POLATLI Polatlı İlçesinde insan yerleşiminin bilinen en eski tarihi M
Transkript
POLATLI Polatlı İlçesinde insan yerleşiminin bilinen en eski tarihi M
POLATLI Polatlı İlçesinde insan yerleşiminin bilinen en eski tarihi M.Ö. 3000 yıllarına kadar dayanmaktadır. Yassıhöyük köyünde bulunan antik Gordion Şehrinde M.Ö. 3000 yıllarında yerleşim olduğu bilinmektedir. Bölgede yaşayan belli başlı uygarlıklar sırasıyla, Hitit, Frigya, Lidya, Pers, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarıdır. Polatlı ilçe merkezinin bugünkü yerleşimi 1860 yılında Sivritepe mevki Menteşe Mahallesinde ve Zafer Mahallesinde oluşmuştur. Yerleşimin asıl gelişimi Ankara-İstanbul demiryolunun 1892 yılında buradan geçmesiyle gerçekleşmiştir. Kurtuluş Savaşı'nın en önemli olaylarından biri olan Sakarya Meydan Muharebesi Polatlı toprakları üzerinde meydana gelmiştir. Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesini yönettiği karargah Alagöz köyünde, attan düşerek yaralandığı yer İnler köyündedir. Bu savaşın önemli coğrafi mevkileri olan Çal Dağı, Duatepe, Beştepe ve Kartaltepe de Polatlı sınırlarındadır. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Topçu ve Füze Okulu'nu ve Sakarya Kışlası'nı barındırmasıyla da tanınmaktadır. Sakarya Şehitleri Anıtı, Dua Tepe Anıtı, Alagöz Karargah Müzesi ve Gordion Müzesi bölgenin önemli turistik merkezleri arasında yer alır. BEYPAZARI BEYPAZARI'NIN TARİHÇESİ Beypazarı Ankara ' nın 100 Km kuzeybatısında, eski Ankara-İstanbul yolu üzerinde bulunmaktadır. Geçmişte olduğu gibi bugün de Ayaş, Güdül, Nallıhan ve Kıbrıscık İlçelerinin ortasında sosyal, kültürel ve ekonomik merkez olma özelliğini korumaktadır. Anadolu'nun tarihi seyrine baktığımızda, Beypazarı ilçesine ilk çağda Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, daha sonra da Anadolu Selçuklu ve Osmanlılar ' ın egemen oldukları görülmektedir. Beypazarı, Roma döneminde, İstanbul'u Ankara ve Bağdat'a bağlayan önemli büyük tarihi geçit yolları üzerinde bulunmaktadır. İlk adı LAGANİA'dır. Bilge UMAR 'ın Türkiye'deki "Tarihsel Adlar" adlı kitabında Lagania' nın anlatımı yapılmış ve 'Kaya Doruğu Ülkesi' anlamına geldiği sonucuna varılmıştır. M.S. 6.yy' a kadar adı Lagania olan Beypazarı'nın adı bu tarihten sonra değişmiştir. M.S. 491-518 yılları arasında hüküm süren Doğu Roma (Bizans) imparatoru Anastasios'un o dönemlerde piskoposluk merkezi olan Lagania' yı ziyaretine atfen şehrin adı, "Lagania-Anastasiopolis"( ANASTASİOS kenti ) olarak değişiyor. Türklerin Sultan Alparslan komutasında Anadolu'ya girmesinden kısa bir süre sonra Marmara'ya ulaşmaları ile Beypazarı da ilk Türk akıncıları ile karşılaşmıştır. Selçuklu yönetimindeki Beypazarı, konum itibarı ile sık sık göç eden Türkmen boylarına yurt olmuştur. Bu boylardan en önemlisi Kayı boyudur. Selçuklu Sultanlığı'nın kendilerine yurt olarak yer gösterdiği bu Türk boyu, Gazi Gündüzalp yönetiminde ilk önce Ankara civarına yerleşmiştir. Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Bey'in dedesi Gazi Gündüzalp'in mezarının Beypazarı'nın Hırkatepe köyünde olduğu bilinmektedir. Selçuklular döneminde Beypazarı, İstanbul-Bağdat yolu üzerinde önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Beypazarı, Orhan Bey'in Ankara'yı alması ile Hüdavendigar (Bursa) Sancağı'na bağlanarak Osmanlı yönetimine geçmiştir. Beypazarı 1868 yılından itibaren siyasi yönetiminde yer değişikliği ile Ankara'ya bağlı bir kaza olarak önemini sürdürmüştür. Osmanlı Devleti'nin toprak rejimi ve askeri sisteminin bel kemiğini oluşturan Tımarlı (Anadolu) Sipahi Merkezleri'nden birisi olan Beypazarı; yöredeki Sipahi Beyi'ne ve ticari, ekonomik hayatın yoğunluğuna istinaden BEĞ BAZARI diye adlandırılmıştır. Hıdırlık Tepesi: Beypazarı'nı ziyaret edenlerin ilk uğrak yeri, şehrin tüm güzelliklerini bir arada görebildikleri Hıdırlık Tepesi'dir. İlçenin tüm bölgelerine hakim olan tepeden tarihi konakların ve doğal güzelliklerin ön plana çıktığı şehir dokusunu tüm ayrıntılarıyla seyredebilirsiniz. Alaattin Sokak: Restorasyonu tamamlanmış ve hizmete açılmış bir çok Tarihi Konağı barındıran Alaattin Sokak; yöresel ürünlerin satıldığı stantların kurulduğu şehrin en gözde mekanı. Beypazarılı ev hanımlarının el emeği ürünleri tadarak alışverişinizi yaparken sohbet etme fırsatı da bulabilirsiniz. Kültür Evi (Müze): Nurettin Karaoğuz tarafından bağışlanan konak, 1996 yılından itibaren “Beypazarı Tarih ve Kültür Evi” olarak kullanılmaktadır. Beypazarı kültürünü yansıtan eserlerin, kıymetli madenlerin, antika eşyaların ve Beypazarı tarihine ışık tutan tarihi belgelerin sergilendiği Kültür Evi; görülmeye değer bir Beypazarı mirası. Halk Evi: Restorasyonu tamamlandıktan seminerler ve çeşitli organizasyonlar için kullanılan Halk Evi; ilk açıldığı 1938 yılındaki amaçlara hizmet etmektedir. Hafta sonları siyah beyaz Beypazarı fotoğraflarının sergilendiği Halk Evi'ni mutlaka ziyaret etmelisiniz. Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü: Kaymakamlığımız Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı bünyesinde faaliyet gösteren atölyelerimizde, Halk Eğitim Merkezi işbirliği ile yöresel el sanatlarımız üretilmektedir. Atölyelerimizde üretilen Yöresel El Sanatlarımız, İlçe Halk Eğitim Merkez Binasında sergilenmekte olup, mutlaka gezip görülmesi gereken yerlerdendir. Gümüş Mağazaları: Beypazarı'nın en önemli simgelerinden birisi olan Telkari Gümüş İşlemeciliği'nin birbirinden güzel el işi takılarını bulabileceğiniz gümüş mağazaları özellikle bayanların ilgi odağı. Belediye binasında bulunan Gümüşçüler Çarşısı'nın yanı sıra şehir merkezinde de bir çok gümüş mağazası bulabilirsiniz. Beypazarı Kuru Fırınları: Türkiye'de sadece Beypazarı'nda üretilen ve tazeliğini bir sene koruyan,çay saatlerinin vazgeçilmez lezzetlerinden Beypazarı Kurusu'nu; hem üretim hem satış yeri olan taş fırınlardan tadarak alabilirsiniz. HAYMANA Haymana,kaplıcaları ile ünlüdür. İlçe, Ankara'nın güneyinde yer alır. Haymana'nın Ankara kent merkezine 74, Polatlı'ya 42, Gölbaşı'na 55 kilometre uzaklıktadır. İlçenin doğusunda Bala ve Gölbaşı, güneyinde Kulu ve Cihanbeyli, batısında Polatlı ve kuzeyinde Gölbaşı İlçeleri yer alır. İlçe topraklarının 2/3'ünü Haymana Platosu oluşturur. Ormanlık alan yok denecek kadar azdır. İlçenin sınırlarında bulunan dağlardan Karacadağ'ın yüksekliği 1724 m, Mangaldağ 1436 m ve Çaldağı 1351 m'dir. 297.6 hektar alanda tarım yapılmaktadır. Ayrıca gavur kalesi bulunmaktadır. BALA Tarihi eserlere bakıldığında ilçe merkezinde bir roma mezarlığı,eski devirlerde kullanılan savunma amaçlı yığma tepeler,şehir kalıntıları,roma devrine ait mermer sütunlar bulunmaktadır.Aşıkoğlu köyünde beyaz alçıtaşı ocakları,üçem,karadalak,sırapınar,çatalören köylerinde savunma amaçlı kullanılan mağaralar,suyugüzel,küçükbayat,yaylalıözü köylerinde höyükler bulunmaktadır. ÇANKIRI İlin merkezi olan Çankırı kenti, Kızılırmak´ın kolları Acıçay ile Tatlıçay´ın birleştiği yerde kurulmuştur. Deniz yüzeyinden 700-800m yüksekliktedir. Çankırı çok eskiden bir kale kentiydi. Kent, sonraları sırtını kaleye dayayarak, güneye doğru yayıldı. Günümüzde, Tatlıçay´ın her iki yakasına serpilmiş durumdadır. Kalenin eteklerindeki mahalleler, kentin çekirdeğini oluşturur. Bu mahalleler dar sokaklıdır. Kentin yeni kesimleri ise, daha modern görünüşlüdür. Çankırı´nın adı, Batılı kimi gezginler tarafından "Çangırı" ya da "Çengiri" biçiminde yazılmıştır. Kent eski GANGRA adlı kentin yerinde kurulmuştur. Önceleri Paphlagonia´ya bağlıydı. Sonra Pontos devletine, ardından da Galatia´ya bağlandı. Galatia hükümdarı Deiotarus, Gangra´yı merkez yaptı. M.Ö.25´te Roma imparatorluğunun topraklarına katılan yöre, Bizanslılar zamanında bir ara sürgün yeri idi. Kimi kaynaklarda anılan Germanikopolis kentinin Gangra olduğu sanılıyor. Emeviler zamanında İslam orduları birkaç kez saldırdılarsa da bu kaleyi ele geçiremediler. Çankırı ve çevresi 1071 Malazgirt zaferinden sonra Danışmendoğullarınca ele geçirildi. Selçukluların Malatya´da tutsak edilip Niksar kalesine kapattıkları Antakya hükümdarı Bohemond´u kurtarmak için 1101´de İstanbul´dan yola çıkan Raymond de Toulouse komutasındaki Haçlı ordusu Ankara´yı aldıktan sonra Çankırı´ya yöneldiyse de kaleye giremediler. Amasya yakınlarında Selçuklu ordusuyla karşı karşıya gelen Haçlı Ordusu, bozguna uğradı. 1134´te Bizans imparatoru Ioannes Komnenos şiddetli çarpışmalardan sonra kaleyi ele geçirebildiyse de, o döndükten sonra Danışmendliler kenti geri aldılar. Daha sonra yöreye Selçuklular egemen oldular. Murad I. zamanında Çankırı ve çevresi Osmanlı topraklarına katıldı. Timur 1402´de Çankırı´yı eski sahiplerine verdiyse de 1439´da Mehmet I. geri aldı. Osmanlı döneminde yönetim bakımından anadolu eyaletine bağlı bir livanın merkezi olan Çankırı, Cumhuriyetin ilanından önce Kastamonu vilayetine bağlı bir sancağın merkezi idi. Kurtuluş savaşı sırasında İnebolu üzerinden İstanbul´dan Ankara´ya yapılan malzeme ve insan naklinde Çankırı önemli bir aracı merkez rolünü oynamıştır. Cumhuriyet döneminde il KAZAN Kazan, başkent Ankara'ya 47 km uzaklıkta tarih, doğa ve kültür hazinesine sahip, şirin bir Anadolu ilçesidir. İlçenin kurulduğu bölge, bir yerleşim yeri olarak eski çağlardan günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Yörede bulunan eski yerleşim alanları (ören yerleri), kale buluntuları ve kral mezarları, bir tarih müzesi niteliğindedir. Değişik dönemlerde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan buluntular ise müzelerde sergilenmekte, ilçemizin tarihi değerlerinin tanıtımında önemli bir yer tutmaktadır. Bakır çağından itibaren, değişik medeniyetlerin iz bıraktığı Kazan'ı tanımak ve tarihi eserleri görmek için birçok yerli ve yabancı ilçemizi ziyaret etmektedir. ASARKAYA (Karalar Mahallesi) Klasik çağda önemli bir yerleşim birimi olan Asarkaya Kütlesi, ilçemize bağlı Karalar Mahallesi'nde bulunmaktadır. Üzerinde insan eliyle oyulmuş yuvaların bulunduğu ve tüm çevresinin surlarla çevrildiği bu kaya kütlesinin bir askeri garnizon olarak kullanıldığu düşünülüyor. Roma çağında ise mahiyeti değişmiştir. Zira yapılan kazılarda, çevrede bir iskan yeri görünümünü ifade eden bol miktarda parçalar ve çanak, çömlek bulunmuştur. Karalar, tarihi eserler ve kalıntılar açısından oldukça zengin bir mahallemizdir. Burada kral mezarları dahil birçok eser mevcuttur. BİTİK HÖYÜĞÜ (Bitik Mahallesi) İlçeye bağlı Bitik Mahallesi'nde yapılan bir hafriyat esnasında ortaya çıkan küp parçaları ve oluklu balta gibi eşyalar, Türk Tarih Kurumu'nun burada kazı çalışmaları yapmasını sağlamıştır. Bitik Höyüğü'nde yapılan kazılarda, "Bakır Çağı" na kadar inen katmanlara rastlanmıştır. 1942 Yılında yapılan kazıda, en alt katmandan başlayarak, Bakır Çağı, Hitit ve Klasi Çağı yerleşme katları tespit edilmiştir. Bu kazılarda Bakır Çağı'na ait çok renkli seramikler ve Eti Mimarisi'ne ait bölümler bulunmuştur. Kazan İlçesi sınırları içerisinde bulunan Akıncı Ovası, iklim şartları ve topoğrafik yapısı itibari ile eski çağlardan itibaren insanların yurt edindikleri bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. İlçemiz bu tarihi önemi ile büyük bir turizm potansiyeline sahiptir. İlçemizin bilinen en eski isimleri "Mürted Ovası" ve "Murtaza Abad" dır. Kazan ve civarı 1127'de Türk hakimiyetine girmiş, 1402'de Yıldırım Beyazıd ve Timurlenk arasındaki Ankara Savaşı sonrasında kısa bir süre Moğol hakimiyetinde kalmıştır. 1414'den itibaren yeniden Osmanlı topraklarına katılmıştır. Kazan'a ait olan ilk kayıtlar, Osmanlı'nın 1463 yılı Ankara tahrir defterinde yer almaktadır. O zamanki ismiyle Mürted Ovası olarak karşımıza çıkan Kazan bünyesinde 67 köy ve mezra bulunmaktaydı. Kaynaklara bakıldığında, Kazan'da Bakır Çağı'na kadar uzanan bir tarihi süreç içerisinde çeşitli medeniyetlerin bırakmış oldukları eserlerin yanı sıra, Osmanlı'lardan kalma eserler de bulunmaktadır. Kazan'da değişik köylerimizde vakıf külliyesi, cami ve köy çeşmeleri de vardır. Bu eserler günümüze kadar korunmuştur. ANKARA ANKARA SEMBOLLERİ Ankara Kedisi dünyanın en sevilen saf kan kedi ırkları arasında yer almaktadır. Nesiller boyu 'Ankara' her zaman uzun tüylü kediyi nitelendirmek için kullanılan bir terim olmasına rağmen tek saf kan Ankara, ataları Türkiye'den çıkmış olan Türk Ankarası'dır. Ankara kedisi Türkiye'de üretilmiş doğal ve saf bir kedi ırkıdır. Ankara kedisi ülkesinin ulusal hazinelerinden biri sayılmaktadır. Ankara Kedisi dünyanın dikkatini ilk kez Haçlı Savaşları sırasında çekti. 1620-1625 yıllarında Fabri de Peiresc adındaki bir Fransız bilim adamı ülkesine eski Ankara'dan bir kaç saf beyaz kediyle dönmüştü. Ürettiği yavrular Fransız soyluları arasında dikkatle dağıtıldı. İlk yavrulardan biri Fransız devlet adamı Cardiani de Richekieu'ya verildi. 18.yy da XV. Louis gibi XVI. Louis veMarie Antoinette de bu asil kedilerin hayranları arasına girdi. Bu dönemde yapılmış pek çok yağlı boya tablo Ankara Kedilerini çeşitli renklerde resmetmektedir. 19.yy'da pek çok Ankara Kedisi Fransa'dan Amerika'ya İhraç edilmiştir. 1962'de birçok Amerikan askeri personeli, Ankara Hayvanat Bahçesi'nde 45 yıllık bir üretim programının ürünü olan Ankara Kedilerini gördüler. Bir kaç çift alınarak Amerika'ya götürerek ırka ilginin yeniden doğmasını sağladılar. Bu ipeksi orta uzunlukta kürkü olan ince uzun yapılı kediler safkan kedi güzelliği ve zevkini çıkaran tüm ülkelerde sevilip ilgiyle üretilmeye devam etmektedir. Ankara Keçisi Birçok ülkede mohair diye adlandırılan tiftik, bilindiği gibi bütün dünyaya yurdumuzdan yayılan Ankara Keçisinin ürünüdür. Bu nedenle Tiftik Keçisi, dünya literatüründe Ankara Keçisi (The Angora Goat) olarak tanınır. Ankara Keçisini 13. yüzyılda Hazer Denizinin doğusundan, Anadoluya Türkler getirmişlerdir. Ankara Keçisi, Orta Anadolu'nun kurak iklim ve toprağı ile iyi bir şekilde bağdaşarak o zamandan beri bu bölgede gelişmiş, Orta Anadolu'ya özgü ve seçkin bir gelir hayvanı olma özelliğini bugüne kadar sürdürmüştür. 1939 yılına kadar sadece Orta Anadolu'da, özellikle Ankara ve çevre İllerde ekonomik bir değer olan Ankara keçisi, buradan değişik tarihlerde dış ülkelere götürülmüş ve gittiği yerlerde esas ismini koru¬muştur. Halen bütün dünyada Ankara Keçisi olarak tanımlanmakta ve bu sayede Ankara'nın dolayısıyla Türkiye'nin ismini tüm dünyaya duyurmuş bulunmaktadır. Ankara Keçisi Ankara'nın bütün ilçelerinde yetiştirilmekle beraber, en çok ürün alman ilçeler Ayaş, Beypazarı, güdül ve Nallıhan'dır. Ankara Keçisi'nin yünü olan tiftik, hayvansal kaynaklı elyafın 'special kıl elyafı' bölümünde yer almaktadır. Gerek üretimin fazlalığı, gerekse sahip olduğu bazı özelliklere nedeniyle tiftik, bu gurupta incelenen kaşmir, alpaka, deve tüyü, keçi kılı vb. gibi hayvansal elyafın başında yer alır. Bugün dokuma sanayiinde yapağıdan sonra en çok kullanılan ve aranılan bir elyaf olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bir tekstil elyafı olmakla birlikte, genelde dokuma sanayiinde saf olarak kullanılmaz. Pamuk, yün, tabii ve akrilik gibi suni elyaflarla değişik oranlarda karıştırılarak kullanılır. En büyük tüketimi tekstil sanayi indedir. Kumaşlarda, lüks battaniyelerde, halıcılıkta, trikotaj endüstrisinde, peruk ve oyuncak sanayiinde ve paraşüt ipi yapımında kullanılmaktadır. Tiftik Keçisi Anadolu'ya geldiğinden itibaren Ankara ve çevresinde yavaş yavaş sof üretimi görülmektedir. Tiftik Keçisinin tüyleri İşlenerek iplik haline getirilir ve bu İplikten Türk Kumaşları arasında ayrı bir özelliği olan 'Ankara Sofu' üretilirdi. Renk çeşitleri, dokunuşlarındaki ustalıklar, desen incelikleri dikkat çekmekteydi. Yerli ve yabancı Tüccarlar tarafından önemli bir pazar oluşturmaktaydı. AnkaraTavşanı Dünyada Avustralya'dan Fransa'ya kadar birçok ülkede yetiştirilen ve sayıları milyonlarla ifade edilen Ankara Tavşanı, anayurdundaki birkaç çiftlikte bine yakın bulunuyor. Ankara Tavşanı tarihi belgelere göre 1723 yılında Anadolu'da tamamen yok olmuştur. Almanya'da yaşayan gurbetçi bir vatandaş tarafından yeniden anayurduna getirilen Ankara Tavşanı kayseri'de bir çiftlikte yetiştirilmeye başlanmıştır. Ankara'da Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'na ait bir enstitüde de yetiştirilen Ankara Tavşanının sayısı sadece 500-1000 arasındadır. Tesadüfen bulunulan bu ırkı anayurdunda yaygınlaştırma çalışmaları devam etmektedir. Çok değerli olan Ankara Tavşanı anayurduna kolay uyum sağlamıştır. Ankara Tavşanı, bir batında 4 ile 14 arasında yavru doğurur. 40 santimetreye kadar ulaşan yünü iki-üç aylıkken kırkılmaya başlar ve her hayvan yılda ortalama 1 kilo yün verir. Hafif ve yüksek ısı tutan, özellikle angora kazak üretimi ve elektromanyetik etkisi nedeniyle romatizma hastalan için üretilen giyeceklerde kullanılan Ankara Tavşanının yünü altın değerindedir. Ankara Tavşanından elde edilen Angora yünü, koyun yününe göre sekiz kat fazla ısı vermekte ve alerjiye de yol açmamaktadır. Ankara Tavşanının yününden yapılan korse, dizlik, iç çamaşırı, fizik tedavi ve nevraljide kullanılan termal giysilerin, dolaşım bozukluğu ve romatizma başta olmak üzere bir çok hastalığa iyi gelmektedir. Ankara, ayrıca Ankara Çiğdemi, Armudu, Ankara Balı ve Kalecik Karası adıyla bilinen üzümüyle de ünlüdür. ANITKABİR Türk Kurtuluş Savaşı'nın ve inkılaplarının önderi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün, Ankara Anıttepe'de (eski adıyla Rasattepe) bulunan anıt mezarıdır. Ayrıca dördüncü cumhurbaşkanı Cemal Gürsel de 1966 yılında devrim şehitleri bölümüne defnedilmiştir (6 Kasım 1981 tarihli Devlet Mezarlığı Kanunu 1.madde 2.fıkra gereğince, 27 Ağustos 1988'de çıkartıldı). 1973'den beri İsmet İnönü'nün kabri de Anıtkabir'dedir. ANKARA KALESİ Ankara Kalesi kentin sembolüdür. Ankara'nın bekçiliğini yapan kalenin tarihi, kentin tarihi kadar eskidir. Ne zaman ne yapıldığı bilinmemekle birlikte Romalılar, Bizanslılar hakimiyetinde kalan kale, 1073 yılında Selçukluların eline geçmiştir. Selçuklular döneminde kaleye özel itina gösterilmiş olup kale genişletilmiştir.1101 yılında Haçlılarca ele geçirilen kale 1227 yılında tekrar Selçukluların hakimiyetine girmiştir. Selçuklular döneminde onarılan ve eklemeler yapılan kale Osmanlı döneminde 1832'de Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa tarafından onarımdan geçirilmiştir. dönemlerden kalmış kullanılmaktadır. birçok eski Kalenin bulunduğu tepe yanındaki Hatip Çayı - Bent deresinden 110 m. yüksektedir. Osmanlılar zamanında Mısır Valisi Mehmet Muhammet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'nın aldığı Ankara Kalesini tekrar onarttığı bilinmektedir.Kale iç ve dış kale olarak iki kısımdır. 20' den fazla kulesi vardır. Dış Kale eski Ankara şehrini çevirir. Dört katlı olan iç kale Ankara taşından ve toplama taşlarla yapılmıştır. İç Kalenin iki büyük kapısı vardır.Biri dış kapı, diğeri ise hisar kapısı adını taşır. Kapı üzerinde bir de İlhanlılar' a ait kitabe bulunur. İç Kaledeki kulelerin yüksekliği 14 ila 16 metre arasındadır. Kuzeybatı kısmında Selçukluların yaptırdığını gösteren bir yazı bulunmaktadır. Bugün kale içindeki değişik Ankara Evi bulunmaktadır. Bazıları çeşitli hizmetlerde HACI BAYRAM CAMİİ Augustus Mabedine bitişik olarak Camii ve Türbe olmak üzere evvala iki bina yapılmış isede sonradan caminin Kuzey ve Batı cephelerine yapılan ilavelerle bina büyütülmüş ve genişletilmiştir. Hacı Bayram Veli’nin ölümünden 2 yıl evvel bizzat kendisi tarafından yaptırılmış olan camii, aslında tam bir dikdörtgen plan teşkil etmekte olup, tamamı kerpiçtendir. Sanat tarihi bakımından olduğu kadar Kültür tarihi bakımından da büyük önemi olan bu külliye, geçirmiş olduğu devirlerde zaman zaman yapılan tamirlerle günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır. Kıble duvarının sağ kanadında beden duvarları üzerinde yeşil sırlı tuğla ile yazılmış kitabelerde eserin bir defa da Sultan 3. Ahmet zamanında (1703-1730) Hacı Bayram Veli torunlarından Mehmet Baba tarafından tamir edildiği yazılmıştır.Bundan sonra Sultan 3. Mustafa zamanında (1757-1774)’de bir defa daha tamir edilen Camiinin içindeki çinileri de tamamlanmıştır. Dikdörtgen plandaki esas ibadet mekanının Batı kenarı ile kuzeyinde ikinci kat teşkil eden mahfiller bulunmaktadırki bunlardan Batı mahfil kadınlara tahsis edilmiştir. Kuzey mahfilin ise caminin ilk yapılışında bugünkü kadar büyük olmadığı, fakat tavanlardaki nakışların yekpare oluşuna göre en son 18. yüzyılda yapılan tamirat neticesinde genişletilerek bugünkü durumunu almış olduğu anlaşılmaktadır. Dış duvarlarda yer alan dikdörtgen ve söveli pencerelerinin üzerinde sivri kenar kalınlıklar dikkat çeker. Batı cephedeki iki pencere içine alınmıştır. Güneybatı duvarlarında bulunan mermer üzerine yazılmış kitabelerde 1126 H.(1714) tarihi okumaktadırki bu kitabeler 3.Ahmet zamanında yapılan tamirata ait kitabeleridir. Kıble duvarının 1/3’ünü tavana kadar kaplayan mihrapı Ankara’daki diğer Camilerin mihrabları gibi alçıdan ve aynı ustanın elinden çıkmışcasına büyük benzerlik gösterir. Alçı ile yapılmış mihrabın 3 kenarını içiçe 4 bordür çevirmektedir. Mihrab inişi dikdörtgen olup üst kısmı zengin mukarnaslarla süslenmiştir. Gerek kuzeydeki mahfili ve gerekse esas ibadet mekanı tavanı ile mahfili tavanı ortasındaki göbek ve kenar pervazları 18. yüzyılda yapıldığı anlaşılan aşı boyalı nakışlarla süslenmiştir. Ayrıca kuzeydeki mahfil pervazları ve pencere kenarlarındaki pervazların üzerinde aynı şekil nakışlarla süslenmiştir. Koyu sarı, kırmızı, koyu yeşil ve kahverengi olarak, gelincik çiçeği, hatayi, karanfil, ve kıvrık dalların teşkil ettiği nakışlar tam bir armoni içinde bulunmaktadır. Tavanın diğer yüzeyleri ince çıtalarla kare bölümlere ayrılmıştır. Mahfil tavanını esas ibadet mekanı tavanından ayıran kirişin kenarlarında ise küçük kurtuşlar içinde kuran kitabeleri yazılıdır. Mimare camiden ayrı caminin kıble duvarına bitişik olan türbenin Güneydoğu köşesinde, yarısı türbe duvarı içinde kalacak şekildedir. Hacı Bayram veli türbesinin beden duvarından muntazam olmayan 5 kenar halinde çıkıntı teşkil eden kaide, Ogüst mabedinden alınan spoli taşlardan yapılmıştır. Türbe kasnağının alt hizasına kadar yükselen kaide dar bir silme ile kesilmekte ve bundan sonra tuğla malzemeden devam etmektedir. Üçgen satıhlarla gövdeye geçmeden önce kürsüyü tekrar bir taş silme kesmekte ve silindirik minare gövdesi başlamaktadır. Oldukça yüksek gövdeli minare üstünde kirpi çıkıntılı birinci şerefe bunu takiben daha ince bir gövde ile daha küçük ölçüdeki ikinci şerefe yer alır. petek ve üzerini örten konik külahla minare nihayetlenmektedir. Caminin mekan konstrüksiyonu ile proporsiyon bakımından ahensiz olan minarenin gövdesi beyaz taş kuşaklarla bölümlere ayrılmıştır. Mihrabın solundaki ahşap minber ayrı bir güzelliğe sahip bulunmaktadır. Ajurlu olarak işlenmiş merdiven korkulukları ile merdiven altındaki büyük üçgen panodaki yıldız, üçgen, beşgen ve altıgenler teşkil eden geçme parçaların yüzeyleri aşı boyalı nakışlarla süslüdür. KOCATEPE CAMİİ 16. Yüzyıl estetiği ile 20.Yüzyıl teknolojisinin bütünleşmesinden oluşan Kocatepe, emsal camilerle ortak özellik taşır. Dört minaresiyle Selimiye'yi merkezi kubbe ve yarım kubbeleriyle Sultan Ahmed'i andırır. Anıtın pojesi için 1957'de açılan yarışmaya katılan 41 projeden Vedat Dalokay'ın çağdaş çizgiler taşıyan çalışması birinci seçildi. Ancak daha sonra bu projenin çeşitli eleştirilere uğraması yüzünden açılan yeni yarışmayı Hüsrev Taylan'ın klasik Osmanlı Mimarlığı'ndan esinlenen projesi kazandı. (1967); aynı yıl haziran ayında caminin yapımına başlandı. 3500 m2 lik bir alanı kaplayan ve konferans salonu, kitaplığı, çarşısı ve büyük bir otoparkı bulunan camii, 1986 mayısında ibadete açıldı. 64x67 metre (4288 m2) ölçüsündeki asıl Camii (harem) kısmı, 48.5 metre yüksekliğinde, 25.5 metre çapında bir ana kubbe ile örtülüdür. ana kubbe etrafında dört yarım kubbe yer alır. Bu yarım kubbeler 12 kubbe ile genişletilmiştir. Kubbeler geleneksel tarzda kurşunla kaplanmıştır. Asıl camii kısmına, kündekari (ahşap geçmeli) tarzda yapılmış bir ana ve dört yan kapıdan girilir. camiinin kuzey kısmında, ana giriş kapısı önünde yer alan ve 2400 m2 alanı kaplayan revaklı avluyu, bir mermer, şadırvan süsler. revaklar 14 m yüksekliğinde 26 kubbe ile örtülüdür. Revaklı avluyu çevreleyen kubbelerle caminin yan giriş kapıları kubbelerinin alemleri mermerden, ana ve yan kubbelerle minarelerin alemleri, altın varak ile kaplı bakırdan imal edilmiştir. 88 metre yüksekliğindeki üçer şerefeli dört minareyi hem merdiven hem de asansörle çıkılır.Asıl camii bölümü olan ana mekanı 'V' şeklinde mahfiller sarar. Bu mahfiller iki kat olarak uygulanmıştır. Böylece hem harem kısmına özel bir görünüm hem yeni mekan kazandırılmıştır.Mahfillere, ana mekana bakan yüzleri mermerle kaplı altı merdivenden çıkılır. merdivenlerden çıkarken sahınlıklar hizasına ana mekana hazır balkoncukalar yapılmıştır. Bu süretle merdiven çıkışlarına ferahlık getirilmiştir. On metre yüksekliğindeki mihrap, beyaz mermerden imal edilmiştir. 8.70 metre yüksekliğindeki minber, özel süslemelerle işlenmiş mermerden yapılmıştır. İç tezyinatta Klasik Osmanlı Mimarisi örnek alınmış, malzeme olarak, çini, mermer, sarı maden, altın varak ve özel boyalar kullanılmıştır. Ana kubbe ve aslan göğsü yazıları pirinçten dekope süretiyle yazılmış ve altınla kaplanmıştır. Kuşak yazıları ise mermer kaplama olup, keza altın kaplamadır. Caminin iç süslemeleri arasında ayrı bir yeri olan vitraylar, özel camdan imal edilmiş olup, Klasik Osmanlı Tarzı ile Modern Tarz arasında bir geçiş teşkil ederler.İç aydınlatma için bir adet ana avize, 32 adet uydu avize, 4 adet köşe avize kullanılmıştır. Isıtma sistemi, tabandan ısıtma tarzında, merkezi sistemle gerçekleştirilmiştir.Projesi Hüsrev Tayla ve Fatih Uluengin'e ait olan caminin Klasik Osmanlı Mimarisini yansıtmasına mukabil, konferans salonu, Otopark , Süpermarket, İdari büro gibi yan cüzler çağdaş mimariye göre yapılmış, ancak caminin Klasik üslubuna uydurulmuştur. ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİ Ankara'da ilk müze, Kültür Müdürü Mübarek Galip Bey tarafından 1921 yılında kalenin Akkale olarak isimlendirilen kısmında kurulmuştur. Bu müzenin yanı sıra Augustus Mabedi ile Roma Hamamı'ndan da eser toplanmıştır. Atatürk'ün telkinleriyle merkezde bir 'Eti Müzesi' kurma fikrinden hareket edilerek diğer bölgelerdeki Hitit eserleri de Ankara'ya gönderilmeye başlanınca geniş mekânlara sahip bir müze binası gerekli görülmüştür. O zamanki Kültür (Hars) Müdürü Hamiz Zübeyr Koşay tarafından devrin Maarif Vekili Saffet Arıkan'a metruk halde bulunan Mahmut Paşa Bedesteni ve Hanın onarılıp müze binası olarak kullanılması önerilmiş, bu fikir kabul edilerek 1938 yılından 1968'e kadar devam eden bir restorasyon çalışması başlatılmıştır. Bedestenin orta bölümünde yer alan kubbeli mekânın büyük bir kısmının onarımının 1940 yılında bitirilmesi ile eserler, Alman arkeolog H. G. Guterbock başkanlığındaki bir heyet tarafından yerleştirilmeye başlanmış, 1943 yılında binaların onarımı devam ederken, orta bölüm ziyarete açılmıştır. Bu bölümün onarım projesi Y. Mimar Macit Kural, ihale sonrası onarımı ise Y.Mimar Zühtü Bey tarafından yapılmıştır. 1948 yılında müze idaresi Akkale'yi depo olarak bırakıp, Kurşunlu Han'ın onarımı tamamlanan dört odasından yürütülmüştür. Kubbeli mekân çevresindeki arastanın restorasyon ve teşhir projeleri Anıtlar Yüksek Mimarı İhsan Kıygı tarafından hazırlanmış ve uygulanmıştır. Beş dükkân orjinal halde bırakılıp, dükkân aralarındaki bölmeler kaldırılmış ve böylece, teşhir için geniş bir çevre koridoru elde edilmiştir. Müze yapısı 1968 yılında son şeklini almıştır. Bugün idari bina olarak kullanılan Kurşunlu Han'da araştırmacı odaları, kütüphane, konferans salonu, laboratuvar ve iş atölyeleri yer almakta, Mahmut Paşa Bedesteni ise teşhir salonu olarak kullanılmaktadır. Bugün kendine özgü koleksiyonları ile dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde, Anadolu arkeolojik eserleri Paleolitik Çağdan başlayarak günümüze kadar, kronolojik bir sırayla sergilenmektedir. T.B.M.M. ESKİ BİNASI Ankara Ulus meydanında bulunan I. Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının inşaasına, 1915 yılında başlanmıştır. İlkin İttihat ve Terakki Cemiyeti kulüp binası olarak tasarlanmış binanın planı evkaf mimarı Salim Bey tarafından yapılmış, inşasına ise kolordunun askeri mimarı Hasip Bey nezaret etmiştir. Türk mimari stilinde olan iki katlı binanın en belirgin özelliği duvarlarında Ankara taşı (ANDEZİT) kullanılmış olmasıdır. Meclisin, 23 Nisan 1920'de bu binada toplanması kararlaştırıldığında henüz bitirilmemiş olan bina, milli bir heyecanın eseri olarak milletin katkısıyla tamamlanmıştır. 23 Nisan 1920 ile 15 Ekim 1924 tarihleri arasında I. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak kullanılan bina daha sonra Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Merkezi ve Hukuk Mektebi olarak işlevini sürdürmüş, 1952 yılında Maarif Vekaletine devredilmiş, 1957 yılında ise müzeye dönüştürülmek üzere çalışmalara başlanmıştır. Bina 23 Nisan 1961'de "Türkiye Büyük Millet Meclisi Müzesi" adıyla halkın ziyaretine açılmıştır. Atatürk'ün doğumunun 100. yılını kutlama programı çerçevesinde, 1981 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon Ve teşhir-tanzim çalışmaları sonucu 23 Nisan 1981 tarihinde "Kurtuluş Savaşı Müzesi" adıyla yeniden ziyarete açılmıştır.
Benzer belgeler
şahıs resen terkin toplu liste
Beypazarı Ticaret Sicili Müdürlüğü
Aşağıdaki bilgileri yer alan Gerçek Kişi Şahıs Firmalarının,Beypazarı Vergi Dairesi Müdürlüğü'nün 09.01.2015 tarih 54315736250.01-200 sayılı yazısı ile Ticareti T...