tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni
Transkript
tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni
T.C. ADALET BAKANLIĞI EĞİTİM DAİRESİ BAŞKANLIĞI YARGI MEVZUATI BÜLTENİ Bültenin Kapsadığı Tarihler 13 - 20 Nisan 2010 Yayımlandığı Tarih 21 Nisan 2010 Sayı 445 İÇİNDEKİLER - - Tütün Ürünlerinin Tüketilmesine ve Satışına İlişkin Yasal Uyarılar Hakkında Yönetmelik (R.G. 17 Nisan 2010 – 27555) Kamu İdarelerinin Denetim Elemanlarınca Yapılacak Tespitler Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 17 Nisan 2010 – 27555) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan 31/12/2009 Tarihi İtibari İle 1 inci Dereceye Yükselip 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 32 nci Maddesi Uyarınca 31/12/2009 Tarihinden Geçerli Olmak Üzere İlk Defa Birinci Sınıfa Ayrılma İncelemesine Tabi Tutulan Adli Yargı Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının Adlarını Gösterir Liste (R.G. 17 Nisan 2010 – 27555) Anayasa Mahkemesinin E: 2007/63, K: 2009/152 Sayılı Karar Özeti (R.G. 15 Nisan 2010 – 27553) Anayasa Mahkemesinin E: 2006/120, K: 2009/151 Sayılı Karar Özeti (R.G. 15 Nisan 2010 – 27553) Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden 1 Adet Karar (R.G. 16 Nisan 2010 – 27554) Yüksek Seçim Kurulunun 264 Sayılı Kararı (R.G. 20 Nisan 2010 – 27558) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Gülcan Yılmaz/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Nur Radyo ve Televizyon Yayıncılığı A.Ş./ Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Rederan İçen ve Şadiye İçen/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Rasim Aydın/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Seyithan Alpar/Türkiye) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Ünel/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Yalçın/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Beyaz/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Buyruk/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Dilsiz VD./Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Özgür Akgöçmen/Türkiye) Sermaye Piyasası Kurulundan Sermaye Piyasasında Derecelendirme Faaliyeti - ve Derecelendirme Kuruluşlarına İlişkin Esaslar Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: VIII, No: 68) (R.G. 15 Nisan 2010 – 27553) Adalet Bakanlığından Münhal Noterlikler İlânları (R.G. 17 Nisan 2010 – 27555) Adalet Bakanlığı Eğitim ve Dinlenme Tesisleri Merkez Yönetim Kurulu Kararı İdari ve Mali İşler dairesi Başkanlığından “Antalya Kamp Duyurusu” Konulu Duyuru İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığından “Gökçeada Kamp Duyurusu” Konulu Duyuru Yönetmelikler Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumundan: TÜTÜN ÜRÜNLERİNİN TÜKETİLMEMESİNE VE SATIŞINA İLİŞKİN YASAL UYARILAR HAKKINDA YÖNETMELİK BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam ve Dayanak Amaç MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı; herkesin temiz hava soluyabilme hakkını sağlamak, kişileri tütün ürünlerinin zararlarından korumak ve tehlikelerini anlatmak amacına yönelik yasal uyarılara ilişkin esas ve usulleri belirlemektir. Kapsam MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, tütün ürünleri tüketiminin yasaklandığı veya satışının yapıldığı yerlerde asılması gereken yasal uyarılar ile tütün ürünleri tüketimine tahsis edilen alanlarda bulunması gereken sağlık uyarılarının şekil ve içeriklerinin belirlenmesi ile kullanımına ilişkin esas ve usulleri kapsar. Dayanak MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik, 7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin beşinci fıkrasına dayanılarak hazırlanmıştır. İKİNCİ BÖLÜM Tütün Ürünleri Tüketiminin Yasaklandığı Yerlerde Asılması Zorunlu Yasal Uyarıların Şekli ve İçeriğine İlişkin Esaslar Kamu hizmet binaları ve özel hukuk kişilerine ait yerlerde asılması zorunlu yasal uyarıların şekli ve içeriği MADDE 4 – (1)Tütün ürünleri tüketiminin yasaklandığı; kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında, özel hukuk kişilerine ait olan ve birden çok kişinin girebileceği her türlü eğitim, sağlık, üretim, ticaret, sosyal, kültür, sanat, spor, eğlence hizmeti verilen yerler ile benzeri diğer kapalı alanlarda, özel eğitim ve öğretim kurumları dâhil olmak üzere okul öncesi eğitim kurumlarının, ilk ve orta öğrenim kurumlarının, dershanelerin, kültür ve sosyal hizmet binalarının kapalı ve açık alanlarında ve açık havada yapılan her türlü spor, kültür, sanat ve eğlence faaliyetlerinin icra edildiği yerler ile bunların seyir yerlerinde asılması zorunlu yasal uyarılar; a) Asgari eni elli boyu yetmiş santimetre boyutunda, beyaz zeminli, yasal uyarı yazısı sürekli ve kalıcı olmak kaydıyla kâğıt veya süreklilik arz eden uygun bir materyal üzerinde yer alır, b) Köşeleri oval kırmızı renkli çerçeve ile çerçevelenir, c) Baskı yapılan alanın üstte kalan yüzde otuzbeşlik kısmında yer alan, ucu sağ tarafa bakan ve yanmakta olan siyah sigara figürünün, ortasından soldan sağa doğru çapraz şekilde kırmızı bir çubuk geçen kırmızı renkli bir daire içerisinde kapalı bulunduğu grafikten oluşan uluslararası sigara içilmez sembolünü içerir, ç) En az on santimetre büyüklüğünde ve italik olmayan Haettenschweiler yazı karakteri kullanılarak kırmızı renkli büyük harflerle yan yana yazılmış “SİGARA İÇİLMEZ” ibaresi ile en az iki santimetre büyüklüğünde italik olmayan Helvetica Heavy yazı karakteri kullanılarak siyah renkli küçük harflerle yazılan “Burada tütün ürünleri tüketilmesi yasaktır. Tüketenlere ve tüketilmesine göz yuman sorumlulara 4207 sayılı Kanun uyarınca idari para cezası uygulanır.” ve “Şikâyet için:” ibarelerini içerir, d) Kamu hizmet binaları ve özel hukuk kişilerine ait yerlerde asılması zorunlu yasal uyarılar, ek-1’de yer alan örneğe uygun olarak düzenlenir. Toplu taşıma araçlarında asılması zorunlu yasal uyarıların şekli ve içeriği MADDE 5 – (1) Taksi hizmeti verenler dâhil olmak üzere karayolu, demiryolu, denizyolu, havayolu ve benzeri toplu taşıma araçlarında asılması zorunlu yasal uyarılar; a) Taksi hizmeti verenlerde asgari A6, diğer toplu taşım araçlarında asgari A5 boyutunda olmak üzere, aracın büyüklüğüne uygun ebatta, beyaz zeminli, yasal uyarı yazısı sürekli ve kalıcı olmak kaydıyla kâğıt veya süreklilik arz eden uygun bir materyal üzerinde yer alır, b) Köşeleri oval kırmızı renkli çerçeve ile çerçevelenir, c) Baskı yapılan alanın üstte kalan yüzde otuzbeşlik kısmında yer alan, ucu sağ tarafa bakan ve yanmakta olan siyah sigara figürünün, ortasından soldan sağa doğru çapraz şekilde kırmızı bir çubuk geçen kırmızı renkli bir daire içerisinde kapalı bulunduğu grafikten oluşan uluslararası sigara içilmez sembolünü içerir, ç) En az üç santimetre büyüklüğünde ve italik olmayan Haettenschweiler yazı karakteri kullanılarak kırmızı renkli büyük harflerle yan yana yazılmış “SİGARA İÇİLMEZ” ibaresi ile baskı yapılan materyalin boyutuna uygun puntoyla siyah renkli küçük harflerle yazılan “Burada tütün ürünleri tüketilmesi yasaktır. Tüketenlere ve tüketilmesine göz yuman sorumlulara 4207 sayılı Kanun uyarınca idari para cezası uygulanır.” ve “Şikâyet için:” ibarelerini içerir, d) Toplu taşıma araçlarında asılması zorunlu yasal uyarılar, ek-1’de yer alan örneğe uygun olarak düzenlenir. Ortak hükümler MADDE 6 – (1)Yasal uyarılar Türkçe olarak yazılır. Ancak, Kültür ve Turizm Bakanlığından ve diğer kurumlardan işletme belgesi almış turistik amaçlı ve benzeri tesisler, müzeler, havaalanları ile yabancıların yoğun olarak bulunduğu diğer yerlerde, Türkçe uyarılara ilaveten birer örneği ek-2’de yer alan en çok konuşulan yabancı dillerde uyarılar da asılabilir. (2) Yasal uyarılarda kırmızı renk kullanılması gereken yerlerde bayrak kırmızı kullanılır. (3) Yasal uyarılarda yer alan “Şikâyet için:” ibaresinin karşısına veya altına; kamu kurum ve kuruluşlarına ait yer, araç, bina ve tesislerde ilgili birim amiri tarafından yetki verilen kamu görevlilerinin, özel hukuk kişilerine ait olan yer ve araçlarda ise işletme ve araç sahibinin ya da bunlar tarafından yetkilendirilmiş kişi veya kişilerin ad, soyad ve telefon numaraları yazılır. Özel hukuk kişilerine ait toplu taşıma araçları ile binalara asılan yasal uyarılarda, cezayı uygulamaya yetkili en yakın polis veya jandarma ile belediye zabıta biriminin adı ve telefonu da yazılır. (4) Yasal uyarılarda; baskı yapılan materyalin toplam alanının yüzde onunu aşmayacak oranda ve en alt kısmında olmak şartıyla, yasal uyarıları dağıtmak amacıyla bu uyarıları hazırlatan gerçek veya tüzel kişinin isim, unvan, logo, amblem gibi tanıtıcı işaretlerine Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunun izni ile yer verilebilir. İzni veya onayı olmaksızın Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunun ismi veya logosu kullanılamaz. Yasal uyarıların asılması gereken yerlere ilişkin esaslar MADDE 7 – (1) Tütün ürünleri tüketiminin yasaklandığı yerlerde asılması zorunlu olan yasal uyarılar; a) Tütün ürünleri tüketiminin yasaklandığı kapalı ve açık alanları ile bu yerlerin katlarına, koridorlarına, personel ve asansör girişleri dâhil olmak üzere tüm girişlerine, b) Gar, otogar, havalimanı, limanlar ile alışveriş veya otelcilik hizmeti verilen işletmeler gibi toplumun yoğun olarak kullandığı yerlerin içindeki yiyecek, içecek ve diğer hizmetlerin sunulduğu alanlar ile bekleme salonları ve lobi gibi yerlerine, c) A4 boyutundan küçük olmamak üzere farklı ebatlarda, yukarıda öngörülen esas ve usullere uygun olarak yasal uyarıların asıldığı alışveriş merkezi, iş hanı, pasaj, gar, otogar, havalimanı, liman gibi büyük binaların içinde bulunan ve eni elli boyu yetmiş santimetre boyutundaki yasal uyarıların asılmasının pratikte mümkün olmadığı işletme veya işyerlerinde, ç) Taksi hizmeti verenler dâhil olmak üzere karayolu, demiryolu, denizyolu, havayolu ve benzeri toplu taşıma araçlarına, herkesin kolaylıkla görebileceği ve okuyabileceği şekilde ve yeterli sayıda asılır. (2) Yasal uyarılar sürekli ve kalıcı olmak kaydıyla; dijital ekrana yansıtmak, cama yapıştırmak, duvara asmak, tavandan sarkıtmak gibi herkesin kolaylıkla görebileceği ve okuyabileceği şekilde uygulanabilir. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Tütün Ürünleri Satışının Yapıldığı Yerlerde Asılması Zorunlu Yasal Uyarılara İlişkin Esaslar Yasal uyarıların şekli ve içeriği MADDE 8 – (1) Müşterilerin içeri girmek suretiyle tütün ürünlerini alabildiği işyerlerinde bu ürünlerin satış noktaları ve ödeme noktalarına; diğer işyerlerinde ise müşterilerin görebileceği yerlere asılması zorunlu yasal uyarılar; a) Asgari A4 boyutunda, beyaz zeminde, yasal uyarı yazısı sürekli ve kalıcı olmak kaydıyla kâğıt veya süreklilik arz eden uygun bir materyal üzerinde yer alır, b) Köşeleri oval kırmızı renkli çerçeve ile çerçevelenir, c) Baskı yapılan alanın üstte kalan yüzde yirmibeşlik kısmında; siyah renkli “18” ibaresi ile bu ibarenin altında büyük harflerle yazılmış “YAŞ ALTI” ibaresinin, ortasından soldan sağa doğru çapraz şekilde bir kırmızı çubuk geçen kırmızı renkli bir daire içerisinde kapalı bulunduğu grafikten oluşan onsekiz yaş altına satış yapılamaz sembolünü içerir, ç) En az iki santimetre büyüklüğünde, kırmızı renkli büyük harflerle yazılan “YASAL UYARI:” ibaresi ile siyah renkli büyük harflerle yazılan “18 YAŞINI DOLDURMAYANLARA SİGARA VE DİĞER TÜTÜN ÜRÜNLERİ SATILAMAZ; SATANLAR HAKKINDA YASAL İŞLEM YAPILIR." ibaresini içerir, d) İtalik olmayan ve Haettenschweiler yazı karakteri kullanılarak Türkçe olarak yazılır ve yukarıda belirtilenlerin dışında başkaca işaret ve ibare içermez, e) Kırmızı renk kullanılması gereken yerlerde bayrak kırmızı kullanılır, f) Tütün ürünleri satışının yapıldığı yerlerde asılması zorunlu yasal uyarılar, ek-3’te yer alan örneğe uygun olarak düzenlenir. (2) Yasal uyarılar, yukarıdaki şartlara uygun olmak kaydıyla, baskı, çıkartma ve yapıştırma gibi usullerle uygulanabilir. (3) Kültür ve Turizm Bakanlığından ve diğer kurumlardan işletme belgesi almış turistik amaçlı ve benzeri tesisler, müzeler ve havaalanları gibi yabancıların yoğun olarak alışveriş yaptığı işyerlerine, Türkçe uyarılara ilaveten birer örneği ek-4’te yer alan en çok konuşulan yabancı dillerde uyarılar da asılabilir. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Tütün Ürünleri Tüketimine Tahsis Edilen Alanlarda Asılması Zorunlu Yasal ve Sağlık Uyarılarına İlişkin Esaslar Yasal ve sağlık uyarılarının şekli ve içeriği MADDE 9 – (1) Yaşlı bakım evlerinde, ruh ve sinir hastalarının yatarak tedavi gördüğü sağlık birimlerinde, ceza infaz kurumlarında, şehirlerarası veya uluslararası güzergâhlarda yolcu taşıyan denizyolu araçlarının güvertelerinde, otelcilik hizmeti verilen işletmelerin tütün ürünleri tüketen müşterilerin konaklamasına tahsis edilmiş odalarında ve açık havada yapılan her türlü spor, kültür, sanat ve eğlence faaliyetlerinin icra edildiği yerler ile seyir yerlerinde oluşturulabilecek tütün ürünleri tüketimine mahsus alanlarda asılması zorunlu olan ve birer örneği ek-5’te yer alan sağlık uyarıları; a) En az A4 boyutunda ve alanın büyüklüğüne uygun dikdörtgen şeklindeki beyaz zeminde, yasal uyarı yazısı sürekli ve kalıcı olmak kaydıyla veya kâğıt veya süreklilik arz eden uygun bir materyal üzerine baskı, çıkartma, yapıştırma veya afiş gibi yöntemlerle uygulanır, b) Köşeleri oval olan kırmızı renkli çerçeve ile çerçevelenir, c) İtalik olmayan ve Haettenschweiler yazı karakteri kullanılarak, A4 boyutunda en az bir santimetrelik, diğer boyutlarda ise en az iki santimetrelik puntoyla yazılır, ç) Bu Yönetmeliğin 5 nolu ekinde yer alan ibarelerden birini içerebileceği gibi, Sağlık Bakanlığı ve Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunun onayı alınmak kaydıyla, tütün ürünleri kullanımının tehlikelerini anlatan ibare, şekil veya grafiklerden oluşabilir, (2) Yaşlı bakım evlerinde, ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde, cezaevlerinde, şehirlerarası veya uluslararası güzergâhlarda yolcu taşıyan denizyolu araçlarının güvertelerinde tütün ürünleri tüketilmesine mahsus oluşturulan alanlarına 18 yaşını doldurmayanların giremeyeceğini ifade eden ve 1 inci fıkradaki şekil şartlarını taşıyan, bir örneği ek-7’de yer alan en az iki santimetre büyüklüğünde, kırmızı renkli büyük harflerle yazılan “YASAL UYARI:” ibaresi ile siyah renkli büyük harflerle yazılan “4207 SAYILI KANUN GEREĞİ BU ALAN TÜTÜN ÜRÜNLERİ TÜKETİMİNE AYRILMIŞTIR. 18 YAŞINI DOLDURMAYAN KİŞİLERİN BU ALANA GİRMESİ YASAKTIR.” ibaresini içerir yasal uyarı yazısı asılır. (3) Türkçe uyarılara ilaveten birer örneği ek-8’de yer alan en çok konuşulan yabancı dillerde yasal uyarıları ile birer örneği ek-6’da yer alan sağlık uyarıları düzenlenebilir. (4) Yasal ve sağlık uyarıları, tütün ürünleri tüketimine tahsis edilen alanlarda bulunan herkesin kolaylıkla görülebileceği ve okuyabileceği uygun yerlere asılır. BEŞİNCİ BÖLÜM Cezai Hükümler Cezai hükümler MADDE 10 – (1) Bu Yönetmelikte belirtilen içerik ve şekil şartlarını taşımayan veya bunlar dışında ilave unsurlar içeren uyarı yazılarının geçerliliği yoktur. (2) Yasal uyarıları asma yükümlülüğünü yerine getirmeyenler ile yasal uyarıları bu Yönetmelikte belirlenen usul ve esaslara uygun olarak asmadığı belirlenenler, 4207 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin on birinci fıkrası uyarınca mahallî mülkî amir tarafından bin Türk Lirası idarî para cezası ile cezalandırılır. (3) İdarî yaptırım uygulamasında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri dikkate alınır. (4) Yasal uyarılarla ilgili olarak 4207 sayılı Kanunla kendilerine yüklenen görevleri yerine getirmeyen memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında, ceza hukuku sorumluluğu saklı kalmak kaydıyla, tâbi oldukları mevzuatta yer alan disiplin hükümleri uygulanır. ALTINCI BÖLÜM Son Hükümler Yürürlük MADDE 11 – (1) Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 12 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Başkanı yürütür. EKLER: EK-1 EK-2 İNGİLİZCE: NO SMOKING Consuming tobacco products is not permitted in this area. Administrative fine is issued for consumers and those who allow consuming, pursuant to Law No. 4207. Please inform: FRANSIZCA: DEFENSE DE FUMER La consommation des produits du tabac est interdite à cet endroit. Une contravention administrative sera appliquée selon la loi 4207 aux consommateurs et aux responsables ayant toléré la consommation. Pour porter plainte : ALMANCA: RAUCHEN NICHT GESTATTET. Das Konsumieren von Tabakwaren ist in diesem Bereich verboten. Zuwiderhandlungen und die Duldung werden gemäß Gesetz 4207 mit administrativen Geldstrafen geahndet. Beschwerde unter: İSPANYOLCA: NO ESTA PERMITIDO FUMAR. El consumo de los productos de tabaco esta prohibido aquí. La multa administrativa se aplica a las personas quienes consumen y quienes condonan consumir de acuerdo a la Ley numero 4207. Para queja : RUSÇA: КУРИТЬ ЗАПРЕЩЕНО. Здесь потребление табачных изделий запрещено. Все кто потребляют, и ответственные лица, которые не предотвращают потребление, будут оштрафованы на основании Закона 4207. Для жалобы: ARAPÇA: ممنوع التدخين يعاقب بغرامة مالية كل من يدخن السجائر. تدخين السجائر وجميع منتجات التبغ في هذا المكانr باتاrيمنع منعا .4207 أو منتجات التبغ او يسمح بالتدخين بموجب أحكام القانون رقم :لتلقي الشكاوى EK-3 EK-4 İNGİLİZCE: LEGAL DISCLAIMER CIGARETTE AND OTHER TOBACCO PRODUCTS ARE NOT ALLOWED TO BE SOLD TO THOSE UNDER 18; LEGAL ACTION IS INITIATED AGAINST THE SELLERS. FRANSIZCA: AVERTISSEMENT LÉGAL LA VENTE DE CIGARETTES ET DU TABAC EST INTERDITE AUX MOINS DE 18 ANS; LES VENDEURS SERONT POURSUIT EN JUSTICE. ALMANCA: GESETZLICHE WARNUNG: DER VERKAUF VON ZIGARETTEN UND ANDEREN TABAKWAREN AN PERSONEN UNTER 18 JAHREN IST VERBOTEN; ZUWIDERHANDLUNGEN WERDEN STRAFRECHTLICH VERFOLGT. İSPANYOLCA: ADVERTENCIA LEGAL: EL CIGARRO Y OTROS PRODUCTOS DE TABACO NO PUEDEN VENDERSE A PERSONAS QUIENES SON MENORES DE 18 AÑOS; EL PROCEDIMIENTO LEGAL SE HACE A LAS PERSONAS QUE VENDEN. RUSÇA: ОФИЦИАЛЬНОЕ ПРЕДУПРЕЖДЕНИЕ: ПРОДАЖА СИГАРЕТ И ДРУГИХ ТАБАЧНЫХ ИЗДЕЛИЙ ЛИЦАМ, НЕ ДОСТИГШИМ 18 ЛЕТ, ЗАПРЕЩЕНА; ЛИЦА, КОТОРЫЕ НАРУШАЮТ ЭТОТ ЗАПРЕТ, БУДУТ ПРИВЛЕЧЕНЫ К АДМИНИСТРАТИВНОЙ ОТВЕТСТВЕННОСТИ. ARAPÇA: :تحذير قانوني ستطبق، سنة18 بيع السجائر ومنتجات التبغ الخرى الى الشخاص الذين تقل أعمارهم عنr باتاrيمنع منعا .الجراءات القانونية بحق البائع المخالف EK-5 1. Sigara içenler genç yaşta ölür. 2. Sigara içmek damarları tıkar, kalp krizine ve felçlere neden olur. 3. Sigara içmek ölümcül akciğer kanserine neden olur. 4. Hamile iken sigara içmek bebeğe zarar verir. 5. Çocukları koruyun: Dumanınızı onlara solutmayın. 6. Sağlık kuruluşları sigarayı bırakmada size yardımcı olabilir. 7. Sigara içmek yüksek derecede bağımlılık yapar, başlamayın. 8. Sigarayı bırakmak ölümcül kalp ve akciğer hastalıkları riskini azaltır. 9. Sigara içmek ağrılı ve yavaş bir ölüme neden olabilir. 10.Sigarayı bırakmak için doktorunuzdan ve size en yakın sağlık ocağından yardım isteyin. 11. Sigara içmek kan akışını yavaşlatır ve cinsel iktidarsızlığa neden olur. 12. Sigara içmek cildin erken yaşlanmasına neden olur. 13. Sigara içmek spermlere zarar vererek doğurganlığı azaltır. 14.Sigara dumanında benzen, nitrozamin, formaldehit ve hidrojensiyanit gibi kanser yapıcı maddeler bulunur. Not:Yukarıdaki sağlık uyarılarında, sigar dışındaki diğer tütün ürünleri için “sigara” kelimesi yerine “tütün ürünleri” kelimesi kullanılabilir. EK-6 İngilizce: 1. Smokers die younger. 2. Smoking clogs the arteries and causes heart attacks and strokes. 3. Smoking causes fatal lung cancer. 4. Smoking when pregnant harms your baby. 5. Protect children: don't make them breathe your smoke. 6. Your doctor or your pharmacist can help you stop smoking. 7. Smoking is highly addictive, don't start. 8. Stopping smoking reduces the risk of fatal heart and lung diseases. 9. Smoking can cause a slow and painful death. 10. Get help to stop smoking: (telephone/postal address/internet address/consult your doctor/pharmacist). 11. Smoking may reduce the blood flow and causes impotence. 12. Smoking causes ageing of the skin. 13. Smoking can damage the sperm and decreases fertility. 14. Smoke contains benzene, nitrosamines, formaldehyde and hydrogen cyanide. Fransızca: 1. Les fumeurs meurent prématurément. 2. Fumer bouche les artères et provoque des crises cardiaques et des attaques cérébrales. 3. Fumer provoque le cancer mortel du poumon. 4. Fumer pendant la grossesse nuit à la santé de votre enfant. 5. Protégez les enfants: ne leur faites pas respirer votre fumée. 6. Votre médecin ou votre pharmacien peuvent vous aider à arrêter de fumer. 7. Fumer crée une forte dépendance, ne commencez pas. 8. Arrêter de fumer réduit les risques de maladies cardiaques et pulmonaires mortelles. 9. Fumer peut entraîner une mort lente et douloureuse. 10. Faites-vous aider pour arrêter de fumer: [numéro de téléphone/adresse postale/adresse internet/consultez votre médecin/pharmacien]. 11. Fumer peut diminuer l'afflux sanguin et provoque l'impuissance. 12. Fumer provoque un vieillissement de la peau. 13. Fumer peut nuire aux spermatozoïdes et réduit la fertilité. 14. La fumée contient du benzène, des nitrosamines, du formaldéhyde et du cyanure d'hydrogène. Almanca; 1. Raucher sterben früher. 2. Rauchen führt zur Verstopfung der Arterien und verursacht Herzinfarkte und Schlaganfälle. 3. Rauchen verursacht tödlichen Lungenkrebs. 4. Rauchen in der Schwangerschaft schadet Ihrem Kind. 5. Schützen Sie Kinder - Lassen Sie sie nicht Ihren Tabakrauch einatmen! 6. Ihr Arzt oder Apotheker kann Ihnen dabei helfen, das Rauchen aufzugeben. 7. Rauchen macht sehr schnell abhängig: Fangen Sie gar nicht erst an! 8. Wer das Rauchen aufgibt, verringert das Risiko tödlicher Herz- und Lungenerkrankungen. 9. Rauchen kann zu einem langsamen und schmerzhaften Tod führen. 10. Hier finden Sie Hilfe, wenn Sie das Rauchen aufgeben möchten: (Telefonnummer/ Postanschrift/Internetadresse/Befragen Sie Ihren Arzt oder Apotheker). 11. Rauchen kann zu Durchblutungsstörungen führen und verursacht Impotenz. 12. Rauchen lässt Ihre Haut altern. 13. Rauchen kann die Spermatozoen schädigen und schränkt die Fruchtbarkeit ein. 14. Rauch enthält Benzol, Nitrosamine, Formaldehyd und Blausäure. İspanyolca: 1. Fumar acorta la vida. 2. Fumar obstruye las arterias y provoca cardiopatías y accidentes cerebrovasculares. 3. Fumar provoca cáncer mortal de pulmón. 4. Fumar durante el embarazo perjudica la salud de su hijo. 5. Proteja a los niños: no les haga respirar el humo del tabaco. 6. Su médico o su farmacéutico pueden ayudarle a dejar de fumar. 7. El tabaco es muy adictivo: no empiece a fumar. 8. Dejar de fumar reduce el riesgo de enfermedades mortales de corazón y pulmón. 9. Fumar puede ser causa de una muerte lenta y dolorosa. 10. Ayuda para dejar de fumar: [número de teléfono/dirección postal/dirección Internet/Consulte a su médico o farmacéutico]. 11. Fumar puede reducir el flujo sanguíneo y provoca impotencia. 12. Fumar provoca el envejecimiento de la piel. 13. Fumar puede dañar el esperma y reduce la fertilidad. 14. El humo contiene benceno, nitrosaminas, formaldehído y cianuro de hidrógeno. EK-7 YASAL UYARI: 4207 SAYILI KANUN GEREĞİ BU ALAN TÜTÜN ÜRÜNLERİ TÜKETİMİNE AYRILMIŞTIR. 18 YAŞINI DOLDURMAYAN KİŞİLERİN BU ALANA GİRMESİ YASAKTIR. EK-8 İNGİLİZCE: LEGAL DISCLAIMER SMOKING IS PERMITTED IN THIS AREA PURSUANT TO LAW NO. 4207. THOSE UNDER 18 ARE NOT ALLOWED TO ENTER THIS AREA. FRANSIZCA: AVERTISSEMENT LÉGAL EN VERTU DE LA LOI 4207, CET ESPACE EST RÉSERVÉ À LA CONSOMMATION DU TABAC. L’ENTRÉE À CET ESPACE DES MOINS DE 18 ANS EST INTERDITE. ALMANCA: GESETZLICHE WARNUNG: GEMÄSS GESETZ 4207 IST DIESER BEREICH ZUM KONSUMIEREN VON TABAKWAREN EINGETEILT. DAS BETRETEN DURCH PERSONEN UNTER 18 JAHREN IST UNTERSAGT. İSPANYOLCA: ADVERTENCIA LEGAL: DE ACUERDO CON LA LEY NUMERO 4207, ESTA AREA HA SIDO SEPARADA PARA EL CONSUMO DE LOS PRODUCTOS DE TABACO. LA ENTRADA A ESTA AREA DE LAS PERSONAS QUE SON MENORES DE 18 AÑOS DE EDAD ESTA PROHIBIDA. RUSÇA: ОФИЦИАЛЬНОЕ ПРЕДУПРЕЖДЕНИЕ: НА ОСНОВАНИИ ЗАКОНА 4207, ЭТА ПЛОЩАДКА ВЫДЕЛЕНА ДЛЯ ПОТРЕБЛЕНИЯ ТАБАЧНЫХ ИЗДЕЛИЙ. ЛИЦАМ, НЕ ДОСТИГШИМ 18 ЛЕТ, ВХОД НА ЭТУ ПЛОЩАДКУ ЗАПРЕЩЕН. ARAPÇA: :تحذير قانوني ممنوع الدخول الى هذا المكان. 4207 هذا المكان مخصص لتدخين منتجات التبغ بموجب أحكام القانون رقم . سنة18 للشخاص الذين تقل أعمارهم عن [R.G. 17 Nisan 2010 – 27555] —— • —— Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından: KAMU İDARELERİNİN DENETİM ELEMANLARINCA YAPILACAK TESPİTLER HAKKINDA YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 27/9/2008 tarihli ve 27010 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Kamu İdarelerinin Denetim Elemanlarınca Yapılacak Tespitler Hakkında Yönetmeliğin 1 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Bu Yönetmeliğin amacı, kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatları gereğince, işyerlerinde yapacakları her türlü soruşturma, denetim ve incelemeler sırasında 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu yönünden sigortalı olması gerekenlerin sigortalı olup olmadığının tespiti ile sigortasız çalıştırılanların ve tespitler sırasında kanuna göre sigortalı sayılanların prime esas kazançlarının ve/veya sigortalı gün sayılarının eksik bildirilmesine ilişkin tespitlerin Kuruma bildirimini düzenlemektir.” MADDE 2 – Yönetmeliğin 2 nci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Bu Yönetmelik, kamu idarelerinin denetim elemanlarınca 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu yönünden sigortalı olması gerekenlerin sigortalı olup olmadıklarının ve Kanuna göre sigortalı sayılanların prime esas kazançlarının ve/veya sigortalı gün sayılarının eksik bildirilmesine ilişkin tespitlerin Kuruma bildirimlerini kapsar.” MADDE 3 – Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan “Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı” ibaresi “Sosyal Güvenlik Kurumunu” olarak değiştirilmiştir. MADDE 4 – Yönetmeliğin 5 inci maddesinin birinci fıkrasında geçen “çalıştıranların” ibaresi “çalıştırılanların” olarak değiştirilmiştir. MADDE 5 – Bu Yönetmelik hükümleri yayımlandığı tarihte yürürlüğe girer. MADDE 6 – Bu Yönetmelik hükümlerini Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı yürütür. Yönetmelikte Değişiklik Yapan Yönetmeliğin Yayımlandığı Resmî Gazete'nin Tarihi Sayısı 27/9/2008 27010 [R.G. 17 Nisan 2010 – 27555] —— • —— Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kararı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığından: 31/12/2009 tarihi itibari ile 1 inci dereceye yükselip 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 32 nci maddesi uyarınca 31/12/2009 tarihinden geçerli olmak üzere ilk defa birinci sınıfa ayrılma incelemesine tabi tutulan Adli Yargı Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının adlarını gösterir liste aşağıda gösterilmiştir. Sürelerini bitirdikleri halde bu listede adlarını göremeyenler yayım tarihinden itibaren 1 ay içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na yazılı başvurmak sureti ile durumlarının incelenmesini isteyebilirler. HAKİM SINIFI Sicil No 39618 39907 40858 40874 40912 40935 40936 40977 Sicil No 40793 Adı ve Soyadı Görev Yeri Selşah EKER TİRYAKİ Kazan Gül ÇALIK Çubuk Engin BEDİR Tavşanlı Hasan ÖZCAN Yargıtay Erdoğan SARAÇ Yargıtay Cemal KÖK Mudanya Uğur Güçlü ALTINTAŞ Alanya Alime DEMİRKAN Kırşehir BAYEZİT Pınar TAŞKIRAN İznik Mehmet KÖSE Yargıtay Taner AKINCI Kilis Semra ÖZDİNÇ Ayvalık Özlem UĞUR EKİNCİ İncirliova Şengül AYGÜN DÜNDAR Yargıtay Erhan ASİLSOY Kaman Merih BALKAYA Akşehir Savaş ÇELİK Yargıtay Yakup MACİT İskenderun Muhammed YAVUZ Şarkışla Mehmet YILDIZ Yargıtay Rıza TİRYAKİ Keşan SAVCI SINIFI Adı ve Soyadı Görev Yeri Hamza ÖZEY Silivri 40905 Sinan TÜR Korkuteli 41451 Tuncay ÇOBAN Amasya 41480 Mustafa Kemal ARGİN Çorlu 42202 İbrahim KESKİN Serik 41847 42126 42181 Ahmet Hamdi ÇELİK Berrak YILMAZ Şükran AGAMOLA Bakanlık Yetkili Anayasa Mahkemesi Lapseki 41021 41051 41897 41965 42079 42136 42146 40883 41015 41063 41916 42014 42134 [R.G. 17 Nisan 2010 – 27555] —— • —— Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2007/63 Karar Sayısı : 2009/152 Ünvanı Hâkim Hâkim Hâkim Tetkik Hâkimi Tetkik Hâkimi Hâkim Hâkim Hâkim Hâkim Tetkik Hâkimi Hâkim Hâkim Hâkim Tetkik Hâkimi Hâkim Hâkim Tetkik Hâkimi Hâkim Hâkim Tetkik Hâkimi Hâkim Ünvanı Cumhuriyet Savcısı Cumhuriyet Savcısı Cumhuriyet Savcısı Cumhuriyet Savcısı Cumhuriyet Savcısı Tetkik Hâkimi Raportör Cumhuriyet Savcısı Karar Günü : 5.11.2009 İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyesi Ali TOPUZ, Haluk KOÇ ve 121 Milletvekili İPTAL DAVASININ KONUSU: 18.4.2007 günlü, 5625 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un; 1- 1. maddesiyle 16.7.1997 günlü, 4283 sayılı Yap–İşlet Modeli ile Elektrik Enerjisi Üretim Tesislerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışının Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un geçici 3. maddesinin (B) fıkrasının sonuna eklenen bendin, 2- 2. maddesiyle 4283 sayılı Yasa’nın geçici 4. maddesine eklenen fıkranın, Anayasa’nın Başlangıcı ile 2., 7., 8., 9., 11., 138. ve 168. maddelerine aykırılığı savıyla iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. ………………………………………………………………… VI- SONUÇ 18.4.2007 günlü, 5625 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un; 1- 1. maddesiyle 16.7.1997 günlü, 4283 sayılı Yap-İşlet Modeli ile Elektrik Enerjisi Üretim Tesislerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışının Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un geçici 3. maddesinin (B) fıkrasının sonuna eklenen bendin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mustafa YILDIRIM, A. Necmi ÖZLER ile Şevket APALAK’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- 2. maddesiyle 4283 sayılı Yasa’nın geçici 4. maddesine eklenen fıkranın Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 5.11.2009 gününde karar verildi. [R.G. 15 Nisan 2010 – 27553] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2006/120 Karar Sayısı : 2009/151 Karar Günü : 5.11.2009 İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyesi Kemal ANADOL ve Haluk KOÇ ile Birlikte 118 Milletvekili İPTAL DAVASININ KONUSU: 1.7.2006 günlü, 5538 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 35. maddesi ile 2.9.1983 günlü, 78 sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen Ek Madde 8’in Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 11., 130. ve 131. maddelerine aykırılığı savıyla iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istemidir. …………………………………………… VII- SONUÇ 1.7.2006 günlü, 5538 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 35. maddesiyle 2.9.1983 günlü, 78 sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen Ek Madde 8’in: 1- Birinci ve ikinci tümcelerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 2- Üçüncü tümcesinin; a- “… sınavlara katılabilecekler …” sözcüklerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, b- Kalan kısmının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 3- Üçüncü tümcesinde yer alan ”… sınavlara katılabilecekler …” sözcüklerinin iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 53. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince, bu sözcüklere ilişkin İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE, 5.11.2009 gününde karar verildi. [R.G. 15 Nisan 2010 – 27553] —— • —— Yargıtay Kararı Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden: Esas No : 2009/13195 Karar No : 2010/3576 YARGITAY İLAMl Davacılar Erem Sofuoğlu ve Ekrem Sofuoğlu ile davalı Nüfus Müdürlüğü arasındaki davada Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ve Yargıtay'ca incelenmeksizin kesinleşmiş bulunan 5/5/2008 günlü ve 2008/102-2008/186 sayılı kararın yürürlükteki hukuka aykırı olduğu savıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 19/11/2009 gün ve Hukuk2009/254881 sayılı yazısıyla kanun yararına temyiz edilerek bozulması istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm kağıtlar okunup gereği düşünüldü: YARGITAY KARARI Davacılar dava dilekçesinde, nüfus kütüğündeki "Sofuoğlu" olan soyadlarının "Çelik" olarak değiştirilmesini istemişlerdir. Dosya içindeki davacıların nüfus kaydının incelenmesinden, hüküm tarihinde ergin olmayan davacıların soyadı Çelik iken Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/12/2003 gün 2003/986 Esas, 2003/1401 Karar sayılı ilamı ile Sofuoğlu olarak değiştirildiği anlaşılmaktadır. 29/4/2006 günlü, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Yasası'nın 36. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre; "Aynı konuya ilişkin olarak nüfus kaydının düzeltilmesi davası ancak bir kere açılabilir." hükmü karşısında davanın reddi gerekirken yukarıda belirtilen Yasa hükmüne aykırı şekilde davanın kabulü doğru görülmemiştir. Bu itibarla yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK.'nun 427. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak kaydıyla kanun yararına BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 9/3/2010 gününde oyçokluğuyla karar verildi. Karşı Oy: 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Yasasının 36/1-b maddesi ve bendinin birinci cümlesinde aynı konuya ilişkin olarak nüfus kaydının düzeltilmesi davasının ancak bir kere açılabileceği, son cümlesinde de Nüfus Müdürlüğünün soyadı değişikliğinde eş ve ergin olmayan çocukların soyadını da düzelteceği öngörülmüştür. Dosya içindeki nüfus aile kayıt tablosu ve karar örneğinde davacının babası Ramazan Çelik'in soyadının Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/12/2003 gün ve 2003/986-1401 sayılı kararıyla Çelik iken Sofuoğlu olarak değiştirildiği ve davacının doğum tarihine göre babasının soyadının düzeltildiği tarihte reşit olmadığından babasının düzeltilen soyadına göre idari olarak soyadı düzeltimi yapıldığı anlaşılmaktadır. Davacının babası tarafından açılmış dava sonunda soyadının Nüfus Müdürlüğü tarafından yukarıda sözü edilen madde hükmü gereğince değiştirilmiş olması halinde davacı tarafından açılmış bir davadan sözedilemez. İdari nitelikteki soyadı değişikliğinin, aynı konuya ilişkin nüfus kaydının düzeltilmesi davasının ancak bir kere açılabileceği hükmü kapsamında değerlendirilmesi haklı nedenlerin varlığı halinde davacının dava açma hakkını engellemesi sonucunu doğuracağından çoğunluğun davacının babası tarafından dava açmak suretiyle yapılmış bir soyadı düzeltmesi bulunduğu takdirde davanın reddi gerektiği yolundaki görüşüne katılmıyoruz. Bu halde mahkemenin soyadı değişikliği davasını kabul etmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından kanun yararına temyiz isteminin reddi gerektiği görüşündeyiz. [R.G. 16 Nisan 2010 – 27554] —— • —— Yüksek Seçim Kurulu Kararı Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığından: Karar No : 264 -KARARBaşkanlık Makamınca Kurulumuza sunulan 30/01/2010 tarihli, C.05.0.İMİ.0.88 sayılı yazıda aynen; “5749 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunla değiştirilen 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun; 10. maddesinin birinci fıkrasına; “Yurt dışında bulunan vatandaşların oy kullanmalarıyla ilgili seçim işlerini yönetmek üzere Ankara İl Seçim Kuruluna bağlı Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu oluşturulur. İhtiyaç duyulması halinde birden fazla yurt dışı ilçe seçim kurulu teşkil edilebilir.” 13. maddesi olarak; “Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulunun oluşturulmasını ve yurt dışında bulunan vatandaşların oy kullanmalarını sağlamak üzere gerekli düzenlemeler yapmak” 28. maddesinin (B) fıkrasına (8) numaralı bent olarak; “8. Bu Kanuna göre seçmen olup, yurt dışında bulunan vatandaşların adres kayıt sistemindeki bilgilerine dayalı olarak oluşturulan bilgiler topluluğuna “Yurt Dışı Seçmen Kütüğü” denilir.” hükümleri eklenmiş olup, aynı Kanunun, 33. maddesinin birinci fıkrası; “Seçmen kütüğü; adres kayıt sistemindeki bilgiler esas alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslara göre her yıl yeniden düzenlenir, sürekli bilgi toplama ile her seçim döneminde güncelleştirilir.” 35. maddesi başlığı ile; “Yurt dışı seçmen kütüğü” “Yurt dışı seçmen kütüğü, adres kayıt sistemindeki bilgiler esas alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde oluşturulur.” şeklinde değiştirilmiştir. Anılan Kanun hükümleri gereğince Yüksek Seçim Kurulunun 16/01/2010 tarihli, 2010/22 sayılı kararı ile Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu oluşturulmuştur. Yine, 298 sayılı Kanunun 94/A maddesinde; Yurt dışı seçmenlerin, milletvekili genel seçimi, Cumhurbaşkanı seçimi ve halkoylamasında oy verebilecekleri ve Yurt dışı seçmenlerin sadece seçime katılan siyasi partilere oy verebilecekleri ile Yurt dışı seçmenlerin sandık, gümrük kapılarında oy kullanma veya elektronik oylama yöntemlerinden hangisine göre oy kullanacağına yabancı ülkenin durumuna göre Dışişleri Bakanlığının görüşünü alarak Yüksek Seçim Kurulunca karar verileceği, 94/E maddesinin birinci fıkrasında da; Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı bulunan seçmenlerin seçimin yapılacağı günün yetmişbeş gün öncesinden başlamak üzere seçim günü saat 17:00’a kadar yurda giriş ve çıkışlarında gümrük kapılarında kurulacak seçim sandıklarında oy kullanabilecekleri, belirtilmiştir. Bununla birlikte, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun Kuruluş ve Tanımlar başlıklı 28. maddesinin sekizinci fıkrasında; “Bu Kanuna göre seçmen olup, yurt dışında bulunan vatandaşların adres kayıt sistemindeki bilgilerine dayalı olarak oluşturulan bilgiler topluluğuna "Yurt Dışı Seçmen Kütüğü" denilir.” hükmü ile, Aynı Kanunun Seçmen Kütüğü Düzenlenmesi başlıklı 33. maddesinin birinci fıkrasında da; “Seçmen kütüğü; adres kayıt sistemindeki bilgiler esas alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslara göre her yıl yeniden düzenlenir, sürekli bilgi toplama ile her seçim döneminde güncelleştirilir.” hükmü yer almaktadır. Bundan ayrı olarak, Yüksek Seçim Kurulunca kabul edilen ve Resmi Gazetenin 04/11/2008 günlü, 27044 sayılı nüshasında yayınlanan 2008/260 sayılı kararına ekli Yüksek Seçim Kurulu Birimlerinin Kuruluş ve Görevleri ile Personelin Göreve Alınma, Yer Değiştirme, Yükselme, Görevden Uzaklaştırma, Sicil ve Disiplin İşleri Hakkında Genelgenin Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğünün Görevleri başlıklı 7. maddesinin birinci bendinde, seçmen kütüğünü ve yurt dışı seçmen kütüğünü oluşturmak, güncelleştirmek, seçmen ve seçimle ilgili tüm bilgileri toplamak, saklamak, kullanılır hale getirmek ve gerekli yerlere ulaştırmak olarak Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır. Bu nedenle, yukarıda açıklanan Kanun hükümleri gereğince; Yurt dışı seçmen kütüğünün düzenlenmesi, Yurt dışı seçmenlerin sandık, gümrük kapılarında oy kullanma veya elektronik oylama yöntemlerinden hangisine göre oy kullanacaklarının belirlenmesi amacıyla Dışişleri Bakanlığının da görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulunun kararına esas bir çalışmanın yapılması için komisyon kurulmasına karar verilmesini takdirlerinize arz ederim.” denilmiş ve 30/01/2010 tarihli, 264 sayılı kararımız ile Kurulumuz Başkanvekili Kırdar ÖZSOYLU Başkanlığında, Üyeler Mehmet KILIÇ, M. Zeki ÇELEBİOĞLU ve Halim AŞANER’den oluşturulan komisyon yurt dışı seçmen kütüğü düzenlenmesine esas genelge çalışmasını tamamlamış olmakla, konu ve komisyonca hazırlanan rapor ve genelge taslağı incelenerek; GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: 5749 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunla değiştirilen 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 10. maddesinin birinci fıkrasına, 13. maddesine, 28. maddesinin (B) fıkrasının (8) numaralı bendine eklenen ve aynı Kanunun 33. maddesinin birinci fıkrası ile 35. maddesinde yapılan değişiklikler çerçevesinde Yüksek Seçim Kurulunun 16/01/2010 tarihli, 2010/22 sayılı kararı ile Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu oluşturulmuştur. Yine, 298 sayılı Kanunun 94/A maddesinde; Yurt dışı seçmenlerin, milletvekili genel seçimi, Cumhurbaşkanı seçimi ve halkoylamasında oy verebilecekleri ve Yurt dışı seçmenlerin sadece seçime katılan siyasi partilere oy verebilecekleri ile Yurt dışı seçmenlerin sandık, gümrük kapılarında oy kullanma veya elektronik oylama yöntemlerinden hangisine göre oy kullanacağına yabancı ülkenin durumuna göre Dışişleri Bakanlığının görüşünü alarak Yüksek Seçim Kurulunca karar verileceği, 94/E maddesinin birinci fıkrasında da; Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı bulunan seçmenlerin seçimin yapılacağı günün yetmişbeş gün öncesinden başlamak üzere seçim günü saat 17:00’a kadar yurda giriş ve çıkışlarında gümrük kapılarında kurulacak seçim sandıklarında oy kullanabilecekleri, öngörülmüştür. Ayrıca, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun Kuruluş ve Tanımlar başlıklı 28. maddesinin sekizinci fıkrasında Yurt Dışı Seçmen Kütüğünün tanımı yapılmış ve aynı Kanunun 33. maddesinin birinci fıkrasında genel olarak Seçmen Kütüğünün Düzenlenmesi, 35. maddesinde ise yurt dışı seçmen kütüğünün adres kayıt sistemindeki bilgiler esas alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde oluşturulması belirtilmiştir. Bundan ayrı olarak, 298 sayılı Kanununun 28 ve 29. madde hükümleri gereği Yüksek Seçim Kurulunca kabul edilen ve Resmi Gazetenin 04/11/2008 günlü, 27044 sayılı nüshasında yayımlanan 2008/260 sayılı kararına ekli Yüksek Seçim Kurulu Birimlerinin Kuruluş ve Görevleri ile Personelin Göreve Alınma, Yer Değiştirme, Yükselme, Görevden Uzaklaştırma, Sicil ve Disiplin İşleri Hakkında Genelgenin Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğünün Görevleri başlıklı 7. maddesinin birinci bendinde, seçmen kütüğünü ve yurt dışı seçmen kütüğünü oluşturmak, güncelleştirmek, seçmen ve seçimle ilgili tüm bilgileri toplamak, saklamak, kullanılır hale getirmek ve gerekli yerlere ulaştırmak olarak Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır. Bu nedenle, Yurt Dışı Seçmen Kütüğü oluşturulmasını teminen Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün adres kayıt sisteminden seçmen niteliğini taşıyan kişilere ait kayıtların, Kurulumuz Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğü Bilgisayar destekli Merkezi Seçmen Kütüğü (SEÇSİS)’ ne aktarılmasının usul ve esaslarını göstermek amacıyla hazırlanan ekteki “Yurt Dışı Seçmen Kütüğü Genelgesi”nin Örnek 140/II olarak kabul edilerek yürürlüğe konulması uygun bulunmuştur. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1- Yurt dışı seçmen kütüğünün düzenlenmesine esas olacak Örnek 140/II sayılı Yurt Dışı Seçmen Kütüğü Genelgesinin kabul edilerek yürürlüğe konulmasına, 2- Ekli genelgenin bu karar metnine dahil olduğuna, 3- Karar örneğinin ve eki genelgenin seçime katılma hakkına sahip siyasi partilerin genel başkanlıklarına ve Kurulumuz İdari ve Mali İşler Daire Başkanlığı ile Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğü ile Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu Başkanlığına ve Ankara İl Seçim Kurulu Başkanlığına gönderilmesine, 4- Karar ve eki genelgenin Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile dış temsilciliklere gönderilmesine, 5- Karar ve eki genelgenin Resmi Gazetede yayımlanmasına, 6- Karar özeti ve eki genelgenin Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu aracılığıyla 20/04/2010 gününden itibaren 30 gün süreyle duyuru olarak yayımlanmasına, 10/04/2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi. Başkan Ali EM Başkanvekili Kırdar ÖZSOYLU Üye Mehmet KILIÇ Üye Bahadır DOĞUSOY Üye Hüseyin EKEN Üye Mehmet KÜRTÜL Üye M. Zeki ÇELEBİOĞLU Üye Muharrem COŞKUN Üye Nilgün İPEK Üye Turan KARAKAYA Üye Halim AŞANER YURT DIŞI SEÇMEN KÜTÜĞÜ GENELGESİ (Örnek: 140/II) AMAÇ, KAPSAM VE DAYANAK MADDE 1- Bu genelge; yurt dışında yaşayan seçmen niteliğini haiz vatandaşların 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Yasanın 14/13, 28/8, 33, 34 ve 35 inci maddeleri uyarınca Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimleri ile Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulmasında oy kullanmalarını sağlamak amacıyla Yurt Dışı Seçmen Kütüğü oluşturulmasını teminen Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün adres kayıt sisteminden seçmen niteliğini taşıyan kişilere ait kayıtların, Kurulumuz Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğü Bilgisayar Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü (SEÇSİS)’ ne aktarılmasının usul ve esaslarını göstermek amacıyla hazırlanmıştır. Bu düzenleme; yurt dışı seçmen kütüğüne kayıt esasları, yurt dışı seçmen kütüğüne kayıt olacaklar, yurt dışı seçmen kütüğüne kayıt olamayacaklar ile yurt dışı seçmen kütüğünün oluşumuna ilişkin seçmen kayıtlarının ilanı ve itiraza ilişkin esasları kapsamaktadır. 298 Sayılı Kanunun 35 inci maddesi uyarınca; Yurt dışı seçmen kütüğü, adres kayıt sistemindeki bilgiler esas alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde oluşturulur. Yine, aynı Kanunun 33 üncü maddesi gereğince; Seçmen Kütüğü, adres kayıt sistemindeki bilgiler esas alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslara göre sürekli bilgi toplama ile güncelleştirilir. Sürekli güncelleştirme ve genel denetleme yöntem ve teknikleriyle Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğünün bilgi işlem, ilke ve yöntemleri Yüksek Seçim Kurulunca düzenlenecek ayrı genelgelerle belirlenir. YURT DIŞI SEÇMEN KÜTÜĞÜNE KAYIT ESASLARI MADDE 2- Yurt dışı seçmenlik sıfatının tayininde seçmen kütüğü esas alınır. Yurt Dışı Seçmen Kütüğü Kayıt Deseninde; T.C. Kimlik No, Adı, Soyadı, Baba ad, Ana ad, Cinsiyet, Doğum gün, Doğum ay, Doğum yıl, Doğum yer, Nüfus il, Nüfus ilçe, Nüfus mahalle/köy, Cilt no, Aile sıra no, Sıra no, Durumu, Ülke Kod, Ülke Ad ve varsa Yabancı Şehir ile Yabancı Adres unsurları yer alır. Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıt başvurusu kişinin kendisi tarafından yapılmalıdır. YURT DIŞI SEÇMEN KÜTÜĞÜNE KAYIT OLACAKLAR MADDE 3- Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğünce, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün adres kayıt sisteminde kaydı bulunan ve yurt dışında ikamet eden Türk vatandaşlarından seçmen niteliğini taşıyanlar yurt dışı seçmen kütüğüne kaydedilirler. Seçmen niteliğine sahip olmasına ve yurt dışında ikamet etmesine rağmen, yurt dışı seçmen kütüğünde kaydı bulunmayan Türk vatandaşları, adres kayıt sistemine dahil olabilmeleri için en yakın konsolosluğa başvurarak İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünce düzenlenen “ADRES BEYAN FORMU”nu doldurup imza karşılığı verirler ve bu formların yurt dışı temsilciliklerince “konsolosluk.net” sistemine girişi sağlanır. YURT DIŞI SEÇMEN KÜTÜĞÜNE KAYIT OLAMAYACAKLAR MADDE 4- a) Kısıtlı veya kamu hizmetlerinden yasaklı olanlar, b) MERNİS kayıtlarında Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası olup da, seçmen niteliğine sahip olmakla birlikte MERNİS Adres Kayıt Sisteminde (AKS) yurt dışı ülke bilgisi bulunmayanlar, c) Silâh altında bulunan erler (izinli olsalar bile), Yurt Dışı Seçmen Kütüğüne kayıt olamazlar. YURT DIŞI SEÇMEN KÜTÜĞÜNÜN OLUŞUMUNA İLİŞKİN SEÇMEN KAYITLARININ İLANI VE İTİRAZ MADDE 5- Yurt dışı seçmen kütüğünün oluşumuna esas teşkil eden Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü adres kayıt sisteminden alınan seçmen niteliğini taşıyan kişilere ait kayıtlar, Yüksek Seçim Kurulunca www.ysk.gov.tr adresi aracılığı ile internet ortamında ilan edilir. Yurt dışı seçmenler, Yüksek Seçim Kuruluna ait www.ysk.gov.tr adresinden “Yurt Dışı Seçmen Sorgulama” ekranında Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasını girip, sorgulama yaparak durumlarını kontrol edebilirler. Yüksek Seçim Kurulu, kütüğün oluşumu ile sorgulama yer ve yöntemlerini, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu, Yüksek Seçim Kuruluna ait www.ysk.gov.tr adresinden ve Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile dış temsilciliklerde duyurur. MADDE 6- Yurt Dışı Seçmen Kütüğüne; seçmenler kendileri ile ilgili olarak, siyasi partiler ise seçim dönemindeki askı süresi içinde Ankara İl Seçim Kuruluna bağlı Yurt Dışı İlçe Seçim Kuruluna genel hükümler çerçevesinde itiraz edebilirler. Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu, itirazları yukarıda açıklanan hükümler çerçevesinde değerlendirir ve kararını verir. MADDE 7- Bu genelge Yüksek Seçim Kurulunun 10/04/2010 gün ve 2010/264 sayılı kararı ile Örnek:140/II olarak kabul edilmiştir. [R.G. 20 Nisan 2010 – 27558] —— • —— İnsan Hakları Mahkemesi Kararları GÜLCAN YILMAZ/Türkiye Davası* Başvuru No: 19686/03 18 Mart 2008 Kabuledilebilirliğe İlişkin Karar OLAYLAR Gülcan Yılmaz isimli başvuran 1948 doğumlu bir Türk vatandaşıdır ve Uşak’ta ikamet etmektedir. Başvuran, AİHM huzurunda İzmir Barosu avukatlarından Sn. Atak tarafından temsil edilmektedir. Taraflarca sunulduğu şekliyle dava olayları şöyle özetlenebilir. Başvuran, Uşak’taki bir binanın sahibidir. Belirsiz bir tarihte, başvuran bu binayı B.Ç.’ye satmayı kabul etmiş, bunun karşılığında belirli miktarda nakit para ve sırasıyla 23 Kasım 1997 ve 23 Aralık 1997 tarihli iki adet tahvil almıştır. Başvuran, tapuyu B.Ç.’ye devretmiştir. Bu işlemden kısa bir süre sonra, B.Ç., binayı A.G. adında bir kişiye satmış ve tapu bu kişinin adına kaydedilmiştir. Başvuranın avukatı, 11 Ağustos 1997 tarihinde, B.Ç.’nin alım satım işlemleri sırasında başvuranı dolandırdığını, bu nedenle tapu devrinin iptal edilmesi ve tapunun yeniden başvuran adına kaydedilmesi gerektiğini ileri sürerek Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi’ne B.Ç. ve A.G. aleyhinde dava açmıştır. Bu bakımdan, başvuranın avukatı arsanın alımı sırasında B.Ç.’nin dolandırıcılık yaptığını iddia etmiştir. Başvuran ayrıca, Uşak Ceza Mahkemesi’ne dolandırıcılık suçlamasıyla B.Ç. aleyhinde dava açmıştır. 18 Aralık 1997 tarihinde, Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi, ilk duruşmasını yapmış ve birçok tanığın ifadesini almıştır. Mahkeme ayrıca, B.Ç. aleyhinde dolandırıcılık suçundan üç ayrı ceza davasının bulunduğunu kaydetmiştir (başvuranın Uşak Ceza Mahkemesi önünde başlattığı 1997/691 no.lu dava; D.D. isimli bir kişinin Uşak Ceza Mahkemesi önünde başlattığı 1997/630 no.lu dava ve Uşak Ağır Ceza Mahkemesi önünde başlatılan 1997/160 no.lu dava). Bu nedenle, mahkeme söz konusu davayla ilgili olduğu saptanan dava dosyalarının kopyalarını talep etmiştir. Mahkeme, her seferinde duruşmaları daha ileri bir tarihe ertelemiş ve davanın esasına ilişkin herhangi bir karar almadan bu davaların sonucunu beklemiştir. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. B.Ç. davaların üçünde de aleyhindeki suçlamalardan beraat etmiş ve Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi sırasıyla 5 Mart 2001, 27 Kasım 2001 ve 5 Mart 2002 tarihlerinde ilgili dava dosyalarının ve kararlarının kopyalarını almıştır. Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi, 13 Mart 2002 tarihinde başvuranın davasını reddetmiştir. Mahkeme, bu karara varırken, ceza mahkemesinin 1997/691 no.lu davada vermiş olduğu beraat kararına dayanmıştır. Mahkeme, ayrıca davalıların alım satım işlemleri sırasında kötü niyetle hareket ettiklerine dair dava dosyasında herhangi bir kanıt bulunmadığına karar vermiştir. 12 Kasım 2002 tarihinde, Yargıtay davanın esasına ilişkin duruşma yaptıktan sonra 13 Mart 2002 tarihli kararı onaylamıştır. Yargıtay, 24 Şubat 2003 tarihinde, başvuranın karar düzeltme talebini reddetmiştir. ŞİKAYETLER Başvuran, yerel mahkemelerin kanıtları değerlendirirken hata yaptıkları ve bu nedenle adil yargılanma hakkını ihlal ettikleri konusunda şikayetçi olmuş ve bu şikayetini AİHS’nin 6. maddesine dayandırmıştır. Başvuran, ayrıca yargılamanın uzun sürmesi konusunda şikayetçi olmuş ve bu şikayetini AİHS’nin 6/1 maddesine dayandırmıştır. HUKUK Başvuran, AİHS’nin 6. maddesi uyarınca yerel mahkeme kararlarının keyfi olduğu konusunda şikayetçi olmuştur. Başvurana göre, Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi kanıtları değerlendirirken hata yapmıştır. AİHM, yerel davaların sonuçlarını sorgulayarak “dördüncü derece” temyiz mahkemesi olarak hareket etmenin kendi görevi olmadığını hatırlatmaktadır. Yerel mahkemelerin görevi, kanıtların dava olaylarıyla ilintisini değerlendirmek ve usul hukukunun kurallarını uygulamak ve yorumlamaktır (Vidal / Belçika, A Serisi no. 235-B). Yargılama sırasında, başvurana mahkemeler önünde üç yargı aşamasında, kişisel olarak ve avukatı aracılığıyla, davasını açıklaması ve yanlış olduğunu düşündüğü kanıtlara itiraz etmesi için yeterli imkanlar verilmiştir. Yerel mahkeme kararlarının iç hukuka ve davanın özel koşullarına dayanılarak verilmediği sonucuna varmak için herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Bu nedenle, AİHM, yerel mahkemelerin gerçekleri saptarken veya iç hukuku yorumlarken keyfi veya makul olmayan bir şekilde hareket ettikleri sonucuna varmak için herhangi bir gerekçe görmemektedir. Bu bakımdan, AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlali söz konusu değildir. AİHM, yukarıda anlatılanlar ışığında, başvurunun bu kısmının AİHS’nin 35/3 ve 4. maddeleri uyarınca dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle reddedilmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Başvuran, ayrıca yaklaşık beş yıl yedi ay süren yargılamanın uzunluğu konusunda şikayetçi olmuş ve bu şikayetini AİHS’nin 6/1 maddesine dayandırmıştır. Başvuranın yargılamanın makul bir süre içerisinde yapılmadığı konusunda şikayetçi olmasıyla ilgili olarak, AİHM, yargılama süresinin makul olup olmadığı konusunun davanın koşulları dikkate alınarak şu kriterler ışığında değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır: davanın karmaşıklığı, tarafların tutumu, davayla ilgilenen makamların tutumu ve davada başvuran için nelerin tehlikede olduğu (Styranowski / Polonya, Hüküm ve Karar Raporları 1998-VII). AİHM, ayrıca, yalnızca devletin sorumlu tutulabileceği gecikmelerin “makul sürenin” aşıldığı saptamasını haklı çıkarabileceğini hatırlatmaktadır (Papachelas / Yunanistan, no. 31423/96). AİHM, söz konusu davaya ilişkin yargılamanın 11 Ağustos 1997 tarihinde başlayıp 24 Şubat 2003 tarihinde sona erdiğini kaydetmektedir. Dolayısıyla, gözönünde bulundurulması gereken süre 5 yıl 6 aydır. Bu süre zarfında, dava yerel mahkemelerce üç yargı aşamasında incelenmiştir. AİHM, ilk derece mahkemesi önündeki yargılamanın (yaklaşık 4 yıl 7 ay) oldukça uzun sürdüğünü kaydetmektedir. Ancak, AİHM B.Ç. aleyhindeki davaların Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi önünde devam etmekte olan davayla yakından ilgisi olduğu için, sözkonusu davaların sonucunu beklemenin adaletin düzgün bir şekilde işlemesi için gerekli olduğu görüşündedir. Ayrıca, ceza davaları sırasında hareketsiz geçen bir dönem olmamıştır. AİHM, ayrıca yüksek mahkemeler önündeki yargılama sırasında da aşırı bir gecikme olmadığını gözlemlemektedir. Bu nedenle, AİHM, ilk derece mahkemesinin tutumunun yargılamanın tamamında önemli ve makul olmayan gecikmelere sebebiyet vermediği sonucuna varmıştır (mutatis mutandis, Jakesevic / Hırvatistan, no. 18584/05). AİHM, bu şikayetin dayanaktan yoksun olduğuna ve AİHS’nin 35/3 ve 4. maddesi uyarınca reddedilmesi gerektiğine karar vermiştir. Buna göre, AİHS’nin 29/ 3 maddesinin uygulanmasına son verilmesi uygun olacaktır. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK AİHM, OYBİRLİĞİYLE, Başvurunun kabuledilemez olduğuna karar vermiştir. —— • —— NUR RADYO VE TELEVİZYON YAYINCILIĞI A.Ş./Türkiye Davası* Başvuru No: 6587/03 Strazburg 27 Kasım 2007 İKİNCİ DAİRE USUL Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan 6587/03 no’lu davanın nedeni merkezi Türkiye’de bulunan Nur Radyo Ve Televizyon Yayıncılığı A.Ş.’nin (“başvuran”) Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesinin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca 27 Ocak 2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (“AİHM”) yapmış olduğu başvurudur. Başvuran, Ankara Barosu avukatlarından G. Çulhanoğlu tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR I. DAVANIN KOŞULLARI Başvuran radyo yayıncılığı alanında faaliyet gösteren anonim bir şirkettir. Merkezi İstanbul’da bulunan şirket buradan yayın yapmaktadır. İskender Ali Mihr 26 Ağustos 1999 tarihinde saat 16:00’da yayınlanan ‘Sohbet’ adlı programın canlı yayınına ABD’den telefonla katılmıştır. Yine aynı programın 2 Eylül 1999 tarihli yayınında adıgeçen şahıs dinleyici sorularına cevap vermiştir. 13 Ekim 1999 tarihinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) bu programlarda sarf edilen bazı ifadelerin, 3984 sayılı kanunun 4/c) maddesinde zikredilen ‘Anayasanın genel ilkeleri arasında yer alan ilkelere, demokratik kurallara ve kişilik haklarına’ aykırı yayın yapılamayacağı ilkesini ihlal ettiği kanaatine varmıştır. Anılan şirkete bu ilkeyi ihlal ettiği gerekçesiyle daha önce de bir uyarı cezası verildiğini tespit eden RTÜK, 3984 sayılı kanunun 33. maddesi uyarınca sözkonusu radyoya 8 Kasım 1999 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 180 gün yayın durdurma cezası verilmesini kararlaştırmıştır. Başvuran ihtilaflı kararın yürütmesinin durdurulması ve iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesine başvuruda bulunmuştur. Bu vesileyle başvuran, kendisine yöneltilen suçlamaları inkâr ederek depreme dinsel bir izahat getirdiğini, insanların buna inanıp inanmamakta serbest olduklarını belirtmiştir. Başvuran din ve vicdan özgürlüğünün anayasayla güvence altına alındığını ve inancını ifade ettiği gerekçesiyle kimsenin ayıplanamayacağını ve bu nedenle bir yayın organının kapatılamayacağını belirtmiştir. İdare mahkemesi 25 Kasım 1999 tarihinde bu davanın başvurana bir günlük yayın durdurma cezası verilmesiyle ilgili bir başka davayla birleştirilmesine karar vermiştir. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. İdare mahkemesi 8 Aralık 1999 tarihinde başvuranın yürütmenin durdurulması talebiyle yaptığı başvuruyu reddetmiştir. Mahkeme heyetinde yer alan bir hakim, uygulanabilecek cezaların süresiyle ilgili olarak RTÜK’ün herhangi bir objektif ilke ortaya koymadığı ve ihtilaf konusu tedbirin ağırlığının nedenlerini ve de bu ağır cezayı haklı kılacak gerekçeleri mahkemeye bildirmediği gerekçesiyle bu karara muhalefet şerhi koymuştur. Sözkonusu hakime göre bu ceza, objektif temelden yoksun ve orantısız bir cezaydı. İdare mahkemesi 22 Şubat 2000 tarihinde başvuranın iptal başvurusunu reddetmiştir. Bunun üzerine başvuran Danıştay’a temyiz başvurusunda bulunmuştur. Danıştay 10 Mayıs 2001 tarihinde başvuranın temyiz talebini reddetmiştir. Danıştay başvuranın karar düzeltme talebini 8 Nisan 2002 tarihinde reddetmiştir. Bu karar başvurana 5 Ağustos 2002 tarihinde tebliğ edilmiştir. HUKUK I. AİHS’NİN 10. MADDESİNİN 14. MADDEYLE BAĞLANTILI OLARAK İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran geçici yayın durdurma cezasının düşünce, vicdan, din ve ifade özgürlüğü hakkına yönelik bir ihlal teşkil ettiğini ileri sürmektedir. Başvuran bu hususta AİHS’nin 9., 10. ve 14. maddelerine atıfta bulunmaktadır. AİHM bu şikayetleri AİHS’nin 14. maddesiyle bağlantılı olarak 10. madde yönünden inceleyecektir. Hükümet bu sava karşı çıkmaktadır. A. Kabuledilebilirliğe ilişkin AİHM başvurunun AİHS’nin 35/3 maddesi bakımından açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve başkaca herhangi bir kabuledilemezlik gerekçesinin de bulunmadığını tespit etmektedir. Bu itibarla başvurunun kabuledilebilir ilan edilmesi yerinde olacaktır. B. Esasa ilişkin Hükümet, ihtilaf konusu müdahalenin yasayla öngörülmüş olduğunu ve ulusal dayanışma, toplumsal barış ve refahın korunmasının yanında başkalarının ününün ve haklarının korunması gibi meşru amaçlar gözettiğine dikkat çekmektedir. Bu çerçevede Hükümet, Türk Halkını toplumsal, psikolojik ve ekonomik olarak derinden etkileyen bir felaketin meydana gelmesinin üzerinden bir gün geçtikten sonra sarf edilen bu ifadelerin toplumu bölünmeye ve hoşgörüsüzlüğe sevk edici nitelikte olduğunu belirtmektedir. Hükümet başvuranın AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen görev ve sorumluluklarını yerine getirmediğini savunmaktadır. Hükümete göre, hoşgörüsüzlükle mücadele insan haklarının korunmasının bir parçasıdır ve ihtilaf konusu tedbir meşru bir amaç gözetmektedir. Hükümete göre acil bir sosyal ihtiyaca cevap veren bu tedbir başvuranın çok sayıda yasadışı yayın yaptığı ve bu yayınların Türkiye Cumhuriyeti Anayasa ve yasalarına aykırı olduğu göz önünde bulundurulduğunda orantılı bir tedbir idi. Başvuran bu iddialara itiraz ederek dini yayın yapan radyoların hemen gericilikle suçlandığı ve sayıca daha çok kapatma tedbirine konu oldukları iddiasında bulunmaktadır. AİHM ihtilafa konu tedbirin başvuranın AİHS’nin 10/1 maddesiyle korunan ifade özgürlüğü hakkına yönelik bir müdahale teşkil ettiği konusunda tarafların hemfikir olduklarını kaydetmektedir. Sözkonusu müdahalenin yasayla öngörüldüğü ve AİHS’nin 10/2 maddesi anlamında meşru bir amaç gözettiği varsayılsa dahi hâlihazırda uyuşmazlık bu müdahalenin ‘demokratik bir toplumda gerekli’ olup olmadığı meselesine dayanmaktadır. AİHM konuyla ilgili içtihadından kaynaklanan genel ilkeleri esas almaktadır (bkz., diğerleri arasında, Handyside – Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976 tarihli karar, prg. 49 ; Özgür Radyo-Ses Radyo Televizyon Yayın Yapım ve Tanıtım A.Ş., adıgeçen ; Radio France ve diğerleri – Fransa, no: 53984/00 ; Gündüz – Türkiye, no: 35071/97, prg. 40 ; Giniewski – Fransa, no: 64016/00, prg. 44 ve 52). İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun asli temellerinden olup toplumun ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin başlıca koşullarından birini oluşturur. AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrasına tabi olmak kaydıyla bu özgürlük, yalnızca olumlu karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olarak algılanan ‘bilgi’ ve ‘fikirler’ için değil; şok edici, zedeleyici yahut kaygı verici bilgi ve fikirler içinde geçerlidir. ‘Demokratik toplumun’ vazgeçilmezleri olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri bunlardır. AİHM, bu ilkelerin yalnızca yazılı basın için değil aynı zamanda radyo yayıncılığı için de özel bir önemi haiz oldukları kanaatindedir (Groppera Radio AG ve diğerleri – İsviçre, 13 Ekim 1998 tarihli Komisyon raporu, prg. 138). AİHS’nin 10/2 maddesi bağlamında ‘zorunlu’ sıfatı ile ‘acil bir toplumsal ihtiyacın’ varlığı kastedilmektedir. İfade özgürlüğünün kullanılmasına yönelik bir müdahalenin ‘zorunluluğu’ ikna edici surette ortaya konulmalıdır. Kuşkusuz, müdahaleyi haklı kılacak nitelikte bir ihtiyacın var olup olmadığını değerlendirmek ilk elde ulusal mercilerin görevidir ve ulusal merciler din ve ahlak ile ilgili kişisel mahrem inançlar alanında ifade özgürlüğü sözkonusu olduğunda ‘daha geniş’ bir takdir payına sahiptir. (bkz. Otto-Preminger-Enstitüsü – Avusturya, 20 Eylül 1994 tarihli karar, prg. 50 ve Aydın Tatlav, adıgeçen, prg. 24)Ancak bu takdir hakkı, AİHM’nin hem yasa ve hem yasanın uygulanmasına ilişkin kararlar üzerinde uyguladığı denetime tabidir. Denetim yetkisini kullanırken AİHM, müdahaleyi davanın bütünlüğü içinde ve ihtilaf konusu ifadelerin muhtevası ve yayınlandığı ortam dikkate alınmak suretiyle değerlendirmelidir. Özellikle de nizalı tedbirin ‘izlenen meşru amaçlarla orantılı’ olup olmadığı ve müdahaleyi haklı kılmak için ulusal mercilerce dile getirilen gerekçelerin ‘uygun ve yeterli’ gerekçeler olup olmadığını belirlemek AİHM’nin görevidir. Bu maksatla AİHM, ulusal makamların sözkonusu olayları makul bir şekilde değerlendirmek suretiyle 10. maddede belirtilen ilkelere uygun kuralları uyguladıklarından emin olmalıdır. Bunu yaparken AİHM, AİHS’nin 10. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen hak ve özgürlükleri kullanan herkesin‘görev ve sorumluluklar’ üstlenmiş olduğu hususunu gözden kaçırmamalıdır . Dini inanç ve görüşler bağlamında bu görev ve sorumluluklar arasına başkalarına karşı gereksiz tarzda hakaretamiz, dolayısıyla başkalarının haklarını ihlal eden ifadeler sarf etmekten mümkün olduğunca kaçınma yükümlülüğü de haklı olarak dahil edilebilir (Gündüz, adıgeçen, prg. 37). Bununla birlikte hoşgörüsüzlüğe dayalı nefreti haklı göstermeye, desteklemeye, teşvik etmeye ve yaymaya yönelik ifade biçimlerini cezalandırmanın hatta önlemenin demokratik toplumlarda gerekli olduğuna hükmedilebilse dahi, getirilen ‘formalite’ ‘koşul’ ‘kısıtlama’ ya da ‘cezaların’ izlenen meşru amaçla orantılı olması lazım gelir. Halihazırda AİHM başvuranın, Mihr cemaati temsilcisi tarafından kendi kanalında yayınlanan bir program sırasında sarf edilen sözler nedeniyle mahkum edildiğini tespit etmektedir. Sözkonusu şahıs depremi ‘Allah’ın düşmanlarına’ yönelik ‘Allah’ın ikazı’ olarak niteleyerek Allah’ın onların ‘ölmelerini takdir ettiğini’ belirtmiş ve günahlarının kurbanı kimseler olarak tarif ettiği ‘inanmayanların’ ‘akıbeti’ ile Mirh Cemaatine mensup olan kimselerin akıbeti arasında bir karşılaştırma yapmıştır. AİHM sarf edilen sözlerin ağır olduğunu ve son derece trajik bir ortamda sarf edildiklerini kabul etmektedir. AİHM ayrıca bu ifadelerin böylesi bir doğal afete dini bir anlam yükleyerek batıl inancı, hoşgörüsüzlüğü ve gericiliği telkin etmek suretiyle kendi inancını yayma niteliği taşıdığını tespit etmiştir. Bununla birlikte AİHM mevcut dava koşullarında, ifade ettiklerini iddia ettikleri dini anlayış ile yakından ilintilidir. Bu çerçevede, her ne kadar şok edici ve hakaretamiz olurlarsa olsunlar sözkonusu ifadelerin şiddete teşvik etmediğini ve kendi dini cemaatlerine mensup olmayan kimselere karşı kine kışkırtmadığını kabul etmek gerekir. AİHM ayrıca, müdahalenin orantılılığı tespit edilirken verilen cezaların niteliğinin ve ağırlığının da dikkate alınması gerektiğine dikkat çekmektedir. Halihazırda AİHM başvuranın 180 günlük yayın durdurma cezasına konu olduğunu tespit etmektedir. Ancak sözkonusu tedbirin güdülen amaçlarla orantılı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla AİHS’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir. Varılan bu neticeyi göz önünde bulunduran AİHM AİHS’nin 14. maddesi yönünden yapılan şikayeti ayrıca incelemeye gerek olmadığı kanaatine varmaktadır (Özgür Radyo-Ses Radyo Televizyon Yayın Yapım ve Tanıtım A.Ş., adıgeçen, prg. 86). II. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA A. Tazminat Hakkında ihtilaf konusu tedbir kararının alınmasının ardından süresiz kapatma kararı verilen radyonun değerini 1.000.000 Euro olarak tahmin eden başvuran toplam zararının hesaplanması hususunu AİHM’nin takdirine bırakmaktadır. Hükümet bu iddiaya itiraz etmektedir. AİHM dosyada sunulan kanıt unsurlarının geçici kapatma kararının yol açtığı maddi kaybı kesin olarak belirleyebilmesine müsaade etmediği kanaatindedir (bu anlamda, Özgür Radyo-Ses Radyo Televizyon Yayın Yapım ve Tanıtım A.Ş, prg. 100). Ayrıca, ihlal tespiti başvuranın uğradığı manevi zarar açısından başlı başına yeterli bir adil tatmin teşkil etmektedir. B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuran ulusal mahkemeler ya da AİHM önünde yaptığı masraf ve harcamaların iadesine ilişkin herhangi bir talepte bulunmamıştır. BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM, OYBİRLİĞİ İLE 1. 2. 3. 4. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna ; AİHS’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine ; AİHS’nin 14. maddesi yönünden yapılan şikayeti ayrıca incelemeye gerek olmadığına ; İhlal tespitinin başvuranın uğradığı manevi zarar için başlı başına yeterli bir adil tatmin teşkil ettiğine ; 5. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine ; Karar vermiştir. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. paragraflarına uygun olarak 27 Kasım 2007 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. —— • —— RADERAN İÇEN ve ŞADİYE İÇEN/Türkiye Davası* Başvuru No: 10268/02 Strazburg 6 Mayıs 2008 İKİNCİ DAİRE (Dostane Çözüm) OLAYLAR Başvuranlar Raderan İçen ve Şadiye İçen T.C. vatandaşı olup sırasıyla 1973 ve 1977 doğumludur ve Diyarbakır’da ikamet etmektedir. Başvuranlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde Diyarbakır barosu avukatlarından T. Elçi ve G. Abbasioğlu tarafından temsil edilmektedir. Başvuranlar 14 Temmuz 2001 tarihinde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekipleri tarafından yakalanmışlardır. Başvuranların PKK örgütü mensubu olmalarından ve bu örgüte yardım ve yataklık etmelerinden şüphelenilmekteydi. Başvuranlar adli tıp doktoru tarafından muayene edilmelerinin ardından gözaltına alınmışlardır. Yakalanmaları sırasında yakalanmalarının nedenlerine ilişkin bir tutanak imzalamışlardır. Gözaltı süresi boyunca başvuranlara polisler tarafından itirafta bulunmaları için zor kullanılmıştır. Başvuranlar 16 ve 17 Temmuz 2001 tarihlerinde Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde yeniden sağlık kontrolünden geçmiştir. Adı geçenlerde hiçbir kötü muamele izine rastlanmamıştır. Avukatları 20 Temmuz 2001 tarihinde başvuranları ziyaretinin ardından, özellikle Raderan İçen’in yeni bir sağlık kontrolünden geçmesini ve gözaltının sonlandırılmasını talep etmiştir. Raderan İçen aynı gün Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde muayene edilmiş, adı geçende herhangi bir kötü muamele izine rastlanmamıştır. Başvuranlar 23 Temmuz 2001 tarihinde adli tıp doktoru tarafından yeniden muayene edilmiştir. Hazırlanan raporda başvuranların vücudunda darp ve yara izine rastlanmamıştır. Adli tıp doktoru Raderan İçen’in elektroşoka maruz kaldığını beyan ettiğini kayıtlara geçirmiştir. Başvuranlar Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı karşısına çıkarılmışlar, burada yalnızca Raderan İçen işkenceye maruz kaldığını öne sürmüştür. Aynı gün nöbetçi hakim karşına çıkan başvuranlar ifadelerini gözleri bağlı ve baskı altında imzaladıklarını beyan etmişler, ancak kötü muamele iddialarını dile getirmemişlerdir. Nöbetçi hakim başvuranların tutuklanmalarına karar vermiştir. 31 Temmuz 2001 tarihli bir iddianame ile TCK’nın 168/2 maddesi uyarınca başvuranlar PKK örgütü üyesi olmakla itham edilmişlerdir. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. Yaklaşık iki ay süren tutukluluğun ardından Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi 25 Eylül 2001 tarihli duruşma sırasında başvuranların serbest bırakılmalarına karar vermiştir. Devlet Güvenlik Mahkemesi 4 Aralık 2001 tarihinde delil yetersizliğinden başvuranları beraat ettirmiştir. ŞİKAYET AİHS’nin 3. maddesine atıfta bulunan başvuranlar polis karakolunda göz altında bulundukları sırada işkenceye ve insanlık dışı muameleye maruz kaldıklarından şikayetçi olmaktadırlar. Başvuranlar dövülüp, saçlarının çekildiğini, hakarete uğradıklarını, soğuk suyun altında çırılçıplak soyulduklarını ve elektroşoka maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir. Başvuranlar ayrıca AİHS’nin 13. maddesine atıfla etkili başvuru yolunun bulunmadığından yakınmaktadır. AİHS’nin 5/1 c), 3. ve 4. maddelerine göndermede bunan başvuranlar kendilerine isnat edilen suçun makul gerekçelerinin olmaması ve kendilerine söylenmemesi çerçevesinde tutuklanmalarının yasal olmadığını iddia etmektedir. Başvuranlar son olarak gözaltı süresinden şikayetçidir. HUKUK AİHM, Hükümetin izleyen beyanını almıştır: «Türk Hükümeti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde bulunan başvurunun dostane çözüme kavuşturulması bakımından başvuranların her birine karşılıksız olarak 2.500 (iki bin beş yüz) Euro ve yargı giderleri için ortaklaşa 200 (iki yüz) Euro ödemeyi taahhüt eder. Bu miktar her türlü maddi, manevi zarar ile yargı giderlerini ve harcamaları kapsamakta olup ilgili dönemdeki her türlü vergiden muaf tutularak ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilecek ve AİHM’nin AİHS’nin 37/1 maddesi gereğince verdiği kararın tebliğ edilmesini izleyen üç ay içinde ödenecektir. Ödemenin öngörülen üç aylık süre içerisinde yapılmaması durumunda, Hükümet tarafından sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ve ödemenin yapılmasına kadar geçecek süre için Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli faizinin üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanacaktır. Bu ödeme davanın nihai halini oluşturacaktır.» AİHM başvuran tarafın imzaladığı beyanı almıştır: «Türk Hükümeti’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde bulunan başvurunun dostane çözüme kavuşturulması bakımından olarak başvuranların her birine karşılıksız 2.500 (iki bin beş yüz) Euro ve yargı giderleri için ortaklaşa 200 (iki yüz) Euro taahhüt eden beyanını not etmekteyim. Bu miktar her türlü maddi, manevi zarar ile yargı giderlerini ve harcamaları kapsamakta olup ilgili dönemdeki her türlü vergiden muaf tutularak ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilecek ve AİHM’nin AİHS’nin 37/1 maddesi gereğince verdiği kararın tebliğ edilmesini izleyen üç ay içinde ödenecektir. Ödemenin öngörülen üç aylık süre içerisinde yapılmaması durumunda, sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ve ödemenin yapılmasına kadar geçecek süre için Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli faizinin üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanacaktır. Yapılan bu öneriyi kabul etmekte ve bu başvuruya neden olan olaylarla ilgili Türkiye Cumhuriyeti aleyhindeki tüm şikayetlerden vazgeçmekteyim. Davanın nihai hale geldiğini beyan ederim.» AİHM, tarafların üzerinde uzlaştıkları dostane çözüm antlaşmasını dikkate almakta ve bu antlaşmanın Sözleşme ve eki Protokollerde tanımlanan İnsan Haklarına saygı ilkesine uygun olduğuna kanaat getirmektedir (Sözleşmenin 37/1 in fine maddesi). Sonuç olarak AİHS’nin 29/3 maddesinin uygulanmasına son verilmesi ve davanın kayıttan düşürülmesi gerekmektedir. Bu gerekçelere dayalı olarak, AİHM, oybirliğiyle, Davanın kayıttan düşürülmesine karar vermiştir. —— • —— RASİM AYDIN/Türkiye Davası* Başvuru No: 62597/00 Strazburg 31 Ocak 2008 İKİNCİ DAİRE USUL Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan 62597/00 no’lu davanın nedeni T.C vatandaşı Rasim Aydın’ın (“başvuran”) Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesinin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca 31 Ağustos 2000 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (“AİHM”) yapmış olduğu başvurudur. Başvuran, İstanbul Barosu avukatlarından H. Kaplan, Ayşe Bingöl ve Gülcan Kartal tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR I. DAVANIN KOŞULLARI Başvuran üzerinde sahte kimlik taşıdığı gerekçesiyle 28 Aralık 1998 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. 31 Aralık 1998 tarihli iddianamede başvuranın polis sorgusunda PKK üyesi olduğunu ikrar ettiği ancak daha sonra bu ifadesini savcı ve hakim karşısında inkar ettiği belirtilmiştir. İddianamede ayrıca iki adet adres defterinin içeriği, grafoloji ekspertizi ve bir adet yüzleştirme tutanağına yer verilmiştir. Savcı Türk Ceza Kanunu’nun 168/2 maddesinin uygulanmasını talep etmiştir. Başvuran 3 Ocak 1999 tarihinde tutuklanmıştır. Başvuranın dosyası İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne sevk edilmiştir. 15 Ocak ve 9 Nisan 1999 tarihlerinde yapılan duruşmalarda İstanbul DGM dosyanın içeriğini göz önünde bulundurarak başvuranın tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Bu duruşmalarda başvuran avukatı tarafından temsil edilmiştir. 18 Haziran 1999 tarihinde düzenlenen üçüncü duruşmada başvuran aralarında halen askeri bir hakimin de bulunduğu İstanbul DGM heyeti karşısında savunmasını sunmuştur. Başvuran askerlikten kaçmak için kimlik üzerinde tahrifatta bulunduğunu, ancak bu kimliği kullanmadığını iddia etmiştir. Hakkında yapılan tüm suçlamaları reddeden başvuran gözaltında tutulduğu sırada kötü muameleye maruz kaldığından yakınmıştır. Başvuran ve aynı * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. suçtan sanık başka bir kimse soruşturma sırasında toplanan delillerin kanundışı olarak elde edildiğine dikkat çekmişlerdir. İstanbul DGM tutuksuz yargılanma taleplerini reddederek daha evvel Erzurum DGM’nin başvuran hakkında verdiği beraat kararına ilişkin dosyanın kendisine gönderilmesini talep etmiştir. 18 Haziran 1999 tarihinde Anayasa’nın 143. maddesinde yapılan bir değişiklikle askeri hakimler DGM’lerin oluşumundan çıkarılmıştır. Bu doğrultuda 22 Haziran 1999 tarihinde Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kuruluşunu düzenleyen kanunda yapılan değişiklikler uyarınca DGM’lerdeki askeri hakimler sivil hakimlerle değiştirilmiştir. 25 Ağustos 1999 tarihinde yapılan dördüncü duruşmada başvuranın tutuksuz yargılanma talebi geri çevrilerek duruşma usul gerekçesiyle 3 Kasım 1999 tarihine ertelenmiştir. 3 Kasım 1999 tarihinde savcı davanın esası hakkındaki mütalaasını, başvuran ise yazılı savunmasını vermiştir. Üç sivil hakimden müteşekkil İstanbul DGM Türk Ceza Kanununun 168/2 maddesi temelinde başvuranı PKK’ya üye olmak suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırmıştır. Karar gerekçesinde aynı kanun hükmü uyarınca başvuran hakkında Erzurum DGM tarafından verilen beraat kararına da atıfta bulunulmuştur. İstanbul DGM başvuranın PKK’ya silahlı militan kazandırılmasına yardımcı olduğunu ve bazı militanların yurtdışına kaçmalarını sağladığını ortaya koymuştur. Bu kararda bilhassa başvuranın ve bir tanığın soruşturma sırasında verdiği ifadeler, başvuranın üzerinde bulunan tahrif edilmiş kimlik ve sözkonusu örgüte ait dokümanlar esas alınmıştır. Yargıtay 22 Mayıs 2000 tarihinde bu kararı onamıştır. HUKUK I. AİHS’NİN 6. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran, kendisini yargılayarak mahkum eden İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi hakim heyetinde askeri bir hakim bulunduğu cihetle davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil bir biçimde görülmediğinden yakınmaktadır. Başvuran ayrıca, bir izahat vermeksizin, sözkonusu mahkeme önünde silahların eşitliği ilkesinden yararlanamadığını ve savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylığın kendisine tanınmadığından şikayetçi olmaktadır. A. Kabuledilebilirliğe ilişkin AİHM şikayetin AİHS’nin 35/3 maddesi bakımından açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve başka herhangi bir kabuledilemezlik gerekçesinin bulunmadığını tespit etmektedir. Bu itibarla şikayetin kabuledilebilir ilan edilmesi yerinde olacaktır. B. Esasa ilişkin Hükümet başvuran hakkındaki mahkumiyet kararının 1999 yılı Haziran ayında gerçekleştirilen reformu müteakip 17 Aralık 1999 tarihinde verildiğine dikkat çekmektedir. Hükümete göre sözkonusu şikayet açıkça dayanaktan yoksundur. Hükümet ayrıca başvuranın İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin bağımsızlık ve tarafsızlığına ilişkin kuşkularına dair gerekçe sunmadığını savunmaktadır. Başvuran iddialarını yinelemektedir. AİHM, AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmasına yol açan benzer davalardakinden farklı bir karara varabilmesi için Hükümet tarafından ikna edici herhangi bir argüman sunulmadığını gözlemlemektedir (Özel – Türkiye, no: 42739/98, prg. 33-34, 7 Kasım 2002, ve Özdemir – Türkiye, no: 59659/00, prg. 35-36, 6 Şubat 2003). Esasen mevcut davada da, bu denli ağır suçlamalara cevap veren başvuranın aralarında askeri yargıya mensup profesyonel bir subayın da bulunduğu bir hakim heyeti karşısına çıkmaktan endişe duyması anlaşılabilir bir durumdur. Bu nedenle başvuran, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin haksız şekilde kendi davasıyla ilgili olmayan birtakım mülahazaların etkisinde kalabileceğinden kuşku duymakta haklıdır. 18 Haziran 1999 tarihinde gerçekleştirilen reformu müteakiben 25 Ağustos 1999 tarihli duruşmada dava dosyasının yalnızca sivil hakimlerden müteşekkil bir hakim heyeti tarafından incelenmeye devam edildiği doğruysa da, bu durum mevcut davada anılan reform ile 17 Aralık 1999 tarihli karar arasında yapılan iki duruşmada yeni hakim heyeti, askeri hakimin katılımıyla yürütülen davanın neticesi ve savunma hakları bakımından belirleyici nitelikteki usul işlemlerinden hiçbirini yenilememiştir (konuyla ilgili tartışma hakkında, bkz. Kabasakal ve Atar – Türkiye, no: 70084/01 ve 70085701, prg. 33-35, 19 Eylül 2006, bkz., ayrıca, Aslan ve Şancı – Türkiye, no: 58055/00, prg. 25-27, 5 Aralık 2006, Kutal ve Uğraş – Türkiye, no: 61648/00, prg. 27, 13 Haziran 2006, ve Benli – Türkiye, no: 65715/01, prg. 39, 20 Şubat 2007). Bu itibarla başvuranın İstanbul DGM’nin bağımsızlık ve tarafsızlığına ilişkin duyduğu kuşkular nesnel olarak haklı görülebilir. Mevcut davada bu kuşkuların yalnızca askeri hakimin sivil bir hakimle değiştirilmesiyle ortadan kaldırılması mümkün olamazdı. Bu nedenle AİHM, AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmaktadır. AİHM, şikayetin sarahatten yoksun olan diğer kısmını ise incelemeye gerek görmemektedir. II. AİHS’NİN 7. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA AİHS’nin 7. maddesine atıfta bulunan başvuran, İstanbul DGM’nin daha önce Erzurum DGM önünde bir yargılamaya konu olan ve beraatıyla sonuçlanan olaylar temelinde kendisini mahkum ettiğinden şikayetçi olmaktadır. Hükümet başvuran hakkında Erzurum DGM tarafından beraat kararı verilmesine konu olan olayların 1993 ila 1997 yıllarında meydana geldiğini, ancak sözkonusu yargılamaya konu olayların 1998 yılında gerçekleştiğine dikkat çekmektedir. AİHM, başvuranın, hangi şekilde AİHS’nin 7. maddesinde öngörülen ‘kanunsuz ceza olmaz’ ilkesine aykırı bir mahkumiyet kararına konu edildiğini açıkça belirtmediğini gözlemlemektedir. Bu nedenle AİHM sözkonusu şikayeti açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabuledilemez ilan etmek durumundadır. III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA A. Tazminat Başvuran 20.000 Euro maddi ve 20.000 Euro manevi tazminat talep etmektedir. Başvuran maddi tazminat talebine ilişkin herhangi bir belge sunmamıştır. Hükümet bu talebin mesnetsiz olduğu kanaatindedir. AİHM mevcut dava koşullarında ihlal tespitinin başlı başına yeterli bir adil tatmin teşkil ettiğini değerlendirmektedir (bkz. sözgelimi, Kutal ve Uğraş, adıgeçen kararlar). B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuran ayrıca AİHM önünde yaptığı masraf ve harcamalar için 5.000 Euro talep etmektedir. Başvuran bu konuda herhangi bir belge sunmamıştır. Hükümet bu talebin mesnetsiz olduğu kanaatindedir. AİHM’nin içtihadı uyarınca yargılama masraf ve giderlerinin iadesi ancak bu masraf ve giderlerin gerçekliği, gerekliliği ve de makul oranda olduğu ortaya konulduğu müddetçe mümkündür. Yukarıda anılan kıstasları ve başvuranın taleplerini desteklemek üzere herhangi bir belge sunmadığını göz önünde bulunduran AİHM bu talebi reddeder. BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM, OYBİRLİĞİ İLE 2. Başvurunun AİHS’nin 6/1 maddesi yönünden yapılan şikayete ilişkin olarak kabuledilebilir, geriye kalanının ise kabuledilemez olduğuna ; 2. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin bağımsızlık ve tarafsızlıktan yoksun oluşu ve hakim heyetinde askeri bir hakimin bulunması nedeniyle AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine ; 3. Şikayetin geriye kalanını incelemeye gerek olmadığına ; 4. İhlal tespitinin manevi zarar için başlı başına yeterli bir adil tatmin teşkil ettiğine ; 5. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine ; Karar vermiştir. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. paragraflarına uygun olarak 31 Ocak 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. —— • —— SEYİTHAN ALPAR/Türkiye* Başvuru No. 5684/02 27 Mayıs 2008 ÜÇÜNCÜ DAİRE KABULEDİLEBİLİRLİĞE İLİŞKİN KARAR OLAYLAR Başvuran Seyithan Alpar, 1971 doğumlu bir Türk vatandaşıdır ve Mardin’in Midyat ilçesinde yaşamaktadır. Başvuran, Diyarbakır Barosu avukatlarından F. Gümüş tarafından temsil edilmiştir. A. Dava Koşulları 22 Aralık 1992’de başvuran yasadışı bir örgüt olan PKK mensubu olduğu şüphesi ile Nusaybin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi polis memurlarınca gözaltına alınmıştır. 18 Ocak 1993’te Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuranın tutuklanmasına karar vermiştir. Cumhuriyet Savcısı, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne sunduğu iddianamesinde başvuranı, Ceza Kanunu’nun 125. maddesi uyarınca terörist bir örgüte üye olmakla ve Devlet topraklarını bölmeyi amaçlayan faaliyetlere dahil olmakla suçlamıştır. 26 Nisan 1993’te Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuran ve diğer on üç sanık aleyhindeki davayı görmeye başlamıştır. 18 Haziran 1999’da Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa’nın 143. maddesinde değişiklik yapmış ve askeri hakimler Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yapısından çıkarılmıştır. 22 Haziran 1999’da Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunu’nda yapılan benzer değişiklikleri müteakiben başvuranın davasına bakan Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yer alan askeri hakimin yerini sivil bir hakim almıştır. 8 Temmuz 1999 tarihli duruşmada Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yer alan askeri hakimin yerini sivil bir hakim almıştır. 8 Mayıs 2000’de Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuranı suçlu bulmuş ve müebbet hapis cezasına çarptırmıştır. Başvuran, karara itiraz etmiştir. Başvuranın yasal temsilcisi, Yargıtay’dan duruşma yapılmasını talep etmiş ve isteği kabul edilmiştir. 2 Nisan 2001’de Yargıtay, başvuranın temsilcisini dinledikten sonra, duruşmayı bitirmiş ve taraflara, kararın 11 Nisan 2001 tarihinde açıklanacağını bildirmiştir. 11 Nisan 2001 tarihli duruşmada Yargıtay, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi kararını onayladığını belirtmiştir. Başvuranın temsilcisi, duruşmaya katılmamıştır. 4 Haziran 2001’de Yargıtay kararı, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi kalemine kaydedilmiştir. 22 Ekim 2001’de başvuranın temsilcisi, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi kayıtlarından nihai kararın bir nüshasını istemiştir. Nüsha aynı gün kendisine verilmiştir. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. ŞİKAYETLER Başvuran, AİHS’nin 6/1 maddesi uyarınca, kendisini yargılayan ve mahkûm eden Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi heyetinde bir askeri hakimin bulunması nedeniyle adil bir yargılamaya tabi tutulmadığından şikâyetçi olmuştur. Başvuran, hukuki yargılama süresinin AİHS’nin 6/1 maddesinin “makul süre” zorunluluğunu aşmasından şikâyetçi olmuştur. HUKUK Başvuran, AİHS’nin 6/1 maddesi uyarınca makul sürede bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil bir yargılamaya tabi tutulmadığından şikâyetçi olmuştur. Hükümet, başvuranın AİHS’nin 35/1 maddesinde öngörülen altı ay kuralına uymadığını belirtmiştir. Mahkeme’nin Salih Özdemir/Türkiye davasındaki kararına değinen Hükümet, sözkonusu davadaki altı aylık zaman sınırının, Yargıtay’ın kararını bildirdiği 11 Nisan 2001 tarihinden itibaren işlemeye başladığını ileri sürmüştür. Başvuranın yasal temsilcisine, 2 Nisan 2001 tarihli duruşmada Yargıtay’ın kararını, 11 Nisan 2001’de açıklayacağı bildirilmiş olduğu halde, 11 Nisan 2001 tarihindeki duruşmaya katılmadığını ve 22 Ekim 2001’e kadar nihai kararı öğrenmeye teşebbüs etmediğini belirtmiştir. Başvuran, başvurunun kabuledilebilir olduğunu ileri sürmüştür. AİHM, başvuranın nihai kararın yazılı bir nüshasını almaya otomatik olarak hak kazandığı hallerde, AİHS’nin 35/1 maddesinin amaç ve kapsamının en iyi şekilde, altı aylık sürenin yazılı kararın kendisine bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başladığının kabul edilmesi ile yerine getirildiğini teyit etmektedir. İç hukukun buna imkan vermediği hallerde, AİHM, tarafların kararın içeriğinden haberdar edildikleri durumda, kararın kesinleştiği tarihi başlangıç noktası olarak kabul etmeyi uygun bulmaktadır. AİHM Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun, mahkeme hükümleri ve kararlarının, taraflara bildirilmesi gerektiğini öngören 33. maddesine rağmen, kararlarını sanıklara bildirmenin Yargıtay Ceza Dairelerinin uygulamasına dahil olmadığını gözlemlemektedir. Sanık ve avukatı Yargıtay kararının ilk derece mahkemesi kalemine tebliğ edildiği tarihten itibaren kararın bir nüshasını talep edebilir. Mevcut davada AİHM, başvuranın aleyhindeki davalar sırasında bir avukat tarafından temsil edildiğini belirtmektedir. Yargıtay taraflara, kararını 11 Nisan 2001 tarihli duruşmada açıklayacağını belirtmiş olduğu halde, başvuranın yasal temsilcisi duruşmaya katılmamıştır. Ayrıca, Yargıtay kararı ilk derece mahkemesi sekretaryasına gönderildiği 4 Haziran 2001 tarihinden itibaren başvuran ve avukatının dikkatine sunulmuştur. Dolayısıyla, altı aylık zaman sınırı, en geç, 4 Haziran 2001 tarihinden itibaren işlemeye başlamıştır. Başvuranın avukatı, 22 Ekim 2001 tarihinde nihai kararın bir nüshasını edinmiş ve altı aylık zamanın dolmasından bir gün sonra, 5 Aralık 2001’de başvuruyu AİHM’ye sunmuştur. Mevcut başvuru, gerekli süre içerisinde sunulmamıştır. Dolayısıyla, AİHM Hükümet’in itirazını onaylamakta ve başvurunun, AİHS’nin 35. maddesinin 1. ve 4. paragrafları uyarınca kabuledilemez olduğu sonucuna varmaktadır. Yukarıda kaydedilenler ışığında, AİHS’nin 29/3 maddesinin uygulanmasına son vermek ve başvuruyu reddetmek uygundur. Bu gerekçelere dayanarak, AİHM oybirliğiyle Başvurunun kalan kısmının kabuledilemez olduğu sonucuna varmıştır. —— • —— ÜNEL/Türkiye Davası* Başvuru No:35686/02 Strazburg 27 Mayıs 2008 İKİNCİ DAİRE USUL Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan (35686/02) no’lu davanın nedeni T.C. vatandaşı Sermet Mustafa Ünel’in (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 26 Haziran 2002 tarihinde Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. Başvuran, AİHM önündeki davası için avukat tayin etmemiştir. OLAYLAR I. DAVANIN KOŞULLARI Başvuran, 1959 yılı doğumludur ve Ankara’da ikamet etmektedir. 1997 ve 2000 tarihleri arasında başvuran, Ulaştırma Bakanlığı Sivil Havacılık Genel Müdürü olarak görev yapmaktaydı. 21 Ocak 2000 tarihinde, bir havacılık firmasının sahibi olan A.Ö. başvuran hakkında Ankara Savcılığı’na şikayette bulunmuştur. A.Ö uçuş izni alabilmek için başvurana para ödemek zorunda bırakıldığını ileri sürmüştür. A.Ö Cumhuriyet Savcısı tarafından dinlenmiş ve başvuranın uçuş izni vermek için maddi bir karşılık talebinde bulunduğunu beyan etmiştir. A.Ö. ifadesinde, ilk seferinde talep edilen miktarı ödemesinin ardından, 20 Ocak 2000 tarihine kadar geçerli uçuş izni aldığını ifade etmiştir. Yönetmelikte yapılan düzenlemelerin ardından A.Ö yeni bir izne ihtiyaç duymuştur. 31 Aralık 1999 tarihinde, A.Ö başvuranın makamına gitmiştir. Başvuran, 50.000 Amerikan Doları karşılığında A.Ö’nün talebini yerine getireceğini belirtmiştir. 20 Ocak 2001 tarihinde başvuran, A.Ö’ye uçuş izni verilmesini reddetmiştir. Aynı gün A.Ö. sözkonusu sorunla ilgili olarak Ulaştırma Bakanı’nın makamına çıkmıştır. Ulaştırma Bakanı’nın önerileri üzerine A.Ö, Bakan Beyin yanında başvuranı aramıştır. Müsteşar Yardımcısı ve Bakanlığın bir avukatı da Bakan Beyin makamında hazır bulunmaktaydı. Telefonda başvuran, “para yoksa ruhsat da yok” şeklinde yanıt vermiştir. Aynı akşam, A.Ö polis yetkililerine başvurmuş polis yetkilileri de A.Ö’yü şikayetini sunmak üzere Savcılığa yönlendirmişlerdir. Ardından olayların açıklığa kavuşturulması için A.Ö polis operasyonuna katılmayı kabul etmiş ve randevu belirlemek için başvuranı aramıştır. Başvuran ile A.Ö arasında geçen konuşma kaydedilmiştir. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. 22 Ocak 2000 tarihinde başvuranın suçlandığı olayları açıklığa kavuşturmak için polis tarafından bir operasyon düzenlenmiştir. A.Ö, daha önceden seri numaraları alınmış paraları başvurana teslim etmiştir. Başvuran, parayı aldığı anda suçüstü yakalanmıştır. Sözkonusu olay gizli kamera ile kaydedilmiştir. Aynı gün, başvuranın evinde bir arama gerçekleştirilmiş ve 25.000 Amerikan Doları tutarındaki bir çek ele geçirilmiştir. Başvuran gözaltına alınmıştır. 23 Ocak 2000 tarihinde başvuran hakim karşısına çıkarılmış, hakim, başvuranın tutuklanmasına karar vermiştir. 1 Şubat 2000 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı, başvuranı ve A.Ö’yü rüşvet suçu ile suçlamıştır. Rüşvet ve görevi kötüye kullanma suçundan başvuran hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde ceza davası açılmıştır. Cezai yargılama sırasında, operasyona katılan polis memurları dinlenmiştir. A.Ö. yazılı beyanını sunduğu tek bir duruşmaya katılmıştır. Bu duruşma sırasında rahatsızlanarak, mahkeme tarafından dinlenmeden salonu terk etmiştir. Başvuran birçok kez, yakalanması sırasında yapılan film kaydının şifre çözümlemesi aracılığıyla kriminolojik incelemesinin yapılmasını, bu kaydın duruşma sırasında gösterilmesini, yakalamanın ses kayıtlarının ve A.Ö. ile yapmış olduğu telefon görüşmesinin ses kayıtlarının kağıda dökülmesini talep etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, sözkonusu talepleri kabul etmemiştir. Başvuranın, A.Ö.’nün Ağır Ceza Mahkemesi duruşmasına katılması, A.Ö ile yüzleşme talebi ve Ulaştırma Bakanı’nın duruşmaya çağrılması yönündeki ısarlı talebi reddedilmiştir. Başvuran, savunma tanığı olarak aralarında Genel Müdür Yardımcısı S.K ve hava trafik kontrolörünün de bulunduğu bazı tanıkların dinlenmesini talep etmiştir. Sözkonusu tanıklara çağrıda bulunulmuştur. Tanıklar, duruşma günü hazır bulunmuşlar, ancak dinlenmemişlerdir. Bununla birlikte, diğer dört savunma tanığı Ağır Ceza Mahkemesi tarafından dinlenmiştir. 25 Ekim 2000 tarihinde, yalnızca S.K’nın istinabe yoluyla ifadesi alınmıştır. Aleyhte tanıklarından biri olan H.İ., başvuranın para talebinde bulunduğu konusunda A.Ö.’nün Bakan’a şikayetini sunduğunu işittiğini belirtmiştir. Sözkonusu tanığa göre, A.Ö. Bakan’a bir kaset kaydı dinletmişti ancak kasetteki sesler anlaşılır değildi. 23 Kasım 2000 tarihli savunma layihasında, başvuran, A.Ö. ile yüzleşme, duruşma sırasında video kaydının yayınlanması, telefon ve video kayıtlarının kopyasının verilmesi ile tanıkların dinlemesi taleplerinin Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddetmesini kınamıştır. Başvuran, yürütülen ceza soruşturmasının zaafiyet içinde olduğunu belirtmiştir. Aynı gün duruşmanın sonunda, Ağır Ceza Mahkemesi, Türk Ceza Kanunu’nun 212. maddesi uyarınca başvuranı ve A.Ö.’yü rüşvet suçundan suçlu bulmuş ve başvuranı, yedi yıl hapis ve 339.786.250.000 TL (yaklaşık 493.266 Amerikan Doları) para cezasına, A.Ö.’yü ise üç yıl hapis cezasına çarptırmıştır. 20 Haziran 2001 tarihinde, duruşma gerçekleştirilmesinin ardından, Yargıtay, usul hatasından ve Türk Ceza Kanunu’nun 219. maddesinin uygulanmamasından dolayı başvuran bakımından sözkonusu kararı bozmuştur. Yargıtay, kararın A.Ö’ye ilişkin kısmını onamıştır. 24 Eylül 2001 tarihinde, Ağır Ceza Mahkemesi, dava dosyasını yeniden incelemeye başlamıştır. Başvuran, yargılama sırasında taleplerini yinelemiş, talepleri sonuçsuz kalmıştır. Esasa ilişkin olarak hazırladığı son layihasında başvuran, kendisine yöneltilen iddiaların iki kanıt unsuruna dayandığının altını çizmiştir. Sözkonusu kanıt unsurları, A.Ö. tarafından sunulan şikayet dilekçesi ve yakalanması sırasındaki video kaydıdır. Başvuran, sözkonusu video kaydını izlememeleri nedeniyle avukatlarının savunmasını hazırlayamadıklarını belirtmiştir. Ardından başvuran, taleplerine rağmen, A.Ö.’nün Ağır Ceza Mahkemesi’nde ifade vermediğini belirtmiştir. Başvuran, cezai yargılama boyunca Ağır Ceza Mahkemesi’nin taleplerini sürekli reddetmesine de itiraz etmiştir. Olaylara ilişkin olarak, başvuran, A.Ö.’nün sahibi olduğu havacılık şirketi için uçak kiralamasına aracı olarak A.Ö’ye yardımcı olduğunu, kendisine sunulan paranın da teminat olarak verildiğini ileri sürmüştür. 22 Ekim 2001 tarihinde, Ağır Ceza Mahkemesi, başvuranın suçlu olduğunu yinelemiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, Türk Ceza Kanunu’nun 212. ve 219. maddeleri uyarınca başvuranı, altı yıl, on beş ay on beş gün hapis ve 424.732.812.500 TL (yaklaşık 268.018 Amerikan Doları) para cezasına çarptırmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, ayrıca başvuranın ömür boyu kamu hizmetinden yasaklanmasına da karar vermiştir. Başvuran, temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz layihasında, başvuran, duruşma sırasında kanıtların incelenmemesine ve A.Ö’nün duruşmada dinlenmesinin sürekli olarak reddedilmesine ilişkin görüşlerini yinelemiştir. 15 Mayıs 2002 tarihinde, Yargıtay, duruşma gerçekleştirmesinin ardından, ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. 17 Aralık 2004 tarihinde, başvuranın durumuna daha uygun cezai hükümleri öngören Yeni Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin ardından 6 Haziran 2006 tarihinde, Ağır Ceza Mahkemesi, ek bir karar vermiş ve başvuranın hapis cezasını dört yıl iki aya indirmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, para cezasında da değişikliğe gitmiş ve cezayı 67.957 YTL (yaklaşık 35.753 Euro) olarak belirlemiştir. HUKUK I. AİHS’NİN 6. MADDESİNİN 1. PARAGRAFININ VE 3. PARAGRAFININ d) BENDİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA A. Kabuledilebilirliğe ilişkin Başvuran, adil yargılama yapılmadığından şikayetçi olmaktadır. İddialarını desteklemek için başvuran AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafına ve 3. paragrafının d) bendine atıfta bulunmaktadır. Hükümet, başvurunun kabuledilebilirliğine ilişkin olarak görüş bildirmemiştir. AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca, başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir. B. Esas Başvuran, silahların eşitliği ilkesi ihlal edildiğinden Ağır Ceza Mahkemesi önündeki yargılamasının adil olmadığından şikayetçi olmaktadır. Başvuran, AİHM önünde, polis tarafından organize edilen bir komplonun kurbanı olduğunu ifade etmiştir. AİHS’nin 6. maddesinin 3. paragrafının d) bendi uyarınca, başvuran, avukatlarının savunmasını hazırlama imkanlarının bulunmamasından ve ihtilaflı olayların başlıca tanığı olarak beyanları soruşturmaların ve mahkumiyetinin temelini oluşturan davalıyı sorgulayamamalarından şikayetçidir. Başvuran, ayrıca ulusal mahkemelerin, bazı savunma tanıklarının dinlenmesini reddettiğini de belirtmektedir. Başvuran, ulusal mahkemeleri, yakalanması sırasındaki video ve ses kayıtları ve A.Ö. ile yaptığı görüşmelerin kopyasına erişimini engellemekle suçlamaktadır. Hükümet, başvuranın iddiasına karşı çıkmaktadır. Hükümet’e göre, cezai yargılama, başvuranın savunma hakkına riayet edilerek gerçekleştirilmiştir. Hükümet, ihtilaflı mahkumiyetin, takdiri hakimlere ait olan bir dizi kanıta dayandığını belirtmektedir. Hükümet, Yargıtay’ın ilk derece mahkemesinin kararını bozduğunu böylece kararın ikinci kez incelendiğini hatırlatmaktadır. AİHM, Sözleşmenin 19. maddesi uyarınca taraf devletlerin Sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlamak görevi olduğunu hatırlatır. Ancak kanıtların kabuledilebilirliği esas olarak iç hukuk kurallarına dayanır ve ilke olarak toplanan unsurların değerlendirilmesi görevi ulusal mahkemelere düşmektedir. AİHM ise sözkonusu kanıt unsurlarının sunulma şekli de dahil olmak üzere bir bütün olarak ele alındığında cezai yargılamanın hakkaniyete uygun olarak görülüp görülmediğini araştırmakla yükümlüdür (Bkz. diğerleri arasından, Van Mechelen ve diğerleri- Hollanda, 23 Nisan 1997 tarihli karar; Teixeira de Castro- Portekiz, 9 Haziran 1998 tarihli karar; Sequeira-Portekiz, başvuru no: 73557/01; Shannon-Birleşik Krallık, başvuru no: 67537/01). Bu bağlamda, AİHS’nin ön soruşturma safhasında ve suçun niteliği gerekli kıldığında, kimliği gizli tutulan muhbirler gibi kaynaklara müracaat edilmesine engel oluşturmadığını, ancak bu tür kaynakların daha sonra bir esas hakimi tarafından mahkumiyete gerekçe olarak kullanılmasının yargılamanın hakkaniyeti bakımından sorun teşkil edebileceğini hatırlatmak uygun olacaktır (Teixeira de Castro; Sequeira). Başvuranın üçüncü bir kişinin işbirliğiyle suçüstü yapmayı amaçlayan bir polis operasyonu sırasında yakalanmış olması vesilesiyle, AİHM, daha önce birçok kez sızdırılan ajanlar ve provokatör ajanların müdahaleleri hakkında karar vermek durumunda kaldığını hatırlatmaktadır (Bkz, son olarak, Ramanauskas-Litvanya, başvuru no: 74420/01, 5 Şubat 2008 tarihli karar). Ancak AİHM, suçun niteliği ve polisin üstlendiği görev bakımından bu davanın farklı olduğunu belirtmektedir. Ortaya konan ve itiraz edilmeyen olaylardan, üçüncü bir kişinin şikayetini Savcılığa sunmasının ardından, başvuranın rüşvet alma, nüfuzunu kötüye kullanma ve görevi kötüye kullanma çerçevesinde gerçekleştirilen operasyon sonucunda yakalandığı anlaşılmaktadır. AİHM, A.Ö.’nün şikayetçi olduğu sırada Savcılığı başvuranın tutumu konusunda bilgilendirdiğini ve başvurana rüşvet verdiğini itiraf ettiğini kaydetmektedir. AİHM, ayrıca, A.Ö.’nün de suçlandığını ve açılan ceza davasında sözkonusu olaylardan suçlu bulunduğunu not etmektedir. Bu bağlamda A.Ö. provokatör ajan olarak nitelendirilemez. Ayrıca, AİHM, polislerin hareketlerini de suça teşvik edici olarak düşünmemektedir. AİHM, başvuranın polis tarafından suç işlemeye teşvik edildiği hususunda ulusal mahkemeler önünde hiçbir şekilde şikayetini dile getirmediğini de gözlemlemektedir. Aslında polisin ve Savcılığın başvuranın rüşvet almasından şüphelenmek için haklı nedenleri bulunmaktadır. Bu nedenle, AİHM, belirtilen polis operasyonunun AİHS’nin 6. maddesi ile yasaklanan bir provokasyon olarak değerlendirilemeyeceği kanaatindedir (mutatis, mutandis, Sequeira; Eurofinacom-Fransa, başvuru no: 5753/00; a contrario , Teixeira de Castro ve Ramanauskas). AİHM, bu bağlamda AİHS’nin 6. maddesinin ihlal edilmediğini tespit etmektedir. İncelenmesi gereken, tamamı ele alındığında özellikle vicahi yargılama ve silahların eşitliği ilkesine riayet edilmesi gibi başvuranın savunma hakkı bakımından cezai yargılamanın, hakkaniyete uygun olup olmadığıdır. AİHM, usul yönleri de dahil olmak üzere her ceza davasının vicahi yargılama özelliğine haiz olması ve iddia makamı ile savunma arasında silahların eşitliği ilkesini güvence altına alması gerektiğini hatırlatmaktadır: bu durum adil yargılanma hakkının temel özelliklerinden biridir. Vicahi yargılama hakkı, bir ceza davasında, hem iddia makamı hem savunma için, diğer tarafça sunulan görüşlerden ve kanıt unsurlarından bilgi sahibi olma imkanı anlamına gelmektedir. Ayrıca, AİHS’nin 6/1 maddesi, kovuşturma makamlarının aleyhte ve lehte sahip oldukları ilgili kanıtların tamamını savunmaya iletmelerini gerektirmektedir (Fitt-Birleşik Krallık, başvuru no: 29777/96; Georgios Papageorgiou –Yunanistan, başvuru no: 59506/00). AİHM, başvuranın tanıkların dinlenmemesine ilişkin şikayetinin, tanık ifadelerinin aleyhte kanıt unsuru olarak kullanılması ile bağlantılı olarak AİHS’nin 6/1 maddesi kapsamında yapılan şikayet ile yakından ilgili bir sorunu ortaya çıkardığını gözlemlemektedir. Bu çerçevede, AİHS’nin 6. maddesinin 3. paragrafında ifade edilen unsurların, 1. paragrafta genel olarak güvence altına alınan adil yargılanma hakkının özel unsurlarını oluşturduğunu hatırlatmaktadır. Bu nedenle, AİHM, başvuran tarafından dile getirilen şikayetin, bu iki paragraf birlikte ele alınarak değerlendirilmesi gerektiğine kanaat getirmektedir (Bkz. Foucher-Fransa, 18 Mart 1997; Van Geyseghem-Belçika, başvuru no: 26103/95; Cartaİtalya, başvuru no: 4548/02, 20 Nisan 2006; Menteş-Türkiye, başvuru no: 36487/02, 6 Şubat 2007). AİHM, bu bakımdan kanıt unsurlarının normal koşullarda halka açık olarak görülen duruşma sırasında, vicahi yargılama yapılması amacıyla başvurana sunulması gerektiğini, ancak hazırlık soruşturması ve soruşturma safhasında elde edilen ifadelerin kullanılmasının, savunma hakkına saygının korunması kaydıyla AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafına ve 3 paragrafının d) bendine aykırılık teşkil etmediğini hatırlatmaktadır. Genel kural olarak, AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafı ve 3. paragrafının d) bendi, aleyhte tanıklığa itiraz etmesi ve ifade sırasında veya sonrasında ifade veren kişiyi sorgulaması için başvurana yeterli ve uygun fırsatın tanınmasını gerektirmektedir (Bkz, diğerleri arasından, Isgro-İtalya, 19 Şubat 1991 tarihli karar; Luca-İtalya, başvuru no: 33354/96; Hulki Güneş- Türkiye, başvuru no: 28490/95). Bir mahkumiyet kararı, yalnızca ya da kesin bir şekilde, sanığın ne soruşturma sırasında ne duruşma sırasında sorguya çektirebildiği bir kişinin ifadelerine dayandığı hallerde savunma haklarının, AİHS’nin 6. maddesinde ifade edilen güvencelerle bağdaşmayacak bir şekilde sınırlandığı sonucunu ortaya çıkarmaktadır (Sadak ve diğerleri – Türkiye (no:1), başvuru no: 29900/96, 29901/96, 29902/96 ve 29903/96; Saidi- Fransa, 20 Eylül 1993). Mevcut davada, AİHM, başvuranın suçluluğuna karar verirken, Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını, belirleyici bir önem atfederek A.Ö’nün ifadesine, başvuranın yakalanması sırasında çekilen film kaydına ve bu esnada üzerinde bulunan paralara dayandırdığını belirtmektedir. AİHM, başvuranın, yargılama süreci boyunca aleyhindeki kanıtlara ulaşması talebinin reddedilmesinden şikayetçi olduğunu belirtmektedir. Başvuran, Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmalar sırasında, düzenli olarak, ihtilaflı film kasetinin yayınlanmasını, yakalanması sırasında kaydedilen video kasetler ile A.Ö ile yaptığı telefon görüşmeleri kaydının kriminolojik incelemesinin yapılmasını, A.Ö’nün, Ulaştırma Bakanı’nın, ve diğer tanıklardan bazılarının dinlenmesini talep etmiştir. AİHM, Hükümet’in cezai yargılamanın AİHS’nin 6. maddesinin gereklerine uygun olarak yapıldığına kanaat getirdiğine ve başvuranın sözkonusu iddiaları yaptığına itiraz etmediğini kaydetmektedir. Kanıt unsurları film ve ses kayıtlarına ilişkin olarak ise, başvuran, Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde bunların kağıda geçirilmelerinin ve duruşmada izlenmelerinin niye öyle davrandığını ve davranışının kendine isnat edilen suç olarak değerlendirilemeyeceğinin anlaşılacağını ısrarla tekrarlamıştır. AİHM, kayıtların içeriği hakkında yorum yapmaya gerek duymamaktadır. Ancak AİHM, bu kayıtların başvuranı mahkum etmek için mahkemenin temel aldığı başlıca unsurlar olduğunu tespit etmektedir. Bu bağlamda başvuranın, ifadesi sırasında veya başka bir esnada, sözkonusu unsurlardan haberdar olması başvurana belli bir yarar sağlardı (mutatis, mutandis, Georgios Papageorgiou). A.Ö.’nün dinlenmemesine ilişkin olarak ise AİHM, A.Ö’nün başvuran hakkında şikayette bulunduğuna ve başvuranın tutumlarını polis ve adli yetkililerin dikkatlerine sunduğunu not etmektedir. A.Ö’nün ifadesi, en azından A.Ö. ile başvuran arasındaki -iddianamenin zımnen esas aldığı ve suçun hukuki niteliğinin belirlenmesinde esas rolü oynayan- ilişkinin niteliğinin tespiti açısından belli bir önem taşımaktadır.. Bu durumda başvuranın A.Ö’yü sorgulama ve ifadelerinin geçerliliğinin sorgulama hakkı bulunmaktaydı (Bkz, özellikle, Luca, Barbera Messegue ve Jabardo- İspanya, 6 Aralık 1988). Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçe göstermeksizin, Ulaştırma Bakanı’nı ve başlıca lehte tanıkları dinlemeyi reddettiği de görülmektedir. A.Ö’nün şikayetinden ve H.İ’nin ifadesinden, A.Ö. ile başvuran arasında geçen telefon görüşmesini dinlemesinden dolayı, Bakan’ın tanıklığının şikayet konusu davaya açıklık getirebileceği anlaşılmaktadır. Başvuran tarafından dinlenmesi talep edilen diğer üç tanığa ilişkin olarak ise, yalnızca S.K.’nın, cezai yargılamanın sonlarında dinlendiği görülmektedir. Kuşkusuz, birinci derecede iç hukuk kurallarına bağlı olan kanıtların kabuledilebilirliği hakkında görüş bildirmek AİHM’nin görevi değildir. Ancak, yargılamanın bütününün adli bir niteliğe haiz olup olmadığının araştırılmasına ilişkin görevi çerçevesinde, AİHM, başvuranın savunma haklarının gerektiği gibi güvence altına alınmadığını tespit etmektedir. Zira ilgiliye, kanıt unsurlarının gerçekliğini tartışma konusu yapma ve bu unsurların aleyhinde kullanılmasına karşı çıkma imkanın tanınmadığı gözlemlenmektedir. Ayrıca, başvuran, silahların eşitliği ilkesine riayet edilerek, aleyhte tanıklarla ayın koşullar altında lehte tanıkları sorgulayamamış ya da sorgulatamamıştır. Silahların eşitliği ilkesi, yalnızca, konu bakımında, iddia makamı ile savunma arasında bir eşitlik bulunması değil aynı zamanda da tanıkların dinlenmesinin vicahi niteliğe haiz olması gerektiği anlamına gelmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo). AİHM, Yargıtay’ın da iki inceleme sırasında sözkonusu eksiklikleri gidermediğini tespit etmektedir. Başvuranın, sürekli yinelediği taleplerine rağmen, başvuranın suçlu bulunmasında belirleyici nitelik taşıyan kanıt unsurlarının, vicahi yargılama ve silahların eşitliği ilkesine riayet edilerek sanığın hazır bulunduğu bir duruşmada uygun bir şekilde sunulmadığı ve tartışılmadığını göz önüne alarak, AİHM, bütünü içinde düşünüldüğünde, yargılamanın, adil bir yargılamanın gereklerini karşılamadığı sonucuna ulaşmıştır. Bu bakımdan, AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafı ve 3. paragrafının d) bendi ihlal edilmiştir. II. AİHS’NİN 6/2 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran, yakalanma sahnesinin televizyonda yayınlanmasının, AİHS’nin 6/2 maddesinde ifade edilen masumiyet karinesi ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmektedir. AİHM, başvuranın, ihtilaflı filmin yayınlanma bağlam ve koşullarını belirleme imkanı taşıyan hiçbir unsur sunmadığını saptamaktadır. Başvuran, örneğin, yayın sırasında, yüzünün ve kimliğinin saklanıp saklanmadığını belirtmemektedir. Sonuç olarak, yeterli hukuki mesnetten yoksun olan söz konusu şikayet, açıkça dayanaktan yoksundur ve AİHS’nin 35. maddesinin 3 ve 4. paragrafları uyarınca kabuledilemez niteliktedir. III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI A. Tazminat Başvuran, maaşı ve emekliliği göz önüne alındığında yüksek dereceli bir memur olduğunu ileri sürmektedir. Başvuran, yargılanması sırasında aylık gelir kaybına tekabül eden maddi zararın tazmin edilmesini talep etmektedir. Başvuran, alamadığı maaşını 75.000 Euro olarak değerlendirmektedir. Başvuran ayrıca 50.000 Euro değerindeki evini ve 11.000 Euro değerindeki arabasını da avukatlık ücreti ve diğer masrafları ödeyebilmek için sattığını iddia etmektedir. Hapis cezasına mahkum edilmesi nedeniyle yararlanamayacağı emeklilik haklarının telafi edilmesi için başvuran, 70.000 Euro istemektedir. Son olarak, başvuran, son mahkumiyeti sırasında istenilen para cezasına tekabül eden 35.000 Euro’nun ödenmesini de talep etmektedir. Ayrıca, duruşmalar sırasında ahlaksız bir insan olarak değerlendirilmesi nedeniyle aşağılandığını, manevi olarak küçük düşürüldüğünü ileri sürmektedir. Başvuran, durumundan haberdar olan mesleki ve sosyal çevresinde sürekli bir korku olduğunu, kendisine ve ailesine karşı manevi bir haksızlık yapıldığını iddia etmektedir. Özellikle, eşinin boşanma talebinde bulunduğunu ve oğlunun eğitimine sağlıklı bir ortamda devam edebilmek için başka bir şehre gitmek zorunda kaldığını belirtmektedir. Başvuran, manevi tazminat olarak 50.000 Euro talep etmektedir. Hükümet, bu iddialara karşı çıkmaktadır ve şayet ihlal olduğu kararına ulaşılırsa ihlal tespitinin kendisinin yeterli adil tatmin oluşturacağı kanaatindedir. AİHM, adil tatmin ödenmesi için tek kriterin mevcut davada başvuranın ulusal mahkemeler önünde AİHS’nin 6. maddesinde ifade edilen haklardan yararlanmaması sebebinden kaynaklandığını kanaatindedir. AİHM, aksi takdirde davanın seyrinin nasıl olacağı konusunda yorum yapma gereği duymamakta ancak başvuranın AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafı ve 3. paragrafının d) bendinin ihlal edilmesi nedeniyle belli bir manevi zarara maruz kaldığı kanaatindedir. AİHM, AİHS’nin 41. maddesi uyarınca hakkaniyete uygun olarak, maruz kaldığı zararın tazmini için başvurana 5.000 Euro ödenmesine hükmetmektedir. AİHM, AİHS’nin 6. maddesinde öngörülen gerekliliklere uymayan bir mahkeme tarafından bir mahkumiyet kararı verildiğinde, ilgilinin talebi üzerine davanın yenilenmesinin ya da dosyanın yeniden açılmasının tespit edilen ihlali gidermek bakımından en uygun yolu teşkil edeceğine kanaat getirmektedir ( Öcalan-Türkiye, başvuru no: 46221/99; Menteş-Türkiye, başvuru no: 36487/02, 6 Şubat 2007). B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuran, iç hukuktaki yargılama sırasında, savunma masrafları da dahil olmak üzere yargılama masraf ve giderleri için 6.270 Euro talep etmektedir. Başvuran, üç avukatından birinin 2.500.000.000. TL’ye (yani yaklaşık, 1.470 Euro) tekabül eden avukatlık ücret makbuzları ile mahkumiyetinden dolayı ödemek zorunda kaldığı karşı tarafın 270.460.000 TL tutarındaki (yaklaşık 158 Euro) avukatlık danışma ücret makbuzunu AİHM’ye sunmaktadır. Hükümet, bu iddialara karşı çıkmaktadır. AİHM yerleşik içtihadına göre, AİHS ihlalini önlemesi ya da giderilmesi, AİHM’nin ödeme tespitinde bulunması ve bu ödemenin yapılması amacıyla yargılama masraf ve giderlerinin ödenmesinin haklı bulunması için, mağdur tarafın sözkonusu masraf ve giderleri yapmış olması gerekmektedir. Ayrıca, yargılama masraf ve giderlerinin, gerçekliği, gerekliliği ve makul yapıda olduklarının ortaya konması da gerekmektedir (Georgios Papageorgiou). AİHM, başvuranın sözlü olarak, cezai yargılama süresi boyunca, ilk derece mahkemesi olarak görev yapan Ağır Ceza Mahkemesi’nin, ihtilaflı kanıtların sunulmasına hükmetmesini talep ettiğini hatırlatmaktadır. Sözkonusu talep yeterince ikna edici olmayan gerekçelerle reddedilmiştir. AİHM, mevcut davada sunulan şikayetlerin ulusal mahkemeler önünde başvuranın avukatları tarafından da belirtildiğini kaydetmekte ve başvuranın, makbuzlarını belge olarak sunduğu avukatlık ücretinin bir kısmının ödenmesini elde etmeye hakkı olduğuna kanaat getirmektedir (Georgios Papageorgiou). Başvuran tarafından dosyaya sunulan unsurlar göz önüne alındığında, AİHM, ulusal mahkemeler önünde yapmış olduğu yargılama masraf ve giderlerinin tamamı için toplamda başvurana 1.500 Euro ödenmesinin makul olacağına kanaat getirmektedir. AİHM önünde yapılan yargılamaya ilişkin olarak ise, AİHM, başvuranın bu harcamalarını destekleyen başka hiçbir belge sunmadığını tespit etmektedir. C. Gecikme faizi Gecikme faizi Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı orana üç puanlık bir artış eklenerek belirlenecektir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, AİHM, OYBİRLİĞİYLE, 1. AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafı ve 3. paragrafının d) bendi kapsamında yapılan şikayetlerin kabuledilebilir, başvurunun geri kalan kısmının kabuledilemez olduğuna; 2. Polis provokasyonu iddiasına ilişkin olarak AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edilmediğine; 3. Vicahi yargılama ve silahların eşitliği ilkesine riayet edilmemesi nedeniyle AİHS’nin 6.maddesinin 1. paragrafı ve 3. paragrafının d) bendinin ihlal edildiğine; 4. a) AİHS’nin 44/2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden YTL’ ye çevrilmek üzere, Savunmacı Devlet tarafından başvurana: (i) 5.000 Euro (beş bin Euro) manevi tazminat ödenmesine, bu miktarın her türlü vergiden muaf tutulmasına; (ii) Yargılama masraf ve giderleri için 1.500 Euro (bin beş yüz Euro) ödenmesine; b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına; 5. Adil tatmine ilişkin diğer tüm taleplerin reddine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. paragraflarına uygun olarak 27 Mayıs 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. —— • —— YALÇIN/Türkiye Davası* Başvuru No: 15041/03 Strazburg 19 Şubat 2008 İKİNCİ DAİRE OLAYLAR I. DAVANIN KOŞULLARI Başvuran 1976 doğumlu olup, Batman’da ikamet etmektedir. Başvuran PKK ile olan bağlantısı nedeniyle 24 Eylül 1996 tarihinde Batman Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekipleri tarafından yakalanmıştır. Polis 25 Eylül 1996 tarihinde iki adet evraka el koyma ve imha tutanağı düzenlemiştir. 26 Eylül 1996 tarihinde Batman Emniyet Müdürlüğü’nün isteği üzerine başvuranın gözaltı süresi yirmi sekiz gün uzatılmıştır. Başvuran 15 Ekim 1996 tarihinde polis tarafından dinlenmiştir. Başvuran aynı gün Mardin Emniyet Müdürlüğü şubesine götürülmüş, burada 20 Ekim 1996 tarihinde ifadesi alınmıştır. Başvuran 21 Ekim 1996 tarihinde Batman Emniyet Müdürlüğü’ne geri götürülmüştür. Başvuran 23 Ekim 1996 tarihinde Batman Cumhuriyet Savcısı tarafından dinlenmiştir. Başvuran aynı gün Batman Asliye Ceza Mahkemesi hakimi tarafından dinlenmiş, hakim «işlenen suçun niteliğini ve kanıtların durumunu» dikkate alarak başvuranın tutuklanmasına karar vermiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı 5 Kasım 1996 tarihli bir iddianame ile olayların meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan eski Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesine dayalı olarak başvuranı ve H.A.’yı bölücülük yapma suçu ile itham etmiştir. Askeri hakimlerden oluşan Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) 11 Kasım 1996 tarihinden itibaren başvuranı ve H.A.’yı dinlemeye başlamıştır. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. 11 Kasım 1996 tarihinden 19 Ağustos 1999 tarihine dek on sekiz duruşma gerçekleştirilmiş, bunlar sırasında DGM işlenen suçun niteliğini ve kanıtların durumunu göz önüne alarak başvuranın ve H.A.’nın serbest bırakılma taleplerini reddetmiştir. Bu arada Türkiye Büyük Millet Meclisi 18 Haziran 1999 tarihinde Anayasa’nın 143. maddesinde bir değişikliğe giderek Devlet Güvenlik Mahkemelerinde ve Savcılıklarda bulunan askeri hakimlerin varlığına son vermiştir. Aynı doğrultuda 22 Haziran 1999 sayılı Kanun ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kuruluş yapıları değişmiştir. Sivil hakimlerden oluşan DGM, 5 Ekim 1999 tarihli bir karar ile eski TCK’nın 125. maddesine dayalı olarak başvuranı ve H.A.’yı müebbet hapis cezasına çevrilmiş ölüm cezasına çarptırmıştır. Yargıtay, tarafları dinledikten sonra, ilk derece mahkemesinin kararını yeterince gerekçelendirilmediğine kanaat getirerek 4 Mayıs 2000 tarihli bir karar ile ilk derece mahkemesinin kararını bozmuş ve temyiz dilekçesinde kendini Ş.A. olarak tanımlayan H.A.’nın kimlik bilgilerinin kontrol edilmesini talep etmiştir. DGM 21 Haziran 2000 tarihinden 16 Ekim 2003 tarihine kadar yirmi üç duruşma yapmış, bu duruşmalarda savcılık tarafından yapılan ön soruşturmada elde edilen kanıt unsurlarına dayalı olarak başvuranın davasını yeniden incelemiş ve H.A.’nın kimlik bilgilerinin kontrol edilmesini talep etmiştir. Bu bağlamda, Emniyet Müdürlüğü’nden 29 Mayıs 2003 tarihinde mahkemeye gönderilen yazıda sözkonusu sanığın adının Ş.A. olduğu teyit edilmiştir. DGM önünde başvuran ve Ş.A. özellikle AİHS’nin hükümlerine atıfta bulunarak birçok kez serbest bırakılmalarını talep etmişlerdir. Mahkeme bu taleplerini işlenen suçun niteliğini ve kanıtların durumunu dikkate alarak reddetmiştir. DGM 18 Aralık 2003 tarihinde eski TCK’nın 125. maddesine dayanarak başvuranı ve Ş.A.’yı müebbet hapis cezasına çevrilen ölüm cezasına çarptırmıştır. Yargıtay, tarafları dinlemesinin ardından, 29 Nisan 2004 tarihinde, ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Bu karar nihai hale gelmiştir. HUKUK I. AİHS’NİN 5. MADDESİ’NİN 3. ve 4. PARAGRAFLARININ İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran tutukluluk süresinin uzunluğundan ve tutukluluk haline ve hürriyetten yoksun bırakmaya itiraz edilebilecek başvuru yollarının bulunmadığından şikayetçi olmaktadır. Başvuran bu yönde AİHS’nin 5. maddesinin 3. ve 4. paragraflarına atıfta bulunmaktadır. A. Kabuledilebilirlik hakkında AİHS’nin 5/3 maddesine yönelik şikayet ile ilgili olarak Hükümet altı ay kuralına riayet edilmediği itirazında bulunmaktadır. Hükümet özellikle tutukluluk süresinin uzunluğunun hesaplanmasında dikkate alınması gereken dönemin Yargıtay’ın ilk derece mahkemesinin başvuran hakkında almış olduğu ilk mahkumiyet kararını bozduğu tarih olan 4 Mayıs 2000’den başvuranın ikinci kez mahkum edildiği 18 Aralık 2003 tarihine dek geçen süre olduğunu gözlemlemektedir. Bununla birlikte başvuranın tutuklandığı 23 Ekim 1996 tarihinden Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından mahkum edildiği 5 Ekim 1999 tarihi göz önüne alındığında, 14 Nisan 2003 tarihli başvuru gecikmeli olarak yapılmıştır. Başvuran bu duruma itiraz etmektedir. AİHM, AİHS’nin 5/3 maddesinde öngörülen sürenin sonlandığı anın «mahkemenin, ilk derece mahkemesi bile olsa, suçu sabit bulduğu gün» (Wemhoff-Almanya kararı no: 27 Haziran 1968 ve Labita-İtalya kararı no: 26772/95) olduğunu, bu başvurudaki gibi birden fazla tutukluluk süresinin sözkonusu olduğu durumlarda tutukluluk süresinin tamamının dikkate alınması gerektiğini hatırlatır (Bkz. Baltacı-Türkiye no: 27561/02). Mevcut başvuruda başvuran AİHM’ye 14 Nisan 2003 tarihinde başvurmuş olup bu tarihte Yargıtay tarafından iade edilen davayı yeniden görmekte olan DGM, henüz suçu tespit etmemişti. Bu nedenle AİHM Hükümetin itirazını reddetmekte ve başvurunun kabul edilemez olarak nitelendirilmesi için hiçbir gerekçenin yer almadığını hatırlatır. Başvuru kabuledilmelidir. AİHS’nin 5/4 maddesine ilişkin Hükümet, başvuranın tutukluluğu ile ilgili olarak olayların meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan eski CMUK’un 104. maddesinde öngörülen başvuru yolunu kullanmadığını ifade etmektedir. Başvuran Hükümetin bu savına itiraz etmektedir. AİHM başvuran tarafından dile getirilen bu şikayetin AİHS’nin 5/4 maddesinin esası ile ilintili olduğuna itibar ederek esasa birleştirmektedir. AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir. B. Esasa dair 1. AİHS’nin 5/3 maddesi Hükümet öncelikli olarak tutukluluk süresi için dikkate alınması gereken dönemin Yargıtay’ın ilk derece mahkemesinin başvuran hakkında almış olduğu mahkumiyet kararını bozduğu 4 Mayıs 2000 tarihinden başvuranın ikinci kez mahkum edildiği 18 Aralık 2003 tarihine kadar uzandığını gözlemlemektedir. Hükümet ayrıca başvuranın itham edildiği suçların niteliği, ciddiyeti ve öngörülen cezalar göz önüne alındığında bu dönemin aşırı olmadığının altını çizmektedir. Başvuran bu sava itiraz etmektedir. Hükümet değerlendirilmeye alınacak dönem ile ilgili yerleşik içtihadından ileri gelen ilkeleri hatırlatır (Bkz. diğerleri arasında Wemhoff, Labita, Baltacı ve sözü edilen Solmaz). Bu başvurudaki gibi birden çok tutukluluk sözkonusu olduğunda, bahse konu tutukluluk döneminin bütününü dikkate almak gerekmektedir. AİHM başvuranın ilk tutukluluk süresinin başvuranın tutuklandığı 23 Ekim 1996 tarihinde başladığını ve 5 Ekim 1999 tarihinde mahkum edilmesi ile sona erdiğini hatırlatmaktadır. Bu süre yaklaşık iki yıl on bir aydır. 4 Mayıs 2000 tarihinden itibaren Yargıtay 5 Ekim 1999 tarihli kararı bozmuş, dava DGM’de yeniden incelenmiştir ve AİHS’nin 5/3 maddesi uyarınca ikinci tutukluluk dönemi başlamıştır. DGM son kararını başvuranı ikinci defa mahkum ettiği 18 Aralık 2003’te almıştır. Bu ikinci dönem yaklaşık üç yıl yedi aydır. Başvuran toplam olarak yaklaşık altı yıl altı ay tutuklu kalmıştır. AİHM, ilk olarak ulusal makamların tutukluluk süresinin makul sınırı aşmamasını gözetmekle birinci derecede yükümlü olduklarını hatırlatmaktadır. Bu amaçla, masumiyet karinesi doğrultusunda bireysel özgürlüğe saygı kuralına istisna getirilmesini meşru kılan kamu çıkarının gerektirdiği gerçek bir zorunluluğun olup olmadığını ortaya çıkaracak bütün koşulları incelemeli ve tutuksuz yargılanma talebini reddettiğinde kararında bunu gerekçelendirmelidir. Özellikle mevcut kararlarda yer alan gerekçelere, ilgili tarafından yapılan başvurularda ihtilafa mahal vermeyen olaylara dayalı olarak AİHM, AİHS’nin 5 / 3 maddesine yönelik bir ihlalin olup olmadığını tespit ederken, sözkonusu kararlardaki gerekçeleri ve başvuran tarafından yerel mahkeme nezdinde yapılan başvurularda dile getirilen tartışılmaz verileri değerlendirecektir. (Bkz. Assenov ve diğerleri-Bulgaristan kararı, 28 Ekim 1998, Remzi Aydın-Türkiye kararı 20 Şubat 2007). Bu bağlamda yakalanan kişinin bir suç işlediğinden şüphe edilmesine neden olan makul nedenlerin devam etmesi, tutukluluk halinin devamı için sine qua non (olmazsa olmaz) koşuldur. Ancak bir süre sonra bu da yeterli olmaz. Dolayısıyla AİHM, adli makamlar tarafından benimsenen diğer gerekçelerin, özgürlükten yoksun bırakmayı haklı göstermeye yetip yetmediğini belirlemelidir. Bu gerekçeler “uygun” ve “yeterli” olduğu takdirde, AİHM, bunun üzerine yetkili ulusal makamların “yargılamanın devamına özel bir ihtimam gösterip göstermediğini araştırmalıdır (Bkz. diğerleri arasında, Ali Hıdır Polat-Türkiye kararı, no: 61446/00, 5 Nisan 2005 ve sözü edilen Baltacı kararı). Bu başvuruda, yetkililerin geçen zaman kıstasını dikkate aldıklarını gösterir herhangi bir unsur bulunmamaktadır. Bu bağlamda, AİHM başvuranın özellikle 23 Ekim 1996 tarihinde tutuklandığını ve nihai olarak 18 Aralık 2003 tarihinde müebbet hapis cezasına çarptırıldığını hatırlatmaktadır. Bu dönem boyunca başvuranın serbest bırakılma talepleri DGM tarafından birbirinin aynı, hatta basmakalıp gerekçelerle sistematik olarak reddedilmiştir. Başvuran AİHS’nin 5/3 maddesi bakımından sözkonusu sürecin başlangıcından sonuna dek tutuklu kalmıştır. AİHM’nin gözünde, “kanıtların durumu” suçluluğun ciddi belirtilerinin var olduğu ve var olmaya devam ettiği şeklinde değerlendirilebilmekle ve genel olarak bu deliller davayla alakalı önemli hususlar olabilmekle birlikte, bu davada, bu kadar uzun bir süre başvuranın tutuklu kalmaya devam etmesini tek başına haklı gösteremez (Bkz. sözü edilen Ali Hıdır Polat kararı ve Baltacı kararı). Bu koşullar çerçevesinde, başvuranın tutukluluk süresinin uzunluğu dikkate alındığında, AİHM AİHS’nin 5/3 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmaktadır. 2. AİHS’nin 5/4 maddesi Hükümet başvuranın tutuklanması ile ilgili olarak olayların meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan eski CMUK’un ilgili hükümlerinde öngörülen başvuru yolunu kullanmadığını söylemekle yetinmektedir. Başvuran iddiasını yinelemektedir. Başvuran bilhassa serbest bırakılma taleplerinin DGM tarafından benzer ve basmakalıp ifadelerle reddedildiğinin ve sözü edilen tutukluluk süresinin uzunluğuna itirazda bulunulacak herhangi bir başvuru yolunun mevcut olmadığının altını çizmektedir. AİHM başvuran birçok kez serbest bırakılma talebinde bulunduğunu ve bunların DGM önünde gerçekleştirilen kırk bir duruşmada reddedildiğini gözlemlemektedir. Sonuç itibarıyla, AİHM’ye göre iç hukuk mahkemelerinin aşırı olarak nitelenebilecek bu tutukluluk süresini sonlandıracak, başvuranın iddia ettiği aksaklığa mahal vermeyecek veya ortadan kaldıracak olanakları bulunmaktaydı (Bkz. Temel ve Taşkın-Türkiye kararı, no: 40159/98, 14 Kasım 2002, Acunbay-Türkiye kararı no: 61442/00 ve 61445/00, 31 Mayıs 2005 ve Çobanoğlu ve Budak-Türkiye kararı no: 45977/99, 30 Ocak 2007). Hükümet tarafından öne sürülen başvuru yolu ile ilgili olarak AİHM, daha önce de benzer başvurularda, bir yandan, uygulamada başarı ile sonuçlanacağına dair makul bir güvence sunmadığı (Bkz. Koşti vd-Türkiye no: 74321/01, 3 Mayıs 2007), diğer yandan adli nitelikli bir başvurunun ayrılmaz parçaları olan çekişmeli dava ve silahların eşitliği ilkelerine uymadığı için (Bkz. bu bağlamda Bağrıyanık-Türkiye kararı, no: 43256/04, 5 Haziran 2007) bu yolun etkisiz olduğuna hükmetmişti. AİHM, Hükümetin Mahkemenin bu davada farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak ikna edici hiçbir tespit ve delil sunmadığını tespit etmiştir. AİHM, bu şartlar altında, Hükümet tarafından ileri sürülen başvuru yolunun etkili olmadığına itibar etmektedir. AİHM, Hükümetin itirazını reddetmekte ve AİHS’nin 5/4 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmaktadır. II. AİHS’NİN 6/1 MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran yargı sürecinin uzunluğunun «makul» süre ilkesi ile bağdaşmadığını ve devlet güvenlik mahkemesindeki yargılama sürecinin bir bölümünde askeri hakimin varlığı nedeniyle davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkemede görülmediğini iddia etmektedir. Başvuran bu yönde AİHS’nin 6/1 maddesine atıfta bulunmaktadır. A. Kabuledilebilirlik hakkında AİHM, izleyen gerekçelerden dolayı devlet güvenlik mahkemesinin bağımsızlığı ve tarafsızlığı şikayetinin kabuledilebilirliği hakkında görüş bildirmeyi gerekli görmediğini ifade etmektedir. AİHM, 22 Haziran 1999 tarihinde yapılan Anayasal değişikliğin ardından başvuranı 5 Ekim 1999 tarihinde müebbet hapis cezasına çarptıran devlet güvenlik mahkemesinin yalnızca sivil hakimlerden oluştuğunu, başvuranın temyize gitmesi üzerine Yargıtay’ın ilk derece mahkemesinin kararını 4 Mayıs 2000 tarihinde bozduğunu gözlemlemektedir. Daha sonra, Yargıtay’ın kararı geri göndermesinin ardından, başvuranın davası yeni yapıdan oluşan devlet güvenlik mahkemesi tarafından tekrar ele almış ve adı geçen mahkeme dava dosyasında yer alan delillerin tamamını incelemesinin ardından 18 Aralık 2003 tarihinde başvuranı yeniden mahkum etmiştir. Bu saptamalar ışığında ve davanın özel koşullarında AİHM, AİHS’nin 6/1 maddesinde öngörülen bağımsız ve tarafsız mahkeme prensiplerine riayet edildiğine ve sözü edilen dava sürecinde bunların güvence altına alındığına itibar etmektedir (Bkz. aynı anlamda, Mahmut Yaşar-Türkiye kararı, no: 46412/99, 31 Mart 2005). Yapılan bu şikayet dayanaktan yoksun bulunmaktadır ve AİHS’nin 35/3 maddesi gereğince reddedilmelidir. Yargı sürecinin uzunluğu konusunda, bu şikayetin AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir. B. Esas hakkında Dikkate alınması gereken dönem başvuranın gözaltına alındığı 24 Eylül 1996 tarihinde başlayıp Yargıtay’ın ilk derece mahkemesinin kararını onadığı 29 Nisan 2004 tarihinde sona ermektedir. Bu süre iki dereceli mahkemedeki dört yargılama için yaklaşık yedi yıl yedi aydır. Hükümet özellikle davanın karmaşık yapısı, başvuranın itham edildiği suçların niteliği, ciddiyeti ve öngörülen cezalar göz önüne alındığında sözkonusu sürenin aşırı olmadığını gözlemlemektedir. Başvuran bu sava karşı çıkmaktadır. DGM’nin 21 Haziran 2000 ve 16 Ekim 2003 tarihleri arasında gerçekleştirdiği duruşmalardan yaklaşık yirmisinin esas olarak beraber yargılandığı kişinin kimliğinin tespit edilmesine harcandığını, kendi davasının da ön soruşturma kapsamında elde edilen deliller kapsamında incelendiğini, yeni kanıt unsurlarının araştırılmasına ve görgü tanıklarının dinlenmesine çaba gösterilmediğini belirtmektedir. AİHM, yargılama süresinin makullüğünün davanın şartları ışığında ve davanın karmaşıklığı, başvuran ve ilgili mercilerin tutumu gibi içtihadında yerleşmiş ölçütlere bakılarak değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatır (bkz. diğerleri yanında Pélissier ve Sassi – Fransa [BD], 25444/94). AİHM, daha önce de bu başvurudakine benzer sorunları ortaya koyan davaları incelemiş ve AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. AİHM ayrıca, bütün yargı süreci boyunca başvuranın tutukluluğunun devam ettiğini, bu durumda yetkili mahkemelere mümkün olan en kısa sürede adaletin tecelli etmesini sağlayacak kadar gerekli özeni göstermek düştüğünü saptamaktadır (Bkz. Kalachnikov-Rusya no: 47095/99). AİHM mahkemeye sunulan tüm delil unsurlarını incelemiş ve Hükümetin Mahkemenin bu davada farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak ikna edici hiçbir tespit ve delil sunmadığını tespit etmiştir. Mahkemenin bu yöndeki yerleşik içtihadını göz önünde bulunduran AİHM sözkonusu yargı sürecinin uzunluğunun aşırı ve «makul süre» koşuluna aykırı olduğu sonucuna varmıştır. Bu nedenle AİHS’nin 6/1 maddesi ihlal edilmiştir. III. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. maddesine göre “Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın adil tatminine hükmeder.” A. Tazminat Başvuran uğradığı manevi zarar için 50.000 YTL. (yaklaşık 28.150 Euro) talep etmekte, rakam telaffuz etmeden maddi zararının giderilmesini istemektedir. Hükümet bu miktarlara karşı çıkmaktadır. AİHM ihlal tespiti ile öne sürülen maddi zarar arasında hiçbir illiyet bağı kuramamakta ve bu talebi reddetmektedir. Buna karşın, uğradı manevi zarar için başvurana 5.100 Euro ödenmesine karar vermiştir. B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuran kanıtlayıcı belge sunmaksızın iç hukukta ve AİHM önünde yapmış olduğu yargı giderleri için 10.700 YTL. (6.024 Euro) Euro talep etmektedir. Hükümet bu miktarlara karşı çıkmaktadır. AİHM’nin yerleşik içtihadına göre bir başvuran gerçekliğini, gerekliğini kanıtladığı makul miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir. Bu başvuruda mahkemeye sunulan unsurlar ve sözü edilen kıstaslar göz önüne alındığında AİHM, yargı giderlerine ilişkin bu talebi reddetmektedir. C. Gecikme Faizi Gecikme faizi Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faizlerine uyguladığı orana üç puanlık bir artış eklenerek belirlenecektir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE, 1. Uzun yargılama, uzun tutukluluk ve buna karşı etkili başvuru yolunun olmadığı yönündeki şikayetlerin kabuledilebilir olduğuna; 2. Diğer şikayetlerin kabuledilemez olduğuna; 3. AİHS’nin 5. maddesinin 3. ve 4. paragraflarının ihlal edildiğine; 4. AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine; 5 a) AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ve masraflardan muaf olarak, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Y.TL.’ye çevrilmek üzere, Savunmacı Hükümetin başvurana 5.100 (beş bin yüz) Euro manevi tazminat ödemesine; b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faizin uygulanmasına; 6. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. maddelerine uygun olarak 19 Şubat 2008 tarihinde yazıyla bildirilmiştir. —— • —— BEYAZ/Türkiye Davası* Başvuru No: 16254/02 Strazburg 1 Temmuz 2008 İKİNCİ DAİRE USUL Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan (16254/02) no’lu davanın nedeni T.C. vatandaşı Hasan Beyaz’ın (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 21 Aralık 2001 tarihinde Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. Başvuran AİHM önünde Ankara barosu avukatlarından N. Başel tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR I. DAVANIN KOŞULLARI Başvuran, 1948 doğumlu olup Tunceli’de ikamet etmektedir. Başvuran, olayların meydana geldiği dönemde memurdu ve Tunceli Karayolları Genel Müdürlüğü’nde (“Genel Müdürlük”) yapı teknisyeni olarak çalışmaktaydı. Başvuran aynı zamanda Enerji-Yapı Yol-Sen üyesidir. Başvuran, Olağanüstü Hal Bölge Valisi’nin isteği üzerine, 17 Ekim 2001 tarihli bir kararla, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu uyarınca Sinop’a tayin edilmiştir. Bu karar 19 Ekim 2001 tarihinde başvurana tebliğ edilmiştir. Başvuran, 1 Kasım 2001 tarihinde, emekliliğine az bir süre kaldığını belirterek Genel Müdürlükten tayin yerinin değiştirilmesini ve emekli olduğunda ailesi ile birlikte yerleşmeyi düşündüğü Bursa’ya tayin edilmeyi talep etmiştir. Aynı gün, Genel Müdürlük bu talebi kabul etmiştir. Başvuran, 15 Ocak 2002 tarihinde emekliye ayrılmıştır. HUKUK I. AİHS’NİN 11. VE 14. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran, hakkında alınan tayin kararının, yürüttüğü siyasi ve sendikal faaliyetler nedeniyle alındığını ve bunun dernek kurma ve toplantı özgürlüğü hakkına yönelik bir ihlali teşkil ettiğini belirtmektedir. Başvuran bununla ilgili olarak AİHS’nin 11. ve 14. maddelerine atıfta bulunmaktadır. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. AİHM, başvuran tarafından dile getirilen olayların daha çok AİHS’nin 11. maddesi kapsamında olduğuna kanaat getirmekte ve başvuran tarafından dile getirilen şikayetleri sadece bu açıdan incelemeye karar vermektedir. Hükümet, başvuranın sendika üyesi olması ile tayin edilmesi arasında herhangi bir bağlantı olmadığını vurgulayarak başvuranın iddiasına karşı çıkmaktadır. Hükümet, ne AİHS’nin 11. maddesinin ne kişinin sendika üyesi olmasının, memurun farklı görev ya da bölgelere olası tayinini engelleyecek bir husus teşkil ettiğini belirtmektedir. AİHM, Akat-Türkiye, Bulga ve diğerleri-Türkiye (no:43974/98, 20 Eylül 2005), Ertaş Aydın ve diğerleri-Türkiye, (no: 43672/98, 20 Eylül 2005), Soysal ve diğerleri-Türkiye, (no: 54461/00 ve 55922/00, 15 Şubat 2007) davalarında buna benzer olayları incelediğini hatırlatmaktadır. Mevcut davada, incelemesine sunulan unsurlardan hareketle AİHM, başvuranın, yetkili makamların sendikal faaliyetleri nedeniyle kendisini tayin ettiklerini hiçbir şekilde ortaya koyamadığını tespit etmektedir (Kızılkaya-Türkiye, no: 50690/99, 20 Kasım 2007 tarihli karar). AİHM, dava olaylarını ve tarafların iddialarını bir bütün olarak inceledikten sonra, başvuranın aleyhinde alınan tayin kararının, başvuranın sendikal faaliyetler yürütmesine yönelik bir müdahale teşkil ettiğinin ortaya konmadığı kanaatindedir (Soysal ve diğerleri, adı geçen). Bu nedenle AİHM başvurunun bu kısmının, AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olduğuna ve 35. maddenin 4. fıkrası uyarınca reddedilmesi gerektiğine karar vermektedir. II. AİHS’NİN 13. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran, Olağanüstü Hal Bölge Valisi tarafından alınan tayin kararına itiraz edebileceği etkili hiçbir başvuru yolunun bulunmaması nedeniyle AİHS’nin 6. maddesinin ihlal edildiğinden şikayet etmektedir. AİHM, başvuran tarafından dile getirildiği şekliyle şikayetin, 13. madde kapsamında incelenmesi gerektiği kanaatindedir. A. Kabuledilebilirlik Hakkında Hükümet, memurların statüsünün 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile düzenlendiğini belirtmektedir. Kamu hizmetine ilişkin kurallar, “kamu yararı” kavramı üzerine kuruludur ve kamu kurumlarının takdir hakkı içeren yetkileri bulunmaktadır. Hükümet, memurların işe alınmalarına, kariyerlerine ve görevlerine son verilmesine ilişkin hususların, genel kural itibariyle, AİHS’nin uygulama alanlarının dışında kaldığını belirtmektedir. Başvuran bu iddiaya itiraz etmektedir. AİHM ilke olarak AİHS’nin, bir memurun taraf olduğu davalarda uygulandığını hatırlatmaktadır (Vilho Eskelinen ve diğerleri-Finlandiya [Büyük Daire], no: 63235/00, 19 Nisan 2007 tarihli karar; Kızılkaya, adı geçen). Bu nedenle AİHM, bu itirazı reddetmektedir. AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir. B. Esas Hakkında Başvuran, Olağanüstü Hal Bölge Valisi’nin kararıyla tayin olan bir memur tarafından açılan ve 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 7. maddesi uyarınca reddedilen bir kararın iptali davasına atıfta bulunmaktadır. Başvuran, bu nedenle ulusal makamlar nezdinde sözkonusu kararlara itiraz etmesini sağlayacak başvuru yollarının bulunmadığını belirtmektedir. Başvuranın iddiasına karşı Hükümet, içeriği aynı olan başka davalarda daha önce dile getirilen görüşlerini yinelemektedir (Bkz., örneğin, Ertaş Aydın ve diğerleri, adı geçen). Mevcut davada AİHM, dava dosyasında yer alan unsurların her ne kadar başvuranın sendikal hakkının ihlal edildiğini ortaya koymaya yetmemiş olsa da, bu durumun 11. madde uyarınca yapılan şikayetin savunulabilirliğini engelleyemeyeceği kanaatindedir. AİHM’nin esasa ilişkin kararı, AİHS’nin 13. maddesine uygun olarak ulusal makamlar önünde etkili bir başvuru yapma zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır (Soysal ve diğerleri, adı geçen). AİHM, AİHS’nin 11. maddesinin kamu güçlerinin sahip oldukları yetkileri kullandıkları sırada meydana gelebilecek her türlü keyfi müdahaleye karşı bireyin korunmasını amaçladığını belirterek, özellikle de tayin konusunda geniş imtiyazlara sahip olan Olağanüstü Hal Bölge Valisinin kararlarının adli denetimden yoksun oluşunun, başvuranı muhtemel suiistimalleri engelleyecek güvencelerden yoksun bıraktığını tespit etmektedir (mutatis mutandis, Sorensen-Danimarka ve Rasmussen-Danimarka [Büyük Daire], no: 52562/99 ve 52620/99, 11 Ocak 2006 tarihli karar, Soysal ve diğerleri, adı geçen). Bu alandaki yerleşik içtihadı uyarınca (diğerleri arasında Metin Turan-Türkiye, no: 20868/02, 14 Kasım 2006; Bulga ve diğerleri, Kızılkaya, adı geçen) ve bu içtihadından ayrılmasını gerektirecek koşulların mevcut olmaması nedeniyle AİHM, Olağanüstü Hal Bölge Valisi tarafından başvuran aleyhinde alınan tayin kararına karşı iç hukukta ulusal makamlar önünde itiraz edilmesini sağlayacak başvuru yolunun bulunmaması nedeniyle AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiği kanaatindedir. III. AVRUPA SOSYAL ŞARTI’NIN 5. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran ayrıca Avrupa Sosyal Şartı’nın 5. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. AİHM, AİHS’nin 32. maddesi uyarınca kullandığı yetkisinin, Sözleşme ve Protokollerinin yorumu ve uygulanmasına ilişkin konuları kapsadığını hatırlatmaktadır (mutatis mutandis, Djaoui-Fransa, no: 5107/04, § 64, 4 Ekim 2007). Bu nedenle bu başvuru, AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası uyarınca ratione materiae bakımından AİHS hükümleri ile bağdaşmamaktadır ve 35. maddenin 4. fıkrası uyarınca reddedilmelidir. IV. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI HAKKINDA “AİHS’nin 41. maddesine göre “Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın adil tatminine hükmeder.” A. Tazminat Başvuran uğradığı manevi zarar için 5.000 Euro manevi tazminat talep etmektedir. Hükümet bu miktara itiraz etmektedir. AİHM, başvuranın, Olağanüstü Hal Bölge Valisi tarafından aleyhinde alınan karara karşı iç hukukta ulusal mahkemeler önünde itiraz etmesini sağlayacak bir başvuru yolunun bulunmaması nedeniyle manevi zarara uğradığını tespit etmektedir (Ademyılmaz ve diğerleriTürkiye, no: 41496/98, 41499/98, 41501/98, 41502/98, 41959/98, 41602/98 ve 43606/98, § 52, 21 Mart 2006 tarihli karar). AİHM, hakkaniyete uygun olarak başvurana 500 Euro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. B. Masraf ve Harcamalar Başvuran aynı zamanda AİHM ve ulusal mahkemeler önünde yaptığı masraf ve harcamalar için 1.000 Euro talep etmekte, bu iddialarını destekleyecek hiçbir açıklayıcı belge sunmamaktadır. Hükümet bu miktara itiraz etmektedir. AİHM’nin yerleşik içtihadına göre bir başvuran gerçekliğini, gerekliğini kanıtladığı makul miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir. Mevcut davada, başvuranın iddialarını destekleyecek belgelerin bulunmaması nedeniyle AİHM masraf ve harcamalara ilişkin talebi reddetmektedir. C. Gecikme Faizi Gecikme faizi Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faizlerine uyguladığı orana üç puanlık bir artış eklenerek belirlenecektir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, AİHM, OYBİRLİĞİYLE, 1. AİHS’nin 13. maddesine ilişkin olarak dile getirilen şikayetin kabuledilebilir, geri kalan kısmının ise kabuledilemez olduğuna; 2. AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine; 3. a) AİHS’nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden YTL’ye çevrilmek ve her türlü vergiden muaf tutulmak üzere Savunmacı Hükümet tarafından başvurana 500 (beş yüz) Euro manevi tazminat ödenmesine; b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına; 4. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddedilmesine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. fıkralarına uygun olarak 1 Temmuz 2008 tarihinde yazıyla bildirilmiştir. —— • —— BUYRUK/Türkiye Davası* Başvuru No: 14558/03 Strazburg 8 Nisan 2008 ÜÇÜNCÜ DAİRE USUL Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 14558/03 numaralı başvurunun nedeni T.C. vatandaşı Hüseyin Buyruk’un (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) 5 Şubat 2003 tarihinde Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. Başvuran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde Ankara barosu avukatlarından K. Bayraktar tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR I. DAVANIN KOŞULLARI Başvuran 1949 doğumlu olup Ankara’da ikamet etmektedir. Başvuran Ankara Keçiören Belediyesi’nde işçi olarak yirmi bir yıllık hizmetinin ardından 14 Şubat 1998 tarihinde emekli olmuştur. 8 Şubat 1999 tarihinde başvuran bağlı bulunduğu sendika ile çalışanı arasında imzalanan toplu iş sözleşmesinin kimi hükümlerinin kendisine uygulanmadığı gerekçesiyle belediye aleyhine tazminat davası açmıştır. Ankara İş Mahkemesi 19 Temmuz 1999 tarihinde başvuranın taleplerini haklı bularak yasanın ticari işlemlere uygulanmasını öngördüğü yasal faiz oranı ile birlikte Belediye’nin başvurana 552.048.631 TL ödemesini kararlaştırmıştır. Yargıtay 29 Kasım 1999 tarihinde bu hükmü onamıştır. Bu başvurunun yapıldığı 5 Şubat 2003 tarihine kadar başvuranın alacağı halen ödenmemişti. Belediye daha sonra 7 Ekim, 7 Kasım ve 14 Kasım 2003 tarihlerinde üç aşamada bu tazminatı ödemiştir. HUKUK I. AİHS’NİN 6/1 MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran başvurusunda nihai hale gelen yargı kararının ifasının aşırı uzunluğundan şikayetçi olmakta ve bu yargılama ile maddi, manevi ve yargı giderleri bakımından zarara uğradığını ileri sürmektedir. Başvuran AİHS’nin 6. ve Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesine atıfta bulunmaktadır. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. Başvuran 7 Ocak 2005 tarihinde AİHM’yi son ödemenin yapıldığı, İdare aleyhine yapmış olduğu maddi tazminat şikayetini sürdürmek istemediği konusunda bilgilendirmiştir. Buna karşın, başvuran başvurusunun bu gecikmenin neden olduğu manevi zarar çerçevesinde geçerli olduğunu belirtmektedir. AİHM başvuranın kayıttan düşmesi gereken Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi hakkındaki şikayetini incelemeye almayacağını ifade ederek bu durumda başvuranın şikayetinin yalnızca AİHS’nin 6. maddesi açısından değerlendirileceğine itibar etmektedir. A. AİHS’nin 6/1 maddesine yönelik şikayetin kabuledilebilirliği hakkında Hükümet mahkeme tarafından hükmedilen tazminatın 2003 yılında ödendiğini savunarak başvuranın mağdur sıfatının bulunmadığını kaydetmektedir. Başvuran Hükümetin savlarına karşı çıkmaktadır. AİHM başvuranın İdarenin yargı kararının ifasını geciktirdiği şikayeti ile ilgili olarak sözü edilen mahkeme tarafından ödenmesine hükmedilen tazminatın öne sürülen ihlalin giderilmesinde bir tazmini oluşturmadığını belirtmektedir. Bu durumda Hükümetin itirazı reddedilmektedir. AİHM, başvuranın AİHS’nin 6. maddesinin ihlali ile mağdur olduğunu öne sürebileceğine itibar etmektedir. AİHM bu şikayetin kabuledilemezliği hakkında hiçbir gerekçe tespit etmemiştir. Başvuru kabuledilmelidir. B. Esasa dair Hükümet başvuranın davasının ulusal mahkemeler tarafından «makul bir süre» zarfında dinlendiğini savunmaktadır. Başvuran iddialarını yinelemektedir. AİHM, ara veya nihai hangi karar türü olursa olsun bir hükmün ifasının AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafında yer alan «davanın» bütünleyen bir parçası sayılması gerektiğini hatırlatır (Bkz. özellikle, sözü edilen Ak-Türkiye, Hornsby-Yunanistan 19 Mart 1997 ve son olarak Metaxas-Yunanistan 27 Mayıs 2004). Sözleşmeci bir Devletin iç hukukta almış olduğu bir hükmü nihai hale geliyor ve bundan doğan yükümlülük bir tarafın zararına etkisiz kalıyorsa AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafının bir mahkemeye erişimi güvence altına aldığı hak aldatıcı hale gelmektedir. Etkili bir yargılamanın korunması İdarenin yargı kararlarına uyma zorunluluğunu da kapsamaktadır. Devletin bir kurumu yargı kararıyla kesinleşmiş borcunu ödememek için kaynak yetersizliği bahanesini öne süremez (Bkz. Bourdov-Rusya kararı no: 59498/00). AİHM, bir idarenin ödeme yapmadan evvel- ki bu zaman dilimi makul bir süreyi aşmamalıdır- belirli bir süreye gereksinim duyduğunu kabul etmektedir. Mevcut başvuruda, AİHM İdarenin borcunu başvurana nihai kararın ardından dört yıl sonra ödemesinin makul bir süre olarak sayılamayacağını hatırlatır. Sonuç olarak nihai olarak kesinleşen yargı kararlarına makul bir sürede uymayan ulusal mercilerin 6/1 maddenin anlamını ortadan kaldırdıklarına itibar etmektedir. Bu nedenle bu madde ihlal edilmiştir. II. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASINA İLİŞKİN AİHS’nin 41. maddesine göre “Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın adil tatminine hükmeder.” A. Tazminat Başvuran manevi tazminat olarak 2.200 Euro talep etmektedir. Hükümet bu miktara karşı çıkmaktadır. AİHM, ödemenin yapılmasındaki belirsizliğin başvuranı manevi zarara uğrattığını kabul etmektedir. AİHM hakkaniyete uygun başvurana bu yönde 1.000 Euro ödenmesini kararlaştırmaktadır. B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuran 2.222 Euro avukatlık ücreti talep etmekte bunun için diğer belgelerin yanı sıra avukatı ile yaptığı sözleşmeyi kanıt olarak sunmaktadır. AİHM sunulan belgeler ve yerleşik içtihat ışığında başvurana tüm yargı giderleri için 2.000 Euro ödenmesine karar vermektedir. C. Gecikme Faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE, 1. Yargılamanın uzunluğuna dair şikayetin kabuledilebilir olduğuna ve bunun dışındaki şikayetin kayıttan düşmesine; 2. AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine; 3. a) AİHS’nin 44 / 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ve masraflarla birlikte, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Y.T.L.’ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümetin başvurana manevi tazminat için 1.000 (bin) Euro, yargılama giderleri için 2.000 (iki bin) Euro ödemesine; b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına; 4. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. paragraflarına uygun olarak 8 Nisan 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. —— • —— DİLSİZ VD./Türkiye Davası* Başvuru No: 71844/01 Strazburg 20 Mayıs 2008 ÜÇÜNCÜ DAİRE OLAYLAR I. DAVANIN KOŞULLARI Başvuranlar Mehmet Dilsiz, Bedurhan Dilsiz, Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç sırasıyla 1949, 1970, 1978, 1948, 1944 ve 1954 doğumlu olup Cizre’de ikamet etmektedir. Başvuranlar olayların meydana geldiği dönemde Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) yerel teşkilatının yöneticileriydi. A. Başvuran Mehmet Dilsiz’in silahlı bir çeteye yardım suçundan yakalanması Cizre Emniyet Müdürlüğü polisleri 7 Mayıs 2000 tarihinde PKK’ya karşı düzenlediği operasyon kapsamında başvuranı yakalayarak gözaltına almıştır. 15 Mayıs 2000 tarihinde Şırnak Cumhuriyet Savcısı tarafından dinlenen başvuran Sulh Hakimi karşısına çıkarılmış, hakim başvuranın tutuksuz yargılanmasını kararlaştırmıştır. 9 Haziran 2000 tarihinde Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Savcısı TCK’nın 169. maddesi gereğince başvuranı silahlı bir çeteye yardım etme suçu ile itham etmiştir. 30 Ekim 2001 tarihinde DGM delil yetersizliğinden başvuranı serbest bırakmıştır. B. Başvuran Mehmet Dilsiz’in silahlı bir çeteye katılma suçundan yakalanması Başvuran Mehmet Dilsiz yine PKK mensubu olma suçu ile iki ayrı ceza davasının sanığı olmuştur. 1. İlk süreç 15 Ekim 2000 tarihinde başvuranın evinde yapılan aramalar sonucunda PKK propagandasını yapan yayınlar ve haberleşme amaçlı bir telsiz ele geçirilmiş, başvuran yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvuran tutuklama tutanağını imzalamamıştır. 18 Ekim 2000 tarihinde başvuran ifade vermediğinden polisler ifadesini alamamıştır. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. Başvuran 19 Ekim 2000 tarihinde Silopi Cumhuriyet Savcısı ve ardından Sulh Hakimi karşısına çıkarılmış, Sulh hakimi hakkında tutukluluk kararı vermiştir. Başvuran bu karara karşı 24 Ekim 2000 tarihinde Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde itiraz etmiştir. DGM 8 Kasım 2000’de başvuranın itirazını kabul ederek serbest bırakılmasına karar vermiştir. Cumhuriyet Savcısı 24 Kasım 2000 tarihli bir iddianame ile DGM önünde başvuranı TCK’nın 168/2 maddesi uyarınca silahlı bir çete mensubu olma suçu ile itham etmiştir. Devlet Güvenlik Mahkemesi 28 Mart 2002 tarihinde kamu davasının zamanaşımından düştüğüne karar vermiştir. 2. İkinci süreç Başvuran 2 Ekim 2001 tarihinde sorgulanmış, Şırnak Cumhuriyet Savcısı’nın talebi üzerine ertesi gün serbest bırakılmıştır. Başvuran 4 Ekim 2001’de yakalanarak yeniden gözaltına alınmıştır. Başvuran 6 Ekim 2001 tarihinde Şırnak Cumhuriyet Savcısı tarafından dinlenmesinin ardından Sulh Hakimi karşısına çıkarılmış, hakim hakkında tutukluluk kararı vermiştir. Belirtilmeyen bir tarihte Cumhuriyet Savcısı DGM önünde yasadışı örgüt PKK’ya yardım ve yataklık etme suçundan başvuran hakkında kamu davası açmıştır. Başvuran 28 Aralık 2001 tarihinde serbest bırakılmıştır. DGM 21 Kasım 2002 tarihli bir karar ile delil yetersizliğinden başvuranı serbest bırakmıştır. Temyize gidilmediğinden bu hüküm nihai hale gelmiştir. C. Başvuranların uyuşturucu madde kaçakçılığından ve silahlı bir çete mensubu olma suçundan tutuklanması Güvenlik güçleri 1 Nisan 2001 tarihinde başvuran Mehmet Dilsiz’in evinde yeniden arama yapmıştır. Arama tutanağına göre uyuşturucu madde içeren iki paket ile PKK teröristlerinin bir Jandarma karakoluna düzenlediği saldırının görüntülerinin yer aldığı bir video kaseti ele geçirilmiştir. Mehmet Dilsiz ve Bedurhan Dilsiz bu tutanağı imzalamayı reddetmiştir, bunun üzerine adı geçenler gözaltına alınmıştır. 2 Nisan 2001 tarihinde başvuranlar Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç yakalanarak gözaltına alınmışlardır. 7 Nisan 2001’de Cumhuriyet Savcısı tarafından dinlenmelerinin ardından Mehmet Dilsiz, Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç Sulh Hakimi karşısına çıkarılmışlardır. Hakim Mehmet Dilsiz’in tutuklanmasına, diğer başvuranların serbest bırakılmasına karar vermiştir. Cumhuriyet Savcısı 25 Nisan 2001 tarihinde Bedurhan Dilsiz, Halil Zeyrek, Ali Güven ve Ömer Tunç hakkında takipsizlik kararı almış, buna karşın uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan Mehmet Dilsiz ve Muhsin Gasır hakkında ceza davası açmıştır. PKK mensubu olma ve propagandasını yapma suçlarından tutuklu bulunan Mehmet Dilsiz hakkında Cumhuriyet Savcısı TCK’nın 169. maddesi uyarınca silahlı bir çete mensubu olma suçundan 10 Mayıs 2001 tarihinde ikinci bir ceza davası açmıştır. DGM 18 Eylül 2001 tarihli bir karar ile başvuranın bu son davadan beraatına karar vermiştir. Uyuşturucu madde kaçakçılığı ile ilgili olarak, DGM 1 Haziran 2005 tarihinde Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi lehine yetkisizlik kararı vermiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi 8 Haziran 2006 tarihinde Mehmet Dilsiz’i uyuşturucu madde kaçakçılığından dört yıl hapis cezasına çarptırmıştır. Yargıtay 20 Ekim 2006 tarihinde bu kararı onamıştır. D. Başvuranlar Ali Güven ve Muhsin Gasır’ın silahlı bir çete mensubu olma suçundan tutuklanması Ali Güven ve Muhsin Gasır 8 Kasım 2000 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Sulh Hakimi 15 Kasım 2000’de başvuranların tutuklanmalarına karar vermiştir. 25 Aralık 2000 tarihinde başvuranlar 4616 sayılı Yasa «Af Yasası» uyarınca serbest bırakılmışlardır. Yine bu yasanın uygulanmasına istinaden Savcı 26 Aralık 2000 tarihinde açılan davaların beş yıl süreyle ertelenmesine karar vermiştir. E. Başvuran Mehmet Dilsiz’in Jandarmaların tehdit ettiği ve mallarına el koyduğuna ilişkin şikayeti Başvuran 21 Şubat 2001 tarihinde ulusal yetkililere yazmış olduğu mektuplarla keyfi olarak tutuklandığını, siyasi faaliyetleri nedeniyle kendisini engelleyen jandarmaların topraklarını ekip biçmesine engel olduklarını dile getirmiştir. Başvuran topraklarını terk etmesi halinde kendisini öldürmekle tehdit eden jandarmalar hakkında cezai kovuşturma açılması şikayetinde bulunmuştur. Öne sürülen suç ile ilgili, 3 Nisan 2001 tarihinde davacı taraf olarak başvuranı dinleyen Cizre Cumhuriyet Savcısı takipsizlik kararı vermiştir. 20 Eylül 2001 tarihinde HADEP’in Cizre teşkilatında bir bomba patlamış, patlamada ölen ya da yaralanan olmazken teşkilatın olduğu binada ve çevre binalarda önemli maddi hasar meydana gelmiştir. 19 Ekim 2001 tarihinde Siirt Ağır Ceza Mahkemesi başkanı takipsizlik kararına karşılık başvuranın şikayetini değerlendirmeye almış ve dosyayı yeniden incelemesi için Cizre Cumhuriyet Savcılığına göndermiştir. 5 Haziran 2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı bir kez daha takipsizlik kararı vermiştir. 2 Temmuz 2002 tarihinde Siirt Ağır Ceza Mahkemesi 5 Haziran 2002 tarihli takipsizlik kararını iptal etmiştir. Cumhuriyet Savcısı 11 Eylül 2002 tarihinde sözkonusu jandarmalar hakkında Cizre Asliye Ceza Mahkemesi’nde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. Mahkeme 26 Aralık 2003 tarihli bir karar ile delil yetersizliğinden jandarmaların serbest bırakılmasına karar vermiştir. Temyize başvurulmadığından-başvuran müdahil taraf olarak bulunmadığından- bu hüküm nihai hale gelmiştir. HUKUK I. AİHS’NİN 5/ 1 c) ve 3. MADDELERİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA A. Kabuledilebilirlik hakkında AİHS’nin 5/1 c) ve 3. maddelerine atıfta bulunan başvuranlar birçok kez, makul bir gerekçe olmadan aşırı uzun sürelerle gözaltına alındıklarından şikayetçi olmaktadır. Hükümet iç hukuk yolları tüketilmediğinden AİHM’yi 5/3 maddesine yönelik şikayetleri reddetmeye davet etmektedir. Hükümete göre başvuranlar 466 sayılı Kanun gereğince tazminat talebinde bulunabilirlerdi. AİHM Hükümet tarafından sözü edilen 466 sayılı Kanun ile ortaya konulan başvuru şeklinin AİHS’ye veya yasalara aykırı olarak özgürlükten yoksun bırakma hallerine karşı bir tazminatı öngördüğünü hatırlatmaktadır. Oysa bu başvuruda böyle değildir, sözkonusu gözaltı sürelerinin uzunluğu ilgili dönemde yürürlükte bulunan yasal mevzuata uygundur (Bkz. Keklik vd.-Türkiye kararı, no: 77388/01, 3 Ekim 2006). AİHM başvuranların gözaltı süresinin aşırı uzunluğundan ve tutukluluk haline karşı telafi yollarının bulunmayışından şikayetçi oldukları saptamasını yapmaktadır. Bu şikayetler AİHS’nin 5/3 maddesi alanına girmektedir, oysa Hükümet tarafından öne sürülen başvuru yolu yalnızca 5/5 maddesine yöneliktir. Yapılan ön itirazın bu kısmı dayanaktan yoksun bulunmaktadır. Hükümetin itirazı bu durumda reddedilmektedir. Başvuran Mehmet Dilsiz’in 7 Mayıs 2000 tarihli ilk tutuklanması ile ilgili olarak altı ay süresi başvuruda yer alan suç unsuru eylemden, gözaltından itibaren başlamakta ve 15 Mayıs 2000 tarihinde sona ermektedir (Bkz. Sakık vd.-Türkiye kararı 1997-VII). Başvuru bu çerçevede gecikmeli olarak 5 Nisan 2001 tarihinde yapılmıştır. AİHM işlendiği ileri sürülen suçlardan itham edilecek makul gerekçelerin yer almadığına yönelik şikayetler ile ilgili, gözaltına alınmalarının ardından başvuranların silahlı bir çeteye yardım ve yataklıktan ve uyuşturucu madde kaçakçılığından ceza soruşturması kapsamında yer aldıklarını (savcılık iddianamesi ile itham edip, hakim kararı ile tutuklama) tespit etmektedir. Başvuranların bu durumda makul suçlanma gerekçeleri olmadan gözaltına alındıkları söylenemez. Yapılan bu şikayetler dayanaktan yoksun bulunmaktadır (Bkz. Rahat ve Tuş-Türkiye kararı, no:39865/02, 18 Mart 2004; Mürsel OKAY-Türkiye kararı, no: 6283/02, 1 Haziran 2006). AİHM, Mehmet Dilsiz’in gözaltı süresi ile ilgili sırasıyla 15-19 Ekim 2000, 2-3 Ekim 2001 ve 4-6 Ekim 2001 tarihlerine uzanan üç dönemi dikkate almaktadır. Başvuran Bedurhan Dilsiz’in gözaltı süresi 1 Nisan 2001’de başlayıp 4 Nisan 2001’de sona ermektedir. Bu süre AİHM’nin bu yöndeki yerleşik içtihadına uygun bulunmaktadır (Bkz. Brogan vd-Birleşik Krallık, 29 Kasım 1988). Başvurunun bu kısmı dayanaktan yoksun bulunmaktadır ve AİHS’nin 35. maddesinin 3. ve 4. paragraflarına uygun olarak reddedilmelidir. AİHM, aynı şekilde yapılan başvuruda Mehmet Dilsiz’in 1-7 Nisan 2001 tarihleri arasındaki gözaltına (altı gün), Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç’un 2-7 Nisan 2001 tarihleri arasındaki gözaltı süresine (beş gün) ve 8 Kasım 2000’den 15 Kasım 2000’e dek (yedi gün) süren Ali Güven ve Muhsin Gasır’ın tutukluluk sürelerine ilişkin yerleşik içtihadını göz önüne almakta (Bkz. diğer birçokları arasında sözü edilen Öcalan kararı) ve gözaltı sürelerine yönelik şikayetlerin AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca dayanaktan yoksun olmadığına kanaat getirmektedir. Başvurunun kabuledilemez olarak nitelendirilmesi için hiçbir gerekçe yer almamaktadır. Başvuru kabuledilmelidir. B. Esasa dair Başvuranlar Mehmet Dilsiz, Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç gözaltı sürelerinin uzunluğundan şikayetçi olmakta, AİHS’nin 5/3 maddesine atıfta bulunmaktadırlar. Hükümet bu iddialara karşı çıkmakta, başvuranların gözaltı sürelerinin AİHM’nin yerleşik içtihatlarına uygun olduğunu savunmaktadır. AİHM, Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç’un gözaltı sürelerinin 2 Nisan 2001’de başlayıp 7 Nisan 2001 tarihinde (sulh hakimi önüne çıktıkları tarih) sona erdiğini gözlemlemektedir. Bu süre beş gündür. Başvuran Mehmet Dilsiz’in gözaltı süresi 1 Nisan 2001’de başlayıp 7 Nisan 2001’de sona ermektedir. Bu süre altı gündür. Ali Güven ve Muhsin Gasır’ın gözaltı süreleri 8 Kasım 2000’de başlayıp 15 Kasım 2000 tarihinde sona emektedir. Bu süre ise yedi gündür. AİHM, Brogan vd.-Birleşik Krallık kararında -ki bu kararı müteakip içtihat birçok kez teyit edilmiştir- genel olarak terör amaçlı kolektif işlenen suçların önlenmesi gözetilse dahi, 5/3 maddesinde yer alan sınırlamaların haricinde bir kişinin yetkili bir hakim karşısına çıkarılmaksızın gözaltında tutulma süresinin dört gün olduğuna itibar etmektedir. Hükümetin bu gerekçenin dışına çıkılmasını teyit edecek herhangi bir argüman sunmaması ışığında, AİHM bahse konu gözaltı sürelerinin AİHS’nin 5/3 maddesinde yer alan ivedilik koşulunu karşılamadığı sonucuna varmaktadır. Bu nedenle bu hüküm ihlal edilmiştir. II. AİHS’NİN 2, 3, 11, 13, 14 VE EK 1 NO’LU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİALARI HAKKINDA Mehmet Dilsiz HADEP bünyesindeki işinden istifa etmesi için jandarmaların kendisini ölümle tehdit ettiklerini ileri sürmektedir. Başvuran partisinin bulunduğu binanın sahibinin de ölüm korkusuyla kira sözleşmesini uzatmayı reddettiğini öne sürmektedir. Başvuran ayrıca 20 Eylül 2001’de meydana gelen patlamadan dolayı maddi zarara uğradığını belirtmekte, AİHS’nin 2. maddesini öne sürmektedir. AİHM, Mehmet Dilsiz’in HADEP’in yerel teşkilatı başkanı olarak kira sözleşmesinin yenilenmesinde karşılaştığı zorluklar ve parti binasında 20 Eylül 2001 tarihinde meydana gelen patlamada oluşan maddi hasar ile ilgili bu şikayetlerin ulusal mahkemeler nezdinde hiçbir surette dile getirilmediğini ifade ederek, iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle bu şikayetlerin reddedilmesi gerektiğini kaydetmektedir. Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesini hatırlatan başvuran Mehmet Dilsiz silahlı yerel güvenlik güçlerinin arazilerini ekip, kiralamaya engel olduklarını iddia etmektedir. AİHM Türk hukuku’na göre normal, etkili ve yeterli bir başvuru yolu ile istihkak davası açılarak tazminat elde etmenin mümkün olduğuna itibar etmektedir. Başvuran böyle bir dava açmayı ihmal etmiştir, iç hukuk yolları tüketilmediğinden bu şikayet reddedilmektedir. Başvuranlar tutuklu bulundukları süre zarfında gözlerinin bağlı oluşu, dar bir hücrede kalmaları, tehdit edilip, kendilerine küfredilmesi ve bütün ifadeleri imzalamaya zorlanmaları ölçüsünde tutuklanma nedenlerine ve koşullarına itiraz ederek bu bağlamda AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvuranlar AİHS’nin 11. maddesini hatırlatarak HADEP bünyesindeki siyasi faaliyetleri nedeniyle haklarında soruşturma açıldığından şikayetçi olmaktadır. Başvuranlar son olarak etnik kökenlerinden, siyasi düşünce ve faaliyetlerinden dolayı bir ayrımcılığa maruz kaldıklarını öne sürmekte, iç hukukta haklarını savunabilecekleri etkili bir başvuru yolunun bulunmadığını iddia etmektedir. Başvuranlar yukarıda sözü edilen maddelerin biri veya diğeri ile birlikte AİHS’nin 13. ve 14. maddelerine göndermede bulunmaktadır. Bütün bu şikayetleri destekleyici delillerin yokluğunda, dayanaktan yoksun bu şikayetlerin reddedilmesi gerekmektedir. Başvurunun bu bölümü AİHS’nin 35. maddesinin 3. ve 4. paragrafına uygun olarak kabuledilemez olarak nitelendirilmekte ve reddedilmektedir. III. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. maddesine göre “Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın adil tatminine hükmeder.” A. Tazminat Başvuranlar tutuklanmalarının fiziksel olduğu kadar ruhsal açıdan yol açtığı travmalar sonucunda manevi zarara uğradıklarını öne sürmektedirler. Bu bağlamda Mehmet Dilsiz 50.000 Euro ve diğer başvuranların her biri 10.000 Euro manevi tazminat talep etmektedir. Hükümet bu talepleri aşırı ve kabuledilemez olarak nitelendirmektedir. AİHM tespit edilen ihlal ışığında ve hakkaniyete uygun olarak Mehmet Dilsiz’e 1.000 Euro, Muhsin Gasır’a 2.000 Euro, Ali Güven’e 2.000 Euro, Halil Zeyrek’e 500 Euro ve Ömer Tunç’a 500 Euro manevi tazminat ödenmesini kararlaştırmaktadır. B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuranlar iç hukukta yapmış oldukları yargı giderleri için 10.500 Euro ve AİHM nezdinde yapmış oldukları yargı giderleri için 4.700 Euro olmak üzere toplam 15.200 Euro talep etmekte, kanıtlayıcı belge niteliğinde İstanbul barosunun avukatlık ücreti tarifesini ve faturaları sunmaktadırlar. Hükümet bu miktarlara karşı çıkmaktadır. AİHM’nin yerleşik içtihadına göre bir başvuran gerçekliğini, gerekliğini kanıtladığı makul miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir. Bu başvuruda mahkemeye sunulan unsurlar ve sözü edilen kıstaslar göz önüne alındığında AİHM, yargı giderlerine ilişkin beş başvurana ortaklaşa 1.500 Euro ödenmesini kararlaştırmaktadır. Bu meblağdan Avrupa Konseyi tarafından adli yardım başlığı altında ödenen 850 Euro’luk kısım düşülmelidir. C. Gecikme Faizi Gecikme faizi Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faizlerine uyguladığı orana üç puanlık bir artış eklenerek belirlenecektir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE, 1. Hükümetin ön itirazının reddine; 2. Başvuranlar Mehmet Dilsiz, Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç’un gözaltı sürelerinin uzunluğuna ilişkin şikayetlerinin kabuledilebilir olduğuna; 3. Geri kalan şikayetlerin kabuledilemez olduğuna; 4. AİHS’nin 5/3 maddesinin ihlal edildiğine; 5 a) AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ve masraflardan muaf olarak, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden YTL’ ye çevrilmek üzere, Savunmacı Hükümet tarafından: i. ii. manevi tazminat için başvuran Mehmet Dilsiz’e 1.000 (bin) Euro, başvuran Muhsin Gasır’a 2.000 (iki bin) Euro, başvuran Ali Güven’e 2.000 (iki bin) Euro, başvuran Halil Zeyrek’e 500 (beş yüz) Euro ve başvuran Ömer Tunç’a (beş yüz) Euro ödenmesine; yargılama gideri için 1.500 (bin beş yüz) Euro’dan Avrupa Konseyi tarafından adli yardım başlığı altında ödenen 850 (sekiz yüz elli) Euro düşülerek kalan kısmın beş başvurana ortaklaşa ödenmesine; b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faizin uygulanmasına; 6. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. maddelerine uygun olarak 20 Mayıs 2008 tarihinde yazıyla bildirilmiştir. —— • —— ÖZGÜR AKGÖÇMEN/Türkiye* Başvuru No. 43840/02 KABULEDİLEBİLİRLİĞE İLİŞKİN KARAR DÖRDÜNCÜ DAİRE OLAYLAR Başvuran, Özgür Akgöçmen, 1954 doğumlu bir Türk vatandaşıdır ve Ankara’da yaşamaktadır. Başvuran, İzmir Barosu avukatlarından S. Cengiz tarafından temsil edilmiştir. A. Davanın koşulları Mevcut başvuruya neden olan olayların yaşandığı sırada başvuran, Mersin’in ilçesi Erdemli’de noter olarak görev yapmaktaydı. 12 Mayıs 1999’da Erdemli Vergi Dairesi, Erdemli Cumhuriyet Savcılığı’na başvuranın, 16 Aralık 1998 ve 31 Aralık 1998 tarihleri arasındaki noter işlemleri için istihsal edilen 2,000,000,000 Türk Lirası1 (TRL) tutarındaki damga vergisini ödemediğini bildirmiştir. 13 Mayıs 1999’da Erdemli Cumhuriyet Savcısı (“Savcı”) başvuranı dinlemiştir. Başvuran, inter alia, ekonomik zorluklar nedeniyle 2,000,000,000 TRL tutarındaki damga vergisini ödeyemediğini belirtmiştir. 14 Mayıs 1999’da Cumhuriyet Savcısı tarafından sunulan soruşturma raporuna göre, başvuran 2,000,000,000 TRL’yi beyan etmemiş ve kayıtlarında 2,225,129,000 TRL ödemiş olduğu belirtilmesine rağmen vergi dairesine yalnızca 225,129,000 TRL ödemiştir. 22 Temmuz 1999’da Tarsus Cumhuriyet Savcısı, Türk Ceza Kanunu’nun 240. maddesi uyarınca görevini kötüye kullanmakla itham ederek Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvuran aleyhinde bir iddianame sunmuştur. Cumhuriyet Savcısı ayrıca davanın, Mersin Ağır Ceza Mahkemesi önünde incelenmesini talep etmiştir. 30 Temmuz 1999’da başvuran, Erdemli Vergi Dairesi’ne sözkonusu meblağı ödemiştir. 9 Eylül 1999’da Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi, davayı talep edilmiş olduğu gibi Mersin Ağır Ceza Mahkemesi’ne havale etmiştir. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. 26 Ekim 1999’da Tarsus Cumhuriyet Savcısı, ilgili vergi dairesine Aralık 1998 ve Şubat 1999 tarihlerinde ilgili vergi dairesine katma değer vergisini ödemediği için Türk Ceza Kanunu’nun 202. maddesi uyarınca zimmetine para geçirmekle itham ettiği başvuran 1 Olayların yaşandığı sırada yaklaşık 4,750 Euro (EUR). aleyhinde Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi’ne bir iddianame sunmuştur. Ayrıca davanın, Mersin Ağır Ceza Mahkemesi’nce incelenmesini talep etmiştir. 23 Kasım 1999’da Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi, davayı Mersin Ağır Ceza Mahkemesi’ne havale etmiştir. 5 Ekim 1999’da Mersin Ağır Ceza Mahkemesi önünde başvuran aleyhinde görevini kötüye kullanması nedeniyle cezai takibat başlatılmıştır. 27 Aralık 1999’da Mersin Ağır Ceza Mahkemesi başvuran aleyhindeki iki davayı birleştirmiştir. 8 Mart 2000’de Mersin Ağır Ceza Mahkemesi başvuranı ve yasal temsilcisini dinlemiştir. Mahkeme, başvuran aleyhindeki suçlamaları okumuş ve kendisine CMUK’un 135. maddesi bağlamındaki haklarını bildirmiştir. Başvuran, inter alia, harcamalarda bulunması nedeniyle damga vergisini zamanında ödeyemediğini ve ekonomik durumu düzelir düzelmez gerekli meblağı ödediğini ileri sürmüştür. Başvuranın yasal temsilcisi, inter alia, ekonomik problemleri olması nedeniyle başvuranın sözkonusu vergiyi zamanında ödeyemediğini ancak hiçbir şekilde suç işleme niyeti bulunmadığını belirtmiştir. 19 Haziran 2000’de daha önce başvuranla çalışmış olan bir kişinin ifadesi, dava dosyasına eklenmiştir. Aynı tarihte mahkeme, birleştirilen dava dosyası kapsamındaki suçlamaların, farklı suçlara ilişkin olduğunu ve başvuranın, bu suçlamalara ilişkin savunmasını sunmadığını belirtmiştir. Mahkeme, başvuran aleyhindeki suçlamaları okumuş ve kendisine CMUK’un 135. maddesi bağlamındaki haklarını bildirmiştir. Başvuran, yasal haklarını bildiğini belirtmiştir. Inter alia, ekonomik kriz ve görevi nedeniyle yapmak durumunda kaldığı harcamalar nedeniyle katma değer vergisini zamanında ödeyemediğini ve bu parayı zimmetine geçirdiğine ilişkin suçlamayı kabul etmediğini belirtmiştir. Aynı gün, başvuranın ve yasal temsilcilerinin tevsi tahkikat talep etmediklerine ilişkin ifadesini müteakiben Mersin Ağır Ceza Mahkemesi, gelecek duruşmada Cumhuriyet Savcısı’nın davanın esasına ilişkin görüşlerini sunmasına karar vermiştir. 11 Temmuz 2000’de Cumhuriyet Savcısı, davanın esasına ilişkin görüşlerini sunmak için ek süre talep etmiştir. İlk derece mahkemesi, 25 Eylül 2000’e kadar ek süre vermiştir. 25 Eylül 2000 tarihli duruşmada Cumhuriyet Savcısı, davanın esasına ilişkin görüşünü sunmuştur. Başvuranın 2,000,000,000 TRL tutarındaki damga vergisini ödememesinin, ihtilas teşkil ettiğini ileri sürmüş ve mahkemeden, başvuranı Ceza Kanunu’nun 202. maddesi uyarınca mahkum etmesini istemiştir. Mahkeme, Cumhuriyet Savcısı’nın fiilleri, ihtilas olarak nitelendirmesine itiraz eden başvuranın yasal temsilcileri M.P. ve Ö.G.’yi dinlemiştir. Her ikisi de başvuranın yalnızca ihmalkar olduğunu, zimmetine para geçirme amacı gütmediğini belirtmiş ve beraat etmesini talep etmiştir. Bu süre içerisinde başvuran, duruşmaya katılmıştır. Mahkeme, Cumhuriyet Savcısı’nın görüşünü başvurana okumuş ve uygulanacak hukuku açıklamıştır. Başvuran, Cumhuriyet Savcısı’nın suçu ihtilas olarak tanımlamasını kabul etmediğini belirtmiştir. Dava olaylarının açık olduğunu ve damga vergisini ekonomik nedenlerden ötürü ödeyemediğini ileri sürmüştür. Gerekçe olarak daha önceki ifadelerini göstermiş ve beraat etmeyi talep etmiştir. Aynı gün Mersin Ağır Ceza Mahkemesi, başvuranı damga vergisini ödememesine ilişkin suçu hususunda Ceza Kanunu’nun 202. maddesi uyarınca ihtilastan suçlu bulmuştur. Başvuran, iki yıl altı ay hapis ve 833,333,333 TRL para cezasına mahkum edilmiş ve kamu hizmetinde çalışmaktan sürekli olarak men edilmiştir. Öte yandan, ilk derece mahkemesi, katma değer vergisinin ödenmemesinin Ceza Kanunu bağlamında suç teşkil etmediğine ve başvuranın, bu verginin ödenmemesine ilişkin suçtan beraatine karar vermiştir. Başvuran, itiraz etmiştir. İtirazının usule ve esasa dayalı gerekçeleri olarak, inter alia, sözkonusu suçlamalar için yeni bir iddianame çıkarılmadığı ve savunmasını hazırlaması için kendisine ek süre verilmediği halde zimmetine para geçirmekten suçlu bulunduğu hususunda şikayetçi olmuştur. Dava olaylarının Ceza Kanunu’nun 202. maddesi bağlamında neden ihtilas olarak kabul edilemeyeceğine ilişkin iddialarını sunmuş ve inter alia, ihmal ve tecrübesizlik sonucu oluşan bu fiili, ihtilas olarak tanımlamanın, yanlış bir yorumlama ve orantısız bir hüküm olduğunu ileri sürmüştür. Başvuran, 19 Şubat 2002 tarihli ek itirazında, inter alia, parayı iktisap etmek ya da kullanmak gibi bir niyeti olmadığını ancak görevi gereği çok harcama yaptığını ve ekonomik krizden ötürü damga vergisini zamanından ödeyemediğini ileri sürmüştür. Bu nedenle, dava olaylarının Ceza Kanunu’nun 202. maddesi bağlamında ihtilas olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. 23 Mayıs 2002’de Yargıtay bir duruşma düzenlemiş, başvuranın yasal temsilcisinin iddialarını dinlemiş ve ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Kararında, inter alia, yerel mahkemenin gerekçelerinin yeterli olduğuna, başvuranın mahkum edildiği suçun doğru takdir edildiğine ve mahkumiyetinin kanuna uygun olduğuna karar vermiştir. 8 Temmuz 2002’de Yargıtay Başsavcısı, başvuranın Yargıtay kararının düzeltilmesine ilişkin talebini reddetmiştir. 1 Kasım 2002 ve 31 Ekim 2003 tarihleri arasında başvuran, hapis cezasını çekmiştir. 9 Nisan 2003’de Mersin Ağır Ceza Mahkemesi, başvuranın yeniden yargılanma talebini reddetmiştir. ŞİKAYET Başvuran, suçlandığından farklı bir suçtan mahkum edildiği ve bunun, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği hususunda şikayette bulunmuştur. HUKUK Başvuran suçunun, adil yargılanma hakkını ihlal edecek şekilde isnat edilen suçun hükmün verilmesinden hemen önce yasal olarak yeniden tanımlanmasına ilişkin şikayette bulunmuştur. Mahkeme, bu şikayetin AİHS’nin 6. maddesinin 1. ve 3. (a) ve (b) paragrafları uyarınca incelenmesi gerektiği kanısındadır. A. Tarafların iddiaları Hükümet, yerel mahkemeler önünde şikayetini sunmamış olması nedeniyle başvuranın, AİHS’nin 35/1 maddesinin gerekli gördüğü şekilde iç hukuk yollarını tüketmediğini belirtmiştir. Hükümet, esasa ilişkin, başvuranın ihtilası da içeren iki farklı suçtan yargılandığını ve bu nedenle yeni suçlamalar ve yeni olayların sözkonusu olmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca Cumhuriyet Savcısı davanın esasına ilişkin görüşleri sunduğu sırada başvuranın ve yasal temsilcilerinin itiraz etmediklerini ve savunmalarını hazırlamak için ek süre istemediklerini gözlemlemiştir. Son olarak Hükümet, ihtilasın görevin kötüye kullanılmasının bir çeşidi olduğunu belirtmiştir. Başvuran, iç hukuk yollarını tüketmiş olduğunu ileri sürmüştür. Esasa ilişkin, görevini kötüye kullanmaktan değil ihtilastan mahkum edileceğini bilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. İlk derece mahkemesinin kendisine ne bu olasılığı bildirdiğini ne savunmasını hazırlayabilmesi için dava işlemlerini ertelediği hususunda şikayette bulunmuştur. B. AİHM’nin değerlendirmesi AİHM, sözkonusu şikayetin, aşağıda kaydedilen nedenlerden ötürü kabuledilemez olması nedeniyle AİHS’nin 35/1. maddesi bağlamında başvuranın iç hukuk yollarını tüketip tüketmediğine karar vermenin gerekli olmadığı kanısındadır. AİHM, 6. maddenin 3 (a) paragrafının hükümlerinin, “suçlamadan” davalının haberdar edilmesi hususuna özel bir önem gösterilmesi gereğine işaret ettiğini yinelemektedir. Dava gerekçesi tebliğ edildiği andan itibaren şüpheli resmen kendisi aleyhindeki suçlamaların hukuki ve olaylara dayanan temeli hakkında resmen bilgi sahibi olduğu cihetle ceza davalarında çok önemli bir rol oynamaktadır. (bkz., örneğin, Juha Nuutinen/Finlandiya, no. 45830/99, 30. paragraf, 24 Nisan 2007). AİHS’nin 6/3 (a) maddesi davalıya, yalnızca suçlamanın nedeni, bir diğer deyişle, işlediği iddia edilen ve suçlamanın dayandırıldığı fiiller değil sözkonusu fiillerin yasal tanımlamaları hususunda da bilgilendirilmesi hakkını vermektedir. Ceza davalarında, davalının aleyhindeki suçlamalara ilişkin tam ve detaylı bilgi alması ve sonuç olarak, mahkemenin suça ilişkin yapabileceği yasal tanımlama hakkında bilgi sahibi olması, yargılamanın adil olmasını garanti etmek için önkoşuldur. Ayrıca AİHM, 6. maddenin 3 (a) ve 3 (b) paragraflarının, bağlantılı olduğu ve suçlamanın niteliği ve nedenine ilişkin bilgilendirilme hakkının, sanığın savunmasını hazırlama hakkı ışığında değerlendirilmesi gerektiğini sonucuna varmıştır (bkz., Sipavičius/Litvanya, no. 49093/99, paragraf 28, 21 Şubat 2002). AİHM ayrıca AİHS’nin 6. maddesine uyulup uyulmadığına karar verirken, temyiz usulü de dahil olmak üzere dava işlemlerini bir bütün olarak göz önüne alması gerektiğini yinelemektedir. Önceki davalarda AİHM, cezai takibatın adilliğini bir bütün olarak değerlendirirken, sanığın inceleme işlemleri sırasında kendisini savunmak için yeterli fırsata sahip olduğu hallerde suçun yeniden nitelendirilmesinin, savunma haklarını ihlal etmediğini kabul etmiştir (bkz., Dallos/Macaristan, no. 29082/95, 47.-53. paragraflar, AİHM 2001-II, Sipavičius, 30. paragraf, 21 Şubat 2002; ve Balette/Belçika (karar), no. 48193/99, 24 Haziran 2004). Mevcut davada başvuran öncelikle, noterlik görevini yapmakta olduğu sırada ilgili vergi dairesine ödemesi gereken damga vergisi meblağını tam olarak ödemediği için Ceza Kanunu’nun 240. maddesi bağlamında görevini kötüye kullanmakla itham edilmiştir. Ancak, esasa ilişkin görüşlerinde, Cumhuriyet Savcısı suçu zimmete para geçirme olarak yeniden nitelendirmiş ve Ceza Kanunu’nun 202. maddesi uyarınca başvuranın mahkum edilmesini talep etmiştir. Türk Hukuku uyarınca, maddesel bağlamda bir dereceye kadar farlılık gösterse de, zimmete para geçirme suçunun görevi kötüye kullanmanın özel bir şekli olduğunu göz önüne alan AİHM, başvuranın zimmetine para geçirmekten mahkum edilme olasılığını tahmin edip edemeyeceği konusunda tereddütleri vardır. Ancak AİHM, yapılan suçlamanın altında yatan olayları başvuranın önceden bildiğini gözlemlemektedir. Olaylara dayanan yeni bir unsur sözkonusu değildir. Ayrıca, başvuranın ve iki yasal temsilcisinin, suçlamanın yapıldığı gün suçlamaya ilişkin görüşlerini dile getirdikleri ve meseleyi mütalaa etmek üzere daha fazla süre elde etmek için kovuşturmanın ertelenmesini talep etme imkanları olduğu halde bunu yapmadıklarını gözlemlemektedir (Noe/Fransa (karar), no. 10292/03, 7 Kasım 2006, Bäckström ve Andersson/İsveç (karar), no. 67930/01, 5 Eylül 2006; ve karşıt karar Miraux/Fransa, no. 73529/01, 34. paragraf, 26 Eylül 2006). Ayrıca başvuran davayı temyiz etmiş ve Yargıtay başvuranın davasını usul ve esas yönünden incelemiş ve başvuranın temsilcisini duruşmada dinlemesi ardından ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Bu nedenle AİHM, başvuranın yeniden nitelendirilen suç hususunda Yargıtay önünde savunmasını sunma fırsatı bulunduğu kanısındadır. Yargılamanın bir bütün olarak adilliğini değerlendiren AİHM, başvuranın AİHS’nin 6/3 (a) maddesi anlamında yapılan suçlamanın niteliği ve nedeni hususunda bilgilendirilmediği veya AİHS’nin 6/3 (b) maddesinin ihlal edildiği veya AİHS’nin 6/1 maddesi bağlamında adil şekilde yargılanmadığı konularında ikna olmamıştır. Bu nedenle, başvurunun sözkonusu kısmı dayanaktan yoksundur ve AİHS’nin 35. maddesinin 1. ve 4. paragrafları uyarınca reddedilmelidir. Başvuran, 19 Mayıs 2007 tarihli görüşlerinde, yerel hukukun kendi davasına uygulanma şekli ve yargılamanın sonucuna ilişkin AİHS’nin 6/1 maddesi çerçevesinde bir dizi iddiada bulunmuştur. AİHM, başvuranın bu başlık altındaki iddialarının bazılarının önceki aşamada kabuledilemez olduğuna karar verildiğini belirtmektedir (bkz. Akgöçmen/Türkiye (karar), no. 43840/02, 19 Ekim 2006). AİHM, diğer şikayetlerin 19 Mayıs 2007’de AİHM’ye sunulmasından altı aydan fazla bir süre öncesinde gerçekleşen olaylara ve verilen kararlara ilişkin olduğu sonucuna varmış ve bu nedenle şikayetleri, AİHS’nin 35. maddenin 1. ve 4. paragrafları uyarınca reddetmiştir. Yukarıda kaydedilenler ışığında, AİHS’nin 29/3 maddesine dayanılarak yapılan başvuruya devam etmemek ve başvuruyu reddetmek uygundur. Bu gerekçelere dayanarak AİHM, oybirliği ile Başvurunun kalan kısmının kabuledilemez olduğuna karar vermiştir. —— • —— Tebliğ Sermaye Piyasası Kurulundan: SERMAYE PİYASASINDA DERECELENDİRME FAALİYETİ VE DERECELENDİRME KURULUŞLARINA İLİŞKİN ESASLAR TEBLİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ (SERİ: VIII, NO: 68) MADDE 1 – 12/7/2007 tarihli ve 26580 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Seri: VIII, No: 51 sayılı Sermaye Piyasasında Derecelendirme Faaliyeti ve Derecelendirme Kuruluşlarına İlişkin Esaslar Tebliğinin 8 inci maddesinin üçüncü fıkrası ile dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(3) Kurulca kabul edilen uluslararası derecelendirme kuruluşları bu Tebliğin öngördüğü kamuya açıklama ve bildirim yükümlülüklerini yerine getirmek üzere Türkiye’de yerleşik gerçek veya tüzel kişi temsilci atarlar. Türkiye’de yerleşik tüzel kişi temsilcinin, derecelendirme notuna esas oluşturacak bilginin toplanması dışındaki derecelendirme faaliyetlerinde bulunması yasaktır. (4) Kurulca kabul edilen uluslararası derecelendirme kuruluşlarının bu maddenin 3 üncü fıkrasında belirtilen tüzel kişi temsilcileri dışında, bağlı ortaklığı veya iştiraki olarak ya da bu kuruluşlar ile bilgi paylaşım sözleşmesi çerçevesinde derecelendirme faaliyetinde bulunmak isteyen kuruluşlar, Tebliğ hükümleri çerçevesinde yetkilendirilmeleri halinde Türkiye’de derecelendirme faaliyetinde bulunabilirler ve Kurulca yetkilendirilen derecelendirme kuruluşları olarak bu Tebliğ hükümlerine tabi olurlar.” MADDE 2 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Tebliğ hükümlerini Sermaye Piyasası Kurulu yürütür. [R.G. 15 Nisan 2010 – 27553] —— • —— İlânlar Adalet Bakanlığından : MÜNHAL NOTERLİKLER Aşağıda 2009 yılı gayrisafı gelirleri ve isimleri yazılı olan ÜÇÜNCÜ SINIF noterlikler münhaldir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF, İKİNCİ SINIF, ÜÇÜNCÜ SINIF NOTERLERDEN VE NOTERLİK BELGESİ SAHİPLERİNDEN bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde ve istekli oldukları her noterlik için ayrı dilekçe vermek suretiyle Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurmaları gerekmektedir. Başvuruda bulunan ve belge numarası 7500'ün altında olan belge sahiplerinin başvuru dilekçelerine 1512 sayılı Noterlik Kanununun 23 üncü maddesi gereğince sabıka kaydı, sağlık raporu, mal bildirimi, kayıtlı olunan barodan hakkında soruşturma ya da disiplin cezası olup, olmadığına ilişkin belge, vukuatlı nüfus kayıt örneği ve Cumhuriyet Başsavcılıklarından temin edilebilecek beyannameyi eklemeleri gerekmektedir. Eksik belgelerini ilan tarihinden itibaren bir ay içinde tamamlamayan kişilerin istemi dikkate alınmaz. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler ve ekleri başvurma süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde dikkate alınmaz. Aynı kanunun değişik 30 uncu maddesi uyarınca, atanma emrinin tebellüğünden sonra vazgeçme halinde noterlik belgesi sahipleri de noterler gibi istifa etmiş sayılacaktır. İlan olunur. SIRA NO: 1234567891011121314151617181920212223242526272829- NOTERLİĞİN ADI: AKÇADAĞ NOTERLİĞİ ALTINEKİN NOTERLİĞİ ARABAN NOTERLİĞİ BALYA NOTERLİĞİ BEKİLLİ NOTERLİĞİ BOZTEPE NOTERLİĞİ BÜNYAN NOTERLİĞİ ÇAMLIYAYLA NOTERLİĞİ ÇAYIRALAN NOTERLİĞİ DİGOR NOTERLİĞİ DOĞANHİSAR NOTERLİĞİ EĞİL NOTERLİĞİ EMİRDAĞ İKİNCİ NOTERLİĞİ ENEZ NOTERLİĞİ ERUH NOTERLİĞİ GÖKÇEBEY NOTERLİĞİ HASSA NOTERLİĞİ İDİL NOTERLİĞİ İLİÇ NOTERLİĞİ KARAİSALI NOTERLİĞİ MENGEN NOTERLİĞİ MUDURNU NOTERLİĞİ SULUSARAY NOTERLİĞİ ŞALPAZARI NOTERLİĞİ ŞİRAN NOTERLİĞİ TERCAN NOTERLİĞİ TORUL NOTERLİĞİ TUZLUCA NOTERLİĞİ ULUBEY NOTERLİĞİ İLİ: MALATYA KONYA GAZİANTEP BALIKESİR DENİZLİ KIRŞEHİR KAYSERİ MERSİN YOZGAT KARS KONYA DİYARBAKIR AFYONKARAHİSAR EDİRNE SİİRT ZONGULDAK HATAY ŞIRNAK ERZİNCAN ADANA BOLU BOLU TOKAT TRABZON GÜMÜŞHANE ERZİNCAN GÜMÜŞHANE IĞDIR UŞAK 2009 YILI GAYRİSAFİ GELİRİ 36.296,09,-TL. 53.923,27,-TL. 60.498,20,-TL. 30.158,10,-TL. 45.457,82,-TL. 11.984,57,-TL. 94.393,09,-TL. 30.312,10,-TL. 74.557,07.-TL. 19.892,44.-TL. 64.380,63.-TL. 11.060,25.-TL. 137.337,84.-TL. 37.018,85.-TL. 14.612,13.-TL. 104.608,23.-TL. 88.920,09.-TL. 86.404,39.-TL. 36.691,87.-TL. 62.151,04.-TL. 72.953,57.-TL. 95.283,03.-TL. 18.655,21.-TL. 44.806,58.-TL. 85.997,17.-TL. 51.358,61.-TL. 41.955,69.-TL. 46.051,00.-TL. 67.030,28.-TL. 2837/1-1 ————— MÜNHAL NOTERLİK 2009 yılı gayri safı geliri 334.413,88.-TL. olan ikinci sınıf Kozan Birinci Noterliği 8 Haziran 2010 tarihinde yaş tahdidi nedeniyle boşalacaktır. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF VE İKİNCİ SINIF NOTERLERDEN bu noterliğe atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurmaları gerekmektedir. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler başvurma süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde nazara alınmaz. Keyfiyet Noterlik Kanununun 22 nci maddesinin 2 nci fıkrası uyarınca ilan olunur. [R.G. 17 Nisan 2010 – 27555] —— • —— Duyurular —— • —— Duyurular —— • —— Duyurular
Benzer belgeler
Türkçe
bunlar dışında ilave unsurlar içeren uyarı yazılarının geçerliliği yoktur.
(2) Yasal uyarıları asma yükümlülüğünü yerine getirmeyenler ile yasal uyarıları bu
Yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar...
tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Topkaya ve Diğerleri/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Sar ve Diğerleri/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Serdar Çakmak/Türkiye)
İnsan Ha...
tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni
Tütün Ürünlerinin Tüketilmesine ve Satışına İlişkin Yasal Uyarılar Hakkında
Yönetmelik
(R.G. 17 Nisan 2010 – 27555)
Kamu İdarelerinin Denetim Elemanlarınca Yapılacak Tespitler Hakkında
Yönetmelikte...