mart - nisan 2013 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği
Transkript
e-mail: [email protected] web sitemiz: http://ankaraagindernegi.org MART - NİSAN 2013 ağın DÜȘÜN VE SANAT DERGİSİ Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği Yayınıdır Mart-Nisan 2013 Yıl:27 Sayı: 255-256 Baskı Tarihi: 15/05/2013 *** Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği Adına Sahibi Ahmet ÇETİN *** Genel Yayın Yönetmeni Dr. Ahmet Nihat DÜNDAR *** Yazı İșleri Müdürü Mustafa Kamil ATEȘ *** Yazı Kurulu Mevlüt ÖKSÜZOĞLU-Samettin AKBAȘ Alper BİLGİN - Ahmet DEMİRKOL-Mehmet UĞUR İletișim: Ömer ÖZTÜRK *** Yönetim Merkezi: Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği Hoșdere Caddesi, Akasya Apt. No: 41-2 A Y.Ayrancı / ANKARA Tel: 0 312 426 75 90 Faks: 0 312 438 41 96 *** Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği, PTT 101843 no.lu Çek Hesabı T.C. Ziraat Bankası Ankara Yukarıayrancı Șb. IBAN No: TR26 0001 0008 3239 7751 6850 06 Hesap No: 39775168-5006 Yukarıayrancı- ANKARA *** İzin alınarak alıntı yapılabilir. Gönderilen yazılar yayımlansın, yayımlanmasın iade edilmez ve telif ücreti ödenmez. Dergide yazının yayımlanması yazarın görüșünün paylașıldığı anlamına gelmez. Yazılardaki fikirler yazarlarına aittir. *** Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın *** Grafik-Tasarım A. Fuat ATEȘCİ Armonia Reklam Ajansı 0 312 221 06 38 *** Baskı HAS-SOY Matbaacılık Bas. Tas. Tan. Ltd. Ști. İvedik O.S.B. Matbaacılar Sanayi Sitesi 1515. Sok. E Blok No: 26 Yenimahalle - ANKARA Tel: 0 312 341 59 94 / 384 03 04 *** Ağın Düșün ve Sanat Dergisi muhabirleri Ağın - Suat UYANIK • İstanbul - Ahmet SAMUR İzmir - Akın ERGÜL • Malatya - Sait YALÇIN *** Ön Kapak Güncel Konular *** Arka Kapak Ağın’dan Manzaralar İ Çİ N D EK İ L ER Dünya Kadınlar Günü .......................................3 Dr. Ahmet Nihat DÜNDAR İçimizden Biri (Bülent UĞUR).............................5 Rüștü KÖPRÜLÜ Yöremiz Sanatkarları (Mustafa ÖLMEZ).............8 Doç. Dr. İbrahim ÜNAL Çevre Sağlığı.....................................................9 Mehmet SELÇUK Nihat İSPİR ....................................................10 Necati KAHYAOĞLU Mehmet ÖZ’ün ev sırları .................................11 Çiçekten Harman Olmaz ...............................12 Șerif AYDEMİR Ağın’da Müzik ................................................13 İsmail Nazım BEYDEMİR Kendimi Arıyorum ..........................................16 Mehmet ERGÖNÜL Çocukluğumun Ağın’ı......................................17 Özgün ERDOĞAN Ağın Leblebisi..................................................18 Așık Veysel......................................................19 Ömer YORULMAZ’dan Hatıralar....................20 Ömer YORULMAZ Lastiklerinizin Ömrünü Uzatmak için................21 Fıkralar............................................................22 Mehmet ORHAN Kadınlar Kolu’nun Gezisi.................................23 Özlüsözler.......................................................23 Yargıtay Lokal’indeki Yemeğimiz.....................24 Mutluluk...........................................................25 Hüseyin BAȘDOĞAN Șiir..................................................................28 Ali SEYHUN Kısa Kısa Haberler..........................................28 Evlenmeler, Doğumlar.....................................30 Doğumlar, Ölümler..........................................31 Dünya Kadınlar Günü Dr. Ahmet Nihat DÜNDAR Her sene 8 Mart’ta kutlanan Dünya Kadınlar Günü, genelde “Hak verilmez alınır” diye kabul gören özdeyişin somut uygulamalarından birisi olarak kabul gören bir gündür. Günümüzün erkek egemen toplumlarında işi daha da zor olan kadınlar bu günlere kolay gelmemişlerdir… Kayıtlara göre; 8 Mart 1857 de, ABD’nin New York kentinde bir grup tekstil işçisi kadın, emeklerinin karşılığını almak ve daha iyi koşullarda çalışmak amacıyla greve gitmiş, fabrikanın sahibi ise onların bu haklı isteklerine karşı direnerek greve giden işçi kadınları fabrikaya kilitleyerek kanunsuz bir şekilde direnişi kırmaya çalışmış, ancak fabrikanın kadınların kilitli olduğu bu bölümde çıkan yangın sonucunda grev yapan işçi kadınlar maalesef yanarak can vermişlerdir. Bu olay, çalışan kadınları etkilemiş ve o günden sonra dünyanın birçok ülkesinde kadınlar benzeri hak arayışı uygulamalarını başlatmışlardır. İlk olarak 1857 yılında New York’ta günde 12 saat çalışma ve düşük ücrete karşı yürüyüş yapan,1908 yılında ise New York’ta “Ekmek ve Gül” sloganıyla daha iyi gelir, oy hakkı ve doğum izni isteyen ve bu amaçla yürüyen 15.000 civarındaki kadın,1909 yılının 28 Şubat gününde Avrupa’da ki kadınlar olarak ilk kadın gününü kutlamış, 1910 yılında Clara Zetkin adındaki bir Alman Sosyalist kadın ise, Dünya kadınlar günü önerisini kadın Enternasyonal’ine götürerek önerinin kabul edilmesini sağlamıştır...1911 Kopenhag kararından sonra 19 Mart’ta Almanya, İsviçre, Danimarka ve Avusturya’ da ilk kez kutlanan kadınlar gününde yüz binlerce kadın çeşitli aktiviteler yaparak oy verme, seçme, seçilme ve meslek edinme haklarını istemişler,1917 yılının 8 Mart’ın da da Rus kadınlar, yaşam koşullarının kötülüğünü protesto ederek “ekmek ve barış” için grev yapmış,1977 yılında ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kadın Hakları ve Dünya Barış günü olarak 8 Mart’ı kabul etmiştir... Dünyada, kadın haklarının kazanılması zorlu ve adeta dikenli yollardan geçerken bizde bu ve benzeri uygulamalar görülmemiş, özellikle, laik Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK, her platformda kadına hak ettiği önemi vermiş ve bunu söylev ve uygulamalarıyla da göstermiştir. ”Dünyada hiçbir milletin kadını, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu Kadınından daha fazla çalıştım diyemez.” ”Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” Mart Nisan : 2013 diyerek Türk kadınına bakışını ifade eden büyük önderimiz ATATÜRK, kadın hakkındaki düşüncelerini yürürlüğe konulan kanunlarda da göstermiştir. Türk kadını, o tarihlerde pek çok uygar Avrupa ülkesinde bulunmayan;1930 yılında belediye seçimlerinde seçme,1933 yılında Köy Yasası ile muhtar seçme ve köy kuruluna seçilme,5 Aralık 1934 tarihinde Anayasa’da yapılan bir değişiklikle milletvekili seçme ve seçilme, haklarına kavuşmuştur. Oysa uygar ülkeler arasında gösterilen Fransa ve İtalya 1946 da, İsviçre 1971’de ancak kadına seçme ve seçilme hakkını verebilmişlerdir. Dünya 8 mart kadınlar günü’nü kutlarken maalesef ülkemizde şiddet gören ve öldürülen kadınlar gündemde yer alıyor ve sayısı giderek daha da artmaya devam ediyor… Adana Kadın Danışma Merkezi Sığınmaevi (AKDAM) Başkanı Münire Dağ, “2005-2011 Yılları arasında toplam 4 bin 90 kadının erkekler tarafından öldürüldüğünü, aynı sürede 3 bin 320 kadının tacize uğradığını, tecavüz mağdurlarının yüzde 62’sinin 18 yaşından küçük olduğunu. Türkiye’de hâlâ her gün 5 kadının öldürüldüğünü” düzenlenen bir panelde açıklıyor. Aynı panelde konuşmacı olarak yer alan Ç.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Neslihan Önenli Mungan ise; Danimarka’da kadınların çalışma oranının yüzde 71, bu oranın Türkiye’de yüzde 20’lerde olduğunu ifade ettikten sonra. Birleşmiş Milletlerin yaptığı bir çalışmada kadının topluma katılım endeksinde Türkiye’nin 70 ülke arasında 66. durumunda olduğunu vurgulayarak, “Kadınlarımız nüfuslarına orantısız bir şekilde toplumsal ve ekonomik yaşama katılmıyor. Yani kadın kenarda dursun, ev işlerinde, bağda, bahçede lazım olur deyip ikinci iş gücü olarak adlandırılıyorlar. Nedeni erkek egemen kültür, ataerkil düşünce kadınların eğitim ve mesleki eğitimlerinin kısıtlı olması, kadının fizyolojik farklılıkları, yasalardaki yetersizlikler ve yanlışlıklar. Kadın her işi yapamaz diyorlar. Kadın sağlık sektöründe, dokumada, hizmette, eğitimde çalışsın. Eğitimde de özellikle okul öncesi veya ilkokul döneminde çalışılsın deniliyor. Kadın kariyerinin önüne ket vuruluyor. Yani “sen yöneten, karar alan olma… Sen yönetilen ve kararlara uyan ol deniliyor.” şeklinde görüşlerini ifade ediyor.. TÜİK 2012 verilerine göre ise, kadın nüfusu, Türkiye nüfusunun yüzde 49,8’ini oluşturuyor. Türkiye 75 milyon 627 bin 384 olan nüfusunda kadınların sayısı 3 37 milyon 671 bin 216’ya karşılık geliyor. • Kadın nüfusun yüzde 24,4’nü 0-14, yüzde 16,3’ünü 15-24, yüzde 31’ini 25-44, yüzde 19,8’ini 45-64, yüzde 8,5’ini 65 ve daha yukarı yaş grubundakiler oluşturuyor. • Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2012 sonuçlarına göre, Türkiye’de 30,1 olan ortanca yaş, kadınlar için 30,6, erkekler için 29,5 seviyesinde yer alıyor. • Kadın nüfusun doğuşta beklenen yaşam süresi erkek nüfustan daha yüksek düzeyde bulunuyor. • Doğuşta beklenen yaşam süresinin 2013 yılında kadınlar için 79,2, erkekler için 74,7 yıl olması tahmin ediliyor. Düzenli olarak artan doğuşta beklenen yaşam süresinin 2023 yılında, kadınlar için 80,2, erkekler için ise 75,8 çıkması öngörülüyor. • Kadınlar daha küçük yaşta evleniyor • İlk evliliğini 2011 yılında yapmış kadınların ortalama ilk evlenme yaşı 23,3 iken, bu yaş erkeklerde 26,6’ya çıkıyor. • Boşanma verilerine bakıldığında 2011 yılında 120 bin 117 çiftin boşandığı görülüyor. Boşanma nedenlerine bakıldığında, eşlerin sorumsuz ve ilgisiz davranması yüzde 26,6’lık oranla ilk sırada geliyor. Bu nedeni sırasıyla yüzde 23,4’le diğer nedenler, yüzde 20,8’le şiddet ve yüzde 16,8’le aldatma izliyor. • Evli çiftlerin ilk evlilikleri göz önüne alındığında, çiftlerin yüzde 93,7’sinin hem resmi hem de dini nikahla, yüzde 3’ünün ise sadece dini nikahla evlendiği görülüyor. Akraba evliliği yapanların oranı yüzde 23,3, görücü usulüyle, kendi görüşü sorulmadan aile kararıyla evlenenlerin oranı ise yüzde 9,4 seviyesinde bulunuyor. • Eğitim seviyelerine göre okullaşma oranlarında kadın ve erkekler arasında önemli bir fark gözlenmiyor. • Okuryazarlık oranı kadınlarda yüzde 92,2 iken, erkeklerde yüzde 98,3’ü buluyor. 2011-2012 öğretim yılında ilköğretimde okullaşma oranı kadınlarda yüzde 98,6, erkeklerde yüzde 98,8, ortaöğretimde okullaşma oranı kadınlarda yüzde 66,1, erkeklerde yüzde 68,5, yükseköğrenimde okullaşma oranı kadınlarda yüzde 35,4, erkeklerde yüzde 35,6 seviyesinde yer alıyor. • Kadınlar tütün ve tütün mamulünü bırakmayı erkeklerden daha fazla deniyor. • Tütün ve tütün mamulü kullananlar içinde bunları bırakmayı deneyen kadınların oranı yüzde 44,9’a çıkarken, erkeklerde bu oran yüzde 41,8’de kalıyor. • Memnuniyet oranı yüzde 70 • Araştırmaya göre, çalışan kadınların yaklaşık üçte biri ücretsiz aile işçisi durumunda bulunuyor. • İşgücüne katılım oranı, 2012 yılında kadınlarda yüzde 29,5 iken, erkeklerde bu oran yüzde 71’e çıkıyor. İstihdam edilen kadın nüfus oranı yüzde 26,3’te kalırken, erkek nüfus oranı ise yüzde 65’e çıkıyor. • Ücretli veya yevmiyeli olarak çalışan kadınların oranı yüzde 54,3 iken, kendi hesabına çalışan kadınların oranı yüzde 10,8 seviyesinde bulunuyor. Ücretli veya yevmiyeli olarak çalışan erkeklerin oranı yüzde 66,5, kendi hesabına çalışan erkeklerin oranı ise yüzde 22,3 ile kadınları geride bırakıyor. • İşsizlik oranı, kadınlarda yüzde 10,8, erkeklerde ise yüzde 8,5 seviyesinde yer alıyor. 15-24 yaş grubundaki 4 genç nüfusta işsizlik oranı ise kadınlar için yüzde 19,9’a, erkeklerde ise yüzde 16,3’e yükseliyor. • Çalışan kadınların yüzde 70,1’i, erkeklerin ise yüzde 71,2’si çalıştığı işten memnun olduğunu belirtiyor. 0-5 yaş grubunda çocukların yaşadığı hanelerde çocuk bakımını yüzde 89,6 oranında anneler, yüzde 1,5’ini babalar üstleniyor. Çocukların yüzde 2,4’ünün bakımı kreşler tarafından sağlanıyor. • Kadınlar siyasette geride • Kadınlar siyasi alana erkeklere göre çok daha az katılım sağlıyor. • Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki kadın milletvekili oranı 1935 yılında yüzde 4,5 iken, 2012 yılında bu oran yüzde 14,4’e yükseldi. Kadın bakan sayısı ise 1. İşte bugün memleketimizin içinde bulunduğu durum bu… Türk kadınının haklar açısından ileriye mi, geriye mi gittiği kuşkusuz sizlerin takdirindedir, ama emek sarf edilmeden elde edilen kazanımların da kıymetinin yeterince bilinmediği de tecrübelerle sabit… İşte biz bu duygu ve düşüncelerle yalnızca Dünya Kadınlar Günü’ nü değil, geçmişte Mart ve Nisan aylarında yer alan ve hepimizi derinden etkileyen, 3 Mart Hilafet’in kaldırılması(1924). 3 Mart Tevhid-i Tedrisat Kanununun kabul edilmesi(1924). 3 Mart Diyanet İşleri Başkanlığının kurulması(1924). 3 Mart Vakıflar Genel Müdürlüğünün kurulması (1924). 4 Mart Ankara Radyosu’nun yayına başlaması (1934),8 Mart Antep’e TBMM’ce “GAZİ” unvanının verilişi (1921). 12 Mart Mehmet Akif (Ersoy)’in şiirinin, TBMM’de İstiklâl Marşı olarak kabul edilmesi (1921).16 Mart İstanbul’un İtilaf Devletleri ordularınca işgali (1920). 16 Mart Öğretmen Okullarının kuruluşu (1948). 18 Mart Çanakkale Zaferi(1915).21 Mart Aşık Veysel`in ölümü (1973). 3 Nisan Karabük Demir-Çelik Fabrikası’nın açılışı (1937). 4 Nisan Washington’da ABD, Kanada, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İngiltere, Fransa, Portekiz, İzlanda ve İtalya arasında imzalanan bir anlaşmayla, Kuzey Atlantik Paktı (NATO)’ nun kurulması (1949).8 Nisan Şer’iye Mahkemeleri’nin lağvedilmesi (1924). 10 Nisan Emniyet Teşkilatı’nın kuruluşu (1845).15 Nisan Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşu (1931) 20 Nisan 1924 Anayasası kabulü(1924). 23 Nisan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı (1920)’ nın yıldönümlerini de bu vesileyle hatırlıyor, hatırlatıyor, kutluyor, emeği geçenleri saygı ile anıyor,şehitlerimizin, gazilerimizin önünde saygı ile eğiliyor hepinize saygılar sunuyorum. Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Dergimiz’in yazı işleri Müdürü ve Yazarı M. Kamil - Gülay ATEŞ ve Raşit - Müjgan ÖZMEN’in Torunu Fatma Hande - Miraç ÖZMEN’in oğlu Kutay ÖZMEN TOBB Üniversitesi hastanesinde 16.04.2013 tarihinde dünya’ya geldi. Kutay ÖZMEN’e sağlıklı uzun ömürler dileriz. 2013 : Mart Nisan İçimizden biri... Bülent UĞUR TIRNAKLA KAZINAN YOLLAR - Ağınlılığınız nereden geliyor? - Annem ve babam Ağın’lı. Aslında ne Ağın’da doğdum, ne de yaşadım. Ama çocukluğumdan beri yaz tatillerimde hep Ağın’a gittim. Ağın’a gitmediğim yazları hep bir eksiklik hissettim. Hangi şehirde yaşarsam yaşayayım, nüfusumu hep Ağın’da tuttum. Nüfus cüzdanımda Ağın yazması bana hep gurur verdi. - Biraz ailenizden söz eder misiniz? - Babam Mehmet Uğur’un anne tarafı da (Emine UğurÖZDEM “KAHYAGİL”), baba tarafı da (İzzet Uğur “TATARGİL”) Apuşmalı (Balcılar), annem Sabiha Uğur’un anne tarafı (Fatma Sucu-BİLGİN “HACIÖMERGİL”) Aliuşağı Mahallesi’nden, baba tarafı (Osman Sucu “SAKAGİL”) Kuzgeçe Mahallesi’nden. Annem babam hayatta, ama maalesef ki anneanemi, babaannemi, büyükbabamı ve dedemi kaybettim. Bir de, Neşe Uğur-Yaparel isimli bir kız kardeşim var. O da evli (Serdar Yaparel) ve 1 çocuk sahibi (Alp Yaparel). Hayatta olan bir amcam (Ethem Uğur), bir halam (Ayşe Uğur-Çağlı) ve bir de teyzem var (Jale Sucu-Aygül). 2 amcamı maalesef kaybettik (Ahmet Uğur, Mustafa Uğur). Eşim Nuray Uğur’un baba tarafı Samsun’lu, anne tarafı Balıkesir’li. 1991 doğumlu Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü son sınıf öğrencisi Selena Uğur isimli bir kızım var. - İş hayatına kadar geçen yaşamınızdan bahseder misiniz? - Astsubay olan babamın görevi icabı bulunduğu Malatya’da 1961 yılında doğmuşum. 1964 yılında babamla birlikte, tayin olduğu ve emekli olana kadar çalıştığı ve halen yaşadığı Ankara’ya taşınmışız. Tüm eğitimimi Ankara’da tamamladım. Son olarak 1982 yılında Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Basın ve Halkla İlişkiler Bölümünü (4 yıllık) bitirdim. 1983-1984 yıllarında askerliğimi ulaştırma sınıfında yedeksubay olarak yaptım (öğrenciliği İzmir’de, kıtayı Ankara’da). - Peki şimdi de iş hayatınızı öğrenelim lütfen. - İş hayatımı 3 bölüme ayırabilirim. Birincisi devlet Mart Nisan : 2013 Rüştü Köprülü kuruluşlarına girmeden önceki arayışlarımdır. Ortaokul yıllarımda bir ayakkabıcıda çırak olarak çalıştım. Lise’de okurken Makine Teknik Resim Kursu’na gittim. Üniversite’de okurken bu kurstan öğrendiklerimle bir mühendislik şirketinde çalıştım. Ayrıca bir kitap pazarlama şirketinde de çalıştım. Bu arada Daktilografi Kursu ile Bilgisayar Programcılığı Kurslarını bitirdim. Daha sonra da Barış Gazetesi ve Türk Haberler Ajansı’nda (THA) mesleğe ilk adımlarımı attım. Okuyarak çalışmanın zorlukları ve hazzını birlikte yaşıyordum. Bu devlette çalıştığım ilk 2 yıla da yansıyacaktı. İş hayatımın ikinci bölümünü ise Devlet Kuruluşlarındaki ilk dönemimdir. İlk olarak 1981 yılında Devlet Opera ve Balesi ve Genel Müdürlüğü’nde daktilograf olarak işe başladım (gittiğim kursların yararını görüyordum). Bir yıl sonra da emekli olana kadar çalışacağım Başbakanlığa bağlı Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne (BYEGM) naklen geçtim. Bu kurumun çeşitli birimlerinde çalıştım (BasınHalkla İlişkiler Dairesi Başkanlığı, Anadolu Basını Şube Müdürlüğü’nde, “Anadolu’ya Haberler”, “Anadolu Basını Ne Diyor” bültenlerinin çıkartılması ve “Anadolu Basını Bölge Toplantıları”nın organize edilmesi ile “Yerel Basın Yarışmaları”nın düzenlenmesi, Basın-Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığı, Basın Merkezi Şube Müdürlüğü’nde, “Bugünkü Basın”, “Yarınki Basın” bültenlerinin çıkartılması ve geçici basın merkezlerinin kurulması, Enformasyon Dairesi Başkanlığı, Dışilişkiler Şube Müdürlüğü’nde, yabancı basın mensuplarına mihmandarlık hizmeti verilmesi ve uluslararası organizasyonlarda kurulan basın merkezlerinde yerli ve yabancı basın mensuplarına yardımcı olunması). Bu arada BYEGM’de çalışırken 6 aylığına İngiltere’ye giderek İngilizce öğrendim. - İş hayatınızın 3. Bölümünü merakla bekliyorum. - Aslında bu bölümü ayırmamın gerekçesi gençlere örnek teşkil etmesidir. Çünkü yılların çabası, didinmesinin sonu gelmiş ve artık yönetici olmuştum. Kurslar, gece-gündüz demeksizin çalışmalar nihayet semeresini verecekti. 1996 yılında BYEGM’nün İstanbul İl Müdürü oldum. Torpille veya siyasi yolla gelmemem neticesinde 9 yıl bu Makamda kaldım (burada 5 Başbakan 7 Bakan ile çalıştım). Yani merdivenleri tek tek tırmanarak ve adeta tırnaklarımla kazıyarak geldiğim Makamdan üst Makamların teklifi ve kendi rızamla 2005 yılında Azerbaycan’daki Bakü Büyükelçiliğimize Basın Müşaviri olarak gittim. Hızlı gelip hızlı gitmemiştim. Alnımın akı ile bürokratlık görevimi tamamlamıştım. Mesleğimde siyaset yapmak yerine, mesleki konulara ağırlık verdim, mesleğimde hizmet verilen insanlara asla siyasi ayırım yapmadım, sadece meslekten olmaları (gazeteci) ve bu mesleği kötüye kullanmamaları idi benim kriterlerim. 2005 yılında gittiğim Bakü’de Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakü Büyükelçiliği Basın Müşaviri olarak 5 yıl diplomat olarak görev yaptım. Buradan da görev süremin dolması üzerine 2010 yılında Ankara’ya Genel Müdürlüğe geri dönüş yaptım. Devlette 30 yılımın dolmasını müteakip 2011 yılında emekli oldum. 5 Bu 30 yıl içerisinde, özellikle de yöneticilik yaptığım 15 yılda, medya konusunda üniversite ve akademilerde dersler vermenin yanı sıra yine medya ve görev yaptığım kurum ve konumlarla ilgili olarak çok sayıda konferans ve seminerler verdim. Kurumsal fuarlara iştirak etmenin yanı sıra, çok sayıda (100’ü aşan) organizasyonun başında bulundum. Sıra gelmişti özel sektöre. 2012-2013 yıllarında da Türk Müzik Birliği (TMB) isimli Televizyon Kanalı’nın başına CEO olarak geçtim. Televizyon, Türkiye’nin ve Türk Cumhuriyetlerinin popüler müziklerinin kliplerini yayınlayan bir müzik kanalıydı. - Meslekte en çok gururlandığınız anlar hangileriydi. - Bu sorunuza cevap vermeden önce mesleğimizin en büyük kuruluşu olan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) üyesi olduğumu ve Sürekli Basın Kartı taşıdığımı da ifade işlerimizi hallediyoruz. Biz sana torpil yapman için telefon etmesek de, İl Müdürlüğümüze gelmeden işlerimizi halletsek de, emeklerini, hizmetlerini, yeniliklerini unutmayacağız dostum Bülent Uğur, lütfen sahneye buyurur musun”. Bu nokta, da sahneye plaketimi almak için çıkarken, “demek ki kendi satışını yapmaya çalışmadan, sessizce, düzgünce, dürüstçe ve hakkaniyetle işini yapan da görülebiliyor ve değerlendirilebiliyormuş” diye içimden geçiriyordum. İkincisi de, Azerbaycan da, oranın tüm basın kuruluşları ve basın mensuplarının üye olduğu en büyük basın meslek örgütü olan Metbuat Şurası’ndan aldığım, sergilenebilir nitelikteki bir mektuptur. Bu mektubu Bakü’deki diplomatlık sürem bittiğinde, bana Şura olarak verdikleri bir veda toplantısında sundular. Şura Başkanı Eflatun Amaşov tarafından kaleme alınan mektubun Azerbaycan Türkçesi’nden, Türkiye Türkçesi’ne çevrilmiş halinden bir etmemde sanırım yarar var. Evet, mesleki alanda birçok plaket ve ödül aldım. Ancak bunlardan 2’si bana çok anlamlı gelmiştir. Birincisi TGC’nde aldığım bir plaket. Bu plaket meslekte üstün hizmeti geçenlere verilir. Her yıl 3-5 arası meslektaşımız alır. Yani tamamen içe dönük bir faaliyet. Genelde de yaşı ilerlemiş meslektaşlarımız alır. İl Müdürlüğümün sanırım 7. yılıydı. Beni bu sefer ki organizasyona ısrarla davet ediyorlar. Aslında görevim gereği birçok davet alırdım, ama bunlardan sadece mesleki olanlara gitmek konusunda titizlik gösterirdim. Bu çerçevede zaten gideceğimi ifade etsem de, bana mutlaka gitmem gerektiğini söylediler. Lafı uzatmayayım, gittim, salona girdiğimde bir pano ve üzerinde 5 büyük fotoğraf dikkatimi çekti. Fotoğraflarda biri bana, 4’ü de meslek büyüklerimize aitti (hatırladığım kadarıyla Halit Kıvanç ve Necati Zincirkıran’ın fotoğrafları da vardı). Sahnede o dönemin TGC Yönetim Kurulu üyesi ve aynı zamanda Türkiye Spor Yazarları Derneği (TSYD) Başkanı dostum Onur Belge. Belge başladı konuşmaya, “Gitmesek de gelmesek de, orda bir İl Müdürlüğü var uzakta. O İl Müdürlüğü bizim İl Müdürlüğüdür. Evet sevgili meslektaşlarım, hepimiz, mesleğimizin zorluklarını ve kendimize ayıracak zamanımızın dahi olmadığını çok iyi biliyoruz. Hatta basın kartlarımızı, onların takibini, devletteki basınla ilgili işlerimizi yapacak kadar dahi zaman fukarasıyız. Ama bir İl Müdürümüz var ki tüm işlerimizi ayağına gitmeden faksla telefonla hallediyor, hatta gitmemiz gerektiğinde de bir taraftan çayımızı içerken bir taraftan işlerimizi hallediyor. O kadar gitmemeye başladık ki, İl Müdürlüğümüzün yolunu unuttuk. Eskiden torpille işlerimizi yaptırmaya çalışırken bugün telefonla faksla bölümünde şunlar yazıyordu, “Aziz ve Değerli dostumuz Bülent Bey! Sizden önce de Türkiye Cumhuriyeti Bakü Büyükelçiliği’nde Basın Müşaviri olarak görev yapanlar, profesyonelliği ve entelektüel özellikleriyle dikkati çektiler. Fakat medya temsilcilerimiz ve kamuoyumuz, Bülent Uğur nezdinde, bu tür ilişkilerin resmiyetten dostluğa, kardeşliğe ve derin bir anlaşmaya geçiş misyonunun daha büyük başarılara imza attığı eşsiz örneği ile karşılaştılar. Bu, bir taraftan öğrenilmesi ve kabul edilmesi gereken, yüzyıllara dayanan geleneğe sahip Türk diplomasisine has özelliklerden kaynaklanırken, diğer taraftan Türkçülüğe ve insani değerlere sadakatin bir göstergesi olarak dikkati çekiyor. Hiç şüphesiz, Azerbaycan’da görev yaptığınız süre zarfında medyamızın sorunlarının çözümüne yönelik girişimlere özel desteğiniz ve her iki ülke gazetecilerinin daha da yakınlaşması yönündeki hizmetleriniz daha geniş yazıların konusudur. Tüm bunlardan dolayı size bir kez daha Metbuat Şurası ve Azerbaycan gazetecilerinin derin minnettarlığını ve iyi dileklerini sunuyoruz. Elveda demiyoruz, değerli Dostumuz! Tekrar görüşmek üzere!” - Çok etkileyici. Peki bu kadar işi yapan bir hemşerimiz var da, bizim neden haberimiz yok? - Neden yok ki. İşte haberiniz var ki benimle röportaj yapıyorsunuz. Ayrıca biraz önce de bahsettim ya, reklamı çok sevmem işimi yaparım. - O zaman söyleyin bakalım, Ağın için bugüne kadar ne yaptınız ve ne yapacaksınız? - Güzel bir soru. “Aslında Ağın için ne yapsak azdır” şeklinde bir kaçamak cümle ile bu sorunuzu cevaplandırmaya başlayayım. Ağın için herkes kendine 6 2013 : Mart Nisan göre bir şeyler yapabilir. Kimi parasıyla, kimi hizmetiyle, kimi fikirleriyle, kimi imkanlarıyla, kimi tanıtımıyla. Benimki de bu çerçeve içerisinde yer alıyor. İstanbul’daki Ağın Derneği ile İstanbul İl Müdürlüğüm sırasında çok yakın ilişkilerim oldu, birçok etkinliğinde yer aldım. Hatta Bakü’ye tayinim çıktığında da sağolsunlar güzel bir plaketle de ayrıca onurlandırdılar. İl Müdürlüğünün içerisinde yer aldığı Sepetçiler Kasrı’nda, eski müstecire ait kullanılabilir durumdaki 2 kamyon malzemeyi Ağın Belediyesi’ne hibe ettik. Ama en önemli hizmetimin Ağın’ın tanıtımı konusunda olduğunu düşünüyorum. Çevremdeki tüm insanlar Ağın’a gitmeden Ağın’ı tanıdılar. Hatta öyle bir boyuta ulaşmış ki, dostlarımdan biri nüfusumuzu öğrendiğinde şoke oldu. Bizi 40-50 bin nüfuslu büyük bir ilçe sanıyormuş. Şimdi yeni bir proje üzerinde çalışıyorum. Ağın’ımızın bir belgeseli yok. Ağın ile ilgili bir belgesel hazırlatmak istiyorum. TRT Avaz’da şu anda Karadeniz şehirlerimizi tanıtıcı belgeseller hazırlayan yönetmen bir dostum (Hüseyin Özden) ile konuştum, bu bahar ve yaz aylarında Ağın’a giderek bu belgeseli yapmayı planlıyoruz. Bu çerçevede Kaymakamımız Nedim Akmeşe ile de görüştüm, o da Kaymakamlık olarak bize gerekli desteği verecek. Bazı maddi durumu iyi hemşerilerimizden de alacağımız minumum destek ile maksimum boyutta bir “Ağın Belgeseli”ni inşallah bu yıl sonuna kadar çıkaracağız. Böylelikle eksik bir yönümüz daha tamamlanmış olacak. - Ağın ile ilgili bir anınız var mı? - Çoook. Çocukluğumda büyükbabamın bakkal dükkanının yanındaki benzin bidonlarının yanında ateş yakıp, Ağın’ı havaya uçurma tehlikesi yarattığımdan mı bahsedeyim, yoksa Kuzgeçe yolunda köprü altında saklanıp, tüm mahallenin arayışını korku ile izlediğimden mi, veya lise yıllarında gece zifiri karanlıkta yazılarda bostan talanımız sırasında çıkan Panik’li komşudan sağ ve yaralanmadan kurtulmamdan mı, hele caminin arkasındaki Kahveci Ali’nin işlettiği kahve ile çınar altındaki kahve muhabbetlerinin tadı. Ama en çok hoşuma gidenlerden biri Osman Tepesi’nden Ağın’ın kuşbakışı fotoğrafını çekmeye çalışırken, “imkanım olsa da helikopter kiralayıp daha güzel fotoğraflar çeksem” diye içimden geçirdikten sonra, aynı yıl bir görev icabı Ankara’dan Van’a uçakla giderken ve de fotoğraf makinem yanımdayken uçağın tam Ağın’ın üzerinden geçmesi ve havanın açık olması sebebiyle çekebildiğim fotoğraflardır. - Ağın’da yaşamadan, bu kadar Ağın sevgisi nereden geliyor? - Tabi ki başta babamdan, daha sonra Ağın’da yaşadıklarım ve orada yaşayanlardan. Ama en önemlilerinden birisi rahmetli Ahmet Amcamdan gördüklerimden. - Babanız Ağın’da yaşamış, ondan dinledikleriniz nelerdi? - En önemlisi o dönemin yaşam zorlukları. Babam Apuşma’da yaşarken, diz boyunu aşan karda Ağın’da okula gittiğini anlatırdı. Bu arada babasının, onun okuluna değil de, bağdaki, bahçedeki, tarladaki işi bitirmesine öncelik verdiğini anlatırdı. Bu zor şartlarda güçlükle ortaokulu bitirip, Astsubay Okulu’nu kazanıp, hem kendi hayatını kurtarmış, hem de ailesine destek olmuş. Aslında babamın yaşam şartlarını düşündüğümde kendimi çok şanslı hissediyorum. Ankara’da Balgat’da annem, babam, dedem, anneannem, teyzem, kardeşimle birlikte çok mutlu bir çocukluk geçirdim. Teyzemden kalma bir oyuncak Mart Nisan : 2013 tren (daha sonra da benden kardeşime kaldı) ve bir kamyonla çocukluğum geçti. Mahallede hangi sahada top oynayalımın tartışmasını yapardık. Okul yarım gündü, kalan zamanda oyunumuzu da oynardık, dersimizi de çalışırdık, bilgisayarımız televizyonumuz yoktu, ama komşuluklar vardı. Kendi kızımın çocukluğunu düşünüyorum da, dışarıda oynayacak bir metre kare toprak bulamadı, arkadaşlık yaşayamadı, şimdi de bilgisayar, internet… Objektif olmaya çalışıyorum da, sanırım bu 3 jenerasyon arasında babamın ve kızımın jenerasyonundan daha şanslı bir jenerasyonuz. - Gezmeyi çok sevdiğinizi biliyorum. Bundan da biraz bahseder misiniz? - Tabi ki. “Çok yaşayan mı, çok gezen mi daha çok şey bilir?” düsturundan yola çıktım. Önce kendi ülkemi çok iyi tanıdım, boydan boya tüm sahillerimizi (Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz) gezdim, 81 ilimizi tamamladım, ama özellikle bir boşluk bıraktım, Gökçeada. Neden diye sormayın, nedenini bende bilmiyorum. Daha sonra yurtdışına açıldım. 70 ülke ve 200’ü aşkın şehri gezdim. Burada özellikle belirtmek isterim ki, İngiltere’de bursiyer olarak bulunduğum süre hiçbirinde devlet imkanını kullanmadım, hepsine de kendi imkanlarımla gittim. Yani diplomatlık görevimi sadece Azerbaycan’da yerine getirdim. Herkese de imkanları çerçevesinde gezmeyi tavsiye ederim. Benim bu kadar çok yeri gezebilmemdeki en büyük etken, bir gittiğim yere bir daha gitmememdir. - Bir gittiğiniz yere daha gitmediğinizi söylüyorsunuz da imkan olsa gitmek isteyeceğiniz yer içlerinde hiç yok mu? - Var tabi ki. Ancak ülke sayısını da Allah nasip, kısmet ederse öncelikle 81’e çıkarmayı hedefliyorum. Sonra kendimi yeni coğrafyaların keşfi için fazla zorlamayacağım, çünkü önemli ve temel ülkeleri görmüş olacağım. O zaman sizin dediğinize sıra gelecek. Yani beğendiğim ve yeniden gideceklerime. Bunların başında bana göre yeryüzündeki cennet diye nitelendirdiğim Koh Tao (Taylan’da bir ada) ve Rio de Jenerio (Brezilya) geliyor. - “Rio” dediniz de aklıma geldi. Karnavala katıldınız mı? - Evet şansımıza denk geldi. Herhalde dünyanın en büyük şenliği. Anlatılmaz, yaşanır diyeceğim sadece. - Bu gezilerinizi yazmayı düşünüyor musunuz? - Aslında çok haklısınız, sadece bunu değil, bürokratlık ve diplomatlık yaşantımdaki olayları da yazmak istiyorum. Özellikle, Azerbaycan uzmanı oldum sayılır. Azerbaycan hakkında da bir kitap neden olmasın. Ama bunların hepsini yapabilmek için tabi ki zamana ihtiyacım var. Bana 24 saat yetmiyor. Rahmetli Sabancı demiş ya “Zaman fukarasıyım”, ben de öyle… Belki de tamamen iş hayatından çekildiğimde bunları kaleme alabilirim. İşlerin azalması da başlamam için neden olabilir gibi geliyor bana. - Güzel bir sohbet oldu, teşekkür ediyorum. Son olarak söyleyeceğiniz bir şeyler var mı? - Tüm Ağınlı hemşerilerimize sağlık ve mutluluklar diliyorum. Ayrıca binbir güçlükle Ağın Dergisini çıkaran değerli hemşerilerimizi hem kutluyor, hem de çalışmalarında başarılar diliyorum. Rüştü KÖPRÜLÜ Samançayı(Küzne)köyünden Avukat İstanbul 7 Yöreye Damgasını Vurmuş Sanatkarlar: Mustafa ÖLMEZ Değerli okurlar, bu sayıda yöreye hizmet etmiş sanatkârlardan Mustafa ÖLMEZ’i tanıtmaya çalışacağım. Mustafa ÖLMEZ, 1944 yılında Arapgir’in Koru (Tepte) Köyünde doğdu. Ünlü yöre sanatçısı Gani ÖLMEZ’in (Nam-ı diğer Gani DAYI) oğludur. İlkokulu bu köyde okudu. İlkokulu bitirdikten sonra öğrenimine devam edememiş, askerlik çağı geldiğinde ÇanakkaleGelibolu’da askerlik görevini yapmıştır. Askerdeyken bando bölüğüne girmiş ve klarinet çalmaya burada başlamıştır. Klarinete hevesi aileden gelmekteydi. O yıllarda babası ve amcası oğlu Burhan ÖLMEZ klarinet çalmaktaydı. Askerlik görevi bittikten sonra köyüne dönmüş ve 1966 yılından itibaren ailedeki diğer müzisyenlerle (Babası Gani ÖLMEZ, amcası oğlu Burhan ÖLMEZ, amcası oğlu Mehmet ÖLMEZ) yöre düğünlerine Doç. Dr. İbrahim ÜNAL devam ettirdikten sonra yöreye tekrar dönmüş, yılın ortalama 8 ayını köyünde diğer zamanlarını İstanbul’da geçirmektedir. Keklik beslemektedir. Edip ve Ecevit isminde iki çocuk babasıdır. 1970’li yıllarda köyünde kekliği ile beraberken. 1970’li yıllarda bir düğünden: Burhan ÖLMEZ, Mustafa ÖLMEZ, Mehmet ÖLMEZ ve Davulda Hüseyin İŞCAN gitmeye başlamıştır. Düğünlerde çalınan müziğin kalitesi solo klarnetçinin yeteneği ile ölçülür. Bu bakımdan yöre düğünlerinde aranılan isimlerden biri olmuş, yöre havalarını iyi icra etmeye başlamıştır. Bu yıllarda Burhan ÖLMEZ’den Türk Müziği makam bilgilerini ve icrasını da öğrenerek sanatında çok iyi duruma gelerek ailesinin diğer müzisyenleri gibi yörede marka olmuştur. Yaklaşık 13 yıl bu şekilde devam ettikten sonra, 1979 yılında İstanbul’da ikamet etmeye başlamıştır. İstanbul’da bulunduğu yıllarda sanatını yöresel düğünlerde icra etmenin yanında restoranlarda, fasıl heyetlerinde ve gazinolarda da sahne almış, Yaşar ÖZEL, Müzeyyen SENAR ve daha birçok tanınmış sanatçıların arkasında sazını icra etmiştir. Yaklaşık 30 yıl hayatını bu şekilde 8 Sanatsal Özellikleri Duyduğunu icra eden çok iyi müzik kulağına sahiptir. Yöre tavrını ve yöre havalarını eksiksiz icra etmektedir. Eskiden icra edilmiş fakat bugün unutulmuş birçok eseri Mustafa ÖLMEZ’den derlemekteyiz. Gazinolardaki icra yılları, çok iyi bir repertuara sahip olmasına sebep olmuştur. Sazına hakim, detone üflemeyen perde baskıları çok iyi olan yörenin ender sanatçılarından biridir. Çok sağlam güçlü bir tekniği vardır. Klarinetten kulağı okşayan çok güzel sesler çıkarır. Her zaman sazına daha iyi hâkim olmak ve sazını daha iyi icra etmek istemiş ve bu yolda çaba sarf etmiştir. Makam bilen, her makamda ve her sesten (transpoze) icra yapabilme özelliğine sahiptir. Taksim ve klasik oyun havalarındaki ustalığı tartışılmaz ve bu özeliğinden dolayı yöredeki ender sanatçılarımızdan biridir. Yukarıda saydığım birçok sanatsal özelliklerinden dolayı büyük sanatçılarla birçok sahne almıştır. Kişiliği ve Yöreye Katkıları Yörenin farklı bir özelliği olan “sanatçıya gösterilen saygı” konusunda ailesinin diğer üyeleri gibi Mustafa ÖLMEZ’inde büyük katkıları olmuştur. Sanatını icra ederken yöre insanına karşı gösterdiği son derece hümanist tavrı ile yörede sanata ve sanatçıya gösterilen ilgi ve saygıya katkı sağlamıştır. Kendi söylemiyle “biz bu yöreden çok ekmek 2013 : Mart Nisan müziğinin ve yöre tavrının kalıcılığı açısından büyük öneme sahiptir. Kedisine Allahtan uzun ömürler diliyor, tüm sanatsal katkılarından dolayı şükranlarımı sunuyorum. yedik” sözünün gereğini yerine getirmiş, toplumun sevgi ve saygısını kazanmıştır. Bu gün herkes onu ya şahsen ya da gıyabında iyi bir insan ve iyi bir icracı olarak tanımaktadır. Yöre insanının düğün ve eğlencelerinde kaliteli müzik dinlemelerini sağlamıştır. Zaman zaman maddi imkânları olmayan insanların düğünlerini karşılık beklemeden yapmışlardır. Bugün bile kendilerinden sonra yöre tavrının yaşaması ve iyi icracıların olabilmesi için bildiklerini aktarma ve adam yetiştirme peşindedir. Yaptığı ses kasetleri yöre ÇEVRENİN SAĞLIĞI ÖNEMLİDİR Yazıma başlamadan önce Ağın Düşün ve Sanat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Dr. Ahmet Nihat DÜNDAR’a sevgi ve saygılarımı sunarım. Kendisiyle uzun yıllardır görüşememekteydik. Geçen hafta rahatsızlığım nedeniyle geçmiş olsun telefonu beni çok mutlu etmiştir. Kendisine çok teşekkür ediyor saygılarımı sunuyorum. Kardeşime hayat boyu sağlık mutluluk dilerim. Çevre Sağlığı “İnsanların fizik,ruh ve sosyal durumları üzerine etki yapan zararlı çevre faktörlerinin ortadan kaldırılmasına” denir. Yıllar akıp gidiyor. Zaman hızla tükeniyor. Üzerinde yaşadığımız dünyayı, çevreyi akıl almaz bir duyarsızlıkla yok ediyoruz. Dünyanın ekolojik dengesi bozuldu. Bozulan ekolojik dengenin canlılar üzerindeki olumsuz etkileri gün geçtikçe ağırlığını arttırmakta ve doğal kaynaklar hızla tükenmektedir. Hızlı sanayileşme. acımasız kapitalizm, rant ekonomisi ileri demokratik ülkelerde ve ülkemizde çevre bilincini yok etmiştir. Denizler, göller, yeraltı suları, akarsular kirlenmiştir. Yurdumuz ormanlarının büyük bölümü yakıldı veya yandı. Bitki örtümüz fakirleşti.Toprak erezyonunun boyutları korkunç bir hal aldı.Bu olumsuzlukların ardı arkası kesilmemekte, olumsuzluklar devam etmektedir. Her yıl 5 Haziran’da Dünya Çevre Günü kutlanmakta bu göstermelik kutlamalar yürüyüşler, Mart Nisan : 2013 Sanatçının son yıllardaki görüntüsü. Beyelması(Hozakpur) Köyünden Malatya İnönü Üniversitesi öğretim üyesi,Dergimiz abonesi ve yazarı Sayın Yrd.Doç.Dr.İbrahim ÜNAL,Y.Ö.K Üniversiteler Arası Kurul Başkanlığı’nın yaptığı sınavda başarılı olarak Doçent ünvanını almıştır. Hemşerimizi kutlar,profösürlük haberini dergimizden duyurmak dileği ile başarılar dileriz. Yaşar ÖZEL ile aldığı bir sahne. Mehmet SELÇUK popülist söylemlerin ardı arkası kesilmemektedir. Bu popülist söylemlerin ardı arkası kesilmemekte toplum, toplum yetkililerce uyutulmaktadır. Doğal çevre, doğal hayatı korumak bir insanlık borcu olduğu her toplumda,okullarda,işyerlerinde anlatılmalıdır Daha doğrusu çevre bilinci yerleştirilmelidir.Çevre ile ilgili gerçekçi olmayan popülist politikalardan vazgeçilmeli,bu güzel yurdumuzun güzel insanlarına ve geleceğine güzel yaşanılır bir çevre bırakılmalı ki üstünde yaşadığımız yurt parçası yaşanılır hale gelsin, sağlıklı nesiller yetişsin. Bu kısa yazıma son verirken butun çevre dostlarına sevgi ve saygılarımı sunarım. İSTANBUL 12.01.2013 Mehmet SELÇUK Akpınar(Andiri Köyü) Mahallesinden İstanbul Şişli Belediyesi Ruhsatlar Şubesi Emekli Müdürü 9 Nihat İSPİR’ de ölürmüş... Necati KAHYAOĞLU buluşurduk. Son buluşmamız senin mekânda olmuştu. Akşam mütevazı bir çilingir sofrası hazırladın. Yemek sırasında hem şakalaşıp gülüşüyor, hem de eski anılarımızı tazeliyorduk. Son zamanlarda Türk Sanat Müziğine tutkunluğunun olduğunu bilmiyordum, önce yavaş yavaş mırıldanmaya, sonra söylemeye başlamıştın. (1935 - 2012) Çeşitli dergilerle haşır neşir olmama rağmen benim için en önemli ve kıymetli olan AĞIN DERGlSİ’dir. Nedenine gelince; genelde konu yazarlarının Ağın’lı ve tanıdık şahıslar olması, gerek Ağın’ın geçmişini anlatması, gerekse uzaklarda olmamıza rağmen Ağın’daki olayları bir mektup sadeliği ile bizlere ulaştırması beni kendisi ile içselleştiriyor. Onun için uzun yıllardan beri derginin yaşaması için özveri ile emek verenlerin hepsine saygı ve şükranlarımı sunarım. Her sayının gelişinde öncelikle son sayfadaki ölüm haberlerine göz atıyorum. Acaba tanıdıklardan ölen var mı diye. Gerçi hiçbir ölüm acısız olmaz ama, tanıdıkların ölümü daha çok acı veriyor insana. Son gelen sayıda okuduğum ölüm haberi bana acıların da acısını çektirdi. Çünkü yakınlıktan da öte bir kardeş gibi birbirimize bağlılığımız olan Nihat İspir’i kaybetmiştik. İnanmak istemezcesine satırları tekrar tekrar okudumsa da, ne çare ki inanmamak boş bir hayalden başka birşey değilmiş. O an başımı ellerimin arasına alarak “Neylersin ölüm herkesin başında” demekten başka diyecek bir söz kalmadı. Nihat, seninle olan arkadaşlığımız ilkokul sıralarında okuduğumuz yıllarda mayalanmıştı. Üstelik yedek subay okulunu beraber okuduk. Kıt’a hizmeti olan askerliğimizi de Erzurum’da birlikte yaptık. O günlere ait ortak anılarımız kalbimin bir köşesinde hâla saklı duruyor. Ayrıca aradan uzun yıllar geçmesine rağmen birbirimizle olan irtibatı kesmedik. Hayatı pek ciddiye almazdın, maddiyata önem vermezdin. Gönül kırdığına hiç şahit olmadım. Arkadaşlığına, esprili konuşmalarına her an için tebessümlü yüzüne bakmaya doyum olmazdı. “Meslek ne olursa olsun birinci derecede olan insanlıktır” derdin. Bu cümle benim için büyük bir anlam ifade etmiştir. Zaman zaman Ankara’ya geldiğimde ya rahmetli Vakıfın muayenehanesinde, ya da senin mekânda 10 Gönül yarasından acı duyanlar, Feleğin kahrına boyun eğermiş. Sonra: Yüreğim yaralı gözümde yaşlar, Yıldızlar doğarken acılar başlar. Devam ederdin. Her nedense söylediklerin de hep hüzünlü şarkılardı. Ayrıca hayran olduğum taraf, şarkıların hem bestekârını, hem de güfte yazarını ve makamını da söyleyişindi. Bu arada ikimiz de efkârlanmıştık. Daha sonra V.Mahir Kocatürk’ten iki dörtlük okudun. Yaylanın gölünde uçan ördekler, Ördek olup orda uçmak isterim. Gün bitip de avcı dağdan inince, Vurulup o göle düşmek isterim. O dem gönlüm düşer bir garip yasa, O zaman kendimden geçmek isterim. Akşamla birlikte elimde olsa, Başka dünyalara geçmek isterim. Diye bitirdiğin mısralar sonunda hüzünlenmiştin. Gözlerinden iki damla yaş geldiğini farkettim. Ben de aynı durumdaydım. Sana göstermemek için yüzümü dönerek yaşları sildim. Sanki söylediğin şiir ve şarkılarda kendi yazgını anlatır gibiymişsin. En sonunda “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” cümlesiyle sohbetimizi bitirdik. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Başka bir zaman buluşmak için telefonlaşıp gene görüşecektik. Fakat kısmet olmadı. Belki de gecenin bir karanlığında habersizce sonsuzluğa uçup gittin. Sevdiklerim: Ahmet Kabasakal, Mehmet Alp, Nihat Asyalı, Kemal Niksar, Vakıf özkul ve daha niceleri aynı yolun yolcusu oldular. Sen ise bu kervana katılan zincirin son halkası oldun. Her halinle bu dünyada hoş bir seda bıraktın. Kabrinde rahat uyu. Unutulmayacaksın ve ebediyen sevenlerinin gönlünde yaşayacaksın. 2013 : Mart Nisan Mehmet Öz’ün ev sırları Mutfağımı, ecza dolabımı ve hatta yatak odamı ziyaret ederek her gün ben ve ailemin sağlığımızı korumak ve daha uzun yaşamak için uyguladığımız küçük sırları ve sürprizleri öğreneceksiniz. Siz de evinizde aynı şeyleri yapmak için okumaya devam edin. MUTFAĞIM: Mutfak bana göre, evimin kalbi ve ruhudur. İşte sağlığınızı korumak için öğrenmeniz gereken mutfak sırları... Mutfak sırrı 1: Kuru vişne Mutfak dolabımda bulacağınız ilk şey kurutulmuş vişnedir. Hem de fazlasıyla! Kiraz da sağlık için oldukça yararlıdır ancak vişne anti inflamatuar özellikleri sayesinde kas ağrısını azalttığı ve kalp hastalığıyla savaştığı kanıtlanan antioksidan bakımından oldukça zengindir. Beynin salgıladığı, uyku döngümüzü düzenleyen bir hormon olan melatonin içerdiğinden geceleri daha rahat uyumanıza bile yardımcı olabilir. Her gün, özellikle akşam yemeğinden sonra, düşük kalorili bir atıştırmalık olarak bir avuç kuru vişne tüketin. Mutfak sırrı 2: Soğan Kırmızı soğan, koroner arter hastalığının inflamatuar etkilerini azaltan antioksidanlar olan polifenoller bakımından zengin olduğundan kalp hastalığı riskinizi azaltabilir. Gerçek şu ki, soğandaki toplam polifenol içeriği domates, havuç ve kırmızı dolmalık biberdekinden daha fazladır. Soğanın faydalarını çoğaltmak için serin ve kuru ortamda saklayın. Soyarken de sadece ince, ‘kağıdımsı’ dış yüzeyini soymaya dikkat edin. Geriye kalan dış katmanlar öğünlerinize mutlaka dahil etmek isteyeceğiniz kalp dostu flavanoid zenginidir. Mutfak sırrı 3: Bulgur Pirinç veya kuskusa benzer tadı ama onlardan daha yüksek besin değerine sahip olan bulgurdan harika yemekler yapabilirsiniz. Sadece 180 gram bulgur, ihtiyacınız olan günlük lif ihtiyacınızın yüzde 33’üne ve 6 gram proteine sahiptir. Doymuş yağ, kolesterol ve sodyum oranı düşüktür ve kemik sağlığı için gereken bir mineral olan manganez bakımından zengindir. Ayrıca, pirinç ve patates gibi glisemik indeksi yüksek besinlere oranla, kan şekeri ve insülin seviyesinde büyük iniş çıkışlara yol açmayan, glisemik indeksi düşük bir besindir. Yararlarını görmek istiyorsanız, bulguru yemeklerin yanında haftada iki veya üç kere tüketin. Mutfak sırrı 4: Bira mayası Margarini bir kenara bırakıp, aynı Öz Ailesi gibi patlamış mısırınızın üzerine bira mayası (bazen besleyici maya da denir) serpmeyi deneyin. Ekmeğinizi kabartmak için kullandığınız diğer maya çeşitlerini iyi biliyor olabilirsiniz ama bira mayasının (evet birayı mayalamak için de kullanılan maya) besinsel değerinin çok yüksek olduğunu biliyor muydunuz? Besleyici mayanın, iyi kolesterol (HDL) seviyesini yükseltirken, kötü kolesterol Mart Nisan : 2013 seviyesini (LDL) düşürdüğü, kalp hastalığını önlediği, kan şekerini kontrol altına almaya yardımcı olduğu, karaciğer kanserine karşı koruduğu ve hatta akneleri azaltmaya yardımcı olduğu kanıtlanmıştır. Doğal gıda ürünleri satan marketlerin çoğunda bulabilirsiniz. Mutfak sırrı 5: Kestane Mutfak dolabım bütün doğal kuruyemişlerle dolu olsa da, en önemlilerinden ve yeterince yemiyor olabileceklerinizden biri kestanedir. Yalnızca 1 gram yağ ve 28 gramında 70’den biraz daha düşük kalori içeren kestane, düşük yağ oranına sahip tek kuruyemiştir. Ayrıca kestane C vitamini içeren tek kuruyemiştir. Yalnızca 85 gram kestane, bu önemli antioksidan besin maddesi için günlük önerilen miktarın yaklaşık olarak yüzde 45’ini karşılar. Kestane aynı zamanda kandaki kolesterol seviyesini düşürmeye yardımcı diyet lif bakımından zengindir. Kestane mevsimi geldiğinde, fırında kavurabilirsiniz. Eğer pişirmeye vaktiniz yoksa hazır, paketlenmiş halde satın alıp her mevsimde tüketebilirsiniz. Faydalarını maksimum düzeye çıkarmak için günde yaklaşık 85 gram kestane tüketmelisiniz. ECZA DOLABIM : Ecza dolabımda demirbaş ilaçlardan sadece aspirin ve ibuprofen bulabilirsiniz (çünkü ilaçlar serin ve kuru yerlerde muhafaza edilmelidir ve banyodaki ecza dolabınız genelde bu koşulları sağlamaz). Ecza dolabı Sırrı 1: Aftlar Acı ve büyük rahatsızlık veren ağız yaraları için önerilen birçok tedavi yöntemi vardır ama benim ve eşimin sırrı mürsafi. 5 damla mürsafi yağını biraz suyla karıştırın ve her tür aftı önlemek için ağzınızı günde iki kere çalkalayın. Mürsafi, Çinliler’e ait geleneksel bir bitkisel ilaçtır ve anlık rahatlama sağlayan anti inflamatuar ve anestezik özelliklere sahiptir. Ecza dolabı sırrı 2: Kulak ağrıları Bir dahaki sefer kulağınız ağrıdığında, bir parça pamuğa zeytinyağı ve sarımsak sürün. Sarımsak, enfeksiyonla savaşan anti inflamatuar ve antimikrobik özelliklere sahiptir. İki diş sarımsağı ezin ve yarım bardak zeytinyağının içine ekleyin. Yağı bir tavada birazcık ısıtın ve karışımı 1 saatliğine dinlenmeye bırakın. Bir parça pamuğa 2-4 damla zeytinyağı karışımını dökün ve pamuğu ağrıyan kulağa koyun. Etkili bir çözüm için 10 dakika kulağınız tavan doğrultusunda uzanın. Ecza dolabı sırrı 3: Aloe vera jel Aloe vera jeli kesikler, yara ve yanıklar için kullanıyor olabilirsiniz ama aloe veranın aynı zamanda kötü nefes kokusu için de harika bir çözüm olduğunu biliyor muydunuz? Aloe vera, nefes kokusunun yaygın bir nedeni olan mide yanmasını rahatlatan B-Sitoserol isimli anti inflamatuar maddeyi içerir. Yarım bardak suyun içine 1/4 bardak saf aloe vera jeli karıştırın ve için! Yalnızca nefes kokusunun semptomlarını tedavi eden 11 nanenin aksine aloe vera tedavisi kötü nefes kokusunun nedeni olan mide asidini önler. Ecza dolabı sırrı 4: Ayak tırnağı mantarı Vicks VapoRub gibi mentollü kremler genellikle öksürük için kullanılır ama bunun aynı zamanda tırnak mantarıyla savaşmanın harika bir yolu olduğunu keşfettim. Kremin içeriğinde, mantar önleyici özellikleri bulunan mentol, kafur ve okaliptüs bulunuyor. Kremi sorunlu bölgeye günde iki kere, bir defa sabah çorabınızı giymeden önce, bir defa da gece sürün. Sürdükten sonra temiz bir çift çorap giymeye veya çıplak ayak durmaya dikkat edin. YATAK ODAM: Yatak odası, yoğun bir günün ardından stres atmak için mükemmel bir yerdir. Gerçek şu ki, stres vücudunuzu yaşlandıran en büyük faktördür bu yüzden etkilerini azaltmak herkesin önceliği olmalıdır. İşte, rahatlamak ve stresin zararlı etkileriyle başa çıkmaya yardımcı olan kaliteli uyku uyuyabilmek için yaptığım şeyler... Yatak odası sırrı 1: Rahatlatan çorap Aromaterapi, stresle savaşmak için harika bir yöntem olabilir. Ben de kendi ‘rahatlatan çorap’ yöntemimi kullanarak koku terapisinin yararlarını çoğaltıyorum. Siz de aynısını temiz bir çorap alıp içini anksiyete seviyesini düşürdüğü kanıtlanmış kuru lavanta, tarçın ve biberiye ile doldurarak yapabilirsiniz. Bir domates büyüklüğüne ulaşıncaya kadar doldurun ve bağlayın. Sonra gerilimi azaltmak için tekrar tekrar sıkın ve stresi bastıran kokulardan bir esintiye hazır olun. Ayrıca işiniz bitince çorabı çorap çekmecenize koyup tasarruf yapabilir ve kıyafetlerinizin güzel kokmasını sağlayabilirsiniz. Yatak odası sırrı 2: İyi geceler Uykunun faydalarını maksimuma çıkarmaya yardımcı olabilecek ürün yeni yüksek performanslı pijama ‘goodnighties’den başkası değil. Vücudumuzun ürettiği stresi etkisiz hale getirmek için özel olarak tasarlanmış bu pijamalar akıllı kumaşla üretiliyor. Bu pijamalar kan akışını negatif iyonlarla yoğrulmuş kaslara doğru harekete geçirerek vücudumuzun ürettiği stresi azaltıyor. Kumaş nemi süzerek gece boyu rahat bir uyku uyumak üzere sakinleştiriyor. Yatak odası sırrı 3: Okyanus sesi Yoğun iş yüzünden tatil yapmaya vaktiniz kalmıyorsa okyanusun rahatlatıcı sesini yatak odanıza getirin. Rahatlatıcı bir okyanus sesini internetten online olarak indirebilirsiniz. Yapılan yeni araştırmalar, okyanus sesinin nefes alıp verişinizi yavaşlatarak ve kalp atış hızınızı düşürerek vücudunuz bu ritimlere ayak uydururken siz uyumaya hazırlandığınız sırada stresinizi azalttığını gösterdi. Yatak odası sırrı 4: Dört köşe nefes tekniği 4 köşe nefes alma tekniğini her gece uyumadan önce uygulayın. Bu tekniği uygulamak için ayna, resim veya çerçeve gibi 4 köşesi olan bir şeye bakarak başlayın. Önce sağ üst köşeye bakın ve 4’e kadar sayarak nefes alın ve yine 4’e kadarsaydığınız süre içinde nefes verin. Sonra saat yönünde hareket edin ve aynı nefes alma eylemini sağ alt köşede tekrar edin. Sonra sol alta geçin ve en son sol üstte bitirin. Bu tekniği uygulamak hem kolay hem de vücut üzerinde harika bir rahatlatıcı etki bırakıyor. Yatak odası sırrı 5: Şakaklara portakallı Hindistan cevizi yağı masajı Bu son öneri sadece harika kokmakla kalmıyor aynı zamanda uzun bir günün ardından tamamen rahatlamanızı sağlıyor. Önce 1 portakalın kabuklarını bir şişe Hindistan cevizi yağı şişesine koyun ve 12 saat bekletin. Hazır olduğunda şakaklarınıza hafifçe masaj yapın. Partnerinizden de size masaj yapmasını rica ederek daha fazla rahatlık sağlayabilirsiniz. Portakal kokusunun yüksek tansiyonu düşürdüğü kanıtlanmıştır ve Hindistan cevizi ise yoğun bir günün ardından kalan stresi azaltmaya yardımcı olur. Çiçekten Harman Olmaz... Şerif AYDEMİR Dergimiz abonesi ve yazarlarımızdan hemşerimiz Sayın Şerif AYDEMİR’in Ötüken Neşriyat’tan ‘’Çiçekten Harman Olmaz ‘’ isimli hikaye kitabı Mart-2013 tarihinde çıkmıştır.Şerif Aydemir’i kutlar,çalışmalarında başarılar dileriz. Şerif AYDEMİR;1950 Yılında Kemaliye’de doğdu. İlköğrenimini memleketi Elazığ-Ağın’da,Liseyi Malatya’da okudu. Adalet Yüksek Okulunu bitirdi.Türk Edebiyatı,Yeni Asya,Sur,Sanat Alemi,Bizim Küllüye, Ağın Düşün ve Sanat Dergisi,Ağın Haber Gazetesi, Harput Çırası’nda yazıları ve şiirleri yayımlandı. Yazarın,Ruhuma Saplanan Şehir (2005) ve Yazık Olmuş Yarsız Ömrü Geçene (2009) adlı kitapları Ağın Haber Yayınları’ndan, Mendilim Sende Kalsın (2011) adlı hikaye kitabı da Ötüken Neşriyat’tan çıktı. İLESAM ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olan Şerif AYDEMİR , ESKADER ( Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği ) kurucuları arasında yeraldı. 12 2013 : Mart Nisan Ağın’da Müzik ve Çalgının Geçmişi İsmail Nazım BEYDEMİR (Kendi kaleminden özgeçmişi:) Ağın’daki şimdi oturduğum evimizde doğmuşum. 9,5 yıllık askerliğinin 3,5 yılını Çanakkale’nin Anadolu yakası savaşlarında geçirip,başından ayağına dek yüze yakın kurşun ve şarapnel yarası alan babam, benim de askerliğimi kendisi gibi yapacağım korkusu ile,16 ay sonra 05/03/1927 de nüfus kaydımı yaptırmış. Beş yaşında iken, babam ve emimden okuma ve yazmayı öğrenmiştim. 1931 yılında İdris emimizin oğlu rahmetlik Mehmet’le okula gittiğimde, okul başöğretmeni Reşat Delikanlı, benim okur yazar olduğumu görünce,yaş durumumu önemsemeden okula kaydımı yaptı.1935/36 öğrenim yılında beşinci sınıfa geçtim ama, 11 yaşını tamamlamamış öğrencilere diploma verilmediği için,iki yıl bitirme sınavına girmedim. 1938 yılında İlkokulu bitirerek, 1938/39 öğrenim yılında Arapyer (Yazarın kendi tabiridir-karahan) ortaokuluna başladım ve 1940/41 öğrenim yılında Ortaokulu bitirdim. Bu dönemde Matematik-Fizik-Kimya derslerinden Pekiyi alarak Ortaokulu bitirenler, İstanbul Yıldız Teknik Okuluna sınavla alınarak, mühendislik ünvanı ile diploma veriliyordu. Bu okula başvurarak sınav gününü beklerken, Ağın Halk Odasına gelen gazetede sınavın ertesi günü yapılacağı duyurusunu aldık,üç günden erken gidilemeyen İstanbul’a gidemedim,böylece de okula alınamadım. 1942 yılında Ankara Devlet Konservatuarı sınavına girerek kazandım. Nefesli ve vurmalı sazlar bölümüne benimle birlikte 8 öğrenci kazanmıştık. İlkokul öğrenimlilerin alındığı bu bölüme beni torpilleyen yandaşım olmadığından, beni kadro fazlası çıkararak yedi ilkokul bitirimlileri aldılar.Ulus gazetesi yazarı olan Kemal Zeki Gençosman rahmetli beni Hava Dikimevine aldırdı ve 6 ay kadar çalışıp, Devlet Konservatuarı Kalorifer yardımcılığına geçtim. Muzaffer Sarısözen Konservatuarın Müdür Yardımcısı idi. Ben kendime geldiğimde evde babamın askerken aldığı klarneti bularak,çalışmaya başlamıştım, Ortaokul birinci sınıfta bile Elazığ’lı bir öğretmen klarnet getirerek bana çaldırmıştı.Muzaffer Sarısözen’e de çalarak yöremiz ezgilerinden bazılarını notalandırmıştı.Hozakpur’lu Hasan Ateş ile birlikte çalıştığımız bu okulda,Hasan’ı görevden çıkardıkları için ben de ayrılmıştım.Sayın Sarısözen beni almaya söz vermişti ama, benim bu ayrılmamla ilişkimiz kesilmişti. 1941-1952 yılları arasında rahmetli Gani Dayı ile bir çok düğün, eğlencelere ve törenlere katılmıştım. Nota öğrenmenin tek yeri, askerliğin Bandoda yapılmasıydı. Askerlik Şubelerinde bu kadrolarla Mart Nisan : 2013 sınıfsallaştırma yapılmakta olduğundan, Keban As. Şb. böyle bir kadro gelmediğinden D.Bakır’a giderek, bandocu olarak son yoklamamı yaptırdım ve 1946 kasım ayında Van 10.Tümen bandosuna gittim.Bir yılda D.Bakır Kolordu bandosunda kaldığım bu dönemde, Cumhurbaşkanı sayın Rahmetli İsmet İnönü D.Bakır’a geldiğinde, orduevinde yemek töreninde O’na da müzik yaptım. Bandodaki arkadaşım Kayserili A.Sami Yalçın adlı çok iyi müzisyen bir arkadaşımdan da geniş bilgi aldım.Bando Batı Müziği-Osmanlı Divan Müziği gibi her tür müzikte de çalıştım. T.C.D.D.’den 1979’da emekli oldum. (Bu yazı İsmail Nazım Beydemir’in YÖRESİYLE AĞIN isimli eserinden alınmıştır) Ağın, Eğin (Kemaliye), Arapgir, Keban ve Çemişkezek yöresi insanlarının ortak kültürleri ve bu ortak kültürlerinin kaynağı olan ortak bir müzikleri vardır. Özellikle Ermenilerin yoğun olduğu Eğin, Arapgir, Çemişkezek ve Ağın yörelerinde, bir çok türkü ve oyun havalarındaki dokuz sekizlik vurgunun 2+3+2+2 ve 2+2+3+2 türleri yaygındır. Anadolu ve Ortaasya yöresi müziklerinde bu tür dokuz sekizlik vurgunun bulunmaması, bu vurguların Ermeni’lerden kaldığı kanısını uyandırmaktadır. 1940’lı ve 1950’li yıllarda, o gün 70 yaşının üstünde olan Vahşen’li Cancik Dayı ile düğünlere giderdik. Ermeni’ler döneminde de davul çalan Cancik Dayı, Ermeni müzisyenlerinin bizim havalarımızı çaldıklarını, Ermeni’lerin de bizim havalarımızla oynadıklarını söylerdi. Oyunlar, müzik vurgularının ayak ve kol devinimlerine uygulanmasıdır. Ortak müzikleri olan yöremizin Ağın, Eğin ve Arapgir yörelerinde, oyunlar da ortak niteliktedir. Bu üç yerleşim yerinin doğusunun Fırat ve Murat nehirleri ile kesilmiş olması nedeniyle, eskiden insanlar aracılığıyla taşınan müzik ve oyunlar, bu iki ırmaktan doğuya ve batıya bağlantı kuramamıştır. İletişim araçlarının gelişmesinden sonra, yöremiz dışındaki müzik ve oyunlara özenen yöre insanları, kendi müzik ve oyunlarını unutur duruma gelmişlerdir. Bu özentiye neden olan en büyük etken de, özenilen bölgelerin ekip çalışmaları ile oluşturulan düzenlemeden doğan beğenidir. Yöremizde böyle bir düzenleme çalışması yapılmadığından, bu yitirimin sürmesi kaçınılmaz olacaktır. Halk müziği derlemelerinde temel kural, parçanın alındığı yerin adıyla kayda geçmesidir. Derlemecinin eline geçen bir parçanın, derlenen yere çok 13 uzaklardan gelen biri aracılığıyla taşınması olasılığı da vardır. Biz kendi yaşantılarımızda bu savımızı kanıtlar nitelikte kimi olaylar gördük. En belirgin örneğimiz, “Arapgir Gelin Ağlatması” olarak TRT repertuarına geçen türküdür. 1938 yılından bu yana yöre müziğiyle ilgiliyim. Rahmetli Gani Dayı ile birçok düğün ve eğlencelerde bulundum. 1942 yılına dek, yöremizde Gelin Ağlatma havasını, Gani Dayı da içinde olmak üzere, bilen yoktu. 1940’lı yıllarda Ağın Halk Odası yönetiminde bulunan aydın öğretmen büyüklerimiz her yaz en az iki gösteri düzenlerlerdi. 1942 yılındaki bir gösteri için çalıştığımız müzik içine, rahmetli Nuri Onat ağabeyimiz, Gelin Ağlatma türküsünü de koyarak, bizlere öğretti. Bizler de düğün ve eğlencelerde bu havayı çalmaya başladık. Gani Dayı da bizlerden öğrenip yöre düğünlerinde çalarak bu havanın yayılmasını sağladı. Arapgir’e de ulaşan bu türküyü, Muzaffer Sarısözen Arapgir’den derledi ve adını da “Arapgir Gelin Ağlatması” koydu. Bu konuda ikinci bir örneği de, 1950 yılında Gani Dayı ile düğüne gittiğimiz Aşuvan Köyü’nde gördük. Bulgaristan göçmenlerinin yaşadığı bir köy olan Aşuvan’a, kendi yöremizde düğün yerine geliş sırasında çaldığımız “Sabahın Seher Vaktinde” ezgisi ile girdik. Hoşbeşten sonra, köyün yaşlıları bize ileri derecede yakınlık göstererek nerenin göçmenleri olduğumuzu sordular. Biz, göçmen olmadığımızı söylediğimizde, “Göçmen değilsiniz de bu havaları nereden biliyorsunuz?” dediler. “Sabahın Seher Vaktinde” gibi havaların, Bulgaristan’da kendi havaları olduğunu söylediler. O zaman, bu havalarımızın Osmanlı döneminde Anadolu’dan oraya götürülüp yaşatıldıklarını bilmediklerini anladım. Göçmenlikle adlandırmaya kızan Gani Dayı’yı kaş göz imleriyle yatıştırdım. Şimdi, diyelim ki, bir araştırmacı Bulgaristan’da bu göçmenlerin yanına gelip “Sabahın Seher Vaktinde” türküsünü orada derleseydi, bu türkü Bulgaristan’ın hangi yöresinde derlenmişse oranın adıyla anılacak; “Anadolu’dan gitmiştir” diyenin savlaması geçersiz olacaktı. Üçüncü bir örneği ise, Ağın Karaağaç’da yaşadık. Elazığ’dan gezmeye gelen Eczacı Aydın Temizer, yanında bir mühendis arkadaş da getirmişti. Yöremiz havalarını çalıp söylerken mühendis arkadaş ağlamaya başladı. Nedenini sorduğumuzda, Elazığ’ın bu havasını, Kars’lılar bir gösterilerinde Kars türküsü diye söyledikleri için çok üzüldüğünü bildirdi. Ben gene bu olayı insan taşımacılığına yorumlayıp Kars’ta Elazığ’dan giden kimsenin olup olmadığını sordum. Var olduğunu, bunlardan tanıdıklarının da bulunduğunu söyleyince, bu türküyü oraya bu tanıdıklarının götürdüğünü anlattım, rahatladı. Bu konuyla ilgili bir başka anımız da şöyledir: Rahmetli Sabri Baykut ağabeyimiz askerliğini Bartın’da yapmıştı. Orada öğrendiği “Bartın Yolu Düzdedir” türküsünü bizlere öğretti, bizler de çalıp söyledik. Ağın’da askerlik görevini ifa eden jandarmalar düğünlere gelir, kendi yörelerinden türküler söylerler; 14 bizler de çalar, onları oynatırdık. “Oy Gumrihğa Gumrihğa, Tahir Allah Gumrihğa”, “Ah Vele Yumma”, “Tombulum” gibi havalardan, yöremizde unutulmayıp yaşatılan “Tombulum” oyun havası da bunlardandır. Halkbilimde özellikle oyun ve türkülerin adlandırılmasını ben şöyle görüyorum: Büyük yerleşim yerleri göl; küçük yerleşim yerleri de çay, dere, pahar gibi su kaynaklarıdır. Halk türküsü ve oyunlar bu kaynakların çıktığı kırsal kesimlerde oluşur. Büyük yerleşim yerleri kalabalık ve sanayi üretimi yapılan yerler olduğundan, türkü ve oyun yaratımına katkıları azdır. Kırsal kesimden buralara gelen ve bu değerlerin birikiminden oluşan göle bakan birileri, suyun bu kesimi falan çayın, şurası filan derenin, aha bura da şu paharın diye bir ayırım yapabilir mi? Bu adlandırma, hem bu birikim, hem de yönetimsel bağlılık nedeniyle küçük yerleşim yerlerinin tanınmamasından ötürüdür. Bir kez de sahiplenildikten sonra, bir oyun ve türkünün asıl yerine dönmesi olanaksızdır. Elazığ’ın en meşhur oyunu olan “Çayda Çıra” için de Diyarbakır’lılar şöyle söylerler: Bizim de tanık olduğumuz gibi, Diyarbakır’da Dicle nehrine “Çay” derler. Karpuzculuğu ile tanınmış Diyarbakır’da, eğlenenler, çay kıyısındaki karpuz tarlalarında su üzerine kazıklar çakarak oturma yeri yaparlarmış. İçini boşaltıp yedikleri karpuz kabuklarının içine kül doldurur, gaz dökerek yakar, sonra da bunu çay suyuna bırakırlarmış. Yukarıdan beri suya bırakılıp yanan bu şeylere “çıra” der; şehrin önündeki durgun yerde toplanan bu çıralara bakarak da “Çayda Çıra Yaniyi” diye söyleyip oynarlarmış. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan arkadaşlarımız, 1942 yılında, Van dolaylarındaki arkadaşlardan öğrendikleri “Keçiğe” adlı oyun havasını yöremizde de oynamaya başladılar. Kürtçe “kız” anlamına gelen bu türkülü oyun havası, “Hara valla keçiğe…” diye Kürtçe sözlerle oynanırdı. İşte bu göllere tapulanmamak için, yöremizden derlediğimiz ve Eğin, Elazığ, Arapgir göllerine ulaşmamış oyun ve türkülerimizi yayınlamadan, kimsenin ellerine geçmemesine özellikle özen gösterdik. Bu konuda bir atasözümüzün kullanıldığını belirtelim: “Erken kalkan yol alır, er evlenen döl alır” denir ve bu konuyla geniş ilgisi vardır. Elazığ, yöremizde “erken kalkmış ve er evlenmiştir.” Yöremiz çalgıları konusuna gelince; tüm Anadolu’da olduğu gibi, yöremizde de çalgı, davul zurna imiş. Tanzimatla mehterin yerini bando alınca, zurnanın yerini de klarnet almış. Müslümanların müzikle uğraşmasının günah sayıldığı dönemlerde, müzik yapanlar Ermeni’lermiş. Vahşen’li Cancik Dayı, 18901905 yıllarında Vahşen’de (fienpınar) Armen ve Arakel adlarında iki kardeşten birinin klarnet, diğerinin de keman çaldığını, kendisinin de bunlarla düğüne gittiğini söylerdi. 1880’li yıllarda Amerika’dan yöremize bulgur çekme ve harman makinelerini getiren Ermeni’ler, bu iki Avrupa sazını da yöremize ilk getiren hemşerilerimizdir. 2013 : Mart Nisan Bu dönemde İn’li Kuas adında bir Ermeni zurna çalar, çok büyük bir davulla düğünlere gelirmiş. Bu büyük davul yörede öyle ün yapmış ki, büyük bir şeyi anlatmak için “İn’in davulu gibi” diye bir benzeti deyimi günümüze dek gelmiştir. Cancik Dayı Ermeni’lerin kendi düğünlerinde de bizim oyunlarımızı çalıp oynadıklarını söylerdi. 1895 doğumlu olan babam Adıgüzel Beydemir, Vahşen’deki Armen ve Arakel kardeşler ile İn’li Kuas’ı kendisinin de bildiğini söylerdi. Askerlik görevlerini bandocu olarak yapan Müslümanlardan klarnet çalanlar, askerlikten sonra da çalmayı sürdürmüşlerdir. Babamın bildiği ilk Müslüman klarnetçi, Arapgir’li Mahmut Çavuş adında birisiymiş. 1910 yıllannda Mahmut Çavuş, Ağın’da Kepekçigilin Ziya yahut İbrahim’in düğününe gelmiş ve babamın dediğine göre, Ağın, klarnet çalan ilk Müslümanı böyle görmüş. Vahşen’li Veysel Yalçın Dayı, Küşne’de 30-35 evlik, Vahşen’in içinde 40 evlik Ermeni olduğunu, Vahşen’li Agopcan’ın zurna ve klarnet, Bağdik’in keman, Aram’ın da davul çaldığını söylerdi. Yöre düğünlerini bu üç Ermeni hemşerimiz yaparmış. Babam da bunları bildiğini söylerdi. Salim Gençosman Amca’nın klarnet öğrenmek için çalıştığını, öğretmen okuluna gidince bıraktığını gene babam söylerdi. 1910-1920 yılları arasında İn’li Fazlı ile Cüjügen’li İhsan klarnet çalar olmuşlar. İhsan tuluat kumpanyalarıyla gezer, düğünlere gitmezmiş. 1938-1941 yıllarında Arapgir’de ortaokulu okurken, Cüjügen’li İhsan Dayı’yı tanıdık. Hancılık yapan, akşamcılığı ve dünyaya boş vermişliğiyle ün salmış bir kimse olarak tanınırdı, klarnet çaldığını görmemişizdir. 1930’lu yıllarda Cüjügen’li Fazlı Dayı, oğlu Sabri ile, Ağın’da Fahrettin Tüzün’ün kayınbabası Mustafa Dayı’nın düğününe gelmişti. Oğlu Sabri çok küçüktü; yürüyerek çaldığı si bemol klarnetin kalağı neredeyse yere değecekti. Fazlı Dayı, Sabri’ye çok sert davranır, klarneti iyi çalması için dövermiş. Babamın asker arkadaşı olan Fazlı Dayı’nın oğlu Sabri, 1930’lu yıllarda bir gün bize gelip bir gece kaldı; damda otururken klarnet de çalıp ertesi gün gitti. Sonradan öğrendik ki, babasının baskısından kaçmış ve bir daha da yöreye gelmedi. Sabri, Türkiye’de tanınmış bir klarnet ve alto saksafon ustası oldu. Sümerbank Malatya Fabrikası bandosun’da, Adana ve İstanbul piyasalarında yaşamı boyunca saygın bir müzisyen olarak çalıştı. Bu dönemde, İn’li Gıldo adında tanınmış bir zurnacı da varmış ama, babam bunun Ağın’a hiç düğüne gelmediğini söylerdi. Cüjügen’li Şükrü ile İn’li Kuas zurnacıları babam da bilirdi. Kurtuluş Savaşı yıllarında, Dersim üzerinde jandarma görevlisi olarak askerlik yapan babam, İn’li Fazlı ve Cüjügen’li İhsan Dayı ile birliktelermiş. Klarnet çalan bu iki arkadaşına heveslenen babam da klarnet almış. Ben babamın klarnet çaldığını çok az anımsıyorum, ama evde bulduğum klarnete ben de heveslenerek çalmaya başladım. Ortaokulun birinci sınıfında iken sınıfa klarnet getiren öğretmenimiz bana çaldırırdı. Hörenekli İbrahim Avlar Amca, 1910’lu Mart Nisan : 2013 yıllarda, Gırani’de Şerif Dayı’nın kardeşi Şakir’in zurna çaldığını, ilk klarneti İn’li Fazlı’da gördüğünü, Onarlı Çete’nin zurna ile düğünlere gittiğini söylerdi. 1930’lu yıllarda, Ağın’da Bekir Karagülle keman çalardı. Babamdan sonra müzikle uğraşan ikinci Ağın’lı olan Bekir Amca, kemanı, kemençe gibi sol elinde asarak çalardı. Bekir Karagülle Amca’nın nota bildiği, bestelerinin olduğu söylenirse de kanıt getirecek bir belge yoktur. Bu dönemin çalgıcılarını bizler de biliyoruz. 1938-1941 yılları arasında Arapgir’de Onarlı Çete’nin zurna çaldığını, Şehir Pağnikli Ali’nin klarnet çaldığını, Ermeni’lerden keman ve klarnet çalanları görmüştük. Gene bu yıllarda Tepde’li Gani Dayımızın ağabeyi Mustafa Dayı Diyarbakır’da askerliğini yaparken, Elazığ’lı Hüseyin Çavuş’tan klarnet öğrenip gelmiş, yöremizde de çalmaya başlamıştı. Hüseyin Çavuş’u ben de tanıdım; 1948 yılında Diyarbakır’da askerliğimi yaparken, ondan 110 liraya bir sol klarnet almıştım. O döneme göre iyi bir klarnetçi idi. Mustafa Dayı, Gani Dayı’ya da klarnet çalmayı öğretti; ölene dek de birlikte düğünlere giderlerdi. Uzungil Mahallesi’nde Reşit Bey’in düğününe birlikte gelmişlerdi ve Gani Dayı’nın üstünde asker giysisi vardı. Genç yaşta ölen Mustafa Dayı’nın yerini tutan Gani Dayı’mız, yöremiz müziğinin en büyük ustası, halkla ilişkisi çok derin olan bir müzisyen, zurnanın kökünü yöremizden kazıyan bir devrimci olarak 1980 yılının sonlarına dek yaşadı. Traktörle bir köye giderlerken, bir kadına yer vermek için ayağa kalkınca traktörden düşerek beyin kanamasından öldü. Unutulmaz anılar bırakan büyük sanatçı ve değerli insan Gani Dayı’mızı rahmet ve saygı ile anmayı bir insanlık borcu sayarız. 1940-1950 dönemlerinde klarnet çalan, Arapgir Pağnik’inden Ali ve Veysel vardı. Horoç’tan Tahsin klarnet, kardeşi Veysel keman (kemençe gibi asarak), küçük kardeşleri de davul çalarlardı. Gene Horoç’tan, babamın teyzesi torunu, Kurdikgil’in Hasan davul çalardı. Gücü’lü Mehmet Dayı kemanı kemençe gibi asarak çalardı. Vahşen’de Cancik Dayı ve oğlu Ali davul çalarlardı. Keban’lı Kadir Usta klarnet çalardı ve oğulları Mehmet ile Ali’ye de klarnet öğretti. Ağın’da ben klarnet, Kemal Alp bağlama ve cümbüş, Sadettin Koçer keman, Hacı Bekir Dayı’nın kaynı Lütfü darbuka ve davul, Hüseyin Çelenk davul, Kemal Niksarlı keman ve mandolin çalardık. Yöremizde davulcu adı söz konusu olunca, Gani Dayı’nın adını “Çavuş” koyduğu Hüseyin îşcan anımsanmadan geçilmez. Ecüzlü’de oturan Çavuş, günümüze dek gelmiş geçmiş davulcuların en ustasıydı. Çalınan havanın ezgisine göre, her ölçüyü değişik vurgularla çalar, tokmak ve çubukla mızraplı sazlardaki mızrap vurguları gibi vurgular yapardı. 1950 sonrası, Gani Dayı’mız, yeğenleri Burhan’ı klarnetçi, Mehmet’i de cümbüşçü olarak yetiştirdi. Daha sonra da oğlu Mustafa Ölmez klarnet çalmaya başladı ve İstanbul alanında müzik yapabilecek ölçüde gelişti. Cücügen’li Fazlı Dayı’mızın oğlu Emin 15 klarnet çalmaya başladı ve yöremiz müziğini iyi çalan belirgin bir klarnet sanatçısı oldu. Onar’da İbrahim, yöre düğünlerinin tanınmış klarnetçisi oldu. Peküsü’lü Ahmet de dönemin tanınmış klarnetçilerinden iken, 1995’te öldü. Oğlu Ali Kemal İstanbul’da yöremiz müziğini yapan klarnetçi oldu. Ocaklı Güzel, yöremizin tanınmış kemancılarındandı. “Dılo” diye tanınan Turan Gezer, yöremiz düğünlerinin baş çalgıcısı olarak, keman çalardı. Hem sazı, hem de oyun ve öykünmeleri ile toplumu neşelendirir, bulunduğu düğüne başka bir renk katardı. Arapgir’in Amberge’den yöremize en iyi klarnet çalıcısı İbrahim çıkmıştır. Günümüzde, Vahşen’li Ahmet Yalçın klarnet, Sonay Yay davul çalan gençlerimizdendir. Hozakpur’da klarnet çalmaya özenen birçok genç varsa da bunlardan İbrahim gencimiz Elazığ yerel müziği çalışan bir klarnetçi oldu. Ağın’da Erol Yazıcı cümbüş çalmaktadır. Kardeşim emekli öğretmen Şakir Beydemir, özençli (amatör) olarak klarnet çalar, Öğretmen, Amcagilin Ahmet bağlama çalmaktadır. Buraya dek adını verdiğimiz müzisyenler, eskilerin deyimi ile, “çantadan yetişme”dir. Bilimsel olarak öğrenimle müzik yapan Hüseyin ve Tahsin Gençosmanoğlu ağabeylerimiz, yöremizden çıkan, Ankara Devlet Konservatuvarı öğrenimini görmüş ilk sanatçılardır. İbrahim Amca’mızın kızı İfagat Ertaş’ın oğlu Tangör Ertaş, konservatuvar öğrenimli olup Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda keman sanatçısı olarak çalışmaktadır. Burhan İlter ağabeyimizin oğlu Süleyman Nazif, TRT İstanbul Radyosu’nda tonmayster olarak çalışmakta ve eşi Çimen İlter de Halk Müziği okuyucusu olarak aynı yerde görev yapmaktadır. Kemal Alp’ın rahmetli oğlu Rahmi de İstanbul ortamında kanun çalan müzisyenlerdendi. Hörenek’li Bülent Serttaş, Türkiye’de tanınmış bir okuyucu sanatçımızdır. Arapgir ve Eğin yörelerinde yerel müzik yapan çalgıcılar varsa da, Ağın’da tanınmamaktadırlar. Böylece, Ağın ve yöresinde yetişen müzik sanatçılarını anmış, yöresellik geleneğimizi yerine getirmiş oluyoruz. Bu yazımızda, bizden eskilerden aldığımız bilgilere kendi yaşam dönemimizde gördüklerimizi de ekledik. Yaşam sürdükçe insanların doğa ilgili gelişmeleri de sürecektir. Bunun için gerekli olan yaşam kuralı, batılılıktan uzak, laik Cumhuriyet ilkelerinin geçerli olmasıdır. Yüz yıllık bir geçmişi kayda almakla, müzik tarihi konusunda geleceğe belge sunmayı amaçladığımızı bildiririz Kendimi Arıyorum... Mehmet ERGÖNÜL Bu, yıllar önceki Ben değilim artık! Çekilmez bu denizlerdeki kan Bu ağlayarak Dünya’ya bakan yıldız. O yıldız değil... Ben değilim artık. Gökyüzünde aydınlığa koşan. Çiçeğe vurgun arı. Güldeki koku. Dağdaki mor... Buluttaki nem. Eskisi gibi değil durum. Gene yanımda yöremde Gölgem. Ama ben. gölgemden korkuyorum. Boynumun borcu değil yaşamak Bu ağaçlar, bu kuşlar Bu kadar yalnız değildi Çocuklar. Bu kadar ağlamaklı değildi insan Bu kadar suskun değildi ırmak. Şafaklar daha güzeldi günbatımından. Üsküdar türkü söylerdi İnsanları severdi İstanbul... Böylesine sancılı değildi yüreği. Geceler böyle karanlık değildi Böyle aşikâr değildi sır. Ben, ben değilim artık Kendimi arıyorum. Getirdiğim bu değildi uzaktan Bu değildi gözlerimdeki umut Yüreğimdeki ses. 16 2013 : Mart Nisan ÇOCUKLUĞUMUN AĞIN’I Özgün ERDOĞAN Bembeyaz pamuk toprakların üzerinde Keban Baraj Gölü kenarında konuşlanmıştır Ağın. Yeşili koyu yeşil, toprağı bembeyaz, insanı öyle içten öyle candandır ki. Kasabanın girişinde karşılaştığınız asma, sarmaşıklı çıkmalı ev sizi hoş geldin der gibi selamlarken evinize döndüğünüzü hissedersiniz. Küçücük bir çocuk parkı vardır sağda, salıncağı bir leblebi festivali gecesi sol gözümün kenarına çarparak hayatımda bir iz bırakmıştır. Hemen yanı başında Aşağı Cami, öyle sessiz ve sakin huzurlu bir dinlenişteymiş izlenimi bırakır. Özellikle de çocuksanız ve yazları hafta sonlarınız Ağın’da geçiyorsa, Cuma akşamları saat 6.30 feribotuna yetişmiş 7 civarı hava, çok güzel bir akşamüstü güneşiyle serinlemeye yüz tutmuşken, bu camiyi görmek için sabırsızlandığınız zamanlardır. Sizin gibi birçok Ağın’lı, köyüne gidip de ailesiyle akşam yemeğine oturmak için aynı feribotu yakalamak için yollara düşmüştür, Birçok çocuk feribottan düşecek korkusuyla aileleri tarafından arabaya veya arabaların bulunduğu alana hapsedilmiş,üst kattan göl manzarasından mahrum bırakılmıştır. Ağın’lı çocuk olmak demek hep o üst katı, o bankları özlemle izleyip bir türlü büyüyememek bir türlü üst kata çıkamamak demektir. Masmavidir baraj gölü, feribotla karşıya geçmek ise vazife gibi bir ritüel. Sanki Ağın’a feribotla gidilmese aynı zevki vermeyecekmiş gibi müthiş bir gururla binilir o feribota, akrabalarla, tanıdıklarla selamlaşılır, çocuklar birbirleriyle karşılaşmaktan memnun hop oraya hop buraya zıplarken anne babalar kaş göz yaparak yaramazlıkları önlemeye çalışırlar. Genç delikanlılar balık oltalarını çıkarırlar, belki bir ihtimal bu vesileyle ekmeği yumuşatıp top haline getirip ucuna sardıkları oltalarına bir balık düşer diye göle salıverirler. İlla ki bir dayı vardır o feribotu kullanan kaptan, herkesi tanır, herkese selam verir; çocuklara akıllı olun uyarısı yapar, büyüklerin araçlarının plakasını alıp feribot makbuzu verir. Ve o dayıdır her seferinde görmeyi beklediğiniz, her seferinde en önce sizi hoşgeldinleriyle saran sarmalayan… Gölün yosunlu kokusu burnunuzu yakarken motorun gürültüsünden bir şey duyamamaya başladığınız an birden yola çıkar feribot. Bir de bakarsınız, bir beyaz araba, daha yeni yokuştan inip feribot alanına inmek üzere; o ki iki dakikayla feribotu kaçırmış. Herkeste bir telaş başlar, kaptan geri dönsün müdür dönmesin midir, ama daha tam manevra da yapmamıştır; yazık bir araba dolusu insan bir saat boyunca beklemesinler, en iyisi geri dönüp alsın onları. Döner feribot, alır o beyaz arabayı, araba zorla sığar feribotun ucundaki aşağı yukarı kalkabilen kapağına, sanki itsen düşecek gibi durduğundan tekerlerinin önüne takoz konur. Büyükler işlerini biliyordur, feribotun en tehlikeli yeri olan uç Mart Nisan : 2013 kısmındaki takozlar çok önemlidir. Herkes mutludur artık, yola çıkılmış, feribotun hızıyla artan hava akımı herkese bir akşamüstü ürpermesi getirmiştir. Amcalar yol boyu içemedikleri sigaralarını yakmışlar, çocuklar feribot yolculuğundan aldıkları hazla sessizleşmişler ve oltalarını göle atan delikanlılar oltalarını çıkardıklarında ucunda ekmeği bile bulamamışlardır. Feribottan iner inmez sizi karşılayan bembeyaz dağlar, tepeler size o belli belirsiz tuhaf hissi verirler. Memleket hissi… Meydanda sizi karşılayan bir market, bir kaç yan yana küçük dükkân, bir de büyük kahvesi vazgeçilmezlerindendir Ağın’ın. Önce Saim Amca’ya uğranılır, her türlü şeyi satar Saim Amca. Dükkânında öyle güzel şeyler vardır ki, musluklar, vanalar, çaydanlıklar, bardaklar, ipler, vantilatörler… Oyuncak bir dükkân gibi gelir çocuk aklınızla size orası, Saim Amca’nın güler yüzü ve o sevgi dolu bakışlarıyla dünyanın en uçuk masalında bir karakter gibi hissedersiniz kendinizi. Saim Amca şimdi sizi masal dünyasına alacak, çaydanlıklarla çay pişirecek, iplerle oyunlar yapacak, birden bütün dükkânı dökecek sanki önünüze… Saim Amca meğer akrabamızmış bizim, ben bilmezdim, belki de anlamazdım; ama dedim ya masal diyarında hissederdim ben kendimi Saim Amca’nın dükkânında. Oraya uğramadan Ağın’a varmış gibi hissedemezdik ve gene ona uğramadan Elazığ’a dönmek imkânsızdı. Saim Amca’dan çıkınca babam kahveden insanlarla selamlaşarak yeniden şoför koltuğuna geçerdi, ikinci durak babamın teyzesinin evi. Ağın’ın o kerpiç evleri de toprağı gibi bembeyazdır, sağlı sollu değişik tarzda bembeyaz evlerle çevrili bir yol, ardarda birkaç çeşme ve nihayet teyzenin evi vardır. Teyzenin görkemli bir bahçesi var, içinden geçerek evine varırız. O bahçe öyle büyük gelirdi ki benim gözüme, git git eve varamayacakmışım gibi hissederdim; yıllar sonra 22 yaşımda aynı yere uğradığımda ne kadar hayal kırıklığına uğradığımı anlatamam. Bahçe küçülmüş, minicik kalmıştı; ben mi çok büyümüştüm acaba… Teyze bizi ikramlara boğmadan eve göndermezdi, ya yoğurtlu buğdaylı yaz çorbası yapmıştır soğuk soğuk ikram eder, ya poğaçası vardır yapmış hazırlamıştır cuma günü Ağın yoluna dökülenler için. Biz babaanneme gitmek için sabırsızlandığımızdan yola koyuluruz yeniden, artık hava kararmaya yüz tutmuştur; babaannem Andiri’de aşağı mahallenin en aşağısındaki evde oturduğundan, daha biz arabayı park edip eşyaları taşıyacak olduğumuzdan bir an gözümüzde büyüyüverir. Andiri’nin taştan yapılma okulu var yukarıda, o okulun alt tarafında bir tarlaya bırakırız arabayı, eve yürürüz küçük patikalardan. Sinekler uçuşur akşam saati, babaannenin balkonunda yemek pişmektedir, sobanın dumanı tüter. O soba güz 17 sonunda balkondan içeriye alınır ve odaya kurulur. O akşam saati o eve yürümenin heyecanı ve huzuru başka hiçbir şeyde yoktur. Babaannemin beyaz tülbentli kafası uzar damdan aşağı, kimler gelmiş kimler gelmiş… Her seferinde çok büyük sürpriz olmuş, çok şaşırmış gibi davranma oyununu oynar; bizse bunun oyun olduğunu anlamayız hiç, meğer biz sevindirdiğimize sevinelim diye yaparmış onu. Babaannem çok büyük kadındır, büyük derken aslında ufak tefek, ama çok büyüktür gözümüzde; herkesten başkadır babaannem, özgür bırakır bizi. Özgürlüğümüze düşkün büyümemiz bundandır, insanlara olan sevgi dolu özverili bakış açısı bizi de sarmış sarmalamıştır; hayatımızdaki ilk dersleri hep babaanneden almışızdır biz bütün torunlar. İlk duamız subhaneke’yi ondan öğrenmişizdir, ilk örgü ilmeğini o attırmıştır bize, ilk namaz kılma tecrübemiz onu izleyerek ve taklit ederek gerçekleşmiştir, ilk ev ekmeğimizi onunla pişirmişizdir, ilk pekmez yapmayı onunla öğrenmişizdir, ilk keçi otlatmamız da onunla Pıldırik’te olmuştur. Babaannem çok büyük kadındır, dünyanın en sevgi dolu, en medeni, en özgürlükçü ve de en akıllı babaannesidir. Babaannem öyle başkalarının babaannesi gibi değildir; okur, yazar, matematik sorusu çözer. Yaş problemlerini benden önce bilir, çok güzel şiir okur, öyle zamanlarda öyle şiirler ve sözler söyler ki hep hayran kalırız; benim babaannem ne çok şey bilir. Ağın demek babaannem demektir benim için. Bembeyaz toprakları, beyaz tülbentli çalışkan kadınları demektir. Verimlilik demektir, cevizdir, duttur Ağın benim için; pekmezdir, tarhanadır. Cevizli sucuğun ipe dizilip üzüm şerbetine batırılmasıdır. Ağın benim için, damda yıldızları izleyerek akşam çayı içmektir, televizyon nedir bilmemektir, çerez olarak ev kabağının çekirdeğini yemektir. Ağın kayısıyı değil mişmişi sevmektir, arının üstüne oturunca poponu arının sokmasıdır, başparmakları iri olmaktır benim için. Musa’gilin Zeynep abladır Ağın, onun cenazesi sonrası mevlit için ilk kez camiye gitmektir mesela. Ya da ayağında siğil çıkınca hocaya okutmaktır Ağın. Bembeyaz tertemizdir Ağın, her bahar yarpuz yemektir, her hazan mevsimi üzüm toplamaktır. Yazın ortasında leblebi festivalidir, Ağın leblebisine öyle alışmaktır ki hayat boyu bir daha başka leblebi yiyememektir Ağın. Ve her hafta sonu, çocukluğunuzun en hüzünlü yanıdır Ağın. Yine o feribota yetişilecek ve Elazığ’a dönülecektir. İşte o an; masallardan, hayallerden, doğadan uzaklaşıp beton binalara döneceğiniz an, o hüznü yaşamaktır. Tadını kumdan alan lezzet: Ağın Leblebisi Elazığ’ın Ağın ilçesinde evlerde meşe külüyle kaynatılıp, odun ateşinde sıcak kumla kavrularak imal edilen leblebi, yoğun talep görüyor. Ağın Belediye Meclis Üyesi Mustafa Ağın, yaptığı açıklamada, ilçede hemen hemen her evde kış mevsimi için yıllardır leblebi yapıldığını söyledi. İlçede önceden sadece hane halkı için üretilen leblebinin, zamanla başka yerlerden gelen siparişe göre yoğun şekilde imal edildiğini aktaran Ağın, “Geçen yıllara kadar ortalama yıllık 15 ton üretilen leblebi, bu yıl 30 ton üretildi” dedi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yayın organlarından ‘’Tarm Bülteni’’Şubat-2013 sayısında Ağın Leblebi’sinin tanıtım yazısından alınmıştır. Evlerde meşe külüyle kaynatılıp, odun ateşinde kumla kavrularak imal edilen leblebi, yoğun talep görüyor 18 MEŞE KÜLÜ VE KUM Leblebi üreticilerinden Hasan Aktaş ise “Leblebinin yapımında sadece biz meşe külü kullanıyoruz. Kullandığımız meşe külü ve kum, leblebiye tadını veriyor. Bu leblebinin sadece burada yapılmasının ve bu tadı almasının nedeni, ilçeye bağlı Bademli köyünden aldığımız kum. Başka kum bu tadı vermiyor. Meşe külü ve kavrulduğu kum nedeniyle leblebi uzun süre de kalsa bayatlamıyor” diye konuştu. 2013 : Mart Nisan “Dünyaya gelmemde maksat ne idi :bir sadık dost.” diyen Veysel’i aramızdan ayrılışının 40. yılında saygıyla anıyoruz. 25 Ekim 1894 tarihinde Sivas’ın Şarkışla ilçesinde dünyaya gelen Aşık Veysel herkes gibi olmayan hayatını şu sözlerle dile getiriyor: “Hayatım, herkes gibi değil. Hayatım, öyle bir doğuş ki, annem koyun sağmadan gelirken yol üzerinde dünyaya gelmişim. Orada kadınlar çarşafla, şununla, bununla sarmış, eve getirmişler beni.” Türk tarihinin en büyük ozanlarından olan Aşık Veysel çiftçi bir ailenin ferdi olarak dünyaya geldi. Dünyanın tüm gerçeğini kalbiyle gören Aşık Veysel, 7 yaşında gözlerini kaybedişini ise şu sözlerle ifade ediyor: “7 yaşıma kadar ben de herkes gibi koştum, seğirttim, güldüm, oynadım. 7 yaşımda, 12. ayın içiydi, anam bana bir entari dikmişti giydirdi. Beni çok seven bir kadın vardı, Muhsine. Annemin emmisinin karısıydı, ona sevinerek göstermeye gittim. Kadıncağız beni sevdi, okşadı. Akşamüzeri namazdan evvel döndüm geliyordum, yağmurlu bir gündü. Ayaklarım kaydı, çamurun içine düştüm. O sevinerek giyindiğim entari boydan boya çamur oldu. İşte o akşam geldim, çiçek hastalığına yakalanmışım, sabahleyin kalkmadım, dünyayı son görüşüm o oldu. Ondan sonra da babam rahmetlik, başka şeyden ümidi kesince bir saz bulmuş getirdi, onu çalmaya devam ettim. 10-12 yaşıma kadar çaldım. Sağ gözüm ziyai görüyordu, sol gözüm o çiçek hastalığından akmış gitmişti. Doktorlar bana baktılar, sağ gözüm biraz gördüğü için pus var açılır dediler, bir gün tayin ettiler, Akdağ madenine getir dediler babama. O arada, ineklere saman dökerken inek kafasını sallayınca tam sağ gözüme vurdu boynuzunu, o da aktı gitti.” Arkadaşları ve abisi gibi seferberliğe gitmesine izin vermedi gözleri. Aşık Veysel ise onun için zorlu olan bu imtihanı şöyle anlatmış: “Bütün komşular oğullarından haber beklerken, benim annem babam yanlarında olduğum için rahattı, bu da beni çok üzüyordu.” Hayatında önem verdiği herkesi kaybeden Aşık Veysel, can yoldaşı İbrahim’in yol arkadaşlığı ile düğünlerde, törenlerde sazını çalıp geçim kaynağını elde etti. İşte bu süreç onun Türk Tarihi’nin en büyük ozanlarından biri olmasının ‘uzun ince bir yolu’ oldu. Gözlerini kaybedişiyle aldığı can yoldaşını çalmaya başlayan Aşık Veysel, 1933 yılında tanıştığı Ahmet Kutsi Tecer’in teşvikiyle kendi sözlerini duyurmaya başladı. Televizyonun olmadığı zamanlarda sesini ılgıt ılgıt memleketin her köşesine yayan Aşık Veysel’i İstanbul Radyo Müdürü Mesut Cemil Bey, radyoya davet etmişti. Radyoda Veysel’i dinleyen Atatürk kendisiyle tanışmak istedi. Ancak Aşık Veysel bulunamadı. Aşık Veysel haberi aldığında Dolmabahçe’ ye gitmesine rağmen aksilikler peşini bırakmadı ve Atatürk ile tanışamadı. Aşık Veysel, Ata’sına özlemi içinde yıllar boyu sazına söz katarak nesilden nesile türkülerini aktardı. Türkiye’nin en önemli ozanı olan Aşık Veysel 21 Mart 1973 tarihinde ise aramızdan ayrıldı. Aramızdan ayrılışının 40. yılında bu büyük ozanı saygı ve özlemle anıyoruz. Teşekkür... İzmir 9. Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastahanesinde tedavi görmekte iken vefat eden Yıldız ÖZTÜRK’ün gerek tedavi esnasında gerekse ölümü nedeniyle ilgilerini esirgemiyerek bizzat cenazesinde katılanlara/telefon ve sair iletişim araçlarıyla başsağlığı temenlisinde bulunan tüm Mart Nisan : 2013 eş, dost ve akrabalara canıgönülden teşekkür eder saygılar sunarız. Mesut Tahsin ÖZTÜRK Çocukları ve ÖZTÜRK ailesi 19 Ömer Yorulmaz’dan Hatıralar Yaralı yürek nazlıdır, Aslımı sorsan ELAZIĞ’dır. ELAZIĞ dedikleri düz ova, çöldür Havası hoştur ama kışı boldur. HARPUT dedikleri bir dağın başı Orda yatıyor evliyalar başı Yanına almış yedi kardeşi. Beş yaşında BEYELMASI’ndan ayrıldım KAŞPINAR’da durdum 20 yaşında bir yuva kurdum, Eker biçerim çeliktendir orağım Şimdi ise GÜNGÖREN oldu sonki durağım. GÜNGÖRENE’e yaptılar ecel harmanı, Kimsenin konuşmaya kalmamış mecal dermanı bize de böyleymiş feleğin fermanı. GÜNGÖREN’in üstü bağlar Gelin söyler, kızlar ağlar Bağımızı dolu vurdu, Meyve verecek çağlar. Of dedim, of dediler Ne derdi çok dediler Şu dünyada bir gün güldüm Hiç derdi yok dediler. Baba der, naçar ağlama Gündür geçer ağlama Bu kapıyı kapayan hüda Birgün açar ağlama. Gökte yıldız üç gider Kervan kalkar göç gider Bu dertlere düşenin, Yazı bile kış gider. Cennet bağının gülü solmaz, ALLAH diyen mahrum kalmaz, ALLAH adın uludur Emrin tutan kulundur, ALLAH adın dillerde Sevgisi gönüllerde Şol karanlık yerlerde ALLAH diyelim ALLAH. Kocayıp ben göçmeden Melül mahsun bakmadan 20 Ömer YORULMAZ Teneşire yatmadan ALLAH diyelim ALLAH. Deli ÖMER ölünce, Varıp kabre girince, Rabbin kimdir deyince, ALLAH diyelim ALLAH. Bu dünya bir gemidir, Akıl yelkeni, fikir dümeni Ey insanoğlu kullan aklını göreyim seni. 15 inde delikanlılık bağıdır, 20 sinde askerliğin çağıdır, 30 unda zannedersin eritilmiş bir tereyağıdır, 40 ında aklı gelir başına, 50 sinde yağı katar aşına, 60 ında sızı iner dizine, 70 inde perde gelir gözüne, 80 inde beli buhu bükülür, 90 ında toprak gel gel diye çağırır, 100 ünde savrulmuş bir harmana benzer. VAHŞEN’liye teblis ettiresin, HOZAKPUR’luya nohut ektiresin, EKİREK’liyi katil ettiresin, ANDİRİ’liye kavun ektiresin, AĞIN’lıya tıraş ettiresin, APUŞMA’lıya taş kırdırasın, SARACIK’lıya üzüm sattırasın, HÖRENEK’liye yemin ettiresin, KOPİNİK’liye çeşme yaptırasın, MINEYİK’liye odun kırdırasın, HIDIROZ’lüye saman sattırasın, PULUR’lıya tırpan attırasın SÜDEREK’üye çalım sattırasın, PANİK’liye gemicilik yaptırasın, ÖZER’le FAHRİ’ye de laf attırasın Anadan öksüzüm, babadan yetim, Bir derde düştüm bilmedi hekim, Suya gidenin elinde olur testi Yüce dağ başında bir rüzgar esti Ümidimi sıladan kesti Bizede böyleymiş feleğin kastı. GETİR TESTİYİ SULAR DOLSUN, BAĞIN BAHÇENİN GÜLLERİ SOLSUN, BU SÖZLERİM SİZE YADİGAR OLSUN, SOYLİYECEK SÖZÜM ÇOKTUR AMA ÖLSEM AĞLAYACAK KİMSEM YOKTUR. 2013 : Mart Nisan Lastiklerinizin ömrünüzü uzatmak için... Derleme Kimse lastiklerini gerektiğinden daha sık değiştirmek istemez. Lastiklerinizin daha uzun süre dayanmasını sağlayabilecek bir şey yapabilseydiniz. muhteşem olmaz mıydı? Daha uzun ömürlü lastiklere ilişkin 8 sırrı öğrenmek için okumaya devam edin. 1.İPUCU Basıncı koruyun Lastik basıncınızı düzenli olarak kontrol edin. Lastiklerde düşük basınç, sadece hızlı aşınmaya sebep olmakla kalmaz, aynı zamanda yakıt tüketiminizi de artırır. 2.İPUCU Lastiklerinizin balans ayarını yaptırın Balans ayarı lastiklerde dengesiz aşınmadan kaynaklanan erken bozulmayı önler. Lastiklerin balans ayarının bozulması tekerlekte zorlanmaya yol açar. Eğer arabanız hız arttıkça titriyorsa, örneğin otobandayken, bu balans sorununun bir işaretidir. 3.İPUCU Hafifletin Arabanızda fazladan yük taşımak, üç katı sorun demektir, çünkü lastikleriniz daha hızlı aşınır, arabanız daha çok yakıt kullanır ve bu da daha fazla kirliliğe neden olur. 4.İPUCU Lastiklerin yerini değiştirin Çoğu arabada, lastiklerin bir çifti diğerinden daha hızlı aşınır. Bunun klasik örneği ise. işin çoğunu ön iki tekerleğin yaptığı önden çekişli arabalardır. Lastiklerinizin düzenli olarak yerini değiştirirseniz, daha eşit şekilde aşınır ve daha uzun dayanırlar. 5.İPUCU Ön düzen ayarını yaptırın Sadece daha düzgün bir sürüş için değil, aynı zamanda aracınızın ön düzen ayarının bozuk olması lastiklerinizin düzensiz aşınmasına yol açacağı için. ön düzen ayarını yaptırın. 6.İPUCU Süspansiyona öncelik verin Süspansiyonunuzu kontrol edin. Eski amortisörler, erken lastik aşınmasına neden olarak güvenliğinizi tehlikeye atabilir. Eğer aracınızı kullanırken sarsıntısallantı oluyorsa, süspansiyonla ilgilenilmesi gerekiyor demektir. 7.İPUCU Diş derinliğini kontrol edin. Lastiğinizdeki aşınma düzeyini kontrol etmek hayati öneme sahiptir ve her lastik üreticisi, bunu kolaylaştırmak adına, dişe birtakım özellikler eklemektedir. Mesela. MICHELIN lastiklerinde, diş derinliği göstergesi, lastik omzunda yer alan MICHELIN’in lastik adamıdır. Eğer dişin yüzeyi göstergeye yakın veya aynıysa. lastiklerinizi değiştirme zamanı gelmiş demektir. 8.İPUCU Daha uzun ömürlü olmak üzere tasarlanmış bir lastikle başlayın Lastik üreticileri, lastik tasarımının sınırlarını heyecan verici yeni alanlara kaydırmakta olup günümüzde bazı modeller 10.000 km daha fazla ömür sunmaktadır. Daha uzun ömürlü lastikler ile bütçeniz de daha uzun süre dayanır... İşte şimdi hem lastiklerinizin ömrünü uzatacak hem de daha güvenli araba kullanmanızı, yakıttan tasarruf etmenizi ve çevreye dost olmanızı sağlayacak 8 sırra sahipsiniz. Tek yapmanız gereken, arabanıza ve lastiklerinize biraz ilgi göstermek... Göreceksiniz ki arabanız daha düzgün bir sürüşle ve lastikleriniz de daha uzun bir ömürle bunu size geri ödeyecektir. Lastiklerinizi değiştirmeniz söz konusu olduğundaysa. daha uzun mesafe kat etmenizi sağlamak üzere tasarlanmış markalara yönelmeye özen gösterin. Michelin TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR Derneğimizin Yeni Banka Hesap Numaraları Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği, PTT 101843 no.lu Çek Hesabı Mart Nisan : 2013 T.C. Ziraat Bankası Ankara Yukarıayrancı Şb. IBAN No: TR26 0001 0008 3239 7751 6850 06 Hesap No: 39775168-5006 Yukarıayrancı- ANKARA 21 Fıkralar... Mehmet ORHAN Ağın ve çevresinden derlediğimiz fıkralardan seçtiğimiz örnekleri, ilgili oldukları yerleri ve kişileri de belirtmek suretiyle aşağıda sunuyoruz. AĞIN’DAN: Allah’la Gonuşirler! Ağın’da bir düğün esnasında, düğün evinde oyun oynayan genç kızlar, ayrı düştükleri nişanlılarıyla sözlüleri için türkü yakmış söylüyorlar. Bu türkülerden birinde de Mevla’ya şöyle sesleniyorlar: Mevla’ya sordum ki vuslat ne zaman? Dedi: Kısmetse kavuşursun bir gün. Türküyü işiten bir nine hemen başlıyor tövbeye: - Tövbe, tövbe!... Anaaa! Uşah nolir, ne günlere kaldık? Kızlar Allah’la gonuşirler. Bildik de mi Parayınan? Ağın’da sebze ve meyvenin para ile satılmaya başlanmasından önceki yıllarda bir teyze, İstanbul’a oğlunun yanına gidiyor. Oğul, her sabah işe gidip akşam geç döndüğü için anne evde yalnız, bir süre temizlikle, yemekle uğraşıyor, sonra pencere önünden sokağı izliyor. Bir gün bakıyor ki yakınındaki köşe başında bir el arabası üzerine yerleştirilen tezgâhta sebze meyve dolu. Komşu kadınlar gelip gelip alıyorlar. Teyzenin gözüne domates ilişiyor. Ben de onlardan alayım diye evden bohça yapacak bir bez alıp iniyor. Bir miktar domates dolduruyor, bezin uçlarını toplayıp elinde eve yollanıyor. Satıcı hemen arkasından sesleniyor: - Hanım teyze! Parasını vermedin. Teyze dönüyor, önemsemeden azarlar gibi yanıtlıyor: - Anaa anam!... Bıldık de mi parayınan? Bağında Tut da Öyle Gonuş: Palaz, Ağın’da bekçilik yaptığı yıllarda bir gün akşam üzeri, yorgun argın görevden evine dönmektedir. Kavuncugil’in bağın önünden geçerken, teveklerde olgun üzümler gözüne ilişir. Birden iştahı kabarır, zaten acıkmıştır da. Duvardan tutunarak bağa çıkar ve hemen oracıkta başlar üzümleri yemeye. Kavuncu’nun karısı bağda, az ötededir. Palaz’ın bağa girip üzüm atıştırdığını görür. Ona görünmeden sessizce yanına yaklaşır: -Zıkkım yiyesice! Diyerek var gücüyle adamı duvarın başından iter. Palaz aşağı yola yuvarlanır. Neye uğradığını şaşırır. Güçlükle toparlanıp kendine gelir. Duvarın başında kadın hâlâ söylenmektedir. Palaz: - Gâvurun karısı, der, ne bağırıp duruyorsun? Bağında tut da öyle gonuş. 22 BEYELMASI’NDAN Ağın Kaymakamı Beyelması’nda: Ağın kaymakamı bir gün Beyelması’na geliyor. Kaymakam karşılanıp konuk ediliyor. O, köyün sorunlarıyla içerde uğraşadursun, dışarda köyün çocukları, kaymakamın otomobilinin çevresinde toplanıyor, merakla ötesini berisini elliyorlar. Çocuklar giderek kalabalık oluşturunca bekçi Hüseyin onları çevreden uzaklaştırmak istiyor. Safça konuşmaları olan Hüseyin yine aynı saflıkla çocukları azarlıyor: - Haydin, çekilin surdan. Goymiysiz ki köye bir poh gele. Ne Yararı Olacak? Kemal Emi (Cumurcu) köyde ilk eğitmenlerdendi. Daha sonra imamlık kadrosu boşalınca oraya geçti. Hoşsohbet, nükteli konuşmalar yapan, sanat ve edebiyatla ilgilenen bir kişiliğe sahipti. İmam olalı birkaç yıl geçmesine karşın, hiç yıllık izin kullanmıyordu. Nedenini soranlara da şu yanıtı veriyordu: - İzinde de namaz kıldıracak değil miyim, ne yararı olacak bana? Git İşine Be Kadın! İmmik Bacı henüz bir haftalık gelin. Koca evinde herkes namaz kıldığı için o da kılmaya başlıyor. Ama bir müşkülü var; bir yere birşeyler danışması gerek. Elinin kınasıyla kalkıyor, en yerinde davranış olarak gördüğü köyün imamına akıl danışmaya gidiyor. - Hoca Efendi diyor, kaynanamdan namaz dualarını öğrendim, ama ne zaman ki namaz kılmaya başlıyorum, aklıma hiç bir dua gelmiyor da onların yerine: Ali Beyin tarlasında kum kaynar, Ali Beyin gelinleri çift oynar geliyor. Bununla namaz kılsam kabul olur mu? Hoca: - Git be kadın, git işine! diyor. Yiğit İseler İçeri Girsinler: 1940’lı yıllarda Beyelması’nda bir evde yangın çıktı. Alevler kısa sürede tüm evi sardı. Köy halkı, birlik halinde yangın yerine koştu, canla-başla söndürmeye çalıştı. O sırada, köyün imamı İsmail Hoca da geldi ve cebinden çıkardığı bir kâğıda Arap harfleriyle birşeyler yazıp alevlerin arasına fırlatıp attı: - Melekler yangının çevresinde dolaşır, yayılmasını önlenniş, dedi. Hocanın bu sözleri üzerine Şakir Oğuz: - Yangının çevresinde biz de dolaşıyoruz, dedi, yiğitseler içine girip söndürsünler. Bu yangında ev tamamen yandı. Not: Dünden Bugüne Ağın kitabından alınmıştır. 2013 : Mart Nisan Kadın’lar Kolunun Gezisi... Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneğinin Kadınlar Kolu, 20-21 Nisan 2013 tarihleri arasında Afyonkarahisar-Kütahya illerine gezi düzenlemişlerdir. Aşağıda isimler yazılı katılımcılar, otobüsle yapılan gezi süresince fıkralar anlatılmış, şarkı ve türküler söylenerek gerçekleşen gezide tarihi mekanlar, müzeler ve ören yerleri ziyaret edilerek Ankara’ya dönülmüştür. Geziyi organize edenler ve katılımcılara teşekkür ederiz. Geziye Katılanlar Nihal Gençaydın, Nihal Özmen ve komşusu, Kadriye Kanar, Cevriye Akbaş, Lütfiye Urhan, Ecmel Özkeskin, Aysel Aslan ve dünürü, Handan Ozan, Fethiye Şengör, Nezahat Aksanı, Melahat Gül, Melahat Öztürk, Melek Aksoy, Güler Akdemir, Nuran İnan, Nuriye Söylemez, Saliha Nergis, Mebrure Ertürk, Fatma Bilgin, Hacer Hanım, Sündüs Hanım, Saime Hanım ve gelini, Cüneyt Özkul, Gülsüm Özkul, Oya Aksoy, Güler Gençer, Nadide Hanım, Aysel Gençosman, Meftune Gençosman, Memnine Güzel, Solmaz Hanım, Suna Hanım, Müzeher Samur. Özlüsözler... * Dünya güzeldir, ama bir şairin gözüyle daha da güzel olur. (Goethe) * İnsanlar hatalarını mutluyken değil ancak mutsuzken anlar. (Daniel Defoe) * Nankör insan, her şeyin fiyatını bilen fakat hiçbir şeyin değerini bilmeyen kimsedir. (Oscar Wilde) * Dünyada başarı kazanmanın iki yolu vardır: Ya kendi aklından faydalanmak, yahut da başkalarının akılsızlığından faydalanmaktır. (La Bruyere) Mart Nisan : 2013 * Hayat merdivenlerini çıkarken, insanlara iyi davranalım. Çünkü inerken gene aynı insanlara rastlayacağız. (Cenap Şahabettin) * Güzel olan sevgili değildir, sevgili olan güzeldir. (Tolstoy) * Güzellik, çoğu zaman kusurları gizleyen bir örtüdür. (Balzac) * Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir. (HZ.MUHAMMED (s.a.v) 23 YARGITAY LOKAL’İNDEKİ 2. YEMEĞİMİZ. Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği, Kızılay’da bulunan Yargıtay Lokal’inde hemşerilerimizin yoğun istekleri üzerine 2. defa yöresel müzik eşliğinde yemekli bir gece düzenlendi. Açılış konuşmasında Dernek Başkanı Ahmet Çetin,’’ Yılda bir defa yapılan gecelerin yeterli olmadığı, daha sık birlikte olmak, aramızdaki dayanışmayı artırmak, sorunlarımızı konuşarak gidermek için bu gecelere önem vermekteyiz. Katıldığınız için teşekkür eder, iyi eğlenceler dilerim.’’ diyerek, geceyi başlattılar. Klarnet’te hemşerimiz Nuri Yılmaz ,Kanun’da Oğuzhan Akkuş, Ritim Sazda Turgut Fırtına, Bağlama-Cümbüş vede solist Hasan Demirkıran’dan oluşan ekip yöresel türküler eşliğinde oyun havaları çalarak katılanlara güzel bir gece yaşattılar. YARGITAY LOKALİNDEKİ GECEYE KATILALAR Serap DURU, Ahmet DURU, Naciye GÜLER, Ahmet Zeki GÜLER ,Figen FIRAT, Ömer FIRAT,Güler DOĞAN, Ömer Nurettin DOĞAN, Ünal DÜNDAR, Dr. Ahmet Nihat DÜNDAR, Necla KARATAŞ, Bahri KARATAŞ, Süheyla ÖZTÜRK, Mesut ÖZTÜRK, Ömer (Hikmet)ÖZTÜRK, Mehmet BALTACI, M. Salim ÖZER, Melahat ÖZTÜRK, Osman ÖZTÜRK, Reha İLTER,Altan İLTER, Prof. Dr. Yurdanur TOLUNAY, Prof. Dr. Ersin TOLUNAY, Semiha TAŞBAŞI, İbrahim TAŞBAŞI, Mustafa GÜZEL, Selma ÇETİN,Ahmet ÇETİN,Elçin ÖZTÜRK,Zafer GENÇAYDIN,Nuran GENÇOSMANOĞLU,Ahmet GENÇOSMANOĞLU,Emine BİLGİN,Alper BİLGİN, Fatma BİLGİN, Soner BİLGİN, Gül DEVİREN, Ahmet DEVİREN, Gülseren ÖZ, Osman ÖZ, Hatice Filiz( Serpil) SAMUR, Müzehher FIRAT, Mustafa FIRAT, Zafer FIRAT, Hacer KARATEPE, Hüseyin KARATEPE, Sibel KARATEPE,Hasan KARATEPE,Ceyda TAŞOĞLU,Ayhan TAŞOĞLU,Makbule YILMAZ,Niyazi YILMAZ,Züleyha PAK,Mehmet PAK,Mehtap TAŞOĞLU,Hasan TAŞOĞLU,Cevriye AKBAŞ,Samettin AKBAŞ,M. Kamil ATEŞ,Raşit ÖZMEN,Ayşe ŞAHİN,Kubilay ŞAHİN, Hayrunnisa HAYTA,İhsan HAYTA,Oktay YILMAZ. 24 2013 : Mart Nisan Mutluluk Hüseyin BAŞDOĞAN ‘Mutluluk nedir, bilen var mı ?’ diyor, ’Sis’ romanının yazarı. Mutluluğun adı var, kendi yok. Öylesine yüceltilmiş bir duygu, öylesine övülmüş, benzersiz bir güzellik,bir üstünlük sayılmış ki ne olduğu, nerede olduğu,tadı,biçimi anlaşılmaz olmuş! Bilen yok gerçek anlamıyla mutluluğu.”(Oktay Akbal, Mutluluk Nedir?) Tanımı güç bir kavramdır mutluluk. Soyuttur, mutluluğu duyu organlarımızla algılayamayız. Ancak, mutluluk, kişinin kimliğine sinmişse gözlerinin içi güler, coşkuludur. ”Dünyada tanımı en güç olan en öznel, en görece değerlerden biri de mutluluktur. Böyle olunca belirlenmesi, tanımlanması da elbette ki olanaksızdır… Mutluluk vardır var olmasına da,belki herkesin mutluluğu başka başkadır.”(Mehmet Salihoğlu, ”Mutluluk Üstüne” Kavramlar ve Boyutları,s.354) Türkçe sözlükte genel bir tanımlaması yapılmış. ”Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç dururumu, ongunluk, saadet, bahtiyarlık. Cengiz Sezer, düşünürlerin sözlerinden, atasözlerinden bir seçki oluşturmuş; bunlardan kitap yapmış, elime geç geçti.Kitabının adı,”düşündüren bilge sözler” kitabın kapak, iç tasarımı ilginç. Kapaktaki istiridye kabuğunun açılmasıyla içinden bir dünya çıkmış. Bu dünyada içeriği değişik özlü sözler sıralanmış:,ızdıra p,ahlak,hayal,sevgi,yalnızlık,hastalık,dostluk,kitap,zam an mutluluk… Mutlulukla ilgili ilk söz de Türkiye’nin çöl olmaması için canla başla çalışan Hayrettin Karaca’nın. Ben, acıyı da mutluluğu da kabulleniyorum; ama acılar hafızadan hiç çıkmaz” diyor,Karaca. “Mutluluğu” herkes canla başla kabullenir de “acıyı” kabullenmemek elimizde mi? Acı, hiç beklemediğimiz bir anda – ister taşıyalım, ister taşımayalım - omuzlarımıza yükleniyor.Taşıyıp taşıyamayacağımıza bakmadan tüm benliğimizi sarıp sarmalıyor. İnsanı, kıpırdayamayacak, yaşamdan zevk alamayacak duruma sokuyor; karamsar içedönük yapıyor. Bundan sonra insan, umutsuzluğun girdaplarında dönüp duruyor. Güçlüler, bu girdaplardan yol bulup kurtuluyor, zayıflar eziliyor. Mutlulukla ilgili seçtiği diğer sözler de şunlar:”Mutluluğu tatmanın tek çaresi onu paylaşmaktır. (Byron) “Mutluluğun değerini, onu kaybettikten sonra anlarız.”(Plautus)”Mutluluğun en güzel ölçüsü,sahip olduklarımızla,ne istediğimizi ayırt edebilmektir. (Dr.R.Carlson) “Mutlu olmak istiyorsanız başkalarının da mutluluğuna saygı göstermelisiniz.” (B.Russell) Mutlulukla ilgili söylenmiş sözlerin birkaçını daha sıralayalım: “Başkalarına mutluluk sağlayabilen mutludur. Diderot .”“Bu ölümlü dünyada mutlak bir mutluluk yoktur. Her mutluluk kendi içinde bir zehir taşır, yahut, dışarıdan gelen bir zehirle zehirlenir. Cheov.” “Bütün mutsuzluklar kardeştir; aynı dili konuşurlar. Balzac.”“Dünyadaki mutsuzlukların yarısı gerçekleri saklamaktan ve yalan söylemekten kaynaklanır. Arthur Collon.” “Eğer bir kişi, milyonlarca yıldızda sadece bir tane bulunan bir çiçeği seviyorsa, o yıldızlara baktığında mutlu olmasına yeter Mart Nisan : 2013 bu.Exupery.” “En büyük mutluluk, hür düşünceli olmaktır. Anatole France.” “Hırsını yenebilen, mutsuzluğunu da yener. Richard Baker.”İnsan, hiç bir zaman tamamıyla mutsuz olmaz. Albert Camus.” “İnsanlar hatalarını mutluyken değil, ancak mutsuzken anlar. Daniel Defoe.” 1685’te İngiltere kralı II. James’e karşı başlatılan ayaklanmaya katıldı. Yaşamının çeşitli dönemlerinde tüccarlık, fabrikatörlük, devlet memurluğu ve hatta casusluk yaptı. 40 yaşında gazetecilikte karar kıldı, bundan birkaç yıl sonra da roman yazmaya başladı. Yayımladığı siyasal yergi kitapçıklarındaki sert tutumu yüzünden birçok kez hapse girdi. 1731 yılında doğduğu yerde, Londra’da öldü.)Her yazar kendine göre yorumlamış mutluluğu.Kimisi paylaşmada,saygıda; kimisi de hırsını yenmede ,özgür düşüncede görmüş. Cheov, gerçek mutluluk yoktur;her mutlulukta bir acı vardır ,diyor.Demek ki Cheov, mutlulukla acıyı iç içe yaşamış. Albert Camus, yaşama, iyimser bir gözle bakıyor. Özgeçmişini,kısaca ayraç içinde verdiğim Daniel Defoe’nin sıkıntılı, inişli çıkışlı bir yaşamı olduğu için “mutsuzken” hatalarını anlıyor.Bizim için de öyle değil mi?.. Ben de kendimce soruyorum: Mutluluk nerede?... Kuşun kanadında mı, bülbülün ötüşünde mi? Denizin maviliğinde mi? Dostlukta mı, sevgide mi , aşkta mı? …Felsefede,bilimde mi?...Yoksa gelen baharda, açan çiçekte, çiçeklere konan bal arılarında mı?... Nemrut’ta güneşin doğuşunda, Göl Dağı’nın doruklarında, Peri’nin suyunda…, Kozluk Çayı’nın akışında mı?... İnsanoğlu, varoluşundan günümüze değin mutluluğun peşinden koşmuş. Kimisi, parada pulda aramış mutluluğu.Kimisi de sazda sözde, Kimisi şiirde…Kimisi yazarlıkta… Kitaptaki sözler için Kamuran Sezer şöyle diyor: “Çalışmalarınızda veya günlük hayatınızda bunlardan birini kullanmanız da bizi mutlu edecektir.”Sezerler,1Haziran 1954’ten beri Arapgir’in gözü,kulağı,sesi …Kamuran Sezer de tümcesini,”mutlu edecektir ”le noktalamış. Mutluluğun peşinden koşmayan var mı? Kim koşmuyorsa yaşamla bağlarını koparmış,kendini karamsarlığın girdaplarına bırakmış, demektir. Mutluluğu, her gün birkaç kez kullanıyoruz.Böyle cana yakın , çok boyutlu sözcük üzerinde düşünüp yazmak istedim. Konuyu,araştırıp incelediğimde “mutluluğun” ilkçağlardan bu yana üzerinde söz söylenen; yazılan,tartışılan bir konu olduğunu gördüm. Batılı,doğulu düşünürler ,bilim adamları,yazarlar, sanatkârlar, şairler… mutluluğun peşinden koşmuşlar.Bir bakıma tüm çalışmalar, mutluluk amacı taşımaktadır.İnsanlar,ilkçağlardan beri çeşitli öğretilerle, mutluluğa erişmenin yollarını araştırmışlar. Mutluluk, tüm öğretilerde “iyi, huzurlu” yaşama anlamındadır. Gönenmek, halk deyişiyle abat olmaktır mutluluk. Montaigne (Montanyi), ”İnsanın sağlığı ve düşüncesi yerinde değilse, hazdan, mutluluktan bir 25 şey anlamaz. Talih insana bütün nimetleri verse onları tadabilecek bir ruh gerekir. Bizi mutlu eden, bir şeyin sahibi olmak değil, tadına varmaktır.”diyor. Çok doğru söylemiş Montaigne (Montanyi), insanın beden ve ruh sağlığı yerinde değilse nasıl mutlu olsun. O halde mutluluğun başat koşulu sağlık. İnsan, sağlıklı olmazsa hiçbir şeyden zevk almaz. Bu kişi, istediği gönence (bolluk, rahatlık ve varlık içinde yaşama) de ulaşsa gene de mutlu olmaz. Bu yönde bir ahlak felsefesi geliştirmiş olan Epikuros, tek amaç olarak mutluluğa ulaşmayı hedeflemesine bağlı olarak, istenç özgürlüğü fikrinin de savunucusu olmuştur. İnsan mutlak ve kaçınılmaz bir zorunluluğun kölesi olamaz, o kendi kaderini belirleyebilir ve felsefenin görevi, insana bunun kanıtlanmasıdır. Elbette insan iradesi bir çok içsel ve dışsal koşul tarafından belirlenmektedir; ancak insan bunlara rağmen kendi kararını verebilmekte, hatta içinde bulunduğu koşullar hakkında da kararlar alabilmektedir ve bu anlamda koşullarına mutlak anlamda bağlı değildir. Koşulları, kararların korunması ve mutluluğa ulaşması bakımından önemser. Epikurosçu felsefede asıl önemli olan kavram dostluk kavramıdır. Ona göre bilgeliğe yaraşan insani ilişki biçimi dostluktur. (9 Şubat 2012 Vikipedi) Descartes (Dekart) kendi kendine şöyle düşünüyor:” Evet, insanın amacı mutluluğa erişmektir. Mutluluğumuzu sağlamamız içinse aklımızı kullanmamız gerekir.”Descartes devam ediyor ve şöyle diyor: Varlığımızın amacı ne? ...Mutluluk. Mutluluğu elde etmek için iyi yaşamamız gerek. Şu halde iyi yaşamanın bilgilerini elde etmeliyiz.”(Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, s.108) “Ben şuna inanıyorum ki, mutluluğa açılan bir kapı gören insanların pek azı, bile bile mutsuz kalmak ister… Bir noktaya kadar paranın da, mutluğu artırmada çok etkili olduğunu inkâr etmemeliyim; ama, o noktadan sonra artıracağını sanmıyorum. Benim iddiam şu ki, başarı mutluluğun sadece bir unsurudur ve eğer bütün öbür unsurların feda edilmesi pahasına elde edilmişse,çok pahalıya mal olmuş demektir…Evet, bir insanın mesleği ne olursa olsun, başarıda bir rekabet unsuru bulunduğu doğrudur; yalnız saygı gösterilen şey de sadece başarı değil; başarıyı sağlayan, şu ya da bu şekildeki kusursuzluk ve mükemmelliktir.”(Bertdrand Russell)(Bertdrand Rasıl), Saadet Yolu,s.15-34) Sait Faik Abasıyanık, yazarak mutlu olmuş.”Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılınca küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım.Kalemi yonttum.Yonttuktan sonra tuttum,öptüm. Yazmasam deli olacaktım. (Son Kuşlar,s.57) Aşık Veysel’i, Şarkışla’nın Sivrialan Köyü’ den çıkararak tüm Türkiye’ye tanıtan,gönül gözüyle görmesine yardımcı olan Ahmet Kutsi Tecer de mutluluğu şiirde tadıyor. Sevgilisinin sesinin peşinden koşarak şöyle diyor: Geceleyin bir ses böler uykumu, İçim ürpermeyle dolar: Nerdesin? Arıyorum yıllar var ki,ben onu, Aşıkıyım beni çağıran bu sesin. Yüzyılların ardından seslenen Fuzuli’nin aşk derdiyle başı hoştur: Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip Kılma dermanım helâkim zehri dermanımdadır. Fuzuli, mutluluğu aşkta bulur.Sevgilisinden ve 26 sevgisi yüzünden çektiği ıstıraplardan o kadar mutludur ki, sevgilisinin bu ıstırabı vermekten vazgeçeceğinden korkuyor Lale Devri’nin şairi Nedim mutluluğu ,devrin simgesi lalelerle bezenmiş Sa’dâbâd’da arıyor: Bir safâ bahş-edelim gel şu dil-i nâşâda Gidelim serv-i revânım yürü Sâ’dâbâd’a (Gel şu neşesiz gönüle bir safa verelim; selvi boylum.Yürü,Sâdâb’a gidelim.) Zevk ve eğlence devrinin adamı olan Nedim eğlenmiş, eğlendirmiş; mutluluğu yakalamış mı,bilmiyoruz.Bu devri sona erdiren Patrona Halil ayaklanması sırasında ölmüştür (1730) Moğolların, eşkıyanın baskısından ezilen,ıstırap ve yokluk içinde kıvranan, yarınına güvenle bakamayan Anadolu insanı, mistik inançlarda;Yunus’un sazında, sözünde teselli bulmuş. Yunus da,o ilahî aşka, ulaşmak için günlerce,aylarca,yıllarca yürümüş. Şöyle diyor: Ben yürürüm yana yana,aşk boyadı beni kana, Ne âkılim, ne divane,gel gör beni aşk neyledi. Aşk,Yunus’un aklını başından almış.Deli mi,akıllı mı olduğunun bilincinde değil. Bu öylesine yüce,insanı kendinden geçirecek kadar güçlü bir aşk.Öyle ki Yunus, yıllarca bu aşk uğruna diyar diyar gezmiş; gittiği yerlere sevgi,umut taşımış. Sazıyla, sözüyle Anadolu’nun ufkunu karartan Moğol, eşkiya baskısının izlerini silmeye, umut aşılamaya çalışmış. Onun için Anadolu halkı,Yunus’u sevmiş,bağrına basmış, onu sahiplenmiş. Birçok belde, köy Yunus’un mezarının kendi topraklarında olduğunu kanıtlamaya çalışmış. ”Yunus’un mezarını, en eski kaynaklar, Sarıköy’ de gösterirler. Daha birçok yerlerde Yunus’a ait mezarlar varsa da, bunların bir kısmı,Yunus’un makamlarıdır, bir kısmı da diğer Yunus’lara ait mezarlar. (Abdülbaki Gölpınarlı,Yunus Emre,s.8) İlhan Selçuk,”Mutluluğun Ölçüleri” başlığı altında mutluluğu işlemiş. Somut örneklerle konuya girmiş.”Balkon penceresinde minik bir kedi var. Miyavlayıp duruyor.Besbelli aç ve üşümüş.İçeri alın. okşayın, ısıtın, süt verin.Az sonra pembe diliyle yalanıp mırıldanmaya başlayacak. Kaldırım bir ihtiyar kimsesiz. Paçavralara sarmış bedenini. Dileniyor,titriyor,midesi boş,gözleri anlamsız.Sertleşmiş damarları doğaya uymakta zorluk çekiyor,kanı çekilmiş gibi vücudundan. İhtiyar adamı alın,soba başına götürün, bir kâse sıcak çorba verin, o saat canlanacak gözleri;bir nefes alacak insanca (İlhan Selçuk,“Mutluluğun Ölçüleri,” Cumhuriyet, 9 Aralık 1973) Günümüz şairlerinden de mutluluğu arayanlar yok değil. Ona şiirleriyle ulaşmak isteyenlerden biri de “Ağlatan Mutluluk”şiiriyle Adnan Yücel: Çıksam şimdi güzelliğin gökyüzüne Dolaşsam Görsem bütün tanrısal sevgileri Ölümsüzlüğün sofrasına bağdaş kursam Ve anlatsam Anlatsam o ağlatan mutluluğu Bilmem inanır mı bana mavilikler 2013 : Mart Nisan Şair;gökyüzünde dolaşmak, bilinçaltında yücelttiği sevgilere kavuşup her insan gibi ölümsüzleşmek istiyor. Bütün çabalar-ölümlü olduğumuzu bildiğimiz haldeölümsüzleşmek için değil midir? Ölümsüzlüğün peşinden koşan,mutluluktan ağlayan Adnan Yücel,ellisine varmadan aramızdan ayrıldı. Mutluluğun şiirinin şairi Uğur Demircan da şöyle diyor: anılarımızı anlattık. Toplantıda 86 yaşında tümümüzün ortak öğretmeni Mehmet Akkaya da vardı. Sert bir öğretmen olduğundan söz ettik;ama alınmadı. O yıllarda-doğru olmasa da-sert ve disiplinli öğretmen olmak bir özellikti. Eğitim-öğretimin öğrenci odaklı olmasını- çağdaş eğitimin olmazsa olmazlarından olduğunu- zamanla öğrendik. Toplantıda kimler mi vardı? Mutluluğun Şiiri Bir şiir yaz bana. Uzun olmalı, saçların gibi. Kafiye şart değil ama düzgün olmalı Türkçesi ve bana seni anlatmalı derinden derine. Ankara’dan Suphi,Sadi Şenyurt kardeşler,Turgut Kotan ve ben,Düzce’den Necmi Kıvılcım; İstanbul’dan Mehmet Akkaya,Metin Bölükbaşı, Hayati Özer, Vural Kömürcü,Şemsettin Postaoğlu,Yusuf Uludağ,Metin Fadıllıoğlu,Kazar Nalbantoğlu,Kemal Akgün,Hamit Yaman…Birlikte olmanın, anılarımızı paylaşmanın mutluluğunu yaşadık. Arapgir’i Kalkındırma Derneği’nin açılışı, özellikle Ankara’da yaşayan Arapgir’li lileri mutlu etti. Nevar ki dik merdivenleri tırmanarak apartmanın en üst katına çıkmak zor olsada (asansörün yapılacağı söyleniyor) yer düzenlenmiş, ışıklandırılmış; oturulacak, dinlenecek Arapgir’i Kalkındarmı Dernek Başkanı Ferit Kotan’ın büyük çalışmaları ile alınmış ve dekorasyonu yapılmış olan mülkün açılışı 27 Mart 2012 de gerçekleştirildi. 21 Mart Çarşamba 19.30 da Toros Sokak No:29/21 Sıhhıye adresinde yapılan açılışa çok sayıda Malatya’lı hemşehrimiz katıldı. Açılış kurdalesini; vekilimiz Mevlüt Aslanoğlu, Veli Ağbaba, Özgür Özel, Kadir Gökmen Öğüt, Emekli Vali Yılmaz Ergun, Hidromek A.Ş. sahiplerinden Bediatül Bozkurt ve Dernek Başkanları Ferit Kotan birlikte kestiler. Açılışa katılamayan vekillerimiz telgraf ile tebriklerini bildirdiler. Ankara’da bulunan Malatya Dernekleri Başkanlarımız da açılışa katıldılar. Bu mülk alımında emeği geçen kişilere ödüller verildi. Kalkındırma Derneği’ne yer alınması için geçmişteki yöneticilerin,Ankara’da yaşayan Arapgirli’lerin de katkısı yadsınamaz.Temeli,onlar atmışlardır. Son söz. Kedi karnı doyduğu; ihtiyar ısındığı karnı doyduğu için mutludur.Hasta sağlığına kavuştuğunda mutlu olur. Yazar, yazdıkça mutluluğa kavuşur. Aşık,sevgilisine kavuşunca mutludur. Ailede; saygı, sevgi varsa anne, baba, çocuklar mutludur. Sınavı kazanan öğrenci mutludur ,diyebiliriz. Her varlığın, her kesimin yaşamdan bekledikleri farklıdır. İnsan, yaşamdan beklentileri gerçekleştiği, özlemlerine kavuştuğu derecede mutlu olur Bir şarkı söyle bana. Sesinde okyanusların fısıltısı… Notaların arasında bulmalıyım seni ve bir ‘gam, içinde, bin gam eritilmeli Sevgilisinden uzun şiir isteyen şair, uyaksız kısa bir şiir yazmış.İyi,düzgün Türkçenin,hepimiz gibi, özlemini çekiyor. Sevgilisinden bir şarkı duyarsa üzüntüsü kalmayacak,mutlu olacak.. Şeref Coşkun,”mutluğun sırrı”nı bulmuş ki “Mutluluğun Sırrı” şiirini yazmış.Şöyle diyor: Mutluluğun Sırrı Mutluluğun sırrını bulmaya çalışana, Kendiyle çevresiyle durmadan boğuşana, Mutluluğun sırrını açıklasam burada. Ararken dere,tepe,Kaf Dağı’nı aşana: Mutluluk; gülümsemek, selam vermek, gezinmek, Sevmek bir de sevilmek, kordondan kuma inmek. Ormanda kuş sesini,rüzgâr uğultusunu, Uzun uzun dinlemek, sonra kalkıp gerinmek. Çocukların saçını elin sürüp tararsan, Babana “Alo”deyip hal hatırın sorarsan, Annenin sağlığında köşesine uğrayıp Komşun hastalanınca,sen ziline basarsan, Eşin,çocuklarınla,çık kırlara neşelen. Piknik yap,oyun oyna, toprakta da eşelen. Haziranda, temmuzda, ağustosta,eylülde, Denize gir,dal,çık,yüz,yorulunca güneşlen. Ayağını sıcak tut,başın güneşte tutma. Vara yoğa üzülme,kimseye kin de tutma. Az yemek ye,az uyu, güzel şeyler için sen, Vakit bulursun.İnan.Bunu sakın unutma! Bizler, Arapgir’li olarak 70’likler, 75’likler ortaokul, lise, öğretmen okulu arkadaşları, İstanbul Beyoğlu Öğretmenevi’ de 31 Mart 2012’de toplandık. Hepimizin saçlarına ak düşmüş. 50-55 yıldır görmediğimiz okul arkadaşlarımız vardı, içlerinde.Uzun yıllar birbirimizi görmediğimiz için birbirimizi tanımakta zorlandık. Yemekli toplantıyı, Naci Şener’le Niyazi Önel düzenlemiş. Yedik,içtik Mart Nisan : 2013 KAYNAKÇA Oktay Akbal,”Mutluluk Nedir?” Mehmet Salihoğlu,”Mutluluk Üstüne”Kavramlar ve Boyutları, s.354 Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre,s.8) İlhan Selçuk, Mutluluğun Ölçüleri,” Cumhuriyet, (9 Aralık 1973) Sait Faik Abasıyanık,Son Kuşlar, s. 57. Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, s.108 (Bertdrand Russell)(Bertdrand Rasıl), Saadet Yolu, s.15-3-34) 9 Şubat 2012 Vikipedi Hüseyin BAŞDOĞAN Arapgir’li hemşerimiz Emekli Türkçe Öğretmeni 27 Şiir ANAM... Anam, Elazığ Ağın Pul Köyü halkından Bekir Çavuşun kızı Gülüzar Gül i zar tevellüdü, meçhul Anam, varlık görmedi kör etti gözünü yokluğun kendi göz gibi aç kalmadı şiv yedi kıtlıkta “Hamdü senaya şükürler olsun” dedi Anam, Alman harbinin gümbürtüsünde doğurmuş beni “Urus’u ve Emerika’yı” bilirdi zarar gördü Marşal yardımından Tanrıdan bildi Anam, kara kuru zayıf ince yürekli ince hastalıklı, miras kalmıştı anasından bir teneke tohumluk buğday karşılığı, girmiş Baba’mın koynuna tohumlanmak için Anam, Anam, garip Anam Künyemi nere yazam yoksun derdimi kime yazam Ali SEYHUN Berlin Anam, altı kez yatmış doğuma ikisini geri almış Tanrısı dördü yaşıyor hâlâ, çok şükür Kısa...Kısa...Kısa...HABERLER ERGONOMİK ARI KOVANI PROJESİNDE BAŞARI Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından yürürlüğe konulan ergonomik arı kovanı projesinde istenilen başarıya ulaşıldı. Konu ile ilgili bir açıklama yapan ilçe Kaymakamı Sayın Nedim AKMEŞE; “İlçemiz için yeni istihdam imkânları oluşturmak, hem işsizliğin önlenmesi, hem köylerden kentlere göçün engellenmesi hem de milli ekonomi açısından, bu proje dar gelirli çiftçilerimizin ergonomik kovanlarla organik arı yetiştiriciliği için var olan doğal kaynakların ve mevcut bitki varlığının değerlendirilmesiyle gelir ve refah seviyesinin yükseltilmesine katkı sağlamak amacıyla hazırlanmış olup, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma vakfından 6 aileye 30.000,00TL bedelli, 300 ergonomik kovan kredisi verilmesi, geçim kaynağı kısıtlı olan arı üreticilerimiz için yeni kaynaklar oluşturmak ayrıca, son yıllarda tüketiciler arasında arı sütü ve polene karşı büyük bir talebin 28 oluşması daha karlı bir arıcılık için uygun bir ortam oluşturması, kısaca arıcılıkta üretim çeşitliliği ve bu ürünlerin kaliteli üretimleri hem üretici hem de tüketici yönünden önem arz ederken, Dünya genelinde en çok üretilen ve ticareti yapılan temel arı ürünü baldır. Bunun yanında bal mumu, polen, arı sütü ve propolis arı ürünleri olarak Dünya ticaretinde önemli yer almaktadır. Geçen yıl 3 aile ile başladığımız projede polen üretiminin iyi seviyede olması ve Pazar sorunu olmaması nedeni ile bu yılda 3 ailemizle polen üretimini geliştirmek için bu projeyi uygulamaya koyuyoruz, yörede özellikle dar gelirli arı üreticilerinin sosyal yaşantılarının ve gelir seviyelerinin yükseltilmesine katkı sağlayacağı gerçeği ile projemiz bol kazanç getirsin” dedi. SODES BENİ DE FARKETTİLER PROJESİ BAŞLADI Kalkınma Bakanlığı Sosyal Destek Programı kapsamında Elazığ Valiliği koordinasyonunda, Ağın 2013 : Mart Nisan Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliğince? Sodes Beni de Fark ettiler dershane projesi başladı. Konu hakkında bir açıklama yapan İlçemiz kaymakamı Sayın Nedim AKMEŞE “İlçede dershane olmaması ve Elazığ merkeze uzaklık nedeni ile dezavantajlı olan öğrencilerimizin, eğitimde fırsat eşitliğini için 105.000,00TL değerindeki projeyi yürürlüğe koyarak, toplam 33 öğrencimizin SBS ve LYS sınavlarına hazırlanmaları için, Cuma akşam okul çıkışı alınarak dershanelere götürüldüğünü ve Pazar akşam geri getirildiğini, bu proje ile ilçemizin eğitimdeki çıtasının yükseltilmesi hedefinin yanında, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması, öğrencilerimizin kendilerine olan öz güvenlerinin dershane ve üniversite gezileri ile arttırılması planlanmıştır” dedi. AĞIN HÜKÜMET KONAĞI ONARILDI Yıllar önce yapılan ve tamamen harap halde olan Ağın Hükümet Konağı özürlü kullanımına da uygun şekilde onarıldı. Konu hakkında bir açıklama yapan İlçe Kaymakamı Sayın Nedim AKMEŞE “Yıllar içerisinde harap hale gelen Ağın Hükümet Konağı çatısı da dahil olmak üzere tümden 200.000,00TL karşılığında yeniden onarılarak hizmete açıldı diyen Sayın AKMEŞE, onarımda en çok dikkat ettiğimiz konu, özürlü vatandaşlarımızın hükümet konağına rahat girişlerini sağlamak için, özürlü rampası, özürlü WC si ve katlara rahat ulaşımlarının sağlanması için özürlü kullanımına uygun asansörün tesis edilmesi ile onarım tamamlanarak, modern bir görüntüye kavuşturuldu” dedi. BADEM ADASINA 1100 ADET BADEM FİDANI DİKİLDİ Baharın gelmesi ile birlikte Ağın Kaymakamlığı Badem adasına, Kaymakam Nedim AKMEŞE ve Kamu Kurum ve Kuruluşlarının yöneticileri ile birlikte, 1100 adet badem fidanı dikimi yapıldı. Konu hakkında bir açıklama yapan Kaymakam Sayın Nedim AKMEŞE, “Badem adasında baharın gelmesi ile birlikte mevcutta bulanan 14000 bin badem fidanının budama, gübreleme bakım işlerinin başlatıldığını, bunun yanında ek olarak 1100 adet 2 yaşında aşılı badem fidanının dikilerek, bademciliğin önemine dikkat çekilmesinin sağlandığını, özel sektörle birlikte son iki yılda ilçede 150 bin civarında badem fidanı dikimi ile modern bahçelerin oluşmaya başladığını, birkaç yıl içerisinde ilçemizin bademcilikle anılacağının kaçınılmaz olduğunu ve ilçemizin geleceğinin mutlaka badem, üzüm, arıcılık ve Ağın Leblebisi sektöründe olduğunun unutulmaması gerektiğini” dedi. Kaymakamlık resmi internet sitesinden alınmıştır. ---------------------------------------------------------Mart Nisan : 2013 * Ağın Armutlu (Ecüzlü) Köyünden olup, Ankara Batıkent’de esnaflık yapan, Efkan, Erkan, Müjgan ve Nihal TÜRKER’lerin kıymetli babaları, Fatma Türker’in değerli eşi, Arda, Sıla, Asena, Gökberk, Özge, Merve ve Beyza’nın sevgili dedeleri Ferit TÜRKER. 10-03-2013 tarihinde vefat etmiş,ertesi gün Karşıyaka Mezarlığında toprağa verilmiştir. Kendisine tanrıdan rahmet,eş,dost ve ailesine başsağlığı dileriz. * Ağın Kuzgeçe mahallesin’den Hattımgil’in Mesut Tahsin ÖZTÜRK’ün değerli eşi, Demet KESKİN, Levent ÖZTÜRK, Buket GÖK’ün kıymetli anneleri, Arda ve Meriç KESKİN’in Anneannesi, Berk ve Kaan ÖZTÜRK’ün Babaannesi, Yücel KESKİN,Coşkun GÖK ve Hatice ÖZTÜRK’ün Kayınvalidesi,Yılmaz YORULMAZ’ın biricik kardeşi Yıldız ÖZTÜRK, tedavi gördüğü İzmir 9.Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastahanesinde 10.03.2013 tarihinde vefat etmiş,ertesi günü Manisa ili Turgutlu ilçe mezarlığında defnedilmiştir. Kendisine Tanrıdan rahmet,ailesine, dost ve yakınlarına başsağlığı dileriz. * Dergimiz Abonesı ve Yazarı 1.Sınıf Eminiyet Müdürü,İ şletmeci, Eğitimci, Hukukcu,Kamu Yönetimi ve İdari Bilim Uzmanı Sayın Feyzullah ASLAN, Hasan, Hamit, Halil, Salih, Döndü ve Sebiha’nın babaları, Mehmet, Emine,Yüksel, Serpil, Neşe ve Türkay’nı kayınpederleri Sivas Gürün eşrafından H.Mehmet Rıza ARSLAN, 31.03.2013 tarihinde Ankara’da vefat etmiş,02.04.2013 tarihinde Karşıyaka Mezarlığında toprağa verilmiştir. Kendisine rahmet,yakınlarına başsağlığı dileriz. * Ağın Akpınar(Aşağı Andiri) Mahallesinden Hasan Ağa’gilin rahmetli Zeynep-Ali Küçük’ün oğlu, Fatma Tezer Küçük’ün değerli eşi, Zühal ile Serkan’ın kıymetli babaları Abidin KÜÇÜK 01.04.2013 tarihinde vefat etmiş, cenazesi ertesi gün Ankara Karşıyaka Mezarlığında toprağa verilmiştir. Kendisine Tanrıdan rahmet, Ailesine ve yakınlarına başsağlığı dileriz * Ağın Kaşpınar (Paynik) Köy’ünden, Şemsettin, Selahattin ve Ruşen’in kıymetli babaları, Nadi Bahalı, Saltanat ve Neşe Özdil’in değerli kayınbabaları, Umut , Savaş, Burçin ve Burak’ın sevgili dedesi Mehmet ÖZDİL 17.04.2013 tarihinde vefat etmiş, ertesi gün Karşıyaka Mezarlığında toprağa verilmiştir. Kendisine Tanrıdan Rahmet, yakınlarına baş sağlı dileriz. 29 EVLENENLER (MART - NİSAN 2013) MAHALLE- KÖY ADI SOYADI EVL. ADI SOYADI EVL. YERİ EVL. TARİHİ Aşağıyabanlı Köyü Duygu CAVLI Çağrı Ali GÜLSEREN Şişli 03.03.2013 Bahadırlar Köyü Numan DÖNMEZ Zeytinburnu 03.03.2013 Aşağıyabanlı Köyü Tolga DEMİREL Gönül SIRMA Malatya 04.03.2013 Dibekli Köyü Gülay AKARSU Hüseyin CANLI Esenler 08.03.2013 Dibekli Köyü Gülcan KILIÇ Serkan TUNCER Bayrampaşa 12.03.2013 Dibekli Köyü Şehnaz AKARSU Kamil Özcan DEMİREL Sultangazi 17.03.2013 Müd. Hüs. Ef. Mah.Cihat ÇAKAR Lale AKIN Elazığ 21.03.2013 Saraycık Köyü Kürşat ÇEVİK Sibel KÜPELİ Çukurova 22.03.2013 Bademli Köyü Melike ÖZDEN Muzaffer GÜRSEL Malatya 29.03.2013 Tatarağası Mah. Yalçın GENCOSMANOĞLU Sedef ERÇETİN Bergama 06.04.2013 Hacıyusuf Mah. Duygu BAYTAŞ Oral TUNÇ Bahçelievler 06.04.2013 Şenpınar Mah. Fatma AVLAR Ayhan YILDIRIM Altındağ 06.04.2013 Balcılar Mah. Zuhal Senem ÖZDEM İbrahim ALTINTAŞLI Mezitli 08.04.2013 Saraycık Köyü Sevgi KOPMAZ Esenler 10.04.2013 Hatice ATEŞ Etimesgut 14.04.2013 Bademli Köyü Mustafa İKİNCİ Gökalp GENCOSMANOĞLU Zeliha Şeyda ÖZDEM Samet GÜL Altındağ 19.04.2013 Yenipayam Köyü Serhat TEKİN Merve TOKATLIOĞLU Beyoğlu 21.04.2013 Tatarağası Mah. Emine KARAAĞAÇ DOĞUMLAR (MART - NİSAN 2013) MAHALLE- KÖY Uzungil Mah. Saraycık Köyü Pul Köyü Saraycık Köyü Saraycık Köyü Saraycık Köyü Müd. Hüs. Ef. Mah. Demirçarık Köyü Modanlı Köyü Aşağıyabanlı Köyü Beyelması Köyü Akpınar Mah. Öğrendik Köyü Bademli Köyü Altınayva Köyü Tatarağası Mah. 30 ÇOCUĞUN ADI SOYADI Ayşe Defne ŞEN Kerem KARAOĞLU Cemre PARLAK Berat Duha AYHAN Esin Bera AYHAN Mert İKİNCİ Ali YÜKSEL Ahmet Çağrı ÖZTÜRK Aysima KARAGÖZ Beril GENÇ Aylin ÜNAL Çınar UZUNOĞLU Ömer Mert YILDIRIM Almina YILMAZ Yüsra ÇOŞAR Ali Eren SARIOĞLU BABA ADI Mustafa Alpay Avni Aydın Osman Osman Hakan Hasan Serhat Mustafa Hakan İsmayil Engin Efgan Şaban Mesut Mehmet Emre DOĞUM YERİ Altındağ Malatya Osmangazi Malatya Malatya Malatya Elazığ Beylikdüzü Gaziosmanpaşa Pendik Aydın Şahinbey Yenimahalle Mamak Bakırköy Elazığ DOĞUM TARİHİ 01.03.2013 03.03.2013 04.03.2013 07.03.2013 07.03.2013 08.03.2013 08.03.2013 09.03.2013 11.03.2013 14.03.2013 14.03.2013 17.03.2013 17.03.2013 20.03.2013 20.03.2013 22.03.2013 2013 : Mart Nisan DOĞUMLAR (MART - NİSAN 2013) MAHALLE- KÖY ÇOCUĞUN ADI SOYADI BABA ADI DOĞUM YERİ DOĞUM TARİHİ Bademli Köyü Beyelması Köyü Müd. Hüs. Ef. Mah. Altınayva Köyü Başpınar Mah. Dibekli Köyü Kaşpınar Köyü Pul Köyü Hacıyusuf Mah. Yenipayam Köyü Samançay Köyü Müd. Hüs. Ef. Mah. Demirçarık Köyü Akpınar Mah. Modanlı Köyü Elif Naz YILMAZ Ela Zehra ÜNAL Ilgın TÖZÜN Yağmur KAYA Aras ERTUĞRUL Ali Nuri YILDIZ Mehmet Akif ALİŞ Miraç KARAKAŞ Kutay ÖZMEN Deniz DOĞAN Eymen KÖPRÜLÜ Umut ÖZTÜRK Umut Sefa KAYA Cem ÖZER Hattap Emir AYDEMİR Mete Mehmet Akif Vural Osman Kadir Aras Taylan Vahap Engin Uğur Miraç Mehmet Özgür Yusuf Abidin Gültekin Süleyman Özhan Ahmet Altındağ Çankaya Malatya Küçükçekmece Çankaya Bahçelievler Kepez Sultangazi Yenimahalle Yenişehir/Mersin Sultanbeyli Elazığ Elazığ Çankaya Güngören 24.03.2013 24.03.2013 26.03.2013 04.04.2013 05.04.2013 10.04.2013 10.04.2013 16.04.2013 16.04.2013 18.04.2013 19.04.2013 20.04.2013 20.04.2013 24.04.2013 26.04.2013 ÖLÜMLER (MART - NİSAN 2013) MAHALLE -KÖY ADI SOYADI DOĞUM TARİHİ ÖLÜM YERİ ÖLÜM TARİHİ Kuzgeçe Mah. Müd. Hüs. Ef. Mah. Samançay Köyü Demirçarık Köyü Bademli Köyü Akpınar Mah. Saraycık Köyü Uzungil Mah. Modanlı Köyü Akpınar Mah. Dibekli Köyü Şenpınar Mah. Dibekli Köyü Modanlı Köyü Kaşpınar Köyü Beyelması Köyü Demirçarık Köyü Beyelması Köyü Kıymet İSPANAKCI Nadide Nihan YORKOŞ Ferit TÜRKER Zeynep ÖZTÜRK Hasan GÜNDÜZ Ümmügülsüm ÖZDİL Mükerrem ŞAHİN Saliha MURAT Hüseyin Orhan YILMAZ Abidin KÜÇÜK Kazim YILDIZ Doğan ALER Güvher GÜNEY Fatma ACAR Mehmet ÖZDİL Adil KARADAĞ Müşerref METİN Mehmet ŞAHİN 09.07.1942 16.02.1965 21.12.1945 23.02.1917 01.07.1935 15.04.1929 01.07.1937 12.01.1928 22.01.1948 22.01.1948 01.10.1973 09.01.1933 03.03.1969 04.08.1947 15.02.1923 05.06.1926 01.07.1926 02.03.1944 Bahçelievler Şişli Yenimahalle Ağın Kırıkkale Şehitkamil Malatya Karabağlar Karabağlar Konyaaltı Esenler Malatya Beşiktaş Konak Mamak Kadıköy Güngören Malatya 04.03.2013 08.03.2013 10.03.2013 11.03.2013 23.03.2013 23.03.2013 26.03.2013 28.03.2013 01.04.2013 01.04.2013 02.04.2013 05.04.2013 11.04.2013 12.04.2013 17.04.2013 19.04.2013 20.04.2013 21.04.2013 Mart Nisan : 2013 31 Fotoğraflar: Gökhan GÜZEL
Benzer belgeler
sayı: 213-214 - kasım-aralık 2009
Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği Yayınıdır
Mart-Nisan 2013 Yıl:27 Sayı: 255-256
Baskı Tarihi: 15/05/2013
sayı: 225-226 - eylül-ekim 2010 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma
Mevlüt ÖKSÜZO⁄LU
Mehmet ERGÖNÜL
Teknik Yönetmen
Ömer ÖZTÜRK
Yönetim Adresi:
Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği
Hoşdere Caddesi, Akasya Apt. No: 41-2 A
Y.Ayrancı / ANKARA
Tel: 0 312 426 75 90 Faks: 0 ...
mart-nisan 2010 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği
Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği Yayınıdır
Mart-Nisan 2013 Yıl:27 Sayı: 255-256
Baskı Tarihi: 15/05/2013
kasım - aralık 2013 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği
Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği,
PTT 101843 no.lu Çek Hesabı
T.C. Ziraat Bankası Ankara Yukarıayrancı Șb.
IBAN No: TR26 0001 0008 3239 7751 6850 06
Hesap No: 39775168-5006
Yukarıayrancı- ANKARA
mayıs-haziran 2013 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği
Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği,
PTT 101843 no.lu Çek Hesabı
T.C. Ziraat Bankası Ankara Yukarıayrancı Șb.
IBAN No: TR26 0001 0008 3239 7751 6850 06
Hesap No: 39775168-5006
Yukarıayrancı- ANKARA
sayı: 227-228 - kasım -aralık 2010
Mevlüt ÖKSÜZO⁄LU
Mehmet ERGÖNÜL
Teknik Yönetmen
Ömer ÖZTÜRK
Yönetim Adresi:
Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği
Hoşdere Caddesi, Akasya Apt. No: 41-2 A
Y.Ayrancı / ANKARA
Tel: 0 312 426 75 90 Faks: 0 ...