indir
Transkript
indir
Yıl XXIII Sayı 230/8 Temmuz 2012 Iulie 2012 Mecmuası Işindekiler (Cuprins) “RAMAZAN AYIN ÖNEMI”...................................................................................1 DOBRUCA TATARLAR'NIÑ BAZI REMEZAN ADETLERI.............................................1 RAMAZAN AYI VE ORUCUN HİKMETLERİ..............................................................4 BERAT KANDİLİ...................................................................................................5 KÖSTENCI’DE BERAT KANDİLI..............................................................................5 KONIŞMAGAN EŞEK............................................................................................6 KINA GECESI.......................................................................................................8 KIZLARIMIZDA BIRŞİLER BAR AMMA !..................................................................9 18 MAI 1944 SAU DRUMUL SPRE ÎNTUNERIC AL NEAMULUI MEU......................10 TĂTARII ÎN ISTORIA DOBROGEANĂ (VII) - NOTE DESPRE ISTORIA ŞI LIMBA TĂTARĂ...............................................................................................13 CONSILIUL REPREZENTANŢILOR........................................................................14 Kadınlar Dünyası TURCHEAN BARI, NOUA PREŞEDINTĂ A ORGANIZAŢIEI DE FEMEI - FILIALA CONSTANŢA........................................................................................15 PAZAR SOFRASI................................................................................................17 KADINLARINIÑ TEMSILCILERIN BIRINCI TOPLANTISI...........................................17 ORGANIZAŢIA DE FEMEI DE LA 23 AUGUST, ÎN VIZITĂ ÎN DELTA DUNĂRII..............18 FESTIVALUL KURABİYE-ULUI, ÎN PREMIERĂ, LA MEDGIDIA..................................18 INCINTMAK......................................................................................................19 RAMAZAN AYI..................................................................................................19 CaŞ MAREA ÎNTÂLNIRE DIN BALCANI.......................................................................20 8. BALKAN YAĞLI GÜREŞ ŞAMPIYONASI.............................................................21 5. KIRIM TATAR MİLLİ KURULTAYI 4. TOPLANTISI.................................................21 13-NCI “ALİ ERDURAHAN” TATAR KÜREŞLERI TURNUVASI...................................22 INTERVIUL LUNII - PROF.UNIV.DR. IUSUF TIMURLENC.........................................23 “UNITATE ÎN DIVERSITATE” - EDIŢIA A XI-A..........................................................24 ISSN 2248 – 051X ISSN-L 2248 – 051X Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 “RAMAZAN AYIN ÖNEMI” Romanya Müslümanları Müfti li gi ve Romanya Müslüman Tatar Türkleri Demokrat Birligi'niñ Köstenci Şubesi tarafından 5 Haziran 2012 Perşembi küni tertiplengen “Ramazan Ayın Önemi” konulı seminerge köp sayıda misapir katıldı. Faaliyetin aşılışında T.C. Köstenci başkonsolosı Füsun Aramaz hanım, RMTTDB'niñ başkanı Gelil Eserghep bey, RMTTDB'niñ Milletvekili adayı Av. Varol Amet bey kelecek Ramazan ay'nı davetlilerge kayırladılar. Romanya Müslümanların Müftisi Yusuf Murat bey, T.C. Köstenci Başkonsoloslıgı Din Hizmetleri Ataşesi Aytekin Akçin bey ve Köstenci “Ovidius” Üniversitesinden prof.dr.Nuredin İbram Ramazan Ayı ve din meseleleri hakkında bilgi berdiler. Programın soñında konuşmaçılar davetlilerin sorularına cevap berdiler. Baş Redaktor Erol Menadil DOBRUCA TATARLAR'NIÑ BAZI REMEZAN ADETLERI Kutsal ay Remezan bereket, huzur, kardaşlık, dayanışma, rahmet ve bagışlama (iertare) ayıdır. Müslümanlar, sabalar oraza ve mukabele, akşamları'da Teraviler ve dualar man – caşlar, kartlar, apakaylar, erkekler – birlikte camilerni totıralar, güzel bir manevi atmosfer yaşatalar. Balalıgımda Remezan ayı tolı ibadetlermen geşirilmege özen kösterilir edi. Remezan sözni aytkanda, kulanılganda, tuyganda, birinci beden ve ruh temizligi kele aklıma. Kimselerni kattiyen incitmemege, hatırını kırmamaga, yanlışlık yapmamaga, bo kutsal zamanda epimiz taa köp dıkkat etemiz, etmemiz kerek. Köstenci kasabasında, Kumluk mallesinde tuwdım. Remezan ayında yaşadıklarım, tüşüncelerim, pikirlerim, bo satırlar da, kıskaca, canlandırmak istiymen. Ballarman beraber, akşam ezanı, iftar saatı yaklaşkanda, İon Raţiu sokagında tabılgan mescidin (kişkene cami) canında toplanır edik. Ezan sesi eşitken zaman, üylerimizge cuwura cuwura barır edik, ve Tatarca: “Şakırdı, bakırdı, Hoca akşam ezan okıdı, Şüberek mayı kokıdı” aytar edik. Bonday, iftar vaktı'nıñ başlaganınnı kaber berir edik. O 50-60-nci senelerde, ne cep telefon, ne internet, ne televiziyon, ne de iftar vaktını belirlegen takvimler bar edi. O eski zamanlarda, hurma (curmale) yok edi. Bo sebepten, hurmaman iftar aşmak alışkanlıgı yok edi . İftarımıznı, genelde, zeytinmen, eş bolmassa su man aşar edik. Hep o senelerde, şimdiki gibi kuruluşlar, teşkilâtlar, zengin şahıslar iftar sıpralarnı tertiplemiyediler. Amma, bambaşka bir adet bar edi. İftar vaktı yaklaşkanda, camilerge ketken cemaatin kollarında bazlamaşlar (scovergi), kalakaylar, kirdeler, dörtkeskenler (brânzoaice), pıdeler, cantıklar, botka(şık)lar, malebeler, baklavalar, kurabiyeler, lokum, pekmez, magiun, elva, koşaplar, şerbetler, başka aşaytlıklar, tatlılar köreredik, ketirir ediler. Hepsini caminiñ bir odasına, ya da caminiñ canında tabılgan bir balaban azbarda cıyılır edi. İftar vaktinde, bolgaşık güzel, zengin, göñilden bir sıpra hazırlene edi. Cemaat, hep birlikte, fakir – fukara fark etmeksizin iftar adetni yaşar edi, İftar'dan yararlanır edi. Temiş (sahur) vakıtnı dawulcular üy üyden geşip tanıtır, ilan eterler aytar ediler. Zurna'man, gırnataman (clarinet) o güzel Temiş manilerni 1 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 aytar ediler. Mına, balalıgımda menim tuyganım, bilgenim, aytılgan bazı manilerni sizlerge aktarayım. Bir örnek: “ Dawulımnı urdum belime Şıktım (bardım) maaleniñ ortasına Keldi Remezan ayı Allah'ın kulu (sende) Temişke tur (sa). Ne catasın, ne catasın? O catuwda (uykuda) ne tabarsın? Al abdestni kıl namaznı Cennet-i ÂLÂ'yı (Allah'nı) tabarsın. Mına keldi Remezan ayı Azırlanız maramanı Allah kabul eter bo ay Okıngan her bir duanı. Menim abiyim (akam) şolde gezer Kalpağına şeşek tuzer Güzel kızlar şeker ezer Meleklerde yardım eter. Dawulum'nı cıpı kayıştan Kalmadı sırtımda mintan Beriniz beş – on para (1) Alayım sırtıma mintan . Dawul sesi dir – dırladı Kolımdan moşak fırladı Taa köp aytar edim Kara köpek bek zorladı.” “Şeramazan” dep adlandıraymız. “Şeramazan” ilahilerden, bazı ilahiler: “Şıyıl şıyıl şıyıldı ay Şeramazan aytıp keldik ay Üylerimiz mırlansın ay Ambarımız tolı bolsın ay Tur tur tur totay Beş – on para ber totay! Şeramazan ayları tuwdı ferman Kol (el) köterip duwa kılmak canga derman Ol Muhammed Mustafaga bizden selam Ya Muhammed Medine'de ya şeramazan!” Genede Temişte seslendirilgen başka dört – dörtlikler (ilahiler): “ Remezanıñ baş gecesi Candı pılaw tenceresi Bo aylar mübarek aylar Er tarafta ezan sesi. Remezan keldi kapıga Camiler nur(g)a boyandı Müminler inandı Tuttuştu kandiller candı. Baklavanın işi şeker Dawulcunun canı ister Baklavanın işi pekmez Dawulcunun sesi yetmez. Dawulcu torbanı aştı Murat Aga (2) bahşış berdi TANRI senden razı bolsın Alsın gönlinden er dertni. Tondım abiler tondım Armutnı daldan tuşurdım Taa köp aytar edim Moşaknı koldan tuşurdım. Ne catarsın, ne catarsın? O catuwda ne tabarsın? Al abdestni, kıl namaznı CENNET'nı, ÂLÂ'yı (Allah'nı) tabarsın!” Elveda Şeramazan'ı, Remezannıñ soñ aptasında iftardan soñra caşlarımız grup grup toplaşıp, bütün üylerni dolaşıp aytar ediler. ''Elveda ya, elveda ya Şehrü Remezan, elveda! Bo ayda, saf – saf melekler Cer yüzüne tüşerler Ellerinde mercan tabak Mü'minlerge sunarlar Elveda ya, elveda ya Şehrü Remezan, elveda! Şeytanların ayagına Awur (yüzbin) zincir takarlar, Cehennemin kapıların Şonday mühkem (3) kaparlar Elveda ya, elveda ya Şehru Remezan, elveda! Hazret'i Adem babamızdır Hazret'i Havva anamız Mü'min olan hep kardaşız Kabul bolsın duamız! Elveda ya, elveda ya Şehrü Remezan, elveda! Ey mübarek, ne ketesin, Bizni mahzun (4) etesin Seniñ ecri – sevabından (5) Bizni mahrum etesin Elveda ya, elveda ya Remezan ayında caşlarımız (13-19 yaşlarında bolganları) aytkan manilerni 2 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 Şehrü Remezan elveda!'' manilerni ve ilahilerni kapı – kapı, grup – grup, Yatsı vaktına kadar aytıp, para ve başka ufak – tüpek hediyeler toplap, bonlarnı soñra, cemaat namına, hayır işlerni yapmak üşin kullana ediler. Üyümizde, bazen, bizden kişkeneler, Temiş'ke türüredik (men kalabalık bir aileden kelemen, sekiz balalı bir aile), şalt – şalt, bazen kolımıznı, betimizni cumazdan evvel, tögerek sıpraga yanaşır yerleşe edik. Nenem, Rahmetli, “siz'de yarım oraza tutasınız, tuwul mı dep?”, tez – tez lezetli yemeklerni aldımızga serir edi (meselâ kuskus pılaw, etli bakla, cantık, ayran, ne azirlegen bolsa o mübarek künlerde). Tuwgan mallemde, Köstenceli hanımları, iftardan soñra, barabar toplaşır ediler, her kün başka bir üyde kahve, lokum, şerbet, ayran, şekerler, çaylar, eşliginde hoş sohbetler eter ediler. Suwık havalarda keten helvası kawurula edi, ikram berile edi. Mına menim balalıgımda yaşaganım, körgeni m adetlerden, geleneklerden bazı Remezan adetleri. Sıkıntılar ve başka sebeplerden, künimizin şartlarını analiz etsek, bo güzel adetlerimiz, milliy ve din adetlerimizniñ kobısı ya unutulgan, ya da unutulmak colını algan. Oñlarnı canlandırmak üşin, müslüman tatar toplumga, hocalarımızga, aydınlarga, Birligimizniñ önde kelgen şahıslarına önemli sorumlulıklar tüşe, tüşmektedir. On bir ayın Sultanı, Ramazan ayı, bilgen adetlerimen, o güzel havasınman, Tatar – Türk, İslam kultürüniñ, simgesi; kardaştay, dostlıkman, yardımlaşmakmam, duygusal, zewk tolı künler, anlar yaşatta; bizlerni, hepimizni, Allah ve insanlık colın kararlı adımlarımıznı atmak üşin buyura. “Elveda Şeremazan”nıñ başka varyantı: (6) “Hasenat tebdil ederek Nice dürlü, elveda Keldin bizge, ketesin Mübarek ay, elveda! Kur'an indi iş bu ayda Ayet, ayet beyyinat (7) Zahir oldu, zahir oldu (8) Nice dürlü, mücizat (9) Konuk boldın bizge bir ay Şimdi bizni terk ettin (10) Zikir, tesbih hem Teravi Elveda! Endi kettin!” Caşlıkta, yaşagan mallemde ayretten Teravih ilahileride aytılıp, seslenir edi: “Teravi nemazı keldi yadigâr (11) Sun eyledi ani ol Perverdigâr (12) Sun eyledi ani ol Perverdigâr Muhammed ümmeti ani kılarlar (13) Keldi hoş lütf ile Şehrü Teravi Keldi hoş lütf ile Şehrü Remezan! Teravidir Muhammed'in sünneti Kılan bulur yarın Hak'tan rahmeti Kılmayanlar mahrum kalır cenneti Keldi hoş lütf ile Şehrü Teravi Keldi hoş lütf ile Şehrü Remezan! Bo ayda her kim susar yana yana (14) Ab-ı Kevser'den işer kana kana Teravih ferahlık berir insanga Keldi hoş lütf ile Şehrü Teravi Keldi hoş lütf ile Şehrü Teravi Teraviden kaşkan yüzler kare bolır (15) Hak'tan rahmet ona nice bar bolır Teraviniñ sevabından zar (16) bar bolır Keldi hoş lütf ile Şehrü Teravi Keldi hoş lütf ile Şehrü Remezan!” Koş keldin Remazan! Tüm Tatar – Türk cemaatine kayırlı Bayramlar! (1) – Kıska aba (2) – Menim bir abiymin adı Murat. Murat akay, Allah'ın rahmetine kawuştı (3) – Solid, temeinic (4) – Uzgun, trist (5) – Eksik, privaţiune (6) – Ediyeler, bahşiş etip (7) – Aşıklangan, beyan etilgen ayetler (8) – Meydan'ga şıktı (9) – Mücize, minune (10) – Allah ve Peygamberimiz'niñ adlarını aytıp dua etmek (11) – Suvenir, amintire (12) – Tanrı, numele popular al lui D-zeu (13) – Bunăcuviinţă (14) – Apa Kevser, apă sfântă din Rai (15) – Günahlı, kara bolır (16) – Peliculă, membrană; Dor, nevoie Prof. Univ. Dr.Nuredin İBRAM Caşlarımız Şeremezan, Elveda Şeremezan, Teravilerni , başka Remezan 3 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 RAMAZAN AYI VE ORUCUN HİKMETLERİ günahları bağışlanır" (Riyazus-Salihin Terc.,2/463). İnsan nefsinin yalan, gıybet ve hased gibi kötü işlerden korunmasında orucun rolü çok büyüktür Çünkü, insan oruç sayesinde nefsin arzularına hakim olma melekesini kazanır, kötü istek ve arzulardan, gıybet gibi kötülüklerden ve günah işlemekten sakınır. Peygamberimiz (s.a.v.); "Ourçlu bir kimse yalan ve yalancılıkla iş görmeyi bırakmazsa, yemeyi içmeyi bırakıp aç durmasının; Allıh'ın, onun yemesini, içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur" ve "Sizden biriniz oruçlu bulunduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Şayet biri kendisine söver veya çatarsa, "Ben oruçluyum'*desin"buyurmuştur (Riyazus-Salihin Ter.2/5 02). Oruç, nefis ve irade terbiyesinde çok mühim rol oynar. Oruç sayesinde insanda sabır ve tahammül gücü meleke haline gelir. Sıhhi bakımdan orucun şifa kaynağı olduğu tıp uzmanlarınca ifade edilmektedir. Buna paralel olarak, hastaların çoğuna ilk tavsiye edilen şey perhizdir. Oruç insanların kalbinde incelik ve vicdanlarında duyarlılık meydana getirir. Bu sayede fakirlerin, yoksulların hallerini düşündürerek insanlarda yardımlaşma duygusunu harekete getirir. Böylece de Müslümanlar arasında sosyal dengenin sağlanmasına yardımcı olur; kin, nefret ve bencillik gibi kötü duygularının ortadan kalkmasını temin eder; Mü'minlerin huzur ve refah içerisinde yaşamalarına vesile olur. Ramazan ayının ve orucunun; Mü'minler için şifa, hayır, huzur ve hidayet kaynağı olduğunu bilmeliyiz, her ne suretle olursa olsun müptela olduğumuz kötü alışkanlıklarımızı terk edip iyi ve güzel davranışlara yönelmeliyiz. Bu mübarek ayda yerine getirilecek ibadetlerin, verilecek zekat ve sadakaların, yapılacak hayırlı işlerin daha çok kabul edileceğini bilmeliyiz. Bu nedenle, Ramazan ayı boyunca Mü'minler; bol bol Kur'an-ı Kerim okumalı, varsa geçmiş namazlarını kaza etmeli, yoksa nafile namaz kılmalı, tevbe ve istiğfarda bulunmalı ve içten dua etmelidir. Dolayısıyla, bu ayda; Cenab-ı Hakk'a açılan eller, O'na yönelen dua ve niyazlar geri çevrilmeyecektir. Bu düşüncelerle; kendimizi, anne-babalarımızı, çocuklarımızı, yakınlarımızı, komşularımızı, bütün din kardeşlerimizi düşünelim, milletimize ve bütün insanlığa olan sorumluluklarımızı hatırlayalım ve bütün bunlar için dua edelim. Bu duygu ve düşüncelerle, Romanya'da yaşayan vatandaş ve soydaşlarımızın Ramazan ayını kutluyor, bu ayın tüm İslâm âleminin huzur, birlik, beraberlik ve dirliğine, bütün insanlığın barış ve hidayetine vesile olmasını diliyor, Rabbimizin bizleri sıhhat ve afiyet içerisinde Kadir Gecesine ve Bayram sabahına kavuşturmasını niyaz ediyorum Aytekin AKÇİN - T.C. Köstence Başkonsolosluğu Din Hizmetleri Ataşesi Şükürler olsun ki , Ayların sultanı Ramazan Ayı'nın birinci gününe 20 Temmuz 2012 Cuma günü kavuştuk.. Cenab-ı Hak, her varlığa kendine özgü bir değer biçmiş, çeşitli meziyet ve faziletlerle donatmıştır. Bunun gibi Ramazan ayı da meziyet ve fazilet bakımından sayısız güzelliklerle donatılmış kutsal bir zaman dilimidir. Yüce Allah'ın insanlığa en son mesajı olan, İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkartan, onlara en doğru yolu gösteren, bütün canlı ve cansızların yaratılış gayesini gösteren ve kalpleri nuruyla aydınlatan Kur'an-ı Kerim, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'e bu ayda indirilmeye başlanmıştır. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi de bu ayda bulunmaktadır. Yine İslâm'ın beş temel esasından biri olan oruç ibadeti de bu ayda yerine getirilmektedir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de: "Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun" (Bakara: 2/185); "Biz O'nu (Kur'an'ı) Kadir Gecesinde indirdik...Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır" (Kadir: 97/1-3) buyurmaktadır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) de, "...Ramazan öyle bir aydır ki, Allah gündüzleri oruç tutmayı farz ve gece ibadetini (Teravihi) de nafile kılmıştır. Bu ayda bir kimse Allah'a bir hayırla yaklaşırsa, diğer aylarda farz eda etmiş gibi olur. Bu ayda bir farz eda eden diğer aylarda yetmiş farz eda eden gibi sevap kazanır. Ramazan, sabır ayıdır. Sabrın sevabı ise cennettir. Ramazan ihsan ve yardımlaşma ayıdır. Mü'minin rızkı bu ayda artar, bereketlenir... Ramazan ayı öyle bir aydır ki evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu c e h e n n e m a t e ş i n d e n k u r t u l u ş t u r. . . " buyurmuştur (Et-Tergib vet-Terhib, 2/94-95). Oruç ibadeti, Peygamber Efendimizin Mekke'den Medine'ye hicretinin ikinci yılında farz kılınmıştır. Oruç, Hz. Adem (a.s.)'dan beri bütün peygamberlere ve ümmetlerine farz olan bir ibadettir. Hz. Nuh (a.s.) bayram günlerinin haricinde bütün sene boyunca, Hz. Davuit (a.s.) ise gün aşın olarak oruç tutarlardı. Hz. Musa (a.s.)'nın 40 gün oruçlu bulunduğu, Hz. İsa (a.s.)'nın da Musa (a.s.)'nın yoluna uyarak 40 gün oruç tuttuğu bize ulaşan rivayetler arasındadır. Cenab-ı Hak, bir âyet-i kerimede mealen; "Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki oruç sayesinde fenalıklardan korunursunuz"(Bakara: 2/183) buyurmuştur. Ramazan ayı, oruç ayıdır. Bu ayı oruç ve ibadetle geçirmenin Mü'minlere sağladığı faydaların en önemlisini Allah'ın Rasulü (s.a.v.) şöyle ifade etmektedir: "Her kim Ramazanda farziyetine inanarak ve yalnız Allah rızasını umarak oruç tutar ve bu ayı ibadetle geçirirse, geçmiş 4 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 BERAT KANDİLİ Üç ayların ikincisi olan Şaban Ayı'nın on beşinci gecesine rastlayan ve mübarek gecelerden birisi olan Berat Kandili, 04.07.2012 Çarşamba gününü 05.07.2012, Perşembe gününe bağlayan gecedir. Berat, borçtan ve suçtan kurtulma anlamında olup aynı zamanda günahlardan temizlenme demektir. Bu gecede Yüce Allah, kendisine samimi olarak yönelenleri bağışlayacak ve onlara sonsuz mükafatlar verecektir. Bizlere her yönüyle örnek olan Sevgili Peygamberimiz ( s.a.v.), böyle gecelerde dua ve ibadetle meşgul olmuşlar ve yapılacak duaların kabul olacağını bildirmişlerdir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v), mübarek gün ve gecelerle ilgili olarak "Beş gece vardır ki, onlarda yapılan dualar kabul olur. Recep ayının ilk Cuma gecesi, Şaban ayının yarısı gecesi, Cuma ve bayram geceleri" diye isimlendirdiği bu beş gecenin birisi de "Berat Kandili" gecesidir. Hz. Aişe Validemizden rivayete göre, Efendimiz (s.a.v.), Berat gecesini ibadetle geçirmiş ve kıldığı namazın secdesinde şöyle dua etmiştir: "Allah'ım! Senin gazabından senin rızana sığınırım. Cezalandırmandan affına sığınırım. Allah'ım! Başka değil, senden yine sana sığınırım. Zatını övdüğün ölçüde seni anmaktan aciz olduğumu itiraf ederim. Senin komşuluğun azizliktir. Senin övülmen yücedir. Senin ordun mağlup edilemez. Sen va'dettiğin şeyde, va'dinden dönmezsin. Senden başka İlah, Senden başka mabud da yoktur". Peygamberimiz (s.a.v), Berat gecesiyle ilgili olarak, bu geceyi ibadetle geçirmemizi tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, o geceyi ibadetle geçiriniz ve gündüzünü de oruçla geçiriniz. Çünkü Allah Teala o gece güneş doğuncaya kadar dünya alemine rahmet nazarıyla tecelli eder ve b u y u r u r k i : Yo k m u i s t i ğ f a r e d e n , bağışlayayım?; Yok mu rızk isteyen, rızklandıralım?; Yok mu dert ve musibete duçar olan, şifasını verelim?; daha ne gibi dilekleri olanlar varsa istesinler, verelim". Berat Gecesinin bir özelliği de, Kıblenin bu gecede değişmesidir. Çünkü, İslâm'ın ilk yıllarında Kabe putlarla dolu olduğu için Peygamberimiz, namazlarını Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya yönelerek kılıyordu, fakat kıblenin değişmesini de arzu ediyordu. Bu durum Mekke'den Medine'ye hicret edinceye kadar devam etti. Hicretin ikinci senesi Şaban Ayı'nın on beşinci gecesi günü öğle namazını kıldırırken, ikinci rek'atında kıblenin değiştiğini bildiren âyet nazil oldu. Cenab-ı Hak, " Ey Muhammedi Yüzünü göğe doğru çevirdiğini görüyoruz. Hemen seni hoşlanacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü (namazda) Mescid-i Haram yönüne döndür ve nerede bulunursanız (namazda) yüzünüzü o tarafa çeviriniz" Bakara Suresi, âyet. 144) buyurmuştur. Böylece de, kıble değiştirilmiş oldu. Peygamberimiz derhal namaz içinde Kabe tarafına döndü. Cemaat da Kabe'ye yöneldi. Görülüyor ki, birliğin sembolü olan bu tarihi olay, Berat gecesinde meydana geldi. Dua her zaman için makbul olmakla birlikte, bu gibi zamanlarda dualar daha çok kabul edilir. Nitekim Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de: Ey Muhammed! Kullarım beni sana sorarlarsa bilsinler ki, ben şüphesiz onlara yakınım. İsteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim" (Bakara Suresi, âyet: 186) buyurmaktadır. Berat gecesine mahsus bir ibadet yoktur. Bu gece yapılacak ibadetlerin başında namaz kılmak gelir. Bu nedenle, bu geceyi ibadetle geçirmek isteyen Mü'minler; bol bol Kur'an-ı Kerim okumalı, varsa geçmiş namazlarını kaza etmeli, yoksa nafile namaz kılmalı, tevbe etmeli, içten dua etmeli, diğer taraftan anne babanın hayır duaları alınmalı, akrabalarla olan ilişkiler güçlendirilmeye çalışılmalı, günlerinin hayırlı olmasını dilemeli, kusur ve yanlışlardan dönmeye kesin olarak söz verilmelidir Dolayısıyla, bu gece; Cenab-ı Hakk'a açılan eller, O'na yönelen dua ve niyazlar geri çevrilmeyecektir. Bu düşüncelerle; kendimizi, çocuklarımızı, anne-babalarımızı, yakınlarımızı, komşularımızı, bütün din kardeşlerimizi düşünelim, milletimize ve bütün insanlığa olan sorumluluklarımızı hatırlayalım ve bütün bunlar için dua edelim. Bu duygu ve düşüncelerle, vatandaş ve soydaşlarımızın Berat Kandillerini kutluyor, bu gecenin tüm İslâm âleminin huzur, birlik, beraberlik ve dirliğine, bütün insanlığın barış ve hidayetine vesile olmasını diliyor, Yüce Allah'ın bizleri sıhhat ve afiyet içerisinde Ramazan Ayına kavuşturmasını niyaz ediyorum. Aytekin AKÇİN - Din Hizmetleri Ataşesi KÖSTENCI’DE BERAT KANDİLI Romanya Müslümanların Müftiligi tarafından Köstenci'de tertiplengen Berat Kandili programı 4 Temmuz, Şarşembi küni Kumluk Camisinde yasaldı. Ekindi namazından soñra Kur'anı Kerim tilaveti men başlagan program ocaların okıdıgı Mewlid Şerif men devam etti. Kandil programı Müfti yardımcısı Revin Musledin duasıman tamamlandı. Programın soñında tek saf bolgan cami cemaati bir birin kandilini kayırladı. Soñra, Akşam namazından ewwel hep Köstenci'de Palazu Mare Camisinde de Berat Kandili programı tertiplendi. Faaliyetlerge RMTTDB Köstenci Şubesi'niñ temsilcileri de katıldılar. Baş Redaktör - Erol MENADIL 5 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 KÜNDELIKŞI – XXXIII KONIŞMAGAN EŞEK Menli totay köyni n aytulı apakaylarından birsi, âzir cewaplı, sözge usta, müsafir süyer, şırtlı, öşekni de ustalık man kaynatır. Köp kere, komşı apakaylar onın, Kıblaga karagan ayatına toplaşıp kawe işerler, maylı-penerli kalakay pişirip aşarlar, sigara dumanlatıp ta öşek kaynatırlar. Kocası Emrisöyin men üylengen sora barabar şalışıp, köp toprak ve güzel mal-mülk edindiler. Ekinci Dünya Sogışı'ndan sora memleketke canı politik düzeni kelip köylerde toplı korantalar(kolhozlar) kurılgan sora, Emri söyi n, Menlitotaylar'ın balaban koyawlaları, uzındanuzın damları koysız, atsız, ögizsiz, siyırsız bomboş kaldı. Şimdi onların sade bir kart eşegi men, bir de dört tegerşikli cartı kotikaları bar. Karlar i ri p ot-ölenler bürlenmege başlagadan, taaap keskin, aşşı, ot, yapraklarnı cakkan kıraw tüşkeşik Emrisöyin baba, işi bolsınbolmasın, Allah'ın bergen her kün, cuma künlerinden başka, kart eşegin cartı kotikasına cegip tarlasına keter edi. Konışması kıt, apakayı Menlitotay man bile az konışır, bo sebepten kocasından sakınır ve oga dair konışkanda “anaw, menim kara akayım” dep anlatır edi. Kocası tarla i şleri men kün boyı ograşkanda, Menlitotay canı sıgılganda, üylerin küntuwar karşıgasının köşesinde tayawlı turgan armantaşka otırıp, sigarasin dumanlatır ve coldan kelip-ketken kişilerge laf atar, onlarman konışmak ister. Közleri bek arü almaganı, körmegeni üşin kişilerni dawışlarından ayrıt etebile edi. Armanlar bastırılıp pitken, arman tüp botkaları aşalgan, eginler mağazalarga, urılarga kuyılgan edi; köydekiler küntabaklarnı toplap, onaytlı kalaklar man tüymek üşin talaka yasamaga niyetleneler. Ekinci Dünya Sogışı bolgan şiddeti men ateş, ölim püskirip Dobruca'nı da sarıp aldı. Sogışka alınmagan kart akaylar camı kalawın kuytısında Rus askerleri yakında bo yakka da kelecek eken dep, konışalar. Köyde tek radyosı bolban Zekeriya akayın üyine toplaşıp radyo sesliler. Bonday küntabaklar topangan, ciyilgan zamanda, üyleden sora köy işine alewlenip cangan ottay bir haber cayıldı: “ Rus askerleri keliyatır eken!”denilgen sözler cangırıp cayıldı. Caş kelinşekler men kızlardan başka, bütin köy sokaklarga awdarıldı. Köynin Sırt-Künbatar colından, toz-torak şangıtıp, tobı-torazanı man Rus askerleri köyge kirdiler. Bütin âlem korkıp, ne bolacak eken dep karaganda, bizim cesaretli Menitotay, sol kolın peştımalının kisesine tıkkan ve on kolın aldına uzatıp: “sınıtate, sınıtate!” dep selamlay. Bonı körgen Rus askerleri kulak asmadılar, ne aytkanın da anlamadılar collarına dewam etip Müsret akayın azbarına kirip yerleştiler. Müsret akay ensesin kışıp bir şiler a y t s a d a k u l a k a s m a d ı l a r. Ballarından en balabanı Enver Köbete korkıp kapı arasından turgan sora cesaret alıp tışarı şıktı, askerlerin tüfeklerine merak etip karay. Eki atlı bir arabanın art tayawına eki-üş yaşında baylı turgan tawlı bir tana bar edi. Caş, bek caş, on sekizde ya bar, ya yok, sarışın, orta böylı, kısaka konışlı, kara etikli Rus askeri, kolında uzın saplı baltanın kesinligin baş parmagı man denegen son, araba tayawına baylı turgan tananı, ci bi nden ceti p, koranın törinde, kişi boyı kadar bolıp ösken kawırdaklar arasına tıktı. Ballar ne bolacak eken dep karap turganda, o Rus askeri bolgan kuvveti men tananın müyizleri arasına uzın saplı baltanı urganda tana nege ograganın bilmeden bön-bön askerge karadı, sora möngrep, dört ayagın cıberip cıgıldı. Müyizleri arasından fışkırgan kan kawırdaklarnı al kanga boyadı. Üş-dört caş asker kızlar balaban, balaban kazanlar asıp, su totırıp astın caktılar. Komşı, aret apakaylar, bir kün gene Menli totay'i n üyi ne toplaştılar, arepena yasaycaklar. Üyleri nden, kerek bolgan malzemelerni alıp kelgenler: un bosın, may bolsın, süt-katık bolsın, tuzlı katık bolsın, tartılgan et bolsın, taa neler, neler; katlanşıklı köbete pişirecekler. Menlitotay bo köbeteni bek süye, onın aytkanlarına köre boy kız ekende, şimdiki kocası Emrisöyin toylarda şonday etip şınlay eken: Katlanşıklı köbete, Kalaylı tawada; Menli yaremni körgende, Akılım da awa. - Menlitotay, şimdi de, bazda Emrisöyin baba caşlıgında şalgan dürkilerni, şınlarnı ayta mı? dep soradı Hanife anni, apakaylarga köz kımıp. - Kayda o künler, kayda o şınlar, kayda o dürkiler, bo menim kara, kıyış akayım bir akisligi tuttı mı künlerce, aftalarca konışmaz, bir şiy sorasan, artın aylandırıp keter, kart eşeğin katında mınkı- mınkı öz-özi men konışıp turır. - Geşenlerde Keracı tırmenine un tartmaga ketkende ne bolgan edi be, Menlitotay, ne bolganın mınaw apakaylarga bir kere taa anlat, dedi gene Hanife anni, anlamlı-anlamlı külimsirep. - Toktanız , başta anaw Sübiye kelmeden köbeteni awız dâmi men aşayık, sız bilesiz o celmeawız calmap cutkan sora bir de peştımalının kisesine totıra, dedi Menlitotay. Bonı eşitken apakaylar “ pırkın-pırkın “ külgenlerin tuygan Menlitotay: - Ne, aytkanlarım doğrı tuwıl mı, unıttınız mı geşenlerde ulkım pişirgende neday bolganın? - Eş unıtmadık Menlitotay, dedi Şalbaş 6 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 Şaziye, aydı al anaw canı otırgışnı da kel, Subiye areti m Menli totayın canına yanaş, dedi külimsirep. - Vay, Subiye de kelgenin neşin aytmadınız, vay bek ayıp boldı dedi Şaziye'nin kulagına şıbırdap. - Yok, eşitmedi, o bo yerlerin kişisi bile tuwıl, o sıgarasın dumanlata, keyfi yerinde, dedi Subiye'ge karap. Bo karışmalıktan birsi erişmedi, çünki Menlitotayın kulakları bek sak, ama közleri arü körmiy, Subiye anninin közleri bek arü köre, ama kulakları ise dım sangır. Katlanşıklı köbeteni awız dâmi men aşagan sora, birer de kara aşşı kawe iştiler. - Karanız, şimdi bizge Menli kartimiz, kocası Emrisöyin baba katıp Keracı tirmeninde un tartkanın anlatacak, dedi Bulgariyeli Hanife anni, tirsegi men Subiye'ni türtmişlep. - Toktanız terakay, ne o kadar aceli etesiniz, başta maga mınaw Şalbaş bir sıgara sarsın da, bilesiz o bek usta sıgara yasamaga, sora igi men, cigi men anlatırman, onın bek balaban kıpısı bar, dedi Menlitotay sıgarasın cagıp dumanlatmaga başladı. Ana, menim nalet kara akayım, taa cerge carık tüşmegen edi, kotikasına eki şuwal kızılşa saldı, er şüwalda dörter şinik egin bar, kart eşekni cekti, Keracı colına tüşti. Tirmenge barganda amaw Nayye totaynın Nayım man Raif balların köre, onlar da sırada bekliy ekenler. Sıra bizim kara akayga kelgende, Nayye totaynın balları tartılgan unlarnı şuwallarga totırıp, koldaşıp arabaga atkan ekenler. Tirmenci esmer tawlıca bir yawır, Emrisöyin babadan un tartmak üşin “ watrzatse “ istiy, ama Emrisöy baba Yawırce bek arü bilmegeni üşin tirmenci ne istegenin anlayalmay. Nayım ne bolganın, tirmenci ne istegenin Emrisöyin babaga anlata. Un tartıla ama, tirmenci bermiy, kaşan “ watrzatse “ ketirse o zaman unnı alar, degen tirmenci. Şaresi yok, bizim kara akay, eşek men kotikanı bir kıral tereginin salkınına baylay, aydı tabanga kuwet dep, cayawcalpı, terlep-pişnap azbar kapısından kirer kirmez: - Eyyy, eyyy apakay tez maga “ watrzatse “ ni ber, aydı ne eşitmedin mi? Bo nalet kât bolmasa unlar kolımızdan ketti! Aydı be kıbırda, aydı. Menlitotay bek şaşıp: - Ne istegenin anlat müslimanca, ne biliyim men saga ne kerekkenin? - Töwbe Ya Rabim, töwbe, ayttım ya anaw, “ watrzatse “ kâtni ber dep. Bonday etip bakırşkanların eşitken torınları anladı ne bolganın: - Kartiyim, ber sen maga şo pencirenin katında, duwarga kagılgan mıkka ilingen mübarek Kur'an nı. Kabından şıgarıp öpken sora, torbanı karmalap bir kât şıgardı ve kartbabasına uzatıp: - Bo kât kerek saga, geşenlerde İzeddin bergen edi, ama… mına bo yerde yaza “autorizaţie” dep. Şimdi kette al tartkan unların, dedi torınları. - Ana balam, tilim kelişmiy mınaw yawırcege, ne biliyim men “ watrzatse “ ne bolganın? dedi Menlitotay tabakasın karap. Emrisöyin baba bek kızıp azbar kapısından şıkkanda: - Anasının “ watrzatse “ sine ne aytayım! degenin Menlitotay da eşitti. Köp geşmeden Emri söyi n babanı Delidüriş- Keraci bayırına tırmaşıp ketkenin kördiler. Üyle üsti, sıcak bastırmaga başlagan edi. Menlitotay gene karşıgada tayawlı turgan armantaşın canına barıp otırdı. Coldan geşip ketken kişilerge laf katıp konışa, zaten közleri arü körmegeni üşin başta: “ Aybala, ya da, akız, sen misin şo? “ dep o kişini konıştırtkan sora dawışından ayrıt etip dewam ete. Bazı seferler bo yerden Romenler de geşip ketkende onlarman da Tatarca konışmak istiy, o kişilerden bir cewap, söz kelmese; “ Ne ananın köri boldı, ne konışmaysın , ne allegim boldın, ayagına şarık yerine jikjikli kondıra kiyip ne bolgan ekensin ya, kara sen o boklı kötke, kara sen murınboklıga, men ondan, sayıp-süyik katir sorayman, o, anaw sakaw kişilerdiy yok bolıp kete; ket, bek aceli etsen taaap cehennemin törine kadar” dep mınkı-mınkı mınkıldap turganda, komşıları İdris akayın pelwan ulı, Pariyik, boz eşeklerin calnından tutıp dereden keliyatırganda: - Vay Menlitotay, kim men konışasın şo? Yoksa öz başına konışasın mı? dedi külimsirep. - Ne bala, men taa alcımadım, banaları, sen kelmeden ewel, birsi geşip ketti men ondan katir soramak istedim, o da allegim bolıp, bir laf şıgarmadan, aywanday geşip ketti. Közim arü ötmegeni üşin anlayalmadım kim bolganın. Kalbi Nayye totayın anaw Raif Şöbayak edi, dedi başın sallap. - Yoook be Menlitotay, o konışmagan kişi, Yankulesku şokayın Nikolay şobanı edi, biraz ewel derede biz konışkan edik, dedi Pariyik özin zor tutıp. - Ne bola eken Yankulusku'nın şobanı bolsa, kim bolgan? Konışsın! - Vay, Menlitotay, katıp konışacak? O Tatarca bi lmiy ke, kaydan anlasın seni n aytkanların, dedi Priyik boz eşeknin calınından tutıp. - Tatarca bilmese üyrensin! dedi külkiden katılıp. Kara sen, men oga neday dürki uydırdım: Nikolay, Nikolay Şaytantoyda katolay. Nikolay, Nikolay Kötin taşka okalay,okalay. - Aydı, sawkık man kal Menlitotay, dedi Pariyik boz eşekni calnından tutıp “ çüüüşşş “ dep ayrıldılar. Menlitotay bir sıgara cagıp, dumanlatıpdumanlatıp işmege başlaganda, Memet akayın azbarındakı kuyıdan birewler su tartkanın, kelebenin cikıldamalarından anladı: - Hüüüü, akız, sensin mi şo balam, hüüüü ey Perkiyyy, ketir maga bir meşerpe salkın su, eşittin mi? Perkiyyy! dep bakıra Menlitotay otırgan yerinden kıbırdamadan. Köp geşmeden Perkiy bababan, kırmızı bir 7 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 meşerpe salkın su totırıp keldi: - Buyır, menim öz kartiyim, işte saga tâze, salkın canı tartılgan su, dep meşerpeni uzattı. Kaltır-kaltır etken kolları man alıp cukınıpcukınıp işken sora: - Saw bol kızım, saw bol Perkıy kızım, bo kuyının bek dâmli suwı bar, mübarek su. Bo kuyını senin Mustafa Dinislam kartbaban, Fatma kartiyin kocası, nenenin babası kazgan edi. Şimdigisindiy akılımda, köp ograşıp kazgan sora, bek derende, sert, balaban kayaga rastlaganlar, künlerce, kazma, kürek, tırnakop man teşmege ograşsalar da, bir türli teşalmadılar, en sonında, menim kara akayım aytkanına köre, Mustafa kartbaban, Mankaliye'ge ketip, patlatkan bir şiler alıp kele, o kayanı teşip, yerleştire ve şimdi bile kulagımın zarında, bir üyle üsti edi, bek balaban bir patlatma boldı, o zaman bizim pencirelerimiz zıngır-zıngır etip zıngırdagan edi. Ana, o kayanın astından bo mübarek su şıktı. Allah rahmet etsin, catkan yeri cennet bolsı, o senin Mustafa kartbaban sogışta karakayıp, ölisi bile tabılmadı. Ama köyimizge bek arü sulı bir kuyı taşlap ketti. Ana Perkıy kızım, bo kuyının suwı maga bek yaray, saw bol balam, saw bol, dedi Menlitotay közyaşların sürtip. - Sen de saw bol katiyim, dedi Perkıy, kırmızı meşerpeni alıp üylerine kayttı. Tâze, salkın su işken sora Menlitotay'ın canı bir sıgara istedi, köp tüşinip turmadı, kolı man karmalap tabakasın taptı ve bir sıgara caktı. Tamam bonday etip dumanlatıp turganda, kızgın toprakta, birtakım ayak sesleri tuymaga başladı, ama bir kişi tuwıl kalbi, dümp- dümp etip oga ADETLERIMIZ (82) yaklaşkanda: - Aybala sen Parik'sinmi şo, dedi biraz kızıp? Bir cewap kelmedi, gene “dümp-dümp“ etip eşitilgen ayak sesleri yawaş- yawaş taa bek uzaktan eşitilmege başladı. Bonlarnı tuygan Menli kartiy, biraz kızıp: - Aybala, sen Paşa mısın şo, konışsa 'lan, neşin konışmaysın, ne boldı? Brigarder bolgan sora biz kartlar man konışmak istemisin mi şo. Kara aytarman men seni menim Zeynep aretime, sora körersin sen durnanın kongan yerin, ne men men konışmak istemisin mi? Kara sen oga, brigader bolgan emiş! - Ay kartiyim, kim men konışasın şo, dedi Pariyik, közlerin elertip. - Ana, kim men bolacak şo, bizim brigader Paşa'mız man, bana katımdan düp-düp etip geşip ketti, men oga laf kattım, ama onda ses-solık yok, ketti bir eşektiy. - Yok kartiyim, o dümp-dümp etip geşip ketken Paşa tuwıl edi, o menim boz eşegim edi, dedi Pariyik külimsirep. - Ne bola eşek bolsa, konışsın, mendiy etken kartnı bekletmesin, dedi Menlitotay tabakasın karmalap. - Katıp konışsın be kartiy, o eşek Tatarca bilmiy ke! - Bilmese, üyrensin! Men Tatar bolıp taTatarca konışmagan eşek körmedim, dedi Menlitotay. 19.05.2012 NEVZAT YUSUF SARIGÖL KINA GECESI Kına sözi tilimizge Arapça'dan kirgendir (hinna). Kına teregin yaprakları kurıtılıp tüyilgen sora, toz hâline ketirilip ve elde etilgen bo güzel kokılı ürin men şâş, kol parmakları tırnaktan başlap birinci buwınına kadar, awış ortası, ökşeler boyalanır. Şimdi bile tilimizde, kına salmak, kına cakmak, kınalamak denilgen aytımlar bar. Kına teregi Mısır, Sudan, İndistan, Tunus (Tunisia), Cezair (Algeria) Senegal'da öse. Kınanın bek köp özellikleri bar. Bonlardan şimdi sade birkaş tanesin beremiz. Bo merasimli (ceremonial) bir ösimliktir. Güzel kokılı, eczanelikte, kozmetik tedawilerinde kullanıla. Bo kına teregin beyaz şeşeklerin kokısı Cennet kokısınday diyler. Ama bizim fikrimizge köre bo şeşeklerin bir temizleme, arılama, günahlardan temizlenme niteligi bardır diymiz. Bondan dolayı bolsa kerek üylenecek caş kızlar üşin toydan ewel bir kına gecesi yasala (lailat al-henna). Bonın anlamı ise üylenecek kızga kocası bolacak erkek men eşleşmege, birleşmege razı bolmak, o kızga izin bermek demektir. (Melek Chebel, Dicţionar de Simboluri Musulmane, ed. Paralela 45, 1995, p. 188). “Eskiden kına töreni, köylerde dahi, iki, ya da üç gün sürermiş. Bü düğünde, kına yakınmadan önce kızların türkü ve oyunları, kına yakımından sonra da kadınlarınkiler ile, iki tören bir geceye sığdırılmıştır. Mudurnu'da salı akşamları yapılan törene “kızlar kınası”, carşamba gecesindekine “karılar kınası” derler”. (Pof. Pertev Naili Boratav , 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, s. 179). “Geline kına yakma ( bu törelerin) başında gelir. Bu törenin Türkiye müslüman halk gelenekleri çerçevesini araştırmasına bir tanıtı Midilli Rumlarının evlenme göreklerinde buluyoruz: orda da kına kelimesinden bozma olduğunda şüphe olmayan knas deyimile adlanıyor, ve gerdekten bir gece önce kutlanıyor” ( Prof. Pertev Naili Boratav. Op. cit.,s.186). Türkiye'nin bazı bölgelerinde askerlikke ketecek cigitlerge de kına cagıla. Bir kişinin yaşamında bek önemli üş basamak (etapă) bar. Birinci basamak, o kişinin dünyaga kelmesi, yani tuwması bola. Bo zamanda yasalıp kelgen örf-adetler, ekseriyet men o ailenin kunaşın, dünyaga bala ketirme gururın sergiliy. Yasalıp kelgen merasimlerin taa köp dinî nitelikleri bardır. Şimdi, bo araştırmamızda bo mesele 8 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 üstinde köp turmaycakmız, sâde yasalgan merasimlerde dünyaga canı kelgen balanın da “katılması”man bola. Ekinci basak üylenmek, yani aile kurmak; bo dönemde yasalgan merasimler bek farklı, köpten köp canılıklar köri ne. Romanya'da yaşagan müslüman Tatarlar'ın toylarında, sözde modern dep atlandırılgan “naş, naşa” (birnevi “vekil ana, vekil baba” yerine kele), “masa mare”(şenli kler); bo tipte “adetler” Romenler'den kelgendir. Bonday “canılıklarga” uşin tilimizde “eski köyge çanı adet” denilgen deren anlamlı, isabetli anlatım bardır. Eskiden toylarımızda kına gecesinin ayrı bir önemi bar edi. Bo gecede, üyken toydan evvel, kızlar, caş kelinşekler, kol ve ayak parmaklarına, şaşlerine kına cagarlar, ya da kına sala ediler ve öz aralarında dürkiler şalıp, oyın oynar ediler. Bo güzel adetimiz şimdi unıtılmaktadır, ne yazık! Gene üyken toydan evvel “kawe tüyme” adeti bolar edi. Köynin yaşlı “kaweci”apakayları toplaşıp, şınlaşıp, şenlenip, üylerinden keli, (Romencesi, piuă, piuliţă) tokmak (Rom., pisălog, pilug) alıp kelip kawe tüyerler; kaymaklı kawe işip sıgara dumanlatırlar. Tilimizde, bir yerde ya da bir toplantıga katılganların köp kişi adların sayganda, “ana, Ali, Veli, tokmak, keli bar edi!” dep aytıla edi. Ne yazık ke bo adet te unıtılmaktadır. Kına gecesi, ya da, toy kawesi tüyme gibi güzel adetlerimizin unıtılmasının baş sebebi , köy toplımların darkalmasıdır; o toplımın halkı kasabalarga, şehirlerge köşmesinden keledir. Sözin kıskası “şehirleşme” (Rom., urbanizare). Kına ve onın önemi hakkında folklorımızda isabetli bir aytım bardır: “Toy pitken sora kınanı k…… cak!” Anlamı: iş işten geşken sora, keş bek keş, demek. Nota bene: Kündelikşi başlıklı köşe yazımızda, kelecek sayıdan başlap Kişi adlarımız ve anlamları hakkında yazacakmız, inşallah! NEVZAT YUSUF SARIGÖL KIZLARIMIZDA BIRŞİLER BAR AMMA ! ( Ekinci bölim ) “Bakire Ana” Solkıldaması” 1 Kıbla celi men esip kelgen cıllı Cawınlar tıpırtısı kulak zarında Köpirte kızgın coldakı tozlarnı da Menim gizli yeminlerim sunaklarda Aytalmayman yarı kalgan dürkilerni Ökinişler sangır-tilsiz bir kıralday “Bakire Ana” solkıldaması altın töşek Yüze kanımızda aktan ak bir gömelek “Bakire Ana” günahsız bala tapkan Kırcımanlar yarı coldan kaytkan. 2 Bilemen “Bakire Ana” dan köpten kalma Birşiler bar yarawı cetken kızlarımızda Kamgak-korayday bozkırda yuwarlana Sol kabırgasında sızlamalar gene budala Şöşamiy torgaylar uşkan cawınli köklerge Cıvıltıları man örgenler bir aşk şarkısı… Kör pışak man men ökşelerim carıp Kuyaman kawırdak şarabından men, kârip. Bala tapkan “Bakire Ana” Capalak-capakak kar cawa! 3 Alkımın kızgın renkleri sarıp algan Kızlarımızdakı isteklerni talgın-talgın Erdemdeki ökinişler, öfkeler sapsarı Bolıp kusalar gene aşkıldım safra Kaynatalar kara kazanlarda kısrak Süti hem ak-pak, hem de utangak Her gecece yıldızlar arasında körine Kırcımanlar kaytıp kelgenler köylerine “Bakire Ana” bala tapkan Loksa cıyınında tarı talkan 4 Kara tulnın zerli karanlıgı şökkende Kaynatır kızlarımız urlı köllerden süt Ak köbikler arasında özleri de sıtılmaz Köl aygırı ne kadar bolsa da yaramaz Kâbe colına serilgen yatak tertemiz Körine bulıtlar arasından tâze ümüt Şimdi bile “Oba oba obalar ay” Her baharda “Obada cılan balalar ay” “Bakire Ana” bala tapkan Emşeklerden süt tolıp akkan 5 “Bakire Ana”nın günahsız solk-solk Solkuldamaları cagıp söndire uzak Yıldızlarnı bile, ürpergen bir mayşırak Ak süt öfkesi tolgın emşeklerde kalmay Pembe awızlı bebeklerin urtlarına damlay “Bakire Ana”nın bala tapma kırklamasında Kızlarımız sarıp alganlar ayın aylasın Sırlarımız ise bolgan bir kuşak üzinti. “Bakire Ana” bala tapkan Közlerimiz de bir şanak kan. 6 Kızlarımızda birşiler bar amma… Bastırıklı yukıda tüşlerimni dört böle Bo kaygılarnı uşkan kuşlar da bile Süt köllerinden kabarıp şıkkan urlar “Bakire Ana”nın doğurması man arılanır Şeşeklene renk-renk sonsız bozkır Obalarda ise sütli-sütli kelinşekler Kızarıp ay tumasın gene bekler. 9 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 “Bakire Ana” bala tapkan Sütli diyarlardan tan atkan 7 Kök baytal sarı tobanda bir tay kunlagan Manlayı ortasında ak bir yıldız man tuğan Men o zaman calbarırman atın kaşkasına Meraklı örsenlep şıgarman “colın başkasına” Kısrak süti emgen sora kırcımanlar Ufıkta körinmegen kelinşeklerni bekler Bilemen kızlarımızda birşiler bar amma… Sözlerim yetişmiy, tilim de kelişmiy. Tapkan eken “Bakire Ana” bala Baş üstinde beş kanatlı kuş aylana. 8 Kara tulnın kazanında ak sütler kaynamasın Kızlarımızda bişiler bar bolganın men bilemen Belki “Bakire Ana”nın gizemli solkıldaması Belki bozkır şeşeklerin zarif mugayması Kızlarımızın bal rengindiy közlerine singen ışıklar Süt köllerinde tişleşeler gene kızgın kısraklar Tuyaman kızlarımızda birşiler bar amma… Karanlıkta cıltırap tura yaman bir kama. “Bakire Ana” bala tapkan Toycılar avrat pazarından kaytkan. 10.01.2012 NEVZAT YUSUF SARIGÖL 18 MAI 1944 SAU DRUMUL SPRE ÎNTUNERIC AL NEAMULUI MEU SPERANŢĂ – UMUT (Partea a II-a) În prezentul articol vreau să schimb un pic planurile. Propun cititorilor o abordare dintr-un alt unghi, mult mai personal, deoarece m-am implicat în mod direct în a cunoaşte drama poporului tătar crimeean nu numai din perspectiva istorică, mai precis, din perspectiva procesului de exterminare la care a fost supus pentru o vină pe care nu a săvârşit-o. Am trăit direct, la o intensitate maximă, întregul travaliu al neamului meu căruia i se răpise dreptul la viaţă atunci, la 18 mai 1944, când întreaga populaţie tătară a fost scoasă în mai puţin de o oră din căminele lor şi izgonită spre necunoscut fără a avea un minim de subzistenţă. Pentru cei care au supravieţuit şi doreau să se reîntoarcă acasă la începuturile anilor 1990 li se interzicea dreptul de şedere pe pământul străbunilor lor încercându-se a se şterge visul de a trăi în propria patrie. Am putut să constat pe viu cât de puternic este sentimentul dorului la poporul tătar crimeean încât în toate zările unde fuseseră aruncaţi fraţii noştri acest sentiment devenea şi mai puternic. Speranţa - umut - că într-o zi îşi vor revedea locurile copilăriei, ale tinereţii a fost cel mai mare imbold de a trece peste toate chinurile trăite în pustietăţile asiatice. Este concluzia certă la care am ajuns vizitând locuri şi stând de vorbă cu oameni care m-au făcut să înţeleg mult mai bine ce înseamnă dorul de patrie. În ceea ce îi priveşte pe tătari sentimentul dorului de patrie a fost redat în toată complexitatea sa de poetul Mehmet Niyazi. Poate sufletul tătar să aibe oare o altă alcătuire decât al celor din jur? Tot ce se poate. Nu este locul să filozofăm pe această temă aici. O vom face întrun număr viitor la rubrica “Atitudini” a Karadeñizului. Observam la interlocutorii mei din Crimeea un sentiment care izvora din adâncul fiinţelor lor, puteai să deduci din priviri, din vorbele cumpănite, din luminozitatea chipului celor cu care discutai motivul revenirii în Crimeea. Aşezarea aici, pe pământ străbun, oriunde, dar numai şi numai în Crimeea, le configura celor reîntorşi în Patria Verde sentimentul unui vis împlinit. Episoadele pe care le relatez aici au fost trăite de mine în mod direct în urmă cu peste două decenii când, informaţiile despre procesul de reîntoarcere în patrie a fraţilor noştri erau puţine şi sporadice şi provenea din surse care nu tratau acest subiect cu aplecarea pe care aş fi vrut-o. Pentru a avea o imagine exactă despre situaţia de acolo dar şi pentru a-mi ostoi setea de neamul meu tătar crimeean am decis să plec spre ţinuturile despre care nu ştiam mare lucru. Ne reuşind să conving pe vreunul din cunoscuţii mei de a face o echipă, într-o seară de sfârşit de iarnă m-am urcat la Bucureşti într-un tren care făcea pe atunci ruta Moscova-Istanbul (sau Sofia) şi retur şi am plecat să văd Crimeea. Drumul a fost unul îngrozitor. După multe peripeţii - deoarece armata rusă invadase Republica Moldova şi se trăgea cam peste tot pe teritoriul acestei ţări - am ajuns a doua noapte, târziu, la Kiev de unde urma să găsesc un tren care pleca la Simferopol. Timp de jumătate de noapte am urcat şi am fost coborât din mai multe trenuri. Până la urmă, mi s-a recomandat (după multe tentative şi şpăgi) un tren care venea de la Minsk (Belarus) şi pleca la Simferopol. Am fost plasat într-un vagon într-o zonă absolut întunecoasă cu nişte spaţii şerpuite, unde intuiam eu, că sunt călători, după vorbele lor şoptite. Însoţitorul de tren mi-a dat o pătură şi mi-a indicat o 10 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 banchetă pe care să mă întind. Eram la treia noapte fără som şi căzusem într-o moleşeală pe care credeam că o datorez oboselii accentuate, lipsei de orientare în spaţiu şi a oricărui dialog cu cineva. Eram într-un spaţiu total necunoscut unde trebuia să mă orientez după o busolă proprie. Dimineaţa, când am văzut locul unde fusesem “cazat” mi-am zis că ceva mai insalubru nu mai văzusem. Băncuţa pe care mă întinsesem era plină de urme uscate de vomă sau ceva la fel de scârbos iar pătura pe care nu am folosit-o, semăna a fi fost preş, aşa era de soioasă şi urât mirositoare! Paradoxal, aceste constatări nu-mi induceau vreun sentiment de silă. Mobilul meu era să ajung în Crimeea , să cunosc cât mai mulţi oameni şi să aflu poveştile vieţii lor. De aceea, gândindu-mă că nu se putea să nu întâlnesc în acest tren care mergea în capitala crimeeană vreun, tătar am pornit într-o călătorie prin vagoane (sistemul era de bou-vagon, ne compartimentat) cu speranţa că voi da eu peste cineva cu trăsături tătăreşti. Am făcut trenul cap-coadă de vreo două ori şi nu mi s-a agăţat de privire nici un chip “cald” de tătar. La un moment dat însă, nu departe de locul meu din vagon s-a auzit vocea unei femei: care încerca să liniştească un copil. După multe vorbe ruseşti am distins clar cuvântul tătăresc: “uluum!” (fiule!) Da, aşa am auzit “uluum!”. Cu a doua vocală prelungită. Nu puteam să greşesc. Era vocea unei mame care încerca să potolescă un copil. Am plecat deîndată să explorez zona de unde venea acea voce ca o speranţă. La vreo trei intrânduri depărtare am zărit o familie tânără cu acel copil care scâncea. Mă gândeam să intru în vorbă cu ei fără să atrag atenţia celor din jur. Îmi era teamă. Trebuie să recunosc că aveam sentimentul că eram tot timpul urmărit. Sindromul supravegherii securistice nu se ştersese din subconştientul nostru. În plus, Rusia era încă Uniunea Sovietică. KGB-ul era la el acasă. Nu se fărâmase. Eu mă aflam, deci, în spaţiul sovietic. Şi eram singur şi nici nu ştiam bine limba rusă. Atunci îmi veni o idee care avea să ducă la o rezolvare absolut neaşteptată a demersurilor mele de a întâlni un ins din neamul meu. Am scris pe o bucată de hârtie, cu litere slavone, întrebarea: SIZ TATARMI? (Sunteţi tătari?), am palmat bileţelul şi m-am aşezat lângă copilaş mângâindu-l pe cap repetând cu cea mai caldă voce de care eram în stare, vorbele. “Malcişca, malcişca!” (Copilaşule, copilaşule!). Căci tinerii vorbeau între ei ruseşte. În timpul acesta le-am arătat biletul, ferindu-mă de privirile celor din jur observ uitându-mă insistent în ochii lor. Au tăcut o vreme uitându-se unul la celălat moment în care am crezut că partida este pierdută. După vreun minut care mi s-a părut o oră, bărbatul a fost cel care a răspuns primul:”Iiye!”, adică “da, desigur!” Ce puţin îţi trebuie ca să fii fericit! Din păcate, nu am putut sta mult de vorbă cu tănărul tătar, căci tânăra era extrem de tăcută. Nu ştiu dacă a articulat mai mult de cinci şase cuvinte. Tânărul era mai vorbăreţ dar nu şi un bun cunoscător al limbii tătare. Familia se întorcea de la Kiev şi trebuia să coboare la Ceankoy, prima localitate tătară din Crimeea. Veniseră din Uzbechistan cu doi ani în urmă şi se stabiliseră în acest oraş unde el îşi găsise o slujbă ca şofer la un aprozar şi nu o ducea aşa de rău, în comparaţie cu alţi tătari, recunoştea el. Câştiga minimul necesar pentru el şi familie. Avea unde să muncească, vroia să-şi construiască o casă acolo deşi, neamurile lui, părinţii, bunicii, fraţii şi surorile fuseseră deportatate din zona Evpatoria. El fusese născut pe pământ străin şi nu ţinea aşa de mult la prima gură de oxigen a locurilor străbune. Dar, dorul de patrie i se inoculase şi lui în toţi porii. Era un dor care făcea parte din gena sa tătară. “Am vrut, ca toţi tătarii, să vin şi să trăiesc în Krâm, pe pământul sacru al străbunilor mei. Eu şi urmaşii mei” au fost vorbele care mi-au rămas întipărite în memorie. Astfel de vorbe aveam să aud şi din gura altor tătari în zilele următoare. La despărţire mi-a dat o fotografie tip buletin, pe care, din păcate, am rătăcit-o. A fost primul tătar întâlnit de mine, primul tătar din România care păşea pe pământ crimeean după 18 mai 1944. În Simferopol am ajuns pe înserat. Gara era destul de animată iar eu căutam din priviri alte chipuri care să arate a tătari. Eram în posesia unei adrese de muzeu şi a unui nume – Ismet Zaatov – lucrător în acea instituţie, informaţii pe care le luasem din paginile unei reviste care îmi picase nu ştiu cum, în mână. Altă întâmplare fericită care a dovedit că Allah este cu privirea spre mine, că mă ajută şi-mi îndrumă paşii: La ieşirea din gară am luat de la un vânzător ambulant o plăcintă care semăna ca ceva tătăresc. Văzând omul că nu prea le am cu rusa mă întreabă de unde sunt, la care, eu răspund că sunt din România şi că sunt tătar. Surpriză totală. Negustorul de plăcinte era tătar din Kazan şi m-a învăţat câteva reguli elementare pentru a putea prinde ziua următoare în acest oraş necunoscut. Mi-a spus să nu mă afişez cu sume mari (de fapt, nici nu aveam!) să stau la un hotel mai scump dar mult mai sigur (Ukraina) şi a chemat un taximetrist căruia i-a cerut să mă ducă la muzeu contra sumei de 10 dolari. Aici însă ghinion: Ismet Zaatov nu mai era programul lui se terminase mult mai devreme. Contra sumei de încă 10 dolari am fost lăsat în faţa hotelului urmând să obţin o cameră pentru unadouă nopţi. Căutam un birou Inturist care să-mi faciliteze cazarea. Şi lucrătorii de aici plecaseră. Am fost dirijat către recepţia hotelului und se afla o mare mulţime de oameni încercând să obţină ca şi mine un loc de cazare. Am socotit că vreo două ore nici nu mă pot apropia de gişeu aşa că am hotărât să ies şi să prospectez zona. Se întunecase de-a binelea şi o negură rece coborăse peste oraş. Întunericul nu era străbătut de vreo lampă mai puternică, atmosfera de aici fiindu-mi familiară de la mine din ţară. Frigul şi umezeala te pătrundeau până în oase. Era sfârşit de februarie, peste două zile intram în luna martie, aşa că, senzaţia de rece era una reală. Pe uliţe puteai să vezi aceleaşi haine mohorâte, să ghiceşti aceleaşi chipuri posomorâte ca şi la noi. 11 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 bordeiul fusese proaspăt “refăcut” deoarece numai cu două zile în urmă, autorităţile dărămaseră toate locuinţele provizorii ale tătarilor. Aveau o metodă simplă: Două buldozere trăgeau de capetele unui cablu gros şi rădeau de la temelii fragilele colibe. Aici, în Molodiojnaya, autorităţile făcuseră de mai multe ori această ispravă. Mulţi tătari renunţaseră la a mai încerca să-şi facă o locuinţă în această zonă şi plecaseră spre alte locuri. Rustem Aga însă era un tătar extrem de dârz. Îmi spunea că nici nu se îndepărtau bine buldozerele că şi adunau chirpicii şi-i clădeau la loc instalând şi acea copertină drept acoperiş. Toată noaptea am stat de vorbă la multe ibrice de ceai eu întins pe priciul de scânduri iar ei şezând ghemuiţi lângă sobiţă şi am mâncat cele câteva conserve pe care le luasem cu mine căci ei, nu aveau nimic de mâncare şi nici bani. Dimineaţa l-am trimis pe cel tânăr la oraş să procure câte ceva de ale gurii. Am aflat de la Rifat Aga că în Malodiojnaya mai locuiesc încă două persoane , femei, care nu au dorit să plece. Era vorba de Hatice, o femeie cu o statură puternică, în jur de 30 de ani care îşi părăsise soţul pe undeva prin ţară asiatică şi venise aici cu trei copii minori, un băiat şi două fetiţe cu vârste cuprinse între 6 şi 12 ani şi de mult mai vârstnica Ayşe Katun, o intelectuală cu o situaţie materială mai bună o fostă profesoară la Moscova care îşi luase cu ea şi o nepoţică de 10-11 ani căreia dorea să-i inoculeze sentimentul iubirii de pământ strămoşesc. Nici una dintre cele două femei nu dorea să plece din acel loc, nu vroia să părăsească pământul crimeean. Am fost condus la casa profesoarei casă care nu fusese dărâmată din cine ştie ce motive, formată din două camere destul de bune. Casa era aproape de locuinţa lui Hatice care, imediat ce a fost anunţată că există un oaspete tătar din România a năvălit în cea mai mare viteză în ograda doamnei profesoare şi a început să plângă în hohote încercând să-mi sărute mâinile repetând mereu: “Siz kaydan şiktiniz?” Adică: “de unde aţi apărut dumneavoastră!?”. A fost o zi plină. Trei oameni, trei destine dar aceeaşi dorinţă: Revenirea pe pământ natal. Doreau cu toţii să-şi aducă toate rudele de pe unde mai trăiau aceştia şi să formeze o comunitate puternică, unită ca niciodată nimeni să nu-şi bată joc de un popor cu darul mândriei aşa de puternic. Rustem Aga spunea că vor construi cetăţi, nu case, ca să nu poată fi distruse nici cu tancurile de nimeni. Ce puteam să fac decât să-i încurajez pe toţi trei? Le-am dăruit câte un exemplar din Coran date mie de către muftiul de atunci al Cultului Musulman din România, Osman Negeat şi câteva exemplare din gazeta Karadeniz care tocmai începuse a fi editată în România şi, mişcat până la lacrimi de dârzenia lor le-am urat încă odată ca Allah să-i ajute să-şi împlinească visurile. (Ceea ce s-a şi întâmplat. Am constatat astea la următoarele mele vizite la Molodiojnaya. Despre astea într-un număr viitor) Genan Bolat După câteva zeci de metri parcurşi pe stradă pentru a mă orienta în spaţiu, urechea mea a prins nişte vorbe tătăreşti. Erau doi bărbaţi care mergeau destul de grăbiţiţi discutând între ei. I-am urmat câţiva paşi trăgând cu urechea pentru a fi sigur că nu mă înşel, i-am depăşit, m-am oprit în faţa lor şi am folosit aceeaşi întrebare ca şi în tren: SIZ TATARMI? La început nu mi-au dat cine ştie ce atenţie. Dar, auzind că sunt tătar din România au rămas oarecum perplecşi: “Cum, sunt tătari în România?” Aflând că sunt unul din tătarii care trăiesc în România mi-au propus să merg cu ei la un spectacol dat de Ansamblul de cântece şi dansuri “Krîm” care venise din Taşkent pentru a da un spectacol în faţa tătarilor care reuşiseră să se reîntoarcă în patrie. Erau în întârziere aşa că nu mi-au dat răgaz să explic prea mult. Ajunşi în foaierul teatrului am zărit o mulţime de oameni care sperau să procure un bilet pentru a intra la spectacol. Unul din însoţitorii mei a renunţat la biletul său şi m-a condus la locul său din sală. Între timp vestea că un tătar din România se află acolo făcuse înconjurul publicului. Spectacolul încă nu începuse iar multe priviri erau aţintite către mine. În pauză am fost înconjurat de mulţi oameni care nu pridideau cu întrebările despre tătarii din România iar întrebarea pe care mi-o punea fiecare era în legătură cu data şi dacă tătarii din România vor veni în patria mamă. Deşi cunoşteam răspunsul, nu-l puteam da pentru a nu stinge efervescenţă care se iscase atunci în jurul meu. Cum să le explici pe loc faptul că situaţia este diferită, că dorul de patrie la tătarii dobrogeni a căpătat alte conotaţii? La sfârşit de spectacol am fost extras cu greu de către cei doi tătari întâlniţi cu vreo două ore în urmă din mijlocul mulţimii care vroia să le fiu oaspete. Noii mei prieteni, Rustem - cel mai în vârstă şi Rifat mi-au propus să-mi iau bagajul de la hotel şi să merg cu ei la “ceadâr-ul” lor din Molodiojnaya, nu departe de oraş. Când am ajuns în acel loc era cam miezul nopţii. Taxiul care ne-a dus acolo ne-a lăsat lângă o ridicătură care aducea a orice dar, numai a locuinţă nu. Rustem Aga, locatarul de drept, mi-a luat bagajul şi a dispărut într-o adâncitură aflată după căteva scânduri, a aprins un felinar şi m-a poftit înăuntru. Era o colibă aidoma celor pe care ni le făceau părinţii, când eram copii pentu a păzi bostănăriile. Locaţia nu depăşea suprafaţa de 2/3 metri. Planul mai îndepărtat, cam jumătate din suprafaţă era ocupat de un tăpşan de scânduri pe care era aruncată o haină de dimie mai groasă, având destinaţie de pat. Haina era şi plapumă şi un bun necesar pentru frigul de afară. În colţul de după uşă se afla un godin micuţ, folosit atât pentru prepararea ceaiului cât şi pentru încălzirea mâinii. De rest nu puteai să ai pretenţie căci pereţii erau clădiţi din vreo trei rânduri de “chirpici”- un fel de BCA care se găsea în zonă fără o izolaţie ca lumea iar ca acoperiş era aşezat o copertină din carton presat, destul de mobil şi acesta. Curiozităţii mele mi s-a răspuns că 12 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 TĂTARII ÎN ISTORIA DOBROGEANĂ (VII) - NOTE DESPRE ISTORIA ŞI LIMBA TĂTARĂ - În secolul al XIII-lea mongolilor – consideră prof. Mehmet Maksudoğlu – li se spunea tătari. Tătarii (mongoli) au învins în 1243 pe selgiukizi în lupta de la Kösedağ şi au devenit stăpânii Anatoliei. Hanul Toktamîş – conducătorul Hanatului de Aur – a fost învins de Timurlenk în 1396 şi Hanatul s-a destrămat în hanatele Crimeea (Kırım), Kazan, Astrahan (Ejderhan) şi Siberia (Kasım). Hanii şi conducerea hanatelor erau formate din tătari autentici, adică mongoli. Astfel că şi conducătorilor şi celor conduşi de ei li s-a aplicat denumirea de tătari. Turcii din Turkestan având în frunte pe Hanul Özbek au primit numele de uzbeci; celor 10.000 de călăreţi care s-au răsculat şi au luptat sub conducerea prinţului Nogay împotriva lui Toktamîş Han li s-a spus nogai; denumirea de nogai primind în zilele noastre şi urmaşii lor, nepoţi şi strănepoţii lor; aşa cum s-au (de) numit osmani sau osmanlâi cei aflaţi sub conducerea dinastiei Osman. Astfel spus, tuturor celor care au trăit sub conducerea dinastiei Osman respectiv turci, arabi, cerkezi, georgieni, kurzi, albanezi, greci li s-a spus osmanlâi, otomani; toţi au primit identitatea osmană; chiar şi turcii care nu veneau din filiera viteazului, triumfătorului Osman erau numiţi osmanlâi. Cu timpul hanatele şi conducătorii lor s-au turcizat. De pildă, vestitul viteaz crimeean al secolului al XVI-lea Bora Gâzi Ghiray Han a fost un poet de expresie turcă de primă mână şi un renumit compozitor al muzicii clasice turce. De altfel, în perioada ultimilor ani ai Rusiei ţariste, cînd principiul naţional a ieşit în prim plan, popoarele din Rusia s-au întrebat dacă să fie numite sau să li se dea denumirea de turce sau tătare (apud W. Barthold, cuvântul Tătar, Enciclopedia Islamului, Leipzig, 1934, IV, p. 701). Ţărmurile Crimeii au fost curăţate de genovezi, în 1475, de către Gedik Ahmet Paşa, trimis de Mehmet Fatih. Partea interioară a Crimeii s-a alipit Imperiului Otoman în timpul domniei Sultanului Yavuz Selim, cum ne spune Solakzâde Mehmet Hemdemî, în lucrarea “Solakzâde Tarihi” (Istanbul, 1998, p. 429). Călăreţii crimeeni au luptat împreună cu armata otomană în multe războaie fiind foarte utili, chiar decisivi cum ar fi de pildă în 1595 sau în războaiele otomanilor cu Iranul şi în luptele din Europa. Fiind călăreţi iscusiţi, crimeenii sărbătoreau naşterea în familie a unui fiu, folosind expresia să ajungă un bun călăreţ” (“atşabar kayırlı bolsın”). Dacă nou-născutul era fetiţă, venea urarea: “să fie dulce ca mierea” (“bal işer kayırlı bolsın”). Chiar dacă băiatul de un an, abia se putea ţine pe picioare, a spune unui copil încă în leagăn “atşabar”, adică călăreţ (în turcă, süvari) exprima încrederea de nezdruncinat şi speranţa crimeenilor că el va ajunge un cavaler (călăreţ) de primă mână, La rugăciunea clasică de mulţumire lui Allah (`elhamdulillâh) de după orice masă, de prânz sau cină, musafirul oaspete nu uita să-i ureze gazdei ospitaliere (“konakbayga”): “Balan bolsa ul bolsın Cavga şabar er bolsın” adică: “Dacă vei avea băiat Să fie ostaş, să înfrunte inamicul”. În limba turcă: “Çocuğun olursa oğul olsun Yagıya (düşmana) er olsun” Aşi ai călăriei, cimeenii au sprijinit Statul Otoman peste 250 de ani, până când noile tehnici de luptă, artileria şi tancurile au înlocuit luptele călare, deci cavaleria. Pe de altă parte, intrarea sub protecţia otomană a întârziat “înghiţirea” Crimeei de către ruşi. Dar în anul 1774 insistând să devină independentă, prin Pacea de la Kuciuk Kainargi, Crimeea a fost mai uşor de anexat Rusiei. Ceea ce s-a şi întâmplat în anul 1783. Crimeenii, ulterior, au emigrat, în diferite timpuri, în spaţiul Imperiului Otoman, numit de ei Pământul alb (Aktoprak). Cei rămaşi au fost surghiuniţi, deportaţi în masă de către “faţa neagră”, de dictatorul I.V.Stalin, în 18 mai 1944, în diferitele zone ale Uniunii Sovietice, mai ales în Siberia şi în Asia Centrală. O treime din tătarii crimeeni au murit pe drum. În zilele noastre, în cadrul Federaţiei Ruse, există Tataristanul, cu capitala la Kazan. Un Tataristan ce nu cuprinde întreaga regiune a vechiului Hanat Kazan, ci mai puţin. Mai mult de jumătate din populaţia Tataristanului este formată din musulmani, restul fiind ruşi. Musulmanii vorbesc un dialect de nord (kuzey) al limbii turce. Strămoşii lor, cum spune Ibn Fadlân, sunt bulgarii Idil (de pe Volga) ce au trecut oficial la Islam în 922. În izvoarele arabe bulgarii Idil (de pe Volga) sunt numiţi Sakaalibe (saklab, în turcă, singular). La cerinţa de islamizare a fiului Hanului lor Yaltavar, Almuş, Califul Abbasizilor a trimis imami, constructori de geamii şi minarete, fapt consemnat de Ibn Fadlân, în călătoria făcută aici. Altă ramură a bulgarilor – bulgarii de azi – a venit prin nordul Mării Negre, a ajuns în Balcani şi s-a creştinat în anul 863 amestecându-se cu slavii veniţi din nord. Hanul Pars a devenit Boris. În limba bulgară regăsim câteva sute de cuvinte rămase înainte de Islamizare. În lexicul turcilor bulgari din Tataristan s-au păstrat de secole foarte frumoase cuvinte turceşti: în loc de oda (cameră), bülme (bölme) – împărţire (a spaţiului – subl. ns); în loc de Pazartesi (luni, ca zi a săptămânii), baş gün (prima zi); în loc de örumcek ağı (pânză de păianjen) , ürmücek uyası, oyası; în loc de mide (stomac), aşkazan; în loc de kapı (uşă) işik (eşik); în loc de öğretmen (învăţător), okutuvcu (okutucu). Ei ştiu anul islamizării lor, în anul 922, şi spun că taţii şi strămoşii (atalarımız) lor bulgari au făcut geamii din lemn: “ağaçtan câmi tüzgenler”. Fără îndoială, cei din Tataristan care folosesc dialectal de nord al limbii turce sunt turci musulmani; pentru ei cuvântul Tătar este o etichetă (yafta) a identităţii lor. Atunci când va veni timpul – spune profesorul Mehmet Maksudoğlu - cuvântul Tataristan va trebui schimbat în Kıpçikistan (op. cit. p. 31). Potrivit lui Abdullah Battal Taymas, fost deputat în Parlamentul din Kazan „Turcii din Kazan, niciodată nu s-au (de) numit tătari; ei şi-au spus turci. Ei consideră că a şti să citeşti înseamnă a-i cunoaşte pe turci, înseamnă a aduce omului un lux, o frumuseţe, o splendoare; în exprimarea lor neaoşă “Türkü barnın görkü bar (var)” , adică a citi turceşte înseamnă a exprima frumuseţea omului. Turcii din Kazan trebuie să fi privit cu frică şi ură pe tătari, din moment ce au expresii de genul: “Tatar barda khatar bar” (nerede Tatar olursa, orada tehlike var) – în traducere, acolo unde este un tătar acolo este o primejdie, sau expresia” Tatar töre bolsa çabatasın törge iler (Tatar hâkim olursa, carıgını baş köşe ye çıkarır), în traducere, acolo unde tătarul este şef (stăpân), el îşi pune opinca în locul de onoare, adică, metaforic, este piedică (Abdullah Battal Taymas, Kazan Türkleri, Istanbul, Âmedi Matbaası, 1341) 1925, s.16, în op. cit. P. 31). Prof. univ. dr. Ibram Nuredin 13 Karadeñiz - Temmuz / Iulie 2012 CONSILIUL REPREZENTANŢILOR Vineri, 13 Iulie 2012 a avut loc şedinţa Consiliului Reprezentanţilor al U.D.T.T.M.R., prezidată de către dl. preşedinte ing. Gelil Eserghep. Hotărările luate în cadrul şedinţei au fost următoarele: * Începând cu luna iulie a.c. membrii Biroului Executiv al U.D.T.T.M.R. vor avea în evidenţă filialele U.D.T.T.M.R., după cum urmează: Samir Menan (primvicepreşedinte): Filialele Medgidia, Valea Dacilor, Ciocârlia, Cobadin, Băneasa, Independenţa şi Tătaru; Caiali Demirel (vicepreşedinte): Filialele Tulcea, Babadag, Mihail Kogălniceanu, Lumina, Ovidiu, Năvodari, Castelu, Murfatlar, Valu lui Traian şi Valea Seacă; Gelal Nagi (vicepreşedinte): Filialele Agigea, Eforie Nord şi Sud, Tuzla, 23 August, Mangalia, 2Mai, Techirghiol, Topraisar, Amzacea; Ibadula Birol (vicepreşedinte): Filialele Constanţa, Cumpăna, Bucureşti şi Braşov; Aidun Curt-Mola (secretar general) – va coordona activităţile Comisiilor de specialitate ale U.D.T.T.M.R.. României – 1Decembrie. * Membrii U.D.T.T.M.R. care au dat în judecată Uniunea Democrată a Tătarilor TurcoMusulmani din România sau care vor desfăşura activităţi în parteneriat cu alte organizaţii fără acordul Muftiatului Cultului Musulman din România vor fi suspendaţi din calitatea de membru şi din funcţiile deţinute în cadrul organizaţiei. * Consiliul Înţelepţilor al U.D.T.T.M.R. va fi alcătuit din următorii: Agiemin Baubec, Ali Osman Bekmambet, Amet Techin, Memet Faruc, Omer Erol, Tahsin Gemil, Mambet Unal, Iusuf Timuşin, Şaganai Nusfet , Nuredin Tair, Mustafa Sevim, Ibraim Orhan, Hagi Memet Chemaledin, Nurmambet Cadrie, Memet Câinet, Genişa Fichiret, Abduraman Nedret, Abduraman Şefcati, Osman Aziz, Cherim Negeatin, Nuredin Ibram, Nevzat Iusuf Sarigöl, Mamut Enver, Mamut Nedret. * Organizarea de către U.D.T.T.M.R. a unei mese de iftar în data de 27 iulie 2012 la Restaurantul “Nunta Zamfirei”. * Participarea reprezentanţilor U.D.T.T.M.R. la mesele de iftar date de diferite organizaţii şi reprezentanţe diplomatice în România. * Organizarea Festivalului Internaţional al Portului, Dansului şi Cântecului Popular TurcoTătar- ediţia a XVIII-a, la Teatrul de Vară Soveja, în zilele de 7-8 septembrie a.c.. (Comisia de Organizare a festivalului este compusă din: Elvis Ismail – prim-vicepreşedinte Filiala Constanţa, Erol Menadil – vicepreşedinte Filiala Constanţa şi Dincer Geafer – preşedinte Organizaţia de Tineret Ismail Gaspıralı a U.D.T.T.M.R.) * Înfiinţarea unui ansamblu folcloric la nivel central al U.D.T.T.M.R., din care să facă parte cei mai talentaţi tineri tătari. * Facilitarea unor burse de studiu în Kazahstan tinerilor de etnie tătară. * Comisia de Învăţământ a U.D.T.T.M.R.va monitoriza şi verifica procesul de predare a limbii tătare în filialele U.D.T.T.M.R.. * Începând cu luna iulie a.c. juristul U.D.T.T.M.R. este av. Elvis Ismail, iar administratorul sediului central al U.D.T.T.M.R. este Aidân Ablez. Sursa: Şedinţa Consiliului Reprezentanţilor U.D.T.T.M.R. din 13.07.2012 * Începând cu luna iulie a.c. reprezentaţii U.D.T.T.M.R. în Şura Islam (Consiliul Sinodal) vor fi următorii: Gelil Eserghep – preşedinte U.D.T.T.M.R., Aledin Amet – deputat U.D.T.T.M.R., Samir Menan - primvicepreşedinte U.D.T.T.M.R.,Nagi Gelal - vicepreşedinte U.D.T.T.M.R.. * Bugetul U.D.T.T.M.R. alocat filialelor U.D.T.T.M.R. va fi distribuit în funcţie de numărul etnicilor tătari din localitate şi în funcţie de performaţele filialei respective (obţinerea unui/unor funcţii de consilieri locali şi importanţa activităţilor desfăşurate în filială) * Bugetul U.D.T.T.M.R. va fi direcţionat, în special, pentru programe dedicate copiilor şi tinerilor tătari. * Achiziţionarea unui autocar şi a unui microbuz, deoarece că 25% din bugetul U.D.T.T.M.R. reprezentau cheltuieli pentru servicii transport şi în acest fel realizându-se o economie însemnată la bugetul organizaţiei noastre. * La propunerea dlui. preşedinte Eserghep Gelil, începând cu acest an, U.D.T.T.M.R. va marca prin manifestări culturale atât Ziua Etniei Tătare din România – 13 Decembrie, Ziua limbii tătare în România – 5 Mai, cât şi Ziua Naţională a 14 - 2008 – prezent; 2002 – 2008; 1985-2002 - Locţiitor Şef Labor ator; responsabil analize reţele; şef tură, R esponsabil Calitate Laborator / S.C .R AJA S.A. C ON STAN ŢA - 1981-1985 - Stagiar; chimist labor ator analize oţeluri / I.M.U.M.Medgidia - Mai 2012 - Certificat de absolvir e, TrainMic JRC European Commission - 04 – 29 T emmuz 2011 - Sertifika no.YTK 1157 "Türkye Türkçesi", T ürkye Cumhuriyeti, Gazi Üniveritesi, T ürkçe Ö ğrenim, Araştırma ve Uygulama Merkezi (T ÖMER) 5- 10 Mai 2011 - Certificat de absolvire - Principii şi aplicaţii în metrologia chimică, Trasabilitatea şi măsurarea rezultatelor, Competenţa laboratoarelor de încercări şi etalonări, Analiză statistică în chimia analitică, Incertitudinea şi măsurarea rezultatelor, Comaparări interlaboratoare, Spectrometr ia molecular ă a apei. (TrainMic JRC European Commission, Atestat de pregătire profesională) - - 2008 – 2010 - MASTER în Chimia şi managementul calităţii produselor de consum şi a mediului - UNIVERSITAT EA "OVIDIUS " CONSTANŢA / F ACULT ATEA DE F IZ ICĂ, CHIMIE ŞI T EHNOLOG IA PET RO LULUI 2009 (10.05 – 14.05.2009) – Acreditarea laboratoarelor, Detectarea chiropatică în cromatografia de lichide - ABL&JASCO România - 2008 (20-28.02.2008; 10-14.04.2008) - Sisteme integr ate de management calitatesiguranţa alimentului; Validarea metodelor / Asociaţia de Acr editare din România RENAR - 2006 (21-23.10.2006; 21-24.11.2006; 5-8.12.2006) - For mare auditori interni pentru laboratoare de încercări şi etalonări / Asociaţia de Acreditare din România RENAR - 2003 – 2008 - ING INER DIPLOMAT , specializarea prelucrarea petr olului, petrochimie şi car bochimie / UNIVERSITAT EA "O VIDIUS " CONSTANŢA / F ACULTATEA DE FIZICĂ, CHIMIE ŞI T EHNOLOG IA PET RO LULUI - 1999 (20.09 - 20.10.1999) - Specialitatea Informatică, Centr ul de Pregătire în Informatică Constanţa - 1978 – 1981 - SUBINGINER – profil chimie – specializarea chimie organică / INSTIT UTUL POLITEHNIC BUCUREŞTI / FACULT ATEA DE TEHNOLOGIE CHIMICĂ 1974 – 1978 - Diploma de bacalaureat / Liceul de Matematică–Fizică "N.Bălcescu" Medgidia - 1966 – 1973 – Diploma de scoala generala / Liceul teoretic "N.Bălcescu" Medgidia 15 16 17 18 19 CaŞ - Temmuz / İulie 2012 MAREA ÎNTÂLNIRE DIN BALCANI Tătarii din Medgidia şi Techirghiol, mesagerii României la Yalova An de an, în luna iulie, oraşul turcesc de la malul Mării Marmara, Yalova, devine un important centru cultural atât pentru lumea turcică, dar şi pentru spaţiul balcanic. De la maratonul cultural devenit de acum tradiţional, nu a lipsit nici de această dată România, ţara noastră fiind reprezentată de localităţile Medgidia şi Techirghiol. Pe 13 iulie, la Yalova a debutat „Marea întâlnire din Balcani”, o manifestare de amploare, organizată de Primăria oraşului Yalova. Structurată pe mai multe etape, „Marea întâlnire din Balcani” s-a încheiat pe 19 iulie şi a bifat, pe lângă domeniile abordate în anii trecuţi, şi câteva premiere. Popoarele balcanice, reunite la malul Mării Marmara Toate manifestările s-au derulat în spiritul promovării păcii şi prieteniei între popoarele balcanice, cu prilejul împlinirii, anul acesta, a 100 de ani de la izbucnirea Războaielor Balcanice. Cu acest scop, s-au reunit la malul Mării Marmara artişti, mesageri ai diferitelor culturi, care au participat la un festival de folclor de acum devenit tradiţional în zonă – „Garoafa de aur”, fotografi profesionişti din aceeaşi zonă generoasă a Balcanilor, care au expus la Centrul Cultural din Yalova, la final cele mai bune lucrări fiind şi premiate de către organizatori, reprezentanţi ai localităţilor înfrăţite cu Yalova care s-au reunit preţ de câteva zile pentru a discuta despre administraţie, dar şi despre promovarea unor proiecte comune, în premieră, jurnalişti din Balcani care au reflectat evenimentele desfăşurate la Yalova au pus, totodată, bazele unui grup de lucru care să acopere şi pe viitor spaţiul balcanic din punct de vedere al comunicării mediatice. Medgidia – Yalova, proiecte comune Unul dintre oraşele înfrăţite cu Yalova este Medgidia, oficializarea înfrăţirii dintre cele două localităţi datând din anul 2001. De atunci, relaţiile de colaborare dintre Medgidia şi Yalova s-au strâns tot mai mult, în special în plan educaţional şi cultural. Un rol deosebit de important l-a avut, încă de la punerea bazelor acestei colaborări, filiala Medgidia a Uniunii Democrate a Tătarilor Turco Musulmani din România. Astfel că, şi anul acesta, o delegaţie de la Medgidia, formată din reprezentanţi ai primăriei şi ai UDTTMR, a participat alături de Ansamblul „Pandelaşul” la toate manifestările organizate de administraţia locală turcă. Delegaţia din România din care au făcut parte viceprimarul oraşului Medgidia, Luminiţa Vlădescu, Daniel Gheorghe, purtător de cuvânt al Primăriei Medgidia, preşedintele UDTTMR Medgidia, Aydîn Murat, dar şi Dogan Sali, membru în comitetul filialei, a avut o serie de întâlniri oficiale, cea mai importantă fiind aceea cu primarul Yalovei, Yakup Bilgin Koçal, în cadrul căreia s-a pus accent pe identificarea şi promovarea unor proiecte comune în viitor. „CANSU”, pe scena Festivalului Lumii Turcice Tot la Yalova şi în aceeaşi perioadă a avut 20 CaŞ - Temmuz / İulie 2012 domeniul promovării culturii turcice. Alături de ansamblul din România, la festivalul organizat de YAFEM au mai participat artişti, scriitori şi ziarişti din Crimeea, Sangeacul Sârb, Azerbaidjan, Grecia, Daghestan, Cipru de Nord, Bulgaria, din regiunea Caucaz şi, bineînţeles, din ţara gazdă, Turcia. Adina BOCAI loc şi Festivalul lumii turcice, ajuns, anul acesta, la a XV-a ediţie. Reprezentanţii din România nu au lipsit nici de aici, Ansamblul „CANSU” al filialei UDTTMR Techirghiol fiind, de această dată, mesagerul tătarilor din România, dar şi al multiculturalităţii dobrogene. Organizată de YAFEM, manifestarea de la Yalova a devenit celebră în spaţiul turcic graţie scopului său de a promova valorile culturale ale tuturor popoarelor care au rădăcini turcice. Astfel că, an de an, manifestarea se derulează pe mai multe coordonate, printre acestea numărându-se promovarea folclorului, prin intermediul a numeroase spectacole susţiute în zona Yalovei, prin întâlniri ale ziariştilor din spaţiul turcic, ale poeţilor, pictorilor, folcloriştilor din aceleaşi ţinuturi. Alături de reprezentarea artistică, asigurată de membrii Ansamblului „CANSU”, coordonaţi de Borali Birsen, Techirghiolul a mai avut un reprezentant, de această dată la întâlnirea poeţilor. Este vorba despre scriitoarea Ghiuner Acmola. Reprezentanţii UDTTMR nu au venit cu mână goală de la Yalova... Organizatorii le-au înmânat diplome pentru recunoaşterea activităţii lor în 8. BALKAN YAĞLI GÜREŞ ŞAMPIYONASI 1 Temmuz 2012 tarihinde Osmangazi Belediyesi ile Batı Trakya Türleri Dayanışma Derneği tarafından düzenlenen 14. Batı Trakyalılar Panayırı ve 8. Balkan Yağlı Güreş Şampıyonası yoğun ilgi gördü. Gündoğdu Köyü'nde düzenlenen Balkan Panayırı ve yağlı güreşler renkli görüntülere sahne oldu. Şampiyonaya Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Romanya ve Kosova'dan olmak üzere toplam 235 sporcu katıldı. Şampiyonada 38 bin TL veren Erdoğan Çavuş ağa oldu. 11 farklı kategoride yapılan şampiyonada sporcular, er meydanına çıkarak birinci gelmek için kıyasıya yarıştı. Romanya'dan RMTTDB Kara Murat Şubesi'nin başkanı Zulkefil Caiali, Gençlik ve Spor Komisyon'un başkanı Aydın Ablez, Romanya Kuşak Güreşi Pelivan'i Deniz Celil, Deniz Curti ve Yuksel Celil katıldılar. 5. KIRIM TATAR MİLLİ KURULTAYI 4. TOPLANTISI 21-22 Temmuz tarihleri arasında 5. Kırım Tatar Milli Kurultayı 4. Toplantısının düzenlendi. Kurultayda, Kırım Tatarlarının 28 Ekimde yapılacak Ukrayna Parlamentosu seçimlerinde sergileyeceği net tutumun belirlenmesi amacıyla Kırım Tatar Milli Meclisi'nin Ukrayna sağcı demokrat güçleri ile müzakerelere devam etmesi, Kırım tatar Milli marşı olan Noman Çelebicihan'ın “Ant Etkenmen” eserine değişiklik yapılmaması ve 6. Dönem Kırım Tatar Milli Kurultay seçimlerin sivil toplum ve siyasi teşkilatları tarafından seçilecek kişilerin belirleneceği bölgelerde karışık sisteme göre yapılacağı konusunda kararlar alındı. Toplantıda, 6. Dönem Kırım Tatar Milli Kurultayı seçimlerinden sorumlu Merkez seçim komisyonu kuruldu. Komisyona 27 kişi girdi. Komisyon başkanı Remzi Ablayev oldu. Romanya Müslüman Tatar Türkleri Demokrat Birliğin Birinci Başkan Yardımcısı Samir Mennan ile Başkan Yardımcısı Demirel Kayali 5. Kırım Tatar Milli Kurultayı 4. Toplantısına katıldılar. www.qha.ua 21 CaŞ - Temmuz / İulie 2012 13-NCI “ALİ ERDURAHAN” TATAR KÜREŞLERI TURNUVASI 8 Temmuz Pazar küni Romanya Müslüman Tatar Türkleri Demokrat Birligi'niñ Karamurat Subesi ve Mihail Kogălniceanu Belediyesi tarafından tertiplengen “13-nci Ali Erdurahan Tatar Küreşleri Turnuvasın”a köp sayıda cemaat katıldı. RMTTBD'niñ başkanı Gelil Eserghep bey, Milletvekili Aledin Amet bey, 2012 Milletvekili adayımız Varol Amet bey, şube başkanları ve üyeler, Mihail Kogălniceanu Belediye başkanı Ancuta Daniela Belu hanım, T.C. Köstenci Muavin Konsolosı Gürcan Özcan bey, Mihail Kogălniceanu Amerikan asker birimin temsilcileri bo faaliyette tabıldılar. Konakbaylıknı RMTTDB Karamurat Şubes'niñ Zulkefil Kayali yasadı. Turnuvada başarılı bolgan küreşciler: 15-18 yaş kategoryasında: Birinci: Ali Elvis – Cobadin Ekinci: Olteanu Serghiu – Osmancea OPEN kategoryasında: Birinci: Gelil Denis – Asanşı (Valu lui Traian) Ekinci:Apas Elvis- Mecidiye (Medgidia) Old boys (Eski pelwanlar) kategoryasında: Birinci: Stere Cornel- Karamurat (Mihail Kogălniceanu) Ekinci: Gelil Selami – Asanşı (Valu lui Traian) 18-22 yaş kategoryasında: Birinci: Isleam Serhan – Asanşı (Valu lui Traian) Ekinci: Curti Denis – Asanşı (Valu lui Traian) 22 CaŞ - Temmuz / İulie 2012 INTERVIUL LUNII Prof.Univ.Dr. IUSUF TIMURLENC Dacă în numerele trecute ale revistei popularizarea palmaresului unor figuri reprezentative pentru etnia noastră era facută din considerente generale, de această dată motivele sunt personale. În urmă cu aproximativ 2 decenii, bunicul meu era diagnosticat cu o tumoare malignă, însă ne bucurăm de el şi astăzi graţie Prof.Univ.Dr. Iusuf Timurlenc . Operaţia a fost un real succes alături de alte sute de astfel de reuşite pentru coetnicul nostru. Bună ziua domnule doctor. Pentru început vreau să familiarizez cititorii noştri cu ascensiunea fulminanţă pe care aţi avut-o în tinereţe. Născut în Nuntaşi, şef de promoţie la liceul Mihail Kogălniceanu, nota 10 la examenul de diploma la Facultatea de Medicină Generala Bucureşti , o evoluţe încununată de succese; care a fost motivaţia şi de unde aţi găsit resursele necesare pentru atâta strădanie? IT: De când am început să vorbesc m-am întrebat ce trebuie să mă fac. Cunoscusem doar 3 meserii: croitor ca tătal meu, cioban ca cel ce ne ducea oile la păscut şi doctor. Am judecat după aspectul financiar, aşadar încă de la 3 ani am stabilit ca voi deveni doctor chiar dacă influenţele rurale mă încurajau să devin cioban. De-a lungul anilor, în Nuntaşi şi Mihail Kogălniceanu, rudele şi apropiaţii mă numeau ,,doctore”, iar eu nu m-am schimbat din ideal nici un moment. Aşa m-am pregătit pentru a deveni medic, am promis şi m-am fâcut! Aşa a fost să fiu un tip hotărât. După trecerea timpului, aspectul financiar nu a mai contat cât promisiunea faţă de părinţi şi dorinţa de a diversifica puţin meseriile alese de ceilalţi membri ai familiei. transplant? Au fost personalităţi care v-au marcat anii de studiu şi practică de-a lungul carierei ? IT: Specialitatea de bază fiind chirurgia generală am fost nevoit să ţin pasul cu evoluţia şi cu necesităţile medicinei constănţene şi datorită posibilităţilor de specializare pe care le-am avut în Franţa, am îmbrăţişat şi specializările în Chirurgie Oncologică colo-rectală, Chirurgie Laparoscopică şi de transplant. În cariera mea, au fost mai multe personalităţi care şi-au pus amprenta asupra activităţii şi exeperienţei mele cum ar fi profesorii Angelescu Nicolae, Vasile Sirbu, Jean Claude Sarles şi Bernard Sastre, cărora le mulţumesc în gândurile mele cât şi public! Întrucât îmbinaţi organizarea de sedinţe, congrese, sesiuni de comunicări ştiinţifice cu munca din spital şi clinici private, ne întrebăm cum reusiţi, deoarece toate acţiunile dumneavoastră presupun responsabilitate şi profesionalism. Tinerii se plâng adesea de rapiditatea trecerii timpului, însă strategia cu care vă desfăşuraţi întreaga activitate, vă recomandă să ne sfătuiţi către ce anume să ne îndreptăm interesul. IT: Activitatea mea este complexă, atât din punct de vedere professional, cât şi social, la care am făcut până la această dată faţă în primul rând datorită educaţiei din familie, a întelegerii din familie şi organizării şi rigurozităţii de tip Germanic pe care mi-au atribuit-o colegii. Pentru aceste motive nu pot să zic că mi-a fost dificil să mă împart între activităţile de specialitate, universitară, mediul privat, dar în acelaşi timp să-mi fac datoriile de tată, soţ şi să nu neglijez nici viaţa socială, chiar dacă la acest capitol cred că mai am unele restanţe. Observ mult la tineretul de astăzi, la studenţi în primii ani de facultate că sunt încă nehotărâţi şi unii dintre ei sunt la Facultate fără a avea o convingere în acest sens. Viaţa trepidantă şi multiplele posibilităţi de divertisment, le distrag acestor tineri atenţia de la realitatea de zi cu zi şi de la cea care îi aşteaptă. Vina nu este numai a lor, este o vină împărţită între familie, societate, şcoală şi mass media, dar dincolo de aceste influenţe nefaste ale mediului înconjurător asupra acestor tineri, este şi vina lor ca nu încearcă să privească lucrurile mai în serios şi să confrunte adevărul în faţă, să nu se mulţumească cu ,,minciuna poleită”, cu ,,furatul căciulii” şi să privească spre adevăr ! Adevărul este o dimensiune perenă care întotdeauna iese la suprafaţă! Să lase superficialitatea şi se pot ghida după învăţămintele bătrânului meu tată Din 1990 sunteţi asociat la Catedra de Anatomie a Facultăţii de Medicină Generală din Constanţa şi din 2005 profesor universitar, aşadar, puteţi să ne spuneţi care a fost evoluţia învăţământului universitar după revoluţie? IT: Şcoala primară, generală şi liceul le-am absolvit la liceul Mihail Kogălniceanu, de unde ca şi ceilalţi fraţi ai mei, au plecat şi s-au realizat cu studii superioare, mulţi colegi, dând acestui liceu de ,,ţară” o valoare deosebită; liceu pe care îl dau exemplu şi fetei mele, care este elevă la Liceul Ovidius Constanţa. Cu părere de rău pot să afirm, cadru universitar fiind, că gradul de cultură generală al absolvenţilor de liceu din ziua de astăzi şi a studenţilor mei este net inferior nivelului generaţiei mele, chiar dacă, şi în acel învăţământ al nostrum, cu multe neajunsuri, precarităţi şi mult balast, totuşi valorile generale adevărate au fost respectate. Afirm că o necesitate veche a Dobrogei a devenit realitate odată cu Revoluţia şi astfel prin străduinţa unor oameni cu gânduri bune şi constructive s-a înfăptuit Facultatea de Medicină din Constanţa. Eu fiind atunci tânăr medic secundar în specialitatea chirurgie, am îmbrăţişat ideea şi m-am implicat în mod voluntar în crearea acestei facultăţi aducându-mi aportul acolo unde a fost nevoie, mai întâi la Anatomie, iar în 1991 Catedra de Chirurgie, unde am cunoscut evoluţia firească pe linie profesională atât ca şi chirurg cât şi drept cadru universitar devenind profesor în anul 2005, Şef de Catedră, Şef de Departament (disciplina Chirurgie) Cum s-a produs integrarea în Societăţile Române de Chirurgie Oncologică, Laparoscopică şi de 23 CaŞ - Temmuz / İulie 2012 care ne-a educat după lozinca : ,,munca este ultima şmecherie”, dincolo de muncă orice activitate este sortită eşecului, sau este falsă. Am călăuzit şi condus peste 25 de teze de licenţă la studenţi apartinand etniei noastre şi am instruit 5 rezidenţi, disciplina Chirurgie, sub directă îndrumare, şi pe care i-am ajutat să se promoveze în lumea medicală. Sunteţi o mândrie pentru societatea constănţeană şi mai ales pentru comunitatea turcotătară. Aţi participat la cursuri de specialitate ţn străinătate şi suntem curioşi cum sunt văzuţi turcotătarii peste hotare. IT: E greu de cuantificat viziunea altora despre etnia noastră, dar realizările unora dintre noi sunt semne că existăm, nu numai în Dobrogea ci şi în lume. Amintesc aici numai câteva personalităţi pe care le cunosc şi au mare succes peste hotare : prof. Serpedin de la Texas University, Ghionul Ibram – Novartis –USA şi de ce nu, pe nepoata mea, Aylin Iusuf- rezident în Cardiologie la Paris. Încerc să promovez apropierea tinerilor comunităţii noastre, aşadar vă rog să ne prezentaţi membrii familiei dumneavoastră şi să ne sfătuiţi ce credeţi că trebuie să facem noi, turco-tătarii, să convieţuim mai bine între noi şi alături de celelalte naţionalităţi. IT: Membrii familiei: părinţii mei, mulţumită lui Allah, sunt în viaţă, locuiesc împreuna cu mine: tata – Ali Acai Mamut de 92 ani şi mama - Ali Ulbie (Munire) de 88 ani, soţia - (Anefi) Beinaz Iusuf şi singura fată – Aida Iusuf ( clasa a X-a la Liceul Ovidius Constanţa) câstigătoare anul acesta a fazei judeţene la olimpiada de limbă Turcă; fraţii : Iusuf Timursin şi Iusuf Aiten, foşti ingineri şi economişti, în prezent pensionari. Convieţuirea cu celelalte nationalităţi, nu cred că mai este o problemă de actualitate pentru noi în Dobrogea, unde această problemă este de mult rezolvată, chiar dacă există rareori câte o ,,minte bolnavă” care mai vede în caracterul inter-etnic o posibilitatea de zăzanie. Vă mulţumesc pentru timpul acordat şi vă urez succes în continuare pe toate planurile. Reuşitele dumneavoastră alături de ale altor figuri emblematice ale etniei, cresc stima şi respectul cu care suntem priviţi pe plan local şi nu numai. Interviu relizat de Ateş CASIMCEALI “UNITATE ÎN DIVERSITATE” - EDIŢIA A XI-A În perioada 15-19 iulie 2012, Filiala Constanţa a Uniunii Democrate a Tătarilor TurcoMusulmani din România a organizat seminarul “Unitate în diversitate” - ediţia a XI-a. La seminar au participat membrii Organizaţiei de Tineret “Ismail Gaspıralı” Filiala Constanţa dar şi tineri tătari din alte filiale. În cadrul seminarului Aidun Curt-Mola (subprefect al judeţului Constanţa şi secretar general al U.D.T.T.M.R.) a prezentat temele: 1. Management organizaţie cu componenetele - de timp, de resurse umane, resurse materiale şi financiar. 2. Comunicare şi team building = consolidare echipa Dna. Prof. Narciz Amza (formator la Casa Corpului Didacatic Constanţa) a prezentat temele: 1. O viziune tinerească asupra banilor elemente introductive în managementul financiar al proiectelor 2. Numele pe care îl purtăm, locul în care trăim, educaţia pe care am primit-o şi limba pe care o vorbim 3. Construcţia şi consolidarea echipei Organizaţia de Tineret a UDTTMR. Prof. univ. Dr. Nuredin Ibram (profesor la Universitatea Ovidius Constanţa şi şef al Comisiei de Cultură, Culte şi Tradiţii a Filialei Constanţa a U.D.T.T.M.R.) a susţinut temele: 1. Tătarii – prezenţă şi istoric în România 2. Tipuri de tradiţii şi obiceiuri laice şi religioase la tătarii dobrogeni 3. Tradiţii şi obiceiuri legate de Remezan Bayram Dl. İmam Arslan Ozghiun (şeful Comisiei de Cultură, Culte şi Tradiţii a U.D.T.T.M.R.) a prezentat tema: “Luna Ramazan”. Prof. Neriman Ibraim (Director Adj. Radio T şi Redactor-Şef al suplimentului Kadınlar Dünyasi) a vorbit despre: 1. Pagini din literatura tătară crimeeană. 2. Viaţa şi activitatea lui Bekir Sıtkı Çobanzade. Titlurile celor trei conferinţe susţinute de Prof. univ. dr. Stoica Lascu (profesor la Facultatea de Istorie şi Ştiinţe Politice – Universitatea “Ovidius” Constanţa) au fost: 1. Tătarii dobrogeni - în percepţia călătorilor (sec. XVI-XIX) 2. Intelectualii dobrogeni de origine tătară între cultivarea tradiţiilor şi modernizare culturală 3. Preocupări ale istoriografiei române de azi despre istoria tătarilor dobrogeni. Redactor-Şef Karadeñiz Erol Menadil 24 SPORT ŞI SĂNĂTATE, PENTRU FIECARE EDIŢIA I Pe data de 15 iulie 2012, Sala de Fitness Mega Gym din Constanţa a fost gazda primului eveniment de acest gen organizat de membrii Comisiei de sport a Organizaţiei de Tineret “İSMAİL GASPIRALI”. “Sport şi sănătate, pentru fiecare” este un proiect care va deveni cu siguranţă o tradiţie, pentru că strânge laolaltă tătari de ambele sexe, de vârste între 14 până la 50-60 de ani. Spaţiul desfăşurării acţiunii noastre a fost unul plăcut, ferit de canicula de afară, împărţit pe etaje în funcţie de tipul exerciţiilor şi aparatelor alese. Ajutaţi şi încurajaţi de instructorii prezenţi în sală, mai bine de 50 de persoane aparţinând etniei noastre au participat activ, demonstrându-şi firea sportivă alergând pe bandă sau lucrând la aparate pentru dezvoltarea musculaturii trunchiului şi terminând şedinţa gratuită cu o scurtă perioadă de relaxare în saună. Atât membrii ansamblurilor de dans cât şi sportivi de performanţă au fost prezenţi la această acţiune, promiţând că vor reveni cu plăcere la astfel de evenimente, întrucât îi ajută în activităţile pe care le depun şi este un mediu plăcut de a cunoaşte alte persoane aparţinând etniei tătare. Pierre de Coubertin, părintele Jocurilor Olimpice moderne, a militat pentru transferarea în viaţa cotidiană a valorilor umane care rezultau din practicarea sportului, susţinând concepţia “educaţia fizică trebuie să incite elevii să fie sportivi, dincolo chiar de şcolaritate”. O.T.I.G. va continua să încurajeze tinerii să se cunoască pe sine şi pe cei din jur, lansând competiţii şi consolidând fair-play-ul. Ateş CASIMCEALI “ISMAİL GASPIRALI” Caşlar Teşkilatı “ISMAİL GASPIRALI” Gençlik Teskilatı Organizatia de Tineret “İSMAİL GASPIRALI” “İSMAİL GASPIRALI” Youth Organization ORAZA AYINIZ KAYIRLI BOLSIN! RAMAZAN AYINIZ HAYIRLI OLSUN! RAMADAN FERICIT! HAPPY RAMADAN! www.facebook.com/ismailgaspiraliromania Publicaţie editată de Uniunea Democrată a Tătarilor Turco-Musulmani din România cu sprijinul Departamentului pentru Relaţii Interetnice din cadrul Guvernului României. Responsabilitatea conţinutului materialelor publicate, aparţine în exclusivitate autorului. Manuscrisele de la redacţie nu se vor restitui autorilor. Redactor - şef KARADENIZ: Erol MENADIL Redactor - şef KADINLAR DUNYASI: Neriman IBRAIM / Redactor - şef CAŞ: Dincer GEAFER Redactori: Genan BOLAT, Ghiulşen ISMAIL / Tehnoredactare computerizată: Dincer GEAFER, Adina BOCAI Adresa: Str. B.P. Haşdeu, nr. 53, Constanţa Telefon: 0040.241.61.66.43 / 0040.241.520.186 Fax: 0040.52.13.17 - email: [email protected] Tipar executat la: S.C. BOLTIBROM S.R.L. - Constanţa, Telefon: 0241.63.45.47; www.boltibrom.ro ROMANYA MÜSLÜMAN TATAR TÜRKLERI DEMOKRAT BIRLIGI CONSTANŢA, Str. B. P. Haşdeu, nr. 53; tel: 0040.241.61.66.43; tel: 0040.241.520.186 ; tel: 0040.341.415.886; fax: 0040.241.52.13.17 ROMANYA MÜSLÜMANLARI MÜFTÜLÜĞÜ CONSTANŢA, Str. Bogdan Vodă, nr. 75; tel: 0040.241.611.390 2012 YILI RAMAZAN İMSAKİYESİ KÖSTENCE (CONSTANŢA) Tarih 20 Temmuz 2012 Cuma 21 Temmuz 2012 Cumartesi 22 Temmuz 2012 Pazar 23 Temmuz 2012 Pazartesi 24 Temmuz 2012 Salı 25 Temmuz 2012 Çarşamba 26 Temmuz 2012 Perşembe 27 Temmuz 2012 Cuma 28 Temmuz 2012 Cumartesi 29 Temmuz 2012 Pazar 30 Temmuz 2012 Pazartesi 31 Temmuz 2012 Salı 01 Ağustos 2012 Çarşamba 02 Ağustos 2012 Perşembe 03 Ağustos 2012 Cuma 04 Ağustos 2012 Cumartesi 05 Ağustos 2012 Pazar 06 Ağustos 2012 Pazartesi 07 Ağustos 2012 Salı 08 Ağustos 2012 Çarşamba 09 Ağustos 2012 Perşembe 10 Ağustos 2012 Cuma 11 Ağustos 2012 Cumartesi 12 Ağustos 2012 Pazar 13 Ağustos 2012 Pazartesi 14 Ağustos 2012 Salı İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı Hicri 03:24 03:26 03:28 03:29 03:31 03:33 03:35 03:37 03:39 03:40 03:42 03:44 03:46 03:48 03:50 03:52 03:53 03:55 03:57 03:59 04:01 04:03 04:04 04:06 04:08 04:10 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:19 13:18 13:18 13:18 13:18 13:18 13:18 13:18 13:17 13:17 17:20 17:20 17:19 17:19 17:19 17:19 17:18 17:18 17:17 17:17 17:17 17:16 17:16 17:15 17:15 17:14 17:14 17:13 17:13 17:12 17:11 17:11 17:10 17:09 17:09 17:08 20:50 20:49 20:48 20:47 20:46 20:45 20:44 20:43 20:42 20:41 20:40 20:38 20:37 20:36 20:35 20:33 20:32 20:31 20:29 20:28 20:27 20:25 20:24 20:22 20:21 20:19 22:47 22:45 22:43 22:42 22:40 22:38 22:37 22:35 22:33 22:31 22:30 22:28 22:26 22:24 22:22 22:20 22:18 22:16 22:14 22:12 22:10 22:08 22:06 22:04 22:02 22:00 1 Ramazan 2 Ramazan 3 Ramazan 4 Ramazan 5 Ramazan 6 Ramazan 7 Ramazan 8 Ramazan 9 Ramazan 10 Ramazan 11 Ramazan 12 Ramazan 13 Ramazan 14 Ramazan 15 Ramazan 16 Ramazan 17 Ramazan 18 Ramazan 19 Ramazan 20 Ramazan 21 Ramazan 22 Ramazan 23 Ramazan 24 Ramazan 25 Ramazan 26 Ramazan 20:18 20:16 20:15 20:13 21:58 21:56 21:53 21:51 27 Ramazan 28 Ramazan 29 Ramazan 30 Ramazan 05:36 05:37 05:38 05:39 05:40 05:41 05:42 05:43 05:44 05:45 05:46 05:47 05:48 05:49 05:50 05:52 05:53 05:54 05:55 05:56 05:57 05:58 05:59 06:01 06:02 06:03 KADİR 15 Ağustos 2012 Çarşamba 16 Ağustos 2012 Perşembe 17 Ağustos 2012 Cuma 18 Ağustos 2012 Cumartesi 04:12 04:13 04:15 04:17 06:04 06:05 06:06 06:07 G EC ESİ 13:17 13:17 13:17 13:16 17:07 17:07 17:06 17:05 Ramazan Bayramı 19 Ağustos 2012 Pazar günüdür. Bayram namazı saat 06:57’de kılınacaktır. FITIR SADAKASI EN AZ 15 RON OLARAK VERİLECEKTİR
Benzer belgeler
indir - Uniunea Democrata a Turco
faziletini, insan hakları, düzenli ve tutumlu
yaşama, sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın
önemini, milli bütünlüğün pekiştirilmesini,
Müslüman'ın samimi, duygulu, toplumun içinde
bulunduğu manevi ha...