (depocu), operasyon için gerekli malzemelerin doğru, sağlam, ekonomik ve ihtiyaca cevap verebilecek nitelikte olmasını gözetiriz (satın almacı) ve tüm bu saydıklarımızın doğru ve bilimsel yapılmasını sağlamak için sürekli eğitim alır ve bilmeyen personele de eğitim veririz (eğitimci). Biz böyle düşünür ve yaparken, ülkemizdeki otellerin yapılanmasındaki yerimiz de hala karmaşa içindedir. Kimi otellerde yiyecek içecek müdürüne bağlı bağımsız bir birim olarak çalışırken, kimi otellerde de mutfağa / aşçı başına bağlı olarak görülüp, elimiz kolumuz bağlanmaktadır. Mutfak içinde görüldüğü- B kurum hala tespit edilebilmiş değil. Kısacası, hala eski kara düzen hiçbir niteliği olmayan kişilerin stewarding bölümüne alınıp, yıllar içinde hasbelkader yetiştirilip, otellerin hijyeninden sorumlu kılınıyor. Ülkemizde son 5 yılda açılan özellikle 5 yıldızlı otellerin çokluğu ve bu otellerin yetişmiş insan açıklarına baktığımızda; dehşete düşmek gerekir. Çünkü kullanılan kimyasallardaki küçük bir yanlışlık; toplu zehirlenmelere ve ölümlere yol açmaması işten bile değil. Vitrinde olmayanların çok dikkate alınmadığını göz önünde bulundurduğumuzda; bu durumun otel yönetimleri tarafından da olağan karşılanmasına şaşırmamak gerekir. TV’lerde şov yapan aşçılarımızın becerilerine hepimiz şapka çıkarıyoruz. Onlar artık, meşhurluğunu yitirmiş belli bir ilçemizin kuşaktan kuşağa geçen hünerli insanları olmaktan çok, gerek ülke dışında eğitim görmeleri, gerekse de son yıllarda açılan mutfak akademilerinden ve üniversitelerin ilgili bölümlerinde eğitim alarak gelen ustalarımızdır. Bu bölüm için harcanan bilgi, eğitim ve emeği neden stewarding bölümünden esirgeriz anlamış değilim. Elbette ki televizyonlarda akrobatik hareketlerle bulaşık yıkama şovları yapılsa veya tabakları kırmadan, en temiz ve hızlı yıkayan stewardlara ödül verilecek olsa; belki bizlere de gereken önem verilmeye başlanır gibime geliyor. Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Şaka ve trajedi bir yana, ülkemizde açılan otel bolluğuna bakarak, hızla yapılması gerekenleri tespit edip, harekete geçmek zor olmasa gerek. Bu konuda görev: Mesleki Yeterlilik Kurumu’nun en kısa sürede bu eğitimleri verecek üst kurum olan üniversite ile anlaşma imzalayıp (akredite kurum belirlemesi), bu işe bilgisi, becerisi, deneyimi ve yapılanması ile hazır olan stewardların biricik örgütü olan TÜYİB DER ile yola çıkmalarıdır.■ 9 Steward müzde; elbette ki öncelikli olarak yemeğin yapılmasına konsantre olunmuştur. Dolayısıyla da, mutfakta çalışan herkes, yemek yapmakla görevlidir. Oysaki stewarding bölümü, mutfak ile servis arasında köprü görevi yüklenmiştir. Mutfağa doğru, temiz, istenilen sıcaklıkta ve zamanında gereken malzemeleri getiririz. Bizim bu doğru çalışmamızdır ki; yemeğin servisinin başarısında ilk basamaktır. Uyumsuz ve uygunsuz malzeme seçiminin doğuracağı olumsuz sonuçları düşünmek bile istemediğimizi düşündüğümüzde; stewarding bölümünün önemini daha iyi anlayabiliriz. Otel yönetiminin başarısını belirleyen pek çok etmen sayabiliriz. Ancak, biz burada konumuz gereği satış bölümünün başarısını ilk sıraya çıkarmaktan yanayız. İyi bir satış sezonu geçirdiğimizde; gelirimizin yüksekliği, otel yönetimini ve dolayısıyla da işletme sahiplerini memnun edecektir. Ama otellerin sorunu sadece daha çok satış ile bitmemektedir. Harcama kalemlerinin miktarı da yüzlerin gülüp gülmemesini doğrudan etkiler. İşte burada devreye stewardlar girmektedir. Kullanılan kimyasalların miktarı, biçimi ve yerindeliğinin sonucu elde edilecek tasarruf ortalama birkaç yüz bin lira, özellikle cam ve porselenlerin kırım miktarlarının yüzde 5 azaltılmasında bile aşağı yukarı aynı rakamlar kar edilmektedir. Sadece bu iki kalemde edilen tasarruf miktarına bakarak eğitilmiş stewardların önemini anlayabiliriz. Peki, bu aşamada devlete baktığımızda gördüğümüz manzara da pek iç açıcı değildir. 2010 yılında referandum ile kabul edilen torba yasa içersinde yer alan bir madde ile AB müktesebatı gereği, bütün meslek birimleri için sertifika alma zorunluluğu getirmekte. Bu doğru hamlenin alt yapısı için Mesleki Yeterlilik Kurumu sorumlu kılınmış. Ancak, aradan geçen 3 senenin sonunda bu sertifikaların verilmesinde sorumlu olacak akredite bir İŞ YAŞAMI Gıda Hijyeni Yönetmeliği ıda hijyeni ve gıda güvenliği dünyada ve ülkemizde her geçen gün daha önem kazanmakta ve bu konu hakkında çıkarılan kanunlar ve yönetmelikler işletmelere ciddi yaptırımlar getirmektedir.Son dönemde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı gıda sektörünü yakından ilgilendirecek birçok kanun ve yönetmelik çıkartmıştır. G 27.08.2004 tarihli ve 25566 sayılı Resmî Gazete’ de yayınlanan Gıda ve Gıda ile Temas Eden Madde ve Malzemeleri Üreten İşyerlerinin Çalışma İzni ve Gıda Sicili ve Üretim İzni İşlemleri ile Sorumlu Yönetici İstihdamı Hakkında Yönetmelik yürürlükten kaldırılmış, yerine 17 Aralık 2011 Tarihli ve 28145 Sayılı Resmî Gazete de yayınlanan GIDA HİJYENİ YÖNETMELİĞİ yürürlüğe girmiştir.” 2011 yılının Aralık ayında yürürlüğe giren yönetmeliğin dayanak aldığı kanun ise 5996 Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’dur. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından çıkarılan Gıda Hijyeni Yönetmeliği ile gıda işletmecilerinin birincil üretim aşaması dahil üretim, işleme ve dağıtımın tüm aşa- Gaye UYSAL malarında gıda hijyenini sağlamak üzere uyulması gereken genel hijyen kuralları ile Gıda Mühendisi C Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı gıda işletmelerinin sorumluluklarına ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir. Bu yönetmelik ile gıda güvenilirliği açısından tüketicinin korunmasının sağlaması hedeflenmiş ve gıda üretiminin her kademesinde uyulması gereken hijyen kuralları ve yapılması gerekenler belirlenmiştir. Gıda Hijyeni Yönetmeliği Genel İlkeler Madde 6 (ç ve d bendinde) ç) Tehlike analizi ve kritik kontrol noktaları/HACCP ilkelerine dayanan prosedürlerin iyi hijyen uygulamaları ile birlikte uygulanmasından gıda işletmecisi sorumludur. d) İyi uygulama kılavuzları, gıda işletmecisine gıda zincirinin tüm aşamalarında gıda hijyeni kuralları ile tehlike analizi ve kritik kontrol noktaları/HACCP ilkelerine uyum için yardımcı olan önemli bir araçtır. Ocak Mayıs //Şubat Haziran - 2013 - 2013 Sayı:13 - Sayı:15 Temmuz / Ağustos - -2013 - Sayı:16 İfadeleri ile gıda işletmelerinde HACCP uygulamalarının zorunluluğu getirilmiştir. Bu bağlamda işletmeler HACCP planlarını hazırlamak, uygulamak ve sürekli iyileştirme süreçlerini gerçekleştirmeleri gerekmektedir. Steward 10 Gıda Hijyeni Yönetmeliğinin Genel ve Özel Hijyen Gereklilikleri bölümünde madde 7 (3) nolu bendinde belirtilen maddeler çok önemlidir. (3) Gıda işletmecisi, faaliyetinin gerektirdiği durumlarda, aşağıdaki özel hijyen kurallarına uymak zorundadır. a) Gıdalar için belirlenen mikrobiyolojik kriterlere uymak. b) Bu Yönetmeliğin amaçlarına ulaşmak için gerekli prosedürleri uygulamak. c) Gıdalar için sıcaklık kontrolü gerekliliklerine uymak. ç) Soğuk zinciri korumak ve kayıt altına almak. d) Numune almak ve analiz etmek veya ettirmek. Böylelikle Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen belirli periyotlarda yapılan denetimlerde de yeni kanuna ve ilgili yönetmeliklere göre yukarıda belirtilen maddelerin uygulanıyor olması kontrol edilecektir. İşletmecilerin denetimlerini sorunsuz bir şekilde geçirmesi için HACCP prensiplerini en kısa zamanda uygulamaya geçirmeleri gerekmektedir. Sağlıklı ve hijyen dolu günler dileğiyle…■ RÖPORTAJ “Toplam Kalite Bizimle Başlar” S tewardlara ilişkin “kafa karışıklığı” hala devam ediyor. Biz de, bu sayımızda bu “kafa karışıklığı”nı gidermek için, bizlerin otellerde ne iş yaptığına biraz daha fazla ışık tutalım dedik. Eh, bu iş için de bunca yılın deneyini yaşamış denek başkanımızdan başlamak kadar doğal bir yol almasa dedik ve Tüyib Der Başkanı Sayın Erol Aydın ile ne iş yaptığımıza ilişkin bir söyleşi yaptık - Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Kaç yıldır bu işi yapıyor- gimiz yoktur. Fakat otel sektöründe steward aşçılara, aşçılar servise, servis de misafire hizmet etsunuz? 1965 Ordu / Mesudiye doğumlu, evli 3 çocuk babasıyım. Turizm sektörüne 1987 yılında Taksim Etap Marmara, Pulman Etap ve The Marmara da steward olarak başladım, 1994 yılında Çıragan Palace Kempinski Otel’e geçtim. Burada sırasıyla depocu, meydancı ve sonrasında supervisor, assistan chief ve şu anda stewarding müdürü görevini yapmaktayım. 2008 yılında görevlerimizi, yaptıklarımızı çok daha fazla anlatabilmek için (Tüyib Der’i) kurduk. 2010 yılında dernek başkanlığına seçildim. Zaman içinde görev ve sorumluluklarımızı daha profesyonelce yapmaya başladık ve halen de devam etmekteyiz. Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 - Steward’lar otelde ne iş yapıyorlar? Steward 12 Stewardlar otellerde ne iş yapar sorunuza da şöyle cevap vermek istiyorum. Stewardlar otelde bulunan mutfakların tavandan tabana kadar tüm temizliği, servis ve mutfak personelinin kullandığı tüm malzemelerin temizliği, bakımını, eksiklerinin temin edilmesi ve en önemlisi de, bu kullanılan malzemelerin korunmasını sağlayan bir departman. Otelde, yiyecek ve içecek bölümünde bulunan servis, mutfak ve steward bölümü ayrılmaz, hatta olmazsa olmaz denilecek bir sorumluluğu taşıyan bölüm çalışanlarıdır. - Siz otellerin görünmeyen bir biriminde görev yapıyorsunuz. Bu meslek otellerde bir birim haline geldi mi? Evet, öyle denilebilir, çünkü direk olarak misafirle il- mektedir, kısacası; stewardlar işini ne kadar düzenli yapar ise; servis elamanı misafire yapacağı hizmet o derece kaliteli olur. 2008 yılına kadar otellerde stewardlara ilgi çok fazla olmuyordu, turizm sektöründe kalite devamlı yükselmeye başlayınca; çalışan personelinde tecrübe, bilgi çok önemli olmak zorundaydı. Otellerin eleman ihtiyacları servis, mutfak ve steward olarak derneklerin yoğun eğitim çalışmaları ve personelin daha eğitimli olma girişimleri, kaliteyi artırmak adına bizim de payımız olmuştur. Halan dernek olarak girişimlerimiz devam eden Kendi Okulumuzu Kuralım kampanyamız için ufak sıkıntıları aşabilmek adına gerekli ilgili yerlerle görüşmelerimiz, TV naklen yayın açıklamalarımız ve en güzeli de, kendimizi ifade edebilen her iki ayda bir çıkartmakta olduğumuz dergimizle, turizm sektöründe çok hızlı girişimlerde bulunarak gündemde kalmayı başarıyoruz. - Bu işin öne çıkan yanları nedir? Otelde satın alma kararlarına etkiniz oluyor mu? Bu işin öne çıkan yanları derneğimizin açılımından da anlaşılacağı gibi (Tüm yiyecek içecek bölümleri temizlik ve malzeme teminatcıları derneği) otelde tüm yiyecek içecek bölümlerinin hazırlıkların yapıldığı, mutfakların tüm temizlik, hijyen ve eksik malzeme siparişlerini kesinlikle steward departmanı (malzemeyi en iyi tanıyan bilen) steward chiefler dolayısı ile verilir ve satınalmalar yazılan siparişi uygularlar. - Bu meslek Türkiye’de yeterince bilinmiyor sanıyoruz. Sektör çalışanları arasında bu mesleğe ilgi nasıl? Bu mesleği yapmak isteyenlere neler diyebilirsiniz Bu meslek otel sektörü dışındaki kişilerce temizlik yapan, bulaşık yıkayan vasıfsız elamanların olduğu bölüm gibi algılanır. Ben yaklaşık olarak 26 yıllık tecrübemle diyebilirim ki: şu an büyük otellerin çoğunun yiyecek içecek müdürü, otel müdürü, hatta genel müdürü ilk otel tecrübesine steward olarak başlamışlardır. Bu örnekleri göz önünde bulundurarak yaptıkları işi severek, dikkat ederek en önemlisi bilgilerini devamlı güncelleyerek çalışmaları. - Steward mesleği konusundaki eğitim vb. nasıl ilerliyor? Stewardların eğitimleri ile ilgili olarak şu an yapılan genel eğitim planı yok. Yalnızca oteller kendi bünyelerinde genel bir iş eğitimi vermekte, steward chiefleri aylık departman eğitimlerinde sorumluluk alanları ve görevleri ile ilgili konuları kendi elamanlarına eğitim vererek sürdürmekteler. Biz dernek olarak yaklaşık 2 sene önce, deneyimli steward şeflerimiz, akademik öğretim üyelerimiz ve bu konuda deneyimli ilgili insanlardan oluşan bir konsey kurmuştuk. Sektörün ihtiyacı olan eğitim müfredatlarını hazırlayıp, Marmara Üniversitesi Turizm Bölümü ile işbirliği yapıp, Mesleki Yeterlilik Kurumuna onay için başvurmuştuk. Ancak, devletin bu ilgili biriminden aldığımız yanıt, bizi hayal kırıklığına uğratmıştı. MYK, Marmara Üniversitesi ile yaptığımız bu girişimin çok olumlu olduğunu ancak, kendilerinin bu konuda akredite bir kurumu henüz seçmediğini, seçtiklerinde de, bizi bilgilendireceklerini yazılı olarak iletmişlerdi. Aradan koskoca 2 yıl geçti ama hala akredite bir kurum hala belirlenemedi. Sektör ihtiyaç duyduğu eğitilmiş elemanlara bu aksama yüzünden kavuşamıyor. Elbette ki, bu neden başta olmak üzere kalite eksikliği yaşanmaya hala devam ediyor.■ Erol AYDIN Daha Temiz ve Daha Sağlıklı Bir Gelecek Mutfaklarda en önemli şey tüm malzemelerin bakteri oluşacak aşamaya kalmadan temizlenmesi ve ardından dezenfekte edilmesidir. Eğer ortamda sıcaklık, gıda ve nem varsa bir de işi zamana bırakırsak bakteriler çoğalmaya başlamışlardır bile. ışarıda yemek yeme alışkanlığının bu kadar arttığı, buna bağlı olarak da restoran, kafe ve catering firma sayısının tırmanışa geçtiği günümüzde en önemli konu artık hijyen. En güzeli de bu kelimenin öneminin bilincinde olan kişi sayısının günden güne artması. Hizmet alan ve veren herkesin aynı bilinçte olması da beraberinde sorunun çözümünü kolaylaştırıyor. Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 D Steward 14 Toplumdaki hijyen bilincinin yayılmasında ve sorunun çözümünde en önemli rol hijyen sektöründe faaliyet gösteren firmalara düşüyor. Ürün değil sistem sunan Melike YENGÜL şirketler bu konuda her zaman bir adım önde. Bu sistem; uygun ürünü, uygun Diversey Portföy Müdürü ekipmanı, servisi ve danışmanlığı kapsıyor. Danışmanlık ve servis kişilerin doğru ürünü doğru zamanda doğru ekipmanlarla kullanabilmesi için firmaların verdiği destek anlamına geliyor. Dolayısıyla müşteriler başından sonuna konu ile ilgili eğitimler alıyorlar. Periyodik olanların yanında müşterilere satış temsilcilerinin ziyarette aktardığı bilgiler de bu eğitime dahil. Hijyen bilincinin artmasının dışında endüstriyel mutfaklarda ekipmandan kullanılan gıdaya kadar büyük değişimler söz konusu. Bu da değişik tiplerdeki bulaşık makinalarının veya yardımcı ekipmanların çeşitliliğinden hazır gıdaya, dondurulmuş, doğranmış hatta işlem görmüş gıdaya kadar uzanıyor. Bu da beraberinde bu ürünlere destek veren firmaların çeşitlenmesine neden oluyor. Dolayısıyla hem yemek sektörü hem de ona destek veren sektörler için yeni kan anlamına geliyor. Restoran, kafe, catering sektöründe hitap ettikleri kişi sayısı ve sektöre bağlı olarak farklı büyüklükte firmalar var. Eğer mutfakta kurallara uyuyorsanız, uygun hijyen seviyesinde bir mutfakla müşterilerinize hizmet sunuyorsanız, iyi ve kaliteli bir otel, tercih edilen bir restoran, birçok referansı olan bir catering şirketi olabilirsiniz. Dolayısıyla bunun da bir maliyeti olacaktır. Bu maliyet işler yolundayken tüm işletmelerin gözünde büyür. Ama hijyen kurallarına uymadığınız veya dikkat etmediğinizde kaybettiğiniz bir müşteri veya bir referansın maliyetini kesinlikle ölçemezsiniz. Diğer açıdan baktığınızda zehirlendiğiniz bir otele tekrar gitmek, kirli bardakta içki servisi yapan bir restoranı dostlarınıza tavsiye etmek, kirli ellerle hamburger sunan bir fastfood’a çocuğunuzu tekrar götürmek ister misiniz? Kısacası hijyenin maliyetini ölçmek çok kolay iken hijyen olmamasının maliyetini ölçmek çok zor. Mutfaklarda en önemli şey tüm malzemelerin bakteri oluşacak aşamaya kalmadan temizlenmesi ve ardından dezenfekte edilmesidir. Eğer ortamda sıcaklık, gıda ve nem varsa bir de işi zamana bırakırsak bakteriler çoğalmaya başlamışlardır bile. Gıdaların korunmasına da dikkat etmemiz gerekiyor. Mutfağa ilk girenin ilk çıkması gibi basit stoklama kurallarına özen göstermek de önemli noktalardan biri. Alışveriş yaparken üretim ve üretim/son kullanma tarihlerine göre satın alma yapmak lazım. Endüstriyel mutfaklarda bulaşık ve genel temizlik alanlarında genellikle dezenfektanlı deterjanları öneriyoruz. Bu çok fazla elde bulaşık yıkanan ayrıca genel temizlik alanları büyük olan yerlerde zaman ve ürün tasarrufu getiriyor. Ayrıca eğer kişiler temizlik yaparken hem temizliyor, aynı anda da dezenfeksiyon yapıyorlarsa daha az yoruldukları için bu ürünleri aynı oranda benimsiyorlar.■ Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 “Endüstriyel mutfaklara dezenfektan öneriyoruz” 15 Steward Hijyen lezzet kadar önemlidir! STEWARD’IN ELBAŞLIK KİTABI Dondurucu ve Soğuk Oda Temizliği oğuk zincire uyulması, gıda zincirinin tüm aşamalarını ilgilendiren bir konudur. Üretim aşamalarından tüketime kadar, donmuş ya da soğutulmuş tüm gıdalar doğru ısıda saklanmalıdır. Buna “Soğuk Zincir” denir. S Dondurma ve soğuk oda işlemi gıdaların korunmasında en kolay, hızlı ve en uygun yöntemdir. Düzgün dondurulmuş ve soğuk odalarda gıdalar, orijinal renk, koku ve yapısını daha fazla korur. Ve genel olarak diğer yöntemlerle korunmuş gıdalara göre daha besleyicidirler. Gıdaların korunmasındaki en pahalı yöntemlerden birinin dondurma yöntemi olmasından dolayı, iyi dondurucu yönetimi çok önemlidir ve para tasarrufu yapılmasını sağlar. İyi Dondurucu ve Soğuk Oda Yönetimi Basamakları • Dondurucuyu serin ve kuru bir alana, sıcaklığın sabit olduğu bir alana yerleştirin. Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15 Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 • Verimli çalışması için en fazla ¾ ü kadar doldurun. Steward 16 • Kapağını/kapısını mümkün olduğunca az açın. • Dondurucu özelliklerine uygun enerji tasarrufları uygulayın • Kapı contalarının temiz ve uygun sızdırmazlıkta olduğundan emin olun. Gerekirse değiştirin • Manuel dondurucuların defrostlarını düzenli gerçekleştirin. • Kondenser serpantinlerini temiz tutun. 1. UYGULAMA 1.1. Kullanılan Ekipmanlar • Bulaşık yıkama deterjanı. • Bulaşık süngeri • • • • • • • • Süpürge Faraş Yer fırçası Yer çekeceği Mob aleti Mob bezi Vakum makinası Dezenfektan Temizlik bezi 1.2. Temizlik Mehmet Ali ÖZTÜRK Holiday Inn İstanbul Airport Steward Şefi • Soğuk odanın Soğutucu panelinden – 0 – tuşuna basarak soğutucu sistemi durdur. • Raflardaki bütün malzemeler dışarıya boşaltıldıktan sonra rafları sök ve yıkanması için çöp odası bölgesindeki yıkama bölümüne götür. • Yağ sökücü ürün sık ve bulaşık yıkama süngeri ile raf ve ayaklarının temizliğini yap. • Dolabın zeminini süpür faraşla topla ve çöpe at. • Duvarları hazırlanan deterjanlı su ve sünger ile ovarak temizliğini yap daha sonra su ile durula ve kuru temizlik bezi ile kurula. • Yerde biriken suyu vakum makinası ile çek. • Zemini suma bac D10 dezenfektanlı su ile yıka. • Yıkama işlemi bittikten sonra zemini, duru su ile durula ve vakum makinası ile suyunu çek. • Çöp bölgesinde temizliği yapılan, rafların parçalarının suyunu süzüp kuruduktan sonra getir ve yerlerine monte et. • Mob aletine taktığın mob bezi ile zemini iyice kurula. • Dolabın kapağını kapat ve soğutucu kontrol panelinden dolabı tekrar çalıştır.■ TALİMATLAR Potwasher Elde Bulaşık Yıkama Talimatı 1.Amaç Stewardig’de mutfaklarda kullanılan tüm metal kap, kacak ve edevatın yıkandığı bulaşık hanede, elde bulaşık yıkama aşamalarını ve şeklini belirleyerek yazılı standarda uygun şekilde uygulama ve devamlılığını sağlamak. 2.Sorumlu Kişiler 2.1 Steward, 2.2 Chief steward. 3.Cihazlar ve Malzemeler 3.a- Scot brite Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 3.b- Ispatula Steward 18 3.c- Çöp bidonu 3.d- Prilon veya ekspres 3.e- Micro sprey j2 3.f- Kuru temizleme bezi, gözlük 3.h-.Eldiven uzun kol, ağız maskesi 4.Talimatlar ve Kurallar 4.a- Kap, kacak, tencerelerin yıkandığı bulaşık hanenin ihtiyaç duyulan bulaşığının yıkanmasına, başlamak için bulaşık teli, bulaşık süngeri, sıyırma ıspatulası ve prilon bulaşık deterjanını işe başlarken yanında hazır bulundur. 4.b- İhtiyaç duyulan eksik malzemeleri L2 steward ofis yanındaki koltuk altı depodan temin et. 4.c- Kiri akıtarak bulaşıkları yıkadığın için işe başlarken yanında bir kova prilon bulaşık deterjanlı suyu, Sebahattin GÜVEN hazır tut. Bir bidon suya, Lares Park İstanbul yani 20 lt. suya 5 bardak Steaward Chief 1000 ml prilon bulaşık deterjanı koy ve bulaşıkları yıkarken bu karışımı kovana bölerek kullan. 4.d- Gelen kirli kap ve kaçağı bulaşık hane tezgâhında istifleyerek yıkamaya başla. Tencere, tava ve tepsilerin çıkmayan yapışmış kirlerini ıspatula ile kazı ve bulaşık teli ile ov. 4.e - Çok ağır, dibi tutmuş olan malzemeyi 10 lt. suya 1 bardak (200 ml.) absorbit yağ çözücüyü koyarak kaynat 4.f- Kap, kacak tava ve tepsilerin, gastronom küvetlerin içini, iç kenarlarını, dışını, dış kenarlarını, köşelerini ve arkasını bulaşık süngeriyle ovarken, çıkmayan kir ve yağlar için bulaşık telini kullan. 4.g- Hiçbir zaman eldivensiz ve ağız maskesiz çalışma, kontaminasyona sebep verme. 4.h- Önce insan sağlığını koruma güvenliğini al sağlığına dikkat et ve yağsız temiz malzeme çıkarmaya çalış.■ TARİHÇE Şarabın Geçmişi Adem beni seviyor musun ? Başka çarem mi var Havvacığım ? ünyada şu anda kuzey yarım küresinde 20 ila 52 derece kuzey paralel ile güney yarımkürede 20 ila 40 derece güney paralelleri arasında mevcut 3000 civarı değişik üzüm türünün atası sayılan yabani asma bitkisi "vitis vinifera" ilk olarak güney Kafkasya'da İ.Ö 8000 - 6000 arasında ortaya çıktı. Yabani olan bu bitkinin İ.Ö 6000'den sonra bağcılık yapılarak geliştirilebilmiş olacağı, şarabın ise toprak kapların yapılma tekniğinin icadından sonra (yaklaşık İ.Ö 5500 / 5000). İ.Ö 6000 yılına ait olduğu belirtilen üzerinde üzüm salkımı olan bir büyük amfora Gürcistan'ın Tiflis şehrindeki müzede sergilenmektedir. Şarabın muhtemelen bir tesadüf sonucu bir kaba bırakılan üzümlerin bir süre sonra fermente olmuş suyunun tadılması yolu ile keşfedilmiş oldu- Rafet İNCE Agaoğlu My City Hotel ğuna inanılır. Exc Chef İran - Irak sınırında yer alan Zağros dağlarında bulunan bir testideki şarap tortusunun 7000 yıllık olduğu anlaşıldı. Bu testi ise şu anda Pennsilvanya'daki arkeoloji ve antropoloji müzesinde sergilenmekte. D Tekvin'de (Yaratılış 9) yazdığına göre Nuh Peygamber, gemisi Ağrı dağında karaya vardığında ilk asma çubuğunu dikip ona özenle bakmış ve elde ettiği üzümlerden yaptığı şarabı içince sarhoş olmuştu. Sarhoş haliyle çadırda çırılçıplak dolaşırken oğlu Ham, çıplak babasına bakmış, dışarıya çıktığında anlatmış ve kardeşleri Sam ve Yafet örtüyü geri geri yürüyerek babalarının omuzlarına bırakıp çıplaklığı görmemeyi tercih etmişlerdi. Babaları ayıldığında Ham'ı bu hareketinden dolayı şiddetle cezalandırmış "Lanetli ol Ham ! Oğlun Kenan kardeşlerinin sonuncu kölesi olsun !" demişti. Kenan şimdiki Filistin civarına yerleşti ve o gün bugün bunca gönderilen peygamberlere rağmen o bölge huzura bir türlü kavuşamadı. Ne kuvvetli laneti varmış Hazreti Nuh'un !.. Fıkra'ya göre Hz. Nuh'un şarabı tufandan evvelki şaraplara benzememiş. Acı ve buruk olmuş. Şeytan şarabı tatlandırmak için bir yöntem önermiş: - Bir tilki, bir arslan ve bir eşek kestirecek ve kanlarını karıştırıp asma çubuklarının dibine dökeceksin. Hz. Nuh şeytanın dediklerini yapmış ve şarap nefis olmuş. Derlerki işte bunun için bir kadeh şarap içen tilki, ikincisini içen arslan, üçüncüyü içen ise... 20 Hititler Steward Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Din kitapları da şarabın ilk çıktığı bölge olarak Ağrı dağı civarını yani aynı coğrafyayı göstermektedir. Şarabın tarihi daha eski olmasına rağmen şarap kültürünün başlangıcının Hititlerde (İ.Ö 4000) olduğu kabul edilir. Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri müzesindeki İ.Ö 3000'nin son çeyreğine ait olduğu sanılan som altından mamul şarap sürahisi ve ayaklı şarap kadehi bulunmuş en eski şarap kabıdır. Konya'nın Ereğli ilçesinde bulunmuş bir taş Hititler, şaraba "Wiyana" diyorlardı. Etimolojik açıdan Hint-Avrupa dillerindeki karşılığı wine, wein, vin, vinum gibi kelimelerin bu kökten geldiği sanılmaktadır. Şarap, Hititlerin önemli bir ihraç maddesi idi. Bugünkü Suriye ve İsrail kıyılarında yaşayan Kenanlılar ve sonra aynı coğrafyada Fenikeliler şarabı geminin altına serilmiş kumlara saplanması için dibi sivri yapılmış amphora'ların içinde Mısır'a, Girit'e ve Yunanistan'a taşıyorlardı. Suriye ve Irak'ta bulunmuş olan bazı tabletlerde şarapların ova veya dağlık arazideki üzümlerden yapılmış olmasına göre iki kaliteye ayrıldığı, dağlık bölge şaraplarının diğerlerine nazaran daha pahalı olduğu kayıt altına alınmış. Kuzeyde ise Hititlerin şarabını Traklar satıyordu. Bir yandan da Asurlu tacirler tarafından şarap 250 - 300 eşeğin oluşturduğu kervanlarla Mezopotamya bölgesine İran'a ve Hindistan'a taşınıyordu. Doğu geleneğine göre ise şarabı İran şahlarından Cemşid bulmuştu. Onbeş gün boyunca yedikleri üzümün kay- Mezopotamya'da bağcılık ve şarapçılık, Asur hükümdarı Assurbanipal zamanında çok gelişmiştir. Assurbanipal'in sarayının asma bahçesi çok meşhurdu ve kral bu bahçede yaptırdığı bir çardakta tahtta oturur, kraliçe ile birlikte şarap içerdi. Egon Friedell Mısır ve Eski Doğunun Kültür Tarihi adlı kitabında Babil'i şöyle anlatıyor: "Babillilerin sofra ihtişamı sefahat eğilimli idi. Sofra zevkleri her türlü narkotik ile arttırılıyordu. Makbul olan şarap Şam'dan ya da Filistin'den gelendi." Gılgamış destanın Babil versiyonunda canlıları çift çift teknesine alıp selden korumak isteyen kaptan Utnapishtim teknenin yapılması sırasında "çalışanlara bira, yağ ve şarap verdim nehirler dolusu içtiler" der. Demek ki şarap Tufandan evvel de vardı. Sonraları, Mısırlılar Hititlerden şarapçılığı öğrenmişler ve Firavunlar devrinde şarap imal etmeyi başarmışlardır. Onlar da cibreyi çarşaf şeklinde bezlerin içine doldurup bezin ağzını bükerek suyunu bir daha sıkma usulünü bulmuşlardır. Mısırlılara göre şarabı yeraltında da büyük gücü olduğu bilinen tarım tanrısı Osiris bulmuştu. Herodot'a göre yeni ay günü Mısırlıların yaptığı "O geri döndü" festivalinde bütün yıl tüketilenden fazla şarap tüketilirdi. ■ Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Hititlerde Telepinu ölümsüz ana ve babasına ölümlülerle oyun oynayan, söz dinlemez bir afacan oldu. Hiç sebep olmaksızın şimşeği oraya buraya fırlattı, gizleri ortaya döktü, şarap tanrısı olup insanları sarhoş etti, mevsimleri birbirine karıştırdı. Telepinu, Hititlerde çok sevilen, popüler bir tanrıydı. nadığını görünce tadını beğenmemiş, bir kaç gün sonra üzüm suyu durulunca zehir diyerek süzüp bir şişeye doldurmuşlardı. Dayanılmaz bir baş ağrısı çeken bir cariye intihar etmek için bu suyu içince faydası ve tadı görülmüş oldu. Bu nedenle şaraba Şahdâru adı verildi. 21 Steward kabartmada Hitit Kralı Varpalavas iki elini bereket tanrısı Tarhu'nun karşısında kavuşturmuş bereket dilerken Tanrının elinde o zamanın iki en değerli gıda maddesi görülmektedir: üzüm ve buğday. Üzüm, Tarhu'nun sağ elinde olduğuna göre, üzüme buğdaydan fazla önem verilmektedir. ŞEFİN MASASI N A Ğ O D R E i a z e Dede mesleğini Michelin yıldızlı şeflerle sürdürüyor S Çırağan Palace Kempinski İstanbu’un ilk Türk Şefi, Öğrenmenin ve Öğretmenin Sonu Olmadığını Anlatıyor. Yazı: Elif TOPBAĞ Fotoğraflar: Seçer ALÇINKAYA ünyanın en iyi şefleri dendiğinde akla ilk gelen Fransızlar ve İtalyanlar olur. Son yıllarda tekrar dünyaca ünlü yemek yarışmaları ve festivallerinde sivrilmeye başlayan İskandinavları da tabii ki es geçmemek gerekir. Belki biraz zorlanarak ezberlemeye çalıştığımız isimlere sahip şeflerin hâkimiyeti tüm dünyada ve ülkemizde hâkimiyetini sürdürecek diye düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz demektir. Neden mi? Ülkemizde uluslararası arenada büyük başarılara imza atmış ve saygınlık kazanmış mutfak şeflerinin sayısı gün geçtikçe çoğalıyor. İşte bu şeflerin arasındaki neredeyse en önemli isim; Sezai Erdoğan. Saat 11.00 sularında geldiğimiz Çırağan Palace Kempinski İstanbul’un eşsiz konumu ve sahip olduğu büyüleyici manzara, bizi kısa sürede etkisi altına alıyor ve bambaşka bir dünyanın içine sokuyor. Kısa süre sonra Laledan Restaurant ve otelin görkemli mutfağı arasında gerçekleşen doyumsuz bir söyleşiye başlıyoruz. Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 D Steward 22 İyi bir şef yıllar içinde oluşur Başarının asla tesadüf olmadığını düşünenlerdenim. Sezai Erdoğan’ın işi hakkında söylediklerini dinlerken bunun doğruluğuna bir kez daha inanıyorum. Çırağan Sarayı'nın ilk kurulduğu yıllardan bu yana hizmet veriyor Sezai Erdoğan. Soğuk Mutfak Şefliği ile işe başlıyor. Şef olana kadar da farklı görevlerde çalışmış ve dolayısıyla farklı tecrübeler edinmiş, getirildiği tüm pozisyonlardan sevgi ve saygı İle bahsediyor. Çalıştığı yıllar içerisinde İngiltere’ye giderek hem dilini geliştirmiş hem de işi hakkında eğitim almış. Ala in Ducasse, Roger Verge ve Michel Troisgros gibi dünyanın önünde saygı ile eğildiği şeflerle birlikte çalışmış. Öğrenmenin sonu olmadığını düşünenlerden "İyi bir şef yıllar içinde oluşur” diyor İşi ile ilgili yenilikleri takip etmek için, yabancı basını takip ediyor, seyahatlere çıkıyor ve bu işle ilgilenen profesyonellerle bir araya geliyor. “Çırağan'da çalışıyorsanız klasik ve modem harmanlanmak Çalışanımızın Osmanlı tarihini biliyor, algılıyor olması ve yeni teknikleri uygulayabilmesi çok önemli" diyerek sık sık eğitimler düzenlendiğini de sözleri ne ekliyor. Ben de söyleşimiz sırasında bu eğitimlerden zevkle nasibimi alıyorum. Biraz hayal kırıklığı yaşasam da mantının 18. yüzyılda Çin’den geldiğini öğreniyorum. Tütsülenmiş yaban levreği, yer mantarlı patates graten, kızarmış bamya ve limon tereyağ sosu ile Karpuz, beyaz peynir ve kırmızı soğan Sezai Erdoğan Açılından bu yara Çırağan Palace Kempinski İstanbul'un mutfağında bulunanan Sezai Erdoğan, otelin ilk Türk Aşçıbaşısı olarak, terfi etti. New York'taki The Plaza da Türk Yemekleri Festivali düzenlemekten Alain Ducasse, Marc Meneau gibi efsane şeflerle çalışmaya; 26 yıllık mutfak tecrübesi bulunan Erdoğan, otelin tüm yiyecek operasyonundan sorumlu. Dede mesleği aşçılığa küçük yasta kapılan Erdoğan, Çırağan Paiace Kempinski İstanbul'a, otelin açılış yılı 1990'da girdi Otelde çalıştığı sürece İngiltere North East Surrey College of Technologyde ve İsviçre'nin meşhur Glion Otelcilik Okulu gibi değerli okullarında bir yandan akademik eğitime devam elti. Soğuktan tatlıya mutfağın her bölümünde tecrübe edinen Şef Erdoğan 2004’te Kıdemli Mutfak Şefi, 2005'te ise Yardımcı Aşçıbaşılığa yükseldi. Bugune dek Dubai. Tokyo, Mumbai, St. Petersburg ve Bangkok dâhil dünyanın dürt bir kösesinde düzenlenen Türk yemek festivallerine katılmış, Kempinski grubundaki pek çok otele açılış desteği vermiş Şef Erdoğan en unutulmaz deneyimini ise otelin 1995'de düzenlenen Fransız Yemekleri Festivali'nde yasanmış. Festival boyunca iki ayda bir değişen Michelin yıldızlı konuk şeflerle Çırağan Palace HUSÛSİ İstanbul'un mutlağında bire bir çalışmış olan Erdoğan'ın listesinde ALain Ducasse, Roger Verge. Miçhel Troisgros, Marc Meneau gibi seller var Erdoğan 200 e yakın mutfak personeLını yönetiyor. Yiyecek ve içecek Direktörü Michael Braun önderliğinde yapılan yeniliklerde aktif bir rol oynayan şef, İngilizce ve Japonca biliyor. Fotoğraf: www.gida2000.com/?p=1563 Osmanlı mutfağına olan ilgisini her fırsatta dile getiren Sezai Erdoğan, 17. yüzyılın bitişi ve 18, yüzyılın başlarında domatesin Osmanlı mutfağına girmesiyle birlikte yaşanan değişiklikleri anlatıyor. Tas kebabı ve daha birçok yemek domatesin gelişiyle şenlenmiş. Asya ve füzyon mutfağını da yarada ve atletik buluyor; bu mutfaklarla da oldukça ilgili. Mevsimi hissetmek “Böylesine önemli bir otelin mönüsünü hazırlarken en çok neye dikkat ediyor" diye soruyorum. Yüzlerce konuk, sayısız istek, müşteri memnuniyeti gibi kelimeler aklımdan geçerken "doğal" bir cevap alıyorum. Sezai Erdoğan; “Otel mönüsünü hazırlarken tabii ki mevsimi hissetmeniz lazım. Mevsimin yeni çıkan meyveleri beni çok heyecanlandırıyor. Mönü oluştururken doğa ile iç içe olmak çok önemli" diyor. Her sabah otelin mutfağına girecek sebze ve meyveleri özenle seçiyor. “Bu benim için sabah kahvesinden daha önemli, hatta sabah yüzümü yıkamak gibi" diye de ekliyor. Otel mönüsünü sezonun Öne çıkan yıldızlarına göre hazırlıyor. Mevsiminde kullanılan seb2e ve meyvelere göre mönü şekilleniyor. Seçilen sebze ve meyvelerin organik olmasına da özen gösteriliyor. Balık ve et seçiminde de bir o kadar titiz. Dondurulmuş balık ve et, otel mutfağından içeri asla giremiyor. Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Keyif mi, yoksa haz mı? Steward 24 Sıra şefimizin hazırladığı harika yemekleri tatmaya geliyor. Tütsülenmiş yaban levreği, yer mantarlı patates graten, kızarmış bamya ve limon tereyağı sosu ile denen-meye değer, Yemeği tadarken şefimizin anlattıklarım bir daha düşünüyorum. Taze ve organik sebzeler, balık seçimi, işinize olan saygı... Sadece balık değil, mantarlı patates graten ve yanındaki sebzeler de tek tek harika tatlara sahip. Ben de her 3 kişiden 2’si gibi bamya sevmeyenlerdenim. Pek şaşılacak bir durum değildir; seveni az bulunan bu kadersiz sebzeyi bir gün yiyeceğim ve sonra bir daha yemek isteyeceğimi de düşünmezdim doğrusu. Sunum ve tekniğin önemini bir kez daha hatırlıyorum. Yemek yerken, keyif mi yoksa haz almak mı isterseniz. Belki de bu sorunun cevabını düşünmek gerekiyor. Elbette, açsanız ve iyi hazırlanmış bir yemek yerken keyif alırsınız, ancak bunun bir kademe üstü de benim için haz almak." O nasıl oluyor derseniz: Her yediğiniz lokmayı hissetmek ve tek bir lokmanın dakikalar boyunca size zevk vermesi olarak açıklanabilir. İnce ve hummalı bir çalışma sonucu hazırlanan patates graten de işte bana böyle haz veriyor. Yediğim levreğin tadını da siz hesap edin. Karpuz, organik yeşillikler, avokado... Hepsi ayn ayrı harika tatlara sahip. Bu tatlan Çırağan Palace Kempmski'nin sunduğu Boğaz manzarası eşliğinde denemek ise tarifi zor bir deneyim. Otelin birbirinden farklı mekânları; Laledan Restaurant. Tuğra Restaurant & Lounge ve Bosphorus Grili'de enfes yemeklerin tadına bakabilirsiniz. Unutmadan söyleyelim otelin bir diğer mekânı Gazebo Lounge’un birbirinden leziz pasta ve çikolatalarına mutlaka midenizde yer ayırın.■ Şefin bir günü Departman müdürlerinin katıldığı sabah toplantısı ile güne başlıyor Hemen ardından, hassasiyetle sebzeleri meyveleri kontrol ediyor. Tedarikçilerle ürünler hakkında konuşuyor. Bu da ona, günün mönüsü ve daha sonraki günlerde hazırlayacağı mönüler hakkında fikir veriyor 11.00 civarı balık ve etler geliyor. Özellikle rutubet ve sıcak yaz günlerinde, et ve balık seçiminde çok hassas davranıyor! Öğlen yemeği ardından saat 15,00'e kadar personelini dolaşıyor, stajyerlere önerilerde bulunuyor. Öğretme ihtiyacı hissettiği şeyleri gösteriyor. Saat 15.00 de mutfak şefleri ile birlikte toplantı yapıyor. Günün önemli işlerini, ertesi gün ve ileriki gürlerin programların» konuşarak değerlendirme yapıyor. Öğleden sonra cay saati, otelin seçkin mekânı Gazebo'da başlıyor ve şefimizin günü biraz saray tarafına kayıyor. Saal 17,00- 18 00 e doğru, Tuğra Restaurant ile ilgili tadım ve yeni ürünlerle ilgili takipler başlıyor. Aksam saatlerinde ziyafet ve kokteyller başlıyor ve saat 22.00*23,00 e kadar bu yoğunluk devam ediyor. Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 İLETİŞİM Steward 26 Füsun BAYSAN İletişimci Artık yaşamın her alanında “biz” ve “ötekiler” var. Biz büyüdük, dünya küçüldü. Bizi biz, ötekini de öteki yapan özelliklerimiz çoğaldı, değişim gösterdi ve artık farklı olan ile yaşamayı öğrenebilmek dahası becerebilmek başlı başına bir toplumsal yetenek haline gelmeye başladı. n e d ü n r a l ı ü r S Ay Kara Koyu n yastıklarda geceyle gündüzü karşıladık. H Biraz daha büyüyünce bütün bu sahip olduklarımızın bir kısmını değiştirebildiğimizi fark etmeye başladık. Öyle ya ağaç değildik, beğenmiyorsak yerimizi, seçimlerimizi değiştirebilirdik. Başka mahalleler, şehirler ülkeler vardı yaşayabileceğimiz. Köyümüzdeki kuruyan çeşmeleri, şehrimizde yüzümüze kapanan kapıları geride bırakıp yeni hayatlara, yeni yerlere yelken açabilirdik. Şimdi göç etme vaktiydi. Düştük yollara büyük umutlarla. Bu şehir arkandan gelecek Göç yolları göründü bize. Görünür elbet. İnsanlık tarihi biraz da göçlerin tarihi değil mi? Zamanında yeni yerler keşfetmek için kervan düzen atalarımız sonrasında da yerinde durmamış bir türlü. Meraktan gitmiş gidebildiği kadar. Zenginlikten 27 Steward içbirimiz dünyaya kendi isteğimizle gelmedik. Ailemizi, genetik miraslarımızı hatta cinsiyetimizi ve doğal olarak ülkemizi seçme şansımız yoktu. Çığlık çığlığa doğup, üstat Freud’un bir dolu bilimsel kompleks bulmasına destek verircesine iyikötü çocukluk dönemleri geçirdik. Anne babamız güzelse güzel, çirkinse çirkin olduk. Teyzelerden, amcalardan, dede ve ninelerden miras hastalıklar, huylar, karakter özellikleri ile hayatı tırmaladık durduk. Kimimiz ağzında altın kaşıkla doğdu, kimimizin o kaşığı dolduracak bir tas çorbası bile yoktu. Kimimiz biz doğmadan çoook önce başlamış iç savaşların, aşiret kavgalarının, kan, şiddet, gözyaşının içine doğduk, kimimiz bilgisayarda savaş oyunu oynayan çocuklar arasında bulduk kendimizi. Annemizin getirdiği kekle birlikte sütlü kakaomuzu içip, yumuşacık Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Biraz biraz büyüdükçe, çevremizi algıladıkça, kişiliklerimiz geliştikçe, meraklı olup çok soru sordukça hepsinin bizim gibi olduğunu sandığımız insanların yalnızca en boy, saç rengi, göz rengi, ak deri, kara deri olarak değil, parası olan ve olmayan olarak da farklı olduğunu görmeye başladık. Sonra dinlere göre ayrıldığımızı, yetmedi mezheplere göre farklılık gösterdiğimizi, şehre göre, ülkeye göre bambaşka hayatlar yaşayabildiğimizi gördük. Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 pay almak için gitmiş. Yeni topraklar, yeni ganimetler bulmak için gitmiş. Kendinde olmayanı bulup getirmek için koşmuş atları arabalara. İyiliğe kötülük, yarenliğe hainlik, huzura karmaşa, hayata ölüm karışmış. Steward 28 Önceden gelip oturan, sonradan gelen herkese kuşkuyla bakar olmuş. Geceleri tekinsiz uykulara yatmış, bir sabah uyanıp görmüş ki kendi ülkesinde yabancı oluvermiş. Öyle ya ne demiş şair “Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir.” Değil şehrini, gelen kendi ülkesini de getirmiş beraberinde. Önce küçük küçük mahalleler kurmuş sonradan gelenler. Eşi dostunu da çağırmış, onlar da yüklenmiş yatağını yorganını düşmüş yollara. Üçken beş, beşken yirmi, yirmi iken yüz olmuşlar. Tabi “Nerede karnın doyuyorsa evin oradadır.” diyorlardı değil mi? Bugün sayıları hızla tükenmekte olan Avustralya yerlileri Aborjinler veya Amerikan filmleri sayesinde kendilerinden haberdar olduğumuz Kızılderililer kim bilir neler hissettiler beyaz adamlar ülkelerini işgal edince. Hadi onlar çok uzaktalar diyelim, örneğin, biz sonradan gelenler sokak sokak ele geçirdikçe İstanbul’u, üç kuşaktır İstanbullu olanlar ne hissetmişlerdir acaba? “İnsan bir kere bile aç kalmaya görsün toklukta bile gözü doymuyor” misali büyük kente gelenler kapıcılıktan temizlikçiliğe, seyyar satıcılıktan hastabakıcılığa kentin bütün ince ve kalın damarlarına sirayet ederken mesele çoktan aş ve iş olmaktan çıktı belki de. İşlek bir caddenin medeniyet ölçüsünün o caddedeki kebapçı ve çiğ köfteci sayısı ile ölçülmesini kentliliğine yediremeyen şehirliler ise sahil kasabalarına doğru düştüler yollara. Bu kentte yaşanmaz artık, diyerek birden Gümüşlük yerlisi, Ayvalık hemşerisi oldular. Butik otel ve pansiyonlar, afili hediyelik eşya dükkânları, tahta sandalyeli süslü kafeler onlardan sorulur oldu. İster kentte, ister köyde kültürel şifreler birbiri ile çatıştıkça her kesim kendi gettosuna daha bir sarılır, sahip olduğu değerlere ölümüne sevdalı ve kendine benzemeyeni de daha bir ötekileştirir oldu. Böylece ötekileştirme, ayrımcılığı koluna taktı, kimse kimseyi anlamadı, anlamaya da çalışmadı. Herkes farklı, herkes eşit Artık yaşamın her alanında “biz” ve “ötekiler” var. Biz büyüdük, dünya küçüldü. Bizi biz, ötekini de öteki yapan özelliklerimiz çoğaldı, değişim gösterdi ve artık farklı olan ile yaşamayı öğrenebilmek dahası becerebilmek başlı başına bir toplumsal yetenek haline gelmeye başladı. “Azınlık” ve “çoğunluk”, “biz” ve “öteki”nin kan kardeşi oldu. Biz çoğunluktuk, sonra öteki geldi yani azınlık. Ne zaman oldu, nasıl geldi bilmiyoruz. Ya da kendi çoğunluğumuzdan ayrılıp bir başka çoğunlukta azınlık olmayı göze alarak biz düştük yollara. Bu yollar kimi zaman başka yerler oldu, kimi zaman başka kişisel özellikler. Öteki olmanın her fırsatta hissettirildiği bir toplumda yaşamayı bilerek yaptık seçimlerimizi. “Normal” olan kendi gibi insanlarla çevrili bir kürsüde birincilik madalyası alırken, biz “anormal” olmayı ve kendi kürsümüzün birincisi olmayı daha çok önemsedik. Sürüden ayrılan kara koyun olduk. Dilekler hayatı değiştirmez. Değiştirseydi her şey ne kadar kolay olurdu değil mi? Üstelik “Bütün insanlar kardeştir, bu dünya hepimizin.” benzeri sevgi pıtırcığı deyişleri birbirimizle paylaştıkça daha hoşgörülü, daha iyi bir yer de olmuyor dünya. Aslında biz hep başkaları değişsin istiyoruz. Ötekiler çoğunluğa uysun, hatta popüler tabirle entegre olsun, değişsinler istiyoruz. Ötekilerin gözünden bakmıyoruz hiç “Öteki” olmadıysak hiç, onu nasıl anlayabiliriz ki? “Toplumsal dışlanmanın” nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsak, gelin küçük bir deneme yapalım birlikte. İlk adım sürüden ayrılan kara koyun olma cesareti göstermek olabilir mi? Veya ak koyunlardan olup da kara koyuna sahip çıkmak? Diyorlar ki “Cesur bir kez korkak ise bin kez ölürmüş”. Belki de bütün mesele kurdun karşısına birlikte çıkmaktan korkmamaktır. Kim bilir?■ Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Çeşitlilik zenginlik değil midir? Hepimiz birbirimize benzeseydik her anlamda hayat nasıl olurdu ya da dünya? Farklı olana karşı merakımız ve değişik kültürlerle bir arada olma isteğimiz olmasa yollara düşer miydik? Biriktirdiğimiz deneyimler, yani yaşanmışlıklarımız elbette çok kıymetli. Ancak onların önyargı elbisesi giymiş halleri bizi pek çok açıdan kısıtlıyor olabilir mi? Öyle hemen yollara düşmemiz de gerekmiyor bunun için. Gidelim ailemize/arkadaşlarımıza cinsel tercihimizin farklı olduğunu söyleyelim, ya da din değiştirmek istediğimizi veya kapalıysak açık, açıksak kapalı olmak istediğimizi. Ve sonra tepkilerini izleyelim. Yaşayarak öğrenelim “ötekine duyarlı ve özenli” olabilmenin kıymetini ve çok da zor olmadığını. Belki o zaman biz de farklı olduğu için, azınlık olduğu için, anormal olduğu için “dışarıda bırakılmanın” ne demek olduğunu görüp, herkesi içine alan bir ülkünün peşinde koşabiliriz. Daha iyi ve daha adil bir dünya ülküsünün. 29 Steward dünyaya, hayatımıza. Değişime inanıyorsak önce işe kendimizden başlamamız gerektiği çok açık ki işimize gelmiyor. Oysa artık bugün konuşmamız gereken entegrasyon yani birbirine uyum sağlamak değil belki de, hepimizi birlikte içeren yeni bir aile, mahalle, şehir, toplum veya ülke oluşturmayı nasıl başaracağımız. Otomobil uçar gider mi? TASARRUF MUTFAK ildiğiniz gibi dergimizde daha çok iş hayatı, kariyer, stres yönetimi, tüketici hakları gibi konularda yazmaya gayret ediyorum. Bu sayıda da benzer bir temayı işlemeye karar vermişken benzinin litresinin 5 lirayı aştığı haberlerini okudum gazetelerde. Ertesi sabah yola çıkmadan depoyu doldurmak için benzinciye uğrayınca da litresine 5 lira 7 kuruş bayıldığım benzini çok daha tasarruflu kullanmak için deneyimlerimi paylaşayım istedim. B Bugün tüm araç sahiplerinin ortak derdi aşırı artan yakıt fiyatlarıdır. Aracınız ister benzinli, ister dizel, isterse de LPG’li olsun bu artıştan Zeynep GÜR etkilenmemesi mümkün değil. Benzin istasyonlarına daha seyrek uğramak ve yakıt tüketiminde % 40’a varan tasarruf sağlamak bütünüyle sizin elinizde. Bunun için bazı basit kurallara uymanız yeterli olacaktır. İsterseniz gelin bu basit kuralları hatırlayalım ve hem kendi bütçeniz, hem de ülke ekonomisine katkı sağlamak üzere uygulayalım. Aracımızda neleri ihmal etmemeliyiz? Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Öncelikle şunu belirtelim. Yüksek yakıt tüketiminin temel nedeni sürücü alışkanlıklarıdır. Bunlara değineceğiz zaten. Ancak aracınız ile ilgili olarak da yapmanız gereken şeyler olduğunu unutmayalım. Aracın düzenli olarak yetkili veya güvenilir bir serviste bakımının yaptırılması, periyodik araç muayenesi ve egzoz ölçümü yapılmayan araçların yakıt tüketimi siz ne kadar dikkat etseniz de fazla olur. Yanmış ve ömrünü doldurmuş bir yağ ya da tozlu bir filtre ile yol alırsanız hem daha çok yakıt tüketirsiniz hem de aracınızın performansı daha düşük kalır. Öncelikle bu bakım işini ihmal etmemenizi öneririm. Steward 30 Bir diğer dikkat edilecek unsur da lastiklerin basınçlarıdır. Lastik basınçlarını mutlaka üreticinin belirlediği değerlerde tutmakta fayda var. Özellikle caka satmak için düşürülen lastik basınçları, lastiğinizi dışarıdan daha hoş gözükmesini sağlayabilir ancak bu hem fren güvenliği hem de benzin tüketimi açısından size zarar verir. Benzin alırken nelere dikkat edelim? Yaz aylarında daha çok araba kullanırız. Tatiller, kısa şehir dışı turlar, memleket ziyaretleri derken asıl kilometreyi yaz aylarında yapar birçok insan. Bu nedenle yazın güneşte kalan ve içi aşırı ısınan aracı çalıştırmadan önce camları açarak içerdeki aşırı ısınmış havanın dışarı atılması gerekir. Trafiğin yoğun olduğu yerlerde klimanın devridaim (iç havalandırma) sistemi çalıştırılması ayrıca önemlidir. Çünkü bu durumda klima sistemi aracın içindeki soğumuş havaya alarak soğutma işlemini yapar. Ancak klimayı sürekli bu şekilde çalıştırmak aracın içindeki oksijeni azaltacağından sürücü ve yolcularda halsizliğe neden olur. Bu nedenle en geç yarım saatte bir aracın içine temiz hava almanız önemlidir. Çoğumuz farkında değiliz ama aşırı sıcak havalarda benzine daha fazla para öderiz. Benzin kilo ile değil litre ile ölçüldüğünden sıcak havalarda daha fazla genleşmiş benzin alınacağından bir depoda 1-2 litreye varan farklar olabilmektedir. Bu nedenle mümkünse benzini sabah ya da gece vakti almaya gayret edilmelidir. Havanın soğuk olduğu saatlerde benzin satın alarak, hem benzin buharlarının atmosfere kaçmasını önlersiniz hem de daha yoğun benzin satın alırsınız. Unutmayınız ki yakıt pompası yakıt hacmini ölçer, yakıt yoğunluğunu ölçmez. Yakıt yoğunluğu arttıkça daha ağır benzin satın almış olursunuz. Sürüş anında nasıl davranmalıyız Az benzin tüketmenin temel şartı gaza ve frene daha az basmaktır. Ani hızlanmalar, ani frenler, sürekli atak araba kullanmak, trafik ışıklarına son sürat yaklaşıp son anda frene basmak, öndeki aracı çok yakından takip etmek benzin tüketimini artıran en önemli unsurlardır. Şu basit kuralları uygularsanız yakıt tüketiminizin ve trafikteki stresinizin dramatik şekilde düştüğünü göreceksiniz. - Trafik hariç bir yerde 30 saniyeden fazla kalıyorsanız aracınızı durdurunuz. - Aracınızın vitesini nazikçe fakat hızlı olarak değiştiriniz. Aracınızı çalıştırıp ani hızlandığınızda, normal seyir esnasındaki değerden yüzde 60 daha fazla yakıt tüketimine neden olursunuz. Aracı yavaş yavaş hızlandırınız ve yavaşlatınız. Yani ayağınız gaz ve fren pedalına hep daha az ve daha yavaş dokunsun. - 95 kilometre/saat hızın üzerinde her 8 kilometre/saat için yüzde 10 daha fazla yakıt tüketirsiniz. Hız arttıkça yakıt tüketimi de yükselir. Örneğin, bazı araçlarda 130 kilometre/saat hızdaki yakıt tüketimi 80 kilometre/saate göre neredeyse iki kat fazladır. Otoyolda giderken 130 kilometre/saat yerine 110 kilometre/saat ile gitmek her 100 km'de % 15-20 tasarruf sağlayabilir. Gideceğiniz 100 km'lik mesafeye sadece 8 dakika sonra ulaşmış olursunuz. Şehirlerarası yollarda yol boş olduğunda sabit hızda gitmek yakıt tüketimini azaltır. Sürekli olarak gaz verip bırakarak hızlanmak ve yavaşlamak yakıt tüketimini artırır. - Yokuştan çıkış aracın düz yoldakine göre çok daha fazla yakıt tüketmesine neden olur. Yokuşlarda fazla yakıt tüketimini mümkün olduğunca azaltmak için yokuştan önce düzlükte hızlanmak ve yokuşta gazı sabit tutmak ve hız azalsa da artırmamak gerekir Yokuştan inişteyse, yokuş yeterince dikse, gaz vermeden viteste inmek motora giden yakıtın tamamen kesilmesini sağlar. Motor, çalışması için yakıt gerekmediğini algılayarak yakıtı tamamen keser ve bu sayede eğime bağlı olarak sıfır yakıt tüketimiyle inmek mümkün olabilir. Yokuş aşağı boş vites ile inmek hem tüketime sebep olur hem de risk oluşturur. Unutmayınız ki altınızdaki bir makine. Diğer tüm makinelerde olduğu gibi araçlarda da belli sınırların ötesine geçildiğinde fizik kuralları devreye girer. 110 km’nin üzerindeki her hızda kontrolüm sizde değil altınızdaki makinede olduğunu unutmayın. Siz kontrolün elinizde olduğunu düşünseniz de gerçek öyle değildir ve fizik kuralları ne ABS ne de başka güvenlik donanımları dinler. Aracınızdaki tüm güvenlik donanımları ancak ve ancak fizik kuralları dâhilinde çalışabilir. Bunun için de 110 km hız limiti can güvenliğinizi güvenceye alırken aynı zamanda da yakıtı çok daha tasarruflu kullanmanızı sağlar.■ 31 Steward - Motorun özelliklerine bağlı olarak mümkün olduğunca yüksek vites seçilmelidir. Yüksek hızda düşük vites kullanmak veya yüksek viteste düşük hızla gitmek yakıt tüketimini arttırır. Yani aracınızı mümkün olduğunca 2000 dakika/devir de kullanınız. Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 - Aracınızdaki fazladan 45 kilogramlık ek yük için yüzde 7 ekstra yakıt tüketirsiniz. Bu nedenle bagajdaki fazlalıklarınızı mutlaka kontrol ediniz. Eyvah Oğlumun Memeleri Var! Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Steward 34 GÜNLER GEÇERKEN ...Gazeteleri okuyamaya başladım.”Kola eroin etkisi yapıyor” diye bir manşet. Hayrıdır inşallah, böyle tehlikeli bir içecek olsa devlet büyüklerimiz buna bir hal çaresi bulmazlar mı?... h Recep amca ah; “ Cuma akşamı iş çıkışı babanı, Gökhan Nuri’yi, berber Nihat’ı kap getir. Karadeniz’in serin ve dalgalı sularına dalalım’ diye bizi çağırmıştı. Başıma geleceği biliyordum. Cuma iş çıkışı İstanbul’da herhangi bir yere oflayıp puflamadan gidilebiliyor mu acaba! Ben daha sabahtan strese batmışken, babam ve Gökhan Nuri, mayoları, terlikleri, güneş kremlerini çantaya tıkıştırmakla meşgullerdi. “Akşam iş çıkışı sizi alırım.” dedim, evden çıkarken. Dede torun fısır fısır bir şeyler konuşmaya dalmışlardı. İlginç, dede torun ilişkisi, baba oğul ilişkisine göre daha uyumlu yaşanıyor. Babalar kendi çocuklarına gösteremedikleri hoşgörüyü, torunlarına alabildiğine gösteriyorlar ve ortaya dede, baba, torun üçgeninde disiplin sorunu çıkıyor. Torunlar şımartılıyor. Biz babamızla üç laftan çok konuşmaya fırsat bulamazken, Gökhan Nuri neredeyse tüm gün dedesiyle laf cambazlığında. Çocukken uzun süre babamın dilinin olmadığını sanıyor- A dum. Adam yalnızca gözleriyle yönetiyordu bizi. Yaptığımız ona göre kötü ise; sağ kaşı havaya kalkıyordu. İyi bir davranışımız varsa göz kırpıyordu. Oysa şimdi torunuyla kafesine alışmış muhabbet kuşu gibi şakıyor. Hoş bizle de konuşuyor artık fakat yine ses tonunda hizaya gel havası var. Tüm günü dede-baba-torun Taner GÜREL arasındaki ilişkiyi haset Sosyolog edip, düşünerek akşamı ettim. Cuma akşamı yola koyulduk. Eh yani herkes aynı yere mi gidiyor. Yine birinci vitesleyiz. Çekmeköy’ü geçelim, trafik rahatlar hayalindeyiz. Araçlar ip gibi dizilmiş. Petrol lobisinin adamları ellerini ovuşturuyorlardır şimdi. Lıkır lıkır yakıt harcanıyor. Nasıl kent bu, insanın bir gününde 3-4 saati yollarda geçer mi yahu. Eşekle seyahat etsek daha hızlı gideriz. Bu kez aldırmayım dedim. Stres kayayı aşındıran su damlası gibi ruhumuzu aşındırıyor. Boş verdim. Bu kent böyle... Zaman bedava. Dikiz aynasından baktım, arka koltukta oturanların trafikle ilgisi yok, fırından Akçaabat ekmeği alırız, karpuz, peynir, domates, kola, meyve suyu saydırıp duruyorlar. Trafikten kurtulmamızla kendimizi Şile’de bulduk. Fırtına gibi eve daldık ve o hızla üstümüzü değiştirip denize doğru yöneldik. Deniz, kumsal, güneş... Kıyıya geldik Dalgalar sahili dövüyorlardı. Kendimizi çırpınan Karadeniz’in kollarına bıraktık. Bıraktık dediysem. İlkin ayak bileğimize kadar girdik, suyun soğukluğu kıyıya geri dön demekte. Dizimize gelene dek ilerledik, suyla iddialaşmak zor, olacak gibi değil dalmak gerekir. Dalmamla iki kulaç atıp kıyıya dönmem bir oldu. Kum ve güneşle baş başa kalmak daha keyifli geldi bana. Bizimkiler denizde, kahkahalarından yer gök inliyor. Babamın Gökhan’la birlikte amuda kalktığını, arka arkaya üç taklasına iddiaya girdiğini şaşırarak izliyorum. Belki de adamcağız oğulları ile yaşayamadıklarını, torunları ile yaşamakta. Vakit geçsin diye gazeteleri okuyamaya başladım.”Kola eroin etkisi yapıyor” diye bir manşet. Hayrıdır inşallah, böyle tehlikeli bir içecek olsa devlet büyüklerimiz buna bir hal çaresi bulmazlar mı diye kendi kendime söylenirken, Nihat amcanın büzüşmüş vaziyette denizden çıkıp geldiğini gördüm. “Ne oldu ya yüzün değişmiş” dedi.” Kola eroin gibiymiş” dedim. “ Tabii, tabii yüksek oranda şeker ve kafein var ondandır.” dedi. “Kim demiş bunu” diye sordu. “Canan Karatay hanım bir seminerde “ obezitenin vücut yağlanması demek olduğunu, bu yağların 20 çeşit hormon ürettiğini, hormonların beyinde damar yolu tıkanması, gözlerde katarak, kalp krizi, felç gibi hastalıkların nedeni olduğunu” söylemiş. Ayrıca” kola, patates kızartması, pilav, makarna, enerji içecekleri, taze sıkılmış ve hazır meyve suları, tatlı şeyler, kek, gofret, bisküvi gibi şeyler aşırı insülin salgılanmasına neden olur” demiş. “Allah Allah “dedim. “ Yahu bir kutu kola içince başımıza gelen bakar mısın Nihat amca!”. “10 dakika içinde on tatlı kaşığı şeker kana karışıyor. Bu vücudumuzun günlük ihtiyacının yüz katı kadar şeker demek. Yirminci dakikada kan şekeri aniden yükseliyor ve bununla beraber insülin hormonu da yükselişe geçiyor. Kırkıncı dakikadan sonra kafeinin tümü kana karışıyor ve de bu kan basıncını yükseltiyor. Kırk beşinci dakikadan sonra beyinde dopamin ya- pımı artırıyor. Dopamin mutluluk hormonundur ve yoğun enerjiyle devam eder. Bu, beyinde eroine benzer bir etkidir. 60-90 dakika sonra ani halsizlik hissi, acıkma hissi, huzursuzluk, ellerde titreme ve ardından kola ve tatlılara saldırılır. Çünkü o yüklü enerji hissine artık bağımlısınızdır. Beyinde meydana gelen dopamin mutluluğuna bağımlılık başlamıştır. Bu zamanla kısır döngüye dönüşür. Kişiler özellikle çocuklar buna hapsolurlar. İlkin karaciğer yağlanması, arkasından göbek yağlanması, bel çevresinin genişlemesi ve memelerin büyümesi başlar.” Nihat amca “vay ki vay dedi. Bizim torunların elinden kola şişesi düşmüyor ki. Patates kızartması, gofretler, bir de ucuz olsun diye bunu mısır şurubuyla yapıyorlarmış. “Nihat amcayla sohbete dalmışken babam ve Recep amcanın geldiğini görmemişiz. “Havlular nerde yahu” diyen babamın sesiyle kendimize geldik. O da bize baktı , “eee” dedi “n’oldu size, suratınız sirke satıyor.” diye sordu. “Bir haber okuduk da onu konuşuyorduk.” dedim. Babam “neymiş o haber “dedi saçlarını kuruturken. Gökhan Nuri’nin denizden çıkıp bize doğru gelişine gözlerim takılmıştı. İnanmadım, okuduğum haber mi böyle yaptı beni acaba derken, gayri ihtiyari “Eyvah, oğlumun memeleri var!” diye bağırdım. Bir anda bakışlarımız Gökhan Nuri’ye yöneldi. Affedersiniz ama buluğ çağına giren bir kız çocuğu gibiydi. Koştura koşturan geldi. Elini buzluğa daldırıp kolayı aldı. Uçup elinden kolayı almalıyım diye düşündüm. Ben düşünene dek yarısını içmişti bile. O anda aklıma bir cinlik geldi. “Gökhan gazetede bir haber var. Dedenlere okur musun, şeker hastalarını ilgilendiriyor?” dedim. Babam ve Recep amca bu da nerden çıktı der gibi bana bakarken, Nihat amca kaş göz işaretleri ile durumu anlatmaya çalışıyordu. Gökhan Nuri, gazetede işaret ettiğim haberi okumaya başladı. Obezite vücut yağlanması demektir, diye başladı habere. Derken kolanın insan vücudundaki etkilerini okumaya sıra geldi. Duraladı yavaş yavaş okumayı sürdürdü. Benim derdim Gökhan Nuri’nin haberden etkilenmesiydi. Fakat Recep amca ve babam daha çok etkilenmişe benziyorlardı. Recep amca aç karına tatlı yiyenlerdendi. Babam taze sıkılmış meyve suyu müptelasıydı. “Karaciğer yağlanır, göbek yağlanır, bel çevresi genişler” dediğinde, tümünün tepkisi farklı oldu. Recep amca, “Ben tatlı yediğimde sanki gö- “Madem bu kadar zararlı yasak etsinler o zaman.” sert ve kızgın bir sesle isyan etti. Nihat amca “Yavrum kolay mı yasak etmek bunları, adamlar iftar reklamlarında kolayı masanın başköşesine koymuşlardı. On yedi saat aç kalmış insana kola içerek orucunu aç diyorlardı. Kolay mı? Mısır şurubunun sağlığa zararlı olduğu yıllardır söyleniyor. Sonuç… Sonuç ortada...” Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 züme bir fer geliyor fakat bir süre sonra bir uyku bastırıyor ki sormayın demek ki bundanmış.” dedi. Babam “Şimdi anlıyorum ki acayip acıkıyordum, ‘O kadar da yedim niye böyle oluyor?’ diye düşünüp duruyordum.” dedi. Gökhan Nuri Steward 36 Benim gözlerim oğlumun göğüslerinde kalmış, alışınca o kadar da büyük gelmiyor insana ama yine de tedirgin ediyor. Kendimi tutamadım. “Fakat çocuklarımızın bu yaşlarda karaciğer yağlanması ve göbek yağlanması, aşırı şeker tüketimi gibi ilerde sağlıklarını etkileyecek durumlardan kim sorumlu olacak. Şekeri, adamlar orta çağda ameliyatlar sırasında uyuşturucu olarak kullanıyorlarmış. Bu kadar da tırım tırım olunmaz ki. Önleyici hekimlik diye bir şey olmalı bu memlekette.” dedim. “Yani bize hastalanmadan yaşamanın yollarını öğretmeli doktorlar. Bunun başımda da beslenme geliyor mu acaba! Sağlığımıza kimler bakıyorsa; ilkin beslenmemize baksınlar. Yoksa bu gidişle sağlığımıza ilaç tekelleri, sigorta şirketleri, tıbbi cihaz şirketleri bakacak. Onların oyuncağı olacağız.” diye ekledim. Nihat amca “Bir de gıda, tarım her neyse o bakanlığa çok iş düşüyor bence.” dedi. “Ortalık kimyasal ilaçtan, hibrit tohumdan geçilmiyor. Bu ülkede tarım ilaçlarına harcanan para milyon dolarları geçiyor. Adam tarım ilacıyla zehirliyor, hastaneye gidince diğer ilaçla düzeleceksin diyor. Eee beslenmemize bakacak olanlar bakamadıktan sonra, saldım çayıra Mevla kayıra… ” diye ekledi. O zamana dek suskun duran Recep amca “Asıl facia organik tarım diye yapılanda. Neye elini uzatsan organik. Adam otoyolun dibine tarla kurmuş organik ürün diye mal satıyor. Sertifikadan geçilmiyor ortalıkta. Hadi hayırlısı bakalım dedi. Göz ucuyla Gökhan Nuri’ye baktım. Başını eğmiş kendini inceliyordu. Kola şişesini bıraktı. Biz titrek bir adım attık darısı sizin çocuklarınızın başına.■ SAĞLIK Yanık, herhangi bir ısıya maruz kalma sonucu oluşan, doku bozulmasıdır. Yanığın etkenleri . Sıcak su veya buhar teması . Sıcak katı maddeler . Kimyasal maddeler . Elektrik akımı . Radyasyon . Aşırı soğuk Yanık çeşitleri Fiziksel yanıklar ve kimyasal yanıklar olarak ikiye ayrılabilir. Fiziksel yanıklar için, ısı-elektrik-ışın-sürtünme-donma örneklerini verebiliriz. Kimyasal yanıklar içinse, asit alkali maddeler ile oluşan yanıklardan bahsedebiliriz. Örneğin tuzruhu, gazyağı, klorak gibi kimyasal maddelere maruz kalmak, solunum yoluyla almak gibi. Yanıkların Derecelendirilmesi Yanıklar 3 kategoride derecelendirilir: .Birinci derece yanıklar .İkinci derece yanıklar .Üçüncü derece yanıklar Birinci derece yanıklar Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Deride kızarıklık (eritem), ağrı, yanık bölgede ödem (şişlik) vardır. Derinin dış yüzeyi olan epidermis tabakası sağlamdır ve 48 saat içinde iyileşme gösterir. Örneğin: Güneş yanıkları Steward 38 İkinci derece yanıklar Derinin dış yüzeyi olan epidermis tabakası ve onun altındaki ikinci tabaka olan dermis tabakası etkilenmiştir. Derinin yüzeyi de içi su dolu kabarcıklar (bül) oluşmuştur. Eğer alttaki dermis tabakası yüzeysel olarak etkilenmişse ağrı vardır. Daha derin etkilenmişse ağrı azdır. İkinci derece yanıklarda iyileşme süresi 2-3 haftayı bulabilir. Üçüncü derece yanıklar Derinin tüm tabakaları etkilenmiştir. Özellikle kaslar, sinirler, damarlar üzerinde tahribat vardır… Beyazdan başlayıp siyah renge kadar aşamaları vardır. Sinirler zarar gördüğü için ağrı belirtisi yoktur. Fiziksel Yanıklarda İlkyardım Ayşe SOYDAN Çırağan Palace Kempinski Hemşire . Eğer kişi yanıyorsa, üzerine battaniye atarak ve onu yere yatırıp yuvarlayarak yanmayı durdurmaya çalışınız. Bunu yaparken, kendi can güvenliğimizi riske atmamamız gerekir. Bu yüzden battaniyeyi kişinin ön tarafından değil, arkasından atmak gerekir. Ön taraftan ona yaklaşmak esnada panik halinde koşan kişinin yanma halini, müdahale eden kişiye de sıçratması riskini taşır. . Yanık bölge en az 15-20 dk. soğuk su ile yıkanmalıdır ya da soğutulmalıdır… Yanığın üzerine direk buz teması yapılmaz, mutlaka arada bir kompres olmalıdır. Eğer yanık bölgesi çok büyükse yıkama önerilmez. Bunun sebebi, vücudun ısısını düşüreceği için, hipotermi dediğimiz ısı kaybı şokuna engel olmaktır. . Kişinin kolundaki bilezik, saat, parmağındaki yüzük gibi takılar mutlaka çıkarılmalıdır çünkü bir süre sonra gelişecek olan ödemden sebep, bu takılar bileğe veya parmağa gömülebilirler. . Su toplanmış yerler asla patlatılmaz. . Yanık üzerini temiz bir bezle örtmek gerekir. . Bilinç açıksa sıvı verilebilir. . Yanık bölgeye, bir sağlık personeli değilseniz ya da bu konuda özel bir eğitime sahip değilseniz ezbere hiçbir ilaç sürmeyin. Ayrıca halk içinde kulaktan dolma bilgiler doğrultusunda yapılan son derece yanlış müdahalelerden (yanık bölgeye yoğurt sürmek, diş macunu sürmek ) uzak durmak gerekir. . Mutlaka tıbbi yardım istenmelidir. Kimyasal Yanıklarda İlkyardım . Kimyasal maddenin deri ile olan teması kesilir. . Bölge bol su ile yıkanmalıdır (15-20 dk.). . Giysiler çıkartılmalıdır. Bunu yaparken, kimyasaldan etkilenmemek için mutlaka eldiven kullanmak ve maske takmak gerekir… Çıkardığımız giysileri mutlaka bir poşetin içine koyarak, ortamla olan teması kesilmelidir. . Hastanın/yaralının üzerini örterek sıcak tutmak gerekir. . Mutlaka tıbbi yardım istenmelidir.■ Temizlik Neden Önemlidir? Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Steward 40 ski çağlarda salgın hastalıkların insanların işledikleri günahlar yüzünden ortaya çıktığı sanılırdı. Düşünme ve araştırma yetisi gelişmiş bilim insanları tüm olumsuz koşullarla savaşarak, hastalıkların gözle görülmesi olanaksız mikrop adı verilen canlılardan olduğunu keşfetmişlerdir. Bu canlılar da her canlı gibi Dr. Ayçe DUMAN doğar, ürer ve ölürler. Bu zincirin en önemli halkası üremedir. Çırağan Palace Kempinski E Mikroplar uygun ortamı buldukları zaman geometrik artışla (kendi sayılarını katlayarak) çoğalırlar. Mikroplar uygun ortamı insanlar sayesinde bulurlar. Bu ortamı yaratan başlıca organımız ellerimizdir. Ellerimiz gün boyu çevresiyle kirlenir. En önemli kirlenme ise tuvalette olmaktadır. Tuvaletten çıktıktan sonra ellerini sabunla iyice yıkamayan bir insan tam anlamıyla mikrop yuvasıdır. Yemek yapılan mutfaklarda, aşevlerinde, lokantalarda çalışan kişilerin daha fazla önlem almaları gerekmektedir. Elleri iyice yıkadıktan sonra, dezenfektan maddeler kullanılmalıdır. Ellerdeki yaralanmaların usulüne uygun pansuman yapılması gerekmektedir. Yaşadığımız ortamın temizliği de çok önemlidir, gerek işyerinde gerekse evlerimizde dolapların iç temizliği ile oturduğumuz, yemek yediğimiz odaların temizliği çok önemlidir. Ayakkabı ve terliklerle bir yerdeki pislik diğer bir ortama kolayca taşınır. Dolap içlerinin ve yerlerin temizliği uygun oranlarda sulandırılan dezenfektanlarla yapılmalıdır. Dezenfektan kullanırken uygun oranlarda sulandırmaya özellikle dikkat edilmelidir. Aksi zehirlenmelere ve çevre kirliliğine neden olur. Tüm bu açıklamalara bakarak başlıktaki sorunun cevabı "sağlıklı olmak ve sağlıklı kalmak için", olmalıdır. Sağlıklı günler dilerim.■ KEŞİF Áth Cliath: Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Kara suyun aynasında bir sonbahar Steward 42 ara bir suyun aynasında kurulmuş yüzyıllar önce. Adaya ayak basan ilk ataları, şimdilerde şehri kuzey ve güney olarak ikiye bölen Liffey nehriyle artık esamisi okunmayan Poddle nehrinin kavuştukları yerde göllenen siyahi durgun suyun hatırına Dubh Linn demişler kendi dillerinde buraya. İngilizce karşılığı Black Pool olarak yakıştırılan bu deyiş en önemli tarihsel mirası olmuş kentin. Kara gölden eser yok şimdi. Yerinde mütevazı bir ortaçağ şatosu yükseliyor, resmi adıyla Dublin Kalesi. Kalenin bulunduğu yer ve yakın çevresi Dublin’in en eski yerleşim yeri. Tarih öncesinde başlayan bir hareketlilik var burada. Vikingleri püskürten Keltler iyi kötü bir egemenlik kurunca bu civarda tarihin seyri değişmiş biraz. Hele bir de Hıristiyanlık Yüce AYHAN öğretisi ayak asınca adaya Keltler hemencecik benimsemişler bu yeni öğretiyi, sanki kendi özgün kültürleri ve inanışları hiç olmamış gibi. Öncesinde egemenlerin de benimsediği Katolik Hıristiyanlık, Kral VIII. Henry boşanma sevdası uğruna papayla restleşince; gözden düşmüş. Egemenlerin hor görüsüne rağmen hoşgörü göstermeye devam ettikleri din bitmez sıkıntılara sebep olmuş. Yüzyılın egemeni Anglosakson kültürünün boyunduruğuna ayak direyince; çatışma kaçınılmaz olmuş İrlanda’da. Tudor hanedanının sonuncu ferdi Kraliçe Elizabeth, Katoliklerin direncini kırmak için elinden geleni yapmış. Bu gün Dublin’in en önemli eğitim kurumu olarak işlevini sürdüren Trinity Colllege kurulmuş 1592′de. İki yüzyıl boyunca kapılarını Katoliklere kapalı tutan günümüzün Dublin Üniversitesi 20.yüzyıl başına dek kadınlara da yasakmış. K Trinity Colllege yerleşkesi içinde bulunan eski kitaplık buradaki en görmeye değer yerlerden biri. Sadece görmek değil, koklamak da şart. Kitaplığın Long room olarak adlandırılan en büyük galerisine tırmanan merdivenlerin sonunda kokunun ayırdına varıyor insan. Küfle karışık bir eskimişlik ve toz kokusu kesif biçimde yayılıyor yukarı çıktıkça. Yüksek tavanlı ve uzun bir salonda, sağlı sollu ikişer katlı girintilerin her birinde uzun merdivenlerle erişilebilen sayısız kitap. Her girintinin başında birer beyaz büst. Koridorun bir tarafında Antik Yunan’dan tanıdık yüzler: Sokrat, Aristo, Thales… Karşı yanda ise Avrupa edebiyatının önde gelen isimleri. Bu müze kitaplığın en önemli parçası ise dana derisi bir parşömene yazılmış el yazması bir kitap: Book of Kells. Kelt rahiplerin süslü el yazılarıyla kaleme aldıkları kutsal kitabın yaldız ve resimlerle bezenmiş sayfalarında Hıristiyanlığın dört incili yer alıyor. Ancak eseri her daim gör- mek mümkün değil. Çünkü bölümler dönüşümlü olarak sergileniyor ve bencileyin kimileri de sergiden kaldırıldığı dönemlerde büyük panolarda sergilenen taklitleriyle yetinmek zorunda. Elizabeth’in ilgilendiği tek yapı Trinity Colllege olmamış Dublin’de. Kentin en önemli iki kilisesi, Christ Church ile Saint Patrick’s Katedrali’nin de birer Protestan yapısına dönüştürülmesini emretmiş kraliçe. Güliver’in gezileriyle belleğimizin unutulmazları arasında yer alan yazar Jonathan Swift de başpapazlık yapmış, bir dönem İrlanda’daki en büyük Hıristiyan tapınağı olan Saint Patrick’s Katedrali’nde.Protestanlığa hız verip Katolikleri ikinci sınıf vatandaş durumuna düşüren İngiliz egemenliği milliyetçiliğini körüklemiş İrlandalıların. Öncesinde de pek çok çatışma ve kalkışma olsa da, özgürlük için 1905′de kurulan Sinn Fein damgasını vurmuş İrlanda bağımsızlık hareketine. “Biz, kendimiz” anlamına gelen bu sözcükler günümüzde Kuzey İrlanda’da siyasi parti olarak devamını gördüğümüz önemli bir simge olmuş adada. Sinn Fein ve sonrasındaki İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun mücadelesini, ayaklanmaları, idamları, ölümleri düşününce tüm bunların VIII. Henry’nin uçkur belasına yarattığı yeni bir din yüzünden olduğuna inanmak güç. Birinci Dünya Savaşı’na eklemlenen bağımsızlık savaşının sonunda, 1922 yılında Büyük Britanya ile yapılan antlaşmayla İrlanda bağımsızlığını sağlamış. Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Ulusal duygulanımı yükselten bu tarihsel sürecin izlerini bugün de görmek mümkün. Çoğunlukla iki resmi dilden biri olan İngilizce konuşulsa da, İrlanda’ca diğer resmi dil olarak her yerde varlığını anımsatıyor. Tüm resmi tabelalarda önce İrlanda’ca sonra İngilizce ya- Steward 44 Sadece kahraman heykelleri yok Dublin’de. Pek çok şair, yazar yetiştirmiş bu kent edebiyat dünyasına. James Joyce, Samuel Beckett, Thomas Moore, William Butler Yeats, Oscar Wilde, George Bernard Shaw, Brendan Behan, Patrick Kavanagh gibi çağdaş dünya edebiyatına damgasını vurmuş pek çok isim buradan çıkmış. Kent içinde de onların izlerini görmek mümkün. Hatta bu yazarların izlerini süren bazı özel edebiyat turları bile var. Artık resmi adı Liffey Köprüsü olsa da Ha’penny Bridge olarak anılmayı sürdürüyor hala. Köprüden geçip Merchant’s Archolarak anılan bir çeşit kapalı çarşıyı dolandıktan sonra Temple Bar’a ulaşılıyor. Bar deyince yanlış anlaşılmasın, kapı ya da geçit anlamına gelen bir sözcük bu. Mahalle, adını 17. yüzyılda burada malikhane ve bahçeleri olan Temple ailesinden alıyormuş. Ancak, günümüzde Dublin’in gece hayatının da odağı olan bir kültürel merkez olduğu göz önüne alınırsa; sözcük gerçek anlamını bulmuş gibi. Temple Bar’dan Trinity Colllege tarafına yönelince bir başka cümbüşe ulaşılıyor. Yayalara ayrılmış Grafton Caddesi’nde büyükşehirlere özgü insan kalabalığı karşılıklı ilerlerken sağlı sollu lüks dükkânların aralıklarında rengârenk çiçeklerle süslü pub ve kafeler, kısa bir soluklanma ya da iyi bir demlenme fırsatı sunuyor gelip geçenlere. Sonbaharın tüm renklerini sunan Merrion Square Park’ın bir ucunda göz alıcı ceketiyle bir kayaya yaslanmış Oscar Wilde, kentin orta yerinde bir sokağın köşesinde bastonuna dayanmış James Joyce veya bir bankta tek başına oturmuş Patrick Kavanagh sanki gerçek kişilermiş gibi karşımıza çıkıveriyorlar gezinirken. Kasvetli ve yağışlı havaya tezat canlı bir hayat var şehirde. Kentin en işlek yeri şehrin kuzey kesiminde kalan O’connell Caddesi. Caddenin ortasında sivrilerek uzayan metal bir kule yer alıyor. Işık Anıtı olarak 2003 yılında dikilmiş. Öncesinde aynı yerde kireçtaşından bir sütun üzerinde İngiliz amirali Nelson’un heykeli varmış ama 1966′da bir IRA bombasıyla ortadan Meşhur Irish pub’lardan birinde oturmadan kişi Dublin’i görümüş sayılmaz. Pubların da olmazsa olmazı, İrlanda’nın ünlü siyah birası, Guinness. Kavrulmuş arpa maltından hazırlanan bu birayı öyle hemen doldurup içemiyorsunuz. Önce bardağa biraz dolduruluyor, tabandan yukarı yükselen kabarcıklar yüzeyde köpük Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 kalkmış. Cadde boyunca yürüyüp aynı adlı köprüden geçince kentin güney kesimine ulaşılıyor. Fakat yoğun bir araç trafiğinin eşlik ettiği bu köprü yerine nehir boyunca ilerleyip az ilerdeki Buçukluk Köprüsü’nden geçmek çok daha iyi bir seçenek. Sadece yayaların kullanımına açık bu beyaz demir köprü 19.yüzyılda yapılmış. İlk kullanıma açıldığında Waterloo savaşında Napolyon’u bertaraf eden İngiliz mareşalinin şerefine Wellington Köprüsü olarak adlandırılmış olsa da bu isim pek rağbet görmemiş. Onun yerine, gelip geçerken verdikleri bir buçuk peni hatırına halk tarafından Buçukluk (Ha’penny-Half penny) Köprüsü olarak adlandırılmış. 45 Steward zılar yer alıyor. Kentin İrlanda dilindeki resmi adı Áth Cliath. “Sazlık engellerin arasındaki sığ geçit” ya da kısaca “Engelli geçit” anlamına gelen Áth Cliath ile Dubh Lihn sonradan birleşmiş iki farklı yerleşim yeri aslında. Tarihin izleri kent merkezinde açıkça görülebiliyor. Dolaşırken göze çarpan farklı mimari yapılar orta çağ Dublin’ini Kral George döneminden, Georgian Dublin’i günümüzden ayıran görünmez sınırlar çiziyor kentte. Hamasi duyguların hakim olduğu bir coğrafyada olduğumuzu Dublin sokaklarında ve meydanlarında boy gösteren onlarca ulusal kahraman heykelinden anlıyoruz. İrlanda’nın bağımsızlık sürecinde can vermiş pek çoğu. Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Steward 46 halini alınca doldurmaya devam ediliyor. İçmeden önce de tüm köpüğün yüzeyde toplanması için biraz daha bekleniyor. Bu da alışıldık bira keyfinden farklı bir tat sunuyor ehlikeyiflere. Lager biralardakinden farklı maya türlerinin kullanılmasıyla daha yüksek ısıda, yüzey fermantasyonuyla elde edilen ale türü biraların en ünlüsü Guinness. sırrına vakıf olmak isteyenler için iki yol var Dublin’de: ya kendinizi fazla yormadan çevredeki publardan birine oturup her yudumda sırrını çözmeye çalışırsınız ya da kent merkezinin biraz kenarına sıkışan tarihi fabrikanın biletli ziyaretçilerinden biri olursunuz. Arthur Guinnes’in 1759′da devletten yıllığı 45 sterlin gibi komik bir paraya 9000 yıllığına kiraladığı 26 hektar araziye kurduğu fabrika, endüstri devriminden nasiplenememiş İrlanda’nın gelmiş geçmiş en büyük sanayi hamlesi olsa gerek. Çünkü burası Avrupa’daki en büyük bira imalathanesi. Guinness markasının resmi amblemi İrlanda Cumhuriyeti’nin amblemiyle aynı, bir arp. Resmi sembol olarak kullanımı 16.yüzyılda VIII. Henry sayesinde olsa da, çok eski zamanlardan beri bu toprakların doğal simgesi aslında. İnsanlık tarihinin en eski çalgılarından olan arp, avcıların yaylarındaki tınıdan esinlenen sanatçılar tarafından yaratılmış ilahi bir müzik aleti. Keltlerin baş tanrısı, bolluk tanrısı, iyi tanrı Dagda meşe ağacından yapılma bir arp ile mevsimleri çağırırmış rivayete göre. Tellerine dokununca üç soylu tını çıkarmış ortaya ve bu ezgilerin büyüsünden sakınamazmış hiç kimse. İlki Golt- rai, dinleyeni derin bir hüzne boğan matem tınısı; diğeri işiteni sevince boğan neşe tınısı Geantrai, sonuncusu da duyanı huzurlu bir kehanet uykusuna yatıran uyku tınısı Suantri. Bu nedenle arpten yayılan ezgiler hüznü, neşeyi ve huzuru bir arada yaşatırmış insana. İrlanda’nın geçmişinde daha nice efsaneler, nice hikayeler var. Bizim için en ilginç olanını ise bir akşam Dublin’in banliyösü Malahide yakınında akşam yemeği için oturduğumuz restoranın garsonu anlattı, Türkiye’den olduğumuzu öğrenince. İrlanda’nın doğu kıyısında, biraz kuzeyde yer alan Drogheda isimli kasabanın resmi armasında bir ay-yıldız olduğunu, bunun sebebinin ise 1649 Eylül’ünde Oliver Cromwell tarafından kentin kuşatıldığı sırada küçük bir Türk gemisinin ablukayı gizlice delerek kente yiyecek taşıması olduğunu söyledi. Cromwell’in kuşatma sonrasında neredeyse tüm kent sakinlerini kılıçtan geçirdiği vahşi katliam da eklenince tarihin sayfalarına, bu girişim karanlık günlerin en hatırlı hareketi olmuş kent sakinleri için. Sonradan araştırınca anladık ki farklı öyküler var buna ilişkin. İrlanda tarihinin en kara sayfalarından bir başkasında, 19.yüzyılda yaşanan büyük kıtlık sırasında Osmanlı Sultanı Abdülmecit İrlanda’ya yardım için 10 bin sterline denk bir nakit yardım göndermek ister. Fakat Kraliçe Victoria tarafından yapılan yardım hepi topu sadece 2 bin sterlin olduğu için İngiltere, Abdülmecit’ten yardımını bin sterlinle kısıtlamasını rica eder. Abdülmecit bu ricayı kırmaz ve bin sterlin gönderir ama paranın ya- nında 3 gemi dolusu yiyecek de gider açlıktan kırılan İrlandalı çiftçilere. Anlatılanlar farklı da olsa İngiliz kötücüllüğüne tezat bir Türk iyilikseverliği ortak teması bu öykülerin. Ancak İrlanda’yla tarihsel bağlarımız bu söylencelerle sınırlı değil. Keltlerin doğuya göç eden kollarından biri, yaşadığımız toprakların mozaiğine karışmış yıllar önce. M.Ö. 3.yüzyılda İstanbul’un etrafında bir süre konuşlanan Kelt kav- minin boğazdan geçişine Bizans yönetimi tarafından uzun pazarlıklar sonucu izin verildiği, Anadolu’ya geçen kavmin iç Anadolu’da yerleştiği ve sonrasında da Roma İmparatorluğu’nun hegemonyası altında Galatya adında bir Roma vilayeti olduğu yazıyor tarihin sayfalarında. Başta sıkı bir Hıristiyan düşmanıyken, hidayete erip gayretli bir aziz olan Tarsuslu Paul’un Anadolu’da Hıristiyanlığı ilk kabul ettirdiği kavmin Galatlar olduğu, bugünün Ankara’sının o vakitler Anadolu’ya yayılan üç Galat boyundan biri tarafından kurulmuş Ancyra şehrinden miras kaldığı, İstanbul’un Galata semtinin isim hakkının boğazı geçmeyip burada kalan asimile olmuş Galatlara ait olduğu yazılanlardan pek azı. Geçmişin hikâyeleri tozlansa da çoğu zaman, olmadık bir yerde, olmadık bir zamanda karşımıza çıkıveriyor aniden açılan bir kapıdan. O zaman insan bir başka gözle bakıyor ister istemez etrafına. Artık ne uzak ne de yabancı bu diyar, bildik bir “Zümrüt Ada” .* *Emerald Island: Yoğun, yeşil bitki örtüsü nedeniyle İrlanda için kullanılan bir tanım.■ MÜZİK KARDEŞLİĞİ Beyoğlu’nda Kardeş Sesler çinde yaşadığımız şehrimizin, semtimizin, kültürel zenginliği daima beni büyülemiştir. Dönem dönem savaşlar olsa da yüz yıllardır her kültürden, her dilden, her dinden insanlar bu şehirde kardeşçe yaşamaktadır. Büyük bir olgu olan bu kardeşlik ortamının, yeni nesil olan öğrencilere ve bir şekilde tüm insanlara duyurulması isteği, içimde büyüdü büyüdü… Bu güzelliği ve kardeşliği yeni nesillere aktarmaktaki, en güçlü dil ise tabi ki müzikti. İ Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 İlk fikri, Beyoğlu’ndaki okullarda çalışan müzik öğretmeni arkadaşlarımla paylaştım. Sonra İlçe Milli Eğitim Müdürü ile paylaşıldı. Milli Eğitim Ar-Ge birimi ile ortaklaşa çalışarak, proje geliştirildi. Gelişme sürecinde devreye, Beyoğlu Belediye Başkanı Sayın Ahmet Misbah Demircan’da heyecan ve destekle dâhil oldu. Proje Beyoğlu’nda etnik Yılmaz Kutlu SEMİZ kökeni bulunan bütün okullardan, en az sekiz öğrenci alarak bir koro oluşturmak ve Müzik Öğretmeni, dinlerin, dillerin birlikteliği ile kardeşliğini hatırlamak ve paylaşmaktı. Biraz daha geliş- Besteci, Şair, Oyuncu tirerek içine Beyoğlu ilçemizdeki bütün etnik kökenli diller de katıldı. Steward 48 Çalışmalar yoğun bir biçimde, önce müzik öğretmenlerinin katılımıyla repertuar aşamasını geçildi, devamında öğrenci seçimleri ve parçaların öğrencilere öğretilmesi geldi , “on dört” farklı dilden oluşan parçalar çalışıldı. Beyoğlu Gençlik Merkezinde iki yüz elli kişilik bir koro çalıştırılmaya başlandı. Öte yandan sazlar için de düzenlemeler yapmaya ve özel müzik okullarından, öğrencilere yer vermeye karar verildi. Yaklaşık “Altmış” okul ve “iki yüz elli” öğrenci bu projeye dâhil edildi. Projenin son ayağı olan dini korolar, yöresel ve etnik kökenli halk oyunları da ele alınmaya başlandı. Sonuçta yaklaşık ‘dört yüz kişi’ muhteşem koro oldu. Yaklaşık yedi aylık bir çalışmanın ürünü “Sema’lar, Semah’lar, Halaylar, Barlar, Diller, Halklar, Kardeşlik, Beyoğlu ve dostluk” bir olmaya hazırdı. Gösteri günü yaklaştıkça heyecan büyüdü, yüzlerde gülümsemeler, öğrenciler arasında kaynaşmalar, sohbetler, her türlü güzellik bu ortamda paylaşılıyordu. Gösteri günü gelip çattı, çocuklarımız, gençlerimiz, halk oyuncularımız, saz üstadı öğretmenlerimiz ve sazendeler bir araya geldi. Gençlerimizin heyecanı çoğaldıkça çoğaldı. Gösteri mekânı Haliç Kongre Merkezi gibi muhteşem bir atmosferde ve hınca hınç dolu bir seyirci önündeydi. Heyecan dorukta, hazırlıklar tamam, artık çalışmaların meyvelerinin alınacağı an geldi. İlk parça, Yunus Emre’nin “Gel gör beni aşk neyledi” isimli eseriydi, sonra sırasıyla Kilise ayini eseri, Sinagog ayininden bir eser, Alevi müzik ve dans örneği ile birinci bölüm bitti. Nefesler tutularak izlendiği atmosferin büyüsü öyle müthişti ki, ikinci bölümün nasıl geçtiğini, nasıl konserin sonuna gelindiğini kimse anlayamadı ama alkışlar, gençlerin mutluluğu, tarifsizdi. Asıl olan kardeşlikti, halkların özgürlükleri olduğu müddetçe, daha insanca yaşayabileceğimiz bir ülke için “Beyoğlu’nda Kardeş Sesler”le doğan bu projelerin, daha da büyüyerek çoğalmasına çalışmak gerekiyor. Bu ülke, gençlerimizin. Atamızın dediği gibi, yeni nesilleri biz öğretmenler yetiştiriyoruz ve yine Atamızın dediği gibi, ülkeyi gençlere emanete hazırız. Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Teşekkürler.■ Steward 49 Çiçek... DOĞA Duyguların en Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Güzel İfadesi Steward 50 oğuk kış günleri gelip çatmadan, baharı bize buram buram yaşatacak, içimizi ferahlatacak arayışlar içindeyseniz eğer size en güzel adres Çiçekler. Kışın kasveti, keyifsizliği, içe kapanıklığı sanki enerjimizi de alıp götürüyor. Neyse ki yaprağını dökmeyen ağaçlarımız ve gökkuşağını Nihal CİĞERİM kıskandıracak görüntüde kış çiçeklerimiz var. Etrafı saran rengârenk çuhalar, Ziraat Yüksek Mühendisi siklamenler, hercai menekşeler, güller, şebboylar, laleler, sümbüller vs. kışın soğuğunu, renksizliğini yok edercesine bize pozitif enerji yüklüyorlar. Rengârenk çiçeklerle dolu bir bahçeye girdiğimizde hangimiz duyarsız kalabiliyoruz? Buram buram kokan nergislerin, şebboyların, frezyaların kokularını ciğerlerimize çektiğimizde hangimiz çiçeklerin iyileştirici etkisinden adeta ilaçlarmış gibi yararlanmıyoruz? Yol kenarlarına, parklara dikilmiş çiçekleri görünce hangimiz huzurla tebessüm etmiyor, yaşam sevinci ile dolmuyoruz? Evde yetiştirdiğimiz bitkiler çiçek açınca yaşadığımız heyecanı hangimiz dostlarımızla paylaşmıyoruz? Çiçekleri yaz olsun. . kış olsun çok seviyoruz çünkü "ÇİÇEK" söze ben değil, biz diye başlamayı sevenlerin en güzel paylaşım ve iletişim aracıdır. Dostluğun, insanın kendine ve çevresine yabancılaşmamasının, bencil duygulardan arınmasının ifadesidir. Teknolojinin getirdiği mekanikleşmeye insanca duygularla isyan etmenin, yaşamı kucaklayarak özümsemenin en masum dışa vuruşudur. Dostlarıyla çıkara ve hırsa dayalı ilişkiler kurmayı reddedenlerin en etkili anlatım dilidir. Acıyı da, sevgiyi de paylaşmaya hazır olunduğunun kelimelersiz hissettirilmesidir. Başkalarıyla ilişki kurmayı, internet sanallığına hapsetmeyerek duyguların yaşatılması zorunluluğunu hissedenlerin yüreklerini açtıkları bir kapıdır. Geçmişiyle, bugünüyle, geleceğiyle barışık yaşayanların duygu dolu dünyalarının yankılarıdır. Tüm insanlığın yarını için çocuksu ve saf hayaller kurmaktan vazgeçmeyenlerin gezegenimize salgıladığı pozitif enerjisidir. Çiçek tebessümdür. En sevilen melodinin görsel nameleridir. Soluk almadır. Yaşamı sıkı sıkı kucaklamak, her türlü kötülüğe, sıkıntıya rağmen güzellikleri görebilme, insanca yaşayabilme, duygularla var olabilme savaşının en etkili silahıdır. Çiçek yaşamdır, kültürdür, zenginliktir. Bize her yönüyle barış, paylaşım, sevgi, hoşgörü aşılayan çiçeklerimize hak ettikleri ilgiyi gösterebiliyor muyuz? Kötülüğe, sevgisizliğe karşı savaş açmış, güzelliklere rehber olmuş çiçeklerimizin bakımını tam anlamıyla yapabiliyor muyuz? Bizi yaşama bağlayan, yaşam sevinci veren çiçeklerimizin hayatta kalmalarını sağlayabiliyor muyuz? Çiçek bakımında dikkat etmemiz gerekenlerin başında aşırı sulamamak, toprağı havalandırmak, zararlı ve hastalıklardan korumaktır. Yetiştirdiğimiz çiçeklerin ev ortamında mı? Balkonda mı? Bahçede mi? oluşu bakım koşullarını etkiler. Saksılı bitkilerle, bahçede yetiştirilen bitkilerin bakımı aynı değildir. Ev ortamında hemen hemen hiç su istemezlerken, bahçede bol yağış altında dahi her daim çiçek açmaları bizi yanıltmamalıdır. Rengârenk, farklı özelliklerde pek çok çiçek çeşidimiz olmasına rağmen hepsinin ortak bakım dilleri vardır. Özellikle hepsi bu dönemde fosforu sever. Üst katman topraklarının hafif hafif eşelenmesini ve kaymak oluşmadan havalanmasını sever. Evde yetiştirilen bitkilerde, saksılarınız evinizin sıcak ve güneş alan bölümünde olmasına rağmen mutsuzsa ve çiçek açmıyorsa, öncelikle sulamada problem olduğunu düşünmemiz gereklidir. Saksının üstünün kuru olması, bitkinin su istediği anlamına gelmez. Saksı ortamında su genellikle drene olacak ortam bulamaz ve dip kısımları ıslak kalır. Bu durum çiçeklenmeyi engelleyen, hastalık ve zararlı oluşturan, cansız, keyifsiz bitkilerin temel nedenidir. Özellikle bu mevsimde toprağın kuruya yakın tavlı olması, sulamanın azar azar kontrollü yapılması önemlidir. Yaptığımız en büyük hatalardan biri bitkilerimizi susuz bırakacak kadar ilgisiz, bu susuzluğu fazlasıyla giderecek kadar şımartıp bakıyoruz. Bitkiye ihtiyacı olan su küçük miktarlarda ama düzenli verilirse, toprak tavı hep aynı düzeyde tutulursa, üst kısımları sık sık eşelenerek havalandırılırsa bitkilerimizin keyifsiz olması için hiçbir neden yoktur. Her aklımıza geldiğinde sulamak bitkilerimize yarardan çok zarar getirmektedir. Hemen herkesin yoğun şikâyet ettiği, yaprakların altında beyaz beyaz yapışkan maddeler oluşturan unlu bitlerin, pamuklu bitlerin sıkça görülmesinin en önemli nedeni de sulamanın düzensiz olmasıdır. Genel olarak saksı boyutuna göre çok küçük miktarlarda ama düzenli aralıklarda fosfor ve çinko takviyesi yapılması, yapraklara püskürtme şeklinde gerekli ilaçların verilmesi mutlu çiçekler için gereken diğer koşullardır. Bahçe çiçeklerimiz için ise, bakım koşulları daha kontrolsüzdür. Değişen hava, su, toprak koşulları bakım koşullarını etkilemektedir. Ne kadar çok yağmur yağarsa o kadar çok toprağı havalandırmak gerekir. Kaymak oluşturulmamış, suyun drene olması sağlanmış topraklarda yüzümüze gülümseyen çiçekler yetişir. Tüm çiçeklerimizin düşmanı olan salyangozlardan da korunmak zorunludur. Çiçekçe konuşabileceğimiz, onların dünyalarından bakabileceğimiz nice zamanlarımız olsun…■ S Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15 Steward 52 İznik Baytekin Kara-Filiz Küçükkurt Nuh'un oğlu Sam'ın, Tufan'dan sonra kurduğu yerleşke… Göl suyunun dinginliği, kırmızın her tonu, güneşin kayboluş renklerine eşlik eden doğa tümüyle, tadına doyulamayacak anlara, enstantanelere dönüşmekte. "Bu göl İznik gölüdür. Durgundur. Karanlıktır. Derindir. Bir kuyu suyu gibi içindedir dağların. " Nazım Hikmet Hale ALPKÖKİN gibi yirmi yedi değişik balık türü bulunur. Gümüş balığının tamamı ihraç edilir. İznik İlçesi, dünyada eşine az rastlanan ve bütünüyle "açık hava müzesi" olan tarihi ve antik bir şehirdir. B Gördüğümüz İznik’in altında birkaç eski şehir daha var yani… Kazıldıkça neler çıkacak zaman gösterecek. M.Ö. 293'te “Bithynia” Krallığı'na bağlanmış, Bir zaman başkentlik yapmış Krallığa… Demek ki tesadüf değil bir zamanlar Osmanlı’ya da başkent olması... Bir süre sonra Nikaia, Roma İmparatorluğu’nun önemli bir yerleşimi olarak değişik mimari tarzda eserlere açmış kucağını… Dört değişik uygarlığa başkentlik yapmak dünyada kaç şehre nasip olmuştur ki? 325 yılında Hristiyanlık için çok önemli olan I. Konsül, İznik'te toplanmış. İmparator I. Konstantin'in de katıldığı toplantıda Hristiyanlıkla ilgili yortu günleri ve Nikaia Kanunları adı ile bilinen 20 maddelik metin kabul edilmiş. 787 yılında Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 ölgeye adını İznik Gölü vermektedir. Kuzeyden ve güneyden dağlık alanlarla çevrelenmiş, en çukur bölümünde göl oluşmuştur. İznik'e kara yolundan İstanbul-Bursa yolu üzerinden, Orhangazi'den sapılarak ulaşılır. Rahat ulaşım için bu yol tercih edilse de meraklısına, doğaseverlere Karamürsel üzerinden, köy yollarından İznik'e gitmek te önerilir. Burada her mevsim doğaya hayran kalırsınız. Yolun her kıvrımı sizi başka bir renkle karşılayacaktır. Meyve ağaçlarının zenginliği bir yana, kocayemiş, funda, akçakesme, sandal, defne, delice, erguvan yoğunluğu sizi yeşilin tüm tonlarıyla yeniden tanıştıracaktır. İznik Ovası mevsimine göre zeytin, üzüm, şeftali, kiraz, erik, armut, elma, ceviz, domates, taze fasulye, brokoli, Brüksel lahanası gibi birçok sebze ve meyveye yerinden ulaşmanızı sağlayacaktır. Yöreye has Müşküle üzümü özgün tatlarınızdan biri olacaktır. Sansarak köyündeki doğal şelale, son yıllarda dağ trekking sporcularının vazgeçilmez uğrak yerlerinden biri haline gelmiştir. Gölde tatlı su ıstakozu ve yayın, sazan, akbalık, gümüş 53 Steward Engin ÇELİK Kimi kaynaklara göre M.Ö. 2500, kimilerine göre de prehistorik çağlara kadar uzanan tarihi ile en eski yerleşim birimlerinden İznik. Ya da Rumca adıyla “İsnikaia.” M.Ö. 7. yüzyıl öncesinde burada kurulan yerleşime “Helikare” denmekteymiş. Bulunan sikkelerde “Khryseapolis” (Altın Şehir) yazısı okunmaktaymış. Makedonya İmparatoru Büyük İskender'in generali Antigonus tarafından M.Ö. 316 yılında kent “Antigoneia” adını almış. İskender'in ölümünden sonra Antigonus ile General Lysimakhos arasındaki savaşı kazanan Lysimakhos kente, Antipatros'un kızı olan eşi “Nikaia” adını vermiş. (İs: sur içinde anlamına gelmektedir. “İsnikaia”, zamanla söylene söylene İznik halini almış.) Gülay HACIOĞLU Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 VII. Konsül Ayasofya'da toplanmış. Ayrıca VI. Haçlı Seferi sonucunda Bizans İmparatorluğu İstanbul'u kaybedince, İznik'te Bizans hanedan üyeleri tarafından İznik Latin İmparatorluğu kurulmuş ve bu imparatorluk daha sonra İstanbul'u fethederek Bizans İmparatorluğu'nu yeniden kurmuş… I. Ve VII. Konsüller burada yapıldığı için Hristiyan inancındaki insanlar için bir nevi Hac yeri sayılıyor. Steward 54 İznik, Selçukluların ve Osmanlıların da başkenti olmuştur. Osmanlı idaresinde 1331 yılından itibaren, sanat, ticaret ve kültür merkezi olmuş. Orhan Gazi Medresesi’nde zamanın ünlü ulemaları ders vermiş, Davud-u Kayseri, Ebul Fadıl Musa, Eşrefoğlu Abdullah Rumi gibi ünlü tasavvuflar İznik'te yaşamış ve eserler vermişler. Osmanlı döneminin ilk cami, medresesi ve imareti İznik'te inşa edilmiş. 14, 15 ve 16. Yüzyıllarda ise bir sanat merkezi haline gelmiş. Dünyaca ünlü İznik çinileri işte o zaman üretilmeye başlanmış. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde İznik’te 300’den fazla çini fırını olduğundan bahsedilmekte... İznik efsaneler kentidir de aynı zamanda... Bir kaç tanesini dinleyelim; “Gölün yayıldığı alanlar binlerce yıl önce doğal görünümlü araziler iken burada bazı köyler kurulmuştur. Bölgeye gelen ermiş bir göçer, köylülerden su ister. Köylüler işlerinin yoğunluğu nedeniyle onunla ilgilenmez. Buna içerleyen ermiş ihtiyar asasını hırsla yere batırır ve bu- radan sular fışkırmaya başlar. Asasını yere sürüyerek yürür gider. Sular da onun peşinden akarak bugünkü İznik Gölü’nü oluşturur. Köyler sular altında kalır.” “Bir başka efsaneye göre; yörede yapılmakta olan bir camiye yüksek bir minare ilave edilmeye başlanır. Minarenin taşlarını birleştirmekte zorlanan usta, ellerini göğe kaldırarak Allah’ın kendisine yardımcı olması için dua eder. Kendisine bir parça harç gönderilir. "Bunu kullan, ama sakın yere düşürme!" diye uyarılır. Usta bu harcı malası ile dikkatlice kullanarak işini bitirir. Son taşı da yerine koyduktan sonra sevinçle ve el alışkanlığıyla malasını sallar. Malada kalan ufak bir parça harç yere düşer ve hızla çoğalarak bugünkü gölü oluşturur." ”Halk arasında bir felaketi gölün bağırarak önceden haber verdiği anlatılmaktadır. Bir deprem, bir harp, bir sel felaketi öncesinde gölün bağırdığı kabul edilmektedir. Bunu duyduklarını anlatanlar vardır. Aslında gölün altındaki büyük yarıklarda birden oluşan su kaçakları büyük gürültü ve yer sarsılıyormuş gibi uğultular oluşturabilmektedir. Göllüce (Balarım) Köyü açıklarında büyük girdaplar, anaforlar oluşmaktadır. Yunan istilası öncesinde de gölde büyük uğultular oluştuğu yaşlılarca anlatılmaktadır. Gölün bu özelliği dolayısıyla uzun yıllar halk, çocuklarının göle gitmemesi için "Göl sizi yutar" şeklinde engellemiştir." Görmeden İznik'ten ayrılmamanız gereken yerlerin en önemlileri; çini atölyeleri, Aziz Tryphonos Kilisesi, Kırgızlar Türbesi, Koimesis Kilisesi, Nikeia Antik Kenti, İznik Hicran ÖZCAN Steward Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Seval DANIŞMAN 55 Steward 56 Yıldırım MERİÇ Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 İznik'te güneşin gölden batışını mutlaka seyretmelisiniz. Göl suyunun dinginliği, kırmızın her tonu, güneşin kayboluş renklerine eşlik eden doğa tümüyle, tadına doyu- İlknur ATLI 57 lamayacak anlara, enstantanelere dönüşmekte. Gezip görme programınıza mutlaka İznik’i de eklemelisiniz.■ Steward Kalesi, Kale’nin giriş kapıları, Büyük Hamam, İznik Müzesi, Yeşil Camii ve Şeyh Kudbeddin-i Camiidir. Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Ünal GECİROĞLU ŞİİR Steward 58 Düşlerim Hüzünlerim Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 Şiirler ne Anlama Gelir Şiirler, insan yaşamlarının satırlara dökülerek, gönüllere akması demektir. Şiirler, çocuğun masumiyetini yansıtır satırlara, gerçeklerin yalansız ve içtenlikle, aynadan yüzümüze yansıması gibidir. Şiirler, okunduğunda kendini satırlarda yaşamak ve yaşamın evrelerinden kesitlere hitap etmektir. Yerine, zamanına ve kişiye göre şiirin anlamı değişir. Öyle Zor ki Yokluğun Hüznün sarmış benliğimi bu akşam Kor ateş gibi yakar her yanımı özlemin Geceler üstüme üstüme gelir sinsice Karanlık odamda sorgular beni hasretin Çatlamış sazımın teline her vuruşumda Ağıt olur yokluğunun hasreti mısralarda Dökülür birer birer dillerden sazın teline Boncuk boncuk yaş akar, beraberinde gözlerden Anlatması çok zor gelir, yokluğunun her anı Damarlarımdaki kanım çekilir gibi olurum Kalp atışlarım duyulmaz hale gelir gibi olurum Soluk alamaz olurum, gam dolar yüreğime Daha nasıl anlatmalı sensiz ızdırabı Çekilir karanlık kuytu bir köşeye yalnızca Kadehlerle konuşur hale gelirim yokluğunda Dizlerimde ferim kalmaz, yıkılırım olduğum yere Sözcükler düğüm olur takılıverir boğazıma Ağlamaklı olurum açamam yüreğimi kimseye Yüreğimde sevgi şefkat kalmamış gibi olurum Yaşamayı unutmuş, boğulurum, kaybolurum meçhullerde… ÇOCUK GÖZÜYLE Benim Yaramaz Tekir’im Sokaklarda Daha Mutluymuş Meğer? Mehmet Ömer Akyol ediler dünyaya sokakta gözünü açarlar. İnsanlar onları yavruyken görür ve evlerine almak isterler. Ama aslında onlar doğada yaşamak için doğmuşlardır. Biz onları küçükken sevimli görüp eve aldığımızda aslında annesinden, babasından, kardeşlerinden ayırmış oluruz. Yavru kediler bu duruma belki çok üzülür, bulunduğu ortama bir süre alışamazlar. Ama insanlar bunu fark edemeyip o küçük yavruları eve hapsederler. Yavru doğurmamaları için onları kısırlaştırırlar ve başka kedilerle bir arada olamazlar. K Ayrıca ev kedileri sahipleri tarafından beslenirler ve hazıra kondukları için avlanma becerilerini unuturlar. İnsanların bencil davranışı ve bu durumu fark edememiş olmaları, kedileri kendi doğaları ve içgüdüsel davranışlarından ayırır. Sokak kedileri ise daha mutludur. Sokakta doğup, hayatlarına sokakta devam ederler. Özgürdürler. Avlanma becerilerini ve içgüdüsel hareketlerini unutmazlar. Ayrıca artık insanlar sokak kedilerini de besledikleri için rahatlıkla yemek ihtiyaçlarını karşılarlar. Bu yüzden sokak kedilerini eve almak yerine sokakta besleyebiliriz. Böylece minik yavru kedileri hem ailesinden ve doğasından ayırmamış hem de eve hapsetmemiş oluruz. Bu konu hakkında yazma sebebim aynı sorunu benim de yaşamış olmamdır. Bundan iki yıl önce babam bana bir sürprizi olduğunu söyledi. Ben çok heyecanlandım ve sürprizi merak ettim. Eve geldiğimizde kapının önünde minik yavru bir tekir gördüm. Çok sevindim ve içim kıpır kıpır oldu. O günden sonra kedime ben baktım. Onunla kardeş gibiydik. Bazen o beni tırmalar ben de farkına varmadan onun kuyruğuna basardım. Kedimle çok iyi vakit geçiriyordum. Kedimiz büyüyüp kısırlaştırıldıktan sonra babamın kuzeni bize bir kedi daha vermişti. Babam ve ben aynı hatayı bir daha yapıp o kediyi de evimize aldık. Onu da çok sevdik ama kedilerimiz birbirine tıslıyor ve alışamıyordu. Aradan vakit geçince birbirlerine çok alıştılar. Ancak çok fazla tüy döküp her yeri dağıtıyorlardı. Ayrıca tüyleri bana ve babama alerji yapıyordu. Bu yüzden babam ve ben birlikte bir karar alıp kedilerimizi sokağa salmaya karar verdik. O gün onlar için hem çok üzüldük hem de endişelendik. Çünkü dışarıda beklenmedik şekilde tehlikeler olabilirdi. Şimdi onları evimizin arka bahçesinde görebiliyor ve yine besleyebiliyorum. Ancak bir daha asla yavru kedileri eve alıp, besleyip, büyüyünce sokağa salmayacağım. Onlar sokakta gerçek yaşamlarını öğrenmek için hayata gözlerini açıyorlar.■ Steward 62 of the content in this issue A SHORT ENGLISH SUMMARY Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 ENGLISH SUMMARY Taner Renda searched the answer of “ What is the Stewards’ main function and what are they?” question in his new article. Gaye Uysal described detailly the effects of nourishment policy that enacted in 2011. We had beneficial interview with Erol Aydın, president of our association about Steward’s function and status in hotels. Melike Yengül, president of purse affairs in Diversey, and Ecolab will share their information about hygiene in every volume alternately. Yengül shared her opinion about “ what can we do for more healthy and clean future” in this volume. Ayşecan RENDA Mehmet Ali Öztürk, described the important points about deep freezer and cold room clean. Chief Rafet İnce, write an article about the history of wine from Noah to Egyptians, which is the one of his are of expertise. Sezai Erdoğan is the only Turkish cook who is working in Çırağan Palace Kempinski since it opened. We have funny interview with him and we hope that you enjoy it! Füsun Baysan approach the state of “other” in her article without hesitate. Who can deny that everybody is otherizing the people who are different from them. Taner Gürel analyzed Obesity Issue detailedly in his article. One of our old columnist, Ayşe Soydan write about burns and first aid methods for them in her article. M.D. Ayçe Duman approach the cleanness from phylosophic perspective rather than hygien. M.D. Yüce Ayhan captured many good photos in Ireland, who is the naughty child of England. Yılmaz Kutlu Semiz wrote about Kardeş Türküler concert which performed in Harbiye. Our young columnist Ömer Akyol, compare the happiness of house cats and street cats in his article. Zeynep Gür wrote about driving techniques suprisingly, even if she is woman. Many men have to read this article to correct their bias and misinformation about driving. Baytekin Kara wrote about İznik, city of legends with a original style. Nihal Ciğerim, after many words about flower from the beginning of the history, she described flowers from different perspective.■ Steward Şeflerimiz Alaattin AKKAYA Titanic Bayrampaşa Kenan AKSOY Titanic İstanbul Taksim Fahri AKYÜREK WOW İstanbul Kemal ATAKUL Swissotel The Bosphorus Hasan ATEŞ Crowne Plaza Erol AYDIN Çırağan Kempinski İsmail AYDIN Sirince Hotel Cemal BATUMLİ Divan Elmadağ Hakan BOZKIR Hilton Garden İNN Ali BULUT Büyük Kulüp Kenan DERDİYOK The Ritz Carlton Hamit DÜLGAR Titanic Asya Talih DÜLGAR Halis DOĞAN Radissons Blu Şişli Crowne Plaza Asia Temmuz / Ağustos - 2013 - Sayı:16 * Soyisimlere göre alfabetik olarak sıralanmıştır. Steward 63 Hikmet EFİR Tunay ERGÜL Recep FİLİZ Sebahattin GÜVEN Celal GÜL Radissons Blu Pera Hotel BTA Catering Atatürk havalanı Ağaoğlu My City Hotel Lares Park İstanbul Divan Elmadağ Murat İLANLI The Marmara Şahin Hançer Divan City Tamer HOPAL Sheraton Ataköy Sabri KALKAN Marmara Pera Ahmet KILINÇ Polat Otel İlkay KURT Ramada Plaza Tekstil Kent Rahmi ÖREN Mehmet Ali ÖZTÜRK Holiday İnn Arif TAŞTAN Muammer TEKKEŞ INN Pera Hotel H. Ercüment TUNÇER Moda Deniz Kulübü CVK Hotels Resort Park Bosphorus Abdurrahman KALAY Divan Asya Wyndham İstanbul Kalamış Mart / Nisan - 2013 - 2013 Sayı:14 Temmuz / Ağustos - Sayı:16 Seyfettin AFACAN Hyatt Regency Bahattin AYDIN Shangri Hotel Ahmet AYTEKİN Sheraton Maslak Mustafa HAN Conrad İstanbul Steward 64 Zikri YAKAR The Plaza Hotel Müslüm YETİŞOĞLU Hilton İstanbul Gürsel YILDIRIM İDO Deniz Yolları Rıza SARI Green Park Hotel
Benzer belgeler
“Türk usulü” çözümler - III
REKLAM DİZİNİ
S&G OTEL EKİPMANLARI ......................................... Ön kapak iç
OTTOMAN..................................................................................... 1
MAVİLİ BİOENE...